YUNUS SURESİ 2

Sureyi Takdim.. 2

Sûrenin İsimlendirilmesi 2

Kelimelerin İzahı 3

Nüzul Sebebi 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 6

Faydalı Bilgiler. 7

Bir Nükte. 7

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 8

Kelimelerin İzahı 8

Âyetlerin Tefsiri 8

Edebî Sanatlar. 11

Bir Nükte. 11

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 12

Kelimelerin İzahı 13

Âyetlerin Tefsiri 13

Edebî Sanatlar. 16

Faydalı Bilgiler. 16

Bir Uyarı 16

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 17

Kelimelerin İzahı 17

Âyetlerin Tefsiri 18

Edebî Sanatlar. 19

Bir Uyarı 20

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 20

Kelimelerin İzahı 20

Âyetlerin Tefsiri 21

Edebî Sanatlar. 23

Faydalı Bilgiler. 23

Bir Uyarı 23


YUNUS SURESİ

 

Mekke'de inmiştir. 109 âyettir.

 

Sureyi Takdim

 

Yûnus sûresi; Allah'a, kitaplara, peygamberlere, öldükten sonra di­rilmeye ve cezaya inanma gibi temel İslâmî inançlara ağırlık veren Mckkî sûrelerdendir. Bu sûre semavî kitaplara, özellikle indirilmiş kitapların so­nuncusu ve asırlarca ebedî mucize olan Kur'an-ı Kerim'e İman etmeye yöneltmek özelliğiyle temayüz eder.

Bu mübarek sûre başlangıçla Rasul'den ve risaletten bahseder. Pey­gamber göndermenin, öncekiler hakkında da, sonrakiler hakkında da Allah'ın bir sünneti olduğunu, Allah'ın, peygamber göndermediği hiçbir ümmet bulunmadığını, peygamberlerin sonuncusunun gönderilmesinde müşrikleri hayrete düşürecek bir sebeb bulunmadığını açıklar. Şöyle buyu­rur: İçlerinden bir adama, "İnsanları uyar"... diye vahyelmemiz insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu?[1]   Sonra âyetleri, "ilahlık" ve kulluğun hakikatini ve yaratanla ya­ratılan arasındaki bağın esasını açıklayan âyetler takip eder. Bu âyetler in­sanlara, kendisine ibadet etmeleri ve kendilerini ona teslim etmeleri gereken'gerçek Rablerini tanıtır. O yegane yaratıcı ve nzık vericidir. Dirilten ve öldüren odur. Tedbir alandır, hikmet sahibidir. Ondan başka herşey boştur, Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah'tır.[2]

Bu sûre müşriklerin Kur'an ve risâlet karşısındaki tutumlarını ele alır, Kur'an'ın, ümmî peygamberin doğruluğuna delâlet eden ebedî bir mucize olduğunu ve biricik mucize olduğuna dair delilini bizzat bünyesinde taşıdığını bildirir.

Şöyle ki: Kendinin benzeri bir sûreyi getirmeleri hususunda müşrikle­re meydan okudu da onlar fesahat direkleri ve beyân komutanları olma­larına rağmen onun benzerini getirmekten âciz kaldılar." Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: "Eğer sizler doğru iseniz. Allah'tan başka gücünüzün yet­tiklerini çağırın da onun benzeri bir sûre gelirsin.[3]

Sûre insanlara gerçek ilâhın sıfatlarını tanıtmaya başlar. Bunu, Al­lah'ın kudret ve rahmetinin hikmetle dolu tedbirlere delâlet eden eserleriy­le yapar. Keza bunu görülen âlemdeki engin kudret eserlerini açıklayarak yapar. Bu eserler Allah'ın azamletini, kudretini ve gücünü gösteren en açık delillerdir." De ki, "Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip bulunuyor?[4]   İşte bu, sûrenin esasını teşkil eden büyük meseledir. Ki o da, Yüce Allah'ın birliğine iman konusudur. Sûre bu konuyu, çeşitli aklî ve naklî delillerle sunmuştur.Bu sûre, bazı peygamberlerin kıssalarından bahseder. Nuh (a.s.)'ın kavmi ile arasında geçen kıssayı, Hz. Musa (a.s.) ile zorba Firavun arasındaki kıssayı ve bu sûreye adı verilen Allah'ın peygamberi Yûnus (a.s.) ile kavmi arasındaki kıssayı anlatır. Bütün bu kıssalar, Allah'ın zâlimleri helak etme ve mü'minlere yardım etme hususundaki kevnî sünnetini açıklamak için anlatılır.

Bu mübarek sûre Rasulullah (s.a.v.)'a, Allah'ın şeriatına sarılmasını ve onun yolunda karşılaşacağı eziyetlere sabretmesini emreden âyetle sona erer. Sen, sana vahyolunana uy. Allah hükmedinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.[5]

 

Sûrenin İsimlendirilmesi

 

Bu sûre, içinde Yûnus (a.s.)'m kıssası geçtiği ve onun kavminden azabın kaldırılması hususunda bu kıssanın ihtiva ettiği ibret ve öğütler an­latıldığı için bu sûreye "Yunus Sûresi" adı verildi. Kavmi kendilerine nere­deyse belâ ve azap gelmek üzere iken iman edince onlardan azap kaldırılmıştı. İşte bu, Allah'ın, tevbe ve imanlarında samimi oldukları için Yûnus (a.s.)'un kavmine has kıldığı özelliklerdendir. [6]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Elif,Lâm,.   İşte   bunlar   muhkem   Kitâb'ın âyetleridir.

2. İçlerinden bir adama, "İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğru­luk makamı olduğunu müjdele" diye vahyetmemiz, in­sanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler, "Bu elbette apaçık bir sihirbazdır" dediler?

3. Şüphesiz ki si/in Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ede­rek Arş'ı istiva edendir. Onun izni olmadan hiçbir kim­se şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!?

4. Hepinizin dünüşü ancak O'nadır. Allah bunu size bir gerçek olarak bildirdi. Çünkü O, halkı önce ya­ratır, sonra da iman edip iyi İşler yapanlara adaletle mükâfat vermek için geri çevirir. Kâfir olanlara ge-Hnce, inkâr etmekte oldukları şeylerden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır.

5. Güneşi   ışıklı,   ayı  da  parlak  kılan,  yılların sayışım ve hesabı bilineniz için ona birtakım menziller takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe binâen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıkla­maktadır.

6. Gece ve günüdüzün değişmesinde, Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, sakınan bir kavim için elbette nice deliller vardır!

7,8. Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazan­makta oldukları yüzünden varcakları yer, ateştir!

9. İman  edip  güzel  işler yapanlarlara  gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennet­lerde, alt yanından ırmaklar akan saraylara erdirir.

10. Onların  oradaki  duası  da,  şudur:   "Hamd; âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."

11. Eğer Allah, insanlara, hayrı çarçabuk istedik­leri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecelle­ri bitirilmiş olurdu. Fakat biz, bize kavuşmayı bekle­meyenleri azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakı­rız.

12. İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak bize duâ eder; fakat biz ondan sıkınıtısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize duâ etmemiş gibi çekip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü gösterildi.

13. Andolsun ki sizden önce, peygamberleri ken­dilerine  mucizeler  getirdiği  halde,  zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helak ettik, zaten onlar iman ede­cek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandı­rırız.

14. Sonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.

15. Onlara âyetlerimiz; açık açık okunduğu za­man, bize kavuşmayı beklemeyenler, "Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir!" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden getirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım".

16. De ki: "Eğer Allah dileseydi onu size okumaz­dım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir Ömür boyu içinizde durmuştum. Hâlâ akıl erdire-miyor musunuz?"

17. Öyleyse kim Allah'a karşı yalan uydurandan, veya onun âyetlerini yalanlayandan daha zâlimdir? Bi­lesiniz ki suçlular asla onmazlar!

18. Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve, "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar. De ki: "Siz Allah'a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Hâşâ! O, onların ortak koştukları her şeyden uzak ve yücedir."

19. İnsanlar sâdece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş ol­saydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi.

20. "Ona Rabbinden bir mucize inidirilse ya!" diyorlar. De ki: "Gayb ancak Allah'ındır. Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim".

 

Kelimelerin İzahı

 

Kademe sıdk, doğruluk makamı. Leys şöyle der: Kadem, "önce olan" demektir. Zu'r-Rumme şöyle der:

Sen, Züâbe soyundan bir kişisin. Onların bilinen bir makamı ve övünme ve­sileleri[7]  vardır. Ebû Ubeyde şöyle der: Hayırda ve serde öncülük eden herkes  kadem'dir. Ahfeş şöyle der: Bu, ihlasta öncülük eden demektir.

Düzenliyor. Tedbir, hikmete göre takdir edip yaratmak.

Kist, adalet demektir.

Hamım, kaynayacak dereceye varıncaya kadar ateşte ısı­tılmış sıcak su.

Açıklıyor. Tafsîl, açıklamak ve izah etmek demektir.

Me'vâhum, onların makamları, varacakları yer.

Tuğyanınım, taşkınlıkları. Tuğyan; yükseklik, irtifa mana­sınadır.

Şaşkın şaşkın dolaşırlar.

Halâif, nin çoğuludur. Halîfe, işlerini yapmak üzere başkasının yerine geçendir. [8]

 

Nüzul Sebebi

 

İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.v.)'i gönderince kâfirler onu inkâr ettiler ve şöyle dediler: Allah, bir beşeri peygamber göndermekten yücedir. Allah, Ebû Tâlib'in yetiminden başka peygamber gönderecek birini bulamadı mı? Bunun üzerine Yüce Allah İçlerinden bir adama, "İnsanları uyar...." diye vahyetmemiz, insanlar için   şaşılacak bir şey mi oldu?" âyetini indirdi.[9]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Bu harfler, bu beliğ ve muciz kelamın, sizin kelamınızın meyda­na geldiği harflerin cinsinden oluştuğuna bir işarettir. İşte Kur'an-ı Kerim'in âyetleri bunlardan ve benzeri harflerden oluşmaktadır. Bu âyetler, onların ellerinde dolaştığı halde Kur'an'ın bir tek âyetinin benzerini getiremiyor­lar.[10]  Bunlar apaçık ve sağlam Kur'an'ın âyetleridir. Ona herhangi bir şüphe giremez, herhangi bir yalan ve çelişki arız olamaz. [11]

 

2. Kendilerinden birisi olan Mu­hammed (s.a.v.)'e vahyetmemiz, Mekkelilerin tuhafına mı gitti? Buradaki hemze inkâr içindir. Yani, bunda şaşılacak bir şey yok. Bu, Allah'ın geçmiş ümmetlere de uyguladığı kanunudur. Allah, ümmetlerine kendi risaletini tebliğ etmeleri için peygamberlerine vahyeder. Kâfîrlerleri ce­hennem azabı ile korkut diye biz ona vahyettik. Mü'minlerin önceden gönderdikleri salih amellerden dolayı rableri katında yüksek makamları vardır, Peygamberin (s.a.v.) doğruluğunun açıklığına ve Kur'an'ın i'cazina rağmen müşrikler: "Muhammed apaçık bir sihirbaz, iddia ettiği hususta da yalancıdır" dediler. Beyzâvî   şöyle der : Bu, müşriklerin Peygamberden (s.a.v.) harikulade ve onları, karşı koymaktan âciz bırakan şeyler gördüklerini itiraf ettiklerini gösterir. Bu, Peygamber (s.a.v.)'in getirdiklerinin insan gücünün dışında olduğunun farkına varmadan yapılan itiraftır.[12]

 

3. Şüphesiz sizin Rabbiniz ve sadece kendisine  ibadet etmeniz gereken,  işlerinizin yegâne sahibi, kâinatı, dünya günlerinden altı gün kadar bir zaman içerisinde yaratan Allah'tır. Eğer o isteseydi, kainatı bir anda yaratırdı. Fakat o kullarına işlerinde aceleci olmamayı ve devamlı olmayı öğretmek istedi. Sonra Allah, keyfiyetini bilemediğimiz, herhgangi bir şeye benzete-mediğimiz ve sıfatlarını da reddedemediğimiz, azametine uygun bir şekil­de Arş'ı istiva etti. İbn Kesir şöyle der: Bu makamda Selef-i salihinin yolunu tutarız. Onların yolu da Allah'ın sıfatlarını, benzetme ve reddetme ol­maksızın geldiği gibi devam ettirmektir. Allah'ı bir şeye benzetmek istey­enlerin zihinlerine gelen şeylerden Allah uzaktır. Çünkü Allah'ın mahlûkatmdan hiçbir şey kendisine benzemez. Kim Allah'ın sıfatlarını açık âyetlerde ve sahih hadislerde geldiği gibi, şanına yakışır bir şekilde kabul ederse doğru yola girmiş olur.[13]  Ebussuûd şöyle der: Arş, diğer cisimleri kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden dolayı veya Melik'in tahtına benzetil-diği için bu isim verilmiştir. Arş üzerine istiva, Yüce Allah'ın keyfiyetsiz bir sıfatıdır.[14]  Mahrukatın işlerini hikmet ve maslahatın gerektir­diği şekilde yönetir. İbn Abbas şöyle der: Mahlukatın işlerini yönetirken hiçbir kimse onu bundan alıkoyamaz, Kıyamet gününde onun katında hiçbir şefaatçi, onun izni olmadan şefaat edemez. Bu âyet müşriklerin, putlarını kendilerine şefaat edeceğine dair iddialarını reddeder. İşte şanı yüce olan bu Allah, sizin Rabbiniz ve yaratanmızdır, ondan başka hiçbir Rab yoktur. O halde sadece ona ibadet edin. Hâlâ öğüt ve ibret almıyor musunuz? Siz onun yegâne ya­ratıcı olduğunu biliyorsunuz, sonra yine onunla birlikte başkalarına ibadet ediyorsunuz. [15]

 

4. Ey insanlar! Kıyamet günü hepinizin dönüşü yalnız Rabbinizedir. Bu, Allah'ın değişmeyen bir va'didir. Bu âyet öldükten sonda dirilmeyi inkâr edenleri reddeder. Onlar şöyle der: Hayat ancak, bu dünyada yaşadığımızdır. Burada yaşarız, burada ölürüz. Bizi ancak zaman yok eder.[16]   Şüphesiz Allah ilk yarattığı gibi, öldükten sonra da  tekrar diriltir Allah mü'minlere adaletle muamele etmek ve onların mükâfaatlarını eksiksiz vermek için onları tekrar diriltecek. Allah'ı inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlara gelince onlar için cehennemde son derece sıcak kaynar sudan içecek şeyler vardır, İnkârları ve Allah'a ortak koşmaları sebe­biyle onlar İçin elem verici bir azap vardır. Beyzâvî şöyle der: Ayet, önceki âyetlerde açıklanan şeylerin sebebini gösterir mâhiyettedir. Çünkü yarat­mak ve tekrar diriltmekten maksad, mükelleflere amellerinin karşılığını vermek olduğu için, çaresiz hepinizin   dönüşü Allah'a olacaktır.[17]

 

