ENFAL SURESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 3

Nüzul Sebebi 4

Âyetlerin Tefsiri 4

Edebi Sanatlar. 8

Bir Uyarı 8

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 9

Kelimelerin İzahı 9

Nüzul Sebebi 9

Âyetlerin Tefsiri 9

Edebî Sanatlar. 13

Bir Uyarı 13

Bir Nükte. 13

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 14

Kelimelerin İzahı 14

Âyetlerin Tefsiri 14

Edebî Sanatlar. 18

Bir Uyarı: 18

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 19

Kelimelerin İzahı 19

Nüzul Sebebi 19

Âyetlerin Tefsiri 20

Edebî Sanatlar. 22

 


ENFAL SURESİ

 

Medine'de inmiştir. 75 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Enfâl sûresi, ahkam yönü ağır basan medenî sûrelerdendir. Özellikle, savaşlar ve Allah yolunda cihatla ilgili konulara yer verir. Bazı gazveler­den sonra ortaya çıkan savaş meselelerini çözer. Müslümanların, Allah düşmanları ile savaşırken uymaları gereken ilâhî irşatları ve bir çok harp kanunlarını kapsar. Savaş ve barış meselelerini, esirlik ve ganimet hükümlerini ele alır.

Bu mübarek sûre, şerefli İslam tarihinde ilk savaş ve Allah ordusu­nun ilk zaferi olan Bedir savaş'ından sonra inmiştir. Hattâ sahabeden bazıları bu sûreye Bedir sûresi adını vermiştir. Çünkü sûre bu savaştaki olaylara çok geniş yer verir, savaşın geniş bir planını çizer. Müslümanda bulunması gereken kahramanlık, şeref ve bâtıl karşısında bütün şecaat, cesaret, azîm ve sabırla durma hususiyetlerini açıklar.

Müslümanların yapmış olduğu savaşların tarihi incelendiğinde, Bedir savaşının, Hicri 2. yılın Ramazan- ayında meydana geldiği anlaşılır. Bedir Savaşı, hakkın batıl ile çarpıştığı savaşların ilkidir. Bu savaşta taşkınlık ve zulüm püskürtülmüş, zayıflığından dolayı Mekke'de kalmış ve halkı zalim olan bu beldeden kendilerini çıkarması için Allah'a yalvarmaya başlamış olan zayıf erkek, kadın ve çocuklar kurtarılmıştır. Allah, onların dualarını kabul etmiş ve onlar için bu savaşın şartlarını hazırlamıştır, mü'minlerin sayılarının azlığına, savaş malzemelerinin yetersizliğine ve savaşa hazırlıksız olmalarına rağmen, bu savaşta zafer mü'minlere nasip olmuştur. Bu savaşta bâtılın taraftarları görmüştür ki, bâtıl ne kadar uzun süre yaşasa, kuvvetlense ve gücü artsa da, bir gün, hakkın azameti ve îman kuvveti önünde mutlaka yıkılıp yok olacaktır. İşte böylece Bedir savaşı mü'minler için bir zafer, müşrikler için bir hezimet olmuştur. Bedir olaylarını an­latırken mü'minlere, \ju\ -^JJ1 Ey iman edenler! diye iman vasfını be­lirten altı ilâhî nida gelmiştir. Bu âyetler Allah düşmanları ile cihatları es­nasında müslümanları, sabır ve sebata teşvik edici, kendilerine emredilen bu yükümlülüklerin sahip oldukları imanın gereklerinden olduğunu, elde et­tikleri zaferin, silah ve asker çokluğu ile değil iman sayesinde elde edil­diğini hatirlatıcı mahiyettedir.

Birinci nida : Bu nida savaştan kaçmaktan sakmdırıcı mahiyettedir. Ey mü'minler! Toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönüp kaçmayın.[1]  Ayetler, düşman önünden kaçarak hezimete uğrayanları en şiddetli azap ile tehdit etmektedir.

İkinci nida: Bu nidada, Allah ve Rasulünün emrini dinleme ve ona itaat etme emredilmiştir.

Ey iman edenler! Allah'a ve RasulÜne itaat edin. işittiğiniz halde ondan yüzcevirmcyin.[2]

Aynı zamanda bu âyetler kâfirleri salıverilmiş hayvanlara benzetir. Bu hayvanlar ne işitir, ne anlar ne de hak davete icabet eder.

Üçüncü nİdâ : Bu nidada Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'in onları da­vet ettiği şeyde kendileri için hayat, izzet ve dünya ve ahiret saadeti olduğunu açıklar." Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve Rasulüne uyun[3]

Dördüncü nida : Yüce Allah bu nidada, ümmetin sırrını düşmana açmanın, Allah'a Rasülüne ve ümmete hiyanet olduğuna dikkat çekmiştir Ey iman edenler! Allah'a ve peygambere hainlik etmeyin. Sonra bile bile kendi emanetleri­nize hainlik etmiş   olursunuz.[4]

Beşinci nida Bu nidada Yüce Allah, müslümanların dikkatini tak­vanın sonuçlarına çekmiş, onun bütün hayırların esası olduğunu ve takvanın en büyük meyvesinin de rabbani nur olduğunu onlara açıklamıştır. Ki bu nuru Allah mü'minlerin kalplerine yerleştirmiştir. Mü'min bununla doğru ile eğriyi, hidâyet ile sapıklığı birbirden ayırır: Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız, o size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış ve­rir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.[5]

Altıncı nida : Bu son nidadır. Yüce Allah bunda mü'minlere izzet yo­lunu ve zafer esaslarını açıklamıştır. Bunlar düşman önünde sebat etmek, düşmanla karşılaştığında sabretmek ve Allah'ın sınırsız büyüklüğünü ve mağlup edilemiyecek üstün gücünü yanında hazır bulmak ve onlara sebat hususunda yardımcı olacak manevî yardıma sarılmaktır. Bu da, Allah'ı çokça zikretmektir. Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki, başarıya ulaşasmız.[6]

Bu mübarek sûre, mü'minler arasında tam bir dostluk bulunduğunu, ülkeleri her nekadar birbirinden uzak ve ırkları farklı olsa da bir tek ümmet olduklarını, din hususunda kendilerinden yardım isteyenlere yardım etme­leri gerektiğini açıklayarak son bulur. Bu sûre aynı zamanda, kâfirlerin tek bir millet olduklarını, aralarında taşkınlık ve sapıklık esaslarına dayanan bir dostluk bulunduğunu ve mü'minlerle kâfirler arasında hiçbir dostluğun bulunmadığını açıklar.

İnkar edenler de birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz, Allah'ın emrini yerine getirmezseniz, yeryüzünde bir fitne ve büyük bîr fesat meydana gelir.[7]

İşle bunlar bu mübarek sûrenin işaret ettiği hedefler ve gösterdiği dersler ve ibretlerin Özetidir. Bizi, gören ve anlayanlardan kılmasını Yüce Allah'tan niyaz ederiz.[8]

 

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1. Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki: Ga­nimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde siz mü'-minler iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resulüne itaat edin.

2. Mü'minler ancak, Allah anıldığı zaman yürek­leri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğun­da imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güve­nen kimselerdir.

3. Onlar, namazlarını dosdoğru kılan ve kendile­rine rızık olarak verdiğimizden harcayan kimselerdir.

4. İşte    onlar gerçek mü'ilimlerdir.    Onlar   için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tüken­mez bir rızık vardır.

5. Onların bu hali,    mü'minlerden bir gurup ke­sinlikle istemediği halde, Rabbbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı zamanki halleri gibidir.

6. Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle tartışıyor­lardı.

7. Hatırlayın ki, Allah size, iki gruptan birinin si­zin olacağını va'dediyordu; siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını  istiyordunuz.  Oysa  Allah,  sözleriyle  hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyor­du.

8. Bunlar, günahkârlar istemese de hakkı gerçek­leştirmek ve bâtılı ortadan kaldırmak içindi.

9. Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyor­dunuz. O, da "Ben size meleklerden peşpeşe gelen bin tanesi ile yardım edeceğim." diyerek duanızı kabul bu­yurdu.

10. Allah bunu sadece müjde olsun ve onunla kal­biniz yatışsın dîye yapmıştı. Yoksa yardım,   yalnız Allah tarafmdandır. Çünkü Allah, mutlak galiptir, yegâne hikmet sahibidir.

11. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini  sizden  gidermek;  kalblerinizi kuvvetlendir­mek ve ayaklarınızın kumda batmaması için üzerinize gökten bir su indiriyordu.

12. Hani Rabbin meleklere, "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun," diye vahyediyor; "Ben kâfirlerin yüreğine korku sala­cağım, vurun boyunlarına! Vurun onların bütün par­maklarına!" diyordu.

13. Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki Allah'ın azabı şiddetlidir.

14. İşte size Allah'ın azabı, bu mağlubiyettir. Şim­dilik   onu   tadın.   Kâfirlere   bir   de   cehennem   azabı vardır.

15. Ey mü'minler! Toplu halde kâfirlerle karşılaş­tığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin.

16. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmeye ve­ya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir!

17. Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Ve bunu, mü'minleri  güzel   bir  imtihanla  denemek  için  yaptı. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.

18. Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuza­ğını bozar.

19. Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi! Ve eğer küfürden vazgeçerseniz bu sizin için daha iyi­dir. Yine Peygamber'e düşmanlığa dönerseniz, biz de yardıma döneriz. Topluluğunuz, çok bile olsa, sizden hiçbir şeyi savamaz, Allah mü'minlerle beraberdir.

20. Ey iman edenler! Allah'a ve Rasul'üne itaat edin, işittiğiniz halde Ondan yüzçevirmeyin.

21. İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olma­yın.

22. Çünkü Allah katında yaratıkların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

23. Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara işittirirdi.  Fakat  işittirseydi  bile yine  onlar  yüzçevi-rerek dönerlerdi.

 

Kelimelerin İzahı

 

Enfâl, fazlalık manısana gelen kelimesinin çoğulu olup ganimetler demektir. Savaşın asıl maksadı olan din ve vatanı korumaktan fazla olarak elde edildiği için ganimetlere bu isim verilmiştir. Farz ve va­cip olmayan namazlara da nefl denilir. Bu manada toruna da nafile denilir. Lebîd şöyle der:

Rabbimize karşı takva ile hareket etmek, ganimetin en hayırlısıdır. Yavaş ve acele hareketim Allah'ın izni iledir.

Korktu.  korku manasınadır.

Zatü'ş-şevke, kuvvetli. silah manasınadır. Bunun aslı, "diken" manasına gelen Şevk kelimesindendir. Ebu Ubeyde şöyle der: Şevket kelimesinin manası, "ceza vermek" tir. Şöyle kullanılır:

Falanoğulları ne şiddetli ceza verir![9]

Yardım istiyorsunuz. yardım istemek demektir.

Mürdifîn peşpeşe gelenler, birbirlerini izleyenler, kelimeleri aynı manaya gelip, her ikisi de "ardından gitti" demektir. Taberî şöyle der: Araplar, "ona tabi oldum, peşinden gittim" manasında ve der. Şâir de şöyle der: Ljill Cevza yıldızı, Süreyya'nın peşinden gidince...[10]

Benân, el ve ayak parmaklarının uçları mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Antera şöyle der:

Savaşçı, savaşta korunması  gerekenleri korur ve şiddetli anlarda bütün parmaklara vurur.[11]

Zahf, yavaş yavaş yaklaşmak demektir. Çocuk, kıçı üzerinde yavaş yavaş yürüdüğünde kullanılan sözünden alınmıştır. Sonra, çok kalabalık orduya bu isim verilmiştir. Çünkü ordu çok ve kalabalık olduğu için, yürürken sürünüyormuş gibi görünür.

Mutehayyizen, "katılarak" demektir. Bir kimse başkalarına katıldığında denilir.

Döndü manasınadır.

Muhin, zayıflatıcı, zayıf düşürücü.

Fetih istiyorsunuz. Düşmana karşı fetih ve zafer is­tedi demektir. [12]

 

Nüzul Sebebi

 

a. İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bedir günü gelince Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kim bir düşmanı öldürürse, ona şöyle şöyle mükafat vardır. İhtiyarlar, sancakların altında durdular. Gençler ise düşmanı öldürmeye ve ganimetleri almaya koştular. İhtiyarlar gençlere dedi ki: Bizi de ganimetlere ortak edin. Biz size yardım ettik ve sizi bek­ledik. Size bir şey olsaydı, bize sığınırdınız. Fakat gençler bunu kabul et­mediler. Meseleyi Nebi (a.s)'ye götürdüler. Bunun üzerine âyeti indi. Rasulullah (s.a.v.), ganimetleri aralarında eşit olarak taksim etti.[13]

b. Rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) Bedir gününde bir avuç toprak ala­rak onu düşmana doğru serpmiş ve şöyle buyurmuştur: Suratları çirkin olasılar. Gözlerine ve burunlarına bu bir avuç topraktan isabet etmeyen hiçbir müşrik kalmadı. Hepsi arkalarına dönüp kaçtılar.[14]  Bunun üzerine Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı...[15]  âyeti indi.[16]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Ey Muhammedi Ashabın sana, Bedir'de aldığın ganimetlerin kime ait olduğunu ve onları nasıl taksim edeceğini soruyorlar. Onlara de ki: Bu hususta hüküm, sizin değil, Allah ve Ra-sülünündür. Allah'a itaat etmek ve ona karşı günahlardan sakın­mak suretiyle ondan korkunuz, Aranızdaki durumu ihti­lafsız ve anlaşarak düzeltiniz. Ganimetler hakkındaki hüküm hususunda Allah'ın ve Rasûlunün emrine itaat edin. Ubâde b. Sâmit şöyle der: Bu âyet, biz Bedir Ashabı ihtilafa düşüp de huysuzluk yaptığımız zaman bizim hakkımızda indi. Böylece Allah, ganimetleri bizim elimiz­den alıp Rasulullah (s.a.v.)'a verdi. O da ganimetleri eşit olarak taksim etti. İşte böylece Allah'tan korkma, Rasulüne itaat etme ve arayı düzeltme emirlerine uyulmuş oldu.[17]  Eğer siz, gerçekten kamil mü' minler iseniz, Allah'a ve Rasulüne itaat edin. Bu cümle şart cümlesi, cev­abı hazfedilmiştir.[18]

 

2. Kâmil ve İhlâslı mü'minler, an­cak, Allah'ın adı anıldığında, sadece anmadan dolayı, kalpleri titrer Onlara Allah'ın âyetleri okunduğunda, Allah'ı tas­dikleri ve Ona kesin imanları artar. Onlar sadece Rablerine güvenirler.[19]  Allah'tan başkasından korkmadıkları gibi bir şey de um­mazlar. Ebu Hayyan şöyle der: Yüce Allah ism-i mevsûlü kullanarak, inü'minlerin üç büyük makam ile vasıflandıklarını bildirdi. Bunlar korku makamı, imanda artış makamı ve Allah'a tevekkül makamıdır.[20]

