Yetmiş beş âyettir.
30.-36. âyetleri Mekke'de, diğerleri
Medine'de nazil olmuştur.
Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla.
1- Ey Muhammed,
sana, ganimetlerden soruyorlar. De ki: "Ganimetler, Allah'ın ve
Resulünündür. Eğer gerçek müminler iseniz, Allah'tan korkun, aranızı düzeltin.
Allah'a ve Resulüne itaat edin."
Ey Muhammed,
arkadaşların sana, ganimet malının kime ait olduğunu soruyorlar. Onlara de ki:
"Ganimet sizin değil, Allah'ın ve Resulünündür. Onu dilediği yere verir.
Eğer, rabbiniz tarafından gönderilenlere iman ediyorsanız, Allah'ın emirlerini
tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Aranızdaki durumları düzeltin.
Allah'ın ve Resulünün emrine itaat edin.
Bu âyetten geçen ve
"Ganimet" olarak tercüme edilen "ENFAL" kelimesinden neyin
kastedildiği hususunda şu açıklamalar yapılmaktadır.
a- İkrime,
Mücahid, Dehhak, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyde göre buradaki
"Enfal" kelimesi, "Ganimetler" demektir. Âyet-i kerime,
ganimetlerin o sırada sadece Resulullah'a ait olduğunu, başka kimsenin bunda
bir hakkı olmadığıni bildirmektedir. Daha sonra gelen başka bir âyet ise,
ganimet mallarının nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüşe göre
âyetin manası şöyledir: "Ey Muhammed, sahabilerin sana, Bedir savaşında
elde ettiğiniz ganimetlerin kime ait olacağım soruyorlar. De ki: "Onlar,
Allah'ın ve Peygamberindir."
b- Ali b.
Salih'ten rivayet edilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen
"Enfal"dan maksat, müfrezelerin elde ettikleri ganimetlerdir. Âyet-i
kerime'de bu gibi ganimetlerin, Allah'a ve Resulüne mahsus olduğu beyan
edilmektedir.
c- Zührinin,
Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğine ve Atâ b.Ebi Rebah'a göre ise buradaki
"Enfal" kelimesinden maksat, savaş sırasında kaçıp Müslümanlar
tarafına geçen, asker, köle, Cariye, hayvan vb. şeylerdir. Bunlar,Resulul-lah'a
aittir.O, bunlardan dilediği gibi tasarrufta bulunur. -Enfal, ganimet mallarının
beşta biri demektir. Mücahid diyor ki: "Muhacirler: "Ganimet
mallarından beşte bir niçin ayrılarak bizim paylarımızdan çıkarılıyor?"
diye sorunca bu âyet-i kerime nazil olmuş ve ganimet mallarının beşte birinin
Allah'a ve Resulüne ait olduğu bildirilmiştir.
d- Mücahide
göre ise burada zikredilen "Enfal" kelimesinden maksat, bu surenin
kırk birinci âyetinde, verileceği yerler belirtilen ganimetin beşte biridir. Bu
âyette: "Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri,
mutlaka Allah'ın, Peygamber'inonun yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve
yolcularındır." buyurulmaktadır.
e- Abdullah
b. Abbas'dan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Enfal"
kelimesinden maksat, Resulullah'in veya yerine geçen Halifesinin, ganimet
malının taksimi bittikten sonra bazı mücahitlere verebileceği, öldürdükleri
düşmanın, elbise kılıç benzeri eşyalarıdır. Yani, ganimetten özel bir paydır.
f- Abdullah
b. Mes'ud ve Mesruk'tan rivayet edilen diğer bir görüşe göre ise buradaki
"Enfal" kelimesinden maksat, savaştan önce, Peygamberimizin veya
Halifesinin, bazı mücahidlere vermeyi vaaddettiği ganimet mallandır.
Taberi ise
"Enfal" kelimesinin, devlet başkanının, ordunun bir kısmına veya
tümüne ganimet paylarından fazla olarak verdiği mallar mânâsına geldiğini
söylemiştir. Buna göre âyet-i kerime'inin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, sahabilerin
sana, Bedir savaşı ganimetlerinin taksiminden sonra arta kalan malların kime
ait olacağını soruyorlar. De ki: "Onlar size değil Allaha ve Resulüne
aittir. O, onlan dilediği yere verir."
Bu âyet-i kerime'nin
nüzul sebebi hakkında şu üç görüş zikredilmektedir:
a- Bedir
savaşına katılanların, ganimet malının kime ait olacağı hakkında ihtilaf
etmeleri üzerine nazil olmuştur. Bu hususta Ubade b. Sabid diyor ki:
"Biz, Resulullah
(s.a.v.) ile Bedir savaşına gittik. Savsa ben de katıldım. Çatışma başladı.
Allah, düşmanı mağlup etti. Müslümanların bir kısmı kaçan düşmanları kovalayıp
onlan yakalıyor ve öldürüyorlar, bazıları da savaş almanda ganimet
topluyorlar, bir kısmı da Resulullahı düşmandan korumak için onun etrafına
toplanmışlardı. Gece olunca herkes bir, araya toplandı. Ganimet toplayanlar,
"Bunları biz topladık, kimsenin bunlarda hakkı yoktur." dediler.
Düşmanı kovalayanlar da "Siz, ganimete bizden daha lâyık
değilsiniz." Zira düşmanın o mallan alıp götürmelerine biz mânı olduk,
onları bizmağlupettik." dediler, Resulullah (s.a.v.)'in çevresinde bulunup
onu koruyanlar ise: "Siz, ganimete bizden daha layık değilsiniz. Çünkü
biz, Resulullaha, düşmandan bir zarar geleceğinden korkarak onun etrafında
toplandık ve bundan dolayı ganimet toplayamadık." dediler. İşte bunun
üzerine bu âyet nhazil oldu ve Resulullah, ganimet mallarını müslümanlar
arasında eşit bir şekilde taksim etti.[1]Bu
görü, Abdullah b. Abbas ve İkrimeden de nakledilmiştir.
b- Bedir
savaşına katılanların tamamının değil bazı sahabîlerin, ganimetten özel pay
istemeleri üzerine nhazil olmuştur. Bu hususta da Sa'd b. Ebi Vak-kas diyor ki:
"Bedir savaşında
kardeşim Umeyr öldürüldü. Ben de Saîd b. Âs'ı Öldürdüm. Onun "Zül
Kuteyfe" adındaki kılıcını alıp Resulullaha geldim[2]Dedim
ki:
"Ey Allah'ın
Resulü bugün Allah, müşrikleri mağlup ederek beni mesrur etti. Bu kılıcı bana
ver." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bu kılıç ne senindir ne de
benim. (Onu, toplanan ganimet mallarının içine koy." Kılıcı koydum geri
döndüm) ve kendi kendime şöyle dedim "Belki de Resulullah bu küıcı,
savaşta benim gibi imtihan geçilmemiş olan birine verecektir." Böyle
düşünürken birisi arkadan beni çağırdı. Dedi ki "Acaba Allah hakkımda bir
hüküm mü indirdi?" Resulullah'ın yanma vardım bana buyurdu ki: "Sen,
benden bu kılıcı istedin. O, benim değildi. Şimdi ise bana bağışlandı. Al o
kılıç senin olsun." İşte bu âyet sırada nazil olmuştu[3]
c- Bedir
savaşına katılanlar Resulullah'tan, ganimet mallarının taksim edilmesini
istemişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve ganimet mallarının Allaha
ve Resulüne ait olduğunu, Resulullah'ın, o mallarda dilekliği gibi tasarrufta
bulunacağını beyan etmiş ancak daha sonra aynı sure'nin, kırk birinci âyeti
gelmiş ve ganimetlerin nasıl taksim edileceğini beyan etmiştir. Bu görüş.
A'maş, Dehhak, İb-i Cüreyc ve İkrime'den nakledilmiştir.
Taberi, âyetin genel
ifadesinin, bütün bu görüşleri kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir.
Âyet-i Kerime'in neshi
hususuna gelince: Bir kısım âlemler, bu âyetin mensuh olduğunu sölmeşilerdir.
"Enfal" kelimesini bütün ganimetler manasına almışlar ve ganimetlerin
önce, sadece Resulullaha ait olduğunu ve bunlarda dilediği gibi tasarrufta
bulunduğunu, bu itibarla Bedir savaşı ganimetlerini, kentlisine bir pay almadan,
mücahitler arasında eşit şekilde dağıttığını, ancak daha sonra aynı surenin
kırkbirinci âyeti inerek, ganimetlerin nasıl taksim edileceğini hükme
bağladığını ve bu âyeti de neshettiğini söylemişlerdir, Mücahid, İkrime, Süddî
bu görüştedirler.
Diğer bir kısım
âlimler ise bu âyette geçen "Enfal" kelimesinin» mânâsının,
"Ganimetleri toplamak" olduğunu, daha sonra gelen-kırk birinci,
âyetin ise, toplanılan ganimet mallarının, naşı] taksim edileceğini
belirttiğini, bu sebeple bu âyetin mensuh olmadığını, sadece kırbirinci âyetle
hükmünün kayıtlandığını söylemişlerdir.
Taberi, âyet-i
kerime'nin mensuh olduğuna dair herhangi bir işaret bulunmadığını, bu
itibarla, herhangi bir delile dayanmaksızın ayetin mensuh olduğunu söylemenin
doğru olmayacağını söylemiş ve özetle şunları zikretmiştir. "Allah Teâla
bu âyet-i kerime'de ganimetlerin, Resulullah (s.a.v.)'e ait olduğunu ve
bunlardan dilediğine pay vereceğini bildirmiştir. Resulullah da bazan düşmanı
Öldürene, Öldürülenin teçhizatını vermiş bazan orduya savaşa başlamadan önce
ganimetin dörtte birini, savaş bittikten sonra da beşte bir'in dışında kalanın
üçte birini vermiştir Bir kısım insanlara da bazı savaşlarda, ganimetten payını
aldıktan sonra, İlaveten develer vermiştir. Bu da göstermektedir ki, zikri
yüce olan Allah, ganimetler hakkında nasıl davramlacağını, peygamberi Hz.
Muhammet! (s.a.v.)'e bırakmış ki onlarda müsiümanlann maslahatlarım gözeterek
tasarrufta bulunsun. Resulullah'tan sonra gelen halifelere düşen de, onun
sünnetine uymaları ve ganimet mallarında müslümanlann maslahatını gözeterek
çeşitli tasarruflardan bulunmalarıdır.
Ayet-i kerime'de
"Aranızı düzeltin" Duyurulmaktadır. Katade ve İbn-i Cüreyce göre bu
cümleden maksat, Bedir savaşında ganimet alanlar aldıkları, paylarından
birbirlerine vererek uzlaşmalarıdır. Böylece ganimetten pay alan güçlü ve
kuvvetli olan insanlar yine ondan pay alan zayıflara kendi paylarından bir
kısmını vererek aralarını bulmuş olsun ve uzlaşmış olsunlar.
Mücahid, Abdullah b.
Abbas ve Südtli'ye göre ise bu ifadeden maksat, insanların, ganimet
hususundaki tartışmaları bırakıp bir birleriyle sulh olmalarıdır. Allah, onlara
bu tür tartışmaları yasaklamıştır.[4]
2- Müminler
ancak o kimsclcrdirki, Allah zikredildiği zaman kalble-ri ürperir. Allah'ın
âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece rablcrine
güvenirler.
Müminler, Allah'ın,
kitabında indirdiği yasaklan ihlal edip farzları terke-denler değil, Allah
anıldığı zaman kalbleri, ürperen kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda
kalbleri ürperip imanları artan ve Allah'tan başka kimseden medet
ummayanlardir.
Bu âyet-i Kerime,
gerçekten iman edenlerin sıfatlarını beyan etmekte onların, Allah'ın âyetleri
okunduğunda kalblerinin ürperdiğini, böylece Allah'ın emirlerine sımsıkı
sarılıp yasaklarından derhal kaçındıklarını beyan etmektedir. Mümine yaraşan,
bir günah işlediğinde hemen ondan tevbe etmesidir. Bu hususta diğer bir âyet-i
kerime'de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, bir hayasızlık yaptıkları veya
nefislerine zulmettikleri zaman Allahı hatırlarlar ve hemen günahlarının
bağışlanmasını isterler. Günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Yaptıkları
kötülükte bile bile ısrar etmezler. [5]
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Münafıklar, Allah'ın farzlarını yerine getirirken onların
kalbine Allah'ı hatırlatma gimez. Onlar, Allanın âyetlerinden herhangi birine
iman etmezler. Allah'a tevekkül etmezler. Kimsenin olmadığı yerde namaz
kımazlar. Mallarının zekâtlarım vermezler. Bu nedenle Allah Teâlâ, onların
mümin olmadıklarını bildirmiş, müminleri ise şu şekilde vasfılandırmıştır.
"Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri
ürperir. Böylece Allah'ın farz kıldığı ibadetleri yerine getirirler. Âyetleri
kendilerine okunduğu zaman ise onların imanları artar ve onlar ancak Allah'a
güvenirler. Onun dışında herhangi bir kimseye güvenmezler. [6]
3- Onlar,
namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rı-zıklardan, Allah
yolunda harcarlar.
O müminler,
kendilerine farz kıldığımız namazı hakkıyla kılarlar ve kendilerine nzık
olarak verdiğimiz mallardan, zekât, sadaka,cihad ve Hac gibi yerlere
harcarlar. [7]
4- İşte
gerçek müminler onlardır. Onlar için, rablcri nezdinde dereceler, mağfiret ve
güzel nzık vardır.
Gerçek müminler, işte
bu şekilde hareket edenlerdir. Yoksa "İman ettik" diyen ve kalbleri
nifakla dolu olanlar değildir. Bu gerçek müminler için, Allah katında yüksek
dereceler günahlarının affedilmesi ve cennette bol nzıklar vardır. Ayette
zikredilen derecelerden masat, Mücahide göre dünya hayatındayken yaptıkları
kıymetli amellerdir. İbn-i Muhayriz'e göre ise, cennette erişecekleri
mertebelerdir. [8]
5- Bu durum
(Ganimet malları hakkındaki ihtilaf) müminlerden bir cemaat istemediği halde,
rabbinin seni evinden hak uğrunda çıkardığı (Bedirde savaşmak için çıkardığı)
durum gibidir.
Müfessirler, neyin
Resulullah'm, müminler istemediği halde evinden çıkarılmasına benzetildiği
hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- îkrimeye
göre müminlerin, Allah'tan korkup aralarını düzeltmelerinin, kendieri için
hayırlı olacağı, hususu, Resulullah'm, müminler istemediği halde evinden
çıkarılmasının kendisi için daha hayırlı olacağı hususuna benzetilmiştir. Buna
göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey müminler, nasıl ki müminler istemediği halde
Allah'ın, peygamberini, savaşmak için evinden çıkarması onun için hayırlı
olmuşsa sizin de Allah'tan korkup birbirinizle barışmanız sizin için daha
hayırlıdır.
b- Mücahid
ve Süddiye göre ise burada, müminlerin savaşmayı istememeleri durumu,
ResulüUah'ın evinden çıkarılmasını istememeleri durumuna benzetilmiştir. Buna
göre de âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki bu müminler daha önce Kureyşin
ticaret kervanına el koymak için senin, evinden çıkmanı istemiyorlardı ise
şimdi de düşmanla savaşmak istemiyorlar ve o hususta seninle tartışıyorlar.
c- Kûfeli
lügat âlimlerinden bazılarına göre ise burada Resulullah'ın, ganimetleri
taksimde bildiğini yapması hususu Kureyş kervanına el koymak için evinden
çıkmada bildiğini yapma hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası
şöyledir: "Nasıl ki Kureyş müşriklerinin ticaret kervanına el koymak için
çıkıp gitmek istediğinde arkadaşların istemediği halde kararını yerine
getirdiysen, ganimet mallarının taksiminde de, arkadaşlarının hoşuna gitmese de
kararını yerine getir."
d- Kûfeli
lügat âlimlerinden diğer bir kısmına göre ise burada, bir kısım insanların,
ganimet mallan hususundaki tartışmaları meselesi, Bedirde savaşmak için
tartışma meselesine benzetilmektedir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir:
"Nasıl ki arkadaşların Bedirde savaşma hususunda "Bizi kervan için
çıkardın savaş için çıkarmadı ki hazırlıklı gelelim." diyerek seninle
tartışıyorlardı ise şimdi de ganimet hususunda tartışıyorlar.
e- Bir kısım
Basralı lügat âlimlerine göre ise burada sıfatlan zikredilen bazı müminlerin
gerçek mümin olmaları hususu Resulullah'ın, müminler istemediği halde evden
çıkarılmasının bir gerçek olduğu hususuna benzetilmektedir. Bu izaha göre
âyetin mânâsı şöyledir: "Nasıl ki müminler istemediği halde rabbiriin seni
evinden çıkarması hak idiyse Allah zikredildiği zaman kalbleri ürperen,
âyetleri okunduğunda imanları artan, sadece rablerine güvenen, namazla-nnı
kılan ve verdiğimiz nziklardan infak edenlerin mümin olmaları da hak'tır.
f- Bir kısım
âlimlere göre de bu âyette yemin vardır. Manası: "Müminlerden bir grup
istemediği halde seni evinden çıkaran rabbine yemin olsun ki onlar seninle
savaş hususunda tartışırlar." demektir.
Taberi bu görüşlerden
ikinci görüşün tercihe şayan okluğunu, ayet-i kerimede müminlerin, Resulullah'ın,
evinden çıkmasını hoş görmedikleri gibi düşmanla savaşmayı da hoş görmedikleri
hususunun belirtilmek istendiğini söylemiştir.
Bu âyet-i kerime,
Bedir savaşına işaret etmektedir. Bedir savaşı, özet olarak şöyle cereyan
itmişti: Ebu Süfyan idaresindeki bir Kureyş ticaret kafilesi Şamdan
dönmekteydi. Resulullah (s.a.v.) kafilenin gelişini haber aldı ve durumu
ashabına bildirdi. Onlar da "Çok mal, az adam" diyerek bu kafileyi
ele geçirmek istediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) üçyüz on küsur kişiden
oluşan bir mücahit birliği ile yola çıktı. Onun yola çakışını Mekkeli müşrikler
haber almıştı. Ebu Cehil Mekke'de Kâb'nin damına çıkarak: "Ey Mekkeliler
yetişin, kervanınız ve mallarınız elden gidiyor. Eğer Muhammed bu kervana el
koyarsa artık bundan sonra size kurtuluş yoktur." diye feryad etmiş ve bu
suretle bütün Mekkelileri toplayıp, bin küsur kişiden oluşan bir müşrik
ordusuyla Medine'ye doğru yola çıkmış Bedir istikametine geliyordu. Medine'den
hareket eden Resulullah da, ashabıyla birlikte Zafran vadisine varmıştı. Bu
sırada Cebrail (a.s.) Resulullah'a gelerek "İki taifeden biri yani ya
Kervan veya Kureyş ordusu sizindir." vahyini bildirdi.
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.) bu ikisinden hangisini tercih edecekleri hususunda
ashabıyla istişare etti. Sahabilerden bazılan: "Bize savaştan
bah-setseyydiniz ona göre hazırlanırdık. Biz, sadece kervan için yola
çıktık." dediler. Resulullah (s.a.v.): "Kervan deniz kenarından
geçip gitmiştir. Ebu Cehili kastederek şu adam ise bize yönelmiştir." dedi.
Ebubekİr ve Ömer (r.a.) ayağa kalkıp güzel şeyler söylediler. Sonra Hazreç
kabilesinin reisi Sa'd b. Ubade "Ey Allah'ın Resulü, sen yapacağına bak,
sana emredileni yerine getir." dedi. Ondan sonra Mikdat b. Amr
"Allah'ın emrini yerine getir. Biz, senin arzun neyse onu yapmakta seninle
beraberiz. Çünkü biz sana, İsrailoğullannm, Musa aleyhisse-lama, "Sen ve
rabbin gidin birlikte savaşın, biz burada oturacağız." dedikleri gibi
demeyiz. Biz, "Sen, rabbinle beraber git, onunla beraber savaş, biz de
seninle beraber savaşacağız." deriz." dedi. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v.) tebessümle Ensan kastederek şöyle dedi: "Ey insanlar görüşünüzü
belinin. "Çünkü Resulullah, Ensar ile, Medine'nin içinde bulunduğu sürece
kendisini savunacaklarına dair ahitleşmişti. Bu sözleri duyunca Sa'd b. Muaz:
"Ey Allah'ın Resulü galibe bizi kastediyorsun?" dedi. Resulullah da
"Evet" cevabını verdi. Sa'd dedi ki: "Biz sana iman etmişiz.
Getirdiğin İslâm'ın hak olduğuna şahit. Seni dinleyip sana itaat edeceğimize
dair biat etmişiz. İstediğin yöne git. Ey Allah'ın Resulü sen bize denizi
göstersen ve kendin içine dalsan bizden hiçbir kimse geri kalmamak üzere
hepimiz birlikte oraya dalarız..."
