ENFAL SURESİ 2

 


ENFAL SURESİ

 

Yetmiş beş âyettir. 30.-36. âyetleri  Mekke'de, diğerleri Medine'de nazil olmuştur.

 

Rahman   ve  Rahim olan Allah'ın adıyla.

 

1- Ey Muhammed, sana, ganimetlerden soruyorlar. De ki: "Gani­metler, Allah'ın ve Resulünündür. Eğer gerçek müminler iseniz, Allah'tan korkun, aranızı düzeltin. Allah'a ve Resulüne itaat edin."

Ey Muhammed, arkadaşların sana, ganimet malının kime ait olduğunu soruyorlar. Onlara de ki: "Ganimet sizin değil, Allah'ın ve Resulünündür. Onu dilediği yere verir. Eğer, rabbiniz tarafından gönderilenlere iman ediyorsanız, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Aranızdaki du­rumları düzeltin. Allah'ın ve Resulünün emrine itaat edin.

Bu âyetten geçen ve "Ganimet" olarak tercüme edilen "ENFAL" keli­mesinden neyin kastedildiği hususunda şu açıklamalar yapılmaktadır.

a- İkrime, Mücahid, Dehhak, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyde göre bu­radaki "Enfal" kelimesi, "Ganimetler" demektir. Âyet-i kerime, ganimetlerin o sırada sadece Resulullah'a ait olduğunu, başka kimsenin bunda bir hakkı olmadığıni bildirmektedir. Daha sonra gelen başka bir âyet ise, ganimet mallarının nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüşe göre âyetin manası şöyledir: "Ey Muhammed, sahabilerin sana, Bedir savaşında elde ettiğiniz ganimetlerin kime ait olacağım soruyorlar. De ki: "Onlar, Allah'ın ve Peygamberindir."

b- Ali b. Salih'ten rivayet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen "Enfal"dan maksat, müfrezelerin elde ettikleri ganimetlerdir. Âyet-i kerime'de bu gibi ganimetlerin, Allah'a ve Resulüne mahsus olduğu beyan edilmektedir.

c- Zührinin, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine ve Atâ b.Ebi Rebah'a göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaş sırasında kaçıp Müslü­manlar tarafına geçen, asker, köle, Cariye, hayvan vb. şeylerdir. Bunlar,Resulul-lah'a aittir.O, bunlardan dilediği gibi tasarrufta bulunur. -Enfal, ganimet malları­nın beşta biri demektir. Mücahid diyor ki: "Muhacirler: "Ganimet mallarından beşte bir niçin ayrılarak bizim paylarımızdan çıkarılıyor?" diye sorunca bu âyet-i kerime nazil olmuş ve ganimet mallarının beşte birinin Allah'a ve Resulüne ait olduğu bildirilmiştir.

d- Mücahide göre ise burada zikredilen "Enfal" kelimesinden maksat, bu surenin kırk birinci âyetinde, verileceği yerler belirtilen ganimetin beşte biridir. Bu âyette: "Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mut­laka Allah'ın, Peygamber'inonun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcu­larındır." buyurulmaktadır.

e- Abdullah b. Abbas'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, Resulullah'in veya yerine geçen Halifesinin, gani­met malının taksimi bittikten sonra bazı mücahitlere verebileceği, öldürdükleri düşmanın, elbise kılıç benzeri eşyalarıdır. Yani, ganimetten özel bir paydır.

f- Abdullah b. Mes'ud ve Mesruk'tan rivayet edilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal" kelimesinden maksat, savaştan önce, Peygamberimizin ve­ya Halifesinin, bazı mücahidlere vermeyi vaaddettiği ganimet mallandır.

Taberi ise "Enfal" kelimesinin, devlet başkanının, ordunun bir kısmına veya tümüne ganimet paylarından fazla olarak verdiği mallar mânâsına geldiği­ni söylemiştir. Buna göre âyet-i kerime'inin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, sa­habilerin sana, Bedir savaşı ganimetlerinin taksiminden sonra arta kalan malla­rın kime ait olacağını soruyorlar. De ki: "Onlar size değil Allaha ve Resulüne aittir. O, onlan dilediği yere verir."

Bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında şu üç görüş zikredilmektedir:

a- Bedir savaşına katılanların, ganimet malının kime ait olacağı hakkında ihtilaf etmeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta Ubade b. Sabid diyor ki:

"Biz, Resulullah (s.a.v.) ile Bedir savaşına gittik. Savsa ben de katıldım. Çatışma başladı. Allah, düşmanı mağlup etti. Müslümanların bir kısmı kaçan düşmanları kovalayıp onlan yakalıyor ve öldürüyorlar, bazıları da savaş alman­da ganimet topluyorlar, bir kısmı da Resulullahı düşmandan korumak için onun etrafına toplanmışlardı. Gece olunca herkes bir, araya toplandı. Ganimet topla­yanlar, "Bunları biz topladık, kimsenin bunlarda hakkı yoktur." dediler. Düşma­nı kovalayanlar da "Siz, ganimete bizden daha lâyık değilsiniz." Zira düşmanın o mallan alıp götürmelerine biz mânı olduk, onları bizmağlupettik." dediler, Resulullah (s.a.v.)'in çevresinde bulunup onu koruyanlar ise: "Siz, ganimete biz­den daha layık değilsiniz. Çünkü biz, Resulullaha, düşmandan bir zarar gelece­ğinden korkarak onun etrafında toplandık ve bundan dolayı ganimet toplayama­dık." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet nhazil oldu ve Resulullah, ganimet mallarını müslümanlar arasında eşit bir şekilde taksim etti.[1]Bu görü, Abdullah b. Abbas ve İkrimeden de nakledilmiştir.

b- Bedir savaşına katılanların tamamının değil bazı sahabîlerin, ganimet­ten özel pay istemeleri üzerine nhazil olmuştur. Bu hususta da Sa'd b. Ebi Vak-kas diyor ki:

"Bedir savaşında kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs'ı Öldür­düm. Onun "Zül Kuteyfe" adındaki kılıcını alıp Resulullaha geldim[2]Dedim ki:

"Ey Allah'ın Resulü bugün Allah, müşrikleri mağlup ederek beni mesrur etti. Bu kılıcı bana ver." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bu kılıç ne senindir ne de benim. (Onu, toplanan ganimet mallarının içine koy." Kılıcı koydum geri döndüm) ve kendi kendime şöyle dedim "Belki de Resulullah bu küıcı, savaşta benim gibi imtihan geçilmemiş olan birine verecektir." Böyle düşünürken birisi arkadan beni çağırdı. Dedi ki "Acaba Allah hakkımda bir hüküm mü indirdi?" Resulullah'ın yanma vardım bana buyurdu ki: "Sen, benden bu kılıcı istedin. O, benim değildi. Şimdi ise bana bağışlandı. Al o kılıç senin olsun." İşte bu âyet sı­rada nazil olmuştu[3]

c- Bedir savaşına katılanlar Resulullah'tan, ganimet mallarının taksim edilmesini istemişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve ganimet malları­nın Allaha ve Resulüne ait olduğunu, Resulullah'ın, o mallarda dilekliği gibi ta­sarrufta bulunacağını beyan etmiş ancak daha sonra aynı sure'nin, kırk birinci âyeti gelmiş ve ganimetlerin nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüş. A'maş, Dehhak, İb-i Cüreyc ve İkrime'den nakledilmiştir.

Taberi, âyetin genel ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar mahiyette oldu­ğunu söylemiştir.

Âyet-i Kerime'in neshi hususuna gelince: Bir kısım âlemler, bu âyetin mensuh olduğunu sölmeşilerdir. "Enfal" kelimesini bütün ganimetler manasına almışlar ve ganimetlerin önce, sadece Resulullaha ait olduğunu ve bunlarda di­lediği gibi tasarrufta bulunduğunu, bu itibarla Bedir savaşı ganimetlerini, kentli­sine bir pay almadan, mücahitler arasında eşit şekilde dağıttığını, ancak daha sonra aynı surenin kırkbirinci âyeti inerek, ganimetlerin nasıl taksim edileceğini hükme bağladığını ve bu âyeti de neshettiğini söylemişlerdir, Mücahid, İkrime, Süddî bu görüştedirler.

Diğer bir kısım âlimler ise bu âyette geçen "Enfal" kelimesinin» mânâsının, "Ganimetleri toplamak" olduğunu, daha sonra gelen-kırk birinci, âyetin ise, toplanılan ganimet mallarının, naşı] taksim edileceğini belirttiğini, bu sebeple bu âyetin mensuh olmadığını, sadece kırbirinci âyetle hükmünün kayıt­landığını söylemişlerdir.                                                                   

Taberi, âyet-i kerime'nin mensuh olduğuna dair herhangi bir işaret bulun­madığını, bu itibarla, herhangi bir delile dayanmaksızın ayetin mensuh olduğu­nu söylemenin doğru olmayacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir. "Al­lah Teâla bu âyet-i kerime'de ganimetlerin, Resulullah (s.a.v.)'e ait olduğunu ve bunlardan dilediğine pay vereceğini bildirmiştir. Resulullah da bazan düşmanı Öldürene, Öldürülenin teçhizatını vermiş bazan orduya savaşa başlamadan önce ganimetin dörtte birini, savaş bittikten sonra da beşte bir'in dışında kalanın üçte birini vermiştir Bir kısım insanlara da bazı savaşlarda, ganimetten payını aldık­tan sonra, İlaveten develer vermiştir. Bu da göstermektedir ki, zikri yüce olan Allah, ganimetler hakkında nasıl davramlacağını, peygamberi Hz. Muhammet! (s.a.v.)'e bırakmış ki onlarda müsiümanlann maslahatlarım gözeterek tasarrufta bulunsun. Resulullah'tan sonra gelen halifelere düşen de, onun sünnetine uyma­ları ve ganimet mallarında müslümanlann maslahatını gözeterek çeşitli tasarruf­lardan bulunmalarıdır.

Ayet-i kerime'de "Aranızı düzeltin" Duyurulmaktadır. Katade ve İbn-i Cüreyce göre bu cümleden maksat, Bedir savaşında ganimet alanlar aldıkları, paylarından birbirlerine vererek uzlaşmalarıdır. Böylece ganimetten pay alan güçlü ve kuvvetli olan insanlar yine ondan pay alan zayıflara kendi paylarından bir kısmını vererek aralarını bulmuş olsun ve uzlaşmış olsunlar.

Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Südtli'ye göre ise bu ifadeden maksat, in­sanların, ganimet hususundaki tartışmaları bırakıp bir birleriyle sulh olmalarıdır. Allah, onlara bu tür tartışmaları yasaklamıştır.[4]

 

2- Müminler ancak o kimsclcrdirki, Allah zikredildiği zaman kalble-ri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece rablcrine güvenirler.

Müminler, Allah'ın, kitabında indirdiği yasaklan ihlal edip farzları terke-denler değil, Allah anıldığı zaman kalbleri, ürperen kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda kalbleri ürperip imanları artan ve Allah'tan başka kimseden medet ummayanlardir.

Bu âyet-i Kerime, gerçekten iman edenlerin sıfatlarını beyan etmekte onların, Allah'ın âyetleri okunduğunda kalblerinin ürperdiğini, böylece Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılıp yasaklarından derhal kaçındıklarını beyan etmektedir. Mümine yaraşan, bir günah işlediğinde hemen ondan tevbe etmesidir. Bu husus­ta diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, bir hayasızlık yap­tıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allahı hatırlarlar ve hemen günahla­rının bağışlanmasını isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Yaptıkları kötülükte bile bile ısrar etmezler. [5]

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Münafıklar, Allah'ın farzlarını yerine geti­rirken onların kalbine Allah'ı hatırlatma gimez. Onlar, Allanın âyetlerinden her­hangi birine iman etmezler. Allah'a tevekkül etmezler. Kimsenin olmadığı yerde namaz kımazlar. Mallarının zekâtlarım vermezler. Bu nedenle Allah Teâlâ, on­ların mümin olmadıklarını bildirmiş, müminleri ise şu şekilde vasfılandırmıştır. "Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperir. Böylece Allah'ın farz kıldığı ibadetleri yerine getirirler. Âyetleri kendilerine okunduğu zaman ise onların imanları artar ve onlar ancak Allah'a güvenirler. Onun dışında herhangi bir kimseye güvenmezler. [6]

 

3- Onlar, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rı-zıklardan, Allah yolunda harcarlar.

O müminler, kendilerine farz kıldığımız namazı hakkıyla kılarlar ve ken­dilerine nzık olarak verdiğimiz mallardan, zekât, sadaka,cihad ve Hac gibi yer­lere harcarlar. [7]

 

4- İşte gerçek müminler onlardır. Onlar için, rablcri nezdinde dere­celer, mağfiret ve güzel nzık vardır.

Gerçek müminler, işte bu şekilde hareket edenlerdir. Yoksa "İman ettik" diyen ve kalbleri nifakla dolu olanlar değildir. Bu gerçek müminler için, Allah katında yüksek dereceler günahlarının affedilmesi ve cennette bol nzıklar var­dır. Ayette zikredilen derecelerden masat, Mücahide göre dünya hayatındayken yaptıkları kıymetli amellerdir. İbn-i Muhayriz'e göre ise, cennette erişecekleri mertebelerdir. [8]

 

5- Bu durum (Ganimet malları hakkındaki ihtilaf) müminlerden bir cemaat istemediği halde, rabbinin seni evinden hak uğrunda çıkardığı (Be­dirde savaşmak için çıkardığı) durum gibidir.

Müfessirler, neyin Resulullah'm, müminler istemediği halde evinden çı­karılmasına benzetildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- îkrimeye göre müminlerin, Allah'tan korkup aralarını düzeltmelerinin, kendieri için hayırlı olacağı, hususu, Resulullah'm, müminler istemediği halde evinden çıkarılmasının kendisi için daha hayırlı olacağı hususuna benzetilmiştir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey müminler, nasıl ki müminler istemediği halde Allah'ın, peygamberini, savaşmak için evinden çıkarması onun için hayırlı olmuşsa sizin de Allah'tan korkup birbirinizle barışmanız sizin için daha hayırlı­dır.

b- Mücahid ve Süddiye göre ise burada, müminlerin savaşmayı isteme­meleri durumu, ResulüUah'ın evinden çıkarılmasını istememeleri durumuna benzetilmiştir. Buna göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki bu müminler daha önce Kureyşin ticaret kervanına el koymak için senin, evinden çıkmanı istemi­yorlardı ise şimdi de düşmanla savaşmak istemiyorlar ve o hususta seninle tartı­şıyorlar.

c- Kûfeli lügat âlimlerinden bazılarına göre ise burada Resulullah'ın, ga­nimetleri taksimde bildiğini yapması hususu Kureyş kervanına el koymak için evinden çıkmada bildiğini yapma hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki Kureyş müşriklerinin ticaret kervanına el koy­mak için çıkıp gitmek istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de, arkadaşlarının hoşuna gitmese de kararını yerine getir."

d- Kûfeli lügat âlimlerinden diğer bir kısmına göre ise burada, bir kısım insanların, ganimet mallan hususundaki tartışmaları meselesi, Bedirde savaş­mak için tartışma meselesine benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Nasıl ki arkadaşların Bedirde savaşma hususunda "Bizi kervan için çıkardın savaş için çıkarmadı ki hazırlıklı gelelim." diyerek seninle tartışıyorlar­dı ise şimdi de ganimet hususunda tartışıyorlar.

e- Bir kısım Basralı lügat âlimlerine göre ise burada sıfatlan zikredilen bazı müminlerin gerçek mümin olmaları hususu Resulullah'ın, müminler iste­mediği halde evden çıkarılmasının bir gerçek olduğu hususuna benzetilmekte­dir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki müminler istemediği halde rabbiriin seni evinden çıkarması hak idiyse Allah zikredildiği zaman kalbleri ür­peren, âyetleri okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazla-nnı kılan ve verdiğimiz nziklardan infak edenlerin mümin olmaları da hak'tır.

f- Bir kısım âlimlere göre de bu âyette yemin vardır. Manası: "Müminler­den bir grup istemediği halde seni evinden çıkaran rabbine yemin olsun ki onlar seninle savaş hususunda tartışırlar." demektir.

Taberi bu görüşlerden ikinci görüşün tercihe şayan okluğunu, ayet-i keri­mede müminlerin, Resulullah'ın, evinden çıkmasını hoş görmedikleri gibi düş­manla savaşmayı da hoş görmedikleri hususunun belirtilmek istendiğini söyle­miştir.

Bu âyet-i kerime, Bedir savaşına işaret etmektedir. Bedir savaşı, özet olarak şöyle cereyan itmişti: Ebu Süfyan idaresindeki bir Kureyş ticaret kafilesi Şamdan dönmekteydi. Resulullah (s.a.v.) kafilenin gelişini haber aldı ve duru­mu ashabına bildirdi. Onlar da "Çok mal, az adam" diyerek bu kafileyi ele ge­çirmek istediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) üçyüz on küsur kişiden oluşan bir mücahit birliği ile yola çıktı. Onun yola çakışını Mekkeli müşrikler ha­ber almıştı. Ebu Cehil Mekke'de Kâb'nin damına çıkarak: "Ey Mekkeliler yeti­şin, kervanınız ve mallarınız elden gidiyor. Eğer Muhammed bu kervana el ko­yarsa artık bundan sonra size kurtuluş yoktur." diye feryad etmiş ve bu suretle bütün Mekkelileri toplayıp, bin küsur kişiden oluşan bir müşrik ordusuyla Me­dine'ye doğru yola çıkmış Bedir istikametine geliyordu. Medine'den hareket eden Resulullah da, ashabıyla birlikte Zafran vadisine varmıştı. Bu sırada Ceb­rail (a.s.) Resulullah'a gelerek "İki taifeden biri yani ya Kervan veya Kureyş or­dusu sizindir." vahyini bildirdi.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) bu ikisinden hangisini tercih edecek­leri hususunda ashabıyla istişare etti. Sahabilerden bazılan: "Bize savaştan bah-setseyydiniz ona göre hazırlanırdık. Biz, sadece kervan için yola çıktık." dedi­ler. Resulullah (s.a.v.): "Kervan deniz kenarından geçip gitmiştir. Ebu Cehili kastederek şu adam ise bize yönelmiştir." dedi. Ebubekİr ve Ömer (r.a.) ayağa kalkıp güzel şeyler söylediler. Sonra Hazreç kabilesinin reisi Sa'd b. Ubade "Ey Allah'ın Resulü, sen yapacağına bak, sana emredileni yerine getir." dedi. Ondan sonra Mikdat b. Amr "Allah'ın emrini yerine getir. Biz, senin arzun neyse onu yapmakta seninle beraberiz. Çünkü biz sana, İsrailoğullannm, Musa aleyhisse-lama, "Sen ve rabbin gidin birlikte savaşın, biz burada oturacağız." dedikleri gi­bi demeyiz. Biz, "Sen, rabbinle beraber git, onunla beraber savaş, biz de seninle beraber savaşacağız." deriz." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) tebessümle Ensan kastederek şöyle dedi: "Ey insanlar görüşünüzü belinin. "Çünkü Resulul­lah, Ensar ile, Medine'nin içinde bulunduğu sürece kendisini savunacaklarına dair ahitleşmişti. Bu sözleri duyunca Sa'd b. Muaz: "Ey Allah'ın Resulü galibe bizi kastediyorsun?" dedi. Resulullah da "Evet" cevabını verdi. Sa'd dedi ki: "Biz sana iman etmişiz. Getirdiğin İslâm'ın hak olduğuna şahit. Seni dinleyip sana itaat edeceğimize dair biat etmişiz. İstediğin yöne git. Ey Allah'ın Resulü sen bize denizi göstersen ve kendin içine dalsan bizden hiçbir kimse geri kalma­mak üzere hepimiz birlikte oraya dalarız..."

