A'RAF SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Şeytan, İnanmayanların Dostudur. 5

Allah Kimseye Gücünün Yettiğinden Fazlasını Yüklemez. 9

Allah'a Gizlice Dua Etme. 11

Allah'ın Arşa İstiva Etmesi 11

Kıssaların Telkinleri Ve Kur'anî Hedefle Bağlantısı 14

Allah'ın Kâfirlerin Kalplerini Mühürlemesi 16

"Nebi" Kavramı 17

Tevrat Ve İncil Kelimeleri 23

"Yeryüzünde Haksız Yere Büyüklenenleri Ayetlerimden Uzaklaştıracağım"  24

"Bu (İş), Senin İmtihanından Başka Bir Şey Değildir" İbaresi Üzerine Yorum   24

"Onlara, Kent (Halkı) Hakkında Sor..." 163. Vel70. Ayetlerin Medeni Rivayeti 25

Cumartesi Olayı Ve Telkinleri Üzerine Yorum.. 26

Yahudiler Filistin'den Elleri Boş Olarak Geri Döneceklerdir. 26

Bir Ayetin Yorumu. 27

Beni İsrail Kıssalarında Ayrıntılar Üzerine Yorum.. 27

"Rabbin, Ademoğıılları'ndan, Onların Bellerinden Zürriyetlerini Almış..."  28

"Onlara Şu Adamın Haberini De Oku: Kendisine Ayetlerimizi Verdik De Onları İnkâr Ederek Sapıttı Çıktı" Ayetinin Ve Telkinlerinin Yorumu. 29

"O'nun İsimleri Hakkında Eğriliğe Sapanları..."  Cümlesinin Yorumu. 31

Kıyametin Vakti Hakkındaki Soru Ve Verilen Cevaptaki Derin Edebi İşaret 32

Davetçilere Telkinler. 34

Şeytanın Peygambere Ve İnsanlara Vereceği Vesvesenin Boyutu Üzerine  34

Bir Ayetin Neshi İle İlgili Yorum.. 35

"Ben Sadece Bana Vahyolunana Uyarım". 35

"Kur'an Okunduğu Zaman Onu Dinleyin Ve Susun" Ayetinin Telkini 36


A'RAF SÛRESİ

 

Kur’an dakiSırası:7

Nüzul Sırası:35

Ayet Sayısı:206

İndiği Dönem:Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sûrede Arapların düşünüşleri, adetleri, örfleri ve ibadeîieriyle ilgili tablolar bulunmok-tadır. Peygamber'i yalanlayanların, mesajı inkâr edenlerin inat ve büyüklerime tavırların! gözler önüne sermektedir Müşriklerin akide ve örflerine karşı eleştiriler bulunmaktadır. Mü'mİnleri cennetle müjdelemekte, kafirleri acı bir son ile tehdit etmektedir. İblis ve Adem kıssası daha geniş bir şekilde zikredilmektedir. Sûrede geçmiş ümmetlerin ve peygamber­lerin kıssaları Firavn ve İsrailoğulları hakkında geçen sûrelerde zikredilenden daha çok yer verilmektedir. Aralarda güzel telkinler, prensipler, nasihatlar serpiştirilmiştir.

Hepsi münferit birçok harfle başlayan ilk sûredir. Mekki sûrelerin en uzunu, Kur'an'm da üçüncü uzun süresidir. Kıssa silsileleri, başka sürelerdeki kıssa silsilerinden daha uzundur. Kur'anT hikmetin gereği üzere gelişen tablolarından bir tabloyu içermektedir. Ön­ceki süreden sonra İndirildiğinin doğruluğuna dair deliller de bulunmaktadır. Sürenin bö­lümleri dengeli ve uyumludur. Bu uyum art arda bölümier halinde indiriidiği ihîimalini güç­lendirmektedir. Bizim Ölçü aldığımız Mushaf'ta 163-170. ayetler Medeni'dir. Ayetlerin üslu­bu ve İçeriği bu rivayetin doğruluğunu güçlendirmektedir. Bu ayetlerde siyak ve sibak uyu­mu bu sûreye eklenmelerin hikmeti ortaya çıkarmaktadır. Kur'anT sûreleri sevdirme tablo­larından biri daha bulunmaktadır. . [1]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla

1- Elif, Lam, Mim, Sâd.

2- (Bu) Sana indirilen bir Kitab'dır. Onunla (insanları) uyar­man ve inananlara öğüt vermen hususunda göğsünde (onu okumaktan, tebliğ etmekten) bir sıkıntı olmasın[2]'.

3-  Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velile­re uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz?[3]

4-  Biz nice ülkeİeri helak ettik. Geceleri uyurlarken [4]ya da gündüzün dinlenirlerken belayla dolu azabımız [5]onla­ra geiiverdİ.

5-  Bela dolu azabımız onlara geldiğinde "Biz gerçekten (hak yoldan sapan) zalimlermişiz[6]' demelerinden [7]baş­ka özürler[8]' yoktur.

6- Andolsun, kendilerine (peygamber) gönderilenlere sora­cağız ve onlara gönderilenlere (peygamberlere) de elbette soracağız.

7-  Andolsun, (yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve biz gaibler (onlardan uzakta olan ha­bersizler) de değildik.

8-  O gün tartı tam tartar. Kimin tartıları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır.

9- Kimin de tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize is­yankâr olmalarından[9] dolayı kendilerini hüsrana uğratan­lardır.

 

Başlangıcındaki değişik harflerin münferit olarak ilk defa zikrcdildiği sûredir. Bun­dan önceki sûrelerde bu tür başlangıçlar bir tek harften oluşmaktaydı. Onlar da "'nun'\ "kaf', ''sâd'' harfleridir. Harflerin çok olması bu ve benzeri başlangıçlar için yeni bir le-vili gerektirmiyor. Kalem sûresinin tefsirinde "nun" harfinin dikkaileri çekmek itin kul­lanıldığını belirtmiştik. Belki de bu fazla harfler, sûrenin uzunluğu ile bağlantılıdır. Çünkü o, indirilen Mekkİ sûrelerin en uzunudur.

Sûrenin başlangıcındaki ilk dokuz ayet bir grup oluşturmaktadır. Bu ayetler, görül­düğü üzere, Peygambcr'e sebat vermek, kafirleri korkutmak, müzminleri övmek amacı­nı güder. İnsanları uyarmak için Kitab'ın ayetlerinden ona vahycdilmesinden göğsünün sıkılmasına gerek yoktur denilerek; O'na inananlar İçin bir çeşit özel hatırlatma ve hida­yet olduğu vurgulanır. İnsanlara Rabbleri katından indirilene tabi olmalarını. O'ndan başka edindikleri velileri terketmelerini haykırır. Çünkü bunu, hak ve hakikatten gafil, O'nun emrini düşünmeyen kimseler yapar. O kimseler Allah'ı aciz de kılamazlar. O7nu tenzih ederiz.

Allah, onlara benzeyen çoklarını helak elti. Onların üzerine bela dolu azabı onlar ge-

ce ve gündüz uykuda iken indiriverdi. Onlara düşen sapıklıklarını, cinayetlerini itiraf et­mek oldu, ancak bu onlara fayda vermedi. Sonra Allah, Kıyamet günü bütün İnsanları hasredecek ve onları hesaba çekecek, gönderilen peygamberler bu hesaba şahid olacak; salih amel işlemiş bir mü'min ise tartısı ağır basacak, felaha erip kurtulacaktır. Kim de günahkâr bir kafir ise tartısı hafif gelecek kendini hüsrana uğratacaktır.

Kur'an'da Peygamber'in, Allah'ın ayetlerini tebliğ etmede göğsünün daralmaması gerektiği tekrarlanır. Örneğin Hud sûresi 12. ayeti "Şimdi onların: 'Ona bir hazine indi­rilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?' demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahy olunanlardan bir kısmını mı terkedeceksin? Sen yalnızca bir uyarıcı -korkutucusun. Allah her şeye vekildir". Bizim açıklamasını yaptığımız ayetlerde, sebat etmenin gerektiğini belirtir.

Kafir tâğutlann karşısında Peygamber'in cüretkar ve güçlü tavırlarını anlatan örnek­ler değişik ayetlerde zikredilir. Ve yine onun risaletine olan derin imanı ve ona dalması­nı değişik ayetler hikaye eder. Örneğin En'am sûresi 19. ayeti "De ki: 'Şahidlik bakı­mından hangi şey daha büyüktür? Sizi ve kime ulaşırsa kendisiyle uyarıp-korkutmam için bana su Kur'an. vahyedildi. Gerçekten Allah'la beraber başka ilahların da bulun­duğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?' De ki: 'Ben şehadet etmem'. "De ki: 'O, ancak bir tek ilah olandır ve gerçekten ben, sizin sirk koşmakta olduklarınızdan uzağım." Ahkaf sûresi 8. ayeti "Yoksa: 'Kendisi onu uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer onu ben ıty-durdumsa, bu durumda siz, Allah'tan bana (gelecek) olan hiç bir şeye (karşı) malik ola­mazsınız. Sizin kendisi (Kur'an) hakkında, ne taşkınlıklar yapmakta olduğunuzu O daha iyi bilendir. Benimle sizin aranızda şahid olarak O yeter. O. çok bağışlayandır, çok esirgeyendir."

Buradan da anlaşılıyor ki, Peygamber göğsünün insanlara Kur'an'ı tebliğ etmekten daraldığını açıklama konumunda değildir. Çünkü o, her şüpheden, sabrın tükenmesin­den, ona vahyedileni ilan etmesi ile göğsünün daralmasından, sonuçla Allah'ın sancağı­nı yüceltmede şüphelenmesinden nefsi kurtulmuş bir konuma ulaşmıştır. Nefsinde dü­şünce ve üzüntünün olması ise, önderlerin inatçı, engelleyici ve düşmanca tavırlarından dolayı çoğu insanların onun davasına icabet etmemeleri sebebi iledir. Onların hidayete ermesini çok arzuiuyordu. Kur'an'ın hikmeti ise, Kaf sûresi tefsiri akışında açıkladığı­mız hafifletme ve sebatkar bir bağlılığı gerektiriyor. Buradaki ibarede bu kabil tarzdan­dır.

Tartı ibaresinin hafifliği, ağırlığının boyutu, mevzularını Karia sûresi tefsiri akışında zikretmiştik burada tekrarlamaya gerek yok. "O gün tartı hakkmdır" cümlesinde zikre­dilmesi münasebetine gelince Reşit Rıza bu cümleyi şöyle tevil eder: "İnsanları adalede hesaba çekeceğine ve herkesin gerçek nasibini yine adaletle alacağına işaret eder". Te­vildeki yönlendirme açıktır,

"Gaibden habersizler değildik" tabiri ise Kaf süresindeki yönlendirmemizi  güçlcndiriyor. 'Arkadaşlar, şahidler, insanların sağından solundan verilen amel defteri' ibare­leri yakınlaştırmak, temsil etmek için üslubi İbarelerdir.

"Evliya" ibaresi ise Arapların Allah ile biriikte dualarında, yardımlarında ve ibadet­lerinde şirk koştukları ortaklarını kastettiği görülmektedir. Koruyucu ve yardımcı anla­mıyla tek ve çoğul olarak devamlı tekrarlanır. Üçüncü ayetteki son bölüm, Allah'tan başka veliler edinmeyi yasaklayıcı ve Allah'tan başka veliler edinenleri azarîayıcı bir üsluptadır. Bunda görülen basiretin azlığına ve çirkinliğine işaret eder. Burada Allah'ta sınırlanan, bir tek, kapsamlı rububiyetin özelliklerinden, fayda ve zarar vermek, yasak­lamak ve bağışlamak, korumak ve şefaat etmek gibi herhangi bir şeyi Allah'tan başka veliye, yardımcıya, simgeye, şahısa, güce yönelerek serbest bırakmayan Kur'anî muh­kem bir prensibi pekiştirir. . [10]

 

10-  Doğrusu biz sizi yeryüzünde yerleştirdik, orada size rı-zık sebeplerini[11]' verdik.

11-Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şe-kil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlarda, İblis'İn dışında secde ettiler; o secde edenlerden olmadı.

12-(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen'[12] neydi? (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu İse çamurdan yarattın."

13 -(Aılah) Öyleyse oradan in'[13] orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, zelil ve hakir olanlardansın.[14]

14 (iblis) dedi: "(Bari) bana (insanların) tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver.

15- (Allah) buyurdu: "Haydi sen mühlet verilmişlerdensin-"

16-Dedi ki: "Madem öyle, beni secde ile imtihan ettiğin-den [15]dolayı onları (insanları) saptırmak için mutlaka se­nin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım;

17-Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onla-rın çoğunu şukredıcı bulmayacaksın.

18-(Allah) Dedi: "Kınanıp lanetlenmiş[16] ve kovulmuş'[17] olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim sana tabi olur­sa, cehennemi sizlerle dolduracağım.

1 9-Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş, ikiniz de dile­diğiniz yerden yeyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

20-Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: Rabbi-nizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek ol­mamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

21- Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" dîye ye­min de etti.[18]

22-Böylece onları aidatarak'[19] meylettirdi.[20] Ağacı tattık­ları anda ise, ayıp yerleri kendilerine görünüverdi ve üzer­lerini cennet yapraklarından yamayıp-Örtmey[21] başladı­lar. (O zaman) Rablerİ kendilerine seslendi: "Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin ger­çekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miy­dim?"

23-Dediler ki: "Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüs­rana uğrayanlardan olacağız."

24-(Allah) Dedi ki: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.

25- Dedi ki: "Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız.

 

Ayetlerin, bir önceki ayetlerle, kınama, batırlatma ve tamamlama ile ilintili olduğu görülmektedir. Önceki ayetler, Allah'ın indirdiğine tabi olmaya davet etmeyi, dünya ve ahirette mü'minleri övmeyi, kafirleri korkutmayı içermekledir. Bu ayetler ise davet edi­lenlere Allah'ın onlar üzerindeki nimetlerini, yeryüzünde hakim olmalarını, oniar için rızık vesilelerini kolaylaştırdığını hatırlatmaktadır. Allah'ın onları güzel bir şekil ve bi­çimde yaratmasına karşılık, O'nun davetine icabet etmemeleri, Allah'a az şükretmeleri ve inkâr etmelerini kınamaktadır.

Hatırlatma, nasihat etme, Öğüt verme yoluyla Adem ve İblis kıssasını ayrıntılarla açıklar. Salih ve hayırlı bir toplum olan melekler Allah'ın emrine itaat ederler. Kötü şir­ret olan İblis, O'na isyan eder ve Allah'ın lanetine ve rahmetinden kovulmasına neden olur. O da Adem'e ve karısına musallat olarak aldatır, kendisinin asi olduğu gibi onla­rında asi olmalarını ister.

Adem ve İblis kıssası, geçen sûredekinden daha ayrıntılıdır. Belki de dinleyenlerin istekleri üzerine Kur'an'ın hikmeti gereği bu ayrıntılara girer. Ya da kafirlerin inat ve inkar etmelerine devam etmeleri nedeniyledir. Bu, sûrenin Sâd sûresiden sonra nüzulda-ki tertibinin doğruluğuna delildir.

Buradaki ayetlerde ve önceki sûredeki çoğu ayetlerde görülen nasihat etme; örnek verme, rağbet ve korkutma amacı açıktır. Bu belki sûredeki geniş ayrıntıyı tahmin etme­mizin hikmeti ile bağlantılıdır.

Müfessirlcr herhangi bir delile dayanmadan, kıssada yeni gelen durumlar üzerinde gariplik derecesine varan birçok şey söylerler. Özellikle takılıp kalınmaya değmeyen şe­killer, maddeler ve mahiyetler, kıssanın hedefi değildir. Söyledikleri sözlerden bazıları­na örnek olarak, "İblis ve Adem'in bulunduğu cennetin gökte olduğu" şeklindeki görüş Örnek verilebilir. Buna delil olarak da ihbitminha" (düşman olarak in) ve ''yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve geçim vardır" cümlesini göstermişlerdir. Biz kıssanın zâtını araştırmanın boş olduğunu söylemiştik. Çünkü kıssanın hedefi bu değildir. Görüldüğü gibi cennetin gökte olduğuna işaret etmek amacıyla bu sözlerin söy Sendiği düşünülemez. Bakara sûresi 30. ayetinde Allah'ı Adem'i yeryüzünde halife ola­rak yarattığını ifade etmektedir: "Hani Rabhin, Meleklere: 'Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti. Onlar da: 'Biz seni övüp-yuceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada bozgunculuk çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?' dediler. (Allah) 'Şüphesiz, sizin bilmediğinizi ben bilirim' dedi."

11. ayetteki ilk paragraf, diğerlerinin ilham ettiği üzere Adem'e yöneliktir. Ancak çoğul muhatap kullanması kıssanın hedefi ve asıl özü hakkında söylediklerimizi destek­lemektedir.

Önceki sûredeki kıssada ibret ve öğüt konularına dikkat çekmiştik. Yeniden tekrar­lamaya gerek yoktur. Ancak ayetlerde başka ibretlerin gelmesi hatırlatmaya değer nite­likledir. Adem ile İblis arasındaki düşmanlığın artmasına işaret etmesi, İblis'in cinayeti­ni fazlalaştı iması gibi. Çünkü o, düşmandır. İşte gelen ayetler buna dikkat çeker Kehf sûresi 50: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbİnin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızda-. (Bu) Za­limler için ne kadar kötü bir tercihtir."(Kehf, 50) Ayet Adem ve Havva'ya karşı İblis'in yaptığı hile ve gururlandırma üslubuna işaret eder. Bundan kaynaklanan acı sonuçlara değinir. Vesveseye, ayartmaya ve aldatma yöntemlerine kulak aşmazken; acele etme­menin, ondaki süslü ve zevkli şeylere kanmamanın gerekli olduğu konusunda uyarır. . [22]

 

26-  Ey Ademoğulları, biz senin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' [23]İndirdik (var ettik). Takva (Kur'an yolu) ile kuşanıp-donanmak[24] ise, bu daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir. Umu­lur ki öğüt alıp düşünürler.

27-  Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğ­ratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyece­ğiniz yerden) sizleri görmektedir. Gerçekten şeytanları, inanmayanların dostları kıldık."

 

Ayetler, kıssayı tamamlamak açısından bir öncekilerle bağlantılıdır. İbareleri açıktır. Dikkat çektiğimiz gibi onda, ibret ve nasihat vermek yoluyla pekiştirme vardır. Hitap. hatırlatma noktasında, Adcmoğullarrna yöneliktir. İnsanoğlunu, İblis'in anne-babaları-na önce yapiığı gibi onun fitne ve ayartmasından sakındmnayı amaçlar. Bunun yanında Allah'ın onlar için süs ve giyinme nedenlerini kolaylaştıran nimetlerini hatırlatmayı da içerir. Özel bir çeşit olan takva elbisesini onlara indirdiğini belirtir. Bu. Allah'a davet el-ınektcn. saiih amelden kinayedir. Fayda ve hayrı herşeyi geçer. İşic bülün bunlar dinle­yenlere zikredilen Allah'ın ayetleridir. Umulur ki onlar, ibret alırlar, hatırlarlar ve hida­yete ererler.

Ayetlerin içeriğinden böylesine ilham verici bir açıklama güçlü ve elkili görünmek­ledir. "Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmekte­dir" ibaresinin sakındırmayı ve uyarmayı hedeflediği görülmekledir. Hiç kimse ben şeytanı görmüyorum ya da ben ondan kurtuldum demesin. Çünkü o insanları daima kontrol etmektedir. Eğer onlar onu görmüyorlarsa, o ve taraftarları onları görmektedir. Belki de bu İbare, her insanın, günaha gizli meyil ile şer faktörleri ile çekiştiğini kapsa­makladır.

Görüldüğü gibi ibare açıktır. Cinlerden olan İblis ve şeytan gizli varlıklardır. İnsan­lar tarafından görülmesi için bir yol yoktur. Onların varlığı, kesin iman edilmesi gereken gaybi meselelerdendir. Çünkü bunu Kur'an açıkça bclinmİşlir. İblis'in ve dengi şeyia-nın cinlerden olduğunu söylemiştik. Az önce zikrettiğim Kehf sûresinin 50. ayetinde açıkça Kuran bunu belirtmiştir.

Buharı ve Müslim Ebu Hureyre'dcn bir hadis rivayet etmişlerdir. Buna göre Pey­gamber şöyle buyurmuştur: "Cinlerden bir ifrit dün kaçlı ki benim namazımı bölsün. Allah bana yardım etli ve onu yakaladım. Onu mescidin sütunlarından birine bağlayarak ve hepinizin görmesini istedim. Ancak kardeşim Süleyman'ın "Benden sonra hiç kim­sede olmayacak bana bir mülk ver rabbim" duasını hatırladım. Onu zelil olarak serbesi bıraktım.[25] Kur'anî nassa bakıldığında bu hadisten hayrete düşüyoruz. Çünkü Kur'an. cinlerin Kur'an'ı iki defa dinlediklerini ve Peygamberin onları görmediğini haber ver­miştir. Cİn sûresi 1. ayette geldiği gibi Peygamber ancak Allah'ın bildirmesiylc onlar­dan haberdar olmuştur. "De ki: 'Bana gerçekten şu vahyolıındu. Cinlerden bir grup din­leyip de söyle demişler: 'Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinle­dik." Ahkaf sûresi 29. ayeti: "Hani cinlerden bir kaçım, Kur'an dinlemek üzere sana yönelt/niştik. Böylece onun huzuruna geldik/eri zaman, dediler ki: 'Kulak verin': sonra (dinleme işi) bitirilince de kendi kavimlerine (birer) uyarıcı-korkutucular olarak döndü­ler." Eğer hadis doğru olsaydı Peygamber (s), meleklerin gördüğü gibi belirgin ve kuv­vetli bir şekilde onu görmüş olurdu. . [26]

 

Şeytan, İnanmayanların Dostudur

 

"Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık" cümlesini şeytanların vesvesesine ve aldatmasına kanarak günah ve küfre nisbet edilmelerinden dolayı kafir­leri kınamayı amaçlayan bir üslupla olduğu görülmekledir. Aynı zamanda şeytanların mü'minleri saptırmaya yol bulamadığı belirtilerek güven verilmekledir. Kafirlerin veli­leri şeytanlar olurken mü'minlerin velisi de Allah'tır. Hicr ve Esra sûrelerindeki Adem ve İblis kıssası ile ilgili ayetlerde bu açıkça belirtilmiştir. Hicr sûresinin 42. aycli şöyle­dir: "Şüphesiz kışkırtılıp saptırılmışlardan sonra uyanlar dışında, senin benim kullarım üzerinde senin zorlayıcı hiç bir gücün yoktur-" İsra sûresinin 65. aycli ise "Doğrusu be­nim kullarım üzerinde hiç bir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter". Şeytanları veliler edinme eylemini kafirlere nispet cdc\ı ayetler de önceki ayet-Icri pekiştirmektedir. Biz ise Allah'ı; şeytanları, ka/ançlan ve sebebleri olmaksızın ba/ı insanlara veliler kılmasından tenzih ederiz. Oysa O. zalimleri ve sapıkları sapunr. ken­disine yönelenleri hidayete erdirir ve sebatkâr kılar. İbrahim sûresi 27. ayetinde belirtil­diği gibi, "Al/alı, iman edenleri, dünya hayatında ve alurette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allalı dilediğini yapar." Bakara sûresi'nin 26. 27. ayetleri "Şüphesiz Allah, bir sivrisineği olsun, ondan üstün olanım olsun (her-

hangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rab-terinden hak olduğunu bilirler; küfredenler ise 'Allah, bu örnekle neyi amaçlamıştır?' derler. (Oysa Allah) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete ulaştırır. O. bu­nunla ancakfasıkları saptırır." Ra'd sûresi 27-29. ayetleri "Küfre sapanlar: 'Ona Rah-hinden bir mucize indirilseydi ya!' der/er. De ki: 'Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, kendisine katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir. Bunlar iman ederler ve kalpleri yalnızca Allah'ın zikriyle tatmin bulur, iman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı onlarındır'7. . [27]

 

28- Onlar (çıplak tavaf edip) çirkin bir hayasızlık[28]' işledik­lerinde: "Biz atalarımızı bunun üzerine bulduk. Allah da bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, çirkince hayasızlıkları emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"

29-De ki: "Rabbim adaletli olmayı[29] emretti. Her ibadet ve secdenizde'[30] yüzlerinizi Allah'a çevirin[31]'. Dinde sami­mi olarak O'na yalvarın. Sizi yarattığı gibi yine O'na döne­ceksiniz.

30-Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.

 

Ayetler bir öncekilerine atfedilmekledir. İlk ayetteki "Onlar ki iman etmezler" iba­resinin anlamı ondan önceki son ayette direkt olarak zikredilmektedir

Bu çirkin hayasızlığı yaptıktan sonra atalarını bunun üzerine bulduklarını, Allah'ın da bunu onlara emrettiğini söyleyen kafirleri kınamayı içerir. Allah'a ilimsiz ve delilsiz iftira etmektedirler. Allah, Peygamber'c kendisinin böylesi çirkin hayasızlıkları emret­mesinin imkansızlığım ilan etmesini emreder. O, adaletli olmayı, istikamette bulunma­yı, secde ve ibadetlerde yüzlerini sadece O'na ihlasla yönlendirmelerini emretmektedir. Allah onları öldükten sonra ilk defa yarattığı gibi tekrar diriltecektir. İnsanlar iki grub-tur. Allah'ın hidayet ettiği grub, sapıklığın üzerlerine hak olduğu grup. Çünkü onlar şeytanları Allah'tan başka veliler edinmelerine rağmen kendilerinin hâlâ hidayette ol­duklarını zannederler.

Ayetlerin üslubu, Arapların atalarını örnek alarak, Allah'ın emir ve şerialıyla bağ­lantılı olduğuna inandıkları bazı ayin ve taklitleri yapmaları çerçevesinde, kafirler ile Peygamber arasında meydana gelen tartışma sahnelerinden birine işaret etmektedir.

Müfessirler[32] ayetlerin tefsiri akışında şunu derler: "Araplar Kabe etrafında çıplak ta­vaf edilmesini helal görüyorlardı. Ayetler bu adetin çirkinliğini, münker çirkin bir haya­sızlık olduğunu belirtmek için İndirilmiştir. Ayetlerin ruhu da bunu ilham eder. Bu nok­tada[33] Arapların tavaf etmek istedikleri zaman normal elbiselerini çıkardıklarını, yeni el­biseler veya özel izarlar giydikleri rivayet edilir. Bir günah işlediklerini sandıkları elbi­selerle böylece tavaf etmezlerdi. Bu elbiseleri ya da Kabe'ye bakanların ücret karşılığı kiraya verdikleri izarları bulamayıp tavaf edenleri "AhmasV olarak adlandırırlardı. Onun ücretini ödemeye güçleri yetmediği zaman elbiselerini çıkarırlar ve çıplak olarak tavaf ederlerdi. Bunu da Allah'ın emri ile bağlantılı İbrahim'in koyduğu hacc adaletlerinden zannederlerdi. Ayetler onlara Kur'an'ın çağırdığı yüce prensiblerle uygun ve güçlü bir şekilde cevap verir.

Bu cevap güzel telkinleri içerir. İster bu kölü görünüşü ve zevki olan, batıl ve fahiş olan ataların geleneklerine sarılmayı kınamak olsun; isterse Allah'a ilimsiz ve delilsizin.

atfedilen, bu adet ve geleneklere sarılmayı mukaddes gören bütün eski anlayışları kınar.

"Fahşa ve fuhaşa"(çirkirı kötülükler) kavramları genel anlamlar içerir. Kuran' sünnetin ve müslümanlann çoğunun kabul ettiği söz ve eylemden oluşan ferdi ve içti­mai rezilliklerden çirkinliği, vb.leri kapsamaktadır. Her şart ve mekanda Kuran ve sün­netin kararlaştırdığı gene! prensibleri almak gerekir. Burada ise mutlak bir şekilde gel­miştir ki, genele delalet ettiği görülsün.

"Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti" cümlesi Allah'ın hidayete eren ve sapıklığa düşenleri sebepsiz olarak bu durumlara, bu konumlara getirdiği intiba­ını ve mı ektedir. Ancak diğer ayetler bu imajı ortadan kaldırıyor. Çünkü Kur'an'm tek­rarlanan kararlarıyla uygun bir yorumu içermektedir. Bunun örnekleri geçmişti. O da onların Allah'tan başka şeytanları veliler edinmeleridir. Bakara süresi 26-27. ayetlerin sınırladığı üzere Allah sadece fasikları saptırmaktadır. Geçen münasebetlerde de nassla-nni zikrettiğimiz Ra'd sûresi 27. ayetinin sınırladığı üzere O'na yönelen ve tevbe eden­leri hidayete erdirmektedir. . [34]

 

31-Ey Ademoğullan, içinde güze! ve ihtişamlı görüneceği­niz zİnetleriniz[35] her mescide gidişinizde takının. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.

32-De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı zineîi[36] ve temiz azıkları kim haram etti? De ki: O, dünya hayatında iman edenler içindir, Kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Böyle bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.

