Şeytan, İnanmayanların Dostudur
Allah Kimseye Gücünün Yettiğinden Fazlasını Yüklemez
Kıssaların Telkinleri Ve Kur'anî Hedefle Bağlantısı
Allah'ın Kâfirlerin Kalplerini Mühürlemesi
"Yeryüzünde Haksız Yere Büyüklenenleri Ayetlerimden
Uzaklaştıracağım"
"Bu (İş), Senin İmtihanından Başka Bir Şey Değildir" İbaresi
Üzerine Yorum
"Onlara, Kent (Halkı) Hakkında Sor..." 163. Vel70. Ayetlerin
Medeni Rivayeti
Cumartesi Olayı Ve Telkinleri Üzerine Yorum
Yahudiler Filistin'den Elleri Boş Olarak Geri Döneceklerdir
Beni İsrail Kıssalarında Ayrıntılar Üzerine Yorum
"Rabbin, Ademoğıılları'ndan, Onların Bellerinden Zürriyetlerini
Almış..."
"O'nun İsimleri Hakkında Eğriliğe Sapanları..." Cümlesinin Yorumu
Kıyametin Vakti Hakkındaki Soru Ve Verilen Cevaptaki Derin Edebi İşaret
Şeytanın Peygambere Ve İnsanlara Vereceği Vesvesenin Boyutu Üzerine
Bir Ayetin Neshi İle İlgili Yorum
"Ben Sadece Bana Vahyolunana Uyarım"
"Kur'an Okunduğu Zaman Onu Dinleyin Ve Susun" Ayetinin Telkini
Kur’an dakiSırası:7
Nüzul Sırası:35
Ayet Sayısı:206
İndiği Dönem:Mekke
Sûrede Arapların
düşünüşleri, adetleri, örfleri ve ibadeîieriyle ilgili tablolar bulunmok-tadır.
Peygamber'i yalanlayanların, mesajı inkâr edenlerin inat ve büyüklerime
tavırların! gözler önüne sermektedir Müşriklerin akide ve örflerine karşı
eleştiriler bulunmaktadır. Mü'mİnleri cennetle müjdelemekte, kafirleri acı bir
son ile tehdit etmektedir. İblis ve Adem kıssası daha geniş bir şekilde
zikredilmektedir. Sûrede geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin kıssaları Firavn
ve İsrailoğulları hakkında geçen sûrelerde zikredilenden daha çok yer
verilmektedir. Aralarda güzel telkinler, prensipler, nasihatlar
serpiştirilmiştir.
Hepsi
münferit birçok harfle başlayan ilk sûredir. Mekki sûrelerin en uzunu, Kur'an'm
da üçüncü uzun süresidir. Kıssa silsileleri, başka sürelerdeki kıssa
silsilerinden daha uzundur. Kur'anT hikmetin gereği üzere gelişen tablolarından
bir tabloyu içermektedir. Önceki süreden sonra İndirildiğinin doğruluğuna dair
deliller de bulunmaktadır. Sürenin bölümleri dengeli ve uyumludur. Bu uyum art
arda bölümier halinde indiriidiği ihîimalini güçlendirmektedir. Bizim Ölçü
aldığımız Mushaf'ta 163-170. ayetler Medeni'dir. Ayetlerin üslubu ve İçeriği
bu rivayetin doğruluğunu güçlendirmektedir. Bu ayetlerde siyak ve sibak uyumu
bu sûreye eklenmelerin hikmeti ortaya çıkarmaktadır. Kur'anT sûreleri sevdirme
tablolarından biri daha bulunmaktadır. . [1]
Rahman ve Rahim
Allah'ın adıyla
1- Elif,
Lam, Mim, Sâd.
2- (Bu) Sana
indirilen bir Kitab'dır. Onunla (insanları) uyarman ve inananlara öğüt vermen
hususunda göğsünde (onu okumaktan, tebliğ etmekten) bir sıkıntı olmasın[2]'.
3- Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan
başka velilere uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz?[3]
4- Biz nice ülkeİeri helak ettik. Geceleri
uyurlarken [4]ya da gündüzün dinlenirlerken
belayla dolu azabımız [5]onlara
geiiverdİ.
5- Bela dolu azabımız onlara geldiğinde
"Biz gerçekten (hak yoldan sapan) zalimlermişiz[6]'
demelerinden [7]başka özürler[8]'
yoktur.
6- Andolsun,
kendilerine (peygamber) gönderilenlere soracağız ve onlara gönderilenlere
(peygamberlere) de elbette soracağız.
7- Andolsun, (yapıp-etmelerini) onlara bir
ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve biz gaibler (onlardan uzakta olan habersizler)
de değildik.
8- O gün tartı tam tartar. Kimin tartıları ağır
basarsa, işte kurtulanlar onlardır.
9- Kimin de
tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize isyankâr olmalarından[9]
dolayı kendilerini hüsrana uğratanlardır.
Başlangıcındaki
değişik harflerin münferit olarak ilk defa zikrcdildiği sûredir. Bundan önceki
sûrelerde bu tür başlangıçlar bir tek harften oluşmaktaydı. Onlar da
"'nun'\ "kaf', ''sâd'' harfleridir. Harflerin çok olması bu ve
benzeri başlangıçlar için yeni bir le-vili gerektirmiyor. Kalem sûresinin tefsirinde
"nun" harfinin dikkaileri çekmek itin kullanıldığını belirtmiştik.
Belki de bu fazla harfler, sûrenin uzunluğu ile bağlantılıdır. Çünkü o,
indirilen Mekkİ sûrelerin en uzunudur.
Sûrenin
başlangıcındaki ilk dokuz ayet bir grup oluşturmaktadır. Bu ayetler, görüldüğü
üzere, Peygambcr'e sebat vermek, kafirleri korkutmak, müzminleri övmek amacını
güder. İnsanları uyarmak için Kitab'ın ayetlerinden ona vahycdilmesinden
göğsünün sıkılmasına gerek yoktur denilerek; O'na inananlar İçin bir çeşit özel
hatırlatma ve hidayet olduğu vurgulanır. İnsanlara Rabbleri katından
indirilene tabi olmalarını. O'ndan başka edindikleri velileri terketmelerini
haykırır. Çünkü bunu, hak ve hakikatten gafil, O'nun emrini düşünmeyen kimseler
yapar. O kimseler Allah'ı aciz de kılamazlar. O7nu tenzih ederiz.
Allah, onlara benzeyen
çoklarını helak elti. Onların üzerine bela dolu azabı onlar ge-
ce ve gündüz uykuda
iken indiriverdi. Onlara düşen sapıklıklarını, cinayetlerini itiraf etmek
oldu, ancak bu onlara fayda vermedi. Sonra Allah, Kıyamet günü bütün İnsanları
hasredecek ve onları hesaba çekecek, gönderilen peygamberler bu hesaba şahid
olacak; salih amel işlemiş bir mü'min ise tartısı ağır basacak, felaha erip
kurtulacaktır. Kim de günahkâr bir kafir ise tartısı hafif gelecek kendini
hüsrana uğratacaktır.
Kur'an'da
Peygamber'in, Allah'ın ayetlerini tebliğ etmede göğsünün daralmaması gerektiği
tekrarlanır. Örneğin Hud sûresi 12. ayeti "Şimdi onların: 'Ona bir hazine
indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?' demeleri
dolayısıyla göğsün daralıp sana vahy olunanlardan bir kısmını mı terkedeceksin?
Sen yalnızca bir uyarıcı -korkutucusun. Allah her şeye vekildir". Bizim
açıklamasını yaptığımız ayetlerde, sebat etmenin gerektiğini belirtir.
Kafir tâğutlann karşısında
Peygamber'in cüretkar ve güçlü tavırlarını anlatan örnekler değişik ayetlerde
zikredilir. Ve yine onun risaletine olan derin imanı ve ona dalmasını değişik
ayetler hikaye eder. Örneğin En'am sûresi 19. ayeti "De ki: 'Şahidlik bakımından
hangi şey daha büyüktür? Sizi ve kime ulaşırsa kendisiyle uyarıp-korkutmam için
bana su Kur'an. vahyedildi. Gerçekten Allah'la beraber başka ilahların da bulunduğuna
siz mi şahidlik ediyorsunuz?' De ki: 'Ben şehadet etmem'. "De ki: 'O,
ancak bir tek ilah olandır ve gerçekten ben, sizin sirk koşmakta
olduklarınızdan uzağım." Ahkaf sûresi 8. ayeti "Yoksa: 'Kendisi onu
uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer onu ben ıty-durdumsa, bu durumda siz,
Allah'tan bana (gelecek) olan hiç bir şeye (karşı) malik olamazsınız. Sizin kendisi
(Kur'an) hakkında, ne taşkınlıklar yapmakta olduğunuzu O daha iyi bilendir.
Benimle sizin aranızda şahid olarak O yeter. O. çok bağışlayandır, çok
esirgeyendir."
Buradan da anlaşılıyor
ki, Peygamber göğsünün insanlara Kur'an'ı tebliğ etmekten daraldığını açıklama
konumunda değildir. Çünkü o, her şüpheden, sabrın tükenmesinden, ona
vahyedileni ilan etmesi ile göğsünün daralmasından, sonuçla Allah'ın sancağını
yüceltmede şüphelenmesinden nefsi kurtulmuş bir konuma ulaşmıştır. Nefsinde düşünce
ve üzüntünün olması ise, önderlerin inatçı, engelleyici ve düşmanca
tavırlarından dolayı çoğu insanların onun davasına icabet etmemeleri sebebi
iledir. Onların hidayete ermesini çok arzuiuyordu. Kur'an'ın hikmeti ise, Kaf
sûresi tefsiri akışında açıkladığımız hafifletme ve sebatkar bir bağlılığı
gerektiriyor. Buradaki ibarede bu kabil tarzdandır.
Tartı ibaresinin
hafifliği, ağırlığının boyutu, mevzularını Karia sûresi tefsiri akışında
zikretmiştik burada tekrarlamaya gerek yok. "O gün tartı hakkmdır"
cümlesinde zikredilmesi münasebetine gelince Reşit Rıza bu cümleyi şöyle tevil
eder: "İnsanları adalede hesaba çekeceğine ve herkesin gerçek nasibini
yine adaletle alacağına işaret eder". Tevildeki yönlendirme açıktır,
"Gaibden
habersizler değildik" tabiri ise Kaf süresindeki yönlendirmemizi güçlcndiriyor. 'Arkadaşlar, şahidler,
insanların sağından solundan verilen amel defteri' ibareleri yakınlaştırmak,
temsil etmek için üslubi İbarelerdir.
"Evliya"
ibaresi ise Arapların Allah ile biriikte dualarında, yardımlarında ve ibadetlerinde
şirk koştukları ortaklarını kastettiği görülmektedir. Koruyucu ve yardımcı anlamıyla
tek ve çoğul olarak devamlı tekrarlanır. Üçüncü ayetteki son bölüm, Allah'tan
başka veliler edinmeyi yasaklayıcı ve Allah'tan başka veliler edinenleri
azarîayıcı bir üsluptadır. Bunda görülen basiretin azlığına ve çirkinliğine
işaret eder. Burada Allah'ta sınırlanan, bir tek, kapsamlı rububiyetin
özelliklerinden, fayda ve zarar vermek, yasaklamak ve bağışlamak, korumak ve
şefaat etmek gibi herhangi bir şeyi Allah'tan başka veliye, yardımcıya,
simgeye, şahısa, güce yönelerek serbest bırakmayan Kur'anî muhkem bir prensibi
pekiştirir. . [10]
10- Doğrusu biz sizi yeryüzünde yerleştirdik,
orada size rı-zık sebeplerini[11]'
verdik.
11-Andolsun,
biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şe-kil) verdik, sonra meleklere:
"Adem'e secde edin" dedik. Onlarda, İblis'İn dışında secde ettiler; o
secde edenlerden olmadı.
12-(Allah)
Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen'[12]
neydi? (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu
İse çamurdan yarattın."
13 -(Aılah)
Öyleyse oradan in'[13] orda
büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, zelil ve hakir
olanlardansın.[14]
14 (iblis)
dedi: "(Bari) bana (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet
ver.
15- (Allah)
buyurdu: "Haydi sen mühlet verilmişlerdensin-"
16-Dedi ki:
"Madem öyle, beni secde ile imtihan ettiğin-den [15]dolayı
onları (insanları) saptırmak için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup)
oturacağım;
17-Sonra da
muhakkak onlara önlerinden, arkalarından sağlarından ve sollarından kendilerine
sokulacağım. Onla-rın çoğunu şukredıcı bulmayacaksın.
18-(Allah)
Dedi: "Kınanıp lanetlenmiş[16] ve
kovulmuş'[17] olarak oradan çık.
Andolsun, onlardan kim sana tabi olursa, cehennemi sizlerle dolduracağım.
1 9-Ve ey
Adem, sen ve eşin cennete yerleş, ikiniz de dilediğiniz yerden yeyin; ama şu
ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
20-Şeytan,
kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için
onlara vesvese verdi ve dedi ki: Rabbi-nizin size bu ağacı yasaklaması,
yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız
içindir."
21- Ve:
"Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" dîye yemin de etti.[18]
22-Böylece
onları aidatarak'[19]
meylettirdi.[20] Ağacı tattıkları anda
ise, ayıp yerleri kendilerine görünüverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından
yamayıp-Örtmey[21] başladılar. (O zaman)
Rablerİ kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve
şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?"
23-Dediler
ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve
esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız."
24-(Allah)
Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte
kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.
25- Dedi ki:
"Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.
Ayetlerin, bir önceki
ayetlerle, kınama, batırlatma ve tamamlama ile ilintili olduğu görülmektedir.
Önceki ayetler, Allah'ın indirdiğine tabi olmaya davet etmeyi, dünya ve
ahirette mü'minleri övmeyi, kafirleri korkutmayı içermekledir. Bu ayetler ise
davet edilenlere Allah'ın onlar üzerindeki nimetlerini, yeryüzünde hakim
olmalarını, oniar için rızık vesilelerini kolaylaştırdığını hatırlatmaktadır.
Allah'ın onları güzel bir şekil ve biçimde yaratmasına karşılık, O'nun
davetine icabet etmemeleri, Allah'a az şükretmeleri ve inkâr etmelerini
kınamaktadır.
Hatırlatma, nasihat
etme, Öğüt verme yoluyla Adem ve İblis kıssasını ayrıntılarla açıklar. Salih ve
hayırlı bir toplum olan melekler Allah'ın emrine itaat ederler. Kötü şirret
olan İblis, O'na isyan eder ve Allah'ın lanetine ve rahmetinden kovulmasına
neden olur. O da Adem'e ve karısına musallat olarak aldatır, kendisinin asi
olduğu gibi onlarında asi olmalarını ister.
Adem ve İblis kıssası,
geçen sûredekinden daha ayrıntılıdır. Belki de dinleyenlerin istekleri üzerine
Kur'an'ın hikmeti gereği bu ayrıntılara girer. Ya da kafirlerin inat ve inkar
etmelerine devam etmeleri nedeniyledir. Bu, sûrenin Sâd sûresiden sonra
nüzulda-ki tertibinin doğruluğuna delildir.
Buradaki ayetlerde ve
önceki sûredeki çoğu ayetlerde görülen nasihat etme; örnek verme, rağbet ve
korkutma amacı açıktır. Bu belki sûredeki geniş ayrıntıyı tahmin etmemizin
hikmeti ile bağlantılıdır.
Müfessirlcr herhangi
bir delile dayanmadan, kıssada yeni gelen durumlar üzerinde gariplik derecesine
varan birçok şey söylerler. Özellikle takılıp kalınmaya değmeyen şekiller,
maddeler ve mahiyetler, kıssanın hedefi değildir. Söyledikleri sözlerden
bazılarına örnek olarak, "İblis ve Adem'in bulunduğu cennetin gökte
olduğu" şeklindeki görüş Örnek verilebilir. Buna delil olarak da
ihbitminha" (düşman olarak in) ve ''yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin
için bir yerleşim ve geçim vardır" cümlesini göstermişlerdir. Biz kıssanın
zâtını araştırmanın boş olduğunu söylemiştik. Çünkü kıssanın hedefi bu
değildir. Görüldüğü gibi cennetin gökte olduğuna işaret etmek amacıyla bu
sözlerin söy Sendiği düşünülemez. Bakara sûresi 30. ayetinde Allah'ı Adem'i
yeryüzünde halife olarak yarattığını ifade etmektedir: "Hani Rabhin,
Meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. Onlar
da: 'Biz seni övüp-yuceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada
bozgunculuk çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?'
dediler. (Allah) 'Şüphesiz, sizin bilmediğinizi ben bilirim' dedi."
11. ayetteki ilk
paragraf, diğerlerinin ilham ettiği üzere Adem'e yöneliktir. Ancak çoğul
muhatap kullanması kıssanın hedefi ve asıl özü hakkında söylediklerimizi desteklemektedir.
Önceki
sûredeki kıssada ibret ve öğüt konularına dikkat çekmiştik. Yeniden tekrarlamaya
gerek yoktur. Ancak ayetlerde başka ibretlerin gelmesi hatırlatmaya değer nitelikledir.
Adem ile İblis arasındaki düşmanlığın artmasına işaret etmesi, İblis'in
cinayetini fazlalaştı iması gibi. Çünkü o, düşmandır. İşte gelen ayetler buna
dikkat çeker Kehf sûresi 50: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in
dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbİnin
emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi
edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızda-. (Bu) Zalimler için ne kadar
kötü bir tercihtir."(Kehf, 50) Ayet Adem ve Havva'ya karşı İblis'in
yaptığı hile ve gururlandırma üslubuna işaret eder. Bundan kaynaklanan acı
sonuçlara değinir. Vesveseye, ayartmaya ve aldatma yöntemlerine kulak aşmazken;
acele etmemenin, ondaki süslü ve zevkli şeylere kanmamanın gerekli olduğu
konusunda uyarır. . [22]
26- Ey Ademoğulları, biz senin çirkin yerlerinizi
örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' [23]İndirdik
(var ettik). Takva (Kur'an yolu) ile kuşanıp-donanmak[24] ise,
bu daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp
düşünürler.
27- Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın
çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları
cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve
taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir.
Gerçekten şeytanları, inanmayanların dostları kıldık."
Ayetler, kıssayı
tamamlamak açısından bir öncekilerle bağlantılıdır. İbareleri açıktır. Dikkat
çektiğimiz gibi onda, ibret ve nasihat vermek yoluyla pekiştirme vardır. Hitap.
hatırlatma noktasında, Adcmoğullarrna yöneliktir. İnsanoğlunu, İblis'in
anne-babaları-na önce yapiığı gibi onun fitne ve ayartmasından sakındmnayı
amaçlar. Bunun yanında Allah'ın onlar için süs ve giyinme nedenlerini
kolaylaştıran nimetlerini hatırlatmayı da içerir. Özel bir çeşit olan takva
elbisesini onlara indirdiğini belirtir. Bu. Allah'a davet el-ınektcn. saiih
amelden kinayedir. Fayda ve hayrı herşeyi geçer. İşic bülün bunlar dinleyenlere
zikredilen Allah'ın ayetleridir. Umulur ki onlar, ibret alırlar, hatırlarlar ve
hidayete ererler.
Ayetlerin içeriğinden
böylesine ilham verici bir açıklama güçlü ve elkili görünmekledir. "Çünkü
o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir"
ibaresinin sakındırmayı ve uyarmayı hedeflediği görülmekledir. Hiç kimse ben şeytanı
görmüyorum ya da ben ondan kurtuldum demesin. Çünkü o insanları daima kontrol
etmektedir. Eğer onlar onu görmüyorlarsa, o ve taraftarları onları görmektedir.
Belki de bu İbare, her insanın, günaha gizli meyil ile şer faktörleri ile
çekiştiğini kapsamakladır.
Görüldüğü gibi ibare
açıktır. Cinlerden olan İblis ve şeytan gizli varlıklardır. İnsanlar
tarafından görülmesi için bir yol yoktur. Onların varlığı, kesin iman edilmesi
gereken gaybi meselelerdendir. Çünkü bunu Kur'an açıkça bclinmİşlir. İblis'in
ve dengi şeyia-nın cinlerden olduğunu söylemiştik. Az önce zikrettiğim Kehf
sûresinin 50. ayetinde açıkça Kuran bunu belirtmiştir.
Buharı
ve Müslim Ebu Hureyre'dcn bir hadis rivayet etmişlerdir. Buna göre Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Cinlerden bir ifrit dün kaçlı ki benim namazımı
bölsün. Allah bana yardım etli ve onu yakaladım. Onu mescidin sütunlarından
birine bağlayarak ve hepinizin görmesini istedim. Ancak kardeşim Süleyman'ın
"Benden sonra hiç kimsede olmayacak bana bir mülk ver rabbim"
duasını hatırladım. Onu zelil olarak serbesi bıraktım.[25]
Kur'anî nassa bakıldığında bu hadisten hayrete düşüyoruz. Çünkü Kur'an.
cinlerin Kur'an'ı iki defa dinlediklerini ve Peygamberin onları görmediğini
haber vermiştir. Cİn sûresi 1. ayette geldiği gibi Peygamber ancak Allah'ın
bildirmesiylc onlardan haberdar olmuştur. "De ki: 'Bana gerçekten şu
vahyolıındu. Cinlerden bir grup dinleyip de söyle demişler: 'Doğrusu biz,
(büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik." Ahkaf sûresi 29. ayeti:
"Hani cinlerden bir kaçım, Kur'an dinlemek üzere sana yönelt/niştik.
Böylece onun huzuruna geldik/eri zaman, dediler ki: 'Kulak verin': sonra
(dinleme işi) bitirilince de kendi kavimlerine (birer) uyarıcı-korkutucular
olarak döndüler." Eğer hadis doğru olsaydı Peygamber (s), meleklerin
gördüğü gibi belirgin ve kuvvetli bir şekilde onu görmüş olurdu. . [26]
"Biz gerçekten
şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık" cümlesini şeytanların
vesvesesine ve aldatmasına kanarak günah ve küfre nisbet edilmelerinden dolayı
kafirleri kınamayı amaçlayan bir üslupla olduğu görülmekledir. Aynı zamanda
şeytanların mü'minleri saptırmaya yol bulamadığı belirtilerek güven
verilmekledir. Kafirlerin velileri şeytanlar olurken mü'minlerin velisi de
Allah'tır. Hicr ve Esra sûrelerindeki Adem ve İblis kıssası ile ilgili
ayetlerde bu açıkça belirtilmiştir. Hicr sûresinin 42. aycli şöyledir:
"Şüphesiz kışkırtılıp saptırılmışlardan sonra uyanlar dışında, senin benim
kullarım üzerinde senin zorlayıcı hiç bir gücün yoktur-" İsra sûresinin
65. aycli ise "Doğrusu benim kullarım üzerinde hiç bir zorlayıcı gücün
(hakimiyetin) yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter". Şeytanları veliler
edinme eylemini kafirlere nispet cdc\ı ayetler de önceki ayet-Icri
pekiştirmektedir. Biz ise Allah'ı; şeytanları, ka/ançlan ve sebebleri
olmaksızın ba/ı insanlara veliler kılmasından tenzih ederiz. Oysa O. zalimleri
ve sapıkları sapunr. kendisine yönelenleri hidayete erdirir ve sebatkâr kılar.
İbrahim sûresi 27. ayetinde belirtildiği gibi, "Al/alı, iman edenleri,
dünya hayatında ve alurette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de
şaşırtıp-saptırır; Allalı dilediğini yapar." Bakara sûresi'nin 26. 27.
ayetleri "Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanım olsun
(her-
hangi
bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun
Rab-terinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise 'Allah, bu örnekle neyi
amaçlamıştır?' derler. (Oysa Allah) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da
hidayete ulaştırır. O. bununla ancakfasıkları saptırır." Ra'd sûresi
27-29. ayetleri "Küfre sapanlar: 'Ona Rah-hinden bir mucize indirilseydi
ya!' der/er. De ki: 'Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, kendisine
katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir. Bunlar iman ederler ve
kalpleri yalnızca Allah'ın zikriyle tatmin bulur, iman edip salih amellerde
bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı onlarındır'7. . [27]
28- Onlar
(çıplak tavaf edip) çirkin bir hayasızlık[28]'
işlediklerinde: "Biz atalarımızı bunun üzerine bulduk. Allah da bunu bize
emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, çirkince hayasızlıkları
emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"
29-De ki:
"Rabbim adaletli olmayı[29]
emretti. Her ibadet ve secdenizde'[30]
yüzlerinizi Allah'a çevirin[31]'.
Dinde samimi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.
30-Bir
kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı
bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda
saymaktadırlar.
Ayetler bir
öncekilerine atfedilmekledir. İlk ayetteki "Onlar ki iman etmezler"
ibaresinin anlamı ondan önceki son ayette direkt olarak zikredilmektedir
Bu çirkin hayasızlığı
yaptıktan sonra atalarını bunun üzerine bulduklarını, Allah'ın da bunu onlara
emrettiğini söyleyen kafirleri kınamayı içerir. Allah'a ilimsiz ve delilsiz
iftira etmektedirler. Allah, Peygamber'c kendisinin böylesi çirkin
hayasızlıkları emretmesinin imkansızlığım ilan etmesini emreder. O, adaletli
olmayı, istikamette bulunmayı, secde ve ibadetlerde yüzlerini sadece O'na
ihlasla yönlendirmelerini emretmektedir. Allah onları öldükten sonra ilk defa
yarattığı gibi tekrar diriltecektir. İnsanlar iki grub-tur. Allah'ın hidayet
ettiği grub, sapıklığın üzerlerine hak olduğu grup. Çünkü onlar şeytanları
Allah'tan başka veliler edinmelerine rağmen kendilerinin hâlâ hidayette olduklarını
zannederler.
Ayetlerin üslubu,
Arapların atalarını örnek alarak, Allah'ın emir ve şerialıyla bağlantılı
olduğuna inandıkları bazı ayin ve taklitleri yapmaları çerçevesinde, kafirler
ile Peygamber arasında meydana gelen tartışma sahnelerinden birine işaret
etmektedir.
Müfessirler[32]
ayetlerin tefsiri akışında şunu derler: "Araplar Kabe etrafında çıplak tavaf
edilmesini helal görüyorlardı. Ayetler bu adetin çirkinliğini, münker çirkin
bir hayasızlık olduğunu belirtmek için İndirilmiştir. Ayetlerin ruhu da bunu
ilham eder. Bu noktada[33]
Arapların tavaf etmek istedikleri zaman normal elbiselerini çıkardıklarını,
yeni elbiseler veya özel izarlar giydikleri rivayet edilir. Bir günah
işlediklerini sandıkları elbiselerle böylece tavaf etmezlerdi. Bu elbiseleri
ya da Kabe'ye bakanların ücret karşılığı kiraya verdikleri izarları bulamayıp
tavaf edenleri "AhmasV olarak adlandırırlardı. Onun ücretini ödemeye
güçleri yetmediği zaman elbiselerini çıkarırlar ve çıplak olarak tavaf
ederlerdi. Bunu da Allah'ın emri ile bağlantılı İbrahim'in koyduğu hacc
adaletlerinden zannederlerdi. Ayetler onlara Kur'an'ın çağırdığı yüce
prensiblerle uygun ve güçlü bir şekilde cevap verir.
Bu cevap güzel
telkinleri içerir. İster bu kölü görünüşü ve zevki olan, batıl ve fahiş olan
ataların geleneklerine sarılmayı kınamak olsun; isterse Allah'a ilimsiz ve
delilsizin.
atfedilen, bu adet ve
geleneklere sarılmayı mukaddes gören bütün eski anlayışları kınar.
"Fahşa ve
fuhaşa"(çirkirı kötülükler) kavramları genel anlamlar içerir. Kuran'
sünnetin ve müslümanlann çoğunun kabul ettiği söz ve eylemden oluşan ferdi ve
içtimai rezilliklerden çirkinliği, vb.leri kapsamaktadır. Her şart ve mekanda
Kuran ve sünnetin kararlaştırdığı gene! prensibleri almak gerekir. Burada ise
mutlak bir şekilde gelmiştir ki, genele delalet ettiği görülsün.
"Bir
kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti" cümlesi Allah'ın
hidayete eren ve sapıklığa düşenleri sebepsiz olarak bu durumlara, bu konumlara
getirdiği intibaını ve mı ektedir. Ancak diğer ayetler bu imajı ortadan
kaldırıyor. Çünkü Kur'an'm tekrarlanan kararlarıyla uygun bir yorumu
içermektedir. Bunun örnekleri geçmişti. O da onların Allah'tan başka şeytanları
veliler edinmeleridir. Bakara süresi 26-27. ayetlerin sınırladığı üzere Allah
sadece fasikları saptırmaktadır. Geçen münasebetlerde de nassla-nni
zikrettiğimiz Ra'd sûresi 27. ayetinin sınırladığı üzere O'na yönelen ve tevbe
edenleri hidayete erdirmektedir. . [34]
31-Ey
Ademoğullan, içinde güze! ve ihtişamlı görüneceğiniz zİnetleriniz[35] her
mescide gidişinizde takının. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf
edenleri sevmez.
32-De ki:
Allah'ın kulları için çıkardığı zineîi[36] ve
temiz azıkları kim haram etti? De ki: O, dünya hayatında iman edenler içindir,
Kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Böyle bir topluluk için ayetleri
böyle birer birer açıklarız.
