A'RÂF SURESİ 2

Kur'an Ve Onu Yalanlayanların Dünya Ve Ahiretteki Sonları 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Sonuç: 4

Allah'ın İnsanoğluna Nimet Verip İkramda Bulunması 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Adem'in Cennette İkamet Etme Ve Oradan Çıkma Kıssası 5

Bazı kelimeler: 6

Açıklama: 6

Allah'ın Bize Lütfettiği Bazı Nimetler. 7

Bazı Kelimeler: 7

Açıklama: 7

Müşriklerin Şüpheleri Ve Asılsız Mazeretleri 7

Bazı Kelimeler: 8

Açıklama: 8

Giyecek Ve Yiyeceklerle İlgili Bazı Direktifler. 8

Bazı Kelimeler: 9

Nüzul Sebebi: 9

Açıklama: 9

Allah'ın Kullarına Haram Kıldığı Şeyler. 9

Bazı kelimeler: 10

Açıklama: 10

Peygamberlerin Görevi Ve İşlenen Amelin Sonucu. 10

Açıklama: 11

Allah'a Karşı Yalan Uydurmanın Akıbeti Ve Kıyametten Bir Sahne. 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11

Kâfirlerin Cezası 11

Bazı Kelimeler: 12

Açıklama: 12

Mü'minlerin Mükafatı 12

Bazı Kelimeler: 12

Açıklama: 12

Cennetlikler, Cehennemlikler Ve Araftakiler Arasında Geçen Karşılıklı Konuşmalar  13

Bazı Kelimeler: 13

Açıklama: 13

A'raftakilerle Cehennemlikler Arasında Geçen Konuşma. 14

Açıklama: 14

Kıyamet Gününün Bir Manzarası 14

Bazı Kelimeler: 14

Açıklama: 14

Kâfirler Ne Beklerken Ne Buldular?. 15

Bazı kelimeler: 15

Açıklama: 15

Allah'ın Birliği Ve O'na Duâ Etmek. 15

Bazı Kelimeler: 16

Açıklama: 16

Ölüm Sonrası Dirilişin Delilleri 17

Bazı Kelimeler: 17

Açıklama: 17

Nuh Peygamberin Kıssası 18

Bazı Kelimeler: 18

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 18

Açıklama: 18

Hûd Peygamberin Kıssası 19

Bazı Kelimeler: 19

Açıklama: 19

Salih Peygamber Ve Kavmi 20

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 21

Açıklama: 21

Lût (A.S.) Un Kıssası 22

Bazı Kelimeler: 22

Açıklama: 22

Şuayb (A.S.) İn Kıssası 23

Bazı Kelimeler: 23

Açıklama: 23

Şuayb (A.S.) Kıssasının Devamı 24

Bazı Kelimeler: 24

Açıklama: 24

Kâfirlerin Sonu. 25

Bazı Kelimeler: 25

Açıklama: 25

Allah'ın Ümmetlere Îlîşkîn Yasası 26

Bazı Kelimeler: 26

Açıklama: 26

Musa Peygamberin Kıssası 27

Bazı Kelimeler: 27

Ön Bilgi: 27

Açıklama: 27

Sihirbazlar, Mûsâ Ve Firavunla Birlikte. 28

Bazı Kelimeler: 29

Açıklama: 29

Firavun Ve Erkânı, Mûsâ Ve Kavmi İle. 29

Bazı Kelimeler: 30

Açıklama: 30

Asilerin Dünyadaki Cezası 30

Bazı Kelimeler: 30

Açıklama: 30

Küfrün Ve Vade Muhalefetin Akibeti 31

Bazı Kelimeler: 32

Açıklama: 32

Allah'ın İsrailoğullarına Bahşettiği Bazı Nimetler. 32

Bazı Kelimeler: 32

Açıklama: 32

İsrailoğullarına Verilen Nimetler, Buna Karşı Yaptıkları 33

Bazı Kelimeler: 33

Açıklama: 33

Allah'ın Görülmesi Ve Tevrat'ın İnmesi 33

Bazı Kelimeler: 34

Açıklama: 34

Allah'ı Görmek: 34

Küfrün Gerçek Sebebi 35

Bazı Kelimeler: 35

Açıklama: 35

İsrailoğullarının Buzağıya Tapmaları Ve Musa Peygamberin Tutumu. 36

Bazı Kelimeler: 36

Açıklama: 36

Yakarış Esnasında Musa'da Beliren Durum.. 38

Bazı Kelimeler: 38

Açıklama: 38

Muhammed (S.Â.V), Peygamberliği Ve O'na İnananlar. 39

Bazı Kelimeler: 39

Açıklama: 39

Allah'ın İsrâiloğullarına Bahşettiği Bazı Nimetler. 41

Bazı Kelimeler: 41

Açıklama: 41

İyiliği Emredenlerin Kurtuluşu, Muhaliflerin Sonu. 42

Bazı Kelimeler: 42

Açıklama: 42

Dünyada Yahudiler İşte Böyleydiler. 43

Bazı Kelimeler: 43

Açıklama: 43

Ademoğlundan Alınan Genel Soz. 44

Bazı Kelimeler: 44

Açıklama: 44

Sapık Yalanlayıcılar. 45

Bazı Kelimeler: 45

Açıklama: 45

Cehennemliklerin Sıfatı 46

Bazı Kelimeler: 46

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 46

Açıklama: 46

Allah'ın Esma-İ Hüsnâsı (Güzel İsimleri) 47

Bazı Kelimeler: 47

Nüzul Sebebi: 47

Açıklama: 47

Doğru Yolda Bulunanlar İle Sapıklar. 48

Bazı Kelimeler: 48

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 48

Açıklama: 48

Kıyametin Ne Zaman Kopacağını Ancak Allah Bilîr. 49

Bazı Kelimeler: 49

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 49

Açıklama: 49

Peygamber İnsandır Uyarıcı Ve Müjdeleyicidir. 50

Bazı Kelimeler: 50

Nüzul Sebebi: 50

Açıklama: 50

İnsan Budur İşte. 50

Bazı Kelimeler: 51

Açıklama: 51

Putların Hakikati 51

Bazı Kelimeler: 51

Açıklama: 52

İnsanlara Ve Şeytana Karşı Takınılacak Tavır Konusunda Kur'an'ın Önerdiği Davranış Biçimleri 52

Bazı Kelimeler: 52

Açıklama: 52

Kur'an-ı Kerîm, Allah Katındandır. 53

Bazı Kelimeler: 53

Açıklama: 53

Kur'an Ve Zikri Dinleme Adabı 54

Bazı Kelimeler: 54

Açıklama: 54


A'RÂF SURESİ

 

Ayet sayısı iki yüz altıdır. Mekkîdir. Kurtubi, sekiz ayet dışında Â’râf su­resinin Mekkî olduğunu, bu ayetlerinse "Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir (halkın) m durumunu sor" İle başladığının, "Bir zaman da üzerlerine dağı bir gölge gibi kaldırmıştık..." ayetine gelince son bulduğunu söylemiştir.

Bu sure, "Sâd" suresinden sonra nazil olmuştur. Tıpkı En'am suresi gi­bi akaîd esaslarını, dinin temellerim açıklamış; müşriklerle münakaşa ede­rek, Allah'ın insan oğluna bahşettiği nimetleri açıklamış; bunun yamsıra kı­yametin bazı sahnelerini gözler önüne sermiş, onları yeme ve giyinme adabı­na yöneltmiş, Allah'a karşı yalan uydurmanın sonuçlarım açıklamıştır. Son­ra da bunu, Allah'ın ilim ve kudretinin tecellilerini açıklayarak noktalamış ki; müşrikler, Allah'ın birliğine İman etsinler. Bu surede Paygamberlerin kıs­saları ve kavimlerinin halleri uzun uzadıya anlatılmış, ayrıca Kur'anî bazı hik­met ve işaretler de ortaya konulmuştur. [1]

 

Kur'an Ve Onu Yalanlayanların Dünya Ve Ahiretteki Sonları

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1- Elîf, Lâm, Mîm, Sâd.

2- Ey Muhammed: Sana bir Kitab İndirildi. Onunla insanları uyar­man ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin.

3- Rabbinizden size indirilen Kitâb'a uyun, O'ndan başka dostlar edi­nerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.

4- Biz nice kasabaları yok etmişizdir; geceleyin veya gündüz uykula­rında iken baskınımıza uğramışlardır.

5- Baskınımıza uğradıklarında, sözleri, "Gerçekten biz haksızdık" de­mekten İbaret kalmıştır.

6- And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız, pey­gamberlere de soracağız.

7- And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir antalacağız zira on­lardan uzak değildik.

8- Gerçek tartı kıyamet günündedir. Tartılan ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır.

9- Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıklardan ötü­rü kendilerini mahvetmiş olanlardır. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bunlar, bir kelinıcymiş gibi yazılan harflerdir. Okunurken? de ayrı ayrı elif-Iâm-mim-sâd şeklinde okunurlar. sıkıntı ve elem; Faydalı bir anma ve güzel bir öğüt. Çokluk ifade edeni bir kelimedir.İnsanların topluca yaşadıkları yer. Bazılarına göre bu kelime, insanların kendileri için de kullanılır.Geceleyin, düş­manı geceleyin, ansızın bastırmak.Azab ve helakimiz.

"Kay-lulet"ten türemiş bir kelimedir. "Kaylule" ise, öğleyin uzanıp İstirahat etmektir.Onların çağrı ve sözleri.

el-Kassu; söz veya fiille bir şeyin izini takip etmektir. [3]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; İçinde tevhidin, ölümden sonra 'dirilişin, peygamberlik ve vahyin ispatı bulunan sureleri, alışılmamış başlan­gıç harfleriyle başlatmaktadır ki, bunların anlamım en iyi bilen Allah'tır. Bü harfler, Allah ile peygamberi arasında bir sırdır.

Bu kitabın sânı yücedir. Ey Muhammedi Önemi büyük olan bu kitap, sa­na Rabbinin katından indirilmiştir. İnsanları onunla müjdeleyip uyarasın di­ye içinde hayır ve hidâyet vardır.

Ama bu yolda eziyet, şiddet ve mukavemetle karşılaşacaksın. Sana söz­lü ve fiili saldırıda bulunacaklar, senden yüz çevirecekler, sana gelenleri geri döndüreceklerdir ki, bunlar da insanın kalbini daraltan ve yüksek sabır ge­rektiren işlerdir. Böyleyken sen, insanları Kur'an ile uyarırken, Kur'an'ın hü­kümlerini onlara tebliğ ederken göğsün daralmasın. "Onların söylediklerin­den dolayı göğsünün daraldığını gerçekten biîİyoruz."[4] Sabredip çağrına de­vam etmeye bak, ey Peygamber. "O halde (Ey Resulüm! Kâfirlerin eziyetleri­ne karşı) azim sahihleri olan peygamberlerin sabrettiği gibi sabret."[5]

"Göğsünde bir sıkıntı olmasın" şeklinde ifade edilen yasaklamadan mak­sat; zorluklara karşı direnme ve Allah'ın va'di ile teselli bulma, azim sahibi geçmiş peygamberleri örnek almaya çabalamak içindir.

İnsanların hepsini kendisiyle uyarasın, mü'min olmaları takdir buyurul-muş olan kavme kendisiyle yararlı ve etkili öğütlerde bulunasın diye bu ki­tap sana indirilmiştir, ey Muhammed.

Ey Peygamber! Onlara de ki: Rabbinizden, yaratıcınızdan, gözetip koru­yarak işlerinizi idare edenden indirilmiş olana (Kur'an'a) uyun. O, size hayır ve doğruluktan, hidâyet ve aydınlıktan başka birşey indirmez. Allah'tan baş­ka dostlar olarak, nefislerinize ve şeytanlarınıza uymayın. Bunlar vesvese yo­luyla size her çeşit zarar, tehlike, inanç sapıklığını ve dinde bİdatçiliği bulaş­tırırlar. Bu putların, Allah'a ortak olduklarını ve O'nun katında size şefaatçi olacaklarını vehm ettirirler. Oysa ki bunlar, faydası ve zararı olmayan birer taştırlar. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'tan yana düşünmeniz gere­ken şeyleri ne kadar da az düşünüyorsunuz?

Kendilerine müjdeci ve uyarıcı peygamberler gönderdiğimiz birçok kasabalar, peygamberlerine başkaldırıp onların emirlerine muhalefet ettiler. Bu sebeple onları yok etmek istedik. Geceleyin kendilerini güvenlik İçinde hisse­derken veya öğleyin dinlenmekteyken azabımız ansızın onlan yakalayıverdi. Allah'ın kendilerini yakalamayacağını zannederek kendilerini emniyette his­sediyorlardı. "Allah'ın böyle ani baskınından ancak hüsrana düşen kimseler emin olurlar? '[6]

Beklenmedik azaba yakalandıklarında suçlarım ve günahlarını itiraf ettiler ve: "Doğrusu biz zalimlerdik" sözünden başka birşey demediler. Ama artık pişmanlığın faydası olur muydu?

"O gün, zalimlere özür dilemeleri fayda vermeyecektir. Onlara linet vardır. Yurdun kötüsü de onlarındır!'[7]

Bu ayette, yalanlayanlar için öğüt ve ibret vardır. Cenab-ı Allah, günah­kâr ferdin cezasını, kendi katında belli bir zamana kadar erteler. İntikamını bir defada almak için ona süre tanır, ama cezasını asla ihmal etmez. Şundan ki, bir kimse aşırı derecede fasıkhk edip dinin sınırından çıkmaya devam ederse; artık o kimse kötülüklerden vaz geçmek, kendine ait gerçekleri anlayıp tev-beyle Rabbine yönelmek üzere olaylardan ve başına gelen musibetlerden he­men hemen hiç ibret almaz.

Bozulan milletleri ise Cenab-ı Allah çabuk cezalandırır. Onların cezası yakın ve ezicidir. Bizden önceki hükümdarın tahtında bizim için öğüt ve dersler vardır. Alınıp yıkılan tahtlarda, aşağılanıp yok edilen milletlerde bizler için en büyük delil ve şahidler vardır. "Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki İyi hah kötülüğe çevirmedİkçe bozmaz."[8]

"Bir memleketi helak etmek istediğimiz zaman, o memleketin zevke düş­kün öncülerine peygamberlerinin diliyle itaat emrederiz. Onlar, orada boyun eğmezler, itaat etmezler. Artık o memleket üzerine hüküm gerçekleşmiştir. İşte o memleketi kökünden helak ederiz!'[9]

Doğrusu kıyamet gününde öyle bazı durumlarla karşılaşılacaktır ki, o durumları gören her emzikli kadın, emzirdiğinden vazgeçer ve her yüklü ka­dın da çocuğunu düşürür. Meselâ Cenab-ı Allah, kendilerine peygamber gön­derilen kavimlere, kıyamet gününde seslenip soracak: "Size gönderilen pey­gamberlere (davetlerine karşı) ne cevap verdiniz?"[10]

"Ey cin ve insan topluluğu içinizden size ayetlerimi anlatan, bu günü­nüzün gelip çatmasından sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?"[11]

"Rabbin hakkı için, biz onların hepsine muhakkak surette yapmakta oldukları şeylerden (ötürü hesap) soracağız."[12]

Kıyamette öyle haller olur ki, hiç kimseye işlediği günah sorulmaz: "(Sema yanîdığı zaman, herkes sımasından tanınacağı için) o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak. (Sual mahşerde olacak)"[13]

Cenab-ı Allah, mahşer gününde insanları hesaba çektiği gibi peygam­berleri de hesaba çekecektir. "Allah, kıyamet gününde peygamberleri topla­yıp şöyle buyurur: "Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?"[14] Onlara, İlâhi daveti tebliğ edip etmediklerini, insanların kendilerine ne cevap verdiklerini soracaktır. Peygamberlerin kavimlerine yaptıklarını, kavimleri­nin peygamberlere yaptıklarını kapsamlı ilmimizle onlara anlatacağız. Çün­kü zerre ağırlığınca da olsa, birşey, kaya içinde yahud göklerde veya yerin di­binde gizlense de Allah onu meydana çıkarır. Çünkü Allah latiftir. îlmi her gizli şeye ulaşır. Her şeyden haberdardır. ' 'Muhakkak ki, Allah, onların yap­makta olduklarını ilmiyle kuşatmıştır!"[15]

Cenab-ı Allah hiçbir zaman, olup bitenlerden habersiz değildir. Bu da, Allah tarafından mahşerde insanlara ve peygamberlere yöneltilen soruların, haşa O'nun bilgisizliğinden dolayı değil, bilâkis işi belgeleyerek ortaya çıkar­mak, suçluları da kınamak için yöneltilmiş olduğuna işaret etmektedir.

Hakça tartı, adilce ölçü o günde olacaktır. O gün her şeyin iç yüzü öğre­nilecek, perdeler kaldırılacak, kalblerdeki sırlar açığa çıkacak; okun hedefi nasıl görülürse, ameller de Öylece bariz şekilde görülecektir. Terazisi ağır ge­lip iyilikleri kötülüklerinden fazla olan kimseler cennetlikler. Kurtuluşa erenler, işte onlardır. Kimin de terazisi hafif gelip kötülükleri iyiliklerinden fazla olursa; işte onlar, kendilerini zarara uğratan, hidâyeti sapıklığa değiştiren, kalb kör­lüğünü ve kâfirliği, hayır ve aydınlığa yeğleyen cehennemliklerdir. [16]

 

Sonuç:

 

Mü'min kimse, her ne kadar günah işlese de, kötülüklerinin karşılığını çektikten sonra cennete girer. Ayetleri ve peygamberi yalanlayan kâfir, her ne yaparsa yapsın, onun dönüş yeri cehennemdir. Orası ne kötü bir duruş yeridir. Burada gerçek bir ölçü var mıdır? (Amellerin tartılması nasıl olur.) Doğ­rusu bu konuda birçok hadis varid olmuştur. Yoksa yukarıdaki bu sözler, Al­lah'ın kudret, ihata, ilim ve adaletinin eksiksiz olduğunun üstü kapalı bir ifadesi midir? En iyisi, Kur'an veya sahih hadisin de bildirdiği gibi, gayba dair haberle­re olduğu gibi inanmalı, sonra da bunun durumunu ve biçimini Allah'a bırak­malıyız. Gaybı en iyi Allah bilir. Kaldı ki modern ilim, kâinatta her şey için bir ölçü koymuştur.

Şu halde her şeyi muktedir olan Allah'ın, ameller ve niyetler için bir öl­çü koymuş olması çok mudur? [17]

 

Allah'ın İnsanoğluna Nimet Verip İkramda Bulunması

 

10- Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler yarattık. Öy­leyken pek az şükrediyorsunuz.

11- And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere. "Âdem'e secde edin" dedik; Iblis'tcn bnşku hepsi secde etti, o secde edenler­den oimııdı,

12- Allah, "Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?" dedi. "Beniateşten onu çamurdan yarattın, ben ondun üstünüm", cevâbım verdi.

13- Ona, "İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen al­çağın birisin" dedi.

14- "İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar beni ertele" dedi.

15- Allah; "Sen erteye bırakılanlardansın" dedi.

16-17- "Beni azdırdığın için, and olsunki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarmdan, sağ ve sollarından on­lara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamıyacaksın" dedi.

18- Allah, "Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki in­sanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi, hepinizi cehenneme dolduracağım" dedi. [18]

 

Bazı Kelimeler:

 

Temkin kökünden türeyen bu fiil, mülketme manasına gelmek­tedir. Bu fiilin, "Size orada ikamet edeceğiniz mekânlar yarattık" anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur.Hikmete uygun bir takdirle ata­larınızı dünyaya getirdik. el-Huhût, yüksek bir yerden aşağı yuvar­lanıp düşmek. Bu düşüş, maddi de olabilir, manevî de.Kendini, olduğundan       daha     büyük      görmek.

es-Sığar, alçaklık ve düşüklük.Bana mühlet ver. Beni sapıklı­ğa düşürüp azgınlığa mahkûm ettiğin için.Ayıplanıp kınanmış ola­rak. Kovulmuş olarak. [19]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, dinin hakikatini ve kitabını açıkladıktan, dünya ve ahiret azabını hatırlatmakla birlikte kendisinden başka dostlara, ortaklara ve he­veslere değil de sadece kendisine tabi olmanın zorunluluğunu bildirdikten son­ra, ilahî hükümlere uyma konusunda kulları özendirmek ve insanın merte­besini açıklamak amacıyla, Allah'ın insanoğluna bu dünyada bahşettiği şü­kür gerektirici nimetlerini anlatmaya başladı.

Rableri; kendilerine Adem ve evladına bahşetmiş olduğu nimetlerini an­lattı. Burada anlatacaklarımız ise, insanın başkalarına, özellikle meleklere ni­spetle ne derece yüksek olduğunu açıklayan başka nimetlerdir. Bu nimetler, insanın Aüah7a şükür ve ibadet etmesini vacib kılar.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, sizi yeryüzünde yerleştirdi. Dün­yadaki şeylerin tümünü sizin için yarattı. Orada hayatınızı sürdürecek ekin, bitki, meyve, ürün, su, balık; cevher, hayvan gibi vesileleri, halta yeryüzün­deki şeylerin hepsini enirinize verdi. Yeryüzündeki bu yumukların hepsi size müsahhar kılındı. Öyle ki, yerküreye hâkim oldunuz. Denizler, dağlar, çöller ve ovalar, dünyaya hükmetmenize engel olamadılar. Dahası insan, kanatlanıp uçtu. Aya ve yıldızlara ulaşacak seviyeye geldi.[20]

Bütün bunlar, şükrü gerektiren nimetlerdir. Ne var ki kullar pek az şük­retmektedirler. "Kullarım içinde şükredenler azdır?'[21] Bu nedenle yukarıdaki ayetler, şu anlamdaki sözlerle noktalanmaktadırlar:

Nimetlere şükretmek Allah'ı tam olarak tanımak, lâyık olduğu biçimde O'na hamd-ü senada bulunmak, nimetlerin hakkını ödemek, onları yaratılış amaçlarına uygun şekilde kullanmakla olur. Ancak bu yolla hayır tahakkuk eder, iki cihan saadeti elde edilir.

Babanızı kuru bir çamurdan ve şekillenmiş bir balçıktan, yani sudan ve yapışkan bir çamurdan yarattık. Sonra bu maddeden, mükemmel ve düzgün bir insan meydana getirdik.

Ayetin yorumunu yaparken alimler çeşitli görüşler ileri sürmüşler, bun­ların en güzeli, Kurtubî'nin söyledikleridir.

Doğrusu Adem çamurdan yaratıldı. Sonra kendisine şekil verildi ve me­leklerin secde etmesiyle kendisine ikramda bulunuldu. Onun soyu ise baba­larının sulbünde ve analarının rahminde yaratıldıktan sonra yine rahimlerde şekillendirildi.

Sonra meleklere: Allah'ın .kendilerine vermiş olduğu nimetleri bilsinler de bu nimetlere karşı şükretsinler, İblisin önceden yaptıklarından haberdar olup ona karşı tedbirli olsunlar diye, ululamak ve yüceltmek İçin Adem'e secde edin, diye emrettik.

Lanetli İblisten başka bütün melekler Ona secde ettiler. O, büyüklene-rek secde etmedi. İblis, cinlerden olup, Rabbinin emrine itaat etmedi.

Buna dayanarak bazı kimseler dediler ki: İblis, melek emsinden değil­dir. Meleklerle bir arada bulunduğu için, Adem'e secde etme emrine onlarla beraber muhatap oldu.

Diğer bazı kimselerse, O'nun melek cinsinden olduğunu söylemişlerdir. Nitekim ayetin zahirinden anlaşılan anlam da budur. "Seni, secde etmekten alıkoyan nedir?" "Sâd" suresinin 57. ayetinde de anlaşıldığına göre bu ayet­te fiilinin başında yer alan harfi zaiddir. Ve te-kid manasını taşır. Bazı müfessirler, bu ayete, "Seni secde etmemeye iten se­bep nedir?" şeklinde mana vermişlerdir.

İblis, mazeret beyan ederek, gerekçe ileri sürerek şöyle dedi: "Ben On­dan (Adem'den) daha hayırlıyım." Zira beni ateşten yarattın. Onuysa çamur­dan yarattın. İblise göre ateş, çamurdan daha iyiydi. Çünkü ateş, yüksek, hafif, yukarıya, doğru çıkan ve aydınlık saçan bir şeydi. Yararlı olan birşey, kendi­sinden daha az yararlı olan bir şeye secde edemezdi. Bu, iblisin kıyası idi. Bu ilk kıyastı ve batıldı. Çünkü eşyanın hayırlı ve İyi oluşu; eşyanın cin.si ve mackk-siyk" tfcp.il,. ancak manâ ve özelliği ile ispatlanabilir. Çünkü miskin aslı, ceylanın kanıdır. Balın aslı, arının dışkısıdır, elmasın aslı, karbondur. Al­lah'ın Ademe ilim ve marifetler bağışladığı, ona ikramda bulunduğunu nasıl olur da İblis bilmezdi?

Bazı alimler, bu kıssanın insanlarla meleklerin tabiatlarını ve cinlerin bize karşı tutumlarını (temsili olarak) açıkladığı görüşündedirler. Burada ne bir soru, ne de bir cevap vardır. Fakat bu görüş, kitabın zahirine ters düşmekte­dir. Kaldı ki bu, imân edilmesi gereken gaybî bir meseledir. Gerçeğin bilgisini 'sadece Allah'a bırakıyoruz. Takatimizin dışında kalan ve içinden çıkış yolu bulamayacağımız işlerle kendimizi meşgul etmemeliyiz.

Cenab-i Allah buyurdu: Madem öyle, ey İblis! Cennetten çık. Cennet, al­çakgönüllü ve ihlaslı kimselerin yeridir. Sana göre değildir. Orada artık bü­yüklük de taslayamayacaksm. Çünkü orası ikram ve tazim için hazırlanmış­tır. Tekebbür ve isyan için değil... Alçalmiş, horlanmış ve değersizleşmİş kim­selerden biri olarak oradan çık, defol.

Yüce Allah, büyüklenen kimseleri en hakir bir surette kıyamette haşre-deceküF. İnsanlar, onları ayakları altına alıp çiğneyeceklerdir. Dünyada da İnsanları onlara buğzettirir, öfkelendirir kendilerinden de olsalar onları tah­kir ederler.

İblis dedi ki: Ey Rabbim! Adem ve nesli, ahirette haşredilinceye dek ba­na ve soyuma mühlet tanı ki; onların yaşamalarına, ölümlerine ve öldükten sonra diriltilmelerine şahid olayım da, onları azdırıp doğru yoldan saptırmak İçin geniş zaman bulayım.

Cenab-ı Allah, onun bu isteğini kabul buyurdu: Sura ilk üfürülecek za­man kadar sana mühlet tanıdım. O zaman bütün yaratıklar düşüp bayılmış olacaktır. İblis dedi ki: Adem ve neslinden ötürü beni azgınlığa mahkûm et-tİğin için andolsun ki, onları Senin doğru yolundan saptıracağım. Hidayete giden yollarını tıkayacağım. Sapıklığa giden bütün yollan onlara süsleyece­ğim. Sonra da onları sapıklığa sürükleyeceğim. Sağdan, soldan, Önden.ve ar­kadan onlara yanaşacağım. Gelip geçen yolcuları soymak için'yol kesicilerin yaptıkları gibi, onların yollarını tutacağım, onların bir çoğunu şükredici bul­mazsın.

"Gerçekten İblis, insanlar aleyhindeki (muhakkak onları azdıracağım) va'dini yerine getirdi. Onun için mü'minlerden ibaret bir fırkadan başkası, iblis'e tabi oldular."[22]

Bunun üzerine Cenab-ı Allah, Ona: Ayıplanmış, yerilmiş, alçalmış, ko­vulmuş ve rahmetimden uzaklaştırılmış olarak cennetten çık, dedi.

Sana uyanlar, yemin olsun ki, Ceheü.iemde de seninle beraber olacak­lardır. "Andolsun ki cehennemi, senden(türeyenlerle) ve Adem oğulları içinden, sunu uyanların hepsiyle dolduracağım."[23]

 

Adem'in Cennette İkamet Etme Ve Oradan Çıkma Kıssası

 

19- "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz."

20- Şeytan, ayıb yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbinİzin sizi bu ağaçtan men'etmesİ, melek olmanız veya. burada temelli kalmanızı önlemek içindir."

21- "Doğrusu ben size Öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin elli.

22- Böylece onlunu ynnılnmUımu suğhıdı. AğuçUin meyve tulukların­da kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarını örtme­ğe koyuldular. Rableri onlara, "Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim? diye seslendi.

23- Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" dediler.

24- "Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz."

25- "Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip çıkarılırsınız' dedi. [24]

 

Bazı kelimeler:

 

Vesvese verdi.

Vesvese: Tekrarlanan gizli ses demektir. Süs ta­kılarından çıkan sese de vesvese denilmiştir. Burada vesveseden maksat, za­rarlı şeyleri süsleyen hatıralardan gelen sestir.Örtülüp gizlenen.

es-Sev'etü: İnsanın hoşuna gitmeyip onu inciten şey. insanın sev'eti denildiğinde kasıt, insanın avretidir, haya yeridir. Çünkü buranın açı­ğa çıkmasıyla insan rahatsız olur.Gayret ve istekle ikisine de ye­min etti. Onları cennetteki yerlerinden-indirdi.Ağa­cı taddilar, onun ürününden yediler.Başladılar.

Batıl ile aldatmak. Yapraklan üst üste koyarak örtünüyorlar. [25]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah dedi ki: Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun. Bu; kıyamet günündeki mükâfat yeri olan Cennet midir? Yoksa ondan başka bir cennet midir? Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre bu, kıyamet günündeki mükâfat yeri olan cennet değildir, öyle olsaydı ora­da ne mükellefiyet, ne de isyan ve günahkârlık söz konusu olurdu. Şeytan da oraya giremezdi. Ama yine de doğruyu en iyi biîen, elbetteki Allah'dır.

Cenab-ı Allah önce Adem'e hitapta bulundu. Çünkü vahyi ilk telakki eden, ilahi emirlere ilk muhatab olan odur. Sonra ayette her ikisine; hem ken­disine, hem de eşine birlikte hitab edildi. Çünkü yemek yeme hususunda ikisi de aynı seviyededir. Zahmet ve yorgunluğa katlanmadan, ikiniz de dilediği­niz yerden, dilediğiniz üründen bol bol, afiyetle yeyin. Ama şu ağaca yaklaş­mayın. (Bunun rie ağacı olduğunu ancak Allah bilir.) Bilinmesinde fayda ol­saydı, Atlah bunun ne ağacı olduğunu elbette ki bize bildirirdi. Bakınız, na­sıl da Allah helâlde ve yemede kullarına serbestiyet ve genişlik bahşediyor? Sonra onlarrdeneyip imtihan etmek için az miktarda ve zararlı olan şeyleri kendilerine haram kılıyor?

Eğer bu ağaca yaklaşır ve meyvesi iki en yerseniz, kendinize yazık etmiş ve ilâhi sınırı alınış olursunuz. Ama şeylan, apaçık bir düşman olan iblis, Adem'i ve eşini bırakmadı ki, cennetin nimetlerinden yararlansınlar. Aksine vesvese verip, yasak ağacın meyvesini yemelerini kendilerine hoş gösterdi. Sonuçta kötü yerleri ve avret mahalleri açığa çıksın diye şeytan onlara vesvese verdi. Ayette sözü edilen kötü yerleri, Adem ve Havva'nın, gizli iken aniden açığa çıkan şehvetlerinin üstü kapalı bir ifadesi midir, yoksa gerçekten onla­rın avret mahalleri midir?

Şeytanın yaptığı, insanda gizli bulunan defineler misali, fesad öğelerini açığa çıkaran ve insandaki güdüleri harekete geçiren birinin yaptığı iştir.

Şeytan onlara dedi ki: Güçlü, kuvvetli ve uzun ömürlü melekler olma-yasınız ve de cennette temelli kalmayasınız diye, Rabbiniz sizi bu ağacın ürü­nünü yemekten alıkoydu.Sonra çok ağır yeminler ederek dedi ki Doğrusu ben, hiçbir ard niyeti olmaksızın size öğüt veren bir kimseyim.

Bundan sonra şeytan habire yemin edip imrendirerek ve çeşitli vaadler-de bulunarak onları aldattı. Onlar da Allah'a karşı pozisyonlarını ve Allah1 ın kendilerine verdiği emri unuttular. Allah'ta onları, bulundukları mertebe­den düşürdü. "Doğrusu bundan önce Adem'e (bu ağaçtan yeme diye) emr ettik de unuttu. Biz onda, bir sabır ve sebat bulmadık."[26] O ağaçtan tadın­ca, Adem ile Havva'nın daha önce örtülü olan avret mahalleri açığa çıktı. Cinsel duygulan da uyanmaya başladı.

Rableri kendilerine şöyle seslendi: Ben sizi bu ağaçtan men etmemiş miy­dim? Şeytan sizin apaçık bir düşmammzdır, ondan sakının ve uzak durun, dememiş miydim?

"Biz de Adem'e şöyle demiştik. "Muhakkak bu (iblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersiniz."[27]

Adem ile Havva şöyle demişlerdi: Rabbimiz! Şana muhalefet edip senin ve bizim düşmanımız olan şeytana uymakla kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve günahlarımızı örtmezsen, dünya.ve ahirette zarara uğrayan­lardan oluruz. "Derken Adem, Rabbinden bir takım kelimeier aldı. O'na yal­varıp tevbe etti. O da tevbesini kabul buyurdu. Çünkü tevbeyi çok çok kabul eden, asıl esirgeyici O'dur."[28]

Cenab-ı Allah buyurdu ki: Dünyada birbirinize düşman olarak yeryü­züne İnin. (Buradaki hitap; Adem'e, Havva'ya ve îblis'edir.) Orada, Allah ka­tında bilinen belli bir vadeye kadar yaşayın. Belli bir süre için orada geçimi­niz vardır. Bu dünyada yaşayıp ölmenize ve kıyamet günü tekrar dirilmenize hükmettim. "Sizi (babanız Adem'i), o arzdan (topraktan) yarattık; yine ölü­münüzden sonra sizi ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi başka bir defa çıkaracağız”[29]

 

Allah'ın Bize Lütfettiği Bazı Nimetler

 

26- Ey insanoğullan! Ayıb yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleye­cek elbiseler gönderdik. Tkkvâ örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri öğüt almanız içindir.

27- Ey însanoğullan! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbesüerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırt­masın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kıldık. [30]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kuşun bedenini Örten tüyleri.

Lügat alimlerinin çoğuna göre "riş"; insanın durumunu gizleyen giysi ve geçimlik şeylerdir.

el-Fİtnetü, sınayıp imtihan etmek. Kuyumcunun, iyisini kötüsünden ayırdetmesi için altın ve gümüşleri potada eritmesine de fitne denir. Taraftarları. [31]

 

Açıklama:

 

Ey Adem oğulları! Allah'ın size ve sizden Önce babanız Adem'e bahşet­miş olduğu nimetleri hatırlayın. Günah işlemekten ve isyankârlıktan sakmm. Gizli, açık her durumda Allah'a karşı gelmekten kaçının. O, üzerinize gök-len yağmur indirdi. Yağmur sayesinde pamuk ve keteni yetiştirdi, yün ve tif­tik elde ettiniz. Bunlardan başka, avret yerlerinizi örtmek için zaruri ihtiyaç duyduğunuz giysileri ve bedeninizi örtmek için gereksindiğiniz elbiseleri, süs­leyip güzelleşmek için arzuladığınız giyecekleri elde ettiniz. Ey Rabbim! Sen noksanlıklardan münezzehsin.

İslâmiyet, fıtrat dinidir, tabiî bir dindir. Süslenip güzelleşmek İçin ihtiyaç duyulan elbiselerden hiç birini yasaklamamıştır. Yalnız yoksulların gönlünü incittiği, giyenin kaprislerini tatmin ettiği için (erkeklerin) ipekten mamul elbiseler giymelerini yasaklanmıştır.

Ey Ademoğullan! Takva elbisesi sizin için daha hayırlı ve size daha lâ­yıktır. O, manevi bir elbisedir. Salih amel ve halis İmân elbisesidir. Şüphesiz bu, tüylerden ve diğer maddi giysilerden daha hayırlıdır.

"Kişinin en hayırlı elbisesi, Rabbine itaat etmesidir.

Allah'a asi olan kimsede hayır yoktur."

Bu giysi, Allah'ın kudretinin işaretlerinden ve de ademoğluna bahşettiği fazl-u ihsanının delillerindendir. Bu nimetler ihsanı, belirtilen ilâhî Iutfu an­maya, yapması vacib olan şükrü edâ etmeye, şeytanın fitnesinden uzaklaş­maya ve kötü yerlerinin açığa çıkmaması için gereken önlemi almaya yönel­tir.

Ey Ademoğulları! Nefsinizden gafil kalmayın. Onu takva kalesine hap­sedin. Başı boş bırakmayın. Sürekli biçimde Allah'ı anarak cezalandırın. Çün­kü demirin pas tutması gibi kalpte pas tutar. Allah'ı devamlı zikredin ki, nef­siniz, şeytanın aldatmasına karşı direnebilsin. Ona karşı verdiği sınavda ba­şarılı olsun. Şeytandan uzak durun, sakının. Ana ve babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardı. Ondan sa-kmm. O ve taraftarları,.siz kendilerini görmediğiniz halde onlar sizi görmek­tedirler. Görünürde olmayıp ne zaman bastıracağı bilinmeyen düşman, açık­tan açığa gelen düşmandan şüphesiz daha tehlikelidir. Şeytana karşı korun­mak; ruhu güçlendirmek, Allah ile olan bağlantıyı takviye etmek, meydana gelen vesveselere kapılmamak, vesveselerden Allah'a sığınmakla mümkün olur.

