A'RÂF SÛRESİ
Bu
sûre-i celile Kur'an-ı Kerim'in 7. sûresi olup, Mekke'dev nazil olmuştur' 206
âyettir. Bazılarına göre 163. âyetten 171. âyete kadar olan kısım Medine'de
nazil olmuştur. Akaid, dini hükümler ve bazı peygamberlerin kıssalarının yer
aldığı bu sûrede mühim bir mevzu teşkil eden -A'RAF»'a dair âyetler bulunduğu
için «A'RAF» unvanını almış ve A'RAF Sûresi diye isimlendirilmiştir.
Elif, Lam, Mim,
Sâd. •"~It 1
Bazı
sûrelerin başında bulunan ^ajj bu gibi harflere «Hurüf-i
Mukatta'a- denir.
Bu harfler için, dahil olduğu sûrenin adıdır diyenler olduğu gibi, Cenab-ı Hak
ile Peygamberi arasında bir şifredir diyenler de vardır.
Ibn
Abbas (r.a.) bu konuda şöyle demişty;: «Bu harflerin mânası müteşâbihâttandır.
Hurûf-ı Mukatta'a ile neyin kastedildiğini ancak Allahü Teâlâ bilir. Bu
harflerin her biri bir mânaya delâlet ettiği gibi, Yüce Allah'ın şöyle
buyurduğuna da işaret ederler: Allahü Teâlâ buyurmuştur ki: «Ben bütün
âlemlerin halikıyım. Yerde ve göklerdeki bütün emirleri, hükümleri takdir eden,
tanzim eden ve onlara hükmeden benim. Şerikim ve ortağım yoktur. Her mahlûku
ana rahminde şekillendiren, var eden, dünyaya getiren ve ruhsat veren benim.»
Bir
kısım tefsirciler de şöyle demişlerdir: «Bu harfler kasem harfleridir. Allahü
Teâla bu harflerle and içmektedir. Elif I ile Lam J
A'RAF SÛRESİ (eûi: 8, âyet: 2-4) 371
AJlah'ın
ismine, Mim j* ile Sâd ^tf Allah'ın tasvir ismine delâlet eder. O zaman
anlam şöyle olur: Bütün mahlûkatı yaratan, tasvir
edip,
şekillendiren Allah'tır, Diğer bir görüşe göre ise, Elif ) Al-
lah'a,
Lâm J îsm-i Celâl'e, Mim ^ Muhammed'e, Sâd (J^ Muham-
med'in
sadâkatına delâlet ederler. Buna göre mâna şöyle olur: Allah birdir, şeriki ve
ortağı yoktur. Muhammed sâdıktır, sözünde hilaf yoktur.
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sana
bir kitap (Kur'an) indirildi. Onunla insanları uyarman ve mü'minlere öğüt
vermen için kalbine bir sıkıntı gelmesin,»
Allahü
Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'i peygamberine insanları uyarmak ve mü'minlere öğüt
vermek için göndermiştir. Yâ Muhammed, Kur'-an'm Allah tarafından gönderildiği
hususunda kalbinde asla şüphe olmasın. Yüce Allah bu âyet-i kerîmesiyle
Peygamberin şahsında ınü'minlere hitap etmektedir. Yoksa Peygamberin, Kur'an'm
Allah tarafından gönderildiği hususunda şüphe etmesi mümkün değildir. Aslolan
mü'minlerin şüpheye düşmemeleri için ikaz edilmeleridir.
Bir
kısım tefsirciler bu hususta şöyle demişlerdir: «Yâ Muhammed, bu Kur'an sana
Allah katından gönderilmiştir. Kâfirlerin seni yalanlamasına ve sana muhalefet
etmesine ütülme, gönlünü hoş tut. Biz, sana Kur'an'ı o kavmi uyarman, Allah'ın
azabı ile korkutman ve mü'minlere öğüt vermen için gönderdik.» Kur'an,
mü'min-ler için bir öğüt, kâfirler için de bir uyarıcıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Rabbinizden
size* indirilen Kitab'a uyun. O'ndan başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek
az öğüt tutuyorsunuz.»
«Biz
nice memleketleri helak ettik. Geceleyin veya gündüz uykularında iken azabımız
gelip çattı onlara.»
Ey
insanlar, Babbinizden size indirilen Kitab'ı tasdik edin, hu-
372 A'RAP SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 5-7)
kümlerine
tabi olun ve içindekilerle amel edin. Allah'dan başkasını dost edinip
tapınmayın. Çünkü Allah'dan başka ilâh yoktur. Fakat siz pek az öğüt
tutuyorsunuz. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbinizden size indirilen
Kitab'a uyun. O'ndan başka dostlar edinerek onlara tapmayın. Pek az öğüt
tutuyorsunuz. Biz nice memleketleri helak ettik. Geceleyin veya gündüz
uykularında iken azabımız; gelip çattı onlara.»
Ey
insanlar, sizden önce nice memleketlerin ahâlisini helak ettik. Sizin gibi,
onlara da va'z ettik. Fakat nasihat dinlemediler, isyanlarına ve inkârlarına
devam ettiler. Bundan dolayı bizim azabımız onları geceleyin veya gündüz
uykusunda iken ansızın yaka-layıverdi. Eğer siz de bu Kur'an'ı yalanlar,
öğütlerini dinlemezseniz, gece veya gündüz azabımız size de erişir, siz de
helak olursunuz.
Allahü
Teâlâ bundan sonra helak olanların durumlarını şöyle
bildiriyor:
«Kendilerine
azabımız geldiği zaman çağrışırlar «Biz hakikaten zalimler idik. demekten başka
bir itirafları kalmadı.»
Kendilerine
Allah'ın azabı geldiği zaman birbirlerine şöyle de-dtfer: «Biz hakikaten
zalimlerdendik, kendi nefsimize zulmettik. Rab-bimize isyan ederek, emirlerini
terk ettik.» Fakat onların bu şekilde gerçekleri itiraf etmeleri kendilerinden
azabı gidermez. Ey insanlar, siz de bunlardan ibret alarak, kendi nefislerinize
zulmetmeyin ve Allah'ın emirlerine itaat edin. O'na isyaja etmeyin, isyan
edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ bundan sonra kıyamet gününden haber vererek şöyle buyuruyor:
«Andolsun
ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağuz. Peygamberlere de
soracağız.»
-Andolsun
ki, onların yaptıklarını kendilerine bir bir sayacağız, zira onlardan uzak
değildik.>
Allahü
Tealâ, bütün milletlere peygamber göndermiştir. Peygamber göndermediği hiç bir
toplum yoktur. Peygamber gönderdiği milletlere kıyamet günü şöyle soracaktır:
«Ey insanlar, bizim peygam-
A'RAF
SÛRESİ (diz: 8, âyet: 8-9) 373
herlerimiz
size gelip, jemir ve yasaklarımızı bildirmediler mi, cennet ve cehennemin hak
olduğunu, kıyametin vuku bulacağını söylemediler mi? Onlar sizi hak yola davet
etmediler mi? Siz onların bu davetine nasıl icabet ettiniz? Sonra
peygamberlere: -Ey Resullerim, siz bu milletlere bizim emir ve yasaklarımızı
tebliğ edip, kendilerini bizim yolumuza davet etmediniz mi? Hakkı, bâtılı,
küfrü ve imanı bil-dirmediniz mi, onlar sizin davetinize nasıl cevap verdiler?»
diye sorar. Allahü Teâla bu sorgulamadan sonra onların dünyada yapmıç oldukları
amelleri bir bir kendilerine haber verir. Çünkü hiçbir hareket Allah'ın
ilminden gizli değildir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Andolsun ki,
kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız. Peygamberlere de soracağız:
Andolsun ki, onların yaptıklarını kendilerine bir bir sayacağız. Zira onlardan
uzak değildik.»
Yüce
Allah'ın,kıyamet günü peygamber gönderdiği milletlere ve peygamberlere yukarda
geçtiği şekilde sorular sorması, hâşâ cevaplarını bilmemesinden değil,
kendilerinin itirafta bulunup üzerlerindeki delilin sağlam çıkmasından
kaynaklanmaktadır. İnanmayanlar kendi aleyhlerine itirafta bulunduktan sonra,
artık özür beyan edemeyecekler ve yaptıklarına karşılık lâyık oldukları cezayı
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ bundan sonra mizandan haber vererek şöyle buyuruyor
«Gerçek
tartı kıyamet günündedir. Tartıları ağır gelenler, işte onlardır kurtulanlar.»
«Tartıları
hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötürü kendilerine çok
yazık etmiş kimselerdir.»
Kıyamet
günü herkesin ameli tartılacaktır. îyi amelleri ağır gelenler felah bulup,
kurtuluşa ve saadete ulaşacaklar, kötü amelleri ağır gelenler ise, Allah'ın
âyetlerini inkâr ettiklerinden dolayı kendilerine çok yazık etmiş olacaklardır.
Onlar ebedî azaba uğrayacaklardır.
İslâm"
bilginleri, amellerin tartılması hususunda aynı görüşe sahip değillerdir.
Onlardan bir kısmı -Allahü Teâlâ amelleri bir suret gibi tasvir eder ve
terazide tartar» demişlerdir, Bir kısmı da «Hafa-za melekleri tarafından
amellerin yazıldığı sayfalar tartılır» demiş-
374 A'RAF SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 10)
lerdir.
Diğer bir kısmı ise «Allahü Teâlâ amellerin -terazide» tartılacağını zikretti,
biz bunun hakikat olduğuna iman ederiz, fakat mahiyetini bilemeyiz. Gerçek
mahiyetini ancak Allah bilir» demişlerdir.
Huzeyfe
(r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)'in şöyle söylediğini nakleder: «Kıyamet günü
Cebrail tartı memuru tayin edilir. Allahü Te-âla ona «Ya. Cebrail, bunların
günahlarını ve sevaplarını tart. Başkalarında hakkı olanların hakkım al,
sahiplerine ver* buyurur. Şayet bir kimsenin başkasında hakkı varsa, onun
hasenatından alınır hak sahibine verilir. Zâlimin iyi amellerinden mazlumun
hakkı alınır ve kendisine verilir. Eğer zâlimin iyi ameli yoksa, bu defa
mazlumun hakkı kadar günahı alınır, zalime yüklenir. Zâlimin günahı da dağ gibi
yükselir.»
îbn
Abbas (r.a.) da şöyle demiştir: «Kıyamet günü ameller iki kefesi olan bir
terazide tartılır. Kefenin biri nurdan, biri de siyah bir kapdandır. Nurdan
olan kefeye mü'minlerin iyi amelleri güzel bir surette konulur. Kötü amelleri
ise siyah kapdan yapılmış olan kefeye çirkin bir şekilde konulur. İkisi de
tartılır. Mü'minin iyi ameli kötü amelinden zerre miktarı fazla gelirse
kurtulur, selâmete erer ve arzu ettiklerine kavuşur. Şayet kötü ameli iyi ameli
üzerine zerre kadar galip gelirse, o mü'minin işi Allah'ın hükmüne bağlıdır.
Allah dtilerse affeder, dilerse günahı kadar azap eder.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sizi
yeryüzünde yerleştirdik ve size orada birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne
kadar da az şükrediyorsunuz.»
Allahü
Teâlâ kıyametin ahvalinden haber verip, amellerin tartılacağını bildirdikten
sonra, kullarına vermiş olduğu nimetleri zikretmiştir. Belki bunlardan ibret
alarak Allah'a isyan etmekten vazgeçerler. Ey insanlar, Allah size yeryüzünde
çeşitli nimetler ihsan etmiş ve onlarla sizi nzıklandırmıştır. Siz, bu
nimetlere ne az şükredersiniz. Hem Allah'ın nimetlerini yer, hem O'na isyan
edersiniz. Yüce Allah şükredesiniz diye bütün nimetlerini sizin istifadeniz
için halk etmiştir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Sizi yeryüzünde
yferleştirdik ve size orada birçok geçim vasıtaları yarattık. Ne az
şükredersiniz.» Allahü Teâlâ'nm yeryüzünde insanlara çeşitli nimetler
vermesinin hikmeti de budur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•And
olsun ki, sizi yarattık, sonra sekil verdik, sonra meleklere^ "Adem'e
secde edin" dedik, hemen secde ettiler. Fakat tblis dayattı, secde
edenlerden olmadı.»
Ey
insanlar, biz sizin atanız Âdem'i balçıktan yarattık, sonra şekil verdik. Daha
sonra da meleklere, ona secde etmelerini emrettik, onlar hemen secde ettiler.
Fakat iblis secde edenlerden olmadı. O, Allah'ın emrine isyan ederek secde
etmedi.
Âdem
(a.s.) 'i balçıktan yaratan Yüce Allah, sulbünden de bütün insanları
yaratmıştır. însan neslinin atası Âdem'dir. Meleklerin Adem (a.s.)'e yapmış
olduğu secde, tehıyyât secdesi olup Adem (a. sJ'in şahsında Allah'a
yapılmıştır. Şeytan ise, kibrinden dolayı bu secdeden imtina etmiştir.
Allahü
Teâlâ ,âyet-i celîlesinde şeytana şöyle hitap ediyor:
«Allah:
'Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan neydi?" dedi. '.'Beni ateşten,
onu çamurdan yarattın. Ben ondan üstünüm" cevabını verdi.»
-öyleyse,
hemen in oradan. Artık senin orada kibirlenmen, kafa tutman gerekmez. Hemen
çık. Çünkü sen alçaklardansın" dedi.»
Allahü
Teâlâ Âdem (a.s.)'i balçıktan yarattığı zaman, daha can vermeden önce meleklere
secde etmesini emreder. Melekler enirin gereğini hemen yerine getirirler. Fakat
îblis Âdem'e secde etmekten kaçınır. Ve böylece ilâhi emre karşı gelir. Yüce
Allah, IbUs'e Adem'e neden secde etmediğini sorar. Şeytan, kibrini ortaya koyarak
şöyle der: «Beni ateşten, onu da çamurdan yarattın. Ben ondan daha üstünüm.
Ateş nurdur, çamur ise karanlıktır. Nur, neden karanlığa secde etsin?» Şeytan
böylece kendisinin üstün olduğunu ve bu üstünlüğünden dolayı secde etmediğini
ifade eder. Halbuki toprak ateşten daha üstündür. Çünkü toprak bütün hububatın,
nebatatın, meyvelerin, çiçeklerin kaynağa olup, kıymetli madenleri ve
cevherleri
376 A'RAF SÛRESİ (cüz; 8, âyet: 14-17)
içinde
saklamaktadır. Enbiyanın, evliyanın, şehidlerin, sâlihlerin, mü'minlerin ve
bütün insanların medfun olduğu yer topraktır. Bütün bu özelliklerinden dolayı
toprak Allah'ın bir hazinesidir. Ateş ise, yakıcı, yok edici, helak edicidir.
İçine konan her şeyi yok eder. Buna rağmen iblis, ateşten yaratıldığı için
kendisini üstün görerek secdeyi terk edip Allah'a âsi olur. Allahü Teâlâ, onun
isyanına karşılık, «Cennetimden ve göklerimden hakir ve zelil olarak in aşağı,
yeryüzünde de hakir ve zelil olarak dolaş» der.
İmâm-ı
Kelbî (r.a.) şöyle demiştir: «Şeytanın sırtında eski bir elbise olduğu halde
halkm arasında dolaşır ve onlara vesvese verir, azdırır. Yüce Allah ona şöyle
der: «Sana kullarım arasında kibirle dolaşman yakışmaz. Göklerimden zelil ve
hakir olarak in.»
İblis,
Adem Ca.s.) 'e secde etmediği için ilâhi rahmetten kovulunca, Allahü Tealâ'dan
dünyanın sonuna kadar mühlet ister. Allah da ona hu mühleti verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«İblis,
"İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver" dedi.»
«Allah:
"Sen mühlet verilenlerdensin" dedi.»
Allahü
Teâlâ, iblis'i rahmetinden kovunca, ne yapacağını şaşırmış, insanların tekrar
dirilecekleri güne kadar Allah'dan mühlet
istemiştir. *■
Ibn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir: «îblis Ölüm acısını tatmamak için insanların
tekrar dirilecekleri zamana kadar bu mühleti istemiştir. Yüce Allah, onun
dileğini kabul etmiş ve «Sen kıyamete kadar mühlet verilenlerdensin» demiştir.
O zaman iblis ölür ve bütün ölüm acısını tadanların tatdığı acı kadar acı
tadar.»
AUahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Mademki
sen beni azgınlığa mahkûm ettin. Andolsun ki, ben d» onları saptırmak için senin doğru yolunda pusu kurup oturacağım.»
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 18) 377
«Sonra,
andolsun, onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından
kendilerine geleceğim. Sen de onların çoğunu şükredici Ier bulamayacaksın"
dedi.
İblis,
cennetten çıkarılınca Allahü Teâlâ'ya şöyle demiştir: «Mademki sen beni
cennetten kovdun, azgınlığa mahkûm ettin, andolsun ki, ben de insanları
kandırmak için senin doğru yolunda pusu kurup oturacağım. Sonra, onların
önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından kendilerine geleceğim ve
onları senin doğru yolundan alıkoyacağım. Sen de onların çoğunu şükredici
bulamayacaksın.» Şeytan böylece insanları Allah'a ibadetten ve O'na şükretmekten
alıkoyacağını bildiriyor.. Şeytanın bütün arzusu, kendisi gibi, insanları da
Allah'a secdeden alıkoymaktır. Bunun için Yüce Allah'tan mühlet istemiştir.
İmâm-ı
Kelbi (r.a.) şöyle demiştir: «Şeytanın insanların önlerinden gelmesi, onlara
âhireti, öldükten sonra dirilmeyi, cenneti ve cehennemi inkâr ettirmesidir.
Arkalarından gelmesi, onlara dünyayı güzel gösterip, Allah'ı unutturması ve
dünya sevgisiyle oyalaması-dır. Sağlarından gelmesi, onları sapıklığa sevk
ederek, dinlerini unutturup, bâtılı sevdirmesi, hoş göstermesi ve bid'at olan
şeyleri güzel göstermesidir. Böylece şeytan onları boş şeylerle oyalar.
Zamanımızda olduğu gibi.
Sol
taraflarından gelmesi ise, onların şehevi arzularını artırarak Allah'ın yasak
ettiği şeyleri güzel göstermesi, nefsî arzuları peşinde koşturmasıdır. Böylece
insan her şeyi mubah görür, Allah'ın emirlerini terk eder, yasaklarını yapar.
Şeytan telkinleriyle insanları Allah'a şükürden ve ibadetten ahkoyar,
sapffclığa düşürür.» Za-manımızdaki insanların birçoğu böyledir. Onlar Allah'ın
emirlerini unutmuşlar, yasaklarını yapmada yarışa girmişlerdir. Üstelik
yaptıklarının çok güzel ve hoş olduğunu zannetmektedirler. Halbuki Allah'ın
dininden ayrılmak, şeytanın bir iğvasıdır ve sapıklıktır. Ne yazık ki insanlar
bunu fark edemeyecek kadar dalâlete düşmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-İ celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Allaht
"Ayıplanmış ve kovulmuş olarak defol oradan. Andolsun ki, İnsanlardan sana
kim uyarsa, hepinizi birlikte cehenneme dolduracağım" dedi.»
:i78 A'RAF SÛRESİ (ete 8, âyet
Allahü
Teâlâ şeytana «Ey mel'un ayıplanmış ve kovulmuş olarak cennetimden çık, defol.
Andolsun ki, insanlardan ve cinlerden sana uyanlarla, hepiniz ibirlikte
cehenneme dolduracağım» demiş, şey-na uyanlarla, hepinizi birlikte cehenneme
dolduracağım» demiş, şeytana tâbi olanları onunla birlikte cehenneme
gideceklerini ve oranın bir cezasıdır. İnkâr edenler mutlaka cezalarını
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ Âdem (s.a.) 'e şöyle buyurmuştur:
«Ey
Âdem, sen ve zevcen cennette yerleşin ve istediğiniz yerden yeyin. Yalnız şu
ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.»
Allahü
Teâlâ Âdem ta.sJ 'i yarattıktan sonra, kaburga kemiğinden de Havva anamızı
yaratmış, her ikisini de cennete koymuş ve nimetlerinden dilediğinizi yeyin,
fakat -Şu ağaca yaklaşmayın» buyurmuştur. Onlara sadece cennet nimetlerinden
birini yasaklamış, «Şayet buna yaklaşırsanız nefsinize zulmedenlerden
olursunuz» buyurmuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Şeytan,
ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısılda-dit "Rabbinizin
sizi bu ağaçtan men etmesi, melek olmanızı veya burada ebedî kalmanızı önlemek
içindir.» *
«"Doğrusu
ben size öğüt verenlerdenim" diye onlara yemin etti,-
îblis,
Âdem'i cennette görünce haset etmiş, cennette bulunuşunu cekememiştir. Onun da,
kendisi gibi cennetten çıkması için çareler aramış ve çeşitli hilelere
başvurmuştur. Ayıp yerlerini kendilerine göstermek için vesvese vermiş, ve
şöyle demiştir: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesi, melek olmanızı veya
burada ebedî kalmanızı önlemek içindir. Eğer siz o ağaçtan yerseniz, melekler
gibi olur, onların bildiklerini siz de bilirsiniz. Melekler gibi olmasanız bile
burada ebedî kalırsınız, bir daha çıkmazsınız.» Şeytan bu sözlerle de
kalmayarak yalan yere yemin eder ve «Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim, eğer
bu ağaçtan yerseniz hiç ölmez, ebedi olarak burada kalırsınız» demiş, Âdem
(a.s.) de, şeytanın bu yeminine aldanmıştır. Çünkü o hiç kimsenin yalan yere
Allah'a yemin edeceğini tahmin
A'RAF
SÛRESt (cüz: 8, fiyet: 22-23) 379
etmemiş,
şeytanın yeminine kanmış ve yasaklanan ağaca yaklaşmıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Böylece
onların yanılmalarım sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp
yerleri göründü, cennet yapraklarım üst üste koyup oralarım örtmeye başladılar.
Rableri onlaraı "Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size
apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslendi.»
Adem.
(a.s.) ile Havva anamız, şeytanın yeminine altlanarak Allah'ın kendilerine
yasak ettiği ağaçtan yerler. (Bu ağaç buğday veya üzüm ağacıdır). Daha sonra
üzerlerindeki cennet elbisesi çıkarılır ve her ikisinin de avret mahalleri
açılır.
Übey
bin Kâ'b, Peygamberimizin şöyle söylediğini nakletmiştir: «Adem Ca.s.l uzun
boylu, gür saçlı idi. Hata işledikleri zaman avret yerleri açıldı. Avret
yerinin açıldığını görünce utancından kaçmaya başladı ve cennet ağaçlarından
birinin dalları arasına girdi. Yüce Allah nida edip «Ey Âdem, benden mi
kaçıyorsun?» dedi. Âdem: «Utancımdan kaçıycrum» cevabını verdi. Adem ile Havva
avret yerlerini cennet yapraklarıyla örtmüşlerdir. Bu, setr-i avretin Âdem'den
beri vacip olduğuna delâlet etmektedir, tik örtünenler de Âdem ile Havva
olmuştur. (Buradaki vacip farz anlamındadırJ
Sonra
Allahü Teâlâ onlara nida edip şöyle buyurmuştur: «Ey Adem, ben sizi o ağaçtan
men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş
miydim?» Niçin şeytanın sözüne aldanıp bana âsi oldunuz?» Onlar şeytanın sözüne
aldanıp Allah'a âsi olmuşlardı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Şeytan,
böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine
ayıp yerleri göründü. Cennet yapraklarını üst üste koyup oralarını örtmeye
başladılar. Rablöri onlara: «Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın
sizin apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş' miydim?» diye sormuştur.
Allahü
Teâlâ onlardan haber verip şöyle buyurmuştur:
380 A'RAF SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 24-25)
•Rabbimiz,
kendimize yazık ettik. Bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen herhalde
zarara uğrayanlardan olacağız, dediler.»
Adem
ile Havva yasak ağaçtan yedikten sonra yaptıklarına pişman olmuşlar ve
nedametlerini Rablerine karşı şöyle dile getirmişlerdir; «Ey Rabbimiz, biz
kendi nefsimize zulmettik. Senin enirini dinlemeyerek o ağaçtan yedik. Suçumuzu
bağışla, bizi affet. Eğer sen bizi bağışlayıp, suçumuzu affetmezsen zarara
uğrayanlardan olacağız.» Yüce Allah onların tevbesini kabul etmiş ve
günahlarını bağışlamıştır. Bu konuda Bakara Sûresinin 37. âyetinde bilgi
verilmiş* tir.
Bu
âyet-i celile şuna delâlet etmektedir: Günah işleyenler günahlarından
vazgeçerler, yaptıklarına tevbe-i istiğfar ederlerse Allah onların günahlarını
affeder ve suçlarını bağışlar. Ancak günahlarından vazgeçmeyenlerin ve tevbe
etmeyenlerin günahlarını affetmez. Allahü Teâlâ şeytanı bunun için affetmemiştir.
O, Allah'a isyan ettikten sonra tevbe etmemiş, günahında ısrar ederek mühlet
istemiştir. Yüce Allah da ona istediğini vermiş, böylece isyana devam ederek
ebedî azaba müstehak olmuştur. Fakat Adem ile Havva yaptıklarına pişman
olmuşlar, Allahü Teâlâ'ya yalvararak suçlarının bağışlanmasını istemişler ve
yaptıklarına tevbe etmişlerdir. Allahü Teâlâ da onların tevbesini kabul edip
suçlarını bağışlamıştır.
Allahü
Teâlâ Adem (a.s.J 'e şöyle buyurmuştur:
«Allah:
"Birbirinize düşman olarak inin. Sîz yeryüzünde bir müddet için yerleşip
geçineceksiniz.»
«Orada
yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız" dedi.»
Yüce
Allah, Adem'e, Havva'ya ve şeytana birbirinize düşman olarak gökten yere inin
demiştir. Adem ile Havva iblise, iblis de onlara düşmandır. Çünkü onları
şaşırtan, Allah'a isyan ettiren ve cennet nimetlerinden mahrum, ettiren
şeytandır. Allahü Teâlâ da onları yaptıklarına binâen cennetten çıkarıp
yeryüzüne indirmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Birbirinize düşman
olarak inin. Siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz. Orada
yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Ey
Ademogulları, ayıp yerlerinizi örtecek libasla, sizi süsleyecek elbiseler
gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri
öğüt almanız içindir.»
Allahü
Teâlâ, kullarına bir lütuf olarak, ayıp yerlerini ve vücutlarını örtecek
libaslar ve elbiseler göndermiştir. Ta ki, onlarla ayıp yerlerini örtsünler,
ibadetlerini yapsınlar, Allah'a şükretsinler. Ademoğlu bütün mahlûkatın en
şereflisidir. Bu bakımdan onun açık olması tabiatına aykırıdır. Takva örtüsü
ise bunlardan daha hayırlıdır. Haya ve edep örtüsü elbette çok hayırlıdır. Haya
ve edebi olmayanlar üryan gibidirler. Onlar en güzel elbiselerle örtünseler
bile yine açık gibidirler. Çünkü insanı gizleyen takva, edep ve hayadır.
Bunlardan yoksun olanlar çıplak gibidirler. Allahü Teâlâ'nın bu âyetleri öğüt
almanız içindir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Ey Ademoğulları, ayıp
yerlerinizi örtecek libasla, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü
ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri öğüt almanız içindir.»
Bazılarına
göre, takva elbisesi amel-i sâlih, bazılarına göre ise imandır. îmanı ve güzel
ameli olmayanların takva elbiseleri olamaz. Zalimler de çıplak gibidirler.
Çünkü onları örtecek takva elbiseleri yoktur. Zalimlerin, facirlerin, âsilerin
elbette takva elbiseleri olmaz. bu hareketleri takvaya mânidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Ey
Ademoğulları, şeytan ana ve babanızın, ayıp yerlerini kendilerine göstermek
için, elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de şaşırtmasın.
Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz,
şeytanları, iman etmeyenlere dost kılarız.»
Allahü
Teâlâ, kullarının şeytana aldanmamalanm öğütlüyor. Ey insanlar, şeytan ana ve
babanızı aldatıp, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için. elbiselerini
soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın
382 A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 28)
sizi
de aldatıp, şaşırtmasın. Sizi dininizden alıkoymasın. Sizin onları görmediğiniz
yerlerden onlar sizi görürler. Kanm damarda dolaştığı gibi şeytan da insanın
hücrelerinde dolaşır.
AUahü
Teâlâ ile şeytan arasında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet edilmiştir:
Şeytan,
Ey Rabbim, Ademoğullarına peygamber ve kitap gönderdin. Peki, benim peygamberim
kimdir, kitabım nedir, diye sorar. Yüce Allah şöyle cevap verir:
Senin
peygamberin kâhinler, kitabın da vücutlarına dövme
yaptıranlardır.
Kur'an'ım
hangisidir?
Şiirlerdir.
Mescitlerim
neresidir?
Sokaklardır.
Müezzinlerim
kimlerdir?
Şarkı
söyleyenlerdir.
Evim
neresidir?
Hamamlardır.
— Tuzaklarım
nedir?
—
Kadınlardır.
Yiyeceklerim
nelerdir.
Besmelesiz
yenen her şey.
İçeceklerim
nelerdir?
Sarhoşluk
verici her içki.
Yüce
Allah, bütün bunları haber verip buyurmuştur ki, «Biz, şeytanları iman
etmeyenlere dost kılarız. Bunlarla meşgul olanlar, şeytanın dostudurlar.
Allah'tan uzak, şeytana yakındırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Onlar bir fenalık yaptıkları zaman; "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti" dediler. De M:
"Allah hiçbir zaman kötülüğü
emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'ın üzerine
mi atıyorsunuz?"»
Müşrikler,
Allah'ın helal kıldığı şeyleri kendilerine
haram, haram kıldığı şeyleri de helâl saymışlardır. Onlar İslâm'dan Önce
Bey-tullah'ı çıplak olarak tavaf ederlerdi.. Bu tavafı erkekler gündüz,
kadınlar da gece yaparlardı. Üzerlerinde bir şey olduğu halde tavaf ederlerse
«Bizim böyle tavaf etmemiz günah» derlerdi. Eğer kadınlar da gündüz tavaf
ederlerse edep yerlerini küçük bir bez parçası ile kapatırlardı. Yürüdükleri
zaman da açılırdı. Onlara Beytullah'ı niçin böyle tavaf ediyorsunuz?
denildiğinde: «Biz babalarımızdan ve dedelerimizden böyle gördük, Allah bize de
böyle yapmamızı emretti» derlerdi. Allahü Teâlâ onların yaptıklarını nehyederek
Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Allah hiçbir
zaman kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'ın üzerine mi
atıyorsunuz?" Allah hiç kimseye ma'siyet işlemesini emretmez. Kullarına
daima hayrı ve iyiliği emreder. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar
bir. fenalık yaptıkları zaman "Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize
bunu emretti" dediler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De
ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde edişinizde yüzlerinizi (kıbleye)
doğrultun. Dinde samimi olarak O'na yalvann. İlkin sizi yarattığı gibi yine
O'na döneceksiniz."»
«Allah
insanlardan bir kısmını doğru yola"erişllrdi. Fakat bir kısmı da sapıklığı
haketti. Çünkü onlar Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini
doğru yolda sanmışlardır.»
Allahü
Teâlâ insanların birbirlerine karşı adaletle hükmetmelerini, kendi varlığına ve
birliğine iman etmelerini, namaza kalktıkları zaman da kıbleye dönmelerini
emretmiştir. Namazın farzlarından bir tanesi de kıbleye dönmektir. Dinde samimî
olarak O'na ih-lasla ibadet edin. Ihlâsla yapılmayan ibadetler Allah katında
makbul değildir. Ztra ilkin sizi yarattığı gibi yine ona döneceksiniz.
Araplar
cahlltye devrinde telbiye ederken Allah'a şirk koşarak tel biye ederler ve
«öyle derlerdi:
»84 A'RAF SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 31)
«Ey
Babbim, davetine icabet ettim. Senin, senden başka şerikin yok. Sana şerik
olana da mâliksin, mâlik olduğuna da yine sen mâliksin.»
Onların
telbiyesi bu şekilde idi. Allahü Teâlâ, kendisine ortak koşarak ibadet
yapılmasını yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: «Dinde samimi olarak ibadetinizi
halis yapın. Hiç kimseyi O'na eş tutmayın. Sizi misak gününde var eden O'dur.
Bazınızı mü'min, bazınızı kâfir, bazınızı said ve bazınızı da şakı yapmıştır,
ölümünüz ve kıyamet günü mahşer yerine gelişiniz de bu şekilde olacaktır.
Sizden bir kısmmız hidayete ererek mü'min oldu. Allah, onların iman
edeceklerini ezelde biliyordu. Bir kısmınıza da dalâlet vacip olmuştur, Allah
onların da âsi olacaklarını, iman etmeyeceklerini biliyordu. Bunu bildiği için
onları tevhid kerametinden uzaklaştırmıştır. Çünkü onlar şeytanları kendilerine
dost edinmişler ve ona tâbi olmuşlardır. Böylece de Allah'a isyan ederek emirlerini
terk etmişlerdir. Bunu yapmakla da kendilerinin doğru yolda ve hidayet üzere
olduklarını zannetmişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
Ademoğullan, her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin. Yeyin-için fakat
israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.»