33-De ki:
Rabbim yalnızca çirkin hayasızlıkları açıkta olanlarını da, gizli olanlarını da, haram
fiili işlemeyi, [37]haksız yere zulüm ve
düşmanlığı,[38] kendisi hakkında
ispatlayıcı bir delil ve Allah'ın desteklemediği bir şeyi [39]Allah'a
şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram
kılmıştır/'
Ayetler, Allah'ın
huzurunda dururken, namazda iken ihtişamlı olmanın gerekli olduğunu
Ademoğullarına haykırıyor. Yemelerinin ve içmelerinin itidal sınırları
içerisinde olmasını vurguluyor. İsraf edilmemesini isliyor. Çünkü Allah, israf
edenleri sevmiyor. Peygamber'e kabullenmeme noktasında şöyle sormasını
emrediyor: Allah'ın dünyada güzel rızkın, zinetin güzelliğin sebeblerini
kolaylaştırmasını kim haram kılıyor? Buna şöyle cevap veriyor. Dünya hayatında
iman edenler için bu mubahtır. Alıirette ise bunun benzerleri sadece onlar için
olacaktır. Sonra da Allah'ın, açıkça ve gizlice yapılan çirkin hayasızlıkları,
haram, günah amelleri, haksız yere insanlara düşmanlık yapmayı, Allah
tarafından dayanağı olmayan bir şeyi Allah'a şirk koşmayı, ilimsiz ve delilsiz
Allah'a iftira atmayı haram kıldığını belirtiyor.
31-33. ayetler
Allah'ın huzurunda ihtişamlı olmayı, süslü ve güzel olmayı mubah kılar. Güzel
rızık edinmeyi ve her türlü şerrin yasaklandığını belirtir. Ne kadar gelişme de
olsa, insanlığın üzerinde her şart ve mekanda etkinliğini, faaliyetini,
kuvvetini, güzelliğini korumaya devam edecek en güzel muhkem ayetlerin en
kuvvctlilerindendir. Çünkü mantıkla, akılla ve insanlığın maslahatı ile devamlı
ve tam bir uyumluluk gösterir, işle bunda en güzel Kur'anî mucize vardır.
32. ayette özellikle
müslümanlara güven veren, dünya hayatı zinetİ ve gü/el azıklarından
faydalanmalarını teşvik eden latif bir vurgu bulunmaktadır. Onlar başkalarıyla
birlikte bu dünyada faydalanmalarına rağmen ahirette sadece kendilerine has
olacak na-siblerinden de hiç bir şeyi eksiltmcyecektir. Bunda güzel bir telkin
vardır. Çünkü güzel rızıktan, hayalın zinetînden faydalanmak için müslümanların
yeryüzüne dağılıp çalı.ş-
malarının gerekli
kıldığı gözlenmelidir. Mülk sûresi 15. ayeli buna örnek verilebilir
"Yeryüzünü yaşamanıza elverişli hale getiren O'dur. Öyleyse, üzerinde
dolaşın ve ürünlerinden yiyin. Sonunda O'na döneceksiniz". İnsanoğlu
çalışmalarında başarıya ulaşmak için bütün ilim, sanat ve çalışma vesilelerini
kullanmalıdır.
33.
ayette haramlar için sınırlayıcı sığayla Özel bir çeşüte uyarır. Allah'ın
kendini birlemekten saptıracak, insanlara haksız yere zulüm ve düşmanlık
ettirecek, gizli ve açık fahiş ve günah işlemelerini haram kıldığı, bunun
dışında olanları olanlara helal kıldığını belirtir. Bu, değişik üsluplarla
tekrarlanır. Bunun, Kur'an'ın muhkem prensiblerinden biri olduğunun söylenmesi
doğrudur. . [40]
34- Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri
gelince (onlar), ne bir an geri kalırlar, ne de öne geçerler, (tam zamanında
çökerler).
35- Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerini
haber veren peygamberler geldiğinde, kim korkup-sakınırsa ve (davranışlarını)
düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
36-
Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyükİenen-ier, işte onlar ateşin
halkıdırlar; onda sonsuza kadar kalacaklardır.
37- Allah'a yaian yere iftira atandan[41]' ya
da O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kitap (hayat-ta)dan
kendilerine yazılmış rızık ve amelden nasiplerini alacaklardır'[42]
Nihayet elçilerimiz (melekler) [43]gelip
canlarını alırken: "Hani Allah'tan başka yalvardıklarınız nerede?"
dediklerinde: Onlar bizi terkedip[44]
gerçekten kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şebadet ettiler.
38- (Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan
sizden önce geçmiş[45]
ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir nesil girişinde kardeşini
(nesilleri) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, [46]en
sonda yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi
saptırdı; öyleyse ateşten kat kat artırılmış bîr azab ver diyecekler. (Allah
da) Hepsi İçin bir kat fazla (azab) vardır, ama siz bilmezsiniz" dedi.
39- Önde
gelenler, sonra yer alanlara diyecekler ki: "Sizin bize bir üstünlüğünüz
yok. O halde siz de kazandıklarınıza karşılık azabı tadın!"
40- Şüphesiz ayetlerimizi yalan sayanlar ve
onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmayacak ve deve de
iğnenin deliğinden[47]'
geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir. Biz mücrimleri işte böyle
cezalandırırız.
41-Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine de örtüler[48] vardır. Biz zulme[49]
sapanları işte böyle cezalandırırız.
Ayetlerin siyakın
devamı ve geçen ayetlerin tamamlayıcısı olduğu görülmektedir. Müşriklerin
şirkinin, fahiş adetlerinin, Allah'a yalan ve iftira ile nispet edilmesinin hemen
akabinde bu ayetler gelir. Bu sûrede, Allah'ın her ümmet ve nesil için bir süre
tanıdığını, her nesile bir fırsat verdiğini, onlara sapıklıktan hidayeti
açıklayan O'nun ayetlerini okuyan peygamberler gönderdiğini uyarmak için
açıklar. Fırsatı değerlendirenler, Allah'ın davetine icabet ederek takva yoluna
giderler. Onların öncüleri ıslah olur. Korkmayan, üzülmeyen ve kurtuluşa
erenler de onlardır. Fırsatı kaçıranlara gelince, Allah'ın ayetlerini yalanlar,
O'na karşı büyüklenirler ve böylece Allah'ın azabını ve ateşini, orada ebedi
kalmayı hakederler. Bundan sonra ayetler, onları kınamaya, korkunç sonla korkulmaya,
sonra hissedecekleri ve karşılaşacakları pişmanlığı anlatmaya devam eder. Allah'a
iftira alandan, ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimse yoktur. Sonra
Allah'ın melekleri onlara gelecek, hayatta onlar için yazılanlar tamamlandıktan
sonra onların canlarını alacaklardır. Onlara meydan okuyan, kınayan bir tavırla
soracaklar: "Allah ile birlikte ortak koştuklarınız, Allah'lan başka yalvardığmız
kimseler hani neredeler'/ Gelsinler size yardım etsinler.'"
Söyleyecekleri başka bir şeyleri olmayacak; onlar bizi ter-kettiler, ihmal
ettiler. Sonra da içinde bulundukları küfr ve çirkin ortamlarını itiraf edecekler.
İşte o zaman onlara şöyle denilecektir: "Ateşe nesil nesil girin".
Her nesil kendinden önce girenleri lanetleyecek. Hepsi bir arada toplanınca
son olarak girenler ilk girenlere suçu atarak kınayacaklar, Allah'tan onlar
için azabı fazlalaştırırlasını isteyecekler, çünkü Önceki nesil, onları
saptıranlardır. Onlar da onları yalanlayarak, söverek cevap vereceklerdir.
Allah da onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz azab hepiniz için fazlalaştı
-nlmışhr." Ayetler, yalancıların, büyüklenenlerin cennete girmekten
Allah'ın rızasını kazanmaktan umutlarını keserek biter. Yüce Allah, bu bölümü
teşbihli, kuvvetli, hicivli bir üslupla noktalar. O da devenin iğne deliğinden
geçmesi örneğini zikrederek onların anlayacağı dilden, cennete
giremeyeceklerini belirtir ve sonra cehennemde onların küfr, zulüm ve cinayetlerine
karşı ateşten yatak ve örtünün olacağını belirtir.
Ayetler, muhatab
olanlara ve genelde insanlara direkt müjdeci, korkutucu, kmayıcı, kapsayıcı ve
isbatlayıcı genel bir hitapla gelir. Akla ve kalbe birlikte hilab eden etkili
ve güçlü bir üslubu vardır. İman edenleri, takva sahihlerini sebat ettirmeyi;
yalanlayanların, büyüklenenlerin kalplerinde korku uyandırmayı hedefler.
Pişmanlığın fayda vermeyeceğini belirterek vakit geçirmeden onları iyiliğe
teşvik eder.
Daha Önce Kur'an'ın
defalarca dikkal çektiği üzere; ayellcrin içeriği, Allah'ın insanlara verdiği
seçme ve kazanma kabiliyetleri nedeniyle her insanın Allah'ın davası emirleri,
hududları karşısındaki tavrı, kazancı ve seçimine göre karşılığını alacağını
vurgular.
37. ayetin Özellikle
Allah'a yalan yere iftira atma noktasında onları korkutucu bir şekilde uyarır.
Heva ve hevesin arkasında koşarak veya hiçbir delile dayanmayarak, ilim-siz
Allah'a karşı bir haram kılma veya helal kılmayı, bir akideyi, bir ameli, bir
sözü nispet etmeye cüret edenleri korkutucu ve azarlayıcı bir üslupla uyarır.
Böylece devamlı bir telkini içermektedir.
"Nihayet
elçilerimiz gelip canlarım alırken" cümlesindeki rasullerden kası!
ecelleri bittiği zaman insanları Öldüren meleklerdir. Böylesi bir amaçla
melekler açıkça zikredilmiştir. NahI sûresi 28. ayeü "Nefislerine
zulmeden'erken meleklerin, canlarını aldığı kimseler: 'Biz hiçbir kötülük
yapmıyorduk!' diye. teslim olurlar. 'Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı
biliyor." Nisa sûresi 97. ayeti "Nefislerine yazık eden kimselere,
canlarım alırken melekler 'Ne iste idiniz' dediler. (Bunlar): 'Biz yeryüzünde
aciz düşürülmüştük' diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: 'Allah'ın arzı
geniş değil miydi ki, hicret etmediniz?' işte onların durağı cehennemdir, ne
kötü bir gidiş yendir orası!"
Melekler ve Allah için
yaptıkları hizmetlere iman etmek farzdır. Çünkü bunu Kur'an belirtmiştir.
Kıır'an'da bu konuda gelenler üzerinde ne fazla ve geniş, ne de eksiltme
yapmadan durmak gerekir. Çünkü bunun arkasından gitmenin hiçbir faydası yoktur.
Bu gaybi işlerdendir. Allah'ı Arapların onlar hakkındaki akideleri ve
zikredilenlerin çoğunun bununla bağlantılı olduğuna dikkat çeker. Müddcssir
sûresi tefsiri akışında bunu açıklamıştık.
Ayetlerin
bahsettiği ilkler ve sonların kınamasından kastın, atalar ve torunlar veya
önceki nesiller ve sonra gelenlerin kınamaları olduğu görülmektedir. Sonda
gelenler ilklerin adımlan üzerine yürüdüler onların sapıttığı gibi sapıttılar.
Ayetler ise onlara şöyle cevap verir: "Artırılmış azap onların hepsi
içindir". Çünkü her insan kazandığı ile sorumludur. Böylesi bir hüccet ona
fayda vermeyecektir. Buna devamlı olarak bir vurgu vardır. İlklerin yaptıkları
her günaha, sapıklığa ve şerre uymanın çirkinliğini vurgular Kur'an. Her
insanın, her neslin bu durumda acele etmemesinin farz olduğunu, hak ve hidayet
yolunu ve onda yürümeyi araştırmasını emreder. Geçmişlerin geleneklerine uyan,
gittiği yolda yürüyen insanlar için delil getiren insanların hücceti
düşmektedir. Geçen sûrede bunun benzeri birçok ayette bu telkin tekrarlanmıştı.
. [50]
42- İman
edenler ve Salih amellerde bulunanlar (ki, biz hiç kimseye güç yetireceğinden
fazlasını yüklemeyiz) onlarda cennetin ashabıdırlar.onda sonsuz olarak
kalacaklardır.
43- Biz
onların göğüslerinde kinden[51] ne
varsa çekip almışız.Altlarından da ırmaklar akar. Derlerki: “Bizi buna
ulaştıran Allaha hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya
erişemeyecektik.Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler. Onlara : “İşte
bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir.”diye
seslenilecek.
44- Cennet
halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecek : “Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek
olarak bulduk;sizde Rabbinizin vadettiğini gerçek buldunuz mu? Onlarda : “Evet”
derler. Bunda sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) bağıracaktır:[52]
“Allahın laneti zalimlerin üzerine olsun.”
45- Ki onlar
Allah'ın yolundan yasaklayanlar[53]
Allah'ın davasını engelleme iradelerini koyanlar[54]' ve
ahireti tanımayanlardır.
Ayetler siyakın
devamıdır. O, salih müzminlerin varacağı mutlu sona karşılık; kafirlerin,
müstekbirlerin varacağı sonu açıklama noktasındadır. İbareler başka bir yorum;,
gerek bırakmayacak kadar açıktır.
Ayetlerin üslubu güçlü
ve akıcıdır. Ayetlerin, mü'minlerin nefislerine güven verdiğ açıkça
görülmektedir. Onlar ile ateş halkı arasında meydana gelen konuşma, bir yandar
bu hedefle bağlantılıdır. Geçen ayetler de geldiği şekilde özellikle
zalimlerin, azgmlanı önderleri Allah'ın yolundan yasaklayan ve onda
iradeleriyle bir eğrilik isteyen kafirlerii münasebeti ile korkutma vardır.
Mü'minlerin diliyle
ayetlerde anlatılan "Bizi bu hidayete ediren Allah'a hamdoîstiı Allah'ın
iletmesi olmasıydı elbette biz hidayete ermezdik" cümlesi görüldüğü üzen
"Andolsun Rabbimiz elçileri hak ile geldiler" cümlesini tefsir çimektedir.
Allah, elçiic rinin getirdiği telkinler, şeriatlar, beyanlarda bunu
açıklamaktadır. Peygamberlerin gön derilmesindeki hikmeti, değişik rabbani
hükümleri, hudutları ve çizgileri sadece akili bilmenin imkansızlığını belirten
genel Kur'anî kararlarla birlikle bir uyum sağlamakta dır. Ayetler mutlak
olarak gelmiştir.
Ki
telkini, korkutması, müjdesi, isbatı, kapsamlı* genel olsun. . [55]
İlk ayetlerde
Kur'an'ın ana prensiplerinden, değişik üsluplarla isbatı tekrarlanan b prensip
bulunmaktadır. O da, Allah Teala'nın insanlara güç yetiremcycccği şeyleri yül
lememesidir. Bu iki anlamı İçermektedir. Bir: Allah'ın insanlara yüklediği şey.
onları yapabilecekleri, kudretlerinin sınırında olduğu bilinen görevlerdir.
İki: Allah insanla dan güçleri yetmeyecekleri şeyi yapmalarını, onu yerine
getirmelerini isleme/.: "Gi yetirmek, zarar ve tehlikelere manız
kalmamayı, imkanlar ve yapabilirlik ile çekişimeyi de bünyesinde laşır.
Müslümanlar bu prensibe göre, malın, canın ve bedenin yapamayacağı, imkanın
olamayacağı durumlardan sorumlu değildir. Onlardan güçlerinin dahilinde, imkan
ve makul olan sınırda bunu yapmaları istenir.
Bu
prensip, eşyanın tabiatı ve işlerin gerçeğiyle de uyum sağlar. Her yerde ve her
çağda uygulanır, ebedi olarak öne sürülen Kur'anî prensiblerden belki de bu en
büyük olanlardır. Bunlara örnek olarak Bakara süresi 173. ayeti "Allah
size leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni horam kıldı. Ama
kim mecbur kalırsa, (başkasına) saldırmadan ve sının asmadan (bunlardan)
yemesinde bir günah yoktur- Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, Allah'a
nankörlük eden kalbi imanla yatışmış olduğu halde (inkâra) zorlanan değil,
fakat küfre göğüs açan, (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah'tan bir gazab
iner ve onlar için büyük bir azab vardır." Bakara sûresi'nin 286. ayeti
"Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı
iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Rabbimiz unutur, ya da
yanıhrsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi
ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi
affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamtzsın (sahibimiz, efendimiz)!
Kafirler toplumuna karşı bize yardım et!" . [56]
46-İki taraf
arasında bir engel'[57] ve
yüksek surların gedik-leri[58]
üzerinde de (hem cennetlikleri hem de cehennemlikleri, yüzlerindeki)
İşaretleriyle[59] tanıyan erkekler vardır.
(Bunlar), henüz[60] cennete girmemiş olan,
fakat kapısında girmeyi bekleyen cennet halkına: "Selam size!" diye
seslendiler.
47-Gözleri
ateş halkına çevrildiği zaman da; "Rabbîrriiz, bizi şu zalim toplulukla
beraber bulundurma!" dediler.
48-A'raf
halkı, yüzlerindeki işaretleriyle tanıdıklar bir takım adamlara da gürleyerek
dediler ki: "Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir
yarar sağlamadı.
49-"Allah
onları hiç bir rahmete erdirmeyecek, diye yemin ettiğiniz kimseler bunlar
mıydı? (cennetliklere dönerek): "Girin cennete, artık size ne korku
vardır, ne de siz üzüleceksiniz!" dediler.
50-Ateş
halkı, cennet halkına: "Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan
biraz da bizim üzerimize akıtın (ne oiur!)" diye seslendiler. (Onlar da)
elediler ki: "Allah bu ikisini kafirlere haram etmiştir."
51-Onlar ki,
dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayati kendilerini
aldattı. Onlar, bu günleriyle karşılaşacaklarını nasıl unuttular ve
ayetlerimizi bile bile nasıl inkâr ediyor idilerse, biz de bugün onları öyle
unuturuz!
52-
Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız inanan bir toplum için yol
gösterici ve rahmet olan bir Kitab getirdik.
53- İlle
onun te'vilini[61] (onda zikredilen
korkutmanın gerçekleşmesini, hakikatini ve sonunun doğruluğunu) mi bekliyorlar
.[62]Onun
te'vili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Doğrusu
Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki
bize şefaat etsinler, yahut tekrar geri döndürülfüp dünyaya gönderilmemiz
mümkün mü ki, (orada eski) yaptıklarımızdan başkasını yapalım? Onlar,
kendilerini ziyana soktular ve uydurdukları şeyler, kendilerinden saptı
(kaybolup gitti).
Ayetlerin başında
gelen "ikisinin arasındaki" kelimesindeki zamirin, geçen ayetlerde
sonları ve konuşmaları zikredilen mü'minlere ve kafirlere döndüğü
görülmektedir. İşte böylece ayetlerin siyakın devamı olduğu, ibarelerinin başka
bir anlatıma ihtiyaç duymayacak şekilde açık olduğu görülmektedir. Kıyamet
gününde cennet halkı ile cehennem halkının durumlarını, tavırlarını içeren
tablolardan bîr tablo bulunmaktadır. Cennet ehline güven vermekte,
diğerlerinin ise pişman olacaklarını ve kendilerini helak edeceklerini
belirtmektedir. Bu tablodan sonra, dinlerini oyun ve eğlence edinen, fırsatları
kaybeden, korkunç sonlarını takdir edemeyen, kendilerini ziyan eden kafirler
için bir azarlama ve kınama yer almaktadır.
Tablo ve tamlama güçlü
ve etkilidir. Saiihlerin, mü'minlcrin nefislerinde razı olmaya, güven vermeye;
günahkârların, kafirlerin nefislerinde ise korku vermeye teşvik etmektedir.
Ayetlerin bunu hedeflediği görülmektedir.
49. ayette,
kafirlerin, Muhammedi davete icabet edenlere karşı büyüklerime, hakir görme
tavırlarını, özellikle önderlerin bakış açısını içeren bir tablo vardır. Bunu
önceki sûrenin ayetlerinde, sûrenin siyakında örnek verilen değişik başka
ayetler de zikreder. Bir yandan onlar korkunç bir şekilde azarlanırken,
mü'minler de sebatkâr olmaya teşvik edilir.
Özellikle 51. ayet.
hayatta sahip oldukları ma] ve güçten dolayı böbürlenenleri, dinlerini oyun ve
eğlence edinenleri azarlayan güzel bir telkini içerir. Bu durum onları, hak
söze ve davete boyun eğmemeye, büyüklenmeye, azgınlaşmaya, günah işlemeye,
sonlarını düşünmemeye sevk eder.
52. ayet, Allah'ın
Kİtab'ının mü'minler İçin hidayet ve rahmet olduğunu vurguluyor. Allah'ın
davasına karşı büyüklenenlerîn, inkâr edenlerin, niyetleri ve davranışları kötü
olanların, heva ve heveslerinin galip geldiği, inatlarının ağıriaştığt
belirtiliyor. İşte o kimseler Allah'ın Kitab'ında hakkın ve hidayetin yolunu
görmüyorlar. Aynı zamanda niyetleri iyi olan, hakkı isteyen, inattan, heva ve
heveslen beri olan kimseler ima ediliyor. Allah'ın Kitab'ında rahmeti ve
hidayeti görüyorlar. Burada kafirler için bir kınama bulunuyor. Mü'minler de
bir taraftan övülüyor. Hidayeli İyiniyele. gerçek isteği sapıklığı ise kötü
niyete heva ve hevesinin ağır basmasına atfediyor. Bu ikisini de böylece ortaya
çıkarıyor. Bunda da devamlı boyutta bir telkin vardır.
Müfessirler[63]
A'raf ashabı hakkında değişik sözler ve bazı rivayetleri zikrederier. A'raf
ashabı için, iyilikleri ile kötülükleri eşit olanlar veya Allah yolunda
öldürülen asiler veya mü'minlerin çocuklarıdır diyenler vardır.
Oysa ayetlerde geçen
ibareler, meleklerin veya peygamberlerin kastedildiğini kuvvetle ilham
etmektedir. Meleklerin olduğu tercihini kuvvet i endi ren başka ayetler bulunmaktadır.
Örneğin Nahl sûresi 32. ayeti: "Melekler, iyi insanlar o/arak canlarını
aklığı kimselere de: 'Selam size, yaptıklarınıza karşılık cennete girin!'
derler." Zümcr sûresi 73. ayeti: "Rab'J er inin (azabından)
korunanlar da bölük bölük cennete sevk edilmişlerdir. Kapıları daha önce
açılmış bulunan cennete vardıklarında onun bekçileri onlara: 'Selam size, (ne)
hoşsunuz, ebedi kalmak üzere buraya girin!' demiş/erdir".
Müfessirlcrin bu
sözleri nereden bulduklarını bilmiyoruz. Oysa ayetlerin içeriği A'raf ashabının
her halükârda şahitler niteliğinde olduğunu İfade etliği açıktır. Adem'den
Kıyamet gününe kadar değişik halkların ve nesillerin içinde bulunan ve
yüzlerinden ve makamlarından insanları tanıyan, görevlendirilmiş gibi onlara
hitab eden şahitlerdir.
Diyoruz ki, bu
ayetlerin tefsirinde uhrevi sahneleri açıklamak ve şerhetmek kastedil-memiştir.
Ki bu gaybi konulardan olup, fazlalaştırmadan, genişletmeden iman etmeyi
gerektirir. Arkasından koşmak ise fayda vermez. Korkutma, rağbet ettirme, sebatkar
kılma ve uyarma gibi hedefleri amaçlamıştır.
Müfessirler
de cennet ve ateşin yerini açıklamada, tahmin ve ekleme çerçevesinden çıkmayan
çok geniş sözler sarfetmişlerdir. Az önce söylediklerimizin bunun için de geçerli
olduğu görülmektedir. . [64]
54- Rabbİmiz o Allah'tır ki; gökleri ve yeri altı
günde yarattı, sonra Arş'a İstiva etti. 0, geceyi, durmadan kovala-yan'[65]' gündüzün
üzerine bürüyüp örter'[66]
Güneşi, ayı ve yıldızları boyun eğmişi'[67]
vaziyette (yaratan O'dur.) İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur. Alemlerin
Rabbi Allah, neyücedir.
55- Rabbinize boyun eğerek ve gizlice'[68] dua
edin. Şüphesiz O, haddi aşanları'[69]
sevmez.
56- Düzene konulmas(islah)mdan sonra yeryüzünde
bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin.
Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.
57- O ki rüzgârları, rahmetinin önünde müjdeci
gönderir. Nihayet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince,[70] onu
ölü bir ülkeye yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyvalar çıkarırız.
İşte ölüleri de böyie çıkaracağtz. Herhalde bundan ibret alırsınız.
58- Güzel
beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan İse hayrı vermekten
sakınan[71]'
kavruk bitkiden başkası çıkmaz. İşte biz, şükreden bir topluluk için ayetleri
böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.
Ayetler, önceki
ayetlerin devamıdır. Görüldüğü gibi onlarla bağlantılıdır da. Ahirct-te
mü'minlcrin ve kafirlerin sonlarını açıkladıktan sonra gelir ki, insanlara
hitap elsin. Başlangıca dönüş yaparak onların dikkatini, büyük evrende Allah'ın
rububiyelinin görüntülerine, mutlak tasarrufuna çekiyor. Onlara Allah'ın
nimetlerini hatırlatarak salihle-ri, ihsan sahihlerini geniş rahmeti ile
müjdeler. Allah, böylece ubudiyete, duaya, ölümden sonra insanları diriltmeye
muktedir olduğuna, sadece kendisinin hakkı olduğuna delalet eder. Netice
itibariyle, ibareler başka bir edaya gerek kalmayacak şekilde açıktır.
58. ayet, kötü
nefislerin ve iyi nefislerin şahidİerini temsil noktasındadır. Toprağın da
verimli, çorak, iyi ve kötü yönleriyle farklı olduğu, vesile olarak yağmurun
inmesinin de yeterli olmadığını açıklar. Nefisler de iyi ve kötü, hayır ve
şerr olarak farklıdırlar. Allah'ın elçileri ise davanın vesileleridirler.
Salihlcr ve iyiler Allah'ın davetine İcabet ederler, hayırda, görevlerini yapmada
iyi nefisle, rızayla ve kolayca yarışırlar, aynı iyi toprak gibi yağmurdan
faydalanıp iyi bitkisini verir. Böylece Allah'ın rahmetini kazanırlar ve
şükrederler.
Kötü ve şerr insanlara
gelince, onlar inatçıdırlar, kibirlidirler, herşeyde taassub gösterirler.
Bütün bunlar ancak kötülükle dolu bir nefisten çıkabilir. Çünkü onlardaki
hayır, hak ve görev faktörleri zayıftır. Aynen yağmurdan faydalanmayan, faydası
ve zcnginliâi az, toprak gibidir. Ne Allah'ın rahmetini kazanırlar, ne de
insanların güvenini.Bu ayetlerden sonra peygamberlerin kavimleri üc olan uzun
silsilelere tabi kıssaları haşlar. İşte bu ayetler, özellikle son ayet ilk
sûrede başlandığı gibi uzun bölümün güçlü bir sonu olarak gelir.
Ayetlerin üslubu, akla
ve kalbe yöneicn etkili ve takriridir. Muhatap çoğul zamiri, dinleyenlere dönse
de genel bir yönlendirmeyi içerir. İsler bu Allah'a ibadet ve dua ederken umut
ve korku, gizli ve huşu ile açıklamadan, kızmadan adaplarını öğretmede olsun,
isterse yeryüzünde bozgunculuktan, görevlerini yapan ihsan sahiplerini saptırmaktan
yasaklaması olsun farketmez. İyi nefis sahiplerini över, kötü nefis ise
sahiplerini kınar. Allah'ın yüceliğinde, evrenin büyüklüğünde kudretinin
büyüklüğünü ve mutlak tasarrufunu hissetmede, nefsin O'ndan başka nefsin her şeyden
kurtulması için düşünmenin gerekliliği üzerinde durur.
"Yeryüzü
ıslah edildikten sonra bozgunculuk yapmayın" ibaresinin üslubi bir ibare
olduğu görülmektedir. Çünkü bozgunculuk (fesad) asıl değildir ve aniden çıkan,
iekrar-lanabilen bir durumdur. Cümle fesad ve azgınlığın tehlikesinin boyutunu
belirtir. Fcsad. aslen çirkin ve sakıncalı olsa bile, ıslah edildikten sonra
yeniden ortaya çıkarsa daha çirkin ve tehlikelidir. Çünkü o, hakim oian ıslahı
yıkmak yerine fesadı getirmek demektir. Cümle, belki de Nebevi risaleti
övmekledir. . [72]
Gizlice dua etme emri
Kuran'da sık sık tekrarlanır. A'raf sûresinin 205. ayetinde "Rabbiııi
içinden ya/vararak ve korkarak, sabah akşam yüksek olmayan hır sesle an.
gafillerden olma"; İsra sûresinin 110. ayetinde "De ki: "ister
Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisi ile çağırsamz en güzel
isimler O'nıtndur. Namazında pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin
arasında bir yol tut" denildiği gibi. Bunun nefsi tezkiye olduğu açıktır.
İbadet ve duada Allah için samimi olduğuna en güze! dölil olarak açıklanır.
Bunlar gösteriş ve riyadan uzaklaştırır.
"Geceyi duvmdan
kovalayan gündüz" cümlesindeki zamir Allah Teaia'ya dönmekledir. Bu ve
"Güneş, ay ve yıldızlar O'nıın emriyle boyun eğdirildi" cümlesinin Allah'ın
bu evrendeki sahnelerin kanunlarını koyduğuna delil olduğu görülmektedir.
"Yeri
ve gökleri altı günde yarattı" cümlesi burada ikinci defa
zikredilmekledir. İlk defa bu cümle Kaf sûresinde zikredildi ve orada
yaptığımız yorumun yeterli olduğunu düşünerek tekrarlamayı gerekli görmedik. . [73]
"Sonra arşa
istiva etti" cümlesine gelince ilk defa burada zikredilir. Bundan sonra
ise birkaç defa tekrarlanır.
"Arş"
kelimesi üzerine Buruc sûresi başında yeterli bir yorum yapmıştık. İsüva noktasında
ise diyoruz ki: Asıl anlamı bir şeyin eşitlenmesi, istikameti ve itidalidir. Bu
cümle mecaz niteliğinde söylenir. Ve anlamı ise krala göre sahiplenmedir. Ondan
daha çok arşa veya tahta oturmak anlamına gelir.
