EN ÂM SÛRESİ 4

Sözlük. 4

Açıklama. 4

Sonuç. 5

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 5

Sözlük. 6

Açıklama. 6

Sonuç. 7

Sözlük. 7

Açıklama. 7

Sonuç. 8

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 11

Sonuç. 12

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 13

Sözlük. 13

Açıklama. 14

Sonuç. 14

Sözlük. 14

Açıklama. 15

Sonuç. 15

Açıklama. 16

Sonuç. 16

Sözlük. 17

Açıklama. 17

Sonuç. 18

Sözlük. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 19

Sözlük. 19

Açıklama. 19

Sonuç. 20

Sözlük. 20

Açıklama. 21

Sonuç. 21

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 22

Sözlük. 23

Açıklama. 23

Sonuç. 23

Sözlük. 24

Açıklama. 24

Sonuç. 24

Sözlük. 25

Açıklama. 25

Sonuç. 25

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 27

Sözlük. 27

Açıklama. 27

Sonuç. 27

Sözlük. 28

Açıklama. 28

Sonuç. 28

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 29

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 30

Sözlük. 31

Açıklama. 31

Sonuç. 32

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 34

Sözlük. 34

Açıklama. 34

Sonuç. 35

Sözlük. 35

Açıklama. 35

Sonuç. 36

Sözlük. 36

Açıklama. 36

Sonuç. 37

Sözlük. 37

Açıklama. 37

Sonuç. 38

Sözlük. 38

Açıklama. 38

Sonuç. 39

Sözlük. 39

Açıklama. 39

Sonuç. 40

Sözlük. 40

Açıklama. 41

Sonuç. 41

Sözlük. 42

Açıklama. 42

Sonuç. 42

Sözlük. 43

Açıklama. 43

Sonuç. 43

Sözlük. 44

Açıklama. 44

Sonuç. 45

Sözlük. 45

Açıklama. 46

Sonuç. 46

Sözlük. 47

Açıklama. 47

Sonuç. 48

Sözlük. 48

Açıklama. 48

Sonuç. 49

Sözlük. 49

Açıklama. 50

Sonuç. 51

Sözlük. 51

Açıklama. 52

Sonuç. 52

Sözlük. 53

Açıklama. 53

Sonuç. 53

Sözlük. 53

Açıklama. 54

Sonuç. 54


EN ÂM SÛRESİ

 

Mekke ve Medine Döneminde İndirildi Ayet Sayısı: 165

Bismillahirrahmanirrahim

1-  Hamd,   gökleri   ve  yeri  yaratan,   karanlıkları   ve   aydınlığı yoktan  vareden,  Allah'a  mahsustur.   Durum  böyleyken  kâfirler  bu yaratıkları  Rablerine  denk  tutuyorlar.

2- O   sizi  çamurdan  yaratan,   sonra  da  ecelinizi  belirleyendir. Ayrıca   O'nun   katında,   tasarıya   bağlanan   bir   vade   daha   vardır. Gerçek   böyleyken,   sizler  kuşkuya   kapılıyorsunuz.

3-  O  göklerin   de  Allah'ıdır,  yeryüzünün   de  Allah'ıdır.   Sizin gizlinizi,  açığınızı  ve yaptığınız her şeyi  bilir. [1]

 

Sözlük

 

Hamdetmek. Cemal ve celal sıfatlarını sayarak Övülene sözlüövgü yöneltmektir.Yarattı. Yoktan varetti, ortaya çıkardı. Eşit tutuyorlar. Başkasını Yüce Allah ile denk tutup O'nun yanısıra ona da tapıyorlar. Belirli vakit. Ecel her hangi bir iş için belirlenen bitiş, sona eriş zamanı. Ayetteki ilk ecel her insanın eceli, ikinci ecel ise dünyanın eceli anlamına gelir.Şüphelenirsiniz. Yani yeniden diriliş ve hesap verme konu­sunda kuşkuludurlar. Tıpkı Yüce Allah'ı bir bilip sırf O'na iba­det etmenin, bu İbadete başkasını ortak etmemenin gerekli olduğu konusunda şüpheli oldukları gibi.O Allah semalardadır. Yani Yüce Allah hem göklerde ve hem yeryüzünde kendisine ibadet edilmede tektir.  Elde ettiğiniz. Yani hayır olsun, kötülük olsun; yararlı olsun, zararlı olsun.  [2]                             

 

Açıklama

 

Yüce Allah, En'am sûresinde [3]okuduğumuz ayetlerin birincisinde hamd-lerin tümüne lâyık olduğunu, hamdin Cemâl ve Celâl sıfatları ile nitelenmek ve bunların dile getirdiği övgüyü O'na yöneltmek demek olduğunu haber ve­riyor. Bu arada dolaylı olarak kullarına kendisine hamd etmelerini emrediyor. Bu ifade ile kullara: "Elhamdülillah deyin," der gibidir. Arkasından bir başka­sına değil de kendisine hamdedilmesinin gerekçelerini dile getirerek: "Gökleri ve yeri yaratan,[4]karanlıkları ve aydınlığı yoktan var eden..." diye buyuruyor. Gökleri, yeri; göklerdeki, yerdeki ve bu ikisi arasındaki diğer varlıkları yoktan var eden, hayatın en temel iki unsuru olan karanlıklar ile aydınlığı yaratan Al­lah hamdedilmeye ve övgüye hakkı olandır, bir başkası böyle bir saygıya lâyık değildir. Böyle olduğu halde kâfirler bir takım putları ve yaratıkları O'na denk sayıp O'nunla birlikte onlara kulluk ederler. Ne şaşılacak şey!

İkinci ayete gelince; Yüce Allah bu ayette müşriklere sesleniyor; onları cahillikleri yüzünden kınayıp asılsız saplantıları yüzünden azarlayarak: "O ki, sizi çamurdan yarattı" buyuruyor.[5]Çünkü insanların atası olan Hz. Adem (a.s.) çamurdan yaratıldı. Sonra bütün insanlar ondan çoğaldı. Buna göre bü­tün insanlar ve bu arada müşrikler asılları itibarı ile çamurdan topraktan ya­ratılmışlardır. Hem insanların hayat unsuru olan besin maddeleri de topraktan elde edilir. Ve de Yüce Alalh herkes için bir yaşama süresi ve sınırlı ömür be­lirledi. Ayrıca hayatın tümü için de bir süre belirledi. Bu süre dolunca hayat sona eriyor. Bu süre O'nun katında belirlenmiştir, onu sırf kendisi bilir, başka­sı bilmez, kendisinden başkasına bu bilgiyi açmaz, bu bilgiyi gizli tutmasının bir çok yüce hikmetleri vardır. Bütün bunlardan sonra, siz, ey cahil müşrikler O'nu bir bilmenin gerekliği konusunda, öldükten sonra sizi diriltmeye gücünün yeteceği konusunda [6]sizi hesaba çekip iyi-kötü, güzel-çirkin bütün yaptıkla­rınızın karşılıklarını vereceği konusunda niçin kuşku duyuyorsunuz?

Okuduğumuz ayetlerin üçüncüsünde Yüce Allah göklerde ve yeryüzünde gerçek mabud olduğunu, O'nun dışında başka bir Rab, başka bir ilah bulun­madığını haber verdikten sonra: "O sizin gizlinizi, açığınızı ve yaptığınız her şeyi bilir" buyuruyor. İyi-kötü her yaptığınızdan haberdardır. O ya­ratıklarından ayrı bir konumda Arş'ınm üzerindedir. Kullarının gizlediklerini, açığa vurduklarını, davranışlarını ve organları ile işledikleri bütün eylemlerini, gözlerinin hain bakışlarını ve kalplerinde saklı duran duygularını bilir. Bu yüzden O'nun katındaki iyiliğe rağbet etmek ve bildirdiği azaptan korkmak, kaçınmak gerekir. Bu da ancak kullarının O'na sığınmaları, O'na kulluk etme­leri ve O'na dayanmaları ile gerçekleşir. [7]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'a lâyık olduğu biçimde hamdetmek ve O'nu övmek gerekli­dir.

2-  Eğer bir kimse Allah'a O'nun kâmil sıfatlarından olmayan bir sıfatla hamdederse onun hamdı kabul olmaz.

3- Kulluk etme açısından yaratıklar ile yaratıcıyı bir tutanların tutumunun şaşırtıcı olduğu vurgulanıyor.

4- Yüce Allah'ın yaratıcılıktaki şaşırtıcı eserlerini ve gücünün tezahür­lerini gördüğü halde yeniden dirilişi ve ahiret hayatını inkar eden kimsenin tu­tumunun şaşırtıcı olduğu vurgulanıyor.

5- Yüce Allah'ın ilim sıfatı vurgulanıyor; göklerde ve yerde O'nun için hiç bir şeyin gizli olamayacağı, gizli-açık her şeyi bildiği dile getiriliyor.

4- Onlara Rablerinin  ayetlerinden  bir  ayet geldiği zaman  on­dan   hemen  yüz   çeviriyorlardı.

5- Nitekim   onlar   kendilerine   gelen   gerçeği,   Kur'an'ı   derhal yalanladılar.   Fakat,   alay   konusu   ettikleri   gerçeklerin   haberleri ilerde   kendilerine   gelecektir.

6- Onlardan    önceki   nice   nesilleri   yokettiğimizi   görmediler mi?   Oysa   o   nesillere   size   vermemiş   olduğumuz   derecede   geniş yerleşme   ve   yaşama   imkanları   vermiş,   yurtlarına  gökten   bol yağ­murlar   yağdırmış,    ayakları   altından    nehirler   akıtmıştık.    Fakat,işledikleri   günahlar   yüzünden   onları   yok   ederek   arkalarından başka   kuşaklar   yarattık. [8]

 

Sözlük

 

Ayetten. Buradaki ayetten maksat Kur'an'ın Allah'ın birliğinedelâlet eden, peygambere inanmaya çağıran ve kıyamet günü buluşmasını haber veren ayetleridir. Yüz çevirici. Bu ayetlere iltifat etmezler, onlar üzerinde düşünmezler.Hak. Burada "Hak"tan maksat peygamberimiz ile O'nun getir­diği gerçek dindir.Haberler. Kâfirlerin alay konusu ettikleri haberler. Bunlar dünya ve ahiret azabı ile ilgili haberlerdir.Asırdan. Belirli bir çağda yaşamış eski ümmetler. Çağ, yüzyıl demektir.Onları yeryüzüne yerleştirdik. Onlara şu müşriklere vermemiş  olduğumuz maddi güçler verdik.  Sürekli ve bol yağmur.Günahları sebebi ile. Bu günahlar Allah'a ve peygamberine karşı gelmeleridir.Yarattık.  Eski kuşakları yokettikten sonra onların yerine başka bir kuşak yarattık. [9]

 

Açıklama

 

Okuduğumuz ayetler Rablerini O'nun dışındaki yaratıklarla bir tutan o müşriklerden sözetmeye devam ediyor: Yüce Allah onlar hakkında şu bilgiyi veriyor: Allah'ın peygamberine vahyettiği ve Kur'an'a eklediği ayetlerden biri onlara gelince bu ayeti tam bir yüz çevirme ile, taşıdığı hidayete ve nura iltifat etmeden karşılarlar. Bunun sebebi onların kendilerine gelen hakkı yalanlama­larıdır. Bu hak, Peygamberimiz ile yanında getirdiği hidayettir. Bu tutum­larının sonucu olarak: "Alay konusu ettikleri gerçeklerin haberleri ilerde ken­dilerine gelecektir." Bu müşrikler kendilerine yöneltilen tehditler ile alay ettiler. Oysa yalanladıkları, alay konusu ettikleri azap yakında başlarına ge­lecektir. Nitekim başlarına gelen ilk azap Bedir savaşında uğradıkları boz­gundur. Sonra yedi yıl süren bir kıtlıkla karşılaştılar. Ayrıca içlerinden müşrikolarak ölenler ebedi olarak cehennemde yanma azabına çarpılacaklardır. On­lara: "Alay konusu ettiğiniz cehennem azabını tadın bakalım!" denir.Yüce Allah onlara: "Onlardan önceki nice kuşaklan yokettiğimizi görme­diler mi?" diye sesleniyor. Yani geçmiş yüzyıllarda yaşamış ve sonra yokedil-miş bir çok insan kuşakları görülmüştür. Yüce Allah bu milletlere Kureyşli kâfirlere verdiği devletin, egemenliğin, servetin ve nüfusun çok daha fazlasını vermiş, onları yeryüzünde egemen kılmış, topraklarına bol yağmurlar yağdır­mış, ağaçlarının ve köşklerinin altından nehirler akıtmıştır. Yüce Allah buyu­ruyor kİ: Onlar benim birliğimi inkâr edince, peygamberimi yalanlayınca ve emirlerime karşı gelince "Günahları yüzünden onları yokettik!" Bu yokediş bi­zim onlara yaptığımız bir zulüm değildi, tersine bu ceza onların kendilerine yaptıkları zulmün sonucu idi. "Onların arkasından yerlerine başka milletler or­taya çıkardık." Bu bizim için kolay bir işti. [10]

 

Sonuç                                                                            

 

1- Haktan yüz çevirmenin sebebi onu yalanlamaktır. Eğer o kafirler o hakka inansalardı, ona yönelirlerdi.

2-  Dini alay konusu yapmak, azaba çarpılmanın ve o azabın yakın olma­sının gerekçelerindendir.

3-  Eski milletlerin yokolmasından, zalimlerin toplu kırıma uğramasından

ibret almak gerekir.

4-  Milletlerin yokoluş sebebi işledikleri günahlardır. Her musibet bir günahın sonucudur.[11]

7-  Eğer  sana  kağıda yazılmış,  somut bir kitap  indirmiş  olsay­dık  da  onu  kâfirler  etleri  ile  tutsalardı,   "Bu  apaçık  bir  büyüden başka   bir  şey   değil"  diyeceklerdi.

8- Onlar:   "Muhatnmed'e   bir   melek   indirilseydi  ya"   dediler. Eğer  melek  indirseydik,   onların   işleri  hemen   bitirilir,   kendilerine hiç  mühlet  tanınmazdı.

9-   Eğer  meleklerden   bir  peygamber  gönderseydik,   onu   insan kılığında  gönderecektik.   O  zaman   da  kâfirleri  şimdiki yanılgıları­nın  aynısına  düşürmüş  olurduk.

10-   Senden   önceki   bir   çok  peygamberler   de   alaya   alınmıştı. Fakat  bu  alaycılar,   alay  konusu yaptıkları  gerçek  tarafından  kıs­kıvrak    kuşatılır erdiler.

11-  Onlara  de   ki;   "Dünyayı  geziniz  de  peygamberleri yalan­layanların  sonu  nice  oldu, görünüz. [12]

 

Sözlük

 

 Üzerine yazı yazılan deri ya da kâğıt. Elleri ile dokunup varlığından emin olurlar. Melek. Meleklerin tekil hali.

 Emir hükme bağlanır, hayatları sona ererdi Kendilerine mühlet tanınmaz.Eğer onu melek yaratsaydık. Onlar insandan peygamberi inkâr ettikleri için eğer kendilerine meleklerden bir peygambergönderseydik.Zihin kargaşasına, belirsizliğe düşürürdük. Alaya alındı, hakir görüldü, küçümsendi.Üzerlerine azap indi, inen azap tarafından kuşatılıp yokedildiler. [13]

 

Açıklama

 

Allah, okuduğumuz ayetlerde taptıkları ve Rableri katında kendile­rine aracılık edeceklerini sandıkları putları Rab yerine koyan müşriklerden sözetmeye devam ederek buyuruyor ki:  Ey peygamber, "eğer sana somut bir kitap indirseydik" yani sana deri parçasına ya da kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar onun gökten indiğini [14]gözleri ile görselerdi, ona parmaklan ile dokunabilselerdi, yine ona inanmazlardı ve: "Bu apaçık bir büyüdür. Muhammed bununla sizi büyüledi, yoksa nasıl olur da gökten kitap iner?" derlerdi. Müşrikler sözlerine devam ederek "Muhammed'e bir melek indiriIseydi[15] ya" dediler. Ona bir melek indirilseydi ya. Niye onu destekleyecek, onun Allah'ın görevlendirdiği bir elçi olduğunu onaylayacak bir melek kendisine indirilmi­yor? Yüce Allah onlara: "Eğer melek indirseydik..." diye cevap veriyor. Melek indirmek Yüce Allah'ın bu konudaki sünnetine uygun değildir. Eğer melek in­dirse de onu yalanlasalar o zaman onları yok edecekti. Çünkü melekler sade­ce çiğnenen bir hakkı geri almak için yeryüzüne inerler. Buna göre eğer melek inse o müşriklerin defterleri durülerek yok edilirler, kökleri kazınırdı. Oysa Yüce Allah'ın onlar hakkındaki isteği bu değildir. "Kendilerine hiç mühlet tanınmazdı" ifadesi onlara bir an bile süre tanınmaz, meselâ tevbe etmelerine ya da mazeret dilemelerine fırsat verilmezdi, demektir. "Eğer meleklerden bir peygamber gönderseydik" ifadesi şöyle açıklanabilir: Eğer onlara melekler­den bir peygamber gönderseydik müşrikler: "Biz İnsanız, meleğin dediklerini nasıl anlayabiliriz?" diyecekler ve kendilerine insanlardan bir peygamber gönderilmesini isteyeceklerdi.[16]

Yüce Allah, müşriklerin bu konudaki samimiyetten uzak tutumlarını açık­lamaya şöyle devam ediyor: "Eğer meleklerden bir peygamber gönderseydik, onu insan kılığında gönderecektik; o zaman kâfirleri şimdiki yanılgılarının ay­nısına düşürmüş olurduk." Yani o zaman kafalarını karıştırmış, yanılgılarını belirsizliğe büründürmüş olur, onları şüpheye düşürürdük. Yüce Allah bunun arkasından peygamberimizi (s.a.v.) teselli etmek üzere şöyle buyuruyor: "Senden önceki bir çok peygamber de alaya alınmıştı."[17]tıpkı seninle alay edildiği gibi. Öyleyse sabret. O eski dönemlerdeki alaycılar, alay konusu et­tikleri gerçekler tarafından çepeçevre kuşatıldılar. Peygamberler onları Yüce Allah'ın azabı ile korkuttuğunda onları alaya alırlar, hem peygamberleri ve hem de tehdit edildikleri ilâhi azabı hafife alırlardı.

Peygamberimizin Kureyş kabilesinin ileri gelen günahkârlarını Allah'ın azabı ile tehdit ettiğinde onların alayları ile karşılaşıyordu. Yüce Allah, Pey­gamberimize bu alaycılara, "dünyayı geziniz" demeyi emrediyor.[18] Yani Arap yarımadasının güneyini gezip Âdo kavminin yıkık ülkelerini inceleyin; yarıma­danın kuzeyini gezip Semûd kavminin yıkık ülkesini inceleyin ve batıya doğru geziye çıkıp Lût gölünün çevresini inceleyin. O zaman: "Peygamberlerini ya­lanlayanların sonunun nice olduğunu görünüz!" sizin gibilerin akıbetlerini öğ­reniniz. Böylece belki azgınlığınızın ve yalanlayıcı tutumunuzun bilincine va­rırsınız da geriye dönüşünüz kolaylaşır. [19]

 

Sonuç

 

I- Mucizelere ve olağanüstü olaylara, tanık olanların bir kısmı iman edip bir kısmı da iman etmez. Hatta bu olaylar kimi zaman kâfirliğe ve inatçılığa sebep olurlar. Bundan dolayı Yüce Allah Kureyşlilerin bu yoldaki isteklerini kabul edip Peygamberimize onların önerdikleri mucizeleri gösterme imkânı vermemiştir.       

2- İnsan olarak gönderilmiş peygamberin peygamberliğini inkâr etmek bütün milletlerde görülmüş ortak bir tepkidir. "Bu adam sadece sizin gibi bir insandır!" itirazına bîr çok ayetlerde rastlıyoruz. Oysa meleklerden peygam­ber göndermekle varılmak istenen hedefe ulaşılamaz. Çünkü insanoğlu me­leklerden mesaj alamaz, onlarla diyalog kurmaya yetenekli değildir. Eğer Yüce Allah meleklerden bir peygamber gönderseydi, insanlar: "Biz onun in­san olmasını isteriz!" diyecekler ve bu yüzden zihinleri karışacak, yanılgıya düşeceklerdi.

3-  Peygamberleri ve hak yola çağıranları alaya almak neredeyse değiş­mez bir insanlık geleneğidir. Bu yüzden peygamberlerin ve hak yola çağıran­ların buna karşı sabırlı olması gerekir.

4- Yalanlamanın ve alaycılığın sonu yalanlayıcıların ve alaycıların yokolmaşıdır.

5- Mezarlıkları ziyaret etmek [20]meşrudur. Çünkü bu sayede insanoğ­lunun, sonunun nereye vardığının farkına varılır. Böylece zulmün ve kargaşa­nın sebebi olan dünya hırsı, dünya düşkünlüğü ve onun uğruna girişilen aman­sız yarışın hızı frenlenmiş olur.

12-  De  ki;   "Göklerde  ve yerde  olanlar kimindir?" De  ki:   "Al­lah'ındır.   O   merhametliliği   üzerine  görev  yazdı.   Sizleri  geleceği kuşkusuz   olan,    kıyamet   günü   kesinlikle    biraraya   getirecektir. Kendilerine  kıyanlar  var ya,   buna  sadece  onlar  inanmazlar.

13- Gecenin   ve  gündüzün   barındırdığı   her  şey   O'nundur.   O her  şeyi  işitir  ve   bilir.

14- De  ki;   "Allah'tan   başkasını    dost edineyim   ki,   O  gök­lerin   ve yerin  yoktan   varedicisidir;  yedirir, fakat yedireni yoktur. De  ki;   "Müslümanların  ilki  olmam  emredildi,  bana   'sakın  Allah'a ortak  koşanlardan  olma'  denildi."

15- De  ki;   "Eğer Rabbimin  buyruklarına karşı gelirsem  büyük günün  azabından  korkarım."

16-  O   gün   kim   azaptan   uzak  tutulursa  Allah   onu   kayırmış olur.  İşte  kesin  kurtuluş  budur. [21]

 

Sözlük

 

Merhameti kendi nefsine yazdı. Yüce Allah yaratıklarına karşı merhametli olmayı üstlendi.Onda şüphe yoktur. Belirlenmiş vakti gelince meydana geleceğİnde kuşku yoktur.Nefislerine zarar verenler. Nefislerini müşrİklik ve günah kir­leri ile lekelediler, ondan yararlanamadılar.Gecenin ve gündüzün barındırdığı hareketli ve hareketsiz bütün varlıklar O'nundurDost. Yani sevdiği, yardımını beklediği; desteğini, sevgisini ve koruyuculuğunu aradığı merci Kimden giderilirse. Azap kimden uzak tutulursa Açık ve kesin başarı. Çünkü cehennem ateşinden kurtulup cennete girmek büyük bir başarı ve kurtuluştur. [22]

 

Açıklama

 

Okuduğumuz ayetlerde Rabb'lerini başka varlıklarla bir tutan müşrikler­den sözetmeye devam ediliyor. Yüce Allah, Peygamberimize: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" buyuruyor.[23] Yani bütün bu varlıkları kim yarattı, kim yoktan varettİ; onların mülkiyeti, tasarrufu ve düzenlenmesi kime aittir? On­ların ne diyeceklerini beklemeden hemen cevap ver ve "Allah" de. Çünkü on­ların bunun dışında verebilecekleri başka bir cevap yoktur. "Bunların hepsi Allah'a aittir." O Allah ki, "Merhametliliği üzerine görev yazdı."'[24]Yani merhametli olmaya karar verdi, onu kendi için gerekli saydı.

Bu merhametin yansıması, İzleri insanlar üzerinde açıkça görülüyor. İn­sanlar O'nun varlığım inkâr ettikleri, O'na karşı günah İşledikleri halde O on­ları yediriyor, İçiriyor, kayırıyor, koruyor. Buna rağmen asla O'na hamdetmez-ler. Yüce Allah'ın merhametinin göstergelerinden biri de insanları kıya-met günü bİraraya getirip onları hesaba çekmesi ve amellerinin karşılıklarını ver­mesi, bu karşılıkları belirlerken iyiliklerin karşılıklarını bire on, buna karşılık kötülüklerin karşılığını sadece bire bir olarak değerlendirmesidir. Yüce Al­lah'ın şu sözü bunun delilidir: "Sizi geleceği kuşkusuz olan Kıyamet günü kesinlikle biraraya getirecektir." Yani o günün geleceği kuşkusuzdur.

Yüce Allah'ın: "Kendilerine kıyanlar var ya, buna sadece onlar inanmaz­lar" sözü bize şu haberi veriyor: İnsanların kaderlerinin yazılı olduğu kitapta bazı kimselerin ezelde hüsranda olduğu belirtilmiştir, işte bu kimseler bu yüzden bu gerçeğe inanmazlar. Onlar hakkında ezelde yazılan yazı, bu tutum­larına ilişkin tam bir bilgiye dayanır. Onlar kafirlikleri, inatçılıkları, müşriklik-leri, kötülükleri ve bozgunculukları ile bu ezeli bilgiye uygun bir görünüm ser­gilemişlerdir. Okuduğumuz ayetlerin ilkinin açıklaması budur.

İkinci ayeti okuyalım: "Gecenin ve gündüzün barındırdığı her şey O'nun­dur." Bu ifade Yüce Allah'ın her şeyin Rabbi, her şeyin sahibi olduğunu an­latıyor. Çünkü kâinatın bütün varlıkları O'nun emriyle hareket ederler. O ge­rek insanların ve gerekse diğer yaratıklarının hallerini işitir; onların saklı ve açık bütün davranışlarını bilir. Bu yüzden O'nun yaptıklarında adalet vardır, Allah (c.c.) dilediğini yapar, istediği hükmü verir; bundan dolayı O'na sığın­mak, O'na dayanmak, O'nun emirlerine ve yasaklarına boyun eğmek gerekir.

Şimdi de yukardaki ayetlerin üçüncüsünü (14.) okuyalım: "De ki: Al­lah'tan başkasını mı dost edineyim ki, O göklerin ve yerin yoktan varedicisİ-dir; yedirir, fakat yedireni yoktur." Yüce Allah, bu ayette Peygamberine müş­riklerin tekliflerini reddetmeyi emrediyor. Onların müşrikliklerini onaylaması ve kendileri ile birlikte sözde ilahlarına tapması yolundaki isteklerine karşı şöyle demesini İstiyor: "Yüce Allah göklerin ve yerin yoktan varedİcisidir; başkalarını yedirir çünkü herkes O'na muhtaçtır; fakat O'nun bir yedireni yok­tur.[25]çünkü O'nun hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Ey müşrikler, şimdi ben tıpkı sizler gibi davranarak O'nun dışında bir dost edinip ona mı tapayım, O'nu bir yana bırakıp sizin dost edindiğiniz putlara mı tapayım? Bu asla olmaz!" Yüce Allah bu ayetin devamında peygamberimize açık-seçik bir dille: "Bana müslü-manlarm ilki olmam emredildi" demeyi emrediyor. Yani yüzünü Allah'a çevi­renlerin ve O'na yönelerek koyduğu kurallar uyarınca kendisine kulluk edenle­rin ilki olmamı emretmiş ve "sakın müşriklerden olma!" diyerek müşriklerin arasına katılmamı yasaklamıştır; benden Allah'ın yanısıra bir başka varlığa tapanlardan uzak durmamı istemiştir.

15. ayette ise Yüce Allah Peygamberin Allah'ın birliği ilkesinden ayrıl­masını arzu eden müşriklere: "Eğer Rabbimin buyruklarına karşı gelirsem bü­yük günün azabından korkarım! "[26]demesini istiyor. Bu kıyamet günü azabı­dır. O dayanılmaz, katlanılmaz derecede acı bir azaptır. O gün kim bu azaptan uzak tutulursa [27]Yüce Allah onu kayırmış, yani onu cennetine koymuş de­mektir. Cehenemden kurtulup cennete girmek büyük kurtuluştur. Nitekim Yüce Allah başka bir ayette: "O zaman kim cehennem ateşinden uzak tutulur da cennete konursa gerçekten başarıya, kurtuluşa ermiştir." (Al-i İmran, 185) Gerçekten ne güzel başarı, ne güzel kurtuluş! Hangi kurtuluş, hangi başarı azaptan kurtulup esenlik yurduna girmek kadar büyük olabilir ki?!.. Elbette ki, Allah'ın mü'min kullarına bahşetmiş olduğu cennetten daha büyük bir kurtuluş olamaz. Çünkü cennet Allah'ın rızası sonucunda elde edilmiştir. [28]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın rahmeti yaygındır, herkesi kapsamına alır. O yüce rah­meti sınırlayacak veya herhangi bir şahısa özgü kılacak hiç kimse yoktur.

2- Bedbahtlığın ve mutluluğun varlıkların yaratılışından önce ezelde belir­lendiği vurgulanıyor. Yani Allah'ın ilminde olmuş ve olacak herşey bellidir. Allah'tı Teâlâ bunları levhi mahfuz adlı kitapta yazmıştır.

3- Yüce Allah her şeyin Rabbi ve sahibidir. Çünkü kainattaki herşeyi o yaratmıştır ve ölçülerini de O koymuştur. Dolayısıyla herşeyin idaresi de O'na aittir.

4- Allah'tan başkasını dost edinmek haramdır: Allah'a ortak koşmak ha­ramdır. Buradaki haramlılık küfür ve şirk manasınadır. Çünkü Allah'tan baş­kasını ilah edinmek O'na şirk koşmaktır.

5- Ahiretteki başarı, azaptan kurtulup cennete girmektir. Bu başarının el­de edildiği yer ise, dünya hayatındaki iman ve salih amellerdir. Kişi imanı ve salih amelleri vasıtasıyla ahiret yurdunu elde eder.

17-  Eğer Allah  başına  bir musibet  verirse  onu  O'ndan   başka hiç   kimse   gideremez.    Eğer   sana   bir   iyilik    verirse,    şüphesiz O'nun gücü her şeye yeter.

18-  O   kulları   üzerinde   kesin   egemendir.   O'nun   yaptığı   her şey  yerindedir,   O  her  şeyden  haberdardır.

19-   De  ki;   "En  büyük  şahitlik  kiminkidir?" De  ki;   "Benimle sizin  aranızda Allah  şahittir.  Bu Kur'an gerek sizi,  gerekse  ulaş­tığı  herkesi   uyarayım   diye   bana   vahyedildi.   Sizler  Allah'ın  yanı-sıra   başka   ilahlar   olduğuna      şehadet   ediyorsunuz?"   De   ki; "Ben buna şehadet etmem." De ki;  "O  tek bir ilahtır ve ben sizin O'na  koştuğunuz  ortaklardan   uzağım." [29]

 

Sözlük

 

Sana isabet ederse, dokunursa.Zarar verir. Hastalık ve üzüntü gibi bedene ya da ruha elem

veren durumHayır. Bedene ya da ruha mutluluk veren durum. Galip, ezici, üstün.Şahitlik. Bir şeyi bilen kimsenin gerçeğe ters düşmeyecek şekilde bilgi vermesi. Sizi uyarayım. Yüce Allah'ın düşmanlarına yönelik tehditleri konusunda sizi korkutayım diye.Tek ilâh. Çünkü O tek Rabdır. Sebebine gelince Rab, yaratıcı,rızık verici ve her şeyi önceden düzenleyici olan Allah'tan başkasına ibadet edilmez[30]

 

Açıklama

 

Yüce Allah okuduğumuz ayetlerde peygamberimizi yönlendirmeye, baş­ka varlıkları Rableri ile bir tutan müşriklere karşı durumunu güçlendirmeye devam ederek şöyle buyuruyor: "Eğer Allah başına bir musibet [31]verirse onu O'ndan başka hiç kimse gideremez." Yani eğer Yüce Allah vücuduna zarar verecek bir dert verirse bu derdi başından sadece O savabilir, seni o dertten yalnız O kurtarabilir. "Eğer O sana bir iyilik verirse..." Eğer Allah senin hak­kında bir iyilik dilerse ona hiç kimse engel olamaz.[32] "Hiç şüphesiz O'nun gücü her şeye yeter." Buradaki hitap Peygamberimize (s.a.v.) yönelik olmak­la birlikte, aslında herkes için geçerlidir. Buna göre Allah'ın verdiği bir musi­beti O'nun dışında hiç kimse gideremez; O'nun her hangi bir kimseye yönelik lütfuna da hiç kimse engel olamaz.

Okuduğumuz ayetlerin ikincisinde (18.) Yüce Allah şöyle buyuruyor: "O kullan üzerinde kesin egemendir. O'nun yaptığı her şey yerindedir; o her şeyden haberdardır." Bu ayet Yüce Allah'ın ilahlığının gerekçesi olan Rabligini vurguluyor. Çünkü O'nun herkesi kapsayan egemenliği ve yönetmesi, sözünün üstünlüğü ve bilgisinin her şeyi kapsaması ile birlikte İlahlığının, ita­at edilmesinin, dostluğunu aramanın, O'ndan başkasına, yönelik dostluk arayı­şının saçmalığının, O'ndan başkasına kulluk edilemeyeceğinin gerekçesidir.

Şimdi de yukardaki ayetlerin üçüncüsünü (19.) okuyalım': "Deki: En bü­yük şahitlik kiminkidir?" Bu ayet Mekkeli müşriklerin Peygamberimize: "Bize senin peygamber olduğunu onaylayacak bir şahit göster!" demeleri üzerine indi. Bilindiği gibi ehl-i kitap, Peygamberimizin peygamberliğini inkâr etmişti. Bunun üzerine Yüce Allah onlara karşılık olmak üzere kendilerine "En büyük şahitlik kiminkidir?" sorusunu sormasını emretti. Peygamberimizin bu sorusu karşısında müşriklerin "Allah'tır" demekten başka bir cevaplan olamayacağı için Yüce Allah, peygamberimize; "Benimle sizin aranızda Allah şahittir! "demesini emretti. Yüce Allah'ın benim peygamberliğime şahitlik etmesi, bu Kur'an'ı bana vahyetmesi suretiyle gerçekleşmiştir. Ki o Kur'an'Ia ben gerek sizi ve gerekse onu işiten ve ondan haberdar olan [33]herkesi uyarıyorum. Bu Kur'an'ın ulaştığı kimselerden kim ona inanmaz, onun getirdiği inançları, iba­detleri ve yasaları hayata aktarmaz ise Kıyamet günü hüsrana uğrar, nefsine kıymış olur.

Yüce Allah, daha sonra Peygamberimize müşrikliklerini kınamasını, bu inançlarının sapıklığını vurgulamasını emrederek şöyle buyuruyor: "Sizler Al­lah'ın yamsıra başka ilahlar olduğuna mı şahitlik ediyorsunuz?!"[34] Bu şahit­liğinizi o asılsız ilâhlara inanmakla, onlara tapmakla ortaya koyuyorsunuz. Bana gelince böyle bir inancı kabul etmiyorum; bu inanca şahitlik etmek şöyle dursun, onu reddediyorum!.. Yüce Allah Peygamberimize, müşriklerin asılsız ilâhlarım reddettikten sonra tek Allah'ın ilâhlığmı vurgulamasını, onların düzmece ilâhlarından uzak olduğunu belirtmesini emrederek buyruğunu şöyle noktalıyor: "O tek ilahtır ve ben sizin O'na koştuğunuz ilahlardan uzağım!" [35]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın yaratıklarından herhangi birine değil, sırf Allah'a sığın­mak gerekir. Çünkü başa gelen bir musibeti sadece O giderebilir.[36]

2- Yüce Allah okuduğumuz ayetlerde Peygamberimizin peygamber olduğuna, kendisine indirilen Kur'an'ın gerçek ve gösterdiği mucizelerin hak olduğuna bizzat şahitlik ediyor.

3-  Peygamberimizin uyarısı Kıyamet gününe kadar Kur'an-ı Kerim'in ulaştığı herkese ulaşmış ve ulaşacaktır.

4- Bu ayetlerde "Lâ ilahe illallah" cümlesinde ifadesini bulan tevhîd ilkesi ile müşriklikteıı uzak durma gereği vurgulanmaktadır.

20-   Kendilerine   kitap   verdiklerimiz   peygamberi   ve   Kur'an'ı tıpkı   çocuklarını   tanıdıkları   gibi   tanırlar.   Fakat,   kendilerine   kı­yanlar  var ya,  onlar asla  inanmazlar.

21-  Allah  hakkında yalan  uydurarak O'na iftira  edenden ya da O'nun   ayetlerini   yalanlayandan   daha   zalim   kim   olabilir?   Hiç şüphesiz   zalimler   kurtuluşa   eremezler.

22- O  gün  onların  tümünü  bir yere  toplarız  da  sonra Allah'a ortak  koşanlara:   "Hani  nerede Allah'ın  ortakları  olduklarını  san­dıklarınız? "   diye   sorarız.

23-  Sonra   bu   müşriklerin   "Vallahi,   ey  Rabbimiz,   biz  müşrik değildik'1   demelerinden   başka   bir  akibetleri   olmaz.

24- Kendileri  aleyhinde  nasıl yalan   söylediklerini  ve   uydurma ilahları  tarafından  nasıl yüzüstü  bırakıldıklarını görüyor  musun? [37]

 

Sözlük

 

Kendilerine kitap verilenler. Yahudi ve hristiyan din bilginleri. Onu tanıyorlar. Hz. Muhammed'in Allah'ın peygamberi oldu­ğunu bilirler.Allah'a yalancılık iftirasında bulundular. Yalan uydurdu, bu ya­lanı kendi kendine allayıp pulladı ve söyledi.Zalimler kurtulamazlar. Kıyamet günü, Allah'ın azabından kur­tulamazlar.Büyük ortaklarınız nerede? (Bu müşriklere yönelik kınama içerikli bir soru cümlesidir.)İddia ediyorsunuz; zannediyorsunuz. Onların, Allah katında size aracılık edeceklerini, Allah'ın rtaklari olduklarını iddia ediyorsunuz.Onları terkettiler. Onların yalandan uydurdukları ilahlar kendi­lerini bırakıp gittiler, yanlarında olmadılar. [38]

 

Açıklama

 

Yüce Allah buyuruyor ki: "Kendilerine kitap verdiklerimiz..." yani yahudi ve hristiyan din bilginleri "O'nu tanırlar, bilirler." Yani Hz. Muhammed (s.a.v.)'in (s.a.v.) Allah'ın peygamberi ve Kur'an'm da Allah'ın kitabı olduğunu çocuklarını bildikleri gibi bilirler. Çünkü onun haberlerine ve sıfatlarına ait bil­giler ellerindedir. Bu açıklama, bazı Arapların Peygamberimize: "Eğer sen gerçekten peygamber olsaydın bu konuda kendilerine kitap verilenlerin senin lehine şahitlik etmeleri gerekirdi!" biçimindeki itirazlarına cevap niteliğinde­dir. Ardından Yüce Allah bize şu gerçeği açıklıyor: Allah'ın ezeli takdiri ve hükmü uyarınca kendilerine kıyanlar, nefislerini hüsrana sürükleyenler bu ger­çeği kitaplarından öğrenmiş olsalar, anlasalar ve doğruluğunun bilincine var­mış olsalar da buna inanmazlar. Onların inanmamalarının sırrı budur. Öyley­se onların inanmamaları Hz. Muhammed'in peygamber olmadığına, Allah'ın elçisi olmadığına delil olamaz. Okuduğumuz ayetlerin ilkinin (2O.)anlamı bu­dur.

Okuduğumuz ayetlerin ikincisinde (21.) ise Yüce Allah hem müşrik Araplara hem de ehl-i kitabın kâfirlerine seslenerek şöyle buyuruyor: "Allah hakkında yalan uydurarak O'na iftira edenden daha zalim kim oIabilir?"[39]Bu zalimlerin ilk bölümü Allah katında kendilerine aracılık edecekleri gerekçesi ile putlara tapan müşrikler, ikinci bölümü ise Allah'ın ayetlerini yalan sayan kitap ehlidir. Yüce Allah haber veriyor ki, gerek müşrikler gerekse ehl-i kita­bın kâfirleri İslâm'a ve tevhid ilkesine zıt tutumları konusunda zalimdirler ve zalimler kurtuluşa eremezler. Buna göre her iki grubun da hüsrana uğradığı hükme bağlanmıştır. Yalnız bunlardan Allah'a iman edenler, sırf O'na ibadet edenler ve böylece müslümanların safına katılanlar bu hükmün kapsamı dışındadır.

Yüce Allah, yukarıdaki ayetlerin üçüncüsünde (22.): "O gün onları bir ye­re toplarız [40]" buyuruyor. Yani müşrikler ile kitap ehli ne dünyada ve ne de (bir yerde toplanacakları) Kıyamet günü iflah olmazlar. Çünkü zalimdirler. Yüce Allah daha sonra haber veriyor ki, Kıyamet gününün gündeme gelmesi münasebeti ile o gün mahşerde toplananların arasındaki müşriklere: "Hani Allah'ın ortaklan olduklarını sandıklarınız şimdi nerede?" diye sorar. Yani: "Hani bu gün size Allah katında aracılık edeceklerini sandığınız düzmece ilahlarınız nerede?" Bu sorguya çekmenin, bu kınamanın tek sonucu sadece onların: "Vallahi, ey Rabbimiz, biz müşrik değildik!"[41]biçimindeki sözleri o-lur. Yani uydurmuş oldukları o yalanı inkâr ederler. Çünkü Yüce Allah'ın müş­rikleri affetmediğini, onların cehennem ateşinden kurtulamıyacaklannı gör­müşlerdir.

Daha sonra Yüce Allah, Peygamberine müşriklerin bu yüz kızartıcı du­rumlarını hayretle karşılamasını emrederek: "Kendileri aleyhinde nasıl yalan uydurduklarına bak!" buyuruyor.[42] Onlar sadece kendilerini kandırıyorlardı. Rabbleri onların ne olduklarını biliyordu. "Onları yüzüstü bıraktı"; gözlerinden uzaklaştı; "uydurdukları düzmece ilahlar" ilahları. [43]

 

Sonuç

 

1-  Kitap ehlinin İslâm'a girmesine engel olan tek faktör onların dünyayı ahirete tercih etmeleridir.

