ENFÂL SÜRESİ 2

Bazı Kelimeler: 2

Nüzul Sebebi: 2

Açıklama: 2

Büyük Bedir Savaşını Hazırlayan Olaylar. 3

Bazı Kelimeler: 3

Nüzul Sebebi: 3

Açıklama: 5

Müminlere Savaşla İlgili Bazı Direktifler. 6

Bazı Kelimeler: 6

Açıklama: 6

Dine Muhalefetten Sakındırma. 7

Bazı kelimeler: 8

Açıklama: 8

Kur'an Dâvetçisine İcabet Etmek. 8

Açıklama: 8

Hıyanet, Münafıkların Sıfatlarındandır. 9

Bazı Kelimeler: 9

Nüzul Sebebi: 9

Açıklama: 10

Allah'tan Sakınmak Ve Bunun Eseri 10

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 10

Peygamber Ve İslama Yapılan Düşmanlıklar. 11

Bazı Kelimeler: 11

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 11

Açıklama: 11

Arapların Ahmaklık Ve Cahilliklerinden Görüntüler. 12

Bazı Kelimeler: 12

Nüzul Sebebi: 12

Açıklama: 12

İnsanları Allah Yolundan Geri Çevirmek İçin Mal Harcayanların Sonu. 13

Bazı Kelimeler: 13

Nüzul Sebebi: 13

Açıklama: 13

Allah'ın İnsanlara Lutfu. 14

Açıklama: 14

Ganimetler Nasıl Paylaşılacak. 14

Bazı Kelimeler: 14

Açıklama: 14

Düşmanlarına Karşı Muzaffer Kılarak, Allah'ın Müminlere İhsanda Bulunması 15

Bazı Kelimeler: 15

Açıklama: 15

Savaşa İlişkin Öğütler. 16

Bazı kelimeler: 16

Açıklama: 16

Şeytan Nasıl Da Kaçıp Kurtuluyor. 17

Bazı kelimeler: 17

Açıklama: 17

İşledikleri Ameller Dolayısıyla Başlarına Gelenler. 18

Bazı Kelimeler: 18

Açıklama: 18

Ahdi Bozanın Hali Nice Olur?. 18

Bazı Kelimeler: 19

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 19

Nüzul sebebi; 19

Açıklama: 19

Düşmanlara Karşı Savaş Hazırlığı Yapmak. 19

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 20

Barışa Meyil, Ordunun Moralini Yükseltmek. 20

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 20

Vahiy, Hz. Ömer (R.A.) İn Görüşüne Uygun Olarak İniyor. 21

Bazı Kelimeler: 22

Nüzul Sebebi: 22

Açıklama: 22

İslâm Bağı En Güçlü Bağdır. 23

Bazı kelimeler: 23

Açıklama: 23


ENFÂL SÜRESİ

 

Esah kavle göre bütün ayetleri Medenidir. 30'dan 36'ya kadarki ayetler haricindeki kısmın Medeni olduğunu söyleyenler de olmuştur. 30 ilâ 36; ayetler Mekkidirler. Çünkü bunlar, Mekke'de meydana gelen bir olayla ilgilidirler. Doğru rivayete göre, bu ayetler de Mekke'de meydana gelen bir olayı onla­ra hatırlatmak için Medine'de nazil olmuştur. Bu sure, 75 ayettir, özellikle savaşlar ve hicret gibi zorluk anlarında cereyan etmiş olan, Peygamber (s.a.v.) efendimize mahsus kıssalardan söz eder. Önceki surede, —Allah'ın selamı üzer­lerine olsun— diğer tüm peygamberlerin kıssaları anlatılmıştı. Buradaysa, Pey­gamber (s.a.v.) efendimize ait kıssalar anlatılacaktır.

İki sure arasındaki münasebet açıkça görülüyor.

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

1- Ey Muhammedi Sana, ganimetlere dair soru sorarlar, de ki: "Ga­nimetler Allah'ın ve Peygamberindir. İnanıyorsanız Allah'tan sakının, ara­nızdaki münasebetleri düzeltin, Allah'a ve Peygamberine itaat edin.

2-3- İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını arttırır. Ve Rablerİne güvenirler; namaz kılarlar; kendilerine verdiğimiz nzıktan yerli yerince sar-federîer.

4- İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır. Onlara Rablerinin katın­da mertebeler, mağrifet ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. [1]

 

Bazı Kelimeler:

 

'Nefel'' kelimesinin çoğuludur. Buradaki anlamı ganimet­tir. Çünkü ganimet, Allah'ın bir lütuf ve bağışıdır. Bu da Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.)'in Özelliklerindendir. Bu ümmet, önceki ümmetlere tanınmamış olan bazı ayrıcalıklara sahip kılınmıştır. Buhari ve Müslimin sahihlerinde Cabir bin Abdullah (R.A.) Peygamber (s.a.v.)'in şöyle bu­yurduğunu rivayet eder: "Daha Önce hiçbir peygambere verilmemiş olan beş şey bana verildi:... Benden Önce hiç kimseye helâl kılınmamışken ga­nimetler bana helâl kılındı". Bu hadise, şefaat hadisi denilmiştir. Nafile: Va­cipten fazla ve artık olan şeydir. Örneğin nafile namazlar gibi.Aranızdaki hakikati, ara kelimesinin arapça karşılığı olan keli­mesi, birleşme ve bitişik olma, yani İslâmi birlik anlamını da ifade etmekte­dir. Arayı düzeltmek; dostluk ve kardeşlik, çekişme ve ezâ-cefâyı terketmek gibi şeylerle gerçekleşir.Korkup ürperdi. [2]

 

Nüzul Sebebi:

 

Ubade bin Samit'den rivayet: Bu ayetler; biz Bedir savaşına katılanlar, ganimet paylan konusunda anlaşmazlığa düşüp ahlakımız kötü olduğunda bizim hakkımızda nazil oldu. Allah, ganimetleri elimizden çekip aldı ve Rasulullah (s.a.v.)'a verdi O da müslümanlar arasında eşit olarak paylaştır­dı. Bunda da,AHah'tan sakınmak, O'nun peygamberlerine itaat etmek ve in­sanların arasını düzeltmek vardır.

Ebu Davûd ve Nesei'nin tahric ettikleri bîr hadiste îbn Abbas (R.A.) pey­gamber (s.a.v.)'in §öyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Her kim bir kâfiri öldürürse, onun için şu kadar (ganimet) vardır. Her kim, bir kâfiri esir alırsa onun için şu kadar (ganimet) vardır.

Savaştaki yaşlılar, bayrakların altında Resulullah (s.a.v.)'in çevresinde durdular. Gençlerse kâfir Öldürmeye ve ganimet elde etmeye koştular. Yaşlı­lar gençlere: Doğrusu biz, sizler için destek olduk. Eğer sîze bir şey olsaydı, bize sığınırdınız, dediler ve ganimet payı konusunda anlaşamayıp, peygam­ber (s.a.v.)'in hakemliğine başvurdular. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu. [3]

 

Açıklama:

 

Bedirde elde edilen ganimetler konusunda müslümanlar arasında anlaş­mazlık meydana geldi. Bu ganimetler; Muhacirler için mi, yoksa Ensar İçin mi? Gençler için mi, Yoksa yaşlılar İçin mi? Yahut hepimize midir? diyerek peygamber (s.a.v.)'e sordular. Allah tarafından peygamber efendimize, on­lara şöyle demesi emredildi: Ganimetlerle ilgili hükmü sadece Allah verecek­tir. Ve onu Allah'ın emri uyarınca peygamber paylaştıracaktır. Bu konuda görüş belirtme hakkı hiç bir kimseye verilmemiştir. Bu ayette özet olarak anlatılan. hükümler, 41. ayette ayrıntılı olarak anlatılacaktır. "Her kim bir kâfiri öldü­rürse, ölenin üzerindeki eşya, o gazinindir" sözünde de görüldüğü gibi, ne­fisleri galeyana getirmek ve savaşa teşvik etmek için devlet başkanı; askerler-. den dilediğine, belirtilen paydan daha fazla ganimet verebilir.

Böyle olunca da Allah'tan sakının. İçinde bulunduğunuz çekişme ve an­laşmazlığa son verin. Çünkü bu, özellikle savaş halindeyken Allah'ı çok öf­kelendirir. Aranızda anlaşmazlıkları giderin, aranızı düzeltin ki, İslâmi vus­lat gerçekleşsin. Böyle olunca, aranızda sevgi, ülfet ve ittifak meydana gelir. Allah'tan sakınmak^ peygamberine itaat ve arayı düzeltmek -bundadır.

Size emredilen her şeyde Allah'a ve resulüne itaat edin. Onlara itaat et­mekte hayır ve kurtuluş, hidâyet ve doğru yol vardır. Gerçekten inanmış kim-selerseniz, onlara itaat edin. Toplumun düzelmesi için bu üç şeyin var olma­sı, mutlak surette gereklidir: Allah'tan sakınmak, peygamberine itaat etmek, arayı düzeltmek ve doğru yoldaki hikmeti kumandaya uymak. Mü'minlerin, bu üç vasfı gerçekleştiren beş niteliğine gelince bunları şöyle sıralayabiliriz. Bu niteliklere sahip olanlar, ihlâsla inanmış olan gerçek mü'minlerdir:

1- Onlar ki; Allah'ı kalbleriyle anıp ululuk ve yüceliğini hissettiklerin­de, vfıd ve tehdidini hatırladıklarından kalblcri korkar ve ruhları titrer.

2- Onlar ki; Allah (aralından kulu ve sevgilisi Mııhammcd'c (s.a.v.) İndirilen Kur'an'ın ayetlerini kendilerine okunduğunda imanları artar. Delil­ler tam ve görünür olduğu için, kesin inançları olgunlaştmr. Evet, deliller ço­ğalıp ayet ve hüccetler birbirini destekleyince mü'minin inancı daha da güçlenir, akidesi daha da derinleşir, ameli daha da zindeleşir. Cenab-ı Allah ken­disine: "inanmadın mı? dediğinde, bakınız Hz. İbrahim ne cevap vermiş: "Evet inandım. Fakat kalbim tam yatışsın diye sordum".

3- Onlar ki; sadece Rablerine tevekkül eder ve yalnızca O'na güvenip-dayanırlar. Ancak O'na sığınırlar. Sebeplere sarıldıktan, güç ve imkânların­ca çalıştıktan sonra O'na tevekkül ederler.

Bu anlatılanlar, kalble İlgili niteliklerdi. Şimdi de bedenle ilgili nitelikle­ri anlatmaya çalışacağız:

4- Onlar ki; namazı dosdoğru kılarlar. Rükün ve şartlarına eksiksizce ve tam bir şekilde uyarak namazlarını kılarlar.

5- Onlar ki; kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyleri, hayır ve iyilik yolunda harcarlar. Bu da faiz ve mukayyed olan zekâtı ve ortama göre bazen farz olan mutlak nafile (sadaka)Ieri de kapsar.

Mükemmel bir şekilde bu vasıflarla nitelenenler gerçek mü'minlerdir. Amel ve niyetlerine göre bunların Rableri katında derece ve mertebeleri var­dır. Bunlar için bağışlanma ve cömertçe hazırlanmış rızık vardır. Bu rızık, onlar İçin hazırlanan cennet nimetleridir. Bu ayetler; bize ganimetlerin hü­kümlerini, toplumun kurtuluş esaslarını ve olgun mü'minlerin bazı nitelikle­rini açıklamaktadır. [4]

 

Büyük Bedir Savaşını Hazırlayan Olaylar

 

5- Nitekim, Rabbİn seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı, oysa müslümanlann bir takımı bundan hoşlanmamıştı.

6- Sanki göz göre göre ölüme sürükSeniyorlarmış gibi', gerçek ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı,

7-8- Allah bu iki taifeden birini size vadetmişti; siz, kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz. Oysa, suçluların hoşuna gitmese de, hakkı orta­ya çıkarmak ve bâtılı tepelemek için, Allah sözleriyle hakkı ortaya koymak ve inkarcıların kökünü kesmek istiyordu.

9- Rabbİnizin yardımına sığmıyordunuz. O, "Ben size, birbiri peşin­den bin melekle yardım ederim" diye cevap vermişti.

10- Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah kalındandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hakim­dir.

11- Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesenini gidermek, kalblerinizi pe­kiştirmek ve sabatmızı artırmak için gökten size su indirmişti.

12- Rabbin meleklere, "Ben sizinleyim, inananları destekleyin" diye vahyetti. "Ben inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım, artık onların bo­yunlarını vurun, parmaklarını doğrayın" dedi,

13- Bu, onların Allah 'a ve peygamberine karşı koymalarmdandır. Kim Allah'a ve peygamberine karşı koyarsa, bilsin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir.

14- îşte bunu tadın, inkâr edenlere cehennem azabı da vardır. [5]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Şevkin" tekilidir. Diken demektir. Dikende sivrilik ve kuvvet vardır. Süngü ve mızrakları dikenlere benzetmişlerdir.En sonda gelenleri, kökleri.

İstigâs: İmdat dilemek. Zorluktan kurtul­mak için yardım istemek. Size yardım eden. Birbirinip ardısıra Sizi bir örtü gibi bürüyüp kaplar.Peşinden uyku gelen, sinirlerdeki gevşeklik.Şeytanın pisliği. Bundan kastedi­len onun, insana verdiği vesvesedir.KalbIerinİ sabır üzerin­de tesbit edip pekiştirmek için.Aşırı derecede korku. Boyunların üstü, yani başlar.Ayak ve el parmaklarının uçları. Bununla, eller ve ayaklar amaçlanmaktadır.Muhalefet ve düşman­lık ettiler. Çünkü onlar bir tarafta, Resulullah (s.a.v.) ise bir başka taraf­taydı. [6]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayetlerin anlamım kavramak isteyen kimsenin bu kıssayı bilmesi ge­rekir.

Rasulullah (s.a.v.), düşmanlarından çeşitli eziyetler çektikten sonra ken­disi ve diğer müslümanlar mallarını, arazilerini ve yurtlarım müşriklere bıra­kıp hicret ettiler. Hicretten sonra Peygamber efendimiz, Ebu süfyan idaresin­de kırk kişilik bir ticaret kervanının Şam'dan gelmekte olduğunu duydu. Müs­lümanları, bu kervanı ele geçirmeye teşvik ederek şöyle dedi: Şu gelmekte olan, Kureyş'in mallarını taşımakta olan kervandır. Bu kervana karşı çıkın. Uma­rım ki Allah, bu kervanı size ganimet olarak verir. Kervandaki malların çok­luğu ve başındaki adamların azlığı dolayısıyla kervanı karşılamak, müslüman­lar için hoş ve cazip göründü.

Kervanın başkanı ve koruyucusu Ebu Süfyan ise; peygamber (s.a.v.) ve ashabından uzaktan uzağa haber alıp kontrol ediyordu. Peygamber (s.a.v.)'in, ashabını kervanına karşı kışkırttığını da haber almış, Damdan bin Aiıır c!-Gıfarî'yi kirahyarak Mekke'ye göndermiş ve Kureyş'e gidip; Muhammed'in kendi ashabıyla birlikte kervana saldırdığım, Kureşylilerin kervandaki malla­rını kurtarmak için seferber olmaları gerektiğini onlara bildirmesini emret­mişti. Ayrıca Ebu Süfyan, kervanın yolunu değiştirerek deniz kıyısıdan gitti. Böylece, kervan ve mallar kurtuldu. Öte yandan Kureyşliler toplandılar. Ebu Cehil, Kabe'nin damına çıkıp: "Zor, kolay, her yoldan kurtuluşa gelin, kur-tuluşaaa!. Kervanınızı ve malınızı eğer Muhammed'le arkadaşları ele geçirir­lerse, artık sonsuza dek iflah olmazsınız?" diyerek halkı savaşa çağırdı. Sa-*vaşa çıkan Mekkeli topluluğun başına geçti. Sonra ona: Kervan deniz kıyısı­nı tuttu ve kurtuldu. Artık bu toplulukla birlikte Mekke'ye geri dön, denildi. Ama O: Hayır! Bedirde develeri kesip şarap İçmedikçe: bütün araplar, savaşa çıktığımızı ve Muhammed'İn kervanı yakalayamadığını duymadıkça Mekke'ye geri dönmemiz asla mümkün değildir, dedi. Diğer taraftan peygamber efen­dimiz kervanın kurtulduğunu, kervanı korumak amacıyla Kureyş'lilerin bir savaşçı topluluğu oluşturduğunu haber alınca, Sahabîlerle danıştı. Ebu Be­kir ve Ömer (R.A.) konuştular, güzel fikirler ileri sürdüler. Sonra Amr oğlu Mikdad (R.A.) kalkıp şöyle dedi: Ya Resuluilah! Allah sana ne emrettiyse onu yap. Vallahi bizler, îsrâiioğullannın (Musa peygambere); "Git, sen ve Rab-bin savaşın. Şüphesiz, biz burada oturucuîanz" dediklerini sana söylemeye­ceğiz. Ama biz deriz ki: "Sen ve Rabbin git, savaşın. Muhakkak ki, ikinizle birlikte biz de savaşacığız. Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, bizi Berk-ül Gamad'a (Habeşlilerİn şehri) yürütsen bile, —açılıp kapanan bir gözümüz bulunduğu sürece— seninle beraber oraya gideriz. Onun böyle demesi üzeri­ne Peygamber (s.a.v.) güldü. Ve Ensarı kasderek: "Ey insanlar bana görüş bildirip yol gösterin" dedi. Çünkü ahidlerinde de belirttikleri gibi, Medine dışındaki bir savaşta Ensann kendisine yardım etmeyeceklerinden korkuyor­du. O'nun görüş istemesi üzerine, Sa'd bin Muaz (R.A.) şöyle dedi: "Şüphe­siz sana iman ettik. Seni doğruladık. Senin getirdiklerinin hak ve gerçek ol-. duklarma tanıklık ettik. Bunun üzerine, emrini dinleyip İtaat edeceğiz, diye sana ahid vermiştik. Yoluna devam et, ey Allah'ın Resulü! Allah'a andolsun ki, bize denizi hedef gösterip içine dalarsan, biz de seninle dalarız. Doğrusu bizler, savaşta sabırlı, karşılaşma anında sadakatli kimseleriz. Allah'ın, gözü­nü aydınlatacak şeyleri bizden sana göstereceğini umarız. Artık Allah'ın be­reketi üzerine yürü". Sa'd'm bu sözleri, Peygamber (s.a.v.)'i çok sevindirdi. Memnun oldu.

Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ın bereketi üzerine yürüyün. Ve size müj­deler olsun. Şüphesiz Cenab-ı Allah, bana iki topluluktan birini vâd etti. Şam­dan gelen kervanı veya kervana yardımcı olmak için Mekke'den gelmekte olan s;ıv;ı.şçıl;ır topluluğunu. Allnh'ıı undolsun ki, şu :ınd;ı ben, o kavmin düşüp ölmekle olduk hırı yerleri görür gibiyim!' llu .sözlerden anhışilıyor ki; Peygam­ber (s.a.v.) efendimiz, kervan: yakalamak için Medine'den çıkmış, Mekke-den gelmekte olan savaşçılar topluluğuyla savaşma konusundaysa,bundan sonra sahabileriyle danışmıştı.

Müslümanlar, Bedir'de hoşlanmadıkları iki durumla karşılaştılar:

1- Ganimetlerin, aralarında eşit oranda paylaştırılması. Tabii bundan hoşlanmayanlar, gençlerdi. Çünkü savaşıp düşmanı öldüren ve ganimeti elde edenler, onlardı. Gençlerin savaşamayan yaşlılarla eşit miktarda ganimet pa­yı almaktan hoşlanmamaları, insan tabiatının bir gereğidir.

2- Küreyşlilerle savaşmak. Bundaki mazeretleri de şuydu: Onlar ilk önce ganimet elde etmek amacıyla Medine'den çıkmışlardı. Binaenaleyh savaşa ha­zırlanmamışlardı.

Hoşlanmayanlar, müzminlerin hepsi değil, sadece bir kısmıydı. Cenab-i Allah, mutlak hoşnutsuzluk bakımından, bu iki durumdan birini diğerine benzetmiştir. Bütün hayrın, Peygamber (s.a.v.) in emrine uymakta olduğu­nu da bildirmiştir.

Hattab oğlu Ömer (R.A.)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Redir günü ol­duğunda Resulullah (s.a.v.), ashabına baktı —üç yüz on kadar kişiydiler— ve müşriklere baktı. Onlar da bin veya daha fazla sayıda kişiydiler. Peygam­ber (s.a.v.) kıbleye yöneldi. Sonra ellerini (açıp) uzatarak Rabbine duâ etti: "Allahım! Bana vâd ettiklerini gerçekleştir. Allah'ım! Eğer bu topluluğu he­lak edersen, yeryüzünde artık sana ibadet edilmez." Kıbleye yönelik ve elleri­ni uzatmış vaziyette Rabbine duaya devam etti. Nihayet Abası, omuzundan düştü.

Bbu Bekir (R.A.) yanına geldi. Abasını alıp omuzlarının üzerine koydu. Sonra arkadan ona yapışarak: Rabbine yalvarıp seslenmen artık yeter. O, sa­na vâ'dettiklerini gerçekleştirecektir, dedi. Allah da bu ayeti inzal buyurdu.

Diğer bir rivayetteyse şöyle denilir; Resulullah çıktı ve şöyle diyordu: "Ya-kmda o topluluk bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar”[7]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah'ın; ganimetlerle ilgili hükmü ben veririm: Bu hükmü uy­gulamak da Resulullah'a aittir, diye hüküm verdiği o hal —ki savaşçı gençler bu hükümden hoşlanmamalardı— onların şu haline benzer ki; Allah, Hz. Peygamberi, Kureyş'in savaşçı topluluğuyla savaşması için Medine'den çıkar­mıştı da onlar, bundan hoşlanmamalardı. ("Bedir" ganimetlerinin taksimin­den bazıları nasıl hoşlanmadılarsa) Rabbin seni hak uğrunda evinden (sava­şa) çıkardığı zaman da (durum böyle idi).

Rabbin, seni Medine'den hak, hikmet ve isabetli görüşle evinden (sava­şa) çıkardı. Oysa mü'mİnlerin az bir kısmı, savaşa hazırlıklı olmadıkları için bundan hoşlanmıyorlardı.

Mü'minfer, hak bir işte ve doğru bir görüşte, yani Kureyş'in savaşçı top­luluğuyla karşılaşma konusunda seninle tartışıyorlardı. Adamları az olduğu ve taşıdığı mal çok olduğu için, mü'minler kervanı karşılamayı savaşa tercih etmişlerdi. Hak apaçık ortaya çıktıktan ve doğru görüş açıkça belli olduktan sonra, muzaffer olacaklarını kendilerine haber verdiğin zaman seninle tartı­şırlar. Oysaki Cenab-ı Allah, iki topluluktan birini sana vâ'd etmiştir. Ker­van kurtuldu. Geriye ancak Kureyş'ordusuyla savaşmak kalmıştı. Teçhizatla­rı ve sayılan az olduğu, savaşa hazırlıklı olmadıkları için, mü'minler'seninle .tartışıyorlardı. Çünkü onlar öncelikle, kervanı karşılamak için Medine'den çıkmışlardı.

Cenab-ı Allah, hangisi olduğunu belirtmeksizin iki topluluktan birini on­lara vâd etmişti. Böyle olunca umutları kervana takıldı. Kervan kurtulunca savaşçı topluluk içinde Ebu Cehil ile karşılaşmaktan başka çare kalmadı. Bu karşılaşma bazı müslümanlara zor geldi. Savaştan korktular ve mazeret ileri sürmeye başladılar. Ama gerçek ortaya çıktı. Peygamberle tartışmak için ür­keklikten zilletten ve savaş korkusundan başka bir sebep kalmadı, öyle ki, içinde bulundukları korku ve ürküntünün şiddetinden, gözgöre göre vukuu muhakkak olan bir ölüme sürükleniyor gibiydiler. Çünkü iki tarafın güçleri arasında gerçekten büyük bir farklılık vardı. Ama Allah, onlara zafer vâdet-mişti. O'nun sözü boşa çıkmaz. "Allah'ın izniyle nice az bir topluluk, daha çok bir topluluğa üstün gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir."[8] Görü­nür sebebler, çoğunlukla aynı sonucu verirler. Ama bütün emir ve güç, Al­lah'ındır.

Hani, Aîlah size iki topluluktan birini vâdetmişti de siz, kervanı elde et­mek istemiştiniz. Çünkü kervanda çok mal olmakla birlikte oradaki adamla­rın sayısı azdı. Üstelik güçsüz idiler. Oysa ki, Allah, sizin için bundan başka­sını istiyordu. Güç ve kuvvet sahibi, Mekkeli müşrik ordusuyla savaşmanızı diliyordu. Çark, müşriklerin aleyhine döndü. Cenab-ı Allah; kâfirlerle savaşma konusunda peygamberine indirdiği ayetlerle, müslümanlara yardım amacıyla inmeleri için meleklere verdiği emirle, evvelce onlar için hükmetmiş olduğu esir alma, öldürüp kuyuya atmak suretiyle hakkı yerine getirdi. Allah, kâfir­lerin kökünü kazımak ve İzlerini yok etmek ister.

Bazı müslümanlar acil olanı ve dünya metaını elde etmek istediler. Can­larına ve mallarına gelecek belâlardan korktular. Oysa Cenab-ı Allah yüce işleri ister. Size zafer vermek, ruhunuzu takviye etmek, düşmanlarınızın kalp­lerine korku salmak, çoğunluk oldukları halde yenilgiye uğratarak şevklerini kırmak, azınlık olduğunuz halde size zafer vermek ister.

Allah; hakkı gerçekleştirmek, İsîâmm sütunlarını yere dikip sabitleştir­mek, batılı iptal etmek; şirki, küfrü, azgınlığı yıkmak için —mücrimler hoş-lanmasalar da— bunu yapmak İster. Bu da kervanı elde etmekle olacak bir iş değildir. Bu, ancak savaşçı Kureyş topluluğunu yenmek, şirkin önde gelen elebaşlarım tutsak edinip horlamak ve Öldürmekle mümkün olur.

Ey Muhammed ümmeti! "Ey Rabbimiz! Düşmanına karşı bize yardım et. Ey medet dileyenlerin imdadına gelen!" diyerek imdâd dilediğiniz anı ha­tırlayın. Buradaki hatırlayın kelimesinden maksat, şükretmeleri için onlara nimetleri hatırlatmaktır. Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) de bu mealde Allah'tan imdat dilemişti. Mü'minler, savaşmanın ve Kureyş'in sa­vaşçı topluluğuyla karşılaşmanın kaçınılmaz olduğunu anlayınca, Allah'a duâ edip O'ndan imdad dilemeye başladılar.

Şunu bil ki, savaşlarda zafer kazanmak, maddi ve manevi bazı sebeplere dayanır. Bu sebepler gerçekleşirse, Allah katından zafer gelir. Zafer veya he­zimeti hazırlayan yollara insanları sürükleyen de yüce Allah'tır. Peygamber (s.a.v.); Allah'ın kullarına uyguladığı bir yasasının bulunduğunu, bu yasanın değişikliğe uğramadığını, Allah katında peygamberliğini destekleyi­ci ayetlerin mevcut olduğunu biliyordu. Ne ki o, müslümanlann zayıf, güç­süz, sayıca az ve savaştan korkar olduklarını görünce; zafere götürücü yolda kendisini başarılı kılması, kendisini desteklemesi İçin Allah'tan imdat diledi ki; maneviyatları güçlensin ve zafer gerçekleşsin. Sahabiler de O'nun gibi, Al­lah'tan imdat dilediler. Allah, dualarına karşılık verdi ve peşpeşe gelen bin melekle imdatlarına yetişti. Nihayet Al-i îmrân süresindeki şu ilâhi söz ger­çekleşti: "Rabbiniz'in üç bin melek indirmekle size yardımda bulunması, yetiş­mez mi?"[9]

"Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir"

Zaferin sizin olacağım, Allah'ın sizinle beraber bulunduğunu size müj­delemek için, kalbiniz sükûn bulsun, korkunuz yatışsın, sebat ve kalb huzu­ru ile düşmana karşı çıkasıniz diye Allah'ın bu imdadı size geldi. Şunu' iyi bilin ki, zafer Allah'tandır. Asla başkasından değildir. Şüphesiz Allah güçlü­dür, mağlub edilemez. Bütün işlerini hikmetle yapar.

Bazı rivayetlerde anlatıldığı gibi melekler bilfiil savaştılar mı? Yoksa sa­vaşmadılar da, müslüman savaşçıların sayısını çoğaltmak, kalplerine sebat vermek, moral güçlerini arttırmak için manevi bir kuvvet olarak mı geldiler? Bunu en iyi bilen, Allah'tır. Ancak meleklerin Uhud gününde savaşmadıkla­rı ittifakla kabul edilen bir husustur. Zira Cenab-ı Allah, zaferi sabır ve tak­va şartlarına-bağlamıştı ki, bu şartlar da gerçekleşmemişti.

Cenab-ı Allah'ın sizi hafif bir uykuya daldırdığı zamanı hatırlayın. Ni­tekim Beyhakî de Hz. Ali (R.A.) nin şöyle dediğini rivayet eder: "İçimizde Mikdat'dan başka süvari yoktu. Bİr de kendimize baktığımda, Resulullah dı­şında herkesin uyumakta olduğunu gördüm. O, sabahlayın caya kadar bir ağa­cın altında namaz kılıyordu." Şüphesiz ki uyuklama, korkuyu giderir Sükûn ve güvenliğin mevcut olduğunu, zafer kazanılacağına kesin gözüyle bakildığını gösterir.

Müslümanlar, Bedir'in tozlu topraklı bir kumluğuna konakladılar. Ayak­ları yere gömülüyordu. Orada su da yoktu. Bazı sahabiler geceleyin îhtİlam olmuşlardı. Sabahladıklarında susadılar. Cünüp ve abdestsiz olarak namaz kıldılar. Öte tarafta müşriklerse su başına konaklamışlardı. Şeytan, içlerine vesvese bırakarak müslümanlara şöyle dedi: "Eğer hak üzere olsaydıriız, ara-*mzda peygamber de bulunduğu halde cünüp ve abdestsiz olarak namaz kıl­maz, susuz kalmazdınız. Oysa düşmanlarınız, su başında bulunuyorlar!

Bundan sonra Cenâb-ı Allah, müşriklerin Üzerine felâketi andıran şid­detli bir sağanak yağmur yağdırdı. Müslümanların üzerineyse rahmeti andı­ran hafif bir yağmur yağdırdı. Kirlerini, pisliklerini, cünüplük ve abdestsiz-liklerini temizledi. Şeytanın müslümanların içine bırakmış olduğu vesveseyi yok etti. Müslümanlar, artık kumlara rahatlıkla basabiliyorlardı. Ayaklarına sebat, kalplerine sükûnet geldi. Resulullah ve ashabı su başına gittiler. Ha­vuzlar yaptılar. Geri kalan suyu ise toprağın altına gömdüler. Savaşı .kontrol edebilecek yüksek bir yerde Resulullah için gölgelik yaptılar.

Hani, Rabbİn meleklere ilham ile vahyederek demişti ki: Ben, zafer ve desteğimle beraberinizdeyim. Mü'minlerin kalplerine sebat verin. Azimlerini güçlendirin. Onlara Allah ve Resulünün va'dini hatırlatın. Allah'ın vâ'd. le muhalefet etmeyeceğini bildirin.

Rivayet olunur ki melekler, Mü'minlerin safları arasında dolaşıyor, on­lara zafer muştusunu vererek: Biz, sizinle beraberiz. Kâfirlerin kalplerine korku salacağız, diyorlardı. Boyunları üzerine vurun, başlarım koparın. Allah'a is­yan ettikleri sürece ellerini kesin. Bu kuvvetli zafer, peygamber ve ashabmın-. Bu yenilgi ve rüsvaylık da müşriklere idi. Çünkü onlar, Allah'a ve Resulü­ne düşmanlık etmişlerdi. Resulullah'a karşı cephe almışlardı. Onlar bir ta­rafta, peygamberse diğer taraftaydı. Karanlıkla aydınlık bir olur mu hiç?

Her kim, Allah'a ve Resulüne düşmanlık ederse, onun için dünyadaki hezimet, elem ve kaybın üstünde, uhrevî şiddetli bir azap davardır. Doğrusu Allah, azabı şiddetli olandır. Hesabı çabuk görendir. [10]

 

Müminlere Savaşla İlgili Bazı Direktifler

 

15- Ey İnananlar! Savaş için ilerlerken, inkâr edenlerle toplu halde kar­şılaştığınızda onlara arkanın dönmeyin.

16- Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'tan bir gazaba uğramış olur. Onun varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir dönüş­tür!

17- Onları siz Öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Allah bunu, inananları güzel bir imti­hana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrus O işitir ve bilir.

18- îşte bu, Allah'ın inkarcıların düzenini zayıflatıp yok etmesidir.