Allahü
Teâlâ, mescidlere gidenlerin temiz ve güzel elbiselerini giyinmelerini
buyuruyor. Çünkü temizlik imandandır Temizlik olmayınca ibadet olmaz. Müşrikler
cahiliye devrinde Beytullah'ı çıplak olarak tavaf ederler ve etin yağını
yemezlerdi. Yüce Allah onları yaptıkları bu şeylerden nehyederek şöyle
buyurmuştur: «Ey A-demoğulları, her namaz vaktinde temiz ve güzel
elbiselerinizi giyin. Avret yerlerinizi örtün. Allah'ın helâl kıldığı şeylerden
yeyin-için, israf etmeyin. Allahü Teâlâ israf edenleri sevmez. İsraf: Allah'ın
helâl kıldığı şeyleri haram, haram kıldığı şeyleri de helâl saymaktır. Veya
ihtiyaçtan fazla harcamak ve yemektir. Bunları yapmak Allah'ın emirlerine karşı
gelmektir. Allah'ın emirlerine karşı gelmek ise küfürdür. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: «Ey Âdemo-ğulları, her mescide güzel elbiselerinizi
giyinerek gidin. Yeyin-için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri
sevmez.» îslâm dini, israfın her çeşidini, ister zaman israfı olsun, ister
servet israfı olsun yasaklamaktadır.
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 32-33) 385
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•De
kii "Allah'ın kulları için yarattığı ziiıet ve temiz rızıkları kim haram
etmiş? Bunlar, dünya hayatında iman edenlerindir. Kıyamet günü ise yalnız
onlara mahsustur." Bilen kimseler için âyetlerimizi böylece uzun uzun
açıklıyoruz,»
Araplar
cahiliye devrinde Beytuilah'ı çıplak tavaf ettikleri gibi. Allah'ın helâl
kıldığı şeylerin bir kısmını da kendilerine haram kılmışlardı. Allahü Teâlâ bu
âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, de ki: "Allah'ın
kullan için yarattığı zinet ve teiniz rızıklan kim haram etmiş?» Yüce Allah
göklerde ve yerde olan şeylerin hepsini kulları için yaratmış, hangisinin
haram, hangisinin helâl olduğunu bildirmiştir. Zinet eşyalarını, libasları ve
temiz rızıklan kulları için yaratmıştır. Kim Allah'ın helâl kıldığını haram,
haram kıldığını da helâl kılarsa, Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olur.
Allah'ın âyetlerini inkar edenler de kâfirlerin tâ kendisidir. Onlar dünyada
hüsrana uğradıkları gibi, âhirette de ebedi olmak üzere elîm bir azaba
uğrayacaklardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Ya Muhammed de ki:
"Allah'ın kulları için yarattığı zinet ve temiz rızıkları kim haram etmiş?
Bunlar, dünya hayatında iman sdenlerindir. Kıyamet günü ise yalnız onlara
mahsustur. Bilen kimseler için âyetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz.»
Allah, bilen, düşünen akıl sahipleri için âyetlerini böylece uzam uzun
açıklamıştır. Bu açıklama insanların bunlardan ibret alarak Allah'ın emirlerine
itaat edip, nimetlerine şükretmeleri içindir.
Allahü
Teâlâ bundan sonra haram olanları belirterek şöyle buyurmuştur :
«De
ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günâhı, haksız yere tecavüzü,
hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı
bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."»
C.
: II — P. : 25
886 A'RAF SÛBESl (cüz: 8, âyet: 34-35)
Allahü
Teâlâ, kullarına zararlı olan şeyleri haram kılmıştır. Bunlardan bir kısmını
yukardaki âyette zikretmiştir: Zinanın gizli ve açığı, içki, kumar, haksız yere
adam öldürmek, halka zulmetmek, Allah'a şirk koşmak, Allah'a karşı iftira
etmek, başkasının hakkını yemek haramdır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
-Yâ Muham-med de ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı,
haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak
koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram
kılmıştır."»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Her
ümmetin mukadder bir eceli vardır. Vakitleri dolunca ne bir saat geri
bırakabilirler, ne de Öne alabilirler.»
Allahü
Teâlâ her ümmete ve her canlıya bir ecel takdir etmiştir. Vakitleri gelince ne
bir saniye öne, ne de bir saniye geriye alınır. Allah'ın takdir ettiği vade ne
ise o olur. Hiç kimse eceli gelmeden ölmez. Allah'ın takdiri de değişmez. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her ümmetin mukadder bir eceli vardır.
Vakitleri dolunca ne bir saat geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.»
'*■
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
ÂdemoğuIIarı, size aranızdan âyetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde her
kim bunlara karşı gelmekten sakınır ve gidişini düzeltirse işte onlara korku
yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.»
Ey
insanlar, aranızdan bizim âyetlerimizi okuyan, hükümlerini size bildiren
peygamberler gelmiştir. İçinizden her kim bunlara tâbi olur, güzel amel işler,
Allah'a şirk koşmaktan sakınır, emirlerini yerine getirir, yasaklarını terk
ederse, onlar için korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Allah'ın
emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınanlar dünya ve âhiret mutluluğuna
kavuşacaklardır. Allah'a eş koşanlar ve yasaklarından sakınmayanlar ise ebedi
azaba müstehak olacaklardır,
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 36-37) 387
Allahü
Teâlâ âyetlerini yalanlayanların durumunu şöyle beyan ediyor:
«Âyetlerimizi
yalanlayıp, onlara inanmayı kibirlerine yediremi-yenlere gelince, onlar da
ateşin yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.»
Allah'ın
âyetlerini ve Peygamberini yalanlayanlara ve onlara iman etmeyi kibirlerine
yediremiyenlere gelince, onların hepsi ateşin yaranıdırlar. Onların yeri ebedî
cehennemdir. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler kendilerine zulmettikleri için
ebedi olmak üzere elim bir azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkârlarının
karşılığıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ayetlerimizi yalanlayıp,
onlara inanmayı kibirlerine yediremiyenlere gelince, onlar da ateşin
yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
Aliahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
»Allah'a
karşı yalan uydurup iftira eden ve O'nun âyetlerine yalan diyen kimseden daha
zalim kim olabilir? Kitapdaki paylan kendilerine, erişecek olanlar onlardır.
Meleklerimiz cadılarım almak üzere onlara geldikleri vakit diyecekler ki:
"Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi bırakıp
kaçtılar" derler. Böylece, inkarcı olduklarına dair kendi aleyhlerine
şahidlik ederler.»
Allah'a
eş koşandan, âyetlerini yalanlayandan ve Allah'a karşı yalan uydurup, iftira
edenden daha zâlim kimse olamaz. En büyük zalim onlardır. Onlara kitapta
CLevh-i Mahfûz'da) vaad olunan azap, musibet, felâket, rızık dünyada da,
âhirette de kendilerine verilecektir. Küfürlerinin karşılığını dünyada da,
âhirette de göreceklerdir. [Dünyadaki ömürleri bitince Azrail yardımcıları ile
birlikte onların ruhunu almak için gelir ve şöyle der: «Allah'tan başka
taptıklarınız nerede? Onlar şimdi gelsinler size yardım etsinler.» Halbuki
taptıkları çoktan kendilerinden uzaklaşmıştır. Çünkü taptıklarının kendi-lorine
hayrı yoktur. Kendisine hayrı olmayanın başkasına nasıl hayrı olabilir?
Kâfirler de cevaben «Onlar bizi bırakıp kaçtılar» diye-
388 A'RAF SÛRESÎ (cüz: 8, âyet: 38)
çeklerdir.
İnanmayanların bütün azaları aleyhlerine şahidlik yapacaktır.
Bazı
tefsircilere göre bu soru kâfirler cehenneme girmeden önce cehennem bekçileri
tarafından sorulacak ve şöyle denecektir: «Dünyada iken Allah'tan başka
taptıklarınız nerede? Şimdi onlar gelsinler ve sizi cehennem ateşinden
kurtarsınlar.» Allah'a eş koşanlar da «Onlar bizden ayrıldılar, şimdi onlar kendi
başlarının derdine düştüler» diyeceklerdir. Böylece, Allah'ın âyetlerini inkâr
edenler kendi aleyhlerine şahidlik edeceklerdir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor: «Meleklerimiz canlarını almak üzere onlara geldikleri vakit diyecekler
ki: «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?- «Onlar bizi bırakıp kaçtılar»
derler. Böylece, inkarcı olduklarına dair kendi aleyhlerine şahidlik ederler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Allah:
"Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle birlikte siz de girin bu
ateşin içine" diyecek. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder.
Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için
"Rabbimiz, bizi sapıtanlar işte bunlardır. Onlara ateş azabını kat kat
ver" derler. AJflah da "Herkes için kat kattır, ama bilmezsiniz"
der.»
Allahü
Teâlâ, kendisine şirk koşanlara ve isyan edenlere kıyamet günü «Ey cehennem
ehli sizden önceki geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte siz de girin
bu ateşe» diyecektir. Her ümmet ateşe girdikçe kendisini hak yoldan saptıran
yoldaşına lanet eder. Müşrikler müşriklere, Yahudiler Yahudilere, Hıristiyanlar
Hıristiyan-lara, zalimler zalimlere lanet edeceklerdir. Hepsi birbiri ardınca
cehennemde toplanacaklar, sonrakiler öncekilerden şikâyetçi olacaklar ve «Rabbimiz,
bizi senin yolundan sapıtan işte bunlardır. Onlara azabını kat kat ver» derler.
Çünkü her milletin cehennem ateşine önce ileri gelenleri ve halkı sapıtanları
atılır: Halbuki Allahü Teâlâ onların hepsinin azabını kat kat verecektir.
İlk
önce cehenneme atılacak olan Adem (a.s.)'in oğlu Kabil denmiştir. Zira ilk önce
kâfir olan ve Allah'ın emirlerine isyan öden
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 39-41) 389
odur.
Kendisinden sonra cehenneme girenlerin hepsi ondan şikâyetçi olacaklardır.
Çünkü cehennemliklerin hepsi onun açmış olduğu yoldan yürümüşlerdir. Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Her ümmet (cehenneme) girdikçe kendi
yoldaşlarına lanet ederler. Hepsi birbiri ardından cehenneme toplanınca,
sonrakiler öncekiler için «Rabbimiz, bizi sapıtanlar işte bunlardır. Onlara
ateş azabını kat kat ver» derler. Allah da «Herkes için kat kattır, ama
bilmezsiniz» der.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Öncekiler
sonrakilere: "Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur. Ka sandığınıza karşılık
azabı tadm" derler.»
Kıyamet
günü cehenneme girenler birbirlerini suçlayacaklardır. Önden girenler, sonradan
cehenneme girenlere «Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur. Kazandığınıza karşılık
azabınızı tadm. Biz kâfir olduk siz de kâfir oldunuz. Biz sapıttık siz de
sapıttınız. Biz imanı terk edip küfrü tercih ettik, siz de öyle yaptınız. Şimdi
bizim gibi siz de tadm azabı* diyeceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «öncekiler sonrakilere: «Sizin bizden üstünlüğünüz yoktur.
Kazandığınıza karşılık azabı tadın,» derler.»
All^fîü
Teâlâ âyetlerini yalanlayanlar için şöyle buyuruyor:
«Doğrusu
ayetlerimizi yalanlayıp, onlara karşı büyüklük tasla-yanlara göğün kapıları
açılmaz. Onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir.
Biz günahkârları böyle cezalandırırız.»
«Onlar
için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zâlimleri böyle
cezalandırırız.»
Allah'ın
âyetlerini Ve peygamberlerini yalanlayarak, onlara kar-yı büyüklük taslayanlarm
amelleri Allah katında asla makbul ol-muz. Onlar için göğün kapıları açılmadığı
gibi, Allah'ın rahmet kapıları da açılmaz. Zira onların amellerinde hayır
yoktur, tmam olmayanın ameli de olmaz, ameller ancak iman ile değer kazanır ve
390 A'KAF SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 42-43)
onun
ile kaim olur. Öldükleri zaman da onların ruhlarına göğün kapıları açılmaz.
Çünkü onların ruhları habistir. Göğün katlarına yükselmeye layık değillerdir.
Oraya ancak lâyık olanlar çıkarlar. Yüce Allah iman etmeyenleri âhiret
nimetlerinden mahrum etmiştir. Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe, onlar ebedî
cennete giremezler. Devenin iğnenin deliğinden geçmesi imkânsız olduğu gibi, |
onların cennete girmesi de mümkün değildir.
Allahü
Teâlâ, bu inceliğe insanların dikkatini çekerek, onları düşünmeye sevkediyor ve
imanı olmayanların asla Allah'ın nimetlerinden istifade edemeyeceklerini ve
cennete giremeyeceklerini bildiriyor. Yüce Allah böylece küfredenlerin cezasını
veriyor. Onların altlarına ve üstlerine cehennem ateşinden döşekler ve örtüler
vardır. Allah, kâfirleri, zalimleri böyle cezalandırır. Bu, onların küfür ve
zulümlerinin cezasıdır. Bunlardan ibret alarak belki iman ederler diye Allahü
Teâlâ bu âyetleriyle kullarını uyarıyor.
Allahü
Teâlâ iman edenler için şöyle buyuruyor:
İman
edip güzel amel işleyenler -ki biz hiçbir kimseye gücü yeteceğinden fazlasını
yüklemeyiz- işte cennetlikler onlardır. Onlar orada ebediyyen Kalacaklardır.»
«Cennette
altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız. "Bizi
buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz
doğru yolu bulamazdık. Andolsun ki, Babbünizin peygamberleri bize gerçeği
öğretmiştir" derler. Onlara: "İşlediğinize karşılık işte mirasçısı
olduğunuz cennet" diye seslenilir.»
Allah'ın
âyetlerine ve peygamberlerine iman edip güzel amel işleyenlere altlarından ırmaklar
akan cennetler hazırlanmıştır. Onlar orada ebediyyan kalacaklardır. Onların
cennetteki köşklerinin altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kin, haset
çıkarılır. Orada tertemiz olurlar Allah, hiç kimseye gücü yeteceğinden
başkasını yüklemoz. Amtftk güçleri nisbetinde emreder. Allahü Teâlâ, iman
A'RAT
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 44) 391
edip
güzel amel yapanları böylece mükâfatlandırır. Allah, onların amellerini asla
boşa çıkarmaz.
İbn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir: «Bu âyet Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz,
Ali ve diğer sahabelerle onlara tabi olup, yolundan gidenler hakkında nazil
olmuştur. Onlar temiz olarak cennete girecekler, bağlarından, bostanlarından
dilediklerini yiyecekler, içecekler, köşklerinde oturacaklardır. Cennet
ağaçlarının dibinden iki pınar çıkar, birinden içerler, birinde yıkanırlar. O
pınardan içince kalblerindeki kin, haset, cimrilik gider, gönülleri ferahlar.
Yıkandıkları zaman da vücutları tertemiz olur, sıkıntıları gider, hiçbir
kederleri kalmaz. Onlar bu keramet ve bu nimet içinde iken Rablerine şöyle hamd
ve şükür ederler: «Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdol-sun. Eğer Allah bizi
doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamaz ve bu mertebelere ulaşamazdık.
Bütün bunlar Rabbimizin bize ihsanıdır. Peygamberleri bize gelip hakkı
bildirdiler, cenneti ve cehennemi haber verdiler, biz de Allah'ın inayetiyle
onları tasdik ettik, onların gösterdikleri yoldan gittik ve bu nimetlere nail
olduk.» Cennetin bekçileri de onlara şöyle nida ederler: *îman ve amelinize
karşılık işte mirasçısı olduğunuz cennet budur. Dünyadaki amelinize karşılık bu
makamlar size dünyadayken yaptığınız amellerin karşılığı olarak verilmiştir.
Nitekim,
bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: Allahü Teâlâ kıyamet günü cennet ehline
«Surattan affını ile geçin, rahmetim ile de cennete girin. Dünyadaki
amellerinize göre oradaki nasibinizi alın» der.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Cennettekiler
cehennem ehline: "Biz Rabbimizin bize vaadet-tiğini gerçek bulduk. Siz de
Rabbinlzin vaadettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslendiler. Onlar da:
*Evet» derler. Bunun üzerine aralarından bir münâdi "Allah'ın lâ'neti
zâlimleredir" diye seslenir.»
Kıyamet
günü bütün mahlûkat mahşer yerine toplanıp herkes hesaba çekildikten sonra
cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikleri zaman, cennet ehli
cehennem yaranma «Biz, Rabbimizin bize vaadettiği mükâfatları, sevapları,
kerametleri fazlasıyla bulduk. Siz de Rabbinizin size vaadettiği azapları,
cezaları
392 A'RAF SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 45-46)
gerçek
olarak buldunuz mu?» diye seslenirler. Cehennem ehli de •Evet, Rabbimizin bize
vaadettiği azabı ve cezayı hak bulduk» derler. Böylece cehennemde de kendi
aleyhlerine şahitlik yaparlar. Fakat bu şekilde kendi aleyhlerine tanıklık
yapmaları asla fayda vermez. Bunun üzerine cennet ile cehennem arasında A'raf
da bulunan bir münâdî herkesin işitebileceği yüksek bir sesle «Allah'ın lütfü
ve ihsanı mü'minlerin üzerinedir, azabı ve gazabı da kâfirleredir» diye
seslenir.
Allahü
Teâlâ âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ki
onlar, insanları Allah'ın yolundan alıkoyar, o yolu eğri bir hâle getirmek
isterler ve âhireti de inkâr ederlerdi.»
«İki
taraf arasında bîr perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da simalarından
tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere; "Size selâm olsun" elerler.
Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir.»
Allahü
Teâtâ'nın azabı, âyetlerini inkâr edip, insanları İslâm dinine girmekten ve
Allah yolundan alıkoyan zâlimler içindir. Onlar, kendilerine tâbi olanları
imandan ve Allah'a kulluktan alıkoy arlar. Âhireti, cennet ve cehennemi de
inkâr edejler. Kendileri Allah'dan başkasına taptıkları gibi kendilerine tâbi
olan kimselerin de Allah'tan başkasına tapmalarını temin ederler.
Cennet
ehliyle cehennem yaranı arasında bir perde ve burçların üzerinde her iki tarafı
da simalarından tanıyan adamlar vardır. Onlar cennet ehlini tebrik ederek:
«Size selâm olsun» derler. Bunlar henüz cennete girmeyen fakat şiddetle arzu
eden kimseler olup kendilerine A'raf ehli denir.
Peygamberimiz
Cs.a.vJ'e A'raf ehlinden sorulmuş, O'nun da şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
«Onlar ana-babalarından izinsiz ift-vaşa gidip, orada şehit olan kimselerdir.
Allah yolunda şehit olmu-lan onları cehennem ateşinden korur. Ana ve
babalarından izlıult, onların rızalarım almadan savaşa gitmeleri de kendilerini
cennete girmekten men eder. A'raf denen yerde bir müddet hapis kalarak
A'KAF
SÛRESİ (cüz: 8, 4yet: 47-49) 393
ana-babaya
âsi olmanın cezasını çekerler. Onların A'rafta hapis kalması anababalarının
rızasını almamalarının bir cezasıdır. Ana, babanın bakıma ihtiyacı olduğu halde
onları terk ederek ilim. tahsiline gidenlerin de bir müddet cezalarını
çekecekleri yer orasıdır.»
Bazıları
da A'raftakileri şöyle tarif etmişlerdir: «Onlar, sevapları ve günahları denk
olanlardır. Ne zerre kadar sevapları fazla gelip cennete gîderler1
ne de zerre kadar günahları fazla gelip cehenneme giderler. Bir müddet A'raf
denen yerde hapis kalırlar. Yüksek bir yerde bulundukları için cennete
gidenleri de, cehenneme gidenleri de görürler ve simalarından tanırlar. Cennet
ehlinin yüzleri nur gibi pırıl pırıl parlar, cehennem ehlinin yüzleri ise
simsiyahtır. Cennet ehli bölük bölük cennete giderken, A'raf ehli «Selâmün
aleyküm» diye seslenirler. A'raf ehli henüz cennete girmeden bu selâmı
verirler, Kendileri de bir an önce cennete girmeyi arzu ederler.» Allahü Teâlâ
bunu şöyle beyan ediyor: «İki taraf arasında bir perde ve burçlar üzerinde her
iki tarafı da sımalarından tanıyan adamlar vardır, Cennetliklere: -Size selâm
olsun» derler. Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Gözleri
cehennemlikler yönüne çevrilince: "Rabbimiz, bizi zâlimlerle beraber
bulundurma" derler.»
Cennet
ile cehennem arasında yüksek bir yerde bulunan A'raf ehli cehennemlikleri görünce
«Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber bulundurma» diye dua ederler. Onlar
bulundukları yerden cennet ehlinin de, cehennem yaranının da durumunu görürler
ve cennet ehlinden olmayı arzu ederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Burçlarda
olanlar, simalarından tanıdıkları adamlara: "Topluluğunuz ve büyüklük
taslamalarınız size fayda vermedi" derler.»
«"Kendilerini
Allah'ın, rahmetine erdirmcycccğine yemin ettikleriniz bunlar nttydı?"
diye seslenirler. Oysa Allah onlara şöyle der:
394 A'RAP SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 50-51)
"Cennete
girin, size korku yoktur, sizler mahzun da olacak değilsiniz."»
A'raf
ehli cehennem ateşinde olanlara şöyle derler: «Siz dünyada iken âhireti inkâr
ediyor, cenneti ve cehennemi kabul etmiyordunuz. Şimdi kendinizi niçin cehennem
ateşinden kurtarmıyorsunuz? Dünyada iken biriktirmiş olduğunuz mallarınız ve
büyüklük taslayarak imandan yüz çevirmeniz size fayda vermedi mi? Şimdi hor ve
hakir olarak tadın cehennem azabını. Hani mallarınız, hani büyüklük taslamanız?
Siz, Müslümanları hor ve hakir görerek "Bunlara Allah'ın rahmeti erişmez
ve^bunlar cennete de giremezler" demiştiniz. Şimdi görün, onlar Allah'ın
rahmetine erişip cennete girdiler." Bu sözler onları tekdir ve zemmetmek
içindir. Çünkü onlar dünyada iken Müslümanları tekdir ve zenımetmişlerdi.
Bundan sonra AUahü Teâlâ Araf ehlini affeder ve «Cennete girin, bundan sonra
size korku yoktur. Sizler mahzun da olacak değilsiniz» buyuracaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Cehennem
yârânı cennet ehline: "Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği nzıktan
gönderin" diye seslenirler. Onlar da: "Doğrusu Allah kafirlere
ikisini de haram etmiştir" dferler.»
-Dinlerini
eğlence, oyuncak edinip dünya hayatına aldanan to kâfirler) bu güne
kavuşacaklarım nasıl unutmuş, âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişlerse biz
de bugün onları unuturuz.»
Kıyamet
günü cennet ehli cennete, cehennem yârânı da cehenneme girip azabı tatmaya
başladıkları zaman cennet ehline «Biz susuzluktan yandık - kuruduk, açlıktan da
helak oluyoruz, bize içtiğiniz sudan biraz su ve yediğiniz cennet nimetlerinden
de biraz yiyecek verin. Dünyada iken sizlerle dost idik» diyeceklerdir. Cennet
ehli de «Allah cennet taamını ve şarabını cehennem yaranma haram kılmıştır. Siz
dünyada iken Allah'ın dinini eğlence ve oyuncak edindiniz, dünya hayatına
aldanarak âhireti, cennet ve cehennemi inkâr ettiniz. Allah'ın âyetlerini
yalanladınız, Allah'tan başkasına taptınız, Allah da bugün sizi unuttu. Şimdi
çekin azabınızı» diyeceklerdir.
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 52-53) 395
Dünyada
iken Allah'ın âyetlerini inkâr edenler kıyamet günü böylece cezalarını
çekeceklerdir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Dinlerini eğlence,
oyuncak edinip dünya hayatına aldanan (o kâfirleri bugüne kavuşacaklarını nasıl
unutmuş, âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişlerse biz de bugün onları
unuturuz.»
Allahü
Teâlâ ayet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Şüphesiz
ki biz onlara, iman eden bir topluluk için bir hidayet rehberi ve bir rahmet
kaynağı olmak üzere, ilim ile açıkladığımız bir kitap getirdik.»
Allahü
Teâlâ, kullarına ikram ve ihsan edip Kur'an'ı indirmiştir. Onun içinde helâl ve
haramı, emir ve yasakları, hakkı ve batılı, imanı ve küfrü, iman edecekler için
uzun uzun açıklamıştır. Tâ ki insanlar sapıklıktan kurtulup iman ederek hidayete
kavuşsunlar. Fakat insanların çoğu Allah'ın âyetlerine iman etmemişlerdir, iman
etmeyenler hidayete erişemeyecekleri gibi, Allah'ın rahmetinden de istifade
edemeyeceklerdir. Allah'ın rahmetinden ancak iman sahipler: istifade ederler.
Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Andolsün, biz onlara öyle bir kitap
gönderdik ki, iman edecek herhangi bir millete hiday*t ve rahmet olmak için onu
tam bir ilim üzere ıkun uzun açıkladık.» Allahü Teâlâ kullarının iman etmeleri
için peygamberleri va-sıtasıyle kitaplar göndererek her şeyi bildirmiştir. Buna
rağmen insanların birçoğu yine iman etmemişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîîlesinde şöyle buyuruyor:
«KitaVm
haber verdiklerinin neticesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip
çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, "Rabbimizin peygamberleri
şüphesiz bize gerçeği getirmişti. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat
etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek"
derler. Doğrusu kendilerine yazık ettiler. Uydurdukları şeyler de onları
bırakarak kaybolup gitti.»
Allahü
Teâla, iman etmeyenlerin küfürlerine mukabil kıyamet
396 A'RAF SÜRESİ (cüz: 8, âyet: &4)
günü
elim bir azap hazırlamıştır. Kıyamet günü azabları kendilerine ulaşacaktır.
Onlar dünyada iken Allah'ın âyetlerini, âhireti, cennet vg cehennemi inkâr
ederek Allah'a eş koşmuşlar, peygamberleri de yalanlamışlardır. Kıyamet günü
Allah'ın azabı kendilerine eriştiği zaman «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz
bize gerçeği getirmişti. Fakat biz onları yalanladık, şimdi bize şefaat edecek
var mı ki şefaat etsin» derler. Kâfirler cehennem azabını tadınca, dünyada
yaptıklarına, Allah'ın âyetlerini yalanladıklarına, cennet ve cehennemi inkâr
ettiklerine pişman olurlar ve kurtulacak yer ararlar. Onlar cennet ehlinin
birbirlerine şefaat ettiklerini görünce «İçinizden bize de şefaat edecek var
mı, gelsin şefaat etsin, bizi de bu azaptan kurtarsın» derler. Onların bu
isteklerine karşılık cennet ehli de «Kâfirlere asla şefaat edilmez» derler.
Kâfirler cehennem azabını tat-dıkça «Keşke dünyaya tekrar döndürülsek sizin
gibi iman edip, güzel ameller yapsak da biz de cennete girsek» diyeceklerdir. O
zaman Yüce Allah şöyle nida eder: «Bunlar dünyada kendi nefislerine zulmederek,
yazık ettiler. Bizim âyetlerimizi, peygamberimizi, âhi-ı*eti, cennet ve cehennemi
inkâr ettiler. Puta taparak «Bunlar bize Allah katında şefaat edecek» diyerek
iftira ettiler. Şimdi bütün ümid-leri boşa çıktı.» îman etmeyenlerin elbette
bütün amelleri boşa çıkacaktır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Kitab'ın
haber verdiklerinin neticesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Sonuç gelip
çattığı gün, önpteleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin peygamberleri şüphesiz;
bize gerçeği getirmişti. Şimdi bize şefaat edecek var mı ki şefaat etsin. Yahut
geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek» derler. Doğrusu
kendilerine yazık ettiler. Uydurdukları şeyler de onları bırakarak kaybolup gitti.»
Allahü
Tealâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde
yaratan ve sonra arşdan her şeye hükmeden, gündüzü - daima takip eden - gece
ile bürüyen, güneşi, ayı, yıldızlan, hepsini baş eğdirerek var eden Allah'dır.
Bilin ki, yaratmak da, emir de Ona mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın
sânı ne kadar yücedir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz Cs.a.v.)
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 54) 397
kâfirlerin
puta tapmalarını zemmederek, »Tapmış oldukları putların hepsi bir araya
gelseler bir sinek bile yaratamazlar. İlâh diye taptıklarından kendilerine bir
örümcek ağı kadar bile fayda gelmez» demiştir. Peygamberimizin büyle
söylediğini duyan kâlirler, gelerek «Senin bizi ibadete davet ettiğin Rabbin
kimdir?* diye sorarlar. Kâfirlerin bu şekilde sorması Allah'ın isimlerini veya
fiillerini yalanlamak içindir. Buiıun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti onların
sorusuna cevap olarak inzal etmiş, onlar da bu âyet karşısında âciz kalıp
şaşırmışlardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Rabbiniz, Allah
gökleri ve yeri altı günde yaratandır.»
İbn
Abbas (r.a.) a göre, bu âhiret günü ile altı gündür. Âhiretin bir günü dünyanın
bin yılı kadardır. Hasan-ı Basri Hazretlerine göre, dünya günü ile altı gündür.
Allahü Teâlâ dünya günü ile altı günde yerleri ve gökleri yaratmıştır. Bir
kısım tefsircilere göre de, altı günün altı saati içinde Allahü Teâlâ yerleri
ve gökleri yaratmıştır. Eğer dileseydi bir anda yaratırdı. Bir anda
yaratmamasmm hikmeti, kullarına ibret olması içindir. Onlara işlerinde ve
ibadetlerinde teenni ile hareket etmelerini öğretmek içindir, işlerinde sabırla
hareket edenler kolay kolay yamlmazlar. Fakat acele ile iş yapanlar çoğu kez
yanılırlar, hatâya düşerler, neticede telâfisi mümkün olmayan durumlarla
karşılaşırlar. Bunun için Allahü TeâJâ kullarına teenni Ue hareket etmelerini
emrediyor. Göklerin ve ydrin de altı günde yaratılmasının hikmeti budur. O,
yerleri ve gökıeri yaratıp arş üzerine istiva edendir. Yani arşından her şeye
hükıhedendir.
bihâttan
sayarak te'vilini Allah'dan başkası bilmez, ancak Allah bilir. Ona iman edip,
keyfiyeti ile meşgul olmamak gerekir demişlerdir. Nitekim bir kişi Enes bin
Mâlik'e «İstiva» 'mn mânasını sormuş, Enes de cevaben şöyle demiştir: «tstivânm
mânası bilinir, keyfiyeti ise meçhuldür. Akıl onun hakkında hüküm sahibi
değildir. Lâkin ona iman etmek şarttır, hakkında sual sormak bid'attır. Senin kötü
birisi olduğunu zannediyorum.» Sonra soru sahibinin oradan çıkarılmasını
emreder ve çıkarılır.
Bazı
tefsircilerin de istiva hakkındaki görüşleri şudur: Allahü Teâlâ yerleri ve
gökleri yarattı ve, hükmünü arş üzerine galip kıldı. Nitekim yerin ve göklerin
halikı ve arşın mâlikidir. O, ol dedi mi her şey oluverir. O, kendi
ihtiyacından dolayı arşı yaratmamış, kullarının ihtiyacı için yaratmıştır. Arş,
onların duasının kıblesidir. Dua ederken gönlün ona yönelmesi gerekir. Tıpkı
insanların namaz es-
398 A'RAF SÛRESİ (cüz: 8, ûyol: 55-58)
nasında
Kâ'be'ye yöneldikleri gibi. Mü'min namaza durduğu zaman nasıl ki kıbleye
yöneliyorsa, dua esnasında gönlü de o şekilde arşa yönelir, her şeyden arınır,
Rabbine teslim olur ve Rabbine müracaat eder. İşte o zaman dua kabul olur.
Yüce
Allah geceyi gündüzün, gündüzü de gecenin arkasından getirir, bunlar
birbirlerini takip ederler, güneşi, ayı, yıldızları, hepsini emrine baş eğdiren
ve var eden Allah'dır, Onlar kendi yörüngelerinde seyrederler, hiçbiri
diğerinin yörüngesine girmez. Bilin ki bütün âlemi yaratan ve hükmeden O'dur.
O, yücelerin yücesidir.
Allahü
Teâiâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor;
;
«Rabbinize
gönülden ve gizlice yalvarın, doğrusu O aşırı gidenleri sevmez.»
«Düzeltilmişken,
yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu
Allah'ın rahmeti iyi davrananlara pek yakındır.»
Ey
insani ai, siz bütün âlemleri yaratan, var eden, besleyen ve rızıklanchran
Allah'a gönülden edep ve tevazu ile gizlice dua edin. Doğrusu Allah aşırı
gidenleri, haddi aşanları, haksız yere beddua edenleri, başkasının helakini
isteyenleri sevmez.
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celilede kullarına fluamn âdabını öğretiyor. Başkasının küfrünü
istemek ve herhangi birisine haksız yere Iâ'net etmek yasaklanmıştır. Mü'min,
kendisi için hayır dilediği gibi başkaları içüı de hayır duada bulunacaktır.
Allah, kendisine isyan edenleri, zulmederek yeryüzünde bozgunculuk yapanları,
adaletle hükmetmeyenleri sevmez. Çünkü yeryüzünün ıslâhı ve insanlığın ikamesi
adaletledir. Bollukta ve darlıkta halinize şükrederek Allah'tan korkun.