2-  Allah adına yalan uydurmak ile O'nu, Kitabını ve Peygamberini inkar etmek iki ağır suç gerekçesidir.

3-  Zalimlerin ne dünyada ve ne de ahirette iflah olmayacakları vurgu­lanıyor.

4- Ölmeden önce tevbe etmemiş olan müşrikin bu günahı affedilmez.

25- Onların  içinde  seni  dinleyenler  vardır,   biz  onların  kalple­rini,   Kıır'an'ı   anlamalarına   engel  oluşturacak   biçimde,  perdeledik, kulaklarını  da   sağırlaştırdık.   Bu  yüzden   her  türlü   mucizeyi  gör­seler   bile   ona   inanmazlar.   Nitekim   bu   kâfirler  tartışmak   için   ya­nına   geldiklerinde    sana:    "Bu    Kur'an,    eskilerin    masallarından başka   bir  şey   değildir"   derler.

26-  Onlar   hem   başkalarını  Kur1 an'dan   uzak  tutuyorlar,   hem de   kendileri   ondan   uzak   duruyorlar.   Böylece   aslında   kendilerini mahvediyorlar,   ama  bunun farkında  değildirler.

27-  Cehennemin   başında  durdurulduklarında  onların;   "Ah   ne olaydı,   dünyaya  geri  gönderilsek  de   bir  daha  Rabb'imizin   ayetle­rini  yalanlamasak   ve   mü'minlerden   olsak"  dediklerini  keşke  gör­seydi n!

28- Hayır,   sadece   daha   önce   içlerinde   sakladıklarının   akıbeti önlerinde   belirdi   diye   böyle   hayıflanıyorlar.   Yoksa   eğer  dünyaya geri  gönderilseler yine   s akındır ıldıkları  yola  dönerler.   Onlar  ger­çekten   yalancıdırlar.

29-  Onlar,    "Hayat,   sadece   dünyadaki   hayatımızdan   ibarettir, bir  daha  diriltilecek  değiliz"  dediler. [44]

 

Sözlük

 

   Perdeler, örtüler. Kılıf gibi bîr şeyin içinde saklandığı örtü. Ağır işitme, sağırlık, onlar bu yüzden işitmezler.Seninle tartışırlar.Eskİ toplumlar hakkında yazılan ve anlatılan hikayeler.Ondan uzak duruyorlar.

Aslında kendileri için açığa çıktı, açıkça gördüler.Bu hayatımızdan başka bir hayat yoktur.Öldükten sonra diriltilmek; önceki hale döndürülmek. [45]

 

Açıklama

 

Okuduğumuz ayetler, Rab'lerini başka varlıklarla bir tutanlardan, başka varlıkları O'na ortak koşanlardan sözetmeye devam ediyor. Yüce Allah onlar­dan bazılarının durumunu anlatmak üzere şöyle buyuruyor: "Onların içinde seni dinleyenler vardır." Onlar seni Kur'an okurken dinlerler. Fakat Kur'an kalplerine sinmez, onun içerdiği sırlan ve hikmetleri kavrayamazlar. Oysa an­cak onu kavrarlarsa gerçeği tanıyıp ona inanabilirler. Çünkü yaratmaya ilişkin yasalarımız uyarınca yaptıklarından dolayı kendi kalplerine perde gerdik ve kulaklarına da ağır işitme özrü verdik. Bu yüzden onlar dinlerler, ama işite-mezler ve anlayamazlar. Bu perde ve sağırlık Peygamber'e karşı yüreklerinde taşıdıkları kin İle getirdiği tevhid ilkesine karşı besledikleri husûmet ve hoşgörüsüzlüktür. Bu yüzden onlar ölülerin diriltilmesi ve meleklerin yeryü­züne indirilip gözle görülmeleri türünden gösterilmesini İstedikleri bütün mu­cizeleri görseler de onlara inanmazlar. Çünkü onlar inanmak istemiyorlar. Yüce Allah buyuruyor ki: "Bu yüzden her türlü mucizeyi görseler bile ona in­anmazlar. Nitekim bu kâfirler tartışmak üzere yanma geldiklerinde!" tevhid il­kesi ile kendi düzmece ilahları konusunda konuşmak için yanına geldikle­rinde: "Bu Kur'an, eskilerin masallarından başka bir şey değildir!" derler.[46] Yani, bu Kur'an sana söylenip yazdırılmış veya tarafından başkalarına yazılmışdınlmış bir masal kitabıdır, şimdi sen onu okuyorsun! Yoksa ne sana vahiy geldi ve ne de sen bir peygambersin... İşte okuduğumuz 25. açıklaması budur.Öbür ayetlere gelince bu ayetlerin ikincisinde (26.): Yüce Allah, onların davranışları hakkında bize bilgi veriyor. Bu bilgiye göre onlar insanları Pey­gamberimize ve getirdiği ilkelere inanmaktan, uymaktan ve dinine girmekten alıkoydukları gibi kendileri de iman etmekten uzak duruyorlar. Kısacası ne iman ediyorlar ne Peygamberimize uyuyorlar. Bu, Yüce Allah'ın onlar hakkında bildirdiği en kötü sıfattır. Bu da gerçek doğrudan; hak1 tan ve iyilik­ten uzak durmak, bunun yanısıra insanları hakdan ve iyilikten uzak tutmak, bunlara yaklaşmalarını yasaklayıp engellemektir. Bundan dolayı Yüce Allah onlar hakkında: "Böylece aslında kendilerini mahvediyorlar!" diye buyuruyor. Yani Peygamberimize ve tevhid ilkesine yönelik bu düşmanca ve aşağılık tu­tumları yüzünden kendilerini mahvediyorlar. Fakat bunun farkında değildirler. Çünkü farkında olsalar bu tutumlarından vazgeçerler. Onların şuurlarını kay­betmelerine yolaçan etken eğriliği ve kötülüğü sevmeleridir. Bu sevgi onları Peygamberimize ve getirdiği ,Allah'a kulluk etmek, O'nu bir bilmek gibi temel ilkelere düşman olmaya sürüklemiştir.

İşte onlar şimdi cehenneme yollanan ilk kafileyi oluşturmuşlardır. Yüce Allah, Peygamberimize şöyle buyuruyor: "Sen onları cehennemin başında durdurulduklarında görsen!.."[47] Artık cehenneme girecekleri, onun ateşi ta­rafından sarılacakları, alevleri içinde yanacakları kesindir. Cehennem ateşinin ortasını boyladıklarında: "Ah ne olaydı, dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve mü'minlerden olsak!.." derler. Vallahi, onların bu sözleri doğru değildir! Bu sözler bir takım samimiyetsiz temenni­lerdir; uğradıkları azabın şokunun ve cehennem ateşinin korkusunun baskısı ile böyle konuşuyorlar.

Dünyada gizli tuttukları, gece-gündüz gözlerden sakladıkları suç ve kötülükleri ortaya çıkınca, işte asıl o zaman rezil olacaklardır.[48]Nitekim her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Yüce Allah: "Yoksa eğer dünyaya geri gönderilseler yine s akındın İdi klan kötü yola dönerler, onlar gerçekten ya­lancıdırlar" buyuruyor. Hiç şüphesiz Yüce Allah'ın söylediği doğrudur. Onlar geri gönderilseler yine aynı kötülükleri işlemeye devam ederler.

Yukardaki ayetlerin sonuncusunda (29.) Yüce Allah onların uğradıkları belânın ve katlandıkları sıkıntıların asıl sebebini açıklıyor. Onların bu kadar akılsız ve garip bir cür'etle müşrîkliğe ve tevhid düşmanlığına sarılmalarının nedenini vurguluyor. Tevhid ilkesinin bağlıları üzerine niçin bunca dayaklarla, öldürmelerle ve işkencelerle yüklendiklerini izah ediyor. Bütün bunların ana sebebi ölümden sonraki yeniden dirilişi ve ahiret günü hesaplaşmasını inkâr etmeleridir. Çünkü Yüce Allah'ın kendi ağızlarından aktardığına göre onlar şöyle diyorlar: "Hayat, sadece dünyadaki hayatımızdan ibarettir, bir daha di­riltilecek değiliz."[49]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın şu yasası açıklanıyor: Eğer insan birini sevmez, ondan nefret eder ve bu nefretini aşırı boyutlara vardırırsa o kimsenin söylediklerini işitmez ve işittiği sözlerinin anlamını kavramaz olur.

2-  Kötülük önderlerinin en kötüsü kendisi doğru yola sırt çevirdiği gibi başkalarına da sırt çevirmeyi emreden ve bu yola yönelenleri engelleyen kim­sedir.

3 Yeryüzünü saran kötülüklerin sebebi Allah'ı inkâr etmek, yeniden di­rilmeyi ve ahiret günü hesaplaşmasını yok saymaktır.

30-  Onları   Rab'terinin   huzurunda   durdurulmuş   iken   bir  gör­sen;   Allah   "bu   gerçek   değil   miymiş?"   dedi.   Dediler   ki,    "Evet, Rabbimiz  hakkı   için  gerçektir!"   "Öyle   ise   inkâr  ettiğinizden   do­layı azabı  tadın!" dedi.

31-  Allah'ın   huzuruna   çıkmayı  yalanlayanlar,   gerçekten   ziya­na   uğradılar.   Nihayet   kendilerine   ansızın   o   saat  gelip   çatınca, günahlarını   sırtlarına  yüklenmiş   olarak:   "Hayatta   iyi   işler  yap­maktan  geri  kalıp  günah   işlememizden   ötürü   vah   bize!"  dediler. Bakın,   ne   kötü   şeyler yüklenip   taşıyorlar!

32-  Dünya   hayatı   sadece   bir   oyun   ve   eğlenceden   başka   bir şey   değildir.   Korunanlar   için   elbette   ahiret  yurdu   daha   iyidir. Düşünmüyor   musunuz? [50]

 

Sözlük

 

 Onların getirilip Allah'ın haklarındaki hükmünün önünde dur­durulduğunu.Evet. Vallahi o haktır. Rabbimizdir.  Küfredenler kendileri ziyana uğradılar.Kıyamet günü yeniden dirilme işinin âni gelişi.Vah bize! Hasret kelimesi geçip gidene üzülme ve hayıflan­mayı ifade etmektedir. Onlar, hüzün ve elemlerinde bir artışla pişmanlıkları ifade ediyorlar.  Günahlarının yükü.Oyun ve eğlence ise, insanı hayır kazanmak veya zararı defet­mek gibi kendisine faydalı olan şeylerden alıkoyan iştir. [51]

 

Açıklama

 

Allah, Rasûlüne şöyle diyor: Sen ahireti inkâr eden ve "bu, ancak dünya hayatıdır, biz tekrar diriltilmeyeceğiz" diyenlerin Allah'ın haklarındaki hük­münün önünde durduruluşunu bir görsen! Onlar kıyametin belâları; hesab, ce­za ve azabı seyrederlerken onlara "bu" sizin yalanladığınız "gerçek değil mi?" denir. Onlar hızla "evet vallahi" diyerek cevap verirler. Dedikleri şeyi des­teklemek için Allah adına yemin ederler. Onlara şöyle denir: Öyleyse inkâr ettiğinizden dolayı tadın azabı!" Bizden bir zulüm olarak değil de sizin inkârı­nız sebebiyle azabı tadın. Çünkü inkâr Allah ve Rasûlüne itaatten alıkoymak­tır. Oysa nefis itaatle temizlenir. İşte 30. ayetin işaret ettiği anlam budur.

31.  ayette Allah küfre karşılık imanı, şirke karşılık tevhidi ve isyana kar­şılık itaati satan kâfirlerin akdinin zayi olduğunu ilân ediyor ve buyuruyor ki: Allah'ın huzuruna çıkmayı yani öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler ger­çekten ziyana uğradılar. Bu, felâket ve sıkıntının nedenidir. "Nihayet onlara ansızın o hayatın sona eriş ve ahiret hayatının geliş vakti geldiğinde, günah­larını sırtlarına yüklenmiş vaziyette: Hayatta geri kalmamız yani imana kar­şılık inkarı, tevhide karşılık şirki satın alışımız itibariyle akdimizde geri kalıp günah İşlememizden ötürü vah bize! deyip pişmanlıklarını ilan ederek avaz avaz haykırırlar. (Günahlarını taşımalarında) şu da caizdir: Onlara şirk, inkâr, zulüm, kötülük ve bozgunculukları çirkin bir adam şeklinde gösterilir, onlar o adamı kıyamet meydanına kadar sırtlarında taşırlar. Bu konuda bize haber (nakli delil) gelmiştir. Bunun için Allah: "Bakın ne kötü şeyler yüklenip ta­şıyorlar!" buyuruyor.

32.  ayette Allah öğüt üslûbunda hatırlatarak söyle buyuruyor: Ey Allah'ın kulları, dünya hayatı yalnızca oyun ve eğlencedir. Bırakın, lezzetlerine aldan­mayın. Çünkü dünya nimetleri yok olacaktır, onun durumu ancak oynayan ve eğlenen kimsenin durumu gibidir. Sonra, oynayan ve eğlenen bir fayda elde edemez. Ama ahiret hayatı hayırdır; fakat şirk ve serden sakınanlar için böyledir. [52]

 

Sonuç

 

1 - Deliller ve örnekler verilerek öldükten sonra dilirlenin ve hesaba çekil­menin prensibi ortaya konmaktadır.

2-   Günahların çirkinliği anlatılmaktadır. Çünkü ahiret günü kişinin taşı­yacağı en kötü yük bunlardır,

3-  Kıyameti inkar edenlere ve Allah'a inanıp salih amel işlemeyenlerekarşı Allah-u Teâlâ onların kaybettiklerine hüküm vermektedir.

4- Kıyamet saati aniden gelecektir. Birtakım alametlerinin önceden açığa çıkması kıyametin aniden kopmasına mani değildir. Çünkü alamet kesin za­man bildirmediğinden dolayı ölçü değildir.

5-  Kur'an dünya hayatına aldanmamalan için akıllı İnsanlara nasihat et­mektedir.

33-   Biliyoruz,   onların   dedikleri   seni   üzüyor,   gerçekte   onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o  zalimler bile  bile Allah'ın  ayetlerini inkâr  ediyorlar.

34-  Senden   önce   de   elçiler  yalanlanmıştı.   Yalanlanmalarına ve    eziyet   edilmelerine    sabrettiler,    nihayet    onlara   yardımımız yetişti.   Allah'ın   kelimelerini  yardım   vaadini   değiştirecek   kimse yoktur.  Sana da  elçilerin  haberinden  bir parça gelmiştir.

35-  Eğer onların  yüz  çevirmesi sana  ağır geldiyse,   haydi ya~ pabilirsen,    yerin    içine    inebileceğin    bir    delik    ya    da    göğe çıkabileceğin   bir  merdiven   ara   ki   onlara   bir   mucize   getiresin!Allah,   dileseydi,   elbette   onları  hidayet  üzerinde  toplardı,   o  halde cahillerden  olma! [53]

 

Sözlük

 

Seni üzüyor. Hidayete ermelerini İstediğin kimselerin yok ol­ması veya o kişilerden seni yalanlama ve eziyet gibi batıl sözler işitmenden dolayı seni üzüntüye sokuyor.

 Onlar seni yalanlamıyorlar. Senin doğru söylediğini yakînen  bildikleri için gizli toplantılarında ve kendi içlerinde seni yala­na nisbet etmiyorlar.Peygamberler yalanlandı. Nuh, ibrahim, Musa ve Isa (a.s) gibi peygamberleri kendi ümmet ve kavimleri yalanlamıştı.  Allah'ın kelimelerini değiştirici yoktur. Dostlarına yardım ve  düşmanlarına helak vaadi içeren kelimelerini değiştirecek kimse bulamazsın.

Peygamberlerin haberlerinden. Davetleri hususunda, ümmetleriyle beraber haberlerinden bir kısmı sana geldi.

 Yerin altında delik ararsın.Veya göğe çıkabileceğin bir merdiven.Âyet. Harikulade bir şey, yani mucize.Cahillerden olma. Allah'ın mahlûkati hakkındaki takdiriyle, cahillerin durduğu yerde durma. [54]

 

Açıklama

 

Bu âyetler Allah'ın, Rasûlünün terbiye ve kararlılığını kuvvetlendiren ve tebliğ ve açıklaması kendisine ait olan hakka davette sebatını arttırmağa yöneliktir. Allah (c.c) Rasûlüne şöyle buyurmaktadır: "Biliyoruz, onların sana söyledikleri" seni yalanlama ve seni sihirle itham etme sözleri, Allah'a iftira­ları ve senin için kötülük olan daha başka şeyler "seni üzüyor." Hakikatte on­lar [55]senin doğruluğunu bildiklerinden, seni yalanlamıyorlar. Halbuki onlar sen onlara peygamberliğini haber vermeden önce seni "emin" sıfatıyla lâkap Ancak durumu bu olan zalimler, senin doğru söylediğini bildik­leri ve kendi Özel meclislerinde bunu kabul ettikleri halde sana iftira ediyorlar. Ancak onlar adetleri üzere kalma amaçlarını gerçekleştirmeye ve alıştıkları ibadeti sürdürmek için senin yalancı olmadığını ve doğru söylediğini bildikleri halde sana dilleriyle yalan nisbet ediyorlar.[56] Bunu bildiğinde, birincisi, buna üzülme; ikincisi, senden önce de peygamberler, senin eziyet görüp yalanlan­man gibi yalanlandılar ve eziyet gördüler. Onlar, bizim yardımımız gelinceye kadar sabrettiler. Sen de, bizim yardımımız gelinceye kadar sabret. Çünkü Allah'ın, dostlarına yardım vaadini, düşmanlarına da helak tehdidini İçeren sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Şüphesiz sana peygamberlerin haber ve olaylarından bir kısmını sana vahyettiğimiz bu kitapta, Allah'ın yardımı ge­linceye kadar, senin sabretmene yardım edecek şey gelmiştir. Üçüncüsü, "Eğer onların senin davetinden ve Allah'a inanmaktan yüz çevirmeleri, san ağır geliyorsa" öyleyse sen; yalan konuşmalarına rağmen, senden istedikleri ve sana kötü söyledikleri gibi, senin peygamberliğine ve sana inanmaya mec­bur edecek bir mucize getir.

Yerin altından veya gökten bir mucize istemeye gücün yetiyorsa, yap. Bu gücünün ve takatinin yetmeyeceği bir şeydir, öyleyse bunu isteme. Şu halde sana, sabır düşmektedir: "Eğer sana, onların yüz çevirmeleri ağır geliyorsa, haydi yere inen bir delik veya göğe bir merdiven ara ki onlara bir mucize ge-tiresin." Sen, buna güç yetiremezsin, öyleyse sabret. Dördüncü olarak Allah onları, sana, rİsaletine iman ve dinine girme üzere toplamaya kadirdir, fakat Allah bunu yüce hikmetler sebebiyle istememiştir. Öyleyse Rabbinin isteme­diğini sen de arzu etme. Muhakkak ki sen, bunu yaparsan cahillerden [57]olur­sun ve biz bunu senin için istemiyoruz.[58]

 

Sonuç

 

1-  Rasûl bir insandır. Bu sebeple her insan gibi sevdiğini kaybedince üzülür.

2-  Allah, vaadettiği yardım gelinceye kadar, Rasûlünü sabra teşvik ve te­selli etmiştir.

3- Âyetlerde Allah'ın geçmiş ümmetler hakkındaki kuralları açıklanmıştır.

4-  Allah, Rasûlünü cahillerin yanından uzaklaştırarak hallerin en üstünü­ne ve makamların en hayırlısına irşad erdirmiştir.

36-   Ancak  işitenler gelir,  ölülere gelince,  Allah  onları  diriltir, sonra  O'na  döndürülürler.

37-  Dediler  ki:   "Ona  Rabbinden   bir  mucize   indirilmeli  değil miydi?"   De   ki:   "Şüphesiz  Allah,   bir  mucize   indirmeye   kadirdir, fakat  çokları   bitmezler."

38-  Yeryüzünde yürüyen^ hiç  bir  hayvan  ve  iki  kanadıyla  uçan hiç bir kuş yoktur ki, onlarda sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra onlar, Rablerinin huzuruna  toplanacaklardır.

39- Bizim âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içerisinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dile­diği  kimseyi de  doğru yola  iletir. [59]

 

Sözlük

 

Ancak uyarlar. Rasûlüllah (s.a.v)'in çağırdığı hak davete an­cak işitenler icabet eder, inanır ve hidayete ererler.

Allah onları diriltecektir. Bu kıyamet günü olacaktır.Ona bir âyet indirilmeli değil miydi?Rabbinden bir âyet. Doğru söylediğine delil olan bir mucize.İnanmazlar. Mucizeyi getirmesi- üzerine gerekecek helak ve yok olmayı bilmiyorlar.Hareketli her canlı. Dabbe, yer yüzünde yürüyen insan ve hayvan cinsinden her şeydir.Kitapta. Kaderlerin yazılı olduğu kitapta veya levh-i mahfuz­da.Sağır ve dilsiz halde. Karanlıklarda.

Doğru yol ki, dünya ve ahiret mutluluğuna götüren İslâm dini­dir.   [60]          

 

Açıklama

 

Geçen ayetlerde Allah, Rasûlünü teselli ve sabra teşvik ettikten sonra, sabır ve sebatta yardımcı olacak ilmî hakikatleri bildiriyor. Şöyleki: Allah, Rasûlüne, davetim işitenlerin geleceğini bildiriyor. Çünkü o kimselerdeki işitme duyusu sağlamdır. Vazifesini yerine getirmesine engel olacak hakkı çirkin görme, ehline ve ona davet edene kin besleme O mü'minlere isabet et­memiştir. İşte daveti kabul edecek olanlar bunlardır. Çünkü bu kimseler diri­dirler, ölü değildirler. Çünkü devleti, ölüler işitmez. Bu nedenle onlar daveti kabul etmezler. Ancak, Allah onları kıyamet günü diriltecek, bütün herkes Ona, kabul eden kimseler olarak dönecektir. Kalbi ölü olduğu için kabul etmeyen kimselere Allah, işlediklerinin karşılığını tam olarak verecektir. Şüp­hesiz Allah herşeye kadirdir. İlk ayetin (36.) delâlet ettiği mana budur.

37.  ayete gelince; "Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi?" ifade­siyle Allah, Rasûlüne haber vermekte ve müşriklere: "Allah âyet indirmeye kadirdir" demesini öğretmektedir. Âyetlerde geçen "âyet" kelimesi ölüye can vermek, dağları yürütmek ve gözleriyle görecekleri melekleri indirmek, gibi mucizedir. Fakat Allah, hikmetli idare ve yüce hikmetler nedeniyle bu muci­zeyi indirmemiştir. "Fakat insanların çoğu" bu konudaki hikmeti "bilmez­ler."[61] Eğer bilselerdi ki, bu mucize indirildiğinde hayatlarının sonu olacak, onlar bu ayeti istemezlerdi. 37. ayetin içerdiği anlam budur.

38.  ayete gelince ki bu Allah'ın, "Yeryüzünde yürüyen hiç bir hayvan veya iki kanadıyla uçan [62] hiç bir kuş yoktur ki onlar da sizin gibi birer ümmet olmasın..." sözüdür. Bu ayet, Allah'ın kemâlini, ilminin kapsamını, kudretinin büyüklüğünü ve idaresinin genişliğini ifade için, âyetler indirmeye kadir oldu­ğuna delil olarak indirilmiştir. Yeryüzünde yürüyen veya gökte kanatlarıyla uçan hiç bir hayvan yoktur ki, yaratılış, rızık ve hayatlarını idare konusunda Allah'a muhtaç olan insan cinsi gibi birer ümmet olmasın... Bunun üzerinde bu nimetler karşısında insanın amelinin sayılması, sonra kıyamette tekrar diril­tilmesi, muhasebesi ve karşılığının verilmesi vardır. Bütün bunlar her an bir şey olurken, kader kitabının yazdığı kapsadığı şeylerdir. Kader kitabından yani levh-i mahfuzdan hiç bir şey dışarda kalamaz. "Biz Kitab'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık." Allah'ın mucize indirmekden aciz olması düşünülebilir mi? Yarattığı her şey onun kudretine, ilmine, birliğine ve rızasına uygun olarak ona kulluk yapmak gerektiğine delâlet etmektedir. "Sonra onlar Rablerinin katında toplanacaklardır."[63] Yani, her hayvan ve her kuş ister istemez öle-isteseler de istemeseler de tekrar diriltileceklerdir.[64]Sadece Allah öldü­ren, dirilten, hesaba çeken ve karşılık verendir. Bundan dolayı Allah'ın ayetle­rini yalanlayanlar "karanlıklar içerisinde sağır ve dilsizdirler." Çünkü diri olanlar işitir, konuşur ve görürler. Öyleyse bunlar diri değil ölüdürler ve hiç bir şeyin farkında değildirler. Son olarak Allah kullarına bildirdi ki, bu kişilerin, nasıl ki sapıtmaları Allah'ın elindeyse, hidayetleri de O'nun elindedir. Kimi is­terse onu hidayete erdirir, kimi isterse onu saptırır. Buna göre, kim hidayet isterse, doğruluk üzere Allah (c.c)'den istesin, kim de hidayetten yüz çevirirse, hidayet ona asla verilmeyecektir. [65]

 

Sonuç

 

1- Allah'a, Rasûlüne ve onlara kavuşmaya iman hayat, bunları inkâr ölümdür. Şu halde mü'min diri, kâfir ölüdür.

2- Mucizelerin geriye bırakılış nedeni, Allah'ın indirdiği takdirde inan­mayacaklarını, bundan dolayı da azabı hakedeceklerini bitmesidir.

3-  Yeryüzünde ümmetler ve cinsleri birden fazladır.[66]Fakat hepsi Allah'ın idaresine boyun eğer ve ona kulluk eder.

4-  Kaza ve kader ve bunların Ümmü'l-kitap'ta (Levh-i Mahfuz) yazılı olduğu açıklanmaktadır.

40-  De ki:   "Hiç kendinizi düşündünüz mü? Size Allah'ın azabı gelse,  ya  da   o  kıyamet  saati  gelse,  Allah'tan   başkasına     yal­varırsınız?   Doğru   sözlü   iseniz   söyleyin."

41-  Hayır,  yalnız  ona yalvarırsınız;   o   da  dilerse   kaldırmasını istediğiniz   belayı   kaldırır.   Ve   o   zaman   ortak  koştuğunuz putları unutursunuz.

42-  Senden   önce   de   ümmetlere   elçiler  göndermiştik,   inkârla­rından   dönüp   bize   yalvarsınlar   diye   onları   darlık   ve   sıkıntı   ile yakalayıp    cezalandırmıştık.

43-  Hiç   olmazsa   kendilerine   böyle   baskınımız  geldiği  zaman yalvar salardı!   Fakat   kalpleri   katılaştı.   Ve   şeytan   onlara  yaptık­larını   süslü   gösterdi.

44- Kendilerine yapılan  uyarıları  unutunca  üzerlerine  her  şe­yin   kapılarını   açıverdik.   Kendilerine   verilenle   sevince   daldıkları zaman   da   ansızın   onları  yakaladık,   birdenbire   bütün   umutlarını yitirdiler.

45-  Böylece   haksızlık   eden   milletin   ardı   kesildi.   Alemlerin Rabbi Allah'a  hamdolsun.Ne dersiniz; görüşünüz nedir? Bana haber verin.Kıyamet günü.Kaldırır, uzaklaştırır, kurtarır.Zorluk ve meşakkat. Harb ve hastalık cinsinden afetler ve kötü durumlar.Umuyorlar. Huşu içinde ve tevazu halinde Rablerine ibadet ederek onun rızasını umuyorlar.Aniden, habersizken Ümitsizliğe düştüler, üzüldüler.Kavmin sonu. Yani başından sonuna kadar helak edildiler. Hamd Allah içindir. Güzellik, övgü ve şükür Allah'a aittir. [67]

 

Açıklama

 

Ayetler, Allah'a putları ve taşları denk tutan müşriklerin hidayetini iste­me konusunda devam etmektedir. Allah, Rasûlüne: Ey Rasûlüm, bize putları eş tutan şu kimselere "de ki: "Düşündünüz mü kendinizi hiç?"(O bana haber verin "Size," bugün sizden intikam almak için "Allah'ın azabı gelse veyahut da o saat gelse" ki o saatte kıyamet gününün azabı vardır. Sizi azaptan kur-

(1) Kurtubi diyor ki: "Bu âyet bir yaratıcısı bulunduğunu kabul eden müşriklerle münakaşa hakkındadır. Onlara: "Siz sıkıntı zamanında Allah'a dönüyorsunuz; kıyamet gününde de Allah'a döndürüleceksiniz. Bolluk içindeyken Allah'a şirkde niye ısrar ediyorsunuz?" deniyordu. Müşrikler putlara ibadet ediyor^ kendilerinden azabı defetmesi için Allah'a yalvanyorlardı.tarması ve sizden azabı çevirmesi için "Allah'tan başkasına mı yalvarırsı­nız?" Şayet ilahlarınızın fayda ve zarar vereceği, kötülüğü engelleyip hayrı getireceğinde "doğru sözlüyseniz, söyleyin!" demektedir. Cevap malûmdur. Siz o ilâhlara, icabet etmelerinden ümit kestiğiniz için yalvarm az siniz. Sizin yalvaracağınız sadece Allah'tır. Dilerse sizin istediğiniz belayı ortadan kal­dırır ve siz, şirk koştuğunuz putları, onlar yanmızdayken bile unutursunuz. Dolayısıyla siz putların hakir ve zayıflığı sebebiyle size karşılık vermelerin­den ümit kestiğiniz için putlara yalvarmazsmız... 40 ve 41. âyetlerin içerdiği mâna budur.

42. âyette Allah, Rasûlüne: "Senden önce de ümmetlere elçiler gönder­dik." ifadesiyle haber vermektedir ki: Peygamberleri o kavimlere imanı ve tevhidi emretti. Onlar ise kâfir oldular ve isyan ettiler. Biz de onları yaptıkla­rından dolayı harpler, açlıklar ve hastalıklar gibi sıkıntılarla cezalandırdık. Ta ki, onlar bize boyun eğsinler, küfürden sonra imana, şirkten sonra tevhide, is­yandan sonra itaate dönsünler. Bunu yapmadıklarında Allah, "hiç olmazsa kendilerine böyle baskımız geldiğinde yalvarsalardı!.." sözüyle onları kına­maktadır. "Ancak kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yaptıkları şirk ve isyanı güzel" gösterdiğinde tersi oldu: Rasûllerinin kendilerine hatırlattığı şeyi unut­tular. Ona yönelmeyerek yüz çevirdikleri halde ameli terkettiler. Bütün bu yaptıklarına rağmen süre tanımak için Allah onlara bütün hayırların kapılarını açtı, hatta onlar bununla sevindiklerinde!1) ve kalpleri hoşnut olduğunda ve aralarında kurtuluş ehli kalmadığında Allah şöyle dedi: "Biz onları şiddetli bir azapla ansızın yakaladık. Birden kurtuluş ümitlerini yitirdiler. Böylece hak­sızlık eden milletin ardı kesildi; azapla onların kökleri kurutuldu ve işleri sona erdi. "Hamd, dostlarına yardım eden, düşmanlarını helak eden Alemlerin Rab­bi Allah'adır." Bu sebeple ey Rasûlümüz, bu olayları kavmine hatırlat. Umulur ki onlar Allah'ın dosdoğru yoluna dönerler; kendisine yalvardıkları hakka dönerler. [68]

 

Sonuç

 

1- Müşrik insanın bolluk ve huzur anında dua ettiği batıl ilâhların hiç bi­ti) Ahmet'in bin Hambel'in Ukbe b. Amir vasıtasıyla Rasûlüllah'tan rivayetine göre o şöyle dedi: "Allah'ın, isyanlarına karşılık bir kişiye dünyadan istediğini verdiğini gördüğünde, bu ancak istidrac demektir" dedikten sonra Rasûlüllah şu ayeti okudu:

rine sıkıntı anında dua etmeyip sadece

Allah'a dua etmesi, şirk'in batıl ve asılsız olduğunun apaçık bir delilidir..

2-  Ayetler, Allah'ın geçmiş ümmetleri helak edişteki kuralını açıklamak­tadır.

3-  Bir ümmetin Rabbinin ve Rasûlünün emrinden çıktığı, azaptan ibret al­mayıp isyan üzere devam ettiği halde Allah'ın onlara rızkını genişlettiğini, on­ların üzerine hayrı bollaştırdığını görürsen bil ki helâka adım adım yaklaş­maktadırlar ve bunlar helak olucudurlar.

4- Zulüm kötüdür ve zalimler helak olur.

5-  Her işin sonunda Allah'a hamd etmek gerekir. [69]

 

46- "De ki: "Söyleyin bana, eğer Allah işitme duyunuzu ve gözlerinizi alsa, kalplerinizin üstüne de mühür vursa, Allah'tan başka bunları size getirip verecek ilâh kimdir?" Bak, nasıl âyet­leri  döndürüp  türlü  türlü  açıklıyoruz;   sonra yine  onlar yüz  çeviriyorlar."

47- "De ki:   "Hiç  kendinizi düşündünüz mü?  size Allah'ın  aza­bı  ansızın,  ya  da  açıkça  gelse,  zalim  toplumdan  başkası    helak edilir? "

48- "Biz   elçileri  sadece  müjdeciler  ve   uyarıcılar  olarak  gön­deririz.   Kim   inanır   ve   uslanırsa   onlara   korku   yoktur   ve   onlar mahzun  da  olmazlar."

49-  "Ayetlerimizi  yalanlayanlara   da  yaptıkları fenalık  yüzün­den   azap   dokunacaktır."

 

Sözlük

 

 Gördünüz mü? Bana haber verin. Bu ifadede bir çeşit hayret ve azarlama vardır. Sizi kör ve sağır yapsa.Kalplerinize mühür vursa, yani kalbinizi hiç bir şeyi muhafaza edemez ve anlamaz kılsa.Ayetleri açıklıyoruz. Daha iyi açıklama ve İzah için çeşit çeşit üslûp kullanıyoruz.  Yüz çeviriyorlar.Bildirmeden ve önceden bir işaret olmadan ansızın veya bildi­rerek ve onu göstererek bir alâmetle, açıkça.Helak eder mi?. Yok edilmez. [70]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı Rablerine putları denk tutan kimseleri tehdide devam et­mektedir. Allah(c.c), Rasûlüne, müşriklerin batıl düşüncelerini boşa çıkaracak delilleri şöyle bildirmektedir: "De ki "ey kavmim!" Bana söyleyin: Allah sizin işitme duyunuzu alsa" sizi sağır yapsa "ve gözlerinizi alsa" "kalplerinize mü­hür vursa" siz bir şey düşünmeyen ve anlamayan kişiler olsanız. Allah'ın siz­den aldıklarını hangi ilâh size verebilir? Cevap, hiçbiridir. Öyleyse sizin duy­ma ve işitme duyularınıza ve içinizde ve yanınızda olana sahip olan Allah'a ibadeti nasıl terkediyor ve bunlardan hiç birine sahip olmayana ibadet ediyor­sunuz?! Hangi sapıklık bu sapıklıktan daha büyüktür?!.. Sonra Allah, Rasûlüne şöyle diyor: Ey Rasûlüm "bak, biz nasıl ayetleri tekrar tekrar açıklıyo­ruz..." yani açıklanmasında ve onunla delili ortaya koymada güçlendirme yap­mak için üslûbu çeşit çeşit yapıyoruz. "Sonra onlar" Rablerine, hiç bir fayda veya zararı olmayan şeyleri denk tutarak "yüz çeviriyorlar."

47. âyette Allah, Rasûlüne, müşriklere şöyle demesini emrediyor: "Onla­ra de ki: Bana haber verin" haktan yüz çevirmekle üzerinize gelmesini gerekli kıldığınız "Allah'ın azabı size" önceden herhangi bir alâmet olmadan "ansı-zın[71]veya" size onu hatırlatacak daha önceden bir alâmetle "açıktan" gelse, zalim olan kavimden başkası mı helak olur? Yani ibadeti hak etmeyen batıl ilâhlara ibadet ederek, kendisine farz olan ibadeti terkedİp zulmeden kavim­den başkası mı helak edilecek? [72] İbadete hakkıyla lâyık olan ise sadece Allah (c.c.)'dır.

Sonra Allah, Rasûlünü "biz elçileri yalnızca müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz"[73] diyerek teselli etmektedir. Yani, biz onları, inanan ve düzgün işler yapan kimselerin kurtulacağı ve cennete gireceği müjdesinden ve inkâr edip kötü işler yapanları uyarmaktan başka bir şeyle yükümlü tut­mayız. Allah şöyle buyuruyor: "Kim iman edip, güzel işler yaparsa, onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Rasûllerle gönderdiğimiz "ayetleri­mizi yalanlayanlara" ona inanmayıp salih amel işlemeyenlere de "yaptıkları fenalık yüzünden" yani, âyetleri yalanlayıp, bize ve Rasûlümüze itaatten dön­meleri sebebiyle "azab dokunacaktır." Çünkü onlar Allah'ın âyetlerine inansa-lar, O'na ve Rasûlüne itaatten ayrılmazlardı. Dolayısıyla onların uğursuzluk­ları yalanlamalarındadır. İşte bu da cezalarıdır [74]

 

Sonuç  

                                                                                 

1- Kul işitmesi, görmesi, kalbi ve bütün hayatı için Allah'a muhtaçtır ve onun sadece Allah'a ibadet etmesi gerekir.

2-  Zalimler hemen veya daha sonra helak olacaklardır, bundan kurtulu yoktur.

3-  Peygamberlerin vazifeleri, itaat edeni müjdelemek, isyan edeni uyar­maktır. Hidayet ve karşılık verme sadece Allah'a aittir.

4-  Allah'a ve Râsulüne itaatten ayrılmak inkârın, itaat ise imanm seme-residir. [75]

 

50-  De  ki:   "Ben   size  Allah'ın  hazineleri yanımdadır  demiyo­rum.   Gaybı   da   bilmem,   size   ben   meleğim   de   demiyorum."   "Ben sadece  bana  vahyolunana  uyarım." De  ki:   "Körle  gören  bir  olur mu? Düşünmüyor musunuz?"

51-  Rablerinin  huzuruna  toplanacaklarına  inanıp bu  durumdan korkanları  onunla  uyar ki,  kendilerinin,  O'ndan  başka  ne  dostları ne de bekçileri vardır.  Onları uyar,  umulur ki, korunurlar,

52-  Sabah   aksam   Rablerinin   rızasını   isteyerek   O'na   yalva­ranları  Kureyş  büyüklerinin  arzusuna   uyarak  kovma.   Onların  he­sabından   sana   bir   sorumluluk,   senin   hesabından   da   onlara   bir sorumluluk yok ki,  onları  kovup da zalimlerden  olasın!

53- Böylece  biz onların kimini kimiyle denedik ki:"Allah  ara­mızdan  şunlara    lûtfu  layık gördü?   "desinler.  Allah,   şükreden-leri daha iyi bilmez mi?

 

Sözlük

 

Hazineler.   Bir şeyin kendi içerisinde saklanıp muhafaza edildiği şeye denir.Gayb. Gözlerden uzak ve göğüste (insanın içinde) meydana gelen şeye denir. İki kısımdır. Birincisi hakiki gayb, ikincisi izafi gaybtır. Hakiki gayb sadece Allah'ın, izafi gayb ise bir kısım insanların bilip, bir kısmının bilmediği bilgilerdir.Onunla uyar. Kur'an'la korkut.Fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan zaman. , Kovarsın. Onları toplantı yerinden uzaklaştırasm.Denedik. Bir kısmını bir kısmıyla, zengini fakirle, şerefli olanı zelille imtihan ettik.Allah onlara lütufta bulundu (müslüman etti). Şükredenler. Salih amel işleyip ve iman ettikleri için Allah'ın lütuf ve fazlını hakedenler. [76]

 

Açıklama

 

Ayetler, Rablerine putları denk tutan ve Muhammed'in peygamberliğini inkâr eden kimseleri anlatmağa devam etmektedir. Allah, Rasûlüne onlara şöyle demesini emrediyor: "Ben size yanımda Allah'ın rızık hazinelerinin ol­duğunu söylemiyorum ve gaybı da bilmem."[77] "Ben size, meleğim de demi-

yorum." Ben sadece elçi bir kulum; Rabbimin bana vahyettiğine uyarım ve onun vahyi gereğince konuşur ve amel ederim. [78]Sonra Allah, Rasûlüne onla­ra şöyle sormasını söylüyor: "De ki: Hiç körle gören bir olur mu?" [79] Cevap, hayırdır. Aynı şekilde mü'minle kâfir, hidayette olanla sapık bir olmaz. 50. âyetin işaret ettiği mâna budur."

51.  âyete gelince, Allah (c.c), Rasûlüne Kur'an'la âsi mü'minleri uyarma­sını emrediyor ve diyor ki: "O Kur'anla Rablerinin huzuruna" kıyamet günü günahkâr oldukları halde "toplanmaktan korkanları uyar." Onların Allah'tan başka dostu ve şefaatçileri yoktur.[80] Bunlara senin Kur'an'la uyarman fayda verir. Yalanlayan kâfirlere gelince, onlar ölü gibidirler, çağrıya icabet edemez­ler. Bu Allah'ın Kaf süresindeki şu âyetinin benzeridir: "Azap tehdidinden korkanları Kur'an'la uyar." İşte bu kimseleri uyarırsan ey Rasûl, belki Allah'a ve sana karşı gelmekten sakınırlar, "Umulur ki sakınırlar" âyetinin anlamı bu­dur.