33-De ki: Rabbim yalnızca çirkin hayasızlıkları açıkta olanlarını da, gizli olanlarını da,    haram fiili işlemeyi, [37]haksız yere zulüm ve düşmanlığı,[38] kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil ve Allah'ın desteklemediği bir şeyi [39]Al­lah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır/'

 

Ayetler, Allah'ın huzurunda dururken, namazda iken ihtişamlı olmanın gerekli oldu­ğunu Ademoğullarına haykırıyor. Yemelerinin ve içmelerinin itidal sınırları içerisinde olmasını vurguluyor. İsraf edilmemesini isliyor. Çünkü Allah, israf edenleri sevmiyor. Peygamber'e kabullenmeme noktasında şöyle sormasını emrediyor: Allah'ın dünyada güzel rızkın, zinetin güzelliğin sebeblerini kolaylaştırmasını kim haram kılıyor? Buna şöyle cevap veriyor. Dünya hayatında iman edenler için bu mubahtır. Alıirette ise bunun benzerleri sadece onlar için olacaktır. Sonra da Allah'ın, açıkça ve gizlice yapılan çirkin hayasızlıkları, haram, günah amelleri, haksız yere insanlara düşmanlık yapmayı, Allah tarafından dayanağı olmayan bir şeyi Allah'a şirk koşmayı, ilimsiz ve delilsiz Allah'a iftira atmayı haram kıldığını belirtiyor.

31-33. ayetler Allah'ın huzurunda ihtişamlı olmayı, süslü ve güzel olmayı mubah kı­lar. Güzel rızık edinmeyi ve her türlü şerrin yasaklandığını belirtir. Ne kadar gelişme de olsa, insanlığın üzerinde her şart ve mekanda etkinliğini, faaliyetini, kuvvetini, güzelli­ğini korumaya devam edecek en güzel muhkem ayetlerin en kuvvctlilerindendir. Çünkü mantıkla, akılla ve insanlığın maslahatı ile devamlı ve tam bir uyumluluk gösterir, işle bunda en güzel Kur'anî mucize vardır.

32. ayette özellikle müslümanlara güven veren, dünya hayatı zinetİ ve gü/el azıkla­rından faydalanmalarını teşvik eden latif bir vurgu bulunmaktadır. Onlar başkalarıyla birlikte bu dünyada faydalanmalarına rağmen ahirette sadece kendilerine has olacak na-siblerinden de hiç bir şeyi eksiltmcyecektir. Bunda güzel bir telkin vardır. Çünkü güzel rızıktan, hayalın zinetînden faydalanmak için müslümanların yeryüzüne dağılıp çalı.ş-

malarının gerekli kıldığı gözlenmelidir. Mülk sûresi 15. ayeli buna örnek verilebilir "Yeryüzünü yaşamanıza elverişli hale getiren O'dur. Öyleyse, üzerinde dolaşın ve ürün­lerinden yiyin. Sonunda O'na döneceksiniz". İnsanoğlu çalışmalarında başarıya ulaşmak için bütün ilim, sanat ve çalışma vesilelerini kullanmalıdır.

33. ayette haramlar için sınırlayıcı sığayla Özel bir çeşüte uyarır. Allah'ın kendini birlemekten saptıracak, insanlara haksız yere zulüm ve düşmanlık ettirecek, gizli ve açık fahiş ve günah işlemelerini haram kıldığı, bunun dışında olanları olanlara helal kıldığını belirtir. Bu, değişik üsluplarla tekrarlanır. Bunun, Kur'an'ın muhkem prensiblerinden biri olduğunun söylenmesi doğrudur. . [40]

 

34-  Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince (onlar), ne bir an geri kalırlar, ne de öne geçerler, (tam zamanında çökerler).

35-  Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerini haber veren peygamberler geldiğinde, kim korkup-sakınırsa ve (davra­nışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.

36- Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyükİenen-ier, işte onlar ateşin halkıdırlar; onda sonsuza kadar kala­caklardır.

37-  Allah'a yaian yere iftira atandan[41]' ya da O'nun ayet­lerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kitap (hayat-ta)dan kendilerine yazılmış rızık ve amelden nasiplerini alacaklardır'[42] Nihayet elçilerimiz (melekler) [43]gelip can­larını alırken: "Hani Allah'tan başka yalvardıklarınız nere­de?" dediklerinde: Onlar bizi terkedip[44] gerçekten kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şebadet ettiler.

38-  (Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden ön­ce geçmiş[45] ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir nesil girişinde kardeşini (nesilleri) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, [46]en sonda yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat artırılmış bîr azab ver diyecekler. (Allah da) Hepsi İçin bir kat fazla (azab) vardır, ama siz bilmezsiniz" dedi.

39- Önde gelenler, sonra yer alanlara diyecekler ki: "Sizin bize bir üstünlüğünüz yok. O halde siz de kazandıklarını­za karşılık azabı tadın!"

40-  Şüphesiz ayetlerimizi yalan sayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmayacak ve deve de iğnenin deliğinden[47]' geçinceye kadar cennete gi­remeyeceklerdir. Biz mücrimleri işte böyle cezalandırırız.

 41-Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine de örtüler[48]  vardır. Biz zulme[49] sapanları işte böyle cezalandırırız.

 

Ayetlerin siyakın devamı ve geçen ayetlerin tamamlayıcısı olduğu görülmektedir. Müşriklerin şirkinin, fahiş adetlerinin, Allah'a yalan ve iftira ile nispet edilmesinin he­men akabinde bu ayetler gelir. Bu sûrede, Allah'ın her ümmet ve nesil için bir süre tanı­dığını, her nesile bir fırsat verdiğini, onlara sapıklıktan hidayeti açıklayan O'nun ayetle­rini okuyan peygamberler gönderdiğini uyarmak için açıklar. Fırsatı değerlendirenler, Allah'ın davetine icabet ederek takva yoluna giderler. Onların öncüleri ıslah olur. Kork­mayan, üzülmeyen ve kurtuluşa erenler de onlardır. Fırsatı kaçıranlara gelince, Allah'ın ayetlerini yalanlar, O'na karşı büyüklenirler ve böylece Allah'ın azabını ve ateşini, ora­da ebedi kalmayı hakederler. Bundan sonra ayetler, onları kınamaya, korkunç sonla kor­kulmaya, sonra hissedecekleri ve karşılaşacakları pişmanlığı anlatmaya devam eder. Al­lah'a iftira alandan, ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimse yoktur. Sonra Allah'ın melekleri onlara gelecek, hayatta onlar için yazılanlar tamamlandıktan sonra onların canlarını alacaklardır. Onlara meydan okuyan, kınayan bir tavırla soracaklar: "Allah ile birlikte ortak koştuklarınız, Allah'lan başka yalvardığmız kimseler hani neredeler'/ Gel­sinler size yardım etsinler.'" Söyleyecekleri başka bir şeyleri olmayacak; onlar bizi ter-kettiler, ihmal ettiler. Sonra da içinde bulundukları küfr ve çirkin ortamlarını itiraf ede­cekler. İşte o zaman onlara şöyle denilecektir: "Ateşe nesil nesil girin". Her nesil ken­dinden önce girenleri lanetleyecek. Hepsi bir arada toplanınca son olarak girenler ilk gi­renlere suçu atarak kınayacaklar, Allah'tan onlar için azabı fazlalaştırırlasını isteyecek­ler, çünkü Önceki nesil, onları saptıranlardır. Onlar da onları yalanlayarak, söverek cevap vereceklerdir. Allah da onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz azab hepiniz için fazlalaştı -nlmışhr." Ayetler, yalancıların, büyüklenenlerin cennete girmekten Allah'ın rızasını kazanmaktan umutlarını keserek biter. Yüce Allah, bu bölümü teşbihli, kuvvetli, hicivli bir üslupla noktalar. O da devenin iğne deliğinden geçmesi örneğini zikrederek onların anlayacağı dilden, cennete giremeyeceklerini belirtir ve sonra cehennemde onların küfr, zulüm ve cinayetlerine karşı ateşten yatak ve örtünün olacağını belirtir.

Ayetler, muhatab olanlara ve genelde insanlara direkt müjdeci, korkutucu, kmayıcı, kapsayıcı ve isbatlayıcı genel bir hitapla gelir. Akla ve kalbe birlikte hilab eden etkili ve güçlü bir üslubu vardır. İman edenleri, takva sahihlerini sebat ettirmeyi; yalanlayanla­rın, büyüklenenlerin kalplerinde korku uyandırmayı hedefler. Pişmanlığın fayda verme­yeceğini belirterek vakit geçirmeden onları iyiliğe teşvik eder.

Daha Önce Kur'an'ın defalarca dikkal çektiği üzere; ayellcrin içeriği, Allah'ın insan­lara verdiği seçme ve kazanma kabiliyetleri nedeniyle her insanın Allah'ın davası emir­leri, hududları karşısındaki tavrı, kazancı ve seçimine göre karşılığını alacağını vurgu­lar.

37. ayetin Özellikle Allah'a yalan yere iftira atma noktasında onları korkutucu bir şe­kilde uyarır. Heva ve hevesin arkasında koşarak veya hiçbir delile dayanmayarak, ilim-siz Allah'a karşı bir haram kılma veya helal kılmayı, bir akideyi, bir ameli, bir sözü nis­pet etmeye cüret edenleri korkutucu ve azarlayıcı bir üslupla uyarır. Böylece devamlı bir telkini içermektedir.

"Nihayet elçilerimiz gelip canlarım alırken" cümlesindeki rasullerden kası! ecelleri bittiği zaman insanları Öldüren meleklerdir. Böylesi bir amaçla melekler açıkça zikredil­miştir. NahI sûresi 28. ayeü "Nefislerine zulmeden'erken meleklerin, canlarını aldığı kimseler: 'Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!' diye. teslim olurlar. 'Hayır, Allah sizin yap­tıklarınızı biliyor." Nisa sûresi 97. ayeti "Nefislerine yazık eden kimselere, canlarım alırken melekler 'Ne iste idiniz' dediler. (Bunlar): 'Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük' diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: 'Allah'ın arzı geniş değil miydi ki, hicret etme­diniz?' işte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yendir orası!"

Melekler ve Allah için yaptıkları hizmetlere iman etmek farzdır. Çünkü bunu Kur'an belirtmiştir. Kıır'an'da bu konuda gelenler üzerinde ne fazla ve geniş, ne de ek­siltme yapmadan durmak gerekir. Çünkü bunun arkasından gitmenin hiçbir faydası yok­tur. Bu gaybi işlerdendir. Allah'ı Arapların onlar hakkındaki akideleri ve zikredilenlerin çoğunun bununla bağlantılı olduğuna dikkat çeker. Müddcssir sûresi tefsiri akışında bu­nu açıklamıştık.

Ayetlerin bahsettiği ilkler ve sonların kınamasından kastın, atalar ve torunlar veya önceki nesiller ve sonra gelenlerin kınamaları olduğu görülmektedir. Sonda gelenler ilk­lerin adımlan üzerine yürüdüler onların sapıttığı gibi sapıttılar. Ayetler ise onlara şöyle cevap verir: "Artırılmış azap onların hepsi içindir". Çünkü her insan kazandığı ile sorumludur. Böylesi bir hüccet ona fayda vermeyecektir. Buna devamlı olarak bir vurgu vardır. İlklerin yaptıkları her günaha, sapıklığa ve şerre uymanın çirkinliğini vurgular Kur'an. Her insanın, her neslin bu durumda acele etmemesinin farz olduğunu, hak ve hi­dayet yolunu ve onda yürümeyi araştırmasını emreder. Geçmişlerin geleneklerine uyan, gittiği yolda yürüyen insanlar için delil getiren insanların hücceti düşmektedir. Geçen sûrede bunun benzeri birçok ayette bu telkin tekrarlanmıştı. . [50]

 

42- İman edenler ve Salih amellerde bulunanlar (ki, biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz) onlarda cennetin ashabıdırlar.onda sonsuz olarak kalacaklardır.

43- Biz onların göğüslerinde kinden[51] ne varsa çekip almışız.Altlarından da ırmaklar akar. Derlerki: “Bizi buna ulaştıran Allaha hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya erişemeyecektik.Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler. Onlara : “İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir.”diye seslenilecek.

44- Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecek : “Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek olarak bulduk;sizde Rabbinizin vadettiğini gerçek buldunuz mu? Onlarda : “Evet” derler. Bunda sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) bağıracaktır:[52] “Allahın laneti zalimlerin üzerine olsun.”

45- Ki onlar Allah'ın yolundan yasaklayanlar[53] Allah'ın davasını engelleme iradelerini koyanlar[54]' ve ahireti tanı­mayanlardır.

 

Ayetler siyakın devamıdır. O, salih müzminlerin varacağı mutlu sona karşılık; kafir­lerin, müstekbirlerin varacağı sonu açıklama noktasındadır. İbareler başka bir yorum;, gerek bırakmayacak kadar açıktır.

Ayetlerin üslubu güçlü ve akıcıdır. Ayetlerin, mü'minlerin nefislerine güven verdiğ açıkça görülmektedir. Onlar ile ateş halkı arasında meydana gelen konuşma, bir yandar bu hedefle bağlantılıdır. Geçen ayetler de geldiği şekilde özellikle zalimlerin, azgmlanı önderleri Allah'ın yolundan yasaklayan ve onda iradeleriyle bir eğrilik isteyen kafirlerii münasebeti ile korkutma vardır.

Mü'minlerin diliyle ayetlerde anlatılan "Bizi bu hidayete ediren Allah'a hamdoîstiı Allah'ın iletmesi olmasıydı elbette biz hidayete ermezdik" cümlesi görüldüğü üzen "Andolsun Rabbimiz elçileri hak ile geldiler" cümlesini tefsir çimektedir. Allah, elçiic rinin getirdiği telkinler, şeriatlar, beyanlarda bunu açıklamaktadır. Peygamberlerin gön derilmesindeki hikmeti, değişik rabbani hükümleri, hudutları ve çizgileri sadece akili bilmenin imkansızlığını belirten genel Kur'anî kararlarla birlikle bir uyum sağlamakta dır. Ayetler mutlak olarak gelmiştir.

Ki telkini, korkutması, müjdesi, isbatı, kapsamlı* genel olsun. . [55]

 

Allah Kimseye Gücünün Yettiğinden Fazlasını Yüklemez

 

İlk ayetlerde Kur'an'ın ana prensiplerinden, değişik üsluplarla isbatı tekrarlanan b prensip bulunmaktadır. O da, Allah Teala'nın insanlara güç yetiremcycccği şeyleri yül lememesidir. Bu iki anlamı İçermektedir. Bir: Allah'ın insanlara yüklediği şey. onları yapabilecekleri, kudretlerinin sınırında olduğu bilinen görevlerdir. İki: Allah insanla dan güçleri yetmeyecekleri şeyi yapmalarını, onu yerine getirmelerini isleme/.: "Gi yetirmek, zarar ve tehlikelere manız kalmamayı, imkanlar ve yapabilirlik ile çekişimeyi de bünyesinde laşır. Müslümanlar bu prensibe göre, malın, canın ve bedenin yapa­mayacağı, imkanın olamayacağı durumlardan sorumlu değildir. Onlardan güçlerinin da­hilinde, imkan ve makul olan sınırda bunu yapmaları istenir.

Bu prensip, eşyanın tabiatı ve işlerin gerçeğiyle de uyum sağlar. Her yerde ve her çağda uygulanır, ebedi olarak öne sürülen Kur'anî prensiblerden belki de bu en büyük olanlardır. Bunlara örnek olarak Bakara süresi 173. ayeti "Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni horam kıldı. Ama kim mecbur kalırsa, (başkasına) saldırmadan ve sının asmadan (bunlardan) yemesinde bir günah yoktur- Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, Allah'a nankörlük eden kalbi imanla yatışmış olduğu halde (inkâra) zorlanan değil, fakat küfre göğüs açan, (küfürle sevinç duyan) kimselere Al­lah'tan bir gazab iner ve onlar için büyük bir azab vardır." Bakara sûresi'nin 286. ayeti "Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Rabbimiz unutur, ya da yanıhrsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bi­ze gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamtzsın (sahibimiz, efendimiz)! Kafirler toplumuna karşı bize yardım et!" . [56]

 

46-İki taraf arasında bir engel'[57] ve yüksek surların gedik-leri[58] üzerinde de (hem cennetlikleri hem de cehennem­likleri, yüzlerindeki) İşaretleriyle[59] tanıyan erkekler vardır. (Bunlar), henüz[60] cennete girmemiş olan, fakat kapısında girmeyi bekleyen cennet halkına: "Selam size!" diye ses­lendiler.

47-Gözleri ateş halkına çevrildiği zaman da; "Rabbîrriiz, bizi şu zalim toplulukla beraber bulundurma!" dediler.

48-A'raf halkı, yüzlerindeki işaretleriyle tanıdıklar bir ta­kım adamlara da gürleyerek dediler ki: "Ne topluluğunuz, ne de büyüklük taslamanız, size hiç bir yarar sağlamadı.

49-"Allah onları hiç bir rahmete erdirmeyecek, diye ye­min ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (cennetliklere döne­rek): "Girin cennete, artık size ne korku vardır, ne de siz üzüleceksiniz!" dediler.

50-Ateş halkı, cennet halkına: "Suyunuzdan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın (ne oiur!)" diye seslendiler. (Onlar da) elediler ki: "Allah bu ikisini kafirlere haram etmiştir."

51-Onlar ki, dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayati kendilerini aldattı. Onlar, bu günleriyle kar­şılaşacaklarını nasıl unuttular ve ayetlerimizi bile bile nasıl inkâr ediyor idilerse, biz de bugün onları öyle unuturuz!

52- Gerçekten onlara, bilgiye göre açıkladığımız inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir Kitab getirdik.

53- İlle onun te'vilini[61] (onda zikredilen korkutmanın ger­çekleşmesini, hakikatini ve sonunun doğruluğunu) mi bek­liyorlar .[62]Onun te'vili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: "Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği ge­tirmiş. Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat et­sinler, yahut tekrar geri döndürülfüp dünyaya gönderilme­miz mümkün mü ki, (orada eski) yaptıklarımızdan başkası­nı yapalım? Onlar, kendilerini ziyana soktular ve uydur­dukları şeyler, kendilerinden saptı (kaybolup gitti).

 

Ayetlerin başında gelen "ikisinin arasındaki" kelimesindeki zamirin, geçen ayetlerde sonları ve konuşmaları zikredilen mü'minlere ve kafirlere döndüğü görülmektedir. İşte böylece ayetlerin siyakın devamı olduğu, ibarelerinin başka bir anlatıma ihtiyaç duyma­yacak şekilde açık olduğu görülmektedir. Kıyamet gününde cennet halkı ile cehennem halkının durumlarını, tavırlarını içeren tablolardan bîr tablo bulunmaktadır. Cennet ehli­ne güven vermekte, diğerlerinin ise pişman olacaklarını ve kendilerini helak edecekleri­ni belirtmektedir. Bu tablodan sonra, dinlerini oyun ve eğlence edinen, fırsatları kaybe­den, korkunç sonlarını takdir edemeyen, kendilerini ziyan eden kafirler için bir azarlama ve kınama yer almaktadır.

Tablo ve tamlama güçlü ve etkilidir. Saiihlerin, mü'minlcrin nefislerinde razı olma­ya, güven vermeye; günahkârların, kafirlerin nefislerinde ise korku vermeye teşvik et­mektedir. Ayetlerin bunu hedeflediği görülmektedir.

49. ayette, kafirlerin, Muhammedi davete icabet edenlere karşı büyüklerime, hakir görme tavırlarını, özellikle önderlerin bakış açısını içeren bir tablo vardır. Bunu önceki sûrenin ayetlerinde, sûrenin siyakında örnek verilen değişik başka ayetler de zikreder. Bir yandan onlar korkunç bir şekilde azarlanırken, mü'minler de sebatkâr olmaya teşvik edilir.

Özellikle 51. ayet. hayatta sahip oldukları ma] ve güçten dolayı böbürlenenleri, dinlerini oyun ve eğlence edinenleri azarlayan güzel bir telkini içerir. Bu durum onları, hak söze ve davete boyun eğmemeye, büyüklenmeye, azgınlaşmaya, günah işlemeye, sonla­rını düşünmemeye sevk eder.

52. ayet, Allah'ın Kİtab'ının mü'minler İçin hidayet ve rahmet olduğunu vurgulu­yor. Allah'ın davasına karşı büyüklenenlerîn, inkâr edenlerin, niyetleri ve davranışları kötü olanların, heva ve heveslerinin galip geldiği, inatlarının ağıriaştığt belirtiliyor. İşte o kimseler Allah'ın Kitab'ında hakkın ve hidayetin yolunu görmüyorlar. Aynı zamanda niyetleri iyi olan, hakkı isteyen, inattan, heva ve heveslen beri olan kimseler ima edili­yor. Allah'ın Kitab'ında rahmeti ve hidayeti görüyorlar. Burada kafirler için bir kınama bulunuyor. Mü'minler de bir taraftan övülüyor. Hidayeli İyiniyele. gerçek isteği sapıklı­ğı ise kötü niyete heva ve hevesinin ağır basmasına atfediyor. Bu ikisini de böylece or­taya çıkarıyor. Bunda da devamlı boyutta bir telkin vardır.

Müfessirler[63] A'raf ashabı hakkında değişik sözler ve bazı rivayetleri zikrederier. A'raf ashabı için, iyilikleri ile kötülükleri eşit olanlar veya Allah yolunda öldürülen asi­ler veya mü'minlerin çocuklarıdır diyenler vardır.

Oysa ayetlerde geçen ibareler, meleklerin veya peygamberlerin kastedildiğini kuv­vetle ilham etmektedir. Meleklerin olduğu tercihini kuvvet i endi ren başka ayetler bulun­maktadır. Örneğin Nahl sûresi 32. ayeti: "Melekler, iyi insanlar o/arak canlarını aklığı kimselere de: 'Selam size, yaptıklarınıza karşılık cennete girin!' derler." Zümcr sûresi 73. ayeti: "Rab'J er inin (azabından) korunanlar da bölük bölük cennete sevk edilmişler­dir. Kapıları daha önce açılmış bulunan cennete vardıklarında onun bekçileri onlara: 'Selam size, (ne) hoşsunuz, ebedi kalmak üzere buraya girin!' demiş/erdir".

Müfessirlcrin bu sözleri nereden bulduklarını bilmiyoruz. Oysa ayetlerin içeriği A'raf ashabının her halükârda şahitler niteliğinde olduğunu İfade etliği açıktır. Adem'­den Kıyamet gününe kadar değişik halkların ve nesillerin içinde bulunan ve yüzlerinden ve makamlarından insanları tanıyan, görevlendirilmiş gibi onlara hitab eden şahitlerdir.

Diyoruz ki, bu ayetlerin tefsirinde uhrevi sahneleri açıklamak ve şerhetmek kastedil-memiştir. Ki bu gaybi konulardan olup, fazlalaştırmadan, genişletmeden iman etmeyi gerektirir. Arkasından koşmak ise fayda vermez. Korkutma, rağbet ettirme, sebatkar kıl­ma ve uyarma gibi hedefleri amaçlamıştır.

Müfessirler de cennet ve ateşin yerini açıklamada, tahmin ve ekleme çerçevesinden çıkmayan çok geniş sözler sarfetmişlerdir. Az önce söylediklerimizin bunun için de ge­çerli olduğu görülmektedir. . [64]

 

54-  Rabbİmiz o Allah'tır ki; gökleri ve yeri altı günde ya­rattı, sonra Arş'a İstiva etti. 0, geceyi, durmadan kovala-yan'[65]' gündüzün üzerine bürüyüp örter'[66] Güneşi, ayı ve yıldızları boyun eğmişi'[67] vaziyette (yaratan O'dur.) İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur. Alemlerin Rabbi Allah, neyücedir.

55-  Rabbinize boyun eğerek ve gizlice'[68] dua edin. Şüphe­siz O, haddi aşanları'[69] sevmez.

56-  Düzene konulmas(islah)mdan sonra yeryüzünde boz­gunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşı­yarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.

57-  O ki rüzgârları, rahmetinin önünde müjdeci gönderir. Nihayet onlar, ağır ağır bulutları yüklenince,[70] onu ölü bir ülkeye yollarız; onunla su indirir ve türlü türlü meyvalar çıkarırız. İşte ölüleri de böyie çıkaracağtz. Herhalde bun­dan ibret alırsınız.

58- Güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan İse hayrı vermekten sakınan[71]' kavruk bitkiden başkası çıkmaz. İşte biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.

 

Ayetler, önceki ayetlerin devamıdır. Görüldüğü gibi onlarla bağlantılıdır da. Ahirct-te mü'minlcrin ve kafirlerin sonlarını açıkladıktan sonra gelir ki, insanlara hitap elsin. Başlangıca dönüş yaparak onların dikkatini, büyük evrende Allah'ın rububiyelinin gö­rüntülerine, mutlak tasarrufuna çekiyor. Onlara Allah'ın nimetlerini hatırlatarak salihle-ri, ihsan sahihlerini geniş rahmeti ile müjdeler. Allah, böylece ubudiyete, duaya, ölüm­den sonra insanları diriltmeye muktedir olduğuna, sadece kendisinin hakkı olduğuna de­lalet eder. Netice itibariyle, ibareler başka bir edaya gerek kalmayacak şekilde açıktır.

58. ayet, kötü nefislerin ve iyi nefislerin şahidİerini temsil noktasındadır. Toprağın da verimli, çorak, iyi ve kötü yönleriyle farklı olduğu, vesile olarak yağmurun inmesi­nin de yeterli olmadığını açıklar. Nefisler de iyi ve kötü, hayır ve şerr olarak farklıdır­lar. Allah'ın elçileri ise davanın vesileleridirler. Salihlcr ve iyiler Allah'ın davetine İca­bet ederler, hayırda, görevlerini yapmada iyi nefisle, rızayla ve kolayca yarışırlar, aynı iyi toprak gibi yağmurdan faydalanıp iyi bitkisini verir. Böylece Allah'ın rahmetini ka­zanırlar ve şükrederler.

Kötü ve şerr insanlara gelince, onlar inatçıdırlar, kibirlidirler, herşeyde taassub gös­terirler. Bütün bunlar ancak kötülükle dolu bir nefisten çıkabilir. Çünkü onlardaki hayır, hak ve görev faktörleri zayıftır. Aynen yağmurdan faydalanmayan, faydası ve zcnginliâi az, toprak gibidir. Ne Allah'ın rahmetini kazanırlar, ne de insanların güvenini.Bu ayetlerden sonra peygamberlerin kavimleri üc olan uzun silsilelere tabi kıssaları haşlar. İşte bu ayetler, özellikle son ayet ilk sûrede başlandığı gibi uzun bölümün güçlü bir sonu olarak gelir.

Ayetlerin üslubu, akla ve kalbe yöneicn etkili ve takriridir. Muhatap çoğul zamiri, dinleyenlere dönse de genel bir yönlendirmeyi içerir. İsler bu Allah'a ibadet ve dua ederken umut ve korku, gizli ve huşu ile açıklamadan, kızmadan adaplarını öğretmede olsun, isterse yeryüzünde bozgunculuktan, görevlerini yapan ihsan sahiplerini saptır­maktan yasaklaması olsun farketmez. İyi nefis sahiplerini över, kötü nefis ise sahiplerini kınar. Allah'ın yüceliğinde, evrenin büyüklüğünde kudretinin büyüklüğünü ve mutlak tasarrufunu hissetmede, nefsin O'ndan başka nefsin her şeyden kurtulması için düşün­menin gerekliliği üzerinde durur.

"Yeryüzü ıslah edildikten sonra bozgunculuk yapmayın" ibaresinin üslubi bir ibare olduğu görülmektedir. Çünkü bozgunculuk (fesad) asıl değildir ve aniden çıkan, iekrar-lanabilen bir durumdur. Cümle fesad ve azgınlığın tehlikesinin boyutunu belirtir. Fcsad. aslen çirkin ve sakıncalı olsa bile, ıslah edildikten sonra yeniden ortaya çıkarsa daha çir­kin ve tehlikelidir. Çünkü o, hakim oian ıslahı yıkmak yerine fesadı getirmek demektir. Cümle, belki de Nebevi risaleti övmekledir. . [72]

 

Allah'a Gizlice Dua Etme

 

Gizlice dua etme emri Kuran'da sık sık tekrarlanır. A'raf sûresinin 205. ayetinde "Rabbiııi içinden ya/vararak ve korkarak, sabah akşam yüksek olmayan hır sesle an. gafillerden olma"; İsra sûresinin 110. ayetinde "De ki: "ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisi ile çağırsamz en güzel isimler O'nıtndur. Namazında pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut" denildiği gibi. Bunun nefsi tezkiye olduğu açıktır. İbadet ve duada Allah için samimi olduğuna en güze! dölil olarak açıklanır. Bunlar gösteriş ve riyadan uzaklaştırır.

"Geceyi duvmdan kovalayan gündüz" cümlesindeki zamir Allah Teaia'ya dönmek­ledir. Bu ve "Güneş, ay ve yıldızlar O'nıın emriyle boyun eğdirildi" cümlesinin Al­lah'ın bu evrendeki sahnelerin kanunlarını koyduğuna delil olduğu görülmektedir.

"Yeri ve gökleri altı günde yarattı" cümlesi burada ikinci defa zikredilmekledir. İlk defa bu cümle Kaf sûresinde zikredildi ve orada yaptığımız yorumun yeterli olduğunu düşünerek tekrarlamayı gerekli görmedik. . [73]

 

Allah'ın Arşa İstiva Etmesi

 

"Sonra arşa istiva etti" cümlesine gelince ilk defa burada zikredilir. Bundan sonra ise birkaç defa tekrarlanır.

"Arş" kelimesi üzerine Buruc sûresi başında yeterli bir yorum yapmıştık. İsüva nok­tasında ise diyoruz ki: Asıl anlamı bir şeyin eşitlenmesi, istikameti ve itidalidir. Bu cümle mecaz niteliğinde söylenir. Ve anlamı ise krala göre sahiplenmedir. Ondan daha çok arşa veya tahta oturmak anlamına gelir.

İbni Kesir ise bu konuda şöyle demiştir. "İnsanların bu makam için söylediği çok sözler vardır. Fakat en güzeli selef-i salihin bu cümleyi teşbih etmeden la'til (engelle­meden tekzif (keyfiyetini) araştırmadan geçiştirdikleri yolu takip etmektir. Allah'ın ya­rattıklarından hiçbirine benzemediğini ve O'nun benzeri olmadığına bilinçleri uyarmak olarak tevil etmişlerdir".