Ondan sakının. Zira Cenab-i Allah, şeytanları imansızların velileri kıl-mistir. "Azgın olanlardan sana uyan müstesna, kullarımın üzerinde asla se-nİn hiçbir hükmün yoktur." [32].Bu çok şiddetli bir uyandır. [33]

 

Müşriklerin Şüpheleri Ve Asılsız Mazeretleri

 

28- Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, "Babalarımızı bu yolda bul­duk, Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karş} mı söylüyorsunuz?"

29- De ki: "Rabbim adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvann. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."

30- Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi, fakat bir takı­mı da sapıklığı   haketti, çünkü bunlar Allah'a bırakıp şeytanları dost edin­miş ve kendilerini doğru yolda sanmışlardı. [34]

 

Bazı Kelimeler:

 

Aşırı derecede çirkin ve edepsizce fiil. Ayette bu kelime ile müşriklerin başka varlıkları Allah'a eş koşmaları veya Kabe'yi çıplak vazi­yette tavaf etmeleri kastedilmiştir.Adalet ve orta yol."Vech" kelimesinin çoğulu olup yüz ve çehre manasmdadır. Ya da bu kelimeden, kalbin Allah'a yönelmesi veya niyetin düzgün ve doğru olması kastedilmiştir. [35]

 

Açıklama:

 

Bu, şeytanın İmansızlara veliliğinin sonuçlarından biridir. Şer'an mün-ker sayılan çirkin bir fiil işlediklerinde, Kabe'yi çıplak vaziyette tavaf etmek gibi aklın ve salim tabiatın reddettiği bir eylemde bulunduklarında, bu yap­tıklarından ötürü mazeret beyan ederek şöyle derler: Doğrusu biz, babaları­mızın da böyle yaptıklarım gördük. Şüphesiz, onların yolunu izleyeceğiz. Al­lah, bize bunu emretti.

Şaşıyorum bu yaptıklarınıza, şaşıyorum. Ey Muhammedi Onlara de ki: Allah, kötü işler yapmanızı size asla emretmez. Bunu size ancak şeytan em­rediyor. Bu rezaletleri işlemeye sizi davet eden odur. "Şeytan sizi fakir ola­caksınız diye korkutur. Size cimrilik ve sadaka vermemekle emreder."[36]

Babalarınıza uymayı, nasıl olur da kendiniz için mazeret olarak üeri sü­rersiniz? Yasa koyma konusunda babalarınız delil midirler? Onlar, Allah'tan vahiy alarak, O'nun irşadına mazhar olarak mı hareket ettiler? Yoksa şeyta­nın vesvesesi ve pis şeyleri güzel göstermesi ile mi amel ettiler? Yahut bilmo diğiniz şeyleri mî Allah'a karşı söylüyorsunuz? Allah'ın yasa koymasıysa, ancak kendisinin peygamberine vahyetmesiyle olur.

Şu halde İmansızlar, sadece şeytanın fısıltılarına kulak vererek eylemler­de bulundular ve Allah'a karşı yalan uydurdular.

Ey Muhammedi Onlara de ki: Rabbim bana adaletli olmamı, haddi aş­mamamı emretti. Bundan da anlıyoruz ki islâmiyet, İfrat ve tefrit arasında orta yollu bir dindir. "Muhakkak ki Allah; adaletli, İhsanı ve akrabaya ver­meyi emrediyor. Zinadan, fenalıklardan ve insanlara zulmetmekten nehyediyor.”[37]

Yüzünüzü Allah'a doğrultun, yönteminizi güzelleştirin. Namaz için ya da zikir veya tavaf için her mescide girişinizde, Kabe'ye gittiğinizde Allah İçin ihlasla amel edin. Sırf Allah'a yönelin. îhlâsla yönelmek te ancak yüzde ve. çehrede belirir. Çünkü yüz, ruhu yansıtan bir aynadır. Dinde muhlisler ola­rak O'na yalvann ve O'na ibadet edin. Sizi daha önce nasıl yoktan var edip yaratmışsa, hesap ve ceza gününde O'na döneceğinizi de her zaman aklınız­da tutun. Siz şu iki gruptan birinde olacaksınız.

1- Allah'ın doğru yola eriştirip, ihlâs ve ibadette muvaffak kıldığı grup.

2- Şeytana uyup Kur'an'ı terkettikleri için üzerlerine azab vacib olan grup.

Her iki grup, bu dünyada yaşadıkları hal üzere olacaklar. Ve ne halde ölmüşlerse, aynı halde de dirileceklerdir.

ikinci grubun sapıklığa düşmesi acaib karşılanmamahdır. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp şeytanları dost ve rehber edindiler. Onlar, yaptıkları iş bakı­mından ahirette en çok zarara uğrayan ve dünya hayatında yaptıkları işier boşa giden, ama aslında güzel bir iş yaptıklarını sanan kimselerdir. Sapıklığa battığı halde ahmaklığına ve aldandığma bakmadan hakyolda ve hidâyete er­miş kimseler safında bulunduğunu İddia eden kimse» aklı zayıf ve görüşü bozuk olduğu için böyle bir iddiada bulunur. [38]

 

Giyecek Ve Yiyeceklerle İlgili Bazı Direktifler

 

31- Ey Ademoğullan! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için, fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.

32- Ey Muhammed, de ki: "Allah'ın kullan için yarattığı ziynet ve re-mîz azıkları haram kılan kimdir?1', "Bunlar, dünyâ hayatında inananların­dır, kıyamet gününde de yalnız onlar içindir" de. Bilen kimseler İçin âyetle­rimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz. [39]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ayette geçen bu kelimeden kastedilen manâ, güzel elbise­lerdir. Zinetlerİnizi alın sözü ile de, "bu elbiselerinizle süslenin" manası kas­tedilmiştir. Secde yeri. Bununla namaz veya secde kastedilmiştin[40]

 

Nüzul Sebebi:

 

Kureyşliler ile onların muahede yaptıkları kimseler dışında araplar, Ka­be'yi çıplak vaziyette tavaf ederler ve "üzerimizdeyken günah işlemiş oldu­ğumuz elbiseler ile Kabe'yi tavaf etmeyiz" derlerdi. Kadının biri gelip üze­rindeki giysileri çıkardı, Kabe'yi tavaf etti; elini mahrem yerinin üzerine ko­yarak şöyle dedi:

"Bu gün mahrem yerimin bir kısmı veya tamamı göründü. Onun görü­nen kısmım helâl etmeyeceğim"

Amiroğullan kabilesi, haccettikleri günlerde ancak hayatlarını sürdüre­bilecek miktarda yemek yer ve yağ yemezler, böylece hac ibadetlerine tazim­de bulunurlardı. Böyle yapmalarına karşılık, müslümanlar, şöyle dediler: "Böy­le davranma konusunda biz onlardan daha çok hak sahibiyiz."

Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu. [41]

 

Açıklama:

 

Ey Ademoğulları! Namaz kıldığınız, veya tavaf ettiginiz zaman süs eşya­larınızı alın, elbiselerinizi giyinin. En azından avretinizi örtecek kadar çama­şırlarınız giyin. Avret mahalli diz ile göbek arasımıdır, yoksa sadece ön ve arka organlar mıdır. Bu konuda fıkıhçılann farklı görüşleri vardır. Namaz ve tavaf esnasında avret mahallerini örtmek vacibtir. Bedenin avret mahalli dışındaki yerlerini Örtmekse vacip değil, sünnettir.

Genel olarak süslenme ve elbiseler; yer ve zamana, kişi ve mesleğe göre değişir. Bu da birçok ilkel ve çıplak kabileleri uygarlığa çeken İslâm dininin güzel yanlarından biridir. Kaldıki bu; sanat, ticaret ve tarımın gelişmesinin de bir sonucudur.

Yiyecek ve içecek türlerinden, lezzetli bulup hoşunuza gidenleri yeyin, için. Ne kısın, ne de İsraf edin. Ölçülü olun, orta yoldan gidin.

İsraf kelimesi, aşırı derecede cimriliği ve aşın derecede, harcama yapma­yı, yiyecek ve içeceklerde helâlin harama tecavüz etmesini, yani helâl sınırın­dan haram sınırına geçmeyi kapsamaktadır. "Doğrusu Allah israf edenleri sevmez."

Neseî ve îbn Mace, Peygamber (S.A.V.) in şöyle buyurduğunu rivayet et­mişlerdir: "Yeyiniz, içiniz, sadaka verin ve giyininiz. Ama böbürlenmeyin ve de israf etmeyin. Şüphesiz Cenab-ı Allah, nimetinin eserini kulunun üzerin­de görmeyi sever!'

İsraf etmemek ve böbürlenmemek koşuluyla süslenmenin bir sakıncası yoktur. Yeme ve içmede bedenî gücü aşacak derecede israf etmek zarardır: Ekonomik gücü aşacak derecede israf etmek tehlikelidir. Şer'î sınırları aşa­cak derecede israf etmekse haram ve helaktir. Ey Muhammed! Onlara de ki: Allah'ın kullan için çıkarmış olduğu ziynetini haram kılan kim? Bu ziynetle­rin maddesini Allah yaratmıştır. Bu ziynetleri elde etme sanatını ve bunlar­dan yararlanma yollarını insanlara Allah öğretmiştir. Süs ve süslenme sevgi­sini, Koş ve güzel şeylerden yararlanma isteğini insanların kalbine Allah yer­leştirmiştir, islâm dininin; insanları ruhi olgunluğa ve ahlâkı alanda yücelme­ye çağırdığını; bunun yanında beden ve kalbe, kalbin helâl çerçeve dahilinde eğilim duyduğu şeylere önem verdiğini benimle birlikte sen de kabul etmez-misin ey okuyucu?

Ruhun olgunlaşması için kişinin kendi kabuğuna çekilip aşın derecede zahidlik etmesi, dünyadan el çekmesi esas değildir. İşte görüyorsunuz: Kur'an-ı Kerim, süslenmeyi kendine haram kılan kimseleri protesto ediyor. Her ne ka­dar aslında iman edenlere tahsis edilmişse de, süslenmenin dünya hayatında inanan İnanmayan herkese verildiğini —Allah, yeryüzündeki her şeyi sizin için yaratmıştır.— ahirette ise, bunların yalnızca inanan insanlara tahsis edilece­ğini söylüyor.

Sosyal yaşantılarında bireyleri ve toplumları ilgilendiren meseleleri bu kadar detaylı olarak anlattığımız gibi dinimizin olgunluğuna, peygamberimizin doğruluğuna ve şeriatımızın eksiksizliğine işaret eden ayetleri de ayrıntılı olarak açıklarız, labiî ki bilmeyenlere değil, bilenlere açıklarız. [42]

 

Allah'ın Kullarına Haram Kıldığı Şeyler

 

33- De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmanı­zı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır?'

34- Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler. [43]

 

Bazı kelimeler:

 

Aşırı derecede çirkin fiil ve davranışlar.Her çeşit günah.Zulüm ve başkasının hukukuna tecavüz etmek.Süresinin ne zaman dolacağı ancak Allah tarafından bilinen belirli bir vade.Herhangi bir işin yapılabileceği en kısa bir zaman dilimi. [44]

 

Açıklama:

 

Müslümanlar elbise giyip Kabe'yi tavaf edince, müşrikler onları bu hal­lerinden dolayı ayıpladılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah şöyle buyurdu: Ey Muhammedi Allah'ın helâl kıldığı hoş ve temiz şeyleri, rızkı, giysileri haram sayan şu müşriklere de ki: Rabbim, bunları haram kılmadı. O, ancak zina, kötülüğü yayma, vatana hiyanet, cemaat dışına çıkma gibi, görünenleriyle gö-rünmeyeniyle tüm hayasızlıkları ve çirkinlikleri haram kıldı. Keza büyük so­nuçları ve tehlikeler doğuran suçları, günaha yol açan davranışları, aşırılığa ycltcnerek başkasının hukukuna tecavüz etmeyi de haram kıldı. Sahibi razı olur ve i}c bir maslahattan dolayı olursa başkasının hukukunu müdahale et­menin elbcltcki bir sakıncası yoktur.

Hakkında hiçbir delil bulunmayan putları Allah'a ortak koşmak da, Allah tarafından haram kılındı. "Her kim, Allah Üc beraber diğer bir Hân'a, onu ispat edecek bir delili olmamasına rağmen, ibadet ederse onun hesabı ancak Rabbinin kalındadır."[45]

Yine bilmediğiniz şeyleri hiçbir delile ve bilgiye dayanmadan Allah'a karşı söylemenizi de haram kıldı. Allah'a ve dinine karşı konuşmak, hiçbir delile dayanmadan helâli haram veya haramı helâl saymakla olur. Kişinin kendi ka­fasından ahkâm kesmesiyle olur. Dinlerin doğal yapılarının bozuiup tahrif edilmesi, kişilerin şeytana ve kendi arzularına kapılmasından kaynaklanmak­tadır. Nitekim ehl-i kitapta böyle yapmıştı. Dillerinizin "Bu helâldir, şu haramdır" diye yalan olarak vasıflandırdığı şeyi söylemeyin,"[46]

Ayrıca dinin asılları olan kitap, sünnet,' icma' veya kıyası temel kabul etmek mecburiyetindeyiz. Saydığımız bu asıllar, hayatta karşılaştığımız her-şeyden söz açmışlar ve anlatmadık bir şey bırakmamışlardır.

Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, toplumu yıkan ve milletleri helak eden haramları ve kötülükleri bir arada andıktan sonra, burada da ilâhi emir­lere uyan milletlerle diğerlerinin durumlarını açıkladı. Kâinattaki herşeyin bir eceli olduğu gibi, toplumların da başlangıç ve sonları, Allah tarafından bili­nen birer ecelleri vardır. Aynı şekilde her bir ümmetin de mutlu ve onurlu ya da mutsuz ve zelil bir hayat süreceği belli bir ömrü vardır.-Ümmetlerin onur ve mutluluğu, ilâhi emirlere uymaları ve içlerinde erdemin yaygın hale gelmesi ile olur. Dinin ve yüce ideallerin dalma, budağına tutunmasıyla olur. Bu bakımdan her ümmetin kendine özgü bir ecel ve vâdesi vardır.

Milletlerin mutsuzluk ve alçalması ise erdemden uzaklaşmaları, içlerin­de rezaletlerin kök salması; hile, rüşvet, fesad, israf, zulüm, günah ve azgın­lığın yayılması ile olur.

Daha önceki ümmetler, ilâhi emirlere muhalefet ettikleri için yok oldu­lar. Bu süreç, Peygafnber (S.A.V.) in alemlere rahmet olarak gönderilmesiyle sona erdi. "Seni (ya Muhammed), ancak alemlere rahmet olacak gönder-dik."[47]

Yüce Allah'ın yasası, bütün ümmetlere aynı şekilde uygulana gelmiştir. Meselâ batıda güçlü bir millet görüyoruz. Güçlüdür... Çünkü erdem ve ılım­lılık dalma tutunmuşlar, israftan uzak durmuşlardır. Bu millet hakka tutun­duğu ve bağlı kaldığı sürece bu tarzda belli bir zamana kadar yaşayacaktır. Ama bunun yanında hor ve zelil bir başka millet görüyoruz. Hor ve zelil­dir... Çünkü rezalet ve israfa tutkun olmuştur. İslâm ümmetinin yüce ideal­lere tutunması; İsraftan her bakımdan haddi aşmaktan kaçınması haydi hay­di gerekmektedir. Kaldı ki böyle yapmasını, dini kendisine emretmektedir. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, bir anda bîr ümmeti yok etmeyi dilerse, o ümmet anında yok olur. Ne biran ftııcc, nede sonra. Bu, ilahî emirloiv muhalefet eden ve doğru yoklan sııpıp eğri yokla gülenler için bir uyandır. [48]

 

Peygamberlerin Görevi Ve İşlenen Amelin Sonucu

 

35- Ey İnsanoğuIIan! Size aranızdan âyetlerimizi okuyan peygamber­ler geldiğinde, kimler onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınır ve gidi­şini düzeltirse, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

36- Âyetlerimizi yalanyayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır. [49]

 

Açıklama:

 

Ey ademoğullan! Kendilerini bilip tanıdığınız ve işlerine hükmedebildi­ğiniz, içinizden peygamberler size gelip ayetlerini peşpeşe okuduklarında, müj­deleyerek, uyarıp —korkutarak sizi fazilete davet edip rezaletlerden alıkoy­duklarında onlara uyun. Öteden beri peygamberlerin görevi budur. Her kim Allah'a karşı gelmekten sakınır, salih amel ve doğru niyetle kendini düzeltir­se, işte onlar için korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. Kureyşli lider­lerin yaptığı gibi her kim de kibir, inad, zorbalık içinde büyüklük taslayarak ayetlerimizi yalanlarsa, işte onlar ateşliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdır­lar. [50]

 

Allah'a Karşı Yalan Uydurmanın Akıbeti Ve Kıyametten Bir Sahne

 

37- Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kimdir? Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçi­lerimiz canlarım almak üzere geldiklerinde onlara, "Allah'tan başka taptık­larınız nerede?" deyince, "Bizi koyup kaçtılar" derler, böylece inkarcı olduk­larına, kendi aleyhlerine şâhidlik ederler.

38- Allah, "Sizden önce geçmiş cin veinsan ümmetleriyle beraber ateşe girin" der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ar­dından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, "Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver" derler, Allah, "Hep­sinin kat kattır, ama bilmezsiniz" der.

39- Öncekiler sonrakilere, "Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktu, ka­zandığınıza karşılık azabı tadın" derler. [51]

 

Bazı Kelimeler:

 

Birbirlerine ulaştılar. Bir araya geiip toplandılar.

Kat, misil. Bir veya birkaç kat. [52]

 

Açıklama:

 

Allah'a karşı yalan uyduran, helâli haram veya haramı helâl sayan yahut O'na çocuk ya da ortak yakıştıran veya ayetlerini yalan sayıp o ayetlere karşı büyüklük taslayan, aluy edenden duha zalim kim varılır? Mu gibi kimselere, kitapta yazılı olan payları, takdir edilmiş rızıkJarı, dünyadaki geçim, hisse ve ömürleri ulaşacaktır. Nihayet ölüm meleği canlarını çıkarıp ruhlarını (teslim almak üzere kendilerine geldiğinde onlara: Allah'tan başka tapar oldu­ğunuz ortaklar ve şefaatçiler hani nerede diyecektir. Onlar da diyecekler ki: Gözden yitip kayboldular. Nerede olduklarını bilmiyoruz. İzlerini kaybettik. Artık onlardan hayır ve fayda beklemiyoruz.

Böyle diyerek, o putlara tapmakla ve onlara duâ etmekle kâfir oldukla­rını itiraf eder ve kendi aleyhlerinde tanıklık ederler.

Bu, mevcud kâfirleri küfür ve sapıklığın sonuçlarından sakındırmaktadır.

Ayetleri yalanlayan arap kâfiri şu zalimlere kıyamet gününde Cenab-ı Allah şöyle diyecek: Sizden önce geçen ve küfürde sizden daha fazla kıdemi bulunan ümmetlerle beraber ateşe girin. Onlar, dostlarınız olan cinlerle in­sanlardır.

Onlardan her bir grup cehenneme giripte başına gelen alçaltıcı azabı ve rüsvayhkları görünce dindaşlarına ve yoldaşlarına lanet eder. Çünkü onlara uyduğu ve kâfirlikte peşlerinden gittiği için sapıklığa düşmüştür. Nihayet Cehennemde bir araya geldiklerinde, son girenler —ki bunlar ayak takımı kimselerdir—, İlk önce girmiş olanlarla ilgili olarak —ki onlar da lider ve efendi takımıdır—. Cenab-ı Allah'a hitaben şöyle derler: Rabbimiz! Bu efendiler bizi doğru yoldan saptırdılar. Bizi etki altında bıraktılar. Bizi saptırdıkları için, bizimkine oranla onlara ateşten katmerli bir azâb ver.

Cenab-ı Allah buyurdu ki: Kendi sapıklığı nedeniyle hakettİği azabın yamsıra, başkalarını da saptırdığı için sizden her biriniz için katmerli bir azâb vardır. Ne ki, siz onların azabını bilemezsiniz.

Öncekiler, sonrakilerine şöyle dediler: Anlattığınız gibi eğer sizleri biz saptırmış isek sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yok ki, ona dayanarak azabı­nızın bizim çektiğimiz.azabdan az olmasını isteyebilirsiniz.

Cenab-ı Allah, böyle demeleri üzerine onlara şöyle buyurdu: İşlediğiniz günahlar dolayısıyla hepiniz tam bir azabı tadın. [53]

 

Kâfirlerin Cezası

 

40- Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayan-îara, göğün kapılan açılmaz; deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.

41- Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zâlimleri böyle cezalandırırız. [54]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sivri dişi çıkmış deve. İğne deliği.

"Ecreme": Ağacın üzerindeki meyveyi kesip kopardı demek­tir. Sonraları bu kelime, her türlü suç ve mefsedeti İfade etmek İçin kullanıl­mıştır.

Döşek. "Ğaşiye"nin çoğulu, yorgan gibi üste örtülen şey. [55]

 

Açıklama:

 

Birliğimize ve insanların öldükten sonra tekrar diriltileceklerine, Resu-lullab (S.A.V.) in doğruluğuna işaret eden, dinî hüküm ve ilkeleri açıklayan ayetleri , izi yalanlayıp büyüklük taslayanların ruhlarına göğün kapıları açıl­maz. Aradleri yukarıya çıkamaz. Boşa gider ve hiçbir hayırları kalmaz. "Hoş kelimeh r (tevhjd ve teşbihler) ancak O'na yükselir, kabul olunur. Salih ame­lide hoş kelimeler (tevhîd) yükseltir, makbul kılar."[56]

Bu özellikteki inkarcılar cennete asla giremezler. Allah'ın rahmetinden kovulmuşiardır. Allah'a, kendi nefsine ve müslüman kardeşlerine karşı suç işleyen herkes, bu şekilde cezalandırılır. Bu nitelikteki kimseler için üzerinde uzanıp yattıkları ve üzerlerine örttükleri ateşten döşek ve yorgan vardır. Al­lah korusun, onlar, cehennemin tabakaları arasında bekleyeceklerdir. Cehen­nem ateşi onları sarıp sarmalamıştır. Allah, onların yapmakta olduklarını her bakımdan bilmektedir. Gidecekleri cehennem ne kötü bir yerdir. Bu, normaldir. Biz, zalimleri işte böyle cezalandırırız. [57]

 

Mü'minlerin Mükafatı

 

42- İnanan ve yararlı iş işleyenler —ki kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz— işte cennetlikler onlardır, orada temelli kalacaklardır,

43- Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden kini çıkarıp atarız. "Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. And olsun ki Rabbimizîn peygam­berleri bize gerçeği getirmiştir" derler. Onlara, "İşlediğinize karşılık İşte mi­rasçısı olduğunuz cennet" dîye seslenilir. [58]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kapasitesi. Kişinin kolayca yapabileceği iş.Çekip çı­kardık.Kin ve kıskançlık.

Mirasın sahibine ulaşması gibi cennet te size gelir; cennetin mirasçıları olursunuz. [59]

 

Açıklama:

 

Rabbin, kâfirleri cehennem ateşiyle tehdid ettikten sonra burada da mü1 minlere cenneti vâdetmektedir. Kur'an'm düzeni işte budur: Hak ile batıl, mü­min ile kâfir birbirinden ayırdedilsin diye vâd ve uyarı yanyana anılmakta­dır.

Allah'a ve peygamberine imân eden, Rablerinin kendileri için beğendiği salih amelleri işleyenler var ya, işte onlar, kendilerine işaret edilen kemâl ve doğruluk sıfatlarıyla nitelenen, yüksek dereceli seçkin kimselerdir. Onlar, içinde sürekli kalacak cennetliklerdir. Orada temelli duracaklardır. Yüce Allah bu­yurmuştur ki: "Allah bir kimseye, ancak gücü yettiği kadar teklif eder?'[60] Cenab-ı Allah, İşlenen ameli ve karşılığını itiraz yolu ile açıklamıştır ki, sahi­binin cennete girmeyi hakettiği saiih amelin çok zor olmadığına ve insan Hiiciimii ummadığına; aksine, insanın kalbine imân nuru ve Kur'an hidâyeti yiTk-şlikicn sonrcı yok kolay okluğunu işarel elsin. Onlar, cennetle Icmclli ka­lıcıdırlar. Kıyametin büyük korkusu onları hüzünlendirmez. Elem ve keder­ler onları incitip üzmez. Aralarında kötülük yoktur. Çünkü Cenab-ı Allah onların göğüslerindeki kin, hased ve düşmanlığı çekip atmıştır.

Cennet nimetleri işte böyledir: Yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. Otur­dukları köşklerin altında ırmaklar akar. Odalarında emin olarak otururlar­ken altlarından akan ırmak yataklarının sularla dolup taşarak aktığını gö­rür, daha çok sevinip neşelenirler. Rablerinin nimetlerine şükrederek derler ki: Bu sevabı kazanmanıza vesile olan salih amelleri işlemek için bizlere hi­dâyet nasib eden Rabbimize hamd olsun. O bizi doğru yola eriştirmeseydi, peygamberlere uyma hususunda bizi başarılı kılmasaydı, biz kendiliğimizden akıl edip te hidâyet yoluna giremezdik. (Cennette her şeyin, peygamberlerin dünyadayken kendilerine bildirdikleri gibi olduğunu görünce dediler ki:) Pey­gamberler hak ile geldiler. Cenab-ı Allah dünyadayken bize verdiği sözünü yerine getirdi. Melekler de onlara seslenerek şöyle derler: "Selâmet size! Ter­temizsiniz! Artık ebedi olarak kalmak üzere girin oraya"[61] İşte bu mirasçı olarak içine girdiğiniz cennettir. Davranışlarınızın karşılığı olarak size ihsan edilmiştir.

Bu ayet-i kerimede insanın kendi ameliyle cennete girdiğine işaret var­dır. Oysa bir hadis-i şerifte Resulullah (S.A.V.) buyuruyor ki: "Hiçbiriniz kendi ameli sayesinde cennete giremez!" Sen de mi giremezsin, ey Allah'ın Resu­lü ? diye sorduklarında: "Allah beni lütuf ve rahmeti ile örtmedikçe ben de (giremem)" dedi.

Bunun izahı şudur: İnsanın işlediği salih ameller ne kadar da çok olsa,. Allah'ın Iutuf ve merhameti olmazsa, bu amelleriyle geniş ve engin nimetleri hakedemez. Bu nedenle hadiste buyurulmuş ki: "Doğru ve düzgün yoldan gidin, yaklaştırın, mutedil olun." Yani aşırılığa yellenmeyin. Doğruyu en iyi bilen, Allah'tır. [62]

 

Cennetlikler, Cehennemlikler Ve Araftakiler Arasında Geçen Karşılıklı Konuşmalar

 

44-45- Cennetlikler, cehennemliklere: "Biz Rabbimizin bize vâdettiği-ni gerçek bulduk, Rabbinizin size de vâdettiğîni gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler, "Evet" derler. Aralarında birmünâdî, "Allah"ın lineti Allah yo­lundan alıkoyan, o yolun eğriliğini isteyen ve âhireti inkâr eden zâlimleredir" diye seslenir.

46- İki taraf arasında bir perde ve burçlar üzerinde her iki tarafı da sımalarından tanıyan adamlar vardır; cennetliklere, "Sîze selam olsun" der­ler. Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir.

47- Gözlen cehennemlikler yönüne çevrilince: "Rabbimiz! Bizi zâlim­lerle beraber bulundurma" derler. [63]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ezan, yüksek sesle ilanda bulunmak demektir. La­net, horlanarak Allah'ın rahmetinden kovulmak.Eğrilik, düzgün olmamak, Cennetle cehennem arasındaki sûr.

"Urf" kelimesinin çoğulu olup, horozun ibiği ve atın yelesi anlamında kul­lanılan urf kelimesinden alınmıştır. Bir şeyin en yüksek noktası ile, yüksek oian her şey anlamında kullanılır.

Sima; alâmet demektir. Çevrildi. [64]

 

Açıklama:

 

Cennetliklerden bir grup ile Cehennemliklerden bir grup arasında karşı­lıklı konuşma geçiyor. Kur'an-ı Kerim; gerçeği ortaya çıkarmak, küfür ile ima­nın önemini ilân etmek ve bunlardan her birinin sonuçlarını açıklamak için, bu karşılıklı konuşmayı aktarıyor. Günümüzde müşahede ettiğimiz buluşlar, uzak mesafelerden yapılan konuşmaların işitilmesi ve konuşan şahısların görülmesi hakkında kafa yormamıza gerek bırakmamaktadır. Cenab-i Allah'­ın gücü her şeye yeter.

Cennetlikler, Cehennemliklere şu sözlerle seslenirler: Ey Cehennemlik­ler!Ey küfür, fı.sk, îsyniı, sapıklık ve ehli  kimseler!Hallimizden de an­laşılacağı gibi, tiogru.su bizler, rabbimizin dünyadayken bize vâd ettiği şeyle­rin gerçek olduğunu gördük. Rabbimizin elçileri bize hak ile geldiler. Allah'­ın vadi doğru çıktı.Siz de Rabbinizin size vâd ettiği elem ve azabı gördünüz mü? Bu vadin gerçek olduğunu gördünüz mü? Diyecekler ki: Evet. Kâfirliğ mizden dolayı Rabbimizin bize yapmış olduğu tehdidin gerçek olduğunu gö dük. Ve İşte şu cehennem ateşi, neredeyse öfkesinden çatlayacak gibi. Îcitt düşecek daha başkaları yok mu? diyor.

Aralarında bir ünleyici, sesini cennetliklere de cehennemliklere de di yuracak şekilde seslenir ve şöyle der: Beni dinleyin. İmân etmeyerek kem nefislerine zulmedenlere Allah'ın laneti olsun. Onlar ki, taşkınlık ve zorb; lık ederek insanları Allah'ın yolundan çevirirler. İnsanları o yoldan nefret e tirip uzaklaştırmak için, o yolda eğrilik meydana getirmek isterler. Onlar, alı reti inkâr edenlerdir. Cennetliklerle Cehennemlikler arasında, bir kapısı bı lunan bir sur vardır. (Mü-'minler içerde, kâfirler İse dışarıdadır.) Surun içi rai met doludur. Dış yanında İse azâb vardır. Bu surun üzerinde durup cenne liklerîe cehennemlikleri gören ve onları belirtilerinden tanıyan adamlar va dır.

"Bir takım yüzler vardır ki, o gün parıldar. Güler, sevinir. Nice yüzh de vardır ki, o gün üzerlerinde toz toprak var. Onları karanlık ve karalık ka\ layacaktır. îşte bunlar, kâfirler ve tacirlerdir.''[65]

Arafta duranlarsa Allah'ı birlemiş olmakla beraber işledikleri iyi ve s lih ameller sayesinde Cehenneme girmekten kurtulan ve Allah'ın kendüe hakkında bir hüküm vermesine kadar orada bekleyecek olan kimselerdir. Bu lar, Cennetliklere seslenerek şöyle derler: Selâmet size) Tertemizsiniz. (Şali! amel İşleyenlerin sevabı ne iyi!

Bunlar henüz cennete girmemiş olmakla beraber gireceklerini ümid ede ler. Korkuyla ümit arasındadırlar, Araftakilerin bakışları —kendi kasıtla olmaksızın— cennetliklerden cehennemliklere çevrildiğinde: Rabbimiz bizi z limler topluluğuyla bir arada bulundurma, derler. [66]

 

A'raftakilerle Cehennemlikler Arasında Geçen Konuşma

 

48-49- Burçlarda olanlar, simalarından tanıdıkları adamlara "Toplu­luğunuz, topladığınız mal ve büyüklük taslamalarınız size fayda vermedi Al­lah'ın rahmetine erd irmeyeceği ne yemin ettikleriniz bunlar mıydı? diye sesle­nirler. Oysa Allah onlara şöyle der: "Cennete girin, size korku yoktur, sizler mahzun da olmayacaksınız." [67]

 

Açıklama:

 

Bu da bir başka manzara. Dünyada kendilerine verilen nimetlerden do-İayı mağrur olan kâfirlere soru yöneltiliyor, kınayıp azarlanıyorlar.

A'raftakilerin bir kısmı, belirtilerinden tanıdıkları —bu alamet de yüz-lerindeki karalık, toz ve dünyadaki işaretleridir.— bazı kimselere seslenerek şöyle dediler: Topladığına mallar mı, yoksa müslümanların yoksul ve zayıf kimselerine karşı büyüklük taslamanız mı sizi bugünkü azaptan kurtaracak­tır? Hayır.. Zenginliğiniz ve büyüklük taslamanız sizi azaptan korumadığı gibi, sevaptan yana size bir yarar da sağlamadı. (Suheyb, Bilâl ve Yasir ailesi gibi dünyada zulme uğramış zayıf ve güçsüz kimselere işaret ederek diyecekler ki:) Allah'ın kendilerine asla rahmet etmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bun­lar mıydı? Dünyada size verilen nimetler bunlara verilmemişti. Şayet hayır üzere bulunsalardı bize verilen nimetler onlara da verilirdi, demiştiniz. Ba-km da görün. Onlar, bugün cennet nimetlerinden yararlanıyorlar. Kâfirlerse Cehennem alevleri içinde yanıyorlar.

A'raftakÜere: Cennete girin; sizin için bundan sonra korku yoktur ve hü-zünlenecek de değilsiniz. Bu karşılıklı konuşmada derin anlamlar vardır. Bu ayet, her insanın amelinin karşılığını ne fazla ne eksik, tam olarak hakede-ceğine işaret etmektedir. İleriye geçen, geride kalan veya orta yerde duran gi­bi değildir.

Bû nedenle cennetliklerin, cehennemliklerin ve A'raftakilerin her biri­nin kendine mahsus yeri olduğunu gördük.[68]

 

Kıyamet Gününün Bir Manzarası

 

50-51- Cehennemlikler cennetliklere, "Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği nzıktan gönderin" diye seslenirler, onlar da, "Doğrusu Allah,dinle-rini alay ve eğlenceye alan, dünyâ hayatına aldanan inkarcılara ikisini de ha­ram etmiştir" derler. Bugünle karşılaşacaklarını unuttukları, âyetlerimizi bi­le bile inkâr ettikleri gibi biz de onları unutuyoruz. [69]

 

Bazı Kelimeler:

 

İfâda; suyu dökmek demektir. Sonraları bu kelime, "çok şey" karşılığında kullanılmıştır. [70]

 

Açıklama:

 

Rivayet olunur kî; Cehennemlikler, Araftakilerin cennete girdiklerini gö­rünce, kendi sıkıntılarının biraz hafifleyeceğini ümid ederler. Ve yine rivayete göre onlar, cennetteki yakınlarından yardım dilenirler. Onlardan biri, cen­netteki yakınma: Kardeş, bana yardım et, yandım; üstüme biraz su dök, der. O cennetlik adama, kendisinden yardım dilenen kişiye cevap vermesi gerekti­ği söylenir. O da, cehennemliğe der ki: Doğrusu Allah, bu nimetleri kâfirlere haram kılmıştır.

Cehennemlikler, İsteklerine asla olumlu cevap verilmeyeceğini kesinlikle bildikleri halde, suya ve içeceğe aşın derecede ihtiyaç duyulduğuna işaret et­mek için bu istekte bulunmuşlardır. Çaresiz kalan muhtaç kimse böyle ya­par.

Cenab-ı Allah, cennete girmeyi kâfirlere haram kıldığı gibi cennet nimet­lerini ve rızkını da onlara haram kıldı. Çünkü onlar, dünyada bağlandıkları dinlerini; nefisleri arındırmayan, aksine kirleten davranışlar mecmuası ola­rak ele aldılar. Sağlıklı hiçbir fayda sağlamayan ve çocuk oyununu andıran davranışlar, insanı yararlı işlerden alıkoyan ameller yığını olarak telakki etti­ler, dünya hayatı onlan aldattı. Süslü püslü ama içi boş şeyler onian, ahireti düşünmez hale getirdi.

Cennetliklere gelince onlar, nefislerini temizleyip arındıran faydalı amel­lerle meşgul oldular. Bu uğurda çaba sârfettİIer. Çabalan da karşılıksız kal­madı.

(e bugün şu kâfirlere, kentlilerini ıımıdm ve dnfılaruıa ienbel ı-lıiH-ycıı bîr kim.se gibi davranacağız. Yani onları azap içinde bırakacak ve onları ııınıl-muş gibi davranacağız. Çünkü onlar bizimle karşılaşacaklarına İnanmadılar. Bizimle karşılaşacakları gün için hazırlık yapmadılar. Ayetlerimizi red ve in­kâr ettiler. [71]

 

Kâfirler Ne Beklerken Ne Buldular?

 

52- And olsun ki, Biz onlara bir Kitab getirdik, inanan bir millet için yol gösterici ve rahmet olarak onu bilgiyle uzun uzun açıkladık.