52.  âyete gelince: "Sabah akşam Allah'a yalvaran, O'nun rızasını iste­yenleri kovma." Çünkü müşriklerden bir kısmı Mekke'de Rasûlüllah'a etrafın­dan, Bilal, Ammar, Suheyb gibi fakir mü'minleri uzaklaştırmasını, bundan son­ra onun yanına gelip oturacaklarını ve dinleyebileceklerini teklif etmişlerdi.[81]Rasûlüllah da bu müşriklerin hidayete ermelerini umarak teklifi gerçekleştir­meye karar vermiş, bu âyetle Allah, Rasûlünü bundan vazgeçirmiştir. Yani sabah namazında ve ikindi namazında, kendilerinden hoşnut olması için, on­ları dostlarına yaklaştırıp, onlardan yapsın diye Allah rızasını isteyerek, Al-

"lah'a yalvaranları kovma. Bu düşünceden vazgeçirmede aşırılık sağlamak için "onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur." Yani onların hatası varsa, onlardan sen sorumlu değilsin, onlar da senden sorumlu değil, öyleyse onlan niye kovuyorsun, demektedir.[82] "Onları kovupta zalimlerden olmayasın..." Böyle yapma!.. Rasûlüllah, onların dediklerini yapmadı.

53. âyette şöyle denir: "Biz onların bir kısmını bir kısmıyla denedik." Böylece onların bir kısmını bir kısmıyla imtihan ettik. Şu zengindir, şu fakirdir, şu rezildir, şu şereflidir, şu kuvvetlidir, şu zayıftır. Ta ki İş dönsün ve şerefli zenginler, mü s lü inanlardan zayıf fakirlere, onları hakir görerek ve hafife ala­rak şöyle desinler: "Bunlar mı aramızdan Allah'ın, hidayet ve rüşdle kendile­rine ihsanda bulunduğu kimseler?!" Allah da şöyle der: "Şükredenleri en iyi bilen Allah değil midir?" Evet şükreden kimseler, Allah'ın hayırla nimetlendir-mesini hak edenlerdir. Kâfirlere gelince, nimete nankörlükleri ve şükretmeme­leri yüzünden onlara hiç birşey verilmez ve artırılmaz. [83]

 

Sonuç

 

1- Rasûl de bir insandır.

2- Peygamber gaybı bilemez ancak Allah'ın bildirdiği kadarını bilir ve Peygamber âlemde hiç bir şeyde tasarrufta bulunamaz.  Ancak Allah'ın müsaade ettiklerini yapar, esası vurgulanmıştır.

3- Mü'min ve kâfir eşit değildir. Çünkü mii'min hakkı görür, kâfir ise hakkı örttüğü için kördür.

4- Yoksul, takva ve iman sahibi kişilerle oturmak iyidir.

5-  Zengin-fakir, soylu-garip, kuvvetli-zayıf İnsanların var olmasının hik­meti imtihandır.

6-  Şükredenler nimetin artmasını, kâfirler ise nimetin eksilmesini ve yok olmasını hak eden kimselerdir.[84]

 

54-   Ayetlerimize   inananlar,   sana   geldikleri   zaman   "size   se­lâm   olsun,"  de.   Rabbiniz  kendi  üzerine  rahmeti yazmış,  yarattık­larına   acımayı  prensip   edinmiştir.   Sizden   kim,   bilmeyerek   kötü­lük yapar  da   sonra   ardından   tevbe   eder,   uslanırsa  muhakkak  ki o,   bağışlayandır,   esirgeyendir.

55-  Böylece   âyetleri   tekrar   tekrar   açıklıyoruz   ki   suçluların yolu  belli  olsun.

56-  De  ki:   "Ben,  Allah'tan  başka  yaşardıklarınıza  tapmaktan men   olundum."  De   ki:   "Ben  sizin   keyiflerinize   uymam,   çünkü  o takdirde   sapıtmış  ve  yola  gelenlerden   olmamış  olurum."

57-  De  ki:   "Ben,  Rabbimden gelen  açık  bir delil  üzerindeyim. Siz  ise  onu  yalanladınız.  Acele  istediğiniz  azab  da   benim  yanımda  değildir.   Hüküm   vermek,  yalnız Allah'a  aittir. O  gerçeği  an­latır  ve  O,  davayı  çözüp  ayır dedenlerin  en  iyisidir.

58- De ki: "Eğer acele istediğiniz şey benim yanımda olsay­dı, elbette benimle sizin aranızda iş, şimdiye kadar çoktan biti­rilmişti. " Allah  zalimleri daha  iyi bilir.

 

Sözlük                                                                                                                           

 

Size selâm olsun. Bütün kötülüklerden emin olmakla dua et­mek anlamınadır. Bu söz Dünyada ve Âhirette mü'minlerin se­lâmıdır.Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazmıştır. Bu sebeple ancak uyarcfcktan sonra azap eder ve tevbe edenin tevbesini kabul eder.Kötülük. Kendine kötülük yapacağı bir günah işlerse. Bilmeyerek. Cehalet çeşitlidir. Onlardan biri de günahın sonu­nun ne olacağını takdir edememe ve Rabbinin büyüklüğünü unutmadır.

Belli olsun, ortaya çıksın.Men edildim. Yani Rabbim putlara ibadet etmeme engel oldu.İbadet ettiğiniz.Apaçık gerçek. Yapmak veya yapmamakla hüküm vermeyi ge­rekli kılan akla dayalı açık delil.Hüküm ancak... Hüküm verme yetkisi sadece Allah'a aittir. Hakkı haber verir.O ayırdedenlerin en hayırlısıdrr. Fasl kelimesi hükme bağlama anlamındadır. "el-Fasılu fi'I-kadıyye" ifadesinin anlamı, sözde ayırıcı sözün doğru mu veya yanlış mı olduğuna hükmeden, demektir. [85]

 

Açıklama

 

Allah, hidayete ermelerini umarak kâfirler yanma gelsin diye kendi mecli­sinden mü'minleri uzaklaştırma niyetinden Rasûlünü alıkoyduktan sonra, ken­dine davette ideal yolun nasıl olduğunu Rasûlüne göstermektedir. Allah şöyle demektedir: "Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman" [86] yani senin peygamberliğini, kitabını ve getirdiğin hak dini tasdik edenler sana geldiği za­man, her ne kadar işlemiş oldukları günahları olsa da, "onlara selâm ver."[87] Allah onlara haber verdi ki, O kendine rahmeti yazdı.[88]Dolayısıyla nefisleri­nize itaati yerleştirdikten, imanla Allah'a yöneldikten ve tevbe ettikten sonra günahlardan sakınırlar. "Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da sonra ardından tevbe eder" af dileyerek ve pişman olarak günahtan vazgeçerse, iyi işlerle kendini düzeltirse, şüphesiz ki Rabbi gafurdur, rahîmdir. Bu sebeple onu affedecek ve merhamet edecektir. Kurtuluş yoluna eren bir müslüman kendisine gelen herkesi, azarlayarak, iterek kakarak değil de selâmla, güler yüzle ve müjdeyle karşılar. 54. âyetin işaret ettiği mâna budur.

55.  âyete gelince, Allah, Peygamberini, büyüklenen müşriklerin teklifle­riyle müslümanları kovmaktan alıkoyduktan, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf in­sanların var olma hikmetini ve bütün bunlardan sonra tevbe eden kimseyi karşılamada ideal yolu açıkladıktan sonra şöyle diyor: "Böylece âyetleri açık­lıyoruz." Yani bu açıklamanın benzeriyle, isteyen hidayete ersin ve Allah'ın yolu açığa çıksın diye ilahi hidayeti açıklamaya yönelerek âyetleri açıklıyoruz. Dolayısıyla onlara uyulmasın ve onlara uymaya engel olunsun. Çünkü bu helak ve yok olma yoludur. 55. âyetin ifade ettiği anlam budur.

56,  57 ve 58. âyetlere gelince; bu ayetler, Rabbine davet yolunda Rasûl için ilahi hidayetin var olduğu mânasını taşıyor. Bu âyetlerden her biri "de ki" diye başlıyor, yani kendi şirklerine seni uymaya ve benden başkasına ibadet etmeye çağıran şu müşriklere de ki: "Ben men edildim." Beni, Rabbim sizin çağırdığmız[89] şeylere ibadet etmekten menetti. Onlara deki : "Ben, sizin gibi sapık olan babalarınızdan size miras kalan; Allah'tan başkasına ibadette si­zin arzularınıza uymam! Şüphesiz ben bunu yaparsam doğru yoldan sapmış olurum ve kurtuluş yoluna erişenlerden olmam." De ki: "Ben Rabbimden bir delil üzerindeyim." Yani Allah'a inanma, bir olduğu ve ona davet etmek ge­rektiği hususunda kesin bir bilgi üzerindeyim. Halbuki siz, ben sizi korkut­tuğumda azabı ve bütün bunları inkâr ettiniz. Oysa sizin aceleyle istediğiniz azap benim yanımda değildir. Eğer benim yanımda olsaydı, size gelirdi ve işiniz biterdi. Fakat hüküm verme yetkisi başkasına değil Allah'a aittir. Allah, Rasûlleri aracılığıyla azab isteyen geçmiş ümmetlerin haberlerini size anlattı. Siz, azabın onlara nasıl geldiğini gördünüz. "Allah hakkı anlatır, o ayıranların en iyisidir." Dolayısıyla Allah benimle sizin aranızda hüküm ver­meyi isteyince, şüphesiz ki o ne güzel hüküm ve adalettir ve O hüküm veren­lerin en iyisidir. Ey Rasûlüm onlara de ki: "Eğer sizin çarçabuk istediğiniz azab benim yanımda olsaydı" zalimin yok edilmesiyle "benimle aranızdaki iş bitirilmiş olurdu." "Allah zalimleri daha iyi bilir." Onlardan başkasını helak et­mez. Çünkü zalimler zulümleri sebebiyle azabı hak eden kimselerdir.  [90]        

 

Sonuç

 

1- Fetva isteyenlere yumuşak ve nazik davranıp, kaba ve katı davranma­mak gerekir.

2-  Nefsin arzusuna göre hareket eden kimseye uymak kişiyi saptırır ve helak eder.

3- Allah'ın yoluna davet eden müslümanm Allah, tevhid, vaad, vaid ve dini hükümler hakkında yeterli bilgiye sahip olması gerekir.

4- Davetçilerin, sapık kişilerde gördüğü batıl taklitlere sabır ve tahammül etmesi gerekir. [91]

 

59- Gaybın   (görünmez   bilginin)   anahtarları   onun  yanındadır, onları   O'ndan   başkası   bilemez-   O,   karada   ve   denizde   olan   her şeyi  bilir.  Düşen  bir yaprak,  -ki  mutlaka  onu  bilir- yerin  karan­lıkları  içinde gömülen  dane, yaş  ve  kuru hiç  bir şey yoktur ki,  a-paçık  bir  kitapta  olmasın.

60- O,  geceleyin sizi öldürür gibi  uyutur, gündüzün  ne  işledi­ğinizi   bilir,   sonra   belirlenmiş   süre   geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz  O'nadır,  sonra  O,  dünya­da  yaptıklarınızı   size   haber   verecektir.

61-  O,  kullarının  üstünde  tek  hakimdir.  Size  koruyucu  melek­ler gönderir,  nihayet birinize  ölüm gelince  elçilerimiz  onun  canını alırlar,  onlar bu  hususta hiç geri kalmazlar.

62-  Sonra  o  canları,  gerçek  ilahları  olan  Allah'a  döndürülüp götürülürler.   Doğrusu,   hüküm  yalnız  onundur.   O,   hesap  görenle­rin en çabuk olanıdır.

 

Sözlük

 

Gaybın anahtarları. Buna göre âyetin mânası "gaybın sak­landığı yerler onun karındadır" olmaktadır.Kara ve deniz.Yapraklar.Dane. Arpa, buğday ve üzüm gibi şeylerin danesi.Yaş manasındadır.Apaçık kitaptadır. Burada kastedilen mâna "kaderlerin yazılı olduğu kitapta, levh-i mahfuzda "dır.Sizleri gece öldürür. Ruhları gizleyerek ve ölüm gibi hayattan alarak sizi uyutur.Azalarınızla işlediğiniz şeyler.Sonra sizin için belirlenmiş sürenin sonunda hüküm vermek iÇin sizi diriltir.Koruma. Kiramen kâtibin meleklerini gönderir. Elçimiz. Ölüm meleği ve yardımcıları[92]

 

Açıklama

 

Geçen âyetin sonunda Allah, azabı hak eden zalimlere haber verdiği du­rumun, kendi dediği gibi olduğunu bildirmişti. Bunun delili, Allah'ın görüneni de görünmeyeni de bilen olmasıdır. Çünkü: "Gaybın hazineleri O'nun yanın-dadır."[93]O gayb ki onun bilgisini Allah sadece kendisine mahsus kılmıştır. Bu sebeple O'ndan başkası gaybı bilemez. O, karada ve denizde olanı bilir.[94]İşte bu görülen âlemdendir. Buna ilave olarak olmuş ve olacak her olayı, ismi levh-i mahfuz olan kitap içermektedir. Buna delil "düşen bir yaprak -ki onu bi­lir- yerin karanlıkları içinde gömülü dane, yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın" âyetidir. Mevcudiyetinden önce yazdığı şeyi de o bilmiştir. Öyleyse o hem görüleni, hem de görülmeyeni bilendir. Her şeyi tane tane saymış ve ilimle onları kuşatmıştır. Öyleyse nasıl olurda O'na ibadet edilmez, o arzu edilmez ve ondan korkulmaz?! Yüceliği ve mükemmelliği açısından O nerede, ölü putlar nerede?!.. 59. âyetin işaret ettiği anlam budur.

60. âyete gelince, bundan önceki ayetin işaret ettiği Allah'ın kudretini, il­mini ve hikmetini tahkik ediyor. Allah kendinden haber vererek şöyle diyor: "O'dur ki," siz uykudayken "geceleyin sizi Öldürür." Çünkü uyuyanın ruhu, u-yuduğu sürece kabzolunur; sonra, Allah uykusundan uyanmasını murad ettiğinde ruhu ona gönderilir. "Sonra sizi o günde diriltir." Bunun sebebi in­sanın, Allah'ın onlar için belirlediği, insanın yaşam süresi ister uzun olsun is­ter kısa olsun yaşayacağı süreyi tamamlaması ve bitirmesidir. "Belirlenmiş süre bitirilsin diye o günde sizi diriltir" âyetinin anlamı budur. "Sonra" hiç şüphesiz "dönüşünüz onadır." Bu dönüş sürenin bitiminden sonradır. "Sonra size işlediğiniz" hayır ve şerri "haber verecek" ve bununla size karşılık vere­cektir. O ayırdedenlerin en iyisidir. 61. âyette Allah, kendisine ibadet etmeyi, arzu etmeyi ve korkmayı gerektiren otoritesinin büyüklüğünü izah için ken­dinden haber veriyor, "O, kullarının üstünde tek hakimdir." Yani bütün kul­larının üstünde tam hakimiyet ve tam bir üstünlük sahibidir. Ey insanlar "size , koruyucu melekler gönderir" onlar sizin amellerinizi yazarlar ve onunla kar-„ şıhk göresiniz diye sizin için muhafaza ederler. "Nihayet birinize ölüm gelince ' bizim elçilerimiz" ölüm meleği ve yardımcıları "onun canım alırlar." "Onlar bu i: hususta hiç geri kalmazlar." Yani verilen emri aksatmazlar.  Son olarak büyük İşi haber veriyor: Bu iş, yalnız kendisine ibadet edilme-si gereken gerçek Rabbİn önünde durmaktır. Oysa insanların çoğu O'nu inkâr edip isyan etmişler, emrinden çıkmışlar ve itaati terketmişlerdir. Bundan daha da kötüsü, O'nun yaratmış olduklarına ibadet etmişlerdir. Hükümleri ve hesapları nasıl olacaktır? Allah diyor ki: "Sonra gerçek ilâhları olan Allah'a döndürülürler. Dikkat edin hüküm sadece O'na aittir. O hesap görenlerin en hızlısıdır." [95]

 

Sonuç

 

1-  Âyetler, Allah'ın ilim, hikmet ve kudretinin tezahürünü açıklamaktadır.

2- Gaybı yalnız Allah bilir.

3-  Kaderlerin yazılı olduğu kitap, ağaçtan bir yaprağın düşmesine varın-.   caya kadar her şeyi içerir ve Allah bunları bilir.

4- Uykuya "ölüm" demek doğrudur.

5-  Âyetlerde Âhiret, hesab ve ceza esasları açıklanmıştır. [96]

 

63-  De ki: Gizli ve açık olarak:  "Bizi bu güç durumdan kurta­rırsa  elbette  şükre derilerden   olacağız!"  diye   O'na  yalvarıp  yakar-dığınız  zaman,   karanın   ve  denizin  karanlıklarından  sizi  kim  kur­tarıyor?..

64- De  ki:   "Ondan   ve  bütün   sıkıntılardan   sizi Allah  kurtarı­yor,   sonra  siz yine  O'na  ortak  koşuyorsunuz?"

65-  De  ki:   "O,   sizin   üzerinize   üstünüzden,  yahut  ayaklarını­zın  altından  bir azab göndermeye ya  da  sizi  bölük  bölük  birbiri­nize   düşürüp   kiminize   kiminizin   h'ncını   tattırmaya   kadirdir."

Bak,   anlasınlar  diye   âyetleri  nasıl  açıklıyoruz?

66-   O,  gerçek iken,  kavmin  O'nu yalanladı.  De  ki:   "Ben  size vekil  değilim."

67-   Her haberin  gerçekleşeceği  bir zaman  vardır.   Yakında  bi­lirsiniz.

 

Sözlük

 

Sizi kurtarır. Korktuğunuz şeyden sizi kurtaracak. Ümit ederek ve korkarak. Bundan. Helak olmaktan.Şükredenlerden. Senin lütfunu kabul eden ve yaptığın şeye karşılık sana hamdedenlerden olacağız. Üzülmeyi ve acı duymayı gerektiren sıkıntı. Ortak kabul ediyorsunuz. Putlara dua etmeniz ve onlara kur­ban kesmenizle Allah'a şirk koşuyorsunuz. Üstünüzden. Meselâ yıldırımlarla, azap göndermeye kadirdir.Ayaklarınızın altından. Örneğin, yer kayması ve zelzele gibi azap göndermeye gücü yeter Sizi bölük bölük birbirinize düşürmeye,Kiminize kiminin hıncını tattırma: Bir birinizi öldürttürür, do­layısıyla her grup diğerine harbin acısını tattırır. Onlara dediğimizin anlamını belki anlarlar. Kavmin onu yalanladı. Vekil. İşin kendisine havale edildiği kişi.Her haberin gerçekleşeceği bir kararlaşma vardır. [97]

 

Açıklama

 

Ayetler, putları 'rab1 gibi gören müşrikleri anlatmağa devam etmektedir. Allah, Rasûlüne diyorki: "Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kur­tarır?" Çölde biriniz yolunu kaybettiğinde, gecenin karanlığı bastığında ya da deniz yolculuğuna çıktığında bulutun, gecenin ve denizin karanlığı onu kuşat­tığında ve korkudan içi titrediğinde kime yalvarır? Şüphesiz o, kendisini sa­dece Allah'ın kurtaracağını bildiğinden O'na  gizli ve açık şöyle yalvarır: "İzzetin için, başımıza gelen şu helak olmaktan bizi kurtarırsan, sana şükreden-lerden olacağız!" Sonra duanızı kabul ederek sizi kurtarıp, korkudan emin ol­duktan sonra birden bire, başkasına yalvararak şirke dönersiniz. 63. âyetin ("De ki: Gizli ve açık olarak: "Bizi bundan kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız, diye O'na yalvarıp yakardığınız zaman, karanın ve denizin ka­ranlıklarından sizi kim kurtarır?") anlamı budur.

64. âyette Allah "sizi kim kurtaracak" sözüne cevap olarak, Rasûlüne şöyle demesini emrediyor: İçinizin çalkalandığı, yok olmaktan korktuğunuz "Bu durumdan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır." Sonra böyle olmakla beraber ne gariptir ki siz O'na putları ortak koşarsınız.[98]Ey elçimiz onlara de ki: Sizi her türlü sıkıntıdan kurtaran O'dur. O, üstünüzdeki gökten, altınızdaki yerden azab göndermeye ya da işinizi size karışık yapıp -ki bu sebeple siz de birbirinize düşüp ihtilaf eder ve birbirinizi öldüren grup ve fırkalar olursunuz-kiminize kiminin hıncını tattırmaya kadirdir. Sonra Allah, Rasûlüne şöyle di­yor: "Ey Rasûlüm", dediğimiz sözün manasını anlayıp, hak yolu bularak sa­dece Allah'a inansınlar; O'na kavuşmaya, Rasûlüne ve Rasûlünün getirdiğine inansınlar, neticede de kemâle erip mutlu olsunlar diye, kelâmı çeşit çeşit ya­parak ve onun mânasını açıklayarak âyetlerimizi izah ediyoruz. 66. âyette Allah, Kur'an'm ve haber verdiği müjde ve tehditlerin doğruluğunu, gerçekle­şeceğini ve inkâr eden kavmin hadisesini haber veriyor ve yalanlamalarından sonra, onlara şöyle demesini Rasûlüne emrediyor: "Ben size vekil değilim." Yani ben, inanmamanız ve tevhidi kabul etmemeniz nedeniyle başınıza gele­ceklerden korkuyorum. "Her haberin gerçekleşecek bir zamanı vardır." Ben, yalanlamanıza ve şirkinize mukabil uğrayacağınız azabı size haber vermiş­tim. "Yakında" başınıza gelecek bu günü "bileceksiniz." [99]

 

Sonuç                                                     

 

 1- Müşriklerin ileri sürdükleri şirkin batıl olduğuna, sıkıntı anında yalnızca Allah'a dua etmelerinden daha büyük delil yoktur.

2- Sıkıntılardan kurtaran yalnızca Allah'tır.

3- Bölünüp parçalanmaya sebep olan ihtilaftan kaçınmak gerekir.[100]

4- "Her haberin gerçekleşeceği zaman vardır.", "Yakında bileceksiniz" sözü de böyledir. [101]

 

68- Âyetlerimiz hakkında münasebetsizliğe dalanları gördü­ğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir, eğer şeytan sana bunu unutturursa hatırladıktan sonra he­men  kalk,  o zalimler topluluğuyla  beraber olma!

69' Günahlardan korunanlara, o inanmayanların hesabından bir sorumluluk yoktur, ama belki inanıp korunurlar diye bir hatır­latmak   lâzımdır.

70' Bırak o dinlerini oyun, eğlence yerine koyan ve dünya ha­yatının aldattığı kimseleri de, sen o Kur'an ile şunu hatırlat ki, yaptığı iş kişinin eline teslim edilmeye görsün, yoksa Allah 'tan başka onun ne bir dostu, ne de bir yardımcısı olur. Amelînin elin­den kurtulmak için her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edil­mez. İşte onlar, kazandıkları ellerine teslim edilmiş olanlardır. Onlar için kaynar sudan bir içki ve inkârlarından dolayı da acı bir azap   vardır.

 

Sözlük                                                                                    

 

Ayetlerimiz hakkında tartışmaya dalanlar.Onlardan yüzçevir. Onlara aldırmadan, yaptıkları boş şeyi pro­testo ederek kalk.Hatırladıktan sonra. Fakat hatırlatmak. Onları (kâfirleri) bırak.Oyun ve eğlence: Dini oyun yapmalarının nedeni, ondan hiç bir fayda elde edememeleri; eğlence yapmalarının nedeni ise,onunla oynadıkları, onu kemâle erdirecek ve mutlu yapacak hak dinden alıkoyduğu içindir.Nefsin tutulup hesaba çekilmesi. Yaptıklarının eline teslim edilip hesaba çekildikten sonra cehenneme hapsedilmeye gör­sün.Her adi. Her türlü fidye.Hapsedilenler. Yaptıkları eline teslim edilmiş kişiler, yani iş­ledikleri şirk ve isyan sebebiyle cehenneme hapsedilmiş kişilerdir.Kaynar sudan.Acı verici azab. [102]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, Rablerine putları eş tutan müşrikleri anlatmağa devam ediyor. Allah, Rasûlüne diyor ki: "Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalan"[103] Kur'an âyetlerini hafife alan ve onun işaret ettiği tevhid ve kâfirlere azab edileceğiyle ilgili hükümlerle alay eden "kimseleri gördüğün zaman" "onlardan yüz çevir" onlardan ayrıl, "tâki onlar başka bir söze dalıncaya ka­dar." Eğer şeytan sana bu yasağımızı unutturur da, onlarla oturur ve sonra hatırlarsan, hemen kalk ve zalim toplulukla beraber oturma. "Allah'tan sakı­nanlara, onların hesabından bir sorumluluk yoktur." Yani muttaki mü'nıinlere, sana ve ashabına bir sorumluluk yoktur. Fakat onlar bir batıl işe daldıkların­da, onlara bir öğüt olsun diye oradan kalkın ki Allah'ın âyetleri hakkında mü­nakaşaya dalmaktan vazgeçsinler. Bu olay İslâm kuvvetlenmeden önce Mek­ke döneminde olmuş, Allah'ın âyetleri hakkında münakaşaya daldıklarında münafıklar ve kâfirlerle beraber oturmanın yasaklanması ise Medine'de in­miştir. Kim münakaşa eden kimselerle beraber oturursa, o da onlar gibi olur. Bu ağır bir durumdur. Allah şöyle diyor: "Allah size kitapta indirmişti ki: Al­lah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz. (Nisa 140). Yukarda geçen iki âyetin ifade ettiği mâna budur.

70. âyete gelince, Allah, Rasûlüne getirdiği hak dini alay ederek oyun ve eğlence edinen, dünya hayatının aldattığı kimseleri terketmesini emrediyor, Allah diyor ki: "Bırak o dinlerini oyun ve eğlence yerine koyan ve dünya haya­tının aldattığı kimseleri."[104] Yani onları terket, onların işi seni ilgilendirmesin.Bu âyette kâfirlerin azmettikleri küfür ve alaya karşılık onların tehdit edilmesi söz konusudur. Allah Hicr sûresinde "O alay edenlere karşı biz sana yete­riz!" (Hicr 95) buyurmaktadır. "Sen" Kur'an'la "şunu hatırlat ki bir kişinin eli­ne, yaptığı iş teslim edilmeyegörsün" yani işlediği günah ve şirk sebebiyle azaba teslim edilmeyegörsün "o kişinin" o azaba teslim edildiği gün "Al­lah'tan başka" kurtuluşunu sağlayacak "ne bir dostu" "ne de bir şefaatçisi var­dır." Yani kendisine şefaat edip, onu cehennem azabından kurtaracak kimsesi olmayacaktır. "O, her türlü fidyeyi verse de artık ondan kabul edilmez." Ken­disi için mümkün olan herşeyi verse de, hatta yer dolusu altın fidye olsa da ona bunlar fayda vermez ve cehennem azabından kurtarmaz. Sonra Allah şöyle diyor: "İşte onlar, kazandıkları ellerine teslim edilmiş olanlardır. Onlar için kaynar sudan bir içki ve acı veren bir azab vardır." Âyette geçen "Ubli-su," teslim edilmiş ve işledikleri günahlar sebebiyle tutularak cehenneme götürülmüş, demektir. Cehennemde onlar için sıcak sudan içki ve acı verecek bir azab vardır. Bu, onların Allah'ı, âyetlerini ve Rasûlünü inkâr etmeleri se­bebiyledir. Bundan onların ruhlarının pis olduğu ortaya çıktığından, onların özelliği ancak cehenneme uygun düşmektedir. Allah bu sûrede şöyle diyor: "Onlara en uygun karşılığı verecektir. Şüphesiz o hâkimdir, âlimdir." [105]

 

Sonuç

 

1-  İslâm'la, onun hükümleriyle ve müslümanlarla alay edilen mecliste oturmak haramdır.

2-  Allah'a ve Rasûlüne karşı gelinen herhangi bir meclisde gereği gibi mücadele edemiyecekse, protesto için terketmek gerekir.

3- Müslümanlar zayıf olduklarında, kâfirlerden yüz çevirmeleri gerekir.

4-  Kur'an'ı her insana anlatmak ve ulaştırmak gerekir.

5- Kim inkâr üzere ölürse, cehennemden kurtulamaz. [106]

 

71- De  ki:  "Allah'tan  başka,  bize  ne yarar,  ne zarar verebilen şeylere   mi  yalvaralım?  Ve  Allah   bizi  doğru  yola  ilettikten   sonra ökçelerimiz   üzerinde   eski   durumumuza   döndürülüp,   şeytanların ayartarak   şaşkın  bir  halde  çölde  bıraktıkları,   arkadaşlarının  ise: "Bize  gel"  diye  doğru yola  çağırdıkları  kimse  gibi  şaşkın  bir du­ruma mı düşelim? De  ki: "Yol gösterme,  ancak Allah'ın yol gös­termesidir.   Bize,   alemlerin   Rabbine   teslim   olmamız   emredilmiş­tir. "

72-   Namazı  kılın   ve  O'ndan   korkun  diye  emredilmiştir. Varıp huzuruna  toplanacağınız   O'dur.

73-  Gökleri  ve yeri hak ve  hikmet ile yaratan  odur."Ol" de­diği  gün,  oluverir.  Sözü haktır. Sur'a üfleneceği  günde,   mülk  onundur.  Gizliyi  ve  açığı   bilendir.  O,  hükümdardır,   herşeyi  haber alandır.

 

Sözlük

 

Çağrrır mıyız? ibadet eder miyiz?Bize, fayda veya zarar veremeyen.Gerisin geri döneriz. İnandıktan sonra kâfirler olarak geri döneriz.Şeytanların tesirleri altına aldıkları: Şeytanların yeryüzünde yolunu saptırdığı, şaşkınlık içersinde nereye gideceğini bilme­den yürüyen kimse.O'ndan sakının. Karşı gelmeyi bırakarak ve ibadette tek oldu­ğunu kabul ederek O'ndan sakının. O gün ol dediği olur.Sur İsrafil'in üfleyeceği boynuza benzer bir çalgı.Hakim. İşlerinde hikmet sahibi ve kullarının durumundan ha-berdardir. [107]

 

Açıklama

 

Ayetler, bazı mü'minlere, onlarla beraber kendi ilâhlarına ibadet etmeleri için müşriklerin teklifte bulunduklarına işaret etmektedir. Allah da Rasûlüne, bu çirkin teklifi reddetmesini emrediyor: "De ki: Allah'tan başkasına" (ibadet ettiğimizde"yarar vermeyen" ibadet etmeyi terkettiğimizde de "zarar verme­yen şeylere) mi yalvaralım?" Allah bizi imana, onu ve onun dinini tanımaya iletmişken... Biz bununla, topuklarımız üzerinde'[108] tevhidden şirke döndürül­müş oluruz. Dolayısıyla durumumuz, şeytanların çölde şaşkın bir vaziyette yolunu şaşırttığı, nereye gideceğini ve nereye geleceğini bilmeyen kişinin du­rumu gibi olur. "Arkadaşlarının ise, 'bize gel', diye hidayete çağırdıkları kim­senin durumuna mı düşelim?" Oysa o kişi onlara cevap vermeye ve şeytanın aklını çelmesi sebebiyle, onlara gitmeye güç yetiremez. Sonra Rasûlüne şöy­le demesini emretti: Sapıklık ve hüsranın bulunmadığı gerçek hidayet, Allah'ın bizi ilettiği, kendi hidayetidir. Dikkat edin bu İslâm'dır. Allah bize, kalplerimi­zi ve yüzlerimizi (içimizi, dışımızı) kendisine teslim etmemizi emretti. Çünkü o âlemlerin Rabbidir. Dolayısıyla müslüman olduk. Aynı şekilde namazı dos­doğru kılmamızı emretti. Biz de kıldık. Kendisinden korkmamızı emretti. Biz de korktuk. Kıyamet günü huzuruna toplanacağımızı bize bildirdi, tasdik ettik. Sonra bize doğru yolu gösterdi; artık sapıklığa dönmeyiz... İşte birinci ve ikin­ci âyetin içerdiği mâna budur.

73. âyete gelince, adaletinin, ilminin ve kudretinin tezahürlerini ortaya koyarak Rabbin şerefini belirtmeyi içermektedir. Allah şöyle demektedir: Kendisine teslim olmamızı emreden âlemlerin Rabbi Allah "Yeri ve göğü hak ile yaratmış"[109]boşuna yaratmamış, aksine orada anılması ve kendisine şük-redilmesi için yaratmıştır. Var etmeyi veya yok etmeyi istendinde "ol" dediği onda "ol" sözüyle daima Allah'ın istediği oluverir. "Sur'a"[110] yok oluş üfürü-ğüyle "üfürüldüğü günde" sadece kahhar ve tek olan kendisinin kaldığı günde "mülk onundur." Allah şöyle buyurmaktadır: "Bu gün mülk kimin?" Ona hiç kimse cevap veremez. Şöyle diyerek kendi kendine cevap verir. "Kahhar ve tek olan Allah'ındır." "O gizliyi de açığı da bilir." Yani gayb hazinelerinde her­kesten gizli olanı da bilir, görüneni ve ortada olanı da. O, tasarruflarında, di­ğer işlerinde, mahlûkatı idaresinde hikmet sahibi ve işlerin içyüzünden de, aşikar olanından de haberdardır. O'na yerde ve gökte hiç bir şey gizli kala­maz. Bu sebeple Allah meşru kıldığı, ibadetlerden hiç birinin kendisinden başkasına yapılmasının caiz olmadığı gerçek mabuddur. [111]

 

Sonuç

 

1- Dinden dönme küfür ve sonu hüsrandır.

2- Batıl ehlinin çağırdığı batıla icabet haramdır.

3-  Allah'ın hidayetinden başka hidayet yoktur. Yani İslam'dan başka din yoktur.

4-  Allah'a teslimiyet, namaz kılmak, emredileni yapmak ve yasaklananı terketmekle Allah'tan korkmak farzdır.

5-  Âhiret, hesap ve ceza gerçektir. [112]

 

74- İbrahim, babası Azer'e demişti ki: "Sen ilâhlar, tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde  görüyorum."

75-   Böylece  biz  İbrahim'e  göklerin   ve  yerin  melekûtunu   (bü­yük   ve   harikulade   muhteşem   varlıklarını)   gösteriyorduk  ki   kesin inananlardan  olsun."

76-  Üzerine  gece   basınca  İbrahim   bir yıldız  gördü,    "Budur Rabbim"  dedi.   Yıldız  batınca,   "batanları  sevmem,"  dedi.

77- Ayı doğarken görünce,   "Budur Rabbim" dedi.  O  da batın­ca   "Rabbim   bana   doğru  yolu  göstermeseydi,   elbette   sapan   toplu­luktan  olurdum," dedi.

78-  Güneşi  doğarken  görünce:   "Budur Rabbim,   bu  daha  bü­yük, "  dedi.   O   da  batınca  dedi  ki:   "Ey  kavmim,   ben   sizin   ortak koştuğunuz   şeylerden   uzağım.

79-  Ben  yüzümü   tamamen,   gökleri   ve  yeri yoktan   var  edene çevirdim  ve  artık ben  O'na  ortak koşanlardan  değilim.

 

Sözlük

ibrahim. Sam b. Nuh'un oğullarından Azer'in oğlu, Rahman'ındostu.Sanem kelimesinin çoğuludur. Taştan yapılan heykeldir.İlâhlar.İlah kelimesinin çoğuludur. Mabud (ibadet edilen) de-mektir.Sapıklıkta.Hakyoldansapmak.Mülkler.Saltanat.Geceninkaranlığıbastırdığında.Kaybolduğunda.Doğan.Sapıklar. Hak yoldan batıl yola dönenler.Yüzümü çevirdim. Yani kalbimle, Rabbime yöneldim ve O'nundişındakilerden yüz çevirdim.Sapıklıktan hidayete yönelmiş olarak. [113]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı, Rablerine putları denk tutup, onlara ibadet eden kimsele­re, belki hidayete ererler diye, hidayeti açıklama hakkında devam etmektedir.Allah, Rasûlü Muhammed'e diyor ki: "İbrahim, babası Azer'e[114] demişti ki:" Yani onlara İbrahim'in, babası Azer'e söylediği şu sözü hatırlat: "Putları ilah­lar mı ediniyorsunuz?" Taştan yapılmış heykelleri ilah mı yapıyorsunuz? Ey baba "ben seni ve kavmimi," gireni kurtaracak hak yoldan uzaklaşmış "açık bir sapıklık içinde görüyorum. "[115]74. âyetin işaret ettiği mâna budur.

75.  âyete gelince, Allah diyor ki: "Biz İbrahim'e göklerin ve yerin me-lekûtunu gösteriyorduk ki..." Babasının putlara tapmasının batıl olduğu hakkında gerçeği ona gösterdiğimiz gibi, yer ve göklerin saltanatında uluhiye-timizi gerektiren hükmümüzün, İlmimizin ve kudretimizin tezahürlerini de ona gösterdik. Ta ki O, şüphe duymadan inananlardan olsun. Yakîn, imanın dere­celerinin en yüksek olanıdır. 75. âyetin işaret ettiği mâna budur.

76.  âyette, Allah'ın yukarda geçen âyeti açıklaması yer almaktadır. Ve şöyle demektedir: "Gecenin karanlığı onun üzerine çöktüğü zaman bir yıldız gördü." "Dedi ki: "Budur benim Rabbim..." Bu yıldız batınca, "ben batanları sevmem," dedi. Ayı doğarken görünce, "budur benîm Rabbim," dedi. Ay ba­tınca dedi ki : "Eğer Rabbim beni doğru yola İletmeseydi, yoldan çıkmış ka­vimden olurdum..." Güneşi doğarken görünce, "bu benim Rabbim, bu daha bü­yük," dedi. Yani, diğer yıldızlardan daha büyük, dedi. "Gecenin gelişiyle gü­neş kaybolunca dedi ki: Ey kavmim, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." Böylece İbrahim, yontulmuş putların temsil ettiği yıldızlara ibadet eden kavmiyle yüzyüze geldi. Onları, kendileriyle ulaşmayı istediği hakikatle yüz yüze getirdi ki, bu, Allah'tan başkasına ibadetin iptal edilmesidir. "Ben yüzümü yeri ve gökleri yaradana, onu birlemiş olarak çevirdim." Sizin elinizle yontup, Rabbinizin emriyle değil de kendi arzunuzla ibadet ettiğiniz putlara yüzünüzü dönmeniz gibi değil. Açıkça berî olduğunu ilan etti: "Ben müşrikler­den değilim."    [116]                                                                                         

 

Sonuç

 

1-  Şirki, şirk koşanlar için hoş görmemek ve en yakın akraba bile olsa, onları onaylamamak gerekir.

2-  Allah'ın en yüce fazlı, hidayete ermesini istediği kişiyedir.

3-  Yakîn derecesi, bir şeyi görür gibi bilmesi isteklerin en üstünü ve en değerlisidir.

4-  Sonradan meydana gelen eşyayla, hikmet sahibi yaradanın varlığına

delil getirilir.

5- Eğitim ve öğretimde basamak basamak ilerlenmesi bir kaidedir.

6- Şirkten ve Allah'a şirk koşan kimselerden uzak olmak gerekir. [117]

 

80-  Kavmi  onunla  tartışmaya  girdi.   O   onlara  dedi  ki:   "Beni doğru  yola  iletmiş  iken  Allah   hakkında   benimle   tartışıyor  musu­nuz?   Ben,   sizin   ona   ortak   koştuğunuz   şeylerden   korkmam.   An­cak  Rabbimin   dilediği   olur!  Rabbim   bilgice   herşeyi   kuşatmıştır. Hâlâ  kendinize  gelip  öğüt almıyor musunuz?

81-  Hem  siz, Allah'ın  size,  ilâh  olmaları  hakkında hiç  bir de­lil  indirmediği  şeyleri,   O'na  ortak  koşmaktan   korkmuyorsunuz  da ben  nasıl sizin   O'na  ortak  koştuğunuz  şeylerden   korkarım?  Şimdi biliyorsanız   söyleyin.   İki   topluluktan   hangisi;   tek   olan   Allah'a inananlar mı, yoksa O'na ortak koşanlar mı güvende  olmaya daha layıktır?

82-   İnananlar   ve   imanlarına   zulmü   (şirki)   karıştırmayanlar.. İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulan  da onlardır.

83-  İşte   bunlar,   kavmine   karşı  İbrahim'e   verdiğimiz  delilleri' mizdir.    Dilediğimizi    derecelerle    yükseltiriz.    Şüphesiz   Rabbin hüküm  ve  hikmet sahibidir,  bilendir.

 

Sözlük

Kavmi onunla mücadele etti ve onu delille altetmeye kalkıştı..Hüccet: Kuvvetli delil demektir. Benimle Allah hakkında tartışıyor musunuz? Delil olarak.Güven, emniyet İmanlarını zulme bulaştirmayanlar[118]

 

Açıklama

 

İbrahim, Allah'tan başkasına ibadet etmenin batıl olduğuna delil getirdi ve kendinin şirk ve müşriklerden uzak olduğunu söyledi. Kavmi de bu konuda onunla mücadeleye girdi. Bu sebeple İbrahim onların durumunu hoş görme­yerek şöyle dedi: "Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle müca­deleye mi giriyorsunuz?" Allah'ın birliği ile ona ibadeti ve ondan başkasına ibadet etmeyi terketme konusunda, onlar hiç bir şey yaratmamış, hiç bir fayda ve zarar vermemişken, sizin benimle mücadeleniz nasıl doğru olabilir? Bununla beraber, Allah beni kendi varlığının ve birliğinin delillerine ulaştırdı ve ben O'nun katından açık bir delil üzere oldum. Yukarda geçen âyetin işaret ettiği anlam budur.