 

3. Onlar namazı farzları ve âdabı ile huşu içersinde mükemmel bir şekilde eda ederler. Allah'ın kendilerine verdiklerinden, O'na itaat uğrunda harcarlar. İnfâk; zekât ve nafile sadaka­ları kapsayan umumî bir lafızdır. [21]

 

4. Bu anlatılan güzel sıfatları taşıyanlar, gerçek mü'minlerin  kendileridir.   Çünkü   onlar  imanı  sâlih amelleri  birleştir­mişlerdir. Cennette onlar için yüksek makamlar, günahları için bir bağışlanma ve ikram ve hürmetle sunulan ebedî rızık vardır. [22]

 

5. Âyetin başlangıcındaki dJ harfi, bu ifade­nin müşebbeh (bir şeye benzetilen) olmasını gerektirir. İbn Atiyye şöyle der: Allah'ın Rasulullah  (s.a.v.)'ı evinden çıkarmasını anlatan bu kıssa, Ashabın   ganimetlerden   sorması   ve ganimetlerle   ilgili   olaylardan hoşlanmadıklarını açıklayan önceki kıssaya benzetilmiştir.[23] Yani, onların ganimetlerin taksimindeki hoşnutsuzlukları, senin harp için evinden .çıkma esnasındaki durumları gibidir. Taberî şöyle der: Mânâ şudur: Mü'minlerden bir grubun hoşnutsuzluğuna rağmen, Rabbinin seni hak ile (sefere) çıkardığı zaman mücadele ettikleri gibi hak ortaya   çıktıktan sonra, o konuda seninle mücadele ediyorlar. Mâhiyetini anladıktan sonra Nebî (s.a.v.) ile mücâdele ettikleri hak ise, savaştır.[24]  Halbuki, mü'minlerden bir grup öldürülmekten korktukları veya hazırlıksız oldukları için düşmanla savaşa çıkmayı istemiyorlardı. [25]

 

6. Ey Muhammedi Hak, kendilerine apaçık göründükten sonra, savaşa çıkma hususunda seninle mücâdele ediyorlar. Onlar şöyle diyerek mücâdele ediyorlardı: Bizim çıkışımız sadece ker­vanın önünü kesmek içindi. Eğer savaşacağımızı bilseydik, elbette savaşa hazırlanırdık, Onlar sanki baka baka ölüme sürükleniyorlarmış gibiydiler. Beyzâvî şöyle der: Onlar, ölüm sebeplerini göre göre ölüme sürüklenen kimsenin hoşnutsuzluğu gibi, savaşa gitmekten hoşlanmıyorlardı. Bu5 sayılarının azlığından ve hazırlıksız olmalarından ileri geliyordu. Burada, onların mücadelelerinin sadece aşırı derecede kork­malarından ileri geldiğine îmâ edilmektedir.[26]

 

7. Ey Muhammed ashabı! Allah'ın size, iki fırkadan yani kervan veya ordudan birinin sizin için ganimet olduğunu vadettiği zamanı hatırlayın. Siz, si­lahsız grupla yani kervanla karşılaşmayı istiyordunuz. Çünkü kervan Kureyş'in ticaret mallarını taşıyordu. Tefsirciler şöyle der: Rivayete göre Ebu Süfyan başkanlığındaki Kureyş kervanı Şam'dan yola çıktı. Kervanda büyük bir ticaret malı vardı. Cebrail (a.s) gelerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Al­lah, şu iki gruptan birini yani ya kervanı veya Kureyş ordusunu size vadetti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.), Ashabı ile istişare etti. Ashab, (a.s.) az bir savaşla çok ganimet elde edecekleri için kervanı tercih ettiler. Müslü­manlar Medine'den çıkınca, bu haber Mekke halkına ulaştı: Ebu Cehil: Ey Mekke halkı! Kurtuluşa gelin, kurtuluşa, kervanınız sizin malmızdır. Eğer Muhammed onu ele geçirirse, bundan sonra asla kurtuluş bulamazsınız, dedi. Bunun üzerine müşrikler Ebu Cehil ile beraber bütün kuvvetleri ile yola çıktılar. Nihayet Bedir'e geldiler. Kafile kurtuldu. Rasulullah (s.a.v.) Ashabına haber vererek şöyle buyurdu: Kervan, deniz kıyısından devam edip gitti. Ebu Cehil ise bize doğru geldi. Ashab : "Ya Rasulallah! Düşmanı bırakıp kervanı takip etmelisiniz" dediler. Rasulullah (s.a.v.) buna kızdı. Bunun üzerine Sa'd b. Ubâde kalkarak  şöyle dedi: Bizi istediğin yere götür. Biz arkandayız. Sa'd b. Muaz da şöyle devam etti. Seni hak ile gönderen Allah'a and olsun ki, Sen bizi denize daldırsan biz seninle beraber ona da­larız. Allah'ın bereketi ile bizi götür. Rasulullah (s.a.v.) buna sevinerek Ashabına şöyle dedi: Allah'ın bereketi ile yürüyün ve sevinin. Çünkü Allah bana iki gruptan birini vadetti. Vallahi, Kureyşin yıkıldığı yerleri görür gibi oluyorum.[27]  Allah, Bedir gününde kâfirleri öldürmek ve yok etmek suretiyle hak din olan İslam'ı üstün kılmak ve kâfirlerin hepsini yok ederek köklerini kazımak istiyor. Ebu Hayyan şöyle der: Yani siz dünya malını, sıkıntılardan kurtulmayı, kolay ve âdı şeyleri istiyorsunuz. Halbuki Allah yüce işleri, hakkı yüceltmeyi ve dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmanızı istiyor. Bu iki istek birbirinden ne kadar farklı. Bundan dolayı Allah sizin için kuvvetli olanı tercih etti. Onların yardımsız kaldıklarını size açık açık gösterdi. Size yardım etti, on­ları yenilgiye uğrattı. Sizi izzetli, onları zelil kıldı.[28]

 

8. Bu cümlede Lam harf-i çeri, mahzuf bir fiile taalluk etmektedir. Takdiri şöyledir: Allah hakkı gerçekleştirmek ve batılı ortadan kaldırmak için bu yaptıklarını yaptı. Yaptıklarından maksat, İslamı üstün kılması, küfrü yok etmesidir. Müşrikler, İslamm üstün kılınması ve şirkin yok edilmesini istemeseler de Allah böyle yapmıştır. [29]

 

9. Rabbinizden, müşriklere karşı zafer kazanmak için yardım istediğiniz zamanı hatırlayın. Rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) müşriklere bakarak onların bin kişi olduğunu, kendi Ashabına bakıp onların da üçyüzon küsur olduğunu gördü. Bunun üzerine kıbleye yöneldi ve ellerini uzatıp şöyle dua etti: Ey Allah'ım, bana verdiğin sözü yerine getir. Ey Allah'ım! Şu müslüman cemaat helak olursa, yeryüzünde sana ibadet eden bulunmaz. Bu şekilde o kadar dua etti ki, cübbesi omuzlarından düştü. Ebu-bekir    (r.a.) cübbeyi alıp onun omuzlarına koydu. Sonra arkasından hiç ayrılmadı. Şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü! Rabbine yaptığın dua sana yeter. Şüphesiz o sana verdiği sözü yerine getirecektir. Bunun üzerine şu âyet indi: Allah, "peşpeşe gelen bin mele­kle size yardım edeceğim" diyerek duasını kabul ettiğini bildirdi. Tefsircil-er şöyle der : Hadiste bildirildiğine göre Cebrail (a.s) beşyüz melek indirdi ve onlarla ordunun sağ kanadında savaştı. Mikail (a.s) de beşyüz melek in­dirdi. Onlar da ordunun sol kanadında savaştı. Meleklerin, Bedir dışında he­rhangi savaşta savaştığı tesbit olunmamıştır. Diğer savaşlarda melekler, müslümanların sayısını çok göstermek için inerlerdi, savaşmazlardı.[30]

 

10. Allah'ın meleklerle size yardım etmesi, sa­dece size zaferi müjdelemek içindir. Bir de bu zaferle ruh­larınız sükunet bulsun diye yardım etti. Gerçekte zafer ancak. Yüce Allah'ın katmdandır. Onun yardımına güvenin. Kendi kuvveti­nize ve silahınıza güvenmeyin. Şüphesiz Allah galiptir mağlup edilemez hikmeti neyi gerektiriyorsa onu yapar. [31]

 

11. Hatırlayın ki, Allah kendi katından bir gü­ven olarak sizin uykunuzu getiriyordu. Bu, Rasulullah (s.a.v.)'in bir mucizesidir. Çünkü korku anında herkesi bir uyku basmıştı. Hz. Ali (r.a.) şöyle der: Bedir günü bizde Mikdat'tan başka atlı yoktu. Rasulullah (s.a.v.)'tan başka hepimizi uyur gördüm. Onu, sabaha kadar bir ağacın altında namaz kılıp ağlarken gördüm.[32] İbn Kesir şöyle der: Mü'minlerin kalplerinin Al­lah'ın yardımı ile yatışıp emniyet içinde olmaları İçin, savaşın en şiddetli anında uyur gibi olmuşlardı.[33] Üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu. Bu da, Allah'ın saydığı başka bir nimetttir. Olay şudur: Bedir savaşında müslümanlar susuz kaldılar. Bunun üzerine Allah onların üzerine öyle bir yağmur yağdırdı ki vadilerden su aktı. Onlardan cünüp olanlar vardı. Yağmur suyu ile gusledip temizlendiler. Allah bu yağmuru, sizi abdestsizlik ve cünüplükten temizlemek, şeytanın vesvesesini ve susuzlukla korkutmasını sizden gider­mek için yağdırdı. Beyzâvî şöyle der: Rivayete göre onlar, kızıl bir kum tepesine indiler. Ayakları kumlara batıyordu. Suları yoktu. Uykuya daldılar. Çoğu ihtilam oldu. Şeytan onlara vesvese vererek şöyle dedi: Siz susuz kaldığınız halde, size nasıl yardım olunacak? Zira siz abdestsiz cünüp olarak namaz kılıyor ve Allah'ın dostları olduğunuzu, O'nun rasulünün içinizde bulunduğunu iddia ediyorsunuz. Bunun üzerine Allah yağmur indirdi. Bu sayede ayaklar sabit kaldı, vesveseler gitti.[34] Allah'ın yardımına güvenmek suretiyle kalplerinizi kuvvetlendirmek ve kumda batmaması için yağmur yağdırmak sayesinde ayaklarınızı sabit kılmak için yağmur yağdırıyordu. Taberî şöyle der: Allah yağmur sa­yesinde onların ayaklarını sabit kıldı. Çünkü onlar düşmanları ile yumuşak bir kum üzerinde karşılaşmışlardı. Yağmur o kumlan sertleştirdi de, ayak-lar onun üzerinde batmayıp sabit kaldı.[35]

 

12. Bu âyet, bir başka nimeti hatırlat­maktadır. Yani, Rabinin meleklere, "Ben yardımım ve zaferimle birlekte sizinle beraberim" diye vahyettiği zamanı hatırla. Haydi iman edenlere destek olun ve onları düşmanlarına karşı takviye edin. Kâfirlerin kalplerine korku ve dehşet salacağım da hezimete uğrayacaklar, Onların boyunlarını vurundan maksat, boyunların kendileridir. Nitekim bir âyet-i kerimede:  boyunlarını vurun[36]   buyrulmuştur. Bir görüşe göre den murat başlardır. Çünkü başlar, boyunların üzerindedir. On­ların bütün parmak uçlarına vurun. Teshil yazarı şöyle der: Bunun faydası şudur: Savaşçının parmaklarına vurulursa, savaşamaz. Bu durumda onu esir etmek ve öldürmek mümkün olur.[37]

 

13. Bu korkunç azap, onların Allah ve Rasulünün emirlerine muhalefet ve isyan etmeleri sebebiyle başlarına gelmektedir. Kim inkar ve inatla, Allah ve Rasulünün emrine muhalefet ederse,   bilsin ki, onun için Allah'ın azabı şiddetlidir. [38]

 

14. Ey kâfirler topluluğu! Bu azabı tadın. Bu, sizin dünyadaki azabımzdır. Bununla beraber sizin için ahirette cehennem azabı da vardır. [39]

 

15. Ey iman edenler! kâfir düşmanlarınızla toplu halde karşılaştığınızda, çokluklarından dolayı ağır ağır  üzerinize   geldiklerinde  Onların  önünde hezimete uğramaym. Bilakis sabır ve sebat edin. [40]

 

16. Başka bir grupla savaşmak üzere o tarafa yönelme veya düşmana mağlup olduğunu zannettirerek onu aldatıp tuzağa düşürmek için kaçıp geri dönme ki bu "harp bir hiledir" esasına dayanmaktadır. Ya da mü slü m anlardan bir gruba katılıp onlardan yardım alma durumları hariç, savaş günü kim mağ­lup olarak sırtını düşmana çevirirse muhakkak ki o,  Allah'tan, büyük bir gazabı hak etmiş olarak döner. Onun kalacağı yer cehennem ateşidir. Orası ne kötü varılacak yerdir. [41]

 

17. Ey müslümanlar! Siz onları Bedir'de güç ve kuvvetinizle öldürmediniz. Fakat onlara karşı size yardım etmek ve kalple­rine korku atmak suretiyle onları Allah Öldürdü, Ey Muhammedi Gerçekte Kureyşlilerin gözlerine bir avuç toprağı sen at­madın. Fakat onu, onlara ulaştırmak suretiyle Allah attı. Hakikatte bu iş Allah'tan olmuştur. Çünkü bir avuç toprak, büyük bir ordunun gözlerini doldurumaz. îbn Abbas şöyle der: "Rasulullah (s.a.v.) bir avuç toprak alarak onu müşriklerin yüzlerine serpti ve "yüzleri çirkin olasılar" dedi. Bu toprak­tan,  onların gözlerine ve burunlarına girmedik kimse kalmadı.  Bunun üzerine dönüp kaçtılar.[42]  Allah, kâfirleri kahret­mek, mü'minlere ise mükâfaat, zafer ve ganimet vermek için bunu yaptı. Şüphesiz Allah, onların sözlerini işitici; niyetlerini ve halle­rini bilicidir. [43]

 

18. İşte bu müşriklerin öldürülmesi ve mü'minlerin zaferi haktır.[44]  Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını bozar. Bun­dan maksat, kâfirlerin tuzağını zayıflatmaktır. Tâki, tuzaklarından   hiçbir şey ayakta kalmayıp yıkılsın. [45]

 

19. Bu hitap Kureyş kâfirlerinedir. Yani, Ey kâfirler topluluğu! Eğer mü'minlere karşı fetih ve zafer istiyorsanız, işte size fetih geldi. O da mağlubiyet ve hezimettir. Bu, kâfirlere karşı alay yo­luyla söylenmiş bir sözdür. Taberî, Zührî'nin rivayetinde şöyle der: Bedir gününde Ebu Cehil dedi ki: Allah'ım! Hangimiz daha günahkar ve sıla-ı rahimi daha çok terkeden isek, bugün onu helak et." Bunun üzerine Allah Eğer fetih istiyorsanız işte size fetih geldi, âyetini indirdi. Fethi isteyen Ebu Cehil'di. Ve bu ifadede onlarla bir istihza vardı.

