Kur'an Ve Onu Yalanlayanların Dünya Ve Ahiretteki Sonları
Allah'ın İnsanoğluna Nimet Verip İkramda Bulunması
Adem'in Cennette İkamet Etme Ve Oradan Çıkma Kıssası
Allah'ın Bize Lütfettiği Bazı Nimetler
Müşriklerin Şüpheleri Ve Asılsız Mazeretleri
Giyecek Ve Yiyeceklerle İlgili Bazı Direktifler
Allah'ın Kullarına Haram Kıldığı Şeyler
Peygamberlerin Görevi Ve İşlenen Amelin Sonucu
Allah'a Karşı Yalan Uydurmanın Akıbeti Ve Kıyametten Bir Sahne
Cennetlikler, Cehennemlikler Ve Araftakiler Arasında Geçen Karşılıklı
Konuşmalar
A'raftakilerle Cehennemlikler Arasında Geçen Konuşma
Kâfirler Ne Beklerken Ne Buldular?
Allah'ın Birliği Ve O'na Duâ Etmek
Ölüm Sonrası Dirilişin Delilleri
Şuayb (A.S.) Kıssasının Devamı
Allah'ın Ümmetlere Îlîşkîn Yasası
Sihirbazlar, Mûsâ Ve Firavunla Birlikte
Firavun Ve Erkânı, Mûsâ Ve Kavmi İle
Küfrün Ve Vade Muhalefetin Akibeti
Allah'ın İsrailoğullarına Bahşettiği Bazı Nimetler
İsrailoğullarına Verilen Nimetler, Buna Karşı Yaptıkları
Allah'ın Görülmesi Ve Tevrat'ın İnmesi
İsrailoğullarının Buzağıya Tapmaları Ve Musa Peygamberin Tutumu
Yakarış Esnasında Musa'da Beliren Durum
Muhammed (S.Â.V), Peygamberliği Ve O'na İnananlar
Allah'ın İsrâiloğullarına Bahşettiği Bazı Nimetler
İyiliği Emredenlerin Kurtuluşu, Muhaliflerin Sonu
Dünyada Yahudiler İşte Böyleydiler
Allah'ın Esma-İ Hüsnâsı (Güzel İsimleri)
Doğru Yolda Bulunanlar İle Sapıklar
Kıyametin Ne Zaman Kopacağını Ancak Allah Bilîr
Peygamber İnsandır Uyarıcı Ve Müjdeleyicidir
İnsanlara Ve Şeytana Karşı Takınılacak Tavır Konusunda Kur'an'ın Önerdiği
Davranış Biçimleri
Kur'an-ı Kerîm, Allah Katındandır
Ayet sayısı iki yüz
altıdır. Mekkîdir. Kurtubi, sekiz ayet dışında Â’râf suresinin Mekkî olduğunu,
bu ayetlerinse "Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir (halkın) m durumunu
sor" İle başladığının, "Bir zaman da üzerlerine dağı bir gölge gibi
kaldırmıştık..." ayetine gelince son bulduğunu söylemiştir.
Bu sure,
"Sâd" suresinden sonra nazil olmuştur. Tıpkı En'am suresi gibi akaîd
esaslarını, dinin temellerim açıklamış; müşriklerle münakaşa ederek, Allah'ın
insan oğluna bahşettiği nimetleri açıklamış; bunun yamsıra kıyametin bazı
sahnelerini gözler önüne sermiş, onları yeme ve giyinme adabına yöneltmiş,
Allah'a karşı yalan uydurmanın sonuçlarım açıklamıştır. Sonra da bunu, Allah'ın
ilim ve kudretinin tecellilerini açıklayarak noktalamış ki; müşrikler, Allah'ın
birliğine İman etsinler. Bu surede Paygamberlerin kıssaları ve kavimlerinin
halleri uzun uzadıya anlatılmış, ayrıca Kur'anî bazı hikmet ve işaretler de
ortaya konulmuştur. [1]
Rahman ve Rahîm olan
Allah'ın adıyla.
1- Elîf, Lâm, Mîm, Sâd.
2- Ey Muhammed: Sana bir Kitab İndirildi. Onunla
insanları uyarman ve inananlara öğüt vermen için kalbine bir darlık gelmesin.
3- Rabbinizden size indirilen Kitâb'a uyun, O'ndan
başka dostlar edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.
4- Biz nice kasabaları yok etmişizdir; geceleyin veya
gündüz uykularında iken baskınımıza uğramışlardır.
5- Baskınımıza uğradıklarında, sözleri, "Gerçekten
biz haksızdık" demekten İbaret kalmıştır.
6- And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere
soracağız, peygamberlere de soracağız.
7- And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir
antalacağız zira onlardan uzak değildik.
8- Gerçek tartı kıyamet günündedir. Tartılan ağır
gelenler, işte onlar kurtulanlardır.
9- Tartıları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları
haksızlıklardan ötürü kendilerini mahvetmiş olanlardır. [2]
Bunlar, bir
kelinıcymiş gibi yazılan harflerdir. Okunurken? de ayrı ayrı elif-Iâm-mim-sâd
şeklinde okunurlar. sıkıntı ve elem; Faydalı bir anma ve güzel bir öğüt. Çokluk
ifade edeni bir kelimedir.İnsanların topluca yaşadıkları yer. Bazılarına göre
bu kelime, insanların kendileri için de kullanılır.Geceleyin, düşmanı
geceleyin, ansızın bastırmak.Azab ve helakimiz.
"Kay-lulet"ten
türemiş bir kelimedir. "Kaylule" ise, öğleyin uzanıp İstirahat
etmektir.Onların çağrı ve sözleri.
el-Kassu; söz veya
fiille bir şeyin izini takip etmektir. [3]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah; İçinde tevhidin, ölümden sonra 'dirilişin, peygamberlik ve
vahyin ispatı bulunan sureleri, alışılmamış başlangıç harfleriyle
başlatmaktadır ki, bunların anlamım en iyi bilen Allah'tır. Bü harfler, Allah
ile peygamberi arasında bir sırdır.
Bu kitabın sânı
yücedir. Ey Muhammedi Önemi büyük olan bu kitap, sana Rabbinin katından
indirilmiştir. İnsanları onunla müjdeleyip uyarasın diye içinde hayır ve
hidâyet vardır.
Ama bu yolda eziyet,
şiddet ve mukavemetle karşılaşacaksın. Sana sözlü ve fiili saldırıda
bulunacaklar, senden yüz çevirecekler, sana gelenleri geri döndüreceklerdir ki,
bunlar da insanın kalbini daraltan ve yüksek sabır gerektiren işlerdir.
Böyleyken sen, insanları Kur'an ile uyarırken, Kur'an'ın hükümlerini onlara
tebliğ ederken göğsün daralmasın. "Onların söylediklerinden dolayı
göğsünün daraldığını gerçekten biîİyoruz."[4]
Sabredip çağrına devam etmeye bak, ey Peygamber. "O halde (Ey Resulüm!
Kâfirlerin eziyetlerine karşı) azim sahihleri olan peygamberlerin sabrettiği
gibi sabret."[5]
"Göğsünde bir
sıkıntı olmasın" şeklinde ifade edilen yasaklamadan maksat; zorluklara
karşı direnme ve Allah'ın va'di ile teselli bulma, azim sahibi geçmiş
peygamberleri örnek almaya çabalamak içindir.
İnsanların hepsini
kendisiyle uyarasın, mü'min olmaları takdir buyurul-muş olan kavme kendisiyle
yararlı ve etkili öğütlerde bulunasın diye bu kitap sana indirilmiştir, ey
Muhammed.
Ey Peygamber! Onlara
de ki: Rabbinizden, yaratıcınızdan, gözetip koruyarak işlerinizi idare edenden
indirilmiş olana (Kur'an'a) uyun. O, size hayır ve doğruluktan, hidâyet ve
aydınlıktan başka birşey indirmez. Allah'tan başka dostlar olarak,
nefislerinize ve şeytanlarınıza uymayın. Bunlar vesvese yoluyla size her çeşit
zarar, tehlike, inanç sapıklığını ve dinde bİdatçiliği bulaştırırlar. Bu
putların, Allah'a ortak olduklarını ve O'nun katında size şefaatçi olacaklarını
vehm ettirirler. Oysa ki bunlar, faydası ve zararı olmayan birer taştırlar.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'tan yana düşünmeniz gereken şeyleri ne
kadar da az düşünüyorsunuz?
Kendilerine müjdeci ve
uyarıcı peygamberler gönderdiğimiz birçok kasabalar, peygamberlerine
başkaldırıp onların emirlerine muhalefet ettiler. Bu sebeple onları yok etmek
istedik. Geceleyin kendilerini güvenlik İçinde hissederken veya öğleyin
dinlenmekteyken azabımız ansızın onlan yakalayıverdi. Allah'ın kendilerini
yakalamayacağını zannederek kendilerini emniyette hissediyorlardı.
"Allah'ın böyle ani baskınından ancak hüsrana düşen kimseler emin olurlar?
'[6]
Beklenmedik azaba
yakalandıklarında suçlarım ve günahlarını itiraf ettiler ve: "Doğrusu biz
zalimlerdik" sözünden başka birşey demediler. Ama artık pişmanlığın
faydası olur muydu?
"O gün, zalimlere
özür dilemeleri fayda vermeyecektir. Onlara linet vardır. Yurdun kötüsü de
onlarındır!'[7]
Bu ayette,
yalanlayanlar için öğüt ve ibret vardır. Cenab-ı Allah, günahkâr ferdin
cezasını, kendi katında belli bir zamana kadar erteler. İntikamını bir defada
almak için ona süre tanır, ama cezasını asla ihmal etmez. Şundan ki, bir kimse
aşırı derecede fasıkhk edip dinin sınırından çıkmaya devam ederse; artık o
kimse kötülüklerden vaz geçmek, kendine ait gerçekleri anlayıp tev-beyle
Rabbine yönelmek üzere olaylardan ve başına gelen musibetlerden hemen hemen
hiç ibret almaz.
Bozulan milletleri ise
Cenab-ı Allah çabuk cezalandırır. Onların cezası yakın ve ezicidir. Bizden
önceki hükümdarın tahtında bizim için öğüt ve dersler vardır. Alınıp yıkılan
tahtlarda, aşağılanıp yok edilen milletlerde bizler için en büyük delil ve
şahidler vardır. "Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki
İyi hah kötülüğe çevirmedİkçe bozmaz."[8]
"Bir memleketi
helak etmek istediğimiz zaman, o memleketin zevke düşkün öncülerine
peygamberlerinin diliyle itaat emrederiz. Onlar, orada boyun eğmezler, itaat
etmezler. Artık o memleket üzerine hüküm gerçekleşmiştir. İşte o memleketi
kökünden helak ederiz!'[9]
Doğrusu kıyamet
gününde öyle bazı durumlarla karşılaşılacaktır ki, o durumları gören her
emzikli kadın, emzirdiğinden vazgeçer ve her yüklü kadın da çocuğunu düşürür.
Meselâ Cenab-ı Allah, kendilerine peygamber gönderilen kavimlere, kıyamet
gününde seslenip soracak: "Size gönderilen peygamberlere (davetlerine
karşı) ne cevap verdiniz?"[10]
"Ey cin ve insan
topluluğu içinizden size ayetlerimi anlatan, bu gününüzün gelip çatmasından
sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?"[11]
"Rabbin hakkı
için, biz onların hepsine muhakkak surette yapmakta oldukları şeylerden (ötürü
hesap) soracağız."[12]
Kıyamette öyle haller
olur ki, hiç kimseye işlediği günah sorulmaz: "(Sema yanîdığı zaman,
herkes sımasından tanınacağı için) o gün ne insana, ne cine günahı
sorulmayacak. (Sual mahşerde olacak)"[13]
Cenab-ı Allah, mahşer
gününde insanları hesaba çektiği gibi peygamberleri de hesaba çekecektir.
"Allah, kıyamet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur:
"Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?"[14]
Onlara, İlâhi daveti tebliğ edip etmediklerini, insanların kendilerine ne cevap
verdiklerini soracaktır. Peygamberlerin kavimlerine yaptıklarını, kavimlerinin
peygamberlere yaptıklarını kapsamlı ilmimizle onlara anlatacağız. Çünkü zerre
ağırlığınca da olsa, birşey, kaya içinde yahud göklerde veya yerin dibinde
gizlense de Allah onu meydana çıkarır. Çünkü Allah latiftir. îlmi her gizli
şeye ulaşır. Her şeyden haberdardır. ' 'Muhakkak ki, Allah, onların yapmakta
olduklarını ilmiyle kuşatmıştır!"[15]
Cenab-ı Allah hiçbir
zaman, olup bitenlerden habersiz değildir. Bu da, Allah tarafından mahşerde
insanlara ve peygamberlere yöneltilen soruların, haşa O'nun bilgisizliğinden dolayı
değil, bilâkis işi belgeleyerek ortaya çıkarmak, suçluları da kınamak için
yöneltilmiş olduğuna işaret etmektedir.
Hakça tartı, adilce
ölçü o günde olacaktır. O gün her şeyin iç yüzü öğrenilecek, perdeler
kaldırılacak, kalblerdeki sırlar açığa çıkacak; okun hedefi nasıl görülürse,
ameller de Öylece bariz şekilde görülecektir. Terazisi ağır gelip iyilikleri
kötülüklerinden fazla olan kimseler cennetlikler. Kurtuluşa erenler, işte
onlardır. Kimin de terazisi hafif gelip kötülükleri iyiliklerinden fazla
olursa; işte onlar, kendilerini zarara uğratan, hidâyeti sapıklığa değiştiren,
kalb körlüğünü ve kâfirliği, hayır ve aydınlığa yeğleyen cehennemliklerdir. [16]
Mü'min kimse, her ne
kadar günah işlese de, kötülüklerinin karşılığını çektikten sonra cennete
girer. Ayetleri ve peygamberi yalanlayan kâfir, her ne yaparsa yapsın, onun
dönüş yeri cehennemdir. Orası ne kötü bir duruş yeridir. Burada gerçek bir ölçü
var mıdır? (Amellerin tartılması nasıl olur.) Doğrusu bu konuda birçok hadis
varid olmuştur. Yoksa yukarıdaki bu sözler, Allah'ın kudret, ihata, ilim ve
adaletinin eksiksiz olduğunun üstü kapalı bir ifadesi midir? En iyisi, Kur'an
veya sahih hadisin de bildirdiği gibi, gayba dair haberlere olduğu gibi
inanmalı, sonra da bunun durumunu ve biçimini Allah'a bırakmalıyız. Gaybı en
iyi Allah bilir. Kaldı ki modern ilim, kâinatta her şey için bir ölçü
koymuştur.
Şu halde her şeyi
muktedir olan Allah'ın, ameller ve niyetler için bir ölçü koymuş olması çok
mudur? [17]
10- Sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size
geçimlikler yarattık. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.
11- And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik,
sonra meleklere. "Âdem'e secde edin" dedik; Iblis'tcn bnşku hepsi
secde etti, o secde edenlerden oimııdı,
12- Allah, "Sana emrettiğim halde, seni secdeden
alıkoyan nedir?" dedi. "Beniateşten onu çamurdan yarattın, ben ondun
üstünüm", cevâbım verdi.
13- Ona, "İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez,
defol, sen alçağın birisin" dedi.
14- "İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar
beni ertele" dedi.
15- Allah; "Sen erteye bırakılanlardansın"
dedi.
16-17- "Beni azdırdığın için, and olsunki, Senin doğru
yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarmdan, sağ ve
sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamıyacaksın"
dedi.
18- Allah, "Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol;
and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi, hepinizi cehenneme
dolduracağım" dedi. [18]
Temkin kökünden türeyen
bu fiil, mülketme manasına gelmektedir. Bu fiilin, "Size orada ikamet
edeceğiniz mekânlar yarattık" anlamına geldiğini söyleyenler de
olmuştur.Hikmete uygun bir takdirle atalarınızı dünyaya getirdik. el-Huhût,
yüksek bir yerden aşağı yuvarlanıp düşmek. Bu düşüş, maddi de olabilir, manevî
de.Kendini, olduğundan daha büyük
görmek.
es-Sığar, alçaklık ve
düşüklük.Bana mühlet ver. Beni sapıklığa düşürüp azgınlığa mahkûm ettiğin
için.Ayıplanıp kınanmış olarak. Kovulmuş olarak. [19]
Cenab-ı Allah, dinin
hakikatini ve kitabını açıkladıktan, dünya ve ahiret azabını hatırlatmakla
birlikte kendisinden başka dostlara, ortaklara ve heveslere değil de sadece
kendisine tabi olmanın zorunluluğunu bildirdikten sonra, ilahî hükümlere uyma
konusunda kulları özendirmek ve insanın mertebesini açıklamak amacıyla,
Allah'ın insanoğluna bu dünyada bahşettiği şükür gerektirici nimetlerini
anlatmaya başladı.
Rableri; kendilerine
Adem ve evladına bahşetmiş olduğu nimetlerini anlattı. Burada anlatacaklarımız
ise, insanın başkalarına, özellikle meleklere nispetle ne derece yüksek
olduğunu açıklayan başka nimetlerdir. Bu nimetler, insanın Aüah7a şükür ve
ibadet etmesini vacib kılar.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, sizi yeryüzünde yerleştirdi. Dünyadaki şeylerin tümünü
sizin için yarattı. Orada hayatınızı sürdürecek ekin, bitki, meyve, ürün, su,
balık; cevher, hayvan gibi vesileleri, halta yeryüzündeki şeylerin hepsini
enirinize verdi. Yeryüzündeki bu yumukların hepsi size müsahhar kılındı. Öyle
ki, yerküreye hâkim oldunuz. Denizler, dağlar, çöller ve ovalar, dünyaya
hükmetmenize engel olamadılar. Dahası insan, kanatlanıp uçtu. Aya ve yıldızlara
ulaşacak seviyeye geldi.[20]
Bütün bunlar, şükrü
gerektiren nimetlerdir. Ne var ki kullar pek az şükretmektedirler.
"Kullarım içinde şükredenler azdır?'[21] Bu
nedenle yukarıdaki ayetler, şu anlamdaki sözlerle noktalanmaktadırlar:
Nimetlere şükretmek
Allah'ı tam olarak tanımak, lâyık olduğu biçimde O'na hamd-ü senada bulunmak,
nimetlerin hakkını ödemek, onları yaratılış amaçlarına uygun şekilde
kullanmakla olur. Ancak bu yolla hayır tahakkuk eder, iki cihan saadeti elde
edilir.
Babanızı kuru bir
çamurdan ve şekillenmiş bir balçıktan, yani sudan ve yapışkan bir çamurdan
yarattık. Sonra bu maddeden, mükemmel ve düzgün bir insan meydana getirdik.
Ayetin yorumunu
yaparken alimler çeşitli görüşler ileri sürmüşler, bunların en güzeli,
Kurtubî'nin söyledikleridir.
Doğrusu Adem çamurdan
yaratıldı. Sonra kendisine şekil verildi ve meleklerin secde etmesiyle
kendisine ikramda bulunuldu. Onun soyu ise babalarının sulbünde ve analarının
rahminde yaratıldıktan sonra yine rahimlerde şekillendirildi.
Sonra meleklere:
Allah'ın .kendilerine vermiş olduğu nimetleri bilsinler de bu nimetlere karşı
şükretsinler, İblisin önceden yaptıklarından haberdar olup ona karşı tedbirli
olsunlar diye, ululamak ve yüceltmek İçin Adem'e secde edin, diye emrettik.
Lanetli İblisten başka
bütün melekler Ona secde ettiler. O, büyüklene-rek secde etmedi. İblis,
cinlerden olup, Rabbinin emrine itaat etmedi.
Buna dayanarak bazı
kimseler dediler ki: İblis, melek emsinden değildir. Meleklerle bir arada
bulunduğu için, Adem'e secde etme emrine onlarla beraber muhatap oldu.
Diğer bazı kimselerse,
O'nun melek cinsinden olduğunu söylemişlerdir. Nitekim ayetin zahirinden
anlaşılan anlam da budur. "Seni, secde etmekten alıkoyan nedir?"
"Sâd" suresinin 57. ayetinde de anlaşıldığına göre bu ayette
fiilinin başında yer alan harfi zaiddir. Ve te-kid manasını taşır. Bazı
müfessirler, bu ayete, "Seni secde etmemeye iten sebep nedir?"
şeklinde mana vermişlerdir.
İblis, mazeret beyan
ederek, gerekçe ileri sürerek şöyle dedi: "Ben Ondan (Adem'den) daha
hayırlıyım." Zira beni ateşten yarattın. Onuysa çamurdan yarattın. İblise
göre ateş, çamurdan daha iyiydi. Çünkü ateş, yüksek, hafif, yukarıya, doğru
çıkan ve aydınlık saçan bir şeydi. Yararlı olan birşey, kendisinden daha az
yararlı olan bir şeye secde edemezdi. Bu, iblisin kıyası idi. Bu ilk kıyastı ve
batıldı. Çünkü eşyanın hayırlı ve İyi oluşu; eşyanın cin.si ve mackk-siyk"
tfcp.il,. ancak manâ ve özelliği ile ispatlanabilir. Çünkü miskin aslı,
ceylanın kanıdır. Balın aslı, arının dışkısıdır, elmasın aslı, karbondur. Allah'ın
Ademe ilim ve marifetler bağışladığı, ona ikramda bulunduğunu nasıl olur da
İblis bilmezdi?
Bazı alimler, bu
kıssanın insanlarla meleklerin tabiatlarını ve cinlerin bize karşı tutumlarını
(temsili olarak) açıkladığı görüşündedirler. Burada ne bir soru, ne de bir
cevap vardır. Fakat bu görüş, kitabın zahirine ters düşmektedir. Kaldı ki bu,
imân edilmesi gereken gaybî bir meseledir. Gerçeğin bilgisini 'sadece Allah'a
bırakıyoruz. Takatimizin dışında kalan ve içinden çıkış yolu bulamayacağımız
işlerle kendimizi meşgul etmemeliyiz.
Cenab-i Allah buyurdu:
Madem öyle, ey İblis! Cennetten çık. Cennet, alçakgönüllü ve ihlaslı
kimselerin yeridir. Sana göre değildir. Orada artık büyüklük de
taslayamayacaksm. Çünkü orası ikram ve tazim için hazırlanmıştır. Tekebbür ve
isyan için değil... Alçalmiş, horlanmış ve değersizleşmİş kimselerden biri
olarak oradan çık, defol.
Yüce Allah, büyüklenen
kimseleri en hakir bir surette kıyamette haşre-deceküF. İnsanlar, onları
ayakları altına alıp çiğneyeceklerdir. Dünyada da İnsanları onlara buğzettirir,
öfkelendirir kendilerinden de olsalar onları tahkir ederler.
İblis dedi ki: Ey
Rabbim! Adem ve nesli, ahirette haşredilinceye dek bana ve soyuma mühlet tanı
ki; onların yaşamalarına, ölümlerine ve öldükten sonra diriltilmelerine şahid
olayım da, onları azdırıp doğru yoldan saptırmak İçin geniş zaman bulayım.
Cenab-ı Allah, onun bu
isteğini kabul buyurdu: Sura ilk üfürülecek zaman kadar sana mühlet tanıdım. O
zaman bütün yaratıklar düşüp bayılmış olacaktır. İblis dedi ki: Adem ve
neslinden ötürü beni azgınlığa mahkûm et-tİğin için andolsun ki, onları Senin
doğru yolundan saptıracağım. Hidayete giden yollarını tıkayacağım. Sapıklığa
giden bütün yollan onlara süsleyeceğim. Sonra da onları sapıklığa
sürükleyeceğim. Sağdan, soldan, Önden.ve arkadan onlara yanaşacağım. Gelip
geçen yolcuları soymak için'yol kesicilerin yaptıkları gibi, onların yollarını
tutacağım, onların bir çoğunu şükredici bulmazsın.
"Gerçekten İblis,
insanlar aleyhindeki (muhakkak onları azdıracağım) va'dini yerine getirdi. Onun
için mü'minlerden ibaret bir fırkadan başkası, iblis'e tabi oldular."[22]
Bunun üzerine Cenab-ı
Allah, Ona: Ayıplanmış, yerilmiş, alçalmış, kovulmuş ve rahmetimden
uzaklaştırılmış olarak cennetten çık, dedi.
Sana uyanlar, yemin
olsun ki, Ceheü.iemde de seninle beraber olacaklardır. "Andolsun ki
cehennemi, senden(türeyenlerle) ve Adem oğulları içinden, sunu uyanların
hepsiyle dolduracağım."[23]
19- "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın ve
istediğiniz yerden yiyin yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden
olursunuz."
20- Şeytan, ayıb yerlerini kendilerine göstermek için
onlara fısıldadı: "Rabbinİzin sizi bu ağaçtan men'etmesİ, melek olmanız
veya. burada temelli kalmanızı önlemek içindir."
21- "Doğrusu ben size Öğüt verenlerdenim" diye
ikisine yemin elli.
22- Böylece onlunu ynnılnmUımu suğhıdı. AğuçUin meyve
tuluklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarını
örtmeğe koyuldular. Rableri onlara, "Ben sizi o ağaçtan menetmemiş
miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim? diye
seslendi.
23- Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik;
bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz"
dediler.
24- "Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde
bir müddet için yerleşip geçineceksiniz."
25- "Orada yaşar, orada ölür ve oradan dirilip
çıkarılırsınız' dedi. [24]
Vesvese verdi.
Vesvese: Tekrarlanan
gizli ses demektir. Süs takılarından çıkan sese de vesvese denilmiştir. Burada
vesveseden maksat, zararlı şeyleri süsleyen hatıralardan gelen sestir.Örtülüp
gizlenen.
es-Sev'etü: İnsanın
hoşuna gitmeyip onu inciten şey. insanın sev'eti denildiğinde kasıt, insanın
avretidir, haya yeridir. Çünkü buranın açığa çıkmasıyla insan rahatsız olur.Gayret
ve istekle ikisine de yemin etti. Onları cennetteki yerlerinden-indirdi.Ağacı
taddilar, onun ürününden yediler.Başladılar.
Batıl ile aldatmak. Yapraklan
üst üste koyarak örtünüyorlar. [25]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah dedi ki: Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun. Bu; kıyamet
günündeki mükâfat yeri olan Cennet midir? Yoksa ondan başka bir cennet midir?
Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre bu, kıyamet günündeki mükâfat yeri olan
cennet değildir, öyle olsaydı orada ne mükellefiyet, ne de isyan ve
günahkârlık söz konusu olurdu. Şeytan da oraya giremezdi. Ama yine de doğruyu
en iyi biîen, elbetteki Allah'dır.
Cenab-ı Allah önce
Adem'e hitapta bulundu. Çünkü vahyi ilk telakki eden, ilahi emirlere ilk
muhatab olan odur. Sonra ayette her ikisine; hem kendisine, hem de eşine
birlikte hitab edildi. Çünkü yemek yeme hususunda ikisi de aynı seviyededir.
Zahmet ve yorgunluğa katlanmadan, ikiniz de dilediğiniz yerden, dilediğiniz
üründen bol bol, afiyetle yeyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın. (Bunun rie ağacı
olduğunu ancak Allah bilir.) Bilinmesinde fayda olsaydı, Atlah bunun ne ağacı
olduğunu elbette ki bize bildirirdi. Bakınız, nasıl da Allah helâlde ve yemede
kullarına serbestiyet ve genişlik bahşediyor? Sonra onlarrdeneyip imtihan etmek
için az miktarda ve zararlı olan şeyleri kendilerine haram kılıyor?
Eğer bu ağaca yaklaşır
ve meyvesi iki en yerseniz, kendinize yazık etmiş ve ilâhi sınırı alınış
olursunuz. Ama şeylan, apaçık bir düşman olan iblis, Adem'i ve eşini bırakmadı
ki, cennetin nimetlerinden yararlansınlar. Aksine vesvese verip, yasak ağacın
meyvesini yemelerini kendilerine hoş gösterdi. Sonuçta kötü yerleri ve avret
mahalleri açığa çıksın diye şeytan onlara vesvese verdi. Ayette sözü edilen
kötü yerleri, Adem ve Havva'nın, gizli iken aniden açığa çıkan şehvetlerinin
üstü kapalı bir ifadesi midir, yoksa gerçekten onların avret mahalleri midir?
Şeytanın yaptığı,
insanda gizli bulunan defineler misali, fesad öğelerini açığa çıkaran ve
insandaki güdüleri harekete geçiren birinin yaptığı iştir.
Şeytan onlara dedi ki:
Güçlü, kuvvetli ve uzun ömürlü melekler olma-yasınız ve de cennette temelli
kalmayasınız diye, Rabbiniz sizi bu ağacın ürününü yemekten alıkoydu.Sonra çok
ağır yeminler ederek dedi ki Doğrusu ben, hiçbir ard niyeti olmaksızın size
öğüt veren bir kimseyim.
Bundan sonra şeytan
habire yemin edip imrendirerek ve çeşitli vaadler-de bulunarak onları aldattı.
Onlar da Allah'a karşı pozisyonlarını ve Allah1 ın kendilerine verdiği emri
unuttular. Allah'ta onları, bulundukları mertebeden düşürdü. "Doğrusu
bundan önce Adem'e (bu ağaçtan yeme diye) emr ettik de unuttu. Biz onda, bir
sabır ve sebat bulmadık."[26] O
ağaçtan tadınca, Adem ile Havva'nın daha önce örtülü olan avret mahalleri
açığa çıktı. Cinsel duygulan da uyanmaya başladı.
Rableri kendilerine
şöyle seslendi: Ben sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytan sizin apaçık
bir düşmammzdır, ondan sakının ve uzak durun, dememiş miydim?
"Biz de Adem'e
şöyle demiştik. "Muhakkak bu (iblis) sana ve zevcene düşmandır. Sakın sizi
cennetten çıkarmasın; sonra zahmet çekersiniz."[27]
Adem ile Havva şöyle
demişlerdi: Rabbimiz! Şana muhalefet edip senin ve bizim düşmanımız olan
şeytana uymakla kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve günahlarımızı
örtmezsen, dünya.ve ahirette zarara uğrayanlardan oluruz. "Derken Adem,
Rabbinden bir takım kelimeier aldı. O'na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini
kabul buyurdu. Çünkü tevbeyi çok çok kabul eden, asıl esirgeyici O'dur."[28]
Cenab-ı Allah buyurdu
ki: Dünyada birbirinize düşman olarak yeryüzüne İnin. (Buradaki hitap; Adem'e,
Havva'ya ve îblis'edir.) Orada, Allah katında bilinen belli bir vadeye kadar
yaşayın. Belli bir süre için orada geçiminiz vardır. Bu dünyada yaşayıp
ölmenize ve kıyamet günü tekrar dirilmenize hükmettim. "Sizi (babanız
Adem'i), o arzdan (topraktan) yarattık; yine ölümünüzden sonra sizi ona
döndüreceğiz. Hem de ondan sizi başka bir defa çıkaracağız”[29]
26- Ey insanoğullan! Ayıb yerlerinizi örtecek giyimlikle
sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Tkkvâ örtüsü ise bunlardan daha
hayırlıdır. Allah'ın bu âyetleri öğüt almanız içindir.
27- Ey însanoğullan! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine
göstermek için elbesüerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi
sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları
sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kıldık. [30]
Kuşun bedenini Örten
tüyleri.
Lügat alimlerinin
çoğuna göre "riş"; insanın durumunu gizleyen giysi ve geçimlik
şeylerdir.
el-Fİtnetü, sınayıp
imtihan etmek. Kuyumcunun, iyisini kötüsünden ayırdetmesi için altın ve
gümüşleri potada eritmesine de fitne denir. Taraftarları. [31]
Ey Adem oğulları!
Allah'ın size ve sizden Önce babanız Adem'e bahşetmiş olduğu nimetleri
hatırlayın. Günah işlemekten ve isyankârlıktan sakmm. Gizli, açık her durumda
Allah'a karşı gelmekten kaçının. O, üzerinize gök-len yağmur indirdi. Yağmur
sayesinde pamuk ve keteni yetiştirdi, yün ve tiftik elde ettiniz. Bunlardan
başka, avret yerlerinizi örtmek için zaruri ihtiyaç duyduğunuz giysileri ve
bedeninizi örtmek için gereksindiğiniz elbiseleri, süsleyip güzelleşmek için
arzuladığınız giyecekleri elde ettiniz. Ey Rabbim! Sen noksanlıklardan
münezzehsin.
İslâmiyet, fıtrat
dinidir, tabiî bir dindir. Süslenip güzelleşmek İçin ihtiyaç duyulan
elbiselerden hiç birini yasaklamamıştır. Yalnız yoksulların gönlünü incittiği,
giyenin kaprislerini tatmin ettiği için (erkeklerin) ipekten mamul elbiseler
giymelerini yasaklanmıştır.
Ey Ademoğullan! Takva
elbisesi sizin için daha hayırlı ve size daha lâyıktır. O, manevi bir
elbisedir. Salih amel ve halis İmân elbisesidir. Şüphesiz bu, tüylerden ve
diğer maddi giysilerden daha hayırlıdır.
"Kişinin en
hayırlı elbisesi, Rabbine itaat etmesidir.
Allah'a asi olan
kimsede hayır yoktur."
Bu giysi, Allah'ın
kudretinin işaretlerinden ve de ademoğluna bahşettiği fazl-u ihsanının
delillerindendir. Bu nimetler ihsanı, belirtilen ilâhî Iutfu anmaya, yapması
vacib olan şükrü edâ etmeye, şeytanın fitnesinden uzaklaşmaya ve kötü
yerlerinin açığa çıkmaması için gereken önlemi almaya yöneltir.
Ey Ademoğulları! Nefsinizden
gafil kalmayın. Onu takva kalesine hapsedin. Başı boş bırakmayın. Sürekli
biçimde Allah'ı anarak cezalandırın. Çünkü demirin pas tutması gibi kalpte pas
tutar. Allah'ı devamlı zikredin ki, nefsiniz, şeytanın aldatmasına karşı
direnebilsin. Ona karşı verdiği sınavda başarılı olsun. Şeytandan uzak durun,
sakının. Ana ve babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için
elbiselerini soyarak cennetten çıkardı. Ondan sa-kmm. O ve taraftarları,.siz
kendilerini görmediğiniz halde onlar sizi görmektedirler. Görünürde olmayıp ne
zaman bastıracağı bilinmeyen düşman, açıktan açığa gelen düşmandan şüphesiz
daha tehlikelidir. Şeytana karşı korunmak; ruhu güçlendirmek, Allah ile olan
bağlantıyı takviye etmek, meydana gelen vesveselere kapılmamak, vesveselerden
Allah'a sığınmakla mümkün olur.
Ondan sakının. Zira
Cenab-i Allah, şeytanları imansızların velileri kıl-mistir. "Azgın
olanlardan sana uyan müstesna, kullarımın üzerinde asla se-nİn hiçbir hükmün
yoktur." [32].Bu çok şiddetli bir
uyandır. [33]
28- Onlar bir fenalık yaptıkları zaman,
"Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti" derler.
De ki: "Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karş} mı
söylüyorsunuz?"
29- De ki: "Rabbim adaleti emretti; her secde
yerinde yüzünüzü O'na doğrultun; dinde samimi olarak O'na yalvann. Sizi
yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz."
30- Allah insanlardan bir takımını doğru yola eriştirdi,
fakat bir takımı da sapıklığı haketti,
çünkü bunlar Allah'a bırakıp şeytanları dost edinmiş ve kendilerini doğru
yolda sanmışlardı. [34]
Aşırı derecede çirkin
ve edepsizce fiil. Ayette bu kelime ile müşriklerin başka varlıkları Allah'a eş
koşmaları veya Kabe'yi çıplak vaziyette tavaf etmeleri kastedilmiştir.Adalet
ve orta yol."Vech" kelimesinin çoğulu olup yüz ve çehre manasmdadır.
Ya da bu kelimeden, kalbin Allah'a yönelmesi veya niyetin düzgün ve doğru
olması kastedilmiştir. [35]
Bu, şeytanın
İmansızlara veliliğinin sonuçlarından biridir. Şer'an mün-ker sayılan çirkin
bir fiil işlediklerinde, Kabe'yi çıplak vaziyette tavaf etmek gibi aklın ve
salim tabiatın reddettiği bir eylemde bulunduklarında, bu yaptıklarından ötürü
mazeret beyan ederek şöyle derler: Doğrusu biz, babalarımızın da böyle yaptıklarım
gördük. Şüphesiz, onların yolunu izleyeceğiz. Allah, bize bunu emretti.
Şaşıyorum bu
yaptıklarınıza, şaşıyorum. Ey Muhammedi Onlara de ki: Allah, kötü işler
yapmanızı size asla emretmez. Bunu size ancak şeytan emrediyor. Bu rezaletleri
işlemeye sizi davet eden odur. "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye
korkutur. Size cimrilik ve sadaka vermemekle emreder."[36]
Babalarınıza uymayı,
nasıl olur da kendiniz için mazeret olarak üeri sürersiniz? Yasa koyma
konusunda babalarınız delil midirler? Onlar, Allah'tan vahiy alarak, O'nun
irşadına mazhar olarak mı hareket ettiler? Yoksa şeytanın vesvesesi ve pis
şeyleri güzel göstermesi ile mi amel ettiler? Yahut bilmo diğiniz şeyleri mî
Allah'a karşı söylüyorsunuz? Allah'ın yasa koymasıysa, ancak kendisinin peygamberine
vahyetmesiyle olur.