Şüphe yok ki onlar, İbrahim, ilâhlarından yüz çevirince, ilâhlarıyla korkut­muşlar ve ona bir zararın[119]dokanacağmı belirtmişlerdir. Bu sebeple İbrahim şöyle diyerek onlara cevap vermiştir: "Ben sizin ortak koştuğunuz ilâhların bana bir sıkıntı vermesinden korkmam. Ancak Rabbimin bir şey dilemesi hariç..." Çünkü o (dilediği) mutlaka olur. "Rabbim herşeyi ilmiyle kuşattı. "Sonra onları şöyle diyerek kınadı: "Hâlâ öğüt almıyor musunuz?" öğüt alın, sizin üzerinde olduğunuz düşünce batıldır; benim sizi kendisine çağırdığım haktır... Sonra şöyle dedi: "Sizin şirk koştuklarınızdan nasıl korkayım?!" On­lar hakir, zayıf ve aciz oldukları için ne bir zarar ne de bir fayda veren, donuk putlardır. Siz de dilediğini yapan, öldüren, dirilten, bir olan Allah'tan korkmu­yorsunuz. Kendisiyle, putlara ibadet konusunda getireceğiniz hiç bir delili size indirme misken, Allah'a ortak koştunuz... Sonra onların elinden delili al­mak, onları delilsiz bırakmak için şöyle dedi: Hangi grup korkudan emin ol­maya daha lâyıktır? Ben Rabbin (Allah'ın) bir olduğunu söylüyorum, siz o'na şirk koşuyorsunuz? Cevap bellidir: Tek olan Rabbe İbadet eden, sayılan bir­den çok olan, işitmeyen, görmeyen donuk ilahlara ibadet edenlerden daha faz­la emniyete lâyıktır. Allah onların arasında hüküm verdi ve şöyle dedi: "İman edenler ve imanlarını haksızlığa bulaştirmayanlar..."[120] yani şirke bulaştır-mayanlar "İşte güven onlar içindir ve doğru yolu bulan da onlardır." Dünyada ve âhirette güven onlar içindir. Kemal ve saadet yoluna, yani İslam'a, yaşan­tılarında ulaşanlar da onlardır. Sonra Allah şöyle buyurdu: "İşte bunlar, bizim kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delilimizdİr." Bu âyette daha önce geçen İbrahim'in kavmiyle mücadelesine, batıl inançlarını çürütmesine ve onların aleyhinde delil getirmesine işaret vardır. İbrahim'e verdiği iman, kesin ve apaçık bilgiyi kastederek "dilediğimizi derecelerle yükseltiriz" buyurmakta ve bunun sebebi olarak şöyle demektedir: "Şüphesiz O hikmet sahibidir, bilen­dir." Yani idaresinde hikmet sahibi ve yarattığı şeylerden haberdar olandır. [121]

 

Sonuç

 

1-  Hidayete ererler ümidiyle, müşrikler ve inkarcılarla onlara karşı delil getirmek için münakaşa etmek caizdir.

2- Her zaman ve mekânda şirk ehli olanların akılları sapıktır.

3-  İşlediği günahın sonundan korkmayan günahkârın haline şaşmak gere­kir.

4- Kulların, korkudan emin olmaya en lâyık olanı, Allah'a inanıp, O'na hiç bir şeyi şirk koşmayan kimselerdir.

5- Âyetler, "Allah, inanan kimselerin dostudur; onları karanlıklardan nura çıkarır," âyetinin anlamını ortaya koymaktadırlar. [122]

 

84-  Biz  O'na İshak'ı  ve  Yakub'u  verdik,  hepsine  de  doğru yo­lu   gösterdik.   Nitekim   daha   önce   Nuh'a   ve   onun   soyundan   Da­vud'a Süleyman'a,  Eyyub'a,  Yusuf'a,  Musa'ya  ve Harun'a  da  doğ­ru  yolu  gösterdik.   Biz,  güzel  davrananları  böyle  ödüllendiririz.

85-  Zekeriyya'ya,   Yahya'ya,   İsa'ya   ve   İlyas'a   da  yol  göster­miştik.   Hepsi   iyilerdendi.

86-  İsmail'e,   el-Yasa'a,   Yunus'a   ve   Lut'a   da  yol  gösterdik. Hepsini  alemlere   üstün   kıldık.

87-  Babalarından,   çocuklarından   ve   kardeşlerinden   bazılarını da...   Onları  seçtik  ve  doğru yola  ilettik.

 

Sözlük

 

Ona verdik. Bizden bir lütuf olarak verdik.İbrahim'in oğlu İshak'ı ve İshak'ın oğlu Yakub'u -ki İsrail lakabı verilmektedir- verdik.  Her birine doğru yolu gösterdik Onun soyundan, Davud baba, Süleyman oğuldur. İkisi de hem devlet yöneten ve hem de peygamberdir.Zekeriyya baba, Yahya oğuldur. İkisi de peygamberdir. Kendi zamanlarının alemlerine üstün kıldık, yoksa bütün âlem­lere değil. Çünkü Muhammed (s.a.v) peygamberlerin en üstün olanıdır.  Onların soyundan ve kardeşlerinden hepsini değil bir kısmını seçtik ve doğru yola ilettik,            Peygamberlik için seçtik ve islâm'a hidayet ettik. [123]

 

Açıklama

 

Allah, İbrahim'e verdiği kuvvetli delili ve düşmanlarına üstünlüğünü an­lattıktan sonra, İbrahim'e verdiği başka bir nimeti zikrediyor. Bu nimet, İbra­him yaşlı olmasına rağmen İshak ve Yakub'u ona vermesidir. İshak, İbra­him'in oğlu, Yakub da torunudur. Yine baba, oğul ve torunu hidayete erdirme-sidir. Aynı şekilde Allah, onlardan önce Nuh'u hidayete erdirdi. Hepsi Nuh'un soyundan olsalar da, İbrahim'in soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusufu, Musa'yı ve Harun'u [124] da hidayete erdirdi. Allah onların hepsinin iyi kişiler olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla iyilere yaptığı ihsanla onları mükâfaatl an diriyor. İhsan; amelde ihlaslı olmak ve söz ve hareketle kötülük etmeyip mahlukata iyilikte bulunmak ve de Allah'ın razı olacağı şekilde ya­şamaktır... 84. âyetin işaret ettiği mâna budur.

85.  âyete gelince, Allah, aynı şekilde Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas (a.s.)'ı peygamberlik görevine seçmiş, meşru kıldığı yükümlülük ve emirlerini yerine getirmekle vazifelendirmiştir. Onlardan her birini Allah haklarını ve kul haklarını eda eden salih kimselerden yapmıştır. İlk grubun, yani Davud ve Süleyman'ın ve bunlardan sonra zikredilen kimselerin en belirgin özelliği ih­sandır. Bunun   sebebi, onlarda mülk, hakimiyet ve devlet olmasıdır. İkinci grubun yani Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ın en belirgin özellikleri de salih olmalarıydı. Çünkü onlar, dünya ve metaından el-etek çekmiş kimselerdi.

86.  âyetteki üçüncü ve dördüncü grubun yani İsmail, Elyasa, Yunus ve Lut'un İlk iki grub gibi, belirgin bir özellikleri yoktur. Çünkü onlar ne devlet kurdular ne de dünyadan el etek çektiler. Sonra, Allah onlardan her birini ken­di zamanının varlıklarına üstün kıldığını haber vermektedir. Bu da şeref, iyilik ve ihsan olarak onlara yeter.

87.  âyete gelince, Allah bu âyette onların babalarından bazısını, onların soylarından ve kardeşlerinden bir kısmını hidayete erdirdiğini belirtip, fakat isimlerini söylemesek de onlar çoktur, diyor. Babalarını ulaştırdığımız, halis dine ve gerçeğe onları da ulaştırdık. Tamamım peygamberlik için seçtik. "On­ları doğru yola" İslâm'a "erdirdik" buyuruyor. [125]

 

Sonuç                    

 

1- Allah'ın lûtfu geniştir

2-  Dünya hayatında, ki siye gerilen nimetlerin en hayırlısı doğru yola crdı-rilmesidir.

3- İyi ve doğruluğun hepsi güzeldir ve fazilettir.

4-  Devlet başkanlığıyla peygamberlik veya idarecilikle salih olma ara­sında zıtlık yoktur.

5-  Dünya nimetlerine kapılmamak ve devamlı Ahirete rağbet etmek üs­tünlüktür, fazilettir. [126]

 

88-  İşte   bu,  Allah'ın   hidayetidir,   kullarından   dilediğini  buna iletir.   Eğer   onlar  Allah'a   ortak   koşsalardı,   yaptıkları   güzel  şey­ler heba olur giderdi.

89-  İşte  onlar,  kendilerine  kitap,  hüküm  ve peygamberlik  ver­diğimiz   kimselerdir.   Şimdi   şunlar,   (yani  Kureyş   kavmi,)   bunları inkâr  ederse,  bilsinler ki  biz,  bunları  inkâr  etmeyecek,   koruyacak bir  toplumu,   onlara  vekil  bırakmışızdır.

90-   İşte   onlar,   Allah'ın   hidayet   ettiği   kimselerdir.   Onların yoluna  uy  ve  de  ki:   "Ben  ona  karşılık  sizden  bir ücret istemiyo­rum.   O,  sadece  alemlere  bir  öğüttür.

 

Sözlük

 

Allah'ın doğru yolu. Hidayet kelimesi dalalet kelimesinin zıt anlamlısıdır. Allah'ın hidayeti, O'nun, kullarından dilediği kim­seyi ilettiği şey, demektir. Bu da iman ve doğru yoldur.Onların yapmış olduğu amelleri heba oldu. O amellere karşılık,onlara ne az ne de çok, hiçbir sevap verilmedi.Hikmet. İşlerde isabet ve doğrulukla birlikte kitabı anlamak.Onlar bunu inkâr ediyor. Mekke ahalisi İslâm davetini inkâr ederse.Bunları inkâr etmeyecek bir toplumu. Bunlar, Medine'deki ensar ve muhacirlerdir."İktedi" kelimesinin anlamı, tâbi olmaktır. Fiilin sonundaki

"ha", duruş sebebiyle ilave edilmiştir.Ona karşılık bir ücret. İslâm'ın tebliğine karşılık, bir ücret, Hatırlatma. Habersiz ve unutmuş olan kimseye, öğüt alsın diye yapılan hatırlatma. [127]

 

Açıklama

 

Âyetler, Allah'ın, kullarından dilediği kimseye, sadece kendisinin verme­ye güç yetireceği üstünlük ve hidayeti bağışladığını anlatmaya devam etmek­tedir. Bu demek değil ki Allah, bazı insanların hidayetini engelliyor, bazılarını da zorla hidayete erdiriyor. Allah âdildir. Ne kâfire ne de mü'mine asla zul­metmez. Adaleti gereği bütün kullarına hidayet imkânlarını bahsetmiştir. Hiç birini bu imkânlardan mahrum bırakmamıştır. Ancak kul kendi iradesiyle iman eder veya kendi iradesiyle küfrü seçer. Tabii sonucuna da kendisi katlanır. Bu sebeple, Allah 88. âyette bunu ifade etmiştir. İşaret edilen bu şey, Allah'ın, onsekiz Rasûlüne bağışladığı ve yolunu gösterdiği nübüvvet ve hak dindir. Bu hak din Allah'ın kullarından dilediğini doğru yola ulaştırdığı, hidayetidir. "Eğer ortak koşsalardı, yaptıkları şeyler heba olurdu." Allah bu âyetiyle, bir gerçeği ortaya koyuyor. Bu gerçek, ortak koşmanın yapılan işleri boşa çıkarmasıdır. Zira, bu rasûller üstünlük ve derecelerinin yüceliğine rağmen, eğer Rablerine başkasını ortak koşup, aynı zamanda başkasına da ibadet etselerdi, şüphesiz yaptıkları her iş boşa giderdi. Bu durum, faraziye kabilindendir. Yoksa, pey­gamberler günah işlemekten masumdurlar. Fakat âyetteki bu ifadeler, olayın insanlara öğüt ve ibret olması içindir. 88. âyetin ifade ettiği anlam budur.

89. âyette Allah, kendilerine kitap verdiğini haber vererek ismini andığı peygamberleri yüceltmektedir. Bu kitaplar: İbrahim (a.s)'ın sahifeleri, Musa (a.s)'ın Tevrat'ı, Davud (a.s)'ın Zebur'u ve İsa (a.s)'ın İncil'idir. Âyette geçen "hükm", her işte itidal, isabet ve anlayış, anlamındadır. Sonra Allah (c.c)şöyle buyuruyor: Kur'an'ın âyetlerini ve onların taşıdığı kuralları, hükümleri ve İslâm'ın doğru yolunu, Mekke halkından olan bu kimseler inkâr ederlerse, Önceden biz "bir kavmi bunlara vekil bırakmışızdır." Bu vekil bırakılanlar, âyette ismi geçen peygamberler ve onların yolunda giden bütün kavimlerdir. Topluluk olarak da onlar mevcutturlar. Bunlar Medineli muhacir ve ensar ile daha sonra çeşitli memleket ve bölgelerden gelmiş olan kişilerdir.

"îşte onlar, Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Şu halde onların yoluna uy." Allah, Rasûlüne, bütün üstün vasıflarında bu Rasûllere uymasını emre­diyor. Ta ki onlarda var olan her üstün vasfı kendinde toplasın. Böylece Rasû-lüllah (s.a.v) kay it sız-şartsız onların en üstünü olsun. Ve böyle de olmuştur. Âyet-ı kerimenin bitimindeki "de ki: Ona karşılık bir ücret istemiyorum" ifade­siyle Allah-u Teâlâ, Rasûlüne, putları Rablerine ortak koşan bu müşriklere, "siz hidayete ulaşasınız diye size okumam emredilen bu Kur'an'a karşılık siz­den hiç bir ücret istemiyorum" demesini emrediyor. "O sadece âlemlere bir öğüttür." Yani, şayet kulak verip arzularından sıyrılır, hidayeti isterlerse, Kur'an kendisiyle öğüt alacakları bir nasihattir. [128]

 

Sonuç

 

1-  Şirk ve dinden dönme (Allah'a inanmamak) küfürdür. Ve bunlar amel­leri yok eder.

2- Kur'an ve Sünnet tek ölçü olup, diğer beşeri sistemlerden üstündür.

3-  Kur'an ve Sünnete uymak farzdır. Alimler bu iki ölçüye uydukları müddetçe onlara da uyulur.

4- İslâmı tebliğ etmek her müslümana farzdır.

5- Kur'an, okuyan ve kulak veren herkes için öğüttür. O şahiddir, kalb de yer bulur. [129]

 

91-  Allah'ı,   şanına   yaraşır   bir   şekilde   tanıyamadılar.   Zira, "Allah   insana   bir  şey   indirmedi"   dediler.   De   ki:   "Öyleyse  Mu­sa'nın,  insanlara  nûr ve yol gösterici olarak getirdiği,  -ki siz onu parça  parça   kâğıtlar   haline   getirip   gösteriyorsunuz,   çoğunu   da gizliyorsunuz-   ve   ne   sizin,   ne   de   babalarınızın   bildiği   şeylerin size   öğretildiği  kitabı  kim  indirdi?"   "Allah"  de,   sonra  bırak  on­ları,   daldıkları   bataklıkta   oynayadursunlar.

92-   Bu   da   şehirlerin   anası   Mekke'yi   ve   çevresindeki   insan­ları   uyarman   için   sana   indirdiğimiz feyz   kaynağı   ve   kendinden önceki  kitapları  doğrulayıcı  bir  kitaptır.   Âhirete   inananlar,   buna inanırlar  ve  onlar namazlarına  devam  ederler.

 

Sözlük

Allah'ı hakkıyla takdir edemediler. O'na lâyık olan saygıyıgöstermediler, O'nu hakkıyla tanımadılar.Bir beşere. Adem oğullarından bir insana.Musanın getirdiği kitab (Tevrat)."Kırtas" kelimesinin çoğuludur. Kırtas, üstüne yazı yazılan yaprak ve benzeri şeylerdir.Açığa çıkardığınız, gösterdiğiniz.Deki: Allah. Bu söz, Kur'an'i kimin indirdiğini soran kimseyecevaptır.Onları bırak.  Daldıkları boş şeyde. Mübarek. Feyiz kaynağı. Bu kelimenin haberi .(bitmeyen) kelimesidir. Bu takdirde mânası "onun feyzi son bulmaz" şekündedir.Şehirlerin anası, yani Mekke.Muhafaza ederler. Temiz bir şekilde, namaz için belirlenmiş vakitlerde, namazları kendi başlarına ya da cemaatle kılarlar. [130]

 

Açıklama

 

Âyet, Rablerine putları denk tutan müşriklerle devam ediyor. Allah, on­ların ilahi vahyi inkârlarım ve Kur'an'ı yalanlamalarını çirkin buluyor. Çünkü, onlar şöyle diyorlar: "Allah insana hiç bir şey indirmedi."[131] Buradan hareket­le Allah da diyor ki: "Onlar Allah'ı hakkıyla bilemediler." Yani O'na gösteril­mesi gerektiği gibi saygıda bulunmadılar. Müşrikler, "Allah insana hiç bir şey indirmedi" dediklerinde Allah, Rasûlüne tekrarlaması için şu delili haber ve­riyor: "Onlara de ki: Öyleyse Musa (a.s)'m" Allah'a giden yolda kendisiyle ışık temin edilen ve doğru yola ulaşılan bir "nûr olarak getirdiği Kitab'ı kim in­dirdi?" Allah (c.c)'ın âyette söz ettiği kitap Tevrat'tır. Yahudiler, Tevrat'ı say­fa haline getiriyor, kendi istek ve arzularına göre bir kısmını gösteriyor, bir kısmım da gizliyorlardı. "Babalarınızın ve sizin bilmediğiniz şeyi size kim Öğ­retti?" Size, bir oluşu, isimleri, sıfatları, Âhiret yurdunu, orada olan ebedi nim­et ve yakıcı azab gibi gerçekleri, bu Kur'an vasıtasıyla Allah (c.c) öğretti. Sonra Rasûlüne, susmaları için müşriklere yönelttiği soruya cevap vermesini emrediyor: "Allah, de.." yani Musa (a.s)ya Tevrat'ı indiren Allah'tır, de. "Son­ra" bu batıla dalışla, kendilerine dönecek hiçbir fayda elde edemeyip, tıpkı oy­nayan çocuklar gibi olmaları itibariyle "onları oyun oynar bir şekilde bırak." 91. âyetin içerdiği anlam budur.

92. âyet, evvela, "Allah insana hiç bir şey indirmedi" diyen kimselerin sözünün reddedilişini içermektedir. Yani, bu Kur'an önünüzde okunurken, Al­lah insana hiç bir şey indirmedi, nasıl denir? Allah, hayrının bitmeyeceği, fay­dasının azalmayacağı bir feyiz kaynağı, daha önceki Tevrat ve İncil gibi, onla­rın inanmaları için indirdiğimiz kitapları doğrulayıcı bir kitap olarak ve "şehir­lerin anası   (Mekke'yi) ve çevresindeki" yakın ve uzak köylerde yaşayan in­sanları, küfrün ve sapıklığın götüreceği sonuçtan korkutasm diye, Kur'an'ı in- Çünkü küfr, tam bir hüsran ve helaktir. Âyet ikinci olarak, Âhirete ina­nan kimselerin, Kıır'an'a inanacağını ve namazlarına devam edeceğini haber veriyor. Bu, onların imanlarının doğruluğunun delili ve sadık mü'minlerin elde edeceği imanın meyvesidir. [132]

 

Sonuç

 

1- Allah'ı yalanlayan, şirk koşan, uygun olmayan sıfatlarla onu vasıflandı­ran herkes, Allah'ı hakkıyla tanıyamamıştır.

2- Yahudiler, Allah'ın kitabıyla, bir kısım hüküm ve haberlerini göstere­rek bir kısmını da saklayarak oynayıp alay ederler. Bu hareket, nefislerinin arzusundan, isteklerinden ve Dünyayı Ahirete tercih etmelerinden kaynakla­nan bir tasarruftur.

3-  Allah, hidayete ersinler diye Kur'an'ı kendi dillerinde indirmekle Arap­lara lûtufta bulunmuştur.

4-  Allah (c.c), hakkı yalanlayan ve onunla mücadele edenlere nasıl cevap verileceğini ve delil getirileceğini, Rasûlüne öğretmiştir.

5- Kur'an'rn iniş nedeni, ona inanmak ve müşrikleri ve yalanlayanları kor­kutmaktır.

6- Ahirete iman bütün hayırların, inkâr da bütün kötülüklerin sebebidir. [133]

 

93- Allah'a karşı yalan uyduranlardan, ya da kendisine bir vahiy indirilmemiş iken; "bana vahyolundu" diyenden ve: "Ben de Allah'ın indirdiği gibi indireceğim," diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimleri ölüm dalgaları içinde, melekler ellerini uzat­mış: "Haydi canlarınızı çıkarın, Allah'a gerçek olmayanı söyle­menizden ve O'nun âyetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötü­rü, bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız!'1 derken onla­rın halini bir görsen!

94' Andolsun, sizi ilk biz yarattığımız gibi, yine tek olarak bize geldiniz ve Dünyada sizi hayaline daldırdığımız şeyleri ar­kanızda bıraktınız. Hani, sizin yaratılışınızda ve ibadetlerinizde (bize) ortak olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz! Aranızdaki bağlar kesilmiş ve (şefaatçi) sandığınız şeyler   sizden   kaybolup   gitmiştir!

 

Sözlük

Allah'a karşı yalan uyduran, O'nun demediğini O'na iftira eden  veya uzak olduğu şeyi O'na nisbet eden.Bana vahyediliyor.Ruh alımrkenki ölüm sıkıntıları.Vurmak ve canını çıkarmak için melekler ellerini uzatmış Horlayıcı şekilde tek ve yalnız olarak, yanınızda ne mal ne demsan bulunmadan azab edilirsinizHayaline daldırdığımız, veya Dünya mal ve metaından size verdiğimiz şey.Arkanızda, dünyada.Sizden kaybolmuş. İddia ettiğiniz. [134]

 

Açıklama

 

Âyetler, kendisine eş ve ortak edindiğini söyleyerek, Allah'a iftira atan, yalan isnad eden ve şirk koşanlar hakkında devam etmektedir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Mekke'de Said b. Ebu Şerh,[135]Hanife oğulları kabilesinde Müseyleme ve Yemen'de Ansa'nın iddia ettiği gibi, Allah'ın, kendisine haber verdiğini ve kendisinin nebi olduğunu iddia ederek [136]"Allah'a karşı yalan uy­durandan daha zalim kimdir?" Ey Allah'ım, kendisine hiçbir şey vahyedilme-mişken "bana Allah katından vahyediliyor" diyenden ve "ben de Allah'ın in­dirdiği gibi" vahiy "indireceğim" diyenden daha zalim kimse yoktur. Sonra Al­lah, Rasûlüne şöyle diyor: "O zalimler ölüm sarhoşluğunun sıkıntıları içer­sinde, ölüm meleği ve yardımcıları ona vurmak ve canını çıkarmak için "elle­rini uzatmış", ölmek üzere olan kimselere, onları aciz bırakmak ve eziyet et­mek için "Haydi canınızı çıkarın, Allah'a gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı" haksız yere yeryüzünde "büyüklük taslamanızdan ötürü, bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız!" (derken) onların halini bir görsen!" (Yeryüzünde haksız yere büyükleniyor). Çünkü o, insan dışkısı taşıyan, aslı pis bir nutfe ve sonu pis bir leş olan varlıktır. Gerçekte, yeryü­zünde büyüklük taslama, hiç bir durumda yapan için doğru olmayan boş ve anlamsız kendini beğenmişlikten kaynaklanmaktadır. 93. âyetin işaret ettiği mâna budur.

94. âyette Allah, büyüklük taslayan müşriklerin kıyamet günündeki duru­munu haber veriyor. Şöyle ki: Allah onlara diyor ki: "Sizi ilk kez" yalın ayak,çıplak "yarattığımız gibi..." "Yine tek olarak bize geldiniz [137]ve sizi hayaline daldırdığımız" mal ve çocuğu "ardınızda" dünyada bıraktınız..." "Hani sizin hakkınızda (ibadet ve yaratılışınızda) ortak olduklarını sandığınız şefaatçile­rinizi sizinle beraber görmüyoruz." Siz, iddianızda yalancı, inancınızda batıl olan kişilersiniz!.. "Aranızdaki bağlar kesilmiş" yani aranızdaki dostluk ipi çözülmüş, "zannettiğiniz şeyler" yani dünyadayken yalanladığınız şeyler siz­den kaybolup gitmiştir."[138]

 

Sonuç

 

 1- Hangi şekilde olursa olsun, Allah'a yalan isnad etmek şirktir ve bu ya­lancılardan daha zalimi yoktur.

2- Kabir azabı, ölüm sarhoşluğu ve sıkıntısı gerçektir. Hadiste: "Şüphe­siz ölü için sarhoşluklar vardır," buyurulmaktadır.

3- Kendini beğenmişlik çirkin bir şeydir ve günahı büyüktür.

4-  Öldükten sonra tekrar dirilme, Dünyada işlenenlere ceza ve mükâfat

verme olacaktır.

5-  Sahih sünnetin beyan ettiğine göre, Peygamberimiz ve âlimlerin, Al­lah'ın izin vermesi ve şefaat edecekleri kişiden Allah'ın razı olması şartıyla şefaat etmeleri hariç, kıyamet gününde kimse kimseye şefaat edemiyecekür. [139]

 

95-   Daneyi   ve   çekirdeği  yaran,   şüphesiz  Allah'tır.   O,   ölüden' diriyi çıkarır,  diriden  de  ölüyü  çıkarır.  İşte Allah  budur.   O  halde nasıl,  yalnızca   O'na   tapmaktan   çevriliyorsunuz,?

96-   Karanlığı yarıp  sabahı   ortaya  çıkaran   O1 dur.   Geceyi  din­lenme  zamanı,  güneşi  ve  ayı   vakitlerin  bilinmesi  için  birer  hesap ölçüsü yapmıştır.  Bu,  o  üstün  ve  bilen Allah'ın  takdiridir.

97-  O'dur  ki,   karanın   ve  denizin  karanlıklarında yolu  bulma­nız   için   size   yıldızları  yarattı.   Gerçekten   biz,   bilen   bir   toplum için   ayetleri  geniş  geniş  açıkladık.

98-  O'dur ki sizi,  bir tek nefisten yarattı.  Sizin  için  bir ka-lış ve   bir   emanet   olarak   konuluş  yeri   ve   süresi   vardır.   Gerçekten biz,  anlayan  bir toplum  için  âyetleri geniş geniş  açıkladık.

99- O'dur ki  size, gökten  su  indirdi.   Onunla  her çeşit bitkiyi Çıkardık,   o   bitkiden   bir filiz   çıkardık,   ondan   da   birbiri   üzerine binmiş  daneler,   hurmanın  tomurcuğundan   sarkan  salkımlar,   üzüm bağları,   zeytin   ve   nar   bahçeleri  çıkarıyoruz.   Bunları   kimi   birbi­rine  benzer,   kimi  benzemez.   Her  birinin   meyvesine   bakın:  Meyve verirken   ve   olgunlaştığı   zaman,   şüphesiz   bu   size   gösterilenler­de,  inananlar topluluğu  için  elbette  çok ibret vardır.

 

Sözlük

 

Bitki çıkarmak için taneyi yaran. Neva kelimesi nuvat keli­mesinin çoğuludur. Hurma filizi çıkarmak için çekirdeği yaran, mânasına da gelir. Ölüden diriyi çıkarır. Meselâ, yumurtadan tavuğu çıkarır.Diriden de Ölüyü çıkarıcıdır.Peki, nasıl sapıtırsınız? ÎBöyle kudret sahibi olan Allah'ın bir­liğini bırakıp nasıl cansız varlıklara ibadete yöneliyorsunuz? Aydınlık ve ışık ortaya çıksın diye sabahı yaran. İnsanların oturup, dinlenecekleri bir zamanı. Kendileriyle gün ve gecelerin, ay ve senelerin vakitlerinin bili­neceği bir hesap ölçüsü.İşinde üstün, galib ve kullarının hâl ve hareketlerini bilen Al­lah'ın düzene koyması ve yaratmasıdır.Onunla yol bulsunlar diye. Yolcuların, karada ve denizde bun­larla yollarını tanımaları için. Tek candan (Ki bu, beşerin babası Adem'dir.) Kararlaşma yeri. Rahimlerde bir süre kalış. Emanet olarak konulma yer ve zamanı vardır. Yani baba­larınızın belinde bir süre emanet bırakılırsınız. Anlayanlar. Eşyaların sırrını ve hareketlerin nedenlerini an­layanlar.Yeşillik. Yere ekilmiş mahsûlden ilk ortaya çıkan şeye, yeşilliğe verilen isim.Birbiri üzerine binmiş, başak halinde.Hurmanın çiçeği.Üzüm salkım. Tekili 'krnv' kelimesidir. Salkım demektir. Mağrip ülkelerinin (Fas, Tunus ve Cezair dilinde hurma salkımına 'urcun' denir.Benzeyen ve benzemeyen. Renkte birbirine benzer, tadda birbirlerine benzemezler.Olgunlaştığında. [140]

 

Açıklama

 

Âyetler, Allah'a ibadet etmenin farz, başka ilahlar edinip onlara ibadet etmeninse batıl oluşu hakkında devam etmektedir. Allah, Rab oluşunu isbat eden, ilâhlığını açıklayan ve müşriklerin kendileri için dost olduklarını iddia et­tikleri, Allah'tan başka şeylerin rab ve ilâhlıklannı çürütüp hikmetli büyük işleriyle kendini sıfatlandırarak şöyle diyor: "Daneyi ve çekirdeği yaratan O'dur." Yani daneyi yaran ve ondan mahsul çıkaran, başkası değil O'dur. Yi­ne çekirdeği yaran, ondan hurma ve ağaç çıkaran başkası değil, odur. O, gerçek ilahtır. Öyleyse O'nun dışında edinilen ilâhlar batıldır. Allah âyetin de­vamında şöyle diyor: "(O) ölüden diriyi çıkarır." Mesela: Canlı mahsulü ölü taneden çıkarır. "Diriden ölüyü çıkarır."[141]Mesela: Canlı mahsûlden taneyi, hurma ve ağaçtan ölü çekirdeği çıkarır. "İşte Allah budur." Yani ilâhlığı, iba­detin sadece kendisine yapılmasını hak eden O'dur. "O halde nasıl (yalnız O'na tapmaktan) çevriliyorsunuz?!" Hayret doğrusu... Allah'a kulluk etmek­ten ve O'nun ilahlığım tanımaktan, başkasını ilâh tanımaya ve başkasına kul­luk etmeye nasıl çevriliyorsunuz?!

96. âyette Allah şöyle diyor: "Karanlığı yarıp sabahı çıkaran O'dur." Yani gecenin karanlığını yaran ve ondan gündüzün aydınlığını ortaya çıkaran O'dur. "Geceyi" canlıların dinlenmeleri için, gündüzün yorgunluğunu atacakları "dinlenme zamanı, ayı ve güneşi de birer hesap (ölçüsü) yapmıştır."[142] Yani gu-neş ve ayı kendi yörüngelerinde ancak kendisinin takdir edeceği bir hesa­pla döndürür. İnsanlar bu dönüşle vakitleri ve buna bağlı ibadet, iş ve yüklen­dikleri işler için nihai müddetleri ve haklan bilmektedirler. Sonra Allah buna şöyle işaret ediyor: "Bu üstün ve" yarattığı mahrukatı, hallerini ve ihtiyaç­larını "bilen (Allah)'ın takdiridir." Bütün bunları, kullan için yapmıştır. Bu se­beple, nasıl olur da, onların kendisine ibadet etmelerini ve O'nu ilah olarak ta­nımalarını hak etmez? Ademoğlunun haline şaşarım, onları hangi şey yoldan çıkardı?!

97. âyette Allah şöyle buyuruyor: "Karanın ve denizin karanlıklarında yo­lu bulmanız için size yıldızları yaratan O'dur." Bu, Allah'ın insanlara iyilikle­rinden bir iyilik ve kudretinin işaretlerinden bir işarettir. Şöyle ki: Allah kara­da ve denizde yolcular doğru yolu bulsunlar ve yollarını şaşırıp helak olma­sınlar diye yıldızları yaratmıştır. Bunlar Allah'ın güç yetireceği bir nimettir. Öyleyse, niçin O'nu inkâr ediyor ve başkasına ibadet ediyorlar?

Allah (c.c), "Gerçekten biz bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık," ifadesiyle başka bir nimeti haber veriyor. Bu nimet ise, ilim ışığı altında hakla batıl, zararlı İle faydalının arasını ayırdeden âlimlerin ve bütün mü'minlerin istifade etmesi için, âyetleri açıklaması ve ortaya koymasıdır.

Allah 98. âyette, "Sizi bir tek nefisten yaratan O'dur" buyuruyor ki, bu nefis Adem (a.s)'dır. Rahimler de bir müddet kalır, (babalarınızın) bel-ler(in)de emanet bırakılır.[143] Bu, Allah'ın kudretinin, lûtfunun ve ihsanının be­lirtilerinden biridir. Âyet şu şekilde son buluyor: "Biz âyetleri" sözün esrarını, nedenini ve maksadını bildiklerinden, diğer mahrukatın ulûhiyeti değil de, Al­lah'ın ulûhiyeti konusunda, kendileri için delilin bulunduğunu "anlayan kavim için açıkladık."

Allah (c.c), 99. âyette şöyle buyuruyor: "Gökten yağmuru indiren O'dur. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık." Yani bitmeyi kabul eden (bitme Özelliğine sahip) başka bitki ve mahsulleri bitirip büyüttük." O bitkiden bir filiz, ondan da başaklarında birbiri üzerine binmiş daneler, hurmanın tomurcuğundan sar­kan salkımlar" yani hurma tomurcuğundan sarkan salkımlar çıkar. Sarktığı için de onları koparmak ve almak isteyen fazla zahmete girmez. "Zeytin ve nar bahçeleri çıkarıyoruz." Allah o yağmurla hurma ve üzüm bahçeleri çıkardı, yine o yağmurla renkleri bir birine benzeyen fakat tadları birbirine benzeme­yen nar ve zeytin çıkardı. Ürün verip olgunlaştığında onların meyvalarını yi­yin. Ayet şu şekilde son bulmaktadır: "Şüphesiz bu, size söylenenlerde ina­nan topluluk için" Allah'ın tek ve hak ilâh olduğu başkalarının ilâhlığının ise batıl oluşuna işaret eden "açık alâmetler vardır." Bu alâmetlerin inanan top­lum için olmasının nedeni şudur. Onlar bir iş yapar, düşünür ve anlarlar. On­ların dışında yer alan inkarcılara gelince; onlara şirk ve isyanın kötü kokusu hakim olduğundan kalpleri ölüdür. Bu sebeple düşünmezler ve anlamazlar. Durum böyle olunca onlar için. bu âyetlerde Allah (c.c)'in birliğine işaret eden âyeti bulmaları nasıl söz konusu olsun? [144]

 

Sonuç

 

1-  Allah her şeyin Yaratıcısı ve her şeyin Rabbidir. Bu sebeple başka­sının değil, sadece onun ilâh kabul edilmesi imanın gereğidir.

2-  Allah her şeye kadir, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.

3- Yıldızların yaratılışmdaki hikmetlerden biri de geceleyin denizde ve karada yolculuk yaparken doğru yolu bulmaktır.

4-  Olayların görünen ve görünmeyenini anlamak düşünmekle olur.

5- Eşyanın sırlarını anlamak ilim ve ince kavrayışla olur.

6- İşlerin anlaşılmasında iman hayat, inkâr ölüm konumundadır. [145]

 

100-   Tuttular  cinleri Allah'a  ortak yaptılar.  Halbuki  onları  O yaratmıştır.  Bilmeden   O'na  oğullar  ve  kızlar  isnad  ediyorlar.  Ha­şa  O,   onların   ileri  sürdüğü  niteliklerden   münezzehtir.

101-  O gökleri ve yeri yoktan  var edendir.  O'nun nasıl çocuğu olabilir  ki?  Kendisinin  bir  eşi yoktur,   herşeyi  o yaratmıştır  ve  O herşeyi   bilendir.

102' Rabb'iniz Allah işte budur. O'ndan başka ilah yoktur. O, herşeyin  yaratıcısıdır,   O'na  kulluk  edin,   o   herşeye   vekildir.

103- Gözler, O'nu görmez, O gözleri görür; o Lâtifdir, lütfü çok olduğu  halde  kendisi görülemez,  O,  her şeyi  haber alandır.

 

Sözlük

 

Ortaklar. Allah'a ibadette ortaklar çıkardılar.Cin. Cinleri ilâh olarak icad ediyorlar.Vasıflandırıyorlar. Oğlu ve ortağı olduğunu söyleyerek acizlik belirtisi özelliklerle sıfatlandırıyorlar.  Nitelendiriyorlar.Yerin ve göklerin yaratıcısı. Önceden bir benzeri olmadan yaratmış olması bakımından onların yaratılışım mükemmel yap­mıştır.O'nun çocuğu nasıl olabilirkü? Kâfirlerin iddia ettikleri gibi, onun nasıl çocuğu olabilir?!  Onun bir hanımı da olmadı.Gözler O'nu idrak edemez. Dünyada O'nu göremez, Ahirette görür ama kuşatamaz.  O, gözleri kuşatır.

O lâtiftir. O'nun ilmi, işlerin iç yüzüne ve sırların derinliklerine ulaşır, O'nu hiç bir şey engelleyemez. [146]

 

Açıklama                                                                              

 

Geçen âyetlerde, inârcıların inkarını çürüten, Allah'tan başka ilâh olma­dığını ve O'ndan başka Rab bulunmadığını kabule mecbur eden deliller ve akli belgeler yer almıştı. Fakat, bunun yanında cahiller, Allah'a cinleri ortak yap­mışlar, insanlara süslü gösterdikleri putlara ibadet hususunda onlara itaat etmişlerdi. İşte, 100. âyette Allah'ın haber verdiği şey budur. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: "Cinleri Allah yaratmışken[147], onları Allah'a ortaklar yap­tılar.[148] bilmeden O'na oğullar ve kızlar icad ettiler. Allah, onların vasıflandır­dıkları şeylerden yüce ve münezzehtir." Âyetin açıklaması şudur: Müşrikler, putları ve cinleri, Allah'a ibadet konusunda O'na ortaklar yaptılar. Bunun se­bebi şuydu: Müşrikler, şeytanın kendilerine süslü gösterdiği putlara ibadet konusunda şeytana itaat etmişlerdi. Halbuki cinleri Allah yaratmıştır. Do­layısıyla ister ibadet eden olsun isterse kendisine ibadet edilen olsun, bütün cin ve putlar onun tarafından yaratılmışlardır. (Putların asıl canlı hali kastedil­mektedir. Her put, Önceleri bir liderdi. Daha sonra onun putunu yapıp ona taptılar.) Onlar sapıklıklarına bir sapıklık daha ilave ettiler. Şöyle ki: Allah'a kız ve erkek çocukları isnad ettiler. Oysa bütün bunlar, şeytanın onlara güzel ve süslü göstermesinden dolayı idi. Yoksa, içinde cin, insan ve melek türünün de yer aldığı dünya ile beraber bütün kâinatı yaratan için kız ve erkek çocuk­ların olmasında hangi mâna olabilir? İşte bu Allah'ın, şu âyetiyle kastettiği anlamdır: "Onlar Allah'a, bilmeden kız ve erkek çocuklar isnad ediyorlar. Al­lah onların vasıflandırdıkları şeylerden yüce ve münezzehtir." Tamamen yalan söyleyerek ve iftira ederek, Allah'ı vasıflandırdıkları kız ve erkek çocuğunun olması sıfatından Allah kendini uzak ve beri kılmıştır. Bu konuda onların ne akli ne de nakli hiçbir delilleri yoktur.Bu batıl inanışa, kitap ehlinin (yahudi ve hristiyanların) müşrikleri de or­tak olmuştur. Çünkü, onlar meleklerin Allah'ın kızları, yahudüer Üzeyr'in Al­lah'ın oğlu, hristiyanlar ise İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söylüyorlardı. Allah, batıl işler yapanların söylediği sözlerden yüce ve münezzehtir. İlk âyetiniçerdiği anlam budur.

101. âyet, bu çirkin yalanın, yani Allah'a çocuk nisbet etme yalanının batıl oluşu hususunda reddedilme imkânı olmayan delil ihtiva etmektedir. Allah şöyle buyurmaktadır: "(O) gökleri ve yeri" daha önceden bir benzerleri olma­dan "yoktan var edendir." "Eşi yokken, onun nasıl çocuğu olur?! Çünkü yeryü­zünün mâmur olmasv ve Allah'a kulluk edilmesi için insan neslinin devamına ve artmasına ihtiyaç olduğundan, çocuk sahibi olma işi kadın erkek arasında olur. Allah'a gelince O, her şeyin yaratıcısı ve her şeyin Rabbİ"dir. Öyleyse O'nun çocuk edinmesinin ne anlamı var? Eğer şeytanların onlara bâtılı süslü göstermeleri olmasaydı, onların dostu insanlar bâtılı kabul etmezdi. "O her şeyi bilendir." Bu âyet ahmakların Allah'a çocuk isnad etmelerinin batıl oldu­ğuna ikinci delildir. Çünkü, eğer Allah'ın çocuğu olsaydı onu bilirdi. Nasıl bil­mesin ki, O herşeyi bilendir. 101. âyetin içerdiği anlam budur.

102. âyet ise şudur: "Rabbiniz Allah, işte budur." Yeri ve gökleri mükem­mel bir şekilde yaratan ve her şeyin yaratıcısı ve herşeyden haberdar olan Allah, kendinden başka İlâhın olmadığı, her şeyin yaratıcısı olan Allah'tır. Öyleyse O'na ibadet edin ve başkasını O'na ortak koşmayın. Çünkü O, size rızık vermeye, korumaya ve işlediğiniz şeylere göre karşılık vermeye kefildir.

O, herşeye kadirdir.

Son âyet olan 103. âyette Allah büyük bir hakikati ortaya koyuyor. Bu hakikat de, Allah'ın zat ve sıfatlarında yarattığı şeylere benzememesi, onun benzeri bir şeyin olmamasıdrr.[149]Şu halde O'na nasıl ortak koşarlar ve O'nun nasıl çocuğu olur? Onu gözler göremez, [150]fakat O, gözleri görür. O, ilmi kai­natın süfli en düşük varlıklarının da en yüce varlıklarının da en ufak parçacık­larına kadar nüfuz eden lâtif, yarattığı her şeyi bilen âlimdir.-O'ndan ne yerde ne de göklerde zerre miktarı bir şey uzak olamaz. O azizdir, hakimdir. [151]

 

Sonuç

 

1-  İnsanlardan bir kısmı, cinlere itaat ederek ve onların emrettiği, süslü gösterdiği şeyleri kabul ederek onlara kulluk eder.