53- Kitabın haber verdiği sonuçdan başka bir şey mi bekliyorlar? So­nuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, "Rabbimizin peygam­berleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat edecek var mı ki şe­faat etsin, yahut geriye çevrilsek de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek" derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları ko­yup kaçmışlardır. [72]

 

Bazı kelimeler:

 

Kur'an-ı Kerim.Onu  uzun uzadıya açıkladık.Sonucunun varacağı durum. [73]

 

Açıklama:

 

Ey Mekkeliler! Andolsun ki, Bizsize, tarif ve açıklama ihtiyacı olmayan bir kitap indirdik. Her bakımdan mükemmel olan bu kitabın ayetlerini hik­metler, öğütler, kıssalar, hükümler, vâd ve tehdidlerle uzun uzadıya açıkla­dık. "Bu bir kitabdır ki, ayetleri en sağlam bir nazımla (söz dizisi ile) kuv­vetlendirilmiştir. Sonra hikmet sahibi, her şeyi bilen Allah tarafından, bu ayetler hüküm ve öğütlerle açıklanmıştır."[74]

"İşte bu Kur'an bir kitaptır, Onu Biz indirdik; çok mübarektir. Artık buna uyun."[75]

Kur'an-ı Kerim dinin asıllarını, hükümlerin esasını açıklamadı mı? Si-yiı.si vcyn iklisadî, sosyal veya dinî her alanda ıııüsiîiınaıı toplum için geniş yollar çizmedi mi? İnsanları düşünmeye özendirmedi mi? Taklidi kötüleme-di mi? O, gerçekten kâmil ve eksiksiz bir kitabtır. Evrenin ve yaratılmışların sırlarına, yaratıkların yapılarına ilişkin bilgilerle, alemlerin Rabbi tarafından bu kitap uzun uzun açıklanmamış mıdır? İnanan bir kavim İçin rahmet ve hidâyet değil midir? İnanmayanlarsa, ondan yararlanamazlar.

Şu kâfirler, Kur'an'ın bildirdiğinden başka bir sonucu mu bekliyorlar? Onun vâd ve uyarısının tam olarak gerçekleşmesinden ve ayetlerinin zuhur etmesinden başka bir sonucu mu bekliyorlar? İbn el-Rabİ'in şöyle dediği ri­vayet edilir: Kur'an'ın, olacağını haber verdiği şeyler, halâ zamanı gelince ger­çekleşiyor. Nihayet bu süreç, kıyamet gününde tamamlanacaktır. Cennetlik­ler Cennete, Cehennemlikler Cehenneme girecek, böylece Kur'an'ın, olacağı­nı haber verdiği şeyler, bütünüyle gerçekleşmiş olacaktır. "İlende Biz o Mekke halkına, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat nefislerinde ayetlerimizi öyle gös­tereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır."[76]

Ama Allah'ı unutup O'nun doğru yolundan gitmeyen şu kâfirler, kıya­met gününde Allah'ın va'dinin gerçek olduğunu, peygamberlerin getirdikleri haberlerin doğru olduğunu görünce: Evet... Rabbimizin elçileri bize hak ile geldiler. Söyledikleri her şey doğruydu, derler.

Onlar iki şey İsterler: Ya şefaatçiler kendilerine şefaat etsinler. Ya da dün­yaya geri döndürülüp, daha Önce yaptıklarından başka ameller işlesinler. Evet, kurtuluş isterler. Ama kurtuluş yolu nerede?!. Anladıkları gibi şefaatçileri var mıdır?

"Artık bizim için ne şefaatçiler var. Ne de yakın bir dost."[77]

Bunlar hidâyeti sapıklıkla, ahİreti de dünya ile değiştirdikleri için kendi­lerini kayba uğratmışlardır. Bundan daha rezilce bir kayıp mı olur? Bunlar, her şeyi kaybetmişlerdir. Uydurmuş oldukları putlar, kendilerinden uzakla­şıp kaybolmuştur. Allah'a ortak koştukları ve şefaatçi olduklarına inandık­ları varlıklarla anlaşmazlığa düşerler! [78]

 

Allah'ın Birliği Ve O'na Duâ Etmek

 

54- Rabbimiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra arşa hükme­den, gündüzü —durmadan kovalayan— gece ile bürüyen; güneşi, ay'ı, yıl­dızlan, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki yaratma' da emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah Yüce'dir.

55- Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O aşın gidenleri sevmez.

56- Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah'a kor­karak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara yakın­dır. [79]

 

Bazı Kelimeler:

 

Rab; efendi, sahib ve besleyip büyüten.En. mukad­des varlığın, tanrının özel adı. Fayda ve zararın ancak kendisinden geldiği yegane mabud olan İlâh. İbadet ve duâ ile O'na yaklaşılır. Tevhid ehlinin Al­lah'tan başka tanrısı yoktur.

"Yevmin" çoğulu olup, güneşin doğ­masıyla batması arasında kalan belirli zaman dilimi.Lügatte oturup yerleşmek manasınadır. Örneğin kürsü üzerinde, binek üzerinde isti­va etti, denildiğinde bu şeyler üzerinde oturdu manası anlaşılır. İstiva, kast edip yönelmek manasında da kullanılır. Hakim ve galib olmak manasında da kullanılır.Cevheri'ye göre arş, hükümdar koltuğu veya tah­tıdır. Evin tavanı ve kadının deve üzerindeki mahfili,.mülk ve saltanat mana­sına da gelir.Geceyi bir perde gibi gündüzün üzerine örter. Yani gündüzün aydınlığım giderir. Ara vermeksizin peşinden koşar. Boyun eğip teslim olarak. Gizlice Şer ve isten­meyen şeyin gelmesini bekleyerek Hayır ve iyilik bekleyerek.  . [80]

 

Açıklama:

 

Sahibiniz, işlerinizin İdarecisi ve yöneticiniz Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na kulluk edin. Sadece O'na ibadet edin ve yalnızca O'ndan yardim dileyin. İçindeki alemlerle birlikte gökleri yaratan, onu bir ölçüye bağlayıp sağlam bir düzene koyan; yeri yaratan, yerin üzerinde sabit dağlar ve be-' reketler meydana'getiren, orada yaşayanların azıklarını takdir eden ve bütün' bu İşleri altı günde yaratan Allah'tır. Bu günlerin miktar ve sınırını ancak Allah bilir. "Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklannazdan bin sene gibidir."[81] Şayet Cenab-i Allah gökleri ve yeri bir anda yaratmak isteseydi, mutlaka bir an içinde yaratırdı. "Allah'ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği za­man, ona sadece "Ol" demektir; o oluverir."[82] Ama O, kullarına, yaptık-, lan işleri ağır ve oturaklı surette yapmalarını Öğretmek için, göklerle yeri altı günlük bir sürede yarattığını anlattı. Bunu söylemekle de, göklerle yeri ya­ratmanın kolay bir iş olmadığını açıklamak İstedi. "Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür."[83]

Bazı nakillerde anlatıldığına göre, göklerle yer yaratılırken geçen altı gün, dünya günleri gibidir. Yine anlatıldığına göre Cenab-ı Allah, gökleri ve yeri yaratma işine pazar günü başlamış.. Tabii ki, bunlar rivayettir. Aslına bakı­lırsa bunlar israiliyattır.

Ey insanlar, hepinizin Rabbi, göklerle yeri altı günde yaratan, bunlarla ilgili işleri tek başına düzene sokan Allah'tır. Sadece O'na kulluk etmeniz gerekir.

Sonra Cenab-ı Allah, Arşı üzerinde durdu. İstiva etti. Orada öyle bir şekilde durdu ki, mahiyet ve niceliğini ancak kendisi bilir. Yaratıkların halle­rine benzemekten uzak bir keyfiyetle orada durdu. Mâlik'e (R.A.) bu konu­yu sorduklarında şöyle cevap vermiş: "İstiva kelimesinin lügattakî anlamı bel­lidir. Ama Cenab-ı Allah'ın Arş üzerinde ne şekilde istiva ettiği ise bilineme­mektedir. Bu konuda soru sormek, bidattir. Bu kadar konuşmak da yeterli­dir."

Allah kendilerinden razı olsun, Sahabîlerin bu konudaki görüşleri bun­dan ibarettir.

Selef bilginlerinin bu konudaki görüşleri ise şöyledir: Gelen haberleri key-fiyetsiz ve benzetmesiz olarak kabul etmek, işin hakikatini bilmeyi ise Allah'a bırakmak gerekir. Son devir alimleri bu konuda tevile giderek şöyle demiş­lerdir: Cenab-ı Allah, halkı yaratıp meydana getirdikten sonra Arşı üzerinde istiva etti, yani işlerini kendi hikmet ve takdirine göre düzene koyup yürüttü. "Rabbiniz O Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arşı istiva edip hükmü altına aldı. Bütün işleri O idare ediyor."[84]

Ben Selef ulemasının görüşünden yanayım. Çünkü bu, sahabi ve tabii­lerin görüşüdür.

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, gündüzü gecenin karanh-ğıyla Örter. Gecenin perdesiyle Onu perdeler. Nihayet gündüzün aydınlığı kay­bolur, gider ki, hayat kıvamını bulsun. Gece, dinlenme için; gündüz ise ge­çim içindir. Gece, peşpeşe ve ara vermeksizin, süratle gündüzü kovalar.

Cenab-ı Allah, ancak kendisinin bildiği yıldızlan, ayı ve güneşi yarata­rak emrine muti ve musahhar eylemiştir. Bunlardan her biri, kendi yörünge­sinde belli bir zamana kadar dönüp dolaşacaklardır. Dikkat edin. Büyüğüy-le küçüğüyle bütün yaratıklar O'nundur. Şu yıldızların ve gezegenlerin hiç­bir şeye etkisi yoktur. Emir, yasak, tedbir ve idare O'na aittir. O'ndan başka hiçbir kimsenin hiçbir şeye müdahalesi söz konusu değildir. O, kâfirlerin ni­telemelerinden münezzeh ve yücedir. Alemlerin Rabbi olan Allah mübarek­tir. Sizi gözeten, size sayısız nimetler veren, özellikle önceki ayette anlatılan nimetlerle sizi perverde eden Rabbinize yalvarıp yakararak ihlâsla duâ edin. Duâ, ibadetin Özüdür. Yakarışınızı gizleyerek de O'na duâ edin.,Duayı, gizli­ce yapmak, vacip değilse de menduptur. Çünkü bu şekilde yapılan duâ, riya­dan ve başkalarına işittirmekten uzaktır. Ey insan! Sen, gaibte bulunan veya seni unutmuş olan bir kimseye seslenmiyorsun ki, yüksek sesle duâ ediyor­sun. Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. O, yapılan duaları işitir ve işlenen amelleri görür. Kaldı ki, Cenab-rAllah, gizlice duâ eden salih kulu Zekerİyya (A.S.)'ı övmüştür. "O, Rabbİne gizlice yalvardiğı zaman"[85] Sahabiler, gizli ve sessiz olarak duâ ve İbadet ederlerdi. Doğrusu Cenab-ı Al­lah, özellikle duâ konusunda belirlenen sınırı çiğneyerek haddi aşanları sev­mez. Bîr kimse riyakârlık yaparak veya kelimelerde mübalağa yaparak veya­hut gayr-ı meşru şeyler isteyerek duâ da haddi aşarsa, yapılmaması gereken bir iş yapmış olur. Allah'tan başkasına duâ etmekse şirktir.

Cenab-ı Allah'ın yeryüzünde yarattığı şeyler dolayısıyla, bu şeyleri em­rinize amade kılması ve bunlardan yararlanma yollarını size göstermesi do­layısıyla, ıslahından sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; fesad çıkar­mayın.

Yeryüzünde fesad çıkarma sözü; öldürüp hukukuna tecavüz ederek can­ları ifsad etmeyi, hırsızlık ve gasp yaparak malları ifsad etmeyi, sarhoş edici şeyleri kullanarak aklı ifsad etmeyi kapsar.

Azabından korkarak Allah'a duâ edin. Doğrusu ancak, hüsrana uğramış bir kavim Allah'ın ani baskınından emin olur.

Sevap ve mükâfatını ümid ederek O'na duâ edin. Doğrusu, Allah'ın esir­gemesi iyilik edenlere yakındır.

Kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandıracak, güzellik edenleri de daha güzeli (cennet) ile nıüknlhllandırucnktır."[86]

 

Ölüm Sonrası Dirilişin Delilleri

 

57- Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allah'­tır. Rüzgârlar, yağmur yüklü bulutlan taşıdığında, onu ölü bir memlekete gön­derir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; Ölüleri de bunun gibi diriltip çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız.

58- İyi toprak —Rabbinin izniyle— bitki verir, çorak toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet İçin böylece âyetleri yerli yerince açıklarız. [87]

 

Bazı Kelimeler:

 

Rüzgarlar. "Rih" kelimesinin çoğuludur. Arapçada bunun birkaç adı vardır. Bu kelime çoğul olarak kullanıldığında, hayırlı ve yararlı rüzgarlar anlamına gelir. Tekil olarak kullanıldığında, kötü ve zararlı rüzgar manasına gelir. Bu ayette çoğul olarak ve hayırlı rüzgarlar masında kullanıl­mıştır. Bir başka ayette ise, tekil olarak kullanıldığı için kötü ve zararlı rüz­gar manasını ifade etmektedir: "

Ad kavmine gelince; onlar da kasıp kavuran şiddetli bir rüzgar ile helak edildiler:"[88] Müjdeci olarak.İçinde, yaşayan kimseler bulunsun bulunmasın, her hangi bir mıntıka."Semere" kelimesinin çoğulu olup, ağacın verdiği ürün demektir.Hayırsız, faydasız.  Değiştiririz. [89]

 

 

Açıklama:

 

Bu; Allah'ın, yaratıklarına olan rahmetinin izlerinden bir iz ve ölüm son­rasında canlıları diriltmeye muktedir oluşunun delillerinden bir delildir.

Doğrusu Rabbiniz, yağmur rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci ola­rak gönderen Allah'tır. Bu da O'nun insanlara olan merhametinden dolayı­dır. Nihayet rüzgarlar, su yüklü ağır bulutları yüklendiklerinde Biz onu ölü ve kurak bir memlekete gönderir, su indirir ve o suyla çeşitli renk, tad ve ko­kuda ürünler yetiştiririz. Evet bu çeşitli bitki ve ürünleri yağmur yağdıktan sonra ölü tapraktan çıkarıp yetiştirdiğimiz gibi ölüleri de yer altından çıkarıp diriltiriz. Allah'ın gücü her şeye yeter. "Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıka­rırız." Kendinize gelin. Belki Öğüt alır da ölüm sonrası dirilişe ve ahiret ha­yatına inanırsınız.

Belirtileri görüldükten sonra, ölüm sonrası dirilişi halâ inkâr edenler var­dır. Bunda bir tuhaflık yoktur. Anlayış ve idrâk bakımından insanlar da top­rak gibidirler. Toprağın temizi vardır, kötüsü vardır. Temizi güzel bitkiler ve­rir. Kötüsü, taşlık ve çorak olanı, güzel bitkiler vermez. Aksine faydasız bit­kiler verir, Cenab-'ı Allah'da ayetlerini, şükreden bir kavim için bediî ve sa-natkârane bir şekilde, böylece evirip çevirir, açıklar. [90]

 

Nuh Peygamberin Kıssası

 

59- And olsun ki Nuh'u milletine gönderdik. "Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum." dedi.

60- Milletinin İleri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler.

61-63- "Ey milletim! Bende bir sapıklık yoktur, ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, Öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece mer­hamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak İçin aranızdan biri vasıta­sıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi.

64- Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide beraberinde olanları kur­tardık, âyetlerimizi yalan sayanları suda boğduk, çünkü onlar kör bir millet­ti. [91]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kıyamet gününün azabı.Kavmin eşrafı, reisleri.Parlaklık ve güzellik bakımından göz doyurucu oldukları için kendilerine bu sıfat takılmıştır.Doğru yoldan sapmak. İyi ni­yetle sizlere faydalı yollan gösteriyorum.Rabbinizden size bir öğüt­tür.Gemi."Em" kelimesinin çoğulu olup kör ma­nasınadır. Ayeti kerimede bu kelime üe, kalp gözü kör olanların kastedildiği­ni söyleyenler de olmuştur. [92]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, geçen ayetteki kudret ve vahda niyete ilişkin sözleri noktaladı. Sonra sözü, ölüm sonrası dirilişe getirip bu nun da, insanların ilk yaratılışları gibi olduğunu söyleyerek sonuçlandırdı. Bunun peşi sıra, geçmiş peygamberlerin kıssalarını, onların, ümmetlerinden çektikleri zorlukları, karşılaştıkları yalanlamaları ve ümmetlerinin ne gibi so­nuçlarla karşılaştıklarını açıkladı. Bunda, Muhammed (S.A.V.) in ümmeti için ibret ve öğüt vardır. Şerefli Peygamber (S.A.V.) için teselli vardır.

"Peygamberlerin haberlerinden kalbini kuvvetle tatmin edeceğimiz her haberi, sana hadise olarak anlatıyoruz. Bu sûrede de sana hak, mü'minlere bir öğüt ve bir ihtar geldi."[93]

"Gerçekten de peygamberlerin kıssalarında, akıl sahiplen için büyük ibret vardır."[94]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, Mekkelilere and içerek Nuh (A.S.)'ı kavmine peygamber olarak göndermiş olduğunu haber verdi. Şefaat hadisinde de sabit olduğu gibi kendi kavmine gönderilen ilk peygamber, Nuh (A.S.)'dir. Demişti ki: ey kavmim, ey akrabalarım ve ey aşiretim! Sizi yara­tıp, vücudunuzu düzgün ve mükemmel bir şekilde biçimlendiren Rabbinİze kulluk edin. O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini yaratan Allah'tır. Noksan­lıklardan münezzeh olan başka ilâh yoktur. Sizin için de O'ndan başka tanrı yoktur. O'na yalvarıp yakanrsınız. Böyle yapmanızı ben de size emrediyorum. Çünkü ben, korkusu büyük ve etkisi şiddetli olan büyük bir günün (kı­yamet gününün) azabından, sizler nâmına korkuyorum.

Doğru yolu gösteren irşadçılara karşı her zaman aynı olumsuz tutumu sergileyen eşraf tabakası, onun kavmi içinde de kendini gösterdi ve dediler ki: Ey Nuh! Biz seni, bir sapıklık ummanı içinde görüyoruz. Bu sapıklık sey-lâbı seni her yandan kuşatmıştır. Yoksa nasıl olur da bizleri ilâhlarımız olan "Ved", "Sûva", "Yağus' 'Yaûk" ve "Nesr"e tapmaktan ahkoyarsın? Doğ­rusu senin bu yaptığın, apaçık bir sapıklıktan başka bir şey değildir! Nuh, onlara cevaben şöyle dedi: Ey kavmim! Bende sapıklık yoktur. Ben,-haktan ve doğru yoldan çıkmış da değilim. Çünkü ben size, Allah'ı birlemenizi, O'na kulluk etmenizi, diğer tanrılara aldırış etmemenizi emrettim. Ben, ancak alem­lerin Rabbi tarafından size gönderilen bir elçiyim. Size doğru yolu gösteriyo­rum. Dünya ve ahiret mutluluğunuzu garanti eden bir yola sizi çağırıyorum. Rabbimin katıksız tevhid inancına dair mesajını; Allah'a, meleklere, peygam­berlere, ahiret gününe, ahiretteki cennet ve cehenneme, sevap ve azaba inan­manız gerektiğini, ibadet ve muamelât gibi genel hükümleri size tebliğ ediyo­rum. Size öğüt veriyorum. Sizi Allah'ın azabından sakındırıyorum. Bunları size hatırlatıyorum. Sizin bilmediklerinizi ve de bilemeyeceklerinizi, Allah'­tan bana gelen vahiy ile biliyorum. Ben size cahilce öğütlerde bulunmuyo­rum. Allah'a ortak koşmanız dolayısıyla karşılaşacağınız sonuçlara karşi sizi uyarıyorum. Bütün bunları da bildiğim bazı gerçeklere dayanarak size haber veriyorum. İçinizden bir adam aracılığıyla Rabbİnîzden size, bazı uyarıların gelmesini tuhaf bulup yalanlıyor musunuz?

Kavmi, Nuh (A.S.) m peygamber oluşunu tuhaf karşılamış ve: "Biz bu­nu (bir insanın peygamber olabileceğini) evvelki atalarımızdan duymadık."[95] Bir insan nasıi peygamber olur? Eğer Rabbin dileseydi bir melek indirirdi, dediler.

Ey kavmim! Benim görevim şudur: Sizi küfrün sonuçlarından sakındırı­rım. Önümüzdeki şiddetli azab konusunda sizi uyarırım ki, O büyük günün azabına karşı korunma önlemlerini alasınız.

Ama kâfirler onu yalanladılar, yalanlamakta ısrar da ettiler. Rablcrİnİn enirine muhalefet elliler. Azgınlıkları içinde başı boş dolaşmaya devanı etli­ler. Fek az kîmscicr dışında kavminden ona iman eden olmadı. Neticede Cenab-ı Allah, Nuh (A.S.) ile beraberindeki inananları kendi rahmeti ile kur­tardı. Gemiye bindiler ve tufanın sulan İçinde boğulmaktan kurtuldular. Yü­ce Allah, ayetlerini inkâr edip kâfir olanları sularda boğdu. Bunu yadırga­mamak gerekir. Onlar, hidâyeti ve doğru yolu göremeyen körlerdi. Allah, on­ların kalblerini bastırıp mühürlemİşti.

Ey Muhammed (A.S.) in çağrısına muhatab olan ümmet! Onlar gibi ol­maktan, onların yolunda yürümekten sakının. [96]

 

Hûd Peygamberin Kıssası

 

65- Âd milletine de, kardeşleri Hûd'u gönderdik. "Ey milletim! Al­lah'a kulluk edin, O'ndan başka,tannnız yoktur, karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" dedi.

66- Milletinin inkarcı ileri gelenleri, "Biz senin beyinsiz olduğunu gö­rüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz" dediler.

67- "Ey milletim! Ben beyinsiz değil, âlemlerin Rabbinin peygamberi­yim."

68-69- Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için güvenlin bir öğütçüyüm; sizi uyarmak üzere, aranızdan bir adam vasıtasıyla Rabbi-nizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz? Allah'ın, sizi Nuh'un mille­ti yerine getirdiğini ve vücutça da onlardan üstün kıldığını hatırlayın, başarı­ya erişebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın" dedi.

70- "Bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın taptıklarım bırakmamızı söylemek İçin mi geldin? Doğru sözlülerden isen haydi bizi teh­dit ettiğin azaba uğrat" dediler.

71- "Hiç şüphesiz artık Rabbinİzin azâb ve öfkesini hakettiniz. Al­lah 'm hiçbir delil indirmediği, —isimlerini de siz ve babalarınızın koyduğu— putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin, doğrusu ben de si­zinle beraber bekleyenlerdenim" dedi.

72- Biz, rahmetimizle, Hûd'u ve beraberinde bulunanları kurtardık, âyetlerimizi yalan sayarak inanmayanların kökünü kestik. [97]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kardeşleri, yani onların eşrafından biri.Akıl zayıflığı, beyinsizlik.Peşleri sıra gelip yerleşenler.İlâ' kelimesinin çoğulu olup nimet demektir, Azâb,Size hak ve vacib oldu.İntikam. Mücâde­le, tartışma ve davalaşma. Milletin kökü, sonu. Yemen­in Amman ile Hadramut denen bölgeleri arasında Remi denen kumsal ve engebeli bir arazide yaşamış bir kavimdir. Bunların tapınakla oldukları putları varmış., Güçlü,kuvvetli insanlarmış, "Bizden daha güçlü kim var" derlermiş. Cenab-i Aliah onlara peygamber olarak Hûd'u gönderdi. Aralarında orta nesepli, şerefli bir insandı. Onları, Allah'a kulluk etmeye çağırdı. İsyan edip kâfir oldular ve yeryüzünde fesad çıkardılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah onları yağmursuz bıraktı. Üzerlerine, içinde elem verici bir azab bulunan bir rüzgar gönderdi.

"(O rüzgar) Rabbinin emriyle herşeyi tahrip ediyordu. Nihayet O hale girdiler ki, meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte öyle mücrim (münkir) bir kavme biz böyle ceza veririz."[98]

 

Açıklama:

 

Ad kavmine kardeşleri Hûd'u gönderdik ki, onu anlasınlar, O da kendi­lerini anlasın. Onlar onun ahlâkınım ve özelliklerini bilsinler. Bu, O'nu doğ-rulamalarınrsağlayacak bir husustu. Onlara ne dedi? Şunları söyledi: Ey kav­mim! Sadece Allah'a kulluk edin, başkasına tapmayın, sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. Yoksa siz köreldİniz mi? Rabbinize karşı gelmekten sakınmıyor musunuz? O'nu öfkelendirip gazaba getirecek şirk ve başkaldırıdan halâ uzak-Jaşmıyor musunuz? (Hud suresinde de aktarıldığı gibi, bir başka kez onlara:) Siz akıllanmaz mısınız hiç? dedi.

Onlar kendisine ne cevap verdiler? Kavminin özellikle önde gelenleri de­diler ki: Doğrusu biz, seni bir beyinsizlik, ahmaklık ve akıl zaafiyeti içinde görüyoruz. Her ne olursa olsun, sen kendi kavminin dînîni bırakıp başkala­rının dinini tercih ediyorsun. Şaşıyorum bunlara! Beyinsizliğin, içine işledi­ğine işaret etmek maksadıyla Hud'u, beyinsizliğe zarf (mahal) yapmışlardı. Nitekim Nuh (A.S.)'ın kavmi de ona: Doğrusu biz seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz demişlerdi. Ona: Doğrusu biz seni apaçık bir sapıklık içerisinde görüyoruz, demişlerdi. Ona! Senin.Allah'a karşı iftira eden yalancılardan bi­ri olduğunu zannediyoruz ve biliyoruz, demişlerdi. Hûd onlara cevaben ne dedi? Şunu dedi: Ey Kavmim ve akrabalarım! Bende beyinsizlik ve ahmaklık yoktur. Zira ben sizi, katıksız tevhid dinine ve gerçek, yalandan uzak bir iba­dete davet ettim. Alemlerin Rabbi tarafından size gönderilen bir elçiyim. Pey­gamberlik görevini ifâ etmek için Allah beni seçti. "Allah, elçiliğini nereye vereceğini çok iyi bilendir."[99]

Kavmi İnsanların en sapıkları, en beyinsizleri, hatta en alçakları olduk­ları halde Hûd (A.S,) m onlara cevap verirken: "Siz beyinsizsiniz" demeyip te sadece: "Ben de beyinsizlik yoktur" demesi güzel bir edep ve muazzam bir ahlâk göstergesidir. Bunu Allah O'na mahsus kılmıştı ki, insanlar tara­fından örnek alınsın.

Ey kavmim! Ben alemlerin Rabhi itirafından gönderilen bır çiviyim, peygamberim.Mükellefiyet ve dînî konularla ilgili olarak gelenilahi mesajları size tebliğ ediyorum. Sîzin için güvenilir bir öğütçüyüm, zaten daha Önceden benî tanıyorsunuz. Hiçbir konuda size yalan söylemedim. Allah'a karşı nasıl yalan söylerim?...

Azabına karşı sizi uyarıp korkutsun diye, içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size öğütler gelmesi tuhafınıza mı gitti? Bunun İçin mi yalanla­dınız?!..

Allah'ın üzerinizdeki lütuf ve nimetlerini hatırlayın. Sizi Nuh'un miras­çıları kıldı. Sizi boylu poslu, güçlü kuvvetli insanlar olarak yarattı. Evet bu nimetleri hatırlayın. Nuh kavmine gelip onları helak ettiği gibi sîze de azap gelmesin diye, Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah'ın nimetlerini hatırla­yın, şükredin. Yalnızca O'na kulluk edin. Putları bırakın ki, kurtuluşa eresiniz.

Ona ne cevap verdiler? Dediler ki: Atalarımızın tapar olduklarını bıra­kıp sadece Allah'a kulluk edelim diye mi bize geldin? Şaşılacak şey doğrusu! Söylediklerin doğruysa, bizi tehdid ettiğin şeyleri haydi hemen getir. Bİz ace­leci bir milletizdir.

Hûd, onlara şu karşılığı verdi: Rabbîniz, sizi şiddetle azaplandırmaya karar verdi. Üzerlerine kavurucu bir rüzgar, kasırga gönderilerek azâblandırıldılar. Bu, azgın bir fırtınaydı. "İnsanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gi­bi söküp atıyordu."[100]

Şaşıyorum size! Allah tarafından hakkında hiçbir delil indirilmeyen, as­lı olmayan siz ve babalarınız tarafından uydurulmuş olan bazı isimler konu­sunda benimle mücadele mi ediyorsunuz? Bunu yapıp ta Rahman ve Rahim olan Allah'a ibadeti bırakıyor musunuz? Bu tavrınızı sürdürür ve yolunuzu değiştirmezseniz, Allah'tan gelecek şiddetli bir azabı bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.

Önce de belirtildiği gibi mezkûr azaba uğratıldılar. Allah, rahmeti ile Hud' ve beraberindekileri kurtardı. Kâfirlerİnse kökünü kazıdı. "Ayetlerinim ya­lan sayanların ve inanmayanların kökünü kestik. Onlar zaten mü'minler de­ğillerdi." [101]

 

Salih Peygamber Ve Kavmi

 

73- Sem ûd milletine de kardeşleri Salih 'i gönderdik. ' 'Ey milletim! Al­lah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi: Allah'ın bu dişi devesi size bir delildir, onu bırakın, Allah'ın toprağın­da otlasın; ona kötülük etmeyin, yoksa can yakıcı azaba uğrarsınız.

74- Allah’ın sizi Ad milleti yerine getirdiği, ovalarında köşkler kurup,dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın;  Allah 'ın nimetlerini anın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın" dedi.

75- Milletinin büyüklük taslayan Heri gelenleri, aralarından İman eden ve bu sebeple hor gördükleri kimselere: "Sâlihin, Rabbi tarafından gönderil­diğini sahiden biliyor musunuz?" dedüer, onlar da, "Doğrusu biz onunla gönderilene inanıyoruz" dediler.

76-77- Büyüklük taslayanlar, "Sizin inandığınızı biz inkâr ediyoruz" dediler ve dişi deveyi kesip devirdiler; Rablerinin buyruğuna baş kaldırdılar. "Ey Salih, eğer sen peygambersen bizi tehdit ettiğin azaba uğrat bakalım" dediler,

78- Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.

79- Salih de onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim! And olsun ki ben size Rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi. [102]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hicaz ve Şam arasında Vadil Kura ve çevresinde Tebük yakı­nında Hicr denen yerde yaşamış bir arap kabilesidir. Nuh (A.S.)'ıın oğlu Şam'ın soyundandırlar. Peygamberleri, Salih (A.S.)'dir. Salih, onlar arasın­da soylu ve şerefli bir insandı. Sizi yeryüzüne kondu­rup menzillere yerleştirdi. Sert cisimleri yontuyorsunuz.Bozgunculuk yapmayın.Deveyi boğazladılar. "Akr" kelimesi, aslında yaralamak anlamını İfade eder.Azıp büyüklendiler. Hurma koparmak isteyen kimsenin elini uzatıpta dalına ka­vuşamadığı hurma ağacına, "Büyüklenen ağaç" anlamında, "Nahletün atiyetün" denilir.Sarsıntı.İnsanlann,çöküp hareketsiz­ce oturmaları.Burada; hareketsiz cüsseler, yani ölüler haline geldiler, de­mektir. [103]

 

Açıklama:

 

Semüd kavmi, Arab-ı baide denen arap kabilelerinden biri İdi. Âd kav­minin, Allah tarafından helak edilmesinden sonra gelen, onların yerlerine ve yurtlarına konan bir kavimdi. Allah onlara birçok nimetler bahşetmiş; doğ­ru yola eriştirmek İçin de Salih (A.S.) ı onlara peygamber olarak göndermiş­ti. Ama onlar başkaldınp büyüklük tasladılar; kâfir oldular ve Salih (A.S.) dan bir mucize getirmesini istediler. Cenab-i Allah, Salih (A.S.) ı doğrula­mak için onlara dişi bir deve gönderdi. Ne ki onlar, hayvancığızı boğazladı­lar; Rabblerinin emrine karşı geldiler.

Salih onlara: Evinizde üç gün daha yaşayın. Üç günden sonra Allah'ın a/abı ve tehdidi size gelecektir, dedi. Ccnab-ı Allah, Salih'i ve beraberindeki mü'minleri kurtardı. Zulm edenleri ise bir sarsıntı tuttu. Kısa bir an önce göz­le görülen varlıklar iken, yerlerinde yeller esmeye başladı.

"Bilin ki Semûd milleti Rabbini İnkâr etmişti. Bilin ki, Semûd milleti Allah'ın rahmetinden uzaklaştı."[104]

Zalimlerin ye fasıkların sonları işte böyle olur. [105]

 

Açıklama:

 

Semûd oğullarına,kardeşlen Salih'i gönderdik. Dedi ki: Ey Ravmim! Al­lah'a kulluk edin. Sizin için ondan başka tanrı yoktur. "Sizi yeryüzünde ya­ratıp orayı imar etmenizi dileyen O'dur."[106]

Ad kavminin yok oluşundan sonra sizi oraya yerleştiren O'dur. O'ndan bağışlanma dileyin, O'na yönelin. Doğrusu benim Rabbim; insana yakındır, duaya karşılık verendir.

Ey kavmim! Rabbînizden taraf size, benim gerçek peygamber olduğuna İşaret eden deliller ve alâmetler gelmiştir.

Güya onlar: Bu deliller nelerdir? diye sormuşlardı da Salih (A.S.) onla­ra şöyle demişti: İşte delil olarak size Allah'ın şu dişi devesini getirdim.

Salih (A.S.), deveyi şereflendirmek ve sânını yüceltmek için "Allah'ın devesi" demiştir. O deve, erkek ve dişi bir çift deveden doğmuş değildi. Aksi­ne, sert bir kayadan çıkıp meydana gelmişti. Allah, her şeye kadirdir. Ey Se­mûd oğulları! Bu deve, özellikle sizin içindir. Çünkü onu sadece sîz görüyor­sunuz. Bu deve, Allah'tandır. Bırakın da Allah'ın yerinde otlasın. Onu ot­lanmaktan alıkoymayın. Ona kötülük yapmayın.

Bu deve onların bütün sularını içer ve İçtiği sulan süte dönüştürürdü.

Salih: "îşte belge bu devedir. Kuyudan su İçmek hakkı belirli bir gün Onun ve belirli bir gün de sizindir."[107]

Peygamberliğinin gerçekliğine işaret eden deliller geldikten sonra, sade­ce Allah'a ibadet etmeyi ve O'na şükretmeyi gerektiren ilâhi nimetleri onlara hatırlattı. Ve dedi ki: Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Çünkü sizi Ad kavminden hemen sonra ümran ve medeniyete kavuşturdu. Onların top­raklarına sizi mirasçı kıldı. Onların konaklarına sizi kondurdu. Onların ova­larının yerine kocaman saraylar ve yüksek malikâneler, evler inşâ ettiniz. Bun­ları yapabilmeniz için size kerpiç, tuğla ve kiremit yapma sanatını ilham etli. Dağlardan evler yonttunuz. O, size taşlan yontma sanatını öğretti. Size güç ve sabır verdi.

Anlatıldığına göre Semûd kavmi, kışın dağlarda, diğer mevsimlerde ise ovalarda yaşarlarmış.

Evet ey Semûd kavmi! Bu değerli nimetleri anın; Allah'a şükredin ve O'na hakkıyla kulluk edin. İslahından sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. Hıa-r biliyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır.

Salih'in kavminden büyüklenenler, Allah'a ve peygamberine küfreden­ler, kavmin mü'minleri olan zayıf kimselere, Salih'in Allah tarafından gön­derilen bir peygamber olduğunu biliyor musunuz? dediler.

Allah'ın peygamberlerine ilişkin kanunu işte böyle uygulanagclmİştir. Za­yıf ve güçsüz kimseler onlara tabi olur. Milletin başında bulunan kodaman-larsa onları inkâr ederler.

İmân eden zayıf ve güçsüzler dediler ki: Salih (A.S.) in, Allah tarafın­dan gönderilmiş bir peygamber olduğunu, açıklamaya gerek bırakmayacak biçimde biliyoruz. Onun kendisiyle gönderildiği şeylere İnanmış ve o şeyleri doğrulamışızdır. Büyüklenenlerse şöyle dediler: Doğrusu biz sizin imân et­tiklerinizi inkâr edicileriz.

Görünürde de olsa Salih (A.S.)'ın peygamberliğini ikrar etme korkusu dolayısıyla, "Salih'in, kendisiyle peygamber olarak gönderildiği şeyleri in­kâr edicileriz" demediler de, "Sizin imân ettiklerinizi inkâr edicileriz" dedi­ler.

Kâfirliklerine delâlet eden davranışlarına gelince; onlar deveyi boğazla­dılar. Evet, toplanıp bir araya geldiler ve topluca karar verdiler: Bir adamla­rını çağırdılar. Bu çirkin fiili o işledi. Deveyi boğazladı. Bu, kabilenin en bed­bahtı ve şakisi, Kudar ibn Salif adında bir adamdı. Deveyi boğazlama fiilinde Semûd kavminin hepsinin ortak olduğunu Kur'an-ı Kerîm haber veriyor. Öy­ledir. Çünkü onların bir kısmı bu işe razı idi. Diğer kısmı da bu işin yapılmasını emretmişti.

Deveyi boğazladılar. Azıp büyüklendiler. Rablerinin emrinden çıktılar. Peygamberi. Salih aracılığıyla kendilerine ulaştırdığı buyruklarına muhalefet ettiler. Çünkü Allah, onlara: "Bırakın onu, Allah'ın yerinde otlasın ve ona bir kötülükle dokunmayın." demişti. Ama onlar bu yasağı çiğnediler.

.Dediler ki: Ey Salih! Gerçekten Allah tarafından gönderilmiş bir pey­gamber .isen, bizi kendisiyle tehdid ettiğin azabı haydi hemen getir. Sen, yap­tığın tehdidlerin Allah tarafından bize yapılan tebligatlar olduğunu, Allah'­ın kendi düşmanlarına karşı seni muzaffer kılacağını söylüyorsun. Eğer bü­tün bu söylediklerin doğruysa, azabı bize çabuk getiriver! "Onları bir sar­sıntı yakalayıverdi". Hûd suresinde buyurulduğu gibi "Onları bir çığlık lu-tuverdi". Fussilet suresinde buyurulduğu gibi "Kazandıkları günah yüzün­den onları, şiddetli bir azab yıldırımı yakalayıverdi."