19- Ey inkarcılar! "Zafer İstiyorsanız, işte zafer geldi size; (aleyhinize Çiktı.) Peygambere karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok, tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çok da olsa size hiçbir fayda vermez. Allah inananlarla beraberdir. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yılan gibi karın üstü veya çocuk gibi kıç üstü sürünmek. Ya da kısa adımlarla ağır ağır yürümek. Askeri birlik tek bir şahıs gibi olup, ha­reket ettiğinde ağır ağır yürüdüğü zannedilir. Oysa, çok hızlı yürümektedir de, gttrünOşü öyledir."Dübür" kelimesinin çoğulu olup önün tersidir. Sırt anlamında da kullanılır. Ayette bu kelimeyle, hezimet kastedil­miştir.Bir tarafa veya kenara meyletmek. Başka bir gruba katılmak

Belâ: Denemek demektir. İnsanlar, sabır konusunda denenmek için musibetlerle karşılaştırılarak; şükür konusunda de­nenmek için de nimetler verilerek imtihan edilirler. Savaşta za­fer ve genişlik ile fetih istiyordunuz. [12]

 

Açıklama:

 

Ey Allah'a İmân eden, O'nu ve peygamberini doğrulayanlar! Savaş ala­nında kâfirlerle toplu halde karşılaştığınız zaman; onlara arkalarınızı dön­memeniz, onlardan kaçmamanız gerekir. Sayıları ne kadar çok olursa olsun, sayınız ne kadar az olursa olsun, yine de onlara karşı sebat edin ve savaşın. Muhakkak ki, Allah sizinle beraberdir.

(Bazı alimler bu hükmü, kâfir ordusunun mü'min ordusunun iki katın­dan fazla olmaması durumuna özgü kılmışlardır). Her kim savaş gününde kâfirlere ardını döner, onlarla savaşmaktan korktuğu için kaçarsa Allah'ın gazabına uğrar. Onun dönüş yeri Cehennemdir.

İki ordu karşılaştığında savaştan kaçmak, büyük günahlardandır. Hadis-i Şerifte de anlatıldığı gibi böyle bir kimse, şiddetli gazaba ve elem verici bir azaba müstahak olur. Ancak şu durumdaki bir kimse, bu tehdidin kapsamı dışında kalır. Şöyle ki: Bir adam, düşmanı vurmak için daha uygun olduğu kasınma vardığı başka bir tarafa çekilirse veya kaçtığını düşmana vehmetti­rerek ansızın dönüp tekrar düşmanı vurmak gayesiyle savaş alanından ka­çarsa, bu davranışı beğenilen bir savaş taktiği olur. Ya da bir kimse, kendisi­ne ihtiyaç duydukları kanısına vardığı bir başka gruba katılıp güçlerini art­tırmak ve azimlerim kuvvetlendirmek amacıyla cephedeki yerinden aynlırsa, bu da taktik icabı olan normal bir davranış olarak kabul edilir.

Ey inananlar! Kâfirlerle savaştığınızda onlara asla ardınızı dönmeyin.On­lardan kaçmayın. Sizler, sebat ve şecaata daha lâyıksınız. Siz, iki iyi şeyden birini istiyorsunuz. Allah, size zafer vâd etmiştir. Bedir'de olanlara bakın. Sayıca az olduğunuz halde orada Allah size zafer ihsan etmişti. O zafer, an­cak Allah'ın yardımı, kalbinize sebat vermesi, melekleri imdadınıza koştur­ması ve düşmanlarınızın kalbine korku salması İle mümkün olmuştu. Aslın­da onları, şevketlerini kırarcasma sizler öldürmediniz. Sizin elinizle onları öl­düren Allah'tı. "Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları azaplandır-sın, öldürsün ve böylece perişan etsin!'[13]

Bedir savaşından döndükten sonra müslümanlarm bazıları: "Ben Öldür­düm... Ben esir aldım." diyerek çokça övünmeye başladılar. Cenab-ı Allah, bunun, yakışık almayan asılsız bir övünme olduğunu onlara bildirdi. Sadece kentlisine yünelip .sığııı.sıukır diye onlara güzel bir direkfif verdi. Ve şöyle bu­yurdu: Onları kendi gücünüzle öldürmediniz. Ancak Allah, kendi desteği, yardimi, melekleri indirmesi ve kalplerine korku salması ile onları öldürdü. O-nun gücü her şeye yeter.

Rivayete göre Kureyş ordusu savaş alanında görününce, peygamber (s.a.v.) şöyle demiş: "İşte Kureyş, kibir ve gururuyla geldi, Allah'ım, senin peygam­berini yalanlıyorlar. Bana vâdettiklerini senden istiyorum." Böyle demesin­den sonra Cebrail (A.S.), yanına gelerek: "Bir avuç toprak al ve onlara at," dedi. O da toprağı avuçlayıp müşrik ordusuna taraf savurdu ve "yüzleri çir­kin olsun" diye beddua etti. Hepsinin gözlerine o topraktan isabet ettiği için,' gözüyle uğraşmayan bir tek müşrik bile kalmadı.

Çakılları atarken sen atmadın, ey Muhammed, fakat Allah attı. Bu sö­zün zahirinde çelişki görülüyor. Ama asıl manâ şudur: Sen atmadın ey Mu­hammed! Çünkü attığın bir avuç toprağın etkisi büyük oldu. Bu bir avuç top­rak, bütün müşriklerin gözlerine İsabet etti. Bunu bir insanın yapması müm­kün değildir. Bunu atan sen isen, görünürdeki atış sana aittir. Ama atışın et­kisi ve atış sonunda meydana gelen olay, yüce Allah'a aittir. Bütün bunları Cenab-ı Allah kâfirleri İlzam etmek için yapmıştı. Peygamberini teyid ede­rek, düşmanlarına karşı muzaffer kılarak —her ne kadar savaşla ilgili im­kânları farklı da olsa— bunları gerçekleştirmişti. Evet kâfirlere karşı delille­rini ortaya koymak; mallarını ve yurtlarını terkeden mü'minlere ganimet, za­fer, güzel şöhret ve iade-i itibar gibi güzel bir bağışta bulunmak için bütün bunları yaptı. Allah, söylenen her sözü işitici, bütün niyet ve amelleri bilici­dir. Evet işte böyle öldürmek, atmak, vermek; kâfirlerin peygambere karşı kurdukları tuzağı zayıflatan Allah'a aittir. O'nufİhakkıdır. Kâfirler, İslâmi-yeti, güçlenmeden yok etmek istiyorlardı. Ama tuzakları boyunlarına geçe-rildi. Kovulmuş olarak, hezimet İçinde geri döndüler.

Ebu Cehil'in Bedir gününde şöyle dediği rivayet edilir: "Allah'ım! (biz ve Muhammed tarafı) Hangimiz akrabalık bağını koparıp makbul olmayan işleri yaparsa, yarın onu öldür?" Böyle demekle fetih ve genişlik istiyordu.

Bir başka rivayete göre müşrikler, savaşa çıkmadan önce Kabe'nin asta­rına tutunmuş ve: "Allah'ım! İki ordunun üstün olanına, iki topluluğun kıy­metli olanına, iki kabilenin hayırlı olanına yardım et" dediler. Cenab-ı Allah onları alaya alarak, kendilerini ve amellerini kıyanarak, tavırlarım tuhaf bu­larak onlara cevap verdi:

Ey kâfirler! Şayet fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi. Bu, küçümse­menin en son aşamasıdır. Çünkü artık aşağılanıp geberiyorsunuz. Ama ina­dınıza son verip müslüman olur, Peygamber (s.a.v.) e olan düşmanlığı bıra­kırsam, bu size d;ıh;ı layık ve daha hayırlı olur. O'nunla savaşmaya ncı i ıln-neıseııi/., Lıİ/. de ickıar O'ııa yanlını eder ve .sizi tekrar yenilgiye uğratırız.Her ne kadar çok da olsa topluluğunuz ve topluluğunuzun kuvveti hiçbir şeye yara­maz. Allah, zafer ve teyidi ile müslümanlarla beraberdir. Onları kurtuluş ve felah yollarına kavuşturur. İyi son, mü'minlerindir. [14]

 

Dine Muhalefetten Sakındırma

 

20-21- Ey İnananlar! Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kur'an'ı din­leyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gi­bi olmayın.

22- Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği akletme-yenler, sağırlar ve dilsizlerdir.

23- Allah onlarda bir İyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine de yüz çevirirlerdi, zaten dönektirler. [15]

 

Bazı kelimeler:

 

Sağırlık. Dilsizlik, ahraslık. Ebkem: Dilsiz "Dabbe" kelimesinin çoğulu olup, yeryüzünde yürüyen canlı. Çoğunlukla haşere ve yük hayvanlarıyla binek hayvanları anlamında kullanılır. Bu keli­meyle insan kastedildiğinde, hakaret amacı güdülür. [16]

 

Açıklama:

 

Ey imânla muttasif olanlar! Emir ve yasaklan hususunda Allah'a ve Re­sulüne itaat edin. Cihad etmek, Allah yolunda mal harcamak gibi emirler­den yüz çevirmeyin. Kur'an ile hadisteki öğüt ve uyanları dinlediğiniz halde bunlara itaatsizlik yapmayın. Dinlemedikleri Iıaldc, "dinledik" diyenler gibi olmaktan sakının. Alkili kalında yaratıkların en kötüsü hakka kulak verme­yen, hakka uymayan, güzel öğütlerden ibret alıp gereği gibi davranmayanlar­dır. İşihuc duyusunu, bu duyunun yaratılış amacı doğrultusunda kullanmayan, onu yitirmiş gibidir. O; hakka, iyiliğe, hidâyet ve kurtuluşa karşı sağır­dır. Hakkı söylemeyenlerden sakının. Bunlar dilsiz gibidirler. Konuşma yete­neklerini yitirmiş gibidirler. Karanlıkla aydınlığı, hidayetle sapıklığı, islâmi-yetle küfrü birbirinden ayırdedemeyen akılsızlardan uzak durun. Çünkü bunlar akıllarım kullansalardi, akıllarından taküd zilletini ve cahiliyet bağnazlığı has­talığını uzaklaştırmış olsalardı menfaati ve fayda verici uygun şeylerin neler olduğunu anlarlardı. Hayvan gibidirler, akıllarını kullanamıyorlar.

Cenab-ı Allah onların nefislerinde hayır ve doğruluğa eğilim bulundu­ğunu, imân ve hidayet istidadının var olduğunu, kötüyü örnek alma ve bo­zuk terbiye nedeniyle fıtratlarının bozulmadığını bilmiş olsaydı; kendi tevfik ve inayeti ile hakkın sesini onlara düşünme kulağıyla duyururdu. OnlaTi, ken­disinin ve Resulünün kelâmım işitmeye muvaffak kılardı. Ama duyursa da onlar yüz çevirirler. Onlarda asla hayır yoktur.

Allah ve Resulünün kelâmını duyan, şu dört kişiden biri olur:

1- İnatçıdır. Asla dinlemez. Aksine, parmaklarıyla kulaklarını tıkar.

2- Münafıktır. Dinler. Orada bulunduğu anda, kabul ettiğini söyler. Ama sonra, bu sözler üzerinde düşünmez ve hiçbir şey de anlamaz.

3- Söylenen sözdeki yanlışlık ve eksiklikleri bulup ortaya çıkarmak ama­cıyla dinler.

4- Hakkın nuruyla aydınlanmak için dinler, işte bunlar kıyamete de­ğin hidayet yolunu bulmuş olan mü'minler topluluğudur. Şu halde ey Müs­lümanlar! Kur'an'ı dinleyin. Manasını düşünün. Gösterdiği yolda yürüyün. Kur'an'ı sadece teselli bulmak için veya teberrük amacıyla veya taziyelerde dinlemeyin. [17]

 

Kur'an Dâvetçisine İcabet Etmek

 

24- Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdı­ğı zaman icabet edin. Allah'ın kişi İle kalbi arasına girdiğini ve sonunda O-nun katında toplanacağınızı bilin.

25- Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmıyacak fitneden sakı­nın, Allah'ın azabının şiddetli olduğunu bilin.

26- Yeryüzünde az sayıda olduğunuz ve zayif sayıldığınız içinjnsanla-nn sizi esir olarak alıp götürmesinden korktuğunuz zamanlan hatırlayın. Al­lah, şükredesiniz diye sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş, teiniz şeylerle nzıklandırmıştır. [18]

 

Açıklama:

 

Allah, Muhammed ümmetine, emre itaati ve çağrıya olumlu cevap ver­meyi gerektiren imân vasfı İle çağrıda bulunuyor, sonra da Allah'ın ve Resu­lünün çağrısına ieâbet etmelerini onlara emrediyor. Bu da, onları, kendilerine hayat verici şeylere çağırdığı, kendi hayırlarına olan işleri yapmaya özen­dirdiği, dünya ve ahiret mutluluklarını sağlayıcı prensiplere uymaya imren­dirdiği zaman itaat etmeleriyle mümkün olur. Resulullah (s.a.v.) bizleri imân, Kur'an, hidayet ve cihada davet etmiştir. Bunlardan yoksun kalan kimse, ken­disinde hayat bulunmayan bir ölüdür. "Hiç (evvelce) küfürle ölü olup (son­ra) kendisini hidâyetle dirilttiğimiz ve ona, insanlar arasında yürüdüğü bir imân (nur) verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde (küfürde) kalmış olan ve on­dan bir türlü çıkamıyan kimse gibi olur mu?"[19]

Peygamberin size getirdiklerini kuvvet, azim, ciddiyet ve gayretle tutun. Hayır bundadır. İki cihan saadeti bununla beraberdir. Hem bilin ki; Allah, kişiyle kalbi arasına girer. Ve aralarını ayırır. Yani müslüman bir kimsenin amel ve taatine aldanmaması, Allah'ın mekrinden ve düzeninden emin ol-mamasf gerekir. İki ayağından biri cennete girmiş olsa bile... Kalpler, Rah­manın parmaklan arasındadır. Allah, kişi ile kalbinin arasına girer. Şu halde müslümanın, kalbini her zaman salih amelle gıdalandırması ve zikirle cilâ-landırması gerekir. Günahkâr müslümanın da Allah'ın lutfundan umudunu kesmemesi gerekir. Allah, kişi ile kalbinin araşma girer.

Sürekli olarak hayır yolunda çalışmnlı, hayrı ekle etme uğrunda çaba harcamalıyız. Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Olabilir ki, insan, hayır fiil işleyemeden veya sadıkane tevbe edemeden ölür. Şu halde kalblerin tehlikeli durumlarından ve hastalıklarından sakınmalıyız. Allah, kalplerdekini bilir. O, kişi ile kalbinin arasını ayırır. O, insana şah damarından daha yakındır. Hem bilin ki. dönüp O'nun huzurunda toplanacaksınız. Salih amel işlemek­te acele edin. Hesaba çekilmeden önce, kendimizi hesaba çekin, Haşir günü için hazırlık yapın.

İçinizde sadece zulmedenlere erişmeyen, onlara eriştiği gibi başkalarına da erişen fitneden sakının. Ümmetin varlığına kasteden kavmiyetçilik fitne­si, İktidar ve baş olma fitnesi, buna bağlı olarak parti ve dinsel fırkalara bö­lünme fitnesi, bid'atlerin meydana çıkması fitnesi, cihada karşı tembellik fit­nesi, kabul görerek îslâma aykırı şeylerin ortaya çıkması fitnesi, emr-i bil maruf ve heny-i anİ'l-münkerden {İyiliği emretme, kötülükten sakındır­ma) vazgeçme fitnesi gibi fitnelerden sakının. Bu fitnelerin zararı sadece sa­hiplerine erişmez. Bilâkis bunların ateşi, bütün toplumu yakar. Çünkü bun­lar iki kişi arasında meydana gelen fitnelerdir. Biri günah işler. Diğeriyse su­sar ve ona engel olmaz. Böylece de günahına ortak olur.

îslâmın ilk asrında dine zararı dokunan Hz. Osman fitnesine, Cemel va­kasına, Hz. Hüseyin'in öldürülmesine ve diğer fitnelere bakın. Bunların İs­lâm tarihindeki sonuçlarına ve etkilerine bakın.

Hem bilin ki; Allah, emrine muhalefet edenleri şiddetle cezalandırır. Dün­ya ve ahirette azaplandınr.