Ehl-i Sünnet ise "Arş'a istiva etmek, Allah'ın kendini tanımladığı bir vasıftır, keyfi­yeti sorulmadan, teşbihi yapılmadan iman etmek gerekir" demekledir. Seyyid Rcşid Rı­za ise şunu demiştir: "Allah Rasulü'nün ashabından biri Allah'ın, arşa istiva etmesini benzetmedi. O'nun beşerden ve yarattığı diğer varlıkların sıfatlarından münezzeh oldu­ğunu bilmelerine rağmen O'nun arşa istivasını, göklerin ve yerin mülkünün emrinde bu­lunmasını, O'nun düzenleyicisi olduğundan ibaret anlamışlardı'[74].

Her halükârda Allah, Kur'an'ın hikmeti gereği gaybi durumları uygunsuz ibarelerle haber vermiştir. Kur'an'da zikredilene iman etmekle beraber, Allah'ı arş'a maddi, cismi oturuşu gerektiren benzerlikten, cisim atfetmekten, sınır koymaktan tenzih etmek gere­kir. Özellikle Reşid Rıza'nın bu cümleden Allah Rasulü'nün ashabının anladıklarını ha­tırlatmasının tercihe şayan olduğuna dikkat çekeriz. Herhangi bir kimseye veya sözünü destekleyen bir senede atfedecek bir nass dahi zikretmemiştir. Ayetlerin burada tümüyle ve başka yerlerde Allah'ın azametine, kudretinin kapsamına, mülküne delil gösterme noktasında olduğudur. O'nun yaratan, düzenleyen olması, sadece O'na İbadet etmeyi, boyun eğmeyi bu nedenle hak sahibi olduğunu pekiştirir. Alemlerin Rabbi olan Allah takdise layıktır. . [75]

 

59-Andolsun, Nuh'u kavmine gönderdik: "Ey kavmim, de­di, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, size büyük bir günün azabın(ın gelme-sin)den korkuyorum.

60- Kavminden önderleri'[76] dediler ki: "Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz!"

61-Dedi ki: "Ey kavmim, bende akıl ve mantıktan uzaklaş­ma'[77] yok, ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.

62-Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.

63-Korunup da merhamete uğramanız için, içinizden sizi uyaracak bir adam aracılığı iie bir zikir (sizi ikaz eden bir Kitab, size şan ve şeref verecek bir kanun) gelmesine şaştı­nız mı?"

64-O'nu yalanladılar, biz de onunla beraber gemide bulu­nanları kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları boğduk! Çün­kü oniar basiretten kör[78] bir kavim idüer."

 

İşte bu da uzun silsilenin bir halkasıdır. Sûrenin yansından daha fazlasına katlar sü­rer. Kafirleri korkutan ve kınayan, mü'minleri öven ve sena eden, her iki grubun sonunu açıklayan tabloları, Allah'ın azametine, sadece ona davete, mülkünün kapsamına delil­leri içeren bölümlerden hemen sonra gelir. Böylesi bir siyaktan sonra kıssaları zikreden Kur'an'ın Üslubu budur. Bu, ondan Öncekilerle, nasihat, hatırlatma, temsil etme, açıkla­ma ve takip etme durumlarıyla bağlantılıdır.

Bu sûreden önceki Sad sûresinde, yalanlayan kavimlerin geçici bir işaretle silsile halkalarında zikredildiği belirtildi. Bu geçici işaretten sonra Kur'an'ın hikmeti buradaki kıssalarda çok ayrıntıya girmeyi gerektirdi. Bu, ya hatırlatma, örnek verme, korkulma durumlarını pekiştirmek ya da bir meydan okuyuş üzerine veya dinleyenlerin daha faz­lasını istemesinden kaynaklanıyor. Bu durum, A'raf sûresinin Sad sûresinden sonra in­dirildiğinin doğruluğuna delil olabilir.

Kalem sûresi tefsirinin akışında benzer bir münasebetle, Kur'an'ın hikmeli gereği, değişik yöntemlerle kıssaların tekrarlanmasının rabbani hikmetini zikretmiştik. Burada­ki kıssaların tekrarlanması o hikmetle bağlantılıdır.

Bu halka, Nuh kavmine ait olan risaletin kıssasını içerir. İbareleri açıktır. Nuh kıssa­sı geçen sûrede de zikredilmişti, gerekli yorumu da yapmıştık. Bu halkada ise yorumu gerektiren yeni bir şey yoktur. . [79]

 

65-Ad kavmine de kardeşleri Hud'u gönderdik: "Ey kav­mim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yok­tur. (O'na karşı gelmekten) Sakınmaz mısınız?" dedi.

66-Kavminden Önder olan İnkarcılar dediler ki: "Biz seni bir beyinsizlik (cehalet) içinde görüyoruz ve biz seni ya­lancılardan sanıyoruz".

67-Ey kavmim, bende beyinsizlik (cehalet)[80] yok, ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim dedi.

68-Size Rabbimİn gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir Öğütçüyüm.

69-Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile Rab-binizden size bir zikir (davet, belağ, hatırlatma)[81] gelmesi­ne şaştınız mı? Hatırlayın ki (Allah) sizi, Nuh kavminden sonra, onların yerine hakimler yaptı. Üstelik yaratılışta size İrilik verdi (sizi daha İri yapılı yarattı). Allah'ın nimetleri­ni[82] hatırlayın ki başarıya eresiniz.

70-Dediler ki: "Ya, demek sen, tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım[83] diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin o azabı h'\ze getir!"

71-Dedi ki: "Artık Rabbinizden bir gazab ve azab[84] in­miştir. Allah'ın, kendileri İçin hiçbir delil İndirmediği (ve hiç bir gün vermediği), sadece sizin ve atalarınızın taktığı (boş) isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekle­yin öyle ise, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!"

72-Onu ve O'nunla beraber olanları, bizden bir rahmetle kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanların ve inanmayacak olanların ardını kestik (helak ettik).[85]

 

Bu silsilenin ikinci halkasıdır. Ad kavmine gönderilen Hud'un kıssasını içerir. İba-rcleri açıktır, geçen sûrede gerekli yorumu yapmıştık.

Bunda yeni olan Hud (a), kavmini uyarırken, "Üstelik yaratılışta size irilik verdi1' cümlesiyle Allah'ın lütfunu onlara belirtir. Bazı müfcssirler bu noktada garip ve müba­lağa çerçevesine giren Ad kavminin boy uzunluğu hakkında rivayetler zikrederler.

İbarenin Kur'anî hedefle bağlantılı olduğu görülmektedir. O bir taraftan Hud kavmi­ne Allah'ın nimetini hatırlatarak davası için onlardan destek ister. Bir yandan d:' Kur'an'ı dinleyenlerin, kendilerinden önceki kavimlerin onlardan daha güçlü ve daha iri cüsseli olmalarına rağmen kafir olmaları nedeniyle Allah'ın onları helak ettiğini ve on­ların Allah'ı aciz bırakanı adı ki arı m bilerek ibret aimaian telkin eder. Bu değişik ayet­lerde tekrarlanmıştı. Buna Gafir sûresi 82. ayeti "Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar, on/ardan daha çok, daha kuvvetli, ye/yüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. (Yine de) Ka­zandıkları, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı" ve Kat" sûresi 36. ayeSi "Bunlardan ön­ce nice kuşakları helak etmiştik ki onların tutuşu bunlardan daha kuvvetli idi, yakala­ması daha güçlü idi. Ülkelerde gezip dolaşmışlardı. Ama bir kurtuluş buldular mı?" ör­nek verilebilir.

Ad kavminin cisimlerinin iri olması Kur'an dinleyenler tarafından bilinebilir. Bunu Kur'an, hedefi ve nasihat etmeyi desteklemek için zikreder. Fakat müfessirlerin müba­lağalı bir şekilde anlattıkları gibi olmadığı görülmektedir. Kayıt etmek babındar Kuranı cümlenin Ad kavminin bedenlerinin alışılmışın dışında iri olmasını gerektir­mez. Bu ibare, Kur'an'da İsrailoğuilarından bir peygamberin Talut'u hükümdar seçme­sini tanımlama noktasında kullanılır. Bakara sûresi 247. ayeti "Peygamberleri onlara dedi ki: 'Allah Talût'u size hükümdar gönderdi'. Dediler ki: 'O bizim üzerimize nu.su hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa ondan daha lavıkız, ona qeniş mal da verilmemistir'. Dedi: 'Allah onu sizin üzerinize (hükümdar) seçti, onun bilgisini ve gücünü art­tırdı. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah'ın lütfü geniştir; (O herşeyi) bilendir." Pey­gamberin Talût'u seçme kıssası, Birinci Somoviil Sifr (Kutsal metinleri içeren kitap)'in-de Talût'un halktan daha uzun olarak tanımlandığı zikredilmektedir. Bu alışılmışın dı­şında bir mucize değildir. . [86]

 

73- Semûd kavmine de, kardeşleri Salih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tan­rınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi size bir mucizedir; bırakın onu[87] Allah'ın arzından yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yok­sa sizi acı bir azab yakalar."

74-  Düşünün ki {Allah}, Ad'dan sonra sizi hükümdarlar yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi.[88]Onun düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz, dağlarını yontup evler yapıyorsu­nuz, artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın.

75-  Kavminden büyükiük taslayan önderler İçlerinden za­yıf görülen inananlara: "Siz, dediler, Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" (Onlar­da) "(Evet), doğrusu biz onunla gönderilene inananlarız!" dediler.

76-  Büyüklük taslayanlar: "Biz, sizin inandığınızı inkâr edenleriz!" dediler.

77-  Derken dişi deveyi boğazladılar ve Rablerinin emrine karşı geldiler[89]: "Ey Salih, eğer hakikaten elçilerdensen, bizi tehdit ettiğini (azab), bize getir" dediler.

78-  Bunun üzerine hemen onları, o deprem'[90] yakaladı, yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.

79- (Salih), onlardan öteye döndü de: "Ey kavmim, ben sİ-ze Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz?" dedi.

 

İşte bu, Semûd kavmine gönderilen Salih'in kıssasını içeren üçüncü halkadır. İbare­leri açıktır. Önceki sûrede yeterli yorumu yapmıştık. Onda yeni bir şey yoktur, ancak "Sizi yeryüzüne yerleştirdi; O'nun düzlüklerinde saraylar ediniyorsunuz, dağlarını yon­tup evler yapıyorsunuz" cümlesi bulunmaktadır. Semûd'un yurtları bugün Mediıyinİ Sa­lih denilen bölgede bulunmaktadır. Orada yıkık eski binalar, dağlarda oyulmuş evler ve mezarlar bulunmaktadır. Buradaki konuşma Salih kavmine Allah'ın verdiği güç, otorite, çalışma ve bina nimetlerini onlara hatırlatma bâbındadır. Dağlarda oyuk evler yaptıkları, bu sûreden başka sûrelerde de zikredilmiştir. Ülkelerinin yapısı dolayısıyla, zorlukla­ra rağmen bunu yapmaya sevkedildiklcri söylenebilir. Aynı zamanda bu, onların sabırla­rına ve güze! sanatlarına da delalet eder. . [91]

 

80-Lût'u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: "Siz, sizden ön­ce dünyalarda hiç kimsenin yapmadığı Fuhşu mu yapıyor­sunuz?

81-Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere gidiyorsunuz ha! Doğrusu siz, yanlışlıklara dalmış'[92] bir kavimsiniz!"

82-Kavminin cevabı: "Onları (şu Luî taraftarlarını) kenti­nizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen İnsanlar-mış!" demelerinden başka olmadı.

83-Biz de onu ve ailesini kurtardık, yainız karisi geride kalıp helak olanlardan oldu.[93]

84-Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte mücrimlerin sonu naşı! oldu?

 

Bu silsilenin dördüncü halkasıdır. Lut ve kavminin kıssasını İçeriyor. Önceki sûre­lerde de zikredilmiş ve yeterli derecede yorumunu yapmıştık. Burada yeni olan ise Lufkavminin erkekleri tercih etmesi ve karısının da helak olanlarla birlikle helak oimasıdn Bu sûreden sonra zikredilecek sûrelerde bu kıssa tekrarlanmakladır. Tekvin Sifr'inde ik haber zikredilir. Kur'an dinleyicilerinin yahudiler yoluyla bunu bildikleri görülmekle dir. Az önce zikredilen Sifr'de Lut'un karısı hakkındaki ibarede, "onun arkasına döndü günde budanmış, acı kayın ağacına dönüştüğü'7 zikredilir. Hud sûresi 81. ayetteki ibare de "ötekilerine erişen azabın ona da erişeceği", Nemi sûresi 57. ayetteki ibarede isi "Yalnız karısının (aiabda) kalanlardan olmasının" takdir edildiği; Tahrim sûresi 10 ayet de ise karısının ona ihanet ettiği ifade edilir. Durum ne olursa olsun sapmalarından azgınlıklarından dolayı helak olmayı hak edenlerle birlikte karısının da helak edilmcs hatırlatılır. Pcygamber'e yakınlık ve kan bağının bile, ameli ve tasarrufu kötü olan bi fertten hiçbir musibeti dcfcdemcycccği belirtilmektedir. Hiçkimse başkasının.suçum defedemez; çünkü her nefis kazandığının hesabını verecektir. Bu hüküm, değişik misal lcrle çoğu ayetlerde tekrarlanmıştır. Bunun Kur'an'ın muhkem prensi hicrinden biri ol duğunu söylemek doğru olur. Az önce zikrettiğimiz Tahrim süresindeki ayette Lut'uı karısına bu açıkça nisbet edildi. Bu ayetler ibret alınması için indirildi: Tahrim sûres 10. ayeti "Allah inkâr edenler hakkında Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kulun nikâhı altında İdiler, onlara hîyanel eltiler. Koca lan Allah'tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı. {Oniara}: 'Haydi, girenlerle bera ber siz de ateşe girin' denildi. . [94]

"

85-Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik: "Ey kav­mim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahı­nız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarının değerini eksilt­meyin[95] düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (insan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!"

86-Ve her yolun başına oturup da tehdid ederek (insanla­rı) Allah'a iman etmeye, yolundan çevirmeye ve o (Allah yolu)nu eğriltmeye çalışmayın;[96] düşünün siz az idiniz. O sizi çoğalttı ve bakın, bozguncuların sonu nasıl oldu!"

87-Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene İnanmış ve bir kısmıda, inanmamış ise, Allah aramızda hükmedin-ceye kadar sabredin; O, hükmedenlerin en iyisİdir.

88-Kavminden büyüklük taslayan Önderler dediler ki: "Ey Şuayb, ya mutlaka seni ve seninle beraber inananları ken­timizden çıkarırız, ya da dinimize dönersiniz!" Dedi ki:

"İstemesek de mi (bizi yurdumuzdan çıkaracak veya dini­mizden döndüreceksiniz)?"

89-Allah bizi, sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer tekrar ona dönersek, Allah'ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allah, dilemedikten sonra o sizin dediğiniz dine dönmemiz, bizim için olur şey değildir. Rabbimiz, bilgice herşeyİ kuşatmıştır. Biz Allah'a dayanmışız. (Ey) Rabbimiz, bizimle kavmimizin arasındaki işi gerçekle açığa çıkar.[97] Muhakkak ki sen (gerçekleri) açığa çıkaranların en iyisi-sin!"

90-Kavminden inkâr eden önderler dediler ki: "Eğer Şu-ayb'e uyarsanız muhakkak siz ziyana uğrarsınız!"

91-Derken o müthiş deprem onları yakalayıverdi, yurtla­rında diz üstü çöke kaldılar.

92-Şuayb'ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular.[98]

93-Şuayb, onlardan öteye döndü! "Ey kavmim dedi, ben size Rabbimîn gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim, artık kâfir bir kavme nasıl üzülürüm?[99]

 

İşte bu da silsilenin beşinci halkasıdır. Şuayb'ın Medyen'e gönderilişini, açık ibarelcrie anlatıyor. Bu kıssa ilk defa burada böyle ayrıntılarıyla geçmekledir. Geçen sûrede "Ashabu'l-Eyke"nin zikredildİği ayette geçici bir işarette buna değinmiştik. Orada As-habu'I-Eyke'nin Medyen halkı ve Şuayb'in kavmi olduğunu Kuram nasslara dayanarak tercih etmiş, onları tanıtmak amacıyla yeterli açıklamayı yapmıştık. Kur'an'ı dinleyen­lerin onlar hakkında bilgi sahibi oldukların! da belirtmiştik. İşte böylece Kur'anî kıssa­larda ki nasihat sağlamlaşmış olur.

Birçok müfessir[100] zikredilen kavimlerin, peygamberlerine karşı tavırlarını anlatan, onlara azabın nasıl indiğini belirten kıssalarda çok ayrıntılara girmişlerdir. Zikrettikleri­nin çoğu ise delilsizdir. Zikrettiklerinin içlerinde garipliğe varan çok şeyler bile bulun­maktadır. Burada onlardan bazı şeyleri anlatmaya gerek yok. Çünkü anlatılanların pek çoğu Kur'anî hedefle bağlantılı değildir. Çünkü biz, bu hedefi gerçekleştirmek isteyen, Kur'an'ın hikmeti gereği zikrettiği noktada durmayı daha uygun buluyoruz. Kur'an in­dirildiği zaman bu kıssaların delalet ettiği şeyler Pcygamber'in toplumunda bilinmek­teydi. . [101]

 

Kıssaların Telkinleri Ve Kur'anî Hedefle Bağlantısı

 

Kıssa silsileleri Kur'anî hedefle ilintili önemli noktalan içermişti. Bunları şöyle sıra­layacağız:

1- Allah Peygamberlerinin tebliğ ettiği davanın esaslarını belirginleştirmek ve bu­nun, Hz. Muhammed (s)'in tebliğ ettiği esasların aynısı olduğunu, bir kaynaktan sadır olduğunu, bu kıssaların bir tek hedefi amaçladığını belirtmektedir. O hedef de; sadece Allah'a davel etmek, boyun eğmeye ve ibadete sadece O'nun hak sahibi olduğunu. O'n-dan başka herşeyi terkelmenin, her çeşit ve şekildeki şirki kınamanın olumlu yönünü açıklalamak, faydalı salih amelleri, faziletleri, ahlâki değerleri yapmaya teşvik etmek, Allah'ın yolundan engellemeyi, düşmanlığı, azgınlığı, günahları, kötülükleri çirkin bul­maktır.

2- Değişik asırlarda insanların çoğu, Allah'ın kendilerinden birini. Rabbani risaletîe görevlendirilmesine karşı ilginç bir tavır takınarak ortak bir payda da toplandığını açık­lamak. Geçen peygamberlerin onlara verdiği cevap da, bu seçimin olağan birşey oldu­ğunu açıklamak olmuştur. İnsanlardan bazılarının herhangi bir zamanda insanları irşat etmesi için seçilmesi gayet normaldir. Çünkü onlardan örnek liderler çıkarmak, onlarla anlaşmanın, aynı yöntemlerle onlarla konuşmanın bir yoludur.

Bu kıssa, Hz. Muhammed (s)'in türedi olmadığım ve yeni bir şeye davef eimediğiııi vurgulamak istiyor. Bazı münasebetlerde özellikle bazı ayetler buna dikkat çekmektedir. Örneğin A_hkai" sûresinin 9. ayeti "De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim. Bancı ve si­ze ne yapılacağım da bilmeni. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcı başka bir şey değilim.'7 Şura sûresinin 13. ayeti "O size, dinden Nuh'a tavsi­ye etliğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi şeriat yapa. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat kendilerini çağırdı­ğın (bu) esas, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçv'r ve ivi niyetle yöneleni kendisine iletir."

3- Özellikle zenginlerin, önderlerin, inatçı, inkarcı, böbürleniei. isyancı bir tavır ta­kınan geçmiş ümmetlerin kafirleri ile Arap kafirleri arasında ortak bir yolun oiduğunu açıklamak. Büyük bir kısmının fakir ve zayıf okluğu az bir topluluk ise davdı? icabet çi­mekledir. Çünkü kafirler ona icabet edenleri sıkıştırmakla, eziyet çimekle, yurtlarından çıkarma ve kovalama ile tehdit etmekle, engellemekledirler. Sanki bununla Peygamber (s) ve mü'minlcrc güven ve teselli verilmek istenmiştir.  Rasul ve mü'minleri, Allah'ın rızasına ve korumasına nail olan, sebat eden. göğüs geren, sabreden kendinden önceki­leri örnek almaya davet etmektedir.

4- Kıssa Pcygamber'e güven ve sebat vermektedir. Karşılaştığı durumla geçmiş pey­gamberler de karşılaşmıştı. Eğer kavminin çoğu iman etmiyorsa, iman edenlerin çoğu müstazaf ve azınlık ise, geçmiş peygamberlerin de aynı durumu yaşadığı belirtilerek moral verilmek isteniyor.

5- İman edenlere güven ve sebat vererek, teselli ediliyor. Allah onların destekleyici­si, kurtarıcısı, zafere erdiricisidir. Kafirleri ise helak edicidir. Sonunda ne kadar güçlü, ne kadar çok, ne kadar zengin, ne kadar otoriter olsalar da. geçmiş kavimler gibi onları ortadan kaldıracaktır.

Değişik ayetler zikredilen üç noktaya dikkat çekmektedir. Örnek olarak şu ayetler verilebilir. En'am sûresi 10. ayeti "Senden Önce de peygamberlerle alay edilmişti. Fa­kat onlarla alay edenleri alay ettikleri gerçek kuşatı verdi," Bn'am sûresinin 33. 34. ayetleri "Diliyoruz, onların dedikleri sent üzüyor gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. fakat zalimler bile hile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar. Senden önce de elçiler yalan­lanmış!!. Yalanlamalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. Allah'ın kelimelerini (yardım va'dini) değiştirebilecek kimse yoktur. Sana da el­çilerin haberinden bir parça gelmiştir". Tevbe sûresinin 70. ayeti "Onlara, kendilerin­den öncekilerin, Nuh. Ad. S cm ûd kavminin. İbrahim kavminin, Medyen halkının ve baş­kaları üstüne ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Elçileri onlara açık debiler ge­tirmişti. (Ama inanmadılar, bundan dolayı Allah'M gazabına uğradılar) Allah onlara zulmedecek değildi, onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı," Yunus sûresinin 13. 14. ayetleri "Sizden önce, zulmettikleri ve peygamberleri kendilerine açık kanıtlar getirdik­leri halde inanmadıkları için nice nesiller helak etmişizdir, işte suç işleyen kavmi böyle cezalandırırız. Sonra onların ardından bu dünyada onların yerine' sizi geçirdik ki. sızın de nasıl davranacağınızı göre/im," Nur sûresinin 55. ayeti "A/lalı sizden, iman edip sa­lih ameller yapanlara va' delmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıhhysa, onları da eryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (lam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Ama kim(ler) bundan sonra da nankörlük ederse iste onlar, yoldan çıkanlardır".

6- Zikredilen kavimlerin kıssalarından habersiz olmayan, onların sonlarını ve yurtla­rındaki Rabbani yıkımın izlerini bilen kafirlere hatırlatma yapılıyor ki, ibret alsınlar ve içinde bulundukları durumdan vazgeçsinler. Onlardan daha güçlü ve daha çok mala ve evlada sahipleri helak eden Allah'ı hiç kimse aciz bırakamaz.

Nebevi, risalet aslında onların hayrı ve saadetleri içindir. İçinde bulundukları duru­ma güvenerek böbürlenmemeleri, geçmiş ümmetlerin kafirlerinin vardığı sonlan ve akı­betleri unutmamaları gerekir.

Silsilenin içerdiği ibretler, nasihatlar herhâlükârda devamlı bir telkindir. İster bu, haktan engellemeyi, inadı, büyüklenmcyi, onda tartışmayı, ona davet edenlere eziyet et­meyi kınamada, zayıflara baskı ve onları hakir görmede, yeryüzünde bozgunculuk yap­mada, miras alınan zararlı ve çirkin geleneklere yapışmada, olsun; isterse hak üzere olanlara sebat vermede ve sonucun onlar için kazanım olduğunu belirterek güven ver­mede olsun fark etmez. . [102]

 

 

94-Bİz hangi kente[103] bir peygamber gönderdİysek, onun halkını yalvarıp yakarsınla[104] diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.

95-Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik getirdik de (in­sanlar) güç ve servet bakımından fazlaliştılar, çoğaldılar ve geliştiler[105] ve: "Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuş­tu [106]onlar olaylardan ibret alıp şükretmediler)." Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaia-dık.

96-O) kentlerin halkı iman edip (kötülüklerden) korunsa-lardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden bolluklar açar­dık; fakat yalanladılar, biz de onları kazandıklarıyla yaka­ladık.

97-Peki (o) kentlerin halkı, geceleyin, uyurlarken azabı­mın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler?

98-Ya da (o) kentlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın onlara gelmeyeceğinden emin midirler?

99-Allah'ın tuzağından (kurtulacaklarına) emin ini oldu­lar? Ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın tuzağına yakalanmayacağından emin olmaz.

100-Sahiplerinden sonra şu toprağa mirasçı olanları Al­lah'ın onları da helak etmeye muktedir olduğunu hâlâ anla­madılar mı?[107] Kİ biz dilesek, kendilerini de günahlarıyla ce­zalandırırız ve kalplerini mühürleriz[108] artık hiç işitmezler.

101-işte o kentler; sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara açık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıklarından ötürü, inanmak istemediler. İşte Allah, kafirlerin kalplerini böyle mühürler.

102- Onların çoklarını isyankâr[109] bulduk ama, çoklarında sözde durma diye bir şey bulmadık.

 

Ayetlerin ibareleri başka bir anlatıma gerek bırakmayacak kadar açıktır. Ayetlerin kalplere ve akıllara birlikte yönelen güçlü ve etkili üslubuyla kıssa silsilesinin hedefleri­ni destekleyici, açıklayıcı ve tamamlayıcı olduğu görülmekledir. Nefislerin derinlikleri­ne, özellikle dinleyenlerden hakkı isteyen, iyiniyetli, geçmişten ibret alan, akibeti düşü­nen, acele etmeyen, fikrinde açık olan kimselere nüfuz edecek bir yapıdadır.

inkarcıların durumu geçmişteki benzerlerinin durumu gibidir. Onlara da peygamber­ler gelmiş fakat hemen inkâr etmişler ve isyan etmişlerdir. Allah onları darlıkla sonra re­fahla imtihan cîmişlir. Bu imtihanın içeriğinden gafil olmuşlardır. Azgınlıkları değişik boyutlara ulaşınca kazandıklarına karşılık Allah onları güçlü bir yıkımla yakalayıvcr-miştir. Oysa onlar eğer Allah'a iman edip. salih amel isteselerdi, Allah onların önüne yerin ve göğün bolluklarını açardı. Fakat onlar vazgeçmediler, kalpleri katıiaşti ve Al­lah'ın azabı onlar için gerçek oldu. Dinleyip de inkâr eden Öncekilerin haberlerinden, ib­ret almaları. Allah'ın onlara günahları nedeniyle bir musibet vermeye muktedir olduğu­nu hatırlatmaları gerekirdi. İçinde bulundukları duruma güvenmemeleri, güven içinde olduğunu sanarak Allah'ın azap ve intikamından gafil olmamaları kentlileri için daha iyidir. Gaflette olan kimse kesinlikle ziyanda olandır. Görünen o ki. kendilerinden Önce­kilerin yolunda yürüdüler, ibret almadılar, peygamberlerini yalanladılar, onların çoğu Allah'a verdikleri sözlerinde durmadılar, O'na isyan ettiler, kalpleri katılaştı, kulakları sağırlaştı ve fasıklardan oldular.

Ayetler, mutlak bir yönlendirmeyi içeriyor. Çünkü Allah'ın adaletini, kanunlarını, bütün nesillerdeki çoğu insanların karakterlerini ispatlarken Allah'ın azametini ve kap­sayıcı yönünü inceliyor. Ayetler, buna bağlı olarak da herhâlükârda geçerîi olacak ibret­ler içermektedir. . [110]

 

Allah'ın Kâfirlerin Kalplerini Mühürlemesi

 

Son iki ayette, Allah'ın kafirlerin kalplerini mühüriediğini zikrediyor. Bu ibare deği­şik yerlerde ve benzer münasebetlerle tekrarlanmıştır.

Kelam alimleri arasında çekişme nedenlerinden biri de kader konusudur. Bir grup alim, bu ayetlerin insanların amelleri ve sonlarının ezelden beri kesin bir şekilde takdir edildiğine dair deliller olduğu görüşündedir. Başka bir grup ise bu grubun görüşünü te­vil ederek, bu görüşün Allah'ın adaleti, rasulleri göndermedeki hikmeti ile çelişkili ol­duğu, değişik Kur'anî nasslara ters düştüğü görüşündedirler.

Buradaki ayetlerin siyakı ve bu ibarenin zikredüdiği başka ayetlerin siyakı, insanla­rın geçmişlerine bakarak Allah'ın bu insanların kalplerini katılaşürdığı, zihinlerini ka­pattığı görüşünü reddeder. Bu durumda Allah'ın davasına icabet çimekten alıkoyduğu ezeli bir hüküm olmasının hiçbir anlamı yoktur. Buradaki ayetlerin içeriği ve başka yer­deki ayetlerin bu yanlış kader telakkisini destekliyor olması düşünülemez. Çünkü onlar, aynı zamanda sapmalarından, inkâr etmelerinden dolayı kafirler için bir korkutma, bir şiddet, bir kınamayı içermektedir. Ayetler, onların kötü niyetleri, kötü düşünceleri nede­niyle kalplerinin şiddetle katılaştığını, zihinlerinin kapandığını tanımlama yoluna git­miştir. Ya da inatçı tavırlarından dolayı küfrün onlarda yerleşmiş bir meziyet haline gel­diğini ortaya koymaktadır.