İbni Kesir ise bu
konuda şöyle demiştir. "İnsanların bu makam için söylediği çok sözler
vardır. Fakat en güzeli selef-i salihin bu cümleyi teşbih etmeden la'til
(engellemeden tekzif (keyfiyetini) araştırmadan geçiştirdikleri yolu takip
etmektir. Allah'ın yarattıklarından hiçbirine benzemediğini ve O'nun benzeri
olmadığına bilinçleri uyarmak olarak tevil etmişlerdir".
Ehl-i Sünnet ise
"Arş'a istiva etmek, Allah'ın kendini tanımladığı bir vasıftır, keyfiyeti
sorulmadan, teşbihi yapılmadan iman etmek gerekir" demekledir. Seyyid
Rcşid Rıza ise şunu demiştir: "Allah Rasulü'nün ashabından biri Allah'ın,
arşa istiva etmesini benzetmedi. O'nun beşerden ve yarattığı diğer varlıkların
sıfatlarından münezzeh olduğunu bilmelerine rağmen O'nun arşa istivasını,
göklerin ve yerin mülkünün emrinde bulunmasını, O'nun düzenleyicisi olduğundan
ibaret anlamışlardı'[74].
Her
halükârda Allah, Kur'an'ın hikmeti gereği gaybi durumları uygunsuz ibarelerle
haber vermiştir. Kur'an'da zikredilene iman etmekle beraber, Allah'ı arş'a maddi,
cismi oturuşu gerektiren benzerlikten, cisim atfetmekten, sınır koymaktan
tenzih etmek gerekir. Özellikle Reşid Rıza'nın bu cümleden Allah Rasulü'nün
ashabının anladıklarını hatırlatmasının tercihe şayan olduğuna dikkat çekeriz.
Herhangi bir kimseye veya sözünü destekleyen bir senede atfedecek bir nass dahi
zikretmemiştir. Ayetlerin burada tümüyle ve başka yerlerde Allah'ın azametine,
kudretinin kapsamına, mülküne delil gösterme noktasında olduğudur. O'nun
yaratan, düzenleyen olması, sadece O'na İbadet etmeyi, boyun eğmeyi bu nedenle
hak sahibi olduğunu pekiştirir. Alemlerin Rabbi olan Allah takdise layıktır. . [75]
59-Andolsun,
Nuh'u kavmine gönderdik: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin
O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, size büyük bir günün azabın(ın
gelme-sin)den korkuyorum.
60-
Kavminden önderleri'[76]
dediler ki: "Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz!"
61-Dedi ki:
"Ey kavmim, bende akıl ve mantıktan uzaklaşma'[77] yok,
ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.
62-Size
Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allah
tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.
63-Korunup
da merhamete uğramanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığı iie bir
zikir (sizi ikaz eden bir Kitab, size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine
şaştınız mı?"
64-O'nu
yalanladılar, biz de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık, ayetlerimizi
yalanlayanları boğduk! Çünkü oniar basiretten kör[78] bir
kavim idüer."
İşte bu da uzun
silsilenin bir halkasıdır. Sûrenin yansından daha fazlasına katlar sürer.
Kafirleri korkutan ve kınayan, mü'minleri öven ve sena eden, her iki grubun
sonunu açıklayan tabloları, Allah'ın azametine, sadece ona davete, mülkünün
kapsamına delilleri içeren bölümlerden hemen sonra gelir. Böylesi bir siyaktan
sonra kıssaları zikreden Kur'an'ın Üslubu budur. Bu, ondan Öncekilerle,
nasihat, hatırlatma, temsil etme, açıklama ve takip etme durumlarıyla
bağlantılıdır.
Bu sûreden önceki Sad
sûresinde, yalanlayan kavimlerin geçici bir işaretle silsile halkalarında
zikredildiği belirtildi. Bu geçici işaretten sonra Kur'an'ın hikmeti buradaki
kıssalarda çok ayrıntıya girmeyi gerektirdi. Bu, ya hatırlatma, örnek verme,
korkulma durumlarını pekiştirmek ya da bir meydan okuyuş üzerine veya
dinleyenlerin daha fazlasını istemesinden kaynaklanıyor. Bu durum, A'raf
sûresinin Sad sûresinden sonra indirildiğinin doğruluğuna delil olabilir.
Kalem sûresi
tefsirinin akışında benzer bir münasebetle, Kur'an'ın hikmeli gereği, değişik
yöntemlerle kıssaların tekrarlanmasının rabbani hikmetini zikretmiştik. Buradaki
kıssaların tekrarlanması o hikmetle bağlantılıdır.
Bu
halka, Nuh kavmine ait olan risaletin kıssasını içerir. İbareleri açıktır. Nuh
kıssası geçen sûrede de zikredilmişti, gerekli yorumu da yapmıştık. Bu halkada
ise yorumu gerektiren yeni bir şey yoktur. . [79]
65-Ad
kavmine de kardeşleri Hud'u gönderdik: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. (O'na karşı gelmekten) Sakınmaz
mısınız?" dedi.
66-Kavminden
Önder olan İnkarcılar dediler ki: "Biz seni bir beyinsizlik (cehalet)
içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan sanıyoruz".
67-Ey kavmim,
bende beyinsizlik (cehalet)[80] yok,
ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim dedi.
68-Size
Rabbimİn gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir
Öğütçüyüm.
69-Sizi
uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile Rab-binizden size bir zikir
(davet, belağ, hatırlatma)[81]
gelmesine şaştınız mı? Hatırlayın ki (Allah) sizi, Nuh kavminden sonra, onların
yerine hakimler yaptı. Üstelik yaratılışta size İrilik verdi (sizi daha İri
yapılı yarattı). Allah'ın nimetlerini[82]
hatırlayın ki başarıya eresiniz.
70-Dediler
ki: "Ya, demek sen, tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını
bırakalım[83] diye mi bize geldin? Eğer
doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin o azabı h'\ze getir!"
71-Dedi ki:
"Artık Rabbinizden bir gazab ve azab[84] inmiştir.
Allah'ın, kendileri İçin hiçbir delil İndirmediği (ve hiç bir gün vermediği),
sadece sizin ve atalarınızın taktığı (boş) isimler hakkında mı benimle
tartışıyorsunuz? Bekleyin öyle ise, ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim!"
72-Onu ve
O'nunla beraber olanları, bizden bir rahmetle kurtardık, ayetlerimizi
yalanlayanların ve inanmayacak olanların ardını kestik (helak ettik).[85]
Bu silsilenin ikinci
halkasıdır. Ad kavmine gönderilen Hud'un kıssasını içerir. İba-rcleri açıktır,
geçen sûrede gerekli yorumu yapmıştık.
Bunda yeni olan Hud
(a), kavmini uyarırken, "Üstelik yaratılışta size irilik verdi1'
cümlesiyle Allah'ın lütfunu onlara belirtir. Bazı müfcssirler bu noktada garip
ve mübalağa çerçevesine giren Ad kavminin boy uzunluğu hakkında rivayetler
zikrederler.
İbarenin Kur'anî
hedefle bağlantılı olduğu görülmektedir. O bir taraftan Hud kavmine Allah'ın
nimetini hatırlatarak davası için onlardan destek ister. Bir yandan d:'
Kur'an'ı dinleyenlerin, kendilerinden önceki kavimlerin onlardan daha güçlü ve
daha iri cüsseli olmalarına rağmen kafir olmaları nedeniyle Allah'ın onları
helak ettiğini ve onların Allah'ı aciz bırakanı adı ki arı m bilerek ibret
aimaian telkin eder. Bu değişik ayetlerde tekrarlanmıştı. Buna Gafir sûresi
82. ayeti "Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin
sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar, on/ardan daha çok, daha kuvvetli,
ye/yüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. (Yine de) Kazandıkları,
kendilerine hiçbir yarar sağlamadı" ve Kat" sûresi 36. ayeSi
"Bunlardan önce nice kuşakları helak etmiştik ki onların tutuşu bunlardan
daha kuvvetli idi, yakalaması daha güçlü idi. Ülkelerde gezip dolaşmışlardı.
Ama bir kurtuluş buldular mı?" örnek verilebilir.
Ad
kavminin cisimlerinin iri olması Kur'an dinleyenler tarafından bilinebilir.
Bunu Kur'an, hedefi ve nasihat etmeyi desteklemek için zikreder. Fakat
müfessirlerin mübalağalı bir şekilde anlattıkları gibi olmadığı görülmektedir.
Kayıt etmek babındar Kuranı cümlenin Ad kavminin bedenlerinin alışılmışın
dışında iri olmasını gerektirmez. Bu ibare, Kur'an'da İsrailoğuilarından bir
peygamberin Talut'u hükümdar seçmesini tanımlama noktasında kullanılır. Bakara
sûresi 247. ayeti "Peygamberleri onlara dedi ki: 'Allah Talût'u size
hükümdar gönderdi'. Dediler ki: 'O bizim üzerimize nu.su hükümdar olabilir? Biz
hükümdarlığa ondan daha lavıkız, ona qeniş mal da verilmemistir'. Dedi: 'Allah
onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü arttırdı. Allah
mülkünü dilediğine verir. Allah'ın lütfü geniştir; (O herşeyi) bilendir."
Peygamberin Talût'u seçme kıssası, Birinci Somoviil Sifr (Kutsal metinleri
içeren kitap)'in-de Talût'un halktan daha uzun olarak tanımlandığı
zikredilmektedir. Bu alışılmışın dışında bir mucize değildir. . [86]
73- Semûd
kavmine de, kardeşleri Salih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a
kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir
delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi size bir mucizedir; bırakın onu[87]
Allah'ın arzından yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı
bir azab yakalar."
74- Düşünün ki {Allah}, Ad'dan sonra sizi
hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi.[88]Onun
düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler yapıyorsunuz,
artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp
karışıklık çıkarmayın.
75- Kavminden büyükiük taslayan önderler
İçlerinden zayıf görülen inananlara: "Siz, dediler, Salih'in gerçekten
Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlarda) "(Evet),
doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.
76- Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin
inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.
77- Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin
emrine karşı geldiler[89]:
"Ey Salih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğini (azab), bize
getir" dediler.
78- Bunun üzerine hemen onları, o deprem'[90]
yakaladı, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
79- (Salih),
onlardan öteye döndü de: "Ey kavmim, ben sİ-ze Rabbimin gönderdiği
gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri
sevmiyorsunuz?" dedi.
İşte
bu, Semûd kavmine gönderilen Salih'in kıssasını içeren üçüncü halkadır. İbareleri
açıktır. Önceki sûrede yeterli yorumu yapmıştık. Onda yeni bir şey yoktur,
ancak "Sizi yeryüzüne yerleştirdi; O'nun düzlüklerinde saraylar
ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler yapıyorsunuz" cümlesi
bulunmaktadır. Semûd'un yurtları bugün Mediıyinİ Salih denilen bölgede
bulunmaktadır. Orada yıkık eski binalar, dağlarda oyulmuş evler ve mezarlar
bulunmaktadır. Buradaki konuşma Salih kavmine Allah'ın verdiği güç, otorite,
çalışma ve bina nimetlerini onlara hatırlatma bâbındadır. Dağlarda oyuk evler yaptıkları,
bu sûreden başka sûrelerde de zikredilmiştir. Ülkelerinin yapısı dolayısıyla,
zorluklara rağmen bunu yapmaya sevkedildiklcri söylenebilir. Aynı zamanda bu,
onların sabırlarına ve güze! sanatlarına da delalet eder. . [91]
80-Lût'u da
(gönderdik). Kavmine dedi ki: "Siz, sizden önce dünyalarda hiç kimsenin
yapmadığı Fuhşu mu yapıyorsunuz?
81-Siz,
kadınları bırakıp şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Doğrusu siz,
yanlışlıklara dalmış'[92] bir
kavimsiniz!"
82-Kavminin
cevabı: "Onları (şu Luî taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar,
fazla temizlenen İnsanlar-mış!" demelerinden başka olmadı.
83-Biz de
onu ve ailesini kurtardık, yainız karisi geride kalıp helak olanlardan oldu.[93]
84-Ve
üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte mücrimlerin sonu naşı! oldu?
Bu
silsilenin dördüncü halkasıdır. Lut ve kavminin kıssasını İçeriyor. Önceki sûrelerde
de zikredilmiş ve yeterli derecede yorumunu yapmıştık. Burada yeni olan ise
Lufkavminin erkekleri tercih etmesi ve karısının da helak olanlarla birlikle
helak oimasıdn Bu sûreden sonra zikredilecek sûrelerde bu kıssa
tekrarlanmakladır. Tekvin Sifr'inde ik haber zikredilir. Kur'an
dinleyicilerinin yahudiler yoluyla bunu bildikleri görülmekle dir. Az önce
zikredilen Sifr'de Lut'un karısı hakkındaki ibarede, "onun arkasına döndü
günde budanmış, acı kayın ağacına dönüştüğü'7 zikredilir. Hud sûresi 81.
ayetteki ibare de "ötekilerine erişen azabın ona da erişeceği", Nemi
sûresi 57. ayetteki ibarede isi "Yalnız karısının (aiabda) kalanlardan
olmasının" takdir edildiği; Tahrim sûresi 10 ayet de ise karısının ona
ihanet ettiği ifade edilir. Durum ne olursa olsun sapmalarından
azgınlıklarından dolayı helak olmayı hak edenlerle birlikte karısının da helak
edilmcs hatırlatılır. Pcygamber'e yakınlık ve kan bağının bile, ameli ve
tasarrufu kötü olan bi fertten hiçbir musibeti dcfcdemcycccği belirtilmektedir.
Hiçkimse başkasının.suçum defedemez; çünkü her nefis kazandığının hesabını
verecektir. Bu hüküm, değişik misal lcrle çoğu ayetlerde tekrarlanmıştır. Bunun
Kur'an'ın muhkem prensi hicrinden biri ol duğunu söylemek doğru olur. Az önce
zikrettiğimiz Tahrim süresindeki ayette Lut'uı karısına bu açıkça nisbet
edildi. Bu ayetler ibret alınması için indirildi: Tahrim sûres 10. ayeti
"Allah inkâr edenler hakkında Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal
verdi Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında İdiler, onlara
hîyanel eltiler. Koca lan Allah'tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı.
{Oniara}: 'Haydi, girenlerle bera ber siz de ateşe girin' denildi. . [94]
"
85-Medyen'e
de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin,
sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi.
Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarının değerini eksiltmeyin[95]
düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (insan)lar
iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!"
86-Ve her
yolun başına oturup da tehdid ederek (insanları) Allah'a iman etmeye, yolundan
çevirmeye ve o (Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın;[96]
düşünün siz az idiniz. O sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların sonu nasıl
oldu!"
87-Eğer
içinizden bir kısmı benimle gönderilene İnanmış ve bir kısmıda, inanmamış ise,
Allah aramızda hükmedin-ceye kadar sabredin; O, hükmedenlerin en iyisİdir.
88-Kavminden
büyüklük taslayan Önderler dediler ki: "Ey Şuayb, ya mutlaka seni ve
seninle beraber inananları kentimizden çıkarırız, ya da dinimize
dönersiniz!" Dedi ki:
"İstemesek de mi
(bizi yurdumuzdan çıkaracak veya dinimizden döndüreceksiniz)?"
89-Allah
bizi, sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah'ın
üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allah, dilemedikten sonra o sizin
dediğiniz dine dönmemiz, bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice
herşeyİ kuşatmıştır. Biz Allah'a dayanmışız. (Ey) Rabbimiz, bizimle kavmimizin
arasındaki işi gerçekle açığa çıkar.[97]
Muhakkak ki sen (gerçekleri) açığa çıkaranların en iyisi-sin!"
90-Kavminden
inkâr eden önderler dediler ki: "Eğer Şu-ayb'e uyarsanız muhakkak siz
ziyana uğrarsınız!"
91-Derken o
müthiş deprem onları yakalayıverdi, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
92-Şuayb'ı
yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular.[98]
93-Şuayb,
onlardan öteye döndü! "Ey kavmim dedi, ben size Rabbimîn gönderdiği
gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim, artık kâfir bir kavme nasıl üzülürüm?[99]
İşte bu da silsilenin
beşinci halkasıdır. Şuayb'ın Medyen'e gönderilişini, açık ibarelcrie anlatıyor.
Bu kıssa ilk defa burada böyle ayrıntılarıyla geçmekledir. Geçen sûrede
"Ashabu'l-Eyke"nin zikredildİği ayette geçici bir işarette buna
değinmiştik. Orada As-habu'I-Eyke'nin Medyen halkı ve Şuayb'in kavmi olduğunu
Kuram nasslara dayanarak tercih etmiş, onları tanıtmak amacıyla yeterli
açıklamayı yapmıştık. Kur'an'ı dinleyenlerin onlar hakkında bilgi sahibi
oldukların! da belirtmiştik. İşte böylece Kur'anî kıssalarda ki nasihat
sağlamlaşmış olur.
Birçok
müfessir[100] zikredilen kavimlerin,
peygamberlerine karşı tavırlarını anlatan, onlara azabın nasıl indiğini
belirten kıssalarda çok ayrıntılara girmişlerdir. Zikrettiklerinin çoğu ise
delilsizdir. Zikrettiklerinin içlerinde garipliğe varan çok şeyler bile bulunmaktadır.
Burada onlardan bazı şeyleri anlatmaya gerek yok. Çünkü anlatılanların pek çoğu
Kur'anî hedefle bağlantılı değildir. Çünkü biz, bu hedefi gerçekleştirmek
isteyen, Kur'an'ın hikmeti gereği zikrettiği noktada durmayı daha uygun
buluyoruz. Kur'an indirildiği zaman bu kıssaların delalet ettiği şeyler
Pcygamber'in toplumunda bilinmekteydi. . [101]
Kıssa silsileleri Kur'anî
hedefle ilintili önemli noktalan içermişti. Bunları şöyle sıralayacağız:
1- Allah
Peygamberlerinin tebliğ ettiği davanın esaslarını belirginleştirmek ve bunun,
Hz. Muhammed (s)'in tebliğ ettiği esasların aynısı olduğunu, bir kaynaktan
sadır olduğunu, bu kıssaların bir tek hedefi amaçladığını belirtmektedir. O
hedef de; sadece Allah'a davel etmek, boyun eğmeye ve ibadete sadece O'nun hak
sahibi olduğunu. O'n-dan başka herşeyi terkelmenin, her çeşit ve şekildeki
şirki kınamanın olumlu yönünü açıklalamak, faydalı salih amelleri, faziletleri,
ahlâki değerleri yapmaya teşvik etmek, Allah'ın yolundan engellemeyi,
düşmanlığı, azgınlığı, günahları, kötülükleri çirkin bulmaktır.
2- Değişik
asırlarda insanların çoğu, Allah'ın kendilerinden birini. Rabbani risaletîe
görevlendirilmesine karşı ilginç bir tavır takınarak ortak bir payda da
toplandığını açıklamak. Geçen peygamberlerin onlara verdiği cevap da, bu
seçimin olağan birşey olduğunu açıklamak olmuştur. İnsanlardan bazılarının
herhangi bir zamanda insanları irşat etmesi için seçilmesi gayet normaldir.
Çünkü onlardan örnek liderler çıkarmak, onlarla anlaşmanın, aynı yöntemlerle
onlarla konuşmanın bir yoludur.
Bu kıssa, Hz. Muhammed
(s)'in türedi olmadığım ve yeni bir şeye davef eimediğiııi vurgulamak istiyor.
Bazı münasebetlerde özellikle bazı ayetler buna dikkat çekmektedir. Örneğin
A_hkai" sûresinin 9. ayeti "De ki: 'Ben elçilerden bir türedi
değilim. Bancı ve size ne yapılacağım da bilmeni. Ben sadece bana vahyedilene
uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcı başka bir şey değilim.'7 Şura sûresinin 13.
ayeti "O size, dinden Nuh'a tavsiye etliğini, sana vahyettiğimizi,
İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi şeriat yapa. Şöyle ki: Dini
doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat kendilerini çağırdığın (bu) esas,
Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçv'r ve ivi
niyetle yöneleni kendisine iletir."
3- Özellikle
zenginlerin, önderlerin, inatçı, inkarcı, böbürleniei. isyancı bir tavır takınan
geçmiş ümmetlerin kafirleri ile Arap kafirleri arasında ortak bir yolun
oiduğunu açıklamak. Büyük bir kısmının fakir ve zayıf okluğu az bir topluluk
ise davdı? icabet çimekledir. Çünkü kafirler ona icabet edenleri
sıkıştırmakla, eziyet çimekle, yurtlarından çıkarma ve kovalama ile tehdit etmekle,
engellemekledirler. Sanki bununla Peygamber (s) ve mü'minlcrc güven ve teselli
verilmek istenmiştir. Rasul ve
mü'minleri, Allah'ın rızasına ve korumasına nail olan, sebat eden. göğüs geren,
sabreden kendinden öncekileri örnek almaya davet etmektedir.
4- Kıssa
Pcygamber'e güven ve sebat vermektedir. Karşılaştığı durumla geçmiş peygamberler
de karşılaşmıştı. Eğer kavminin çoğu iman etmiyorsa, iman edenlerin çoğu
müstazaf ve azınlık ise, geçmiş peygamberlerin de aynı durumu yaşadığı
belirtilerek moral verilmek isteniyor.
5- İman
edenlere güven ve sebat vererek, teselli ediliyor. Allah onların destekleyicisi,
kurtarıcısı, zafere erdiricisidir. Kafirleri ise helak edicidir. Sonunda ne
kadar güçlü, ne kadar çok, ne kadar zengin, ne kadar otoriter olsalar da.
geçmiş kavimler gibi onları ortadan kaldıracaktır.
Değişik ayetler
zikredilen üç noktaya dikkat çekmektedir. Örnek olarak şu ayetler verilebilir.
En'am sûresi 10. ayeti "Senden Önce de peygamberlerle alay edilmişti. Fakat
onlarla alay edenleri alay ettikleri gerçek kuşatı verdi," Bn'am sûresinin
33. 34. ayetleri "Diliyoruz, onların dedikleri sent üzüyor gerçekte onlar
seni yalanlamıyorlar. fakat zalimler bile hile Allah'ın ayetlerini inkâr
ediyorlar. Senden önce de elçiler yalanlanmış!!. Yalanlamalarına ve eziyet
edilmelerine sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın
kelimelerini (yardım va'dini) değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da elçilerin
haberinden bir parça gelmiştir". Tevbe sûresinin 70. ayeti "Onlara,
kendilerinden öncekilerin, Nuh. Ad. S cm ûd kavminin. İbrahim kavminin, Medyen
halkının ve başkaları üstüne ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Elçileri
onlara açık debiler getirmişti. (Ama inanmadılar, bundan dolayı Allah'M
gazabına uğradılar) Allah onlara zulmedecek değildi, onlar kendi kendilerine
zulmediyorlardı," Yunus sûresinin 13. 14. ayetleri "Sizden önce,
zulmettikleri ve peygamberleri kendilerine açık kanıtlar getirdikleri halde
inanmadıkları için nice nesiller helak etmişizdir, işte suç işleyen kavmi böyle
cezalandırırız. Sonra onların ardından bu dünyada onların yerine' sizi geçirdik
ki. sızın de nasıl davranacağınızı göre/im," Nur sûresinin 55. ayeti
"A/lalı sizden, iman edip salih ameller yapanlara va' delmiştir: Onlardan
öncekileri nasıl hükümran kıhhysa, onları da eryüzünde hükümran kılacak ve
kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve
korkularının ardından kendilerini (lam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk
edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Ama kim(ler) bundan sonra da
nankörlük ederse iste onlar, yoldan çıkanlardır".
6-
Zikredilen kavimlerin kıssalarından habersiz olmayan, onların sonlarını ve
yurtlarındaki Rabbani yıkımın izlerini bilen kafirlere hatırlatma yapılıyor
ki, ibret alsınlar ve içinde bulundukları durumdan vazgeçsinler. Onlardan daha
güçlü ve daha çok mala ve evlada sahipleri helak eden Allah'ı hiç kimse aciz
bırakamaz.
Nebevi, risalet
aslında onların hayrı ve saadetleri içindir. İçinde bulundukları duruma
güvenerek böbürlenmemeleri, geçmiş ümmetlerin kafirlerinin vardığı sonlan ve
akıbetleri unutmamaları gerekir.
Silsilenin
içerdiği ibretler, nasihatlar herhâlükârda devamlı bir telkindir. İster bu,
haktan engellemeyi, inadı, büyüklenmcyi, onda tartışmayı, ona davet edenlere
eziyet etmeyi kınamada, zayıflara baskı ve onları hakir görmede, yeryüzünde
bozgunculuk yapmada, miras alınan zararlı ve çirkin geleneklere yapışmada,
olsun; isterse hak üzere olanlara sebat vermede ve sonucun onlar için kazanım
olduğunu belirterek güven vermede olsun fark etmez. . [102]
94-Bİz hangi
kente[103] bir peygamber
gönderdİysek, onun halkını yalvarıp yakarsınla[104]
diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.
95-Sonra
kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik de (insanlar) güç ve servet
bakımından fazlaliştılar, çoğaldılar ve geliştiler[105] ve:
"Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuştu [106]onlar
olaylardan ibret alıp şükretmediler)." Biz de onları, hiç farkında
olmadıkları bir sırada ansızın yakaia-dık.
96-O)
kentlerin halkı iman edip (kötülüklerden) korunsa-lardı, elbette üzerlerine
gökten ve yerden bolluklar açardık; fakat yalanladılar, biz de onları
kazandıklarıyla yakaladık.
97-Peki (o)
kentlerin halkı, geceleyin, uyurlarken azabımın kendilerine gelmeyeceğinden
emin midirler?
98-Ya da (o)
kentlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın onlara gelmeyeceğinden
emin midirler?
99-Allah'ın
tuzağından (kurtulacaklarına) emin ini oldular? Ziyana uğrayan topluluktan
başkası, Allah'ın tuzağına yakalanmayacağından emin olmaz.
100-Sahiplerinden
sonra şu toprağa mirasçı olanları Allah'ın onları da helak etmeye muktedir olduğunu
hâlâ anlamadılar mı?[107] Kİ
biz dilesek, kendilerini de günahlarıyla cezalandırırız ve kalplerini
mühürleriz[108] artık hiç işitmezler.
101-işte o
kentler; sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun,
peygamberleri onlara açık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden
yalanladıklarından ötürü, inanmak istemediler. İşte Allah, kafirlerin
kalplerini böyle mühürler.
102- Onların
çoklarını isyankâr[109]
bulduk ama, çoklarında sözde durma diye bir şey bulmadık.
Ayetlerin ibareleri
başka bir anlatıma gerek bırakmayacak kadar açıktır. Ayetlerin kalplere ve
akıllara birlikte yönelen güçlü ve etkili üslubuyla kıssa silsilesinin
hedeflerini destekleyici, açıklayıcı ve tamamlayıcı olduğu görülmekledir.
Nefislerin derinliklerine, özellikle dinleyenlerden hakkı isteyen, iyiniyetli,
geçmişten ibret alan, akibeti düşünen, acele etmeyen, fikrinde açık olan
kimselere nüfuz edecek bir yapıdadır.
inkarcıların durumu
geçmişteki benzerlerinin durumu gibidir. Onlara da peygamberler gelmiş fakat
hemen inkâr etmişler ve isyan etmişlerdir. Allah onları darlıkla sonra refahla
imtihan cîmişlir. Bu imtihanın içeriğinden gafil olmuşlardır. Azgınlıkları
değişik boyutlara ulaşınca kazandıklarına karşılık Allah onları güçlü bir
yıkımla yakalayıvcr-miştir. Oysa onlar eğer Allah'a iman edip. salih amel
isteselerdi, Allah onların önüne yerin ve göğün bolluklarını açardı. Fakat
onlar vazgeçmediler, kalpleri katıiaşti ve Allah'ın azabı onlar için gerçek
oldu. Dinleyip de inkâr eden Öncekilerin haberlerinden, ibret almaları.
Allah'ın onlara günahları nedeniyle bir musibet vermeye muktedir olduğunu
hatırlatmaları gerekirdi. İçinde bulundukları duruma güvenmemeleri, güven
içinde olduğunu sanarak Allah'ın azap ve intikamından gafil olmamaları
kentlileri için daha iyidir. Gaflette olan kimse kesinlikle ziyanda olandır.
Görünen o ki. kendilerinden Öncekilerin yolunda yürüdüler, ibret almadılar,
peygamberlerini yalanladılar, onların çoğu Allah'a verdikleri sözlerinde
durmadılar, O'na isyan ettiler, kalpleri katılaştı, kulakları sağırlaştı ve
fasıklardan oldular.
Ayetler,
mutlak bir yönlendirmeyi içeriyor. Çünkü Allah'ın adaletini, kanunlarını, bütün
nesillerdeki çoğu insanların karakterlerini ispatlarken Allah'ın azametini ve
kapsayıcı yönünü inceliyor. Ayetler, buna bağlı olarak da herhâlükârda geçerîi
olacak ibretler içermektedir. . [110]
Son iki ayette,
Allah'ın kafirlerin kalplerini mühüriediğini zikrediyor. Bu ibare değişik
yerlerde ve benzer münasebetlerle tekrarlanmıştır.
Kelam alimleri
arasında çekişme nedenlerinden biri de kader konusudur. Bir grup alim, bu
ayetlerin insanların amelleri ve sonlarının ezelden beri kesin bir şekilde
takdir edildiğine dair deliller olduğu görüşündedir. Başka bir grup ise bu
grubun görüşünü tevil ederek, bu görüşün Allah'ın adaleti, rasulleri
göndermedeki hikmeti ile çelişkili olduğu, değişik Kur'anî nasslara ters
düştüğü görüşündedirler.
Buradaki ayetlerin
siyakı ve bu ibarenin zikredüdiği başka ayetlerin siyakı, insanların
geçmişlerine bakarak Allah'ın bu insanların kalplerini katılaşürdığı,
zihinlerini kapattığı görüşünü reddeder. Bu durumda Allah'ın davasına icabet
çimekten alıkoyduğu ezeli bir hüküm olmasının hiçbir anlamı yoktur. Buradaki
ayetlerin içeriği ve başka yerdeki ayetlerin bu yanlış kader telakkisini
destekliyor olması düşünülemez. Çünkü onlar, aynı zamanda sapmalarından, inkâr
etmelerinden dolayı kafirler için bir korkutma, bir şiddet, bir kınamayı
içermektedir. Ayetler, onların kötü niyetleri, kötü düşünceleri nedeniyle
kalplerinin şiddetle katılaştığını, zihinlerinin kapandığını tanımlama yoluna
gitmiştir. Ya da inatçı tavırlarından dolayı küfrün onlarda yerleşmiş bir
meziyet haline geldiğini ortaya koymaktadır.