Şu halde İmansızlar,
sadece şeytanın fısıltılarına kulak vererek eylemlerde bulundular ve Allah'a
karşı yalan uydurdular.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Rabbim bana adaletli olmamı, haddi aşmamamı emretti. Bundan da anlıyoruz ki
islâmiyet, İfrat ve tefrit arasında orta yollu bir dindir. "Muhakkak ki
Allah; adaletli, İhsanı ve akrabaya vermeyi emrediyor. Zinadan, fenalıklardan
ve insanlara zulmetmekten nehyediyor.”[37]
Yüzünüzü Allah'a
doğrultun, yönteminizi güzelleştirin. Namaz için ya da zikir veya tavaf için
her mescide girişinizde, Kabe'ye gittiğinizde Allah İçin ihlasla amel edin.
Sırf Allah'a yönelin. îhlâsla yönelmek te ancak yüzde ve. çehrede belirir.
Çünkü yüz, ruhu yansıtan bir aynadır. Dinde muhlisler olarak O'na yalvann ve
O'na ibadet edin. Sizi daha önce nasıl yoktan var edip yaratmışsa, hesap ve
ceza gününde O'na döneceğinizi de her zaman aklınızda tutun. Siz şu iki
gruptan birinde olacaksınız.
1- Allah'ın doğru yola eriştirip, ihlâs ve ibadette
muvaffak kıldığı grup.
2- Şeytana uyup Kur'an'ı terkettikleri için üzerlerine
azab vacib olan grup.
Her iki grup, bu
dünyada yaşadıkları hal üzere olacaklar. Ve ne halde ölmüşlerse, aynı halde de
dirileceklerdir.
ikinci grubun
sapıklığa düşmesi acaib karşılanmamahdır. Çünkü onlar, Allah'ı bırakıp
şeytanları dost ve rehber edindiler. Onlar, yaptıkları iş bakımından ahirette
en çok zarara uğrayan ve dünya hayatında yaptıkları işier boşa giden, ama
aslında güzel bir iş yaptıklarını sanan kimselerdir. Sapıklığa battığı halde
ahmaklığına ve aldandığma bakmadan hakyolda ve hidâyete ermiş kimseler safında
bulunduğunu İddia eden kimse» aklı zayıf ve görüşü bozuk olduğu için böyle bir
iddiada bulunur. [38]
31- Ey Ademoğullan! Her mescide güzel elbiselerinizi
giyinerek gidin; yiyin için, fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri
sevmez.
32- Ey Muhammed, de ki: "Allah'ın kullan için
yarattığı ziynet ve re-mîz azıkları haram kılan kimdir?1', "Bunlar, dünyâ
hayatında inananlarındır, kıyamet gününde de yalnız onlar içindir" de.
Bilen kimseler İçin âyetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz. [39]
Ayette geçen bu
kelimeden kastedilen manâ, güzel elbiselerdir. Zinetlerİnizi alın sözü ile de,
"bu elbiselerinizle süslenin" manası kastedilmiştir. Secde yeri.
Bununla namaz veya secde kastedilmiştin[40]
Kureyşliler ile
onların muahede yaptıkları kimseler dışında araplar, Kabe'yi çıplak vaziyette
tavaf ederler ve "üzerimizdeyken günah işlemiş olduğumuz elbiseler ile
Kabe'yi tavaf etmeyiz" derlerdi. Kadının biri gelip üzerindeki giysileri
çıkardı, Kabe'yi tavaf etti; elini mahrem yerinin üzerine koyarak şöyle dedi:
"Bu gün mahrem
yerimin bir kısmı veya tamamı göründü. Onun görünen kısmım helâl
etmeyeceğim"
Amiroğullan kabilesi,
haccettikleri günlerde ancak hayatlarını sürdürebilecek miktarda yemek yer ve
yağ yemezler, böylece hac ibadetlerine tazimde bulunurlardı. Böyle yapmalarına
karşılık, müslümanlar, şöyle dediler: "Böyle davranma konusunda biz
onlardan daha çok hak sahibiyiz."
Bunun üzerine
yukarıdaki ayetler nazil oldu. [41]
Ey Ademoğulları! Namaz
kıldığınız, veya tavaf ettiginiz zaman süs eşyalarınızı alın, elbiselerinizi
giyinin. En azından avretinizi örtecek kadar çamaşırlarınız giyin. Avret
mahalli diz ile göbek arasımıdır, yoksa sadece ön ve arka organlar mıdır. Bu
konuda fıkıhçılann farklı görüşleri vardır. Namaz ve tavaf esnasında avret
mahallerini örtmek vacibtir. Bedenin avret mahalli dışındaki yerlerini Örtmekse
vacip değil, sünnettir.
Genel olarak süslenme
ve elbiseler; yer ve zamana, kişi ve mesleğe göre değişir. Bu da birçok ilkel
ve çıplak kabileleri uygarlığa çeken İslâm dininin güzel yanlarından biridir.
Kaldıki bu; sanat, ticaret ve tarımın gelişmesinin de bir sonucudur.
Yiyecek ve içecek
türlerinden, lezzetli bulup hoşunuza gidenleri yeyin, için. Ne kısın, ne de
İsraf edin. Ölçülü olun, orta yoldan gidin.
İsraf kelimesi, aşırı
derecede cimriliği ve aşın derecede, harcama yapmayı, yiyecek ve içeceklerde
helâlin harama tecavüz etmesini, yani helâl sınırından haram sınırına geçmeyi
kapsamaktadır. "Doğrusu Allah israf edenleri sevmez."
Neseî ve îbn Mace,
Peygamber (S.A.V.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Yeyiniz,
içiniz, sadaka verin ve giyininiz. Ama böbürlenmeyin ve de israf etmeyin.
Şüphesiz Cenab-ı Allah, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmeyi sever!'
İsraf etmemek ve
böbürlenmemek koşuluyla süslenmenin bir sakıncası yoktur. Yeme ve içmede bedenî
gücü aşacak derecede israf etmek zarardır: Ekonomik gücü aşacak derecede israf
etmek tehlikelidir. Şer'î sınırları aşacak derecede israf etmekse haram ve
helaktir. Ey Muhammed! Onlara de ki: Allah'ın kullan için çıkarmış olduğu
ziynetini haram kılan kim? Bu ziynetlerin maddesini Allah yaratmıştır. Bu
ziynetleri elde etme sanatını ve bunlardan yararlanma yollarını insanlara
Allah öğretmiştir. Süs ve süslenme sevgisini, Koş ve güzel şeylerden
yararlanma isteğini insanların kalbine Allah yerleştirmiştir, islâm dininin;
insanları ruhi olgunluğa ve ahlâkı alanda yücelmeye çağırdığını; bunun yanında
beden ve kalbe, kalbin helâl çerçeve dahilinde eğilim duyduğu şeylere önem
verdiğini benimle birlikte sen de kabul etmez-misin ey okuyucu?
Ruhun olgunlaşması
için kişinin kendi kabuğuna çekilip aşın derecede zahidlik etmesi, dünyadan el
çekmesi esas değildir. İşte görüyorsunuz: Kur'an-ı Kerim, süslenmeyi kendine
haram kılan kimseleri protesto ediyor. Her ne kadar aslında iman edenlere
tahsis edilmişse de, süslenmenin dünya hayatında inanan İnanmayan herkese
verildiğini —Allah, yeryüzündeki her şeyi sizin için yaratmıştır.— ahirette
ise, bunların yalnızca inanan insanlara tahsis edileceğini söylüyor.
Sosyal yaşantılarında
bireyleri ve toplumları ilgilendiren meseleleri bu kadar detaylı olarak
anlattığımız gibi dinimizin olgunluğuna, peygamberimizin doğruluğuna ve
şeriatımızın eksiksizliğine işaret eden ayetleri de ayrıntılı olarak açıklarız,
labiî ki bilmeyenlere değil, bilenlere açıklarız. [42]
33- De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli
fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği
şeyi Allah'a ortak koşmanızı, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
haram kılmıştır?'
34- Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri
dolunca ne bir saat gecikebilir ne de öne geçebilirler. [43]
Aşırı derecede çirkin
fiil ve davranışlar.Her çeşit günah.Zulüm ve başkasının hukukuna tecavüz etmek.Süresinin
ne zaman dolacağı ancak Allah tarafından bilinen belirli bir vade.Herhangi bir
işin yapılabileceği en kısa bir zaman dilimi. [44]
Müslümanlar elbise
giyip Kabe'yi tavaf edince, müşrikler onları bu hallerinden dolayı
ayıpladılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah şöyle buyurdu: Ey Muhammedi Allah'ın
helâl kıldığı hoş ve temiz şeyleri, rızkı, giysileri haram sayan şu müşriklere
de ki: Rabbim, bunları haram kılmadı. O, ancak zina, kötülüğü yayma, vatana
hiyanet, cemaat dışına çıkma gibi, görünenleriyle gö-rünmeyeniyle tüm
hayasızlıkları ve çirkinlikleri haram kıldı. Keza büyük sonuçları ve
tehlikeler doğuran suçları, günaha yol açan davranışları, aşırılığa ycltcnerek
başkasının hukukuna tecavüz etmeyi de haram kıldı. Sahibi razı olur ve i}c bir
maslahattan dolayı olursa başkasının hukukunu müdahale etmenin elbcltcki bir
sakıncası yoktur.
Hakkında hiçbir delil
bulunmayan putları Allah'a ortak koşmak da, Allah tarafından haram kılındı.
"Her kim, Allah Üc beraber diğer bir Hân'a, onu ispat edecek bir delili
olmamasına rağmen, ibadet ederse onun hesabı ancak Rabbinin kalındadır."[45]
Yine bilmediğiniz
şeyleri hiçbir delile ve bilgiye dayanmadan Allah'a karşı söylemenizi de haram
kıldı. Allah'a ve dinine karşı konuşmak, hiçbir delile dayanmadan helâli haram
veya haramı helâl saymakla olur. Kişinin kendi kafasından ahkâm kesmesiyle
olur. Dinlerin doğal yapılarının bozuiup tahrif edilmesi, kişilerin şeytana ve
kendi arzularına kapılmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim ehl-i kitapta böyle
yapmıştı. Dillerinizin "Bu helâldir, şu haramdır" diye yalan olarak
vasıflandırdığı şeyi söylemeyin,"[46]
Ayrıca dinin asılları
olan kitap, sünnet,' icma' veya kıyası temel kabul etmek mecburiyetindeyiz.
Saydığımız bu asıllar, hayatta karşılaştığımız her-şeyden söz açmışlar ve
anlatmadık bir şey bırakmamışlardır.
Eksikliklerden
münezzeh yüce Allah, toplumu yıkan ve milletleri helak eden haramları ve
kötülükleri bir arada andıktan sonra, burada da ilâhi emirlere uyan
milletlerle diğerlerinin durumlarını açıkladı. Kâinattaki herşeyin bir eceli
olduğu gibi, toplumların da başlangıç ve sonları, Allah tarafından bilinen
birer ecelleri vardır. Aynı şekilde her bir ümmetin de mutlu ve onurlu ya da
mutsuz ve zelil bir hayat süreceği belli bir ömrü vardır.-Ümmetlerin onur ve
mutluluğu, ilâhi emirlere uymaları ve içlerinde erdemin yaygın hale gelmesi ile
olur. Dinin ve yüce ideallerin dalma, budağına tutunmasıyla olur. Bu bakımdan
her ümmetin kendine özgü bir ecel ve vâdesi vardır.
Milletlerin mutsuzluk
ve alçalması ise erdemden uzaklaşmaları, içlerinde rezaletlerin kök salması;
hile, rüşvet, fesad, israf, zulüm, günah ve azgınlığın yayılması ile olur.
Daha önceki ümmetler,
ilâhi emirlere muhalefet ettikleri için yok oldular. Bu süreç, Peygafnber
(S.A.V.) in alemlere rahmet olarak gönderilmesiyle sona erdi. "Seni (ya
Muhammed), ancak alemlere rahmet olacak gönder-dik."[47]
Yüce Allah'ın yasası,
bütün ümmetlere aynı şekilde uygulana gelmiştir. Meselâ batıda güçlü bir millet
görüyoruz. Güçlüdür... Çünkü erdem ve ılımlılık dalma tutunmuşlar, israftan
uzak durmuşlardır. Bu millet hakka tutunduğu ve bağlı kaldığı sürece bu tarzda
belli bir zamana kadar yaşayacaktır. Ama bunun yanında hor ve zelil bir başka
millet görüyoruz. Hor ve zelildir... Çünkü rezalet ve israfa tutkun olmuştur.
İslâm ümmetinin yüce ideallere tutunması; İsraftan her bakımdan haddi aşmaktan
kaçınması haydi haydi gerekmektedir. Kaldı ki böyle yapmasını, dini kendisine
emretmektedir. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, bir anda bîr ümmeti yok
etmeyi dilerse, o ümmet anında yok olur. Ne biran ftııcc, nede sonra. Bu, ilahî
emirloiv muhalefet eden ve doğru yoklan sııpıp eğri yokla gülenler için bir
uyandır. [48]
35- Ey İnsanoğuIIan! Size aranızdan âyetlerimizi okuyan
peygamberler geldiğinde, kimler onların bildirdiklerine karşı gelmekten
sakınır ve gidişini düzeltirse, işte onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir.
36- Âyetlerimizi yalanyayıp onlara karşı büyüklük
taslayanlar, işte onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır. [49]
Ey ademoğullan!
Kendilerini bilip tanıdığınız ve işlerine hükmedebildiğiniz, içinizden
peygamberler size gelip ayetlerini peşpeşe okuduklarında, müjdeleyerek, uyarıp
—korkutarak sizi fazilete davet edip rezaletlerden alıkoyduklarında onlara
uyun. Öteden beri peygamberlerin görevi budur. Her kim Allah'a karşı gelmekten
sakınır, salih amel ve doğru niyetle kendini düzeltirse, işte onlar için korku
yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. Kureyşli liderlerin yaptığı gibi her
kim de kibir, inad, zorbalık içinde büyüklük taslayarak ayetlerimizi
yalanlarsa, işte onlar ateşliklerdir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. [50]
37- Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini yalan
sayandan daha zâlim kimdir? Kitab'daki payları kendilerine erişecek olanlar
onlardır. Elçilerimiz canlarım almak üzere geldiklerinde onlara,
"Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" deyince, "Bizi koyup
kaçtılar" derler, böylece inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerine şâhidlik
ederler.
38- Allah, "Sizden önce geçmiş cin veinsan
ümmetleriyle beraber ateşe girin" der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına
lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler
için, "Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat
kat ver" derler, Allah, "Hepsinin kat kattır, ama bilmezsiniz"
der.
39- Öncekiler sonrakilere, "Sizin bizden bir
üstünlüğünüz yoktu, kazandığınıza karşılık azabı tadın" derler. [51]
Birbirlerine
ulaştılar. Bir araya geiip toplandılar.
Kat, misil. Bir veya
birkaç kat. [52]
Allah'a karşı yalan
uyduran, helâli haram veya haramı helâl sayan yahut O'na çocuk ya da ortak
yakıştıran veya ayetlerini yalan sayıp o ayetlere karşı büyüklük taslayan, aluy
edenden duha zalim kim varılır? Mu gibi kimselere, kitapta yazılı olan payları,
takdir edilmiş rızıkJarı, dünyadaki geçim, hisse ve ömürleri ulaşacaktır.
Nihayet ölüm meleği canlarını çıkarıp ruhlarını (teslim almak üzere kendilerine
geldiğinde onlara: Allah'tan başka tapar olduğunuz ortaklar ve şefaatçiler
hani nerede diyecektir. Onlar da diyecekler ki: Gözden yitip kayboldular.
Nerede olduklarını bilmiyoruz. İzlerini kaybettik. Artık onlardan hayır ve
fayda beklemiyoruz.
Böyle diyerek, o
putlara tapmakla ve onlara duâ etmekle kâfir olduklarını itiraf eder ve kendi
aleyhlerinde tanıklık ederler.
Bu, mevcud kâfirleri
küfür ve sapıklığın sonuçlarından sakındırmaktadır.
Ayetleri yalanlayan
arap kâfiri şu zalimlere kıyamet gününde Cenab-ı Allah şöyle diyecek: Sizden
önce geçen ve küfürde sizden daha fazla kıdemi bulunan ümmetlerle beraber ateşe
girin. Onlar, dostlarınız olan cinlerle insanlardır.
Onlardan her bir grup
cehenneme giripte başına gelen alçaltıcı azabı ve rüsvayhkları görünce
dindaşlarına ve yoldaşlarına lanet eder. Çünkü onlara uyduğu ve kâfirlikte
peşlerinden gittiği için sapıklığa düşmüştür. Nihayet Cehennemde bir araya
geldiklerinde, son girenler —ki bunlar ayak takımı kimselerdir—, İlk önce
girmiş olanlarla ilgili olarak —ki onlar da lider ve efendi takımıdır—. Cenab-ı
Allah'a hitaben şöyle derler: Rabbimiz! Bu efendiler bizi doğru yoldan
saptırdılar. Bizi etki altında bıraktılar. Bizi saptırdıkları için, bizimkine
oranla onlara ateşten katmerli bir azâb ver.
Cenab-ı Allah buyurdu
ki: Kendi sapıklığı nedeniyle hakettİği azabın yamsıra, başkalarını da
saptırdığı için sizden her biriniz için katmerli bir azâb vardır. Ne ki, siz
onların azabını bilemezsiniz.
Öncekiler,
sonrakilerine şöyle dediler: Anlattığınız gibi eğer sizleri biz saptırmış isek
sizin bize karşı bir üstünlüğünüz yok ki, ona dayanarak azabınızın bizim
çektiğimiz.azabdan az olmasını isteyebilirsiniz.
Cenab-ı Allah, böyle
demeleri üzerine onlara şöyle buyurdu: İşlediğiniz günahlar dolayısıyla hepiniz
tam bir azabı tadın. [53]
40- Doğrusu âyetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı
büyüklük taslayan-îara, göğün kapılan açılmaz; deve iğnenin deliğinden
geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.
41- Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de
örtüler vardır. Zâlimleri böyle cezalandırırız. [54]
Sivri dişi çıkmış
deve. İğne deliği.
"Ecreme":
Ağacın üzerindeki meyveyi kesip kopardı demektir. Sonraları bu kelime, her
türlü suç ve mefsedeti İfade etmek İçin kullanılmıştır.
Döşek.
"Ğaşiye"nin çoğulu, yorgan gibi üste örtülen şey. [55]
Birliğimize ve
insanların öldükten sonra tekrar diriltileceklerine, Resu-lullab (S.A.V.) in
doğruluğuna işaret eden, dinî hüküm ve ilkeleri açıklayan ayetleri , izi
yalanlayıp büyüklük taslayanların ruhlarına göğün kapıları açılmaz. Aradleri
yukarıya çıkamaz. Boşa gider ve hiçbir hayırları kalmaz. "Hoş kelimeh r
(tevhjd ve teşbihler) ancak O'na yükselir, kabul olunur. Salih amelide hoş
kelimeler (tevhîd) yükseltir, makbul kılar."[56]
Bu özellikteki
inkarcılar cennete asla giremezler. Allah'ın rahmetinden kovulmuşiardır.
Allah'a, kendi nefsine ve müslüman kardeşlerine karşı suç işleyen herkes, bu
şekilde cezalandırılır. Bu nitelikteki kimseler için üzerinde uzanıp yattıkları
ve üzerlerine örttükleri ateşten döşek ve yorgan vardır. Allah korusun, onlar,
cehennemin tabakaları arasında bekleyeceklerdir. Cehennem ateşi onları sarıp
sarmalamıştır. Allah, onların yapmakta olduklarını her bakımdan bilmektedir.
Gidecekleri cehennem ne kötü bir yerdir. Bu, normaldir. Biz, zalimleri işte
böyle cezalandırırız. [57]
42- İnanan ve yararlı iş işleyenler —ki kişiye ancak
gücünün yeteceği kadar yükleriz— işte cennetlikler onlardır, orada temelli
kalacaklardır,
43- Cennette altlarından ırmaklar akarken gönüllerinden
kini çıkarıp atarız. "Bizi buraya eriştiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah
bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. And olsun ki Rabbimizîn
peygamberleri bize gerçeği getirmiştir" derler. Onlara,
"İşlediğinize karşılık İşte mirasçısı olduğunuz cennet" dîye
seslenilir. [58]
Kapasitesi. Kişinin
kolayca yapabileceği iş.Çekip çıkardık.Kin ve kıskançlık.
Mirasın sahibine
ulaşması gibi cennet te size gelir; cennetin mirasçıları olursunuz. [59]
Rabbin, kâfirleri
cehennem ateşiyle tehdid ettikten sonra burada da mü1 minlere cenneti
vâdetmektedir. Kur'an'm düzeni işte budur: Hak ile batıl, mümin ile kâfir
birbirinden ayırdedilsin diye vâd ve uyarı yanyana anılmaktadır.
Allah'a ve
peygamberine imân eden, Rablerinin kendileri için beğendiği salih amelleri
işleyenler var ya, işte onlar, kendilerine işaret edilen kemâl ve doğruluk
sıfatlarıyla nitelenen, yüksek dereceli seçkin kimselerdir. Onlar, içinde
sürekli kalacak cennetliklerdir. Orada temelli duracaklardır. Yüce Allah buyurmuştur
ki: "Allah bir kimseye, ancak gücü yettiği kadar teklif eder?'[60] Cenab-ı
Allah, İşlenen ameli ve karşılığını itiraz yolu ile açıklamıştır ki, sahibinin
cennete girmeyi hakettiği saiih amelin çok zor olmadığına ve insan Hiiciimii
ummadığına; aksine, insanın kalbine imân nuru ve Kur'an hidâyeti yiTk-şlikicn
sonrcı yok kolay okluğunu işarel elsin. Onlar, cennetle Icmclli kalıcıdırlar.
Kıyametin büyük korkusu onları hüzünlendirmez. Elem ve kederler onları incitip
üzmez. Aralarında kötülük yoktur. Çünkü Cenab-ı Allah onların göğüslerindeki
kin, hased ve düşmanlığı çekip atmıştır.
Cennet nimetleri işte
böyledir: Yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. Oturdukları köşklerin altında
ırmaklar akar. Odalarında emin olarak otururlarken altlarından akan ırmak
yataklarının sularla dolup taşarak aktığını görür, daha çok sevinip
neşelenirler. Rablerinin nimetlerine şükrederek derler ki: Bu sevabı
kazanmanıza vesile olan salih amelleri işlemek için bizlere hidâyet nasib eden
Rabbimize hamd olsun. O bizi doğru yola eriştirmeseydi, peygamberlere uyma
hususunda bizi başarılı kılmasaydı, biz kendiliğimizden akıl edip te hidâyet
yoluna giremezdik. (Cennette her şeyin, peygamberlerin dünyadayken kendilerine
bildirdikleri gibi olduğunu görünce dediler ki:) Peygamberler hak ile
geldiler. Cenab-ı Allah dünyadayken bize verdiği sözünü yerine getirdi.
Melekler de onlara seslenerek şöyle derler: "Selâmet size! Tertemizsiniz!
Artık ebedi olarak kalmak üzere girin oraya"[61] İşte
bu mirasçı olarak içine girdiğiniz cennettir. Davranışlarınızın karşılığı
olarak size ihsan edilmiştir.
Bu ayet-i kerimede
insanın kendi ameliyle cennete girdiğine işaret vardır. Oysa bir hadis-i
şerifte Resulullah (S.A.V.) buyuruyor ki: "Hiçbiriniz kendi ameli
sayesinde cennete giremez!" Sen de mi giremezsin, ey Allah'ın Resulü ?
diye sorduklarında: "Allah beni lütuf ve rahmeti ile örtmedikçe ben de (giremem)"
dedi.
Bunun izahı şudur:
İnsanın işlediği salih ameller ne kadar da çok olsa,. Allah'ın Iutuf ve
merhameti olmazsa, bu amelleriyle geniş ve engin nimetleri hakedemez. Bu
nedenle hadiste buyurulmuş ki: "Doğru ve düzgün yoldan gidin, yaklaştırın,
mutedil olun." Yani aşırılığa yellenmeyin. Doğruyu en iyi bilen,
Allah'tır. [62]
44-45- Cennetlikler, cehennemliklere: "Biz Rabbimizin
bize vâdettiği-ni gerçek bulduk, Rabbinizin size de vâdettiğîni gerçek buldunuz
mu?" diye seslenirler, "Evet" derler. Aralarında birmünâdî,
"Allah"ın lineti Allah yolundan alıkoyan, o yolun eğriliğini isteyen
ve âhireti inkâr eden zâlimleredir" diye seslenir.
46- İki taraf arasında bir perde ve burçlar üzerinde her
iki tarafı da sımalarından tanıyan adamlar vardır; cennetliklere, "Sîze
selam olsun" derler. Bunlar henüz girmeyen fakat cenneti uman
kimselerdir.
47- Gözlen cehennemlikler yönüne çevrilince:
"Rabbimiz! Bizi zâlimlerle beraber bulundurma" derler. [63]
Ezan, yüksek sesle
ilanda bulunmak demektir. Lanet, horlanarak Allah'ın rahmetinden kovulmak.Eğrilik,
düzgün olmamak, Cennetle cehennem arasındaki sûr.
"Urf"
kelimesinin çoğulu olup, horozun ibiği ve atın yelesi anlamında kullanılan urf
kelimesinden alınmıştır. Bir şeyin en yüksek noktası ile, yüksek oian her şey
anlamında kullanılır.
Sima; alâmet demektir.
Çevrildi. [64]
Cennetliklerden bir
grup ile Cehennemliklerden bir grup arasında karşılıklı konuşma geçiyor.
Kur'an-ı Kerim; gerçeği ortaya çıkarmak, küfür ile imanın önemini ilân etmek
ve bunlardan her birinin sonuçlarını açıklamak için, bu karşılıklı konuşmayı
aktarıyor. Günümüzde müşahede ettiğimiz buluşlar, uzak mesafelerden yapılan
konuşmaların işitilmesi ve konuşan şahısların görülmesi hakkında kafa yormamıza
gerek bırakmamaktadır. Cenab-i Allah'ın gücü her şeye yeter.
Cennetlikler,
Cehennemliklere şu sözlerle seslenirler: Ey Cehennemlikler!Ey küfür, fı.sk,
îsyniı, sapıklık ve ehli kimseler!Hallimizden
de anlaşılacağı gibi, tiogru.su bizler, rabbimizin dünyadayken bize vâd ettiği
şeylerin gerçek olduğunu gördük. Rabbimizin elçileri bize hak ile geldiler.
Allah'ın vadi doğru çıktı.Siz de Rabbinizin size vâd ettiği elem ve azabı
gördünüz mü? Bu vadin gerçek olduğunu gördünüz mü? Diyecekler ki: Evet.
Kâfirliğ mizden dolayı Rabbimizin bize yapmış olduğu tehdidin gerçek olduğunu
gö dük. Ve İşte şu cehennem ateşi, neredeyse öfkesinden çatlayacak gibi. Îcitt
düşecek daha başkaları yok mu? diyor.
Aralarında bir
ünleyici, sesini cennetliklere de cehennemliklere de di yuracak şekilde
seslenir ve şöyle der: Beni dinleyin. İmân etmeyerek kem nefislerine
zulmedenlere Allah'ın laneti olsun. Onlar ki, taşkınlık ve zorb; lık ederek
insanları Allah'ın yolundan çevirirler. İnsanları o yoldan nefret e tirip
uzaklaştırmak için, o yolda eğrilik meydana getirmek isterler. Onlar, alı reti
inkâr edenlerdir. Cennetliklerle Cehennemlikler arasında, bir kapısı bı lunan
bir sur vardır. (Mü-'minler içerde, kâfirler İse dışarıdadır.) Surun içi rai
met doludur. Dış yanında İse azâb vardır. Bu surun üzerinde durup cenne
liklerîe cehennemlikleri gören ve onları belirtilerinden tanıyan adamlar va
dır.
"Bir takım yüzler
vardır ki, o gün parıldar. Güler, sevinir. Nice yüzh de vardır ki, o gün
üzerlerinde toz toprak var. Onları karanlık ve karalık ka\ layacaktır. îşte
bunlar, kâfirler ve tacirlerdir.''[65]
Arafta duranlarsa
Allah'ı birlemiş olmakla beraber işledikleri iyi ve s lih ameller sayesinde
Cehenneme girmekten kurtulan ve Allah'ın kendüe hakkında bir hüküm vermesine
kadar orada bekleyecek olan kimselerdir. Bu lar, Cennetliklere seslenerek şöyle
derler: Selâmet size) Tertemizsiniz. (Şali! amel İşleyenlerin sevabı ne iyi!
Bunlar henüz cennete
girmemiş olmakla beraber gireceklerini ümid ede ler. Korkuyla ümit
arasındadırlar, Araftakilerin bakışları —kendi kasıtla olmaksızın—
cennetliklerden cehennemliklere çevrildiğinde: Rabbimiz bizi z limler
topluluğuyla bir arada bulundurma, derler. [66]
48-49- Burçlarda olanlar, simalarından tanıdıkları adamlara
"Topluluğunuz, topladığınız mal ve büyüklük taslamalarınız size fayda
vermedi Allah'ın rahmetine erd irmeyeceği ne yemin ettikleriniz bunlar mıydı?
diye seslenirler. Oysa Allah onlara şöyle der: "Cennete girin, size korku
yoktur, sizler mahzun da olmayacaksınız."
[67]
Bu da bir başka
manzara. Dünyada kendilerine verilen nimetlerden do-İayı mağrur olan kâfirlere
soru yöneltiliyor, kınayıp azarlanıyorlar.
A'raftakilerin bir
kısmı, belirtilerinden tanıdıkları —bu alamet de yüz-lerindeki karalık, toz ve
dünyadaki işaretleridir.— bazı kimselere seslenerek şöyle dediler: Topladığına
mallar mı, yoksa müslümanların yoksul ve zayıf kimselerine karşı büyüklük
taslamanız mı sizi bugünkü azaptan kurtaracaktır? Hayır.. Zenginliğiniz ve
büyüklük taslamanız sizi azaptan korumadığı gibi, sevaptan yana size bir yarar
da sağlamadı. (Suheyb, Bilâl ve Yasir ailesi gibi dünyada zulme uğramış zayıf
ve güçsüz kimselere işaret ederek diyecekler ki:) Allah'ın kendilerine asla
rahmet etmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? Dünyada size
verilen nimetler bunlara verilmemişti. Şayet hayır üzere bulunsalardı bize
verilen nimetler onlara da verilirdi, demiştiniz. Ba-km da görün. Onlar, bugün
cennet nimetlerinden yararlanıyorlar. Kâfirlerse Cehennem alevleri içinde
yanıyorlar.
A'raftakÜere: Cennete
girin; sizin için bundan sonra korku yoktur ve hü-zünlenecek de değilsiniz. Bu
karşılıklı konuşmada derin anlamlar vardır. Bu ayet, her insanın amelinin
karşılığını ne fazla ne eksik, tam olarak hakede-ceğine işaret etmektedir.
İleriye geçen, geride kalan veya orta yerde duran gibi değildir.
Bû nedenle
cennetliklerin, cehennemliklerin ve A'raftakilerin her birinin kendine mahsus
yeri olduğunu gördük.[68]
50-51- Cehennemlikler cennetliklere, "Bize biraz su
veya Allah'ın size verdiği nzıktan gönderin" diye seslenirler, onlar da,
"Doğrusu Allah,dinle-rini alay ve eğlenceye alan, dünyâ hayatına aldanan
inkarcılara ikisini de haram etmiştir" derler. Bugünle karşılaşacaklarını
unuttukları, âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de onları
unutuyoruz. [69]
İfâda; suyu dökmek
demektir. Sonraları bu kelime, "çok şey" karşılığında kullanılmıştır. [70]
Rivayet olunur kî;
Cehennemlikler, Araftakilerin cennete girdiklerini görünce, kendi
sıkıntılarının biraz hafifleyeceğini ümid ederler. Ve yine rivayete göre onlar,
cennetteki yakınlarından yardım dilenirler. Onlardan biri, cennetteki yakınma:
Kardeş, bana yardım et, yandım; üstüme biraz su dök, der. O cennetlik adama,
kendisinden yardım dilenen kişiye cevap vermesi gerektiği söylenir. O da,
cehennemliğe der ki: Doğrusu Allah, bu nimetleri kâfirlere haram kılmıştır.
Cehennemlikler,
İsteklerine asla olumlu cevap verilmeyeceğini kesinlikle bildikleri halde, suya
ve içeceğe aşın derecede ihtiyaç duyulduğuna işaret etmek için bu istekte
bulunmuşlardır. Çaresiz kalan muhtaç kimse böyle yapar.
Cenab-ı Allah, cennete
girmeyi kâfirlere haram kıldığı gibi cennet nimetlerini ve rızkını da onlara
haram kıldı. Çünkü onlar, dünyada bağlandıkları dinlerini; nefisleri
arındırmayan, aksine kirleten davranışlar mecmuası olarak ele aldılar.
Sağlıklı hiçbir fayda sağlamayan ve çocuk oyununu andıran davranışlar, insanı
yararlı işlerden alıkoyan ameller yığını olarak telakki ettiler, dünya hayatı
onlan aldattı. Süslü püslü ama içi boş şeyler onian, ahireti düşünmez hale
getirdi.
Cennetliklere gelince
onlar, nefislerini temizleyip arındıran faydalı amellerle meşgul oldular. Bu
uğurda çaba sârfettİIer. Çabalan da karşılıksız kalmadı.
(e bugün şu kâfirlere,
kentlilerini ıımıdm ve dnfılaruıa ienbel ı-lıiH-ycıı bîr kim.se gibi davranacağız.
Yani onları azap içinde bırakacak ve onları ııınıl-muş gibi davranacağız. Çünkü
onlar bizimle karşılaşacaklarına İnanmadılar. Bizimle karşılaşacakları gün için
hazırlık yapmadılar. Ayetlerimizi red ve inkâr ettiler. [71]
52- And olsun ki, Biz onlara bir Kitab getirdik, inanan
bir millet için yol gösterici ve rahmet olarak onu bilgiyle uzun uzun
açıkladık.
53- Kitabın haber verdiği sonuçdan başka bir şey mi
bekliyorlar? Sonuç gelip çattığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar,
"Rabbimizin peygamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize
şefaat edecek var mı ki şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek de
işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek" derler. Doğrusu kendilerini
mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler onları koyup kaçmışlardır. [72]
Kur'an-ı Kerim.Onu uzun uzadıya açıkladık.Sonucunun varacağı
durum. [73]
Ey Mekkeliler!
Andolsun ki, Bizsize, tarif ve açıklama ihtiyacı olmayan bir kitap indirdik.
Her bakımdan mükemmel olan bu kitabın ayetlerini hikmetler, öğütler, kıssalar,
hükümler, vâd ve tehdidlerle uzun uzadıya açıkladık. "Bu bir kitabdır ki,
ayetleri en sağlam bir nazımla (söz dizisi ile) kuvvetlendirilmiştir. Sonra
hikmet sahibi, her şeyi bilen Allah tarafından, bu ayetler hüküm ve öğütlerle
açıklanmıştır."[74]
"İşte bu Kur'an
bir kitaptır, Onu Biz indirdik; çok mübarektir. Artık buna uyun."[75]
Kur'an-ı Kerim dinin
asıllarını, hükümlerin esasını açıklamadı mı? Si-yiı.si vcyn iklisadî, sosyal
veya dinî her alanda ıııüsiîiınaıı toplum için geniş yollar çizmedi mi?
İnsanları düşünmeye özendirmedi mi? Taklidi kötüleme-di mi? O, gerçekten kâmil
ve eksiksiz bir kitabtır. Evrenin ve yaratılmışların sırlarına, yaratıkların
yapılarına ilişkin bilgilerle, alemlerin Rabbi tarafından bu kitap uzun uzun
açıklanmamış mıdır? İnanan bir kavim İçin rahmet ve hidâyet değil midir?
İnanmayanlarsa, ondan yararlanamazlar.
Şu kâfirler, Kur'an'ın
bildirdiğinden başka bir sonucu mu bekliyorlar? Onun vâd ve uyarısının tam
olarak gerçekleşmesinden ve ayetlerinin zuhur etmesinden başka bir sonucu mu
bekliyorlar? İbn el-Rabİ'in şöyle dediği rivayet edilir: Kur'an'ın, olacağını
haber verdiği şeyler, halâ zamanı gelince gerçekleşiyor. Nihayet bu süreç,
kıyamet gününde tamamlanacaktır. Cennetlikler Cennete, Cehennemlikler
Cehenneme girecek, böylece Kur'an'ın, olacağını haber verdiği şeyler,
bütünüyle gerçekleşmiş olacaktır. "İlende Biz o Mekke halkına, hem yeryüzü
etrafında, hem bizzat nefislerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet
peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır."[76]
Ama Allah'ı unutup
O'nun doğru yolundan gitmeyen şu kâfirler, kıyamet gününde Allah'ın va'dinin
gerçek olduğunu, peygamberlerin getirdikleri haberlerin doğru olduğunu görünce:
Evet... Rabbimizin elçileri bize hak ile geldiler. Söyledikleri her şey
doğruydu, derler.
Onlar iki şey
İsterler: Ya şefaatçiler kendilerine şefaat etsinler. Ya da dünyaya geri
döndürülüp, daha Önce yaptıklarından başka ameller işlesinler. Evet, kurtuluş
isterler. Ama kurtuluş yolu nerede?!. Anladıkları gibi şefaatçileri var mıdır?
"Artık bizim için
ne şefaatçiler var. Ne de yakın bir dost."[77]
Bunlar hidâyeti
sapıklıkla, ahİreti de dünya ile değiştirdikleri için kendilerini kayba
uğratmışlardır. Bundan daha rezilce bir kayıp mı olur? Bunlar, her şeyi
kaybetmişlerdir. Uydurmuş oldukları putlar, kendilerinden uzaklaşıp
kaybolmuştur. Allah'a ortak koştukları ve şefaatçi olduklarına inandıkları
varlıklarla anlaşmazlığa düşerler! [78]
54- Rabbimiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve
sonra arşa hükmeden, gündüzü —durmadan kovalayan— gece ile bürüyen; güneşi,
ay'ı, yıldızlan, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'tır. Bilin ki
yaratma' da emir de O'nun hakkıdır. Âlemlerin Rabbi olan Allah Yüce'dir.
