Mekkede nazil olmuştur
yüzdokuz âyettir.
Bu sure;
doksansekizinci ayetinde Yunus (a.s.)'m adı geçtiği için "Yunus
suresi" diye isimlendirilmiştir. Yoksa Yunus (a.s.)'dan
bahsetmemektedir.Eşyaya isim verirken güzel isimler bulunur. Yaratılmışın
tamamı Allah'a ait olduğundan Allah'ın yarattıklarına isim verirken Allah'ın
razi olacağı isimler veriniz.
Çocuklarınıza, köy,
şehir, kasaba, mahalle, sokak, çarşı, meydan, dağ, ova, v.s. herşeye güzel
isimler veriniz.[1]
1-
Elif-Lam-Ra. İşte bu Hakim kitabın ayetleridir.
Bu kitabın hakim
olduğuna bizler şahidlik yaparız. "Hakim" muhkem, yani sağlam ve
hikmetli manasınadır.
"Muhkem
bina" veya "Muhkem kale" dediğimizde dışardan düşmanın
girmesini engelleyen sağlam bina veya sağlam kale kasdedilir. İşte bu Kur'anın
ayetleride hakimdir, hikmetlidir. Muhkemdir. Bindördyüz seneden beri kafirler
ona batıl sözler karıştırıp tahrif etmek için gayret göstermişler ama bir tek
harf ilave edememişler ve bir tek harf eksiltememişlerdir.
Hakiki inci tanelerinden
meydana gelen teşbihin içine, sun'i inci karıştırıldığında ehli hemen anlar.
Aslında burada Allanın ayetleri hakiki, tabii incidir. Anlayan gözlerde önemli
iyi bir kalb ve iyi bir kulak Allah kelamının yerine konulmak istenen sözle
Allah kelamının farkını farkeder.
Bizler bindörtyüz
senedir aşılamayan, aşınmayan, aşındırılamayan bu hakim kitabın ayetlerine iyi
sarılır ve onun koruma alanına girersek bizide kafirler aşamaz ve aşındıramaz.
İçimize girip hastalandıramaz.
Bu manası gayet muhkem
zamanla aşınmayacak ayetlerle dolu kitabın ayetleridir. Hem hikmet doludur,
hemde muhkemdir. Yani zaman içerisinde bu ayetin ahkamı bu Kur'anın ayetleri
aşınmazda, aşılmazda öylesine hikmet dolu kitabın ayetleridir. Yani bir kısım
insanların "Kur'an-ı Kerim 1400 sene evvel nazil olmuş, o günün şartları
için gayet uygunmuş, insanlar birbirleriyle televizyon, telgraf, telsiz gibi
ulaşım vasıtalarıyla, yakından iletişim sağlayamiyorlarmış. Belirli küçük bir
havzada, küçük bir şehrin ihtiyaçları için Kur'an-ı Kerim yeterliymiş"
gibi sözler söyleniyor. Allah (c.c.) bunların, böyle söyleyeceğini bildiği
için Rab-bim, "işte bunlar hikmet dolu ve aynı zamanda zamanla aşınmayan
ve aşılmayan muhkem kitabın ayetleridir" diyerek sureyi celileye başlıyor.
Yani gönlünüzle iman ettiğiniz, bütün vücudunuzla emrini yerine getirmeye
çalıştığınız bu kitaba güveniniz. Bu muhkemdir. Hakim olan Allah (c.c.) kelamı
olması nedeniyle o da Hakimdir. Allah (c.c.) nasıl ki, zamanla kayıtlı
değildir. Yani zaman onu eskitemez, zaman onun modası geçmiştir dedirtemez.
Aynı şekilde Hakim olan Allah (c.c.)'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerimde Hakimdir.
Mekkeli müşrikler
peygambere hayret ediyorlar. Yahu Allah insanlara peygamber gönderecekse,
böyle bir yetimi mi seçmiş bizim aramızdan? Yani seçecek adam mı bulamamış.
Abdülmuttalibin yanında yetişmiş, sonra Ebu Talibin yanında yetişmiş bir
yetim, malı mülkü yok, arkası yok. Yani böylesine fakir ve yetim bir insanımı
seçmiş bizim aramızdan diye adamlar hayrette kalıyorlar. Allah (c.c.) de bunu
bize haber veriyor.[2]
2- insanları
uyar, iman edenleri Rableri katında yüksek mertebe ile müjdele diye onlardan
bir adama vahyetmemiz insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, kafirler
"şüphesiz bu apaçık bir sihirbazdır" dediler.
Yani peygamber
(s.a.v.)'ın olayını izah edemiyorlar. Yahu bu adam peygamber olsa bunu değil
bizi seçmesi gerekirdi. Biz Mekke'nin soylu insanlarıyız, parlamenterleriyiz
veya babalarıyız. Bizi niye seçmiyorda böylesine bir yetimi seçiyor diye hayret
ediyorlar. Birde onun getirdiği ayetler karşısında hayrette kalıyorlar. Öyle
bir şey ki o ayetler insanlara okununca bakıyorlarki, çocuk iman etmiş,
gencecik delikanlı onyedisin-
de, onsekizinde iman etmiş.
Babasından, annesinden ayrılmış. Veya babası iman etmiş, çocuklarını iman
etmek, üzere davet edip duruyor. Evin içerisinde cedelleşme bağlamış, karısı
müslüman olmuş, kocasını müslüman etmeye uğraşıyor, veya kocası müslüman olmuş,
hanımını müslüman etmek için uğraşıyor.
Yani Mekke'nin
evlerinde böylesine İslamla küfrün bir mücadelesi var. Mekke'li müşriklerin
akıllarının almadığı da burası. Bu adamı biz hafife alıyoruz ama söylediğide
insanların arasını açıyor. Karıyla kocanın arasını, babayla yavrusunun, anayla
yavrusunun arasını açıyor. Öyle ise bu bir sihirbazdır diyorlar.
Muhterem okurlar,
tarih boyunca insanların, müslümanları yıpratma konusunda geliştirdikleri
metodlar hiç değişmemiştir. Hani tarih içersinde Yusuf (a.s.)'ı zindana atmışlar.
İbrahim (a.s.)'ı yerinden yurdundan etmişler, ateşe atmışlar. Musa (a.s.)'ı
yerinden yurdundan etmişler, çeşitli işkencelere tabii tutmuşlar, çeşitli
peygamberleride şehit etmişler. Ayrıca başarılı olamadıkları takdirde de
"bu adam bir delidir" deyivermişler. Veya "bu adam
sihirbazdır" demek suretiyle peygamberlerin etkisini hafifletme tarafına
gidi vermişlerdir.
Günümüzdeki kafirlerde
onlardan pek geri değiller. Ama şu anda dünyanın en soylu milleti olduğunu
kabul eden vede iddia eden ve bunu kabul ettirmek için bütün baskı unsunlarını
kullanan devletler, kendi ırklarının dışında bir ırktan yüce, soylu, kahraman,
ilim adamı, sanatkar insanın çıkmayacağına inandıklarından dolayıdır ki
onlarda diyorlar: "bütün dünyayı etkileyen bu insan araptan mı gelmesi
lazımdı? Bizden gelmesi gerekirdi. Batı ırkından gelmesi gerekirdi" diye
adamların iddiaları var.
Türkiyede de bir kısım
imansızlarında buna benzer sözleri var. Peygamber niye Türklerden gelmedi?
Peki peygamber Türklerden gelseydi ne yapacaktın, iman mı edecektin sen? Allah
(c.c.) bir ayet-i kerimesinde kimden, kimi göndereceğini seçmekte hür olduğunu
ifade ediyor. "Allah dilediğini seçer" diyor. Allah (c.c.) insanların
aralarında beyazla siyah renkle bilmem neyle de ayırım yapmaya gitme haklarının
olmadığını, çünkü hepsinin Adem'den, Adem'inde topraktan yaratıldığını
peygamber efendimiz (s.a.v.) haber veriyor. Öyle ise insanların birbirine karşı
üstünlük sağlayabilmeleri Allah'ın hukukuna saygılı olmakla mümkündür.[3]
3- Şüphesiz
sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arş üzerine istiva
eden ve bütün işleri düzenleyen Allah'dır. Hiçbir kimse şefaat edemez, ancak
onun izninden sonra (şefaat eder). İşte bu AHah'dır sizin Rabbiniz. O halde ona
kulluk yapınız. Artık düşünmezmisiniz?
Mekkeli müşrikler
saltanatlarının ellerinden gideceğinden korkuyorlar. Yani Muhammed güçlenecek,
kuvvetlenecek bu ayetleri uygulama sahasına koyacak, o zaman biz otoriteden
uzaklaşacağız, devlet makamından uzaklaşacağız. Bizim çıkarlarımız yok olacak.
Zalimler olarak mazlumları sömüremeyeceğiz, gasp edemeyeceğiz, çıkarlarımız
zedelenecek diye karşı duruyorlar.
Ve şöyle bir mantık
geliştirmişler ki, günümüzde Türkiye'de de bu bazı felsefe kitaplarında
okutulur. Eskiden beri gelmiş bir mantık. Yani inkarcılarda kendi inkarlarını
bir zemine oturtuyorlar. Ve diyorlarki; "Evet Allah var. Allah'ı kabul
ediyoruz. Allah yeri ve göğü yaratmıştır. Ama ondan sonra bütün işleri evirip
çevirmeyi bize bırakmıştır" diyorlar. Eski Yunandan devam edip gelen
inkarcıların felsefesi bu. "Allah yeri ve göğü yaratır. Ama insanların
yönetim işini ise insanlara bırakır" demişler. Aynısı Mekkeli müşriklerde
de var.
Ama Allah (c.c.)
onlara cevap olarak ta "Allah altı günde yeri ve gökleri yaratmıştır ve
işleride O idare etmektedir." Nasılki kanımızın akışını o sağlıyor.
Gözümüzün bakışım, saçımızın uzamasını, tırnağımızın uzamasını O sağlıyor ki
vücudumuzda kaç hücrenin olduğunu, şu anda ilim adamları toplansalarda
sayabildikleri yok. Bütün bunların nasıl evirip çevrildiği konusunda belirli
kanunlar tespit ediyorlar, ama binde birine ulaşıldığı yok.
Bütün bunları çeviren
Allah (c.c.) diyor ki, madem ki bunları çok düzenli devam ettiriyorum, ben
sizin birbirinizle olan münasebetleriniz konusunda da kanunlarımı indirdim.
Onlara ibadet edecek ve onları yürürlükte kılacaksınız diyor. Mehmet akif
merhum Rabbimizin yarattıkları karşısında insanlığın keşfettiklerinin
cılızlığını ne güzel anlatıyor:
Ulum'i şahikadan
fışkıran süîun'i ziya Dayandı göklere lakin yetişmiyor hala,
Bülend nüsha'i icadın ilk
sahifesine. Bu ilk sahife müebbed zalam içinde yine!
Birisinde zorunlu
olarak Allah (c.c.) kanunları geçerli tabiatta. Ama insanlara hür iradesini
vermiş, demiş ki: Kendi aranızdaki münasebetlerinizde, benim şu indirdiğim
hukuku uygulayacaksınız. Uygulamama hakkınız yok, ama böyle bir serbestliğiniz
var. Uyguladığınız takdirde bu dünyada devlete ve izzete, ahirette de cennete
kavuşursunuz diye de müjde vermiştir.
O Allah yeri ve göğü
yaratandır. "Altı günde" derken, bizim bildiğimiz günlerdenmidir?
Kur'an-ı Kerimde çeşitli yerlerde Allah katında birgün, "sizin bildiğiniz
bin güne bedeldir". Bir başka yerde de "birgün elli bin güne
bedeldir," diye çeşitli yerlerde ayet-i kerimeler gelmiş.[4]
Onun için alimlerimiz
şöyle diyorlar: Gün dediğimiz şey, bizim bildiğimiz güneşin doğumu, batımı ve
ayla bilinen gündür. Yani ay ve güneşe göre hesabım yaptığımız yirmidört saate
bir gün diyoruz biz. Peki ama yer ve gök yaratılmadan önce gün olmadığına göre,
burada bahsedilen gün bizim bildiğimiz günlerden değildir demişler.
Yasin suresinin son
ayet-i kerimelerinde "Allah birşeyin olmasını istediğinde ol der. O da
oluverir" der. Yani altı kademede yaratılmasının da bir çok hikmetleri
vardır. Biz onları şu anda bilmekten adz durumdayız. Belki ilerde bazı
açıklamalar getirilebilir,
"Allah katında
Allah'ın izni olmadan şefaat edecek kimsede yoktur," Ayet-i kerimede
Allah'ın izni olmadan şefaat edecek kimse yoktur diyor. Peygamberler şefaat
ederler ama onlara şefaat iznini Allah (c.c.) verecektir. Allah (c.c.) şefaat
izni vermeden hiç kimsenin diğerine şefaat etme hakkı yoktur.
Şu günümüzde de
kullandığımız "aracı" tabiride bu kelimenin karşılığıdır. Hani bazı
yerlerde işlerin iyi gitmesi için bir adam aracılık yapıverir. Aracı Rabbim
katında yoktur. Bu dünyada iken bütün pislikleri işler, ama parası, ama dayısı
vasıtasıyla adam bu dünyada cezalandırılmadan gidebilir. Rabbim o tip zalimlere
söylüyor şimdi "Allah'ın izni olmadan Allah katında kimsenin şefaatçisi
olmayacak, kimsenin aracısı olmayacak. Bu dünyada paranızla, dayınızla birçok
kabaharlarınızı, zulümlerinizi, günahlarınızı, işkencelerinizi
kapatabilirsiniz ama, Allah katında bunların kapatılması mümkün olmayacaktır.
Ancak izin verdiği
kişiler şefaat edecektir. Peygamber efendimizde buyurmuştur. "Benim
şefaatim ümmetimin büyük günah sahibi olanlarınadır."[5] Yani
ümmetimedir diyor. O Raşule ümmet olanlara peygamber şefaat edecektir. O Rasule
ümmet olmayanlara ise şefaat etmeyecektir.
Hergün ayet-el kürside
de okuyorsunuz.[6] "Onun izni olmadan
kim şefaat edecekmiş?" diyor. Yani Rabbimin izni olmadan kimse şefaat
edemez. Peygamberlerin şefaat etme hakkı vardır. Rabbim verecektir o izni.
Salih insanları, ameli iyi olan insanları, Rabbe yakın insanların şefaat
edebileceğine dâir hadisi şerifler vardır, Ancak şahıs olarak, "şu adam
şefaat edecektir" dememiz mümkün değil. Yani benim şeyhim bana şefaat
edecektir. Onu demeyin. Çünkü Şeyhimizinde imansız gitme ihtimali olabilir.
Onun için hiçbir insan hakkında peygamberler hariç, peygamber (s.a.v.) efendimizin
bildirdiği insanlar hariç şahıs olarak Ali efendi, Veli efendi, Osman efendi
bilmem ne efendi bana şefaat eder demeyin.
Şöyle diyelim:
"Ya Rabbi şefaat izni verdiğin insanların şefaatinden bizleri mahrum
etme." diye dua edersek, inşaallah onların şefaatine nail oluruz. Onların
şefaatine nail olabilmek için tabiiki onlarla tanışmak gerekir.
Ömrünü Kur'an-ı Kerim
okutmakla geçiren çok değerli bir hafızımızın yanma Cerrahpaşa Tıp
Fakültesinde yatarken gittim. Tamşmazdık, kendisini Kur'an-ı Kerime olan
hizmetinden dolayı severdim. Yanma vardım, çok zor konuşuyordu. Dedim ki:
"Efendim sizin gönlünüzü hoş etmek için gelmedim. Siz beni tanımazsınız.
Ancak Mevlana Cami diyor ki: (Baharistan" isimli kitabında) "Ahirette
kişinin günahı ile sevabı denk olursa melekler birbirlerine sorarlarmış -Allah
(c.c.) talimatıyla tabii ki-sorun bakalım yeryüzünde filan zatı tanırmıydı o.
Yani yeryüzündeyken onun çağında yaşayan, çok değerli hizmetleri olan insanı
tanırmıydı o. Eğer tanırsa o adama sorarlar, yani o iyi hizmetleri olan zata
sorarlarmış. "Sen bunu tanıyormusun?" derlermiş. O da
"tanıyorum" derse, bu günahlarınızı es geçermiş ve hadi cennete
doğru git dermiş." Dedimki bak: "Benim günahım çok, öbür dünyada o
aralıklarda dolaşırken sana soracak olurlarsa "bu adamı
tanıyormuydun" derlerse tanımamazhktan gelme haa...." dedim. Çok
hoşuna gitti, gülümsedi. Allah rahmet etsin birkaç gün sonrada vefat etti. Çok
güzel hizmetleri vardı. Onun için çağımızda" dinimize hizmet eden
insanlarla beraber olmaya gayret edelim.
"İşte "sizin
Rabbiniz." İşte sizi yaratan, işte sizi büyüten bu Allah (c.c.) dür. Öyle
ise "Yalnız ona kulluk yapın." Yahu sizi yaratan, sizi büyüten Allah
(c.c.) dururken niye onun dışında onun yarattıklarına ibadet edersiniz.
İbadeti daha önce tefsir
derslerime devam edenler bilirler. "İbadet" yalnız namaz kılmak, oruç
tutmak manasına gelmiyor. Namaz ve orucumuz ibadettir, haccımız ibadettir
Ancak altıbin küsur ayetten bir kaçıdır
bunlar. Onun dışında
ibadet Allanın (c.c.) emrettiklerim yerine getirmek yasaklarından kaçınmak.
Yani hukuk olarak, kanun olarak doğrudan doğruya Allahm (c.c.) kitabını kabul
etmektir.
Rabbimde diyor ki:
İşte bu Allah'tır sizin Rabbiniz. Yani sizi besleyip büyüten O. Öyle ise
"Ona itaat ediniz" onun yasaklarından kaçınınız. Onun dışında başka
adamların emirlerini tutup yasaklarından kaçınma tarafına gidipte, Rabbinize
isyan etmeyiniz. "Nasihat almazmısınız?" Öğüt almazmısmız? diyor
Allah (c.c).[7]
4- Hepinizin
dönüşü O'nadır. Bu Allah'ın gerçek va'didir. Şüphesiz o önce yaratır, sonra
iman edip ameli salih işleyenleri adaletle mükafatlandırmak için onu (ahirete)
döndürür. Kafirlere gelince onlar için küfürlerinden dolayı kaynar sudan bir
içki ve acıklı bir azap vardır.
Hepinizin varacağı yer
odur. Yani bu dünyada emirlerini tuttuğunuz, yolundan gittiğiniz adamlarda
ölecek sizde öleceksiniz. Onunla beraber yürüyeceksiniz Rabbinizin huzuruna.
Öyle ise bu kafirlerin emirlerini tutmayın. Allah aşkına tutmayın. Bu
heriflerin emirlerini değil Allah (c.c.) 'in emirlerini tutun. Ondan geldik ona
dönüyoruz.
Yani yaradılış onun
tarafından başlatılmıştır. Hani günümüzde bir kısım insanlar varya efendim
tesadüfen bir yerde büyük bir patlama oluvermiş, gazlar haline
dönüşüyermişmiş, sonra gaz döne döne dünya oluvermiş. Kimsenin müdahalesi
yokmuş. Gökyüzünde de böyle yıldızlar oldukları yerde dönü dönüvermişler.
Yıldızlar oluvermişler.
Tabi batıdaki adam bu
kadar demiyor. Bu kadar basit söylemiyor. O da kendince büyük izahlar
getiriyor. Kendince bundan ilerisine benim aklım ermiyor diyor. Türkiye'deki
inkarcı adam gibi değil. Adam inkarında yine bir açık kapı bırakıyor. Diyorki
"bak ben ilim olarak şuraya kadar geldim, atomu parçaladım, maddeyi yok
ettim ama enerjiye dönüştü. Korkunç bir şey"diyor. Böyle hatırınıza hayalinize
gelmedik bir şey benim aklım burada dura kaldı diyor.
O yine imansızlıktan imana
açık bir kapı bırakıyor. Ama beri tarafta tesadüfen oldu. Oysa tesadüfen bu
güne kadar birşey oldu mu? Bugüne kadar gördün mü? Yani şöyle bir mermerin
üzerinde durup dururken gülün biri çıkıvermiş. Böyle bir şey olmuş mu? Derken
maymundan bir insan gelivermiş. Böyle bir tesadüf olmuşmu? Yok, olmamış.
Öyle ise bütün bunlar
bir düzen içerisinde devam ediyorsa, bunları böyle ince eleyip sık dokuyan
böyle bir yaradan vardır. Gel bunu kabul edelim, deyince "benim böyle
derin düşünmeye zamanım yok, fazla düşünmeye gerek yok" deyip, adam
geçinip gidiyor. Hayvanlar gibi demiyoruz, çünkü hayvanlar; biraz daha kendi
yaratılış gayeleri doğrultusunda hizmetlerini yapıyorlar.[8]
5- Güneşi
ışık, ayı nur yapan, senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz diye ona menziller
takdir eden O'dur. Allah bunları bir hakikat île yaratmıştır. Bilen bir kavim
için ayetleri açıklıyor.
"Nur'u"
şöyle tarif etmişler; Nur'un parlaklıkta dereceleri vardır. Mesela güneş
doğmadan önce şafak açıyor, ortalık biraz ağanyor. Biraz daha yükseliyor, o
güneşin nurudur derler. Her tarafta bir parlaklık var. Derken güneşin ışığı
suya doğuyor. Oradan duvarınıza yansıyor, o da bir nurdur. Veya kendisi
doğrudan vuruyor. Duvarda gördüğünüz ışıkta bir nurdur diyorlar ama, güneşin
kendisindeki ziyadır. Yani güneşin ziyası deniliyor.
Allah (c.c.)
"Güneşi ziya yaptı. Ayı da nur yaptı" diyor. Ayın ışığını güneşten
aldığı açıklandı. Yani Güneşin kendi zatında ışık vardır. Ziya vardır. Ama
ayınkisi ise ondan yansımış bir nurdur diye açıklamalar getirmişler.
Yani bu ayet,i
kerimeyle bugünün insanlarının vardığı neticeye alimlerimiz daha önceden
varmışlar, tefsirlerine yazmışlar. Allah güneşi ziya ve kameri de nur yaptı, ve
onlara Ay ile güneşe menziller (yani ayın yörüngesinde uğradığı yerler) takdir
etti. Bununla senenin aylarını ve günlerini hesap edersiniz ve hesabınızı tam
tutabilesiniz diye.
Muhterem okuyucu çok
basit gelir ama bizim bütün yaptığımız işler bir hesaba dayanır. Yani adam
meyve mi, elma mı yetiştirecek, sebze mi yetiştirecek, hesabı bilmek
mecburiyetindedir. Eylül ayında tohum atacağız. Yahutta Ekim ayında tohum
atacağız. Filan ayda süreceğiz, filan ayda hasılatı kaldıracağız. Ama bütün bu
yiyecek, içecek, giyecek gibi her-şeyimiz hesaba dayalı ve teknolojideki hesap
bizim anamızın, babamızın hesabından daha hassas saniyelerle değil saliselerle
yapıyorlar işi. Koşucuların ve sporcuların bütün yaptıkları iş saliselerle
yürütülüyor.Yani bütün kainatta bizim çıkarımıza olan her şey hesab üzerine
dayalıdır.
Allah (c.c); Aya ve
güneşe menziller takdir ettiğini buyuruyor. Bununda hikmeti bizim aylan
günleri hesap yapabilmemiz, hesabımızı doğru tutabilmemiz içindir. Şimdi biz
vakitlerimizi ayarlayabilmemiz için saate bakıyoruz. Bu saatlerimizde aya veya
güneşe ayarlıdır. Bizim saatlerimiz bozuluyor. Ama Allah'ın (c.c.) akrep gibi
duran güneşi, yelkovan gibi dönen ayı hiç bozulmadan devam ediyor. Öyle olunca
Allah (c.c.) bizim için nimet olarak bir ayın ve güneşin ışığı ve ısısı
özellikle güneşin ısısı ve ışığı, ayın ışığı yalnız bunlarla kalmamış faydaları
yeryüzünde bütün ekonomimizin, sanayiimizin, siyasetimizin bütün varlığımızın
evlenmemizin, boşanmamızın, ölmemizin, kalmamızın hesabını ay ve güneş ,
akreple yelkovanı üzerine oturtuyoruz. Öyle ise nimetlerin en büyüğündendir.
"Hesapsız
adam" diyoruz. Yani hesabını kitabını bilmemek o adam için ayıptır değil
mi? Öyle ise bütün hesapların temelinde de dakikalar, saatler, günler, aylar
vardır. Teknolojinin temelinde de o vardır, siyasetin temelinde de o vardır.
Ayrıca bunların
menzilleride insanların üzerinde etkilidir. Ayın yeni halinde iken doğan eski
halinde iken doğan insanlar üzerinde etki meydana getiriyor. Köyde kalanlar
bilirler. Ayın eskisinde ağaç kesmezler. Evine ağaç lazımdır. Hicri ayların
15'inden sonra kesmezler. Çünkü ağaç kurtlanır derler. İnsanlarda da ekzaması
olanlar iyi bilirler. Onlarında ayın durumuna göre azdığı veya yavaşladığı
dönemleri olduğunu doktorlarımız söyleyiveriyorîar. Denizlerdeki med ve cezir
gibi vücudumuzda da etkisi vardır.
Bütün bu etkiyi
yaratan sebepleri de ısısını da, ışığını da yaratan Allah (c.c). Hani ziyada
hem ışık vardır, hem ısı vardır. Nurda ise ışık vardır ısı yoktur derler.
Güneşi ziya yapmış, ayı da nur yapmış Allah (c.c).
Yeryüzünün ısıtılması
için Allah (c.c.) güneşin yakıtının tedarikini dünya insanına bırakıverseydi ne
olurdu halimiz? Bütün dünyayı atıversiniz güneşe sobanın içine atılan bir
yaprak gazeli kadar dayanır. Öyle ise Allah'a hamd etmek, ona itaat etmek, onun
dışında bütün hüküm koyan insanları yıkmaktan başka çıkar yolumuz yoktur.
Allah, bütün bunları
hak üzere yaratmıştır. Gerçek olarak yaratmıştır
ve hiçbir şeyi boş
olarak yaratmamıştır. Al-i İmran suresinde tefsiri geçmişti. "Ya Rabbi
sen boş birşey yaratmadın"[9]
Burada da bunları bir hak üzere yaratmıştır, boş yaratmamıştır. Allah bu
ayetlerini bilenler için açıklar diyor. İlim sahipleri için Allah ayetlerini
açıklar diyor. Allah'ın hem Kur'an ayetlerini anlamak için, hemde tabii
ayetlerini anlamak için ilme ihtiyaç var.
Kitap okumaya
başlıyorsunuz, Allah (c.c.)'ın kelamını okumaya başlıyorsunuz. Öyle ise onu
ciddiye almalıdır. İmam-ı Malik (r.a.) peygamber efendimizin hadislerini
okuturken tertemiz elbiselerini giyinir, güzel kokularını sürünür, andan sonra
talebelerinin yanına çıkar, hadis-i şerif dersini öyle başlatırdı. Onun içindir
ki 1200 seneden beri binlerce insan ona rahmetle dua okumaktadır. Okuduğu ve
okuttuğu hadise önem verdiğinden dolayı. Bizde Allah'ın kelamına önem verirsek
oda manasını bize açacaktır. Evimize getirdiğimiz geline siz önem verirseniz,
yüzünü, duvağını açarsanız size gülümseyecektir. Ama duvağını açmayacak
olarsamz o da size gülümsemeyecektir. İşte Allah'ın kelamını açar ona önem
verirsek, o da manasını bize açacaktır.[10]
6- Gece ile
gündüzün ihtilafında, Allah'ın göklerde ve yerde yarattıklarında sakınan kavim
için ayetler vardır.
Kolumuzdaki saate bile
hakim olamıyoruz. Bir dakika ileri gidiyor, beş dakika geri kalıyor. Böylece
zamanlarımızın ayarında bizi şaşkınlığa düşürüyor. Allah (c.c.) akrep ve
yelkovan gibi gökyüzüne asıverdiği güneşle, ay; dünyanın kuruluşundan bugüne
kadar bir saniye ileri gitmemiş, bir saniye geri kalmamıştır. Bunların ard arda
gelmeleri ve birinin gelmesiyle öbürünün gitmesi ve dünya üzerinde bir denge
sağlamaları Al-lah'ın(c.c) ayetlerindendir. Ayet, "birşeyin varlığına
işaret eden" demektir. Hani yol boylarında Mekke'ye giden yolu ve
kilometresini gösteren işaret levhaları vardır ya, işte tabiatta gördüğünüz,
duyduğunuz, dokunduğunuz, hissettiğiniz her şeyde Allah (c.c.)'ın varlığına ve
de birliğine işaret levhalarıdır ve ayettirler. Yerde ve gökte gördüğümüz
herşey, tuttuğumuz herşey onun için bir delildir.[11]
7- Bize
kavuşmayı ümit etmeyen, alçak bir hayata razı olup onunla tatmin olan ve
ayetlerimizden gafil olanlar..[12]
8- İşte
onların kazandıklarından dolayı sığınakları ateştir.
Onlar dünyada yapmış
oldukları günah ve küfür nedeniyle yollarının cehennem olduğunu Allah (c.c.)
bize haber veriyor. Ahireti inkar tarihte olduğu gibi günümüzde de
bulunmaktadır. Bunlar bu dünya hayatına razı olan ve bununla huzur bulmaya
çalışan insanlardır. Aslında gönüllerinin en derin yerinde ahiret endişesi de
yatmaktadır. Ancak ahiret inancı bu dünyadaki çıkarlarını engelleyeceğinden ve
bu insanların haram lokmalarını boğazlarında bırakacağından, Ahirete imanı
terk tarafını tercih etmişlerdir.
Düşünmemeyi ve
okumamayı ve bu konunun konuşulmamasını arzu etmektedirler. Çünkü lüks
salonlarında, haram lokmaları boğazlarına indirirken, ahiret sahnelerinin en
tatlı haram lokmalarını acıya çevireceğini bildiklerinden dolayıdırki ahireti
inkar tarafına gidiveriyorlar. Bu konuda da kendilerine göre bir mantık
geliştiriyorlar. "Giden gelmiş mi? Gelipte haber vermiş mi?" gibi
basit sorularla kendi imansızlıklarını güçlendirmeye çalışıyorlar. Aynı soru
kendilerine de sorulabilir: "Peki giden geldi de size haber mi verdi?
Gitti biride ahiret denilen şeyin olmadığını habermi verdi?" diye bizde
aynısını sorarız.
Bunun yanında
yeryüzünde görmekte olduğumuz; bütün çiçekler, ağaçlar, sebzeler ve meyveler
ahiretin olduğunu bize göstermektedirler. Çünkü onlar bahar mevsiminde dünyaya
geliyorlar. Güz mevsiminde ölüyorlar. Kardan kefenlere bürünüyorlar ve toprağa
gömülüyorlar. Sonrada baharda yeniden İsrafilin Sur'u gibi bir bahar rüzganyla
yeniden başak veriyorlar ve dünyaya yeniden geliveriyorlar. Bunlarda bize
gösteriyor ki Allah (c.c.) insanları da İsrafilin Sur'uyla birgün mahşerde
diriltecektir.
Ahirete inanmayan
insanlar mevsimlik böcekler gibidir. Ağustos ayında dünyaya gelen böceklere
"yahu bekleyin ilerde kış vardır, onun ilerisinde de bahar vardır"
denilse hayatında hiç bahar ve kışı görmeyen bu sinekler bunu inkar tarafına
gidebilecekleri gibi, ahireti görmeyen bu insanlarda ahireti inkar tarafına gideceklerdir.
Allah (c.c.) mü'minlere haber veriyor:[13]
9- Şüphesiz
iman edip ameli salih işleyenlere imanları sebebiyle Rableri onları altından
ırmaklar akan naim cennetlerine ulaştırır.[14]
10- Onların
oradaki duası: "Allah'ım sen bütün eksikliklerden münezzehsin" (sözüdür).
Sıhhat ve afiyet dilekleri: "Selam"dır. Dualarının sonu ise:
"Hamd alemlerin Rabbinedir." (sözüdür).
Orada o cennetler
alemindeki mü'minlerin duaları "Sübhanekellahümme" dir. Yani "Ey
Allah'ım seni teşbih ve tenzih ederiz." derler ve orada kendi aralarında
konuşmaları da, sağlık temennileri de "Selâm" kelimesidir. Selam
kelimesini bu dünyada çok söyleyenler, Esmaiil Hüsnası olan Allah (c.c.)'ın
(Darüs Selam) diye isimlendirdiği cennetine gireceklerdir. Duaların sonunda da
"Elhamdülillahi Rabbil alemin" diyeceklerdir. Yani dünyada beş vakit
namazında kırk defa "Elhamdülillahi Rabbil alemiyn" diyenler
alemlerin Rabbine hamd olsun ki Allah (c.c.) vaad ettiğinin de ötesinde bize
rahmetinden azıcık ibadetlerimizin karşılığı olarak çok büyük nimetler vermiştir
diye Allah'a hamdü senalar edeceklerdir.