Verdiklerine şükredin, asla nankörlük etmeyin. Azabından sakının, rahmetini
isteyin. O'nun rahmeti, mağfireti, cenneti mü'minler içindir. O, yeryüzünde
bozgunculuk yapanları, nimetlerine şükretnıeyenleri, haksız yere başkalarına
zulmedenleri sevmez.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarm, doğrusu
O, aşırı gidenleri sevmez. Düzeltilmişken,
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, ayet: 57) 399
yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarm. Doğrusu Allah'ın
rahmeti iyi davrananlara pek yakındır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgârları
gönderen Allah'tır. Rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklendiğinde» onu ölü
bir memlekete gönderir. Su indirir ve onunla her türlü mahsulü yetiştirir.
İşte, ölüleri de böyle diriltiriz, belki bunları düşünüp ibret alırsınız.»
Allah'ın
ibret levhalarına dikkat ediniz. Bulutlardan nasıl yağmur indirdiğine ve ölü.
arazileri o yağmur suları üe nasıl dirilttiğine bir bakınız. Yüce Allah
rahmetinin önünden, yağmurun müjdecisi olarak rüzgârları göndermiştir. Rüzgâr
yağmurun müjdecisidir. Rüzgârlar yağmur yüklü bulutları sürüp ölü arazilere ve
memleketlere götürür. Allahü Teâlâ o bulutlardan
ölü memleketlere su indirerek ekinleri, otlakları, çeşit çeşit sebze ve
meyveleri, bağları ve bahçeleri yeşillendirir. Bütün bunlara hayat veren sudur.
Allah, bütün bunları yağmur suları vasıtasıyle dirilttiği gibi, kıysjnet günü
bütün ca*n"lıları da koyu bir yağmur vasıtasıyla dirilte<ysktir. Bu
yağmur onların dirilmesi için bir sebeptir. Nitekim şöyle rivayet edilmiştir:
-İkinci sûra üflenmeden evvel kırk gün kırk gece koyu bir yağmur yağar, yer tam
manasıyla kanar, kırk gün sonra bütün canlılar noksansız olarak kabirlerinden
kalkarlar. Sonra^ikinci sûra üflenir, bu defa veliler dirilip mahşer yerine
gelirler ve bütün manlûkat orada toplanır.
Allahü
Teâlâ ölüleri diriltmeyi, yağmur suyu ile ölü araziyi diriltmeye benzetmiştir.
Yüce Hâlik'a yağmur suyu ile ölü araziye hayat vermek ne kadar kolaysa, kıyamet
günü ölüleri diriltmek de o kadar kolaydır. İnsanların bundan ibret alarak
Allah'a iman etmeleri' ve öldükten sonra tekrar dirileceklerini inkâr
etmemeleri gerekir. Otların ve nebatatın kuruyup yok olduktan sonra tekrar
hayat bulmaları, mahlûkatm öldükten sonra tekrar dirileceklerine en büyük
delildir. Akıl sahipleri için en büyük bir ibrettir. Hiç şüphesiz Öldükten
sonra bütün mahlükat tekrar dirilecektir.
Allahü
Teâlâ âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İyi
ve temiz topraklar, - Hatibinizin izniyle - mahsulünü bereketli verir. Çorak
topraklatın mahsulü kıttır. Biz, âyetleri, şükreden milletler için böylece
tekrar tekrar beyan ederiz.»
Bu
âyet-i celîlede büyük ibretler vardır. Toprağı yumuşak, mün-bit, suyu tatlı
olan bir arazinin bitirmiş olduğu meyveler, sebzeler, hububat, mahsuller
bereketli ve leziz olur. Çorak bir arazinin mahsulü ise kıt ve sevimsiz olur.
Mü'min, münbit bir arazi misâli, kâfir de çorak arazi gibidir. Münbit arazi
yağan yağmurdan istifade ettiği gibi, mü'min de kendisine yapılan va'z u
nasîhattan istifade eder, ahlâkı güzelleşir, imanı artar, Herkes kendisinden
istifade eder. Kâfir de çorak arazi gibidir. Kimse kendisinden istifade edemez,
herkese şerri dokunur. Çorak araziden istifade edilmediği gibi, kâfirden de
asla istifade edilmez, Kâfirler şayet iman edip, küfür ve isyanlarından
vazgeçerlerse Allahü Teâlâ günahlarını bağışlar. Eğer iman etmezlerse, küfür ve
isyanlarının cezasını görürler. Yüce Allah âyetlerini şükreden milletler için böylece
tekrar tekrar beyan eder. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: -İyi ve temiz
topraklar Rabbinin izniyle mahsulünü bereketli verir. Çorak toprakların mahsulü
kıttır. BizJ âyetleri, şükreden milletler için böylece tekrar tekrar
beyan ede$fc.»
r
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun
ki Nuh'u milletine peygambem^gönderdik. "Ey milletim, Allah'a kulluk edin.
Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Doğrusu sizin için büyük günün
azabından korkuyorum" dedi.»
•Kavminin
ileri gelenleri de şöyle dediler: "Biz seni hiç şüphesiz apaçık bir
sapıklık içinde görüyoruz,"»
Biz
Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik, O, kavmine: -Ey kavmim, gelin
Allah'ın birliğine iman edin. Sizi yoktan var eden O'dur. O'ndan başka
ma'budunuz yoktur, ibadete lâyık olan da yalnız O'dur. Eğer iman etmezseniz
üzerinize gelecek olan büyük bir günün azabından korkuyorum» demiştir. Kavminin
ileri gelenleri Nûh (a.sJ ile -alay eierek: -Ey Nûh, biz seni büyük bir hatâ
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 61-63) 401
içinde
görüyoruz, sen bizi eski dinimizden yeni bir dine davet ediyorsun.» Halbuki Nûh
(as.) onları Hakka davet ediyor, hidayete çağırıyor, kurtuluşa ve selâmete
götürüyordu. Onlar ise hidayeti bırakıp sapıklığı tercih ediyorlardı.
Allahü
Teâlâ Nûh (a.s.)'un onlara cevabını şöyle beyan ediyor:
«Bunun
üzerine Nûh: "Ey kavmim, ben de hiçbir sapıklık yoktur. Ancak ben
âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.»
«Size
Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum. Sizin iyiliğinizi istiyorum, sizin
bilmediklerinizi bilirim.»
Kavmi
Nûh (a.s.)'u sapıklıkla itham edince, onlara şöyle cevap vermiştir: «Ey kavmim,
ben bir hata içinde değilim. Alemlerin Rab-bi tarafından size gönderilmiş bir
peygamberim ve O'nun bana vahyettiklerini size bildirmekle mükellefim. Ben sizi
Allah'ın birliğine imana çağırıyor, emir ve yasaklarını size bildiriyor,
yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapmamanızı istiyorum. Eğer Allah'ın
birliğine iman eder, yeryüzünde bozgunculuk yapmazsanız kurtuluşa ulaşırsınız.
Şayet Allah'a iman etmezseniz büyük bir günün azabı sizi helak edip yok
edecektir. Fakat siz bunu bilmiyorsunuz, bu azap sizi mutlaka helak edecektir.
Ancak bu azaptan iman edip yeryüzünde bozgunculuk yapmayanlar
kurtulacaklardır.» Nûh (a.sj'un kavmi bu gerçeği kulak ardı etmişler, ileri
gelerveenginler fakirlere şöyle demişlerdir: «Sakın siz buna aldanmayın, o da
sizin gibi bir insandır.» Halbuki onlar Nûh (a.sJ'un peygamber olduğunu
biliyorlardı. İleri gelenler çıkarları için fakirlere böyle söylüyor ve onların
iman etmesine mani oluyorlardı.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde Nuh'un onlara olan cevabını şöyle beyan ediyor;
-Size
o korkunç akıbeti haber vererek sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı
sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size
haber getirmesine mi şaşıyorsunuz? dedi.»
' C. : II — F.: 28
402 A'RAF SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 64-65)
Ey
kavmim, içinizden birisinin size Allah'ın kitabını getirip emir ve yasaklarını
bildirmek suretiyle o korkunç azabı haber vermesine mi şaşıyorsunuz? Size
korkunç azabı haber vererek küfür ve şirkten vazgeçip Allah'a iman etmeniz için
sizi uyarıyorum. Böylece Allah'ın rahmetine, affına nail olur azabından
kurtulursunuz. Ben Allah'ın bana vahyettiğini size bildirmek için aranızdan
seçilmiş birisiyim.
Onlar,
Nûh (a.s.)'un ikazlarına ve uyarılarına aldırmamışlar, yine küfürlerine devam
etmişlerdir. Allahü Teâlâ da onların küfür ve şirklerinin cezasını en ağır
şekilde vermiş, hepsini suda boğarak helak etmiştir.
Allahü
Teâlâ onların bu durumunu şöyle beyan ediyor:
«Onu
yalanladılar, biz de onu ve gemide beraberinde olanları kurtardık. Ayetlerimizi
yalanlayanları suda boğduk. Çünkü onlar kör bir millettir.»
Yüce
Allah Nûh (a.s.)'u yalanlayanların üzerine gökten tufan indirerek suda
boğmuştur, Nuh (a.s.)'a iman edip, onunla gemiye girenleri ise kurtarmıştır.
Allah'ın âyetlerini inkâr ederek şirk koşanlar böylece cezalarını görmüşlerdir.
Allah'ın âyetlerine iman edip, Nuh'u tasdik edenler ise kurtulmuşlardır. Zira
Allah'ın rahmeti, yardımı, selâmeti ancak iman edenlerin üzerinedir. Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Onu yalanladılar, biz de onu ve gemide
beraberinde olanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Çünkü
onlar kör bir millettir.» Bu/iun uzun izahı Hûd Sûresinde gelecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ad
kavmine de, kardeşleri Hûd'u gönderdik: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin.
O'ndan başka ilâhınız yoktur, karsı gelmekten sakınmaz mısınız?1'
dedi.»
Allahü
Teâlâ Nûh (a.s.)'u kavmine peygamber gönderdiği gibi, Ad kavmine de .kardeşleri
Hûd'u peygamber olarak göndermiştir, Ad. Yemen istikametinde bir melikin
adıdır. Ona tabi olanlara da «AD» kavmi denmiştir. Hûd (a.s.1 da aynı kavimden
olup, onlara peygamber olarak gönderilmiş ve şöyle demiştir: «Ey kavmim,
Allah'ın birliğine iman \edin. O, sizi yaratan ve rızıklandırandır. O'ndan
başka
A'RAF
SÛEESİ {cüz: t, âyet: 66-63) 403
ma'budunuz
ve İlâhınız yoktur. O'na şirk koşmayın ve emirlerine itaat edin.» Âd kavmi de,
Nûh (a.s.)un kavmi gibi, Hûd (a.s.)'un uyarısını kulak ardı ederek alaya
almışlardır.
Allahü
Teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor :
«Kavminin
küfre dalmış ileri gelenleri, "Biz senin beyinsiz olduğunu görüyor ve seni
yalancılardan sanıyoruz" dediler.»
«"Ey
kavmim, ben beyinsiz değil, âlemlerin Rabbinin peygamberiyim" dedi.»
Hûd
ta.sJ 'un kavminin küfre dalmış olan zenginleri «Ey Hûd, biz senin beyinsiz,
ahmak ve cahillerden olduğunu görüyoruz. Sen yalancılardansın» demişlerdir. Hûd
Ca.sJ da onlara şöyle cevap vermiştir: «Ey kavmim, ben beyinsiz ve cahil
değilim. Âlemlerin Rab-bi tarafından size peygamber olarak gönderildim. Sizi
Allah'ın birliğine imana davet ediyor, sapıklıktan hidayete çağırıyor, bâtıldan
hakka davet ediyorum. Benim görevim Allah'ın bana vahyettiklerini size
bildirmektir. Şayet iman ederseniz hidayete erer kurtulursunuz, iman etmezseniz
Allah'ın azabına uğrar helak olursunuz.» Bütün peygamberler gönderildikleri
kavimleri ve milletleri Allah'a imana davet etmişler, bu davete uyanlar
kurtulmuşlar, uymayanlar ise lâyık oldukları cezaya görmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ Hûd (a.s.) 'un kavmine söylediklerini şöyle beyan ediyor:
•Size
Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.»
«Sizi
uyarmak üzere, aranızdan bir adam vasıtasıyla Rabbiniz-den size bir haber
gelmesine mi şaşıyorsunuz? Allah'ın sizi Nuh'un milleti yerine hükümdarlar
kıldığını ve vücutça da onlardan üs-
404 A'RAP SÛKESİ (cük 8, âyet: 66-69)
tün
yarattığını hatırlayın. Başarıya erişebilmeniz İçin Allah'ın nimetlerini anın,
dedi.»
Hûd
(a.s.) kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben size Babbİ-min bana
vahyettiklerini bildirmek için gelmiş ve sizin için güvenilir bir nasihatçıyım.
Ben sizi Allah'ın birliğine imana davet ediyor, emir ve yasaklarını
bildiriyorum. Bundan dolayı beni niçin suçluyorsunuz? Sizi uyarmak üzere,
aranızdan bir adam vasıtasıyla Rabbi-nizden size bir haber gelmesine mi
şaşıyorsunuz? Ben bugüne kadar aranızda yaşamış bir insanım. Allahü Teâlâ beni
aranızdan peygamber seçip emir ve yasaklarını size bildirmek için göndermiştir.
Hem Yüce Allah'ın sizi Nuh'un milleti yerine hükümdarlar kıldığını ve sizi
onlardan daha üstün yarattığını hatırlayın. Sizi onların yerine vâris kılmış,
vücutça da, boyca da onlardan daha ihtişamlı yaratmıştır.»
Yüce
Allah, Hûd (a.s.)'un kavmini, Nûh (a.s.)'un kavminden daha güçlü, kuvvetli,
boylu ve ihtişamlı yaratmış, onların yerine de hükümdarlar kılmıştır. Bütün bu
özellikler onların Allah'a iman ederek, nimetlerine şükretmeleri içindir.
îbn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir; «Hûd (a.s.)'un milletinin en kısasının boyu altmış
arşın, en uzununun boyu da yüz arşındır.»
'*
Denilmiş ki, Âdem ile Nûh (a.s.) arasında hiçbir nebi, mürsel olarak
gönderilmemiştir. îdris (a.s.) peygamber olarak gönderilmesine rağmen,
kendisine davet görevi verilmemiştir. Allah tarafından kendisine yirmi sayfalık
kitap gönderilmiş, onu gören halkın bir çoğu iman etmişlerdir. Hûd (a.s), Nûh
(a.s.) ile İbrahim (a.s.) arasında yaşamış bir peygamberdir. Kavmini Hakk'a
davet için gönderilmiş, fakat kavmi peygamberliğine inanmamışlardır. O da
kavmine Allah'ın azabını haber vererek «Ey kavmim, Allah sizin üzerinize azap
yelini gönderir, sizi helak ederse, bundan nasıl kurtulacaksınız? Sizi kim
Allah'ın azabından kurtaracak? O'ndan başka ma'bü-dunuz ve halikınız yoktur,
demiştir. Kavmi Hûd'un bu uyarısını kale almayarak, onunla alay etmişler ve
«Siz hangi rüzgârla bizim üzerimize galip geleceksiniz?» demişlerdir. Onlar
şımardıkça şımarmışlar, küfür ve şirklerini daha da artırmışlardır. Bunun
üzerine Hûd (as.) onlara -Ey kavmim, âlemleri ve sizi yaratan Allah'tan korkun,
size ihsan ettiği nimetlerini hatırlayın ve onlara şükredin. Eğer Allah'a iman
eder, nimetlerine de şükrederseniz azabından kurtulur, necat bulursunuz. Şayet
iman edip şükretmezseniz azabına uğrar helak
olursunuz.» Allah'a iman etmeyenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. '
A'RAF
SÛRESt (cük 8, âyet: 70-72) 406
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
■"Bize, yalnız Allah'a kulluk etmemizi,
babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Doğru
sözlülerden İsen haydi bizi tehdit ettiğin azaba uğrat" dediler.»
Hûd
(a.s.) kavmini Allah'ın birliğine imana davet edince, onlar şöyle demişlerdir:
-Ey Hûd, sen bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarını
bırakmamızı söylemek için mi geldin? Eğer sen gerçek peygamberlerden isen bizi
tehdit etmekte olduğun azabı üzerimize getir.» Hûd la.s.) onların küfür
ve şirklerine mukabil büyük bir azabın kendilerini helak edeceğini
bildirmiştir. Onlar da Hûd (a.s.) ile alay ederek «Doğru söylüyor san bizi
azaba uğrat-demişlerdir. Vakti gelince Allah'ın vaadi mutlaka yerine
gelecektir. Yüce Allah acele etmez.
Allahü
Teâlâ Hûd (a.s.)'un onlara cevabını şöyle beyan ediyor:
«"Hiç şüphesiz artık Babbinizin azap ve
Öfkesini hakettiniz. Allah'ın hiçbir delil indirmediği ve isimlerini kendi
koyduğunuz putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin, doğrusu ben de
sizinle beraber bekleyenlerdenim" dedi.»
Hûd
(a.s.) kavmine «Hiç şüphesiz artık siz Rabbinizin azap ve öfkesini hakettiniz.
Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği ve adlarını kendinizin koyduğu
putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Allah, onlara tapmanız için size
bir delil göndermemiştir. Siz benim helakimi bekleyin, ben de sizin helakinizi
bekliyorum. Sonuçta ya sizin dediğiniz doğru çıkar, ya benim- demiştir. Yüce
Allah hiçbir millete puta tapmaları için ruhsat vermemiştir.
Allahü
Teâlâ ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
406 A'RAF SÜRESİ (ete: 8, âyet: 73)
«Biz,
rahmetimizle, Hûd'u ve beraberinde bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi
yalanlayanların da kökünü kazıdık. Çünkü onlar müminlerden değillerdi.»
Allahü
Teâlâ âyetlerini yalanlayanları şiddetli bir rüzgârla helak etmiştir. Böylece
inkarcıların kökünü kesmiştir. Ancak bu kasırgadan Hûd ve beraberindekileri
kurtarmıştır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor-. «Biz, rahmetimizle Hûd ve
beraberinde bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanların da kökünü
kazıdık. Çünkü onlar mü'minlerden değillerdi.» Hûd (a.s.)'un kavmi küfür ve
şirklerinden vazgeçmedikleri için böylece Allah'ın azabına uğramışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Semûd
milletine de kardeşleri Salih'i gönderdik: "Ey milletim, Allah'a kulluk
edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Rabbinizden size apaçık bir burhan geldi:
Allah'ın bu dişi devesi size bir delildir. Onu bırakın, Allah'ın arzında
otlasın. Ona kötülük etmeyin, yoksa can yakıcı bir azaba uğrarsınız"
dedi.»
Allahü
Teâlâ Hûd (a.s.)'dan sonra, Semûd kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber
olarak göndermiştir. £)nlar Şam ile Hicaz arasında «Hicr» denen bir mevkide
ikamet etmekte idiler. Bulundukları yerin suyu az olduğu için -Semûd» adını
almışlardır. Salih (a.s.) onları Allah'ın birliğine iman etmeye davet edip
şöyle demiştir; «Ey milletim, siz Allah'ın birliğine iman edin, sizin O'ndan
başka ma1 budunuz ve ilâhınız yoktur. İbâdete lâyık ancak O'dur.
O'ndan başkasına asla tapmayın..
Diğer
peygamberlerin kavimleri gibi, Salih (a.s.)'in kavmi de, Salih'i
yalanlamışlardır. Yalanlamakla da kalmamışlar öldürmeye de kast etmişlerdir.
Onlar bir bayram günü bayramlarını kutlamak üzere bir yere toplandıkları
sırada, Salih (a.s.) gelip onları Allah'ın birliğine imana ve ibadete davet
edince, şu karşılığı vermişlerdir s «Ey Salih, eğer sen gerçekten peygamber
isen şu kayadan on aylık yüklü bir deve çıkar, o zaman biz Allah'a iman eder ve
senin peygamberliğini tasdik ederiz.» Onlar akıllarınca Salih (a,s.)'i müşkül
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 73) 407
durumda
bırakmak için bunu istemişlerdir. Yalnız Allah'ın kudretini unutmuşlardır.
Allah her şeye kadirdir. Bunun üzerine Salih Ca.s.) kalkar, iki rekât namaz
kılar, ellerini kaldırır Rabbine dua edor, Bu sırada kaya ikiye yarılır,
içinden onların istedikleri vasıfları hâiz deve çıkar, gelir. Onların hepsi bu
mucizeleri görmelerine rağmen yine iman etmezler. Halbuki bir deve getirirse
iman edeceklerine söz vermişlerdi. îman etmedikleri için AJlahü Teâlâ deveyi
başlarına musallat kılmıştır. Bu deve çok büyük ve cüsseli idi. Bütün otlaklara
yayılmış, sulan içmiştir. Onların davarları aç, kendileri de susuz
kalmışlardır. Bu durumdan şikâyet etmeye başlamışlar, Salih (a.s.) de bunun üzerine
suyu deve ile kavmi arasında taksim etmiştir. Su sırası bir gün devenin, bir
gün de kavminindir. Su içmedikleri gün deveyi sağarlar, sütünü içerlerdi.
Devenin sütü hepsine yeterdi, fakat içlerinde dokuz kişi vardı ki, onlar şaki,
bozguncu ve zâlim kimselerdi. Bozgunculuk yapmak için deveyi öldürmeye karar
vermişlerdi.
Salih
(a.s.) onların bu kötü niyetlerini bilir ve şöyle der: «Siz bu işten vazgeçin.
Bu, Allahü Teâlâ tarafından benim peygamberliğime delil ve sizin de Allah'ın
birliğine iman etmeniz için bir hüccet olarak gönderilmiştir. Bundan ibret
alarak Allah'ın birliğine ve kudretine iman edersiniz. O, Allah'ın arzında
otlasın, sakın ona bir kötülük yapmayan. Eğer ona bir kötülük yaparsanız, çok
şiddetli bir azap sizi helak eder.»
Onlar
Salih (-a.s.) in sözünü nazar-ı itibare almazlar ve deveyi öldürmek için tuzak
hazırlarlar. Devenin su yolunu keserler, hayvanı su içmeye giderken
öldüreceklerdi. Nitekim öyle yapmışlardır. Deve suya giderken içlerinden Müstağ
isminde birisi okunu atar, ok devenin arka ayaklarından birine isabet eder ve
hayvan yaralanır. Deve bu yara ile suya gider, suyunu içer ve geri dönüşünde en
şakileri olan Kazar bin Sâlif kılıcını çeker, deveye hücum eder ve öldürür.
Etini bütün halka taksim ederler.
Hasan-ı
Basrî Hazretleri bu hususta şöyle demiştir: «Semûd kavmi, devenin arka ayağını
kırarak boğazlamalardır. Deve boğazlandıktan sonra bir parçası dağa çıkarak
«Anam nerede* diye seslenmiştir. Bu sesi işitenler durumu derhal Salih'e
bildirmişler, o da «Üç gün sonra Allah'ın azabı sizi helak edecektir»
demiştir. Onlar, Salih (a.s.)'e Allah tarafından kendilerine gelecek olan
azabın alâmetini sormuşlar, o da «Birinci gün yüzleriniz ve gözleriniz
sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün kararacak» demiş ve kendisine iman
edenleri alarak aralarından ayrılmıştır. Salih (a.s.) 'in tarif ettiği gibi,
408 A'RAF SÛRESÎ (cüz: 8, âyet: 74-76)
birinci
gün yüzleri ve gözleri sararmış, ikinci gün kızarmış, üçüncü gün ise
kararmıştır. Onlar birbirlerinin yüzüne baktıkça bu alâmetleri görürlerdi. Üçüncü
günün sonunda helak olacaklarını anlayınca bir yere toplanmışlardı. Yüce Allah
onları helak etmek için Cebrail'i göndermiş, Cebrail'in bir sayhası (bağırması)
sonucu hepsi helak olmuşlardır.»
Bir
kısım tefsircilere göre ise, bir ateş gelip onların hepsini yakmıştır. Böylece
işlemiş oldukları suçun cezasını görmüşlerdir. Allahü Teâlâ, isyan edenleri,
kendisine şirk koşanları, zâlimleri böyle cezalandırır.
Allahü
Teâlâ Salih (a.s.) 'in kavmine yapmış olduğu nasihati şöyle beyan ediyor:
-Aliah'ın
sizi Ad kavminin yerine hükümdarlar yaptığını düşünün. Yeryüzünde sizi
yerleştirdi. Ovalarında köşkler yapıyor, dağlarında kayadan evler
yontuyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak
karışıklık çıkarmayın, dedi.»
''Salih
(a.s), kavmini, Allah'ın azabından kurtarmak için onlara şöyle nasihat
etmiştir: -Ey kavmim, Allah Âd kavmini helak ederek sizi onların yerine
hükümdarlar yaptı ve yeryüzüne yerleştirdi. Ovalarında köşkler yapıyor,
dağlarında kayalardan evler yontuyorsunuz. Bağlarından - bahçelerinden
istediğini^ yiyor, sularından içiyorsunuz. Artık Allah'ın bunca nimetlerini
anın ve bunlara şükredin. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın.
Yüce Allah fesatçıları ve isyancıları asla sevmez.»
Her
peygamber kavmini Allah'a imana ve itaate davet etmiş, bu davete uyanlar
kurtulmuşlar, uymayanlar ise helak olmuşlardır.
Allahü
Teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor:
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 77-78)
«Milletinin
büyüklük taslayan ileri gelenleri, aralarından I muit eden ve bu sebeple her
gördükleri kimselere, "Salih'i Babbi tarafın dan gönderilmiş peygamber mi
tanıyorsunuz?" demişlerdir. Onlar da: "Biz. dediler, doğrusu onunla
ne gönderildiyse ona iman edicileriz.'**
«İmanı
kibirlerine yediremiyenler, "Biz de sizin iman ettiklerinizi inkâr
ediyoruz" dediler.»
Semûd
kavminin ileri gelenleri, aralarından iman edenlere ve kimsesizlere şöyle
demişlerdir: «Siz, Salih'i Allah tarafından gönderilen bir peygamber olarak mı
kabul ediyor ve onu tasdik ediyorsunuz?» İman edenler de, onlara şöyle cevap
vermişlerdir: «Evet, biz ona ve Allah tarafından getirdiklerine iman ediyoruz.»
Bunların imanı karşısında sarsılanlar, fakat imanı kibirlerine yediremeyen
kâfirler de «Biz de sizin iman ettiklerinizi inkâr ediyoruz» demişlerdir. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: (Salih'in), milletinin büyüklük taslayan ileri
gelenleri, aralarından iman eden ve bu sebeple gördükleri kimselere «Salih'i,
Rabbi tarafından gönderilmiş peygamber mi tanıyorsunuz?» demişlerdir. Onlar da:
«Biz, dediler, doğrusu onunla ne gönderildiyse ona iman edicileriz.» imanı
kibirlerine yediremi-yenler "Biz de sizin iman ettiklerinizi inkâr
ediyoruz" dediler.»
Allahü
Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor :
«O
dişi deveyi kesip devirdiler, Rabİerinin emrine isyan ettiler ve "Ey Salih,
eğer sen peygamber isen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım" dediler.-
«Bu
yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.»
Onlar,
Salih (a.s.Vin emirlerine itaat etmeyerek deveyi Öldürmüşler, böylece Allah'ın
birliğine imandan yüz çevirmişlerdir, Salih (a.s.) ile alay ederek «Ey Salih,
eğer sen peygamber isen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım» demişlerdir.
Bu isyanları yüzünden onları bir titreme almış ve oldukları yere diz üstü
çöküvermişlerdi. Onlar cumartesi günü Salih (a.s.) Ue bu şekilde alay etmişler,
çarşamba günü deveyi kesmişler ve perşembe akşamı da Allah'ın azabına uğrayarak
helak olmuşlardır. Onlar peygamberlerine isyan ettikleri İvin helak
olmuşlardır.
410 A'RAF SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 79-81)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Salih
de onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim, andolsun ki ben size Rabbimin
sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim. Fakat siz Öğüt verenleri
sevmiyorsunuz" dedi.
Salih
(a.s.)'i kavmi yalanlayınca, onlara «Ey kavmim, ben size Rabbimin bana
vahyettiklerini bildirmiş ve size öğüt vermiştim. Sizi Allah'ın birliğine imana
davet ettim, yaptığınız kötülüklerden vazgeçerek tevbe etmenizi söyledim ve
sizi Allah'ın azabından sakınmaya çağırdım,. Fakat siz dinlemediniz, öğüt
verenleri de düşman tanıdınız ve davete itaat etmediniz. Şimdi görün azabınızı»
demiş ve aralarından ayrılmıştır. Bir toplumun içinde peygamber bulunduğu
müddetçe o topluma azap gelmez. Salih ta.sJ de, kavmine azap yaklaştığı zaman
kendisine iman edenlerle birlikte aralarından çıkıp gitmiştir. Kavmi helak
olunca beraberindekilerle birlikte Mekke'ye gelip yerleşmiş, ölünceye kadar
orada kalmıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Lût'u
da gönderdik. Hani o kavmine: ''Hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir
hayasızlığı mı yapıyorsunuz?»
«Siz
kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu çok aşırı giden
bir milletsiniz" dedi.»
Hz.
Muhammed'in ümmetinin ibret alması için Yüce Allah Kur1-an-ı
Kerîm'de geçmiş peygamberlerden ve ümmetlerinden haber vermiş, helak oluş
sebeplerini bildirmiştir.
Yüce
Allah, Lût (a.sj'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir, Lût (a,s,)'un
kavmi çok ahlâksız bir toplum idi. O zamana kadar hiçbir peygamberin kavminin
işlemediği terbiyesizliği yapıyorlardı. Erkekler, kadınları bırakmış
birbirleriyle livâta yapıyorlardı. Lût (a.s.) onları bu ahlaksızlıklarından
vazgeçirmek için çok uğraşmış ve onlara şöyle demişti: «Ey kavmim, dünyada
sizden önce hiç kimsenin yapmadığı bir terbiyesizliği mi yapıyorsunuz? Siz
A'BAF
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 82-84) 411
kadınları
bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Halbuki sizin helâlimiz
kadınlarınızdır. Onları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşmanız en büyük
hayâsızlıktır. Siz helâli bırakıp harama koşuyorsunuz. Bu terbiyesizliğinizden
ötürü Allahü Teâlâ'dan size büyük bir azap gelecek, hepinizi helak edecektir.»
Onlar Lût (a.s.)'un bu uyarılarına ve nasihatlerine kulak tıkamışlar,
terbiyesizliklerine devam etmişlerdir.
Allahü
Teâlâ onlardan haber verip durumlarını şöyle beyan ediyor ;
«Kavminin
cevabı "Çıkarın onları memleketimizden. Çünkü onlar fazla temizlik yapar
insanlardır" demelerinden başka olmadı.»
Lût
(a.s.)'un kavmi, bu çirkin fiillerinden ve terbiyesizliklerinden
vazgeçmedikleri gibi, Lût'un uyarılarına da zorlanmışlar ve -Onları çıkarın
memleketimizden. Çünkü onlar bizim fiillerimizi çirkin görüyorlar ve kendileri
de fazla temizlik yapıyorlar» demişlerdir. Onlar, Lût (a.s.) ile alay etmek
için böyle söylemişlerdir. Onlar peygamberlerine itaat etmedikleri gibi, onunla
alay da etmişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kavminin cevabı
«Çıkarın onları memleketimizden. Çünkü onlar fazla temizlik yapar insanlardır»
demelerinden başka olmadı.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun
üzerine Lût'u ve taraftarlarını kurtardık. Yalnız karısı geride kalıp helake
uğrayanlardan oldu.»
«Geriye
kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, günahkârların encamı ne oldu?
Bir baksana.»
Allahü
Teâlâ Lût (a.s.)'un kavmini yaptıkları çirkin işlerinden dolayı helak etmiştir.
Lût (a.s.), Zeûrâ ile Rlşâ adında iki kızını ve kendisine iman edenleri
beraberinde götürmüş, eşi helak olanlar arasında kalmıştır. Çünkü o iman
etmemiş, Lût (a.s.)'a hainlik yapmıştır. Yüce Allah onların yaptıkları
terbiyesizlikten dolayı üzerlerine taş yağdırmıştır.
Allahü
Teâiâ peygamberine hitaben şöyle buyuruyor: *Yâ Mu-
412 A'RAF SÛRESİ (cüz; 8, 6yet: 85)
hammed,
mücrimlerin sonu ne oldu bir baksana. Sana itaat etmeyenlerin sonu da böyle
olacaktır.» Allah'ın emirlerine itaat etmeyenler ve peygamberlerini
yalanlayanlar mutlaka lâyık oldukları cezayı göreceklerdir. Hâinlerin sonu
mutlaka hüsrandır.
Allah
ü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Medyen halkına da kardeşleri Şuayb'ı gönderdik.
Onlara şöyle dedi: "Ey milletim, Allah'a kulluk edin. Ondan başka ilâhınız
yoktur. O'ndan size apaçık bir burhan gelmiştir, ölçü ve tartıyı tam yapın,
insanların eşyasını eksik vermeyin. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk
etmeyin. İnanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin
için hayırlıdır.»
Allahü
Teâlâ Medyen halkına da kardeşleri Şuayb (a.sJ 'ı peygamber olarak göndermiştir. Bu kavim, İbrahim
(a.s.)'in oğlu Med-yen'in. soyundandır. Hz. İbrahim, Lût (a.s.)'un kızı Rîşâ
Hatun ile evlenmiş, bu evlilikten Medyen isminde bir oğlan çocuğu olmuş, bunun
soyundan gelenlere de Medyeniler denmiştir. Bunların hepsi küfrü irtikâp
ettikleri için kâfir olmuşlardır, ölçü ve tartılarında hile yaparak
birbirlerine hainlik etmişlerdir. Bunlar Allah'a şirk koştukları gibi, ölçü ve
tartılarını da eksik yaparj&rdı. Bir şehir kurarak dedelerinin adını
vermişlerdir. Kurdukları şehre ve dedelerine nisbetle kendilerine Medyen halkı
denmiştir. Yüce Allah bunlara Şuayb (a.s.)'i peygamber olarak göndermiştir.