Bu konuşmlardan sonra Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler karşı karşıya geldiler. O zamanın harp usullerine göre savaş önce mübareze şeklinde başladı. Bir taraftan bir kişi çıkıyor meydan okuyor ona diğer taraftan bir rakip çıkıyor teke tek vuruşuyorlar, onlardan birisi yeniliyor daha sonra başka bir kişi çıkıyor ve bir müddet böyle devam ediyordu. Burada da savş mübareze usulü ile başla­dı. Müslümanlar karşılarına çıkan düşmanlan tepelediler. Bundan sonra her iki taraf ta umumi bir saldın ile birbirlerine girdiler. Ramazan ayının onyedinci cu­ma günüydü. Toz duman ortalığı kaplamış, kılıç şakırtıları cenk nâralan ufukla-n inletiyordu... Hz. Peygamber savaşın en şiddetli anında mücahitlerin arasında dolaşıyor onların morallerini takviye ediyor onlara destek oluyordu. İman güç­leriyle savaşan Müslümanlar, kendilerinde kat kat üstün olan müşrikleri sonunda bozguna uğratarak Allahm yardımıyla galip geldiler. [9]

 

6- Gerçek açıkça ortaya çıkmışken, sanki göz göre göre ölüme sürük-Icniyormuşçasına, hak olan cihad hususunda seninle münakaşa ediyorlar­dı.

Bir kısım müminler: "Sen bize düşmanla karşılaşacağımızı bildirmedin ki onlarla savaşmak için hazırlık yapalım. Biz, yalnız ticaret kervanını yakalamak için çıkmıştık" diyerek seninle bir gerçek olan savaş hakkında tartışırlar. Halbu­ki bunu Allah'ın emriyle yaptığı onlar için ortaya çıkmıştır. Onlar, düşmanla karşılaşmayı sevmediklerinden, sanki ölüme sürükleniyormuş gibi oluyorlar.

Âyet-i kerime'de bir kısım insanların Resulullah ile tartıştıkları zikredil­mektedir.

Abdullah b. Abbas ve İbn-i îshaka göre bunlar, Resulullah'ın mümin olan sahabileridir. Bunlar demişlerdir ki: "Biz kervan için çıkmıştık. Sen bize, düş­manla karşılaşacağımızı haber vermiştin ki onlarla savaşacak şekilde hazırlana­lım."

İbn-i Zeyde göre ise burada, Resulullah ile tartıştıkları beyan edilen kim­seler, müşriklerdir. Onlar, savaşmaktan korkarak ölüme sürükleniyonmuş gibi hareket ediyorlar ve savaşmamak için Resulullah ile tartışıyorlardı.

Taberi diyor ki, Bundan sonra gelen ayette "Allah, o iki zümreden biri­nin, sizin olacağın vaadediyordu da siz kuvvetli olmayanın, sizin olmasını isti­yordunuz." Duyurularak müminlerin, Kureyş ordusuyla karşılaşmayı değil ker­vanı istedikleri beyan edildiği için bu âyette zikredilen tartışanların da müminler oldukları muhakkaktır."                                                                 

Ayet-i kerime'de geçen "Gerçek"ten maksat, savaş'tır. Âyet-i kerime'de gerçeğin açıkça ortaya çıktığı beyan edilmektedir. Süddi'ye göre bundan mak­sat, Resulullah'ın, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının belli olmasıdır. Abdullah b. Abbas'a göre ise savaşmanın, Allah tarafından emrediidiğinin orta­ya çıkmasıdır. Birinci izaha göre âyetin manası "Ey Muhammed, senin, Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının ortaya çıkmasına rağmen yine de gerçek hu­susunda seninle savaşıyorlar." şeklindedir. İkinci izaha göre ise "Ey Muham­med, savaşın emredilmesinin ortaya çıkmasından sonra yine de gerçek hususunda seninle tartışıyorlar." şeklindedir. [10]

 

7- Hatırlayın, Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağını vaadedi­yordu da siz, kuvvetli olmayanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.

Zikredilen iki zümre, Ebu Süfyan başkanlığındaki Kureyş'in Şam'dan dönen, takriben kırk kişilik kervanıyla, Resulullah'ın bu kervana ei koyacağım duyarak Mekke'den hareket edip Bedire kadarg elen, yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Müslümanlar, kuvvetli olmayan zümrenin, yani kervanın kendileri­nin olmasını istiyorlardı. Allah Teâlâ ise, müşrik ordusunun mağlup edilerek müslümanlann yücelmesini, kâfirlerin ise kökünün kesilmesini sitiyordu. Neti­cede ilâhî irade tecelli etti. Müslümanlar kervanı yakalayamadı!ar fakat müşrik­lerle çarpışarak onları mağlup ettiler. [11]

 

8- Bu, suçlular istemese de Allah'ın, hakkı gerçekleştirmesi ve bâtılı ortadan kaldırması içindir.

Allah, kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu ki, suçlular istemese de hakla ortaya çıkarsın. Allah'a kulluk edilsin, İslâm yücelsin. Bâtılı ise ortadan kaldır­sın. Artık putlara tapılır olmasın. [12]

 

9- Hani bir zaman rabbinizden yardım dilemiştiniz de o, "Ben size, peşpcşe bin Melek ile yardım edeceğim." diye dileğinizi kabul etmişti.

Hz. Ömer (r.a.) diyor ki:

"Peygamber efendimiz Bedir savaşında, bin kişiden meydana gelen müş­rik ordusuna ve üçyüz on kişiden meyana gelen sahabelerine bakmış ve sonra kıbleye dönüp ellerini açarak rabbine şöyle yalvarmıştır: "Ey Allahım bana va-dettiğini gerçekleştir. Ey Allahım bana vadettiğini gönder. Ey Allahım, şayet müslümanlann bu topluluğunu helak edece kolursan artık yeryüzünde sana iba­det edilmeyecektir."

Dua sırasında Resulullah (s.a.v.)'in üzerindeki cübbesi omuzlarından aşa­ğı düşünceye kadar elleri açık ve kıbleye yönelik olarak rabbine yavarmiştir. Hz. Ebubekir gelip cübbesini almış ve Resulullah'ın omuzuna koymuş ve yanın­dan aynlmayarak demiştir ki: "Ey Allahın Peygamberi, artık rabbine yalvarman kafidir. O, sana vaadettiğini gerçekleştirecektir." İşte bunun üzerine Aziz ve Ce-lil olan Allah bu ayetleri indirmiş ve Melekleriyle ona yardım etmiştir. [13]

 

10- Allah bunu ancak bîr müjde olarak ve bununla kalbinizi huzura kavuşturmak için yapmıştır. Yardım ancak Allah katindandir. Şüphesiz ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir,

Allah'ın size Melekler vasıtasıyla yardım etmesi, sizi zaferle müjdelemesi vekablerinizi sükunete kavuşturması içindir. Gerçekte zafer, ancak Allah kalın­dadır. O halde onun zaferine güvenin, kendi gücünüze aldanmayın. Zira Allah, her şeye galip gelendir, yapıklarında hikmet sahibidir. [14]

 

11- Yine hatırlayın bir zaman Allah, katından bir güven olarak sizi hafif bir uykuya bürüdü. Sizi temizlemek, sizden şeytanın murdarlığım gi­dermek, kalblcrinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı yerinde sebatlı kılmak için üzerinize gökten su indirmişti.

Hatırlayın Allah, Bedir gününde kendi katından bir emniyet olmak üzere sizleri uykuya daldırdı. Böylece istirahat ettiniz. Yorgunluğunuzu atıp düşmanla savaşmak için dipdiri hale geldiniz. Allah sizi, maddi ve mânevi pislikten te­mizlemek,sizden şeytanın "Susuzluktan öleceğiniz" hususundaki vesvesesini gi­dermek, size zafer nasibedeceğine dair olan vaadi ile kalblerinizi pekiştirmek is­tedi. Bastığınız yerleri sağlamlaştırarak, ayaklarınızı sabit kılmak için gökten üzerinize yağmur indirdi.

Rivayet ediliyor ki, müslümanlar, ayaklarının battığı kumlu, susuz bira-razide konaklamış ve uyumuşlardı. İçlerinden bazıları ihtilam olmuş ve yıkan­maları gerekmişti. Şeytan bunlara şöyle vesvese veriyordu: "Sizler zafere nasıl ulaşabileceksiniz? Su bile bulamıyorsunuz, abdestsiz ve cünüp namaz kılıyorsu­nuz. Bununla beraber kendinizi Allah'ın dostları sayıyor, içinizde onun Peygamberi bulunduğunu zannediyorsunuz. "Bunun üzerine Allah Teâlâ yağmur yağ­dırdı. Müslümanlar hem su içtiler hem de maddi ve manevi kirlerden temizlen­diler. Yumuşak kumlu arazi sertleşti, ayaklan yere batmaz oldu. Böylece Allah onlardan şeytanın vesvesesini giderdi. [15]

 

12- Ey Muhammed,bir zaman rabbin Meleklere şöyle vahyediyordu: "Şüphesiz ben sizinle beraberim. İman edenleri yerlerinde sebatlı kılın. Ben, yakında inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım. Siz hemen onla­rın boyunlarını vurun ve bütün parmaklarını doğrayın."

Allah Teâlâ bu âyet-İ kerime'de, müminlere yaptığı, gözle görülmeyen yardımım bildiriyor ki onların, rablerine olan güvenleri pekişsin ve kendilerine verilen nimetlere karşı ona şükretsinler ve Allanın, dilediği zaman sebepler ya­ratarak, maddi bakımdan güçsüz olan mümin kullarını muzaffer kılacağını bil­miş olsunlar.

Âyet-i kerime'de, Allah Teâlâ'ın, meleklere, "iman edenleri yerlerinde sa­bit kılın" buyurduğu zikredilmiştir. Meleklerin müminleri yerlerinde sabit kıl­malarından, neyin kastedildiği hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.

Bazılarına göre bundan maksat, savaş esnasında meleklerin orada hazır bulunmalarıdır.

Diğer bir kısım müfessirlere göre bundan maksat meleklerin, müminlerle birlikte, müşriklere karşı fiilen savaşmalarıdır.

Başka bir kısım müfessirlere göre ise, meleklerin, rnüslümanlara "Biz, müşriklerin" Vallahi bize hücum ederlerse bizi mağlup ederler" dediklerini işit­tik." diyerek maneviyatlarını takviye etmeleridir[16]

 

13- Çünkü onlar, Allaha ve Resulüne karşı geldiler .Kim, Allaha ve Resulüne karşı gelirse şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.

Evet, bunların boyunlarının verulması ve parmaklarının doğranması, böy­lece müminlerin eliyle hak ettikleri cezaya uğramaları, şeytana uyup Allah ve Resulüne karşı gelmelerindendir. Zira, Allanın ve Resulünün emirlerine karşı gelenlerin cezası bir gün mutlaka verilecektir. Şüphesiz ki Allah cezası şiddetli Olandır. Onun dünyada vereceği ceza düşmanlarını helak etmesidir. Ahirettteki cezası ise suçluyu cehennem azabına sokmasıdır. [17]

 

14- İşte size vaadedilcn. Onu tadın. Şüphesiz ki kâfirler için cehen­nem azabı vardır.

Ey kâfirler topluluğu, işte size hemen peşinen verdiğim, boyunlarınızın vurulması ve parmaklarınızın doğranması azabını tadın. Ve bilin ki kafirler için âhirette de cehennem ateşinde yanma azabı vardır. [18]

 

15- Ey iman edenler,savaş için elerlerken toplu halde kâfirlerle karşı­laştığınız zaman sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın.

Ey iman edenler, savaş sırasında size doğru yaklaşan kafirlerle karşılaştı­ğınız zaman, sakın onların önünden kaçmayın. Yerlerinizde sabit olun. Onların Önünde mağlup olup geri dönmeyin.

İsiâmda,savaş sırasında dumanla karşılaşmak zarureti doğunca ve karşı­laşma hali meydana gelince artık ya zafer ya da şehitlik söz konusudur. Üçüncü bir yol yoktur. [19]

 

16- Savaş için taktik kullanan veya başka bir birliğe katılmak isteyen hariç, içinizden kim düşmana arkasını dönüp kaçarsa, Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.

Sizden kim, savaş taktiği icabı veya başka birliğe katılmak için çekilme hariç, çatışma anında düşmandan geri dönüp kaçarsa şüphesiz ki o, Allah'ın ga­zabını hak etmiş olur. Kıyamet gününde onun varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.

Müfessirler, bu âyet-i kerimede zikredilen, savaştan kaçanın cezasının, sadece Bedirde savaşanlar için mi yoksa bütün savaşlarda savaşanlar için mi ge­çerli olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Ebu Nadra, Ebu Said el-Hudri, Nafı, Dehhak, Hasan-ı Basri, Katade, Yezid b. Habib, Ata b. Ebi Rebah ve Mücahid'e göre bu âyette savsatan kaçan için zikredilen ceza, Bedir savaşından kaçacak olan kimselere mahsustur, Bu iti­barla bundan sonra yapılan savaşlarda kaçanların, bu âyette zikredilen cezalarla cezalandın İmal an söz konusu değildir. Zira bu ayetin hükmü mensuhtur.Bu hu­susta Ebu Said el-Hudri demiştir ki: "Bu hüküm Bedir savaşı içindi. O sırada müslumanların, Resulullah'tan başka katılacakları başka bir askeri birlikleri yoktu. Bedirden sonra ise artık müslümanlar birbirlerine destek olan birlikler meydana getirdiler.

Yezid b. Habib de demiştir ki: "Allah Teâlâ, Bedir savaşından kaçana ce­hennem azabını gerekli kılarak buyurmuştur ki: "İçinizden kim düşmana arkası­nı dönüp kaçarsa Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer ce­hennemdir. O, ne kötü bir yerdir."

Daha sonra Uhut savaşı meydana geldiğinde o savaştan kaçanlar hakkın­da ise "İki topluluk karşılaştığı gün, içinizden savaştan yüzçevirenlerin işledik­leri bazı günahlardan dolayı şeytan, onlann ayaklannı kaydırmak istemişti. Al­lah onlan affetti. [20] buyurmuş ve onlan affettiğini belirtmiştir. Yedi sene sonra

Huneyn savaşından kaçanlar hakkında: "O gün sayınızın çokluğu, sizi gururlan-dırmıştı. Fakat çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye başlamıştı. Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız..." Ondan sonra Allah dilediği kullanmn tevebesini kabul eder[21]  buyurmuş ve dilediğini affe­deceğini belirtmiştir.

Ata b. Ebi Rebah da demiştir ki; "Düşmanın önünden kaçanın, cehennem azabıyla cezalandınlacağtnı beyen eden bu âyet~i kerime, yine bu surenin altmış altıncı âyeti olan şu âyetle neshedilmiştir. Artık bundan sonra müslümanlann kendi sayılarının iki katı olan düşmanın Önünden kaçmalan yasaklanmıştır. Da­ha fazla olan düşmandan kaçmalanna ise izin vardır. Bu hususta Allah Teâlâ: "Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyor­du. Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi çıksa iki yüz k işiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa Alalh'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. [22] buyurmuştur.

b- Abdullah b. Abbas'a göre ise bu âyetin hükmü, savaştan kaçan herkes için geçerlidir. Çünkü savaştan kaçmak, Allah'a ortak koşma gibi en büyü gü­nahlardandır.

Bu hususta Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır:

"Helak eden yedi şeyden kaçının" "Ey Allah'ın Resulü onlar nedir?" diye sorulunca "Allah'a ortak koşmak, büyü yapmak, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir kişiyi haksız yere öldürmek, faiz yemek yetim malı yemek, savaş sı­rasında düşmandan kaçmak ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmaktır." cevabını vermiştir[23]

Taberi ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu, âyetin, Bedirde savaşanlar hakkında nazil olmasına rağmen hükmünün, bütün müminler için geçerli oldu­ğunu, bu itibarla, herhangi bir müminin bir taktik kullanma veya başka bir birli­ğe katılma dışında, savaştan kaçmasının haram olduğunu, buna rağmen savaştan kaçarsa, Allah'ın affetmesi dışında cehennem azabım hak etmiş olacağını söylemiş ve âyetin neshedildiğini gösteren kesin bir delil olmadığından, muhkem ol­duğunu belirtmiştir. [24]

 

17- O kâfirleri siz öldürmcnidİz, Fakat Allah öldürdü. Ey Muham-med, kâferlcre attığın zaman aslında sen atmadın, fakat Allah attı. Allah bunu, güzel bir imtihanla, müminleri denemek için yapptı. Şüphesiz ki Al­lah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Ey müminler Bedir savaşında müşrikleri siz öldürmedinz. Onları, size yardım ederek Allah öldürdü. Ey Muhammed, müşriklerin gözlerine kum tane­leri saçtığından onları aslında sen atmadın. Fakat o kum tanelerini onların göz­lerine isabet ettirerek Allah attı. Allah bunu, müminlere, zafer ve ganimet ihsan etmesi ve ResuluIIah ile beraber yaptıkları cihadın mükâfaatmı vermesi için yaptı. Şüphesiz ki Allah, Peygamberinin de diğer bütün yarattıklarının da yal­varmalarını çok iyi işiten ve hallerini çok iyi bilendir,

Abdullah b. Abbas diyörki; "Bedir savaşında, Resulullah (s.a.v.) bir avuç toprak aldı ve müşriklerin yüzlerine doğru serperken şöyle buyurdu: "Yüz­leri berbat olsun." Resulullah'ın serptiği bu toprağın, göz ve burunlarına değme-diği hiçbir müşrik kalmadı. Bunu üzerine müşrikler geri dönerek kaçmaya baş­ladılar,

Resulullah'ın müşriklere karşı böyle yaptığı, Mücahid Katade, Hişam b. Urve, Hakîm b. Hizam Muhammed b. Kâb, Süddi, İbn-i Zeyd ve İbn-i ishaktan da rivayet edilmiştir[25]

Allah Teâlâ bu âyet-i kerimede müminlere, Bedir savaşında müşrikleri onların değil kendisinin Öldürdüğünü, Resulullah'm attığı şeyleri, onun değil kendisinin attığını bildirmekte ve böylece kulların yaptıkları işlerin yaratıcısının ve asıl sebebinin kendisi olduğunu bildirmekte, kulun ise sadece cüzî iradesini kullanarak o işi kazandığım bildirmektedir. Böylece kulun fiilinde Allah Teâlânın herhangi bir müdahalesi olmadığını söyleyenlerin görüşlerinin fasit ol­duğunu ortaya koymaktadır. [26]

 

18- İşte durumunuz budur. Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin tuzağını güçsüz kılar.

Müşriklerin öldürülmeleri, üzerlerine saçılan toprakla mağlup olmaları ve müminlerin onlara galip gelmesi gibi olaylar, cereyan etmiş gerçeklerdir. İyi bi­lin ki biz, kâfirlerin tuzaklarını güçsüz kılarız. Böylece ya zillette düşüp hakka boyun eğerler veya helak olup giderler. [27]

 

19- Ey müşrikler eğer fetih istiyorsanız işte fetih geldi. Eğer karşı gelmekten vaz geçersiniz, bu, sizin için daha hayırlıdır. Şayet tekrar savaşa dönerseniz, biz de müminlerin yardımına döneriz. Sayıları çok da olsa, top­luluğunuzun size hiçbir faydası olmayacaktır. Şüphesiz ki Allah, mümin­lerle beraberdir.

Ey kâfirler topluluğu, eğer sizler fethi, müslümanlara karşı muzaffer ol­mayı ve hakkınızda Allah'ın hükmünü istiyorsanız, işte, Allah'ın, hakkınızdaki hükmü gelmiştir. O hüküm de, zulme uğramış olanların, siz zalimlere karşı ga­lip gelmeleri ve haklı olanın, haksızı mağlup etmesidir.

Ey kâfirler, eğer Alalh ve Resulünü inkâr etmekten ve Müslümanlara kar­şı savaşmaktan vaz geçersiniz bu, sizin dünyanız ve âhiretiniz için daha hayırlı­dır. Şayet yeniden müslümanlara karşı savaşmaya başlarsanız biz de Bedir sava­şında olduğu gibi sizi yine mağlup ederiz. Sizin topluluğunuz ne kadar çok olsa, gj^edir savaşında size bir fayda sağlamadığı gibi bundan sonra da hiçbir fayda sağlamayacaktır. İyi bilin ki Allah, yardım ve zaferiyle müminlerle beraberdir.