Bu konuşmlardan sonra
Müslümanlarla Mekkeli Müşrikler karşı karşıya geldiler. O zamanın harp
usullerine göre savaş önce mübareze şeklinde başladı. Bir taraftan bir kişi
çıkıyor meydan okuyor ona diğer taraftan bir rakip çıkıyor teke tek
vuruşuyorlar, onlardan birisi yeniliyor daha sonra başka bir kişi çıkıyor ve
bir müddet böyle devam ediyordu. Burada da savş mübareze usulü ile başladı.
Müslümanlar karşılarına çıkan düşmanlan tepelediler. Bundan sonra her iki taraf
ta umumi bir saldın ile birbirlerine girdiler. Ramazan ayının onyedinci cuma
günüydü. Toz duman ortalığı kaplamış, kılıç şakırtıları cenk nâralan ufukla-n
inletiyordu... Hz. Peygamber savaşın en şiddetli anında mücahitlerin arasında
dolaşıyor onların morallerini takviye ediyor onlara destek oluyordu. İman güçleriyle
savaşan Müslümanlar, kendilerinde kat kat üstün olan müşrikleri sonunda bozguna
uğratarak Allahm yardımıyla galip geldiler. [9]
6- Gerçek
açıkça ortaya çıkmışken, sanki göz göre göre ölüme sürük-Icniyormuşçasına, hak
olan cihad hususunda seninle münakaşa ediyorlardı.
Bir kısım müminler:
"Sen bize düşmanla karşılaşacağımızı bildirmedin ki onlarla savaşmak için
hazırlık yapalım. Biz, yalnız ticaret kervanını yakalamak için çıkmıştık"
diyerek seninle bir gerçek olan savaş hakkında tartışırlar. Halbuki bunu
Allah'ın emriyle yaptığı onlar için ortaya çıkmıştır. Onlar, düşmanla karşılaşmayı
sevmediklerinden, sanki ölüme sürükleniyormuş gibi oluyorlar.
Âyet-i kerime'de bir
kısım insanların Resulullah ile tartıştıkları zikredilmektedir.
Abdullah b. Abbas ve
İbn-i îshaka göre bunlar, Resulullah'ın mümin olan sahabileridir. Bunlar demişlerdir
ki: "Biz kervan için çıkmıştık. Sen bize, düşmanla karşılaşacağımızı
haber vermiştin ki onlarla savaşacak şekilde hazırlanalım."
İbn-i Zeyde göre ise
burada, Resulullah ile tartıştıkları beyan edilen kimseler, müşriklerdir.
Onlar, savaşmaktan korkarak ölüme sürükleniyonmuş gibi hareket ediyorlar ve
savaşmamak için Resulullah ile tartışıyorlardı.
Taberi diyor ki,
Bundan sonra gelen ayette "Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağın
vaadediyordu da siz kuvvetli olmayanın, sizin olmasını istiyordunuz."
Duyurularak müminlerin, Kureyş ordusuyla karşılaşmayı değil kervanı
istedikleri beyan edildiği için bu âyette zikredilen tartışanların da müminler
oldukları muhakkaktır."
Ayet-i kerime'de geçen
"Gerçek"ten maksat, savaş'tır. Âyet-i kerime'de gerçeğin açıkça
ortaya çıktığı beyan edilmektedir. Süddi'ye göre bundan maksat, Resulullah'ın,
Allah'ın emri dışında bir şey yapmadığının belli olmasıdır. Abdullah b. Abbas'a
göre ise savaşmanın, Allah tarafından emrediidiğinin ortaya çıkmasıdır.
Birinci izaha göre âyetin manası "Ey Muhammed, senin, Allah'ın emri
dışında bir şey yapmadığının ortaya çıkmasına rağmen yine de gerçek hususunda
seninle savaşıyorlar." şeklindedir. İkinci izaha göre ise "Ey Muhammed,
savaşın emredilmesinin ortaya çıkmasından sonra yine de gerçek hususunda
seninle tartışıyorlar." şeklindedir. [10]
7-
Hatırlayın, Allah, o iki zümreden birinin, sizin olacağını vaadediyordu da
siz, kuvvetli olmayanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle
hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu.
Zikredilen iki zümre,
Ebu Süfyan başkanlığındaki Kureyş'in Şam'dan dönen, takriben kırk kişilik
kervanıyla, Resulullah'ın bu kervana ei koyacağım duyarak Mekke'den hareket
edip Bedire kadarg elen, yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Müslümanlar,
kuvvetli olmayan zümrenin, yani kervanın kendilerinin olmasını istiyorlardı.
Allah Teâlâ ise, müşrik ordusunun mağlup edilerek müslümanlann yücelmesini,
kâfirlerin ise kökünün kesilmesini sitiyordu. Neticede ilâhî irade tecelli
etti. Müslümanlar kervanı yakalayamadı!ar fakat müşriklerle çarpışarak onları
mağlup ettiler. [11]
8- Bu,
suçlular istemese de Allah'ın, hakkı gerçekleştirmesi ve bâtılı ortadan
kaldırması içindir.
Allah, kâfirlerin
kökünü kesmek istiyordu ki, suçlular istemese de hakla ortaya çıkarsın. Allah'a
kulluk edilsin, İslâm yücelsin. Bâtılı ise ortadan kaldırsın. Artık putlara
tapılır olmasın. [12]
9- Hani bir
zaman rabbinizden yardım dilemiştiniz de o, "Ben size,
peşpcşe bin Melek ile yardım
edeceğim." diye dileğinizi kabul etmişti.
Hz. Ömer (r.a.) diyor
ki:
"Peygamber
efendimiz Bedir savaşında, bin kişiden meydana gelen müşrik ordusuna ve üçyüz
on kişiden meyana gelen sahabelerine bakmış ve sonra kıbleye dönüp ellerini
açarak rabbine şöyle yalvarmıştır: "Ey Allahım bana va-dettiğini
gerçekleştir. Ey Allahım bana vadettiğini gönder. Ey Allahım, şayet
müslümanlann bu topluluğunu helak edece kolursan artık yeryüzünde sana ibadet
edilmeyecektir."
Dua sırasında
Resulullah (s.a.v.)'in üzerindeki cübbesi omuzlarından aşağı düşünceye kadar
elleri açık ve kıbleye yönelik olarak rabbine yavarmiştir. Hz. Ebubekir gelip
cübbesini almış ve Resulullah'ın omuzuna koymuş ve yanından aynlmayarak
demiştir ki: "Ey Allahın Peygamberi, artık rabbine yalvarman kafidir. O,
sana vaadettiğini gerçekleştirecektir." İşte bunun üzerine Aziz ve Ce-lil
olan Allah bu ayetleri indirmiş ve Melekleriyle ona yardım etmiştir. [13]
10- Allah
bunu ancak bîr müjde olarak ve bununla kalbinizi huzura kavuşturmak için
yapmıştır. Yardım ancak Allah katindandir. Şüphesiz ki Allah, her şeye
galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir,
Allah'ın size Melekler
vasıtasıyla yardım etmesi, sizi zaferle müjdelemesi vekablerinizi sükunete
kavuşturması içindir. Gerçekte zafer, ancak Allah kalındadır. O halde onun
zaferine güvenin, kendi gücünüze aldanmayın. Zira Allah, her şeye galip
gelendir, yapıklarında hikmet sahibidir. [14]
11- Yine
hatırlayın bir zaman Allah, katından bir güven olarak sizi hafif bir uykuya
bürüdü. Sizi temizlemek, sizden şeytanın murdarlığım gidermek, kalblcrinizi
pekiştirmek ve ayaklarınızı yerinde sebatlı kılmak için üzerinize gökten su
indirmişti.
Hatırlayın Allah,
Bedir gününde kendi katından bir emniyet olmak üzere sizleri uykuya daldırdı.
Böylece istirahat ettiniz. Yorgunluğunuzu atıp düşmanla savaşmak için dipdiri
hale geldiniz. Allah sizi, maddi ve mânevi pislikten temizlemek,sizden
şeytanın "Susuzluktan öleceğiniz" hususundaki vesvesesini gidermek,
size zafer nasibedeceğine dair olan vaadi ile kalblerinizi pekiştirmek istedi.
Bastığınız yerleri sağlamlaştırarak, ayaklarınızı sabit kılmak için gökten
üzerinize yağmur indirdi.
Rivayet ediliyor ki,
müslümanlar, ayaklarının battığı kumlu, susuz bira-razide konaklamış ve
uyumuşlardı. İçlerinden bazıları ihtilam olmuş ve yıkanmaları gerekmişti.
Şeytan bunlara şöyle vesvese veriyordu: "Sizler zafere nasıl
ulaşabileceksiniz? Su bile bulamıyorsunuz, abdestsiz ve cünüp namaz kılıyorsunuz.
Bununla beraber kendinizi Allah'ın dostları sayıyor, içinizde onun Peygamberi
bulunduğunu zannediyorsunuz. "Bunun üzerine Allah Teâlâ yağmur yağdırdı.
Müslümanlar hem su içtiler hem de maddi ve manevi kirlerden temizlendiler.
Yumuşak kumlu arazi sertleşti, ayaklan yere batmaz oldu. Böylece Allah onlardan
şeytanın vesvesesini giderdi. [15]
12- Ey
Muhammed,bir zaman rabbin Meleklere şöyle vahyediyordu: "Şüphesiz ben
sizinle beraberim. İman edenleri yerlerinde sebatlı kılın. Ben, yakında inkâr
edenlerin kalblerine korku salacağım. Siz hemen onların boyunlarını vurun ve
bütün parmaklarını doğrayın."
Allah Teâlâ bu âyet-İ
kerime'de, müminlere yaptığı, gözle görülmeyen yardımım bildiriyor ki onların,
rablerine olan güvenleri pekişsin ve kendilerine verilen nimetlere karşı ona
şükretsinler ve Allanın, dilediği zaman sebepler yaratarak, maddi bakımdan
güçsüz olan mümin kullarını muzaffer kılacağını bilmiş olsunlar.
Âyet-i kerime'de,
Allah Teâlâ'ın, meleklere, "iman edenleri yerlerinde sabit kılın"
buyurduğu zikredilmiştir. Meleklerin müminleri yerlerinde sabit kılmalarından,
neyin kastedildiği hususunda çeşitli izahlar yapılmıştır.
Bazılarına göre bundan
maksat, savaş esnasında meleklerin orada hazır bulunmalarıdır.
Diğer bir kısım
müfessirlere göre bundan maksat meleklerin, müminlerle birlikte, müşriklere
karşı fiilen savaşmalarıdır.
Başka bir kısım
müfessirlere göre ise, meleklerin, rnüslümanlara "Biz, müşriklerin"
Vallahi bize hücum ederlerse bizi mağlup ederler" dediklerini işittik."
diyerek maneviyatlarını takviye etmeleridir[16]
13- Çünkü
onlar, Allaha ve Resulüne karşı geldiler .Kim, Allaha ve Resulüne karşı gelirse
şüphesiz ki Allah, cezası çok şiddetli olandır.
Evet, bunların
boyunlarının verulması ve parmaklarının doğranması, böylece müminlerin eliyle
hak ettikleri cezaya uğramaları, şeytana uyup Allah ve Resulüne karşı
gelmelerindendir. Zira, Allanın ve Resulünün emirlerine karşı gelenlerin cezası
bir gün mutlaka verilecektir. Şüphesiz ki Allah cezası şiddetli Olandır. Onun
dünyada vereceği ceza düşmanlarını helak etmesidir. Ahirettteki cezası ise
suçluyu cehennem azabına sokmasıdır. [17]
14- İşte
size vaadedilcn. Onu tadın. Şüphesiz ki kâfirler için cehennem azabı vardır.
Ey kâfirler topluluğu,
işte size hemen peşinen verdiğim, boyunlarınızın vurulması ve parmaklarınızın
doğranması azabını tadın. Ve bilin ki kafirler için âhirette de cehennem
ateşinde yanma azabı vardır. [18]
15- Ey iman
edenler,savaş için elerlerken toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman
sakın onlara arkanızı dönüp kaçmayın.
Ey iman edenler, savaş
sırasında size doğru yaklaşan kafirlerle karşılaştığınız zaman, sakın onların
önünden kaçmayın. Yerlerinizde sabit olun. Onların Önünde mağlup olup geri
dönmeyin.
İsiâmda,savaş
sırasında dumanla karşılaşmak zarureti doğunca ve karşılaşma hali meydana
gelince artık ya zafer ya da şehitlik söz konusudur. Üçüncü bir yol yoktur. [19]
16- Savaş
için taktik kullanan veya başka bir birliğe katılmak isteyen hariç, içinizden
kim düşmana arkasını dönüp kaçarsa, Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp
kalacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.
Sizden kim, savaş
taktiği icabı veya başka birliğe katılmak için çekilme hariç, çatışma anında
düşmandan geri dönüp kaçarsa şüphesiz ki o, Allah'ın gazabını hak etmiş olur.
Kıyamet gününde onun varacağı yer cehennemdir. O, ne kötü bir yerdir.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimede zikredilen, savaştan kaçanın cezasının, sadece Bedirde savaşanlar için
mi yoksa bütün savaşlarda savaşanlar için mi geçerli olduğu hususunda iki
görüş zikretmişlerdir.
a- Ebu
Nadra, Ebu Said el-Hudri, Nafı, Dehhak, Hasan-ı Basri, Katade, Yezid b. Habib,
Ata b. Ebi Rebah ve Mücahid'e göre bu âyette savsatan kaçan için zikredilen
ceza, Bedir savaşından kaçacak olan kimselere mahsustur, Bu itibarla bundan
sonra yapılan savaşlarda kaçanların, bu âyette zikredilen cezalarla cezalandın
İmal an söz konusu değildir. Zira bu ayetin hükmü mensuhtur.Bu hususta Ebu
Said el-Hudri demiştir ki: "Bu hüküm Bedir savaşı içindi. O sırada
müslumanların, Resulullah'tan başka katılacakları başka bir askeri birlikleri
yoktu. Bedirden sonra ise artık müslümanlar birbirlerine destek olan birlikler
meydana getirdiler.
Yezid b. Habib de
demiştir ki: "Allah Teâlâ, Bedir savaşından kaçana cehennem azabını
gerekli kılarak buyurmuştur ki: "İçinizden kim düşmana arkasını dönüp
kaçarsa Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer cehennemdir.
O, ne kötü bir yerdir."
Daha sonra Uhut savaşı
meydana geldiğinde o savaştan kaçanlar hakkında ise "İki topluluk
karşılaştığı gün, içinizden savaştan yüzçevirenlerin işledikleri bazı
günahlardan dolayı şeytan, onlann ayaklannı kaydırmak istemişti. Allah onlan
affetti. [20] buyurmuş ve onlan
affettiğini belirtmiştir. Yedi sene sonra
Huneyn savaşından
kaçanlar hakkında: "O gün sayınızın çokluğu, sizi gururlan-dırmıştı. Fakat
çokluğunuz size bir fayda sağlamamıştı da o geniş yeryüzü size dar gelmeye
başlamıştı. Sonra da yüz çevirip geri kaçmıştınız..." Ondan sonra Allah
dilediği kullanmn tevebesini kabul eder[21] buyurmuş ve dilediğini affedeceğini
belirtmiştir.
Ata b. Ebi Rebah da
demiştir ki; "Düşmanın önünden kaçanın, cehennem azabıyla
cezalandınlacağtnı beyen eden bu âyet~i kerime, yine bu surenin altmış altıncı
âyeti olan şu âyetle neshedilmiştir. Artık bundan sonra müslümanlann kendi
sayılarının iki katı olan düşmanın Önünden kaçmalan yasaklanmıştır. Daha fazla
olan düşmandan kaçmalanna ise izin vardır. Bu hususta Allah Teâlâ: "Şimdi
ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu.
Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi çıksa iki yüz k işiye galip gelir. Eğer
sizden bin kişi olsa Alalh'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. [22] buyurmuştur.
b- Abdullah
b. Abbas'a göre ise bu âyetin hükmü, savaştan kaçan herkes için geçerlidir.
Çünkü savaştan kaçmak, Allah'a ortak koşma gibi en büyü günahlardandır.
Bu hususta Peygamber
efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Helak eden yedi
şeyden kaçının" "Ey Allah'ın Resulü onlar nedir?" diye sorulunca
"Allah'a ortak koşmak, büyü yapmak, Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı
bir kişiyi haksız yere öldürmek, faiz yemek yetim malı yemek, savaş sırasında
düşmandan kaçmak ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmaktır."
cevabını vermiştir[23]
Taberi ikinci görüşün
tercihe şayan olduğunu, âyetin, Bedirde savaşanlar hakkında nazil olmasına
rağmen hükmünün, bütün müminler için geçerli olduğunu, bu itibarla, herhangi
bir müminin bir taktik kullanma veya başka bir birliğe katılma dışında,
savaştan kaçmasının haram olduğunu, buna rağmen savaştan kaçarsa, Allah'ın
affetmesi dışında cehennem azabım hak etmiş olacağını söylemiş ve âyetin
neshedildiğini gösteren kesin bir delil olmadığından, muhkem olduğunu
belirtmiştir. [24]
17- O
kâfirleri siz öldürmcnidİz, Fakat Allah öldürdü. Ey Muham-med, kâferlcre
attığın zaman aslında sen atmadın, fakat Allah attı. Allah bunu, güzel bir
imtihanla, müminleri denemek için yapptı. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi
işiten ve çok iyi bilendir.
Ey müminler Bedir
savaşında müşrikleri siz öldürmedinz. Onları, size yardım ederek Allah öldürdü.
Ey Muhammed, müşriklerin gözlerine kum taneleri saçtığından onları aslında sen
atmadın. Fakat o kum tanelerini onların gözlerine isabet ettirerek Allah attı.
Allah bunu, müminlere, zafer ve ganimet ihsan etmesi ve ResuluIIah ile beraber
yaptıkları cihadın mükâfaatmı vermesi için yaptı. Şüphesiz ki Allah,
Peygamberinin de diğer bütün yarattıklarının da yalvarmalarını çok iyi işiten
ve hallerini çok iyi bilendir,
Abdullah b. Abbas
diyörki; "Bedir savaşında, Resulullah (s.a.v.) bir avuç toprak aldı ve
müşriklerin yüzlerine doğru serperken şöyle buyurdu: "Yüzleri berbat
olsun." Resulullah'ın serptiği bu toprağın, göz ve burunlarına değme-diği
hiçbir müşrik kalmadı. Bunu üzerine müşrikler geri dönerek kaçmaya başladılar,
Resulullah'ın
müşriklere karşı böyle yaptığı, Mücahid Katade, Hişam b. Urve, Hakîm b. Hizam
Muhammed b. Kâb, Süddi, İbn-i Zeyd ve İbn-i ishaktan da rivayet edilmiştir[25]
Allah Teâlâ bu âyet-i
kerimede müminlere, Bedir savaşında müşrikleri onların değil kendisinin
Öldürdüğünü, Resulullah'm attığı şeyleri, onun değil kendisinin attığını
bildirmekte ve böylece kulların yaptıkları işlerin yaratıcısının ve asıl sebebinin
kendisi olduğunu bildirmekte, kulun ise sadece cüzî iradesini kullanarak o işi
kazandığım bildirmektedir. Böylece kulun fiilinde Allah Teâlânın herhangi bir
müdahalesi olmadığını söyleyenlerin görüşlerinin fasit olduğunu ortaya
koymaktadır. [26]
18- İşte
durumunuz budur. Şüphesiz ki Allah, kâfirlerin tuzağını güçsüz kılar.
Müşriklerin
öldürülmeleri, üzerlerine saçılan toprakla mağlup olmaları ve müminlerin onlara
galip gelmesi gibi olaylar, cereyan etmiş gerçeklerdir. İyi bilin ki biz,
kâfirlerin tuzaklarını güçsüz kılarız. Böylece ya zillette düşüp hakka boyun
eğerler veya helak olup giderler. [27]
19- Ey
müşrikler eğer fetih istiyorsanız işte fetih geldi. Eğer karşı gelmekten vaz
geçersiniz, bu, sizin için daha hayırlıdır. Şayet tekrar savaşa dönerseniz, biz
de müminlerin yardımına döneriz. Sayıları çok da olsa, topluluğunuzun size
hiçbir faydası olmayacaktır. Şüphesiz ki Allah, müminlerle beraberdir.
Ey kâfirler topluluğu,
eğer sizler fethi, müslümanlara karşı muzaffer olmayı ve hakkınızda Allah'ın hükmünü
istiyorsanız, işte, Allah'ın, hakkınızdaki hükmü gelmiştir. O hüküm de, zulme
uğramış olanların, siz zalimlere karşı galip gelmeleri ve haklı olanın,
haksızı mağlup etmesidir.
Ey kâfirler, eğer
Alalh ve Resulünü inkâr etmekten ve Müslümanlara karşı savaşmaktan vaz
geçersiniz bu, sizin dünyanız ve âhiretiniz için daha hayırlıdır. Şayet
yeniden müslümanlara karşı savaşmaya başlarsanız biz de Bedir savaşında olduğu
gibi sizi yine mağlup ederiz. Sizin topluluğunuz ne kadar çok olsa, gj^edir
savaşında size bir fayda sağlamadığı gibi bundan sonra da hiçbir fayda
sağlamayacaktır. İyi bilin ki Allah, yardım ve zaferiyle müminlerle beraberdir.