Ey Muhacirler! (Bazıları bu hitabın asr-ı saadetteki bütün mü'minlere yönelik olduğunu söylemişlerdir.) Mekke'de azlık ve müstaz'af olduğunuz za­manı hatırlayın. Yanı başınızdaki güçlü kuvvetli müşrikler, size azabın en kö­tüsünü taddırıyorlardı. Harem dışında birbirlerini tutup kaptıkları gibi sizi de çabucak tutup kapmalarından korkuyordunuz. "Mekke halkı görmediler mi ki, biz (şehirlerini) emniyet içinde bk koru yaptık. Halbuki çevresinde in­sanlar çarpılıp yağmalanmıyorlardı."[20]

Ey muhacirler! Allah, sizi Ensarm yanında barındırdı. Yardımıyla sizi destekledi. Gönderdiği meleklerle size yardımcı oldu. Sizi başarının yolları­na eriştirdi. Düşmanlarınızın kalplerine korku salarak sîze yardım etti. Şü­kür görevinizi ifâ edesiniz diye, hoş ve temiz şeylerden size güzel nzıklar na-sib etti.

Ayette bizim için ibret ve öğüt vardır. Allah, emrine uydukları zaman mü'min dostlarına işte böyle muamelede bulunur. Yani onları barındırır, on­ları destekler, düşmanlarına karşı muzaffer kılar, onları aziz ve hakimler ya­par. Rızık olarak helâl ve temiz şeyleri onir.ra nasîb eder. Bütün bunları, şük­retsinler diye onlara bahşeder. Şükrederlerse, Allah bu ııinicileri daha da art­tırır. Günümüz ınüslüıııaııları gibi şükür etmeyip emirlerine uymazlarsa, kentli diyarlarında hor ve zelil bir hale gelirler. Kendi yurtlarında köleîeştirilirler. Yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediklerini oraya mirasçı kılar, tyi son, takva sahiplerinindİr. [21]

 

Hıyanet, Münafıkların Sıfatlarındandır

 

27- Ey inananlar! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, sîze güvenilen şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz.

28- Mallarınızın ve çocuklarınızın, aslında bir sınama olduğunu ve bü­yük ecrin Allah katında bulunduğunu bilin. [22]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hıyanet ve havn, eksikliğe ve beklenenin tersinin meydana gel­mesine delâlet eder. Bilahare bu kelimeler emanete riayet etmemek ve ahde vefasızlık anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Tamamlığa de­lâlet eder. Bu, edâ edilmesi gereken maddi veya manevi bir haktır.Deneme ve imtihan. Ayette kastedilen ise, günah ve azaptır.[23]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayete göre bu ayet-i kerime, Ebu Lübabe hakkında nazil olmuştur. Ebu Lübabe, bir yahudi kabilesi olan Kurayza oğulları ile müttefik idi. Peygam­ber (s.a.v.), yahudi Nadîroğullarını Medine'den çıkarıp sürgün ettikten son­ra Kurayzaoğullanna yöneldi. Onları, yirmi bir gece süren şiddetli bir muha­sara İle abluka altına aldı. Peygamber (s.a.v.) den, Ebu Lübabe'yî kendileri­ne göndermesini istediler, Ebu Lübabe onlara öğüt veriyordu. Çünkü kendi­sinin malı ve ailesi, yanlarındaydı. Peygamber efendimiz onu yanlarına gön­derdi. Ona: Ne densin? Mtıhammcd'in t!c islediği gibi Sa'da bin Mua/.'ın hük­müne uyalım mı? diye sordular. O da parmağıyla, boğazını göstererek Sa'dın hükmünün, boğazlamak olduğunu anlatmak istedi.

Ebu Lübabe der ki: Ben, yanlarından henüz ayrılmadan, Allah'a ve Re­sulüne hıyanet ettiğimi anlamıştım.

Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. Ebu Lübabe, kendini Mescid-i Nebevİ'nin sütununa bağladı, ölünceye vaya tevbesi Allah tarafından kabul edilinceye kadar bir şey yemeyip içmeyeceğine ve kendini çözmeyeceğine ye­min etti. Sütuna bağlı vaziyette yedi gün aç ve susuz bekledi. Nihayet Ce-nab-ı Allah tevbesinİ kabul buyurdu. Peygamber efendimiz de bağını çözdü. [24]

 

Açıklama:

 

Ey imân etmek, Rahman'ı tasdik etmek ve kur'an yolundan gitmek sı­fatlarıyla nitelenenler! Allah'a hıyanet edip de farzlarını yürürlükten kaldır­mayın veya kitabında sizlere açıklamış olduğu hükümlerin bazısını eksiltme­yin. Çünkü bu, imanla çelişen bir hıyanettir. Size tercih ettiği emir ve yasak­lar konusunda peygambere hıyanet etmeyin. Kur'an'ı açıklaması konusunda da O'na hıyanet etmeyin. O, Kur'an'ı sizden daha iyi anlar ve Kur'an'a siz­den daha yakındır. Allah'a ve peygambere hıyanet etmek, dini farizaları ge­çersiz kılmak, dini hükümlerle amel etmemek ve İslâmm yolundan yürüme­mekten ibarettir. Çünkü bütün bunlar, mü'min ve dine karşı güvenilir kimse­ye yakışmayan hallerdir. Şunu da bilelim ki; hıyanet münafıkların, emanet (güvenirlilik) ise mü'minlerin sıfatîarındandır.

Elinizde bulunan başkasına ait emanetlere de hıyanet etmeyin. Bunlar mali muameleler olabileceği gibi, manevi veya siyasi bir iş veya herhangi bir sır, ahidlerden bir ahid olabilir. Halbuki siz, hıyanetin tehlikeli olduğunu, dünya ve ahiretteki kötü sonucunu biliyorsunuz. Emaneti ve dindeki yerini de bili­yorsunuz.

Ayetin şu manâya geldiğini söyleyenler de olmuştur: Ebu Lübabe'nİn de başına geldiği gibi, sizler neyin hıyanet, neyin de emanet olduğunu biliyorsu­nuz.

Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için fitne ve imtihandır. Hem de ne fitne ve imtihan. Çünkü mal, canın yongasıdır. İnsan mal etde etmek uğruna tehlikelere atılır ve zorluklara katlanır. Bir de malı elde ettiğinde şük­redip razı mı'oluyor? Yoksa küfredip asi mi oluyor? Maldan mahrum bırakı­lınca sabredip razı mı oluyor? Yoksa öfkelenip lanet mi ediyor? Şu halde mal, fitne ve imtihan değil midir? Şu da var ki, mal ve sevgisi, sahibini bazen helâ-ke ve musibetlere düşürecek amelleri işlemeye de sevkeder.

Çocuğu derseniz o, ana babasının ciğerparesi ve gönüllerinin meyvesi-dir. Onu sevme,k, ana-babasmın fıtrat ve tabiatlarının gereğidir. Bu sebeple o sevgi, çocukları rahat ve mutlu olsunlar diye ana-baluıyı anılarım ve kıy-ıııcllİ şeylerini feda elnıeye İler. I lalla bu sevgi, çocuklarının rahat ve saadeli uğruna suç ve günah işlemeye, ana-babayı aşırılıklara kaçmaya sevkeder. Şu halde bu anlamda çocuklar fiiııc ve imlihan değü midirler? Nitekim Hadis-i Şerifte de buyurulmuş ki: "Çocuk, gönlün meyvesidir. O, (ebeveynini) kor­kaklığa, cimriliğe ve hüzne iter."

Mü'minin mal konusunda Allah'tan sakınması; malı helâl yoldan ka­zanması, Allah yolunda harcaması, genel olarak dinin emirlerine uyması, nefis ve hevesine muhalefet etmesi gerekir. Çünkü mal, fitne ve imtihandır.

Mü'minin evlat konusunda da Allah'tan sakınması; çocuk sevgisinin onu .günah işlemeye ve haddi aşmaya sevk etmemesi, bu hususta Allah tarafından gözetilmekte olduğunu unutmaması, evladım salih ve dindar olarak yetiştir­mesi, çocuk sevgisi onu, helâl haram demeksizin mal toplamaya yöneltme-melidir.

Hem bil ki, Allah katında, dünya ve içindeküerden daha iyi olan büyük mükâfat ve çok hayır vardır. Şu halde emanete riayet edip, Allah'a ve Resu­lüne hıyanet etmeyin. [25]

 

Allah'tan Sakınmak Ve Bunun Eseri

 

29- Ey inananlar! Allah'tan sakınırsanız, O size iyiyi kötüden ayırdedecek bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük, bol nimet sahibidir. [26]

 

Bazı Kelimeler:

 

Takva, "Vikaye" kökünden türemiş olup, emre itaat etmek ve yasaklardan uzak durmak demektir. Çünkü bu davranış, kulu ateş­ten korur.Hak ile batılı birbirinden ayırdeden şeydin Hıyanetin sebebi, çoğunlukla aşırı derecedeki mal ve çocuk sevgisidir. Bütün bunların ilâcı takva ile itidaldir. [27]

 

Açıklama:

 

Ey imân edenler! Emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak Allah'a karşı takvâh olursanız, O size hak ile batılı ayırdedecek bir kavrayış verir. Müslü­man, Allah'ın kendisine emrettiği yerde olmalıdır. Allah'ın kendisini yasak­ladığı yerde bulunmamalıdır. Müslümanda Allah'a karşı gelmekten sakınmak hali bu doğrultuda meydana gelirse, Allah ona bir aydınlık verir. Müslüman, bu aydınlığın kılavuzluğu ile insanların arasında yürür. Allah, bu nitelikteki müslümana, rehberlik edici bir hikmet, yararlı bir ilim ve hayırlı bir davranış yeteneği kazandırır. Bütün bunlar mü'mini; hak ile batılı, faydalı ile zararlıyı birbirinden ayirdeder duruma getirir. Onu dosdoğru yola eriştirir. Nasıl böy­le olmasın ki?

Nafilelerle Allah'a yaklaşan kimse, Rabbani olur. Sânı yüce Mevlâ, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur. Böyle bir kimse, artık sapıklığa düşer mi? Takvanın en kuvvetli yol olduğunu söylerken sen de be­nim söylediklerime katılmıyor musun? Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, size hak ile batılı ayırdedici bir anlayış verir. Geçmiş hatalarınızı örtüp gizler. Günahlarınızı bağışlar. Sizi nimetlerle dolu cennetlere koyar. Büyük lütufsa-hifi Allah, eksikliklerden münezzehtir. [28]

 

Peygamber Ve İslama Yapılan Düşmanlıklar

 

30- İnkâr edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da düzen­lerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir.

31- Âyetlerimiz onlara okunduğu zaman, "İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır" derlerdi. [29]

 

Bazı Kelimeler:

 

Düzene ve tuzağa mukabele etmek. Bu kelime. Al-i İmrâıı sure­sinin 54. ayet-i kerimesinde açıklanmıştır.Seni alıkoyup bağ­lamak için.

"Usturc" kelimesinin çoğulu olup, ayıklanıp dü­zenlenmeksizin kitaplarda yazılı bulunan kıssalar. [30]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayetlerde, Allah'ın Peygamber (s.a.v.)'e bahşettiği nimetler anlatılı­yor: "Hani bir zamanlar sizler, yeryüzünde azınlıktaydınız, müstaz'aflardınız" kavl-i celiliyle müslümanlara nimetini hatırlattıktan sonra, peygamberine ih­san ettiği nimetlerini burada anlatıyor.

Bu kıssa, şerefli hicretin bazı taraflarını güzelce anlatıyor: Hz. Muham-med (s.a.v.)'e uyanların gün be gün çoğalmakta oldukları haberi çevreye ya­yılmaya başlayınca Mekke eşrafı, ansızın kendilerini ablukaya alan tehlikeli durum hakkında görüş teatisinde bulunmak üzere Dar'ün-Nedve'de toplan­dılar. Şeytan, Necidli bir ihtiyar kılığına bürünerek yanlarına geldi. Toplantı­larına katıldı. Ebu'l Buhturi: "Muhammed'i evinde hapsedin... İyice bağla­yın.. Kapısını üzerine kilitleyin... Böylece helakini bekleyin..." dedi. Necidli ihtiyar kılığmdaki şeytan: ' 'Bu söylediğin uygun bir görüş değildir. Böyle ya­parsanız akrabaları ve O'na uyanlar sizinle savaşırlar ve bağlarını çözerler." dedi. Ondan sonra Hişâm bin Amr, şöyle bir öneride bulundu: "En iyisi, O'nu diyarımızdan sürün de rahatınızı bulun ve O'nun yaptığı İşlerin size zararı dokunmasın."

Necidli ihtiyar "Bu görüş de hoşuma gitmedi. O'nun dilinin ne kadar serbest ve konuşkan olduğunu, konuşmasının ne kadar tatlı ve etkili olduğu­nu bilmez misiniz? Eğer O'nu yurdunuzdan çıkarırsanız, diğer mıntıkalar-daki arapların, O'nun etrafında toplanarak gelip şu yurdunuzda sizlerle sa­vaşmalarından korkun" dedi. Sonra Ebu Cehil söze başladı: "Benim bir gö­rüşüm var. Derim ki: Her kabileden güçlü kuvvetli bir genç seçelim. Bunlar­dan herbirinin elinde keskin bir kılıç bulunsun. Bunların hepsi, tek bir adam gibi Muhammed'i öldürsünler. Böylece kanı, birçok kabile arasında kaybol­muş olur. Böyle bir durumda Haşimoğullan ne yapabilirler?"

Şeytan: Evet, öneri dediğin işte böyle olur, dedi.

Ama Cenab-ı Allah, Hz. Resulü, kendisine karşı planlanan bu su-ikastten haberdar eyledi. Onları kayba uğrattı. Peygamber (s.a.v.) ve Ebu Bekir (R.A.), Medine'ye hicret etmek üzere Mekke'dan çıktılar.

"Onlar düzen kuruyorlar. Allah da düzenlerini boşa çıkarıyordu. Allah, kurulan düzenlere karşı düzenle mukabele edenlerin en hayırhsıdır." [31]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Hatırla o zamanı ki; kâfirler sana karşı tuzak kurmak ve sana su-i kast düzenlemek, davetini yok etmek için toplanmış, lanetli iblis de bu husustu onlarla yiırdımlaşıııışlı. Doğrusu bunda senin ve ümmetin için hatırlatma ve ibret vardır. Bunda, senin doğruluğunu gösteren delil vardır. Allah seni destekliyor. Onlar sana karşı üç çeşit komplodan birini uygula­mak istiyorlardı:

1- Ya seni hapsedip insanlarla karşılaşmanı engelleyeceklerdi.

2- Ya çok kişiler tarafından öldürülecektin.

3- Ya da seni yurdundan çıkaracaklardı.

Onlar, sana ve ashabına karşı düzen kuruyorlar. Sana eziyette bulunma­yı plânlıyorlar! Ama Allah onların su-i kastlerini boşa çıkaracak, tuzaklarını bozacaktır.

Rabbin, seni muhacir olarak Mekke'den çıkarıp Medine'ye ulaştırdı. Gazi ve fatih olarak Mekke'ye döndün. Allah'ın, onların yaptıklarına bu şekilde karşılık vermesine mekr (düzen) denildi. Allah, düzene karşı düzenle karşılık verenlerin en hayırlısıdır. Çünkü O'nun düzeni, hakkı ve hak ehlini güçlen­dirmek, İslama ve müslümanlara yardım etmek, batılı ve batılın yandaşlarını perişan etmektir.

İşte böyle ey Müslümanlar! Her zaman tetikte olun. Kâfir ve müşrikler­den bundan başka bir şey beklemeyin. Buraya kadar, onların Hz. Peygamber ve ashabına karşı kurdukları düzenler anlatıldı. Dine karşı, Kur'an'a karşı kur­dukları düzenlere gelince, bakınız Cenab-ı Allah ne buyuruyor:

Ümmi Peygambere indirilen apaçık ayetlerimiz kendilerine okunduğun­da büyüklenme, inad, cahillik ve beyinsizliklerinden ötürü: Dikseydik biz de Kur'an ayetleri gibi şeyler söylerdik, dediler. Böyle demekle de Kur'an'ın benzeri sözleri geıirmek istemediklerini belirtmiş oluyorlardı. Bu iddia, akla uygun mudur? Değildir.. Çünkü Kur'an-ı Kerim, kendi benzeri bir kitabı getirmele­ri için onlara apaçık bir dille meydan okumuştu. O, araplar dil ve edebiyat sahibi kimselerdi. Belagat ve fesahat meydanında yarışma konusunda insan­ların en hırslısı idiler. Ama yine de Kur'an'm benzerini ortaya koymaktan aciz kaldılar. Sonra da Kur'an, önceki milletlerin masalılarından başka birşey de­ğildir, diyerek, benzerini getirmemelerini gerekçe gösteriyorlardı. Bu sözü ilk söyleyenin, Nadr bin Haris olduğu, sonra başkalarının da ona uyduğu söyle­nilir. [32]

 

Arapların Ahmaklık Ve Cahilliklerinden Görüntüler

 

32- "Allah'ımız! Eğer bu Kîtab, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azâb ver" demişlerdi.

33- Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlan­ma dilerlerken de elbette Allah azâb edecek değildir.

34- Yoksa Mescid-i Harâm'a girmekten men'ederlerken Allah onlara niçin azâb etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar,

35- Kabe'deki tapınmaları sâdece ıshk çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. İnkârınıza karşılık artık azabı tadın. [33]

 

Bazı Kelimeler:

 

Islık. El çırpıp alkışlamak. [34]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunur ki: Nadr bin Haris, bu Kur'an, önceki milletlerin masal­larından başka bir şey değildir, dediğinde, Peygamber (s.a.v.) ona şöyle de­di: "Yazıklar olsun sana! O, alemlerin Rabbinin kelâmıdır!" O da; Allah-ım! Eğer bu, Senin katından gelen hak bir kitapsa, gökten üzerimize taş yağ­dır veya bize acıklı bir azap getir?' dedi.

Rivayet olunur ki; Muaviye (R.A.), Sebe'li bir adama: Senin milletin baş­larına hükümdar olarak bir kadını geçirdiklerinde ne kadar da cahil idiler, demiş. Adam da, Muaviye'ye: Senin milletin, "Allah'ım, eğer bu Kur'an ger­çeklen senin katından gelen bir kilap ise üzerimize gökten taş yağdır" dedik­leri zaman ne kadar da calıİI İdiler, diyerek karşılık verdi. [35]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Hatırla o zamanı ki, Kureyşliler şöyle demişlerdi: Allah'ım! Şayet bu Kur'an, Senin katından gelen seksiz, şüphesiz ve gerçek bir kitap ise, onu inkâr ettiğimiz için, fil ashabını cezalandırdığın gibi üzerimize pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırarak bizi cezalandır.

Amaçlan, Kur'an'ın Allah katından indirilen hak bir kitap olduğunu inkâr etmekti. Onlar güya şöyle diyorlardı: Batıl eğer hak ise, elem verici bir azabı bize getir.

Görülüyor kî, Kureyşli kâfirler, azâbm üzerlerine inmesini kendi zanla-nnca imkânsız olan bir şarta bağlamışlardı. "Eğer bu kur'an hakkın ta ken­disi ise..." sözleri özelleme anlamın taşıdığından, "Kur'an haktır" diyenleri tahkir ve küçümsemeyi ifade ediyordu ki, bu da red ve inkâr hususunda ede­bî bir üslûptur.

Başkaları değil de sadece ve sadece bu Kur'an hak ise, bizi azaba uğrata­cak olan taşlan üzerimize yağdır. Ya da bize elem verici başka bir azabı getir.

Peki ne diye bu istekleri hemen yerine getirilmedi?

Onların istedikleri azabın gecikmesinin sebebi şudur:

Ey Muhammedi Sen onların arasında bulunduğun müddetçe onları ce­zalandırıp köklerini kazımak; sünnetullaha, ilâhi rahmet ve hikmete aykırı­dır. Çünkü sen, âlemlere rahmet olarak gönderilmişsin. Beraberlerinde bir peygamber bulunduğu müddetçe Allah bir ümmeti asla azaplandırmaz.

Onlar istiğfarda bulunmakta ve bağışlanma dilemekteyken de Allah on­ları azaplandirmaz. Ama onlar, küfür ve şirki alışkanlık haline getirmişler­dir. İstiğfarda bulunmak ve bağışlanma dilemek, onlardan asla beklenmez. İnanan ve mağfiret dileğinde bulunan mü'minler, aralarında yaşadıkları sü­rece onları azaba uğratmak layık olmaz, diyenler de olmuştur.

Peygamber, aralarında bulunduğu müddetçe Allah onları azâblandıra-cak değildir, sözünden anlaşılıyor ki: Azap, onları gözleyip beklemekte ve enin­de sonunda mutlaka cezalandırılacaklardır. "Allah onlara niçin azap etme­sin ki?" mealindeki ayet de bunu teyİd ediyor. Azabı onlardan uzaklaştıra­cak ne varki! Nasıl azablandırılmasmlar ki? Onlar Hudeybiye senesinde Resu-lullah (s.a.v.)'a yaptıkları gibi, insanları Mescid-i Harâm'dan alıkoyuyor ve geri çeviriyorlar. Peygamber (s.a.v.) ile ashabını Mescid-i Harâm'dan çıkar­madılar mı? Bu yaptıkları, Mescid-i Harâm'dan men'etmek değil midir?! Beyt-i Harâm'ın velileri biziz; dilediğimizi oradan ahkoyar, dilediğimizi de oraya bı­rakırız, diyorlardı.

Cenab-ı Allah, o'nların bu sözlerini reddetti: Onlar, Beyt-i Harâm'ın ve­lileri değildirler. Allah'a şirk koştukları, Peygamber (s.a.v.) e düşmanlık et-liklcri halde, nasıl olur da Bcyt-i Haramın velileri olurlar? Onun velileri ve doslkın, ancak müsliiman ve (akvâ sahibi inanmış kimselerdir, iler nıüslil-man Allah'ın velisi olarak nitelendirilemez.

Ama onların çoğu bunu bilmezler. Onlardan, kendi nefsinin hakikatini bilenler çok azdır. Beyt-i muazzamayı kadm-erkek bîr arada, çıplak vaziyette ıslık ve alkışlarla tavaf ederlerdi. Onların böyle yaptıklarını bizzat Allah söy­lüyor. Onların beytin yanındaki duaları, sadece ıslık çalıp el çırpmaktan baş­ka bir şey değildi. Onların tavafları ve duaları da oyun ve eğlence turünden-di.

Madem böyle... Küfür ve şirk dolayısıyla sizler İçin hazırlanmış olan azabı tadın. [36]

 

İnsanları Allah Yolundan Geri Çevirmek İçin Mal Harcayanların Sonu

 

36-37- Doğrusu inkâr edenler, mallarım Allah'ın yolundan insanları alıkoymak için sarfederler ve daha da sarfedeceklerdir; ama sonra içleri ya­nacak, hem de mağlûp olacaklardır. Bu, Allah'ın, temizi murdardan ayırma­sı ve murdarları üstüste koyup hepsini yığarak cehenneme yerleştirmesi için­dir; inkâr edenler cehenneme toplanacaklardır. İşte onlar mahvolanlardır. [37]

 

Bazı Kelimeler:

 

Elem ve pişmanlık. [38]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayet-i kerimeler, Ebû SiıI'yurTın lîcdir ve Uiıucl savaşlarına kaltlur. t,^/ir savaşçılara çokça mal sarfettiği ve: Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizden hıncını almış, dostlarınızı ve seçkin adamlarınızı, öldürmüştür. Bu mal (ker­van malı) ile, onunla harbetmemiz için bize yardımcı olun. Olabilir ki ondan intikamımızı alırız dedikleri zaman nazil olmuştur. [39]

 

Açıklama:

 

Allah'ı ve resulünü inkâr edip, insanları Hz. Muhammed'e tabî olmak­tan menetmek için —bu yaptıklarının aslında insanları Allah yolundan geri çevirmek olduğunu bilmiyorlardı— mallarını harcayanlar, insanları Hz. Mu-hammed'in yolundan geri çevirip O'nunla savaşmak uğruna mallarını daha da harcayacaklardır. Sonra bu yaptıkları harcamalar, onlar için hasret ve piş­manlık olacaktır. Çünkü bu masrafları, şeytan yolunda mallarını yitirmek­ten başka bir şey değildir. Böyle yapmakla, amaçlarına ulaşacak da değildir­ler. Allah yazıp takdir etmiş: "Anâolsun, Ben ve peygamberlerim mutlaka galip olacağız." [40]."Köpüğe gelince atılır gider. (Batıl da böyledir) İnsanlara faydası olan (öz kısım) ise yerde kalır''[41].

Evet... Onların dünyadaki azapları; mallarının kaybolması ve bir türlü İnsan yerine koyup benimsemedikleri kimselere (mü'minlere) mağlub olma­larıdır. Ahirette ise cehenneme sevkedilip orada toplanacaklardır.

Cenab-ı Allah; zafer ve galibiyeti, yardım ve inayetini kulları için yazıp takdir etmiştir ki, murdarlarla temizleri birbirinden ayırtetsin ve murdarları üst üste yığıp cehenneme atsın, işte bu murdarlar, dünya ve ahirette kayba uğrayanların tâ kendileridir. [42]

 

Allah'ın İnsanlara Lutfu

 

38- İnkâr edenlere, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışla­nacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle.

39- Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dîni kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.

40- Eğer yüz çevirirlerse Allah'ın sizin dostunuz olduğunu bilin; One güzel dost, ne güzel yardımcıdır!. [43]

 

Açıklama:

 

Cenab-i Allah kâfirlerden bahsettikten, işledikleri amellerin dünya ve ahiretteki sonuçlarını anlattıktan sonra, onlara geniş rahmet ve lütuf kapılarını açarak buyurdu ki: Ey Muhammed! O küfredenlere de ki: İçinde bulunduk­ları hale son verirlerse, geçmiş zamanda işledikleri kötülükler bağışlanır. Çünkü İslâmiyet, kendinden öncekini silip yok eder. Müslüman için yepyeni bir say­fa açar. Yapıp ettikleri.bu sayfaya yazılır ve buna göre karşılık görür. İslama girmeden işlemiş olduğu amellerine gelince, İslâmiyet onları yok eder. Küfür ve şirkini silip götürür. Ama tekrar küfür yoluna dönerlerse; kendilerinden önce geçip gitmiş, Allah'ı ve peygamberlerim inkâr etmiş, inatkârlığın zebû­nu olmuş ümmetlere katılırlar. Bu, yeryüzüne ve üzerindeki varlıklara varis olacağı zamana kadar, Allah'ın, yaratıklara uygulayacağı bir yasadır.

Size gelince ey Müslümanlar! Yeryüzünde müslüman için tek bir fitne kalmaymcaya, din yalnız Allah için oluncaya, yetki ve emir sadece Allah'a ait oluncaya kadar, helak edici şiddetli bir savaş vererek onlarla savaşın. On­lar eğer bu küfürlerine son verirlerse, şüphesiz Allah onların yaptıklarını gör­mektedir ve yaptıklarının karşılığını verecektir.

Ama İslâmdan yüz çevirirlerse, bu davranışları senin umurunda olma­sın. Bilin ki Allah, muhakkak sizin dostunuzdur. Her kim ki Allah'a dost olur... O kimse asla zulüm ve hakarete uğramaz. Allah ne güzel dost ve ne güze! yardımcıdır! O, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Her şeyi en iyi bilen, Allah'tır. [44]

 

Ganimetler Nasıl Paylaşılacak

 

41- Eğer Allah'a ve —hakkı bâtıldan ayıran o günde, iki topluluğun karşılaştığı günde—kulumuz Muhammed'e indirdiğimize inanıyorsanız, bi­lin ki, ele geçirdiğiniz ganimetin beşte biri Allah'ın, Peygamber'in ve yakın­larının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye kadir'dir. [45]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ganimet kelimesinden türemiştir. Aslında davar elde etmektir. Asıl maksat, kâfirlerden zorla alınan mallardır. Savaşmadan kâfirlerden el­de edilen mallara ise "fey" denir. Cizye ve ticaret kazancından alınan onda birlik vergi gibi. Bunlarla ilgili açıklama, fıkıh kitaplarında mevcuttur.Bedir günüdür. Çünkü o günde hak İle batıl birbirinden ayrılmıştır. Bedir savaşında, yurdunu terkedip Medine'ye hicret eden Resulullah'rn, mağrur Kureyş kâfirlerini yenecek güce sahib olduğu ortaya çıkmıştır. [46]

 

Açıklama:

 

Resuhıllah (s.a.v.)'a, ganimetlerin nasıl paylaşılacağı sorulmuş, Kur'an-ı Kerim, onların bu sorularını cevaplıyor: Ganimetlerle ilgili hükmü Allah'ın vereceğini, paylaştırma işini de Resulullah (s.a.v.)'ın, emr olunduğu biçim ve oranda yapacağını açıklıyor. "Sana ganimetlerden sorarlar. De ki: Gani­metler, Allah ve Resulunündür."

Ganimetlere dair ayrıntılı hüküm:

Ey müslümanlar! bilin ki: Her ne miktarda ve ne türde olursa olsun, kâ­firlerden elde ettiğiniz ganimetler, vacib ve sabit olan bir haktır. Beşte biri Allah ile Resulünün ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcuların­dır. Ganimet beşe bölünür. Beşte biri, az önce saydığımız beş gruba verilir. Beşte dördü ise kalan askerlere verilir. Çünkü ayette sadece bu beş gruptan bahsedilmiş, başkalarından söz edilmemiştir.

Kurtubî der ki: Cenab-ı Allah'ın beşte birin hükmünü açıklayıp geride kalan beşte dörtten bahsetmemesi, bu kısmın, ganimeti kazanmış olanların mülkü olduğuna işaret etmektedir.

Ayette geçen Zevi'î Kurba (akrabalar) dan maksat, Haşim oğullarıyla Mut-talib oğullarıdır. Abdüşşems oğullan ile Nevfel oğulları değildir. Yetimlerden maksat, babalarım kaybetmiş olan fakirlerdir. Düşkünlerden maksat, ihtiyaç sahibi müslümanlardır. Yolcudan maksat da, yola devam edemeyecek dere­cede şiddetli ihtiyaç İçinde bulunan yolcu.

Peygamber (s.a.v.) efendimiz, ganimetin beşle birini de beşe bÇlcr; bir payı kendisi alır, aldığı bu payı ımislümaıılann çıkarlarına sarfederdi. Uİr payı da akrabalarına verirdi. Kalan üç payı ise, ashabından belirtilen üç gruba ve­rirdi.

Peygamber (s.a.v.)'in dâr-i bekaya irtihalinden sonra imamlar bu ko­nuda görüş ayrılığına düştüler: Bazıları, Peygamber ile akrabasının payları­nın düşeceğini, al-i beytin fakirlerinin de diğer müslümanların fakirleri gibi olduklarını söylemişlerdir. Şafiî ise; Resulullah (s.a.v.)'m payının müslüman­ların maslahat ve çıkarlarına harcanacağım, Resulullah'm akrabasının pay­larının, tıpkı miras gibi al-i beytin zengin ve yoksullarına eşit oranda dağıtı­lacağını söylemiştir.

Tercihe şayan olan görüşe göre Resulullah (s.a.v.)'m ve akrabasının pay­ları devlet başkanına (imama) verilir. O da bu paylan, müslümanların yarar ve çıkarları doğrultusunda harcar. ,

Bazı alimler, ayetin zahirine tutunarak, beşte birin beşe değil, altıya bö­lünmesi gerektiğini söylemişlerdir.

Allah'a, Resulüne indirilen vahye, Bedir gününde müslümanlarla kâfir­lerin karşılaştıkları hengamede inen meleklere ve ilâhî zafere inanmış iseniz» bilin ki; ganimetlerin beşte biri sizin değil, bilâkis Allah ile Resulünün ve anılan diğer sınıflarındır. Hiçbir zaman haddi aşmayın. Aşın gitmekten sakının. Bu şeyleri indirmekle, imanın; ilim ve bilgi sebeplerinden biri sayılmasında her hangi bir gariplik yoktur. Ganimetlerin, beşte biri Allah ile Resulünündür...

Evet... İmân, ilim sebeplerinden biri kılınmıştır. Çünkü bunu söyleyen, vahiydir. Melekler ve zafer Allah katından geldiğine göre, bu zafer sebe­biyle elde edilen ganimetlerin de Allah tarafından belirlenen taraflara har­canması gerekir. Yoksa ayet-i kerimede geçen "bilin" kelimesinden maksat, sade bilgi değil, İnançla ve amelle teyid edilen bilgidir. [47]

 

Düşmanlarına Karşı Muzaffer Kılarak, Allah'ın Müminlere İhsanda Bulunması

 

42-  Siz vadiye en yakın ve onlar da en uzak yamaçta idiler; kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalk-saydmız, vaktini tâyinde anlaşmazlığa düşerdiniz; fakat Allah —mahvolan, apaçık belgeden ötürü mahvolsun; yaşayan da apaçık belgeden ötürü yaşa­sın diye— olacak işi yaptı. Doğrusu Allah işitir ve bilir.