Gönüller arasındaki
sevgi, gözle görülmeyen bir şeydir. Gözle görülmeyen bir sevginin bir insandan
diğer insana nakledilmesi, yine gözle görülmeyen bir şeyle olmalıdır. Yani bir
vasıta ile olmalıdır ki, o da gönüller arasındaki "selam"
kelimesidir. "Selam" Allanın (c.c.) Esma-ı Hüsnasındandır.
Haşr suresinin son
ayetinde bildirildiği gibi Allah (c.c.)'m Esmaül Hüsnasındandir. Mü'minleri
İslama sokan onları dünyada selamette kılan ve Ahirette de onları "Darüs
Selam"ma ulaştıran Allanın (c.c.) ismidir. Birgün akşama kadar eğer bin
kişiye selam verirseniz, Allah (c.c.)'rn isminide bin defa zikr etmiş
olursunuz. Ayrıca karşı tarafa selametler dilemiş olursunuz. İnsanlar
arasındaki kini nefreti yok edebilecek en iyi ilaç selam vermekdir. En fazla
küs olduğunuz bir insana bir defa selam veriu niz. Belki sizin selamınızı
almayacaktır. Ama ikinci defa selam verdiğinizde biraz gönlü yumuşamış
olacaktır. Üçüncü selamınızda size doğru
gönülsüz de olsa
selamınızı alacak, dördüncüsünde ise kucaklaşmayı sağlayacaktır bu selam. Onun
içindirki Allah (c.c.) bir başka ayet-i kerimesinde: "Bir selamla selaml
andığın iz zaman, size biri selam verdiği zaman siz, onun selamından daha güzel
bir şekilde veya aynı ile selamını alınız" diyor.[15]
Selam vermenin usulü
hadisi şerifte de bize bildirilmiştir. Küçüğün büyüğe selam vermesi
gerektiğini, yürüyenin oturana selam vermesi gerektiğini, vasıtalının
vasıtasıza selam vermesi gerektiğini, Peygamber efendimiz bilâirmiş.[16]
Kadınlar, erkekler birbirlerine aralarında selam verebileceklerini peygamber
efendimiz (s.a.v.)'in kendi hayatındaki tatbikatından da ayrıca öğrenmekteyiz.
Selam da bir
kelimedir. Kelimeler toprağa düşen bir tohum gibidirler ama tohum gibi
çürümezler. Bazen anında çiçeklenirler, bazende elli sene gönülde durur, elli
sene sonra meyve verirler. Ud'un tellerinden daha fazla akorda muhtaçdır
sözlerimiz. Kendimizi ayarlarken karşımıza hayat vermeliyiz. Hani şairler
birbirleriyle atışmaya başlamadan önce biri diğerine "ayak" veriyor.
Mesela "gül" diyor, gül üzerinden başlıyor şiir. Ona ayak tabir
ediliyor. Ayak vermemiz gerekiyor. Dostçamıyız, düşmancamıyız, hayırmıyız,
şermiyiz. Sözlerimizden Önce bir elçinin varıp karşımazdakinin yüreğinde
dostane bir ortam hazırlamalı. Efendimiz (s.a.v.) buyurmuş. "Önce selam,
sonra kelam"[17]
Batılı bir yazar şöyle diyor: "Kim icad etti bilmiyorum ama dünyanın en
büyük icadı selamdır" Öyle ya insanların yapmış oldukları arabalar,
uçaklar, uydular her türlü teknolojik vasıtalar insan içindir. Selam ise bütün
insanları birbirine bağlayan aralarındaki kini yok eden görülmez bir ilaçtır.
Yani evvela insanların
gönlünü hoş eden bir ilaçtır. Gönlü hoş olmayan her tarafı sızım sızım
sızlayan bir insanı dünyanın en konforlu bir vasıtasına bindirseniz ağrısını
dindiremezsiniz. İçi kinle, düşmanlıkla dolu bir insan dünyanın en lüks
köşkünde yaşasa rahat edemez, öyle ise onun evvela gönlü tedavi edilmelidir.
Selam olan Allah (c.c.)'m İslamı gönlüne girmeli ve selamla o insan tedavi
edilmelidir. Kelamdan önce selamı tavsiye eden peygamberin hadisi şerifinde,
"Tokalaşmak kini yok eder, hediyeleşmek düşmanlığı giderir" diyor.[18]
insanlar birbirine selamdan sonra efendimiz (s.a.v.)'m hadisine uyarak ellerini
uzatırlar ve dostça tokalaşırlar. Hani yine hadisi şerifte bildirdiğine göre
"İki mü'min tokalaşırken onların tokalaşması güz mevsiminde ağaçlar
üzerinden yapraklar döküldüğü gibi günahlarının dökülmesine sebeptir"[19]
insanlar barışın sembolü olarak zeytin dalını kullanmışlardır ve eli tavsiye
etmişlerdir. Yani elin, elle tokalaşmasını tavsiye etmişlerdir. Peygamber
(s.a.v.) elle tokalaşmayı bizzat kendisi
yapmıştır
ve"Tokalaşın, tokalaşmak kini giderir, buyurmuş. Zeytin dalı toprağın
ürünüdür. Elimiz kendi canımız ve kanımızın ürünüdür. Onun için elimizden daha
güzel bir elçi yoktur, ve selamımızdan daha güzel bir elçimiz yoktur.[20]
11- Eğer
insanların hayrı acele istemeleri gibi Allah'da şerr'de acele etse idi, onların
sürelerini bitiriverirdi. Bizimle kavuşmayı ümit etmeyenleri biz, azgınlıkları
içinde bocalar halde bırakiveririz.
Yani kafirlerin
küfründen dolayı Allah (c.c.) onları anında cezalandırmıyorsa onlara mühlet
vermiş olmasındandır. Yoksa onlardan haberdar olmadığı anlamına gelmez.
Onların bu dünyada cezası verilmezse, ahirette mutlak surette cezalan
verilecektir. Devam eden ayet-i kerimede, insanların karakterine, hemen hemen
herkeste bulunabilen, kafirde daha fazla görülen bir hastalığına dikkat
çekiyor.[21]
12- İnsana
bir zarar dokunduğunda yan yatarken, otururken veya ayakta iken bize dua eder.
Ondan zararı kaldırdığımızda sanki ona dokunan sıkıntıya bizi çağırmamış gibi
geçer gider. İşte müsriflere yaptıkları böyle süslü gösterildi.
Hani onulmaz bir
hastalığa düşen, doktorlar tarafından ümit kesilen, sabahlara kadar ağrısı
dindirilemeyen bir insan her yere baş vurduktan sonra ümidi kesilince, karanlık
geceleri yaratan Allah (c.c.)'den başka dönecek kimseciğinin olmadığını
görünce ona yöneliyor. Allah, Allah, Allah diye bağırıyor. Ama neticede birde
bakıyorsunuz ki Allah onun belasını, musibetini ve acısını alıvermiş.
"Onun belasını ve
musibetini onun zararını giderdiğimizde sanki ona birşey dokunmamış gibi bize
olan ibadetinden, duasından vazgeçiverir. Yani Allahı (c.c.) yine unutur,
günlük hayatına döner ve orada kendi hayatında kendince hayalını düzenlemeye
devam ettirir. Bunu yaparkende kendine göre bir felsefe geliştirir tabii
şeytanın yardımıyla, o yapmış oldukları işlerde, müsriflere yaptıkları işler
güzel gösterildi" diyor Allah
(c.c). Yani her insan
yaptığı işi kendisine göre bir felsefesini yapar. Yani kendisini tatmin edecek
bir mantık temellerini bu konuda bulur. O temeller zayıf mı veya kuvvetli mi
onun için önemli değil. Kendisini ikna edecek bir vesveseyi bir felsefeyi o
icat eder, şeytan yardım eder. Allah (c.c.) de o istedikten sonra bu kanunları
halk eder. Ama Allah (c.c.) geçmişten ibretli sahneler veriyor bize ve diyor
ki.[22]
13- Andolsun
biz zulmettikleri için, peygamberleri apaçık deliller getirdikleri halde iman
etmedikleri için, biz sizden önce nice çağlar (da yaşayan nesiller)ı helak
ettik. İşte biz suçlu kavmi böylece cezalandırırız.[23]
14- Sonra
sizin nasıl yapacağınızı görmemiz için onlardan sonra yeryüzüne sizi halifeler
yaptık.
Biz Halife kılınmışız
zaman içersinde. Hz. Adem Allah'ın halifesi olarak yaratılmış ve onun
çizgisinde devam eden bütün peygamberlerde yeryüzünde Allah'ın halifeleridir.
Peygamberleri takip eden bütün mü'minlerde Allah (c.c.)'ın halifesidir. Halife
kendisini seçen, kendisine o yetkiyi veren Allah (c.c.) adına yönetimi ele alan
kişi demektir. Öyle ise biz Allah'ın (c.c.) koyduğu kurallar doğrultusunda,
onun mülkünde, onun kullarına, onun kanunlarına uygun olarak insanları
yönetmemiz için halife kılınmışız. Mümin her halinde fotoğraf çektiriyormuş
gibi düzenli hareket etmelidir.[24]
15- Onlara
apaçık ayetlerimiz okunduğunda, bize kavuşmayı ümit etmeyenler "Bize
bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir" dediler. Deki "Onu
benim kendiliğimden değiştirmem benim için imkansızdır. Ben ancak bana
vahyolunana uyarım. Eğer ben Rabbime karşı gelirsem büyük bir günün azabından
korkarım."
Peygamber efendimiz
(s.a.v.)'ın getirmiş olduğu ayet-i kerimeler, peygamberin kendisinden değil,
Allah (c.c.) dandır. Bizim çıkarlarımızı en iyi bilen Allah (c.c.)'dir. Hangi
şey bizim çıkarımızadır, hangisi zararınızadır.Onu da o, daha iyi bilmektedir.
Onun içindir ki vermiş olduğu her emir ve indirmiş olduğu her yasak vede
Kur'an-ı Kerimde bildirmiş olduğu her haber mutlak surette bizim lehimizedir.
O emirlere uyarak
yasaklarından kaçınacak olursak iki dünyamızıda güzel eyleyeceğiz. İnsanların
bazen kendilerinden bulduğu kaideler, kurallar vardır mutlu olabilmek için.
Ama hayatımızda görüyoruz. Bir kısım insanlar mutlu olacağım diye kendine göre
bir yol takip ediyor. Neticede bu dünyada bela ve musibetle karşı karşıya
kalıveriyor. Bazen namusundan oluyor, hanımından, çoluğundan, çocuğundan
oluyor. Malından, mülkünden oluyor. Hayatından bile oluveriyor. Yani kişiler
kendi hayatlarının mutluluğunu kendilerinin koyduğu kurallar ve programlar
içersinde yapmaya kalkarlarsa yarının ne getireceğini bilemediklerinden
dolayı-dırki, bir çok bela ve musibetlerle de karşı karşıya kah veriyorlar.
Mekkeli müşrikler
ayet-i kerimelerin gelmesiyle kendilerinin çıkarları zedeleniverince, o güne
kadar yapmakta oldukları pisliğin de meşru olduğu konusunda, peygamber
(s.a.v.)'dan ayetler istiyorlar. Ama peygamber efendimize emir "Bunları
ben kendiliğimden söylemiyorumki, ben bana vahy olunana uyarım" de diyor.
Peygamber (s.a.v.).
Günümüzde de bize
"Kur'an-ı kerim ayetlerinin yanında Kur'an-ı Kerim ayetlerinden başka
yine bizim sevdiğimiz saydığımız insanların sözlerine de uyalım"
diyenlere karşı biz aynen peygamber (s.a.v.)'ın söylediği sözleri söyleriz.
Burda peygamberimiz "bana vahy olunana uyarım" diyor. Bizde Biz
peygamberimize vahy olana uyarız.- Yoksa insanlara şeytanların vermiş olduğu
vesveseye uymayız diye yirminci asırda bu insanlara peygamber (s.a.v.)'ın
cevabını vereceğiz. Yine peygamber efendimiz cevap veriyor:[25]
16- Deki:
"Eğer Allah dileseydi onu size okumazdım ve onu size bildirmezdim. Ben
daha önce sizin aranızda bir ömür boyu kalmıştım. Akıl etmiyormusunuz?
Ebu Cehlin nesli yok
olmuş değil, Ebu Leheb'in nesli de yok olmuş değil. Aynı şüpheyi taşıyan
insanlar var. "Peygamber kendiliğinden uydurdu. Arabistanda birkaç tane
Yahudilere ve Hristiyanlara ait kitapları okudu. Bizans'a, Şam'a kadar geldi.
Orada bazı papazlarla görüştü. Onlardan edindiği bilgileri onlara nakl
etti" diye yayın bile yapılmıştır. Yani bu yayınlar batıda yapılmıştır. Bu
yayınlar Türkiye'de bazı imansızlar nez-dinde kabul görmüştür.
Halbuki şunu bilmezler
ki peygamber (s.a.v.) çocuk yaşta iken 12 yaşında Suriye'ye kadar gelmiştir.
Hani bir çocuk Türkçe'yi bilmese ve Türkiye'ye gelse, Türkiye'de Hukuk
Fakültesine 15 günlüğüne misafir olsa Türkiye'de okutulan bütün hukuk
kitaplarını ezberleyip gidipte bunu memleketinde anlatabilir mi insanlara?
Mümkün değil.
Peygamber (s.a.v.) 12
yaşlarında Suriye'ye amcasıyla bir kervanla beraber geliyor. Rahip Bahire
peygamber efendimizi görüyor. Peygamber efendimiz hakkında Ebu Taliple
görüşüyor. Yani rahip, Ebu Talip'le görüşüyor.[26]
Yoksa peygamber efendimizi görüyor ama onunla konuşmuyor. Yani o kısa zaman
içersinde bütün bir kitabın bilgisini bir çocuğa nasıl aktarır. Madem o bilgi
varmış rahibin kendisinde neden söylemezmiş.
Onun için peygamber
(s.a.v.)'a Mekkeli müşrikler de bu kendiliğinden de uyduruyor diyorlar.
Günümüzde bir kısım imansızlarda aynı şeyi söylüyorlar. Peygamber kendiliğinden
o günlerde çok güzel şeyler söylemiş ama, modası geçmiş gibi, imansızca söz
söyleme tarafına gidiveri-yorlar. Deki onlara:"ben sizin aranızda yıllarca
yaşadım" siz benim 40 yaşma kadar ki yaşantımı biliyorsunuz. Yani kırk
yaşına kadar sizinle aynı kültürün etkisi altındaydım. Yani Mekke'de neler
duyuluyorsa, söyleniyorsa, anlatılıyorsa bende onları duymakta ve onları
ezberlemekteydim. Yani benimle sizin aranızda bu 40 yıllık yaşantımda bir fark
yok, ancak fark surda, Allah (c.c.) ilerde onu seçecek ya daha
peygamberliğinden önce de korumuş. Yalan söylememiş hayatında, iftira etmemiş,
zina yapmamış, hayatta içki içmemiş, puta tapınmamış, ayrı bir hayat yaşıyor
insanlardan. Yine de hatırlatıyor. Mekke'li insanlara "40 yıl sizin
aranızda kaldım ben. Şimdi size sizin duymadığınız sözleri söylüyorsam, daha önce
bunları ezberlemediğimi biliyorsunuz."
Yani ben ezberlemiş
olsaydım sizde ezberlerdiniz. Aynı şehirde yaşıyoruz. Aynı insanları görüyoruz.
Aynı insanlarla tanışıyoruz. Öyle ise ben bunları kendiliğimden söylemiyorum.
Bunu bana Allah (c.c.) vahy ediyor. Bende o vahyi size hatırlatıyorum.
"Hala mı akıllanmayacaksınız? Hala mı anlamıyorsunuz, akıl
etmiyorsunuz?" diyor Allah (c.c).
Bizde günümüzdeki
insanlara aynısını söylüyoruz, ve diyoruz ki: Peygamber efendimizin yaşadığı
çağ bundan 1400 sene önceki çağdır. O çağdaki dünyanın çeşitli yerlerinde
yaşamış ilim adamları vardır. Rahipler, hahamlar vardır, çeşitli kültürlü
insanlar vardır. O insanlardan günümüze kadar kitabı gelebilmiş insanlarda
vardır. Yani 1400 sene evvelinden Fransa'da, İngiltere'de, Almanya'da,
Rusya'da ve Çin'de, Hindistan'da, günümüze kadar gelen kitaplar vardır.
Buyurun o kitaplarda Kur'anın bir benzeri varmıdır?
Yani eğer peygamber
kendiliğinden uydurmuş olsaydı, diğer insanlarla bir benzerlik meydana
gelecekti. Mesela Türkiye'de bir yazarın sosyal konularda yazmış olduğu bir
yazıyı alın, aynı konuda da İngiltere'de bir yazı yazılmıştır. Bu adam ondan
kopyamı etti. Hayır kopya da etmedi. Çünkü aynı çağda yaşadıklarından, aynı
sorunlarla karşı karşıya geldiklerinden, bu sorunlara insanlar çıkış yollarını
bulurken birbirlerine benzerlik arzederler. Onun gibi dünyanın çeşitli
yerlerinde 1400 sene evvel yazılan kitaplar da birbirlerine benzerlik arz
ederlerken, Allah'ın kelamında böyle bir benzerliğin olmadığını görüyoruz. Buda
bize Allah Rasulünün bize getirmiş olduğu kitabın, Allah (c.c.) tarafından
nazil olduğunu bildirmiş oluyor. Allah (c.c.) devam ediyor:[27]
17- Allah'a
yalan uyduran ve onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz
suçlular kurtuluşa eremezler,
Gazetelerin
manşetlerinde hergüft işkence konusu da işleniveriyor. Allah (c.c.) diyor ki:
"Allah'a iftira atandan, yalan iftira atandan daha zalim kim vardır. Onun
ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır" diyor. Bir başka ayet-i
kerimede "şirkin bizzat kendisi en büyük zulümdür" diyor.[28]
Yani insanlar insana
işkence ediyorlarsa iyi bilin ki temelinde Allah'ın ayetlerini yalanlama
vardır. Allah'a iftira atma vardır. Şirk koşma vardır. O olmamış olsaydı
insanlar insana zulmedemezlerdi. Yaratılmışı yaratandan ötürü severlerdi.
Allah'ın yarattığı bir insan, bir can, bir kuş, bir taş, bir çiçek veya bir
böcek diye görmeye başlar. Bu sefer insanlar Allah'ın yarattıklarına karşı
merhametli davranmaya başlarlardı. "Suçlular felah bulmaz" diyor
Allah (c.c.) Yani Allah'a karşı iftira edenler ve Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlar onlar iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler diyor.[29]
18- Onlara
Allah'tan başka fayda ve zarar vermeyenlere kulluk yapıyorlar ve "Bunlar
Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar. Deki: "Göklerde ve
yerde Allah'ın bilmediklennimi haber veriyorsunuz? O onların ortak
koştuklarından uzak ve yücedir."
Burda günümüzde
peygamberleri dışında insanlar hakkında isim vererek şu zat bana şefaat edecek
demeyeceğiz. Daha önce bu sürenin üçüncü ayetinde bu konu geçmişti. İsim
vererek Ali efendi, Veli efendi, Kerim efendi, Osman, Ahmet efendi bana şefaat
edecektir demeyeceğiz. Peygamberlerin dışında, şefaat etme hakkı bize Kur'an
veya Sünnette bildirilmemiştir. Ayet-i kerimede ve Hadisi şerifte de; salih
insanların, ilmi ile amel eden alimlerin,mücahidlerin, Kur'an-ı Kerimi manası
ile kavrayıp okuyan vede amel edenlerin yakınlarına şefaat edeceği bildiriliyor.[30]
Ama hafız efendinin bu
dünyadan nasıl gittiğini biz bilemediğimizden dolayıdır ki, "o zatta bize
şefaat edecektir" demeyeceğiz. Ancak "Ya Rabbi şefaat izni verdiğin
kişilerin şefaatından bizleri mahrum etme" derken biz Rabbimize dua etmiş
oluyoruz. Çünkü şefaat iznini de verecek olan O. Burada müşrikler Allah'tan
başkasına tapmıyorlar, tapınırken de diyorlar ki: "Bunlar bizi Allah'a
götürendir. Allah katında bizim için şefaatçidirler" diyorlar. Böylece
kafir olmuş oluyorlar. Onun için böyle şahıslar hakkında aynı şeyi
söylemeyeceğiz.
Günümüzde de puta
tapanlar vardır. Yani yalnız Mekke döneminde puta tapınılmış değil, bazı
filmlerde gösterilirler. Ebu Cehlin, Ebu Süf-yan'ın,Ebu Leheb'in etrafındaki
avaneleri geliyorlar, Taşın önünde, böyle garip garip merasimler yapıyorlar.
Böyle bir şey yok. Onlara tapınıyorlar ama onun taş olduğunu biliyorlar. Allah
kabul etmiyorlar. Bu Yunus suresinin 18. ayet-i kerimesinde onlara ibadet
ederlerken (Allah katında bunlar bizim aracımızdırlar, şefaatçimizdirler)
diyerek onlara saygı duyuyorlar, onlara ibadet ediyorlar. Onlar hakkında
İbrahim (a.s.) putperestliğin karakterini onlar hakkın böyle fotoğrafını çekip
veriyor bize, Allah (c.c.) ayet-i kerimesinde şöyle bildiriyor. Bu putları siz
kendinize ilah olarak ediniyorsunuz ama şunun için: aranızda bir sevgi birliği
olsun için
putları kendinize ilah
kabul ediyorsunuz diyor. Yani birliğinizi sağlayabilmek için bu putları
kendinize ilah kabul ediyorsunuz diyor.[31]
Şöyle açıklayalım
bunu: Şu cemaatten dört tane eli silahlı çıkıyor ve diyor ki: "Tamam,
hepiniz teslim olacaksınız ve bizim dediklerimize uyacaksınız" diyorlar.
Sizin elinizde de silah yok. Şimdi bir köye bir muhtar olurmuş, bir şehre bir
vali olurmuş çünkü "çatal kazık yere geçmez" derler. Bunların
dördünden birisinin ileri geçmesi gerekecek. Hangisine olsun, biri olsa, öteki
üçü itiraz eder. Öyle olunca orta yere bir baş dikerler. "Bu başa
tapınacaksınız. Bayramlarınızı, seyranlarınızı, ibadetinizi, merasimlerinizi,
taatlerinizi bunun etrafında yapacaksınız. Bizim dediğimiz yerde
toplanacaksınız" derler.
Bütün devletlerin ve
milletlerin hayatında bir yerde toplanma ameliyesi olmuştur. Yani bütün bir
millet bir yerde toplanır. Milli birlik ve beraberlik kelimesi kullanılır ya,
milli birlik ve beraberliği sağlamak gerekir. Peki milli birlik ve beraberliği
sağlamak için adres vermemiz gerekecek. Diyeceksiniz ki Sultan Ahmet
meydanında toplanalım. Yani adres verirseniz toplanırsınız. Birlik içinde adres
vermek gerekiyor.
Biz diyoruz ki:
"Hepiniz hep birlikten Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız."[32] Yani
birliğinizi Allah'ın kelamı etrafında yapınız. Onun okunduğu ve anlatılmaya
çalışıldığı mescitlerde bir araya gelmeye çalışınız.
Peki Allah'ın kelamına
inanamazlarsa filan ağanın dedikleri etrafında toplanalım. Onun bulunduğu yerde
bir araya gelelim, gibi adres vermek meydana gelir ki, orasıda sizin gibi ya
bir insandır, ya bir inektir. Bir kuş veya bir taştır. Onun için Allah'ın
yarattığına tapılmaz. Allah'ın bizzat kendisine ibadet edilir. Bütün
yaratıklarda ona ibadet etmekle mükelleftirler.
Yani Allah'a
inanmayanların tapınma gayeleri insanların şahsi çıkarlarım yerine getirmeleri
için tezgahlanmış bir olaydır. Başlangıçta putperestlik yoktu. Peygamberle
hayatımız başka idi bizim.[33]
19- İnsanlar
birtek ümmet iken ihtilafa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı,
ihtilafa düştükleri konuda aralarında hüküm verilirdi.
Yani Adem (a.s.)'la
başlayan ümmetin 10 sahifelik kitapları var,peygamberleri, yazıları var.
Dinleri günleri ve ibadetleri yar. O azıcık ailenin Allah tarafından
indirilmiş hukuku dahi var.
Öyle ise toplu halde
idilerde, sonradan dağıldılar. Birbirleriyle ihtilaf ettiler. Bir peygamber ve
kitabına sarıldıkları müddetçe, birlik halindeydiler ama orta yere çıkar
hesapları girince, hani Kabil'in Habil'le olan kavgası vardır. Habil diyor ki:
"gel bu meselemizi, mahkemelik olayımızı, Allah'ın kanunları çerçevesinde
çözelim" diyor. Kabil'de diyor ki: "Allah bana akıl vermiş, mantık
vermiş. Bir de bedeni güç vermiş. Ben kendi hakkımı kendim alırım" diyor
ve kardeşi Habil'i öldürüveriyor.
Allah'ın kanununa
karşı ilk kanun çıkaran kişi Kabil'dir. İlk kanda böylelikle akmıştır. Rabbime
isyanla beraber yeryüzünde kan akmıştır. Onun içindir ki, Peygamber: (s.a.v.)
"yeryüzünde haksız yere Öldürülen her insandan bir günahta Kabil'e
gitmektedir" diyor. Çünkü ilk adam öldürmeyi o başlattığından dolayı.
Onun içindir ki,
birlik sağlayabilmek için Allah'ın kitabına yönelinmesi gerekir. Eğer insana
yönelecek olursak, bu sefer eli silahlı olan herkes kendisini kıble kabul
edecektir. İnsanların hepsinin kendisine yönelmesini, insanlara verdiğini yutturmasını
ve emrettiğini tutturmasını emretme tarafına gidecektir ki, ayrıca o da bir
put olup çıkacaktır.
"Eğer Allah
(c.c.) geçmişte olan bir hükmü olmasaydı, bu ihtilaf ettikleri konusunda
Allah'ta onların hükmünü verirdi" diyor. Yani cezalandırırdı ama Allah
(c.c.) kafirlerin yapmış olduğu suçtan dolayı hemen cezalandırmayacağını, yine
bu surede bize haber vermiştir. Onun için acele etmiyor.[34]
20-
"Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil mi?" diyorlar. Deki:
"Gayb Allah'a aittir. Bekleyin. Bende sizinle beraber bekleyenlerdenim.
İlk nazil olan ayet-i
kerimelerde deRabbim müjde veriyor. "Bugün güçsüz gibisin, etrafında sana
iman edenler fazla yok ama, yakında zaferi sende göreceksin, onlarda
görecek" diyor. Neticede 13 senelik bir zaman sonra da peygamber
efendimiz (s.a.v.) o güçsüz gibi görülen insanlarla devletini kuruveriyor.
Sonra kalan 10 seneki toplam 23 senelik zaman içersinde ikibuçuk milyon m2
toprak üzerinde yaşayan insanların gönüllerini feth ediveriyor.
Allah (c.c), Mekke
müşriklerini peygamber efendimizden mucize istemeleri konusunda çeşitli ayet-i
kerimelerim getirmiş. En'am suresinin 111. ayet-i kerimesinde "Eğer biz
onlara melek göndermiş olsak veya bir ölüyü diriltip konuştursak veya herşeyi
önlerinde onların toplasak, yine iman etmezler." Bir başka ayet-i kerimede
de[35]
"Gökyüzünden üzerlerine ceza olarak bir parça düşmüş olsa, derler ki bu
bir bulut yığınıdır". Veya "gökyüzünde üzerlerine kapı açılmış olsa
onlar oraya çıkmış olsalardı, bu seferde sinirlendik herhalde, gözlerimiz
sarhoş oldu, başımız dönüyor herhalde diye inkar tarafına gideceklerdir"
diyor. Fecr suresinin 14 ve 15. ayet-i kerimesinde. "Bir ölüyü konuştur s
aydık ve her şeyi toplamış olsaydık, bir yere veya gökyüzünden yazılı kitap
indirseydik, Yani kağıdına bakıyoruz, Türkiye'de basılmış kağıt değil, yazı
olarakta Türkiye'deki mürekkeplere benzemiyor. Fevkalade bir kağıt üzerinde
yazılı olarak bir kitap inmiş olsaydı- veya gökyüzünden üzerlerine bir taş
düşmüş olsaydı, yine de iman etmeyecek olanlar, yinede iman etmezlerdi"
diyor Allah (c.c).
Muhterem okuyucu!
aslında aklı başında olanlar gördükleri her şeyin mucize olduğunu bilirler Hani
İmam Ahmed bin Hanbel'e sormuşlar: "Allah'ın varlığını ve birliğini ne ile
ispat edersin demişler" Demiş ki: "Yumurta ile. Yumurta, içindeki
civcive göre dünyanın en sağlam kalesidir, civcivin zayıflığına göre, onun
içerisinden bir canlının çıkacağını daha önce bilmeyen adam inanmaz. Ama biz
şimdi inanıyoruz.
Daha önce bilgimiz
vardı ondan inanıyoruz bu işe. Hiç denizi görmemiş, denizde balığın yaşadığını
duymamış bir adama; deniz var, içinde de binlerce canlı var denilse, adam
derki:"Gel senin başını suyun içersine sokalım, eğer beş dakika
durabilirsen bende inanayım." Ama denizin kenarında yaşayanlar denizde
yaşayan bu canlıları biliyorlar ve inanıyorlar. Niye? Gözleri hep görüp
durduğundandır.
Bizim yaradılışımız
bir damla sudan. Bakıyorsunuz bu sudan; bilen, konuşan, gören,gülen, sanat
eserleri meydana geliyor. Allah (c.c.) koyduğu kanunlarla, insanların koyduğu
kanunlar arasındaki fark: Allah (c.c.) yarattığı bu insanla, insanların meydana
diktiği heykeller arasındaki fark gibidir. Nasıl ki insan sever, okşar, büyür,
konuşur, gezer, çalışır. Öbürüsü ise olduğu yerde dikilir, sevmez, başına
konan bir sineğe "kış" bile diyemez. Ayrıca heykeli yapan insanın
elini,aklını,fikrini ve heykelin malzemesini yaratan da Allah (c.c.)'dır.[36]
21- Onlara
dokunan bir zarardan sonra insanlara bir rahmeti tattırdığımızda birde bakarsın
ki ayetlerimize hile yapmaya çalışırlar. Deki: "Allah'ın tuzağı daha
çabukdur." Elçilerimiz sizin yaptığınız hileleri yazıyorlar.
Bu yalnız
müslümanlarda değil, dünyanın her tarafında aynı imiş. Doktordan fayda
gelmemiş, doktorlar üzerine düşeni yapmışlar. Tedavi edemeyip, acıyıda
dindirememişler. Bu sefer putuna yalvarmış, putuda yardım edememiş. Bu sefer
karanlık gecelerde karanlık geceyi getiren, gündüzü getiren kim ise ona
yöneliyor "Allaaah" diyor. Ama ne zaman belası ve musibeti kalkıyor,
tekrar isyanına dönüveriyor bu imansızlar.
Allah (c.c) diyor ki:"Siz
Allah'a hile mi yapıyorsunuz? Allah'ın oyunu sizin oyununuzdan daha
süratlidir. (Bizim elçilerimiz (yani meleklerimiz) bütün yapmakta
olduklarınızı yazmaktadır) diyor. Yani ağzınızdan çıkan her kelime ve mesaj,
elinizde meydana gelen her hareket, dilinizle söylenenler, ayaklarınızla
yaptıklarınız, gönülden geçirdikleriniz, herşeyiniz kayda geçiyor.
Nasıl ki video
filmlere almıyor, bir insanın hayatıda melekler tarafından kaydediliyor. Hocam
60 senelik bir adamın hayatı hep kaydedilse cami dolusu kasetle dolması lazım.
Öyle değil Allah'ın meleklerinin kendine has yazım şekli vardır. Nasıl ki
bilgisayarların içinde küçücük diskete kocaman kitaplar koymak mümkün.
Günümüzde teknoloji
bunu göstermiştir. Allah'ın melekleride kaydederler, nasıl kaydederler?
Bilemem. Ancak incir çekirdeğinin içine incir ağacının dallarını, yapraklarını,
meyvelerini nasıl Allah sıkıştırmışsa, yazmışsa işte meleklerde insanların
yaptıkları herşeyi öylece kaydederler.
Öbür dünyada kötü bir
defterle, kötü bir amelle karşılaşmak istemiyorsak bu dünyada güzel söz
söyleyelim. Ellerimizi dövmek yerine, sevmede kullanalım. Ayaklarımız hep
dinimize hizmet eden işlerde yürüsün. Gönlümüzde dinimin devlet olması için
birşeyler düşünsün. Ayaklar ve ellerde o doğrultuda hareket etsin.[37]
22- Sizi
karada ve denizde yürüten O'dur. Hatta siz gemide olduğunuzda ve onlar
(gemiler) içindekileri hoş bir rüzgarla alıp götürdüğü ve içindekilerin mutlu
olduğu bir anda gemiye bir kasırga gelipde dalgalar her tarafdan onlara
geldiğinde ve onlar çepeçevre kuşat ıldiklarını sandıklarında, dini yalnız ona
halis kılarak Allah'a dua ederler ve "Eğer bizi bundan kurtarırsan
şükredenlerden olacağız" (derler.)