5. Bu âyet Allah'ın kudretinin ve birliğinin de­lillerine dikkat çekmektedir. Yani, Yüce Allah kudretiyle güneşi parlak bir kandil gibi gündüzün her tarafı aydınlatan bir ziya kıldı. Ayı da geceleyin aydınlatıcı bir nur kıldı. Bu, Allah'ın kullarına karşı olan yüce merhametindendir. Güneş kütlesi daha büyük olduğu için burada özellikle ona ziya denildi. Çünkü onun yayılma ve ışık saçma özelliği vardır. Taberî şöyle der: "Güneşi ışık saçan, ayı da nur saçan kıldı"[18]  Onun yürüyüşü için menziller yani burçlar takdir etti. Ey insanlar! Vakitlerin hesabını bilesiniz diyle Allah böyle takdir etti. Güneşle günler, ayın hareketiyle de aylar ve yıllar bilinir. Allah bunu boş yere değil, bilakis büyük bir hikmetle ve yüce bir menfaate binaen yarattı. Allah kevnî âyetlerini kendisinin kudretini bilen ve hikmetini düşünen bir topluluk için açıklayıp izah ediyor. Ebusuud şöyle der: Yani, kainatın yoktan yaratılmasındaki hikmeti bilen ve bununla onu yaratanın kudretine delil getiren bir kavim için açıklıyor demektir.[19]

 

6. Şüphesiz gece ile gündüzün gitmesinde ve gündüzün gelip gecenin gitmesinde göklerde ve yerde yarattığı çeşitli varlıklarda Allah'a karşı gelmekten sa­kınıp azabından korkan bir topluluk için yaratıcının varlığını, birliğim, il­minin ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren büyük   alametler ve yüce delil­ler vardır. [20]

 

7. Allah'a kavuşmayı asla beklemeyen ve bunu akıllarına getirmeyenler var ya, şehvetleri onları kör etmiştir, dolayısıyla onlar öldükten sonra meydana gelecek şeylere inanmazlar. Onlar âhiret yerine dünya hayatına razı oldular ve âdi olanı değerli olana tercih ettiler. O dünyayı sevip onda sükûnet buldular, Onlar kâinat kitabının sahifelerıne yayılıp yazılmış olan delil­lerden gafildirler. Onlardan ibret almazlar ve onları düşünmezler. [21]

 

8. Onların varıp kalacakları yer ateştir. Bu, onların inkârları ve suçları yüzündendir. Yüce Allah bedbahtların duru­munu açıkladıktan  sonra,  bunun  ardından mutlu kimselerin durumunu açıklayarak şöyle buyurdu. [22]

 

9. İman edip salih amel işleyenlere gelince, şüphesiz, imanlarından dolayı Allah onları cennet yol­larına iletecektir. Onlar, naîm cennetlerinde yaşarken, köşklerinin veya tahtlarının altından ırmaklar akacaktır. [23]

 

10. Onların cenneteki duaları Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz olacaktır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: Size nefes alıp vermek nasıl ilham ediliyorsa, onlara da hamd ve sena etmek öyle ilham olunacak"[24]  Yani cennette onların kelamı Allah'ı teşbih etmek olacak. Ve orada onların birbirine selâm vermesi şeklinde olacaktır. Nitekim melekler de onlara bu sözle selâm verecektir. Melekler de her kapıdan onların yanına girecekler "size selâm olsun" diyecekler.[25]  Onlar dualarının sonunda Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" derler. [26]

 

11. Eğer Allah, insanlara onların hayrı çarçabuk istemeleri gibi şerri acele verseydi helak olurlardı. Mücahid şöyle der: Kişinin istediği şer, kızdığında kendisine veya çocuğuna beddua ederek: "Ey Allah'ım onu yok et, ey Allah'ım ona bereket verme" demesidir. Taberî şöyle der: Yani Allah, insanların kendisinden   hayır isteklerinde dualarını hemen kabul ettiği gibi, kendilerine şer ve zarar gelecek hususlar­daki   dualarını da çarçabuk kabul etseydi mutlaka çabucak öldürülürler ve helak olurlardı.[27]  Öldükten sonra di­rilmeye inanmayan ve bize ulaşmayı inkâr edenleri mat ve kibirleri içinde şaşkın bir halde bırakırız. Yani inatlarına rağmen delilimi­zin onları susturması için, biz suçluluları kendi hallerine bırakır, onlara mühlet hatta bol bol nimetler veririz. [28]

 

12. İnsana hastalık veya yoksulluk veya benzeri bir zarar geldiğinde bu zararın kendisinden giderilmesi için yatarak veya oturarak veya ayakta, bütün hallerde bize dua eder. Biz onun zararım giderince isyanına devam eder ve içinde bulunmuş olduğu sıkıntı ve belayı unutur veya unut­muş görünür. Bu, sıkmtj anında Allah'a yalvarıp da o sıkıntıdan kurtulunca Allah'ı unutan kimseler için bir azarlamadır. İşte o insana, sıkıntı anında dua etmek; refah anında da Allah'tan yüz çevirmek nasıl güzel gösterildi ise, suç işlemede haddi aşanlara da Allah'ı anmaktan yüzçevirmeleri ve şehvetlerine uymaları güzel gösterildi. [29]

 

13. Ey müşrikler! Andolsun ki inkâr et­tikleri, Allah'a ortak koştukları, azgınlık ve sapıklıkta devam ettikleri için sizden önceki ümmetleri helak ettik. Peygamberleri on­lara doğru söylediklerini gösteren parlak mucizeler getirdiler. fakat onlar peygamberlerin getirdiklerine  iman  etmediler.  Yani,  onlar zâlim oldular ve iman etmediler. Şu halde onların helak edilmelerinin iki sebebi vardı: Zulm etmeleri ve İman etmemeleri... bu ceza gibi yani onların helak edilmeleri gibi bütün suçluları ceza­landırırız. Bu, Rasulullah (s.a.v.)'i yalanlamalarına karşı Mekkeliler için bir tehdittir. [30]

 

14. Sonra ey Mekke halkı! O Ümmetleri helak ettikten sonra yeryüzünde onların yerine sizi getirdik. On­ların haberlerini işitiyor ve kalıntılarını görüyorsunuz Hayır mı yoksa şer mi işleyeceğinizi görüp te amellerinize göre size karşılığını verelim diye bunu yaptık. Kurtubî şöyle der: Adaleti ortaya çıkarmak için size imtihan olunan kimseye yapılan muamele gibi muamele eder.[31]  İbn Cüzeyy şöyle der: Yani amellerinizi ortaya çıkarıp onlar sebebiyle aleyhi-nize delil bulunması için böyle yaptı.[32]  Bundan maksat şudur: Yüce Allah onların  amellerini  önceden  bilmektedir.   Fakat  ezelî ilminin  meydana çıkması için onları imtihan edecektir. [33]

 

15. Müşriklere apaçık Kur'an âyetleri şüphesiz, herhangi bir karışıklık olmaksızın, açık  bir şekilde okunduğunda    öldükten sonra dirilmeye ve hesaba iman etmeyen, mükâfaat ve sevaba inanmayanlar şöyle der: Ey Muhammedi Bu Kur'an'dan  başka bir kitap  getir ki,  onda  tanrılarımızı  ayıplamak  ve düşüncelerimizi küçümsemek gibi hoşumuza gitmeyen şeyler bulunmasın. veya azap âyeti yerine rahmet âyeti, tanrılarımızı ayıplama yerine methedici   şeyler  ve  haramların  yerine  helalleri   koymak  suretiyle  bu Kur'an'ı değiştir. Müşrikler bunu sadece alay ve eğlence yoluyla söylediler. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet, Mekke halkından Kur'an ile alay edenler hakkında indi. Onlar şöyle demişti: Ey Muhammedi İçinde senden istedik­lerimiz bulunan bundan başka bir Kur'an getir.[34]  Ey Muhammed, onlara de ki: Benim kendiliğimden ondan bir şey ge­tirmem veya onu bozmam doğru değildir ve bana yakışmaz. Ben sadece Rabbimin bana vahyettiğine uyarım. Ben vazifeli bir kulum, tebliğ edici bir peygamberim, Allah'ın risâletini size tebliğ ediyorum. Şüphesiz, onun emrine uymadığım ve vahyettiğini değiştirdiğim takdirde kıyamet gününün korkunç azabından korkarım. Bu bölüm, Önceki bölümün sebebi mahiyetindedir. [35]

 

16. Ey Muhammed! Onlara de ki, Allah dileseydi ben bu Kur'an'ı sizlere okumazdım. Ben bunu sırf onun dilemesiyle okudum. Allah da onu benim lisanımla size öğretmezdi. Çünkü Kur'an benim icadım değil, onun katından indirilmiştir. Şüphesiz, Kur'an'dan önce kırk sene gibi uzun bir süre aranızda yaşamıştim. Bu süre içerisinde o Kur'an'ı ben biliyordum, ne de onu size okuyor­dum. Böyle mucize bir kitabın Allah'tan başkası tarafından olma­yacağını anlamanız için, aklınızı kullanıp da düşünüp tefekkür etmiyor mu­sunuz? Fahreddin er-Râzî şöyle der: Kâfirler Rasulullah (s.a.v.)'in doğu­şundan o ana kadar ki davranışlarını görmüşlerdi. Onun bütün hallerini, hiçbir kitap mütâlâa etmediği, herhangi bir hocanın talebesi olmadığını ve kimseden bir şey öğrenmediğini biliyorlardı. Kırk sene geçtikten sonra on­lara bu yüce kitabı getirdi. Bu kitap usul ilminin en güzel kaidelerini, ahkâm ilminin inceliklerini, ahlâk ilminin güzel nüktelerini, ve geçmiş milletlerin kıssalarmdaki sırları ihtiva etmektedir. Âlimler ve edebiy­atçılar onun benzerini getirmekten âciz kalmışlardır. Akl-ı selim sahibi herkes bilir ki, bu özellikleri taşıyan bir kitap, vahiyden başka bir yolla meydana gelmez.[36]

 

17. Bu, bir inkâr sorusu olup olumsuzluk manası ifâde eder. Yani, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim hiçbir kimse yoktur. Bundan maksat, Peygamber (a.s.)in yüce makamından yalan bir söz çıkmayacağını  ifade etmektir. Çünkü müşrikler bu Kur'an'm Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından uydurulduğunu iddia etmişlerdi. Peygamberlerin getirdiği hakkı yalanlayanlardan daha zâlim kimse yoktur. Bilesiniz ki günah işleyenler ve yüce peygamberleri yalan­layanlar mutlu olamaz. [37]

 

18. Bu cümle, müşriklerin çirkin davranışlarını açıklar. Yani onlar herhangi bir yarar sağlamayan veya bir zararı savamayan cansız putlara tapıyorlar. Onlar, görmeyen ve  işitmeyen taşlar olmalarına rağmen putların,  kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Ey Muhammed! O müşriklere de ki: Göklerde veya yerlerde Allah'ın tanı­madığı herhangi bir ortağı veya şefaatçiyi mi O'na bildiriyorsunuz? Halbu­ki Allah'ın bilgisi bütün kâinatı kuşatır, o gaybleri çok iyi bilir. Bu soru müşriklerle alay ve eğlence için sorulmuştur. Yüce Allah, zalimlerin söylediklerinden ve müşriklerin ona isnat ettiği şeylerden uzak ve mukaddestir. [38]

 

19. İnsanlar Hz. Âdem'den (a.s.) Hz. Nuh'a (a.s.) kadar bir tek dine mensup idiler. O da İslâm dini idi. Daha sonra dinleri hususunda ihtilafa düştüler ve gruplara ayrıldılar. İbn Abbas şöyle der: Âdem (a.s.) ile Nuh (a.s.) arasında on nesil vardı. Hepsi de İslâm di­nine mensup idiler. Daha sonra insanlar arasında ihtilaf çıktı; putlara ve heykellere tapıldı. Bunun üzerine Yüce Allah müjdeleyici ve uyarıcı pey­gamberler  gönderdi.[39]  Allah'ın hükmü cezanın kıyamet gününe ertelenmesi şeklinde tecellî etmeseydi dinde  ihtilafa  düşmeleri   yüzünden  mutlaka  cezalan  dünyada çabucak verilirdi. [40]

 

20. O inatçı kâfirler, geçmiş peygamber­lere verilen deve, âsâ ve el mucizeleri gibi bir mucize, Rabbinden Muhammed'e de indirilse ya diyorlar. Onlara de ki: Gaybla ilgili hüküm Allah'ın elindedir. Mucizeleri ondan başka hiçkimse getiremez. Ben sadece bir tebliğciyim. Allah'ın, aramızda ve­receği hükmü bekleyin. Ben de onu bekleyenlerdenim. [41]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Muhkem kitap Burada kalıbı, manasında kullanılmıştır. Yani kendisine bozukluk gelemeyen, yalan ve çelişki ânz olmayan sağlam kitap" demektir.

2. Uyar...müjdele" kelimeleri arasında tıbak vardır.

3. Bu ifade, yüksek makamdan kinayedir. İbare son dere­cede beliğdir. Çünkü geçmek ve ilerlemek ayakla olur. Nitekim, nimet elle verildiği için, nimete de "el" denilmiştir.

4. İlk defa yaratır, sonra da onu toprağa iade eder". Burada Îju ve îi\*\ kelimeleri arasında tıbak vardır.

5. "Bize kavuşacaklarına inanmıyorlar" Burada üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aynı zamanda kavuşmanın büyüklüğünü ve şiddetini ifade etmek için *llJ kelimesi Allah'a ait zamire muzaf olarak getirilmiştir.

6. Hayrı acele istedikleri gibi şerri de..." Burada mücmel ve rnüekked teşbih vardır. Şerr ve hayır kelimeleri arasında da tıbak vardır.

7. Nasıl amel ettiğinize bakalım diye" Burada is-tiare-i temsiliyye vardır. Çünkü kulların Allah karşısındaki durumu, halkın padişah karşısındaki durumlarına benzetilmiştir. Padişah, halkın nasıl iş yapacaklarını görmek için onlara mühlet verir. Allah'ın mühlet vermesi de böyledir. Müşebbehün bihe delâlet eden isim, temsil yoluyla müşebbeh için istiare edilmiştir. En yüce temsil Allah'ındır.

8. Düşünmüyor musunuz?" Bu soru inkâr ve kınama ifade eder. [42]

 

Faydalı Bilgiler

 

Güneşi bir ışık, ayı da bir nur kıldı" âyetinin tefsirinde Suyûtî şöyle der: "Bu âyet zaman, hesap, tarih ve ayın burçları ilimlerinde asıldır." [43]

 

Bir Nükte

 

Hafız İbn Kesir şöyle der: İster doğru olsun, ister yalancı olsun, kim bir söz söylerse o kişinin doğruluğuna veya yalancılığına delâlet eden, güneşten daha açık bir delil getirilmesi gerekir. Muhammed (a.s.) ile Müseylemetu'l-Kezzâb'ı görenler için, bu ikisi arasındaki fark, kuşluk ay­dınlığı ile zifiri karanlık arasındaki farktan daha açıktır. Abudullah b. Selâm şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye gelince halk yani yahudiler ondan uzaklaştılar. Ben de ondan uzaklaşanlar arasında idim. Onu görünce, yüzünün yalancı bir yüz olmadığını anladım. Ondan ilk işittiğim söz de şudur: "Ey insanlar! Selamı yayınız. Yemek yediriniz, akrabayı ziyaret edi­niz ve insanlar uykuda iken gece kalkıp namaz kılın. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.[44]  Abdullah, Rasulullah (s.a.v.)'ta gördüğü de­liller sebebiyle onalcesin olarak inandı. Şâir Hassan şöyle der:

O Peygamberde açık mucizeler olmasaydı bile, onun görünüşü mutla­ka sana, onun doğruluğunu haber verirdi. [45]

 

21. Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra in­sanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimizle alay ederler. De ki: "Allah onların ce­zasını  çabucak  verir.   Şüphesiz  elçilerimiz  ettiğiniz alayları yazıyorlar."