Bu ibarenin; inkâr ve
küfür, inkarcıları, kafirleri kınama ve azarlama noktasındaki bir tanımlama ile
beraber zikredüdiği gözlenmelidir, Çünkü ayetlerin gerçekten küfrü, fışkı, hak
davaya icabet etmemeyi, sözünde durmamayı kafirlerde bulunan sıfatlar olarak
kararlaştırdığı görülmektedir. Öylcki bu sıfatlarla anılmayı lıakettikleri için
de, bu kınamaya, azarlamaya ve tehdide layık olmuşlardır.
Bu
ve benzeri ibarelerin belki de hedefleri Peygamber {s)'e ve mü'minlere tescili
vermektir. Sanki onlara inkarcıların, kafirlerin kalpleri yumuşamazsa üzülmeye,
acımaya gerek yoktur denilmekledir, Çünkü Aliah onların kalplerini: fısk,
fesad ve kötülük karakteri ve küfür niyetiyle kaldıkları için rnühürlemiştir. . [111]
Nebi kavramı burada
ilk defa gelmiştir. O, "Nebe'e" (haber verdi) kelimesinden türetilmiştir.
Haber veren bilgi aktaran anlamındadır. Haber getiren yani Allah'tan haberi
getiren kimse. Bununla beraber alimler ve müfessirler "Rasulü" ve
"Nebi" kavramlarını birbirinden ayırmışlardır. Her rasul nebidir, her
nebi rasul değildir demişlerdir[112].
Hac sûresinin 52. ayetinde; "Senden önce hiçbir rasul ve nebi
göndermemiştik ki o, temenni ettiği zaman şeytan onun temennisine bir düşünce
atmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini
sağlamlaştırır. Allah bilendir, hakim (sağlamlattı-ran)dır", Her iki
kavramı bir arada zikretmiştir. "Gönderme" kelimesi Rasul ve nebi
için kullanılmıştır. Tahrim sûresi 1, ayetinde olduğu gibi Kur'an Peygamber
(s)'e bazen nebi sıfatıyla hitab eder: "Ey Nebi niçin, Allah'ın sana helal
kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun? Allah bağışlayandır,
esirgeyendir." Bazen de Maide sûresi 67. ayetinde zikredildiği gibi rasul
sıfatıyla hitabeder. "Ey Rasul, Rabhinden sana indirileni duyur; eğer bunu
yapmazsan, O'nun mesajını duyurmamış olursun. Allah seni insanlardan korur.
Doğrusu Allah kafirler toplumunu yola iletmez". Rasul ve Nebi kelimeleri
Araf sûresi 157. ve 158. ayetlerinde birlikte zikredilir. "Onlar ki,
yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o "Rasul'e, o ümmi
Nebi'ye uyarlar. O (Nebi) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini,
kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haranı kılar,
üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na yardım
eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, iste felaha erenler
onlardır."
Maide
ve Tahrim süresindeki ayetler Nebi ve Rasul'ün aynı anlama sahip olduğunu
belirtir. Hac ve A'raf sûrelerinde her iki kelimeyi birlikte zikreden ayetler
ise aralarında bir fark olduğunu belirtmektedir. Biz bunu idrak edemesek de
herhâliikârda mülessirlc-rin ve alimlerin gördüğü farkların olmadığını
görmekteyiz. Hac süresindeki ayetin içeriği özellikle görüşümüzü
desreklemektedir. . [113]
103-Onlardan
sonra Musa'y1 ayetlerimizle Fir'avn'a ve o-nun ileri gelen adamlarına
gönderdik, ayetlerimize haksızlık ettiler;[114]
fakat bak, bozguncuların sonu nasıl oldu?
104-Musa
dedi ki: "Ey Fir'avn, ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir
rasulüm,"
105-Allah'a
karşı gerçekten başkasını söylememek, benim üzerime farzdır[115].
Size Rabbİmizden açık delil getirdim, artık İsrai loğu Harını benimle
gönder!"
106- Fir'avn
dedi: "Eğer bir ayet (mu'cize) getirmiş isen, hakikaten doğru söylüyorsan
göster onu bakalım!"
107- Bunun
üzerine (Musa), asasını atti, birden o, açık bir ejderha oluverdi.
108- Ve
elini {koltuğunun altından) çıkardı[116]
birden o, bakanlar için bembeyaz parlayan bir şey oldu.
109- Fir'avn
kavminden ileri gelen bir topluluk dediler ki: "Bu, çok bilgili bir
büyücüdür."
110-"Sizi
ülkenizden çıkarmak istiyor, ne emredersiniz?"
111 -Onu da,
kardeşini de beklet[117]
dediler, şehirlere toplayıcılar' [118]yolla."
112
"Bütün bilgili büyücüleri (toplayıp) sana getirsinler.
113-
Büyücüler Firavun'a gelip! "Eğer üstün gelen biz olursak, elbet bize bir
mükafat var değü mi? dediler.
114-
(Firavun): "Evet, dedi, hem de siz (benim) yakın-lar(ım)dan
(olacak)sınız!"
115- Dedi
ki: "Ey Musa, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa (önce)
atanlar biz mi olalım?"
I16-"Sİz
atın" dedi. (Hünerlerini ortaya) Atınca, insanların gözlerini büyülediler,
onları korkutup dehşete düşürdü-|er[119] VG
büyük bir büyü (ortaya) getirdiler.
117-Biz de
Musa'ya "âsânı at" diye vahyettik. Bir de baktılar ki o, onların
uydurduklarını [120]yakalayıp
yutuyor'[121]
118- Gerçek
ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları batıl oldu.
119- Orada
yenildiler ve küçük düştüler. 120- Ve büyücüler secdeye kapandılar. "121-
"Alemlerin Rabbİne iman ettik!'' dediler.
122-"Musa
ve Harun'un Rabbine!"
123-Fir'avn:
"Ben size izin vermeden ona inandınız mı?" dedi. "Bu, bir
komplodur, şehirde bu komployu planladınız[122] ki,
halkını oradan çıkarasınız, ama yakında (başınıza gelecekleri)
bileceksiniz!"
124-"Elbette
ellerinizi ve ayaklarınızı (sağ ele, sol ayak) çaprazlama keseceğim,[123]
sonra hepinizi (hurma dallarına) asacağım.
125- Dediler
ki: "Biz zaten Rabbimize döneceğiz!"
126-
"Rabbimizin, bize gelmiş olan ayetlerine inandığımız İçin bizden nefret
edip kızıyorsun.[124]
(Ey) Rabbimiz, üzerimize sabır dök ve bizi müslüman olarak öldür."
127-Fir'avn
kavminden ileri gelen bir topluluk dedi ki: "Musa'yı ve kavmini seni ve
tanrılarını terkedip yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar? diye mi
bırakıyorsun?" (Fir'avn): "Biz onların oğullarını öldüreceğiz,
kadınlarını sağ bırakacağız. Biz daima onların üstünde eziciler olacağız!"
dedi.
128- Musa
kavmine: "Allah'tan yardım İsteyin, sabredin!" dedi. Yeryüzü
Allah'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç, müttakilerindir!"
129- (Ey
Musa)! Sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da bize işkence
edildi." dediler. (Musa), "Umulur kî Rabbimiz düşmanınızı yok eder ve
onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğimize
bakar" dedi.
130-
Andolsun biz, Fir'avn aüesini kuşattık öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla ve
ürünlerini azaltmakla [125]sıktık.
131-Onlara
bir İyilik geldiği zaman: "Bu, bizimdir (kendi bİigî ve davranışımızla
elde ettik)." derler; kendilerine bir kötülük ulaşırsa, Musa ve onunla
beraber olanları uğursuz sayarlar[126]
(onların yüzünden belaya uğradıklarını sanırlardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu'
[127]
Allah kalındadır. Fakat çokları bilmezler.
132- Ve
dediler ki: "Bizi büyülemek için ne kadar mu'cize getirirsen getir, biz
sana inanacak değiliz!"
133-Biz de
onların üzerine ayrı ayrı rnu'cizeler olarak tufan, çekirge[128]
kımıl (hıserat), kurbağalar ve kan gönderdik; ama yine büyüklük tasladılar ve
suçlu (mücrim) bir topluluk oldular.
134-Üzerlerine
azap[129]
çökünce: "Ey Musa, dediler, sana verdiği söz uyarınca bizim İçin Rabbine
dua et; eğer bizden azabı kaldınrsan, muhakkak sana inanacağız ve mutlaka
Israiloğullarını seninle beraber göndereceğiz!"
135-Biz
onlardan, geçirecekleri bir süreye kadar azabı kaldırınca, hemen yeminlerini ve
sözlerini bozmaya başla-dıiar.[130]
136-Biz de
onlardan intikam aldık, onları denizde'[131] boğduk!
Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umarsamaz olmuşlardı.
137-Hor
görülüp ezilmekte olan milleti de içinde bereketlerle donattığımız yerin,
doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbimin İsrailoğulları'na verdiği
güzel söz, sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Fir'avn'm ve kavminin yapa
geldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları ve bahçeleri de yıktık.[132]
Bu ayetler, Musa.
Fir'avn ve İsrailoğullan kıssalarından uzun silsilesinin bir halkasıdır.
Silsile geçen kissalardaki silsilesinin devamıdır, onun halkalarından bir
halkadır. Bu ayetler geçen kıssaları tamamlamak için ayrıntılı olarak
gelmiştir.
Bu halka. Musa ile
Fir'avn arasında geçen konuşmanın ve MusaTnın elinde ortaya çıkan mucizelerin,
sihir sahnesinin ve onun kazanmasıyla biten düellonun, Fir'avn ve kavmine
Allah'ın musallat etliği belalar zincirinin, onların boğulması ve
İsrailoğulkırının kurtuluşu ve Allah'ın davetine icabet etmeleri ve
sabretmeleri nedeniyle Allah'ın onları üstün kılmasını aktarır.
ibareler, başka bir
anlatıma gerek bırakmayacak kadar açıktır. Burada hedeflenen şey ise önceki
ayetlerde vurgulanan hedefleri tekrarlamaktır. Görüldüğü gibi ayetler, sebat
etmeyi, Örnek vermeyi, hatırlatmayı, nasihat etmeyi hedefliyor. Musa (a)'nin
Fir'avn ve Tsrailoğulları ile olan kıssası, bugün elde dolaşan Ahdİl-Kadim
kitaplarından Tesni-ye. el-Laviyin, ci-Aded, cl-Huruç kitaplarında çok
ayrıntılarıyla zikredilmiştir. Pcygamher (s) zamanındaki İsrailoğullannın
elinde dolaşan bu kitaplarda zikredilenlerle bı ayetlerde zikredilenler güzcî
bir uyum gi'y/.c çarpmaktadır. Bu durum, Araplardaı Kur'an'ı dinleyenlerin, bu
kıssaları bildikierini gösiermektedir. Çünkü Kur'anî nasihai bu halkada çok
barizdir.
Musa, Firavun ve
İsrailoğullarıyia ilgili aktarılan kıssanın çok daha fazlası ve ayrın tıları
yukarıda zikredilen Ahd-i Kadim bölümlerinde anlatılmaktadır. Bu ve başka sure
lerde zikredilenler. Kur'anî hedefi gerçekleştiren, hikmetini gcrcklircn bir
üslnpia anla liimışlır.
Kur'an'da
zikredilenler ile bugün elde dolaşan Esfar arasında bazı farklılıklar vardır
Esfar'da olup. Kur'an'da olmayan ya da Kur'an'da olup Esfar'da olmayan bölümler
gi bi...
Biz ise ayetlerde
zikredilenlerin, yahudilerin elinde olup da kaybolan başka levha w Esfar'da
zikredildiğini ve konuşulduğunu tercih ediyoruz. Bunun için başka yorumumuz
yoktur. Çünkü bu, zikrettiğimiz kıssalardaki nasihat ve destek düşüncesiyle
yyum ludur.
Müfcssirler[133] bu
halkanın mu'cizeleri ve olaylarla ilgili birçok şey aktarmışlardır Bunlar, elde
dolaşan Ahd-i Kadim Esiar'ında zikredilenlerin ha/ısı ile uyumludur, bazısı
ile de uyum güsiermez. Bazılarında ise ilginç ve mübalağa derecesine ulaşan
ayrıntılar vardır. Bütün bunlar eski Arap ve yahudi kıssalarına atfedilir.
Bunu zikretmeyi uygun görmedik. Kıssada zikredilen mu'cizc ve olaylara bir
yorum getirmedik. Çünkü bu Kur'anî hedefle bağlantılıdır. Bu hedef de.
Kıır'an'ın hikmeti gereği zikrettiğinin dışında yoruma ve ayrıntıya kalmadan
dinleyenlere nasihat ve hatırlatmada bulunmaktır. Tefsir kitaplarının bu konuda
içerdiği şeyler. Peygamber (s) döneminde dolaşan ve konuşulanları bu halkanın
içerdiğine delalet edebilir.
Bu halkadaki
ibretlerden birisi de, Fir'avn ve devlet erkanının, Allah'ın davetine \c
ayetlerine karşı tavırlarını, İsrailoğulİanna yaptıkları zulmü \c
büyüklenmelerini tanımlamaktadır. Allah'ın ayetlerini, alayla hafife
almalarına karşı Allah onlardan intikam alması ilk ibret sahnesi Musa'nın
zafer kazanması, sihirbazların batıllarında ısrar etmeyerek, apaçık bir delili
gördükleri zaman Allah'ın Rasulüne iman etmeleri ise ikinci ibrel sahnesidir.
Üçüncü ibret sahnesi ise, İsrailoğullan'nın kurtuluşu ve ilk davette iman
ci-melerinc ve sabretmelerine mukabil yeryüzünde yerleştirilmeleridir.
Bütün bunlar
dinleyenler için bir uyarma, darb-ı mesel, nasihat ve hatırlatma; kalir-ler için
bir korkutma, Peygamber (s) ve mü'minler için bir tescili . Peygamber (s)'e
sınır nispet eden kafirlere kesin bir cevap vardır.
"Hor görülüp
ezilmekte olan milleti de içini bereketlerle donattığımız verin, doğularına ve
hanlarına mirasçı kıldık" ayetine dayanarak yahudilerin Filistin'in
miras bırakıldığını Kur'an'ın tescil
eltiğİ iddialarına karşı mü si umanları uyanık olmaya çağırıyoruz. Buna Maidc
sûresinin 21. ayeti de örnek verilebüir:
"Ey kavmim, Allah'ın size yazdığı nasip ettiği kutsal toprağa
girin, arkanıza dönmeyin, yoksa kaybet/ersiniz." Bizim açıklamasını
yaptığımız ayel açıkça, onların Allah'ın kelamına icabet etmelerinden ve
sabretmelerinden dolayı bu sonuca ulaştıklarını zikretmektedir. Allah onları
(yahudi-leri) layık oldukları azapla, zilletle, parçalamakla, devletlerini
yıkmakla muamele edeceğini ve buna da Kıyamet gününe kadar devam edeceğine
dair kendi adına yemin etmiştir. İşte A'raf sûresinin 167. ayeti "Rabbin
elbette tâ Kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler
gönderecektir!" diye ilan etmişti. Doğrusu Rabbin çabuk ceza verendir ve
O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Ali îmran sûresinin 112. ayeti bunu açıklamaktadır: "Nerede olsalar, onlara alçaklık
(damgası) vurulmuştur (ezilmeğe mahkumdurlar). Meğer ki Allah'ın ahdine ve
(inanan) insanların ahdine sığınmış olsunlar. Allah'ın gazabına uğradılar ve
üzerlerine miskinlik damgası vuruldu (yoksulluk içinde ezildiler). Böyle oldu,
çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere peygamberleri
öldürüyorlardı ve çünkü isyan etmişlerdi, haddi aşıyorlardı.". Bu durum,
Musa'dan sonra tehlikeli ahlâki ve dini sapmalarından çoğu kitaplarında
kaydedilen Allah'ın tavsiyelerini, adalet, insanlık ve hakk prensiblerini
bozmalarından sonra ortaya çıktı.[134]
Bu
ayetler Mcdeni'dir. Muhammedi Nübüvvet döneminde kararlaşıldığı gibi Allah'ın
tavsiyeleriyle çelişkili, ahlâki değerlere ters tutum ve sapmalarına atıfta
bulunmaktadır. Bu konuda Medine'de inen birçok ayet bulunmaktadır[135].. [136]
138-
İsrailoğullarını denizden geçirdik, kendilerine mahsus birtakım putlara ibadet
eden[137] bir
kavme rastladılar: "Ey Musa, dediler, (bak) bunların nasıl İlahları varsa,
bize de öyle bir tanrı yap!" (Musa): "Siz, gerçekten cahil ve hakkı
bilmeyen'[138] bir toplumsunuz."
139- Şunların İçinde bulundukları (din)
yıkılmıştır'[139] ve yaptıkları şeyler
boşa çıkmıştır.
140- Alîah, sizi alemlere üstün yapmış iken size
Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?" dedi.
141- (Ey İsraiioğulları), hatırlayın o zamanı ki biz sizi Fir'avn ailesinden kurtarmıştık'[140].
Onlar size azabın en kötüsünü taddırıyorlardr»[141]
Oğullarınızı Öldürüyor, kadınlarımızı sağ bırakıyorlardı. Bunda, size Rabbiniz
tarafından büyük bîr imtihan vardı.
142- Musa ile otuz gece [bana ibadet etmesi için)
sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbİnin tayin ettiği vakit,
kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavmim içinde
benim yerine geç, ıslah et, bozguncuların yoluna uyma."
143- Musa, tayin ettiğimiz vakitte[142]
bizimle buluşmağa geiip de Rabbi ona konuşunca: "Rabbim, bana (görün), sana
bakayım!" dedi. (Rabbii buyurdu ki: "Sen beni göremezsin; faka! dağa
bak, eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" Rabbi dağa
görününce onu darmadağın etti ve Musa da baygın' [143]düştü.
Ayılınca "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben mü'minlerin ilkiyim!"
dedi.
144- (Allah) buyurdu ki: Ey Musa, ben (sana)
mesajlarımla ve konuşmamla seni insanların başına seçtim; sana verdi-ğimi al ve
şükıedenlerden ol!"
145- Oğüte ve her şevin açıklamasına dair ne varsa
hepsini Musa için levhalara yazdık: "Bunları kuvvetle tut, kavmine de
emret, bunların en güzelini tutsunlar; .size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl
tarumar ettiğini) göstereceğim!"
146-
Yeryüzünde haksız yere büyüklenenteri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her
ayeti (rriu'cizeyi) görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler onu
yol edinmezler, ama sapıklık, azgınlık yolunu' [144]görseler,
onu yol edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz
oldular.
147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların
amelleri boşa çıkmıştı[145].
Onlar, yalnız yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mı?
148- Musa'nın kavmi, kendisinden sonra
kendilerinin zi-net takımlarından yapılmış, böğürmesi[146]'
olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler.[147]
Görmediler mi ki o, ne kendilerine söz söylüyor, ne de onlara yol gösteriyor?
Onu benimsediler ve zalimlerden) oldular.
149- Ne zaman ki (günahları nedeni ile
pişmanlıklarından ötürü) başları elleri arasına düşürüldü'[148] ve
kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görüp anladılar, dediler ki:
"Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana
uğrayanlardan oluruz!"
150- Musa,
kavmine kızgın ve üzgün'[149] bir
halde dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbini-zîn
emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi, levhaları yere attı ve
kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeğe başladı. (Kardeşi): "Ey
anamın oğlu" dedi, bu insanlar beni hırpaladılar, az kalsın beni
öldürüyorlardı. (Ne olur) düşmanları üstüme güldürme, beni bu zalim kavimle
beraber tutma!"
151-(Musa):
"Rabbim, dedi, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine sok,
merhametlilerin en merhametlisi sensin!"
152-Buzağıyı
(tanrı diye) benimseyenlere muhakkak Rab-Icrinden bir öfke ve dünya hayatında
bir alçaklık erişecektir! İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
153 Ama
kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip iman edenlerfe karşı), muhakkak
ki Rabbin o (tevbe ve i-majndan sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir.
154- öfkesi
dinince Musa, levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar'[150]
İçin yol gösterme ve rahmet vardı.
155- Musa,
bizimle buluşma vakti için, kavminden yetmiş adam seçti'[151].
Onları sarsıntı yakalayınca (Musa) dedi ki:"Rabbim[152]dîleseydin
bunları da beni de daha emce helak ederdin. İçimizden bazı
cahillerin/kıtakılhların.[153] yaptıklarından
ötürü bizi helak mı edeceksin? Bu (iş), senin imtihanından başka'[154]'
bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin.
Sen bizim velimİzsin, bizi bağışla, bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.
156- Bize bu
dünyada da İyilik yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.[155]
(Allah) buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi
kaplamıştır. Onu, mutta kilere, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara
yazacağını.
157- Onlar ki yanlarında ki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları
o Elçi'ye, 0 ümmi'[156]
Peygarnber'e uyarlar- O (pey-gamber) ki, kendilerine iyiliği emreder,
kendilerini kötülükten meneder; onlara güze! şeyleri helal, çirkin[157]
şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları'[158]
sırtlarındaki zincirleri[159]
kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek[160]
O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura
uyanlar, işte felaha erenler onlardır.
158- De ki:
"Ey insanlar, ben sîzin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan,
kendisinden başka ilah olmayan, yaşatan, öldüren Allah'ın, elçisiyim. Gelin
Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan elçisine inanın ki, o peygamber de
Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır, O'na uyun ki doğru yolu
bulaşınız!"
159- Musa kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve
hak İle adalet yapan'[161] bir
topluluk da vardır.
160- Bİz onları on iki gruba [162]ayırdık[163]-1.
Kavmi kendisinden su isteyince[164]
Musa'ya: "Asanla taşa vur'' diye vah-yettik. Taştan on iki göze fışkırdı[165].
Her grup İçeceği yeri öğrendi. (Ayrıca) üzerlerine bulutla gölge yaptık ve
onlara kudret helvasıyla'[166]
bıldırcın eti[167] indirdik. Size verdiğimiz
güzel rızıklardan yeyin!" (dedik). Ama onlar (saptılar, haksızlık ettiler.
Böylece onlar) bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine
zulmediyorlardı"[168]
161- Onlara:
"Şu kentte oturun. Orada dilediğiniz yerden yeyin. Allah'a niyaz edip bizi
affet deyin[169] ve Allah'a bo-yun eğerek,
kapıdan secde ederek giriıv[170] bu
hatalarınızı
bağışlayalım; biz
iyilik edenlere daha fazlasını da verece-
' giz" denildi.
162-İçlerinden
zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendilerine söylenmeyen bir sözle
değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azab
gönderdik."
İşte bu, silsilenin
ikinci halkasıdır. Musa ile İsrailoğullan arasında geçen olayları, tavır
koymaları, Musa'nın Rabbine münacalını, Allah'ın Musa'ya levhalar indirmesini.
Allah'ın dağa görünmesini, Musa'ya ve İsrail'e verdiği mu'cizeleri, Musa
hayatta iken kavminin sapıtmasını, acizliklerini, Allah'ın kelamını değiştirmelerini,
Allah'ın onlara öfke ve azabını içeriyor.
Bu halkadaki ibret
verme, darb-ı mesel ve nasihat etme maksadı açıktır. Bu bölümdeki ibareler de
başka bir anlatıma gerek bırakmayacak şekilde açıktır. Bugün elde bulunan
AhdÜ-Kadim Esfar'mdan Tesmiye, el-Adcd. el-Huruç'un rivayet ettikleriyle,
ayetlerin çoğunun uyum içinde olduğu görülmektedir. Araplardan Kur'an'ı
dinleyenlerin birçoğu, yahudilcr yoluyla Esfar'ın içerdiği çoğu şeyi
biliyorlardı. Bu da bu maksadı desteklemektedir.
Müfessirler geçen balkanın
içerdiği noktalar üzerinde çok ayrıntılara girdikleri gibi
bu halkanın içerdiği
rrm'cizeler ve oiaylar hakkında da ayrıntılara ve açıklamalara geniş yer
vermişlerdir.[171] Onların halkadaki
olaylar ve mucizeleri zâtı için yaptıkları yorumu ya da ifade ettikleri şeyleri
burada zikretmenin zaruri olduğu görüşünde değiliz. Çünkü bu, Kur'anî kıssanın
hedefi olan örnek verme ve hatırlatma ile bağlantılı değildir. Geçen halkanın
siyakında daha güzel ve doğru bulduğumuzu burada da tekrarladık.
Kur'an'da zikredilenler
ile Esfar'da bu halka hakkında zikredilenler arasındaki farklılık geçen
halkada bu durum hakkında söylenenler gibidir. Orada söylediklerimiz burası
için de geçerlidir. Tekrarlamaya gerek yoktur.
Bu halkanın ibret
noktalan; İsrailoğullan'mn Mısır'dan Musa'yla birlikle çıkışından beri
tevhidden saparak putlara ve buzağıya tapmaları, Musa'yı zor durumda bırakmaları,
Allah'a verdikleri sözleri bozmaları, O'nun tavsiyelerine karşı gelmeleri,
Allah'ın onlara olan gazabıdır. Bu kıssada, Allah Tcala'nın, sabrettikleri
zaman onları üstün kıldığını, kendilerine itibar edilmeye başlandığı,
sapıttıkları zaman ise, onlara gazabını indirdiği anlatılmakladır.
Halkada, Ehl-i
Kitap'tan ona tâbi olanları öven, peygamberin risaletinin kapsamlı oluşu, ona
tabi olma ve onu tasdik etmeye çağırma noktasında iki ayet vardır. O ikisi de
(157-158). ayetlerdir. İki ayet İsrailoğullan kıssalarının silsilesinde sonraki
parantez içiymiş ve konuyla alakasız gibi bîr görünümü arzetseler de siyak ve
dizelerle uyumludur. Allah'ın, ayetlerine iman edenleri, zekalı verenleri,
muttaki olanları rahmetine sokacağını ve yazacağım bildiren ayetten sonra bu
İki ayet ayrıntılarıyla geldi. Hidayet ve nurla gelen. Tevrat ve İncil'de bu
sıfatlar ile müjdelenerek, desteklenen Peygamber (s)'c çabucak tabi olan Ehl-i
kitab'ı övmektedir. Ona tabi olmaya teşvik etmek, onun risaletinin ma'rufu
emretmek, münkeri neyhetmek, güzel şeyleri helal, çirkin ve kötü şeyleri haram
kılmak, yahudi ve hıristiyanlara özgürlüğünü vermek amacı hatırlatılmak istenmektedir.
Buna. şeriatlarında ve ayinlerinde farz kılınan sorumluluk ve sınırları Peygamber
(s) döneminde ve asaletinde hiçbir hikmetin yerini tutmadığını ekleniyor.
İkinci olarak Peygamber (s);e kendisinin bütün insanlara gönderilen Allah'ın
Rasulü olduğunu, Allah'a ve kelimelerine yani daha Önce indirilmiş kitaplara
iman ettiğini haykırmasını emrediyor. O, onları ona tâbi olmaya çağırmakladır;
sanki bu yönlendirici hitapla özellikle Tevrat ve İncil ehlini kastetmek
istediğini, risaletinin, sadece ümmİ Araplara (kitabı olmayanlara) -ki
Peygamber onlardan olduğu bilinmekle idi-, ait olmadığını ve değişik ırk, renk
ve dinlerdeki bütün insanları kapsadığını belirtmek islemekledir.
İki ayet. Kur'an'ın en
önemli hikmetli sözlerini İçermektedir. Dünya ve ahİrette başarı, kazanç ve
saadeti gerçekleştiren dinlerin ve şeriatların en hayırlı hedefi olabilecek,
İslam dinin hedeflerini, prensiplerini içinde toplayan amaçları kararlaştırdığı
da sayılmaktadır. Aynı zamanda o iki ayet, yahudilerin ve hiristiyanların
Muhammedi risalete i-man etmeleri için, yolu açık bırakacak bir şekilde
gelmiştir. Çirkin olarak bilinen her şeyi yasaklayan, iyi olarak bilinen
herşeyi mubah kılan, iesad ve münker olarak bilinen herşeyi nehyetmek, salah ve
hayır olarak bilinen herşeyi emreden temeller üzerine kurulan, aralarındaki
ihtilafları, problemleri, gizli kalan şeyleri ortadan kaldıran, insanlardan
engelleri ve zorluklan kaldıran semavi dinlerin kitaplarını ve peygamberleri
kabul eden bir tek dinde genel insanlık kardeşliğini oluşturması için
kapılarını sonuna kadar açmıştır.
Bu ayetlerin erken
nazil olması, Muhammedi risaleün başından heri bütün insanlara ve halklara
şamil bir risalet olduğuna deliidir. Özellikle Araplara yöneltilen bazı
ayetleri delil göstererek bunun aksini iddia edenlere bir cevaptır. Bu İddia
sahiplen Araplara yönelik ayetlerin üslupları, davet ve hitap şartlarının
gerektirdiği özellik ve hikmetin bilincinde değillerdir. Bunu yeri geldiğinde
açıklayacağı.
Bu genellemeyi, geçen
ve dikkaf çektiğimiz değişik ayet ve işaretler pekiştirmekledir. Kur'an'ın
Medine'de inen çoğu ayet de bunu desteklemektedir.
157. ayet. yahudilere
ve hıristiyanlara ellerindeki Tevrat ve İncil'de buldukları Pey-gamber'in
Sıfatlarını, davasının hedeflerini içeren işaretleri içermektedir. Müslümanlar
ile Ehl-i Kitab arasında bu konuyu ispat ve inkar etme noktasında çekişme ve
tartışma bulunmakladır.