Hocam gemiyi, arabayı,
uçağı biz icad ettik dersek, Allah (c.c); aklımızı kendisinin verdiğini, bütün
bu uçağı, gemiyi, arabayı, v.s. daha önce Allah'ın (c.c.) yarattıklarına
bakarak elde ettiğimizi biliyoruz.
Hani suyun üzerinde bazı
şeylerin yüzmekte olduğunu görünce, insanoğlu Nuh (a.s.)'la beraber gemiyi de
icad edivermiştir. Allah (c.c.) herşeyde bize öncülük yapıveriyor. Akıl veriyor
ve bununla tabiattaki kanunları keşfetmemiz için de yollar göster i veriyor.
Yani insanoğlunun bir
kısmının bolluk zamanında Allah'ı unuttuğunu, ama darlık zamanında Allah'a
sarıldığını işaret ediyor Allah (c.c). Bir kısım insanlar böylesine
daraldıklarında, karanlık bir gecede her taraftan kasırgaların estiği,
dalgaların gemiyi boğmaya başladığı bir anda, insanoğlunun tedbir olarak almış
olduğu her şeyi kullandıktan sonra, çıkar yol bulamayıp çaresiz kalınca,
Allah'a (c.c.) ihlasla dua ettiklerini haber veriyor ve insanlar orada şöyle
bağırırlarmış. "Eğer bizi buradan bir kurtaracak olursan biz bundan sonra
sana şükredenlerden olacağız. Ya Rabbi" diye de dua ederler.
Hani sıkışınca
"Ya Rabbi bir kurtulacak olsam kurban keseceğim, oruç tutacağım, şu kadar
fakiri doyuracağım" gibi vaadlerde bulunur insanoğlu. Ama asıl faydalı
olanı bol zamanlarda düa etmektir.[38]
23- Onları
kurtardığımız zaman birde bakarsın yeryüzünde haksız yere taşkınlık yaparlar.
Ey insanlar, taşkınlığınız kendi aleylıûıi-zedir. (Taşkınlığınız) alçak bir
hayatın menfaati gibidir. Sonra dönüşünüz bizedir. Bizde size yaptıklarınızı
haber vereceğiz.
Adam hurma ağacının
tam tepesine çıkmış inemeyivermiş, gözü kararmış neredeyse düşecek oradan bağırıyormuş:.
"Ya Rabbi Cemel kurban, cemel kurban" dermiş. Yani burdan sağ salim
inecek olursam deveyi kurban edeceğim dermiş. Fakat aşağı sağ salim inince
"Cemel mafiş" demiş kaçmış. Yani deve yok, vermem, kesmem derler.
Anadoluda bazı yörelerde "Cemel mafiş" diye kullanılır bu. Aynen bu
tür insanların karakterini Allah (c.c.) de haber veriyor.
Yani insanlar arasında
bir kısmı var ki, Allah'ı ancak zor günlerde hatırlarlar. Belalı günlerde,
sıkıntıya düştüklerinde hatırlarlar. Ama sıkıntıları gidiverecek olsa yine
azgınlığa dönüş yaparlar. Allah (c.c.) de buyuruyor ki: "Ey insanlar sizin
azgınlığınız kendi nefsinize zarar verir. Taş-kmlağımz size zarar verir.
Allah'a zarar vermez ki.
Hani bolluk zamanında,
saltanatı elde ettiğinde, büyük nimetlere, paraya sahip olduğunda, üne, makama
sahip olduğunda azgınlık yapacak olursa kişi yine kendisine zarar veriyor.
Çünkü insanoğlunun hayatı sınırlı 60, 70,80 sene yaşıyor, sonunda gidiyor.
Sonu gelmeyen bir hayata başlıyor. Bütün bir Ömür boyu makamını, mevkiini,
parasını, pulunu, saltanatını elinde tutsada o hal içersinde ölse bile o
makamın, paranın, pulun insana kazandırdığı rahatlık sınırlıdır.
Hani şu anda biz,
yaşımız 30 da, 40 da, olanlar "yahu keşke 80 seneyi rahat yaşasakda ondan
sonra ne olacaksa olsun" diyebiliriz. Ama seksenlik bir ihtiyara sorun
bakalım, bir ömrü rahat geçirmişse bile, acaba o seksen senesinden memnunmudur?
Seksen senesi bitmiştir onun için, hiç bir değeri yoktur. Ondan sonra gelecek
olan saatler, aylar ve günler onun için önemlidir. Yani yaşanan hayat
yaşanmamış gibidir.
Onun içindir ki geçici
olan hayatında refah içersinde, ferah içersinde olmasını, nimet içersinde
olmasını arzu edelim, temenni edelimde, dua edelim. Ama bu hayatımızında
cennette devam edecek şekilde olmasını Allah (c.c.)'dan temenni etmemiz
gerekiyor.
Yani Allah (c.c.) bu
ayetleri bize örnek olarak verirken, dünya hayatına meyletmeyin diye vermiyor.
Dünya hayatı sizi Allah'a ibadetten, Allah'a kulluktan alıkoymasın. Yoksa bu
dünyada azgınlığınız kendi zararı-nizadır. Allah'a hiç bir şekilde zarar
veremezsiniz diyor.
Bunlar dünya hayatının
metaidır. "Meta'ın" arabın dilinde bir manası da: (Kur'an-ı Kerim
nazil olduktan sonra bizim ashabı takip eden Tabiin dönemi çok bereketli bir
dönemmiş. Sahabeden almış oldukları ayet-i kerimeleri ve hadisi şerifleri
doğru bir şekilde anlamak için, hemen arabın dilinin lügatini yazmaya
başlamışlar. Kelimelerinde ne manaya geldiğini bilebilmek için çöllere
düşmüşler. Hani Kisai gibi zatlar, çeşitli lugatçılanmız çöllere düşmüşler.
Çöldeki arabın dilinde bu Kur'anda geçen kelime ne manaya gelir diye
araştırmışlardır. Bunlardan bir tanesi bir çadırın kenarında otururken lügat
hazırlıyor adam. Halk hangi kelimeyi ne manada kullandığını öğrenmek istiyor.)
Mesela burada diyelim ki: (Meta1) kelimesi ne manaya gelir.
Gerçi Xürkçemizde
kullanırız biz bunu (Meta1) meta'mı şöyle yaptım. "Emtia" olarak
hukukta da terim olarak geçer. "Emtia-eşyalar", meta-eş-ya manasında
arabın dilinde. Kur'anda bunun ne manaya geldiğini bilebilmek için Kur1 an
nazil olduğunda arap onu ne anlama kullanıyordu, onu bilmek lazım. Onu bilmek
için de dili bozulmamış arapların bu kelimeyi nasıl kullandığını bilmek lazım,
onun için lugatçılar çöllere gitmişler. Hatta Kisai (H. 119 -189) çölde
arapların yanında kaldı. Orada lügatim yazıp ondan sonra talebelerine de
yazdırmış oldu. Bir gün annesi çocuğa bağırmış. Meta' nerde? demiş. Çocukta
demiş ki: "Köpek geldi ve meta'ı aldı ve dağa doğru gitti, yükseldi"
deyivermiş. Meta' dediğine baktım ben gördüm. "Meta" dedikleri:
"bulaşık kabini yıkadıkları bez" diyor. Bulaşık bezine Meta1 diyorlar
diyor.
Bu dünyada elde ettiğimiz
nimetlerin tamamı güzel ve leziz yemekleri yerken yemekleri yıkayan o bulaşık
bezine bakmak istemezsiniz. Yemeklere bakmak istersiniz çok güzel şekilde
dizilmiş, sofraya getirilmiş, karnınız açsa ağzınız sulanarak yiyorsunuz,
gözünüzde ondan zevk alıyor, dilinizde ondan zevk alıyor ama onu yıkayan
bezden zevk almıyorsunuz.
Aynen cennet
nimetlerinin yanında bu dünyada kazandığınız en iyi nimet bulaşık bezi gibi bir
şeydir. Bu manayada bu ayet-i kerimede işaret vardır. Yani ahiretteki
nimetlerin nasıl olduğunu izahı bize düştü. Hani birşeyi insana öğretmek, tarif
etmek için bilmediği birşeyi bildiği şeyle tarif ederler.
Ama cennette hiçbir
şeyi görmedik bilmiyoruz. Bize cennetteki nimetler, bu dünyada bildiğimiz
nimetlerle tarif ediliyor ama onlar değildir hiçbir vakit. Oradaki apayrı bir
şeydir. Bu dünyada elde ettiğimiz nimetler onun yanında bulaşık çaputu gibi
şeydir. Halbuki bu para ve parayla elde ettiğimiz şeyler gözümüze çok iyi
gözüküyor. Güzeldir de ama bir başka güzelin yanına koyduğumuz da bunlar çirkin
kalıveriyor.
Bu ayetteki
"dünya" kelimesi "hayat" kelimesinin sıfatıdır.Onun için
"alçak hayat "manasına gelir. "Dünya hayatı" diyede mana
verilir.[39]
24- Bu alçak
hayat gökten indirdiğimiz bir suya benzer ki onunla insanlar ve hayvanların
yediği birbirine karışmıştır. Hatta yeryüzü süslenip püslendiğinde, onlar ona
kadir olduklarını zannettiğinde, gecede veya gündüzde emrimiz ona gelirde, biz
onu biçilmiş hale ge-tiririzde dün hiç yokmuş gibi olur. Düşünen kavim için
ayetlerimizi biz işte böyle açıklarız.
Dağlara, baharla
beraber sanki yemyeşil bir halı serilmiş gibi olur. O halının üzerinde
papatyalar ise insana gülüveriyor. Onların arasında hayvanların ve insanların
yiyeceği sebzeler, meyveler ve otlar çıkıveriyor. "O yeryüzü kafirlerinden
bir kısımda bu işleri kendilerinin yaptığını zannederler."
Hani memleketimizde
genelde çiftçilerimiz inanmıştır. Şu memlekette ben ataistim diyen, Allah'a
inanmam diyen insanlar, genelde çiftçilik yapmayan insanlardır. Yani bir
çiçeğin veya buğdayın başağının nasıl ekilip, nasıl bittiğini, nasıl
sulandığını, nasıl emek verildiğini bilmeyen insanlardır.
Dünya genelinde de
toprakla uğraşanlar daha ziyade dinine bağlı insanlardır. Çünkü bir
yaratıcının gücünü daima görmektedirler. Ama bir kısım imansızlar bu
yeryüzündeki olanların kendileri tarafından yapıldığını zannederler.
Hani şöyle bir şeyde
geliştirmişlerdir. Çiftçilikle ilgisi olmayan bir adam "ne ekin ekerim,
nede göğe bakarım" diyor. Veyahut "efendim ben yağmurlama sistemiyle
gökyüzünden yağmuru indiririm. Sondajla yeryüzüne sular çıkarırım yinede Rabbe
yalvarmam" deyiveriyor. Bunu çiftçilik yapan demez. O bilir ki Allah
dilerse yağmuru bol verir çürütür, hiç vermez kurutur. Toprağın
derinliklerindeki suyuda çekiyor.
Hani Tebarake
suresinin en son ayet-inde "Toprağınızın derinliklerindeki suyu çekiverse
Allah (c.c.) size bu parlak, berrak suyu kim getirir." diyor. Allah
(c.c.) den başka getirecek kimsede yok. Bu insanlar bu işleri kendileri
yaptığım zannediyor. Yani toprağa tohumu attım, sulama sistemimi kurdum,
gübresinide yaptım. Bu bana aittir kimse zarar veremez. Ben mahsulümü
kaldıracağım der.
Ama, "Gecede veya
gündüzde emrimiz yerine geliverirde, onu biciveririzde dün hiçbirşey yokmuş
gibi oluverir" diyor ayet. Hani bazen dolu geliverir. Dolu yağdı yerle
bir ediverdi deriz. Bazen bir tarafa olur, bir tarafa olmaz, sınırdan çizer.
"Herşey yemyeşilken emrimiz gecede ve gündüzde geliverirde sanki orada
hiçbir şey yokmuş gibi oluverir,"
"İşte düşünen
toplumlar için ayetlerimizi böylece açıklarız diyor Allah (c.c). Genelde
sayıları az insanlarımız Allah'a imandan ziyade Avrupa'ya iman ederler. Batıya
iman eder. Hele hele Amerika'ya seksiz şüphesiz iman ederler. Aaa bu
Amerika'da olsa idi çoktan halledilirdi. Ameri-kada bu böyle meydana gelmezdi
önceden tedbirlerini alırlardı. Herşeyin ölçüsü Amerika'ya göredir.
Ama Allah Amerika'nmda
güçsüzlüğünü gösteriverdi. Efendim saatte 200 km'yi bulan bir rüzgar
Kaliforniya'da şu kadar çatıyı aldı, şu kadar evide yıkrverdi. Şimdi Türkiye'de
olsaydı bu, o binde bir olan kişiler. Ooo Amerikada olsaydı rüzgarın önüne set
çekerlerdi adamlar derler. Amerikada bir fırtına oluyor, memleketin her
tarafını kar felce uğratıyor, kasıpkavuruyor, hayat felce uğruyor. Yani o binde
birlik insanların ilah diye tapındığr insanlar o herşeye kadirdir. Oher yerde
hazır ve nazırdır. O her şeye rızık verir diye oraya iman etmeye başladılar ama
onlarda televizyonda arabaların kala kaldığını evlerinin yıkılıverdiğini,
devletin çaresiz kaldığını, yardım elini uz atamadığını, uçaklarını oraya
gönderemediklerini televizyon haberlerinden görüveriyoruz.
Allah (e.c.) onu ifade
ediyor. "Ve yeryüzünün sakinleri zannederki ona güçlerinin yettiğini
zanneder " ama hiçte güçlerinin yetmediğini bir-gün görüverirler. Bir dolu
geliyor tamamen hasadı biçip atıveriyor. İnsanoğlu bakıp üzülmekten başka
hiçbir şey yapamıyor. Öyle ise teknik ne kadar ileri giderse gitsin sığınılacak
yegane yaratıcı Allah (c.c.) dır.[40]
25- Allah
"darus-s-selama" (cennete) çağırır ve dilediğini doğru bir yola
ulaştırır.
Bu dünyaya
baktığımızda karada yürüseniz tehlike var. Denize girseniz tehlikesi var,
havada uçsanız tehlikesi var. Yeryüzünde yaşasanız rms-talik kapma, mikrop
kapma, ölme tehlikesi var. Hele hele ihtiyarlığa mani olamama hali var. Hani
insan genç olarak hayatının devam etmesmrister. Ama hiç mani olamıyor.
Simsiyah saçlarının beyazlaşmasını istemez ama hiç farkına varmaz.
İhtiyarlığımızı veren,
gençliğimizi alan çeşitli hastalıklara müptela kılan ve bir günde öbür dünyaya
götüren Allah (c.c.) Selam ülkesi ne davet
ediyor. Orasıda cennettir. Yani selam ülkesi demek ihtiyarlığın olmadığı,
fakirliğin bulunmadığı, yandırıcı sıcağın, dondurucu soğuğun olmadığı,
gönüllerin istediği her şeyin bulunduğu bir cennet. İhtiyarlık yok, hastalık
yok, insanı üzücü, gırgır, vırvır, zırzir hiç bir şey yok, rinsanları rahatsız
eden hiç birşey yok. Ama insanoğlunun gönlünün arzu ettiği herşey var. Onun
için (Darüs Selam) yani insanoğlunun hoşlanmadığı şeylerden beri olan bir
yurda Allah (c.c.) insanları davet ediyor.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bunu şöyle ifade etmiş bize "Hani bir devlet başkanı ülkesinde
bir bina inşa eder ve o şehrin insanlarını o binada yemeğe davet etmek için
elçi gönderir. Oraya gelenlerden hoşlanır, onları sever. Davetine icabet edip
katılmayanları da o sevmez. İşte Allah (c.c.) bu İslam yurdunda, yani
müslümanların yaşadığı ülkeye, cennet evine Allah (c.c.) davet ediyor.(Ibni
Ceriri Taberi) Davetine aracı olarak peygamberlerini göndermiş. Peygamber
(s.a.v.) geliyor diyor ki: "Ey insanlar Allah sizi cennet yurduna davet
ediyor." Orada hastalık, ihtiyarlık, ölüm, üzülmek, dert, keder, fakirlik,
zillet, hiçbir şey yok. Oraya sizi davet ediyor. O davete icabet eden, İslama
giren, islamca yaşayan insanlardan Allah (c.c.) razı oluyor. Girmeyenlerden ise razı olmuyor.Günümüzde
Cumhurbaşkanının davetine katılmayı ayrıcalık kabul edenler var.
Cumhurbaşkanlarını,kıralları,şahları,padişahlan yaratan Allanın daveti var,bu
davete icabet ediniz.[41]
26- İhsanda
bulunanlara daha güzeli (cennet) ve daha fazlasını (Allah'ın cemaali) vardır.
Onların yüzlerini karanhkda kaplamaz, alçaklıkda. Onlar cennet yaranıdırlar ve
orada ebedi kalıcıdırlar.
Peygamber (s.a.v.)
"İhsan:Allah'ı görür gibi ibadet yapmandır. Her ne kadar Allah'ı
görmüyorsan da, o seni görmektedir" diyor. Yani bundan sonra
alışverişinizi yaparken, metrenizle ölçerken, terazinizle tartarken, söz
terazinizi söylerken, yani sözünüzü de söylerken teraziniz olması gerekiyor.
İnsanlara her türlü muamelede bulunurken, söylediğiniz sözün, yaptığınız işin,
Rabbim tarafından gözetlendiğini hesap edeceksiniz.
Tıpkı uzun yolda
giderken, aman radara yakalanmayayım, ilerde ceza ödemeyeyim diye tedbir
aldığınız gibi, Allah'ın sınırlarım aşmamak gibi söz, el, ayak terazinizde,
davranışlarınızda, herşeyinizle ihsan halin-
de olacaksınız.
Yani Allah (c.c.)
gözettiğini, meleklerin yazdığını, kıyamet gününde bunun hesabının verileceğini
hesap etmemiz gerekiyor. Eğer bunu yapacak olursak, dilimiz güzel sözler
söylüyor. Annemize, babamıza, çocuklarımıza, komşularımıza, arkadaşlarımıza,
meslektaşlarımıza, kısaca Allah (c.c.)'ın yarattıklarına iyi davranıyorsak
karşılığında güzellik vardır diyor.
Rahman suresinde
"İyiliğin karşılığı iyiliktir" Fazlasida var. Bu ayet-i kerimenin
tefsirinde Cennette mü'minler Allah (c.c.)'m cemalini de, mekandan münezzeh
olarak, cihetten uzak olarak Allah (c.c.)'m cemalini göreceklerdir diye tefsir
etmiştir. "O gün yüzlerine bir ar, bir kara bulut, bir perdelenme veya bir
zillette isabet etmez. Yüzleri kararmaz öbür dünya da. Yani bedenleri dik,
alınları ak olarak Allah (c.c.)'ın huzuruna varırlar" diyor.
Buradaki aklıktan
kasıt şu bizim bildiğimiz beyaz renk değil, eğer beyaz renk olmuş olsaydı,
zencinin durumu ne olacaktı. Müslüman zenci kardeşlerimiz var. Hani Bilal-i
Habeşi (r.a.) efendimizdir ama simsiyah insandır.
O Allah (c.c.)'m
huzuruna bembeyaz yüzle varacak derken; şu bizim beyazlık değil, insanın suçsuz
hali vardır ya, suçsuz haliyle insanların yanına çıkar ya, işte ona alnı ak
insan diyoruz. Mazaallah insanın aile hayatı lekeli olmuş olsa caddelerde alnı
ak, bedeni dik olarak yürüyemez. Velevki adam yaratılışda bembeyaz insan olsa
bile ona alnı ak denmez.[42]
27-
Kötülükleri yapanlara gelince, kötülüğün cezası misliyledir. Ve onları alçaklık
kaplar. Onları Allah'dan kurtaracak kimse yoktur. Sanki yüzleri gece
karanlığından parçalarla örtülmüştür. Onlar cehennem yaranıdırlar ve onlar
orada ebedi kalıcıdırlar.
Cezada denklik vardır.
Suç ile ceza denk olmalıdır diyor İslam hukuku ve bu ayet-i kerimeyi delil
olarak almışlardır. Kötülüğün karşılığı onun kadar bir kötülüktür. Yani öbür
dünyadaki cezası bu. Dünyada yaptığının tam karşılığı vardır, fazla
olmayacaktır. Afvetmek daha hayırlıdır.
"Ve onların
yüzlerini zillet bürür. Allah'ın huzurunda onları koruyacak ve savunacak biri
de yoktur.[43]
28- O gün
hepsini toplarız. Sonra müşriklere "siz ve Allah'a ortak koştuklarınız,
yerlerinize...." deriz. (Tapanlarla tapılanların) aralarını açarız. Ortak
koşulan (tapılan)lar: "Siz yalnız bize tapmıyordunuz" derler.
Yani aralarındaki
perdeleri de kaldırırız. Tapanlarla tapınılanlar karşı karşıya gelirler.
"Orada tapınılan putlar derlerki:"siz bize tapmıyordunuz ki"
kendilerini kurtarmak için böyle diyecekler.
Dikkat edelim bu
dünyada Allah (c.c.)'ın dışında emrine uyulan veya yasaklarına riayet edilen
herkes bir puttur. Bu şahıs olabilir, kuruluş olabilir, ne olursa ölsün.
Allah'ın emrine zıt bir emir koymuşsa, Allah'ın yasağına zıd bir yasak
koymuşsa ve önada gönülden bir insan bağlanmışsa zorla bağlananlar ayrı,
gönülden bağlanmışsa o adam veya kuruluş put olur, ona bağlanan kişide
putperest olur.
Öbür dünyada Rabbim
bunları karşı karşıya getirtiyor. Bunları taş olarak görmeyin efendim, cahiliyye
döneminde taşlara tapınırlarmış. Allah (c.c.) diyor ki: "Orada putlar
kendisine tapınanlara dönüyor diyorlar ki: "siz bize dünyada ibadet
yapmıyordunuz niye biz sizin yüzünüzden ceza çekelim" diye bas bas
bağırıyorlar.
Ama ilerde bir başka
surede şöyle geçer. O put insana tapanlarda diyorlar ki: "Ya Rabbi biz
efendilerimize ve yöneticilerimize büyüklerimize itaat ettik. Onlarda bizim
yolumuzu sapıttılar.
Ya Rabbi onların
azabını iki kat yap.[44] Bir,
bizi kendilerine tabii yaptıklarından, birde isyanlarından dolayı azaplarını
iki kat yap diye orada onlarda bağıracaklar." Bunlarda cevap olarak
"siz bize ibadet yapmıyordunuz ki" diyecekler ama!....[45]
29-
"Sizinle bizim aramızda Allah şahiddir. Biz sizin tapmanızdan haberimiz
yoktu."
Sizin ibadetinizden
haberdar değildik. Yani biz geberip gittikten sonra sizin ibadetinizin bize hiç
faydası olmadı ki, bize ulaşmadı ki diyorlar. Gerçekten de geberip gidenlerin
yolundan gidenlerin yaptıkları, o geberip gidene hiç fayda vermiyor. Yahu o
adam aynısını söylüyor. "Sizin ibadetinizden, yani benim koyduğum
kurallara uymanızdan bana bir fayda olmadı. Bilakis zararınız oldu bize"
diye feryad ediyorlar.[46]
30- Orada
herkes geçmişte yaptıklarını deneyecek. Ve hepsi gerçek mevlaları olan Allah'a
döndürülürler. Ve (ilah diye) uydurdukları şeyler yok olup gider.
Öbür dünyada neyi
bulmak istiyorsak onu yapmaya çalışalım. Yaptığımız amellerin iyisini bulmak,
iyi şeyler görmek istiyorsak, iyi şeyler yapalım. İyi şeyler yemek istiyorsak,
iyi şeyler yedirelim. Temiz şeyler giymek istiyorsak, temiz şeyler giyelim vede
giydirelim. Haram veya pis şeyler yediğimizde, giydiğimizde, konuştuğumuzda,
kuşandığımızda, gördüğümüzde hiç bir vakit bulaştırmam ay a dikkat edelim.
Müşrikler ahireti inkar ederlerken bir taraftanda Allah (c.c.)'ın dünyadaki
hakimiyetini inkar ederler. Allah (c.c.) bunlara karşı şöyle dememizi
emrediyor:[47]
31- Deki:
"Sizi gökden ve yerden kim rızıklandınyor? Yahud o kulaklar ye gözlerin
sahibi kimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarır? İş(ler)i kim düzenliyor?"
Allah" diyyecekler. Deki: "O halde (Allah'dan) sakınmazmısmız?"
Bir zamanlar batılı bir
profesör; "beni Allah'a inandıran sekiz şey" diye sekiz tane
tabiattan olayları nakletmişti. O sekiz olayı bizim Türkiye'deki bir kısım
yazarlarımız, çizerlerimiz makalelerinde konu ettiler. HatÇa broşür olarakta
dağıtıldı. Acaba bu profesör o sekiz şeyden dolayı Allah'a iman ettiği için
gerçekten iman etmiş sayılıyor mu? Mümkün değil. Çünkü Allah (c.c.) Mekkeli
müşriklerin, Allah'a iman ettiklerini, yani gökte ve yerde rızkın Allah
tarafından verildiğini, insanlara kulağı ve gözü Allah'ın verdiğini, Ölüden
diriyi, diriden Ölüyü çıkartanın Allah olduğunu bu kainatta bütün evrilen
çevrilen işlerin Allah tarafından yaratıldığını kabul ediyorlar.
Onların kabul
etmedikleri Allahın kulları üzerindeki hakimiyetidir. "Allah yeri göğü
yaratmıştır. Yönetimi ise bize bırakmıştır. Biz kendi aramızda bir araya
geliriz, kendi çıkarlarımız doğrultusunda kendi kanunlarımızı da koyarız"
diyorlar ve böylelikle müşrik oluyorlar adamlar.
Yani yeri göğü
yaratanı, çiçekleri donatanın o olduğunu biliyorsu-nuzda hala kendi aklınıza
tabii olurken "Allah'tan sakınmazsınız" diyor onlara ve devam ediyor:[48]
32- İşte
gerçek Rabbiniz olan Allah budur. Hakdan sonra sapık-hkdan başka ne vardır?
Nasılda döndürülüyorsunuz.
Yani başkalarından Rab
aramayınız. Sizin kanunlarınızı koyuverecek, size doğru yolu öğretiverecek
başka Rablar aramayınız. Gerçek Rabbiniz sizi yaratan, gökyüzünü, yeryüzünü
yaratan, buradakilerin rızkını veren, ölüden diriyi, diriden Ölüyü çıkartan
Allah (c.c.)'dır.
"Gerçeğin dışında
sapıklıktan başka birşey yoktur. Nasıl oluyorda döndürülüyorsunuz" Yani
gerçek Rabbiniz olan Allah (c.c.)'den nasıl olu yorda döndürülüyorsunuz diyor
ayet-i kerimesinde. "Nasıl oluyorda dö nüyorsunuz" demiyorda,
"Nasıl oluyorda döndürülüyorsunuz" diyor.
Burada biz insanların
zayıflığına dikkat çekilmiş oluyor. Bizlerir birde yönetimin gücüne dikkat
çekiliyor. Yani insanlar sapıyorsa, saptın lıyor demektir. Saptıranda yönetimi
elinde tutan güçlerdir. Allah (c.c.) b: rinci sırada sizi döndürenlere karşı
mücadele verin. Yani sizin yolunuz kesen ve sizin yolunuzu başka istikametlere
yönelten insanlar var. Si; döndüren insanlar var diyor. Ve bizi burada
uyarıyor. Birinci derecec kabahat tabii ki bizimdir ama, ikinci derecede ise
bizi döndürenlerindi İkimizinde suçlu olduğunu, ikimizinde bu suçtan
kurtulmamız gerektiği: Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesiyle ifade ediyor.[49]
33- Böylece
yoldan çıkanlar için Rabbiyin söylediği:
"Onlar iman etmezler" sözü gerçekleşmiş oldu.[50]
34- Deki:
"Sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan, yeniden yaratacak sonra geriye
iade edecek varmıdır?" Deki: "Allah yeniden yaratır, sonra geriye
iade eder. Nasılda saptırılıyorsunuz."
İnsanların yönetiminde de
Allah'tan başka birine yetki vermeye şirk diyoruz. Bunu veren adama da müşrik
diyoruz. Allah (c.c.) soruyor şimdi. "Sizin Allah'tan başka o şirk
koştuğunuz o kişi acaba kainatta birşey yaratabilir mi?" Yani Allah'ta
kainatı yaratır ama bu ağabeyimiz, bu liderimizde insanları yönetir dediğiniz
o kişi, acaba kainatta birşey yaratabilir mi? Bugüne kadar insanlar birşey
yaratmamışlardır. Bir buğday tanesi yaratılamamış, bir tane toprak meydana
getirilememiştir. Yoktan bir damla su yapılamamıştır.
Bir çiçek insanlar
tarafından yapılamamıştır. Gökyüzüne Apollolan, soyuzları, gidiyor o da
Allah'ın tabiata koyduğu madenlerin işlenip bir araya gelmiş hali oluyor. Yoksa
bir tane toprağı yaratmak insanın kârı değildir. Böyle birşeyi yapamayacağını
kendileri de itiraf ediyorlar.
Allah (c.c.) adına
yönetimi ele aldığını iddia eden putlar, acaba birşey yaratabilirler mi?
Yarattıktan sonra tekrar iade edebilirler mi? Deki: "yaradılışı ilk defa
yapan O Allah'dır." Yani birşeyi yaradan sonra yarattığını iade eden
Allah (c.c). Bakıyoruz ki tabiatta baharla beraber çimenlerin arasında
rengarenk çiçekler açıvermişler, bir müddet insanlara güzel kokularını
sunduktan sonra güz mevsimiyle beraber ölüyorlar. Kardan kefenlerin arasına
bürünüyorlar.
Kabir hayatını
yaşıyorlar, ama baharda İsrafil'in Sur'u gibi bir bahar rüzgarı esince beraber
toprağın bağrındaki çiçekler, tekrar geçen seneki gibi aynı renkte, aynı tonda,
aynı kokuda tekrar iade ediliyorlar. Bütün bunları evirip çeviren Allandır
(c.c.)'[51]
35- Deki:
"Sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan hakka götüren varmıdır? Deki:
"Allah hakka götürür. Hakka götüren mi uyulmaya daha layıktır? Yoksa yol
gösterilmeden doğru yolu bulamayan mı (uyulmaya daha layıkdır)? Size ne oluyor?
Nasıl hükmediyorsunuz?
Hakka doğru insanları
götüren mi kendisine uyulmaya layıktır. Yoksa kendisi bile başkasının
hidayetine muhtaç olan mı kendisine uyulmaya daha layık olandır? Bu insanoğlnki
yarınının ne olacağını bilememekte, yarın sağ kalıp, kalamayacağını, yarınının
ne getireceğini bilememekte ve insanları kendi görüşüne göre yöneltmeye
çalışmaktadır.
Bugün için görüyoruz.
Dünyada fikir üreten, küfür üreten bir çok insan beş sene sonra küfrünün ve
fikrinin sapık olduğunu, batıl olduğunu kendiside anlıyor, başkalarıda anlamaya
çalışıyor. "Ne oluyorda siz böyle hükmediyorsunuz" Nasıl
hükmediyorsunuz? Yani insanoğluna yarınının ne getireceğini bilemezken nasıl
tabi oluyorsunuz? Herşeyi yaratan yarını, geçmişi, bugünü yaratan, bütün
insanları yaratan Allah'a (c.c.) niçin tabi olmuyorsunuz?[52]
36- Onların
çoğunluğu zanna uyar. Zan ise hakdan hiçbirşey kazandırmaz. Şüphesiz Allah
onların yaptıklarım bilir.
İnsanların koydukları
kurallar kesinlikle böyledir denemiyor. Bir bakıyorsunuz, bugün çok doğru çok
güzel diye kabul ettiğimiz şey, beş sene sonra gayet yanlış olduğu ve topluma
zarar verdiği anlaşılıyor. Bu sefer değiştirme tarafına gidiveriyorlar.
Mesela bugün bir bakan
televizyonda konuşuyor, veya genel müdür konuşuyor. Efendim şunları şunları
yapacağız ama kanunlar müsaade etmiyor. Veya mevzuat müsaade etmiyor. Peki kanunlar
ve mevzuuat bu adamın bu işi yapmasını engellemesi için mi çıkmış? Hayır.
Çıktığı zamanlarda gayet faydalı olduğu zannediliyordu. Ama zaman içersinde zararları
ortaya çıkıverdi, değiştirmek için yine uğraşacaklar.
Yani insanoğlu kendi
aklı ile koyduğu kurallardan kendi etrafında bir tel örgü meydana getiriyor.
Kendi kendisini hapsediyor, ve kendi yapacağı hareketleri sınırlandırıyor.