55- Rabbinize gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu O
aşın gidenleri sevmez.
56- Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.
Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyi davrananlara
yakındır. [79]
Rab; efendi, sahib ve
besleyip büyüten.En. mukaddes varlığın, tanrının özel adı. Fayda ve zararın
ancak kendisinden geldiği yegane mabud olan İlâh. İbadet ve duâ ile O'na
yaklaşılır. Tevhid ehlinin Allah'tan başka tanrısı yoktur.
"Yevmin"
çoğulu olup, güneşin doğmasıyla batması arasında kalan belirli zaman
dilimi.Lügatte oturup yerleşmek manasınadır. Örneğin kürsü üzerinde, binek
üzerinde istiva etti, denildiğinde bu şeyler üzerinde oturdu manası anlaşılır.
İstiva, kast edip yönelmek manasında da kullanılır. Hakim ve galib olmak
manasında da kullanılır.Cevheri'ye göre arş, hükümdar koltuğu veya tahtıdır.
Evin tavanı ve kadının deve üzerindeki mahfili,.mülk ve saltanat manasına da
gelir.Geceyi bir perde gibi gündüzün üzerine örter. Yani gündüzün aydınlığım
giderir. Ara vermeksizin peşinden koşar. Boyun eğip teslim olarak. Gizlice Şer
ve istenmeyen şeyin gelmesini bekleyerek Hayır ve iyilik bekleyerek. . [80]
Sahibiniz, işlerinizin
İdarecisi ve yöneticiniz Allah'tır. O'ndan başka tanrı yoktur. O'na kulluk
edin. Sadece O'na ibadet edin ve yalnızca O'ndan yardim dileyin. İçindeki
alemlerle birlikte gökleri yaratan, onu bir ölçüye bağlayıp sağlam bir düzene
koyan; yeri yaratan, yerin üzerinde sabit dağlar ve be-' reketler
meydana'getiren, orada yaşayanların azıklarını takdir eden ve bütün' bu İşleri
altı günde yaratan Allah'tır. Bu günlerin miktar ve sınırını ancak Allah bilir.
"Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklannazdan bin sene gibidir."[81] Şayet
Cenab-i Allah gökleri ve yeri bir anda yaratmak isteseydi, mutlaka bir an
içinde yaratırdı. "Allah'ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona
sadece "Ol" demektir; o oluverir."[82] Ama
O, kullarına, yaptık-, lan işleri ağır ve oturaklı surette yapmalarını Öğretmek
için, göklerle yeri altı günlük bir sürede yarattığını anlattı. Bunu söylemekle
de, göklerle yeri yaratmanın kolay bir iş olmadığını açıklamak İstedi.
"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan
daha büyüktür."[83]
Bazı nakillerde
anlatıldığına göre, göklerle yer yaratılırken geçen altı gün, dünya günleri
gibidir. Yine anlatıldığına göre Cenab-ı Allah, gökleri ve yeri yaratma işine
pazar günü başlamış.. Tabii ki, bunlar rivayettir. Aslına bakılırsa bunlar
israiliyattır.
Ey insanlar, hepinizin
Rabbi, göklerle yeri altı günde yaratan, bunlarla ilgili işleri tek başına
düzene sokan Allah'tır. Sadece O'na kulluk etmeniz gerekir.
Sonra Cenab-ı Allah,
Arşı üzerinde durdu. İstiva etti. Orada öyle bir şekilde durdu ki, mahiyet ve
niceliğini ancak kendisi bilir. Yaratıkların hallerine benzemekten uzak bir
keyfiyetle orada durdu. Mâlik'e (R.A.) bu konuyu sorduklarında şöyle cevap vermiş:
"İstiva kelimesinin lügattakî anlamı bellidir. Ama Cenab-ı Allah'ın Arş
üzerinde ne şekilde istiva ettiği ise bilinememektedir. Bu konuda soru sormek,
bidattir. Bu kadar konuşmak da yeterlidir."
Allah kendilerinden
razı olsun, Sahabîlerin bu konudaki görüşleri bundan ibarettir.
Selef bilginlerinin bu
konudaki görüşleri ise şöyledir: Gelen haberleri key-fiyetsiz ve benzetmesiz
olarak kabul etmek, işin hakikatini bilmeyi ise Allah'a bırakmak gerekir. Son
devir alimleri bu konuda tevile giderek şöyle demişlerdir: Cenab-ı Allah,
halkı yaratıp meydana getirdikten sonra Arşı üzerinde istiva etti, yani
işlerini kendi hikmet ve takdirine göre düzene koyup yürüttü. "Rabbiniz O
Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arşı istiva edip hükmü
altına aldı. Bütün işleri O idare ediyor."[84]
Ben Selef ulemasının
görüşünden yanayım. Çünkü bu, sahabi ve tabiilerin görüşüdür.
Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah, gündüzü gecenin karanh-ğıyla Örter. Gecenin
perdesiyle Onu perdeler. Nihayet gündüzün aydınlığı kaybolur, gider ki, hayat
kıvamını bulsun. Gece, dinlenme için; gündüz ise geçim içindir. Gece, peşpeşe
ve ara vermeksizin, süratle gündüzü kovalar.
Cenab-ı Allah, ancak
kendisinin bildiği yıldızlan, ayı ve güneşi yaratarak emrine muti ve musahhar
eylemiştir. Bunlardan her biri, kendi yörüngesinde belli bir zamana kadar
dönüp dolaşacaklardır. Dikkat edin. Büyüğüy-le küçüğüyle bütün yaratıklar
O'nundur. Şu yıldızların ve gezegenlerin hiçbir şeye etkisi yoktur. Emir,
yasak, tedbir ve idare O'na aittir. O'ndan başka hiçbir kimsenin hiçbir şeye
müdahalesi söz konusu değildir. O, kâfirlerin nitelemelerinden münezzeh ve
yücedir. Alemlerin Rabbi olan Allah mübarektir. Sizi gözeten, size sayısız
nimetler veren, özellikle önceki ayette anlatılan nimetlerle sizi perverde eden
Rabbinize yalvarıp yakararak ihlâsla duâ edin. Duâ, ibadetin Özüdür.
Yakarışınızı gizleyerek de O'na duâ edin.,Duayı, gizlice yapmak, vacip değilse
de menduptur. Çünkü bu şekilde yapılan duâ, riyadan ve başkalarına
işittirmekten uzaktır. Ey insan! Sen, gaibte bulunan veya seni unutmuş olan bir
kimseye seslenmiyorsun ki, yüksek sesle duâ ediyorsun. Allah bize şah
damarımızdan daha yakındır. O, yapılan duaları işitir ve işlenen amelleri
görür. Kaldı ki, Cenab-rAllah, gizlice duâ eden salih kulu Zekerİyya (A.S.)'ı
övmüştür. "O, Rabbİne gizlice yalvardiğı zaman"[85] Sahabiler,
gizli ve sessiz olarak duâ ve İbadet ederlerdi. Doğrusu Cenab-ı Allah,
özellikle duâ konusunda belirlenen sınırı çiğneyerek haddi aşanları sevmez.
Bîr kimse riyakârlık yaparak veya kelimelerde mübalağa yaparak veyahut gayr-ı
meşru şeyler isteyerek duâ da haddi aşarsa, yapılmaması gereken bir iş yapmış
olur. Allah'tan başkasına duâ etmekse şirktir.
Cenab-ı Allah'ın
yeryüzünde yarattığı şeyler dolayısıyla, bu şeyleri emrinize amade kılması ve
bunlardan yararlanma yollarını size göstermesi dolayısıyla, ıslahından sonra
yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; fesad çıkarmayın.
Yeryüzünde fesad
çıkarma sözü; öldürüp hukukuna tecavüz ederek canları ifsad etmeyi, hırsızlık ve
gasp yaparak malları ifsad etmeyi, sarhoş edici şeyleri kullanarak aklı ifsad
etmeyi kapsar.
Azabından korkarak
Allah'a duâ edin. Doğrusu ancak, hüsrana uğramış bir kavim Allah'ın ani
baskınından emin olur.
Sevap ve mükâfatını
ümid ederek O'na duâ edin. Doğrusu, Allah'ın esirgemesi iyilik edenlere
yakındır.
Kötülük edenleri,
yaptıklarıyla cezalandıracak, güzellik edenleri de daha güzeli (cennet) ile
nıüknlhllandırucnktır."[86]
57- Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgârları
gönderen Allah'tır. Rüzgârlar, yağmur yüklü bulutlan taşıdığında, onu ölü bir
memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; Ölüleri
de bunun gibi diriltip çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız.
58- İyi toprak —Rabbinin izniyle— bitki verir, çorak
toprak kavruk bitki çıkarır. Şükredecek millet İçin böylece âyetleri yerli
yerince açıklarız. [87]
Rüzgarlar.
"Rih" kelimesinin çoğuludur. Arapçada bunun birkaç adı vardır. Bu
kelime çoğul olarak kullanıldığında, hayırlı ve yararlı rüzgarlar anlamına
gelir. Tekil olarak kullanıldığında, kötü ve zararlı rüzgar manasına gelir. Bu
ayette çoğul olarak ve hayırlı rüzgarlar masında kullanılmıştır. Bir başka
ayette ise, tekil olarak kullanıldığı için kötü ve zararlı rüzgar manasını
ifade etmektedir: "
Ad kavmine gelince;
onlar da kasıp kavuran şiddetli bir rüzgar ile helak edildiler:"[88]
Müjdeci olarak.İçinde, yaşayan kimseler bulunsun bulunmasın, her hangi bir
mıntıka."Semere" kelimesinin çoğulu olup, ağacın verdiği ürün demektir.Hayırsız,
faydasız. Değiştiririz. [89]
Bu; Allah'ın,
yaratıklarına olan rahmetinin izlerinden bir iz ve ölüm sonrasında canlıları
diriltmeye muktedir oluşunun delillerinden bir delildir.
Doğrusu Rabbiniz,
yağmur rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen Allah'tır. Bu da
O'nun insanlara olan merhametinden dolayıdır. Nihayet rüzgarlar, su yüklü ağır
bulutları yüklendiklerinde Biz onu ölü ve kurak bir memlekete gönderir, su
indirir ve o suyla çeşitli renk, tad ve kokuda ürünler yetiştiririz. Evet bu
çeşitli bitki ve ürünleri yağmur yağdıktan sonra ölü tapraktan çıkarıp
yetiştirdiğimiz gibi ölüleri de yer altından çıkarıp diriltiriz. Allah'ın gücü
her şeye yeter. "Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarırız."
Kendinize gelin. Belki Öğüt alır da ölüm sonrası dirilişe ve ahiret hayatına
inanırsınız.
Belirtileri
görüldükten sonra, ölüm sonrası dirilişi halâ inkâr edenler vardır. Bunda bir
tuhaflık yoktur. Anlayış ve idrâk bakımından insanlar da toprak gibidirler.
Toprağın temizi vardır, kötüsü vardır. Temizi güzel bitkiler verir. Kötüsü,
taşlık ve çorak olanı, güzel bitkiler vermez. Aksine faydasız bitkiler verir,
Cenab-'ı Allah'da ayetlerini, şükreden bir kavim için bediî ve sa-natkârane bir
şekilde, böylece evirip çevirir, açıklar. [90]
59- And olsun ki Nuh'u milletine gönderdik. "Ey
milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur; doğrusu sizin için
büyük günün azabından korkuyorum." dedi.
60- Milletinin İleri gelenleri: "Biz senin apaçık
sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler.
61-63- "Ey milletim! Bende bir sapıklık yoktur, ancak
ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, Öğüt
veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve
böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak İçin aranızdan biri
vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi.
64- Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide beraberinde
olanları kurtardık, âyetlerimizi yalan sayanları suda boğduk, çünkü onlar kör
bir milletti. [91]
Kıyamet gününün azabı.Kavmin
eşrafı, reisleri.Parlaklık ve güzellik bakımından göz doyurucu oldukları için
kendilerine bu sıfat takılmıştır.Doğru yoldan sapmak. İyi niyetle sizlere
faydalı yollan gösteriyorum.Rabbinizden size bir öğüttür.Gemi."Em"
kelimesinin çoğulu olup kör manasınadır. Ayeti kerimede bu kelime üe, kalp
gözü kör olanların kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. [92]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, geçen ayetteki kudret ve vahda niyete ilişkin sözleri
noktaladı. Sonra sözü, ölüm sonrası dirilişe getirip bu nun da, insanların ilk
yaratılışları gibi olduğunu söyleyerek sonuçlandırdı. Bunun peşi sıra, geçmiş
peygamberlerin kıssalarını, onların, ümmetlerinden çektikleri zorlukları,
karşılaştıkları yalanlamaları ve ümmetlerinin ne gibi sonuçlarla
karşılaştıklarını açıkladı. Bunda, Muhammed (S.A.V.) in ümmeti için ibret ve
öğüt vardır. Şerefli Peygamber (S.A.V.) için teselli vardır.
"Peygamberlerin
haberlerinden kalbini kuvvetle tatmin edeceğimiz her haberi, sana hadise olarak
anlatıyoruz. Bu sûrede de sana hak, mü'minlere bir öğüt ve bir ihtar
geldi."[93]
"Gerçekten de
peygamberlerin kıssalarında, akıl sahiplen için büyük ibret vardır."[94]
Noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah, Mekkelilere and içerek Nuh (A.S.)'ı kavmine peygamber olarak
göndermiş olduğunu haber verdi. Şefaat hadisinde de sabit olduğu gibi kendi
kavmine gönderilen ilk peygamber, Nuh (A.S.)'dir. Demişti ki: ey kavmim, ey
akrabalarım ve ey aşiretim! Sizi yaratıp, vücudunuzu düzgün ve mükemmel bir
şekilde biçimlendiren Rabbinİze kulluk edin. O, göklerde ve yerde ne varsa
hepsini yaratan Allah'tır. Noksanlıklardan münezzeh olan başka ilâh yoktur.
Sizin için de O'ndan başka tanrı yoktur. O'na yalvarıp yakanrsınız. Böyle yapmanızı
ben de size emrediyorum. Çünkü ben, korkusu büyük ve etkisi şiddetli olan büyük
bir günün (kıyamet gününün) azabından, sizler nâmına korkuyorum.
Doğru yolu gösteren
irşadçılara karşı her zaman aynı olumsuz tutumu sergileyen eşraf tabakası, onun
kavmi içinde de kendini gösterdi ve dediler ki: Ey Nuh! Biz seni, bir sapıklık
ummanı içinde görüyoruz. Bu sapıklık sey-lâbı seni her yandan kuşatmıştır.
Yoksa nasıl olur da bizleri ilâhlarımız olan "Ved", "Sûva",
"Yağus' 'Yaûk" ve "Nesr"e tapmaktan ahkoyarsın? Doğrusu
senin bu yaptığın, apaçık bir sapıklıktan başka bir şey değildir! Nuh, onlara
cevaben şöyle dedi: Ey kavmim! Bende sapıklık yoktur. Ben,-haktan ve doğru
yoldan çıkmış da değilim. Çünkü ben size, Allah'ı birlemenizi, O'na kulluk
etmenizi, diğer tanrılara aldırış etmemenizi emrettim. Ben, ancak alemlerin
Rabbi tarafından size gönderilen bir elçiyim. Size doğru yolu gösteriyorum.
Dünya ve ahiret mutluluğunuzu garanti eden bir yola sizi çağırıyorum. Rabbimin
katıksız tevhid inancına dair mesajını; Allah'a, meleklere, peygamberlere,
ahiret gününe, ahiretteki cennet ve cehenneme, sevap ve azaba inanmanız
gerektiğini, ibadet ve muamelât gibi genel hükümleri size tebliğ ediyorum.
Size öğüt veriyorum. Sizi Allah'ın azabından sakındırıyorum. Bunları size
hatırlatıyorum. Sizin bilmediklerinizi ve de bilemeyeceklerinizi, Allah'tan
bana gelen vahiy ile biliyorum. Ben size cahilce öğütlerde bulunmuyorum.
Allah'a ortak koşmanız dolayısıyla karşılaşacağınız sonuçlara karşi sizi uyarıyorum.
Bütün bunları da bildiğim bazı gerçeklere dayanarak size haber veriyorum.
İçinizden bir adam aracılığıyla Rabbİnîzden size, bazı uyarıların gelmesini
tuhaf bulup yalanlıyor musunuz?
Kavmi, Nuh (A.S.) m
peygamber oluşunu tuhaf karşılamış ve: "Biz bunu (bir insanın peygamber
olabileceğini) evvelki atalarımızdan duymadık."[95] Bir
insan nasıi peygamber olur? Eğer Rabbin dileseydi bir melek indirirdi, dediler.
Ey kavmim! Benim
görevim şudur: Sizi küfrün sonuçlarından sakındırırım. Önümüzdeki şiddetli azab
konusunda sizi uyarırım ki, O büyük günün azabına karşı korunma önlemlerini
alasınız.
Ama kâfirler onu
yalanladılar, yalanlamakta ısrar da ettiler. Rablcrİnİn enirine muhalefet
elliler. Azgınlıkları içinde başı boş dolaşmaya devanı etliler. Fek az kîmscicr
dışında kavminden ona iman eden olmadı. Neticede Cenab-ı Allah, Nuh (A.S.) ile
beraberindeki inananları kendi rahmeti ile kurtardı. Gemiye bindiler ve
tufanın sulan İçinde boğulmaktan kurtuldular. Yüce Allah, ayetlerini inkâr
edip kâfir olanları sularda boğdu. Bunu yadırgamamak gerekir. Onlar, hidâyeti
ve doğru yolu göremeyen körlerdi. Allah, onların kalblerini bastırıp
mühürlemİşti.
Ey Muhammed (A.S.) in
çağrısına muhatab olan ümmet! Onlar gibi olmaktan, onların yolunda yürümekten
sakının. [96]
65- Âd milletine de, kardeşleri Hûd'u gönderdik.
"Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka,tannnız yoktur, karşı
gelmekten sakınmaz mısınız?" dedi.
66- Milletinin inkarcı ileri gelenleri, "Biz senin
beyinsiz olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz" dediler.
67- "Ey milletim! Ben beyinsiz değil, âlemlerin
Rabbinin peygamberiyim."
68-69- Size Rabbimin sözlerini bildiriyorum. Ben sizin için
güvenlin bir öğütçüyüm; sizi uyarmak üzere, aranızdan bir adam vasıtasıyla
Rabbi-nizden size bir haber gelmesine mi şaşıyorsunuz? Allah'ın, sizi Nuh'un
milleti yerine getirdiğini ve vücutça da onlardan üstün kıldığını hatırlayın,
başarıya erişebilmeniz için Allah'ın nimetlerini anın" dedi.
70- "Bize yalnız Allah'a kulluk etmemizi, babalarımızın
taptıklarım bırakmamızı söylemek İçin mi geldin? Doğru sözlülerden isen haydi
bizi tehdit ettiğin azaba uğrat" dediler.
71- "Hiç şüphesiz artık Rabbinİzin azâb ve öfkesini
hakettiniz. Allah 'm hiçbir delil indirmediği, —isimlerini de siz ve babalarınızın
koyduğu— putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin, doğrusu ben de
sizinle beraber bekleyenlerdenim" dedi.
72- Biz, rahmetimizle, Hûd'u ve beraberinde bulunanları
kurtardık, âyetlerimizi yalan sayarak inanmayanların kökünü kestik. [97]
Kardeşleri, yani onların
eşrafından biri.Akıl zayıflığı, beyinsizlik.Peşleri sıra gelip yerleşenler.İlâ'
kelimesinin çoğulu olup nimet demektir, Azâb,Size hak ve vacib oldu.İntikam.
Mücâdele, tartışma ve davalaşma. Milletin kökü, sonu. Yemenin Amman ile
Hadramut denen bölgeleri arasında Remi denen kumsal ve engebeli bir arazide
yaşamış bir kavimdir. Bunların tapınakla oldukları putları varmış., Güçlü,kuvvetli
insanlarmış, "Bizden daha güçlü kim var" derlermiş. Cenab-i Aliah
onlara peygamber olarak Hûd'u gönderdi. Aralarında orta nesepli, şerefli bir
insandı. Onları, Allah'a kulluk etmeye çağırdı. İsyan edip kâfir oldular ve
yeryüzünde fesad çıkardılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah onları yağmursuz
bıraktı. Üzerlerine, içinde elem verici bir azab bulunan bir rüzgar gönderdi.
"(O rüzgar)
Rabbinin emriyle herşeyi tahrip ediyordu. Nihayet O hale girdiler ki,
meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte öyle mücrim (münkir) bir kavme
biz böyle ceza veririz."[98]
Ad kavmine kardeşleri
Hûd'u gönderdik ki, onu anlasınlar, O da kendilerini anlasın. Onlar onun
ahlâkınım ve özelliklerini bilsinler. Bu, O'nu doğ-rulamalarınrsağlayacak bir
husustu. Onlara ne dedi? Şunları söyledi: Ey kavmim! Sadece Allah'a kulluk
edin, başkasına tapmayın, sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. Yoksa siz
köreldİniz mi? Rabbinize karşı gelmekten sakınmıyor musunuz? O'nu öfkelendirip
gazaba getirecek şirk ve başkaldırıdan halâ uzak-Jaşmıyor musunuz? (Hud
suresinde de aktarıldığı gibi, bir başka kez onlara:) Siz akıllanmaz mısınız
hiç? dedi.
Onlar kendisine ne
cevap verdiler? Kavminin özellikle önde gelenleri dediler ki: Doğrusu biz,
seni bir beyinsizlik, ahmaklık ve akıl zaafiyeti içinde görüyoruz. Her ne
olursa olsun, sen kendi kavminin dînîni bırakıp başkalarının dinini tercih
ediyorsun. Şaşıyorum bunlara! Beyinsizliğin, içine işlediğine işaret etmek
maksadıyla Hud'u, beyinsizliğe zarf (mahal) yapmışlardı. Nitekim Nuh (A.S.)'ın
kavmi de ona: Doğrusu biz seni bir beyinsizlik içinde görüyoruz demişlerdi. Ona:
Doğrusu biz seni apaçık bir sapıklık içerisinde görüyoruz, demişlerdi. Ona!
Senin.Allah'a karşı iftira eden yalancılardan biri olduğunu zannediyoruz ve
biliyoruz, demişlerdi. Hûd onlara cevaben ne dedi? Şunu dedi: Ey Kavmim ve
akrabalarım! Bende beyinsizlik ve ahmaklık yoktur. Zira ben sizi, katıksız
tevhid dinine ve gerçek, yalandan uzak bir ibadete davet ettim. Alemlerin
Rabbi tarafından size gönderilen bir elçiyim. Peygamberlik görevini ifâ etmek
için Allah beni seçti. "Allah, elçiliğini nereye vereceğini çok iyi bilendir."[99]
Kavmi İnsanların en
sapıkları, en beyinsizleri, hatta en alçakları oldukları halde Hûd (A.S,) m
onlara cevap verirken: "Siz beyinsizsiniz" demeyip te sadece:
"Ben de beyinsizlik yoktur" demesi güzel bir edep ve muazzam bir ahlâk
göstergesidir. Bunu Allah O'na mahsus kılmıştı ki, insanlar tarafından örnek
alınsın.
Ey kavmim! Ben
alemlerin Rabhi itirafından gönderilen bır çiviyim, peygamberim.Mükellefiyet ve
dînî konularla ilgili olarak gelenilahi mesajları size tebliğ ediyorum. Sîzin
için güvenilir bir öğütçüyüm, zaten daha Önceden benî tanıyorsunuz. Hiçbir
konuda size yalan söylemedim. Allah'a karşı nasıl yalan söylerim?...
Azabına karşı sizi
uyarıp korkutsun diye, içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size öğütler
gelmesi tuhafınıza mı gitti? Bunun İçin mi yalanladınız?!..
Allah'ın üzerinizdeki
lütuf ve nimetlerini hatırlayın. Sizi Nuh'un mirasçıları kıldı. Sizi boylu
poslu, güçlü kuvvetli insanlar olarak yarattı. Evet bu nimetleri hatırlayın.
Nuh kavmine gelip onları helak ettiği gibi sîze de azap gelmesin diye, Allah'a
karşı gelmekten sakının. Allah'ın nimetlerini hatırlayın, şükredin. Yalnızca
O'na kulluk edin. Putları bırakın ki, kurtuluşa eresiniz.
Ona ne cevap verdiler?
Dediler ki: Atalarımızın tapar olduklarını bırakıp sadece Allah'a kulluk
edelim diye mi bize geldin? Şaşılacak şey doğrusu! Söylediklerin doğruysa, bizi
tehdid ettiğin şeyleri haydi hemen getir. Bİz aceleci bir milletizdir.
Hûd, onlara şu
karşılığı verdi: Rabbîniz, sizi şiddetle azaplandırmaya karar verdi. Üzerlerine
kavurucu bir rüzgar, kasırga gönderilerek azâblandırıldılar. Bu, azgın bir
fırtınaydı. "İnsanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi söküp
atıyordu."[100]
Şaşıyorum size! Allah
tarafından hakkında hiçbir delil indirilmeyen, aslı olmayan siz ve babalarınız
tarafından uydurulmuş olan bazı isimler konusunda benimle mücadele mi
ediyorsunuz? Bunu yapıp ta Rahman ve Rahim olan Allah'a ibadeti bırakıyor
musunuz? Bu tavrınızı sürdürür ve yolunuzu değiştirmezseniz, Allah'tan gelecek
şiddetli bir azabı bekleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
Önce de belirtildiği
gibi mezkûr azaba uğratıldılar. Allah, rahmeti ile Hud' ve beraberindekileri
kurtardı. Kâfirlerİnse kökünü kazıdı. "Ayetlerinim yalan sayanların ve
inanmayanların kökünü kestik. Onlar zaten mü'minler değillerdi." [101]
73- Sem ûd milletine de kardeşleri Salih 'i gönderdik. '
'Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden
size bir belge geldi: Allah'ın bu dişi devesi size bir delildir, onu bırakın,
Allah'ın toprağında otlasın; ona kötülük etmeyin, yoksa can yakıcı azaba
uğrarsınız.
74- Allah’ın sizi Ad milleti yerine getirdiği, ovalarında
köşkler kurup,dağlarında kayadan evler yonttuğunuz yeryüzünde yerleştirdiğini
hatırlayın; Allah 'ın nimetlerini anın,
yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın" dedi.
75- Milletinin büyüklük taslayan Heri gelenleri,
aralarından İman eden ve bu sebeple hor gördükleri kimselere: "Sâlihin,
Rabbi tarafından gönderildiğini sahiden biliyor musunuz?" dedüer, onlar
da, "Doğrusu biz onunla gönderilene inanıyoruz" dediler.
76-77- Büyüklük taslayanlar, "Sizin inandığınızı biz
inkâr ediyoruz" dediler ve dişi deveyi kesip devirdiler; Rablerinin
buyruğuna baş kaldırdılar. "Ey Salih, eğer sen peygambersen bizi tehdit
ettiğin azaba uğrat bakalım" dediler,
78- Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları
yerde diz üstü çöküverdiler.
79- Salih de onlardan yüz çevirdi ve "Ey milletim!
And olsun ki ben size Rabbimin sözünü bildirmiş ve öğüt vermiştim; fakat siz
öğüt verenleri sevmiyorsunuz" dedi. [102]
Hicaz ve Şam arasında
Vadil Kura ve çevresinde Tebük yakınında Hicr denen yerde yaşamış bir arap
kabilesidir. Nuh (A.S.)'ıın oğlu Şam'ın soyundandırlar. Peygamberleri, Salih
(A.S.)'dir. Salih, onlar arasında soylu ve şerefli bir insandı. Sizi yeryüzüne
kondurup menzillere yerleştirdi. Sert cisimleri yontuyorsunuz.Bozgunculuk
yapmayın.Deveyi boğazladılar. "Akr" kelimesi, aslında yaralamak
anlamını İfade eder.Azıp büyüklendiler. Hurma koparmak isteyen kimsenin elini
uzatıpta dalına kavuşamadığı hurma ağacına, "Büyüklenen ağaç"
anlamında, "Nahletün atiyetün" denilir.Sarsıntı.İnsanlann,çöküp
hareketsizce oturmaları.Burada; hareketsiz cüsseler, yani ölüler haline
geldiler, demektir. [103]
Semüd kavmi, Arab-ı
baide denen arap kabilelerinden biri İdi. Âd kavminin, Allah tarafından helak
edilmesinden sonra gelen, onların yerlerine ve yurtlarına konan bir kavimdi.
Allah onlara birçok nimetler bahşetmiş; doğru yola eriştirmek İçin de Salih
(A.S.) ı onlara peygamber olarak göndermişti. Ama onlar başkaldınp büyüklük
tasladılar; kâfir oldular ve Salih (A.S.) dan bir mucize getirmesini istediler.
Cenab-i Allah, Salih (A.S.) ı doğrulamak için onlara dişi bir deve gönderdi.
Ne ki onlar, hayvancığızı boğazladılar; Rabblerinin emrine karşı geldiler.
Salih onlara: Evinizde
üç gün daha yaşayın. Üç günden sonra Allah'ın a/abı ve tehdidi size gelecektir,
dedi. Ccnab-ı Allah, Salih'i ve beraberindeki mü'minleri kurtardı. Zulm
edenleri ise bir sarsıntı tuttu. Kısa bir an önce gözle görülen varlıklar
iken, yerlerinde yeller esmeye başladı.
"Bilin ki Semûd
milleti Rabbini İnkâr etmişti. Bilin ki, Semûd milleti Allah'ın rahmetinden
uzaklaştı."[104]
Zalimlerin ye
fasıkların sonları işte böyle olur. [105]
Semûd
oğullarına,kardeşlen Salih'i gönderdik. Dedi ki: Ey Ravmim! Allah'a kulluk
edin. Sizin için ondan başka tanrı yoktur. "Sizi yeryüzünde yaratıp orayı
imar etmenizi dileyen O'dur."[106]
Ad kavminin yok
oluşundan sonra sizi oraya yerleştiren O'dur. O'ndan bağışlanma dileyin, O'na
yönelin. Doğrusu benim Rabbim; insana yakındır, duaya karşılık verendir.
Ey kavmim! Rabbînizden
taraf size, benim gerçek peygamber olduğuna İşaret eden deliller ve alâmetler
gelmiştir.
Güya onlar: Bu
deliller nelerdir? diye sormuşlardı da Salih (A.S.) onlara şöyle demişti: İşte
delil olarak size Allah'ın şu dişi devesini getirdim.
Salih (A.S.), deveyi
şereflendirmek ve sânını yüceltmek için "Allah'ın devesi" demiştir. O
deve, erkek ve dişi bir çift deveden doğmuş değildi. Aksine, sert bir kayadan
çıkıp meydana gelmişti. Allah, her şeye kadirdir. Ey Semûd oğulları! Bu deve,
özellikle sizin içindir. Çünkü onu sadece sîz görüyorsunuz. Bu deve,
Allah'tandır. Bırakın da Allah'ın yerinde otlasın. Onu otlanmaktan alıkoymayın.
Ona kötülük yapmayın.
Bu deve onların bütün
sularını içer ve İçtiği sulan süte dönüştürürdü.
Salih: "îşte
belge bu devedir. Kuyudan su İçmek hakkı belirli bir gün Onun ve belirli bir
gün de sizindir."[107]
Peygamberliğinin
gerçekliğine işaret eden deliller geldikten sonra, sadece Allah'a ibadet
etmeyi ve O'na şükretmeyi gerektiren ilâhi nimetleri onlara hatırlattı. Ve dedi
ki: Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın. Çünkü sizi Ad kavminden hemen
sonra ümran ve medeniyete kavuşturdu. Onların topraklarına sizi mirasçı kıldı.
Onların konaklarına sizi kondurdu. Onların ovalarının yerine kocaman saraylar
ve yüksek malikâneler, evler inşâ ettiniz. Bunları yapabilmeniz için size
kerpiç, tuğla ve kiremit yapma sanatını ilham etli. Dağlardan evler yonttunuz.
O, size taşlan yontma sanatını öğretti. Size güç ve sabır verdi.
Anlatıldığına göre
Semûd kavmi, kışın dağlarda, diğer mevsimlerde ise ovalarda yaşarlarmış.
Evet ey Semûd kavmi!
Bu değerli nimetleri anın; Allah'a şükredin ve O'na hakkıyla kulluk edin.
İslahından sonra yeryüzünde fesad çıkarmayın. Hıa-r biliyorsanız, bu sizin için
daha hayırlıdır.
Salih'in kavminden
büyüklenenler, Allah'a ve peygamberine küfredenler, kavmin mü'minleri olan
zayıf kimselere, Salih'in Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu
biliyor musunuz? dediler.
Allah'ın
peygamberlerine ilişkin kanunu işte böyle uygulanagclmİştir. Zayıf ve güçsüz
kimseler onlara tabi olur. Milletin başında bulunan kodaman-larsa onları inkâr
ederler.
İmân eden zayıf ve
güçsüzler dediler ki: Salih (A.S.) in, Allah tarafından gönderilmiş bir
peygamber olduğunu, açıklamaya gerek bırakmayacak biçimde biliyoruz. Onun
kendisiyle gönderildiği şeylere İnanmış ve o şeyleri doğrulamışızdır.
Büyüklenenlerse şöyle dediler: Doğrusu biz sizin imân ettiklerinizi inkâr
edicileriz.
Görünürde de olsa
Salih (A.S.)'ın peygamberliğini ikrar etme korkusu dolayısıyla, "Salih'in,
kendisiyle peygamber olarak gönderildiği şeyleri inkâr edicileriz"
demediler de, "Sizin imân ettiklerinizi inkâr edicileriz" dediler.
Kâfirliklerine delâlet
eden davranışlarına gelince; onlar deveyi boğazladılar. Evet, toplanıp bir
araya geldiler ve topluca karar verdiler: Bir adamlarını çağırdılar. Bu çirkin
fiili o işledi. Deveyi boğazladı. Bu, kabilenin en bedbahtı ve şakisi, Kudar
ibn Salif adında bir adamdı. Deveyi boğazlama fiilinde Semûd kavminin hepsinin
ortak olduğunu Kur'an-ı Kerîm haber veriyor. Öyledir. Çünkü onların bir kısmı
bu işe razı idi. Diğer kısmı da bu işin yapılmasını emretmişti.
Deveyi boğazladılar.
Azıp büyüklendiler. Rablerinin emrinden çıktılar. Peygamberi. Salih
aracılığıyla kendilerine ulaştırdığı buyruklarına muhalefet ettiler. Çünkü
Allah, onlara: "Bırakın onu, Allah'ın yerinde otlasın ve ona bir kötülükle
dokunmayın." demişti. Ama onlar bu yasağı çiğnediler.
.Dediler ki: Ey Salih!
Gerçekten Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber .isen, bizi kendisiyle
tehdid ettiğin azabı haydi hemen getir. Sen, yaptığın tehdidlerin Allah
tarafından bize yapılan tebligatlar olduğunu, Allah'ın kendi düşmanlarına
karşı seni muzaffer kılacağını söylüyorsun. Eğer bütün bu söylediklerin
doğruysa, azabı bize çabuk getiriver! "Onları bir sarsıntı
yakalayıverdi". Hûd suresinde buyurulduğu gibi "Onları bir çığlık
lu-tuverdi". Fussilet suresinde buyurulduğu gibi "Kazandıkları günah
yüzünden onları, şiddetli bir azab yıldırımı yakalayıverdi."
Yani onları şiddetli
bir çığlık yakalayıverdi de bu çığlık nedeniyle kalble-ri ve çevreleri sarsüdı.
Oradaki binalar da yıkılıp paralandı. Evlerinde çökmüş ve hareketsiz durumda
kaldılar. Yıldırım çarpmış kimseler gibi düşüp öldüler. "Gerçekten
Rabbinin yakalayıvcrmcsİ çok şiddetlidir."[108]
Olanlar olduktan sonra
Salih (A.S.) onlara şöyle dedi: Rabbİmin mesajını size tebliğ ettim, öğüt
verdim. Söylenmesi gerekeni söyledim, hiçbir şeyi gizlemedim. Ne ki sizler,
öğüt verenleri sevmezsiniz. Bu sebeple Rabbİnizin sizleri azablandirması vacib
oldu.
Kavminin yokoluşundan
sonra Salih'in onlara bu şekilde seslenmesi, Peygamber (S.A.V.) in Bedir
savaşında Ölüp de kuyuya gömülen müşriklere seslenmesi gibidir:
"Rabbİnizin vâd ettiklerinin hak olduğunu gördünüz mü?" [109]
80-81- Lût'u da gönderdik, milletine: "Dünyâlarda hiç
kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları
bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir
milletsiniz" dedi.
82- Milletinin cevabı sâdece, "Onları kasabanızdan
çıkarın, güya onlar temiz kalmaya uğraşan insanlarmış" demek oldu:
83- Bunun üzerine Lût'u ve taraftarlarını kurtardık;
yalnız karısı, geride kalıp helake uğrayanlardan oldu.
84- Geriye kalanların üzerine öyle bir yağmur yağdırdık
ki! Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!
[110]
İbrahim (A.S.) ııı
kardeşi oğlu olup Ürdün'ün doğusunda Sodom ve çevresindeki köylerde yaşamıştır.
