Büyük Bedir Savaşını Hazırlayan Olaylar
Müminlere Savaşla İlgili Bazı Direktifler
Kur'an Dâvetçisine İcabet Etmek
Hıyanet, Münafıkların Sıfatlarındandır
Allah'tan Sakınmak Ve Bunun Eseri
Peygamber Ve İslama Yapılan Düşmanlıklar
Arapların Ahmaklık Ve Cahilliklerinden Görüntüler
İnsanları Allah Yolundan Geri Çevirmek İçin Mal Harcayanların Sonu
Düşmanlarına Karşı Muzaffer Kılarak, Allah'ın Müminlere İhsanda Bulunması
Şeytan Nasıl Da Kaçıp Kurtuluyor
İşledikleri Ameller Dolayısıyla Başlarına Gelenler
Düşmanlara Karşı Savaş Hazırlığı Yapmak
Barışa Meyil, Ordunun Moralini Yükseltmek
Vahiy, Hz. Ömer (R.A.) İn Görüşüne Uygun Olarak İniyor
Esah kavle göre bütün ayetleri Medenidir. 30'dan 36'ya
kadarki ayetler haricindeki kısmın Medeni olduğunu söyleyenler de olmuştur. 30
ilâ 36; ayetler Mekkidirler. Çünkü bunlar, Mekke'de
meydana gelen bir olayla ilgilidirler. Doğru rivayete göre, bu ayetler de
Mekke'de meydana gelen bir olayı onlara hatırlatmak için Medine'de nazil
olmuştur. Bu sure, 75 ayettir, özellikle savaşlar ve hicret gibi zorluk
anlarında cereyan etmiş olan, Peygamber (s.a.v.) efendimize mahsus kıssalardan
söz eder. Önceki surede, —Allah'ın selamı üzerlerine olsun— diğer tüm
peygamberlerin kıssaları anlatılmıştı. Buradaysa, Peygamber (s.a.v.)
efendimize ait kıssalar anlatılacaktır.
İki sure arasındaki
münasebet açıkça görülüyor.
Rahman ve Rahîm olan
Allah'ın adıyla.
1- Ey Muhammedi Sana, ganimetlere dair soru sorarlar, de
ki: "Ganimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan
sakının, aranızdaki münasebetleri düzeltin, Allah'a ve Peygamberine itaat
edin.
2-3- İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı
zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu
onların imanlarını arttırır. Ve Rablerİne güvenirler;
namaz kılarlar; kendilerine verdiğimiz nzıktan yerli
yerince sar-federîer.
4- İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır. Onlara
Rablerinin katında mertebeler, mağrifet ve cömertçe
verilmiş rızıklar vardır. [1]
'Nefel''
kelimesinin çoğuludur. Buradaki anlamı ganimettir. Çünkü ganimet, Allah'ın bir
lütuf ve bağışıdır. Bu da Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'in
Özelliklerindendir. Bu ümmet, önceki ümmetlere tanınmamış olan bazı
ayrıcalıklara sahip kılınmıştır. Buhari ve Müslimin sahihlerinde Cabir bin
Abdullah (R.A.) Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Daha Önce hiçbir peygambere verilmemiş olan beş şey bana verildi:...
Benden Önce hiç kimseye helâl kılınmamışken ganimetler bana helâl
kılındı". Bu hadise, şefaat hadisi denilmiştir. Nafile: Vacipten fazla ve
artık olan şeydir. Örneğin nafile namazlar gibi.Aranızdaki hakikati, ara kelimesinin
arapça karşılığı olan kelimesi, birleşme ve bitişik
olma, yani İslâmi birlik anlamını da ifade etmektedir.
Arayı düzeltmek; dostluk ve kardeşlik, çekişme ve ezâ-cefâyı terketmek gibi şeylerle gerçekleşir.Korkup ürperdi. [2]
Ubade bin Samit'den rivayet: Bu
ayetler; biz Bedir savaşına katılanlar, ganimet paylan konusunda anlaşmazlığa
düşüp ahlakımız kötü olduğunda bizim hakkımızda nazil oldu. Allah, ganimetleri
elimizden çekip aldı ve Rasulullah (s.a.v.)'a verdi O
da müslümanlar arasında eşit olarak paylaştırdı.
Bunda da,AHah'tan sakınmak, O'nun peygamberlerine
itaat etmek ve insanların arasını düzeltmek vardır.
Ebu Davûd ve Nesei'nin tahric ettikleri bîr
hadiste îbn Abbas (R.A.)
peygamber (s.a.v.)'in §öyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Her kim bir
kâfiri öldürürse, onun için şu kadar (ganimet) vardır. Her kim, bir kâfiri esir
alırsa onun için şu kadar (ganimet) vardır.
Savaştaki yaşlılar,
bayrakların altında Resulullah (s.a.v.)'in çevresinde
durdular. Gençlerse kâfir Öldürmeye ve ganimet elde etmeye koştular. Yaşlılar
gençlere: Doğrusu biz, sizler için destek olduk. Eğer sîze bir şey olsaydı, bize
sığınırdınız, dediler ve ganimet payı konusunda anlaşamayıp, peygamber
(s.a.v.)'in hakemliğine başvurdular. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil
oldu. [3]
Bedirde elde edilen
ganimetler konusunda müslümanlar arasında anlaşmazlık
meydana geldi. Bu ganimetler; Muhacirler için mi, yoksa Ensar
İçin mi? Gençler için mi, Yoksa yaşlılar İçin mi? Yahut hepimize midir? diyerek
peygamber (s.a.v.)'e sordular. Allah tarafından peygamber efendimize, onlara
şöyle demesi emredildi: Ganimetlerle ilgili hükmü sadece Allah verecektir. Ve
onu Allah'ın emri uyarınca peygamber paylaştıracaktır. Bu konuda görüş belirtme
hakkı hiç bir kimseye verilmemiştir. Bu ayette özet olarak anlatılan. hükümler,
41. ayette ayrıntılı olarak anlatılacaktır. "Her kim bir kâfiri öldürürse,
ölenin üzerindeki eşya, o gazinindir" sözünde de görüldüğü gibi, nefisleri
galeyana getirmek ve savaşa teşvik etmek için devlet başkanı; askerler-. den
dilediğine, belirtilen paydan daha fazla ganimet verebilir.
Böyle olunca da
Allah'tan sakının. İçinde bulunduğunuz çekişme ve anlaşmazlığa son verin.
Çünkü bu, özellikle savaş halindeyken Allah'ı çok öfkelendirir. Aranızda
anlaşmazlıkları giderin, aranızı düzeltin ki, İslâmi
vuslat gerçekleşsin. Böyle olunca, aranızda sevgi, ülfet ve ittifak meydana
gelir. Allah'tan sakınmak^ peygamberine itaat ve arayı düzeltmek -bundadır.
Size emredilen her
şeyde Allah'a ve resulüne itaat edin. Onlara itaat etmekte hayır ve kurtuluş,
hidâyet ve doğru yol vardır. Gerçekten inanmış kim-selerseniz,
onlara itaat edin. Toplumun düzelmesi için bu üç şeyin var olması, mutlak
surette gereklidir: Allah'tan sakınmak, peygamberine itaat etmek, arayı düzeltmek
ve doğru yoldaki hikmeti kumandaya uymak. Mü'minlerin,
bu üç vasfı gerçekleştiren beş niteliğine gelince bunları şöyle
sıralayabiliriz. Bu niteliklere sahip olanlar, ihlâsla
inanmış olan gerçek mü'minlerdir:
1- Onlar ki; Allah'ı kalbleriyle
anıp ululuk ve yüceliğini hissettiklerinde, vfıd ve
tehdidini hatırladıklarından kalblcri korkar ve
ruhları titrer.
2- Onlar ki; Allah (aralından kulu ve sevgilisi Mııhammcd'c (s.a.v.) İndirilen Kur'an'ın
ayetlerini kendilerine okunduğunda imanları artar. Deliller tam ve görünür
olduğu için, kesin inançları olgunlaştmr. Evet,
deliller çoğalıp ayet ve hüccetler birbirini destekleyince mü'minin
inancı daha da güçlenir, akidesi daha da derinleşir, ameli daha da zindeleşir. Cenab-ı Allah kendisine: "inanmadın mı? dediğinde,
bakınız Hz. İbrahim ne cevap vermiş: "Evet
inandım. Fakat kalbim tam yatışsın diye sordum".
3- Onlar ki; sadece Rablerine tevekkül eder ve yalnızca
O'na güvenip-dayanırlar. Ancak O'na sığınırlar. Sebeplere sarıldıktan, güç ve
imkânlarınca çalıştıktan sonra O'na tevekkül ederler.
Bu anlatılanlar, kalble İlgili niteliklerdi. Şimdi de bedenle ilgili
nitelikleri anlatmaya çalışacağız:
4- Onlar ki; namazı dosdoğru kılarlar. Rükün ve
şartlarına eksiksizce ve tam bir şekilde uyarak namazlarını kılarlar.
5- Onlar ki; kendilerine rızık
olarak verdiğimiz şeyleri, hayır ve iyilik yolunda harcarlar. Bu da faiz ve mukayyed olan zekâtı ve ortama göre bazen farz olan mutlak
nafile (sadaka)Ieri de kapsar.
Mükemmel bir şekilde
bu vasıflarla nitelenenler gerçek mü'minlerdir. Amel
ve niyetlerine göre bunların Rableri katında derece ve mertebeleri vardır.
Bunlar için bağışlanma ve cömertçe hazırlanmış rızık
vardır. Bu rızık, onlar İçin hazırlanan cennet
nimetleridir. Bu ayetler; bize ganimetlerin hükümlerini, toplumun kurtuluş
esaslarını ve olgun mü'minlerin bazı niteliklerini
açıklamaktadır. [4]
5- Nitekim, Rabbİn seni hak
uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı, oysa müslümanlann
bir takımı bundan hoşlanmamıştı.
6- Sanki göz göre göre ölüme sürükSeniyorlarmış gibi', gerçek ortaya çıktıktan sonra
bile seninle tartışıyorlardı,
7-8- Allah bu iki taifeden birini size vadetmişti;
siz, kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz. Oysa, suçluların hoşuna
gitmese de, hakkı ortaya çıkarmak ve bâtılı tepelemek için, Allah sözleriyle
hakkı ortaya koymak ve inkarcıların kökünü kesmek istiyordu.
9- Rabbİnizin yardımına
sığmıyordunuz. O, "Ben size, birbiri peşinden bin melekle yardım
ederim" diye cevap vermişti.
10- Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah
kalındandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir.
11- Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi
hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesenini
gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve sabatmızı artırmak için gökten size su indirmişti.
12- Rabbin meleklere, "Ben sizinleyim, inananları
destekleyin" diye vahyetti. "Ben inkâr
edenlerin kalblerine korku salacağım, artık onların
boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın" dedi,
13- Bu, onların Allah 'a ve peygamberine karşı koymalarmdandır. Kim Allah'a ve peygamberine karşı koyarsa,
bilsin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir.
14- îşte bunu tadın, inkâr edenlere cehennem azabı da
vardır. [5]
"Şevkin"
tekilidir. Diken demektir. Dikende sivrilik ve kuvvet vardır. Süngü ve mızrakları
dikenlere benzetmişlerdir.En sonda gelenleri, kökleri.
İstigâs: İmdat dilemek. Zorluktan kurtulmak için yardım
istemek. Size yardım eden. Birbirinip ardısıra Sizi bir örtü gibi bürüyüp kaplar.Peşinden uyku
gelen, sinirlerdeki gevşeklik.Şeytanın pisliği. Bundan kastedilen onun, insana
verdiği vesvesedir.KalbIerinİ sabır üzerinde tesbit edip pekiştirmek için.Aşırı derecede korku.
Boyunların üstü, yani başlar.Ayak ve el parmaklarının uçları. Bununla, eller ve
ayaklar amaçlanmaktadır.Muhalefet ve düşmanlık ettiler. Çünkü onlar bir
tarafta, Resulullah (s.a.v.) ise bir başka taraftaydı. [6]
Bu ayetlerin anlamım
kavramak isteyen kimsenin bu kıssayı bilmesi gerekir.
Rasulullah (s.a.v.), düşmanlarından çeşitli eziyetler çektikten
sonra kendisi ve diğer müslümanlar mallarını,
arazilerini ve yurtlarım müşriklere bırakıp hicret ettiler. Hicretten sonra
Peygamber efendimiz, Ebu süfyan
idaresinde kırk kişilik bir ticaret kervanının Şam'dan gelmekte olduğunu
duydu. Müslümanları, bu kervanı ele geçirmeye teşvik ederek şöyle dedi: Şu
gelmekte olan, Kureyş'in mallarını taşımakta olan
kervandır. Bu kervana karşı çıkın. Umarım ki Allah, bu kervanı size ganimet
olarak verir. Kervandaki malların çokluğu ve başındaki adamların azlığı
dolayısıyla kervanı karşılamak, müslümanlar için hoş
ve cazip göründü.
Kervanın başkanı ve
koruyucusu Ebu Süfyan ise;
peygamber (s.a.v.) ve ashabından uzaktan uzağa haber alıp kontrol ediyordu.
Peygamber (s.a.v.)'in, ashabını kervanına karşı kışkırttığını da haber almış,
Damdan bin Aiıır c!-Gıfarî'yi
kirahyarak Mekke'ye göndermiş ve Kureyş'e
gidip; Muhammed'in kendi ashabıyla birlikte kervana saldırdığım, Kureşylilerin kervandaki mallarını kurtarmak için seferber
olmaları gerektiğini onlara bildirmesini emretmişti. Ayrıca Ebu Süfyan, kervanın yolunu
değiştirerek deniz kıyısıdan gitti. Böylece, kervan
ve mallar kurtuldu. Öte yandan Kureyşliler
toplandılar. Ebu Cehil, Kabe'nin damına çıkıp:
"Zor, kolay, her yoldan kurtuluşa gelin, kur-tuluşaaa!.
Kervanınızı ve malınızı eğer Muhammed'le arkadaşları ele geçirirlerse, artık
sonsuza dek iflah olmazsınız?" diyerek halkı savaşa çağırdı. Sa-*vaşa çıkan Mekkeli topluluğun
başına geçti. Sonra ona: Kervan deniz kıyısını tuttu ve kurtuldu. Artık bu
toplulukla birlikte Mekke'ye geri dön, denildi. Ama O: Hayır! Bedirde develeri
kesip şarap İçmedikçe: bütün araplar, savaşa
çıktığımızı ve Muhammed'İn kervanı yakalayamadığını
duymadıkça Mekke'ye geri dönmemiz asla mümkün değildir, dedi. Diğer taraftan
peygamber efendimiz kervanın kurtulduğunu, kervanı korumak amacıyla Kureyş'lilerin bir savaşçı topluluğu oluşturduğunu haber
alınca, Sahabîlerle danıştı. Ebu
Bekir ve Ömer (R.A.) konuştular, güzel fikirler ileri sürdüler. Sonra Amr oğlu Mikdad (R.A.) kalkıp
şöyle dedi: Ya Resuluilah!
Allah sana ne emrettiyse onu yap. Vallahi bizler, îsrâiioğullannın
(Musa peygambere); "Git, sen ve Rab-bin savaşın. Şüphesiz, biz burada oturucuîanz" dediklerini sana söylemeyeceğiz. Ama biz
deriz ki: "Sen ve Rabbin git, savaşın. Muhakkak ki, ikinizle birlikte biz
de savaşacığız. Seni hak ile gönderene yemin olsun
ki, bizi Berk-ül Gamad'a (Habeşlilerİn şehri) yürütsen bile, —açılıp kapanan bir
gözümüz bulunduğu sürece— seninle beraber oraya gideriz. Onun böyle demesi
üzerine Peygamber (s.a.v.) güldü. Ve Ensarı kasderek: "Ey insanlar bana görüş bildirip yol
gösterin" dedi. Çünkü ahidlerinde de
belirttikleri gibi, Medine dışındaki bir savaşta Ensann
kendisine yardım etmeyeceklerinden korkuyordu. O'nun görüş istemesi üzerine, Sa'd bin Muaz (R.A.) şöyle dedi:
"Şüphesiz sana iman ettik. Seni doğruladık. Senin getirdiklerinin hak ve
gerçek ol-. duklarma tanıklık ettik. Bunun üzerine,
emrini dinleyip İtaat edeceğiz, diye sana ahid
vermiştik. Yoluna devam et, ey Allah'ın Resulü! Allah'a andolsun
ki, bize denizi hedef gösterip içine dalarsan, biz de seninle dalarız. Doğrusu
bizler, savaşta sabırlı, karşılaşma anında sadakatli kimseleriz. Allah'ın, gözünü
aydınlatacak şeyleri bizden sana göstereceğini umarız. Artık Allah'ın bereketi
üzerine yürü". Sa'd'm bu sözleri, Peygamber
(s.a.v.)'i çok sevindirdi. Memnun oldu.