Çünkü insanoğlunun düşüncesinin bir sınırı vardır. İnsanoğlu ihtiyaçları ise
her an yenilendiğinden o sınırın dışında ihtiyaçlar meydana geliyor. Birinin
aklını kanun haline getirirseniz bütün insanların hayatını o adamın aklı
içerisine mahkum etmiş olursunuz,
Allah (c.c.) onların
görüşlerinin, mancuum, ifade etmediğini
zanna tabii olduklarını haber veriyor. Gerçekte ise hakikat karşısında zannın
hiç bir değeri yoktur. Allah (c.c) herşeyimizi bildiğine göre onun bize vermiş
olduğu emir ve yasaklara uyarsak, Hakkı bulmuş olur, adaletle ihsan arasında
yaşar dünyamızida cennet eyler, ahireti-mizide cennet eylemiş oluruz.[53]
37- Bu
Kur'an Allah'dan başkası tarafından uydurulmuş değildir.. Ancak o önce geçen
kitapları tasdik eden ve kitabı açıklayandır. Onda şüphe yoktur. Alemlerin
Rabbindendir.[54]
38- Yoksa
"Onu uydurdu"mu diyorlar? Deki: "Eğer doğru söylüyorsanız onun
benzeri süreler getirin. Allah'dan başka gücünüzün yettiğini çağırın."
Yani bu Kur'an-ı Kerimi
peygamber kendiliğinden uyduruyorsa, buy-run sizde arapçayı biliyorsunuz. Arabm
edip insanları var, aranızda ünlü. şairleriniz var, şairlerinizi, ilim
adamlarınızı toplayınız ve o Kur'an surelerinden bir surede siz meydana
getiriniz diye Allah (c.c.) meydan okuyor. Hani Bakara suresinin baş tarafında
geçmişti. Bakara suresinin 23. ayet-i kerimesinde "Eğer kulumuza
indirdiğimiz ayetler konusunda şüphe ediyorsanuz, sizde onun bir benzerini
getiriveriniz." diyor Allah (c.c.)
Burada ise gücünüzün
yettiğini çağırınız. İlim adamlarınızı, şairlerinizi, ediplerinizi ne kadar bu
konuda aklına müracaat ettiğiniz, güvendiğiniz insanlar varsa onlanda
çağırınız diyor. O günün Mekke müşriğinin, çok edip ve şair olan insanları,
Kur'an-ı Kerimin belagatı ve i'cazı karşısında hayretler içersinde kalmışlar.
Hatta birçok şair
Kur'andan bir ayet-i kerimeyi okumak suretiyle müslüman olmuştur. Mesela bir
tanesi Nuh (a.s.)'ın kıssası anlatılırken "Ey sema suyunu kes. Ey yeryüzü
suyunu çek" manasına gelen ayet-i kerimesini dinleyince adam müslüman
olmuş. Nuh tufanında her tarafı su almış, bu esnada Allah (c.c.) peygamberi
Nuh'u kurtarmak istikümesini istiyor.
Bu emri veren ayet-i
kerimeyi okuyunca, bir tane şair müslüman oluvermiştir. "Bu kelimelerle,
böylesine akıcı, su şırıltısı kadar güzel, kulağa hoş gelen, dile hoş gelen
kısa kelimelerle çok mana ifade eden bu cümleyi kurmak benim gibi şairin
gücünün üstünde. Muhammed bunu haydi haydi yapamaz. Bu ancak ve ancak Allah
(c.c.)'ın kelamıdır" diyor adam ve Kur1 anın edebiyatı karşısında secdeye
kapanıveriyor. O kadar güçlü şairleri olmasına rağmen Kur'an-ı Kerimin bir
benzerim getirmeye cesaret edememişlerdir.
Fi Zilal-il- Kur'an-ı
yazan, Allah'ın rahmetine şehid olarak kavuşan, Seyyid Kutup merhum şöyle
anlatır. "Birgün Mısır'dan Amerika'ya gemi ile giderken Cuma günü, Cuma
namazını kılmayı isteyen müslüman yolcular bir araya geldik, Cuma namazını
kıldık. Ben hutbeyi okudum, sonra Cuma namazım kıldırdım.
Fakat gemideki bütün
yolcularda bizi seyrediyorlardı. İçlerinden Yugoslavyalı bir dil bilimcisi bir
bayan bana doğru yaklaştı ve bana dedi ki; "sen hutbende ve namazında
hangi dilden konuştun." Dedim ki: "Arapça-dan konuştum." Peki ama
"Arapçadan başka da bir dillede konuştun." "Hayır ben yalnız
arapça konuştum" deyince, Onun, benim konuştuklarım arasında, benim
konuştuğum arapça ile Allah'ın kelamı olan Kur'an-ı Kerimi birbirinden ayırd
ettiğini öğrendim.
Yani Allah'ın kelamı
Kur'an-ı Kerimi okuduğunda benim sözümden ayrı olduğunu kulak hassasiyeti ile
anlıyormuş. O zaman bu ayet-i kerimeyi biraz daha iyi anlamaya başladım diyor.
Seyyid Kutup (r.a.).
Yani peygamber
(s.a.v.)'ın hadisi şeriflerim okusak, hemen ardından da bir ayet-i kerimeyi
okusak hassas kulaklar ikisi arasındaki farkı kavrayabilecek
durumdadırlar.Yani elimizde okumakta olduğumuz Kur'an-ı Kerimi, o günün
müşrikleri, günümüzünde müşriklerinin dediği gibi Mekke'de yaşamış bir insanın
uydurduğu birşey değildir. Olması mümkün değildir. Aklada uygun değildir.
Çünkü efendimiz 1400
sene evvelinden ayet-i kerimelerle Öyle şeylerden bahsetmiş ki günümüz insanı
daha bazılarını yeni yeni kavrıyor. Bugün şunu kabul ederlermi 1400 sene evvel
bir adam çıkacak şöyle şöyle diyecek ve bu adamların dedikleri 1400 senelik
zaman içersinde de hep doğru "çıkacak. Böyle bir insan gelmiş değildir.
Ama ayet-i kerime bunlardan haber veriyor. Öyle ise bu, insan tarafından
değil, Allah (c.c.) tarafından gönderilendir. Hani hukuk olarak bile insanoğlu
Allah'ın kelamından ayrılıp, kendi aklını kendine put yapmaya başladığı andan
itibaren mesela bir ceza yasasında çeşitli hükümler koymuştu. Bir dönemde zim
eden bir kadını,
derisini yüzüp içine saman doldurup meydana dikerek olarak cezalandırmış. Bir
başka zamanda, Yunanda gelmiş ki, en fazla zina eden kadının heykeli yapılıp
tanrıça olarak ilan edilmiştir. Bir başka zamanda başka bir ceza uygulanmıştır.
Allah (c.c.) ise
koymuş olduğu kurallarla her çağda, insanların tedavisi yapılabilecek cezayı
koymuştur. Hırsızlığında, zinanında, adam öldürmeninde, rüşvetinde, her türlü
cezai müeyyidelerde Allah (c.c.)'ın ve O'nun vahyi doğrultusunda hareket eden
Rasulünün koydukları çağlar boyunca eskimiyor, porsumuyor, buda ilahi olduğunun
bir delili oluveriyor.[55]
39- Hayır,
Onlar ilmini kavrayamadıkları, ve açıklaması gelmeyen şeyleri yalanladılar.
Kendilerinden öncekilerde böylece yalanlamışlardı. Bak, zalimlerin sonu nasıl
oldu.
Yani durup dururken
Mekke'deki bu insanlar geri zekalımı da Allah'ın ayetlerini yalanlıyorlar veya
tamamen art niyetlilerde onun için mi yalanlıyorlar? değil. İlmini
kavrayamadıkları şeyi yalanladılar.
Kur'an-i Kerimde
öylesi şeyler veriliyor, öylesi şeyler bildiriliyor, öylesi şeyler
yasaklanıyor, öyle şeyler haber veriyor ki, adamların aklı kavrayamamış. Çünkü
kendi sözlerine daha fazla güveniyorlar, kendi mantıklarına daha fazla
güveniyorlar, Allah'ın kelamını kendi mantığına vuruyor, "olmaz böyle
şey" deyiveriyor. Böylece yalanlama tarafına gidiyorlar.
Yani kavrayamadıkları bir
emir yasak veya haber geliyor. O emir yasak veya haberi de açıklayamıyorlar.
Peygamber efendimiz açıklıyor, sahabe açıklıyor, ama bu adamlar kendi
kültürlerine, kendi mantıklarıyla bir tel örgüsü örmüşler o tel örgünün içine
girmeyen doğru değildir. İçinden dışarıya taşanda doğru değildir, gibi bir
mantığı benimsemişler, onun için o mantık çerçevesi içerisine girmeyeni kabul
etmeme tarafına gidive-riyorlar
Günümüzde de
inkarcıların mantığı aynıdır. "Bu benim aklıma yatmıyor" diyor. Peki
ama benim aklıma yatıyor. Yani din senin aklın değil ki, milyonlarca müslümanın
aklına yatıyorda senin aklına yatmıyorsa, kabahat Allah'ın ayetlerinde değil,
senin kabının darlığındadır. Hani adamın fındık kabuğu kadar bir kabı varsa
hütün bir denizi inkar etmesi mantık-
sızlıktır aslında
"eğer bu su olsaydı benim kabıma sığardı. Benim kabıma sığmadığına göre bu
deniz su değil, göl gibi birşey" diyor bu adamlar böyle söylemekle kendi
akıllarını ilahlaştırıyorlar.
Onun için Allah (c.c.)
"Kendi arzusunu kendi düşüncesini, kendi mantığını, kendini ilah kabul
edeni gördün mü?" Yani gördün diyor.[56]
İşte inkarcıların
mantığı bu. Bu tür adamlar en büyük despotturlar. En büyük zalim bunlardır.
Çünkü bütün insanların aklını kendi akıllarının altında görüyorlar. "Benim
dediğimdir en doğru olan, benim düşündü-ğümdür en doğru olan, benim
söylediğimdir en doğru olan, dediğim dedik, çaldığım düdük" diyen
herifler, Allah'ın ayetini inkar edenlerdir. Onlardır despot olanlar.
Bunlar yalnız
kendilerimi yapıyorlar değil. "Onlardan öncekilerde yine aynı sebeplerden
dolayı yalanlamışlardı" Allah'ın ayetlerini. Yani Hz. İsa (a.s.), Hz. Musa
(a.s.), Hz. İbrahim (a.s.) zamanında o zamanın Nem-rudları ve Firavunları aynı
mantıkla hareket ediyorlardı. Diyor ki: Musa (a.s.)'ııı karşisma dikilen kafir:
"Ey ahali Musa'nın dediğine bakmayacaksınız, onun dediğini
tutmayacaksınız vede duymayacaksınız, Ben kendi görüşümle neyi, nasıl
yapacağımı size gösteririm. Yani benim aklıma, benim mantığıma uyacaksınız.
Doğru yola da ancak ben götürürüm sizi diyor.
Yani benim mantığıma
uyarsanız, benim aklıma uyarsanız, benim görüşüme uyarsanız, doğru yola
gidersiniz, yoksa Allah'ın gönderdiği Tevrat'a uyarsanız, doğru yolu
bulamazsınız diyor. Bu da aynı mantık. Allah (c.c.) de: "İşte daha
öncekilerde aynı şekilde yalanİamışlardı. Yani kavrayamadıkları ye
hatırlayamadıkları bilgileri inkar tarafına gidiverdiler" buyuruyor.
Muhterem okuyucu! Bazı
dökümlerin kalıplan var. Yanmayan demirden bir kalıbın içerisine erimiş altını
döktüler mi, nasıl desen istiyorsa öylece çıkıyor. Kalıp sağlam olunca o
kendine geleni kendi şekline göre şekillendiriyor.
Ama naylondan bir kalıp
olursa, demiri veya altını erittikten sonra dökecek olursanız, onu parçalar.
Şimdi naylon derki: "yahu ne biçim şey. Bu kalıba dökülecek madde
değil" diye inkar tarafına giderse, mantıklı olur mu? İşte Allah'ın
ayetleride bu insanların beynine geldiğinde, aklı küçük olupta alamazsa inkar
tarafına gidişleri aynı şekilde olur. Naylon marka bir akıl, naylon marka bir
düşünce, naylon marka bir beyin, bu beyin ile Allah'ın ayetlerini kavrayamadı
mı, adam inkar tarafına gidiveriyor.Yani kavrayamadıkları şeyi
"kavrayamadık" demedîlerde. Yalanlama tarafına gittiler. Kavrayamadık
derse adamın küçüklüğü anlaşılacak. Küçüklüğünün anlaşılmasını istemiyor,
inkar tarafına gidiyor. Böyle olunca "İyi bak zalimlerin sonu nasıl
olacaktır."[57]
40- Onların
bir kısmı iman ediyor, bir kısmı iman etmiyor. Rabbin bozguncuları en iyi
bilendir.[58]
41- Eğer
seni yalanlarlarsa deki: "Benim amelim bana, sizin ameliniz size. Siz
benim yaptığımdan uzaksınız, bende sizin yaptıklarınızdan uzağım.
Bu ayetin bir benzerim
biz Kafinin suresinde onlara "Sizin dininiz size benim dinim bana"
diye cevap veriyoruz. Yine Bakara suresinde Allah (c.c.) de "Onlar geçmiş
bir toplumdur. Onların yaptığı onlara, sizin yaptığınız size" diyor
geçmişler için.
Ama günümüzde
yaşayanlar karşımıza dikilirler de, bizim söylediğimiz ayetleri yalanlama
tarafına gidecek olurlarsa, Adamlara diyoruz ki: bekleyin. Sizin yaptığınız
size, bizim yaptığımız bize. Biz sizin yaptığınız, taptığınız putlardan vede
yapmış olduğunuz pisliklerden rüşvetinten, faizinden, haramından, yalanından,
iftirasından, fuhuşundan, kepazeliğinden uzağız. Siz de bizim İslami
hareketimizden, eğer inkarınızda devam ederseniz, siz de bizden uzaksınız, uzak
durun bizden. Ama imana girmek istediniz mi kapımız her zaman açıktır.[59]
42-
İçlerinden seni dinlemek isteyenler vardır. Akıllarını çaliştırmıyorlarsa,
sağırlara sen mi duyuracaksın?
Onlar, Seni dinlemek
için geliyorda, Anlamak için gelmiyorlar. Haili hayvanın ses dinlediği gibi bir
şey. Hayvanda kulağına bir ses geliyorda ne dediğini anlamıyor. Aynı şekilde.
Mesela bir vaizi bir müslüman dinliyor. Aynı konuşmayı birde müslüman olmayan
dinliyor. Müslüman zevk alıyor, bu konuşmadan. Öbürüde diyor ki," bu neden
bahsediyor" diyor.
Sizde hiç
ilgilenmediğiniz bir konuda bir adamı dinlemek için gitseniz. Bu İstanbul
şehrinde belirli yerlerde, çok affedersiniz söylenemeyecek pisliklerin
güzelliğini anlatan merkezler var İstanbul şehrinde.
Benim komşularımdan
bir tanesi gitmiş, dinlemiş gelmiş. Bana anla-tıveriyor, anlatırken adam haya
ediyor, bende haya ediyorum. Yani hayalimize gelmeyecek pisliklerin, gayet
iyiliğini anlatıveren merkezler kurmuş adamlar ve orada anlatıyorlar. Şimdi
oraya girsek hicabımızdan yüzümüz kızarır, çıkıp gideriz. Yani terk ederiz,
biz orada sıkılırız.
Kafirde Kurânı dinlerken
sıkılır. Çünkü kendi gönül perdesini, kendi mantığıyla kapatmış adam. Ses
geliyorda mana gelmiyor.[60]
43-
İçlerinden sana bakanlarda var. Basiretleri körelmişşe körlere sen mi yol
göstereceksin?
Bunu tasavvuf
şairlerinden biri şöyle ifade ediyor: "Halk içre bir ayineyim." Yani
halkın içinde bir aynayım. "Herkes bakar bir an görür. Her ne görür kendi
Özün." Aynada her kim ne görürse kendi özün görür.
"Ger yahşi ger
yaman görür."
Yani aynada kendinize
baktığınızda aynadakini iyi görüyorsanızda kendinizsiniz. Aynadakini
beğenmiyorsanızda gene kendinizsiniz siz. Çünkü bu insanlarda kendi gözleri ile
kendi mantıkları içerisinde Efendimiz (s.a.v.)'e bakıyorlar görmüyorlar ama.
Peygamber efendimizede "görmeyenlere sen mi göstereceksin" diyor
Allah (c.c). Peki bunlar görmüyorlarsa Allah bunların akıllarını perdelemişse
Allah'ta mı kabahat? Haşa.[61]
44- Şüphesiz
Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendilerine zulmeder.
Çünkü Allah (c.c.)
insanı yarattığında. Gönül aynası lekesiz olarak yaratılmış, pırıl pırıl.
Herşeyi iyi görmeye, iyi duymaya, iyi yapmaya meyyal olarak yaratılmış
insanoğlu. Ergenlik çağma gelinceye kadar da bu böyledir. Onun içindir ki
dünyanın neresine giderseniz gidin. Mesela Amerika'dan, Türkiye'den,
Japonya'dan, Afrika'dan, İngiltere'den hepsi beş yaşlarında birer çocuk alın.
Bunları bir eve koyuverin. Daha beş dakika geçmeden anlaşırlar ve kendilerine
göre bir oyun kurarlar, onlar. Halbuki dilleri ayrı. Yani biri Türkçe
konuşuyor, biri İngilizce konuşuyor ama çocukça bir dil vardır. O da fıtratla
getirilen safiyettir.
İki yaşındaki daha
dili öğrenmeyen bir yaşındaki altı aylık çocuklar, çocuklarla daha iyi
anlaşıveriyorlar. Babalarla konuşmuyorlar, ama çocuklarla konuşuyorlar.
Fıtratta getirdikleri temizlik, birbirlerini çekiyor ve de oynaşıveriyorlar.
Bozulma akıl baliğ
olduğu, ergenlik çağma erdiği andan itibaren yaptığı her hareketin pisliğinden
gönlüne bir damla veya bir nokta geliyor. İnsanoğlununda gönlü pırıl pırıl
berrak iken, baliğ olunca ikinci günah, üçüncü günah, beşinci günah, onuncu
günah, yüzüncü günah derken adamın kalbi kapanıveriyor.
Bakara suresinin
başlarında, "Kalblerini mühürledi, gözlerini perdeledi" diyor.[62] Ama
perdelerin dokumasını insan kendi yapıyor. Perdeleri kendi amellerimizle,
kendimiz dokuyoruz. Ve bir günde geriliveriyor gözlerimizin önüne, hakkı
görmüyoruz. Onun için Allah (c.c): "Allah kimseye, hiçbirşey ile zulm
etmez, ancak insanlar kendilerine zulmederler"diyor.[63]
45- Gündüzün
bir saatinden başka kalmamışlar gibi onları bir araya topladığımız günde onlar
birbirlerini tanırlar. Allah'la karşılaşmayı yalanlayanlar ve doğru yola
girmeyenler, zarara uğramışlardır.
Muhterem okuyucu! Allah
(c.c.) insanları ahirette toplayacağını ve insanların orada azabı görünce;
"dünyada çok az bir zaman kaldıklarım" hatırlayacaklarını haber
veriyor. Yani azabın dehşeti gelince, bu dünyada yaşadıkları ömürlerinin sanki
seksen sene değilde, şöyle gündüzün belli saatinde, öğleye kadar veya öğleden
sonra yaşamış gibi olacaklar.
Yani acı herşeyi
unutturur anlamında. Bu bazen dünyada da olur.
Hani biz kendi
aramızda konuşuruz. "Sana iyilik yaramaz" diyoruz. "Sana on sene
iyilik yapsam, ama bir gün bir iğneyi benden göremesen, hiçbirşeyi
görmedim" deyiverirsin diyoruz ya, veyahutta bir insandan öylesine bir
kötülük görülürki, yapmış oldukları iyiliklerin tamamı defterinden
siliniverir.
İnsanoğlununda bu
dünyada yapmış olduğu inkar, iftira, yalan, zina, her türlü pislik ahirette
ateşini hazırladığından ateşi ile karşı karşıya geliverdiğinden, dünyada
yaşamış olduğu hayatın bir değeri olmadığım orada görüverir. Kur'an-ı Kerimde
bu konuda bir kaç tane ayet-i kerime var. Üç dört yerde ayrı ayrı. "Birgün
veya iki gün veya bir saat gibi zannedecekler" diyor.[64]
Mü'minler içinde bunun
tam aksi oluyor tabii ki. Mü'min imanı doğrultusunda yaşamışsa Rabbimin
rızasını kazanmak için, gayret sarf ederse bu dünyanın içinde gönlünü cennet
eyleyip, dışardaki insanlarla da bir cennet hayatı yaşamaya gayret etmiş ve bu
konuda mümkün mertebe başarılı olmuş veya başarılı olma yolunda savaşını
vermişse, ahiretteki yerini ve nimetlerini görünce; bu dünyada çekmiş olduğu
çilenin tamamı bir anda yok ediliveriyor.
Hani bir insan hakkında
kızarız, kızarız ama o insan bize bir gülüm-seyiverse, veyahutta beklemediğimiz
bir anda bize iyi bir davranış içersine giriverse daha önce onun hakkında
duyduğumuz kanaatlerimiz silini-verdiği gibi. Mü'minlerin bu dünyada çekmiş
olduğu çileler cennetin nimetleri ile karşı karşıya gelindiğinde bir anda
siliniverecektir. O çileler unutulmayacak ama bir günlük veya bir saatlikmiş
gibi geliverecektir.
"O gün insanlar
birbirleriyle konuşacaklar da" Yani mahşer yerinde bir araya geldiklerinde
birbirlerini tanıyacaklar. Bu anasıdır, bu babasıdır, bu komşusudur, bu
dayısıdır, bu amcasıdır, bu arkadaşıdır, bu camideki safta beraber namaz
kıldığı arkadaşıdır, veya bu meyhanede içki içtiği arkadaşıdır veya şu beraber
rüşvet işini hallettikleri arkadaşıdır. Veya şu faiz işini hallettikleri
arkadaşıdır, veya şu insanlara zulmettikleri arkadaşıdır veya şu insanlara
zulmetmek için beraber kanun çıkardığı arkadaşıdır.
Yani bütün bunları
orada tanıyacaklar. Ama bu tanışma bizim cami önünde tanışma, evlerde tanışmamız
gibi değil ha. Beni bu hale düşüren sensin, beni cehenneme sevk eden sensin,
sen olmamış olsaydın ben buralarda olmamış olacaktım diye çekişecekler. Yani
birbirlerinden kaçar gibi tanışacaklar ki Allah (c.c.) bunu ifade ederken:
"O günde kişi kardeşinden kaçacak" diyor. "Anasından ve
babasından kaçacaktır. Hayat arkadaşından ve çocuklarından kaçacaktır"
diyor.[65] Yani
insanın çocuğundan, hanımından, annesinden, babasından kaçması mümkün mü?
Allah (c.c.) o günde onlar birbirlerinden kaçacaklardır. Tanıyacaklar
ama beni bu yola
düşüren babam ve anamdı. Benim bu cehenneme girmeme sebep olan arkadaşımdı
veya oğlumdu veya komşumdu, onunla karşı karşıya geldiğimde bari bu dünyada
bana bunun belası dokunmasın diye birbirlerinden kaçacaklardır.
Öyle ise kaçmayacak
dostlar edinelim. Annelerimize, babalarımıza, çocuklarımıza, hanımlarımıza,
arkadaşlarımıza, dostlarımıza ve komşularımıza sahip olalım. İslami çizginin
dışına çıkmamaları için gayret sarfe-delim. O zamanda tanışacağız. Yasin
suresinin beşinci sahifesinde: "Onlar ve onun eşleri, yani kan koca,
çocuklar, yakınları, analar babaları bir araya gelecekler ve gölgeler altında
ve kanepeler üstünde, altlarından ırmaklar akar, üstlerinden meyveler sarkar,
öyle bir hayatı onların dostlarıyla beraber yaşayacaklarını" Allah (c.c.)
bize müjdeleyiveriyor buna erişebilmek için aynı güzel hayatı birlikte yaşamak
lazım. "Ahireti inkar edenler zarar etmişlerdir ve onlar doğru yolu
bulamazlar, hidayete eremezler" diyor Allah (c.c) .
Muhterem okuyucu!
Kur'an-ı Kerimde ağırlık olarak birinci derecede Allah'a imandan, ikinci
derecede ahirete imandan, bahseder. Bir çok ayet-i kerime, ahiret imanını bize
hatırlatıp durmaktadır. Çünkü insanların bu dünya hayatında en büyük mucizesi:
bir işi yapmaya veya bir kötülükten alıkoyan iç dünyasındaki müeyyidesi ahirete
olan imandır. Yeryüzündeki bütün sistemlerde polisin veya diğer güvenlik
güçlerinindegücünün yetmediği, sistemi elinde tutan zorbalar mevcuttur. İşte
bu zorbaların yegane korktukları, Ahiret gününün gerçekleşmesi endişesine
içlerinde hep taşıyorlar.
Onun içindir ki siz
bir kısım insanlara, yahu ahiret var, soru var, sual var, mahşer var, cehennem
var, sırat var, dediğimizde: "yahu şunlardan bahsetme geçelim başka
konuya" derler. Niye?
Hani haram bir lokma
tam boğazından geçerken "yahu ahiret vardır" derseniz o tatlı lokma
ona zehir gibi gelir. Yani ağzının tadını bozduğunuz için öyle konulara girmek
istemiyorlar adamlar. Yani hayatlarım tatlı bir şekilde yaşarken tutupda
cehennemden bahsetmek!... hani şöyle ifade edelim bunu; Adamı bir bantın
üzerine koymuşlar bant adamı uçurumun ucuna doğru götürüyor. Veya ateşe fırına
doğru götürüyor. Hani ekmek fırını var ekmekler koyuluyor, fırının içersinde
dolanıp çıkıyor pişip çıkıyorlar. Fırının içerisine adam bantın üzerine
koyulmuş . Fırına doğru gidiyor; görüyor bu arada da bantın üzerindeki adam
kendi aleminde yani içki içiyor veya her türlü kötülüğü yapmaya çalışıyor,
yapabilir mi ateşi görüyorsa yapamaz.
Onun için Allah (c.c.)
ayet-i kerimesiyle bize hep cehennemi, Sırat-ı, hesabı ve oranın dehşetini
haber veriyor ki, haram yemeyin, yetimin malına el uzatmayın, komşunun
namusuyla oynamayın, faizi midenize
indirmeyin, rüşvetle
işlerinizi halletmeyin, Rabbimin kitabına karşı kitap icad etmeyin. Yoksa
karşınızda cehennem var diyor Allah (c.c).
Ama bu geçici dünyanın
zevkini tadalım diyen insanlar, cehennemden bahsedilen meclislere pek gelmeyi
arzu etmiyorlar, çünkü ağzımızın tadı kaçıyor diyor adamlar. Allah (c.c.) de
diyor ki onlarda orada kaybedecektir. Yalnız orada dağil. Hani Kur'an-ı
Kerimin ayetleri bize hep kafirlerin akibetinin yalnız cehennemde olduğunu
söylemiyor bu dünyada da oluyor. Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana
bu dünyada göstereceğiz.
Yani daha ilk nazil
olan ayet-i kerimelerde Allah (c.c.) "Onlar ne derlerse desinler, onların
sözlerine sabret, yolundan yürümeye davet et, neticeyi sende göreceksin,
onlarda görecekler" diyor. Daha Mekke'de peygamber efendimiz (s.a.v.) bir
kaç tane arkadaşıyla beraber İslamm tebliğine uğraşırlarken hiç bir insanında
bunların başarılı olacağına inanmadığı bir dönemde Allah (c.c.) peygamberine
moral veriyor ve diyor ki; "Sende göreceksin onlarda görecek"[66]
46- Onlara
va'dettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek de onların
dönüşü bizedir. Sonra yaptıklarına Allah şahiddir.
Peki peygamber
efendimiz (s.a.v.) ölünce kurtulacaklar mı? Hayır. Yaptıkları bütün amellerini
görmekte olan, bilmekte olan Allah (c.c.) vardır ki, o onların her haline
şahittir. Yani görücüdür diyoruz. Peygamber efendimiz Mekke'den, Medine'ye
hicret ediyor devletini görüveriyor. Kafirlerin ummadıkları başına
geliveriyor.
Derken Mekke
müşrikleri bütün ekonomik güçlerini bir araya getiriyorlar, büyük bir
uluslararası ticaret kervanı, yani bugünkü tabiriyle büyük bir holdingler veya
karteller kuruyorlar, onun geliriyle müslümanların aleyhinde silah sanayiini
kuracaklar ve Medine'deki müslümanların hayatına son Verecekler ama Allah
(c.c.) onlar bir tarafta tuzaklarını kurarken bir tarafta da peygamber
efendimizin (s.a.v.)'ın onlara karşı tedbirini alıyor ve Bedir harbinde karşı
karşıya geliyorlar ve Bedir harbinde bir kişiye üç tane kafir düşmesine rağmen
zaferi müslümanlar elde ediyorlar. Böylece Allah (c.c.) peygamber efendimize
(s.a.v.) bu dünyada kafirle aleyhine vaad edilen azabı göstermiş oluyor.
Devletini kurduruyor,
devlet kurulduktan sonra kafirler ilk defa mağlubiyeti tadıyorlar, peygamber
efendimiz karşısında ve efendimizde onların mağlubiyetini gözleriyle görüyor.
Sahabede tabiiki seviniyor, coşuyor, Allah vadini yerine getirmiştir diyor.
İmanları kat kat artıveriyor böylelikle. Bu ayet-i kerimeler yalnız peygamber
efendimizin hayatını nakl etmek üzere nazil olmuş ayet-i kerimeler değildir
tabiiki. Onlarıda nakl eder ama onun ümmeti olan insanlara da aynı Vaadde
bulunuyor demektir. Eğer ki peygamber (s.a.v.)'m çizgisi üzerinde yürüyecek
olursak, aynen peygamber efendimizin bu dünyada kazandığı devleti ve efendimiz
(s.a.v.)'ın ahirette elde ettiği cenneti bizde kazanmış oluruz.
En nihayet bize de
hitap eder. Allah'ın kafirlere vaad etmiş olduğu azabın bir kısmını biz bu
dünyada görebiliriz. Ama tarih boyunca gökyüzünden melekler indiripte hiçbir
zaman yeryüzünde İslami devlet kurdur-mamıştır. Böyle birşey olmamıştır.
Yeryüzünden bir tek kişide olsa peygamber var veya o peygamber çizgisinde
yürüyen bir insan var. Yani yeryüzünde devlet müslümaniar tarafından kurulur,
insan tarafından kurulur.
Yoksa sıcacık yataklar
içinde yatarken: "Ya Rabbi şu kafirleri kahret, Meleklerini gönder,
onların boynunu vurduruver. Bizde bu dünyada gül gibi yaşayalım gidelim"
diye düa edersek böyle birşey Hz. Adem'den günümüze kadar olmamıştır. Ama
müslümaniar Allah'ın peygamberinin yolunda, islami hizmet için yürürlerse,
(ayet-i kerimelerle bildirmiş Rabbim.) Melekleri vasıtasıyla o mü'minlere
yardım eder. Ama mü'minlere yardım eder, yoksa mü'minler olmadan Allah
gökyüzünden melekler indiripte yeryüzünün İslahım hiç yapmamıştır. Yeryüzünün
İslahı için Allah (c.c.) Adem oğullarını yaratmıştır. Bizde o çizgide
yürüyecek olursak bugünkü kafirlerin akibetini gözlerimizle görebiliriz.
Ahirette de yine azaplarını ve azaba duçar oluşlarını yine gözlerimizle
görebiliriz. Görmeye başladık gayri.
Her hangi bir gazeteyi
şu günlerde alıversek gündemde hep müslümaniar var. Biz değil, yani
müslümaniar bahsetmiyor, gazetelerde dinime düşman olan adamların,
bahsettikleri hep o.
Efendim doğuda Rusya
çöktü, kominizin gitti. Bulgaristan'da, Romanya'da, Çekoslovakya'da kominist
karşıtı güçler iktidarı ele aldılar. Rusya'da da adamlar koministlikten istifa
ettiler. Batının endişesi komi-nistlikten kalktı. Koministlikten endişesi yok,
şimdi yeni bir endişe başladı diyor ve batı müslümanlara karşı kapılarını
kapatıyor ve en büyük endişe olarak ta islami görüyor diyorlar. Amerika'nın
burnunun dibinde kominist olan Küba gidiyor ama Amerika'nın burnunun dibinde
adedi, yüzde altı olan Trinidatta müslümaniar yönetime el koydular. Küba
gidiyor ama "Amerika'ya bir üs olmak üzere, müslümaniar yönetime el
koydular, aman bir araya gelelim, müslümanlara karşı nasıl tavır alınacaksa
alalım" diyorlar.
Yüzde bir buçukluk
adamlar. Türkiye'de bunların sayısı yüzde bir buçuk gelir veya gelmez; Ama geri
kalan yüzde doksan sekiz buçuğu ise saf müslümandır. Hatalıdır, günahkardır,
onların doğrultusunda bazı ticari işlerini, siyasi işlerini yürütmek için
günaha giriyorlar ama, iç dünyasında müslümanlığı bırakmamıştır. Bir çok
insanlarımızla başbaşa kalı-verdiğimizde şunu söylüyorlar: "Ne yapalım
ticaretimi veya siyasetimi yönlendirmek için bazı günahlara giriveriyoruz"
Ama müslümaniar güçlü olacak olsa yerimizi onların yanında almaya hazırız
diyor. Yüzdedok-san sekiz buçuğu meydana getiren insanlardan, yüzde bir
buçuğunun sesi daha fazla çıkıyor.