22. O, sizi karada ve denizde gezdirendir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve yolcular bu yüz­den neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da, dini yal­nız Allah'a halis kılarak, "Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız" diye Al­lah'a yalvarırlar.

23. Fakat Allah onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yine haksız yere yeryüzünde taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; sâdece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz, sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta ol­duklarınızı size haber vereceğiz.

24. Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, insanların ve hayvanların yiyecekle­rinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde birbirine karışır. Nihayet yeryüzü zinetini takınıp, süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emri­miz gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökün­den koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi dü­şünecek kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.

25. Allah kullarını selâm yurduna çağırır ve O, di­lediğini doğru yola iletir.

26. Güzel amel edenlere daha güzel karışılık, bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine   ne bir toz bulaşır ne de bir horluk. İşte onlar cennet ehlidir. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır.

27. Kötülükler işleyenlere gelince, kötülüğün ce­zası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır.   Onları Al­lah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüz­leri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kala­caklardır.

28. Onların hepsini bir araya toplayacağımız, son­ra da Allah'a ortak koşanlara, "siz ve koştuğunuz ortak­lar yerinizde bekleyin." diyeceğimiz gün artık onların aralarını tamamen ayırımsızdır. Ve onların ortakları, derler ki: "Siz, bize ibâdet etmiyordunuz."

29. Bizimle sizin aranızda şâhid olarak Allah ye­ter. Şüphesiz ki biz sizin tapmanızdan tamamen haber­sizdik."

30. Orada herkes geçmişte yaptıklarından imtiha­na çekilecek. Artık onlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülmüşlerdir.  Uydurmakta oldukları şeyler de onları terkedip kaybolmuştur.

31. De ki: "Size gökten ve yerden kim rizık veri­yor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıka­rıyor? İşi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: "Öyle ise sakınmıyor musunuz?"

32. İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne vardır? O hal­de nasıl döndürülüyorsunuz?

33. İşte böylece Rabbinin yoldan çıkanlar hak­kındaki: "Onlar inanmazlar"   sözü gerçekleşmiş oldu.

34. De ki: "Allah'a ortak koştuklarınız arasında, ilk defa yaratacak,  sonra onu geri  döndürecek biri var mı?" De ki: "Allah ilk defa yaratıp  sonra da onu tekrar öldürür,   O halde nasıl saptırılırsınız.!"

35. De ki: "Ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı?" De ki: "Hakka Allah iletir" Öyle ise hak­ka ileten mi uyulmaya daha layıktır; yoksa hidâyet ve­rilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?

36. Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiç bir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.

37. Bu Kur'an Allah'a ait olmayıp da ondan baş­kası tarafından uyudurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o Kitab'ı açıklayan­dır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir.

38. Yoksa, "Onu Muhammed uydurdu" mu diyor­lar?   De ki: "Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün  yettiklerini  çağırın  da onun  benzeri  bir sûre getirin."

39. Bilâkis, onlar ilmini kavrayamadıkları ve yo­rumu kendilerine asla gelmemiş olan Kur'an'ı yalan­ladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Şimdi bak, zâlimlerin sonu nasıl oldu!

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah putlara ibadet etmenin bâtıl olduğunu gösteren delilleri ve müşriklerin risalet ve Kur'an konusundaki şüphelerini açıkladıktan sonra burada da, o bedbaht insanların âdetlerinin tuzak kurmak, inkâr ve inat et­mek olduğunu açıkladı. Eğer onlara bir darlık gelirse yalvarmaya başlarlar, bir rahmet gelirse şımarır ve inkâr ederler. Bundan sonra Yüce Allah, zeval bulma ve yok olma hususunda dünya hayatını misal verdi. Daha sonra da, âlemlerin rabbi olan Allah'ın birliğini gösteren delilleri tekar açıkladı. [46]

 

Kelimelerin İzahı

 

Asıf, yaprakları ve ağaçlan yıkıp helak eden şiddetli rüzgâr. Ferrâ şöyle der: Rüzgâr şiddetlendiğinde ve denir. Şâir şöyle der:

Rüzgârlar şiddetle esince Necd'in hurmlarını kırarlar. Retem ağa­cının sağlamlılığına bile aldırış etmezler.[47]

Mevc, dalga. Suyun deniz üzerinde yükselen kısmı. Çalkalan-dığı için Mevc (dalga) ismi verildi.

Zuhrdufuha, "onun güzelleşmesi" demektir. Zuhruf, bir şeyin son derece güzel ve parlak olmasıdır. Parlaklığından ve güzelliğinden do­layı o şeye zuhruf denilmiştir.

Bulunur. Bir kimse bir yerde kalıp da orayı imar ettiğinde denir.

Örter, istilâ eder. Bir kimseye zillet geldiğinde denir.

Kater ve katere, siyah toz demektir. Yüce Allah bir âyette Onları cehennem tozu kuşatır.[48]  Bir görüşe göre, siyah olsun olmasın toz demektir. Ferazdak şöyle der:

Kral elbisesi ile tac giydirilmiş, arkasından büyür bir dalga geliyor. Sen o dalga üzerinde bayraklar ve tozlar görünsün.[49]

Ayırdık

Haktan batıla döndürülüyorsunuz. [50]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

21. İnsanlara gelen bir sıkıntıdan sonra onlara bir rahmet tattırdığımız zaman... İnsanlardan maksat Mekke kâfirleridir. Rivayete göre Yüce Allah yedi sene Mekkelilere kıtlık verdi. Nerede ise helak olacaklardı. Bunun üzerine Rasululllah (s.a.v.)'tan, kendilerine bolluk verilmesi için dua etmesini istediler. Ona iman edeceklerine dair söz verdiler. Allah onlara merhamet edip yağmur yağdırınca, tekrar in­kâra ve inada döndüler. Yani: Biz o müşriklere, onların başına gelen şid­detten sonra rahatlık, kıtlıktan sonra bolluk nimetini tattırınca Bir de bakarsınız ki, âyetlerimiz hakkında tuzaklar hazırlamışlardır. Mücâhid, "bu bir alay etme ve yalanlamadır." der. De ki: "Allah onların tuzaklarına karşılık daha çabuk ceza verir.[51] Kuşkusuz koruyucu melekler sizin tuzaklarınızı yazar ve günahları nızı kaydederler. Burada, onların yaptıklarının herşeyi bilen ve herşeyden haberdar olan Allah'tan gizli kalmadığı gibi, meleklere bile gizli kalma­dığına dikkat çekmektedir. [52]

 

22. Sizi kudretiyle, karada hayvanlar üze­rinde, denizde de su üzerinde yürüyen gemilerde taşıyan odur. Nihayet siz denizde bu gemiler içinde bulunuduğunuzda gemiler de onları, kendilerini yürüten tatlı ve hoş bir rüzgarla gö­türdüğünde yolcular da bu tatlı rüzgarla sevinç duyduklarında,-burada ikinci şahistan üçüncü şahsa dönüş vardır. Ansızın onlara şiddetli ve helak edici bir fırtına gelir. Ve denizin dalgaları her taraftan onları kuşatır Helak olacak­larını kesin olarak anlarlar da, Allah'a ihlas ile dua eder ve taptıkları şeyleri bırakırlar. Kurtubî şöyle der: Bu âyet gösteriyor ki in­sanlar sıkıntılı anlarda Allah'a dönecek bir şekilde yaratılmışlardır. Kâfir de olsa, darda kalan kimsenin duası kabul olunur. Çünkü sebepler kesilmiş ve o, Rablerin rabbine müracaat etmiştir.[53]  Eğer bizi bu sıkıntı ve belâlardan kurtarırsan, biz mutlaka verdiğin nimet­lere karşı sana şükredenlerden ve sana itaat edip razı olduğun şeyleri ya­panlardan olacağız. Ebu Hayyan şöyle der: İhlastan maksat, put ve benzeri şeyleri ortak koşmadan sadece Allah'a dua etmektir. Hasan-ı Basrî şöyle der: İhlastan maksat, îmanda samimi olmak değildir. Lakin, bu beladan on­ları Allah'tan başkasının kurtaramayacağını bildikleri içindir. Bu takdirde onların ihlası mecburî iman yerine geçer.[54]

 

23. Allah onları kurtarınca, hemen yeryüzünde fesat ve isyan çıkarırlar. İbn Abbas şöyle der: Dua hususunda taşkınlık eder, Allah'tan başkasına dua ederler ve masiyet işlerler.[55]  Yüce Allah onlara cevaben şöyle buyurdu. Ey insan­lar taşkınlığınızın vebali sizin aleyhinizedir. Onun meyvelerini sadece siz toplayacaksınız. Bu dünyada, peşinden sonsuz pişmanlığın gel­diği geçici şehvetlerden yararlanıyorsunuz. Ölümden sonra dönüşünüz bizedir. Amellerinize göre size karşılık ve­receğiz. Burada bir tehdit vardır. Ayet-i kerime inkarcı insan tabiatı için bir temsildir. Böyle bir kimse, Allah'ı ancak sıkıntılı anlarda anar, ona an­cak şiddetli ve dar zamanlarda döner. Allah onu sıkıntıdan kurtardığında ve darlığını giderdiğinde tekrar inkâr ve isyan eder, kötülük ve taşkınlıkta de­vam eder. Bundan sonra Yüce Allah geçici dünya hayatı için bir misal ge­tirdi ve ondan faydalanma süresinin çok kısa olduğunu belirtti ve şöyle buyurdu: [56]

 

24. Dünya hayatı, onun geçici ve gidici oluşu, nimetlerinin zevali ve insanların onlara aldan­ması, gökten yağan bir yağmurun durumu gibidir ki o yağmur sayesinde bir­birine karışmış çeşitli bitkiler biter.  İbn Abbas şöyle der: O şu yere karışır, onun sayesinde her çeşit bitki biter.[57]  Onlar, insanların yediği hububat, meyve ve baklagiller; hayvanların yediği ot, saman ve ar­padır, Nihayet yer yüzü güzelliğini ve parlaklığını aldığında  hububat, meyve ve çiçeklerle süslendiğinde; bu tabiatı gü­zel elbiseler giyinen ve süslenen geline benzetmektir,  Yeryüzündekiler o nimetlerden faydalanabileceklerini, meyve ve mah-sulatın toplayabileceklerini zannettikleri zaman, gecele­yin veya gündüzleyin, yeryüzünde olan bitkilerin helak edileceğine dair hükmümüz gelir. O dünyanın bitkilerini tırpanlarla biçilmiş ve kesilmiş, üzerinde hiçbir şey kalmamış halde bırakırız. san­ki o yerdeki bitkiler, daha önce yeryüzünde hiç bulunmamış ve yaşanmamış hale gelirler. İşte biz dünya hayatı için ver­diğimiz bu parlak misali açıkladığımız gibi, düşünen ve misallerden ibret alan bir topluluk için âyetleri açıklıyor ve misaller getiriyoruz. Alûsî şöyle der: Ayetlerden düşenenler ibret alıp faydalandığı için özellikle onlar zik­redildi.[58]

 

25. Allah, sevinç ve ikâmet yurdu olan cennete çağırıyor, O hidâyetini istediği  kimseyi doğru yola yani İslam dinine ulaştırır. [59]

 

26. Güzelce iman edip   amel-i salih işleyenler için cennet hazırlanmıştır.  Dahası da vardır. O da, kerem sahibi olan Allah'ın zatına bakmaktır.[60]  Onların yüzlerine, cehen­nemliklerin yüzlerine geldiği gibi ne bir toz kaplar, ne de bir siyahlık gelir. Onlara horluk ve hakirlik de gelmez. İşte onlar cennetliktirler. Orada ebedî kalacaklardır. Dünyanın ve dünya süslerinin aksine oranın nimetleri zeval bulmazlar, yok da olmazlar. [61]

 

27. Dünyada kötülükleri işleyip, Al­lah'a isyan edenler ve inkâr edenler var ya, işte onlara kötülüklerinin kar­şılığı misliyle verilir. Ondan fazla ceza verilmez. İyiliklere gelince, onlar Allah'ın lutfuyla kat kat verilir. Allah'ın bir adaleti olarak kötülüklerin ce­zası misliyledir.[62]  Onları zillet ve horluk sarar. Allah'ın aza­bından ve hışmından koruyacak veya kurtaracak hiç kimseleri yoktur. Onların yüzlerindeki şiddetli siyahlık ve karanlıktan dolayı, sanki yüzleri gece karanlığından parça­larla örtülmüştür.  Onlar cehennemliktir. Ora­dan asla çıkarılmazlar. [63]

 

28. O gün, hesap için her iki grubu, yani mü'minleri de kâfirleri de toplarız, sonra, Allah'a ortak koşanlara şöyle deriz:Siz de, kendilerine topladıklarınız da yerinizde kalın. Allah'ın size ne yapacağını görünceye kadar yerinizden ayrılmayın. Onlarla müminlerin arasını ayırdık. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkarlar[64]  Allah'ı bırakıp ta tapmış oldukları putlar on­lardan uzaklaşır. Mücâhid şöyle der: Biz sizin, bize taptığınızı bilmiyor­duk. Size, bize ibadet edin diye de emretmedik.[65]  Nitekim bir âyet-i kerim O zaman kendilerin uyulup arkalarından gidilenler, onlara uyan­lardan hızia uzaklaşırlar. O anda her iki tarafta azabı görürler, aralarındaki bağ kopup parçalanır. [66]

 

29. Kıyamet gününde putlar müşriklere: "Sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah bize yeter" derler, Sizin bize ibadet ettiğinizden bizim haberimiz yoktu. Zira biz ne işitiyor, ne görüyor, ne de düşünüyorduk. Çünkü biz cansız varlıklardık, bizim ruhumuz yoktu.[67]

 

30. O zaman her nefis, önceden göndermiş olduğu hayır veya serden imtihana çekilir ve yaptığının karşılığını alır. Artık onlar,  cezalarını  adaletle verecek olan Allah'a döndürülmüşlerdir. Kendilerine şefaat edeceklerini zannettikleri putlar da onları terkedip gitmişlerdir. Bu âyette işitmeyen, görmeyen kendilerine hiçbir faydası olmayan putlara tapan müşrikler için şiddetli bir azarlama vardır. [68]

 