Şuayb ta.s.) soy itibariyle onların en üstünü, ahlaken ve sûreten> en güzeli
ve en doğru sözlüsüdür. Allah korkusundan o kadar ağlamış ki, son anda gözleri
kör olmuştur. Kavmine peygamber olarak gönderildiği zaman onlara şöyle
demiştir: -Ey milletim, Allah'ın birliğine iman ederek, O'na kulluk edin. Sizin
O'ndan başka ilâhınız yoktur. Şüphesiz O'ndan size apaçık bir burhan gelmiştir.
O*nun emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının.» ,
Bazı
tefsircilere göre, bu burhan Şuayb (a.s.)'ın kendisidir. Ondan başka bir burhan
gelmemiştir. Bazılarına göre ise, Allahü Teâla göndermiş olduğu bütün
peygamberlere bir mucize ve bir burhan vermiştir. Bu mucizeler ve burhanlar
onların peygamber olduklarını
A'RAF SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 86) 413
ve
sözlerinin doğruluğunu tasdik etmek
içindir. Yüce Allah bazısının burhanını açıklamış, bazısınınkini açıklamamıştır.
Şuayb (a.sJ de burhanı açıklanmayanlardandır. Şuayb (a.s.) kavmine; «Ey
milletim, ölçü ve tartılarınızı tam yapın. Birbirinizin eşyalarını ve
yiyeceklerini eksik vermeyin. Her işinizde âdil olun. Birbirlerinizin haklarına
tecavüz etmekle yeryüzünde fesatçılardan ve isyancılardan olmayın. Bunlardan
sakının. Allahü Teâlâ size helâl ve haramı açıkladı, hakkı ve bâtılı bildirdi.
Hakkı size emretti ve bâtıldan da nehy etti. O'nun emirlerine itaat edin,
yasaklarından da sakının. Ölçü ve tartılarınızı tam yapın. Eğer inanıyorsanız
bilin ki, bunlar sizin için çok hayırlıdır.»
Allahü
Tealâ Şuayb (a.s.)'in kavmine yaptığı nasihati şöyle beyan ediyor: «Ey
milletim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. O'ndan size apaçık
bir burhan gelmiştir, ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik
vermeyin. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, inanıyorsanız
bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
Allah'a
inananları yolundan alıkoyup ve o yolun eğriliğini dileyerek tehdit edip, her
yolda pusu kurup oturmayın. Vaktiyle siz az iken, Allah'ın sizi çoğalttığını
hatırlayın. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
Şuayb
ta.s.) 'in kavmi, iman edenlere düşman olarak, onları tehdit edip imanlarından
alıkoymaya çalışmışlardır. Şuayb (a.s.) de onlara şöyle demiştir: -Ey kavmim,
Allah'a iman edenleri yolundan alıkoyup, onları imanlarından vazgeçirmek için
tehdit etmeyin. Onları hak yoldan men etmeyin. Siz onları hak yoldan bâtıl yola
davet ediyorsunuz. Vaktiyle siz az iken Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayın,
Nuh'un ve Salih'in kavminin nasıl helak olduğuna ve peygamberlerini
yalanlamalarının cezasını nasıl gördüklerine bir bakın. Siz de onlardan ibret
alarak, onların düştüğü âkibete düşmeyin. Siz de onlar gibi yeryüzünde
bozgunculuk yapar, peygamberinizi yalanlarsanız Allah'ın azabına uğrar helak
olursunuz.»
Şuayb
(a.s.) kavmini bu şekilde ikaz etmişti. Fakat onlar bu ikaza w nasihate
aldırmamışlar, isyanlarına devam etmişlerdir.
414 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 87-88)
Ey
insanlar, sizden önce geçen milletlerden isyan edenlerin ve yeryüzünde
bozgunculuk çıkaranların sonuna bir bakın, onlar isyanları yüzünden helak
olmuşlardır, Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olanlar ve yeryüzünde
bozgunculuk yapanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Geçmiş peygamberlerin
ümmetleri buna en büyük delildir. Akıl sahipleri bunlardan ibret alarak onların
düşmüş oldukları hataya düşmezler.
Allahü
Teâîâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İçinizde mademki benimle gönderilene inanan bir
topluluk ve inanmayan bir topluluk var. O halde Allah'ın aramızda hükmünü
bildirmesine kadar sabredin. Allah hükmedenlerin en hayırlısıdır»
Şuayb
la.sJ'in kavminin bir kısmı kendisine iman etmiş, bir kısmı iman etmemiştir. O,
kavmine şöyle demişti: «îçinizden bir kısmınız benim getirdiklerimi ve
risaletimi tasdik etmiş, bir kısmınız da inkâr ederek kâfir olmuştur. Allahü
Teâlâ'nın sizinle bizim aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Zira O,
hükmedenlerin en hayırlısıdır, O zaman iman edenlerin mi akıbeti hayırlıdır,
yoksa kâfirlerin mi görürüz. Hangisinin hayırlı olduğu o zaman belli olur.» Allah'ın azabı inkarcıları
çepeçevre kuşatmıştır. Allah onlardan mutlaka intikamını alacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celile sinde şöyle buyuruyor:
•Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri,
"Ey Şuayb, ya dînimize dönersiniz ya da, andolsun ki seni ve inananları
seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb "İstemesek de
mi?" dedi.»
Şuayb
(a.s.)'in kavminin ileri gelenleri, ona şöyle demişlerdir: -Ey .Şuayb, ya
dininizi bırakır bizim dinimize dönersiniz, ya biz sizi memleketimizden
çıkarırız. Eğer bizim dinimize dönerseniz kurtulursunuz.» Bunun üzerine Şuayb
(a.s.) da, onlara «Dininize dönmemiz için bize cebir (mi ediyorsunuz?»
demiştir. Onlar da -Evet dinimize
A'HAF
SÛRESİ (cûu: 9, Ayet: 89-90) 416
dönmeniz
için size cebrediyoruz» demişlerdir. Allahü Teâlâ bunu SÖyle beyan ediyor;
«Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, -Ey Şuayb, ya dinimize
dönersiniz ya da, andolsun ki seni ve inananları seninle beraber kasabamızdan
çıkarırız» demişlerdir.» Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah
bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı
yalan uydurmuş oluruz. Kabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize
yakışmaz. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz ancak Allah'a güvenip
dayandık. Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında sen hak olanı hükmet. Sen
hükmedenlerin en hayırlısısın.»
Kavmi,
Şuayb (a.s,)'in kendi dinlerine dönmesini istemişler, o da şöyle demiştir:
«Şayet tekrar sizin dininize dönersek doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş
oluruz. Bize artık sîzin dininize dönmek yakışmaz. Çünkü siz haktan uzaklaşmış
yalancılarsınız. Sizin bâtıl dini-nizden^Allah bizi kurtarmışken bir daha
bâtıla dönmek olacak şey midir? Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz ancak
Allah'a güvenip dayanırız. Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında hak olanı
hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırhsısm.» Şuayb (a.s.)'in bütün İkaz ve
nasihatlerine rağmen kavmi dinlerinden dönüp iman etmemişler, üstelik iman
edenlere karşı cephe almışladır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onun
kavminden kâfir olan ileri gelenleri "Şuayb'e uyarsanız andolsun ki siz
kaybedersiniz" dediler.»
Şuayb
Ca.s.Vin kavminin kâfir olan mütekebbirleri iman edenlere şöyle demişlerdir:
«Eğer siz, Şuayb'e tâbi olur, itaat ederseniz muhakkak hüsrana uğrayanlardan
olursunuz.» Şuayb (a.sJ, kavmini saptıkları bâtıl yoldan kurtarmak için onlara
va'z u nasihat etmiştir. Fakat onlar yapılan va'z u nasihate hiç aldırış
etmemişler ve ona düşman olmuşlardır. Bu defa onlara şöyle demiştir: «Gelin
Allah'ın hükmüne tâbi olun ve bana itaat edin. Eğer Allah'a iman edip, bana
tâbi olmazsanız Allah'ın azabına uğrar, helak olursunuz.» On-
416 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet; 91-93)
lar
buna da aldırış etmediler ve onunla alaya başladılar. Şuayb (a.s,), onlara
Allah'ın azabının yaklaştığını hissedince kendisine iman edenlerle birlikte
aralarından çıkıp gitmiştir. Şuayb Ca.s.) aralarından ayrıldıktan sonra Allahü
Teâlâ onların üzerine çok sıcak ve şiddetli bir rüzgâr göndermiş, sıcağın
şiddetinden evlerinde duramıyarak çıkıp şehrin bağlığına gitmişler, tam o
sırada Allah tarafından gönderilen bir ateş gelip hepsini yakıp yok etmiştir.
Küfredenler ve peygamberlerini yalanlayanlar böylece cezalarını görmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor;
«Bu
yüzden onlara bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.»
«Şuayb'i
yalanlayanlar, yurtlarında sanki hiç yaşamamış gibi oldular. İzleri bile
kalmadı. En büyük zarara uğrayanlar Şuayb'i yalanlayanlar olmuşlardır.»
Allahü
Teâlâ zelzele ile beraber şiddetli bir ateş göndererek Şuayb ta.sJ'e tâbi
olmayanları yakıp helak etmiştir. Sanki onlar yurtlarında hiç yaşamamış gibi
olmuşlardır. Kendileri helak olup yok oldukları gibi, bütün meskenleri ve yurtları
da târ u mâr olmuştur. Onlar iman edenlere «Eğer siz Şuayb'e tâbi olursanız en
büyük zarara uğrayanlardan olursunuz» demişlerdi. Şimdi en büyük zarara uğrayanlar
kendileri olmuştur. Yüce Allah iman etmeyenlerden ve isyancılardan böylece
intikamını alır. •
Allahü
Teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor:
«Şuayb
onlardan yüz çevirip: "Ey milletim, andolsun ki, Rabbi-min sözlerini size
bildirdim. Öğüt verdim, şimdi kâfir bir kavme nasıl acırım?" dedi.»»
Şuayb
ta.s.), kavminin Allah'a iman etmeleri için çok va'z u nasihat etmiştir. Onlar
hiçbir zaman kendilerine yapılan bu nasihatleri dinlememişler, aksine Şuayb
(a.s,)'e ve iman edenlere düşman olmuşlardır. Şuayb (a.s.) da onlara, bu durumlarından
vazgeçmedikleri takdirde Allah'ın azabının gelip kendilerini helak edeceğini
söylemiş, kendisine iman edenlerle beraber aralarından çıkıp gitmiştir. Şuayb
ta.s.] (kavminin arasından ayrılınca Allah'ın azabı gelmiş, on-
A'JIAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 94-95) 417
lan
helak etmiştir. Yurtlarında taş üzerinde taş kalmamıştır. Şuayb (a.sJ bir
müddet sonra kavminin yurduna dönmüş, harap olduğunu ve kendilerinin de helak
olduğunu görünce «Ey milletim, andolsun ki, Rabbimin sözlerini size bildirdim.
Azabın geleceğini haber verdim ve size va'z u nasihat ettim. Bunların hiçbirine
itibar etmediniz, şimdi kâfir bir kavme nasıl acırına?» demiştir. Allah'ın
âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayan toplumlar, Allah'ın azabına uğrayarak
helak olmuşlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Biz
hangi memlekete bir peygamber
gonderdiysek, ora halkını yalvarıp yakarmaya sevk için sıkıntıya, felâkete
uğrattık.»
Allahü
Teâlâ her memleket halkına bir peygamber göndermiştir. Onların birçoğu
peygamberlerini yalanlamışlardır, Allahü Teâîâ, onların yalvarıp yakarmaları
için çeşitli musibetlere, felâketlere, sıkıntılara, yokluğa ve azaba
uğratmıştır. Belki Allah'm kudretini düşünerek peygamberleri tasdik edip iman
ederler diye. Buna rağmen onların birçoğu iman etmemişlerdir. İman etmeyenler,
mutlaka inkârlarının cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: -Biz hangi millete bir
peygamber gonderdiysek, ora halkını yalvarıp yakarmaya sevk için sıkıntıya,
felâkete uğrattık.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sonra
bu sıkıntıyı iyiliğe çevirdik. Nihayet çoğaldılar: "Zaten bizim
babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı" dediler. Bunun
üzerine biz de kendilerini ansızın tutup yakalayıverdik.»
Allahü
Teâlâ, kullarına lütfedip rahmet ederek, itaat etmelerine vesile olacak
sıkıntıyı iyiliğe çevirmiştir. İman edip şükretmeleri için, onları fakirlikten
kurtarıp bolluğa, sıkıntıdan ferahlığa, yokluktan varlığa kavuşturmuş,
mallarını ve mülklerini artırmıştır. Buna rağmen kendilerine verilen bunca
nimetlere şükretmeyerek nankörlük etmişlerdir. Onlar bu nimetleri kendilerinin
elde ettiğini zan-
k C. : II — F. : 27
418 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 96)
nederek
«Zaman icabı bazen kıtlık, bazen bolluk olur, bazen sıkıntı, musibet, bazen de rahmet
ve ferahlık olur. Babalarımız ve dedelerimiz de bu gibi bir çok zahmet ve
meşakkatlere, yokluğa ve bolluğa mâruz kalmışlardır. Bu sadece bizim
başımızdaki bir olay değildir» diyerek, varlıklarına mağrur olmuşlar ve imandan
yüz çevirmişlerdir. Yüce Allah da onları - kendileri f arkma varmadan - ansızın
yakalayıp hepsini helak etmiştir.
Denilmiştir
ki, bir belâ ve musibet umumî olursa tenbih de (uyarma) zecr için olur. Böylece
musibete uğrayanların durumunu görenler onlardan ibret alarak, ma'siyetten vazgeçip
Allah'a itaat ve ibadetle meşgul olurlar. Eğer nimet umumî olursa, istidraçtır.
Yani yokluğu varlığa tebdildir ki, buna mağrur olarak Allah'ı unutmamak ve
verdiği nimetlere şükretmek gerekir. Şayet nimet bir şahsa münhasıran hususi
olursa, bu da tenbih içindir. Bunun bir imtihan, bir kurtuluş ve bir ikap
vesilesi olduğunu unutmamak gerekir. Eğer sahibi, o malm zekâtını verir, Allah
yolunda tasadduk eder, verilen nimetlere şükreder, kibir ve gururdan sakınırsa,
kendisi için bir kurtuluş vesilesidir. Bunları yapmaz, Allah'ın kendisine
verdikleri ile kibirlenir ve gururlanırsa, kendisi için büyük bir musibet ve
felâkettir. Nitekim Musa (a.s.) Allahü Teâlâ'ya münâcaat ettiği zaman Yüce
Allah şöyle demiştir: «Ey Musa, bir fakir gördüğün zaman •Bu sâlihlerin
alâmetidir» diyerek onu müjdele. Zengin birini gördüğün zaman da «Bu onun
günahıdır, azabı geciktirilmiştir"- de. Gayr-i meşru yoldan elde edilen ve
zekâtı verilmeyen mal, sahibi için bir vebaldir. Mü'min her haline hamd ve
şükretmeli, dünyaya mağrur olup Allah'a itaat ve ibadetten gafil olmamalıdır.
Varlığına mağrur olanlar gurur ve kibirlerinin cezasını mutlakaj,göreceklerdir.
AUahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Eğer
o memleketlerin halkı iman etmiş ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı,
onlara gökten ve yerden bereketler yağdırırdık. Fakat onlar inkâr ettiler, biz
de onlara, yapıp kazandıklarının cezasını verdik;»
Eğer
o memleketlerin halkı iman etmiş ve Allah'a karşı şirk vo isyan etmekten
sakınmış olsalardı, Yüce Allah onlara göğün kapılarını açar, yağmurlar indirir,
o yağmurlar vasıtasıyla yerden çeşit çeşit rızıklar, yemişler, nebatat,
meyveler ve otlar bitirirdi. Fakat on-
A'RAF
SÛRESİ (cüı: l>. ftyet: 97-100) 419
lar
Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlamışlardı. Bu inkârlarına karşılık
Allahü Teâla da onları ansızın yakalayıp hepsini helak etmiştir.
Bu
âyet-İ celile suna da İşaret eder: Bir kimsenin yetecek kadar maişetinin olması
kendisi İçin bir saadettir. Dolayısıyla şükretmesi gerekir. Şükrü terketmek
günahtır,
Allahü
Tealâ âyeti colilusinde şöyle buyuruyor:
«O
memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın onlara gelip
çatmasından emin mi oldular?»
«Yoksa
o memleketlerin ahalisi, azabımızın onlar gündüzün eğlencelere dalmışken
gelmesinden mi emin oldular?»
Kendilerine
peygamberler gönderilen ve o peygamberleri yalanlayan memleketlerin halkı,
kendileri geceleyin uyurken Allah'ın azabının gelip çatmasından korkmayıp emin
mi oldular? Yoksa gündüzün oynarken Allah'ın azabının gelip kendilerini helak
etmesinden emin mi oldular? Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini
yalanlayanlar, O'nlın azabından korkmuyorlar mı? Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın
kendilerine gelip çatmasından emin mi oldular? Yoksa o memleketlerin halkı,
azabımızın onlar gündüzün eğlencelere dalmışken gelmesinden mi emin oldular?»
İnkarcılar mutlaka inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar
Allah'ın tedbirlerine karşı da kendilerini emin mi buluyorlar? Allah'ın
tedbirlerinden ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler.»
-Evvelki
sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanları, dileseydik, günahlarından dolayı
bir felâkete duçar edip, onların kalblerin mühür basarak körlenmiş, işitmez bir
hâle getireceğimiz besbelli değil midir?» '
420 A'RAP
SÛRESt (cüz: 9, âyet: 101-102)
O
memleketlerin halkı, Allah'n tedbirlerine karşı da kendilerini emin mi
sayıyorlar? Allah'ın tedbirinden ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler. Evvelki
sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları, eğer Allahü Teâlâ dileseydi,
işlemiş oldukları günahlarından dolayı bir felâkete duçar ederek helak ederdi.
Bunlardan önce yaşayan milletler, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini inkâr
ettiklerinden dolayı azaba uğrayarak helak olmuşlardır. Allahü Teâlâ bunların
da, inkâr ve şirklerinden dolayı kalblerini ve kulaklarını mü-hürlemigtir. Bu
bakımdan onlar Hakk'a dönmezler ve va'z u nasihat da dinlemezler. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar Allah'ın tedbirlerine karşı da kendilerini emin
mi buluyorlar? Allah'ın tedbirlerinden ancak hüsrana uğrayanlar emin
olabilirler. Evvelki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanları, dileseydik,
günahlarından dolayı bir felâkete duçar edip, onların kalblerine mühür basarak
körlenmiş, işitemez bir hale getireceğimiz besbelli değil midir?-
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-İşte
biz bu memleketlerin haberlerinden bir kısmını sana naklediyoruz. Andolsun ki
peygamberleri onlara apaçık alâmetler getirmiştir. Fakat daha evvelden
yalanlamış oldukları şeylere iman etmediler. İşte kâfirlerin yüreklerine Allah
böyle mühür basar.»
Yâ
Muhammed, biz sana Kur'an'da Önceki milletlerin haberlerinden bir kısmını
bildirdik. Onlara peygamberleri apaçık burhanları getirip göstermişlerdir.
Onlar, bunlardan ibret alarak iman etmemişler, bizim âyetlerimizi ve
peygamberlerimizi yalanlamışlardır. Kendilerine peygamber ve azap geldikten
sonra da inkârlarından dönmemişlerdir, işte Allah kâfirlerin kalbine böyle
mühür vurur. Onlar küfürlerinden dönüp iman edemezler. Zira küfürleri
imanlarına mânidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onların
çoğunda ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fasık, mütecaviz bulduk.»
Yüce
Allah'ın azabına uğrayarak helak olan milletler ve toplum-
A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 103) 421
lar,
Allah'» verdikleri sözde durmamışlar ve peygamberlere de itaat etmemişlerdir.
Ahdi bozdukları ve peygamberleri de yalanladıkları için Allahü Teâlâ onları
helak etmiştir. Onlar ahde vefa göstermediklerinden ve yeryüzünde fesat
çıkardıklarından dolayı helak olmuşlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Onların çoğunda ahde vefa görmedik. Onların çoğunu fâsık, mütecaviz bulduk.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sonra
peygamberlerin ardından Musa'yı âyetlerimizle Fir'avn ve erkânına gönderdik.
Âyetlerimize karşı haksızlık ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir
bak.»
Allahü
Teâlâ, adları geçen peygamberlerden ve onları yalanlayan milletlerin helakinden
sonra, Musa (a.s.)'yı da çeşitli mucizelerle kardeşi Harun ile birlikte
Fir'avn'a göndermiştir. Fir'avn, Mısır'ın meliki idi. Cebbar lığı ile
tanınmıştı, Musa'nın kavmi olan Kıb-tîlere çok zulüm ve işkence yapmıştı. Asıl
adı Velid bin Musab idi. Yüce Allah Musa (a.s.)yı, onu Hakk'a davet için
göndermiş, Feygam-borliğini isbat için kendisine çeşitli mucizeler ve burhanlar
vermiştir. Musa (a.s.)'nın burhanı, elindeki asası ve elinin beyazlayarak ışık
saçmasıdır. Musa, elini yakasına sokup çıkardığı zaman bembeyaz olur ve etrafa
ışık saçardı. Musa (as.) gelip Fir'avn'ı ve taraftarlarım Hakk'a davet etmiş ve
onlara peygamber olduğuna dair lıirçok mucizeler göstermiştir. Onlar da Musa
(a.s.)yı ve Allah'ın ayotlerini inkâr ederek kendilerine zulmetmişlerdir.
İbn
Abbas (r.aj'a göre, Musa (a.s.)'nın mucizesi asâsıdır. Onunla #eHp Fir'avun'un
kapısını çalar. Fir'avn, Musa (a.s.)'mn heybetin-tlnn o kadar korkar ki bir
anda başı beyazlar, halktan utandığı için ■İt» saçını siyaha boyar. îlk
önce saçını siyaha boyayan Fir'avn olmuştur. Ondan sonra saçını boyayanlar
Fir'avun'un sünnetini işle-ıııIg ulurlar. Musa (a.s.)'mn asasının uzunluğu on
arşın olup vurduğu yorde yeşil otlar biterdi.
Allahü
Teâlâ sevgili peygamberine «Yâ Muhammed, bozguncuların sonunun nasıl olduğuna
bir bak» buyurarak, inkarcıların ve ho/tfuncuların nasıl helak olduğuna
ümmetinin dikkatini çekiyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
422 A'RAF SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 104-108)
«Mûsa:
"Ey Fir'avn, ben hiç şüphesiz âlemlerin Rabbi katından gönderilmiş bir
peygamberim" dedi.»
Musa
(a.s.) kardeşi Hâı-un Ca.s.) ile birlikte Fir'avn'a gelip «Ey Fir'avn, ben
âlemlerin Rabbi tarafından sana gönderilen bir peygamberim. Seni O'nun
birliğine imana ve ibadete davet ediyorum» demiş, Fir'avn ise, bu daveti kabul
etmeyerek şöyle konuşmuştur: «Ey Musa, sen yalan söylüyorsun.» Bunun üzerine
Musa (a.s.) ona şu cevabı vermiştir:
Allahü
Teâlâ Musa (a.s.)'mn cevabını şöyle beyan ediyor:
«"Bana
Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rab-binizden bir mucize
getirdim. Artık İsrailoğullannı benimle beraber gönder" dedi.»
«Fir'avn:
"Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım, doğru sözlülerden isen bunu
yaparsın'1 dedi.»
Fir'avn,
Musa (a.s.)'nın peygamberliğine inanmamış, onu yalanlamıştı. Musa (a.s.) da,
ona «Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Ben sana delilsiz,
burhansız gelmedim. Peygamber olduğuma dair burhanlar ve mucizelerle geldim.
Sizin halikınız ve ilâhınız Allah'tır. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Size
O'ndan mucize getirdim. Artık îsrailoğullarını benimle beraber gönder. Bunca
zamandır onlara zulüm ve işkence edip durdun» demiştir. Bunun üzerine Fir'avn,
Musa (a.s.)'ya şöyle der: «Şayet peygamber olduğuna dair bir mucize ve bir
alâmet getirdiysen ortaya koy bakalım.»
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Bunun
üzerine Musa asasını bıraktı, bir de ne görsünler, o apa-şikâr bir yılan'
oluverdi.»
«Elini
çıkardı, bakanlar, bembeyaz olduğunu gördüler.»
Fir'avn,
Musa (a.sJ'ya -Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım» deyince, Musa asâsım
yere bıraktı, asa o anda,büyük bir yılan
A'RAK
HfiKKSl (ete: 9t âyet: 109112) 423
oluverdi.
Görünümü sarı, kızıl ve ala olmak üzere üç renk almıştı. Ağzını açarak
Fir'avn'a hücum etti ve tahtına çıkıp oturdu. Onu gören halk şaşırdılar,
tahttan aşağı inince de korkudan kaçtılar. Ondan kurtulamayacaklarını anlayınca
«Ey Musa, onu yakala ve bizden uzaklaştır» dediler. Bunun üzerine Musa (a.s.)
ejderhayı yakalar ve yine elindeki asaya dönüşür. Bunu gören Fir'avn'un
taraftarları Musa ile alay etmeyo başlarlar. Bunun üzerine Fir'avn «Bundan başka
ne gibi mucizelerin varsa getir görelim* der. Bu defa Musa Ca.s.) elini
yakasının altına sokar ve çıkarır, bir de ne görsünler, bembeyaz bir el,
güneşin ziyasından daha fazla etrafa ışık saçıyor. Görenler hayrete düşeri or,
şaşırırlar, bakakalırlar. Musa (a.s.) yine onların gözünün önündü elini
yakasına sokar-çıkarır, eli eski haline döner. Musa (a.s.) 'nın bu mucizesini
görenlerin neler söylediğini Al-lahü Teâla şöyle beyan ediyor:
«Fir'avn'ın
kavminin ileri gelenleri. "Doğrusu bu usta bir sihirbazdır^
-Sizi
memleketinizden çıkarmak istiyor"» dediler.» (Fir'avn] i «O halde ne
buyurursunuz» (dedi).
«'Onu
ve kardeşini ahkoy, şehirlere toplayıcılar gönder.» «Bütün bilgin sihirbazları
sana getirsinler" dediler.»
Fir'avn,
Musa (a.s.) 'nın mucizesi karşısında şaşırmış kalmıştı. Ne yapacağını
bilemiyordu. Durumu gören kavminin ileri gelenleri ona şöyle demişlerdi: «Sizi
memleketinizden çıkarmak için doğrusu bu usta bir sihirbazdır. Böylece sizi
memleketinizden çıkaracaktır.» Bunun üzerine Fir'avn «Bana ne yapmamı
önerirsiniz. Ona karşı ne yapayım?» der. Onlar da şöyle derler: «Ey Melik, bunu
kardeşiyle birlikte hapset, öldürme. Çünkü bunların yalanları halkın huzurunda
daha ortaya çıkmadı. Şayet yalanlan açığa çıkmadan bunları öl-dürürsen, halkın
bir kısmı bunların haklı ve fiillerinin de doğru olduğunu zannedeceklerdir. Bu
bakımdan onları yalanlan ortaya çıkmadan öldürme. Etraf şehirlere elçiler
gönder, onların halkıyla bilgin sihirbazlarını sana getirsinler, sihirbazlar
onlarla mukabele etsinler. Böylece onların yalanları ve sihirbazlıkları ortaya
çıkar, sen de onları Öldürürsün.» Fir'avn, onların sözünü dinler, Musa ile kar-
424 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 113-116)
deşini
hapseder. Çevre şehirlere elçiler göndererek halkı ve sihirbazları davet eder,
hepsi gelir, şehrin meydanında toplanırlar.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor :
x «Sihirbazlar Fir'avn'a geldi: "Üstün gelecek
olursak bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?" dediler.»
«Fir'avn)
"Evet, yenerseniz gözdelerden olacaksınız" dedi.»
Bütün
sihirbazlar toplanıp Fir'avn'un huzuruna gelirler ve «Ey Fir'avn, biz Musa'ya
galip gelirsek, bize bir mükâfat verir misin?» demişlerdir. Fir'avn da «Evet,
sizi mükafatlandırır ve yakınlarım arasına alırım, istediğiniz gibi yaşarsınız»
demiştir. Sihirbazlar bundan memnun kalarak, Musa'ya galip geleceklerine dair
söz verirler ve müsabaka gününü tayin ederler. Müsabaka günü gelir çatar, halk
meydanı doldurur. Sihirbazlar da büyük bir tezahürat içinde müsabaka meydanına
gelirler, Musa (a.s.) ile kardeşi Harun (a.s.) da müsabaka meydanına getirilir.
Herkes yerini alır.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Sihirbazları
"Ey Musa, marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler.»
«Mûsaı
"Siz koyun" dedi. Sihirbazlar "marifetlerini ortaya koydular,
halkın gözlerini büyülediler. Onlara korku saldılar, büyük bir sihir yaptılar.»
Müsabaka
günü gelip çatmıştı, halk meydanları doldurmuş merakla neticeyi bekliyorlardı.
Nihayet sihirbazlar da meydana çıktılar. Kardeşiyle birlikte Hz. Musa da geldi.
Onlar Musa'ya karşı galip geleceklerine çok güveniyorlardı, bunun için de şöyle
demişlerdi: «Yâ Musa, sen mi önce marifetini göstereceksin, yoksa biz mi
gösterelim?» Musa (a.s.) Rabbine güveniyor ve onlara mutlaka galip geleceğini
biliyordu. Bunun için hiç tereddüt etmeden -önce siz maharetinizi gösterin-
demişti. Bunun üzerine sihirbazlar büyük bir ustalıkla ellerindeki iplerini ve
sopalarım yere atarak halka yılan göstermişler, onların gözlerini büyülemişler,
korku ve dehşet salmışlardı. '
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: U7-119) 425
İbn
Abbas Cr.a.Ta göre, sihirbazların sayısı otuz binden fazla olup, her birinin
elinde bir sopa vardı. Bunlar sopalarını yere bıraktılar, her biri birer yılan
oldu. Bundan başka ellerinde içi civa ile dolu ve dışı yaldızlı örme ipler de
vardı. Onlar da, yere bırakılınca yılan gibi sağa sola hareket ederlerdi. Güneş
üzerlerine vurunca halkın gözüne yılan gibi gözükürlerdi. Hatta Musa (a.s.) da
öyle görmüş ve onların çokluğu karşısında bir an için ürpermişti. Sihirbazlar
insanların, gözlerini büyülemişler ve «Fir'avun'un şerefi hakkı için biz
Musa'ya galip geliriz» demişlerdi. Sihirbazlar maharetlerini göstermişlerdi,
şimdi sıra Musa (a.s.)'ya gelmişti.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Biz
de Musa'ya: "Bırak asanı" diye vahyettik. Bir de ne görsünler: Bu,
onların bütün uydurup düzdüklerini yakalayıp yutuyor.»
«Böylece
hak yerini buldu ve onların yaptıkları bir hiç olup gitti.» «Artık orada
yenildiler, zelil ve hakir olarak geri döndüler.»
Sıra
Musa (a.s.)'ya gelince, Allahü Teâlâ ona asasını yere bırakmasını vahyetmiştir.
Bunun üzerine Musa t a. s.) elindeki asayı yere bırakır ve asa o anda büyük bir
yılan oluverir. Sihirbazların bütün yılanlarını yutar, meydanda ne yılan kalır,
ne sihir hepsi yok olur. Mu defa Fir'avn'a hücum eder, Fir'avn, bundan kurtulamayacağını
unlaymca, Musa (a.s.)'ya onu yakalaması için .yalvarmaya başlar. Masa ta.s.)
yılanı yakalar ve elindeki eski hâle döner. Sihirbazlar, hondi sihirlerine
bakarlar, ama hiçbir iz göremezler. Ve Musa (a.s.)'-mn maharetinin sihir
olmadığını ve Allah tarafından peygamberliğini isbat için kendisine verilen bir
mucize olduğunu anlarlar. Musa lıt.îü Allah'ın izni ile onların üzerine galip
gelmiş, sihirbazlar mağ-Ifıp olmuş, zelil ve hakir olarak müsabaka meydanından
ayrılmışlardır. Sihirbazlar müsabaka meydanından ayrılıp halktan uzaklaştıktım
sonra bir yerde toplanmışlar ve «Musa'nın gösterdiği sihir ol-■mydı,
bi2im yaptıklarımızın hiç olmazsa bir kısmı kalırdı. Halbuki lıtzim sihrimizden
hiçbir şey kalmamıştır, öyleyse bu sihir değil, MûHtı'nın peygamberliğini isbat
için Allah tarafından kendisine veri İmi bir mucizedir» demişler ve hepsi iman
etmişlerdir.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
•.Sihirbazlar
hep blrclun secdeye kapandılar.» •"Alemlerin Rabbine, Mflsa ve Harun'un
Rabbine iman ettik" dedllur.-
Sihirbazlar
Musa (a.s.)'nm mucizesi karşısında hep birden secdeye kapanmışlardır. Allahü
Teâlâ onlara lütfedip kendisine döndürmüştür. Secdeden kalktıktan sonra «Biz
âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik» demişlerdir. Fir'avn,
onların iman ettiğini ve böyle konuştuklarını dtıyunca «Sizin âlemlerin
Rabbinden kasdınız ben miyim, yoksa başkası mı?» demiştir. Fir'avn'un, halkın
huzurunda onlara bunu sormasının sebebi, âlemlerin Rabbi'nin kendisi olduğunu
söyletmekti, Onlar Fir'avn'a şöyle cevap vermişlerdi: «Bizim bundan kasdımız
Musa ile Harun'un Rabbidir, sen değilsin. Biz ona iman ettik.» Fir'avn halkın
huzurunda onlardan bu gerçeği duyunca sorduğuna pişman olmuş ve halka da rezil
olmuştur. Eğer âlemlerin Rabbinin kim olduğunu sormasaydı halkın birçoğu
âlemlerin Rabbinin Fir'avn olduğunu zannedeceklerdi. Halkm huzurunda
sihirbazlara sorup, onlar da *Mûsa ve Harun'un Rabbi-diye cevap verince, halk
âlemlerin Rabbinin kim olduğunu öğrenmişlerdir. Bu gerçek karşısında Fir'avn,
kahrolmuş, rezil olmuştur. 'Halk da onun ne olduğunu anlamıştır. Fir'avn,
halkın karşısında rezil olunca sihirbazlara çok kızmıştır.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Fir'avn:
"Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Doğrusu bu, halkı şehirden
çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir. Fakat siz göreceksiniz.*
•Andolsun
ki, ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi
asacağım" dedi.»