Sineğin kanadını
mikrofonun ağzına koyuverseniz bu caminin içersini gürültüye verir. Onun gibi
gürültüye verişlerinden sakın güçlü olduklarını zannetmeyin, sineğin kanadının
vızıltısıdır bu insanların beynini ve midesini bulandıran yazıları, sineğin
kanadı kadar güçlerinin olmadığı kanaatindeyim şahsen. Ama biz bazen büyütüveriyoruz.[67]
47- Her
ümmetin bir peygamberi vardır. Onlara peygamberleri gelince (onlar
yalanladığında) aralarında adaletle hükmoiunur ve onlar zulmedilmezler.
İmansızların devamlı
sordukları bir soru: "Allah niye bütün peygamberleri Otadoğuda göndermiş,
Mısır'da, Irak'ta, Babü'da, Mekke'de, Kudüs'te göndermişte, Amerika'da
göndermemiş?" Niye Japonya'da bir peygamber göndermemiş?" Peki
göndermemişliğini nereden çıkarıyorsun ki, onu sen diyorsun. Yani
göndermemiştir diyen sensin. Kur'an-ı Kerim öyle bir ifade kullanmıyor. Tam
aksini kullanıyor. Rabbim ayet-i kerimede "Her ümmetin bir peygamberi
vardır" diyor.
Her ümmet için Allah
(c.c.) tarih boyunca bir peygamber göndermiştir. Hz. Adem'den Hz. Muhammed
(s.a.v.) kadar insanlar peygambersiz kalmamış. Nerde bir topluluk varsa o
topluma peygamber göndermiştir o çağda. Ama hani diyelim ki Hz. İsa (a.s.)
Kudüs'ün oralarda Nasıra'da doğmuş, orada peygamberliğini yaymış üç tane havari
ona iman etmiş, üç tane yiğidide ta Antakya'ya kadar gelmiş oradada islami anlatmışlardı.
Yani peygamberi bir yere gönderiyorda onun elçileri etrafa gidiyor.
Yani her topluma
peygamberin gönderildiği konusunda Allah (c.c.)"Her ümmete bir peygamber
gönderilmiştir" diyor.
Şimdi bir adam
cehenneme gönderiliyorsa yaptığı amelin karşılığı olarak gönderiliyor. Ceza
fazla olarak verilmiyor. Yani suç ile ceza arasında denklik vardır. Ama
iyilikle mükafatı arasında denklik yoktur. Allah (c.c.) iyiliğe karşı on kat,
yedi yüz kat sevap verilebileceğini, daha fazlasını vereceğini ifade eden ayet-i
kerimeler vardır.
Allah (c.c.) kimseye
zulm edilmeyeceğini, yaptıklarının karşılığını göreceklerini ifade ediyor.
Tabii bunuda peygamber gönderdikten sonra, hakikat kulağına eriştikten sonra bu
ayet-i kerimeden ve birde İsra süresindeki ayet-i kerimesinden[68]
alimlerimizin çıkardığı manaya göre peygamber gönderilmemiş, hiç bir peygamber
sesi duymadan bir insan bu dünyada yaşar ve ölecek olursa o zaman Ebu Musa
Eş'ari de veİmam Maturidi de "o kişinin cennete gideceklerini"
söylüyorlar. Arada bir nüans farkı var ama ikiside neticede cennete
gönderiyorlar.
Ama bir peygamberin
gönderildiğinden haberdarlar, bugün dünyada peygamberden habersiz kişi yok.
Japonya'daki de İslam'ın var olduğunu bir peygamberi, kitabı olduğundan haberi
var ve Kur'an-ı kerim Japonca'ya terceme edilmiştir. İngilizceye tercüme
edilmiştir. Bütün dünya dillerine tercüme edilmiştir.
Türkiye'de de hatta bu
konuda bir kitap yayınlandı. Kur'an-ı kerimin bugüne kadar dünya dillerinde
hangi dillere terceme edildiğini, kimler tarafından terceme edildiğini, hangi
tarihte terceme edildiğini, kaç sayfa halinde olduğunu bildiren bir merkez
tarafından böyle bir kitap yayınlandı ki 120 tane dilin üzerinde Kur'an-ı
Kerim diğer dillere terceme edilivermiş. Yani haberdar değildir demek biraz
zor.
Ancak onlar böyle bir
mazeretle gelirken, bizede bir meselede yükleniyorlar yalnız. Mesela
Türkiye'de Türkçe konuşan bu insanlar arasında, yüz senelik zaman içerisinde
küfründe kendine göre bir mantığı gelişmiştir. Tabii bu mantık yalnız kendi
ürettiği değil, batıdan da ithal edilmiş. İmansızlığın veya yeni tabiriyle
ateistliğin eski tabirle gavurluğunda kendine göre bir mantığı var. O
insanların o geri zekalı veya kendini beğenmiş insanların mantığını mağlup
edecek şekilde de bunlar kaleme alınmış yazılmış.
Düşünün ki Türkiye'de
bir garip çocuk, babası ve annesi biraz islanıdan uzak yaşamış, öyle bir
ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. İlkokulda öğretmeni seçilirken gavur bir
öğretmeni tercih etmişler, özellikle aranmış, bulunmuş. Orta okulunda, lisesinde
öyle.Yani bu memlekette dinin kökünü kazımak için açılmış özel okullarda
okutulmuş. Ve üniversiteyi ona göre bitirmiş bir adam. Bu adam bize acıyor,
Allah rızası için değilde şeytan için bize acıy iv eriyorlar. "Hala
Allah'a inanıyorlar yazık, hala peygambere inanıyorlar yazık" diye.
Biz onlara pek fazla
acıyamıyoruz galiba, bizde onlara acımamız gerekiyor. Onlara imansızlığın
getirmiş olduğu, gavurluğunun mantığını yıkıp yok edecek Allah'ın (c.c.)
vahyini duyurmakla görevliyiz. Efendim duyurmaya ne gerek var ? ezanı
duymuyorlar mı?derseniz, Ezan-ı Muhammediyi dinlese ne yazar anlamadıktan
sonra. Anlasa ne yazar iman etmedikten sonra. Onun için bizim üzerimize düşen
görevler vardır.
Bu tür insanlara
Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerimi tanıtmamız gerekiyor. Yoksa onunla
beraber mahşer yerinde hesaba çekerler.. Belki onunkinden hafif olur ama,
imansızla mü'min denk olmayacaktır. Fakat bu insanlara niye sahip çıkmadınız,
Allah'ın kelamını niye bu insanlardan gizlediniz. Bakara suresinde (Allah'ın
ayetleri indikten sonra onları gizleyenler Allah'ın lanetine ve lanet
edebilenlerin lanetine layık olurlar) diyor Allah (c.c).[69] Yani
bu insanlara gizlemekte, söylememekte bir gizlemektir. Gidip duyurmamak bir
gizlemektir.[70]
48-
"Eğer doğru iseniz bu va'd (ettiğiniz azap) ne zaman" derler.[71]
49- Deki:
"Allah'ın dilediğinin dışında ben kendi nefsime bile zarar veya fayda
verme gücüne sahip değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların eceli geldiği
zaman ne bir an geri kalır, nede bir an ileri gider."
Yani benim gibi bir
peygamber, kendisine Allah dilemedikçe fayda verecek durumda olmazken, sizin
ahiretinizi, ne zaman, nasıl olacağını, niçin olacağım ben size nasıl garanti
edebilirim ki? mülk onun, varlık onun, her şeyde hükmünü yürüten o, kanımızda
canımızda hükmünü yürüten o, öyle ise sizede yaptığınız ameller karşılığında
cezanızı veya mükafatınızı verir.
Millet olarakta fert
olarakta baki değilsiniz. "Her ümmetin bir eceli vardır." Yani
herkesin bir sonu gelecektir. Bütün insanlık toplumunun da bir sonu gelecektir.
Devletlerin bir sonu var, ama topyekün insanlık ailesininde bir sonu vardır.
"Onların eceli geldiği zaman bir an geriye gitmez bir an ileriyede
geçmez" diyor Allah (c.c). Bu ayet-i kerimeye göre biz, ecelin
uzamayacağına, ecelin kısalmayacağına iman ediyor, iddia ediyoruz. Ancak
hatıra şu gelebilir. Doktor arkadaşlarımız diyebilirler ki: "Hocam bazı
araştırmalarla görülmüştür ki, filan ülkede, hani yaşama ortalaması, ölüm
ortalaması altmış, yetmiş yaş dolaylarında iken, yemesinde, içmesinde, aldığı
havasında bazı önlemlerle bu seksen, doksana çıkar gibi oluyor. Veya bazı
arkadaşlarımız şöyle diyebilir. Efendim kafkaslarda yaşayan bir aile, yaş
ortalaması, seksen, veya doksan, yüz, iken oradan buralara göç etmişler
gelmişler. Şimdi sekseni bulan ölüyor. Altmışını, yetmişini bulan ölüyor. Yani
yüze varmıyorlar.
Halbuki bunların
dedeleri Kafkaslarda kalırken yüzü, yüz yirmiyi buluyordu, buraya gelince
ömürleri kısaldı denirse, aslında hiç kısalmadı Allah (c.c.) bunların buraya
geleceğini biliyordu. Bunun eceli buydu. Onun orada yaşayacağını biliyordu.
Onunda eceli oydu. Doğru soğuk ülkelerde ölüm yaşı biraz yüksek, sıcak
ülkelere doğru bu biraz düşüyor. Ekvatorda 55, 60 arasındaymış bu ecel yani
sıcak ülkelerde ecel biraz daha kısa oluyor.
Diyelim ki, buradan
top yekûn bir aile çektiler gittiler, kafkaslarm eteğinde bir köye yerleştiler.
Onların çocuklarının çocuklarının ömrü yüze çıkabilir. Yüz ona çıkabilir. Bu
ecelin uzaması değil Allah (c.c.) takdirinde bu adamın babası dedesi burdan
göçüp gidecek, oraya yerleşecek onlar orda dünyaya gelecek ve onların çocukları
yüz on sene olarak belirlenmiş uzalma veya kısalma yine söz konusu değil.
Yani havanın suyun
yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz şeylerin bedenimiz üzerinde etkisini görüp
duruyoruz. Yahu hocam görmedik olurmu öyle şey demeyin hepimizin üzerinde kısa
kollu gömlekli gezişimiz güneşin etkisinden dolayıdır. Yani çevrenin
bedenimizin üzerinde etkisini kışın ve yazın görüyoruz. Bunların bedenin çabuk
eskimesinde de etkisi var. Bu eskimeyi önlerseniz bir müddet uzar. Ama uzamamış
oluyor. O Allah (c.c.) zaten bu adam tedbirini alacak, şu kadar yaşayacak diye
tayin etmiştir. Hani Hz. Nuh (a.s.) 950 sene yaşadığını haber veriyor.[72]
Peki 200 sene bir
adamın yaşadığım görürsek bu uzatıldı mı? uzatılmadı mı? Allah (c.c.) onun
hayatını 250 sene olarak veriveriyor. O insan için gerekli ilaçlar, hava, su
herşeyi ona göre ayarlandı da o öyle oldu. Yani uzama ve kısalma yok.
Yalnız bu mantıkla
hareket ederek katil gibi düşünmeyelim. Katil de hakime sormuş. Hakim bey sen
kadere inanırmısın? İnanırım. Peki bu adamın eceli bir dakika ileri gitmeyecek,
bir dakika da geri kalmayacak,
ona da inamyormusun?
İnanıyorum. Eee benim günahım ne, bu adam zaten ölecekti. Bir katil mantığı
bu. Eee bu adam belki ölecekti. Ama Allah (c.c.) sana "haksız yere adam
öldürmeyin emrim vermiş sen yasağı çiğnemenin cezasını çekiyorsun.[73]
50- Deki:
"Allah'ın azabı onlara gecede veya gündüzde geliverirse suçlular
hangisini acele isterler? Siz söyleyin."
Allah'ın (c.c.)
Kur'an-ı Keriminde üzerinde en fazla durduğu konu birinci sırada Allaha (c.c.)
iman konusudur. Hatta efendimiz bir hadis-i şerifinde (Kur'anın her harfinde
Allah'a itaat, Allah'a boyun eğmek, onun emirlerini yerine getirip,
yasaklarından vazgeçmek konusu işlenmektedir diyor.) Her ayetinde değil, her
harfinde Allah'a itaat ve ibadet zikredilmektedir diyor peygamber (s.a.v.)[74]
Ondan sonra ikinci derecede
üzerinde durulan en fazla konuda ahiret-tir. Yani insanın bir başlangıcı bir
sonu vardır. En fazla işlenen konuda başlangıcı yaratan Allah (c.c.)'a iman ve
ona itaat ve dönüşte varacağımız yer hakkında Allah bize bilgi veriyor. İman
etmemizi istiyor, imanımız oranında öbür dünyada iyi veya kötü hayat
yaşayacağımızı haber veriyor.
Onun için bu ayette
"Rabbim (sor onlara)" Yani o gün için Mekkeli ve Medineli insanlara,
bugün içinse İstanbullu ve dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlara bu hitap
vardır. O gün için efendimiz söylüyordu. Bugün için o, efendimiz (s.a.v.)'ın
yolunda olanlaradır bu emir. Efendimize denmiş ama bu emir onun şahsında aynı
zamanda bizedir de.
Bize diyor şimdi;
(deki) "Peki söyleyin bakalım görüşünüz ne? ne diyorsunuz. Allah'ın azabı
gecede veya gündüzde geliverse ne dersiniz, ne yaparsınız, nasıl tedbir
alırsınız?". (Mücrimler ne kadar da acele ediyorlar, niçin acele
ediyorlar.) Hani yukarda geçmişti. 48. ayet-i kerimede (Hani ne zaman o
cehennemden vaad ediyordunuz, kıyameti bahsediyordunuz. Oradaki hesabı kitabı
söylüyordunuz) Peki (ne zaman?) diyorlar. Allah (c.c.) da diyor ki: söyle
onlara "Niçin azaba acele ediyorlar, bir gecede veya gündüzde gelecek
olsa ne yapacaklar, söylesinler bakalım görüşlerini bildirsinler" diyor
Allah (c.c).
Muhterem okuyucu!
Efendimiz (s.a.v.)'ın hicretinden günümüze kadar 1400 küsur sene geçmiş fakat
kıyamet kopmamış. Bir kısım imansız kesim (hani kıyamet yakındı" diyor.
Hani insanların ölçü birimleri kendi aralarında
vermiş oldukları rakamlara göre oranlanır.
Ölüm yaş ortalaması 50
olan, 60 olan ülkeler var. Yani orada insanlar 50 sinde, 60, 65 de ölüyor. Kırk
yaşında bir adam ölse "Genç yaşında öldü" demezler. Zaten elli,
ellibeşi normal olmuş.
Ama kafkaslarda 120
sene yaşayan insanlar varmış. 100 sene yaşayan insanlar varmış, ortalaması 90,
100 seneymiş. Böyle bir ülkede 40 yaşında ölen bir adama ise genç yaşta öldü,
gencecik oluverdi derler. Çünkü ihtiyarları 90,100,120'ye varıyor. Böyle bir
yerde 40 yaş gencecik bir yaştır. Allah (c.c.) yeryüzünü yaratalı ne kadar
olduğunu rakamlar olarak bilmemiz mümkün değildir. Yani Kur'an-ı Kerim bunu
bize bildirmemiş. Tevratta ve İncilde bu konuda bilgi verilmemiş. İlim
adamlanda kesin rakam vermiyor. Filan yerde bulunan fosil 100 milyon sene
olduğu tahmin edilmektedir gibi rakamlar veriliyor. Ama kesin bilgi yok. 100
milyon, bir milyar senelik bir zamana karşılık. 1400 senelik zamansa çok yakın
bir zamandır. Onun için kıyametin yakınlığından bahsedilir. Belki bizim
üzerimize kıyamet kopmayabilir. Ama şahsen hepimizin kıyameti kopacaktır. Ne
zaman kopacaktır? Onu Allah (c.c.) burada ki ifadesi ile kullanalım.
"Gecede veya
gündüzde gelecek olursa ne yaparsınız". Hani geçen Cuma gördüğünüz bir
insanı bu Cuma göremiyorsunuz. Veya ikindi üzere beraberdik, çayda içtik ama
adam ölmüş, kalp sektesinden ölmüş diyoruz. Gecede veya gündüzde eceli
geliveriyor. Bizde yarın yaparız, ihtiyarlayınca yaparım, veya emekli olunca
dinime olan görevlerimi yaparım diye ilerki bir güne atacak olursak, o zamanın
geleceğini kimse bize garanti etmez. Kafirler ahiretin gelmesini istiyorlar.
Tabii inkar babında söylüyorlar. "Hani o vaad ne zaman, doğru
söylüyorsanız hadi gelsin ya", yani Allah'ın azabından korkmadıklarını,
inanmadıklarını ifade etmek için bunları söylüyor. Rabbim de: "Mücrimler
(suçlular) niçin acele ediyorlar" buyuruyor.
Muhterem okuyucu!
Adama bir sene hapis cezası veriliyor, ve filan zaman da yatacaksın
denildiğinde adam o günün gelmesi onun için çok uzun oluyor. Hani iki ay sonra
hapse girecekse, iki aylık bir zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, çünkü
gelmesini istemiyor. Niye? çünkü ondan korkuyor. Çünkü katiyyetle biliyor ki o
ceza bir gün gelecek buna imanı sağlam, ahirete imanının sağlam olmaması
nedeniyle kişi suç işliyor. Eğer kişi adının Ali, Veli olduğunu bildiği kadar
ahiret hakkında da inancı olmuş olsa suç işlemesi zorlaşır.
Mesela bir insanı yürüyen
bir bantın üzerine yatırsanız ve ilerde de bir fırının içersine götürülüyor.
Yanmada en sevdiği bir kadın, en sevdiği içkiler koyulmuş olsa, ama bantın
ilerisi bir fırına götürülüyor, adamda görüyor, her an oraya yaklaştığını
anlıyor ve imanda ediyor. Kurtuluşu da yok, etrafını kapatmışlar, çıkması
mümkün değil ne o kadına el uzatabilir, nede o içkiden içebilir. Ne o faizi
yiyebilir, nede Rabbime karşı gelebilir o esnada.
Onun için kıyamet
sahnelerini Allah (c.c.) arada bir bizim gözümüzün önüne getiriyor. Namazı
anlatıyor ardından kıyamet sahnelerini getiriyor. Evliliği anlatıyor, ardından
kıyamet sahnelerini getiriyor. Ticareti anlatıveriyor, ardında kıyamet
sahnelerini getiriyor. Dostlarla, anne babayla münasebetlerini anlatıyor yine
ardından kıyamet sahnelerini getiriyor.
Sizinde bu hayat
bandınızda cehenneme doğru yol alırken sizin oraya düşmenizi engelleyecek olan
ananıza, babanıza yaptığınız hizmet, dininize yaptığınız hizmet, dostlarınıza
İslami çizgide yaptığınız hizmet sizi kurtarır diye Allah (c.c.)'de bize yol
gösteriyor.
Onun içindir ki
ahirete iman üzerinde Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde çok duruyor. Hepimizin
imanı var, biz şüphe etmiyoruz, fakat böyle gözle görülecek, elle tutulacak
şekilde değil. Ahiret vardır diyoruz da ateşe düşmekte olan, uçuruma düşmekte
olan bir adamın bir endişesi gibi bir endişemiz yok, olanlarımız mutlak surette
var ama bende dahil olmak üzere tanıdığım birçok dostum da bu endişemiz az,
yoksa imanımız var. İmanımızda şüphe etmiyoruz biz, fakat bu kuvvetli bir
şekilde bizi her hareketimizde yönlendirecek şekilde değil.[75]
51-
(kiyamet) kopdukdan sonramı ona iman edeceksiniz? "Şimdimi (iman ettiniz)
siz onu acele ediyordunuz, (denecek)
Bu sürenin 90 ve 91
nci ayetlerinde Firavun ve ordularının deniz de boğulurken iman ettiklerini
ancak o anda imanın kabul edilmedğini haber verir.[76]
52- Sonra
zalimlere: "Ebedi azabı tadın. Siz ancak kazandıklarınızla
cezalandırılıyorsunuz" denir.
Endişe etmeyin
yaptıklarınızın dışında her hangi bir şeyle cezalandırılmayacaksınız."
Yani kişiler bu dünyadan Öbür tarafa odununu kendisi götürür diyor. Şiir
halinde söylemiş Yunus Emre kişi kendi odununu kendisi götürecektir. Yoksa
sırtına alıp ardına alrp götürme değil yapmış olduğu ameller ateşe
dönüşecektir.
Allah (c.c.) ona
işaret etmek için yaptıklarınızın kazandıklarınızın dışında birşeyle
cezalandırılmayacaksınız demek istiyor. Hani suçta ve cezada denkliğin
olduğunu Allah (c.c.) bize haber veriyor. Ama iyilikte ve iyiliğin karşılığı
olan mükafatta denklik yoktur. Kişi bir iyilik yaparsa Allah (c.c.) on katını,
yediyüz katını, daha fazlasını verir, ama kişi bir suç işleyecek olursa o suçun
karşılığını alacaktır.
Çünkü Allah (c.c.)
kullarına zulm etmez. Kişi kendisine zulm eder. Daha önce geçen ayet-i
kerimeler de (Siz kendi nefislerinize zulm ettiniz) diyor Allah (c.c). Nasıl?
Kendisini cehenneme götürücü işler yapmak suretiyle kişi kendisine zulm
ediyor.[77]
53- "O
gerçekmidir" diye senden soruyorlar. Deki: "Evet, Rabbime yemin olsun
ki O şüphesiz gerçekdir. Siz onu önleyemezsiniz."
Yani bu dünyada
insanlar, epeyce teknolojide ileriye gitmelerine rağmen, gökyüzünden geliveren
bir rüzgar dünyanın süper gücü diye bilinen bir devleti evlerini binalarının
çatılarını yok ediveriyor. Veyahutta gökyüzünden geliveren bir kar bütün
hayatı felce uğratıveriyor. Gökyüzünden gelen bir yağmur, Hindistan'da,
Amerika'da, bazı eyaletlerde şehri veya köyü götürüp gidiveriyor. Yani bunun
karşısında insanoğlunun acizliğini itiraf etmekten başka da bir çıkar yolu
kalmıyor. Hani depremler konusunda yapacak önleyici tedbirler mutlaka alınması
gerekiyor. Din bunu emreder ama depremi durdurma işlemi ise bayağı şimdilik
gücümüz dışındadır.
Yani insanoğlunun
acizliğini her an kendisi görüp durduğu bu dünyada bile bunu görmesi lazım.
Ahirette "Mülk o gün tek olan ve herşeyi gücü altında tutan Kahhar olan
Allah (c.c.)'m olacaktır" Orada kimsenin ekonomik gücü, askeri gücü hiç
fayda vermeyecektir. Ancak selim bir kalp, yani şirkten, pislikten, yalandan,
iftiradan, gıybetten her şeyden temizlenmiş bir kalp insana fayda verecektir.
Günümüzde de imansız
kesim genelde müslümanların veya insanların aklını bulandırmak için bu ahiret
konusunun üzerinde fazla duruyorlar, ahirete gidip gelen yok ya, onun için
adamlar bu konuyu istismar ediyorlar. "Canım gidip gelen mi var, gelipte
haber veren mi var?" deyiveriyorlar.
Hz. Ali demişki:
"Hadi varsa" demiş. Yoksa benim zararım yok, seninde zararın yok.
İkimizde öldük toprağa girdik. Hz. Ali bunu burda şüphe makamında söylemiyor.
Ama o adamın imansızın mantığı içinde kullanıyor cümleyi. "Ya varsa"
demiş, o zaman senin için bitik.
İşte bu arada
insanların mantığına hitap edecek şekilde, imansızlaşma merkezleri kurulmuş
onlar şunu söylüyorlar: "Doğru mu bu?" ahirete inanıyorsunuz. Yani
doğru mu? gibi bir ifade kullanıyorlar. Kendileri bu 20. asırda fazla
düşünmeyen kesimin aklına uygun inkar mantığı geliştirmişler. Türkiye'de de
bir dernek kuru vermişler. O kadar etkililerki televizyonda da milletin
karşısına çıktılar böyle bir şeyin olmadığını söylediler. Bunlardan tefsir dersine
katılanlardan birine sorduk "Bu kötü insanların bu dünyada yaptıkları
yanlarına kâr mı kalacak?" sorusuna, Hayır!., diyorlar, onlarında
yanlarına kâr kalmayacak. Ya ne olacak? deyince, yeniden dünyaya gelirken
akreb, haşerat veya yılan olarak dünyaya gelecekler. Peki iyi iş yapanlar,
dürüst iş yapanlar; o zamanda onlar eski tabirle kral, kraliçe olarak
gelecekler. Şimdi yeni tabirle onların yerine oturanlar. Demokratik usulle
seçilenler olacaklar, öyle gelecekler diyorlar.
Dedim ki bakınız bu
konuda küfründe kendine göre bir mantığı var ama, yanıldığınız taraflar çok,
onlardan bir tanesi de (eğer senin dediğin olmuş olsaydı, yeryüzünde Hz.
Adem'den sonra nüfus artmamış olacaktı." Bir Adem var, bir Havva var.
İnanıyormusun, inanıyorum. Peki Havva öldü yılan olarak dünyaya geldi. Adem
öldü akbaba olarak dünyaya geldi. Sonra bunlar ittifak ettiler kimseyi
sokmadıklarından dolayı öldüler, Allah mükafatlandırdı. Kabil olarak geldi,
öbürüde Habil olarak geldi, onlarda iyi amel yaşadılar, bu seferde daha iyi
olarak geldiler, yani o iki nüfus artmaması gerekir. Ruh üretim merkezi var mı?
yok. Öyle ise nüfus artmaması lazım, hayvanların nüfusu da artmaması lazım,
insanların nüfusu da, ilk yaratıldığında ne kadardı o kadar olması lazım
deyince, dedi ki: "Hocam teslim olmayayım da merkezime bir sorayım"
dedi. Yine bir perşembe geldiğinde dersten sonra sordum. "Yıldızlara
götürüyor-larmış, bir kısmımda ordan buraya getiriyorlarmış". Yani
yıldızlarda da hayat varmış, uzaylı dostlarımız bir kısmını getiriyorlar, bir
kısmımda götürüyorlarmış.
Nüfus artışı yine
yokmuşta. Yani bir çoğumuz bizim gökyüzünden gelmişiz. Böylesine ipe sapa
sığmaz şeyler. Ama inkar ediyorlar tabii. Çünkü evvela düşünme ve okuma
melekesini yitiriyorlar. Maalesfe memleketimiz de topyekün okuma melekesini
bir gecede alınan kararla yok ettiler. Dünya tarihinde böyle bir olay hiç bir
devletin başına gelmiş değildir. Yazı ihtilali, yazının değiştirilmesi, dünya
tarihinde Rus'unda, İngiliz'inde, Japon'un da, Çin'in de efendim
Avrupalısında, Amerikah'sında, dünyanın bir devletinde bunun bir benzeri
görülmemiş hiç, bir millete diyorsunuz ki, hepinizi yarın sabah cahil
kılıyoruz. Eski kitapları da evi-
nizde bulunduracak
olursanız cezalandırırız demişler. Ve adamlarda çuvallara doldurmuş, belirli
yerlere defnedivermişler.
Bu insanlar kitaptan,
okumaktan soğutulunca ne verirsen ver. "Oğlum ölünce yılan
olacaksın!!!" olacam abi. "Oğlum Ölünce akrep olacaksın!!!"
hazırım abi. Akrep gibi ruhu insanlara verivermişler bu dünyada. Onun içindir
ki sokuyorlar. Komşusunu sokuyor, çeşitli vesilelerle zulm ediyor. Kendi
geçiminden, ancak kendi çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmüyor adam.[78]
54-
Yeryüzündekilerin hepsi kendisine zulmedene ait olsaydı, onların hepsinifidye
olarak verirdi. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını gizlerler. Aralarında
adaletle hükmolunur veoniarazulmedilmez-ler.
Bu dünyada adam
öldürüyorlar, sonra elindeki sermayenin bir kısmını vermek suretiyle
kurtuluveriyor. Zulm ediyorda, zulmünün karşısında ceza çekmiyor. Bunu her
hangi bir gazeteyi bir hafta içinde okuyuverse-niz, filan şöyle şöyle yaptı
kurtarttı. Savcılık makamına vardı, bir kahve içti çıktı diyorlar. Dünyada
rüşvet, öyle hale geldi ki, sanki meşrulaştı. Hatta benim memurum geçinmesini
bilir, devletine yük olmaz diye demeçler verilmiştir.
Yani normalinde rüşvet
alınız, bundan dolayı sorguya çekilmeyeceksiniz deniliyor. Bu dünyada da bu
geçerli, nerde geçerli? Islamm hakim olmadığı yerde geçerli. Rabbim bu dünyada
her şeyi yaratmış, tabiatta kendi kanunları geçerli. Yani kanımızın ceryanında,
kalbimizin atışında, saçımızın beyazlaşmasında, ihtiyarlamamızda Rabbimin
tabiat kanunu geçerli, burada söz hakkı kimseye verilmiyor.
Ancak bizim toplumsal
faaliyetlerimiz ve, ferdi faaliyetlerimizde, imtihan gayesiyle, Rabbim bize
irade etme hürriyetini vermiş. İrademizi vermiş. İyi yola gidebilirsin, kötü
yola da gidebilirsin demiş. İnsanlar bu iradesinden sorumlu tutulacaklar. Onun
içindir ki bu yeryüzünde islamın hakim olmadığı yerde rüşvet, zulüm işkence
olur.
Hocam bizim ülkede
olurda, Amerika'da olmaz, demeyin. İşte televizyonda seyrediyorsunuz.
Rüşvetsiz filim çevirdikleri yok, zalimlikte zirvedeler. ama ağabeyimizi bize
iyi gösterdiklerinden dolayı gözümüze pek zalim görünmüyor. Adam Panamaya
giriyor, onbaşı iken general
yaptığı adamı
düşürüyor, arkasına vura vura Amerika'ya götürüyor. İyi yaptı diyorlar. Bizde
iyi yaptı diyoruz. Türkiye'de iyi yaptı diyor. Fiilen işgal etti. Savunanları
ise "orayı ıslah etmek için gitti". Ağabeyim diyor.
Allah (c.c.) diyor ki:
"O nefsine zulm eden insanlar bütün sahip oldukları şeyi verip o
cehennemin azabından kurtulmak isterler, ama hiç faydası olmadı. Çünkü ayet-i
kerimede de ifade edildiği gibi orada hiçbir mal, mülk, evlad şefaatçi
geçersizdir. Kafirlerin şefaatçisi çok olsa bile geçersizdir. Ancak mü'minlerin
Rabbimin izin verdikleri kanalıyla şefaat edecek insanları olacaktır.
"Ve
pişmanlıklarımda gizleme tarafına gideceklerdir". Ateşli azabı
gördüklerinde pişmanlıklarını gizleme tarafına gidecekler. "Ve onlara
adaletle hükmolundu ve onlar zulme uğramayacaklardır", diyor Allah (c.c).
Yani Allah (c.c.) bana bu ateşi niye verdi, demek yok, yaptığımda, amel
defterinle eline veriverecek.
Hani İsra suresinde Allah
(c.c): "herkesin ellerine amel defterlerini takdim edeceğini (oku
kitabını) denileceğini" haber veriyor. Adam şöyle bir bakarmış deftere;
"Ya Rabbi yanlışlık var, bu benim değil başkasını bana vermişler"
diyebilecek. O zaman Allah (c.c.)" Yasin suresinde ifade ettiği gibi
"o zaman elleriyle ayaklarını konuşturacağını" ifade ediyor. Ellerini
konuşturuyor diyor ki: "Ben şöyle şöyle yaptım" diyor. Ayaklar da
"ben filan yere gittim" diyor. Hocam nasıl konuşturur Allah (c.c.)
diyor. Canım insanoğlu plağın üzerine bir tane iğne koyuverince, içinde
ilahimidir, türkümüdür. Ne varsa koyuverdiği gibi Allah (c.c.) parmak izleri
üzerine kendine has iğnesini koyuverdimiydi o kendine has, hangi suçu
işlediğinizi, kimlere karşı suç işlediğini, kimlere zulm ettiğini, kimlere
rüşvet verdiğini, kimlerden rüşvet oldığını, Allah'ın dininin kitabının yok
edilmesi için kimlerle böyle tokalaştığım bu el söyleyiverecek.
Onun için ellerinizin
aleyhinize şahidlik yapmaması için, elinizi koruyun. Hani adam bir kötülük
yapsa biride şahid olarak görse adam çeker tabancayı ulan bana şahitlik
yaparsan şöyle şöyle yaparım. Aleyhine şahitlik yapmayacaksın diyor. Sizde
elinize deyin, suçu yapmadan önce yapın. Yani bu ellerle kimseyi dövmemeye,
mü'mini dövmemeye, mü'mini sevmeye, bu eli Rabbimin dinini korumaya kullanın,
yoksa müslümanlara karşı kullanmayın. Verici olsun, dağıtıcı olsun bu eliniz.