43- Allah onları uykuda sana az gösteriyordu. Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlıyacaktınız, fakat Allah sizi kurtardı; çün­kü O kalblerde olanı bilir,

44 — Karşılaştığınızda, olacak işi oldurmak için, onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların gözünde azaltıyordu.. Bütün işler dönüp Allah'a varır. [48]

 

Bazı Kelimeler:

 

Vadinin kenarı. Yakın, yani Medine'ye yakın. Uzak, yani Medine'ye uzak. [49]

 

Açıklama:

 

Eksikliklerden arınmış yüce Allah bize, bahşetmiş olduğu büyük nimeti hatırlatıyor. Bu nimetin, Kureyş kâfirlerine karşı İslamların muzaffer olma­sında etkin bir rolü olmuştu. Bu da ganimetleri paylaştırma konusunda ve diğer hususlarda Allah'ın emirlerine uymamızı ve O'na şükretmemizi gerek­tirmektedir.

Hani siz, iki ordunun karşılaşlığı günde, vadinin Medine'ye yakın kcniı-rında kendi ordugahınızı kurmak için, ayakların battığı ve üzerinde kolayca yürüme imkânı bulunmayan kumluk bir mevki seçmiştiniz. Kâfirlerse, vadi­nin Medine'ye uzak, ama suya yakın ve yerleşmeye elverişli olan diğer yamacini seçmişlerdi. Bununla beraber, Ebu Süfyan kumandasında Kureyş'li kırk kişi tarafından getirilmekte olan ticaret kervanı sizin aşağı tarafınızda, müş­rik ordusunun da arkasında bulunuyordu. Kervanı, ölümü hiçe sayarcasma savunuyorlardı. Şüphesiz bu da onların morallerini güçlendiriyordu. Hem bilin ki sîz, savaşma zamanı konusunda onlarla randevulaşsaydımz, kuvvetlerin­den ve sayıca çokluklarından dolayı korkarak randevuya uymazdınız.

Bütün bu nimetler; zaferin sadece Allah katından geleceğine, teçhizat ve sayıca az olmakla beraber, onları düşmanlarına karşı galip kılacak olanın yal­nızca Allah olacağına tahkiki imanla inansınlar diye, Allah tarafından müs-lümanlara bahşedilmişti. İman, şükür ve Allah'ın emirlerine itaatkârhkları- daha da arttırsınlar diye bu nimetler onlara ihsan edilmişti.

Fakat Allah, yapılması mukadder ve vukuu muhakkak olan bir emri ye­rine getirmek İçin, önceden aranızda bir sözleşme olmadan sizleri savaş ala­nında karşı karşıya getirdi. Takdir edilen bu iş; Allah dostlarının zafer ka­zanması ve Allah düşmanlarının da kahredilmesiydî. Bu açık belge ve belirti­lerin ortaya çıkışından sonra helak olsunlar diye böyle yapıldı. Çünkü sade­ce maddi duruma bakılırsa, müslümanlann büyük bir farkla yenilgiye uğra­maları gerekirdi. Ama Allah'ın her şeye muktedir olduğu, İnananların dostu ve yardımcısı olduğu, gün gibi ortaya çıktı. Allah, düşmanlarına karşı müs-lümanlara güçlü bir zafer nasİb etti. "Yakında o topluluk (Bedir'de) hezime­te uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.”[50]müjdesi gerçekleşti. Ki bun­dan sonra helak olacaklar, apaçık bir delilden dolayı helak olsunlar. Yaşaya­cak olanlar da, apaçık bir delilden dolayı yaşasınlar. Çünkü bunlar; küfrü yok eden, şirki silip süpüren kesin mucizelerdir. Helakin şirk, yaşamanınsa İslâmiyet anlamını ifade ettiğini söyleyenler de olmuştur. Doğrusu Allah, ken­disine yapılan bütün ilticaları ve duaları işitir. Bütün, niyetleri ve amelleri bi­lir.

Ey Muhammedi Hani sen uykudayken o kâfirleri Allahsana az ve zayıf gösteriyordu. Sen de bunu ashabına bildiriyor, kalplerine sebat veriyordun. Şayet onları asıl güç ve sayılarıyla sana gösterseydi çekinecek ve savaş konu­sunda birbirinizle çekişecektiniz. Fakat Allah sizi çekinmekten ve çekişmek­ten kurtardı. Çünkü kervanı ele geçirmek üzere sizi Medine dışına çıkardı. Sonra iki topluluktan birini size vâd etti. Kervan kaçınca, geriye savaşmak­tan başka bir yol kalmadı. Allah da nimetleriyle size ihsanda bulundu ve so­nuçta muzaffer oldunuz. Doğrusu O, kalplerdekinİ bilir.

Hani Allah, savaş anında kâfirleri gözünüze az gösterdi ki cesaretlene-sİniz ve moraliniz güçlensin. Sizi de kâfirlerin gözüne az gösterdi ki aldanmiılar, bütün ağırlıklarıyla üzerinize gelmesinler ve güçlü darbelerini size yö­neltmesinler. Bütün bunlar, savaş başlamazdan önce idi. Savaş başladıktan

sonra ise onlar, sürpriz sayıdaki bir çoklukla karşılaşıp bocalasınlar diye, müs-Iümanlar kendilerinin iki katıymış gibi Allah tarafından gözlerine gösterildi ki afallasınlar, korkuya kapılsınlar ve moralleri bozulsun.

"(Bedir savaşında) karşılaşan İki birlik hakkında, size muhakkak bir ala­met (peygamberin doğruluğuna dair bîr nişane) olmuştur. Bir birlik Allah yolunda savaşıyordu. Diğeri ise kâfirdi. Mü'minleri göz göre göre kendileri­nin iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımı ile güçlendirir. Şüphesiz bunda kalp gözü olanlar için bir ibret vardır?'[51]

Bütün bunlar, şüphesiz yapılması gereken mukadder bir iş için yapılmış­tı. Bütün işler Allah'a döner. İşleri dilediği gibi çevirir. Hükmünü engelleye­cek bir kimse yoktur. O, eksikliklerden münezzeh ve yücedir. [52]

 

Savaşa İlişkin Öğütler

 

45- Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya eri­şebilmeniz için Allah'ı çok anın.

46- Allah'a ve peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar ba­şarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah, sabreden­lerle beraberdir.

47- Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundun men 'edenler gibi ohmıym. Alkili onlunu işlediklerini her yönüyle liilcn \lîı. [53]

 

Bazı kelimeler:

 

Topluluk.Rüzgar. Ayette bu kelimeyle güç, galibiyet ve devlet kastediliyor. Örneğin "Falan kimsenin rüzgarı esti" denildiğinde onun emri geçerli, iktidar sahibi şevketli bir kimse olduğu kastedilmiş olur. Böbürlenmek. [54]

 

Açıklama:

 

Ey Allah'a ve Rasulüne imân edenler! Kâfirlerden bir toplulukla savaş­tığınızda savaş meydanında onlarla karşılaştığınızda, onlara karşı sebat ve me­tanet göstermeniz, mukavemet etmeniz gerekir. Sakın ardınızı onlara dönüp savaştan kaçmıyasımz. Sebat fazilettir. Firar ise rezalettir ve büyük günahtır.

Sevinç, sıkıntı ve savaş anında Allah'ı anın. O'nu anmakla kalbler sü­kûn bulur. O'na duâ edip yalvarmakla sıkıntılar açılır. O yakındır. Kendisine yalvarıp duâ edenin çağrısına İcabet eder. özellikle Allah düşmanlarına kar­şı zafer kazanmak için imdada çağrıldığında, çağrınıza derhal karşılık verir. Öyleyse kâfirlerle savaş meydanında karşılaştığınızda sebat edin. Sevap ve mü­kâfat kazanasmiz, düşmana karşı zafer elde edesiniz diye Allah'ı çokça anın. Emir ve yasaklan konusunda Allah'a ve de Resulüne itaat edin. Hz. Peygam­bere itaat eden, Allah'a İtaat etmiştir. Birbirinizle çekişmekten sakının. Çün­kü çekişme, bölünüp parçalanmanıza ve dolayısıyla yenilgiye uğramanıza yol açar. Sizden önceki ümmetler, sadece birbirleriyle anlaşmazlığa düştüklerin­den ve çokça itirazda bulunmalarından dolayı helak oldular. Zira anlaşmaz­lık ve itiraz dolayısıyla iktidar, devlet ve güç elden gider. Siz sabretmeye ba­kın. Zira sabır, mü'minin tutukluk yapmayan silahıdır. "Şecaat, yani yiğit­lik, bîr anlık sabırdır" demişler. Allah'ın, yardım ve desteğiyle mü'minlerin beraberinde olması, şeref olarak onlar için yeter.

Ellerinde bulunan nimetlerden ötürü şükretmeyen, tersine azgınlık ya­pıp şımararak, savaşmak üzere yurtları Mekke'nin dışına çıkan kâfirler gibi olmayın. Çünkü onlara: Kervan kurtuldu, artık geri dönün, denildiğinde Ebu Cehil şöyle demişti: ' 'Hayır. Bedir'e gidip develeri kesmeden, şarap içmeden, çalgı çalıp deflere vurmadan, oraya vardığımızı araplara duyurmadan asla geri dönmeyin." Ama sonlarının ne olduğunu önceki sayfalarda okuyup gör­dünüz. Şarap yerine ecel şerbetini içtiler. Çalgı ve def yerine ağıtçı kadınların feryatları kulaklarını tırmaladı. Deve keseceklerine, kendi boyunları kesildi. İşte böyle... Ey mü'minler! Onlar gibi azgın, kibirli, gösteriş budalası olma­yın ve de insanları Allah yolundan alıkoymayın. Bu saydıklanmız,yıkim ve yok olma faktörleridir. Bilin ki Allah, amel sahiplerinin amellerinden haber­dardır ve herkese de ameline göre karşılık verecektir.

Bu anlatılanlar, müslümanların zaferini garantileyen öğütlerdir. Düşman­larla karşılaşıldığında sebat etmek, Allah'ı anıp O'na sığınmak... Allah'a ve peygamberine itaat etmek... Allah ve Resulünün rızasına uygun emirler ver­diği sürece ordu komutanına ve devlet başkanına itaat etmek.. Çekişmemek ve ihtilafa düşmemek... Zorluklar anında sabretmek.. Azmamak... Gösteriş yapmamak ve kibirlenmemek. [55]

 

Şeytan Nasıl Da Kaçıp Kurtuluyor

 

48- Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve: "Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur; doğrusu ben de size yardımcıyım" dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, "benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görme­diğinizi ben görüyorum ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum, Allah'ın azabı şiddetlidir" dedi.

49- İki yüzlülük ve knlblcrindc hastalık buhinnnlnr ' 'miislüınnnlun din­leri ııldiiili" diyorlunlı; oysa, kini AlLılı'n güvenirse bitmelidir ki. Alkili güc lüdür, hakimdir.

50-51- Melekler, inkâr edenlerin yüzlerine ve sırt kırımı vurmak, 'Yakıcı azabı tadı, bu, kendi ellerinizle yaptığınızın karşılığıdır" diyerek canları­nı alırken bir görseydin! Yoksa Allah kullara asla zulmetmez. [56]

 

Bazı kelimeler:

 

Şeytan, amellerini süslemiş ve onlara hoş göstermişti. Gerisin geri kaçtı. Arkalan veya kıçları. [57]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammed! Hatırla o zamanı ki; şeytan, o kafirlere amellerim süs­lemiş, Allah'ın dinine karşı yaptıkları işleri hoş göstermiş ve artık ebediyyen mağlub edilemeyeceklerini zannetmişlerdi.

İki topluluk savaş meydanında yüz yüze, karşı karşıya geldiklerinde şey­tan, hiçbir şeye dönüp bakmadan gerisin geri kaçtı. Ve: Benim sizinle, sizin yaptığınız işlerle ilgim yoktur. Sizin görmediğiniz Allah askerlerinin,, müslü-manların safları arasına karışıp onlarla omuz omuza vererek size karşı sa­vaştıkların: görüyorum.

Bütün bunlarla, şeytanın yaptığı işlerin boşa çıktığı ve rüzgarların dal­gaları arasında savrulup gittiği anlatılmak istenmektedir. Bu, onun kâfirlerle dünyâdaki halini temsil ediyor. Ahiretteki hali nice olacaktır? Onu artık va­rın siz düşünün.

Rivayet olunur ki; İblis, Kinaneli şair Suraka bin Malik biçiminde gö­rünerek Kureyşli savaşçılarla bilfiil konuşmuş. Bir başka rivayetteyse, Haris bin Hişam ile el ele tutuştuğu anlatılır. Savaş kızışınca onları bırakıp kaçma­ya başlamış. Haris: Nereye? Bu haldeyken bizi bırakıp gidiyor musun?- de­yince, o da: Ben sizin görmediklerinizi görüyorum. Allah'tan korkuyorum, demiş. Haris'in göğsüne vurarak onu itmiş ve kaçıp gitmiş. Görüyorsun ya. Savaşın kızıştığı zorlu anda şeytan onlara neler yapmış?! Allah, azabı şiddet­li olandır. Azabından sakının.

Ey Muhammed! Münafıkların ve kalplerinde şüphe, kıskançlık, kin ve azgınlık hastalığı bulunanların şöyle dedikleri zamanı hatırla: Şu müslümanlan dinleri o kadar aldatmış kİ: Kureyş'in bin kişilik seçme savaşçılarına karşı üç yüz kişi ile çıkıyorlar. Doğrusu bu bir aldanmadır! Ne var ki münafıklar, Al­lah'a tevekkül eden kimselere Allah'ın yeteceğini, ona yardım ve destek vere­ceğini bilemiyorlardı. Allah güçlüdür. Dostlarını aziz, düşmanlarını zelil kı­lar. İşinde galiptir. Fiilini hikmetlice yapar. Yaratıklarının durumunu bilir, Nok­sanlıklardan münezzeh ve yücedir.

Ey görebilen her kimse! Meleklerin o kâfirlerin canlarını aldıklarını bir görseydin. Onları bu durumda görseydin, doğrusu, anlatılması hemen hemen imkânsız olan çok acayip bir manzara görmüş olurdun. Melekler, yüzlerine ve arkalarına demirden tokmaklarla vuruyorlar ve: Tadın yakıcı azabı, diyorlardı. Bu, onlara ahirette elemli bîr azaba uğratılacaklarını müjdeliyordu. O kâfirler daha evvel kötülükler yaptıkları, günah işledikleri için bu şiddetli azaba ve elem verici darbelere uğratılıyorlardı. Yoksa Cenab-ı Allah, kullarına asla zulmetmez. Aksine kıyamette adalet terazileri kurulacak ve her hak sahibine hakkı verilecektir. [58]

 

İşledikleri Ameller Dolayısıyla Başlarına Gelenler

 

52- Fir'avun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Allah'ın âyet­lerini yalanladılar da Allah onları, günahlarından ötürü yoketti. Allah kuv­vetlidir, cezalandırması şiddetlidir.

53- Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe Allah'ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah'ın işiten, bilen olmasındandır.

54- Fir'avun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rablerinin âyet­lerini yalanladılar da onları günahlarından Ötürü yok ettik. Fir'avun taifesi­ni suda boğduk, hepsi zâlimlerdi. [59]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kişinin çabalayarak kendim yorması ve bu işine devam etme­sidir. Sonraları adet ve gidiş tarzına da "de'b" denilmiştir. Çünkü insan, adet ve gidiş tarzını devam ettirir. [60]

 

Açıklama:

 

Bu ayetlerle yepyeni bir sözbaşı açılmaktadır. Bu ayetlerle, Mekkeli müşriklerin taşlarına gelen musibetin, başka bir nedenle değil de, küfürleri ne­deniyle geldiği açıklanmak istenmektedir. Bu ayetlerle, daha önce geçen "İş­te bu, ellerinizin yaptığının karşılığıdır" mealindeki ayetin anlamı desteklen­mektedir.

Bu keferelerin adet haline getirip alışageldikleri amelleri; Firavun hane­danının, onlardan önceki Ad,Semud, Lut kavminin, altlan üstlerine gelen kavimlerin amelleri gibidir. Peygamberleri, apaçık belgelerle onlara gelmiş ama onlar, Allah'ın ayetlerini inkâr etmiş ve peygamberlerini yalanlamışlardı. Cenab-ı Allah da günahlarından ötürü onları, her şeye muktedir olan kendi zatına yaraşır bir şekilde yakalayıp cezalandırdı. Bunda bir tuhaflık yoktur. Doğrusu Allah, azabı kuvvetli, ikabı şiddetli olandır. Onlara gelen bu azap, kendi işledikleri amelleri dolayısıyladır. Çünkü noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, onlar, kendi nefislerin dekini değiştirmedikçe, her kavme bahşet­miş olduğu nimeti değiştirmez. Yani sahibi değişmedikçe, nimeti değiştirmek, Allah'ın hikmetine uygun olmaz. Çünkü O, kerem ve hikmet sahibidir. İşi­tendir, bilendir.