Diyoruz ki ayet bunu
açıkça söylemekte, özellikle kimi direki işiten, kimi bunun sonucu olarak iman
eden yahudi ve hıristiyanlara hitabı yönlendirmektedir. Tescil babından
diyoruz ki. ayetin söylediklerinin Peygamber (s) döneminde yahudi ve
hıristiyanla-nn elinde bulunan Esfar'da ki esas ya da hakikate dayanmayan
feyler olması akla uygun değildir. Burada farzedebileceğimiz tek şey bunun bazı
Esfar'da yazılı iken diğerlerinde olmadığı, bazı grubiarda varken bazdarında
bulunmadığı, ya da simgeü müjdeler ve işaretler kabilinden varolduğudur. İşte
bu nedenle Peygamber (s) ile yahudi ve hıristiyan-ların büyüklenenieri arasında
tartışma ve cedclleşme konusu olmuştur. Belki bunu destekleyen Kur'an'ın
içerdiği sahnelerden ve işaretlerden, Mekke ve Medine'deki ehl-i kitabın ya da
delegelerinden olan rahipler, papazlar, ilimde rasilı (derinleşmiş) olanların
Kur'an'da geleni tasdik eden ve kendilerinde bulunan kitaplarda zikredilen ile
uyumluluğunu kararlaştırmış olduğu anlaşılmaktadır. Bizim açıklamasın!
yaptığımız aycli Al-i İmran sûresi i 13. vel 14. ayetleri desteklemektedir:
"Ama hepsi bir değildir. Kitab ehli içinde, gece saatlerinde ayakla durup
Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar
Allah'a ve ahiret gününe inanırlar iyiliği emreder, kötülükten men ederler;
hayır islerine kasarlar. İste onlar salilılerdir". Ve yine Ai-i imran'in 1
i)l>. ayeti: "Kitab ehlinden Öyleleri var ki, Allah'a inanırlar, size
indirilene ve kendilerine indirilene inanırlar: Allah'a karşı saygılıdır;
Allah'm ayetlerini birkaç paraya satmazlar. Onların da Rahleri katında
ödülleri vardır! Şüphesiz Allah, hesabı çabuk gnretıdit." Nisa sûresi 162.
ayeti: "Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana
indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. O namazı kılanlar, zekatı verenler,
Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya. iste onlara bir mükafat
vereceğiz." Maide sûresi 82-84. ayetler: "İnsanlar içerisinde,
müminlere en yaman düşman olarak yahu-dileri ve (Allah'a) ortak koşanları
bulursun. Mü'minlere sevgice en yakınları da "Biz hıristiyatüarız"
diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve
onlar büyüklük taslamazlar. Peygamber e indirilen (Kur'an)ı dinledikleri zaman,
tanıdıkları gerçeklen dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler
ki: "Rab-bimiz, inandık, bizi şahitlerle beraber yaz! Biz, Rabbimizin bizi
salihler arasına katmasını umarken neden Allah'a ve bize gelen gerçeğe
inanmayalım?" En'am sûresi 20. ayeti: "Kendilerine Kitab
verdiklerimiz, oğullarım tanıdıkları gibi onu tanırlar (Onun Allah tarafından
vahye dikliğini bilirler), ama kendilerini ziyana sokanlar inanmazlar." Ve
114. ayeti: 'Allah size Kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken ö'ndan başka bir
hakem mi arayayım. Kendilerine Kitab verdiklerimiz O'mm (Kur an), gerçekten
Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Hiç kuşkulananlardan
olma." Ra'd sûresi 36. ayeti: "Kendilerine Kitab verdiğimiz kimseler
sana indirilenden sevinirler. Fakat aralarından onun bir kısmını inkâr edenler
vardır. De ki: 'Bana. yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na hiçbir şeyi ortak
koşmamam emredildi. Ben (insanları) O'na davet ederim, dönüşüm de
O'nadir." İsra sûresi 107 ve 109. ayetleri: "De ki: 'Siz ister ona
inanın, ister inanmayın, O, daha Önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman
onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar, Rabbimizin şanı yücedir,
gerçekten Rabbimizin sözü mutlaka yerine getirilir!' derler. Ağlayarak
çeneleri üstüne kapanırlar ve Kur'an onların derin saygısını artırır."
Kasas sûresi 52 ve 53. ayeti: "Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: 'Ona
inandık, o. Rabhimizdcn gelen gerçektir. Zaten biz ondan Önce de müslü-manlar
idik' derler." Ahkaf sûresi 10, ayeti "De kî: 'Hiç düşündünüz mü;
Eğer bu (Kur an) Allah kalından olduğu halde siz onu tammamışsanız; İsrailoğularından
bîr sa-hid de bunun benzerini (Tevrat' ta) görüp inandığı halde siz (inanmaya)
tenezzül etme-mişseniz (durumunuz nice olur)?! Allah, zalim bir toplumu, doğru
yola iletmez." Ankc-but sûresi 47. ayeti: "İşte böylece o Kitab' ı
sana da indirdik. Kendilerine Kitab verdiklerimiz, ona inanırlar; Şunlardan
(şu Arahlardan) da ona inananlar vardır. Ayetlerimizi, kafirlerden başkası
inkâr etmez."
Bütün bu Mekki ve
Medeni ayetlerle kesin deliller vardır. Sanıyoruz Kitab ehlinden de
büyükienecek bir insaflı bulunmayacaktır.
Bu makamda söylenecek
en doğru söz, bugün yahudi ve hıristiyanların elinde bulunan Eşfar'la,
Peygamber (s) döneminde ellerinde bulunanın aynı Esfar olduğunu kesinlikle
söyleyemezler. Çünkü "Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve incil'de yazdı
buldukları o Elçi'ye, o ummi Peygamber'e uyarlar". Araf sûresinde
zikredilen bu cümleyi yahudi ve hıristiyanlann dinlemedikleri düşünülemez.
Özellikle Barnaba
(Havarilerden bindir) adıyla bilinen İncil'e işareî etmek isliyoruz. Onda, İsa
ve hayalı, Peygaber'in risalctİ ve sıfatlan hakkındaki Kur'anî nasslarla uyum
sağlayan nasslar bulunmaktadır. Bu İncire yöneltilen kusur ve hatalar ne olursa
olsun Kur'anî nasslar, 1400 yıl onca bir tarihe dönmesine rağmen hiç kimse
Kur'nn'dan şüphe etmez. Yahudi ve Hıristiyanların elinde bulunan Esfar'da
Peygamber <.s)'in asaletine işaret eden kesin deliller vardır.
Bugün
elde dolaşan İndilerde, Abdi'l-Kııdim Esfar'ında Peygamber (ş)'in risalen ve
sıfatlarıyla bütünüyle üyıırtı sağlayan değişik işaretler vardır. Reşjd Rıza
Menar, tefsirinin 9. cildinde bu konuyla ilgili uzun bir bölüm zikrediyor12.
İndilerden ve Ahdil-Ka-dim Esfar'ından alnıma on sekiz müjdeyi nak] etmiştir.
Oryantalistlerin zikrettiği şüpheleri tartışmış hak ve hakikati isteyenler
için ikna edici sözleri ve delilleri zikreinıisiir. Gerçekten çıkardığı
sonuçlar doğrudur, delilleri güçlüdür, şüphe uyandıranların şüphelerinin
sağlam temellere dayanmadığını belirtmektedir. . [172]
Bu sûrede Tevrat ve
İncil kelimelerinin ilk defa zikredilmesi nedeniyle diyoruz ki: Tevrat kelimesi
Tbranice olup şeriat ya da Azra seferinde geldiği gibi Musa'nın Şeriatı
anlamına gelmektedir. İncil kelimesine gelince Yunancadır. Müjiic ve müjdelemek
unla'-mına gelir.
Ayetin içeriğinde
zikredilen bu iki kelimenin. Peygamber (s) dönemindeki yahudİ ve hrisü'yanların
elinde bulunan Tevrat ve İncil okluğu ifade edilmektedir. Bu da Ktır'an'ın bu
konumda İncil ve Tevrat ile ilgilinmesinin nedenini sormaya götürmektedir.
Kur'an açıktır. Allah'ın Tevrat ve İncil'i Musa ve İsa (a)'ya indirdiğini ve
Bakara süresindeki 53. ayetinde" belirtmekledir:
"Yola gelesiniz
diye Musa'ya Kitap ve Furkaıı vermiştik." Al-i İninin süresi 3. ayeti
"Sana Kıt ah' ı gerçek ile ve kendinden öncekini doğru lavı e i o/arak
indi/di. Tevrat ve İn-ci/'i de indirmişti." Maide suresi 43 ve 47.
ayetleri: "İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni
nasıl hakem yapıyorlar, ondan sonra da (verdiğin hükümden) dönüyorlar? Onlar
iman edici değil/erdir. Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, onda yol gösterme ve
nur vardır. İslam olmuş peygamberler, onunla yahıtdilere hüküm verirlerdi,
kendilerini Allah'a adamış zahidler ve alimler de 'Allah'm Kitabı nı korumakla
görevlendirildiklerinden onunla (hüküm verirlerdi.) ve onu gözetip kollarlardı.
(Ey hakimler), insanlardan korkmayın, benden korkun ve benim ayetlerimi az bir
paraya satmayın.[173] Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte kafir/er onlardır. O (HakKitabı)nda
onlara: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalara
karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kini bunu bağışlar kısas hakkından vazgeçerse
o kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah'ın iııdirdiğiyle hükmeimezse işte
zalimler onlardır."
Bu ayetlerin, Tevrat
ve İncil'in Musa ve İsa (a)'ya indinle,'i, Rabbani teşr'İ ve Öğretileri içeren
iki KİLab olduğunu kastettiği açıktır. Bununla beraber, bugün hristiyanlanr
elinde bulunan bir tek İncil değil, dört İncil vardır. Hepsi bir biatte
toplanmış ve İsa'nır vefatından sonra Mesih'in öğrencilerinin çatışmaları hakkında
değişik kısa esfar ve risaleleri de içine almıştır. İsa (a)'nin ölümünden
sonra İneillerin yazanlar tarafından yazıldığına dair ibareleri sarihtir,
İsa'nın hayatının tercemesi olarak söylerini ve öğretilerin içermektedir.
Bazısında Allah'ın vayhi ve emirlerinin izleri bulunmaktadır. Bu İncilleı
arasında olaylar ve naşslarmda azimsanrnayacak kadar ihtilaf vardır. Mesih'in
Havarilerinden biri olan Barnaba İncili diye bilinen hırisüyanlar tarafından
kabul edilmeyen beşinci bir İncil vardır. Luka İncil'inin önsözünde, Seyyid
Mesih'i, hayattım birçok kişinir yazdığına dair sözlü ifadeler bulunmaktadır.
Başka bir deyişle kaybolan veya ortadar kaldırılan başka değişik İnciller var
demektir. Bugün yabudiler ve hristij anların kullan dığı ve Ahd-i Kadim diye
isimlendirdikleri kitabı müslümanlar başından ıberi Tevrai diye
isimlendirmektedirler. Katoliklcre göre sayısı 46 Protestanlarda sayısı 3(9
olan Ahd-Kadim birçok Esfarın bir araya getirilmiş halidir. Bu Esfar'dan dördü,
Muşaı (a)'ntn büyümesini, nübüvvetini, Mısır'da, Beni İsrail'in kıssasını,
Musa ve Firavn'un tartışmasını, Beni İsrail'in Mısır'dan çıkışını ve Ürdün'ün
doğusuna yerleşmelerini içe önektedir Ondan bazısı sadece tarihtir. Bazısı vahy
ağırlıklıdır. Bazısında ise bu, İsrailoVîUİlarıriır suretiyle karışmıştır. Bir
Sifr'de ise, ilk peygamberlerin ve yaratılışın başlangıcı, sonn ise İbrahim,
İshak, İsmail, Yakub, Esbat ve Lut kıssası bulunmaktadır. Belirgin fozelliğ ise
bazı fasıl ve bölümlerini vahy oluştursa da çoğunun tarihidir.
Tekvin Sifrindc ise
Musa (a)'nın onu rivayet etmesinde, tedvin edilmesinde y a âı yazılmasında
herhangi bir alakası olmadığı yer almaktıdır. Musa (a) dönemine döVıer dört
Sifr'de Musa (a) eliyle yazdırıldığına veya hayatta iken yazıldığına dair bir
deli yoktur. Değişik asırlarda, değişik yazarlar tarafından onun ölümünden
sonra yazılmışta..
Bu, Musa (a)'dan sonra
Beni İsraii olaylarını ve peygamberlerinin haberlerini içeren çoğu Esfar için
de söylenebilir. Çünkü ondaki çeşitli deliller, içerdiği olaylardan uzun bir müddet
sonra değişik zamanlarda değişik yazarlar tarafından yazıldığını belirtmektedir.
Bu Esfar, eîde dolaşan
değişik Esfar'ın bugün bulunmadığını ifade etmesine rağmen, elde dolaşan
Esfar'ın kaybolmuş olanlardan -eğer ihtimali varsa- nakledilmiş olduğunu da
ifade etmemektedir.
Musa'nın hayatına veya
ondan sonrakine dönen çoğu Esiar'dan olsun veya Tekvin Sifrinde olsun, birçok
mübalağa ve ayrılık bulunmakladır. İlk beş Esfar'da, Allah'a nispet edilen
ruhu biye tin in kapsamhğma ve rahmetinin büyüklüğüne ters düşen birçok sözler
bulunmaktadır. Bunun örneklerini A'la sûresinin tefsiri akışında zikretmiştik.
Bu da bizleri Allah'ın kelamının değiştirildiği, tahrif edildiği ve başka
şeylerle karıştırıldığı düşüncesine götürmektedir. Az önce zikredilen sûrenin tefsiri
akışında nass metinlerini zikrettiğimiz değişik Kur'an ayetleriyim buna dikkal
çekmiştik.
Peygamber
(s) döneminde yahudilerin elinde Tevrat adıyla bilinen Esfar'Iardan bulunduğuna
dair kesin bir bilgi yoktur. Gerçi. Muşu (a)'dan sonraki peygamberlere. Beni
İsrail'in tarihine dönen bazı Esfar'in ve ilk beş Esfar'in onların elindeki
kitapların lamamı olduğuna işaret eden karineler Kur'an'da vardır. İşte
ellerinde olan sadece bunlardır. Bugün yahudilerin, mristiyanlann kullandığı
Ahdi-Kadim Esfar'dan farklı ya da ona uyan kitapların, o zaman ellerinde
bulunduğuna dair kesin bir söz söylemeye yardımcı bir şey de yoktur. Bütün
bunlar mümkün de olabilir. Bütün bunlara şu da eklenebilir. Bugünkü Esfar'da
zikredilmeyen. Beni İsrail'in peygamberleri ve durumları hakkında Kur'an'ın
zikretmesini delil göstererek onların elinde bulunan Esfar ve levhaların kaybolduklarına
az kalsın inanacaktık. Bugün h iri .s Uyanların elinde bulunan ve İncil diye
adlananın bu kullanılan İndilerin aynısı ve ekleri ya da bazısı ya da başkası
olduğuna dair yardımcı bir bilgiyi kesin olarak söylemek mümkün değildir.
Kur'an'da bazı karineler bazısınj'n ellerinde olduğuna delalet etmektedir.
Kur'an'daki karineler asrımıza ulaşmayan levhaları ve Esfar'ın ellerinde
olduğuna dalalet etliğine de uyarmak gerekir. Bugün kullanılan Tncillcr'dc İsa
(a) beşikte iken konuştuğu, havarilerin gökten hazır bir sofrayı İsa (a)'dan
indirmesini istediği kıssanın varlığı da zikredilmemekledir. Bunlar Kur'an'da
zikredilmiştir. . [174]
Ayetler zincirinde iki ayet var ki, bir yandan
silsilenin konusuyla bağlamışız gibi görünürken, diğer taraftan onun
ayellcriyle uyumludur. Bu iki ayel 146
ve 147'dir. 145. ayfctîc kullanılan
nıuhatab zamirinin, Peygamber (s)'e ve Kur'an dinleyenlere dönme ih-ymali
vardır. 157 ve 158. ayetler gibi bu iki ayetle açıklayıcı olarak gelmesi
Kur'an'f dinleyenler için bir korkutma ilgisini getirmiştir. Yeryüzünde haksız
yere büyüklük taslayanlar için, Allah'ın ayetlerine karşı büyüklerime,
yalanlama, azgınlaşma, inatlaşma, fesatçılık tavırları takınanlar için bu
korkutma o ikisinden çok şiddetlidir. Çünkü onlar hakkı apaçık görürler ama
itiraf etmezler, dosdoğru yolu açık olarak görürler ancak onda yürümeyi istemezler.
Sonra da azgınlık ve sapıklık yolunda bilerek ve kasıtlı olarak yürürler.
Korkutma Arap kafirlerinden özellikle Önder olanlara yönelik olsa da, ibareyi
serbest bırakırsak bu sıfatlarla sıfatlanan, bu tavırları koyan herkesi, her
çağ ve yerde kapsadığım söyleyebiliriz. Böylece iki ayel Kur'an'ın beliğ, edebi
telkininden kaynaklanmıştır.
İki ayetin içeriğinden
ilkinde varid olan "sc esri/u an ayali" ibaresiyle, Allah'ın, O'-nun
ayetlerine hidayet ermemeleri için insanlara kapıyı kapattığı anlamını
taşımamaktadır. Çünkü O, ayetleri indirdi ki insanlar ayetlerini düşünsünler
onunla hidayet bulsunlar. Oysa O, sapıkların, büyüklencnlcrin kınama
noktasındadır. Bakara sûresinin 26. ve 27. ayetinde zikredilen "venıa
yudillıı bihi ille' I [âsikin" ibaresi gibidir.
"Allah,
bir sivrisineği hatta onun da üstünde olan (ondan daha zayıf bir varlığı) misal
vermekten inanmaz. Mü'minler onun, Rablcrindcn (gelen) bir gerçek okluğunu bilirler.
İnkar edenler ise: "Allah, bu misal/e ne demek istedi?" derler.
(Allah), onunla bir çoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir.
Onunla sadece sapıkları saptırır. Onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra
Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Alkili'ıu birleştirilmesini emrettiği şeyi
(îman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yervüzüude bozgunculuk yaparlar; işte
ziyana uğrayanlar onlardır." Ya da İbrahim süresindeki 27. ayette
zikredilen "Allah zalimleri saptırır" ibaresine benzer: "Allah
mil'mırıl'eri'•; dünya hayatında da, alürette de sağlam sözle sabit kılar.
Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar." . [175]
Silsilede Beni İsrail'in bazı önderlerini
Allah sarsıntıyla yakalaması noktasında 155. ayetle bu ibare geldi. "Bu
(iş), senin imtihanından başka bir şev değildir. Onunla dilediğini
saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin." Bazıları[176]
onda, Allah'ın insanları kurtulamayacakları yerlere koyarak sonra onları
yakalar ve cezalandırır ifadesinin olduğunu sanırlar. Çoğu münasebetlerde
tekrarlanan şu şiir beytini zikrederler.
Elicri kolları bağlı
onu suya attı ve O'na dedi:
Sakın ha sakın
ıslanmayasm.
Sapıklık ve hidayetin
insanların üzerine ezelden Allah'ın takdiri olduğuna dair zan-larına bunu delil
getirmeye alışmışlardır. Bununla ilgili hikmet eksikliğinden geçtiğimiz
bölümlerde ikna edici bîr yorum getirmiştik. Allah'ı kendi hikmetini bozmaya ve
bos lezlerle uğraşmaktan da tenzih etmiştik. Bu ibarenin buradaki konumu için
ise diyoruz ki: Onda biraz dikkatli düşünülürse sonuçta yerinde olmayan bir
şüphe ortaya çıkar, ilk ünce o, özel bir durumda Musa (a)'nın sözünü hikaye
etmekledir. Kur'an'ın direkt bir beyanı değildir. İkinci olarak, "senin
imtihanın1' ibaresinin anlamı: ayartmak. Kaptırmak değil, imtihan ve denemedir.
Allah insanların imanlarım bazı sorumluluklarla, düşüncelerle, işlerle imtihan
etmektedir. Kimin imanı ve ahlakı zayıf ve sabırsız ise ayartilif ve sapıtır.
Kim de güçlü ise hidayet üzere kalmaya devam eder. Az önce zikrettiğimiz ibrahim
ve Bakara sûrelerindeki ayetlerde bu anlamı ima edilmiştir. İbare Musa'nın
diliyle bu anlamda zikredilir. Allah'ın kelamını dinleyen Beni İsrail'den bir
grup tamahkarlığından Musa'ya, bize Allah'ı açıktan göster dedi. Bunu Bakara
sûresinin 55. ayeti zikretmektedir. "Bir zamanda: Ey Musa, biz Allah'ı
açıkça görmedikçe sana inanmayız" demiştiniz de derhal sizi yıldır/m
gürültüsü yakalamıştı: siz de bunu görüyordunuz". Bizim açıklamasını
yaptığımız A'raf süresindeki ayel ise onları bir sarsıntının yakaladığını
zikretmiştir. Bakara sûresinde ise yi Idmm olarak zikredildi. Her iki ifade de
bir çelişki yoktur. Çünkü onlar Rabbani imtihan karşısında zaaflarını
göstermişler, İstek ve tamah karlıkların da sının aştığını bilmişlerdir.
Özellikle bu ibarenin
zikredildiği ayette herhangi bir şüphe ve karışıklık yok. Çünkü ayet rabbani
bir karan içermiştir. O da, Mrşeye yeten rahmetini, Allah'ın ayetlerine i-man
edenler, zekatı verenler ve muttaki ol.anlar için yazacak olmasıdır. Bunun
anlamı şudur; hidayet ve dalalet, insanların seçimleri, karakterleri ve
yapıp-etliklerine göre sün-netullah çerçevesinde cereyan eder. Bunda,
insanların kazançları, seçimleri ve mizaçlarına göre Allah'ın sünneti sapıklık
ve hidayete uygulandığı saklıdır.
Bütün
bunların yanında 142. ayette Musa (a,Vın Allah'ı görme isteği ve Allah'ın ona
cevabının zikri vardı. Kelam alimlerinin ve rnÖfe ssirlerin kitaplarında
Allah'ı görme veya görememesi konusunda çok fazla bahisler bulunmaktadır.
Kıyamet sûresi tefsiri akışında bu konuyla ilgili yeterli yorumu yapmıştık.
Burada yeniden tekrarlamaya ve eklemeye gerek yoktur. . [177]
163- Onlara,
limanın kıyısında'[178]'
bulunan kent (halkın)m durumunu sor. Hani onlar Cumartesi'ne saygısızlık edip
haddi aşıyorlardı'[179].
Çünkü Cumartesi (tatil) yaptıkları gün değişik balıkları'[180]
açıktan ve çok akın akın'[181]
gelirdi. Cumartesi (tatil) yapmadıkları gün[182]'
balıkları gelmezdi. Biz onları yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk'[183]'.
164-
İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helak edeceği, yahut şiddetli[184]'
bir şekilde azab edeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi.
Dediler ki: "Rabbinize ma'zeret {beyan edebilmek} için, bir de belki
sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)".
165- Ne
zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten
menedenleri kurtardık; zulmedenleri de, fasık olmalarından dolayı şiddetli bir
azab ile yakaladık.
166-
Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylere isyan edince[185]'
onlara: "Aşağılık'[186]'
maymunlar olun!" dedik.
167- Rabbİn,
"Elbette ta Kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak
kimseler gönderecektir!" diye bildirmişti'[187]'.
Doğrusu Rabbin çabuk ceza verendir ve O, çok bağfşlayan, çok esirgeyendir.
168- Onları
yeryüzünde topluluklara ayırdık. Onlardan ki-mi salih kimselerdi, kimi de
alçak! Belki dönerler diye onları iyiliklerle de, kötülüklerle de denedik.
169- Onların
ardından, yerlerine geçip Kitab'a vâris olan birtakım insanlar geldi ki, onlar,
şu alçak fani dünyanın menfaatini'[188]'
alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" diyorlar. Kendilerine
benzer bir menfaat daha gelse onuda alırlar. Peki Allah hakkında, gerçekten
başkasını, söylememe hususunda kendilerinden Kİtab (mİsakı) alınmamış mıydı?
Ve onun içindekilerin! okuyup![189]'
öğrenmediler mi? Ahİret yurdu muttakiler için daha hayırlıdır. Düşünmüyor
musunuz?
170- Onlar ki,
Kİtab'a sımsıkı sarılırlar[190] ve
namazı ikame ederler; elbette biz, ıslah edenlerin ecrini zayi etmeyiz.
171- Bir
zaman da üzerlerine dağı yerinde söküp'[191]'
bir gölge gibi'[192]'
kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı'[193]':
"Size verdiğim (Kitab)ı kuvvetle tutun ve içinde olanı hatır-layOp yap)ın
ki (azabımızdan) korunasınız!" (demiştik).
İşte
bu, Beni İsrail kıssalarının üçüncü ve son halkasıdır. Musa'dan (a) sonra
bazılarının sapmalarına kısa bir değiniyi içerdi. Onların Cumartesi yasağını
delmek için geliştirdikleri karşı hilelerini ve içlerinden bazı salihler
tarafından uyarılmalarını, bundun vazgeçmemelerini, bu nedenle Allah'ın onları
cezalandırmasını onları aşağılık maymunlar yapmasını, kötülükten
yasaklayanları kurtarmasını zikreder. Buna rağmen onların, isyan etmeleri,
dünya metama ve değerlerine bağlanmaları, bu uğurda Allah'ın Ki-tab'ını ve
dinlerini satmalarım içerir. Oysa onlar Turu Sina'daki dağı üstlerinde bir gölge
yaptığı zaman verdikleri sözü bozmuşlardı. Allah da onları yeryüzünde
dağıtması, onlara Kıyamet gününe kadar kötü azabı taddıracak kimseleri
göndereceğine dair kendi adına yemin etti. Bunu onlara bir cezalandırma olarak
verirken Allah'ın Kitab'ına sımsıkı sarılmaya ve sözünde durmaya devam
edenlerin ecrini zayi eimeyeceğini vurguladı. . [194]
Bizim ölçü olarak
aldığımız mushaf ta halkanın çoğu yani 163'den 170'e kadar ayetlerin medeni
olduğu rivayet edilir. İçeriği ve üslubu, yahudiler hakkındaki çoğu Medeni
ayetlere benzemesi rivayetin doğruluğunu desteklemektedir. Babalar ile çocukların
ahlakını ve bozgunculuklarını arasında bağlantı kurdu. Onlar hakkında Medeni
ayetlerin anlatımı bu şekildedir.
Görülüyor
ki ayetler konuyla ilgili apaçık bir hikmetten dolayı Mekki bir silsilenin
içine konulmuştur. Bu hikmetin şahidlerinden biri de, Beni İsrail'den bir
grubun Allah'ın kelamını değiştirmesi ve Allah'ın onların üzerine gökten bir
azabı, zulümlerine, sapmalarına, cinayetlerine karşılık göndermesini içeren
ayetten sonra gelmesidir. . [195]
Bugün kullanılan
Ahdi-Kadim Esfar'inda Cumartesi olayı zikredilmemiştir. Ancak bu, Peygamber (s)
dönemindeki yahudiierin elinde bulunan ve zamanla yok olmuş esfar ve kitablarda
zikredilmediği anlamını taşımaz. Ayetin ibaresi kuvvetle ifade ediyor ki,
yahudilerc yönlendirilmesinin Peygamber (s)'c emredildiği soru isbat edici bir
üslupla geldi. Üslup, sorunun, sanki olayı bilen, ondan sorumlu olan, onu
zikreden birisine yönlendirildiğine delalet etmektedir.
Bakara sûresi 65.
ayetinde bu şöyle geldi: "İçinizden Cumartesi günü (avlanma ya-sağı)nı
çiğneyenleri, elbette bilmişsinizdir; iste onlara: 'Aşağılık maymunlar olun!'
dedik". Bu Peygamber (s)'Ic aynı çağda yaşamış yahudiierin, olayları ve
ona yapılan rivayetleri bildiklerini pekiştirmektedir. Nisa sûresi 47. ayeti
de bunu zikretmektedir. "Ey Kitah verilenler, biz bazı yüzleri, silip
arkalarına döndürmeden, ya da Cumartesi adamlarım lanetlediğimiz gibi onları
da lanetlemeden önce. yanımızdakini doğrulayıcı ola-rak indirdiğimiz (Kur'an)a
inanın. Allah'ın buyruğu yapılır."
Bu ayet de konuyu
tekid etmekledir. Bakara ve Nisa ayetleri de özellikle Beni İsrail hakkındaki
silsiledendir, Maidc sûresinde de, yahudilere saldırıda biraz daha şiddeili
olarak onların domuzlara benzediği zikredilir. İşte Maide sûresi 60. ayeti
"De ki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim
mi? Allah kim(ler)e lanet ve gazah etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve
Tağut'a tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan
daha çok sapmışlardır."
Şekil değiştirmenin
mahiyeti hakkında müfessirlcrin görüşleri değişiklir. Onlardan bazıları, bunun
fiili olarak gerçekleşiiğini söylerken, bazıları İse bu ibarenin mecazi olduğu,
Allah'ın onlara olan öfkesini tanımlamayı amaçladığı görüşündedirler. Çünkü
ayetler, onların, vicdan ve ahlâk noktasında vardıkları çöküşü anlatmaktadır.[196]
Büyük tabiin müfessirî olan Mücahid'den bazıları naklederek şöyle demiştir,
"'onların şekilleri değişmedi oysa kalpleri değişti ve maymunları temsil
ettiler"[197].
Kullanılan üslupta da
bu tc'vİle yardımcı olmaktadır. Bazı insanlar bazılarını domuz ve maymuna
benzetmektedirler. Onları kötü sıfatlarla tanımlamak, kötü adet ve ahlâka
nisbet etmek istedikleri zaman kullandıkları bir metoddu. Burada
"kıredeten" (maymunlar) kelimesinin ve Maide süresindeki ayette
"rianâzîr" (domuzlar) kelimesinin zikredilmesi, Nisa süresindeki
ayette Cumartesi ashabına lanel edilmekle yetınılmesi, Mücahid'den rivayet
edilen görüşte tc'vilin doğruluğuna delildir. Bununla beraber, biz bu noktada
bazı müfessirlerin yaptığı gibi yersiz bir şekilde konuyu uzatmayı uygun bulmuyoruz.