31. Bu âyetlerde de, Allah'ın birliğini ve ilahlığını gösteren delliler vardır. Yani, "Ey Muhammedi O müşriklere de ki: Size gökten yağmuru kim indiriyor? Sizin için ekinleri ve meyveleri kim bitiriyor. Ya da kendileriyle işittiğiniz, kulakların ve gördüğünüz gözlerin sahibi kimdir? Allah onları sizden almak iste­diğinde, onları size kim geri verebilir? Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: De ki, ne dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör ederse...[69]  İnsanı nutfeden, kuşu yumurtadan, başağı taneden, bitkiyi yerden, mü'mini kâfirden çıkaran kimdir? Mahlûkatm işlerini idare eden, kainatı halden hale çeviren kimdir? Şüphesiz bütün bunları yapan, âlemlerin Rabbi Allah'tır, diye ikrar edeceklerdir. Mesele son derece açık olduğu için kibirlenmelerine ve inat etmelerine imkan kal­mamıştır. Ey Muhammedi Onlara de ki: Allah'tan başkasına ibadet etmeniz ve ona şirk koşmanız yüzünden Allah'ın azabına ve ce­zasına çarptırılmaktan korkmuyor musunuz? [70]

 

32. İşte bu büyük işleri yapan gerçek Rabbinizdir. Onun ilahlığı ve birliği, kesin delillerle sabittir. Bu soru, inkâr ifade eder. Yani haktan öteye artık sapıklıktan başka bir şey yoktur.  Kim Allah'a ibadetten  ibaret olan haktan öte  geçerse dalâlete düşmüş olur. Nasıl, Allah'a ibadet etmekten, yaratmayan, rızık veremeyen, diriltemeyen ve öldüremeyen   şeylere ibadete çevriliyorsunuz? [71]

 

33. İşte böylece itaattan çıkıp inkâra dalanlar ve yalanlayanlar üzerine Allah'ın kazası ve geçmiş hükmü, vacip oldu. Çünkü onlar Allah'ın birliğini, peygamberinin risâletini tasdik etmiyorlar. İşte bundan dolayı onlara azap vacip olur. Çünkü onlar şakî ve sapıktırlar. [72]

 

34. Ey Muhammedi kınayarak ve azarlayarak onlara de ki: Bu putlardan, mablukatı yoktan varedecek, sonra yokedecek, sonra tekrar diriltecek biri var mı? Taberî şöyle der: Onlar böyle bir iddiada bulunamayınca ki, burada onların, ilâhları hususundaki id­dialarında yalancı ve iftiracı olduğunu gösteren açık bir delil ve kesin bir hüccet vardır, o zaman Rasulullah (s.a.v.)'a bu sorulara cevap vermesi em­redildi.[73]  Ey Muhammedi Onlara de ki: Hayat veren ve öldüren, yaratan ve öldükten sonra tekrar dirilten sadece Allah'tır. Bu ilah olduğunu iddia edenlerden hiçbiri bunu yapamaz. Nasıl, hak­tan batıla dönüyorsunuz? [74]

 

35. Bu, soru şeklinde başka bir kınamadır. Yani, müşriklere de ki: Kendilerine ibadet ettiğiniz bu ilâhlar­dan, dalâlete düşmüş bir kişiyi irşad edecek, veya şaşırmış bir kişiyi doğru yola iletecek veya ona doğru yolu gösterecek biri var mı? Onlara de ki: İlahlarınız bundan âciz ise, bilin ki dalâlete düşmüş olanı ir-şâd etmeye, yolu aydınlatmaya ve hakkı açıklamaya kadir olan  sadece Allah'tır. Hak 'leten Yüce Allah mı kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa hiçkimseyi hidâyete erdiremeyen bu putlar mı? Bırakın, başkalarım doğru yola iletme­lerini de, kendilerini bile doğru yola iletemeyen bunlar mı hak yola ilete­cekler?[75]  Ey müşrikler! Nasıl oluyorlar da putlarla rable-rin Rabbini eşit tutuyorsunuz ve batıl olduğu açık olan şeyle hükmediyorsu­nuz? Bu, hayret ve inkâr manasına gelen bir sorudur. Yüce Allah, Allah'ın birliğine inanmayı gerektiren ve taklidin bâtıl olduğunu gösteren parlak de­lillerle onları susturduktan sonra, inançlarının bozukluğunu açıklayarak şöyle buyurdu: [76]

 

36. Onların çoğu, putların ilâh olduğuna dair inanç­larında, herhangi bir delile dayanmayan bilakis sadece bâtıl vehimlere ve fasit hurafelere dayanan bir inanca tâbi olurlar. Evham   ve hayallere dayanan bu tür inan, kesin bilgiden hiçbir şey kazan­dırmayan yalancı bir zandan ibarettir. Zan, kesin bilgi gibi değildir. Allah, onların içinde bulundukları inkârı ve yalanlamayı bilir. Bu, zanna tabi olmaları ve delil kabul etmemelerinden dolayı onlar için bir tehdittir. Bundan sonra Yüce Allah nübüvvetin ve vahyin doğruluğunu açıklayarak şöyle buyurdu:[77]

 

37. Akl-ı selim sahibi bir kimsenin, bu Kur'an'ın uydurulup da Allah'a isnat edilmiş olduğuna inanması sahih, doğru ve makul olmaz. Çünkü, Kur'an gibi bir kitap getirmek beşer gücünün üstündedir, Fakat o, Tevrat ve İncil gibi, kendisin­den önce inen kitapları tasdik edici olarak geldi. Onda şeriatlerin, inançların ve hükümlerin açıklaması vardır.  Onun, âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinde şüphe yoktur. [78]

 

38. Bilakis  onlar, bu Kur'an'ı, Muhammed kendiliğinden uydurdu, dediler. Bu, azarlama manası ifade eden bir sorudur, De ki: Eğer durum iddia ettiğiniz gibiyse, bu Kur'an'ın benzeri bir sûre getirin. Bu söz, onları âciz bırakmakta ve aleyhlerine bir delil olarak geti­rilmektedir. Allah'tan başka, yararlanmak için mahluk atından insanlar ve cinlerden çağırabildik) erinizi çağırın. Muhammed'in, onu uydurduğu hususundaki iddianızda doğru iseniz böyle yapın. Taberî şöyle der: Bundan maksat şudur: Siz bunu yapamazsı­nız, şüphesiz yalancılarsınız. Çünkü Muhammed, sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Bütün insanlar ve cinler, bu Kur'an'm benzeri bir sû­re getirmekten âciz kalınca, onlardan birisi olan Muhammed (a.s.), bunun tümünü hiç getiremez.[79]

 

39. Hayır, bilakis bu müşrikler bu Kur'an'ı ya­lanladı ve onu iyice düşünüp anlamadan yalanlamaya koşuşutlar. insanlar daima, bilmediklerinin düşmanıdır. Halbuki onlara yapılmış olan tehdit henüz neticelenmedi. İşte bunların yalan­ladığı gibi, onlardan önce geçmiş olan milletler de yalanlamıştı. Bak Ey Muhammed! Zulümleri ve taşkınlıkları sebebiyle Allah onları nasıl helak etti. İşte onlara yaptığının benzerini bu azgın za­limlere de yapacaktır. [80]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Daha çabuk tuzak kurar. Allah'ın cezasına tuzak denme­si "müşâkelet" bâbındandır.

2. Onları çekip götürdüler. Burada ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş vardır. Bunun hikmeti de, nimete şükretmemelerinden dolayı kâfirleri daha fazla kınamak ve yermektir.

3. Yeryüzü süsünü aldığında." Bu son derece güzel istiarelerdendir. Bitki ve çiçeklerle süslendiği zaman ki yeryüzü, elbise ve zinetleriyle süslenen geline benzetilmiştir. Bu güzellik ve parlaklık için lafzı müstear olarak kullanılmıştır.

4. Ona emrimiz geldi." Burada emir, azab ve helakten kina­yedir.

5. İyilik yaptılar" ve daha güzel, kelimele­ri arasında iştikak cinası vardır.

6. Sanki onların yüzlerine, geceden parçalar sarılmıştır" Burada mürsel ve mücmel teşbih vardır.

7.  Sonra onu iade eder" bu iki kelime arasında tıbak vardır.

8. Nasıl döndürülüyorsunuz?" Bu soru, kınama ifade eder. Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?" cümlesindede yanı şey vardır.

9. Öncekini Bu da güzel bir istiaredir. Maksat, ondan önce gelmiş olan Tevrat ve İncil'dir. Onlar, Kur'an'm geleceğini müjdelemişler­di. [81]

 

Bir Nükte

 

İslam Şehidi Seyyid Kutub "Fi Zılali'l-Kur'an" adlı tefsirinde şöyle der: İnsanlık, kainatın sırlarına ulaştıkça, göklerde ve yerde yeni yeni rızık-lar keşfediyor. İnançlarının doğruluğuna veya bozukluğuna göre onu bazen hayırda, bazen serde kullanıyorlar. Bunların hepsi, Allah'ın insanlar için hazırlamış olduğu rızıklardır. Yer üstünde ve altında rızıklar vardır, su yü­zünde ve suyun derinliklerinde de rızıklar vardır. Güneş ışınlarında ve ayın ışığında rızıklar vardır. Hatta yeryüzündeki mantarda bile...İlim mantarda ilaç ve panzehir keşfetmiştir.[82]  De ki: O gök­lerden ve yerden size rızık veren kimdir?[83]

 

40. İçlerinden öylesi var ki ona inanır, yine onlar­dan öylesi de var ki, ona inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir.

41. Onlar seni yalanlarlarsa de ki: "Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım."

42. Onlardan   seni   dinleyenler   vardır.   Fakat sağırlara -üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi duyura­caksın?

43. Onlardan sana bakan da vardır. Fakat, -hele göremiyorlârsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin?

44. Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zul­metmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.

45. Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün, birbirlerini tanırlar. Allah'ın huzuru­na varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zaten onlar doğru yola gitmemişlerdi.

46. Eğer onları tehdit ettiğimiz azabın bir kısmını sana gösterirsek ne âlâ; yok eğer göstermeden seni vefat ettirirsek nihayet onların dönüşü de bizedir. (O zaman onlara ne olacağını göreceksin). Sonra, Allah onların yapmakta olduklarına da şâhiddir.

47. Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygam­berleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez.

48. "Doğru iseniz, bu söylediğiniz vaad ne zaman­dır?" diyorlar.

49. De ki: "Ben kendime bile Allah'ın dilediğin­den başka ne bir zarar, ne de bir menfaat verme gücüne sahibim" Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri gider­ler.

50. De ki: "Ne dersiniz? Allah'ın azabı size gece­leyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?) Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar!

51. Başınıza belâ geldikten sonra mı O'na îman edeceksiniz. Şimdi mi Halbuki onu istemekte acele ediyordunuz?

52. Sonra o zulmedenlere, "Ebedî azabı tadın!" denilecek. "Kazanmakta olduğunuzdan başkasının mı karşılığını bulacaksınız?"

53. "O, bir gerçek midir?" diye senden haber isti­yorlar. De ki: "Evet, Rabbime andolsun ki o şüphesiz gerçektir, ve siz âciz bırakacak değilsiniz."

54. Kendine zulmeden herkesin yeryüzü dolusu malı olsa elbette onu feda eder. Ve azabı gördükleri za­man  pişmanlıklarını   gizlerler.   Aralarında   adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.

55. Bilesiniz ki, göklerde ve yerde olan her şey Al­lah'ındır. Yine bilesiniz ki; Allah'ın va'di haktır, fakat onların çoğu bilmez.

56. O hem diriltir, hem de öldürür ve yalnız O'na döndürüleceksiniz.

57. Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönül-lerdekine bir şifâ, mü'minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.

58. De ki: "Ancak Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Çünkü bu onların topladıkla­rından daha hayırlıdır.

59. De ki: "Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kıs­mını helâl, bir kısmını da haram kılmanıza ne dersi­niz?" De ki: "Allah mı size izin verdi? Yoksa Allah'a if­tira mı ediyorsunuz?"

60. Allah'a karşı yalan uyduranların kıyamet gü­nündeki âkibetleri hakkında kanaatleri nedir? Şüphe­siz AHah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.

61. Ne zaman sen bir işte bulunsun, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yap­sanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şâhidizdir. Çünkü ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık kitapta bulunmasın.

62. Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir.

63. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır.

64. Dünya hayatında da   ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kazancın kendisidir.

65. Onların sözleri seni üzmesin! Çünkü bütün iz­zet Allah'ındır. O, işitendir, bilendir.

66. İyi bilin ki! göklerde ve yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. Allah'ı bırakıp da ortaklara tapanlar neyin ardına düşüyorlar. Doğrusu onlar, kuru zandan başka bir şeyin ardına düşmüyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar.

67. O, geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için ya­ratan, gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda din­leyen bir toplum için ibretler vardır.

68. "Allah çocuk edindi" dediler. Hâşâ! O bundan münezzehtir. O'nun çocuğa ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde ne varsa hep O'nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. Allah hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?

69. De ki: "Allah'a karşı yalan uyduranlar asla kurtuluşa eremezler."

70. Dünyada bir miktar geçim sağlarlar, sonra Dönüşleri bizedir sonra da inkâr etmekte oldukları şeylerden ötürü onlara şiddetli azabı tatdırınz.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde kâfirlerin, nübüvvet ve vahy meselesini yalanlamalarını anlattıktan sonra, burada da onlardan bir kısmının, Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna inandıklarını, ancak, kibir ve inatlarından dolayı kabul etmediklerini, bir kısmının da kafin kafalı, aklı zayıf ve tem­yiz gücü bozulmuş olduğundan dolayı tasdik etmediğini açıkladı. Bundan sonra da, Kur'an'ın kalplere şifa olduğunu bildirdi. Son olarak da müşriklerin ahiretteki akibetlerini beyan etti. [84]

 

Kelimelerin İzahı

 

Summ, sağır manasına gelen "esamm" kelimesinin çoğuludur. Beyâten, geceleyin.

Dalıyorsunuz. Bir kimse söze daldığında denir.

Gizli kalır.

Mıskal, tartı demektir. Sultân, delil ve burhan demektir.

Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmektir. [85]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

40. Ey Muhammed! Senin, kendilerine gönderildiğin o insanlardan bazıları bu Kur'an'a inanır, sana uyar ve sana gönderilenden faydalanır. Bazıları da ona inanmaz, inkar üzere ölür ve o hal­de diriltilir. Rabbin, hidayete hak kazananı daha iyi bilir ve ona hidayet nasip eder. Sapıklığa hak kazananı da bilir " ve onu saptırır. [86]

 

41. O müşrikler seni yalanlarsa de ki: Benim amelimin karşılığı  bana, hak olsun  bâtıl olsun sizin amelinizin karşığı da size verilecektir. Siz, benim yaptığımdan, ben de sizin yaptığınızdan uzağım. Hiç kimse diğerinin güna hından sorumlu tutulmaz. [87]

 

42. Onlardan bir kısmı da sen Kur'an okuduğun zaman seni dinler. Ancak senin okuduklarından hiçbir şeyi onların kalpleri kabul etmez. Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yani, Allah'ın, kulaklarını sağır ettiği kimselere işittiremezsin. Üstelik sağırlıklarından dolayı, düşünüp tefekkür edemiyorlarsa. tbıı Kesir şöyle der: Yani onlardan senin güzel sözünü ve faydalı Kur'an'ı din­leyen de vardır. Fakat onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Sen sağır­lara işittiremediğin gibi, Allah dilemedikçe onları hidayete erdiremezsin.[88]

 

43. Onlardan sana ba­kan ve senin peygamberliğinin açık delillerini gören de vardır. Fakat onlar, gördüklerinden faydalanamayan körlerdir. Ey Muhammed!  Eğer onların kalpleri korse, onları hidayete sen mi erdireceksin? Hakkı görmezlikten geldikleri için Allah onları körlere benzetti. Kurtubî şöyle der: Bundan maksat, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmektir. Sen kör için doğru yolu görebileceği bir göz yaratamayacağın gibi, onları inandırmaya muvaffak olamazsın.[89]

 

44. Allah, günahsız hiçbir kimseye ceza vermez. Yarattıklarına, hak etmedikleri şeyi yapmaz. Fakat onlar inkar, masiyet ve Allah'ın emrine muhalefet ederek kendilerine zul­mediyorlardı. Taberî şöyle der: Bu, Yüce Allah'ın onlar daha suç işlemeden onların imanlarını çekip almadığını göstermektedir. Allah, onların imanını, sadece İşledikleri günahtan dolayı çekip almıştır. Böylece, Allah'ın, kalp­lerini mühürlemesini hak etmişlerdir.[90]

 

45. O müşrikleri hesap için top­layacağımız günü hatırla. O zaman onlar görecekleri korkunç olaylardan dolayı sanki dünyada gündüzün bir miktarı kadar kalmış gibi olacaklar. Dünyada olduğu gibi, birbirlerini tanıyacaklar. Bu tanışma, kınama ve birbirini rezil etme tanınmasıdır. Biri diğerine: "Beni sen aldat­tın ve saptırdın" der. Yoksa tanışma sevgi ve mahabbet tanışması değil­dir, Öldükten sonra dirilmeyi ve haşri yalanlayan o zâlimler, gerçekten ziyana uğramışlar ve bu hayatta hayra muvaffak olamamışlardır. [91]

 

46. Ey Muhammed! Senin sevinmen için onların çekeceği azabın bir kısmını sana dünyada göstersek bu olur. Eğer bu yapmadan seni öldürürsek, bil ki onlar âhirette bize döneceklerdir. İster dünyada olsun, ister âhirette olsun mutlaka ceza verile­cektir. Yüce Allah onların yaptıklarına ve işledikleri suça şahittir. Yaptıklarına karşılık onları cezalandıracaktır. [92]

 

47. Her ümmetin, hidayetleri için onlara gönderilmiş bir peygamber vardır. Peygamberleri geldiğinde aralarında adaletle hükmedilir. Mücâhid şöyle der: Yani, kıyamet gününde onların arasında adaletle hükmedilir. İbn Kesir şöyle der: Her ümmet, Pey­gamberleri ile beraber Allah'ın huzuruna çıkarılır. Yaptıkları hayır ve şer­rin yazılı olduğu amel defterleri de aleyhlerine şahittir. Koruyucu melekler de şahit olacaklardır.[93]  Onlara günahsız yere azap edilmez. [94]

 

48. Mekke kâfirleri der ki: Eğer doğru söylüyorsan, bize vadettiğin bu azap ne zaman gelecek? Onlar bu sözü, alay ve eğlence tarzıyla söylediler. [95]

 

49. De ki: "Ben kendimden herhangi bir zar­arı savamam. Kendime herhangi bir menfaati de sağlayamam. Bunu ne ben yapabilirim, ne de benden başkası.  Ancak Allah benim yapabil­memi dilerse olur. O halde, sizin çabucak istediğiniz azabı ben nasıl geti­rebilirim! Her ümmetin, yok olması ve azaba uğraması için muayyen bir vakti vardır. Onların yok olma zamanı geldiğinde, o zamandan bir an geriye kalmaları mümkün değildir. Onlara ne mühlet verilir ne de ertelenirler. Zamanı gelmeden önce de helak olmazlar. Çünkü Allah'ın hükmü zamanında meydana gelir. [96]

 

50. O yalanlayanlara de ki: Söyleyin bana, gece veya gündüz Allah'ın azabj size gelirse, onu önlemek için size neyin faydası olur? Bu, olayın şiddetini ve büyüklüğü­nü ifade eden bir sorudur. Yani: Acele olarak istedikleri, ne büyük şeydir! Nitekim, korkunç bir şeyi isteyen kimseye şöyle denir: Kendi aleyhine ne topluyorsun? [97]

 

51. Bu sözde bir kısaltma vardır. Takdiri şöyledir. Ona iman edinceye kadar size mühlet verilecek mi? Azap gelip de onu açık açık gördüğünüzde imanın faydası ne? Fayda vermediği bir zamanda iman etmek size ne fayda sağlar?! Taberî şöyle der: Yani, ey müşrikler! Orada Allah'ın azabı size geldiği zaman, iman etmenin size fayda yerme­yeceği bir durumda mı ona iman edeceksiniz?[98]  Ey suçlular! Size şöyle denilir: Şimdi mi inanıyorsunuz? Halbuki daha önce alay ve eğlenceye alıyor ve azabın çabucak inmesini istiyordunuz. [99]

 

52. Bundan sonra zalimlere şöyle de­nilir: Zeval bulmayan ve yok olmayan sürekli azabı tadın. Size inkar ve yalanlamanızdan başka ceza mı verilecek? [100]

 

53. Ey Muhammedi Senden haber istiyor ve: Bizi korkuttuğun azab ve öldükten sonra dirilme doğru mu? diyorlar, De ki: Evet, vallahi o kuşkusuz olacaktır. Bunda herhangi bir şüphe yoktur. Siz azaptan kaçmak veya sakınmakla Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. Bilakis siz onun elinde ve kudreti altındasınız.[101]

 

54. Eğer dünyadaki bütün hazineler, mallar ve bütün faydalı şeyler kâfir nefsin olsa, Allah'ın azabından kurtulmak maksadıyla onu, kendisi için fidye olarak verir. Fakat ne yazık ki ka­bul olunmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:  

Dünya dolusu altım fidye olarak verecek olsa dahi on­ların hiçbirinden kabul olunmayacaktır[102]  Sonra Yüce Allah  onların üzüntü ve pişmanlıklarını haber vererek şöyle buyurur: O zâlimler, azabı görünce pişmanlıklarını gizlediler. İmam Celaleddin şöyle der; Onların ileri gelenleri, ayıplanma korkusu pişmanlıklarım, saptırmış oldukları zayıf kişilerden sakladılar.[103]  Mahlukat arasında adaletle hükmedilir. Amellerinin karşılığından hiçbir şey eksik verilmez. Onlara sadece suçlarının karşılığında ceza verilir. [104]

 

55. Buradaki Sil dinleyiciyi uyarıcı bir edattır. Söz başında fazladan getirilir. Yani, size söyleyeceklerime dikkat edin,  göklerde  ve  yerde  ne  varsa hepsi  Allah'ın mülküdür.  Oralarda Allah'tan başka hiçkimsenin bir şeyi yoktur. Mülkü yaratan da odur, sahibi de odur. Bilesiniz ki, Allah'ın öldükten sonra diriltme ve ceza verme vadi haktır, şüphesiz olacaktır. Fakat insan­ların çoğunun akıllan noksan olduğu ve kendilerini gaflet bürüdüğü için bunu bilmezler. Dolayısıyla söylediklerini söylerler. [105]

 

56. Hayat veren ve öldüren Yüce Allah'tır. Âhirete dönüşünüz O'nadır. O, amellerinizin karşılığını size verecektir. [106]

 

57. Bu, bütün insanlara yapılmış bir hitaptır. Yani, "Ey insanlar! Size bu yüce Kur'an geldi. O size yaratıcınız­dan bir öğüttür. Kalplerde bulunan cehalet ve şüphe hasta­lığına şifa verir. Mü'minleri sapıklıktan koruyan bir hida­yet ve onlar için rahmettir. Zemahşerî şöyle der: Yani, size şu büyük fayda­ları, öğüdü, kalplerin tedavisini, hakka çağrıyı ve sizden ona iman edenlere rahmeti ihtiva eden bu kitap gelmiştir.[107]

 

58. De ki, ancak Allah'ın lütuf ve rah-metiyle, işte bunlarla sevinsinler. İbn Abas der ki: Allah'ın lutfu Kur'an, rahmeti ise îslâmdır.[108]  Yani, Allah tarafından kendilerine gelen bu Kur'an ve İslâm dini ile sevinsinler. Çünkü, kendisiyle sevinmelerine en lâyık olan şey Kur'an'dır. Kur'an, onların toplamış olduğu dünya malından, onun geçici zinetinden ve yok olacak olan nimetinden daha hayırlıdır. Çünkü dünya, içinde bulunanlarla birlikte bir sivrisineğin kana­dına eşit değildir. Nitekim hadis-i şerifte de böyle buyurulmuştur.[109]

 

59. Bu, Arap kâfirlerine yapılmış bir hitaptır. Yani, Ey müşrikler, Allah'ın sizin için yaratmış olduğu helal rızkı bana bildirin. Siz; bahîre, sâibe, ve lâşe gibi, o rızıktan bir kısmını helal, bir kısmını haram kıldınız. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet müşrikleri reddetmek için inmiştir. Onlar bahîreler, şaibeler, ekinler ve diğer hayvanların bazılarını helal, bazılarını haram sayıyorlardı.[110]  Ey Muhammed ! Onlara de ki, bana söyleyin bakalım: helâl ve haram kılma hususunda Allah'tan size bir izin mi verildi? Siz bu hususta O'nun emrine mi sarılıyorsunuz? Yoksa bu, Azîz ve Celîl olan Allah'a karşı sırf bir buhtân ve iftira mı? [111]

 

60. O Allah hakkında yalan uy­duran ve  kendiliklerinden  helal  ve  haramlar  koyanların   fikri  nedir? Kıyamet gününde  Allah'ın  kendilerini  bağışlayacağını ve affedeceğini sanıyorlar. Hayır, bilakis Allah onları cehenneme sokacaktır. Bu, iftiracılar için şiddetli bir tehdittir. Allah, kullarına karşı büyük lütuf sahibidir. Zira acele azap etmemek, peygamberler göndermek ve ki­tap indirme lütfunda bulunmak suretiyle onlara merhamet etmiştir, Fakat onların çoğu nimete şükretmezler, hattâ inkârda bulu­nur ve nankörlük ederler. [112]

 

61. Rasûlullah (s.a.v.)'a hitaptır. Yani, ey Mu­hammed! Sen hangi durumda olursan ol, ne iş yaparsan yap, Allah'ın kitabı Kur'an'dan ne okursan oku, ve siz ey in­sanlar! hayır ve serden ne yaparsanız yapın, biz sizi gözetleyici şahitleriz. Siz işlerinize daldığınız zaman, biz amellerini­zi size sayarız. Allah'a gizli kalmaz. Ne yeryüzünde ve ne de   diğer kâinat veya mevcudatta küçük bir karınca ve toz ağırlığında bir şey ona gizli kalır. Zerreden daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi katımızda ma­lumdur ve levh-i mahfuzda kayıtlıdır. Taberî şöyle der: Ayet şunu haber ve­riyor: Ağırlığı ne kadar hafif olursa olsun en küçük şey ve ağırlığı ne kadar fazla olursa olsun en büyük şey Allah'a gizli kalmaz. Ey insanlar! Rabbinizin razı olacağı ameli işleyin. Çünkü biz yaptıklarınızı sayıyoruz. Onların karşılığını size vereceğiz.[113]

 

62. Ey insanlar dikkat edin ve bi­lin ki, Allah'ın dost ve ahbapları için âhirette azap korkusu yoktur. Onlar dünyada elde edemedikleri şeylere tasalanmazlar. Bundan sonra bu dostları açıklayarak şöyle buyurdu: [114]

 

63. Onlar Allah ve Rasulüne  inananlardır. Onlar Rabblerinin emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle ondan korkarlar. Allah'ın dostu, takva sahibi olan mü'mindir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar ne peygamberdir, ne şehit. Ancak onların Allah katındaki makamlarından dolayı, kıyamet günü, peygamberler ve şehitler onlara imrenirler." Ashab: "Ya Rasulullah! Onlar kimlerdir? Ne amel işlemişlerdir? Bize bildir de biz de onları sevelim" de­diler. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onlar aralarında bir akrabalık bu­lunmamasına ve birbirlerine verecek malları olmamasına rağmen Allah için birbirlerini seven topluluktur. Allah'a yemin ederim ki, onların yüzleri nurdur. Onlar nurdan tahtlar üzerindedir. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmazlar ve insanlar üzüldüğü zaman onlar üzülmezler". Sonra Rasulul­lah (s.a.v.) ... âyetini okudu.[115]

 

64. Hem dünyada hem de âhirette on­ları sevindirecek şeyler vardır. Çünkü melekler ölüm anında onlara Allah'ın rızasını  ve  rahmetini,[116]  âhirette ise cennet nimetini ve büyük kazancı müjdelerler. Nitekim bir âyet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz Rabbimiz Allah'tır, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara, "korkmayın, üzülmeyin, size va'dolunan cen­netle sevinin!" derler.[117]  Allah'ın va'di değişmez. İşte bu öyle bir kazançtır ki, ondan daha öteye bir kazanç yoktur. Bu, eşi ve benzeri olmayan bir gayeyi elde etmektir. [118]

 

65. Onların seni yalanlamaları ve: "Sen, gönderilmiş bir peygamber değilsin" demeleri seni üzmesin. Tam kuvvet ve kapsamlı üstünlük, tek olan Allah'a mahsustur. O senin yardımcın, ko­ruyucun ve destekçindir. İzzet sadece  onundur.  O dostlarına lütfeder, düşmanlarını ondan mahrum eder. O, sizin sözlerinizi işiten, amellerinizi bilendir. [119]

 

66. Dikkat edin, göklerde ve yer­lerde ne varsa hepsi Yüce Allah'ın kulu, mülkü ve yarattıklarıdır. Allah'tan başkasına ibadet eden müşrikler onlara gerçek ilah olarak tabi olmuyorlar. Bilakis onların şefaat edeceğini veya fayda sağlayacağını sanıyorlar. Halbuki putlar onlara ne bir zarar verebelir, ne de bir fayda sağlayabilir. Onlar boş bir zandan başka bir şeye uymuyorlar. Ve onlar sadece yalan söylüyorlar. Ve­himlerini gerçek sanıyorlar. [120]

 

67. Bu âyet, Allah'ın tam kudretine dikkat çekmektedir. Yani, ey insanlar! Allah'ın, geceyi bedenleriniz için bir dinlenme zamanı kılması, O'nun birliğim gösteren kudretinin delillerindendir. Siz geçiminizi temin ederken, yorulunca, gece dinlenirsiniz. O gündüzü eşyayı görebileceğiniz şekilde aydınlık kıldı ki ihtiyaçlarınıza ve kazanç yerlerine yol bulaşınız. İşte bunda, ibret alacak bir şekilde dinleyen bir kavim için, Allah'ın birliğine delil ve alâ­metler vardır. Bundan sondra Yüce Allah; yahudi, hrıstiyan ve müşriklerin sapıklığına dikkat çekerek şöyle buyurdu: [121]

 

68. Yahudi ve hırstiyanlar Allah'a çocuk isnad etti­ler.[122]  Yahudiler: Üzeyr Allah'ın oğludur". Hrıstiyanlar da, "İsa, Allah'ın oğludur"  demişlerdi. Nitekim Mekke  kâfirleri de: "Melekler,  Allah'ın kızlarıdır"  dediler,  Allah,  onların isnat ettikleri şeyden münezzeh ve mukaddestir. Şüphesiz O, hiçbir mahlûka muhtaç değildir. Dolayısı ile onun çocuğu olmaz. Göklerdeki ve yerlerdeki şeyler, onun mahlûku ve mülküdür. Bu söz hakkında sizin bir deliliniz yoktur Allah'a ortak ve çocuk isnat etmekle ona iftira ediyor ve onun hakkında yalan mı söylüyorsunuz? Bu, onların cehaletleri sebebiyle bir kınama ve azarla­madır. [123]

 

69. Allah hakkında yalan söyleyen hiçkimse kurtuluşa eremez ve başaramaz. [124]

 

70. Bu, dünyada az bir metadır. Yaşadıkları müddetçe bundan istifade ederler. Sonra, hesap ve ceza için dönüşleri bi­zedir, Sonra da, inkârları ve Allah hak­kında yalan söylemeleri yüzünden, âhirette onlara elem verici azabı tattı­racağız. [125]

 

Edebî Sanatlar

 

1. O'na inanan ile inanmayan  cümleleri arasında TıbakSelb vardır.

2. Sağırlara işittirirsin ve Körlere yol gösterir­sin   Burada   sağırlar  ve  körler,   kâfirlerden  mecazdır. Kâfirler  hakkı görmezlikten geldikleri için Yüce Allah onları körlere ve sağırlara benzet­ti.