İşte şu Mekkeli kâfirler güvenlik ve refah İçindeydiler. Allah Tealâ, on-ian açlıktan doyurdu, korkudan emîn kıldı. İçlerinden biri olan Peygamber (s.a.v.)'i, onlara İrşâdçi olarak gönderdi. Hz. Peygamber; onlara Allah'ın ayet­lerini okuyor, onları pisliklerden arındırıyor, kitabı ve hikmeti onlara öğreti­yordu. Halbuki daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.

Hz. Muhammed (s.a.v.) onlara peygamber olarak gönderildiğinde, kö­tü hallerini daha da kötüleştirdiler. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'i yalanladılar. O'na düşmanlık ettiler. O'nu öldürmeye çabaladılar. Ashabına işkence yap­tılar. O'na karşı birleşik bir cephe oluşturdular.

Cenab-ı Allah da, kendilerine bahşetmiş olduğu süre tanıma nimetini ih­mal etti. Azap ve cezalarım çabuklaştırdı. Derhal onları azaplandırdı. "Mu­hakkak ki Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar, kendilerindeki iyi hali fenalığa çevîrmedikçe bozmaz?'[61].Zira Cenab-ı Allah her sesi işitir. Bütün ni­yet ve amellerini biür.

Onların gidiş ve alışkanlıkları, Firavun hanedanının ve onlardan önce­kilerin gidişat ve adetleri gibidir. Rablerinİn ayetlerini yalanladılar. Bunun so­nucunda, günahları.dolayısıyla Allah onları helak etti. Firavun hanedanını suda boğdu. Diğerlerinden kimine çığhk, kimine de rüzgar ve kasırga gön­derdi. Bütün bunlar zalimleridiler. [62]

 

Ahdi Bozanın Hali Nice Olur?

 

55- Allah katında yeryüzünde yaşayanların en kötüsü, inkâr edenler­dir. Onlar artık inanmazlar.

56-57- Ey Muhammedi Anlaşma yaptığın kimseler, sonucundan sa­kınmayarak anlaşmalarını her defasında bozarlar. Savaşta onları yakalarsan, arkalanndakilere ibret olacak şekilde, darmadağın et.

58- Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet, etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hâin­leri sevmez.

59- İnkâr edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar sizi âciz bırakamıyacaklardır. [63]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Dabbe" kelimesinin çoğulu olup, yeryüzünde yürüyen canlı. Ayette bu kelime ile insanlar kastedilmiştir. Savaşta yakalar, ele ge­çirirsiniz. Rahatsız ve muztarip ederek onları dağıt.Atı-ver. Kurtuldular. Yarışta öne geçtiler. [64]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-ı Allah, amelleri dolayısıyla helak olan zalim kâfirlerden söz aç­tıktan sonra,'onların geri kalanlarının durumlarını anlatmaya başladı. [65]

 

Nüzul sebebi;

 

Rivayet olunur ki; bu ayet, yahudî Beni Kurayza kabilesi hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Peygamber (s.a.v.), kendisiyle savaşmayacakları ve O'na karşı her hangi bir kimseye yardım etmeyecekleri hususunda onlarla muahe­de yapmıştı. Fakat onlar ahidlerini bozdular. Resulullah (s.a.v.) ile savaşsın­lar diye Mekke müşriklerine silah yardımında bulundular. Sonra da; "Ya Mu-hammed, seninle muahede yaptığımızı unuttuk" dediler. Bunun üzerine Re­sulullah (s.a.v.), onlarla ikinci kez muahede yaptı. Fakat, muahedeyi yine bozdular. Hendek savaşında kâfirlere yardım ettiler. Liderleri Kâb bin Eşref, atına binip Mekke'ye gitti. Resulullah (s.a.v.)'a karşı verilecek savaş için on­larla andlaşma yaptı. [66]

 

Açıklama:

 

Allah katında insanların en kötüsü; küfreden, İnâdlarında devam eden ve kâfirlikte ısrar edenlerdir. Kur'an-ı Kerim onların hayvan derecesine inmiş olduklarına işaret etmek için yeryüzünde dolaşan canlıların en kötüsü olduk­larını ifade etmiştir. Mamafih, onlar, hayvanlardan da kötüdürler. ."Onter ancak hayvanlar gibidirler. Doğrusu, gidişte daha sapıktırlar!"[67] Bu nedenle onlar imân etmezler. Onlardan asla hayır umulmaz.

Allah katında, yani O'nun hüküm ve yargısında insanların en kötüsü küf­redenlerdir. Yani Kurayza oğullan gibi, kendileriyle muahede yapıp söz aldı­ğın, sonra da her defasında muahedeyi bozduklarını gördüğün kimseler, in­sanların en kötüleridir. Çünkü onlar Allah'tan sakınmaz, O'na hesap ver­mekten korkmazlar. Onların vicdanları veya riayet edecekleri zimmetleri yoktur. Ey Muhammed! Şayet onları harpte kıskıvrak yakalama fırsatı bulursan ah­di bozan her topluluğu darmadağın-edecek şekilde onlara öldürücü darbeyi vur ki, onların arkalarında bulunan Mekke müşrikleri ve diğer kâfirler sen­den korksunlar. Böyle yap ki, onların arkasında duranlar ibret alsınlar. Ahdi bozacağını haber veren davranışlarda bulunanlara gelince, onlarla ilgili hü­küm şudur:

Bir kavmin ahdi bozup hıyanet yapmalarından korksan,' yani hile ve kö­tülük yapacakları zannını uyandıran belirtiler onların üzerinde sinyal verir­se, ahidlerini, yediğin hurmanın çekirdeğini attığın gibi üzerlerine at. Yalnız ahidlerini bozacaklarım iyice anladıktan sonra muahedelerini suratlarına çarp ki, seni gadr ve hıyanette suçlamasmlar. Doğrusu Allah'hainlik edenleri sev­mez.

Ayetin şu anlama geldiğini söyleyenler de olmuştur: Onların yaptığı gibi sen de aynı şekilde muahedelerini suratlarına çarp, muahedeyi bozduğunu onlara açıkça bildir.

Küfredenler, Bedir savaşında ölüm ve csarell.cn kurtulduklarını sanma­sınlar, fin kaçıp kurtulmakla, sanmasınlar. ikanı alma hususunda Allah'ı aciz bırakacaklarını zannetmesinler. Aksine onlar, Allah'ın kabzasmdadırlar. Asla kurtulamayacaklardır. Ya dünyada öldürülecekler, ya da ahîrette şiddetli azaba uğratılacaklardır.

Sana gelince Ya Muhammedi Şunu bilesin ki Allah, onları çepeçevre ku­şatıcıdır. Küfürlerinden dolayı onları azaplandiracak ve onlardan intikam ala­caktır. Müsterih ol ve sabret. Doğrusu Allah, seninle beraberdir! [68]

 

Düşmanlara Karşı Savaş Hazırlığı Yapmak

 

60- Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar —Allah'ın düş­manı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilme­diklerinizi yıldırmak üzere— kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolun­da sarfettiğİniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir. [69]

 

Bazı Kelimeler:

 

Keşşaf diyor ki: "Ribat", Allah yolunda cihad İçin bağ­lanan attır. Korkutursunuz. [70]

 

Açıklama:

 

Ordu; vatanın düşmana karşı hazırlığı, silahı, zırhı ve koruyucu ihata duvarıdır. Milletin, düşmanla karşılaştığı yüzüdür. Milletin tutan elidir. Atan kalbidir. Uyku tutmayan gözüdür. Nitekim birçok ayetlerde de görüldüğü gi­bi Kur'an, İslâm ordusuna inayet etmiş, Peygamber (s.a.v.) de İslam ordusundaki askerleri gözetmiş, zamanına en uygun bol miktarda ganimet payını onlara vermiştir. Bu, açıkça bilinen bir husustur;

Düşmana karşı hazırlık yapmak insanlara çok zor gelir. Ancak Allah'a inanıp O'nn tevekkül eden alicenap güçlü yürekli nisanlar, hıımı hiçte zor ve zahmetti bir iş olarak görmezler.

Muhtasar olmakla birlikte ayet-i kerime: "gücünüzün yettiği kadar kuvvet" demekle her çağa ve zamana uygun askeri hazırlık çeşitlerini bir arada anlatmış olmaktadır. Ayet-i kerimede düşmana karşı askeri hazırlıkların ya-nısıra manevi, maddî, idarî fennî ve malî hazırlıklarda bulunmaya da teşvik edilmektedir. Bu hazırlıklarda bulunanlara bol sevap ve mükâfatlar vâd edil­mektedir. Kur'an-ı Kerim "hazırlayın", demekle düşmana karşı her türlü ha­zırlığı yapmamızı, bu uğurda olanca gayretimizi sarfetmemizi, gücümüz nis-betinde canımızı ve kıymetli şeylerimizi feda etmemizi bize farz kılmıştır.

Kur'an-ı Kerim, barış zamanında da hazırlıklı olmamız gerektiğini unut­mamış ve bu konuda da bizi uyarmış ki; Ordu her zaman tam bir hazırlık içinde bulunsun. Her nereden bir ses duyarsa, oraya koşsun. Gece gündüz düşmana mukabelede bulunmak için, sınır boylarında cihad İçin bağlı atlar bulundurup beslemekle emrolunduk. Bu hazırlıkları yapmanın sebeplerini ayet-i kerime açıklamıştır. Bu da zahirî düşmanların, bildiğimiz ve bilmedi­ğimiz gizli düşmanların korkutulmasıdır.

Düşmana karşı hazırlık yapmak, ancak mal ile.olur. Bu da Allah yolun­da mutlak surette mal harcamakla olur. Herkes gücü ve imân kuvveti ora­nında bu uğurda mali katkıda bulunur. Mamafih bu yolda yarışmamız ve bu nedenle kıyamet gününde verilmek üzere bizim için hazırlanan büyük mükâ­fatı elde etmeye çalışmamız için teşvik de vardır. Bir ümmet bu şekilde tam bir hazırlık yapsın da sonra komşuları tarafından zulme uğrasın. Bu müm­kün değildir. İşte aynı şekilde, ey ümmet-i Muhammedi Siz, ahirette de zulme uğramazsınız. "Malınızdan hayır adına her ne harcarsanız hep kendi menfa­atiniz içindir. Zaten siz (mü'minler), ancak Allah razısını gözeterek verirsin niz. Böylece hayra dair her ne verirseniz onun sevabı tam olarak size ödenir. Hakkınız yenmez ve size zulmedilmez!'[71]

Eski zamanlarda at, düşmana korku ye ürküntü veren bir semboldü. Yakın zamana, hatta günümüze kadar da at önemini korumuştur. Bu nedenle ayet­te attan bahsedilmiştir. Aslında ayet-i kerime, her zaman ve mekâna uygun kuvvetleri hazırlamayı emir ve tavsiye etmektedir. [72]

 

Barışa Meyil, Ordunun Moralini Yükseltmek

 

61- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir.

62-63- Seni aldatmak isterlerse, bil ki şüphesiz Allah sana kâfidir. Se­ni ve inananları, yardımıyla destekleyen, kalblerini uzlaştıran O'dur. Eğer yer­yüzünde olan her şeyi sarfetsen bile, sen onların kalblerini uzlaştıramazdm, ama Allah onları uzlaştırdı. Doğrusu O güçlüdür, hakimdir.

64- Ey Peygamber! Allah'ın yardımı sana ve sana uyan mü'minlere yeter.

65-66- Ey Peygamber! Mü'minleri savaş için coştur. Sizin sabırlı yirmi kişiniz, onlardan ikİyüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bin kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü ha­fifletti; zira içinizde za'f bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırlı yüz kişiniz on­lardan ikiyüz kişiyi yener; sizin bin kişiniz, Allah'ın izniyle, ikibİn kişiyi ye­ner. Allah sabredenlerle beraberdir. [73]

 

Bazı Kelimeler:

 

Meylettiler, Barış. Sana yeter. [74]

 

Açıklama:

 

Savaş için tam hazırlıklı olmak —ki bu hazırlıklı oluş, çoğunlukla sava­şa engel olur— emredildikten sonra burada da, düşmanların barış isteyip ba­rışa meyletmeleri durumunda müslümanların nasıl bir yol izleyecekleri anla­tılmıştır. Cenab-ı Allah, anlam olarak şöyle buyurmuştur: Barışa yanaşır ve sulh-ü emân anlaşması yapılmasını isterlerse, istediklerini onlara ver, ey Mu-hammed!

Zemahşerî, Keşşaf adlı tefsirinde der ki: Ayet-i Kerimedeki emir, devlet başkanının, İslâm ve müslümanların çıkarına uygun gördüğü savaş ve barışa bağlıdır. Yoksa illâda savaşılacak veya illâ da barış yapılacak diye kesin bir emir yoktur. Eğer barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. Allah sana kâfidir. O, her sözü ve isteği işitendir. Bütün kasıt ve amelleri bi­lendir. Bu da İslâmiyetin sevgi ve barış dini olduğunu, savaşa karşı bir din olduğunu ifade etmektedir. Ancak şartlar gerektirirse, savaşın zorunlu oldu­ğunu da kabul eder. Savaşmaya hazırlanabilsinler diye senden barış isteyerek seni aldatmak isterlerse, bil ki ey Muhammed, onların kötülüklerini savma konusunda Allah sana kâfidir. Onlara karşı sana yardım edecektir. Bunda bir garabet yoktur. Kendi katından bir zaferle seni teyîd edip imdadına yeti­şen O'dur. "Zafer, ancak Allah katmdandıf.' Beraberindeki Ensardan ve Mu­hacirlerden mü'minlerle,sana destek oldu. O mü'minler, seni kahramanca mü­dafaa ettiler. Allah'dır ki o mü'minlerin kalplerini sevgiyle birleştirdi. Onları hak ve şehadet kelimesinde birleştirdi. "Onlara takva kelimesini ilham etti. Onlar da buna lâyık ve ehil idiler."[75] Oysa bu mü'minler cahüiyet devrinde savaş, fitne, düşmanlık, asabiyet, intikam sevgisi ve en basit sebepten dolayı savaş ateşini alevlendirmekle meşgul idiler. Bununla beraber sen, yeryüzün­deki şeylerin hepsini harcasaydın bile onların kalplerini birbirine ısmdıramaz-dın. Ama güçlü, kadir, hikmet sahibi, bilgili olan Allah onların kalplerini sev­giyle birleştirdi. O güçlüdür. Tam kudret ve galebe sahibidir. Yaptığı her işte hikmet vardır.

Ey Peygamber! Bütün işlerde sana ve sana imân edenlere Allah kâfidir. Azmİ güçlü ve kalbi metanetli kimseler olun. Doğrusu Allah, yardım ve za­feriyle sizin beraberinizdedir. Şüphesiz bu da İslâm ordusundaki maneviyatı yükseltir ve kuvvetlendirir.

Bu anlatılanlar, sebeplere sarılmamıza engel değildir. Bu nedenle Cenab-ı Allah buyurmuş ki: Ey Peygamber! Mü'minlerİ savaşa o kadar şiddetle teş­vik et ki, canlarını ve kıymetli varlıklarını Allah yolunda gönül rızasıyla fedâ edip harcasınlar.

Bu söz, cihadın ne derece /iletlİ olduğunu açıklamakladır. Mü'minler cihatta iki güzelden birini bekliyorlardı: Ya şehid olacaklar. O ne büyük şe­reftir. Ya da zafer kazanıp ganimet elde edecekler.

Ey mü'minler bilin ki; sizden bir kişi, kâfirlerden on kişiyle savaşmalı-dır. Çünkü sabit bir inanç uğruna, doyum içindeki bir kalble savaşan kimse ile zorlanarak veya kiralanarak, yahud basit dünyevî bir amaç uğruna sava­şan kimse arasında çok büyük fark vardır.

Sizden, mükâfatını Allah'tan bekleyen yirmi sabırlı kişi olursa, kâfirler­den ikiyüz kişiyi mağlub eder. Yine aynı şekilde sizden yüz sabırlı kişi olursa; Allah ve Resulünü İnkâr eden, ölüm sonrası dirilişe ve hesaba, cezaya inan­mayanlardan bin kişiyi mağlub eder. Çünkü kâfirler, dünyanın hakikatini, dünyanın ahirete ulaştırıcı bir geçit olduğunu, başarı ve zaferi garantileyen stratejileri anlamayan, inancı uğruna ve hüccetle savaşmayan, ölüm-sonrasi dirilişe, ceza ve sevaba İnanmayan bir kavimdirler.