Bu ibarenin; inkâr ve küfür, inkarcıları, kafirleri kınama ve azarlama noktasındaki bir tanımlama ile beraber zikredüdiği gözlenmelidir, Çünkü ayetlerin gerçekten küfrü, fışkı, hak davaya icabet etmemeyi, sözünde durmamayı kafirlerde bulunan sıfatlar ola­rak kararlaştırdığı görülmektedir. Öylcki bu sıfatlarla anılmayı lıakettikleri için de, bu kınamaya, azarlamaya ve tehdide layık olmuşlardır.

Bu ve benzeri ibarelerin belki de hedefleri Peygamber {s)'e ve mü'minlere tescili vermektir. Sanki onlara inkarcıların, kafirlerin kalpleri yumuşamazsa üzülmeye, acıma­ya gerek yoktur denilmekledir, Çünkü Aliah onların kalplerini: fısk, fesad ve kötülük karakteri ve küfür niyetiyle kaldıkları için rnühürlemiştir. . [111]

 

"Nebi" Kavramı

 

Nebi kavramı burada ilk defa gelmiştir. O, "Nebe'e" (haber verdi) kelimesinden tü­retilmiştir. Haber veren bilgi aktaran anlamındadır. Haber getiren yani Allah'tan haberi getiren kimse. Bununla beraber alimler ve müfessirler "Rasulü" ve "Nebi" kavramlarını birbirinden ayırmışlardır. Her rasul nebidir, her nebi rasul değildir demişlerdir[112]. Hac sû­resinin 52. ayetinde; "Senden önce hiçbir rasul ve nebi göndermemiştik ki o, temenni et­tiği zaman şeytan onun temennisine bir düşünce atmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hakim (sağlamlattı-ran)dır", Her iki kavramı bir arada zikretmiştir. "Gönderme" kelimesi Rasul ve nebi için kullanılmıştır. Tahrim sûresi 1, ayetinde olduğu gibi Kur'an Peygamber (s)'e bazen nebi sıfatıyla hitab eder: "Ey Nebi niçin, Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun? Allah bağışlayandır, esirgeyendir." Bazen de Maide sûresi 67. ayetinde zikredildiği gibi rasul sıfatıyla hitabeder. "Ey Rasul, Rabhinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını duyurmamış olursun. Allah seni insanlar­dan korur. Doğrusu Allah kafirler toplumunu yola iletmez". Rasul ve Nebi kelimeleri Araf sûresi 157. ve 158. ayetlerinde birlikte zikredilir. "Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o "Rasul'e, o ümmi Nebi'ye uyarlar. O (Nebi) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini, kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haranı kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, iste felaha erenler onlardır."

Maide ve Tahrim süresindeki ayetler Nebi ve Rasul'ün aynı anlama sahip olduğunu belirtir. Hac ve A'raf sûrelerinde her iki kelimeyi birlikte zikreden ayetler ise aralarında bir fark olduğunu belirtmektedir. Biz bunu idrak edemesek de herhâliikârda mülessirlc-rin ve alimlerin gördüğü farkların olmadığını görmekteyiz. Hac süresindeki ayetin içeri­ği özellikle görüşümüzü desreklemektedir. . [113]

 

103-Onlardan sonra Musa'y1 ayetlerimizle Fir'avn'a ve o-nun ileri gelen adamlarına gönderdik, ayetlerimize haksız­lık ettiler;[114] fakat bak, bozguncuların sonu nasıl oldu?

104-Musa dedi ki: "Ey Fir'avn, ben alemlerin Rabbi tara­fından gönderilmiş bir rasulüm,"

105-Allah'a karşı gerçekten başkasını söylememek, be­nim üzerime farzdır[115]. Size Rabbİmizden açık delil getir­dim, artık İsrai loğu Harını benimle gönder!"

106- Fir'avn dedi: "Eğer bir ayet (mu'cize) getirmiş isen, hakikaten doğru söylüyorsan göster onu bakalım!"

107- Bunun üzerine (Musa), asasını atti, birden o, açık bir ejderha oluverdi.

108- Ve elini {koltuğunun altından) çıkardı[116] birden o, bakanlar için bembeyaz parlayan bir şey oldu.

109- Fir'avn kavminden ileri gelen bir topluluk dediler ki: "Bu, çok bilgili bir büyücüdür."

110-"Sizi ülkenizden çıkarmak istiyor, ne emredersiniz?"

111 -Onu da, kardeşini de beklet[117] dediler, şehirlere top­layıcılar' [118]yolla."

112 "Bütün bilgili büyücüleri (toplayıp) sana getirsinler.

113- Büyücüler Firavun'a gelip! "Eğer üstün gelen biz olursak, elbet bize bir mükafat var değü mi? dediler.

114- (Firavun): "Evet, dedi, hem de siz (benim) yakın-lar(ım)dan (olacak)sınız!"

115- Dedi ki: "Ey Musa, sen mi (önce hünerini ortaya) ata­caksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?"

I16-"Sİz atın" dedi. (Hünerlerini ortaya) Atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkutup dehşete düşürdü-|er[119] VG büyük bir büyü (ortaya) getirdiler.

117-Biz de Musa'ya "âsânı at" diye vahyettik. Bir de bak­tılar ki o, onların uydurduklarını [120]yakalayıp yutuyor'[121]

118- Gerçek ortaya çıktı ve onların bütün yaptıkları batıl oldu.

119- Orada yenildiler ve küçük düştüler. 120- Ve büyücüler secdeye kapandılar. "121- "Alemlerin Rabbİne iman ettik!'' dediler.

122-"Musa ve Harun'un Rabbine!"

123-Fir'avn: "Ben size izin vermeden ona inandınız mı?" dedi. "Bu, bir komplodur, şehirde bu komployu planladı­nız[122] ki, halkını oradan çıkarasınız, ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz!"

124-"Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı (sağ ele, sol ayak) çaprazlama keseceğim,[123] sonra hepinizi (hurma dallarına) asacağım.

125- Dediler ki: "Biz zaten Rabbimize döneceğiz!"

126- "Rabbimizin, bize gelmiş olan ayetlerine inandığımız İçin bizden nefret edip kızıyorsun.[124] (Ey) Rabbimiz, üzeri­mize sabır dök ve bizi müslüman olarak öldür."

127-Fir'avn kavminden ileri gelen bir topluluk dedi ki: "Musa'yı ve kavmini seni ve tanrılarını terkedip yeryüzün­de bozgunculuk yapsınlar? diye mi bırakıyorsun?" (Fir'avn): "Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz daima onların üstünde eziciler olaca­ğız!" dedi.

128- Musa kavmine: "Allah'tan yardım İsteyin, sabredin!" dedi. Yeryüzü Allah'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç, müttakilerindir!"

129- (Ey Musa)! Sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da bize işkence edildi." dediler. (Musa), "Umulur kî Rabbimiz düşmanınızı yok eder ve onların ye­rine sizi yeryüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceği­mize bakar" dedi.

130- Andolsun biz, Fir'avn aüesini kuşattık öğüt alsınlar diye yıllarca kıtlıkla ve ürünlerini azaltmakla [125]sıktık.

131-Onlara bir İyilik geldiği zaman: "Bu, bizimdir (kendi bİigî ve davranışımızla elde ettik)." derler; kendilerine bir kötülük ulaşırsa, Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlar[126] (onların yüzünden belaya uğradıklarını sanır­lardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu' [127] Allah kalındadır. Fakat çokları bilmezler.

132- Ve dediler ki: "Bizi büyülemek için ne kadar mu'cize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz!"

133-Biz de onların üzerine ayrı ayrı rnu'cizeler olarak tu­fan, çekirge[128] kımıl (hıserat), kurbağalar ve kan gönder­dik; ama yine büyüklük tasladılar ve suçlu (mücrim) bir topluluk oldular.

134-Üzerlerine azap[129] çökünce: "Ey Musa, dediler, sana verdiği söz uyarınca bizim İçin Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldınrsan, muhakkak sana inanacağız ve mut­laka Israiloğullarını seninle beraber göndereceğiz!"

135-Biz onlardan, geçirecekleri bir süreye kadar azabı kaldırınca, hemen yeminlerini ve sözlerini bozmaya başla-dıiar.[130]

136-Biz de onlardan intikam aldık, onları denizde'[131] boğ­duk! Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umarsamaz olmuşlardı.

137-Hor görülüp ezilmekte olan milleti de içinde bereket­lerle donattığımız yerin, doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbimin İsrailoğulları'na verdiği güzel söz, sabret­meleri yüzünden tam yerine geldi. Fir'avn'm ve kavminin yapa geldiği şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları ve bahçeleri de yıktık.[132]

 

Bu ayetler, Musa. Fir'avn ve İsrailoğullan kıssalarından uzun silsilesinin bir halkası­dır. Silsile geçen kissalardaki silsilesinin devamıdır, onun halkalarından bir halkadır. Bu ayetler geçen kıssaları tamamlamak için ayrıntılı olarak gelmiştir.

Bu halka. Musa ile Fir'avn arasında geçen konuşmanın ve MusaTnın elinde ortaya çıkan mucizelerin, sihir sahnesinin ve onun kazanmasıyla biten düellonun, Fir'avn ve kavmine Allah'ın musallat etliği belalar zincirinin, onların boğulması ve İsrailoğulkırı­nın kurtuluşu ve Allah'ın davetine icabet etmeleri ve sabretmeleri nedeniyle Allah'ın onları üstün kılmasını aktarır.

ibareler, başka bir anlatıma gerek bırakmayacak kadar açıktır. Burada hedeflenen şey ise önceki ayetlerde vurgulanan hedefleri tekrarlamaktır. Görüldüğü gibi ayetler, se­bat etmeyi, Örnek vermeyi, hatırlatmayı, nasihat etmeyi hedefliyor. Musa (a)'nin Fir'avn ve Tsrailoğulları ile olan kıssası, bugün elde dolaşan Ahdİl-Kadim kitaplarından Tesni-ye. el-Laviyin, ci-Aded, cl-Huruç kitaplarında çok ayrıntılarıyla zikredilmiştir. Pcygamher (s) zamanındaki İsrailoğullannın elinde dolaşan bu kitaplarda zikredilenlerle bı ayetlerde zikredilenler güzcî bir uyum gi'y/.c çarpmaktadır. Bu durum, Araplardaı Kur'an'ı dinleyenlerin, bu kıssaları bildikierini gösiermektedir. Çünkü Kur'anî nasihai bu halkada çok barizdir.

Musa, Firavun ve İsrailoğullarıyia ilgili aktarılan kıssanın çok daha fazlası ve ayrın tıları yukarıda zikredilen Ahd-i Kadim bölümlerinde anlatılmaktadır. Bu ve başka sure lerde zikredilenler. Kur'anî hedefi gerçekleştiren, hikmetini gcrcklircn bir üslnpia anla liimışlır.

Kur'an'da zikredilenler ile bugün elde dolaşan Esfar arasında bazı farklılıklar vardır Esfar'da olup. Kur'an'da olmayan ya da Kur'an'da olup Esfar'da olmayan bölümler gi bi...

Biz ise ayetlerde zikredilenlerin, yahudilerin elinde olup da kaybolan başka levha w Esfar'da zikredildiğini ve konuşulduğunu tercih ediyoruz. Bunun için başka yorumu­muz yoktur. Çünkü bu, zikrettiğimiz kıssalardaki nasihat ve destek düşüncesiyle yyum ludur.

Müfcssirler[133] bu halkanın mu'cizeleri ve olaylarla ilgili birçok şey aktarmışlardır Bunlar, elde dolaşan Ahd-i Kadim Esiar'ında zikredilenlerin ha/ısı ile uyumludur, bazı­sı ile de uyum güsiermez. Bazılarında ise ilginç ve mübalağa derecesine ulaşan ayrıntı­lar vardır. Bütün bunlar eski Arap ve yahudi kıssalarına atfedilir. Bunu zikretmeyi uy­gun görmedik. Kıssada zikredilen mu'cizc ve olaylara bir yorum getirmedik. Çünkü bu Kur'anî hedefle bağlantılıdır. Bu hedef de. Kıır'an'ın hikmeti gereği zikrettiğinin dışın­da yoruma ve ayrıntıya kalmadan dinleyenlere nasihat ve hatırlatmada bulunmaktır. Tefsir kitaplarının bu konuda içerdiği şeyler. Peygamber (s) döneminde dolaşan ve ko­nuşulanları bu halkanın içerdiğine delalet edebilir.

Bu halkadaki ibretlerden birisi de, Fir'avn ve devlet erkanının, Allah'ın davetine \c ayetlerine karşı tavırlarını, İsrailoğulİanna yaptıkları zulmü \c büyüklenmelerini tanım­lamaktadır. Allah'ın ayetlerini, alayla hafife almalarına karşı Allah onlardan intikam al­ması ilk ibret sahnesi Musa'nın zafer kazanması, sihirbazların batıllarında ısrar etmeye­rek, apaçık bir delili gördükleri zaman Allah'ın Rasulüne iman etmeleri ise ikinci ibrel sahnesidir. Üçüncü ibret sahnesi ise, İsrailoğullan'nın kurtuluşu ve ilk davette iman ci-melerinc ve sabretmelerine mukabil yeryüzünde yerleştirilmeleridir.

Bütün bunlar dinleyenler için bir uyarma, darb-ı mesel, nasihat ve hatırlatma; kalir-ler için bir korkutma, Peygamber (s) ve mü'minler için bir tescili . Peygamber (s)'e sınır nispet eden kafirlere kesin bir cevap vardır.

"Hor görülüp ezilmekte olan milleti de içini bereketlerle donattığımız verin, doğula­rına ve hanlarına mirasçı kıldık" ayetine dayanarak yahudilerin Filistin'in miras   bırakıldığını Kur'an'ın tescil eltiğİ iddialarına karşı mü si umanları uyanık olmaya çağırı­yoruz. Buna Maidc sûresinin 21. ayeti de örnek verilebüir:  "Ey kavmim, Allah'ın size yazdığı nasip ettiği kutsal toprağa girin, arkanıza dönmeyin, yoksa kaybet/ersiniz." Bi­zim açıklamasını yaptığımız ayel açıkça, onların Allah'ın kelamına icabet etmelerinden ve sabretmelerinden dolayı bu sonuca ulaştıklarını zikretmektedir. Allah onları (yahudi-leri) layık oldukları azapla, zilletle, parçalamakla, devletlerini yıkmakla muamele edece­ğini ve buna da Kıyamet gününe kadar devam edeceğine dair kendi adına yemin etmiş­tir. İşte A'raf sûresinin 167. ayeti "Rabbin elbette tâ Kıyamet gününe kadar onlara aza­bın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir!" diye ilan etmişti. Doğrusu Rabbin çabuk ceza verendir ve O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Ali îmran sûresinin 112. ayeti   bunu açıklamaktadır:  "Nerede olsalar, onlara alçaklık (damgası) vurulmuştur (ezilmeğe mahkumdurlar). Meğer ki Allah'ın ahdine ve (inanan) insanların ahdine sı­ğınmış olsunlar. Allah'ın gazabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu (yoksulluk içinde ezildiler). Böyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı ve çünkü isyan etmişlerdi, haddi aşıyorlar­dı.". Bu durum, Musa'dan sonra tehlikeli ahlâki ve dini sapmalarından çoğu kitapların­da kaydedilen Allah'ın tavsiyelerini, adalet, insanlık ve hakk prensiblerini bozmaların­dan sonra ortaya çıktı.[134]

Bu ayetler Mcdeni'dir. Muhammedi Nübüvvet döneminde kararlaşıldığı gibi Al­lah'ın tavsiyeleriyle çelişkili, ahlâki değerlere ters tutum ve sapmalarına atıfta bulun­maktadır. Bu konuda Medine'de inen birçok ayet bulunmaktadır[135].. [136]

 

138- İsrailoğullarını denizden geçirdik, kendilerine mahsus birtakım putlara ibadet eden[137] bir kavme rastladılar: "Ey Musa, dediler, (bak) bunların nasıl İlahları varsa, bize de öyle bir tanrı yap!" (Musa): "Siz, gerçekten cahil ve hakkı bilmeyen'[138] bir toplumsunuz."

139-  Şunların İçinde bulundukları (din) yıkılmıştır'[139] ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır.

140-  Alîah, sizi alemlere üstün yapmış iken size Allah'tan başka bir tanrı mı arayayım?" dedi.

141-  (Ey İsraiioğulları), hatırlayın o zamanı  ki biz sizi Fir'avn ailesinden kurtarmıştık'[140]. Onlar size azabın en kö­tüsünü taddırıyorlardr»[141] Oğullarınızı Öldürüyor, kadınları­mızı sağ bırakıyorlardı. Bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bîr imtihan vardı.

142-  Musa ile otuz gece [bana ibadet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbİnin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavmim içinde benim yerine geç, ıslah et, bozguncu­ların yoluna uyma."

143-  Musa, tayin ettiğimiz vakitte[142] bizimle buluşmağa geiip de Rabbi ona konuşunca: "Rabbim, bana (görün), sa­na bakayım!" dedi. (Rabbii buyurdu ki: "Sen beni göre­mezsin; faka! dağa bak, eğer o yerinde durursa, sen de be­ni göreceksin!" Rabbi dağa görününce onu darmadağın et­ti ve Musa da baygın' [143]düştü. Ayılınca "Sen yücesin, sana tevbe ettim, ben mü'minlerin ilkiyim!" dedi.

144-  (Allah) buyurdu ki: Ey Musa, ben (sana) mesajlarımla ve konuşmamla seni insanların başına seçtim; sana verdi-ğimi al ve şükıedenlerden ol!"

145-  Oğüte ve her şevin açıklamasına dair ne varsa hepsi­ni Musa için levhalara yazdık: "Bunları kuvvetle tut, kav­mine de emret, bunların en güzelini tutsunlar; .size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl tarumar ettiğini) göstereceğim!"

146- Yeryüzünde haksız yere büyüklenenteri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti (rriu'cizeyi) görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler onu yol edin­mezler, ama sapıklık, azgınlık yolunu' [144]görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.

147-  Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştı[145]. Onlar, yalnız yaptıklarıyla ceza­lanmıyorlar mı?

148-  Musa'nın kavmi, kendisinden sonra kendilerinin zi-net takımlarından yapılmış, böğürmesi[146]' olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler.[147] Görmediler mi ki o, ne kendilerine söz söylüyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zalimlerden) oldular.

149-  Ne zaman ki (günahları nedeni ile pişmanlıklarından ötürü) başları elleri arasına düşürüldü'[148] ve kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görüp anladılar, dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan oluruz!"

150- Musa, kavmine kızgın ve üzgün'[149] bir halde dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbini-zîn emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?" dedi, levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekme­ğe başladı. (Kardeşi): "Ey anamın oğlu" dedi, bu insanlar beni hırpaladılar, az kalsın beni öldürüyorlardı. (Ne olur) düşmanları üstüme güldürme, beni bu zalim kavimle bera­ber tutma!"

151-(Musa): "Rabbim, dedi, beni ve kardeşimi bağışla, bi­zi rahmetinin içine sok, merhametlilerin en merhametlisi sensin!"

152-Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere muhakkak Rab-Icrinden bir öfke ve dünya hayatında bir alçaklık erişecek­tir! İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.

153 Ama kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip iman edenlerfe karşı), muhakkak ki Rabbin o (tevbe ve i-majndan sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir.

154- öfkesi dinince Musa, levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar'[150] İçin yol gösterme ve rahmet var­dı.

155- Musa, bizimle buluşma vakti için, kavminden yetmiş adam seçti'[151]. Onları sarsıntı yakalayınca (Musa) dedi ki:"Rabbim[152]dîleseydin bunları da beni de daha emce helak ederdin. İçimizden bazı cahillerin/kıtakılhların.[153] yaptıkla­rından ötürü bizi helak mı edeceksin? Bu (iş), senin imti­hanından başka'[154]' bir şey değildir. Onunla dilediğini saptı­rırsın, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim velimİzsin, bizi bağışla, bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.

156- Bize bu dünyada da İyilik yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.[155] (Allah) buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi uğra­tırım; rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu, mutta kilere, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağını.

 157- Onlar ki yanlarında ki Tevrat ve İncil'de yazılı bul­dukları o Elçi'ye, 0 ümmi'[156] Peygarnber'e uyarlar- O (pey-gamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötü­lükten meneder; onlara güze! şeyleri helal, çirkin[157] şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları'[158] sırtlarındaki zincir­leri[159] kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek[160] O'na saygı gösteren, O'na yardım eden ve O'nunla beraber in­dirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır.

158- De ki: "Ey insanlar, ben sîzin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka ilah olmayan, yaşa­tan, öldüren Allah'ın, elçisiyim. Gelin Allah'a ve O'nun ümmi peygamberi olan elçisine inanın ki, o peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır, O'na uyun ki doğru yolu bulaşınız!"

159-  Musa kavmi içinde doğrulukla hakka götüren ve hak İle adalet yapan'[161] bir topluluk da vardır.

160-  Bİz onları on iki gruba [162]ayırdık[163]-1. Kavmi kendisin­den su isteyince[164] Musa'ya: "Asanla taşa vur'' diye vah-yettik. Taştan on iki göze fışkırdı[165]. Her grup İçeceği yeri öğrendi. (Ayrıca) üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onlara kudret helvasıyla'[166] bıldırcın eti[167] indirdik. Size verdiği­miz güzel rızıklardan yeyin!" (dedik). Ama onlar (saptılar, haksızlık ettiler. Böylece onlar) bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı"[168]

161- Onlara: "Şu kentte oturun. Orada dilediğiniz yerden yeyin. Allah'a niyaz edip bizi affet deyin[169] ve Allah'a bo-yun eğerek, kapıdan secde ederek giriıv[170] bu hatalarınızı

bağışlayalım; biz iyilik edenlere daha fazlasını da verece-

' giz" denildi.

162-İçlerinden zulmedenler, (söylediğimiz) sözü, kendile­rine söylenmeyen bir sözle değiştirdiler. Biz de haksızlık ettiklerinden dolayı üzerlerine gökten bir azab gönderdik."

 

İşte bu, silsilenin ikinci halkasıdır. Musa ile İsrailoğullan arasında geçen olayları, ta­vır koymaları, Musa'nın Rabbine münacalını, Allah'ın Musa'ya levhalar indirmesini. Al­lah'ın dağa görünmesini, Musa'ya ve İsrail'e verdiği mu'cizeleri, Musa hayatta iken kav­minin sapıtmasını, acizliklerini, Allah'ın kelamını değiştirmelerini, Allah'ın onlara öfke ve azabını içeriyor.

Bu halkadaki ibret verme, darb-ı mesel ve nasihat etme maksadı açıktır. Bu bölüm­deki ibareler de başka bir anlatıma gerek bırakmayacak şekilde açıktır. Bugün elde bu­lunan AhdÜ-Kadim Esfar'mdan Tesmiye, el-Adcd. el-Huruç'un rivayet ettikleriyle, ayetlerin çoğunun uyum içinde olduğu görülmektedir. Araplardan Kur'an'ı dinleyenle­rin birçoğu, yahudilcr yoluyla Esfar'ın içerdiği çoğu şeyi biliyorlardı. Bu da bu maksadı desteklemektedir.

Müfessirler geçen balkanın içerdiği noktalar üzerinde çok ayrıntılara girdikleri gibi

bu halkanın içerdiği rrm'cizeler ve oiaylar hakkında da ayrıntılara ve açıklamalara geniş yer vermişlerdir.[171] Onların halkadaki olaylar ve mucizeleri zâtı için yaptıkları yorumu ya da ifade ettikleri şeyleri burada zikretmenin zaruri olduğu görüşünde değiliz. Çünkü bu, Kur'anî kıssanın hedefi olan örnek verme ve hatırlatma ile bağlantılı değildir. Geçen halkanın siyakında daha güzel ve doğru bulduğumuzu burada da tekrarladık.

Kur'an'da zikredilenler ile Esfar'da bu halka hakkında zikredilenler arasındaki fark­lılık geçen halkada bu durum hakkında söylenenler gibidir. Orada söylediklerimiz bura­sı için de geçerlidir. Tekrarlamaya gerek yoktur.

Bu halkanın ibret noktalan; İsrailoğullan'mn Mısır'dan Musa'yla birlikle çıkışından beri tevhidden saparak putlara ve buzağıya tapmaları, Musa'yı zor durumda bırakmala­rı, Allah'a verdikleri sözleri bozmaları, O'nun tavsiyelerine karşı gelmeleri, Allah'ın onlara olan gazabıdır. Bu kıssada, Allah Tcala'nın, sabrettikleri zaman onları üstün kıl­dığını, kendilerine itibar edilmeye başlandığı, sapıttıkları zaman ise, onlara gazabını in­dirdiği anlatılmakladır.

Halkada, Ehl-i Kitap'tan ona tâbi olanları öven, peygamberin risaletinin kapsamlı oluşu, ona tabi olma ve onu tasdik etmeye çağırma noktasında iki ayet vardır. O ikisi de (157-158). ayetlerdir. İki ayet İsrailoğullan kıssalarının silsilesinde sonraki parantez içiymiş ve konuyla alakasız gibi bîr görünümü arzetseler de siyak ve dizelerle uyumlu­dur. Allah'ın, ayetlerine iman edenleri, zekalı verenleri, muttaki olanları rahmetine so­kacağını ve yazacağım bildiren ayetten sonra bu İki ayet ayrıntılarıyla geldi. Hidayet ve nurla gelen. Tevrat ve İncil'de bu sıfatlar ile müjdelenerek, desteklenen Peygamber (s)'c çabucak tabi olan Ehl-i kitab'ı övmektedir. Ona tabi olmaya teşvik etmek, onun ri­saletinin ma'rufu emretmek, münkeri neyhetmek, güzel şeyleri helal, çirkin ve kötü şey­leri haram kılmak, yahudi ve hıristiyanlara özgürlüğünü vermek amacı hatırlatılmak is­tenmektedir. Buna. şeriatlarında ve ayinlerinde farz kılınan sorumluluk ve sınırları Pey­gamber (s) döneminde ve asaletinde hiçbir hikmetin yerini tutmadığını ekleniyor. İkinci olarak Peygamber (s);e kendisinin bütün insanlara gönderilen Allah'ın Rasulü olduğu­nu, Allah'a ve kelimelerine yani daha Önce indirilmiş kitaplara iman ettiğini haykırma­sını emrediyor. O, onları ona tâbi olmaya çağırmakladır; sanki bu yönlendirici hitapla özellikle Tevrat ve İncil ehlini kastetmek istediğini, risaletinin, sadece ümmİ Araplara (kitabı olmayanlara) -ki Peygamber onlardan olduğu bilinmekle idi-, ait olmadığını ve değişik ırk, renk ve dinlerdeki bütün insanları kapsadığını belirtmek islemekledir.

İki ayet. Kur'an'ın en önemli hikmetli sözlerini İçermektedir. Dünya ve ahİrette ba­şarı, kazanç ve saadeti gerçekleştiren dinlerin ve şeriatların en hayırlı hedefi olabilecek, İslam dinin hedeflerini, prensiplerini içinde toplayan amaçları kararlaştırdığı da sayılmaktadır. Aynı zamanda o iki ayet, yahudilerin ve hiristiyanların Muhammedi risalete i-man etmeleri için, yolu açık bırakacak bir şekilde gelmiştir. Çirkin olarak bilinen her şe­yi yasaklayan, iyi olarak bilinen herşeyi mubah kılan, iesad ve münker olarak bilinen herşeyi nehyetmek, salah ve hayır olarak bilinen herşeyi emreden temeller üzerine kuru­lan, aralarındaki ihtilafları, problemleri, gizli kalan şeyleri ortadan kaldıran, insanlardan engelleri ve zorluklan kaldıran semavi dinlerin kitaplarını ve peygamberleri kabul eden bir tek dinde genel insanlık kardeşliğini oluşturması için kapılarını sonuna kadar açmış­tır.

Bu ayetlerin erken nazil olması, Muhammedi risaleün başından heri bütün insanlara ve halklara şamil bir risalet olduğuna deliidir. Özellikle Araplara yöneltilen bazı ayetleri delil göstererek bunun aksini iddia edenlere bir cevaptır. Bu İddia sahiplen Araplara yö­nelik ayetlerin üslupları, davet ve hitap şartlarının gerektirdiği özellik ve hikmetin bilin­cinde değillerdir. Bunu yeri geldiğinde açıklayacağı.

Bu genellemeyi, geçen ve dikkaf çektiğimiz değişik ayet ve işaretler pekiştirmekle­dir. Kur'an'ın Medine'de inen çoğu ayet de bunu desteklemektedir.

157. ayet. yahudilere ve hıristiyanlara ellerindeki Tevrat ve İncil'de buldukları Pey-gamber'in Sıfatlarını, davasının hedeflerini içeren işaretleri içermektedir. Müslümanlar ile Ehl-i Kitab arasında bu konuyu ispat ve inkar etme noktasında çekişme ve tartışma bulunmakladır.