Yani onları şiddetli bir çığlık yakalayıverdi de bu çığlık nedeniyle kalble-ri ve çevreleri sarsüdı. Oradaki binalar da yıkılıp paralandı. Evlerinde çök­müş ve hareketsiz durumda kaldılar. Yıldırım çarpmış kimseler gibi düşüp öldüler. "Gerçekten Rabbinin yakalayıvcrmcsİ çok şiddetlidir."[108]

Olanlar olduktan sonra Salih (A.S.) onlara şöyle dedi: Rabbİmin mesajını size tebliğ ettim, öğüt verdim. Söylenmesi gerekeni söyledim, hiçbir şeyi gizlemedim. Ne ki sizler, öğüt verenleri sevmezsiniz. Bu sebeple Rabbİnizin sizleri azablandirması vacib oldu.

Kavminin yokoluşundan sonra Salih'in onlara bu şekilde seslenmesi, Pey­gamber (S.A.V.) in Bedir savaşında Ölüp de kuyuya gömülen müşriklere ses­lenmesi gibidir: "Rabbİnizin vâd ettiklerinin hak olduğunu gördünüz mü?" [109]

 

Lût (A.S.) Un Kıssası

 

80-81- Lût'u da gönderdik, milletine: "Dünyâlarda hiç kimsenin siz­den önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz" dedi.

82- Milletinin cevabı sâdece, "Onları kasabanızdan çıkarın, güya on­lar temiz kalmaya uğraşan insanlarmış" demek oldu:

83- Bunun üzerine Lût'u ve taraftarlarını kurtardık; yalnız karısı, ge­ride kalıp helake uğrayanlardan oldu.

84- Geriye kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak! [110]

 

Bazı Kelimeler:

 

İbrahim (A.S.) ııı kardeşi oğlu olup Ürdün'ün doğusunda Sodom ve çevresindeki köylerde yaşamıştır. Kavmi, Kur'an'm naklettiği kö­tülük ve pis işleri yaparlarmış.Erkeklerle cinsel te­masta bulunarak livata yaparsınız. Allah'ın azabı içinde ka­lanlar. [111]

 

Açıklama:

 

Lût'un, kavmini Allah'a ibadet etmeye davet ettikten sonra onlara şöyle dediğini hatırla: Son derece pis ve çirkin olan bu fiili mi işliyorsunuz? Oysa sizden önce bu fiili hiç kimse işlememiştir. Bu çirkin suçu işlemekle, sizden sonraki insanlara öncü oldunuz. Sadece döl suyunuzu boşa harcamak ve şeh-vetlenmek kasdiyla erkeklere yaklaşıyorsunuz. Siz böyle yapmakla hayvan­lardan da aşağı oldunuz. Hayvanların erkekleri, şehvet için ve nesli devam ettirmek için dişilerine yanaşırlar. Ama ya sizler? Sapıklık sîzi köreltmiş, şeh­vetinizi tatmin etmekten başka bir amacın peşine düşmez olmuşsunuz.

Bu sözlerle, şiddetlice azarlanıp kınanmaktadırlar. "Siz, kadınları bıra-kipîa erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz" demekle onların, selim fıtratlı in­sanlara göre şehvet mahalli olan kadınları terkettiklerine işaret edilmektedir.

Doğrusu siz aşırı giden, hududu çiğneyen azgın bir milletsiniz. Akhn, selim tabiatın, sağlık ye edebin sınırını aştınız.

Lût'un bu protestosuna ve ikna edici delillerle bezeli Öğütlerine karşı kav­minin cevabı; fesattan geri dönmek veya ilâhî gazabın şiddetini hafifletecek bir özür dilemek şeklinde olmadı. Evet, bunlardan hiç bîri olmadı. Aksine cevapları şöyle oldu: o'nun ve beraberinde imân etmiş olanların, sakinleri zalim olan köylerinden çıkarılmasını emrettiler. Böbürlenerek, tahkir edip alaya ala­rak da şöyle bir gerekçe ileri sürdüler: Onlar, fazla temizlik yapan insanlarmış!

Lût (A.S.) ile ilgili olarak Cenab-ı Allah şu haberleri deyeriyor: Allah, Lût'a rahmet meleklerini gönderdi. Kalbi darahp sabrı azaldıktan sonra ken­dilerine beddua ettiği için, kavmine de azâb melekleri gönderildi. Melekler kendisine: Ey Lût! Biz, Rabbinin elçileriyiz. Seni kurtarmak ve sana gelecek saldırıları savmak İçin geldik, dediler.

Sabahladığında Lût'un tasalan dağılmış; Cenab-ı Allah onu ve karısı dı­şında aile efradını kurtarmıştı. Karısı kâfirlerle dost olup işbirliği yaptığı için, Allah'ın azabı içinde kalanlardan oldu. Lût ile aile efradı o köyü terkettiler. Uzaklaştıktan sonra Allah'ın azâb emri o köye geldi. Deprem oldu. Köyün allı üstüne geldi. Üzerlerine, çamurdan pişirilmiş taşlar, yağmur misali yağ-(lıııktı.

Kendilerine karşı, toplumlarına karşı ve Rablcıine karşı suç işleyen suç­luların sonu, bak nasıl oldu?!..

Ahlâkı bozan, milletleri helak eden fasıklığın ve konfor içinde yasayarak Allah'ı unutmanın en doğal cezasıdır bu. Allah'ın, yaratıklara ilişkin ya­sası işte budur. O'nun yasasında asla değişiklik bulamazsın.

Homoseksüelliğin cezası, îmam Mâlik (R.A.): Bu kötü fiili işleyen kİm-se evlenmiş de olsa bekâr da olsa recm ediür; aynı şekilde, edilen kimse de balîğ İse recm edilir, demiştir. İmam Mâlik'ten gelen başka bir rivayete göre; evli ise recmedilir, evlenmemiş ise hapsedilir ve te'dib edilir. Ebu Hanife'ye göre ta'zir edilir. Şafiî'ye göre, zinaya kıyasla, zina haddine tabi tutulur. [112]

 

Şuayb (A.S.) İn Kıssası

 

85- Medyan halkına da kardeşleri Şunyb'i gönderdik, onlum şöyle de­di: "Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Rabbi-nizden size bir belge geldi ölçü ve tartıyı' tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; inanıyor­sanız bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır!'

86- "Allah'a İnananları, yolundan alıkoyup ve o yolun eğriliğini dile­yerek tehdid edip her yolda pusu kurup oturmayın. Azken, Allah'ın sizi ço­ğalttığım hatırlayın; bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın."

81- "İçinizde mademki benimle gönderilene inanan bir topluluk ve inanmayan bîr topluluk var, o halde Allah'ın aramızda hükmünü bildirmesi­ne kadar sabredin. Allah, hükmedenlerin en iyisidir. [113]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şam taraflarında, Maan mıntıkasında yaşamış bir arap ka-bilesidir. Bunlar, Allah'ı inkâr ederlermiş. O'nu bırakıp Eyke'ye taparlarmış. Ölçü ve tartıda İnsanların eşyasını eksilterek verirlermiş. Allah, Şuayb'ı on­lara peygamber olarak göndermiş.Hakkı eksik vermeyin.Korkutursunuz.Onu eğriltmek istersiniz. Âllah sizi çoğaltıp bereketlendirdi. [114]

 

Açıklama:

 

Medyen kabilesine, içlerinden biri olan Şuayb'ı Peygamber olarak gön­derdik. Şuayb, onların en şereflilerindendi. Onlara dedi ki: Ey kavmim! Yal­nızca Allah'a kulluk edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.. Sizin için OL ndan başka bir tanrı yoktur. Sizi ve sizin için her şeyi yaratan O'dur. Benim gerçek peygamber olduğuma işaret eden delil ve ayet, Rabbiniz katından size gelmiştir. Ölçtüğünüz zaman ölçüyü doğru tutun. Tarttığınız zaman da ada­letle tartın. Alışverişte, maddi veya manevi bir hak konusunda insanların hak­larım eksiltmeyin.

Şuayb (A.S.), doğru ölçüp tartmalarını onlara emretmiş; Allah'a ibadet etmelerini emrettikten hemen sonra da, insanların haklarını eksik vermekten onları sakmdırmıştır. Çünkü Lût kavminde, livata (homoseksüellik) fiili nasıl yaygın hale gelmiş idiyse, bunlarda da eksik ölçüp tartmak alışkanlığı yaygın hale gelmişti. Bunlar, insanlardan ölçüp (haklarını) aldıkları zaman, tam olarak alırlardı. Fakat insanlara (verilmek üzere) Ölçtükleri, yahut onlara tarttıkları zaman eksiltirlerdi. Bu, öyle kötü bir ruhî hastalıktır ki, toplum arasında ya­yılırsa, o toplumu yıkar, hakimiyet ve onurunu kaybettirir.

Şuayb dedi ki: Ey kavmim! Zulüm, rüşvet, insanların mallarını haksız yere yemek, günah ve hayasızlık işlemek, ahlâkî çöküntüyü yayma yoluyla toplumu yozlaştırmak gibi, her ne türde olursa olsun yeryüzünde fesad çıkar­mayın.

İslahından sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. Cenab-ı Allah insanları hayır ve iyilik sevgisi üzerine yaratarak, doğru yola meyilli kılıp, kendilerine hidâyet ve İrşâd rehberi peygamberleri göndererek islâh edip düzene soktuğu yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Canlara, mallara, akıllara ve ırzlara sal­dırma ve tecavüz etme yoluyla, yeryüzünde bozgunculuk yapmamanız gere­kir.

Sizi muhatap kıldığım bu emir ve yasaklar sizin için hem dünyada, hem de ahirette yararlıdır. İki cihan saadetinizi garanti ederler. Tabii eğer gerçek­ten bana ve benim, peygamberliğime inanıyorsanız.. Görülüyor ki, insanları kötülükten alıkoymak İçin sadece bilgi yetmiyor. Bilginin yamsira, katıksız kalbî bir iman, ruhî bir doğrulama ve nefis ile arzulara karşı durmak da ge­rekiyor.

Şuayb onlara dedi ki: Ey kavmim! Yolların başında oturup da, İman eder­lerse insanları imandan alıkoymayın. İman etmeleri halinde kötü durumlar­la karşılaşacaklarını söyleyerek onları tehdid etmeyin.

(îbn Abbas'ın hadisinde anlatıldığı gibi.Kureyşliler de böyle yaparlarmişİnsanlardan Allah'a imân edenleri, Allah'ın yolundan çevirmeyin.

Kendi tavsiyeleriniz, yalanlamalarınız, Allah'a karşı iftiralarınız ve ger­çekleri çarpıtmanızla, Allah'ın yolunda eğrilik meydana getirmeye çalışma­yın.

Allah'ın, üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Hani bir zamanlar malınız, adamlarınız ve gücünüz azdı da Cenab-ı Allah İçinize bereket koydu, malını­zı arttırdı, sayılarınızı çoğalttı, şerefinize şerefler kattı. Ad, Semûd ve Lût kav­minden zalimlik yapan fesadçılarm sonunun nice olduğunu, ibret nazarıyla bakın da görün.

İçinizden bir kısmınız, benimle gönderilen şeylere inanmış, ama diğer taraftan bir kısmınız da inanmamıştır, öteden beri insanlar bu haldedirler. Böyle olunca da ey mü'minler! Cenab-ı Allah aramızda hüküm verinceye ka­dar sabredip bekleyin. O'nun vereceği hüküm adilânedir. Yüce Allah, ina­nan mü'min kullarının muzaffer olmasına; zulmeden müfsidlerin ise yok edil­mesine hükmetti. O, hüküm verenlerin en hayırhsıdır. [115]

 

Şuayb (A.S.) Kıssasının Devamı

 

88-89- Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri, "EyŞuayb! Ya di­nimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları seninle beraber ka­sabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb, onlara: "İstemezsek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbİmizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbİmizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Allah'a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen hüküm ver, Sen hükme­denlerin en hayırhsısm" dedi. [116]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hüküm ver. [117]

 

Açıklama:

 

Şuayb (A.S.), kavmine; sadece Allah'a kulluk etmelerini, doğru ölçüp-tartmalannı, yeryüzünde fesad çıkarmamalarını emretti. Onun bu emir ve tav­siyesine karşı, kavminin büyüklük taslayan, Allah'a ve Resulüne inanmaya tenezzül etmeyen, yeryüzünde bozgunculuk yapan ileri gelenlerinin cevabı şu oldu: Ey Şuayb! Baba ve dedelerimizin dininden başka bir din edinerek alev­lendirdiğiniz ayaklanma dursun ı ve fitne sakinleşsin diye seni ve beraberin­deki inanmışları Allah'a andolsunki, memleketimizden çıkaracağız,. Ya sizi memleketimizden çıkarırız. Ya da dinimize döner ve toplumumuza katılırsı­nız. Bu ikisinden başka yolunuz yoktur.

Şuayb (A.S.) onlara dedi kî: Size şaşıyorum. Dininize dönmemizi emre­diyorsunuz. İstemesek de mi döneceğiz?

Ne durumda olduğumuzu ve inancın kalblerimizi ne derece etkilemiş ol­duğunu bilmediğiniz için, bizden bu gibi isteklerde bulunuyorsunuz.

Şuayb (A.S.), bu önemli ikinci durumda onları reddederek şöyle dedi: Küfür ve sapıklıktan ibaret olan dininize döndüğümüz takdirde Allah'a karşı iftira etmiş oluruz. Çünkü kâfir; ortağı ve çocuğu bulunduğunu iddia etmekle, Allah'a karşı yalan uydurmuş olmaktadır. Dinden dönen (mürted) ise daha günahkâr ve daha fazla yalancıdır. Çünkü o, başkasına, gerçeği bildikten sonra lekrar eski haline döndüğünü velim ettirmektedir.

Allah, bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar dininize mi döneceğiz? Doğ­rusu bu çok tuhaf bir şey olur! Allah,arkadaşlarımi ve onlarla beraber beni de ondan kurtardıktan sonra dininize dönecek olursak, yalan ve küfrümüz ne kadar büyük olur. Sizin dininize asla geri dönecek değiliz. Allah dileme­dikçe, hiçbir durumda, hiçbir kimse bizi dininize geri döndüremez. Ancak Allah'ın dilemesi müstesnadır. Çünkü üzerimizle tasarrufta bulunan O'dur. (Bu, çok beliğane bir protestodur). Allah, ilmi geniş olandır. Nimeti bol olandır. Halkının durumunu en iyi O bilir. Onlar için sadece hayır ve iyilik diler.

Onların Allah katındaki inançları buydu. Gerçekten mü'min oldukları­na inanıyorlardı. Hiçbir tehdid onları ilgilendirmiyor ve korkutmuyordu. Ve diyorlardı ki: Allah'a dayanıp güvendik. O'na yöneldik. O'ndan başka önem­senecek bir şey yoktur.

(Bu da delilli, bir başka protestodur). Şuayb (A.S.) onların İmân etmele­rinden ümidini kestikten sonra şöyle buddua etti: Rabbİm! Benden önce pey­gamberlerle kâfirler, hatta her haklı İle haksız arasında uyguladığın kanu­nun uyarınca benimle kavmim arasında hak ile hükmet. Sen adalet, nezahet ve ihatalı bir şekilde hüküm verenlerin en iyİsisin. Ey eksikliklerden münez­zeh yüce Rabbim! Sensin, adaletle hükmeden... [118]

 

Kâfirlerin Sonu

 

90- Milletinin inkâr eden ileri gelenleri, "Şuayb'a uyarsanız, and ol­sun ki siz kaybedersiniz" dediler.

91- Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çö-küverdiler.

92- Şuayb'ı yalanlayanlar, yurtlarında sanki hiç yaşamamışlar gibi ol­dular, izleri bile kalmadı. Mahvolanlar, Şuayb'ı yalanlayanlar oldu.

93- Şuayb onlardan döndü de, "Ey milletim! And olsun ki, Rabbimin sözlerini size bildirdim, öğüt verdim; inkarcı millet için niçin üzüleyim?" de­di.

94- Biz hangi kasabaya bir peygamber gönderdikse, ora halkını, yal­varıp yakarsmlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır.

95- Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp, "Babala­rımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı" dediler. Bu yüzden onları, haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik. [119]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hareket, kıpırdanma, sarsıntı. Ayette bu kelimeyle dep­rem ve azap kast edilmektedir.İkamet ederler. Şiddetli hüzün. Başkent gibi, liderleri bir arada bulunduran şehir. Savaş veya fakirlik gibi şiddet ve meşakkat.Beden veya geçimi bakımından insana zarar veren şey.Yal­varıp yakarırlar. Üreyip çoğaldılar. [120]

 

Açıklama:

 

Medyen'İn gözdesi ve eşrafı olan kâfirler, zayıf ve güçsüz durumdaki mü­minlere şöyle dediler: Şuayb'a uyarsanız. Andolsun ki, şerefinizi kaybedersi­niz. Çünkü ona uymakla atalarınızın dinini bırakmış, bilmediğiniz ve alış­madığınız bir dine bağlanmış oluyorsunuz. Eksik ölçüp tartma ve insanların mallarını yeme alışkanlığını bırakmakla, fazla kazanç elde etme yolunu bıra­kıyorsunuz. Böylece dünyanızı da kaybetmiş oluyorsunuz.

Şuayb ve beraberindeki inanırları yurtlarından çıkarma tehdidinde bu­lundukları için, büyüklük taslayan kimseler olarak nitelendirildiler. Burada kâfirlikle nitelenmeleri ise, onların sapıklıklarına ve inananları Allah'ın yo­lundan geri çevirmelerine uygun düşmektedir.

Şuayb kavminin cezasına gelince; onları bir sarsıntı ya kalayı verdi. Bü­yük bir çığlığa tutuldular. Şiddetli bir depreme yakalandılar. Yerlerinde diz üstü çökmüş, hareketsiz bir durumda kuruyup kaldılar.

"Şuayb'ı yalanlayanlar, zaten yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular." mealindeki ayet-i kerime ile, onların, diyarlarından mahrum kaldıkları ve da­ha önce orada hiç ikamet etmemiş gibi yurtlarından çıkarıldıkları kastedil­mektedir. Bu da onların:

"EyŞuayb! Seni ve beraberindeki inanmışları mutlaka memleketimizden çıkaracağız" demelerine karşılık oldu.

"Eğer Şuayb'a uyarsanız, andolsun ki, o zaman siz kayba uğrayanlardansınız" demelerine karşı Cenab-ı Allah, "hasr" yoluyla onlara şu karşılığı verdi: "Şvaybı yalanlamış olanlar, hüsrana uğrayanlar, işte on­lardır?' Doğrudur... Dünya ve ahirette kayba uğrayanlar, yalnızca kâfirlerdir. Başkaları değil.. Şuayb ise onlardan yüz çevirerek şöyle dedi: Doğrusu ben size Rabbimin mesajlarını ilettim. Dünya ve ahirette yararınıza olacak husus­ları size tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Müjde veren, yerine göre korkutup uyaran kimse karşı taraf için mazeret bırakmaz. Özür bırakmayan kimse, ken­disine isyan edip inanmayan ve kâfir olanlar için nasıl tasalanır!!!

Hiçbir kasaba ve şehire Peygamber göndermedik ki, oranın sakinleri ona isyan edip onu yalanlasın da,Biz onları şiddet ve hoşlanmadıkları şeylerle ya-kalamıyalım ve kıtlık seneleriyle karşılaşmasınlar. Belki böylece Rablerine yal­varıp yakarır ve sığınırlar. Allah'ın, yaratıklarına uyguladığı yasası işte budur. O'nun yasasında asla bir değişiklik bulamazsın.

Bozgunculuktan vaz geçsin ve Rabbine yönelsin diye Allah, insana mu­sibet incirin De ki, aslında kötülüklerden caydırıcı olan musibetler, insanla­rın çoğunu bozgunculuktan caydiramıyor. Şu ayet-İ kerime, bunların duru­munu ne kadar güzel tasvir ediyor: "Hiç olmazsa, böyle şiddetimiz geldiği zaman bari yalvarsaydılar! Fakat kalbleri katılaşmış, şeytan da bütün yaptık­larını kendilerine süslü göstermişti".[121]

Sonra darlık yerine onlara genişlik, yoksulluk ve sıkıntı yerine zenginlik ve bolluk verdik. Nihayet üreyip çoğaldılar. Malları arttı.,. Zengin oldular. Belki ibret alırlar diye Allah kendilerine her iki durumu da gösterdi. Her iki yönde de onlara imkân tanıdı. Ama isyankârlar şöyle derler: İşte babaları­mıza da hem tasa hem kıvanç isabet etti. Darlık ve genişlikle, zorluk ve ko­laylıkla karşılaştılar. Biz de onlar gibiyiz. Onlardan ne farkımız var?

Bu, zamanın gösterdiklerinden ders ve ibret almayan kimselerin sözü­dür. Bu olaylarda imtihan ve istidrac yok mudur? Kendi benliklerindekileri-ni değiştirmedikçe, Allah'ın bir toplumu değiştermeyeceğini bilmiyorlar mı? Buna rağmen büyüklük taslayıp, imândan yüz çevirdiler, haktan uzaklaşıp asi oldular ve şu cezaya çarptırıldılar:

Bozgunculuklarında şaşkın şaşkın çabalamakta ve körlüklerinde zaman Öldürmekle İken, onları beklenmedik bir anda y:ı kalayı verdik ve ;ı/;ıb ila ansızın üzerlerine indi. "Kendilerine hatırlatılan şeyleri unuttuklarında, üzer­lerine nimet ve zevklerden herşeyin kapılarım açtık. Nihayet kendilerine veri­len bu genişlik ve serbestlikle tam ferahlandıkları anda, onları ansızın yaka­ladık. Artık o anda, bütün ümitlerden mahrum kaldılar!"[122]

İbret alın ey basiret sahipleri! Başkalarının başına gelenlerden ders ahn! Bu, Allah'ın yasasıdır. O'nun yasasında asla bir değişiklik bulamazsın! [123]

 

Allah'ın Ümmetlere Îlîşkîn Yasası

 

96- Eğer kasabaların halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış

olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.

97- Kasabaların halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gel­mesinden güvende miydiler?

98- Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın ken­dilerine gelmesinden güvende miydiler?

99- Onlar Allah'ın düzeninden güvende miydiler? Allah'ın düzenin­den, ancak mahvolacak millet güvende olur. Sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olan kimselere hâlâ şu açıkça anlaşılmadı ki; Biz dikseydik onları da suçlarının cezasına uğratırdık.

100- Kalblerini kapatıp mühürleriz de birşey duymazlar.

101- Ey Muhammedi îşte kasabalıların haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki, onlara peygamberleri belgeler getirdi; önceleri yalanladıkların­dan ötürü inanmadılar. Allah kâfirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.

102- Onların çoğunda ahde bağlılık göremedik, çoğunu fâsık kimse­ler olarak bulduk. [124]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onlara kolaylaştırdık.Yer ve gö­ğün; ilim, yağmur ve bitki gibi maddî-manevî hayırları. Güneşin, yükselerek kâinatın aydınlıkla dopdolu hale gelmesi.Onlara bel­li olmadı mı?

Vasiyet. Sözleşme gibi, iki taraf arasında olur. Bir kim­senin bir şeyi taahhüd etmesi gibi, tek taraflı da olabilir. [125]

 

Açıklama:

 

Eskiden olduğu gibi şimdi de Allah'ın evrendeki düzene ve yaratıkları­na uyguladığı yasası işte budur.

Ey insanlar! Özellikle siz ey araplarm şirk liderleri! İbret ve öğüt alın. Peygamberlerini yalanlayan ve Rablerine inanmayan memleketlerin ahalisi, küf­redeceklerine iman etselerdi, isyan edeceklerine takvalı olsalardı Cenab-ı Al­lah; ilim, hidâyet, vahiy, ilham, yağmur ve bulut gibi göklerle yerin hayır ka­pılarını onlara açar; bitki maden, bolluk ve hazineler gibi yeryüzünün hayır­larından yararlanmalarını kolaylaştırırdı. Yani iman etselerdi, Cenab-ı Allah, her taraftan onlara hayırlar nasip ederdi.

Ama onlar yalanlayıp küfrettiler. İşledikleri günahlar dolayısıyla Ceııalı-ı Allah'la onları, her şeye galib olan zata yaraşır hiı şekilde azap ile yakalayı-verdi. Onlar, ellerinden geleni yaptılar. Allah'da onları ansızın.yakalayıverdi. Bütün bunlardan sonra o kasabaların sakinleri, geceleyin yatıp uyumaktay­ken azabımızın kendilerine gelmesinden emin mi oldular?!.. O kasabaların sakinleri, kuşluk vakti, güpegündüz oyun oynamaktayken azabın kendilerini

yakalamasından emin mi oldular?!.. Boş ve yararsız şeylerle uğraşan kimse, oyun oynuyor ve eğleniyor demektir. Yani sizler geceleyin azaba yakalanmaktan emin olsanız da gündüzleyin yakalanmaktan emin olamazsınız. Veya gündüz-ieyin azaba yakalanmaktan emin olsanız da geceleyin yakalanmaktan emin olamazsınız. İkisinden birine mutlaka yakalanırsınız. "Onlar, Allah'ın dü­zeninden emin mi oldular?". Cenab-ı Allah onları daha çok kınayıp azarla­mak için, inkâr anlamını taşıyan bu soruyu tekrarladı. Bu soru cümlesi, ayet-i kerimesine atf edilmiştir. Bu sebeple fiilinin başında (fa) harfi yer almıştır. Allah'ın düzeni; yaptıkları düzenler ve tuzaklar dolayısıyla onlara ceza vermekten, azan kulunu, hiç beklemediği bir taraftan yakalamasından ibarettir. Ama yakalamadan Önce ona bir süre tanır. Bir ayağını cennetin kapısından içeri atmış olsa bile akıllı kimsenin, Allah'ın düzeninden emin olmaması gerekir. Şu halde ayet-i kerimenin ifade ettiği anlam şu olmalıdır: Rabbin, gece veya gündüz, onları ansızın yakalar. Yoksa Allah'ın düzeninden emin mi oldular?! Eğer durum buysa, onların kavminden başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz. Sahiplerinden sonra yeryüzüne varis olan bu insanlar, Özellikle Kureyşli müş­rikler, bu eksiksiz açıklamadan sonra Allah'ın yaratıklara ilişkin yasasının değişmeyeceğini bilmiyorlar mı? Kendilerinden önceki toplumlara yaptığımızı kendilerine de yapacağımız onlara halâ açıklanıp anlatılmadı mı? Daha ön­ce benzerlerini, farkında olmadan ansızın yakaladığımız gibi, dilersek onları da günahları dolayısıyla yakalayıp azaba çekeriz. Kalblerinin üzerine mühür basarız. Artık hikmet ve öğütleri kabul ve düşünme kulağıyla işitemezler. "Bunca ayetler (alâmetler) ve azapla korkutmalar, imân etmeyecek bir kavme fayda vermez!"[126]

Anlatılan bu memleketlerle ilgili olarak ibret, öğüt ve teselli içeren bazı haberleri sana aktarıyoruz. Peygamberleri apaçık belgeler ve harika mu­cizelerle onlara geldiler. Ama onlar, davetin başlangıcında yalanladıkları şeylere İnanmazlar. Peygamberlerin doğruluklarına işaret eden ayetler onlara fayda vermedi. Cenab-ı Allah, inanmayan bu ümmetlerin kalblerini mühürlediği gibi, inanmaya davet edilen toplumun kâfirlerinin de kalblerini mühürleye-cektir. Ey Muhammedi Onlar için tasalanma... Kâfirliklerinden dolayı da hü­zünlenme. Fıtrat, şeriat veya örfle İlgili ahidlerde, onların çoğunda vefakârlık görmedik. Çoğunda kelimesini kullanmakla, onlardan bazı kimselerin imân edip ahdine vefa ettikleri imâ edilmektedir. [127]

 

Musa Peygamberin Kıssası

 

103- Sonra peygamberlerin ardından Musa'yı âyetlerimizle Firavun ve erkânına gönderdik. Âyetlerimize karşı haksızlık ettiler. Bozguncuların so­nunun nasıl olduğuna bir bak.

104- Mûsâ, "Ey Fİr'avun! Ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.

105- Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır. Size Rabbi-- nizden bir mucize getirdim, İsrâiloğullannı benimle'beraber koyver" dedi.

106- Fİr'avun: "Bir mucize getirdiysen ortaya koy bakalım, doğru söz­lülerden îsen bunu yaparsın" dedi.

107-108- Mûsâ, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan oluverdi; elini çıkardı, bakanlar, bembeyaz olduğunu gördüler.

109-110- Fİr'avun milletinin ileri gelenleri, "Doğrusu bu, bilgin bir si­hirbazdır, sizi memleketinizden çıkarmak istiyor, dediler. Fİr'avun: Ne buyu­rursunuz?" dedi.

111-112- "Onu ve kardeşini eğle; şehirlere toplayıcılar gönder, bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler" dediler.

113- Sihirbazlar Fir'avun'a geldi, "Yenecek olursak bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?" dediler.

114- Fİr'avun, "Evet, yenerseniz gözdelerden olacaksınız" dedi.

115- Sihirbazlar: "Ey Mûsâ! Marifetini ya sen ortaya koy veya biz koyalım" dediler.

116- Mûsâ: "Siz koyun " dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyun­ca insanların gözlerini sihirlediler ve onları ürküttüler, büyük bir sihir yaptı­lar. [128]

 

Bazı Kelimeler:

 

İmranoğlu Musa, îsraüoğullannın peygamberidir. Eski devirde Mısır krallarına verilen lakab. Bu Firavun'un asıl adının mün-fetah olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Yaraşır, gerekir. Bana ne tavsiye edersiniz.?Alıkoy, geri bırak. Ertele. Toplayıcılar. [129]

 

Ön Bilgi:

 

Musa (A.S.) in kıssası, önceki peygamberlerin kıssalarından ayrı olarak aktarılmıştır. Önceki peygamberlerin hepsinin kıssası aynı paraleldedir! Çünkü onlardan her biri kendi ümmetine peygamber olarak gönderilmiş, ümmetleri kendilerini yalanladıkları İçin de azaba uğratılmışlardı. Ama Musa (A.S.), kendi kavminden başkalarına gönderilmişti. Mucizesi açık ve net idi. Kavminin ço­ğu kendisine iman etti. Şeriatı, Muhammed (S.A.V.) in şeriatine en yakın ola­nı idi. Çünkü dinî ve dünyevî hükümleri kapsıyordu. Uygarlık ve düzeni olan bir ümmeti kurmuştu. Bu sebeble Musa (A.S.)'ın kıssasının Kur'an-i Kerim’de detaylı olarak anlatılmış olduğunu ve Musa adının da yüz defadan fazla zikredildiğini görmekteyiz. [130]

 

Açıklama:

 

Bu peygamberlerden sonra Musa'yı, gerçek peygamber olduğuna ve doğ­ruluğuna delâlet eden ayet ve mucizelerimizle Firavun ve erkânına gönder­dik. Ona haksızlık edip küfrettiler. Haksızlık ve küfrün, aynı kaynaktan çık­tıkları şüphe götürmez bir gerçektir. Doğrusu şirk, büyük bir haksızlıktır. Şu da var ki;on!ar böyle yapmakla hem kendilerine zulmettiler, hem de MusaL ııın yolundan geri çevirip eziyet ettikleri için başkalarına zulmettiler. Musa-nın kendi kavminden başkasına peygamber olarak gönderildiği anlatıldı. Fi­ravun ve topluluğuna gönderildi. Çünkü o, Israiloğullârmı Firavun ve tuza­ğından kurtarmak için; Firavun ve yakın çevresinin sömürdüğü insanları kur­tarmak için peygamber olarak gönderilmişti. Mısır halkı da adeta köleleşti-rilmişti. Şunu da belirtelim ki, Firavun ve erkânı imân etmiş olsalardı, hal­kın hepsi iman edecekti.

Bir bak. Bozguncuların sonu nice oldu? Musa peygamberin kıssasının özeti ve ibret alınacak yeri burasıdır. Şimdi de kıssayı genişçe ele alalım:

Musa dedi ki; Ey Firavun! Doğrusu ben, her şeye hâkim olan, alemlerin Rabbİ taraından gönderilen bir peygamberim. Bana Allah hakkında doğru olanı söylemek yaraşır. Bundan başkası nasıl mümkün olur ki? Ben, alemle­rin Rabbinİn elçisiyim. (Görülüyor ki Musa peygamber, sara yüce mevlânın elçisi olduğunu, yalandan korunmuş ve mucizelerle desteklemiş olduğunu veciz bir şekilde ispatlamıştır.) Ey kavmim! Rabbinizden size apaçık delil ve hüc­cetlerle geldim. Bu delilleri ben uydurmadım. Aksine bunları göklerin, ye­rin, Firavun ve Haman'm Rabbi olan bir Allah'ın katından getirdim. İşte şu Firavun mahluktur, zayıf ve güçsüzdür. İbadet edilecek bir Rab değildir. Madem böyle, ey Firavun! İsrailoğullarmı bizimle beraber gönder, onlara azab etme.. Rabbinden sana bir ayetle gelmişiz. Selâm, hidayete tabi olanın üzeri­ne olsun..

Firavun dedi ki: Eğer iddia ettiğin gibi bir ayet getirmişsen ve de iddiası doğru olanlardan isen, haydi getir de göster delilini!

Musa, ona sözle değil de fiille cevap verdi. Asasını bıraktı. Bir de ne gör­sünler? Asası, apaçık görünen, hareket eden, yer değiştiren gerçek bir yılana döndü. Asasını bıraktıktan sonra elini gömleğinin cebinden çıkardı. Eli bem­beyaz, ve pırıl pırıldı. Hakanların gözlerini alıyordu.

Tefsir kitaplarında yılan, asâ ve elle ilgili bir takım' rivayetler yer almak­tadır. Allah bilir ya bunlar Vehb bin Müncbhih. Kâ'b el-Ahbar ve benzerleri­nin hayallerinin ürünüdür.

Evet, bundan sonra neler.oldu ve neler söylediler?

Firavun'un kavminden ileri gelen eşraf tabakasına mensup kimselerle.Fi-ravun'un yakınları dediler ki: Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır. Sihrin her türlüsünü biliyor. Büyü yaparak servetinizi elinizden almak, sizi yurdunuz­dan çıkarmak ve sizi saltanitmızdan yoksun bırakmak istiyor. "Onlar, Mûsâ ile Harun'a: "Sen bizi, babalarımızdan bulduğumuz yoldan çevirmek için mi geldin? yeryüzünde saitanat ikinize ait mi olacak? Biz, ikinize de imân etmeyiz" dediler."[131]

Firavun, onlara: Ne tavsiye edersiniz? dedi. Ona, şunu söylediler: Musa ile kardeşi hakkındaki kararını ertele. Şehirlere askerlerini ve casuslarım gönder de sana sihirbazları toplasmlar ve buraya, senin yayma getirsinler. Böylece bütün biigüi sihirbazlar, huzurunda toplanmış olurlar. "O halde biz de senin sihrin gibi, sana bir sihir yapacağız,: Şimdi sen, kendinle bizim aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et; ne senin, ne bizim caymıyacağımız uygun bir yer olsun,"

(Musa, Firavun'a cevaben) dedi kî: "Seninle buluşma zamanı, süs (bay­ram) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir. Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarım toparladıktan sonra geldi!'[132]

Her taraftan ve her tepeden sihirbazlar geldiler. Firavun'a: Musa ve sih­rini yenmeyi sağlayacak büyük işler yaptığımız takdirde bize ödül var mıdır? dediler. Firavun: Evet ... dilediğiniz ücreti alacaksınız. Ayrıca meclisime ya­kın kimseler olacaksınız, dedi. Böylece sihirbazlar malî ve manevî ağırlığa sa-hib oldular.

Sözleştikleri günde toplandıklarında sihirbazlar Musa peygambere; Sih­rini önce sen mi göstereceksin, yoksa biz mi? dediler. (Kendine güvenen­ler böyle konuşurlar). Musa dedi ki: Atacağınızı atın. "Bu sizin yaptığı­nız şey-sihirdir. Muhakkak ki, Allah onu boşa çıkaracaktır. Doğrusu Allah, müfsidlerin işini düzeltmez?'[133]

Büyücüler sihirlerini ortaya atmca.oradaki seyircilerin gözlerini büyüle-diler, içlerine korku saldılar. Kalblerini korkuyla doldurdular. Görünürde çok büyük bir sihir ortaya koydular. El çabukluğu ve seri hareketlerle ya da değ­nek üzerinde cıva veya-gözleri etkileyen buhur kullanarak insanların gözleri­ni büyülediler.

Kur'an-ı Kerim'de geçen "İnsanların gözlerini büyülediler", "Onların ipleri ve sopalan, yaptıkları sihirden ötürü, kendisine, gerçekten koşuyormuş hayalini verdi."[134] gibi ifadelerden sihrin, insanın sadece hayalini etkilediği­ni, L-şynnın lutkiknimi et ki içmediğini imliyoruz. Sihirle mucize arasındaki fark İşte budur. Şöyle ki: Mücîzc, peygamberlik iddia eden kinı.sc Umıfındau gösterilir. Sihir ise fasik kimse tarafından gerçekleştirilir. Eski Mısırlılar sihir bilirlerdi. Hayal olmakla birlikte sihrin birçok türü vardır. Mucize ise ger­çektir. Mucize izhar edenler, her hangi bir ustanın Öğretmesine gerek duyma­dan izhar ederler. [135]

 

Sihirbazlar, Mûsâ Ve Firavunla Birlikte

 

117- Biz de Musa'ya, "Asanı koyver" dedik, o da koyverdi; hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı.