Ey Kureyş topluluğu! Peygambere karşı savaşmaya, ona düşmanlık yapmaya, Allah'ı ve rasülünü inkar etmeye son verirseniz, bu si­zin için dünyada ve âhirette daha hayırlıdır. Eğer siz ona karşı savaşa ve mücadeleye dönerseniz biz de size karşı ona tekrar zafer nasip ederiz. Kendilerinden yardım beklediğiniz top­lumunuz ve yardımcınız çok da olsa, dünya azabından herhangi bir şey siz­den asla savamazlar. Çünkü Allah, yardım ve desteği ile mü'minlerle beraberdir. [46]

 

20. Ey iman edenler! Allah ve rasulüne itaate devam ediniz ki Bedir'de meydana gelen izzet de sizin için devam etsin, Kur'an'ı ve nasihatları dinlediğiniz halde onun emrine muhalefet ederek ondan yüz çevirmeyin. fiilinin aslı dir. Talardan biri hazfedümiştir. [47]

 

21. Kulakları ile işitip de, kalpleri ile işitmeyen kâfirler gibi olmayın. Onların bu işitmeleri, işit­meme gibidir. Çünkü işitmekten maksat düşünmek ve öğüt almaktır. [48]

 

22. Yaratıklann ve yeryüzünde yürüyen hayvanların kötüsü, hakla işitmeyen sağırlar ve hakkı söylemeyen dilsizlerdir. Bunlar, kişinin hayırla şerri birbirinden ayırma gücü olan aklı kaybedenleridir. Bu âyet, Abdüddar oğullarından bir grup hakkında inmiştir. Onlar: "Biz, Muhammed'in getirdiklerine karşı sağır ve dilsiziz" diyor ve Ebu Cehil ile birlikte Rasulullah'a karşı savaşmaya yöneliyorlardı. Âyet, kâfirlerin köpekten, domuzdan ve eşekten daha kötü olduklarını bildirmek suretiyle onları son derece şiddetle yermektedir. Çünkü onlar duyu organ­larından istifade etmediler. Böylece her adîden daha âdı oldular. [49]

 

23. Eğer Allah onlarda hayırdan bir şey görseydi, elbette onlara, düşünecek ve anlayacak şekilde dinleme kabiliye­ti verirdi. Farzedelim ki Allah, onlarda hayır ol­madığını bildiği halde, onlara bu şekilde işitme kabiliyeti verdi, elbette inat ve inkarlarından dolayı Kur'an'dan yine yüz çevirip dönerlerdi. Bu âyet, kâfirlerin iman etmemelerine karşılık Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmekte­dir. [50]

 

Edebi Sanatlar

 

1. İşte onlar gerçek mü'minlerdir." Burada, mü'min­lerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden do­layı, yakında olanlar için, uzaklık ifade eden ism-i işaret kullanılmıştır.

2. Onların, Rableri katında dereceleri vardır." De­receleri cennetteki yüce makamlar ve rütbeler için müstear olarak kul­lanılmıştır.

3. Sanki onlar ölüme sürükleniyorlar." Buradaki teşbih, teşbih-i temsilidir.

4. Hakkı gerçekleştirmek."  Burada iki lafız arasında iştikak cinası vardır.

5. Kuvvetli." Burada şevket lafzı, silah için müstear ola­rak kullanılmıştır. Aralarında şiddet ve hiddet alakaları vardır.

6. Kâfirlerin sonunu kesmek..." Bu ifade, helak yo­luyla onların kökünü kesmekten kinayedir.

7. Yardım  istediğiniz  zaman."  Meleklerin  enteresan  gelişlerini  zihinde  canlandırmak  için  muzâri siygası kullanılmıştır.

8. size semadan su indiriyor." Burada harf-i cer ile mecrurunun mefulün biht'en önce getirilmesi,  Öne alınan şeyin önemli olduğunu gösterir, sonraya almana da teşvik eder.

9. Eğer Fetih isterseniz, size fetih gelmistir." Bu hitap, alay yoluyla, müşriklere yapılan bir hitaptır. Nitekim bir

âyet-i kerimede, Tad bakalım, sen kendince üstündün[51]    buyurularak inkarcıyla alay edilmiştir.

10. Allah katında hayvanların en kötüsü. Burada kafirler hayvanlara benzetilmiş, hatta onlardan daha kötü sayılmıştır. Bu­rada son derece bir belagat ve İ'caz vardır. Çünkü kâfir hakkı işitmez, hay­van da işitmez. Kâfir hakkı konuşmaz, hayvan da konuşmaz. O yer, hayvan da yer. Geriye şu kaldı: Kâfir zarar verir, hayvan zarar vermez. Artık nasıl ondan daha kötü olmasın?! [52]

 

Bir Uyarı

 

Yüce Allah bu sûrede kendisinin bin melekle mü'minlere yardım ettiğini açıkladı. Âl-i İmrân sûresinde ise üç bin melekle yardım ettiğini açıklamıştı. Bu âyetler arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü Yüce Allah burada, "birbiri ardından gelen" mânâsındaki lafzını kullandı. Bu durumda, önce onlara bin melekle, sonra da üçbin melekle yardım etmiş olur. Tevfik Allah'tandır. [53]

 

24. Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi ça­ğırdığı zaman, Allah ve Rasûlüne   uyun. Ve bilin ki, Al­lah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka O'nun huzurunda toplanacaksınız.

25. Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, İçinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki, Al­lah'ın azabı şiddetlidir.

26. Hatırlayın ki, bir zaman siz yeryüzünde aciz tanınan az bir toplum idiniz; insanların sizi kapıp gö­türmesinden korkuyordunuz da, şükredesiniz diye Al­lah size yer yurt verdi; yardımıyla sizi destekledi ve size temizlerinden rızıklar verdi.

27. Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e ha­inlik etmeyin, sonra bile bile emânetlerinize hainlik etmiş olursunuz.

28. Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer im­tihan sebebidir, Allah'a gelince; onun katında büyük bir mükafaat vardır.

29. Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış verir, suç­larınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.

30. Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları, ve­ya öldürmeleri yahut seni yurdundan çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken Allah da onlara tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir.

31. Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: "İşittik, istesek biz de bunun benzerini elbette söy­leyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir."

32. Hani o kâfirler bir zaman da, "Ey Allah'ım! E-ğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse, üze­rimize gökten taş yağdır, yahut bize acıklı bir azap ge­tir!" demişlerdi.

33. Halbuki, sen onların içinde olduğun halde Al­lah, onlara azap edecek değildi. Ve onlar mağfiret di­lerken de Allah onlara azap edici değildir.

34. Onlar Mescid-i Haram'ın mütevellileri olma­dıkları halde mü'minleri oradan geri çevirirlerken Al­lah onlara ne diye azap etmeyecek? Oranın mütevelli­leri takva sahiplerinden başkaları değildir. Eakat çok­ları bunu bilmez.

35. Onların Beytullah yanındaki duâlarıda ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi azabı tadın.

36. Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, Allah yo­lundan alıkoymak için harcıyorlar. Onları daha da har­cayacaklar! Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrar e-denler ise Cehenneme toplanacaklardır.

37. Bu toplama Allah'ın murdarı temizden ayıkla­ması ve bütün murdarların   birbiri üstüne koyup hepsi­ni yığarak Cehenneme atması içindir. İşte onlar ziyana uğrayanların kendileridir.

38. İnkâr edenlere; vazgeçerlerse, geçmiş günah­larının bağışlanacağını söyle. Yok, eğer tekrar seni ya­lanlarlarsa  kendilerinden  öncekilerin  hali  gözlerinin önündedir!

39. Fitne ortadan  kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Küfre son ve­rirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.

40. Eğer imandan yüz çevirirlerse bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yar­dımcıdır!

 

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde kâfirleri anlattı ve onları salıverilmiş hayvanlara benzetti. Çünkü onlar, Allah'ın davetini kabul etmekten yüz çevirdiler. Burada da mü'minlere Allah'a ve Rasulüne uymalarını, kalplere hayat veren ve dünya ve âhirette tam bir mutluluk vesilesi olan davetini ka­bul etmelirini emretti. [54]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mükâ, ıslık demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: Çoğunlukla ses ifâde eden kelimeler vezninden selir: bağırma, böğürme,  çağırma ve ulumak gibi.[55]

Tasdiye, el çırpmak. Kişi, elleriyle ses çıkardığı zaman denilir. Aslı, "dağdan yansıyan ses" mânâsına  gelen kelimesindendir.

Onu toplar. toplamak demektir. Leys şöyle der: Rekm, bir şeyi diğer şeyin üzerine koyup, kum veya bulut yığını gibi üst üste yı­ğılmış bir yığın haline getirmektir.[56]  Geçti.

Sünnetü'l-evvelîn, geçmiş milletlerden peygamberleri ya­lanlayanların helak edilmesi hususunda Allah'ın âdeti ve sünneti. Mevlâkum, yardımcınız ve destekçiniz. [57]

 

Nüzul Sebebi

 

İbn Cerit Zührî'den şöyle rivayet etti: Rasulullah Benî Kureyza Yahu-dilerini kuşatınca, onlar barış istediler. Rasulullah (s.a.v.) Sa'd b. Ubâ-de'nin hükmünü kabul etmelerini emretti. Yahudiler: "Bize Ebû Lübâbe'yi gönder" dediler. Rasulullah (s.a.v.) da, Ebû Lübâbe'yi onlara gönderdi. Ya­hudiler: "Ey Ebû Lübâbe! Ne dersin? Sa'd'ın hükmünü kabul edelim mi? O da, onların kesileceğini kastederek gırtlağını gösterdi. Ebû Lübâbe der ki: Daha ayaklarımı yerinden oynatmadan, Allah'a ve Rasulüne hainlik etti­ğimi anladım: Ebû Lübâbe devamla şöyle der: Hayır, vallahi Allah tevbe-mi kabul etmedikçe, ölünceye kadar ne yiyeceğim, ne de içeceğim. Bunun üzerine, mü'minler! Allah'a ve Ra­sulüne hainlik etmeyin" âyeti indi. Sonra tevbesi kabul olundu.[58]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

24. Ey iman eden­ler! Peygamber sizi kalplere hayat  verecek imâna çağırdığı zaman onun davetini kabul ediniz. Ebedî hayatı onunla yaşarsınız. Katâde şöyle der: Size hayat veren şeyden maksat Kur'an'dır. Onda hayat, güven, kurtuluş, dün­ya ve ahi ret kötülüklerinden korunma vardır.[59] Bilesiniz ki, Allah herşeyde tasarruf sahibidir. Kalpleri, sahibinin gücü yet­meyeceği bir şekilde, istediği gibi değiştirir. Onun azmettiği şeyleri bozar, gayelerini değiştirir, doğru yola gitmesi için ona ilham verir, veya onun kalbini doğru yoldan çevirir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle dua etmiştir: Ey kalp­leri çeviren! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl[60]   İbn Abbas şöyle der: Allah, mü'min ile kâfir ve küfür ile iman arasına girer.[61]  Ebu Hayyan şöyle der: Âyette, Allah'ın emirlerini gözetmeye, ondan korkmaya ve onun çağrısına uymaya teşvik vardır.[62] Yine bilesiniz ki, dönüşünüz sadece Allah'adır. O size, amellerinizin karşılığını verecektir. [63]

 

25. Allah'ın emrine isyan etti­ğiniz takdirde, onun ansızın yakalayıp cezalandırmasından sakının. Fitne­den de sakının. Çünkü size fitne gelirse, sadece zâlimleri değil, herkesi kapsar, iyiye de, kötüye de ulaşır. Çünkü zâlim, zulmü ve isyanı sebebiyle helak olur. Zâlim olmayan ise, zulmü engellemediği ve onun karşısında sustuğu için helak olur. Hadiste şöyle   buyrulmuştur: "İnsanlar zâlimi görür de onu engellemezlerse, Allah katından onlara umumî bir azabın gelmesi yakındır.[64] İbn Abbas şöyle der: Allah mü'minlere, aralarında kötü şeyi yaşatmamalarını emretti. Aksi halde, kendilerini umumi bii azap ile ceza­landıracağını, bu azabın zâlime de, zâlim olmayana da isabet edeceğini bildirdi.[65]  Bilesiniz ki, kendisine isyan edenler için Allah'ın azabı şiddetlidir. Bu büyük bir tehdittir. [66]

 

26. Siz, zayıf bir azınlık olduğunuz zaman Allah'ın "size vermiş olduğu nimeti hatırlayın. Hani o zaman kâfirler Mekke'de sizi zayıf buluyor, sizi dininizden döndürmeye çalışıyorlar ve si­ze çeşitli eziyet ve işkencede bulunuyorlardı. Müş­riklerin sizi yakalayıp öldürmelerinden ve soymalarından korkuyordunuz. süratle yakalamak demektir. Size, düşmanlarızdan korunacağı­nız bir barınak verdi. Burası Medine-i Münevvere'dir. Bedir savaşında, büyük yardımıyle sizi destekledi ve size yardım etti de müşrikleri mağlup ettiniz. Size tertemiz helal nzık olarak onların ganimetlerini nasip etti. Bu nimetler, daha önce hiçkimseye helal değildi. Bu yüce nimetlere karşı Allah'a şükredesiniz diye bunları yap­tı. Bundan maksat, nimeti hatırlatmaktır. Çünkü Araplar, Rasulullah (s.a.v.) gelmeden önce çok zayıf ve zelil idiler. Rasulullah (s.a.v.) geldikten sonra ise, son derece izzet ve şeref sahibi oldular. Bu sebepten Allah'a itaat et­meleri   ve bu nimetlere şükretmeleri gerekir. [67]

 

27. Ey iman edenler! Mü'minlerin sırlarını müşriklere bildirmek suretiyle, dininize ve   peygamberinize hain­lik etmeyin, Sonra size emanet ettiği şer'î mükel­lefiyetlere bile bile hainlik etmiş olursunuz. Emanetlerden maksadın şer'î mükellefiyetler olduğunu gösteren bir başka âyet de şudur: Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik...[68]  İbn Abbas şöyle der: "Allah'a (c.c.) hainlik etmek, farzlarını terketmekle, Rasûl'e (s.a.v.) hainlik de sünnetini terketmek ve onun günah saydığı şeyleri yapmakla olur. Emanetler, Allah'ın, kullarından yapmalarını istediği amel­lerdir.[69] Âyette geçen "bile bile" sözünden maksat, "onun hainlik olduğunu ve vebalinin ne olduğunu bildiğiniz halde" demektir. [70]