Diyoruz ki ayet bunu açıkça söylemekte, özellikle kimi direki işiten, kimi bunun so­nucu olarak iman eden yahudi ve hıristiyanlara hitabı yönlendirmektedir. Tescil babın­dan diyoruz ki. ayetin söylediklerinin Peygamber (s) döneminde yahudi ve hıristiyanla-nn elinde bulunan Esfar'da ki esas ya da hakikate dayanmayan feyler olması akla uygun değildir. Burada farzedebileceğimiz tek şey bunun bazı Esfar'da yazılı iken diğerlerinde olmadığı, bazı grubiarda varken bazdarında bulunmadığı, ya da simgeü müjdeler ve işa­retler kabilinden varolduğudur. İşte bu nedenle Peygamber (s) ile yahudi ve hıristiyan-ların büyüklenenieri arasında tartışma ve cedclleşme konusu olmuştur. Belki bunu des­tekleyen Kur'an'ın içerdiği sahnelerden ve işaretlerden, Mekke ve Medine'deki ehl-i ki­tabın ya da delegelerinden olan rahipler, papazlar, ilimde rasilı (derinleşmiş) olanların Kur'an'da geleni tasdik eden ve kendilerinde bulunan kitaplarda zikredilen ile uyumlu­luğunu kararlaştırmış olduğu anlaşılmaktadır. Bizim açıklamasın! yaptığımız aycli Al-i İmran sûresi i 13. vel 14. ayetleri desteklemektedir: "Ama hepsi bir değildir. Kitab ehli içinde, gece saatlerinde ayakla durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar iyiliği emreder, kötülükten men ederler; hayır islerine kasarlar. İste onlar salilılerdir". Ve yine Ai-i imran'in 1 i)l>. ayeti: "Kitab ehlinden Öyleleri var ki, Allah'a inanırlar, size indirilene ve kendilerine indirilene inanırlar: Allah'a karşı saygılıdır; Allah'm ayetlerini birkaç paraya satmaz­lar. Onların da Rahleri katında ödülleri vardır! Şüphesiz Allah, hesabı çabuk gnretıdit." Nisa sûresi 162. ayeti: "Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. O namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya. iste onlara bir mükafat vereceğiz." Maide sûresi 82-84. ayetler: "İnsanlar içerisinde, müminlere en yaman düşman olarak yahu-dileri ve (Allah'a) ortak koşanları bulursun. Mü'minlere sevgice en yakınları da "Biz hıristiyatüarız" diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. Peygamber e indirilen (Kur'an)ı dinledikleri zaman, ta­nıdıkları gerçeklen dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: "Rab-bimiz, inandık, bizi şahitlerle beraber yaz! Biz, Rabbimizin bizi salihler arasına katma­sını umarken neden Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" En'am sûresi 20. ayeti: "Kendilerine Kitab verdiklerimiz, oğullarım tanıdıkları gibi onu tanırlar (Onun Allah tarafından vahye dikliğini bilirler), ama kendilerini ziyana sokanlar inanmazlar." Ve 114. ayeti: 'Allah size Kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken ö'ndan başka bir ha­kem mi arayayım. Kendilerine Kitab verdiklerimiz O'mm (Kur an), gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Hiç kuşkulananlardan olma." Ra'd sûresi 36. ayeti: "Kendilerine Kitab verdiğimiz kimseler sana indirilenden sevinirler. Fakat arala­rından onun bir kısmını inkâr edenler vardır. De ki: 'Bana. yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi. Ben (insanları) O'na davet ederim, dö­nüşüm de O'nadir." İsra sûresi 107 ve 109. ayetleri: "De ki: 'Siz ister ona inanın, ister inanmayın, O, daha Önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar, Rabbimizin şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin sö­zü mutlaka yerine getirilir!' derler. Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve Kur'an on­ların derin saygısını artırır." Kasas sûresi 52 ve 53. ayeti: "Onlara (Kur'an) okunduğu zaman: 'Ona inandık, o. Rabhimizdcn gelen gerçektir. Zaten biz ondan Önce de müslü-manlar idik' derler." Ahkaf sûresi 10, ayeti "De kî: 'Hiç düşündünüz mü; Eğer bu (Kur an) Allah kalından olduğu halde siz onu tammamışsanız; İsrailoğularından bîr sa-hid de bunun benzerini (Tevrat' ta) görüp inandığı halde siz (inanmaya) tenezzül etme-mişseniz (durumunuz nice olur)?! Allah, zalim bir toplumu, doğru yola iletmez." Ankc-but sûresi 47. ayeti: "İşte böylece o Kitab' ı sana da indirdik. Kendilerine Kitab verdik­lerimiz, ona inanırlar; Şunlardan (şu Arahlardan) da ona inananlar vardır. Ayetlerimi­zi, kafirlerden başkası inkâr etmez."

Bütün bu Mekki ve Medeni ayetlerle kesin deliller vardır. Sanıyoruz Kitab ehlinden de büyükienecek bir insaflı bulunmayacaktır.

Bu makamda söylenecek en doğru söz, bugün yahudi ve hıristiyanların elinde bulu­nan Eşfar'la, Peygamber (s) döneminde ellerinde bulunanın aynı Esfar olduğunu kesin­likle söyleyemezler. Çünkü "Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve incil'de yazdı buldukları o Elçi'ye, o ummi Peygamber'e uyarlar". Araf sûresinde zikredilen bu cümleyi yahudi ve hıristiyanlann dinlemedikleri düşünülemez.

Özellikle Barnaba (Havarilerden bindir) adıyla bilinen İncil'e işareî etmek isliyo­ruz. Onda, İsa ve hayalı, Peygaber'in risalctİ ve sıfatlan hakkındaki Kur'anî nasslarla uyum sağlayan nasslar bulunmaktadır. Bu İncire yöneltilen kusur ve hatalar ne olursa olsun Kur'anî nasslar, 1400 yıl onca bir tarihe dönmesine rağmen hiç kimse Kur'nn'dan şüphe etmez. Yahudi ve Hıristiyanların elinde bulunan Esfar'da Peygamber <.s)'in asale­tine işaret eden kesin deliller vardır.

Bugün elde dolaşan İndilerde, Abdi'l-Kııdim Esfar'ında Peygamber (ş)'in risalen ve sıfatlarıyla bütünüyle üyıırtı sağlayan değişik işaretler vardır. Reşjd Rıza Menar, tefsiri­nin 9. cildinde bu konuyla ilgili uzun bir bölüm zikrediyor12. İndilerden ve Ahdil-Ka-dim Esfar'ından alnıma on sekiz müjdeyi nak] etmiştir. Oryantalistlerin zikrettiği şüphe­leri tartışmış hak ve hakikati isteyenler için ikna edici sözleri ve delilleri zikreinıisiir. Gerçekten çıkardığı sonuçlar doğrudur, delilleri güçlüdür, şüphe uyandıranların şüphele­rinin sağlam temellere dayanmadığını belirtmektedir. . [172]

 

Tevrat Ve İncil Kelimeleri

 

Bu sûrede Tevrat ve İncil kelimelerinin ilk defa zikredilmesi nedeniyle diyoruz ki: Tevrat kelimesi Tbranice olup şeriat ya da Azra seferinde geldiği gibi Musa'nın Şeriatı anlamına gelmektedir. İncil kelimesine gelince Yunancadır. Müjiic ve müjdelemek unla'-mına gelir.

Ayetin içeriğinde zikredilen bu iki kelimenin. Peygamber (s) dönemindeki yahudİ ve hrisü'yanların elinde bulunan Tevrat ve İncil okluğu ifade edilmektedir. Bu da Ktır'an'ın bu konumda İncil ve Tevrat ile ilgilinmesinin nedenini sormaya götürmektedir. Kur'an açıktır. Allah'ın Tevrat ve İncil'i Musa ve İsa (a)'ya indirdiğini ve Bakara süresindeki 53. ayetinde" belirtmekledir:

"Yola gelesiniz diye Musa'ya Kitap ve Furkaıı vermiştik." Al-i İninin süresi 3. ayeti "Sana Kıt ah' ı gerçek ile ve kendinden öncekini doğru lavı e i o/arak indi/di. Tevrat ve İn-ci/'i de indirmişti." Maide suresi 43 ve 47. ayetleri: "İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar, ondan sonra da (verdiğin hü­kümden) dönüyorlar? Onlar iman edici değil/erdir. Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik, on­da yol gösterme ve nur vardır. İslam olmuş peygamberler, onunla yahıtdilere hüküm ve­rirlerdi, kendilerini Allah'a adamış zahidler ve alimler de 'Allah'm Kitabı nı korumakla görevlendirildiklerinden onunla (hüküm verirlerdi.) ve onu gözetip kollarlardı. (Ey ha­kimler), insanlardan korkmayın, benden korkun ve benim ayetlerimi az bir paraya sat­mayın.[173] Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte kafir/er onlardır. O (HakKitabı)nda onlara: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalara kar­şılık kısas (ödeşme) yazdık. Kini bunu bağışlar kısas hakkından vazgeçerse o kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah'ın iııdirdiğiyle hükmeimezse işte zalimler onlardır."

Bu ayetlerin, Tevrat ve İncil'in Musa ve İsa (a)'ya indinle,'i, Rabbani teşr'İ ve Öğre­tileri içeren iki KİLab olduğunu kastettiği açıktır. Bununla beraber, bugün hristiyanlanr elinde bulunan bir tek İncil değil, dört İncil vardır. Hepsi bir biatte toplanmış ve İsa'nır vefatından sonra Mesih'in öğrencilerinin çatışmaları hakkında değişik kısa esfar ve risa­leleri de içine almıştır. İsa (a)'nin ölümünden sonra İneillerin yazanlar tarafından yazıl­dığına dair ibareleri sarihtir, İsa'nın hayatının tercemesi olarak söylerini ve öğretilerin içermektedir. Bazısında Allah'ın vayhi ve emirlerinin izleri bulunmaktadır. Bu İncilleı arasında olaylar ve naşslarmda azimsanrnayacak kadar ihtilaf vardır. Mesih'in Havarile­rinden biri olan Barnaba İncili diye bilinen hırisüyanlar tarafından kabul edilmeyen be­şinci bir İncil vardır. Luka İncil'inin önsözünde, Seyyid Mesih'i, hayattım birçok kişinir yazdığına dair sözlü ifadeler bulunmaktadır. Başka bir deyişle kaybolan veya ortadar kaldırılan başka değişik İnciller var demektir. Bugün yabudiler ve hristij anların kullan dığı ve Ahd-i Kadim diye isimlendirdikleri kitabı müslümanlar başından ıberi Tevrai di­ye isimlendirmektedirler. Katoliklcre göre sayısı 46 Protestanlarda sayısı 3(9 olan Ahd-Kadim birçok Esfarın bir araya getirilmiş halidir. Bu Esfar'dan dördü, Muşaı (a)'ntn bü­yümesini, nübüvvetini, Mısır'da, Beni İsrail'in kıssasını, Musa ve Firavn'un tartışması­nı, Beni İsrail'in Mısır'dan çıkışını ve Ürdün'ün doğusuna yerleşmelerini içe önektedir Ondan bazısı sadece tarihtir. Bazısı vahy ağırlıklıdır. Bazısında ise bu, İsrailoVîUİlarıriır suretiyle karışmıştır. Bir Sifr'de ise, ilk peygamberlerin ve yaratılışın başlangıcı, sonn ise İbrahim, İshak, İsmail, Yakub, Esbat ve Lut kıssası bulunmaktadır. Belirgin fozelliğ ise bazı fasıl ve bölümlerini vahy oluştursa da çoğunun tarihidir.

Tekvin Sifrindc ise Musa (a)'nın onu rivayet etmesinde, tedvin edilmesinde y a âı yazılmasında herhangi bir alakası olmadığı yer almaktıdır. Musa (a) dönemine döVıer dört Sifr'de Musa (a) eliyle yazdırıldığına veya hayatta iken yazıldığına dair bir deli yoktur. Değişik asırlarda, değişik yazarlar tarafından onun ölümünden sonra yazılmışta..

Bu, Musa (a)'dan sonra Beni İsraii olaylarını ve peygamberlerinin haberlerini içeren çoğu Esfar için de söylenebilir. Çünkü ondaki çeşitli deliller, içerdiği olaylardan uzun bir müddet sonra değişik zamanlarda değişik yazarlar tarafından yazıldığını belirtmek­tedir.

Bu Esfar, eîde dolaşan değişik Esfar'ın bugün bulunmadığını ifade etmesine rağ­men, elde dolaşan Esfar'ın kaybolmuş olanlardan -eğer ihtimali varsa- nakledilmiş ol­duğunu da ifade etmemektedir.

Musa'nın hayatına veya ondan sonrakine dönen çoğu Esiar'dan olsun veya Tekvin Sifrinde olsun, birçok mübalağa ve ayrılık bulunmakladır. İlk beş Esfar'da, Allah'a nis­pet edilen ruhu biye tin in kapsamhğma ve rahmetinin büyüklüğüne ters düşen birçok sözler bulunmaktadır. Bunun örneklerini A'la sûresinin tefsiri akışında zikretmiştik. Bu da bizleri Allah'ın kelamının değiştirildiği, tahrif edildiği ve başka şeylerle karıştırıldığı düşüncesine götürmektedir. Az önce zikredilen sûrenin tefsiri akışında nass metinlerini zikrettiğimiz değişik Kur'an ayetleriyim buna dikkal çekmiştik.

Peygamber (s) döneminde yahudilerin elinde Tevrat adıyla bilinen Esfar'Iardan bu­lunduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Gerçi. Muşu (a)'dan sonraki peygamberlere. Beni İsrail'in tarihine dönen bazı Esfar'in ve ilk beş Esfar'in onların elindeki kitapların lama­mı olduğuna işaret eden karineler Kur'an'da vardır. İşte ellerinde olan sadece bunlardır. Bugün yahudilerin, mristiyanlann kullandığı Ahdi-Kadim Esfar'dan farklı ya da ona uyan kitapların, o zaman ellerinde bulunduğuna dair kesin bir söz söylemeye yardımcı bir şey de yoktur. Bütün bunlar mümkün de olabilir. Bütün bunlara şu da eklenebilir. Bugünkü Esfar'da zikredilmeyen. Beni İsrail'in peygamberleri ve durumları hakkında Kur'an'ın zikretmesini delil göstererek onların elinde bulunan Esfar ve levhaların kay­bolduklarına az kalsın inanacaktık. Bugün h iri .s Uyanların elinde bulunan ve İncil diye adlananın bu kullanılan İndilerin aynısı ve ekleri ya da bazısı ya da başkası olduğuna dair yardımcı bir bilgiyi kesin olarak söylemek mümkün değildir. Kur'an'da bazı kari­neler bazısınj'n ellerinde olduğuna delalet etmektedir. Kur'an'daki karineler asrımıza ulaşmayan levhaları ve Esfar'ın ellerinde olduğuna dalalet etliğine de uyarmak gerekir. Bugün kullanılan Tncillcr'dc İsa (a) beşikte iken konuştuğu, havarilerin gökten hazır bir sofrayı İsa (a)'dan indirmesini istediği kıssanın varlığı da zikredilmemekledir. Bunlar Kur'an'da zikredilmiştir. . [174]

 

"Yeryüzünde Haksız Yere Büyüklenenleri Ayetlerimden Uzaklaştıracağım"

 

 Ayetler zincirinde iki ayet var ki, bir yandan silsilenin konusuyla bağlamışız gibi gö­rünürken, diğer taraftan onun ayellcriyle uyumludur. Bu iki ayel  146 ve 147'dir.  145. ayfctîc kullanılan nıuhatab zamirinin, Peygamber (s)'e ve Kur'an dinleyenlere dönme ih-ymali vardır. 157 ve 158. ayetler gibi bu iki ayetle açıklayıcı olarak gelmesi Kur'an'f dinleyenler için bir korkutma ilgisini getirmiştir. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanlar için, Allah'ın ayetlerine karşı büyüklerime, yalanlama, azgınlaşma, inatlaşma, fesatçılık tavırları takınanlar için bu korkutma o ikisinden çok şiddetlidir. Çünkü onlar hakkı apaçık görürler ama itiraf etmezler, dosdoğru yolu açık olarak görürler ancak on­da yürümeyi istemezler. Sonra da azgınlık ve sapıklık yolunda bilerek ve kasıtlı olarak yürürler. Korkutma Arap kafirlerinden özellikle Önder olanlara yönelik olsa da, ibareyi serbest bırakırsak bu sıfatlarla sıfatlanan, bu tavırları koyan herkesi, her çağ ve yerde kapsadığım söyleyebiliriz. Böylece iki ayel Kur'an'ın beliğ, edebi telkininden kaynak­lanmıştır.

İki ayetin içeriğinden ilkinde varid olan "sc esri/u an ayali" ibaresiyle, Allah'ın, O'-nun ayetlerine hidayet ermemeleri için insanlara kapıyı kapattığı anlamını taşımamakta­dır. Çünkü O, ayetleri indirdi ki insanlar ayetlerini düşünsünler onunla hidayet bulsun­lar. Oysa O, sapıkların, büyüklencnlcrin kınama noktasındadır. Bakara sûresinin 26. ve 27. ayetinde zikredilen "venıa yudillıı bihi ille' I [âsikin" ibaresi gibidir.

"Allah, bir sivrisineği hatta onun da üstünde olan (ondan daha zayıf bir varlığı) mi­sal vermekten inanmaz. Mü'minler onun, Rablcrindcn (gelen) bir gerçek okluğunu bi­lirler. İnkar edenler ise: "Allah, bu misal/e ne demek istedi?" derler. (Allah), onunla bir çoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla sadece sapıkları sap­tırır. Onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Alkili'ıu birleştirilmesini emrettiği şeyi (îman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yervüzüude bozgunculuk yaparlar; işte ziyana uğrayanlar onlardır." Ya da İbrahim süresindeki 27. ayette zikredilen "Allah zalimleri saptırır" ibaresine benzer: "Allah mil'mırıl'eri'•; dünya hayatında da, alürette de sağlam sözle sabit kılar. Allah, zalimleri de saptırır ve Allah dilediğini yapar." . [175]

 

"Bu (İş), Senin İmtihanından Başka Bir Şey Değildir" İbaresi Üzerine Yorum

 

 Silsilede Beni İsrail'in bazı önderlerini Allah sarsıntıyla yakalaması noktasında 155. ayetle bu ibare geldi. "Bu (iş), senin imtihanından başka bir şev değildir. Onunla dile­diğini saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin." Bazıları[176] onda, Allah'ın insanları kurtu­lamayacakları yerlere koyarak sonra onları yakalar ve cezalandırır ifadesinin olduğunu sanırlar. Çoğu münasebetlerde tekrarlanan şu şiir beytini zikrederler.

Elicri kolları bağlı onu suya attı ve O'na dedi:

Sakın ha sakın ıslanmayasm.

Sapıklık ve hidayetin insanların üzerine ezelden Allah'ın takdiri olduğuna dair zan-larına bunu delil getirmeye alışmışlardır. Bununla ilgili hikmet eksikliğinden geçtiğimiz bölümlerde ikna edici bîr yorum getirmiştik. Allah'ı kendi hikmetini bozmaya ve bos lezlerle uğraşmaktan da tenzih etmiştik. Bu ibarenin buradaki konumu için ise diyoruz ki: Onda biraz dikkatli düşünülürse sonuçta yerinde olmayan bir şüphe ortaya çıkar, ilk ünce o, özel bir durumda Musa (a)'nın sözünü hikaye etmekledir. Kur'an'ın direkt bir beyanı değildir. İkinci olarak, "senin imtihanın1' ibaresinin anlamı: ayartmak. Kaptırmak değil, imtihan ve denemedir. Allah insanların imanlarım bazı sorumluluklarla, düşünce­lerle, işlerle imtihan etmektedir. Kimin imanı ve ahlakı zayıf ve sabırsız ise ayartilif ve sapıtır. Kim de güçlü ise hidayet üzere kalmaya devam eder. Az önce zikrettiğimiz ibra­him ve Bakara sûrelerindeki ayetlerde bu anlamı ima edilmiştir. İbare Musa'nın diliyle bu anlamda zikredilir. Allah'ın kelamını dinleyen Beni İsrail'den bir grup tamahkarlı­ğından Musa'ya, bize Allah'ı açıktan göster dedi. Bunu Bakara sûresinin 55. ayeti zik­retmektedir. "Bir zamanda: Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız" demiştiniz de derhal sizi yıldır/m gürültüsü yakalamıştı: siz de bunu görüyordunuz". Bi­zim açıklamasını yaptığımız A'raf süresindeki ayel ise onları bir sarsıntının yakaladığını zikretmiştir. Bakara sûresinde ise yi Idmm olarak zikredildi. Her iki ifade de bir çeliş­ki yoktur. Çünkü onlar Rabbani imtihan karşısında zaaflarını göstermişler, İstek ve ta­mah karlıkların da sının aştığını bilmişlerdir.

Özellikle bu ibarenin zikredildiği ayette herhangi bir şüphe ve karışıklık yok. Çünkü ayet rabbani bir karan içermiştir. O da, Mrşeye yeten rahmetini, Allah'ın ayetlerine i-man edenler, zekatı verenler ve muttaki ol.anlar için yazacak olmasıdır. Bunun anlamı şudur; hidayet ve dalalet, insanların seçimleri, karakterleri ve yapıp-etliklerine göre sün-netullah çerçevesinde cereyan eder. Bunda, insanların kazançları, seçimleri ve mizaçla­rına göre Allah'ın sünneti sapıklık ve hidayete uygulandığı saklıdır.

Bütün bunların yanında 142. ayette Musa (a,Vın Allah'ı görme isteği ve Allah'ın ona cevabının zikri vardı. Kelam alimlerinin ve rnÖfe ssirlerin kitaplarında Allah'ı görme ve­ya görememesi konusunda çok fazla bahisler bulunmaktadır. Kıyamet sûresi tefsiri akı­şında bu konuyla ilgili yeterli yorumu yapmıştık. Burada yeniden tekrarlamaya ve ekle­meye gerek yoktur. . [177]

 

163- Onlara, limanın kıyısında'[178]' bulunan kent (halkın)m durumunu sor. Hani onlar Cumartesi'ne saygısızlık edip haddi aşıyorlardı'[179]. Çünkü Cumartesi (tatil) yaptıkları gün değişik balıkları'[180] açıktan ve çok akın akın'[181] gelirdi. Cu­martesi (tatil) yapmadıkları gün[182]' balıkları gelmezdi. Biz onları yoldan çıkmalarından ötürü böyle sınıyorduk'[183]'.

164- İçlerinden bir topluluk: "Allah'ın helak edeceği, ya­hut şiddetli[184]' bir şekilde azab edeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?" dedi. Dediler ki: "Rabbinize ma'zeret {beyan edebilmek} için, bir de belki sakınırlar di­ye (öğüt veriyoruz)".

165- Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttu­lar, biz de kötülükten menedenleri kurtardık; zulmedenleri de, fasık olmalarından dolayı şiddetli bir azab ile yakala­dık.

166- Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak kılınan şeylere isyan edince[185]' onlara: "Aşağılık'[186]' maymunlar olun!" de­dik.

167- Rabbİn, "Elbette ta Kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir!" diye bildirmişti'[187]'. Doğrusu Rabbin çabuk ceza verendir ve O, çok bağfşlayan, çok esirgeyendir.

168- Onları yeryüzünde topluluklara ayırdık. Onlardan ki-mi salih kimselerdi, kimi de alçak! Belki dönerler diye on­ları iyiliklerle de, kötülüklerle de denedik.

169- Onların ardından, yerlerine geçip Kitab'a vâris olan birtakım insanlar geldi ki, onlar, şu alçak fani dünyanın menfaatini'[188]' alıyorlar: "Biz nasıl olsa bağışlanacağız!" di­yorlar. Kendilerine benzer bir menfaat daha gelse onuda alırlar. Peki Allah hakkında, gerçekten başkasını, söyleme­me hususunda kendilerinden Kİtab (mİsakı) alınmamış mıydı? Ve onun içindekilerin! okuyup![189]' öğrenmediler mi? Ahİret yurdu muttakiler için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?

170- Onlar ki, Kİtab'a sımsıkı sarılırlar[190] ve namazı ikame ederler; elbette biz, ıslah edenlerin ecrini zayi etmeyiz.

171- Bir zaman da üzerlerine dağı yerinde söküp'[191]' bir göl­ge gibi'[192]' kaldırmıştık, üstlerine düşecek sanmışlardı'[193]': "Si­ze verdiğim (Kitab)ı kuvvetle tutun ve içinde olanı hatır-layOp yap)ın ki (azabımızdan) korunasınız!" (demiştik).

 

İşte bu, Beni İsrail kıssalarının üçüncü ve son halkasıdır. Musa'dan (a) sonra bazıla­rının sapmalarına kısa bir değiniyi içerdi. Onların Cumartesi yasağını delmek için geliş­tirdikleri karşı hilelerini ve içlerinden bazı salihler tarafından uyarılmalarını, bundun vazgeçmemelerini, bu nedenle Allah'ın onları cezalandırmasını onları aşağılık may­munlar yapmasını, kötülükten yasaklayanları kurtarmasını zikreder. Buna rağmen onla­rın, isyan etmeleri, dünya metama ve değerlerine bağlanmaları, bu uğurda Allah'ın Ki-tab'ını ve dinlerini satmalarım içerir. Oysa onlar Turu Sina'daki dağı üstlerinde bir göl­ge yaptığı zaman verdikleri sözü bozmuşlardı. Allah da onları yeryüzünde dağıtması, onlara Kıyamet gününe kadar kötü azabı taddıracak kimseleri göndereceğine dair kendi adına yemin etti. Bunu onlara bir cezalandırma olarak verirken Allah'ın Kitab'ına sım­sıkı sarılmaya ve sözünde durmaya devam edenlerin ecrini zayi eimeyeceğini vurguladı. . [194]

 

"Onlara, Kent (Halkı) Hakkında Sor..." 163. Vel70. Ayetlerin Medeni Rivayeti

 

Bizim ölçü olarak aldığımız mushaf ta halkanın çoğu yani 163'den 170'e kadar ayetlerin medeni olduğu rivayet edilir. İçeriği ve üslubu, yahudiler hakkındaki çoğu Medeni ayetlere benzemesi rivayetin doğruluğunu desteklemektedir. Babalar ile çocuk­ların ahlakını ve bozgunculuklarını arasında bağlantı kurdu. Onlar hakkında Medeni ayetlerin anlatımı bu şekildedir.

Görülüyor ki ayetler konuyla ilgili apaçık bir hikmetten dolayı Mekki bir silsilenin içine konulmuştur. Bu hikmetin şahidlerinden biri de, Beni İsrail'den bir grubun Al­lah'ın kelamını değiştirmesi ve Allah'ın onların üzerine gökten bir azabı, zulümlerine, sapmalarına, cinayetlerine karşılık göndermesini içeren ayetten sonra gelmesidir. . [195]

 

Cumartesi Olayı Ve Telkinleri Üzerine Yorum

 

Bugün kullanılan Ahdi-Kadim Esfar'inda Cumartesi olayı zikredilmemiştir. Ancak bu, Peygamber (s) dönemindeki yahudiierin elinde bulunan ve zamanla yok olmuş esfar ve kitablarda zikredilmediği anlamını taşımaz. Ayetin ibaresi kuvvetle ifade ediyor ki, yahudilerc yönlendirilmesinin Peygamber (s)'c emredildiği soru isbat edici bir üslupla geldi. Üslup, sorunun, sanki olayı bilen, ondan sorumlu olan, onu zikreden birisine yön­lendirildiğine delalet etmektedir.

Bakara sûresi 65. ayetinde bu şöyle geldi: "İçinizden Cumartesi günü (avlanma ya-sağı)nı çiğneyenleri, elbette bilmişsinizdir; iste onlara: 'Aşağılık maymunlar olun!' de­dik". Bu Peygamber (s)'Ic aynı çağda yaşamış yahudiierin, olayları ve ona yapılan riva­yetleri bildiklerini pekiştirmektedir. Nisa sûresi 47. ayeti de bunu zikretmektedir. "Ey Kitah verilenler, biz bazı yüzleri, silip arkalarına döndürmeden, ya da Cumartesi adam­larım lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden önce. yanımızdakini doğrulayıcı ola-rak indirdiğimiz (Kur'an)a inanın. Allah'ın buyruğu yapılır."

Bu ayet de konuyu tekid etmekledir. Bakara ve Nisa ayetleri de özellikle Beni İsrail hakkındaki silsiledendir, Maidc sûresinde de, yahudilere saldırıda biraz daha şiddeili olarak onların domuzlara benzediği zikredilir. İşte Maide sûresi 60. ayeti "De ki: "Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e lanet ve gazah etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve Tağut'a tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır."

Şekil değiştirmenin mahiyeti hakkında müfessirlcrin görüşleri değişiklir. Onlardan bazıları, bunun fiili olarak gerçekleşiiğini söylerken, bazıları İse bu ibarenin mecazi ol­duğu, Allah'ın onlara olan öfkesini tanımlamayı amaçladığı görüşündedirler. Çünkü ayetler, onların, vicdan ve ahlâk noktasında vardıkları çöküşü anlatmaktadır.[196] Büyük tabiin müfessirî olan Mücahid'den bazıları naklederek şöyle demiştir, "'onların şekilleri değişmedi oysa kalpleri değişti ve maymunları temsil ettiler"[197].

Kullanılan üslupta da bu tc'vİle yardımcı olmaktadır. Bazı insanlar bazılarını domuz ve maymuna benzetmektedirler. Onları kötü sıfatlarla tanımlamak, kötü adet ve ahlâka nisbet etmek istedikleri zaman kullandıkları bir metoddu. Burada "kıredeten" (maymun­lar) kelimesinin ve Maide süresindeki ayette "rianâzîr" (domuzlar) kelimesinin zikredil­mesi, Nisa süresindeki ayette Cumartesi ashabına lanel edilmekle yetınılmesi, Müca­hid'den rivayet edilen görüşte tc'vilin doğruluğuna delildir. Bununla beraber, biz bu noktada bazı müfessirlerin yaptığı gibi yersiz bir şekilde konuyu uzatmayı uygun bul­muyoruz. Bunun yanında bu olayın gerçekleşmesinin Allah'ın kudreti çerçevesinden çıkmadığını da belirtmek gerekir. O da, Kur'an'ın ilk peygamberler ve kavimleri hak-

kında hikaye ettiği çoğu mu'cizeler cinsindendir.