118- Hak tahakkuk etti, onların yaptıkları boşa gitti.

119- İşte orada yenildiler, küçük düştüler.

120-122- Sihirbazlar secdeye kapanıp, "Âlemlerin Rnbbinc, Mûsiî ve Harun'un Rnbbinc inandık" dediler.

123-124- Fir'avun: "Ben size izin vermeden rai O'na inandınız? Doğ­rusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir, fnkıtt si/, göre­ceksiniz. And olsun ki, ellerinizi ayaklarınız Çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım" dedi.

125-126- Onlar da: "Doğrusu biz ancak Rabbimize döneriz. Rabbimizin âyetleri gelince, onlara inanmamızdan ötürü bizden öç alıyorsun. Rabbi-mizl Bize sabır ver ve canımızı müslim olarak al" dediler. [136]

 

 

Bazı Kelimeler:

 

Çabucak ve ustaca alıp yuttu. İfk; bir şeyi aslî şeklinden başka bir şekle sokmak. Sözü mecrasından çevirdiği, yani asıl yö­nünden başka yöne saptırdığı için yalancıya "effâk" denilir. Asıl yönünden saptırılan her şeye me'fûk denir. îfk, yalan söylemekle bazan sözde olur. Si­hir yapmakla da bazan davranışlarda olur. Döndüler. Ki­şiyi, hile yaparak hedefinden saptırmak. Sağ eli sol ayakla veya sol eli sağ ayakla birlikte kesmek.Zorluyorsun, hoşlanmıyorsun, in­tikam alıyorsun, Her tarafımızı kaplayacak olan bir sabır üze­rimize yağdır. [137]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, Musa'ya, asasını yere bıraksın diye vahyetti. Bir de ne görsünler. Asası, apaçık görülen bir ejderha oluvermişti. Sihirbazlar, karar­laştırılan günde ve yerde hazır olduklarında insanların gözlerini büyüleyin-ce, Cenab-ı Allah, Musa'ya ikinci kez "Asanı bırak" diye vahyetti. Asasını bıraktı. Bir de baktılar ki, asası, sihirbazların ortaya attıkları sihirli iplerin ve değneklerin üzerine geliyor, büyülerini boşa çıkarıyor ve onları yutuyor.

İbn Abbas (R.A.) dedi ki: Musa'nın asası, uğradığı sihirli ipleri ve değ­neklerin hepsini yutuyordu. Sihirbazlar asanın sihirli olmayıp gökten geldi­ğini anladılar ve hep birlikte secdeye kapandılar. Bazı kimseler âyet-i kerîmenin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Musa'nın asası, onların büyülerini boşa çıkardı; yaptıklarının içyüzünü İnsanlara açıkladı. İşi hak­tan batıla çevirmek için yaptıkları uğraşı bozdu.

Hz. Mûsâ'nm asasının bu özelliğe sahib olduğu sihirbazlar tarafından anlaşılınca hak ortaya çıktı. Bu asanın, bildikleri türden bir sihir olmadığına inandılar. Mûsâ'nm sihirbaz olmayıp peygamber olduğu sabit oldu ve sihir­bazların uğraşları da boşa gitti. Musa, Firavun'u ve onun kararlaştırılan günde toplanan adamlarını Allah'ın emir ve kuvvetiyle mağlup etti. Utanç ve peri­şanlık elbiselerini çekerek, hor ve aşağılanmış olarak geri döndüler. Sihirbazlar •—arkadan birisi onları yere atıyormuş gibi— hep birden secdeye kapandılar. Hak onları şaşırtmış, nûr da onları imâna sevkctmişti. Gördükleri şey karşı­sında kendilerini tutamadılar ve:Biz, alemlerin Ralıbİııc, Mûsâ ile Harun'un kcibbiııc imân ettik. O, inançsızların nitelemelerinden üstün ve arınmıştır, de­diler.

Hak gelip batıl gidince sihirbazlar imân ederek hep birlikte secdeye ka­pandılar. Bunda da Firavun ve topluluğuna karşı şiddetli bir tehlike vardı.

Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden mi Musa'ya imâîı ettiniz? Sizin bu yaptıklarınız ancak şöyle açıklanabilir: Önce Musa'ya düşman olduğunuzu gösterdiniz. Sihrinize güvendiniz. Onu yenmek istediniz. Ama bununla bera­ber, denedikten sonra onun tarafına geçmeye ısrar ettiniz. Doğrusu bu bir düzendir, bundan daha kurnazca bir düzen var mıdır? Bu işi şehirdeyken plân­ladınız. Sağlam bir karara bağladınız. Sonra da burada halkın ve bizim önü­müzde bu plânınızı uygulama alanına koydunuz. Siz; sadece ahaliyi şehirden çıkarıp İsrailoğullarıyla birlikte tek başınıza bu şehirde yaşamak istediğiniz için bütün bunları yaptınız. "O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür.”[138] Size ne yapacağımı ileride göreceksiniz. Sizi cezalandırıp azaplandir-mak için, ellerinizi ve ayaklarızı çaprazlama keseceğim. Sonra da hepinizi ağaca asacağım. Ölünceye kadar öylece kalacaksınız. Başkalarına ibret olacaksınız. Ama onlar, Allah'a güvenen mü'min kimselere yaraşır biçimde Firavun'a cevap verdiler. Bunda bizim için bir zarar söz konusu değil. Bütün işler, Al­lah'ın elindedir. Ömür her ne kadar uzun da olsa, dönüş Allah'adır. Beden fanidir. Bizler mutlaka Rabbimize döneceğiz. Elinizden hiçbir şey gelmez. An­cak bizi öldürmekle, Allah'a mutlak olan karşılaşmamızı çabuklaştırmış ola­caksınız. Ne diye bizden hoşlan miyorsunuz? Apaçık deliller geldikten ve göz­lerimiz Önünde mucizeler zuhur ettikten sonra Allah'a ve peygamberine imân ettiğimiz için bizden intikam alıyorsunuz. Biz, sihri ve etkisini sizden çok da­ha iyi biliriz. Rabbimiz! üzerimize yağmur gibi sabır yağdır. Senin doğru yo­lundan yürüyebilmek için ayaklarımıza sebat ver. Bizleri müslümanlar ola­rak öldür. Şüphesiz Sen güçlüsün ve hikmet sahibisin. [139]

 

Firavun Ve Erkânı, Mûsâ Ve Kavmi İle

 

127- Firavun milletinin ileri gelenleri: ' 'Mûsâ 'yi ve milletini yeryüzün­de bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını bıraksınlar diye mi koyveriyor-sun?" dediler. Fir'avun: "Onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bı­rakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz" dedi,

128- Mûsâ milletine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin; yeryüzü şüphesiz Allah'ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı kılar; sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" dedi.

129- Milleti: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyet çektik" dediler. Mûsâ da: "Rabbinizin, düşmanlarınızı yok etmesi ve yeryü­zünde sizi onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl davranacağınıza bakar" dedi. [140]

 

Bazı Kelimeler:

 

Seni terkeder. Sağ bırakır. [141]

 

Açıklama:

 

Sihirbazlar ve onlara uyan insanlar, büyük bir topluluğun gözleri Önün­de Musa'ya katılıp ona imân ettiklerinde, bu durum Firavun ve adamlarım rahatsız etti. Yataklarında uyuyamaz oldular. Firavun'a dediler ki: Kendi din­lerinin propagandasını yapsınlar, topluluklarını çoğaltsınlar, seni ve tanrıla­rını ter ketsin! er, ne sana ne de senin tanrılarına tapmasınlar diye Mûsâ ve kav­mini yeryüzünde serbest mi bırakacaksın. Doğrusu bu, yeryüzünde düzenin bozulmasına ve saltanatın elimizden çıkmasına yolaçacaktir.

Firavun dedi ki: Oğullarını öldürtürüz. Kadınlarını sağ bırakırız. Böyle yaparsak, çoğalamazlar. Nitekim Musa'nın doğmasından önce de böyle yap­mıştık. Böyle yaparız ki; bu işleri yapmaya muktedir olduğumuzu, üzerlerin­de c/.ici gi'ıcc siihib olduğumu/u anlasınlar. "Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Mûsû'yı öldüreyim de O liubbinc dııû elsin. Çünkü ben, onun, dininizi de­ğiştirmesinden, yahut yeryüzünde bir fesad çıkarmasından korkuyorum."[142]

İsrailoğıılları, Fiıavun'un böyle söylediğini işitince korktular. Musa, onları teskin edip şöyle dedi: Sadece Allah'tan yardım dileyin. O'nım gücü her şeye yeter. Sabredin. Sabır, mü'minin silahıdır. Bilin ki, yeryüzü Allah'ındır. Kul­larından dilediklerini yeryüzüne mirasçı kılar. Bilin ki, iyi son, Allah'tan sa­kınanlar içindir. Zafer, mü'minlerindir. Firavun ve kavminin zannettikleri gibi değil.

Ne var ki, bu tavsiyeler, onların korkularım dindirmedi. Keder ve üzün­tü, kalplerini tİtrete titrete şöyle dediler: Ey Mûsâ! Senden önce de, senin pey­gamber olmandan sonra da eziyet edildik. Artık zulüm edilmekten bıktık. Çok acılar tattık. Çocuklarımız Öldürüldü. İşkencenin en kötüsünü bize çek­tirdiler. Bugün ne halde bulunduğumuzu İşte sen de görüyorsun.

Mûsâ, onlara şöyle dedi: Allah'tan dilerim ki —o, isterse bu dileğimi ye­rine getirir— düşmanlarınızı helak etsin, sizleri yeryüzünün halifeleri ve efen­dileri kılsın. Sonra da ne yaptığınıza baksın. [143]

 

Asilerin Dünyadaki Cezası

 

130- And olsun ki. Biz de Fir'avun ailesini, ders alsınlar diye, yi Hurcu kıırukhğıı ve ürün kıtlığına uğntttık.

131- Onlara bir iyilik geldiği zaman; "bu bizden ötürüdür" derler, bir Fenalığa uğrarlarsa da, Mûsâ ve onunla beraber olanların tığurstı/.hığunu ve­rirlerdi. Bilin ki, kendilerinin uğradığı uğursuzluk Allah kalındandır, fakat çoğu bunu bilmezler.

132- Fir'avun ailesi: "Bizi sinirlemek için ne mucize gösterirsen gös­ter, sana inanmayacağız" dediler.

133- Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağalan ve kanı birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular. [144]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sene'nin çoğulu. Ancak yukarıdaki ayette olduğu gibi bu keli­me, daha çok kurak seneler anlamında kullanılmaktadır.İyilik. Ayet­te bu kelimeyle bolluk manası kastedilmektedir.Burada, hoşlarına gitmeyen, kuraklık, yahut mala ve bedene gelen musibet demektir.Uğursuz sayarlar. Araplar, gökteki kuşun sağa taraf uçmasını hayra yorar, soia taraf uçmasını ise kötüye yorarlardı.

Burada kastedilen: On­lar için takdir edilen şeydir: İnsanı sarıp kuşatan. Ancak bu keli­me daha çok, suların etrafı basıp kuşatması anlamında kullanılmıştır. Çekirge. Buğdayda görülen bir kurtçuk. [145]

 

Açıklama:

 

Eksikliklerden arınmış yüce Allah, yemin edilen şeye son derece Önem verdiğini ifade etmek üzere yemin etti. Çünkü bunun nefis terbiyesinde etkisi vardır. Firavun hanedanını kuraklık, ürünsüzlük ve kıtlık seneteriyle yakala­yıp kıvrandığına yemin etti. Yakalama kelimesi, genellikle Kur'an-ı Kerim'de azâb ve şiddet anlamında kullanılmıştır. "İşte Rabbin, zulümkâr memleketleri çarptığı zaman, böyle yakalayıp çarpar?'[146]

Düşünüp ibret alsınlar diye onları bütün bu azap çeşitleriyle yakaladık. Cenab-ı Allah, kendi yasası uyarınca; zulümlerinden vazgeçmelerİviçin,asi mem­leket ahalisine musibetler, afetler ve ürün eksikliği gibi, zulümden caymayı sağlayıcı uyarılarda bulunur. Bu uyarılar sonucunda zulümden vazgeçip doğru yola girerlerse ne iyi. Aksi takdirde kaçınılmaz helak ve bilinen ilâhi takdirle karşılaşırlar. Firavun hanedanı da bu sonuncu kategoridendi. Uyarılardan ibret almayan, tâ kıyamete kadar her zaman olaylardan ders almayan diğer bütün şahıslar ve ümmetler de Firavun hanedanı gibidir.

Firavun kavmine hayır bereket ve ürün bolluğu gibi bir iyilik geldiğinde; bunlar bize bilgimizin bir sonucu olarak verildi. Biz, bunları kendi çalışma­mız sonucunda hakettik, derlerdi. Ama kuraklık1, ürün azlığı ve ekin telefiyatı gibi bir kötülükle karşılaştıklarında; Musa'ya ve beraberihdekilere uğursuz­luk yüklerlerdi. Fe Sübhanallah! Akıl kıtlığı, görüş bozukluğu ve başarısızlık olur, ama bu kadar da mi olur?!.. Musibetlerle karşılaştıklarında: Bu, sırf Musâ ve beraberindekilerin uğursuzluğu, onların içlerinin kötülüğüdür, derler­di. "Onlara bir İyilik gelse "Bu, Allah'tandır" derler. Bir musibet de geldi mi "bu, senin uğursuzluğundandir" derler. (Ey Resulüm) deki: "Hepsi Al­lah'tandır,”[147]

Dikkat edin! Onlara isabet eden iyilik ve kötülükler, hep Allah'ın kaza ve kaderiyledir. Cenab-ı Allah, hayrın bir imtihan vesilesi olmasına hük­metmiştir. Hayra nail olan kimse şükür mü ediyor, yoksa nankörlük mü edi­yor? Şerrin de imtihan vesilesi olmasına hükmetmiştir. Kötülükle karşılaşan kimse, içinde bulunduğu fesad ve azgınlıktan geri mi dönüyor? Yoksa sapık­lık ve saldırganlıkta şaşkın şaşkın dolaşıp devam mı ediyor?

Cenab-ı Allah böyle hüküm verdi ki; kulların işledikleri fülier ve söyle­dikleri sözler; karşılaştıkları İyilik ve kötülüklerin çoğunlukla sebebi olsun. Ne ki insanların çoğu, kâinatın idaresindeki ilâhi hikmeti bilemiyorlar. Se­beplerin müsebbeplerie nasıl bağlantılı olduğunu, her şeyin Aliah katında bir ölçüye bağlı olduğunu, Musa ve beraberindekilerin hiçbir şeye uğursuzluk ge­tirmediklerini de bilemiyorlar. Dikkan edin onlar için takdir edilen şeyler, uğur­suzluklar, Allah katmdandır. Ne ki insanların çoğu bunu bilemiyorlar. Bu­nunla beraber dediler ki: Senin doğruluğuna ve davetinde haklı olduğuna işaret eden ne kadar ayetler —onlar inandıkları için değil de, Musa'nın kendisi öyle söylediği için, mucize ve hüccetlere "ayetler" dediler— getirsen ve bunlarla bizi büyülemek, incelik ve yumuşaklıkla bizi, içinde bulunduğumuz yoldan çıka­rıp kendi yoluna koymaya çalışmak istesen de biz asla sana inanmayacağız.

Evet... Firavun hanedanının Musa'ya cevabı buydu: Cezalarına gelince; Allah, üzerlerine sel ve tufan gönderdi, sularda boğdu. Tevrat'ta anlatıldığı gibi ekinlerini telef etti. Yerde biten ekin ve meyvelerini yiyen çekirgeleri üzer­lerine gönderdi. Yonca ve diğer ekinleri bir anda yiyen kurtçukları üzerlerine saldı. Sularını kan gibi yaptı, kurbağalan üzerlerine gönderdi.

Bütün bunlar ayrıntılı ve apaçık ayetler (mucizeler) idi. Akıllı bir kimse, bunların Allah tarafından gönderildiklerini, ibret verici şeyler olduklarını ve Firavun hanedanından intikam almak için meydana geldiklerini rahatlıkla an­lar. Bunlar, Musa'nın doğruluğuna delâlet eden ayetlerdi. Çünkü O, bunla­rın ayrı ayrı meydana geleceklerini önceden haber vererek Firavun hanedanı­nı tehdid etmişti ki, bunlar, te'vîle meydan vermeyecek biçimde onun doğru­luğuna delâlet etsinler. sözünün manası İşte budur.

Ama Firavun ve topluluğu büyüklük taslayıp inâd ettiler. Bütün bunlar­dan sonra ibret almadılar ve günah işleyen suçlular güruhu oldular.

Bu ayetler, önce Allah irâdesine uygun olarak sebeplerin müsebbeplere bağlı olduklarına işaret etmektedirler. İkinci olarak da ekinlere isabet edip onları yok eden, meyvelere isabet edip onları eksilten afetlerin hep insanların davranışlarıyla nedeniyle meydana geldiklerine işaret etmektedirler. Bu musibetler, hep davranışlarımız dolayısıyla başımıza musallat oluyorlar. Al­lah'ın her sene üzerimize gönderdiği afetler bizden pek uzakta değildiler. Sa­kın ba! Biz bu afetlere müstahak değiliz, demeyin. İbret alın, ey basiret sa­hipleri! Allah, bizleri hayra muvaffak eylesin. [148]

 

Küfrün Ve Vade Muhalefetin Akibeti

 

134- Azâb başlarına çökünce, "Ey Mûsâ! Rabbine, sana verdiği ahde göre, bizim için yalvar. Bizden azabı kaldmrsan sana, and olsun ki, inanaca­ğız ve Isrâiloğullanm seninle beraber göndereceğiz" dediler.

135- Azabı —nasıl olsa sonuna gelecekleri— bir müddet için üzerle­rinden kaldırınca, humen sözlerinden cayıyorlardı.

136- Bu sebeple onlardan Öç aldık, âyetlerimizi yalan sayıp umursa­madıkları için onları denizde boğduk. [149]

 

Bazı Kelimeler:

 

İnsanları sarsan şiddetli azap.Ahdi bozarlar. Lügatte ise Örgüyü çözmek anlamına gelir. .Sonraları, nlıdi bozmak anlamın­da  kullanılmıştır.Deniz. [150]

 

Açıklama:

 

Önceki ayette geçen tûfân, çekirge, ekin kurtçuğu, kurbağa ve kan gibi beş çeşit intikamı kapsayan şiddetli azâb üzerlerine çökünce dediler ki: Uy Mûsâ! Nebilik, Resullük, Şeref ve sevgi gibi Rabbinin sana ahdettiği şeyler sebebiyle, bizler için Rabbine duâ et. Bu azâb üzerimizden kaldırılacak olur­sa andolsun ki; Sana imân edeceğiz. Seni ve peygamberliğini doğrulayaca­ğız. Israiloğullannı seninle beraber arz-ı mevûda göndereceğiz.

Azabı —erişecekleri kesin olan bir zamana kadar— üzerlerinden kaldır­dığımızda bir de baktık ki; verdikleri kesin sözlerini bozuyorlar.

Rivayete göre onlar tufan, çekirge, haşerat gibi azaplardan her birinde birer hafta kaldıktan sonra, bu azap üzerlerinden kaldırılsın diye kendileri için duâ etmesini Musa'dan ister, üzerlerindeki azap kaldırılırsa kendisine ina­nacaklarım ve İsrailoğullannı beraberinde göndereceklerine söz verirlerdi. Azap, üzerlerinden kaldırılınca da sözlerini bozarlardı. Belirlenen vâde ge­lince onlardan intikam aldık. Onları denizde boğduk. Çünkü onlar, üzerleri­ne indirilen ayetlerin hepsini yalanlamışlardı. Bu ayet ve mucizelerin ardisıra dünya ve ahirette gelecek olan azaptan habersiz idiler.

Bu anlatılanlar onların çoğunluğunu ilgilendirmektedir. Ama onların bir kısmı imân etmiş, bir kısmı da imânlarını gizliyorlardı. [151]

 

Allah'ın İsrailoğullarına Bahşettiği Bazı Nimetler

 

137- Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin doğularımı ve bııtılıınnu mirasçı kıldık. Rabbinin İsriiiloğııllanıuı verdiğigi'ızcl.söz. sabırhı-nnıt karşılık yerine geldi. Firavun ve milletinin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık. [152]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yerin doğulan ve batıları demekle her tarafı amaçlanmaktadır. Bu ayetteki yer kelimesinden maksat, Şâm ve Mısır toprakla­ndır.Rabbinin onlara vadi.Helak ve harap demek­tir. Bina ediyorlar. [153]

 

Açıklama:

 

Buraya kadar, Firavun ve adamlarının çarptırıldıkları ceza anlatıldı. Za­limlere verilecek ceza işte böyle olur! Buradaysa, İsrailoğullannın sabreden mü'minİerinin sonu anlatılacaktır.

Oğullan öldürülerek, kızları sağ bırakılarak, kendilerine en acılı azap­lar çektirilerek horlanan îsrailoğullarını, bol ürünle hayır ve bereketle müba­rek kıldığımız yerlere mirasçı kıldık. Şam hududunun doğularına, Mısır hu­dudunun batılarına mirasçı kıldık. Böylece Rabbinin onlara yaptığı güzel ve yüce va'di tamamlandı.

"Bizde istiyorduk ki, o yerde ezilmekte olanlara lütfedelim. Onları ha­yırda önderler yapalım ve kendilerini (Fİravun'un yerine Mısır'da) mirasçılar kılalım.

Bir de o ezilmekte olan Israiloğullarma Mısır ve Şam'da kuvvet ve üs­tünlük verelim de hem Firavun'a, hem (veziri) Hamân'a ve ordularına, on­lardan (Musa ve İsrailoğullanndan) korktukları şeyi (helaklerini) gösterelim.”[154]

"Rabbinin îsrailoğullarına vukûbuîan güzel sözü de onların sabretme­lerinden dolayı yerini buldu."

Sabrın sonu işte böyle olur. Musibetlere dayanamayıp canı çıkasiya fer-yad eden ve hırsı kendisini yeyip tüketen kimselerin sonu ise hüsran olur.

Firavun ve kavminin inşâ ettiği binaları, köşkleri, imaretleri, evleri; bahçe ve bostanlarda kurdukları asmalarla gölgelikleri yıkıp harâb ettik. Düşmanı; güç, kuvvet, erkân ve ordu sahibi Mısır Firavun'u da olsa; kalbi imanla şen­lenmiş, Ruhu da yakîn ve islâmla dolmuş olan herkes Allah için, fesad ve zorbalığı yok etmek için, Allah düşmanlarına karşı işte böyle baş kaldırır ve mukavemet eder. Allah, böyleleriyîe beraberdir. Bunlara yardım eder, destek olur. Musa, Harun ve beraberlerindeki mü'minler, işte böyle idiler. "Eğer Al­lah 'a (dinine) yardım ederseniz, O, size zafer verir ve ayaklarınızı savaşta kay­dırmaz."[155]

 

İsrailoğullarına Verilen Nimetler, Buna Karşı Yaptıkları

 

138-139- İsrâiloğullarmm denizden geçmelerini sağladık. Puta gönül­den tapan bir millete rastladılar. "Ey Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap" dediler, Mûsâ: "Doğrusu siz bilgisiz bir milletsiniz, bunlaryok olacaklar ve işledikleri boşa gidecektir" dedi.

140- "Sizi âlemlere üstün kılmış ofan Allah'tan başka bir tanrı mı ara­yacağım'" dedi.

141- Sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı öl­düren Fir'avun ailesinden kurtarmıştık. Bu, Rabbinizİn size musallat kıldığı büyük bir belâ idî. [156]

 

Bazı Kelimeler:

 

Geçirdik, Yüceltip ululamak için ona yöneliyor, yanındanayrılmıyorlar.

“Sanem” in çoğuludur. Tapınmak gayesiyle taştan, ağaçtan, madenden ve hurmadan  yııpıları, hakiki ve hayalı bir şeyin rumuzu. "Timsal" ise hakiki bir şeyin, yapılan örneğidir. Bu rumuz ve timsaller, kendilerine tapınıldıgı takdirde "Sanem" adını alırlar. Yok olan, helak olan.Helak ve yok olan. Kalıcılığı olmayan şey. [157]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, İsrailoğuIIarına sayısız nimetler bahşetti. Çünkü onları Firavun ve etrafındaki topluluktan kurtardı. Düşmanlarını yok etti. Bunları, onların yerlerine, diyarlarına, mallarına mirasçı kıldı. Güvenlik İçinde deniz­den geçirdi. Firavun ve hanedanını denizde boğdu. Bununla beraber İsrailo-ğuüan, kendilerine bahşedilen bu nimetlere, vacib olan şükür ve taatie değil-dç küfür ve İsyanla karşılık verdiler. Öteden beri yahudiler höyledirler. (Bu anlatılanlarla, Peygamber efendimize teselli verilmektedir.)

İsraİloğullarmı denizden geçirdik. Yani Allah'ın yardımı ve koruması sa­yesinde denizden geçtiler. Denizden geçerken sanki Allah bizzat kendileriyle beraberdi. Oradan geçip gittiklerinde —bazılarına göre arap, bazılarına göre arap olmayan— bir kavme rastladılar. Bu kavim putlara yönelmiş, yücelte­rek ve takdis ederek tapmıyorlardı. İsrailoğulları dediler ki: Ey Musa! Onla­rın tanrıları olduğu gibi bize de tanrı yap.

Onların bu istekleri, putları kutsama ve Allah'tan başkasına tapma ar­zusunun gönüllerinde yerleşmiş olduğunu göstermektedir. Allah'ın dinine yeni girmiş olan herkeste bu özellik vardır. Hz. Musa, kendisinden bu istekte bu­lunana şu olumsuz karşılığı verdi: Siz, kutsallık ve olgunluk gibi Allah hak­kında vacib olan şeyleri bilmeyen" bir kavimsiniz. Eksikliklerden arınmış yü­ce Allah'a mahsus katıksız tevhidhfne demek olduğunu, Allah'ın yardımcı­ya ve aracıya muhtaç olmadığını bilmiyorsunuz. Belki O, kuluna şahdama-rmdan daha yakındır. Benden böyle bir İstekte bulunmanız, Peygamberliğin hakikatini bilmediğinizi de gösteriyor!

Putlara tapmakta olan bu kavim var ya, bunların içinde bulundukları, yok olmaya mahkûmdur. Çünkü bunlar asla ne yarar, ne de zarar verebilir­ler. Yaptıkları iş, dünya ve ahirette boşa gidecektir. Kur'an'ın ifadesinde, pu­ta tapanların yok olacaklarını, yaptıkları bu işlerin de zevale mahkûm olaca­ğına işaret edilmektedir. Ya da bu ifadede, belirtileri topraklarda putperestlik devrinin artık sona erdiğine işaret edilmektedir.

Ey Musa! Onlara de ki: Göklerle yerin yaratıcısı, size bunca nimetleri bahşedici olan Allah'tan başka bir tanrı mı arayacağım sizin için?!,. Doğru­su bu çok tuhaf bir şeydir. Bunu benden nasıl istersiniz? Halbuki Allah, sizi çağınızdakİ ümmetlere üstün kılmıştır. Sizi Firavun hanedanından, kölelik .zilletinden ve sömürü ateşinden kurtardığımız zamanı hatırlayın. Onlar, sizi azabın en kötüsüne uğratıyorlardı. Erkek çocuklarınızı Öldürüyor, kız çocuk­larınızı sağ bırakıyorlardı.

Firavun'daıı ve yaptığı idlerden kıırlarılııınııızda, bu sayısız ilimcilerle per-vrrdc ninıam/da si/Jcr için Kabiliniz, larahml.iM büyük bir jmlilıan v;uxlır. Aycüc guçen "... /.umum hulıriüyııı" sözünden maksat, o zamanda meydana gelen-olayları hatırlamaktır ki, böylece İsrailoğulları yüce Allah'a şükretsinler, sa-dete O'na ibadet edip O'nu takdis etsinler. [158]

 

Allah'ın Görülmesi Ve Tevrat'ın İnmesi

 

142- Musa'ya otuz gece vâde verip sonra buna on gece daha kattık; böylece Rabbinin tâyin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı, Mûsâ, karde­şi Ifnnîn'ii, "Milletini içinde benim verime gec, onlun ıslnh el. bo/.tnıııcukı-nn yolunu gitme" üeıli.

143- Mûsâ, lûyin ettiğimiz vakitte gelip Rnbbi onunla konuşunca, Mûsâ; "Râbbİm! Bana Kendini göster, sana bakayım" dedi. Allah: "Sen Beni gö­remeyeceksin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin'' buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Mûsâ da baygın düş­tü; ayıhnca: "Yârabbi, münezzehsin. Sana tevbe ettim, ben inananlardan ilkiyim" dedi.

144- "Ey Mûsâ! Verdiklerimle ve seninle konuşmamla seni insanlar arasından seçtim; sana verdiğimi al ve şükret" dedi.

145- Ona levhalarda herşeyden bir öğüt yazdık ve herşeyi uzun uzadi-ya açıkladık; onlara sıkıca sarıl, milletine de emret, en güzel şekilde tutsun­lar. Size Allah'a karşı gelenlerin yurdunu göstereceğim. [159]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bir iş için belirlenen vakit. Namaz vakti, oruç vakti gibi. Benim yerime geç. Halifem ol. Rabbi, İnkişâf etti, nuru göründü, Ufalanıp paramparça olmak. Bayıldı. Ayı İdi. Azim, gayret ve metanetle. [160]

 

Açıklama:

 

Müfessirlerin anlattıklarına göre Musa (A.S.); düşmanları Firavun'un,, Allah tarafından helak edildiği takdirde kendilerine, ne yapıp ne yapmaya­caklarını açıklayan bir kitabı Allah katından getireceğini İsrailoğullanna vâd etmişti. Fİravun'u helak ettikten sonra, Musa (A.S.), vâdedilen mezkûr kita­bı indirmesini Cenab-ı Allah'tan diledi. Allah, otuz gün süreyle oruç tutma­sını Musa'ya emretti. Musa, oruç tuttu. Otuz günü tamamladığında, ağzının kokusundan hoşlanmadı. Misvak kullandı. Cenab-ı Allah, on gün daha oruç tutmasını ve oruçlu olarak huzuruna çıkmasını emretti. Bakara suresinde özet olarak, buradaysa detaylı olarak anlatılan kırk gece, böylece tamamlanmış oldu.

Cenab-ı Allah, kendisiyle orada konuşmak ve şeriat kurallarını içeren levhaları vermek için Musa'ya bir yer ve zaman belirledi. Musa, kardeşi Ha­run'a: Yokluğumda halkım üzerinde halifem ol. Özellikle kendini, danışman­larını, uygulamalarını ve yönetimini ıslah et ki, halifeliğe elverişli kimseler­den olasın. Bozguncu ve sapıtmış kimselerin görüşlerine uymaktan sakın. Yö­neticiler için kurtuluş yolu işte budur.

Musa (A.S.), belirtilen zamanda sözleşilen yere geldiğinde Rabbİ, vası­tasız olarak onunla konuştu. Rabbinin sözlerini her taraftan işitti. Rabbinin sözlerini dinlerken O'nıı görme faziletine ermek de istedi. Rabbİm kutsal za-liııı h.'niii gösler. li;m;ı tecelli ederek bu imkfıııı hsihşcl ki, seni .seyredeyim. Kubbi buyurdu ki: Ne şimdi, ne de gelecekte beni göremezsin, çünkü dünya­da bana bakmak ve beni görmek, hiçbir beşerin gücü kapsamında değildir.

"O'nun perdesi nurdur. Bu perdeyi ortadan kaldıracak olursa yüzünün nurları, bakanları yakar. Yaratıklarından hiç biriO'nu göremez." Hadis-i Şe­rif.

Yüce Mevlâ, Musa'nın güç yet iremeyeceği işi hafifletmek istedi. Önce "Beni asla göremezsin!" mealindeki olumsuz cevabının ardı sıra olumlu bir cevap verdi; Ama seni sarsıp titretmekte olan şu dağa bak da onu nasıl pa­ram parça ettiğimi bir gör. Yüksek tecellim esnasında, olduğu gibi yerinde du­rursa, sen de beni görebilirsin. Çünkü var olma bakımından o dağ da seninle müşterektir. Bu kadar güç ve sebat sahibi olan dağ beni görmeye dayanama-dığına göre, sen nasıl dayanabilirsin ey Musa?

Rabbi dağa tecelli edip bazı ayetleri ve işaretleri görülünce, dağ para­mparça oldu. Musa da gördüğü manzaranın heybetinden düşüp bayıldı. Bay­gınlığından ayılıp uyandıktan sonra: Rabbim, sen noksanlıklardan münez­zehsin. Seni tenzih ve takdis ederim. Yaptığım uygunsuz istekten Ötürü sana tevbe ediyorum. İzinsiz sualde bulunma cesaretini gösterdiğim için sana tev-be ediyorum. Senin yücelik ve heybetine inananların İlkiyim.

Sonra yüce Mevlâ, gönlünü hoş etmek ve kendi nezdindeki mertebesini açıklamak için ona şöyle dedi: Ey Musa! Sana rİsaletle nübüvvetimi vermek­le ve de seninle konuşmakla seni, beraberindeki insanlar arasından seçip müm­taz kıldım. Verdiklerimi al. Kanaat eden şükredicilerden ol. Sana gerekme­yen şeyleri isteme.

Dinleri konusunda ihtiyaç duydukları şeyleri, etkili öğütler, faydalı hi­dayetler ve şer'i hükümler olarak, levhalara ayrıntılarıyla yazılı olarak ona verdik.

Bu levhalar, O'na verilenlerin hepsi miydi, yoksa bir kısmı mıydı? Bu levhalar on tane miydi, yoksa daha mı azdı? Bunu en iyi Allah bilir.

Bunları kuvvetle tut. Ciddiyet ve gayretle kabul et. En güzeline uymala­rı için kavmine de emret. Her birinin derece ve mertebesi vardır. Mesela bun­lar arasında bağışlama, kısas ve sabretmeye ait hükümler vardır. İntikam almak ta yer almaktadır. Onlar, affetmeyi ve sabretmeyi alsınlar. "Size indi­rilenin en güzeline uyun."[161]

Size Ad, Semud ve Firavun hanedanı gibi fasıklarm, yıkılmış diyarlarını göstereceğim. İtaatimin dışına çıkanların sonlarını göreceksiniz. [162]

 

Allah'ı Görmek:

 

O, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. îlgili nasslar birbirleriyle çe­liştikleri içtn hu konu, halâ tartışılmaktadır.Tartışılmasına devam d edilecektir.Bu konudaki nasslar birbirleriyle çelişiyor. Şöyle ki: "Hiçbirgöz O'nu  (dünyada) ihata ve idrâk edemez!'[163] "Benî asla göremezsin!'[164] Ama bu iki ayet-i kerimenin yanısıra başka bir ayette ise şöyle buyuruhıyor: "Nice yüz­ler vardır ki o gün (kıyamette) parıldar. Rablerine bakarlar."[165]

Ayrıca bu konuda birçok sahih hadis-i şerifler de vardır. Bu nedenle ba­zıları Allah'ı görmenin mümkün olmadığını; bazılarıysa mümkün olduğunu . söylemişlerdir. Musa peygamberin Allah'ı görme talebi; kavminin: "Ey Musa Allah'ı aşikâre görmedikçe (Senin sözüne) asla inanmayacağız!'[166] diye istek­te bulunmalarına delilli bir red cevabı vermek için mi olmuştu acaba? Eğer böyle idiyse, onun bu isteği uygun değildi. Bu nedenle tevbe edip Allah'a yö­nelmişti. Bazıları, Allah'ı görmenin mümkün plduğunu söylemişlerdir. Bun­lara göre Musa'nın tevbe edişi, acele istekte bulunmasından ötürüdür. Ge­nellikle bu konu, ayrıntılı kelâm ve tefsir kitaplarında uzun uzadıya açıklan­mıştır.

Bilginlerin çoğunluğu, kulların ahirette Rablerini görmelerinin hak ol­duğu hususunda görüş birliği etmişlerdir.

Kitabında kasîeddiği anlamı en iyi bilen Allah'tır. Bu ayet-i kerimeler; şeriat sahiplerinin Aİlah tarafından kendilerine verilen ahkâmı ciddiyet ve gay­retle tutmaları, yolların en güzeline ve en erdemlisine uyarak dinî vecibeleri yerine getirmeleri gerektiğine işaret ediyor. Yine bu ayetler, dinlerine bağlı olan, dinî vecibeleri adilce yerine getiren milletlerin güçlü olacaklarına, din dışına çıkan ve dinî vecibeleri yerine getirmeyip haksızlık eden milletlerin ise yıkılıp yok olacaklarına işaret ediyor. Israiloğullarına bakın. Akibetleri nice oldu görün? [167]

 

 

Küfrün Gerçek Sebebi

 

146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimden yüz çevirteceğim.Onlar bütün ayetleri görseler yine de ananmazlar; doğru yolu görseler , yol olarak benimsemezler ; azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler.Bu;onların, mucizelerimizi yalan saymaları veonlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir.

147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir.Onlar işlediklerinin karşılığında başkabir şeyle mi cezalanırlar? [168]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kibir; hukuku küçümsemek, hakka boyun eğmemek.Mütekebbir kimseler, çoğunlukla insanları horlarlar. Düzgün ve doğru yolda bulunmak.