2- Allah, ortaktan ve çocuğu olmaktan münezzehtir.

3- Allah yarattığı mahlûkata benzemez.

4-  Dünyada Allah'ı görmek mümkün değildir. Âhirette ise lütuf olarak, sadece dostlarının görmesi mümkün olacaktır. [152]

 

104-   Doğrusu   size   Rabbinizden   basiretler,gönül  gözleri,   ha­kikati görme  kabiliyetleri,  geldi.  Artık  kim  gerçeği görürse  yararı kendisine,   kim   de   gerçeğe   karşı   kör   olursa   zararı   kendisinedir. Ben   sizin   üzerinize   bekçi  değilim.

105-  İşte   böylece   âyetleri   tekrar   tekrar  açıklıyoruz   ki,   onlar sana:   "Sen   ders   atmışsın,   bunları   bir  yerden   okumuş   öğrenmiş­sin," desinler  ve  bilen  bir topluluk içinde  onu  iyice  açıklayalım.

106-  Rabbinden  sana  vahyedilene  uy;  O'ndan  başka  ilâh yok­tur.  O'na ortak koşanlara da aldırma!

107-   Allah   dileseydi,   ortak   kusamazlardı.   Biz   seni,   onların üzerine  bekçi yapmadık,   sen  onlara  vekil de  değilsin.

 

Sözlük

 

Rabbinizden basiretler. Besair kelimesi basiret kelimesinin  çoğuludur. Bununla maksat hakkı bildiren, akli delillerle onu ispat eden âyetlerdir. Bu âyetler, sahibi için gören göz kuvve-tindedir.

Muhafaza eden. Sorumlu, vekil.

Âyetleri açıklarız. Arzu edilen hidayeti izah ve gerçeği açık­lama bakımından biz ayetleri çeşitli şekillerde gönderiyoruz.  Sen okumuş, ders almışsın, desinler. Allah'ın gönderdiği va- hiyle değil de, sen bunu okumuş öğrenmişsin, desinler.  Müşriklerden yüz çevir. Müşriklere aldırma ve davet ettiğin  yolda devam et.

 Eğer Allah dileseydi. Eğer Allah, şirk koşmasınlar diye, şirkle  onlar arasına engel koymayı isteseydi, bunu yapardı ve onlar da şirk koşamazlardı. Fakat kimseyi zorlamadı. [153]

 

Açıklama

 

Âyetler, Müşriklerin hidayete ermesini isteme ve bunun yolunu onlara açıklama konusunda devam etmektedir.

104.  âyette Allah şöyle buyuruyor: Ey insanlar! "Size Rabbinizden basi­retler" kurtuluş yolunu açıklayan Kur'an âyetleri" geldi. "Kim" âyetleri gören gözle gördüğü gibi "görürse" bu görmesi "kendi menfaatinedir." Çünkü kendi­si kurtulur ve mutlu olur. "Kim de kör olursa", görmezse onun görmeyişi ken­di aleyhinedir. Çünkü kendisi bedbaht olur. "Ben sizin doğru yolu bulmama­nızdan sorumlu değilim."

105.  âyette ise Allah şöyle buyuruyor: "İşte biz âyetleri" daha önce bu Kur'an'da açıkladığımız şekilde, doğru yolu arayan ve isteyen kimseler için "açıklıyoruz." Bunların dışında kalan kişiler ise sen bunu başkasından Öğrendin, okudun diyecekler.[154] dolayısıyla sana ve senin peygamberliğine inan­mayı reddedeceklerdir. (Bundan Allah'a sığınırız.)

106. âyette Allah, Rasûlüne kendisine vahyedilen hak ve hidayete uyma­sını, sen bunu başkasından okudun, diyen, sonunda da peygamberin getirdiği ve davet ettiği Kur'an âyetlerini kabul etmeyen inatçı müşriklerden yüz çevir­mesini emrediyor. Allah, Rasûlüne şöyle diyor: Kendisinden başka ilâh bulun­mayan "Rabbinin katından sana vahyedilen (Kitab)a uy ve müşriklerden yüz çevir."[155]107. âyetteyse Allah, Rasûlü'nü teselli ediyor ve müşriklerin, dave­tinden yüz çevirerek onunla harp etmelerinden kaynaklanan üzüntüsünü hafif­letiyor. Allah, Rasûlüne şöyle buyuruyor: "Eğer Allah dileseydi, o müşrikler şirk koşamazlardı." Allah onların şirk koşmamalarını isteseydi, yani onları zorla imana getirmek isteseydi onların şirk koşmaya güçleri yetmezdi. Ancak Allah adaleti gereği kulunun iradesine zorla hükmetmez. Dinde zorlama yok­tur ölçüsüne göre kulların kendi hür iradeleriyle seçim yapmaları hükme bağlamıştır.[156] Öyleyse sen onlara üzülme. Ayette geçen birinci teselli budur. İkinci teselli: "Biz seni onların üzerine" onları gözleyen, yaptığı işleri sayan ve karşılıklarını veren "bekçi yapmadık," ve gücünün üstünde bir emirle seni, onların doğru yolu bulmalarını üstlenecek bir "vekil olarak da göndermedik." Şüphesiz sana düşen dinin tebliğidir. Sen de bunu tebliğ ettin. Öyleyse üzül­meye ve kederlenmeye gerek yok!  [157]             

 

Sonuç

 

1- Kur'an'm âyetleri, onu kabul eden kimse için, Kur'an'la 4oğru yola gö­rüp, kurtuluşa ererek mesut olanın gözleri gibidir.                    

2- Ayetlerin ve bunlarda yer alan hidayetlerin açıklanmasından bütün in­sanlar yararlanır. Ancak ilmi ve tecrübesi daha çok olan daha fazla yararla­nabilir. 105. âyetten anlaşılan budur.

3-  Ayetlerin açıklanmasındaki hikmet, insanların hidayete ermelerine yardımcı olmaktır.

4- Kur'an ve Sünnet'te yer alan vahye uymak farzdır.

5- Kaderiyye mezhebi batıldır. [158]

 

108-  Onların   Allah'tan   başka   yalvarttıklarına   sövmeyin   ki, onlar   da   bilmeyerek,   taşkınlıkla   Allah'a   sövmesinler!   Biz,   her ümmete   yaptıkları   işi   böyle   süslü   gösterdik;   sonunda   dönüşleri Rablerinedir.   O,   onlara  ne  yaptıklarını  haber  verecektir.

109-  Eğer  kendilerine   bir  mucize  gelirse   ona  mutlaka  inana­caklarına,   olanca  güçleriyle  Allah'a yemin   ettiler.  De  ki:     Muci­zeler ancak Allah'ın yanındadır." Hem  bilir misiniz  o  mucize  gel­miş  olsa  da  onlar inanmazlar.

U0- Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilkin ona inanma­dıkları gibi mucizeyi gördükten sonra da inanmazlar. Ve bıra­kırız  onları,  azgınlıkları  içinde  bocalayıp  dururlar.

 

Sözlük

 

Küfretmeyin. Onların ilahlarına kötü söz söylemeyin ki onlar  da Allah'a kötü söz söylemesinler.

Düşmanca. Haksız yere.Her ümmetin amellerini süsledik. İşlemeleri için, ister hayırolsun ister şer olsun, her ümmete işlerini güzel gösterdik.Yeminlerinin olanca gücüyle. Allah'a yeminde olanca güçleriyle.Ayet, delil. Ölüleri diriltmek vb. mucize"Size ne bildirdi; nereden bildiniz?Onları bırakırız.                                                                   Hayretler içinde bocalar.  [159]                                 

 

Açıklama

 

Rasûlüllah ortaya çıkıp, önce gizli olarak daha sonra açıktan İslâm'a da­veti ilân ettiğinde, bazı sahabiler müşriklerin putlarına kötü sözler söylüyor­lar, müşrikler de buna kızıyor ve mü'minlerin ilahı ve Rabbi Allah'a kötü söz söylüyorlardı. Bu sebeple Allah onları şu âyetle müşriklerin ilâhlarına söv-mekten menetmiştir: "Allah'tan başka ilahlara dua eden kimselerin ilâhlarına kötü sözler söylemeyin ki onlar da taşkınlıkla haksız yere bilmeden sizin ilâ­hınıza kötü söz söylemesinler."[160] Onlar bilmeden kötü söz söylerler, çünkü Allah'ın yüceliğini bilseler, O'na kötü söz söylemezlerdi. "İşte biz her ümmet için işlerini bu şekilde süslü gösteririz." Bu, Allah tarafından mahlukatı hak­kındaki kuralının açıklanmasıdır. Bu kural: Bir kişi bir şeyi sever, ister ve bunların peşine düşerse, bu sevgi ve istek, gerçekte çirkin bile olsa onun için güzel olur. Bundan dolayı, müşriklerin batıl ilâhlarını savunmaları da bu kabil­dendir. Bu sebeple onlar, ilâhlarına kötü söylenmesine razı olmamışlar ve Rasûlüllah'ı, eğer müslümanlar onların ilâhlarına kötü söz söylerlerse, kendi­lerinin de Allah hakkında kötü sözler söyleyecekleri, şeklinde, tehditte bulun­muşlardır.

109 ve 110. âyetlerde ise Allah, Rasûlüne müşriklerin, kendilerine, Safa dağının altına dönüştürülmesi, gibi bir mucizenin gösterilmesi halinde, pey­gamberliğine inanacaklarına ve getirdiği dine uyacaklarına dair olanca güçle­riyle yemin ettiklerini haber veriyor. Bu sözleri müşriklerin elebaşları söylü­yordu. Allah biliyordu ki, onlara bir mucize gelse bile inanmayacaklar. Bu se­beple Rasûlüne, onlara şöyle cevap vermesini emrediyor: "Âyetler" dilerse getirecek olan "Allah'ın yanındadır." Ben bunlara sahip değilim. Fakat yine de mü'minler, müşriklerin inanmaları ve iki grup arasında dönüp duran mücade­lenin sona ermesi için bir mucizenin gelmesini istediler. Allah da onlara: Ey inananlar: Müşriklere bir delil geldiğinde ona inanmayacaklar, dedi. Ve inan­mama sebeplerini şöyle açıkladı: "Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz." Ya­ni müşriklerin kendi inkârlarından dolayı göremez ve anlayamazlar. Yoksa haşa Allah onların hidayetlerini zorla engellemez. Bundan dolayı gönülleri bir şey ezberleyemez ve anlayamaz, gözleri de görmez. Dolayısıyla Kur'an'a i-nanmaya çağırıldıklarında ilk başta inanmadıkları gibi yine inanmazlar. "Biz onları bırakırız, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar." Yani onları zulüm ve şirkleri içinde şaşırmış bir vaziyette bocalar durumda bırakırız. Hakkı batıl­dan, hidayeti sapıklıktan ayıramazlar. [161]

 

Sonuç

 

1-  Başkalarının Allah ve Rasûlü hakkında kötü söz sarfetmesine sebep

olacak söz veya fiilde bulunmak haramdır.

2-  İster hayırlı, ister zararlı olsun, her işi sahibi güzel gördüğü için yapar.

3- Hidayet Allah'ın elindedir ve bazen mucizeleri gören kimseler bile on­lara inanmazlar. [162]

 

111- Biz   onlara   melekleri   indirseydik,    ölüleri   kendilerine konuşsaydı   ve   herşeyi   toplayıp   karşılarına  getirseydik,   Allah   di­lemedikten   sonra  yine   inanmazlardı;  fakat   çokları   bunu   bilmez­ler.

112-  Böylece   biz   her  peygambere   insan   ve   cin   şeytanlarını düşman  yaptık.   Bunlar,   aldatmak   için   birbirlerine  yaldızlı   sözler fısıldarlar.   Rabbin   dileseydi   onu  yapamazlardı.   Artık   onları,   uy­durdukları   şeylerle   başbaşa   bırak.

113- Ki   ahirete    inanmayanların    kalpleri   onların   yaldızlı sözlerine   kansın,   ondan   hoşlansınlar   ve   onlar,   işledikleri   suçları işlemeye   devam   etsinler?

 

Sözlük

 

Melekler. Onlar, yüce kullar olarak göklerde yaşar, Allah'a karşı gelmezler ve kendilerine emredilen şeyleri yaparlar, er­keklik ve dişilikle vasıflandırılmazlar (erkeği ve dişisi yoktur). Ölüler. Mevta, Meyyit kelimesinin çoğuludur. Hayattan ayrıl­mış kişiye, ölüye verilen isimdir. Toplasak. Haşretsek. Açıkça, gözle görülür bir şekilde.Cahillik ederler. Allah'ın büyüklüğünü, kudretini iradesini vehikmetini bilmezler.Şeytanlar. Şeytan, insan ve cinden, kötü ve asi olanlara denir. Birbirlerine vahyederler. Sessiz, süratli bir şekilde birbirlerine öğretirler.

Sözün güzeli. Güzel gösterilmiş süslü yalan.Aldatmak için. insanları aldatmak için.iftira ederler. Yalan söylerler.Ona meyletsin.  Günah ve isyan işlesinler diye. [163]

 

Açıklama

 

Âyetler, Rablerine eş koşan ve müslüman gördükleri zaman Allah'a ve Rasûlüne inanmaları için mucizeler isteyen kişiler hakkında devam etmekte­dir. Allah, bu ayetlerde, gökten melek indirse, ölüler onlara fısıldayıp konuş­salar ve Allah'tan başka ilah olmadığım ve Muhammed (s.a.v)'in O'nun elçisi olduğunu söyleseler, gözle görebilecekleri şekilde herşey önlerine konulsa veya gözleriyle seyrederken grup grup bütün mahlûkat gelse ve "Allah'tan başka ilah yok Muhammed O'nun Rasûlü'dür" dese bile, inanmak istemeyen­ler yine de sana inanmazlar, seni ve senin getirdiğini tasdik etmezler, buyu­ruyor. Fakat bu Allah'a putları ortak edenlerin çoğunun, şayet mucizeleri görürlerse inanacaklarını iddia ettikleri halde, mucizelerden sonra inanmama­ları onların inat ve nankörlüklerindendir, 111. ayetin içerdiği anlam budur.

112.  âyette Allah şöyle buyuruyor: Ey Rasûlüm, bu ortak koşanlardan seninle mücadele ve harp eden düşmanlar olduğu gibi, senden önce gönderdi­ğimiz her Nebi için de kendisiyle mücadele ve harp eden insan ve cin şeytan­larından düşmanlar oldu. "Bunlar, aldatmak için birbirlerine" yalanla güzel­leştirilmiş ve batılla süslenmiş "yaldızlı sözler fısıldarlar.'[164] Ey Rasûl "şayet Rabbin" fısıldamamalarını zorla "isteseydi onu yapamazlardı. Öyleyse onları sen uydurdukları şeylerle başbaşa bırak." Kendi hür iradeleriyle başbaşa bırak. Sonucuna da yine onlar katlanacaklardır.

113.  âyette ise Allah: "Ki ahirete inanmayanların kalpleri meyletsin, on­dan hoşlansınlar ve işledikleri suçları işlemeye devam etsinler" diyor. Bu dört cümle de "aldatmak için yaldızlı sözler fısıldayanlar" içindir. Yaldızlı sözleri hem kâfirler birbirlerine söylerler hem de şeytanlar insanları saptırmak için fısıldarlar. Çünkü insan ve cin şeytanlarının amacı, vahiy konusunda insanları aldatmak, yani insanları saptırmak isterler, "ki ahirete inanmayanların kalbi meyletsin." Bunlar Rablerine eş koşan müşriklerdir. "Ve ondan hoşlansınlar diye" hoşlanmalarının nedeni onlara şeytanlar tarafından hakkın batıl göste­rilmesi ve süslenmesidir. Aldatma ve meylin sonu da batıla rıza ve faydasına inanmaları, dolayısıyla şirk, isyan ve küfür çeşitlerinden işledikleri şeyleri işlemeye devam etmeleridir. [165]

 

Sonuç

 

1-  "Allah'ın dilediği olur, dilemediği asla olmaz. Yani Allah bir şeyi ya­ratmayı dilerse o olur. Dilemezse olmaz. Allah dilediğine hidayet verir dile­mediğine vermez sözü ise, Allah hiç kimseyi zorla inanmaya veya inkâra yöneltmez, demektir. Çünkü zorlayarak iman verse veya zorla küfre soksa o takdirde bu fiil Allah'ın âdil sıfatma yakışmaz. Allah adaleti gereği her insanı hür iradesiyle yapacağı işlere göre yargılar. Bu şekilde Allah'ın öncekiler için de sonrakiler için de ilâh ve Rab olduğu ortaya çıkmaktadır.

2- Allah yoluna davet eden herkes ve her peygamber için bir tesellidir. Çünkü Allah yoluna çağıran herkesle savaşan, insan ve cin düşmanları ol­muştur. Allah da düşmanlara karşı mü'minlere yardımcıdır.

3-  Hakkı batıl gösterme ve aldatmadan  sakınmak gerekir.  Çünkü şeytanın en tesirli silahı yapılan işi süslü göstermek ve kandırmaktır.

4-  Allah'a ve âhirette ceza ve mükâfatın gerçekleşeceğine inanmaktan uzak kalmış kalp, batıla; şer ve kötülüğe en çok meyilli olandır[166]

 

114- Allah   size  kitabı  açıklanmış  olarak  indirmişken   O'ndan başka   bir   hakem   mi   arayayım?   Kendilerine   kitap   verdiklerimiz, Kur'an'ın  gerçekten  Rableri  tarafından   indirilmiş  olduğunu   bilir­ler.  Hiç  kuşkulananlardan  olma.

115-  Rabbinin   sözü   hem   doğruluk,   hem   de   adalet  bakımın­dan   tamamlanmıştır.   O'nun   sözlerini   değiştirebilecek   hiç   kimse yoktur.   O,   işitendir,   bilendir.

116-  Yeryüzünde  bulunan   insanların   çoğuna   uysan,   seni Al­lah yolundan  saptırırlar.  Onlar sadece  zan  da  bulunuyor  ve  onlar sadece    saçmalıyorlar.

117-  Rabbin,   evet  O,  yolundan   sapanları   çok  iyi   bilir  ve   o yolda olanları çok iyi bilir.

 

Sözlük

 

İsterim.Hakim. Hüküm vermesi için, kendisine baş vurduğu kişi Size Kitab'i indirdi. Doğru yolu bulaşınız, böylece kemale erip  mesut olasınız diye kitabı indirdi.Açıklanmış, kendisinde gizli ve kapalı yer kalmamış.

 Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler. Yahudi ve hristiyan alimler- Şüphecidirler.Doğru ve adil. Haberinde doğru ve hükmünde adaletli olarak.Çünkü Kur'an'ın verdiği her haber doğrudur ve onda zulüm içeren bir hüküm yoktur; aksine onun bütün hükümleri adildir. Onun kelimelerini değiştirici yoktur. İlâve yaparak veya nok­sanla ştırarak, yahutta takdim ve tehir yaparak onun kelimelerini değişterecek kimse yoktur. İşiten ve bilen. Kulların sözlerini işiten, işlerini ve (bu işlerde) niyetlerini bilendir. Buna göre, Allah onlara karşılık verecektir AUalı'ın yolu. İslâm. Çünkü, insanı Allah'ın rızasına götüren veçevresinde kendisine kıymet verilmesini sağlayan İslâm'dır.Tahminin sebep olduğu bir yalan söylüyorlar.apan kimseyi.Hidayete ermişler. Allah'ın dini olan İslâm'a uyarak Allah'ayönelmede doğru yolu bulanlar. [167]                            

 

Açıklama

 

Âyetler, Rabbe putları ortak koşanlar hakkında devam etmektedir. Onla­rın mucize istemelerindeki maksad, Rasûlüllah'ın, Allah'ın elçisi, Kur'an'in Al­lah kelâmı olduğu ve O'ndan başka ilah olmadığı yolundaki tebliğinin doğru­luğuna hükmetmektir. Ancak onlara bu işi şeytanların vesvese olarak verdi­ği, onları aldatmak ve günahlarına devam etmelerini sağlamak için süslü gös­terdiği ve fısıltı halinde söylediği sözler kabîlindendir: Bu sebeple onlar Al­lah'a ve Rasûlüne inanmazlar ve tevbe etmezler. Bundan dolayı Allah, Rasû-lüne şu âyeti indirmiştir: "Allah'tan başka hakem mi istiyorlar?" Bu âyet Ra-sûlüllah (s.a.v.)e müşriklere: "Ben de sizin batıl inanışınıza mı meyledeyim ve ona razı mı olayım. Böylece de benimle sizin aranızda "benim Rasûl olma­dığım ve getirdiğimin de Allah'tan vahy olmadığı hakkındaki iddianızda Al­lah'tan başka hakem mi arayayım? Rasülüllah Allah'tan başkasının hakem ta­yin edilmesini hoş bulmuyor ve Allah onlara âyetleri açıklanmış bir şekilde Kur'an'ı indirmişken neye göre hakem olur (hakem tayin edilir)? Hangi delil, binlerce âyeti varken Kur'an'a üstün gelebilir? Bu birinci delildir. İkincisi, bun­lardan önce gelmiş olan ehli kitap (yahudi ve hristiyan âlimleri) kendi toplum­larındaki müşriklerin inkâr ettikleri şeyin kendisinde, hiç bir şüphe bulun­madığını, hak olduğunu itiraf ve ikrar etmişlerdir. Öyleyse ey Rasûl, davetine devam et ve şüphe içinde olanlardan olma. Çünkü sen, pek yakın bir zamanda müş-riklere galip geleceksin. Verdiği her haberde ve senin zafer kazanacağın düşmanlarının ise yenileceği vaadinde doğruyu söyleyen, ihtiva ettiği hüküm­lerde adil olan bir kitap olarak sana indirdiği bu Kur'an'da Rabbinin kelimesi tamam oldu.[168]Vaadini değiştirerek veya bir hükmünü iptal ederek onu

değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. Senin Rabbin, kullarının sözlerini duyan ve onların maksatlarını ve içlerini bilendir. Ona ne güç yetirdi, onları ne de aciz bıraktı! Bu sebeple sadece Allah'ın istediği olur, onların hiç bir isteği ol­maz. Bil ki ey Rasûl, elbette sen "yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat eder­sen, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Bunun sebebi, onların çoğunun basireti ve önlerinde hak bilgisi olmayışıdır. Söyledikleri bütün sözler nefsin istediği ve şeytanların fısıldadığı şeylerdir. Çünkü onlar zan ifade eden sözlere uyar­lar. Oysa söyledikleri şeylerde yalan söylerler ve saçmalarlar. Rabbinin on­ları bilmesi yeter. Çünkü Allah hak yoldan ayrılanı da, doğru yolda olanı da en iyi bilendir. [169]

 

Sonuç

 

1- İlahî vahiyden başkasmı hakem tayin etmek batıl ve haramdır.

2- İki şeyle İslâm'a davette bulunmak uygundur. Birincisi Kur'an, ikincisi Peygamberin sünneti ve bu iki ölçüye uygun olan her metod.

3-  Kur'an'ın üstünlüğünün sebebi şudur: Bütün haberleri doğru ve bütün hükümleri adildir.

4-  Allah'ın vaadleri ebediyyen değişme ve takdim-tehir şeklinde tahrife uğramaz.

5-  İnsanların çoğuna uymak sapıklığa götürebilir. Bu sebeple yalnızca ilimde olgunlaşmış bilginlere uyulur. [170]

 

118-  "O    halde   Allah'ın    âyetlerine   inanıyorsanız,    üzerine O'nun adı anılan hayvanlardan yeyin.

119- Üzerine  Allah'ın  adı  anılmış  olanlardan  niçin  yemeyesi­niz?   Çaresiz   yemek   zorunda   kaldıklarınız   dışında,   size   haram kıldığı   şeyleri  Allah   size   açıklamıştır.   Doğrusu   bir   çokları,   bil­meden,   keyiflerine   uyarak  halkı   şaşırtıyorlar.   Muhakkak  ki  Rab-bin,  sınırı aşanları çok iyi bilir.

120-  Günahın   açığını  da,   gizlisini  de   bırakın!   Günah   kaza­nanlar,   yaptıklarının   cezasını   çekeceklerdir.

121-  Kesilirken   üzerine  Allah'ın   adı  anılmayan   hayvanlardan yemeyiniz!   Çünkü   onu  yemek  yoldan   çıkmaktır.   Şeytanlar   dost­larına,   sizinle   mücadele   etmeleri   için fısıldar,   telkinde   bulunur­lar.   Eğer   onlara   uyarsanız,   şüphesiz   siz   de   ortak  koşanlar  gibi olursunuz.         '

 

Sözlük

 

Üzerine Allah'ın ismi söylenenlerden. Boğazlama sırasında Bismillah, Allahu ekber" denen hayvanlardan. Size haram kıldığı şeyleri açıkladı. 3u açıklama Nahl suresin­in i- <fedir-Sizi zaruretin mecbur bıraktığı hariç: Bu zaruret ise açlıktan dolayı yemeye mecbur kalmaktır.Helal sınırını aşıp harama, hak sınırını aşıp batıla düşenler.Gözle görülen ve görülmeyen günahları terkedin. İsm (günah) her zararlı, bozuk ve çirkin şeydir. İşledikleriyle. Kazandıkları günahlarla.3--âl OI j Muhakkak ki o fasıklıktrr. Üzerinde Allah'ın isminin anılmadığı hayvanlardan yemek Allah'ın yolundan çıkmadır.Sizinle mücadele etmeleri için dostlarına yönelirler. Ölü etiniyemeyi terkettiğinizden, münakaşa etmeleri için şeytanın dostları kısanlara fısıldarlar.Müşrikler. Sız de Allah'ın haram kıldığını onlar helal kılarken onun helâl olduğuna inanırsınız. Dolayısıyla bu hareketinizle onlara kulluk etmiş olursunuz. Allah'tan başkasına kulluk da şirktir. [171]

 

Açıklama

 

Cin şeytanlarının, insan şeytanları olan kardeşlerine fısıldadığı sözler­den biri de Rasûlüllah ve mü'minler için: "Allah'ın öldürdüklerini yani kesilme­den kendi kendine ölenleri yemeye engel olurken, kendi öldürdüklerinizi nasıl yiyorsunuz?" demeleridir. Bundan dolayı Allah: "Şayet inanıyorsanız üzerin­de Allah'ın isminin anıldığı hayvanlardan yiyin."[172]âyetini indirdi ve mü'minle-re, müşriklerin söylediği şeyi kabul etmemelerini emretti. "Üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan niçin yemeyesİniz?" Yanı üzerine Allah'ın İsminin anıl­dığı şeyden yemenize hangi şey engel oluyor? "Allah, size haram kıldığı şeyi açıkladı. Çaresiz yemek zorunda kaldıklarınız dışında." Meselâ çok acıkmış olmaktan dolayı ölmekten korkan kimse tercih durumunda Allah'ın haram kıl­dıklarından yer. Sonra Allah onlara, insanların pek çoğunun bilmeden arzula­rına uyarak başkalarını doğru yoldan çıkardıklarım, meselâ helâl ve haram be­lirlediklerini, oysa onların yaptıkları bu işte haksız olduklarını ve haddi aştık­larını çünkü helal ve haram belirlemenin insanlardan hiçbir kimsenin değil Al­lah'ın hakkı olduğunu haber veriyor. Allah şu âyetle böyle kimseleri tehdit ediyor: "Şüphesiz ki, Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir." Bu âyetten anla­şılan şudur: Allah onları, haddi aşmaları ve zulmetmeleri sebebiyle, haram ve helâl konusunda Allah'ın hakkına tecavüz etmeleri karşısında hak etmiş ol­dukları azabla cezalandıracaktır.

120. âyette Allah, "günahın açığını da gizlisini de bırakın" buyurarak, kullarına, açık olanını da, gizli olanını da terketmeyi emrediyor. Çünkü günah, çirkin, kötü ve zararlı olan her şeydir.

Sonra Allah günahın gizli olanını da açık olanını da terkedip emrine sarıl­mayan kimselere şu şekilde tehditte bulunuyor: "Günah işleyenler, işledikleri günahlarla cezalandırılacaklardır." Yani kıyamet günü Allah onlara işledikleri günahlarına karşılık muamele yapacak ve tevbe edip tevbesi kabul olan hariç hiçbiri kurtulamayacaktır.

121. âyette Allah, üzerinde Allah'ın ismi anılmamış olan, müşriklerin ve mecusilerin boğazladıkları, hayvanlardan yemekten kullarını menederek şöyle buyuruyor: "Üzerinde Allah İsminin anılmadığı hayvanlardan yemeyin."[173] Al­lah bu âyette, üzerinde kendi adının anılmadığı mecusi ve müşriklerin boğaz­ladıklarından yemenin, fisk ve Allah'a itaatin dışına çıkma olduğunu, bunun da Allah'tan başka ibadet edilen ilâhların isminin anılmasına rıza göstermek ol­duğundan küfrü gerektireceğini haber veriyor. "Kendi öldürdüklerinizi helal sayarken Allah'ın öldürdüklerini neden haram sayıyorsunuz?" Bu fısıltıların­dan da amaçları sizlerle bu sözleriyle münakaşa etmektir. Allah, mü'minleri onlara itaat etmekten ve onların fısıldadığı şeyleri kabul etmekten sakındı­rıyor ve şöyle buyuruyor: "Eğer onlara itaat ederseniz..." yani onların boğaz­ladıklarından yer veya Allah'ın ismini anarak boğazlamış olduğunuz hayvan­ları yemeyi bırakırsanız "muhakkak siz de Allah'a ortak koşmuş olursunuz." Çünkü siz böyle yapmakla Allah'ın emrettiğini terkederek şeytanın emrettik­lerini kabul ediyorsunuz.[174]

 

Sonuç

 

1- Ehli kitabın kestiği yenir. Kestiği ise zaten helâldir.

2- Boğazlarken, hayvanlar üzerine Allah'ın adının anılması gerekir.

3- Nefsin arzularına uymak haram, Kur'an ve Sünnete uymak farzdır.

4-  İster kapalı ister açık olsun, ister kalbin ister azaların fiillerinden ol­sun, günahlardan kaçınmak gerekir.

5-  Besmele yerine Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanın etini yemek haramdır..

6- Şeytanlara itaati helâl saymak şirktir. (Allah korusun.) [175]

 

122-  Ölü   iken   kendisini   dirilttiğimiz   ve   kendisine   insanlar arasında   yürüyeMleceği   bir   ışık   verdiğimi,   kimse,   *ra»Wtor içinde  kahp,  ondan  hiç  çıkamayan  kimse gibi olur mu? işte kafir lere    yaptıkları   işler   öyle   süslü  gösterilmiştir.

123- Böylece her şehrin büyüklerini oranın suçluları yaptık ki orada tuzak kursunlar (her şehrin ileri gelenlerine tuzak kur­maları   için  fırsat   verdik.)   Onlar   kendilerinden   başkasına   tuzak kurmuyorlar,  ama farkında  değiller.

124- Onlara bir âyet gelince: "Allah'ın elçilerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe katiyyen inanmayız!" dediler. Allah elçiliğini nereye koyacağını, elçilik görevini kime vereceğini bi­lir. Suç işleyenlere Allah, katında

bir aşağılık ve yaptıkları hile­ye  karşı  çetin  bir  azab  erişecektir.

 

Sözlük

 

Ölü. Burada ölüden maksat, "iman ruhu kaybolmuş, kendisini terketmiş" kişidir.Onu dirilttik. İman ruhuyla ona can verdik.Onun örneği, karanlıklardan çıkamayan kimse gibi midir?Kent. Büyük şehir.Orada kötülükler yapar. Kötü işler yaparak ve hileli, aldatıcı ifadeyle kötülük işlemeye çağırarak orada tuzak kuran. A Onlar sadece kendilerine tuzak kuruyorlar. Çünkü tuzağın sonu tuzak kurana dönecektir. Buna delil şu ayettir: "Kötü tu­zak ancak sahibini bulur."Onlara bir ayet gelince. Onlara, kendilerini hakka çağıran bir Kur'an ayeti gelince. Aşağılık; hor ve hakir. [176]

 

Açıklama

 

Ayetler; şeytanın kendilerine Allah'ın helâl kıldığım haram, haram kıldı­ğını helâl gösterdiği, Rablerine putları denk tutan kişilerin isyanı hakkında de­vam etmektedir. Allah şöyle buyuruyor: "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği ışık verdiğimiz" Yani şirk ve küfürle ölü iken iman ve tevhidle can verdiğimiz kişinin itaati -ki bu Ömer b. Hattab veya Ammar b. Yasir'dir- küfr ve isyan karanlığında olan ve oradan hiç çıkamayan kimsenin -ki bu Ebu Cehü'dir- itaati gibi midir. [177] Cevap, 'hayır'dir. Öyleyse, müşrikler nasıl oluyor da Ebu Cehil'e itaat ediyor ve Ömer (r.a)'a karşı geli­yorlar?.. Cevap şöyledir: Kâfirler kendilerine zulüm ettikleri ve nefislerinin arzusuna tabi olduklarından, onların aklı yoktur. Allah'ın şu kuralı gereği şeytan onlara kötü amellerini güzel gösterir: Kim ki bir şeyi sever, bir hidayet ve ba­siret üzere olmamasına rağmen sevgisinde aşırı gider, bu kişinin gözünde güzel çirkin; iyi de kötü olur. Bu sebeple Allah: "Her şehrin büyüklerini oranın suçluları yaptık ki orada tuzak kursunlar..." Dolayısıyla helak olsunlar, buyur­maktadır. [178]

"Onlar kendilerinden başkasına tuzak kurmuyorlar, ama farkında değil­ler." Bu Allah'ın dediği gibidir. O'nun sözü haktır ve mülk O'nundur. Bu se­beple tuzak kuran kimse, insanların inancını ve ahlâklarını bozdukları, al­datıcı, hileli parlak sözlerle onları hak yoldan saptırdıkları için suçluların ileri gelenlerindendir. Gerçekte ise onlar kendilerine tuzak kurarlar. Çünkü dünyada ve ahirette azap onları bulacaktır. Zaten, kötü tuzak ancak sahibine isabet eder. Fakat onlar kendilerine tuzak kurduklarını bilmezler ve anlamaz­lar.

124. âyette Allah (c.c): "Onlara bir âyet gelince" yani onları Rasûlüllahı tasdik etmeye, getirdiği dine imana ve tevhide çağıran, Kur'an âyetlerinden bir aklî delil geldiğinde "Allah'ın elçilerine verilenin aynısı bize de verilme-dikçe[179] katiyyen inanmayız, dediler" haberini veriyor. Yani, Musa (a.s)'a asa, İsa'ya da üfürdüğünde Allah'ın izniyle uçmuş olan bir kuş mucizeleri gibi mucizeleri bize de verilmedikçe asla inanmayız, dediler. Allah da onların bu kibirlenme ve büyüklenmelerini şöyle reddetti: "Allah elçiliğini nereye koya­cağını en iyi bilendir." Çünkü O peygamberliği parlak kalplere ve temiz nefis­lere kor, karanlık kalplere ve pis nefislere koymaz. Allah'a karşı şirk ve is­yanla, başkalarına karşı da kalplerini ve akıllarını bozmakla "suç işleyen kim­selere Allah katında bir aşağılık," insanları saptırarak, tahrik ve teşvik ettik­leri günah ve şirkle akıllarını ve kalplerini bozarak, "insanlara yaptıkları hil­eye karşı çetin bir azap erişecektir." [180]

 

Sonuç

 

1- İman hayat, küfür ölümdür. Mü'min nur içinde, kafir ise karanlıklar İçinde yaşar.

2- Şeytan ise çirkin amelleri işleyen kişilere o ameli güzel gösterir.

3- Her şehirde, halka tuzak kuran suçlular vardır.

4- Tuzağın sonu, tuzak kuranın kendisine döner.

5-  Kur'an inerken Mekke'de müşrikler hakkı kabul etmemek için diren­mişlerdir.

6- Peygamberlik Allah tarafından bağışlanır, istemekle elde edilmez.

7- Yeryüzünde suç işleyenler cezalandırılacaktır. [181]

 

125-  Allah,   kimi   doğru  yola   iletmek   isterse,   onun   göğsünü İslâm'a   açar,   kimi  de   saptırmak  isterse,   onun  göğsünü   o   kimse göğe  çıkıyormuş gibi dar ve  tıkanık yapar.  Allak,  inanmayanların üstüne   işte   böyle  pislik   çökertir.

126-  İşte Rabbinin doğru yolu budur. Biz,  öğüt alanlar için â-yetleri  geniş  geniş   açıkladık.

127-  Rableri   katında   esenlik   yurdu   onlarındır.    Yaptıkları güzel  işlerden  dolayı  O,   onların  dostudur.

128-  Hepsini   bir  araya  topladığı  gün:   "Ey  cinler  topluluğu, der,  siz  insanlarla  çok  uğraştınız."  Onların,   insan  dostları  derler ki:   "Rabbimiz,   birbirimizden  yararlandık  ve   bize   verdiğin  sürenin sonuna  ulaştık." Allah da buyurur ki:   "Durağınız ateştir.  Allah'ın dileyip    affetmesi    hariç,    orada    ebedi    kalacaksınız."    Şüphesiz Rabbin  hüküm  ve  hikmet sahibidir,  bilendir.

 

Sözlük

 

Göğsünün açılması. Göğsünü İslâm'a açar. Göğsün açılması, hakkın kabulü ve bundan dolayı meydana gelecek iman nuru­nun taşınması için kalbin genişletilmesidir. Bunun alameti: Al­datıcı dünya hayatının geçiciliğini bilip ölüme hazırlan-maktır. Zorluk, darlık. Hakkı kabul edemeyecek ve iman nurunu ala­mayacak kadar dar.Sanki göğe çıkıyormuşçasına, yani göğe çıkıyor gibi imanın ka­bulü ona zor gelir.Pislik, şeytan gibi kendisinde hayır olmayan. Âyetleri iyice açıkladık. İbret alır. Öğüt alan.Çok yaptınız. İnsanları yoldan çok çıkardınız ve onları çok saptırdınız.Mutluluk Yurdu; cennet. Selâm, Allah'ın isimierindendir, Al­lah'a izafe edilir. ;Bize tayin ettiğin ecelimiz. Birbirimizden faydalandık.Bizim için tayin ettiğin vakit. İnsanoğluna Cenab-ı Allah'ın tayin etmiş olduğu ömür. Durağınız, ikamet yeriniz.Hakim ve Âlîm. Her şeyi yerli yerine koymakta hikmet sahibi­dir. Dolayısıyle iman ehli cehennemde ebedi olarak kalmaz. İnkâr edenler de oradan çıkamaz. İnkâr ve iman sahiplerini bi­lendir. [182]

 

Açıklama

 

Sûrenin baş tarafında, hak yola davet edilen ve putları Rablerine denk tutan kimselerin anlatıldığı, onların: "Bize de peygamberlere verilen verilme­dikçe asla inanmayız" dedikleri âyete kadar hidayet yolunun açıklanmasından sonra Allah şunu bildiriyor: Hidayet de, saptırma da onun elindedir. Dilediğini hidayete erdirir, dilediğini de saptırır. Hidayet ve sapıklıktan herbirinin takip edilen yolları vardır. Kim hidayeti ister, doğru olarak onu arzularsa Allah bunu bilir, o kişiye hidayet yolunu kolaylaştırır ve sebeplerim hazırlar. Bun­dan dolayı iman nurunu kabul etmesi için onun kalbini genişletir, o da iman eder, müslüman olur, böylece de kemale ererek mesud olur. Her kim de sap­mayı ister, içinden gelerek onu arzu ederse, Allah bunu bilir, o kişiye sapık­lığın sebeplerini hazırlar, kapısını açar, göğsünü iman ve nurunu kabul ede­meyecek kadar küçültür, gücü yetmemesine rağmen sanki göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar. İşte bu, Allah'ın, hidayet ve sapıklık hususundaki kuralıdır. Burada Allah'ın asla zorlaması sözkonusu değildir. Kulun kendi hür iradesi ile tercihine göre ödül bir şekilde karşılığını görür. "İşte Allah inan­mayanlar üstüne böyle pislik döker." Yani hidayet ve sapıklıkta Allah'ın işi böyledir; pisliği yani kendisinde hayır bulunmayan, kibir, hased, küfr ve şeytanı kabul etsin diye o kimselerin kalplerine döker. Bu, onların imandan ve Âhirete inanmaktan mahrum olmalarının neticesidir.

"İşte bu Rabbinin doğru yoludur." âyetinde Allah, açıkladığı hidayete işaret ederek Rasûlüne şöyle diyor: İşte bu Rabbinin doğru yoludur. Öyleyse ona gir ve sarıl. Çünkü o, seni Rabbinin lûtfuna ve Naim cennetinde O'nun kom-şuluğuna götürür. "Biz, öğüt alan toplum için âyetleri iyice açıkladık." Allah -hamd ve şükür onadır- "öğüt alan toplum" için ifadesiyle işaret edil­miş olan hidayeti, isteyenlerin bulmaları için bu ümmete ihsan ettiği âyetlerin tafsilini (açıklanmasını) sağlam yaptı. O topluluk öğüt alır, iman eder ve amel eder; neticede de kemale erer ve selâm yurdunda mutlu olur. Allah onlara şöyle bu-yuruyor: "Rableri katında onlar için selâm yurdu vardır, onların dostu O'dur." Yani onlara, dünyada yardımı ve desteği, Ahirette ise "işledikleri iyi ameller sebebiyle" lûtufta bulunmayı üstlenen O'dur. Ayetlerin ifade ettiği mânalar budur.