Bunun yanında bu olayın gerçekleşmesinin Allah'ın kudreti çerçevesinden
çıkmadığını da belirtmek gerekir. O da, Kur'an'ın ilk peygamberler ve kavimleri
hak-
kında hikaye ettiği
çoğu mu'cizeler cinsindendir.
Ayetlerin özellikle
yahudiler ve onların ahlaklarına şiddetli göndermeler yapmasıyla birlikte
onlarda, tüm Kur'an kıssalarım özünde bulunan bclağallı telkinler de vardır. Allah'ın
hadlerinden ve yasaklarından kurtulmak için, yapılan hileleri çirkin görmede
vardır. Allah'ın bir görevi emrettiği veya sakıncalı şeyi yasakladığı zaman
emrettiği ve yasakladığı şeyden hilelerle kurtulmasına razı olmayacağını
açıklar. Sözleşme ve ahidler-den sıyrılmak, dini hükümler ve erkanı hususunda
özellikle mubah görmek ve hileler yapmak isteyenler için direkt ve kesin bir
cevap verilir.
Bunda
görülen çirkinlik, fasıklık, Allah'a alılan iftira tasvir edilmeye çalışddı ve
buna yeltenenlere de kesin bir korku verildi. Sonra onda, kötülükten,
fahşa'dan, Allah'ın sınırlarına düşmanlıktan yasaklayanlara müjde ve sebat etme
ve teşvik vardır. Bu mütta-kilerin görevidir. Allah bunu yapanlar için kurtuluş
ve başarıyı garantilemektedir. . [198]
Ayetlerin kapsamında
başka bir telkin daha bulunmaktadır, O da, Allah'ın kendi nefsine yemin ederek,
yahudiler üzerine Kıyamete kadar en kötü azabı tattıracak kimseleri göndermesidir.
Bu da onların, dini, içtimai, ahlâki sapıklıklara dalmaları, günahlar
işlemeleri, prensipleri, nasihatları bozmaları, geçici dünya hayatına
"dalmaları, dinlerini ve kitaplarını dünyevi menfaatler karşılığı
satmaları sebebi iledir.
Bunda
da müslümanlar için bir nasihat ve hatırlatma vardır. İbret ve sakınmalar için
davet vardır. Bunun yanında ayetler, yahudiierin içinde bulunduğu yeryüzündeki
dağınık durumlarını, zillet ve perişanlıklarını, dağıldıkları yerlerde
horlanmalarını da kesin bir şekilde ortaya koydu. Bu; Allah'ın, onlar için
verdiği abiddeki mucizesinin kanıtıdır. Filistin hususunda günümüzde gelişen
olaylar ve emperyalist tâğutların yardımıyla kazandıkları başarılar ne olursa
olsun, babalardan çocuklara geçen en belirgin mirasları, kötü ahlâkları
nedeniyle insanlara saldırmaları, onlardan uzaklaşmaları ve onlara öfke ve
gazap etmeleri her yerde genel bir kaide olmuştur. Bütün bu görüntüler,
yeryüzünde Kıyamete kadar dağınık kalmaya devam ettikleri sürece Allah'ın
ahdini ve misakını doğrulayıcı bir nitelikledir. Onların Filistin'de
kazandıkları başarılara gelince, Allah'ın onlar üzerindeki ahdini
uygulayacağına yakinen inanıyoruz. Belki bu müslümanlar için bir imtihandır.
Onlar gelecekte eli boş, ziyana uğramış olarak geri döneceklerdir. . [199]
"Onlar ki, kitaba
sımsıkı sarılırlar ve namazı ikame ederler: cihette biz. İslah edenlerin
ecrini zayi etmeyiz". Beni İsrail kıssalar silsilesinin sonu olarak gelen
bu ayet, ya istisna konumundadır ya da Allah'ın kitabına ve tavsiyelerine
sımsıkı sarılan bir gruba dikkat çekmek içindir. Veyahutta Allah'ın kitabına ve
tavsiyelerine sımsıkı sarılan, O'-na ibadetin hakkını ödeyen, dünya çıkarları,
boş amaçlan için yoldan sapmayan herkesi öven bir tamamlama niteliğindedir. Her
iki durumu birlikte içermesinde de bir sakınca yoktur.
Kur'an, yahudilcre,
İslam davasına karşı komplolar düzenlemeleri, dini ve ahlâki sapmaları
nedeniyle şiddetli tenkitler içermekledir. Çünkü onlar yanlarında bulunan, bu
yolda bildikleri gerçekleri, müjdeleri inkâr ediyorlar ya da gizliyorlardı.
Sonra da açıklanacağı gibi dünyevi çıkarlarının tehlikeye girmesi korkusuyla,
nefret ve azgınlıkları nedeniyle bunu yapmaktaydılar. Bundan hemen sonra dini
ve ahlâki alanda dosdoğru olmaya devam eden grup için övücü istisnalar
gelmektedir. Örnek olarak Al-i İmran sûresinin 110. ayetinde geldiği gibi
"Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği
emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kik/b ehli,
inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan inananlar da
var. ama çokları /asıklardır." Ve Maide suresinin 113. ve315. ayetleri:
"Ama hepsi bir değildir. Kitah Ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup
Allah'm ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar,
Al/alı'a ve ahiret gününe iman ederler. iyiliği emreder, kötülükten
men'ederler, hayır işlerine koşarlar, işte onlar salihievdendir." Ve Maide
sûresinin 199. ayeti: "Kitab ehlinden Öyleleri var ki, Allah'a"
inanırlar, size indirilene ve kendilerine, indirilene inanırlar; Allah'a karşı
saygılıdırlar; Allah'm ayetlerini az bir pahaya satmazlar. Onların da Rableri
katında ödülleri vardır/ Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir." Maide
sûresinin 13. ayeti: "Sözleri bozdukları için onları lanetledik ve kalbîerini
katüaştırdık. Kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay
almayı umuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün.
Yine de onları affet, aldırma, Çünkü Allah güzel davrananları sever." Ve
aynı sûrenin 66. ayeti: "Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rab'lerinden
kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde (ki
ağaçların meyvelerinde)/! ve ayak/arının altın(daki ürünlerjden yerlerdi.
İçlerinde (ileri geri gitmeyen) adaletli (ılımlı) bir ümmet var, ama onlardan
çoğu, ne kötü işler yapıyorlar?"
Muhsinlcrin
iyiliklerini kaydetmede, onları Övmede Kür'an'in güzel ruhu bu beyanlarla
açığa çıkmakladır. Kur'an'm övücü beyanlarının, onların azınlığını kapsadığını
burada belirtmek yerinde olacaktır. Oysa onların büyük çoğunluğu ve başlarında
keşişleri ve ruhbanları bulunmak üzere haktan sapmışlar, komplo ve tuzak
kurmaya dalmışlardı. Bunu, bu ayetlerin bir kısmı ve Medeni ayetlerin bölümleri
ifade etmektedir. Halkı bu durum bazılarını cibt ve tâğuta, Mekke liderlerine
nifak olsun diye iman ettiklerini açıklamaya kadar götürmüştü. Ve onların Hz.
Muhammcd'den ve ashabından dalıa doğru yolda olduklarını söylediler. İste Nisa
sûresinin 51. ve 52. ayetleri bunu
anlatmakladır. "Kendilerine Kitab'dan bir pay verilen/eri görmedin mi?
(Baksana onlar) pullara ve tâ-guta inanıyorlar ve inkâr edenler için; 'Bunlar,
iman edenlerden daha doğru yoldadır.' diyorlar. İşte onlar, Allah'ın
lanetlediği insanlardır. Allah, kimi lanetlerse arlık onun için hiçbir yardımcı
bulamazsın."
Ne
olursa olsun bizim açıklamasını yaptığımız ayet, Allah'ın kitabına ve
tavsiyelerine sımsıkı sarılanları, O'na ibadetle hakkını verenleri Övgüyle
anmaktadır. Allah'ın onların ecirlerini zayi etmeyeceğine dair müjde ve güven
vermektedir. Bunda Kıyamete kadar kalıcı etkili bir telkini içermektedir. . [200]
Genel olarak dikkati
çeken, Musa, Firavun ve Beni İsrail kıssalarının diğer kıssalardan daha fazla
ayrıntı içerdiğidir. Bu sadece burada değil, diğer sûrelerde de aynı şekildedir.
Bütün bunların yanında, Musa, Fir'avun ve Beni israil kıssalarının genel bir şekilde
diğer kıssalardan daha çok ayrıntıyla geldiğine dikkat edilmelidir. Bu, sadece
bu sûrede değil bilakis diğer sûrelerde de böyledir.
Bize göre bunun
hikmeti, İsrailoğullarfnm diğer ilk kavimlerin helak olduğu gibi helak
olmayışlanndadır. Onların din ve dünya işlerinde büyük yankıları vardır ve Arap
yarımadasına bağlanan ülkelerle sınırlı değildir ve devamlılığını sürdürmüştür.
Onlardan büyük bir topluluk Hicaz ülkelerinde yaşamıştır. Bütün bunlara şu da
eklenebilir: Musa, Firavun ve Beni İsrail olayları, Ahdil-Kadim Esfar'ında
birçok ayrıntısıyla mevcuttur. Bunun sonucu olarak başka kavimlerin ve
peygamberlerinin kıssalarından daha geniş çapta kullanılmıştır.
Ayetlerin
indiriliş hikmeti Musa, Firavun ve Beni İsrail kıssaları sadedindeki haki-kal
ve olaylara uygunluk arzetmektedir. . [201]
172- Rabbin,
Ademoğullarından, onların beilerinden zür-riyetlerini almış ve: Ben sîzin
Rabbîniz değil miyim? diye onları kendilerine şahit tutmuştu.[202]
"Evet (buna) şahidiz!"dediler. Kıyamet günü "Biz bundan
habersizdik!" demeyesiniz.
173- Yahut:
"(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah'a) ortak koştu, biz de onlardan
sonra gelen bir nesil olduğumuz için öyle yaptık. (Gerçekleri) iptal edenlerin
yaptıkları yüzünden bizi helak mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (sizin
Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şahit tutmuştuk).
174- İşte
biz, ayetleri böyle açıklıyoruz, artık herhalde döner (yola gelirjler.
Bu ve bundan sonraki
bölümün, Önceki kıssa silsilesini tamamlamak için geldiği görülmektedir; 94 ve
102. ayetlerin gelişi gibi... Her iki durum siyakla bağlantılıdır. Delil
getirmeyi kınamayı, korkulmayı yoğunlaştırmak amacıyla kıssaları tamamlamak
için Kur'anî dizelerin alışılmış üslubu budur.
Ayetler
insanlar için bir Özü kapsamaktadır. Ki, müşrik ve günahkarlar cezalandırıldıkları
zaman O'na karşı bir hüccetleri olmasın, Allah rububiyetini itiraf için
onlardan ahid aldı, kendilerine bunu şahid kıldı ki, biz hudud ve görevleri
bilmiyorduk demesinler. Babalarımız baülda olan müşriklerdi, onların dinini,
geleneklerini, batıllarını kabul ettik ve onların yolunu takip ettik.
İşlemediğimiz bir işten dolayı cezalandırılmamız, helak edilmemiz gerekmez.
Biz onu miras aldık ve bu bizim için kaçınılmazdı da demesinler diye...
Ayetler ibret almaya davet etmekle bitti. Allah ayetleri ayrıntılarıyla
açıklar, umulur ki insanlar vazgeçerler ve geri dönerler, hak ve hidayet
yolunda yürürler. . [203]
Müfessirlcr
"Rabbin, Ademoğulları'ndan, onların bellerinden zürriyetlerini almış"
ayeti hakkında görüşler belirtmişlerdir. Bunlardan bazıları, Allah Adem'in
belinden bütün zürriyetini fiilen çıkardı, onlara hilap etti ve kendi
rububiyetini itiraf etmeleri için onlardan söz aldı şeklinde düşünmüşlerdir. Bu
konuyla ilgili merfu ve mevkuf değişik hadisler zikrettiler. Onları zikretmeyi
uygun görmedik[204].
Bazılan ise, ibarenin,
her ruhun bedene girmeden Önceki insanların ruhları demek olduğunu söylerler.
Başkaları da "şehidnâ" (şahid oiduk) İbaresinin, Adcın zürriyetinin
O'nun rububiyetini itiraf etmelerine ve bu nedenle onlata ahd verilmesine şahid
olan meleklerin sözü olduğunu ileri sürmüşlerdir[205].
Ayetin ibaresi ise
bize görüldüğü şekliyle bu sözlere mahal bırakmıyor. Adem burada zikredilmedi,
oysa Ademoğulları ibaresi yer aldı. Ademoğulları da kesilmeden devam
etmekledir. Bu nesilden bir nesil, kabileden bir kabile değillerdir. Zürriycl
kavramı, geçmiş ve gelen topluluğu kapsamamaktadır. Buna şu da eklenebilir; bu
görüşler ilk ayetin ve ondan sonra gelen iki ayetin ibareleriyle de uyum
sağlamakladır. Çünkü her neslin yada nesilden her ferdin atalarına ya da geçmiş
nesillerine ve başka nesle bakmaksızın Allah'ın rububiyetini itiraf etmesinin
farz oluşunu ifade etmektedir. Zemahşe-rî ayetlerin tevilinde ibarenin hayal
etme ve örnek verme babından olduğunu söylemiştir. Anlam ise, Allah onlara
rububiyetinin ve vahdaniyetinin delillerini gösterince, onlara verilmiş
akılları ve basiretleri buna şahid oldu, dalalet ile hidayet arasındaki ayrımı
yaptı. Sanki O; onları buna nefislerine şahit kıldı. Onlara şöyle dedi:
"Ben sizin Rab-biniz değil miyim?" Sanki onlar şöyle dediler:
"Evet, sen Rabbimizsin kendi nefsimize şahid olduk ve vahdaniyetini ikrar
etlik". Allah Teala'nın ve Rasuiünün sözlerinde ve Arapların sözlerinde
örnek verme sanatı geniş olarak kullanılmıştır. "Eğer bir şeyin olmasını
istersek ona "Ol" deriz, o da oluverir" ayeti de bunun gibidir.
Bilinen o ki. burada söz yoktur; ancak anlamı tasvir etmek, temsil etmek
babından gelmiştir. Bu söz ve çıkarımda yönlendirme apaçıktır. Özellikle siyak,
babaların üzerinde olduğu duruma delil getirerek, isyan ve inkâr edenleri
dinleyen kafirleri kınamak noktasındadır.
Seyyid Rcşid Rrza'nın
ve Seyyid Rasimi'nin, ayetlerin tefsiri akışında çok uzun açıklamaları
bulunmakladır[206]. Bunun sonucunda bu
te'viliri benzeri bir tev'ili içermektedir. O iki müfessir ve başkaları bu
konuda meşhur bir nebevi hadisi zikrederler: "Her doğan çocuk fıtrat
üzerine doğar. Anne-babası (yahudilerse) onu yahudileştirirler ve (hırîstiyantarsa)
onu hıristiyanlaştmrlar"[207]. Bu
sözle dikkatlerin şuna çekilmek istendiğini söylerler: O onları tevhid fıtratı
üzerine yaratmıştır, herhangi bir özür ve delille O -nun yolundan sapmak
hakkında kimseden özür kabul etmez.
Ayetler
ataların yolunda yürümekten sakındırmaktadır. Onların sapıklıkları, beyinsizlikleri,
doğru olandan gaflet içinde olmaları, delilleri tercih edememeleri, seçim ve
düşüncede akıllarını kullanmamaları konusunda sakındırırken, öğütü güçlü,
telkini devamlı ve etkili tutmuştur. Geçen değişik münasebetlerde bu telkin
tekrarlanmıştı. Eski ananelerin fosilleştiği ve bu noktada akh engellediği için
onlara uymayı kınayan, daha güzel, doğru ve salih olanı eski ve yeniliğine
bakmadan almaya teşvik eden Kıır'an'ın. cahiliyyc için büyük bir tehlike
oluşturduğu doğrudur. . [208]
175- Onlara su adamın haberini de oku: Kendisine
ayelle-rimizi verdik de, onlardan (inkâr ederek) sıyrıldı, çıktı; şeytan onu
peşine taktı, böylece azgınlardan oldu.[209]
176- Dileseydik, elbette onu o ayetlerle
yükseltirdik, fakat o, çöküşü, yücelmeye tercih etti ve hevesinin peşine düştü.
Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer:[210]
Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu'bıraksan da dilini sarkıtıp solur,
işte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, befki
düşünür, öğüt alırlar.
177-
Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine de zulmeden topluluğun durumu no
kötüdür![211]
Ayetler
öncesi ile bağlantılıdır. Kıssa silsilesinde geçen bölümdeki gibi eleştiriler
devam etmektedir. Ayetlerde telkin, nasihat, kınama ve korkutma yoğun bir
şekilde bulunmaktadır. Peygamber (s)'cT insanlara düşünmeleri ve vazgeçmeleri
için kıssaları anlatmasını da emretmektedir. Onunla, geçen bölüm arasında
benzerlik vardır. Açıkça görüldüğü gibi geçen bölüm, Allah'ın insanlara belki
geri dönerler diye ayetlerini tafsilatlı olarak açıkladığını ortaya koymuştur. . [212]
Ayetlerde Allah'ın
ayetlerini kendisine verdiği, ancak Allah'ın kalında makamını yüceltmek için
bunun hakkını yerine getirmeyen bir şahsın haberi bulunmaktadır. Çünkü o
çöküşü kabullenip heva ve hevesine tâbi oldu, dünya hayatına ve şehvetine
daldı. Solumaktan bıkmayan köpek gibi yemeğinin ve içeceğinin arkasında
yeryüzünde koşmaya başladı. Ayetler bundan sonra, bu örneğin, Allah'ın
ayetlerini yalanlayarak kendilerine zulmeden kimselerin Örneği gibi olduğuna
dikkat çekmiştir. Peygamber (s)'e bu kıssayı insanlara ibret almaları,
düşünmeleri için anlatması emredilin ektedir.
Ayetlerin kastettiği
şahsın adı hakkında müfessirlerin rivayetleri çoktur. Rivayet edilir ki, bu
şahıs, kendini İbrahim (a)'in dininden sanan, muvahhid olan, şair Ümeyye bin
Salat'tır. Peygamber (s) gönderildiği zaman, onun nübüvvetle şereflenmesini kıskandı
ve inkâr etti. Onun, İbrahim (a)'in dini üzere olan rahip Ebu Amir olduğu da
rivayet edilir. O da Peygamber (s)'i kıskandı. Hıristiyan oldu. Onunla
savaşmaya and içli. Münafıklarla birlikle komplolar kurdu. Onun kim olduğu
hakkında muhtelif rivayetler bulunmakla beraber adının Bel'am okluğu rivayet
edilir. Rivayetlerden biri de, Muabi-ierin, Ken'anilerin peygamberlerinden ya
da kahinlennden biri olan Belam bin Baura olduğudur. Oranın kralı kendisine,
İsrailoğulları Mısır'dan Musa (a) komutanlığında çıkıp ülkesine geldikleri
zaman onlara lanet etmesini emreiti. Allah, onları lanetlemek yerine
kutlamalarını vahyetti. Kral onu sıkıştırınca ülkenin kızlarının Beni İsrail'in
oğlanlarına musallat ettirilmesini ve zina yapmalarını, BaHe tapilmasına
işaret edince o da bunu emrederek yaptı, İşte bu ayet, "Allah'ın
ayetlerini (inkar edip) sıyrıldı, çıktı" şeklinde nitelendirilen şeydir.
İşte Bclam'ın kıssası, Ahdil-Kadim Esfar'mda el-Aded Sİf-rinde mevcuttur. Bu
sifr (bolüm) îsrailoğuliarı'nın delikanlılarının Medyen ve Muab kızlarıyla
zinaya daldıklarını, Bale taparak sapıttıklarını zikretmektedir. Fakat bunun
Belam'm görüşü olduğunu zikretmez.
Herhâlükârda ayelin
şahıs hakkında ayrıntıya girmeden işaret etmekle yetinmesi Kur'an'ı dinleyenler
taralından ilmiyle, Allah'ın kilablarına olan vukufiyeti ile bilinen bir şahıs
olduğunu ilham etmektedir. O hak ve hidayet yolundan bozuk mizacm, şeytani
vesvesenin, dünya hayatının meta ve şehvetinin etkisiyle sapıtmıştır. Böylece
ayetlerin, öğüt, hatırlatma ve ibret verme amacı gerçekleşmiştir.
Görünen o ki, ayetler
kafirlerden çok bilgili, zeki ve dahi kişileri özel bir şekilde kınamayı
hedeflemiştir. Çünkü onlar, Peygamber (s)'in davetindeki doğruluğu, yüceliği,
ruhaniyeti, hakkı kolayca idrak edebilirler. Buna rağmen inatçı ve büyüklenici
tavırlarında, heva ve heveslerinde kasıtlı olarak ısrar etmişlerdir. Belki de
bunda, onların davete karşı tavırlarının sebebi ve Peygamber (s)ne.
müslümanlara da lesclli vardır.
Bu sınıf o zaman
vardı. İlk mü'minler topluluğundan bazıları onlardan idi. Kur'an onlara değişik
vesilelerle işaret etti. Bilerek ve niyetleri ile heva ve heveslerini ilahlar
edindiklerini de tanımladı. Casiye sûresi 23. ayelindc geldiği gibi; "Heva
ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağım ve
kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi
ona Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterecek, düşünmüyor musunuz?" Furkan
sûresi 43. ayeti; "Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun
üstüne sen mi bekçi olacaksın? Bu sınıftan bir grııb Allah'ın kendilerinden bir
uyarıcı göndermesini, ona tâbi olmayı yol göstermesi ile hidayet bulmalarını
temenni ediyorlardı. Sonra kibirlendiler ve sözlerinde durmadılar.
Büyüklenmeleri ve kötü hileleri buna engel oldu". Fatır sûresi 42. ve 43.
ayetlerinde geldiği gibi: "Andolsun 'eğer kendilerine bir uyarıcı
(peygamber) gelirse, her bir toplumdan daha çok doğru yolda olacaklar' diye
(yeminlerinin bütün gücüyle) Allah'a yemin ettiler. Fakat kendilerine uyarıcı
gelince, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkı sağlamadı. Yeryüzünde
büyüklük taslama (kırını) ve kötü tnzak(lar) kurma(/arını artırdı). Kötü tuzak,
ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar?
Allah'ın yasasında bir değişine bulamazsın; Allah'ın yasasında bir sapma
bulamazsın", Bu sınıflan Peygambere (s) söylediklerinin aynısını istersek
söyleriz diye meydan okuyanlar da bulunmaktadır. Enfal sûresi 31. ayetindeki
vurgu da bu açıdan Önemlidir. "Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman
"işittik" derler, istesek biz de bunun gibisini söyleriz. Bu evvelkilerin
masallarından başka bir şey değildir".
Örnek vermekten
maksat, niyetin ve kalbin sağlam olması, hidayete ermede doğru isteğin
bulunmasıdır. Bu işin özüdür. Eğer niyet kötü, mizaç bozuk ise ve nefis, alçak
istek ve rağbetlere yöneliyorsa, heva ve hevese, isteklere boyun eğiyorsa ne
kadar ilmî bilgiye sahip olursa olsun fayda etmez. Sözkonusu olumsuz sıfatlara
haiz bir kimse, eğer yüce makama dair bir ilim verilmemişsc, ilmiyle yükselmesi
mümkün değildir. İlim, nasihat ve ibret ona fayda vermeksizin geri kalır,
çöküntüye uğrar.
Örnekte korkunç
azarlama ve kınamayla Kıyamete kadar etkili bir telkin vardır. Çünkü bu, çoğu
toplumlarda tekrarlanan güçlü bir tablodur. Bu telkin; akıllı, bilgili, ancak
heva ve heveslerinde düşük olan bir grubu kınama veya onları aldanmadan
sakındırma, veyahutta toplumdaki kötü sıfatlan çirkin gösterme şeklinde
olabilir.
"Dileseydik
elbette onu o ayet/er/e yüceltirdik" cümlesinde. Allah'ın dilemesiyle
adamın yücelmesinden çok, yeryüzünün meta ve şehvetine dalmasına,
azgınlaşmasına dikkal çekiliyor. Çünkü ayette başka bir cümle, şeytanın
vesvesesine boyun eğerek heva ve hevesine uyan, azgınlaşan bir adamın hali
anlatılıyor. Bu nedenle kişiye Allah'ın zulmetmediği, ancak kişinin kendi
nefsine zulmeden bir konuma düşebileceği ortaya çıkmaktadır.
İbarenin
tevilinde bizce başka bir boyut daha vardır. O da, Allah'ın ona verdiği ayetlerle
yüceltmesine muktedir olduğudur. Fakat Allah onu kendi seçimine ve kabiliyetine
bırakmıştır. Bu da onu. bozuk mizacına ve kötü niyetine uygun şeye yönelmesine
götürmüştür. İsra sûresinin 84. ayeti bunu ortaya koymaktadır. "De ki:
'Herkes kendi karakterine göre hareket eder, Rabbimiz kimin en doğru yolda
olduğunu daha iyi bilir." Ze-mahşeri bunu şöyle tevil eder: Allah şöyle
buyurmak istedi: Eğer adam ayetlerle amel etseydi, onu inkâr etmeseydi, onu
onunla yükseltirdik. Reşid Rıza ise şöyle tevil eder: "Eğer Allah onu
yüceltmek isteseydi onun için hidayet yollarını açardı ve onda yürümeye
zorlardı; fakat bunu yapmadı. Çünkü bu koyduğu sünnetine terstir". Taberi
ise onu şöyle tevil etti: "Allah şöyle diyor: Eğer dileseydik onunla inkâr
etmesi arasına engel koyardık ve makamı yücelirdi. Fakal biz onu, kendi
seçimine bıraktık". Elimizdeki başka tefsir kitaplarında bu tevillere
muhalefet edeni görmedik. Bunun doğruluğu açıktır. . [213]
178- Allah
kimi hidayet ederse, işte yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte ziyana
uğrayanlar onlardır.
179-
Andolsun, cehennem içinde birçok insan ve cin ya-rattıkt[214] ki
kalbieri var, fakat onlarla anlamazlar, gözleri var, fakat onlarla görmezler;
kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta
daha da sapık... Ve işte gafiller onlardır!
180- En
güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na onlarla d-ua edin ve O'nun isimleri
hakkında eğriliğe sapanları'[215] bırakın,
onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
Bu bölüm de siyakla
bağlantılıdır. Kendinden öncekini tamamlayıcı olarak geldi: Önceki ayetlerde
olduğu gibi Peygamber (s)'e ve mü'minlcre teselli verdi, sebat etmelerini
istedi. Allah kimi hidayet ederse doğru yolu bulur ve kurtulur, kimi de
saptınrsa hüsrana uğramıştır. İnsanlardan, cinlerden çokları kalplerinden,
gözlerinden, kulaklarından hakkı ve hidayeti görmek, düşünmek için
faydalanmıyorlar. Onlar bu ikisinden gafildirler. Onlar hayvanlar gibidirler.
Bilakis daha aşağı bir durumdadırlar. Allah'ın en güzel, en şerefli isimleri
vardır. Peygambere ve iman edenlere düşen, o isimlerle dua etmeleridir.
O'nun isimleri
hakkında sapan ve doğru ile yanlışı birbirine katanlara, karıştıran ve iftira
atanlara aldırmamalılar. Onları O'na bırakmalılar. Çünkü yaptıklarının cezasını
vermeye O kefildir.
"Allah kimi
hidayet ederse, işte yolu bulan odur. Kimi de saptınrsa, işte ziyana uğrayanlar
onlardır' ayetinde, Allah'ın insanlara hidayet ve sapıklığı icbar etliği
şüphesi vehmedilebilir. Ancak ayetteki "onlar ziyana uğrayanlardır"
cümlesi ve sonra gelen ayet, bu şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Çünkü ayetten,
Allah'ın insana seçme, ayırdel-mc gücü ve akıl verdiğini ve insanın kanunla
hidayei veya dalalet yolunu seçebileceğini anlıyoruz. Allah'ın yolunu seçenler
hidayet bulanlardır, dalaleti seçenler ise hüsrana uğrayanlardır.
Buna binaen Allah'ın
hikmeti, uhrevi dirilişin, hesabın, sevabın, cezanın olmasını gerektirdi. Ateş
ashabı, ahlâkları bozuk, niyetleri kötü, heva ve hevese, alçak isteklere boyun
eğen kimselerdir. Hakkı anlamada kalplerini, O'nun işaretlerini görmede gözlerini;
korkutmalarını dinlemede kulaklarını kullanmayan insanlardır. Böylece hayvanlar
gibi, bilakis onlardan daha aşağılık kimseler durumuna düştüler. Çünkü hayvanlar
içgü-düleriyle hareket ederler, kendilerine faydalı olan şeyleri bırakmazlar,
zararlı olanları da kabullenmezler.
Ayetlerin içeriğinden
ve ruhundan ilhanı edilen bu açıklama, geçen değişik örneklerdeki muhkem
ayetlerce de desteklenmektedir. Örneğin Bakara sûresi 26-27. ayetleri verilebilir.
"Allah bir sivrisineği, hatta onun da üstünde olanı misal vermekten
utanmaz. İnananlar onun, Rablcrinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler.
İnkâr edenler ise; 'Allah, bu misalle ne demek istedi?' derler. (Allah), onunla
bir çoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla sadece
fasıkları saptırır. Onlar ki söz verip bağlandıktan sonra Allah'a, verdikleri
sözü bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve
yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte ziyana uğrayanlar onlardır."