Fir'avn,
sihirbazların Musa'ya iman etmelerine ve gerçeği söylemelerine çok kızmış ve
onlara şöyle demiştir: «Ben size izin vermeden Musa'ya iman edip, peygamber
olduğunu tasdik mi ettiniz? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için Musa ile
anlaşarak düzmüş olduğunuz bir hiledir. Sihirlerinizle halkı şehirden
çıkaracak, onların
A'RAF
SÛRESİ (cüz; 9, âyet: 125-126) 427
yerine
konacaksınız. Andolsun ki, sağ ellerinizi ve sol ayaklarınızı keseceğim. Sonra
götürüp Nü nehrinin kenarında asacağım. Başınıza geleni siz görürsünüz.»
Fir'avn,
iman edenleri böyle tehdit etmişti. Onlar ise bu tehdide aldırmayarak Fir'avn'a
şu cevabı vermişlerdir.
Allahü
Teâİâ onların cevabını şöyle beyan ediyor:
«Onlar
da: "Biz ancak Rabbimize dönüp varacağız.»
«Sen,
Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman ettiğimiz için bizden intikam almak
istiyorsun. Rabbimiz, bize sabır ver ve bizi Müslüman olarak öldür"
dediler.»
Fir'avn,
Musa (a.s.)'ya iman eden sihirbazları tehdit edince, onlar Fir'avn'a şöyle
demişlerdir: «Ey Fir'avn, biz senin azabından ve işkencenden korkarak
imanımızdan vazgeçmeyiz. Biz kıyamet günü ancak Rabbimize dönüp varacağız.
Bizim ilâhımız ve ma'budumuz O'dur. O'ndan başka bizim halikımız ve Rabbimiz
yoktur. Senin bizden intikam alman, kusurumuz ve suçumuzdan dolayı değil,
Rabbimizin âyetlerine iman ettiğimizden dolayıdır.»
Onlar
Allah'dan sabır dileyerek dua ederler ve Rablerine şöyle niyaz ederler: «Ey
Rabbimiz, bu mel'un elimizi, ayağımızı kesip, bizi astığı zaman sen bize sabır
ver ve bizi Müslüman olarak öldür. Bir daha imanımızdan sonra bizi küfre
döndürme, Senin, bizi Musa'nın dini üzere Öldürmeni diliyoruz.»
Musa
bin Âmir şöyle demiştir: «Allah'ın hikmetine bak, sabahleyin kâfir olarak Musa
(a.s.) ile müsabakaya giren sihirbazlar, aynı günün akşamında ise şehid ve
salihlerden olmuşlardır. Allahü Teâlâ onların elli yıllık küfrünü bir ikrar ve
bir secde ile mahvedip yok etmiş ve kendilerini bağışlamıştır. Sen elli yıldır
O'nu ikrar ederek secde ediyorsun, elbette keremiyle sana rahmet edip, mağfiret
eder.»
Yüce
Allah, gönülden yapılan bir iman ve bir secde ile elli yıllık küfrü bir anda yok
edip, onları bağışlamış, şehidler ve salihler zümresine dahil etmiştir.
Allah'ın lütfuna, keremine, rahmetine bak ve ibret al. Rabbini bir an îbile
hatırından çıkarma, emrine itaat et, affına sığın, nefisine uyup isyan. etme.
428 A'RAF SÛRESİ {cüz: 9, âyet 127-128)
Allahü
Teâlâ, Fir'avn'un Musa hakkında, söylediklerini şöyle beyan ediyor:
«Fir'avn'un
kavminin ileri gelenleri: «Musa'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar,
sana ve tanrılarına yüz çevirsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Fir'avn:
"Onların oğullarını Öldürtüp kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz
onları ezecek üstünlükteyiz" dedi.»
Musa
(a.s.) müsabakayı kazanmış, bunun üzerine sihirbazlar kendisine iman etmiş,
Fir'avn'ın kavminin ileri gelenleri bundan kuşkulanarak şöyle demişlerdir: «Ey
melik, sen Musa'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, senden ve
tanrılarından yüz çevirsinler diye mi bıraktın? Musa bu gidişle bütün insanları
imana getirir. Hele Mısır'da kalırsa halk zamanla ona iman ederler. Böylece
taraftarları çoğalır, senin taraftarların ise azalır ve senin dinin Mısır'da
yok olur. Sizin ilâhlığınız da ortadan kalkar.»
Fir'avn,
Mısır'da birçok put yaptırmıştı ve halk bunlara tapıyordu. Kendisini de ilâh
ilân ederek halka «Bunlar sizin tanrılarınız, ben
de
ma'budunuzum» diyordu.
İbn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Fir'avn kimseye tapmamış, halkı kendisine
taptırmıştır.»
Fir'avn
da, kavminin ileri gelenlerine şöyle cevap verir: «Onların oğullarını öldürtüp
kadınlarını bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz.» Musa'nın
kavmi Fir'avn'un böyle söylediğini öğrenince gelip durumu Musa (a.s.)'ya
bildirirler. Musa (a.s.)'nın kavmine verdiği cevabı Allahü Teâlâ şöyle beyan
ediyor:
•Musa
kavmine: "Allah'dan yanlım dileyin ve sabredin. Yeryüzü Allah'ındır.
Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Hayırlı Akıbet Allah'a karşı gelmekten
sakınanlarındır" dedi.»
Musa
ta.s.) kavmine şöyle demiştir: «Siz, Fir'avn'dan korkmayın. Allah'dan yardım
dileyin, öyle bir zaman gelecek ki, siz onun zul-
A'RAF
SÛRESt (cüz: 9, âyet: 129) 429
münden
ve şerrinden kurtulacaksınız. Zira bu yerler Allahü Teâlâ'-mn mülküdür, onu
kullarından dilediğine verir. Akıbet Allah'a İman edip emirlerine karşı
gelmekten sakınanlarındır.- Onlar Allah'a iman edip, emirlerine itaat ederler
ve azabından korkarak mükâfatını umarlar. Emirlerine itaat edip, yasaklarından
sakınanlar Allah katında en büyük mükâfata nail olacaklardır.
Rivayete
göre Müseylemetü'l-Kezzâb ismindeki yalancı peygamber, Resûlüllah (s.a.v.)'e
bir mektup yazarak şöyle demiştir: «Allah'ın Resulü Müseyİeme'den, Allah'ın
Resulü Muhammed'e; Bundan sonra yeryüzü seninle benim aramda ikiye taksim
edilmiştir. Yansının peygamberi sensin, yarısının peygamberi de benim. Fakat
Arap milleti bana zulmediyorlar.» Peygamberimiz (s.a.v.) ona cevap vererek şöyle
demiştir: «Allah'ın Resulü Muhammed'den, yalancı peygamber Müseyleme'ye: «Bil
ki, bu yer ve gökler Allah'ın mülküdür, onu kullarından dilediğine verir.
Akıbet takva sahiplerinindir.»
Allahü
Teâla âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
*Kavmi:
"Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik"
dediler. (Musa): "Rabbimizin düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryüzünde sissi
onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl hareket edeceğinize
bakacaktır" dedi.»
Musa
(a.s.)'nın kavmi Fir'avn'un tehdidin^ öğrenince, Musa'ya gelip şöyle
demişlerdi: «Ey Musa, bu Fir'avnlar sen gelmeden önce de, bize çok eza-cefa
etmişlerdir, şimdi sen peygamber olarak geldiğin halde yine eziyet ediyorlar.
Onların, bize zulmetmekten başka bir şey ellerinden gelmez. Onların hiçbir
mah'areti yoktur. Bütün maharet ve beceri Israiloğullarmdadır. Bunun için onlar
bizi en zor ve on ağır işlerde çalıştırıyorlar, buna karşılık da hiçbir
hakkımızı vermiyorlar.» Fir'avn'u ve avanesini böylece Musa (a.s.)'ya şikâyet
«ılmişler, Musa fa.s.) da onlara şöyle demiştir: Siz sabredin, belki Yıico
Allah düşmanınız olan Fir'avn'u kavmiyle birlikte helak eder, «İzi onların
yerine vâris kılar ve vermiş olduğu nimetlerle sizi de de-iiflr. Nitekim bir
zamanlar sizi amellerinizin açığa çıkması için şid-dtıUİ musibet ve çeşitli
nimetlerle denemişti.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•
Andolsun ki, biz de Fir'avıı ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa
ve mahsûl kıtlığına uğrattık.»
■Onlara
bir iyilik geldiği zaman: "Bu bizim hakkımızdır" derler. Eğer
kendilerine bir fenalık gelirse Musa ile onun beraberindekilere bu uğursuzluğu
yüklerlerdi.»
Allahü
Teâlâ Fir'avn ve etbaını küfür ve zulümleri yüzünden, ders alsınlar diye
yıllarca yokluk ve kuraklığa uğratmıştır. Belki bunlardan ders alarak iman
ederler diye Yüce Allah onları yıllarca açlık, yokluk ve çeşitli musibetlere
uğratmıştır. Buna rağmen yine iman etmemişlerdir. Kendilerine bir bolluk ve bir
iyilik geldiği zaman «Bu bizim hakkımızdır, biz buna lâyıkız» derlerdi.
Kendilerine bir yokluk, bir musibet ve bir fenalık geldiği zaman da «Bu Musa
ile ona uyanların yüzünden bizim başımıza geliyor, biz buna lâyık değiliz»
derlerdi. Halbuki başlarına gelen musibetler ve fenalıklar kendi fiillerinin
cezası olup, Allah tarafından gelmiştir. Fakat onların çoğu bunun kendi
hatâlarının cezası olduğunu bilmezlerdi. Halbuki 'bütün bunlar hatalarının
cezasıdır.
AUahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Fir'avn
ailesi: "Bizi sinirlemek için ne nıpcize gösterirsen göster, sana iman
etmeyeceğiz" dediler.»
'Bunun
üzerine biz de ayrı ayrı alâmetler olmak üzere, başlarına tufan, çekirge,
haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de (imanı) kibirlerine
yediremediler. Onlar böyle günahkârlar güruhu İdiler.»
Allahü
Teâlâ Musa (a.s.)'yı Fir'avn ve kavmine peygamber olarak gönderip, onları imana
davet edince, peygamber olduğuna inanmamışlar ve ondan peygamber olduğuna dair
bir alâmet ve bir mucize istemişlerdi. Musa (a.s.) da mucizesini gösterip,
sihirbazlar derhal iman edince, Fir'avn ve kavminin ileri gelenleri bundan
kuşku-
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 130-133) 431
lanmışlar
ve peşinen iman etmeyeceklerini ifade ederek Musa ta.s.) '-ya şöyle demişlerdi:
«Bizi sihirlemek için ne mucize gosterirsen göster, sana iman etmeyeceğiz.» Hz,
Musa onlardan bu sözleri işitince gazaba gelir, kızar ve ellerini kaldırarak
onlara bir musibet ve bir belânın gelmesi için dua eder. Şurası bir gerçektir
ki, hiçbir peygamber, kavmi azmadıkça onlara beddua etmez. Fir'avn ve avanesi
iman etmeyeceklerini peşinen söylemişler, küfür ve zulümlerini daha da
artırmışlardı. Bunun üzerine Musa (a.s.) onlara beddua etmiştir. Al-lahü Teâlâ
da duasını kabul ederek bir cumartesinden diğer cumartesine kadar devam eden
bir tufan ve yağmuru üzerlerine göndermiştir. Bu tufan ile evleri ve köşkleri
yıkılmış, yolları kesilmiş, Mısır bir denize dönmüş, boğulma tehlikesi ile
karşı karşıya gelmişler, artık her şeyden ümidi kesmişler ve bu durumda Musa
(a.s.)'ya müracaat ederek şöyle demişlerdir; -Eğer sen bizi bu musibet ve
afattan kurtarırsan sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını da seninle
göndereceğiz.»
Bunun
üzerine Musa (a.s.) Rabbine dua eder, Allahü Teâlâ da onlardan bu musibeti
kaldırır, Ardından bir rüzgâr gönderir, o yel vasıtasıyla bütün sular kurur,
otîaklar ve ekinler yeşerir, büyük bir bolluk olur. Bunu gören Fir'avn ve
avanesi «Bu musibet ve afat meğer bizim için bir rahmet, bir nimetmiş, vallahi
biz iman edip, seni tasdik edemeyiz ve îsrailoğullarmı da seninle birlikte
gönderemeyiz» demişlerdir. Onlar böylece Musa (a.s.)'ya verdikleri sözden
dönmüşler ve Allah'a âsi olmuşlar, yine eskisi gibi küfür ve isyanlarına devam
etmeye başlamışlar, çektikleri sıkıntı ve musibetleri unutmuşlardır. Aradan bir
ay geçer, eskisinden daha fazla küfür ve zulümde ileri giderler. Bu defa Musa
(a.s.) yine onlara beddua eder. Allahü Teâlâ gece karanlığı gibi üzerlerine
çekirge gönderir, çekirgenin çokluğundan yeryüzü ve gök gözükmez. Çekirgeler
herşeyi yerler, yeşil yaprak bırakmazlar, yeniden kıtlık başlar. Bunlarla başa
çıkamayacaklarını anlayınca tekrar Musa (a.s.J'ya gelip Rabbine dua etmesi için
yalvarırlar ve «Eğer biz bu musibetten kurtulursak sana iman edip,
îsrailoğullarmı da seninle birlikte göndereceğiz» derler.
Bunun
üzerine Musa (a.s.) tekrar dua eder. Allahü Teâlâ da duasını kabul eder, bir rüzgâr
vasıtasıyla bütün çekirgeleri denize döker ve onları bu musibetten kurtarır.
Mısır'da tek bir çekirge bile kalmaz. Böylece huzura kavuşurlar. Fir'avn,
avanesine «Ekin ve otlaktan bir şey kaldı mı?» diye sorar. Onlar da «Bu sene
yetecek kadar mahsul olduğunu» söylerler. Ekinlerinde ve otlarında kendilerine
yetecek kadar mahsul görünce verdikleri sözden dönerler: «Ey
432 A'EAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 130-133)
Mûsa,
vallahi biz sana iman etmez ve İsrailoğullannı da seninle göndermeyiz» derler.
Böylece yine verdikleri sözden dönerler ve ahid-lerini bozarlar. Onlar yine
eski günlerine dönerler, başlarına gelen musibetleri unuturlar. Aradan yine bir
ay geçer Mûsa (a.s.) tekrar onlara beddua eder, Allahü Teâlâ bu defa onlara
kene cinsinden bir haşarat gönderir, bütün Mısır'ın sokaklarım, dağ ve taşını
kaplar, yeşil yaprak namına hiçbir şey bırakmazlar, yer bitirirler. Bunlarla
başa çıkamayan Fir'avn ve avanesi Mûsa (a.s.)'ya koşarlar ve «Ey Mûsa, sen bu
musibeti bizden kaldır. Eğer sen bu musibeti bizden giderirsen, sana iman edip,
peygamber olduğunu tasdik edeceğiz ve îsrailoğullannı da seninle göndereceğiz»
derler. Mûsa (a.s.) yine Rabbine dua eder, Allahü Teâlâ da duasını kabul eder
ve bir sam rüzgârı göndererek onların hepsini yakıp yok eder. Böylece onlar bu musibetten
de kurtulmuş olurlar. Bu defa Mûsa (a.s.) onlara «Bana verdiğiniz sözü yerine
getirin» der. Onlar huzura kavuşunca verdikleri sözü unuturlar ve vaadlerinden
dönerler. Başlarına sanki daha hiçbir musibet gelmeyecekmiş gibi hareket
ederler ve Mûsa ta. sJ 'ya da şöyle derler: «Biz bu musibetten kurtulduk, niçin
sana iman edip, îsrailoğullarını seninle gönderelim?»
Bu
haşarat istilâsından ve musibetinden de kurtulan Fir'avn ve avanesi küfür ve
isyanlarını daha da artırırlar ve geçmişi unuturlar. Böylece yine aradan bir ay
geçer. Mûsa fa.s.) tekrar onlara beddua eder, Allahü Teâlâ bu defa da onların
üzerine kurbağa gönderir. Kurbağa bütün yerlerini, evlerini istilâ eder,
yataklarına varıncaya kadar girer. Gece uyandıkları zaman yataklarının kurbağa
ile dolduğunu görürler. Gece gündüz kurbağanın sesinden duramazlar,
birbirleriyle konuşmak istedikleri zaman kulaklarına fısıldarlar, kurbağanın
sesinden birbirleriyle olan konuşnf&iarmı anlayamazlar. Artık çaresiz
kalırlar, gece-gündüz huzurları kaçar, döşeklerine bile ya-tamaz olurlar, Mûsa
(a.s.)'ya başvurmaktan başka çare bulamazlar ve gelip Mûsa (a.sJ 'ya yalvarmaya
başlarlar ve «Ey Mûsa, eğer sen bizi bu kurbağaların istilâsından ve
musibetinden kurtarırsan sana söz veriyoruz bu defa iman edeceğiz. Bir daha
sözümüzden dönmeyeceğiz ve Israiloğullarını da ssninle göndereceğiz» derler.
Mûsa (a.s.) onların bu durumuna acıyarak tekrar Rabbine dua eder, Allahü Teâlâ
duasını kabul eder ve onları bu belâdan da kurtarır. Onlar kurbağa istilâsından
kurtulup, selâmete erince, Mûsa (a.s.) onlara «Bana verdiğiniz sözü ve ahdinizi
yerine getirin, İsrailoğullarını da bana verin» der. Onlar yine ahidlerini
bozarlar, verdikleri sözden dönerler ve «Sana Israiloğullarını verelim, yalnız
mallarını vo davarlarını vermeyiz» derler. Mûsa (a.s.) da «Allahü Teâlâ bana,
İsrailoğullarımn mallarını ve davarlarını almamı da emretti. Ben
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 136) 433
onları
almadan çıkmam» cevabını verir. Aslında onlar Israiloğulla-rmı Musa (a.s.)'ya
vermek niyetinde değillerdi, vermemek için de bahaneler arıyorlardı. Onlar
Mûsa( a.sJ'ya tekrar şöyle derler: «Biz ne sana iman ediyoruz ve ne de
îsrailoğullarını seninle gönderiyoruz.» Böylece yine ahidler inden dönerler,
başlarına gelen bunca musibet ve belâları unuturlar, eskisi gibi küfür ve
zulümlerine devam ederler.
Yine
aradan bir ay geçer Musa Ca.s.) tekrar Rabbine dua eder ve bu defa Allahü Teâlâ
onların bütün sularını kana çevirir. Bütün ırmaklar kan akar, içecek ve
kullanacak su bulamazlar. Fakat Yüce Allah bir ibret alarak Israiloğullarınm
sularını değiştirmez, onlarınki eskisi gibi berrak akar ve sularından
istedikleri gibi içerler ve kullanırlar. Fir'avn'un kavminden biri onların
suyundan aldığı zaman aynı şekilde kana döner. Fir'avn, buna bir anlam veremez
ve kavminin ileri gelenleriyle birlikte Musa'nın kavminin su aldığı yere gelir,
onların suyunun berrak aktığını görünce aynı yerden su alırlar. Su, onların
kabına girince yine kan olur. Bu durum yedi gün devam eder. Onlar içecek ve
kullanacak su bulamazlar, susuzluktan bir kısmı helak olur. Artık çaresiz
kalırlar, ne yapacaklarını bitemezler, şaşırırlar, Fir'avn ve kavminin ileri
gelenleri Musa ta.s.) '-ya koşarlar, medet umarlar ve Fir'avn -Ey Musa, senin
Rabbine yemin ederim ki, eğer sen bizi bu musibetten ve belâdan kurtarırsan, bu
defa'Sana iman edeceğiz ve Israiloğullanm da seninle göndereceğiz, bu musibeti
bizden gider- derler. Musa (a.sj onların yalvarmasına dayanamaz, tekrar Rabbine
dua eder, Aliahü Teâlâ onlardan bu musibeti kaldırır, sularını ve ırmaklarını
eski hale döndürür. Onlar böylece bu musibetten de kurtulurlar. Musibet ve
belâdan kurtulup, huzura kavuşunca yine ahidlerini bozarlar ve verdikleri
sözden dönerler, eskisi gibi küfür ve isyanlarına devam ederler.
Allahü
Teâlâ onlar için şöyle buyuruyor: «Biz onlara bunun gibi açık alâmetler ve
üzerlerine çeşitli musibetler gönderdik. Onlar, bunlardan öğütlenerek, ibret
alıp iman etmeyi kibirlerine yediremediler v© küfürleri üzere devam ettiler.»
Allahü
Teâlâ onlardan haber verip şöyle buyuruyor:
434 A'KAF SÛRESİ (cüz; 9, âyet: 137)
«Azap
başlarına çökünce: "Ey Musa, Rabbine - sana olan ahdi hürmetine - dua et.
Bizden bu azabı kaldınrsan, andolsun ki, sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarım
seninle göndereceğiz" dediler.»
«Vaktaki
biz, kendilerinin erişecekleri bir müddete kadar, onlardan azabı giderdik bir
de ne bakarsın: Onlar hemen yeminlerini bozuverdiler.»
Allahü
Teâlâ, Fir'avn ve kavminin küfür ve isyanlarına mukabil onları musibete
uğratınca, derhal Musa (a.s.)'ya koşarlar: «Ey Musa, Rabbine - sana olan ahdi hürmetine
- dua et. Eğer bizden bu azabı giderirsen, andolsun ki, sana iman edeceğiz ve
Israiloğullannı seninle göndereceğiz» derler. Yüce Allah onları helak edeceği
vakte kadar azaplarını geciktirir. Onlar kendilerinden azabın kaldırıldığını
görünce hemen yeminlerinden ve sözlerinden dönerler. Allahü Teâlâ bunu şöyle
beyan ediyor: «Azap başlarına çökünce: "Ey Musa, Rabbine - sana olan ahdi
hürmetine - dua et. Bizden bu azabı kaldı-rırsan, andolsun ki, sana iman
edeceğiz ve Israiloğullannı seninle göndereceğiz" dediler. Vaktaki biz,
kendilerinin erişecekleri bir müddete kadar, onlardan azabı giderdik, bir de ne
bakarsın: Onlar hemen yeminlerini bozuverirler.»
Allahü
Teâlâ onlardan haber vererek şöyle buyuruyor;
■Artık
biz de bunca âyetlerimizi yalanladıkları, onları umursamadıkları için
kendilerinden intikam almak istedik de hepsini denizde boğduk.»
Allahü
Teâlâ, âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayan toplumlardan böylece intikamını
alır. Fir'avn ve kavminin, iman etmeleri için üzerlerine çeşitli musibetler
göndermiştir. Onlar bunlardan ders alarak iman etmemişler, küfürlerini
artırdıkça artırmışlardır. Yüce Allah, onları küfür ve isyanları yüzünden
denizde boğarak helak etmiştir.
Artık
Fir'avn ve avanesine Allah'ın vaad ettiği azabın vakti gelip çatmıştı. Çünkü
onlar bunca musibetlerden ibret alarak İman etmemişler, inkâr ve küfürlerine
devam etmişlerdi. Allahü Teâlâ Musa (a.s.Vy& kavmi ile birlikte geceleyin
Mısır'dan çıkma emrini vermişti. Musa (a.s.J bunu îsrailoğullarma bildirir,
çıkış hazırlıkları yapılır, gecenin karanlığında altı yüz bin kişi Musa
(a.s.)'mn başkanlığında Süveyş denizine doğru yola çıkarlar. Fir'avn, bunların
şehirden çıktığjnı öğrenir, derhal hazırlığa geçer, yüz bini atlı, yüiC
A'RAF
SÜRESİ {cüz: 9, âyet: 138-140) 435
bini
de yaya olmak üzere iki yüz bin kişilik bir ordu ile onları takibe
koyulur. Sabahleyin güneş doğarken Bahri ahmer denilen Süveyş Denizi'nin
kenarında Musa (a.s.)-'ya kavuşurlar. Musa (a.s.), onların kendisini takip
ettiğini görünce, ilâhi emirle elindeki asayı denize vurur, denizde on iki yol
açılır. Çünkü Musa (a.s.)'nın kavmi on iki kola ayrılıyordu. Bunlar Yakub
Ca.sJ'un on iki oğlunun soyundan gelme idiler. Her kabile açılan yolun birinden
denize girer ve devam. eder. Onlar denizde yürüyedursunlar. Ardından Fir'avn
ordusuyla açılan yoldan denize girer. Onların tamamı denize girene kadar Musa
selâmete ulaşmıştır. Musa selâmete çıkıp, Fir'avn'un ordusunun tamamı denize
girince Yüce Allah yolları keser, denizi birleştirir. Artık her şeyden ümit
kesilir, feryat başlar. -Ey Musa, biz senin Rabbine iman ettik, bizi kurtar.»
Bu feryatlar fayda vermez, çünkü bundan önce de onlara bir çok musibetler
gelmiş, yine iman etmemişlerdir. Allahü Teâlâ onlann durumunu şöyle haber
veriyor: «Biz onları su ile boğarak helak ettik. Çünkü onlar bizim bunca
âyetlerimizi inkâr ederek yalanladılar ve imandan yüz çevirdiler. Bunların hiç
birinden ibret alarak iman etmemişlerdir. Eğer iman et-mi;, olsalardı, helak
olmayacaklar, kurtulacaklardı. Onların helak oluşu inkâr ve isyanlarından dolayıdır.
Fir'avn
ve avanesi helak olduktan sonra Musa ta.s.) kavmiyle birlikte Mısır'a gelip
onların yurduna yerleşir.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle haber veriyor:
-Hor
görülen Yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı
kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık
yerine geldi. Fir'avn ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.»
Fir'avn,
Israiloğullarmı hor görüyor, onları en ağır işlerde çalıştırıyor, erkek
çocuklarını öldürtüyor, onlara görülmemiş bir zulüm ve işkence yapıyordu.
Allahü Teâlâ Fir'avn ve avanesini helak ederek, hor gördükleri insanları
onların yerine vâris kılmıştır, îs-railoğullan doğuda Şam, batıda Ürdün ve
Filistin arasındaki havaliye yerleşmişlerdir. Bu topraklar hububat, meyve ve yemiş
için elverişliydi. Suyu boldu. Bereketi çoktu. Çünkü Yüce Allah onlar için
436 A'RAF SÜRESt (cüz: 9, âyet: 141-142)
buraları
bereketlendirmişti. Allah'ın İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına
karşılık yerine gelmiştir. Musa'nın kavmi, onların zulümlerine sabredip,
küfürlerine iştirak etmedikleri için, Yüce Allah Musa (a.s.)'yı kavmiyle
onların üzerine galip kılmış, yerlerine ve yurtlarına da vâris etmiştir.
Böylece sabredenler mükâfatını, küfredenler de cezasını görmüşlerdir.
Yüce
Allah, Fir'avn ve kavmini helak ettiği gibi, köşklerini, meskenlerini, bağ ve
bahçelerini târ ü mâr etmiştir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Hor
görülen Yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına mirasçı
kıldık. Raboinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık
yerine geldi. Fir'avn ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İsrailoğullarının
denizden geçmesini sağladık. Onlar kendilerine ait putlara secde eden bir kavme
rastladılar. Ve Musa'ya Şöyle dediler: "Ey Musa! Bunların nasıl ilâhları
varsa, bize de öyle ilah yap/' Musa da şöyle dedit "Şüphesiz İd siz,
cehalete düşen bir kavimsiniz, «Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin,
İçinde bulundukları din yıkılmaya mahkûmdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır.»
Allahü
Teâlâ îsrailoğullarına lütfedip denizden geçirmiştir. Onlar denizi geçip
kurtulduktan sonra puta tapan bir toplulukla karşılaşmışlardır. Onların puta
ibadet ettiklerini görünce, içlerinden bir kısmı Musa (a.s.)'ya şöyle
demişlerdir: -Ey Musa, onların putları gibi bize de bir put yap, biz de onlar
gibi putlarımıza ibadet edelim.» Kavminin böyle söylediğine çok üzülen Musa
Ca.sJ onlara şöyle der: «Siz ne kadar cahil ve akılsız bir toplumsunuz. Onların
taptıkları ve bütün yaptıkları boştur. Onlar putlara taptıkları için hepsi
helak olacaklardır. Çünkü yaptıkları boş, sonu felâkettir.»
Allahü
Teâlâ Musa (a.s.)'nm kavmine söylediklerini şöyle beyan ediyor.- ,
«"Sizi
âlemlere üstün kılmış olan Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?" dedi.»
«Hani
sizi Fir'avn hanedanından kurtarmıştık. Onlar ki size azabın kötüsünü
yüklüyorlardı. Oğullarınızı öldürüyorlar, yalnız kızlarınızı sağ
bırakıyorlardı. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.»
Musa
(a.s.)'mn kavmi, putperestlerin puta taptıklarını görünce. Musa'nın da
kendilerine böyle bir put yapmasını istemişlerdi. Musa Ca.sJ, kavminin bu
durumuna çok üzülerek onlara şöyle demiştir: *£y kavmim, sizi âlemlere üstün
kılmış olan Allah'tan başka tanrı mı arayayım ki, gidip ona tapasınız? O, sizi
zamanınızdaki insanlardan üstün kıldı, size çeşitli nimetler ve iyilikler ihsan
etti. Bunca nimetleri bırakıp başkasına mı tapacaksınız? Hatırlayın o anı ki,
sizi Fir'avun'un zulmünden ve işkencesinden kurtarmıştır. O, size zulmün en
ağırını yapıyor, erkek çocuklarınızı öldürtüyor, sadece kız çocuklarınızı sag
bırakıyor, onları da kendisine hizmetçi yapıyordu. Bunda size Rabbinizden büyük
bir imtihan vardır. Onları helak ederek sizi zulümden kurtardı ve vatanlarına
vâris kıldı. Bütün bunlar Rabbinizin sîze olan nimeti ve ihsanıdır. Bu
nimetlerin şükrünü eda edin. O'ndan başkasına taparak nimetlerine nankörlük
etmeyin. Nimetlerine nankörlük edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.»
Yüç^t
Allah bunu şöyle beyan ediyor: *Hani sizi Fir'avn hanedanından kurtarmıştık.
Onlar ki size azabın kötüsünü yüklüyorlardı. Oğullarınızı öldürüyorlar, yalnız
kızlarınızı sag bırakıyorlardı. Bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan
vardı.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruy<jr:
«Musa'ya
otuz gece vâde verip sonra buna on gece daha ekledik. Şöylece Rabbinin tayin
ettiği müddet kırk geceye tamamlandı. Muta, kardeşi Harun *a> "Milletim
için benim yerime geç, onları ıslah et. îozguncuların yoluna gitme" dedi.»
Musa
(a.s,), Allahü Teala'ya münacaattan - Tevrat'ı gönderme-
438 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, ftyet: 144)
den-
önce Allah, kendisine otuz gün oruç tutmasını emretmiş, sonra buna on gün daha
ilâve etmiştir. Böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk güne tamamlanmıştır.
Musa (as.) otuz gün Zi'1-ka'de ayında, on gün de" Zilhicce ayında oruç
tutarak kırk güne tamamlamış ve Rabbine bayram günü münacaatı yapmıştır.
Bir
kısım tefsirciler şöyle demişlerdin «Musa (a.s.), kendisine emredilen otuz
günlük orucu tutmaya başlar ve otuzuncu günün sabahında orucun tesiriyle
ağzında bir koku belirir, onu gidermek için misvak kullanır. Melekler, ona «Yâ
Musa, biz senin ağzından misk kokusu koklu yorduk, sen onu misvakla giderdin»
derler. Bundan dolayı kendisine on gün daha oruç tutması emredilir. Musa (a.
s.) on gün daha tutar ve kırka tamamlar. Böylece Rabbinin emri olan kırk günlük
orucu tutmuş olur.»
Musa
(a.s.) Tür-i Sina'ya gitmeden evvel kardeşi Harun'u, kendi yerine kavminin
başına bırakmış ve *Sen benim yerime kavmimin basma hakem ol, onları ıslâh et.
Bozguncuların yoluna gitme, onları hayra teşvik et, fesatçılara meydan verme-
demiştir. Musa (a.s.), kavmini Allah'a değil kardeşine emanet etmişti. Çünkü
daha önce Tûr'a gittiği zaman kavmi Samirî ismindeki putpereste uyup buzağıya
tapınışlardı. Bu bakımdan başlarını boş bırakmayarak kardeşine teslim etmiştir.