128. âyet dünyada yapılan amellere göre karşılık verilecek yer olan Âhi­rete bakışı ihtiva etmektedir. Âyette Allah şöyle buyuruyor: "Allah onların hepsini" insanını, cirmini "bir araya topladığı gün" şöyle der: "Ey cin toplulu­ğu" saptırarak ve doğru yoldan çıkararak "insanlarla çok uğraştınız." Onlara şirk, fesad, şer ve küfürde yardım eden insan cinsinden dostları şöyle der: Ey Rabbimiz, birbirimizden faydalandık..." Hepimiz birbirimizin hizmetinden fay­dalandık... Onlar şunu demek istiyorlardı: Şeytan onlara nefsin isteklerini süslü göstermiş, çirkinlikleri güzel yapmış ve kötülüklerle aldatmıştır. İşte bu, onların şeytanlardan faydalanmalarıdır. Cinler ise pisliklerini ve sapıklık­larını yaparken, insanların onlara boyun eğmeleri ve itaatleriyle, onlardan fay­dalanmıştır. "Biz, bizim için tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık." Bizim bu işimiz, hayatın sonu olan bizim için tayin ettiğin ecel vaktine kadar devam etti. İşte şimdi huzurundayız... Sanki onlar bu sözleriyle Allah'tan özür dili­yorlar. Allah onları haklarındaki hükmünü belirterek reddediyor: "Durağınız ateştir, Allah'ın dilemesi hariç orada ebedi kalacaksınız." Nesvakum kelime­si, ebedi olarak kalacağınız yer, anlamındadır. "Allah'ın dilemesi hariç" ifade­si, her şeyin bağlı olduğu Allah'ın mutlak iradesinin açıklanmasından istis­nadır. Şöyle ki: Eğer Allah onları ateşten çıkarmayı isterse çıkarır. Allah bundan aciz değildir. Bu istisnadan murad, insanlardan Allah'a İnanan fakat şeytanın saptırmasıyla büyük günah ve fısk-u fücur işlemiş olan kimseler de olabilir. Bu kimseler imanları sebebiyle ateşten çıkarlar. Âyette geçen (ma) harfinin anlamı men (kimse)dir. Yani, Allah'ın dilediği kimse hariç, demektir. Allah maksadını en iyi bilendir.

Âyetin sonunda, "Rabbin hakimdir, alimdir" buyurulmaktadır. Allah'ın hikmetinin ve ilminin belirtilerinden biri de -ister cin olsun ister insan- isyan .   ve küfr sahibi olanları cehenneme atmasıdır. [183]

 

Sonuç

 

1- Hidayet ve sapıklık konusunda Allah'ın bir kuralı vardır.

2- İman kendisine arzedildiğinde, kâfir çok katı bir şekilde karşı çıkar.

3-  İnanmayan kalbe, kendisinde hayr olmayan şüphe ve şehvet atılır. Ve o kalp şeytanın oturma yeri olur.

4-  Öğüt almayı sağlayan hatırlatma fazilettir. Ki bu Öğüt alma, ders alıp

amel etmedir.

5- Cin ve insanlardan asi olanlar birbirleriyle kötülükte yardımlaşır.

6-  Allah'ın iradesi mutlaktır. Dilediğini yapar, dilediği hükmü verir, ona hiç bir şey tesir etmez.  [184]

                                                                       

129-  işte,   kazandıkları   günahlarından   ötürü,   zalimlerin bir kısmını  diğer  bir  kısmının peşine  böyle  takarız.

130- "Ey   cin   ve   insan   topluluğu,   içinizden,   size   âyetlerimi anlatan   ve   bu   gününüzle   karşılaşacağınıza   dair   sizi   uyaran   el­çiler gelmedi mi?"   "Kendi aleyhimize  şahidiz" dediler.  Dünya  ha­yatı   onları  aldattı   ve  kendilerinin   kâfir  olduklarına   şahitlik  etti­ler.

131-  Bu  böyledir.  Çünkü Rabbin,  halkı  habersiz  iken  ülkeleri zulüm  ile  helak edici değildir.

132- Her birinin yaptıkları işlere göre  dereceleri  vardır.  Rab-bin   onların  yaptıkları  şeylerden  habersiz  değildir.

 

Sözlük

 

Zalimleri birbirine dost yaparız. Onların şer ve fesad ıstemeterini bir araya toplamak için, birbirlerinin dostu yaparız. Elde ettiklerinden dolayı; kazandıkları zulm, şer ve fesattanötürü.

 131 Size içinizden Rasûller gelmedi mi? Âyette geçen soru azarlamak ve kınamak içindir. Rusûl, Rasûl kelimesinin çoğuludur.Rasûl Allah'ın, kendisine dinini vahyettiği ve ona tebliğ etmesini emrettiği kimsedir. Cinden rasul olmasma gelince, cinler insandan olan Rasûlden bilgi alır ve cin kardeşlerine tebliğ ederler. Bunlara Nuzur (uyarıcı) denir.Size âyetlerimi anlatır. Araştırarak, kendisinde hüccetler bulunan şeyi size haber verirler, Öyle ki size ulaştırmadık ve bildirmedik bir şey bırakmazlar.Karşılaşma gününüz için uyanr. Bu gününüzde, yani Kıyamet " gününde olacak azap ve sıkıntıyla sizi uyaran.Ve halkı habersiz, gafil. Halkına Rablerini ve O'na itaati tanı­tacak bir davet gelmemiş ve bu nedenle de cezalandırılmaları söz konusu olmayan ülke. [185]

 

Açıklama

 

"İşte kazandıkları günahlarından ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının dostu yaparız" âyeti, Allah'ın zalimler hakkında geçerli olan adetini haber veriyor. Bu adet, Allah'ın, şu anlamda onları birbirlerinin dostu yap­masıdır: İnsan ve cin cinsinden olan şeytanlar yaptıkları kötü işlerde, sevgi duyarak ve yardım ederek, birbirlerini dost edinirler. Dolayısıyla onların ortak özellikleri isyan ve kötülüktür. Bu özellikler de zulüm ve düşmanlıktır. Bu âyet "zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının hükmü altına veririz" anlamında olabilir. Bunun delili şu âyeti kerimedir. "Allah Kıyamet günü onlardan bir grubu diğer bir grubun ardından peşpeşe cehenneme atacaktır." Bütün bu yorumlar lafzın işaret ettiği mânaya uygundur ve doğrudur.

"Ey insan ve cin toplulukları!" Bu ifade, Allah'ın Kıyamet günü onlara azar tonuyla sesleneceğini haber veriyor." İçinizden, sizin cinsinizden, sizi anlayan sizin de kendilerini anladığınız "size âyetlerimi anlatan" okuyan ve âyetlerimin ihtiva ettikleri hüccet ve delilleri, bana inanıp, sadece bana kulluk edesiniz diye size haber veren "sizi bu gününüzle karşılaşacağınıza dair uya­ran" korkutan "elçiler gelmedi mi?" Bu gün bütün amellerin Allah'a arzedilip, İster hayır olsun ister şer, karşılıklarının verileceği ve kâfirlerin cehenneme atılacağı gündür. Bu kimseler şöyle cevap verirler: Biz kendi aleyhimize şa­hitlikte bulunuyoruz... Daha önce bu ifade şu şekilde geçmiştir: Onları dünya hayatı aldatmış, onlar da bütün fısk ve zulmün peşine takılmışlardır.

"Onlar kendi aleyhlerinde kâfir olduklarına dair şahitlik ettiler." 129 ve 130. âyetlerin ihtiva ettiği anlam budur.

131.  âyet ise insan ve cin cinsine peygamber göndermenin nedenini açık­lamaktadır. Allah: "Bu böyledir, çünkü Rabbin, halkı habersizken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir..." buyuruyor. Peygamber göndermenin sebeple­rinden biri de şudur: Ne kendi zulmü sebebiyle ne de onların zulümleri sebe­biyle, kendilerine neyin emredilip neyin yasaklandığından habersizken, zulmün sonunun ne olduğu ve başlarına gelecek azap onlara öğretilmemişken bir belde halkını yok etmesi Allah'ın hükmünün gereği değildir.

132.  âyet de her iyi ve kötü iş yapanın, ameli cinsinden derecesi olduğu­nu; eğer yapılan iş iyi ise cennette yüksek derecelerin, kötü ise cehennemde derin çukurların olacağını ve bunların, Allah'ın her iş yapanın işini bilmesine göre olacağını haber veriyor. İşte şu âyetin işaret ettiği anlam budur: "Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir." [186]

 

Sonuç

 

1-  İnsan ve cinlerin aralarında dost olmalarına sebep olan ameller hak­kında Allah'ın adeti şudur: İyi iş sahibi iyi kişilerle, kötü iş sahibi de kötü ki­şilerle dost olur.

2- Dünya hayatına kapılıp aldanmamak gerekir.

3- Peygamber göndermenin sebebi: Onlara karşı Allah'ın varlığına ve bir­liğine dair delil getirmek ve kendilerine peygamber göndermeden önce helak etmemektir.

4- Amellerin durumuna göre karşılık olacaktır. Dolayısıyla iyi ameller yüksek dereceler; kötü ameller cehennemde derin çukurlar getirecektir. [187]

 

133-  "Rabbin   zengin,   rahmet  sahibidir.   Dilerse   sizi   ortadan kaldırır,   sizi   nasıl   başka   bir   topluluğun   soyundan   yarattı   ise, sizden   sonra  da   dilediğini yaratıp  sizin  yerinize  getirir,

134- Size   söylenen   uyarı,   muhakkak  gelecektir,   siz   onu   en­gelleyemezsiniz.

135-  De   ki:    "Ey   kavmim,   gücünüz   yettiğince   yapacağınızı yapın,   ben   de  yapacağımı   yapıyorum.   Yakında   dünya   yurdunun sonunun   kime   aid  olacağını   bileceksiniz.   Zalimler,   asla   kurtula­mazlar!

 

Sözlük

 

Zengindir, kendi dışındakilere muhtaç değildir. Allah'ın zen­ginliği zatındandır, insanlarınki gibi sonradan kazanma değil­dir.Rahmet sahibi. Bütün mahlûkatı, özellikle de mü'min kullarını kapsayan rahmet sahibidir.Yerine seçer. Dünyada insanlara halef olacak başka bir toplu­luk yaratır.Vaad olunduğunuz gelicidir. Allah'ın kullarına vaadettiği cen­net ve cehennem muhakkak gelecektir.Yerinizde durun. İyi veya kötü hallerden gücünüz yettiğince yapınız.Yurdun sonu. Dünya yurdu. Bundan maksat iman ve salih amele göre oluşacak olan Âhiret mutluluğudur. Zalimler kurtulamazlar. Zalimler cehenneme girmekten kurtu­larak cennete girmeyi başaramazlar. Çünkü işledikleri zulüm­ler onları cehennemde alıkoyar[188]

 

Açıklama

 

Allah'a kulluk, onun birliğine inanmaya davet, itaatkâr kimsenin mükâfa­tı ve Ahirette kimin zarar göreceği açıklandıktan sonra Allah, Rasûlüne şöyle hitap ediyor: "Rabbin zengin[189] ve rahmet sahibidir." Kullarına kendine itaat etmelerini emreden ve onlara kendisine isyan etmeyi yasaklayan Rabbin, on­lara muhtaç değildir, aksine onlar Allah'ın lûtfuna muhtaçtırlar. O'nun rahmeti daha önce gelmiş olanları da, daha sonra gelecek olanlarını da kuşatmış ve onlardan hiç birini açıkta bırakmamıştır. Bu ifadenin sebebi, Rablerine putları denk tutanların, Allah'ın onları bir kerede helak ederek ortadan kaldırmaya ve onların yerine kendisine itaat eden başka topluluk getirmeye gücü yettiğini bilmeleri içindir. "Dilerse sizi oradan kaldırır ve sizden sonra, sizi nasıl başka bir topluluğun soyundan yarattıysa, dilediğini yaratır." Bu ifadelerin sebebi ise, müşriklerin, kendilerine vaad edilen yeniden dirilme, hesap ve cezanın mutlaka geleceğini bilmeleri içindir. Siz Allah'a engel olamaz ve ondan kurtu­lamazsınız. Bunun için hepsi yaptığı iyi veya kötü işlere göre karşılık göre­ceklerdir. O buna kadirdir. 133 ve 134. âyetlerin işaret ettiği mâna budur.

135. ayette, Allah, Mekke kâfirleri olan müşriklere Rasûlüllah'ın şöyle demesini emrediyor: "Gücünüz yettiğince" küfür ve şirkte ısrara devam etti­ğiniz sürece" yapın,[190] ben de yapacağımı yapıyorum." Dünya yurdunun sonu­nun kime ait olacağını yakında bileceksiniz.[191]Bu dünya yurdunun sonu selâm yurdu olan cennettir. Ben veya siz şunu biliyoruz ki zalimler cehennemden kurtulup cennete girerek rahata eremeyeceklerdir. Hiç şüphesiz siz, Allah'ı inkâr ve O'na ortak koşmanız sebebiyle zalimsiniz. [192]

 

Sonuç

 

1-  Allah yarattığı şeylere hiç bir şekilde muhtaç değildir.

2-  Allah dilerse bir topluluğu ortadan kaldırıp, başka bir topluluk getir­meye kadirdir.

3- Allah'ın vaadi doğrudur, vaadinden dönmez.

4- Eğer küfr ve şirkte isyan ederlerse müşriklere azab edeceğine dair Allah tehdit etmiştir. Bu, "Gücünüz yettiğince yapın, ben de yapıyorum! Pek yakında dünya yurdunun sonunun kimin için olacağını bileceksiniz! Zalimler asla kurtulamazlar" âyetinden anlaşılmaktadır. [193]

 

136-  Allah'ın   yarattığı   ekinlerden   ve   hayvanlardan   Allah'a pay  ayırdılar.   Zanlarınca:   "Bu  Allah'a,   bu  da  ortaklarımıza"  de­diler.   Ortakları   için   ayrılan   Allah'a   ulaşmıyor,  fakat  Allah   için ayrılan,  ortaklarına  ulaşıyor.  Ne  kötü  hüküm  veriyorlar!

137-  Yine   ortakları,   müşriklerden   çoğuna   evlatlarını   öldür­meyi   süslü   gösterdiler   ki   böylece   hem   onları   mahvetsinler,   hem de   dinlerini   karıştırıp   bozsunlar.   Allah   dileseydi   (yani   isyan   et­mek   isteyenlerin   iradesine   zorla   müdahale   etseydi)   bunu  yapa­mazlardı.   Öyleyse   sen   de   onları,   uydurduklarıyla  başbaşa   bırak.

138-  Zanlarınca  dediler ki:   "Bunlar dokunulmaz  hayvanlar ve ekinlerdir.   Bunları   bizim   dilediğimizden   başkası  yiyemez.   Bunlar da   sırtına   binilmesi  yasaklanmış   hayvanlar."   Bir   kısım   hayvan­ları da  üzerlerine Allah'ın  adını  anmadan  boğazlarlar.  Bütün  bun­ları   Allah'a   iftira   ederek   ortaya   çıkardılar.   Allah   onları   iftira-larıyla   cezalandıracaktır.

139- Dediler  ki:   "Bu  hayvanların  karınlarında  olanlar,  yalnız erkeklerimize    aittir,    kadınlarımıza    haramdır."   Eğer    hayvanın karnındaki  yavru   ölü   doğarsa,   o  zaman   hepsi  ona   ortaktır.   Bu nitelendirmelerinden    dolayı   Allah    onların    cezasını    verecektir. Çünkü  O,  hüküm  ve  hikmet sahibidir,  bilendir.

140-  Bilgisizlik  yüzünden   beyinsizce,   çocuklarını   öldürenler ve  Allah'ın  kendilerine   verdiği  rızkı,  Allah'a  iftira  ederek  haram kılanlar   muhakkak   ki,   ziyana   uğradılar,   saptılar,   yola   gelici   de değiller!

 

Sözlük

 

Yarattığı şeylerden.  Ekin ve hayvanlardan. Nasib; pay, hisse.Ortaklarımız için. Allah'a ibadette ortak koştukları putları için.Ne kötü hüküm veriyorlar! Bu konuda verdikleri hüküm ne kötüdür! Çünkü onlar putları Allah'a tercih etmişlerdir.Onları reddetsinler. Sonunda onları mahvetsinler. Fiilin başın­daki (L) harfi sonuç bildiren lâm'dır.Karıştırsınlar. Onlara, dinlerini karıştırsınlar.Yasak. Yemeleri için izin verilenlerden başkasına yasak olan.Onların sırtlan haram edildi. Onlara binmiyorlar ve yük de taşıtmıyorlar.Allah'a yalan isnad etmektir.  '    Kadınlarına.Eğer ölü olursa. Eğer o yavrular ölü doğarsa kadınlar da er-kekler de ona ortaktır.îlimsiz. ahmakça. Bilgisizlik yüzünden ahmakça çocuklarını öldürenler. [194]

 

Açıklama

 

Âyetler, Rablerine putları ortak koşan müşriklerin işlerinin ayıplığını or­taya koyma hususunda devam ediyor. Allah onların, bir kitap, hidayet ve ilim olmadan ortaya koydukları hüküm ve bid'atleri haber veriyor. Allah (c.c) şöy­le buyuruyor: "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah'a bir pay ayırdı­lar." Bu kimseler, Allah'la beraber ilâh kabul ettikleri putlara pay ayırdıkları gibi, yarattığı ekin ve hayvanlardan, Allah'a da bir pay ayırdılar. "Onlar zanlarınca: "Bu Allah'ın, bu da ortaklarımızın dediler." Zanlarınca dediler. Çünkü, Allah onlardan bunu istememiş ve onlar için hüküm olarak koymamıştır. An­cak onlar Allah'a karşı yalan uyduruyorlar. Sonra Allah için ayırdıkları hay­vanlar doğurur ve tarlalar ürün verir, fakat putlar için ayırdıkları hayvanlar doğurmaz ve ürün vermezse, putların fakir, Allah'ın ise zengin olduğunu ileri sürerek biten ve doğanı da putlara ayırırlar. Tersi plduğunda yani Allah için ayırdıkları doğmaz ve bitmezse aynı mantık ve delille putlar için ayırdıklarım Allah için ayırmazlar.

Bu delil (yukarda da geçtiği gibi) putların fakir Allah'ın zengin olmasıdır. "Putları için ayırdıkları Allah'a ulaşmaz, fakat Allah için ayırdıkları putlarına ulaşır..." âyetinin manası işte budur. Bu mantık nefretlik bir uygulama ve batıl bir hüküm vermedir. Bundan ötürü Allah onların bu işini çirkin bulmuştur. "Verdikleri hüküm ne kötüdür." Yani yapılan iş açısından ne kötüdür; onların yaptıkları bu şey ne kötüdür! Onlar Allah için ayırdıklarını misafir ve fakirlere eriyor, putlar için ayırdıklarını ise putlara ibadet eden ve dayanan kimselere yediriyorlardı. 136. âyetin işaret ettiği mâna budur.

137.  ayette Allah: "Yine ortakları, müşrikler denin çoğuna çocuklarını öl­dürmeyi süslü gösterdi." buyuruyor. Yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah'a pay ayırmaları, fakat Allah'la putları arasında eşit davranmamaları konusunda bu da yalan bir iddia ve batıl bir hükümdür. Müşriklerin uydurdukları ortakları -ki bunlar insan ve cin şeytanlarıdır- müşriklerden çoğuna, meselâ namus korkusuyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri ve fakirlik korkusuyla veya ilâhlarına adamış olmak için erkek çocuklarını öldürmeleri gibi, çoğuna çocuklarını öldürmeyi güzel gösteriyordu. Şeytanların böyle yapmaları, neti­cede onları mahvedip, hak dinlerini onlara karıştırmak içindi. "Onları mahvet­mek ve gerçek dine şirk karıştırmak içindi. Şeytanın maksadı işte budur." âyet bunu anlatmaktadır.

"Allah dileseydi, onu yapamazlardı." Bu âyet, "Allah engellemeyi iste­seydi onlara engel olurdu. O her şeye kadirdir..." âyeti gibidir. Öyleyse ey Rasûl, sen onları bu çirkin, batıl ve cahillik eseri olan hükümlerinde, uydur­dukları yalanla başbaşa bırak.

138.  âyette Allah şöyle buyuruyor: "Onlar zanlarınca dediler ki: Bunlar dokunulması yasak hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden baş­kası yiyemez. Bunlar da sırtlarına binilmesi yasaklanmış hayvanlardır. Bir kısım hayvanları keserken de üzerine Allah'ın ismini anmazlar. Bunlar Al­lah'a iftiradır. Bu âyet üç çeşit cahilane hüküm (âdet) ve batıl inanışı anlat­maktadır.

1- Cahiliye devrinde insanlar bir takım hayvanları ve ekinleri dokunul­maz kabul ediyor, bunları Allah'a ve O'nunla beraber ibadet ettikleri putlara ayırıyorlardı.

2- Bir takım develere de, meselâ bir kişinin hastalıktan kurtulması sonu­cu putlara adadığı "şaibe" deve ve kendisinden on kere döl alınan, bu nedenle "ham" demlen develere binmek yasaktı.

3- Üzerinde Allah'ın ismini andıkları deveyle hac yaparlar, eğer binecek­ler veya yük taşıtacaklar s a, Allah'ın ismini o deve üzerinde anmazlardı.

Ayetin sonunda Allah şöyle buyuruyor: "(Bunlar) Allah'a iftiradır." Çün­kü Allah bunları onlara haram kılmamış, onlar kendi kendilerine haram kıl­mışlar, bir de Allah haram kıldı demişlerdir. Bu sebeple Allah, onların yalanlanna karşılık şöyle vaadde bulunuyor: "Onları iftiralarıyla cezalandıracaktır." Yani onların yalanlarına uygun karşılığı verecektir, ki bu da ahiret azabıdır.

139.  âyette ise Allah: "Onlar dediler ki: Bu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza haramdır... Eğer yavru, ölü doğarsa, o zaman hepsi onda ortaktır." âyeti bunu anlatmaktadır. Bu ayet de onların kendi kendilerine icad ettikleri bir başka batıl hükmü ihtiva ediyor. Onlar zannediyorlar ki, Allah onlar için şu hükmü koymuştur: Hayvanların karnında olan yavruları kadınlara haram, sadece erkeklere helal kılmıştır. Do­layısıyla kadınlar bu hayvanların sütünden içemeyecek, eğer o hayvanları boğazlarlarsa onların etlerinden yiyemeyecekler ve herhangi bir şekilde fay­dalanamayacaklardır. Bunların tamamı Allah'a İftiradır. Sonra hayvan ölü doğarsa onda da kadın-erkek ortak olurdu. Dolayısıyla erkek ve kadınların hep beraber bu Ölmüş hayvanlardan yemesi helâl olurdu. Bu iftiralarından do­layı Allah onlara şöyle tehditte bulunuyor: "Bu nitelendirmelerinden dolayı Allah onların cezasını verecektir. O hakimdir, alimdir." Allah onların bu yalan­larına karşılık hak ettikleri azabı verecektir. Çünkü O, hükmünde hikmet sa­hibidir, kullarını bilendir.[195]

140.  âyette Allah bu hükmü koyanların zarar ettiklerini, doğru yoldan çıktıklarını ve hidayet üzere olmadıklarını haber veriyor. "Bilgisizlik yüzünden ahmakça çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a if­tira ederek haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğradılar, saptılar ve doğru yola gelici de değiller." [196]

 

Sonuç     

 

1- Dinin aslında olmayan bir şeyi sonradan dindenrniş gibi ortaya çıkar­mak ve Allah'ın koyduğu hükme ters hüküm koymak ve bu hükmü Allah'a is-nad ettirmek Allah'a karşı bir iftiradır.

2-  Günümüzde, cahillerin Allah'tan istenilmesi gereken hususları evliya­lardan isteyerek, evliyalara hayvan, ekin, ağaç v.s. adamaları, şeytanların cahil müslümanlara süslü gösterdiği, müşriklerin eskiden beri süregelen işlerin-dendir -

3- Hangi sebeple olursa olsun cana kıymak haramdır. Günümüzde nüfus planlaması ve buna bağlı olarak doğum kontrolünün teşviki, bazı devlet ida­recilerinin, insanları bununla yükümlü tutması, cahiliyye devri insanlarının yaptığı işlerdendir. Onlar bilgisizlik yüzünden ahmakça kendi çocuklarını öldürüyorlardı. Mesela, ilerde namusuna leke sürmesinden korktuklarından kız çocuklarını ve nüfuslarının artarak fakir düşmelerinden korktuklarından er­kek çocuklarını öldürüyorlardı. [197]

 

141-   Çardaklı   ve   çardaksız   üzüm   bahçeleri,   ürünleri   çeşit Çeşit   hurmaları,    ekinleri,   zeytinleri,   narları   -birbirine   benzer, benzemez   biçimde-   yaratan   hep   O'dur.   Her   biri   meyva   verdiği zaman   meyvasından  yeyin,   hasat günü  hakkını,   sadakasını   verin; fakat israf etmeyin;  çünkü  O,  israf edenleri  sevmez!

142- Hayvanlardan   da   çeşit   çeşit   yarattı.   Kimi   yük   taşır, kiminin   tüyünden   sergi yapılır.  Allah'ın   size   verdiği  rızıktan  ye­yin,   şeytanın   adımlarını   izlemeyin,   onun  peşinden   gitmeyin.   Zira o, sizin  için  apaçık bir düşmandır.

143- Sekiz   çift   hayvan:   Koyundan   iki,   keçiden   iki.   De   ki: "Allah iki erkeği mi haram etti,  iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin ra­himlerinde  bulunan yavruları mı? Eğer doğru  iseniz bana bilgi ile haber  verin.

144- Ve deveden iki,  sığırdan  iki.  Deki:   "İki erkeği mi haram etti,   iki  dişiyi  mi,  yoksa  iki  dişinin  rahimlerinde  bulunan  yavru­ları   mı?   Yoksa   Allah'ın   size   böyle   vasiyet   ettiğine   şahitler   mi oldunuz? Allah, böyle tavsiyeler ederken siz O'nun yanında mıydınız? Böyle bilmeden insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah o zalim toplu­luğu  doğru yola  iletmez.

 

Sözlük

 

Bahçeler yarattı.  Cennât,  cennet kelimesinin çoğuludur.Bahçeler manasma gelir. Çardaklı-çardaksız. Yenecek ürünleri çeşit çeşit.Birbirine benzeyen.Yaprakları birbirine benzeyen fakat tat ve tanesi benzemeyen.

Vacip olan zekâtı. Has ad günü.Onu çıkarmada israf etmeyin. Aile halkınıza hiçbir şey bırak­mayacak şekilde zekatı çıkarmada israf etmeyin.Yük taşıyan develer. Küçük hayvanlar.. Şeytanın adımları, yolları. Saptırmak ve yoldan çıkarmak için haram ve helal kılmada şeytanın takip ettiği yol.Yoksa iki dişinin rahminde bulunan yavrular mı?Bana ilimle haber verin. Bana, şeytamn vesvesesi ile değil de doğru bir bilgiyle haber verin, hangisini haram kıldı?Yoksa siz şahit miydiniz? Eğer sizin zannettiğiniz gibi haram kıldiysa, bunları size haram kılarken orada mıydınız? [198]

 

Açıklama

 

Diledikleri şeyi haram ve helal kılan, bunu da Allah'a yalan söyleyerek nisbet eden, fakat bunu Allah'ı bilmeme ve tanımamaları sebebiyle yapan, bil­meleri durumunda O'na taşlardan ortaklar koşup, ortaklarımız ve Allah katında şefaatçilerimiz, diyen yalancılara, Allah tehditte bulunduktan sonra,bu dört ayette kudretinin, ilminin, hikmetinin, emrinin, nehyinin, kulları için helal kıldığı şeyleri müşriklerin haram kılmalarım iptal etmek için ortaya koy­duğu delillerinin belirtilerini anlatmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Çardaklı ve çardaksız[199] üzüm bahçeleri, ürünleri" ve tadı "çeşit çeşit hurmaları," yaprak­ları "birbirine benzeyen" fakat taneleri ve tatları birbirlerine "benzemeyen zeytinleri ve narları yaratan O'dur." Allah bunların herbirinin yenmesine izin vermiş ve mubah kılmıştır. O, onların sahibi ve yaratıcısıdır.Allah şöyle buyuruyor: "Ürün verdiğinde onun Ürününden yeyin." Yani ürünleri olgunlaştığında onlardan yeyin. Allah bu mallardan, verilmesi farz olan zekâtı çıkarmayı da emrediyor: "Hasad gününde" öğütüp elekten geçir­dikten sonra "hakkını verin. "[200]Çünkü bunlar yapılmadan zekât verilmez. Yüce Allah âyetin devamında israftan men ediyor. Buradaki israf, zekâtı ve­rirken aşın giderek sınırı aşıp, ihtiyaç içinde olan mirasçılarına hiçbir şey bırakmamaktır. "İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez."[201]

O, hayvanlardan (deve sığır ve koyun gibi) kimini (büyük oldukları için) yük taşır, kimini de tüyünden sergi yapılır" olarak yarattı. Allah bir kere daha rızık olarak verdiği şeylerden yemeğe izin veriyor: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden yeyiniz." Bunun yanında Allah kendisinin helâl kıldığı şeyi müşriklerin haram, haram kıldığı şeyi helâl kılmaları konusunda şeytanın yo­luna uymaktan onları men ediyor: "Şeytanın adımlarını izlemeyin." Men ediş nedenini de şöyle izah ediyor: "Çünkü şeytan sizin için apaçık bir düşman­dır." Düşmanını tanıyan kimse, kendisinden uzak bile olsa ondan sakınır. Al­lah, Rasûlüne helal ve haram kılma konusunda yalan söyleyenlere şu şekilde bildirmesini emrediyor: Ey Rasûlümüz onlara "De ki: Allah iki erkeği mi ha­ram kıldı, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru iseniz bana ilimle haber verin." Eğer Allah erkek hayvanları haram kıldı derseniz, bu sözden, bütün erkeklerin haram olduğu sonucu çıkar. Eğer dişileri haram kıldı derseniz, bundan da bütün dişilerin haram olması so­nucu çıkar. Eğer karınlardaki yavruları haram kıldı derseniz, onlardan dünyaya gelen bütün hayvanların, ister erkek olsun isterse dişi, haram olması gerekir. Öyleyse siz nasıl oluyor da bir kısmını haram, bir kısmını da helâl kılıyorsunuz?! Bunu hangi bilgiyle kabul ettiniz?! Eğer sözünüzde doğruy-sanız bana haber verin. "Deveden iki (erkek deve ve dişi deve) sığırdan iki (öküz ve inek.) De ki: İki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi yoksa dişinin ra­himlerinde bulunan (yavru)ları mı? Allah erkekleri haram kıldı derseniz, diğer erkekler de haramdır, yok dişileri haram kıldı derseniz, diğer dişiler de ha­ramdır, veya huffa yani dişilerin rahimlerinde bulunan yavruları haram kıldı derseniz, bu takdirde de onlardan doğan her hayvan, -erkek olsun dişi olsun-haramdır. Böylece sizin Allah'a yalan söylediğiniz ve O'na iftira attığınız or­taya çıkıyor. Şu halde Allah bu sekiz sınıftan hiç birini haram kılmamış, ancak ölüyü ve üzerinde Allah ismi anılmayan hayvanı haram kılmıştır. "Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet ettiğine şahitler mi oldunuz?" Bu ifade onları azar­lamak ve mahcup etmek içindir. Çünkü Allah, onların haram kıldıklarım haram kılmamış, tavsiye etmemiş ve onlar bu vasiyet sırasında orada bulunmamış­lardır. Bu ancak Allah'a iftiradır. Son olarak Allah, onların yalancı, zalim ve başkalarım bilmeden yoldan çıkaran kimseler olduklarını ve hidayeti hak et­mediklerini kaydedip şöyle buyuruyor: "Bilmeden insanları saptırmak için[202] Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah o zalim toplu­luğu doğru yola iletmez." [203]

 

Sonuç

 

1-  Zeytin, hurma ve hububatta, nisab miktarına ulaştıklarında zekât farzdır. Nisab beş vesaktir. Bir vesak altmış sa, bir sa ise dört avva mik­tarıdır. (Bir vesak 200 kg.'dır).

2-  Hurmayı toplanmadan ve zekatı vermeden önce yemek caizdir.

3-  Faydasız yerlere infakta bulunarak veya tamamını infak ederek malı israf etmek haramdır.

4-  Sekiz sınıf olan dört ayaklı hayvanların etini yemek helâldir. Bunlar koyun, keçi, deve ve sığırdır. Bunlar dişi-erkek olarak hesaplanırsa sekiz sınıf yapar. [204]

5-  Cahiliyye devrine ait haram ve helâl kılma hükmü iptal edilmiştir. Helâl Allah'ın helâl kıldığı, haram da Allah'ın haram kıldığıdır.

6-  Hakkı ortaya koymak ve batılı çürütmek için tartışma ve münakaşa caizdir.

7-  Allah'a karşı yalan uyduran ve O'nun koymadığı hükmü kullan için koyan kişiden daha zalimi yoktur. [205]

 

145-  Deki:   Bana   vahyolunanda,   bu   haramdır,   dediklerinizi yiyen  kimse  için  haram   edilmiş  bir  şey  bulamıyorum.  Ancak  leş, yahut  akıtılmış  kan,  yahut  domuz   eti,   -ki pistir-  ya   da  Alah'tan başkası  adına  boğazlanmış  bir fısk  (murdar  olmuş  hayvan)   olur­sa  başka,   bunlar  haramdır.   Ama   kim   çaresiz  kalırsa   başkasının hakkına  saldırmamak  ve  zorunluluk  sınırını  aşmamak  üzere  bun­lardan  yiyebilir.   Çünkü  Rabbin   bağışlayandır,   esirgeyendir.

146- Yahudilere   (tevratta)   bütün   tırnaklı   hayvanları   haram kıldık.  Sığır  ve  koyunun  da, yağlarını  onlara  haram  kıldık,  yalnız hayvanların    sırtlarının,   yahut   bağırsaklarının    taşıdığı,   ya   da kemiğe   karışan   yağlarını   haram   etmedik.   Aşırılıkları   yüzünden onları   böyle   cezalandırdık.   Biz   elbette   doğru   söyleyenleriz.

147- Eğer   seni  yalanladılarsa,   de   ki:   "Rabbiniz   bol  rahmet sahibidir.   Fakat  O'nun   azabı   da   suçlu   toplumlardan   geri  çevril­mez  (gazabı  suçluların   üzerine  bir  indi  mi,   onu  kimse  geri  çevi-remez. ")

 

Sözlük

 

Yiyen kimseye yasaklanmış. Ölü veya akıcı kan. Boğazlanmadan ölmüş hayvanleşı veya  akıtılmış, kemik ve etle içice olmayan kan.  Pisliktir.Veya fısk olarak Allah'tan başkasına kesilen. Fısk Allah'a ıtaatin dışına çıkmadır. Burada maksat, üzerinde Allah ismi anıl­madan, putların ismi anılarak boğazlanmış olan hayvanlardır. Uhille kelimesi, boğazlama sırasında, hayvanın kendisi için kesildiği şeyin ismini sesli olarak söylemek demektir.  Kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmeden ve haddi aşmadan. zorda kalmak, zaruretin mecbur etmesi demektir. Bu  zaruret açlıktan dolayı haram olan şeylerden yemeye ve içmeye mecbur kalmaktır. Bağın zalim, Âdin ise haddi aşan demektir.Yahudilere.Tırnaklı. Bunlar deve ve deve kuşu gibi tırnakları birbirinden

ayrı olmayan hayvanlardır.[206]Sırtlarınm veya bağırsaklarmın taşıdığı [207]Veya, kemikle karışmış olan, sırta bitişik olan yağ ile bağır- sak yağlarını affettiği gibi affetmiştir.Taşkınlıkları sebebiyle.Onun azabı çevrilemez. Allah'ın yakalaması ve azabı geri çevrilemez. [208]

 

Açıklama

 

Ayetler, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram kılan kişilerle mücadele hakkında devam etmektedir. Âyetlerin baş tarafında Allah, Rasûlüne, kendi­sine iftira ederek haram kılmadığı şeyi haram kılan kişilere şöyle demesini emrediyor: Ben Allah'ın Rasûlüyüm "bana vahyedilen şeylerde yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş "...ki bu kesilmeden ölen, yani dine uygun bir şekilde boğazlanmayan hayvan "veya" ciğer ve dalakta olduğu gibi et ve kemikle karışmış durumda olmayan "akıtılmış kan ve domuz eti -ki bu pisliktir-" haramdır. "Yine Allah'tan başkası adına boğazlanmış hayvanın etinden yemek de haddi aşmaktır, bunlar haramdır." Allah'ın admı anmadan putların adını anarak boğazlanan hayvan "fısk"tır.[209] Yani hayvan kesmeyi isteyen kimseye, o hayvanın etini yemenin helal olması için keserken Allah'ın ismini anmayı emreden Allah'a itaatten dışarı çıkma hâlidir. "De ki, bana vahyolunanda yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki bu pistir-yahut da Al­lah'tan başkası adına boğazlanmış bir fısk olursa başka (bunlar haramdır)." âyetinin manası budur.[210]

"Ama kim çaresiz kalırsa, taşkınlık yapmamak (yani leş eti yiyerek) zulüm yapmamak..." Bu âyette söz edilen leşi et yemekten maksat, ölüm be­lasını def etmek için değil de sırf zevk almak için et yemek kastedilmektedir. "ve mubah kılman sınırı aşmamak üzere (yiyebilir.)" Burada mubah kılman miktar, kendinden ölüm belasını def edecek olan miktardır. "Çünkü Rabbin bağışlayandır, merhamet edendir." O'nun bağışlama ve merhamet etmesinin belirtilerinden biri de, zorda kalan için, haram olan şeyi zaruret anında ye­meye müsaade etmesidir.

146. âyette Allah, mü'minlere, leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına boğazlanmış olmanın dışında hiç bir şeyi haram kılmadığını açıkladıktan sonra, yahudilere tırnaklı hayvan eti yemeyi haram kıldığını haber veriyor. "Tırnaklı hayvan," deve, deve kuşu, ördek ve kaz gibi parmakları birbirinden ayrı olmayan hayvandır. Sığır ve koyundan onlara, Allah iç yağım haram kıl­mış, bunun yanında koyun ve sığırın sırtlarında taşıdıkları ve bağırsakla-nna bitişik yağları mubah kılmıştır. Yine Allah onlara kuyruk yağı gibi kemik-le içice olan ilik, kulak ve göz yağlarını da mubah kılmıştır. "Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram ettik. Sığır ve koyunun da yağlarını onlara haram kıldık, yalnız sırtlarının, yahut bağırsaklarının taşıdığı, ya da kemiğe karışan yağlarını haram etmedik" âyetinin taşıdığı anlam budur.

Daha sonra Allah, onlara bu yağları haram kılışının onlar için, işledikleri suç ve zulümleri sebebiyle ceza olduğunu haber veriyor ve şöyle buyuruyor: "Aşırılıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık."[211] Yani, bizim onlara bu şeyleri haram kılmamız zulümlerinin karşılığıdır. "Biz elbette" haber verdiğimiz hadisede "doğru söyleyenleriz." Müşrikler yalan söyleyenlerdir. Çün­kü müşrikler: "Bu İsrail'e haram kılındı. Biz onun peşinden gidenleriz. Bize hiçbir şey haram kılınmadı" derler. Şüphesiz onlar yalan söyleyenlerdir. "Eğer seni" haber verdiğin konularda yahudüer[212] "yalanladılarsa, onlara de ki: Rab-biniz geniş merhamet sahibidir[213] Bu sebeple sizi cezalandırmada acele dav-ranmadı. Halbuki siz O'nu ve Rasûlü'nü yalanladınız, Rasûlü'ne iftira attınız. Fakat bu, sizin azaptan kurtulmanız anlamına gelmez. Çünkü Allah'ın azabı sizin gibi suçlu toplumdan geri çevrilmez. [214]

 

Sonuç

 

1- Maide sûresinde zikredilen leş ve diğer leş çeşitlerini yemek ha­ramdır. Bunlar boğularak, vurularak öldürülmüş ve yukardan düşmüş veya boynuzlanarak ve vahşi hayvan tarafından parçalanarak ölmüş, Allah'tan baş­kası adına veya dikili taşlar adına boğazlanmış hayvan, domuz eti, sünnetle haram kılınmış evcil merkep,[215] köpek dişli vahşi hayvanlar ve pençeli kuşlardır.

2-  Yahudilerin dini alaya almaları ve Allah'a sürekli olarak isyan etmele­ri yüzünden Allah da onlara bir takım şeyleri haram kılmıştır.

3- Allah'ın suçlulara zaman tanıması, onların cezasız kalacağına işaret etmez. Çünkü Allah'ın azabı suçlu toplumdan çevrilemez. etmez. Çünkü Allah'ın azabı suçlu toplumdan çevrilemez. [216]

 

148-  Allah'a   ortak   koşanlar   diyecekler   ki:    "Allah   dileseydi ne   biz,   ne   de   babalarımız   ortak  koşmazdık,   hiç   bir  şeyi   haram yapmazdık."   Onlardan   önce  yalanlayanlar   da   Öyle   demişlerdi   de nihayet   azabımızı   tadmışlardu   De   ki:    "Yanınızda   bize   çıkarıp göstereceğiniz   bir   bilgi   yazılı   belge   var   mı?   Siz   sadece   zanna uyuyorsunuz   ve   siz   sadece   saçmalıyorsunuz."

149-  De  ki: "Üstün   delil,  Allah'ındır.  Allah  dileseydi,   elbette hepinizi  doğru  yola  iletirdi."

150- De  ki:"Haydi Allah'ın  bunu yasakladığına  şahitlik  ede­cek ilâhlarınızı getirin."  Eğer onlar  şahitlik  ederlerse  şen  onlarla beraber   şahitlik   etme;   âyetlerimizi   yalanlayanların   've   Ahirete inanmayanların   keyiflerine   uyma.  Nasıl  uyarsın   ki;   onlar,  Rable-rine      tutmaktadırlar.

 

 Sözlük

 

Şirk koştular. Allah'a, O'nunla beraber ibadet edecekleri ortaklar edindiler. Biz hiç birini haram kılmadık. Müşriklerin bahire, şaibe, vesile ve ham isimlerini verdikleri ve haram saydıkları şeylerden hiç birini haram kılmayız.Azabımızı tattılar.Yalan söylüyorsunuz. Üstün delil. Batıl iddiayı sona erdirecek delil. Şahıdlerınızı getirin.Eş koşuyorlar. Onlar Rablerine putları ve başka batıl mabud-ları denk tutuyorlar. [217]                                                                                    .