Sonra şöyle buyurdu:
"Allah'ın bereketi üzerine yürüyün. Ve size müjdeler olsun. Şüphesiz Cenab-ı Allah, bana iki topluluktan birini vâd etti. Şamdan gelen kervanı veya kervana yardımcı olmak
için Mekke'den gelmekte olan s;ıv;ı.şçıl;ır topluluğunu. Allnh'ıı undolsun ki, şu :ınd;ı ben, o kavmin düşüp ölmekle olduk hırı yerleri görür
gibiyim!' llu .sözlerden anhışilıyor
ki; Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kervan: yakalamak için Medine'den çıkmış,
Mekke-den gelmekte olan savaşçılar topluluğuyla savaşma konusundaysa,bundan
sonra sahabileriyle danışmıştı.
Müslümanlar, Bedir'de
hoşlanmadıkları iki durumla karşılaştılar:
1- Ganimetlerin, aralarında eşit oranda
paylaştırılması. Tabii bundan hoşlanmayanlar, gençlerdi. Çünkü savaşıp düşmanı
öldüren ve ganimeti elde edenler, onlardı. Gençlerin savaşamayan yaşlılarla
eşit miktarda ganimet payı almaktan hoşlanmamaları, insan tabiatının bir
gereğidir.
2- Küreyşlilerle savaşmak.
Bundaki mazeretleri de şuydu: Onlar ilk önce ganimet elde etmek amacıyla
Medine'den çıkmışlardı. Binaenaleyh savaşa hazırlanmamışlardı.
Hoşlanmayanlar,
müzminlerin hepsi değil, sadece bir kısmıydı. Cenab-i
Allah, mutlak hoşnutsuzluk bakımından, bu iki durumdan birini diğerine
benzetmiştir. Bütün hayrın, Peygamber (s.a.v.) in emrine uymakta olduğunu da
bildirmiştir.
Hattab oğlu Ömer (R.A.)'ın şöyle
dediği rivayet olunur: Redir günü olduğunda Resulullah
(s.a.v.), ashabına baktı —üç yüz on kadar kişiydiler— ve müşriklere baktı.
Onlar da bin veya daha fazla sayıda kişiydiler. Peygamber (s.a.v.) kıbleye
yöneldi. Sonra ellerini (açıp) uzatarak Rabbine duâ etti: "Allahım! Bana vâd ettiklerini
gerçekleştir. Allah'ım! Eğer bu topluluğu helak edersen, yeryüzünde artık sana
ibadet edilmez." Kıbleye yönelik ve ellerini uzatmış vaziyette Rabbine
duaya devam etti. Nihayet Abası, omuzundan düştü.
Bbu Bekir (R.A.) yanına geldi. Abasını alıp omuzlarının
üzerine koydu. Sonra arkadan ona yapışarak: Rabbine yalvarıp seslenmen artık
yeter. O, sana vâ'dettiklerini gerçekleştirecektir,
dedi. Allah da bu ayeti inzal buyurdu.
Diğer bir rivayetteyse şöyle
denilir; Resulullah çıktı ve şöyle diyordu: "Ya-kmda o topluluk bozulacak ve
arkalarını dönüp kaçacaklar”[7]
Cenab-ı Allah'ın; ganimetlerle ilgili hükmü ben veririm: Bu
hükmü uygulamak da Resulullah'a aittir, diye hüküm
verdiği o hal —ki savaşçı gençler bu hükümden hoşlanmamalardı— onların şu
haline benzer ki; Allah, Hz. Peygamberi, Kureyş'in savaşçı topluluğuyla savaşması için Medine'den
çıkarmıştı da onlar, bundan hoşlanmamalardı. ("Bedir" ganimetlerinin
taksiminden bazıları nasıl hoşlanmadılarsa) Rabbin seni hak uğrunda evinden
(savaşa) çıkardığı zaman da (durum böyle idi).
Rabbin, seni Medine'den
hak, hikmet ve isabetli görüşle evinden (savaşa) çıkardı. Oysa mü'mİnlerin az bir kısmı, savaşa hazırlıklı olmadıkları
için bundan hoşlanmıyorlardı.
Mü'minfer, hak bir işte ve doğru bir görüşte, yani Kureyş'in savaşçı topluluğuyla karşılaşma konusunda
seninle tartışıyorlardı. Adamları az olduğu ve taşıdığı mal çok olduğu için, mü'minler kervanı karşılamayı savaşa tercih etmişlerdi. Hak
apaçık ortaya çıktıktan ve doğru görüş açıkça belli olduktan sonra, muzaffer
olacaklarını kendilerine haber verdiğin zaman seninle tartışırlar. Oysaki Cenab-ı Allah, iki topluluktan birini sana vâ'd etmiştir. Kervan kurtuldu. Geriye ancak Kureyş'ordusuyla savaşmak kalmıştı. Teçhizatları ve
sayılan az olduğu, savaşa hazırlıklı olmadıkları için, mü'minler'seninle
.tartışıyorlardı. Çünkü onlar öncelikle, kervanı karşılamak için Medine'den
çıkmışlardı.
Cenab-ı Allah, hangisi olduğunu belirtmeksizin iki
topluluktan birini onlara vâd etmişti. Böyle olunca
umutları kervana takıldı. Kervan kurtulunca savaşçı topluluk içinde Ebu Cehil ile karşılaşmaktan başka çare kalmadı. Bu
karşılaşma bazı müslümanlara zor geldi. Savaştan
korktular ve mazeret ileri sürmeye başladılar. Ama gerçek ortaya çıktı.
Peygamberle tartışmak için ürkeklikten zilletten ve savaş korkusundan başka bir
sebep kalmadı, öyle ki, içinde bulundukları korku ve ürküntünün şiddetinden, gözgöre göre vukuu muhakkak olan bir ölüme sürükleniyor
gibiydiler. Çünkü iki tarafın güçleri arasında gerçekten büyük bir farklılık
vardı. Ama Allah, onlara zafer vâdet-mişti. O'nun sözü boşa çıkmaz. "Allah'ın izniyle nice
az bir topluluk, daha çok bir topluluğa üstün gelmiştir. Allah, sabredenlerle
beraberdir."[8] Görünür sebebler, çoğunlukla aynı sonucu verirler. Ama bütün emir
ve güç, Allah'ındır.
Hani, Aîlah size iki topluluktan birini vâdetmişti
de siz, kervanı elde etmek istemiştiniz. Çünkü kervanda çok mal olmakla
birlikte oradaki adamların sayısı azdı. Üstelik güçsüz idiler. Oysa ki, Allah,
sizin için bundan başkasını istiyordu. Güç ve kuvvet sahibi, Mekkeli müşrik
ordusuyla savaşmanızı diliyordu. Çark, müşriklerin aleyhine döndü. Cenab-ı Allah; kâfirlerle savaşma konusunda peygamberine
indirdiği ayetlerle, müslümanlara yardım amacıyla
inmeleri için meleklere verdiği emirle, evvelce onlar için hükmetmiş olduğu
esir alma, öldürüp kuyuya atmak suretiyle hakkı yerine getirdi. Allah, kâfirlerin
kökünü kazımak ve İzlerini yok etmek ister.
Bazı müslümanlar acil olanı ve dünya metaını elde etmek
istediler. Canlarına ve mallarına gelecek belâlardan korktular. Oysa Cenab-ı Allah yüce işleri ister. Size zafer vermek,
ruhunuzu takviye etmek, düşmanlarınızın kalplerine korku salmak, çoğunluk
oldukları halde yenilgiye uğratarak şevklerini kırmak, azınlık olduğunuz halde
size zafer vermek ister.
Allah; hakkı
gerçekleştirmek, İsîâmm sütunlarını yere dikip
sabitleştirmek, batılı iptal etmek; şirki, küfrü, azgınlığı yıkmak için
—mücrimler hoş-lanmasalar da— bunu yapmak İster. Bu
da kervanı elde etmekle olacak bir iş değildir. Bu, ancak savaşçı Kureyş topluluğunu yenmek, şirkin önde gelen elebaşlarım tutsak edinip horlamak ve Öldürmekle mümkün
olur.
Ey Muhammed ümmeti!
"Ey Rabbimiz! Düşmanına karşı bize yardım et. Ey medet dileyenlerin
imdadına gelen!" diyerek imdâd dilediğiniz anı
hatırlayın. Buradaki hatırlayın kelimesinden maksat, şükretmeleri için onlara
nimetleri hatırlatmaktır. Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) de bu
mealde Allah'tan imdat dilemişti. Mü'minler,
savaşmanın ve Kureyş'in savaşçı topluluğuyla
karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu anlayınca, Allah'a duâ edip O'ndan imdad dilemeye başladılar.
Şunu bil ki,
savaşlarda zafer kazanmak, maddi ve manevi bazı sebeplere dayanır. Bu sebepler
gerçekleşirse, Allah katından zafer gelir. Zafer veya hezimeti hazırlayan
yollara insanları sürükleyen de yüce Allah'tır. Peygamber (s.a.v.); Allah'ın
kullarına uyguladığı bir yasasının bulunduğunu, bu yasanın değişikliğe
uğramadığını, Allah katında peygamberliğini destekleyici ayetlerin mevcut
olduğunu biliyordu. Ne ki o, müslümanlann zayıf, güçsüz,
sayıca az ve savaştan korkar olduklarını görünce; zafere götürücü yolda
kendisini başarılı kılması, kendisini desteklemesi İçin Allah'tan imdat diledi
ki; maneviyatları güçlensin ve zafer gerçekleşsin. Sahabiler
de O'nun gibi, Allah'tan imdat dilediler. Allah, dualarına karşılık verdi ve peşpeşe gelen bin melekle imdatlarına yetişti. Nihayet Al-i
îmrân süresindeki şu ilâhi söz gerçekleşti: "Rabbiniz'in üç bin melek indirmekle size yardımda
bulunması, yetişmez mi?"[9]
"Rabbiniz size
nişanlı beş bin melekle yardım edecektir"
Zaferin sizin olacağım,
Allah'ın sizinle beraber bulunduğunu size müjdelemek için, kalbiniz sükûn
bulsun, korkunuz yatışsın, sebat ve kalb huzuru ile
düşmana karşı çıkasıniz diye Allah'ın bu imdadı size
geldi. Şunu' iyi bilin ki, zafer Allah'tandır. Asla başkasından değildir.
Şüphesiz Allah güçlüdür, mağlub edilemez. Bütün
işlerini hikmetle yapar.
Bazı rivayetlerde
anlatıldığı gibi melekler bilfiil savaştılar mı? Yoksa savaşmadılar da, müslüman savaşçıların sayısını çoğaltmak, kalplerine sebat
vermek, moral güçlerini arttırmak için manevi bir kuvvet olarak mı geldiler?
Bunu en iyi bilen, Allah'tır. Ancak meleklerin Uhud
gününde savaşmadıkları ittifakla kabul edilen bir husustur. Zira Cenab-ı Allah, zaferi sabır ve takva şartlarına-bağlamıştı
ki, bu şartlar da gerçekleşmemişti.
Cenab-ı Allah'ın sizi hafif bir uykuya daldırdığı zamanı
hatırlayın. Nitekim Beyhakî de Hz.
Ali (R.A.) nin şöyle dediğini rivayet eder:
"İçimizde Mikdat'dan başka süvari yoktu. Bİr de kendimize baktığımda, Resulullah
dışında herkesin uyumakta olduğunu gördüm. O, sabahlayın caya kadar bir ağacın
altında namaz kılıyordu." Şüphesiz ki uyuklama, korkuyu giderir Sükûn ve
güvenliğin mevcut olduğunu, zafer kazanılacağına kesin gözüyle bakildığını gösterir.
Müslümanlar, Bedir'in
tozlu topraklı bir kumluğuna konakladılar. Ayakları yere gömülüyordu. Orada su
da yoktu. Bazı sahabiler geceleyin îhtİlam olmuşlardı. Sabahladıklarında susadılar. Cünüp ve abdestsiz olarak namaz kıldılar. Öte tarafta müşriklerse su
başına konaklamışlardı. Şeytan, içlerine vesvese bırakarak müslümanlara
şöyle dedi: "Eğer hak üzere olsaydıriız, ara-*mzda peygamber de bulunduğu halde cünüp ve abdestsiz olarak namaz kılmaz, susuz kalmazdınız. Oysa
düşmanlarınız, su başında bulunuyorlar!
Bundan sonra Cenâb-ı Allah, müşriklerin Üzerine felâketi andıran şiddetli
bir sağanak yağmur yağdırdı. Müslümanların üzerineyse rahmeti andıran hafif
bir yağmur yağdırdı. Kirlerini, pisliklerini, cünüplük ve abdestsiz-liklerini temizledi. Şeytanın müslümanların
içine bırakmış olduğu vesveseyi yok etti. Müslümanlar, artık kumlara rahatlıkla
basabiliyorlardı. Ayaklarına sebat, kalplerine sükûnet geldi. Resulullah ve ashabı su başına gittiler. Havuzlar
yaptılar. Geri kalan suyu ise toprağın altına gömdüler. Savaşı .kontrol
edebilecek yüksek bir yerde Resulullah için gölgelik
yaptılar.
Hani, Rabbİn meleklere ilham ile vahyederek
demişti ki: Ben, zafer ve desteğimle beraberinizdeyim. Mü'minlerin
kalplerine sebat verin. Azimlerini güçlendirin. Onlara Allah ve Resulünün va'dini hatırlatın. Allah'ın vâ'd.
le muhalefet etmeyeceğini bildirin.
Rivayet olunur ki
melekler, Mü'minlerin safları arasında dolaşıyor, onlara
zafer muştusunu vererek: Biz, sizinle beraberiz. Kâfirlerin kalplerine korku
salacağız, diyorlardı. Boyunları üzerine vurun, başlarım koparın. Allah'a isyan
ettikleri sürece ellerini kesin. Bu kuvvetli zafer, peygamber ve ashabmın-dı. Bu yenilgi ve rüsvaylık da müşriklere idi. Çünkü onlar, Allah'a ve Resulüne
düşmanlık etmişlerdi. Resulullah'a karşı cephe
almışlardı. Onlar bir tarafta, peygamberse diğer taraftaydı. Karanlıkla
aydınlık bir olur mu hiç?
Her kim, Allah'a ve
Resulüne düşmanlık ederse, onun için dünyadaki hezimet, elem ve kaybın üstünde,
uhrevî şiddetli bir azap davardır. Doğrusu Allah, azabı şiddetli olandır.
Hesabı çabuk görendir. [10]
15- Ey İnananlar! Savaş için ilerlerken, inkâr edenlerle
toplu halde karşılaştığınızda onlara arkanın dönmeyin.
16- Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir
başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse
Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir
dönüştür!
17- Onları siz Öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın
zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir
imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrus O işitir
ve bilir.
18- îşte bu, Allah'ın inkarcıların düzenini zayıflatıp
yok etmesidir.