Reşit
Rıza'nın bu ayetle ilgili tefsirin akışındaki doğru ve yönlendirici yorumu şerhimizin
sonucu ile uyumludur. Elimizde bulunan tefsir kitaplarında bu sonuçla ilgili
çe-iişkili birşey yoktur. . [216]
Bütün
bunların yanında "O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları..."
cümlesiyle kastedilen şu olabilir: Müşrikler ortak koştuklarına
"Rahman", "Rab", "İlah", "Uzza"
"aziz" ve başka isim ve sıfatlar verirlerdi. Oysa bütün bunlar sadece
alemlerin rabbi Allah'a mahsustur. Ayet bu konuyu yerli yerine oturtmuştur.
Çünkü güzel isimler ve kâmil sıfatlar herşeyin Rabbi ve herşeyin yaratıcısı
olan Allah'a layıktır. Oysa '"esmau'I hüsna" ibaresi en güzel isimler
anlamını ifade etmektedir. Müslümanlar Allah'ın isimlerini 99 isim ve sıfatta
sınırlamaya alışmışlardır. Bunlar, Kur'an'da zikredilen Allah'ın İsimlerinden
ve sıfatlarından olduğu İçin bu ibareyle adlandırılarak ıstılah (terim) haline
gelmiştir. . [217]
181- Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka
götüren ve hak ile çalışan[218]'
bir ümmet vardır.
182- Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç
bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız'[219]'.
183- Onlara mühlet veriyorum. Çünkü benim tuzağım
sağlamdır'[220]'.
184- Düşünmediler mi ki, arkadaşları[221]'
Muhammed de hiçbir delilik'[222]'
yoktur, o apaçık bir uyarıcıdır.
185-
Evren'in, yerin meiekûtuna-[223] ve
Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bak(ıp İbret
al)madılar mı? Peki bun(a inanmadık)tan sonra hangi söze inanacaklar?
186- Allah
kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren olmaz. Ve bırakın onları,
azgınlıkları içinde bocalayıp dursunlar.'[224]'.
Bu bölüm de önceki
seyrin devamıdır. Ayetler, önceki ayetleri özel bir tarzda takip imiş ve
içeriğindeki tatmin etme. .sağlamlaştırma, kınama gibi konulan ic'kid için
doğ-fcdan, peşisira gelmişlerdir. Ayetlerin uyan. kınama, tatmin etme yönleri
kuvvetlidir.
Bütün insanlar
cehennemden nasibini ahin. gaflette olan, yalanlayan, sapıtan ve az-Inlaşan
kimseler değildir. Onlardan bazıları hakka çağırırlar, onunla hidayet bulurlar
ve kınla çalışırlar. Allah'ın ayetlerini yalanlayanların içinde bulundukları
nimetlerden ve lyetlcrden böbürlenmemeleri gerekir. Çünkü bu bir imtihandır,
bir mühlet vermektir, Hrici olarak almaktır. Bilsinler ki, Allah'ın azabı ve
öfkesi kesin ve şiddetlidir. Onlara İşen, tutum, düşünce ve duydukları üzerinde
düşünmede acele etmemeleri, iyice tartmalarıdır. O zaman Allah'ın ayetlerinden
onlara tebliğ eden korkutucu ve sakındınci Peygamber (s)'i gördükleri zaman,
onun deli olmadığını anlayabilirler. Allah'ın büyük evreni üzerinde ve
yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeleri daha evlâdır. Böylece Allah'ın bütün
bunları boşu boşuna yaratmadığını göreceklerdir. Ve yine onların, kesin
öleceklerini hatırlamaları kendileri için daha iyidir. Çünkü Ölüm onlara çok
yakın olabilir.
Onlara bunu tebliğ
eden Peygambere iman etmedikleri zaman, inanacakları başka bir söz ve tebliğci
yoktur. Belki zamanı ve fırsatı kaçırarak pişman olabilirler. Ancak son
pişmanlık fayda vermez. Bu korkutmadan sonra, hidayete karşı dalâleti seçen ve
onda ısrar eden kimsenin durumu, Allah'ın dalâletine ve azgınlığına terkettiği
kişinin durumu gibi olur. Ta ki, Allah'ın onun için hazırladığı korkunç sona
müstehak olsun.
Geçen bölümlerde
söylediklerimizi bu bölümde de söylüyoruz. Ayetlerin İçeriği, özellikle de
düşünce ve tetkike, iman ve hidayet kabiliyetine göndermede bulunması son
ayetin içeriğinden doğabilecek şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Üç bölümün açıklaması
esnasında söylediklerimiz buradaki yorumu doğrulamaktadır.
Bu bölüm diğerleri
gibi Kıyamete kadar geçerliliği sürecek bir telkini içermektedir. Bu telkinde
hakka davet edenlere, onunla amel edenlere atıflar ve vurgular vardır. Ayrıca
azgınlığa dalmayı, hakka karşı büyüklenmeyi, sonuçlara aldırmayıp buna
düşenleri görmemeyi kınama da sözkonusudur.
Bunların
yanısıra 184. ayetin içeriği ve üslubuna göre de Peygamber (s) hakkındaki
delilik suçlamalarının nefyi, kafirlerin töhmetlerine cevap vermek için değildir.
Bu sadece, uyarmak, davanın doğruluğu ve ciddiyetini pekiştirmek İçindir. . [225]
187- Sana
(Kıyamet) saat(in)clen'[226]
soruyorlar: Gelip çat-ması[227] ne
zaman diye. De ki: "Onun bilgisi, ancak Rabbi-min yanındadır. Onu tam
zamanında açığa çıkaracak'[228] olan,
yalnız O'dur. O, göklere de, yere de ağır gelmiştir'[229]
O size ansızın
gelecektir." Sanki sen, onu biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar'[230]. De
ki: "Onun bilgisi, Allah'ın yanındadır. Fakat insanların çoğu
bilmezler."
188- De ki:
"Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar
verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır (mal ve
mülk) edinirdim. Bana kötülük dokunmamıştır. Ben sadece inanan bir kavim için
bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."
İlk ayet, Kıyametin kopacağı
vakit hakkında Peygamber (s)'e sorulan soruların hikayesini içerdi. Bu konuda
ısrarlı isteklerini dile getirdi. Onun ilminin sadece Allah'a ait olduğunu ilan
etmesini emretti. İlminde onun için belirli bir vakii tayin etli ki, bu vakti
kendisinden başka kimse bilemez. O insanlara aniden gelecektir. Göklerde ve
yerde o-nun gelmesiyle korkunç musibetler, büyük olaylar ve korkular
gerçekleşecektir. İkinci ayet, Peygamber (s)'e gaybı bilmediğini, kendisi için
bir fayda veya zarar meydana getirmeye gücünün olmadığını (Allah'ın dilemesi
dışında) ilan etmesini emretti. Eğer o-nun durumu bundan başka olsaydı,
kendinden zararı defederdi, kendisi için çok hayırlar işlerdi. Fakat o, iman ve
hidayeti isteyenler için, korkutucu ve müjdeci olmaktan başka bir şey değildir.
Görünen o ki,
Kıyametin kopacağı vakit hakkında onların sorularına Allah'ın peygambere,
insanlara ilan etmesini emrcüiği cevabın devamı ikinci ayettir.
İki ayetin, ayrı ayn
inmiş olma ihtimali varsa da, konunun bağlamından ayrı olmadıkları görülmekledir.
İki ayet, sanki müstakil ayn birer bölüm gibi başladı. Geçen ayetler insanları
ahiretle, mükafatıyla ve cezasıyla korkutmuştu. İnsanlar Peygamber'c onun vakti
hakkında sormaya başlayınca ayetler buna cevap olarak indirildi.
Soranların
kim oldukları hakkında bir rivayet yoktur. Müi'essirlcrin tahminleri yahu-diler
ve Araplar arasında gidip gelmektedir. İbni Kesir, onlar Araplara benzemektedirler,
demiştir. Çünkü ayetler Mekki'dir. İşte bu daha doğru ve daha tercihe şayandır.
Çünkü yahudüerin Peygamber'le ilişkileri ve ona sorular yöneltmeleri Medine
döneminde olmuştur. . [231]
Bu soru ilk defa
burada geçmekle beraber, daha sonra çokça tekrarlanmaktadır. Yine Kıyamet günü,
hesabı ve olayları ile korkutma da birçok defa geçmektedir. Hatta, Kur'an'da
değişik üsluplarla en fazla tekrarlanan konu budur. Çünkü konu, davetin,
korkutma ve müjdelemenin en temel dayanağıdır. Tabii olarak onun hakkındaki
soru tekrarlanacaktır. Genel olarak soru, Arap kafirlerinden gelmektedir.
Sorularının üslubu çoğu zaman inkarcı, alaycı ve meydan okuyucu bir özellik
taşır. Yunus sûresi 48. ayetinde geldiği gibi "Doğru iseniz, bu bizi
tehdit ettiğiniz azap ne zaman? diyorlar" Aynı sigayla Enbiya sûresi 38.
ayetinde, Nemi sûresi 71. ayetinde soru tekrarlanmıştır. Çünkü onlar Kıyamet
gününe inanmıyorlar, onunla korkulma ve müjdelemeyi alay konusu ediyorlardı. Bu
bazı ayetlerde zikredildi. Buna benzerleri ise, Mü'minun sûresi 82-83.
ayetlerinde; "Öldüğümüz toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman, biz mi d
iri İtileceğiz? dediler. Andolsun bu tehdit bize de bizden önce atalarımıza da
yapıldı. Bu. evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir." Hud
sûresi 7. ayetinde görülür: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. O
zaman arşı su üzerinde idi. (Bu, kâinatı yarattı) ki, hanginizin daha güzel iş
yaptığınızı denesin. Böyle iken yine sen: 'Öldükten sonra diriltileceksiniz!'
desen, inkâr edenler, mutlaka: 'Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir'
derler."
Ancak ilk ayetin ve
oradaki sorunun üslubu bu cümleden değildir. Bu soru, gerçekten bilmek ve
öğrenmek isteyen kimsenin sorusu gibidir. Halta akıllara, soruyu soranın
kafirlerden olmadığı düşüncesi gelmektedir. Ayette verilen cevap ile, soru soranların
zi-hinlerindeki Hz. Peygamber'in gaybı ve Kıyamet saatini bildiği anlayışı
izale edilmekledir. Ayette, kesin, güçlü bir üslupla, peygamberlerin kendisine
vahyedilen herşeyi tebliğ etmedeki samimiyeti ortaya konmaktadır.
Bu cümleden olarak o,
diğer insanlar gibi bir beşerdir. Diğer insanlara zarar dokunduğu gibi ona da
dokunur. O da diğer insanlar gibi maddi imkanlardan mahrum kalabilir. Allah'ın
dilemesi dışında kendisi İçin fayda ve zarar meydana getiremez. O sadece öğüt
almak, iman etmek ve hidayete ermek isteyenler için bir uyarıcı ve
korkutucudur. Bu imaj çeşitli üslup ve vesilelerle tekrar edilmiştir.
Bazı
miifcssirler[232] ayelicrin tefsiri
sırasında dünyanın ömrüne, Kıyamet alametlerine değinirler. Değişik hadisler ve
sözler rivayet ederler. Ancak ne bu konumun, ne makamın, ne de ayetlerin böyle
mânâları taşıyabileceğini sanmıyoruz. Üzerinde durmaya gerek yoktur. Kıyametin
durumu, imanı gerektiren, Kur'an ve hadislerin tespit ettiği yerde
fazlalaştirmadan/genişletmeden durmayı gerektiren gaybi durumlardandır. . [233]
189- O'dur
ki sizi bir tek nefisten yarattı, gönlü ısınsın diye ondan eşini var etti:
Eşini sarıp Örtünce"[234]
(esivle birleşince) eşi, hafif bir yük (hamileliğin ilk merhalesi) yüklendi[235],
onu gezdirdi. (Yükü) ağırlaşırca'[236]'
(ikinci hamilelik merha-lesi) ikisi beraber Rableri Allah'a dua ettiler. Eğer
bize sa-lih, güzel bir çocuk verirsen elbette sükreclenlerden olu-ruz!
(dediler).
190-Fakat
(Allah) onlara Salih, güzel bir çocuk verince, kendilerine verdiği şeyde
Allah'a ortaklar koşmaya başladılar. Allah ise onların ortak koştukları
şeylerden yücedir.
191- Hiçbir
şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri (Allah'a) ortak mı koşuyorlar?
192- (O
pullar}, ne onlara bir yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler?
193- Onları
doğru yola çağirsanız size uymazlar. Ha onları çağırmışsınız, ha susmuşsunuz,
sîzin için birdir.
194-
Allah'tan başka yal vardıklarınız da sizler gibi kullardır[237],
(Onların tanrı olduğu iddianızda) doğru İseniz, çağırın onları da size cevap
versinler.
195- Onların
yürüyecekleri ayakları, tutacakları elleri mi var, yoksa görecek gözleri mi
var; yahut İşitecekleri kulakları mı var? De ki: "(Allah'a) ortak
koştuklarınızı çağırın, sonra bana işkence yapın'[238]
haydi (elinizden geliyorsa) mühlet vermeyin bana!"[239]
196- Benim
velim, kitabı indiren Allah'tır. O, salihleri yönetir (korur).-
197- O'ndan
başka yaivardikiarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine
yardım edebilirler.
198- Onları
hidayete çağirsanız, işitmezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar
görmezler.
Ayetler dinleyenlerin
dikkatini çekmeye devam ediyor. Onda Allah'ın nimetlerini inkâr edenleri,
ahidlerini bozanları, O'na ortak koşanları kınama vardır. Allah'dan başka
edinilen ortakların konumlarını hafife alma, aşağılama sözkonusudur. Çünkü
onlar ne kendilerine ve ne de onlara yardım etmeye, bir şey yaratmaya,
dinlemeye, görmeye muktedir değillerdir. Engellemelerine ve alay etmelerine
meydan okudu. Peygambcr'İn (s) diliyle onun velisinin, kitabı indiren ve her
salih mü'minin velisi olan Allah olduğunu İlan etti. Ayetlerin ibareleri
açıktır. Üslubu etkili, susturucu ve güçlüdür. Öyle ki müşriklerin, dua,
ibadet, yönelme ve şükürde, kâinattaki herhangi birşeyi Allah'a es koşmalarına
yol açacak herhangi bir hüccet ve mantık bırakmadı. Şirk koştukları .şeylerin
hayrı onlara celbetmede, şerri onlardan defetmede, zorluk anlarında onlara
yardım etmedeki düşüncelerini ortadan kaldırdı. Onları susturma şekli, güçlü ve
Özel bir tarzdır. Bu da, ilk ayetin, Allah'ın kâinatın düzenleyicisi, onların
rızıklandırıcısı, onların yaratıcısı olduğunu itiraf etmelerini içermesi
nedeniyledir. Korkunç bir meydan okuyuşu, vurucu bir azarlamayı içermesi de
susturmanın gücünü artırmaktadır. Allah ile birlikle ortak koştukları şeyler
de, Allah'ın diğer yarattıkları gibidirler; herhangi bir şeyi yaratmaktan
acizdirler. Herhangi bir acil durumda kendilerini bile himaye etmekten de acizdirler.
Nerede kaldı ki, kendilerini ortak edinenlere yardım etsinler...
Ayetlerin, meydan
okuyan, çarpıcı, güçîü üslubu da Peygamber (s)'in ve müslümarj-ların
nefislerinde güven ve sükunet duygusunu yaratır. Çünkü o, tartıştığı hasmına
karşı üstün bir tavır koyan, güçlü ve kendinden emin bir üsluptur. Ayetlerin de
bunu amaçladığı görülmekledir.
Ayetlerin ortak
koşulanlar konusunda içerdiği tanımlamadan anlaşılan odur ki. söz-konusu olan,
Arapların cansız putlarıdır. Araplar onları gök tanrıları için. Özellikle de
melekler için simgeler ediniyorlardı ve daha sonra da yanlarında ayinler
yapıyorlar, onlara kurbanlar sunuyorlardı. (Necm sûresi tefsirinde açıklandığı
gibi) onların, iyilikleri celbetme ve kötülükleri uzaklaştırmada doğrudan bir
etkiye sahip olduklarına inanıyorlardı. İşte burada ayetlerin içerdiği güçlü
azarlamanın etkisi görülmektedir.
Bazı müfessirlcr[240] ilk
ayetin, Özellikle Adem ve Havva hakkında olduğunu zikrederler. O ikisi
çocuklarına Abdurrahman, Abdullah vs. adlan koyuyorlar ve onlar yaşamıyorlardı.
Şeytan onlara Abdulharis ve benzeri isimleri vermelerini süslü gösterdi. Bunu
yapınca da çocukların yaşadığını anlatan bir rivayeti zikrederler.
Ayetlerin içeriği,
özellikle de birincinin sonucu üzere gelen ikinci ayet göstermektedir ki,
mânâyı Adem ve Havva'ya has kılmak anlamsızdır. Çünkü bu durum şirk ve inkârı
o ikisine nispet etmeyi gerektirir. Bunu da hiç kimseye söylememiştir. Birinci
ve ikinci ayetler, müşriklerin Allah'ın nimetini inkâr edip. O'nun en güzel
yaratıcı olmasını itiraf etmelerine rağmen, O'ndan başkalarına yönelmelerini
örneklendirme amacındadır. Birden çok müfessir ayetleri. Peygamber (s)
dönemindeki müşriklere atfederler. Bu doğrudur. Onlar, müşriklerin
zürriyellcrinden Allah'a ortaklar koştuklarına işaret etliler. Yani
çocuklarına, taptıklarının adını koyuyorlardı. Örneğin Abdullai, Abdulmcnai.
Ab-duluzza, Abduyagus, Abduvedd... vs. Bunun doğru ve geçerli olma ihtimalinin
yanışını bizce süzkonusu işaret daha kapsamlıdır. Aynı zamanda bu. onların
inançlarını boşa çıkarmak demektir. Çünkü ortak koştukları akrabalarından
olması ve kendilerine nimet ve mutluluk için verilen çocuklar olmasından dolayı
inançları saçma ve değersizdir. Şükürde, duada ve yönelmede Allah'ın yanında
ortaklar koşmaları nedeniyle bu kınamaya layıktırlar.
Zikredilenlere
şu da eklenebilir. Ayette kadın ve erkeğin yaşamda, sorumluluklarında,
bedensel ve akli karakterinde eşit olma prensibine gönderme yapılmaktadır.
Allah o ikisini bir nefisten yaratmıştır. Onlardan herbirini diğerine eş
yapmıştır. Biri olmadan diğeri tamamlananı az. Aralarındaki fark, neslin devamı
görevinden kaynaklanmaktadır. En'am sûresi 98. ayeti bu anlamı daha çok
açıklıyor: "Odur ki, sizi bir tek nefisten inşa etti. Sizin için bir kalış
ve bir emanet olarak konuluş yeri ve süresi vardır. Gerçekten biz, anlayan bir
toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık." Leyi sûresi tefsirinde "erkeği
ve dişiyi yaradana andohun" ayetine istinaden şunu zikretmiştik. Kur'an,
erkek ile kadın arasında sorumlulukta, herbirinin çalışması sonucu alacağı
karşılıkta eşitlik prensibini koyar. Kur'an'da, kadın ile erkeğin dünyevi,
dini, uhrevi sorumluluk ve kabiliyetlerde eşit kılınması sabittir. Bunun
tespiti Mekki ve Medeni sûrelerde, değişik üslublar-fa çok kez tekrarlanmıştır.
Hatta bunun Kur'an'ın muhkem prensiplerinden biri olduğunu söylemek doğru
olur. Medeni ayetlerde, kadının şehadetinin yarım oluşunun, kocanın bir derece
daha efdal olmasının, erkeğin kadın üzerinde kavvametinin. (üsiünlüğü) bu
prensibi ortadan kaldırma gibi bir durumu yoktur. Onu yeri gelince
açıklayacağız. Kur'an'ın, sorumluluk yükleme ve sonuçlarına katlanmada
kadtn-crkek arasında eşitliği öngördüğü, şüphe götürmeyecek kadar açıktır. . [241]
199- Affi [242]
(mallarından sadaka için olanı, insanların Özür dilemelerini, onlara kolaylık
ve müsamaha etmeyi) al, ör-fü[243]
(her hayrı, salahı, mubahı ve İhsanı ve bunun altına gireni) emret, cahillere[244] (uyanlara,
İnkarcılara, beyinsizlere) aldırış etme.
200- Ne zaman şeytandan bir kötü vesvese [245]
seni dürtük-lerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir.
201-
Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen kötü bir düşünce'[246],
günah ve vesvese dokunduğu zaman (Allah'ın sevap ve cezasını) hatırlarlar,
hemen (gerçeği) görürler.
202- Cahil
kardeşleri'[247] ise onları azgınlığa
çekerler, hiç yakalarını bırakmazlar.
Bölümdeki hitap yakın
muhataba yöneliktir. İlk ayetin içeriği, onun peygambere yönelik olduğuna
delalet çimektedir. Bazı öğretileri, uyarmaları, kınamaları içerir. Geçen siyak
ile açıklan bağlantılı olmadığı görülmektedir. Neredeyse müstakil bir bölüm
gibidir. Bununla beraber konu akışının içeriğinden uzak ya da farklı,
çelişkili bir konuşma yoktur. Kur'an'ın indirilip hikmeti gereği, geçen bölümün
hemen ardından telkin geldi ki, Peygamber (s) içeriğine uygun harekete geçsin.
Ya da Peygamber (s)'in nefsini rahatsız eden bir şeyle ilgili olarak,
veyahutta geçen bölümün inişi ardından etkilenmesi ile indirilmiş olabilir.
Nitekim ayetler aynı bağlamda dizilmiştir. Müfessirler ise onun nüzı lü ile
ilgili herhangi bir münasebeti rivayet etmezler.
Birinci ayet Peygamber
{s)'c, insanları bağışlamasını, özürlerini kabul etmesini, katı ve müsamahasız
olmamasını farz kılmıştır. İçinde hayır ve doğru olan her şeyi reddet1 miş
cahillerin cehaletini, taşkınlıklarını dikkale almamasını, onlardan yüz
çevirmesini istemiştir. Onlardan gelecek kötülüklere aldırış etmemesini
emretmiştir.İkinci ayette, ona Allah'a dönmesini, şeytanın vesveselerinden bir
vesvese, fısıltılarından bir fısıltı ife ona dokunmak isterse Allah'a
sığınmasını tenbih etîi. Üçüncü ve dördüncü ayetlere gelince, muttaki
mü'minlcri övmeyi, kâfirleri, cahilleri kınamayı içermektedir.
Peygamber
(s)'in İlk ayet inince şöyle dediğini Taberi rivayet eder: ''Ey Rabbim, nasıl
gazapla olur?" Ondan sonra iki ayet indi. . [248]
Durum
ne olursa olsun ayetlerde aynı anda, davranışsal, psikolojik, sebat veren,
uyaran, kınayan ve Kıyamete kadar kalıcı güzel telkinler bulunmaktadır. Bunlar,
davet esnasında ortaya çıkan bazı durum ve işlerin düzenlenmesi için
gerekmiştir. Ki her müslüman için, özellikle ıslah ve davet hareketlerinde
Önderliğe getirilenler için telkin. feyz ve ilham kaynağı olsun. Çünkü onlar,
görevlerinin karakteri gereği, insanların değişik sınıfları ile ilişkiye
gireceklerdir. Çoğu tavırlarla, sahnelerle, durumlarla, infiallerle karşı
karşıya geldiklerinde, ilk ayetin içerdiği etkili, hikmetli plan ile üçüncü ve
dördüncü ayetin güçlü telkini gibi cevap vermeleri gerekecektir. Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar ve O'nun rızasını isleyenler -Peygambcr'i ve onun
dişındakileri içine alır. Çünkü siga burada geneldir- hemen Öfkelerini
gizlemeye alışırlar. Şeytanın (ışıltılarından, nefsin vesveselerinden,
heyecanlarından dolayı yanlışa düşmek üzere oldukları anda dikkat ederek
kurtulurlar. Allah'a sığınırlar ki, nefisleri temizlensin. İnfialleri
sakin-leşsin, şeytanların vesveseleri kaybolsun, kendilerine bunlardan daha çok
yakışan sükunete, sinirlere hakim olmaya, acele etmemeye dönsünler. İmanlarını
kaybedenlerin, dinleri zayıf kimselerin, vesvese ve kötü düşüncelerin daima
etkisinde kaldıkları, bunun sonucu olarak da değişik sapmalara ve günahlara
daldıkları görülür. . [249]
İkinci ayette,
Peygambcr'in diğer insanlar gibi şeytanların vesveselerine maruz kala-bilirliği
hakkında kelâmi tartışmalar sözkonusudur. Bu durum O'nun ismetine bir halel
getirir mi? sorusuna yönelmek gereklidir.[250]
Bizce
ayetlerin üslubu ve sınırları bu konuyu kaldıracak boyutta değildir. İkinci
ayet, Peygamber'in nefsinde, tahrik edici olay ve durumlar karşısında
infiallerin, bunalımların olabileceğine dikkat çekme mahiyetindedir. Kur'an'ın
açıkladığı gibi, peygamber de diğer insanlar gibi bir insandır. Öyleyse
sakinlcştirilmcsi gerekir. Muhtemeldirki, hitap aslında müs[umanlaradır. Bu,
Kur'an'ın alışılmış tekrarlanan üslublarındandır. Her iki görüşe, NahJ sûresi
99. ayetinde geldiği gibi Rablerincc tevekkül edenler, iman edenler üzerinde
şeytanın otoritesinin olmadığını belirten Kur'an'ın görüşü de eklenebilir.
Hicr sûresi 40, 42. ayetlerde geldiği gibi şeytanın Allah'ın İhlaslı kulları
üzerinde vesvese verecek bir imkanı yoktur. İşte bu, muhkem Kur'an'in
kaidelerinden bir kaidedir. . [251]
İşte bütün bunların
yanında bazı müfessirler ilk ayetin, Peygamber (s)'e, kafirlerle, münafıklarla
savaşmasını ve onlara şiddetli davranmasını emreden ayetlerle neshcdildi-ğini
söylerler. Bunu yerinde bulmuyoruz. Ayet, peygambere ve müslümanlar dahil bütün
insanların gözü önüne rabbani bir plan sunmuştur. Bu plan Mekki ve Medeni değişik
ayetlerle desteklenmektedir. Örneğin Al-i îmran sûresi 104. ayeti:
"İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bîr
topluluk olsun, işte onlar başarıya erenlerdir." Nisa sûresi 63. ayeti;
"Allah onların kalplerinde alam bilir. Onlara aldırma, onlara Öğüt ver ve
onların içlerine işleyecek güzel söz söyle." Fussilet sûresi 34. ayeti:
"İyilikle kötülük bir olmaz (sen kötülüğü) en güzel şeyle sav. O zaman bir
de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir
dosttur." Isra sûresi 53. ayeti: "Kullanma söyle: En güzel sözü
söylesinler (puta tapanlara sert davrannıa-sınlar). Çünkü şeytan aralarına
girer (onları tartışmaya ve kötülüğe dürtüklel"). Doğrusu şeytan, insanın
apaçık düşmanıdır." AI-i îmran sûresi 159. ayeti "Allah'ın rahmeti
sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandm. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın,
çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için
mağfiret dile. (Yapacağın) iş(ler) hakkında onlara danış, karar verince de
Allah'a dayan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.'4 Denilebilir ki
ayet; insanların kötü ahlâklarına karşı affetmeyi, onlarla ilişkilerde
bağışlamayı, cahillerinin taşkınlıklarını görmem e zlikten gelmeyi teşvik
etmesi açısından Kur'an'in muhkem prensiplerindendir.
Bununla
savaşı, katı davranışı, şiddeti hak edenlere muamele etmek arasında bir çatışma
yoktur. Öyleyse bu ayetin neshini gerektirecek bir durum da yoktur. Taberi bu
konuda, neshine dair bir delilin olmadığını belirtmiştir. Bundan kasıt İse,
Peygamber (s) vebütün miislümanlan te'dib etmek, insanların kötü ahlâklarına karşı
affetmeyi emretmektir. . [252]
203- Onlara
bir mucize'[253] getirmediğin zaman:
"Bunu da söyieseydin ya!" derler. De ki: "Ben, Rabbimden bana
vah-yolunana uyuyorum. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen[254]
basiretler, (gönül) gözlerini açan nurlar, gerçeği ileten kanıtlandır ve
inanan[255] bir toplum için bir
hidayet ve rahmettir."
Ayette peygambere bir
mucize getirmesini teklif eden kafirlerin bazı tutumlarının hikâyesi vardır.
Taleplerine cevap Vermediği zaman, alayla ona şöyle derler: "'Senden
istediklerimizi hâlâ getirmedin mi?" Peygamber (s) onlara şöyie cevap
vermekle emro-lunmuştur. O, sadece Rabbinden vahyolunana tâbi olur. Bunun
sınırlarını aşmaz. Tebliğ ettiği şey Allah adına öne sürülen iftiralar
değildir. O sadece hakka, imana ve doğruyu yanlıştan ayırdctmeyc olan
ilgilerini tasdik etmiş olanlar için rahmet ve hidayet olacak. Allah'ın ona
vahyettiği Rabbani bir vahiydir.
Müfessirler bu ayetin
nüzulü hakkında özel bir sebebi rivayet etmemişlerdir. Bizce geçen bölümle
bağlantılıdır. Çoğul gaib zamiri bu bağlantıya delil olabilir. Çünkü o, onunla
"şeytanların kardeşleri" ifadesini zikreden son ayet arasında bir
bağlaç durumundadır. Ayette anlatılan "onu getirme şeydin ya"
şeklindeki alaycı tavırlarının, peygamberin infialini harekete geçirmiş olması
uzak değildir.
Ayetin
içeriği kâfirlerin olağandışı bir mucize istemediklerini, Kur'anî ayet islediklerini
ilham ettirmektedir. İsteklerine cevap verilmeyince onlara şöyle denildi.
Şüphesiz onun tebliğ ettiği, Allah tarafından indirilmiş bir vahiydir, Ona
vahyedildiği zaman tebliğ eder. Buna rağmen İftira attılar ve tahrik ettiler.