Zıddı , algınlık ve fesadçılıktır. [169]

 

Açıklama:

 

Eksikliklerden münezzeh yüce Allah; isyan, küfür, zulüm ve fesadın sebebini açıklıyor ve anlam olarak şöyle buyuruyor: Büyüklük taslayanların kalblerini taatimden, başkalarında üstün olan peygamberlerime tabi olmaktan alıkoyacağım.Onları, ayetlerime iman etmekten çevireceğim. Benim yüceliğime  işaret eden delilleri , şeriatımdaki hidayet ve nuru anlamaktan onları alıkoyacağım.Büyüklenmek ve büyüklük taslamak, zayıf akıllı ve kıt anlayışlı kimselerdeki aşağılık kompleksinden kaynaklanan ruhsal bir hastalıktır.Bu hastalık, sahibini, hiçbir tarafından ışık ve aydınlık almayan kapalı bir sandığın içine tıkar.Böylelerinde asla hayır yoktur.Çünkü o kendi  benliğinin büyük olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını zanneder. “Ayetlerden çevirtilmeleri” sözünün anlamı işte budur.Yani Cenab-ı Allah, büyüklük taslayanların kalblerini mühürler.Öyle ki, ayetler üzerinde düşünemezler.Büyüklük taslamakla ısrar ettikleri için de ayetlerden ibret almazlar. “Onlar haktan saptıklarında , Allah da kalblerini hidayetten saptırdı.”[170]  Cenab- ı Allah , Firavun hadenanını, ayetleri anlamaktan alıkoydu. Çünkü onlar kendilerini üstün sayan, büyüklük taslayan zalim bir kavim idiler. "(Mucizelerin Allah katından olduğunu) kalblerîyie yakinen bildikleri halde, nefislerine zulme­derek ve üstünlük taslayarak bütün mucizeleri (açıktan) inkâr ettiler?'[171]

İşte böyle ya Muhammedi Kibir ve gurur, Kureyş kâfirlerini de ayetler üzerinde düşünmekten alıkoydu. "Şu Kur'ân, iki memleketten (Mekke ve Ta-if'den) bir büyük adama indirilseydi ya.'.."[172] demediler mî?

Onlar için tasalanma.. Hüzünlenme. Bu mütekebbir herifler öyle bir ni­teliğe sahib olmuşlardır ki; hakka İşaret eden ve gerçeği kanıtlayan hiçbir ayete inanmazlar. Zira ayetler; herkesin anlama ve hakkı kabul etme yeteneğine sa­hib olduğunu ifade ediyor. Ne var ki, onlar doğruluk ve hidayet yolundan kaçıyorlar. Azgınlık ve fesattan başka bir şeyi tercih etmiyorlar. Dahası, az­gınlığı görünce hemence ona koşuyor ve içine dalıyorlar. Bütün bunlar, ayet­lerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil kalmalarından dolayıdır. Hak ve hidâyetle inen ayetlerimizi yalan sayıp onlara İnanmayan ve doğru yola girmeyen, ahirete ve ahiretteki ceza ve mükâfatla karşılaşmayı yalanlayan kim­selerin yaptıkları boşa gider. Çünkü onlar, nefislerine ve şeytanlarına uymuş­lardır. Allah'ın emrini arkalarında bırakıp kulak ardı etmişlerdir. Amelleri boşa gitmiştir. Yaptıklarından başkasıyla mı karşılık göreceklerdi?.'.'[173]

 

İsrailoğullarının Buzağıya Tapmaları Ve Musa Peygamberin Tutumu

 

148- Mûsâ'nm ardından milleti, ziynet takımlarından, canhymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler. O buzağının kendile­riyle konuşmadığım ve yol da göstermediğini görmediler mi? Onu tanrı ola­rak benimseyip kendilerine yazık ettiler.

149- Elleri böğründe, çaresiz kalıp, kendilerinin sapıtmış olduklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsan, and olsun ki mahvoluruz" dediler.

150- Mûsâ, milletine, kızgın ve üzgün olarak dönünce, "Benim arkam­dan ne kötü olmuşsunuz? Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyor­sunuz?" dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: "Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlar­dı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zâlim milletle bir sayma" dedi.

151- Musa: “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bize acı, Sen merhametlilerin merhametlisisin” dedi.

152- Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin öfkesine ve dün­yâ hayatında alçaklığa uğrayacaklardır; iftira edenleri böylece cezalandırın

153- Kötülük işleyip ardından tevbe edenler ve inananlar bilsinler ki;

Rabbin, bu hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

154- Mûsâ, öfkesi yatışınca, bir nüshasında Rabierinden korkarlar için doğru yol ve rahmet yazılı olan levhaları aldı. [174]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tekili, "Halyün"dür. Altın veya gümüşten yapılan zinet takım­larıdır, Buzağı.Böğürtü.

Esef: Şiddetli öfke veya üzüntü. Acele an'H-emri; aceleye getirip işi eksik bıraktı. Tekili, levh'dir. Üzerlerinde Tevrat'ın yazılı olduğu levhalar.Bura­daki murad; kendilerini öldürmekle emrolunmaları.

Zillet: Yurtla­rından çıkıp insanlar nazarında aşağılık olmaları. Tevrat'ın yazılı olduğu levhalardan bir nüsha.

er-Rehbetü, şiddetli korka demek­tir. [175]

 

Açıklama:

 

Ferdlere olduğu gibi milletlere de taklid hastalığı, hiç farkında olmadan bulaşır. îsrailoğullan, Mısırlılarla uzun bir zaman beraber yaşadılar. Onlar putlara, güneşe ve diğer şeylere tapıyorlardı. Bu nedenle göz alıcı bir fırsat belirince hemen önceki durumlarına dönerlerdi. Bir defasında Musa'ya: "On­ların ilâhları olduğu gibi bize de bir ilâh yap" demişlerdi. Bu, geçip gitti.

Musa Rabbi ile konuşmak için yanlarından ayrılıp gittiğinde; kibtiler-den emanet aldıkları süs eşyalarından bir buzağı heykeli yaptılar. Böğürtüsü olan bir buzağıyı kendilerine tanrı edindiler. Onu tanrı edinen, aralarında Sa-inirî adında birisiydi. "Hepsi onu tanrı edindiler?' denilmesinin sebebi; Sami-rî'nin heykel yapmasını protesto etmemeleridir. Çünkü O, bu işi hepsinin gö­rüşüne dayanarak yapmıştı. Kimse protesto etmeyince, bu hususta hepsi itti­fak etmiş gibi oldular.

Tefsirciler bu buzağı meselesinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdi. Bu bu­zağının gerçekten eti, kanı ve böğürtüsü olduğuna ilişkin görüş, Katade, Ha-san-ı Basrî ve diğerlerine aittir. Bu görüşün dayanağı şudur: Samirî, Cebra­il'in atının bastığı yerlerden bir avuç toprak alıp buzağı heykelinin içine at­mış, böylece heykelin içine ruh girmiş, canlı ve böğüren bir beden haline gel­miş oldu. Kur'an-ı Kerim de bu görüşü teyîd ediyor.

İkinci görüşe göre bu buzağı, bir heykelden ibaretti. Samirî'nin yaptığı sanatkârca bir düzenleme nedeniyle, içine rüzgâr girince böğürmeye başlıyordu.

Buzağıyı tanrı edinenlere Ccnab-ı Allah şu karşılığı veriyor: Bu tanrının konuşamadığını, Musa'yı andırır bir elçi aracılığıyla kendileriyle konuşma­dığını ve onları asla doğru yola eriştirmediğini görmediler mi? Böyle bir şe­yin tanrı olmasını akı! kabul eder mi? Gerçek tanrı, noksanlıklardan münez­zeh olan yüce Allah'dir. Eğer O'nun kelimelerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, O'nun kelimeleri tükenmeden önce denizler muhakkak tüke­nir. İnsanlara bahşettiği akıl nimeti sayesindeve gönderdiği Peygamber ara­cılığıyla insanları hayra ve doğruluk yoluna eriştirir.

Bir delil ve burhana dayanmadan, bilakis cehalet ve taklitçiliğe bağla­narak o buzağıyı tanrı edindiler. İşte böyle... Onlar, yaptıkları bütün işlerde zalimlerden oldular.

Hakkın hangi tarafta olduğunu gördüklerinde şiddetle pişman oldular. Hasretleri fazlalaştı. Allah'tan yana kaçırdıkları fırsatlardan dolayı son de­rece pişman oldular... Âyet-i Kerime'de geçen tabiri, şiddetle pişman olmak manasına gelen bir kinaye, yani üstü kapalı bir söz­dür. Aslında "ellerine düştü manasında olan bu ifadeyi, Kur'an-ı Kerim'in nüzulünden önce araplar bilmezlerdi. Pişmanlık kalble İlgili bir iş olduğu halde bu tabirde el kelimesi kullanılmasının sebebi şudur: Kalbteki pişmanlığın eseri elde görülür. Örneğin el isırılır veya eller birbirine vurulur. Örnek olarak başka bir ayet-i kerimeyi de gösterebiliriz: "Bunun üzerine bağına yaptığı masrafa karşı, avuçlarını oğuşturmaya durdu?' [176] Buzağıya taptıklarından dolayı şid­detle pişman olup sapıklıkta olduklarını gördüklerinde dediler ki: Rabbimİ-zİn bizi esirgeyip bağışlamasından başka çaremiz kalmadı. O'nun rahmeti her tarafı kapsamıştır. Eğer bizleri bağışlamazsa, dünya ve ahirette kaybetmiş­lerden oluruz.

Musa, Rabbiyle konuşmasını tamamlayıp kavmine döndüğünde, yaptıkları rezaletler kendisine açıklandıktan sonra neler yaptı?

Musa, Rabbiyle konuşmak için kavminden uzakta kaldıktan sonra on­lara tekrar geri döndüğünde son derece hüzün, teessüf ve öfkeyle döndü ve onlara dedi ki: Benden sonra yokluğumda ne kötü işler yaptınız? Samiri'ye uyup da buzağıya taptınız. Allah'a kulluğu bıraktınız.

(Burada hitap, Samirî ve taraftarlarmadır. Herkese de olabilir. Benden sonra, yokluğumda yaptığınız işler ne kadar da kötüdür.

Musa başlarmdayken, onları kuvvet ve azametle idare ediyor, katıksız tevhid inancını onlara telkin ediyordu. Başka putperestler gibi kendileri için de bir tanrı yapmasını kendisinden istediklerinde kavmine red cevabını verdi.

Harun'a gelince, Musa onun yumuşak huylu olduğunu ve güçlü bir yö­netici olmadığını gördü. O'nun hakkında bazı zanîara kapıldı.Rabbinizin enirini çabuklaştırmak mı istediniz?" dedi.

Zemahşerî, ayetin şu anlama geldiğini söyler: Rabbinizin emrini, ahdi muhafaza ederek dönüşümü bekleyemediniz mi? Size tavsiyede bulunduğumda siz dönüş günümün oluz. gecenin .sonunda tamamlanacağım zannettiniz.Otuz gecelik gecelik, vâde biliminde size dönmediğimde, benim ölmüş olduğum tltiyiıncc-sine kapıldınız. Peygamberleri Öldükten sonra diğer ümmetlerin yaptığı gibi siz de inancınızı değiştirdiniz.

Musa levhaları attı. Ardısıra, kendisinin yerine geçip halifeliği gereği gi­bi yürütemediği düşüncesine kapılarak, kardeşinin başım tutup kendine doğ­ru çekti. Çünkü halife, selefinin yolunda gitmeliydi.

Musa dedi ki: "Ey Harun! Seni engelleyen ne oldu ki, bunların sapıklı­ğa düştüğünü gördüğün vakit benim ardımca yürümedin. Emrime isyan mı ettin?"[177]

Harun, onun bu sorusunu şöyle cevapladı: Kardeşim. Gerçekten bu ka­vim beni zayıf gördüler. Sözümü dinlemediler. Beni öldürmeye kasdettiler. Beni kınayıp azarlamakla düşmanlarını sevindirme. Beni zalimlerden sayma.

Bunun üzerine Musa şöyle dedi: Rabbim! Kardeşime karşı ağır söz söy­lemiş veya kaba davranışta bulunmuşsam beni affet. Benim ardımsira hilafe-timde yapmış olabileceği kusurlardan ve saptıkları zaman kavmimi sorguya çekerken işlemiş olabileceği.yanlışlıklardan dolayı kardeşimi de bağışla. Bizi geniş rahmetinle gölgelendir. Sen, merhamet edicilerin en merhametlisisin.

Musa böyle duâ etmekle; kardeşine karşı yürek soğutanlara, kardeşin­den razı olduğunu göstermek ve şayet varsa kardeşinin gönlündeki kırgınlığı gidermek istiyordu.

Ayet-i Kerime, Harun'un buzağıyı tanrı edinmekle ilgisi bulunmadığını, tanrı edinen kavmine gerekli öğütleri vermekte kusurlu olmadığını, Cenab-ı Allah'ın onu bağışladığını açıkça belirtmektedir. Tevrat'ta ise bunun tam ter­si anlatılmakta, buzağıyı yapıp tann edinenin, Harun'un bizzat kendisi oldu­ğu söylenmektedir.

Peygamberleri Musa'nın gıyabında buzağıyı tanrı edinen Samirî ve yan-1 daşları gibi, İsrailoğullarından bazı kimselere Rablerinden şiddetli bir gazab isabet edecektir. Nefislerini öldürmedikçe tevbeleri kabul olunmayacaktır. "He­men yaratanınıza tevbe edin, nefislerinizi ö!dürün"[178] Bu, onların dünyada­ki cezaları idi. Cenab-ı Allah'ın ahiretteki gazabının ne şekil ve ne mahiyette olacağına ancak Allah bilir. Dünya hayatında da onlara bir aşağılık ve zillet gelecektir. Yurtlarından çıkarılacaklar... Dünya sevgisi üzerine kendilerini feda edecekler... İnsanlar nazarında düşük kimseler olacaklar... Çünkü onlar, her mîllette, kovulan bencil ve maddecidirler. Kelimenin tam manasıyla dünyevi zillet bu değil midir?!.

Yaralı Filistin'in durumu sizi şaşırtmasın. Filistin'in içinde bulunduğu hal bir yaz bulutu gibidir. Bu bulut, yakında açılıp gidecektir. Allah, sözün­de sadıktır: "Onların üzerine (uzak, yakın bütün anlamıyla) horîuk ve yok­sulluk yüklendi!'[179]

Yüce Allah'tan bütün müslümanlara, özellikle araplara, Filistin'i gaspeden yahudileri kovup devletsiz bırakmaları için gerekli fırsatı hazırlamasını dili­yoruz.

Zalimlik yapan îsrailoğullarını cezalandırdığımız gibi iftiracı zalim ka­vimleri de cezalandırırız.

İşte size genel ve müsamahakâr olan kanun... Nefsine karşı aşırı gitmiş olan hiçbir günahkâr, bağışlanmaktan umudunu kesmesin. "Çünkü Âllah-m lutfundan, ancak kâfirler topluluğu umudunu keser "[180]

Kötülük yapıp sonra da sırf Allah rızası için kesin ve dürüst tevbe eden, kâmil imana sahip olup hayırlı davranışlarda bulunan kimselerin tevbesini Allah kabul buyurur. Bundan sonra şüphesiz ki, Rabbİn bağışlayandır, esir­geyendir. "Musa'nın öfkesi susunca (sönünce)...." ayet-i kerimesinin tefsirin­de Keşşaf şöyle der: Bu bir meseldir. Sanki öfkesi onu teşvik ediyor ve ona: "Kavmine, bundan sonra ne kötü işler yaptınız, de; levhaları yere at, karde­şinin başını tutup kendine doğru çek, yaptıklarından dolayı onu şiddetle kına" diyordu. Sonra öfkesi dinince sustu, bu tür sözler söylemez oldu.

Bu ifadelerde belagat vardır. Edebi sanat vardır. Öfke, "sustu" ifadesini kullanmakla bir adama benzetilmiştir. Bu da Kur'anî İstiare pınarlarından biridir.

Musa'nın gazabı dinip öfkesi sönünce, üzerinde Tevrat yazılı olan lev­haları aldı. O levhalarda, yolunu şaşıran herkese doğru yol gösteriyor; Rab-lerinden korkup O'nun azap ve hesabından ürken herkese rahmetinin var ol­duğu bildiriliyordu. [181]

 

Yakarış Esnasında Musa'da Beliren Durum

 

155- Musa, tayin ettiğimiz müddette milletinden yetmiş kişi seçti; on­ları sarsıntı tutunca dedi ki: "Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder mi­sin? Bu, Senin imtihanından başka bir şey değildir, bununla dilediğini saptı­rır, dilediğine doğru yolu gösterirsin. Bizim dostumuz sensin; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin." [182]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kalpleri ve bedenleri sarsıcı yıldırım.İyilik. . Ayette bu kelimeyle sağlık, afiyet, insanlara muhtaç olmamak, devlet bağım­sızlığı manaları kastedilmiştir. Dönüp tevbe ettik. [183]

 

Açıklama:

 

Müfessirlerin anlattıklarına göre Cenab-i Allah, Musa Peygambere; îs-railoğullanndan yetmiş kişi seçip kendisine getirmesini vahyetti. Bu vahyin, îsrailoğullannin buzağıya tapmalarından sonra tevbe etmeleri için mi, yoksa Musa peygamberin Allah'ı görmek İçin İstekte bulunmasından sonra,mı vah-yedildiği hususunda tefsirciler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Belirlenen vakitte huzurumuza gelmeleri için, Musa, yetmiş kişi seçti. Oruç tutmalarını, temizlenmelerini emretti. Sonra onları Tur-u Sina'ya çıkardı. . Musa bu dağa yaklaşınca, dağın bütününü kapsayacak şekilde üzerine bir bulut sütunu indi. Kavmine: Yaklaşın dedi. Bulut sütununun içine girecek kadar yaklaştıklarında secdeye kapandılar. Şâm yüce Mevlâ'nın, şunu yap, bunu yap­ma şeklinde Musa (A.S.) i/e, emir ve yasak veren bir tarzda konuştuğunu işit­tiler. Sonra bulut açılıp gitti. Musa'ya yöneldiler ve Allah'ı kendilerine gös­termesini İstediler. Denilir ki onlar, kendilerine nefislerini öldürmelerini em­redenin Allah olmadığını ve Allah'ı açıkça görmedikçe bu hususu doğrula-mayacaklarmı söylediler. Ey Musa, Allah'ı aşikâr olarak bize göstermedikçe sana inanmayız dediler. O da: Rabbim, kendini bana göster ki, Sana baka­yım, dedi. Allah da: Beni asla göremezsin, dedi.

Bazı alimler derler ki: Musa, Cenab-ı Allah'ın red cevabını kavmi de işit­sin diye.mümkün olmadığını bildiği halde yine de Allah'ı görmeyi istedi. Bu nedenle kendisine: "Beni asla göremezsin" şeklinde bir cevap verildi. Bu ce­vap, Musa (A.S.) nın doğrudan onların (kavminin) Allah'ı görme isteklerini reddetmesinden daha balağatli ve daha edebî1 idi. Dağ, onları sarstı. Allah'ı görme isteklerinde ısrar edince de düşüp bayıldılar. Sarsıntıya yakalandıkla­rında, Musa şöyle dedi: Rabbim, eğer dileseydin, daha önce buzağıya taptık­larında —başka bir rivayete göre ise seni görmek istediklerinde— onları da, beni de helak ederdin. Evet, bu gördüklerimi görmeden önce beni de onlarla beraber bciâk ederdin.

Muşu dedi ki: Rabbim, Seni aşikârca görmek İslediler diye içimizdeki beyinsizler yüzünden, Senin kelâmını işitmeye kıyas yapmalarından —ki bu fasid bir kıyastır— bizi helak eder misin? O beyinsizlerin yaptıkları işin, bu­zağıya tapmak olduğunu, söyleyenler de olmuştur.

Benimle konuştuğunda sesini duydular ve Seni görmek istediler. Bu, se­nin imtihan etmenden başka bir şey değildir. Seni tanımakta sebatkâr olma­yanları bu imtihanla şaşırtırsın. Sen onlara katiyyen zulmedici biri değilsin. Bilâkis bu, onların karekterlerine uygundur. Seni tanımakla sebatkâr olan mü1 min kullarından da dilediklerini bu imtihanla doğru yola eriştirirsin. Bu da onların tabiatlarına muvafıktır. Kullarının durumunu en iyi bilen Allah'tır. Onları kendi hallerine bıraksaydı, her biri, içinde bulunduğu durumu ve ken­disi için takdir edilen hali tercih edecekti. Sen bizim dostumuzsun ey Rabbi-miz. Bizi bağışla ve esirge. Ayıplarımızı rahmetinle Ört. Ey merhamet edicile­rin en merhametlisi. Sen, bağışlayanların en hayırlısısm. Sebep ve illet olmak­sızın günahları ve kötülükleri bağışlarsın. Zira Senin rahmetin herşeyi kuşat-• mıştır. Bu dünyada bizim için iyilik; sağlık, afiyet, güzel rızık, işte başarı, dev­lette bağımsızlık yaz. Ahirette de bizim için iyilik; çok sevap ve bol ihsan ni­metini yaz. Biz sana döndük, tövbe ettik. Sadece sözle değil, aynı zamanda eylemle desteklenmiş imân bahçesine yönelip geldik.

Cenab-ı Allah buyurdu ki: Rahmetim gazabımı geçti. Azabımı da fasid amellerle kendi nefislerine kötülük eden günahkâr kullarımdan dilediğime dokundururum. Rahmet, lütuf ve nimetim ise evrendeki herşeyi kuşatmıştır. Kâfir: de, günahkârı da, müslamam da, yahudiyi de, buzağıya tapanı da ku­şatmıştır.

"Eğer Allah, insanları, kazandıkları (günahlar) sebebiyle yakalayıp he­saba çekse, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı."[184]

Göğüm onları gölgelendiriyor, yerim onları yükleniyor, verdiğim rızıkla yaşıyorlar. Bahşettiğim hayırlardan yararlanıyorlar. Ben her zaman onları dos­doğru yoîa çağırıyorum. Bununla beraber bazıları dinimden çıkıyorlar.

Mademki azabımı dilediğimi dokunduruyorum. Rahmetim de her şeyi kuşatmıştır. Ey Musa! Senin duana uygun olarak rahmetimi; dünyevî azapla karıştırmadan halis olarak her işte Allah'tan sakınan ve zekât veren kimsele­re yazacağım, (özellikle zekât verenlerden bahsediliyor. Çünkü bu ayetlerle maddeci, çıkarcı ve zekât vermez bir kavme hitab edilmektedir). Rahmetimi Özel olarak, ayetlerimizin tümüne inananlara yazacağım. [185]

 

Muhammed (S.Â.V), Peygamberliği Ve O'na İnananlar

 

156-157- "Bu dünyâda ve âhirette bizim İçin güzel olanı yaz; biz Sana yöneldik" dedi. Allah: "Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim her-şeyi kaplamıştır; bunu Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekât verenlere, âyetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygamber Muhammed'e uyanlara yazacağız. O peygam­ber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan men'eder, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini ha­fifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderi­len nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir." dedi.

158- Ya Muhammedi De ki: "Ey İnsanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümrânı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve Öldüren Al­lah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine —ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır— inanın; ona uyun ki doğru yolu bulaşınız." [186]

 

Bazı Kelimeler:

 

Okuma yazma bilmeyen.Isr; sahibinin hareket et­mesini engelleyen ağır yük. "Gıll"ın çoğulu olup, esirin, ellerini boyunlarına bağlamakta kullanılan demir ve zincir. Ayette bu kelimeyle, ağır yükümlülükler kastedilmiştir. [187]

 

Açıklama:

 

Geniş rahmetimi, benden sakınan ve zekât verenlere yazacağım. Ayetle­rimizin tümüne inananlara özellikle yazacağım. Onlar ki ümmî peygambere tabi olurlar. Bu vasıflar tek ve emsalsiz Muhammed (s.a.v.) e uygun düşmek­tedir. Ehl-i Kitap da arapları ümmî (okur-yazar olmayan) kimseler olarak ni­telerlerdi. "Onlar derler ki, cahil araplann malını almakta bize günah veso-rumluluk yoktur."[188]

Kur'an-ı Kerim Hz. Muhammed (s.a.v.) in niteliklerini anlatmış ve pey­gamberliğini bazı vasıflarla nitelemişti. Şöyle ki:

1- Peygamber (s.a.v.) ümmî idi. Bu vasıfta, Peygamber (s.a.v.) efen­dimizin son derece sadık ve dürüst olduğuna işaret vardır. Çünkü O: haber, kıssa, hikmetleri bakımından, siyasal, dinsel ve sosyal genel kurallar bakı­mından icazkâr olan Kur'an-ı Kerİm'i getirmiştir. Bu Kur'an, ümmî bir insa­na nazil olmuştur. (Kur'an gibi bir kitap, ümmi bir İnsanın kendi eseri ola­maz. O, ancak bîr vahiydir.) Rabbim, Sen noksanlıklardan münezzehsin!.

2- Bu peygamber, Hz. Muhammed'dir. Tevrat'ta ve İncil'de; peygam­ber olarak geleceği müjdelenmiş; ne zaman geleceği ve niteliklerinin neler ol­duğu belirtilmişti.

Ehl-İ kitap, kendi öz oğullarını tanır gibi veya daha fazlasıyla Hz. Mu-hammed'i tanırlardı. Yahudilerden Abdullah bin Selâm, hıristîyanlardan Te­mimi Dan gibi, bağımsız düşünenler O'na iman ettiler. Bu konuyu araştırıp daha fazla bilgi elde etmek isteyenler, Hindistanlı bîr alimin yazdığı Izhârü'l Hakk adlı esere bakabilirler.

3-4- Bu peygamber onlara, Şer'an iyi sayılan şeyleri emretmekteydi. Şer'an iyi şey, sağlam aklın benimsediği ve selim tabiatın reddetmediği şey­dir. Bu peygamber, onların, Şer'an çirkin sayılan şeyleri yapmalarını yasaklı­yordu. Şer'an çirkin şey, aklı tam ve ruhu yüce kimselerin hoş karşılamadığı şeydir.

"Celâlin hakkı için, biz, her ümmete; "Allah'a İbadet edin ve putlara tapmaktan sakının" diye bir peygamber gönderdik'.'[189]

5- Bu peygamber, insanlara selim zevklerin hoş bulduğu helâl yiyecek­leri yemelerini serbest kılardı. "Size rızik olarak verdiğimiz hoş ve temiz şey­lerden yeyin."

6- Bu peygamber leş, domuz ve akan kan gibi, düşünen akılların, sağ­lam karekterli kimselerin tiksindiği pis ve murdar şeyleri insanlara haram kı­lardı. Özellikle tıptan haberdar olup ta domuz etinin insan vücudunda (trini-şin gibi) kurtçuklar meydana getirdiğini öğrenmemizden sonra bunların ne kadar tiksindirici oldukları belirginleşmiştir.

7- Bu peygamber, tevbe ederken nefsi öldürmek, pislik bulaşan yeri ke­sip atmak gibi, insanları ezen ağır yükleri üzerlerinden kaldırdı. Boyunlarm-daki zincirleri çıkardı. Onun dini kolaydı. Şeriatı müsamahakârdı. Sapıklık­tan ve batıldan hidayete meyilliydi, pırıl pırıl ve bembeyazdı.

O'na imân eden, peygamberliğine inanan, O'nu koruyan, O'na yardım eden, bununla birlikte O'nu ululayıp yücelten, kendisiyle beraber inen aydın­lığın peşine takılan kimseler, diğer insanlar arasında temazyüz edip olgunlu­ğun zirvesine çıktılar.. Gerçek kurtuluşa erdiler. Kendilerine bu genel nitelik­lerin uygun düştüğü Musa (A.S.) in kavmi, öncelikle bu kategoriye girerler.

Alîame Ebu's-Suûd der ki: Cenâb-ı Hak, Peygamber (s.a.v.) in evsafı­na, O'na uyan Yahudilerle Hıristiyanların şerefyâb olacaklarına, iki cihan sa­adetine kavuşacaklarına dair Tevrat ve İncil'de yer alan ayetleri haber verdi ve Resulullah (s.a.v.)'a da bu saadetin sadece onlara değil, her kim olursa olsun kendisine tabi olan herkese özgü olduğunu açıklamasını, emir buyur­du. Bu da O'nun peygamberlik ve rİsaletinin genel olduğunu açıklıyor.

Ey Muhammedi Her zaman ve her vakitte beşerin bütün cins ve renkle­rine: "Gerçekten ben sizin hepinize gelen, Allah'ın peygamberiyim!'

"Bana şu Kur'an vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de kime ulaşırsa onu uyanp-korkutayım."[190]

"(Ey Resulüm) biz, seni ancak bütün insanlara cenneti müjdeleyici, azabı haber verici bir peygamber göndcrdik.”[191]

Peygamber (s.a.v.) efendimizin özelliğiyle ilgili olarak Buharî ve Müs­lim'in sahihlerinde yer alan bir hadisi şerifle şöyle bııyıırulmustur: "(Benden önce her) bir peygamber özel olarak kendi kavmine gönderilirdi. Bense bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim!" Şüphesiz ben, tam mülk sahibi Allah'ın resulüyüm. O, göklerde, göklerin âlemlerinde ve yerlerde yetki ve tasarruf sahibidir. Göklerle yerler ve bu ikisindeki âlemler, her şeyi yaratan sanatkârın birliğine, kudretinin eksiksİzliğine, ilim ve hikmetinin kemaline tanıklık eder. O, Allah'tır. Varlık alanında O'ndan başka hakiki bir tapınıla­cak yoktur; O'nun dışındaki şeyler vehimdir, hayaldir, hurafedir, akıllı kim­selere lâyık değildir. Çünkü her canlıya hayat veren, her Ölüyü öldürmüş olan O'dur. Hayat ve ölüm O'nun elindedir. Bütün emir O'na aittir. Noksanlık­lardan münezzeh ve yücedir. Sen de görüyorsun ki Cenab-ı Allah, kendi zatı­nı üç şeyler nitelemiştir:

  Malik O'dur. Alemlerde tasarrufta bulunan O'dur.

  Varlık alanında hakiki mabûd O'dur.

— Hayatın ve ölümün yaratıcısı O'dur.

Bu vasıflara sahib olan, delil ve burhanlarla teyid edilmiş peygamberler gönderen bir varlığa imân etmeniz gerekir, ey insanlar! Bu zât; kahredici gü­ce sahip, bütün kemâl sıfatlarla muttasıf, bütün eksikliklerden münezzeh olan Rabdır. O'nun peygamberine imân edin. Çünkü deliller o peygamberin doğ­ruluğunu kanıtlamıştır. Okuyup yazması olmayan o peygambere İmân edin ki, Rabbiniz size rahmetinden iki kat pay versin. Yürüyebilmeniz için size kı­lavuzluk edecek bir nûr ve aydınlık versin. Sizi bağışlasın. O peygamber ki, size kitap ve hikmeti öğretir. Hayır ve felah yolunu size gösterir. Sizleri hura­felerden, pisliklerden, putlardan, şirkten, sapıklıktan temizleyip arındırır. Pey­gamberler zincirinin son halkasıdır. Bütün semavî kitaplar, O'nun peygam­ber olarak gönderileceğini önceden müjdelemişlerdir. O'nun dini kolay, mü­samahakâr, her zaman ve mekâna elverişli olan İslâm dinidir. O, Allah'a ek-sikoiz olarak imân eden peygamber (s.a.v.) dir. İmânında asla şüphe yoktur.'" Allah'ın peygamberlerine indirilen kelimelerinin tamamına inanır. Bu keli­meler, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın hikmet ve kudretinin görü­nümleridir. O'nun bütün emir ve yasaklarına riayet edin. Böylece doğru yoîa erişme hususunda sizi başarılı kılacağı ümid edilir.

Ey müslümanlar! Kur'an'm sözü ve öğüdü işte budur. Bu öğüde uyun ki, doğru yola erişebilesİniz. Allah'a and olsun; Kur'an'dan başka hiçbir yer­de hidâyet yoktur. Dinden başka hiçbir yerde hayır yoktur. Dine ve Kur'an'a yakm olduğumuz nispette dünya ve ahirette kurtuluşa erebilİriz. [192]

 

Allah'ın İsrâiloğullarına Bahşettiği Bazı Nimetler

 

159- Musa'nın milletinden bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hük­mederlerdi.

160- Bİz îsrâiloğullanm oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Mîl­leti, Musa'dan su isteyince ona: "Asanla taşa vur" diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdi. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size verdiğimiz nzıkiann te­miz olanlarından yiyin" dedik. Onlar, karşı gelmekle, Bize değil,kendilerine zulmediyorlardı.

161- Onlara: "Şu şehirde oturun, dilediğiniz.gibi yiyip için, 'Affet!' deyin ve secde ederek kapısından girin; Biz de yanılmalarınızı bağışlarız, iyi davrananlara daha da artıracağız" denmişti.

162- Onların zulmedenleri, kendilerine söylenen sözü başkasıyla de­ğiştirdiler. Bİz de, o zalimlere, zulümlerinden Ötürü gökten azâb indirdik. [193]

 

Bazı Kelimeler:

 

îrşad eder, doğru yolu gösterirler.İnsanlar arasın­da adaletle hükmederler.Onları fırkalara ayırdık."Sıbt" kelimesinin çoğulu Hz. İsmail'in soyunda bu kelime, Kabile mana­sını ifade ederdi. Aslında sıbt, oğlun oğludur. Örfe göre, kızın oğluna da sıbt denir,Fışkırdı. Genişçe ve bolca açıldı. Tih çölünde üzerlerini ince bulutlarla gölgelendirdik.Bal gibi tatlı, beyaz bir şey  Bıldırcın. [194]

 

Açıklama:

 

Adaletle hükmetmemizi emreden yüce Allah, Musa'nın kavminden bü-. yük bir grup insanın bulunduğuna, bunların hak yolunu bulduklarına, in­sanlara iyilik yolunu gösterdiklerine, yönünü şaşırmışları dosdoğru yola ka­vuşturduklarına, insanlar arasında Allah emri olan adaletle hükmettiklerine tanıklık ediyor.

Bakınız, Cenab-ı Allah İsraiîoğullarına bazı nimetler bahşetmiş, ama on­ların bazısı bu nimetlere şükürle karşılık vermemiştir. Bir kısmı hayırlı, bir kısmı hayırsız olan Musa kavmini on İki oymağa ayırdık. Bu oymaklardan her birinin kendine özgü özellikleri, düzenleri vardı. Bunlara cemaat adı ve­rilmişti. Susuzluğa dayanamayan kavmi, kendilerine su İçİrmesini İstedikle­rinde Musa'ya, asasını taşa vurmasını vahyettik. Vurunca, taştan derhal on iki geniş göz-halinde su fışkırdı. Her oymak, su İçeceği yeri belledi. Çünkü her bir oymak, bir gözden içecekti.

Çoide şiddellt ve yakıcı sıcaklığa maruz kaldıklarında, kendilerine acı­yıp şefkat ettiğimiz için üzerlerini bulutla gölgelendirdik. Yorgunluk ve zah­met çekmedikleri halde onlara leziz, yiyecekler indirdik. Kudret helvası ve bildırcından ibaret olan bu yiyecekler, onları açlığın şiddetinden ve kaygusun-dan koruyordu. Sonra onlara: Sizi yararlandırdığımız ve size rızık olarak ver­diğimiz hoş ve temiz şeyleri yeyin, dedik. Ne ki, onlar haksızlık edip haddi aştılar. Şükür görevlerini yerine getirmediler. Böyle yapmakla, bize asla zul­metmediler. Onİar, sadece kendilerine zulmettiler. Bir'kimse, kendi nefsine zulmederse, —bilmese de— başkasına olan zulmü daha fazla olur.

Kudsi hadiste buyurulmuş ki: "Ey kullarım! Ben, zulmü kendime ha­ram kıldım. Onu, kendi aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmet­meyin. Kullarım! Doğrusu, bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki, zarar ve­resiniz. Bana fayda vermeye de gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz!'

Bakara suresinde de bu anlamda iki ayet, 58 ve 59. ayetler geçmişti. Ko­nu birdir. Yalnız cümlelerin konumu değişiktir ki, bu da akılları sarsıp şaşır­tan Kur'an'ın mııcizliğine delâlet etmektedir. Çünkü asıl belagat ve edebiyat, aynı anlamı değişik yollarla ifade etmektir.

Bu ayette "Girin" yerine "Yerleşin, sakin olun" denilmiş. "Artık yeyin" yerine "Ve yeyin" denil­miş. Bu ayette, Bakara süresindeki ayetin tersine "Bol bol" ke­limesi hazfedilmiş. Bakara suresinde denildi­ği halde, burada denilerek tertip değişti­rilmiş, ters çevrilmiş. Bakara suresinde denilmiş, bu ayette denilmiştir. Bakara suresinde denildiği halde burada (vav) harfi hazfedilerek denilmiştir. Bü­tün bunlar ifadeyi olgunlaştıran kelime dizme sanatıdır. Kelamının sırlarını en iyi bilen Allah'tır.

Süknâ kelimesi, duhûl kelimesinden daha özeldir. Ama bunun aksi müm­kün değildir. Mesela bir evde ikamet eden kimse mutlaka o eve girer. Ama eve giren herkes o evde ikamet etmeyebilir. Yemek için eve giren, girdikten hemen sonra yemek yer. Bu nedenle Bakara süresindeki ayette duhul kelime­sinden, yani tjUai fiilinden sonra gelen \j& yeyin fiilinin başına "Takibiye" manasını ifade eden "fe" harfi dahil olmuştur. Eve girdikten sonra yenilen yemekte lezzet vardır. Bu nedenle "hemen yeyiniz"; anlamma.gelen ijl& fiilinden sonra "Bol bol ve afiyetle..'' manasını ifade eden kaydı kullanılmıştır. Ama bir yerde veya evde barınmakta ve ikamet etmekte olan bir kimse yediği yemeklerden İcabında az lezzet alabilir. Hatta hastalık veya acı dolayısıyla hiç lezzet duymayabilir de. Tertipte bir şey yoktur. Çünkü vav harfi tertibi gerektirmez, önemli olan şu ki onlar, itaat ve teslimiyet içerisin­de duâ etmekle emrolunmuşlardı. Tertip zorunluluğu yoktur. Önce veya son­ra olmasının bir zararı yoktur. Burada cüm­lesinde (vav) harfi hazfedilmiş. Bu da vâ'd edilenin iki şey olduğuna (Bağışlama-îyiliği arttırma) delâlet etmektedir. Şu manadaki mağrifetten son­ra daha ne vardır? Denildiğinde; şöyle cevap verildi: İyilik edenlere ileride daha fazlasını vereceğiz.