Zühri, Atıyye,
Abdullah b. Sa'lebe, İbn-i İshak, Yezid b. Rurhan ve benzerlerinden rivayet
edildiğine göre Ebu Cehil, Bedir savaşında şöyle demiştir:
"Ey Allah'ım, o,
akrabalık bağını kopardı. Bizlere bilmediğimiz şeyleri getirdi. Yarın sen onu
helak et." Ebu Cehil işte böyle söyleyerek fetih istemişti[28]Bu
âyet onlarla birnevi alay etmektedir. Yani onlar fetih istemiş fakat fetih,
müslümanlara nasib olmuştur. [29]
20- Ey iman
edenler, Allaha ve Resulüne itaat edin. Davetini işittiğiniz halde
Peygamberden yüz çevirmeyin.
Ey iman, edenler,
sizlere olan emir ve yasaklarında Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah'ın
Resulünün size tebliğ ettiği emir ve yasakların duyduğunuz halde onlardan yüz
çevirip karşı çıkmayın. [30]
21- Sakın,
dinlemedikleri halde "Dinledik" diyenler gibi olmayın.
Ey iman edenler,
Kur'anın öğütlerini kulaklarıyla dinleyip onlardan faydalanmayan müşrikler
gibi olmayın. Onlar "İşittik" derler amma aslında, onlardan
faydalanacak bir şekilde dinlememişlerdir. [31]
22- Şüphesiz
ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, akıllarını
kullanmayan sağır ve dilsizlerdir.
Şüphesiz ki, Allanın
yaratıklarından, yeryüzünde kimtldayanlann, Allah nezdide en kötüsü, hakkı
işitip öğüt almamak için, onu konuşmamak için sağır-kesilen ve Allah'ın emirve
yasaklarını idrak edemeyen kimselerdir.
Müfessirler, bu âyetle
kimlerin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
Abdullah b. Abbas'a
göre:
Bu âyet-i kerime,
Abdüddar oğullan hakkında nazil olmuştur. Bunlar şöyle diyorlardı: "Biz,
Muhammed'in getirdiği şeylere karşı sağır ve dilsiziz." Âyet-' i kerime'de
işte bunlar kınanmaktadır. Onların, yeryüzünde hareket eden, merkep, köpek,
domuz gibi navyanlardan bile kötü oldukları bildirilmektedir. Zira bu çeşit
hayvanlar, idrak kabiliyetinden yoksun oldukları için mazurdurlar.FaKat
kâfirler, idrak sahibi oldukları halde gerçekler karşısında kör ve sağır gibidirler.
İşte bu sebeple hayvanlardan daha aşağıdırlar.
Muhammed b. îshak'a
göre ise bu âyetle münafıklar kastedilmiştir. Tabe-ri bundan önceki âyetlerin
de Mekke müşriklerinden bahsetmeleri hasebiyle bu âyetin de, Abdullah b.
Abbas'ın dediği gibi, onları kastettiğini söylemenin daha isabetli olacağını
söylemiştir[32]
23- Eğer
Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, hakkı mutlaka işittirîrdİ. Allah
onlara işittirse bile yine de yüz çevirirlerdi. Onlar zaten yüz
çeviricildirler.
Şayet Allah, bu
müşrikler hakkında hayırlı olacağını bilmiş olsaydı onlara, Kur'anın öğüt ve
ibretlerini işittirirdi ki, Allah'ın delillerini bizzat Allah'tan duyup
düşünsünler. Fakat Allah onlarda herhangi bir hayır olmadığını, onların,
cehennemlik oldukları yazılan şakiler olduklarını bu itibarla iman etmeyeceklerini
bildi ve onlara işittirmedi. Şayet Allah onlara Kur'anı işittirse de onu öğrenmiş
olsalar bile onlar, Allah'tan ve peygamberlerinden yüzçevirirler. Kendilerine
gerçekleri gösterecek delillere iman etmezler. İnatlanda ısrar ederler.
Bir kısım
müfessirier.bu âyet-i kerime'nin müşrikleri kastettiğini Allah Teâlâ'nın,
onların iman etmeyeceklerini bildiği için Resulullah'a indirdiği Kur'anı
onların işitmesini nasîbetmediğini söylemişlerdir.
Diğer bir kısım
âlimler ise bu âyetle münafıkların kastedildiğini, Allah Teâlâ'mn, onların
dilleriyle söylediklerini kalblerine nüfuz ettirmediğini zira onların, iman
etmeyeceklerini bildiğini söylemişlerdir. [33]
24- Ey iman
edenler, Allah'ın Resulü sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği
zaman, hemen Allah'ın ve Resulünün davetini kabul edin. Bilin ki Allah, kişi
ile kalbi arasına girer. Ve onun huzurunda toplanacaksınız.
Ey iman edenler,
Allah'ın Resulü sizi, insanlara hayat veren imana, hakka ve Kur'an davet ettiği
zaman davetini kabul edin. İyi bilin ki her şey, Allah'ın tasarrufu
altındadır. O, kalbleri dilediği gibi evirip çevirir. O, kalbler üzerinde,
onları taşıyan bedenlerden daha hakimdir. Allah dilerse müminin kâfir olmasını,
kafirin de mümin olmasını engeller.
Âyet-i kerime'de geçen
ve "Hayat verecek şey" diye tercüme edilen ifadesinden neyin
kastedildiği hususunda müfessirler, çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Süddiye
göre burada insanlara hayat verdiği bildirilen şeydan maksat, İslam ve imandır.
İnsanlar kâfir iken ölüler gibi oldukları halde müslüman olduktan sonra onlar
hayat bulmuş olurlar.
b- Mücahide
göre burada, insanlara hayat verdiği zikredilen şeyden maksat, haktır. Hakkı
kabul edenler hayata kavuşmuş olurlar. Bâtıla saplananlar ise ölü gibidirler.
c- Katadeye
göre ise burada, insanlara hayat verdiği zikredilen şeydenmalıdır. Âyetin,
"Ve onun huzurunda toplanacaksınız." ifadesi bu izahı güçlendirmektedir.
f- Allah,
kişinin aczini güç'e, korkusunu cesarete çevirerek onunla kalbi arasına girer.
O halde kalbinizde hissettiğiniz korku ve acz'den dolayı iman ve itaattan geri
durmayın. Allah'a dayanın o, sizin aczinizi giderir.
Taberi,bu görüşlerden
tercihe şayan olan görüşün şu görüş olduğunu söylemiştir. "Allah,
kullarının kainlerine, onları taşıyan vücutlardan daha fazla hakimdir. Dilediği
zaman, kullanyla kalbleri arasına girer de kalb sahibi olan kişi iman, inkâr,
anlama ve benzeri herhangi bir şeyi idrak edemez olur.
Âyetin bu şekilde izah
edilmesi, yukarıda zikredilen görüşlerin hepsini kapsamış olur ki, âyetin genel
ifadesine uygun olan da budur. [34]
25- Fitneden
sakının. Çünkü o, içinizden sadece zulmedenlere dokunmaz. Bilin ki Allah,
cezası çok şiddctH olandır.
Ayet-i Kerime,
insanların, iman etmemeleri, Allah'ın emirlerine uymamaları, ve al akası zlaşmalan
sebebiyle gelecek olan musibetin, iyiyi kötüyü ayırmadan, herkesi içine
alacağını, kuru ile beraber yaşın da yanacağını zalimlerin başına gelecek olan
felakete, salih kişilerin de uğrayacağını beyan etmektedir.
Bu hususta Resulullah
(s.a.v.) efendimiz de şu hadis-i Şeriflerinde buyurmaktadır ki:
"Canım kudret
elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ya iyiliği emredip kötülüğe mâni olursunuz
yahut Allah sizlere kendi katından pek yakında bir azap
gönderir de sonra onu kaldırılması için
Allah'a yalvarırsınız Allah da duanızı kabul etmez. [35]
"Allah, belirli
kişilerin suçundan dolayı bütün insanları cezai and ırmaz. Ancak, aralarında
kötülük yayılır, onlar da bu kötülükleri Önlemeye kadir oldukları halde engel
olmazlarsa işte o zaman Allah, belirli kişilerin suçundan dolayı onları da
diğerlerini de cezalanıdınr. [36]
"Ürnmü Seleme
diyor ki:
"Resulullah'm
şöyle buyurduğunu işittim. "Ümmetim içinde günah açıktan işlenince Allah,
katından göndereceği bir azapla hepsini cezalandırır. "Dedim ki: "Ey
Allah'ın Resulü, onların içinde o gün salih insanlar yokmudur?" Resulullah
buyurdu ki "Evet vardır." Dedim ki "Onların durumu ne
olur?" Buyurdu ki: "Herkesin başına gelen, onların da başına gelir.
Sonra onlar, Allah'ın affına ve rızasına kavuşurlar. [37]
Zübeyr b. el-Avvam
demiştir ki: "Ben bu âyeti uzun zaman okudum. Bizim, bu âyetin zikrettiği
kimselerden olacağımızı sanmıyorduk. Bir de baktık ki, bununla biz
kastedıliyormuşuz."
Hasan-ı Bari demiştir
ki: "Bu âyet, Ali, Osman, Talha, Zübeyr gibi, Resulullah'm sahabilerinden
bir kısım insanlar hakkında nazil olmuştur.
Süddi de bu âyetin,
Cemel vak'asma katılan sahabilere işaret ettiğini söylemiştir. [38]
26- Düşünün
ki, bir zamansayınız az idî. Yeryüzünde zayıf görülenlerdiniz, İnsanların sizi
kapıp götürmesinden korku yor d un uz. Öyle iken Allah sizi barındırdı.
Yardımıyla destekledi. Ve sizi, helal ve temiz şeylerle rıziklandırdi ki
şükredesiniz.
Ey iman edenler,
Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Bir zaman sizler az ediniz.
Kâfirler tarafından küçümseniyor, dininzden dönmeye zorlanıyor ve çeşitli
işkencelere maruz kalıyordunuz. Müşriklerin, sizi kapıp götürmesinden
korkuyordunuz. Allah sizleri Medine'de yerleştirdi. Oranın sakinleri olan Ensar
ile size yardım etti. Onlar vasıtasıyla Bedir savaşında muzaffer oldunuz. Ve
Allah, size verdiği nimetlere karşılık, ona şükredesiniz diye sizleri çeşitli
nimetlerle nzıklandırdı.
Ayet-i kerimede
müminlerin, birtakım insanlar tarafından kaçırılıp götürülmekten korktukları
zikredilmektedir. Kendilerinden korkulan bu insanlardan kimlerin kastedildiği
hususunda iki görüş zikredilmiştir.
a- İkrime,
Kelbi ve Katadeye göre, müslümanlann, kendilerini kaçıracaklarından koltuklan
bu insanlar, Kureyş müşrikleridir.Zira müslümanlar hicret etmeden Mekke'de iken
Kureyş müşriklerinden çekiniyorlar, Bedir savaşı başlamadan önce de yine
onların, kendilerini esir edip Mekke'ye götüreceklerinden korkuyorlardı.
b- Vehb b.
Münebbih ve Katadeye göre ise burada, kendilerinden korkulduğu zikredilen
insanlardan maksat, Farslar ve Bizanslılardır. Onlardan korkan-lar'dan maksat
ise Araplardır.
Bu hususta Katade
şunîan söylemiştir: "Araplar insanların en zelili, yaşantısı en perişan
olanı, karnı en aç olan, vücudu en çıplak olan, sapıklığı en açık olanıydı.
Onlardan yaşayan, derbeder ve perişan şekilde yaşardı. Ölenler ise cehennem
azabına sürüklenirdi. Başkaları tarafından sömürülür, kendileri başkalarının
bir şeyini yiyemezlerdi: Vallahi yeryüzü sakinlerinden, o günün
şartlarında onlardan daha perişan bir
millet yoktu. Nihayet Allah islamı gönderdi. Onları yeryüzünde yerleştirdi.
Rızıklanm bollaştırdı. Onlan İslamla, insanların üzerine idareciler yaptı.
Evet, bu gördüğünüz şeyleri Allah size İslam sayesinde verdi. O halde
nimetlerine karşı Allah'a şükredin. Zira rabbiniz, şükrü seven bir
lütufkârdır. Şükredenler ise Allah'tan, daha fazla nimetlere erişirler.
Taberi diyor ki:
"Bu görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Müslümanlann
kendilerinden korktukları insanlar, Kureyşlilerdir. Çünkü müslümanlar, hicret
etmeden önce Kureyşlilerin haricinde herhangi bir kimseden korkmuyorlardi. Zira
kafirlerden, müslümanları en yakınında olanlar Kureyş müşrikleriydi. Onlar
sayıları çok, müminleri az idi. Bu sebeple müminler, onlardan çekmiyorlardı. [39]
27- Ey iman
edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin/Bildiğiniz halde emanetlerinize de
ihanet etmeyin.
Müfessirler, bu âyet-i
kerime'de geçen cümlesindeki fiilinin cümlenin içindeki gramer durumunun ne
olduğu hakkında iki görüş zikretmişler ve âyete, bu görüşlere göre mana
vermişlerdir.
Abdulah b. Abbas'a
göre bu fiil kendisinden Önce geçen cümlesine atfedil mistir. Bu itibarla her
ne kadar başında harfi zikredilme-mişse de manen zikredilmiş gibidir. Bu izaha
göre âyetin manası, mealde verildiği gibidir.
Süddi ve İbn-i İshaka
göre ise fiili, yukanda geçen cümlenin illeti ve gerekçesidir. Buna göre
âyetin manası şöyledir: "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne ihanet
etmeyin. Zira onlara ihanet etmeniz, sizin, emanetinize ihanet etmeniz ve onu
yok etmenizdir.'
Allah Teâlâ, bu âyet-i
kerime ile, Resulullahm sahabilerinden iman edenlere hitabetmekte ve onlara
duyurmaktadır ki: "Ey , Allah'ı ve Peygamberini tasdik edenler, görünüşte
iman ediyor gibi olup ta takacılığınızı gizleyerek ve müşriklere, müminlerin
gizli durumlarım bildirerek Allah'a ve Peygamberine ihanet etmeyin. Ve Allah'ın
size emanet ettiği farzlara da ihanet etmeyin. Onlan eksik yapmayın. Bunu, bile
bile yapmayın." Müfessirler,
bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler
zikretmişlerdir.
a- Atâ b.
Ebi Rebahın, Cabir b. Abdullah'tan naklettiğine göre bu âyet-i kerime kervanı
ile ticaret yapmaya giden Ebu Süfyan'a, müslümanlann, kervanına el koyma planı
yaptıklarını bildiren bir münafık hakkında nazil olmuştur. Cabir b. Abdullah
diyor ki: "Ebu Süfyan, ticaret yapma maksadıyla Mekke'den ayrılıp Şam'a
gidince, Cebrail (a.s.) Resulullah'a gelerek "Ebu Süfyan, ticaret
kervanıyla falan yerde bulunmaktadır." demiş, Resulullah da sahabilerine:
"Ebu Süfyan filan yerde gidin onu yakalayın. Bunu da gizli tutun"
buyurmuştur. Bunun üzerine münafıklardan bir adanı mektup yazıp Ebu Süfyana
göndermiş ve demiştir ki: "Muhammed üzerinize gelecek tedbirinizi
alın." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş ve "Ey iman edenler,
Allah'a ve Resulüne ihanet etmeyin. Bildiğiniz halde emanetlerinize de ihanet
etmeyin." buyurmuştur.
b- Zühri ve
Abdullah b. Ebi Katadeye göre ise bu âyet-i Kerime, "Ebu Lübabe"
isimli bir sahebe hakkında nazil olmuştur.
Hendek savaşında,
Mekkeli müşrikler, müslümanlarla savaşmak için Medine'yi kuşatmışlardı. Bunu
gören Yahudi Beni Kureyza kabilesi, daha önce Medine'yi savunmak üzere
Müslümanlarla anlaştıkları halde bu durumu fırsat bilerek Müslümanlar aleyhine
müşriklerle işbirliği yaptılar. Allah, müşrikleri mağlup ederek müslümanlan
galip getirince Resulullah (s.a.v.) bu hainlerden hesap sordu. Ve kendilerine
verilecek cezada bir hakem seçmelerini istedi. Onlar da Sa'd b. Muaz'ı
seçtiler Fakat, Sa'd'in haklarında ne gibi bir hüküm vereceğini öğrenmek için,
sahabeden, Ebu Lübabe ile istişare ettiler. Ve "Biz bu kaleden inip te
teslim olursak hakkımızda ne işlem yapılacak?" diye sordular. Ebu Lübabe
ise eliyle boğazına işaret etti. Onlar da bundan, kafalarının kesileceğini
anladılar.
Ebu Lübabe diyor ki:
"Daha oradan kımıldamadan, Allah ve Resulüne ihanet ettiğimi
anladım." Ebu Lübabe gelip, kendisini Mescid-i Nebevideki bir direğe
bağladı ve "Ölünceye veya Allah tarafından tevbesi kabul edilinceye kadar
yeyip içmeyeceğine yemin etti. Bu şekilde yedi gün kaldı. Sonunda düşüp
bayıldı. Nihayet Allah Teâlâ, Tevbe suresinin yüz iki ve yüz üçüncü âyetlerinde
Ebu Lübabe'nin tevbesini kabul ettiğini bildirdi. İşte bu olay üzerine bu âyety
nhazil oldu.
c- Muğire b.
Şubeye göre ise bu âyet-i kerime, Hz. Osman (r.a.)'nın öldürülmesi hakkında
nazil olmuştur.
Taberi diyor ki:
"Bu hususta en doğru olan söz şudur. "Allah teâlâ, âyet-i kerimede,
müminlere, kendisine, peygamberine ve müminlere emanet ettiği şeylere ihanet
etmemelerini emretmiştir. Bu âyetin, Ebu Lübabe hakkında inmiş olması da
mümkündür, başkaları hakkında inmiş olması da. Bu âyetin iniş sebebine dair
elimizde kesin bir delil bulunmamaktadır.
Müfessirler, âyette
zikredilen "Emanetleriniz" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda
iki görüş zikretmişlerdir:
Abdullah b. Abbas'a
göre burada zikredilen "Emanetler"den maksat, insanların, gözleriyle
göremedikleri, Allah'ın farzlarıdır.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Allah'a ihanet etmek, onun farzlarını ter-ketmekle,
Resulullah'a ihanet etmek ise onun sünnetlerini yapmamakla olur.Kendi
emanetlerine ihanet de, Allah'ın, kullarını sorumlu tuttuğu görevleri yerine
getirmemekle olur.
İbn-i Zeyde göre ise
burada zikredilen "Emanetler"den maksat, "Din"dir. İbn-i
Zeyd demiştir ki: "Münafıklar, bile bile dine ihanet etmişlerdir. Çünkü onlar,
kâfir oldukan halde, mümin olduklarını açığa vurmuşlar, Allah'ın, kendilerine
emanet ettiği dinine ihanet etmişlerdir. [40]
28- Bilin ki
sizin için mallarınız ve evlatlarınız ancak bir imtihandır. Büyük mükâfaat ise
elbette Allah nezdindedir.
Ey iman edenler, bilin
ki mallarınız ve çocuklarınız, sezin için ancak bir imtihandır. Allah, onlarla
sizi imtihan eder. Emirve yasaklarına uyup uymadığınıza bakar. Büyük mükâfaat
ise ancak Allah kalındadır. O halde Allah'a itaat edin de büyük sevaba nail
olun.
Âyet-i Kerime, mal ve
evlatların insanı yoldan çıkarabileceğini bu itibarla bunlara kapılmayarak,
Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınılması gerektiğini
bildirmektedir. Zira büyük mükâfaatı mal ve evlatlar değil Allah verecektir. Bu
hususta diğer âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler,
mallarınız ve çocuklarınız, sizi, Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle
olursa, işte onlar, hüsrana uğrayanlardır[41]"Ey
iman edenler, hanımlarınızdan ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da
vardır. Onlardan sakımn.. [42].
29- Ey iman
edenler, Allah'tan korkarsanız o size, iyi ile kötüyü ayır-dedecek bir anlayış
verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Ey iman edenler, eğer
Allaha itaat edip ona karşı günah işlemekten kaçınırsanız, o size, hakkı bâtıldan
ayirdedebileceğiniz bir nur ve bir çıkış yolu verir. Geçmiş günahlarınızı
siler ve sizi bağışlar. Allah, yarattıklarına karşı büyük lütuf sahibidir.
Âyet-i kerime'de geçen
ve "İyi ile kötüyü ayırdedecek bir anlayış" diye tercüme dilen
kelimesi, Mücahid, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve İkrime'den nakledilen bir
görüşe göre "çıkış yolu" demektir. Bunların izahına göre âyetine
izahı şöyledir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o size bir çıkış
yolu yaratır."