Ayetlerin özellikle yahudiler ve onların ahlaklarına şiddetli göndermeler yapmasıyla birlikte onlarda, tüm Kur'an kıssalarım özünde bulunan bclağallı telkinler de vardır. Al­lah'ın hadlerinden ve yasaklarından kurtulmak için, yapılan hileleri çirkin görmede var­dır. Allah'ın bir görevi emrettiği veya sakıncalı şeyi yasakladığı zaman emrettiği ve ya­sakladığı şeyden hilelerle kurtulmasına razı olmayacağını açıklar. Sözleşme ve ahidler-den sıyrılmak, dini hükümler ve erkanı hususunda özellikle mubah görmek ve hileler yapmak isteyenler için direkt ve kesin bir cevap verilir.

Bunda görülen çirkinlik, fasıklık, Allah'a alılan iftira tasvir edilmeye çalışddı ve bu­na yeltenenlere de kesin bir korku verildi. Sonra onda, kötülükten, fahşa'dan, Allah'ın sınırlarına düşmanlıktan yasaklayanlara müjde ve sebat etme ve teşvik vardır. Bu mütta-kilerin görevidir. Allah bunu yapanlar için kurtuluş ve başarıyı garantilemektedir. . [198]

 

Yahudiler Filistin'den Elleri Boş Olarak Geri Döneceklerdir

 

Ayetlerin kapsamında başka bir telkin daha bulunmaktadır, O da, Allah'ın kendi nefsine yemin ederek, yahudiler üzerine Kıyamete kadar en kötü azabı tattıracak kimse­leri göndermesidir. Bu da onların, dini, içtimai, ahlâki sapıklıklara dalmaları, günahlar işlemeleri, prensipleri, nasihatları bozmaları, geçici dünya hayatına "dalmaları, dinlerini ve kitaplarını dünyevi menfaatler karşılığı satmaları sebebi iledir.

Bunda da müslümanlar için bir nasihat ve hatırlatma vardır. İbret ve sakınmalar için davet vardır. Bunun yanında ayetler, yahudiierin içinde bulunduğu yeryüzündeki dağı­nık durumlarını, zillet ve perişanlıklarını, dağıldıkları yerlerde horlanmalarını da kesin bir şekilde ortaya koydu. Bu; Allah'ın, onlar için verdiği abiddeki mucizesinin kanıtıdır. Filistin hususunda günümüzde gelişen olaylar ve emperyalist tâğutların yardımıyla kazandıkları başarılar ne olursa olsun, babalardan çocuklara geçen en belirgin mirasları, kötü ahlâkları nedeniyle insanlara saldırmaları, onlardan uzaklaşmaları ve onlara öfke ve gazap etmeleri her yerde genel bir kaide olmuştur. Bütün bu görüntüler, yeryüzünde Kıyamete kadar dağınık kalmaya devam ettikleri sürece Allah'ın ahdini ve misakını doğrulayıcı bir nitelikledir. Onların Filistin'de kazandıkları başarılara gelince, Allah'ın onlar üzerindeki ahdini uygulayacağına yakinen inanıyoruz. Belki bu müslümanlar için bir imtihandır. Onlar gelecekte eli boş, ziyana uğramış olarak geri döneceklerdir. . [199]

 

Bir Ayetin Yorumu

 

"Onlar ki, kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı ikame ederler: cihette biz. İslah eden­lerin ecrini zayi etmeyiz". Beni İsrail kıssalar silsilesinin sonu olarak gelen bu ayet, ya istisna konumundadır ya da Allah'ın kitabına ve tavsiyelerine sımsıkı sarılan bir gruba dikkat çekmek içindir. Veyahutta Allah'ın kitabına ve tavsiyelerine sımsıkı sarılan, O'-na ibadetin hakkını ödeyen, dünya çıkarları, boş amaçlan için yoldan sapmayan herkesi öven bir tamamlama niteliğindedir. Her iki durumu birlikte içermesinde de bir sakınca yoktur.

Kur'an, yahudilcre, İslam davasına karşı komplolar düzenlemeleri, dini ve ahlâki sapmaları nedeniyle şiddetli tenkitler içermekledir. Çünkü onlar yanlarında bulunan, bu yolda bildikleri gerçekleri, müjdeleri inkâr ediyorlar ya da gizliyorlardı. Sonra da açık­lanacağı gibi dünyevi çıkarlarının tehlikeye girmesi korkusuyla, nefret ve azgınlıkları nedeniyle bunu yapmaktaydılar. Bundan hemen sonra dini ve ahlâki alanda dosdoğru olmaya devam eden grup için övücü istisnalar gelmektedir. Örnek olarak Al-i İmran sû­resinin 110. ayetinde geldiği gibi "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsi­niz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kik/b ehli, inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan inananlar da var. ama çokları /asıklardır." Ve Maide suresinin 113. ve315. ayetleri: "Ama hepsi bir değildir. Kitah Ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'm ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar, Al/alı'a ve ahiret gününe iman ederler. iyiliği emreder, kötülükten men'ederler, hayır işlerine koşarlar, işte onlar salihievdendir." Ve Maide sûresinin 199. ayeti: "Kitab ehlinden Öyleleri var ki, Allah'a" inanırlar, size in­dirilene ve kendilerine, indirilene inanırlar; Allah'a karşı saygılıdırlar; Allah'm ayetle­rini az bir pahaya satmazlar. Onların da Rableri katında ödülleri vardır/ Şüphesiz Al­lah, hesabı çabuk görendir." Maide sûresinin 13. ayeti: "Sözleri bozdukları için onları lanetledik ve kalbîerini katüaştırdık. Kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay almayı umuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görür­sün. Yine de onları affet, aldırma, Çünkü Allah güzel davrananları sever." Ve aynı sû­renin 66. ayeti: "Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rab'lerinden kendilerine indirileni gere­ğince uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde (ki ağaçların meyvelerinde)/! ve ayak/arı­nın altın(daki ürünlerjden yerlerdi. İçlerinde (ileri geri gitmeyen) adaletli (ılımlı) bir ümmet var, ama onlardan çoğu, ne kötü işler yapıyorlar?"

Muhsinlcrin iyiliklerini kaydetmede, onları Övmede Kür'an'in güzel ruhu bu beyan­larla açığa çıkmakladır. Kur'an'm övücü beyanlarının, onların azınlığını kapsadığını bu­rada belirtmek yerinde olacaktır. Oysa onların büyük çoğunluğu ve başlarında keşişleri ve ruhbanları bulunmak üzere haktan sapmışlar, komplo ve tuzak kurmaya dalmışlardı. Bunu, bu ayetlerin bir kısmı ve Medeni ayetlerin bölümleri ifade etmektedir. Halkı bu durum bazılarını cibt ve tâğuta, Mekke liderlerine nifak olsun diye iman ettiklerini açık­lamaya kadar götürmüştü. Ve onların Hz. Muhammcd'den ve ashabından dalıa doğru yolda olduklarını söylediler. İste Nisa sûresinin 51. ve 52. ayetleri bunu anlatmakladır. "Kendilerine Kitab'dan bir pay verilen/eri görmedin mi? (Baksana onlar) pullara ve tâ-guta inanıyorlar ve inkâr edenler için; 'Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır.' diyorlar. İşte onlar, Allah'ın lanetlediği insanlardır. Allah, kimi lanetlerse arlık onun için hiçbir yardımcı bulamazsın."

Ne olursa olsun bizim açıklamasını yaptığımız ayet, Allah'ın kitabına ve tavsiyeleri­ne sımsıkı sarılanları, O'na ibadetle hakkını verenleri Övgüyle anmaktadır. Allah'ın on­ların ecirlerini zayi etmeyeceğine dair müjde ve güven vermektedir. Bunda Kıyamete kadar kalıcı etkili bir telkini içermektedir. . [200]

 

Beni İsrail Kıssalarında Ayrıntılar Üzerine Yorum

 

Genel olarak dikkati çeken, Musa, Firavun ve Beni İsrail kıssalarının diğer kıssalar­dan daha fazla ayrıntı içerdiğidir. Bu sadece burada değil, diğer sûrelerde de aynı şekil­dedir. Bütün bunların yanında, Musa, Fir'avun ve Beni israil kıssalarının genel bir şe­kilde diğer kıssalardan daha çok ayrıntıyla geldiğine dikkat edilmelidir. Bu, sadece bu sûrede değil bilakis diğer sûrelerde de böyledir.

Bize göre bunun hikmeti, İsrailoğullarfnm diğer ilk kavimlerin helak olduğu gibi helak olmayışlanndadır. Onların din ve dünya işlerinde büyük yankıları vardır ve Arap yarımadasına bağlanan ülkelerle sınırlı değildir ve devamlılığını sürdürmüştür. Onlar­dan büyük bir topluluk Hicaz ülkelerinde yaşamıştır. Bütün bunlara şu da eklenebilir: Musa, Firavun ve Beni İsrail olayları, Ahdil-Kadim Esfar'ında birçok ayrıntısıyla mev­cuttur. Bunun sonucu olarak başka kavimlerin ve peygamberlerinin kıssalarından daha geniş çapta kullanılmıştır.

Ayetlerin indiriliş hikmeti Musa, Firavun ve Beni İsrail kıssaları sadedindeki haki-kal ve olaylara uygunluk arzetmektedir. . [201]

 

172- Rabbin, Ademoğullarından, onların beilerinden zür-riyetlerini almış ve: Ben sîzin Rabbîniz değil miyim? diye onları kendilerine şahit tutmuştu.[202] "Evet (buna) şahidiz!"dediler. Kıyamet günü "Biz bundan habersizdik!" demeyesiniz.

173- Yahut: "(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah'a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduğu­muz için öyle yaptık. (Gerçekleri) iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mı ediyorsun?" demeyesiniz diye (si­zin Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şahit tutmuştuk).

174- İşte biz, ayetleri böyle açıklıyoruz, artık herhalde dö­ner (yola gelirjler.

 

Bu ve bundan sonraki bölümün, Önceki kıssa silsilesini tamamlamak için geldiği gö­rülmektedir; 94 ve 102. ayetlerin gelişi gibi... Her iki durum siyakla bağlantılıdır. Delil getirmeyi kınamayı, korkulmayı yoğunlaştırmak amacıyla kıssaları tamamlamak için Kur'anî dizelerin alışılmış üslubu budur.

Ayetler insanlar için bir Özü kapsamaktadır. Ki, müşrik ve günahkarlar cezalandı­rıldıkları zaman O'na karşı bir hüccetleri olmasın, Allah rububiyetini itiraf için onlardan ahid aldı, kendilerine bunu şahid kıldı ki, biz hudud ve görevleri bilmiyorduk demesin­ler. Babalarımız baülda olan müşriklerdi, onların dinini, geleneklerini, batıllarını kabul ettik ve onların yolunu takip ettik. İşlemediğimiz bir işten dolayı cezalandırılmamız, he­lak edilmemiz gerekmez. Biz onu miras aldık ve bu bizim için kaçınılmazdı da demesin­ler diye... Ayetler ibret almaya davet etmekle bitti. Allah ayetleri ayrıntılarıyla açıklar, umulur ki insanlar vazgeçerler ve geri dönerler, hak ve hidayet yolunda yürürler. . [203]

 

"Rabbin, Ademoğıılları'ndan, Onların Bellerinden Zürriyetlerini Almış..."

 

Müfessirlcr "Rabbin, Ademoğulları'ndan, onların bellerinden zürriyetlerini almış" ayeti hakkında görüşler belirtmişlerdir. Bunlardan bazıları, Allah Adem'in belinden bü­tün zürriyetini fiilen çıkardı, onlara hilap etti ve kendi rububiyetini itiraf etmeleri için onlardan söz aldı şeklinde düşünmüşlerdir. Bu konuyla ilgili merfu ve mevkuf değişik hadisler zikrettiler. Onları zikretmeyi uygun görmedik[204].

Bazılan ise, ibarenin, her ruhun bedene girmeden Önceki insanların ruhları demek olduğunu söylerler. Başkaları da "şehidnâ" (şahid oiduk) İbaresinin, Adcın zürriyetinin O'nun rububiyetini itiraf etmelerine ve bu nedenle onlata ahd verilmesine şahid olan meleklerin sözü olduğunu ileri sürmüşlerdir[205].

Ayetin ibaresi ise bize görüldüğü şekliyle bu sözlere mahal bırakmıyor. Adem bura­da zikredilmedi, oysa Ademoğulları ibaresi yer aldı. Ademoğulları da kesilmeden de­vam etmekledir. Bu nesilden bir nesil, kabileden bir kabile değillerdir. Zürriycl kavra­mı, geçmiş ve gelen topluluğu kapsamamaktadır. Buna şu da eklenebilir; bu görüşler ilk ayetin ve ondan sonra gelen iki ayetin ibareleriyle de uyum sağlamakladır. Çünkü her neslin yada nesilden her ferdin atalarına ya da geçmiş nesillerine ve başka nesle bak­maksızın Allah'ın rububiyetini itiraf etmesinin farz oluşunu ifade etmektedir. Zemahşe-rî ayetlerin tevilinde ibarenin hayal etme ve örnek verme babından olduğunu söylemiş­tir. Anlam ise, Allah onlara rububiyetinin ve vahdaniyetinin delillerini gösterince, onla­ra verilmiş akılları ve basiretleri buna şahid oldu, dalalet ile hidayet arasındaki ayrımı yaptı. Sanki O; onları buna nefislerine şahit kıldı. Onlara şöyle dedi: "Ben sizin Rab-biniz değil miyim?" Sanki onlar şöyle dediler: "Evet, sen Rabbimizsin kendi nefsimize şahid olduk ve vahdaniyetini ikrar etlik". Allah Teala'nın ve Rasuiünün sözlerinde ve Arapların sözlerinde örnek verme sanatı geniş olarak kullanılmıştır. "Eğer bir şeyin ol­masını istersek ona "Ol" deriz, o da oluverir" ayeti de bunun gibidir. Bilinen o ki. bura­da söz yoktur; ancak anlamı tasvir etmek, temsil etmek babından gelmiştir. Bu söz ve çıkarımda yönlendirme apaçıktır. Özellikle siyak, babaların üzerinde olduğu duruma delil getirerek, isyan ve inkâr edenleri dinleyen kafirleri kınamak noktasındadır.

Seyyid Rcşid Rrza'nın ve Seyyid Rasimi'nin, ayetlerin tefsiri akışında çok uzun açıklamaları bulunmakladır[206]. Bunun sonucunda bu te'viliri benzeri bir tev'ili içermek­tedir. O iki müfessir ve başkaları bu konuda meşhur bir nebevi hadisi zikrederler: "Her doğan çocuk fıtrat üzerine doğar. Anne-babası (yahudilerse) onu yahudileştirirler ve (hırîstiyantarsa) onu hıristiyanlaştmrlar"[207]. Bu sözle dikkatlerin şuna çekilmek istendi­ğini söylerler: O onları tevhid fıtratı üzerine yaratmıştır, herhangi bir özür ve delille O -nun yolundan sapmak hakkında kimseden özür kabul etmez.

Ayetler ataların yolunda yürümekten sakındırmaktadır. Onların sapıklıkları, beyin­sizlikleri, doğru olandan gaflet içinde olmaları, delilleri tercih edememeleri, seçim ve düşüncede akıllarını kullanmamaları konusunda sakındırırken, öğütü güçlü, telkini de­vamlı ve etkili tutmuştur. Geçen değişik münasebetlerde bu telkin tekrarlanmıştı. Eski ananelerin fosilleştiği ve bu noktada akh engellediği için onlara uymayı kınayan, daha güzel, doğru ve salih olanı eski ve yeniliğine bakmadan almaya teşvik eden Kıır'an'ın. cahiliyyc için büyük bir tehlike oluşturduğu doğrudur. . [208]

 

175-  Onlara su adamın haberini de oku: Kendisine ayelle-rimizi verdik de, onlardan (inkâr ederek) sıyrıldı, çıktı; şey­tan onu peşine taktı, böylece azgınlardan oldu.[209]

176-  Dileseydik, elbette onu o ayetlerle yükseltirdik, fakat o, çöküşü, yücelmeye tercih etti ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu, tıpkı şu köpeğin durumuna benzer:[210] Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu'bıraksan da dilini sarkı­tıp solur, işte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, befki düşünür, öğüt alırlar.

177- Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine de zulmeden topluluğun durumu no kötüdür![211]

 

Ayetler öncesi ile bağlantılıdır. Kıssa silsilesinde geçen bölümdeki gibi eleştiriler devam etmektedir. Ayetlerde telkin, nasihat, kınama ve korkutma yoğun bir şekilde bu­lunmaktadır. Peygamber (s)'cT insanlara düşünmeleri ve vazgeçmeleri için kıssaları an­latmasını da emretmektedir. Onunla, geçen bölüm arasında benzerlik vardır. Açıkça görüldüğü gibi geçen bölüm, Allah'ın insanlara belki geri dönerler diye ayetlerini tafsilatlı olarak açıkladığını ortaya koymuştur. . [212]

 

"Onlara Şu Adamın Haberini De Oku: Kendisine Ayetlerimizi Verdik De Onları İnkâr Ederek Sapıttı Çıktı" Ayetinin Ve Telkinlerinin Yorumu

 

Ayetlerde Allah'ın ayetlerini kendisine verdiği, ancak Allah'ın kalında makamını yüceltmek için bunun hakkını yerine getirmeyen bir şahsın haberi bulunmaktadır. Çün­kü o çöküşü kabullenip heva ve hevesine tâbi oldu, dünya hayatına ve şehvetine daldı. Solumaktan bıkmayan köpek gibi yemeğinin ve içeceğinin arkasında yeryüzünde koş­maya başladı. Ayetler bundan sonra, bu örneğin, Allah'ın ayetlerini yalanlayarak kendi­lerine zulmeden kimselerin Örneği gibi olduğuna dikkat çekmiştir. Peygamber (s)'e bu kıssayı insanlara ibret almaları, düşünmeleri için anlatması emredilin ektedir.

Ayetlerin kastettiği şahsın adı hakkında müfessirlerin rivayetleri çoktur. Rivayet edilir ki, bu şahıs, kendini İbrahim (a)'in dininden sanan, muvahhid olan, şair Ümeyye bin Salat'tır. Peygamber (s) gönderildiği zaman, onun nübüvvetle şereflenmesini kıs­kandı ve inkâr etti. Onun, İbrahim (a)'in dini üzere olan rahip Ebu Amir olduğu da riva­yet edilir. O da Peygamber (s)'i kıskandı. Hıristiyan oldu. Onunla savaşmaya and içli. Münafıklarla birlikle komplolar kurdu. Onun kim olduğu hakkında muhtelif rivayetler bulunmakla beraber adının Bel'am okluğu rivayet edilir. Rivayetlerden biri de, Muabi-ierin, Ken'anilerin peygamberlerinden ya da kahinlennden biri olan Belam bin Baura olduğudur. Oranın kralı kendisine, İsrailoğulları Mısır'dan Musa (a) komutanlığında çı­kıp ülkesine geldikleri zaman onlara lanet etmesini emreiti. Allah, onları lanetlemek ye­rine kutlamalarını vahyetti. Kral onu sıkıştırınca ülkenin kızlarının Beni İsrail'in oğlan­larına musallat ettirilmesini ve zina yapmalarını, BaHe tapilmasına işaret edince o da bunu emrederek yaptı, İşte bu ayet, "Allah'ın ayetlerini (inkar edip) sıyrıldı, çıktı" şek­linde nitelendirilen şeydir. İşte Bclam'ın kıssası, Ahdil-Kadim Esfar'mda el-Aded Sİf-rinde mevcuttur. Bu sifr (bolüm) îsrailoğuliarı'nın delikanlılarının Medyen ve Muab kızlarıyla zinaya daldıklarını, Bale taparak sapıttıklarını zikretmektedir. Fakat bunun Belam'm görüşü olduğunu zikretmez.

Herhâlükârda ayelin şahıs hakkında ayrıntıya girmeden işaret etmekle yetinmesi Kur'an'ı dinleyenler taralından ilmiyle, Allah'ın kilablarına olan vukufiyeti ile bilinen bir şahıs olduğunu ilham etmektedir. O hak ve hidayet yolundan bozuk mizacm, şeytani vesvesenin, dünya hayatının meta ve şehvetinin etkisiyle sapıtmıştır. Böylece ayetlerin, öğüt, hatırlatma ve ibret verme amacı gerçekleşmiştir.

Görünen o ki, ayetler kafirlerden çok bilgili, zeki ve dahi kişileri özel bir şekilde kı­namayı hedeflemiştir. Çünkü onlar, Peygamber (s)'in davetindeki doğruluğu, yüceliği, ruhaniyeti, hakkı kolayca idrak edebilirler. Buna rağmen inatçı ve büyüklenici tavırlarında, heva ve heveslerinde kasıtlı olarak ısrar etmişlerdir. Belki de bunda, onların dave­te karşı tavırlarının sebebi ve Peygamber (s)ne. müslümanlara da lesclli vardır.

Bu sınıf o zaman vardı. İlk mü'minler topluluğundan bazıları onlardan idi. Kur'an onlara değişik vesilelerle işaret etti. Bilerek ve niyetleri ile heva ve heveslerini ilahlar edindiklerini de tanımladı. Casiye sûresi 23. ayelindc geldiği gibi; "Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağım ve kalbini mühürlediği, gö­zünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi ona Allah'tan sonra kim doğru yolu gösterecek, düşünmüyor musunuz?" Furkan sûresi 43. ayeti; "Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın? Bu sınıftan bir grııb Allah'ın kendilerinden bir uyarıcı göndermesini, ona tâbi olmayı yol göstermesi ile hidayet bulmalarını temenni ediyorlardı. Sonra kibirlendiler ve sözlerinde durmadı­lar. Büyüklenmeleri ve kötü hileleri buna engel oldu". Fatır sûresi 42. ve 43. ayetlerinde geldiği gibi: "Andolsun 'eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, her bir top­lumdan daha çok doğru yolda olacaklar' diye (yeminlerinin bütün gücüyle) Allah'a ye­min ettiler. Fakat kendilerine uyarıcı gelince, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkı sağlamadı. Yeryüzünde büyüklük taslama (kırını) ve kötü tnzak(lar) kurma(/arını artırdı). Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın yasasında bir değişine bulamazsın; Allah'ın yasasında bir sapma bulamazsın", Bu sınıflan Peygambere (s) söylediklerinin aynısını istersek söyleriz diye meydan okuyanlar da bulunmaktadır. Enfal sûresi 31. ayetindeki vurgu da bu açıdan Önemlidir. "Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman "işittik" derler, istesek biz de bunun gibisini söyleriz. Bu evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir".

Örnek vermekten maksat, niyetin ve kalbin sağlam olması, hidayete ermede doğru isteğin bulunmasıdır. Bu işin özüdür. Eğer niyet kötü, mizaç bozuk ise ve nefis, alçak istek ve rağbetlere yöneliyorsa, heva ve hevese, isteklere boyun eğiyorsa ne kadar ilmî bilgiye sahip olursa olsun fayda etmez. Sözkonusu olumsuz sıfatlara haiz bir kimse, eğer yüce makama dair bir ilim verilmemişsc, ilmiyle yükselmesi mümkün değildir. İl­im, nasihat ve ibret ona fayda vermeksizin geri kalır, çöküntüye uğrar.

Örnekte korkunç azarlama ve kınamayla Kıyamete kadar etkili bir telkin vardır. Çünkü bu, çoğu toplumlarda tekrarlanan güçlü bir tablodur. Bu telkin; akıllı, bilgili, an­cak heva ve heveslerinde düşük olan bir grubu kınama veya onları aldanmadan sakındır­ma, veyahutta toplumdaki kötü sıfatlan çirkin gösterme şeklinde olabilir.

"Dileseydik elbette onu o ayet/er/e yüceltirdik" cümlesinde. Allah'ın dilemesiyle adamın yücelmesinden çok, yeryüzünün meta ve şehvetine dalmasına, azgınlaşmasına dikkal çekiliyor. Çünkü ayette başka bir cümle, şeytanın vesvesesine boyun eğerek heva ve hevesine uyan, azgınlaşan bir adamın hali anlatılıyor. Bu nedenle kişiye Allah'ın zul­metmediği, ancak kişinin kendi nefsine zulmeden bir konuma düşebileceği ortaya çık­maktadır.

İbarenin tevilinde bizce başka bir boyut daha vardır. O da, Allah'ın ona verdiği ayet­lerle yüceltmesine muktedir olduğudur. Fakat Allah onu kendi seçimine ve kabiliyetine bırakmıştır. Bu da onu. bozuk mizacına ve kötü niyetine uygun şeye yönelmesine götür­müştür. İsra sûresinin 84. ayeti bunu ortaya koymaktadır. "De ki: 'Herkes kendi karak­terine göre hareket eder, Rabbimiz kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir." Ze-mahşeri bunu şöyle tevil eder: Allah şöyle buyurmak istedi: Eğer adam ayetlerle amel etseydi, onu inkâr etmeseydi, onu onunla yükseltirdik. Reşid Rıza ise şöyle tevil eder: "Eğer Allah onu yüceltmek isteseydi onun için hidayet yollarını açardı ve onda yürüme­ye zorlardı; fakat bunu yapmadı. Çünkü bu koyduğu sünnetine terstir". Taberi ise onu şöyle tevil etti: "Allah şöyle diyor: Eğer dileseydik onunla inkâr etmesi arasına engel koyardık ve makamı yücelirdi. Fakal biz onu, kendi seçimine bıraktık". Elimizdeki baş­ka tefsir kitaplarında bu tevillere muhalefet edeni görmedik. Bunun doğruluğu açıktır. . [213]

 

178- Allah kimi hidayet ederse, işte yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte ziyana uğrayanlar onlardır.

179- Andolsun, cehennem içinde birçok insan ve cin ya-rattıkt[214] ki kalbieri var, fakat onlarla anlamazlar, gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sa­pık... Ve işte gafiller onlardır!

180- En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na onlarla d-ua edin ve O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları'[215] bı­rakın, onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.

 

Bu bölüm de siyakla bağlantılıdır. Kendinden öncekini tamamlayıcı olarak geldi: Önceki ayetlerde olduğu gibi Peygamber (s)'e ve mü'minlcre teselli verdi, sebat etmele­rini istedi. Allah kimi hidayet ederse doğru yolu bulur ve kurtulur, kimi de saptınrsa hüsrana uğramıştır. İnsanlardan, cinlerden çokları kalplerinden, gözlerinden, kulakların­dan hakkı ve hidayeti görmek, düşünmek için faydalanmıyorlar. Onlar bu ikisinden ga­fildirler. Onlar hayvanlar gibidirler. Bilakis daha aşağı bir durumdadırlar. Allah'ın en güzel, en şerefli isimleri vardır. Peygambere ve iman edenlere düşen, o isimlerle dua et­meleridir.

O'nun isimleri hakkında sapan ve doğru ile yanlışı birbirine katanlara, karıştıran ve iftira atanlara aldırmamalılar. Onları O'na bırakmalılar. Çünkü yaptıklarının cezasını vermeye O kefildir.

"Allah kimi hidayet ederse, işte yolu bulan odur. Kimi de saptınrsa, işte ziyana uğ­rayanlar onlardır' ayetinde, Allah'ın insanlara hidayet ve sapıklığı icbar etliği şüphesi vehmedilebilir. Ancak ayetteki "onlar ziyana uğrayanlardır" cümlesi ve sonra gelen ayet, bu şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Çünkü ayetten, Allah'ın insana seçme, ayırdel-mc gücü ve akıl verdiğini ve insanın kanunla hidayei veya dalalet yolunu seçebileceğini anlıyoruz. Allah'ın yolunu seçenler hidayet bulanlardır, dalaleti seçenler ise hüsrana uğ­rayanlardır.

Buna binaen Allah'ın hikmeti, uhrevi dirilişin, hesabın, sevabın, cezanın olmasını gerektirdi. Ateş ashabı, ahlâkları bozuk, niyetleri kötü, heva ve hevese, alçak isteklere boyun eğen kimselerdir. Hakkı anlamada kalplerini, O'nun işaretlerini görmede gözleri­ni; korkutmalarını dinlemede kulaklarını kullanmayan insanlardır. Böylece hayvanlar gibi, bilakis onlardan daha aşağılık kimseler durumuna düştüler. Çünkü hayvanlar içgü-düleriyle hareket ederler, kendilerine faydalı olan şeyleri bırakmazlar, zararlı olanları da kabullenmezler.

Ayetlerin içeriğinden ve ruhundan ilhanı edilen bu açıklama, geçen değişik örnekler­deki muhkem ayetlerce de desteklenmektedir. Örneğin Bakara sûresi 26-27. ayetleri ve­rilebilir. "Allah bir sivrisineği, hatta onun da üstünde olanı misal vermekten utanmaz. İnananlar onun, Rablcrinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. İnkâr edenler ise; 'Allah, bu misalle ne demek istedi?' derler. (Allah), onunla bir çoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla sadece fasıkları saptırır. Onlar ki söz verip bağlandıktan sonra Allah'a, verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şe­yi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte ziyana uğrayanlar onlardır."