Zühri, Atıyye, Abdullah b. Sa'lebe, İbn-i İshak, Yezid b. Rurhan ve ben­zerlerinden rivayet edildiğine göre Ebu Cehil, Bedir savaşında şöyle demiştir:

"Ey Allah'ım, o, akrabalık bağını kopardı. Bizlere bilmediğimiz şeyleri getirdi. Yarın sen onu helak et." Ebu Cehil işte böyle söyleyerek fetih istemiş­ti[28]Bu âyet onlarla birnevi alay etmektedir. Yani onlar fetih istemiş fakat fe­tih, müslümanlara nasib olmuştur. [29]

 

20- Ey iman edenler, Allaha ve Resulüne itaat edin. Davetini işittiği­niz halde Peygamberden yüz çevirmeyin.

Ey iman, edenler, sizlere olan emir ve yasaklarında Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah'ın Resulünün size tebliğ ettiği emir ve yasakların duyduğunuz halde onlardan yüz çevirip karşı çıkmayın.   [30]

 

21- Sakın, dinlemedikleri halde "Dinledik" diyenler gibi olmayın.

Ey iman edenler, Kur'anın öğütlerini kulaklarıyla dinleyip onlardan fay­dalanmayan müşrikler gibi olmayın. Onlar "İşittik" derler amma aslında, onlar­dan faydalanacak bir şekilde dinlememişlerdir. [31]

 

22- Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.

Şüphesiz ki, Allanın yaratıklarından, yeryüzünde kimtldayanlann, Allah nezdide en kötüsü, hakkı işitip öğüt almamak için, onu konuşmamak için sağır-kesilen ve Allah'ın emirve yasaklarını idrak edemeyen kimselerdir.

Müfessirler, bu âyetle kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikret­mişlerdir.

Abdullah b. Abbas'a göre:

Bu âyet-i kerime, Abdüddar oğullan hakkında nazil olmuştur. Bunlar şöyle diyorlardı: "Biz, Muhammed'in getirdiği şeylere karşı sağır ve dilsiziz." Âyet-' i kerime'de işte bunlar kınanmaktadır. Onların, yeryüzünde hareket eden, mer­kep, köpek, domuz gibi navyanlardan bile kötü oldukları bildirilmektedir. Zira bu çeşit hayvanlar, idrak kabiliyetinden yoksun oldukları için mazurdurlar.FaKat kâfirler, idrak sahibi oldukları halde gerçekler karşısında kör ve sağır gibidirler. İşte bu sebeple hayvanlardan daha aşağıdırlar.

Muhammed b. îshak'a göre ise bu âyetle münafıklar kastedilmiştir. Tabe-ri bundan önceki âyetlerin de Mekke müşriklerinden bahsetmeleri hasebiyle bu âyetin de, Abdullah b. Abbas'ın dediği gibi, onları kastettiğini söylemenin daha isabetli olacağını söylemiştir[32]

 

23- Eğer Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, hakkı mutlaka işittirîrdİ. Allah onlara işittirse bile yine de yüz çevirirlerdi. Onlar zaten yüz çeviricildirler.

Şayet Allah, bu müşrikler hakkında hayırlı olacağını bilmiş olsaydı onla­ra, Kur'anın öğüt ve ibretlerini işittirirdi ki, Allah'ın delillerini bizzat Allah'tan duyup düşünsünler. Fakat Allah onlarda herhangi bir hayır olmadığını, onların, cehennemlik oldukları yazılan şakiler olduklarını bu itibarla iman etmeyecekle­rini bildi ve onlara işittirmedi. Şayet Allah onlara Kur'anı işittirse de onu öğren­miş olsalar bile onlar, Allah'tan ve peygamberlerinden yüzçevirirler. Kendileri­ne gerçekleri gösterecek delillere iman etmezler. İnatlanda ısrar ederler.

Bir kısım müfessirier.bu âyet-i kerime'nin müşrikleri kastettiğini Allah Teâlâ'nın, onların iman etmeyeceklerini bildiği için Resulullah'a indirdiği Kur'anı onların işitmesini nasîbetmediğini söylemişlerdir.

Diğer bir kısım âlimler ise bu âyetle münafıkların kastedildiğini, Allah Teâlâ'mn, onların dilleriyle söylediklerini kalblerine nüfuz ettirmediğini zira on­ların, iman etmeyeceklerini bildiğini söylemişlerdir. [33]

 

24- Ey iman edenler, Allah'ın Resulü sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, hemen Allah'ın ve Resulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve onun huzurunda topla­nacaksınız.

Ey iman edenler, Allah'ın Resulü sizi, insanlara hayat veren imana, hakka ve Kur'an davet ettiği zaman davetini kabul edin. İyi bilin ki her şey, Allah'ın ta­sarrufu altındadır. O, kalbleri dilediği gibi evirip çevirir. O, kalbler üzerinde, onları taşıyan bedenlerden daha hakimdir. Allah dilerse müminin kâfir olmasını, kafirin de mümin olmasını engeller.

Âyet-i kerime'de geçen ve "Hayat verecek şey" diye tercüme edilen ifadesinden neyin kastedildiği hususunda müfessirler, çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Süddiye göre burada insanlara hayat verdiği bildirilen şeydan maksat, İslam ve imandır. İnsanlar kâfir iken ölüler gibi oldukları halde müslüman ol­duktan sonra onlar hayat bulmuş olurlar.

b- Mücahide göre burada, insanlara hayat verdiği zikredilen şeyden mak­sat, haktır. Hakkı kabul edenler hayata kavuşmuş olurlar. Bâtıla saplananlar ise ölü gibidirler.

c- Katadeye göre ise burada, insanlara hayat verdiği zikredilen şeydenmalıdır. Âyetin, "Ve onun huzurunda toplanacaksınız." ifadesi bu izahı güçlen­dirmektedir.

f- Allah, kişinin aczini güç'e, korkusunu cesarete çevirerek onunla kalbi arasına girer. O halde kalbinizde hissettiğiniz korku ve acz'den dolayı iman ve itaattan geri durmayın. Allah'a dayanın o, sizin aczinizi giderir.

Taberi,bu görüşlerden tercihe şayan olan görüşün şu görüş olduğunu söylemiştir. "Allah, kullarının kainlerine, onları taşıyan vücutlardan daha fazla hakimdir. Dilediği zaman, kullanyla kalbleri arasına girer de kalb sahibi olan kişi iman, inkâr, anlama ve benzeri herhangi bir şeyi idrak edemez olur.

Âyetin bu şekilde izah edilmesi, yukarıda zikredilen görüşlerin hepsini kapsamış olur ki, âyetin genel ifadesine uygun olan da budur. [34]

 

25- Fitneden sakının. Çünkü o, içinizden sadece zulmedenlere do­kunmaz. Bilin ki Allah, cezası çok şiddctH olandır.

Ayet-i Kerime, insanların, iman etmemeleri, Allah'ın emirlerine uyma­maları, ve al akası zlaşmalan sebebiyle gelecek olan musibetin, iyiyi kötüyü ayır­madan, herkesi içine alacağını, kuru ile beraber yaşın da yanacağını zalimlerin başına gelecek olan felakete, salih kişilerin de uğrayacağını beyan etmektedir.

Bu hususta Resulullah (s.a.v.) efendimiz de şu hadis-i Şeriflerinde buyur­maktadır ki:

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ya iyiliği emredip kö­tülüğe mâni olursunuz yahut Allah sizlere kendi katından pek yakında bir azap gönderir de sonra onu kaldırılması için Allah'a yalvarırsınız Allah da duanızı kabul etmez. [35]

"Allah, belirli kişilerin suçundan dolayı bütün insanları cezai and ırmaz. Ancak, aralarında kötülük yayılır, onlar da bu kötülükleri Önlemeye kadir ol­dukları halde engel olmazlarsa işte o zaman Allah, belirli kişilerin suçundan do­layı onları da diğerlerini de cezalanıdınr. [36]

"Ürnmü Seleme diyor ki:

"Resulullah'm şöyle buyurduğunu işittim. "Ümmetim içinde günah açık­tan işlenince Allah, katından göndereceği bir azapla hepsini cezalandırır. "De­dim ki: "Ey Allah'ın Resulü, onların içinde o gün salih insanlar yokmudur?" Re­sulullah buyurdu ki "Evet vardır." Dedim ki "Onların durumu ne olur?" Buyur­du ki: "Herkesin başına gelen, onların da başına gelir. Sonra onlar, Allah'ın affı­na ve rızasına kavuşurlar. [37]

Zübeyr b. el-Avvam demiştir ki: "Ben bu âyeti uzun zaman okudum. Bi­zim, bu âyetin zikrettiği kimselerden olacağımızı sanmıyorduk. Bir de baktık ki, bununla biz kastedıliyormuşuz."

Hasan-ı Bari demiştir ki: "Bu âyet, Ali, Osman, Talha, Zübeyr gibi, Re­sulullah'm sahabilerinden bir kısım insanlar hakkında nazil olmuştur.

Süddi de bu âyetin, Cemel vak'asma katılan sahabilere işaret ettiğini söy­lemiştir. [38]

 

26- Düşünün ki, bir zamansayınız az idî. Yeryüzünde zayıf görülen­lerdiniz, İnsanların sizi kapıp götürmesinden korku yor d un uz. Öyle iken Allah sizi barındırdı. Yardımıyla destekledi. Ve sizi, helal ve temiz şeylerle rıziklandırdi ki şükredesiniz.

Ey iman edenler, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Bir zaman sizler az ediniz. Kâfirler tarafından küçümseniyor, dininzden dönmeye zorlanı­yor ve çeşitli işkencelere maruz kalıyordunuz. Müşriklerin, sizi kapıp götürme­sinden korkuyordunuz. Allah sizleri Medine'de yerleştirdi. Oranın sakinleri olan Ensar ile size yardım etti. Onlar vasıtasıyla Bedir savaşında muzaffer oldunuz. Ve Allah, size verdiği nimetlere karşılık, ona şükredesiniz diye sizleri çeşitli ni­metlerle nzıklandırdı.

Ayet-i kerimede müminlerin, birtakım insanlar tarafından kaçırılıp götü­rülmekten korktukları zikredilmektedir. Kendilerinden korkulan bu insanlardan kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikredilmiştir.

a- İkrime, Kelbi ve Katadeye göre, müslümanlann, kendilerini kaçıracak­larından koltuklan bu insanlar, Kureyş müşrikleridir.Zira müslümanlar hicret etmeden Mekke'de iken Kureyş müşriklerinden çekiniyorlar, Bedir savaşı başla­madan önce de yine onların, kendilerini esir edip Mekke'ye götüreceklerinden korkuyorlardı.

b- Vehb b. Münebbih ve Katadeye göre ise burada, kendilerinden korkul­duğu zikredilen insanlardan maksat, Farslar ve Bizanslılardır. Onlardan korkan-lar'dan maksat ise Araplardır.

Bu hususta Katade şunîan söylemiştir: "Araplar insanların en zelili, ya­şantısı en perişan olanı, karnı en aç olan, vücudu en çıplak olan, sapıklığı en açık olanıydı. Onlardan yaşayan, derbeder ve perişan şekilde yaşardı. Ölenler ise cehennem azabına sürüklenirdi. Başkaları tarafından sömürülür, kendileri başkalarının bir şeyini yiyemezlerdi: Vallahi yeryüzü sakinlerinden, o günün şartlarında onlardan daha perişan bir millet yoktu. Nihayet Allah islamı gönder­di. Onları yeryüzünde yerleştirdi. Rızıklanm bollaştırdı. Onlan İslamla, insanla­rın üzerine idareciler yaptı. Evet, bu gördüğünüz şeyleri Allah size İslam saye­sinde verdi. O halde nimetlerine karşı Allah'a şükredin. Zira rabbiniz, şükrü se­ven bir lütufkârdır. Şükredenler ise Allah'tan, daha fazla nimetlere erişirler.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Müslümanlann kendilerinden korktukları insanlar, Kureyşlilerdir. Çünkü müs­lümanlar, hicret etmeden önce Kureyşlilerin haricinde herhangi bir kimseden korkmuyorlardi. Zira kafirlerden, müslümanları en yakınında olanlar Kureyş müşrikleriydi. Onlar sayıları çok, müminleri az idi. Bu sebeple müminler, onlar­dan çekmiyorlardı. [39]

 

27- Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin/Bildiğiniz halde emanetlerinize de ihanet etmeyin.

Müfessirler, bu âyet-i kerime'de geçen cümlesindeki fiilinin cümlenin içindeki gramer durumunun ne olduğu hakkında iki görüş zikretmişler ve âyete, bu görüşlere göre mana vermişlerdir.

Abdulah b. Abbas'a göre bu fiil kendisinden Önce geçen cümlesine atfedil mistir. Bu itibarla her ne kadar başında harfi zikredilme-mişse de manen zikredilmiş gibidir. Bu izaha göre âyetin manası, mealde veril­diği gibidir.

Süddi ve İbn-i İshaka göre ise fiili, yukanda geçen cümle­nin illeti ve gerekçesidir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin. Zira onlara ihanet etmeniz, sizin, emaneti­nize ihanet etmeniz ve onu yok etmenizdir.'

Allah Teâlâ, bu âyet-i kerime ile, Resulullahm sahabilerinden iman eden­lere hitabetmekte ve onlara duyurmaktadır ki: "Ey , Allah'ı ve Peygamberini tasdik edenler, görünüşte iman ediyor gibi olup ta takacılığınızı gizleyerek ve müşriklere, müminlerin gizli durumlarım bildirerek Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Ve Allah'ın size emanet ettiği farzlara da ihanet etmeyin. Onlan eksik yapmayın. Bunu, bile bile yapmayın." Müfessirler, bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler

zikretmişlerdir.

a- Atâ b. Ebi Rebahın, Cabir b. Abdullah'tan naklettiğine göre bu âyet-i kerime kervanı ile ticaret yapmaya giden Ebu Süfyan'a, müslümanlann, kerva­nına el koyma planı yaptıklarını bildiren bir münafık hakkında nazil olmuştur. Cabir b. Abdullah diyor ki: "Ebu Süfyan, ticaret yapma maksadıyla Mekke'den ayrılıp Şam'a gidince, Cebrail (a.s.) Resulullah'a gelerek "Ebu Süfyan, ticaret kervanıyla falan yerde bulunmaktadır." demiş, Resulullah da sahabilerine: "Ebu Süfyan filan yerde gidin onu yakalayın. Bunu da gizli tutun" buyurmuştur. Bu­nun üzerine münafıklardan bir adanı mektup yazıp Ebu Süfyana göndermiş ve demiştir ki: "Muhammed üzerinize gelecek tedbirinizi alın." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş ve "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etme­yin. Bildiğiniz halde emanetlerinize de ihanet etmeyin." buyurmuştur.

b- Zühri ve Abdullah b. Ebi Katadeye göre ise bu âyet-i Kerime, "Ebu Lübabe" isimli bir sahebe hakkında nazil olmuştur.

Hendek savaşında, Mekkeli müşrikler, müslümanlarla savaşmak için Me­dine'yi kuşatmışlardı. Bunu gören Yahudi Beni Kureyza kabilesi, daha önce Medine'yi savunmak üzere Müslümanlarla anlaştıkları halde bu durumu fırsat bilerek Müslümanlar aleyhine müşriklerle işbirliği yaptılar. Allah, müşrikleri mağlup ederek müslümanlan galip getirince Resulullah (s.a.v.) bu hainlerden hesap sordu. Ve kendilerine verilecek cezada bir hakem seçmelerini istedi. On­lar da Sa'd b. Muaz'ı seçtiler Fakat, Sa'd'in haklarında ne gibi bir hüküm verece­ğini öğrenmek için, sahabeden, Ebu Lübabe ile istişare ettiler. Ve "Biz bu kale­den inip te teslim olursak hakkımızda ne işlem yapılacak?" diye sordular. Ebu Lübabe ise eliyle boğazına işaret etti. Onlar da bundan, kafalarının kesileceğini anladılar.

Ebu Lübabe diyor ki: "Daha oradan kımıldamadan, Allah ve Resulüne ihanet ettiğimi anladım." Ebu Lübabe gelip, kendisini Mescid-i Nebevideki bir direğe bağladı ve "Ölünceye veya Allah tarafından tevbesi kabul edilinceye ka­dar yeyip içmeyeceğine yemin etti. Bu şekilde yedi gün kaldı. Sonunda düşüp bayıldı. Nihayet Allah Teâlâ, Tevbe suresinin yüz iki ve yüz üçüncü âyetlerinde Ebu Lübabe'nin tevbesini kabul ettiğini bildirdi. İşte bu olay üzerine bu âyety nhazil oldu.

c- Muğire b. Şubeye göre ise bu âyet-i kerime, Hz. Osman (r.a.)'nın öldü­rülmesi hakkında nazil olmuştur.

Taberi diyor ki: "Bu hususta en doğru olan söz şudur. "Allah teâlâ, âyet-i kerimede, müminlere, kendisine, peygamberine ve müminlere emanet ettiği şey­lere ihanet etmemelerini emretmiştir. Bu âyetin, Ebu Lübabe hakkında inmiş olması da mümkündür, başkaları hakkında inmiş olması da. Bu âyetin iniş sebebi­ne dair elimizde kesin bir delil bulunmamaktadır.

Müfessirler, âyette zikredilen "Emanetleriniz" ifadesinden neyin kastedil­diği hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

Abdullah b. Abbas'a göre burada zikredilen "Emanetler"den maksat, in­sanların, gözleriyle göremedikleri, Allah'ın farzlarıdır.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah'a ihanet etmek, onun farzlarını ter-ketmekle, Resulullah'a ihanet etmek ise onun sünnetlerini yapmamakla olur.Kendi emanetlerine ihanet de, Allah'ın, kullarını sorumlu tuttuğu görevleri yerine getirmemekle olur.

İbn-i Zeyde göre ise burada zikredilen "Emanetler"den maksat, "Din"dir. İbn-i Zeyd demiştir ki: "Münafıklar, bile bile dine ihanet etmişlerdir. Çünkü on­lar, kâfir oldukan halde, mümin olduklarını açığa vurmuşlar, Allah'ın, kendileri­ne emanet ettiği dinine ihanet etmişlerdir. [40]

 

28- Bilin ki sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır. Büyük mükâfaat ise elbette Allah nezdindedir.

Ey iman edenler, bilin ki mallarınız ve çocuklarınız, sezin için ancak bir imtihandır. Allah, onlarla sizi imtihan eder. Emirve yasaklarına uyup uymadığı­nıza bakar. Büyük mükâfaat ise ancak Allah kalındadır. O halde Allah'a itaat edin de büyük sevaba nail olun.

Âyet-i Kerime, mal ve evlatların insanı yoldan çıkarabileceğini bu iti­barla bunlara kapılmayarak, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakı­nılması gerektiğini bildirmektedir. Zira büyük mükâfaatı mal ve evlatlar değil Allah verecektir. Bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız, sizi, Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır[41]"Ey iman edenler, hanımları­nızdan ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakımn.. [42].

 

29- Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o size, iyi ile kötüyü ayır-dedecek bir anlayış verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah, bü­yük lütuf sahibidir.

Ey iman edenler, eğer Allaha itaat edip ona karşı günah işlemekten kaçı­nırsanız, o size, hakkı bâtıldan ayirdedebileceğiniz bir nur ve bir çıkış yolu ve­rir. Geçmiş günahlarınızı siler ve sizi bağışlar. Allah, yarattıklarına karşı büyük lütuf sahibidir.

Âyet-i kerime'de geçen ve "İyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış" diye tercüme dilen kelimesi, Mücahid, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve İkrime'den nakledilen bir görüşe göre "çıkış yolu" demektir. Bunların izahına göre âyetine izahı şöyledir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o size bir çıkış yolu yaratır."

Yine İkrime, Mücahid, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledi­len diğer bir görüşe göre kelimesinin manası: "Kurtuluş" demektir. Bu izaha göre âyetin mânâsı şöyleldir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o sizi kurtuluşa eriştirir."