Kavmi, Kur'an'm naklettiği kötülük ve pis işleri yaparlarmış.Erkeklerle cinsel
temasta bulunarak livata yaparsınız. Allah'ın azabı içinde kalanlar. [111]
Lût'un, kavmini
Allah'a ibadet etmeye davet ettikten sonra onlara şöyle dediğini hatırla: Son
derece pis ve çirkin olan bu fiili mi işliyorsunuz? Oysa sizden önce bu fiili
hiç kimse işlememiştir. Bu çirkin suçu işlemekle, sizden sonraki insanlara öncü
oldunuz. Sadece döl suyunuzu boşa harcamak ve şeh-vetlenmek kasdiyla erkeklere
yaklaşıyorsunuz. Siz böyle yapmakla hayvanlardan da aşağı oldunuz. Hayvanların
erkekleri, şehvet için ve nesli devam ettirmek için dişilerine yanaşırlar. Ama
ya sizler? Sapıklık sîzi köreltmiş, şehvetinizi tatmin etmekten başka bir
amacın peşine düşmez olmuşsunuz.
Bu sözlerle,
şiddetlice azarlanıp kınanmaktadırlar. "Siz, kadınları bıra-kipîa
erkeklere şehvetle yaklaşıyorsunuz" demekle onların, selim fıtratlı insanlara
göre şehvet mahalli olan kadınları terkettiklerine işaret edilmektedir.
Doğrusu siz aşırı
giden, hududu çiğneyen azgın bir milletsiniz. Akhn, selim tabiatın, sağlık ye
edebin sınırını aştınız.
Lût'un bu protestosuna
ve ikna edici delillerle bezeli Öğütlerine karşı kavminin cevabı; fesattan
geri dönmek veya ilâhî gazabın şiddetini hafifletecek bir özür dilemek şeklinde
olmadı. Evet, bunlardan hiç bîri olmadı. Aksine cevapları şöyle oldu: o'nun ve
beraberinde imân etmiş olanların, sakinleri zalim olan köylerinden
çıkarılmasını emrettiler. Böbürlenerek, tahkir edip alaya alarak da şöyle bir
gerekçe ileri sürdüler: Onlar, fazla temizlik yapan insanlarmış!
Lût (A.S.) ile ilgili
olarak Cenab-ı Allah şu haberleri deyeriyor: Allah, Lût'a rahmet meleklerini
gönderdi. Kalbi darahp sabrı azaldıktan sonra kendilerine beddua ettiği için,
kavmine de azâb melekleri gönderildi. Melekler kendisine: Ey Lût! Biz, Rabbinin
elçileriyiz. Seni kurtarmak ve sana gelecek saldırıları savmak İçin geldik,
dediler.
Sabahladığında Lût'un
tasalan dağılmış; Cenab-ı Allah onu ve karısı dışında aile efradını
kurtarmıştı. Karısı kâfirlerle dost olup işbirliği yaptığı için, Allah'ın azabı
içinde kalanlardan oldu. Lût ile aile efradı o köyü terkettiler. Uzaklaştıktan
sonra Allah'ın azâb emri o köye geldi. Deprem oldu. Köyün allı üstüne geldi.
Üzerlerine, çamurdan pişirilmiş taşlar, yağmur misali yağ-(lıııktı.
Kendilerine karşı,
toplumlarına karşı ve Rablcıine karşı suç işleyen suçluların sonu, bak nasıl
oldu?!..
Ahlâkı bozan,
milletleri helak eden fasıklığın ve konfor içinde yasayarak Allah'ı unutmanın
en doğal cezasıdır bu. Allah'ın, yaratıklara ilişkin yasası işte budur. O'nun
yasasında asla değişiklik bulamazsın.
Homoseksüelliğin
cezası, îmam Mâlik (R.A.): Bu kötü fiili işleyen kİm-se evlenmiş de olsa bekâr
da olsa recm ediür; aynı şekilde, edilen kimse de balîğ İse recm edilir,
demiştir. İmam Mâlik'ten gelen başka bir rivayete göre; evli ise recmedilir,
evlenmemiş ise hapsedilir ve te'dib edilir. Ebu Hanife'ye göre ta'zir edilir.
Şafiî'ye göre, zinaya kıyasla, zina haddine tabi tutulur. [112]
85- Medyan halkına da kardeşleri Şunyb'i gönderdik,
onlum şöyle dedi: "Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka
tanrınız yoktur. Rabbi-nizden size bir belge geldi ölçü ve tartıyı' tam yapın,
insanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk
etmeyin; inanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır!'
86- "Allah'a İnananları, yolundan alıkoyup ve o
yolun eğriliğini dileyerek tehdid edip her yolda pusu kurup oturmayın. Azken,
Allah'ın sizi çoğalttığım hatırlayın; bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir
bakın."
81- "İçinizde mademki benimle gönderilene inanan
bir topluluk ve inanmayan bîr topluluk var, o halde Allah'ın aramızda hükmünü
bildirmesine kadar sabredin. Allah, hükmedenlerin en iyisidir. [113]
Şam taraflarında, Maan
mıntıkasında yaşamış bir arap ka-bilesidir. Bunlar, Allah'ı inkâr ederlermiş.
O'nu bırakıp Eyke'ye taparlarmış. Ölçü ve tartıda İnsanların eşyasını
eksilterek verirlermiş. Allah, Şuayb'ı onlara peygamber olarak göndermiş.Hakkı
eksik vermeyin.Korkutursunuz.Onu eğriltmek istersiniz. Âllah sizi çoğaltıp
bereketlendirdi. [114]
Medyen kabilesine,
içlerinden biri olan Şuayb'ı Peygamber olarak gönderdik. Şuayb, onların en
şereflilerindendi. Onlara dedi ki: Ey kavmim! Yalnızca Allah'a kulluk edin.
O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.. Sizin için OL ndan başka bir tanrı yoktur.
Sizi ve sizin için her şeyi yaratan O'dur. Benim gerçek peygamber olduğuma
işaret eden delil ve ayet, Rabbiniz katından size gelmiştir. Ölçtüğünüz zaman
ölçüyü doğru tutun. Tarttığınız zaman da adaletle tartın. Alışverişte, maddi
veya manevi bir hak konusunda insanların haklarım eksiltmeyin.
Şuayb (A.S.), doğru
ölçüp tartmalarını onlara emretmiş; Allah'a ibadet etmelerini emrettikten hemen
sonra da, insanların haklarını eksik vermekten onları sakmdırmıştır. Çünkü Lût
kavminde, livata (homoseksüellik) fiili nasıl yaygın hale gelmiş idiyse,
bunlarda da eksik ölçüp tartmak alışkanlığı yaygın hale gelmişti. Bunlar,
insanlardan ölçüp (haklarını) aldıkları zaman, tam olarak alırlardı. Fakat insanlara
(verilmek üzere) Ölçtükleri, yahut onlara tarttıkları zaman eksiltirlerdi. Bu,
öyle kötü bir ruhî hastalıktır ki, toplum arasında yayılırsa, o toplumu yıkar,
hakimiyet ve onurunu kaybettirir.
Şuayb dedi ki: Ey
kavmim! Zulüm, rüşvet, insanların mallarını haksız yere yemek, günah ve
hayasızlık işlemek, ahlâkî çöküntüyü yayma yoluyla toplumu yozlaştırmak gibi,
her ne türde olursa olsun yeryüzünde fesad çıkarmayın.
İslahından sonra
yeryüzünde fesad çıkarmayın. Cenab-ı Allah insanları hayır ve iyilik sevgisi
üzerine yaratarak, doğru yola meyilli kılıp, kendilerine hidâyet ve İrşâd
rehberi peygamberleri göndererek islâh edip düzene soktuğu yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın. Canlara, mallara, akıllara ve ırzlara saldırma ve
tecavüz etme yoluyla, yeryüzünde bozgunculuk yapmamanız gerekir.
Sizi muhatap kıldığım
bu emir ve yasaklar sizin için hem dünyada, hem de ahirette yararlıdır. İki
cihan saadetinizi garanti ederler. Tabii eğer gerçekten bana ve benim,
peygamberliğime inanıyorsanız.. Görülüyor ki, insanları kötülükten alıkoymak
İçin sadece bilgi yetmiyor. Bilginin yamsira, katıksız kalbî bir iman, ruhî bir
doğrulama ve nefis ile arzulara karşı durmak da gerekiyor.
Şuayb onlara dedi ki:
Ey kavmim! Yolların başında oturup da, İman ederlerse insanları imandan
alıkoymayın. İman etmeleri halinde kötü durumlarla karşılaşacaklarını
söyleyerek onları tehdid etmeyin.
(îbn Abbas'ın
hadisinde anlatıldığı gibi.Kureyşliler de böyle yaparlarmişİnsanlardan Allah'a
imân edenleri, Allah'ın yolundan çevirmeyin.
Kendi tavsiyeleriniz,
yalanlamalarınız, Allah'a karşı iftiralarınız ve gerçekleri çarpıtmanızla,
Allah'ın yolunda eğrilik meydana getirmeye çalışmayın.
Allah'ın, üzerinizdeki
nimetlerini hatırlayın. Hani bir zamanlar malınız, adamlarınız ve gücünüz azdı
da Cenab-ı Allah İçinize bereket koydu, malınızı arttırdı, sayılarınızı
çoğalttı, şerefinize şerefler kattı. Ad, Semûd ve Lût kavminden zalimlik yapan
fesadçılarm sonunun nice olduğunu, ibret nazarıyla bakın da görün.
İçinizden bir
kısmınız, benimle gönderilen şeylere inanmış, ama diğer taraftan bir kısmınız
da inanmamıştır, öteden beri insanlar bu haldedirler. Böyle olunca da ey
mü'minler! Cenab-ı Allah aramızda hüküm verinceye kadar sabredip bekleyin.
O'nun vereceği hüküm adilânedir. Yüce Allah, inanan mü'min kullarının muzaffer
olmasına; zulmeden müfsidlerin ise yok edilmesine hükmetti. O, hüküm
verenlerin en hayırhsıdır. [115]
88-89- Milletinin büyüklük taslayan ileri gelenleri,
"EyŞuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da, and olsun ki seni ve inananları
seninle beraber kasabamızdan çıkarırız" dediler. Şuayb, onlara:
"İstemezsek de mi? Allah bizi dininizden kurtardıktan sonra ona dönecek
olursak, doğrusu Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbİmizin dilemesi bir
yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbİmizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz
yalnız Allah'a güvendik. Rabbimiz! Bizimle milletimiz arasında hak ile Sen
hüküm ver, Sen hükmedenlerin en hayırhsısm" dedi. [116]
Hüküm ver. [117]
Şuayb (A.S.), kavmine;
sadece Allah'a kulluk etmelerini, doğru ölçüp-tartmalannı, yeryüzünde fesad
çıkarmamalarını emretti. Onun bu emir ve tavsiyesine karşı, kavminin büyüklük
taslayan, Allah'a ve Resulüne inanmaya tenezzül etmeyen, yeryüzünde bozgunculuk
yapan ileri gelenlerinin cevabı şu oldu: Ey Şuayb! Baba ve dedelerimizin
dininden başka bir din edinerek alevlendirdiğiniz ayaklanma dursun ı ve fitne
sakinleşsin diye seni ve beraberindeki inanmışları Allah'a andolsunki,
memleketimizden çıkaracağız,. Ya sizi memleketimizden çıkarırız. Ya da dinimize
döner ve toplumumuza katılırsınız. Bu ikisinden başka yolunuz yoktur.
Şuayb (A.S.) onlara
dedi kî: Size şaşıyorum. Dininize dönmemizi emrediyorsunuz. İstemesek de mi
döneceğiz?
Ne durumda olduğumuzu
ve inancın kalblerimizi ne derece etkilemiş olduğunu bilmediğiniz için, bizden
bu gibi isteklerde bulunuyorsunuz.
Şuayb (A.S.), bu
önemli ikinci durumda onları reddederek şöyle dedi: Küfür ve sapıklıktan ibaret
olan dininize döndüğümüz takdirde Allah'a karşı iftira etmiş oluruz. Çünkü
kâfir; ortağı ve çocuğu bulunduğunu iddia etmekle, Allah'a karşı yalan uydurmuş
olmaktadır. Dinden dönen (mürted) ise daha günahkâr ve daha fazla yalancıdır.
Çünkü o, başkasına, gerçeği bildikten sonra lekrar eski haline döndüğünü velim
ettirmektedir.
Allah, bizi ondan
kurtardıktan sonra tekrar dininize mi döneceğiz? Doğrusu bu çok tuhaf bir şey
olur! Allah,arkadaşlarımi ve onlarla beraber beni de ondan kurtardıktan sonra
dininize dönecek olursak, yalan ve küfrümüz ne kadar büyük olur. Sizin dininize
asla geri dönecek değiliz. Allah dilemedikçe, hiçbir durumda, hiçbir kimse
bizi dininize geri döndüremez. Ancak Allah'ın dilemesi müstesnadır. Çünkü
üzerimizle tasarrufta bulunan O'dur. (Bu, çok beliğane bir protestodur). Allah,
ilmi geniş olandır. Nimeti bol olandır. Halkının durumunu en iyi O bilir. Onlar
için sadece hayır ve iyilik diler.
Onların Allah
katındaki inançları buydu. Gerçekten mü'min olduklarına inanıyorlardı. Hiçbir
tehdid onları ilgilendirmiyor ve korkutmuyordu. Ve diyorlardı ki: Allah'a dayanıp
güvendik. O'na yöneldik. O'ndan başka önemsenecek bir şey yoktur.
(Bu da delilli, bir
başka protestodur). Şuayb (A.S.) onların İmân etmelerinden ümidini kestikten
sonra şöyle buddua etti: Rabbİm! Benden önce peygamberlerle kâfirler, hatta
her haklı İle haksız arasında uyguladığın kanunun uyarınca benimle kavmim
arasında hak ile hükmet. Sen adalet, nezahet ve ihatalı bir şekilde hüküm
verenlerin en iyİsisin. Ey eksikliklerden münezzeh yüce Rabbim! Sensin,
adaletle hükmeden... [118]
90- Milletinin inkâr eden ileri gelenleri, "Şuayb'a
uyarsanız, and olsun ki siz kaybedersiniz" dediler.
91- Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları
yerde diz üstü çö-küverdiler.
92- Şuayb'ı yalanlayanlar, yurtlarında sanki hiç
yaşamamışlar gibi oldular, izleri bile kalmadı. Mahvolanlar, Şuayb'ı
yalanlayanlar oldu.
93- Şuayb onlardan döndü de, "Ey milletim! And
olsun ki, Rabbimin sözlerini size bildirdim, öğüt verdim; inkarcı millet için
niçin üzüleyim?" dedi.
94- Biz hangi kasabaya bir peygamber gönderdikse, ora
halkını, yalvarıp yakarsmlar diye, darlık ve sıkıntıya uğratmışızdır.
95- Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki,
çoğalıp, "Babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı"
dediler. Bu yüzden onları, haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik. [119]
Hareket, kıpırdanma,
sarsıntı. Ayette bu kelimeyle deprem ve azap kast edilmektedir.İkamet ederler.
Şiddetli hüzün. Başkent gibi, liderleri bir arada bulunduran şehir. Savaş veya
fakirlik gibi şiddet ve meşakkat.Beden veya geçimi bakımından insana zarar
veren şey.Yalvarıp yakarırlar. Üreyip çoğaldılar. [120]
Medyen'İn gözdesi ve
eşrafı olan kâfirler, zayıf ve güçsüz durumdaki müminlere şöyle dediler:
Şuayb'a uyarsanız. Andolsun ki, şerefinizi kaybedersiniz. Çünkü ona uymakla
atalarınızın dinini bırakmış, bilmediğiniz ve alışmadığınız bir dine bağlanmış
oluyorsunuz. Eksik ölçüp tartma ve insanların mallarını yeme alışkanlığını
bırakmakla, fazla kazanç elde etme yolunu bırakıyorsunuz. Böylece dünyanızı da
kaybetmiş oluyorsunuz.
Şuayb ve beraberindeki
inanırları yurtlarından çıkarma tehdidinde bulundukları için, büyüklük
taslayan kimseler olarak nitelendirildiler. Burada kâfirlikle nitelenmeleri
ise, onların sapıklıklarına ve inananları Allah'ın yolundan geri çevirmelerine
uygun düşmektedir.
Şuayb kavminin
cezasına gelince; onları bir sarsıntı ya kalayı verdi. Büyük bir çığlığa
tutuldular. Şiddetli bir depreme yakalandılar. Yerlerinde diz üstü çökmüş,
hareketsiz bir durumda kuruyup kaldılar.
"Şuayb'ı yalanlayanlar,
zaten yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular." mealindeki ayet-i kerime
ile, onların, diyarlarından mahrum kaldıkları ve daha önce orada hiç ikamet
etmemiş gibi yurtlarından çıkarıldıkları kastedilmektedir. Bu da onların:
"EyŞuayb! Seni ve
beraberindeki inanmışları mutlaka memleketimizden çıkaracağız" demelerine
karşılık oldu.
"Eğer Şuayb'a
uyarsanız, andolsun ki, o zaman siz kayba uğrayanlardansınız" demelerine
karşı Cenab-ı Allah, "hasr" yoluyla onlara şu karşılığı verdi:
"Şvaybı yalanlamış olanlar, hüsrana uğrayanlar, işte onlardır?'
Doğrudur... Dünya ve ahirette kayba uğrayanlar, yalnızca kâfirlerdir. Başkaları
değil.. Şuayb ise onlardan yüz çevirerek şöyle dedi: Doğrusu ben size Rabbimin
mesajlarını ilettim. Dünya ve ahirette yararınıza olacak hususları size tebliğ
ettim ve size öğüt verdim. Müjde veren, yerine göre korkutup uyaran kimse karşı
taraf için mazeret bırakmaz. Özür bırakmayan kimse, kendisine isyan edip
inanmayan ve kâfir olanlar için nasıl tasalanır!!!
Hiçbir kasaba ve
şehire Peygamber göndermedik ki, oranın sakinleri ona isyan edip onu yalanlasın
da,Biz onları şiddet ve hoşlanmadıkları şeylerle ya-kalamıyalım ve kıtlık
seneleriyle karşılaşmasınlar. Belki böylece Rablerine yalvarıp yakarır ve
sığınırlar. Allah'ın, yaratıklarına uyguladığı yasası işte budur. O'nun
yasasında asla bir değişiklik bulamazsın.
Bozgunculuktan vaz
geçsin ve Rabbine yönelsin diye Allah, insana musibet incirin De ki, aslında
kötülüklerden caydırıcı olan musibetler, insanların çoğunu bozgunculuktan
caydiramıyor. Şu ayet-İ kerime, bunların durumunu ne kadar güzel tasvir
ediyor: "Hiç olmazsa, böyle şiddetimiz geldiği zaman bari yalvarsaydılar!
Fakat kalbleri katılaşmış, şeytan da bütün yaptıklarını kendilerine süslü
göstermişti".[121]
Sonra darlık yerine
onlara genişlik, yoksulluk ve sıkıntı yerine zenginlik ve bolluk verdik.
Nihayet üreyip çoğaldılar. Malları arttı.,. Zengin oldular. Belki ibret alırlar
diye Allah kendilerine her iki durumu da gösterdi. Her iki yönde de onlara
imkân tanıdı. Ama isyankârlar şöyle derler: İşte babalarımıza da hem tasa hem
kıvanç isabet etti. Darlık ve genişlikle, zorluk ve kolaylıkla karşılaştılar.
Biz de onlar gibiyiz. Onlardan ne farkımız var?
Bu, zamanın
gösterdiklerinden ders ve ibret almayan kimselerin sözüdür. Bu olaylarda
imtihan ve istidrac yok mudur? Kendi benliklerindekileri-ni değiştirmedikçe,
Allah'ın bir toplumu değiştermeyeceğini bilmiyorlar mı? Buna rağmen büyüklük
taslayıp, imândan yüz çevirdiler, haktan uzaklaşıp asi oldular ve şu cezaya
çarptırıldılar:
Bozgunculuklarında
şaşkın şaşkın çabalamakta ve körlüklerinde zaman Öldürmekle İken, onları
beklenmedik bir anda y:ı kalayı verdik ve ;ı/;ıb ila ansızın üzerlerine indi.
"Kendilerine hatırlatılan şeyleri unuttuklarında, üzerlerine nimet ve
zevklerden herşeyin kapılarım açtık. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik
ve serbestlikle tam ferahlandıkları anda, onları ansızın yakaladık. Artık o
anda, bütün ümitlerden mahrum kaldılar!"[122]
İbret alın ey basiret
sahipleri! Başkalarının başına gelenlerden ders ahn! Bu, Allah'ın yasasıdır.
O'nun yasasında asla bir değişiklik bulamazsın! [123]
96- Eğer kasabaların halkı inanmış ve Bize karşı
gelmekten sakınmış
olsalardı, onlara
göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları,
yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.
97- Kasabaların halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın
kendilerine gelmesinden güvende miydiler?
98- Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken
azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?
99- Onlar Allah'ın düzeninden güvende miydiler? Allah'ın
düzeninden, ancak mahvolacak millet güvende olur. Sahiplerinden sonra
yeryüzüne mirasçı olan kimselere hâlâ şu açıkça anlaşılmadı ki; Biz dikseydik
onları da suçlarının cezasına uğratırdık.
100- Kalblerini kapatıp mühürleriz de birşey duymazlar.
101- Ey Muhammedi îşte kasabalıların haberlerini sana
anlatıyoruz. And olsun ki, onlara peygamberleri belgeler getirdi; önceleri
yalanladıklarından ötürü inanmadılar. Allah kâfirlerin kalblerini böylece
kapatıp mühürler.
102- Onların çoğunda ahde bağlılık göremedik, çoğunu
fâsık kimseler olarak bulduk. [124]
Onlara kolaylaştırdık.Yer
ve göğün; ilim, yağmur ve bitki gibi maddî-manevî hayırları. Güneşin,
yükselerek kâinatın aydınlıkla dopdolu hale gelmesi.Onlara belli olmadı mı?
Vasiyet. Sözleşme
gibi, iki taraf arasında olur. Bir kimsenin bir şeyi taahhüd etmesi gibi, tek
taraflı da olabilir. [125]
Eskiden olduğu gibi
şimdi de Allah'ın evrendeki düzene ve yaratıklarına uyguladığı yasası işte
budur.
Ey insanlar! Özellikle
siz ey araplarm şirk liderleri! İbret ve öğüt alın. Peygamberlerini yalanlayan
ve Rablerine inanmayan memleketlerin ahalisi, küfredeceklerine iman etselerdi,
isyan edeceklerine takvalı olsalardı Cenab-ı Allah; ilim, hidâyet, vahiy,
ilham, yağmur ve bulut gibi göklerle yerin hayır kapılarını onlara açar; bitki
maden, bolluk ve hazineler gibi yeryüzünün hayırlarından yararlanmalarını
kolaylaştırırdı. Yani iman etselerdi, Cenab-ı Allah, her taraftan onlara
hayırlar nasip ederdi.
Ama onlar yalanlayıp
küfrettiler. İşledikleri günahlar dolayısıyla Ceııalı-ı Allah'la onları, her
şeye galib olan zata yaraşır hiı şekilde azap ile yakalayı-verdi. Onlar,
ellerinden geleni yaptılar. Allah'da onları ansızın.yakalayıverdi. Bütün bunlardan
sonra o kasabaların sakinleri, geceleyin yatıp uyumaktayken azabımızın
kendilerine gelmesinden emin mi oldular?!.. O kasabaların sakinleri, kuşluk
vakti, güpegündüz oyun oynamaktayken azabın kendilerini
yakalamasından emin mi
oldular?!.. Boş ve yararsız şeylerle uğraşan kimse, oyun oynuyor ve eğleniyor
demektir. Yani sizler geceleyin azaba yakalanmaktan emin olsanız da gündüzleyin
yakalanmaktan emin olamazsınız. Veya gündüz-ieyin azaba yakalanmaktan emin
olsanız da geceleyin yakalanmaktan emin olamazsınız. İkisinden birine mutlaka
yakalanırsınız. "Onlar, Allah'ın düzeninden emin mi oldular?".
Cenab-ı Allah onları daha çok kınayıp azarlamak için, inkâr anlamını taşıyan
bu soruyu tekrarladı. Bu soru cümlesi, ayet-i kerimesine atf edilmiştir. Bu
sebeple fiilinin başında (fa) harfi yer almıştır. Allah'ın düzeni; yaptıkları
düzenler ve tuzaklar dolayısıyla onlara ceza vermekten, azan kulunu, hiç
beklemediği bir taraftan yakalamasından ibarettir. Ama yakalamadan Önce ona bir
süre tanır. Bir ayağını cennetin kapısından içeri atmış olsa bile akıllı
kimsenin, Allah'ın düzeninden emin olmaması gerekir. Şu halde ayet-i kerimenin
ifade ettiği anlam şu olmalıdır: Rabbin, gece veya gündüz, onları ansızın
yakalar. Yoksa Allah'ın düzeninden emin mi oldular?! Eğer durum buysa, onların
kavminden başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz. Sahiplerinden sonra yeryüzüne
varis olan bu insanlar, Özellikle Kureyşli müşrikler, bu eksiksiz açıklamadan
sonra Allah'ın yaratıklara ilişkin yasasının değişmeyeceğini bilmiyorlar mı? Kendilerinden
önceki toplumlara yaptığımızı kendilerine de yapacağımız onlara halâ açıklanıp
anlatılmadı mı? Daha önce benzerlerini, farkında olmadan ansızın yakaladığımız
gibi, dilersek onları da günahları dolayısıyla yakalayıp azaba çekeriz.
Kalblerinin üzerine mühür basarız. Artık hikmet ve öğütleri kabul ve düşünme
kulağıyla işitemezler. "Bunca ayetler (alâmetler) ve azapla korkutmalar,
imân etmeyecek bir kavme fayda vermez!"[126]
Anlatılan bu
memleketlerle ilgili olarak ibret, öğüt ve teselli içeren bazı haberleri sana
aktarıyoruz. Peygamberleri apaçık belgeler ve harika mucizelerle onlara
geldiler. Ama onlar, davetin başlangıcında yalanladıkları şeylere İnanmazlar.
Peygamberlerin doğruluklarına işaret eden ayetler onlara fayda vermedi. Cenab-ı
Allah, inanmayan bu ümmetlerin kalblerini mühürlediği gibi, inanmaya davet
edilen toplumun kâfirlerinin de kalblerini mühürleye-cektir. Ey Muhammedi Onlar
için tasalanma... Kâfirliklerinden dolayı da hüzünlenme. Fıtrat, şeriat veya
örfle İlgili ahidlerde, onların çoğunda vefakârlık görmedik. Çoğunda kelimesini
kullanmakla, onlardan bazı kimselerin imân edip ahdine vefa ettikleri imâ
edilmektedir. [127]
103- Sonra peygamberlerin ardından Musa'yı âyetlerimizle
Firavun ve erkânına gönderdik. Âyetlerimize karşı haksızlık ettiler.
Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak.
104- Mûsâ, "Ey Fİr'avun! Ben âlemlerin Rabbinin
peygamberiyim.
105- Bana Allah'a karşı ancak gerçeği söylemek yaraşır.
Size Rabbi-- nizden bir mucize getirdim, İsrâiloğullannı benimle'beraber
koyver" dedi.
106- Fİr'avun: "Bir mucize getirdiysen ortaya koy
bakalım, doğru sözlülerden îsen bunu yaparsın" dedi.
107-108- Mûsâ, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan
oluverdi; elini çıkardı, bakanlar, bembeyaz olduğunu gördüler.
109-110- Fİr'avun milletinin ileri gelenleri, "Doğrusu
bu, bilgin bir sihirbazdır, sizi memleketinizden çıkarmak istiyor, dediler.
Fİr'avun: Ne buyurursunuz?" dedi.
111-112- "Onu ve kardeşini eğle; şehirlere toplayıcılar
gönder, bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler" dediler.
113- Sihirbazlar Fir'avun'a geldi, "Yenecek olursak
bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?" dediler.
114- Fİr'avun, "Evet, yenerseniz gözdelerden
olacaksınız" dedi.
115- Sihirbazlar: "Ey Mûsâ! Marifetini ya sen ortaya
koy veya biz koyalım" dediler.
116- Mûsâ: "Siz koyun " dedi. Sihirbazlar
marifetlerini ortaya koyunca insanların gözlerini sihirlediler ve onları
ürküttüler, büyük bir sihir yaptılar. [128]
İmranoğlu Musa,
îsraüoğullannın peygamberidir. Eski devirde Mısır krallarına verilen lakab. Bu
Firavun'un asıl adının mün-fetah olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Yaraşır, gerekir. Bana
ne tavsiye edersiniz.?Alıkoy, geri bırak. Ertele. Toplayıcılar. [129]
Musa (A.S.) in
kıssası, önceki peygamberlerin kıssalarından ayrı olarak aktarılmıştır. Önceki
peygamberlerin hepsinin kıssası aynı paraleldedir! Çünkü onlardan her biri
kendi ümmetine peygamber olarak gönderilmiş, ümmetleri kendilerini
yalanladıkları İçin de azaba uğratılmışlardı. Ama Musa (A.S.), kendi kavminden
başkalarına gönderilmişti. Mucizesi açık ve net idi. Kavminin çoğu kendisine
iman etti. Şeriatı, Muhammed (S.A.V.) in şeriatine en yakın olanı idi. Çünkü
dinî ve dünyevî hükümleri kapsıyordu. Uygarlık ve düzeni olan bir ümmeti
kurmuştu. Bu sebeble Musa (A.S.)'ın kıssasının Kur'an-i Kerim’de detaylı olarak
anlatılmış olduğunu ve Musa adının da yüz defadan fazla zikredildiğini
görmekteyiz. [130]
Bu peygamberlerden
sonra Musa'yı, gerçek peygamber olduğuna ve doğruluğuna delâlet eden ayet ve
mucizelerimizle Firavun ve erkânına gönderdik. Ona haksızlık edip küfrettiler.
Haksızlık ve küfrün, aynı kaynaktan çıktıkları şüphe götürmez bir gerçektir.
Doğrusu şirk, büyük bir haksızlıktır. Şu da var ki;on!ar böyle yapmakla hem
kendilerine zulmettiler, hem de MusaL ııın yolundan geri çevirip eziyet
ettikleri için başkalarına zulmettiler. Musa-nın kendi kavminden başkasına
peygamber olarak gönderildiği anlatıldı. Firavun ve topluluğuna gönderildi.
Çünkü o, Israiloğullârmı Firavun ve tuzağından kurtarmak için; Firavun ve
yakın çevresinin sömürdüğü insanları kurtarmak için peygamber olarak
gönderilmişti. Mısır halkı da adeta köleleşti-rilmişti. Şunu da belirtelim ki,
Firavun ve erkânı imân etmiş olsalardı, halkın hepsi iman edecekti.
Bir bak. Bozguncuların
sonu nice oldu? Musa peygamberin kıssasının özeti ve ibret alınacak yeri
burasıdır. Şimdi de kıssayı genişçe ele alalım:
Musa dedi ki; Ey
Firavun! Doğrusu ben, her şeye hâkim olan, alemlerin Rabbİ taraından gönderilen
bir peygamberim. Bana Allah hakkında doğru olanı söylemek yaraşır. Bundan
başkası nasıl mümkün olur ki? Ben, alemlerin Rabbinİn elçisiyim. (Görülüyor ki
Musa peygamber, sara yüce mevlânın elçisi olduğunu, yalandan korunmuş ve
mucizelerle desteklemiş olduğunu veciz bir şekilde ispatlamıştır.) Ey kavmim!
Rabbinizden size apaçık delil ve hüccetlerle geldim. Bu delilleri ben
uydurmadım. Aksine bunları göklerin, yerin, Firavun ve Haman'm Rabbi olan bir
Allah'ın katından getirdim. İşte şu Firavun mahluktur, zayıf ve güçsüzdür.
İbadet edilecek bir Rab değildir. Madem böyle, ey Firavun! İsrailoğullarmı
bizimle beraber gönder, onlara azab etme.. Rabbinden sana bir ayetle gelmişiz.
Selâm, hidayete tabi olanın üzerine olsun..
Firavun dedi ki: Eğer
iddia ettiğin gibi bir ayet getirmişsen ve de iddiası doğru olanlardan isen,
haydi getir de göster delilini!
Musa, ona sözle değil
de fiille cevap verdi. Asasını bıraktı. Bir de ne görsünler? Asası, apaçık
görünen, hareket eden, yer değiştiren gerçek bir yılana döndü. Asasını
bıraktıktan sonra elini gömleğinin cebinden çıkardı. Eli bembeyaz, ve pırıl
pırıldı. Hakanların gözlerini alıyordu.
Tefsir kitaplarında
yılan, asâ ve elle ilgili bir takım' rivayetler yer almaktadır. Allah bilir ya
bunlar Vehb bin Müncbhih. Kâ'b el-Ahbar ve benzerlerinin hayallerinin
ürünüdür.
Evet, bundan sonra
neler.oldu ve neler söylediler?
Firavun'un kavminden
ileri gelen eşraf tabakasına mensup kimselerle.Fi-ravun'un yakınları dediler
ki: Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır. Sihrin her türlüsünü biliyor. Büyü
yaparak servetinizi elinizden almak, sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizi
saltanitmızdan yoksun bırakmak istiyor. "Onlar, Mûsâ ile Harun'a:
"Sen bizi, babalarımızdan bulduğumuz yoldan çevirmek için mi geldin?
yeryüzünde saitanat ikinize ait mi olacak? Biz, ikinize de imân etmeyiz"
dediler."[131]
Firavun, onlara: Ne
tavsiye edersiniz? dedi. Ona, şunu söylediler: Musa ile kardeşi hakkındaki
kararını ertele. Şehirlere askerlerini ve casuslarım gönder de sana
sihirbazları toplasmlar ve buraya, senin yayma getirsinler. Böylece bütün biigüi
sihirbazlar, huzurunda toplanmış olurlar. "O halde biz de senin sihrin
gibi, sana bir sihir yapacağız,: Şimdi sen, kendinle bizim aramızda bir buluşma
yeri ve vakti tayin et; ne senin, ne bizim caymıyacağımız uygun bir yer
olsun,"
(Musa, Firavun'a cevaben)
dedi kî: "Seninle buluşma zamanı, süs (bayram) günü ve insanların
toplanacağı kuşluk vaktidir. Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile
vasıtalarım toparladıktan sonra geldi!'[132]
Her taraftan ve her
tepeden sihirbazlar geldiler. Firavun'a: Musa ve sihrini yenmeyi sağlayacak
büyük işler yaptığımız takdirde bize ödül var mıdır? dediler. Firavun: Evet ...
dilediğiniz ücreti alacaksınız. Ayrıca meclisime yakın kimseler olacaksınız,
dedi. Böylece sihirbazlar malî ve manevî ağırlığa sa-hib oldular.
Sözleştikleri günde
toplandıklarında sihirbazlar Musa peygambere; Sihrini önce sen mi
göstereceksin, yoksa biz mi? dediler. (Kendine güvenenler böyle konuşurlar).
Musa dedi ki: Atacağınızı atın. "Bu sizin yaptığınız şey-sihirdir. Muhakkak
ki, Allah onu boşa çıkaracaktır. Doğrusu Allah, müfsidlerin işini düzeltmez?'[133]
Büyücüler sihirlerini
ortaya atmca.oradaki seyircilerin gözlerini büyüle-diler, içlerine korku
saldılar. Kalblerini korkuyla doldurdular. Görünürde çok büyük bir sihir ortaya
koydular. El çabukluğu ve seri hareketlerle ya da değnek üzerinde cıva
veya-gözleri etkileyen buhur kullanarak insanların gözlerini büyülediler.
Kur'an-ı Kerim'de
geçen "İnsanların gözlerini büyülediler", "Onların ipleri ve
sopalan, yaptıkları sihirden ötürü, kendisine, gerçekten koşuyormuş hayalini
verdi."[134] gibi ifadelerden sihrin,
insanın sadece hayalini etkilediğini, L-şynnın lutkiknimi et ki içmediğini
imliyoruz. Sihirle mucize arasındaki fark İşte budur. Şöyle ki: Mücîzc,
peygamberlik iddia eden kinı.sc Umıfındau gösterilir. Sihir ise fasik kimse
tarafından gerçekleştirilir. Eski Mısırlılar sihir bilirlerdi. Hayal olmakla
birlikte sihrin birçok türü vardır. Mucize ise gerçektir. Mucize izhar
edenler, her hangi bir ustanın Öğretmesine gerek duymadan izhar ederler. [135]
117- Biz de Musa'ya, "Asanı koyver" dedik, o da
koyverdi; hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı.
118- Hak tahakkuk etti, onların yaptıkları boşa gitti.
119- İşte orada yenildiler, küçük düştüler.
120-122- Sihirbazlar secdeye kapanıp, "Âlemlerin
Rnbbinc, Mûsiî ve Harun'un Rnbbinc inandık" dediler.
123-124- Fir'avun: "Ben size izin vermeden rai O'na
inandınız? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir,
fnkıtt si/, göreceksiniz. And olsun ki, ellerinizi ayaklarınız Çaprazlama
keseceğim, sonra da hepinizi asacağım" dedi.
125-126- Onlar da: "Doğrusu biz ancak Rabbimize döneriz.
Rabbimizin âyetleri gelince, onlara inanmamızdan ötürü bizden öç alıyorsun.
Rabbi-mizl Bize sabır ver ve canımızı müslim olarak al" dediler. [136]
Çabucak ve ustaca alıp
yuttu. İfk; bir şeyi aslî şeklinden başka bir şekle sokmak. Sözü mecrasından
çevirdiği, yani asıl yönünden başka yöne saptırdığı için yalancıya
"effâk" denilir. Asıl yönünden saptırılan her şeye me'fûk denir. îfk,
yalan söylemekle bazan sözde olur. Sihir yapmakla da bazan davranışlarda olur.