3. Zarar ve fayda, gece ve gündüz ha­yat verir ve öldürür ve  öne geçerler, geri kalırlar ke­limeleri arasında tıbak vardır.

4. Göğüslerdekine şifadır" bu, mecaz-ı mürseldir. Mahall zikredilmiş hâil kasdedilmiştir. Yani "kalpler için şifadır". Çünkü göğüsler, kalplerin mahallidir.

5. Haram ve helal." Bu iki kelime arasında tıbak vardır.

6. Gündüzü gören kıldı." Şerif Râdî şöyle der: bu, güzel bir istiaredir. İnsanlar, gündüzün gördükleri için "gündüz"e "gören" ismi veril­di. Sanki bu, mübalağa yoluyla, bir şeyin sebeb olduğu şeyle nitelenmesi gibidir. Nitekim Araplar şöyle der: Kör bir gece" Aşırı karanlığından dolayı o gecede insanlar birşey göremedikleri zaman böyle derler [126]

7. Allah hakkında bilmediklerinizi mi söylü­yorsunuz? Bu, kınama ifade eden bir sorudur. [127]

 

Faydalı Bilgiler

 

Yüce Allah, Kur'an-ı kerim'de üç yerde Rasulüne yemin etmesini em­retti: Bu sûrede De ki: Evet, Rabbime andolsun ki o, şüphesiz gerçektir.[128]  Sebe' suresinde: İnkarcılar, "Kıyamet saati bize gelmeyecek dediler" De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabim hakkı için, o mutlaka size gelecektir.[129]  Teğâbün sûresinde: İnkar edenler, "kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler." De ki: "Hayır, Rabbime andolsun ki, mutlaka diriltileceksiniz[130]  Bunu İbn Kesir anlatmıştır. [131]

 

Bir Uyarı

 

Kelimesi, gözle görüp görmediğini veya bilip bilmediğini sor­ma manasında kullanılır. İlk konulduğu mana budur. Daha sonra, "bana ha­ber ver" manasında kullanıldı. Araplar, "onu bana haber ver" manasında derler. Görmek ya gözle olur, veya bilgi ile olur. Takdiri şöy­ledir: "Onun enteresan halini gördün mü?" veya enteresan durumunu bili­yor musun? Onu bana haber ver. Dolayısıyla bu kelime, hayret verici şeyle­rin dışında kullanılmaz. Ayet-i kerimelerde, Dini yalanlayanı gördün mü?[132]  Namaz kıldığında bir kulu men edeni gördün mü?[133]  Daha başka yerlerde de kullanılmıştır. [134]

 

71. Onlara Nuh'un haberini oku: Hani O kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Eğer benim uzun süre aranız­da durmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, bilin ki ben yalnız Allah'a dayanıp güveni­rim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağını­zı  karariaştırın.  Sonra işiniz  başınıza dert olmasın. Bundan sonra vereceğiniz hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."

72. Eğer yüzçeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret istemedim. Benim ecrim Allah'tan başkasına ait değildir  ve  ben  müslümanlardan  olmakla  emrolundum."

73. Yine de onu yalanladılar, biz de hem onu hem de gemide onunla beraber bulunanları kurtardık ve on­ların yerine bunları getirdik; âyetlerimizi yalanlayan­ları da boğduk. Bak ki uyarılanların sonu nasıl oldu!

74. Sonra onun arkasından kendi toplumlarına bir çok peygamberler gönderdik, onlara mucizeler getir­diler. Fakat daha önce yalanladıkları şeye inanacak de­ğillerdi. İşte haddi aşanların kalbini  biz böyle mü­hürleriz.

75. Sonra onların ardından da Firavun ve toplu­muna Mûsâ ve Harun'u mucizelerimizle gönderdik, fa­kat onlar kibirlendiler ve günahkâr bir toplum oldular.

76. Katımızdan onlara hak gelince, "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler.

77. Mûsâ, "Size hak geldiğinde onun için hep böy­le mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflah olmazlar" dedi.

78. Onlar dediler ki: "Babalarımızı üzerinde bul­duğumuz dinden bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz size inanacak değiliz."

79. Firavun dedi ki:  "Bilgili bütün sihirbazları bana getirin!"

80. Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara, "Atacağınızı atın." dedi.

81. Onlar atınca, Musa dedi ki: "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onun bâtıl olduğunu mutlaka açığa çıka­racaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez."

82. "Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriy­le gerçeği açığa çıkaracaktır."

83. Firavun ve kavminin kendilerine işkence et­mesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa'ya îman etmedi. Çünkü Fi­ravun yeryüzünde büyüklenen ve haddi aşanlardan idi..

84. Mûsâ dedi ki: "Ey kavmim! Eğer Allah'a inan­dıysanız ve O'na teslim olduysanız, sâdece O'na te­vekkül edip dayanın."

85. Onlar da dediler ki: "Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizi, o zâlimler topluluğuna bir fitne yap­ma!

86. Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!"

87. Biz de Musa ve kardeşine,  "Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da  dosdoğru kılın.  Mü'minleri müjdele!" diye vahyettik.

88. Musa dedi kî: "Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mal­lar verdin. Ey Rabbimiz! İnsanları senin yolundan sap­tırmaları için mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mal­larını yok et, kalblerini de şiddetle sık, Onlar acıklı azabı görünceye kadar iman etmeyeceklerdir."

89. Allah, "İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz doğruluğa devanı edin ve sakın o bilmezlerin yoluna gitmeyin!" dedi.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki ayetlerde kendisinin birliğini gösteren delilleri ve Rasulullah (s.a.v) ile Mekke kâfirleri arasında geçen olayları anlattıktan sonra, burada Rasulullah'ı teselli etmek için peygamberlerin kıssalarından bazılarını anlattı ki Rasulullah (s.a.v) onlara uysun da, karşılaştığı sıkıntı ve güçlükler kendisine hafif gelsin. Yüce Allah burada üç kıssa anlattı: 1. Nuh (a.s)'un, kavmi ile olan kıssası, 2. Musa ve Harun (a.s)'un azgın Firavun ile olan kıssaları, 3. Yunus (a.s)'un kavmi ile olan kıssassı. Ders alan kimse için her bir kıssada büyük bir ibret vardır. Düşünen kimse için de güzel bir öğüt vardır. [135]

 

Kelimelerin İzahı

 

Büyük oldu. Vahidî şöyle der: Bir kimse yaşlandığında dördüncü babtan denir. Bir şey ve bir durum büyük olduğunda beşinci babtan denilir.[136]

Kararlaştırın. tcmâ, hazırlamak ve bir şeye karar vermektir. Ferrâ şöyle der:

Gerçi temenni fayda vermez, ama acaba bir gün işlerim yoluna gir­miş olarak sabahlar mıyım? Bir bilsem.[137]

Gumme, mübhem demektir. Arapların, hilâli kesin olarak tesbit edemedikleri zaman söyledikleri sözünden alınmıştır. Bir şey karışık, anlaşılmaz ve kapalı olursa ona  denir Tarafe şöyle der:

Ömrüne yemin ederim ki, benim işim bana kapalı değildir. Ne gündü­züm ne de gecem bana ebedî değildir. Mühürleriz.

Bizi çeviriyorsun. Left, bir şeyden çevirmek demektir. Aslı bükmektir. Bir kimse diğerinin boynunu büktüğünde denir.

Kibriya, büyüklük, mülk ve saltanat demektir.  Âl, kibirli manasınadır.

Müsrifin, dalâlet ve taşkınlıkta haddi aşanlarbir şeyi kötü bir hale çevirmek demektir. Zeccâc: "Tams, bir şeyin asıl şeklini yok etmek demektir" der. Kör göze, denilmesi bundandır. [138]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

71. Ey Muhammed! Mekkeli müşriklere kardeşin Nuh'un yalanlayıcı kavmiyle olan haberini oku. Hani o, inatçı ve inkarcı kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Eğer benim içinizde uzun süre kalmam, sizi Rabbİmin ayetleriyle uyarıp korkutmam size ağır ve zor geldi ise ve beni kovmaya ve öl­dürmeye niyet ettiyseniz bilin ki ben yalnız Allah'a dayandım ve yalnız ona güvendim, size aldırış etmem. Artık siz ortak koştuklarınızı da çağırıp işinize karar verin ve bana tuzak kurmak için ne istiyorsanız düşünün. Sonra benim hakkım­daki tutumunuz kapalı değil, bilakis açık ve seçik olsun Sonra benim hakkımda istediğinizi uygulayın ve bana bir şart bile mühlet vermeyin. Ebussuud şöyle der : Hz. Nuh, kafirlere aldırış etmediğini göster­mek için ve Allah'ın, kendisini koruyacağına ve muhafaza edeceğine dâir Allah'a ve verdiği söze güvendiği için onlara bu şekilde hitap etti.[139]

 

72. Benim nasihatimi ve uyarılarımı kabul etmiyorsanız bilin ki benim, nasihatıma karşılık ücret isdeğimden değil, si­zin bedbahtlık ve sapıklığınızdan dolayı kabul etmiyorsunuz. Ben risâleti tebliğ etmek için Allah'tan başka kimseden Ücret ve karşılık istemem. Ben size dünyalık herhangi bir maksatla değil sadece Allah rıza­sı için nasihat ettim. Bana Allah'ı birleyenlerden ol­mam emredildi. [140]

 

73. Onlar İsrarla Nuh'u yalanlamaya devam ettiler, biz de Nuh'u ve Onunla birlikte gemide bulunan mü'minlerİ kur­tardık ve onları yeryüzünün sakinleri kıldık, onları boğulanla­rın yerine geçirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları da tu­fanla boğduk, Ey Muhammed bak ki peygamberlerini yalanlayanların sonu nasıl oldu?! Bundan maksat, Peygamber (s.a.v)'i tesellî etmek ve geçmiş milletlerin başına gelenlerin Mekke kafirlerinin, başına gelmemesi için onları uyarmaktır. [141]

 

74. Nuh'tan sonra da birçok peygamber, yani Hûd'u,  Salih'i, Lût'u, İbrahim'i ve Şuayb'ı kavimlerine gönderdik Peygamberler onlara apaçık mucizeler getirdiler. Ancak onlar, öncekilerin cezalanna çarptırılmadan peygamberlerinin kendilerine getirdiklerine inanacak değillerdi. İşte biz, inkar, yalanlama ve inad etme hususunda haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz. [142]

 

75. peygamberler ve üm­metlerinden sonra da Musa ile Harun'u Firavun ve kavminin eşrafına gön­derdik. Parlak mucize ve delillerle gönderdik. Bunlar A'raf sûresinde anlatılan dokuz mucizedir. Onlar mucizelere iman etmeyi kibirlerine  yediremediler, Onlar zaten bozguncu idiler.  Suç ve büyük günahları işlemeye alışmışlardı. [143]

 

76. Hak yani Musa'nın getir­diği beyaz el ve âsâ mucizesi onlara açıklandığında aşırı kibir ve inat­larından dolayı derler    ki : Bu apaçık bir sihirdir. Musa bununla bizi büyülemek istedi. [144]

 

77. Bu soru inkar ve kınama ifade eder. Yani Musa dedi ki: Bu gerçeğin sihir olduğunu mu söylüyorsunuz?! Hz. Musa, bundan sonra onları başka bir soru ile reddeder. Şöyle der: Bu size getirdiğim bir sihir midir? Oysa gerçek şu ki sihir­bazlar ne başarabilir ne de kazanabilirler. [145]

 

78. Dediler ki: Sen bizi baba­larımızın ve dedelerimizin dininden döndürmek için mi geldin. Sen ve kardeşin Harun Mısır'da yönetim ve idareyi elinize alıp büyük olmak mı istiyorsunuz? Biz sizin getirdiğinize inanacak değiliz. [146]

 

79.  Firavun, "sihir sanatım çok iyi bilen bütün usta sihirbazları bana getirin" dedi. [147]

 

80. Sihirbazlar gelince Musa onlara, "Atacağınızı atın" dedi. Bu âyette hazif vardır. Takdiri şöyledir: Si­hirbazları ona getirdiler, onlar geldiğinde Musa onlara, "Atacağınız ipleri­nizi ve asalarınızı atın" dedi. [148]

 

81. Onlar atınca Musa: "Beni itham et­tiğiniz şey değil asıl sizin şimdi yaptığınız şey sihirdir!" dedi. Şüphesiz Allah onu yok edecek ve onun bâtıl olduğunu insanlara gösterecektir.  Gerçek şu ki Allah bozgunculuk edenlerin amelini ıslah etmez. [149]

 

82. Allah gerçeği isbatlayacak ve onu hüccet ve dlilleriyle destekleyecektir. Kâfirler hoşlanmasalar da bu böy­le olacaktır. [150]

 

83. Bu açık mucizeleri görmelerine rağmen İsrailoğullarmdan az bir grubun dışında Musa'ya inanıp onun dinine giren olmadı. Mücâhid der ki: İnananlar, Musa'nın uzun zamandanberi kendileri­ne peygamber olarak gönderildiği kimselerin çocukları olup babalan öl­müştür.[151] Firavım ve kavminin kendilerine işkence edip dinlerinden döndürmelerinden korktukları ve çekindikleri için onların çoğu iman etmedi, Şüphesiz Firavun yeryüzün­de fesat çıkarıcı, gururlu ve kibirlidir, O ilâhlık iddiasında bulunmak suretiyle haddi aşanlardan oldu. [152]

 

84. Musa İnananların Firavun'dan kork­tuklarını görünce kavmine dedi ki: Ey kavmim Allah'a ve onun ayetlerine inanıyorsanız sadece tek olan Allah'a güvenin. Her türlü kötülüğe ve zarara karşı o size yeter: Eğer Allah'ın hükmüne teslim olup şeriatına boyun eğdiyseniz sadece ona güvenin. [153]

 