"îrsaî" kelimesi, her ne kadar fazlalık ve çokluk İfade ederse de bu ayette "inzal" kelimesiyle.es anlamlıdır. "Zulüm" kelimesi her ne kadar başkası­nın hukukuna tecavüz etmeyi, "fısk" kelimesi de din sınırlan dışına çıkmayı ifade ediyorsa da bu iki kelime de eş anlamlıdır. Her iki ayet de onların hep­sinin iki eksiklik içinde bulunduklarına işaret etmektedir. "İçlerinden zul­medenler, kendilerine söylenen sözü başkasıyla değiştirdiler." Söz ve fiilleri değiştirdiler. Kendilerine söylenen sözün ne zahiriyle ne de hakikatiyle amel ettiler. Bilâkis, söylenenlerin tümünü bıraktılar. Değiştirmek. İşte budur. Ba­zı alimler derler ki: Onlar bir 5Özün yerine başka bir söz koydular. "Bİzi affet" sözü yerine, "Arpa içinde buğday tanesi" dediler.

Ey müslümanlar! Bu kıssadan alınacak ibret şudur: Herşeyden önce şu­nu iyire anlamalıyız ki, Cenab-ı Allah'ın, yaratıklarına ilişkin değişmez bir yasası vardır. Din dışına çıkıp hem kendine, hem de başkalarına zulmeden, dinin ilke ve kitabından uzaklaşan ümmet, sonuçta Allah'ın azabına maruz kalır. Bu azaptan bütün kalbler titrer. Bu azap semavîdir. Yer ve zamana göre muhtelif şekillerde gelebilir. [195]

 

İyiliği Emredenlerin Kurtuluşu, Muhaliflerin Sonu

 

163- Ey Muhammedi Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarını tecâvüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüy­le geliyor, başka günler geîmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk.

164- Aralarından bir topluluk: "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?" dediler, öğüt verenler: "Rab-binîze, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir, belki Allah 'a karşı gel­mekten sakınırlar" dediler.

165- Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz fenalıktan men'eden-lerî kurtardık ve zâlimleri, Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.

166- Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara: "Aşağılık birer may­mun olun" dedik. [196]

 

Bazı Kelimeler:

 

Denize yakın. Haddi aşanlar. Ba-lıkiarı.Su üstünde toplu halde.

Özür, mazeret. Sorum­luluktan sıyrılmak.Şiddetli. Azgınlık ve inkar.Aşağılıklar. [197]

 

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Bazısının,cumartesi günü haddi aşan o kasaba halkı­nın halini sor. O halkın bir kısmı va'iz pozisyonuna girmiş, diğer bir kısım ise kendine özgü bir tutuma bürünmüş.tü. İçinde fesad yayılan her ümmetin hali budur. O kasabanın, Eyle kasabası olduğunu söyleyenler varsa da, hangi kasaba olduğunu ancak Allah bilir.

İşte size bir başka kıssa. Bu kıssayı ne peygamber, ne de kavmi biliyor­du. Ancak bunu, vahiy yoluyla duymuştu. Ayette geçen "O kasaba halkının halini sor" cümlesindeki soru, ikrar sorusudur, yani "kabul edin'* demektir. Aslında bu ifadeyle Cenab-ı Allah, onların geçmişte işledikleri amelleri kı­nayıp kötülemektedir. Peygamber (s.a.v.) zamanında yaşayan kâfîrlerdeki küf­rün yeni bir şey olmadığını, aksine atadan-dededen kalma bir şey olduğunu açıklamaktadır.

Ey Muhammed! Cumartesi gününü ihlâl ederek Allah hududunu çiğne­dikleri zaman, deniz kıyısındaki o kasaba halkının halini onlara sor. O ka­vim, dünyevi işlerle uğraşmayıp, İbadete tahsis etmekle cumartesi gününe üs­tünlük verirlerdi. Cumartesi gününde balıklar, su üstünde sürüler halinde ge­lerek denizin kıyısına yaklaşırlardı, ibadetten başka işle uğraşmamaları gere­kirken, hiç yorulmadan ellerini suya uzatıp balıkları avlarlardı. Cumartesi dışındaki "günlerdeyse, balıklar görünmez olurlardı.

İşte anlatılan bu imtihan gibi, geçmişteki ve çağındaki kimseleri de İm-Lihan ederiz. Herkese alemine göre karşılık vermek için onlara, kendilerini sı­nayan bir kimsenin muamelesiyle muamele ederiz. Bütün bu sınavlar, fasik-lık edip Allah'ın taati dışına çıkmaları dolayısıyladır.

O kavmin içinde günahlar açıkça işlenir olmuştur. İçlerinden bazıları, bu durumları protesto etmiştir. Hani onlardan büyük bir topluluk; kendile-' rine öğüt verip işledikleri günahları protesto edenlere şöyle demişti: Allah'ın helak ve yok olmaya vaya şiddetli azaba mahkûm ettiği böyle bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz?

Öğütçüler, kendilerini kınayanlara şöyle dediler: Onlara Öğüt verip uya­rıda bulunuyoruz ki, Rabbinizin huzurunda bize karşı mazeret beyan edil­mesin ve işlenen kötülükler karşısında sustuğumuz iddia edilmesin. Öğüt ve­rirsek, belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar. Kıyamet gününde hesaba çe­kilip te: "Kötülüklerin yayılması karşısında ne yaptınız?" diye sorulduğu­nuzda hiç değilse; "Ey Rabbimiz! Bize emrettiklerini yaptık" diyebilelim. Böylece özürden kurtulmuş oluruz. Günahkârlar, kendilerine hatırlatılan şeyleri unutup, öğütlere uymayı kulak ardı ettiklerinde, kötülüğü nehyedenîeri kur­tardık. KuFtulanlar iki gruptu:

1- Öğütçüler grubu

2- Öğütçüleri; "Allah'ın helake mahkûm ettiği bu asilere ne diye Öğüt veriyorsunuz?" diyerek kınayanlar grubu. Abdullah bin Abbas (R.A.)'ın de­diği gibi,açıkça bilinen şudur ki; Onların bir kısmı, isyankârları söz ve davra­nışla protesto ederdi.. Bunlar öğütçüler grubuydu. Bir kısmı ise sadece kal­ben buğzederlerdi. Bunlar da kınayıcılar grubuydu.

Günah işleyerek kendi nefislerine yazık edenleri şiddetli bir azab ile ya­kaladık. Doğruyu Allah bilir ya kişisel görüşüm şudur: Azab, her iki gruba­dır. İsyankârlar grubu. Öğütçü ve uyarıcıları kınayanlar grubu. Her na ka­dar bu İkinci grubun azabı, birinci grubunkinden hafifse de... Bu böyledir. Ayet-i Kerime'nin zahirinden de anlaşıldığına göre azaptan kurtuluş, ancak kötülüğü nehyetmekle mümkündür. Bu görevi ise sadece Öğütçüler yapmış­tırlar. Kötülükler karşısında susmak, öğütçüleri ve uyarıcıları kınamak, bü­yük bir günahtır. Ancak öğüdün faydasından ümid kesen ve kötülükleri kal­ben protesto eden kimsenin sorumlu tutulmayacağı umulur. Doğruyu en iyi bilen, Allah'tır.

Büyüklük taslayıp öğütçülere kulak vermedikleri ve azıp haddi aştıkla­rında onlara: "Aşağılık maymunlar olun" dedik. Görüldüğü gibi bu, onla­rın dünyadaki azaplarıdır. Ahirette ise onlar için şiddetli bir azap vardır. On­lar gerçekten mi maymun oldular? Yoksa hayırda muvaffak olmamak, boz­gunculuk ve karekter bakımından maymunlar gibi mi oldular? [198]

 

Dünyada Yahudiler İşte Böyleydiler

 

167- Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kim­seleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin cezayı çabuk ve­rir, doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.

168- Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayır­dık; İyiliğe dönerler diye onlun güzellikler ve kötülüklerle sınadık.

169-170- Aralarından yerlerine gelen bir takım kötüler, Kitab'a miras­çı oldular. "Biz nasıl olsa affedileceğiz" diyerek Kitab'm hükümlerini değiş­tirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarım alırlar; Yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da kabul ederlerdi. Onlardan, Allah'a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dâir Kitab üzerine söz alınmamış mıydı? Kitab'da olanları okumamışlar mıydı ? Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, ahiret yurdu daha hayırlıdır. Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve namaz kılanlar İçin ecir vardır, düşünmüyor musunuz? Biz iyiliğe çalışanların ecrini, elbette zayi etmeyiz.

171- Tur dağını, gölgelik gibi onların üzerlerine yükseltmiştik, onlar tepelerine düşeceğim sanmışlardı. Onlara: "Size verdiğimiz Kitab'a sıkıca sa-nhn, içinde olanı düşünün ki sakınanlardan olasınız" demiştik. [199]

 

 

Bazı Kelimeler:

 

"Azene", yani bildirip ilân etti anlamındadır. Bu, bir şe­ye azmetmemek ve onu nefse vacip kılma anlamını ifade eder. Aşağı derecede, ast. Başkasının ardı sıra gelip onun yerine geçen.

Bazıları dediler ki: Başkasının ardisıra gelip oriun yerine geçen kişi iyi ise "halife", kötü ise "half" adını alır.Dünya malı.Okuyup anladılar. Dağı, temelinden kaldırıp yükselttik.İnsanı gölgelendiren sema, kuşkanadı ve gölgelikler. [200]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammed! Hatırla o zaman ki, Rabbin, Yahudilerin atalarına, pey­gamberleri aracılığıyla duyurmuştu: Kıyamete dek onları azabın en kötüsü­ne uğratacak, üzerlerine cizye yükünü yükleyecek kimseleri gönderecek. Onlar, küçültülmüş ve horlanmış olarak kendi elleriyle cizyelerini, Allah tarafından gönderilen bu azab vasıtalarına ödeyecekler.. Bu azab vasıtaları onlarla sava­şacak, mülklerini dağıtıp devletlerini yıkacak, düzenlerini bozacak.. Nihayet zelil ve miskin olacaklar.. Allah'a karşı davranışları kötü olduğu için yahudi-lerin bu azapları tattıklarını tarih bize anlatıyor. Önce Babillüerden, sonra hıristîyanlardan, sonra müslümanlardan azap tatmışlardı. Yirminci yüzyılda ise Almanya lideri Hitler'in, onlara azabm en kötüsünü tattırdığını, onları ülkesinden kovduğunu unutmayalım. Kur'an'm şu ifadesine dikkat edin: "On­ları kıyamet gününe kadar azabın en kötüsüne uğratacak olanları, muhak­kak göndereceğini ilân etmişti", Bu ayette geçen "Ba's" kelimesi ansızın gön­derilme manasım ifade eder. Gönderilecek olanın, nereden gönderileceği, ne zaman ve ne şekilde gönderileceği Kur'an'da belirtilmiş değildir.

Si/., yahudilcrin günümüzde Filistin'deki egemen durumlarına bakma­yın. Onların bu hâkimiyetleri, İnşallah geçicidir. Yakın zamanda yok olacak­tır. Biz, Allah'ın sözüne bel bağlamışız. Zaten kurtuluş müjdeleri belirmeye başlamıştır. Doğrusu Rabbin, cezası çabuk ve azabı şiddetli olandır. Şüphesiz O, günah işledikten sonra kısa zamanda tevbe edenleri çok bağışlayan ve esirgeyendir. "Şeytan da sakın sizi Allah'ın dininden aldatıp kaydırmasın". "Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin".

Yahudileri derseniz, onlar, dünyada her zaman asi ve günahkâr olarak en kötü halde bulunmuşlardır. Bu sebeple Cenab-ı Allah onları zillete ve hor-luğa mahkûm etmiştir. Onları yeryüzünde topluluklara ayırıp parçalamıştır. Bu toplulukları hiçbir faktör birleştiremez. Hiçbir bağ onları bir araya geti­remez. Onların içinde cumartesi gününün yasağını ihlâl etmeyen, diğerlerini günah İşlemekten alıkoymaya çalışan ve ahireti dünyaya tercih eden iyi kim­seler olduğu gibi bunlar gibi olamayan aşağılıklar da vardır. Bunlardan için­de aşın derecede kâfir, fasık ve asiler de vardır. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, diğer toplumlara yapmış olduğunun benzerini yahudilere de yaptı. Kendisine şükredip etmeyeceklerini sınamak için onları iyiliklerle imtihan etti. Uyanıp kendisine yönelip yönelmeyeceklerini sınamak için onları kötülüklerle imtihan etti. Onlarda hayır da vardır şer de. İyi de vardı kötü de.

Onların ardısıra gelen kötü bir topluluk yerlerini aldı. Kitapları Tevrat'a mirasçı oldular. Görüldüğü gibi bunlar, Resullah (s.a.v.)'m çağdaşı olan ya-hudilerdir. Bunlar, dünyanın yok olmaya mahkûm, fani malını ve servetini gayr-ı meşru yollardan elde ettiler. Bununla beraber, şeytan, onları Allah'ın dininden aldatıp kaydırdı. Ve: Sayılı günler dışında Cehennem ateşi bize do­kunmaz. Çünkü biz, Allah'ın oğulları ve dostlarıyız, dediler.

Faiz, rüşvet veya Allah'ın ahkâmım satmak gibi gayr-ı meşru bir yoldan imkân bulup mal elde edecek duruma gelirlerse, o malı hemen alırlar. Öğüt almaz ve tevbe etmezler. Eğer şaşacaksan, şaşılacak şey işte budur!

Sonra Cenab-ı Allah, günah işlemeye devam ettikleri halde "Bağışlanacağız" demelerini reddederek; "Kendilerinden o kitabın hükmü üzere kuvvetli söz alınmadı mıydı?" dedi. Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki, Allah'a karşı yalan uydurmak, en büyük günahlardandır.

Onlar, o kitabı (tevratı) okuyup anlamışlardı. Tevratta; her ne şekilde olur­sa olsun, başkasının malım yemenin ve başkasının hukukuna tecavüz etme­nin haram olduğu bildiriliyordu. Ahİret yurdunun ve oradaki şeylerin dün­yadan ve dünyadaki şeylerden daha hayırlı olduğunu bilmiyorlar mıydı? Ahİret yurdunun, Allah'tan sakınan ve O'nun azabından korkanlar için daha ha­yırlı olduğunu anlamıyorlar mıydı? Köreldiniz mi yoksa? Ahiretİn daha ha­yırlı ve daha kalıcı olduğunu akıl edipte düşünemiyor musunuz?!.

Kur'an-ı Kerim, zorbaca meydan okuyan veya bağnazlık yapan bir kitap değildir. Aksine kitaba ve içindeki hükümlere sarılıp namazı dosdoğru kılan, zekatı veren kimseler, yahudi de olsalar, diğer milletlerden de olsalar, Rableri .onları en güzel mükâfatla mükâfatlandırmaktır.

"Şüphe yok ki biz, öyle güzel bir amel işleyenin mükâfatım zayi etmeyiz"[201]

Ey Muhammedi Hani onlar Tevrat'ı kabulden imtina ettiklerinde üzer­lerine gölgesi düşecek şekilde dağı kaldırdık ya, işte o zaman kalpleri ürperdi de sol kaşları üzerinde secde edip yere kapandılar. Onlara denildi ki: Size ve­rileni ciddiyet ve'kuvvetle tutun. Size verilen kitapta anlatılanların üzerinde düşünün. O anlatılanlarla her zaman amel edin ki kalbiniz takva ile dolsun. Davranışlarınız dine uygun olsun. Bunda sizin için hayır ve kurtuluş vardır. [202]

 

Ademoğlundan Alınan Genel Soz

 

172-173- Rabbin, İnsanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettir­miş, onlara: "Ben sîzin Rabbinİz değil miyim" demiş ve buna kendilerini şâ-hid tutmuştu. Onlar da: "Evet şahidiz" demişlerdi. Bu, kıyamet günü, "Bi­zim bundan haberimiz yoktu" dersiniz veya "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışan­ların yaptıklarından ötürü yok eder misin?" dersiniz diyedir.

174- Belki doğru yola dönerler diye âyetleri böylece uzun uzadıya açık­lıyoruz. [203]

 

Bazı Kelimeler:

 

Çıkardı. Seçme ve ayırma manasına geldiği için bu tabir kulla­nıldı.İnsan vücudunun önemli bir kısmı. Omurga kemiği taşı­yan kısım. Bellerinden.

Bu, yepyeni bir söz. Hususî bîr misâkle yalıudilcr susturulduktan sonra başkalarıyla birlikle yaluıdilerİ do umumî bîr nıisâkla susturmak amacıyla serd edilmiş yepyeni bir söz. Böylece onlara karşı aklî ve sem'î (işitmeye da­yalı) deliller ileri sürülmüş, taklidçilikte öne sürecekleri mazeretleri de kal­mamış oluyordu. [204]

 

Açıklama:

 

Ey Muharnmed, hani Rabbin ademoğullannm sulblerinden zürriyetleri-'ni çıkarmıştı.

Bu söz, bizzat Adem'in sulbünden zürriyetinin çıkarılmış olmasını gerek­tirir. Bu ayet-İ Kerime Üzerinde, biri selefe, diğeri de halefe ait olmak üzere iki görüş vardır. Selef alimleri demişler ki: Cenab-ı Allah, Adem'i yarattı. Onun sulbünden zerre gibi zürriyetini çıkardı. Zürriyetİne can verip diriltti. Onlara akü ve idrâk verdi. Onlara bu sözü ve bu cevabı ilham etti.

Halef alimleri de demişler ki: Bu anlatılanlar, temsilidir. Yoksa Cenab-ı Allah ile ruhlar arasında böyle bir soru ve cevap olayı cereyan etmiş değildir. Ancak noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; insanoğlunun bileşimine kat­tığı akıl, idrâk vasıtasıyla; bütün kâinatın Rabbı olduğuna, ayrıca birliğine delâlet eden doğal deliller aracılığıyla, yaratıklara sanki:

Benim sizin Rabbiniz olduğumu ve benden başka tanrı bulunmadığım ikrar edin, demiş; onlar da lisan-ı hal ile: "Evet. Sen bizim Rabbimizsin ve senden başka tanrı yoktur, demişlerdi. Onların Allah tarafından mükemmel olarak donatılarak bilgi ve marifet sahibi kılınmaları ve böylece Allah'ı Rab olarak bilmeleri, şehadet ve İtiraf mertebesindedir. Kur'an'da, sünnette ve arap-larm sözlerinde bu üslup çok kullanılır.

"Sonra (Allah) buhar halinde olan göğü kuşatmayı kasd etti de ona ve arza: "İkiniz de isteyerek veya istemiyerek gelin, meydana çıkın" dedi. Onlar da: "Biz isteyerek geldik" dediler:"[205]

Allah'ın; insanları, üzerine yarattığı ilâhî fıtrat işte budur. O'nun yarat­masını ve yarattığım değiştirecek bir şey yoktur. "Her doğan,' fıtrat üzerine doğar. Sonra ebeveyni onu (doğan çocuğu) Yahudileştirir veya hıristiyanlaş-tınr veya mecusîleştirirler" (Hadis-i Şerif).

Kıyamet gününde amellerinizden sorulduğunuzda: Evet. Biz bu kötü amelleri işledik. Çünkü biz tevhidden habersizdik. Bu konuda bizi hiç kimse uyarmadı, denrîyesmiz diye, Allah bu işleri başınıza getirdi. Deliller ortaya sürüldükten, akıl ve fıtrat mevcud olduktan sonra bilgisizlik, mazeret sayıl­maz.

Daha önce sadece babalarımız şirk koşmuşlardı. Biz, onların halefiyiz. Haklarında iyi zanda bulunarak amellerini   taklid ettik. Tcvhid yolunu bulamadık. Ey Rabbimiz! Bizi azâbla yakalayacak mısın? Babalarımızın işledikleri batıl ameller dolayısıyla bizleri helak eder misin? demeyesiniz diye Cenab-ı Allah bu İşleri başınıza getirdi. Ama yüce Allah, onların bu konuda beyan edecekleri mazeretleri asla kabul etmez.

İşte böyle... Allah'a dönüp tevbe ederler umuduyla apaçık ayetleri in­sanlara uzun uzadıya açıklarız.

Ayet-i Kerime, Allah'a ortak koşma günahında asla mazeret kabul edil­meyeceğini ifade etmektedir. Dinin tafsüî hükümleri ve sem'iyat gibi gayıpla ilgili konulara gelince, peygamber gönderilmedikçe hiç kimse bu konularda sorumlu tutulmamıştır, "Biz, bir peygamber göndermedikçe azâb etmeyiz.”[206]

 

Sapık Yalanlayıcılar

 

175- Ey Muhammed! Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine ver­diğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat.

176- Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya mey­letti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. îşte âyetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlum hu kıssayı nnl.ıt, belki üzerinde diifü-nürleı:

177- Âyetlerimizi yalan sayan, kendine zulmeden millet ne kötü bir misaldir! [207]

 

Bazı Kelimeler:

 

Önemli haber. Onlardan sıyrılıp çıktı, onları inkâr etti. Şeytan onu arkasına taktı. Yere yönelip meyletti. Dilini çıkarıp soluyor. Garip sıfat. [208]

 

Açıklama:

 

Kendilerinden ve bütün insanlardan umumî mîsak alındıktan, kendile­rine peygamberler gönderildikten sonra ayetlerimizi ve peygamberlerimizi ya­lanlayan kavmin misali budur işte.

Ey Muhammedi Yahudilere ve diğerlerine o kimsenin haberini ver ki; Ona ayetlerimizi verdik, onu ayetlerimize vakıf kıldık ve ayetlerimizi ona öğret­tik. Ne var ki o, bunlarla amel etmedi. Kulak ardı etti. Bu ayetlere bir daha geri dönmemeye kesin karar verdi.

O, fesatta, şeytanını çok gerilerde bıraktı, Böylece yolunu sapıtan, müf-sid azgınlardan oldu. Subhanallah! Fesatta şeytanı bile gerilerde bırakıyor!

Yüce Allah buyuruyor: Eğer dileseydik, onu ayetlerle yükseltirdik. Ha­yırlı ve salih kimselerin safına koyardık. Ne var ki O, yere saplandı. Bütün gayretini fani lezzetlerden yararlanmaya ayarladı. Hevesine uydu. Kazandığı günahlar, kalbini kapladı. Nihayet zalim ve şehvetperest bir hayvan olup çık­tı.   .

Bu ayet-i kerime Allah'ın irâdesinin, kişinin davranışlarına bağlı ve biti­şik olduğunu İfade etmektedir. Zira Cenab-ı Allah, kuluna seçme yeteneğini vermiş; bu yeteneğini sevap ve cezanın esası kılmış.. Kulunu dünyada yarat­mış. Yeryüzündeki şeyleri imtihan gayesiyle onun için zinet kılmış. İmtihanı başarıyor mu, yoksa hüsrana mı uğruyor?

Allah, hayrı tercih eden için hayra ulaştırın yollan açıyor ve hayra erdi­rici gücü ihsan ediyor. Kötülüğü tercih eden için kötülüğe ulaştırıcı yolları açıyor ve şerre erdirici gücü veriyor. "Kim ameli ile dünya menfaatini isterse, dilediğimiz kimseye istediğimiz şeyi dünyada peşin veririz."[209]

Kendisine kitapla ilim verilen, ama bu verilenlerle amel etmeyen, daha da kötüsü, ruhu kirlenen, kalbi kararan kimsenin bu tuhaf hail, üzerine var-san da varmasan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin hali gibidir. Dünyaya mey­ledip Allah'ın ayetlerini yalanlayan kimse devamlı uğraş ve yorgunluk içinde olur. Kendisine ne kadar çok dünyalık verilse de, mal kazanma tasası ve yorgunluğu içinde olur. Rızkı ne kadar bol verilse de, hırs ve tamamın o oranda arttığını görürsünüz. Ayetlerimizi yalanlayıp büyüklük taslayan ve öğütler­den yararlanmayan kavmin misalini bazı fertlere verdik (ki ibret alsınlar). Bu ve benzeri kıssaları anlattık ki, doğru yola dönsünler ve kendi içlerinde dü­şünüp tefekkür etsinler. "Doğrusu, düşünen bir kavim için bunda ayetler var­dır,"

Ayetlerimizi yalanlayan kavmin misali ne kötüdür. Garabet örneği olan amelleri ve davranışları ne çirkindir. Aslında onlar, sadece kendi nefislerine yazık ettiler. [210]

 

Cehennemliklerin Sıfatı

 

178- Allah'ın doğru yola sevkettiğj kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimseler ise, işte onlar mahvolanlardır.

179- And olsun ki cehennem İçin de birçok cin ve İnsan yarattık; onla­rın kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. îşte bunlar hayvanlar gibi, hattâ daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. [211]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yaratıp meydana getirdik, Mahiyetini ancak Allah'ın bildiği gizli bir yaratık.Göğsün sol tarafında bulunan bir iç organ. Kalp, akıl ve vicdan anlamında da kullanılır. Fıkh. İnce ınlayış. Anlamazlar. [212]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-i Allah, dinden sıyrılıp çıkan kimsenin misalini anlattıktan sonra, hidayete erenle sapıklığa düşen kimselerin gerçek tanımlarını yaptı ve ce­hennemliklerin kimler olduklarını açıkladı. [213]

 

Açıklama:

 

Allah'ın hidayete erdirdiği; hayra, şeriate uymaya, Kur'an yolunda yü­rümeye başarılı kıldığı kimse gerçekten hidayete ermiştir. Bundan başkası, .hidâyete ermiş değildir. Allah'ın sapıklığa düşürdüğü; hayır ve Kur'an nuru­na kavuşturmadığı kimseler ise, hidayetten uzak olup zarara uğrayan kimse­lerdir. Bundan daha büyük bir kayıp mı olur? ilâhî hidayetin türü bîrdir. "O'dur hidayete eren" Sapıklığın nevileri ise sayılamayacak kadar çoktur. Bu ne­denle Cenab-ı Allah buyurmuş ki: "İşte onlardır kayba uğrayanlar!'

Bu özet bir açıklamadır.

Cenab-ı Allah yemin ederek şöyle buyuruyor: Biz, birçok insan ve cin yarattık. Onları, sonuçta kendilerini cehennemlik kılacak amelleri işlemeye yetenekli kıldığımız gibi, onları sonuçta cennetlik kılacak amelleri de işleme­ye yetenekli olarak yarattık. "Artık insanlardan bir kısmı bedbaht. Bir kısmı

da bahtiyardır!'[214]

Cehennemliklere gelince onlar; nefislerini arındırıp ruhlarını temizleye­cek olan sağlıklı durumları kavrayacak kalbe sahib değildirler. Manevi haya­tı, bu hayatın dünyevi ve uhrevi saadete ulaştırıcı lezzetini İdrâk edemezler. Ne var ki onlar, "Dünya hayatından bir dış görünüşü bilirler (geçimleri için çalışırlar). Ahiretten ise habersizdirler![215]

İyiliğin, dinin emrettiği şeylerde, kötülüğün, dinin yasakladığı şeylerde olduğunu anlamazlar.

Allah'ın doğal ayetlerini ve Kur'anî ayetleri görecek gözleri yoktur. Pey­gamberlere indirilen ilâhî ayetleri, tarihi haberleri ve maziye karışmış toplum­lara ilişkin kıssaları işitecek kulakları yoktur. Mazinin derinliklerinde kalmış olan ümmetlere Allah'ın yasasının ne şekilde uygulanmış olduğunu da bile­mezler.

Onlar, sadece maddi duygulan bulunan hayvanlar gibidirler. Yegane amaç­lan yemek, içmek ve lezzetlerinden yararlanmaktır. Hayvan bile israf etme­den yer. Ama onlar israf ederler. Onlar, yollarım daha da şaşırmıştırlar. Ko­nuşmaları berbad olmuştur.

Allah'ın ayetlerinden, akıl ve bilinçlerini yaratılış amacı doğrultusunda kullanmaktan uzaktırlar. Dahası; kişisel, ulusal ve dinsel yaşamın zorlukla­rından da habersizdirler. Aymazlık içindedirler.

Özetle cehennemlikler, bilgisiz ve aymaz kimselerdirler. Çünkü onlar, kalıcı olan ahiret hayatına bakmamış, bilâkis dünyanın geçici ve yok olmaya mahkûm hayatıyla ilgilenir olmuşlardır,

"Göklerde ve yerde ne kadar afâmet var ki, insanlar Üzerlerinden geçer­lerde, bunlardan ibret almayıp yüz çevirirler."[216]

Cennetliklere gelince onlar, dünyayı gerçek mahiyetiyle tanımış, kalıcı olan ahiret hayatı için çalışmış, ahireti ihmal etmemişlerdir.

Ey Müslümanlar! Gafillerden olmaktan sakının. [217]

 

Allah'ın Esma-İ Hüsnâsı (Güzel İsimleri)

 

180- En güzel isimler Allah'ındır, O'na o isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını gö­receklerdir. [218]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Ahsen" kelimesinin müennesidir.İlhâd, hak yo­lundan başka tarafa meyletmektir. [219]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunur ki, sahabilerden biri namazda "ya Allah veya Rahman" diye duâ edermiş. Bunu duyan müşrikler: Muhammed ve ashabı bir Rabbe ibadet ettiklerini iddia ediyorlar. Şu adama ne oluyor da "Ya Allah ve Ya Rahman" diyerek iki zâta duâ ediyor? dediler. Müşriklerin böyle demesi üze­rine Cenab-ı Allah, yukarıdaki ayeti inzal buyurdu. [220]

 

Açıklama:

 

Ebu Hüreyre (R.A.), Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Bu isimleri sayan kimse, cen­nete girer. (Doksan dokuz dedik). Çünkü Allah tektir, teki sever." (Bu isimler şunlardır): O, kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah, Rahman, Rahim, Melik, Kuddus, Selâm, Mü'min, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Ha­lik, Bari', Musavvir, Gaflar, Kahhar, Vchhab, Rezzak, Fcttah, Alîm, Kahız, Basît, Hafid, Rafi\ Muİzz, Mimli, Semi', Basir, Hakem, Adi, Latif, Habir, Halim, Azim, Gafur, Şekûr, Aliyy, Hafız, Mukît, Hasîb, Celil, Kerim, Ra-kib, Mücib, Vasi', Hakîm, Vedûd, Mecid, Bâis, Şehid, Hakk, Vekil, Kavi, Metin, Veli, Hamid, Muhsî, Mübdi', Muîd, Muhyî, Mümit, Hayy, Kayyum, Vacid, Macid, Vahid, Samed, Kadir, Muktedir, Mukaddem, Muahhar, Evvel, Ahir, Zahir, Batın, Vali, Mütealî, Bİrr, Tevvab, Muntakim, Gafur, Rauf, Malİkü'l-Mülk, Zülcelâli ve'l İkram, Muksit, Cami', Ganî, Muğnî, Marti', Darr, Nafi', Nûr, Hadî, Bedî, Bakî, Varis, Reşid, Sabûr'dur.

İlim ehlinin ittifak ettikleri görüşe göre bu isimler Kur'an ve Sünnetten derlenmiştir. Bu isimler tevkifidirler. (Tevkifi İsim, orijinal isim demektir . Yani aynı manayı ifade etseler de bunlarla eş anlamlı olan diğer isimler, Al­lah'a takılamaz). Yalnız İbn Mes'ud'un rivayet ettiği aşağıdaki Hadis-i Şeri­fin de delaletiyle bu isimler doksan dokuzdan ibaret değildir.

İbn Mesûd (R.A.), Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet edi­yor: "Birisine bir üzüntü isabet ettiğinde: Ey Allah'ım, ben senin kulunum. Kulunun oğluyum. Cariyenin oğluyum. Alnım (kaderim) elindedir. Senin hük­müne göre cereyan etmektedir. Benim hakkımda senin hükmün adaletlidir. Kendini isimlendirdiğin veya yaratıklarından birine bildirdiğin veya kitabın­da indirdiğin veya katında gayb ilmînde kalmasını tercih ettiğin ismin hür­metine Kur'an'ı kalbimin bahan, neşesi, göğsümün nuru, hüznümün giderici­si, üzüntümün yok edicisi kılmanı diliyorum derse; Allah Tealâ onun hüznü­nü giderir ve onun yerine ferahlık verir."

Allah'ın isimlerini yalanlayanları, O'nu, adlandırılmadığı adlarla, Kur'an ve Sünnette geçmeyen kelimelerle adlandiranîarı bırak. Onlar, yapmak­ta olduklarının cezasını çekeceklerdir.

Yukarıda, Esma-i Hüsnâ'mn tevkifi isimler olduklarını söylemiştik. Al­lah, sözgelimi "cevab" olarak adlandırılmışsa da "sahiy" olarak adlandmlamaz. "Alim" olarak adlandırılmışsa da "akil" olarak adlandırılamaz. Mesela bir ayet­te: "Münafıklar zanlarmca Allah'a hile yaparlar. Allah da onlara hile yapar (hilelerini başlarına geçirir).''[221] Böyle denildiği halde Allah'a hileci adı ve­rilemez. O'na böyle bir İsim takabilir miyiz? Haşa! Şu halde O, sadece kendi isimleriyle adlandırılır. O'nu isimlendirme hususunda hak yoldan asla sapa­rnayız. [222]

 

Doğru Yolda Bulunanlar İle Sapıklar

 

181- Yarattıklarımızdan bir topluluk hakkı gösterirler ve onunla hük­mederler.

182- Âyetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri yönden, ağır ağır so­nuçlarına yaklaştıracağız,

183- Onlara mahsustan mühlet veririm, çünkü Benim düzenim çetin­dir.

184- Düşünmüyorlar mı ki, arkadaşları olan peygamberde deliliğin eseri yoktur. O ancak açıkça uyaran bir kimsedir.

185- Göklerin ve yerin hükümranlığım, Allah'ın yarattığı her şeyi ve eçellerininyaklaşmışolması ihtimalini düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze inanacaklar?

186- Allah'ın saptırdığını, yola getirecek yoktur. O, sapanları taşkın­lıkları içinde bocalayıp dururlarken bırakır. [223]

 

Bazı Kelimeler:

 

İnsanlara İrak ve hayır yolunu gösterirler.İşleri,"—ne fazla ne eksik—   gereği   gibi   dengeli   olarak   yürütüyorlar.Onları, yavaş yavaş azaba yaklaştırarak derece derece yakalarız.İmlâ, mühlet vermek.

Keyd, görünürde­ki halinden başka amaçlar güdülen gizli tedbîr ve düzen Güçlü. Sırt manasına gelen metn kelimesinden türemiştir Şaşkınlık ve kör­lük içinde tereddüt ederler. [224]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-i Allah; kendilerini hayra kavuşturucu kalpleri, gözleri ve kulak­ları olmayan birçok yaratıkları cehennem için yaratmış olduğunu anlattıktan sonra, burada da insanı kuvvetli imâna sahip kılan şeyleri anlatmıştır. Yine burada, Muhammed (s.a.v.) in ümmet-i davetinde, hidayeti bulmuşlarla sa­pıklar olmak üzere iki grubun bulunduğunu anlatmıştır. Ayrıca, bizi hayra kavuşturur umuduyla düşünmemiz ve de Allah'ın göklerle yerdeki mülküne bakmamız gerektiğini anlatmıştır. [225]

 

Açıklama:

 

Kendilerini yaratıp peygamberlerle aydınlattığımız insanların bazısı, özel­likle Muhammed (s.a.v.) in ümmet-i davetinden bazısı, iyilik yolunda kıla­vuzluk ederler. Karşılaştıkları meselelerde hayır ve adaletle hükmederler. Yap­tıkları işler —ne fazla ne eksik— adilanedir, dengelidir. Adaletli, orta yolda giden bii millettirler. Nitekim onların bu evsafta olduklarım Kur'an-ı Kerim haber veriyor. Ali bin Ebi Talip (R.A.)'m şöyle dediği rivayet edilir: "Bu üm­met yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi ateştedir." Kur'an-ı Ke-rim'de buyuruluyor ki: "Yarattıklarımızdan öyle bir ümmet vardır ki, onlar hakkı gösterirler ye onunla adaleti uygularlar!' Bu ümmetten beklenen de bu­dur.

Ayetlerimizi yalanlayanları, hayret İçinde dolaşır vaziyette sapıklığa dü­şürürüz. Onları yavaş yavaş, bilmedikleri bir yerden azaba yaklaştırırız. De­rece derece azaba yaklaştırmak için onlara, peşpeşe nimetler veririz ki, sa­pıklıklarından dönmesinler. Bununla beraber onlara mühlet verir, kendileri­ne uyarıcılar ve teskin ediciler göndermeyiz. Onlar, Allah'ın yasasının değiş­meyeceğini bilmiyorlardı. Gafletlerinde devam etsin ve ayrılmasınlar diye, Allah onlara, mühlet veriyor, kendilerine mal ve servet veriyordu.