Peygamberimiz
fs.a.v.) dünyasını değiştirirken yerine bir vekil tayin etmemiş, ümmetini
Allah'a emanet etmiştir. Böylece onlara kendi arzularıyla başlarına bir halife
seçme yolunu açmıştır. Allahü Teâlâ da halkın en üstünü olan Ebû Bekir Sıddık
Hazretlerini peygamberden sonra ümmetinin başına halif ar tayin etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor ;
«Vaktaki
Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuştuktan sonrat
"Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım" dedi. Allah: "Sen
beni kat'iyyen göremezsin, Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün" buyurdu.
Rabbi dağa tecelli edince onu
yerle bir etti ve Musa da baygın düştü. Ayıhncaı "YA
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 145) 439
Rabbi,
sen münezzehsin, sana tevbe ettim, ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.»
Musa
(a.s.), kendisine emredilen kırk günlük orucu tamamlamış, Allahü Teâlâ'mn vaad
ettiği münâcaat zamanı gelmişti. Müna-caat vakti gelip Rabbi onunla konuştuktan
sonra, o kelâmın lezzetinden sahibini görmek ister ve «Rabbim, bana kendini
göster, sana bakayım» der.
Rabbi
de «Yâ Musa, sen beni bu dünyada asla göremezsin. Çünkü bu göz faniyi görmek
için yaratıldı, bakiyi görmeye gücü yetmez. Fakat şu dağa bak - bu Medyen dağı
idi - eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün» buyurur. Bu, «Beni görmeye
kat'iyyen gücün yetmez» demektir. Allahü Teâlâ, bizzat kendi nurundan bir zerre
miktarı dağa bırakır, dağ onun heybetinden ve korkusundan sekiz parça olur. Üç
parçası Mekke'ye, üç parçası Medine'ye, iki parçası da Şam'a düşer. Bazıları
da, dağ Allah korkusundan parça parça oldu ve toprak haline döndü demişlerdir.
Vehb
bin Münebbih bu mevzu hakkında şöyle demiştir: «Musa (a.s.) Rabbini görmek
isteyince, Allahü Teâlâ, dağı ihata etmesi için dumana, gök gürültüsüne ve
şimşeğe emreder. Duman, şimşek ve gök gürültüsü dağı ihata eder. Sonra Yüce
Allah sema meleklerine yere inmesini emreder. Onlar da yere iner. Onları gören
Musa (a.s.) '-nın rengi değişir, titremeye başlar, Cebrail «Yâ Musa,
sabret. Rab-binden istediğin nesnenin bir cüz'ünü görürsün» der. O anda Yüce
Allah'ın nuru dağa ilka olur ve dağı kaplar. Dağ üzerindekilerle bir anda
sükûnet bulur, meleklerin sesi kesilir ve Allah korkusundan parça parça olur,
Musa'nın aklı başından gider, baygın vaziyette yere düşer. Bir süre sonra
baygınlığı gider, aklı başına gelir ve «Rabbim, seni bütün noksanlıklardan
tenzih ederim, istediklerimden ve söylediklerimden dolayı sana tevbe ettim.
Seni dünyada görmenin mümkün olmadığına iman edenlerin ilkiyim. Seni dünyada
görmeye kimsenin gücü yetmez» der.
Bazıları,
Musa (a.s.J 'nın tevbe etmesi *Rabbim, bundan sonra senden muhal olan şeyleri
istemeyeceğim» anlammadır demişlerdir. Musa (a.s.) Rabbinden fütursuzca istekte
bulunmuştu. Allahü Teâ-lâ'nm cemâlini cennette sadece mü'min kulları
görecektir. Bu hususta Allah'ın mü'min kullarına vaadi vardır. Bunun nasıl
tezahür edeceğini ise ancak Yüce Allah kendisi bilir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
440 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 146-147)
«"Ey
Musa, verdiklerimle ve sözümle seni insanlar arasından seçtim. Sana verdiğimi
al ve şükredenlerden ol" dedi.»
Yüce
Allah, Musa (a.s.)'yı îsrailoğulları arasından seçip risalet ve nübüvvet
vererek peygamberleri arasına dahil etmiştir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor: «Ey Musa, verdiklerimle ve sözümle seni insanlar arasından seçtim. Sana
verdiğimi al ve şükredenlerden ol.» Bütün bunlar Allahü Teâlâ'nm nimetleri ve
ihsanıdır. Yüce Mevlâ kullarının nimetlerine şükretmesini ister. Çünkü her nimet
şükrü gerektirir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Musa'ya
verdiğimiz levhalarda insanlara öğüt olmak üzere nor şeyi uzun uzadıya
açıkladık. Onlara sıkıca sarıl. Kavmine de emret, onları en güzel şekilde
tutsunlar. Allah'a karşı gelenlerin yurdunu size göstereceğim.»
İbn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir: «Allahü Teâlâ Musa (as.)'ya,, Tevrat'ı zebercetten
yazılı yedi levha halinde vermiştir. İçinde her türlü hüküm, haram helâl ve
va'z u nasihat yer almaktadır. Her levhanın uzunluğu on arşındır.»
Cabir
bin Abdullah (r.a.). Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle duyduğunu söylemiştir:
«Allahü Teâlâ'nm Musa "a.sJ'ya vermiş olduğu levhalarda on bap vardır.
Bunlardan birinalsi şudur: Ey Musa, Allahü Teâlâ'ya hiçbir şeyi ortak koşma.
Bil ki, hiç şüphesiz müşrikleri yüz üstü cehenneme atacağım. 2 — Verdiğim
nimetlere şükret. 3 — Anana - babana âsi olma. Onlara âsi olmazsan seni helak
olmaktan korur ve ömrünü uzatırım. 4 — Allah'ın haram kıldığı cana kıyma. Eğer
Allah'ın haram kıldığı canı alırsan yer-gök sana dar gelir. Sonunda bana
döndürüleceksiniz. 5 — Benim adımla yalan yere yemin etme. Benim adıma hürmet
etmeyeni ve beni tenzih etmeyeni affetmem. 6 — Hiç kimseye haset etme. Yüce
Allah onlara kendi fazlından ihsan etmiştir. Onlara haset, benim nimetime haset
olup, hükmünü.-kabul etmemek ve kendi taksimine razı olmamaktır. Kullarımın
rızkını veren benim. 7 — Bilmediğin ve görmediğin bir şey hakkında şahitlik
etme. Yalan yere şahitlik edenlere soracağım. 8 — Zina ve hırsızlık etme. Eğer
zina ve hırsızlık yaparsan senden rahmet ve yardımımı keserim. Zina ve
hırsızlık yapanlara rahmet
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 148) 441
ve
bereket kapılan kapalıdır. 9 — Kendin için sevdiğini başkaları için de sev,
kendin için sevmediğini başkaları için de sevme. 10 — Kesmiş olduğun kurbanları
başkası adına kesme. Başkası adına kesilen kurbanları kabul etmem ve etini de
helâl kılmam. Cumartesini ehl-i beytinle benim için ibadete ayır. Cumartesi
ibadetten başka bir şey yapma.»
Nitekim
Peygamberimiz Cs.a.v.) «Allahü Teâ-lâ cumartesini Musa (a.s.)'ya, cumayı da,
bize bayram kıldı» buyurmuştur.
Allahü
Teâlâ Tevrat'ı Musa Ca.s.)'ya indirip şöyle buyurmuştur; «Ey Musa, bu levhaları
al, içindekilerle amel et. Kavmine de onlarla amel ettir. Helâl ve haramı
bildir, hayır işlesinler, serlerden sakınsınlar. Emirlerimi dinlemeyenlerin
gidecekleri yeri size göstereceğim ki, onların gidecekleri yer cehennemdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslayanları, âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün
âyetleri görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu görseler, yol olarak
benimsemezler. Azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların
mucizelerimizi yalanlamaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ^lerî gelir.»
Allahü
Teâlâ şöyle buyuruyor: «Yerlerin ve göklerin yaratılışına. bakıp, onlardan
ibret almayarak büyüklük taslayıp iman etmeyenleri, âyetlerimden
uzaklaştıracağım. Ahirette mü'minlere vermiş olduğum nimet ve ihsanlardan
onlara vermeyeceğim. Küfürlerine karşılık cezalarını vereceğim. Onlar bütün
âyetlerimizi görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu, İslâm yolunu görseler,
onu kendilerine din edinmezler. Sapıklık ve küfrü gördükleri zaman derhal
benimserler, onu kendilerine din edinirler. Bu, onların mucizelerimizi
yalanlamaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde inkarcılar için şöyle buyuruyor:
442 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 149)
«Halbuki
âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayanların bü-lüıı işledikleri boşa
gitmiştir. Onlar yapmakta olduklarından başka şeyle mi cezalandırılacaklardı
ya?»
Kur'an'ı,
Hz. Muhammed'i, âhiret gününü ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederek,
yalanlayanların bütün işledikleri ameller boşa gitmiştir, Onlar, âhirette
dünyada yaptıklarının cezasını göreceklerdir. İman edenler mükâfatlarını, inkâr
edenler de küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalan sayanların bütün
işledikleri boşa gitmiştir. Onlar yapmakta olduklarından başka şeyle mi
cezalandırılacaklardı ya?»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Musa'nın
ardından kavmi, zinet takımlarından, canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli
yaparak onu tanrı edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve yol da göstermediğini
görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.»
""Musa
(a.s.) Tûr'a gittikten sonra, kavmi zinet eşyalarından canlı gibi böğüren bir
buzağı yapmışlardır. Bu şöyle olmuştur; Allahü Teâlâ, Musa (a.s.Vya
münâcaatmdan önce otuz gün oruç tutmasını emretmişti. Musa (a.s.) da emri
yerine getirmek için kavminin içinden ayrılır Tur dağına çekilir ve otuz gün
şpnra döneceğini onlara söyler. Otuz gün sonra Musa (a.s.) dönmeyince kavmi
telâşlanmıştı. Musa (a.s.), Yüce Allah otuz gün oruçtan sonra on gün daha oruç
tutmasını emrettiği için gecikmişti. Kavminin telâşı gittikçe artar, içlerinde
Samirl isminde bir kuyumcu onların bu durumundan istifade ederek şöyle der: «Ey
kavmim, siz Fir'avn'un kavminden emanet olarak almış olduğunuz zinet eşyalarını
geri vermeyip onlara ihanet ettiniz. Bundan dolayı Allahü Teâlâ size azap edip
Musa'yı göndermedi. Siz onlardan almış olduğunuz altın ve gümüşleri getirin
ateşe koyup yakalım, ola ki Allahü Teâlâ Musa'yı bize tekrar gönderir.»
Bunun
üzerine Musa Ca.sJ 'nın kavmi yanlarında ne kadar zinet eşyası varsa hepsini
Samirî'ye getirirler. Samirî kavminin İleri gelenlerinden idi. Herkesin gözünün
önünde bir ateş yakar ve linetleri içine koyar. Halka da «Şimdi siz evlerinize
gidin, Musa Artık size
A'RAF
SÛRESİ <cüi: 9, âyet: 150-153) 443
döner»
der. Onlar da evlerine giderler. Samirî, insanlar evlerine gittikten sonra o
altınlardan bir buzağı yapar, çünkü o, halkın buna rağbet edeceğini biliyordu.
Onlar daha önce Musa Ca.s.) !ya «Sen bize bir ilâh yap da, biz ona
tapalım- demişlerdi. Samirî'nin yapmış olduğu buzağı canlı hayvan gibi böğürür.
Halk onun böğürmesini işitince sokaklara dökülür ve bugüne kadar görmedikleri
bir şeyi görürler. Fakat bir anlam veremezler. Samiri onlara şöyle der: «Ey
kavmim, Musa'nın da, sizin de ilâhınız birdir. Onun sözüne aldana-rak cahillik
yapıp, yolundan gitmeyin, buna ibadet edin.»
Bunun
üzerine onlar da buzağıya secde ederek tapmaya başlarlar.
Allahü
Teâlâ şöyle buyuruyor: «O cahiller, bu taptıkları şeyin konuşmadığını ve onlara
bir yol da göstermediğini görmediler mi? Onu ma'bud edinip tapmakla kendilerine
zulmetmişlerdir.» Yüce Allah onların durumunu şöyle beyan ediyor: «Musa'nın
ardından kavmi, zinet takımlarından canlıymış gibi böğüren bir buzağı heykeli
yaparak onu tanrı edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve yol da
göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık
ettiler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Elleri
böğründe, çaresiz kalıp, kendilerinin sapıtmış olduğunu görünces "Eğer
Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa her halde en büyük ziyana
uğrayanlardan olacağız" dediler.»
Musa
(a.s.) 'nra kavmi hatalarını anlayınca, pişman oldular, nadim oldular, ellerini
başlarına koyarak «Eğer Rabbimiz, bize acımaz ve bizi bağışlamazsan şüphesiz en
büyük zarara uğrayanlardan oluruz» demişlerdir. Çünkü onlar buzağıya tapmakla
hidayeti bırakıp sapıklığı ve dalâleti seçmişlerdir. îmanı bırakıp sapıklığa
düşenler elbette en büyük zarara uğrayanlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
144 A'RAF SÜRESİ (cüz; 9, âyet 154-155)
«Mûsa,
öfkeli ve kederli olarak kavmine dönüncet "Ben sizi geride bırakıp gidince
ne kötü olmuşsunuz. Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?"
dedi. Levhaları bırakıp kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harımı
"Ey anamın oğlu, bu millet beni küçümsedi, az kalsın beni öldürüyorlardı.
Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma. Beni bu zâlim milletle bir
tutma* dedi.»
Mûsa
Ca.s.) Tür Dağından döndüğü zaman, kavminin bir kısmının dinlerini değiştirip
buzağıya taptıklarını görünce, öfkeli ve kederli olarak «Ey kavmim, benden
sonra ne kötü işler yapmışsınız. Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi
istiyorsunuz? Dininizden dönmekle Allahü Teâlâ'ya âsi oldunuz- diyerek elindeki
levhaları yere bırakır, kardeşi Harun'un saçından tutarak şiddetle kendine
doğru çeker. Harun (a.sJ, Mûsa (a.s.)'mn öfkeli ve kederli olduğunu görünce,
onu teselli etmek ve öfkesini yatıştırmak için «Ey anamın oğlu, bu kavim beni
küçümsedi, az kaldı beni Öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde
davranma ve bu zalimlerin yaptıklarına rıza gösterdiğimi de zannetme. Ben,
onların yaptıklarına rıza göstermedim, fakat onlar böni dinlemediler. Beni bu
zalim milletle bir|utma» der. Mûsa fa.s.) Harun (a.s.)'dan bu sözleri duyunca,
onu bırakır Rabbine dua etmeye başlar.
AUahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«(Mûsa),
"Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bize acı, sen merhametlilerin
merhametlisisin" dedi.»
Mûsa
ta.s.), kardeşinin suçu olmadığını, anlayınca, Rabbine dua ve niyazda bulunarak
şöyle der: «Ey Rabbim, levhaları yere bıraktığım ve kardeşimi incittiğimden
dolayı beni bağışla, kardeşimi de bağışla. Bizi rahmetinle cennetine koy. Bize
acı. sen bizi, nefsimizden, anamızdan, babamızdan daha çok esirgeyicisin. Sen
merhametlilerin en merhametlisisin.-
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 154-155) 445
«Buzağıyı
tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa
uğrayacaklardır. İftira edenleri böylece cezalandırırız.»
«Kötülük
işleyip ardından tevbe eden ve iman edenler bilsinler ki Rabbin, bu
hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.»
Buzağıyı
tann olarak benimseyenler, çabucak Rablerinin azabına ve dünya hayatında
alçaklığa uğrayacaklardır. Onlar iftiralarının ve Allah'ın âyetlerini
yalanlamalarının cezasını göreceklerdir. Onlar dünyada zillete, âhirette de
elîm bir azaba uğrayacaklardır. Fakat yaptıkları kötülüklerin ardından tevbe
edip, iman edenleri Yüce Allah bağışlar, günahlarını affeder. O, rahimdir
esirger ve kullarına rahmet eder. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Kötülük işleyip ardından tevbe eden ve iman edenler bilsinler ki Rabbin, bu
hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.»
Allahü
Teâlâ Ayet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Musa'nın
öfkesi geçtikten sonra (yere bıraktığı) levhaları tekrar aldı. Bunların
yazılarında Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardır.»
Musa
(a.s.)'nm öfkesi geçtikten sonra yere bırakmış olduğu levhaları tekrar alır. Bu
levhalarda Rablerinden korkup, güzel ameller işleyenler ve sapıklıktan kurtulup
hidayete erenler için rahmet ve kurtuluş olduğu yazılıdır. Bütün ilâhi kitaplar
insanların Allah'a iman etmelerini sağlamak ve onlara doğru yolu göstermek için
gönderilmiştir. Onlara iman edip, gösterdikleri yoldan gidenler kurtuluşa
ulaşmışlar, iman etmeyip inkâr edenlerse helak olmuşlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Musa,
tayin ettiğimiz müddet için kavminden yetmiş kişi seçti, onları titreme alınca,
"Rabbim, dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki
beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok
446 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet; 154-155)
eder
misin? Bu, senin imtihanından başka bir
şey değildir. Bununla dilediğini
saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisi-sin.»
İbn
Abbas (r.a.) 'in rivayetine göre: Musa (a.s.) Tûr'a münâcaata gittiği saman
kavminin ileri gelenlerinden yetmiş kişi seçip Mûtatta yanında bulundurması
kendisine emredilmiştir. Mikat: Herhangi bir amelin yapılması için takdir ve
tahsis edilen vakit demektir. Bunun üzerine Musa (a.s.) kavminin her
kabilesinin ileri gelenlerinden altışar kişi seçer. Kavmi on iki kola ayrıldığı
için seçmiş olduğu kişi sayısı yetmiş ikiyi bulur. Musa (a.s.) bana yetmiş kişi
getirmem em-rolundu, içinizden iki kişi geri dönsün, geri dönenlere de yetmiş
kişinin sevabı kadar sevap vardır» demiştir. Bunun üzerine Yûşâ bin Nûn ile
Kâlib bin Yuknâ geri dönerler. Mûsâ (a.s,) da geri kalan yetmiş kişi ile Tûr'a
gider. Onları dağa yakın bir yerde bırakır, kendisi Rabbine münâcaat için
gider. Münâcaat ettikten sonra tekrar onların yanına döner. Musa (a.s.) dönünce
onlar «Ey Musa, sen gidip Rabbine kavuştun, biz burada kaldık, bir şey
görmedik. Bize de Allah'ı açıktan senin gördüğün gibi göster görelim» derler.
Onlar Musa (a.s.) ile bu şekilde konuşurken, o anda gökten bir ateş iner,
hepsini yakıp helak eder,
.,
Musa (a.s.) onların helak olduğunu görünce «Rabbim, dilesey-din daha önce beni
ve onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi yok
eder misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir» der. Musa (a.s.)
Rabbine bu şeküde niyazda bulunduktan sonra Allahü Teâlâ onları tekrar
diriltir,
*
SüddI
(r.a.) de şöyle demiştir: «Musa (a.s.) yetmiş kişi ile beraber Tûr'a gider.
Onlar kavimlerinin buzağıya tapmasından dolayı Rablerinden af dilerler. Musa
(a.s.) da Rabbine şöyle niyazda bulunur: -Ey Rabbim, bu halkın buzağıya tapması,
senin imtihanından başka bir şey değildir. Ona ruh verdin, o böğürdü. Onun
böğürme-siyle beyinsizler fitneye düştüler. Sen, bununla dilediğini sapıtır
dalâlete düşürürsün, dilediğini de muhafaza eder hidayete erdirirsin. Bizim
dostumuz, yardımcımız, muhafızımız sensin. Bizi bağışla ve bize merhamet et.
Sen bağışlayanların en iyisisin.»
Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Musa, tayin ettiğimiz müddet için kavminden
yetmiş kişi seçti, onları titreme alınca, «Rabbim. dileseydin daha Önce beni ve
onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder
misin? Bu, senin imtihanından başka.bir şey değildir. Bununla dilediğini
saptırır, dilediğini
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 156) 447
doğru
yola iletirsin. Bizim dostumuz sensin, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen
bağışlayanların en iyisisin.»
AHahü
Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor :
«"Bu
dünyada ve âhirette bizim için güzel olanı yaz, biz sana yöneldik- dedi. Allah:
"Ben dilediğim kimseyi azabıma uğratırım. Fakat rahmetim her şeyi
kuşatmıştır. Rahmetimi, sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize iman
edenlere yazdım.»
Musa
(a.sJ, Rabbine şöyle niyazda bulunur: «Ey Rabbim, bize dünyada güzel olan,
ilim, ibadet, helâlından bol rızık, saliha hatun, âhirette de cennet nimetlerini
ihsan et. Biz sana döndük.» Allahü Teâlâ şöyle buyurmuştur: -Ben dilediğim
kimseyi azabıma uğratırım. Fakat rahmetim herşeyi kuşatmıştır.» Allahü Teâlâ
rahmete lâyık olanlara rahmetini, rahmete lâyık olmayanlara da cezasını
verecektir. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah «Ben dilediğim kimseyi azabıma
uğratırım.*akat rahmetim her şeyi kuşatmıştır» buyurmuştur. Kullarından iman
edenler rahmetine, iman etmeyenler de azabına uğrayacaklardır.
İmam-ı
Katâde ile Hasan (r.a.) şöyle demişlerdir: «Allahü Teâlâ -Benim rahmetim
dünyada mü'min, münâfık.^kâf ir, fâcir, âsi, muti herkese ve her mahlûka
şamildir. Âhirette ise sadece, küfür, şirk ve ma'siyetten sakınıp, iman ederek
güzel amel işleyen mü'min kullarına mahsustur» buyurmuştur. Bu âyet-i celüe
naz.il olunca şeytan da ümitlenir «Bana da bundan bir nasip var* der. Yüce
Allah, şeytanın ve küfredenlerin bu rahmetten nasipleri olmadığını belirtmek
için -Âhirette rahmetim, şirkten, küfürden ve ma'siyetten sakınıp, zekâtını
veren ve âyetlerimize iman edenler içindir» buyurmuştur. Bu defa Yahudiler ve
Hıristiyanlar «Biz Allah'ın âyetlerine - Tevrat ve İncil'e - iman ettik,
zekâtımızı da verdik, dolayısıyla bu rahmet bizim içindir* derler.
Allahü
Teâlâ onların yalanlarını reddetmek için şöyle buyurmuştur :
448 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 157)
»Onlar
ki yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı gördükleri, okuyup yazması olmayan
peygambere tâbi olurlar. O peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten
nehyeder. Tertemiz ve iyi olan şeyleri helâl, kötü ve zararlı şeyleri haram
eder. Onların sırtların-daki ağır yükü kaldırır, onların zincirlerini kırar, o
Peygambere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden, onunla birlikte gönderilen
ışığa uyanlar yok mu, murada erenler işte onlardır» buyurdu.»
Yüce
Allah bu âyet-i celîlede rahmetin kimlere mahsus olduğunu bildiriyor. Allah'ın
rahmeti âhirette ancak şunlara mahsustur: Ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de
sıfatları yazılı olan ve okuyup-yazması olmayan peygambere tâbi olup, onu
tasdik edenleredir. O peygamber ki, onları Allah'ın birliğine imana davet edip,
İslâm yolunu gösteriyor. Onları küfür ve şirkten men ediyor, onlara helâli ve
haramı açıklıyor. Helâl olan şeylerden yemelerini, haram olan şeylerden de
salınmalarını emrediyor. Onların şeriatlerinde olup da, kendilerine ağır gelen
şeyleri kaldırmıştır. Şöyle ki: Onların dinine göre elbiseye bulaşan necaset,
yıkamakla temizlenmiyor, ancak oranın kesilmesi gerekiyordu. Onların
sırtlarındaki ağır yükleri kaldırmıştır. Şöyle ki: Ganimet mallarını yakmaları
gerekiyordu. Bilerek veya yanlışlıkla bir kişiyi öldürdükleri zaman, öldürenin
mutlaka kısas edilmesi gerekiyordu. Cumartesi alış-verişte bulunulması
kesinlikle yasaktı. Bunun geniş izahı Bakara Sûresinde geçmiştir. Bütün bunlar,
Peygamberimizin âlemlere rahmet olarak gönderilmesinden ötürü hafifletilmiştir.
O Peygambere iman eden, O'na saygı gösteren, O'na uyan, yardım eden, O'nunla
birlikte gönderilen Kur'an'a iman edenlerdir kurtuluşa erenler. Bu vasıfları
haiz olanlar kıyamet günü kurtuluşa ve rahmete kavuşacaklardır. Bu vasıfları
taşımayanlar ebedî azaba uğrayacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 158-159) 449
■De ki: "Ey insanlar, doğrusu ben,
göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren
Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması
olmayan, haber getiren peygamberine - ki o da Allah'a ve sözlerine iman
etmiştir - iman edin, ona uyun ki doğru yolu bulaşınız.»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.Vi bü-tüp. âlemlere peygamber
olarak göndermiştir. O, insanları ve cinleri Allah'ın birliğine imana ve İslama
davet eder. O Allah ki, şeriki, benzen, ortağı yoktur. Yerlerin göklerin
sahibi, halikı ve mâliki O-dur. Var eden, yok eden, öldüren ve dirilten O'dur. O
her şeye kadirdir.
Ey
insanlar, Allah'ın Resulü Hz. Muhammed'i ve ona gönderilen Kur'an'ı tasdik edin
ki, sapıklıktan kurtulup hidâyete eresiniz. Allah'ın âyetlerine ve
peygamberlerine iman edip, onları tasdik etmeyenler asla hidayete eremezler.
Ancak Allah'a ve Resulüne iman edenler hidayete ererler. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: -De ki: "Ey insanlar, doğrusu ben, göklerin ve yerin
hükümrânı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz
için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, ha-.ber getiren peygamberine - ki o da Allah'a
ve sözlerine iman etmiştir -iman edin, ona uyun ki doğru yolu bulaşınız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
»Musa'nın kavminden bir topluluk hakkı gösterirler
ve onunla hükmederlerdi.»
Musa
(a.sJ'nın kavmi arasında bir topluluk vardı ki, onlar birbirlerine hakkı
tavsiye eder ve doğru yolu gösterirlerdi- Hak yolda olanlar onunla hükmederler
ve onunla amel ederlerdi.
İbn
Abbas (r.a.) şöyle rivayet eder: «Peygamberimiz (s.a.v.) Mi'-rac gecesi ilâhi
yolculuktan dönerken Cebrail İle beraber bir kavme uğrarlar. Peygamberimiz
onlarla konuşur. Cebrail onlara «Bu konuştuğunuz zatın kim olduğunu biliyor
musunuz?» diye sorar. Onlar ta-nLtnadıklannı söylerler. Cebrail «Bu Hz. Muhammed
Cs.a.vJ'dir» der.
: C.: II — F.: 2!)
450 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet; 158-159)
Onlar
«Yâ Cebrail, onun peygamberlik zamanı geldi mi?» derler. Cebrail, «Evet,
peygamberlik zamanı geldi» der. Bunun üzerine o kavmin hepsi peygamberimize
iman edip, tasdik ederler ve şöyle derler: «Ey Allah'ın Resulü, İmran'ın oğlu
Musa "Hanginiz Hz. Muhammed'-in peygamberliğine yetişir, onu görürseniz
selâmımı söyleyin" diye bize vasiyet etti.» Peygamberimiz selâmını alır,
aynıyla cevabını verir. Bundan sonra aralarında şu konuşma geçer:
Peygamberimiz:
«İleri gelenlerinizle hepiniz aynı seviyedesiniz, bunun sebebi nedir?» der.
Onlar:
«Ey Allah'ın Resulü, biz birbirimize karşı bir üstünlük ve bir büyüklük
taslamıyoruz. Hepimizin gönlü birdir, aramızda hiç bir fark yoktur» diye cevap
verirler.
Peygamberimiz:
«Sizin ileri gelenlerinizin evinin kapısı yoktur, bunun sebebi nedir?» der.
Onlar:
«Biz birbirimize asla zarar vermeyiz, açık olsun kapalı olsun bizim için fark
etmez» derler.
Peygamberimiz:
«Hiçbirinizin güldüğünü görmüyorum, bunun sebebi nedir?» der.
Onlar:
«Ey Allah'ın Resulü, Allahü Teâlâ kitabında cehennemin genişliğinin maşrık ile
mağrip, derinliğinin de yerin dibine doğru yedi kat olduğunu bildiriyor ve onu
cin ve insanla dolduracağına dair yemin ediyor. Bu durum karşısında nasıl
güleriz?» diye cevap verirler.
Peygamberimiz
: «Siz hiç ölülerinize ajjlar mısınız?» der.
Onlar:
«Ey Allah'ın Resulü, biz, ölülerimize ağlamayız. Çünkü hepimiz öleceğiz, veren
de Allah, alan da Allah. Bu bakımdan ağlamayız» derler.
Peygamberimiz:
«Siz hiç hasta olur musunuz?» der.
Onlar:
«Hayır, biz hasta olmayız. Günahı ve hatası olanlar hasta olur ki, böylece
hastalıkları günahlarına keffaret olsun. Biz, Allah Resulü Musa'nın duası ile
günahdan ma'sumuz» diye cevap verirler.
Peygamberimiz:
«Hasta olmadığına göre ölümünüz nasıl oluyor?» der.
Onlar:
«Ey Allah'ın Resulü, bizden birimizin rızkı kesilip, ölüm vakti geldiği zaman
Azrail onu nerede ve ne şekilde bulursa canını alır, biz de onu öldüğü yere
defnederiz» derler.
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 160) 451
Peygamberimiz:
«Sizin İtiz çocuklarınız olduğu zaman üzülür müsünüz?» dîye sorar:
Onlar:
«Hayır, üzülmeyiz. Kız çocuklarımız olduğu zaman bir, erkek çocuklarımız olduğu
zaman da iki ay şükür orucu tutarız» cevabını verirler.
Peygamberimiz
: -Sizin bölgenizde hiç yılan akrep bulunur mu?» diye sorar.
Onlar:
«Evet, yılan, akrep bulunur. Biz onlara dokunmayız, onlar da bize dokunmazlar,
aramızda dolaşırlar, biz onlardan, onlar da bizden emindirler» derler.
Peygamberimiz
: 'Sizin hiç davarınız var mı?» der.
Onlar
: «Evet, bizim davarımız var. Biz onların yünlerinden kendimize yetecek kadar
elbise yapar, etlerini de yeriz. Kimin ihtiyacı olursa o keser, herkes ondan
yetecek kadar alır, hepimiz eşit şekilde yararlanırız» derler.
Peygamberimiz:
-Aranızda zina eden bulunur mu?» der.
Onlar:
«Ey Allah'ın Resulü, aramızda zina eden yok. Eğer bizden bir kimse zina ederse
gökten bir ateş iner, onu yakar ve yerin .dibine geçirir. Birimizin kızı olduğu
zaman vakit geçirmeden onu hemen 'eVlendirir ve böylece iffetini korur, zina da
önlenmiş olur* derler.
Peygamberimiz:
«Siz ahş-veriş eder, terazi tartar mısınız?» der.
Onlar:
«Hayır, biz terazi tartmaz, ahş-veriş^etmeyiz» derler.
Peygamberimiz:
«Ya siz ne içer, ne yersiniz ve nasıl geçinirsiniz?» der.
Onlar:
«Ey Allah'ın Resulü, biz ekin ekeriz. Ondan sonra Allah bir yağmur gönderir, o
yağmur ile ekinimiz biter, olgunlaşır, hasad zamanı gider, onu toplar ve bir
yere depo ederiz, herkes ondan yetecek kadar alır, ihtiyacını görür. Böylece
yeriz, içeriz» derler.
Peygamberimiz:
«Siz hiç hanımlarınızla görüşür müsünüz?» der.
Onlar:
«Evet, biz hanımlarımızla görüşürüz. O durum hasıl olacağı zaman siyah bir
elbisemiz var onu giyer ve karanlık odalarımıza gireriz. Hanımlarımız bizim,
biz de onların avret yerlerini görmeyiz» derler.
Peygamberimiz:
«Siz altın ve gümüş biriktirir misiniz?» der.
Onlar:
«Hayır, biz altın ve gümüş biriktirmeyiz. Onları biriktirenlerin Allah'a
itimatları yoktur. Rızıklanm Allah'ın verdiğine de inançları yoktur. Bu
bakımdan onlar biriktirirler. Fakat bizim Allahü Teâlâ'ya itimadımız sonsuz ve
inancımız tamdır. Geçim korkumuz olmadığı için altın ve gümüş biriktirmemize
gerek yoktur» derler.
Peygamberimiz
Cs.a.v.) böylece onlarla konuştuktan sonra, kendilerine Mekke'de nazil olan on
sûre okur ve Kur'an öğretir. O zaman sadece namaz ile zekât farz kılınmıştı, namaz
ile zekâtı da yerine getirmelerini buyurur ve onlardan ayrılır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Biz
İsrailoğullarım oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Kavmi, Musa'dan su
isteyince onas "Asan ile taşa vur" diye vahyet-tik. Taştan on iki
pmar fışkırdı, herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık.
Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size verdiğimiz mzıkların
temiz olanlarından yiyin" dedik. Onlar, karşı gelmekle bize değil
kendilerine zulmediyorlardı.»
Israiloğulları
Musa (a.s,) ile Mısır'dan çıkıp Tün vadisine geldikleri zaman susuz
kalmışlardı. Onlar susuz kaîmca Musa (a.s.)'dan su istemişlerdir. Kavmi Musa
(a.s.)'dan su isteyince, Allahü Teâlâ ona «Asan ile taşa vur» diye emretmiştir.