Açıklama

 

Âyetler, ilâhlık konusunda başkalarını Allah'a şirk koşan, Rabb'e başka şeyleri denk tutan kimselerin boş ve batıl

iddialarını redde devam etmektedir.

148 ve 149. âyette Allah müşriklerin, kendi şirk ve batıl düşüncelerini kabul ederek bir şüpheye tutunduklarını zikrediyor. Bu şüphe âyette yer alan ve kendilerinin ifadesiyle şudur: "Allah isteseydi ne biz ne de babalarımı[218]O Allah'a şirk koşmaz ve hiç bir şeyi haram kılmazdık." Onlar bu ifadeleriyle şunu söylemeye çalışıyorlardı: "Biz O'na şirk koşar ve bazı şeyleri haram kılarken O'nun bizi hesaba çekmemesi Allah'ın bu şeylere razı olduğunu gösterir. Aksi takdirde bizi bundan alıkor ve bize bunu yapmadan önce engel olurdu... Allah bu söylediklerini şu âyetiyle red ve iptal etmektedir: "İşte on­lardan öncekiler de böyle yalanladılar, neticede azabımızı tattılar!"

Rablerine putları" denk tutan Kureyş kâfirleri ve müşrikler tarafından söylenen yalana benzer yalanları, onlardan önceki topluluklar da söylemiş, Allah onları kuvvetli ve herşeye gücü yetenin yakalayışıyla yakalayıncaya kadar onlar yalanlarına devam etmişlerdi. Eğer Allah onların şirk, kötülük ve batıl inanışlarına razı olsaydı, sonunda da onları hesaba çekmezdi.[219] Do­layısıyla Allah'ın insanlara zaman tanıması, tevbe etmeleri içindir. Yoksa bu mühlet şirk ve kötülüğe razı olduğunu göstermemektedir. Bunun delili, tanı­nan zaman sona erince, yalanlayanlara Allah'ın azabının inmesidir. De ki: Yanınızda bize çıkaracağınız ilim var mı?" Allah, Rasûlüne, Rablerine başka­larını denk tutup şirk koşanlara şöyle demesini emrediyor: Sizin yanınızda bize çıkaracağınız ilim var mı? Yani sizin yanınızda iddia ettiğiniz konuda bir delil yok ki onu bize çıkarasımz! "Siz yalnızca zanna uyuyorsunuz." Siz batıl iddialarınızda ancak zanna uyuyorsunuz. "Siz ancak saçmalıyorsunuz." Yani sadece tahminle konuşuyor ve yalan söylüyorsunuz. "De ki: Üstün delil Allah'a aittir." Allah, Rasûlüne şüphelerini yok ettikten sonra onlara şöyle demesini Öğretiyor: Şayet sizin deliliniz yoksa, üstün delil Allah'ındır. Bunun­la beraber Allah sizin hidayetinizi "isteseydi sizi topluca doğru yola iletirdi." O, buna kadirdir. O'nun kulları hakkındaki hükmü ve âdeti, imtihan etmek için onları sorumlu tutması, onlara doğru yolu göstermesi ve onlara karşı delil ge­tirmesidir. Dolayısıyla kim hidayete ererse kendi lehine kim de doğru yoldan saparsa kendi aleyhinedir.

150. âyette Allah şöyle buyuruyor: "De ki: Haydi sizin haram kıldığınız şeyleri Allah'ın da haram kıldığına şahitlik edecek ilâhlarınızı getirin." Mu­hakkak onların gücü onları getirmeye yetmez. "Eğer onlar şahitlik ederse, on­larla beraber şahitlik yapma." Müşriklerin asla batıl inanışlarım kabul etme. Aksine onlara iddialarının yersiz ve boş olduğunu açıkla. Çünkü onlar iddia­larında sadece nefsin arzularına uyuyorlar. Buna binaen: "Bizim âyetlerimizi yalanlayan ve âhirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar Rablerine baş­kalarını denk tutmaktadırlar." Bu müşrikler Allah'ın âyetlerini yalanlama, Âhirete inanmama ve Rablerine şirk koşma gibi büyük günahları kendilerinde toplamışlardır. Şu halde, onlar suçlu ve doğru yoldan çıkmışken onlara uymak nasıl doğru olabilir? [220]

 

Sonuç

1- Günah işleyerek günah işlemeye gücün yettiğini delil getirmek batıl­dır.

2-  Delil sadece, sağlam ve doğru bilgi esasına dayalı konularda geçerli­dir.

3-  Allah'ın gücü yetmesine rağmen, bütün insanların hidayete ermemesindeki hikmet imtihandır.                                                                

4~ Şehadet ve şahitlerin mecliste hazır bulunması İslâm'a uygundur.

5-  Batıl şehadet onaylanmaz ve onun karşısında susulmaz.

6- Allah'ın âyetlerini yalanlayan heva sahiplerine uymak haramdır. [221]

 

51- De ki: "Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz. Fuhuşların açığına da kapalısına da yak­laşmayın ve haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymayın! Düşünesiniz   diye   Allah   size   bunları   tavsiye   etti.

152-  Yetimin   malına   yaklaşmayın:   yalnız   ergenlik   çağına erişinceye   kadar  onun   malına  en  güzel  biçimde  yaklaşabilir,   onu uygun    tarzda    sarfedebilir siniz;    ölçü    ve    tartıyı    tam    adaletle dengeli  yapın.   Biz   kişiye  gücünün  yettiğinden fazlasını   teklif et­meyiz.   Konuştuğunuz  zaman  yakınlarınız   aleyhine   de   olsa   adale­ti  gözetin   ve  Allah'a   verdiğiniz  sözü   tutun.   Hatırlayıp   öğüt  ala­sınız  diye  Allah   size   bunları   tavsiye   etti.

153- İşte  benim  doğru  yolum  budur,  ona  uyun,  başka yollara uymayın   ki,   sizi  O'nun  yolundan  ayıramasınlar!  Korunmanız  için Allah   size   böyle   tavsiye   etti.

   

 Sözlük

 

Okuyorum.Fakirlikten.Fuhuşlar. Fevahiş, fahişe kelimesinin çoğuludur. Zina ve cimrilik gibi yüz kızartıcı her söz ve fiile denir.Allah haram kıldı. Öldürmeyi haram kıldı. Buradaki kişi, harp  halinde olan kâfir hariç herkestir.Ancak haklı olarak, haklı olma durumunda. Bu ise öldüren şahsın öldürdüğü şahsa karşılık kısas edilmesi, evli iken zina eden kişinin recmedilmesi ve dinden dönerek İslâm'a ve müslümanlara karşı savaş açanın öldürülmesidir.  En güzel bir şekilde. ? Akıl ve baliğ olunca.Adaletle,Ancak gücün yettiği kadar.Öğüt alasınız.

Yollar. 'Subul,' kelimesi, yol anlamındaki Sebil kelimesinin ço­ğuludur. [222]

 

Açıklama

 

Âyetler, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri kendi arzularıyla haram kılan müşriklerin batıl inanışlarını çürütmeye devam etmektedir.

 

Allah bu üç âyette Rasûlüne onlara şöyle söylemesini emrediyor: "Ge­lin," sizin kendi arzunuzla haram kılıp ortaklarınızın size güzel gösterdiği şeyleri değil de "Allah'ın size neyi haram kıldığını okuyayım." Bu ilk âyette beş şey haram kılınmıştır: Şirk, anne babaya karşı gelmek, çocukların öldürül­mesi, yüz kızartıcı suç işlemek ve cana kıymak. Allah şöyle buyuruyor: "De ki: "Gelin [223]Allah'ın size neleri haram kıldığını [224]okuyayım. O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın..."(En lâ tüşriku) âyetinin başındaki (en) haram kılınan şeyleri açıklamak için kullanılmıştır. (Lâ) ise yasak ifade etmektedir. Bu cümle, sayılan ilk ha­ramdır. Bu da Allah'a şirk koşulmasıdir. "Anne babaya güzel davranın" Bu ifade de emirdir. Âyetin yorumu şu şekildedir: Ana bayaya iyi davranın... Bir şeyi emretmek demek, onun aksini yasaklamak demektir. Öyleyse, iyi dav­ranmayı emir, ana babaya kötü davranmayı haram kılma demektir. Onlara kö­tü davranma ise isyandır. Ana babaya isyan ise bu âyette zikredilen haram­ların kapsamında yer almaktadır. "Çocuklarınızı fakirlik korkusuyla öldürme­yin.[225]Sizi de, onları da biz rızıklandınyoruz." Bu üçüncü haramdır. O da fakir­lik korkusuyla çocukların öldürülmesidir. Bu sebep kabul edilir bir sebep de­ğildir. Çünkü herhangi bir sebeple çocukların öldürülmesi caiz değildir. Müşrikler çocuklarını fakirlik endişesiyle öldürdükleri İçin âyet bu olayı sözkonusu ediyor. Allah yasaklayış nedenini de şöyle açıklıyor: "Sizi de, onları da biz rızıklandınyoruz." Yani, sizi de çocuklarınızı da Allah rızıklandırıyor, öyleyse niçin onları öldürüyorsunuz?!.. Bu âyette fakir baba için ona ve çocuklarına Allah'ın nzık vereceği, bu sebeple sabredip, Allah'tan korkması ve çocuklarını öldürmemesi gerektiği müjdesi yer alıyor. "Kötülüklerin gizli olanına da, açık olanına da yaklaşmayın. "Bu dördüncü haramdır. O da -ister gizli olsun ister açık, farketmez- zinadır. Âyette söz konusu olan yasak kötülüğü fazla olan, dolayısıyla ister söz, ister davranış, isterse inanç olsun, yüz kızartıcı bir İş olan her huyu kapsamaktadır. "Haksız yere öldürmeyin; Allah'ın yasakladığı cana kıymayın." Bu beşinci haramdır. Ki, Allah'ın haram kıldığı, insanın canına kıymakdır. Âyette söz konusu olan, harp halindeki düşman hariç herkestir. Çünkü harp edeni öldürmek haram değildir. İslâm'a ve müslümanlara harp açmak, haram olan cana kıymayı haklı [226]kılar yani bir kimse, kasıtlı olarak bir kişiyi öldürürse, öldürdüğü kişiye karşılık olarak onu Öldürmek caizdir.

Sonra, muhsan olduktan (yani dine uygun evlilik akdi yaptıktan) sonra zina yapılmasıdır. Yani, muhsan olan bir kişi zina ederse, suçuna keffaret ola­rak öldürülebilir. Yine, dinden dönüp müslümanlara savaş açan da öldürüle-bilir. Bu haklar (öldürmeyi haklı kılan sebepler) konusunda Rasûlüliah şöyle buyuruyor: "Bir müslümanm kanı ancak üç sebepten biriyle helal olur. Cana karşı can, Zina eden evli ve müslüman topluluğu terkederek, dinden çıkıp müslümanlara savaş açmak."[227] Allah âyetin sonunda: "Umulur ki onlar düşü­nürler..." buyurmaktadır. Yani Allah, bu beş şeyi terketmekle, akıllı kişiler arasında yer alınacağını vaad ediyor. Çünkü Allah'a ortak koşan, ana-baba-sma kötü davranan, çocuklarını öldüren, zina fiilini işleyenler ve insanları öldüren kimsenin büyük günah işledikleri ortadadır. Yani, bu kişiler gaflette olmasalar bu büyük günahlara tevessül etmezler.Allah ikinci âyette: "Onlar akıl baliğ oluncaya kadar yetimin malına an­cak en iyi bir şekilde yaklaşın. Ölçü ve tartıyı adaletle kullanın. Biz insanı an­cak gücünün yettiğiyle sorumlu tutarız. Konuştuğunuz zaman akrabanız aley­hine bile olsa adaletli davranın; Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Hatırlayıp öğüt alasınız diye (Allah) size bunları tavsiye etmekte." buyuruyor. Bu âyette dört şey haram kılınmıştır: Yetimin malını yemek, eksik tartmak ve ölçmek, hüküm ve sözde zulüm (haksızlık) ve verilen sözü tutmamak. Noksanlaş-tırarak veya bozarak değil de ancak onu en güzel bir biçimde artırmak ve mu­hafaza etmek için yetimin malına yaklaşın. "Ta ki onlar akıl baliğ oluncaya ka­dar..." Bu ifade bir çocuğun yetim kabul edilip ona belirli şekilde davran-ıl-masını gerekli kılan yaş süresini açıklıyor. Bu süre doğum ve babasının ve­fatından bulûğa erinceye kadarki zamandır. Akıl baliğ olma, erkek çocukta, gece düşlenme (ihtilam) ve etek kıllarının çıkmasıyla anlaşılır. Kız çocuğunda İse, hayız (adet görme) ile. Çocuk on sekiz yaşına ulaşmakla birlikte, akıl ve baliğ olması şartına göre,[228] akıl baliğ değilse kefilinin sorumluluğunda kal­maya devam eder."Olçü [229] ve tartıyı adaletle yapın; biz kişiyi ancak gücünün yettiğiyle so­rumlu tutarız." Allah ölçü ve tartıyı tam yapmayı emrediyor. Bir şeyi emir, ak­sini yasaklama demektir. Bununla ölçü ve tartıda eksiklik ve değişiklik yap­mak haram kılınmaktadır. Ne eksik ne de fazla, "ölçüyü adaletle tam yapın." "Biz," yanılarak ve kasıtsız olarak eksik veya fazlalık yaptığında, müslümam sıkıntıdan kurtarmak için "kişiyi ancak gücünün yettiğiyle sorumlu tutarız.""Konuştuğunuz zaman yakınlarınızın aleyhine de olsa adaletli olun." Bu üçüncü haramdır. Bu haram, yalan söylemek ve yalan yere şahitlik yapmaktır. Çünkü yalan yere şahitlik yapmak hakkı gizlemektir. Bu durumda başkasına zulmedilmiş olur. Aynı zamanda Allah'ın emrine isyan edilmiştir. Onun için yalan yere şahitlik haramdır."Allah'a verdiğiniz sözü tutun." Bu dördüncü haramdır. Bu haram anlaş­maya uymama ve vaadden dönmedir. Çünkü anlaşmaya (sözleşmeye) uy­mayı emir, onu bozma ve uymamayı yasak etmek demektir." Hatır lay as iniz diye Allah bunları size tavsiye etti." Burada Allah'ın kul­larına neleri haram kıldığına işaret vardır. Allah'ın bu tavsiyesi öğüt almaya, dolayısıyla O'nun haram kıldığından kaçınmaya sizi hazırlamak içindir. "İşte budur benim doğru yolum, ona uyun, (başka) yollara uymaym ki sizi O'nun yolundan ayıramasınlar. Korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti." Bu, on adet tavsiye ihtiva eden âyetlerden üçüncüsüdür. [230]Ayet İslâm'ın inanç, hüküm, ahlâk ve adap olarak kabul edilmesini emrediyor. Aynı şekilde âyette "yollar" olarak ifade edilen başka din ve mezheplere uymak yasaklanıyor. İslâm'a sarılma emri devam ettikçe, aynı zamanda İslâm'dan ayrılmanın ya­saklanmasını da ihtiva ediyor. Âyetin yasakladığı İslâm'ı bırakıp başka din­lere uyma, müşriklerin kendi arzusuyla ve ortaklarının onlara güzel gösterme­siyle kıldığı haramlardan değil de Allah'ın, kullarına yasakladığı şeylerdendir. "Korunmanız için size böyle tavsiye etti." Âyette İslâm'a sarılmaya ve onun dışında olan inanç ve düşünceleri terketmeye işaret vardır. Bu tavsiye Allah'ın sizi takva sahibi olmaya hazırlaması içindir. Takva Allah'ın öfke ve azabından korkmaktır. [231]

 

Sonuç

 

1- Bu on tavsiye İslâm'ın dayanağı ve her iki dünyada insanın mutluluk kaynağıdır. Abdullah b. Mesud bu konuda şöyle diyor: "Kim üzerinde Allah mühürü bulunan tavsiyelere bakmak isterse En'am süresindeki bu üç âyeti okusun."

2- Şirk, ana-babaya karşı gelmek, çocukları öldürmek, zina ve eşcinsel­lik, ister söz ister iş isterse inanç olsun her kötü şey, haksız yere insan öl­dürmek, yetimin malım yemek, ölçü ve tartıyı noksan tutmak, yalan söylemek ve yalan yere şahitlik, sözünde durmamak, vaadden dönmek, İslâm'dan çık­mak, batıl mezhep ve sapık yollara uymak haramdır.

3- İlk beş haramdan sakınmak için akl-ı selim sahibi olmak gerekir.

4- Daha soraki dört haramdan kaçınmak için murakabe (kendi kendini kontrol) melekesinin mevcut olması şarttır.

5-  Cehennemden ve her iki dünyada rezil ve rüsvay olmaktan kurtulmak için ölünceye kadar İslâm'a sarılmak, başka din ve yollardan uzak olmak gerekir. [232]

 

154-   Sonra   iyilik   edenlere   nimetimizi   tamamlamak,   her   şeyi açıklamak  ve  yola   iletici  ve  rahmet  olmak  üzere  Musa'ya  Kitab'ı verdik  ki,  Rablerinin  huzuruna   varacaklarına  inansınlar.

155-  İşte   bu   Kur'an   da   indirdiğimiz   mübarek  kitaptır.   O'na uyun  ve korunun  ki size  rahmet edilsin."

156-  Onu  size  indirdik ki;   "Kitap, yalnız bizden  önceki toplu­luğa   yahudilere,   hristiyanlara   indirildi,   biz   ise   onların   okuma­sından   habersizdik,   o   kitapları   okuyamıyor,   dillerini   anlayamı-yorduk"   demey esiniz.

157-  Yahut:   "Eğer  bize  kitap  indirilseydi,   biz   onlardan  daha çok  doğru  yolda  olurduk"  demey esiniz-   İşte   size  de  Rabbinizden açık  delil,   hidayet  ve   rahmet geldi.  Allah'ın   âyetlerini  yalanlayıp onlardan  yüz   çevirenlerden   daha  zalim   kim   olabilir?  Âyetlerimiz­den   yüz   çevirenleri,   yüz   çevirmelerinden   ötürü   azabın   en   kötü­süyle    cezalandıracağız.

 

Sözlük

 

Kİtap. Tevrat.Her şeyi açıklayıcı olarak. İsrail oğullarının akaid, ibadet, fazi­let ve hüküm konularında ihtiyaç duydukları her şeyi açıkla­mak İçin.İşte bu indirdiğimiz kitap. Bu kitap Kur'an-ı Kerim'dir.Mübarek. İyilik ve faydası daimi olan.Bizden önceki iki topluluğa. Bunlar yahudi ve hristiyanlardır.Kitapları. Onların kitaplarım okumaktan habersizdik. Çünkü o  kitaplar onların lisanıyla idi, biz ise bu lisanları bilmiyoruz.

 O'ndan yüz çevirdi. Azabın en kötüsünü. [233]

 

Açıklama

 

Bu âyetler daha önceki âyetlerle bağlantılıdır.

154.  âyette yer alan summe (sonra) kelimesi atıf içindir. Atıf yapılan yer, "De ki: Gelin size okuyayım..." âyetidir. Sonra Allah: Ey Rasûlüm, "Rab-lerine güzelce itaat eden kimselere" nimetini tamamlamak, İsrail oğullarının inanç, ibadet ve özel ve genel hükümlerinde ihtiyaç duyduğu her şeyi açıkla­mak ve yola iletici ve dünya hayatında davetten hayır ve adalete varıncaya kadar, Rablerine kavuşma ümidiyle yüklendikleri pek çok vazife sebebiyle, onlara rahmet olmak üzere Musa'ya indirdiğimiz kitaptır. İşte bu, 154. âyetin ihtiva ettiği mânadır. "Ta ki onlar Rablerinin huzuruna varacaklarına inan­sınlar." Bu sebeple de iyi işler yapıp, Allah'ın azab ve öfkesini çekecek serden ve kötü işlerden uzak dursunlar.

155.  âyette Allah: "İşte bu da indirdiğimiz mübarek kitaptır. Öyleyse ona uyun ve korunun ki size rahmet edilsin..." buyurmaktadır. Allah bu âyet­te, inanan ve iyi işler yapan, ibadet ve öğrenme maksadıyla Kur'an'ı okuyan herkese ihsanda bulunduğunu bildiriyor ve Kur'an'ı indirmekle lûtufta bulu­nurken Kur'an'ı övüyor. O, kullarına Kur'an'da gelen inanç, ibadet ve hüküm­lere uymasına Kur'an'da gelen inanç, ibadet ve hükümlere uymayı emrediyor. Çünkü kim Kur'an'a uyarsa onu iki dünyada mutluluk ve kemâle götürür. "Sakının ki size merhamet edilsin"; yani Kur'an'a uyun, onun ölçülerine göre hareket edin. Allah'ın kanunlarına karşı sakının ki Dünya ve Âhirette size merhamet edilsin.

156.  âyette ise: "Kitab sadece bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik, demeyesiniz diye (onu size indirdik)." Duyurulmaktadır. Bunun anlamı şudur: Allah, Rasûlü Muhammed'e kitap in­dirdi ve kâfir Araplar, sadece bizden önceki yahudi ve hıristiyanlara kitap in­dirildi, demesinler diye, Kur'an'ı insanlara tebliğ etmesini ve okumasını emre­diyor. Burada müşriklerin sözünde geçen kitaptan maksat Tevrat ve İncil'dir. "Biz onların okumasından habersizdik." Çünkü biz ne onların dilini biliyorduk ne de kitaplarım nasıl okuduklarını. Dolayısıyla sizin lehinize, bİzimse aleyhi­mize elinizde delil olurdu. İşte bu delili ortadan kaldırmak için Kitab'ı indirdik.

157.  âyette Allah: "Yahut bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk, demeyesiniz diye size de Rabbinizden açık bir delil, hi­dayet ve rahmet geldi." buyuruyor. Böylece Allah, kıyamet gününde müşrikle­rin, kitap yahudi ve hristiyanlara indirildi, bize hiç bir şey indirilmedi, bu se­beple biz Rahbimizi bilemedik, onun sevdiği ve hoşlanmadığı şeyleri tanıya­madık ki sevdiği şeyleri yapıp hoşlanmadıklarını terkederek O'na itaat ede­lim, şeklinde özür beyan etmelerini engellemiştir. Yine, bize doğru yolu gösteren kitap indirilseydi, bizden önce kendilerine kitap verilen yahudi ve hris-tiyanlardan daha çok hidayet üzere olurduk, şeklinde özür beyan etmelerini de engellemiştir. "Size de Rabbinizden bir delil geldi." Bu delil Kur'an ve onu tebliğ eden Rasûlüllah'tır. Size Kur'an'ın taşıdığı hidayet ve rahmet geldi. Do­layısıyla kıyamet günü Allah katında delil olarak ileri süreceğiniz hangi delili­niz kaldı?! Çünkü siz bu delili ve onun taşıdığı hidayet ve rahmeti kabul et­mediniz! Allah'ın âyetlerini yalanlayıp, ondan yüz çevirdiniz. Allah'ın âyetle­rini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha zalim kimse yoktur. Allah sizi, âyetlerini yalanlayıp yüz çeviren kimseleri cezalandıracağı cezaya çarp­tıracaktır. 157. âyetin ihtiva ettiği anlam budur.[234]

 

Sonuç

 

1-  Allah, Musa (a.s.)'a lûtufta bulunmuş ve ihsanda bulunduğu için övmüştür.

2- Kıyamet günü yeniden dirilme ve hesap gerçektir.

3- Kur'an ve onun taşıdığı bereket, hayır, hidayet ve rahmet övülür.

4-  Allah Peygamber (s.a.v.)'i göndererek ve Kur'an'ı indirerek müşrikle­rin delillerini çürütmüştür.

5-  Allah zulmü kötülemiş [235] âyetlerini yalanlayan ve ondan yüz çeviren kimseleri cezalandıracağını belirtmiştir. [236]

158- İnanmak   için   ille   meleklerin   gelmesini  yahut  Rabbinin gelmesini  yahut  da  Rabbinin   bazı   âyetlerinin   gelmesini  mi   bek­liyorlar? Ama Rabbinin  bazı âyetleri geldiği gün,  daha  önce  inan­mamış,  ya  da  imanında  bir hayır kazanmamış  olan  kimseye,  artık inanması,  fayda   sağlamaz.   Deki:    "Bekleyin,   biz   de   beklemekte­yiz. "

159-  Dinlerini parça parça  edip, grup grup olanlar var ya  se­nin   onlarla   hiç   bir   ilişkin   yoktur.   Onların   işi   Allah'a   kalmıştır, sonra   Allah   onların   yaptıklarını   haber   verecektir.

160- Kim   iyilik  getirirse,   ona   o  getirdiğinin   on   katı   vardır. Kim   kötülük  getirirse,   sadece   onun   dengiyle   cezalandırılır,   onlar haksızlığa    uğratılmazlar.

 

Sözlük

 

Rabbinin bazı âyetleri. Kıyamet alâmetleri, kıyamete çok ya­kın bir zaman güneşin batıdan doğması bu âyetlerdendir.Veya imanında hayrı elde etti. İmanında itaat ve ibadetten do­layı bir hayır elde etti.Dinlerini ayırdılar. Dinlerini birbirinden uzak ve farklı mezheplere, yollara ayırdılar.Gruplar haline geldilerKim bir iyilikle gelirse. Kıyamet günü kim Allah'a iman edipO'nun birliğini kabul eder, O'na ve Rasûlü'ne itaatten ibaretolan iyiliği getirirse.Ve kim bir kötülükle gelirse. Kim de Allah'a şirk ve isyanı ge­tirirse. [237]

 

Açıklama

 

Şirkin batıl ve tevhidin hak olduğuna en büyük delil olan âyetler indirilip, deliller ortaya konduktan sonra, müşrikler Allah ve Rasûlüne düşmanlığa hâ­lâ devam ediyorlardı. Bu sebeple Allah, Rasûlüne şu âyeti İndirdi: "İnanmak için ille de ruhlarını çekip alacak meleklerin gelmesini yahut kıyamet günü hü­küm vermek üzere Rabbinin gelmesini mi yahut ta güneşin batıdan doğması gibi kıyamet vaktinin yaklaştığını gösteren Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesi­ni mi bekliyorlar?! Muhakkak ki yalanlamada inatçılık, Allah'ın zikrettiği yu-kardaki üç şeyi bekleyen kimsenin hâlidir. "Ama Rabbinin kıyamet vaktinin yaklaştığını gösteren bazı âyetleri geldiği gün [238]bu âyet kıyametin yakın ol­duğunu bildirmek için güneşin batıdan doğmasıdır- Allah, daha önce inan­mamış olan kimsenin o an inanmasının kabul edilmeyeceğini ve bu imanın kendisine fayda vermeyeceğini haber veriyor. Çünkü kıyamet koptuktan son­ra edilen iman tercihle değil, zoraki kabul edilmiş bir inanmadır. Yine, Kıya­met alâmetlerinden Önce bir insan inansa, fakat münafıklığından dolayı ima­nında bir hayır elde etmese veya hayır elde etmeyi arzu etmemiş olsa, bu da o kişiye fayda vermez ve bu imana karşılık kendisine cevap verilmez. Çünkü münafıklık küfürdür. Küfür ise Allah'ın reddettiği bir özelliktir."Bekleyin, biz de beklemekteyiz..." Allah, kendisine putiarı ortak eden müşriklere, Rasûlünün şöyle demesini emrediyor: "Beklediğiniz kadar bek­leyin; biz de sizin helak olacağınız vakti bekliyoruz. Çünkü, bu vakit, hiç şüphesiz apaçık bir delildir."

159 ve 160. âyetlerde Allah, Rasûlüne, dinlerini paramparça edip bolük-pörçük olan yahudi ve hristiyanlar gibi insanları haber veriyor. Kim bu ümmet­ten bid'at ortaya atar ve o bid'ate uyarsa, birbiriyle münakaşa ve mücadele eden farklı grup ve fırkalar olurlar. "Senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur." Sen onlardan uzak, onlar da senden uzaktır. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. O Allah onları cezalandırmayı üzerine almıştır. Allah, onları kıyamet günü bir araya getirecek ve işledikleri şer ve şirki onlara haber verecektir. "Kim bir i-yilik getirirse, ona getirdiği iyiliğin on katı sevap vardır. Kim de bir kötülük getirirse, ancak dengiyle cezalandırılacaktır. Siz bizim tarafımızdan bir zulme uğratılmazsınız! Dolayısıyla biz onlardan iyilik yapanın hiç bir iyiliğini eksilt­mez, kötülüğüne de fazladan kötülük katmayız. Bu, Allah'ın onlar hakkındaki hükmüdür.  [239]                                                                                                              

 

Sonuç

 

1- Allah kıyamet günü mahşer meydanında hüküm verecektir.

2- Kıyametin alâmetleri vardır. Bunlardan biri, güneşin batıdan doğması-dır. Bu doğuştan sonra tevbe kapısı kapatılacaktır.

3- Dinde gruplara ayrılmak haramdır. Yahudi ve hristiyanlar dinlerini parça parça ayırmışlardır. Bu ümmetin başına da grupçuluk gelip çatmıştır. Bu grupların, bir hadiste 73 tane olacağı haber verilmiştir.

4- Rasülüllah, onların dinlerini paramparça etmelerinden uzaktır ve ara­larında hüküm verme işini Allah'a bırakmıştır.

5-  İyiliklerin kat kat artması fakat kötülüklerin artmaması Allah'ın adaletindendir. [240]

 

Sözlük

 

Doğru öteden beri dost doğru gelen bozulmamış sapasağlam

İbrahim'in dini. Bu din İslâm dinidir.

Hakka yönelen.Kurbanım. Allah'a ibadet olarak kestiğim kurbanım.Hayatım.Rab isterim. Kendisine ibadet edeceğim Rab mı arayayım Hiç bir taşıyıcı taşımaz. Kimse kimsenin günahını çekmez. Başka yük, günah.

Yeryüzünün halifeleri. Bir nesil ölerek diğer bir nesil yaşaya­rak hayatın sonuna kadar birbirinizi takip edersiniz.

Size verdiğimiz şeylerde sizi imtihan etmek için. Size verdiği sıhhat, hastalık, zenginlik-fakİrlik ve bilgi ve cehalet gibi ko-nularda sizi de­nemek için. [241]

 

Açıklama    

 

Bu âyetlerle, sayısı yüzaltmiş küsuru bulan bütün âyetleri müşriklerle mücadeleyle ve belki inanırlar, müslüman olurlar diye hidayet yolunun onlara açıklanmasıyla ilgili olan bu sûre son bulmaktadır.

Bu âyetlerde Allah, Rasûiü'ne, müşriklerden ayrı olduğunu ilan etmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: "De ki: Namazım [242] ibadet için kestiğim kur­banım, "yaşamım", yani ben yaşarken Allah'ın bana verdiği herşey, "ölü­müm," yani ölürken üzerinde bulunduğum ibadet ve iyi işler sadece "âlemlerin Rabbi olan Allah içindir."

"O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum." Yani Rabbim bana bunu emretti "Ben müslüman olanların ilkiyim."

Yine, Allah» müşriklerin, Peygambere kendi ilâhlarına kendileriyle bera­ber ibadet etmek, müşriklerin de Peygamberle beraber Allah'a ibadet etmek, biçiminde teklifte bulunmalarını hoş görmüyor ve buyuruyor ki: "De ki: Al­lah'tan başka Rab mi arayayım?" Halbuki Allah, bu hayatta mevcut olan herşeyin Rabbi, nzık vereni, koruyanı ve yaratanıdır... Allah, Rasûlüne herkesin kazandığı iyilik ve kötülüğün kendisine ait olduğunu ve hiç bir kimsenin başka bir kimsenin işlediği günahı taşımayacağını ve hepsinin dönüşünün Allah'a olduğunu haber veriyor. "Sonra sizin dönüşünüz Rabbinizedir. O, size ihtilâfa düştüğünüz konulan haber verecektir." Yani aranızda hüküm verecek, kurtulan kurtulacak, yok olan da yok olacaktır.

Yine Allah, Rasûlüne şöyle demesini haber veriyor: "Sizi yeryüzünde bir biri ardınca yaratan odur." Siz birbirinizi takip edersiniz; biriniz ölür, diğeriniz geride kalır, o ölür diğeri geride kalır. "Derece bakımından sizin bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün yaptı." Şu fakirdir, bu zengindir, bu sağlıklıdır, o has­tadır... Sonra Allah bizim hakkımızdaki bu takdirinin sebebim şöyle açıklıyor: "Size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için." Ta ki şükredeni, nankörlük edeni görsün. İmtihanın sonunda ortaya çıkacak olan sonuç ya başarılı olmak ya da kaybetmektir. Bu sebeple Allah: "Rabbin cezası çabuk olandır. O, ba­ğışlayan, esirgeyendir." buyuruyor. Çünkü o nankörü cezalandıracak, şükre­deni ise affedip esirgeyecektir. [243]

 

Sonuç

 

1- İbrahim'in dini İslâm'dır.

2- Namaz için kalkarken, "namazım, kurbanım, Ölümüm, yaşamam alem­lerin Rabbi olan Allah içindir" demek caizdir.

3-  Allah'tan başka Rab aramak caiz değildir. Çünkü her şeyin Rabbi

O'dur.

4- Allah'ın adaleti dünyada olduğu gibi kıyamet de günü tecelli edecektir.

5-  Allah'ın suçlulara ceza verme adaleti de kıyamet günü gerçek ola­caktır.

6- İnsanlar zenginlik, fakirlik, sağlık, hastalık, v.b. yönlerden birbirlerin­den farklıdır. Her şeyde Allah'ın idaresinin belirtisi vardır. Gaflette olanlar de­ğil de hatırlayanlar bunlardan istifade ederler. [244]

 

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/467.

[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/467-468.

[3] Taberani'nin Abdullah b. Ömer'e -Allah her ikisinden de razı olsun- dayanarak

bildirdiğine göre Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyu­ruyor: "En'am sûresi bana bir bülün halinde bir defada indirildi. Bu sûreyi yet­miş bin melek yola çıkardı, onlar bu uğurlama sırasında yüksek sesie ve hep bir ağızdan hamd ve teşbih ediyorlardı." Sûreye "En'am" adının verilmesinin sebe­bi, içinde "En'am" kelimesinin altı kez geçmiş olmasıdır. Bir gece Mekke'de indi.

[4] "O ki. gökleri ve yeri yoklan varelti: karanlığı ve aydınlığı yarattı." Bu iki ifade

Yüce Allah'a hamdetmenin gerekçelerini gösterir. Çünkü kâinat cevherlerden ve arazlardan oluşur. Cevherler gökler, yer. göklerdeki, yerdeki ve bu ikisi arasındaki bülün varlıklardır. Arazlar ise karanlıklarla aydınlıktır. Öyleyse bütün bunlardan oluşmuş kâinatı yaratan Allah kuiluk edilmeye lâyıktır, başkası böyle bir saygıya lâyık değildir. Böylece hem pullar, melekler ve pey­gamberler gibi cisimlere, hem de zerdüştilerin taptıkları karanlıklar ile-aydın­lığa kulluk edilmesi yolundaki düşünceler kökten çürütülmüş, gerekçesiz bı­rakılmış oluyor.

[5] Tefsir bilgini Kurtubi: "Bütün cevherlerin bir cinsten olduğuna dair bu ayette  delil var mı?" diye soruyor. Sorunun cevabı "evet"ür. Çünkü toprağın canlı,  güçlü, bilgili bir insana dönüşmesi caiz olduğuna göre, cevherlerin diğer bütün hallerine dönüşmesi de caizdir. Sebebine gelince bu ayet cansızın canlıya dö­nüşmesinin mümkün ve geçerli olduğuna delil teşkil etmektedir.

[6] Yüce Allah'ın insanın topraktan yaratıldığını belirtmesinde ölümden sonraki dirilişi inkâr edenlerin görüşlerini reddetmeye yönelik bir işaret vardır. Onlar ikinci bir hayatın mümkün olamayacağı yolundaki iddialarını öldükten sonra toprağa dönüşmelerine dayandırırlar. Fakat ioprağa dönüştürülmesinin yeni­den yaratılmalarının delili olduğunu gözardı ederler. Çünkü toprağa dönüştü­rülmekle asli yaratılışlarına döndürülüyor, böylece ilk hayatlarından daha mükemmel bir hayata döndürülmeye elverişli hale getirüiyorlar.

[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/468-469.

[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/470-471.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/471.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/471-472.

[11] Bunun Kur'an'daki delili şu ayettir: "Başınıza gelen her musibet kendi elleri­nizle işlediğiniz günahlar yüzündendir; Bununla birlikte Allah çoğu günahla­rınızı affeder. (Şura, 30)"

[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/472-473.

[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/473-474.

[14] Abdullah b. Abbas -Allah her ikisinden de razı olsun- bu ifadeyi şöyle açıklıyor: Burada sözkonusu olan gökle yer arasında asılı duran ve müşriklerin gözleri ile görebilecekleri bir kitaptır. Yoksa sözkonusu olan vahiy olsaydı, o zaten olmakta olan bir olaydı. İşle müşrikler o gözleri ile görecekleri somut kitaba bile inanmaya yanaşmayacaklardı.

[15] Bu müşriklerin bir önerisi idi. Onları bu öneriyi yapmaya kibirlilikleri ve inatçılıkları şevketinizi.

[16] Çünkü Yüce Allah'ın yasasına göre anlaşma, konuşma ve ilişki kurma aynı türden iki canlı arasında olabilir. İnsan ile insan, hayvan ile hayvan gibi. Buna göre melek ile insan ya da insan ile hayvan arasında anlaşma, konuşma ve ilişki olmaz.

[17] Bu ayette Peygamberimiz teselli edilmektedir. Böylece hemşehrilerinin alay­larına, hakaretlerine, inatçılıklarına ve büyüklük taslamalarına karşı sabırlı olmasına çalışılmaktadır.

[18] Tefsir bilgini Kurtııbi'yc göre bu tür geziler eski milletlerin eserlerinden, yurt­ları yıkıma uğramış halkların kalıntılarından ibret alındığı takdirde mendüp-tur, yani güzeldir. Benim görüşüme göre bu tür gezilere çıkanlar eski millet­lerden kahin yıkıntıları gaflet içinde, yemekli-içkili eğlencelerin başıboşlu­ğuna kapılarak değiK yaşlı gözlerle ya da hiç olmazsa ağlamaklı yüzlerle ziya­ret etmelidirler.

[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/474-475.

[20] Bu meşruluğun dayanağı Yüce Allah'ın "Dünyayı geziniz..." diye başlayan yu-kardaki ayetidir. Sünnet kaynaklı delili de Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- şu sahih hadisidir: "Ben daha önce mezarlıkları ziyaret etmeni­zi yasaklamıştım. Ama bundan böyle oraları ziyaret ediniz. Çünkü mezarlık­lar size ahireti hatırlatır."

[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/475-477.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/477-478.

[23] Bu ifade müşriklerle yapıldığı farzediien bir başka tartışmadır. "Onlara de ki: Göklerdeki   ve  yerdeki   tüm   varlıklar  kimindir?  Eğer  onlar bu   soruya "Kimindir?" diye soru ile karşılık verirlerse, kendilerine hemen "Allah'ındır" diye cevap ver. Fakat onlar "Allah'ındır" sözünden başka bir karşılık vermez­ler, Çünkü Allah'tan başka bir yaratıcının, bir rızık vericinin, bir mülk sahibi­nin olmadığını biliyorlar.

[24] Yüce Allah bundan dolayı onları kâfirliklerinin ve inatçılıklarının gerektir­diği cezaya hemen çarptırmaz. Buhari ile Müslim'in Ebu Hureyre'ye -Allah ondan razı olsun- dayanarak bildirdiklerine göre Peygamberimiz şöyle buyu­ruyor: "Yüce Allah kâinatı yarattığında Arş'ının üstünde, yanında bulunan bir kitapta 'Benim rahmetim Öfkemi yener diye yazmıştır.

[25] Yani O herkesin rızkını verir, fakat O'na rızık veren biri yoktur ihtiyacı da yok­tur. Nitekim başka bir ayette: "Ben onlardan nzık istemiyorum, bana yiyecek vermelerini beklemiyorum" (Zariyat, 57") buyuruluyor. O kullarını rızık vererek doyurur, fakal O'nu doyuran biri yoktur. Çünkü O'nun yaratıkları gibi beslenmeye muhtaç olduğu düşünülemez.

[26] "Eğer Rabbiine karşı gelirsem" cümlesinde Allah'a karşı gelmenin ne kadar çirkin bir nankörlük olduğuna işaret vardır.

[27] Yani Kıyamet günü azap kimden uzak tutulursa Allah ona merhamet ederek kendisini ateşten kurtardıktan sonra üstelik cennetine koymuştur.

[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/478-480.

[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/480-481.

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/481-482.

[31] Durr, yani musibet, insana elem veren, insanın mutluluğuna ters düşen her tür kötülüktür. Bunun karşıtı fayda'dır ki, o da insanın mutluluğu ile uyuşan her iyilik demektir. Buna göre buradaki "durr" kelimesi hastalık anlamına gelen "maraz" kelimesinden daha geniş kapsamlıdır. Çünkü durr kelimesi hastalık ile birlikte insana zarar veren diğer bütün halleri de içerir.

[32] Bunun delili Tirmizi'de yeralan Abdullah b. Abbas'm -Allah her ikisinden de razı olsun- rivayet ettiği şu sahih hadistir: Peygamberimiz Abdullah b. Abbas'a şöyle buyuruyor: "Evlâdım, bir şey isteyeceğin zaman Allah'tan iste; yardım dileyeceğin zaman Allah'tan dile. Bilesin ki, bütün ümmet sana bir ya­rar sağlamak üzere biraraya gelse, sadece Allah'ın üzerine yazdığı yararı sana sağlayabilir. Yine bütün Ümmet sana bir kötülük yapmak amacı ile biraraya gelse, sadece Allah'ın hesabına yazdığı bir kötülüğü sana yapabilir. Artık ka­lemler havaya kaldırılmış ve sayfalar kurumuştur."