85. Onlar, "Sadece Rabbimize dayandık ve yalnız ona güvendik" diyerek cevap verdiler. Ey Rabbimiz! onları bizim başımıza musallat etme ki bize işkence etmesinler ve bizim sebebimizle fitneye düşüp te, "Bunların dini doğru olsaydı başlarına bu belâ gelmezdi" demesinler. [154]

 

86. Lütuf ve ihsanınla bizi Firavun'dan ve onun inkarcı yardımcılarından kurtar" dediler. [155]

 

87. Biz de Musa ve kardeşine, "Kavminiz için Mısır'da, namaz kılacakları ve ibadet edecekleri evler yapın" diye vahyettik. Evlerinizi korku anında namaz kılacağınız  namazgahlar ediniz.[156]  İbn Abbas şöyle der: Mü'minler korkuyorlardı dolayısıyla evlerinde namaz kılmaları emredildi.[157]  Farz kılman namazı en mükemmel bir şekilde şartlarına ve rükünlerine ri­ayet edecek vakitlerinde kılınız. Ey Musa sana uyan müminleri düşmanlarına karşı galibiyet ve zaferle müjdele. [158]

 

88. şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavminin ileri gelenleri ile eşrafına zînet olarak dünya metaı ve eşyası ile bir çok çeşit mal verdin Buradaki lam sonuç bildiren lamdır.[159]  Yani, ey Rabbimiz! So­nunda onlar insanları senin dininden saptırsınlar, sana itaat ve seni birleinekten menetsinler diye mi onlara böyle çok mal verdin!? Bu onlar için bir bedduadır. Yani, Ey Allah'ım! onların mallarını pa­ramparça edip yok et! Onların kalplerini katılaştır ve mü­hürle de iman etmesinler. ibn Abbas: "Onların iman etmesini engelle" şek­linde tefsir eder. Bu da onlar için olumsuz cümle ile edilmiş bir bedduadır. Yani, Ey Allahım! elem verici azabı tadmcaya ve inanmanın fayda vermediği bir zamanda kesin olarak inanıncaya kadar iman etmesinler. Onlar azdıkları ve aşırı derecede saptıkları için Hz. Mu­sa onlara beddua etti. O vahiy yoluyla onların asla iman etmeyeceklerini bildiği için onlara beddua etti. İbn Abbas şöyle der: Musa dua ediyor Harun ise "amin" diyordu. Dolayısıyla beddua her ikisine nisbet edildi.[160]

 

89. Yüce Allah buyurdu ki: Firavun ve kavminin eşrafı için ikinizin etmiş olduğu beddua kabul olundu. İçinde bulun­duğunuz duruma yani Allah'a çağırmaya ve delil getirmeye devam edin. Sakın acele ederek veya Allah'ın vadine güvenmeyerek câhillerin yolunu tutmayın. Taberî şöyle der: Rivayet edil­diğine göre Musa bu bedduadan sonra kırk sene durdu.[161]  Bundan sonra Yüce Allah, Firavunu boğdu. [162]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Yalnız Allah'a tevekkül ettim". Burada hasr ifade et­mek İçin gramer bakımından sonra gelmesi gereken kelime Önce getiril­miştir. Yani, "Başkasına değil yalnız Allah'a tevekkül ettim" demektir.

2. Gerçeği açığa çıkaracaktır". Bu iki kelime arasında cinas-ı iştikak vardır.

3. Burada istiare yoluyla karışıklık ve ka­palılık "ğumme" kelimesiyle ifade edildi. Yani, işiniz zifiri karanlık gibi şaşıracak şekilde kapalı ve müphem olmasın.

4. Kalplerini bağla". Burada bağlamak tabiri şiddetli ve kat kat azaptan istiaredir. [163]

 

Bir Uyarı

 

İbn Kesir şöyle der: Hz. Musa'nın Firavun'a beddua etmesi Allah rıza­sı ve dini için idi. Nitekim Nuh (a.s) da kavmine beddua ederek şöyle de­mişti: Rabbim! Yer­yüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan kul­larını saptırırlar"; Bundan dolayıdır ki Yüce Allah, Hz. Musa'nın, Harun'un da katıldığı bedduasını kabul etti. Nitekim daha önce Hz. Nuh'un duasını da kabul etmişti. [164]

 

90. Biz, Isrâiloğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere on­ları takip etti. Nihayet boğulma haline gelince, Firavun "Gerçekten; İsrâiloğullarının inandığı Allah'tan başka ilâh olmadığına ben de îman ettim. Ben de müslümanlardanım!" dedi.

91. Şimdi mi? Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştum.

92. Senden sonra geleceklere ibret olman  için, bugün senin bedenini kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.

93. Andolsun biz İsrâiloğullarını güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz nimetlerden nzık verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki Rabbin, Kıyamet günü onların, aralarında ihtilâf etmekte oldukları şeyler hakkında hükmedecek­tir.

94. Eğer sana   indirdiğimizden şüphede isen, sen­den önce kitabı okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbin-den sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!

95. Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra ziyana uğrayanlardan olursun.

96. 97. Gerçekten haklarında Rabbinin sözü sabit olanlar, kendilerine bütün mucizeler gelmiş olsa bile, acıklı azabı görünceye kadar inanmayacaklardır.

98. Herhangi bir ülke halkı, keşke îman etse de bu îmanları kendilerine fayda verseydi! Ancak Yunus'un kavmi îman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre fayda­landırdık.

99. Eğer Rabbin dileseydi,  yeryüzündekilerin hepsi elbette îman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?

100. Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, azabı, akıllarını kullanmayanlara verir.

101. De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın" Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.

102. Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş top­lumların günlerinin benzerlerinden başkasını mı bek­liyorlar? De ki: "Haydi bekleyîn! Şüphesiz ben de si­zinle beraber bekleyenlerdenim."

103. Biz, sonra peygamberlerimizi ve îman edenle­ri kurtarırız. Aynı şekilde inananları da, üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.

104. De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphe­de iseniz, bilin ki, ben Allah'ı bırakıp da sizin, taptık­larınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Al­lah'a kulluk ederim. Bana mü'minlerden olmam emrolundu."

105. "Ve hanif olarak yüzünü dine çevir; sakın müşriklerden olma" diye emredildi.

106. Allah'ı bırakıp da sana fayda ya da zarar ver­meyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zâlimlerden olursun.

107. Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir ha­yır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O ba­ğışlayandır, merhamet edendir.

108. De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aley­hine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim.

109. Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükme-dinceye kadar sabret. O hâkimlerin en hayırhsıdır.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki ayallerde firavun'un azgınlığından dolayı Hz. Musa'nın ona ettiği bedduayı anlattıktan sonra burada da yaptığı zulmün neticesinde Firavun ve ordusunun denizde boğulmasını ve zorunlu olarak iman ettiği için imanının kendisine fayda vermeyeceğini anlattı. Bundan sonra da Hz. Yunus'un kıssasını ve Yüce Allah'ın onun kavminin tevbesini kabul ettiğini izah etti. Nihayet bu mübarek sûre, tevhîd hakikatim ve in­sanı Allah katında imandan başka bir şeyin kurtaramayacağını açıklayarak sona erdi. [165]

 

Kelimelerin İzahı

 

İndirdik, yerleştirdik.

Şüphe edenler. şüpheye düştü demektir. Levlâ. Bu edat manasına olup teşvik ifade eder. Rics, azap veya gazap manasınadır. Hanîf, bütün batıl dinlerden uzak duran. Sana isabet ettirir, basma getirir, demektir. Kâşif, gideren ve defeden manasınadır. Bir kimse bir kötülü­ğü giderdiği zaman denilir. Vekîl,  koruyucu. Âyetteki manası:  Ben  sizin koruyucunuz değilim, işiniz bana bırakılmamıştır. [166]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

90. Biz İsrailoğullarm denizden yani Kızıl de­nizden geçirdik. Firavun ordusuyla beraber haksjz yere zulmetmek ve üstünlük sağlamak üzere onları takip etti. Nihayet deniz onu çepeçevre kuşatıp ta boğulacak ve helak ola­cağını anlayınca  O zaman şöyle dedi: Ben,  İsrailoğullarının iman ve ikrar ettiği,  âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka ilah olmadığını ikrar ve tasdik ettim. Bu cümle iman iddiasını tekit etmektdir.  Yani, ben kendini Allah'a teslim edenlerden ve samimiyetle iman edenlerdenim. İbn Abbas şöyle der;. Ce­brail (a.s.) Firavun'a rahmet yetişir korkusuyla onun ağzma çamur doldur­du.[167]

 

91. Şimdi hayattan ümit kestiğin zaman mj iman ediyorsun? Oysa Allah'ın azabı sana gelmeden önce ona is­yan etmiştin ve sen sapma, saptırma ve Allah'ın dininden alıkoyma husu­sunda aşırı gidenlerdendin. [168]

 

92. Bugün senin ruhsuz bedenini denizden çıkaracağız ki senden sonraki insanlara, zorba ve Firavunlara ibret olsun da onlar da senin gibi taşkınlık etmesinler! İbn Abbas şöyle der: İsrailoğullarından bazıları Firavun'un öldüğü hususunda şüphe ettiler. Bunun üze­rine Yüce Allah Firavun'un öldüğü ve helak olduğunu kesin olarak anlama­ları için onun cesedini ruhsuz bir şekilde ve düzgün olarak dışarı atmasını denize emretti.[169]  İnsanlardan bir çoğu ayet­lerimizi düşünmekten yüzçeviriyorlar. Onları düşünmüyor ve ibret almıyor­lar. [170]

 

93. Düşmanlarım helak ettikten sonra is­railoğullarının hoşlarına gidecek güzel bir yere indirip yerleştirdik.

Onlara faydalı, lezzetli ve güzel rızıklar verdik. Din hususunda ancak ken­dilerine ilim geldikten sonra ihtilafa düştüler. Bu ilim, içinde Allah'ın hük­mü bulunan Tevrat'tır. Bu onlar için bir kınamadır. Çünkü onlar din yüzünden ihtilafa düşmüşlerdir. Oysa din, parçalayıcı değil toplayıcı; dağıtıcı değil birleştiricidir. Taberî şöyle der: Muhammed (s.a.v.) gönderilmeden önce bu evsâfı taşıyan birinin peygamberliği hususunda ittifak etmişler ve böyle bir peygamberin gönderileceğini ikrar etmişlerdi. İşte bu evsâfını bil­dikleri peygamber kendilerine gelince bazıları ona inandı bazıları ise inkar etti. İhtilafları işte budur.[171]

 

94. Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen onu Ehl-i kitab'ın âlimlerine sor. Bu takdir ve farz etme üslûbunda bir ifa­dedir. Yani farzedilseki: sen şüpheye düştün o zaman onu bilenlere sor. İbn Abbas, "Peygamber (s.a.v) ne şüpheye düştü ne de sordu," der. Zemahşerî de şöyle der : Bu, "Diyelim ki ve farz edelim ki" üslûbunda bir ifâde olup san­ki şöyle söylenmiştir: Meselâ bir şüphe meydana gelirse ve şeytan senin aklına farazî herhangi bir hayal getirirse bu takdirde onu Ehl-i Kitab'ın âlimlerine sor. "Mesela ve faraza" yoluyla söylenmiş âyeti ile şüphesiz ki Onlar Kur'an'dan kuşkulandıncı bir şüphe içindedirler.[172]  âyeti arasında büyük bir fark vardır. Zira ikincisinde şüphenin varlığı pekiştirilerek vurgulanmıştır.[173]  Bazıları şöyle der: Bu hi­tap Peygamber (s.a.v)'e dir. Ancak maksat diğerleridir. Eğer şüphede isen Ehl-i kitab'tan Tavrat ve İncil'i bilenlere sor. Bu olay sana anlattığımız şekliyle onlar tarafından da kesin olarak bilinmekte­dir. Bundan maksat, Kur'an'm anlattığı kıssalar hakkındaki şüpheyi gider­mektir. Ey Muhammed Rabbinden sana açık gerçek ve doğru haber gelmiştir. Onun hakkında herhangi bir şüphe arız olamaz, Sakın şüpheye düşenlerden olma. [174]

 

95. Sakın Allah'ın ayetlerinden bir şeyi yal anlam ayasın, Sonra dünyası da âhireti de hüsrana uğra­yanlardan olursun! Beyzavî şöyle der: Bu teşvik, tekit türünden olup müş­riklerin Rasulullah (s.a.v.)'i şüpheye düşürme ümitlerini ortadan kaldırmaya yöneliktir.[175]  Kurtubî de şöyle der: Bu iki âyette hitap Peygamber (s.a.v.)­dir. Ancak maksat diğerleridir.[176]

 

96. Haklarında, Allah'ın ezelî iradesiyle, Rabbinin azap hükmü vacip olanlar, [177]

 

97. Kendilerine deliller ve mucizeler gelse bile ebediyyen inanmazlar. Neticede Firavun gibi, acıklı azabı görünce inanırlar. Fakat bu imanın onlara faydası olmaz. [178]

 

98. Keşke o halkını yok ettiğimiz belde­lerden bir tek belde, azabı gördükleri zaman inkarlarından tevbe edip sami­miyetle inansalardı da, o vakit bu imanları onlara fayda verseydi. Ancak Yunus (a.s)'un kavmi in­karlarından tevbe ederek Allah'a inanınca, dünya hayatındaki horlayıcı ve rezil edici azabı onlardan kaldırdık. Bir süreye kadar onları faydalandırdık. Yani onları ecelleri gelene kadar bıraktık. Katâde şöyle der: Rivayete göre Yunus (a.s) kavmine, azap geleceğini haber verdi sonra aralarından ayrıldı. Kavmi, peygamberlerini kaybedip de azabın kendile­rine yaklaştığını anlayınca Allah onlara tevbe etmeleri hissini ilham etti ve rahipler gibi giyindiler. Allah doğruluklarını ve yaptıklarına pişman ola­rak tevbe ettiklerini anlayınci onlardan azabı kaldırdı.[179]

 

99. Eğer Rabbin dileseydi, elbet­te bütün insanlar iman ederdi. Lâkin hikmete aykırı olduğu için bunu iste­medi. Çünkü Yüce Allah, kullarının kendi ihtiyaçları ile iman etmelerini ister, zorla iman etmelerini istemez. İnsanla­rı iman etmeye ve senin dinine girmeye sen mi zorlayacaksın? Sonra böyle bir görev verilmedi. Bu âyet, bütün insanların iman etmelerini şiddetle ar­zulamasından dolayı duyduğu sıkıntıya karşı Nebî (s.a.v)'yi tesellî etmekte ve onun içini rahatlatmaktadır. İbn Abbas şöyle der: Nebî (a.s), herkesin iman etmesini çok arzu ediyordu. Yüce Allah ona, daha evvel Levh-i Mah-fûz'da mutlu olacağı  yazılanlardan başkasının iman etmeyeceğini; yine orada bedbaht olacağı yazılanlardan başkasının dalâlette düşmeyeceğini haber verdi.[180]

 

100. Allah istemedikçe ve muvaffak kılmadıkça hiçkimse iman edemez, Allah azabı, Allah'ın âyetlerini düşünmeyenlere ve akıllarını, fayda verecek şey­lerde kullanmayanlara verir. [181]

 

101. Ey Muhammed ! O kâfirlere de ki : Düşünme ve ibret alma bakışı ile şöyle bir bakın: Göklerde ve yerde, Allah'ın birliğine ve onun kudretinin kemaline delâlet eden ne gibi âyet ve deliller var? Fakat, Allah tarafından bed­baht olacakları yazılan bir kavme, deliller ve uyarılar ne fayda verir? [182]

 

102. Mekke müşrikleri, kendile­rinden önce gelip geçmiş olanların başlarına gelen olayların benzerinden ve onlara inen azap ve musibetten başkasını mı bekliyorlar?