Sevici olsun bu eliniz ve gözlerde kulaklarda Allah (c.c.) iradesi
doğrultusunda hareket etsin.[79]
55- İyi
bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. Yine iyi bilin ki, Allah'ın
va'di hakdir. Ancak insanların çoğu bilmezler.
Şimdi ahiretin
varlığını bize gösterirken dünyanın varlığını gözümüzün önüne getiriveriyor.
İyi bilin ki gökte ve yerde olanlar Allah'a aittir. Yaradanı o. Siz neyi inkar
ediyorsunuz? Hani daha önce anlattığımı tahmin ediyorum. Bu bizim yakında
hatta cemaatımızdan birisi, bir başkası için "hocambir adamın Allaha,
peygambere, imanı var, ahirete imanı var ama Hz. Adem'in topraktan
yaratıldığına imanı yok. (Olur mu öyle şey canım, mantar çıkar gibi yeryüzünden
adam çıkıverir mi?) diyormuş. Onunla biz görüştük. Dedim ki "niye
inanmıyorsun" yahu hocam bu canlı bu topraktan çıkmaz diyorsun. Öylemi.
Bir yaz günüydü, peki
evine git bir tane domates al onu ez ve bıraki-ver. Üç gün sonra veya bir gün
sonra sıcak günlerde tekrar yanına vardığında, domatesin sıcaktan çürüdüğünü
üzerinde yüz ikiyüz iane sinekciğin olduğunu görürsün. Nerden meydana geliyor,
o çürümüş domatesten meydana geliyor.
Efendim havada bir
mikropla orda birleşti o, doğru, amenna zaten Allah (c.c.)'ın toprağıyla Allah
(c.c.) kendi tarafından verdiği ruh birleşti insanda da. Domatesten yüz, ikiyüz
ve daha çok sineği yaratan Allandır. Etinizi bir yere koyuverseniz içinden
kurtçuk çıkıyor, yaz gününde her tarafını kurt kaplar. Bir canlıdır o. Allah
(c.c.)'da insanı böyle bu topraktan çıkarıverir.
Allah (c.c.) ahiretin
doğruluğunu, gerçekliğini söylemeden önce yer ve gök Allah'a aittir diyor. Güz
mevsiminde toprağa çekirdekler düşüyor. İnsanın toprağa düşüşü gibi, üzerine
kardan kefenler buruyor. İnsanında kefene bürünüp yattığı gibi, sonra bahar
mevsimi geliyor, toprağın bağrına cemre düşüyor ve toprağın bağrındakiler bu
sefer yeniden yeşerip çi-çekleniveriyor. Neye göre, Düşüşüne göre
çiçekleniveriyor yalnız. Elma ise elma olarak, karanfil ise karanfil olarak,
lale ise lale olarak çıkıyor.
Sizde öyle
olacaksınız. Ameliniz neyle kefenlenmişse onunla beraber çıkacaksınız. Yani
amellerinizle beraber ya kapkara veya bembeyaz. Bembeyaz çiçekler gibi
çıkaracaksınız veya sizin için söylemiyeyim, amelsiz imansızlar için söyliyeyim
kapkara kömür gibi cehenneme odun olarak çıkacaklar. Allah o hale düşürmesin. O
hale düşmemek için de, bu dünyada tedbirini alan, Rabbine itaat eden
kullarından eylesin. Nasıl ki ahiretin olacağını bu dünyada misal olarak Allah
(c.c.) vermiş. Yani eşyanın toprağa düşüşünü, ordan dirilişi ahiretteki
dirilişimizin bir misalidir bize, onları Rabbim öğretiyor.[80]
56- O
diriltir ve o öldürür. Ve siz ona döndürüleceksiniz. Türkçe'de şöyle ifade
ederiz. "Hayy dan geldik, huu ya gidiyoruz." Canım haydan gelen huya
gider, gerçi kötü anlamda kullanıyoruz ama, kelime olarak güzel bir kelimedir.
"Hayy" Allah m (c.c.) isimlerinden bir isimdir. Hayat sıfatı onun
sıfatıdır. Yani diri. Hay olan Allah (c.c.)'den geldik. Huya gidiyoruz. O, Hay
olan Allah (c.c.)'den ona gidiyoruz diyoruz. Burada da o manayı ifade ediyor.
Dirilten O'dur, öldürende O'dur, ve siz ona döndürüleceksiniz diyor Allah
(c.c).
Aslında kıyametin
gerekçeleri bunlar. Hani biz bu dünyada hiç yok iken, doktorların ifadesiyle;
en fazla büyüten bir büyüteçle bakmış olsak, zor görebileceğimiz bir meninin
beş milyonda biri olan bir küçücük canlıdan meydana gelmişiz. Allah ona kalem
gibi kaşlar vermiş, göz, el, dil, çizgiler vermiş. Hepimizin çizgisi ayrı ayrı.
Bunu yapan Rabbim
ahirette insanı mı diriltmez. Dirilten O'dur, öldürecek olan da O'dur.
İnsanlar ancak öldürmeye sebep olurlar. Yoksa, canı alan Allah (c.c.)'dür.
Çünkü canı veren Allah (c.c.) dür. Ona döndürüleceğiz. Onun dışında bir yere
gidecek olanda yok.
Adam ben ataistim
diyor. Yani gavurun yeni Türkçesi. Ben gavurum diyor. Nereye gideceksin? adı
Ali, Veli olduğu için müslüman kabristanına defnedecekler. Aslında müslüman
devlet olsa, bu tür adamlar, ben gavurum diye gazetede ilan ettimi, o adamı
müslüman kabristanına defn etmez. Nereye defneder. Hristiyanlarınkine? Onlarda
bizde de yer yok derler. Yahudilerinkine defn edelim? Onlarda olmaz alamayız
derler. Ne yapacağız, bir yerde bir çukur bulacağız. Oraya insanlara zarar
vermesin, ölüsü kokmasın, etrafa mikrop saçmasın diye oraya defn edilir.
Madem ki inanmıyorsun
Rabbime, madem ki müslümanlarm inancına saygı göstermemişsin, müslümanlarm
mahallesinde oturma, onların kazandığı ekmekten yeme. Bu imansızın ayağındaki
yün, bu müslüman insanın koyunundan ve sığırından geliyor. Damarmdaki kan bu
müslüman insan m ürettiği yiyecek maddelerinden geliyor. Bu insanlara saygı
duymayan bu adamın, aslında çekip gitmesi lazım. Veya kendilerine bir köy,
kendilerine göre geçim vasıtaları kurması ve ona göre yaşamaları gerekirken,
yününü, kanını müslümandan alıyor. Müslümanın inancına doğrudan söğüveriyor, bu
şahsiyetsiz, karaktersiz, saygısız insanlar.[81]
57- Ey
insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve gönüllerinizdekine bir şifa ve iman
edenlere yol gösteren ve rahmet gelmiştir.
Ey insanlar derken yalnız
hedef olan, mü'minler değildir, insan olarak bu dünyaya gelen herkes bu ayetin
muhatabıdır. Ey insanlar size Rabbinizden bir vaaz geldi. "Mev'iza"
geldi ki, Kur'an-ı Kerimdir. Yani insanlara vaaz edilecek ayetler, nasihat
edilecek ayetler bu Kur'an-ı Kerimle geldi. Göniüdekilere şifa olan bu
Allah'ın kitabı size geldi. Yol gösterici bu kitap, mü'minlere rahmet olan bu
kitap size Rabbiniz tarafından geldi diyor.
Allah (c.c.) Yine İsra
suresinde "Kur'an-ın mü'minlere şifa ve Rahmet olarak
indirildiğini," bize haber veriyor.(7sra 81) Neye şifa Kur'an-ı Kerim? Bir
kere toplumsal hastalıklarımıza şifadır. Gönüllerimizi sıkan, bir kısmımızı
delirten, bir kısmımız delirdiği halde delirdiğinin farkına varamıyor. Aslında
birçok kimsemizin hayatı öylesine anormalleşmiş ki, herkes aynı anormalliğin
içersine girdiğinden adamların ne deliliği belli olmuyor.
Bu yazar, çizer takımı
yaman adamlar, televizyonda bir güldürü hazırlamışlar; Adam doktor, sıradan
hastalan var, bunların içinden en acil olanını arıyor. Birine soruyor,
"Senin neyin var?" "Efendim bacağım kırıldı!!" "senin
ki acil değil" diyor. "Efendim kulağım patladı!!" seninki acil
değil diyor. Bir tanesi "efendim bende şöyle şöyle hastalık var!!" aa
sen acilsin gel bakalım diyor. Virüslük hastalığı varmış herifte, "oğlum
yolda giderken bir on milyon bulsan ne yaparsın?" diyor. "Efendin en
yakın karakola teslim eder, ordan da ilan ettiririm" diyor. Tamam bunlar
alametleri bu hastalığın diyor. "Oğlum şeyle bir krediyi, rüşveti eline geçirecek
olsan ne yaparsın?" diyor. Deikü: "almam efendim" diyor.
"Oğlum sen hastasın, acil hastasın tedavi olman gerekir" diyor.
Tedavi ediyor. Tabi güldürü içersinde tedavi ediyor. Bu hastaya televizyon
kanalıyla, eğitim veya diğer tedavi yoluyla birşeyler verdikten sonra,
soruyor. (Tabii kıyafetide değişmiş.) "Oğlum yolda giderken on milyon
bulsan ne yaparsın?"!!! "kimseye çaktırmadan cebime atarım abi"
diyor. Çeşitli sorular aynı şekilde cevaplandırıyor. "Peki tedavi oldun,
hadi git tedavi param öde" diyor. O da "ödeyecek göz var mı
bende" diyor.
Şimdi bu adam delirdi
aslında da fakat toplum topyekün aynı kanatta olduğundan o akıllı, dürüst adam,
deli duruma düştü. Onun için delilerin bazı farkına varamayışımız, bizde de
aynı şeylerin oluşundan kaynaklanıveriyor. Böyle tavırlar normal oluyor.
Bu tip ferdi ve
toplumsal hastalıkların tedavisi için Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerimini indirdiğim
bunun rahmet olduğunu, bu hastalıktan kurtuluşun yolunu gösteren hidayet
kitabı olduğunuda Allah (c.c.) bizzat kendisi gösteriyor.
Ekonomik
hastalığımızdan kurtulmak, zilletten kurtulmak, filan adam "şöyle şöyle
yapın, böyle böyle yapın diye telefon etti" gibi, emil almak zilletinden
kurtulmak için, Kur'an-ı Kerime sarılmak gerekir. İktisadi konularda ekonomik
özgürlüğü sağlayabilmek için Kur'an-ı Kerime sarılmak gerekir. Başkasının
kitabına sarıldınızmi o kitabı yazanın emrin tutmak mecburiyetindesiniz. Kitaba
sarılıyorsak Rabbimin emrini tutmal bizi zillete düşürmez. Aciz olduğu için
izzete götürür. Ama başkasmır emirlerini tutacak olursak, zilletin içersinde
devamını sağlar.
Kur'an-ı Kerim bedeni
hastalıkların da şifasıdır. Doktorlarımıza teda vi ettirirken (Ya Rabbi şifa
ver) diyerek duamızı esirgemeyiz. Am; Kur'an-ı Kerimin indiriliş gayesi daha
ziyade insanın insanla olan ilişkisi ni, insanın Rabbi ile olan ilişkisini
düzenlemek için indirilmiştir. Sosya hastalıklarda, ferdi hastalıklarda kalktı
demektir. Çünkü birçok hastalık ya tabiatta olan münasebetimizde, hava
kirliliğimizde veya çeşitli vesile lerle olan ilişkimizde vardır. Veya
insanlarla çeşitli vesilelerle olan ilişki lerde mesela senedimizde, çekimizde,
v.s. çeşitli münasebetlerimizd vardır. Birde Rabbimizle olan ilişkilerimizden
memnun değiliz. Yaptiğ: mız işten sonra pişman oluyor, vicdan azabı çekiyoruz.
O da bir hastalı! tır ayrıca.
Yani bütün bunlardan
temizlencbümenin en kısa yolu; Allah (c.c.)' kitabım açmak, okumak, okuduğu
doğrultuda amel etmek ve onun hak miyetini sağlama yolunda bütün enerjisini
harcamak. Böylece insanoğlu sağ olur günler görürse, bu dünyada rahat etmiş
olur. Göremezse ahiret rahat edeceğiz.[82]
58- Deki:
"Allah'ın lütfü ve rahmetiyle, ancak bununla mutlu ( şunlar. Bu, onların
topladıklarından daha hayırlıdır."
İnsan neye sevinir.
Bir baba evde otururken, öbür tarafta hanımı sa cılar içersinde kıvranırken
birisi haber getiriyor, diyor ki "bir çocuğu oldu. "Hani oğlan kız el
ayağı düz derler" Anadoluda, el ayağı düz sa lam bir çocuğun dünyaya
geldi, "hanımında sıhhati yerinde" denildi bir insan buna sevinir.
Veya bir insan ticari
hayatta bir beklentisi vardır, onun haberi gelmiş şu işin şöyle oldu denildi
ondan dolayı seviniyor. Bir anne oğlunun askerden geliyor haberine sevinir.
Herkesin kendine göre çok fazla sevindiği şeyler vardır.
Bunlar meşru olduğu
oranda, sevinmek bizim için ayrıca teşvik edilmiş. Sevap bile bahsedilmiştir.
Sevinmenizde gerekiyor, ama insanoğlunun en çok sevinmesi gereken şey
"İslam nimetine sahip olmasındandır" diyor Allah (c.c). Allah'ın
fazlına, keremine ve rahmetine sevinmemiz gerektiğini bu ayeti-i kerime ile
haber veriyor.
Yani Allah'mıza
harridü senalar olsun ki bizi müslüman bir aileden, müslüman bir babadan
müslüman bir anneden dünyaya getirmiş, müslüman bir çevrede büyümüşüz.
Allah'ın kitabı olan Kur'an-ı Kerimi okuyabiliyoruz veya dinleyebiliyoruz. Yani
okuma bilmeyenlerimizde dinlemek bir nimettir. Bazı insanlarımız vardır ki
dinleme nimetini bile elde edemezler. Gelemezler, gelseler bile rahat
edemezler, dinleseler huzur bulamazlar. Bu tür insanlardan olmadığımızdan
dolayı, ayrıca sevinmemiz gerekiyor.
Bu Kur'an-ı Kerimin
hayata tatbiki ki, onu görmedik, yaşayanları kitaplardan okuyoruz. Yani
İslaman hakim olduğu dönemde toplumun ekonomik sahada birbirlerine karşı nasıl
yardım ettiklerini bazı kitaplarımızda şöyle misaller var. Tabiinin
büyüklerinden birisi için şöyle anlatılır. Ona bir bayram günü gelmiş,
yaklaşmış çoluğuna, çocuğuna bir şey alacak durumda da değil. Maddi sıkıntısı
vardır. Bayramlık veya bayramda alınması gereken şeyleri almamış, derken
hanımda "çocuklarımız üzülecek, biz üzüleceğiz, işte şöyle olacak, böyle
olacak" demiş. Bunun üzerine arkadaşına bir mektup yazmış. Öbür
mahalledeki arkadaşına çocuğunu göndermiş. O da ona bir kese para göndermiş,
bir kese o zatın evine parayı getiriyor. Ama bir öteki arkadaşı çocuğu
göndermiş biraz borç para istiyor. Mevcut keseyi olduğu gibi çocuğa veriyor.
Yani kendi ihtiyacı olduğu halde öbürüne veriverdi. O ilk parayı gönderen adam
üçüncü arkadaşına oğlunu gönderiyor ve "git oğlum biraz para iste
amcandan" diyor. O da ona gönderince para ilk sahibine geri dönmüş, o
zaman anladı diyor. O üçü bir araya geldiler o kesenin içindekini bölüştüler
diyor. Böylece bayramı mutlu olarak geçirdiler derler.
Yani böyle bir
anlayışa sahip bir toplum meydana getirivermiş olsak herkesin namusu emniyette,
herkesin ticari, siyasi, ev hayatı emniyetli oluverir. İşte Kur'an nimetine
kavuştuğunuzdan dolayı seviniverdiniz. Şu anda seviniyoruz, Kur'an-ı okuyoruz
veya okuyanı dinliyoruz. Ama manasını anlamaz ve yaşamaz isek bu şuna benzer
"Bize diyorlar ağzınızda balı çiğneyeceksin ama sakın yutmayacaksın,
yutarsan kanma, canına , tenine faydası olur. Ağzından zevk alacaksın ama içine
yutmayacaksın" gibi bir ifade ile bunu veriyorlar. Veya fındığın kabuğunu
kırmadan yutmaya benzer bu iş. Yani son 50-60 senelik zaman içersinde Allah'ın
kelamını anlayabileceğimiz arapçanın öğrenilmesinin yasaklanmasının yegane
sebebi Kur'an-ı anlamasınlar diyedir. Eğer onu anlamış ve birde uygulama
sahasına koymuş olsaydık, bu dünyamızda ahiretimizde cennet oluverirdi. Allah
(c.c.)'de işte bundan dolayı yani böyle bir nimete dahi sahip olduğunuzdan
dolayı sevininiz. "Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır"
diyor.
Hocam ben çalıştım
çabaladım veya babamdan, kayınpederimden miras olarak kaldı. Şu kadar hanım, hamamım,
ticari müessesem var diyor. Allah (c.c.)'da diyor ki: "Bu İslam nimeti
Kur'an onlara bütün topladıklarından daha hayırlıdır" diyor. Onların
topladıklarının tamamından hayırlıdır diyor. Günlük hayatımızda bunların
hayırlı olduğunu görüveri-yoruz. Adam tam kayınpederin malına gözdikmiş, böyle
kaşının ortasına bakıyor. Ne zaman ölecek diye, tam kayınpeder ölmüş birde
bakmış ki kayınpederin sağlığında kayınları malı üzerine geçirmiş, elleri boş
kah-vermiş garibanın veya tam malı eline geçirirmiş malı hacizliymiş, karşı
taraftan borç gelmiş veya gerçekten de mal tam eline geçiyor ama öbür tarafta
bir başka engel önüne çikıveriyor.
Şu İstanbul şehrinde
üzüntüsüz bir insan bulmak mümkün değildir. Herkesin kendine göre bir üzüntüsü
var. "Ama hocam şu adam dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi".
Bir dediği iki edilmiyor. Ama onuda şöyle alıverseniz karşınıza alıp
"senin ne derdin var? deseniz". Evimde yatalak kızımı her görüşümde
yüreğim ağzıma geliyor. Keşke bu sıhhatinde olsaydı da bütün varlığım alınsaydı"
deyiverebiliyor. Onun için insanoğlunun bu dünyanın tamamı kendine verilse
hatta hadiste peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş. "Bir vadi i dolusu altını
olsa, ikinci vadiyi ister" buyuruyor.[83] Yani
Marmara denizi dolusu bir altını olsa, Ege denizi dolusu bir altında karşıda
dursa orasıda benim olsa" diyor. Yani doyum sağlanmıyor. Bu dünyada doyum
sağlanmıyor.
Öyle ise mademki
ölümlüyüz. Bu dünyada gücümüz oranında bir mala sahip olmanın yegane gayesi şu
olmalıdır. "Bu malla ben Rabbimin dinine daha fazla hizmet ederim".
Mevcutla hizmet edip daha fazlasını kazanıp onunla hizmet etmeye yönelik
hareket edecek olursa bu insan yine Kur'anm ve sünnetin doğrultusunda hizmet
etmiş olur.
Hz. Ömer zamanında
İran feth edilmiş. Bir imparatorluğa o gün için son verilmiş. Oradan ganimet
mallan Medine'ye geldiğinde Hz. Ömer'in yanındaki sahabe şu ayet-i kerimeyi
okuyormuş. "Allah'ın fazlı, rahmeti ve keremi bu bize ondandır, bundan
dolayıda seviniriz". Ayetini böyle
anlamış, sahabe
seviniyor. Yani mal geldi diye seviniyor. Hz. Ömer demiş ki: "Ayet senin
anladığın gibi değil," maldan dolayı sevinin diye değil, İslam nimeti,
Kur'an nimeti size verildiğinden dolayı sevinin. Çünkü ayetin devamında,
"bu islam nimeti Kur'an-ı Kerim onların topladıklarından daha
hayırlıdır"diyor.
Yani dünyanın tamamı
terazinin bir kefesine konsa, Allah'ın bir kelamı da terazinin öbür kefesine
konsa, Allah'ın kelamı ağır gelir. Çünkü Allah baki dünya fanidir, insanda
fanidir. Öyle ise fani olan şey ne kadar fazla olursa olsun. Allah'ın kelamına
denk olması mümkün değildir.[84]
59- Deki:
"Baksanıza Allah size rızık olarak ne indirdiyse siz ondan bir kısmım
haram, bir kısmını helal kıldınız." Deki: "Allah size izin mi verdi?
yoksa siz Allah'a iftiramı yapıyorsunuz?"
"Deki onlara, ne
diyorsunuz? Allah'ın indirmiş olduğu rızıklar konusunda ne diyorsunuz?"
Tabi rızıktan kasıt daha önceki bölümlerde ifade ettiğim gibi rızık, yediğimize
nzık içtiğimize rızık, aldığımız havaya, kazandığımız ilme rızık, kazandığımız
paraya rızık, sahip olduğumuz sihha-te rızık diyoruz.
Yani Allah'ın (c.c.)
bize verdiği herşey rızıktır. Bedenin bütün azaları Allah'ın (c.c.) bize vermiş
olduğu rızıktır. Deki ne diyorsunuz? Allah'ın size rızık olarak indirmiş olduğu
şeyler hakkında "siz onlardan bir kısmını haram bir kısmımda helal
kıldınız" onlara deki: "Allah'ını size izin verdi, bunun haram veya
helal olduğunu belirleme hakkını size Allah'mı verdi de onlara"
Kur'an nazil olduğunda
Mekkeli müşrikler bir kısım eşyanın haram, bir kısım eşyanın helal olduğunu
söylüyorlardı. Yani bu helal haramı şöyle anlayalım. Bir kısım eşyanın
kullanılmasını devlet olarak yasaklıyorlar. Bir kısmının kullanılmasını devlet
olarak müsaade ediyorlardı.
Bugünde aynı şekil
devam ediyor. Hani uluslar arası devletlerin kendi iç kanunlarında veya
uluslar arası kanunda da kabul ettirilen bazı prensipler vardır. Şunun
kullanılması, alınması ve satılması yasaktır. Şunun alınması, satılması yasak
değildir. Gibicesine kanunla çıkıyor. Allah (c.c.) diyor ki bu tür kanun
koyanlara, yani bir şeyin haram veya helal (Türkçesi yasak veya serbest)
edildiğini yasak olmadığını belirleme hakkını Allah size verdi mi? diyor.
Yani aksi şöyle olur.
Bir şeyin yasak veya yasak olmadığını belirleme hakkını Allah ve Rasulü
belirler. Rasulü belirler diyoruz. Çünkü Allah (c.c.) ona o müsadeyi
verdiğinden dolayı. Kur'an-ı Keriminde Allah (c.c): "Allah'ın ve Rasulünün
haram kıldığını haram saymayanlarla harp ediniz" diyor. Böylelikle
peygamber efendimizinde haram ve helal koyma hakkının Allah tarafından
verildiğini görüyoruz.
Ama bu ayet-i
kerimeyle onun dışındakilere verilmediğini, Allah (c.c.) beyan ediyor. "Bu
konuda Allah'mı size izin verdi?" Yoksa Allah'a iftira mi ediyorsunuz?
Yani bizde haram koyma hakkı, yasak koyma hakkına sahibiz, bizde helal koyma
yani birşeyin yasaklığım kaldırma hakkına sahibiz diyenler. Allah'a iftira
eden insanlar olarak nitelendirilmiş oluyor bu ayet-i kerime ile.
İnsan ve zaman genelde
değişmiyorda kullandığı eşya değişiyor. Teknolojisi değişiyor. Hani Mekke
döneminin vasıtası deve ve attı, katırdı merkepti, bugünün insanlarının
vasıtası uçaktır, gemidir, veya arabadır, taksidir. Ama insan insandır. O
günün insanı da biz Allah'ın kanununa göre hareket etmeyiz. Kur'ana göre
hareket etmeyiz, kendimiz kuralları koyarız diyenler vardı. Günümüzde de, aynı
şekilde, aynen Mekke müşriğinin söylediğim söyleyenler var. Kur'an geçersizdir.
Biz kendi aramızda bir araya geliriz. Kendi kurallarımızı kendimiz koyarız
diyorlar ve Rabbimin yasakladığının yasak olmadığını ilan ediyorlar.
Türkiyede de bu
vardır. Mesela: içki yasağı. Allah (c.c.) Maide suresinde kesinlikle "ki
tefsirini yaptık geçtik" içki yasaklandığı halde memleketimizde içki
teşvik edilir. Bilakis içmeyen insan terfii edemez hale gelmiştir. Hele hele
belli bir makamdan sonra yükselebilmenin yolu ancak içmekten geçiyor.
İçirmekten geçiyor.
Yani içmeyen insanlar
anormal kabul edilmiştir. Halk olarak değilde; belirli yerin yukarısında,
bulutların üstüne çıktıktan sonra daha yükseklere çıkmak isteyen bir insan
orada içmek mecburiyetinde kalıyor. Kumaı yasak değildir. Bazı yerler
gösterilmiş şuralarda oynanacaktır diye ama bunu teşvik bile ediveriyor. Allah
her ne kadar bunu yas aklamış şada ber müsade ediyorum demektir.
Allah (c.c):
"bütün kadınlar muhteremdir. Bütün erkekler mükerrem-dir. Kerem
sahibidir". Ama insanların bu kerametini kaldırıp insanlanı namuslarını
beş para edip fuhşa teşvik ediliyor. Belirli yerlerde, belirl makamlar ve
belirli kanunlarda onları korumak üzere orada beklerler Devletin gücü vardır.
Hani genelevinin en yakınında karakol vardır. Tür kiye genelinde genelevleri
korumak üzere.oraya en yakın yerde karakol lar vardır. Onları korurlar ne olur
ne olmaz diye.Yani bunlar rejimimizin alt yapısıdır. Onun için korunması gereki
dercesine. Yani haram olan herşeyi helal, helal olan bazı şeyleride haram
haline bilinçli olarak getiriliveriyor.
Allah (c.c.) da diyor
ki: "Siz bunları haram ve helal olarak nasıl belirlersiniz. Allah'mı size
izin verdi? Yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?[85]
60- Allah'a
iftira edenler kıyamet gününü ne zannediyorlar? Şüphesiz Allah insanlara karşı
lütuf sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmezler.
İşte öbür dünyada
karşılaşmak istemezmiyiz. Bunun hesabını yapacak olursak biraz kendimizi
kötülüklerden alıkoyabiliriz. Yani kötülüklere karşı kendimizi fren vazifesi
görebilir. Bu dünyada dost olduğumuz insanla öbür dünyada da dost olmayı
istermiyiz.
Yani öbür dünyada da
bununla beraber bir yerde bulunalım. Bu nereye giderse bende oraya gideyim
diyebileceğimiz. İnsanlarla dost olmaya gayret edecek olursak dünyamızıda,
ahiretimizi de biraz düzeltme yolunda adım atmış oluruz. Allah (c.c), bizim
her adımımızın her işimizin her düşüncemizin ne olduğunu bildiğini şöyle ifade
ediyor.[86]
61- Sen
herhangi bir işde bulunsan onun hakkında Kur’andan bir şey okusan ve siz hangi
işi yaparsanız, siz o işe daldığınızda biz sizin üzerinizde şahidiz. Yerde ve
gökte zerre ağırlığında birşey Rab-binden kaçmaz. Ondan daha küçük ve ondan
daha büyük olan her-şey apaçık bir kitapda (yazılı) dır.
ihsanı tarif ederken,
"Allah'ı görür gibi ibadet yapmandır. Her ne kadar sen Allah'ı
görmüyorsan da Allah (c.c.) seni görmektedir" diyor peygamber efendimiz
(s.a.v.)[87] Söyleyeceğimiz her sözün
kayda geçileceğini hesap ederseniz ağzımızdan kötü sözün çıkması zorlaşır. Vuracağınızda
veya döveceğinizde veya seveceğinizde bu yapacağınız işin kayda geçtiğini
hesap ederseniz işiniz biraz daha kolaylaşır. Herhalükarda Allah (c.c.)'ün bize
şahid olduğunu, hayatımızı murakabesi altında tuttuğunu hatırlayacak olursak,
Allah (c.c.)'a karşıda, insanlara karşıda, meleklere karşıda, cinlere karşıda
kötü bir iş yapmaktan sakınmış oluruz.
Araplar atom bombasını
"Zerre" kelimesi ile ifade etmiştir. Bizim Türkçemizde de Zerre
miktarı diyoruz, buna zerre kadar şu işten haberim yok. Zerre kadar bu işi
yapmadım filan. Zerre kadar ondan almadım gibi. Yani zerreyi biz arapçadan
almışız, mevcut bilgimizin, bildiklerimizin en küçük parçasına Zerre diyoruz.
Allah (c.c.) bu
kelimeyle diyor ki: "Yeryüzünde ve gökyüzünde zerre kadar birşey dahi
Allah'a gizli kalmaz. Hatta ondan daha küçüğü diyor. Atomdan daha küçüğü de,
atomdan daha büyüğüde Allah (c.c.)'m Kitabı Mübininde yazılmıştır diyor bu
ayet-i kerimede.
Kitabı Mübinden kasıt
bir kısım alimlerimiz levhi mahfuz diyorlar. Bir kısım alimlerimizde şu
okumakta olduğumuz kitapdır demişler. Yine bu ayetlerde "Kitabün
mübiyn" lafzı vardır. Kasıt apaçık kitap manasına geliyor. Herşeyi
açıklayan kitap manasınada geliyor. Bir açıklığını ifade ediyor.
"Mübiyn" kelimesi birde açıklayıcılığım ifade ediyor diyor. Yani
herşeyi açıklayan şu kitabın içindedir. Zerreden küçüğüde, zerreden büyüğüde
bu kitapda vardır diyor Allah (c.c). Peki hocam ama peygamber (s.a.v.) 1400
sene evvel uçağın yani tayyarenin nasıl yapılacağını niye söyleyivermedi, acaba
Kur'andan okusaydida söyleyiverseydi?
Muhterem okuyucu!
Teknoloji insanların kültürü ve sahip olduğu imkanlarıyla beraber gelişir.
Benzin olmazsa; kavuçuğu, plastiği bulamazsın. Yani hepsi birbirini
tamamlayarak gelir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) uçaktan bahsetseydi; bunlar
olacak, demirden yapılacak, sizi ve develerinizide içine koyacaksınız, onlarla
havada uçup gideceksiniz demiş olsaydı. O zaman efendimiz (s.a.v.) hakkında
şüpheler daha fazla artacaktı.
Hani insanlar birşeye
hazır değilken o konuda birşeyin söylenmeside doğru değil, onun için. Mesela
günümüzün teknolojisi bize bazı şeyleri şimdilik söylemiyor veya söyleyemiyor.
Ama 50 sene sonrasının insanları çocuklarımızın veya torunlarımızın sahip
olduğu imkanlarla çok daha gelişme gösterebilir.
Nasıl ki deve ile
hacca gitmeye, yaa gidilirmiydi? diyoruz ya.. Şimdi 3 saatte gidiyoruz. Ne
kadar kolaylık değil mi? Ama yıllar sonra torunla-rımızbunabile nasıl bu
meşakkate dayanmışlar diye şaşıracaklardır.
Kur'an-ı Kerimde Hz.
Süleyman (a.s.) ile ilgili bir olay var. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Süleyman
(a.s.) ile ilgili bu olayı anlatıyor; Nemi suresinde ki, arada üçbin km.lik
mesafeden bir kadının koltuğu ile beraber bir gözaçık kapayıncaya kadar
getirildiğini haber veriyor. Kur'an bunu haber veriyor. Bir göz açıp
kapayıncaya kadar,Yemen'den, Filistin'e Hz. Süleyman'ın huzuruna kadının
oturmakta olduğu koltuğunun getirildiğinden haber veriyor Rabbim. Bu Süleyman
(a.s.)'m mucizesini onun yanındaki zatın kerameti olarak bildiriliyor.
Türkiye'de yaşayan imansızlardan biri bu konuyu ele almış, efendim Kur'an-i
Kerimde müslümanlar böyle garib şeylere inanıyorlar diye.Muhterem okuyucu! Akif
in tabiriyle: .
"Şarka bakmaz,
garbı bilmez, Görgüden yok vayesi, Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün
sermayesi."
Yani doğunun ilminide
bilmez, batı ilminide bilmez. Görgüden hiç nasibi yok, ama sahib olduğu şey bir
utanmaz, kızarmaz yüz diyor. Bütün sermayesi utanmayan ve kızırmayan bir yüzü
olan insanlar bunlar. Doğu-yuda bilmiyorlar, batıyıda bilmiyorlar ve bunları konuşuveriyorlar.