Döndüler. Kişiyi, hile yaparak hedefinden saptırmak. Sağ eli sol ayakla veya
sol eli sağ ayakla birlikte kesmek.Zorluyorsun, hoşlanmıyorsun, intikam
alıyorsun, Her tarafımızı kaplayacak olan bir sabır üzerimize yağdır. [137]
Cenab-ı Allah,
Musa'ya, asasını yere bıraksın diye vahyetti. Bir de ne görsünler. Asası,
apaçık görülen bir ejderha oluvermişti. Sihirbazlar, kararlaştırılan günde ve
yerde hazır olduklarında insanların gözlerini büyüleyin-ce, Cenab-ı Allah,
Musa'ya ikinci kez "Asanı bırak" diye vahyetti. Asasını bıraktı. Bir
de baktılar ki, asası, sihirbazların ortaya attıkları sihirli iplerin ve
değneklerin üzerine geliyor, büyülerini boşa çıkarıyor ve onları yutuyor.
İbn Abbas (R.A.) dedi
ki: Musa'nın asası, uğradığı sihirli ipleri ve değneklerin hepsini yutuyordu.
Sihirbazlar asanın sihirli olmayıp gökten geldiğini anladılar ve hep birlikte
secdeye kapandılar. Bazı kimseler âyet-i kerîmenin şu anlama geldiğini
söylemişlerdir: Musa'nın asası, onların büyülerini boşa çıkardı; yaptıklarının
içyüzünü İnsanlara açıkladı. İşi haktan batıla çevirmek için yaptıkları uğraşı
bozdu.
Hz. Mûsâ'nm asasının
bu özelliğe sahib olduğu sihirbazlar tarafından anlaşılınca hak ortaya çıktı.
Bu asanın, bildikleri türden bir sihir olmadığına inandılar. Mûsâ'nm sihirbaz
olmayıp peygamber olduğu sabit oldu ve sihirbazların uğraşları da boşa gitti.
Musa, Firavun'u ve onun kararlaştırılan günde toplanan adamlarını Allah'ın emir
ve kuvvetiyle mağlup etti. Utanç ve perişanlık elbiselerini çekerek, hor ve
aşağılanmış olarak geri döndüler. Sihirbazlar •—arkadan birisi onları yere
atıyormuş gibi— hep birden secdeye kapandılar. Hak onları şaşırtmış, nûr da
onları imâna sevkctmişti. Gördükleri şey karşısında kendilerini tutamadılar ve:Biz,
alemlerin Ralıbİııc, Mûsâ ile Harun'un kcibbiııc imân ettik. O, inançsızların
nitelemelerinden üstün ve arınmıştır, dediler.
Hak gelip batıl
gidince sihirbazlar imân ederek hep birlikte secdeye kapandılar. Bunda da
Firavun ve topluluğuna karşı şiddetli bir tehlike vardı.
Firavun dedi ki: Ben
size izin vermeden mi Musa'ya imâîı ettiniz? Sizin bu yaptıklarınız ancak şöyle
açıklanabilir: Önce Musa'ya düşman olduğunuzu gösterdiniz. Sihrinize
güvendiniz. Onu yenmek istediniz. Ama bununla beraber, denedikten sonra onun
tarafına geçmeye ısrar ettiniz. Doğrusu bu bir düzendir, bundan daha kurnazca
bir düzen var mıdır? Bu işi şehirdeyken plânladınız. Sağlam bir karara
bağladınız. Sonra da burada halkın ve bizim önümüzde bu plânınızı uygulama
alanına koydunuz. Siz; sadece ahaliyi şehirden çıkarıp İsrailoğullarıyla
birlikte tek başınıza bu şehirde yaşamak istediğiniz için bütün bunları
yaptınız. "O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür.”[138]
Size ne yapacağımı ileride göreceksiniz. Sizi cezalandırıp azaplandir-mak için,
ellerinizi ve ayaklarızı çaprazlama keseceğim. Sonra da hepinizi ağaca
asacağım. Ölünceye kadar öylece kalacaksınız. Başkalarına ibret olacaksınız. Ama
onlar, Allah'a güvenen mü'min kimselere yaraşır biçimde Firavun'a cevap
verdiler. Bunda bizim için bir zarar söz konusu değil. Bütün işler, Allah'ın
elindedir. Ömür her ne kadar uzun da olsa, dönüş Allah'adır. Beden fanidir.
Bizler mutlaka Rabbimize döneceğiz. Elinizden hiçbir şey gelmez. Ancak bizi
öldürmekle, Allah'a mutlak olan karşılaşmamızı çabuklaştırmış olacaksınız. Ne
diye bizden hoşlan miyorsunuz? Apaçık deliller geldikten ve gözlerimiz Önünde
mucizeler zuhur ettikten sonra Allah'a ve peygamberine imân ettiğimiz için
bizden intikam alıyorsunuz. Biz, sihri ve etkisini sizden çok daha iyi
biliriz. Rabbimiz! üzerimize yağmur gibi sabır yağdır. Senin doğru yolundan
yürüyebilmek için ayaklarımıza sebat ver. Bizleri müslümanlar olarak öldür.
Şüphesiz Sen güçlüsün ve hikmet sahibisin. [139]
127- Firavun milletinin ileri gelenleri: ' 'Mûsâ 'yi ve
milletini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve tanrılarını bıraksınlar
diye mi koyveriyor-sun?" dediler. Fir'avun: "Onların oğullarını
öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek
üstünlükteyiz" dedi,
128- Mûsâ milletine: "Allah'tan yardım dileyin ve
sabredin; yeryüzü şüphesiz Allah'ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı
kılar; sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" dedi.
129- Milleti: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten
sonra da eziyet çektik" dediler. Mûsâ da: "Rabbinizin, düşmanlarınızı
yok etmesi ve yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi umulur. O zaman nasıl
davranacağınıza bakar" dedi. [140]
Seni terkeder. Sağ
bırakır. [141]
Sihirbazlar ve onlara
uyan insanlar, büyük bir topluluğun gözleri Önünde Musa'ya katılıp ona imân
ettiklerinde, bu durum Firavun ve adamlarım rahatsız etti. Yataklarında
uyuyamaz oldular. Firavun'a dediler ki: Kendi dinlerinin propagandasını
yapsınlar, topluluklarını çoğaltsınlar, seni ve tanrılarını ter ketsin! er, ne
sana ne de senin tanrılarına tapmasınlar diye Mûsâ ve kavmini yeryüzünde
serbest mi bırakacaksın. Doğrusu bu, yeryüzünde düzenin bozulmasına ve
saltanatın elimizden çıkmasına yolaçacaktir.
Firavun dedi ki:
Oğullarını öldürtürüz. Kadınlarını sağ bırakırız. Böyle yaparsak, çoğalamazlar.
Nitekim Musa'nın doğmasından önce de böyle yapmıştık. Böyle yaparız ki; bu
işleri yapmaya muktedir olduğumuzu, üzerlerinde c/.ici gi'ıcc siihib
olduğumu/u anlasınlar. "Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Mûsû'yı
öldüreyim de O liubbinc dııû elsin. Çünkü ben, onun, dininizi değiştirmesinden,
yahut yeryüzünde bir fesad çıkarmasından korkuyorum."[142]
İsrailoğıılları,
Fiıavun'un böyle söylediğini işitince korktular. Musa, onları teskin edip şöyle
dedi: Sadece Allah'tan yardım dileyin. O'nım gücü her şeye yeter. Sabredin.
Sabır, mü'minin silahıdır. Bilin ki, yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediklerini
yeryüzüne mirasçı kılar. Bilin ki, iyi son, Allah'tan sakınanlar içindir.
Zafer, mü'minlerindir. Firavun ve kavminin zannettikleri gibi değil.
Ne var ki, bu
tavsiyeler, onların korkularım dindirmedi. Keder ve üzüntü, kalplerini tİtrete
titrete şöyle dediler: Ey Mûsâ! Senden önce de, senin peygamber olmandan sonra
da eziyet edildik. Artık zulüm edilmekten bıktık. Çok acılar tattık.
Çocuklarımız Öldürüldü. İşkencenin en kötüsünü bize çektirdiler. Bugün ne
halde bulunduğumuzu İşte sen de görüyorsun.
Mûsâ, onlara şöyle
dedi: Allah'tan dilerim ki —o, isterse bu dileğimi yerine getirir—
düşmanlarınızı helak etsin, sizleri yeryüzünün halifeleri ve efendileri
kılsın. Sonra da ne yaptığınıza baksın. [143]
130- And olsun ki. Biz de Fir'avun ailesini, ders
alsınlar diye, yi Hurcu kıırukhğıı ve ürün kıtlığına uğntttık.
131- Onlara bir iyilik geldiği zaman; "bu bizden
ötürüdür" derler, bir Fenalığa uğrarlarsa da, Mûsâ ve onunla beraber
olanların tığurstı/.hığunu verirlerdi. Bilin ki, kendilerinin uğradığı
uğursuzluk Allah kalındandır, fakat çoğu bunu bilmezler.
132- Fir'avun ailesi: "Bizi sinirlemek için ne
mucize gösterirsen göster, sana inanmayacağız" dediler.
133- Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı,
kurbağalan ve kanı birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık;
yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular. [144]
Sene'nin çoğulu. Ancak
yukarıdaki ayette olduğu gibi bu kelime, daha çok kurak seneler anlamında
kullanılmaktadır.İyilik. Ayette bu kelimeyle bolluk manası kastedilmektedir.Burada,
hoşlarına gitmeyen, kuraklık, yahut mala ve bedene gelen musibet demektir.Uğursuz
sayarlar. Araplar, gökteki kuşun sağa taraf uçmasını hayra yorar, soia taraf
uçmasını ise kötüye yorarlardı.
Burada kastedilen: Onlar
için takdir edilen şeydir: İnsanı sarıp kuşatan. Ancak bu kelime daha çok,
suların etrafı basıp kuşatması anlamında kullanılmıştır. Çekirge. Buğdayda
görülen bir kurtçuk. [145]
Eksikliklerden arınmış
yüce Allah, yemin edilen şeye son derece Önem verdiğini ifade etmek üzere yemin
etti. Çünkü bunun nefis terbiyesinde etkisi vardır. Firavun hanedanını
kuraklık, ürünsüzlük ve kıtlık seneteriyle yakalayıp kıvrandığına yemin etti.
Yakalama kelimesi, genellikle Kur'an-ı Kerim'de azâb ve şiddet anlamında
kullanılmıştır. "İşte Rabbin, zulümkâr memleketleri çarptığı zaman, böyle
yakalayıp çarpar?'[146]
Düşünüp ibret alsınlar
diye onları bütün bu azap çeşitleriyle yakaladık. Cenab-ı Allah, kendi yasası
uyarınca; zulümlerinden vazgeçmelerİviçin,asi memleket ahalisine musibetler,
afetler ve ürün eksikliği gibi, zulümden caymayı sağlayıcı uyarılarda bulunur.
Bu uyarılar sonucunda zulümden vazgeçip doğru yola girerlerse ne iyi. Aksi
takdirde kaçınılmaz helak ve bilinen ilâhi takdirle karşılaşırlar. Firavun
hanedanı da bu sonuncu kategoridendi. Uyarılardan ibret almayan, tâ kıyamete
kadar her zaman olaylardan ders almayan diğer bütün şahıslar ve ümmetler de
Firavun hanedanı gibidir.
Firavun kavmine hayır
bereket ve ürün bolluğu gibi bir iyilik geldiğinde; bunlar bize bilgimizin bir
sonucu olarak verildi. Biz, bunları kendi çalışmamız sonucunda hakettik,
derlerdi. Ama kuraklık1, ürün azlığı ve ekin telefiyatı gibi bir kötülükle
karşılaştıklarında; Musa'ya ve beraberihdekilere uğursuzluk yüklerlerdi. Fe
Sübhanallah! Akıl kıtlığı, görüş bozukluğu ve başarısızlık olur, ama bu kadar
da mi olur?!.. Musibetlerle karşılaştıklarında: Bu, sırf Musâ ve
beraberindekilerin uğursuzluğu, onların içlerinin kötülüğüdür, derlerdi.
"Onlara bir İyilik gelse "Bu, Allah'tandır" derler. Bir musibet
de geldi mi "bu, senin uğursuzluğundandir" derler. (Ey Resulüm) deki:
"Hepsi Allah'tandır,”[147]
Dikkat edin! Onlara
isabet eden iyilik ve kötülükler, hep Allah'ın kaza ve kaderiyledir. Cenab-ı
Allah, hayrın bir imtihan vesilesi olmasına hükmetmiştir. Hayra nail olan
kimse şükür mü ediyor, yoksa nankörlük mü ediyor? Şerrin de imtihan vesilesi
olmasına hükmetmiştir. Kötülükle karşılaşan kimse, içinde bulunduğu fesad ve
azgınlıktan geri mi dönüyor? Yoksa sapıklık ve saldırganlıkta şaşkın şaşkın
dolaşıp devam mı ediyor?
Cenab-ı Allah böyle
hüküm verdi ki; kulların işledikleri fülier ve söyledikleri sözler;
karşılaştıkları İyilik ve kötülüklerin çoğunlukla sebebi olsun. Ne ki
insanların çoğu, kâinatın idaresindeki ilâhi hikmeti bilemiyorlar. Sebeplerin
müsebbeplerie nasıl bağlantılı olduğunu, her şeyin Aliah katında bir ölçüye
bağlı olduğunu, Musa ve beraberindekilerin hiçbir şeye uğursuzluk getirmediklerini
de bilemiyorlar. Dikkan edin onlar için takdir edilen şeyler, uğursuzluklar,
Allah katmdandır. Ne ki insanların çoğu bunu bilemiyorlar. Bununla beraber
dediler ki: Senin doğruluğuna ve davetinde haklı olduğuna işaret eden ne kadar
ayetler —onlar inandıkları için değil de, Musa'nın kendisi öyle söylediği için,
mucize ve hüccetlere "ayetler" dediler— getirsen ve bunlarla bizi
büyülemek, incelik ve yumuşaklıkla bizi, içinde bulunduğumuz yoldan çıkarıp
kendi yoluna koymaya çalışmak istesen de biz asla sana inanmayacağız.
Evet... Firavun
hanedanının Musa'ya cevabı buydu: Cezalarına gelince; Allah, üzerlerine sel ve
tufan gönderdi, sularda boğdu. Tevrat'ta anlatıldığı gibi ekinlerini telef
etti. Yerde biten ekin ve meyvelerini yiyen çekirgeleri üzerlerine gönderdi.
Yonca ve diğer ekinleri bir anda yiyen kurtçukları üzerlerine saldı. Sularını
kan gibi yaptı, kurbağalan üzerlerine gönderdi.
Bütün bunlar ayrıntılı
ve apaçık ayetler (mucizeler) idi. Akıllı bir kimse, bunların Allah tarafından
gönderildiklerini, ibret verici şeyler olduklarını ve Firavun hanedanından
intikam almak için meydana geldiklerini rahatlıkla anlar. Bunlar, Musa'nın
doğruluğuna delâlet eden ayetlerdi. Çünkü O, bunların ayrı ayrı meydana
geleceklerini önceden haber vererek Firavun hanedanını tehdid etmişti ki,
bunlar, te'vîle meydan vermeyecek biçimde onun doğruluğuna delâlet etsinler.
sözünün manası İşte budur.
Ama Firavun ve
topluluğu büyüklük taslayıp inâd ettiler. Bütün bunlardan sonra ibret
almadılar ve günah işleyen suçlular güruhu oldular.
Bu ayetler, önce Allah
irâdesine uygun olarak sebeplerin müsebbeplere bağlı olduklarına işaret
etmektedirler. İkinci olarak da ekinlere isabet edip onları yok eden, meyvelere
isabet edip onları eksilten afetlerin hep insanların davranışlarıyla nedeniyle
meydana geldiklerine işaret etmektedirler. Bu musibetler, hep davranışlarımız
dolayısıyla başımıza musallat oluyorlar. Allah'ın her sene üzerimize
gönderdiği afetler bizden pek uzakta değildiler. Sakın ba! Biz bu afetlere müstahak
değiliz, demeyin. İbret alın, ey basiret sahipleri! Allah, bizleri hayra
muvaffak eylesin. [148]
134- Azâb başlarına çökünce, "Ey Mûsâ! Rabbine, sana
verdiği ahde göre, bizim için yalvar. Bizden azabı kaldmrsan sana, and olsun
ki, inanacağız ve Isrâiloğullanm seninle beraber göndereceğiz" dediler.
135- Azabı —nasıl olsa sonuna gelecekleri— bir müddet
için üzerlerinden kaldırınca, humen sözlerinden cayıyorlardı.
136- Bu sebeple onlardan Öç aldık, âyetlerimizi yalan
sayıp umursamadıkları için onları denizde boğduk. [149]
İnsanları sarsan
şiddetli azap.Ahdi bozarlar. Lügatte ise Örgüyü çözmek anlamına gelir.
.Sonraları, nlıdi bozmak anlamında
kullanılmıştır.Deniz. [150]
Önceki ayette geçen
tûfân, çekirge, ekin kurtçuğu, kurbağa ve kan gibi beş çeşit intikamı kapsayan
şiddetli azâb üzerlerine çökünce dediler ki: Uy Mûsâ! Nebilik, Resullük, Şeref
ve sevgi gibi Rabbinin sana ahdettiği şeyler sebebiyle, bizler için Rabbine duâ
et. Bu azâb üzerimizden kaldırılacak olursa andolsun ki; Sana imân edeceğiz.
Seni ve peygamberliğini doğrulayacağız. Israiloğullannı seninle beraber arz-ı
mevûda göndereceğiz.
Azabı —erişecekleri
kesin olan bir zamana kadar— üzerlerinden kaldırdığımızda bir de baktık ki;
verdikleri kesin sözlerini bozuyorlar.
Rivayete göre onlar
tufan, çekirge, haşerat gibi azaplardan her birinde birer hafta kaldıktan
sonra, bu azap üzerlerinden kaldırılsın diye kendileri için duâ etmesini
Musa'dan ister, üzerlerindeki azap kaldırılırsa kendisine inanacaklarım ve
İsrailoğullannı beraberinde göndereceklerine söz verirlerdi. Azap, üzerlerinden
kaldırılınca da sözlerini bozarlardı. Belirlenen vâde gelince onlardan intikam
aldık. Onları denizde boğduk. Çünkü onlar, üzerlerine indirilen ayetlerin
hepsini yalanlamışlardı. Bu ayet ve mucizelerin ardisıra dünya ve ahirette
gelecek olan azaptan habersiz idiler.
Bu anlatılanlar
onların çoğunluğunu ilgilendirmektedir. Ama onların bir kısmı imân etmiş, bir
kısmı da imânlarını gizliyorlardı. [151]
137- Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz yerin
doğularımı ve bııtılıınnu mirasçı kıldık. Rabbinin İsriiiloğııllanıuı
verdiğigi'ızcl.söz. sabırhı-nnıt karşılık yerine geldi. Firavun ve milletinin
yaptığını ve yükselttiklerini yıktık. [152]
Yerin doğulan ve
batıları demekle her tarafı amaçlanmaktadır. Bu ayetteki yer kelimesinden maksat,
Şâm ve Mısır topraklandır.Rabbinin onlara vadi.Helak ve harap demektir. Bina
ediyorlar. [153]
Buraya kadar, Firavun
ve adamlarının çarptırıldıkları ceza anlatıldı. Zalimlere verilecek ceza işte
böyle olur! Buradaysa, İsrailoğullannın sabreden mü'minİerinin sonu
anlatılacaktır.
Oğullan öldürülerek,
kızları sağ bırakılarak, kendilerine en acılı azaplar çektirilerek horlanan
îsrailoğullarını, bol ürünle hayır ve bereketle mübarek kıldığımız yerlere
mirasçı kıldık. Şam hududunun doğularına, Mısır hududunun batılarına mirasçı
kıldık. Böylece Rabbinin onlara yaptığı güzel ve yüce va'di tamamlandı.
"Bizde istiyorduk
ki, o yerde ezilmekte olanlara lütfedelim. Onları hayırda önderler yapalım ve
kendilerini (Fİravun'un yerine Mısır'da) mirasçılar kılalım.
Bir de o ezilmekte
olan Israiloğullarma Mısır ve Şam'da kuvvet ve üstünlük verelim de hem
Firavun'a, hem (veziri) Hamân'a ve ordularına, onlardan (Musa ve
İsrailoğullanndan) korktukları şeyi (helaklerini) gösterelim.”[154]
"Rabbinin
îsrailoğullarına vukûbuîan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı
yerini buldu."
Sabrın sonu işte böyle
olur. Musibetlere dayanamayıp canı çıkasiya fer-yad eden ve hırsı kendisini
yeyip tüketen kimselerin sonu ise hüsran olur.
Firavun ve kavminin
inşâ ettiği binaları, köşkleri, imaretleri, evleri; bahçe ve bostanlarda
kurdukları asmalarla gölgelikleri yıkıp harâb ettik. Düşmanı; güç, kuvvet,
erkân ve ordu sahibi Mısır Firavun'u da olsa; kalbi imanla şenlenmiş, Ruhu da yakîn
ve islâmla dolmuş olan herkes Allah için, fesad ve zorbalığı yok etmek için,
Allah düşmanlarına karşı işte böyle baş kaldırır ve mukavemet eder. Allah,
böyleleriyîe beraberdir. Bunlara yardım eder, destek olur. Musa, Harun ve
beraberlerindeki mü'minler, işte böyle idiler. "Eğer Allah 'a (dinine)
yardım ederseniz, O, size zafer verir ve ayaklarınızı savaşta kaydırmaz."[155]
138-139- İsrâiloğullarmm denizden geçmelerini sağladık. Puta
gönülden tapan bir millete rastladılar. "Ey Mûsâ! Onların tanrıları gibi
bize de bir tanrı yap" dediler, Mûsâ: "Doğrusu siz bilgisiz bir
milletsiniz, bunlaryok olacaklar ve işledikleri boşa gidecektir" dedi.
140- "Sizi âlemlere üstün kılmış ofan Allah'tan başka
bir tanrı mı arayacağım'" dedi.
141- Sizi kötü azaba sokan, kadınlarınızı sağ bırakıp
oğullarınızı öldüren Fir'avun ailesinden kurtarmıştık. Bu, Rabbinizİn size
musallat kıldığı büyük bir belâ idî. [156]
Geçirdik, Yüceltip
ululamak için ona yöneliyor, yanındanayrılmıyorlar.
“Sanem” in çoğuludur.
Tapınmak gayesiyle taştan, ağaçtan, madenden ve hurmadan yııpıları, hakiki ve hayalı bir şeyin rumuzu.
"Timsal" ise hakiki bir şeyin, yapılan örneğidir. Bu rumuz ve
timsaller, kendilerine tapınıldıgı takdirde "Sanem" adını alırlar. Yok
olan, helak olan.Helak ve yok olan. Kalıcılığı olmayan şey. [157]
Cenab-ı Allah,
İsrailoğuIIarına sayısız nimetler bahşetti. Çünkü onları Firavun ve etrafındaki
topluluktan kurtardı. Düşmanlarını yok etti. Bunları, onların yerlerine,
diyarlarına, mallarına mirasçı kıldı. Güvenlik İçinde denizden geçirdi.
Firavun ve hanedanını denizde boğdu. Bununla beraber İsrailo-ğuüan, kendilerine
bahşedilen bu nimetlere, vacib olan şükür ve taatie değil-dç küfür ve İsyanla
karşılık verdiler. Öteden beri yahudiler höyledirler. (Bu anlatılanlarla,
Peygamber efendimize teselli verilmektedir.)
İsraİloğullarmı
denizden geçirdik. Yani Allah'ın yardımı ve koruması sayesinde denizden
geçtiler. Denizden geçerken sanki Allah bizzat kendileriyle beraberdi. Oradan
geçip gittiklerinde —bazılarına göre arap, bazılarına göre arap olmayan— bir
kavme rastladılar. Bu kavim putlara yönelmiş, yücelterek ve takdis ederek
tapmıyorlardı. İsrailoğulları dediler ki: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi
bize de tanrı yap.
Onların bu istekleri,
putları kutsama ve Allah'tan başkasına tapma arzusunun gönüllerinde yerleşmiş
olduğunu göstermektedir. Allah'ın dinine yeni girmiş olan herkeste bu özellik
vardır. Hz. Musa, kendisinden bu istekte bulunana şu olumsuz karşılığı verdi:
Siz, kutsallık ve olgunluk gibi Allah hakkında vacib olan şeyleri
bilmeyen" bir kavimsiniz. Eksikliklerden arınmış yüce Allah'a mahsus
katıksız tevhidhfne demek olduğunu, Allah'ın yardımcıya ve aracıya muhtaç
olmadığını bilmiyorsunuz. Belki O, kuluna şahdama-rmdan daha yakındır. Benden
böyle bir İstekte bulunmanız, Peygamberliğin hakikatini bilmediğinizi de
gösteriyor!
Putlara tapmakta olan
bu kavim var ya, bunların içinde bulundukları, yok olmaya mahkûmdur. Çünkü
bunlar asla ne yarar, ne de zarar verebilirler. Yaptıkları iş, dünya ve
ahirette boşa gidecektir. Kur'an'ın ifadesinde, puta tapanların yok
olacaklarını, yaptıkları bu işlerin de zevale mahkûm olacağına işaret
edilmektedir. Ya da bu ifadede, belirtileri topraklarda putperestlik devrinin
artık sona erdiğine işaret edilmektedir.
Ey Musa! Onlara de ki:
Göklerle yerin yaratıcısı, size bunca nimetleri bahşedici olan Allah'tan başka
bir tanrı mı arayacağım sizin için?!,. Doğrusu bu çok tuhaf bir şeydir. Bunu
benden nasıl istersiniz? Halbuki Allah, sizi çağınızdakİ ümmetlere üstün
kılmıştır. Sizi Firavun hanedanından, kölelik .zilletinden ve sömürü ateşinden
kurtardığımız zamanı hatırlayın. Onlar, sizi azabın en kötüsüne uğratıyorlardı.
Erkek çocuklarınızı Öldürüyor, kız çocuklarınızı sağ bırakıyorlardı.
Firavun'daıı ve
yaptığı idlerden kıırlarılııınııızda, bu sayısız ilimcilerle per-vrrdc
ninıam/da si/Jcr için Kabiliniz, larahml.iM büyük bir jmlilıan v;uxlır. Aycüc
guçen "... /.umum hulıriüyııı" sözünden maksat, o zamanda meydana
gelen-olayları hatırlamaktır ki, böylece İsrailoğulları yüce Allah'a
şükretsinler, sa-dete O'na ibadet edip O'nu takdis etsinler. [158]
142- Musa'ya otuz gece vâde verip sonra buna on gece daha
kattık; böylece Rabbinin tâyin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı, Mûsâ,
kardeşi Ifnnîn'ii, "Milletini içinde benim verime gec, onlun ıslnh el.
bo/.tnıııcukı-nn yolunu gitme" üeıli.
143- Mûsâ, lûyin ettiğimiz vakitte gelip Rnbbi onunla
konuşunca, Mûsâ; "Râbbİm! Bana Kendini göster, sana bakayım" dedi.
Allah: "Sen Beni göremeyeceksin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen
de Beni göreceksin'' buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve
Mûsâ da baygın düştü; ayıhnca: "Yârabbi, münezzehsin. Sana tevbe ettim, ben
inananlardan ilkiyim" dedi.
144- "Ey Mûsâ! Verdiklerimle ve seninle konuşmamla
seni insanlar arasından seçtim; sana verdiğimi al ve şükret" dedi.
145- Ona levhalarda herşeyden bir öğüt yazdık ve herşeyi
uzun uzadi-ya açıkladık; onlara sıkıca sarıl, milletine de emret, en güzel
şekilde tutsunlar. Size Allah'a karşı gelenlerin yurdunu göstereceğim. [159]
Bir iş için belirlenen
vakit. Namaz vakti, oruç vakti gibi. Benim yerime geç. Halifem ol. Rabbi,
İnkişâf etti, nuru göründü, Ufalanıp paramparça olmak. Bayıldı. Ayı İdi. Azim,
gayret ve metanetle. [160]
Müfessirlerin
anlattıklarına göre Musa (A.S.); düşmanları Firavun'un,, Allah tarafından helak
edildiği takdirde kendilerine, ne yapıp ne yapmayacaklarını açıklayan bir
kitabı Allah katından getireceğini İsrailoğullanna vâd etmişti. Fİravun'u helak
ettikten sonra, Musa (A.S.), vâdedilen mezkûr kitabı indirmesini Cenab-ı
Allah'tan diledi. Allah, otuz gün süreyle oruç tutmasını Musa'ya emretti.
Musa, oruç tuttu. Otuz günü tamamladığında, ağzının kokusundan hoşlanmadı.
Misvak kullandı. Cenab-ı Allah, on gün daha oruç tutmasını ve oruçlu olarak
huzuruna çıkmasını emretti. Bakara suresinde özet olarak, buradaysa detaylı
olarak anlatılan kırk gece, böylece tamamlanmış oldu.
Cenab-ı Allah, kendisiyle
orada konuşmak ve şeriat kurallarını içeren levhaları vermek için Musa'ya bir
yer ve zaman belirledi. Musa, kardeşi Harun'a: Yokluğumda halkım üzerinde
halifem ol. Özellikle kendini, danışmanlarını, uygulamalarını ve yönetimini
ıslah et ki, halifeliğe elverişli kimselerden olasın. Bozguncu ve sapıtmış
kimselerin görüşlerine uymaktan sakın. Yöneticiler için kurtuluş yolu işte
budur.
Musa (A.S.),
belirtilen zamanda sözleşilen yere geldiğinde Rabbİ, vasıtasız olarak onunla
konuştu. Rabbinin sözlerini her taraftan işitti. Rabbinin sözlerini dinlerken
O'nıı görme faziletine ermek de istedi. Rabbİm kutsal za-liııı h.'niii gösler.
li;m;ı tecelli ederek bu imkfıııı hsihşcl ki, seni .seyredeyim. Kubbi buyurdu
ki: Ne şimdi, ne de gelecekte beni göremezsin, çünkü dünyada bana bakmak ve
beni görmek, hiçbir beşerin gücü kapsamında değildir.
"O'nun perdesi
nurdur. Bu perdeyi ortadan kaldıracak olursa yüzünün nurları, bakanları yakar.
Yaratıklarından hiç biriO'nu göremez." Hadis-i Şerif.
Yüce Mevlâ, Musa'nın
güç yet iremeyeceği işi hafifletmek istedi. Önce "Beni asla
göremezsin!" mealindeki olumsuz cevabının ardı sıra olumlu bir cevap
verdi; Ama seni sarsıp titretmekte olan şu dağa bak da onu nasıl param parça
ettiğimi bir gör. Yüksek tecellim esnasında, olduğu gibi yerinde durursa, sen
de beni görebilirsin. Çünkü var olma bakımından o dağ da seninle müşterektir.
Bu kadar güç ve sebat sahibi olan dağ beni görmeye dayanama-dığına göre, sen
nasıl dayanabilirsin ey Musa?
Rabbi dağa tecelli
edip bazı ayetleri ve işaretleri görülünce, dağ paramparça oldu. Musa da
gördüğü manzaranın heybetinden düşüp bayıldı. Baygınlığından ayılıp uyandıktan
sonra: Rabbim, sen noksanlıklardan münezzehsin. Seni tenzih ve takdis ederim.
Yaptığım uygunsuz istekten Ötürü sana tevbe ediyorum. İzinsiz sualde bulunma
cesaretini gösterdiğim için sana tev-be ediyorum. Senin yücelik ve heybetine
inananların İlkiyim.
Sonra yüce Mevlâ,
gönlünü hoş etmek ve kendi nezdindeki mertebesini açıklamak için ona şöyle
dedi: Ey Musa! Sana rİsaletle nübüvvetimi vermekle ve de seninle konuşmakla
seni, beraberindeki insanlar arasından seçip mümtaz kıldım. Verdiklerimi al.
Kanaat eden şükredicilerden ol. Sana gerekmeyen şeyleri isteme.
Dinleri konusunda
ihtiyaç duydukları şeyleri, etkili öğütler, faydalı hidayetler ve şer'i
hükümler olarak, levhalara ayrıntılarıyla yazılı olarak ona verdik.
Bu levhalar, O'na
verilenlerin hepsi miydi, yoksa bir kısmı mıydı? Bu levhalar on tane miydi,
yoksa daha mı azdı? Bunu en iyi Allah bilir.
Bunları kuvvetle tut.
Ciddiyet ve gayretle kabul et. En güzeline uymaları için kavmine de emret. Her
birinin derece ve mertebesi vardır. Mesela bunlar arasında bağışlama, kısas ve
sabretmeye ait hükümler vardır. İntikam almak ta yer almaktadır. Onlar,
affetmeyi ve sabretmeyi alsınlar. "Size indirilenin en güzeline
uyun."[161]
Size Ad, Semud ve
Firavun hanedanı gibi fasıklarm, yıkılmış diyarlarını göstereceğim. İtaatimin
dışına çıkanların sonlarını göreceksiniz. [162]
O, noksanlıklardan
münezzeh ve yücedir. îlgili nasslar birbirleriyle çeliştikleri içtn hu konu,
halâ tartışılmaktadır.Tartışılmasına devam d edilecektir.Bu konudaki nasslar
birbirleriyle çelişiyor. Şöyle ki: "Hiçbirgöz O'nu (dünyada) ihata ve idrâk edemez!'[163]
"Benî asla göremezsin!'[164] Ama
bu iki ayet-i kerimenin yanısıra başka bir ayette ise şöyle buyuruhıyor:
"Nice yüzler vardır ki o gün (kıyamette) parıldar. Rablerine
bakarlar."[165]
Ayrıca bu konuda
birçok sahih hadis-i şerifler de vardır. Bu nedenle bazıları Allah'ı görmenin
mümkün olmadığını; bazılarıysa mümkün olduğunu . söylemişlerdir. Musa
peygamberin Allah'ı görme talebi; kavminin: "Ey Musa Allah'ı aşikâre
görmedikçe (Senin sözüne) asla inanmayacağız!'[166]
diye istekte bulunmalarına delilli bir red cevabı vermek için mi olmuştu
acaba? Eğer böyle idiyse, onun bu isteği uygun değildi. Bu nedenle tevbe edip
Allah'a yönelmişti. Bazıları, Allah'ı görmenin mümkün plduğunu söylemişlerdir.
Bunlara göre Musa'nın tevbe edişi, acele istekte bulunmasından ötürüdür. Genellikle
bu konu, ayrıntılı kelâm ve tefsir kitaplarında uzun uzadıya açıklanmıştır.
Bilginlerin çoğunluğu,
kulların ahirette Rablerini görmelerinin hak olduğu hususunda görüş birliği
etmişlerdir.
Kitabında kasîeddiği
anlamı en iyi bilen Allah'tır. Bu ayet-i kerimeler; şeriat sahiplerinin Aİlah
tarafından kendilerine verilen ahkâmı ciddiyet ve gayretle tutmaları, yolların
en güzeline ve en erdemlisine uyarak dinî vecibeleri yerine getirmeleri
gerektiğine işaret ediyor. Yine bu ayetler, dinlerine bağlı olan, dinî
vecibeleri adilce yerine getiren milletlerin güçlü olacaklarına, din dışına
çıkan ve dinî vecibeleri yerine getirmeyip haksızlık eden milletlerin ise
yıkılıp yok olacaklarına işaret ediyor. Israiloğullarına bakın. Akibetleri nice
oldu görün? [167]
146- Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları,
ayetlerimden yüz çevirteceğim.Onlar bütün ayetleri görseler yine de ananmazlar;
doğru yolu görseler , yol olarak benimsemezler ; azgınlık yolunu görseler,
hemen onu yol edinirler.Bu;onların, mucizelerimizi yalan saymaları veonlardan
habersiz görünmelerinden ileri gelir.
147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan
kimselerin işleri boşa gitmiştir.Onlar işlediklerinin karşılığında başkabir
şeyle mi cezalanırlar? [168]
Kibir; hukuku
küçümsemek, hakka boyun eğmemek.Mütekebbir kimseler, çoğunlukla insanları
horlarlar. Düzgün ve doğru yolda bulunmak.
Zıddı , algınlık ve
fesadçılıktır. [169]
Eksikliklerden
münezzeh yüce Allah; isyan, küfür, zulüm ve fesadın sebebini açıklıyor ve anlam
olarak şöyle buyuruyor: Büyüklük taslayanların kalblerini taatimden,
başkalarında üstün olan peygamberlerime tabi olmaktan alıkoyacağım.Onları,
ayetlerime iman etmekten çevireceğim. Benim yüceliğime işaret eden delilleri , şeriatımdaki hidayet
ve nuru anlamaktan onları alıkoyacağım.Büyüklenmek ve büyüklük taslamak, zayıf
akıllı ve kıt anlayışlı kimselerdeki aşağılık kompleksinden kaynaklanan ruhsal
bir hastalıktır.Bu hastalık, sahibini, hiçbir tarafından ışık ve aydınlık
almayan kapalı bir sandığın içine tıkar.Böylelerinde asla hayır yoktur.Çünkü o
kendi benliğinin büyük olduğunu ve
hiçbir şeye muhtaç olmadığını zanneder. “Ayetlerden çevirtilmeleri” sözünün
anlamı işte budur.Yani Cenab-ı Allah, büyüklük taslayanların kalblerini
mühürler.Öyle ki, ayetler üzerinde düşünemezler.Büyüklük taslamakla ısrar
ettikleri için de ayetlerden ibret almazlar. “Onlar haktan saptıklarında ,
Allah da kalblerini hidayetten saptırdı.”[170] Cenab- ı Allah , Firavun hadenanını, ayetleri
anlamaktan alıkoydu. Çünkü onlar kendilerini üstün sayan, büyüklük taslayan
zalim bir kavim idiler. "(Mucizelerin Allah katından olduğunu) kalblerîyie
yakinen bildikleri halde, nefislerine zulmederek ve üstünlük taslayarak bütün
mucizeleri (açıktan) inkâr ettiler?'[171]
İşte böyle ya
Muhammedi Kibir ve gurur, Kureyş kâfirlerini de ayetler üzerinde düşünmekten
alıkoydu. "Şu Kur'ân, iki memleketten (Mekke ve Ta-if'den) bir büyük adama
indirilseydi ya.'.."[172]
demediler mî?