îbn-i İshaka göre ise bu ifadeden maksat, hakkı bâtıldan ayırdeden kabili­yet demektir. [43]

 

30- Ey Muhammcd hatırla, bir zaman, kâfirler, seni yerinden kımıl­datmamak veya öldürmek yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlar­dı. Onlar sana tuzak kurarken, Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarı­yordu. Allah, tuzakları bozanların en hayirhsıdır.

Ey Muhammed hatırla, hani bir zaman müşrikler Mekkede, Dârünnedvede, seni hapsetmek veya öldürmek yahut vatanından çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken, rabbin de onların tuzaklarını boşa çikanyordu. Allah, tuzakları bozanların en hayırlısıdır.

Âyet-i kerime'de geçen ve "Yerinden kımıldatmamak" diye tercüme edi­len kelimesi, Abddullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Miksem tarafıriuan "Seni bağlamak" şeklinde izah edilmiş, Atâ ve İbn-i Zeyd tarafından, "Seni hapsetmek" şeklinde izah edilmiş, Ubeyd b. Umeyr tarafından ise "Seni sinirlemek" diye izah edilmiştir. Birinci izaha göre müşrikler, Resulul-lahı bağlayıp tutmak istemişler ikinci izaha göre bir yere hapsedip tutmak iste- . misler, üçüncü izaha göre ise onu büyüleyip tutmak istemişler, üçüncü izaha gö­re ise onu büyüleyip şakın hale getirmek istemişlerdir. Mekkeli müşriklerin, Re-sulullahı büyülemek istemeleri hususunda Ubeyde b. Umeyr demiştir ki: "Ebu Talib, Resulullah'a dedi ki: "Kavmin sana karşı ne gibi tuzaklar kuruyorlar?" Resulullah da buyurdu ki: "Beni büyülemeyi, öldürmeyi ve yurdumdan çıkar­mayı istiyorlar." Ebu Talip dedi ki: "Bunu sana kim bildirdi? "Resuluilah da bu­yurdu ki: "Rabbim bildirdi" Ebu Talip dedi ki: "Rabbin ne güzel bir rabî.ona iyi davran." Resulullah da buyurdu ki: "Ben mi ona iyi davranacağım? O bana iyi davranır." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında Abdullahb. Abbas'dân şun­lar nakledilmektedir; "Kureyş kabilesinin ileri gelenleri Darünnedveye gitmek üzere toplandılar. Darünnedvenin kapısına gelince karşılarına, saygı değer yaşlı bir zat şeklinde Şeytan çıktı. Onu görünce "Sen kimsin?" diye sordular. İhtiyar "Ben, Necidli bir şeyhim, sizin, önemli bir husus için toplanacağınızı duydum. Görüş ve nasihati arımdan mahrum olmayasmız diye buraya geldim." dedi. Peki bizimle baraber içeri gir," dediler. O da girdi. Dârünnedvede toplananlar Resu­lullah hakkında "Bu adamın meselesine iyi dikkat edin, vallahi bu, yakında size galip geçektir." dediler. İçlerinden biri: "Onun elini kolunu bağlayarak hepse-din. Sonra da "Onun, zamanın felaketine uğramasını bekleyin... [44] yok olup gitsin. Nitekim bundan önce Züheyr ve Nâbiğa gibi şairler de yok olup gittiler.Bu da onlar gibi birisidir." dedi. Bunun üzerine, Necidli Şeyh görünümündeki, Allah düşmanı Şeytan bağırdı. "Vallahi sizin bu görüşünüz görüş değildir. Rab-bi, onu, sizin hapsettiğiniz yerden çıkarıp arkadaşlanna kavuşturur. Arkadaşları size karşı ayaklanıp onu elinizden'alırlar, ona bir şey yapmanıza engel olurlar. Ayrıca sizi, memleketinizden çıkarmayacaklarına da emin değilim."

Müşrikler "Şeyh doğru söyledi başka bir çare düşünün." dediler. Bunun üzerine başka birisi: "Onu aranızdan çıkarıp sürgün edin. Böylece ondan kurtulmuş olursunuz. Zira o, buradan çıkarıldıktan sonra bize bir zarar veremez. Gitti­ği yerde ne yaparsa yapsın." dedi. Necidli Şeyh yine bağırarak şöyle dedi: "Val­lahi bu görüşünüz de görüş değildir. Onun sözlerinin tatlılığını, hatipliliğini, ko-nuştuklanyla insanların kalbini çeldiğini görmüyormusunuz? Vallahi eğer siz böyle yaparsanız o gider, davasını diğer Araplara anlatır, onlan aleyhinize kış­kırtır. Onlar da gelip sizi memleketinizden çıkanr ileri gelenlerinizi de öldürür­ler. "Müşrikler Vallahi doğru söyledi. Başka bir çare düşünün." dediler. Bunun üzerine Ebu Cehil: "Vallahi size, düşünemeyceğinizi sandığım bir görüş arzede-ceğim. Bundan başka da çıkar yolun bulunduğunu sanmıyorum." dedi. "Nedir o?" diyer sordular. Ebu Cehil şöyle dedi: "Her kabileden seçkin bir genç alalım. Her birinin eline keskin bir kılıç verelim. Onlar hep beraber vurup onu öldür­sünler. O zaman onun kanı, bütün kabilelere dağılmış olur. Onun kabilesi olan Haşimoğullannın, bütün Kureyş'e karşı savaşabileceklerini sanmıyorum. Böyle bir durumla karşılaşınca diyeti kabul etmek zorunda kalacakladır. Böylece biz de rahat eder ve bu adamın sıkıntısından kurtulmuş oluruz." Bunun üzerine Ne­cidli Şeyh "İşte uygun olan görüş budur, bu gencin söylediği söz doğrudur. Bundan başka uygun bir görüş görmüyorum." dedi. Bu görüş üzerine ittifak ederek dağıldılar. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselam Resululîah'a gelip o ge­ce her günkü yattığı yerde yatmamasını söyledi. Allah teâlâ, Peygamber efendi­mizin hicretine izin verdi. Peygamber efendimiz de, Tevbe suresinin kırkıncı âyetinde anlatıldığı gibi Mekke'den Medine'ye hicret etti.

Onun Medine'ye hicret etmesinden sonra bu âyet nazil oldu ve Cenab-ı Hak, hicretten evvel müşriklerin, onun hakkında neler düşündüklerini, buna kar­şılık kendisinin de Resulünü nasıl koruduğunu ve ona olan nimetlerini hatırlattı. [45]

 

31- Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman "İşittik. İstesek biz de bu­nun aynısını söyleyebiliriz, Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değil­dir." dediler.

Allah teâlâ bu âyet-i kerime'de, Kureyş kâfirlerinin inatçılığını ve Kur'an-ı kerimi dinlediklerinde "Eğer istersek bunu gibisini biz de söyleriz?" şeklindeki bâtıl iddialarını haber vermektedir. Aslında müşriklerin bu iddiaları, sadece şımarıklıklarının ve kuruntularının sonucudur. Zira Kur'an-ı Kerim, çe­şitli âyetlerde insanların, onun bir suresinin dahi benzerini yapamayacaklarını bildirmekte ve bu hususta şöyle meydan okumaktadır. "Kulumuz Muhammede indirdiğimizden şüphe ediyorsanız onun benzeri bir sure meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah'tan başka yardımcılarınızı da çağırın. [46]

Bu âyet-i Kerime'nin nüzul sebebi hakında, Sa'd b. Cübeyr, Suddî ve İbn-i Cüreyc şunu rivayet etmişlerdir. "Nadr b. el-Hâris, Fars diyarına gidip onlann Kisralanna ait bazı bilgiler edindikten sonra dönmüş ve döndüğünde Resululla-ha Peygamberlik geldiğini öğrenmişti. Resulullah İslâm'ı tebliğ ediyor, insanları İslâm'a davet ediyordu. O, insanların yanına varıp onlara Kur'an okuyup tebliğ yaptıktan sonra oradan kalkıp gidince Nadr onun yerine oturup, Farslara ait hikâyeler anlatır sonra şöyle dermiş, "Allah için söyleyin benim hikâyelerim mi güzel yoksa Muhammedinkilermi?"

İşte âyet-i kerime bu olaya işaret etmekte ve Nadr b. Harisin bu sapık davranışını yermektedir.

Bu şahıs Bedir savaşında esir düşmüş, Resulullah (s.a.v.) onu boynunun, kendi huzurunda vurulmasını emretmiştir. Bu olay, kendisi hakkı kabul etmedi­ği gibi başkalarının da hidayetine engel olmanın ne kadar büyük bir suç teşkil ettiğini göstermekte, özellikle bu engelcilerin cezalarının ağırlığına işaret et­mektedir. [47]

 

32- Yine bir zaman onlar "Ey Allahım eğer bu Kur'an, nezdinden in­dirilmiş hak bir kitapsa, gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakı­cı bir azap ver." demişlerdi.

Eğer Muhammed hatırla, bir zaman, Kureyş kabilesinin ileri gelenleri "ey Allahım eğer Muhammedin söylediği, senin katından gelen bir gerçek ise, daha Öne Lût kavmine gökten yağdırdığın gibi bizim de üzerimize gökten taş yağdır. Veya geçmiş ümmetlere verdiğin azap gibi bize de bir azap verd." dediler.

Bu sözler, Kureyşin ilerj gelenlerinden, Nadr. B. Haris ve benzerleri ta­rafından söylenmiştir. Söyledikleri sözler, onlann azgınlıkta zirveye ulaştıkları­nı akl-ı selimi bırakıp, şımankhklarından dolayı, hislerine kapılarak helak olmayi istediklerini göstermektedir. Eğer akıllıca düşünecek olsalardı "Ey Allahım eğer Muhammedin getirdikleri doğruysa bizi de ona ilet." demeleri gerekirdi. [48]

 

33- Halbuki sen onların içlcrindcykcn, Allah onlara azap edecek de­ğildi. Affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.

Ey Muhammed, sen onların içinde bulunduğun müddetçe onlara azap edecek değilim. Onlar, af diledikleri takdirde de kendilerine azap edecek deği­lim.

Müfessirler, bu âyet-i kerimeye çeşitli şekillerde mana vermişlerdir.

a- İbn-i Ebza, Ebu Malik, Dehhak ve Abdullah b. Abbas'a göre bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, sen Mekke'de o müşriklerin içindeyken Allah onlara azap edecek değildi. Müminler de Mekke'de affedilmelerini dilerken Al­lah, Mekkede bulunan müşriklere azap edecek değildi. Sen ve müminler, oradan çıkmanızdan sonra o kâfirlere, Mekke fethedilerek azap edilmiş oldu. Bu husus­ta İbn-i Ebza diyor ki: "Resulullah Mekke'de iken Allah ona: "Sen onların içle-rindeyken Allah onlara azap edecek değildi." âyetim indirdi. Bundan sonra Re­sulullah hicret edip Medine'ye gitti. Bundan sonra, müminler de Mekke'den çı­kınca Allah "insanları meescid-i haramdan ahkoyarlarken Allah onlara niçin azap etmesin?" ayetini indirdi Böylece, Peygamberine, Mekke'yi fethetmesine dair izin verdi. Mekke'nin fethi ise müşrikler için bir azaptı.

b- Abdullah b. Abbas, Yezid b. Rûman, Muhammed b. Kays ve İbn-i İs-haka göre bu ayetin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, sen Mekke'de Kureyşlilerin içlerindeyken seni onların arasından çıkarmadan Allah onlara azap edecek de-ğildir.Yine Kureyş müşrikleri, KSbeyi tavaf ederken veya yaptıkları kötülüklere pişman olurken "Ya rabbi, sen bizi affet" derlerken Allah onlara azap edecek değildir. Ancak insanları mescid-i haramdan ahkoyarlarken Allah onlara âhirette niçip azap etmesin?" Görüldüğü gibi bu izaha göre, Allah'ın müşriklere azap göndermemesinin sebebi içlerinde Resulullah'ın bulunması bir de birinci görüşte zikredildiği gibi müminlerin değil d e .bizzat kendilerinin, yerine ve za­manına göre Allah'tan af dilemeleridir. Bundan sonra gelen âyette müşriklerin uğrayacakları bildirilen azap ise âhiret azabıdır.

Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müşrikler, Kâbeyi tavaf ediyor ve şöyle diyorlardı: "Emrine amadeyiz. Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrine amadeyiz. Resulullah'da buyurdu ki: Doğru, doğru" Bunun üzerine müşrikler de diyorlardı ki: "Senin hiçbir ortağın yoktur. Ancak öyle bir ortağın vardır ki, sen ona maliksin. O ise hiçbir şeye mâlik değildir. Affet bizi, affet bizi!" işte bunun üzerine Allah Teala "Sen onların içindeyken Allah onlara azap edecek değildir. Affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir." âyetini indir­di. Evet, onlar için iki güvence vardı. Bunlardan biri, Allanın Peygamberi, diğe­ri ise af dilemeleriydi. Peygamber gitti, Sadece af dilemeleri kaldı. Bundan son­ra gelen: «"İnsanları Mescid-i haramdan alıkoy arlarken, Allah onlara niçip azap etmesin..." âyet-i kerimesi ise, âhirette görecekleri azabı bildirmektedir.

c- Katade, Süddi ve İbn-i Zeyde göre ise bu âyeytin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, Sen Mekke'de o müşriklerin içlerindeyken Allah onlara azabede-cek değildi. Onlar affedilmelerini dilemiş olsalardı, affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azabedecek değildi. Fakat onlar, affedilmelerini dilemediler. Bu itabarla insanları mescid-i haram'dan ahkoyarlarken Allah onlara niçin azabet-mesin?" Bunların izahına göre Allah Teala bu âyet-i kerime'de Resullah içlerin­de bulunduğu müddetçe müşriklere azabetmeyeceğini beyan etmiş, Resulul­lah'ın onların arasından ayrılmasından sonra ise Allah'dan af dilemedtkleriden ve müminlerin, mescid-i haram'a girmelerine engel olmalarından dolayı azaba uğratacağını bildirmiştir.

d- İkrime ve Mücahide göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Muham­med, sen Mekke'de onların içlerindeyken Allah onlara azap edecek değildir." Bu izaha göre ise Allah Teaia'nın müşrikleri, derhal cezalandırmam asının sebe­bi, onların içinde Resulullah'ın bulunması ve onların zamanla müslüman olacak-lanndandır.

e- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Sen, Mekkede o müşriklerin içindeyken Allah onlara azap ede­cek değildir. Ezelde müslüman olacakları yazıldığından Allah'tan af dileyerek iman edeceklerinden Allah onlara azap edecek değildir. Ancak müminleri mes­cid-i haram'dan alıkoyanlar müstesnadır. Bunlar, Bedir savaşında boyunları kı­lıçla vurularak azaba uğratmışlardır.

f- Abdullah b. Abbas, Mücahid ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, Sen Mekke'de, müşriklerin için­deyken Allah onlara azap edecek değildir. Onların iman edip namaz kılmaları beklenirken de Allah onlara azap edecek değildir.

g- İkrime ve Hasan-ı Basriye göre ise bu âyet-i kerime'nin hükmü, bun dan sonra gelen âyetle neshedilmiştir. Öyle ki, Allah Teala bu âyet-i kerime'de,

Resulullah'm içlerinde bulunması ve onların da Allah'dan af dilemeleri sebebiy­le müşriklere azabetmeyeceğini bildirmiş, bundan sonra gelen âyet-i kerime'de ise, müşriklerin müminleri, mescid-i haram'dan alıkoymaları yüzünden azaba uğratılacak!annı beyan etmiş ve bu âyet-i neshetmiştir.

Taberi diyor ki: "Bu âyeti izah eden görüşlerden, bana göre en doğru ola­nı şudur: "Allah Teala Resululah'a bildirmiştir ki "Sen, müşriklerin içinde bu­lunduğun sürece ben onlara azabetmem. Zira ben, peygamberimin, içinde bu­lunduğu bir ülkeyi helak etmem. Yine Ailah Teala Resulullah'a bildirmiştir ki "Seni onların içinden çıkardıktan sonra onlar, yaptıklarından vaz geçip affedil­melerini isteyecek olsalardı yine ben onlara azap edecek değildim. Fakat onlar, günah ve inkârlarından vaz geçip af dilemiyorlar. Bilakis ısrar ediyorlar.Bu se­beple onlar azabı hak etmiş oluyorlar."

Bu görüşü tercih etmemizin sebebi şudur: "Mekke müşrikleri, "Şayet Muhammed'in getirdiği doğru ise sen bizim üzerimize gökten taş yağdır. Veya bize can yakıcı bir azap ver." demişlerdir. Bunun üzerine de Allah Teala, pey­gamberine buyurmuştur ki: "Sen onların içindeyken ben onlara azap edecek de­ğilim. Seni onların içinden çıkardıktan sonra onlar af dilemiş olsalardı yine on­lara azap edecek değildim. Fakat onlar, isyan ve inkârlarına devam ettiler. İn­sanları, mescid-i haram'dan alıkoydular. Artık ben onlara niçin azap etmiye-yim?" Böylece Allah Teala, azap isteyen bu insanları, Resul!ah'ı aralarından çı­karmasından sonra, azabına uğratacağını bildirmiş ve Bedir savaşında mağlup ederek ileri gelenlerinin boynunu vurdurmuştur. Âhirette de kendilerini cehen­nem azabı beklemektedir. Bir kısım insanların, burada zikredilenleri, müminler sayıp bu nedenle helak edilmediklerini söylemeleri isabetli değildir. Zira âyet, müşriklerden bahsetmektedir. Keza, diğer birkısım insanların bu âyetin, bundan sonra gelenâyetle neshedi İd iğini söylemelir, isabetli değildir. Zira bu âyet, belli şeyleri beyan eden bir haberdir. Haberlerin ise neshed il meleri söz konusu değil­dir. Neshedilme ancak emir ve yasaklarda olur. [49]

 

34- İnsanları Mcscid-i Haram'dan ahkoyarlarkcn, Allah onlara niçin azap etmesin? Aslında onlar, Mescid-i Haram'ın dostları dcğiIlcrdir.Onun dostları, ancak Allah'tan korkanlardır. Fakat onlardan çoğu bunu bilmez­ler.

Allah onlara niçin azap etmesin ki? Onlar, inkârlarından vaz geçip tevbe etmediler Umre yapmak için Mescid-i Haram'a gitmek isteyen müminleri, Hu-devbiye gününde Mescid-i Haram'a sokmadılar. Halbuki onlar, Mescıd-ı Ha­ram'a lâyık insanlar değillerdi. Mescid-i Haram'a layık olanlar, ancak, Allah'tan korkan kimselerdir. Fakat onların çoğu bunu bilmezler ve Mescid-i Haram'a layık olduklarını zannederler. [50]

 

35- Onların, Mecsid-i Haram'daki ibadet ve duaları, sadece ıslık çal­mak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. O halde ey kâfirler, inkârlarınızın karşılığı olarak azabı tadın.

Müşriklerin Kâbedeki ibadet ve duaları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Müşrikler, çıplak olarak Kabeyi tavaf ederler ve ıslık çalıp el çırparlardı. Âyet-i kerime onlann bu çirkin işlennı anlat­maktadır.

Said b Cübeyr diyor ki: "Resulullah tavaf ederken, Kureyşliler ona sata­şıyor, onu alaya alıyorlar ve ona ıslık çalıyor ve el çırpıyolardı. İşte bu âyet bu­nun üzerine nazil oldu.

İbn-i İshak, İbn-i Cüreyc ve Dehhaka göre bu kâfirlerin tadacakları haber verilen azap'tan maksat, Bedir savaşında öldürülmeleri ve esir edilmeleridir. [51]

 

36- Kâfirler mallarını, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu onlar için bir pişmanlık sebebi olacaktır. Sonra da mağlup olacaklardır. Kâfrlcr toplanıp cehenneme sü­rükleneceklerdir.