19- Ey inkarcılar! "Zafer İstiyorsanız, işte zafer
geldi size; (aleyhinize Çiktı.) Peygambere karşı
gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok, tekrar dönerseniz biz de
döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla
beraberdir. [11]
Yılan gibi karın üstü
veya çocuk gibi kıç üstü sürünmek. Ya da kısa
adımlarla ağır ağır yürümek. Askeri birlik tek bir
şahıs gibi olup, hareket ettiğinde ağır ağır
yürüdüğü zannedilir. Oysa, çok hızlı yürümektedir de, gttrünOşü
öyledir."Dübür" kelimesinin çoğulu olup
önün tersidir. Sırt anlamında da kullanılır. Ayette bu kelimeyle, hezimet kastedilmiştir.Bir
tarafa veya kenara meyletmek. Başka bir gruba katılmak
Belâ: Denemek
demektir. İnsanlar, sabır konusunda denenmek için musibetlerle
karşılaştırılarak; şükür konusunda denenmek için de nimetler verilerek imtihan
edilirler. Savaşta zafer ve genişlik ile fetih istiyordunuz. [12]
Ey Allah'a İmân eden,
O'nu ve peygamberini doğrulayanlar! Savaş alanında kâfirlerle toplu halde
karşılaştığınız zaman; onlara arkalarınızı dönmemeniz, onlardan kaçmamanız
gerekir. Sayıları ne kadar çok olursa olsun, sayınız ne kadar az olursa olsun,
yine de onlara karşı sebat edin ve savaşın. Muhakkak ki, Allah sizinle
beraberdir.
(Bazı alimler bu
hükmü, kâfir ordusunun mü'min ordusunun iki katından
fazla olmaması durumuna özgü kılmışlardır). Her kim savaş gününde kâfirlere
ardını döner, onlarla savaşmaktan korktuğu için kaçarsa Allah'ın gazabına
uğrar. Onun dönüş yeri Cehennemdir.
İki ordu
karşılaştığında savaştan kaçmak, büyük günahlardandır. Hadis-i Şerifte de
anlatıldığı gibi böyle bir kimse, şiddetli gazaba ve elem verici bir azaba
müstahak olur. Ancak şu durumdaki bir kimse, bu tehdidin kapsamı dışında kalır.
Şöyle ki: Bir adam, düşmanı vurmak için daha uygun olduğu kasınma vardığı başka
bir tarafa çekilirse veya kaçtığını düşmana vehmettirerek ansızın dönüp tekrar
düşmanı vurmak gayesiyle savaş alanından kaçarsa, bu davranışı beğenilen bir
savaş taktiği olur. Ya da bir kimse, kendisine
ihtiyaç duydukları kanısına vardığı bir başka gruba katılıp güçlerini arttırmak
ve azimlerim kuvvetlendirmek amacıyla cephedeki yerinden aynlırsa,
bu da taktik icabı olan normal bir davranış olarak kabul edilir.
Ey inananlar!
Kâfirlerle savaştığınızda onlara asla ardınızı dönmeyin.Onlardan kaçmayın.
Sizler, sebat ve şecaata daha lâyıksınız. Siz, iki
iyi şeyden birini istiyorsunuz. Allah, size zafer vâd
etmiştir. Bedir'de olanlara bakın. Sayıca az olduğunuz halde orada Allah size
zafer ihsan etmişti. O zafer, ancak Allah'ın yardımı, kalbinize sebat vermesi,
melekleri imdadınıza koşturması ve düşmanlarınızın kalbine korku salması İle
mümkün olmuştu. Aslında onları, şevketlerini kırarcasma
sizler öldürmediniz. Sizin elinizle onları öldüren Allah'tı. "Onlarla
savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları azaplandır-sın,
öldürsün ve böylece perişan etsin!'[13]
Bedir savaşından
döndükten sonra müslümanlarm bazıları: "Ben
Öldürdüm... Ben esir aldım." diyerek çokça övünmeye başladılar. Cenab-ı Allah, bunun, yakışık almayan asılsız bir övünme
olduğunu onlara bildirdi. Sadece kentlisine yünelip .sığııı.sıukır diye onlara güzel
bir direkfif verdi. Ve şöyle buyurdu: Onları kendi
gücünüzle öldürmediniz. Ancak Allah, kendi desteği, yardimi,
melekleri indirmesi ve kalplerine korku salması ile onları öldürdü. O-nun gücü her şeye yeter.
Rivayete göre Kureyş ordusu savaş alanında görününce, peygamber (s.a.v.)
şöyle demiş: "İşte Kureyş, kibir ve gururuyla
geldi, Allah'ım, senin peygamberini yalanlıyorlar. Bana vâdettiklerini
senden istiyorum." Böyle demesinden sonra Cebrail (A.S.), yanına gelerek:
"Bir avuç toprak al ve onlara at," dedi. O da toprağı avuçlayıp
müşrik ordusuna taraf savurdu ve "yüzleri çirkin olsun" diye beddua
etti. Hepsinin gözlerine o topraktan isabet ettiği için,' gözüyle uğraşmayan
bir tek müşrik bile kalmadı.
Çakılları atarken sen
atmadın, ey Muhammed, fakat Allah attı. Bu sözün zahirinde çelişki görülüyor.
Ama asıl manâ şudur: Sen atmadın ey Muhammed! Çünkü attığın bir avuç toprağın
etkisi büyük oldu. Bu bir avuç toprak, bütün müşriklerin gözlerine İsabet
etti. Bunu bir insanın yapması mümkün değildir. Bunu atan sen isen,
görünürdeki atış sana aittir. Ama atışın etkisi ve atış sonunda meydana gelen
olay, yüce Allah'a aittir. Bütün bunları Cenab-ı
Allah kâfirleri İlzam etmek için yapmıştı. Peygamberini teyid
ederek, düşmanlarına karşı muzaffer kılarak —her ne kadar savaşla ilgili imkânları
farklı da olsa— bunları gerçekleştirmişti. Evet kâfirlere karşı delillerini
ortaya koymak; mallarını ve yurtlarını terkeden mü'minlere ganimet, zafer, güzel şöhret ve iade-i itibar
gibi güzel bir bağışta bulunmak için bütün bunları yaptı. Allah, söylenen her
sözü işitici, bütün niyet ve amelleri bilicidir. Evet işte böyle öldürmek,
atmak, vermek; kâfirlerin peygambere karşı kurdukları tuzağı zayıflatan Allah'a
aittir. O'nufİhakkıdır. Kâfirler, İslâmi-yeti,
güçlenmeden yok etmek istiyorlardı. Ama tuzakları boyunlarına geçe-rildi. Kovulmuş olarak, hezimet İçinde geri döndüler.
Ebu Cehil'in Bedir gününde şöyle dediği rivayet edilir:
"Allah'ım! (biz ve Muhammed tarafı) Hangimiz akrabalık bağını koparıp
makbul olmayan işleri yaparsa, yarın onu öldür?" Böyle demekle fetih ve
genişlik istiyordu.
Bir başka rivayete
göre müşrikler, savaşa çıkmadan önce Kabe'nin astarına tutunmuş ve:
"Allah'ım! İki ordunun üstün olanına, iki topluluğun kıymetli olanına,
iki kabilenin hayırlı olanına yardım et" dediler. Cenab-ı
Allah onları alaya alarak, kendilerini ve amellerini kıyanarak,
tavırlarım tuhaf bularak onlara cevap verdi:
Ey kâfirler! Şayet
fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi. Bu, küçümsemenin en son aşamasıdır.
Çünkü artık aşağılanıp geberiyorsunuz. Ama inadınıza son verip müslüman olur, Peygamber (s.a.v.) e olan düşmanlığı bırakırsam,
bu size d;ıh;ı layık ve daha hayırlı olur. O'nunla savaşmaya
ncı i ıln-neıseııi/., Lıİ/. de ickıar O'ııa yanlını eder ve
.sizi tekrar yenilgiye uğratırız.Her ne kadar çok da olsa topluluğunuz ve
topluluğunuzun kuvveti hiçbir şeye yaramaz. Allah, zafer ve teyidi ile müslümanlarla beraberdir. Onları kurtuluş ve felah
yollarına kavuşturur. İyi son, mü'minlerindir. [14]
20-21- Ey İnananlar! Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kur'an'ı dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri
halde "dinledik" diyenler gibi olmayın.
22- Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü,
gerçeği akletme-yenler, sağırlar ve dilsizlerdir.
23- Allah onlarda bir İyilik görseydi onlara
işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine de yüz çevirirlerdi, zaten
dönektirler. [15]
Sağırlık. Dilsizlik, ahraslık. Ebkem: Dilsiz "Dabbe" kelimesinin çoğulu olup, yeryüzünde yürüyen
canlı. Çoğunlukla haşere ve yük hayvanlarıyla binek hayvanları anlamında
kullanılır. Bu kelimeyle insan kastedildiğinde, hakaret amacı güdülür. [16]
Ey imânla muttasif olanlar! Emir ve yasaklan hususunda Allah'a ve Resulüne
itaat edin. Cihad etmek, Allah yolunda mal harcamak
gibi emirlerden yüz çevirmeyin. Kur'an ile hadisteki
öğüt ve uyanları dinlediğiniz halde bunlara itaatsizlik yapmayın.
Dinlemedikleri Iıaldc, "dinledik" diyenler
gibi olmaktan sakının. Alkili kalında yaratıkların en kötüsü hakka kulak vermeyen,
hakka uymayan, güzel öğütlerden ibret alıp gereği gibi davranmayanlardır. İşihuc duyusunu, bu duyunun yaratılış amacı doğrultusunda
kullanmayan, onu yitirmiş gibidir. O; hakka, iyiliğe, hidâyet ve kurtuluşa
karşı sağırdır. Hakkı söylemeyenlerden sakının. Bunlar dilsiz gibidirler.
Konuşma yeteneklerini yitirmiş gibidirler. Karanlıkla aydınlığı, hidayetle
sapıklığı, islâmi-yetle
küfrü birbirinden ayırdedemeyen akılsızlardan uzak
durun. Çünkü bunlar akıllarım kullansalardi,
akıllarından taküd zilletini ve cahiliyet
bağnazlığı hastalığını uzaklaştırmış olsalardı menfaati ve fayda verici uygun
şeylerin neler olduğunu anlarlardı. Hayvan gibidirler, akıllarını
kullanamıyorlar.
Cenab-ı Allah onların nefislerinde hayır ve doğruluğa
eğilim bulunduğunu, imân ve hidayet istidadının var olduğunu, kötüyü örnek
alma ve bozuk terbiye nedeniyle fıtratlarının bozulmadığını bilmiş olsaydı;
kendi tevfik ve inayeti ile hakkın sesini onlara
düşünme kulağıyla duyururdu. OnlaTi, kendisinin ve
Resulünün kelâmım işitmeye muvaffak kılardı. Ama duyursa da onlar yüz
çevirirler. Onlarda asla hayır yoktur.
Allah ve Resulünün
kelâmını duyan, şu dört kişiden biri olur:
1- İnatçıdır. Asla dinlemez. Aksine, parmaklarıyla
kulaklarını tıkar.
2- Münafıktır. Dinler. Orada bulunduğu anda, kabul
ettiğini söyler. Ama sonra, bu sözler üzerinde düşünmez ve hiçbir şey de
anlamaz.
3- Söylenen sözdeki yanlışlık ve eksiklikleri bulup
ortaya çıkarmak amacıyla dinler.
4- Hakkın nuruyla aydınlanmak için dinler, işte bunlar
kıyamete değin hidayet yolunu bulmuş olan mü'minler
topluluğudur. Şu halde ey Müslümanlar! Kur'an'ı
dinleyin. Manasını düşünün. Gösterdiği yolda yürüyün. Kur'an'ı
sadece teselli bulmak için veya teberrük amacıyla veya taziyelerde dinlemeyin. [17]
24- Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat
verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah'ın kişi İle kalbi arasına
girdiğini ve sonunda O-nun katında toplanacağınızı
bilin.
25- Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmıyacak fitneden sakının, Allah'ın azabının şiddetli
olduğunu bilin.
26- Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayif sayıldığınız içinjnsanla-nn sizi esir olarak alıp götürmesinden korktuğunuz zamanlan
hatırlayın. Allah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş,
teiniz şeylerle nzıklandırmıştır. [18]
Allah, Muhammed
ümmetine, emre itaati ve çağrıya olumlu cevap vermeyi gerektiren imân vasfı
İle çağrıda bulunuyor, sonra da Allah'ın ve Resulünün çağrısına ieâbet etmelerini onlara emrediyor. Bu da, onları,
kendilerine hayat verici şeylere çağırdığı, kendi hayırlarına olan işleri
yapmaya özendirdiği, dünya ve ahiret mutluluklarını
sağlayıcı prensiplere uymaya imrendirdiği zaman itaat etmeleriyle mümkün olur.
Resulullah (s.a.v.) bizleri imân, Kur'an,
hidayet ve cihada davet etmiştir. Bunlardan yoksun kalan kimse, kendisinde
hayat bulunmayan bir ölüdür. "Hiç (evvelce) küfürle ölü olup (sonra)
kendisini hidâyetle dirilttiğimiz ve ona, insanlar arasında yürüdüğü bir imân
(nur) verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde (küfürde) kalmış olan ve ondan bir
türlü çıkamıyan kimse gibi olur mu?"[19]
Peygamberin size
getirdiklerini kuvvet, azim, ciddiyet ve gayretle tutun. Hayır bundadır. İki
cihan saadeti bununla beraberdir. Hem bilin ki; Allah, kişiyle kalbi arasına
girer. Ve aralarını ayırır. Yani müslüman
bir kimsenin amel ve taatine aldanmaması, Allah'ın mekrinden ve düzeninden emin ol-mamasf
gerekir. İki ayağından biri cennete girmiş olsa bile... Kalpler, Rahmanın
parmaklan arasındadır. Allah, kişi ile kalbinin arasına girer. Şu halde müslümanın, kalbini her zaman salih
amelle gıdalandırması ve zikirle cilâ-landırması gerekir. Günahkâr müslümanın
da Allah'ın lutfundan umudunu kesmemesi gerekir.
Allah, kişi ile kalbinin araşma girer.
Sürekli olarak hayır
yolunda çalışmnlı, hayrı ekle etme uğrunda çaba
harcamalıyız. Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Olabilir ki, insan, hayır
fiil işleyemeden veya sadıkane tevbe edemeden ölür.
Şu halde kalblerin tehlikeli durumlarından ve
hastalıklarından sakınmalıyız. Allah, kalplerdekini bilir. O, kişi ile kalbinin
arasını ayırır. O, insana şah damarından daha
yakındır. Hem bilin ki. dönüp O'nun huzurunda toplanacaksınız. Salih amel
işlemekte acele edin. Hesaba çekilmeden önce, kendimizi hesaba çekin, Haşir
günü için hazırlık yapın.
İçinizde sadece
zulmedenlere erişmeyen, onlara eriştiği gibi başkalarına da erişen fitneden
sakının. Ümmetin varlığına kasteden kavmiyetçilik fitnesi, İktidar ve baş olma
fitnesi, buna bağlı olarak parti ve dinsel fırkalara bölünme fitnesi, bid'atlerin meydana çıkması fitnesi, cihada karşı tembellik
fitnesi, kabul görerek îslâma aykırı şeylerin ortaya
çıkması fitnesi, emr-i bil maruf ve heny-i anİ'l-münkerden
{İyiliği emretme, kötülükten sakındırma) vazgeçme fitnesi gibi fitnelerden
sakının. Bu fitnelerin zararı sadece sahiplerine erişmez. Bilâkis bunların
ateşi, bütün toplumu yakar. Çünkü bunlar iki kişi arasında meydana gelen
fitnelerdir. Biri günah işler. Diğeriyse susar ve ona engel olmaz. Böylece de
günahına ortak olur.
îslâmın ilk asrında dine zararı dokunan Hz.
Osman fitnesine, Cemel vakasına, Hz.
Hüseyin'in öldürülmesine ve diğer fitnelere bakın. Bunların İslâm tarihindeki
sonuçlarına ve etkilerine bakın.
Hem bilin ki; Allah,
emrine muhalefet edenleri şiddetle cezalandırır. Dünya ve ahirette
azaplandınr.
Ey Muhacirler!
(Bazıları bu hitabın asr-ı saadetteki bütün mü'minlere yönelik olduğunu söylemişlerdir.) Mekke'de azlık
ve müstaz'af olduğunuz zamanı hatırlayın. Yanı
başınızdaki güçlü kuvvetli müşrikler, size azabın en kötüsünü taddırıyorlardı. Harem dışında birbirlerini tutup
kaptıkları gibi sizi de çabucak tutup kapmalarından korkuyordunuz. "Mekke
halkı görmediler mi ki, biz (şehirlerini) emniyet içinde bk koru yaptık.