Yine İkrime, Mücahid,
Süddi, Abdullah b. Abbas ve Katade'den nakledilen diğer bir görüşe göre
kelimesinin manası: "Kurtuluş" demektir. Bu izaha göre âyetin mânâsı
şöyleldir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkarsanız o sizi kurtuluşa
eriştirir."
îbn-i İshaka göre ise
bu ifadeden maksat, hakkı bâtıldan ayırdeden kabiliyet demektir. [43]
30- Ey
Muhammcd hatırla, bir zaman, kâfirler, seni yerinden kımıldatmamak veya
öldürmek yahut sürüp çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı. Onlar sana tuzak
kurarken, Allah da onların tuzaklarını boşa çıkarıyordu. Allah, tuzakları
bozanların en hayirhsıdır.
Ey Muhammed hatırla,
hani bir zaman müşrikler Mekkede, Dârünnedvede, seni hapsetmek veya öldürmek
yahut vatanından çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak
kurarlarken, rabbin de onların tuzaklarını boşa çikanyordu. Allah, tuzakları
bozanların en hayırlısıdır.
Âyet-i kerime'de geçen
ve "Yerinden kımıldatmamak" diye tercüme edilen kelimesi, Abddullah
b. Abbas, Mücahid, Katade ve Miksem tarafıriuan "Seni bağlamak"
şeklinde izah edilmiş, Atâ ve İbn-i Zeyd tarafından, "Seni hapsetmek"
şeklinde izah edilmiş, Ubeyd b. Umeyr tarafından ise "Seni
sinirlemek" diye izah edilmiştir. Birinci izaha göre müşrikler,
Resulul-lahı bağlayıp tutmak istemişler ikinci izaha göre bir yere hapsedip
tutmak iste- . misler, üçüncü izaha göre ise onu büyüleyip tutmak istemişler,
üçüncü izaha göre ise onu büyüleyip şakın hale getirmek istemişlerdir. Mekkeli
müşriklerin, Re-sulullahı büyülemek istemeleri hususunda Ubeyde b. Umeyr
demiştir ki: "Ebu Talib, Resulullah'a dedi ki: "Kavmin sana karşı ne
gibi tuzaklar kuruyorlar?" Resulullah da buyurdu ki: "Beni
büyülemeyi, öldürmeyi ve yurdumdan çıkarmayı istiyorlar." Ebu Talip dedi
ki: "Bunu sana kim bildirdi? "Resuluilah da buyurdu ki: "Rabbim
bildirdi" Ebu Talip dedi ki: "Rabbin ne güzel bir rabî.ona iyi
davran." Resulullah da buyurdu ki: "Ben mi ona iyi davranacağım? O
bana iyi davranır." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Bu âyet-i kerimenin
nüzul sebebi hakkında Abdullahb. Abbas'dân şunlar nakledilmektedir;
"Kureyş kabilesinin ileri gelenleri Darünnedveye gitmek üzere toplandılar.
Darünnedvenin kapısına gelince karşılarına, saygı değer yaşlı bir zat şeklinde
Şeytan çıktı. Onu görünce "Sen kimsin?" diye sordular. İhtiyar
"Ben, Necidli bir şeyhim, sizin, önemli bir husus için toplanacağınızı
duydum. Görüş ve nasihati arımdan mahrum olmayasmız diye buraya geldim."
dedi. Peki bizimle baraber içeri gir," dediler. O da girdi. Dârünnedvede
toplananlar Resulullah hakkında "Bu adamın meselesine iyi dikkat edin,
vallahi bu, yakında size galip geçektir." dediler. İçlerinden biri:
"Onun elini kolunu bağlayarak hepse-din. Sonra da "Onun, zamanın
felaketine uğramasını bekleyin... [44] yok
olup gitsin. Nitekim bundan önce Züheyr ve Nâbiğa gibi şairler de yok olup
gittiler.Bu da onlar gibi birisidir." dedi. Bunun üzerine, Necidli Şeyh
görünümündeki, Allah düşmanı Şeytan bağırdı. "Vallahi sizin bu görüşünüz
görüş değildir. Rab-bi, onu, sizin hapsettiğiniz yerden çıkarıp arkadaşlanna
kavuşturur. Arkadaşları size karşı ayaklanıp onu elinizden'alırlar, ona bir şey
yapmanıza engel olurlar. Ayrıca sizi, memleketinizden çıkarmayacaklarına da
emin değilim."
Müşrikler "Şeyh
doğru söyledi başka bir çare düşünün." dediler. Bunun üzerine başka
birisi: "Onu aranızdan çıkarıp sürgün edin. Böylece ondan kurtulmuş
olursunuz. Zira o, buradan çıkarıldıktan sonra bize bir zarar veremez. Gittiği
yerde ne yaparsa yapsın." dedi. Necidli Şeyh yine bağırarak şöyle dedi:
"Vallahi bu görüşünüz de görüş değildir. Onun sözlerinin tatlılığını,
hatipliliğini, ko-nuştuklanyla insanların kalbini çeldiğini görmüyormusunuz?
Vallahi eğer siz böyle yaparsanız o gider, davasını diğer Araplara anlatır,
onlan aleyhinize kışkırtır. Onlar da gelip sizi memleketinizden çıkanr ileri
gelenlerinizi de öldürürler. "Müşrikler Vallahi doğru söyledi. Başka bir
çare düşünün." dediler. Bunun üzerine Ebu Cehil: "Vallahi size,
düşünemeyceğinizi sandığım bir görüş arzede-ceğim. Bundan başka da çıkar yolun
bulunduğunu sanmıyorum." dedi. "Nedir o?" diyer sordular. Ebu
Cehil şöyle dedi: "Her kabileden seçkin bir genç alalım. Her birinin eline
keskin bir kılıç verelim. Onlar hep beraber vurup onu öldürsünler. O zaman
onun kanı, bütün kabilelere dağılmış olur. Onun kabilesi olan Haşimoğullannın,
bütün Kureyş'e karşı savaşabileceklerini sanmıyorum. Böyle bir durumla
karşılaşınca diyeti kabul etmek zorunda kalacakladır. Böylece biz de rahat eder
ve bu adamın sıkıntısından kurtulmuş oluruz." Bunun üzerine Necidli Şeyh
"İşte uygun olan görüş budur, bu gencin söylediği söz doğrudur. Bundan
başka uygun bir görüş görmüyorum." dedi. Bu görüş üzerine ittifak ederek
dağıldılar. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselam Resululîah'a gelip o gece her
günkü yattığı yerde yatmamasını söyledi. Allah teâlâ, Peygamber efendimizin
hicretine izin verdi. Peygamber efendimiz de, Tevbe suresinin kırkıncı âyetinde
anlatıldığı gibi Mekke'den Medine'ye hicret etti.
Onun Medine'ye hicret
etmesinden sonra bu âyet nazil oldu ve Cenab-ı Hak, hicretten evvel
müşriklerin, onun hakkında neler düşündüklerini, buna karşılık kendisinin de
Resulünü nasıl koruduğunu ve ona olan nimetlerini hatırlattı. [45]
31- Onlara
âyetlerimiz okunduğu zaman "İşittik. İstesek biz de bunun aynısını
söyleyebiliriz, Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir."
dediler.
Allah teâlâ bu âyet-i
kerime'de, Kureyş kâfirlerinin inatçılığını ve Kur'an-ı kerimi dinlediklerinde
"Eğer istersek bunu gibisini biz de söyleriz?" şeklindeki bâtıl
iddialarını haber vermektedir. Aslında müşriklerin bu iddiaları, sadece
şımarıklıklarının ve kuruntularının sonucudur. Zira Kur'an-ı Kerim, çeşitli
âyetlerde insanların, onun bir suresinin dahi benzerini yapamayacaklarını
bildirmekte ve bu hususta şöyle meydan
okumaktadır. "Kulumuz Muhammede indirdiğimizden şüphe ediyorsanız onun
benzeri bir sure meydana getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz, Allah'tan
başka yardımcılarınızı da çağırın. [46]
Bu âyet-i Kerime'nin
nüzul sebebi hakında, Sa'd b. Cübeyr, Suddî ve İbn-i Cüreyc şunu rivayet
etmişlerdir. "Nadr b. el-Hâris, Fars diyarına gidip onlann Kisralanna ait
bazı bilgiler edindikten sonra dönmüş ve döndüğünde Resululla-ha Peygamberlik
geldiğini öğrenmişti. Resulullah İslâm'ı tebliğ ediyor, insanları İslâm'a davet
ediyordu. O, insanların yanına varıp onlara Kur'an okuyup tebliğ yaptıktan
sonra oradan kalkıp gidince Nadr onun yerine oturup, Farslara ait hikâyeler
anlatır sonra şöyle dermiş, "Allah için söyleyin benim hikâyelerim mi
güzel yoksa Muhammedinkilermi?"
İşte âyet-i kerime bu
olaya işaret etmekte ve Nadr b. Harisin bu sapık davranışını yermektedir.
Bu şahıs Bedir
savaşında esir düşmüş, Resulullah (s.a.v.) onu boynunun, kendi huzurunda
vurulmasını emretmiştir. Bu olay, kendisi hakkı kabul etmediği gibi
başkalarının da hidayetine engel olmanın ne kadar büyük bir suç teşkil ettiğini
göstermekte, özellikle bu engelcilerin cezalarının ağırlığına işaret etmektedir. [47]
32- Yine bir
zaman onlar "Ey Allahım eğer bu Kur'an, nezdinden indirilmiş hak bir
kitapsa, gökten üzerimize taşlar yağdır veya bize can yakıcı bir azap
ver." demişlerdi.
Eğer Muhammed hatırla,
bir zaman, Kureyş kabilesinin ileri gelenleri "ey Allahım eğer Muhammedin
söylediği, senin katından gelen bir gerçek ise, daha Öne Lût kavmine gökten
yağdırdığın gibi bizim de üzerimize gökten taş yağdır. Veya geçmiş ümmetlere
verdiğin azap gibi bize de bir azap verd." dediler.
Bu sözler, Kureyşin
ilerj gelenlerinden, Nadr. B. Haris ve benzerleri tarafından söylenmiştir.
Söyledikleri sözler, onlann azgınlıkta zirveye ulaştıklarını akl-ı selimi
bırakıp, şımankhklarından dolayı, hislerine kapılarak helak olmayi
istediklerini göstermektedir. Eğer akıllıca düşünecek olsalardı "Ey
Allahım eğer Muhammedin getirdikleri doğruysa bizi de ona ilet." demeleri
gerekirdi. [48]
33- Halbuki
sen onların içlcrindcykcn, Allah onlara azap edecek değildi. Affedilmelerini
dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.
Ey Muhammed, sen
onların içinde bulunduğun müddetçe onlara azap edecek değilim. Onlar, af
diledikleri takdirde de kendilerine azap edecek değilim.
Müfessirler, bu âyet-i
kerimeye çeşitli şekillerde mana vermişlerdir.
a- İbn-i
Ebza, Ebu Malik, Dehhak ve Abdullah b. Abbas'a göre bu âyetin izahı şöyledir:
"Ey Muhammed, sen Mekke'de o müşriklerin içindeyken Allah onlara azap
edecek değildi. Müminler de Mekke'de affedilmelerini dilerken Allah, Mekkede
bulunan müşriklere azap edecek değildi. Sen ve müminler, oradan çıkmanızdan
sonra o kâfirlere, Mekke fethedilerek azap edilmiş oldu. Bu hususta İbn-i Ebza
diyor ki: "Resulullah Mekke'de iken Allah ona: "Sen onların
içle-rindeyken Allah onlara azap edecek değildi." âyetim indirdi. Bundan
sonra Resulullah hicret edip Medine'ye gitti. Bundan sonra, müminler de
Mekke'den çıkınca Allah "insanları meescid-i haramdan ahkoyarlarken Allah
onlara niçin azap etmesin?" ayetini indirdi Böylece, Peygamberine,
Mekke'yi fethetmesine dair izin verdi. Mekke'nin fethi ise müşrikler için bir
azaptı.
b- Abdullah
b. Abbas, Yezid b. Rûman, Muhammed b. Kays ve İbn-i İs-haka göre bu ayetin
izahı şöyledir: "Ey Muhammed, sen Mekke'de Kureyşlilerin içlerindeyken
seni onların arasından çıkarmadan Allah onlara azap edecek de-ğildir.Yine
Kureyş müşrikleri, KSbeyi tavaf ederken veya yaptıkları kötülüklere pişman
olurken "Ya rabbi, sen bizi affet" derlerken Allah onlara azap edecek
değildir. Ancak insanları mescid-i haramdan ahkoyarlarken Allah onlara âhirette
niçip azap etmesin?" Görüldüğü gibi bu izaha göre, Allah'ın müşriklere
azap göndermemesinin sebebi içlerinde Resulullah'ın bulunması bir de birinci
görüşte zikredildiği gibi müminlerin değil d e .bizzat kendilerinin, yerine ve
zamanına göre Allah'tan af dilemeleridir. Bundan sonra gelen âyette
müşriklerin uğrayacakları bildirilen azap ise âhiret azabıdır.
Bu hususta Abdullah b.
Abbas diyor ki: "Müşrikler, Kâbeyi tavaf ediyor ve şöyle diyorlardı:
"Emrine amadeyiz. Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrine amadeyiz.
Resulullah'da buyurdu ki: Doğru, doğru" Bunun üzerine müşrikler de
diyorlardı ki: "Senin hiçbir ortağın yoktur. Ancak öyle bir ortağın vardır
ki, sen ona maliksin. O ise hiçbir şeye mâlik değildir. Affet bizi, affet
bizi!" işte bunun üzerine Allah Teala "Sen onların içindeyken Allah
onlara azap edecek değildir. Affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara azap
edecek değildir." âyetini indirdi. Evet, onlar için iki güvence vardı.
Bunlardan biri, Allanın Peygamberi, diğeri ise af dilemeleriydi. Peygamber
gitti, Sadece af dilemeleri kaldı. Bundan sonra gelen: «"İnsanları
Mescid-i haramdan alıkoy arlarken, Allah onlara niçip azap etmesin..."
âyet-i kerimesi ise, âhirette görecekleri azabı bildirmektedir.
c- Katade,
Süddi ve İbn-i Zeyde göre ise bu âyeytin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, Sen
Mekke'de o müşriklerin içlerindeyken Allah onlara azabede-cek değildi. Onlar
affedilmelerini dilemiş olsalardı, affedilmelerini dilerlerken de Allah onlara
azabedecek değildi. Fakat onlar, affedilmelerini dilemediler. Bu itabarla
insanları mescid-i haram'dan ahkoyarlarken Allah onlara niçin
azabet-mesin?" Bunların izahına göre Allah Teala bu âyet-i kerime'de
Resullah içlerinde bulunduğu müddetçe müşriklere azabetmeyeceğini beyan etmiş,
Resulullah'ın onların arasından ayrılmasından sonra ise Allah'dan af
dilemedtkleriden ve müminlerin, mescid-i haram'a girmelerine engel olmalarından
dolayı azaba uğratacağını bildirmiştir.
d- İkrime ve
Mücahide göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, sen Mekke'de
onların içlerindeyken Allah onlara azap edecek değildir." Bu izaha göre
ise Allah Teaia'nın müşrikleri, derhal cezalandırmam asının sebebi, onların
içinde Resulullah'ın bulunması ve onların zamanla müslüman olacak-lanndandır.
e- Abdullah
b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyetin izahı şöyledir:
"Sen, Mekkede o müşriklerin içindeyken Allah onlara azap edecek değildir.
Ezelde müslüman olacakları yazıldığından Allah'tan af dileyerek iman
edeceklerinden Allah onlara azap edecek değildir. Ancak müminleri mescid-i
haram'dan alıkoyanlar müstesnadır. Bunlar, Bedir savaşında boyunları kılıçla
vurularak azaba uğratmışlardır.
f- Abdullah
b. Abbas, Mücahid ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin izahı
şöyledir: "Ey Muhammed, Sen Mekke'de, müşriklerin içindeyken Allah onlara
azap edecek değildir. Onların iman edip namaz kılmaları beklenirken de Allah
onlara azap edecek değildir.
g- İkrime ve
Hasan-ı Basriye göre ise bu âyet-i kerime'nin hükmü, bun dan sonra gelen âyetle
neshedilmiştir. Öyle ki, Allah Teala bu âyet-i kerime'de,
Resulullah'm içlerinde
bulunması ve onların da Allah'dan af dilemeleri sebebiyle müşriklere
azabetmeyeceğini bildirmiş, bundan sonra gelen âyet-i kerime'de ise,
müşriklerin müminleri, mescid-i haram'dan alıkoymaları yüzünden azaba
uğratılacak!annı beyan etmiş ve bu âyet-i neshetmiştir.
Taberi diyor ki:
"Bu âyeti izah eden görüşlerden, bana göre en doğru olanı şudur:
"Allah Teala Resululah'a bildirmiştir ki "Sen, müşriklerin içinde bulunduğun
sürece ben onlara azabetmem. Zira ben, peygamberimin, içinde bulunduğu bir
ülkeyi helak etmem. Yine Ailah Teala Resulullah'a bildirmiştir ki "Seni
onların içinden çıkardıktan sonra onlar, yaptıklarından vaz geçip affedilmelerini
isteyecek olsalardı yine ben onlara azap edecek değildim. Fakat onlar, günah ve
inkârlarından vaz geçip af dilemiyorlar. Bilakis ısrar ediyorlar.Bu sebeple
onlar azabı hak etmiş oluyorlar."
Bu görüşü tercih
etmemizin sebebi şudur: "Mekke müşrikleri, "Şayet Muhammed'in
getirdiği doğru ise sen bizim üzerimize gökten taş yağdır. Veya bize can yakıcı
bir azap ver." demişlerdir. Bunun üzerine de Allah Teala, peygamberine
buyurmuştur ki: "Sen onların içindeyken ben onlara azap edecek değilim.
Seni onların içinden çıkardıktan sonra onlar af dilemiş olsalardı yine onlara
azap edecek değildim. Fakat onlar, isyan ve inkârlarına devam ettiler. İnsanları,
mescid-i haram'dan alıkoydular. Artık ben onlara niçin azap etmiye-yim?"
Böylece Allah Teala, azap isteyen bu insanları, Resul!ah'ı aralarından çıkarmasından
sonra, azabına uğratacağını bildirmiş ve Bedir savaşında mağlup ederek ileri
gelenlerinin boynunu vurdurmuştur. Âhirette de kendilerini cehennem azabı
beklemektedir. Bir kısım insanların, burada zikredilenleri, müminler sayıp bu
nedenle helak edilmediklerini söylemeleri isabetli değildir. Zira âyet,
müşriklerden bahsetmektedir. Keza, diğer birkısım insanların bu âyetin, bundan
sonra gelenâyetle neshedi İd iğini söylemelir, isabetli değildir. Zira bu âyet,
belli şeyleri beyan eden bir haberdir. Haberlerin ise neshed il meleri söz
konusu değildir. Neshedilme ancak emir ve yasaklarda olur. [49]
34-
İnsanları Mcscid-i Haram'dan ahkoyarlarkcn, Allah onlara niçin azap etmesin?
Aslında onlar, Mescid-i Haram'ın dostları dcğiIlcrdir.Onun dostları, ancak
Allah'tan korkanlardır. Fakat onlardan çoğu bunu bilmezler.
Allah onlara niçin
azap etmesin ki? Onlar, inkârlarından vaz geçip tevbe etmediler Umre yapmak
için Mescid-i Haram'a gitmek isteyen müminleri, Hu-devbiye gününde Mescid-i
Haram'a sokmadılar. Halbuki onlar, Mescıd-ı Haram'a lâyık insanlar değillerdi.
Mescid-i Haram'a layık olanlar, ancak, Allah'tan korkan kimselerdir. Fakat
onların çoğu bunu bilmezler ve Mescid-i Haram'a layık olduklarını zannederler. [50]
35- Onların,
Mecsid-i Haram'daki ibadet ve duaları, sadece ıslık çalmak ve el çırpmaktan
başka bir şey değildir. O halde ey kâfirler, inkârlarınızın karşılığı olarak
azabı tadın.
Müşriklerin Kâbedeki
ibadet ve duaları, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Müşrikler, çıplak olarak Kabeyi tavaf ederler ve ıslık çalıp el
çırparlardı. Âyet-i kerime onlann bu çirkin işlennı anlatmaktadır.
Said b Cübeyr diyor
ki: "Resulullah tavaf ederken, Kureyşliler ona sataşıyor, onu alaya
alıyorlar ve ona ıslık çalıyor ve el çırpıyolardı. İşte bu âyet bunun üzerine
nazil oldu.
İbn-i İshak, İbn-i
Cüreyc ve Dehhaka göre bu kâfirlerin tadacakları haber verilen azap'tan maksat,
Bedir savaşında öldürülmeleri ve esir edilmeleridir. [51]
36- Kâfirler
mallarını, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklar
da. Sonra bu onlar için bir pişmanlık sebebi olacaktır. Sonra da mağlup
olacaklardır. Kâfrlcr toplanıp cehenneme sürükleneceklerdir.