 

28. Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız, Allah'tan bir imtihandır. Onlara rağmen Allah'ın kanunlarını nasıl koruya­cağınıza dâir sizi imtihan etmek için verilmiştir. İmam Fahreddin Râzî şöyle der: Mal ve çocuklar, kalbi dünya ile meşgul ettikleri ve Allah'a hiz­mete engel oldukları içûı, onlara fitne denmiştir.[71]  Allah'ın katında bulunan sevap ve mükafaat ise, mallardan ve çocuklardan daha hayırlıdır. Şu halde hırs ve arzu ile Allah'a itaat edin. [72]

 

29.  Ey iman edenler! Allah'a itaat eder ve günahlardan sakınırsanız, sizin için bir hidâyet ve kalpleriniz­de bir nur yaratır. O nur sayesinde hakkı bâtıldan ayırırsınız. Nitekim bir âyet-i kerimede Sizin için, aydınlığında yürüye­ceğiniz bir nur yaratır, buyurulmaktadır.[73]  Bu âyet, takvanın kalbi aydın­lattığına ve gönülleri açtığına ve ilim ve marifeti artırdığına delildir. Geçmiş günahlarınızı siler, onları bağışlar ve sizi on­lardan sorumlu tutmaz. Allah'ın lütfü bol, bağışı büyüktür. [74]

 

30. Mü'minlere umumi olan nimeti hatırlattık­tan sonra, burada da Rasulullah (s.a.v.)'a mahsus olan nimet hatırlatılmak­tadır. Yani: Ey Muhammedi Müşriklerin Dâru'n-nedve'de sana komplo ha­zırladıkları zamanı hatırla. Onlar bu komployu seni hapsetmek, veya kanından bütün kabilelerin sorumlu olması için, bir tek kişi seni öldürüyormuş gibi hep birden Öldürmek veya seni Mekke'den çıkarmak için plan yapıyorlardı. Ey Muhammedi Onlar hile yapıp sana tuzak kuruyorlar, Rabbin de senin için, onların tuzağını boşa çıkaracak ve onları rezil edecek bir tedbir alıyor. Allah'ın tu­zağı onlarınkinden daha etkili ve tesirlidir. Taberî, İbn Abbas'tan gelen ri­vayetinde şöyle der: Kureyş'in ileri gelenlerinden bir grup Dâru'n-nedve'de toplandı. Şeytan, yaşlı bir ihtiyar şeklinde onlara göründü. Onlar şeytanı görünce: "Sen kimsin?" diye sordular. Şeytan "Araplardan bir ihtiyarım. Si­zin toplandığınızı işittim. Ben de yanınıza gelip bir görüş bildirmek ve na-sihatta bulunmak istedim. Kureyşliler: "Buyur; gir" dediler. Şeytan içeri girdi ve Rasulullah (s.a.v.)'ı kastederek, "Bu adamın durumunu düşünün" dedi. Bunun üzerine, meclistekilerden birisi: Onu zincirlere vurarak hapse­din. Sonra bu şekilde ölmesini bekleyin" dedi. Allah düşmanı şeytan ba­ğırarak şöyle dedi:  "Vallahi, bu sizin için iyi bir. görüş değildir. Arka­daşları hemen gelir ve onu sizin elinizden alarak sizin ona kötülük yap­manıza engel olurlar." Bir diğeri: "Onu aranızdan çıkarınız. Böyle yaparsa­nız ondan kurtulursunuz. Çünkü o, aranızdan çıkarsa, nerede ne yaparsa yap­sın, size zarar veremez." dedi. Mel'un ihtiyar: "Vallahi, bu da sizin için iyi bir görüş değildir. Onun ne tatlı sözü olduğunu, ne güzel konuştuğunu ve sözleri ile kalpleri fethettiğini görmüyor musunuz? Vallahi, eğer dediğiniz gibi yaparsanız, Araplar size karşı birleşir, sizi ülkenizden çıkarır ve ileri gelenlerinizi öldürürler." dedi. Kureyşliler: "Doğru söylüyor. Başka bir görüş belirtin." dediler. Ebu Cehil şöyle dedi: "Vallahi, ben size öyle bir yol göstereceğim ki, onun dışında bir yol göremiyorum." "O nedir?" diye sordular. Ebu Cehil şöyle cevap verdi: "Her kabileden güçlü bir genç alalım. Herbirine keskin bir kılıç verelim. Bunlar, bir adamın vuruşu gibi ona hep birden vursunlar. Böylece bütün kabileler onun kanından sorumlu olsun. Haşimoğullarmm bütün Kureyş'e karşı savaşabileceklerini sanmı­yorum. Böylece diyeti kabul ederler, biz de ondan kurtulur ve eziyetini ken­dimizden def ederiz." Bunu işiten Allah düşmanı şeytan şöyle bağırdı: "Vallahi, görüş bu görüştür. Başka yol göremiyorum." Bu görüşü kabul edip dağıldılar. Cebrail (a.s.) Peygamber (s.a.v.)'e gelerek durumu ona haber verdi, gece yatağında yatmamasını emretti ve kendisine hicret izni veril­diğini bildirdi. Rasulullah (s.a.v.)'ın Medine'ye gelişinden sonra, Yüce Allah, nimetini ona hatırlatmak üzere: Hatırla ki, kâfirler seni tutup bağlamaları, veya öldürmeleri, yahut seni yurdundan çıkarmaları için sana tu­zak kuruyorlardı, me alindeki âyeti indirdi.[75]

 

31. Bu apaçık Kur'an âyetleri onlara okunduğunda, kibir ve inatlarından derler ki: Biz bu sözü işitmiştik. İstesek, bunun benzerini elbette söyleriz, Bize okuduğun bu Kur'an sadece geçmiş milletlerin uydurduğu hikayeler, hurafe ve yalanlardan ibaret olup Allah kelâmı değildir. Ebussuûd şöyle der: Onların bu sözleri son derece kibirli ve inatçı olduklarını gösterir. Na­sıl böyle olmasın, benzerini söylemek ellerinden gelseydi, kesinlikle geri durmazlardı. Kur'an onlara on sene meydan okuduğu halde, onları bundan alıkoyan neydi? Aciz oldukları, defalarca başlarına kakıldı. Sonra kılıçla mücadele etmek zorunda kıldılar, ve özellikle edebiyat konusunda mağlup olmayı hiç istemedikleri ve gururlarına yediremedikleri halde, ona karşı koyamadılar.[76]

 

32. Hani onlar: "Ey Allah'ım! Eğer bu Kur'an, senin katından indirilmiş bir gerçek ise, Lût   kavmi üzerine yağdırdığın gibi, üzerimize gökten taş ve dolu yağdır. Veya elem verici bir azap getir de, bizi onunla helak et" de­mişlerdi. Bu, onların bir alay ve eğlenceleridir. İbn Kesir şöyle der: Onlar çok câhil, aşırı derecede inatçı ve yalanlayıcı oldukları için böyle söyle­diler. Şöyle söylemeleri, onlar için daha iyi olurdu: "Ey Allahım! Eğer bu Kur'an, senin katından gelmiş bir gerçek ise, bizi ona ilet ve ona uymayı bize nasib et." Fakat onlar, beyinsizlikleri yüzünden azap ve ceza istemede acele ettiler.[77]

 

33. Bu âyet, onların âdî sözlerine bîr cevap ve kendilerine mühlet verilmesini gerektiren sebebi açıklayıcıdır. Yani. "Onlar azabı hak ettiler. Ancak, Ey Muhammedi Sen onların içinde iken, sana hürmeten Allah onlara azap etmeyecek" Allah'ın kanunu ve hikmeti böyle cereyan etmiştir. O, peygamberleri aralarında iken hiçbir ümmete azap etmemiştir. İbn Abbas şöyle der: "Peygamberleri aralarında İken hiç­bir ümmete azap edilmedi.[78]  Azaptan maksat, onların kökünü kesecek azaptır. İçlerinde Allah'a istiğfar eden mü'-minler bulundukça, Allah o kâfirlere azap edecek değildir. Bu âyet, müş­riklerin aralarında kalan zayıf mü'minlerin istiğfar ettiklerine de işaret eder. İbn Abbas şöyle der: Onları koruyacak iki eman vardı. Biri Allah'ın Rasûlü, diğeri ise istiğfarları. Allah'ın Rasûlü, âhirete irtihal etmiştir. İstiğ­far ise, kıyamete kadar devam eder.[79]

 

34. Onlara azap edilmemesini gerektiren neler var? Onlar kibir ve sapıklık içerisinde bulundukları halde onlara nasıl azap edil­mez?! Halbuki onlar insanların Mescid-i Harâm'a girmesine engel oluyorlar. Nitekim Hudeybiye yılında, Rasûlullah'i Mes­cid-i Harâm'a sokmadılar ve onu ve mü'minleri Mekke'den hicrete zor­ladılar.Müşrik oldukları için, Mcscid-i Harâm'a mütevelli ol­maya ehil de değillerdi Oraya ancak iyi ve takva sahibi kişiler mütevelli olabilir. Fakat onların çoğu, beyinsiz câhillerdir. Çünkü şöyle diyorlardı: "Biz Beytullah'm ve Harem'in mütevellîsiyiz. İstediğimizi oraya sokar, istediğimizi engelleriz." Ayetten maksat, onların ağır suçları yüzünden, kökleri kesilecek şekilde azaba müstehak ol­duklarını açıklamaktır. Fakat Yüce Allah, Rasulüne hürmeten ve zayıf müslümanların istiğfarından dolayı onlardan bu azabı kaldırdı. [80]

 

35.  Müşriklerin, Bcyt-i Harâm'ın yanında ibadet ve duaları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey de­ğildir. Müslümanlar namaz kılarken, onların namazlarını bozmak için bun­ları yapıyorlardı. Yani onlar, namaz ve ibadet yerine ıslık çalıyor ve el çır­pıyorlardı. İbn Abbas şöyle der: Kureyş, Beytullah'ı çıplak, vaziyette ıslık çalarak ve el çırparak tavaf ederdi.[81]  İnkarınızdan ve çirkin fiillerinizden dolayı, öldürülme ve esir olma azabını tadınız. Bu, Bedir savaşında onların başlarına gelenlere işarettir. [82]

 

36. Kâfirler şüphesiz mallarını, insanların İslam dinine girmesini engellemek ve Muhammed (s.a.v.)'e karşı harp etmek için harcıyor ve sarf ediyorlar. Taberî şöyle der: Bedir savaşında Kureyş kâfirleri felâkete uğrayıp mağlupları Mekke'ye dönünce dediler kî: Ey Kureyş topluluğu! Muhammed size zulmetti ve ileri gelenlerinizi Öldürdü. Ona karşı savaşmak üzere bize şu kadar mal yar­dımında bulunun. Umulur ki, öldürülenlerimizin intikamını ondan alırız. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[83] Onlar bu malı harcayacaklar. Sonra pişman olacaklar. Çünkü malları gidecek, fakat umdukları zaferi elde edemeyicekler. Yani Allah'ın nurunu söndürüp küfür kelimesini yüceltemiyecekler. Bu, bir gaybtan haber vermedir. Ya­ni onların sonu hezimet ve mağlubiyettir. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur: Allah, elbette ben ve elçilerim galip gele­ceğiz diye yazmıştır.[84]  Onlardan kâfir olarak ölenler, Cehenneme sevkedileceklerdir. Onlardan yaşayanlar için de helak olanlar için de, bu ne büyük pişmanlık ve üzüntüdür. [85]

 

37. Allah'ın, Hak ordusu ile Şeytan ordusunu, iyi mü'minlerle kötü kâfirleri birbirinden ayırması için onlar Cehenneme sevkolunurlar. Âyette geçen habîs ve tayyîblen maksat kâfir ve mü'mindir. Kâfirleri birbiri üstüne koyup aşırı izdi­hamdan dolayı üst üste yığılmış bir yığın haline getirerek on­ları Cehenneme atması için toplanacaklar. İşte onlar tam mânâsıyle hüsrana uğrayanlardır. Çünkü onlar hem canlarını, hem de mal­larını kaybetmişlerdir. Bundan sonra Yüce Allah onları tevbeye ve kendisine dönmeye ça­ğırır ve onları inkâr ve sapıklıkla ısrar etmekten sakındırarak şöyle buyurur: [86]

 

38. Ey Muhammed! Kavminden o müşrikler, inkâra son verir, Allah'a iman eder, sana ve mü'minlere karşı savaşmayı bırakırlarsa, geçmiş günah ve hatalarının affedileceğini söyle. Sana karşı savaşa ve seni yalanlamaya tekrar dö­nerlerse, bilsinler ki, ben daha önce peygamberlerimi yalanlayanları yok ve helak etmişimdir. Bu, benim âdetimdir. Onlara da aynı şeyi yaparız. Bu, inat ve kibirden vaz geçmedikleri takdirde, onların helak edileceğine dâir şiddetli bir tahdittir. [87]

 

39. Ey mü'minler topluluğu! Müşrik düşmanla­rınıza karşı savaşınız ki, hiçbir şirk olmasın ve tek olan Allah'tan başka hiçbir şeye ibadet edilmesin. İbn Abbas şöyle der: Fitne, şirk demektir. Yani, yeryüzünde bir müşrik kalmaymcaya kadar savaşın. İbn Cureyc şöyle der: Tâ ki, hiçbir mü'min dininden dönmesin.[88]  Ve dinin tamamı Allah için olsun. Yani bâtıl dinler çöküp yok olsun, İslamdan başka bir din kalmasın. Âlûsî şöyle der: Dinlerin çözülüp yok olması, ya münte-sİplerİnin hepsinin helak edilmesiyle olur veya öldürülme korkusuyla dinle­rinden dönmeleriyle olur.[89] Zîra, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ba­na, lâilâhe illallah deyinceye kadar, insanlarla savaşmak emredildi,[90] Eğer inkârdan vazgeçip de müslüman olurlarsa, bil­sinler ki Allah, onların kalplerim bilir. Tevbe etmeleri ve müslüman olma­larına karşılık Allah onlara sevap verecektir. [91]

 

40. Eğer inkârlarına son vermez de imandan yüz çevrirlerse, biliniz ki, ey mü'minler topluluğu Allah onlara karşı sizir yardımcınız ve destekçinizdir. Onun yardımına ve dostluğuna güvenin. Kâfirlerin size olan düşmanlıklarına aldırış etmeyin. Al­lah'ın size dost olması ne güzel şeydir. Çünkü o, dost edindiği kimseyi yardımsız bırakmaz. O, sizin için ne güzel yardımcıdır. Şüphesiz, Allah'ır yardım ettiği kimse mağlup olmaz. [92]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Kişi ile kalbi arasına girer." Bu kelâm, istiare-temsiliyye babmdandır. Allah'ın, kulların kalplerine hakim olması ve on lan dilediği şekilde çevirmesi, iki şey arasına giren kimseye benzetilmiş tir. Bu, güzel bir istiaredir.