Birgün bu gerçekleşecek olursa o zaman onunda ömrü yetmeyecek tabii. Onun
yolundan giden başka bir imansız tabii başka yönden Kur'an-ı Kerime girmeye
çalışacak.
Ama efendimiz
(s.a.v.)'a nazil olan ayetler devamlı insanların ufkunu açmış. Hani Yusuf
suresinde Yakub (a.s.)'ın oğlu Yusuf un kokusunu (520 km.lik mesafeden şimdiki
hesaba göre) aldığını açıklıkla Kur'an-ı Kerim ifade ediveriyor. Anında
alıverdi diyor Kur'an-ı Kerim. Eğer saatte 100 km. hızla esen bir rüzgarla
gelmiş olsa 5 saatte gelmesi lazım. Kur'an-ı Kerim kokuyu alıverdi diyor. Yani
bir ışık hızında veya ceryan hızında bu kokunun almıverdiğini ifade ediyor.
Bu peygamberin bir
mucizesidir. Mucizeye erişilemez ama aynısı birgün yapılacak olursa mucizeninde
değeri düşmez. Çünkü peygamberler bu işi vasıtasız yaparlar, ama birgün
gelirde televizyonunuza bastığınızda, televizyonunuzda gördüğünüz bahçenin
çiçeklerinin renklerini gördüğünüzde kokusunuda görecek olursanız şaşmayın.
Peki bunu yaparlarsa
Peygamberin mucizesinin değeri düşer mi? Düşmez, peygamberler vasıtasız
yapıyor. Bugün insanımız mademki ufku açılmıştır. Yakup (a.s.) oğlunun
kokusunu almıştır. Batı bunu bilir. Yani teknik sahada araştırma yapanlar
müslümanlann kitabında Yakup peygamberin Yusuf'un kokusunu 520 km. lik mesafeden
aldığını yazıyor. Bu bir ilim adamının o doğrultuda çalışmasına sebep olur.
Peygamberine inanmıyor ama binlerce milyonlarca insanın peygamberinin kitabında
böyle birşey varsa hele bir araştıralım. Bu yolda, bu doğrultuda çalışalım
deyiveriyor.
Neticede birgün bu
alamazsa,, bunun yolundan giden bir başkası o da alamazsa onun yolundan giden
bir başkası birgün alır. Ama bu imansızın cltennemde yazdığ. kahr yanma. Yanı
dinime sataşan bu insanın yaptıg. kalır yanına, başka birşey degü.[88]
62- İyi
bilinki Allah'ın velilerine korku yoktur. Onlar üzülmezlerde. Zamanın
velilerinden birine; "Efendim bizim orda bir evliya havada uçarken
gördük". "Vay canına, o öyleyse adam olmaktan bıkmışta sinek olmaya
özenmiş" demiş. "Sinekte uçuyor yavrum. Eğer uçma ile velilik
olsaydı, sinek evliya olurdu" diyor. Allah'ın bir veli kulu diyor bunu.
"Ama efendim denizde yürürken de gördük biz onu." Saman çöpüde denizin
üzerinde yürüyor.
O zaman saman çöpü
evliya olması lazım. Peki efendim sizce evliya kimdir? demişler. "Adam
gibi yeryüzünde yürüyen, Allah'ın kitabına, Rasülünün sünnetine sımsıkı sarılan
adam evliyadır" diyor.
Allah mü'minlerin
dostudur diyor. Peki mü'minlerde Allah'ın dostu olduğuna göre Allah'a ve
kitabına onun Rasuîüne ve onun sünnetine sımsıkı sarılan adamlar evliyadır!
der.
îstanbulda ve
anadolunun bazı yerlerinde pejmürde gezen, elbisesini iki sene geçtiği halde
yıkamayan, yüzüne su almayan, milletten dilenecek kadar da aklı olmayan
bazılarına; "Hocam bu deli depildek geziyor ama, bu boş değil diyorlar.
Muhterem okuyucu!
Bunların evliyalıkla hiç uzaktan yakından ilgisi yoktur. Allah'ın veli kulları
bu toplumun elbisesi bakımından en temiz giyinenidir. En temizi yani en
kaliteli kumaş demiyorum. En temiz giyineni . Allah'ın veli kuludur,
(mü'minlerden tabi) yani Kur'ana ve sünnete sımsıkı sarılmış ve elbiseside
pırıl pırıl adam. Yoksa pis gezmez. O pejmürdeler delidirler, veya
meczubdurlar, onlara bakmak bizim görevimizdir ve onlar bize emanettirler.
Onlar bizim işaret
taşlanmızdırlar. Aklımızın değerini her an bize hatırlatan insanlardır. Onun
için para verin yani size hatırlattığı için, Akıl nimetini size
hatırlatıverdiğinden dolayı. O insanlara yardım etmek, hamama götürüp banyo
yaptın vermek, elbisesini yıkayıvermek, onlara iyilikte bulunmak ev temin
etmek bizim görevlerimiz arasında. Ona hizmet eden adam Kur'ana ve sünnete
sarılarak onlara yardım eden adamlar veli olur. Ama pis dolaşan insanlar onlar
veli olmazlar meczubdur.
Meczub olan insanda
yaptığından dolayı sorumlu değildir. Hani deli yaptığından sorumlu değildir,
oda aynı. Yani Allah'ın velileri, Allah'ın yeryüzünde kitabı kerimine sımsıkı
sarılan sünnetini yiğitçe koruyan adamlardır. Fakat insanımızın anlayışı
yanlış. Efendim işte harb esnasında toprakta yatan veliler Mevlana, Yunus
Emre, Hacı Bektaşi gibi zatlar kalkarlarmış kabirlerinden harp meydanına
giderlermiş. Kore'de askerlerimiz görmüş onlardan bir ikisini diyor.
Mevlana'yı görmüş, Yunus Em-re'yi görmüş, Hacı Bektaşi Veli'yi görmüş veya
sizin köydeki veliyi görmüş, tam böyle sıkış mışlar, Çin askerleri sarmış.
Bizimkilere Allah'ın velisi gelmiş, yardım etmiş. Bir arkadaş "Yahu biz
Amerika'nın namına harb ettik. Bunlar Amerika'ya yardım ediyorlarda,
Afganistan'da niye görünmezler" diyor. Filistin'deki çocuklara niye
yardım edivermezler. Bu bizim insanımızın kendi uydurduğudur.
Veliler sağ iken
Allah'ın kitabına, Rasulünün sünnetine bir söz söylenirse, müdahale olursa,
kılıç çekilirse, Kur'an ve sünnet yok edilmeye çalışılırsa ki yok edilmiş,
yerine getirmek için meydan yerine yürüyen, o doğrultuda hareket eden insana
Allah'ın veli kulları diyoruz. Yoksa miskin, miskin dolaşanlara Allah'ın veli
kulu demeyeceğiz.[89]
63- Onlar
iman ettiler ve korundular. "O Allah'ın veli kullan iman ederler,
Allah'tan sakınırlar. "Takvayı" daha önce izah etmiştik. Bakara
suresinin başında birinci ayetin tefsirinde açıklamıştık. Dikenli arazide
ayakkabısı olmayan bir adamın dikene basmamak için dikkatle yürümesi varya,
işte bu yeryüzünde de gözüm harama değmesin, elim harama dokunmasın, ayağım
haram yollarda yürümesin diye dikkatli, helal mıntıkaları arayarak yürümeye,
takva diyoruz. Bu takvayı yerine getirene de Allah (c.c.) izahına göre veli
insan diyoruz. Allah (c.c.) hepimizi, imanımız ve takvamız neticesinde veli
kullarından eylesin. Amin.[90]
64- Dünya
hayatında da, ahirette de onlara müjde vardır, Allah'ın kelimeleri değişmez.
İşte büyük kurtuluş budur.
Muhterem okuyucu!
Yunus suresinin 62 ve 63. ayet-i kerimelerinde Allah (c.c.) Allah'ın veli
kullarının hiçbirşeyden korkmadıklarını ve hiç-birşeyede üzülmediklerini,
onların yalnız Allah'a iman edip ona güvendiklerini ve ondan sakındıklarım
Allah'ın dışında hiçbir kimseden korkmadıklarını haber veriyor.
Veli kullarının
vasıflan bunlar. Korkmazlar, üzülmezler. Hani dünyada kaybettikleri milyarlık
sermayesi olsa, iflas etse üzülmez veya karşısına din düşmanlarından kim ne
kadar silahı ile, askeriyle karşısına geçerse geçsin. Ondanda endişe etmez.
Çünkü en sonunda insana gelebilecek olan zarar, ölümdür!!. Ölümde müslüman
için şehitliktir.
Hani bir alimimizinde
dediği gibi; "hapse atın" dediklerinde "Elhamdülillah, herhalde
hapishanede biraz dinlenip biraz Allah'a nafile ibadetlerle meşgul
olacağım" diye sevinivermiş. "Sürgüne gönderin" dediklerinde
ise "fakirlikten şehir dışına çıkamamıştım, böylece başka bir şehiri-de
görmek nasib olacak deyivermiş". "Vurun boynunu" denildiğinde
de, "bir mü'minin nihai hedefi şehid olmaktır. Herhalde buda
gerçekleşecek" diye sevinmesi neticesinde o zatı serbest bırakıverdikleri
gibi.
Kişinin malından,
canından, endişe etmesi olmazsa, hepsini Allah'a teslim etmişse bu insan
korkmaz. Onun içindirki, Allah'ın veli kulları korkmazlar vede üzülmezler,
onlar Allah'a iman ederler ve Allah'tan sakınırlar diye tarif ediverdi Rabbim
bize.
Devamında "Bu
dünya hayatında onlar için müjde, dünya hayatı onlar için iyi geçecektir.
Ahiretleri zaten iyi olacaktır" diyor Rabbim. Ahirette yine onlar için
müjdeler vardır. Dünyada da müjdeler vardır. Ahirette de müjdeler vardır
diyor.
Allah (c.c.) Fussilet
suresinin 30. ayet-i kerimesinde. "Bizim Rabbi-miz Allah'tır diyen,
sonrada O Allah'ın gösterdiği Kur'an yolunda dosdoğru giden kişiler melekler
onların yanına iner ve korkmamaları, üzül-memeleri için, veya korkmayınız,
üzülmeyiniz derler." Müjdeler olsun size vaad olunan cennet, diye
melekler onları müjdelerler. Çeşitli ayet-i kerimelerde ve Enfal suresinde
Allah (c.c.) müslümanlann sıkıntılı anlarında melekler indirdiğini haber
veriyor. Mesela Bedir harbini anlatırken Allah (c.c.) onlara "bir kuvvet
olsun, sekine olsun, yüreklerini sağlam tutmaları, ayaklarını yerde sabit
tutmaları için melekler gönderdiğini" Allah (c.c.) haber veriyor.
Melekler mü'minlere
yardım ederler ama nasıl yardım ederler. Şekli hakkında bilgimiz yok, ama
mü'minleri yüreklendirmek ayaklarını sabit tutmak, yani geriye kaçmalarını
önlemek üzere meleklerin onlara yardım
ettiğini kesinlikle
ayet-i kerimeler bize haber veriyor.
Fakat ölmüş velilerin
yardım ettiği konusunda ayet veya hadisi şerif yoktur. Menkîbelerde vardır.
Hani Evliya menkıbeleri anlatan kitablar vardır. Yoksa ayet-i kerimede veya
hadisi şeriflerde böyle bir şeyden bahsetmemektedir Allah (c.c). Bu Veli
kullara veli kullar deyince geçende söylediğimiz gibi Yani havada uçan,
denizden geçen insanlar kasd edilmiyor. Kur'an ve sünnete göre hayatını
düzenleyen kişilere Allah'ın veli kullan deniliyor. Allah'a iman eden ve ona
nasıl ibadet yapılması gerekiyorsa öylesine ibadetinde tabi olan Allah'ın veli
kullarıdır. Onlar korkmazlar. Yani "Efendim Amerika şöyle olmuş, Rusya
böyle olmuş. Şöyle silahlarıyla gelirmiş, bu kadar uçakları varmış şöyle
yapmış" diye duyduğunda yüreğinde korku hissetmez.
Allah'ın dediği olur.
Müslüman üzerine düşen görevi yapmalıdır. Bunu yaptıktan sonra sorumluluktan
kurtuluyor. Öyleyse, Allah (c.c.) huzurunda sorumluluktan kurtulmaktan daha
büyük birşey olmayacağından kişi endişe etmez. Üzülmezlerde, çünkü üzerlerine
düşenleri yaparlar onlar. Onun için üzülmezlerde böyle insanlara dünyada da
müjdeler vardır. Ahirette de müjdeler vardır diyor Allah (c.c.) Enbiya suresi
103. ayet-i kerimesinde. "O büyük korku, büyük sarsıntı onları üzmez,
melekler onları karşılarlarda. İşte vaad olunan budur derler." Bugündür
derler, yani cenneti onlara müjdelerler melekler.
Hadid suresi 12.
ayetinde de "O günde sen mü'minleri görürsün, ahirette mü'min kadmlarıda
mü'min erkekleride görürsün. Onların önlerinden, ve yanlarından nur görürsün.
Yani bir aydınlığın nurun olduğunu görürsün, o günde cennet onlara müjdelenir.
Cennetle onlar müjdelenir" diyor Allah (c.c).
Allah'ın kelimelerini değiştirmek
yok veya değiştiremezsiniz. Bu dünyada Allah'ın kelimelerini değiştiremediler,
değiştirmeye güçleride yetmeyecektir bu dünyada. Hz. Peygamber efendimize
Kur'an nazil olduğundan bugüne kadar çeşitli insanlar ve devletler ilim
adamları veya vakıflar çeşitli kuruluşlar Kur'an-ın ayetlerini değiştirme
konusunda birçok gayretlere giriştiler, gayret içinde bulundular, ama böyle
birşeyi başaramadılar.[91]
65- Onların
sözü seni üzmesin. İzzetin tamamı Allah'a aittir. O işitendir, bilendir.
Peygamber efendimize (s.a.v.)'a bu emir, onun şahsında bize emirdir. O
kafirlerin söyledikleri sözler seni üzmesin diyor Allah (c.c). Ne diyorlardı
çeşitli şeyler söylüyorlardı efendimiz (s.a.v.) için.
"Dürüst adamdı,
doğru adamdı ama şimdi yalan söylüyor. Eskiden çok güvenilen aklı başında
oturaklı bir adamdı ama ne oldu ise oldu, delirdi diyorlar. Eskiden böyle
batıl işlerle uğraşmazdı, ama şimdi sihirle meşgul olmaya başladı"
diyorlar. Böylelikle peygamber efendimiz (s.a.v.)'m hareketini, küçültmeye,
basitleştirmeye gayret ediyorlar.
Günümüzde de aynı
değil mi? Biraz İslami hizmetlerde ileri giden insanları evvela savcılığa sonra
hapishaneye oradan da bakırköye sevk ediyorlar. Bakırköye sevk ederken şu hedef
gözetiliyor, aslında adam deli değil ama ordaki doktorlarla işbirliği
yapılarak, bu arkadaşda biraz delilik var dediniz mi ondan sonra ne derse desin
o.
"Yahu yazık be
iyi çocuktu ama demekki biraz kaçıklık varmış. Biraz kaçıklık var dedirttikten
sonra o adamın söylediği sözün etkisinin olmayacağını hesab ediyorlar. Mekke
müşriğide aynı şeyi düşünüyordu ama, kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşüyor.
Mekke'nin
müşriklerinden bir tanesi Necid taraflarına gitmiş, o taraf-daDımat diye ünlü
bir doktor varmış. Ona misafir olmuş. Doktor sormuş, "Mekke'de neler olup
bitiyor" demiş. Demiş ki: "Muhammed'i (s.a.v.) tanırsın".
"Tammazmıyım, tanıyorum. Çok yiğit bir insan güvenilen bir insan".
Tabii ki peygamber olmadan önceki halini tanıyor. Sözüne güvenilen, yiğit,
temkinli bir adam.
Demiş ki:
"Delirdi, çok seviyorduk ama cinlilere karıştı abuk subuk laflar
ediyor" Hemen doktor Dımat devesine bindi ve Mekke'nin yolunu tuttu. Niye
çok sevdiği güvendiği bu yiğit adam hastalanmış tedavi edeyim diye geldi.
İlaçlarını aldı geldi. Peygamber efendimiz (a.s.v.)'la görüştü.
Ama doktor Dınat
kendisi tedavi oldu. Kafir olarak kapıdan içeri girdi, müslüman olarak geriye
döndü gitti. Ve kendi kabilesininde müslü-man olmasına sebep oldu. Şimdi bu
adamın ve bu kabilenin müslüman olmasına sebep olan o kafir. Yani peygamber
efendimizi deli diye ilan eden kafir o kabilenin müslüman olmasına da ayrıca
sebep oluveriyor.
Onun için Allah (c.c)
"Onların sözleri seni üzmesin, sakın üzmesin" diyor." Aslında
bize söylenen sözler bizim onurumuzu kırıcı gibidir. Görevimizi engelleyici
gibidir ama Allah (c.c.) buyuruyor. "Bazı hoşunuza gitmeyen şeyler vardır
ki sizin için hayırlıdır. Bazen hoşunuza giden şeylerde vardır ki o da sizin
için serdir diyor."
Mesela bu, İstanbulda
ve bazı büyük şehirlerde dinimi yok etmek üzere kurulmuş dernekler vardır. Sırf
gayeleri, İslam dininin dünya çapıtıdaki harekelini durdurmak üzere kurulmuş
kökü dışarda dernekler. Türkiye'de de kurulmasına müsaade edilmiştir.
İşte bu demeklerden
biri, o şehrin saygıdeğer müftüsünüde davet ediyorlar. "Efendim birde
bize konuşurmusun" diyorlar. Peki niye sizin derneğinizde konuşayım ki?
Ben zaten konuşuyorum demesi gerekir. Ben camüde konuşuyorum buyurun gelin. Bu
insanlarla beraber yanyana durun, omuz omuza verin orda dinleyin.
Şimdi o hoca efendinin
oraya gitmek istiyor ve kendisini şöyle kandırıyor. "Bu imansızlarada
dini anlatacağım" diyor. Ama öbür tarafta diyor ki: "bu hoca efendi
buraya gelmekle bu şehirde etkisini yitirecek" diyor. Onların hesabı
bizim hesabımızdan güçlü geliyor.
Onun için Mescidi
Dırar'ı yapan adamlar, mescid yapmışlar dinimi yok etmek için dernek kurar
gibi. O zamankiler biraz daha akıllı imiş. Mescid kurmuşlar peygamber
efendimizi davet etmişler. Ama peygamber efendimiz katılmamış mescidlerine,
"hele ben bir sefere hazırlanayım, sefer dönüşü görüşelim" demiş.
Sefer dönüşünde de iki üç sahabeye; "gidin o mescidi yıkıp gelin"
demiş, ve Allah (c.c.) "oranın zararlı mescid" olduğunu Kur'an-ı
Kerimi ile haber vermiştir. "Onların söylediklerine üzülme. İzzet, güç,
kuvvet, galibiyet Allah'a aittir". Tamamı Allah'a aittir.
Yani sen Allah'a
güveniyorsun. O sana yürü diyor, sen yolu üzerinde yürürken yolun sağından ve
solundan sana laf atıyorlar. Şimdi çağımızda bir alim (Allah rahmet eylesin)
Bediuzzaman Said Nursi öyle derdi. "Duydum ki evim yanıyor. Ben evime
nasıl koşarsam çoluğumu çocuğumu kurtarmak için; bu vatan üzerinde, milletin
dini, imanı yanıyor ona koşuyorum. Ben bu koşmam esnasında yolumun sağından ve
solundan bana laf atanlar var. Hiç kulağıma gitmez" diyor.
Bu ayet-i kerimeyi
açıklar durumdadır. "Onların sözü seni üzmesin, yoluna devam." Gücün
otoritenin tamamı Allah'a aittir. Yücelik Allah'a aittir. Senin aleyhinde
konuşulanları işitiyor, ve ne söyleyeceklerini dahi Allah biliyor, sana yürü
diyen O, öyle ise yolda küfreden adama sataşmanın anlamı yoktur.
Islami hizmetleri
yaparken, gerek müslüman kesiminden gerekse gavurlar, bugünlerde müslümanı
müslümana vurdurmaya çalışıyorlar. Müs-lümanın aleyhinde, müslüman konuşuyor.
Yolda yürüyorsunuz İslami hizmetinizde nerede hizmet ederseniz edin bir yerde
hizmet edin. Mutlak surette gidiyorsunuz hizmet ederken yolun kenarından bir
imansız veya kandırılmış bir müslüman kardeşiniz size sövüyor. Baktınız ki
gücünüz yetiyor, dövmeye kalkmayın. Eğer dövmeye kalırsanız, geç kalırsınız
eviniz yanar, koşun ve çocuklarınızı kurtarın. Aynı şekilde o adamlarla vakit
kaybetmeyin yürüyün bu memlekette din, iman Kur'ari yok edilme faaliyetleri
var. Onları kurtarmak için yolumuza devam edeceğiz. Aleyhinizde söylenen
sözlere laf yetiştirmeye çalışmayacağız. Peygamber (s.a.v.) aleyhinde hergün
dedikodu ediyorlar. Hergün yeni planlar uyduruyorlar, peygamberimiz onların
söylediklerine cevapla vakit geçirmiş olsaydı, tebliğe sıra bulamazdı. İslami
tanıtmaya fırsat bulamazdı. Çünkü onların sayısı daha fazla, peygamber efendimiz
tek başına, sonra iki kişi, sonra üç kişi, söz yetişmez imansızlara. Efendimiz
sadece kendi mesajım yayıyor.
Onun için imansızların
gazete yoluyla, basın yoluyla, surda burda. Eğer cevap vermekle vakit
geçirseydik, her hafta cevap vermem gerekirdi ve Kur'an-ı da tanıyamazdık.
Kur'an bize ne diyor? Onu öğrenemezdik. Yolda doğruca yürüyeceğiz,
etrafımızdaki sataşmalara cevap bile vermeyeceğiz. Kendi mesajımızı sunacağız.
Eğer devamlı kendi mesajınızı sunarsanız karşı taraf sizin çizginizde yürüme
ihtiyacı hissedecektir.[92]
66- İyi
bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. AI-lah'dan başkasına
tapanlar o Allah'a ortak koştuklarına uymuyorlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar
ve onlar ancak yalan söylerler.
İnsanlardan korkma,
insanların senin hakkındaki dedikodularından da korkma, cinlilerden de korkma,
cinlilerin dedikodusundan da korkma. Çünkü yerdekilerinde sahibi Allah,
göktekilerin de sahibi Allah, yeri göğü yaratan Allah, O Allah sana yürü
diyor. Öyle ise insanlardan endişe etme, onlardan korkma.
Hocam korkma diyorsun
ama adam almış hançerini, almış silahlarını, atom bombasını, efendim uçaklarım
getirmiş haremi şerife dayamış. Şu anda elin oğlu Kuveyt'i işgal etti diye
ayıplanıyor öbürüsü haremi şerifi işgal ediyor, Haremi şerifi, kıble olarak
döndüğümüz yeri işgal ediyor. Buna ne yapalım hocam.
Muhterem okuyucu!
Tarih çok şey göstermiştir. Dünyanın en güçlü ordularından Roma ordusu, Hz. İsa
(a.s.)'a inanmış birkaç müslüman havarinin elinde müslüman olmuştur. Bu
biliniyor, tarih biliyor. Yani en gaddar roma ordusu bir kaç tane Hz. İsa
(a.s.)'a inanmış havarinin elinde müslüman olmuştur. Ondan sonrada
hristiyanlığa hizmet etmiştir. Adil dönemleride olmuştur. Zalim iken adil
oluvermişlerdir.
Dünyanın en güçlü ordusu,
Cengizin ordusu İslam alemini baştan başa yıkmış ama bir nesil sonra İslam
aleminde Cengizin torunlarından müslüman olmayan kalmamış. Batının endişesi bu.
Afganistan'a girdi, ordusunun bir kısmı müslüman oldu döndü. Başına bela oldu
şimdi. Rusya Afganistan'a girdi, yıkıldı.
Şimdi Amerika onsekiz
veya ondokuz eyalete parçalanacak. Hepsi istiklalini ilan edecek, ondan sonra
göreceksiniz. Olmaz demeyin. İhtiyarlarımız bilir. Bundan 50 sene evvel
İngiltere güneş batmayan imparatorluğa sahipti. Ama şimdi güneş doğmayan bir
adanın içine sığındı, idare edecek bir erkekde bulamadılar, bir kadının eline
kaldı. Hiç şahsiyetleri kalmadı adamların. Gel diyor Amerika, geliyor. Git
diyor gidiyor, köle gibi çalıştırıyorlar şimdi.
Ama bir zamanların
imparatoru dünyaya hükmeden bir osmanlı var birde o var. Osmanlı yıkılıyor o
güçleniyor böyle bir durumdan dedelerimiz onun yıkılacağına inanmazlardı.
Şimdi dedelerimiz ve babalarımız onun yıkıldığını gördüler, aynı şekilde bizim
de gözlerimiz gördü. Önce Rusya yıkılıyor dense kimse inanmazdı ama yıkıldı.
Yıkılması tarihten de siliniyor anlamına değil bir başka imansızlığa dönüşüyor
ayrı.
Onun için bunlarında
belki eceli geldi, silahı tutan adamın yüreği vardır. Her silahı tutan bir
bilek, her bileği yönlendiren bir yürek vardır. Yürekde Allah (c.c.)'ın
elindedir diyor efendimiz (s.a.v.)
"Kalbleri evirip
çeviren Allah'ım (c.c.) bizim kalblerimizi iman üzerine sabit kıl diyor
ptygamberimiz.[93] Kalb Rabbim tarafından
evirilip çevriliyor. Silahı elinde tutan adamın müslüman olması tarih boyunca
çok görülmüş, çevirmiş müslümana karşı silahı ama, yüreği müslümanda birşey
görüyor. Bu sefer kendisine ateş et diyen adama karşı çeviriyor ve ona doğru
ateş ediverdiği tarih boyunca çok görülmüş olaylardandır. Bu netice mutlak
surette bizim gözlerimiz tarafından da mutlak surette görülecektir.
Allah'dan başkasına
tabii olanlar; onlar o Allah'a ortak koştuklarına tabii olmuyorlar aslında.
Yani Allah'dan başka ilah edinenler aslında onlara tabi olmuyorlar. Onlar
ancak zanna tabii oluyorlar. Yani görüşleri katiyyet ifade etmiyor. Kanunları
kati şekilde adalet olma durumunda değildir. Koymuş oldukları kanunlar,
koyanların zannıdır. Yani biz bu kanunla bu insanlara şu mutluluğu belki
sağlarız diyor. Kanun koyuyor. Sonrada eyvah hata etmişiz diyor. Bu kanunun
değişmesi lazım diyor.
Türkiye'de de anayasa
oylanıyor. Bir hafta sonra anayasa komisyonu başkanı, efendim bazı
değiştirilmesi gereken maddeleri var diyor. Bu anormal birşey değil, normal
birşeydir. İnsanoğlu düşüncesinde her an yenilik kazanıyor. Dün iyi dediğine
bugün kötü diyebiliyor. Normaldir. Çünkü iyiliğide kötülüğüde biz belirlemeye
kalkarsak her an duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz bizi etkiliyor. Bu etkilenme
neticesinde gelecek hafta iyi dediğimize kötü, kötü dediğimize iyi
diyebiliriz.
Onun için Allah (c.c.)
iyiyi ve kötüyü suçu ve cezayı belirleme hakkını kendisine tutmuş ve ona tabii
olanlar hakka tabii olurlar. "Ona tabii olmayanlarda zanna tabii
olurlar" diyor. Katiyyet ifade etmeyen ama her an değişebilme ihtimali
olan zanna tabi olurlar diyor ve insanların tarihinde ceza yasasını takip
edecek olursak bu görülür.
Bir zamanlar hırsızlık
yapanın derisini yüzmüşler, içine saman basmışlar, şehrin meydanına ceza
olarak asmışlar. Bir gün gelmiş en iyi hırsızlık yapan, en yiğit insan
oluvermiş. Bir gün gelmiş üç sene hapis verelim demişler. Bir gün gelmiş
başımıza başkan yapalım demişler. Hepimizin evlerini çalan bu adam başka
devletlerin malımda iyi çalar demişler. Yani ceza yasasında daima değişiklik
olmuş bir karar kıhnamamış. Allah'da "onlar zanna tabii olurlar ve onlar
ancak yalan söylerler" diyor.[94]
67- Geceyi
size sükûn bulaşınız diye, gündüzüde gösterici kıldı. Şüphesiz bunda işiten
kavim için ayetler vardır.
Gece ile gündüz bütün
dünya insanı tarafından biliniyor ve öyle bir bilgi ki kimse tarafından
değiştirilemiyor. Yani gecenin gelmesini engelleyemiyoruz. Gündüzün gitmesini
engelleyemiyoruz. Bu ikisinden misal veriyor, gücünü gösterirken. Geceyi ve
gündüzü size yaratan, gündüz çalışınız, etrafınızı göresiniz diye gündüzü.
Rahat edesiniz diye de geceyi yarattı Allah (c.c). Adam diyor ki Hocam:
"Şimdi üç vardiye çalışmak çıktı. Geceleri her taraf elektriklendi ve
insanlar geceleride çalışıyorlar, gündüzleri de uyuyorlar. Ve de dinleniyorlar.
Muhterem okuyucu!
Çalışmayan bilmez. Üç vardiye çalışmayan bir adam bu söze kanabilir. Yani
istirahat yalnız gecede olmaz hocam. Ayet-i kerime geceyi istirahat edesiniz,
dinlenesiniz diye yarattık diyor. Sabaha kadar çalışıyor adam, gündüz akşama
kadar dinleniyor diyor yani ayet yanlış söylüyor gibi ifadeyi çıkartıyorlar
buradan.
Uç vardiye şahsen ben
çalıştım. Üç vardiye çalışırken daha iyi anlar insan. Gündüz uykusu ne kadar
karanlık odada yatarsanız yatın, ne kadar serin ve sessiz olursa olsun gündüz
uykusu gecenin uykusunu tutmaz. Bu bizim hayatımızla onaylanmış şekilde
biliyoruz yani. Çalışanlar bilir. Birde ilim adamları da söylüyor. Güneşin
yeryüzüne bırakmış olduğu etki ne kadar karanlık oda olursa olsun, uykunuz gece
uykusu gibi değildir. Geceleyin güneşin gitmesiyle yeryüzünün havasında bir
değişiklik meydana getiriveriyor. O bizi dinlendiriyor. Gündüz ise ö havayı
bulmanız, yani o istirahat ettirici havayı bulmanız mümkün değildir.
Kulağı duyan kavimler
için, yani hakka karşı, yoksa kulağı duyan derken sağır olmayanlar
kastedilmiyor. Yani fiilen kulağı sağırlık veya açıklık değil. Hakka karşı
kulağı açık kişiler için, ayetler vardır, deliller vardır. Bu ayetler kulağı
açık insanlara delildir. Onlara kılavuzluk yapar. Yoksa kulağını kapatan
insanlara Allah'ın (c.c.) ayetleride fayda vermez.
Bizim oralarda ineğin
yavrusu anasını sahibinden izinsiz emmesin diye burnunun üzerine dikenli şey
takarlar. "Burunsalık" takarlarmiş. Annesini emmeye gittiğinde o
dikenler annesine batarmış, o da tekmeleyive-rir süt vermezmiş. Burunsalıklı
danaya ana süt vermediği gibi niyeti kötü insanlara da Kur'an manasını
açıvermez. Güzelliklerini açıvermez. Kişi evvela gönlünü, kulağını ve aklını
Kur'ana açacaktır. İyi niyetle önüne oturacaktır. Allah'da ayetlerini ona
açacaktır.[95]
68-
"Allah oğul edindi" dediler. Haşa. Allah'ı tenzih ederim. O
zengindir. Göklerde ve yerde olanların hepsi onundur. Bu konuda yanınızda
hiçbir delil yok. Allah hakkında bilmediğiniz şeyimi söylüyorsunuz?
Türkçeye de geçmiş.
Halkımıza hocalarımız iyi yerleştirmişler, inanılmayacak bir olayla karşı
karşıya kalıverdimi insan "Fe sübhanellah" diyoruz. İşte hocalarımız
halka bu ayet-i kerimeyi ve buna benzer ayet-i kerimeleri söyleye söyleye
dillerine nakşetmişler bunu. Allah oğul edindi dedi kafirler. Müslümanlarda pes
doğrusu iftiranında bu kadarım beklemezdik. Anlamında mana verilmiş. Yine bunu
destekler mahiyette Allah'ı böyle eksik sıfatlardan noksan sıfatlardan tenzih
ederiz. Allah (c.c.) böyle birşey edinmemiştir. O herşeye gücü yeter, herşeye
sahib olan, yani "zengin" kelimesi kullanılmış.
Yani bütün mülk onun
iken, o mülkün üzerindeki bütün insanlarıda o yarattığına göre ayrıca oğul
edindi demenin ne manası vardır. Yerde ve gökte her ne varsa onun, herşey onun
olduğuna göre bunun içerisinde,
yani bu insanlar
arasından birini "Allah oğul edindi" demek, neyin nesi oluyor. Bu
konuda sizin yanınızda bir deliliniz mi var da bunu konuşuyorsunuz? Bu konuda
sizin hiçbir deliliniz yok. Allah hakkında bilmediklerinizi siz mi
söylüyorsunuz diyor Allah (c.c).