Kâfirler mallarını,
insanların İslâm'a girnıelerine engel olmak için harcarlar. Bundan sonra da
harcamalarına devam edeceklerdir. Fakat bu harcamaları onlar için sonunda bir
pişmanlık sebebi olacaktır. Çünkü mallan gidecek fakat onlar yine de, Allah'ın
nurunu söndürüp, inkarcılığı yüceltme maksatlarına ulaşamayacaklardır. Sonunda
müminler onlara galip gelecektir. Bu onların hem Ölüleri hem de dirileri için
büyük bir kayıp ve ağır bir pişmanlık sebebidir. Ölen yok olmuş gitmiş, mallan,
yağma edilmiş ve ebedi olarak kalacağı azabın içine girmeye acele etmiştir, Sağ
kalanlar ise mallannı kaybetmiş, hezimete uğramış, hor ve hakir olarak geri
dönmek zorunda kalmıştır. En sonunda hepsi de toplanıp cehenneme
sürükleneceklerdir.
Kureyş kâfirleri Bedir
savaşında mağlup olunca, savaştan sağ olarak kurtulanlar Mekke'ye dönmüşler ve
şöyle demişlerdir. "Ey Kureyş topluluğu, Muhammed ileri gelenlerinizi
öldürdü. Bize malarınızla yardım edin tekrar savaşarak yaptıklarının
intikamını alalım."
Said b. Cübeyr diyor
ki: "Bu âyet-i kerime Ebu Süfyan hakkında nazil olmuştur Ebu Süfyan, Uhut
savaşında, soyu sopu belli olmayan kanşık insanlardan iki bin kişi kiralamış
ve Resulullaha karşı savaşmıştır. Bu ayet işte o günkü durumu tasvir
etmektedir.
Zühri, Muhammed b.
Yahya, Asım b. Amr, Husayn b. Abdurrahman ve Amr b. Said b. Muaz demişlerdir
ki: "Müslümanlar, Bedir savaşında Kureyş kâfirlerinden ileri gelenlerini
öldürüp kuyuya doldurmaları üzerine, geriye kalan perişanları Mekke'ye
döndüler. Ebu Süfyan da ticaret kervanıyla Mekke'ya varmıştı. Kureyşlilerden
Rabia'nın oğlu Abdullah, Ebu Cehilin oğlu îkrime ve Ümeyye b. Halefin oğlu
Safvan gibi babalan, oğulları ve kardeşleri Bedirde öldürülenler, Ebu Süfyanın
ve kervanında eşyası bulunan diğer Kureyşli tüccarların yanına gittiler.
Onlara: "Ey Kureyş topluluğu Muhammed sizi helak etti. Seçkinlerinizi
öldürdü. Siz bu kervan malıyla, onun taraflanna karşı bize yardım edin. Ola ki
biz, ölenlerimizin intikamını onlardan ahnz." dediler. Onlar da bunların
isteklerini yerine getirdiler. İşte bunun üzerine Allah Teala bu âyet-i
kerimeyi indirdi. [52]
37- Bu,
Allah'ın, murdarı temizden ayırması, murdarların hepsini birbiri üstüne yığıp
cehenneme atması içindir. İşte hüsrana uğrayanlarlar onlardır.
Kâfirler cehennemde
bir araya getirilirler ki Allah, murdar olan hafırleri, temiz olan müminlerden
ayırmış olsun. Müminler cennete kâfirler ise cehenneme yerleşsin. Ve Allah,
kâfirleri üstüste yığıp hepsini bir yere biriktirsin. Sonunda onlan cehenneme
atsın. İşte tamamen zarara uğrayanlar bunlardır. Zira, dünya malını harcayarak
âhiret azabını satın almışlar ve bu harcamalanyla kendilerini rezil
etmişlerdir.
Âyet-i kerime'de,
müminlerin kâfirlerden ayırdedilmesi zikredilmemektedir. Bir kısım
müfessirlere göre bu iş âhirette olacaktır. Nitekim Allah Teaîa başka âyetlerde
de şöyle buyurmaktadır!
"Kıyamet koptuğu
gün, işte o gün, müminlerle kâfirler birbirlerinden ay-nhrlar. [53]
"Ey mücrimler, bugün müminlerden ayrılan.
[54]
"Kıyamet günü bütün insanları bir araya toplarız. Sonra Allah'a ortak
koşanlara şöyle deriz: "Siz ve Allah'a ortak koştuklarınız, yerinizden
kımıldamayın." Sonra müşriklerle ortak koştuklannı birbirlerinden ayınnz.
Kendilerine tapanlara şöyle derler: "Siz, bize tapmıyordunuz. [55]
Bir kısım âlimlere
göre ise, kâfirlerin müminlerden ayırdedilmesi, daha tlünyadaken de cihat ve
benzeri yollarla gerçekleşmiş olabilir. Bu hususuta da şöyle bu yurul m
aktadır: "İki topluluğun karşılaştığı günde size gelen musibet, Allah'ın
izniyledir. Ve müminleri ortaya çıkarması, münafıkları da belirtmesi içindir. [56]
"Yoksa Allah, içinizden cihad edenleri belirtmeden ve sabredenleri onaya
çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz? [57]
38- Ey
Muhammcd kâfirlere söyle, eğer kötülüklerinden vaz geçerlerse geçmiş günahları
bağışlanacaktır. Şayet yine kötülüğe dönerlerse, geçmiş ümmetlerin başına gelen
felaketler gözler Önündedir.
Ey Muhammed, o
mişriklere de: "Eğer inkârlarından, Peygamber ve müminlerle savaşmaktan
vaz geçerlerse onlann geçmiş günahları bağışlanır. Şayet tekrar inkarcılığa ve
savaşmaya dönerlerse, Peygamberlerimi yalanlayanları helak ettiğime dair
sürgelen konunlanmı göz önünde bulundursunlar. Onları da aynı akıbete
uğratırım. [58]
39- Hiçbir
fitne kalmayincaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer kötülükten vaz geçerlerse, şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok
iyi görür.
Ey müminler,
kâfirlerle savaşın ki ortada şirk kalmasın, sadece Allah'a kulluk edilsin.
Allah'ın kulları fitneye düşmekten kurtulsun. Yeryüzünde sadece Allah'ın dini
hakim olsun. Eğer kâfirler, Allaha ortak koşmaktan ve onu inkâr etmekten vaz
geçer de hak dine dönerlerse şüphesiz ki Allah, onlann yaptıklarını çok iyi
görendir. Kullarının yaptıklarından hiçbir şey ona gizli değildir.
Âyet-i kerimede
zikredilen "Fitne"den maksat, Allah'a ortak koşmak ve inkarcılığa
düşmektir. Allah Teala âyet-i kerimede müminlerin, dinlerinden çıkarılıp şirke
ve inkara düşürülmeden için ve sadece Allah'a ibadet etmeleri ve onu
bilrelemeleri için savaşmaları emredilmiştir.
Bu hususta Urve b.
Zübeyr diyor ki: "Allah Teala, Resulullah'a peygamberliği verince o
kavmini hidayet ve nur olan dine çağırdı Kureyş'liler buna karşı, önceleri
sert davranmadılar. Ancak Resulullah onlann tağutlanm reddedince müşrikler
sertleştiler, Resulullaha tabi olan müminleri dinlerinden çıkarıp tekrar sirke
düşürmeye çalıştılar. Bunun üzerine Resulullah müminleri Habeşistana hicret
ettirdi. Müşrikler gevşediler. Habeş ist andaki müslümanlar, Mekkede durumunu
sakin olduğu ve dinlerinden çıkmayan zorlarım ay ac aklan kanaatıyla Mekke'ye
döndüler. Bu sırada Medine'de de müslümanlar çoğalmaya başlamıştı. Bu durum,
müşrikleri tekrar kızdırdı. Onlar, müminleri dinlerinden döndürmeye
çalıştılar. Resusullah bu sefer de müminlere, Medine'ye hicret etmelerini emretti.
Daha sonra ise kendisini hicret etmesine izin verildi. Ardından müminlere,
kâfirlere karşı savaşma emri geldi. Tâ ki müminleri, tekrar Allah'a ortak koşma
fitnesine düşürmesinler. [59]
40- Eğer yüz
çevirirlerse, bilin ki, Allah, sizin dostunuzdur. O, ne güzel dost, ne güzel
yardımcıdır.
Şayet kâfirler,
inkârlarından ve size karşı savaşmaktan vaz geçmeyip davetinizden yüz
çevirecek olurlarsa bilsinler ki Allah, sizin dostunuzdur. Kâfirlere karşı size
yardım eder. O halde kâfirlerle savaşın. Allah, ne güzel dost ne güzel
yardımcıdır. [60]
41- Eğer
Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun karşılaştığı o gün,
kulumuz Muhammed indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız bilin ki savaştan
ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah'ın,
Peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah
her şeye kadirdir.
Allah Teala âyet-i
kerime'de, müminlerin, aldıkları ganimetleri nasıl taksın edeceklerini beyan
ediyor:
Müfessirler, bu âyette
zikredilen ganimetle Haşr suresinde zikredilen "Fey" kelimesinin aynı
anlamamı yoksa farklı anlamlara mı geldikleri hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Atâ b.
Saib'e göre ganimet, düşmandan zorla alınan mal'dır. "Fey"r ise yine
düşmandan zorla alınan arazidir.
b- Süfyan
es-Sevriye göre ise "Ganimet" müslumanların kâfirlerle savaşarak
zorla aldıkları şeylerdir. İşte bunlar, beş'e taksim edilir. Dördü cihada katılan
gazilere taksim edilir. Bir'i ise bu âyette belirtilen kimselere, veriler.
"Fey1" ise müslümanların, savaşmaksızm, sulh yoluyla düşmndan
aldıkları mallar-dır.Bu beş'e bölünmez hepsi bu âyette zikredilen kimselere
verilir.
c: Katadeye
göre ise ganimet ve fey, aynı anlama gelmektedir. Bu itibarla bu âyet-i kerime,
Haşr suresinde "Fey' "in hükmünü beyan eden yedinci âyeti
neshetmiştir. Böylece sulh yoluyla alınan mallar dahi beşe bölünür. Dördü, savaşan
müminlere verilir. Bir'i ise bu âyette beyan edilen kimselere verilir. Halbuki
Haşr suresinde, savaşanlara herhangi bir şey verilmeksizin, elde edilen Fey'in
tümünün, Allah'a peygambere yakınlara yeminlere, yoksullara ve yolda kalmışlara
verileceği beyan edilmiştir.
Taberi diyor ki:
"Ganimet, müslümanların, galip gelerek ve savaşarak aldıkları mallardır.
Fey' ise müşriklerle savaşmaksızm, sulh yapılarak alınan mallardır. Bu
itibarla bu âyet-i kerimenin, Haşr suresinde zikredilen fey' ile ilgili âyeti
neshettiğini söylemek isabetli değildir. Zira herbirinin hükmü diğerinden
ayrıdır. Birbirleriyle çelişmemektedirler.
Âyet-i kerime'de
"Savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka
Allah'ın Peygamberi ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve
yolcularındır." buyuru İm aktadır.
Müfessirler, âyet-i
kerjme'nin bu bölümünü çeşitli şekillerde izah etm-mişlerdir.
a- Hasan-ı
Basri, Abdullah b. Abbas, İbrahim en-Nehaî, Katade ve Ata'ya göre: "Âyet-i
kerime'de Allah Teala'nin ismi hürmeten başta zikredilmiştir. Zira her şey
zaten Allah'ındır. Bu sebeple AIlahTeala için özel bir pay ayrılması söz konusu
değildir. Allah ile Resulullah'm payı aynı şeydir. Buna göre ganimetin
tamamından ayrılacak beşte bir, altıya değil beş'e bölünecektir.
b- Ebul
Âli'yeye göre ise ganimetin beşte biri de altıya bölünerek, bir'i Allah için
ayrılır, bu da Kâbeye verilir. O diyor ki: "Resulullah'a savaş ganimeti
getirildiğinde onu beşe böler, dördünü savaşa katılanlara verir, geriye kalan
beşte birinin ise üzerine elini koyar ve avucunu dolduracak kadar alır onu
Kâbeye tahsis ederdi. İşte beşte bir'den Allah'ın hissesine ayrılacak olan bu
idi. Geriye kalan kısmı, Resulullah tekrar beşe böler, birini kendisi alır,
birini akrabalarına, birini yetimlere, birini yoksullara ve birini de yolda
kalmışlara verirdi.
c- Ali b.
Ebi Talha'nın Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre ise, Allah'ın,
Resulullah'm ve Resul lah'm akrabalarının paylan aynı şeydir. Bu hususta Ali
b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'dan şunu rivayet etmiştir. "Savaş ganimeti
beşe bölünürdü. Dördü savaşanlara verilir, beşte biri ise tekrar dörde bölünürdü.
Biri Allah'a ve Resulullah'a tahsis edilirdi. Bu pay, Resulullahm akrabalarına
verilirdi. Resulullah bu beşte bir'den hiçbir şey almazdı. Kalanın dörtte biri
yetimlere, dörtte biri yoksullara ve dörtte biri de yolda kalmışlara verilirdi.
Taberi diyor, ki:
"Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, birinci görüştür. Ganimetin tümü
beş'e taksim edilir. Bunun dördü, savaşan mücahitlere verilir. Beşte biri ise
tekrar beşe bölünür, bunun da biri Resulullah'a diğeri akrabalarına, bir
diğeri yetimlere dördüncüsü yoksullara beşincisi ise yolda kalan yolculara
verilir. Âyette Allah Telala'nın isminin zikredilmesi ise hürmet içindir.
Mese-le'ye giriş mahiyetindedir. Bu itibarla ganimetin beşte birinden, Allah
için özel bir pay ayrılması söz konusu değildir. Nitekim Katade ve Yahya b.
el-Cezzar, bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir.
Âyet-i kerime'de geçen
ve ganimetin beşte birinden pay alma hakkı olduğu zikredilen
"Yakmlar"dan kimlerin kastedildiği hususunda müfessirler çeşitli
görüşler zikretmişlerdir.
a- Mücahid,
Ali b. el-Hüseyin ve İbn-i Cüreyce göre burada zikredilen "Yakınlar"dan
maksat Haşimoğullarından, Resulullah'ın akrabalarıdır. Bu hususta Mücahid
demiştir ki: "Resulullah ve ehH beyti, sadaka yemiyorlardı. Bu sebeple
Allah onlara, ganimetin beşte birinin beşte birini tahsis etti.
b- Abdullah
b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen
"Akrabalar"dan maksat, bütün Kureyşlilerdir. Bu hususta Said
el-Makburi diyor ki: "Necde, Abdullah b. Abbasa, "Yakınîar"ın
kimler olduklarını öğrenmek için bir mektup yazdı. Abdullah b. Abbas da ona
bir cevap yazarak dedi ki: "Biz diyorduk ki: "Akrabalar biziz. Fakat
kavmimiz bunu bize tahsis etmekte direttiler ve dediler ki: "Bütün
Kureyşliler akrabadır."
c- Katadeye
göre ise bu âyette zikredilen akrabaların, ganimetten olan payını Resulullah
alıp tasarrufta bulunuyordu. Onun vefatından sonra ise bu pay, Ulül-Emir'e
verildi.
d- İmanı
Şafii'nin de katıldığı diğer bir kısım âlimlerin görüşüne göre ise burada
zikredilen "Akrabalar"dan maksat, Haşimoğullan ve Muttaliboğullandır.
Bu hususta Cübeyr b. Mut'im demiştir ki: "Resulullah, Hayber
ganimetlerinden akrabalara olan payı, Haşimoğullanna ve Muttaliboğullarına
verince ben ve Osman b. Affan ona gittik ve dedik ki: "Ey Allah'ın
Resulü, şunlar Haşimoğullan, senin kardeşlerin. Allah seni, onlann arasından,
Peygamber seçerek onlara üstün kıldığını inkâr edemeyiz. Kardeşlerimiz
Muttaliboğulan hakkında ne dersin? Ganimeti onlara verdin bizi bıraktın.
Halbuki bizimle onlar, sana yakınlık bakımından aynı derecedeyiz."
Resulullah buyurdu ki: "Onlar bizden ne cahili-ye döneminde aynldılar ne
de İslam döneminde. Haşimoğullan ile Muttaliboğullan aynıdır." Sonra
Resulullah, bir elinin parmaklarını diğer elinin parmaklarına geçirerek
onların bir olduklarını ifade eder şekilde bize gösterdi.
Taberi diyor ki:
"Akrabaları hakkında zikredilen bu son görüş tercihe şayandır. Zira bu
hususta Resulullah'tan rivayet edilen hadis sahihtir.
Taberi, sözlerine
devamla diyor ki: "İlim ehli, Resulullah'ın vefatından sonra, ganimetin
beşte birinden, Resulullah'a ve akrabalarına verilen iki payın ne yapılacağı
hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullah
b. Abbas, Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehaiye göre ganimetin beşte birinden
Resulullah'a ve akrabalarına Resullah sağ iken verilmiş olan iki pay,
Resulullahm vefatından sonra, İslama ve müslümanlara yardıma harcanır. Bu
hususta Dehhak, Abdullahb. Abbas'tn şunian söylediğini rivayet etmiştir.
"Ganimetin beşte birinde zikredilen, Allah'ın payı ile Resulullahm payı,
tek bir pay kabul edilmiş bu pay ile akrabaların payı, orduyu teçhiz etmek
için, at, silah gibi şeylerin alınmasına harcanmıştır. Yetimlerin, yoksulların
ve yolda kalanların paylan ise kendileri dışında kimseye verilmemiştir."
Bu hususta Hasan-ı Basri demiştirki; "Resulullah'ın vefatından sonra, savaş ganimetinden, Resul-lah'a ve
akrabalarına verilen payın ne yapılacağı hususunda sahabe arasında ihtilaf
çıkmış, bazıları: "Resulullah'm hissesi Halife'ye verilsin." demiş
bazıları ise; "Bu hisse Resulullah'in akrabalarına verilsin" demiş,
diğer bazıları da: "Resulullah'ın hissesi Halifeye, akarabalanna verilen
hisse de Halife'nin akrabalarına verilsin." demiş ve neticede Resulullah
iîe akrabalarının hissesisinin, Allah yolunda savaşanlar için savaş araç ve
gereçleri almaya harcanmasına karar verilmiştir. Hz. Ebubekir ve Ömer'in
Hilafetleri döneminde uygulama böyle yapılmıştır.
Ali b. Ebi Talha da bu
hususta Abdullah b. Abbas'ın, şunları söylediğini rivayet etmiştir.
"Ganimet beş'e bölünürdü." Beşte dördü savaşan Mücahidler'e
verilirdi. Beşte biri ise tekrar dörde bölünürdü. Allah'ın ve Resulü'nün
paylan, Resulullah'ın akrabalarına veriliyordu. Resulullah, ganimetin beşte
birinden hiçbir şey almamıştı. Resulullah vefat ettikten sonra ise Ebubekir,
akrabaların paylarını müslümanlara verdi. Onunla Allah yolunda cihad edenlere
binek temin ediyordu. Çünkü Resulullah:
"Biz Peygamberler
topluluğu miras bırakan olmayız. Bizim bıraktığımız sadakadır."
buyurmuştur[61]
b- Hz. Ali
ve Katadeden rivayet edilen diğer bir görüşe göre Resulullah'ın ve
akrabalarının, ganimetin beşte birindeki paylan, müslümanlann ulül-Emrine
verilir.
c- Iraklı
âlimlerden bir topluluk ise ganimetin beşte birinin, yetimler, yoksullar ve
yolda kalan yolculara taksim edileceğini, Resulullah'ın payının da bunlara
verileceğini söylemişlerdir.
d- Abdullah
b. Muhammed b. Ali ve Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabi-din'e göre ise,
ganimetin beşte birinin tümü, Resulullah'ın akrabalarına verilir. Âyette
zikredilen, yetimler, yoksullar ve yolda kalan yolculardan maksat, Resulullah'ın
akrabalanndan bu durumda olanlardır.
Taberi diyor ki:
"Tercihe şayan olan görüş şudur. Resulullah'ın, ganimetin beşte birindeki
payı, beşte bir'in içinde bırakılır ve bu beşte bir de eşit paylarla dörde
aynlır ve bu beşte bir pay akrabalara, diğer bir pay yetimlere, üçüncü pay
yoksullara, dördüncü pay da yolda kalan yolculara verilir. Zira, Allah
Teala'nm, kendilerine ganimetten pay verileceğini beyan ettiği kimselerden
pay-lannı alıp başkalanna vermeye kimsenin hakkı yoktur.
Taberi, sözlerine
devamla diyor ki: "Âyette geçen "Yetim"lerden maksat müslümanlann
ihtiyaç içinde bu lunanl andır. "Yolda kalarTdan maksat da, yolculuk
yaparken yoksul düşüp yoluna devam edemeyen'dir.