Onlar için tasalanma..
Hüzünlenme. Bu mütekebbir herifler öyle bir niteliğe sahib olmuşlardır ki;
hakka İşaret eden ve gerçeği kanıtlayan hiçbir ayete inanmazlar. Zira ayetler;
herkesin anlama ve hakkı kabul etme yeteneğine sahib olduğunu ifade ediyor. Ne
var ki, onlar doğruluk ve hidayet yolundan kaçıyorlar. Azgınlık ve fesattan
başka bir şeyi tercih etmiyorlar. Dahası, azgınlığı görünce hemence ona
koşuyor ve içine dalıyorlar. Bütün bunlar, ayetlerimizi yalanlamalarından ve
onlardan gafil kalmalarından dolayıdır. Hak ve hidâyetle inen ayetlerimizi
yalan sayıp onlara İnanmayan ve doğru yola girmeyen, ahirete ve ahiretteki ceza
ve mükâfatla karşılaşmayı yalanlayan kimselerin yaptıkları boşa gider. Çünkü
onlar, nefislerine ve şeytanlarına uymuşlardır. Allah'ın emrini arkalarında
bırakıp kulak ardı etmişlerdir. Amelleri boşa gitmiştir. Yaptıklarından
başkasıyla mı karşılık göreceklerdi?.'.'[173]
148- Mûsâ'nm ardından milleti, ziynet takımlarından,
canhymış gibi böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu tanrı edindiler. O
buzağının kendileriyle konuşmadığım ve yol da göstermediğini görmediler mi?
Onu tanrı olarak benimseyip kendilerine yazık ettiler.
149- Elleri böğründe, çaresiz kalıp, kendilerinin
sapıtmış olduklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi
bağışlamazsan, and olsun ki mahvoluruz" dediler.
150- Mûsâ, milletine, kızgın ve üzgün olarak dönünce,
"Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz? Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini
mi istiyorsunuz?" dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup
kendine doğru çekti. Harun: "Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az
kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu
zâlim milletle bir sayma" dedi.
151- Musa: “Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bize acı,
Sen merhametlilerin merhametlisisin” dedi.
152- Buzağıyı tanrı olarak benimseyenler, Rablerinin
öfkesine ve dünyâ hayatında alçaklığa uğrayacaklardır; iftira edenleri böylece
cezalandırın
153- Kötülük işleyip ardından tevbe edenler ve inananlar
bilsinler ki;
Rabbin, bu
hareketlerinin ardından onları şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.
154- Mûsâ, öfkesi yatışınca, bir nüshasında Rabierinden
korkarlar için doğru yol ve rahmet yazılı olan levhaları aldı. [174]
Tekili,
"Halyün"dür. Altın veya gümüşten yapılan zinet takımlarıdır, Buzağı.Böğürtü.
Esef: Şiddetli öfke
veya üzüntü. Acele an'H-emri; aceleye getirip işi eksik bıraktı. Tekili,
levh'dir. Üzerlerinde Tevrat'ın yazılı olduğu levhalar.Buradaki murad; kendilerini
öldürmekle emrolunmaları.
Zillet: Yurtlarından
çıkıp insanlar nazarında aşağılık olmaları. Tevrat'ın yazılı olduğu levhalardan
bir nüsha.
er-Rehbetü, şiddetli
korka demektir. [175]
Ferdlere olduğu gibi
milletlere de taklid hastalığı, hiç farkında olmadan bulaşır. îsrailoğullan,
Mısırlılarla uzun bir zaman beraber yaşadılar. Onlar putlara, güneşe ve diğer
şeylere tapıyorlardı. Bu nedenle göz alıcı bir fırsat belirince hemen önceki
durumlarına dönerlerdi. Bir defasında Musa'ya: "Onların ilâhları olduğu
gibi bize de bir ilâh yap" demişlerdi. Bu, geçip gitti.
Musa Rabbi ile
konuşmak için yanlarından ayrılıp gittiğinde; kibtiler-den emanet aldıkları süs
eşyalarından bir buzağı heykeli yaptılar. Böğürtüsü olan bir buzağıyı
kendilerine tanrı edindiler. Onu tanrı edinen, aralarında Sa-inirî adında
birisiydi. "Hepsi onu tanrı edindiler?' denilmesinin sebebi; Sami-rî'nin
heykel yapmasını protesto etmemeleridir. Çünkü O, bu işi hepsinin görüşüne
dayanarak yapmıştı. Kimse protesto etmeyince, bu hususta hepsi ittifak etmiş
gibi oldular.
Tefsirciler bu buzağı
meselesinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdi. Bu buzağının gerçekten eti,
kanı ve böğürtüsü olduğuna ilişkin görüş, Katade, Ha-san-ı Basrî ve diğerlerine
aittir. Bu görüşün dayanağı şudur: Samirî, Cebrail'in atının bastığı yerlerden
bir avuç toprak alıp buzağı heykelinin içine atmış, böylece heykelin içine ruh
girmiş, canlı ve böğüren bir beden haline gelmiş oldu. Kur'an-ı Kerim de bu
görüşü teyîd ediyor.
İkinci görüşe göre bu
buzağı, bir heykelden ibaretti. Samirî'nin yaptığı sanatkârca bir düzenleme
nedeniyle, içine rüzgâr girince böğürmeye başlıyordu.
Buzağıyı tanrı
edinenlere Ccnab-ı Allah şu karşılığı veriyor: Bu tanrının konuşamadığını,
Musa'yı andırır bir elçi aracılığıyla kendileriyle konuşmadığını ve onları
asla doğru yola eriştirmediğini görmediler mi? Böyle bir şeyin tanrı olmasını
akı! kabul eder mi? Gerçek tanrı, noksanlıklardan münezzeh olan yüce
Allah'dir. Eğer O'nun kelimelerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa,
O'nun kelimeleri tükenmeden önce denizler muhakkak tükenir. İnsanlara
bahşettiği akıl nimeti sayesindeve gönderdiği Peygamber aracılığıyla insanları
hayra ve doğruluk yoluna eriştirir.
Bir delil ve burhana
dayanmadan, bilakis cehalet ve taklitçiliğe bağlanarak o buzağıyı tanrı
edindiler. İşte böyle... Onlar, yaptıkları bütün işlerde zalimlerden oldular.
Hakkın hangi tarafta
olduğunu gördüklerinde şiddetle pişman oldular. Hasretleri fazlalaştı.
Allah'tan yana kaçırdıkları fırsatlardan dolayı son derece pişman oldular...
Âyet-i Kerime'de geçen tabiri, şiddetle pişman olmak manasına gelen bir kinaye,
yani üstü kapalı bir sözdür. Aslında "ellerine düştü manasında olan bu
ifadeyi, Kur'an-ı Kerim'in nüzulünden önce araplar bilmezlerdi. Pişmanlık
kalble İlgili bir iş olduğu halde bu tabirde el kelimesi kullanılmasının sebebi
şudur: Kalbteki pişmanlığın eseri elde görülür. Örneğin el isırılır veya eller
birbirine vurulur. Örnek olarak başka bir ayet-i kerimeyi de gösterebiliriz:
"Bunun üzerine bağına yaptığı masrafa karşı, avuçlarını oğuşturmaya
durdu?' [176] Buzağıya taptıklarından
dolayı şiddetle pişman olup sapıklıkta olduklarını gördüklerinde dediler ki:
Rabbimİ-zİn bizi esirgeyip bağışlamasından başka çaremiz kalmadı. O'nun rahmeti
her tarafı kapsamıştır. Eğer bizleri bağışlamazsa, dünya ve ahirette kaybetmişlerden
oluruz.
Musa, Rabbiyle
konuşmasını tamamlayıp kavmine döndüğünde, yaptıkları rezaletler kendisine
açıklandıktan sonra neler yaptı?
Musa, Rabbiyle
konuşmak için kavminden uzakta kaldıktan sonra onlara tekrar geri döndüğünde
son derece hüzün, teessüf ve öfkeyle döndü ve onlara dedi ki: Benden sonra
yokluğumda ne kötü işler yaptınız? Samiri'ye uyup da buzağıya taptınız. Allah'a
kulluğu bıraktınız.
(Burada hitap, Samirî
ve taraftarlarmadır. Herkese de olabilir. Benden sonra, yokluğumda yaptığınız
işler ne kadar da kötüdür.
Musa başlarmdayken,
onları kuvvet ve azametle idare ediyor, katıksız tevhid inancını onlara telkin
ediyordu. Başka putperestler gibi kendileri için de bir tanrı yapmasını
kendisinden istediklerinde kavmine red cevabını verdi.
Harun'a gelince, Musa
onun yumuşak huylu olduğunu ve güçlü bir yönetici olmadığını gördü. O'nun
hakkında bazı zanîara kapıldı.Rabbinizin enirini çabuklaştırmak mı
istediniz?" dedi.
Zemahşerî, ayetin şu
anlama geldiğini söyler: Rabbinizin emrini, ahdi muhafaza ederek dönüşümü
bekleyemediniz mi? Size tavsiyede bulunduğumda siz dönüş günümün oluz. gecenin
.sonunda tamamlanacağım zannettiniz.Otuz gecelik gecelik, vâde biliminde size
dönmediğimde, benim ölmüş olduğum tltiyiıncc-sine kapıldınız. Peygamberleri
Öldükten sonra diğer ümmetlerin yaptığı gibi siz de inancınızı değiştirdiniz.
Musa levhaları attı.
Ardısıra, kendisinin yerine geçip halifeliği gereği gibi yürütemediği
düşüncesine kapılarak, kardeşinin başım tutup kendine doğru çekti. Çünkü
halife, selefinin yolunda gitmeliydi.
Musa dedi ki: "Ey
Harun! Seni engelleyen ne oldu ki, bunların sapıklığa düştüğünü gördüğün vakit
benim ardımca yürümedin. Emrime isyan mı ettin?"[177]
Harun, onun bu
sorusunu şöyle cevapladı: Kardeşim. Gerçekten bu kavim beni zayıf gördüler.
Sözümü dinlemediler. Beni öldürmeye kasdettiler. Beni kınayıp azarlamakla
düşmanlarını sevindirme. Beni zalimlerden sayma.
Bunun üzerine Musa
şöyle dedi: Rabbim! Kardeşime karşı ağır söz söylemiş veya kaba davranışta
bulunmuşsam beni affet. Benim ardımsira hilafe-timde yapmış olabileceği
kusurlardan ve saptıkları zaman kavmimi sorguya çekerken işlemiş
olabileceği.yanlışlıklardan dolayı kardeşimi de bağışla. Bizi geniş rahmetinle
gölgelendir. Sen, merhamet edicilerin en merhametlisisin.
Musa böyle duâ
etmekle; kardeşine karşı yürek soğutanlara, kardeşinden razı olduğunu
göstermek ve şayet varsa kardeşinin gönlündeki kırgınlığı gidermek istiyordu.
Ayet-i Kerime,
Harun'un buzağıyı tanrı edinmekle ilgisi bulunmadığını, tanrı edinen kavmine
gerekli öğütleri vermekte kusurlu olmadığını, Cenab-ı Allah'ın onu
bağışladığını açıkça belirtmektedir. Tevrat'ta ise bunun tam tersi
anlatılmakta, buzağıyı yapıp tann edinenin, Harun'un bizzat kendisi olduğu
söylenmektedir.
Peygamberleri Musa'nın
gıyabında buzağıyı tanrı edinen Samirî ve yan-1 daşları gibi,
İsrailoğullarından bazı kimselere Rablerinden şiddetli bir gazab isabet
edecektir. Nefislerini öldürmedikçe tevbeleri kabul olunmayacaktır. "Hemen
yaratanınıza tevbe edin, nefislerinizi ö!dürün"[178] Bu,
onların dünyadaki cezaları idi. Cenab-ı Allah'ın ahiretteki gazabının ne şekil
ve ne mahiyette olacağına ancak Allah bilir. Dünya hayatında da onlara bir
aşağılık ve zillet gelecektir. Yurtlarından çıkarılacaklar... Dünya sevgisi
üzerine kendilerini feda edecekler... İnsanlar nazarında düşük kimseler
olacaklar... Çünkü onlar, her mîllette, kovulan bencil ve maddecidirler.
Kelimenin tam manasıyla dünyevi zillet bu değil midir?!.
Yaralı Filistin'in
durumu sizi şaşırtmasın. Filistin'in içinde bulunduğu hal bir yaz bulutu
gibidir. Bu bulut, yakında açılıp gidecektir. Allah, sözünde sadıktır:
"Onların üzerine (uzak, yakın bütün anlamıyla) horîuk ve yoksulluk
yüklendi!'[179]
Yüce Allah'tan bütün
müslümanlara, özellikle araplara, Filistin'i gaspeden yahudileri kovup
devletsiz bırakmaları için gerekli fırsatı hazırlamasını diliyoruz.
Zalimlik yapan
îsrailoğullarını cezalandırdığımız gibi iftiracı zalim kavimleri de
cezalandırırız.
İşte size genel ve
müsamahakâr olan kanun... Nefsine karşı aşırı gitmiş olan hiçbir günahkâr,
bağışlanmaktan umudunu kesmesin. "Çünkü Âllah-m lutfundan, ancak kâfirler
topluluğu umudunu keser "[180]
Kötülük yapıp sonra da
sırf Allah rızası için kesin ve dürüst tevbe eden, kâmil imana sahip olup
hayırlı davranışlarda bulunan kimselerin tevbesini Allah kabul buyurur. Bundan
sonra şüphesiz ki, Rabbİn bağışlayandır, esirgeyendir. "Musa'nın öfkesi
susunca (sönünce)...." ayet-i kerimesinin tefsirinde Keşşaf şöyle der: Bu
bir meseldir. Sanki öfkesi onu teşvik ediyor ve ona: "Kavmine, bundan
sonra ne kötü işler yaptınız, de; levhaları yere at, kardeşinin başını tutup
kendine doğru çek, yaptıklarından dolayı onu şiddetle kına" diyordu. Sonra
öfkesi dinince sustu, bu tür sözler söylemez oldu.
Bu ifadelerde belagat
vardır. Edebi sanat vardır. Öfke, "sustu" ifadesini kullanmakla bir
adama benzetilmiştir. Bu da Kur'anî İstiare pınarlarından biridir.
Musa'nın gazabı dinip
öfkesi sönünce, üzerinde Tevrat yazılı olan levhaları aldı. O levhalarda,
yolunu şaşıran herkese doğru yol gösteriyor; Rab-lerinden korkup O'nun azap ve
hesabından ürken herkese rahmetinin var olduğu bildiriliyordu. [181]
155- Musa, tayin ettiğimiz müddette milletinden yetmiş
kişi seçti; onları sarsıntı tutunca dedi ki: "Rabbim! Dileseydin daha
önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü
bizi yok eder misin? Bu, Senin imtihanından başka bir şey değildir, bununla
dilediğini saptırır, dilediğine doğru yolu gösterirsin. Bizim dostumuz sensin;
bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin." [182]
Kalpleri ve bedenleri
sarsıcı yıldırım.İyilik. . Ayette bu kelimeyle sağlık, afiyet, insanlara muhtaç
olmamak, devlet bağımsızlığı manaları kastedilmiştir. Dönüp tevbe ettik. [183]
Müfessirlerin
anlattıklarına göre Cenab-i Allah, Musa Peygambere; îs-railoğullanndan yetmiş
kişi seçip kendisine getirmesini vahyetti. Bu vahyin, îsrailoğullannin buzağıya
tapmalarından sonra tevbe etmeleri için mi, yoksa Musa peygamberin Allah'ı
görmek İçin İstekte bulunmasından sonra,mı vah-yedildiği hususunda tefsirciler
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Belirlenen vakitte
huzurumuza gelmeleri için, Musa, yetmiş kişi seçti. Oruç tutmalarını,
temizlenmelerini emretti. Sonra onları Tur-u Sina'ya çıkardı. . Musa bu dağa
yaklaşınca, dağın bütününü kapsayacak şekilde üzerine bir bulut sütunu indi.
Kavmine: Yaklaşın dedi. Bulut sütununun içine girecek kadar yaklaştıklarında
secdeye kapandılar. Şâm yüce Mevlâ'nın, şunu yap, bunu yapma şeklinde Musa
(A.S.) i/e, emir ve yasak veren bir tarzda konuştuğunu işittiler. Sonra bulut
açılıp gitti. Musa'ya yöneldiler ve Allah'ı kendilerine göstermesini
İstediler. Denilir ki onlar, kendilerine nefislerini öldürmelerini emredenin
Allah olmadığını ve Allah'ı açıkça görmedikçe bu hususu doğrula-mayacaklarmı
söylediler. Ey Musa, Allah'ı aşikâr olarak bize göstermedikçe sana inanmayız
dediler. O da: Rabbim, kendini bana göster ki, Sana bakayım, dedi. Allah da:
Beni asla göremezsin, dedi.
Bazı alimler derler
ki: Musa, Cenab-ı Allah'ın red cevabını kavmi de işitsin diye.mümkün
olmadığını bildiği halde yine de Allah'ı görmeyi istedi. Bu nedenle kendisine:
"Beni asla göremezsin" şeklinde bir cevap verildi. Bu cevap, Musa
(A.S.) nın doğrudan onların (kavminin) Allah'ı görme isteklerini reddetmesinden
daha balağatli ve daha edebî1 idi. Dağ, onları sarstı. Allah'ı görme
isteklerinde ısrar edince de düşüp bayıldılar. Sarsıntıya yakalandıklarında,
Musa şöyle dedi: Rabbim, eğer dileseydin, daha önce buzağıya taptıklarında
—başka bir rivayete göre ise seni görmek istediklerinde— onları da, beni de
helak ederdin. Evet, bu gördüklerimi görmeden önce beni de onlarla beraber
bciâk ederdin.
Muşu dedi ki: Rabbim,
Seni aşikârca görmek İslediler diye içimizdeki beyinsizler yüzünden, Senin
kelâmını işitmeye kıyas yapmalarından —ki bu fasid bir kıyastır— bizi helak
eder misin? O beyinsizlerin yaptıkları işin, buzağıya tapmak olduğunu,
söyleyenler de olmuştur.
Benimle konuştuğunda
sesini duydular ve Seni görmek istediler. Bu, senin imtihan etmenden başka bir
şey değildir. Seni tanımakta sebatkâr olmayanları bu imtihanla şaşırtırsın.
Sen onlara katiyyen zulmedici biri değilsin. Bilâkis bu, onların karekterlerine
uygundur. Seni tanımakla sebatkâr olan mü1 min kullarından da dilediklerini bu
imtihanla doğru yola eriştirirsin. Bu da onların tabiatlarına muvafıktır.
Kullarının durumunu en iyi bilen Allah'tır. Onları kendi hallerine bıraksaydı,
her biri, içinde bulunduğu durumu ve kendisi için takdir edilen hali tercih
edecekti. Sen bizim dostumuzsun ey Rabbi-miz. Bizi bağışla ve esirge.
Ayıplarımızı rahmetinle Ört. Ey merhamet edicilerin en merhametlisi. Sen,
bağışlayanların en hayırlısısm. Sebep ve illet olmaksızın günahları ve
kötülükleri bağışlarsın. Zira Senin rahmetin herşeyi kuşat-• mıştır. Bu dünyada
bizim için iyilik; sağlık, afiyet, güzel rızık, işte başarı, devlette bağımsızlık
yaz. Ahirette de bizim için iyilik; çok sevap ve bol ihsan nimetini yaz. Biz
sana döndük, tövbe ettik. Sadece sözle değil, aynı zamanda eylemle desteklenmiş
imân bahçesine yönelip geldik.
Cenab-ı Allah buyurdu
ki: Rahmetim gazabımı geçti. Azabımı da fasid amellerle kendi nefislerine
kötülük eden günahkâr kullarımdan dilediğime dokundururum. Rahmet, lütuf ve
nimetim ise evrendeki herşeyi kuşatmıştır. Kâfir: de, günahkârı da, müslamam
da, yahudiyi de, buzağıya tapanı da kuşatmıştır.
"Eğer Allah, insanları,
kazandıkları (günahlar) sebebiyle yakalayıp hesaba çekse, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı."[184]
Göğüm onları
gölgelendiriyor, yerim onları yükleniyor, verdiğim rızıkla yaşıyorlar.
Bahşettiğim hayırlardan yararlanıyorlar. Ben her zaman onları dosdoğru yoîa
çağırıyorum. Bununla beraber bazıları dinimden çıkıyorlar.
Mademki azabımı
dilediğimi dokunduruyorum. Rahmetim de her şeyi kuşatmıştır. Ey Musa! Senin
duana uygun olarak rahmetimi; dünyevî azapla karıştırmadan halis olarak her
işte Allah'tan sakınan ve zekât veren kimselere yazacağım, (özellikle zekât
verenlerden bahsediliyor. Çünkü bu ayetlerle maddeci, çıkarcı ve zekât vermez
bir kavme hitab edilmektedir). Rahmetimi Özel olarak, ayetlerimizin tümüne
inananlara yazacağım. [185]
156-157- "Bu dünyâda ve âhirette bizim İçin güzel olanı
yaz; biz Sana yöneldik" dedi. Allah: "Azabıma dilediğim kimseyi
uğratırım, rahmetim her-şeyi kaplamıştır; bunu Allah'a karşı gelmekten
sakınanlara, zekât verenlere, âyetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve
İncil'de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygamber Muhammed'e
uyanlara yazacağız. O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan
men'eder, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır
yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet
eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete
erenlerdir." dedi.
158- Ya Muhammedi De ki: "Ey İnsanlar! Doğrusu ben,
göklerin ve yerin hükümrânı, O'ndan başka tanrı bulunmayan, dirilten ve Öldüren
Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve okuyup yazması
olmayan, haber getiren peygamberine —ki o da Allah'a ve sözlerine inanmıştır—
inanın; ona uyun ki doğru yolu bulaşınız." [186]
Okuma yazma bilmeyen.Isr;
sahibinin hareket etmesini engelleyen ağır yük. "Gıll"ın çoğulu
olup, esirin, ellerini boyunlarına bağlamakta kullanılan demir ve zincir.
Ayette bu kelimeyle, ağır yükümlülükler kastedilmiştir. [187]
Geniş rahmetimi,
benden sakınan ve zekât verenlere yazacağım. Ayetlerimizin tümüne inananlara
özellikle yazacağım. Onlar ki ümmî peygambere tabi olurlar. Bu vasıflar tek ve
emsalsiz Muhammed (s.a.v.) e uygun düşmektedir. Ehl-i Kitap da arapları ümmî
(okur-yazar olmayan) kimseler olarak nitelerlerdi. "Onlar derler ki,
cahil araplann malını almakta bize günah veso-rumluluk yoktur."[188]
Kur'an-ı Kerim Hz.
Muhammed (s.a.v.) in niteliklerini anlatmış ve peygamberliğini bazı vasıflarla
nitelemişti. Şöyle ki:
1- Peygamber (s.a.v.) ümmî idi. Bu vasıfta, Peygamber
(s.a.v.) efendimizin son derece sadık ve dürüst olduğuna işaret vardır. Çünkü
O: haber, kıssa, hikmetleri bakımından, siyasal, dinsel ve sosyal genel
kurallar bakımından icazkâr olan Kur'an-ı Kerİm'i getirmiştir. Bu Kur'an, ümmî
bir insana nazil olmuştur. (Kur'an gibi bir kitap, ümmi bir İnsanın kendi
eseri olamaz. O, ancak bîr vahiydir.) Rabbim, Sen noksanlıklardan
münezzehsin!.
2- Bu peygamber, Hz. Muhammed'dir. Tevrat'ta ve
İncil'de; peygamber olarak geleceği müjdelenmiş; ne zaman geleceği ve
niteliklerinin neler olduğu belirtilmişti.
Ehl-İ kitap, kendi öz
oğullarını tanır gibi veya daha fazlasıyla Hz. Mu-hammed'i tanırlardı.
Yahudilerden Abdullah bin Selâm, hıristîyanlardan Temimi Dan gibi, bağımsız düşünenler
O'na iman ettiler. Bu konuyu araştırıp daha fazla bilgi elde etmek isteyenler,
Hindistanlı bîr alimin yazdığı Izhârü'l Hakk adlı esere bakabilirler.
3-4- Bu peygamber onlara, Şer'an iyi sayılan şeyleri
emretmekteydi. Şer'an iyi şey, sağlam aklın benimsediği ve selim tabiatın
reddetmediği şeydir. Bu peygamber, onların, Şer'an çirkin sayılan şeyleri
yapmalarını yasaklıyordu. Şer'an çirkin şey, aklı tam ve ruhu yüce kimselerin
hoş karşılamadığı şeydir.
"Celâlin hakkı
için, biz, her ümmete; "Allah'a İbadet edin ve putlara tapmaktan
sakının" diye bir peygamber gönderdik'.'[189]
5- Bu peygamber, insanlara selim zevklerin hoş bulduğu
helâl yiyecekleri yemelerini serbest kılardı. "Size rızik olarak
verdiğimiz hoş ve temiz şeylerden yeyin."
6- Bu peygamber leş, domuz ve akan kan gibi, düşünen
akılların, sağlam karekterli kimselerin tiksindiği pis ve murdar şeyleri
insanlara haram kılardı. Özellikle tıptan haberdar olup ta domuz etinin insan
vücudunda (trini-şin gibi) kurtçuklar meydana getirdiğini öğrenmemizden sonra
bunların ne kadar tiksindirici oldukları belirginleşmiştir.
7- Bu peygamber, tevbe ederken nefsi öldürmek, pislik
bulaşan yeri kesip atmak gibi, insanları ezen ağır yükleri üzerlerinden
kaldırdı. Boyunlarm-daki zincirleri çıkardı. Onun dini kolaydı. Şeriatı
müsamahakârdı. Sapıklıktan ve batıldan hidayete meyilliydi, pırıl pırıl ve
bembeyazdı.
O'na imân eden,
peygamberliğine inanan, O'nu koruyan, O'na yardım eden, bununla birlikte O'nu
ululayıp yücelten, kendisiyle beraber inen aydınlığın peşine takılan kimseler,
diğer insanlar arasında temazyüz edip olgunluğun zirvesine çıktılar.. Gerçek
kurtuluşa erdiler. Kendilerine bu genel niteliklerin uygun düştüğü Musa (A.S.)
in kavmi, öncelikle bu kategoriye girerler.
Alîame Ebu's-Suûd der
ki: Cenâb-ı Hak, Peygamber (s.a.v.) in evsafına, O'na uyan Yahudilerle
Hıristiyanların şerefyâb olacaklarına, iki cihan saadetine kavuşacaklarına
dair Tevrat ve İncil'de yer alan ayetleri haber verdi ve Resulullah (s.a.v.)'a
da bu saadetin sadece onlara değil, her kim olursa olsun kendisine tabi olan
herkese özgü olduğunu açıklamasını, emir buyurdu. Bu da O'nun peygamberlik ve
rİsaletinin genel olduğunu açıklıyor.
Ey Muhammedi Her zaman
ve her vakitte beşerin bütün cins ve renklerine: "Gerçekten ben sizin
hepinize gelen, Allah'ın peygamberiyim!'
"Bana şu Kur'an
vahyolundu ki, onunla hem sizi, hem de kime ulaşırsa onu
uyanp-korkutayım."[190]
"(Ey Resulüm)
biz, seni ancak bütün insanlara cenneti müjdeleyici, azabı haber verici bir
peygamber göndcrdik.”[191]
Peygamber (s.a.v.)
efendimizin özelliğiyle ilgili olarak Buharî ve Müslim'in sahihlerinde yer
alan bir hadisi şerifle şöyle bııyıırulmustur: "(Benden önce her) bir
peygamber özel olarak kendi kavmine gönderilirdi. Bense bütün insanlığa
peygamber olarak gönderildim!" Şüphesiz ben, tam mülk sahibi Allah'ın
resulüyüm. O, göklerde, göklerin âlemlerinde ve yerlerde yetki ve tasarruf
sahibidir. Göklerle yerler ve bu ikisindeki âlemler, her şeyi yaratan
sanatkârın birliğine, kudretinin eksiksİzliğine, ilim ve hikmetinin kemaline tanıklık
eder. O, Allah'tır. Varlık alanında O'ndan başka hakiki bir tapınılacak
yoktur; O'nun dışındaki şeyler vehimdir, hayaldir, hurafedir, akıllı kimselere
lâyık değildir. Çünkü her canlıya hayat veren, her Ölüyü öldürmüş olan O'dur.
Hayat ve ölüm O'nun elindedir. Bütün emir O'na aittir. Noksanlıklardan
münezzeh ve yücedir. Sen de görüyorsun ki Cenab-ı Allah, kendi zatını üç
şeyler nitelemiştir:
— Malik O'dur. Alemlerde tasarrufta bulunan
O'dur.
— Varlık alanında hakiki mabûd O'dur.
— Hayatın ve ölümün
yaratıcısı O'dur.
Bu vasıflara sahib
olan, delil ve burhanlarla teyid edilmiş peygamberler gönderen bir varlığa imân
etmeniz gerekir, ey insanlar! Bu zât; kahredici güce sahip, bütün kemâl
sıfatlarla muttasıf, bütün eksikliklerden münezzeh olan Rabdır. O'nun
peygamberine imân edin. Çünkü deliller o peygamberin doğruluğunu
kanıtlamıştır. Okuyup yazması olmayan o peygambere İmân edin ki, Rabbiniz size
rahmetinden iki kat pay versin. Yürüyebilmeniz için size kılavuzluk edecek bir
nûr ve aydınlık versin. Sizi bağışlasın. O peygamber ki, size kitap ve hikmeti
öğretir. Hayır ve felah yolunu size gösterir. Sizleri hurafelerden,
pisliklerden, putlardan, şirkten, sapıklıktan temizleyip arındırır. Peygamberler
zincirinin son halkasıdır. Bütün semavî kitaplar, O'nun peygamber olarak
gönderileceğini önceden müjdelemişlerdir. O'nun dini kolay, müsamahakâr, her
zaman ve mekâna elverişli olan İslâm dinidir. O, Allah'a ek-sikoiz olarak imân
eden peygamber (s.a.v.) dir. İmânında asla şüphe yoktur.'" Allah'ın peygamberlerine
indirilen kelimelerinin tamamına inanır. Bu kelimeler, noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın hikmet ve kudretinin görünümleridir. O'nun bütün emir
ve yasaklarına riayet edin. Böylece doğru yoîa erişme hususunda sizi başarılı
kılacağı ümid edilir.
Ey müslümanlar!
Kur'an'm sözü ve öğüdü işte budur. Bu öğüde uyun ki, doğru yola erişebilesİniz.
Allah'a and olsun; Kur'an'dan başka hiçbir yerde hidâyet yoktur. Dinden başka
hiçbir yerde hayır yoktur. Dine ve Kur'an'a yakm olduğumuz nispette dünya ve
ahirette kurtuluşa erebilİriz. [192]
159- Musa'nın milletinden bir topluluk hakkı gösterirler
ve onunla hükmederlerdi.
160- Bİz îsrâiloğullanm oymaklar halinde on iki topluluğa
ayırdık. Mîlleti, Musa'dan su isteyince ona: "Asanla taşa vur" diye
bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdi. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla
üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
"Size verdiğimiz nzıkiann temiz olanlarından yiyin" dedik. Onlar, karşı
gelmekle, Bize değil,kendilerine zulmediyorlardı.
161- Onlara: "Şu şehirde oturun, dilediğiniz.gibi
yiyip için, 'Affet!' deyin ve secde ederek kapısından girin; Biz de
yanılmalarınızı bağışlarız, iyi davrananlara daha da artıracağız"
denmişti.
162- Onların zulmedenleri, kendilerine söylenen sözü
başkasıyla değiştirdiler. Bİz de, o zalimlere, zulümlerinden Ötürü gökten azâb
indirdik. [193]
îrşad eder, doğru yolu
gösterirler.İnsanlar arasında adaletle hükmederler.Onları fırkalara ayırdık."Sıbt"
kelimesinin çoğulu Hz. İsmail'in soyunda bu kelime, Kabile manasını ifade
ederdi. Aslında sıbt, oğlun oğludur. Örfe göre, kızın oğluna da sıbt denir,Fışkırdı.
Genişçe ve bolca açıldı. Tih çölünde üzerlerini ince bulutlarla gölgelendirdik.Bal
gibi tatlı, beyaz bir şey Bıldırcın. [194]
Adaletle hükmetmemizi
emreden yüce Allah, Musa'nın kavminden bü-. yük bir grup insanın bulunduğuna,
bunların hak yolunu bulduklarına, insanlara iyilik yolunu gösterdiklerine,
yönünü şaşırmışları dosdoğru yola kavuşturduklarına, insanlar arasında Allah
emri olan adaletle hükmettiklerine tanıklık ediyor.
Bakınız, Cenab-ı Allah
İsraiîoğullarına bazı nimetler bahşetmiş, ama onların bazısı bu nimetlere
şükürle karşılık vermemiştir. Bir kısmı hayırlı, bir kısmı hayırsız olan Musa
kavmini on İki oymağa ayırdık. Bu oymaklardan her birinin kendine özgü
özellikleri, düzenleri vardı. Bunlara cemaat adı verilmişti. Susuzluğa
dayanamayan kavmi, kendilerine su İçİrmesini İstediklerinde Musa'ya, asasını
taşa vurmasını vahyettik. Vurunca, taştan derhal on iki geniş göz-halinde su
fışkırdı. Her oymak, su İçeceği yeri belledi. Çünkü her bir oymak, bir gözden
içecekti.
Çoide şiddellt ve
yakıcı sıcaklığa maruz kaldıklarında, kendilerine acıyıp şefkat ettiğimiz için
üzerlerini bulutla gölgelendirdik. Yorgunluk ve zahmet çekmedikleri halde
onlara leziz, yiyecekler indirdik. Kudret helvası ve bildırcından ibaret olan
bu yiyecekler, onları açlığın şiddetinden ve kaygusun-dan koruyordu. Sonra
onlara: Sizi yararlandırdığımız ve size rızık olarak verdiğimiz hoş ve temiz
şeyleri yeyin, dedik. Ne ki, onlar haksızlık edip haddi aştılar. Şükür
görevlerini yerine getirmediler. Böyle yapmakla, bize asla zulmetmediler.
Onİar, sadece kendilerine zulmettiler. Bir'kimse, kendi nefsine zulmederse,
—bilmese de— başkasına olan zulmü daha fazla olur.
Kudsi hadiste
buyurulmuş ki: "Ey kullarım! Ben, zulmü kendime haram kıldım. Onu, kendi
aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyin. Kullarım! Doğrusu, bana
zarar vermeye gücünüz yetmez ki, zarar veresiniz. Bana fayda vermeye de
gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz!'
Bakara suresinde de bu
anlamda iki ayet, 58 ve 59. ayetler geçmişti. Konu birdir. Yalnız cümlelerin
konumu değişiktir ki, bu da akılları sarsıp şaşırtan Kur'an'ın mııcizliğine
delâlet etmektedir. Çünkü asıl belagat ve edebiyat, aynı anlamı değişik
yollarla ifade etmektir.
Bu ayette
"Girin" yerine "Yerleşin, sakin olun" denilmiş. "Artık
yeyin" yerine "Ve yeyin" denilmiş. Bu ayette, Bakara
süresindeki ayetin tersine "Bol bol" kelimesi hazfedilmiş. Bakara
suresinde denildiği halde, burada denilerek tertip değiştirilmiş, ters
çevrilmiş. Bakara suresinde denilmiş, bu ayette denilmiştir. Bakara suresinde
denildiği halde burada (vav) harfi hazfedilerek denilmiştir. Bütün bunlar
ifadeyi olgunlaştıran kelime dizme sanatıdır. Kelamının sırlarını en iyi bilen
Allah'tır.
Süknâ kelimesi, duhûl
kelimesinden daha özeldir. Ama bunun aksi mümkün değildir. Mesela bir evde
ikamet eden kimse mutlaka o eve girer. Ama eve giren herkes o evde ikamet etmeyebilir.
Yemek için eve giren, girdikten hemen sonra yemek yer. Bu nedenle Bakara
süresindeki ayette duhul kelimesinden, yani tjUai fiilinden sonra gelen
\j& yeyin fiilinin başına "Takibiye" manasını ifade eden
"fe" harfi dahil olmuştur. Eve girdikten sonra yenilen yemekte lezzet
vardır. Bu nedenle "hemen yeyiniz"; anlamma.gelen ijl& fiilinden
sonra "Bol bol ve afiyetle..'' manasını ifade eden kaydı kullanılmıştır.
Ama bir yerde veya evde barınmakta ve ikamet etmekte olan bir kimse yediği
yemeklerden İcabında az lezzet alabilir. Hatta hastalık veya acı dolayısıyla
hiç lezzet duymayabilir de. Tertipte bir şey yoktur. Çünkü vav harfi tertibi
gerektirmez, önemli olan şu ki onlar, itaat ve teslimiyet içerisinde duâ
etmekle emrolunmuşlardı. Tertip zorunluluğu yoktur. Önce veya sonra olmasının
bir zararı yoktur. Burada cümlesinde (vav) harfi hazfedilmiş. Bu da vâ'd
edilenin iki şey olduğuna (Bağışlama-îyiliği arttırma) delâlet etmektedir. Şu
manadaki mağrifetten sonra daha ne vardır? Denildiğinde; şöyle cevap verildi:
İyilik edenlere ileride daha fazlasını vereceğiz.