Bu emir gereği Musa Ca.sJ, asasını taşa vurur, taştan on iki çeşme fışkırır.
Taştan on iki pınarın fışkırması, Musa ta.s.) 'nın kavminin on iki kola
ayrılmasından dolayıdır. Onların herbiri için taştan bir pmar fışkırmıştır.
Birinin aldığı sudan başka bir kol su almazdı. Her kolun çeşmesi ayrı idi.
Sonra
Musa (a.sJ 'nın kavmi sıcaklıktan şikâyet etmeye başlar. Bunun üzerine Yüce
Allah onları gölgelemek için üzerlerine bulut göndermiş, böylece onları
sıcaktan korumuştur. Tih vadisinde yiyo-cek bir şey olmadığından, bu
ihtiyaçlarını gidermek için Allahü Teâlâ onlara kudret helvası ile pişmiş
bıldırcın oti İndirmiştir. Her gün
A'HA I'1 HHKKSt (*■(!/.. il, iyot:
162-163) 463
istedikleri
kadar bunlardım yiyorlardı. Yüce Allah bu yiyeceklerden hiçbir şey
biriktirmesinler imi «m ro Un iştir. Fakat onlar bu emri dinlemeyerek
yiyemedikItırltıl biriktirmişler, böylece Allah'ın emirlerine isyan
etmişlerdir. Allah'ın tıırıirlorine isyan edenler ancak kendilerine
zulmetmişlerdir. Hundan dulayı nzıkları azalmış, biriktirmiş oldukları kokmuş,
temiıe olumu yerine kokuşmuş etleri yemişlerdir. Eğer AlTah'ın emlrlorinn İsyan
etmeselerdi nzıkları azalmayacak ve kokmuş eti de yeniûyncoklordi. Allahü Teâlâ
bunu şöyle beyan ediyor: -Biz İsralloğulltırım oymaklar halinde on iki
topluluğa ayırdık. Kavmi Musa'dan su isleyince ona: «Asan ile taşa vur» diye
vahy ettik. Taştan on Dil pıımr i'ıskırdı, herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla
üzerlerine gölge yııplık. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. «Size
verdiğimiz mıkların temiz olanlarından yeyin» dedik. Onlar, karşı gelmoklt)
biz» değil, kendilerine zulmediyorlardı.»
Allahü
Teâlâ âyeL i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlaraı
"Şu şehirde yerleşin, dilediğiniz gibi yiyip için," 'Bağışlanmak istiyoruz'
deyin ve secde ederek kapısından girin ki suçlarınızı bağışlayalım. İyi hareket
edenlere ilerde daha fazlasıyla vereceğiz" denilmiştir.»
Allahü
Teâlâ israil oğullarını Tih vadisinden kurtararak Beyt-i Mukaddes (Kudüs) 'te
oturmalarını ve oranın nimetlerinden yiyip iç-nelerini, «Bağışlanmak istiyoruz»
deyip rükû eder gibi eğilerek kapısından girmelerini emretmiştir. Yüce Allah
sevgili Peygamberine röyle buyuruyor: «Yâ Muhamrned, îsraüoğullarmın bizim
emirlerinize karşı isyanlarım ümmetine anlat. Biz onlara «Varın Beyt-i
Mu-tâddes'te oturun, oranın nimetlerinden dilediğinizi yiyin için ve Tih
^âdisinden kurtulduğunuz için Beyt-i Mukaddes'in kapısından rükû ;der gibi
eğilerek girin ve işlemiş olduğunuz hatalarınıza karşılık ^Bağışlanmak
istiyoruz» deyin, biz de sizin hatalarınızı bağışlaya-im, size olan ihsanımızı
artıralım" dedik.»
Allahü
Teâlâ İsrailoğullarma bir lütuf olarak, onları Tih vâdisin-ten çıkarıp Beyt-i
Mukaddes'e yerleştirmiş ve oranın bol nimetlerin-len «istediğinizi yiyin için»
buyurmuştur. Onlar bu nimetlere rağ-nen yine Allah'a isyan etmişlerdir.
Allahü
Teâlâ âytet-î celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onların
zulmedenleri, kendilerine söylenen sözü başkasıyla değiştirdiler. Biz de,
zâlimlere, zulümlerinden dolayı gökten azap
indirdik.»
Israiloğulları
Tih vadisinde bıldırcın eti biriktirip, buzağıya tapmakla Allah'ın emirlerine
isyan etmişler ve şirk koşmuşlardır. Onlar Allah'a isyan edip, şirk koşmakla
aslında kendilerine zulmetmişlerdir. Sonra da sözlerini değiştirerek
«Bağışlanmak istiyoruz» anlamına gelen «Hıttatun» yerine, buğday anlamına gelen
«Hıntatun» demişlerdir. Böylece onlar Allah'ın emirlerine isyan etmişlerdir.
Allah'ın emirlerine isyan ettikleri için de üzerlerine gökten azap inmiş,
hepsini helak etmiştir, Allah'ın emirlerine isyan edenler mutlaka azaba
uğrayacaklardır.
Bazılarına
göre gökten üzerlerine ateş inerek onları yakıp yok etmiştir. Allah'ın
emirlerine isyan edenlerin cezası böylece dünyada perişan olup, helak olmak,
âhirette ise ebedî azaba uğramaktır. Kula lâyık olan Mevlâsınm emirlerine itaat
edip, katında saadete ulaşmaktır. Allah'm emirlerine itaat etmeyenler asla
saadete kavuşamazlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Onlara
deniz sahilindeki kasabanın halini sor. Hani onlar cumartesi yasaklarını tecavüz
ediyorlardı. Cumartesileri balıklar su yüzünde görülerek onlara gelirdi.
Yasaklarım tecavüz ettikleri cumartesileri ise balıklar gelmezdi. Biz onları,
yoldan çıkmaları sebebiyle böyle deniyorduk.»
Yahudiler,
kendilerine bir pay çıkararak İbrahim (a.s.)'in torunu olduklarını söylemişler
ve «Allahü Teâlâ asla dostunun çocuklarına azap etmez. Çünkü biz, O'nun
dostunun çocuklarıyız, bize azap ederse ancak buzağıya taptığımız kadar azap
eder* demişlerdir. Yüce Allah onların bu sözünü reddederek sevgili Peygamberine
A'RAF
KÛKtiSİ (cüz: 9, âyet: 164) 455
şöyle
buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara deniz sahilindeki kasabanın halini sor. Allah
onları günahları yüzünden nasıl azaplandırmış-tır, görsünler?»
Bu
kasaba Şap donizl konarında -Eyleh» adında bir kasabadır. Allahü Teâlâ oranın
halkına cumartesi günleri balık avlamayı yasak etmiştir. Onlar ise bu yasağa
uymayarak cumartesi günü balık avlamayı kendilerine helâl saymışlardır. Şöyle
ki: Cumartesi günü onların balık avlaması yasaktı. Aksine cumartesi günleri
balıklar su yüzüne çıkarlar ve onlara gelirlerdi. Diğer günler veya avlanmayı
mubah saydıkları cumartesileri ise balıklar denizin derinliklerine iner, az
görünürlerdi. Onlar balığın çok olduğu gün avlanmayı kendilerine helal sayarak
Allah'ın emirlerine karşı gelmişler. Böylece, onlar kendilerino zulmetmişler ve
ilâhî azaba uğramışlardır.
Allahü
Teâla âyeti celilesinde şöyle buyuruyor:
«Aralarından
bir topluluk: "Allah'ın helak edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir
kavme niçin öğüt veriyorsunuz?" dediler, öğüt verenler: "Rabbinize
karşı mazeret olsun, muahazeden kurtulalım, belki de sakınırlar diye öğüt
verdik" dediler.
Deniz
sahilindeki kasabanın halkı cumartesi günü balık avlama hususunda üçe
ayrılmışlardır. Bir kısmı ilâhi pasağa uymayarak cumartesi günü balık
avlamışlardır. Bir kısmı da onlara va'z u nasihat ederek bu işten vazgeçirmeye
çalışmışlardır. Fakat onlar yapılan bu va'z u nasihati hiç nazar-ı itibara
almamışlardır. Bir kısmı ise balık avlamaktan tamamen el çekmiş, balık
avlayanların işlerine karışmadıkları gibi, onlara nasihat edenlere de şöyle
demişlerdir: -Allahü Teâlâ'nın helak edeceği ve kat'î azaba uğratacağı bir
kavme niçin nasihat ediyorsunuz? Çünkü onlar isyanı ve fesadı terk eden bir
kavim değillerdir. Siz, onlara nasihat etseniz de, etmeseniz de onlar yine
isyanlarından vazgeçmezler.» Öğüt verenler de «Bizim Korevimiz emr-i bi'1-mâruf
yapmaktır. Bunun için biz onlara nasihat ediyoruz. Şayet bu görevimizi
yapmazsak Allah katında muâha-/.e olunuruz. Böyle bir muahazeye mâruz
kalmamak için Öğüt veriyoruz, belki öğütlerimizle hata ve isyanlarından
vazgeçerler de, azaba uğramaktan kurtulurlar» demişlerdir.
456
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 165)
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
«Onlar
kendilerine verilen nasihati unutunca biz de insanları kötülükten alıkoyanları
kurtardık ve zâlimleri, Allah'a karşı gelmelerinden dolayı şiddetli azaba
uğrattık.»
Kendilerine
nasihat edilen insanlar, bu öğütleri dinlememişler, Allah'ın emirlerine isyana
devam etmişlerdir. Yüce Allah onlara öğüt verenleri helak olmaktan kurtarmış,
Öğüt dinlemeyenleri ise isyanları yüzünden şiddetli bir azaba uğratmıştır,
İkrime
(r.a.) şöyle nakletmiştik «Bir gün İbn Abbas (r.a.Vın yanına vardım, Kur'an
okuduğunu ve ağladığını gördüm. Yanına iyice yaklaştım ve elindeki Kur'an'm iki
tarafından tuttum, Niçin ağladığını sordum, bu esnada da A'raf Sûresini
okuyordu. «Beni ağlatan şu sayfalardır. Sen Eyleh halkını biliyor musun?» dedi.
Ben de bildiğimi söyledim. O da «Allahü Teâlâ, Yahudilerden bir kavmi orada
yerleştirmiş, cumartesi günü balık avlamalarını yasaklamış, böylece onları
denemişti. Çünkü cumartesi günü balık tutmak onlara yasak edilmişti. Yasak
edilen günler balıklar suyun yüzüne çıkar, onlara doğru gelirlerdi. Diğer
günler ise denizin derinliklerine inerler, göze görünmezlerdi. Cumartesinin
dışında, suyun yüzünde balık görüp tutamaymca, kendi aralarında ihtilâfa
düşmüşlerdir. Bir kısmı cumartesi günü balık avlamak haram değft, yemek
haramdır. *Siz o gün balık avlayın, diğer günleri yiyin» demişlerdir. Bir kısmı
da cumartesi günü balık avlamanın haram olduğunu söylemişlerdir. Cumartesi günü
balık tutmayı helâl sayanlar geceden şehre girmişler, onlara öğüt verenler ve
bu işten men etmek isteyenler ise şehre girmeyerek dışarda kalmışlardır. Sabah
olunca şehrin kapısı açılmamış, dışardakiler niçin açılmadığını merak etmişler
ve içerden de bir cevap alamayınca, birbirlerine «Belki Allahü Teâlâ bunları
yere batırdı veya üzerlerine gökten taş yağdırarak helak etti. Kalenin burcuna
bir adam çıkaralım, onlara bir baksın» demişlerdir. Kalenin burcuna çıkan adam
onların hepsinin kuyruklu maymun olduğunu görünce şaşırmış ve dışardakilere
onların hepsinin kuyruklu maymun olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine
dışardakiler şehrin kapısını açarlar, onların bu halini görürler ve «Biz size
nasihat ettik, Allah'ın azabının üzerinize geleceğini haber verdik. Fakat siz,
öğütle-
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 166-167) 457
rimize
hiç aldırmadınız. Şimdi isyanınızın cezası olan azabı çekin» demişlerdir. Onlar
hatalarının yüzünden bu cezaya çarptırıldıklarına kafalarıyla işaret ederek
ağlamaya başlamışlardır.
Ey
İkrime, Allahü Teâlâ onlara öğüt verenleri kurtarmış, isyan edenleri İse
böylece maymuna çevirerek cezalandırmıştır.» Bu sözlerine karşılık İkrime
(r.a.), İbn Abbas (r.a.)'a iki hırka hediye etmiştir.
Yüce
Allah, emirlerine isyan edenleri çeşitli azaplara uğratmıştır. Emirlerine itaat
edenleri ise hidâyete erdir ip selâmete kavuşturmuştur. Bunlardan ibret alarak
Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmak gerekir.
Allahü
Tealâ isyancıların durumunu şöyle beyan ediyor:
-Bu
suretle serkeşlik edip yasak edileni yapmakta ısrar edince kendilerine:
«Aşağılık birer maymun otun» dedik.»
Allahü
Teâlâ her toplumu bir şey ile denemiştir. Eyleh halkını da, cumartesi günleri
balık tutmayı yasaklamakla denemiştir. Cumartesi günleri balık tutmakla
Allah'ın emirlerine muhalefet edenler, kendilerine verilen öğütleri
dinlememişler, yasak edilen şeyleri yapmakta ısrar etmişlerdir. Yasakutrı
yapmakta ısrar edenleri Allahü Teâlâ rahmetinden uzaklaştırmış ve onları zelil
bir maymun yaparak ebedî azaba uğratmıştır. Onların maymun olarak ebedî azaba
uğratılmaları küfür ve zulümlerinin bir cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«O
vakit Rabbin kıyamet gününe kadar onların üzerine kendilerini en kötü azaba
duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle bildirdi. Şüphe yok ki Rabbin
cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki O, çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.»
Allahü
Teâlâ iman etmeyenleri kıyamet günü elim bir azaba uğratacağını, dünyada da
üzerlerine zâlim birisini musallat edip kıyamete kadar zulüm ve işkence
ettireceğini sevgili Peygamberine bildirmiştir. Yüce Allah, kendisine şirk
koşanların ve emirlerine muha-
458 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 168-169)
lefet
edenlerin cezalarını hemen vermez, belki tevbe ederek hatalarından ve
isyanlarından dönerler diye, geciktirir. Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok
esirgeyicidir. Tevbe eden kullarının günahlarım bağışlar. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: «O vakit Rabbin kıyamet gününe kadar onların üzerine kendilerini
en kötü azaba duçar edecek kimseler göndereceğini yeminle bildirdi. Şüphe yok
ki Rabbin cezayı çabuk verendir. Muhakkak ki O, çok yarlığayıcı, çok
esirgeyicidir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle -buyuruyor :
«Biz
onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık. İyiliğe
dönerler diye onları güzellikler ve kötülüklerle sınadık.»
Allahü
Teâlâ İsrailoğullarını yeryüzünde iyiler ve kötüler olmak üzere bölük bölük
ayırmıştır. Onlardan kimisi iman edip salih amel işlemiş, kimisi küfredip isyan
etmişlerdir. Belki ibret alırlar da iman ederler diye Allahü Teâlâ onları bazan
bolluk, bazan da yoklukla denemiştir. Ne yazık ki onlar ibret almamışlar ve
iman etmemişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onlardan
sonra gelen kötü bir nesil Kitab'a mirasçı oldu. "Biz nasıl olsa
affedileceğiz" diyerek Kitab'ın hükümlerini değiştirme karşılığı bu
değersiz dünyanın mallarını alırlar. Yine ona benzer geçici bir şey kendilerine
gelince onu da alırlar. Onlardan, Allah'a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine
dâir Kitab üzerine ahd alınmamış mıydı? Kitab'da onları okumamışlar mıydı?
Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Daha
aklınızı başınıza almayacak mısınız?»
İsrailoğullarından
sonra, onların soyundan gelen kötü bir nesil Tevrat'a mirasçı ölmüş, onun
âyetlerini değiştirerek hükümlerini
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 170-171) 459
yalanlamışlardır.
Onu okuyanlar dünya metâı elde etmek için haranı dediğine helâl, helâl dediğine
de haram demişlerdir. Onlar «Biz nasıl olsa affedileceğiz» diyerek, Tevrat'ın
hükümlerini kendilerine göre yorumlamışlardır, Allah'ın âyetlerini
değiştirmenin en büyük hata ve isyan olduğunu bildikleri halde, hatalarından
dönüp tevbe etmemişler ve isyanlarına ısrarla devam etmişlerdir.. Hatta daha da
ileri giderek «Gündüz işlemiş olduğumuz hatalara geceki amellerimiz, gece
işlemiş olduğumuz hatalara da gündüz yapmış olduğumuz ibadetler keffaret olur-
demişlerdir. Halbuki Allahü Teâlâ, onlardan Allah'a karşı yalan yere iftira
etmeyeceklerine dâir Kitabları üzerine ahd almıştı. Allah'a karşı yalan yere
iftira etmeyeceklerine dâir Kitabları üzerine and içerek söz vermişlerdi. Buna
rağmen onlar sözlerinden dönmüşlerdir. Halbuki küfür ve şirkten dönüp iman
edenler için âhiret yurdu dünyadan çok daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza
ahp, şirk ve küfürden vazgeçip iman etmeyecek misiniz?
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kitaba
sımsıkı sarılanlar ve namaz kılanlar için ecir vardır. Biz, iyiliğe
çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz.»
Allah'ın
kelâmına sımsıkı sarılıp, hükmüyle amel edenler, namazlarını dosdoğru kılanlar
için tükenmez ecir vardır. Yüce Allah, iman edip, güzel amel işleyerek iyiliğe
çalışanların ecrini asla zayi etmez. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
"Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve namaz kılanlar için ecir vardır. Biz,
iyiliğe çalışanların ecrini elbette zayi etmeyiz." *
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor •.
«Tür
dağın: gölgelik gibi onların üzerine yükseltmiştik. Onlar tepelerine düşeceğini
sanmışlardı. Onlara; "Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın, içinde olanı
düşünün ki sakınanlardan olasınız" demiştik.»
îçrailoğulları
Tevrat'ın hükümlerini kabul etmeyip, Allah'a isyan edince, Yüce Allah ceza ve
tehdit olarak onların başucuna Tür dağını kaldırıp dikmiştir. Onlar dağın
tepelerine düşeceğini sanmış-
A'KAK
SÛKESİ (cüz: 9, âyet: 172)
lar,
korkudan sol gözleri üzerine yatarak, sağ gözleriyle dağı gözlemeye
başlamışlardır. Yahudiler bugün bile sağ gözlerinin üzerine secde ederler, sol
gözleriyle yukarı bakarlar. Onlara «Size verilen Tevrat'a sımsıkı sarılın,
içindekilerle amel edin, Allah'ın emirlerine muhalefet ve isyandan sakının ki,
kurtuluşa eresiniz» denilmiştir. Allahü Teâlâ bunu söyle beyan ediyor: «Tûr
dağını gölgelik gibi onların üzerlerine yükseltmiştik. Onlar tepelerine
düşeceğini sanmışlardı. Onlara; "Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın,
içinde olanı düşünün ki sakınanlardan olasınız" demiştik.»
Allah'ın
âyetlerini hiçe sayıp, emirlerine karşı çıktıkları için dağ tepelerine dikilmiştir.
Allah, emirlerine karşı gelenleri çeşitli azaplara uğratarak cezalandırmıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor: v
•Hani
Habbin Ademoğullannın sulblerinden zürriyetlerini çıkarmış, onlara: "Ben
sizin Rab biniz değil iniyim?" demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu.
Onlar da: "Evet, şahidiz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü "Bizim
bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi."»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-med, Rab bin Ademoğlunun
sulbünden soyunu çıkartıp, onlara «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» demişti.
Onlar da «Evet, sen bizim Rab-bimiz, halikımız, ma'budumuzsun. Şerikin ve
benzerin yoktur» demişlerdi. Yüce Allah, buna kendilerini ve melekleri şahit
tutmuştur. Onlardan bu ahdi misakı alması, melekleri ve kendilerini bu miaaka
şahit tutması kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yoktu» dememeleri içindir.
Ubey
bin Kâ'b (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: «Allahü Teâlâ Âdem'in sulbünden bütün
zürriyetini ruh âlemine toplamış, onlara şekil vererek «Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?» diye hitap etmiştir. Onlar da -Evet, sen bizim Rabbimizsin» diye
şahitlik etmişlerdir. Yüce Allah onlardan bu ahdi misakı aldıktan sonra «Ben
size peygamberler ve kitaplar göndereceğim. Peygamberlerimi ve kitaplarımı
tasdik edin, bunları yalanlamayın» buyurmuştur. Onlar da «Ey Rabbimiz, senin
gönderdiklerini ve emirlerini tasdik ederiz» diyerek söz vermişlerdir. Allahü
Teâlâ onlardan bu şekilde ahdi misak almıştır. Âdem (a.s.) o zaman zürriyetine
baltar, onların kiminin zengin, kiminin fakir, kiminin güzel, kiminin çirkin
olduğunu görür vo Rabbine şöyle niyazda bulunun «Ey Rabbirn, bunlunn hepsini
aynı yaratsaydın, ne olurdu?»
Yüce
Mevlâ: «Yâ Adımı, kullarımın bana şükretmesini severim, Bunlardaki gizü sırları
ve hikmetleri sen bilemezsin» buyurmuştur. O zaman peygamberlerin ruhları da
kendi kavimleri arasında nur gibi ışık saçıyordu. Allahü Teâlâ onlardan da,
risaletlerini tebliğ edeceklerine dâir ahdi misak almıştır.»
lmâm-ı
Süddl (r.a.)'mn rivayetine göre, Allahü Teâlâ Âdem (a. s.)'i cennetten çıkarıp,
gökten yere indirmeden önce kudret eliyle sağ tarafım sıvazlar, oradan beyaz
inci gibi cennetliklerin zürriyeti-ni çıkarır ve onlara «Rahmetimle cennetime
girin» der. Sonra Adem'in sol tarafını sıvazlar, oradan da cehennemliklerin
zürriyeti simsiyah çıkar ve -Gadabımla cehenneme girin» der. Eshâbülyemin-
sağ-c:Lar, eshabüşşimal - solcular denil işi bu itibarladır. Sonra bunlara *Ben
sizin Rabbiniz değil miyim?» diye hitap eder. Eshâbülyemin ta'-zim ve hürmetle
«Evet, sen bizim Rabbimizsin» demişler, Eshabüşşimal de istemiyerek «Evet, sen
bizim RabbLmizsin- cevabını vermişlerdir.
Allahü
Teâlâ, Âdem'in sulbünden zürriyetini çıkardım dememiş, Âdegjoğullarımn
sırtından çıkardım» buyurmuştur. Halbuki o zaman sadece Adem (a.s.) vardı,
Âdemoğulları yoktu. Bunun hikmetini ve sırrını Yüce Allah ancak kendisi bilir,
O'ndan başkası bilemez. Bilinen şudur ki: Âdem (a.s.)'nin sulbünden
zürriyetini, onların sulbünden de kendi zürriyetlerini çıkarmıştır. Böylece her
milletin sulbünden, kendi zürriyetini çıkartmıştır. Dünyanın s«nuna kadar da bu
şekilde devam edecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Veya
"Bizden evvel atalarımız, babalarımız, Allah'a ortak koşmuşlar, biz ise
onlardan sonra gelen zürriyetiz, o halde bizi bâtıl işleyen ve haksızlık edenler
uğruna helak mı edeceksin?" dememeleri içindir..
«Belki
doğru yola dönerler diye âyetleri böylece uzun uzadıya açıklıyoruz,»
Allahü
Teâlâ'nm kullarından ahdi misak almasının sebebi şudur: İnsanların, bizden önce
atalarımız Allah'a şirk koşup ahidle-rini bozmuşlar, biz de onların
sulbündeniz, fakat Yüce Allah'ın onlardan almış olduğu ahidden bizim haberimiz
yok. Ey Rabbimiz, atalarımızın sana şirk koşmasından dolayı bizi helak mı
edeceksin?» dememeleri için, bütün kullarından ahdi misak almıştır. Artık hiç
kimse «Benim bundan haberim yoktu» diyemeyecektir. Çünkü Yüce Aliah bu ahdi mi
sakı sadece Âdem babamızdan değil, dünyanın sonuna kadar gelecek olan bütün
zürriy e tinden almıştır. Onlardan bu ahdi misakın alınmasının bir sebebi de,
Allah'a şirk koşanların, bu ahidlerini hatırlayarak şirk ve isyanlarından dönüp
tevbe ve istiğfar etmeleri içindir, Kim Allah'a verdiği sözü hatırlayarak şirk
ve isyandan döner, tevbe ederse Allah günahlarını bağışlar, onu hidâyete
erdirir ve âhirette de cennet nimetleriyle mükâfatlandırır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar için şöyle buyuruyor:
«Onlara,
şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden ayrılarak
azgınlardan olan kişinin hâdisesini anlat.»
«Dileseydik,
onu âyetlerimizle üstün kılardık. Fakat o, dünyaya meyil etti ve hevesine uydu.
Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan
köpeğin durumu gibidir. İşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin durumu
böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.»
Allahü
Teâlâ, kullarının ibret alması için Kur'ân-ı Azimüşşân'da bir çok kıssayı
nakletmiştir. Sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, eğer insanlar
Allah'a verdikleri sözü hatırlayıp, bundan ibret alarak şirk ve inkârlarından
dönmezlerse, kendilerine bizim, Ism-i A'zamı ve Tevrat'ı öğrettiğimiz kişinin
hâd I senini anlat. O, kendisine verilen ilmin kıymetini bilmeyerek şeytana
lAbi tılmug, imandan çıkmış, ilmin izzet ve şerefinden mahrum olamlt azgınlar
■ ■dan olmuştu. Kendisine verilen bunca İlmi sadiO0 dünya,
monfttatl
A'RAF
SÛRESÎ (cüz: 9, âyet: 175-176) 463
için
kullanmış, âhiret saadeür;.ien mahrum kalmıştı.
Bir
kısım tefsircilere göre, kendisine Tevrat ve İsm-İ A'zam öğretilen Bel'am bin
Ba'ûn'dur. BGİ'âm bin Ba'ûn, İsrail oğullarının bilgini, âbidi, takva sahibi,
duası kabul olan, itimatlı ve saygı değer birisiydi. İlmini ve duasını kötüye
kullandığı için, Musa (a.sJ'nın dua-sıyla Allahü Teâlâ onun imanını almıştır.
Hâdise şöyledir; Fir'avn, ordusu ile birlikte boğulup helak olduktan sonra, kavminin
geri kalanları Musa (a.s.) ile savaşmaya başlamışlar, galip gelmeleri için,
bütün kâhin ve sihirbazları toplamışlar, onlardan yardım talep etmişlerdir.
Onlar «Bizim buna gücümüz yetmez. Bu hususta size yardımcı olamayız, fakat
şurada duası kabul olan birisi var, ona gidin, yardım talep edin. O zaman
Musa'nın üzerine galip gelirsiniz» demişlerdir.
Bunun
üzerine melikleri Bel'am'a elçi göndererek Musa'nın üzerine galip gelmeleri
için kendilerine dua etmesini ister. Bel'am bunu kabul etmez. Bu defa melik
Bel'am'm hanımına çeşitli hediyeler göndererek beyinin kendileri için dua
etmesini ister. Kadın, çeşitli hediyeleri görünce kocasının onlara dua etmesini
ister ve şöyle der: «Bu kavimle bizim komşuluk hakkımız var. Sen, bunların
muvaffak olması için dua et, onlar Musa'ya galip gelsinler.»
Hediyeler
ve karısının sözleri Bel'am'in hoşuna gider, melikten daha fazla hediye ve
mükâfat almak için dişi merkebine biner, yola koyulur. Bir müddet gittikten
sonra merkebi yürümez, yere yatar. Bel'am hayvanı bir türlü yerinden
kaldıramaz, vurmak ister, o anda merkep dile gelir ve «Ey Bel'am, Önüne bak»
der. Bel'am başını kaldırıp önüne baktığında Cebrail'i görür. Cebrail ona şöyle
der: «Ey Bel'am, lâyık olmayan bir yere gitmek için yofa çıktın. Bari hakkı
söyle, bâtılı söyleme.» Cebraü bu sözleri söyledikten sonra kaybolur. Bel'am da
merkebine biner, melikin yanma gelir. Melik, Bel'am'm gelişine memnun olur, ona
istediğini yaptırmak için, altınlar, zinet-ler ve hizmetçiler verir, sonra
şöyle der: «Seni, bize dua etmen için çağırdım. Musa'ya galip gelmemiz için
bize dua et, Musa'ya galip gelelim.»
Verilen
hediyeler Bel'am'm çok hoşuna gider, onların hatın için, küfrün Hakk'a galip
gelmesini ister ve dua eder. Böylece kendisine öğretilen İsm-i A'zam'ı küfrün
galibiyeti, Hakk'm mağlûbiyeti için kötüye kullanır. Bel'am, Fir'avn'un
kavminin galibiyeti için dua edeceği zaman, Yüce Allah ona bildiklerini
unutturur, sadece şu kadarı aklında kalır: «Israiloğulları Musa'nın kavmidir.
Fakat onlar mel'un bir kavimdir. Ey Rabbim, senin mübarek kıldığın şu kavme
lanet et-
464 A'RAF SÜRESİ (cüzi 'J, iyı^. iv.-)
mislerdir.»
Yanındakiler sadece bu kadar söylediğini duyarlar ve -Sen ne yaptın, ne
söyledin?» derler. O da, «Bundan başka bir şey söylemeye gücüm yetmiyor; yalnız
size bir şey söyleyeceğim, eğer onu yapabilirseniz, onlar hor ve hakir olarak
sizin karşınızda mağlûp olurlar, siz de onların üzerine galip gelirsiniz. Siz
güzel kadınları alın, onları en güzel şekilde süsleyin ve Musa'nın ordusuna
gönderin. Musa'nın ordusundan bazıları bu kadınlara tamah ederek zina
ederlerse, onlardan yardım kalkar, güçleri gider, içlerine korku düşer, buna
karşılık sizin cesaretiniz ve yardımınız artar, onların üzerine galip
gelirsiniz» der.
Bunun
üzerine Melik aynısını yapar, kadınları Musa (a.s.)'nın ordusuna sokar. O
imanlı ordu bunlara dönüp bakmaz. Fakat içlerinden iradesi zayıf olan bazı
beyinsizler onlarla irtibat kurarak zina ederler. Allahü Teâlâ o anda onlara
veba hastalığını musallat eder ve bu hastalıktan bir günde yetmiş bin kişi
ölür. Bel'anVın bu hainliği Musa (a.s.)'ya intikal eder. Bu durumuna çok üzülen
Musa (a.s.) ona beddua eder. Yüce Allah duasını kabul ederek Belam'ın imanını
alır, kâfir olarak gider.
Allahü
Teâtâ şöyle buyuruyor: «Eğer biz dileseydik ona verdiğimiz ilim sayesinde âhirette
de derecesini yükseltirdik. Fakat o, dünyaya gönül vererek ilmini dünya için
kullandı, âh ire ti unuttu. Hanımının sözüne uyup, dünya zinetine aldandı ve
Allah'ın emirlerini terk etti. Kendisine verilen ilmi geçici menfaat için
kötüye kullandı. Onun durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da,
dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. Ona öğüt versen de, vermesen
de, öğüt tutmaz.»
Yukarda
da belirtildiği gibi, Bel'am, Allahü Teâlâ'nm kendisine verdiği ilim ile
gururlanmış, geçici dünya menfaatini elde etmek için, Allah'ın düşmanları ile
işbirliği yapmış ve ilmini kötüye kullanmıştır. Böylece hem imandan, hem de
âhiret' saadetinden ve nimetlerinden mahrum olmuştur. Yüce Allah şöyle
buyuruyor: «Onun durumu, bizim kitabımızı inkâr edip, peygamberlerimizi
yalanlayan milletlerin durumu gibidir. Onlara öğüt versen de, vermesen de, iman
etmezler. Yâ Muhammed, bu kıssayı onlara anlat, ola ki içlerinden bir kısmı
öğüt alıp iman ederler.»
Allahü
Teâlâ'âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Âyetlerimizi
yalanlayarak sırf kendilerine zulmetmekte olanlar güruhunun hali ne kötüdür.»
«Allah
kime hidâyet ederse o doğru yolu bulmuştur. Kimi de sap-tırirsa onlar en büyük
zarara uğrayanların ta kendileridir.»
Allahü
Teâlâ'nm âyetlerini yalanlayarak, O'na şirk koçanlar ne kötüdürler. Yüce Allah
onları kelbe benzetmiştir. Kelbe benzetilenlerden daha kötü kim olabilir? Onlar
Allah'a şirk koşarak, imandan uzaklaşıp, dünyanın geçici menfaati için ebedî
olan âhiret saadetini terk etmişlerdir. Onlar Allah'ın âyetlerine bakıp öğüt
almazlar. Mekke halkı da tıpkı onlar gibi, Allah'ın âyetlerinden öğüt alıp iman
etmemişler, inkâr ederek Uz. Peygamber'i yalanlamışlardır. Böyle
yapmakla da Allah'a değil, kendilerine en büyük kötülüğü yapmışlardır. Allah'ın
âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar, dünya ve âhiret saadetinden mahrum
oldukları gibi, ebedî azaba da müstehaktır-lar. Ancak Allahü Teâlâ'nın hidâyete
erdirip, doğru yola ilettikleri müstesnadır. Onlar dünya ve âhiret mutluluğuna
kavuştukları gibi, ebedi olan cennete de ulaşacaklardır. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: Âyetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulmetmekte
olanlar güruhunun hali ne kötüdür. Allah kime hidâyet ederse o doğru yolu
bulmuştur. Kimi de sapıtırsa onlar en büyük zarara uğrayanların ta kendileridir.».