Halbuki çevresinde insanlar çarpılıp yağmalanmıyorlardı."[20]
Ey muhacirler! Allah,
sizi Ensarm yanında barındırdı. Yardımıyla sizi
destekledi. Gönderdiği meleklerle size yardımcı oldu. Sizi başarının yollarına
eriştirdi. Düşmanlarınızın kalplerine korku salarak sîze yardım etti. Şükür
görevinizi ifâ edesiniz diye, hoş ve temiz şeylerden size güzel nzıklar na-sib
etti.
Ayette bizim için
ibret ve öğüt vardır. Allah, emrine uydukları zaman mü'min
dostlarına işte böyle muamelede bulunur. Yani onları barındırır, onları
destekler, düşmanlarına karşı muzaffer kılar, onları aziz ve hakimler yapar. Rızık olarak helâl ve temiz şeyleri onir.ra nasîb eder. Bütün bunları, şükretsinler
diye onlara bahşeder. Şükrederlerse, Allah bu ııinicileri
daha da arttırır. Günümüz ınüslüıııaııları gibi
şükür etmeyip emirlerine uymazlarsa, kentli diyarlarında hor ve zelil bir hale
gelirler. Kendi yurtlarında köleîeştirilirler.
Yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediklerini oraya mirasçı kılar, tyi son, takva sahiplerinindİr. [21]
27- Ey inananlar! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik
etmeyin, sîze güvenilen şeylere bile bile hıyanet
etmiş olursunuz.
28- Mallarınızın ve çocuklarınızın, aslında bir sınama
olduğunu ve büyük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin. [22]
Hıyanet ve havn, eksikliğe ve beklenenin tersinin meydana gelmesine
delâlet eder. Bilahare bu kelimeler emanete riayet etmemek ve ahde vefasızlık
anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Tamamlığa delâlet eder. Bu, edâ
edilmesi gereken maddi veya manevi bir haktır.Deneme ve imtihan. Ayette kastedilen
ise, günah ve azaptır.[23]
Rivayete göre bu
ayet-i kerime, Ebu Lübabe
hakkında nazil olmuştur. Ebu Lübabe,
bir yahudi kabilesi olan Kurayza
oğulları ile müttefik idi. Peygamber (s.a.v.), yahudi
Nadîroğullarını Medine'den çıkarıp sürgün ettikten
sonra Kurayzaoğullanna yöneldi. Onları, yirmi bir
gece süren şiddetli bir muhasara İle abluka altına aldı. Peygamber (s.a.v.)
den, Ebu Lübabe'yî
kendilerine göndermesini istediler, Ebu Lübabe onlara öğüt veriyordu. Çünkü kendisinin malı ve ailesi,
yanlarındaydı. Peygamber efendimiz onu yanlarına gönderdi. Ona: Ne densin? Mtıhammcd'in t!c islediği gibi Sa'da
bin Mua/.'ın hükmüne
uyalım mı? diye sordular. O da parmağıyla, boğazını göstererek Sa'dın hükmünün, boğazlamak olduğunu anlatmak istedi.
Ebu Lübabe der ki: Ben,
yanlarından henüz ayrılmadan, Allah'a ve Resulüne hıyanet ettiğimi anlamıştım.
Bunun üzerine
yukarıdaki ayet nazil oldu. Ebu Lübabe,
kendini Mescid-i Nebevİ'nin
sütununa bağladı, ölünceye vaya tevbesi
Allah tarafından kabul edilinceye kadar bir şey yemeyip içmeyeceğine ve kendini
çözmeyeceğine yemin etti. Sütuna bağlı vaziyette yedi gün aç ve susuz bekledi.
Nihayet Ce-nab-ı Allah tevbesinİ kabul buyurdu. Peygamber efendimiz de bağını
çözdü. [24]
Ey imân etmek,
Rahman'ı tasdik etmek ve kur'an yolundan gitmek sıfatlarıyla
nitelenenler! Allah'a hıyanet edip de farzlarını yürürlükten kaldırmayın veya
kitabında sizlere açıklamış olduğu hükümlerin bazısını eksiltmeyin. Çünkü bu,
imanla çelişen bir hıyanettir. Size tercih ettiği emir ve yasaklar konusunda
peygambere hıyanet etmeyin. Kur'an'ı açıklaması
konusunda da O'na hıyanet etmeyin. O, Kur'an'ı sizden
daha iyi anlar ve Kur'an'a sizden daha yakındır.
Allah'a ve peygambere hıyanet etmek, dini farizaları geçersiz kılmak, dini
hükümlerle amel etmemek ve İslâmm yolundan yürümemekten
ibarettir. Çünkü bütün bunlar, mü'min ve dine karşı
güvenilir kimseye yakışmayan hallerdir. Şunu da bilelim ki; hıyanet
münafıkların, emanet (güvenirlilik) ise mü'minlerin sıfatîarındandır.
Elinizde bulunan
başkasına ait emanetlere de hıyanet etmeyin. Bunlar mali muameleler olabileceği
gibi, manevi veya siyasi bir iş veya herhangi bir sır, ahidlerden
bir ahid olabilir. Halbuki siz, hıyanetin tehlikeli
olduğunu, dünya ve ahiretteki kötü sonucunu
biliyorsunuz. Emaneti ve dindeki yerini de biliyorsunuz.
Ayetin şu manâya
geldiğini söyleyenler de olmuştur: Ebu Lübabe'nİn de başına geldiği gibi, sizler neyin hıyanet,
neyin de emanet olduğunu biliyorsunuz.
Bilin ki, mallarınız
ve çocuklarınız sizin için fitne ve imtihandır. Hem de ne fitne ve imtihan.
Çünkü mal, canın yongasıdır. İnsan mal etde etmek
uğruna tehlikelere atılır ve zorluklara katlanır. Bir de malı elde ettiğinde
şükredip razı mı'oluyor? Yoksa küfredip asi mi
oluyor? Maldan mahrum bırakılınca sabredip razı mı oluyor? Yoksa öfkelenip
lanet mi ediyor? Şu halde mal, fitne ve imtihan değil midir? Şu da var ki, mal
ve sevgisi, sahibini bazen helâ-ke ve musibetlere
düşürecek amelleri işlemeye de sevkeder.
Çocuğu derseniz o, ana
babasının ciğerparesi ve gönüllerinin meyvesi-dir.
Onu sevme,k, ana-babasmın fıtrat ve tabiatlarının
gereğidir. Bu sebeple o sevgi, çocukları rahat ve mutlu olsunlar diye ana-baluıyı anılarım ve kıy-ıııcllİ
şeylerini feda elnıeye İler. I lalla bu sevgi,
çocuklarının rahat ve saadeli uğruna suç ve günah
işlemeye, ana-babayı aşırılıklara kaçmaya sevkeder.
Şu halde bu anlamda çocuklar fiiııc ve imlihan değü midirler? Nitekim
Hadis-i Şerifte de buyurulmuş ki: "Çocuk, gönlün
meyvesidir. O, (ebeveynini) korkaklığa, cimriliğe ve hüzne iter."
Mü'minin mal konusunda Allah'tan sakınması; malı helâl yoldan
kazanması, Allah yolunda harcaması, genel olarak dinin emirlerine uyması,
nefis ve hevesine muhalefet etmesi gerekir. Çünkü mal, fitne ve imtihandır.
Mü'minin evlat konusunda da Allah'tan sakınması; çocuk
sevgisinin onu .günah işlemeye ve haddi aşmaya sevk etmemesi, bu hususta Allah
tarafından gözetilmekte olduğunu unutmaması, evladım salih
ve dindar olarak yetiştirmesi, çocuk sevgisi onu, helâl haram demeksizin mal
toplamaya yöneltme-melidir.
Hem bil ki, Allah
katında, dünya ve içindeküerden daha iyi olan büyük
mükâfat ve çok hayır vardır. Şu halde emanete riayet edip, Allah'a ve Resulüne
hıyanet etmeyin. [25]
29- Ey inananlar! Allah'tan sakınırsanız, O size iyiyi
kötüden ayırdedecek bir anlayış verir,
kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük, bol nimet sahibidir. [26]
Takva,
"Vikaye" kökünden türemiş olup, emre itaat etmek ve yasaklardan uzak
durmak demektir. Çünkü bu davranış, kulu ateşten korur.Hak ile batılı
birbirinden ayırdeden şeydin Hıyanetin sebebi,
çoğunlukla aşırı derecedeki mal ve çocuk sevgisidir. Bütün bunların ilâcı takva
ile itidaldir. [27]
Ey imân edenler!
Emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak Allah'a karşı takvâh
olursanız, O size hak ile batılı ayırdedecek bir
kavrayış verir. Müslüman, Allah'ın kendisine emrettiği yerde olmalıdır.
Allah'ın kendisini yasakladığı yerde bulunmamalıdır. Müslümanda
Allah'a karşı gelmekten sakınmak hali bu doğrultuda meydana gelirse, Allah ona
bir aydınlık verir. Müslüman, bu aydınlığın kılavuzluğu ile insanların arasında
yürür. Allah, bu nitelikteki müslümana, rehberlik
edici bir hikmet, yararlı bir ilim ve hayırlı bir davranış yeteneği kazandırır.
Bütün bunlar mü'mini; hak ile batılı, faydalı ile
zararlıyı birbirinden ayirdeder duruma getirir. Onu
dosdoğru yola eriştirir. Nasıl böyle olmasın ki?
Nafilelerle Allah'a
yaklaşan kimse, Rabbani olur. Sânı yüce Mevlâ, onun gören gözü, işiten kulağı,
tutan eli, yürüyen ayağı olur. Böyle bir kimse, artık sapıklığa düşer mi?
Takvanın en kuvvetli yol olduğunu söylerken sen de benim söylediklerime
katılmıyor musun? Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, size hak ile batılı ayırdedici bir anlayış verir. Geçmiş hatalarınızı örtüp
gizler. Günahlarınızı bağışlar. Sizi nimetlerle dolu cennetlere koyar. Büyük
lütufsa-hifi Allah, eksikliklerden münezzehtir. [28]
30- İnkâr edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya
öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar
düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en
iyisidir.
31- Âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, "İşittik,
işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin
masallarıdır" derlerdi. [29]
Düzene ve tuzağa
mukabele etmek. Bu kelime. Al-i İmrâıı suresinin 54.
ayet-i kerimesinde açıklanmıştır.Seni alıkoyup bağlamak için.
"Usturc" kelimesinin çoğulu olup, ayıklanıp düzenlenmeksizin
kitaplarda yazılı bulunan kıssalar. [30]
Bu ayetlerde, Allah'ın
Peygamber (s.a.v.)'e bahşettiği nimetler anlatılıyor: "Hani bir zamanlar
sizler, yeryüzünde azınlıktaydınız, müstaz'aflardınız"
kavl-i celiliyle müslümanlara
nimetini hatırlattıktan sonra, peygamberine ihsan ettiği nimetlerini burada
anlatıyor.
Bu kıssa, şerefli
hicretin bazı taraflarını güzelce anlatıyor: Hz. Muham-med (s.a.v.)'e uyanların
gün be gün çoğalmakta oldukları haberi çevreye yayılmaya başlayınca Mekke
eşrafı, ansızın kendilerini ablukaya alan tehlikeli durum hakkında görüş
teatisinde bulunmak üzere Dar'ün-Nedve'de
toplandılar. Şeytan, Necidli bir ihtiyar kılığına
bürünerek yanlarına geldi. Toplantılarına katıldı. Ebu'l
Buhturi: "Muhammed'i evinde hapsedin... İyice
bağlayın.. Kapısını üzerine kilitleyin... Böylece helakini bekleyin..."
dedi. Necidli ihtiyar kılığmdaki
şeytan: ' 'Bu söylediğin uygun bir görüş değildir. Böyle yaparsanız akrabaları
ve O'na uyanlar sizinle savaşırlar ve bağlarını çözerler." dedi. Ondan
sonra Hişâm bin Amr, şöyle
bir öneride bulundu: "En iyisi, O'nu diyarımızdan sürün de rahatınızı
bulun ve O'nun yaptığı İşlerin size zararı dokunmasın."
Necidli ihtiyar "Bu görüş de hoşuma gitmedi. O'nun
dilinin ne kadar serbest ve konuşkan olduğunu, konuşmasının ne kadar tatlı ve
etkili olduğunu bilmez misiniz? Eğer O'nu yurdunuzdan çıkarırsanız, diğer
mıntıkalar-daki arapların,
O'nun etrafında toplanarak gelip şu yurdunuzda sizlerle savaşmalarından
korkun" dedi. Sonra Ebu Cehil söze başladı:
"Benim bir görüşüm var. Derim ki: Her kabileden güçlü kuvvetli bir genç
seçelim. Bunlardan herbirinin elinde keskin bir
kılıç bulunsun. Bunların hepsi, tek bir adam gibi Muhammed'i öldürsünler.
Böylece kanı, birçok kabile arasında kaybolmuş olur. Böyle bir durumda Haşimoğullan ne yapabilirler?"
Şeytan: Evet, öneri
dediğin işte böyle olur, dedi.
Ama Cenab-ı Allah, Hz. Resulü,
kendisine karşı planlanan bu su-ikastten haberdar
eyledi. Onları kayba uğrattı. Peygamber (s.a.v.) ve Ebu
Bekir (R.A.), Medine'ye hicret etmek üzere Mekke'dan
çıktılar.
"Onlar düzen
kuruyorlar. Allah da düzenlerini boşa çıkarıyordu. Allah, kurulan düzenlere
karşı düzenle mukabele edenlerin en hayırhsıdır." [31]
Ey Muhammedi Hatırla o
zamanı ki; kâfirler sana karşı tuzak kurmak ve sana su-i kast düzenlemek,
davetini yok etmek için toplanmış, lanetli iblis de bu husustu onlarla yiırdımlaşıııışlı. Doğrusu bunda senin ve ümmetin için
hatırlatma ve ibret vardır. Bunda, senin doğruluğunu gösteren delil vardır.
Allah seni destekliyor. Onlar sana karşı üç çeşit komplodan birini uygulamak
istiyorlardı:
1- Ya seni hapsedip
insanlarla karşılaşmanı engelleyeceklerdi.
2- Ya çok kişiler tarafından
öldürülecektin.
3- Ya da seni yurdundan
çıkaracaklardı.
Onlar, sana ve
ashabına karşı düzen kuruyorlar. Sana eziyette bulunmayı plânlıyorlar! Ama
Allah onların su-i kastlerini boşa çıkaracak,
tuzaklarını bozacaktır.
Rabbin, seni muhacir
olarak Mekke'den çıkarıp Medine'ye ulaştırdı. Gazi ve fatih olarak Mekke'ye
döndün. Allah'ın, onların yaptıklarına bu şekilde karşılık vermesine mekr (düzen) denildi. Allah, düzene karşı düzenle karşılık
verenlerin en hayırlısıdır. Çünkü O'nun düzeni, hakkı ve hak ehlini güçlendirmek,
İslama ve müslümanlara
yardım etmek, batılı ve batılın yandaşlarını perişan etmektir.
İşte böyle ey
Müslümanlar! Her zaman tetikte olun. Kâfir ve müşriklerden bundan başka bir
şey beklemeyin. Buraya kadar, onların Hz. Peygamber
ve ashabına karşı kurdukları düzenler anlatıldı. Dine karşı, Kur'an'a karşı kurdukları düzenlere gelince, bakınız Cenab-ı Allah ne buyuruyor:
Ümmi Peygambere
indirilen apaçık ayetlerimiz kendilerine okunduğunda büyüklenme, inad, cahillik ve beyinsizliklerinden ötürü: Dikseydik biz
de Kur'an ayetleri gibi şeyler söylerdik, dediler.
Böyle demekle de Kur'an'ın benzeri sözleri geıirmek istemediklerini belirtmiş oluyorlardı. Bu iddia,
akla uygun mudur? Değildir.. Çünkü Kur'an-ı Kerim,
kendi benzeri bir kitabı getirmeleri için onlara apaçık bir dille meydan
okumuştu. O, araplar dil ve edebiyat sahibi
kimselerdi. Belagat ve fesahat meydanında yarışma konusunda insanların en
hırslısı idiler. Ama yine de Kur'an'm benzerini
ortaya koymaktan aciz kaldılar. Sonra da Kur'an,
önceki milletlerin masalılarından başka birşey değildir,
diyerek, benzerini getirmemelerini gerekçe gösteriyorlardı. Bu sözü ilk
söyleyenin, Nadr bin Haris olduğu, sonra başkalarının
da ona uyduğu söylenilir. [32]
32- "Allah'ımız! Eğer bu Kîtab,
gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azâb ver" demişlerdi.
33- Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azâb edecek değildir.
34- Yoksa Mescid-i Harâm'a
girmekten men'ederlerken Allah onlara niçin azâb etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları
ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar,
35- Kabe'deki tapınmaları sâdece ıshk
çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkârınıza karşılık artık azabı
tadın. [33]
Islık. El çırpıp
alkışlamak. [34]
Rivayet olunur ki: Nadr bin Haris, bu Kur'an, önceki
milletlerin masallarından başka bir şey değildir, dediğinde, Peygamber
(s.a.v.) ona şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! O, alemlerin Rabbinin
kelâmıdır!" O da; Allah-ım! Eğer bu, Senin
katından gelen hak bir kitapsa, gökten üzerimize taş yağdır veya bize acıklı
bir azap getir?' dedi.
Rivayet olunur ki; Muaviye (R.A.), Sebe'li bir
adama: Senin milletin başlarına hükümdar olarak bir kadını geçirdiklerinde ne
kadar da cahil idiler, demiş. Adam da, Muaviye'ye:
Senin milletin, "Allah'ım, eğer bu Kur'an gerçeklen
senin katından gelen bir kilap ise üzerimize gökten
taş yağdır" dedikleri zaman ne kadar da calıİI
İdiler, diyerek karşılık verdi. [35]
Ey Muhammedi Hatırla o
zamanı ki, Kureyşliler şöyle demişlerdi: Allah'ım!
Şayet bu Kur'an, Senin katından gelen seksiz,
şüphesiz ve gerçek bir kitap ise, onu inkâr ettiğimiz için, fil ashabını
cezalandırdığın gibi üzerimize pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırarak bizi
cezalandır.
Amaçlan, Kur'an'ın Allah katından indirilen hak bir kitap olduğunu
inkâr etmekti. Onlar güya şöyle diyorlardı: Batıl eğer hak ise, elem verici bir
azabı bize getir.
Görülüyor kî, Kureyşli kâfirler, azâbm
üzerlerine inmesini kendi zanla-nnca imkânsız olan
bir şarta bağlamışlardı. "Eğer bu kur'an hakkın
ta kendisi ise..." sözleri özelleme anlamın
taşıdığından, "Kur'an haktır" diyenleri
tahkir ve küçümsemeyi ifade ediyordu ki, bu da red ve
inkâr hususunda edebî bir üslûptur.
Başkaları değil de
sadece ve sadece bu Kur'an hak ise, bizi azaba uğratacak
olan taşlan üzerimize yağdır. Ya da bize elem verici
başka bir azabı getir.
Peki ne diye bu
istekleri hemen yerine getirilmedi?
Onların istedikleri
azabın gecikmesinin sebebi şudur:
Ey Muhammedi Sen
onların arasında bulunduğun müddetçe onları cezalandırıp köklerini kazımak; sünnetullaha, ilâhi rahmet ve hikmete aykırıdır. Çünkü
sen, âlemlere rahmet olarak gönderilmişsin. Beraberlerinde bir peygamber
bulunduğu müddetçe Allah bir ümmeti asla azaplandırmaz.
Onlar istiğfarda
bulunmakta ve bağışlanma dilemekteyken de Allah onları azaplandirmaz.
Ama onlar, küfür ve şirki alışkanlık haline getirmişlerdir. İstiğfarda
bulunmak ve bağışlanma dilemek, onlardan asla beklenmez. İnanan ve mağfiret
dileğinde bulunan mü'minler, aralarında yaşadıkları
sürece onları azaba uğratmak layık olmaz, diyenler de olmuştur.
Peygamber, aralarında
bulunduğu müddetçe Allah onları azâblandıra-cak değildir, sözünden anlaşılıyor ki: Azap, onları
gözleyip beklemekte ve eninde sonunda mutlaka cezalandırılacaklardır.
"Allah onlara niçin azap etmesin ki?" mealindeki ayet de bunu teyİd ediyor. Azabı onlardan uzaklaştıracak ne varki! Nasıl azablandırılmasmlar
ki? Onlar Hudeybiye senesinde Resu-lullah (s.a.v.)'a yaptıkları gibi, insanları Mescid-i Harâm'dan alıkoyuyor ve geri çeviriyorlar.
Peygamber (s.a.v.) ile ashabını Mescid-i Harâm'dan
çıkarmadılar mı? Bu yaptıkları, Mescid-i Harâm'dan men'etmek değil midir?! Beyt-i
Harâm'ın velileri biziz; dilediğimizi oradan ahkoyar,
dilediğimizi de oraya bırakırız, diyorlardı.
Cenab-ı Allah, o'nların bu
sözlerini reddetti: Onlar, Beyt-i Harâm'ın velileri
değildirler. Allah'a şirk koştukları, Peygamber (s.a.v.) e düşmanlık et-liklcri halde, nasıl olur da Bcyt-i
Haramın velileri olurlar? Onun velileri ve doslkın,
ancak müsliiman ve (akvâ
sahibi inanmış kimselerdir, iler nıüslil-man Allah'ın velisi olarak nitelendirilemez.
Ama onların çoğu bunu
bilmezler. Onlardan, kendi nefsinin hakikatini bilenler çok azdır. Beyt-i muazzamayı kadm-erkek bîr arada, çıplak vaziyette ıslık ve alkışlarla
tavaf ederlerdi. Onların böyle yaptıklarını bizzat Allah söylüyor. Onların
beytin yanındaki duaları, sadece ıslık çalıp el çırpmaktan başka bir şey
değildi. Onların tavafları ve duaları da oyun ve eğlence turünden-di.
Madem böyle... Küfür
ve şirk dolayısıyla sizler İçin hazırlanmış olan azabı tadın. [36]
36-37- Doğrusu inkâr edenler, mallarım Allah'ın yolundan
insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri yanacak, hem de mağlûp
olacaklardır. Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırması
ve murdarları üstüste koyup hepsini yığarak cehenneme
yerleştirmesi içindir; inkâr edenler cehenneme toplanacaklardır. İşte onlar
mahvolanlardır. [37]
Elem ve pişmanlık. [38]
Bu ayet-i kerimeler, Ebû SiıI'yurTın lîcdir ve Uiıucl savaşlarına kaltlur. t,^/ir savaşçılara çokça mal sarfettiği
ve: Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizden hıncını
almış, dostlarınızı ve seçkin adamlarınızı, öldürmüştür. Bu mal (kervan malı)
ile, onunla harbetmemiz için bize yardımcı olun.
Olabilir ki ondan intikamımızı alırız dedikleri zaman nazil olmuştur. [39]
Allah'ı ve resulünü
inkâr edip, insanları Hz. Muhammed'e tabî olmaktan
menetmek için —bu yaptıklarının aslında insanları Allah yolundan geri çevirmek
olduğunu bilmiyorlardı— mallarını harcayanlar, insanları Hz.
Mu-hammed'in yolundan geri çevirip O'nunla savaşmak uğruna mallarını daha da harcayacaklardır.
Sonra bu yaptıkları harcamalar, onlar için hasret ve pişmanlık olacaktır.
Çünkü bu masrafları, şeytan yolunda mallarını yitirmekten başka bir şey
değildir. Böyle yapmakla, amaçlarına ulaşacak da değildirler. Allah yazıp
takdir etmiş: "Anâolsun, Ben ve peygamberlerim
mutlaka galip olacağız." [40]."Köpüğe
gelince atılır gider. (Batıl da böyledir) İnsanlara faydası olan (öz kısım) ise
yerde kalır''[41].
Evet... Onların
dünyadaki azapları; mallarının kaybolması ve bir türlü İnsan yerine koyup
benimsemedikleri kimselere (mü'minlere) mağlub olmalarıdır. Ahirette ise
cehenneme sevkedilip orada toplanacaklardır.
Cenab-ı Allah; zafer ve galibiyeti, yardım ve inayetini
kulları için yazıp takdir etmiştir ki, murdarlarla temizleri birbirinden ayırtetsin ve murdarları üst üste yığıp cehenneme atsın,
işte bu murdarlar, dünya ve ahirette kayba
uğrayanların tâ kendileridir. [42]
38- İnkâr edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse,
geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün
uygulanacağını söyle.
39- Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dîni kalana kadar
onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini
şüphesiz görür.
40- Eğer yüz çevirirlerse Allah'ın sizin dostunuz
olduğunu bilin; One güzel dost, ne güzel
yardımcıdır!. [43]
Cenab-i Allah kâfirlerden bahsettikten, işledikleri
amellerin dünya ve ahiretteki sonuçlarını anlattıktan
sonra, onlara geniş rahmet ve lütuf kapılarını açarak buyurdu ki: Ey Muhammed!
O küfredenlere de ki: İçinde bulundukları hale son verirlerse, geçmiş zamanda
işledikleri kötülükler bağışlanır. Çünkü İslâmiyet, kendinden öncekini silip
yok eder. Müslüman için yepyeni bir sayfa açar. Yapıp ettikleri.bu sayfaya
yazılır ve buna göre karşılık görür. İslama girmeden
işlemiş olduğu amellerine gelince, İslâmiyet onları yok eder. Küfür ve şirkini
silip götürür. Ama tekrar küfür yoluna dönerlerse; kendilerinden önce geçip gitmiş, Allah'ı ve peygamberlerim inkâr etmiş, inatkârlığın zebûnu olmuş ümmetlere katılırlar. Bu,
yeryüzüne ve üzerindeki varlıklara varis olacağı zamana kadar, Allah'ın,
yaratıklara uygulayacağı bir yasadır.
Size gelince ey
Müslümanlar! Yeryüzünde müslüman için tek bir fitne kalmaymcaya, din yalnız Allah için oluncaya, yetki ve emir
sadece Allah'a ait oluncaya kadar, helak edici şiddetli bir savaş vererek
onlarla savaşın. Onlar eğer bu küfürlerine son verirlerse, şüphesiz Allah
onların yaptıklarını görmektedir ve yaptıklarının karşılığını verecektir.
Ama İslâmdan yüz çevirirlerse, bu davranışları senin umurunda
olmasın. Bilin ki Allah, muhakkak sizin dostunuzdur. Her kim ki Allah'a dost
olur... O kimse asla zulüm ve hakarete uğramaz. Allah ne güzel dost ve ne güze!
yardımcıdır! O, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Her şeyi en iyi bilen,
Allah'tır. [44]
41- Eğer Allah'a ve —hakkı bâtıldan ayıran
o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde—kulumuz Muhammed'e indirdiğimize
inanıyorsanız, bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın,
Peygamber'in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah
her şeye kadir'dir. [45]
Ganimet kelimesinden
türemiştir. Aslında davar elde etmektir. Asıl maksat, kâfirlerden zorla alınan
mallardır. Savaşmadan kâfirlerden elde edilen mallara ise "fey" denir. Cizye ve ticaret kazancından alınan onda
birlik vergi gibi. Bunlarla ilgili açıklama, fıkıh kitaplarında mevcuttur.Bedir
günüdür. Çünkü o günde hak İle batıl birbirinden ayrılmıştır. Bedir savaşında,
yurdunu terkedip Medine'ye hicret eden Resulullah'rn, mağrur Kureyş
kâfirlerini yenecek güce sahib olduğu ortaya
çıkmıştır. [46]
Resuhıllah (s.a.v.)'a, ganimetlerin nasıl paylaşılacağı
sorulmuş, Kur'an-ı Kerim, onların bu sorularını
cevaplıyor: Ganimetlerle ilgili hükmü Allah'ın vereceğini, paylaştırma işini de
Resulullah (s.a.v.)'ın, emr olunduğu biçim ve oranda yapacağını açıklıyor.
"Sana ganimetlerden sorarlar. De ki: Ganimetler, Allah ve Resulunündür."
Ganimetlere dair
ayrıntılı hüküm:
Ey müslümanlar!
bilin ki: Her ne miktarda ve ne türde olursa olsun, kâfirlerden elde ettiğiniz
ganimetler, vacib ve sabit olan bir haktır. Beşte
biri Allah ile Resulünün ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır.
Ganimet beşe bölünür. Beşte biri, az önce saydığımız beş gruba verilir. Beşte
dördü ise kalan askerlere verilir. Çünkü ayette sadece bu beş gruptan
bahsedilmiş, başkalarından söz edilmemiştir.
Kurtubî der ki: Cenab-ı Allah'ın
beşte birin hükmünü açıklayıp geride kalan beşte dörtten bahsetmemesi, bu
kısmın, ganimeti kazanmış olanların mülkü olduğuna işaret etmektedir.
Ayette geçen Zevi'î Kurba (akrabalar) dan
maksat, Haşim oğullarıyla Mut-talib
oğullarıdır. Abdüşşems oğullan ile Nevfel oğulları değildir. Yetimlerden maksat, babalarım
kaybetmiş olan fakirlerdir. Düşkünlerden maksat, ihtiyaç sahibi müslümanlardır. Yolcudan maksat da, yola devam edemeyecek
derecede şiddetli ihtiyaç İçinde bulunan yolcu.
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz, ganimetin beşle birini de beşe bÇlcr; bir
payı kendisi alır, aldığı bu payı ımislümaıılann
çıkarlarına sarfederdi. Uİr
payı da akrabalarına verirdi. Kalan üç payı ise, ashabından belirtilen üç gruba
verirdi.
Peygamber (s.a.v.)'in
dâr-i bekaya irtihalinden sonra imamlar bu konuda
görüş ayrılığına düştüler: Bazıları, Peygamber ile akrabasının paylarının
düşeceğini, al-i beytin fakirlerinin de diğer müslümanların
fakirleri gibi olduklarını söylemişlerdir. Şafiî ise; Resulullah
(s.a.v.)'m payının müslümanların maslahat ve
çıkarlarına harcanacağım, Resulullah'm akrabasının
paylarının, tıpkı miras gibi al-i beytin zengin ve yoksullarına eşit oranda
dağıtılacağını söylemiştir.
Tercihe şayan olan
görüşe göre Resulullah (s.a.v.)'m ve akrabasının payları
devlet başkanına (imama) verilir. O da bu paylan, müslümanların
yarar ve çıkarları doğrultusunda harcar. ,
Bazı alimler, ayetin
zahirine tutunarak, beşte birin beşe değil, altıya bölünmesi gerektiğini
söylemişlerdir.
Allah'a, Resulüne indirilen
vahye, Bedir gününde müslümanlarla kâfirlerin
karşılaştıkları hengamede inen meleklere ve ilâhî zafere inanmış iseniz» bilin
ki; ganimetlerin beşte biri sizin değil, bilâkis Allah ile Resulünün ve anılan
diğer sınıflarındır. Hiçbir zaman haddi aşmayın. Aşın gitmekten sakının. Bu
şeyleri indirmekle, imanın; ilim ve bilgi sebeplerinden biri sayılmasında her
hangi bir gariplik yoktur. Ganimetlerin, beşte biri Allah ile Resulünündür...
Evet... İmân, ilim
sebeplerinden biri kılınmıştır. Çünkü bunu söyleyen, vahiydir. Melekler ve
zafer Allah katından geldiğine göre, bu zafer sebebiyle elde edilen
ganimetlerin de Allah tarafından belirlenen taraflara harcanması gerekir.
Yoksa ayet-i kerimede geçen "bilin" kelimesinden maksat, sade bilgi
değil, İnançla ve amelle teyid edilen bilgidir. [47]
42- Siz
vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler; kervanın süvarileri sizden
daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalk-saydmız,
vaktini tâyinde anlaşmazlığa düşerdiniz; fakat Allah —mahvolan, apaçık belgeden
ötürü mahvolsun; yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşasın diye— olacak işi
yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir.
43- Allah onları uykuda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş
olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlıyacaktınız,
fakat Allah sizi kurtardı; çünkü O kalblerde olanı
bilir,
44 — Karşılaştığınızda, olacak işi oldurmak için, onları
gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların gözünde azaltıyordu.. Bütün işler
dönüp Allah'a varır. [48]
Vadinin kenarı. Yakın,
yani Medine'ye yakın. Uzak, yani Medine'ye uzak. [49]
Eksikliklerden arınmış
yüce Allah bize, bahşetmiş olduğu büyük nimeti hatırlatıyor. Bu nimetin, Kureyş kâfirlerine karşı İslamların muzaffer olmasında
etkin bir rolü olmuştu. Bu da ganimetleri paylaştırma konusunda ve diğer
hususlarda Allah'ın emirlerine uymamızı ve O'na şükretmemizi gerektirmektedir.