"îrsaî"
kelimesi, her ne kadar fazlalık ve çokluk İfade ederse de bu ayette
"inzal" kelimesiyle.es anlamlıdır. "Zulüm" kelimesi her ne
kadar başkasının hukukuna tecavüz etmeyi, "fısk" kelimesi de din
sınırlan dışına çıkmayı ifade ediyorsa da bu iki kelime de eş anlamlıdır. Her
iki ayet de onların hepsinin iki eksiklik içinde bulunduklarına işaret
etmektedir. "İçlerinden zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başkasıyla
değiştirdiler." Söz ve fiilleri değiştirdiler. Kendilerine söylenen sözün
ne zahiriyle ne de hakikatiyle amel ettiler. Bilâkis, söylenenlerin tümünü
bıraktılar. Değiştirmek. İşte budur. Bazı alimler derler ki: Onlar bir 5Özün
yerine başka bir söz koydular. "Bİzi affet" sözü yerine, "Arpa
içinde buğday tanesi" dediler.
Ey müslümanlar! Bu
kıssadan alınacak ibret şudur: Herşeyden önce şunu iyire anlamalıyız ki,
Cenab-ı Allah'ın, yaratıklarına ilişkin değişmez bir yasası vardır. Din dışına
çıkıp hem kendine, hem de başkalarına zulmeden, dinin ilke ve kitabından
uzaklaşan ümmet, sonuçta Allah'ın azabına maruz kalır. Bu azaptan bütün kalbler
titrer. Bu azap semavîdir. Yer ve zamana göre muhtelif şekillerde gelebilir. [195]
163- Ey Muhammedi Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın
durumunu sor. Cumartesi yasaklarını tecâvüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar
sürüyle geliyor, başka günler geîmiyorlardı. Biz onları, yoldan çıkmaları
sebebiyle böylece deniyorduk.
164- Aralarından bir topluluk: "Allah'ın yok edeceği
veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin öğüt veriyorsunuz?"
dediler, öğüt verenler: "Rab-binîze, hiç değilse bir özür beyan
edebilmemiz içindir, belki Allah 'a karşı gelmekten sakınırlar" dediler.
165- Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, Biz
fenalıktan men'eden-lerî kurtardık ve zâlimleri, Allah'a karşı gelmelerinden
ötürü şiddetli azaba uğrattık.
166- Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara:
"Aşağılık birer maymun olun" dedik. [196]
Denize yakın. Haddi aşanlar.
Ba-lıkiarı.Su üstünde toplu halde.
Özür, mazeret. Sorumluluktan
sıyrılmak.Şiddetli. Azgınlık ve inkar.Aşağılıklar. [197]
Ey Muhammedi
Bazısının,cumartesi günü haddi aşan o kasaba halkının halini sor. O halkın bir
kısmı va'iz pozisyonuna girmiş, diğer bir kısım ise kendine özgü bir tutuma
bürünmüş.tü. İçinde fesad yayılan her ümmetin hali budur. O kasabanın, Eyle
kasabası olduğunu söyleyenler varsa da, hangi kasaba olduğunu ancak Allah
bilir.
İşte size bir başka
kıssa. Bu kıssayı ne peygamber, ne de kavmi biliyordu. Ancak bunu, vahiy
yoluyla duymuştu. Ayette geçen "O kasaba halkının halini sor"
cümlesindeki soru, ikrar sorusudur, yani "kabul edin'* demektir. Aslında
bu ifadeyle Cenab-ı Allah, onların geçmişte işledikleri amelleri kınayıp
kötülemektedir. Peygamber (s.a.v.) zamanında yaşayan kâfîrlerdeki küfrün yeni
bir şey olmadığını, aksine atadan-dededen kalma bir şey olduğunu
açıklamaktadır.
Ey Muhammed! Cumartesi
gününü ihlâl ederek Allah hududunu çiğnedikleri zaman, deniz kıyısındaki o
kasaba halkının halini onlara sor. O kavim, dünyevi işlerle uğraşmayıp,
İbadete tahsis etmekle cumartesi gününe üstünlük verirlerdi. Cumartesi gününde
balıklar, su üstünde sürüler halinde gelerek denizin kıyısına yaklaşırlardı,
ibadetten başka işle uğraşmamaları gerekirken, hiç yorulmadan ellerini suya
uzatıp balıkları avlarlardı. Cumartesi dışındaki "günlerdeyse, balıklar
görünmez olurlardı.
İşte anlatılan bu
imtihan gibi, geçmişteki ve çağındaki kimseleri de İm-Lihan ederiz. Herkese
alemine göre karşılık vermek için onlara, kendilerini sınayan bir kimsenin
muamelesiyle muamele ederiz. Bütün bu sınavlar, fasik-lık edip Allah'ın taati
dışına çıkmaları dolayısıyladır.
O kavmin içinde
günahlar açıkça işlenir olmuştur. İçlerinden bazıları, bu durumları protesto
etmiştir. Hani onlardan büyük bir topluluk; kendile-' rine öğüt verip
işledikleri günahları protesto edenlere şöyle demişti: Allah'ın helak ve yok
olmaya vaya şiddetli azaba mahkûm ettiği böyle bir topluma ne diye öğüt
veriyorsunuz?
Öğütçüler, kendilerini
kınayanlara şöyle dediler: Onlara Öğüt verip uyarıda bulunuyoruz ki,
Rabbinizin huzurunda bize karşı mazeret beyan edilmesin ve işlenen kötülükler
karşısında sustuğumuz iddia edilmesin. Öğüt verirsek, belki Allah'a karşı
gelmekten sakınırlar. Kıyamet gününde hesaba çekilip te: "Kötülüklerin
yayılması karşısında ne yaptınız?" diye sorulduğunuzda hiç değilse;
"Ey Rabbimiz! Bize emrettiklerini yaptık" diyebilelim. Böylece
özürden kurtulmuş oluruz. Günahkârlar, kendilerine hatırlatılan şeyleri unutup,
öğütlere uymayı kulak ardı ettiklerinde, kötülüğü nehyedenîeri kurtardık.
KuFtulanlar iki gruptu:
1- Öğütçüler grubu
2- Öğütçüleri; "Allah'ın helake mahkûm ettiği bu
asilere ne diye Öğüt veriyorsunuz?" diyerek kınayanlar grubu. Abdullah bin
Abbas (R.A.)'ın dediği gibi,açıkça bilinen şudur ki; Onların bir kısmı,
isyankârları söz ve davranışla protesto ederdi.. Bunlar öğütçüler grubuydu.
Bir kısmı ise sadece kalben buğzederlerdi. Bunlar da kınayıcılar grubuydu.
Günah işleyerek kendi
nefislerine yazık edenleri şiddetli bir azab ile yakaladık. Doğruyu Allah
bilir ya kişisel görüşüm şudur: Azab, her iki grubadır. İsyankârlar grubu.
Öğütçü ve uyarıcıları kınayanlar grubu. Her na kadar bu İkinci grubun azabı,
birinci grubunkinden hafifse de... Bu böyledir. Ayet-i Kerime'nin zahirinden de
anlaşıldığına göre azaptan kurtuluş, ancak kötülüğü nehyetmekle mümkündür. Bu
görevi ise sadece Öğütçüler yapmıştırlar. Kötülükler karşısında susmak,
öğütçüleri ve uyarıcıları kınamak, büyük bir günahtır. Ancak öğüdün
faydasından ümid kesen ve kötülükleri kalben protesto eden kimsenin sorumlu
tutulmayacağı umulur. Doğruyu en iyi bilen, Allah'tır.
Büyüklük taslayıp
öğütçülere kulak vermedikleri ve azıp haddi aştıklarında onlara:
"Aşağılık maymunlar olun" dedik. Görüldüğü gibi bu, onların
dünyadaki azaplarıdır. Ahirette ise onlar için şiddetli bir azap vardır. Onlar
gerçekten mi maymun oldular? Yoksa hayırda muvaffak olmamak, bozgunculuk ve
karekter bakımından maymunlar gibi mi oldular?
[198]
167- Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba
uğratacak kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin
cezayı çabuk verir, doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.
168- Biz onları yeryüzünde iyiler ve aşağılıklar olarak
bölük bölük ayırdık; İyiliğe dönerler diye onlun güzellikler ve kötülüklerle
sınadık.
169-170- Aralarından yerlerine gelen bir takım kötüler,
Kitab'a mirasçı oldular. "Biz nasıl olsa affedileceğiz" diyerek
Kitab'm hükümlerini değiştirme karşılığı bu değersiz dünyanın mallarım
alırlar; Yine ona benzer geçici bir şey kendilerine gelince onu da kabul
ederlerdi. Onlardan, Allah'a karşı ancak gerçeği söyleyeceklerine dâir Kitab üzerine
söz alınmamış mıydı? Kitab'da olanları okumamışlar mıydı ? Allah'a karşı gelmekten
sakınanlar için, ahiret yurdu daha hayırlıdır. Kitab'a sımsıkı sarılanlar ve
namaz kılanlar İçin ecir vardır, düşünmüyor musunuz? Biz iyiliğe çalışanların
ecrini, elbette zayi etmeyiz.
171- Tur dağını, gölgelik gibi onların üzerlerine
yükseltmiştik, onlar tepelerine düşeceğim sanmışlardı. Onlara: "Size
verdiğimiz Kitab'a sıkıca sa-nhn, içinde olanı düşünün ki sakınanlardan
olasınız" demiştik. [199]
"Azene",
yani bildirip ilân etti anlamındadır. Bu, bir şeye azmetmemek ve onu nefse
vacip kılma anlamını ifade eder. Aşağı derecede, ast. Başkasının ardı sıra
gelip onun yerine geçen.
Bazıları dediler ki:
Başkasının ardisıra gelip oriun yerine geçen kişi iyi ise "halife",
kötü ise "half" adını alır.Dünya malı.Okuyup anladılar. Dağı,
temelinden kaldırıp yükselttik.İnsanı gölgelendiren sema, kuşkanadı ve
gölgelikler. [200]
Ey Muhammed! Hatırla o
zaman ki, Rabbin, Yahudilerin atalarına, peygamberleri aracılığıyla
duyurmuştu: Kıyamete dek onları azabın en kötüsüne uğratacak, üzerlerine cizye
yükünü yükleyecek kimseleri gönderecek. Onlar, küçültülmüş ve horlanmış olarak
kendi elleriyle cizyelerini, Allah tarafından gönderilen bu azab vasıtalarına
ödeyecekler.. Bu azab vasıtaları onlarla savaşacak, mülklerini dağıtıp
devletlerini yıkacak, düzenlerini bozacak.. Nihayet zelil ve miskin olacaklar..
Allah'a karşı davranışları kötü olduğu için yahudi-lerin bu azapları
tattıklarını tarih bize anlatıyor. Önce Babillüerden, sonra hıristîyanlardan,
sonra müslümanlardan azap tatmışlardı. Yirminci yüzyılda ise Almanya lideri
Hitler'in, onlara azabm en kötüsünü tattırdığını, onları ülkesinden kovduğunu
unutmayalım. Kur'an'm şu ifadesine dikkat edin: "Onları kıyamet gününe
kadar azabın en kötüsüne uğratacak olanları, muhakkak göndereceğini ilân
etmişti", Bu ayette geçen "Ba's" kelimesi ansızın gönderilme
manasım ifade eder. Gönderilecek olanın, nereden gönderileceği, ne zaman ve ne
şekilde gönderileceği Kur'an'da belirtilmiş değildir.
Si/., yahudilcrin
günümüzde Filistin'deki egemen durumlarına bakmayın. Onların bu hâkimiyetleri,
İnşallah geçicidir. Yakın zamanda yok olacaktır. Biz, Allah'ın sözüne bel
bağlamışız. Zaten kurtuluş müjdeleri belirmeye başlamıştır. Doğrusu Rabbin,
cezası çabuk ve azabı şiddetli olandır. Şüphesiz O, günah işledikten sonra kısa
zamanda tevbe edenleri çok bağışlayan ve esirgeyendir. "Şeytan da sakın
sizi Allah'ın dininden aldatıp kaydırmasın". "Allah'ın rahmetinden
umut kesmeyin".
Yahudileri derseniz,
onlar, dünyada her zaman asi ve günahkâr olarak en kötü halde bulunmuşlardır.
Bu sebeple Cenab-ı Allah onları zillete ve hor-luğa mahkûm etmiştir. Onları
yeryüzünde topluluklara ayırıp parçalamıştır. Bu toplulukları hiçbir faktör
birleştiremez. Hiçbir bağ onları bir araya getiremez. Onların içinde cumartesi
gününün yasağını ihlâl etmeyen, diğerlerini günah İşlemekten alıkoymaya çalışan
ve ahireti dünyaya tercih eden iyi kimseler olduğu gibi bunlar gibi olamayan
aşağılıklar da vardır. Bunlardan içinde aşın derecede kâfir, fasık ve asiler
de vardır. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, diğer toplumlara yapmış
olduğunun benzerini yahudilere de yaptı. Kendisine şükredip etmeyeceklerini
sınamak için onları iyiliklerle imtihan etti. Uyanıp kendisine yönelip
yönelmeyeceklerini sınamak için onları kötülüklerle imtihan etti. Onlarda hayır
da vardır şer de. İyi de vardı kötü de.
Onların ardısıra gelen
kötü bir topluluk yerlerini aldı. Kitapları Tevrat'a mirasçı oldular. Görüldüğü
gibi bunlar, Resullah (s.a.v.)'m çağdaşı olan ya-hudilerdir. Bunlar, dünyanın
yok olmaya mahkûm, fani malını ve servetini gayr-ı meşru yollardan elde
ettiler. Bununla beraber, şeytan, onları Allah'ın dininden aldatıp kaydırdı.
Ve: Sayılı günler dışında Cehennem ateşi bize dokunmaz. Çünkü biz, Allah'ın
oğulları ve dostlarıyız, dediler.
Faiz, rüşvet veya
Allah'ın ahkâmım satmak gibi gayr-ı meşru bir yoldan imkân bulup mal elde
edecek duruma gelirlerse, o malı hemen alırlar. Öğüt almaz ve tevbe etmezler.
Eğer şaşacaksan, şaşılacak şey işte budur!
Sonra Cenab-ı Allah,
günah işlemeye devam ettikleri halde "Bağışlanacağız" demelerini
reddederek; "Kendilerinden o kitabın hükmü üzere kuvvetli söz alınmadı
mıydı?" dedi. Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki, Allah'a karşı yalan
uydurmak, en büyük günahlardandır.
Onlar, o kitabı
(tevratı) okuyup anlamışlardı. Tevratta; her ne şekilde olursa olsun,
başkasının malım yemenin ve başkasının hukukuna tecavüz etmenin haram olduğu
bildiriliyordu. Ahİret yurdunun ve oradaki şeylerin dünyadan ve dünyadaki
şeylerden daha hayırlı olduğunu bilmiyorlar mıydı? Ahİret yurdunun, Allah'tan
sakınan ve O'nun azabından korkanlar için daha hayırlı olduğunu anlamıyorlar
mıydı? Köreldiniz mi yoksa? Ahiretİn daha hayırlı ve daha kalıcı olduğunu akıl
edipte düşünemiyor musunuz?!.
Kur'an-ı Kerim,
zorbaca meydan okuyan veya bağnazlık yapan bir kitap değildir. Aksine kitaba ve
içindeki hükümlere sarılıp namazı dosdoğru kılan, zekatı veren kimseler, yahudi
de olsalar, diğer milletlerden de olsalar, Rableri .onları en güzel mükâfatla
mükâfatlandırmaktır.
"Şüphe yok ki
biz, öyle güzel bir amel işleyenin mükâfatım zayi etmeyiz"[201]
Ey Muhammedi Hani
onlar Tevrat'ı kabulden imtina ettiklerinde üzerlerine gölgesi düşecek şekilde
dağı kaldırdık ya, işte o zaman kalpleri ürperdi de sol kaşları üzerinde secde
edip yere kapandılar. Onlara denildi ki: Size verileni ciddiyet ve'kuvvetle
tutun. Size verilen kitapta anlatılanların üzerinde düşünün. O anlatılanlarla
her zaman amel edin ki kalbiniz takva ile dolsun. Davranışlarınız dine uygun
olsun. Bunda sizin için hayır ve kurtuluş vardır. [202]
172-173- Rabbin, İnsanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam
ettirmiş, onlara: "Ben sîzin Rabbinİz değil miyim" demiş ve buna
kendilerini şâ-hid tutmuştu. Onlar da: "Evet şahidiz" demişlerdi. Bu,
kıyamet günü, "Bizim bundan haberimiz yoktu" dersiniz veya "Daha
önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir
soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?"
dersiniz diyedir.
174- Belki doğru yola dönerler diye âyetleri böylece uzun
uzadıya açıklıyoruz. [203]
Çıkardı. Seçme ve
ayırma manasına geldiği için bu tabir kullanıldı.İnsan vücudunun önemli bir
kısmı. Omurga kemiği taşıyan kısım. Bellerinden.
Bu, yepyeni bir söz.
Hususî bîr misâkle yalıudilcr susturulduktan sonra başkalarıyla birlikle yaluıdilerİ
do umumî bîr nıisâkla susturmak amacıyla serd edilmiş yepyeni bir söz. Böylece
onlara karşı aklî ve sem'î (işitmeye dayalı) deliller ileri sürülmüş,
taklidçilikte öne sürecekleri mazeretleri de kalmamış oluyordu. [204]
Ey Muharnmed, hani Rabbin
ademoğullannm sulblerinden zürriyetleri-'ni çıkarmıştı.
Bu söz, bizzat Adem'in
sulbünden zürriyetinin çıkarılmış olmasını gerektirir. Bu ayet-İ Kerime
Üzerinde, biri selefe, diğeri de halefe ait olmak üzere iki görüş vardır. Selef
alimleri demişler ki: Cenab-ı Allah, Adem'i yarattı. Onun sulbünden zerre gibi
zürriyetini çıkardı. Zürriyetİne can verip diriltti. Onlara akü ve idrâk verdi.
Onlara bu sözü ve bu cevabı ilham etti.
Halef alimleri de
demişler ki: Bu anlatılanlar, temsilidir. Yoksa Cenab-ı Allah ile ruhlar
arasında böyle bir soru ve cevap olayı cereyan etmiş değildir. Ancak
noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; insanoğlunun bileşimine kattığı akıl,
idrâk vasıtasıyla; bütün kâinatın Rabbı olduğuna, ayrıca birliğine delâlet eden
doğal deliller aracılığıyla, yaratıklara sanki:
Benim sizin Rabbiniz
olduğumu ve benden başka tanrı bulunmadığım ikrar edin, demiş; onlar da lisan-ı
hal ile: "Evet. Sen bizim Rabbimizsin ve senden başka tanrı yoktur,
demişlerdi. Onların Allah tarafından mükemmel olarak donatılarak bilgi ve
marifet sahibi kılınmaları ve böylece Allah'ı Rab olarak bilmeleri, şehadet ve
İtiraf mertebesindedir. Kur'an'da, sünnette ve arap-larm sözlerinde bu üslup
çok kullanılır.
"Sonra (Allah)
buhar halinde olan göğü kuşatmayı kasd etti de ona ve arza: "İkiniz de
isteyerek veya istemiyerek gelin, meydana çıkın" dedi. Onlar da: "Biz
isteyerek geldik" dediler:"[205]
Allah'ın; insanları,
üzerine yarattığı ilâhî fıtrat işte budur. O'nun yaratmasını ve yarattığım
değiştirecek bir şey yoktur. "Her doğan,' fıtrat üzerine doğar. Sonra
ebeveyni onu (doğan çocuğu) Yahudileştirir veya hıristiyanlaş-tınr veya
mecusîleştirirler" (Hadis-i Şerif).
Kıyamet gününde
amellerinizden sorulduğunuzda: Evet. Biz bu kötü amelleri işledik. Çünkü biz
tevhidden habersizdik. Bu konuda bizi hiç kimse uyarmadı, denrîyesmiz diye,
Allah bu işleri başınıza getirdi. Deliller ortaya sürüldükten, akıl ve fıtrat
mevcud olduktan sonra bilgisizlik, mazeret sayılmaz.
Daha önce sadece
babalarımız şirk koşmuşlardı. Biz, onların halefiyiz. Haklarında iyi zanda
bulunarak amellerini taklid ettik.
Tcvhid yolunu bulamadık. Ey Rabbimiz! Bizi azâbla yakalayacak mısın?
Babalarımızın işledikleri batıl ameller dolayısıyla bizleri helak eder misin?
demeyesiniz diye Cenab-ı Allah bu İşleri başınıza getirdi. Ama yüce Allah,
onların bu konuda beyan edecekleri mazeretleri asla kabul etmez.
İşte böyle... Allah'a
dönüp tevbe ederler umuduyla apaçık ayetleri insanlara uzun uzadıya açıklarız.
Ayet-i Kerime, Allah'a
ortak koşma günahında asla mazeret kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir.
Dinin tafsüî hükümleri ve sem'iyat gibi gayıpla ilgili konulara gelince,
peygamber gönderilmedikçe hiç kimse bu konularda sorumlu tutulmamıştır,
"Biz, bir peygamber göndermedikçe azâb etmeyiz.”[206]
175- Ey Muhammed! Onlara, şeytanın peşine takdığı ve
kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını
anlat.
176- Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat
o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline
bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. îşte âyetlerimizi
yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlum hu kıssayı nnl.ıt, belki
üzerinde diifü-nürleı:
177- Âyetlerimizi yalan sayan, kendine zulmeden millet ne
kötü bir misaldir! [207]
Önemli haber. Onlardan
sıyrılıp çıktı, onları inkâr etti. Şeytan onu arkasına taktı. Yere yönelip
meyletti. Dilini çıkarıp soluyor. Garip sıfat.
[208]
Kendilerinden ve bütün
insanlardan umumî mîsak alındıktan, kendilerine peygamberler gönderildikten
sonra ayetlerimizi ve peygamberlerimizi yalanlayan kavmin misali budur işte.
Ey Muhammedi
Yahudilere ve diğerlerine o kimsenin haberini ver ki; Ona ayetlerimizi verdik,
onu ayetlerimize vakıf kıldık ve ayetlerimizi ona öğrettik. Ne var ki o,
bunlarla amel etmedi. Kulak ardı etti. Bu ayetlere bir daha geri dönmemeye
kesin karar verdi.
O, fesatta, şeytanını
çok gerilerde bıraktı, Böylece yolunu sapıtan, müf-sid azgınlardan oldu.
Subhanallah! Fesatta şeytanı bile gerilerde bırakıyor!
Yüce Allah buyuruyor:
Eğer dileseydik, onu ayetlerle yükseltirdik. Hayırlı ve salih kimselerin
safına koyardık. Ne var ki O, yere saplandı. Bütün gayretini fani lezzetlerden
yararlanmaya ayarladı. Hevesine uydu. Kazandığı günahlar, kalbini kapladı. Nihayet
zalim ve şehvetperest bir hayvan olup çıktı.
.
Bu ayet-i kerime
Allah'ın irâdesinin, kişinin davranışlarına bağlı ve bitişik olduğunu İfade
etmektedir. Zira Cenab-ı Allah, kuluna seçme yeteneğini vermiş; bu yeteneğini
sevap ve cezanın esası kılmış.. Kulunu dünyada yaratmış. Yeryüzündeki şeyleri
imtihan gayesiyle onun için zinet kılmış. İmtihanı başarıyor mu, yoksa hüsrana
mı uğruyor?
Allah, hayrı tercih
eden için hayra ulaştırın yollan açıyor ve hayra erdirici gücü ihsan ediyor.
Kötülüğü tercih eden için kötülüğe ulaştırıcı yolları açıyor ve şerre erdirici
gücü veriyor. "Kim ameli ile dünya menfaatini isterse, dilediğimiz kimseye
istediğimiz şeyi dünyada peşin veririz."[209]
Kendisine kitapla ilim
verilen, ama bu verilenlerle amel etmeyen, daha da kötüsü, ruhu kirlenen, kalbi
kararan kimsenin bu tuhaf hail, üzerine var-san da varmasan da dilini sarkıtıp
soluyan köpeğin hali gibidir. Dünyaya meyledip Allah'ın ayetlerini yalanlayan
kimse devamlı uğraş ve yorgunluk içinde olur. Kendisine ne kadar çok dünyalık
verilse de, mal kazanma tasası ve yorgunluğu içinde olur. Rızkı ne kadar bol
verilse de, hırs ve tamamın o oranda arttığını görürsünüz. Ayetlerimizi
yalanlayıp büyüklük taslayan ve öğütlerden yararlanmayan kavmin misalini bazı
fertlere verdik (ki ibret alsınlar). Bu ve benzeri kıssaları anlattık ki, doğru
yola dönsünler ve kendi içlerinde düşünüp tefekkür etsinler. "Doğrusu,
düşünen bir kavim için bunda ayetler vardır,"
Ayetlerimizi
yalanlayan kavmin misali ne kötüdür. Garabet örneği olan amelleri ve
davranışları ne çirkindir. Aslında onlar, sadece kendi nefislerine yazık
ettiler. [210]
178- Allah'ın doğru yola sevkettiğj kimse doğru yolda
olur. Saptırdığı kimseler ise, işte onlar mahvolanlardır.
179- And olsun ki cehennem İçin de birçok cin ve İnsan
yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama
görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. îşte bunlar hayvanlar gibi, hattâ
daha da sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. [211]
Yaratıp meydana
getirdik, Mahiyetini ancak Allah'ın bildiği gizli bir yaratık.Göğsün sol
tarafında bulunan bir iç organ. Kalp, akıl ve vicdan anlamında da kullanılır.
Fıkh. İnce ınlayış. Anlamazlar. [212]
Cenab-i Allah, dinden
sıyrılıp çıkan kimsenin misalini anlattıktan sonra, hidayete erenle sapıklığa
düşen kimselerin gerçek tanımlarını yaptı ve cehennemliklerin kimler
olduklarını açıkladı. [213]
Allah'ın hidayete
erdirdiği; hayra, şeriate uymaya, Kur'an yolunda yürümeye başarılı kıldığı
kimse gerçekten hidayete ermiştir. Bundan başkası, .hidâyete ermiş değildir.
Allah'ın sapıklığa düşürdüğü; hayır ve Kur'an nuruna kavuşturmadığı kimseler
ise, hidayetten uzak olup zarara uğrayan kimselerdir. Bundan daha büyük bir
kayıp mı olur? ilâhî hidayetin türü bîrdir. "O'dur hidayete eren"
Sapıklığın nevileri ise sayılamayacak kadar çoktur. Bu nedenle Cenab-ı Allah
buyurmuş ki: "İşte onlardır kayba uğrayanlar!'
Bu özet bir
açıklamadır.
Cenab-ı Allah yemin
ederek şöyle buyuruyor: Biz, birçok insan ve cin yarattık. Onları, sonuçta
kendilerini cehennemlik kılacak amelleri işlemeye yetenekli kıldığımız gibi,
onları sonuçta cennetlik kılacak amelleri de işlemeye yetenekli olarak
yarattık. "Artık insanlardan bir kısmı bedbaht. Bir kısmı
da bahtiyardır!'[214]
Cehennemliklere
gelince onlar; nefislerini arındırıp ruhlarını temizleyecek olan sağlıklı
durumları kavrayacak kalbe sahib değildirler. Manevi hayatı, bu hayatın
dünyevi ve uhrevi saadete ulaştırıcı lezzetini İdrâk edemezler. Ne var ki
onlar, "Dünya hayatından bir dış görünüşü bilirler (geçimleri için
çalışırlar). Ahiretten ise habersizdirler![215]
İyiliğin, dinin
emrettiği şeylerde, kötülüğün, dinin yasakladığı şeylerde olduğunu anlamazlar.
Allah'ın doğal
ayetlerini ve Kur'anî ayetleri görecek gözleri yoktur. Peygamberlere indirilen
ilâhî ayetleri, tarihi haberleri ve maziye karışmış toplumlara ilişkin
kıssaları işitecek kulakları yoktur. Mazinin derinliklerinde kalmış olan
ümmetlere Allah'ın yasasının ne şekilde uygulanmış olduğunu da bilemezler.
Onlar, sadece maddi
duygulan bulunan hayvanlar gibidirler. Yegane amaçlan yemek, içmek ve
lezzetlerinden yararlanmaktır. Hayvan bile israf etmeden yer. Ama onlar israf
ederler. Onlar, yollarım daha da şaşırmıştırlar. Konuşmaları berbad olmuştur.
Allah'ın ayetlerinden,
akıl ve bilinçlerini yaratılış amacı doğrultusunda kullanmaktan uzaktırlar.
Dahası; kişisel, ulusal ve dinsel yaşamın zorluklarından da habersizdirler.
Aymazlık içindedirler.
Özetle cehennemlikler,
bilgisiz ve aymaz kimselerdirler. Çünkü onlar, kalıcı olan ahiret hayatına
bakmamış, bilâkis dünyanın geçici ve yok olmaya mahkûm hayatıyla ilgilenir
olmuşlardır,
"Göklerde ve
yerde ne kadar afâmet var ki, insanlar Üzerlerinden geçerlerde, bunlardan
ibret almayıp yüz çevirirler."[216]
Cennetliklere gelince
onlar, dünyayı gerçek mahiyetiyle tanımış, kalıcı olan ahiret hayatı için
çalışmış, ahireti ihmal etmemişlerdir.
Ey Müslümanlar!
Gafillerden olmaktan sakının. [217]
180- En güzel isimler Allah'ındır, O'na o isimlerle dua
edin. O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının
cezasını göreceklerdir. [218]
"Ahsen"
kelimesinin müennesidir.İlhâd, hak yolundan başka tarafa meyletmektir. [219]
Rivayet olunur ki,
sahabilerden biri namazda "ya Allah veya Rahman" diye duâ edermiş.
Bunu duyan müşrikler: Muhammed ve ashabı bir Rabbe ibadet ettiklerini iddia
ediyorlar. Şu adama ne oluyor da "Ya Allah ve Ya Rahman" diyerek iki
zâta duâ ediyor? dediler. Müşriklerin böyle demesi üzerine Cenab-ı Allah,
yukarıdaki ayeti inzal buyurdu. [220]
Ebu Hüreyre (R.A.),
Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah'ın doksan
dokuz ismi vardır. Bu isimleri sayan kimse, cennete girer. (Doksan dokuz
dedik). Çünkü Allah tektir, teki sever." (Bu isimler şunlardır): O,
kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah, Rahman, Rahim, Melik, Kuddus, Selâm,
Mü'min, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Halik, Bari', Musavvir, Gaflar,
Kahhar, Vchhab, Rezzak, Fcttah, Alîm, Kahız, Basît, Hafid, Rafi\ Muİzz, Mimli,
Semi', Basir, Hakem, Adi, Latif, Habir, Halim, Azim, Gafur, Şekûr, Aliyy,
Hafız, Mukît, Hasîb, Celil, Kerim, Ra-kib, Mücib, Vasi', Hakîm, Vedûd, Mecid,
Bâis, Şehid, Hakk, Vekil, Kavi, Metin, Veli, Hamid, Muhsî, Mübdi', Muîd, Muhyî,
Mümit, Hayy, Kayyum, Vacid, Macid, Vahid, Samed, Kadir, Muktedir, Mukaddem,
Muahhar, Evvel, Ahir, Zahir, Batın, Vali, Mütealî, Bİrr, Tevvab, Muntakim,
Gafur, Rauf, Malİkü'l-Mülk, Zülcelâli ve'l İkram, Muksit, Cami', Ganî, Muğnî,
Marti', Darr, Nafi', Nûr, Hadî, Bedî, Bakî, Varis, Reşid, Sabûr'dur.
İlim ehlinin ittifak
ettikleri görüşe göre bu isimler Kur'an ve Sünnetten derlenmiştir. Bu isimler
tevkifidirler. (Tevkifi İsim, orijinal isim demektir . Yani aynı manayı ifade
etseler de bunlarla eş anlamlı olan diğer isimler, Allah'a takılamaz). Yalnız
İbn Mes'ud'un rivayet ettiği aşağıdaki Hadis-i Şerifin de delaletiyle bu
isimler doksan dokuzdan ibaret değildir.
İbn Mesûd (R.A.),
Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Birisine bir
üzüntü isabet ettiğinde: Ey Allah'ım, ben senin kulunum. Kulunun oğluyum.
Cariyenin oğluyum. Alnım (kaderim) elindedir. Senin hükmüne göre cereyan
etmektedir. Benim hakkımda senin hükmün adaletlidir. Kendini isimlendirdiğin
veya yaratıklarından birine bildirdiğin veya kitabında indirdiğin veya katında
gayb ilmînde kalmasını tercih ettiğin ismin hürmetine Kur'an'ı kalbimin bahan,
neşesi, göğsümün nuru, hüznümün gidericisi, üzüntümün yok edicisi kılmanı
diliyorum derse; Allah Tealâ onun hüznünü giderir ve onun yerine ferahlık
verir."
Allah'ın isimlerini
yalanlayanları, O'nu, adlandırılmadığı adlarla, Kur'an ve Sünnette geçmeyen
kelimelerle adlandiranîarı bırak. Onlar, yapmakta olduklarının cezasını
çekeceklerdir.
Yukarıda, Esma-i
Hüsnâ'mn tevkifi isimler olduklarını söylemiştik. Allah, sözgelimi
"cevab" olarak adlandırılmışsa da "sahiy" olarak
adlandmlamaz. "Alim" olarak adlandırılmışsa da "akil"
olarak adlandırılamaz. Mesela bir ayette: "Münafıklar zanlarmca Allah'a
hile yaparlar. Allah da onlara hile yapar (hilelerini başlarına geçirir).''[221]
Böyle denildiği halde Allah'a hileci adı verilemez. O'na böyle bir İsim
takabilir miyiz? Haşa! Şu halde O, sadece kendi isimleriyle adlandırılır. O'nu
isimlendirme hususunda hak yoldan asla saparnayız. [222]
181- Yarattıklarımızdan bir topluluk hakkı gösterirler ve
onunla hükmederler.
182- Âyetlerimizi yalan sayanları, bilmedikleri yönden,
ağır ağır sonuçlarına yaklaştıracağız,
183- Onlara mahsustan mühlet veririm, çünkü Benim düzenim
çetindir.
184- Düşünmüyorlar mı ki, arkadaşları olan peygamberde
deliliğin eseri yoktur. O ancak açıkça uyaran bir kimsedir.
185- Göklerin ve yerin hükümranlığım, Allah'ın yarattığı
her şeyi ve eçellerininyaklaşmışolması ihtimalini düşünmüyorlar mı? Bundan
sonra hangi söze inanacaklar?
186- Allah'ın saptırdığını, yola getirecek yoktur. O,
sapanları taşkınlıkları içinde bocalayıp dururlarken bırakır. [223]
İnsanlara İrak ve
hayır yolunu gösterirler.İşleri,"—ne fazla ne eksik— gereği
gibi dengeli olarak
yürütüyorlar.Onları, yavaş yavaş azaba yaklaştırarak derece derece yakalarız.İmlâ,
mühlet vermek.
Keyd, görünürdeki
halinden başka amaçlar güdülen gizli tedbîr ve düzen Güçlü. Sırt manasına gelen
metn kelimesinden türemiştir Şaşkınlık ve körlük içinde tereddüt ederler. [224]
Cenab-i Allah;
kendilerini hayra kavuşturucu kalpleri, gözleri ve kulakları olmayan birçok
yaratıkları cehennem için yaratmış olduğunu anlattıktan sonra, burada da insanı
kuvvetli imâna sahip kılan şeyleri anlatmıştır. Yine burada, Muhammed (s.a.v.)
in ümmet-i davetinde, hidayeti bulmuşlarla sapıklar olmak üzere iki grubun
bulunduğunu anlatmıştır. Ayrıca, bizi hayra kavuşturur umuduyla düşünmemiz ve
de Allah'ın göklerle yerdeki mülküne bakmamız gerektiğini anlatmıştır. [225]
Kendilerini yaratıp
peygamberlerle aydınlattığımız insanların bazısı, özellikle Muhammed (s.a.v.)
in ümmet-i davetinden bazısı, iyilik yolunda kılavuzluk ederler.
Karşılaştıkları meselelerde hayır ve adaletle hükmederler. Yaptıkları işler
—ne fazla ne eksik— adilanedir, dengelidir. Adaletli, orta yolda giden bii
millettirler. Nitekim onların bu evsafta olduklarım Kur'an-ı Kerim haber
veriyor. Ali bin Ebi Talip (R.A.)'m şöyle dediği rivayet edilir: "Bu ümmet
yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında hepsi ateştedir." Kur'an-ı
Ke-rim'de buyuruluyor ki: "Yarattıklarımızdan öyle bir ümmet vardır ki,
onlar hakkı gösterirler ye onunla adaleti uygularlar!' Bu ümmetten beklenen de
budur.
Ayetlerimizi
yalanlayanları, hayret İçinde dolaşır vaziyette sapıklığa düşürürüz. Onları
yavaş yavaş, bilmedikleri bir yerden azaba yaklaştırırız. Derece derece azaba
yaklaştırmak için onlara, peşpeşe nimetler veririz ki, sapıklıklarından
dönmesinler. Bununla beraber onlara mühlet verir, kendilerine uyarıcılar ve
teskin ediciler göndermeyiz. Onlar, Allah'ın yasasının değişmeyeceğini
bilmiyorlardı. Gafletlerinde devam etsin ve ayrılmasınlar diye, Allah onlara,
mühlet veriyor, kendilerine mal ve servet veriyordu.