Ayet böylece kâfirlerin meydan okuyuş tutumlarının yeni bir form içerdiğini
göstermiştir. Bu. onlar tarafından tekrarlanmış ve onlara da aynı cevap
verilmiştir. Yunus sûresi onbeşinci ayeti bunu anlatmaktadır: "Onlara açık
açık ayetlerimiz okunduğu zaman bizimle buluşmayı ummayanlar: Bundan başka bir
Kur'an getir veya bunu değiştir derler. De ki: 'Onu kendi tarafımdan
de-ğistirefnem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şayet ben Rahbime karsı
gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım." . [256]
Peygamber
(s)'in Allah'ın emrini duyururken söylediği şey, kendisinin sadece vahyolunana
tâbi olduğudur. Kur'an, onun irticalen söylediği bir söz değildir. O teklif ve
isteğe bağlı olarak da gelmez. Tartışma ve cedelleşme için de gelmez. Oysa o,
hidayet ve imanda istekli ve niyeti doğru olan kimseler için bir rahmet, bir
hidayet, bir basirettir. Samimiyetleri hak ve hakikati ilan etmede, Allah'ın
hududuna bağlanmada ortaya çıkar. Onun risaletine ve Allah'la bağlantısına olan
imanlarının derinliği, bunlara kendilerini vermeleriye açığa çıkar. Ayette
doğru istek, iyiniyet sahiplerine güzel bir Övgü vardır. Çünkü onlar hak ve
doğruluk noktasında büyüklenmezler, bunları çarpıtmazlar, onları boyun eğerek,
kabullenerek algılarlar. . [257]
204- Kur'an
okunduğu zaman onu dinieyin ve susun ki, size rahmet edilsin.
Ayet,
Kur'an't dinleme âdabını, meclisine ihtiram edilmesini öğretme amacıyla
müslümanlara yönelik olarak gelmiştir. Müfessirler nüzul sebebiyle ilgili
birşey rivayet etmemişlerdir. Peygamber (s)'in tebliğ ettiği Kur'an, hikmet ve
durum gerektirdiği zaman, mü'minler topluluğuna hidayet ve rahmet olsun diye
Allah tarafından vahyedilir. Bu nedenle, o okunduğu zaman onu dinlemeliler ve
susmalılar. İşte, Allah'ın rahmetini istemenin yolu budur. . [258]
Ayetin içerdiği te'dib
ve ta'limin genel ve kapsamlı olduğu açıktır. Her şart ve mekânda onun izinden
yürümenin zorunluluğu vardır. Bunların aksine davranmak Allah'ın emrinden
sapmaktır. Onun yüce kitabı noktasında bir hayasızlıktır, Çünkü o bir yandan
her türlü yüceltmeye, hürmete ve ikrama layıktır. Onun ayetlerini düşünmek, hem
onlardan istifade etmek, hem de Allah'ın rahmetini hak etmek için gereklidir.
Bu da ancak güzelce dinleme ve susmayla gerçekleşir.
Ayetin
ruhundan İlham alınarak denilebilir ki, bu edebi başka bir şeyin takip etmesi
gerekir. O da, Kur'an'ı yüceltmek, saygın olmayan durum ve meclislerde onu
tenzih etmektir. Çünkü Allah'ın kelamının korunması gerekir. O, düşünme, huşu,
dinleme ve susmanın sağlanabildiği meclislerde ve durumlarda ancak okunabilir,
O'nün layık olmadığı yerlerde, yol
kenarlarında okunmamalıdır. Çünkü insanlar buralarda gidip gelirler, nor mal
işleriyle uğraşırlar ve boş şeyler konuşurlar; bu da. Kuran'm yüce edebine
zıttır. . [259]
205- Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak,
yüksek olmayan bir sesle[260]
sabah-akşam zikret, gafillerden olma!
206- Rabbinin yanında olanlar, büyüklük taslayıp[261]
O'na kulluktan geri kalmazlar, (daima) O'nu teşbih ederler ve O'na secde
ederler.
İlk ayet, Peygamberin
sabah-akşam Allah'ı zikretmeye devam etmesini emretmiştir. Huşu ile ve boyun
eğerek, heybet ve korku hissederek, gösterişsiz ve büyüklenmek-sizin bunu
sürdürmesini ve gaflet içindekilerle bulunmamasını istemiştir. İkincisinde ise
hatırlatıcı bir açıklama vardır. Allah'ın katında olanlar, O'na ibadet etmekten
büyüklenmezler. O'na secde ve teşbihlerinde devamlıdırlar.
İkinci ayette
kastolunanlar meleklerdir. Çünkü buna benzer durumlar, açıkça zikredilir
şekilde başka ayetlerde de geçmektedir. Örnek olarak Zümer sûresi 75. ayel
verilebilir: "Meleklerin de Arş'm çevresinde dönerek Rab/erini övgü ile
andıklar!m görürsün. İnsanlar arasında hak ile hükmedilmiş ve: 'Hamd alemlerin
rabbine mahsustur.' denilmiştir". Şûra sûresinin 5. ayeti:,
"Neredeyse gökler üstlerinden çatlayacak. Melekler Rahlerini hamd ile
teşbih ederler; yerdekiler için mağfiret dilerler. İyi bil ki, Allah, işte çok
bağışlayan, çok esirgeyen O'dur".
Müfessirler
iki ayetin nüzulü hakkında özel bir durum ile ilgili rivayet belirtmemişlerdir.
Anlaşılan odur ki, bu ayetler bir yandan eğitme, diğer yandan teskin etme ve güven
verme amacındadır. Peygamber (s)'c düşen, Allah'ı zikretmekten gafil
oirnamasıdır. Onunla kalpler mutmain olur. Eğer kâfirler bunu yapmaktan
büyüklcniyorlarsa, taptıkları melekler O'na boyun eğiyorlar, O'na ibadet
ediyorlar. Kesintisiz O'nu teşbih ediyorlar. Buna göre, iki ayetin öncekilerle
bağlantılı okluğu görülür. . [262]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/417.
[2] Harec Zorluk, .şüphe, darhk, sıkıntı. Bazı
müfessîrler, hu ayeti "senin göğsün O'nun tilavetiylc. insanlara tebliğ
edilmesiyle ve onları onunla uyarmanla daralmayacak" anlamında
yorumlamışlardır.
[3] Tezekkerun Öğüt almak.
[4] Beyaian"Tebyit", insanlar uykuda habersizken
gece ani baskın yapmak anlamındadır. Kelime burada anlamı gece ve onlar
uykudayken anlamına gelmektedir.
[5] Be'suna Azabımız ve belamız.
[6] Zalimin Mücrimler veya hak yoldan ayrılanlar
anlamındadır.
[7] Kailun Gündüz uykusundayken.
[8] Da uakıım Sözicri ve mazeretleri.
[9] Bi ayatina yezlimun Ayetlerimize karşı cürüm işleyip
azgınlık yapıyorlar.
[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/419-421.
[11] Meayişe Geçim vesileleri.
[12] Ma menaeke cila tescilde Bazı miifessirler
-Mena-cke" kelimesini "zorunda bırakan" anlamında yorumlamıştır.
Bu durumda anlam doğru olur.
[13] Ehbjt İn veya çık.
[14] Mine's-sağuiıı
Zelil ve hakir bırakılanlardan
[15] Febima eğveyteni"Beni neden rahmetinden yoksun
bıraktın1' denilmişlir. "Beni neden .secde etmekle imtihan etlin"
veya "beni neden helâk ettin" anlamlarına gelir denilmiştir. ';CümIc
İblis'İn sözünü hikaye ei-mektedir. İblisin inancını ortaya koymakladır"
denilmiştir.
[16] Mez'umen Kötülenmiş olarak. "Lanet"
anlamındadır denildiği gibi, "ayıp anlamına da gelir" denilmiştir.
[17] Mcdhuran
Uzaklaştırılmış ve kovulmuş.
[18] Kasemehuma O ikisine yemin etti.
[19] Biğururin Aldatarak.
[20] Dcllahuma
Sarkıttı, eğdi.
[21] Yehsifani Üst
üste yamadılar.
[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/424-425.
[23] hihasenyuvarı sev'atikum verişenAllah'ın insanlara
verdiği giyim, kuşam vesilelerine işaret etmektedir, "riş"
'kendisiyle süslenilen şey anlamındadır' denmiştir. Kanaatimize göre burada kendilerinden
elbise yapılan hayvanların îüylerine, yünlerine ve kıllarına işaret
edilmektedir.
[24] Libasut-takva Tercih edilen görüşe göre Bu kelimeyle;
takva yolu, kendisinde lakva bulunan amel ya da Allah'ın herşeyden hayırlı
olarak Kuran'da indirdiği daveti kastedilmiştir.
[25] Bkz. Şeyh Mansur Ali Nasif'in et-Taçu'l-Cami bilusul
El AhadisiY-Rasul c. 5- s. 211
[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/426-427.
[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/427-428.
[28] Elhişeten Kötü ve çirkin olan her şey anlamındadır.
İbn Ab-bas'tan rivayet edildiğine göre kelime burada "çıplak halde tavaf
gelenisinden" kinayedir.
[29] Bi'l-kıst Adalet ve hak. Bu kelime zıt anlamlan
bulunan kelimelerdendir. "Kasitin" kelimesi haktan sapanlar
anlamında da kullanılmıştır.
[30] Mescid Burada ibadet ve secde anlamında
kullanılmıştır.
[31] Ekimû vucuhekum Yüzlerinizi veya yönünüzü Allah'a
doğru yöneltin.
[32] Bkz. İbni Kesir, Bağavi, Tabersi, Hazin Tefsirleri.
[33] Bkz. "Bi'setten Önce Peygamber Dönemi ve
Toplumu" adlı kitabımızın 197 sn.
[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/429-430.
[35] Zinctekum Örtünmek ve süslenmek için giydiğiniz
giysileriniz.
[36] ZinetaUah Allah'ın dünyada vermiş olduğu giysi ve süs
vesileleri.
[37] ei-İsm Haram olan fiil, eylem.
[38] el-Bağy Zulüm
ve taşkınlık, adavet.
[39] Ma lem yunezziJ bihi sultanca Allah tarafından herhangi
bir delile, temele, desteğe dayanmayan.
[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/431-432.
[41] İftara Yalan söyledi ve uydurdu.
[42] Yenaluhıtm nasibuhum mineî-kitab Hayatta kendileri
için yazılan rızik ve fiillere erişirler.
[43] Rusulüna Meleklerden kinaye olarak kullanılmıştır.
[44] Dallu ama Burada bizden kayboldular veya bizi ihmal
etliler anlamındadır.
[45] Halet Geçti anlamındadır.
[46] Ümmetim insanlardan bir nesil.
[47] Hârekû
Biliştiler, birbirlerini idrak ettiler veya birbirlerine kavuştular.
[48] Simmü'i-hîyat): İğnenin deliği.
[49] Gavâşin Örtüler, perdeler anlamındadır.
[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/434-436.
[51] Gillin Kin.
[52] Ezzene müezzinim Birmünadi seslendi.
[53] Yesuddûne Mene diyorlar, alıkoyuyorlar.
[54] Yebğûneha ivecen Eğri-büğrü olmasını istiyorlar. Ru
cümle onların Allah'ın davetinin başarısız olmasını istemelerinden kinayedir.
[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/437.
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/437-438.
[57] Hicabım Örtü, perde, engel, sur.
[58] el-A'mf Yüksek olan her yer. Horozun ibiği de
yüksekliğinden dolayı bu isimle anıiır. Kelime burada yüksek surların uçları,
en yüksek yerleri anlamında kullanılmıştır.
[59] Simahum Ayırdedici özellikleri.
[60] Lem yedhulufıa ve hum yetmeun"Yedhuluha"
fiilindeki zamir cennet
ashabına râeidir. Cümle şu anlamdadır: '"Onlar cennetin kapısında durup,
daha girmemişlerdir Ancak girmek için can atıyorlar, girmeyi ümid ediyorlar,"
[61] Tcv'iîeha Burada getirdiği uyarının doğruluğu veya
gerçekleşmesi, ya da sonucu ve gerçeği anlamındadır.
[62] Yenzurune Bekliyorlar.
[63] Bkz. Taberı. ibni Kesir, Hazin, Tabersi Tefsirleri
[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/440-441.
[65] Yelhıbuhu Hasisen"Hasiscn" hızlı veya
peşisira anlamındadır. "Yetlııbuhu" Ona kavuşmak için onun peşinden
koşar mânasına gelir.
[66] Yuğşi' l-leyte'nc-nehare Gündüzü geceyle Örter ve
geceyi gündüze geçirir, giydirir.
[67] Tedarruan Boyun eğerek
[68] Hu/yeten Gizlice, aşikâr olmadan.
[69] el-Mu'tedin Burada haddi aşanlar anlamında
kullanılmıştır.
[70] Ekallet Taşıdı, yüklendi.
[71] Neftiden Hayır vermeyi engelleyen, faydası dokunmayan.
[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/443-444.
[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/444.
[74] Bkz. İbn-i Kesir, Bağavi, Hazin ve Reşid Riza
Tefsirleri.
[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/444-445.
[76] el-Meleu Seçkinler, yöneticiler, Kadınların
bulunmadığı erkekler topluluğu, insanların çoğu veya büyük bir kısmı gibi
mânalar da verilmiştir. Gerek burda gerek diğer yerlerde kullanılan bu ayetin
anlamından bunun bir kavmin liderleri ve ileri gelenleri anlamında olduğu
anlaşılmaktadır.
[77] Dalaletim Sapıtmak, akıl ve mantıktan uzaklaşmak
anlamındadır.
[78] 'Amin Bu kelime, A'ma'nın çoğuludur veya
"anımın" çoğuludur denilmiştir. Aralarındaki fark şudur: birincisi
gözü görmeyen ikincisi ise basireti bulunmayan anlamındadır.
[79] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/447.
[80] Sefahetıın Burada cehalet veya akim kirlenmesi
anlamında kıülanmışür.
[81] Zikrim Hatırlatmak, icbiiğ etmek, davet etmek.
[82] Alaallahi Allah'ın nimetleri.
[83] Nezere Terk ederiz
[84] Ricsun Burada Azab anlamında kullanılmıştır.
[85] Ve Kafim dabire Köklerini kuruttuk anlamındadır.
[86] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/449-450.
[87] Fezeruha Bırakın, terkedin
[88] Bevveeküm Size verdi, sizi nimetlendirdi, sizi
yerleştirdi.
[89] Atev Karşı çıktılar, isyan ettiler.
[90] Er'racfe Zelzele yada yer sarsıntısından kinaye.
"Er'reclan" hareket yada sarsıntı onlamına gelir.
[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/451-452.
[92] Müsrifim Eğrilikte ve sapkınlıkla aşırı gidenler
[93] el-Gabirin Geride kalan, helak olanlar.
[94] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/452-453.
[95] tebhasü'n nase eşyâehüm İnsanların mallarının
kıymetinden eksiltmeyin
[96] Lâtek'udû bi külli sıratın tü'iddûne ve tesuaûnc an
scbiiiUâhi men âmene bihi ve temğuneha ı'vecâ); İşkenceyle tehdit ederek
insanları imandan çevirmek ve inananları Allah'ın yolundan alıkoymak için
yollarda oturmayın.
[97] Rabbena iffalı beynena ve beyne kavmına bi'lhak Ya
rabbi, bizimle kavmimiz arasında hakla hükmet.
[98] Keenlem yeğnevfiha Sanki orada oturmamışlar
[99] Fekeyfe Âsâ Nasıl üzrülürüfrt.
[100] Bkz. İbni Kesir, Bağavİ, Tabersi. Kurlubi Tefsirleri.
[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/455-456.
[102] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/456-458.
[103] el-Karye Kur'an'da şehir anlamında geçmektedir. Karye
ve çoğulu kura bıırda bilâd (ülke) ve ehl-i bilâd (ülke halkı) anlamındadır.
[104] Yedder'afın Boyun eğsin, yalvaranlar.
[105] Afev Mat ve kuvvet olarak geliştiler, çoğaldılar ve
arttılar.
[106] Ed'darra'ü ve's sevrâ Sıkıntıya .sokan ve sevindiren
şey ya da şiddetli bir durum ve ferahlık.
[107] Eveiem yehdi Buradaki hidayet açığa çıkma
anlamındadır. Hidayet olmadı mı yani açığa çıkmadı mı ya da "Allah'ın
kudreti, onları Allah'ın onları helak etmeye kadir olduğunun apaçık olduğuna
inandırmadı mı" anlamındadır.
[108] Netbau alâ kulubihim Kainlerini mühürleri/'.. Anlamı;
zihinlerini kaparız, günahları dolayısıyla kalplerini katilaştmnz, böylece ne
duyarlar ne de idrak ederler.
[109] Fasihin Fisk, isyan ve başkaldırma anlamındadır.
[110] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/460-461.
[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/461.
[112] Bkz. Menar Tefsirinde A'raf 156-157. ayetleri.
[113] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/462.
[114] Fezalemû hihâ Ondan inhiraf ettiler (saptılar) ya da
ona baş-kaldırdılar.
[115] Hakîkim a/â cila ekûle akil/ahi ille'lhak Allah üzerine yalnızca hakkı (gerçeği)
söylemek bana yakışır ya da bana vaciptir.
[116] Nezea yedehü Elini çıkardı.
[117] Erc'h İrca kelimesinde gelir yani mühlet ver.
[118] Haşirin Getirenler, toplayanlar
[119] İsterhebühum Onlarda korku ve dehşet uyandırdı.
[120] Ye'fekün Yalan söylüyorlar (kizb) ve uyduruyorlar
(tezvir).
[121] Tclkafü Ağzına alıp yutuyor.
[122] Mekrıuı mekertumuh Tasarladığınız (iedbir ettiğiniz)
oyun, hile (keyd).
[123] Leekta'anne eydiyeküm ve crciilckünı min hilafın Buna
benzer yerlerde "hilaf' tabiri çapraz kesme anlamında kullanılır, sağ el
kesilirse buna mukabil sol ayak kesilir.
[124] Vema tenkumü minna Bize kinlcnmiyor ve kızmıyorsun
[125] BVs sinin Kıtlık ve kuraklıkla
[126] Yettayyeru Kötümser olurlar
[127] Tairûhûm Uğursuzlukları, kötülükleri (şemaat) Meşakkat
(nahs)lerinin nedenleri.
[128] el-Kummel Kanatsız çekirge ya da küçük kene
[129] er-Riczü A/ah ve bela.
[130] Yenküsün
Ahidlerindc vaadlcrinde durmuyorlar.
[131] el-Yemmü Deniz.
[132] Ya'rişun Binayı yükseltmek ya da mamuriuğun
yaygınlaşmasından kinaye.
[133] Bkz. Taberi. Sbnı Kesir, Hazin, Tabersi. Reşid Rıza
Tefsirleri.
[134] Bkz. "Esfar'larından Beni İsrail Tarihi"
adlı kitabımız.
[135] Bkz. "Kur'an ve Yahudiler" adlı kitabımız.
[136] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/.
[137] Ya'küfün İkame ediyor ve ısrarla sürdürüyorlar. Cümle
içerisinde kelime, ibadet ediyorlar anlamındadır.
[138] Techeiûn Yanlış yapıyorsunuz, hakkı ve doğruyu
biliyorsunu; anlamındadır.
[139] Mütebberün Hüsrana uğrayan, helak olan.
[140] Yesümüneküm Size tattırıyor.
[141] Yestehyune nisâeküm Erkekleri değil de kadınların sağ
bırakıyorlar.
[142] Limikatinâ Vakti belirlenmiş buluşma zamanımız.
[143] Sai'kah Yıldırım Çarpmış, şaşkın, baygın.
[144] Sebile'l-gayy Sapıklık ve günah yolu.
[145] Habitat Batıl ve zayi oldu.
[146] Huvar İneğin sesi.
[147] Lema sakat e fi eydihim Günahları dolayısıyla pişmanlık
hissettiklerinde.
[148] Lemma sekate fi eydihim Günahları dolayısıyla pişmanlık
hissettiklerinde.
[149] Esefen Hüzünlü ya da şiddetli kızgın.
[150] Yerhchun Çekiniyorlar (haşyet) ve korkuyorlar (havil
[151] îhtare Musa kavmehû seb'ine racü-ieıı Hmikatina Musa,
Allah'ın onlar için kararlaştırdığı buluşma zamanı, için kavminden 70 kişiyi
seçti anlamındadır.
[152] es-Süfehaü Burada cahiller ya da kıt akıllı ve
anlayışlılar.
[153] Fitnetüke İmtihanın, sınanman
[154] fJüdna ileyk Sana döndük ve sana [cvbe ettik.
[155] Hûdnâ ileyke Sana döndük, sana tevbe ettik.
[156] el-Ummiyyi Yazılı eseri olmayan topluma nispet edilir.
[157] el-Habais İyi (tayyih) olan her şeyin zıddı.
[158] İsrahüm Onlara ağır gelen şiddetli sıkıntı.
[159] el-Aklâl Bağlar, sınırlamalar, zincirler.
[160] Azzerühü Onu onayladılar ve desteklediler
[161] Ya'dilûn Adaletin yolunu tutuyorlar, hakkı veriyorlar
ve sadece hakkı alıyorlar.
[162] KaTîanahütn Onlan taksim ellik ve parçalara
ayirdik(terrik ellik)
[163] EsİKitan Fırkalar halinde
[164] isteskahü Ondan su istediler (ya da istediklerinde)
[165] İnbeceset Patladı, fiş,kırdı(inficar)
[166] eî-Mennü Tadı lezzetli olan bitkisel bir reçine
(kudret helvası).
[167] -Se/va-Birkuş cinsi (bıldırcın).
[168] Vema zalemımâ velâkin kûııû en-füsehüm yezlmün Onlar
günah olan amellcriyle ve Allah'ın kelamını değiştirme-leriyle bize zara
vermediler fakat kendi nefislerine zarar verdiler ve zulmettiler.
[169] Kulu hıttatün Allah'tan günahlarınızı bağışlamasını
dileyin, Allah'a boyun eğin, itaat edin.
[170] Udhulu'l babe sücceden Zilleti hissetme ya da Allah'ın
akıttığı nimetler karşılığında ona boyun eğmek ve secde etmekten kinayedir.
[171] Bkz. Taberi, İbni Kesir, Hazin, Tabersi, Kurtubi
Tefsirleri.
[172] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/478-482.
[173] Bkz. Menar Tefsir 97
[174] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/482-484.
[175] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/484-485.
[176] Bkz. Hazin, İbni Kesir, Bağavi, Taberi Tefsirleri.
[177] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/485-486.
[178] Hadnef el Bahri Körfez ya da liman
[179] Ya'dune fi's sebti Cumanın hürmetine (haram lığın a)
tecavüz ediyorlardı.
[180] Hıtanühüm Balık türleri
[181] Şürrean Açık açık ya da çok çok.
[182] Yevme la yesbitûn Çalışmaya ara verdikleri Cumartesi
günü olmadığı zaman
[183] Neblûhüm Onları imtihan ediyoruz.
[184] Beîs Dertli, ıstırap çeken
[185] Feiemtna aîev İsyan ettiklerinde
[186] Hasün Zillete
düşerek alçalmış.
[187] Veiz teezzene Bildirdi ve ilan etti.
[188] Arada hazel ednâ Hakir ve fâni olan dünya hayatına
önem verdiler.
[189] Deresû mafıh Onda olan şeyi okudu ve anladılar.
[190] Yümessikün Sıkı sıkıya sarılıyorlar.
[191] Neteknâ Çevirdik (kalbettik) ya da kaldırdık (ref
etlik) veya köklerini kazıdık (iktilâ)
[192] Keennchû zılleh Sanki o, onların üzerinden onları
karanlıkta bırakıyordu.
[193] Ve zannû Burada kesin bir şekilde (yakinî olarak)
bilmek.
[194] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/489.
[195] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/489.
[196] Bkz. Geçen tefsir kitablarının ilk baskıları.
[197] Bkz. Menar
Tefsiri 9. cilt, sh. 379.
[198] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/490-491.
[199] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/491.
[200] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/491-493.
[201] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/493.
[202] Entekûlü Dememeleri için, demesinler diye (olumsuzluk
edatı olan "lâ" harfi fiilin önünde olmamakla birlikte anlam
verilirken "en te-kulü" yerine sanki metin "ellâ tekulû"
imiş gibi anlamlandırılır.
[203] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/494.
[204] Bkz. İbni Kesir, Taberi Tefsiri.
[205] Bkz. Tabersi, İbni-Kesir, Taberi, Bağavi Tefsirlerik
[206] Bkz. İki üstadın Tefsirleri.
[207] Bkz. Buharı, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Tacul-Cami
Lisul 5. cilt 179 sh.
[208] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/494-495.
[209] İnseleha minhâ Burada inhiraf etli, anlaşmayı bozdu,
vazgeçti ya da inkar etti anlamındadır.
[210] el-Gâbirîn Sapitanlar veya helak olanlar
[211] Ahlede ilîe'İ ard Yere yapıştı ya da yere düştü
(sapIandi). Cümle olarak mânâsı: Çöküşü yükselmeye, şerri hayra, dalaleti hidayete,
dünyanın geçiciliğini ve şehcvaünı ahirete tercih etti.
[212] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/496-497.
[213] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/497-499.
[214] Zere'nâ Yarattık, kıldık.
[215] Yülhıdûne Haktan adaletsizliğe meylederler, saparlar,
iftira eder veya hak ve batılı karıştırırlar.
[216] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/500-501.
[217] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/501.
[218] Ya dilim Amel eden. hükmeden.
[219] Senestedricûhum Kalem süresindeki açıklamaya bakınız.
[220] Ûmlî lehimi cime keydî metinim Aynı sûreye bakınız.
[221] Sahibuhum Rasulullah (s)'tan kinaye.
[222] Cinnetün Burada "delilik" anlamındadır.
[223] Melekûtu's-semâveti ve'lard Tüm varlıklardan
kinayedir.
[224] Ya'mehâm Hakkı görmemek veya bu körlüğe dalmak, bocalayıp
dunnak. A-M-H harfleriyle kastedilen körlüğün kalbin körlüğü, A-M-Y harfleriyle
olanın ise göz körlüğü olduğu söylenir. Yani yukarıdaki fiil gönül körlüğünü
ifade etmekledir.
[225] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/502-503.
[226] es-Sâatü Kıyametin oluş vakti kastedilmiştir.
[227] Mersâhâ Burada, gerçekleşme ânı mânâsında.
[228] Lâ yücellîhâ Kalem sûresine bakınız.
[229] Sekuletfi's-semâvat-ı ve'l ard O, göklere
ve yere ağır gelmiştir
ifadesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bazısı, gerçekleşmesinin ağır
gelmesi derken, bazısı gerçekleşme vaktinin gizlenmesinin ağır geldiği şeklinde
anlamışlardır. Bir kısım da onun haber verilmesinin ağırlığıdır demişlerdir.
Çünkü gökte ve yerde onun ilmini bilen kimse yoklu.
[230] fYes'elûneke kc enneke hafiyyun anhâ Aynı sûreye bkz.
[231] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/504-505.
[232] İbn Kesir, Heşid Rıza tefsirlerine bk.
[233] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/505-506.
[234] Feiemmâ tegaşşâha Birleşme anlamına gelmektedir.
[235] Hamelat hamlen hafifen Hamileliğin ilk devresi,
[236] Felemma eskaiet Hamileliğin ikinci devresi.
[237] Ibâdün emsâîiküm
Sizler gibi Allah'ın yarattığı şeylerdir.
[238] Ktdâni Bana işkence yapın veya eğer güç yettrirseniz
bana tuzak kurun.
[239] Feiâ tunzıtûri Baha süre tanımayın.
[240] Hazin, Taberi, İbn Kesir tefsirlerine bk.
[241] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/507-509
[242] el Afi'-' Kelime Kur'an'da. malın fazlası ve sadaka
olarak geçer. Müfessirler burada bu mânâda olduğunu söylerler. Kelime aynı
zamanda insanlara müsamahalı olmayı onlarla iyi geçinmeyi de ifade eder.
[243] el-Örf Ma'ruf. Hayır, iyilik, doğruluk, mubah ve ihsan
olarak bilinen ve bu kavramların kapsadığı herşeyi ifade eder.
[244] el-Cahilîn Kur'an'da "alimlcr"in zıddı
olarak gelmiştir. Ve yine kafirler ve beyinsizler anlam vardır. Burada ikinci
anlamındadır. Müfessirler en küçük bir şeyden dolayı ayaklanan, kontrolünü
kaybeden mizaca sahip kişiler mânasındadır demişlerdir.
[245] Nczcgım Vesvese.
[246] Taifun Vesvese. İnsana, kötü psikolojisinden,
sinirlilik halinden, şeytandan veya günah işlemesinden (dolayı) gelen kötü
düşünce. Asıl mâna (sıkmü/belaya) uğrama, nöbet veya aniden ortaya çıkan (akla
gelen) şeydir
[247] Ihvanihim Kabul edilen görüşe göre zemin
"cahil3er"e gider.
[248] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/510-511.
[249] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/511.
[250] Hazin tefsirinde ayetlere bsk.
[251] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/511-512.
[252] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/512.
[253] Ayet îbn Kesir, "ayetin buradaki anlamı
mucizedir' der. Ancak müfessirlerin çoğunluğu onu "Kur'an ayeti"
şeklinde yorumlamışlardır. Bu görüş daha geçerlidir. Ayette bu yorumun
doğruluğuna dair karineler vardır. Kur'an ayeti demek, aslında Kur'an'ın tamamı
demektir.
[254] Levlâ Kur'an'da birçok kez geçer. Meydan okuma için
kullanılan "Lcvlâ" bir şeye teşvik için kullanılan bir kelimedir.
[255] İçtebeytehâ
Müfessirler burada, icad etmek, türetmek veya yalan söz üretmek, iddia
etmek anlamında olduğunu söylerler. İctibâ fiilinin esas anlamı seçmektir.
[256] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/513-514.
[257] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/514.
[258] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/514.
[259] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/514-515.
[260] El-Guduvv
Gündüzün ilk vakitleri.
[261] eî-Asâl Asîl
kelimesinin çoğuludur.
[262] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
1/515-516.