Kâfirler mallarını, insanların İslâm'a girnıelerine engel olmak için harcar­lar. Bundan sonra da harcamalarına devam edeceklerdir. Fakat bu harcamaları onlar için sonunda bir pişmanlık sebebi olacaktır. Çünkü mallan gidecek fakat onlar yine de, Allah'ın nurunu söndürüp, inkarcılığı yüceltme maksatlarına ula­şamayacaklardır. Sonunda müminler onlara galip gelecektir. Bu onların hem Ölüleri hem de dirileri için büyük bir kayıp ve ağır bir pişmanlık sebebidir. Ölen yok olmuş gitmiş, mallan, yağma edilmiş ve ebedi olarak kalacağı azabın içine girmeye acele etmiştir, Sağ kalanlar ise mallannı kaybetmiş, hezimete uğramış, hor ve hakir olarak geri dönmek zorunda kalmıştır. En sonunda hepsi de topla­nıp cehenneme sürükleneceklerdir.

Kureyş kâfirleri Bedir savaşında mağlup olunca, savaştan sağ olarak kurtulanlar Mekke'ye dönmüşler ve şöyle demişlerdir. "Ey Kureyş topluluğu, Muhammed ileri gelenlerinizi öldürdü. Bize malarınızla yardım edin tekrar sa­vaşarak yaptıklarının intikamını alalım."

Said b. Cübeyr diyor ki: "Bu âyet-i kerime Ebu Süfyan hakkında nazil ol­muştur Ebu Süfyan, Uhut savaşında, soyu sopu belli olmayan kanşık insanlar­dan iki bin kişi kiralamış ve Resulullaha karşı savaşmıştır. Bu ayet işte o günkü durumu tasvir etmektedir.

Zühri, Muhammed b. Yahya, Asım b. Amr, Husayn b. Abdurrahman ve Amr b. Said b. Muaz demişlerdir ki: "Müslümanlar, Bedir savaşında Kureyş kâfirlerinden ileri gelenlerini öldürüp kuyuya doldurmaları üzerine, geriye kalan perişanları Mekke'ye döndüler. Ebu Süfyan da ticaret kervanıyla Mekke'ya var­mıştı. Kureyşlilerden Rabia'nın oğlu Abdullah, Ebu Cehilin oğlu îkrime ve Ümeyye b. Halefin oğlu Safvan gibi babalan, oğulları ve kardeşleri Bedirde öl­dürülenler, Ebu Süfyanın ve kervanında eşyası bulunan diğer Kureyşli tüccarla­rın yanına gittiler. Onlara: "Ey Kureyş topluluğu Muhammed sizi helak etti. Seçkinlerinizi öldürdü. Siz bu kervan malıyla, onun taraflanna karşı bize yar­dım edin. Ola ki biz, ölenlerimizin intikamını onlardan ahnz." dediler. Onlar da bunların isteklerini yerine getirdiler. İşte bunun üzerine Allah Teala bu âyet-i kerimeyi indirdi. [52]

 

37- Bu, Allah'ın, murdarı temizden ayırması, murdarların hepsini birbiri üstüne yığıp cehenneme atması içindir. İşte hüsrana uğrayanlarlar onlardır.

Kâfirler cehennemde bir araya getirilirler ki Allah, murdar olan hafırleri, temiz olan müminlerden ayırmış olsun. Müminler cennete kâfirler ise cehenne­me yerleşsin. Ve Allah, kâfirleri üstüste yığıp hepsini bir yere biriktirsin. So­nunda onlan cehenneme atsın. İşte tamamen zarara uğrayanlar bunlardır. Zira, dünya malını harcayarak âhiret azabını satın almışlar ve bu harcamalanyla ken­dilerini rezil etmişlerdir.

Âyet-i kerime'de, müminlerin kâfirlerden ayırdedilmesi zikredilmemek­tedir. Bir kısım müfessirlere göre bu iş âhirette olacaktır. Nitekim Allah Teaîa başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır!

"Kıyamet koptuğu gün, işte o gün, müminlerle kâfirler birbirlerinden ay-nhrlar. [53] "Ey mücrimler, bugün müminlerden ayrılan. [54] "Kıyamet günü bütün insanları bir araya toplarız. Sonra Allah'a ortak koşanlara şöyle deriz: "Siz ve Allah'a ortak koştuklarınız, yerinizden kımıldamayın." Sonra müşrikler­le ortak koştuklannı birbirlerinden ayınnz. Kendilerine tapanlara şöyle derler: "Siz, bize tapmıyordunuz. [55]

Bir kısım âlimlere göre ise, kâfirlerin müminlerden ayırdedilmesi, daha tlünyadaken de cihat ve benzeri yollarla gerçekleşmiş olabilir. Bu hususuta da şöyle bu yurul m aktadır: "İki topluluğun karşılaştığı günde size gelen musibet, Allah'ın izniyledir. Ve müminleri ortaya çıkarması, münafıkları da belirtmesi içindir. [56] "Yoksa Allah, içinizden cihad edenleri belirtmeden ve sabredenleri onaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz? [57]

 

38- Ey Muhammcd kâfirlere söyle, eğer kötülüklerinden vaz geçer­lerse geçmiş günahları bağışlanacaktır. Şayet yine kötülüğe dönerlerse, geçmiş ümmetlerin başına gelen felaketler gözler Önündedir.

Ey Muhammed, o mişriklere de: "Eğer inkârlarından, Peygamber ve mü­minlerle savaşmaktan vaz geçerlerse onlann geçmiş günahları bağışlanır. Şayet tekrar inkarcılığa ve savaşmaya dönerlerse, Peygamberlerimi yalanlayanları he­lak ettiğime dair sürgelen konunlanmı göz önünde bulundursunlar. Onları da aynı akıbete uğratırım. [58]

 

39- Hiçbir fitne kalmayincaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya ka­dar onlarla savaşın. Eğer kötülükten vaz geçerlerse, şüphesiz ki Allah, on­ların yaptıklarını çok iyi görür.

Ey müminler, kâfirlerle savaşın ki ortada şirk kalmasın, sadece Allah'a kulluk edilsin. Allah'ın kulları fitneye düşmekten kurtulsun. Yeryüzünde sadece Allah'ın dini hakim olsun. Eğer kâfirler, Allaha ortak koşmaktan ve onu inkâr etmekten vaz geçer de hak dine dönerlerse şüphesiz ki Allah, onlann yaptıkları­nı çok iyi görendir. Kullarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli değildir.

Âyet-i kerimede zikredilen "Fitne"den maksat, Allah'a ortak koşmak ve inkarcılığa düşmektir. Allah Teala âyet-i kerimede müminlerin, dinlerinden çı­karılıp şirke ve inkara düşürülmeden için ve sadece Allah'a ibadet etmeleri ve onu bilrelemeleri için savaşmaları emredilmiştir.

Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki: "Allah Teala, Resulullah'a peygam­berliği verince o kavmini hidayet ve nur olan dine çağırdı Kureyş'liler buna kar­şı, önceleri sert davranmadılar. Ancak Resulullah onlann tağutlanm reddedince müşrikler sertleştiler, Resulullaha tabi olan müminleri dinlerinden çıkarıp tekrar sirke düşürmeye çalıştılar. Bunun üzerine Resulullah müminleri Habeşistana hicret ettirdi. Müşrikler gevşediler. Habeş ist andaki müslümanlar, Mekkede du­rumunu sakin olduğu ve dinlerinden çıkmayan zorlarım ay ac aklan kanaatıyla Mekke'ye döndüler. Bu sırada Medine'de de müslümanlar çoğalmaya başlamış­tı. Bu durum, müşrikleri tekrar kızdırdı. Onlar, müminleri dinlerinden döndür­meye çalıştılar. Resusullah bu sefer de müminlere, Medine'ye hicret etmelerini emretti. Daha sonra ise kendisini hicret etmesine izin verildi. Ardından müminlere, kâfirlere karşı savaşma emri geldi. Tâ ki müminleri, tekrar Allah'a ortak koşma fitnesine düşürmesinler. [59]

 

40- Eğer yüz çevirirlerse, bilin ki, Allah, sizin dostunuzdur. O, ne güzel dost, ne güzel yardımcıdır.

Şayet kâfirler, inkârlarından ve size karşı savaşmaktan vaz geçmeyip da­vetinizden yüz çevirecek olurlarsa bilsinler ki Allah, sizin dostunuzdur. Kâfirlere karşı size yardım eder. O halde kâfirlerle savaşın. Allah, ne güzel dost ne güzel yardımcıdır. [60]

 

41- Eğer Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşı­laştığı o gün, kulumuz Muhammed indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız bilin ki savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın, Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye kadirdir.

Allah Teala âyet-i kerime'de, müminlerin, aldıkları ganimetleri nasıl taksın edeceklerini beyan ediyor:

Müfessirler, bu âyette zikredilen ganimetle Haşr suresinde zikredilen "Fey" kelimesinin aynı anlamamı yoksa farklı anlamlara mı geldikleri hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Atâ b. Saib'e göre ganimet, düşmandan zorla alınan mal'dır. "Fey"r ise yine düşmandan zorla alınan arazidir.

b- Süfyan es-Sevriye göre ise "Ganimet" müslumanların kâfirlerle sava­şarak zorla aldıkları şeylerdir. İşte bunlar, beş'e taksim edilir. Dördü cihada katı­lan gazilere taksim edilir. Bir'i ise bu âyette belirtilen kimselere, veriler. "Fey1" ise müslümanların, savaşmaksızm, sulh yoluyla düşmndan aldıkları mallar-dır.Bu beş'e bölünmez hepsi bu âyette zikredilen kimselere verilir.

c: Katadeye göre ise ganimet ve fey, aynı anlama gelmektedir. Bu itibarla bu âyet-i kerime, Haşr suresinde "Fey' "in hükmünü beyan eden yedinci âyeti neshetmiştir. Böylece sulh yoluyla alınan mallar dahi beşe bölünür. Dördü, sa­vaşan müminlere verilir. Bir'i ise bu âyette beyan edilen kimselere verilir. Hal­buki Haşr suresinde, savaşanlara herhangi bir şey verilmeksizin, elde edilen Fey'in tümünün, Allah'a peygambere yakınlara yeminlere, yoksullara ve yolda kalmışlara verileceği beyan edilmiştir.

Taberi diyor ki: "Ganimet, müslümanların, galip gelerek ve savaşarak al­dıkları mallardır. Fey' ise müşriklerle savaşmaksızm, sulh yapılarak alınan mal­lardır. Bu itibarla bu âyet-i kerimenin, Haşr suresinde zikredilen fey' ile ilgili âyeti neshettiğini söylemek isabetli değildir. Zira herbirinin hükmü diğerinden ayrıdır. Birbirleriyle çelişmemektedirler.

Âyet-i kerime'de "Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah'ın Peygamberi ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır." buyuru İm aktadır.

Müfessirler, âyet-i kerjme'nin bu bölümünü çeşitli şekillerde izah etm-mişlerdir.

a- Hasan-ı Basri, Abdullah b. Abbas, İbrahim en-Nehaî, Katade ve Ata'ya göre: "Âyet-i kerime'de Allah Teala'nin ismi hürmeten başta zikredilmiştir. Zira her şey zaten Allah'ındır. Bu sebeple AIlahTeala için özel bir pay ayrılması söz konusu değildir. Allah ile Resulullah'm payı aynı şeydir. Buna göre ganimetin tamamından ayrılacak beşte bir, altıya değil beş'e bölünecektir.

b- Ebul Âli'yeye göre ise ganimetin beşte biri de altıya bölünerek, bir'i Allah için ayrılır, bu da Kâbeye verilir. O diyor ki: "Resulullah'a savaş ganimeti getirildiğinde onu beşe böler, dördünü savaşa katılanlara verir, geriye kalan beş­te birinin ise üzerine elini koyar ve avucunu dolduracak kadar alır onu Kâbeye tahsis ederdi. İşte beşte bir'den Allah'ın hissesine ayrılacak olan bu idi. Geriye kalan kısmı, Resulullah tekrar beşe böler, birini kendisi alır, birini akrabalarına, birini yetimlere, birini yoksullara ve birini de yolda kalmışlara verirdi.

c- Ali b. Ebi Talha'nın Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre ise, Allah'ın, Resulullah'm ve Resul lah'm akrabalarının paylan aynı şeydir. Bu hu­susta Ali b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'dan şunu rivayet etmiştir. "Savaş ganimeti beşe bölünürdü. Dördü savaşanlara verilir, beşte biri ise tekrar dörde bö­lünürdü. Biri Allah'a ve Resulullah'a tahsis edilirdi. Bu pay, Resulullahm akra­balarına verilirdi. Resulullah bu beşte bir'den hiçbir şey almazdı. Kalanın dörtte biri yetimlere, dörtte biri yoksullara ve dörtte biri de yolda kalmışlara verilirdi.

Taberi diyor, ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, birinci görüştür. Ga­nimetin tümü beş'e taksim edilir. Bunun dördü, savaşan mücahitlere verilir. Beşte biri ise tekrar beşe bölünür, bunun da biri Resulullah'a diğeri akrabaları­na, bir diğeri yetimlere dördüncüsü yoksullara beşincisi ise yolda kalan yolcula­ra verilir. Âyette Allah Telala'nın isminin zikredilmesi ise hürmet içindir. Mese-le'ye giriş mahiyetindedir. Bu itibarla ganimetin beşte birinden, Allah için özel bir pay ayrılması söz konusu değildir. Nitekim Katade ve Yahya b. el-Cezzar, bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.

Âyet-i kerime'de geçen ve ganimetin beşte birinden pay alma hakkı oldu­ğu zikredilen "Yakmlar"dan kimlerin kastedildiği hususunda müfessirler çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Mücahid, Ali b. el-Hüseyin ve İbn-i Cüreyce göre burada zikredilen "Yakınlar"dan maksat Haşimoğullarından, Resulullah'ın akrabalarıdır. Bu hu­susta Mücahid demiştir ki: "Resulullah ve ehH beyti, sadaka yemiyorlardı. Bu sebeple Allah onlara, ganimetin beşte birinin beşte birini tahsis etti.

b- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredi­len "Akrabalar"dan maksat, bütün Kureyşlilerdir. Bu hususta Said el-Makburi diyor ki: "Necde, Abdullah b. Abbasa, "Yakınîar"ın kimler olduklarını öğren­mek için bir mektup yazdı. Abdullah b. Abbas da ona bir cevap yazarak dedi ki: "Biz diyorduk ki: "Akrabalar biziz. Fakat kavmimiz bunu bize tahsis etmekte direttiler ve dediler ki: "Bütün Kureyşliler akrabadır."

c- Katadeye göre ise bu âyette zikredilen akrabaların, ganimetten olan pa­yını Resulullah alıp tasarrufta bulunuyordu. Onun vefatından sonra ise bu pay, Ulül-Emir'e verildi.

d- İmanı Şafii'nin de katıldığı diğer bir kısım âlimlerin görüşüne göre ise burada zikredilen "Akrabalar"dan maksat, Haşimoğullan ve Muttaliboğullandır. Bu hususta Cübeyr b. Mut'im demiştir ki: "Resulullah, Hayber ganimetlerinden akrabalara olan payı, Haşimoğullanna ve Muttaliboğullarına verince ben ve Os­man b. Affan ona gittik ve dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, şunlar Haşimoğullan, senin kardeşlerin. Allah seni, onlann arasından, Peygamber seçerek onlara üs­tün kıldığını inkâr edemeyiz. Kardeşlerimiz Muttaliboğulan hakkında ne der­sin? Ganimeti onlara verdin bizi bıraktın. Halbuki bizimle onlar, sana yakınlık bakımından aynı derecedeyiz." Resulullah buyurdu ki: "Onlar bizden ne cahili-ye döneminde aynldılar ne de İslam döneminde. Haşimoğullan ile Muttaliboğullan aynıdır." Sonra Resulullah, bir elinin parmaklarını diğer elinin parmakla­rına geçirerek onların bir olduklarını ifade eder şekilde bize gösterdi.

Taberi diyor ki: "Akrabaları hakkında zikredilen bu son görüş tercihe şa­yandır. Zira bu hususta Resulullah'tan rivayet edilen hadis sahihtir.

Taberi, sözlerine devamla diyor ki: "İlim ehli, Resulullah'ın vefatından sonra, ganimetin beşte birinden, Resulullah'a ve akrabalarına verilen iki payın ne yapılacağı hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehaiye göre ganime­tin beşte birinden Resulullah'a ve akrabalarına Resullah sağ iken verilmiş olan iki pay, Resulullahm vefatından sonra, İslama ve müslümanlara yardıma harca­nır. Bu hususta Dehhak, Abdullahb. Abbas'tn şunian söylediğini rivayet etmiş­tir. "Ganimetin beşte birinde zikredilen, Allah'ın payı ile Resulullahm payı, tek bir pay kabul edilmiş bu pay ile akrabaların payı, orduyu teçhiz etmek için, at, silah gibi şeylerin alınmasına harcanmıştır. Yetimlerin, yoksulların ve yolda kalanların paylan ise kendileri dışında kimseye verilmemiştir." Bu hususta Hasan-ı Basri demiştirki; "Resulullah'ın vefatından sonra,  savaş ganimetinden, Resul-lah'a ve akrabalarına verilen payın ne yapılacağı hususunda sahabe arasında ih­tilaf çıkmış, bazıları: "Resulullah'm hissesi Halife'ye verilsin." demiş bazıları ise; "Bu hisse Resulullah'in akrabalarına verilsin" demiş, diğer bazıları da: "Re­sulullah'ın hissesi Halifeye, akarabalanna verilen hisse de Halife'nin akrabaları­na verilsin." demiş ve neticede Resulullah iîe akrabalarının hissesisinin, Allah yolunda savaşanlar için savaş araç ve gereçleri almaya harcanmasına karar ve­rilmiştir. Hz. Ebubekir ve Ömer'in Hilafetleri döneminde uygulama böyle yapıl­mıştır.

Ali b. Ebi Talha da bu hususta Abdullah b. Abbas'ın, şunları söylediğini rivayet etmiştir. "Ganimet beş'e bölünürdü." Beşte dördü savaşan Mücahidler'e verilirdi. Beşte biri ise tekrar dörde bölünürdü. Allah'ın ve Resulü'nün paylan, Resulullah'ın akrabalarına veriliyordu. Resulullah, ganimetin beşte birinden hiç­bir şey almamıştı. Resulullah vefat ettikten sonra ise Ebubekir, akrabaların pay­larını müslümanlara verdi. Onunla Allah yolunda cihad edenlere binek temin ediyordu. Çünkü Resulullah:

"Biz Peygamberler topluluğu miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır." buyurmuştur[61]

b- Hz. Ali ve Katadeden rivayet edilen diğer bir görüşe göre Resulul­lah'ın ve akrabalarının, ganimetin beşte birindeki paylan, müslümanlann ulül-Emrine verilir.

c- Iraklı âlimlerden bir topluluk ise ganimetin beşte birinin, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolculara taksim edileceğini, Resulullah'ın payının da bunlara verileceğini söylemişlerdir.

d- Abdullah b. Muhammed b. Ali ve Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabi-din'e göre ise, ganimetin beşte birinin tümü, Resulullah'ın akrabalarına verilir. Âyette zikredilen, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolculardan maksat, Resu­lullah'ın akrabalanndan bu durumda olanlardır.

Taberi diyor ki: "Tercihe şayan olan görüş şudur. Resulullah'ın, ganime­tin beşte birindeki payı, beşte bir'in içinde bırakılır ve bu beşte bir de eşit pay­larla dörde aynlır ve bu beşte bir pay akrabalara, diğer bir pay yetimlere, üçün­cü pay yoksullara, dördüncü pay da yolda kalan yolculara verilir. Zira, Allah Teala'nm, kendilerine ganimetten pay verileceğini beyan ettiği kimselerden pay-lannı alıp başkalanna vermeye kimsenin hakkı yoktur.

Taberi, sözlerine devamla diyor ki: "Âyette geçen "Yetim"lerden maksat müslümanlann ihtiyaç içinde bu lunanl andır. "Yolda kalarTdan maksat da, yol­culuk yaparken yoksul düşüp yoluna devam edemeyen'dir.