[33] Peygamberimiz Buhari'de yer alan bir hadisinde şöyle buyuruyor; "Benden işittiklerinizi, tek bir ayet bile olsa, başkalarına duyurun. İsrailoğullan hak­kında konuşun. Bu sakıncalı değildir. Kim bilerek benim adıma yalan söz uydu-rursa cehennemdeki yerini ayırsın!" Tefsir bilgini Mukalil: " İnsan olsun, cin olsun, Kur'an kime ulaşırsa o onun için uyarıcıdır," diyor. Yine Tefsir bilgini Kurtubi de: "Kur'an kime ulaşmış ise o Peygamberimizi görmüş ve O'nu dinle­miş gibidir," diyor.

[34] Bu soru kınama ve azarlama ile karışık reddetme anlamı taşır. Reddedilen şey müşriklerin cahillikle ve inatçılıkla putların ve taşların ilâh olduğu biçimin­deki dayanaksız şahitlikleridir.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/482-483.

[36] Yunus sûresinde yeralan bu konudaki ayetler son derece çarpıcıdır. Yüce Allah, peygamberi Yunus'a şöyle sesleniyor: "Allah dışında sana ne yarar ne zarar do-kunduramayan putlara, düzmece ilahlara sakın tapma! Eğer böyle bir şey ya­parsan o takdirde kesinlikle zalimlerden olursun. Eğer Allah başına bir sıkıntı verirse onu O'ndan başka hiç kimse gideremez. Eğer sana bir yarar dokundur­mak islerse O'nun lütfunu hiç bir şey engelleyemez. O yararı dilediğine dokun­durur. Allah affedicidir, merhametlidir." (106-107)

[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/484-485.

[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/485.

[39] Bu soru azarlama içerikli olumsuz bir sorudur. Yani hiç kimse Allah hakkında yalan uydurandan ya da O'nun ayetlerini inkâr edenden daha zalim olamaz. "Allah'ın ayetleri" deyimi Kur'an'in ayetleri ile Peygamberimizin gösterdiği mucizeleri içerir.

[40] Yani: Ey Muhammed. sorgulama ve hesaba çekme işleminin gerçekleşeceği günü ve o gün o müşriklerin halinin nice olacağını kavmine hatırlat.

[41] Müşrikler, ahirette Yüce Allah'ın tevhid inancının bağlılarını affettiğini, on­ların günahlarını görmezden geldiğini görünce, müşriklikle ilgilerini keserl­er, ondan uzak olduklarım söylerler.

[42] Uydurdukları  yalanın  açıklaması  şöyledir:  Onlar taptıkları  putlar  için: "Bunlar bize Allah katında aracı olurlar, bizim O'na daha yakın olmamızı sağlarlar..." diyorlardı. Fakat bu durumda yalanları ve iftiraları uçup gitti ve acı gerçeğin çıplak yüzü ile karşı karşıya kaldılar.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/486-487.

[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/487-488.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/489.

[46] Abdullah b. Abbas'uı bildirdiğine göre Mekke müşriklerinin liderlerinden Nadir b. Haris'c. "Muhammcd ne diyor?" diye sordular. Nadir şöyle dedi: "Dudaklarını oynattığını görüyorum. Söyledikleri eski masallardan başka bir şey değildir. Tıpkı benim size anlattığım eski çağlara ait hikayeler gibi." Nadir anlattığı hikayeler ile meşhurdu. Bu hikayeleri ticaret amacı ile eski İran'a yaptığı gezilerde öğrenmişti.

[47] Yani onlar sırat köprüsü üzerindedirler ve cehennem altlanndadir. Ya da ce­hennemin yakınında durdurulmuşlar da orayı gözleri ile görebiliyorlar. "Gör­sen!" şartının cevabı gizlidir. Bu gizli cevap, "o zaman korkunç bir manzara ile karşılaşırdın" biçiminde ifade edilebilir.

[48] "Daha önce gizli tuttukları şeyler açıkça karşılarına çıktı" ayeti şöyle açıkla­nabilir: Dünyadayken sakladıkları kâfirlik, yalanlama ve inatçılık gibi suçlar açık bir biçimde karşılarına çıktı... Bu ayet şöyle de yorumlanabilir: Bu kâfir­ler dünyadayken kendilerine anlatılan dini hükümlerin ve tevhid ilkesinin doğru olduğunu biliyorlardı. Fakat kafir yoldaşları ve müşrik bağlıları duru­mun farkına varmasınlar diye bu bilgilerini gizli tutuyorlardı.

[49] Onların bedbahtlıklarının sebebi budur. Yani yeniden dirilişi ile ahiret günü hesaplaşmasını inkâr etmeleri ve dünya hayatından başka bir hayat olmadığı yolunda kendilerini kandırmalarıdır.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/489-491.

[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/491-492.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/492.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/493.

[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/493-495.

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/495.

[55] Rivayel edildiğine göre Ebu Cehil ve onunla beraber Kureyş'ten bir grup insan Nebi (s.a.v.)'nin yanına geldiler ve ona: "Seni yalanlamıyoruz, muhakkak sen bize göre doğrusun, anCak biz senin getirdiğini yalanlıyoruz!" dediler. Ayet, bu rivayetin doğru olduğuna şahittir. "Seni yalanlıyorlar" sözünün manası, seni yalana nisbet ediyorlar ve sözünü reddediyor!ardır.

[56] İbn İshak ve başkalarının rivayciinc göre: Ahncs b. Şerik, Ebu Cehil'e gelerek ona dedi ki: "Ey Ebu Hakem, (Ebu cehil'in künyesi Ebu hakem'dir) Mu-hammed'den işittiğim sözler hakkında görüşün nedir?" Çünkü müşrikler Pey­gamberimizin evine geliyor, o namaz kılarken Kur'an dinliyorlar, gün ağarmca dağılıyor!ardı. Ebu Cehil ona şöyle dedi: "Ne işitlin?" "Biz ve Abd-i Menaf oğulları şerefte mücadele ettik. Onlar yedirdi biz de yedirdik. Onlar verdi biz de verdik: Her konuda onlarla at başı yarıştık; Şimdi onlar  kendisine gökten vahy inen peygamber bizdcn,diyorlar. Biz bunu asla kabul edemeyiz, dedi.

[57] Senin gibi birine bu gibi şeyler uygun değildir. Bütün bunlar Rasûlüllah'ı te­selli etmek ve onu sabretmeye yöneltmek içindir. Kıyamet gününe kadar Allah yoluna her çağıran, eziyetle ve yalanlamayla yüz yüze gelecektir.

[58] Mânânın, bilginin ve ağır başlılığın zıddı-olan cchl olması da caizdir.   Birinci mânâyı Allah dileseydi onları hidayet üzere toplardı, ikinci mânaya "sana on­ların yüz çevirmeleri ağır geliyorsa" âyeti uygun düşmektedir.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/495-496.

[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/497-498.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/498.

[61] Ayet indirmemcsinin hikmeti, indirseydi onlar inanmayacak ve onları helak ed-

ecekti. Fakal Allah onların neslinden kendisine ibadet eden ve bir olduğunu ka­bul eden kimseler çıkarmak için onları bırakmayı, helakeimcmeyi istiyordu.

[62] İnsanla hayvan ve kuş arasındaki bu benzerlik, insanın hayvana zulmetmemesi-

ni, eziyet etmemesini ve emrcdildiği şeyi aşmamasını gerektirmektedir. Arada­ki benzerlik her ikisinin de Allah'ı teşbih etmesi ve vahdaniyetine delâlet et­mesidir.

[63] Kurtııbi demiştirki:  "Hayvanların hasredileceğim kabul etmek sahih olan görüştür. Her ne kadar hayvanlarda, hüküm sebebiyle kalem cereyan etmiyorsa da kendi aralarında olan şeylerle hesaba çekileceklerdir. Ebu Zer'den rivayete göre: Rasûlüllah'ın yanında iki koç toslaşmış, Rasûlüllah: "Ey Ebu Zer bun­ların toslaşmaları konusunda bir şey biliyor musun?" demesi üzerine, Ebu Zer: "Hayır," demiş. Rasûlüllah Allah biliyor ve aralarında hükmedecek!" demiş­tircek,

[64] "Haşrolunacaklar" ayeti hakkında bunun ölüm olduğu söylenmiştir. îbn Abbas'tan gelen rivayet budur. Mücahid ve Dahhak da aynı şeyi söylemişlerdir. Haşr'ın kıyamette iekrar dirilmek olduğu da söylenmiştir. Doğru olan da bu­dur.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/498-500.

[66] İbn Kesir, Hafız Ebu Yala. Cabir b. Abdillah'tan gelen kendi senediyle şöyle rivayet etmektedir: "Çekirgeler Ömer (r.a)'m halifeliği zamanında bir sene görülmedi. Çekirgeleri sordu, ona hiç birşey haber verilemedi. Bu sebeple hüzünlendi ve Şam'a varıncaya kadar çeşitli bölgelere atlı gönderdi. O şöyle soruyordu: "Çekirgelerden her hangi bir durum görüldü mü görülmedi mi?" Yemen tarafından gelen kişi bir avuç dolusu çekirge getirdi ve Ömer'in önüne attı. Ömer bunu görünce tekbir getirdi ve şunu söyledi: Rasûlüllah'ı şöyle derken işittim: "Allah bin ümmet yarattı. 600'ü denizde 400 rü karadadır. Bun­lardan ilk yol alacak çekirgelerdir."

[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/500.

 

[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/10.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/11.

[71] "Ansızın ve alenen" kelimeleri, gece ve gündüz olarak da tefsir edilmiştir. İkisi de uygundur.

[72] Ayetteki soru, onlar aleyhine zulmü kaydederek ve helak sebeplerinin kendi zulümleri olduğunu bildirerek, helakin sadece zulüm sahipleri hakkında geçerli olduğunu ifade etmek içindir.

[73] "Müjdeleyici ve uyarıcılar" kelimesi gramer olarak, "Peygamberler" kelime­sinden hâldir. Bu iki kelimede peygamber göndermenin sebebi mevcuttur. Müjdeleme kelimesinin mânası gizli bir işi haber verme; uyarma kelimesinin mânası ise ister dünyevî ister uhrevî olsun zararlı bir haberi iletmedir. Burada her iki kelimeden maksat Âhiretin nimet ve azabıdır.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/11-12.

[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/12-13.

[76] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/14.

[77] Âyet müşriklerin çeşitli şeyler istemelerine karşılık olan cevaptır. Allah, Rasûlüne: "Ben Allah'ın rızık hazinelerine sahip değilim ki sizin istediklerini­zi verebileyim. Gaybı da bilmem ki beklediğiniz azabı haber verebileyim. Ben sadece bana vahyedileni haber veririm..." demesini buyuruyor.

[78] Bu ifade Rasûlüllah'ın ietihad etmesini ortadan kaldırmamaktadır. Çoğunlukla Rasûlüllah iclihad eder, hakkında nas bulunan konuya kıyas ederdi. Fakat hak olmayan ve Allah'ın razı olmayacağı şeyde karar kılmazdı.

[79] Bu soru şeklindeki hitapta mü'minle kâfir arasında tam bir farklılık olduğuna işaret vardır. Müslüman görendir, kâfir ise kör olandır. Dolayısıyla onlar düşünemez ve küfür karanlığından çıkamazlar.

[80] Âyette putların, ibadet edenlerine şefaat edemeyeceğine delil vardır. Aynı şekilde "Biz Allah'ın oğullarıyız, bize babamız şefaat edecek diyen ehl-i ki­tabın iddiasını iptal söz konusudur. Kıyamette şefaat. Allah'ın   şefaat edenizin, şefaat edilene razı olmasıyla olacaktır.

[81] Müslim'in Sa'd b. Ebi Vakkas'lan rivayetine göre o şöyle demiştir. "Biz bir gün

altı kişi Rasulullah'la beraberdik. Müşrikler Rasûlüllah'a dedi ki: "Şunları ya­nından uzaklaştır." Onlar kovmak için bize karşı cesaret edemedikleri için pey­gamberin bizi kovmasını istiyorlardı. Bu altı kişi şunlar idi: Ben, îbn Mesud, Huzeyl'den bir adam, ve ismi olmayan iki kişi ve Bille beraberdik. İşte bu olay üzerine Allah Teâlâ şu ayetini peygamberine indirdi: "Sabah-akşam Rablerinin rızasını isteyerek dua edenleri Kureyş büyüklerinin arzusuna uyarak kovma...

[82] Âyette, insana makam ve elbise sebebiyle saygı göstermenin, adı sanı olmaması ve elbisesinin eski olması sebebiyle hakir görmenin caiz olmadığını işaret ediyor.

[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/14-16.

[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/16.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/18.

[86] Evdeyl b. Abbas'tan rivayete göre: Müslümanlardan bir grup Rasûlüllah'a geldi ve biz günah işledik bizim için af dile, dediler. Rasûlüllah onlardan yüz çevirdi ve bu âyet indi.

[87] Yani, Allah size din ve canınız konusunda da emniyet lütfetsin. Rasûlüllah on-

ları görünce önce selâm veriyordu ve şöyle diyordu: Ümmetimden, kendilerine önce selâm vermemi isteyen kimseler çıkaran Allah'a hamdolsun."

[88] Buradaki "yazma" farz kılma manasınadır.

[89] Burada dua lafzî söylenmiş ve ibadet kastedilmiştir. Çünkü duada, Allah'a kulluğun ortaya konması söz konusu olduğundan, dua ibadet ve ibadetin Özüdür.

[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/18-20.

[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:3/20.

[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/22.

[93] Buhari'nin İbn Ömer'den rivayetine göre Nebi (s.a.v.) şöyle demiştir: "Gaybın anahtarları beştir; bunları Allah'tan başkası bilemez. Rahimlerin neyi gizle­diğini yalnız Allah bilir, yarın ne olacağını yalnız Allah bilir, yağmurun ne zaman nereye ne kadar yağacağını Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Hiç bir kimse nerede öleceğini bilemez, ancak Allah bilir. Kıyametin ne zaman kopa­cağını yalnız Allah bilir."

[94] Müslim'in Hz. Aişe'den rivayetinde, Hz. Aişe şöyle diyor: "Rasûlüllah'm yarın ne olacağını haber verdiğini iddia eden, Allah'a en büyük iftirayı atmış­tır."

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/22-23.

[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/23-24.

[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/25.

[98] Bu cümle onlar için azarlama anlamı taşımaktadır. Yani, Rabbinizin sizi kur­tarmasına rağmen siz ona şirk koşuyorsunuz. Bu ne alçaklık bu ne küstahlık!.. Ne var ki onlar önceden de Allah'a şirk koşuyorlardı.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/25-26.

[100] Müslim'in Şevban'dan rivayetine göre Rasûlüllah şöyle demiştir: "Al!ah be­nim için yeryüzünü bir araya getirdi, doğusunu batısını gördüm. Ümmetimin hakimiyeti benim için toplanan yerlere ulaşacak. Bana kırmızı ve siyah iki ha­zine verildi. Allah'tan ümmetimi umumi afetle helak etmemesini ve kendile­rinden başka düşmanı onlara musallat etmemesini istedim ki onların güçleri gitmesin. Allah dedi ki: "Ben bir hüküm verince o reddedilmez. Senin ümmetin birbirlerine düşüp, savaşıp birbirlerini esir etmeye kalkışmadıkça onlara umu­mi bela vermeyeceğim. Bütün düşmanları ümmetinin aleyhine toplansa bik-onlara zarar veremezler.

[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/26-27.

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/28-29.

[103] Hitap, Rasûlüllah ve ashabınadır, fakat ümmeti de bu hitaba dahildir. Ayette büyük günah sahipleriyle, özellikle günah işlerlerken onların yanında oturmanın caiz olmadığına delil vardır. Bu görüş selefin, bu mesele hakkındaki görüşüdür.

[104] Müşriklerin oyun ve eğlence yerine koydukları din hakkında ihtilaf edilmiştir.

Açık olan, Peygamberin getirdiği İslam'dır. Çünkü Allah'ın bundan başka dini yoktur ve Allah bu dinle Rasûlünü onlara göndermiştir. Dolayısıyla bu din, onların da dinidir. Maalesef onu reddetmişler, alay ederek oyun ve eğlence ye­rine koymuşlardır.

[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/29-30.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/30.

[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/32.

[108] Hidayetten sapıklığa döneriz.

[109] Kurtubi, "(hak ile) kelimesinin manası (hak söz demektir)'diyor." Yani o (kün)

kavlini kastediyor. Yine o "hak ile" kelimesinin "hikmetle" anlamında olduğunu söylüyor.

[110] İnsanların hatalarından biri de 'sur' kelimesinin resim manasına gelen suretin çoğulu olduğunu söylemeleridir. "Sura üfürülecek" demek "hayat tamam ola­cak" demektir. Sur kelimesini suret'in çoğulu anlayanların bu anlayışı, sahih hadislere ters düşmektedir. Çünkü Allah "ona bir kere daha üfürülecek" demiş. Âyette geçen üfürmek'ten maksat hayatın sona erdiği üfürmedir. Bundan sonra gelecek olan ba's (dirilme) üfürmesidir. Burada, onlar hesap alanındayken Sura üfürmesi ve dördüncü olarak, hesap için kalkacakları bir üfürme daha vardır. Böylece kıyametle birlikte iki ve kıyametten sonra iki olmak üzere Sur'a dört defa üfürülmüş olur.

[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/32-33.

[112] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/33-34.

[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/35.

[114] Azer'in başka bir ismi daha vardır ki o da Tarh'dır. Bu, Yakub'un hem Yakııb hem de İsrail isminin olması gibidir. Azerin, amcası olduğunu söyleyenler karıştırıyor. Bir Allah elçisinin babasının cehennemde olduğunu söylemeye dilleri varamadığından dolayı, Azer'in Hz. İbrahimin amcası olduğunu söylü­yorlar.

[115] ibrahim'in kavmi Sabii idi. Yıldızlara tapıyorlar ve onlar için putlar yapıyor­lardı. KeManilerin dini buydu. Onlar, putlara kendilerini Allah'a yaklaştırsın ve vesile olsun diye ibadet ediyorlardı. Bu nedenle onlar müşrik idiler.

[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/35-36.

[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/37.

[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/38.

[119] İbn Kesir'in, İbn Merduye'den naklettiğine göre Rasûîüllah şöyle demiştir: "Kime bir nimet verilirse şükretsin, verilmezse sabretsin. Kim bir günah işlerse af dilesin, kim bir haksızlığa uğrarsa affetsin. Kimde haklı olduğu halde susarsa..." Ona ne var, ey Allah'ın Rasûlü, denince: "İşte onlar için tam bir güven vardır ve hidayete eren onlardır!" buyurdu.

[120] İbn Mesud'dan es-Sahih (Buhari)de rivayete göre bu ayet indiğinde, ayet ashaba

ağır geldi ve şöyle dediler: "Hangimiz, kendine haksızlık etmedi ki? Rasû­îüllah şöyle buyurdu: ""Haksızlık sizin zannettiğiniz gibi değildir. O, Lokman'm oğluna dediği: "Ey oğulcuğum, Allah'a şirk koşma, çünkü şirk büyük bir zulümdür, sözü gibidir."

[121] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/38-40.

[122] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/40.

[123] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/41.

[124] Ibn Abbas diyor ki: "Bu peygamberlerin hepsi Hz. İbrahim'in soyuna nisbet edilmiştir. Halbuki bazıları ne ana ne baba tarafından onunla irtibatlı değildir. Çünkü Lut, İbrahim'in kardeşinin oğludur. İsa'yı da, İbrahim'in zürriyetindcn saydı. Oysa o bir kızın oğludur." Buradan, Şafii ve Ebu Hanife, oğluna ve oğlu­nun oğluna vakfeden kimsenin vakfına, kızının oğlunun da dahil olduğuna ka­rar vermişlerdir. Çünkü "Veled" sözü hem kızı hem de erkek çocuğu kapsar.

[125] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/41-42.

[126] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/42-43.

[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/43-44.

[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/44-45.

[129] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/45.

[130] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/46-47.

[131] Bunun anlamı şudur: Müşrikler: "Allah hiç bir şey indirmedi..." derlerken, Allah (c.c)'ın, kullarına karşı hiç bir delil getirmediğini, onlara, kendisinde menfaatleri olan hiç bir şeyi emretmediğini ve yine kendisinde zararları olan hiç bir şeyi de yasaklamadığını söylüyorlardı. Bu söyleriyle de Allah'ı hakkıyla tanıyamamış ve onun herşeye kadir olduğuna inanmamış oluyorlardı..

[132] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/47-48.

[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/48.

[134] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/49.

[135] Said b. Ebi Şerh, Rasûlüllah için "şüphesiz biz insanı yarattık..." âyetini yazar­ken, yaratılışın tafsilatıyla açıklanması, onu hayrete düşürmüş ve "münezzeh olan Allah yaratanların en iyisidir" demiştir. Bunun üzerine, Rasûlüllah bu sözün âyet olarak inmiş olduğunu söylemiş, bu olay üzerine Said şüpheye düşerek irtidat etmiş ve müşriklere sığınmıştır. Mekke'nin fethinde tekrar İslâm'a dönmüş, Hz. Osman'ın vasıtasıyla iyi bir müslüman olmuştur. Çünkü Hz. Osman'la Said süt kardeşidir. Said, Afrika bölgesinin fatihidir. Allah'a, na­maz kılarken canını alması için dua ederdi. Bu sebeple sabah namazını kılarken vefat etmiştir.

[136] Kurtubi diyor ki: Şu hadise de, bu üslûp kabilindendir: Bir kişi fıkıhtan, sün­netten ve selefin görüşünden yüz çevirir, "aklıma şu geldi, kalbim bana şunu haber verdi ve kalbim bana Allah'tan şunu haber verdi" der, bunlarla hüküm verir, bozukluktan arındığı ve dünyayı ve her şeyini terkettiği için böyle yaptığını iddia eder, bu hükümlerin sıradan halk ve geri zekalılar için veri­leceğini söyler... İşte bu kimseler zındıktır. Bu sözü söyleyen öldürülür. Tev-besi kabul edilmez ve bu sözleri ortadayken başka delile ihtiyaç duyulmaz.

[137] Rivayete göre Hz. Aişe bu âyeti okumuş ve şöyle demiştir. "Ben Allah Rasû-

lüne; Ey Allah'ın Rasûlü, kadın ve erkeklerin üstü başı açıldı, hep beraber Allah'ın huzuruna toplanacaklar, birbirlerinin avret yerlerine bakarlarsa (ne olacak?) dedim. Bunun üzerine o da şöyle dedi: O gün herkesin kendisine yete­cek işi olacak; erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere bakmayacak; uğraşacak başka işleri olduğundan birbirlerini ihmal edeceklerdir.

[138] Sahih-i Buhari'de şöyle bir rivayet yer almaktadır: Rasûlüllah şöyle dedi: "A-demoğlu malım, malım der. Senin yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden, ta-sadduk etmekle ayırdığından başka malın varmı ki? Bunların dışındakiler gider ve sonunda o malları, başka insanlara terkeder.

[138] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/50-51.

[139] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/51.

[140] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/53-54.

[141] Ölü nulfeyi diri insandan ve canlı insanı ölü nutfeden çıkarır.

[142] "Husbanen" demek; kullarının menfaatlerinin alâkalı olduğu hesapla, demek­tir. Husban, hesab kelimesinin çoğuludur. Bu mânaya göre âyetin anlamı şudur: Allah güneş ve ayın seyrini bir hesapla yapmıştır. Bu hesap ne artar ne de eksi­lir. Husban aynı zamanda ateşe de denir. Bir âyette: "Allah onların üzerine gökten (husban) ateş gönderir," buyurulmaktadır.

[143] Abdullah b. Mesud demiştir ki: "O nefsin, rahimde bırakılma ve Öleceği dün­yada emanet olarak bırakılma süresi vardır." Bu yorum, kaf harfinin fethayla okunuşuna göredir. Tefsir(ler)de yazıldığına göre müfessirlerin çoğu müs-takarın (kalmanın) rahimde, müstevda'ın erkeğin belinde olduğunu söyle­mişlerdir. Said b. Cübcyr diyor ki: "Bana İbn Abbas: Sen evli misin? dedi. Ben de cevap olarak: Hayır, dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: Şüphesiz Allah, senin sırtından, oraya emanet bıraktığı şeyi çıkarır." Sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar kalış ve emanet bırakılma vardır" âyetinde geçen müstakar, insanın kıyamet gününe kadar emanet olarak bırakılacağı kabirdir.

[144] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/54-56.

[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/56.

[146] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/57-58.

[147] "Halakahum" (Onları Allah yarattı) cümlesindeki "Onlar"ın "denk tutan kim­selere" ait işaret ismi olması da mümkündür. (Bununla beraber) insanların Allah'a ortak ettikleri, O'nunla beraber ona da ibadet ettikleri cin için işaret ismi olması da mümkündür.

[148] İnsanların cinleri ortak etmeleri üç şekildedir: a- Cinne itaat ederler: Allah'la beraber ona da ibadet ederler,  b- Meleklere: Hem meleklere Allah'ın kızı der­ler, hem de onlara itaat ederler. Bu "cinleri Allah'a ortak ettiler" âyetinin an­lamıdır, c- Zındıklar demişlerdir ki: Allah, suyun, nurun, yer hayvanlarının, iblisin, karanlığın, yırtıcı hayvanların, yılanların ve akreplerin yaratıcısıdır.

[149] Bu, Allah'ın çocuğu olduğu sözünün batıl olduğuna en büyük delildir. Çünkü herşeyi O yaratmıştır. Allah her şeyi yaratmışken o şeyleri yaratanın çocuğu olduğu söylenebilir mi? Eğer bu söz doğru olsaydı, bir şeyler yapan her kişi için, yaptığı şeyin babasıdır, denirdi. Şüphesiz böyle söyleyen yoktur.

[150] "Gözler O'nu gÖremez"den maksat, yani tamamen idrak edemez, demektir. Bu

sebeple, cennette dostları O'nu gözle görecekler ve mübarek vechine bakacak­lardır. Dünya hayatında, O'nun görülmesi imkânsızdır. Çünkü Musa görmey' istemiş, insan bundan aciz olduğundan bu gözlerle görememiştir.

[151] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/58-60.

[152] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/60.

[153] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/61.

[154] 'Okudun' kelimesi, mütalâa ettin (zakerte) yani sen onu ehli kitapla müzakere ettin, onlardan öğrendin, şeklinde de okunmuştur. 'Liye'kulu'daki "li" harfi ne­tice bildirmek içindir. Yani, sonunda onlar, sen başkasından öğrendin, diyecek­ler, anlamındadır.

[155] Bu âyet cihadın farz olduğunu bildiren âyetle izah edilmiştir.

[156] Ayette, kaderin olmadığını söyleyen ve fiillerin takdir edilmediğini, onları, Allah'ın izni olmadan kendilerinin yarattıklarını iddia eden kaderiye mezhebi­nin batıl olduğuna delil vardır.

[157] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/61-62.

[158] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/62-63.

[159] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/63-64.

[160] İbn Abbas demiştir ki: Ebu Taiib'e Kureyş kâfirleri demişti ki: "Mulıammed ve arkadaşlarını ilâhlarımız hakkında ileri geri konuşmaktan ve onları aşağı düşürmekten ya vazgeçirirsin, ya da biz de onun ilâhına kötü konuşur ve aşağı­lamaktan." vazgeçmeyiz. Bu olay üzerine bu âyet indi. Bu hüküm kıyamete ka­dar bakidir. Eğer mü'minlerin, kâfirler hakkında kötü konuşması, Allah ve Rasûlüne kötü konuşmalarına sebep oluyorsa, mü'minlerin, onlar ve ilâhları hakkında kötü konuşması caiz olmaz.

[161] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/64-65.

[162] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/65.

[163] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/66-67.

[164] Buradaki vahiy, vesvese yoluyla onun kalbine batıl fikirler atar, demektir. Çünkü vahiy sessiz ve hızlı haber vermeye denir. Buna delil: "Sizden hiç bir kimse yoktur ki ona cinden bir arkadaş vekil kılınmasın" sözü üzerine, senin yok mu ey Allah Rasûlü, diye sorulunca, benim de var fakat, Allah ona karşı bana yardım etti ve müslüman oldu, hadisidir.

[165] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/67-68.

[166] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/68.

[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/69-70.

[168] Kûfeli alimler "kelime" sözünü tekil olarak "kelime" şeklinde okumuşlardır. Diğerleri ise çoğul olarak "kelimat" şeklinde okumuştur. Kelimat hakkında İbn Abbas şöyle diyor: Kelimeler, Allah'ın vaadleridir.

[169] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/70-71.

[170] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/71.

[171] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/72-73.

[172] Bu âyet yeme içme ve boğazlama sırasında Allah'ın isminin anılmasının gerekli olduğu konusunda delildir.

[173] Nesai'nin İbn Abbas'dan rivayetine göre: Müşrikler müslümanlarla münakaşa etmişler ve "Allah'ın boğazladığını yani kesilmeden kendi kendine öleni yeme­yin, kendi boğazladığınızı yiyin," demişlerdi. Bu sebeple Allah "Üzerinde Allah'ın isminin anıimadığı hayvanlardan yemeyin" buyurdu. Lafzın hususiliği mânanın umumiliğine engel değildir. Lafızlarda sebebin hususi olmasına değil lafzın umumi olmasına itibar edilir. Bu sebeple .âyetten şunlar anlaşılır: Bo­ğazlama sırasında Allah'ın adını anmak gerekir. Eğer müslüman Allah'ın adını anmayı unutursa, boğazladığı yenir, kasıtlı olarak terkedcrse yenmez. Bazı fa-kihler müslümanm hafife almadıkça, kasten terki sebebiyle, boğazladığının haram olmadığını söylerler.

[174] Ayet, Allah'ın haram kıldığını helâl sayanın kâfir olduğuna delildir. Ölü etini Allah haram kılmıştır. Eğer Allah'tan başkasının helâl kıldığını duyan bunu gönülden kabul ederse yine müşrik olur. İbn Arabî diyor ki: Müslüman müşri­ke inançta itaat ederse müşrik olur. Eğer amelde itaat eder fakat akidesi sağlam olur; tevhid ve tasdik üzere devam ederse kâfir değil asidir.

[174] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/73-74.

[175] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/74-75.

[176] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/76.

[177] Ayet bütün mü'min ve kâfirleri kapsamaktadır. Ölüm, cehalete de denir.

[178] Âyette takdim ve tehir vardır. Yani başka bir hikmete dayalı olarak cümle sıra-

lamalarında gramer açısından önce gelmesi gereken söz sonra gelmiş, Ekabir, ekber kelimesinin çoğuludur. Oranın ileri gelenleri ve büyükleridir. Ekabir Özellikle zikredilmiştir. Çünkü bir beldenin üeri gelenleri, diğer insanlara göre bozgunculuğa en fazla gücü olanlardır.

[179] Bu bir takım insanların söylediği sözdür. Velid b. Mugİre RasûlüIIaha demişti ki: Eğer peygamberlik gerçek olsa idi, ben ona senden daha layık olurdum. Çünkü benim yaşım senden büyük ve senden daha çok mala sahibim!.. Ebu Cehil de şöyle demişti: Bize de sana geldiği gibi vahy gelmedikçe, biz sana inanmayız ve tâbi olmayız.

[180] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/76-77.

[181] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/78.

[182] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/79-80.

[183] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/80-81.

[184] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/81-82.

[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/83.

[186] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/83-84.

[187] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/84-85.

[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/86.

[189] Zengin, başkasına muhtaç olmayan kimsedir. Mahlûkatın zenginliği hakiki değil nisbidir. Allah'ın zenginliği ise hakikidir. Bu sebeple "Rabbin zengindir" ifadesi, Rabbin hiçbir kimsenin ortak olmadığı mutlak zengindir, anlamında­dır. Bunun için âyette gerçek zenginlik sadece Allah'a ait kılınmıştır.

[190] Bu emir tehdit içindir. (Yani Türkçe karşılığı: "Yapın bakalım, sizinle nasıl olsa görüşeceğiz! demektir.")

[191] Bunlar çok kuvvetli tehdit içeren cümlelerdir. Aynı zamanda Rasûlüllah'ın, Allah'ın yardımından ve iyi sondan emin olduğuna işaret etmektedir. Akibet, işin sonu ve yapılan işin eseri, anlamındadır. Bir şeyin akibeti demek, o şeyden ortaya çıkan netice, demektir.

[192] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/86-87.

[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/87.

[194] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/89-90.

[195] Kurtubi diyor ki: Bu âyette şuna delil vardır: Alime yakışan, kabul etmese bile muhalifinin sözünü öğrenmesi, bu sebeple de onun görüşünün bozuk olduğunu tanıması ve ona nasıi cevap vereceğini bilmesidir. Çünkü Allah, Nebi ve as­habına, onların görüşlerinin bozuk olduğunu bilmeleri için muhaliflerinin görüşlerini öğretiyor.

[196] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/90-92.

[197] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/92-93.

[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/95.

[199] Marusat, kelimesiyle birbirinden farklı olan ağaç cinsleri, gayr-ı marusat'la da çöl ve vaha ağaçlan kastedildiği de rivayet edilmiştir. Çardaklı ve çardaksız şeklinde olan yorum, kelimelerin bu manaya delaletleri sebebiyle daha uygun­dur.

[200] Zekâtın farz olmasından önce hasadı yapılan veya meyvanın zekâtı şöyle veri-

liyordu: Topladığı ürünü fakire getiriyor, ister az olsun ister çok bir kısmını ona veriyordu. Zekât farz kılınıp, miktarı belirlenince, zekât bu miktarla, Allah tarafından genel ifade ile, açıklanmıştır.

[201] Ayette, israfın haram olduğuna delil vardır. İsraf her şeyde haramdır. îsraf, normal ve orta halin dışına çıkmaktır.

[202] Bu hitaba öncelikle Amr b. Luhay dahildir. Çünkü o, Hicaz bölgesine ilk putu getiren kimsedir.

[203] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/95-97.

[204] Bu demek değil ki sekiz sınıfın dışında helâl olan hayvan yoktur. Âyet sadece müşriklerin bu sekiz sınıf hayvan için Allah'a uydurdukları iftiraya cevap ver­miş olmaktadır.

[205] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/97-98.

[206] "Tırnaklı" kelimesi hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Kabule en değer olanı, tırnaklan birbirinden ayrı olmayan, şeklinde yorumlayan görüştür.

[207] "Havâyâ" kelimesinin tekili, hâviye'dir. Bu kelimeden maksad, bağırsaklardır.

[208] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/99-100.

[209] Burada anlatılmak istenen şudur: Allah'tan başkası adına boğazlanan hayvanın etinden yemek fısk olmaktadır. Çünkü Allah'tan başkası için kurban kesmek şirktir. Fısk da Allah ve Rasûlü'ne itaatten uzaklaşmaya verilen isimdir.

[210] Bu âyet Maide süresindeki âyetle neshedilmiş midir? Bu konuda ihtilaf vardır. Tercih edilen görüş mensuh olmamasıdır. Çünkü bu âyetler haber âyetleridir. Haberlerde ise nesh olmaz. Maide süresindeki (Maide, 3) âyetin zikrettiği şeyler leş hükmündedir. Put için boğazlanan hayvan Allah'tan başkası adına boğazlanan hayvan grubuna dahildir. Öyleyse âyet muhkemdir.

[211] Onların aşırılıklarından bir kaçı şunlardır: Peygamberlerini Öldürmeleri, faiz yemeleri, kadınların açık saçık kırıtarak yürümeleri, hile ve yanlış fetvalarla haramları helâl saymalarıdır.

[212] Yalanlayanlardan maksad, müşrikler de olabilir. Yahudiler olduğu da söylen­miştir. Her iki grup da yalanlayan ve inkâr edendir. Dolayısıyla her iki mana da

doğrudur.

[213] O'nun rahmetinin belirtilerinden biri, karşı gelene yumuşak davranması ve ona müddet vermesidir. Ta ki o kişiler tevbe ederler. Cezalandırmada acele davran­maması O'nun geniş rahmet sahibi olduğunun bir delilidir.

[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/100-102.

[215] Kurtubi şöyle diyor: Evcil merkebin haram kılınmasının nedeni yük taşımak ve binmek için onlara ihtiyaç duyulmasıdır. Kurtubi burada başka bir sebep daha söylüyor: ki bu, merkeplerin pis olmasıdır.

[216] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/102.

[217] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/103-104.

[218] Gaflet içinde olan müslümaniar kendilerinden daha Önce yaşamış olan müşrik-

lerin ileri sürdükleri delilleri ileri sürüyor ve: Allah namaz kılmamızı iste­seydi kılardık, eğer haram yemeyi terk etmemizi isteseydi terkederdik, derler. Bu delil mantıksız, batıl bir delildir.

[219] "Böylece onlardan öncekiler de yalanlamıştı" âyetinde müşriklerin, Allah dile-seydi şirk koşmazdık, sözleriyle sadece Rasûlüllah'ı ve getirdiği şeyi yalanla­mayı istediklerine işaret vardır. Dolayısıyla onların sözleri gerçekte doğru, fa­kat kendisiyle yanlış anlatılmaya çalışılan söz kabilindendir.

[220] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/104-105.

[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/105-106.

[222] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/107-108.

[223] Teâlev: Gelin, demektir. Âyette haram kılınan şeylerin, onlardan sakınmaları için üm-mete açıklanmasının farz olduğuna delil vardır. Bu vazife alimlere yüklen-miştir.

[224] Bu hayetten 153. âyetin sonuna kadar on adet tavsiye yer almaktadır. îbn Abbas bu hükümlerin muhkem olduğunu ve kabul edip amel etmek üzere ilahî hü­kümler ihtiva ettiğini söylemiştir.

[225] Hamileliği engellemek için azl ve günümüzde kullanılan hapların haram ol­duğunu söyleyenler bu âyeti delil getiriyorlar. Çoğunluk ise, Rasûlüllah'm azl konusundaki hadisi sebebiyle sadece zaruret olduğunda bunu caiz görüyorlar. Rasûlüliah şöyle buyuruyor: "Bu bir çeşit gizli diri diri çocuk gömmedir." Bu hadis işin haram olduğunu değil, mekruh olduğunu gösteriyor.

[226] "Haksız yere" ifadesiyle hükmün kapsamından harp halindeki kâfirin Öldürül­mesi çıkmaktadır. Bunun dışındaki her cana kıyma haramdır. Bu sebeple Rasû­lüliah anlaşma halindeki kâfir ve zımminin öldürülmesini haram kılmıştır. O: "Kim haksız yere (bizimle) anlaşmış olan kişiyi  öldürürse, o kişi sanki anlaşmayı bozmuş gibidir. Allah ona cenneti haram kılmıştır..." buyuruyor.

[227] Dinden dönenin öldürülmesi iki boyutludur. Birincisi; dinden döndüğü halde İslâm'a savaş açmayanlar. Bunlar, dinde zorlama yoktur âyetinin ortaya koydu­ğu prensibe göre hiç bir zorlama yapılamaz. İkincisi ise, dinden dönüp İslâm'a ve Müslümanlara karşı fiilen savaş açanlardır. Bunlar saldırganlıkları ve zu­lümlerinin gereği savaş ortamı olduğu için öldürülürler.

[228] Çünkü, çocuğun, malında tam tasarrufla bulunmaya hak kazanacağı rüşd ancak akılla olabilmektedir. Allah: "Eğer onlardan bir rüya belirtisi sezinlerseniz..." buyuruyor. Rüşd, sefeh (malını ölçüsüz savuran)ın zıddıdır. Sefeh: Kendi elin­de bulunan malda kişinin kötü davranmasıdır.

[229] Tartıyı eksik yapma konusunda çok şiddetli tehdit gelmiştir. Allah şöyle buyruyor: "Yazıklar olsun ölçü ve tartıda eksiklik yapana! " Rasûiüllah da şöyle buyuruyor: "Ölçü ve tartıyı eksik yapan hiç bir toplum yoktur ki rızık onlar­dan kesilmesin!..

[230] Bu on tavsiye Tevrat'ın baş tarafında da yer almaktadır. Maalesef isyanları sebe­biyle yahudiler bu tavsiyeleri tutmamışlardır.

[231] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/108-111.

[232] Dârımi, İbn Mesud'dan rivayet etmiştir: Rasûlüllah bir gün bize bir çizgi çizdi ve şöyle dedi: "İşte bu Allah'ın yoludur. Sonra bu çizginin sağ ve sol tarafından o ana çizgiye çaprazlama çizgiler çizdi. Bu diğer yollardır. Onların her birinde, onlara davet eden şeytan vardır.

[232] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/111-112.

[233] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/113.

[234] Ümmi  olan Peygamberin gelmesiyle sizin özrünüz anlamsız ve geçersiz olmuştur. Rasûlüllah ahlâkî ve yaratılış üstünlüğü ve sahip olduğu ilahi bil­giler sebebiyle bir delildir. Çünkü o okuma yazma bilmeyen bir kimsedir.

[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/113-115.

[235] Sahih hadiste: Zulümden sakının; çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıklar olarak insanın karşısına çıkacaktır.

[236] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/115-116.

[237] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/116-117.

[238] Buradaki âyetler, kıy amel in yaklaştığını gösteren işaıetlcı anlamındadır. Müs-limin rivayet ettiği hadiste bunlar on tanedir. Huzeyfc b. Useyd el-Gıfari'den şöyle rivayet edilir: Rasûlüllah, biz kıyametten bahsederken odasından çıkarak yaklaştı ve şöyle  dedi: Kıyamet şu on alâmet görülmcder kopmayacaktır: Güneşin barıdan doğması, duman, dabbetü'l arz, ye'cüc me'cucıın çıkması, Isa (a.s)'ın gökten inmesi, Dcccal'ın çıkması, üç yerde toprağın yerin dibine geçmesi ki bunların biri batıda biri doğuda biri de Arap yarımadasında olacaktır. Aden tarafından insanları sürükleyip bir araya toplayan, onlar uyurken ve gecelediği zaman onlarla geceleyen bir ateşin çıkması.

[239] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/117-118.

[240] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/118-119.

[241] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/119-120.

[242] Buradaki namaz. Kurban Bayramı namazıdır. Nafile namaz olduğu da söylen­miştir. Bütün namazlar olması daha uygundur. Nusuk, kurban kesmeye verilen isimdir. Burada maksad da budur. Fakat diğer bütün ibadetlere de nusuk ismi verilmektedir.

[243] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/120-121.

[244] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/121.