Allahü
Teâlâ onların durumlarını şöyle beyan ediyor:
«Andolsun
ki, birçok cin ve inşam cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ama
anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler, İşte
onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta
kendileridir.»
Allahü
Teâlâ cenneti ve cehennemi insanlar ve cinler için yaratmıştır. Dolayısıyla
dileyen cennete, dileyen de cehenneme gider. Allah'a ve Resulüne iman edip,
güzel amel işleyenler cennete, inkâr edip, şirk koşanlar ise cehenneme
gideceklerdir. Yüce Allah şöyle
C. : II — F. : 30
466 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 178-179)
buyuruyor:
«Andolsun ki, birçok cin ve insanı cehennem için yarattık.» Onların kalbleri
vardır ama, hak ile bâtılı birbirinden ayırt edecek akıllan yoktur. Bu bakımdan
bunları birbirinden ayırt edemezler. Gözleri vardır, fakat hakkı görüp sapıklıktan
dönemezler. Kulakları vardır, Allah'ın kelâmını işitip iman edemezler. Şayet Allah'ın
kelâmını işitmiş olsalardı mutlaka iman edip, sapıklıktan kurtulurlardı, îşte
bu vasıfları taşıyanlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da sapıktırlar. Çünkü
hayvanlar ilâhî emirlerle mükellef değillerdir. Buna rağmen kendilerine mahsus
lisan ile Allah'ı zikrederler. Halbuki insanlar ve cinler ilâhi emirlerin
muhatabıdırlar ve Allah'ın emirlerine itaat etmekle mükelleftirler. îman edip,
Allah'ın emirlerini yerine getirmeyenler değer itibariyle hayvanlardan daha aşağıdırlar.
Çünkü hayvanlar hayrın ve şerrin ne olduğunu bilmezler, sadece yerler içerler,
gezerler ve arzularını tatmin ederler. Başka bir gayeleri yoktur. Hakkı
düşünmeyenler, işitmeyenler ve görmeyenler, görünüşte insan iseler de, fiilleri
ve sıfatları tıpkı hayvanlarınki gibidir. Bu bakımdan Allahü Teâlâ «İşte bunlar
hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar» buyurmuştur. Onlar da dört ayaklı
hayvanlar gibi yerler-içerler, gezerler ve şehevî arzularını tatmin ederler, Allah'ın
emir ve yasaklarından sakınmazlar. Sanki Allah'ın emir ve yasakları insanlar
için değil de, ağaçlar ve taşlar içinmiş gibi hiç aldırmazlar. Sapıklıkta
hayvanlardan daha da aşağıdırlar. Hayvan yelunu şaşırıp uçurumun basma geldiği
zaman, kendisini aşağı bırakmaz, tehlikeyi hisseder ve derhal geri döner, kurtulur.
Kâfirlerin bunlar kadar bile idrakleri yoktur, tnkâr ve küfürleri kendilerini
helake götürür de dönüp kurtuluşa ermezler. Zarar ve menfaatin nereden
geldiğini bilmezler. Eğer bilselerdi küfrü bırakıp Hakka dönerlerdi.
Ehû
Derda Cr.a.) Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet etmiştir: «Allahü Teâlâ
cinleri üç sınıf olarak yaratmıştır. Bir kısmı yılan, akrep ve yer hayvanları
gibi olup koğuklarda yaşarlar. Bir kısmı da yel gibi olup, havada uçarlar.
Tıpkı rüzgâr gibidirler. Bir kısmı ise insan sûretindedir. Mükellef olanlar da
bunlardır. Bu grup insanlar gibi, Allahü Teâlâ'nm bütün emir ve yasaklarından
sorumludurlar, amellerine göre mükâfat ve mücâzat vardır. Onlar da insanlar
gibi, iman edenler ve etmeyenler diye ikiye ayrılır. Âdemoğullan da üçe
ayrılır. Bir grubu hayvanlar gibidir ki bunların yukarıda bahsi geçti. Bir
grubu da görünüşte insan, ruhen şeytandır, insanlara daima zararları dokunur,
hiçbir faydalan olmaz. Bir grubu da, hem ruhen, hem de şeklen insandır. İşte
onlar Allah'a ve Resulüne iman edip, itaat ederler. Kıyamet günü arşın altında
gölgelenecek olanlar on-
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 180-183) 467
lardır.
Kendileri için korku ve hüzün yoktur. Cennet nimetleri de onlar için
hazırlanmıştır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimlerle
dua edin. İsimlerin kudsiyetine dil uzatanları bırakın. Onlar yaptıklarının
cezasını göreceklerdir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebe,bi şudur: Sahabe-i kiramdan bir zat namaz kılar ve
namazdan sonra *Yâ Allah, Yâ Rahman» diye dua eder. Ebû Cehil namaz kılan zatın
böyle dua yaptığını işitir ve şöyle der: «Muhammed. bir tanrıya ibadet ettiklerini
söylüyordu, halbuki bu adam «Allah ve Rahman» diye iki tanrıya ibadet ediyor.»
Bunun
üzerine Allahü Teâlâ yukardaki âyet-i celîleyi inzal ederek şöyle buyurmuştur:
«En güzel isimler Allah'ındır. Siz dua ederken «Allah, Rahman, Rahim,
El-Kuddûs, El-Melik» adlarıyla dua edin. Çünkü bunların hepsi Allah'ın
adlarıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) o zâta kızarak şöyle buyurmuştur: «Yüce Allah'ın
adlarım zikredebildiğin kadar et. Adlarından istediğin ile O'na dua et.
Müşrikleri bırak, çünkü onlar Allah'ın adlarıyla mücadele ederek, kendilerine
göre O'nun adlarını değiştirmişler ve ilâhlarına Allah lâfzının karşılığı
olarak «Lât», Azîz isminin karşılığı olarak «Uzzâ», Mennân isminin karşılığı
olarak da «Menât» demişlerdir.» Böylece Allah'a şirk koşarak haktan
uzaklaşmışlardır. Amellerinin karşılığı olan azabı yakın bir zamanda
tadacaklardır. Allahü Teâlâ'nm doksan dokuz isminden hangisiyle dua edilirse.
Yüce Allah kabul eder. Çünkü bu isimlerin hepsi Allah'ındır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Yarattıklarımızdan bir topluluk da vardır ki onlar
hakkı gösterirler ve onunla hükmederler.»
«Ayetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri bir
yönden, ağır ağır helake yaklaştıracağız.»
468 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 184-185)
«Onlara
mühlet veririm. Şüphe yok ki, benim yakalamam pek çetindir.»
Allahü
Teâlâ'nm kulları arasında öyle insanlar vardır ki, onlar Allah'a ve Resulüne
iman ederek, emirlerine itaat ederler ve yasaklarından sakınırlar. Onlar haktan
asla sapmazlar, hakkı savunurlar ve insanlar arasında onunla hükmederler.
Allah'ın ve Resulünün emirlerine karşı gelenleri de bu yoldan alıkoymaya
çalışırlar. Kendileri de hiçbir zaman Allah'ın emirlerine muhalefette
bulunmazlar. Bu vasıfları taşıyanlar Hz. Peygamberin ümmetidirler. Onlar hakkı
söyler, hakkı tavsiye eder ve hak ile hükmederler, Allah'a itaat ederek,
yasaklarından sakınırlar.
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi sudur: Allahü Teâlâ Musa (a.s.)'-mn kavminden
iman edip, güzel amel yapanları övmüş ve haklarında âyet indirmiştir. Onların
Kur'an-1 Azîmüşşân'da övüldüğünü gören sahabeler «Ey Allah'ın Resulü, Yüce
Allah İsrailoğullarını överek sana iman ettikleri için iki mükâfat vereceğini
bildirmiştir. Bize de bir mükâfat vardır. Halbuki biz de bütün peygamberleri ve
kitapları tasdik ediyoruz» demişlerdir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ sevgili
Peygamberinin ümmeti hakkında yukardaki âyeti inzal etmiş ve onları övmüştür.
Yüce Allah, iman etmeyenler için de şöyle buyuruyor: «Kur'an'ı ve Muhammed'i
yalanlayanları biz ağır ağır azaba uğratacağız. Onlar isyanlarını artırdıkça,
denemek için biz de kendilerine vermiş olduğumuz nimetleri artırırız. Onlar,
kendilerine verilen bunca nimetlere şükretmezler, bunu unuturlar, sonra da
ans?.zın azabımız onları yakalar. Bu azabın nereden geldiğini bilemezler.
Ayetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri bir yönden, ağır ağır helake
yaklaştırırız. Onlara mühlet veririm. Şüphe yolTki, benim yakalamam pek
çetindir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor-.
«Düşünmüyorlar
mı ki, arkadaşları olan Peygamberde deliliğin eseri yoktur. O, ilerdeki
tehlikeyi apaçık haoer veren bir kimsedir.»
«Göklerin
ve yerin hükümranlığını, Allah'ın yarattığı her şeyi ve ecellerinin yaklaşmış olması ihtimalini düşünmüyorlar mı?
Bundan sonra hangi söze inanacaklar?»
A'RAF
SÜRESİ (cüz: 9, âyet: 186) 469
Hz,
Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik geldiği zaman Mekke'li müşrikler uygunsuz
sözler söylemişler, Peygamberimizin üzülmesine vesile olmuşlardı. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: -Muhammed, kâfirleri, kendilerini yaratan,
rızıklandıran, besleyen, koruyan ve muhafaza eden Allah'a îmana ve ibadete
çağırıyor. Onlar, Allah'tan başka taptıkları ilâhlarının hiçbir şeye kadir
olmadığını ve arkadaşları olan Peygamberin deli olmadığını düşünmüyorlar mı?
Allah'ın emir ve yasaklarını onlara bildirenler hiç deli olur mu? Onlar,
Muhammed'in Peygamber olduğuna delâlet eden mucizeleri hiç görmüyorlar mı? Eğer
onlar düşünmüş olsaydılar, bütün bunlardan ibret alırlar, peygamberliğini tasdik
ederler ve ona «Mecnun» demezlerdi. Halbuki o, gelecek olan tehlikeyi ve azabı
onlara apaçık haber veren bir kimsedir. Sonra onlara nasihat etmiş, Allah'ın
birliğine imana ve itaata çağırmış ve şöyle demiştir: «Ey Mekke halkı, siz bu
yerleri, gökleri, yıldızları, ay ve güneşi, dağlan, denizleri, karaları kimin
yarattığını düşünmeyecek misiniz, ibret.alıp iman etmeyecek misiniz? Hem
ecelinizin yakın olma ihtimalini düşünerek Allah'a iman edip, Kur'an'ı tasdik
etmeyecek misiniz?»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'in, akıllara durgunluk veren bu sözleri karşısında, Mekke'liler «Bütün
bunları şeriki ve ortağı olmayan Allah yarattı» demekten kendilerini
alamamışlardır. Bu hitap sadece Mekke'li müşriklere değil, bütün insanlaradır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Allah
kimi sapıtırsa onu doğru yola götürecek yoktur. O, böy-lelerini taşkınlıklar
içinde ve serseri bir halde bırakıverir.»
Allah'ın
saptırdığım kimse doğru yola' götüremez. O, imandan yüz çevirenleri taşkınlığı
içinde ve serseri bir halde bırakır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «AUah
kimi sapıtırsa onu doğru yola götürecek yoktur. O, böylelerini taşkınlıkları
içinde ve serseri bir halde bırakıverir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesüıde şöyle buyuruyor:
-Sana,
kıyamet saatinin ne zaman gollp çatacağım soruyorlar. De kiı "Onu ancak
Rabbim bilir. Onun vaktini Ondan başka bilecek yoktur. Ağırlığım göklerin ve
yerin kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir." Sen onu tamamen
biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De kit "Onu bilmek ancak Allah'a
mahsustur. Ama insanların çoğu bu gerçeği' bilmezler."»
Kâfirler,
akıllarınca Peygamberimiz Cs.a.v.)'i müşkül durumda bırakmak İçin kıyametin ne
zaman kopacağını sormuşlardır. Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine bunu şöyle
beyan ediyor: «Yâ Muham-med, sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De
ki: "Onun ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. Onun vaktini O'ndan başka
bilecek yoktur. Ağırlığını göklerin ve yerin kaldıramayacağı o saat, sizlere
ansızın gelecektir. O, kıyametin ne zaman kopacağını bana bildirmediği gibi,
hiç kimseye de bildirmemiştir. Yâ Muhammed, sen onun ne zaman kopacağını
tamamen biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar. De ki: "Kıyametin ne zaman
kopacağını bilmek ancak Allah'a mahsustur. Fakat insanların çoğu bu gerçeği
bilmezler.»
Yüce
Allah, kıyametin ne zaman kopacağını hiç kimseye bildirmemiştir. Ayet-i
celîlede de ifade edildiği gibi, onun vakit ve saatini ancak kendisi bilir.
Kıyametin ne zaman kopacağı hususunda yorumlarda bulunmak en büyük hatadır ve
Allah korusun insanı imandan eder. Çünkü onun ne zaman vuku' bulacağı
Peygamberimize dahi bildirilmemiştir. Fakat mutlaka vuku bulacaktır. Çünkü
Allahü Teâlâ her şeyin vakit ve saatini tayin etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
•De
ki: ' Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda
değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak isterdim ve bana
hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ben sadece, iman edecek herhangi bir kavmi uyaran
ve müjdeleyen bir Peygamberim."»
Allahü
Teâlâ kullarından hiç kimseye kıyametin ne zaman kopacağım bildirmemiştir.
Müşrikler, Peygamberimiz (s.a.v.)'e kıyametin ne zaman kopacağını sorunca, Yüce
Allah sevgili Peygamberine, onlara şöyle cevap vermesini buyurmuştur: «Yâ
Muhammed, de ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar
verecek durumda değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbet daha çok hayır yapmak
isterdim ve bana hiçbir fenalık da dokunmazdı. Ban sadece, iman edecek herhangi
bir kavmi uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim. Kıyametin ne zaman kopacağına
dair do hiçbir bilgim yoktur."
Peygamberimiz
(s.a.v.)'in haber verdikleri ve söyledikleri Allah'ın kendisine vahyettikleri
veya ilham yolu ile bildirdikleri şeylerdir. O, kendiliğinden hiçbir şey
söylemez!. Söylediklerinin hepsi haktır.
Allahü
Tealâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Sizi
bir tek candan yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden
Allah'tır. Erkek eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir
müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, kan-koca, Rableri olan Allah'ai
"Bize kusursuz bir çocuk verirsen, andols^n ki şükredenlerden oluruz"
diye dua ettiler.»
Allahü
Teâlâ Âdem babamızı topraktan, Havva anamızı ise sol kaburga kemiğinden
yaratmış ve eş olarak seçmiştir. Yüce Allah'ın Havva anamızı Adem
Aleyhisselâm'a eş olarak yaratması insanların çoğalması için zarurî idi. insan
fıtratının gereğ^olarak Âdem babamızın gönlü Havva'ya meyleder. O birleşmeden
Havva anamız hamile olur, fakat hamile olduğunu bilemez. Ancak bir müddet sonra
anlar. Âdem babamızla birlikte Rablerine «Bize kusursuz bir çocuk verirsen,
andolsun ki sana şükredenlerden oluruz» diye dua ederler. Onların bu şekilde
Rablerine dua etmelerinin sebebi şudur: İblis, Havva anamızı kandırmak için ona
şöyle der: «Korkarım ki, senin karnındaki çocuk insan değil, hayvandır. Eğer bu
çocuğa benim adımı koyarsan, Allah'a dua ederim, çocuğun hayvana benzemez,
sâlih bir evlâd olur. Çünkü benim Allah katındaki derecem ve makamım
yüksektir.»
Bunun
üzerine Havva anamız iblise adını sorar, o yalan söyleyerek adının «Abdülharis»
olduğunu söyler. Havva anamız, onun şeytan olduğunu bilmez, fakat söylediği
sözlerden kuşkulanır. Çocuğunun kusursuz ve salih bir evlâd olması için Adem
babamızla
472 A'RAF SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 190-191)
birlikte
Rablerine «Bize kusursuz bir çocuk verirsen, andolsun ki şükredenlerden oluruz»
diye dua ederler. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Sizi bir tek candan
yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'dır. Eşine
yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı.
Hamileliği ağırla-şınca, karı-koca, Rableri olan Allah'a: "Bize kusursuz
bir çocuk verirsen, andolsun ki şükredenlerden oluruz" diye dua ettiler.»
İbn
Abbas (r.aJ bu hususta şöyle demiştir: «Âdem (a.s.)'in çocukları yaşamaz,
ölürdü, Şeytan ona gelir ve «Eğer çocuklarınızın yaşamasını istiyorsanız onlara
'Abdülharis' adını koyunuz» der.
Süddi
demiştir ki: «Şeytanın Allah'ın rahmetinden kovulduğu zaman, adı «Abdülharis»
İdi. Çocuğun kendisine tabi olmasını istediği için, Havva anamızdan adının
«Abdülharis» olmasını ister. Âdem ile Havva çocuğun adını «Abdülharis»
koyarlar. Çocuk birkaç gün yaşadıktan sonra ölür.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah
onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verilen bu çocuk hakkında Allah'a
şirk koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.»
Kendileri
yaratılmışken, bir şey yaratamayan putları mı ortak koşuyorlar? •
Allahü
Teâlâ Âdem babamızla Havva anamızın dualarını kabul ederek, onlara salih,
kusursuz ve nur topu gibi bir çocuk verir. Âdem babamızla Havva anamız
çocuklarına şeytanın arzu ettiği ismi koyarlar ve böylece isimde Allah'a şirk
koşarlar. Çocuklarına «AbdÜl-vahid» diyerek ubudiyeti Allah'a nisbet etmeleri
gerekirken, bilmeden iblis'in arzusu üzerine çocuklarına «Abdülharis» demek
suretiyle şeytana nisbet ederler. Böylece şeytanı isimde Allah'a eş tutarlar.
Ikl yönden Allah'a şirk koşulur: İsimde ve ibadette. Âdem babamızla Hrvvh
anamız isimde, kâfirler ise ibadette Allah'a şirk koşmuşlardır Yüre M«vlâ, zatım
şirkten tenzih edip şöyle buyurmuştur: «Allahü ToâlA, onların şirk koştukları
her şeyden yücedir vo uludur. MÜ|-rikUııin *l|*h< diye taptıkları bir şoy
yaratmaya kadir tiagildlr, Putlan da kendileri gibi âcizdir. Onlardan ne bir
hayır ve ne de bir şer gelir. Hiçbir şeye güçleri yetmez.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Oysa
putlar ne onlara yardım edebilir ne de kendi kendilerine bir yardımları olur.»
«Onları
doğru yola çağırsamz, size uymazlar, çağırmanız da, susmanız da onlar için
birdir.»
Allahü
Teâlâ putlardan haber vererek, onlara tapanlara şöyle buyuruyor: «Tapmakta
olduğunuz putlar no sizo yardım edebilir, ne de kendi kendilerine bir
yardımları dokunur. Onları doğru yola ça-ğırsanız, size uymazlar, çağırmanız,
da, susmanız da onlar için birdir. Onlar, size asla doğru yolu gösteremezler vo
sizi hidayete erdiremezler. Ey Mekke halkı, siz putlarınızdan bir dilekte
bulunsanız ve bunun için- kendilerine yal varsanız size bir cevap vermezler.
Çünkü onlar cansızdırlar ve ellerinizle yapmış olduğunuz şeylerdir.»
Allahü
Teâlâ putlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Allah'dan
başka taptıklarınız da, sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz,
onları çağırın da size gelsinler bakalım.»
Ey
müşrikler, ilâh diye taptığınız putlar sizin gibi âciz yaratıklardır. Gerçekten
siz onların ma'bud olduğuna inanıyor ve bu sözünüzde de doğru iseniz, onları
çağırın size gelsinler veya bir dilekte butunun ihtiyacınızı karşılasınlar.
Onlar hiçbir şeye kadir değillerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah'dan başka taptıklarınız da, Bİ7,ln gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü
iseniz, onları ça~ ftınn da biît,«i aulsinler bakalım.»
Allfthü
TeAlA ayet-l celltaslnde şöyle buyuruyor:
•Onların
yürüyecek uyakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, Ya da görecek gözleri
mi var veya işitecek kulakları mı var? De kiı «Ortaklarınıza çağırın elinizden
gelirse bana tuzak kurun, göz açtırmayın.»
Allahü
Teâlâ kâfirleri tekdir edip şöyle buyurmuştur: «Ey akılsızlar, taptığınız
putların, ayakları ve elleri mi var ki, ihtiyacınızı karşılasın, gözleri,
kulakları mı var ki, ibadetlerinizi görsün, dualarınızı kabul etsin ve sizi
bağışlasın.. Yüce Allah, onların ma'budlanmn âciz olduğunu ve hiçbir şeye
güçlerinin yetmediğini beyan ederek şöyle buyurmuştur: «Müşriklerin taptıkları
putlar, kendilerinden bir şey gideremedikleri gibi, onları ebedi sapıklığa
düşürmekten başka bir faydaları da olmaz. Putları, onları sapıklığa düşürerek,
ebedi azaba müstehak eder.»
Bu
ayet-i celîlede şu tenbih vardır: Yaratanı bırakıp, yaratılana iltica etmek,
sultanı bırakıp köleye kul olmaktır. Sultanı bırakıp kuluna kul olmak ne kadar
kötüyse, Allah'ı bırakıp putlara tapmak, nefse uyarak dünyanın cifesine tabi
olmak da o kadar çirkindir. Allah'ı bırakıp mahlûka tapmaktan daha kötü ne
olabilir? Nefis bir köledir, o dünya cifesine yapışarak ona kul olur ve Allah'ı
unutur. Bu gibilere tabi olanlar da aynı onlar gibidirler. Elbette onlar
kurtuluşa erip, hidayete ulaşamazlar. Yüce Allah, nefislerine uyarak dünyanın
cifesine tabi olanları, Allah'ı unutanları kelbe benzetiyor ve sevgili
Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Allah'a
ortak koştuğunuz putları çağırın, elinizden gelirse bana tuzak kurun ve göz
açtırmayarak, bildiklerinizi yapın. Bütün putlarınızı bir araya getirseniz bile
asla bana bir şey yapamazsınız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyurtfyor:
«Çünkü
benim dostum, Kitab'ı indiren Allah'dır. O, iyileri dost edfnlr.»
Peygamberimiz
(s.a.v.), putlan zemmedip, hiçbir işe yaramadıklarını kâfirlere söyleyince,
onlar putlanyla Peygamberimizi tehdit etmişlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) de:
«Sizin taptığınız putlar bana asla bir zarar veremez. Çünkü benim dostum,
Kitabı indiren Allah'dır. O, iyileri dost edinir» demiştir. Müşrikler,
putlarının peygamberimizi çarpacağını ve ona bir zararı dokunacağını söyleyerek
tehdit etmişlerdir. Fakat onlar hayır ve şerrin yalnız Allah'dan olduğunu
unutmuşlardır. Allahü Teâlâ dilemedikçe kimseye zerre kadar kötülük dokunmaz,
her şey ancak Allah'ın dilemesiyle olur. İman edenlerin dostu, veiisi, muhafızı
O'dur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
*O'nu
bırakıp da taptıklarınız, kendilerine yardım edemezler ki size yardım
etsinler.»
«Onları
doğru, yola çağırsanız duymazlar. Onları sana bakar görürsün, oysa görmezler.»
Ey
kâfirler, Allahü Teâlâ'yı bırakıp da taptıklarınızın, kendilerine bir hayrı yok
ki, size hayrı olsun. Kendilerine faydası olmayanların size nasıl faydası
olacak, ilâh diye taptığınız putlar üzerlerine üşüşen sinekleri bile
kendilerinden uzaklaştıramazken size gelen musibetleri nasıl gidereceklerdir?
Müşrikler, putlarının ağzına bal koyarlardı, sinekler de bala üşüşürlerdi.
Putlar haliyle buna mani olamaztlı. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «O'nu
bırakıp da taptıklarınız, kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.
Onları doğru yola çağırsanız duymazlar. Onları sana bakar görürsün, oysa
görmezler.» Onların yürüyecek ayaklan, tutacak elleri, görecek gözleri,
işitecek kulakları yoktur. Kâfirler de tıpkı onlar gibidir. Hakka yürüyecek
ayakları, tutacak elleri, hakkı görecek gözleri, işitecek kulakları ve
düşünecek akılları yoktur. Eğer olsaydı Peygamberin davetine uyarlar, iman edip
hidayete ererler ve sapıklıktan kurtulurlardı.
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Sen
af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere akh-nş etme,»
«Şeytan
seni dürtecek olursa Allah'a sığın, şüphesiz ki O, hakkıyla işitici, tam
bilicidir.»
İslâm'ın
terbiye metoduna ve ahlâk sistemine bakınız, Yüce Allah sevgili Peygamberine
bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, sen af yolunu tut, onları bağışla ve
uygun olanı emret. Cahillerin sözüne ve fiillerine aldırış etme. Şeytan seni
dürtecek olursa Allah'a sığın, şüphesiz ki O, hakkıyla işitici, tam manasıyla
bilicidir.» Birinci âyetteki emir kıtal âyetinden Öncedir. Kıtal âyetinin
inmesiyle bu değişmiştir.
Übey
bin Ka'b'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman
Peygamberimiz (s.a.v.) Cebrail'e mânasını sorar. Cebrail «Sabret, bilgine
sorayım» der ve Yüce Mevlâ'ya durumu arz, eder. Sonra gelip Resûlüllah'a «Yâ
Muhammed, Allahü Teâlâ bana şöyle buyurdu: «Sana zulmedenleri af etmeni, seni
ziyaret etmeyenleri ziyaret etmeni, senin ihtiyacını karşılanmayanların
ihtiyacını karşılamanı ve isteklerini yerine getirmeni emretti» der. Bu âyet-i
celile Peygamberimiz (s.â.v.)'e güzel ahlâkı talim eder. İyiliği emretmekten
maksat, Allah'tan korkmak, akrabayı ziyareti terk etmemek, gözü haramdan
sakınmak, cahillerden yüz çevirmek, nefsi temizlemek ve fasıklardan
uzaklaşmaktır. Ma'ruf, herkesin güzel gördüğü, kimsenin kötü görmediği şeydir.
Çünkü ma'ruf yine ma'ruf ile tarif edilmiştir.
Bu
âyet-i celîle nazil olduğu zaman Peygamberimiz (s.a.v.): «Ey RaSbim gazaba
geldiğimiz zaman ne yapalım» der. Yüce Allah şöyle buyurur: «Sana şeytan bir
vesvese verip, gadaba geldiğin zaman ondan Allah'a sığın. Çünkü Allah senin
duanı kabul edici ve şeytanın sana ne suretle vesvese verdiğini bilicidir. Onun
vesvesesini senden giderir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Allah'a
karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah'ı
anarlar ve hemen gerçeği görürler.»
-Oysa,
kardeşleri olan kâfirleri azgınlığa sürüklerler ve bundan hiç geri durmazlar.»
Şirkten
ve küfürden sakınıp iman edenler, şeytan tarafından bir vesveseye ve bir günaha
uğratılırlarsa hemen yaptıklarına pişman olarak tevbe istiğfar edip Allah'a
sığınırlar. Kâfirler ise kardeşlerini küfre ve azgınlığa sürüklerler. Bundun da
hiç geri durmazlar, küfür ve isyanlarını artırdıkça artırırlar. Mü'minler ise,
günahlarından dönerler ve yaptıklarına tovbo istiğfar oderlor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilosindo şöyle buyuruyor:
«Onlara
bir âyet getirmediğin zaman: "Sen bir tane yapsaydın ya" derler. De
kis "Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana «yarım. Bu kitap, İman
edecek bir kavim için Rabbiniz tarafından basiretleri açacak delillerdir,
hidayet ve rahmettir.»
Kâfirler,
Peygamberimiz Cs.a.vJ.e gelerek akıllarınca bir şeyle* sorarlar. Peygamberimiz,
onlara cevap vermez, Cebrail'in gelmesini bekler ve bilâhare cevap vereceğini
söyler. Onlar «Bizim sorumuzun cevabını sen verseydin ya» derler. Bunun üzerine
Allahü Teâlâ yu-kardaki âyet-i celileyi inzal ederek sevgili Peygamberine şöyle
buyurur: «Yâ Muhammed, kâfirler sana soru sorarlar, onların sorusuna cevap
vermediğin zaman 'Niçin kendiliğinden bir cevap vermiyorsun?» derler. De ki:
"Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana* uyarım. Bu Kur'an'da, iman
edecek bir kavm için Rabbiniz tarafından basiretleri açacak deliller vardır. Bu
Kur'an, iman edenleri dalâletten kurtarıp hidayete, azaptan kurtarıp rahmete
ulaştırır." Kur'an, mü'minler için hidayettir, rahmettir, kurtuluştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kur'an
okunduğu zaman ona kulak verin, dinleyin ki merhamet olunasmız.»
Ey
iman edenler, Kur'an okunduğu zaman sessizce, huşu ve ta'-zim ile dinleyin. Ona
asia saygısızlık etmeyin, umulur ki merhamet olunursunuz. Kur'an okunurken
sessizce dinlemenin ecri büyüktür. Çünkü Kur'an'a ta'zim Allah'a ta'zimdir.
İslâm'ın
bidayetinde mü'minler imam ile namaz kılarken, imamın okuduğunu dinlemeyerek
başka başka âyetler okurlardı. Allahü Teâlâ bu âyet-i ceüle ile onu yasaklamış
ve şöyle buyurmuştur: «Ey mü'minler, siz namazda Peygambere uyduğunuz zaman,
onun okuduğu Kur'an'ı dinleyin, başka başka âyetler okumayın. Onu dinleyin
ki
merhamet olunasınız.» :
İbn
Abbas (r.a.)'a, bu âyetteki sükût emri, bütün Kur'an okuyanların dinlenmesi
için midir, yoksa sadece namazda cehren okuyan imamın cemaat tarafından
dinlenmesi için midir? diye sorulur. j
O,
sadece namazda cehren okuyan imamın dinlenmesi için der, îmam-ı Mücahid de
şöyle demiştir: «Sükût iki yerde olur: Biri imam namazda cehren okurken, diğeri
de cuma günü hutbe okunurken.» j
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor: '\
•Rabbini
yalvararak yakararak, korkarak hafif bir sesle sabah akşam an ve sakın
gafillerden olma.*
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celilede sevgili Peygamberinin şahsında mü'minlerin Allah'ı
nasıl zikredeceklerini ve nasıl dua yapacaklarını bildiriyor ve şöyle
buyuruyor: «Yâ Muhammed, Rabbini yalvararak yakararak, korkarak hafif bir sesle
sabah akşam an ve sakın gafillerden olma.»
Bazı
tefsirciler bu âyetin anlamını şöyle açıklamışlardır: Yâ Muhammed, sen sabah,
akşam ve yatsı namazlarında Kur'an âyetlerini cehren oku, öğle ve ikindi
namazlarında da okumayı ihmal etme, bu iki namazda da gizlice oku. Bazıları da
şöyle mâna vermişlerdir: Yâ Muhammed, sen Rabbini yanındakiler işitecek şekilde
an. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) «Siz Allahü Teâlâ'yı zikr-i hâmil ile anın»
buyurmuştur. Sahabe «Ey Allah'ın Resulü, zikr-i hâmil nedir?» diye sorarlar.
Peygamberimiz de «Allah'ı gizli zikretmektir» buyurur. Bu hadts-i şerif açıktan
zikir yapılmasını yasaklamamakta, ancak gizli yapılan zikrin riyadan uzak
olacağını, fazilet bakımından daha önemli bulunduğu bildirilmektedir. Gizli
zikir, ihlâsı tam olmayanlar için daha elverişlidir. îhlâsı tam olanlar için
zikrin gizli ve aşikârı fark etmez. Her ikisi de efdaldir. Kur'an-i Kerîm'i
gizli okumak ve sadakayı gîzli vermek de böyledir. Eğer bunlarda riya korkusu
varsa, gizli okunması ve sadakanın gizli verilmesi daha efdaldir. Riya korkusu
yoksa, o zaman gizli ve aşikâr olması fark etmez. Anlayanlar için bu kadar söz
yeterlidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
A'RAF
SÛRESİ (cüz: 9, âyet: 206) 479
Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk
etmekten büyük-lenmezler, O'nu tenzih ve teşbih ederler ve yalnız O'na secde
ederler.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Furtan Süresindeki secde âyeti nazil olup,
Allah'a secde etmek emredilince, kâfirler Peygamberimiz Cs.a.v.J'e «Biz senin
emrin ile Rahman'a secde edemeyiz» demişler, kibirlenip Allah'a secde
etmemişlerdir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukardaki âyet-i celîleyi inzal
ederek şöyle buyurmuştur: -Eğer yeryüzündeki kâfirler Rahman'a secde
etmezlerse, yâ Mu-hammed, senin Rabbinin katındaki melekler, O'na kulluk
etmekten büyüklenmezler, O'nu tenzih ve teşbih ederler ve yalnız O'na secde
ederler.» Mü'minîer bundan ibret almalı, kâfirler gibi secdeden
uzak-laşmamalı,' melekler gibi secde ederek Allah'a yaklaşmalıdırlar.
A'raf Sûresi'ntn ve ikinci cildin sonu.