Cenab-ı Allah onları
sevdiğinden değil, kurdukları düzeni başlarına geçirmek için onlara bu
nimetleri veriyordu. "Onlara dünyada verdiğimiz mal ve evlâddan dolayı,
onların hayırlarına acele ediyoruz, zanmnda mı bulunuyorlar? Hayır,
anlamıyorlar!'[226]
Evet... Allah, zalime mühlet verir. Verir ama, sonunda kurtulmasına İmkân
bırakmayacak şekilde onu yakalamak için... İşte şu müşrikler: Savaş, iki
gündür... Bir gün lehimize, bir gün aleyhimize olur, diyerek, güçlerine, sayıca
çokluklarına, müslümanlann sayıca azlıklarına bakarak gururlandılar. Ama
aldandılar. Bunun, kendileri için bir tuzak olduğunu bilemediler Mekke'nin
fethi de buna işaret oldu.
Durumunu ve davetinin
özelliğini düşünmeyerek peygamberi yalanladılar mı? Şayet bu konuda
düşünselerdi, mutlaka hakkı tanıyacak ve Mu-hammed (s.a.v.) de delilik
bulunmadığını anlayacaklardı. Kur'an-i Kerim onlardan söz ederken şöyle diyor:
"Yoksa peygamberde bir cinnet var mı diyorlar. Hayır o peygamber, onlara
hakkı getirdi. Fakat onların çoğu hakkı sevmiyorlar.”[227]
"Mekke kâfirleri
Peygambere şöyle dediler?' "Ey kendisine kitap indîn-len! Muhakkak ki sen
bir mecnunsun." [228] Onu
yalanladılar ve sapıklığa düştüler. "O, yalnız şiddetli bir azabın önünde
sizi korkutan bir uyûncı (pey-gamber)dir!'[229] O,
Korkutup uyaran ve Öğüt verendir. Güvenilir bir tebliğci-dir. Siz bu gerçeği
nasıl bilmezsiniz? O, sizin aranızda yaşayan bir arkadaşı-mzdır. insanlar
içinde O'nu en iyi tanıyan sizlersiniz.
Peygamberi
yalanladılar rni? Sağlam yapılmış, incelikli, düzenii ve benzersiz olan bu
alemlere bakmadılar mı? Şüphesiz ki bu, Allah'ın eksiksiz birliğine, tam
ilmine, her şeye güç yetiren kudretine bir delildir. Bütün bunlara basiret
gözüyle baksalardi, elbetteki hayır ve hidayet yolunu bulacaklardı. Allah'ın
yarattığı şeylere, ecellerinin yaklaşmış olması ihtimaline bakmadılar mı?
Amelleriyle Allah'ın divanına varacakları zamanın yaklaşmış olduğuna bakmadılar
mı? Şayet baksalardı, tedbir alır ve Allah'ın divanında hesap verecekleri gün
için gerekli salİh amelleri işlerlerdi. Nihayet, yaptıklarının karşılığını
eksiksiz görürlerdi.
Belki de ecelleri
yaklaşmıştır. Onlara ne olmuşta, fırsat kaçmadan Peygamberi ve Kur'an'ı
doğrulamaya, inanmaya koşmuyorlar? Gerçeğin açıklanmasından sonra artık neyi
bekliyorlar? "Kur'an'dan sonra hangi söze İnanacaklar?!."
Bunlar hayır ve
hidayet yolunu bulma, peygambere iman etme, Kur'an'a uygun davranış ve
hareketlerde bulunma yeteneğini yitirmişlerdir. Ve sapıklığa düşenlerin ta
kendileri olmuşturlar. Allah, bir kimseyi saptırırsa, onu doğru yola götürecek
yoktur. O, bunları taşkınlıkları İçinde serseri bir halde bırakır. Batıla
dalar vaziyette terkeder. Kalbin de demir gibi pas tuttuğunu, fasid amelin kalp
üzerinde yüksek bir engel meydana getirdiğini bu engel nedeniyle kalbin hayır
yolunu asla bulamayacağını bilmez misiniz? "Hayır. (Onların zannettikleri
gibi değil.) Doğrusu onların kazandıkları günahlar, kalb-lerini
kaplamıştır!"[230]
187- Ey Muhammedi Sana, kıyamet saatinin ne zaman gelip
çatacağını soruyorlar, de ki: "Onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini
O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramıyacağı o
saat, sizlere ansızın gelecektir." Sen sanki öğrenmişsin gibi sana
soruyorlar, de ki: "Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanların
çoğu bu gerçeği bilmezler!'[231]
Lügatte, belirsiz bir
zaman parçası. Astronomicilere göre bir günün yirmi dörtte biri. Burada saatten
maksat, sura birinci defa üf-lendİğinde,her canlı şeyin ölüp alemdeki düzenin
bozulmasıdır, Kıyamet, ne zaman yerleşip İstikrar bulacaktır.Meydana çıkarmaz,
açıklamaz.Sormakta ısrar etmek. [232]
Kur'an-ı Kerim'in,
önceki sayfalarda "Ecellerinin yaklaşmış oltnası ihtimaline hiç bakmazlar
mı?"[233] diyerek ferdin ecelinden
bahsettikten sonra, bütün dünyanın sonu olan umumi kıyametten sözaçması uygun
oldu. [234]
Ey Muhammed! Kıyametin
ne zaman gelip çatacağını sana soruyorlar. "Kıyametin kopacağına
inanmıyanlar/onu acele isterler. îman edenlerse, hak olduğunu bilirler de ondan
korkar, sakınırlar. İyi bil ki, o kıyamet hakkında mücadele edip şüpheye
düşenler, doğrusu haktan çok uzak bîr sapıklık için dedirler.”[235]
Kıyametle ilgili olarak (îrsâ: Yerleşip istikrar bulma) ifadesinin
kullanılmasıyla, göklerde ve yerdeki bu düzenli hareketlerin, kıyametin kopmasıyla
son bulacağına işaret edilmektedir.
Onlara de ki: Kıyamet
ne zaman kopacağına ilişkin bilgi, sadece Rabbi-mİn katındadır. Bütün işler,
eninde sonunda O'na dönecektir. Kıyametin ne zaman kopacağını, mahiyetini,
onunla ilgili gizli bilgileri, sadece Rabbim açıklayacaktır. Mukarreb melek
veya mürsel peygamber de olsa yaratıklarından hiçbirini kıyamet bilgisinden
haberdar etmez. Vakti gizli, tesiri şiddetli ve durumu korkunç olduğu için
kıyametin Önemi, melekler, insanlar ve cinler yanında, gökte ve yerde çok
büyüktür. Bunlar kıyametin vukuundan çok korkmaktadırlar. Ey insanlar! Siz
kendinizi dünyaya ve dünyanın imarına kaptırmışken, kıyamet ansızın başınıza
gelip çatacaktır.
Şaşıyorum onlara...
Sanki sen gereği gibi bîliyormuşsun da kıyametin ne zaman kopacağını ısrarla
sana sorup duruyorlar. Onlara de ki: Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin
bilgi, görülen ve görülmeyen alemleri bilen Allah'ın katındadir. Ne var ki,
insanlann çoğu, kıyametin kopuş zamanının gizli tutulmasındaki sırrı
bilmiyorlar. Eğer bilinseydi; kâinatın düzeni sarsılır, dünyadaki imar ve
şenlikler alt-üst olurdu. Yine bunun gibi kadir gecesinin Ramazanın hangi
gecesinde olduğunu, duaların hangi vakitte kabul edileceğini de Allah gizli
tutmuş, bildirmemiştir. Çok zamanlarda duâ etsinler ve kadir gecesini gayretle
araştırıp takib etsinler diye ve kendisinin bildiği diğer bazı hikmetlerden
dolayı Cenab-t Allah, kadir gecesinin zamanını ve duaların kabul ediliş
vaktini insanlara bildirmeyip gizli tutmuştur. Kıyametin bazı alâmet ve
şartları vardır. Büyük ve küçük olmak üzere iki gruba1 ayrılan bu alamet ve
şartlar, saMh hadislerle antatımıştir. [236]
188- De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime
bir fayda ve zarar verecek durumdu değilim. Görülmeyeni hileydim, daha çok
iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, İnanan bîr milleti
uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim." [237]
Hakiki gayb, bize
görünmeyen ve de hiç kimsenin bilmediği şeydir.
İzafî gayb:
Peygamberler gibi bazı kimselerin bildiği, ama bizim bilmediğimiz ve bize
görünmeyen şeydir.Rağbet gören şey. Bu maddî olabilir. Mal gibi. Manevî
olabilir, îlim gibi.Kendisinden nefret edilen şey. [238]
İnsanlar, kıyametin ne
zaman gelip çatacağını Peygamber (s.a.v.) e ısrarla soruyorlardı. Bundan
dolayı Kur'an-ı Kerim'in peygamberliğin hakikatini açıklaması münasib oldu. [239]
Şaka götürür yanı
bulunmayan bu ayrıntılı söz, îslâmın övünçlerinden ve sağlam temellerinden
biridir, islâmiyet, bu ve benzeri ayetlerle, cahiliyet -düşüncelerine ve
putperestlik inançlarına karşı savaşmıştır. Bir bu ayete, bir de
hıristiyanların İsâ (A.S.) dan ne anladıklarına bakın. "Allah katında gerçek
din muhakkak ki îslâmdır?'
Ey Muhammedi De ki:
Ben, bir insanım. Peygamberlikle şereflendirildim. Bu emaneti yüklendim. Ben
kendime Allah'ın dilediğinden başka her hangi bir fayda veremem. Aynı şekilde
her hangi bir zararı da kendimden savamam. Ben bir beşerim. Gaybı bilemem.
Gaybın bilgisi sadece Allah'ın katındadır. Sanki gereği gibi büiyormuşum da,
kıyametin ne zaman kopacağını bana soruyorsunuz. Bunu bana nasıl sorarsınız?
Gerçekten ben gaybı bilseydim, daha fazla hayır yapmak isterdim. Ve bana
hiçbir kötülük de dokunmazdı. Oysa gerçek hiç de böyle değildir. Ben sizin
İçin sadece bir uyarıp korkutucu ve müjdeciyim. "İşte biz, Kur'an'ı senin
dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah'tan korkup sakınanları müjdeleyesin,
inad edenleri de korkutasın."[240]
Özetle, peygamberleri
Allah yaratmıştır. Onlar değerli kullardırlar. Sı-. fatları konusunda
başkalannı Allah'a ortak koşmazlar. Cenab-i Allah'ın İlim ve tedbiri üzerinde
hâkimiyetleri yoktur. Cenab-i Allah onları peygamberlikle şereflendirmiştir.
Dünyada kullar için iyi örnektirler. [241]
189- Sizi birnefisten yaratan ve gönlünün huzura
kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif.bir
yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşmca, kan koca,
Rablerİ olan Allah'a: "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki
şükredenlerden oluruz" diye yalvardılar.
190- Allah onlara kusursuz bîr çocuk verince, kendilerine
verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları
şeylerden yücedir.
191- Kendileri yaratılmışken, bir şey yaratamıyan putları
mı ortak koşuyorlar?
192- Oysa putlar ne onlara yardım edebilir ve ne de
kendilerine bir yardımları olur.
193- Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar;
çağırmanız da, susmanız da onlar için birdir.
[242]
Ruhsal ıstırablan
dinip onunla tatmin olsun. Şehvetini ve cinsel arzusunu tatmin etmek için ona
geldi.Cinsel temas sonucunda karısı ondan, döl suyu aldı. Bu su, kadının
rahminde kan pıhtısına dönüştü.
"Hami"
kelimesi, karındaki yük (çocuk) veya ağaçtaki yük (meyve) manasını ifade eder.
"Himl"
kelimesi için sırttaki yük manasını ifade eder.Doğuncaya kadar düşmeksizin ana
rahminde kaldı.Yük ağırlaşıp doğum vakti geldiğinde. Burada kastedilen, beden
ve fıtrat bakımından dünya ve ahİrete uygun bir nesil, bir çocuk. [243]
Bu sûre, Kur'an ve
tevhide dair sözlerle başlamış, ardısıra İlk yaratılıştan söz edilmiş, sonra da
peygamberlerin kıssaları, özellikle Musa (A.S.) ın kıssası anlatılmıştı. İşte
burada da sûre, Kur'an ve tevhide dair sözlerle sona eriyor. Ey ademoğulları!
O'dur, sizi bir cinsten ve bir tabiattan yaratan ve ondan da kalbinin ülfet
edip sükûn bulacağı eşini var eden. Cins, kendi cinsine meyyal olur.
Kendisinden eşini de meydana getirdi. Nihayet bu iki cins (kadın-erkek) bulûğ
çağına ererler. Bu yaşta onlarda cinsellik arzuları doğar. İkisi de —özellikle
koca— kendilerini sükûn ve cinsel doyuma ulaştıracak, gereksinimlerini
karşılayacak bir eşe ihtiyaç duyarlar. Eşlerin cinsel birleşimleri yoluyla
insan nev'i, varİiğmı devam ettirir.
Kocası onu bürüyüp
örttüğünde ve onunla, bilinen cinsel İlişkide bulunduğunda, kocasından
—başlangıçta ağırlığı fark edilemeyen— hafif bir yükü yüklenir. Bu yük
ağırlaşıpta çocuk ana. karnında büyür ve doğum vakti yaklaşırsa, kan-koca
Allah'a dua eder ve yeminle pekiştirerek şöyle derler: Eğer bize, yaratılışı
tara, vücudu güçlü, fıtratı düzgün, salih bir çocuk verir sen, andolsun ki; ey
Rabbimiz! Şükredenlerden olacağız.
Ve Allah,
istediklerini onlara verdi. Her yaratılan İnsan, fıtrat gereği İslama ve
tevhide meyillidir.
İstedikleri salih
çocuğu Allah kendilerine verince, ademoğullarından bazı erkekler ve kadınlar,
kendilerine verdiği çocuk konusunda Allah'a ortaklar koştular. Çocuğu
kendilerine veren Allah'tan başkasına yöneldiler. Allah, onların ortak
koştuklarından münezzehtir.
Bazı tefsirciler
demişler ki: Bu ayette geçen, "Ey ademoğuîlan O sizi bir nefisten
yarattı" cümlesinde geçen nefis'ten kasıt, Adem (A.S.) dir. Ondan eşini
(Havva'yı) meydana getirdi. Ayette geçen şirk suçunu da, Mekke kâfirleri,
yalıudî ve hırisliyanlargibİ, Adem ve Havva'nın bazı evladı işlemiştir. Bu suç,
Adem ile Havva'ya isnad ediliyorsa da, kastedilen, onların evlatlarıdır. Buna,
şu ayet-i kerime de delalet ediyor: Allah, onların ortak koştuklarından
üstündür!' Bu ayetteki "yüşrikûn" fiili, cem' veznîndedir. Oysa, Adem
ile Havva çoğul değil, iki kişidirler.
Sonra Kur'an-ı Kerim,
bu müşriklerle münakaşa etmeye başlıyor: Asla bir şey yaratamayan varlıkları mı
Allah'a ortak koşuyorlar? Bırakın yaratmayı... Onlar ne kendilerine ne de
başkalarına fayda sağlayamayacakları gibi, karşılaştıkları zaran da
savamazlar. Oysa Allah'a ortak koştukları putlar gerçekten zayıf ve
güçsüzdürler. Sinek, bu putlardan bir şeyi zorla çekip alsa, bunlar o şeyi
sinekten kurtaramazlar. Kendilerini Allah'a ortak koşan müşriklere hiçbir
alanda yardımcı olamazlar. Onları, üzerinde bulunduğunuz doğru yola çağırsanız
da çağrınıza cevap vermezler. Nasıl versinler ki? "Kalbi olmayan kimse,
kalbi nasıl tedavi eder?" Çağırsanız da çağırmasanız da onlar için birdir.
Oysaki tapınılan mabud
ve Rabbı mevcûd, asla bu evsafta değildir. Kendisine tapınılan yüce Rab;
işitendir, görendir, bilendir, haberdâr olandır, yardımcıdır, güçlüdür,
muktedirdir, eksikliklerden arınmıştır, yücedir. [244]
194- Allah'tan başka taptıklarınız putlar da, sizin gibi
yaratıklardır: Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler
bakalım.
195- Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak
elleri mî var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De
ki: "Ortaklarınızı çağırın, elinizden gelirse bana tuzak kurun, göz
açtırmayın."
196- "Çünkü benim dostum, Kitâb'ı indiren Allah'tır.
O, iyileri dost edinir."
197- "O'nu bırakıp da taptıklarınız, kendilerine
yardım edemezler ki size yardım etsinler."
198- Onları doğru yola çağırırsanız duymazlar. Sana
baktıklarım görürsün, oysa görmezler. [245]
Dua, çağrı demektir.
Çoğunlukla zararı defetmek veya hayrı, faydayı elde etmek için yapılır. Ayette
geçen duâ kelimesiyle, ibadet ve kulluk kastedilmektedir. Tutarlar. Bana süre
tanımayın. [246]
Bu ayetlerle daha önce
geçen ayetler, anlam bütünlüğüne kavuştular. Tevhidi ispatlamak ve şirki
nefyetmekte Kur'an'ın tuttuğu yol, işte budur.
Allah'tan başka
tapmakta olduğunuz şu şeyler de sizler gibi mahlukturlar. Yaratılmış olan bîr
varlığa tapmak, kendisi gibi bir yaratık tarafından kutsanmak doğru olmaz.
Eğer şaşacaksanız, asıl sizin bu haliniz şaşılacak şeydir. Allah'ın İlim ve
marifetle, inanç gücü ve basiret nuru ile, ayrıcalık tanıdığı sizin gibi bir
insanın peygamber olmasını çok görüyor, sonra da Allah'ı bırakıp taşlara
tapıyorsunuz. Eğer doğru sözlülerdenseniz, tapmakta olduğunuz o şeyleri
çağırın. Gerçekten ilâh iseler, çağiriniza cevap verirler. Ama bu nasıl olacak?
Bu taşlar ve putlar, sizin tapmakta olduğunuz şeyler arasında en düşük
dereceli olanlardır. Ayakları yoktur ki, onunla yürüsünler. Elleri yoktur ki,
onunla tutsunlar. Gözleri yoktur ki, onunla görsünler. Kulakları yoktur ki,
onunla işitsinler. Çünkü bu putlar, sessiz taşlardır. Ya da sudan ve çamurdan,
yahut hurma veya helvadan yapılmıştırlar. Hanife oğullarının putu gibi.
"Hanife oğullan
Rabîerini yediler. Açlık ve kıtlık senesinde."
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz onlara meydan okumak ve onları iş başına çağırmakla, yani
söylediklerini uygulama alanına koymaları için onlara çağrıda bulunmakla
emrolundu. Kendisine denildi ki: Ey Muhammedi onlara de ki: Allah'a ortak
koştuklarınızı ve O'ndan başka taptığınız tanrılarınızı çağırın. Sonra bana
tuzak kurmaları, hoşlanmadığım her hangi bir işi başıma getirmeleri için
onlarla yardımlasın ve bana göz açtırmayın.
Buna rağmen O'na bir
şey yapamadılar. Bu, onların: Ey Muhammedi Dinimize sataşmaktan vazgeç. Aksi
takdirde tanrılarımızın sana zarar vermelerinden korkarız, demelerini reddeden
bir meydan okuyuştur. Onların tehditlerinin kendisini korkutamayacağmı Hz.
Peygamber, şu gerekçeye bağlıyor: Benim dostum ve işlerimi idare eden,
Allah'tır. O; tevhide, iyilik ve sadakate çağıran kitabı mdirmiş olan Rabbimizdir.
O, salih kullarına dost olup İşlerini İdare edendir. Ama ya siz, ey müşrikler?!
Sizin dostunuz şeytandır. "AUah, imân edenlerin yardımcısıdır. O, onları
sapıklık karanlıklarından (kurtarıp) hidayet nuruna çıkarır. Kâfirlerin
dostları ise tağuttur. Kendilerini n urdan (ayırıp) karanlıklara
sokarlar."[247]
Allah'tan başka
kendilerine duâ ettiğiniz, ibadet ve kutsamayı sadece kendilerine özgü
kıldığınız varlıklar, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine. Dahası,
onları, size doğru yolu göstermeleri için çağırsamz bile işitmezler. Onları
—aslında hiç bir şeyi görmedikleri halde— size bakar vaziyette görürsünüz.
Eğer akıllı kimseler iseniz, bunları tanrı edinmeniz size yaraşır mı? [248]
199- Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret,
bilgisizlere nldınş etme.
200- Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O
işitir ve bilir.
201- Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, şeytan
tarafından bir vesveseye uğrayınca, Allah 'ı anarlar ve hemen gerçeği
görürler.
202- Şeytanın kardeşleri onları azgınlığa sürüklerler ve
bundan, hiç geri durmazlar. [249]
Masrafsız, zahmetsiz
ve meşakkatsiz olarak kolayca gelen.
"Nahs" ve
"Vekz" ile eş anlamlı olup, iğne ve mahmuz gibi sivri uçlu bir şeyle
bir cisme dokunmak. Burada "nezğ", kelimesiyle şeytanın verdiği
vesvese kastedilmiştir.Allah'a sığın ve O'nu an. Sıkıntı ve vesvese Onlara
meded olurlar. [250]
Bu ayette; toplumu
insandan hoşnud edecek güzel davranışların ve olgun ahlâkın esasları
belirtilmektedir. Halkın hoşnutluğu, Allah'ın hoşnutluğudur.-Halkın dili,
Hakkın kalemidir. Bu esaslara uyulması durumunda nef-retleşen kalpler ve her
biri bir yöne dağılan insanlar birleşir. Nedir bu esaslar?
İnsanlardan sana gelen
kötülükleri affet.
Yapamayacakları zor
işleri onlara yükleme.
Hoşgörülü ve yumuşak
huylu ol.
"Kolaylaştırın,
zorlaştırmaym" Hadis-i Şerif.
Beni bağışla ki;
sevgini devam ettiresin. Kızdığım vakit, onurumu zedeleyecek söz söyleme.
Allah hayrını versin,
Muaviye hazretleri şöyle demiş: "İnsanlarla aramda bir kıl kadar bile
(bağ) bulunsa bu bağı koparmam. Onlar gerseler, ben gevşetir, onlar gevşetseler
ben gererim."
Şeriatın emrettiği ve
müslümanların benimsediği maruf olan her şeyi emret. Ma'rûf, her çeşit hayır,
taat ve iyiliği kapsayan genel bir kelimedir.
Cahillerden yüz çevir.
Evet, ahmak cahillerden yüz çevir. Sanki o hiçbir şey söylememiş, sen de hiç
duymamış gibi ol. Genel olarak her sınıf İnsan için bir davranış biçimi vardır.
Ama Ccnab-ı Allah'ın "Eğer affederseniz, o tukvuyu dulıu yakındır"
dediğini de uııulıım.
Bunlar, kapsamlı ve
anlamlı sözler: Bağışlama yolunu tut. iyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.
Bu sözler, aynı
zamanda güzel ahlakı da genel olarak ifade etmektedirler. Hz. Ayşe (R.A.):
"Onun (Rasulullah'm) ahlâkı Kur'an idi" derken ne doğru söylemiş.
Azılı ve inatçı düşman
olan şeytana uygulanacak muameleye gelince; şeytan sana dürter veya içinde
gazap, şehvet gibi kötülük ateşini alevlendirir de mahmuz vurulduğunda şahlanan
hayvan gibi seni galeyana getirirse, kurtulman için yegane ilâç; Allah'a
sığınman, kalbinle O'na yönelmen, şeytanın şerrinden ve vesvesesinden Allah'a
sığınman, yapabildiğin kadarıyla bu kötü ortamdan başka bir ortama geçip
intikal etmendir.
Allah, yapılan bütün
duaları işitir. Bütün niyet ve kasıtları bilir. Şunu bil ki, şeytan, kulları
doğru yoldan saptırıp azdıracağına yemin etti. Ancak ihlaslı kullara bir şey
yapamaz. Şeytan, Rabbine inanıp tevekkül edenlere egemen olamaz.
Rivayet olunur ki, peygamber
(S.AV.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sizden her birinize cinlerden bir
arkadaş verilmiştir." Sana da mı Rasulullah? dediler, "Bana da...
Ancak ona karşı Allah bana yardım etti de (O cin) müs-lüman oldu."
"Şüphesiz takvaya
erenler; şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, şeytan tarafından
dürtülünce; Allah'ı ve O'nun, iyiliğe eren takvâlı kimselerle, günah işleyen
isyankârlar İçin ahirette hazırlanmış olduğu şeyleri hatırlarlar, hatırlayınca
da bir de bakarsın ki onlar, hak ve hayır yolunu görürler. Güçlü imâna sahip
olgun mü'min, sağlıklı beden gibidir. İçine hastalık mikroplan giremez. Şayet
girerse de Ölür. Aynı şekilde mü'minin kalbine de vesveseler :giremez. Girerse,
mü'min Allah'ı anar ve vesveseyi defedip kovar.
Her insan hayır ve
İyilik saikini hisseder. Ayrıca şer ve kötülük saikini de hisseder. Hayır ve
iyilik saiki melekten, şer ve kötülük saiki ise şeytandan gelir. Peygamber
(s.a.v.) efendimiz buyurmuşlar kî: "Doğrusu şeytanın da meleğin de (insan
kalbine) yaklaşıp dokunması vardır. Şeytanın yaklaşıp dokunması, . kötülüğü va'dedip hakkı yalanlamaktır. Meleğin yaklaşıp
dokunması ise, hayır ve İyiliği va'dedip hakkı doğrulamaktır. Sizden biri bunu
his--sederse, bilsin ki Allah'tandır ve dolayısıyla Allah'a hamd etsin. Ama
diğer durumu hissederse, şeytandan Allah'a sığınsın!'
Böyle dedikten sonra
da şu ayeti okudu: "Şeytan, sizi, fakir olacaksınız diye korkutur. Size
cimrilik ve sadaka vermemekle emreder. Allah ise, lut-fundan bir bağışlama ve
fazl vâad ediyor."[251]
Allah'tan sakınmayan cahil
kardeşlerine günah ve haddi aşma konusunda şeytanlar, yardım eder ye destek
verirler. Onlarla yardımlaşırlar. Sonra bu konuda onların yakalarını asla
bırakmazlar. [252]
203- Onlara bir âyet getirmediğin zaman, "Sen bir
tane yapsaydın ya" derler. De ki: "Ben ancak Rabbim tarafından bana
vahyolunana uyarım. Bu Kitab, inanan millete Rabbinizden açık belgeler, yol
gösterme ve rahmettir!'[253]
Kendin onu hazırlayıp
toplasaydın ve meydana getirseydin ya. [254]
Peygamber (s.a.v.) den
özel olarak doğal ayetleri istediler. Onların bu istekleri yerine
getirilmeyince de hakkı kabul etmeyerek: O ayeti sen kendi yanından hazırlayıp
meydana getirseydin ya, dediler. Onlar böyle derken, Kur' an'ın indirilmiş olan
ayetlerinin Muhammed (S.Â.V.) in uydurması olduğunu kastediyorlardı.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Ben, sadece Rabbimden bana vahy olunana tabi olurum. Kendi yanımdan bir
şey uydurup meydana getirmem. Ben ancak bir elçiyim, peygamberim, istediğiniz
ayeti icâd edecek güce sahip değilim. Size ne olmuş da bu Kur'an'dan başka
şeyler istiyorsunuz. Halbuki O, Rabbinizden gelen gözler açıcı delil, hüccet ve
apaçık ayetlerdir ki, bunlar da benim gerçek peygamber olduğuma ve kendisinin
de Allah katından gönderilen bir kitap olduğuna işaret ediyor. Kalp gözlerini
açıyor. Kurtuluş yolunu aydınlatıyor. Hidâyet verahmettir. Allah'a ve ahİret
hayatına iman eden bir kavim içinden ancak Kur'an'a imân edip onu muhafaza eden
ve onunla hükmeden kimseler kurtuluşa ererler, başkaları değil. [255]
204- Kur'an okunduğu zaman ona kulak verin, dinleyin ki
merhame olunasmız.
205- Rabbini, gönülden ve korkarak, içinden hafif bk
sesle, sabah a, şam an, gafillerden olma.
206- Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O'na kulluk
etmekten büyük lenmezler, O'nu tenzih ederler ve yalnız O'na secde ederler. [256]
İstima; kulak vererek,
kasıt ve niyette dinlemek.Yalvarıp yakarmak.Korkarak.'Ğadve'kelimesini çoğulu
olup, sabah namazıyla güneşin doğuşu arasındaki zaman, "Asîl"
kelimesinin çoğulu olup, ikindiyle gün
batımı arasındaki zaman[257]
Kur'an-ı Kerim
okunduğunda, kulak vererek onu edep ve niyetle dinle yin. Dinlerken boyun eğip
korku ve sükûnet içinde olun. Böyle yaptığınız tak dirde belki Allah size
merhamet eder. Çünkü kalplerinde iman ve yakın se rinliği bulunan ihlâslı
kimseler, Allah kelâmım edeple ve güzel bir dinleyişi dinlerler sadece. Dünya
ile ilgilenen, yataklarına yan gelip uyuyanlar, kalple rinde imân nuru kalmayan
kimseleri, Kür'an'ı dinlerken ona asla kulak ver mediklerini, bilakis önemsiz
şeylerden söz ettiklerini görürsün. Ayel-İ Kcri ine; namazda, hutbede ve diğer
yerlerde Kur'an'ı dinlemek gerekliğini gene olarak ifade ediyor.
Şu halde bir
müslömanm, Allah'la konuşurken O'nu sözlerini dinlememesi ve yanıbaşınada
konuşmakta olan bir başkasını dinlemesi uygun olur mu?
Rabbinİ, içinden an.
İsim ve sıfatlarıyla O'mı zikret, O'na şükret.O'ndan bağışlanma dileğinde
bulun.
önemli olan, kalbi ile
anmaktır. "Bilin ki; ancak Allah'ı anmakla kalb-ler yatışıp huzur
bulur"[258]
Yalvarıp yakararak,
boyun eğip teslim olarak, korkarak ve de sevabını umarak O'nu an. İsmi tamamla
ve zikri ihlâl edecek şeylerden sakın. O'nu dilinle ve kalbinle an. Bağırıp
çağırma.. Çok sessiz de olma. Yani zikrini normal bir sesle yap. "Namazda
sesini pek yükseltme. Çok da gizleme. Bu ikisinin arası bir yol tut"[259]
Allah'ı anıp zikretmek
İçin en uygun zaman sabah ve akşamdır. Gündüzün kalan kısmı ise, rızık elde
etmek içindir. Ey müslüman! Kalbinde Allah'ı anmaktan sakın gafil olma. Şunu
iyi bil ki, Rabbinin katındaki melekler ve O'na yakın bulunanlar, ona ibadet
etmekte büyüklenmezler. Gece gündüz O'nu teşbih ederler. Sadece O'na secde
ederler. Ya senden ne haber? [260]
Müslüman kişi, bu ve
ileride gelecek olan benzer ayetleri duyduğunda secde eder. Secde etmekten
kaçman müşriklere nispet olsun ve mukarreb meleklere uyulsun diye tilavet
secdesini Cenab-i Allah vacip kılmıştır. Rivayete göre Peygamber (s.a.v.)
efendimiz, tilavet secdesinde şöyle dermiş:
"Allah'ım!
Bedenim sana secde etti. Kalbim sana iman etti'. Allah'ım! Bana fayda verecek
bir ilmi, beni yüceltecek bîr ameli nasib et".
Rivayet edilen bir
başka hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Ademoğlu, secde ayetini okuyupta
secde ederse; şeytan, ağlayarak oradan uzaklaşır ve şöyle der: Eyvah! Bu adam
secde İle-emrolundu. Secde etti. Dolayısıyla onun için cennet vardır. Bende
secde ile emrolundum. İsyan ettim. Dolayısıyla benim için ateş vardır?'
Tilavet secdesiyle
ilgili hükümler, fıkıh kitaplarında anlatılmıştır. [261]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/263.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/263-264
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/264-265.
[4] Hicir, 97.
[5] Ahkâl, 35.
[6] A'raf, 99.
[7] Mü’min, 52.
[8] Ra'd, 11.
[9] İsrâ, 16.
[10] Kasas, 65.
[11] En'am, 130.
[12] Hicr, 92-93.
[13] Rahman, 39.
[14] Maide. 109.
[15] Al-i İmrân, 120.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/265-267.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/267.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/268-269.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/269.
[20] Not: Bu eserin 1952 yılında kaleme alınmış olduğu
okuyucunun bilgisine arz olunur. (Çeviren).
[21] Sebe, 13.
[22] Sebe, 20.
[23] Sâd, 85. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/269-271.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/272-273.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/273.
[26] Tâ- hâ, 115.
[27] Tâ-hâ, 117.
[28] Bakara. 37.
[29] Tâ-hâ, 55. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/273-274.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/275.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/275.
[32] Hicr, 42.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/275-276.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/276-277.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/277.
[36] Bakara, 268.
[37] Nahl, 90.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/277-278.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/278-279.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/279.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/279.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/279-280.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/281.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/281.
[45] Mü'minün, 117.
[46] Nahl, 116.
[47] Enbiyâ, 107.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/281-282.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/283.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/283.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/283-284.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/284.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/284-285.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/285-286.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/286.
[56] Fatır, 10.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/286.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/286-287.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/287.
[60] Bakara, 286.
[61] Zümer, 73.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/287-288.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/288-289.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/289.
[65] Abese, 38-42.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/289-290.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/290-291.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/291.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/291-292.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/292.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/292.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/293.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/293.
[74] Hûd, 1.
[75] En'am, 155.
[76] Fussilet, 53.
[77] Şuara, 100-101.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/293-294.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/294-295.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/295.
[81] Hacc, 47.
[82] Yâsin, 82.
[83] Mü'min, 57.
[84] Yunus, 3.
[85] Meryem, 3.
[86] Necm, 31. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/295-297.
[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/298.
[88] Hakka, 6.
[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/298.
[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/298-299.
[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/299-300.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/300.
[93] Hüd, 120.
[94] Yusuf, 111.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/300.
[95] Mü’minûn 24.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/300-302.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/302-303.
[98] Ahkâf, 25.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/303-304.
[99] En’am, 124.
[100] Kamer, 20.
[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/304-305.
[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/305-307.
[103] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/307.
[104] Hüd, 68.
[105] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/307-308.
[106] Hûd, 61.
[107] Şuarâ, 155.
[108] Büruc. 12.
[109] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/308-310.
[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/310.
[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/310-311.
[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/311-312.
[113] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/312-313.
[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/313.
[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/313-314.
[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/314-315.
[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/315.
[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/315-316.
[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/316-317.
[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/317.
[121] En'am, 43.
[122] En'am, 44.
[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/317-319.
[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/319-320.
[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/320.
[126] Yûnus, 101.
[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/320-321.
[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/322-323.
[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/323.
[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/323-324.
[131] Yûnus, 78.
[132] Tâ-hâ. 58-60.
[133] Yûnus, 81.
[134] Ta-hâ, 66.
[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/324-326.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/326-327.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/327.
[138] Tâ-hâ, 71.
[139] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/327-328.
[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/328-329.
[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/329.
[142] Mü'min, 26.
[143] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/329-330.
[144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/330-331.
[145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/331.
[146] Hûd, 102.
[147] Nisa, 78.
[148] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/331-333.
[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/333.
[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/333.
[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/333-334.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/334.
[153] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/334-335.
[154] Kasas, 5-6.
[155] Muhammed, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/335.
[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/336.
[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/336.
[158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/337.
[159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/338-339.
[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/339.
[161] Zümer, 55.
[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/339-340.
[163] En'am, 103.
[164] A’raf, 143.
[165] Kıyame, 22-23.
[166] Bakara, 55.
[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/340-341.
[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/341-342.
[169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/342.
[170] Saff, 5.
[171] Neml, 14.
[172] Zuhruf, 31.
[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/342-343.
[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/343-345.
[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/345.
[176] Kehf, 42.
[177] Ta-hâ, 91-92.
[178] Bakara, 54.
[179] Bakara, 61.
[180] Yusuf; 87.
[181] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/345-348.
[182] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/348-349.
[183] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/349.
[184] Fatır, 45.
[185] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/349-350.
[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/351-352.
[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/352.
[188] Al-i İmran, 75.
[189] Nahl, 36.
[190] En'am, 19.
[191] Sebe, 28.
[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/352-354.
[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/355-356.
[194] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/356.
[195] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/356-358.
[196] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/358-359.
[197] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/359.
[198] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/359-360.
[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/361-362.
[200] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/362.
[201] Kehf, 30.
[202] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/362-364.
[203] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/364.
[204] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/364-365.
[205] Fussilet, 11.
[206] Isra. 15. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/365-366.
[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/366-367.
[208] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/367.
[209] İsrâ, 18.
[210] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/367-368.
[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/368.
[212] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/368.
[213] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/368-369.
[214] Hûd, 105.
[215] Rûm, 7.
[216] Yusuf, 105.
[217] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/369-370.
[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/370.
[219] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/370.
[220] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/370.
[221] Nisa, 142.
[222] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/370-371.
[223] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/372.
[224] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/372-373.
[225] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/373.
[226] Mü'minûn, 55-56.
[227] Mü’minûn, 70.
[228] Hicr, 6.
[229] Sebe’, 46.
[230] Mutaffifîn, 14.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/373-375.
[231] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/375.
[232] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/375
[233] A'raf, 185.
[234] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/375.
[235] Şûra, 18.
[236] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/375-376.
[237] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/376-377.
[238] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/377.
[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/377.
[240] Meryem, 97.
[241] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/377.
[242] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/378.
[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/379.
[244] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/379-380.
[245] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/380-381.
[246] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/381.
[247] Bakara, 257.
[248] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/381-382.
[249] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/382-383.
[250] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/383.
[251] Bakara, 268.
[252] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/383-384.
[253] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/385.
[254] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/385.
[255] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/385.
[256] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/386.
[257] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/386.
[258] Ra'd, 28.
[259] Isrâ, 110.
[260] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/386-387.
[261] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/387.