Âyet-i kerimede geçen ve "Hak ile bâtılın ayrıldığı gün" diye tercüme edilen ifadesinden maksat, Bedir savaşının yapıldığı

gün'dür. Allah bugünde, hak üzere olan müminleri, bâtıla saplanmış olan kâfirlere galip getirerek hakkı bâtıldan ayınnış bu nedenle o güne bu isim veril­miştir. Nitekim Abdullah b. Abbas, Mücahid, Urve b. Zübeyr, Miksem ve Hz. Hasan bu ifadeyi bu şekilde izah etmişlerdir. [62]

 

42- Hatırlayın o zamanı ki, siz vadinin en yakın tarafında, onlar ise en uzak tarafında, kervanın süvarileri de sizin daha aşağınızda idiler. Eğer düşmanla daha önce sözleşmiş olsaydınız, tayin edilen vakitte ihtilafa dü­şerdeniz. Fakat Allah, olması gereken bir emri yerine getirmek için sizi aniden buluşturdu ki helak olan da açıkça delili gördükten sonra helak ol­sun.Yaşayan da açıkça delili gördükten sonra yaşasın. Şüphesiz ki Allah, çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Ey müminler, hatırlayın o zamanı ki siz, Bedirde vadinin Medine'ye en yakın olan tarafından idiniz. Düşmanlarınız ise vadinin Mekke'ye uzak olan ta-rafmdaydılar.Şamdan gelen Ebu Süfyan ve arkadaşlarının bulunduğu kafile ise sizden aşağıda ve deniz tarafında bulunuyordu. Eğer sizler, düşmanlarınızla an­laşarak, orada buluşmaya karar verecek olsaydınız, vereceğiniz kararda ihtilaf eder ondan cayardınız. Zira hem yeriniz müsait değildi hem de onlar, sayıca çokluktu. Sizler az idiniz. Fakat Allah Teala kudretiyle, İslâm'ı ve Müslümanla­rı aziz kılmak, inkârı ve taraftarlarını da alçaitmak için, sizleri haberiniz olma­dan bir araya getirdi. Allah bunu böyle yaptı ki, helak olacak olan da, açıkça de­lili gördükten sonra helak olsun. Yaşayacak olan da açıkça delili gördükten son­ra yaşasın. Şüphesiz ki Allah, sözlerinizi çok iyi işiten, halinizi çok iyi bilendir.

Âyet-i Kerime, müminlerin, Bedir vadisinin su bulunmayan, çorak ve savaşa elverişli olmayan bir yerinde bulunduklarını, buna mukabil müşriklerin, vadinin, su bulunan müsait bir yerinde bulunduklarını işaret ediyor. Ve bunu şöyle ifade ediyor: "Eğer burada düşmanla buluşmak için sözleşmiş olsaydınız ve size yine burası düşseydi mutlaka anlaşmazlığa düşer, burayı istemezdiniz."

Aslında Allah, size yardımını göstermek için durumu böyle takdir etmiş­tir. İstiyordu ki mağlup olan, açıkça mağlup olduğunu ve her türlü tedbire rağ­men yenildiğini, galip gelen de az bir kuvvetle büyük bir kuvveti yenmiş oldu­ğunu açıkça görsün. [63]

 

43- O zaman Allah, uykuda onları sana az gözetiyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi başarı elde edemezdiniz ve savaş konusunda aranızda tartışırdınız. Fakat Allah sizi bundan kurtardı. Şüphesiz ki Allah, kalblerin özünü çok iyi bilendir,

Ey Muhammed hatırla o zamanı ki, Allah, arkadaşlarının, düşmanlarıyla savaşırken moralleri yüksek olsun diye, düşmanlarının sayısını uykunda sana az gösterdi. Sen de arkadaşlarına, düşmanın sayısının az olduğunu söyledin. Şayet onları sana çok olarak gösterseydi sen de onların çok olduğunu bildirecek olsay­dın, arkadaşların korkar onlarla savaşmazlardı. Dolayısiyle basan elde edemez­diniz ve bu konuda tartışmaya girerdiniz. Fakat Allah, senin karkadaşlannı böy­le bir duruma düşmekten kurtardı. Çünkü o, göğüslerin Özünü ve oralarda nele­rin gizli olduğunu çok iyi bilendir. [64]

 

44- O gün, düşmanlarla karşılaştığınızda, Allah, olması gereken emri yerine getirmek için, onları sizin gözlerinize az gösteriyordu. Sizi de onla­rın gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döndürülür.

Hatırlayın, sizler, Bedir savaşında düşmanlarımızla karşı karşıya geldiği­niz zaman, kendinize güveniniz gelsin diye Allah, düşmanlarınızı sizin gözünü­ze az gösteriyordu. Düşmanlarınız da gereği kadar tedbirli olmasınlar diye, sizi de onların gözüne az gösteriyordu. Böylece Allah, olması gerekeni yapmış, mü­minleri galip getirmiş, Allah'ın emri yücelmiş, kâfirlerin sözleri ise ayaklar altı­na düşmüştür.

İşte burada olduğu gibi, her yerde ve her zaman, bütün işlerin sonucu, Al­lah'ın takdirine bağlıdır. Onun dilemesiyle olmaktadır.

Abdullah b. Mes'ud diyor ki: Bedir savaşının yapıldığı günde düşman­lar bizim gözümüze o kadar az gösterilmiştir ki yanımızdaki arkadaşıma: "Ne dersin bunlar yetmiş kişi varı mı? diye sordum. O da: "Kanaatimce bunlar yüz kişidir." demişti. Nihayet onlardan bir kişiyi esir ettik ve ona kaç kişi oldukları­nı sorduk. O da "Biz, bin kişi idik." dedi.

Süddi diyor ki: "Müşriklerden bir kısım insanlar dediler ki: "Ticaret ker­vanı kurtulmuş, biz de dönüp gidelim." Ebul Cehil ise demiştir ki: "Şimdi mi? Muhammed ve arkadaşları size göründükten sonra mı? Onların kökünü kazıma­dan geri dönmeyin. Ey kavim.siz onları silahlarla öldürmeyin. Onları yakalayın ve iplerle bağlayın." Evet Ebucehil kendisine çok güvenmiş fakat neticede Be­dirdeki kuyuya atılmıştır. [65]

 

45- Ey iman edenler, bîr düşman topluluğu İle karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça zikredin. Gerekir ki kurtuluşa erersiniz.

Ey iman edenler, savaşta herhangi bir kâfir toplulukla karşılaştığınız za­man, savaşmakta kararlı olun, düşmanın önünden kaçmayın. Kalblerinizle ve dillerinizle Allahi çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz ve muzaffer olasınız,

Abdullah b. Ebi Evfa diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.), düşmanlarıyla karşılaştığı günlerin birinde, güneş te­pe noktasından biraz eğilinceye kadar bekledi, sonra ayağa kalkıp şöyle buyur­du: "Ey insanlar, düşmanla karşı karşıya gelmeyi temenni etmeyin. Allah'tan afiyet dileyin. Şayet düşmanlarınızla karşılaşacak olursanız da sabredin ve bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır." Resulullah, sonra Allah'a şöyle dua etti. "Ey kitabı indiren, bulutlan yürüten, kafir ordularını mağlup eden Allah'ım, sen, bunları mağlup et. Onlara karşı bizi muzaffer kıl. [66]

Ayet-i kerime'nin sonunda: "Allah'ı çokça zikredin ki başarıya ulaşasi-nız." Duyurulmaktadır. Bu hususta Katade diyorki: "Allah sizlere kılıçlarla vu­ruştuğunuz, en çok meşgul olduğunuz durumda bile bşarıya ulaşmanız için, kendisini anmanızı farz kılmıştır." [67]

 

46- Allaha ve Resulüne itaat edin, Birbirinizlc çekişmeyin. Yoksa ba­şarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin. Şüphesiz ki Allah, sab­redenlerle beraberdir.

Allah Teala, müminlere, savaşırken de Allaha ve Resulüne itaat etmele­rini, emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmalarını emretmekte böylece Allah'ın, kendilerine yardım etmesini hak edeceklerini beyan etmektedir. Ayrıca Allah Teala müminlere, birbirlerine kenetlenmeleri gereken savaş halinde ihtilafa düş­memelerini, aksi takdirde birlik ve beraberliklerinin zedelenerek güçlerinin gi­deceğini, dolayısıyle sabretmeleri görektiğini, zira Allahın, sabredenlerle bera­ber olacağını bildirmektedir[68]

 

47- Sakın, memleketlerinden böbürlenerek, insanlara gösteriş yapa­rak çıkan ve başkalarını Allahın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını ilmiyle çepeçevre kuşatmıştır.

Ey iman edenler, sizler, evlerinizden, böbürlenerek, insanlara gösteriş ya­parak savaşa çıkan ve insanların İslama girmelerine engel olan kâfir Kureyş or­duları gibi davranmayın. Allah, onlann yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmış­tır. Ve kendilerini ona göre cezalandıracaktır.

Âyet-i kerime, Bedir savaşında, Resulullah ve müminlele savaşmak için şımarık bir şekilde yola çıkan Kureyş kafirlerine ve Ebu Cehilin şu sözleri­ne işaret etmektedir: "Müşriklerden bazıları "Şamdan gelen kervan, müslüman-lann saldırısına uğramadan sağ selim Mekke'ye ulaştı artık geri dönelim." de­mişler Ebu Cehil ise bu teklife şöyle karşılık vermiştir. "Vallahi Bedir'e gidip orada içki içip, develeri keserek yemedikçe, cariyeleri oynatıp eğlenmedikçe, Arapların, bizim bu halimizi duyarak bizden çekinmeye devam etmelerini sağ­lamadıkça geri dönmeyeceğiz." [69]

 

48- O zaman şeytan, onların yaptıklarım kendilerine güzel göstermiş "Bu gün insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka si-. n yanınızdayım." demişti, İki topluluk birbirine görününce de geri dönüp "Ben, sizden uzağım. Ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben, Al-lahtan korkuyorum. Allanın cezası pek şiddetlidir." demişti.

Ey müminler, o zamanı hatırlayın ki. şeytan, kâfirlere, Allah'ın Resulü ve müminlere karşı savaşmalarını süslü göstermiş ve onlara şöyle demişti: "Bu gün, insanlardan kimse size galip gelecek değildir. Müsterih olun, sevinin. Şüp-^'siz ki ben de sizin yardımcınızı m. Onlara engel olurum. Muhammed'den ve arkadaşlarından korkmayın."

Fakat ne zaman ki Allah erleriyle Şeytanın güruhu karşılaştı, birbirlerini gördüler. Şeytan, gerisin geri dönüp kaçıverdi. Bu defa da müşriklere şöyle de­meye başladı. "Ben, size yardımcı olabilirim." diye verdiğim sözden caydım. Zira ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Müslümanlara yardım etmek için gökten Melekler iniyor. Siz, bunu görmüyorsunuz. Aynca ben, Allah'ın ce­zalandırmasından korkuyorum. Zira, Allah'ın, kendisine karşı gelenlere verdiği ceza pek şiddetlidir."

Abdullah b.Abbas diyor ki: "Bedir savaşının yapıldığı gün İblis, şeytanlardan oluşan bir ordunun içinde, elinde sancak bulunduğu halde Müdlic oğulla­rından şair, Süraka b. Mâlik'in şeklinde çıkıp geldi ve müşriklere dedi ki: "Bu­gün insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka sizin yanınız­dayım." dedi. İnsanlar, savaş için mevzilenince Resulullah, bir avuç toprak alıp onu müşriklerin yüzüne serpti. Onlar da gerisin geri dönüp kaçmaya başladılar. Bu sırada Cebrail îblis'e geldi. İblis onu görünce elini, müşriklerden birinin eli­ne vermiş durmaktayken elini çekip aldı. Kendisi ve taraftarları gerisin geri kaç­maya başladılar. Elini tutan adam ona: "Ey Süraka, sen bizim yanımızda olaca­ğını söylüyordun" dedi. İblis'te dedi ki: "Ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyo­rum. Ben Allah'tan korkuyorum. Zira Allah, cezalandırması şiddetli olandır."

Bu hususta Talha b. Ubeydullah diyor ki: s

"Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şeytan hiçbir gün Arefe günündekinden dah azelil daha tardedilmiş, daha hakir ve daha öfkeli görülmemiştir. Bu da onun Allanın rahmetinin indiğini ve Allanın, büyük günahların cezasından vaz geçtiğini görmesindendir. Ancak ona Bedir gününde gösterilen bundan müstes­nadır." Denildi ki: "Ey Allanın Resulü, o Bedir günü ne gördü? Resulullah bu­yur du ki: "Dikkat edin, o Cebrailı gördü, Cebrail, melekleri mevzii end iriyor­du. [70]

 

49- Yine o zaman münafıklar ve kalblcrindc hastalık bulunanlar, müminler için "Bunları dinleri aldattı." diyorlardı. Kim, Allah'a güvenip tevekkül ederse bilsin ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibi­dir.

Yine o zaman münafıklar ve kalblerinde İslâm dininde şüphe etine hasta­lığı bulunan kimseler, Müslümanlar aleyhine "Bunları dinleri aldattı da, kendi sayılarının az, düşmanlarının ise çok olmasına rağmen savaşa giriştiler." demiş­lerdi. Halbuki önemli olan sayı değildir, İman gücüdür. Zira, kim Allaha tevek­kül eder ve ona güvenirse şüphesiz ki Allah, onu muhafaza eder ve ona yardım eder. Allah, he şeye galiptir ve hüküm ve hikmet sahibidir.

Müminlere "Bunları dinleri aldattı" diyen insanlar, münafıklar, bir de Mekkeli müşriklerden, müslüman olup ta henüz İslam, kalblerinde karar kılma­mış olan kimselerdir. Bunlar, müşriklerle birlikte Bedir savaşına katılmışlar, müslümanların sayılarının az olduğunu görünce de "Bunları dinleri aldattı." de­mişlerdir. Bu hususta Mücahid diyor ki: "Bu sözü söyleyen, Kureyş'ten bir top­luluktur. Bunlar da Kays b. Velid b. Muğire, Ebu Kays b. Fâkih b. Muğire, Ha­ris b. Zem'a, Ali b. Ümeyye b. Halef,"Âsi b. Münebbih b. Haccac'dır. Bunlar, Mekke'den Kureyş'lilerle birlikte tereddüt halinde çıkıp geldiler. O tereddütlü halleri, bunları yavaşlatıyordu. Fakat bunlar, Resulullah'ın sahabilerinin sayıla­rının azlığına ve düşmanlarının sayılarının da çokluğuna rağmen bunu yapmaya gelmişler" dediler. [71]

 

50- Melekler: "Tadın azabı" diyerek kâfirlerin yüzlerine ve arkaları­na vurarak canlarını alırken bir gorseydin.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bedir savaşında müşrikler Müslümanlara hücum ettiklerinde, Melekler onların yüzlerine, geri döndüklerinde kıçlarına kı­lıçlarla vuruyorlardı." [72]

 

51- İşte bu, kendi ellerinizle yaptıklarınızın cezasıdır. Yoksa Allah, kullarına asla zulmetmez.

Ey kâfirler, Bedir savaşında size verilen bu ceza, kendi ellerinizle yaptık­larınızın cezasıdır. Yoksa Allah, sebepsiz yere hiçbir kuluna ceza vermez.

Diğer bir âyet-i Kerime'de de şöyle buyurulmaktadır: "Başınıza gelen bir rmusibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzyündendir. Allah, işle­diklerinizin bir çoğunun da affeder. [73]

 

52- Bunların davranışı da tıpkı Firavun ailesi ve ondan önce geçmiş olanların davranışı gibidir. Onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler de Allah da onları, günahlarından dolayı yakaladı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlü ve cezası çok şiddetli olandır.

Ey Muhmmad.seni ve sana gönderilenleri nifcâr eden bu müşriklerin hali, Firavun ailesi ve onlardan Önce geçen inkarcıların hali gibidir. Onlar, Allanın âyetlerini, mucizelerini ve Peygamberini inkâr etmişlerdi. Allah da işledikleri günahlar sabebiyle onları cezalandırmıştı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür. Kimse onun cezasından kurtulamaz. Cezası pek çetindir, başkasının cezasına benzemez. [74]

 

53- Çünkü bir kavini, kendi davranışlarını değiştirmedikçe, Allah, onlara verdiği nimeti değiştirmez. ŞüpSıîsiz kî Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir,

Biz Kureyş müşriklerini cezalandırdık. Çünkü onlar bizim kendilerine vermiş olduğumuz nimetleri değiştirdiler. Gönderdiğimiz peygamberi yurdun­dan çıkardılar. Bir topluluk kendi ahlak ve davranışlarım değiştirmedikçe Biz,

onlara vermiş olduğumuz nimetleri değiştirmeyiz. Zira biz, hiç kimseye sebep­siz yere ceza vermeyiz. [75]

 

54- Onların tutumu, Firavun ailesi ve ondan önce geçmişlerin tutu­mu gibidir. Onlar, rablcrinin âyetlerini yalanlamışlardı. Biz de işledikleri günahları yüzünden kendilerini helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğ­muştuk. Hepsi de zalimdiler.

Bu müşfiklerin âdet ve davranışları, Firavun ailesi ve onlardan önceki kâfir toplulukların davranış ve âdetleri gibidir. Onlar, rableri olan Allah'ın âyetlerini, Peygamberlerini ve delillerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yü­zünden onların bazılarını şiddetli bir çığlıkla, bazılarını yere geçirerek, bazıları­nı da şiddetli bir kasırga ile helak ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Bi­zim helak ettiğimiz bu ümmetlerin hepsi de, Allahm Peygamberlerini yalanla­yıp, âyetlerini inkâr ederek kendilerine zulmeden kimselerdi. [76]

 

55-  Allah nezdinde canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Onlar iman etmezler.

Allah katında, yeryüzünde hareket eden canlıların en şereflisi, Allahm birliğini inkâr edip, ondan başkasına tapan kâfirlerdir. Onlar, Allah'ın indirdiği vahye iman etmezler.

Bu âyet-i kerime, Beni Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bu kabilenin ileri gelenlerinden Kâb'b b. el-Eşref ve taraftarları, Resulullah'a karşı savaşmayacaklarına dair bir antlaşma yapmışlar fakat Hendek savaşında bu antlaşmayı bozarak Resulullah'ın düşmanlarına arka çıkmışlardır.

Bundan sonra gelen âyet-i kerime de bu hususu açıklığa kavuşturmakta­dır.   [77]                                                                   

 

56- Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarım bozan kimselerdir. Onlar, Allah'tan korkmazlar.

Medinede bulunan Yahudiler sadece Hendek savaşında değil daha bir çok yerde antlaşmalarına riayet etmediler. Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Daha sonra yine antlaşmalar yaptılan fakat yine antlaşmalarına uyma­dılar. Bunların ne barizlerinden birisi de Hendek muharebesiydi. Onlar, bu yap­tıklarının cezasını da gördüler. [78]

 

57- Eğer savaşta onları yakalarsan, arkalanndakinî dağıtacak bir şe­kilde cezalandır. Belki ibret alırlar.

Eğer o ahitlerini bozanlardan birini savaşta yakalayıp esir alacak olursan, arkalannda bulunan diğer ahitlilere de ibret olsun ve dağılıp gitsinler diye onlan ağır bir şekilde cezalandır ki bir daha böyle bir şey yapmaya cesaret edemesin­ler, ibret alsınlar da verdikleri sözü bir daha bozmasınlar. [79]

 

58- Eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan, sen de aynı şekilde söz­leşmelerini bozarak üzerlerine at. Şüphesiz ki Allah, ihanet edenleri sevmez.

Ey Muhammed, Eğer aranızda düşmanlık bulunan bir kavmin, sana iha­net edeceğinden ve antlaşmayı bozmasından korkacak olursan, sen de onlara, antlaşmayı bozduğunu bildir. Böylece antlaşmanın bozulduğundan heriki taraf açıkça ve eşit şekilde haberdar olsun. Ve sen, ihanet etmiş olmayasm. Zira Al­lah, hainleri sevmez.