2. Hani sana komplo hazırlıyorlardı." Burada, enteresai durumu yani müşriklerin Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hazırladıkları komployu bu anda oluyormuş gibi dinleyenlerin zihninde tasvir etmesi için muzari sigası kullanılmıştır.

3. Allah da komplo hazırlar." Burada, komplo mânâsına gelen kelimesinin Allah'a izafeti, müşâkelet[93]  içindir. Onların kurduk lan komplo ve tuzağı boşa çıkardı manasınadır. Müşâkelet, daha önce d geçtiği gibi, lafzın aynı, mânânın farklı olmasıdır.

4. Onların Beytullah'taki dua v ibadetleri ancak ıslık ve el çırpmadan ibarettir." Kur'an'ın üslûbundaki bı parlak ifadeyi bir düşün. Zira, müşrikler ıslık ve el çırpmayı, Beytullah't. eda edilmesi gereken namaz yerine koydular. Böylece, ibadetin mânâsın anlamayan ve Allah'ın evlerinin hürmetini tanımayan hayvanlar gibi oldı. lar. Bu, aşağıdaki şu söze tam uygun   düşmüştür: Aralarındaki selamlaşma elem verici bir vuruştur.

5.  Temizden, pis olanı ayırmak."   Bunlar, mü'min ve kâfirden kinayedir. Habis ve tayyib kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır. Bu da güzel sanatlardandır. [94]

 

Bir Uyarı

 

Hafız Ibn Kesir, Ebu Saîd b. Muallâ'nın şöyle dediğini rivayet eder: Ben namaz kılıyordum. Rasulullah (s.a.v.) yanımdan geçti. Beni çağırdı. Namazı kılmcaya kadar ona gitmedim. Namaz kıldıktan sonra gittim. Bu­yurdu ki: Bana gelmene mani olan nedir? Yüce Allah buyurmadı mı ki: "Ey mü'minler! Sizi hayat verecek şeye çağırdığında Allah'ın ve Rasûlünün davetine uyun." Rasulullah devamla şöyle dedi: "Buradan çıkmadan önce, sana Kur'an'daki en büyük sûreyi mutlaka öğreteceğim." Rasulullah (s.a.v.) kalkıp çıkmak istedi. O esnada ona, söylediği sözü hatırlattım. O dir" buyurdu. O, Seb'u'l-mesânî ve bana verilen yüce Kur'an'dir.[95]

 

Bir Nükte

 

Rivayete göre Hz. Muaviye, Sebe halkından bir adama şöyle dedi: Senin kavmin ne kadar câhil! Başlarına bir kadını melike yaptılar. Adam dedi ki: Senin kavmin benemkinden daha câhil. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) onları hakka çağırdığında: "Ey Allah'ım! Eğer bu Kur'an senin katından inmiş bir gerçek ise, üzerimize gökten taş yağdır. Yahut bize elem verici bir azap getir" dediler de, "Eğer, bu Kur'an senin katından inmiş bir gerçekse bizi ona ilet" demediler. Bunun üzerine Muâviye (r.a.) sustu. [96]

 

41. Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün kulumuza indirdi­ğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız harhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, O'nun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.

42. Hatırlayın ki, siz vadinin yakın kenarında idi­niz, onlar da uzak kenarında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Eğer sözleşmiş olsaydınız, sözleştiği-niz vakit hususunda anlaşamazdınız. Fakat Allah, ge­rekli olan emri yerine getirmesi, helak olanın açık bir delille   helak olması; yaşayanın da açık bir delille yaşa­ması için böyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkiyle işitendir, bilendir.

43. Hatırla ki, Allah, uykunda sana onları az gös­terdi. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette çekine­cek ve bu iş hakkında münakaşaya girişecektiniz.   Fa­kat Allah kurtardı. Şüphesiz O, kalblerin özünü bilir.

44. Allah, yapılması gereken emri yerine getirmek için karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bü­tün işler Allah'a döner.

45. Ey iman edenler!  Herhangi bir topluluk ile karşihştığmiz zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya ensesiniz.

46. Allah   ve  Rasulüne   itaat  edin,   birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle be­raberdir.

47. Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre ku­şatmıştır.

48. Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de, "Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yok­tur, şüphesiz ben de sizin yardımcınınım.'1 dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve "Ben sizden uzağım,  ben  sizin  göremeyeceğinizi   görüyorum,  ben Allah'tan   korkuyorum;   Allah'ın   azabı   şiddetlidir." dedi.

49. O  zaman münafıklarla kalblerinde hastalık bulunanlar,   "Bunları,   dinleri   aldatmış"   diyorlardı. Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.

50. Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "tadın cehennem azabını"  diyerek o kâfirlerin canla­rını alırken onları bir görseydin!

51. İşte  bu,  ellerinizle  yaptığınız  yüzündendir, yoksa Allah kullara   zulmedici değildir.

52. Bunların gidişi tıpkı Firavun ailesi ve onlar­dan öncekilerin gidişi gibidir. Onlar da Allah'ın âyet­lerini inkâr etmişlerdi de Allah onları günahları sebe­biyle yakalamıştı. Allah güçlüdür. O'nun cezası şiddet­lidir.

53. Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştir­meyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bi­lendir.

54. Evet bunların durumu Firavun ailesi ve onlar­dan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlmamişlardı; biz de onları günahların­dan Ötürü helak etmiştik ve Firavun ailesini boğmuştuk. Hepsi de zâlimler idiler.

55. Allah katında yaratıkların en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar îman etmezler.

56. Onlar kendileriyle andlaşma yaptığında hiç çekinmeden her defasında ahidlerini bozan kimseler­dir.

57. Eğer savaşta onları yenersen ibret almaları i-çin onlar ile arkalarında bulanan kimseleri de dağıt.

58. Bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de hak ve adaletle, onlarla yaptığın ahdi, onların üzerine at. Şüphesiz Allah, hâinleri sevmez.

59. İnkâr edenler yakayı kurtardıklarını sanma­sınlar. Çünkü onlar âciz bırakamazlar.

60. Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp belenen  atlar hazırlayın, onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği düşman kimseleri korku­tursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde müşriklerle savaşı emretti ve Bed Savaşının bir bölümünü açıkladı. Savaştan sonra mücâhitlerin, ganîmet a malan geliyordu. Ganimetler, savaş ve zafer yoluyla müşriklerden alma mallardır. Yüce Allah bu âyetlerde de ganimetlerin hükmünü ve nasıl sim edileceğini açıkladı. Daha sonra bu büyük savaşta, yani Bedir sav şmda meydana gelen diğer Önemli olayları anlattı. [97]

 

Kelimelerin İzahı

 

el-Udvelu'd-dünya, yakın kenar demektir. kenarı ve kıyısı manasınadır. yakın mânâsına gelen kelimesini müennesidir. Burada maksat, Medine tarafına düşen kenardır. kusva, uzak kenar demektir. uzak mânâsına gelen meşinin müennesidir. Bir şeyden ayrılan başka bir şey, ondan uzaklaşır demektir. Burada maksat, Mekke tarafına düşen kenardır.

Döndü demektir. birşeyden yüz çevirmek, dönmek mi nâsmadır.

Âdeti gibi. De'b, âdet manasınadır. Lügatte bunun asıl mânâs işi devam ettirmek demektir. Bir kimse, bir işi devamlı yaptığında, denilir. Bilahere âdete denildi. Çünkü insan, âdetini deva ettirir.

Onları mutlaka yakalarsın. Leys şöyle der: Bir kimseyi filan yerde yakaladık ve mağlup ettik mânâsına, denir.

Dağıt, ayırmak ve dağıtmak demektir. Bir kimse bir top­luma karşı savaşır ve onları yurtlarından uzaklaştırır der.[98]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

41. Ey müminler! Biliniz ki, ister az olsun, ister çok olsun, savaşta müşriklerden aldığınız malların beşte biri Allah'ındır. Hasan-ı Basri şöyle der: Bu, kelâma başlanmak için söylenmiş bir sözdür. Yoksa, dünya ve ahiretin hepsi Allah'ındır.[99] Yani, burada Allah'ın adı bereket ve tazim için anılmıştır. Nitekim bir âyet-i kerimede: "Allah ve Rasulünü razı etmeleri daha doğrudur[100]  buyrularak Allah'ın adı teberrüken zikredilmiştir. Tefsirciler şöyle der: Ganimet beşe ayrılır. Beşte biri, Yüce Allah'ın bu âyette anlattığı kimselere verilir, Geriye kalan da ganimeti elde denlere dağıtılır. Beşte birden bir pay Rasulullah (s.a.v)'mdır. Bir payda Rasulullah (s.a.v)'ın akrabalarımndır. Bun­lar Haşimoğulları ile Muttaliboğullarıdır. Birer pay da sınıflarındır. Yani, babalan ölmüş olan yetimlerin, ihtiyaç içinde olan fakirlerin ve yolda kalmış olan müslümanlarındır. Eğer Allah'a inanrmşsanız.. Bu şartın cevabı hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: Eğer  Allah'a  inanmışsanız,  biliniz  ki,  Allah'ın  ganimetler  hakkındaki hükmü budur. O halde ona itaat ederek emrine sarılın, Allah'ın hakkı   batıldan ayırdığı gün, yani müminlerle kafirlerin karşılaştığı Hak ordusu ile Şeytan ordusunun karşılaştığı Bedir günü, kulumuz Muhammed'e indirdiğimize inanıyorsanız hüküm budur. Be­dir savaşı ile Allah hakkı batıldan ayırdığı için o güne yevmu'l-I furkân denilmiştir. Allah herşeye kadirdir, hiçbir şey onu aciz bırakamaz. Sizin azlığınıza ve düşmanlarınızın çokluğuna rağmen size zafer nasip etmesi, kadir olduğu şeylerden biridir. [101]

 

42. Ey müminler topluluğu! Sizin, vadinin Medine'ye yakın tarafında bulunduğunuz zamanı hatırlayın. Bu savaşı tasvirdir. Düşmanlarınız müşrikler ise, vadinin Medine'den uzak ta­rafında idiler, Kureyş'in ticaret kervanı ise, sizden daha aşağı bir yerde, deniz kıyısına yakın idiler. Eğer siz ve müşrikler savaş için sözleşmiş olsaydınız, mutlaka o hususta ihtilafa düşerdiniz. Fakat Allah hikmeti ile bu işi kolaylaştırdı ve tamamladı. Ka'b b. Malik şöyle der: Rasulullah (s.a.v) ve müslümanlar sadece Kureyş kerva­nını ele geçirmek üzere yola çıktılar. Neticede, savaş için aralarında herhangi bir zaman tesbiti olmadan, Allah, müslümanlarla düşmanlarını bir araya getirdi.[102] Râzî şöyle der: Yani, siz savaşmak üzere Mekke halkı ile sözleşmiş olsaydınız, sizin azlığınız onların da çokluğu yüzünden birbiri­nize muhalefet eder anlaşamazdınız.[103] Fakat Allah kudreti ile, muradını yerine getirmek için zaman anlaşması ol­maksızın sizi bir araya getirdi. Allah, İslami ve müslümanları aziz, şirki ve müşrikleri zelil kılmak istiyordu. Böylece, Allah'ın muradı kesin olarak gerçekleşmiş oldu. Ebussuud şöyle der: âyetten maksat, onlara nasip olan fethin sadece Allah'tan ve harikulade bir şey olduğunu anlamalarıdır. Böylece imanları ve şükürleri artar ve kalpleri, alman beşte bire razı olur.[104] Allah böyle yaptı ki kafir olan açıkça delili gördükten sonra kafir olsun İman eden de açık bir delili gördükten sonra iman etsin.[105] Çünkü Bedir savaşı, Allah'ın dostlarına yardım edeceğini, düşmanlarını da yardımsız bırakacağını gösteren engin mucizelerdendir. Şüphesiz Allah, kulların sözlerini işiten, niyetle­rini bilendir. [106]

 

43. Ey Muhammedi Uykuda Allah'ın sana düşmanlarını az gösterdiği zamanı hatırla. O zaman sen bunu arkadaşlarına haber verdin de, kalpleri kuvvetlendi ve onlara karşı savaşma cesareti bul­dular. Mücahid şöyle der: Allah, Rasulüne onları uykusunda az gösterdi. Rusulullah (s.a.v) bunu Ashabına haber verdi. Bu onlar için bir sebat vesile­si oldu. Eğer Rabbin sana düşmanını çok gösterseydi, Ashabın mutlaka korkar ve onlarla savaşamazdı. Kur'an'm güzelliklerine bak! Çünkü o, korkaklığı Rasulullah'a isnad etmedi. Zira Rasulullah (s.a.v) masumdur. Bilakis, Ashabına işaret ederek korkaklaşırdmız" dedi. Ey Ashab topluluğu! Eğer düşman çok gösterilseydi, onlarla savaş hususunda mutlaka ihtilafa düşerdiniz. Fakat Allah size korkaklık ve ihtilafa düşmekten kurtulmayı lütfetti. Şüphesiz Allah, kalplerde olanı bilendir. Kalplerin hallerini değiştirecek şeyi, yani cesareti, korkaklığı, sabrı ve sabırsızlığı bilir. [107]

 

44. Ey müminler top­luluğu!  Savaşta karşılaştığınız zamanı hatırlayın. O zaman, onlara karşı cesaretiniz artsın diye Allah, düşmanınızı gözünüze az gösterdi. Sizi de onlann gözüne az gösterdi ki, savaşa sizin için bir hazırlık yapmasınlar. Bu görme, uykuda değil uyanıklık halinde idi. İbn Mesud şöyle der: Bedir savaşında düşman bizim gözümüze o kadar az gösterildi ki, ben bir adama: "Ne dersin, onlar yüz kadar mı?" diye sordum.[108]  Bu, savaş başlamadan ön­ceydi. Savaş başlayınca, Allah müminleri, kafirlerin gözüne çok gösterdi. Kafirler apışıp kaldılar ve korkuya kapıldılar. Güçlen kırıldı ve hesap et­medikleri şeyleri gördüler. Bu, Allah'ın bu savaştaki büyük mucizelerindendir. Allah bunu böyle yaptı. Kafirlere karşı müminlere cesaret verdi. Müminlere karşı da kafirlere cesaret verdi ki, savaş yapılsın ve Allah kendi ordusuna yardım etsin, bâtılı ve ordusunu hezimete uğratsın, üstün olan, Allah'ın kelimesi, alçak olan da kafirlerin kelimesi olsun. Bütün işler Allah'a döner. Allah, dilediği gibi o işlerde tasarrufta bulunur. Onun verdiği hükmü bozacak kimse yoktur. O hikmet sahibi ve yücedir. [109]