Ama sizler sabrederek, sevabı Allah'tan bekleyerek iki güzelden, şeha-det ve ganimetten birini umarak savaşıyorsunuz.

Müslümanın içinde bulunması gereken durum, işte budur. Anlayışsızlık ve idraksizlik ise; müşriklerin ve yahudilerin, kendisiyle nitelendikleri bir du­rumdur. Çünkü onlar maddecidirler, İnsanlar içinde hayata aşın derecede tut­kundurlar.

Mü'minlerin en yüce mertebesi işte budur. Bundan daha aşağıdaki mer­tebe ise şudur: Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve bildi kî, fazlaca cihad et­menizden dolayı bedeninizde bir zaaf vardır. Eğer sizden, mükâfatını sadece Allah'tan bekleyen yüz sabırlı kişi olursa, kâfirlerden ikiyüz kişiyi mağlub eder. Yine sizden bin kişi olursa, Allah'ın izin ve kuvvetiyle kâfirlerden iki-bin kişiyi mağlub eder. Allah, yardım ve gözetmesiyle mü'minlerin beraberin-dedir.

Kur'an-ı Kerim, bu hükmün hafifle turnesinden önce de, sonra da İslâm cemaatinin, kendisinden iki misli fazla bir kâfir topluluğuna mukavemet ede­ceğini tekrarla söylüyor. Böylece de İslâm ordusunun, îslâmi prensiplere uy­gun hareket etttiği takdirde azlığın, çokluğun önemli olmayacağını gösteriyor. [76]

 

Vahiy, Hz. Ömer (R.A.) İn Görüşüne Uygun Olarak İniyor

 

57- Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünyâ malım İstiyorsunuz, oysa Allah âhireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir.

68- Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıkları­nızdan ötürü size büyük bir azab erişirdi.

69- Elde ettiğiniz ganimetleri temiz ve helal olarak yiyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.

70- Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere, "Allah kalbîerinizde bir iyilik bulursa, size sizden almanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar, Allah bağışlayandır, merhamet edendir" de.

71- Esirler sana hiyânet etmek isterlerse, bilsinler ki esasen daha önce de Allah'a hiyânet etmişlerdi, Allah bundan ötürü onları yenmen için sana imkân verdi, Allah bilendir, hakimdir. [77]

 

Bazı Kelimeler:

 

Fazlaca savaşıp ağır basmak ve zafer elde etmek, manasım ifade eder. [78]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunur ki; Resulullah (s.a.v.) efendimiz, Bedir savaşında aldık-lîin esirler hakkında ashabına danışlı. Hz. Ebu Bekir (R.A.), onlardan fidye aiııııııusıııı önererek şöyle dedi: Ya Kesuhıllalı' onlar .senin milletin ve ailen-dir. Onları öldürme. Olur kî Allah onları affedip tevbelerini kabul buyurur. Onlardan fidye al. Bu fidyelerle ashabını da güçlendirmiş olursun. Hz. Ömer (R.A.) ise, öldürülmelerini önererek şöyle dedi: Boyunlarım vur. Çünkü on­lar, küfrün liderleridirler. Allah seni fidye almaya muhtaç kılmadı.

Akîl'i Aliye, Abbasi Hamza'ya, falan kabileden münasib birini de bana bırak ki boyunlarım vuralım.

Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir'in görüşüne meyletti. Ve bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. Cenab-ı Allah! esirlerle ilgili hükmü anlatarak sözü noktaladı. [79]

 

Açıklama:

 

Esir, müslümanlarm eline düşen kâfir düşmanfara denir. Devlet başka­nı, umumi maslahata uygun olarak esirler üzerinde tasarrufta bulunur. Esire müslüman olmasını teklif eder. Müslüman olursa ne alâ. Yoksa, devlet baş­kanı onu öldürür. Ya da İslâm devleti güçlü ve iktidar sahibi ise, esirden fidye alır veya köleleştirir veya fidye almaksızın lütfedip bırakır. Ama îslâm devle­ti henüz kuruluş dönemindeyse, müslümanlarm esirleri sağ bırakmayıp öldür­meleri, beraberlerinde taşımamaları gerekir. Çünkü müslümaniarın üzerine ağırlık ve yük üzerine yok olurlar. Hayatta bırakılsalar, müslüman oldukla­rını söyleseler bile müslümanlarm aleyhinde casusluk yapabilirler. Ayet-i ke­rimede ifade edilmek istenen anlam da budur.

Hiç bir peygambere, esirler alması, sonra onları hayatta bırakması ve on­lardan fidye alması yaraşmaz. Çünkü bunda devlet aleyhinde büyük bir teh­like vardır. Ancak bu peygamber fazlaca savaşıp çok miktarda kâfir öldürür­se, esirler alabilir. Çünkü bu durumda müslümanları güçlendirmiş, kâfirleri zayıflatıp iktidarlarını kırmış olur. Hayatta bırakarak fidye almakla dünya­nın geçici mal ve metaını mı elde etmek istiyorsunuz? Allah ise sizin için ahi-ret sevabını veya dinini güçlendirip düşmanlarını yok etmeyi istiyor. Bu da ahiret mükâfatına kavuşmanın yoludur. Allah güçlüdür. Dostlarını güçlen­dirir. Üstünlük ve iktidar Allah'ındır. Peygamberinin ve mü'minlerindir. Al­lah, işlerini hikmetlice yapar. O'nun emrine uyun ki,sizi doğruluk ve hayır yoluna eriştirsin.

Allah, daha önce levh-İ mahfuzda "Yanıİan kimse yanılgısından dolayı cezalandırılmaz" anlamında bir hüküm vermiş olmasaydı, esirlerden aldığı­nız fidyelerden dolayı size çok şiddetli bir azap dokunurdu. Bu sözlerle, müs­lümanlarm fidye almalarının çok tehlikeli olduğuna işaret edilmiştir.

Ganimetler size helâl kılındı. Öyleyse ganimet olarak elde ettiğiniz mal­ları helâl ve temiz olarak yeyin. Allah'tan sakının. Emir ve yasaklarına riayet edin. Doğrusu Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Tcvbeleri kabul eder ve kötülükleri affeder.

Bedir esirleri arasında Abdütmuttalİb oğlu Abbas'm da olduğu rivayet edilir. Peygamber (s.a.v.); kardeşi Ebu Talib oğlu Akıl ve Haris oğlu Nevfel için de fidye vermesini isteyince: Ya Muhammedi yaşadığım müddetçe beni Kureyş'e el açmak durumunda bırakacaksın! dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Mekke'den çıkarken Ümmü Fadl'a verdiğin altınlar nerede?" diye sordu. Peygamber (s.a.v.)'in böyle demesi, gaipten haber vermekti. Çünkü Abbas-ın, altınları Ümmü Fadl'a verdiğini Allah'tan başka bilen yoktu. Bunun üze­rine Abbas şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki daha Önce bende şüphe vardı. Ama artık hiç şüphem kalmadı." Başka bir rivayete göre de şöyle demiştir: "Allah, benden aldığından daha hayırlısını bana verdi."

Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere de ki: Eğer Allah kalbinizde ihlâs ve iyi niyet bulunduğunu bilirse, sizden alınan fidyelerden daha hayırlı­sını size verir. Günahlarınızı bağışlar. Allah, çokça bağışlayan ve günahları örtendir.

Bazıları, ayetin, Hz. Peygamberin; esirlere İslâm'ı teklif etmesi, onları hayır ve mağfiretle nimetlendirmesi amacını taşıdığını söylemişlerdir.

Sana hainlik etmek ve ahdini bozmak İsterlerse, bil ki onlar daha önce bezm-i elestte kendilerinden alman ahde muhalefet ederek Allah'a da hiya-t net etmişlerdir. Madem öyle... Onların bu davranışları seni tasalandırmasın. Allah, onlara karşı sana imkân verdi. Seni onlara galip kıldı. Peygambere va­atte, kâfirlere tehditte bulunarak bu sözlerle peygamber efendimiz teselli edil­mektedir. Allah bütün niyetleri bilir. Sonsuz hikmeti gereğince her işini hik­metlice yapar. [80]

 

İslâm Bağı En Güçlü Bağdır

 

72- Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıy­la cihad edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp, hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür.

73- İnkâr edenler, birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost ol­mazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.

74- İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri ba­rındırıp onlara yardım edenler, İşte onlar gerçekten inanmış olanlardır, Onla­ra mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.

75- Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir. Birbirinin mirasçısı olan akraba, Allah'ın Kitâb'ma göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir. [81]

 

Bazı kelimeler:

 

Küfür diyarını bırakıp İslâm diyarına göç ettiler.Mi­safir edip barındırdılar.Mastar olup bir kimsenin işini yürütmek, ona velilik etmek anlamım ifade eder.Yeryüzünde bü­yük bir fitne meydana gelir. Yani iman zaafiyeti ortaya çıkar ve küfür zuhur eder. [82]

 

Açıklama:

 

ünceki ayetlerde kâfirlerden, onların esir alınmalarından, onlarla olan akrabalık bağını duvara çarpıp o bağlan İslâmi bağlarla değiştirmiş vaziyet­te kâfirlere nasıl davranılacağından söz edilmişti. Bu nedenle bu ayetlerde.

Kur'an-ı Kerim İslâm bağını anlattı. Sadık ve kâmil bir inançla Allah'a ve peygamberine imân eden, nefislerine sevgili olan yurtlarını ve mallarını ter-kederek Allah yolunda hicret ve cİhâd eden, mallarını, canlarını feda eden­ler; işte onlar Mekke'yi, İzzetlerini, şereflerini, soylarını terkederek, Resulul-lah (s.a.v.)'ın yerleştiği Yesrib'e (Medine'ye) göç eden Muhacirlerdir.

Allah'a ve Resulüne imân edip hicret eden, Allah yolunda Cihâd edenler;.diğer taraftan bu muhacirleri evlerine konuk edip barındıran, mallarına ortak eden, Resulullah'a yardım eden, O'nu çocukları ve eşleri gibi koruyan­lar; "O'na (Resul'e) iman edenler, O'na tazim ederler, O'na yardım ederler. Ve kendisine indirilen Kur'an'a tabi olurlar. îşte bunlar, kurtuluşa erenler­dir."[83] Bunlara da Ensar denir. Muhacirlerle Ensâr, birbirinin dostudurlar. Maslahatlara gözcülük ederek, riâyet ve İnayetle kendilerini koruyup himaye eder ve birbirlerine dost olurlar. Onlar, îslâm ümmetinin gövdesidirler. Bu cesedin bir organı hastalıktan şikâyetçi olduğunda, diğer organlar da ateş ve uykusuzlukla acısına ortak olurlar, islâm bağı, onların arasındaki en güçlü bağdır. İmân bağı, aralarındaki en sağlam ve kopmaz bağdır. İşte her zaman ve mekânda müslümanlar imân bağı etrafında toplanıp takva ve şanlı pey­gamber sevgisinde birleşmişlerdir. Bu nedenle Cenab-ı Allah onlarla ilgili ola­rak: "Mü'minler ancak kardeştirler" demiştir. İslâm kardeşliği gerçekten Allah için olursa, ümmet binasının sapasağlam ayakta durmasını sağlayan yegane sütun ve destek olur.

Bazıları demişler ki: Ayette geçen Velayet kelimesinden maksat, miras­tır. Bu ayet, (Nisa süresindeki) miras ayetleriyle neshedilmiştir. Allah'a ve Re-'sulune iman edip de, üstesinden gelemedikleri bazı engeller dolayısıyla hicret edemeyenlere gelince, hicret edinceye kadar onlara dostluk etmeyin. Aranız­da miras da yoktur. Akrabanız olsalar bile... îslâmın ilk zamanlarında hicret, işte buydu.

Din konusunda sizden yardım isterler ve düşmanlarına karşı kendilerine yardım elinizi uzatmanızı taleb ederelerse —aranızda muahede bulunan bir kavme karşı olmadıkça— gücünüz yettiği kadarıyla onlara yardım edin. Al­lah, yapmakta olduklarınızı görendir.

Küfredenler ise birbirlerinin dostudurlar. Akrabanız da olsalar, aranız­da bazı bağlar da bulunsa onları dost edinemezsiniz. Eğer bu emirlere uy­mazsanız; yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana gelir. İslâmiyet zayıflar ve şevketi kırılır. Küfür zuhur eder. Küfür bayrağı yücelir!... Ey nok­sanlıklardan münezzeh olan Rabbim! Sen, görünen ve görünmeyen alemi bi­lensin. Her şeyden haberdar ve herşeyİ görensin, islâmiyet olduğu gibi de­vam elti. Nihayet müslümanlar, kendilerinden olmayanları dost edindiler. Ba­zen politikayı bazen de başka bir ihtiyacı bahane ederek din düşmanlarıyla dostluk bağlan kurdular. Güçsüz kuvvetsiz hale geldiler. Kendi ellerimizle iş­lediklerimizden dolayı karada ve denizde fesat belirdi. Evet... İslama dönün-ceye kadar da bir halimiz devam edecektir.

İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad eden; diğer taraftan pey­gamber (s.a.v.)'i barındırıp O'na ta'zimde bulunup yardım edenler... İşte bun­lar, Muhacirlerle Ensardır. Bunlar gerçek mü'minlerdir. Hicret ve muhacirle­re yardım, iman sadakatine ve kâmil müslümanlığa işaret eder. Bu insanlar için Allah'tan bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Dünya ve ahirette bol ve gü­zel nzık vardır.

Bunlar, İman yarışını kazanarak Allah'a yakınlık şerefini elde edenler­dir. Bunlardan sonra İslama gelenlerin durumu şöyledir: Müslümanların ik­tidarı güçlendikten sonfa iman edip hicret eden ve cihad edenlere gelince, onlar sizdendir. Siz de onlardansınız. Birbirinizin dostlarısınız. Hem müslüman, hem de akraba olanlar, elbetteki birbirlerine daha yakındırlar. Çünkü bun­lar, din kardeşliği ile mesep kardeşliğini bir arada bulundurmuşlardır. Allah'ın kitabındaki hüküm budur. Ayet-i kerimede geçen "Akrabalık yönünden ya­kınlıkları olanlar, Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar" sö­zünden, Zevil"erhamm mirası kastedilmiştir, diyenler de olmuştur. İslâmın İlk zamanlarında Ensan ile Muhacirler, birbirlerine mirasçı oluyorlardı. Bu hü­küm, miras ayetlerinin nüzulüne kadar devam etmiştir. O ayetlerden birisi de budur.

Hem bilin ki, Allah, muhakkak her şeyi bilendir.

Bu ayetlerde aynı şeylerin tıpatıp tekrarı söz konusu değildir. Birinci ayet; İslâm bağının, esas bağından daha kuvvetli olduğunu, ikinci ayet; Ensar ve muhacirin yüce mevki ve gerçek iman sahibi olduklarını, üçüncü ayet ise; Mek­ke'nin fethi ve İslâmiyetin güçlenmesinden sonra size yani Medine'ye gelip mü'min olanların da sizden olduğunu ifade etmektedir. [84]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/391-392.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/392.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/392.

[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/393-394.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/394-396.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/396.

[7] Kamer, 45.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/396-398.

[8] Bakara, 249.

[9] Al-i Imrân, 124-125.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/398-401

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/401-402.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/402-403.

[13] Tevbe, 14.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/403-404.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/405.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/405.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/405-406.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/406-407.

[19] En'am, 122.

[20] Ankebût, 67.

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/407-409.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/409.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/409.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/409-410.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/410-411.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/411.

[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/411.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/411-412.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/412.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/412.

[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/413.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/413-414.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/414-415.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/415.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/415.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/415-417.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/417.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/417.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/417-418.

[40] Mücadile, 21.

[41] Ra'd, 17.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/418.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/418-419.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/419.

[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/419-420.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/420.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/420-421.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/421-422.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/422.

[50] Kamer, 45.

[51] ÂI-i İmrân, 14.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/422-424.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/424.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/425.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/425-426.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/426-427.

[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/427.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/427-428.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/428.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/428.

[61] Ra'd, 11.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/428-429.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430.

[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430.

[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/430-431.

[67] Furkan, 44.

[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/431-432.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/432.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/432.

[71] Bakara, 272.

[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/432-433.

[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/433-434.

[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/434.

[75] Fetih, 26.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/435-436.

[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/436-437.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/437.

[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/437-438.

[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/438-439.

[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/439-440.

[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/440.

[83] A'râf, 157.

[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/440-442.