Âyet-i kerimede geçen
ve "Hak ile bâtılın ayrıldığı gün" diye tercüme edilen ifadesinden
maksat, Bedir savaşının yapıldığı
gün'dür. Allah
bugünde, hak üzere olan müminleri, bâtıla saplanmış olan kâfirlere galip
getirerek hakkı bâtıldan ayınnış bu nedenle o güne bu isim verilmiştir.
Nitekim Abdullah b. Abbas, Mücahid, Urve b. Zübeyr, Miksem ve Hz. Hasan bu
ifadeyi bu şekilde izah etmişlerdir. [62]
42-
Hatırlayın o zamanı ki, siz vadinin en yakın tarafında, onlar ise en uzak
tarafında, kervanın süvarileri de sizin daha aşağınızda idiler. Eğer düşmanla
daha önce sözleşmiş olsaydınız, tayin edilen vakitte ihtilafa düşerdeniz.
Fakat Allah, olması gereken bir emri yerine getirmek için sizi aniden
buluşturdu ki helak olan da açıkça delili gördükten sonra helak olsun.Yaşayan
da açıkça delili gördükten sonra yaşasın. Şüphesiz ki Allah, çok iyi işiten ve
çok iyi bilendir.
Ey müminler, hatırlayın
o zamanı ki siz, Bedirde vadinin Medine'ye en yakın olan tarafından idiniz.
Düşmanlarınız ise vadinin Mekke'ye uzak olan ta-rafmdaydılar.Şamdan gelen Ebu
Süfyan ve arkadaşlarının bulunduğu kafile ise sizden aşağıda ve deniz tarafında
bulunuyordu. Eğer sizler, düşmanlarınızla anlaşarak, orada buluşmaya karar
verecek olsaydınız, vereceğiniz kararda ihtilaf eder ondan cayardınız. Zira hem
yeriniz müsait değildi hem de onlar, sayıca çokluktu. Sizler az idiniz. Fakat
Allah Teala kudretiyle, İslâm'ı ve Müslümanları aziz kılmak, inkârı ve
taraftarlarını da alçaitmak için, sizleri haberiniz olmadan bir araya getirdi.
Allah bunu böyle yaptı ki, helak olacak olan da, açıkça delili gördükten sonra
helak olsun. Yaşayacak olan da açıkça delili gördükten sonra yaşasın. Şüphesiz
ki Allah, sözlerinizi çok iyi işiten, halinizi çok iyi bilendir.
Âyet-i Kerime,
müminlerin, Bedir vadisinin su bulunmayan, çorak ve savaşa elverişli olmayan
bir yerinde bulunduklarını, buna mukabil müşriklerin, vadinin, su bulunan müsait
bir yerinde bulunduklarını işaret ediyor. Ve bunu şöyle ifade ediyor:
"Eğer burada düşmanla buluşmak için sözleşmiş olsaydınız ve size yine
burası düşseydi mutlaka anlaşmazlığa düşer, burayı istemezdiniz."
Aslında Allah, size
yardımını göstermek için durumu böyle takdir etmiştir. İstiyordu ki mağlup
olan, açıkça mağlup olduğunu ve her türlü tedbire rağmen yenildiğini, galip
gelen de az bir kuvvetle büyük bir kuvveti yenmiş olduğunu açıkça görsün. [63]
43- O zaman
Allah, uykuda onları sana az gözetiyordu. Eğer onları sana çok gösterseydi
başarı elde edemezdiniz ve savaş konusunda aranızda
tartışırdınız. Fakat Allah sizi bundan
kurtardı. Şüphesiz ki Allah, kalblerin özünü çok iyi bilendir,
Ey Muhammed hatırla o
zamanı ki, Allah, arkadaşlarının, düşmanlarıyla savaşırken moralleri yüksek
olsun diye, düşmanlarının sayısını uykunda sana az gösterdi. Sen de
arkadaşlarına, düşmanın sayısının az olduğunu söyledin. Şayet onları sana çok
olarak gösterseydi sen de onların çok olduğunu bildirecek olsaydın,
arkadaşların korkar onlarla savaşmazlardı. Dolayısiyle basan elde edemezdiniz
ve bu konuda tartışmaya girerdiniz. Fakat Allah, senin karkadaşlannı böyle bir
duruma düşmekten kurtardı. Çünkü o, göğüslerin Özünü ve oralarda nelerin gizli
olduğunu çok iyi bilendir. [64]
44- O gün,
düşmanlarla karşılaştığınızda, Allah, olması gereken emri yerine getirmek için,
onları sizin gözlerinize az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde
azaltıyordu. Bütün işler Allah'a döndürülür.
Hatırlayın, sizler,
Bedir savaşında düşmanlarımızla karşı karşıya geldiğiniz zaman, kendinize
güveniniz gelsin diye Allah, düşmanlarınızı sizin gözünüze az gösteriyordu.
Düşmanlarınız da gereği kadar tedbirli olmasınlar diye, sizi de onların gözüne
az gösteriyordu. Böylece Allah, olması gerekeni yapmış, müminleri galip
getirmiş, Allah'ın emri yücelmiş, kâfirlerin sözleri ise ayaklar altına
düşmüştür.
İşte burada olduğu
gibi, her yerde ve her zaman, bütün işlerin sonucu, Allah'ın takdirine
bağlıdır. Onun dilemesiyle olmaktadır.
Abdullah b. Mes'ud diyor
ki: Bedir savaşının yapıldığı günde düşmanlar bizim gözümüze o kadar az
gösterilmiştir ki yanımızdaki arkadaşıma: "Ne dersin bunlar yetmiş kişi
varı mı? diye sordum. O da: "Kanaatimce bunlar yüz kişidir." demişti.
Nihayet onlardan bir kişiyi esir ettik ve ona kaç kişi olduklarını sorduk. O
da "Biz, bin kişi idik." dedi.
Süddi diyor ki:
"Müşriklerden bir kısım insanlar dediler ki: "Ticaret kervanı
kurtulmuş, biz de dönüp gidelim." Ebul Cehil ise demiştir ki: "Şimdi
mi? Muhammed ve arkadaşları size göründükten sonra mı? Onların kökünü kazımadan
geri dönmeyin. Ey kavim.siz onları silahlarla öldürmeyin. Onları yakalayın ve
iplerle bağlayın." Evet Ebucehil kendisine çok güvenmiş fakat neticede Bedirdeki
kuyuya atılmıştır. [65]
45- Ey iman
edenler, bîr düşman topluluğu İle karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı
çokça zikredin. Gerekir ki kurtuluşa erersiniz.
Ey iman edenler,
savaşta herhangi bir kâfir toplulukla karşılaştığınız zaman, savaşmakta
kararlı olun, düşmanın önünden kaçmayın. Kalblerinizle ve dillerinizle Allahi
çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz ve muzaffer olasınız,
Abdullah b. Ebi Evfa
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.), düşmanlarıyla karşılaştığı günlerin birinde, güneş tepe noktasından
biraz eğilinceye kadar bekledi, sonra ayağa kalkıp şöyle buyurdu: "Ey
insanlar, düşmanla karşı karşıya gelmeyi temenni etmeyin. Allah'tan afiyet
dileyin. Şayet düşmanlarınızla karşılaşacak olursanız da sabredin ve bilin ki
cennet, kılıçların gölgesi altındadır." Resulullah, sonra Allah'a şöyle
dua etti. "Ey kitabı indiren, bulutlan yürüten, kafir ordularını mağlup
eden Allah'ım, sen, bunları mağlup et. Onlara karşı bizi muzaffer kıl. [66]
Ayet-i kerime'nin
sonunda: "Allah'ı çokça zikredin ki başarıya ulaşasi-nız."
Duyurulmaktadır. Bu hususta Katade diyorki: "Allah sizlere kılıçlarla vuruştuğunuz,
en çok meşgul olduğunuz durumda bile bşarıya ulaşmanız için, kendisini anmanızı
farz kılmıştır." [67]
46- Allaha
ve Resulüne itaat edin, Birbirinizlc çekişmeyin. Yoksa başarısızlığa
düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle
beraberdir.
Allah Teala,
müminlere, savaşırken de Allaha ve Resulüne itaat etmelerini, emirlerine uyup,
yasaklarından kaçınmalarını emretmekte böylece Allah'ın, kendilerine yardım
etmesini hak edeceklerini beyan etmektedir. Ayrıca Allah Teala müminlere,
birbirlerine kenetlenmeleri gereken savaş halinde ihtilafa düşmemelerini, aksi
takdirde birlik ve beraberliklerinin zedelenerek güçlerinin gideceğini,
dolayısıyle sabretmeleri görektiğini, zira Allahın, sabredenlerle beraber
olacağını bildirmektedir[68]
47- Sakın,
memleketlerinden böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve başkalarını
Allahın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını ilmiyle
çepeçevre kuşatmıştır.
Ey iman edenler,
sizler, evlerinizden, böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkan ve
insanların İslama girmelerine engel olan kâfir Kureyş orduları gibi
davranmayın. Allah, onlann yaptıkları her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ve
kendilerini ona göre cezalandıracaktır.
Âyet-i kerime, Bedir
savaşında, Resulullah ve müminlele savaşmak için şımarık bir şekilde yola çıkan
Kureyş kafirlerine ve Ebu Cehilin şu sözlerine işaret etmektedir:
"Müşriklerden bazıları "Şamdan gelen kervan, müslüman-lann
saldırısına uğramadan sağ selim Mekke'ye ulaştı artık geri dönelim." demişler
Ebu Cehil ise bu teklife şöyle karşılık vermiştir. "Vallahi Bedir'e gidip
orada içki içip, develeri keserek yemedikçe, cariyeleri oynatıp eğlenmedikçe,
Arapların, bizim bu halimizi duyarak bizden çekinmeye devam etmelerini sağlamadıkça
geri dönmeyeceğiz." [69]
48- O zaman
şeytan, onların yaptıklarım kendilerine güzel göstermiş "Bu gün
insanlardan sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka si-. n
yanınızdayım." demişti, İki topluluk birbirine görününce de geri dönüp
"Ben, sizden uzağım. Ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben,
Al-lahtan korkuyorum. Allanın cezası pek şiddetlidir." demişti.
Ey müminler, o zamanı
hatırlayın ki. şeytan, kâfirlere, Allah'ın Resulü ve müminlere karşı
savaşmalarını süslü göstermiş ve onlara şöyle demişti: "Bu gün,
insanlardan kimse size galip gelecek değildir. Müsterih olun, sevinin.
Şüp-^'siz ki ben de sizin yardımcınızı m. Onlara engel olurum. Muhammed'den ve
arkadaşlarından korkmayın."
Fakat ne zaman ki
Allah erleriyle Şeytanın güruhu karşılaştı, birbirlerini gördüler. Şeytan,
gerisin geri dönüp kaçıverdi. Bu defa da müşriklere şöyle demeye başladı.
"Ben, size yardımcı olabilirim." diye verdiğim sözden caydım. Zira
ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Müslümanlara yardım etmek için
gökten Melekler iniyor. Siz, bunu görmüyorsunuz. Aynca ben, Allah'ın cezalandırmasından
korkuyorum. Zira, Allah'ın, kendisine karşı gelenlere verdiği ceza pek
şiddetlidir."
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Bedir savaşının yapıldığı gün İblis, şeytanlardan oluşan bir ordunun
içinde, elinde sancak bulunduğu halde Müdlic oğullarından şair, Süraka b.
Mâlik'in şeklinde çıkıp geldi ve müşriklere dedi ki: "Bugün insanlardan
sizi yenecek hiçbir kimse yoktur. Ben de mutlaka sizin yanınızdayım."
dedi. İnsanlar, savaş için mevzilenince Resulullah, bir avuç toprak alıp onu
müşriklerin yüzüne serpti. Onlar da gerisin geri dönüp kaçmaya başladılar. Bu
sırada Cebrail îblis'e geldi. İblis onu görünce elini, müşriklerden birinin eline
vermiş durmaktayken elini çekip aldı. Kendisi ve taraftarları gerisin geri kaçmaya
başladılar. Elini tutan adam ona: "Ey Süraka, sen bizim yanımızda olacağını
söylüyordun" dedi. İblis'te dedi ki: "Ben sizin görmediğiniz şeyleri
görüyorum. Ben Allah'tan korkuyorum. Zira Allah, cezalandırması şiddetli
olandır."
Bu hususta Talha b.
Ubeydullah diyor ki: s
"Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Şeytan hiçbir gün Arefe günündekinden dah azelil
daha tardedilmiş, daha hakir ve daha öfkeli görülmemiştir. Bu da onun Allanın
rahmetinin indiğini ve Allanın, büyük günahların cezasından vaz geçtiğini
görmesindendir. Ancak ona Bedir gününde gösterilen bundan müstesnadır."
Denildi ki: "Ey Allanın Resulü, o Bedir günü ne gördü? Resulullah buyur
du ki: "Dikkat edin, o Cebrailı gördü, Cebrail, melekleri mevzii end
iriyordu. [70]
49- Yine o
zaman münafıklar ve kalblcrindc hastalık bulunanlar, müminler için
"Bunları dinleri aldattı." diyorlardı. Kim, Allah'a güvenip tevekkül
ederse bilsin ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Yine o zaman
münafıklar ve kalblerinde İslâm dininde şüphe etine hastalığı bulunan
kimseler, Müslümanlar aleyhine "Bunları dinleri aldattı da, kendi
sayılarının az, düşmanlarının ise çok olmasına rağmen savaşa giriştiler."
demişlerdi. Halbuki önemli olan sayı değildir, İman gücüdür. Zira, kim Allaha
tevekkül eder ve ona güvenirse şüphesiz ki Allah, onu muhafaza eder ve ona
yardım eder. Allah, he şeye galiptir ve hüküm ve hikmet sahibidir.
Müminlere
"Bunları dinleri aldattı" diyen insanlar, münafıklar, bir de Mekkeli
müşriklerden, müslüman olup ta henüz İslam, kalblerinde karar kılmamış olan
kimselerdir. Bunlar, müşriklerle birlikte Bedir savaşına katılmışlar,
müslümanların sayılarının az olduğunu görünce de "Bunları dinleri
aldattı." demişlerdir. Bu hususta Mücahid diyor ki: "Bu sözü
söyleyen, Kureyş'ten bir topluluktur. Bunlar da Kays b. Velid b. Muğire, Ebu
Kays b. Fâkih b. Muğire, Haris b. Zem'a, Ali b. Ümeyye b. Halef,"Âsi b.
Münebbih b. Haccac'dır. Bunlar, Mekke'den Kureyş'lilerle birlikte tereddüt
halinde çıkıp geldiler. O tereddütlü halleri, bunları yavaşlatıyordu. Fakat
bunlar, Resulullah'ın sahabilerinin sayılarının azlığına ve düşmanlarının
sayılarının da çokluğuna rağmen bunu yapmaya gelmişler" dediler. [71]
50-
Melekler: "Tadın azabı" diyerek kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına
vurarak canlarını alırken bir gorseydin.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Bedir savaşında müşrikler Müslümanlara hücum ettiklerinde,
Melekler onların yüzlerine, geri döndüklerinde kıçlarına kılıçlarla
vuruyorlardı." [72]
51- İşte bu,
kendi ellerinizle yaptıklarınızın cezasıdır. Yoksa Allah, kullarına asla
zulmetmez.
Ey kâfirler, Bedir
savaşında size verilen bu ceza, kendi ellerinizle yaptıklarınızın cezasıdır.
Yoksa Allah, sebepsiz yere hiçbir kuluna ceza vermez.
Diğer bir âyet-i Kerime'de
de şöyle buyurulmaktadır: "Başınıza gelen bir rmusibet, kendi ellerinizle
kazandığınız günahlar yüzyündendir. Allah, işlediklerinizin bir çoğunun da
affeder. [73]
52- Bunların
davranışı da tıpkı Firavun ailesi ve ondan önce geçmiş olanların davranışı gibidir.
Onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ettiler de Allah da onları, günahlarından
dolayı yakaladı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlü ve cezası çok şiddetli olandır.
Ey Muhmmad.seni ve
sana gönderilenleri nifcâr eden bu müşriklerin hali, Firavun ailesi ve onlardan
Önce geçen inkarcıların hali gibidir. Onlar, Allanın âyetlerini, mucizelerini
ve Peygamberini inkâr etmişlerdi. Allah da işledikleri günahlar sabebiyle
onları cezalandırmıştı. Şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür. Kimse onun cezasından
kurtulamaz. Cezası pek çetindir, başkasının cezasına benzemez. [74]
53- Çünkü
bir kavini, kendi davranışlarını değiştirmedikçe, Allah, onlara verdiği nimeti
değiştirmez. ŞüpSıîsiz kî Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir,
Biz Kureyş
müşriklerini cezalandırdık. Çünkü onlar bizim kendilerine vermiş olduğumuz
nimetleri değiştirdiler. Gönderdiğimiz peygamberi yurdundan çıkardılar. Bir
topluluk kendi ahlak ve davranışlarım değiştirmedikçe Biz,
onlara vermiş
olduğumuz nimetleri değiştirmeyiz. Zira biz, hiç kimseye sebepsiz yere ceza
vermeyiz. [75]
54- Onların
tutumu, Firavun ailesi ve ondan önce geçmişlerin tutumu gibidir. Onlar,
rablcrinin âyetlerini yalanlamışlardı. Biz de işledikleri günahları yüzünden
kendilerini helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğmuştuk. Hepsi de
zalimdiler.
Bu müşfiklerin âdet ve
davranışları, Firavun ailesi ve onlardan önceki kâfir toplulukların davranış ve
âdetleri gibidir. Onlar, rableri olan Allah'ın âyetlerini, Peygamberlerini ve
delillerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yüzünden onların bazılarını
şiddetli bir çığlıkla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da şiddetli bir
kasırga ile helak ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Bizim helak
ettiğimiz bu ümmetlerin hepsi de, Allahm Peygamberlerini yalanlayıp,
âyetlerini inkâr ederek kendilerine zulmeden kimselerdi. [76]
55- Allah nezdinde canlıların en kötüsü, inkâr
edenlerdir. Onlar iman etmezler.
Allah katında,
yeryüzünde hareket eden canlıların en şereflisi, Allahm birliğini inkâr edip,
ondan başkasına tapan kâfirlerdir. Onlar, Allah'ın indirdiği vahye iman
etmezler.
Bu âyet-i kerime, Beni
Kureyza Yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bu kabilenin ileri gelenlerinden
Kâb'b b. el-Eşref ve taraftarları, Resulullah'a karşı savaşmayacaklarına dair
bir antlaşma yapmışlar fakat Hendek savaşında bu antlaşmayı bozarak
Resulullah'ın düşmanlarına arka çıkmışlardır.
Bundan sonra gelen
âyet-i kerime de bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır. [77]
56- Onlar,
kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarım bozan
kimselerdir. Onlar, Allah'tan korkmazlar.
Medinede bulunan
Yahudiler sadece Hendek savaşında değil daha bir çok yerde antlaşmalarına
riayet etmediler. Mekke müşriklerine silah yardımı yaptılar. Daha sonra yine
antlaşmalar yaptılan fakat yine antlaşmalarına uymadılar. Bunların ne
barizlerinden birisi de Hendek muharebesiydi. Onlar, bu yaptıklarının cezasını
da gördüler. [78]
57- Eğer
savaşta onları yakalarsan, arkalanndakinî dağıtacak bir şekilde cezalandır.
Belki ibret alırlar.
Eğer o ahitlerini
bozanlardan birini savaşta yakalayıp esir alacak olursan, arkalannda bulunan
diğer ahitlilere de ibret olsun ve dağılıp gitsinler diye onlan ağır bir
şekilde cezalandır ki bir daha böyle bir şey yapmaya cesaret edemesinler,
ibret alsınlar da verdikleri sözü bir daha bozmasınlar. [79]
58- Eğer bir
kavmin ihanetinden korkarsan, sen de aynı şekilde sözleşmelerini bozarak
üzerlerine at. Şüphesiz ki Allah, ihanet edenleri sevmez.
Ey Muhammed, Eğer
aranızda düşmanlık bulunan bir kavmin, sana ihanet edeceğinden ve antlaşmayı
bozmasından korkacak olursan, sen de onlara, antlaşmayı bozduğunu bildir.
Böylece antlaşmanın bozulduğundan heriki taraf açıkça ve eşit şekilde haberdar
olsun. Ve sen, ihanet etmiş olmayasm. Zira Allah, hainleri sevmez.
Taberi diyor ki:
"Eğer denecek olursa ki: "Sırf düşmanın ihanetinden korkularak ahit
nasıl bozulabilir? Çünkü bu bir zan'dır. Zan ise kesinlik ifade etmez."