Hani siz, iki ordunun karşılaşlığı günde, vadinin Medine'ye yakın kcniı-rında kendi ordugahınızı
kurmak için, ayakların battığı ve üzerinde kolayca yürüme imkânı bulunmayan
kumluk bir mevki seçmiştiniz. Kâfirlerse, vadinin Medine'ye uzak, ama suya
yakın ve yerleşmeye elverişli olan diğer yamacini
seçmişlerdi. Bununla beraber, Ebu Süfyan
kumandasında Kureyş'li kırk kişi tarafından
getirilmekte olan ticaret kervanı sizin aşağı tarafınızda, müşrik ordusunun da
arkasında bulunuyordu. Kervanı, ölümü hiçe sayarcasma
savunuyorlardı. Şüphesiz bu da onların morallerini güçlendiriyordu. Hem bilin
ki sîz, savaşma zamanı konusunda onlarla randevulaşsaydımz,
kuvvetlerinden ve sayıca çokluklarından dolayı korkarak randevuya uymazdınız.
Bütün bu nimetler;
zaferin sadece Allah katından geleceğine, teçhizat ve sayıca az olmakla
beraber, onları düşmanlarına karşı galip kılacak olanın yalnızca Allah
olacağına tahkiki imanla inansınlar diye, Allah tarafından müs-lümanlara bahşedilmişti. İman, şükür ve Allah'ın emirlerine
itaatkârhkları-nı daha da
arttırsınlar diye bu nimetler onlara ihsan edilmişti.
Fakat Allah, yapılması
mukadder ve vukuu muhakkak olan bir emri yerine getirmek İçin, önceden
aranızda bir sözleşme olmadan sizleri savaş alanında karşı karşıya getirdi.
Takdir edilen bu iş; Allah dostlarının zafer kazanması ve Allah düşmanlarının
da kahredilmesiydî. Bu açık belge ve belirtilerin ortaya çıkışından sonra
helak olsunlar diye böyle yapıldı. Çünkü sadece maddi duruma bakılırsa, müslümanlann büyük bir farkla yenilgiye uğramaları
gerekirdi. Ama Allah'ın her şeye muktedir olduğu, İnananların dostu ve
yardımcısı olduğu, gün gibi ortaya çıktı. Allah, düşmanlarına karşı müs-lümanlara güçlü bir zafer nasİb etti. "Yakında o topluluk (Bedir'de) hezimete
uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.”[50]müjdesi
gerçekleşti. Ki bundan sonra helak olacaklar, apaçık bir delilden dolayı helak
olsunlar. Yaşayacak olanlar da, apaçık bir delilden dolayı yaşasınlar. Çünkü
bunlar; küfrü yok eden, şirki silip süpüren kesin mucizelerdir. Helakin şirk,
yaşamanınsa İslâmiyet anlamını ifade ettiğini söyleyenler de olmuştur. Doğrusu
Allah, kendisine yapılan bütün ilticaları ve duaları işitir. Bütün, niyetleri
ve amelleri bilir.
Ey Muhammedi Hani sen
uykudayken o kâfirleri Allahsana az ve zayıf
gösteriyordu. Sen de bunu ashabına bildiriyor, kalplerine sebat veriyordun.
Şayet onları asıl güç ve sayılarıyla sana gösterseydi çekinecek ve savaş konusunda
birbirinizle çekişecektiniz. Fakat Allah sizi çekinmekten ve çekişmekten
kurtardı. Çünkü kervanı ele geçirmek üzere sizi Medine dışına çıkardı. Sonra
iki topluluktan birini size vâd etti. Kervan kaçınca,
geriye savaşmaktan başka bir yol kalmadı. Allah da nimetleriyle size ihsanda
bulundu ve sonuçta muzaffer oldunuz. Doğrusu O, kalplerdekinİ
bilir.
Hani Allah, savaş
anında kâfirleri gözünüze az gösterdi ki cesaretlene-sİniz
ve moraliniz güçlensin. Sizi de kâfirlerin gözüne az gösterdi ki aldanmiılar, bütün ağırlıklarıyla üzerinize gelmesinler ve
güçlü darbelerini size yöneltmesinler. Bütün bunlar, savaş başlamazdan önce
idi. Savaş başladıktan
sonra ise onlar,
sürpriz sayıdaki bir çoklukla karşılaşıp bocalasınlar diye, müs-Iümanlar kendilerinin iki katıymış gibi Allah tarafından
gözlerine gösterildi ki afallasınlar, korkuya kapılsınlar ve moralleri
bozulsun.
"(Bedir
savaşında) karşılaşan İki birlik hakkında, size muhakkak bir alamet
(peygamberin doğruluğuna dair bîr nişane) olmuştur. Bir birlik Allah yolunda
savaşıyordu. Diğeri ise kâfirdi. Mü'minleri göz göre göre kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini
yardımı ile güçlendirir. Şüphesiz bunda kalp gözü olanlar için bir ibret
vardır?'[51]
Bütün bunlar, şüphesiz
yapılması gereken mukadder bir iş için yapılmıştı. Bütün işler Allah'a döner.
İşleri dilediği gibi çevirir. Hükmünü engelleyecek bir kimse yoktur. O,
eksikliklerden münezzeh ve yücedir. [52]
45- Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız
dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çok anın.
46- Allah'a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin,
yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu
Allah, sabredenlerle beraberdir.
47- Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak
çıkan ve Allah yolundun men 'edenler gibi ohmıym.
Alkili onlunu işlediklerini her yönüyle liilcn \lîı. [53]
Topluluk.Rüzgar.
Ayette bu kelimeyle güç, galibiyet ve devlet kastediliyor. Örneğin "Falan
kimsenin rüzgarı esti" denildiğinde onun emri geçerli, iktidar sahibi
şevketli bir kimse olduğu kastedilmiş olur. Böbürlenmek. [54]
Ey Allah'a ve Rasulüne imân edenler! Kâfirlerden bir toplulukla savaştığınızda
savaş meydanında onlarla karşılaştığınızda, onlara karşı sebat ve metanet
göstermeniz, mukavemet etmeniz gerekir. Sakın ardınızı onlara dönüp savaştan kaçmıyasımz. Sebat fazilettir. Firar ise rezalettir ve
büyük günahtır.
Sevinç, sıkıntı ve
savaş anında Allah'ı anın. O'nu anmakla kalbler sükûn
bulur. O'na duâ edip yalvarmakla sıkıntılar açılır. O yakındır. Kendisine
yalvarıp duâ edenin çağrısına İcabet eder. özellikle Allah düşmanlarına karşı
zafer kazanmak için imdada çağrıldığında, çağrınıza derhal karşılık verir.
Öyleyse kâfirlerle savaş meydanında karşılaştığınızda sebat edin. Sevap ve mükâfat
kazanasmiz, düşmana karşı zafer elde edesiniz diye
Allah'ı çokça anın. Emir ve yasaklan konusunda Allah'a ve de Resulüne itaat
edin. Hz. Peygambere itaat eden, Allah'a İtaat
etmiştir. Birbirinizle çekişmekten sakının. Çünkü çekişme, bölünüp
parçalanmanıza ve dolayısıyla yenilgiye uğramanıza yol açar. Sizden önceki
ümmetler, sadece birbirleriyle anlaşmazlığa düştüklerinden ve çokça itirazda
bulunmalarından dolayı helak oldular. Zira anlaşmazlık ve itiraz dolayısıyla
iktidar, devlet ve güç elden gider. Siz sabretmeye bakın. Zira sabır, mü'minin tutukluk yapmayan silahıdır. "Şecaat, yani
yiğitlik, bîr anlık sabırdır" demişler. Allah'ın, yardım ve desteğiyle mü'minlerin beraberinde olması, şeref olarak onlar için
yeter.
Ellerinde bulunan
nimetlerden ötürü şükretmeyen, tersine azgınlık yapıp şımararak, savaşmak
üzere yurtları Mekke'nin dışına çıkan kâfirler gibi olmayın. Çünkü onlara:
Kervan kurtuldu, artık geri dönün, denildiğinde Ebu
Cehil şöyle demişti: ' 'Hayır. Bedir'e gidip develeri kesmeden, şarap içmeden,
çalgı çalıp deflere vurmadan, oraya vardığımızı araplara
duyurmadan asla geri dönmeyin." Ama sonlarının ne olduğunu önceki
sayfalarda okuyup gördünüz. Şarap yerine ecel şerbetini içtiler. Çalgı ve def
yerine ağıtçı kadınların feryatları kulaklarını tırmaladı. Deve keseceklerine,
kendi boyunları kesildi. İşte böyle... Ey mü'minler!
Onlar gibi azgın, kibirli, gösteriş budalası olmayın ve de insanları Allah
yolundan alıkoymayın. Bu saydıklanmız,yıkim ve yok olma faktörleridir. Bilin ki Allah, amel
sahiplerinin amellerinden haberdardır ve herkese de ameline göre karşılık
verecektir.
Bu anlatılanlar, müslümanların zaferini garantileyen öğütlerdir. Düşmanlarla
karşılaşıldığında sebat etmek, Allah'ı anıp O'na sığınmak... Allah'a ve peygamberine
itaat etmek... Allah ve Resulünün rızasına uygun emirler verdiği sürece ordu
komutanına ve devlet başkanına itaat etmek.. Çekişmemek ve ihtilafa düşmemek...
Zorluklar anında sabretmek.. Azmamak... Gösteriş yapmamak ve kibirlenmemek. [55]
48- Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve:
"Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size
yardımcıyım" dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, "benim
sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi ben görüyorum ve şüphesiz
Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir" dedi.
49- İki yüzlülük ve knlblcrindc
hastalık buhinnnlnr ' 'miislüınnnlun
dinleri ııldiiili" diyorlunlı;
oysa, kini AlLılı'n güvenirse bitmelidir ki. Alkili güc lüdür, hakimdir.
50-51- Melekler, inkâr edenlerin yüzlerine ve sırt kırımı
vurmak, 'Yakıcı azabı tadı, bu, kendi ellerinizle yaptığınızın
karşılığıdır" diyerek canlarını alırken bir görseydin! Yoksa Allah
kullara asla zulmetmez. [56]
Şeytan, amellerini
süslemiş ve onlara hoş göstermişti. Gerisin geri kaçtı. Arkalan veya kıçları. [57]
Ey Muhammed! Hatırla o
zamanı ki; şeytan, o kafirlere amellerim süslemiş, Allah'ın dinine karşı
yaptıkları işleri hoş göstermiş ve artık ebediyyen mağlub edilemeyeceklerini zannetmişlerdi.
İki topluluk savaş
meydanında yüz yüze, karşı karşıya geldiklerinde şeytan, hiçbir şeye dönüp
bakmadan gerisin geri kaçtı. Ve: Benim sizinle, sizin yaptığınız işlerle ilgim
yoktur. Sizin görmediğiniz Allah askerlerinin,, müslü-manların safları arasına karışıp onlarla omuz omuza vererek
size karşı savaştıkların: görüyorum.
Bütün bunlarla,
şeytanın yaptığı işlerin boşa çıktığı ve rüzgarların dalgaları arasında
savrulup gittiği anlatılmak istenmektedir. Bu, onun kâfirlerle dünyâdaki halini
temsil ediyor. Ahiretteki hali nice olacaktır? Onu
artık varın siz düşünün.
Rivayet olunur ki;
İblis, Kinaneli şair Suraka
bin Malik biçiminde görünerek Kureyşli savaşçılarla
bilfiil konuşmuş. Bir başka rivayetteyse, Haris bin Hişam
ile el ele tutuştuğu anlatılır. Savaş kızışınca onları bırakıp kaçmaya
başlamış. Haris: Nereye? Bu haldeyken bizi bırakıp gidiyor musun?- deyince, o
da: Ben sizin görmediklerinizi görüyorum. Allah'tan korkuyorum, demiş. Haris'in
göğsüne vurarak onu itmiş ve kaçıp gitmiş. Görüyorsun ya.
Savaşın kızıştığı zorlu anda şeytan onlara neler yapmış?! Allah, azabı şiddetli
olandır. Azabından sakının.
Ey Muhammed!
Münafıkların ve kalplerinde şüphe, kıskançlık, kin ve azgınlık hastalığı
bulunanların şöyle dedikleri zamanı hatırla: Şu müslümanlan
dinleri o kadar aldatmış kİ: Kureyş'in bin kişilik
seçme savaşçılarına karşı üç yüz kişi ile çıkıyorlar. Doğrusu bu bir
aldanmadır! Ne var ki münafıklar, Allah'a tevekkül eden kimselere Allah'ın
yeteceğini, ona yardım ve destek vereceğini bilemiyorlardı. Allah güçlüdür.
Dostlarını aziz, düşmanlarını zelil kılar. İşinde galiptir. Fiilini hikmetlice
yapar. Yaratıklarının durumunu bilir, Noksanlıklardan münezzeh ve yücedir.
Ey görebilen her
kimse! Meleklerin o kâfirlerin canlarını aldıklarını bir görseydin. Onları bu
durumda görseydin, doğrusu, anlatılması hemen hemen
imkânsız olan çok acayip bir manzara görmüş olurdun. Melekler, yüzlerine ve
arkalarına demirden tokmaklarla vuruyorlar ve: Tadın yakıcı azabı, diyorlardı.
Bu, onlara ahirette elemli bîr azaba
uğratılacaklarını müjdeliyordu. O kâfirler daha evvel kötülükler yaptıkları,
günah işledikleri için bu şiddetli azaba ve elem verici darbelere
uğratılıyorlardı. Yoksa Cenab-ı Allah, kullarına asla
zulmetmez. Aksine kıyamette adalet terazileri kurulacak ve her hak sahibine
hakkı verilecektir. [58]
52- Fir'avun taifesi ve
onlardan öncekilerin gidişi gibi, Allah'ın âyetlerini yalanladılar da Allah
onları, günahlarından ötürü yoketti. Allah kuvvetlidir,
cezalandırması şiddetlidir.
53- Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe
Allah'ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah'ın işiten, bilen
olmasındandır.
54- Fir'avun taifesi ve
onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rablerinin âyetlerini yalanladılar da onları
günahlarından Ötürü yok ettik. Fir'avun taifesini
suda boğduk, hepsi zâlimlerdi. [59]
Kişinin çabalayarak
kendim yorması ve bu işine devam etmesidir. Sonraları adet ve gidiş tarzına da
"de'b" denilmiştir. Çünkü insan, adet ve
gidiş tarzını devam ettirir. [60]
Bu ayetlerle yepyeni
bir sözbaşı açılmaktadır. Bu ayetlerle, Mekkeli müşriklerin
taşlarına gelen musibetin, başka bir nedenle değil de, küfürleri nedeniyle
geldiği açıklanmak istenmektedir. Bu ayetlerle, daha önce geçen "İşte bu,
ellerinizin yaptığının karşılığıdır" mealindeki ayetin anlamı desteklenmektedir.
Bu keferelerin adet
haline getirip alışageldikleri amelleri; Firavun hanedanının, onlardan önceki
Ad,Semud, Lut kavminin,
altlan üstlerine gelen kavimlerin amelleri gibidir. Peygamberleri, apaçık
belgelerle onlara gelmiş ama onlar, Allah'ın ayetlerini inkâr etmiş ve
peygamberlerini yalanlamışlardı. Cenab-ı Allah da
günahlarından ötürü onları, her şeye muktedir olan kendi zatına yaraşır bir
şekilde yakalayıp cezalandırdı. Bunda bir tuhaflık yoktur. Doğrusu Allah, azabı
kuvvetli, ikabı şiddetli olandır. Onlara gelen bu
azap, kendi işledikleri amelleri dolayısıyladır. Çünkü noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah, onlar, kendi nefislerin dekini değiştirmedikçe, her kavme bahşetmiş
olduğu nimeti değiştirmez. Yani sahibi değişmedikçe, nimeti değiştirmek,
Allah'ın hikmetine uygun olmaz. Çünkü O, kerem ve hikmet sahibidir. İşitendir,
bilendir.