Taberi diyor ki: "Eğer denecek olursa ki: "Sırf düşmanın ihanetinden korkularak ahit nasıl bozulabilir? Çünkü bu bir zan'dır. Zan ise kesinlik ifade et­mez." Cevaben denilir ki: "Mesele senin anladığın gibi değil. Buradaki cümle­nin manası şudur "Düşmanın ihanet edeceği belirtisi sana belli olur ve onların sana saldıracaklarından korkacak olursan işte o zaman onların anlatlaşma!arını üzerlerine at ve onlara karşı savaş ilan et." Nitekim Resulullah Kureyza oğulla­rının, Ebu Süfyan ve müşriklerle, kendisine karşı yardımlaşmayı kabul etmele­rinden ve kendisine karşı savaşacaklar-rnı bildilrmelerinden sonra, onlarla olan antlaşmasını bozduğunu bildirmiştir. Müminlerle savaşı kesme atlaşması yapan bütün kavimler bu hükme tabidirler. Müslümanların halifesi, Kureyza oğulları­nın, Resulullah'a ve sahabilere yaptıkları ihanet gibi herhangi bir ihanet görecek olursa onlarla yaptığı antlaşmayı üzerlerine atıp bozabilir ve onlara karşı savaş ilan edebilir. [80]

 

59- Kâfirler, yakalarını kurtarıp kaçacaklarını sanmasınlar. Onlar, AI ki Ih âciz bırakamazlar.

Kâfirlerin, yakalarını Allah'tan kurtarmaları mümkün değildir. Allah onları mutlaka cezalandırır. Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyurulu-yor: "Yoksa kötülüklerde bulunanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarım mı sanıyor­lar? Ne de kötü hüküm veriyorlar! [81]

 

60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları ha­zırlayın ki bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınız ve daha bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutası-nız. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir ve siz, asla haksızlığa uğratılmazsınız.

Ey, Allaha ve peygamberine iman edenler, kendileriyle muahede yaptığı­nız ve muhadeyi bozup size ihanet edeceklerinden korluğunuz kafirler ve diğer bütün inkarcılar için gücünüzün yeniği kadar savaş araçları hazırlayın. Besili at-lpr yetiştirin ki bu araçlarla sizin de Allanın da düşmanı oian kâfirleri korku ta­sınız. Böylece size karşı savaşma cesaretini bulamasınlar. yine bu savaş araçla sizin bilmediğiniz ve Allanın bildiği münafıklar ve cinler gibi düşmanları­nızı da korkmasınız. Allah yolunda savaşmak'için mallarınızı harcayarak silah almanız halinde bu harcamalarınız boşa gitmeyecek, Allah, bunların karşılığını dünyada verecek, sevaplarını da âhirete saklayacak ve size hiçbir haksizlik ya­pılmayacaktır.

Ayei-i kerime'de, müsiümjmiann, kâfirlere karşı güçlerinin yettiği kadar kuvvet hazırlamaları emredilmiştir. Peygamber efendimiz bu kuvvet hakkın­da şöyle buyurmuştur: Ukbe b. Âmir diyorki:

"Ben Resulullah'ın, minberin üzerinde: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın." âyetini okuduktan sonra şöyle buyurduğunu işittim. "Dikkat edin, şüphesiz ki kuvvet, atmak'tır. Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet at-maktır.Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet atmaktır. [82]

Taberi diyor ki: " Resulullah'tan rivayet edilen bu hadis-i şerifte, âyet-i kerimede zikredilen kuvvet, "Atmak" olarakizah edilmiş ise de bu izahtan, kuv­vetin sadece "Atmak"tan ibaret olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü Resululah: "Kuvvet, sadece atmaktır, başka bir şey değildir." buyurmamaştır. Bu nedenle, kılıç, ok, mızrak ve düşmana karşı savaşmakta kullanılan her türlü silah âyettte geçen "Kuvvet" kavramı içine girmektedir. Kaldı ki Resulullah'tan zikredilen bu haberin senedi gevşektir."

Âyet-i kerimede "Bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allahın bildiği diğer düşmanları korkutasınız" buyurulmaktadır.

Müfessirler, Allahın bildiği, müminlerin İşe bilmediği bu düşmanlardan kimlerin kastedildiği hususunda dört görüş zikretmişlerdir.

a- Mücahide göre bunlardan maksat, Yahudi Kureyza oğullarıdır. Bedir savaşı yapıldığında onların düşmanlığı henüz ortaya çıkmamıştı.

b- Suddiye göre bu düşmanlardan maksat, Farslar'dır. Müslümanlar, Pars­larla savaşacaklarını o sırada tahmin etmiyorlardı.

c- Ibn-i Zeyde göre ise, müminlerin bilmediği bu düşmanlardan maksat, münafıklardır. Çünkü onlar, kelime-i şehadet getiriyorlar, hatta müminlerle bir­likte savaşlara katılıyorlardı. Bu nedenle düşmanlıkları bilinmiyordu,

d- Diğer bir kısım âlimlere göre ise burada zikredilen düşmanlardan mak­sat, cinlerdir.

Taberi bu son gomşüa tercihe düğünü söylemidir. Çünkü

Müminler, Kureyza oğlu Yahudilerin ve Farslarm müşrik olmaları hasebiyle kendilerine düşman olduklarını ve onlara karşı savaşabileceklerini biliyorlardı. Bu itibarla, âyette zikredilen bilinmeyen düşmanlar değillerdi.

Münafıklara gelince, her ne kadar bunlar düşmanlıkları bilinmeyen kim­seler idiyseler de müminlerin güçlerinin artması yüzünden korkacak kimseler de değillerdi. Münafıklar, müminlerin, kendilerinin iç yüzlerim bilmelerinden kor­kuyorlardı. Bu nedenle âyette zikredilen güç hazırlamadan dolayı korkmaları düşünülemezdi. O halde, âyette, müminlerin bilmedikleri zikredilen düşmanlar, insanların dışındaki düşmanlardır ki onlar da cinlerden olan düşmanlardır. Ni­tekim, atlarının kişnemelerinin cinleri korkuttuğu ve atın bulunduğu yere cinle­rin yakşalamadığı rivayet edilmiştir. [83]

 

61- Eğer onlar, barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allaha güven. Şüphesiz o, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.

Ey Muhammed, eğer bir kavmin ihanetinden korkarsan sen de aynı şe-- kilde sözleşmelerini bozarak üzerlerine at. Ve onlara karşı savaş ilan et. Şayet, İslam'a girerek veya boyun eğip cizye vermeyi kabul ederek yahut savaşmayı bırakarak seninle barışmaya eğilim gösterirlerse sen de ona eğilim göster. İşini Allah'a bırak ona tevekkül et, o sana yeter, zira o, senin de kendileriyle barış­mak istediğin kimselerin de ne söylediğinizi ve ne gibi şartlar koştuğunuzu işi­ten ve her iki tarafın diğeri hakkında sadakat mı yoksa ihanet mi düşündüğünü çok iyi bilendir.

Katade, İkrime, Hasan-i Basri ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyet-i kerime tevbe suresinde, müşriklere karşı savaşmayı emreden çeşitli âyetlerle neshedil-miştir. Bu hususta Katade diyor ki: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ya­naş." hükmü, Berae suresi inmeden Önce nazil olmuştur. Bu dönemde Resulu-lah, müşriklerle belli büreler için ateşkes antlaşması yapıyor, sürenin sonunda müşrikler ya müslüman oluyor veya savaş yapılıyordu. Daha sonra, Berae (tevbe) suresi nazil olunca bu hükmü kaldırdı ve Allah teala buyurduki: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün[84]"Ey müminler, müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca savaşın. [85] Böylece Allah teala, Resul-lah ile muahede yapmış olan her antlaşmalmın antlaşmasını üzerlerine attırdı ve Resullaha "Müşrikler Lailahe illallah deyip müslüman olmadıkça onlara karşı savaşmasını, iman dışında onlardan herhangi bir şey kabul etmemesini emretti. Bu surede ve bunun dışındaki surelerde zikredilen müminlerin, müşriklerle yap- , tıklan muahede ve sulh antlaşmaları, tevbe süresiyle neshedilmiş oldu.

İkrime ve Hasan-ı Basri de demişlerdir ki: "Tevbe suresinin: "Kitap eh­linden, Allaha ve âhiret gününe iman etmeyen, AHahın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan ve hak din olan islamı din edinmeyenlerle, boyuneğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. [86] âyet-i kerimesiyle bu âyetin hükmü neshed il mistir.

Taberi diyor ki: "Bu âyetin neshedildiğirü söyleyen görüş, kitap sünnet ve akl-ı selimden herhangi bir delili olmayan görüştür. Çünkü "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." âyet-i kerimesi, "Eğer onlar banşa yanaşırlarsa sen de ya­naş" âyet-i kerimesinin hükmünü ortadan kaldıracak bir durumda değildir. Zira, barış yapılabileceğini beyan eden bu son âyet, Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Onlar ise ehl-i kitaptır. Tevbe suresinin yinni dokuzuncu âyetinde belirtildiği gibi, cizye verip boyun eğdikleri takdirde onlarla banş ya­pılmasına izin verilmiştir. Tevbe suresinin, "Müşrikleri nerede bulursanız Öldü­rün." âyeti ise, putlara tapan Arap müşriklerini kastetmektedir. Bunlann, cizye vererek mallarını, canlanın teminat altına aldırmalan mümkün değildir. Onların müslüman olmaktan başka kurtuluş yolları yoktur.

Görüldüğü gibi, sulh yapılmasını emreden âyetle, müşriklerin öldürülme­sini emreden âyetlerin hükümleri farklıdır. Onlardan biri,diğerinin hükmünü ta­mamen ortadan kaldırmadığı için birinin diğerini neshettiğini söylemek doğru değildir. Âyetlerin her ikisi de muhkemdir[87]

 

62-63- Eğer seni aldatmak isterlerse, şüphesiz ki sana, Allah yeter. Seni ve müminleri yardımıyla destekleyen ve onların kalblerini birbirine ısındıran O'dur. Eğer sen, yeryüzündeki her şeyi harcasan, onların kalble­rini birbirine ısmdıramazdın. Fakat Allah» onları birbirine ısındırdı. Şüp­hesiz ki o, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ey Resulüm, seninle barış yapmak isteyen bu insanlar şayet bu yolla seni aldatmak istiyorlarsa, Allah, onların kötülüklerini senden uzaklaştırmaya kâfidir. Allah senin dinini, onlann dinine galip getirmeyi üzerine almıştır. Sana verdiği zaferle ve Ensar'dan olan müminleri sana yardımcı kılmakla seni destek­leyen O'd ur.

Medine'deki Evs ve Hazreç kabilelerinden olan ve daha önce aralarında savaş eksik olmayan, Ensann kalblerini birbirine ısındıran o da O'dur. Ey Mu-hammed, eğer sen, yeryüzünde bulunan bütün değerli şeyleri harcayacak olsay­dın yine de onlann kalblerini birbirine ısındıramazdın. Fakat Allah, seni destek­lemeleri için onlara hidayette birleştirip kalblerini birbirine ısındırmış, kaynaş-tırmıştır. Şüphesiz ki Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Mücahid bu ayetin izahında şunları söylemiştir: "İki müslüman, birbir-lerinyle karşılaşır ve müsafaha yapacak olurlarsa günahları bağışlanır." Velid b. Ebu Mtığis diyor ki: "Mücahide dedim ki: "Bir müsafaha yapmakla onlann gü-nahlan bağışlanır mı?" O da dedi ki: "Sen Allah teala'nın "Eğer sen, yeryüzün­deki her şeyi harcasan onlann kalblerini birbirine ısmdıramazdın." buyurduğunu duydun mu?" Bende de ona dedim ki: "Sen bunu benden daha iyi biliyor­sun. [88]

 

64- Ey Peygamber, sana ve sana tâbi olan müminlere Allah yeter.

Ey Peygamber, sana ve sana tâbi olan müminlere Allah kâfidir. O halde düşmanlarınızın çokluğu sizi korkutmasın. Zira sizi destekleyen Allah'tır. [89]

 

65- Ey Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar, anlamayan bir kavimdir.

Âyet-i kerime, bir müminin, on kâfire bedel olacağını bildirmekte, se­bep olarak ta, kâfirlerin, savaşırken herhangi bir sevap elde etme inancından yoksun olmalarını göstermekte bu nedenle savaşta metanetli olmayacakianna, dünyalıklarını kaybedecekleri korkusuyla savaşta korkak davranacaklanna dik­kati çekmektedir. [90]

 

66- Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulun­duğunu biliyordu. Bundan böyle İçinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah, sabredenlerle beraberdir.

Abdullahb. Abbas diyorki:

"Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir..." ayeti nazil olunca, bir müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzii oldu. Ve Müs­lümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nisbette müminlerin sabrını da eksiltti[91]

Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime'de, her ne kadar ifâde emir şeklinde de­ğilse de mana itibariyle emirdir. Yani, bir Müslüman en az iki düşman karşısın­da savaşmak farzdır.

Abdullah b.Abbas, İkrime, Hasan-ı Basri ve Süddi'den nakledilen bir gö­rüşe göre bu âyet, bundan Önce gelen âyetin hükmünü neshetmiştir. Artık bir müminin on kâfirle savaşma mecburiyeti kalmamıştır. Ancak bir mümi'nin iki kafire karşı savaşması farzdır. Onların önünden kaçması haramdır. Taberi de bu âyetin bundan Önceki âyeti neshettiğini söylemiş ve ayetlerin emi mı ahi yetinde olduğun söylemiştir.

Mücahid diyor ki: "Bir mümin'in on kâfire karşı savaşması hükmü, Bedir savaşına katılan sahabiler içindi. Bu durum onlara ağır geldi. Bununüzerine, bir-mümin'in iki kâfirle savaşması hükmü geldi."

Abduah b. Abbas da diyor ki: "Bir müminin on kâfir karşısında on mümi­nin de yüz kâfir karşısında.savaşıp sabretaıesi emri, müslümanlannın sayılarının az olduğu zamanda idi, Müslümanlar çoğalamca Allah onların yüklerini hafifletti Bir müminin iki kâfir karşısında, on müminin de yirmi kâfir karşısında svaşmalan emredildi. [92]

 

67- Hiçbir Peygambere, yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe in­dirmedikçe esir almak yaraşmaz. Siz, dünya malını istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhireti istiyor. Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibi­dir.

Hiçbir peygamberin, kendisiyle savsan bir putperesti yüryüzünde müşrik­lere tam bir darbe indirmedikçe sırf fidye almak için veya lütufta bulunmak için esir alması yaraşmaz. Ey müminler, siz, müşrikleri esir alırken onlardan fidye olarak dünya metaını elde etmek istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhiretteki ni­metleri ve hazırladığı cenneti istiyor. Eğer siz, âhireti ister, kâfirleri esir etme yerine onlan öldürmeye kalkarsanız, onlar size galip gelemez. Çünkü Allah, ner şeye galiptir ve yaratıklarını sevk ve idarede hikmet sahibidir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet, müslümanlarm az olduğu Bedir savaşının yapıldığı günde inmiştir. Müslümanların sayısı çoğalıp hakimiyetleri artınca Allah teala esirler hakkında şu âyeti indirmiştir. "Kâfirlerle karşılaştığı­nızda boyunlarım vurun. Onları sindirip perişan edince de esir alıp bağlayın. Sonra ya bir lütuf olarak karşılık almadan serbest bırakın veya serbest bırakma karşılığında fidye alın... [93]

Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Bedir savaşı bitince esirler ge­tirildi. Resulullah:"Bu esirler hakkında ne diyorsunuz." diye sordu Ebubekir: "Ey AH ahin Resulü, Bunlar senin kavmin ve ailendir. Bunlan sağ bırak ve bun­larla yardımlaş. Umulur ki: Allah bunlarıntevbelerini kabul eder." dedi. Ömer ise: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar seni yalanladılar, yurdundan çıkardılar. İnsanla­rın Önünde onların boyunlarını vur." dedi. Abdullah b. Revaha da dedi ki: "Ey Allanın Resulü, ağacı bol olan bir vadi araştır. Onları onun içine koy, sonrna ateşe ver." Abbas da dedi ki: "Sen akrabalık bağım kopardın." Resulullah sustu, onlara cevap vemıedi. Sonra çadırına girdi. Bir kısım insanlar dediler ki: "Ebu-bekir'in teklifini kabul edecek." Diğer bir kısım insanlar ise dediler ki: "Ömer'in teklifini kabul edecek." Başka bir kısım insanlar da dediler ki: "Abdullah b. Re-vaha'nın dediğini kabul edecek." Sonra Resulullah dışarı çıktı ve buyurdu ki:

"Şüphesiz ki Allah, bir kısım insanların kalblerini yumuşak kılmışştır. Öyle ki onların kalbleri sütten daha yumuşaktır. Bir kısım insanların kalblerini de katı kılmıştır. Öyle ki, onların kalbleri taştan daha katıdır. Ey Ebubekir sen İbrahim gibisin. O şöyle demişti "Kim bana uyarsa şüphesiz ki o benim dinimdendir. Kim de bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol olansın. [94] yine sen İsa gibisin. O da şöyle demişti: "Eğer onlara azap edersen, şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Şayet bağışlarsan muhakkak ki sen, her şeye galipsin, hüküm-ve hikmet sahibi sin[95] Ey Ömer sen de Nuh gibisin o da şöyle demişti: "Rab-bim kafirlerden, yeryüzünde dolaşan tek kişi birakma[96]Ey Abdullah b. Reva­na sen de Musa gibisin. O da şöyle demişti: "Rabbimiz, onların mallarını yok et. Kalblerini katılaştir. Can yakıcı azaba görmedikçe iman etmiş olmasınlar. [97] Bugün sizler, üstünsünüz. Onlardan hiçbiri, fidye vermedikçe veya boynu vu­rulmadıkça kaçıp sizden kurtulamazlar." Abdullah b. Mesud diyor ki: "Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, Süheyl b. Beyda bu esirlerin dışındadır. Çünkü ben onun müslüman olduğunu söylediğini duydum." Bunun üzerine Resulullah sustu. O gün ben, gökten üzerime bir taş düşeceğinden korktuğum kadar hiçbir gün kork-mamıştim. Nihayeyt, Resuiullah buyurdu ki: "Süheyl b Beyda müstasnadır." Âyet Hz. Ömer'in görüşünü destekler mahiyette indi ve Allah teala buyurdu ki: "Hiçbir peygambere yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe idndirmedikçe esir almak yaraşmaz.t[98]Bu olay, Abdullah b. Abbas'tan da buna yakın birşekilde rivayet edilmiştir. Enes b. Mâlikin de bu hususta şunları söylediği rivayet edil­miştir. [99]

"Resulullah Bedirde esir alman müşrikler hakkında sahabîlerle istişare et­ti ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, bunlara karşı size bir imkân verdi." Bunun üzerine Ömer b. Hattab ayağa kalkıp şöyle dedi: "Ey Alla-hin Resulü, bunların boynunu vur." Resululla\ bunu benimsemedi ve şöyle bu­yurdu: "Ey insanlar, Allah, bunlara karşı size bir imkân verdi. Bunlar düne ka­dar sizin kardeşlerinizdi." Ömer b. Hatta yine söz alarak şöyle dedi: "Ey Allanın Resulü, bunların boynunu vur." Resulullah yine benimsemedi ve yine aynı söz­lerini tekrarladı. Bunun üzerine Ebubekir ayağa kalti ve dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, dilersen onları affet ve verecekleri fidyeyi kabul et." Bununüzerine Re-sulullahm yüzündeki sıkıntılı ifade gitti ve fidye alarak esirleri serbest bırak-tı. [100] İşte bu olay üzerine bundan sonra gelen âyet-i kerim azil oldu. [101]

 

68- Eğer, Allanın, geçmişte verilmiş birhükmü olmasaydı, aldıkları­nızdan ötürü, size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.

Eğer Allahm, ganimet mallarını Muhammed ümmetine helal kıldığına ve Bedirsavaşına katılan müminlere azap etmeyeceğine dair geçmişte verilmiş bir hükmü olsaydı, Bedirde esir ettiğiniz düşmanı serbest bırakma karşılığında aldı­ğınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.