 

45. Bu âyet düşmanla karşı karşıya ge­lindiğinde zafer yolunu göstermektedir. Yani, ey müminler, kafirlerden bir toplulukla savaştığınızda onlarla savaşta sebat gösterin, bozulmayın. Allah'ı dilinizle çokça anın ki, onun yardım ve desteğine nail olasınız ve düşmanlara karşı zafer kazananınız. [110]

 

46. Bütün söz ve hareketlerinizde Allah'a ve Rasülüne itaat edin, hiçbir şeyde onların emrine muhalefet etmeyin. Aranızda ayrılığa düşmeyin, sonra zayıflar ve düşmanla savaşmaktan kor­karsınız. Güç ve kuvvetiniz gider, zaafa uğrarsınız.  Savaşın şiddet ve zorluklarına sabredin. Çünkü Allah, yardım ve zaferiyle sabredenlerin yanındadır.[111]

 

47. Çalırn satmak ve in­sanlara gösteriş yapmak için yurtlarından çıkanlar gibi olmayın.  Yani, çalım satmak, kibirlenmek ve halkın övgü ve senasını kazanmak için Bedir savaşına çıkan Kureyş kafirleri gibi olmayın. Âyet, Ebu Cehl'in şu sözle­rine işaret etmektedir: Vallahi Bedr'e varmadan geri dönmeyeceğiz. Orada içki içecek, deve keseceğiz, şarkıcı kızlar bize şarkı söyleyecek, Araplar bizim şanımızı duyacak ve sürekli olarak bizden korkup saygı gösterecekler.[112]  Tabcrî şöyle der: Şarap yerine kâselerden ölüm şerbeti içtiler. Kızlar şarkı söyleme yerine onlara ağıt yaktılar.[113] O kafirler in­sanları İslama girmekten alıkoyuyorlardı. Yüce Allah on­ların bütün yaptıklarını bilir ve onlara karşılığını verecektir. [114]

 

48. Şeytanın onlara şirk, putlara ibadet ve Rasulullah (s.a.v)'a karşı savaşmak gibi çirkin amellerini güzel gösterdiği zamın hatırla.  Şeytan şöyle dedi: Bugün Mu-hammed ve arkadaşları asla sizi yenemeyecek. Ben de şüphesiz sizin yardımcınızım. İki grup karşılaşınca, şeytan geri dönüp kaçtı Size verdiğim yardım sözünü yerine getiremiyeceğim Çünkü ben sizin görmediklerinizi görüyorum. Ben, müminlere yardıma inen melekleri görüyorum. Siz ise onları görmüyorsunuz dedi. Şeytanın bu tutumu, onlara asla yardım etmeyeceğini gösterir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Şeytan hiçbir gün, arefe gününde görüldüğü kadar zelil, hakir, huysuz ve öfkeli görülmedi. Ancak Bedir günü gördükleri hariç; o gün daha kötü duruma düşmüştür. Çünkü o gün, Cebrail (a.s.)'in, harp için melekleri dizdiğini gördü.[115]  Ben Allah'ın bana azap etmesinden kor­kuyorum. Çünkü onun azabı şiddetlidir. İbn Abbas şöyle der: Bedir günü İblis, bir şeytan ordusu ile beraber geldi. Onu Sürâka b. Malik suretinde gör­düm. Şeytan müşriklere dedi ki: Bugün hiçbir insan sizi yenemeyecektir. Şüphesiz ben de size yardımcıyım. İnsanlar harp nizamına girince Rasulul­lah (s.a.v) bir avuç toprak alarak onu müşriklerin yüzüne serpti. Bunun üzerine onlar arkalarına dönüp kaçtılar. Cebrail (a.s) İblis'ten tarafa döndü. İblis'in eli, müşriklerden bir adamın elinde idi. İblis Cebrail (a.s)'i görünce, elini çekti, sonra taraftarları ile birlikte arkasını dönüp kaçtı. Adam Ey Sürâka! Bize yardımcı olacağını söylememiş miydin? dedi. İblis: Ben sizin göremediklerinizi görüyorum. Şüphesiz ben Allah'tan korkuyorum diye ce­vap verdi. Allah düşmanı yalan söylüyordu. Çünkü o, kendisinin güç ve kuv­vetinin olmadığını anlamıştı. Bu da melekleri gördüğü zaman oldu.[116]

 

49. Allah'a  olan  inançlarının zayıflığından dolayı, imanlarını açıklayıp inkarlarını gizleyen münafıklar şöyle diyorlardı: Müslümanlar dinlerine aldandı da, güçlerinin yetmeyeceği şeyi yapmaya kalkıştılar. Yüce Allah, onlara cevaben şöyle buyurdu: Kim Allah'a güvenir ve ona daya­nırsa, bilsin ki, Allah onun yardımcısıdır. Çünkü Allah güçlüdür, kendisini sığmanı zelil etmez. O, iş ve fiillerinde hikmet sahibidir. [117]

 

50. Ey Muhatap veya ey dinleyici! Azap meleklerinin, Bedir'de suçlu kafirlerin canlarını aldığı zaman, halle­rini bir görseydin. Burada edatının cevabı, işin önemini göstermek için hazf edilmiş tir. Yani, sen korkunç ve dehşetli olay görmüş olurdun. Ebu Hayyân   şöyle  der: Bu  gibi  yerlerde  cevabının    hazfedilmesi caiz ve beliğdir. Çünkü cevabın hazfi olayın büyüklüğünü ve korkunç­luğunu ifade eder.[118] Yani neredeyse, anlatılamıyacak kadar büyük bir olay görürdün. zaman melekler, onların önlerinden ve ar­kalarından gelerek demir kamçılarla yüzlerine ve sırtlarına vuruyorlar, ve onlara: Ey kafirler topluluğu! Yakıcı azabın ateşini tadınız,, diyorlardı. Bu sözler, onları ahiret azabıyle müjdelemektedir. Bazıları şöyle demiştir: Meleklerin ateşten kamçıları vardı. Onlarla kafirlere vuruyorlar ve kafirlerin yaraları ateş alıyordu.[119]

 

51. Bu azap, sizin kazandığınız küfür ve günahlar­dan dolayıdır. Yüce Allah âdildir. Kullarından hiçbir kemseye zulmetmez ki, onu günahsız cezalandırsın. Burada Siygası mübalağa ifade etmez. Sâdece nisbet ifade der. Yani Allah'a zulüm nisbet edilemez. Onda zulüm diye bir şey yoktur. Bunu iyice düşün. [120]

 

52. Suç işlemede bu kafirlerin adeti yani adet haline getirdikleri işleri ve tuttukları yol, Firavun hanedanının ve on­lardan önce gelen Nûh, Ad ve Semûd kavimlerinin iş ve yolları gibidir ki bunlar inat, yalanlama, inkar ve suç işlemede birbirlerine banzerler. Onlar, peygamberlerin Allah katından getirdiklerini inkar ettiler de, Allah, inkarları ve yalanlamaları yüzünden onları helak etti. Şüphesiz Allah kuvvetle yakalar ve şiddetle azap eder. Hiçbir kimse onu mağlup edemez. Hiçkimse ondan kaçıp kurtulamaz. [121]

 

53. Onların başına gelen bu azap, Allah'ın, hükmünde adil oluşu sebebiyledir. O, herhangi bir kimseye verdiği nimeti, ancak işlediği  günah sebebiyle değiştirir. İnsanlar, Allah'ın verdiği nimeti inkar ve isyanla değiştirmedikçe, Allah ni­meti azapla değiştirmez. Mesela Kureyş kafirlerinin Allah'ın verdiği zen­ginlik, bolluk, emniyet ve afiyet nimetini, inkar, Allah yolunda alıkoyma ve müminlere karşı savaşma gibi şeylerle değiştirmeleri gibi. Süddi şöyle der: Allah'ın Kureyş'e verdiği nimet Muhammed (s.a.v)'dir. Onlar onu ya­lanladılar ve inkar ettiler. Allah da onu Medine'ye nakletti ve müşriklere azap indi.[122] Yüce Allah, onların söylediklerini işitici, yap­tıklarını da bilicidir. [123]

 

54. Onları, işledikleri suçtan dolayı şiddetle kınama ve azarlama için, bu âyet tekrar edilmiştir. Yani, onların durum ve halleri, daha önce geçen yalanlayıcıların durumu gibidir. Çünkü onlar hallerini değiştirdiler. Allah da onlara verdiği nimeti azapla değiştirdi. Onları, günahları yüzünden helak ettik.

Bazılarını depremle, bazılarını yere batırmakla, bazılarını taşla ve bazıla­rını da boğmak suretiyle helak ettik. Bunun içindir ki Yüce Allah: Firavun'u ve onunla beraber kavmini boğduk, buyurdu. Yalanlayan grupların hepsi, inkar ve masiyetlerle kendilerine zulmettiler. Çünkü kendilerini azaba sevkediyorlardi. [124]

 

55. Allah'ın ilim ve hükmünde, yeryüzünde yürü­yenlerin en kötüsü,  İnkarda ısrar eden ve onda derin­leşenlerdir. Bundan dolayı onlardan artık iman beklenmez. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet, Benî Kureyza yahudilerİ   hakkında inmiştir. Onlardan Ka'b b. Eşref ve arkadaşları, Rasulullah (a.s.)'a karşı savaşmamak üzere onunla sözleşmişlerdi. Fakat sözlerinde durmadılar.[125]

 

56. Ey Muhammed! onlar, müşriklere yardım etme­mek üzere kendileriyle sözleştiğin, sonra da heı defasında ahitlerin! bozmaya devam eden kimselerdir. Onlar. ahdi bozma hususunda Allah'tan korkmazlar. Tefsirciler şöyle der: Rasûlul-lâh (s.a.v), Benî Kureyza yahudileriylc, kendisine karşı savaşmamak ve aleyhine müşriklere yardım etmemek üzere anlaşma yapmıştı. Yahudileı anlaşmayı bozdular ve Bedir savaşında RasuluHah (s.a.v)'a karşı Mekke kâfirlerine silah yardımında bulundular. Sonra da: Unuttuk ve hata ettik de diler. Rasulullah (s.a.v) onlarla bir daha anlaşma yaptı. Fakat onlar bı anlaşmayı da bozdular ve Hendek savaşında kafirlerin tarafını tuttular.[126]

 

57. Savaşta onlara karşı zafer kazanırsan, vereceğin ceza ile, arkalarında bulunan kimseleri de dağıt. Yani on­ları öldür ve o şekilde şiddetli bir cezaya çarptır ki, o ceza diğer suçlu ka firleri de dağıtsın. Belki, gördüklerinden ibret alırlar da suç işlemeyi bırakırlar. Yani, onları başkalarına ibret kıl ki, onlar da sana karş savaşacak bir güç kalmasın. [127]

 

58. Ey Muhammed! Seninle anlaşma yapan bi kavimden, açık bir şekilde anlaşmaya bir ihanet ve bozma emareleri görüı sen Sen de, aynı şekilde açıkça onlarla yaptığın and üzerlerine at. Nehhas şöyle der: Bu ifâde, Kur'an'ın i'cazmdandır. Lafzını kısalığı ve mânâsının çokluğu yönünden benzeri başka bir kelamda bulun maz. Yani: Aranızda sözleşme bulunan bir kavmin hıyanetinden korkarsaı ahdi onlara at. Yani onlar "Sizinle yaptığım anlaşmayı bozdum. Siz karşı savaşacağım" de ki, onlar da bunu bilsinler ve bilgide seninle eşit o şunlar. Onlarla aranızda bir sözleşme varken ve buna güvenirlerken onlai karşı savaşma. Böyle yaparsan, bu hıyanet ve zulüm olur.[128]         

Allah hâinleri sevmez. Bu, ahdi atma emrinin gerekçesidir. Yani Allah, sözünde durmayan, vefasız kimseleri sevmez. [129]

 

59. Bedir savaşında, ölümden kurtulan o kafir­ler, elimizden kaçıp kurtulduklarını, kendilerine bir şey yapamıyacağımızı zannetmesinler. Bilakis  onlar  bizim   elimizde,  kuvvet ve   irademizin altındadırlar, Burası yeni bir cümle olup gramer bakımından önceki cümle ile alakası yoktur. Yani onlar Rablerini aciz bırakamazlar. Bilakis o, her an onlardan intikam alabilir. Ne yerde ne gökte hiçbir kimse onu aciz bırakamaz. [130]

 

60. Düşmanlarınızla savaşmak için her türlü maddî ve manevî kuvveti hazırlayın, eş-Şihab şöyle der: Müslümanlar Be­dir savaşma tam hazırlıklı gelmedikleri için burada kuvvet hazırlamaları emredildi ve hazırlıksız olarak her zaman zafer kazanılmayacağına dair uyarıldılar.[131]  Allah yolunda bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.

Bu kuvvetle Allah'ın ve sizin düşmanlarınız olan kafirleri korkutursunuz. Yine bu kuvvetle onlardan başka diğerlerini de kokutursunuz, tbn Zeyd. "onlar münafıklardır" der. Mücâhid ise "onlar Kurayza oğullarıdır" der. Birici görüş daha doğrudur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: siz onların münafıklığını bil­mezsiniz fakat Allah onları bilir. Cihad ve diğer hayır yollarında ne harcarsanız onun karşılığı kıyamet gününde size eksiksiz ödenektir. Bu mükafaatınızdan hiçbir şey eksik veril­mez, [132]    

   

Edebî Sanatlar

 

1. Bir şeyden  buradaki tenvin azlık ifade eder.

2. "Kulumuza" Rasulullah, (s.a.v)'in kulluk lafzı ile anılması Allah'a, aid bir zamire izafe edilmesi onu şereflendirmek ve itibarını üceltmek içindir.

3. yakın tarafta" burada lafızları arasında fıbak sanatı vardır.

4. Helak olsun... ve yaşasın" Burada helak ve hayat kelim­eleri inkar ve iman için müstear alarak kullanmışlardır,   keli­meleri arasında da Tıbak sanatı vardır.

5. gücünüz ve kuvvetiniz gider" Bu da istiare babındandır. [133]                  

 

Bir Uyarı:

 

Yüce Allah düşmanla savaşmak için bize kuvvet hazırlamamızı em­rediyor. Ayette ifade, "sy ^ Kuvvet" şeklinde umumi olarak geldi ki maddi ve manevi kuvvetleri ve bütün kuvvet sebeplerini kapsasın. Düşman, İslam ülkelerine iştahlanmasın! Halbuki o bizim silah fabrikalarımızın olmadığı­nı, harp araç ve gereçlerimizin bulunmadığını, bütün bunları müslümanla-rın düşman ülkelerinden satın aldığını görüyor! İzzetli ve şerefli bir hayat istiyorsak mutlaka İslam öğretilerine dönmemiz lazımdır. [134]

 

61. Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir.

62. Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki,. Allah sana kâfidir. Seni yardımıyla ve mü'minlerle des­tekleyen O'dur.

63. Onların  kainlerinin   arasını   birleştiren   de O'dur. Sen  yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.

64. Ey Peygamber! Sana ve sana uyan mü'minlere Allah yeter.

65. Ey Peygamber! Mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, onlar ikiyüz kâfire galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü o kâfirler, anlamayan bir topluluktur.

66. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunur­sa, onlardan ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle ikibin kişiye galip ge­lirler. Allah sabredenlerle beraberdir.

67. Yeryüzünde ağır basıncaya kadar, hiçbir pey­gambere esirleri   bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malım istiyorsunuz, halbuki Allah ahireti istiyor. Allah Aziz'dir, Hakim'dir.

68. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasıydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.

69. Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve temiz olarak yeyin. Ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah bağışlayan, merhamet edendir.

70. Ey Peygamber! Elindeki esirlere de ki: "Eğer Allah kainlerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alı­nandan daha hayırlısını size verir ve sizi bağışlar." Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

71. Eğer sana hainlik etmek isterlerse üzülme, çünkü daha önce Allah'a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara  karşı  sana  imkan  ve  kudret  vermişti.  Allah alimdir, hikmet sahibidir.

72. İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri ba­rındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridir. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur. Ancak aranızda sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olursa, o, bu hükmün dışındadır. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.

73. Kafir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz,  Allah'ın emirlerini yerine  getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesâd olur.

74. İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, ve muhacirleri barındıran ve yardım edenler var  ya,   işte   gerçek   mü'minler  onlardır.   Onlar  İçin mağfiret ve bol rızık vardır,

75. Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine vâris olmaya daha uygundurlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Önceki âyetlerde, düşmanı korkutmak için, savaş araç ve gereçlerini hazırlamayı emretti. Bu âyetlerde de barış imkanı bulunduğu takdirde izzet ve şerefi korumak şartıyla barış yapmayı emretti. Çünkü savaş düşmanı kovmak, din hürriyetini sağlamak ve yeryüzünü zulüm ve haksızlıktan temizlemek gibi hayat şartlarının gerektirdiği bir zarurettir. Daha sonra bu mübarek âyetler esirlerin hükmünü açıkladı ve müminler arasında tam bir velayet ve iman kardeşliği bulunduğu için bu sûre, müminlerin birbirleriyle yardımlaşmalarının farz olduğunu bildirerek son buldu. [135]

 

Kelimelerin İzahı

 

Meyletti. Bir kimse birine meyledip de ona boyun eğdiğinde denilir. Develer yürürken boyunlarını eğdiklerinde de denilir. Bu kökten kaburga kemeklerine de denilir.

Silm, barış ve sulh demektir. Zemahşerî şöyle der: Bu kelime, zıddı olan kelimesi gibi müennestir, Şâir şöyle der:

Barış öyle bir şeydir ki onda istediğini elde edersin. Savaş ise onun nefeslerinden birkaç yudum sana yeter.[136]

Teşvik et. tahdid gibi bir   şeye teşvik etmek ve himmeti o tarafa doğru harekete geçirmek demektir.

Kuvvetlenir. Vahidî şöyle der: Her şeyin  onun kuvveti ve şiddeti demektir. Bir kimsenin hastalığı şiddetlenip te bünyesine galip gel­diğinde denir. Yarası azdığında da denilir. katılık ve kabalık demektir. Burada ishandan maksat, çokça öldürmek ve yaralamaktır.[137]

 

Nüzul Sebebi

 

1. Hz.Ömer'in şöyle dediği rivayet olunur: Yüce Allah müşrikleri mağlup etmesi ve onlardan yetmiş kişinin öldürülüp yetmiş inin de esir edilmesi üzerine Resulullah (s.a.v) Ebubekir, Ömer ve Ali (radıyalâhu anhüm) ile istişare etti. Ebubekir şöyle dedi: "Ya Rasulullah! bunlar amca oğulları ve akrabalardır. Bana göre bunlardan fidye alıp serbest bırakman uygundur. Onlardan alacağımız fidye kafirlere karşı bizim için bir kuvvet olur. Umulur ki Allah bunlara hidâyet nasip eder de bize yardımcı olurlar. Resulullah (s.a.v), "Senin görüşün nedir? Ey Hattapoğlu!" diye buyurdu. Ben dedim ki: "Vallahi ben Ebubekir'in görüşünde değilim: Benim görüşüm şudur: Bana müsaade et falancanın Hz. Ömer'in bir akrabası - boynunu vu­rayım, Ali'ye müsaade et Akîl'in boynunu vursun, Hamza'ya müsaade et. O da kardeşinin boynunu vursun tâ ki Allah bizim kalbimizde o müşriklere o küfrün önderleri ve liderlerine karşı herhangi bir sevgi olmadığını görsün." Resulullah fs.a.v) benim söylediğime değil, Ebubekir'in söylediğine mey­letti ve esirlerden fidye aldı. Ertesi gün olunca sabahleyin Resullah (s.a.v)'in yanma gittim. Bîr de ne göreyim Resûlallah (s.a.v) Ebubekir ile birlikte oturmuş ikisi de ağlıyorlar. Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasulü! seni ve arkadaşım ağlatan sebep ne?" Bunu bana söyle! Eğer ağlayabilirsem ben de ağlarım, ağlayamazsam ağlar gibi görünürüm." Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Arkadaşlarının bana teklif ettiği fidyeden dolayı ağlıyorum, (ve yakındaki bir ağacı göstererek) Onların azabı bana şu ağaçtan daha yakma kadar geldi." dedi. Bu olay üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi, Yeryüzünde ağır basıncaya kadar hiçbir pey­gambere, esirleri bulunması yaraşmaz...[138]

2. Resulullah (s.a.v)'in amcası Abbas Bedir savaşında esir düştüğünde yanında 20 ukiyye altın vardı. Bu para onun için fidye karşılığı sayılmadı. Kendi fidyesinden başka kardeşinin iki oğlunun fidyesi de ona yüklendi ve ikisinin yerine 80 ukiyye altın ödedi. Resulullah (s.a.v) buyurdu ki: Abbas'ın fidyesini iki kat alın". Dolayısıyla ondan 80 ukiyye aldılar. Abbas Resulul-Lah (s.a.v)'e, "Beni, yaşadığım müddetçe Kureyş'ten dilenecek durumda bıraktın" dedi. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Ümmü'l-Fadl'm yanında bıraktığın altınlar nerede? Abbas: "hangi altınlar?" dedi. kResulullah (s.a.v) ona: "Sen Ümmü'l-Fadl'e "bu başıma ne geleceğini bilmiyorum! Be­nim başıma bir hadise gelirse bu para senin ve çocuğunundur, dedin" deye cevap verdi. Abbas: "Ey kardeşimin oğlu bunu sana kim haber verdi?" dedi. Resulullah (s.a.v.), "Bana Alla haber verdi" diye cevap verdi. Abbas dedi ki: Senin doğru söylediğine şahitlik ederim. Bugüne kadar senin Allah'ın resulü olduğuna inanmıyordum." Abbas, kardeşinin oğullarına emretti onlar da müslüman oldular. Onların hakkında şu âyet nazil oldu. Ey peygamber! elindeki esirlere de ki...[139]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

61. Eğer onlar sulh ve barışa yanaşırlarsa sen de yanaş, istedikleri şeyde fayda varsa onların tekliflerini kabul et. İşi Allah'a bırak ki sana barış hususunda yardımcı olsun. Şüphesiz yüce Allah onların sözlerini işiten, niyetlerini bilendir. [140]

 

62. Eğer barış ile, sana karşı hazırlık yapmak için seni aldatmak istiyorlarsa şüphesiz Allah sana yeter, o kâfidir. Bundan sonra Yüce Allah Peygamber (s.a.v)'e verdiği nimetini hatırlatarak şöyle buyurdu: O Allah, seni kuvvetlendirdi, yardımıyle sana zafer nasip etti ve müminlerle seni güçlendirdi. İbn Abbas "ya­ni, Ensar ile seni destekledi, der. [141]

 

63. Aralarında kin ve düşmanlık bulunmasına rağmen Allah onların kalplerinin arasını birleştirdi ve onlara düşmanlık yerine sev­gi ve birbirlerinden uzaklaşman yerine yakınlık nasip etti. Kurtubî şöyle der: Araplardaki aşırı asabiyyete rağmen onların kalplerinin birleştirilmesi Peygamber (s.a.v)'in mucizelerindendir. Zira onlardan birine bir tokat vuru­lursa onun için  savaş ilan ederdi.  Onlar Allah'ın mahlukatınm en ga­zaplıları idiler. Allah, iman sayesinde onların aralarını birleştirdi. Hatta kişi din sebebiyle babası ve kardeşiyle savaştı.[142]  Onların aralarım bulmak için yeryüzünde bulunan malların tümünü harcasaydın onların kalplerini birleştirmeye ve birbirlerini sev­dirmeye gücün yetmezdi, Fakat yüce Allah üstün kudretiyle

onları birleştirdi ve onları birleşmeye muvaffak kıldı. Zira o kalplerin sa­hibidir. Onları dilediği gibi çevirir. Şüphesiz Allah, işine gücü yetendir, hikmetsiz hiçbir şey yapmaz. [143]

 

64. peygamber sadece Allah sana yeter, sana uyanlara da yeter. Onun yananda hiç kimseye muhtaç ol­mazsınız. Hasan-ı Basri şöyle der: "yani, Allah ve mü'minler sana yeter.[144]

 

65. Ev peygamber! bütün gücünle mü'-minleri müşriklere karşı savaşa teşvik et. "Bu, mü'minlerden herbir topluluğun, kendilerinden on misli fazla olan topluluğa galip geleceğine dair Yüce Allah'ın güzel bir va'didir.[145] Yani, ey mü'minler! Eğer sizden savaşın sıkıntılarına sabreden yirmi kişi   bulu­nursa Allah'ın yardım ve desteği ile düşmanlarından iki yüz kişiye galip gelir,  Sizden yüz kişi bulunursa karşılaşmada sabretmek şartıyla- Allah'ın izniyle kafirlerden bin kişiye galip gelir.Bu "Bâ" harfi sebebiyet ifade eder. Yani bunun sebebi şudur: Kâfirler câhil bir topluluk oldukları için Allah'ın hikmetini anlamaz­lar, zafere götürecek yolu ve sebebini bilmezler. Onlar inanmaksızm ve sevabını beklemeksizin savaşırlar. Onun için de mağlup olurlar. İbn Abbas şöyle der: müminlerden bir kişinin düşmandan on kişi karşısında direnmesi farz idi. Sonra bu onlara ağır gelince bu hüküm nash edildi. Bundan sanra bir kişinin iki kişi karşısında direnmesi farz oldu. [146]

 

66.  Şimdi Allah, size meşakkat veren şeyleri sizden kaldırdı. Sizin zayıf olduğunuzu bildi de, savaş işinde size acıdı. Sizin içinizden savaş alanında sabırlı olan yüz kişi bulunursa, bunlar iki yüz düşmana galip gelirler.  Sizden, savaş alanında sabırlı bin kişi bulunursa, Allah'ın izni ve kolaylaştırması ile düşmandan iki bin kişiye galip gelir. Bu ifade, savaşta sebat göstermeye teşvik etmekte ve zafer müjdesi vermektedir. Yani, Allah koruması, gözetmesi ve yardımıyle sab­redenlerin yanındadır. Allah kiminle beraber olursa, galip gelecek olan O'dur. [147]

 

67. Hiç bir peygambere, yer­yüzünde küfrün belini kıracak kadar çok savaşmadıkça esirleri olması ve esirlerden   fidye alması yakışmaz. Bu âyet, fidye aldıkları için Nebi (a.s) ve Ashabını kınamaktadır.[148]  Ey müminler! Siz fidye al­makla, geçici dünya malını istiyorsunuz. Halbuki Allah, dini­ni kuvvetli kılmanız ve düşmanlarını öldürmenize karşılık sizin için ebedî olan âhiret saadetini istiyor. Allah mülkünde azizdir; O mağlup edilmez ve O'na üstün gelinmez. Kulların yararına olan şeyleri düzenlemede hikmet sahibidir. [149]

 

68. İctahadında hata edenin azap edilmeyeceğine dair, Allah tarafından ezelde verilmiş bir hüküm olmasaydı.[150]

esirlerden fidye aldığınız için size büyük bir azap isabet ederdi. Rivayet olunduğuna göre, bu âyet inince Raulullah (s.a.v) şöyle bu­yurdu: Eğer azap inmiş olsaydı, bu azaptan Ömer'den başkası kurtula­mazdı.[151]

 

69. Ey Mücahidler topluluğu! Artık, savaşta düşmanlarınızdan elde ettiğiniz ganimetlerden helal ve temiz olarak yiyin, demek, en temiz kazançlarınızdan demektir. Çünkü ganimet, sizin ci­hadınızın bir semeresidir. Sahih hadiste şöyle Duyurulmuştur: "Allah benim rızkımı, mızrağımın gölgesi altında kıldı.[152]  Emir ve yasaklarına muhalefet etme hususunda Allah'tan korkun, Allah, tevbe edenleri çok bağışlayıcı; kullarına ganimetleri mubah kılması suretiyle on­lara merhamet edicidir. [153]

 

70. Ey peygamber! Düşmanlardan elinize düşen Bedir esirlerine de ki: Eğer Allah sizir kalblerinizde iman ve ihlas görür, iman iddianızda doğru olduğunuzu bi­lirse, Sizden alınan fidyeden daha iyisini size verir Sizin geçmiş günahlarınızı bağışlar. Allah'ın mağfireti bol ve tevbe edenler için rahmeti engindir. Beyzâvî şöyle der: Bu âye Abbâs hakkında nazil olmuştur. Rasulullah (s.a.v), Bedir günü ondan, ken­disinin ve iki kardeşinin oğulları Akîl ve Nevfel'in fidyelerini vermesini is teyince dedi ki: Ya Muhammedi Beni, yaşadığım sürece Kureyş'ten dilene cek bir halde bıraktın. Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi: Hani, Mekke'der çıkarken Ünunü'l-fadl'a verdiğin ve ona, "Ben, gittiğim yerde başıma geleceğini bilmiyorum. Eğer bana birşey olursa, bu, senin ve ailenindir1 dediğin altınlar nerede Abbas: Nerden biliyorsun? diye sordu. Rasulullal (s.a.v) : Bunu bana Rabbim haber verdi" dedi. Bunun üzerine Abbas şöyle dedi: Şehadet ederim ki sen doğru söylüyorsun. Allah'tan başka ilah yoktur ve sen onun rasûlüsün. Vallahi, benim böyle yaptığımı kimse bilmiyordu. altınları ona gece karalığında teslim etmiştim. Abbas daha sonra şöyle dedi: Allah bana o altınların yerine daha hayırlısını verdi. Bana zemzem'i verdi ki, karşılığında Mekke'nin bütün mallarım verseler istemem. Ben, Rabbimin beni bağışlamasını, yani ç&y^* âyetiyle vadettiği şeyi bekliyorum.[154]

 

71. Ey Muhammedi Eğer bu esirler, kalplerinde olmayanı söylemek ve mü'min olduklarını iddia etmek sure­tiyle sana hainlik yapmak isterlerse, bil ki, onlar bu Bedir savaşından önce Allah'a da hainlik etmişlerdi. Allah da onlara karşı sana kuvvet vermiş ve yardım etmiş, onlara karşı sana üstünlük nasip etmişti. Eğer tek­rar hainlik ederlerse, aynı imkanı sana yine verir. Allah, bütün olanları bilir, engin hikmeti neyi gerektiriyorsa onu yapar. [155]

 

72. Allah'a ve Rasûlüne iman edenler, Allah ve Ra-sultine olan sevgilerinden dolayı yurtlarını ve vatanlarını terkedenler, Allah'ın dinini yüceltmek için, mallan ve canları ile düşmanlara karşı savaşanlar, ki bunlar mücahitlerdir, ve yurtlarında muhacirleri barındırıp Allah Rasulüne yardım edenler, ki bunlar da Ensardır, üstün sıfatları taşıyanlar, yardım ve vâris olma konusunda birbirlerinin velileridirler. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.v), Muhacirler ve Ensar arasında kardeşlik kurdu. İman edip de Mekke'de kalan ve Medine'ye hicret etmeyenlere gelince, Onlar küfür diyarından hicret edin­ceye kadar, sizlerle onlar arasında bir veraset ve velayet yoktur. Dini yüceltmek için sizden yardım isterlerse, düşmanlarına karşı onlara yardım etmelisiniz. Çünkü onlar sizin kardeşlerinizdir. Ancak, sizinle aralarında bir anlaş­ma ve sulh bulunan bir kavme karşı yardımınızı isterlerse, o kavme karşı onlara yardım etmeyin, Allah, sizin yaptıklarınızı göze­ticidir, onun emrine muhalefet etmeyin.