Cevaben denilir ki: "Mesele senin anladığın gibi değil. Buradaki cümlenin
manası şudur "Düşmanın ihanet edeceği belirtisi sana belli olur ve onların
sana saldıracaklarından korkacak olursan işte o zaman onların anlatlaşma!arını
üzerlerine at ve onlara karşı savaş ilan et." Nitekim Resulullah Kureyza
oğullarının, Ebu Süfyan ve müşriklerle, kendisine karşı yardımlaşmayı kabul
etmelerinden ve kendisine karşı savaşacaklar-rnı bildilrmelerinden sonra,
onlarla olan antlaşmasını bozduğunu bildirmiştir. Müminlerle savaşı kesme
atlaşması yapan bütün kavimler bu hükme tabidirler. Müslümanların halifesi,
Kureyza oğullarının, Resulullah'a ve sahabilere yaptıkları ihanet gibi
herhangi bir ihanet görecek olursa onlarla yaptığı antlaşmayı üzerlerine atıp bozabilir ve onlara
karşı savaş ilan edebilir. [80]
59-
Kâfirler, yakalarını kurtarıp kaçacaklarını sanmasınlar. Onlar, AI ki Ih âciz
bırakamazlar.
Kâfirlerin, yakalarını
Allah'tan kurtarmaları mümkün değildir. Allah onları mutlaka cezalandırır.
Nitekim diğer bir âyet-i kerime'de şöyle buyurulu-yor: "Yoksa kötülüklerde
bulunanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarım mı sanıyorlar? Ne de kötü hüküm
veriyorlar! [81]
60- Onlara
karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki bununla,
Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınız ve daha bundan başka, sizin bilmediğiniz
fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutası-nız. Allah yolunda ne
harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir ve siz, asla haksızlığa
uğratılmazsınız.
Ey, Allaha ve
peygamberine iman edenler, kendileriyle muahede yaptığınız ve muhadeyi bozup
size ihanet edeceklerinden korluğunuz kafirler ve diğer bütün inkarcılar için
gücünüzün yeniği kadar savaş araçları hazırlayın. Besili at-lpr yetiştirin ki
bu araçlarla sizin de Allanın da düşmanı oian kâfirleri korku tasınız. Böylece
size karşı savaşma cesaretini bulamasınlar. yine bu savaş araçla sizin
bilmediğiniz ve Allanın bildiği münafıklar ve cinler gibi düşmanlarınızı da
korkmasınız. Allah yolunda savaşmak'için mallarınızı harcayarak silah almanız
halinde bu harcamalarınız boşa gitmeyecek, Allah, bunların karşılığını dünyada
verecek, sevaplarını da âhirete saklayacak ve size hiçbir haksizlik yapılmayacaktır.
Ayei-i kerime'de,
müsiümjmiann, kâfirlere karşı güçlerinin yettiği kadar kuvvet hazırlamaları
emredilmiştir. Peygamber efendimiz bu kuvvet hakkında şöyle buyurmuştur: Ukbe
b. Âmir diyorki:
"Ben
Resulullah'ın, minberin üzerinde: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar
kuvvet hazırlayın." âyetini okuduktan sonra şöyle buyurduğunu işittim.
"Dikkat edin, şüphesiz ki kuvvet, atmak'tır. Dikkat edin şüphesiz ki
kuvvet at-maktır.Dikkat edin şüphesiz ki kuvvet atmaktır. [82]
Taberi diyor ki:
" Resulullah'tan rivayet edilen bu hadis-i şerifte, âyet-i kerimede
zikredilen kuvvet, "Atmak" olarakizah edilmiş ise de bu izahtan, kuvvetin
sadece "Atmak"tan ibaret olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü Resululah:
"Kuvvet, sadece atmaktır, başka bir şey değildir." buyurmamaştır. Bu
nedenle, kılıç, ok, mızrak ve düşmana karşı savaşmakta kullanılan her türlü
silah âyettte geçen "Kuvvet" kavramı içine girmektedir. Kaldı ki
Resulullah'tan zikredilen bu haberin senedi gevşektir."
Âyet-i kerimede
"Bundan başka, sizin bilmediğiniz fakat Allahın bildiği diğer düşmanları
korkutasınız" buyurulmaktadır.
Müfessirler, Allahın
bildiği, müminlerin İşe bilmediği bu düşmanlardan kimlerin kastedildiği
hususunda dört görüş zikretmişlerdir.
a- Mücahide
göre bunlardan maksat, Yahudi Kureyza oğullarıdır. Bedir savaşı yapıldığında
onların düşmanlığı henüz ortaya çıkmamıştı.
b- Suddiye
göre bu düşmanlardan maksat, Farslar'dır. Müslümanlar, Parslarla
savaşacaklarını o sırada tahmin etmiyorlardı.
c- Ibn-i
Zeyde göre ise, müminlerin bilmediği bu düşmanlardan maksat, münafıklardır.
Çünkü onlar, kelime-i şehadet getiriyorlar, hatta müminlerle birlikte
savaşlara katılıyorlardı. Bu nedenle düşmanlıkları bilinmiyordu,
d- Diğer bir
kısım âlimlere göre ise burada zikredilen düşmanlardan maksat, cinlerdir.
Taberi bu son gomşüa
tercihe düğünü söylemidir. Çünkü
Müminler, Kureyza oğlu
Yahudilerin ve Farslarm müşrik olmaları hasebiyle kendilerine düşman
olduklarını ve onlara karşı savaşabileceklerini biliyorlardı. Bu itibarla,
âyette zikredilen bilinmeyen düşmanlar değillerdi.
Münafıklara gelince,
her ne kadar bunlar düşmanlıkları bilinmeyen kimseler idiyseler de müminlerin
güçlerinin artması yüzünden korkacak kimseler de değillerdi. Münafıklar, müminlerin,
kendilerinin iç yüzlerim bilmelerinden korkuyorlardı. Bu nedenle âyette
zikredilen güç hazırlamadan dolayı korkmaları düşünülemezdi. O halde, âyette,
müminlerin bilmedikleri zikredilen düşmanlar, insanların dışındaki düşmanlardır
ki onlar da cinlerden olan düşmanlardır. Nitekim, atlarının kişnemelerinin
cinleri korkuttuğu ve atın bulunduğu yere cinlerin yakşalamadığı rivayet
edilmiştir. [83]
61- Eğer
onlar, barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allaha güven. Şüphesiz o, her şeyi
çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
Ey Muhammed, eğer bir
kavmin ihanetinden korkarsan sen de aynı şe-- kilde sözleşmelerini bozarak
üzerlerine at. Ve onlara karşı savaş ilan et. Şayet, İslam'a girerek veya boyun
eğip cizye vermeyi kabul ederek yahut savaşmayı bırakarak seninle barışmaya
eğilim gösterirlerse sen de ona eğilim göster. İşini Allah'a bırak ona tevekkül
et, o sana yeter, zira o, senin de kendileriyle barışmak istediğin kimselerin
de ne söylediğinizi ve ne gibi şartlar koştuğunuzu işiten ve her iki tarafın
diğeri hakkında sadakat mı yoksa ihanet mi düşündüğünü çok iyi bilendir.
Katade, İkrime,
Hasan-i Basri ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyet-i kerime tevbe suresinde, müşriklere
karşı savaşmayı emreden çeşitli âyetlerle neshedil-miştir. Bu hususta Katade
diyor ki: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş." hükmü,
Berae suresi inmeden Önce nazil olmuştur. Bu dönemde Resulu-lah, müşriklerle
belli büreler için ateşkes antlaşması yapıyor, sürenin sonunda müşrikler ya
müslüman oluyor veya savaş yapılıyordu. Daha sonra, Berae (tevbe) suresi nazil
olunca bu hükmü kaldırdı ve Allah teala buyurduki: "Müşrikleri nerede
bulursanız öldürün[84]"Ey
müminler, müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca
savaşın. [85] Böylece Allah teala,
Resul-lah ile muahede yapmış olan her antlaşmalmın antlaşmasını üzerlerine
attırdı ve Resullaha "Müşrikler Lailahe illallah deyip müslüman olmadıkça
onlara karşı savaşmasını, iman dışında onlardan herhangi bir şey kabul
etmemesini emretti. Bu surede ve bunun dışındaki surelerde zikredilen
müminlerin, müşriklerle yap- , tıklan muahede ve sulh antlaşmaları, tevbe
süresiyle neshedilmiş oldu.
İkrime ve Hasan-ı
Basri de demişlerdir ki: "Tevbe suresinin: "Kitap ehlinden, Allaha
ve âhiret gününe iman etmeyen, AHahın ve peygamberinin haram kıldığını haram
saymayan ve hak din olan islamı din edinmeyenlerle, boyuneğip kendi elleriyle
cizye verinceye kadar savaşın. [86]
âyet-i kerimesiyle bu âyetin hükmü neshed il mistir.
Taberi diyor ki:
"Bu âyetin neshedildiğirü söyleyen görüş, kitap sünnet ve akl-ı selimden
herhangi bir delili olmayan görüştür. Çünkü "Müşrikleri nerede bulursanız
öldürün." âyet-i kerimesi, "Eğer onlar banşa yanaşırlarsa sen de yanaş"
âyet-i kerimesinin hükmünü ortadan kaldıracak bir durumda değildir. Zira, barış
yapılabileceğini beyan eden bu son âyet, Kureyza Yahudileri hakkında nazil
olmuştur. Onlar ise ehl-i kitaptır. Tevbe suresinin yinni dokuzuncu âyetinde
belirtildiği gibi, cizye verip boyun eğdikleri takdirde onlarla banş yapılmasına
izin verilmiştir. Tevbe suresinin, "Müşrikleri nerede bulursanız Öldürün."
âyeti ise, putlara tapan Arap müşriklerini kastetmektedir. Bunlann, cizye
vererek mallarını, canlanın teminat altına aldırmalan mümkün değildir. Onların
müslüman olmaktan başka kurtuluş yolları yoktur.
Görüldüğü gibi, sulh
yapılmasını emreden âyetle, müşriklerin öldürülmesini emreden âyetlerin
hükümleri farklıdır. Onlardan biri,diğerinin hükmünü tamamen ortadan
kaldırmadığı için birinin diğerini neshettiğini söylemek doğru değildir.
Âyetlerin her ikisi de muhkemdir[87]
62-63- Eğer
seni aldatmak isterlerse, şüphesiz ki sana, Allah yeter. Seni ve müminleri
yardımıyla destekleyen ve onların kalblerini birbirine ısındıran O'dur. Eğer
sen, yeryüzündeki her şeyi harcasan, onların kalblerini birbirine
ısmdıramazdın. Fakat Allah» onları birbirine ısındırdı. Şüphesiz ki o, her
şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ey Resulüm, seninle
barış yapmak isteyen bu insanlar şayet bu yolla seni aldatmak istiyorlarsa,
Allah, onların kötülüklerini senden uzaklaştırmaya kâfidir. Allah senin dinini,
onlann dinine galip getirmeyi üzerine almıştır. Sana verdiği zaferle ve
Ensar'dan olan müminleri sana yardımcı kılmakla seni destekleyen O'd ur.
Medine'deki Evs ve
Hazreç kabilelerinden olan ve daha önce aralarında savaş eksik olmayan, Ensann
kalblerini birbirine ısındıran o da O'dur. Ey Mu-hammed, eğer sen, yeryüzünde
bulunan bütün değerli şeyleri harcayacak olsaydın yine de onlann kalblerini
birbirine ısındıramazdın. Fakat Allah, seni desteklemeleri için onlara
hidayette birleştirip kalblerini birbirine ısındırmış, kaynaş-tırmıştır.
Şüphesiz ki Allah, herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Mücahid bu ayetin
izahında şunları söylemiştir: "İki müslüman, birbir-lerinyle karşılaşır ve
müsafaha yapacak olurlarsa günahları bağışlanır." Velid b. Ebu Mtığis
diyor ki: "Mücahide dedim ki: "Bir müsafaha yapmakla onlann gü-nahlan
bağışlanır mı?" O da dedi ki: "Sen Allah teala'nın "Eğer sen,
yeryüzündeki her şeyi harcasan onlann kalblerini birbirine
ısmdıramazdın." buyurduğunu duydun mu?" Bende de ona dedim ki:
"Sen bunu benden daha iyi biliyorsun. [88]
64- Ey
Peygamber, sana ve sana tâbi olan müminlere Allah yeter.
Ey Peygamber, sana ve
sana tâbi olan müminlere Allah kâfidir. O halde düşmanlarınızın çokluğu sizi
korkutmasın. Zira sizi destekleyen Allah'tır. [89]
65- Ey
Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi
çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin
kişiye galip gelir. Çünkü onlar, anlamayan bir kavimdir.
Âyet-i kerime, bir
müminin, on kâfire bedel olacağını bildirmekte, sebep olarak ta, kâfirlerin,
savaşırken herhangi bir sevap elde etme inancından yoksun olmalarını
göstermekte bu nedenle savaşta metanetli olmayacakianna, dünyalıklarını
kaybedecekleri korkusuyla savaşta korkak davranacaklanna dikkati çekmektedir. [90]
66- Şimdi
ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu.
Bundan böyle İçinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer
sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah,
sabredenlerle beraberdir.
Abdullahb. Abbas
diyorki:
"Eğer içinizden
sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir..." ayeti nazil
olunca, bir müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise
Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzii oldu. Ve Müslümanların
yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği
nisbette müminlerin sabrını da eksiltti[91]
Taberi diyor ki:
"Âyet-i kerime'de, her ne kadar ifâde emir şeklinde değilse de mana
itibariyle emirdir. Yani, bir Müslüman en az iki düşman karşısında savaşmak
farzdır.
Abdullah b.Abbas,
İkrime, Hasan-ı Basri ve Süddi'den nakledilen bir görüşe göre bu âyet, bundan
Önce gelen âyetin hükmünü neshetmiştir. Artık bir müminin on kâfirle savaşma
mecburiyeti kalmamıştır. Ancak bir mümi'nin iki kafire karşı savaşması farzdır.
Onların önünden kaçması haramdır. Taberi de bu âyetin bundan Önceki âyeti
neshettiğini söylemiş ve ayetlerin emi mı ahi yetinde olduğun söylemiştir.
Mücahid diyor ki:
"Bir mümin'in on kâfire karşı savaşması hükmü, Bedir savaşına katılan
sahabiler içindi. Bu durum onlara ağır geldi. Bununüzerine, bir-mümin'in iki
kâfirle savaşması hükmü geldi."
Abduah b. Abbas da
diyor ki: "Bir müminin on kâfir karşısında on müminin de yüz kâfir
karşısında.savaşıp sabretaıesi emri, müslümanlannın sayılarının az olduğu
zamanda idi, Müslümanlar çoğalamca Allah onların yüklerini hafifletti Bir
müminin iki kâfir karşısında, on müminin de yirmi kâfir karşısında svaşmalan
emredildi. [92]
67- Hiçbir
Peygambere, yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe indirmedikçe esir almak
yaraşmaz. Siz, dünya malını istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhireti istiyor.
Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Hiçbir peygamberin,
kendisiyle savsan bir putperesti yüryüzünde müşriklere tam bir darbe
indirmedikçe sırf fidye almak için veya lütufta bulunmak için esir alması
yaraşmaz. Ey müminler, siz, müşrikleri esir alırken onlardan fidye olarak dünya
metaını elde etmek istiyorsunuz. Allah ise sizin için âhiretteki nimetleri ve
hazırladığı cenneti istiyor. Eğer siz, âhireti ister, kâfirleri esir etme
yerine onlan öldürmeye kalkarsanız, onlar size galip gelemez. Çünkü Allah, ner
şeye galiptir ve yaratıklarını sevk ve idarede hikmet sahibidir.
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Bu âyet, müslümanlarm az olduğu Bedir savaşının yapıldığı günde
inmiştir. Müslümanların sayısı çoğalıp hakimiyetleri artınca Allah teala
esirler hakkında şu âyeti indirmiştir. "Kâfirlerle karşılaştığınızda
boyunlarım vurun. Onları sindirip perişan edince de esir alıp bağlayın. Sonra
ya bir lütuf olarak karşılık almadan serbest bırakın veya serbest bırakma
karşılığında fidye alın... [93]
Bu hususta Abdullah b.
Mes'ud diyor ki: "Bedir savaşı bitince esirler getirildi.
Resulullah:"Bu esirler hakkında ne diyorsunuz." diye sordu Ebubekir:
"Ey AH ahin Resulü, Bunlar senin kavmin ve ailendir. Bunlan sağ bırak ve
bunlarla yardımlaş. Umulur ki: Allah bunlarıntevbelerini kabul eder."
dedi. Ömer ise: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar seni yalanladılar, yurdundan
çıkardılar. İnsanların Önünde onların boyunlarını vur." dedi. Abdullah b.
Revaha da dedi ki: "Ey Allanın Resulü, ağacı bol olan bir vadi araştır.
Onları onun içine koy, sonrna ateşe ver." Abbas da dedi ki: "Sen
akrabalık bağım kopardın." Resulullah sustu, onlara cevap vemıedi. Sonra
çadırına girdi. Bir kısım insanlar dediler ki: "Ebu-bekir'in teklifini
kabul edecek." Diğer bir kısım insanlar ise dediler ki: "Ömer'in
teklifini kabul edecek." Başka bir kısım insanlar da dediler ki:
"Abdullah b. Re-vaha'nın dediğini kabul edecek." Sonra Resulullah
dışarı çıktı ve buyurdu ki:
"Şüphesiz ki
Allah, bir kısım insanların kalblerini yumuşak kılmışştır. Öyle ki onların
kalbleri sütten daha yumuşaktır. Bir kısım insanların kalblerini de katı
kılmıştır. Öyle ki, onların kalbleri taştan daha katıdır. Ey Ebubekir sen
İbrahim gibisin. O şöyle demişti "Kim bana uyarsa şüphesiz ki o benim
dinimdendir. Kim de bana karşı gelirse şüphesiz ki sen, af ve merhameti bol
olansın. [94] yine sen İsa gibisin. O
da şöyle demişti: "Eğer onlara azap edersen, şüphesiz ki onlar senin
kullarındır. Şayet bağışlarsan muhakkak ki sen, her şeye galipsin, hüküm-ve
hikmet sahibi sin[95] Ey
Ömer sen de Nuh gibisin o da şöyle demişti: "Rab-bim kafirlerden, yeryüzünde
dolaşan tek kişi birakma[96]Ey Abdullah
b. Revana sen de Musa gibisin. O da şöyle demişti: "Rabbimiz, onların
mallarını yok et. Kalblerini katılaştir. Can yakıcı azaba görmedikçe iman etmiş
olmasınlar. [97] Bugün sizler, üstünsünüz.
Onlardan hiçbiri, fidye vermedikçe veya boynu vurulmadıkça kaçıp sizden
kurtulamazlar." Abdullah b. Mesud diyor ki: "Dedim ki: Ey Allah'ın
Resulü, Süheyl b. Beyda bu esirlerin dışındadır. Çünkü ben onun müslüman
olduğunu söylediğini duydum." Bunun üzerine Resulullah sustu. O gün ben,
gökten üzerime bir taş düşeceğinden korktuğum kadar hiçbir gün kork-mamıştim.
Nihayeyt, Resuiullah buyurdu ki: "Süheyl b Beyda müstasnadır." Âyet
Hz. Ömer'in görüşünü destekler mahiyette indi ve Allah teala buyurdu ki:
"Hiçbir peygambere yeryüzünde düşmanlarına tam bir darbe idndirmedikçe
esir almak yaraşmaz.t[98]Bu
olay, Abdullah b. Abbas'tan da buna yakın birşekilde rivayet edilmiştir. Enes
b. Mâlikin de bu hususta şunları söylediği rivayet edilmiştir. [99]
"Resulullah
Bedirde esir alman müşrikler hakkında sahabîlerle istişare etti ve şöyle
buyurdu: "Şüphesiz ki Aziz ve Celil olan Allah, bunlara karşı size bir
imkân verdi." Bunun üzerine Ömer b. Hattab ayağa kalkıp şöyle dedi:
"Ey Alla-hin Resulü, bunların boynunu vur." Resululla\ bunu
benimsemedi ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar, Allah, bunlara karşı size bir
imkân verdi. Bunlar düne kadar sizin kardeşlerinizdi." Ömer b. Hatta yine
söz alarak şöyle dedi: "Ey Allanın Resulü, bunların boynunu vur."
Resulullah yine benimsemedi ve yine aynı sözlerini tekrarladı. Bunun üzerine
Ebubekir ayağa kalti ve dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, dilersen onları
affet ve verecekleri fidyeyi kabul et." Bununüzerine Re-sulullahm
yüzündeki sıkıntılı ifade gitti ve fidye alarak esirleri serbest bırak-tı. [100]
İşte bu olay üzerine bundan sonra gelen âyet-i kerim azil oldu. [101]
68- Eğer,
Allanın, geçmişte verilmiş birhükmü olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü, size
mutlaka büyük bir azap dokunurdu.
Eğer Allahm, ganimet
mallarını Muhammed ümmetine helal kıldığına ve Bedirsavaşına katılan müminlere
azap etmeyeceğine dair geçmişte verilmiş bir hükmü olsaydı, Bedirde esir
ettiğiniz düşmanı serbest bırakma karşılığında aldığınız fidyeden dolayı size
mutlaka büyük bir azap dokunurdu.