Müfessirler bu âyet-i kerime'yi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.

a- Hasan-ı Basri, Abdullah b. Abbas, A'meş, Ebu Hurey're Dchhak ve Ata bu âyet-i şu şekilde izah etmişlerdir. "Eğer Allah'ın, ganimet mallarını ve esir almayı, Muhammed ümmetine helal kıldığı hükmü, daha önceden, Allah'ın bilgisinde ve levh-i mahfuzda mevcut olmasaydı, ganimetlerin size helal olduğu bildirilmeden öcne Bedir esirlerinden fidye alıp serbest bırakmanızdan dolayı sizleri büyük bir azap yakalamış olurdu. Fakat, ganimetlerin, Muhammed üm­metine hela olacağı hükmü daha Önceden yazılmış olduğundan sizleri böyle bir azaip yakalamadı. Bu hususta Ebu Hureyre, Resulullahın şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir. "Sizden önce Âdemoğullarından hiç bir kimseye ganimet helal kılınmamıştı. Gökten ateş iner, onlaı yakıp bitirirdi. Bedirsavaşı olunca henüz ganimetlerin müslümanlara helal olduğu bindirilmeden onlar ganimetlere daldı­lar. Bunun üzerine Allah teala "Eğer Allahm, geçmişte verilmiş bir hükmü ol­masaydı, aldıklarınızdan ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu." âyetini indirdi.

b- Said b. Cübeyr, Mücahid, Katede İbn-i Zeyd ve Hasan-ı Basri'den nak­ledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir: "Şayet, Allanın kitabında Bedir savaşına katılanların azaba uğratılmayacaklan hükmü olmasaydı, Bedir savaşında, size helal kılınmadan önce ganimet mallarını almanızdan dolayı sizi şiddetli bir azap yakalamış olurdu.

Bedir savaşına iştirak edenlere azap edilmeyeceği hususunda da şu hadisi şerif zikrediliyor: "Hâtıb b. Ebî Belte'a, Mekke müşriklerine mektup yazmış, Resulullah'ın savaş hazırlığı içinde olduğunu bildirmişti. Mektup yolda iken Re-sulullah'a vahiy gelmiş ve o mektubu, bir kadının götürmekte olduğun ubildir-miştir. Bunun üzerine Resululîah (s.a.v.) Hz. Ali ile iki kişi göndermiş ve mek­tubu yakalatıp getirmiştir. Bunun üzerine Resululîah (s.a.v.) Hâtıb hakkında asahabıyla istişare etmiş, Hz Ömer, Hâtıb b. Ebi Beta'nın öldürülmesi görüşünü ileri sürmüş Resulullah ise şöyle buyurmuştu: "Hâtıb, Bedir savaşma katılanlar­dan biri değil midir? Ne bileceksin belki de Allah, Bedir savaşına katılan mü­minlere bakmış ve onlar için "Dilediğinizi yapın. Ben, sizi affetmişimdir." de­miştir. Bunun üzerine Hz. Ömerin gözleri yaşarmış ve "Allah ve Resulü daha iyi bilir." demiştir. [102]

c- Mücahide göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Şayet Alalhın kitabında bilmeyerek bir günah işleyenin hesaba çekilmeyeceği yazılmış olmasaydı esir almanızdan dolayı size büyük bir azap dokunudur."

îbn-i İshak diyorki: "Allah teala, müminlere, ganimet toplamalarından ve esir almalarından dolayı sitem etmiştir. Zira Resulullah'tan önce hiçbir peygam­ber düşmanıdan aldığı ganimeti yiyemiyordu. Çünkü ona helal değildi.

Ganimetlerin, sadece Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine helal kılındığı hussunda şu hadis zikrediliyor. Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Resulullah şöle buyurdu: "Bana, benden önceki hiçbir kimseye verilme­yen beş özellik verildi: Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine bir korku girme­si ile yardım olundum. Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden ki­me namaz vakti gelirse o namazım kılsın. Ganimetler bana helak kılındı. Ben­den önce kimseye helal kılınmamıştı. Bana şefaat etme hakkı verildi. Daha ön­celeri Peygamberler, kendi kavimlerine gönderilirlerdi ben ise bütün insanlığa Peygamber olarak gönderildim. [103]

Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime'yi bu görüşlerdensadece birine tahsis et­mek isabetli değildir. Âyet-i kerime bütün bu görüşleri kapsar mahiyettedir. Âyeti genel bir şekilde yorumlamak daha isabetlidir. [104]

 

69- Artık elde ettiğiniz ganimetleri, hela! ve temiz olarak yeyin. Al­lah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet eden­dir.

Ey Müminler, düşmandan elde etmiş olduğunuz ganimet mallarını artık helal ve temiz olarak yeyin. Çünkü o, sizin cihadınızın sonucudur. Allahın emir­lerine karşı gelmekten çekinin. Bedir savaşında esir edilen müşriklerden fidye alıp serbest bırakma gibi davranışlarda bulunmayın. Şüphesiz ki Allah, mümin kullarını çokça affeden ve onlara merhametli davranandır. [105]

 

70- Ey Peygamber, elinizde bulunan esirlere şöyle de: "Eğer Allah, kalbinizde bir hayır olduğunu bilse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

Ey Peygamber, Bedir savaşında esir aldığınız müşriklere de ki: "Eğer Al-lah,sizin kalbinizde, İslâm'ın, İhlasın ve imanın varlığını bilse, sizden alman fid­yeler karşılığında sizlere daha üstün şeyler verir ve geçmişte yaptığınız günahla­rı bağışlar. Çünkü Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.

Hz. Abbas, "Bu âyet, benim hakkımda nazil olmuştur." dedi.

Resullah (s.a.v.) esir düşen amcası Abbas'dan, fidye vererek kendisinin ve kardeşinin çocukları Akîl ve Nevfel'in serbest bırakılmalarını sağlamasını is­tedi. Bunun üzerine Abbas şöyle dedi: "Ey Muhammed, sen beni, yaşadığım müddetçe Kureyş'ten dilenecek hale getirdin." Resulullah da ona şöyle dedi: "Savaşa çıkarken, hanımın Ümmül Fadl'a verdiğin altınlar nerede? Altınları ve­rirken ona şöyle demiştin: "Ben, bu seferimde başıma ne geleceğini bilemiyo­rum. Öldürülme veya esir edilme gibi bir hal başıma gelecek olursa bu altınlar senin ve çocukların olsun." Abbas da "Sen bunun nereden biliyorsun?" deyince Resulullah "Bunu bana rabbim haber verdi." dedi. Bunun üzerine Abbas: "Senin doğru söylediğini ve Allah'ın Pegamberi olduğunu kabul ediyorum. Vallahi bu yaptığımı kimse görmemişti. Ben, altınları ona, gecenin karalığında verdim." dedi.

Hz. Abbas bu âyeti açıklayarak şöyle derdi. "Allah, verdiğim fidyeden daha hayırlısını bana verdi. Bana Zemzemi verdi. Ben, rabbimin affını da bekli­yorum." [106]

 

71- Eğer esirler sana ihanet etmek isterlerse bil ki daha önce onlar Allaha ihanet etmişlerdir. Bu yüzden Allah onlara karşı sana imkân verdi. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Şayet bu esirler, içlerinde gizlediklerinin aksini sana bildirerek ihanet et­meyi isterlerse bilki onlar, Bedir savaşından Önce de Allahın emirlerine karşı gelerek ona ihanet etmişlerdir. İhanet etmek, onlardan beklenen bir davranıştır. Bu yüzden Allah, onlara karşı sana imkân vermiştir. Allah, onların içlerinde gizledikleri şeyleri çok iyi bilendir. Yarattıklarının işlerini sevk ve idarede hü­küm ve hikmet sahibidir.

Katade diyorki: "Bu âyet-i kerime daha önce Müslüman olduğu halde sonra dinden çıkarak müşriklere katılan Abdullah b. Sa'd b. Ebi Sarh vb. hak­kında nazil olmuştur. [107]

 

72- Şüphesiz ki iman edip hicret edenler Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, muhacirleri barındırıp yardımda bulunanlar, işte onlar, birbirlerinin dostudurlar. İman edip hicret etmeyenlerle ise hicret edinceye kadar aranızda hiçbir velayet sorumluluğu yoktur. Bununla bera­ber eğer onlar, din hususunda sizden yardım isterlerse, yardımda bulun­mak üzerinize borçtur. Yalnız, aranızda antlaşma olan birkavmİn aleyhine yardım etmek bunun dışındadır. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.

Âyet-i kerime, iman ettikten sonra Mekke'den Medine'ye hicrat eden muhacirlerle, onları barındırıp yardım eden Ensar'a işaret etmekte ve bunların-, birbirlerinin gerçek dostları olduğunu bildirmektedir, diğre yandan, iman etme­sine rağmen küfür diyarını bırakıp İslâm diyarına göç etmeyen üminlerin, hicret eden müminlerinden, gereken ilgiyi beklemeye haklan olmadığını, öldükleri takdirde birbirlerine mirasçı olamayacaklarını ifade ediyor. Bununla beraber Müslüman olduğu halde hicret etmeyen müminler, hicret eden müminlerden, di­ni hususlarda yardım istedikleri takdirde, hicret eden müminlerin, onlara yardım etmelerinin gerektiğini beyan etmektedir.

Mekke'den Medeni'ye hicret eden muhacirlerle, onlan Medine'mde barın­dıran Ensar, Resulullah tarafından kardeş yapılmış, aralarındaki dostluk o dere­ceye ulaşmıştı ki, birbirlerine mirasçı olmuşlardı. Daha sonra miras hükümlerini açıklığa kavuşlturan âyetler geldi ve âyetlerde belirtilen akrabalar dışında, mü­minlerin birbirlerine mirasçı olmaları kaldırıldı. [108]

 

73- Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar? Eğer birbirinizle yardim-laşmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fırsat doğar.

Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. Onlar da kendi aralarında yardımla-şır, işlerini takibeder ve birbirlerine mirasçı olurlar.

O halde eğer sizler kendi aranızda yardımlaşmaz, birbirinize karşı olan vazifelerinizi yerine getirmezseniz, yeryüzünde, büyük bir fitne çıkar. Öyleyse bu konudaki vazifelerinizi asla ihmal etmeyiniz, onlan titizlikle yerine getiriniz. [109]

 

74- İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cîhad edenler, muha­cirleri barındırıp yardımda bulunanlar, işte onlar, gerçek müminlerdir. Bağışlanma ve güzel nzık bunlaradır.

İman eden ve bu imanın gereği olarak yerini yurdunu bırakıp Mekke'den-Medine'ye göçen ve yine imanının gereği olarak Allah yolunda zahmetlere kat­lanıp cihad edenlerle, memleketlerini bırakıp göç eden bu müminlere kucak açıp yardım eden ve onları barındıranlar, işte gerçek müminler bunlardır. Bunlar için bağışlanma ve âhirette güzel nzıklar vardır. [110]

 

75- Daha sonra iman edip hicret edenler ve sizinle beraber cihad edenler, işte onlar da sizdendir. Akraba olanlar, Allahın kitabına göre bir­birlerine daha yakındırlar. Şüphesiz ki Allah,her şeyi çok iyi bilendir.

İman ettiği halde önce hicret edenlerle birlikte hicret etmeyip daha sonra hicret edenler ve sizinle beraber Allahın düşmanlarına karşı savaşanlar da siz­dendir. Sizin, onları dost edinip yardımda bulunmanız gerekir. Allahın, kitabın­da belirttiği üzere mirasçı olma bakımından akrabalar birbirlerine daha layıktır­lar. Birbirlerine ancak akrabalar mirasçı olurlar.

Bu âyet-i kerime, "Kardeşlik" kurma veya "Anlaşma" yapmak suretiyle müminlerin birbirlerine mirasçı olmaları teamülünü ortadan kaldırmış ve sadece belirli akrabaların birbirlerine mirasçı olacaklarını beyan etmiştir. [111]

 



[1] Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 324

[2] Ahmet b. Hanbcl, Müsned, C: 1, S: 180

[3] Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur'an, bab: 9,1 ladis No: 3079) / Ahmet b. Hanbcl, Müsned, C: 1, S: 178 / Eb Davud, K. el-Cihad, bab: 156, Hadis No: 2740 / Müslim, K. el-Cihad, bab:

33-34, Hadis No: 1748

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/179-185.

[5] Al-iîmrân.suresİ, 3/135

[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/184.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/185.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/185.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/185-188.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/188-189.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/189.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/189.

[13] Müslim. K. el-Cihad, bab: 58 HN: 1763 /Tirmizi K. Tefsir el-Kur'an bab: 9 IIN:3O81

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/189-190.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/191.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/191-192.

[16] Ayet-i Kerime, savaşta çok önemli olan şu üç hususa işaret buyurmatadır: Birincisi, sava­şan ordunun maneviyatını yükseltmek gerektiği hususudur. "İman edenleri yerlerinde se­batlı kılın." ifadesi buna işaret etmektedir. İkincisi, düşman ordusuna korku salıp morali­ni yıkma meselesidir. "Ben, yakında, inkâr edenlerin kalblerine korku salacağım." ifadesi de bunun belirtmektedir. Üçüncüsü ise, savaş sırasında en etkili bir şekilde düşmanı tesir­siz hale getirmek taktiğidir. "Siz hemen onların boyunlarını vurun." cümlesi de bu husu­su belirtmektedir.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/192.

 

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/193.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/193.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/193-194.

[20] Âl-i imran suresi, 3/155

[21] Tevbe suresi, 9/ 25-27

[22] Enfal suresi, 8/66

[23] Buhari, K. el-Vasaya b: 23 / Müslim, K. el-tman b. 145, HN: 89

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/194-196.

[25] Bu olayın, Huneyn savaşında cereyan ettiği sahih hadis kitaplarında zikredilmekle be­raber, benzer olayın Bedir savaşında da cereyan ettiği, Ali b. Ebi Talha, Suddî, Mu­hammed b. Kays, Muhammed b. Kurezi el-Karzî, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, Mü­cahid, îkrime ve Katade tarafından rivayet edilmektedir.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/196.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/197.

[28] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 55, S: 431

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/197-198.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/198.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/198.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/199.

[33] Âyet-i Kerime bir faraziyeyi belirtmektedir. Yani, kendilerinde bir hayır olmadığını bildiği halde, Allah'ın, onlara, Kur'anm öğütlerini işittirdiği farz edilse bile onlar yine de inkâra sapacaklardı.

Âyet-i Kerime, Peygamber efendimizi teselli etmekte ve müşriklerin iman etmemeleri­ne üzülmemesini Öğütlemektedir.

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/199-200.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/200-202.

[35] Tirmizi, K. el-Fiten, bab: 9, HN: 2169/Ahmed b. Ilanbel Müsncd, C:5, S: 388-390-391.

[36] Ahmed b. Hanbel, Mlisned, C:4 S: 192/Muvatta, imanı mâlik, K. el-KelSm bab: 23

[37] Ahmed b. Ilanbel, Müsned, C: 6, S: 304

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/202-204.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/204-205.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/205-207.

[41] MünafikÛn suresi, 63/9

[42] TeğabUn suresi, 64/14

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/207.

[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/208.

[44] Tür suresi, âyet, 52/30

[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/208-210.

[46] Bakara suresi, âyet 23

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/210-211.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/211-212.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/212-214.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/214-215.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/215.

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/216.

[53] Rum suresi, 30/14(23)

[54] Yasin suresi, 36/59

[55] Yunus suresi, 10/28

[56] Âİ-i imransuresi, 3/166

[57] Âl-i imransuresi, 3/142

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/217.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/218.

[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/218-219.

[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/219.

[61] Buhari, K. el-Humus bab: 1, K. el-Megazi bab: 14-38

[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/219-223.

[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/224.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/224-225.

[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/225.

[66] Buhari, K. el-Cihad, bab: 112-156 / Müslim, K. el-Cihad, bab: 19-20 Hadis No: 1741-1742 / Ebu Davud, K. el-Cihad, bab: 79, Hadis No: 2661

[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/226.

[68] Sahabe-i Kiram, savaş alanlarında metanet göstermekte, Allahın ve Resulünün emrine uymakta örnek olmuşlar, geçmiş ve gelecek ümmetlerde benzerleri görülmeyen müca­hitler olmuşlar, sayılarının az oluşuna rağmen kısa bir zamanda doğuyu ve batıyı fet­het mislerdir. Onlar, Bizansı, Acemi, Türkü, Berberiyi, Haberliyi ve Kıptileri mağlup edip Islamı onlara ulaştırmışlardır. Böylece Allah'ın dini yücelmiş, îslam topraklan, o gün kü dünyanın çoğunu kaplamıştır. Allah, onlardan razı olsun, bizi de onlann izinden gidenlerden eylesin!

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/227.

[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/227-228.

[70] Muvatta, K. el-Hac bab: 81, HN: 245

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/228-229.

[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/230.

[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/230.

[73] Şûra suresi Syet; 30

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/231.

[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/231.

[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/231-232.

[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/232.

[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/232.

[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/233.

[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/233.

[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/233-234.

[81] Kasrıs stsresi âyet; 2S/4

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/234.

[82] Müslim, K. cl-îmara, hab: 167, UN: 1917 /F>" ^avud fc. el-C:haJ bab: ?.\ UN; 2514

[83] Buradan anlaşılıyor ki, Müslümanlar her halükârda savaşa hazırlıklı olacaklardır. Fiilen savaş hayatının yaşanması şart değildir. Daima savaşa hazırlıklı olmak gerekir. * Hiçbir hazırlığa girişmediği halde "Ben, cihad ederim" iddiası boş bir iddiadır. Zira gerçeklen savaşmak niyetinde olanlar, her an savaş hazırlığı içinde olurlar. Nitekim di­ğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: "Eğer bunlar cihada çıkmak isteselerdi, onun için hazırlık yaparlardi."(9/146)

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/234-236.

[84] Tevbe suresi, 9/5

[85] Tevbe suresi, 9/36

[86] Tevbe suresi, 9/29

[87] Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi

Eğer karşı taraf sulh isterse sulh antlaşması yapmak icabeder. Bu açık sulh teklifine rağmen savaşa devam edilmez.

Bu hususta Peygamber efendimiz bir örnek vermiş, Hudeybiye musalahasmda, dokuz yıl savaşmayacaklarını hükme bağlayan barış antlaşmasını kabul etmiştir. Çünkü karşı taraf sulh istemiş, savaşmak niyetinde olmadığım beyan etmiştir.

Ancak, Müslümanların, düşmanla sulh anılaşması yapmaları için, güçlü durumda olma­ları ve yapılacak barışın kendileri için açıkça menfaat getirmmesi şarttır. Aksi takdirde, düşmana boyun eğerek banş antlaşması yanmak caiz değildir. Bu konuda bir âyet-i ke­rimede şöyle buyurulmaktadır. "Ey İman edenler, üstün olduğunuz halde, düşmanları­nız karşısında gevşek davranıp da barış islemek zoruda kalmayın..."(47/35)

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/236-237.

[88] Âyet-İ kerime, müminlerin kalblerinin birbirine ısındırıldığmı beyan etmektedir. Onla­rın kalblerinin birbirine ısındınlması suretiyle meydana gelen kardeşlik, tarihte eşine rastlanmayan bir olaydır. Böyle-bir kardeşliği ve yakınlığı, para ile, dünya malı ile te­min etmek asla mümkün değildir. Allah'ın nimeti olmak üzere bu insanlar birbirlerini sevdi ve kardeş oldular.

 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/238.

[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/239.

[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/239.

[91] Buharî, K. Tefsir el-Kur'an, sure S bab: 6 / Ebu Davud K. el-Cihad b: 114 HN: 2646

[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/139-241.

[93] Muhammed suresi, 47/4

[94] Muhammed suresi, 47/4

[95] ibrahim suresi, 14/36

[96] Maide suresi, 5/118

[97] Nuh suresi, 71/26

[98] Yunus suresi, 10/88

[99] Bkz. Tirmizi, K. Tevsiri el-Kur’an sure, 8 HN: 3087

[100] Ahmed b. Hanbel, MUsned C: 35, S: 243.

[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/241-243.

[102] Bkz. Buhari, K. el-Megazi, bab: 9 / Müslim, K.el-Fadail es-sahabe b: 161 IIN: 2494

[103] Buhari, K. et-Teyemmüm bab:l, K. es-Salah, bab: 56 /Müslim, K. el-Mesacid bab: Hadis No: 521 / Nesaî K.. el-Gusl, bab: 25

[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/243-245.

[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/246.

[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4246-247.

[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/247.

[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/248.

[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/248.

[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/249.

[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/249.