Reşit Rıza'nın bu ayetle ilgili tefsirin akışındaki doğru ve yönlendirici yorumu şer­himizin sonucu ile uyumludur. Elimizde bulunan tefsir kitaplarında bu sonuçla ilgili çe-iişkili birşey yoktur. . [216]

 

"O'nun İsimleri Hakkında Eğriliğe Sapanları..."  Cümlesinin Yorumu

 

Bütün bunların yanında "O'nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları..." cümlesiyle kastedilen şu olabilir: Müşrikler ortak koştuklarına "Rahman", "Rab", "İlah", "Uzza" "aziz" ve başka isim ve sıfatlar verirlerdi. Oysa bütün bunlar sadece alemlerin rabbi Al­lah'a mahsustur. Ayet bu konuyu yerli yerine oturtmuştur. Çünkü güzel isimler ve kâ­mil sıfatlar herşeyin Rabbi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah'a layıktır. Oysa '"esmau'I hüsna" ibaresi en güzel isimler anlamını ifade etmektedir. Müslümanlar Allah'ın isimle­rini 99 isim ve sıfatta sınırlamaya alışmışlardır. Bunlar, Kur'an'da zikredilen Allah'ın İsimlerinden ve sıfatlarından olduğu İçin bu ibareyle adlandırılarak ıstılah (terim) haline gelmiştir. . [217]

 

181-  Yarattıklarımız içinde, doğrulukla hakka götüren ve hak ile çalışan[218]' bir ümmet vardır.

182-  Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yer­den yavaş yavaş helake yaklaştıracağız'[219]'.

183-  Onlara mühlet veriyorum. Çünkü benim tuzağım sağlamdır'[220]'.

184-  Düşünmediler mi ki, arkadaşları[221]' Muhammed de hiçbir delilik'[222]' yoktur, o apaçık bir uyarıcıdır.

185- Evren'in, yerin meiekûtuna-[223] ve Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bak(ıp İbret al)madılar mı? Peki bun(a inanmadık)tan sonra hangi söze inanacaklar?

186- Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren ol­maz. Ve bırakın onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dursunlar.'[224]'.

 

Bu bölüm de önceki seyrin devamıdır. Ayetler, önceki ayetleri özel bir tarzda takip imiş ve içeriğindeki tatmin etme. .sağlamlaştırma, kınama gibi konulan ic'kid için doğ-fcdan, peşisira gelmişlerdir. Ayetlerin uyan. kınama, tatmin etme yönleri kuvvetlidir.

Bütün insanlar cehennemden nasibini ahin. gaflette olan, yalanlayan, sapıtan ve az-Inlaşan kimseler değildir. Onlardan bazıları hakka çağırırlar, onunla hidayet bulurlar ve kınla çalışırlar. Allah'ın ayetlerini yalanlayanların içinde bulundukları nimetlerden ve lyetlcrden böbürlenmemeleri gerekir. Çünkü bu bir imtihandır, bir mühlet vermektir, Hrici olarak almaktır. Bilsinler ki, Allah'ın azabı ve öfkesi kesin ve şiddetlidir. Onlara İşen, tutum, düşünce ve duydukları üzerinde düşünmede acele etmemeleri, iyice tartmalarıdır. O zaman Allah'ın ayetlerinden onlara tebliğ eden korkutucu ve sakındınci Pey­gamber (s)'i gördükleri zaman, onun deli olmadığını anlayabilirler. Allah'ın büyük evre­ni üzerinde ve yarattığı varlıklar üzerinde düşünmeleri daha evlâdır. Böylece Allah'ın bütün bunları boşu boşuna yaratmadığını göreceklerdir. Ve yine onların, kesin ölecekle­rini hatırlamaları kendileri için daha iyidir. Çünkü Ölüm onlara çok yakın olabilir.

Onlara bunu tebliğ eden Peygambere iman etmedikleri zaman, inanacakları başka bir söz ve tebliğci yoktur. Belki zamanı ve fırsatı kaçırarak pişman olabilirler. Ancak son pişmanlık fayda vermez. Bu korkutmadan sonra, hidayete karşı dalâleti seçen ve onda ısrar eden kimsenin durumu, Allah'ın dalâletine ve azgınlığına terkettiği kişinin durumu gibi olur. Ta ki, Allah'ın onun için hazırladığı korkunç sona müstehak olsun.

Geçen bölümlerde söylediklerimizi bu bölümde de söylüyoruz. Ayetlerin İçeriği, özellikle de düşünce ve tetkike, iman ve hidayet kabiliyetine göndermede bulunması son ayetin içeriğinden doğabilecek şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Üç bölümün açıkla­ması esnasında söylediklerimiz buradaki yorumu doğrulamaktadır.

Bu bölüm diğerleri gibi Kıyamete kadar geçerliliği sürecek bir telkini içermektedir. Bu telkinde hakka davet edenlere, onunla amel edenlere atıflar ve vurgular vardır. Ayrı­ca azgınlığa dalmayı, hakka karşı büyüklenmeyi, sonuçlara aldırmayıp buna düşenleri görmemeyi kınama da sözkonusudur.

Bunların yanısıra 184. ayetin içeriği ve üslubuna göre de Peygamber (s) hakkındaki delilik suçlamalarının nefyi, kafirlerin töhmetlerine cevap vermek için değildir. Bu sa­dece, uyarmak, davanın doğruluğu ve ciddiyetini pekiştirmek İçindir. . [225]

 

 

187- Sana (Kıyamet) saat(in)clen'[226] soruyorlar: Gelip çat-ması[227] ne zaman diye. De ki: "Onun bilgisi, ancak Rabbi-min yanındadır. Onu tam zamanında açığa çıkaracak'[228] olan, yalnız O'dur. O, göklere de, yere de ağır gelmiştir'[229]

O size ansızın gelecektir." Sanki sen, onu biliyormuşsun gibi, sana soruyorlar'[230]. De ki: "Onun bilgisi, Allah'ın ya­nındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler."

188- De ki: "Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır (mal ve mülk) edinir­dim. Bana kötülük dokunmamıştır. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."

 

İlk ayet, Kıyametin kopacağı vakit hakkında Peygamber (s)'e sorulan soruların hika­yesini içerdi. Bu konuda ısrarlı isteklerini dile getirdi. Onun ilminin sadece Allah'a ait olduğunu ilan etmesini emretti. İlminde onun için belirli bir vakii tayin etli ki, bu vakti kendisinden başka kimse bilemez. O insanlara aniden gelecektir. Göklerde ve yerde o-nun gelmesiyle korkunç musibetler, büyük olaylar ve korkular gerçekleşecektir. İkinci ayet, Peygamber (s)'e gaybı bilmediğini, kendisi için bir fayda veya zarar meydana ge­tirmeye gücünün olmadığını (Allah'ın dilemesi dışında) ilan etmesini emretti. Eğer o-nun durumu bundan başka olsaydı, kendinden zararı defederdi, kendisi için çok hayırlar işlerdi. Fakat o, iman ve hidayeti isteyenler için, korkutucu ve müjdeci olmaktan başka bir şey değildir.

Görünen o ki, Kıyametin kopacağı vakit hakkında onların sorularına Allah'ın pey­gambere, insanlara ilan etmesini emrcüiği cevabın devamı ikinci ayettir.

İki ayetin, ayrı ayn inmiş olma ihtimali varsa da, konunun bağlamından ayrı olma­dıkları görülmekledir. İki ayet, sanki müstakil ayn birer bölüm gibi başladı. Geçen ayet­ler insanları ahiretle, mükafatıyla ve cezasıyla korkutmuştu. İnsanlar Peygamber'c onun vakti hakkında sormaya başlayınca ayetler buna cevap olarak indirildi.

Soranların kim oldukları hakkında bir rivayet yoktur. Müi'essirlcrin tahminleri yahu-diler ve Araplar arasında gidip gelmektedir. İbni Kesir, onlar Araplara benzemektedir­ler, demiştir. Çünkü ayetler Mekki'dir. İşte bu daha doğru ve daha tercihe şayandır. Çünkü yahudüerin Peygamber'le ilişkileri ve ona sorular yöneltmeleri Medine döne­minde olmuştur. . [231]

 

Kıyametin Vakti Hakkındaki Soru Ve Verilen Cevaptaki Derin Edebi İşaret

 

Bu soru ilk defa burada geçmekle beraber, daha sonra çokça tekrarlanmaktadır. Yine Kıyamet günü, hesabı ve olayları ile korkutma da birçok defa geçmektedir. Hatta, Kur'an'da değişik üsluplarla en fazla tekrarlanan konu budur. Çünkü konu, davetin, korkutma ve müjdelemenin en temel dayanağıdır. Tabii olarak onun hakkındaki soru tekrarlanacaktır. Genel olarak soru, Arap kafirlerinden gelmektedir. Sorularının üslubu çoğu zaman inkarcı, alaycı ve meydan okuyucu bir özellik taşır. Yunus sûresi 48. aye­tinde geldiği gibi "Doğru iseniz, bu bizi tehdit ettiğiniz azap ne zaman? diyorlar" Aynı sigayla Enbiya sûresi 38. ayetinde, Nemi sûresi 71. ayetinde soru tekrarlanmıştır. Çün­kü onlar Kıyamet gününe inanmıyorlar, onunla korkulma ve müjdelemeyi alay konusu ediyorlardı. Bu bazı ayetlerde zikredildi. Buna benzerleri ise, Mü'minun sûresi 82-83. ayetlerinde; "Öldüğümüz toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman, biz mi d iri İtilece­ğiz? dediler. Andolsun bu tehdit bize de bizden önce atalarımıza da yapıldı. Bu. evvelki­lerin masallarından başka bir şey değildir." Hud sûresi 7. ayetinde görülür: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. O zaman arşı su üzerinde idi. (Bu, kâinatı yarattı) ki, hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin. Böyle iken yine sen: 'Öldükten sonra diril­tileceksiniz!' desen, inkâr edenler, mutlaka: 'Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey de­ğildir' derler."

Ancak ilk ayetin ve oradaki sorunun üslubu bu cümleden değildir. Bu soru, gerçek­ten bilmek ve öğrenmek isteyen kimsenin sorusu gibidir. Halta akıllara, soruyu soranın kafirlerden olmadığı düşüncesi gelmektedir. Ayette verilen cevap ile, soru soranların zi-hinlerindeki Hz. Peygamber'in gaybı ve Kıyamet saatini bildiği anlayışı izale edilmek­ledir. Ayette, kesin, güçlü bir üslupla, peygamberlerin kendisine vahyedilen herşeyi teb­liğ etmedeki samimiyeti ortaya konmaktadır.

Bu cümleden olarak o, diğer insanlar gibi bir beşerdir. Diğer insanlara zarar dokun­duğu gibi ona da dokunur. O da diğer insanlar gibi maddi imkanlardan mahrum kalabilir. Allah'ın dilemesi dışında kendisi İçin fayda ve zarar meydana getiremez. O sadece öğüt almak, iman etmek ve hidayete ermek isteyenler için bir uyarıcı ve korkutucudur. Bu imaj çeşitli üslup ve vesilelerle tekrar edilmiştir.

Bazı miifcssirler[232] ayelicrin tefsiri sırasında dünyanın ömrüne, Kıyamet alametlerine değinirler. Değişik hadisler ve sözler rivayet ederler. Ancak ne bu konumun, ne maka­mın, ne de ayetlerin böyle mânâları taşıyabileceğini sanmıyoruz. Üzerinde durmaya ge­rek yoktur. Kıyametin durumu, imanı gerektiren, Kur'an ve hadislerin tespit ettiği yerde fazlalaştirmadan/genişletmeden durmayı gerektiren gaybi durumlardandır. . [233]

 

189- O'dur ki sizi bir tek nefisten yarattı, gönlü ısınsın diye ondan eşini var etti: Eşini sarıp Örtünce"[234] (esivle birleşince) eşi, hafif bir yük (hamileliğin ilk merhalesi) yüklendi[235], onu gezdirdi. (Yükü) ağırlaşırca'[236]' (ikinci hamilelik merha-lesi) ikisi beraber Rableri Allah'a dua ettiler. Eğer bize sa-lih, güzel bir çocuk verirsen elbette sükreclenlerden olu-ruz! (dediler).

190-Fakat (Allah) onlara Salih, güzel bir çocuk verince, kendilerine verdiği şeyde Allah'a ortaklar koşmaya başla­dılar. Allah ise onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

191- Hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri (Al­lah'a) ortak mı koşuyorlar?

192- (O pullar}, ne onlara bir yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım ederler?

193- Onları doğru yola çağirsanız size uymazlar. Ha onları çağırmışsınız, ha susmuşsunuz, sîzin için birdir.

194- Allah'tan başka yal vardıklarınız da sizler gibi kullar­dır[237], (Onların tanrı olduğu iddianızda) doğru İseniz, çağı­rın onları da size cevap versinler.

195- Onların yürüyecekleri ayakları, tutacakları elleri mi var, yoksa görecek gözleri mi var; yahut İşitecekleri kulak­ları mı var? De ki: "(Allah'a) ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bana işkence yapın'[238] haydi (elinizden geliyorsa) mühlet vermeyin bana!"[239]

196- Benim velim, kitabı indiren Allah'tır. O, salihleri yö­netir (korur).-

197- O'ndan başka yaivardikiarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.

198- Onları hidayete çağirsanız, işitmezler. Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmezler.

 

Ayetler dinleyenlerin dikkatini çekmeye devam ediyor. Onda Allah'ın nimetlerini inkâr edenleri, ahidlerini bozanları, O'na ortak koşanları kınama vardır. Allah'dan baş­ka edinilen ortakların konumlarını hafife alma, aşağılama sözkonusudur. Çünkü onlar ne kendilerine ve ne de onlara yardım etmeye, bir şey yaratmaya, dinlemeye, görmeye muktedir değillerdir. Engellemelerine ve alay etmelerine meydan okudu. Peygambcr'İn (s) diliyle onun velisinin, kitabı indiren ve her salih mü'minin velisi olan Allah olduğunu İlan etti. Ayetlerin ibareleri açıktır. Üslubu etkili, susturucu ve güçlüdür. Öyle ki müşriklerin, dua, ibadet, yönelme ve şükürde, kâinattaki herhangi birşeyi Allah'a es koşmalarına yol açacak herhangi bir hüccet ve mantık bırakmadı. Şirk koştukları .şeyle­rin hayrı onlara celbetmede, şerri onlardan defetmede, zorluk anlarında onlara yardım etmedeki düşüncelerini ortadan kaldırdı. Onları susturma şekli, güçlü ve Özel bir tarzdır. Bu da, ilk ayetin, Allah'ın kâinatın düzenleyicisi, onların rızıklandırıcısı, onların yaratı­cısı olduğunu itiraf etmelerini içermesi nedeniyledir. Korkunç bir meydan okuyuşu, vu­rucu bir azarlamayı içermesi de susturmanın gücünü artırmaktadır. Allah ile birlikle or­tak koştukları şeyler de, Allah'ın diğer yarattıkları gibidirler; herhangi bir şeyi yarat­maktan acizdirler. Herhangi bir acil durumda kendilerini bile himaye etmekten de aciz­dirler. Nerede kaldı ki, kendilerini ortak edinenlere yardım etsinler...

Ayetlerin, meydan okuyan, çarpıcı, güçîü üslubu da Peygamber (s)'in ve müslümarj-ların nefislerinde güven ve sükunet duygusunu yaratır. Çünkü o, tartıştığı hasmına karşı üstün bir tavır koyan, güçlü ve kendinden emin bir üsluptur. Ayetlerin de bunu amaçla­dığı görülmekledir.

Ayetlerin ortak koşulanlar konusunda içerdiği tanımlamadan anlaşılan odur ki. söz-konusu olan, Arapların cansız putlarıdır. Araplar onları gök tanrıları için. Özellikle de melekler için simgeler ediniyorlardı ve daha sonra da yanlarında ayinler yapıyorlar, on­lara kurbanlar sunuyorlardı. (Necm sûresi tefsirinde açıklandığı gibi) onların, iyilikleri celbetme ve kötülükleri uzaklaştırmada doğrudan bir etkiye sahip olduklarına inanıyor­lardı. İşte burada ayetlerin içerdiği güçlü azarlamanın etkisi görülmektedir.

Bazı müfessirlcr[240] ilk ayetin, Özellikle Adem ve Havva hakkında olduğunu zikreder­ler. O ikisi çocuklarına Abdurrahman, Abdullah vs. adlan koyuyorlar ve onlar yaşamı­yorlardı. Şeytan onlara Abdulharis ve benzeri isimleri vermelerini süslü gösterdi. Bunu yapınca da çocukların yaşadığını anlatan bir rivayeti zikrederler.

Ayetlerin içeriği, özellikle de birincinin sonucu üzere gelen ikinci ayet göstermekte­dir ki, mânâyı Adem ve Havva'ya has kılmak anlamsızdır. Çünkü bu durum şirk ve in­kârı o ikisine nispet etmeyi gerektirir. Bunu da hiç kimseye söylememiştir. Birinci ve ikinci ayetler, müşriklerin Allah'ın nimetini inkâr edip. O'nun en güzel yaratıcı olmasını itiraf etmelerine rağmen, O'ndan başkalarına yönelmelerini örneklendirme amacındadır. Birden çok müfessir ayetleri. Peygamber (s) dönemindeki müşriklere atfederler. Bu doğrudur. Onlar, müşriklerin zürriyellcrinden Allah'a ortaklar koştuklarına işaret etliler. Yani çocuklarına, taptıklarının adını koyuyorlardı. Örneğin Abdullai, Abdulmcnai. Ab-duluzza, Abduyagus, Abduvedd... vs. Bunun doğru ve geçerli olma ihtimalinin yanışını bizce süzkonusu işaret daha kapsamlıdır. Aynı zamanda bu. onların inançlarını boşa çı­karmak demektir. Çünkü ortak koştukları akrabalarından olması ve kendilerine nimet ve mutluluk için verilen çocuklar olmasından dolayı inançları saçma ve değersizdir. Şükür­de, duada ve yönelmede Allah'ın yanında ortaklar koşmaları nedeniyle bu kınamaya la­yıktırlar.

Zikredilenlere şu da eklenebilir. Ayette kadın ve erkeğin yaşamda, sorumlulukların­da, bedensel ve akli karakterinde eşit olma prensibine gönderme yapılmaktadır. Allah o ikisini bir nefisten yaratmıştır. Onlardan herbirini diğerine eş yapmıştır. Biri olmadan diğeri tamamlananı az. Aralarındaki fark, neslin devamı görevinden kaynaklanmaktadır. En'am sûresi 98. ayeti bu anlamı daha çok açıklıyor: "Odur ki, sizi bir tek nefisten inşa etti. Sizin için bir kalış ve bir emanet olarak konuluş yeri ve süresi vardır. Gerçekten biz, anlayan bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık." Leyi sûresi tefsirinde "er­keği ve dişiyi yaradana andohun" ayetine istinaden şunu zikretmiştik. Kur'an, erkek ile kadın arasında sorumlulukta, herbirinin çalışması sonucu alacağı karşılıkta eşitlik pren­sibini koyar. Kur'an'da, kadın ile erkeğin dünyevi, dini, uhrevi sorumluluk ve kabiliyet­lerde eşit kılınması sabittir. Bunun tespiti Mekki ve Medeni sûrelerde, değişik üslublar-fa çok kez tekrarlanmıştır. Hatta bunun Kur'an'ın muhkem prensiplerinden biri olduğu­nu söylemek doğru olur. Medeni ayetlerde, kadının şehadetinin yarım oluşunun, koca­nın bir derece daha efdal olmasının, erkeğin kadın üzerinde kavvametinin. (üsiünlüğü) bu prensibi ortadan kaldırma gibi bir durumu yoktur. Onu yeri gelince açıklayacağız. Kur'an'ın, sorumluluk yükleme ve sonuçlarına katlanmada kadtn-crkek arasında eşitliği öngördüğü, şüphe götürmeyecek kadar açıktır. . [241]

 

199- Affi [242] (mallarından sadaka için olanı, insanların Özür dilemelerini, onlara kolaylık ve müsamaha etmeyi) al, ör-fü[243] (her hayrı, salahı, mubahı ve İhsanı ve bunun altına gireni) emret, cahillere[244] (uyanlara, İnkarcılara, beyinsiz­lere) aldırış etme.

200-  Ne zaman şeytandan bir kötü vesvese [245] seni dürtük-lerse, Allah'a sığın; çünkü O, işitendir, bilendir.

201- Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen kötü bir düşünce'[246], günah ve vesvese dokunduğu zaman (Al­lah'ın sevap ve cezasını) hatırlarlar, hemen (gerçeği) görürler.

202- Cahil kardeşleri'[247] ise onları azgınlığa çekerler, hiç yakalarını bırakmazlar.

 

Bölümdeki hitap yakın muhataba yöneliktir. İlk ayetin içeriği, onun peygambere yö­nelik olduğuna delalet çimektedir. Bazı öğretileri, uyarmaları, kınamaları içerir. Geçen siyak ile açıklan bağlantılı olmadığı görülmektedir. Neredeyse müstakil bir bölüm gibi­dir. Bununla beraber konu akışının içeriğinden uzak ya da farklı, çelişkili bir konuşma yoktur. Kur'an'ın indirilip hikmeti gereği, geçen bölümün hemen ardından telkin geldi ki, Peygamber (s) içeriğine uygun harekete geçsin. Ya da Peygamber (s)'in nefsini ra­hatsız eden bir şeyle ilgili olarak, veyahutta geçen bölümün inişi ardından etkilenmesi ile indirilmiş olabilir. Nitekim ayetler aynı bağlamda dizilmiştir. Müfessirler ise onun nüzı lü ile ilgili herhangi bir münasebeti rivayet etmezler.

Birinci ayet Peygamber {s)'c, insanları bağışlamasını, özürlerini kabul etmesini, ka­tı ve müsamahasız olmamasını farz kılmıştır. İçinde hayır ve doğru olan her şeyi reddet1 miş cahillerin cehaletini, taşkınlıklarını dikkale almamasını, onlardan yüz çevirmesini istemiştir. Onlardan gelecek kötülüklere aldırış etmemesini emretmiştir.İkinci ayette, ona Allah'a dönmesini, şeytanın vesveselerinden bir vesvese, fısıltıla­rından bir fısıltı ife ona dokunmak isterse Allah'a sığınmasını tenbih etîi. Üçüncü ve dördüncü ayetlere gelince, muttaki mü'minlcri övmeyi, kâfirleri, cahilleri kınamayı içermektedir.

Peygamber (s)'in İlk ayet inince şöyle dediğini Taberi rivayet eder: ''Ey Rabbim, na­sıl gazapla olur?" Ondan sonra iki ayet indi. . [248]

 

 

Davetçilere Telkinler

 

Durum ne olursa olsun ayetlerde aynı anda, davranışsal, psikolojik, sebat veren, uyaran, kınayan ve Kıyamete kadar kalıcı güzel telkinler bulunmaktadır. Bunlar, davet esnasında ortaya çıkan bazı durum ve işlerin düzenlenmesi için gerekmiştir. Ki her müslüman için, özellikle ıslah ve davet hareketlerinde Önderliğe getirilenler için telkin. feyz ve ilham kaynağı olsun. Çünkü onlar, görevlerinin karakteri gereği, insanların de­ğişik sınıfları ile ilişkiye gireceklerdir. Çoğu tavırlarla, sahnelerle, durumlarla, infialler­le karşı karşıya geldiklerinde, ilk ayetin içerdiği etkili, hikmetli plan ile üçüncü ve dör­düncü ayetin güçlü telkini gibi cevap vermeleri gerekecektir. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ve O'nun rızasını isleyenler -Peygambcr'i ve onun dişındakileri içine alır. Çünkü siga burada geneldir- hemen Öfkelerini gizlemeye alışırlar. Şeytanın (ışıltıların­dan, nefsin vesveselerinden, heyecanlarından dolayı yanlışa düşmek üzere oldukları an­da dikkat ederek kurtulurlar. Allah'a sığınırlar ki, nefisleri temizlensin. İnfialleri sakin-leşsin, şeytanların vesveseleri kaybolsun, kendilerine bunlardan daha çok yakışan süku­nete, sinirlere hakim olmaya, acele etmemeye dönsünler. İmanlarını kaybedenlerin, din­leri zayıf kimselerin, vesvese ve kötü düşüncelerin daima etkisinde kaldıkları, bunun sonucu olarak da değişik sapmalara ve günahlara daldıkları görülür. . [249]

 

Şeytanın Peygambere Ve İnsanlara Vereceği Vesvesenin Boyutu Üzerine

 

İkinci ayette, Peygambcr'in diğer insanlar gibi şeytanların vesveselerine maruz kala-bilirliği hakkında kelâmi tartışmalar sözkonusudur. Bu durum O'nun ismetine bir halel getirir mi? sorusuna yönelmek gereklidir.[250]

Bizce ayetlerin üslubu ve sınırları bu konuyu kaldıracak boyutta değildir. İkinci ayet, Peygamber'in nefsinde, tahrik edici olay ve durumlar karşısında infiallerin, buna­lımların olabileceğine dikkat çekme mahiyetindedir. Kur'an'ın açıkladığı gibi, peygam­ber de diğer insanlar gibi bir insandır. Öyleyse sakinlcştirilmcsi gerekir. Muhtemeldirki, hitap aslında müs[umanlaradır. Bu, Kur'an'ın alışılmış tekrarlanan üslublarındandır. Her iki görüşe, NahJ sûresi 99. ayetinde geldiği gibi Rablerincc tevekkül edenler, iman edenler üzerinde şeytanın otoritesinin olmadığını belirten Kur'an'ın görüşü de eklenebi­lir. Hicr sûresi 40, 42. ayetlerde geldiği gibi şeytanın Allah'ın İhlaslı kulları üzerinde vesvese verecek bir imkanı yoktur. İşte bu, muhkem Kur'an'in kaidelerinden bir kaidedir. . [251]

 

Bir Ayetin Neshi İle İlgili Yorum

 

İşte bütün bunların yanında bazı müfessirler ilk ayetin, Peygamber (s)'e, kafirlerle, münafıklarla savaşmasını ve onlara şiddetli davranmasını emreden ayetlerle neshcdildi-ğini söylerler. Bunu yerinde bulmuyoruz. Ayet, peygambere ve müslümanlar dahil bü­tün insanların gözü önüne rabbani bir plan sunmuştur. Bu plan Mekki ve Medeni deği­şik ayetlerle desteklenmektedir. Örneğin Al-i îmran sûresi 104. ayeti: "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bîr topluluk olsun, işte onlar başarıya erenlerdir." Nisa sûresi 63. ayeti; "Allah onların kalplerinde alam bilir. Onlara aldır­ma, onlara Öğüt ver ve onların içlerine işleyecek güzel söz söyle." Fussilet sûresi 34. ayeti: "İyilikle kötülük bir olmaz (sen kötülüğü) en güzel şeyle sav. O zaman bir de ba­karsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dosttur." Isra sûresi 53. ayeti: "Kullanma söyle: En güzel sözü söylesinler (puta tapanlara sert davrannıa-sınlar). Çünkü şeytan aralarına girer (onları tartışmaya ve kötülüğe dürtüklel"). Doğru­su şeytan, insanın apaçık düşmanıdır." AI-i îmran sûresi 159. ayeti "Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandm. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çev­renden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile. (Yapacağın) iş(ler) hakkında onlara danış, karar verince de Allah'a dayan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.'4 Denilebilir ki ayet; insanların kötü ahlâklarına kar­şı affetmeyi, onlarla ilişkilerde bağışlamayı, cahillerinin taşkınlıklarını görmem e zlikten gelmeyi teşvik etmesi açısından Kur'an'in muhkem prensiplerindendir.

Bununla savaşı, katı davranışı, şiddeti hak edenlere muamele etmek arasında bir ça­tışma yoktur. Öyleyse bu ayetin neshini gerektirecek bir durum da yoktur. Taberi bu ko­nuda, neshine dair bir delilin olmadığını belirtmiştir. Bundan kasıt İse, Peygamber (s) vebütün miislümanlan te'dib etmek, insanların kötü ahlâklarına karşı affetmeyi emretmek­tir. . [252]

 

203- Onlara bir mucize'[253] getirmediğin zaman: "Bunu da söyieseydin ya!" derler. De ki: "Ben, Rabbimden bana vah-yolunana uyuyorum. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen[254] basi­retler, (gönül) gözlerini açan nurlar, gerçeği ileten kanıt­landır ve inanan[255] bir toplum için bir hidayet ve rahmettir."

 

Ayette peygambere bir mucize getirmesini teklif eden kafirlerin bazı tutumlarının hikâyesi vardır. Taleplerine cevap Vermediği zaman, alayla ona şöyle derler: "'Senden istediklerimizi hâlâ getirmedin mi?" Peygamber (s) onlara şöyie cevap vermekle emro-lunmuştur. O, sadece Rabbinden vahyolunana tâbi olur. Bunun sınırlarını aşmaz. Tebliğ ettiği şey Allah adına öne sürülen iftiralar değildir. O sadece hakka, imana ve doğruyu yanlıştan ayırdctmeyc olan ilgilerini tasdik etmiş olanlar için rahmet ve hidayet olacak. Allah'ın ona vahyettiği Rabbani bir vahiydir.

Müfessirler bu ayetin nüzulü hakkında özel bir sebebi rivayet etmemişlerdir. Bizce geçen bölümle bağlantılıdır. Çoğul gaib zamiri bu bağlantıya delil olabilir. Çünkü o, onunla "şeytanların kardeşleri" ifadesini zikreden son ayet arasında bir bağlaç duru­mundadır. Ayette anlatılan "onu getirme şeydin ya" şeklindeki alaycı tavırlarının, pey­gamberin infialini harekete geçirmiş olması uzak değildir.