Müfessirler bu âyet-i
kerime'yi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.
a- Hasan-ı
Basri, Abdullah b. Abbas, A'meş, Ebu Hurey're Dchhak ve Ata bu âyet-i şu
şekilde izah etmişlerdir. "Eğer Allah'ın, ganimet mallarını ve esir
almayı, Muhammed ümmetine helal kıldığı hükmü, daha önceden, Allah'ın
bilgisinde ve levh-i mahfuzda mevcut olmasaydı, ganimetlerin size helal olduğu
bildirilmeden öcne Bedir esirlerinden fidye alıp serbest bırakmanızdan dolayı
sizleri büyük bir azap yakalamış olurdu. Fakat, ganimetlerin, Muhammed ümmetine
hela olacağı hükmü daha Önceden yazılmış olduğundan sizleri böyle bir azaip yakalamadı.
Bu hususta Ebu Hureyre, Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Sizden önce Âdemoğullarından hiç bir kimseye ganimet helal kılınmamıştı.
Gökten ateş iner, onlaı yakıp bitirirdi. Bedirsavaşı olunca henüz ganimetlerin
müslümanlara helal olduğu bindirilmeden onlar ganimetlere daldılar. Bunun
üzerine Allah teala "Eğer Allahm, geçmişte verilmiş bir hükmü olmasaydı,
aldıklarınızdan ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu." âyetini
indirdi.
b- Said b.
Cübeyr, Mücahid, Katede İbn-i Zeyd ve Hasan-ı Basri'den nakledilen diğer bir
görüşe göre bu âyetin izahı şöyledir: "Şayet, Allanın kitabında Bedir
savaşına katılanların azaba uğratılmayacaklan hükmü olmasaydı, Bedir savaşında,
size helal kılınmadan önce ganimet mallarını almanızdan dolayı sizi şiddetli
bir azap yakalamış olurdu.
Bedir savaşına iştirak
edenlere azap edilmeyeceği hususunda da şu hadisi şerif zikrediliyor:
"Hâtıb b. Ebî Belte'a, Mekke müşriklerine mektup yazmış, Resulullah'ın
savaş hazırlığı içinde olduğunu bildirmişti. Mektup yolda iken Re-sulullah'a
vahiy gelmiş ve o mektubu, bir kadının götürmekte olduğun ubildir-miştir. Bunun
üzerine Resululîah (s.a.v.) Hz. Ali ile iki kişi göndermiş ve mektubu
yakalatıp getirmiştir. Bunun üzerine Resululîah (s.a.v.) Hâtıb hakkında asahabıyla
istişare etmiş, Hz Ömer, Hâtıb b. Ebi Beta'nın öldürülmesi görüşünü ileri
sürmüş Resulullah ise şöyle buyurmuştu: "Hâtıb, Bedir savaşma katılanlardan
biri değil midir? Ne bileceksin belki de Allah, Bedir savaşına katılan müminlere
bakmış ve onlar için "Dilediğinizi yapın. Ben, sizi affetmişimdir."
demiştir. Bunun üzerine Hz. Ömerin gözleri yaşarmış ve "Allah ve Resulü
daha iyi bilir." demiştir. [102]
c- Mücahide
göre ise bu âyetin izahı şöyledir: "Şayet Alalhın kitabında bilmeyerek bir
günah işleyenin hesaba çekilmeyeceği yazılmış olmasaydı esir almanızdan dolayı
size büyük bir azap dokunudur."
îbn-i İshak diyorki:
"Allah teala, müminlere, ganimet toplamalarından ve esir almalarından
dolayı sitem etmiştir. Zira Resulullah'tan önce hiçbir peygamber düşmanıdan
aldığı ganimeti yiyemiyordu. Çünkü ona helal değildi.
Ganimetlerin, sadece
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine helal kılındığı hussunda şu hadis
zikrediliyor. Cabir b. Abdullah diyor ki:
"Resulullah şöle
buyurdu: "Bana, benden önceki hiçbir kimseye verilmeyen beş özellik
verildi: Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine bir korku girmesi ile yardım
olundum. Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı. Ümmetimden kime namaz vakti
gelirse o namazım kılsın. Ganimetler bana helak kılındı. Benden önce kimseye
helal kılınmamıştı. Bana şefaat etme hakkı verildi. Daha önceleri
Peygamberler, kendi kavimlerine gönderilirlerdi ben ise bütün insanlığa
Peygamber olarak gönderildim. [103]
Taberi diyor ki:
"Âyet-i kerime'yi bu görüşlerdensadece birine tahsis etmek isabetli değildir.
Âyet-i kerime bütün bu görüşleri kapsar mahiyettedir. Âyeti genel bir şekilde
yorumlamak daha isabetlidir. [104]
69- Artık
elde ettiğiniz ganimetleri, hela! ve temiz olarak yeyin. Allah'tan korkun.
Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Ey Müminler, düşmandan
elde etmiş olduğunuz ganimet mallarını artık helal ve temiz olarak yeyin. Çünkü
o, sizin cihadınızın sonucudur. Allahın emirlerine karşı gelmekten çekinin.
Bedir savaşında esir edilen müşriklerden fidye alıp serbest bırakma gibi
davranışlarda bulunmayın. Şüphesiz ki Allah, mümin kullarını çokça affeden ve
onlara merhametli davranandır. [105]
70- Ey
Peygamber, elinizde bulunan esirlere şöyle de: "Eğer Allah, kalbinizde bir
hayır olduğunu bilse, size, sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi
bağışlar. Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Ey Peygamber, Bedir
savaşında esir aldığınız müşriklere de ki: "Eğer Al-lah,sizin kalbinizde,
İslâm'ın, İhlasın ve imanın varlığını bilse, sizden alman fidyeler
karşılığında sizlere daha üstün şeyler verir ve geçmişte yaptığınız günahları
bağışlar. Çünkü Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.
Hz. Abbas, "Bu
âyet, benim hakkımda nazil olmuştur." dedi.
Resullah (s.a.v.) esir
düşen amcası Abbas'dan, fidye vererek kendisinin ve kardeşinin çocukları Akîl
ve Nevfel'in serbest bırakılmalarını sağlamasını istedi. Bunun üzerine Abbas
şöyle dedi: "Ey Muhammed, sen beni, yaşadığım müddetçe Kureyş'ten
dilenecek hale getirdin." Resulullah da ona şöyle dedi: "Savaşa
çıkarken, hanımın Ümmül Fadl'a verdiğin altınlar nerede? Altınları verirken
ona şöyle demiştin: "Ben, bu seferimde başıma ne geleceğini bilemiyorum.
Öldürülme veya esir edilme gibi bir hal başıma gelecek olursa bu altınlar senin
ve çocukların olsun." Abbas da "Sen bunun nereden biliyorsun?"
deyince Resulullah "Bunu bana rabbim haber verdi." dedi. Bunun
üzerine Abbas: "Senin doğru söylediğini ve Allah'ın Pegamberi olduğunu kabul ediyorum.
Vallahi bu yaptığımı kimse görmemişti. Ben, altınları ona, gecenin karalığında
verdim." dedi.
Hz. Abbas bu âyeti
açıklayarak şöyle derdi. "Allah, verdiğim fidyeden daha hayırlısını bana
verdi. Bana Zemzemi verdi. Ben, rabbimin affını da bekliyorum." [106]
71- Eğer
esirler sana ihanet etmek isterlerse bil ki daha önce onlar Allaha ihanet
etmişlerdir. Bu yüzden Allah onlara karşı sana imkân verdi. Allah, her şeyi çok
iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şayet bu esirler,
içlerinde gizlediklerinin aksini sana bildirerek ihanet etmeyi isterlerse
bilki onlar, Bedir savaşından Önce de Allahın emirlerine karşı gelerek ona
ihanet etmişlerdir. İhanet etmek, onlardan beklenen bir davranıştır. Bu yüzden
Allah, onlara karşı sana imkân vermiştir. Allah, onların içlerinde gizledikleri
şeyleri çok iyi bilendir. Yarattıklarının işlerini sevk ve idarede hüküm ve
hikmet sahibidir.
Katade diyorki:
"Bu âyet-i kerime daha önce Müslüman olduğu halde sonra dinden çıkarak
müşriklere katılan Abdullah b. Sa'd b. Ebi Sarh vb. hakkında nazil olmuştur. [107]
72- Şüphesiz
ki iman edip hicret edenler Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler,
muhacirleri barındırıp yardımda bulunanlar, işte onlar, birbirlerinin
dostudurlar. İman edip hicret etmeyenlerle ise hicret edinceye kadar aranızda
hiçbir velayet sorumluluğu yoktur. Bununla beraber eğer onlar, din hususunda
sizden yardım isterlerse, yardımda bulunmak üzerinize borçtur. Yalnız,
aranızda antlaşma olan birkavmİn aleyhine yardım etmek bunun dışındadır. Allah,
yaptıklarınızı çok iyi görendir.
Âyet-i kerime, iman
ettikten sonra Mekke'den Medine'ye hicrat eden muhacirlerle, onları barındırıp
yardım eden Ensar'a işaret etmekte ve bunların-, birbirlerinin gerçek dostları
olduğunu bildirmektedir, diğre yandan, iman etmesine rağmen küfür diyarını
bırakıp İslâm diyarına göç etmeyen üminlerin, hicret eden müminlerinden, gereken
ilgiyi beklemeye haklan olmadığını, öldükleri takdirde birbirlerine mirasçı
olamayacaklarını ifade ediyor. Bununla beraber Müslüman olduğu halde hicret
etmeyen müminler, hicret eden müminlerden, dini hususlarda yardım istedikleri
takdirde, hicret eden müminlerin, onlara yardım etmelerinin gerektiğini beyan
etmektedir.
Mekke'den Medeni'ye
hicret eden muhacirlerle, onlan Medine'mde barındıran Ensar, Resulullah
tarafından kardeş yapılmış, aralarındaki dostluk o dereceye ulaşmıştı ki,
birbirlerine mirasçı olmuşlardı. Daha sonra miras hükümlerini açıklığa
kavuşlturan âyetler geldi ve âyetlerde belirtilen akrabalar dışında, müminlerin
birbirlerine mirasçı olmaları kaldırıldı. [108]
73- Kâfirler
de birbirlerinin dostudurlar? Eğer birbirinizle yardim-laşmazsanız, yeryüzünde
bir fitne ve büyük bir fırsat doğar.
Kâfirler de
birbirlerinin dostudurlar. Onlar da kendi aralarında yardımla-şır, işlerini
takibeder ve birbirlerine mirasçı olurlar.
O halde eğer sizler
kendi aranızda yardımlaşmaz, birbirinize karşı olan vazifelerinizi yerine
getirmezseniz, yeryüzünde, büyük bir fitne çıkar. Öyleyse bu konudaki
vazifelerinizi asla ihmal etmeyiniz, onlan titizlikle yerine getiriniz. [109]
74- İman
edenler, hicret edenler, Allah yolunda cîhad edenler, muhacirleri barındırıp
yardımda bulunanlar, işte onlar, gerçek müminlerdir. Bağışlanma ve güzel nzık
bunlaradır.
İman eden ve bu imanın
gereği olarak yerini yurdunu bırakıp Mekke'den-Medine'ye göçen ve yine imanının
gereği olarak Allah yolunda zahmetlere katlanıp cihad edenlerle, memleketlerini
bırakıp göç eden bu müminlere kucak açıp yardım eden ve onları barındıranlar,
işte gerçek müminler bunlardır. Bunlar için bağışlanma ve âhirette güzel
nzıklar vardır. [110]
75- Daha
sonra iman edip hicret edenler ve sizinle beraber cihad edenler, işte onlar da
sizdendir. Akraba olanlar, Allahın kitabına göre birbirlerine daha
yakındırlar. Şüphesiz ki Allah,her şeyi çok iyi bilendir.
İman ettiği halde önce
hicret edenlerle birlikte hicret etmeyip daha sonra hicret edenler ve sizinle
beraber Allahın düşmanlarına karşı savaşanlar da sizdendir. Sizin, onları dost
edinip yardımda bulunmanız gerekir. Allahın, kitabında belirttiği üzere
mirasçı olma bakımından akrabalar birbirlerine daha layıktırlar. Birbirlerine
ancak akrabalar mirasçı olurlar.
Bu âyet-i kerime,
"Kardeşlik" kurma veya "Anlaşma" yapmak suretiyle
müminlerin birbirlerine mirasçı olmaları teamülünü ortadan kaldırmış ve sadece
belirli akrabaların birbirlerine mirasçı olacaklarını beyan etmiştir. [111]
[1] Ahmet b. Hanbel, Müsned, C: 5, S: 324
[2] Ahmet b. Hanbcl, Müsned, C: 1, S: 180
[3] Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur'an, bab: 9,1 ladis No:
3079) / Ahmet b. Hanbcl, Müsned, C: 1, S: 178 / Eb Davud, K. el-Cihad, bab:
156, Hadis No: 2740 / Müslim, K. el-Cihad, bab:
33-34, Hadis No: 1748
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/179-185.
[5] Al-iîmrân.suresİ, 3/135
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/184.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/185.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/185.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/185-188.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/188-189.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/189.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/189.
[13] Müslim. K. el-Cihad, bab: 58 HN: 1763 /Tirmizi K.
Tefsir el-Kur'an bab: 9 IIN:3O81
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/189-190.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/191.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/191-192.
[16] Ayet-i Kerime, savaşta çok önemli olan şu üç hususa
işaret buyurmatadır: Birincisi, savaşan ordunun maneviyatını yükseltmek
gerektiği hususudur. "İman edenleri yerlerinde sebatlı kılın."
ifadesi buna işaret etmektedir. İkincisi, düşman ordusuna korku salıp moralini
yıkma meselesidir. "Ben, yakında, inkâr edenlerin kalblerine korku
salacağım." ifadesi de bunun belirtmektedir. Üçüncüsü ise, savaş sırasında
en etkili bir şekilde düşmanı tesirsiz hale getirmek taktiğidir. "Siz
hemen onların boyunlarını vurun." cümlesi de bu hususu belirtmektedir.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/192.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/193.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/193.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/193-194.
[20] Âl-i imran suresi, 3/155
[21] Tevbe suresi, 9/ 25-27
[22] Enfal suresi, 8/66
[23] Buhari, K. el-Vasaya b: 23 / Müslim, K. el-tman b.
145, HN: 89
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/194-196.
[25] Bu olayın, Huneyn savaşında cereyan ettiği sahih hadis
kitaplarında zikredilmekle beraber, benzer olayın Bedir savaşında da cereyan
ettiği, Ali b. Ebi Talha, Suddî, Muhammed b. Kays, Muhammed b. Kurezi el-Karzî,
Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, Mücahid, îkrime ve Katade tarafından rivayet
edilmektedir.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/196.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/197.
[28] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 55, S: 431
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/197-198.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/198.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/198.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/199.
[33] Âyet-i Kerime bir faraziyeyi belirtmektedir. Yani,
kendilerinde bir hayır olmadığını bildiği halde, Allah'ın, onlara, Kur'anm
öğütlerini işittirdiği farz edilse bile onlar yine de inkâra sapacaklardı.
Âyet-i Kerime,
Peygamber efendimizi teselli etmekte ve müşriklerin iman etmemelerine
üzülmemesini Öğütlemektedir.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/199-200.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/200-202.
[35] Tirmizi, K. el-Fiten, bab: 9, HN: 2169/Ahmed b.
Ilanbel Müsncd, C:5, S: 388-390-391.
[36] Ahmed b. Hanbel, Mlisned, C:4 S: 192/Muvatta, imanı
mâlik, K. el-KelSm bab: 23
[37] Ahmed b. Ilanbel, Müsned, C: 6, S: 304
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/202-204.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/204-205.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/205-207.
[41] MünafikÛn suresi, 63/9
[42] TeğabUn suresi, 64/14
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/207.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/208.
[44] Tür suresi, âyet, 52/30
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/208-210.
[46] Bakara suresi, âyet 23
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/210-211.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/211-212.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/212-214.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/214-215.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/215.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/216.
[53] Rum suresi, 30/14(23)
[54] Yasin suresi, 36/59
[55] Yunus suresi, 10/28
[56] Âİ-i imransuresi, 3/166
[57] Âl-i imransuresi, 3/142
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/217.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/218.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/218-219.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/219.
[61] Buhari, K.
el-Humus bab: 1, K. el-Megazi bab: 14-38
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/219-223.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/224.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/224-225.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/225.
[66] Buhari, K. el-Cihad, bab: 112-156 / Müslim, K.
el-Cihad, bab: 19-20 Hadis No: 1741-1742 / Ebu Davud, K. el-Cihad, bab: 79,
Hadis No: 2661
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/226.
[68] Sahabe-i Kiram, savaş alanlarında metanet göstermekte,
Allahın ve Resulünün emrine uymakta örnek olmuşlar, geçmiş ve gelecek
ümmetlerde benzerleri görülmeyen mücahitler olmuşlar, sayılarının az oluşuna
rağmen kısa bir zamanda doğuyu ve batıyı fethet mislerdir. Onlar, Bizansı,
Acemi, Türkü, Berberiyi, Haberliyi ve Kıptileri mağlup edip Islamı onlara
ulaştırmışlardır. Böylece Allah'ın dini yücelmiş, îslam topraklan, o gün kü
dünyanın çoğunu kaplamıştır. Allah, onlardan razı olsun, bizi de onlann izinden
gidenlerden eylesin!
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/227.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/227-228.
[70] Muvatta, K. el-Hac bab: 81, HN: 245
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/228-229.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/230.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/230.
[73] Şûra suresi Syet; 30
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/231.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/231.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/231-232.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/232.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/232.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/233.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/233.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/233-234.
[81] Kasrıs stsresi âyet; 2S/4
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/234.
[82] Müslim, K. cl-îmara, hab: 167, UN: 1917 /F>"
^avud fc. el-C:haJ bab: ?.\ UN; 2514
[83] Buradan anlaşılıyor ki, Müslümanlar her halükârda
savaşa hazırlıklı olacaklardır. Fiilen savaş hayatının yaşanması şart değildir.
Daima savaşa hazırlıklı olmak gerekir. * Hiçbir hazırlığa girişmediği halde
"Ben, cihad ederim" iddiası boş bir iddiadır. Zira gerçeklen savaşmak
niyetinde olanlar, her an savaş hazırlığı içinde olurlar. Nitekim diğer bir
âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: "Eğer bunlar cihada çıkmak
isteselerdi, onun için hazırlık yaparlardi."(9/146)
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/234-236.
[84] Tevbe suresi, 9/5
[85]
Tevbe suresi, 9/36
[86] Tevbe suresi, 9/29
[87] Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi
Eğer karşı taraf sulh
isterse sulh antlaşması yapmak icabeder. Bu açık sulh teklifine
rağmen savaşa devam edilmez.
Bu hususta Peygamber
efendimiz bir örnek vermiş, Hudeybiye musalahasmda, dokuz yıl savaşmayacaklarını
hükme bağlayan barış antlaşmasını kabul etmiştir. Çünkü karşı taraf sulh
istemiş, savaşmak niyetinde olmadığım beyan etmiştir.
Ancak, Müslümanların,
düşmanla sulh anılaşması yapmaları için, güçlü durumda olmaları ve yapılacak
barışın kendileri için açıkça menfaat getirmmesi şarttır. Aksi takdirde,
düşmana boyun eğerek banş antlaşması yanmak caiz değildir. Bu konuda bir âyet-i
kerimede şöyle buyurulmaktadır. "Ey İman edenler, üstün olduğunuz halde,
düşmanlarınız karşısında gevşek davranıp da barış islemek zoruda
kalmayın..."(47/35)
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/236-237.
[88] Âyet-İ kerime, müminlerin kalblerinin birbirine
ısındırıldığmı beyan etmektedir. Onların kalblerinin birbirine ısındınlması
suretiyle meydana gelen kardeşlik, tarihte eşine rastlanmayan bir olaydır.
Böyle-bir kardeşliği ve yakınlığı, para ile, dünya malı ile temin etmek asla
mümkün değildir. Allah'ın nimeti olmak üzere bu insanlar birbirlerini sevdi ve
kardeş oldular.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/238.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/239.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/239.
[91] Buharî, K. Tefsir el-Kur'an, sure S bab: 6 / Ebu Davud
K. el-Cihad b: 114 HN: 2646
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/139-241.
[93] Muhammed suresi, 47/4
[94] Muhammed suresi, 47/4
[95] ibrahim suresi, 14/36
[96] Maide suresi, 5/118
[97] Nuh suresi, 71/26
[98] Yunus suresi, 10/88
[99] Bkz. Tirmizi, K. Tevsiri el-Kur’an sure, 8 HN: 3087
[100] Ahmed b. Hanbel, MUsned C: 35, S: 243.
[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/241-243.
[102] Bkz. Buhari, K. el-Megazi, bab: 9 / Müslim,
K.el-Fadail es-sahabe b: 161 IIN: 2494
[103] Buhari, K. et-Teyemmüm bab:l, K. es-Salah, bab: 56
/Müslim, K. el-Mesacid bab: Hadis No: 521 / Nesaî K.. el-Gusl, bab: 25
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/243-245.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/246.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4246-247.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/247.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/248.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/248.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/249.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/249.