İşte şu Mekkeli
kâfirler güvenlik ve refah İçindeydiler. Allah Tealâ,
on-ian açlıktan doyurdu, korkudan emîn kıldı.
İçlerinden biri olan Peygamber (s.a.v.)'i, onlara İrşâdçi
olarak gönderdi. Hz. Peygamber; onlara Allah'ın ayetlerini
okuyor, onları pisliklerden arındırıyor, kitabı ve hikmeti onlara öğretiyordu.
Halbuki daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Hz. Muhammed (s.a.v.) onlara peygamber olarak
gönderildiğinde, kötü hallerini daha da kötüleştirdiler. Çünkü Peygamber
(s.a.v.)'i yalanladılar. O'na düşmanlık ettiler. O'nu öldürmeye çabaladılar.
Ashabına işkence yaptılar. O'na karşı birleşik bir cephe oluşturdular.
Cenab-ı Allah da, kendilerine bahşetmiş olduğu süre tanıma
nimetini ihmal etti. Azap ve cezalarım çabuklaştırdı. Derhal onları azaplandırdı. "Muhakkak ki Allah, bir topluma verdiği
nimeti, onlar, kendilerindeki iyi hali fenalığa çevîrmedikçe bozmaz?'[61].Zira
Cenab-ı Allah her sesi işitir. Bütün niyet ve
amellerini biür.
Onların gidiş ve
alışkanlıkları, Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin gidişat ve
adetleri gibidir. Rablerinİn ayetlerini yalanladılar.
Bunun sonucunda, günahları.dolayısıyla Allah onları helak etti. Firavun
hanedanını suda boğdu. Diğerlerinden kimine çığhk,
kimine de rüzgar ve kasırga gönderdi. Bütün bunlar zalimleridiler. [62]
55- Allah katında yeryüzünde yaşayanların en kötüsü,
inkâr edenlerdir. Onlar artık inanmazlar.
56-57- Ey Muhammedi Anlaşma yaptığın kimseler, sonucundan
sakınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar. Savaşta onları yakalarsan, arkalanndakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et.
58- Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet, etmesinden
korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu
Allah hâinleri sevmez.
59- İnkâr edenler, asla öne geçtiklerini
sanmasınlar, çünkü onlar sizi âciz bırakamıyacaklardır. [63]
"Dabbe" kelimesinin çoğulu olup, yeryüzünde yürüyen
canlı. Ayette bu kelime ile insanlar kastedilmiştir. Savaşta yakalar, ele geçirirsiniz.
Rahatsız ve muztarip ederek onları dağıt.Atı-ver.
Kurtuldular. Yarışta öne geçtiler. [64]
Cenab-ı Allah, amelleri dolayısıyla helak olan zalim
kâfirlerden söz açtıktan sonra,'onların geri kalanlarının durumlarını
anlatmaya başladı. [65]
Rivayet olunur ki; bu
ayet, yahudî Beni Kurayza
kabilesi hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Peygamber (s.a.v.), kendisiyle
savaşmayacakları ve O'na karşı her hangi bir kimseye yardım etmeyecekleri
hususunda onlarla muahede yapmıştı. Fakat onlar ahidlerini
bozdular. Resulullah (s.a.v.) ile savaşsınlar diye
Mekke müşriklerine silah yardımında bulundular. Sonra da; "Ya Mu-hammed, seninle muahede
yaptığımızı unuttuk" dediler. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.), onlarla ikinci kez muahede yaptı. Fakat, muahedeyi yine bozdular.
Hendek savaşında kâfirlere yardım ettiler. Liderleri Kâb
bin Eşref, atına binip Mekke'ye gitti. Resulullah
(s.a.v.)'a karşı verilecek savaş için onlarla andlaşma
yaptı. [66]
Allah katında
insanların en kötüsü; küfreden, İnâdlarında devam
eden ve kâfirlikte ısrar edenlerdir. Kur'an-ı Kerim
onların hayvan derecesine inmiş olduklarına işaret etmek için yeryüzünde
dolaşan canlıların en kötüsü olduklarını ifade etmiştir. Mamafih, onlar,
hayvanlardan da kötüdürler. ."Onter ancak
hayvanlar gibidirler. Doğrusu, gidişte daha sapıktırlar!"[67] Bu
nedenle onlar imân etmezler. Onlardan asla hayır umulmaz.
Allah katında, yani
O'nun hüküm ve yargısında insanların en kötüsü küfredenlerdir. Yani Kurayza oğullan gibi, kendileriyle muahede yapıp söz aldığın,
sonra da her defasında muahedeyi bozduklarını gördüğün kimseler, insanların en
kötüleridir. Çünkü onlar Allah'tan sakınmaz, O'na hesap vermekten korkmazlar.
Onların vicdanları veya riayet edecekleri zimmetleri yoktur. Ey Muhammed! Şayet
onları harpte kıskıvrak yakalama fırsatı bulursan ahdi bozan her topluluğu
darmadağın-edecek şekilde onlara öldürücü darbeyi vur ki, onların arkalarında
bulunan Mekke müşrikleri ve diğer kâfirler senden korksunlar. Böyle yap ki,
onların arkasında duranlar ibret alsınlar. Ahdi bozacağını haber veren
davranışlarda bulunanlara gelince, onlarla ilgili hüküm şudur:
Bir kavmin ahdi bozup
hıyanet yapmalarından korksan,' yani hile ve kötülük yapacakları zannını
uyandıran belirtiler onların üzerinde sinyal verirse, ahidlerini,
yediğin hurmanın çekirdeğini attığın gibi üzerlerine at. Yalnız ahidlerini bozacaklarım iyice anladıktan sonra
muahedelerini suratlarına çarp ki, seni gadr ve
hıyanette suçlamasmlar. Doğrusu Allah'hainlik
edenleri sevmez.
Ayetin şu anlama
geldiğini söyleyenler de olmuştur: Onların yaptığı gibi sen de aynı şekilde
muahedelerini suratlarına çarp, muahedeyi bozduğunu onlara açıkça bildir.
Küfredenler, Bedir
savaşında ölüm ve csarell.cn
kurtulduklarını sanmasınlar, fin kaçıp kurtulmakla, sanmasınlar.
ikanı alma hususunda Allah'ı aciz bırakacaklarını zannetmesinler. Aksine onlar,
Allah'ın kabzasmdadırlar. Asla kurtulamayacaklardır. Ya dünyada öldürülecekler, ya da ahîrette şiddetli azaba uğratılacaklardır.
Sana gelince Ya Muhammedi Şunu bilesin ki Allah, onları çepeçevre kuşatıcıdır.
Küfürlerinden dolayı onları azaplandiracak ve
onlardan intikam alacaktır. Müsterih ol ve sabret. Doğrusu Allah, seninle
beraberdir! [68]
60- Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar
—Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip
sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere— kuvvet ve savaş atları hazırlayın.
Allah yolunda sarfettiğİniz her şey size haksızlık
yapılmadan, tamamen ödenecektir. [69]
Keşşaf diyor ki:
"Ribat", Allah yolunda cihad
İçin bağlanan attır. Korkutursunuz. [70]
Ordu; vatanın düşmana
karşı hazırlığı, silahı, zırhı ve koruyucu ihata duvarıdır. Milletin, düşmanla
karşılaştığı yüzüdür. Milletin tutan elidir. Atan kalbidir. Uyku tutmayan
gözüdür. Nitekim birçok ayetlerde de görüldüğü gibi Kur'an,
İslâm ordusuna inayet etmiş, Peygamber (s.a.v.) de İslam ordusundaki askerleri
gözetmiş, zamanına en uygun bol miktarda ganimet payını onlara vermiştir. Bu,
açıkça bilinen bir husustur;
Düşmana karşı hazırlık
yapmak insanlara çok zor gelir. Ancak Allah'a inanıp O'nn
tevekkül eden alicenap güçlü yürekli nisanlar, hıımı
hiçte zor ve zahmetti bir iş olarak görmezler.
Muhtasar olmakla
birlikte ayet-i kerime: "gücünüzün yettiği kadar kuvvet" demekle her
çağa ve zamana uygun askeri hazırlık çeşitlerini bir arada anlatmış olmaktadır.
Ayet-i kerimede düşmana karşı askeri hazırlıkların ya-nısıra manevi, maddî, idarî fennî ve malî hazırlıklarda
bulunmaya da teşvik edilmektedir. Bu hazırlıklarda bulunanlara bol sevap ve
mükâfatlar vâd edilmektedir. Kur'an-ı
Kerim "hazırlayın", demekle düşmana karşı her türlü hazırlığı
yapmamızı, bu uğurda olanca gayretimizi sarfetmemizi,
gücümüz nis-betinde canımızı ve kıymetli şeylerimizi
feda etmemizi bize farz kılmıştır.
Kur'an-ı Kerim, barış zamanında da hazırlıklı olmamız
gerektiğini unutmamış ve bu konuda da bizi uyarmış ki; Ordu her zaman tam bir
hazırlık içinde bulunsun. Her nereden bir ses duyarsa, oraya koşsun. Gece
gündüz düşmana mukabelede bulunmak için, sınır boylarında cihad
İçin bağlı atlar bulundurup beslemekle emrolunduk. Bu
hazırlıkları yapmanın sebeplerini ayet-i kerime açıklamıştır. Bu da zahirî
düşmanların, bildiğimiz ve bilmediğimiz gizli düşmanların korkutulmasıdır.
Düşmana karşı hazırlık
yapmak, ancak mal ile.olur. Bu da Allah yolunda mutlak surette mal harcamakla
olur. Herkes gücü ve imân kuvveti oranında bu uğurda mali katkıda bulunur.
Mamafih bu yolda yarışmamız ve bu nedenle kıyamet gününde verilmek üzere bizim
için hazırlanan büyük mükâfatı elde etmeye çalışmamız için teşvik de vardır.
Bir ümmet bu şekilde tam bir hazırlık yapsın da sonra komşuları tarafından
zulme uğrasın. Bu mümkün değildir. İşte aynı şekilde, ey ümmet-i Muhammedi
Siz, ahirette de zulme uğramazsınız. "Malınızdan
hayır adına her ne harcarsanız hep kendi menfaatiniz içindir. Zaten siz (mü'minler), ancak Allah razısını gözeterek verirsin niz. Böylece hayra dair her ne verirseniz onun sevabı tam
olarak size ödenir. Hakkınız yenmez ve size zulmedilmez!'[71]
Eski zamanlarda at,
düşmana korku ye ürküntü veren bir semboldü. Yakın zamana, hatta günümüze kadar
da at önemini korumuştur. Bu nedenle ayette attan bahsedilmiştir. Aslında
ayet-i kerime, her zaman ve mekâna uygun kuvvetleri hazırlamayı emir ve tavsiye
etmektedir. [72]
61- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve
Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir.
62-63- Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana
kâfidir. Seni ve inananları, yardımıyla destekleyen, kalblerini
uzlaştıran O'dur. Eğer yeryüzünde olan her şeyi sarfetsen
bile, sen onların kalblerini uzlaştıramazdm,
ama Allah onları uzlaştırdı. Doğrusu O güçlüdür, hakimdir.
64- Ey Peygamber! Allah'ın yardımı sana ve sana uyan mü'minlere yeter.
65-66- Ey Peygamber! Mü'minleri
savaş için coştur. Sizin sabırlı yirmi kişiniz, onlardan ikİyüz
kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bin
kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur.
Şimdi Allah yükünüzü hafifletti; zira içinizde za'f
bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz onlardan ikiyüz
kişiyi yener; sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, ikibİn kişiyi yener. Allah
sabredenlerle beraberdir. [73]
Meylettiler, Barış.
Sana yeter. [74]
Savaş için tam
hazırlıklı olmak —ki bu hazırlıklı oluş, çoğunlukla savaşa engel olur—
emredildikten sonra burada da, düşmanların barış isteyip barışa meyletmeleri
durumunda müslümanların nasıl bir yol izleyecekleri
anlatılmıştır. Cenab-ı Allah, anlam olarak şöyle
buyurmuştur: Barışa yanaşır ve sulh-ü emân anlaşması
yapılmasını isterlerse, istediklerini onlara ver, ey Mu-hammed!
Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde der ki: Ayet-i Kerimedeki
emir, devlet başkanının, İslâm ve müslümanların
çıkarına uygun gördüğü savaş ve barışa bağlıdır. Yoksa illâda
savaşılacak veya illâ da barış yapılacak diye kesin bir emir yoktur. Eğer
barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. Allah sana kâfidir.
O, her sözü ve isteği işitendir. Bütün kasıt ve amelleri bilendir. Bu da İslâmiyetin sevgi ve barış dini olduğunu, savaşa karşı bir
din olduğunu ifade etmektedir. Ancak şartlar gerektirirse, savaşın zorunlu olduğunu
da kabul eder. Savaşmaya hazırlanabilsinler diye senden barış isteyerek seni
aldatmak isterlerse, bil ki ey Muhammed, onların kötülüklerini savma konusunda
Allah sana kâfidir. Onlara karşı sana yardım edecektir. Bunda bir garabet
yoktur. Kendi katından bir zaferle seni teyîd edip
imdadına yetişen O'dur. "Zafer, ancak Allah katmdandıf.'
Beraberindeki Ensardan ve Muhacirlerden mü'minlerle,sana destek oldu. O mü'minler,
seni kahramanca müdafaa ettiler. Allah'dır ki o mü'minlerin kalplerini sevgiyle birleştirdi. Onları hak ve şehadet kelimesinde birleştirdi. "Onlara takva
kelimesini ilham etti. Onlar da buna lâyık ve ehil idiler."[75] Oysa
bu mü'minler cahüiyet
devrinde savaş, fitne, düşmanlık, asabiyet, intikam sevgisi ve en basit
sebepten dolayı savaş ateşini alevlendirmekle meşgul idiler. Bununla beraber
sen, yeryüzündeki şeylerin hepsini harcasaydın bile onların kalplerini
birbirine ısmdıramaz-dın.
Ama güçlü, kadir, hikmet sahibi, bilgili olan Allah onların kalplerini sevgiyle
birleştirdi. O güçlüdür. Tam kudret ve galebe sahibidir. Yaptığı her işte
hikmet vardır.
Ey Peygamber! Bütün
işlerde sana ve sana imân edenlere Allah kâfidir. Azmİ
güçlü ve kalbi metanetli kimseler olun. Doğrusu Allah, yardım ve zaferiyle
sizin beraberinizdedir. Şüphesiz bu da İslâm ordusundaki maneviyatı yükseltir
ve kuvvetlendirir.
Bu anlatılanlar,
sebeplere sarılmamıza engel değildir. Bu nedenle Cenab-ı
Allah buyurmuş ki: Ey Peygamber! Mü'minlerİ savaşa o
kadar şiddetle teşvik et ki, canlarını ve kıymetli varlıklarını Allah yolunda
gönül rızasıyla fedâ edip harcasınlar.
Bu söz, cihadın ne
derece Hı/iletlİ olduğunu
açıklamakladır. Mü'minler cihatta iki güzelden birini
bekliyorlardı: Ya şehid
olacaklar. O ne büyük şereftir. Ya da zafer kazanıp
ganimet elde edecekler.
Ey mü'minler
bilin ki; sizden bir kişi, kâfirlerden on kişiyle savaşmalı-dır. Çünkü sabit
bir inanç uğruna, doyum içindeki bir kalble savaşan
kimse ile zorlanarak veya kiralanarak, yahud basit
dünyevî bir amaç uğruna savaşan kimse arasında çok büyük fark vardır.
Sizden, mükâfatını
Allah'tan bekleyen yirmi sabırlı kişi olursa, kâfirlerden ikiyüz
kişiyi mağlub eder. Yine aynı şekilde sizden yüz
sabırlı kişi olursa; Allah ve Resulünü İnkâr eden, ölüm sonrası dirilişe ve
hesaba, cezaya inanmayanlardan bin kişiyi mağlub
eder. Çünkü kâfirler, dünyanın hakikatini, dünyanın ahirete
ulaştırıcı bir geçit olduğunu, başarı ve zaferi garantileyen stratejileri
anlamayan, inancı uğruna ve hüccetle savaşmayan, ölüm-sonrasi
dirilişe, ceza ve sevaba İnanmayan bir kavimdirler.