Ayetin içeriği kâfirlerin olağandışı bir mucize istemediklerini, Kur'anî ayet isledik­lerini ilham ettirmektedir. İsteklerine cevap verilmeyince onlara şöyle denildi. Şüphesiz onun tebliğ ettiği, Allah tarafından indirilmiş bir vahiydir, Ona vahyedildiği zaman teb­liğ eder. Buna rağmen İftira attılar ve tahrik ettiler. Ayet böylece kâfirlerin meydan oku­yuş tutumlarının yeni bir form içerdiğini göstermiştir. Bu. onlar tarafından tekrarlanmış ve onlara da aynı cevap verilmiştir. Yunus sûresi onbeşinci ayeti bunu anlatmaktadır: "Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman bizimle buluşmayı ummayanlar: Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir derler. De ki: 'Onu kendi tarafımdan de-ğistirefnem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şayet ben Rahbime karsı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım." . [256]

 

"Ben Sadece Bana Vahyolunana Uyarım"

 

Peygamber (s)'in Allah'ın emrini duyururken söylediği şey, kendisinin sadece vah­yolunana tâbi olduğudur. Kur'an, onun irticalen söylediği bir söz değildir. O teklif ve is­teğe bağlı olarak da gelmez. Tartışma ve cedelleşme için de gelmez. Oysa o, hidayet ve imanda istekli ve niyeti doğru olan kimseler için bir rahmet, bir hidayet, bir basirettir. Samimiyetleri hak ve hakikati ilan etmede, Allah'ın hududuna bağlanmada ortaya çıkar. Onun risaletine ve Allah'la bağlantısına olan imanlarının derinliği, bunlara kendilerini vermeleriye açığa çıkar. Ayette doğru istek, iyiniyet sahiplerine güzel bir Övgü vardır. Çünkü onlar hak ve doğruluk noktasında büyüklenmezler, bunları çarpıtmazlar, onları boyun eğerek, kabullenerek algılarlar. . [257]

 

204- Kur'an okunduğu zaman onu dinieyin ve susun ki, si­ze rahmet edilsin.

 

Ayet, Kur'an't dinleme âdabını, meclisine ihtiram edilmesini öğretme amacıyla müslümanlara yönelik olarak gelmiştir. Müfessirler nüzul sebebiyle ilgili birşey rivayet etmemişlerdir. Peygamber (s)'in tebliğ ettiği Kur'an, hikmet ve durum gerektirdiği za­man, mü'minler topluluğuna hidayet ve rahmet olsun diye Allah tarafından vahyedilir. Bu nedenle, o okunduğu zaman onu dinlemeliler ve susmalılar. İşte, Allah'ın rahmetini istemenin yolu budur. . [258]

 

"Kur'an Okunduğu Zaman Onu Dinleyin Ve Susun" Ayetinin Telkini

 

Ayetin içerdiği te'dib ve ta'limin genel ve kapsamlı olduğu açıktır. Her şart ve me­kânda onun izinden yürümenin zorunluluğu vardır. Bunların aksine davranmak Allah'ın emrinden sapmaktır. Onun yüce kitabı noktasında bir hayasızlıktır, Çünkü o bir yandan her türlü yüceltmeye, hürmete ve ikrama layıktır. Onun ayetlerini düşünmek, hem on­lardan istifade etmek, hem de Allah'ın rahmetini hak etmek için gereklidir. Bu da ancak güzelce dinleme ve susmayla gerçekleşir.

Ayetin ruhundan İlham alınarak denilebilir ki, bu edebi başka bir şeyin takip etmesi gerekir. O da, Kur'an'ı yüceltmek, saygın olmayan durum ve meclislerde onu tenzih et­mektir. Çünkü Allah'ın kelamının korunması gerekir. O, düşünme, huşu, dinleme ve sus­manın sağlanabildiği meclislerde ve durumlarda ancak okunabilir, O'nün layık olmadığı  yerlerde, yol kenarlarında okunmamalıdır. Çünkü insanlar buralarda gidip gelirler, nor mal işleriyle uğraşırlar ve boş şeyler konuşurlar; bu da. Kuran'm yüce edebine zıttır. . [259]

 

205-  Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek ol­mayan bir sesle[260] sabah-akşam zikret, gafillerden olma!

206-  Rabbinin yanında olanlar, büyüklük taslayıp[261] O'na kulluktan geri kalmazlar, (daima) O'nu teşbih ederler ve O'na secde ederler.

 

İlk ayet, Peygamberin sabah-akşam Allah'ı zikretmeye devam etmesini emretmiş­tir. Huşu ile ve boyun eğerek, heybet ve korku hissederek, gösterişsiz ve büyüklenmek-sizin bunu sürdürmesini ve gaflet içindekilerle bulunmamasını istemiştir. İkincisinde ise hatırlatıcı bir açıklama vardır. Allah'ın katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklen­mezler. O'na secde ve teşbihlerinde devamlıdırlar.

İkinci ayette kastolunanlar meleklerdir. Çünkü buna benzer durumlar, açıkça zikre­dilir şekilde başka ayetlerde de geçmektedir. Örnek olarak Zümer sûresi 75. ayel verile­bilir: "Meleklerin de Arş'm çevresinde dönerek Rab/erini övgü ile andıklar!m görür­sün. İnsanlar arasında hak ile hükmedilmiş ve: 'Hamd alemlerin rabbine mahsustur.' denilmiştir". Şûra sûresinin 5. ayeti:, "Neredeyse gökler üstlerinden çatlayacak. Melek­ler Rahlerini hamd ile teşbih ederler; yerdekiler için mağfiret dilerler. İyi bil ki, Allah, işte çok bağışlayan, çok esirgeyen O'dur".

Müfessirler iki ayetin nüzulü hakkında özel bir durum ile ilgili rivayet belirtmemiş­lerdir. Anlaşılan odur ki, bu ayetler bir yandan eğitme, diğer yandan teskin etme ve gü­ven verme amacındadır. Peygamber (s)'c düşen, Allah'ı zikretmekten gafil oirnamasıdır. Onunla kalpler mutmain olur. Eğer kâfirler bunu yapmaktan büyüklcniyorlarsa, tap­tıkları melekler O'na boyun eğiyorlar, O'na ibadet ediyorlar. Kesintisiz O'nu teşbih edi­yorlar. Buna göre, iki ayetin öncekilerle bağlantılı okluğu görülür. . [262]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/417.

[2] Harec Zorluk, .şüphe, darhk, sıkıntı. Bazı müfessîrler, hu ayeti "senin göğsün O'nun tilavetiylc. insanlara tebliğ edilmesiyle ve onları onunla uyarmanla daralmayacak" anlamında yorumlamışlardır.

[3] Tezekkerun Öğüt almak.

[4] Beyaian"Tebyit", insanlar uykuda habersizken gece ani baskın yapmak anlamındadır. Kelime burada anlamı gece ve onlar uykudayken anla­mına gelmektedir.

[5] Be'suna Azabımız ve belamız.

[6] Zalimin Mücrimler veya hak yoldan ayrılanlar anlamındadır.

[7] Kailun Gündüz uykusundayken.

[8] Da uakıım Sözicri ve mazeretleri.

[9] Bi ayatina yezlimun Ayetlerimize karşı cürüm işleyip azgınlık yapıyorlar.

[10] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/419-421.

[11] Meayişe Geçim vesileleri.

[12] Ma menaeke cila tescilde Bazı miifessirler -Mena-cke" kelimesini "zorunda bırakan" anlamında yorumlamıştır. Bu durumda anlam doğru olur.

[13] Ehbjt İn veya çık.

[14] Mine's-sağuiıı  Zelil ve hakir bırakılanlardan

[15] Febima eğveyteni"Beni neden rahmetinden yoksun bırak­tın1' denilmişlir. "Beni neden .secde etmekle imtihan etlin" veya "beni neden helâk ettin" anlamlarına gelir denilmiştir. ';CümIc İblis'İn sözünü hikaye ei-mektedir. İblisin inancını ortaya koymakladır" denilmiştir.

[16] Mez'umen Kötülenmiş olarak. "Lanet" anlamındadır denildiği gibi, "ayıp anlamına da gelir" denilmiştir.

[17] Mcdhuran  Uzaklaştırılmış ve kovulmuş.

[18] Kasemehuma O ikisine yemin etti.

[19] Biğururin Aldatarak.

[20] Dcllahuma  Sarkıttı, eğdi.

[21] Yehsifani  Üst üste yamadılar.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/424-425.

[23] hihasenyuvarı sev'atikum verişenAllah'ın insanlara verdiği giyim, kuşam vesilelerine işaret etmektedir, "riş" 'kendisiyle süslenilen şey anlamındadır' denmiştir. Kanaatimize göre burada kendilerinden elbise yapılan hayvanların îüylerine, yünlerine ve kıllarına işaret edilmektedir.

[24] Libasut-takva Tercih edilen görüşe göre Bu kelimeyle; takva yolu, kendisinde lakva bulunan amel ya da Allah'ın herşeyden hayırlı olarak Kuran'da indirdiği daveti kastedilmiştir.

[25] Bkz. Şeyh Mansur Ali Nasif'in et-Taçu'l-Cami bilusul El AhadisiY-Rasul c. 5- s. 211

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/426-427.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/427-428.

[28] Elhişeten Kötü ve çirkin olan her şey anlamındadır. İbn Ab-bas'tan rivayet edildiğine göre kelime burada "çıplak halde tavaf gelenisin­den" kinayedir.

[29] Bi'l-kıst Adalet ve hak. Bu kelime zıt anlamlan bulunan keli­melerdendir. "Kasitin" kelimesi haktan sapanlar anlamında da kullanılmıştır.

[30] Mescid Burada ibadet ve secde anlamında kullanılmıştır.

[31] Ekimû vucuhekum Yüzlerinizi veya yönünüzü Allah'a doğru yöneltin.

[32] Bkz. İbni Kesir, Bağavi, Tabersi, Hazin Tefsirleri.

[33] Bkz. "Bi'setten Önce Peygamber Dönemi ve Toplumu" adlı kitabımızın 197 sn.

[34] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/429-430.

[35] Zinctekum Örtünmek ve süslenmek için giydiğiniz giysileriniz.

[36] ZinetaUah Allah'ın dünyada vermiş olduğu giysi ve süs vesileleri.

[37] ei-İsm Haram olan fiil, eylem.

[38] el-Bağy  Zulüm ve taşkınlık, adavet.

[39] Ma lem yunezziJ bihi sultanca Allah tarafından her­hangi bir delile, temele, desteğe dayanmayan.

[40] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/431-432.

[41] İftara Yalan söyledi ve uydurdu.

[42] Yenaluhıtm nasibuhum mineî-kitab Hayatta kendileri için yazılan rızik ve fiillere erişirler.

[43] Rusulüna Meleklerden kinaye olarak kullanılmıştır.

[44] Dallu ama Burada bizden kayboldular veya bizi ihmal etliler anlamındadır.

[45] Halet Geçti anlamındadır.

[46] Ümmetim insanlardan bir nesil.

[47] Hârekû  Biliştiler, birbirlerini idrak ettiler veya birbirlerine ka­vuştular.

[48] Simmü'i-hîyat): İğnenin deliği.

[49] Gavâşin Örtüler, perdeler anlamındadır.

[50] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/434-436.

[51] Gillin Kin.

[52] Ezzene müezzinim Birmünadi seslendi.

[53] Yesuddûne Mene diyorlar, alıkoyuyorlar.

[54] Yebğûneha ivecen Eğri-büğrü olmasını istiyorlar. Ru cümle onların Allah'ın davetinin başarısız olmasını istemelerinden kinayedir.

[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/437.

[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/437-438.

[57] Hicabım Örtü, perde, engel, sur.

[58] el-A'mf Yüksek olan her yer. Horozun ibiği de yüksekliğin­den dolayı bu isimle anıiır. Kelime burada yüksek surların uçları, en yüksek yerleri anlamında kullanılmıştır.

[59] Simahum Ayırdedici özellikleri.

[60] Lem yedhulufıa ve hum yetmeun"Yedhuluha"

fiilindeki zamir cennet ashabına râeidir. Cümle şu anlamdadır: '"Onlar cenne­tin kapısında durup, daha girmemişlerdir Ancak girmek için can atıyorlar, girmeyi ümid ediyorlar,"

[61] Tcv'iîeha Burada getirdiği uyarının doğruluğu veya gerçekleş­mesi, ya da sonucu ve gerçeği anlamındadır.

[62] Yenzurune Bekliyorlar.

[63] Bkz. Taberı. ibni Kesir, Hazin, Tabersi Tefsirleri

[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/440-441.

[65] Yelhıbuhu Hasisen"Hasiscn" hızlı veya peşisira anlamın­dadır. "Yetlııbuhu" Ona kavuşmak için onun peşinden koşar mânasına gelir.

[66] Yuğşi' l-leyte'nc-nehare Gündüzü geceyle Örter ve geceyi gündüze geçirir, giydirir.

[67] Tedarruan Boyun eğerek

[68] Hu/yeten Gizlice, aşikâr olmadan.

[69] el-Mu'tedin Burada haddi aşanlar anlamında kullanılmıştır.

[70] Ekallet Taşıdı, yüklendi.

[71] Neftiden Hayır vermeyi engelleyen, faydası dokunmayan.

[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/443-444.

[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/444.

[74] Bkz. İbn-i Kesir, Bağavi, Hazin ve Reşid Riza Tefsirleri.

[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/444-445.

[76] el-Meleu Seçkinler, yöneticiler, Kadınların bulunmadığı erkekler topluluğu, insanların çoğu veya büyük bir kısmı gibi mânalar da verilmiştir. Gerek burda gerek diğer yerlerde kullanılan bu ayetin anlamından bunun bir kavmin liderleri ve ileri gelenleri anlamında olduğu anlaşılmaktadır.

[77] Dalaletim Sapıtmak, akıl ve mantıktan uzaklaşmak anlamındadır.

[78] 'Amin Bu kelime, A'ma'nın çoğuludur veya "anımın" çoğuludur denilmiştir. Aralarındaki fark şudur: birincisi gözü görmeyen ikincisi ise ba­sireti bulunmayan anlamındadır.

[79] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/447.

[80] Sefahetıın Burada cehalet veya akim kirlenmesi anlamında kıülanmışür.

[81] Zikrim Hatırlatmak, icbiiğ etmek, davet etmek.

[82] Alaallahi Allah'ın nimetleri.

[83] Nezere Terk ederiz

[84] Ricsun Burada Azab anlamında kullanılmıştır.

[85] Ve Kafim dabire Köklerini kuruttuk anlamındadır.

[86] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/449-450.

[87] Fezeruha Bırakın, terkedin

[88] Bevveeküm Size verdi, sizi nimetlendirdi, sizi yerleştirdi.

[89] Atev Karşı çıktılar, isyan ettiler.

[90] Er'racfe Zelzele yada yer sarsıntısından kinaye. "Er'reclan" ha­reket yada sarsıntı onlamına gelir.

[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/451-452.

[92] Müsrifim Eğrilikte ve sapkınlıkla aşırı gidenler

[93] el-Gabirin Geride kalan, helak olanlar.

[94] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/452-453.

[95] tebhasü'n nase eşyâehüm İnsanların mal­larının kıymetinden eksiltmeyin

[96] Lâtek'udû bi külli sıratın tü'iddûne ve tesuaûnc an scbiiiUâhi men âmene bihi ve temğuneha ı'vecâ); İşkenceyle tehdit ederek insanları imandan çevirmek ve inananları Allah'ın yolundan alıkoymak için yollarda oturmayın.

[97] Rabbena iffalı beynena ve beyne kavmına bi'lhak Ya rabbi, bizimle kavmimiz arasında hakla hükmet.

[98] Keenlem yeğnevfiha Sanki orada oturmamışlar

[99] Fekeyfe Âsâ Nasıl üzrülürüfrt.

[100] Bkz. İbni Kesir, Bağavİ, Tabersi. Kurlubi Tefsirleri.

[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/455-456.

[102] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/456-458.

[103] el-Karye Kur'an'da şehir anlamında geçmektedir. Karye ve ço­ğulu kura bıırda bilâd (ülke) ve ehl-i bilâd (ülke halkı) anlamındadır.

[104] Yedder'afın Boyun eğsin, yalvaranlar.

[105] Afev Mat ve kuvvet olarak geliştiler, çoğaldılar ve arttılar.

[106] Ed'darra'ü ve's sevrâ Sıkıntıya .sokan ve sevindiren şey ya da şiddetli bir durum ve ferahlık.

[107] Eveiem yehdi Buradaki hidayet açığa çıkma anlamındadır. Hi­dayet olmadı mı yani açığa çıkmadı mı ya da "Allah'ın kudreti, onları Al­lah'ın onları helak etmeye kadir olduğunun apaçık olduğuna inandırmadı mı" anlamındadır.

[108] Netbau alâ kulubihim Kainlerini mühürleri/'.. Anlamı; zihinlerini kaparız, günahları dolayısıyla kalplerini katilaştmnz, böylece ne duyarlar ne de idrak ederler.

[109] Fasihin Fisk, isyan ve başkaldırma anlamındadır.

[110] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/460-461.

[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/461.

[112] Bkz. Menar Tefsirinde A'raf 156-157. ayetleri.

[113] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/462.

[114] Fezalemû hihâ Ondan inhiraf ettiler (saptılar) ya da ona baş-kaldırdılar.

[115] Hakîkim a/â cila ekûle akil/a­hi ille'lhak  Allah üzerine yalnızca hakkı (gerçeği) söylemek bana yakışır ya da bana vaciptir.

[116] Nezea yedehü Elini çıkardı.

[117] Erc'h İrca kelimesinde gelir yani mühlet ver.

[118] Haşirin Getirenler, toplayanlar

[119] İsterhebühum Onlarda korku ve dehşet uyandırdı.

[120] Ye'fekün Yalan söylüyorlar (kizb) ve uyduruyorlar (tezvir).

[121] Tclkafü Ağzına alıp yutuyor.

[122] Mekrıuı mekertumuh Tasarladığınız (iedbir ettiğiniz) oyun, hile (keyd).

[123] Leekta'anne eydiyeküm ve crciilckünı min hilafın Buna benzer yerlerde "hilaf' tabiri çapraz kesme anlamında kullanılır, sağ el kesilirse buna mukabil sol ayak kesilir.

[124] Vema tenkumü minna Bize kinlcnmiyor ve kızmıyorsun

[125] BVs sinin Kıtlık ve kuraklıkla

[126] Yettayyeru Kötümser olurlar

[127] Tairûhûm Uğursuzlukları, kötülükleri (şemaat) Meşakkat (nahs)lerinin nedenleri.

[128] el-Kummel Kanatsız çekirge ya da küçük kene

[129] er-Riczü A/ah ve bela.

[130] Yenküsün  Ahidlerindc vaadlcrinde durmuyorlar.

[131] el-Yemmü Deniz.

[132] Ya'rişun Binayı yükseltmek ya da mamuriuğun yaygınlaşmasından kinaye.

[133] Bkz. Taberi. Sbnı Kesir, Hazin, Tabersi. Reşid Rıza Tefsirleri.

[134] Bkz. "Esfar'larından Beni İsrail Tarihi" adlı kitabımız.

[135] Bkz. "Kur'an ve Yahudiler" adlı kitabımız.

[136] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/.

[137] Ya'küfün İkame ediyor ve ısrarla sürdürüyorlar. Cümle içeri­sinde kelime, ibadet ediyorlar anlamındadır.

[138] Techeiûn Yanlış yapıyorsunuz, hakkı ve doğruyu biliyorsunu; anlamındadır.

[139] Mütebberün Hüsrana uğrayan, helak olan.

[140] Yesümüneküm Size tattırıyor.

[141] Yestehyune nisâeküm Erkekleri değil de kadınların sağ bırakıyorlar.

[142] Limikatinâ Vakti belirlenmiş buluşma zamanımız.

[143] Sai'kah Yıldırım Çarpmış, şaşkın, baygın.

[144] Sebile'l-gayy Sapıklık ve günah yolu.

[145] Habitat Batıl ve zayi oldu.

[146] Huvar İneğin sesi.

[147] Lema sakat e fi eydihim Günahları dolayısıyla piş­manlık hissettiklerinde.

[148] Lemma sekate fi eydihim Günahları dolayısıyla piş­manlık hissettiklerinde.

[149] Esefen Hüzünlü ya da şiddetli kızgın.

[150] Yerhchun Çekiniyorlar (haşyet) ve korkuyorlar (havil

[151] îhtare Musa kavmehû seb'ine racü-ieıı Hmikatina Musa, Allah'ın onlar için kararlaştırdığı buluşma zamanı, için kavminden 70 kişiyi seçti anlamındadır.

[152] es-Süfehaü Burada cahiller ya da kıt akıllı ve anlayışlılar.

[153] Fitnetüke İmtihanın, sınanman

[154] fJüdna ileyk Sana döndük ve sana [cvbe ettik.

[155] Hûdnâ ileyke Sana döndük, sana tevbe ettik.

[156] el-Ummiyyi Yazılı eseri olmayan topluma nispet edilir.

[157] el-Habais İyi (tayyih) olan her şeyin zıddı.

[158] İsrahüm Onlara ağır gelen şiddetli sıkıntı.

[159] el-Aklâl Bağlar, sınırlamalar, zincirler.

[160] Azzerühü Onu onayladılar ve desteklediler

[161] Ya'dilûn Adaletin yolunu tutuyorlar, hakkı veriyorlar ve sadece hakkı alıyorlar.

[162] KaTîanahütn Onlan taksim ellik ve parçalara ayirdik(terrik ellik)

[163] EsİKitan Fırkalar halinde 

[164] isteskahü Ondan su istediler (ya da istediklerinde)

[165] İnbeceset Patladı, fiş,kırdı(inficar)

[166] eî-Mennü Tadı lezzetli olan bitkisel bir reçine (kudret helvası). 

[167] -Se/va-Birkuş cinsi (bıldırcın).

[168] Vema zalemımâ velâkin kûııû en-füsehüm yezlmün Onlar günah olan amellcriyle ve Allah'ın kelamını değiştirme-leriyle bize zara vermediler fakat kendi nefislerine zarar verdiler ve zulmettiler.

[169] Kulu hıttatün Allah'tan günahlarınızı bağışlamasını dileyin, Al­lah'a boyun eğin, itaat edin.

[170] Udhulu'l babe sücceden Zilleti hissetme ya da Al­lah'ın akıttığı nimetler karşılığında ona boyun eğmek ve secde etmekten kinayedir.

[171] Bkz. Taberi, İbni Kesir, Hazin, Tabersi, Kurtubi Tefsirleri.

[172] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/478-482.

[173] Bkz. Menar Tefsir 97

[174] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/482-484.

[175] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/484-485.

[176] Bkz. Hazin, İbni Kesir, Bağavi, Taberi Tefsirleri.

[177] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/485-486.

[178] Hadnef el Bahri Körfez ya da liman

[179] Ya'dune fi's sebti Cumanın hürmetine (haram lığın a) tecavüz ediyorlardı.

[180] Hıtanühüm Balık türleri

[181] Şürrean Açık açık ya da çok çok.

[182] Yevme la yesbitûn Çalışmaya ara verdikleri Cumartesi günü olmadığı zaman

[183] Neblûhüm Onları imtihan ediyoruz.

[184] Beîs Dertli, ıstırap çeken

[185] Feiemtna aîev İsyan ettiklerinde

[186] Hasün  Zillete düşerek alçalmış.

[187] Veiz teezzene Bildirdi ve ilan etti.

[188] Arada hazel ednâ Hakir ve fâni olan dünya hayatına önem verdiler.

[189] Deresû mafıh Onda olan şeyi okudu ve anladılar.

[190] Yümessikün Sıkı sıkıya sarılıyorlar.

[191] Neteknâ Çevirdik (kalbettik) ya da kaldırdık (ref etlik) veya kök­lerini kazıdık (iktilâ)

[192] Keennchû zılleh Sanki o, onların üzerinden onları karanlıkta bırakıyordu.

[193] Ve zannû Burada kesin bir şekilde (yakinî olarak) bilmek.

[194] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/489.

[195] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/489.

[196] Bkz. Geçen tefsir kitablarının ilk baskıları.

[197] Bkz.  Menar Tefsiri 9. cilt, sh. 379.

[198] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/490-491.

[199] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/491.

[200] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/491-493.

[201] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/493.

[202] Entekûlü Dememeleri için, demesinler diye (olumsuzluk edatı olan "lâ" harfi fiilin önünde olmamakla birlikte anlam verilirken "en te-kulü" yerine sanki metin "ellâ tekulû" imiş gibi anlamlandırılır.

[203] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/494.

[204] Bkz. İbni Kesir, Taberi Tefsiri.

[205] Bkz. Tabersi, İbni-Kesir, Taberi, Bağavi Tefsirlerik

[206] Bkz. İki üstadın Tefsirleri.

[207] Bkz. Buharı, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Tacul-Cami Lisul 5. cilt 179 sh.

[208] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/494-495.

[209] İnseleha minhâ Burada inhiraf etli, anlaşmayı bozdu, vaz­geçti ya da inkar etti anlamındadır.

[210] el-Gâbirîn Sapitanlar veya helak olanlar

[211] Ahlede ilîe'İ ard Yere yapıştı ya da yere düştü (sapIandi). Cümle olarak mânâsı: Çöküşü yükselmeye, şerri hayra, dalaleti hida­yete, dünyanın geçiciliğini ve şehcvaünı ahirete tercih etti.

[212] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/496-497.

[213] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/497-499.

[214] Zere'nâ Yarattık, kıldık.

[215] Yülhıdûne Haktan adaletsizliğe meylederler, saparlar, iftira eder veya hak ve batılı karıştırırlar.

[216] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/500-501.

[217] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/501.

[218] Ya dilim Amel eden. hükmeden.

[219] Senestedricûhum Kalem süresindeki açıklamaya bakınız.

[220] Ûmlî lehimi cime keydî metinim Aynı sûreye bakınız.

[221] Sahibuhum Rasulullah (s)'tan kinaye.

[222] Cinnetün Burada "delilik" anlamındadır.

[223] Melekûtu's-semâveti ve'lard Tüm varlık­lardan kinayedir.

[224] Ya'mehâm Hakkı görmemek veya bu körlüğe dalmak, bocala­yıp dunnak. A-M-H harfleriyle kastedilen körlüğün kalbin körlüğü, A-M-Y harfleriyle olanın ise göz körlüğü olduğu söylenir. Yani yukarıdaki fiil gönül körlüğünü ifade etmekledir.

[225] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/502-503.

[226] es-Sâatü Kıyametin oluş vakti kastedilmiştir.

[227] Mersâhâ Burada, gerçekleşme ânı mânâsında.

[228] Lâ yücellîhâ Kalem sûresine bakınız.

[229] Sekuletfi's-semâvat-ı ve'l ard O, göklere

ve yere ağır gelmiştir ifadesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bazısı, gerçek­leşmesinin ağır gelmesi derken, bazısı gerçekleşme vaktinin gizlenmesinin ağır geldiği şeklinde anlamışlardır. Bir kısım da onun haber verilmesinin ağırlığıdır demişlerdir. Çünkü gökte ve yerde onun ilmini bilen kimse yoklu.

[230] fYes'elûneke kc enneke hafiyyun anhâ  Aynı sûreye bkz.

[231] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/504-505.

[232] İbn Kesir, Heşid Rıza tefsirlerine bk.

[233] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/505-506.

[234] Feiemmâ tegaşşâha Birleşme anlamına gelmektedir.

[235] Hamelat hamlen hafifen Hamileliğin ilk devresi,

[236] Felemma eskaiet Hamileliğin ikinci devresi.

[237] Ibâdün emsâîiküm  Sizler gibi Allah'ın yarattığı şeyler­dir.

[238] Ktdâni Bana işkence yapın veya eğer güç yettrirseniz bana tu­zak kurun.

[239] Feiâ tunzıtûri Baha süre tanımayın.

[240] Hazin, Taberi, İbn Kesir tefsirlerine bk.

[241] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/507-509

[242] el Afi'-' Kelime Kur'an'da. malın fazlası ve sadaka olarak geçer. Müfessirler burada bu mânâda olduğunu söylerler. Kelime aynı zamanda in­sanlara müsamahalı olmayı onlarla iyi geçinmeyi de ifade eder.

[243] el-Örf Ma'ruf. Hayır, iyilik, doğruluk, mubah ve ihsan olarak bilinen ve bu kavramların kapsadığı herşeyi ifade eder.

[244] el-Cahilîn Kur'an'da "alimlcr"in zıddı olarak gelmiştir. Ve yine kafirler ve beyinsizler anlam vardır. Burada ikinci anlamındadır. Müfes­sirler en küçük bir şeyden dolayı ayaklanan, kontrolünü kaybeden mizaca sa­hip kişiler mânasındadır demişlerdir.

[245] Nczcgım Vesvese.

[246] Taifun Vesvese. İnsana, kötü psikolojisinden, sinirlilik halin­den, şeytandan veya günah işlemesinden (dolayı) gelen kötü düşünce. Asıl mâna (sıkmü/belaya) uğrama, nöbet veya aniden ortaya çıkan (akla gelen) şeydir

[247] Ihvanihim Kabul edilen görüşe göre zemin "cahil3er"e gider.

[248] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/510-511.

[249] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/511.

[250] Hazin tefsirinde ayetlere bsk.

[251] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/511-512.

[252] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/512.

[253] Ayet îbn Kesir, "ayetin buradaki anlamı mucizedir' der. Ancak müfessirlerin çoğunluğu onu "Kur'an ayeti" şeklinde yorumlamışlardır. Bu görüş daha geçerlidir. Ayette bu yorumun doğruluğuna dair karineler vardır. Kur'an ayeti demek, aslında Kur'an'ın tamamı demektir.

[254] Levlâ Kur'an'da birçok kez geçer. Meydan okuma için kullanılan "Lcvlâ" bir şeye teşvik için kullanılan bir kelimedir.

[255] İçtebeytehâ   Müfessirler burada, icad etmek, türetmek veya yalan söz üretmek, iddia etmek anlamında olduğunu söylerler. İctibâ fiilinin esas anlamı seçmektir.

[256] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/513-514.

[257] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/514.

[258] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/514.

[259] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/514-515.

[260] El-Guduvv  Gündüzün ilk vakitleri.

[261] eî-Asâl  Asîl kelimesinin çoğuludur.

[262] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/515-516.