Yüce Allah, mü'minlerden bahsederek onları üç kısma ayırdı: Mu­hacirler, Ensâr ve hicret etmeyenler. Önce muhacirleri zikretti. Çünkü on­lar İslamın temelidir. Allah rızası için yurtlarını ve vatanlarım bırakıp git­tiler. Yüce Allah ikinci olarak Ensârı zikretti. Çünkü Ensâr, Allah ve rasûlünc yardım ettiler, canları ve malları ile cihat ettiler. Muhacirler ve Ensâr arasında velayet ve yardımlaşma tesis edildi. Yüce Allah son olarak, hicret etmeyen müminlerin hükmünü anlattı. Onların, Allah yolunda hicret etmedikçe velayetten mahrum bırakıldıklarını açıkladı. Allah, bu üç sınıf mümini anlattıktan sonra kâfirlerden bahsederek şöyle buyurdu: [156]

 

73. Kafır olanlar da birbirlerinin dostlarıdır. Yani onlar, küfür ve sapıklık konusunda bir tek millettir. Birbirlerinden başkası onlara dost olmaz. Eğer size verilen, mü'minleri dost edin­me ve kafirlerle alâkayı kesme emrini yerine getirmezseni. Yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk meydana gelir. Çünkü bu durumda kâfirler kuvvetli, mü'minler zayıf olur. Daha sonra Yüce Allah buyurdu: [157]

 

74. İman edip de Allah yolunda hicret ve cihat edenler ki bunlar ilk müslüman olan muhacirlerdir, ve onları barındırıp yardım ederek kendi nefislerine tercih eden En­sar, işte kamil imana sahip olan ve ihsan mertebelerine hak kazananlar bunlardır. Onların günahları bağışlanmış ve kendilerine naîm cennetlerinde bol rızıklar hazırlanmıştır. Müfessirler şöyle der: Bu âyetlerde tekrar yoktur. Önceki âyetler, mü'minler arasında velayeti ve yardımı kapsamakta, bu âyetler ise o müminlere yapılan övgü ve şereflendirmeden bahsetmekte ve  onlara lütfedilen bağışlanmayı ve cennettte onlar için hazırlanan bol rızkı anlatmaktadır. [158]

 

75. Daha sonra iman eden ve ilk hicretten sonra hicret ederek sizinle beraber Allah yolunda cihad edenler varya, işte onlar da sizdendir. Sevap ve ecir konusunda onlar hakkında verilen hüküm, önceki mü'minler hakkınde verilen   hüküm gibidir. Bunlar dördüncü kısmı teşkil eden müminlerdir. 

Allah'ın kitabına ve şeriatına göre, akrabalık bağlan olanların birbirlerine vâris olmaya yabancı olanlardan daha uygundur. Âlimler şöyle der: Bu âyet, din kardeşliği ve yemin etmek suretiyle vâris olmaları hükmünü kaldırmıştır, Şüphesiz, Allah, ilmi ile herşeyi kuşatmıştır. Allah'ın meşru kıldığı herşeyde, aklı olan veya hazır bulunup da kulak veren kimseler için bir hikmet, doğruluk ve salâh vardır. Yüce Allah, son derece parlak ifadelerle bu sureyi   bitirdi. [159]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Onların kalplerinin arasını birleştirdi. Sen yeryüzünde bulunan herşeyi ver­seydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah, onların ara­larını bulup kaynaştırdı" Bu üsüba "Ttnâb" denir. Bu, Rasulullah (s.a.v)'a ve mü'minlere verilen büyük nimet ve ihsanı hatırlatmayı ifade eder.

2. Sizden sabırlı yirmi kişi bulu­nursa, bunlar ikiyüz kişiye galip gelirler.." Ebu Hayyân şöyle der: Bu sözdeki fesâhata bir bakın. Birinci şartta, "Sabırlı olma" kaydını koydu da, diye başlayan benzeri şart cümlesinde bunu hazfetti. İkinci şart cümlesinde, düşmanların kâfirlerden olduğu kaydını koydu, fakat bunu birincisinden hazfetti. Sabır, şiddetle istenen bir şey olduğu için, Yüce Allah, müslümanların yükünün hafiflediğini gösteren cümlelerde sabırlı olma kaydını koydu. Bundan sonra sabrın şiddetle talep edildiğini göstermek için, âyetler, Allah, sabredenlerle beraberdir." sözüyle sona erdi. Bu nevi edebî sanata ihtibak denir.[160]  Şu Kur'an ifadesine bir bakın! Ne tatlı fesahati, ne parlak belagatı var!

Allah'a hamdolsun, Enfâl sûresi'nin tefsiri bitti. [161]

 



[1] Enfâl sûresi, 8/15

[2] Enfâl sûresi, 8/20

[3]     "          "    8/24

[4]     "          "      8/27

[5]     "          "      8/29

[6]     "          "      8/45

 

[7] Enfal suresi 8/73

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/393-395.

[9] Zadü'l- Mesir, 3/324

[10] Taberi, 13/415

[11] Kurtubi, 7/379

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/400.

[13] Rııhu'l - Meani, 9/162; Varyartlan için bkc. Taberi, 9/116, 1987 B.

[14] Müslim, Cihad, 81.

[15] Enfâl sûresi, 8/17

[16] Taberi, 13/445

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/401.

[17] Teshil, 2/60

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/401.

[19] İbn Hatîb şöyle der: Her mü'min bu âyeti okuyup düşünsün ve onu kendi nefsine arzetsin. Eğer nefsinin bu sıfatlara uygun olduğunu görürse, Allah'ın kendisine verdiği lütuf ve iyilik­lerden dolayı sevinsin. Kendisini başka vadide bu sıfatlan başka vadide bulursa, o zaman merhameti ve şefkati bol olan Allah'a sığınsın. Lütfü bol ve övgüye layık olan Allah'a, kalbi­ni temizlemesi, iman ve tevekkülünü artırması ve onu namaz kılmaya ve zekat vermeye mu­vaffak kılması için yalvarsın. O, insanın ne güzel yakını ve isteklerine ne güzel cevap veren­dir. Ancak bu dua samimiyetle ve içten olmalıdır.

[20] el-Bahr, 4/457

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/401-402.

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/402.

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/402.

[23] el-Bahr, 4/461

[24] Taberî, 13/293

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/402.

[26] Beyzâvî, s. 209

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/402-403.

[27] Beyzavi, s. 209 (bazı tasarruflarla)

[28] el-Bahr, 4/464

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/403.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/404.

[30] Savi Haşiyesi, 2/118

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/404.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/404.

[32] Ebu Ya'la rivayet etti. Bkz. İbn Kesir Tefsiri, 3/562.

[33] Muhtasar-i İbn Kesir, 2/90

[34] Beyzâvi, s. 210

[35] Taberî, 13/421

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/404-405.

[36] Muhammed sûresi, 47/4

[37] Teshil, 2/62

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/405.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/405.

[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/405.

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/406.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/406.

[42] Taberi, 13/443

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/406.

[44] Âyette geçen kelimesi müpteda yerindedir. Haberi mahsuftur.. Takdiri: Meydana gelen bu olay haktır" şeklindedir.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/406.

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/406-407.

[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/407.

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/407.

[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/407.

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/407.

[51] Duhan sûresi, 44/49

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/407-408.

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/408.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/412.

[55] el-Bahr, 4/474

[56] Aynı kaynak, gösterilen yer.

[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/412-413.

[58] Âlûsî, Rûhu'l-meânî, 9/195

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/413.

[59] Taberî, 13/468

[60] Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Dua, 2

[61] Rûhu'l-meânî, 9/191

[62] el-Bahr, 4/481

[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/413.

[64] Tirmizî, Fiten, 8; Ebu Davud, Melahim, 17.

[65] Sâvi Haşiyesi, 2/122

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/414.

[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/414.

[68] Ahzab sûresi, 33/72

[69] Ruhu'l- meânî, 9/195

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/414.

[71] Tefsir-i kebir, 15/152

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/414-415.

[73] Hadid sûresi, 57/28

[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/415.

[75] Taberî, 13/495

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/415-416.

[76] Ebussuûd, 2/237

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/416.

[77] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/101

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/416-417.

[78] el-Bahr, 4/489

[79] er-Râzî, 15/158

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/417.

[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/417.

[81] Taberî, 13/524

[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/417.

[83] Taberî, 13/532

[84] Mücadele sûresi, 58/21

[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/417-418.

[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/418.

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/418.

[88] Taberî, 13/538

[89] RÛiıu'l-meânî, 9/207

[90] Buharı, İman, 25; Müslim, İman, 36.

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/418-419.

[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/419.

[93] Müşâkelet hakkında geniş bilgi için, Bakara sûresi, 15. âyetin tefsirine bakınız.

[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/419-420.

[95] Buharı, Tefsir, 1 Muhtasar-i ibn Kesir 2/95

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/420.

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/420.

[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/425.

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/425-426.

[99] Kurtubî, 8/10

[100] Tevbe Suresi, 9/62

[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/426.

[102] Taberi, 13/566

[103] Tefsir-i Razi, 15/167

[104] Ebussuud, 2/240

[105] Taberî'ye göre ayetin manası şudur: Allah'ın mahlukatmdan ölen, Allah tarafından is-batlanan ve özrünü ortadan kaldıran bir delili görerek ölsün. Yine Allah'ın mahlukatmdan yaşayan da, Allah tarafından isbatlanan ve gözüyle gördüğü ve bildiği bir delil üzere yaşasın. Biz Celaleyn'in görüşünü tercih ettik. Zira o daha açıktır. Bu­nunla onun, diri olanları uyarmasını ve kafirlere cezanın hak olduğnu söylemesini istedik. (Yâsîn Sûresi 36/70) âyeti de bunu destekler.

[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/426-427.

[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/427.

[108] Taberî, 13/573

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/427-428.

[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/428.

[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/428.

[112] Taberî, fbn Abbas'tan yaptığı rivayette şöyle der: Ebu Süfyan, kervanı kurtarınca Ku-reyş'e şöyle bir haber gönderdi: Geri dönünüz. Kervanınız selamete çıktı, ticaret mallarınız kurtuldu. Bunun üzerine mel'ün Ebu Cehil bu sözleri söyledi.

[113] Taberî, 13/578

[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/428.

[115] Malik, Muvatta, kitabu'l - hacc, 245

[116] Mkuhtasar-ı İbn Kesir, 2/III.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/429.

[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/429.

[118] el-Bahr, 4/506

[119] Beyzâvî, s. 215

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/429-430.

[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/430.

[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/430.

[122] Kurtubî, 8/29

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/430.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/430-431.

[125] Zâdül-Mcsîr, 3/371

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/431.

[126] Fahr-iRâzî, 15/126

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/431.

[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/431.

[128] Kurtubî, 8/32

[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/431-432.

[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/432.

[131] KâsimL Mehâ; inu't-te'vil, 8/3024

[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/432.

[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/432.

[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/433.

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/437.

[136] Keşşaf 2/233

[137] Fahri Razi, 15/201B.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/437-438.

[138] Enfal 8/67; Müslim, Cihad, 58. Ahmed b. Hanbel Müsned, 1/30-31

[139] Kurtubi 8/42. Bazı lafız farklarıyla bkz. Ahmed b. Hanb el-Müsned, 1/353

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/438-439.

[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/439.

[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/439.

[142] Kurtubi8/53.

[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/439-440.

[144] Birinci görüşün manası şudur: Bir olan Allah sana da, sana tabi oîanlara da yeler. Ze-mahşerî bu görüşü tercih etmiştir. Tbnu'l-Kayyim de Zâdu'l-Meâd'ın mukaddimesinde ikna e-dici delillerle bu görüşü destekler. İkinci görüş ise Mücâhid ve Hasan-ı Basri'den rivayet edil­miştir. Suyûti ve Mahallî Celaleyn Tefsirinde bunu tercih etmişlerdir. Birinci görüş daha ter­cihe şayandır.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/440.

[145] Ebussuud 2/247

[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/440.

[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/440.

[148] Nıızül sebebine bakınız.

[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/440-441.

[150] Bu; Fahrettin er-Râzî'nin tercih ettiği görüştür. Râzî, diğer görüşlerin zayıf olduğum söylemiştir. Bu, İbn Abbas'tan rivayet edilen görüşlerden biridir. Geniş bilgi için. bkn. Tefsîr-keîir, 15/202.

[151] Bu rivayet ve fidye konusunda geniş bilgi için bakınız Tefsîr-i kebîre XV/199

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/441.

[152] Buharı, Cihad, 88; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IT/5

[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/441.

[154] Beyzavi, 1/21İ7

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/441-442.

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/442.

[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/442.

[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/443.

[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/443.

[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/443.

[160] el-Bahnıl-Muhit, 4/516

[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/443-444.