Cenab-ı Allah onları sevdiğinden değil, kurdukları düzeni başlarına ge­çirmek için onlara bu nimetleri veriyordu. "Onlara dünyada verdiğimiz mal ve evlâddan dolayı, onların hayırlarına acele ediyoruz, zanmnda mı bu­lunuyorlar? Hayır, anlamıyorlar!'[226] Evet... Allah, zalime mühlet verir. Ve­rir ama, sonunda kurtulmasına İmkân bırakmayacak şekilde onu yakalamak için... İşte şu müşrikler: Savaş, iki gündür... Bir gün lehimize, bir gün aleyhimize olur, diyerek, güçlerine, sayıca çokluklarına, müslümanlann sayıca az­lıklarına bakarak gururlandılar. Ama aldandılar. Bunun, kendileri için bir tuzak olduğunu bilemediler Mekke'nin fethi de buna işaret oldu.

Durumunu ve davetinin özelliğini düşünmeyerek peygamberi yalanladı­lar mı? Şayet bu konuda düşünselerdi, mutlaka hakkı tanıyacak ve Mu-hammed (s.a.v.) de delilik bulunmadığını anlayacaklardı. Kur'an-i Kerim on­lardan söz ederken şöyle diyor: "Yoksa peygamberde bir cinnet var mı diyor­lar. Hayır o peygamber, onlara hakkı getirdi. Fakat onların çoğu hakkı sevmiyorlar.”[227]

"Mekke kâfirleri Peygambere şöyle dediler?' "Ey kendisine kitap indîn-len! Muhakkak ki sen bir mecnunsun." [228] Onu yalanladılar ve sapıklığa düş­tüler. "O, yalnız şiddetli bir azabın önünde sizi korkutan bir uyûncı (pey-gamber)dir!'[229] O, Korkutup uyaran ve Öğüt verendir. Güvenilir bir tebliğci-dir. Siz bu gerçeği nasıl bilmezsiniz? O, sizin aranızda yaşayan bir arkadaşı-mzdır. insanlar içinde O'nu en iyi tanıyan sizlersiniz.

Peygamberi yalanladılar rni? Sağlam yapılmış, incelikli, düzenii ve ben­zersiz olan bu alemlere bakmadılar mı? Şüphesiz ki bu, Allah'ın eksiksiz bir­liğine, tam ilmine, her şeye güç yetiren kudretine bir delildir. Bütün bunlara basiret gözüyle baksalardi, elbetteki hayır ve hidayet yolunu bulacaklardı. Al­lah'ın yarattığı şeylere, ecellerinin yaklaşmış olması ihtimaline bakmadılar mı? Amelleriyle Allah'ın divanına varacakları zamanın yaklaşmış olduğuna bak­madılar mı? Şayet baksalardı, tedbir alır ve Allah'ın divanında hesap vere­cekleri gün için gerekli salİh amelleri işlerlerdi. Nihayet, yaptıklarının karşı­lığını eksiksiz görürlerdi.

Belki de ecelleri yaklaşmıştır. Onlara ne olmuşta, fırsat kaçmadan Pey­gamberi ve Kur'an'ı doğrulamaya, inanmaya koşmuyorlar? Gerçeğin açık­lanmasından sonra artık neyi bekliyorlar? "Kur'an'dan sonra hangi söze İna­nacaklar?!."

Bunlar hayır ve hidayet yolunu bulma, peygambere iman etme, Kur'an'a uygun davranış ve hareketlerde bulunma yeteneğini yitirmişlerdir. Ve sapıklı­ğa düşenlerin ta kendileri olmuşturlar. Allah, bir kimseyi saptırırsa, onu doğru yola götürecek yoktur. O, bunları taşkınlıkları İçinde serseri bir halde bıra­kır. Batıla dalar vaziyette terkeder. Kalbin de demir gibi pas tuttuğunu, fasid amelin kalp üzerinde yüksek bir engel meydana getirdiğini bu engel nede­niyle kalbin hayır yolunu asla bulamayacağını bilmez misiniz? "Hayır. (On­ların zannettikleri gibi değil.) Doğrusu onların kazandıkları günahlar, kalb-lerini kaplamıştır!"[230]

 

Kıyametin Ne Zaman Kopacağını Ancak Allah Bilîr

 

187- Ey Muhammedi Sana, kıyamet saatinin ne zaman gelip çataca­ğını soruyorlar, de ki: "Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramıyacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir." Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler!'[231]

 

Bazı Kelimeler:

 

Lügatte, belirsiz bir zaman parçası. Astronomicilere göre bir günün yirmi dörtte biri. Burada saatten maksat, sura birinci defa üf-lendİğinde,her canlı şeyin ölüp alemdeki düzenin bozulmasıdır, Kıyamet, ne zaman yerleşip İstikrar bulacaktır.Meydana çıkar­maz, açıklamaz.Sormakta ısrar etmek. [232]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Kur'an-ı Kerim'in, önceki sayfalarda "Ecellerinin yaklaşmış oltnası ihtima­line hiç bakmazlar mı?"[233] diyerek ferdin ecelinden bahsettikten sonra, bü­tün dünyanın sonu olan umumi kıyametten sözaçması uygun oldu. [234]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammed! Kıyametin ne zaman gelip çatacağını sana soruyorlar. "Kıyametin kopacağına inanmıyanlar/onu acele isterler. îman edenlerse, hak olduğunu bilirler de ondan korkar, sakınırlar. İyi bil ki, o kıyamet hakkında mücadele edip şüpheye düşenler, doğrusu haktan çok uzak bîr sapıklık için dedirler.”[235] Kıyametle ilgili olarak (îrsâ: Yerleşip istikrar bulma) ifadesinin kullanılmasıyla, göklerde ve yerdeki bu düzenli hareketlerin, kıyametin kopmasıyla son bulacağına işaret edilmektedir.

Onlara de ki: Kıyamet ne zaman kopacağına ilişkin bilgi, sadece Rabbi-mİn katındadır. Bütün işler, eninde sonunda O'na dönecektir. Kıyametin ne zaman kopacağını, mahiyetini, onunla ilgili gizli bilgileri, sadece Rabbim açık­layacaktır. Mukarreb melek veya mürsel peygamber de olsa yaratıklarından hiçbirini kıyamet bilgisinden haberdar etmez. Vakti gizli, tesiri şiddetli ve du­rumu korkunç olduğu için kıyametin Önemi, melekler, insanlar ve cinler ya­nında, gökte ve yerde çok büyüktür. Bunlar kıyametin vukuundan çok kork­maktadırlar. Ey insanlar! Siz kendinizi dünyaya ve dünyanın imarına kaptır­mışken, kıyamet ansızın başınıza gelip çatacaktır.

Şaşıyorum onlara... Sanki sen gereği gibi bîliyormuşsun da kıyametin ne zaman kopacağını ısrarla sana sorup duruyorlar. Onlara de ki: Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi, görülen ve görülmeyen alemleri bilen Al­lah'ın katındadir. Ne var ki, insanlann çoğu, kıyametin kopuş zamanının gizli tutulmasındaki sırrı bilmiyorlar. Eğer bilinseydi; kâinatın düzeni sarsılır, dün­yadaki imar ve şenlikler alt-üst olurdu. Yine bunun gibi kadir gecesinin Ra­mazanın hangi gecesinde olduğunu, duaların hangi vakitte kabul edileceğini de Allah gizli tutmuş, bildirmemiştir. Çok zamanlarda duâ etsinler ve kadir gecesini gayretle araştırıp takib etsinler diye ve kendisinin bildiği diğer bazı hikmetlerden dolayı Cenab-t Allah, kadir gecesinin zamanını ve duaların ka­bul ediliş vaktini insanlara bildirmeyip gizli tutmuştur. Kıyametin bazı alâ­met ve şartları vardır. Büyük ve küçük olmak üzere iki gruba1 ayrılan bu ala­met ve şartlar, saMh hadislerle antatımıştir. [236]

 

Peygamber İnsandır Uyarıcı Ve Müjdeleyicidir

 

188- De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumdu değilim. Görülmeyeni hileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, İnanan bîr milleti uyaran ve müj­deleyen bir peygamberim." [237]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hakiki gayb, bize görünmeyen ve de hiç kimsenin bilmediği şeydir.

İzafî gayb: Peygamberler gibi bazı kimselerin bildiği, ama bizim bil­mediğimiz ve bize görünmeyen şeydir.Rağbet gören şey. Bu maddî olabilir. Mal gibi. Manevî olabilir, îlim gibi.Kendisinden nefret edilen şey. [238]

 

Nüzul Sebebi:

 

İnsanlar, kıyametin ne zaman gelip çatacağını Peygamber (s.a.v.) e ıs­rarla soruyorlardı. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim'in peygamberliğin hakika­tini açıklaması münasib oldu. [239]

 

Açıklama:

 

Şaka götürür yanı bulunmayan bu ayrıntılı söz, îslâmın övünçlerinden ve sağlam temellerinden biridir, islâmiyet, bu ve benzeri ayetlerle, cahiliyet -düşüncelerine ve putperestlik inançlarına karşı savaşmıştır. Bir bu ayete, bir de hıristiyanların İsâ (A.S.) dan ne anladıklarına bakın. "Allah katında ger­çek din muhakkak ki îslâmdır?'

Ey Muhammedi De ki: Ben, bir insanım. Peygamberlikle şereflendirildim. Bu emaneti yüklendim. Ben kendime Allah'ın dilediğinden başka her hangi bir fayda veremem. Aynı şekilde her hangi bir zararı da kendimden savamam. Ben bir beşerim. Gaybı bilemem. Gaybın bilgisi sadece Allah'ın katındadır. Sanki gereği gibi büiyormuşum da, kıyametin ne zaman kopacağını bana so­ruyorsunuz. Bunu bana nasıl sorarsınız? Gerçekten ben gaybı bilseydim, da­ha fazla hayır yapmak isterdim. Ve bana hiçbir kötülük de dokunmazdı. Oy­sa gerçek hiç de böyle değildir. Ben sizin İçin sadece bir uyarıp korkutucu ve müjdeciyim. "İşte biz, Kur'an'ı senin dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah'tan korkup sakınanları müjdeleyesin, inad edenleri de korkutasın."[240]

Özetle, peygamberleri Allah yaratmıştır. Onlar değerli kullardırlar. Sı-. fatları konusunda başkalannı Allah'a ortak koşmazlar. Cenab-i Allah'ın İlim ve tedbiri üzerinde hâkimiyetleri yoktur. Cenab-i Allah onları peygamberlik­le şereflendirmiştir. Dünyada kullar için iyi örnektirler. [241]

 

İnsan Budur İşte

 

189- Sizi birnefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif.bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşmca, kan koca, Rablerİ olan Al­lah'a: "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki şükredenlerden oluruz" diye yalvardılar.

190- Allah onlara kusursuz bîr çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeyler­den yücedir.

191- Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamıyan putları mı ortak ko­şuyorlar?

192- Oysa putlar ne onlara yardım edebilir ve ne de kendilerine bir yardımları olur.

193- Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar; çağırmanız da, sus­manız da onlar için birdir. [242]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ruhsal ıstırablan dinip onunla tatmin olsun. Şeh­vetini ve cinsel arzusunu tatmin etmek için ona geldi.Cinsel temas sonucunda karısı ondan, döl suyu aldı. Bu su, kadının rahminde kan pıhtısına dönüştü.

"Hami" kelimesi, karındaki yük (çocuk) veya ağaçtaki yük (mey­ve) manasını ifade eder.

"Himl" kelimesi için sırttaki yük manasını ifade eder.Doğuncaya kadar düşmeksizin ana rahminde kaldı.Yük ağırlaşıp doğum vakti geldiğinde. Burada kastedilen, beden ve fıtrat bakımından dünya ve ahİrete uygun bir nesil, bir çocuk. [243]

 

Açıklama:

 

Bu sûre, Kur'an ve tevhide dair sözlerle başlamış, ardısıra İlk yaratılıştan söz edilmiş, sonra da peygamberlerin kıssaları, özellikle Musa (A.S.) ın kıs­sası anlatılmıştı. İşte burada da sûre, Kur'an ve tevhide dair sözlerle sona eri­yor. Ey ademoğulları! O'dur, sizi bir cinsten ve bir tabiattan yaratan ve on­dan da kalbinin ülfet edip sükûn bulacağı eşini var eden. Cins, kendi cinsine meyyal olur. Kendisinden eşini de meydana getirdi. Nihayet bu iki cins (kadın-erkek) bulûğ çağına ererler. Bu yaşta onlarda cinsellik arzuları doğar. İkisi de —özellikle koca— kendilerini sükûn ve cinsel doyuma ulaştıracak, gerek­sinimlerini karşılayacak bir eşe ihtiyaç duyarlar. Eşlerin cinsel birleşimleri yo­luyla insan nev'i, varİiğmı devam ettirir.

Kocası onu bürüyüp örttüğünde ve onunla, bilinen cinsel İlişkide bulun­duğunda, kocasından —başlangıçta ağırlığı fark edilemeyen— hafif bir yü­kü yüklenir. Bu yük ağırlaşıpta çocuk ana. karnında büyür ve doğum vakti yaklaşırsa, kan-koca Allah'a dua eder ve yeminle pekiştirerek şöyle derler: Eğer bize, yaratılışı tara, vücudu güçlü, fıtratı düzgün, salih bir çocuk verir sen, andolsun ki; ey Rabbimiz! Şükredenlerden olacağız.

Ve Allah, istediklerini onlara verdi. Her yaratılan İnsan, fıtrat gereği İs­lama ve tevhide meyillidir.

İstedikleri salih çocuğu Allah kendilerine verince, ademoğullarından bazı erkekler ve kadınlar, kendilerine verdiği çocuk konusunda Allah'a ortaklar koştular. Çocuğu kendilerine veren Allah'tan başkasına yöneldiler. Allah, on­ların ortak koştuklarından münezzehtir.

Bazı tefsirciler demişler ki: Bu ayette geçen, "Ey ademoğuîlan O sizi bir nefisten yarattı" cümlesinde geçen nefis'ten kasıt, Adem (A.S.) dir. Ondan eşini (Havva'yı) meydana getirdi. Ayette geçen şirk suçunu da, Mekke kâfir­leri, yalıudî ve hırisliyanlargibİ, Adem ve Havva'nın bazı evladı işlemiştir. Bu suç, Adem ile Havva'ya isnad ediliyorsa da, kastedilen, onların evlatlarıdır. Buna, şu ayet-i kerime de delalet ediyor: Allah, onların ortak koştuklarından üstündür!' Bu ayetteki "yüşrikûn" fiili, cem' veznîndedir. Oysa, Adem ile Havva çoğul değil, iki kişidirler.

Sonra Kur'an-ı Kerim, bu müşriklerle münakaşa etmeye başlıyor: Asla bir şey yaratamayan varlıkları mı Allah'a ortak koşuyorlar? Bırakın yarat­mayı... Onlar ne kendilerine ne de başkalarına fayda sağlayamayacakları gi­bi, karşılaştıkları zaran da savamazlar. Oysa Allah'a ortak koştukları putlar gerçekten zayıf ve güçsüzdürler. Sinek, bu putlardan bir şeyi zorla çekip al­sa, bunlar o şeyi sinekten kurtaramazlar. Kendilerini Allah'a ortak koşan müş­riklere hiçbir alanda yardımcı olamazlar. Onları, üzerinde bulunduğunuz doğru yola çağırsanız da çağrınıza cevap vermezler. Nasıl versinler ki? "Kalbi ol­mayan kimse, kalbi nasıl tedavi eder?" Çağırsanız da çağırmasanız da onlar için birdir.

Oysaki tapınılan mabud ve Rabbı mevcûd, asla bu evsafta değildir. Ken­disine tapınılan yüce Rab; işitendir, görendir, bilendir, haberdâr olandır, yar­dımcıdır, güçlüdür, muktedirdir, eksikliklerden arınmıştır, yücedir. [244]

 

Putların Hakikati

 

194- Allah'tan başka taptıklarınız putlar da, sizin gibi yaratıklardır: Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım.

195- Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mî var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortakla­rınızı çağırın, elinizden gelirse bana tuzak kurun, göz açtırmayın."

196- "Çünkü benim dostum, Kitâb'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir."

197- "O'nu bırakıp da taptıklarınız, kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler."

198- Onları doğru yola çağırırsanız duymazlar. Sana baktıklarım gö­rürsün, oysa görmezler. [245]

 

Bazı Kelimeler:

 

Dua, çağrı demektir. Çoğunlukla zararı defetmek veya hayrı, faydayı elde etmek için yapılır. Ayette geçen duâ kelimesiyle, ibadet ve kulluk kastedilmektedir. Tutarlar. Bana süre tanımayın. [246]

 

Açıklama:

 

Bu ayetlerle daha önce geçen ayetler, anlam bütünlüğüne kavuştular. Tev­hidi ispatlamak ve şirki nefyetmekte Kur'an'ın tuttuğu yol, işte budur.

Allah'tan başka tapmakta olduğunuz şu şeyler de sizler gibi mahluktur­lar. Yaratılmış olan bîr varlığa tapmak, kendisi gibi bir yaratık tarafından kut­sanmak doğru olmaz. Eğer şaşacaksanız, asıl sizin bu haliniz şaşılacak şey­dir. Allah'ın İlim ve marifetle, inanç gücü ve basiret nuru ile, ayrıcalık tanıdı­ğı sizin gibi bir insanın peygamber olmasını çok görüyor, sonra da Allah'ı bırakıp taşlara tapıyorsunuz. Eğer doğru sözlülerdenseniz, tapmakta oldu­ğunuz o şeyleri çağırın. Gerçekten ilâh iseler, çağiriniza cevap verirler. Ama bu nasıl olacak? Bu taşlar ve putlar, sizin tapmakta olduğunuz şeyler arasın­da en düşük dereceli olanlardır. Ayakları yoktur ki, onunla yürüsünler. Elle­ri yoktur ki, onunla tutsunlar. Gözleri yoktur ki, onunla görsünler. Kulakları yoktur ki, onunla işitsinler. Çünkü bu putlar, sessiz taşlardır. Ya da sudan ve çamurdan, yahut hurma veya helvadan yapılmıştırlar. Hanife oğullarının putu gibi.

"Hanife oğullan Rabîerini yediler. Açlık ve kıtlık senesinde."

Peygamber (s.a.v.) efendimiz onlara meydan okumak ve onları iş başı­na çağırmakla, yani söylediklerini uygulama alanına koymaları için onlara çağrıda bulunmakla emrolundu. Kendisine denildi ki: Ey Muhammedi onlara de ki: Allah'a ortak koştuklarınızı ve O'ndan başka taptığınız tanrılarınızı çağırın. Sonra bana tuzak kurmaları, hoşlanmadığım her hangi bir işi başı­ma getirmeleri için onlarla yardımlasın ve bana göz açtırmayın.

Buna rağmen O'na bir şey yapamadılar. Bu, onların: Ey Muhammedi Di­nimize sataşmaktan vazgeç. Aksi takdirde tanrılarımızın sana zarar verme­lerinden korkarız, demelerini reddeden bir meydan okuyuştur. Onların teh­ditlerinin kendisini korkutamayacağmı Hz. Peygamber, şu gerekçeye bağlı­yor: Benim dostum ve işlerimi idare eden, Allah'tır. O; tevhide, iyilik ve sa­dakate çağıran kitabı mdirmiş olan Rabbimizdir. O, salih kullarına dost olup İşlerini İdare edendir. Ama ya siz, ey müşrikler?! Sizin dostunuz şeytandır. "AUah, imân edenlerin yardımcısıdır. O, onları sapıklık karanlıklarından (kur­tarıp) hidayet nuruna çıkarır. Kâfirlerin dostları ise tağuttur. Kendilerini n urdan (ayırıp) karanlıklara sokarlar."[247]

Allah'tan başka kendilerine duâ ettiğiniz, ibadet ve kutsamayı sadece ken­dilerine özgü kıldığınız varlıklar, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine. Dahası, onları, size doğru yolu göstermeleri için çağırsamz bile işitmezler. Onları —aslında hiç bir şeyi görmedikleri halde— size bakar vaziyette gö­rürsünüz. Eğer akıllı kimseler iseniz, bunları tanrı edinmeniz size yaraşır mı? [248]

 

İnsanlara Ve Şeytana Karşı Takınılacak Tavır Konusunda Kur'an'ın Önerdiği Davranış Biçimleri

 

199- Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere nldınş etme.

200- Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bi­lir.

201- Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan tarafından bir vesve­seye uğrayınca, Allah 'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler.

202- Şeytanın kardeşleri onları azgınlığa sürüklerler ve bundan, hiç ge­ri durmazlar. [249]

 

Bazı Kelimeler:

 

Masrafsız, zahmetsiz ve meşakkatsiz olarak kolayca gelen.

"Nahs" ve "Vekz" ile eş anlamlı olup, iğne ve mahmuz gibi sivri uçlu bir şeyle bir cisme dokunmak. Burada "nezğ", kelimesiyle şeyta­nın verdiği vesvese kastedilmiştir.Allah'a sığın ve O'nu an. Sıkıntı ve vesvese Onlara meded olurlar. [250]

 

Açıklama:

 

Bu ayette; toplumu insandan hoşnud edecek güzel davranışların ve ol­gun ahlâkın esasları belirtilmektedir. Halkın hoşnutluğu, Allah'ın hoşnutlu­ğudur.-Halkın dili, Hakkın kalemidir. Bu esaslara uyulması durumunda nef-retleşen kalpler ve her biri bir yöne dağılan insanlar birleşir. Nedir bu esas­lar?

İnsanlardan sana gelen kötülükleri affet.

Yapamayacakları zor işleri onlara yükleme.

Hoşgörülü ve yumuşak huylu ol.

"Kolaylaştırın, zorlaştırmaym" Hadis-i Şerif.

Beni bağışla ki; sevgini devam ettiresin. Kızdığım vakit, onurumu zedeleyecek söz söyleme.

Allah hayrını versin, Muaviye hazretleri şöyle demiş: "İnsanlarla aram­da bir kıl kadar bile (bağ) bulunsa bu bağı koparmam. Onlar gerseler, ben gevşetir, onlar gevşetseler ben gererim."

Şeriatın emrettiği ve müslümanların benimsediği maruf olan her şeyi em­ret. Ma'rûf, her çeşit hayır, taat ve iyiliği kapsayan genel bir kelimedir.

Cahillerden yüz çevir. Evet, ahmak cahillerden yüz çevir. Sanki o hiçbir şey söylememiş, sen de hiç duymamış gibi ol. Genel olarak her sınıf İnsan için bir davranış biçimi vardır. Ama Ccnab-ı Allah'ın "Eğer affederseniz, o tukvuyu dulıu yakındır" dediğini de uııulıım.

Bunlar, kapsamlı ve anlamlı sözler: Bağışlama yolunu tut. iyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.

Bu sözler, aynı zamanda güzel ahlakı da genel olarak ifade etmektedirler. Hz. Ayşe (R.A.): "Onun (Rasulullah'm) ahlâkı Kur'an idi" derken ne doğru söylemiş.

Azılı ve inatçı düşman olan şeytana uygulanacak muameleye gelince; şey­tan sana dürter veya içinde gazap, şehvet gibi kötülük ateşini alevlendirir de mahmuz vurulduğunda şahlanan hayvan gibi seni galeyana getirirse, kurtul­man için yegane ilâç; Allah'a sığınman, kalbinle O'na yönelmen, şeytanın şer­rinden ve vesvesesinden Allah'a sığınman, yapabildiğin kadarıyla bu kötü or­tamdan başka bir ortama geçip intikal etmendir.

Allah, yapılan bütün duaları işitir. Bütün niyet ve kasıtları bilir. Şunu bil ki, şeytan, kulları doğru yoldan saptırıp azdıracağına yemin etti. Ancak ihlaslı kullara bir şey yapamaz. Şeytan, Rabbine inanıp tevekkül edenlere ege­men olamaz.

Rivayet olunur ki, peygamber (S.AV.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Siz­den her birinize cinlerden bir arkadaş verilmiştir." Sana da mı Rasulullah? dediler, "Bana da... Ancak ona karşı Allah bana yardım etti de (O cin) müs-lüman oldu."

"Şüphesiz takvaya erenler; şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, şey­tan tarafından dürtülünce; Allah'ı ve O'nun, iyiliğe eren takvâlı kimselerle, günah işleyen isyankârlar İçin ahirette hazırlanmış olduğu şeyleri hatırlarlar, hatırlayınca da bir de bakarsın ki onlar, hak ve hayır yolunu görürler. Güçlü imâna sahip olgun mü'min, sağlıklı beden gibidir. İçine hastalık mikroplan giremez. Şayet girerse de Ölür. Aynı şekilde mü'minin kalbine de vesveseler :giremez. Girerse, mü'min Allah'ı anar ve vesveseyi defedip kovar.

Her insan hayır ve İyilik saikini hisseder. Ayrıca şer ve kötülük saikini de hisseder. Hayır ve iyilik saiki melekten, şer ve kötülük saiki ise şeytandan gelir. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurmuşlar kî: "Doğrusu şeytanın da meleğin de (insan kalbine) yaklaşıp dokunması vardır. Şeytanın yaklaşıp do­kunması, . kötülüğü  va'dedip hakkı yalanlamaktır. Meleğin yaklaşıp dokun­ması ise, hayır ve İyiliği va'dedip hakkı doğrulamaktır. Sizden biri bunu his--sederse, bilsin ki Allah'tandır ve dolayısıyla Allah'a hamd etsin. Ama diğer durumu hissederse, şeytandan Allah'a sığınsın!'

Böyle dedikten sonra da şu ayeti okudu: "Şeytan, sizi, fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimrilik ve sadaka vermemekle emreder. Allah ise, lut-fundan bir bağışlama ve fazl vâad ediyor."[251]

Allah'tan sakınmayan cahil kardeşlerine günah ve haddi aşma konusunda şeytanlar, yardım eder ye destek verirler. Onlarla yardımlaşırlar. Sonra bu ko­nuda onların yakalarını asla bırakmazlar. [252]

 

Kur'an-ı Kerîm, Allah Katındandır

 

203- Onlara bir âyet getirmediğin zaman, "Sen bir tane yapsaydın ya" derler. De ki: "Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım. Bu Kitab, inanan millete Rabbinizden açık belgeler, yol gösterme ve rahmettir!'[253]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kendin onu hazırlayıp toplasaydın ve meydana getir­seydin ya. [254]

 

Açıklama:

 

Peygamber (s.a.v.) den özel olarak doğal ayetleri istediler. Onların bu istekleri yerine getirilmeyince de hakkı kabul etmeyerek: O ayeti sen kendi yanından hazırlayıp meydana getirseydin ya, dediler. Onlar böyle derken, Kur' an'ın indirilmiş olan ayetlerinin Muhammed (S.Â.V.) in uydurması olduğunu kastediyorlardı.

Ey Muhammed! Onlara de ki: Ben, sadece Rabbimden bana vahy olu­nana tabi olurum. Kendi yanımdan bir şey uydurup meydana getirmem. Ben ancak bir elçiyim, peygamberim, istediğiniz ayeti icâd edecek güce sahip de­ğilim. Size ne olmuş da bu Kur'an'dan başka şeyler istiyorsunuz. Halbuki O, Rabbinizden gelen gözler açıcı delil, hüccet ve apaçık ayetlerdir ki, bunlar da benim gerçek peygamber olduğuma ve kendisinin de Allah katından gön­derilen bir kitap olduğuna işaret ediyor. Kalp gözlerini açıyor. Kurtuluş yolu­nu aydınlatıyor. Hidâyet verahmettir. Allah'a ve ahİret hayatına iman eden bir kavim içinden ancak Kur'an'a imân edip onu muhafaza eden ve onunla hükmeden kimseler kurtuluşa ererler, başkaları değil. [255]

 

Kur'an Ve Zikri Dinleme Adabı

 

204- Kur'an okunduğu zaman ona kulak verin, dinleyin ki merhame olunasmız.

205- Rabbini, gönülden ve korkarak, içinden hafif bk sesle, sabah a, şam an, gafillerden olma.

206- Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk etmekten büyük lenmezler, O'nu tenzih ederler ve yalnız O'na secde ederler. [256]

 

Bazı Kelimeler:

 

İstima; kulak vererek, kasıt ve niyette dinlemek.Yalvarıp yakarmak.Korkarak.'Ğadve'kelimesini çoğulu olup, sabah namazıyla güneşin doğuşu arasındaki zaman, "Asîl" kelimesinin çoğulu olup,   ikindiyle gün batımı arasındaki zaman[257]

 

Açıklama:

 

Kur'an-ı Kerim okunduğunda, kulak vererek onu edep ve niyetle dinle yin. Dinlerken boyun eğip korku ve sükûnet içinde olun. Böyle yaptığınız tak dirde belki Allah size merhamet eder. Çünkü kalplerinde iman ve yakın se rinliği bulunan ihlâslı kimseler, Allah kelâmım edeple ve güzel bir dinleyişi dinlerler sadece. Dünya ile ilgilenen, yataklarına yan gelip uyuyanlar, kalple rinde imân nuru kalmayan kimseleri, Kür'an'ı dinlerken ona asla kulak ver mediklerini, bilakis önemsiz şeylerden söz ettiklerini görürsün. Ayel-İ Kcri ine; namazda, hutbede ve diğer yerlerde Kur'an'ı dinlemek gerekliğini gene olarak ifade ediyor.

Şu halde bir müslömanm, Allah'la konuşurken O'nu sözlerini dinlememesi ve yanıbaşınada konuşmakta olan bir başkasını dinlemesi uygun olur mu?

Rabbinİ, içinden an. İsim ve sıfatlarıyla O'mı zikret, O'na şükret.O'ndan bağışlanma dileğinde bulun.

önemli olan, kalbi ile anmaktır. "Bilin ki; ancak Allah'ı anmakla kalb-ler yatışıp huzur bulur"[258]

Yalvarıp yakararak, boyun eğip teslim olarak, korkarak ve de sevabını umarak O'nu an. İsmi tamamla ve zikri ihlâl edecek şeylerden sakın. O'nu dilinle ve kalbinle an. Bağırıp çağırma.. Çok sessiz de olma. Yani zikrini nor­mal bir sesle yap. "Namazda sesini pek yükseltme. Çok da gizleme. Bu ikisi­nin arası bir yol tut"[259]

Allah'ı anıp zikretmek İçin en uygun zaman sabah ve akşamdır. Gündü­zün kalan kısmı ise, rızık elde etmek içindir. Ey müslüman! Kalbinde Allah'ı anmaktan sakın gafil olma. Şunu iyi bil ki, Rabbinin katındaki melekler ve O'na yakın bulunanlar, ona ibadet etmekte büyüklenmezler. Gece gündüz O'nu teşbih ederler. Sadece O'na secde ederler. Ya senden ne haber? [260]

 

Tilavet Secdesi:

 

Müslüman kişi, bu ve ileride gelecek olan benzer ayetleri duyduğunda secde eder. Secde etmekten kaçman müşriklere nispet olsun ve mukarreb me­leklere uyulsun diye tilavet secdesini Cenab-i Allah vacip kılmıştır. Rivayete göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz, tilavet secdesinde şöyle dermiş:

"Allah'ım! Bedenim sana secde etti. Kalbim sana iman etti'. Allah'ım! Bana fayda verecek bir ilmi, beni yüceltecek bîr ameli nasib et".

Rivayet edilen bir başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Ademoğlu, secde ayetini okuyupta secde ederse; şeytan, ağlayarak oradan uzaklaşır ve şöyle der: Eyvah! Bu adam secde İle-emrolundu. Secde etti. Dolayısıyla onun için cennet vardır. Bende secde ile emrolundum. İsyan ettim. Dolayısıyla benim için ateş vardır?'

Tilavet secdesiyle ilgili hükümler, fıkıh kitaplarında anlatılmıştır. [261]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/263.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/263-264

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/264-265.

[4] Hicir, 97.

[5] Ahkâl, 35.

[6] A'raf, 99.

[7] Mü’min, 52.

[8] Ra'd, 11.

[9] İsrâ, 16.

[10] Kasas, 65.

[11] En'am, 130.

[12] Hicr, 92-93.

[13] Rahman, 39.

[14] Maide. 109.

[15] Al-i İmrân, 120.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/265-267.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/267.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/268-269.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/269.

[20] Not: Bu eserin 1952 yılında kaleme alınmış olduğu okuyucunun bilgisine arz olunur. (Çeviren).

[21] Sebe, 13.

[22] Sebe, 20.

[23] Sâd, 85. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/269-271.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/272-273.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/273.

[26] Tâ- hâ, 115.

[27] Tâ-hâ, 117.

[28] Bakara. 37.

[29] Tâ-hâ, 55. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/273-274.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/275.

[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/275.

[32] Hicr, 42.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/275-276.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/276-277.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/277.

[36] Bakara, 268.

[37] Nahl, 90.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/277-278.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/278-279.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/279.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/279.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/279-280.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/281.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/281.

[45] Mü'minün, 117.

[46] Nahl, 116.

[47] Enbiyâ, 107.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/281-282.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/283.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/283.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/283-284.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/284.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/284-285.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/285-286.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/286.

[56] Fatır, 10.

[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/286.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/286-287.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/287.

[60] Bakara, 286.

[61] Zümer, 73.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/287-288.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/288-289.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/289.

[65] Abese, 38-42.

[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/289-290.

[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/290-291.

[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/291.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/291-292.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/292.

[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/292.

[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/293.

[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/293.

[74] Hûd, 1.

[75] En'am,  155.

[76] Fussilet, 53.

[77] Şuara, 100-101.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/293-294.

[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/294-295.

[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/295.

[81] Hacc, 47.

[82] Yâsin, 82.

[83] Mü'min, 57.

[84] Yunus, 3.

[85] Meryem, 3.

[86] Necm, 31. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/295-297.

[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/298.

[88] Hakka, 6.

[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/298.

[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/298-299.

[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/299-300.

[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/300.

[93] Hüd, 120.

[94] Yusuf, 111.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/300.

[95] Mü’minûn 24.

[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/300-302.

[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/302-303.

[98] Ahkâf, 25.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/303-304.

[99] En’am, 124.

[100] Kamer, 20.

[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/304-305.

[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/305-307.

[103] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/307.

[104] Hüd, 68.

[105] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/307-308.

[106] Hûd, 61.

[107] Şuarâ, 155.

[108] Büruc. 12.

[109] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/308-310.

[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/310.

[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/310-311.

[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/311-312.

[113] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/312-313.

[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/313.

[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/313-314.

[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/314-315.

[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/315.

[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/315-316.

[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/316-317.

[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/317.

[121] En'am, 43.

[122] En'am, 44.

[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/317-319.

[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/319-320.

[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/320.

[126] Yûnus, 101.

[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/320-321.

[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/322-323.

[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/323.

[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/323-324.

[131] Yûnus, 78.

[132] Tâ-hâ. 58-60.

[133] Yûnus, 81.

[134] Ta-hâ, 66.

[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/324-326.

[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/326-327.

[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/327.

[138] Tâ-hâ, 71.

[139] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/327-328.

[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/328-329.

[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/329.

[142] Mü'min, 26.

[143] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/329-330.

[144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/330-331.

[145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/331.

[146] Hûd, 102.

[147] Nisa, 78.

[148] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/331-333.

[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/333.

[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/333.

[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/333-334.

[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/334.

[153] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/334-335.

[154] Kasas, 5-6.

[155] Muhammed, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/335.

[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/336.

[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/336.

[158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/337.

[159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/338-339.

[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/339.

[161] Zümer, 55.

[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/339-340.

[163] En'am, 103.

[164] A’raf, 143.

[165] Kıyame, 22-23.

[166] Bakara, 55.

[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/340-341.

[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/341-342.

[169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/342.

[170] Saff, 5.

[171] Neml, 14.

[172] Zuhruf, 31.

[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/342-343.

[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/343-345.

[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/345.

[176] Kehf, 42.

[177] Ta-hâ, 91-92.

[178] Bakara, 54.

[179] Bakara, 61.

[180] Yusuf; 87.

[181] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/345-348.

[182] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/348-349.

[183] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/349.

[184] Fatır, 45.

[185] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/349-350.

[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/351-352.

[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/352.

[188] Al-i İmran, 75.

[189] Nahl, 36.

[190] En'am, 19.

[191] Sebe, 28.

[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/352-354.

[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/355-356.

[194] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/356.

[195] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/356-358.

[196] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/358-359.

[197] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/359.

[198] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/359-360.

[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/361-362.

[200] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/362.

[201] Kehf, 30.

[202] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/362-364.

[203] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/364.

[204] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/364-365.

[205] Fussilet, 11.

[206] Isra. 15. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/365-366.

[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/366-367.

[208] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/367.

[209] İsrâ, 18.

[210] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/367-368.

[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/368.

[212] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/368.

[213] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/368-369.

[214] Hûd, 105.

[215] Rûm, 7.

[216] Yusuf, 105.

[217] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/369-370.

[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/370.

[219] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/370.

[220] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/370.

[221] Nisa, 142.

[222] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/370-371.

[223] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/372.

[224] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/372-373.

[225] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/373.

[226] Mü'minûn, 55-56.

[227] Mü’minûn, 70.

[228] Hicr, 6.

[229] Sebe’, 46.

[230] Mutaffifîn, 14.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/373-375.

[231] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/375.

[232] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/375

[233] A'raf, 185.

[234] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/375.

[235] Şûra, 18.

[236] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/375-376.

[237] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/376-377.

[238] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/377.

[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/377.

[240] Meryem, 97.

[241] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/377.

[242] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/378.

[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/379.

[244] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/379-380.

[245] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/380-381.

[246] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/381.

[247] Bakara, 257.

[248] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/381-382.

[249] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/382-383.

[250] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/383.

[251] Bakara, 268.

[252] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/383-384.

[253] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/385.

[254] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/385.

[255] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/385.

[256] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/386.

[257] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/386.

[258] Ra'd, 28.

[259] Isrâ, 110.

[260] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/386-387.

[261] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/387.