Ey Muhammed! Onlara de ki: "Haydi, taşkınlığınızın ve yalanlamanızın sonunda başınıza gelecekleri bekleyin. Ben de sizin he­lakinizi ve yok olmanızı bekleyenlerdenim. [183]

 

103. Sonra biz, yalanlayanlar üzerine azab indiği zaman, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız. Şüphesiz, üzerimize bir borç olarak inananları kurtarırız. Rabî' b. Enes şöyle der: Allah, azabı ve cezası ile onları rasullerini ve on­larla beraber mü'minleri kurtaracağını onlara haber verdi.[184]

 

104. Ey Muhammed! Kavminden müşrik olan o kişilere de ki: Eğer benim getirdiğim dinin gerçek ve doğru olduğunda bir şüpheniz varsa, Bilin ki ben, sizin Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğiniz, hiçbir fayda ve zararı dokunmayan putlara ibadet etmem, Fakat ben, sizi öldürecek olan, hayat vermek ve öldürmek kudreti dahilinde olan Allah'a ibadet ede­rim. Taberî şöyle der: Bu, bir tariz ve güzel bir işarettir. Sanki şöyle diyor: Siz, benim dinimde şüphe etmemelisiniz. Sizin ancak akılları olmayan, hiçbir zararı ve faydası dokunmayan putlara ibadet konusunda şüpheye düşmeniz gerekir. Benim ibadet ettiğim Ilâh'a gelince, o, mahlûk'atı kudre­ti altında tutar, fayda ve zarar verir.[185]  Bana mü'min olmam ve Allah'ı birlemem emredildi. Ben ona birbaşkasını ortak tutmam.[186]

 

105. Bana dinde doğru olmam, yani İbrahim'in dini olan yüce Hanif Dini üzerine olmam emredildi, Bana, "Rabbine, ibadette başkasını ortak kılanlardan olma" denildi. [187]

 

106. Bu âyet, az önce yasaklanan hususu tekit etmektedir. Yani, Allah'ın dışında, ilâhlar ve putlar gibi hiçbir zararı ve yararı dokunmayan şeylere ibadet etme. Eğer sen, ilâh oldukları iddia edilen bu varlıklara ibadet edersen nefsine zulmeden kemselerden olursun. Zira böyle yapmakla nefsini Allah'ın aza­bına sunmuş olursun. Daha önce de geçtiği gibi, burada Rasulullah (s.a.v)'a hitap edilmekte, fakat başkaları kastedilmektedir. [188]

 

107. Eğer Allah sana bir zarar vermek isterse, bu zararı ondan başka kimse geri çeviremez. Eğer sana bir nimet veya bolluk ihsan etmek isterse, onun sana gelmesine de hiç kimse engel olamaz. O, bu lütuf ve ihsanı di­lediği kuluna verir. O, kullarının günahlarını bağışlayan ve doğru yolda olanlara merhamet edendir. [189]

 

108. De ki: "Ey insanlai'! Size Rab-binizden güzel hükümleri kapsayan yüce Kur'an geldi. Kim, iman etmek suretiyle doğru yolu bulursa, doğru yolu bulmasının yararı sadece kendisinedir.  Kim de inkar etmek ve imandan yüzçevirmek suretiyle sapıklığa düşerse, onun sapıklığa düşme­sinin vebali yalnız ona aittir. Ben, sizin amellerinizi bek­leyen bir bekçi değilim. Ben sadece bir müjdeleyici ve korkutucuyum. [190]

 

109. Ey Muhammedi Sen bütün işlerinde Rabbinin sana vahy ettiklerine Allah, seninle onlar arasında hükmünü verinceye kadar, tebliğ görevini yaparken başına gelen musibet ve sıkıntılara sabret. Hüküm verirken, doğru ile bâtılı en iyi ayıran o dur. Bu âyet Hz. Peygamber (a.s)'i teselli, müşrikleri ise tehdit et­mektedir. [191]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Daha önce isyan ettiğin halde, şimdi mi iman ettin?" Buradaki soru, kınama ve inkâr ifâde eder.

2. yerleştirdik ve yerleşme yeri" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.

3. Rabbinin kelimesi". Bu, ezelde bedbahtlık hükmü veril­mesinden kinayedir.

4. Sonra peygamberlerimizi kurtarınz" Burada, mazideki bir olayı anlatırken muzari sıygasının kullanılması, olayın meydana geliş şeklini gözler önüne getirmek suretiyle, işin önemini ve büyüklüğünü göste­rir.

5. Sana fayda vermeyen ve  Sana zarar verme­yen" lafızları arasında tıbak vardır.

6. Allah sana bir zarar verirse" ve Allah senin için bir hayır dilerse" cümleleri arasında hoş bir "mukabele" sanan vardır. Bu da edebî sanatlardandır.

7. Kim doğru yola ererse" ve " Kim sapıklığa düşer­se". Bu ikisi arasında tıbak vardır.

8. Allah hükmeder" ve hükmedenler" arasında işti­kak cinası vardır. [192]

 

Faydalı Bilgiler

 

İmam Fahreddin er-Râzi şöyle der : Firavun üç defa iman etti: Birin­cisi "iman ettim" demesi. İkincisi: İsrail oğullarının inandığından başka ilâh yoktur" demesi. Üçüncüsü de, Ben de müslümanlardanım[193]  demesi. Buna rağmen Onun imanının kabul edilmemesinin sebebi nedir? Cevap: O, ancak azap inince iman etti. Böyle bir vakitte iman kabul edilmez. Çünkü bu hal, zorlama hâlidir. Bu durumda tevbe ve iman fayda vermez. Yüce Allah şöyle buyurdu: Fakat azabımızı gördükleri zaman, imanları kendile­rine bir fayda vermeyecektir.[194]

 

Bir Uyarı

 

Tefsirciler şöyle der:

Allah'ın, Firavun boğulduktan sonra onun cesedini kurtarmasının hik­meti şudur: Bir kavim onu ilah olduğuna inanmış ve böyle bir kimsenin ölmeyeceğini iddia etmişti. Allah, onun öldüğünü iyice bilmeleri ve dün son derece azametli ve haybetli olan kişinin, bugün zelil ve hakir bir hale geldiğini anlamaları için, mahlukatın onu bu durumda görmelerini ve böylece onun herkese bir ibret ve zalimlerin taşkınlıklarına bîr engel ol­masını istedi.

Allah'ın yardımı ve muvaffakiyet ihsan etmesiyle Yûnus Sûresi'nin tefsiri tamamlandı. Âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun. [195]

 



[1] Yûnus sûresi, 10/2

[2] Yûnus sûresi, 10/3

[3] Yûnus sûresi, 10/38

[4] Yûnus sûresi, 10/31

[5] Yuus suresi 10/109.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/9-10.

[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/10.

[7] Râzi, Tefsir-i Kebir, 17/7

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/15.

[9] Kurtubî. 8/306

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/16.

[10] Geniş bilgi için Bakara sûresinin evvelinde yazdıklarımıza bakınız.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/16.

[12] Beyzâvî, 235

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/16.

[13] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/25. Konu hakkında geniş bilgi İçin bakınız, Safvetu't-Tefâsîr 2.cilt A'raf sûresi'niıı 54. âyetinin tefsiri.

[14] Ebussuûd, 2/307

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/16-17.

[16] Câsiye sûresi, 45/24

[17] Beyzâvî, 236

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/17.

[18] Taberî, 11/86

[19] Ebussuûd, 2/310

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/17-18.

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18.

[24] Müslim Cennet 18,/109 Darimi Rikak 104 Ahmed b. Hanbel Müsned III/349 354

[25] Ra'd sûresi, 13/23-24

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/18-19.

[27] Taberî,! 1/91. Bazı tefsirciler şöyle der: Bu âyet Mekke kâfirleri hakkında indi. Zira on­lar şöyle demişlerdi: Ey Allah'ım! Eğer bu ki­tap, senin kalından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır."( Enfâl sûresi, 8/32) Ze-mahşerî şöyle der: Eğer onların isteklerini kabul edip, hayri çabucak verdiğimiz gibi, istedikleri şerri de çabuk versek, onlar mutlaka Öldürülür ve yok edilirlerdi. (Keşşaf,2/232)

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/19.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/19.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/19-20.

[31] Kurtubî, 8/318

[32] et-Teshîl, 2/90

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/20.

[34] el-Bahr, 5/131

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/20.

[36] er-Râzi, 17/57

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/20-21.

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/21.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/21.

[39] Muhtasar-! İbn Kesir, 2/188

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/21-22.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/22.

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/22.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/22.

[44] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/451; Tirmizî, Kıyame, 42; fbn Mâce, İkâme 174.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/23.

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/28.

[47] el-Bahr, 5/120

[48] Abese, 80/41

[49] Kurtubî, 8/33 L

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/28.

[51] Allah'ın, çabukluk sıfatıyle nitelenmiş olan bu tuzağı, onları cezalandırmasıdır. Burada müşâkelet ve cezaya günahın adını vermek için Yüce Allah cezaya "mekr" dedi.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/28-29.

[53] Kurtubî, 8/325

[54] el-Bahr. 5/139

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/29.

[55] el-Bahr, 5/140

[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/29-30.

[57] Taberî, 11/102

[58] Ruhu'l- Meanî, 11/102

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/30.

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/30.

[60] Bu mana Müslim'in rivayet; ettiği sahih bir hadiste bildirilmiştir. Bkz. Müslim, iman,

[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/30-31.

[62] Cevhere Müellifi şöyle der: Kötülüklerin cezası Allah katında verilir. İyiliklerin mükafatı ise kat kal fazlası ile verilir.

[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31.

[64] Yasin sûresi, 36/59

[65] Kurlııbî, 8/ 333

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31.

[67] Bakara sûresi, 2/166

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31.

[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/31-32.

[69] En'am sûresi, 6/46

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32.

[73] Bu, Taberî'nin görüşüdür. Bazı lefsirciler şöyle der: Bundan maksat, kendilerine doğru

[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/32-33.

[75] Taberî, 11/115

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33.

[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33.

[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33.

[79] Taberî, 11/118

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/33-34.

[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/34.

[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/34.

[82] Fi Zilali'l-Kur'an, 11/145

[83] Yunus sûresi, 10/31

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/35.

[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.

[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.

[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.

[88] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/195

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/41.

[89] Kurlubî, 8/346

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.

[90] Taberî, 11/120

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.

[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.

[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/196

[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42.

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/42-43.

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.

[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.

[98] Taberî, 11/122

[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.

[101] Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Siz azaptan kaçamazsınız. Biiakİs, çaresiz o size yetişecek. (Taberî Tefsiri)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43.

[102] Al-iİmran Suresi, 3/91

[103] Ceiâleyn, 2/192. Ebu  Hayyan şöyle der:  Pişmanlıklarını gizlemeleri, onların hiç düşünmedikleri, akıllarına gelmeyen ve kuvvetlerini sıfıra indiren şeyleri görmelerinden do­layı apışıp kalmaları yüzündendir. O anda artık ne bağırabilirler ne de ağlayabilirler. Nitekim asılmaya götürülen bir kimsenin dili tutulur. Donmuş olarak apışıp kalır.

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/43-44.

[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44.

[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44.

[107] Keşşaf, 2/353

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44.

[108] el-Bahr, 5/171

[109] Tirmizî, Sünen, Zühd,13; ibn Mâce, Zühd,37

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44.

[110] Muhtasar-ı Ibn Kesir, 2/198

[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/44-45.

[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/45.

[113] Taberî, 11/130

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/45.

[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/45.

[115] Taberî, 11/132

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/45-46.

[116] Bazı tefsircilere göre, dünyadaki müjde, mü'minin göreceği veya ona gösterilen "doğru rüya"dır. Bu husus, Hâkim'in rivayet ettiği bir hadiste bildirilmiştir. Taberî, müjdenin doğru rüya ve ölüm anında meleklerin müjdesi ile gerçekleşeceği görüşünü tercih eder.

[117] Fussilet, 41/30

[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46.

[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46.

[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46.

[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/46-47.

[122] Bu ne büyük, cehalet ve ahmaklıktır ki, rahiplerinin mukaddes olduklarını, dolayısıyle evlenmediklerini iddia edip, onları çocuk edinmekten tenzih ederken, yüceler yücesi olan Allah'a çocuk isnat ediyorlar!

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47.

[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47.

[126] Telhisu'l-Beyân, s. 156

[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/47-48.

[128] Yûnus, 10/53.

[129] Sebe' sûresi, 34/3.

[130] Teğâbun sûresi, 64/7.

[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/48.

[132] Maun sûresi, 107/1.

[133] Alak sûresi, 96/9-10.

[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/48.

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/52.

[136] Râzî. 17/136

[137] Kurtubî, 8/363

[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/52-53.

[139] Ebussuud. 2/341

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/53.

[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/53.

[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/53-54.

[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54.

[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/54-55.

[151] İmam Suyûtî, Hz. Musa'ya inananların Firavun'un kavminden olduğu görüşünü tercih eder. Bizim tefsirimiz İse Taberî ve Cumhûr'un görüşüdür. Tercihe şayan olan da budur.

[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.

[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.

[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.

[156] Denildi kî : Bundan maksat, "evlerinizi kıble tarafına yöneltiniz" demektir.

[157] Taberi 11/154.

[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55.

[159] Buradaki lâm şu ayetteki lâm gibidir :  sonunda kendilerine bir düşman ve bir tasa olsun diye Firavun ailesi Musa'yı yitik çocuk olarak (nehirden) aldı" (Kasas suresi 28/8) Haberde şöyle söylenmiştir : Yani, mücadele edin, so­nunda ölüm vardır. Bina yapın, sonunda yıkılacaktır.

[160] Ebu Hayyan, el-bahr 5/187

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/55-56.

[161] Taberi 11/161

[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/56.

[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/56.

[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/56.

[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/60.

[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/60.

[167] Taberî 11/163. Rahmetin yetişmesinden maksat boğulmaktan kurtulmaktır. Firavun'un isteği yardımsız bırakılan kimsenin isteğine benzer. Bunu Ebussuûd söylemiştir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61.

[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61.

[169] Muhtasar-ı İbn Kesir 2/206

[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61.

[171] Taberî 11/167

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61.

[172] Hûdsûesi 11/110.

[173] Keşşaf, 2/370

[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/61-62.

[175] Beyzâvî, 245.

[176] Kurlubî. 8/383.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/62.

[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/62.

[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/62.

[179] Taberî, 11/171

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/62-63.

[180] Kurtubî, 8/385

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.

[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.

[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.

[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.

[184] Taberî 11/176

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63.

[185] Taberî, 11/176

[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/63-64.

[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.

[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.

[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.

[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.

[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64.

[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/64-65.

[193] Yûnus sûresi, 10/90

[194] Râra, 17/154; Gâfir sûresi, 40/85

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/65.

[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/65.