Ama sizler sabrederek,
sevabı Allah'tan bekleyerek iki güzelden, şeha-det ve ganimetten birini umarak savaşıyorsunuz.
Müslümanın içinde bulunması gereken durum, işte budur.
Anlayışsızlık ve idraksizlik ise; müşriklerin ve yahudilerin,
kendisiyle nitelendikleri bir durumdur. Çünkü onlar maddecidirler, İnsanlar
içinde hayata aşın derecede tutkundurlar.
Mü'minlerin en yüce mertebesi işte budur. Bundan daha aşağıdaki
mertebe ise şudur: Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve bildi kî, fazlaca cihad etmenizden dolayı bedeninizde bir zaaf vardır. Eğer
sizden, mükâfatını sadece Allah'tan bekleyen yüz sabırlı kişi olursa,
kâfirlerden ikiyüz kişiyi mağlub
eder. Yine sizden bin kişi olursa, Allah'ın izin ve kuvvetiyle kâfirlerden
iki-bin kişiyi mağlub eder. Allah, yardım ve
gözetmesiyle mü'minlerin beraberin-dedir.
Kur'an-ı Kerim, bu hükmün hafifle turnesinden önce de, sonra
da İslâm cemaatinin, kendisinden iki misli fazla bir kâfir topluluğuna
mukavemet edeceğini tekrarla söylüyor. Böylece de İslâm ordusunun, îslâmi prensiplere uygun hareket etttiği
takdirde azlığın, çokluğun önemli olmayacağını gösteriyor. [76]
57- Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir
almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünyâ malım İstiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir.
68- Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı,
aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi.
69- Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak
yiyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
70- Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere, "Allah
kalbîerinizde bir iyilik bulursa, size sizden almanın
daha hayırlısını verir, sizi bağışlar, Allah bağışlayandır, merhamet
edendir" de.
71- Esirler sana hiyânet etmek
isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hiyânet
etmişlerdi, Allah bundan ötürü onları yenmen için sana imkân verdi, Allah
bilendir, hakimdir. [77]
Fazlaca savaşıp ağır
basmak ve zafer elde etmek, manasım ifade eder. [78]
Rivayet olunur ki; Resulullah (s.a.v.) efendimiz, Bedir savaşında aldık-lîin esirler hakkında ashabına danışlı. Hz.
Ebu Bekir (R.A.), onlardan fidye aiııııııusıııı
önererek şöyle dedi: Ya Kesuhıllalı'
onlar .senin milletin ve ailen-dir. Onları öldürme.
Olur kî Allah onları affedip tevbelerini kabul
buyurur. Onlardan fidye al. Bu fidyelerle ashabını da güçlendirmiş olursun. Hz. Ömer (R.A.) ise, öldürülmelerini önererek şöyle dedi:
Boyunlarım vur. Çünkü onlar, küfrün liderleridirler. Allah seni fidye almaya
muhtaç kılmadı.
Akîl'i Aliye, Abbasi Hamza'ya, falan kabileden münasib
birini de bana bırak ki boyunlarım vuralım.
Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir'in görüşüne meyletti. Ve bunun üzerine yukarıdaki
ayet nazil oldu. Cenab-ı Allah! esirlerle ilgili
hükmü anlatarak sözü noktaladı. [79]
Esir, müslümanlarm eline düşen kâfir düşmanfara
denir. Devlet başkanı, umumi maslahata uygun olarak esirler üzerinde
tasarrufta bulunur. Esire müslüman olmasını teklif
eder. Müslüman olursa ne alâ. Yoksa, devlet başkanı onu öldürür. Ya da İslâm devleti güçlü ve iktidar sahibi ise, esirden
fidye alır veya köleleştirir veya fidye almaksızın lütfedip bırakır. Ama îslâm devleti henüz kuruluş dönemindeyse, müslümanlarm esirleri sağ bırakmayıp öldürmeleri,
beraberlerinde taşımamaları gerekir. Çünkü müslümaniarın
üzerine ağırlık ve yük üzerine yok olurlar. Hayatta bırakılsalar, müslüman olduklarını söyleseler bile müslümanlarm
aleyhinde casusluk yapabilirler. Ayet-i kerimede ifade edilmek istenen anlam
da budur.
Hiç bir peygambere,
esirler alması, sonra onları hayatta bırakması ve onlardan fidye alması yaraşmaz.
Çünkü bunda devlet aleyhinde büyük bir tehlike vardır. Ancak bu peygamber
fazlaca savaşıp çok miktarda kâfir öldürürse, esirler alabilir. Çünkü bu
durumda müslümanları güçlendirmiş, kâfirleri
zayıflatıp iktidarlarını kırmış olur. Hayatta bırakarak fidye almakla dünyanın
geçici mal ve metaını mı elde etmek istiyorsunuz? Allah ise sizin için ahi-ret
sevabını veya dinini güçlendirip düşmanlarını yok etmeyi istiyor. Bu da ahiret mükâfatına kavuşmanın yoludur. Allah güçlüdür.
Dostlarını güçlendirir. Üstünlük ve iktidar Allah'ındır. Peygamberinin ve mü'minlerindir. Allah, işlerini hikmetlice yapar. O'nun
emrine uyun ki,sizi doğruluk ve hayır yoluna eriştirsin.
Allah, daha önce levh-İ mahfuzda "Yanıİan
kimse yanılgısından dolayı cezalandırılmaz" anlamında bir hüküm vermiş
olmasaydı, esirlerden aldığınız fidyelerden dolayı size çok şiddetli bir azap
dokunurdu. Bu sözlerle, müslümanlarm fidye
almalarının çok tehlikeli olduğuna işaret edilmiştir.
Ganimetler size helâl
kılındı. Öyleyse ganimet olarak elde ettiğiniz malları helâl ve temiz olarak
yeyin. Allah'tan sakının. Emir ve yasaklarına riayet edin. Doğrusu Allah
bağışlayandır, esirgeyendir. Tcvbeleri kabul eder ve
kötülükleri affeder.
Bedir esirleri
arasında Abdütmuttalİb oğlu Abbas'm
da olduğu rivayet edilir. Peygamber (s.a.v.); kardeşi Ebu
Talib oğlu Akıl ve Haris oğlu Nevfel
için de fidye vermesini isteyince: Ya Muhammedi
yaşadığım müddetçe beni Kureyş'e el açmak durumunda
bırakacaksın! dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Mekke'den çıkarken Ümmü Fadl'a verdiğin altınlar
nerede?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.)'in böyle demesi, gaipten haber
vermekti. Çünkü Abbas-ın,
altınları Ümmü Fadl'a
verdiğini Allah'tan başka bilen yoktu. Bunun üzerine Abbas
şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki daha Önce bende şüphe vardı. Ama artık
hiç şüphem kalmadı." Başka bir rivayete göre de şöyle demiştir: "Allah,
benden aldığından daha hayırlısını bana verdi."
Ey Peygamber! Elinizde
bulunan esirlere de ki: Eğer Allah kalbinizde ihlâs
ve iyi niyet bulunduğunu bilirse, sizden alınan fidyelerden daha hayırlısını
size verir. Günahlarınızı bağışlar. Allah, çokça bağışlayan ve günahları
örtendir.
Bazıları, ayetin, Hz. Peygamberin; esirlere İslâm'ı teklif etmesi, onları
hayır ve mağfiretle nimetlendirmesi amacını
taşıdığını söylemişlerdir.
Sana hainlik etmek ve
ahdini bozmak İsterlerse, bil ki onlar daha önce bezm-i
elestte kendilerinden alman ahde muhalefet ederek
Allah'a da hiya-t net etmişlerdir. Madem öyle...
Onların bu davranışları seni tasalandırmasın. Allah, onlara karşı sana imkân verdi.
Seni onlara galip kıldı. Peygambere vaatte, kâfirlere tehditte bulunarak bu
sözlerle peygamber efendimiz teselli edilmektedir. Allah bütün niyetleri
bilir. Sonsuz hikmeti gereğince her işini hikmetlice yapar. [80]
72- Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda
mallarıyla canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri
barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp,
hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din
uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı
onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür.
73- İnkâr edenler, birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz
aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.
74- İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve
muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, İşte onlar gerçekten inanmış
olanlardır, Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar
vardır.
75- Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar,
işte onlar sizdendir. Birbirinin mirasçısı olan akraba, Allah'ın Kitâb'ma göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her
şeyi bilir. [81]
Küfür diyarını bırakıp
İslâm diyarına göç ettiler.Misafir edip barındırdılar.Mastar olup bir kimsenin
işini yürütmek, ona velilik etmek anlamım ifade eder.Yeryüzünde büyük bir
fitne meydana gelir. Yani iman zaafiyeti ortaya çıkar
ve küfür zuhur eder. [82]
ünceki ayetlerde kâfirlerden, onların esir alınmalarından,
onlarla olan akrabalık bağını duvara çarpıp o bağlan İslâmi
bağlarla değiştirmiş vaziyette kâfirlere nasıl davranılacağından söz
edilmişti. Bu nedenle bu ayetlerde.
Kur'an-ı Kerim İslâm bağını anlattı. Sadık ve kâmil bir
inançla Allah'a ve peygamberine imân eden, nefislerine sevgili olan yurtlarını
ve mallarını ter-kederek Allah yolunda hicret ve cİhâd eden, mallarını, canlarını feda edenler; işte onlar
Mekke'yi, İzzetlerini, şereflerini, soylarını terkederek,
Resulul-lah (s.a.v.)'ın yerleştiği Yesrib'e
(Medine'ye) göç eden Muhacirlerdir.
Allah'a ve Resulüne
imân edip hicret eden, Allah yolunda Cihâd edenler;.diğer
taraftan bu muhacirleri evlerine konuk edip barındıran, mallarına ortak eden, Resulullah'a yardım eden, O'nu çocukları ve eşleri gibi
koruyanlar; "O'na (Resul'e) iman edenler, O'na tazim ederler, O'na yardım
ederler. Ve kendisine indirilen Kur'an'a tabi
olurlar. îşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir."[83] Bunlara
da Ensar denir. Muhacirlerle Ensâr,
birbirinin dostudurlar. Maslahatlara gözcülük ederek, riâyet ve İnayetle kendilerini
koruyup himaye eder ve birbirlerine dost olurlar. Onlar, îslâm
ümmetinin gövdesidirler. Bu cesedin bir organı hastalıktan şikâyetçi olduğunda,
diğer organlar da ateş ve uykusuzlukla acısına ortak olurlar, islâm bağı, onların arasındaki en güçlü bağdır. İmân bağı,
aralarındaki en sağlam ve kopmaz bağdır. İşte her zaman ve mekânda müslümanlar imân bağı etrafında toplanıp takva ve şanlı peygamber
sevgisinde birleşmişlerdir. Bu nedenle Cenab-ı Allah onlarla
ilgili olarak: "Mü'minler ancak kardeştirler"
demiştir. İslâm kardeşliği gerçekten Allah için olursa, ümmet binasının
sapasağlam ayakta durmasını sağlayan yegane sütun ve destek olur.
Bazıları demişler ki:
Ayette geçen Velayet kelimesinden maksat, mirastır. Bu ayet, (Nisa
süresindeki) miras ayetleriyle neshedilmiştir.
Allah'a ve Re-'sulune iman edip de, üstesinden
gelemedikleri bazı engeller dolayısıyla hicret edemeyenlere gelince, hicret
edinceye kadar onlara dostluk etmeyin. Aranızda miras da yoktur. Akrabanız
olsalar bile... îslâmın ilk zamanlarında hicret, işte
buydu.
Din konusunda sizden
yardım isterler ve düşmanlarına karşı kendilerine yardım elinizi uzatmanızı taleb ederelerse —aranızda
muahede bulunan bir kavme karşı olmadıkça— gücünüz yettiği kadarıyla onlara
yardım edin. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.
Küfredenler ise
birbirlerinin dostudurlar. Akrabanız da olsalar, aranızda bazı bağlar da
bulunsa onları dost edinemezsiniz. Eğer bu emirlere uymazsanız; yeryüzünde bir
fitne ve büyük bir fesat meydana gelir. İslâmiyet zayıflar ve şevketi kırılır.
Küfür zuhur eder. Küfür bayrağı yücelir!... Ey noksanlıklardan münezzeh olan
Rabbim! Sen, görünen ve görünmeyen alemi bilensin. Her şeyden haberdar ve herşeyİ görensin, islâmiyet
olduğu gibi devam elti. Nihayet müslümanlar,
kendilerinden olmayanları dost edindiler. Bazen politikayı bazen de başka bir
ihtiyacı bahane ederek din düşmanlarıyla dostluk bağlan kurdular. Güçsüz
kuvvetsiz hale geldiler. Kendi ellerimizle işlediklerimizden dolayı karada ve
denizde fesat belirdi. Evet... İslama dönün-ceye kadar da bir halimiz devam edecektir.
İman edip hicret eden
ve Allah yolunda cihad eden; diğer taraftan peygamber
(s.a.v.)'i barındırıp O'na ta'zimde bulunup yardım
edenler... İşte bunlar, Muhacirlerle Ensardır.
Bunlar gerçek mü'minlerdir. Hicret ve muhacirlere
yardım, iman sadakatine ve kâmil müslümanlığa işaret
eder. Bu insanlar için Allah'tan bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Dünya ve ahirette bol ve güzel nzık
vardır.
Bunlar, İman yarışını
kazanarak Allah'a yakınlık şerefini elde edenlerdir. Bunlardan sonra İslama gelenlerin durumu şöyledir: Müslümanların iktidarı
güçlendikten sonfa iman edip hicret eden ve cihad edenlere gelince, onlar sizdendir. Siz de
onlardansınız. Birbirinizin dostlarısınız. Hem müslüman,
hem de akraba olanlar, elbetteki birbirlerine daha yakındırlar. Çünkü bunlar,
din kardeşliği ile mesep kardeşliğini bir arada
bulundurmuşlardır. Allah'ın kitabındaki hüküm budur. Ayet-i kerimede geçen
"Akrabalık yönünden yakınlıkları olanlar, Allah'ın kitabına göre
birbirlerine daha yakındırlar" sözünden, Zevil"erhamm
mirası kastedilmiştir, diyenler de olmuştur. İslâmın
İlk zamanlarında Ensan ile Muhacirler, birbirlerine
mirasçı oluyorlardı. Bu hüküm, miras ayetlerinin nüzulüne kadar devam
etmiştir. O ayetlerden birisi de budur.
Hem bilin ki, Allah,
muhakkak her şeyi bilendir.
Bu ayetlerde aynı
şeylerin tıpatıp tekrarı söz konusu değildir. Birinci ayet; İslâm bağının, esas
bağından daha kuvvetli olduğunu, ikinci ayet; Ensar
ve muhacirin yüce mevki ve gerçek iman sahibi olduklarını, üçüncü ayet ise; Mekke'nin
fethi ve İslâmiyetin güçlenmesinden sonra size yani
Medine'ye gelip mü'min olanların da sizden olduğunu
ifade etmektedir. [84]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/391-392.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/392.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/392.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/393-394.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/394-396.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/396.
[7] Kamer, 45.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/396-398.
[8] Bakara, 249.
[9] Al-i Imrân, 124-125.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/398-401
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/401-402.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/402-403.
[13] Tevbe, 14.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/403-404.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/405.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/405.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/405-406.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/406-407.
[19] En'am, 122.
[20] Ankebût, 67.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/407-409.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/409.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/409.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/409-410.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/410-411.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/411.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/411.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/411-412.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/412.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/412.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/413.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/413-414.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/414-415.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/415.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/415.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/415-417.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/417.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/417.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/417-418.
[40] Mücadile, 21.
[41] Ra'd, 17.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/418.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/418-419.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/419.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/419-420.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/420.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/420-421.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/421-422.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/422.
[50] Kamer, 45.
[51] ÂI-i İmrân, 14.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/422-424.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/424.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/425.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/425-426.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/426-427.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/427.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/427-428.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/428.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/428.
[61] Ra'd, 11.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/428-429.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430-431.
[67] Furkan, 44.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/431-432.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/432.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/432.
[71] Bakara, 272.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/432-433.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/433-434.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/434.
[75] Fetih, 26.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/435-436.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/436-437.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/437.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/437-438.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/438-439.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/439-440.
[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/440.
[83] A'râf, 157.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/440-442.