Muhterem okuyucu!
Tarih boyu insanlar ikiye ayrılmışlar, inananlar ve inanmayanlar diye ikiye
ayrılmışlar. İnanmayan insanlar içinde gaddar zalim insanlar olduğu gibi, bazen
insaniyetini bozmadan kafir olarak yaşayanlarda olmuştur. Onun için Allah
(c.c.) bir ayet-i kerimesinde "Size harb ilan etmeyen size zulmetmeyen
sizi ülkenizden çıkarmayan kafirlere dostça alışverişler yapmaktan, komşuluk
yapmaktan, Allah sizi alıkoymaz. Bu konuda size yasak getirmez" diyor
Allah (c.c).
Tarih boyunca kafirler
kendi aralarında birlik sağlamak için uğraşmışlar, birliği sağlayabilmek için
birinin ortaya çıkıp güçlü olması veya güçlendirilmesi gerekiyor. Güçlendirilen
bu adam insanlara hükmetsin kafirleri kendi etrafında toplasın müslümanlara
karşı mücadelesini versin. Tarih boyunca çeşitli sebeplere baş vurmuş insanların
güçlendirilmesi konusunda ve ençok başvurulanlardan bir tanesi padişah, kral
veya şah ne ise yönetimin başı, bunlara Allah'ın oğlu inancı verilmiştir.
Mesela Japonya'da Kral güneşin oğlu olarak kabul edilmektedir.
Buraya gelen Japon bir
mühendise çok satan gazetelerden birisi sormuş. Efendim hala yeni seçilen
kralınızın güneşin oğlu olduğuna inanır mısınız. Yani bu kadar teknolojiye
sahipsiniz bu kadar aklı başında adamsınız, "hala onun güneşin oğlu
olduğuna inanırmismız?" dediğinde "inanıyorum" demiştir.
Halkımla birlik sağlayabilmek için mademki halkım buna inanıyor. Bende
inanıyorum diyor. Aslında ne demek istiyor. Gerçekte inanmıyorum, ama birliği
koruyabilmek için halkımın inandıklarına benimde inanmak mecburiyetim var.
Onun için tarih boyunca
gerçekte inanmasa bile inanmış gibi görünerek, böylesine güçlendirilmiş birini
çıkarma ihtiyacını hissetmişler ve içlerinden birine demişler ki "bu
Allah'ın oğludur". Sonrada bazı toplumlarda güneşin oğludur gibi
inanılmış. Günümüze kadarda böyle gelmiştir.
Zaman içinde bazı
değişikliklere uğramıştır. Bunlar, seçilmiş toplumlarda, kalburüstü adamlar,
yahutta kendilerini elit zümre diye kabul etlikleri insanlar ortaya çıkmış,
onlar halkın isteklerinede bakmadan, kendilerinde bambaşka güçler görmek suretiyle,
halkı yönetme tarafına gidivermişler.
Bu kafirler; Allah'ın
(c.c.) insanlar üzerinde tatbik edilmek üzere gönderdiği kitabı atıp, o
insanların koyduğunu icra makamına getirmeye gayret sarfetmişler. Günümüz
batısında bu sözler söyleniyor. Şu anda bir
çok davetlerde bu söz
söyleniyor. Yani bu reisi cumhurumuz veya devlet başkanımız veya başbakanımız,
"Allah'ın oğludur, güneşin oğludur," gibi ifadeler kullanılmıyor ama,
"bunlar kanun koruyucularımızdırlar, bu kanun koyucularımızın
dokunulmazlığı vardır" diyorlar. Biz dokunulmazlığın yalnız ve yalnız
Allah'a ait olduğunu biliyoruz. Ayet-i kerimede "Allah yaptığından
sorumlu değildir. İnsanlar yaptıklarından sorumludurlar" diyor Allah
(c.c.)
Yani yaptığından
sorumlu olmayan yalnız ve yalnız Allah'dır İslam akaidine göre ama, İslam
akaidine göre kendini şekillendirmeyen toplumlarda, mecburen yönetimin düzenli
devam edebilmesi için bir kişi veya kişiler çıkartmaları gerekiyor. Onlar
dokunulmazlığı olsun, yani biraz böyle ilahlaştırılma tarafına meylediliyor.
Çünkü yönetim böylelikle daha iyi yürüyor.[96]
69- Deki:
"Allah'a yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler."Allah buyurur. Deki
onlara: "Mutlaka Allah'a iftira eden yalancılar yalanı Allah'a iftira
edenler felah bulmazlar hayatta kurtuluşa ermezler. Bu dünyada felah bulmazlar,
ahirette de zaten hiç bulmayacaklardır. Ama bu dünyada da o insanlar felah
bulmazlar.[97]
70- Dünyada
biraz menfaat. Sonra dönüşleri bizedir. Sonra inkarları sebebiyle onlara
şiddetli azabı tattırırız.
Şimdi peygamber
(s.a.v.) halka bunları duyuruyor. Kur'an ayetlerini duyuruyor. Yerde ve gökte
hakim olan Allah (c.c.)'dır. (Geçen ayet-i kerimelerde) "herşeyi gören
Allah'dır. Bu kafirler zanna tabii olurlar, hakka tabii olmazlar." Yani
koydukları kurallar ve sizi yönettikleri kanunların tamamı zandır, BÖylede
olabilir, şoylede olabilir. Hiçbir vakit gerçeği ifade etmezler. Gelin bu
zan'ndan hakka geçin, küfürden imana geçin diyor, fakat karşıdakilerde
diretiyor.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bu direnme karşısında üzülür tabii ki. Hani bir ayet-i kerimede Kehf
suresinde "Nerde ise kendini helak edeceksin" diyor Allah (c.c.)
peygamber efendimize. Gece gündüz çalışıyor, gayret ediyor ve nerde ise kendini
helak edeceksin fazla çalışmaktan, ve üzülmekten diyor Allah (c.c). Ve
ümitsizlik peygamber efendimizde olmamış, ama olmaması içinde ayet-i kerimeler
nazil olmuş, hem peygamber efendimizin yüreğini serinletiyor, hemde kafirlere
bir tehdid oluşturuyor nazil olan ayet-i kerimelerde.
Bu da insanlara tebliğde
bir metod oluyor, bu ayet-i kerimeler. İnsana bir gerçeği, doğruyu
anlatıyorsun, anlatıyorsun adam diyor ki öldürürüm, cezalandırırım, hapse
atarım, sürüm sürüm süründürürüm diyor karşısındakine.[98]
71- Onlara
Nuh'un haberini oku. Hani O, kavmine "Kavmim, eğer benim makamım ve
Allah'ın ayetlerini hatırlatmam size büyük geldiyse, ben Allah'a tevekkül
ettim. Siz ve ortaklarınız işinizi toplayınız. Sonra işiniz size tasa olmasın.
Sonrada bana hükmünüzü uygulayın ve bana mühlet vermeyin."
Bu bir meydan
okumadır. Nuh'un (a.s.) kavmi arasında 950 sene kaldığını Allah (c.c.) ayeti-i
kerimesi ile haber veriyor.
Muhterem okuyucu!
İmansızın biride geçen haftadan evvelki hafta aynı ayet-i kerimeyi ele almış,
nasıl olurmuş efendim. Bilim bugün kabul etmiyor insanın 950 sene yaşayacağını
diyor, hangi bilim onun okuduğu kitap yani onun okuduğu bir imansız kitap, 950
sene insanın yaşayacağını kabul etmiyor. Öbür tarafta başka bir tıp kitabını
okuyorsunuz insanlar 150 sene 200 sene insanların yaşaması için gayret
sarfediyorlar diyor. Olabilir mi? Daha önce bir vaazımızda da anlattık.
Olabilir. O uzatma değildir. Allah (c.c.) o tür insanların ömrünü o tür
şartlara bağlı olarak öylece uzun eylemiştir,.diye uzunca bunu açıklamıştık.
Yine Yunus suresinin tefsirinde. Akif Merhum bunlar için:
"Şarka bakmaz,
garbı bilmez, görgüden yok vayesi Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün
sermayesi." Yani doğu ilimlerimde bilmez, batı ilimlerimde bilmez. İslami
ilimlerinide bilmez. Ancak bütün bunların sermayesi utanmayan kizarmayan bir
yüzdür diyor. Başka birşeyleri de yoktur bu arkadaşların.
Nuh (a.s.) kavmi
arasında 950 sene kalıyor ve onlara peygamberliğini Allah'ın varlığını ve
birliğini ahiretin olduğunu bu dünyada neyi nasıl yapacaklarını Allah'ın
bildireceğini, insanların böyle birşeyi yapamayacağını. Allah'ın koyduğu
kurallar karşısında ayrıca kural koyarlarsa zararı kendilerine olur. Hem bu
dünya da zararı kendilerine olur, hemde ahirette kendilerine olur, diye onlara
hep hatırlatıyor. Ama iman edenlerin adedi bir gemiyi doldurabilecek kadar
oluyor.
Bir gemilik müslüman ve
onlar birgün ona bütün haşmetiyle geldiklerinde planlar programlar tuzaklar
hazırladıklarında Nuh (a.s.) da diyor ki: "elinizden geleni geriye
koymayın" diyor. "Allah'a tevekkül ettim diyor." Şimdi bizde bu
kelimeyi çok kullanıyoruz ve güzeldir, kullanmaya devam ediniz.
İşinizi düzenleyin,
planlayın, her türlü ihtimalleri değerlendirin, ayet-i kerimede bir işe evvela
irade edeceksin içinden sonra onun şartlarını hazırladınız mı azim bu oluyor.
Ondan sonra Allah'a tevekkül edip yürüyeceğiz.
Hani bir ticarethane
açacaksınız, bütün şartlarını, planınızı, paranızı, alacağınız yerleri,
vereceğiniz yerler hepsini hesap ediyorsunuz. Üç aşağı beş yukarı uygun
düşüyor. O zaman tereddüte gerek yok. Azimden sonra Allah'a tevekkül ediniz ve
yürüyünüz diyor.
Allah (c.c.) burada da
peygamber efendimize, Mekke müşriğine haber ver, Nuh'un haberini ver onlara
Nuh'a inanmayan insanların akibetini haber ver, Nuh'a inanan müslümanların az
olmalarına rağmen galibiyetini haber ver diyor. İşte o azıcık müslümanlarda
teknolojide öncülük yapmıştır. Nuh (a.s.)'ın nezaretinde, Nuh (a.s.) 'da
Rabbin nezaretinde her-şeyde öncülük yapıyordu. İnsanlara "Allah'a
tevekkül ettim" diyor ve Allah (c.c.)'ün emri doğrultusunda gemi
yapmayada girişiyor. Fakat gemiyi yapmadan, eline silah almadan, ben Allah'a
tevekkül ettim, buyurun gelin, öldürebilirseniz öldürün deseydi olmazdı. Yani
müslümanm tevekkülü "ben Allah'a tevekkül ettim ecelim gelmişse ölürüm,
ecelim gelmemişse ölmem. "Ey kafir topluluğu gelin beni öldürebilirseniz
öldürün hadi bakayım. Ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim" şeklinde olmaz.
Böyle bir insana, Fahrettin Razi derki; "intihar etmiş muamelesi görür o
insan" diyor. Onun için tevekkül, esbabım hazırladıktan sonra Allah
(c.c.)'a tevekkül edilmesi gerekmekledir.
Şimdi bunu niye
okuyoruz? Peygamber efendimiz Mekke müşriklerine Nuh'un haberini veriyor. Ne
olmuş neticede Nuh (a.s.) galib, çok olan kavmi mağlub durumdadır. Öyle ise
bende size galip geleceğim. O kavmine meydan okumuştu bende size meydan
okuyorum, ifadesi var aslında.
Ey ahali gelin ne
yapacağınız varsa görün sizden korkmuyorum, elinizden geleni geriye koymayın
değilde, benim kardeşim Nuh öyle demişti ve neticede başarmıştı, bende onun
yolundayım yani peygamberler yolu aynı yoldur. Benimde varacağım netice onun
varacağı neticedir diyor.
Aynı şeyi bizde
diyoruz. Peygamber efendimiz (a.s.) Mekke müşriklerine ne söylüyorsa, bugün
bizde aynı şeyi söylememiz gerekmektedir. Yani ey kafirler bütün planlarınızı,
programlarınızı, tuzaklarınızı, filolarınızı, toplayın, bütün yandaşlarınızıda
toplayın elinizden geleni geriye koymayın demeliyiz.
Ama sağlam bir itikada
ve o itikadı insanlara güzel bir şekilde anlatacak dile ve bunuda koruyacak
gerekli silaha sahip olmamız gerekmektedir. Nuh (a.s.)'ı örnek olarak
verirken, o günün teknolojisi içersinde fevkalade ve en büyük icadını da Nuh
(a.s.) yapmıştır.[99]
72-
"Eğer yüz çevirirseniz, ben sizden her hangi bir ücret istemedim ki.
Benim ücretim Allah üzerinedir. Ben müslümanlardan olmakla emrolundum."
Fakat bütün
peygamberlerin halkına söyledikleri birşey var birinci planda Allah'tan başka
ilah olmadığını duyurmuşlar. Adem (a.s.), Nuh (a.s.), İbrahim (a.s.), Musa
(a.s.), İsa (a.s.) peygamber efendimiz ve bütün peygamberler kavimlerine kendi
topluluklarına Allah'tan başka ilah edinmeyin yani Allah'tan başka yaratan
birini kabul etmeyin. Yaşatan birini kabul etmeyin, yönetende kabul etmeyin.
Yani sizin yaratıcınız kim ise yöneticinizde odur. Sizin kurallarınızı o koyar
onun dışında kural koyucu kabul ederseniz onları kendinize ilah edinmiş
olursunuz. Onun aklı senin aklından ileri mi? Olabilir. Ama senin milletin
içinde öyle akıllı vardır ki. 'Ondan daha akıllıdır. Öyle ise akıllarınızı bir
kaç tane adamın aklına kurban etmeyin dedikten sonra.
İkinci ve en önemli
bir olaya dikkat çekmekte peygamberlerin hepsi. "Bundan dolayı sizden
ücret istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir." Yani Allah'tan alırım
ücretini, Kur'an-ı Kerimde bir surede birkaç tane peygamberin hayatı arka
arkaya verilir. İşte bu ayetlerde Nuh (a.s.) "bundan dolayı ben ücret
istemiyorum benim ücretim Allah'a aittir". Salih (a.s.) "bundan
dolayı ben ücret istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir" gibi bütün
peygamberlerin söylediği budur. Son peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın
söylediğide budur.
Muhterem okuyucu! Öyle
ise bizim günümüzde, yani 20. asırda müs-lümanlara vede müslüman olmayanlara
etkin olamayışımızın sebebleri-nin birincisi: doğruları Kur'an-i Kerimden
Rabbimin ifade ettiği şekilde aktaranııyoruz. İkinciside yaptığımız bu aktarmalar
ve vazifeler karşılığında insanlardan ücret istemek veya istenmese bile şöyle
hediye kabilinden verilenlere sevinmek. Bu bizi yok ediyor.
Şu anda dünya
genelinde, yalnız Türkiye için söylemiyorum. Müslümanların hizmetlerini
yürütürken işlerin ağır yürümesi öncülerimizin biraz ücrete karşı, paraya
karşı boynu eğik olmalarından kaynaklanmaktadır. Onun için buna dikkatinizi
çokça çekiyorum. Kur'an-ı Kerimde peygamberler bizim örneklerimiz. O
peygamberlerin bizde en önemli olarak insanlara duyurduklarından birincisi
Allah'a itaat ve ibadet, ikincisi aman ha, sakın ha beni yanlış anlamayın ben
bu yaptığımdan dolayı ücret istemiyorum demeleridir. "Yasin suresinin 2.
sayfasında da bir şehiri, müslüman yapmak üzere gelen üç tane yiğit hakkında,
orada müslüman insan konuşuyor: onlara, "bu adamlara uyun sizden ücret
istemiyorlar, maaş istemiyorlar, uzun yolları kat ederek buraya kadar
gelmişler zahmete katlanmışlar, hapse atmışsınız, onları bu adamlar sizden
dünyalık birşey istemiyorlar ki niye siz bu adamları dinlemiyorsunuz?
diyor". Ve ora halkı, o zatı öldürüyorlar, tefsirciler "Habibi
Neccar" derler. Ayet-i kerimede ismi zikredilmez. Kur'an-ı Kerim de
birçok zatın ismini dahi vermez. Kehf suresinde Musa (a.s.) ile yolculuk yapan
bir zattan bahseder. Ama Salih bir adam, iyibir insan der. Tefsire ilerimiz
Hızır der. Anasının adı nedir. Nerede doğmuş, nerede ölmüş hiç önemli değil
yaptığı iş önemli insanların.
O insanların diğer
topluma vermiş oldukları hizmet önemli. Onun için doğduğu tarih ile anasının
adı, babasının adı önemli değil. Peygamberlerin hiç birinin tabiiki bazıları
istisna çoğunluğun %99, %98'in peygamberlerin anasının, babasının adıda
Kur'an-ı Kerimde bildirilmez doğum tarihide bildirilmez, pek önemli değildir.
Asi olan getirdiği mesajdır, islam tarihinde fazla böyle olaylara önem
verilmemiş. Verilen o peygamberin getirdiği mesajın bizzat fert hayatına,
toplum hayatına yansıtılması ve onunla toplumun ısıtılması birinci plana
alınmıştır.[100]
73- Bunun
üzerine onu yalanladılar. Bizde onu ve onunla beraber gemide olanları
kurtardık. Onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk.
Bak uyarılanların sonu nasıl oldu!
Muhterem okuyucu!
Günümüzde hani bizi kurtaracak olan yegane gemide Allah'ın kitabı, peygamberin
sünnetidir. Müslümanlar bu ikisinin etrafında toplanırlarsa Nuh'un gemisinde
toplanan insanlar gibi bataklığın içinde boğulmaktan kurtulurlar.
Ben İslamın içinde
olmam ama, kafirlerin yaşantısmıda yaşamam diyen, mü slüm ani ardan uzak
kafirlerle beraber ama onların pisliğinden de uzak yaşamayı tercih eden, bu
toplumda böyle bir insan var mı? Var. Müslümanlara selam vermeyen, sohbet
yapmayan, alışveriş dahi yapmayan, ama içki içmeyen, zina etmeyen, faiz
almayan adam tanırım. Müslümanlarla bugüne kadar konuşmamaya yemin etmiş gibi,
hayatını öyle çizmiş adam, fakat kötülükleri de yapmıyor, "efendim benim
kendi insani bazı kavramlarım var. Kendime göre bir anlayışım vardır. Ve bu
iyilik anlayışımı yaşarım ve ömrümüde böyle geçiririm" diyor. Ne olur
bunun hali?
Burnu pisliğe alışan
sinek gibi tuvaletin en güzel kokulu yer olduğunu isbat için vızıldar.
İnsanın kendi ürettiği
çıkış yolları insanı koruyamaz, eğer insanın kendi ürettiği çıkış yolları
korumuş olsaydı bugüne kadar insanlar kanun değiştirip durmazdı. Hergün değiştiriyor,
değiştirme ihtiyacı hissediyor ve bakan çıkıyor. Efendim şunları şunları
yapacaktık ama mevzuat müsait değil. Kanunun değişmesi lazım, efendim bu
kanunu değiştirildikten sonra teklif sunacağız. Değiştirildikten sonra bu iş
böyle olacak dört sene veya bir sene sonra yeni bir bakan geliyor, onun yerine
değişiyor adam. Efendim kanun müsait değil, geçen sene kanun çıkaran arkadaşlar
bazı yönleri eksik kalmış, bunu biz düzelteceğiz. Haksız laf mı ediyor. Hayır
hakh bir söz ediyor. Geçen sene bunu koyanlar yeni senenin ne getireceğini
bilemiyorlar.
Yeni senenin ne
getireceğini, yeni seneyi yaratan bilir. On sene sonranın ne getireceğini,
onsene sonrasını yaratan bilir. Yüz sene sonrasının ne getireceğini, yüz sene
sonrasını yaratan bilir. Onun için en iyi bilen Alim olan Allah (c.c.) dır.
Böyle bir toplumda kendimizi Kur'an ve sünnet gemisini bindirecek olursak
kurtuluşumuz mümkün olacaktır.
Muhterem okuyucu!
Bugüne kadar elli, altmış, yetmiş senedir batıya, batı gemisine bindik. Yazını
aldık ağam, elbiseni giydik ağam dedik. Yediğini yedik, içtiğini içtik. Hani
içki alemleri yaptık, ama hala sen kapının önüne bizi bağlamıyorsun diye de
bas bas bağırıyoruz.[101]
74- Sonra
onların ardından birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik. Onlara ayetleri
getirdiler. Daha Önce yalanlamaları sebebiyle îman etmediler. İşte haddi
aşanların kalblerini biz böyle mühürleriz.
Hani Nuh (a.s.) vefat
ediyor, yerine bir peygamber geliyor. Yahu zaten biz Nuh'u kabul etmedik, bunu
niye kabul edelim. Felsefesinden hareketle diğer peygamberleri de kabul
etmeyenler oldu. Tamamı değil yoksa iman edenleride oldu, "Nuh (a.s.)
gemiden çıktıktan sonra yer yüzünde İslami bir devleti kuruyor. Ancak Nuh
(a.s.) vefat ediyor, onlarda vefat edince içinde çok iyi niyetli insanlar diyorlarki;
yahu bu bizim "Yeuk" dediğimiz zaat, bu alim zaat "Ved"
dediğimiz, bu alim zaat "Yeğus," "Nesr," "Süva"'
dediğimiz zaatlar, bunları unutmamak için bunların heykelini dikelim demişler
ve heykelleri dikilmiş. O nesil onlara tapınmamışlar. İkinci nesil tapınmadı
ama üçüncü nesil, onları bu sefer ilahlaştınıverdi.
Muhterem okuyucu! Onun
için Allah (c.c.) efendimiz (s.a.v.)'a put yapmayı yasaklamıştır. Her ne kadar
siz ilah olarak onu kabul etmeseniz de, Allah inancını yitirmeye yüz tutan
toplumlar onların etrafında toplanıp onların etrafında bayramlarını,
seyranlarını icra etmeye başlayıveriyorlar.
Hani siz Cuma günü
müslümanlar olarak biraraya gelirsiniz. Onlarda kendi putları etrafında öyle
merasimlerini icra etmek suretiyle yine onlarda bir ihtiyaç karşılama cihetine
gidiveriyorlar. Allah (c.c.) "mühürleriz" derken Allah mühürledi de
onlar mecbur kaldılar anlamında değil. Yaptıkları küfürleri isyanları
sebebiyle Allah (c.c.) onların kalplerini mühürlediğini ifade ediyor.[102]
75- Sonra
onların ardından Musa ve Harun'u, Firavun'a ve ileri gelenlerine ayetlerimizle
gönderdik, onlar kibirlendiler ve suçlu bîr kavim oldular.
Muhterem okuyucu!
Allah (c.c.) efendimizi (s.a.v.) peygamber olarak görevlendirdiğinde, nasıl
bir durumla karşılaşacağını kendisine bildiriyor. Yani daha önceden hazırlıklı
olmasını sağlıyor. Daha Yunus suresinin ikinci ayet-i kerimesinde kafirlerin
kendisini hafife alacaklarını sihirbaz diyeceklerini ve insanların gözünden
düşürmek için ne lazımsa yapacaklarını haber vermişti, Kendi aralarında bir
insanın kendilerine peygamber olarak gönderilmesine sataşacaklarını,
"mademki peygamber gelecek, niye zenginlerimizden gelmiyor da
fakirlerimizden geliyor" gibi, hayretler içinde kalacaklarım peygamber
efendimize (s.a.v.)'e haber veriyor.
Ve bu doğru yolunda
yürürken karşısına çıkan engellerden yılmaması gerektiğini, çünkü tarih
boyunca böyle olduğunu, Nuh (a.s.)'ında karşısına en yakın oğlunun çıktığım,
hanımının karşı geldiğini, veyahut çevresinde ki insanların 950 senelik bir
zaman içinde iman etmediklerini haber veriyor.
Arkasından bu ayet-i
kerimelerde Allah (c.c.) ondan sonra Musa (a.s.) ve kardeşi Harun (a.s.)'ın
firavun'a ve firavun çevresine peygamber olarak gönderdik diyor Allah (c.c).
Yani peygamber efendimize örnekleri çoğaltıyor. Yani bu yolda, bela ve
musibetlere duçar olan yalnız sen değilsin, senden önceki peygamberlerde, bu
tür bela ve musibetlerle karşı karşıya geldiler, ama neticede zafer
peygamberlerin oldu.
Bak Musa ile Harun da
firavun ve firavunun çevresindeki insanlara peygamber olarak gönderilmişler,
birde onlar kibirlenmişlerdi, zaten günahkar idiler. Yine peygamberin mesajına
kulak vermemekle isyana devam ettiklerini Allah (c.c.) haber veriyor.[103]
76- Onlara
tarafımızdan hak geldiğinde "Bu apaçık bir sihirdir" dediler. Bizim
tarafımızdan hak onlara gelince doğrular onlara bildirilince, yani firavunun
kanunlarına karşılık, Allah'ın kanunu olan Tevrat gelince, firavunun yanlış
düşüncelerine karşı, Allah'ın (c.c.) doğru ayetleri gelince dedilerki: "Bu
apaçık bir sihirdir" dediler. Yani Musa'nın beraberinde getirdiği bunlar
sihirden başka birşey değildir dediler. Eskiden beri bütün kafirleri baş
vurduğu metod bu. Peygamberlere veya peygamberlerin mesajını getiren
peygamberlerin tebliğini devam ettiren mücahid insanlarda her dönemdeki
kafirler aynı damgayı vurmuşlardır.
Bunlar delidir veya
bunlar sihirbazdır. Veya bunlar arabozuyor. Zaten sihirden kasıtta, o hani
sihir yaparak, kan ile koca arasını açmak, sihir yaparak, baba ile oğul arasını
açmak işi ile uğraşırdı. Kafirler kendileri bu işle uğraştıklarından Musa
(a.s.)'a iman eden oğul ile inanmayan babanın arası açıldığı için yahu bu
sihir yapıyor diyorlar.
Hani Musa (a.s.)'a,
hanım inanıyor, kocası inanmıyor. Bu sefer aralarında kavga başlıyor,
birbirleriyle çekişiyorlar, ayrılmaya kadar gidiyor. İşte diyorlar, sihir karı
ile kocayı ayırıyor. Musa karı ile kocayı ayırıyor, bunun yaptığı bir sihirdir
diyorlar.
Halbuki sihirbazlar
genelde devlet yöneticilerinin önünde takla atmayı, onun önünde gösteri
yapmayı, onun gönlünü almayı çok arzu ederler. Onun önünde gösteri yapsın ve
karşılığında devleti yönetenlerden bahşiş alsın isterler. Onun davetine
katılmak onların canına minettir. Yani bir sihirbazın dünyaca ünlü bir
sihirbazın bir devlet başkanının huzuruna kabul edilmesi, onun huzurunda sanat
icraa etmesi, onun için en büyük bir övünç kaynağıdır.
Musa (a.s.), sihirbaz olsa
firavunun önünde sihirini icra etmekten şeref duyar. Halbuki o sihrini icra
etmek değil görevini icra ediyor. Görevini icra edincede karşılığında bahşiş
almak yok, para almak yok, boynunun gitmesi, vurulması da söz konusu, ama
peygamber efendimiz (s.a.v.) hadisi şerifinde bildirdiği gibi "şehidlerin
en faziletlisi, en hayırlısı bir zalim sultanın önünde hakkı haykırıp ve orada
başı vurulan insandır" diyor. Yani zalimlerin suratına yaptıkları işi,
zulümü söylemek ve orada şehid olmak. İşte peygamberlerde bunu bildiriyor.
Firavunun karşısına geçiyor, yaptığının ilahlık olduğunu ve günahların en
büyüğü olduğunu, ve bununla cehenneme gideceğini onu uyardığını aklını başına
alması gerektiğini, onun kendi suratına karşı bu hakikati söylüyor. Öyle ise
Musa (a.s.) bir sihirbaz değil, Allah (c.c.)'ün kelamını insanlara duyuran bir
peygamberdir, ve o kelamı duyan yüreklerde de bir yeşerme meydana geliyor, bu
yeşermeler sinirin neticesinde değil tebliğin neticesinde meydana geliyor.[104]
77- Musa:
"Size gelen hak için böylemi söylüyorsunuz. Bu sihir-midir? Sihirbazlar
kurtuluşa eremezler" dedi.
Musa (a.s.)'a sen
sihirbazsın denildiğinde cevab olarak diyor ki: "Size hak böyle
geldiğinde siz sihir mi diyorsunuz. Bu sihir mi yani, şu benim yaptığım
Allah'ın ayetlerini size getirmem, okumam, zulümden vazgeçin, haklan yemeyin,
insanların haklarını iade edin, içki içmeyin, zina etmeyin, birbirinizin malını
çalmayın, birbirinizin kanına girmeyin, haksız yere adam öldürmeyin gibi
sözlerim sihir mi yani? Halbuki sihirbazlar felah bulmazlar, başarıya
ulaşmazlar."
Ben ki başarıya
ulaşıyorum. Yani hergün başarıya doğru gidiyorum. Sihirbazlannki bir gösteriden
öteye gitmez. Ne yaparlar televizyonda da seyrederiz veya bazı çadırların
içinde geliyorlar gösteri yapıyorlar. Orada bir anlığına insanları hayretten
hayrete düşürüyorlar ve orada da bitiyor onların saltanatı, yani gösterisi 15
dakika devam ediyorsa, saltanatı 15 dakika devam ediyor demektir. 15 dakika
sonra saltanatı bitiyor onun gösterimi bitti, saltanatıda bitti. Musa (a.s.)
diyor ki: "Bu sihirmidir. Sihir devamlılık arz etmez. Benimkisi ise
devamlılık arz ediyor. Ve ben başarıya doğru gidiyorum. Öyle ise bu sihir
değildir. Sihirbazlar başarıya ulaşamazlar diyor Allah (c.c).[105]
78- Onlar:
"Sen, bizi babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden döndüresin de
yeryüzünde büyüklük (devlet) ikinize ait olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize
inanacak değiliz.
Bu sefer kavmi, yani o
kiptiler, firavunun nimetlerinden yararlanan, insanlara zulmederek kanma
girenler, canına girenler, namusunu kirletenler, o gurup diyor ki: "Siz
babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylerden yüz çevirmemizi temin etmek için mi
geldiniz?" Yani bizim babamızda böyle idi. Babamızda kan dökerdi. O da
namus kirletirdi. Babamızda zulmederek mallan zimmetine geçirirdi. Rüşvet
alırdı. Hırsızlık yapardı, soygunculuk yapardı. Yani kıptilerin dışındaki
insanların haklarının ol-madığma inanır onların elindekini tamamını bize
geçmesi için gereken herşeyi yaparlar, bundanda vicdani bir sorumluluk, üzüntü
keder duymazlardı, bizde babalarımızın yolunu takip ediyoruz. Babalarımızın
dini üzerineyiz diyorlar. Ya Musa sen gelipte bizi babalarımızın dininden alıkoymak
mı istiyorsun?, Atamızın yolundan bizi alıkoymak mı istiyorsur diyorlar.
Kur'an-ı Kerimde bu tür ayet-i kerimeler çoktur.
Çünkü imansız kesimin
mantığı bunun üzerine dayalı da ondan iman sız kesimin mantığı şu eğer bizim
gittiğimiz yol yanlış olmuş ol saydı ba balarımızda aynı yoldan gitmezdi
dedelerimizde aynı yoldan gitmezdi Dedelerimiz, babalarımız aynı yoldan
gitmişlerse ve bu yol üzerine dünyada saltanat kurmuşlarsa zulüm üzerine de
olsa, babalarımız ve dedelerimiz yaptığına göre bizde aynı yoldan gideriz. Ya
Musa senin babanda, deden de bu yolun üzerinde idi. Yani sen bizi babamızın
dedemizin yolundan alıkoymak mı istiyorsun bunun arkasında, yeryüzünde
saltanatın size ait olmasını mı istiyorsun? Yani Musa (a.s.) ile Harun (a.s.)
firavunun saltanatına son veripde kendiniz mi saltanatı elde etmek
istiyorsunuz, Kral mı olmak istiyorsunuz diyorlar.
Biz sizin ikinize iman
etmiyoruz edicide değiliz diyorlar, iman etmeyeceklerini böylece bildirmiş
oluyorlar. Şimdi Allah (c.c.) bunu bildirmekle, yani bu ayet-i kerimeyi
indirmekle peygamber efendimiz (s.a.v.)'a küfrün mantığımda vermiş oluyor.
Bu ayet-i kerime de
bize küfrün mantığını veriyor. Yani şu andaki dünyada küfrün sembolü olan,
yöneten insanların mantığı aynı şekilde. Birleşmiş Milletler bu çizgi üzerinde,
Avrupa topluluğu bu çizgi üzerinde gidiyor. Bunlar bu çizgi üzerinde giderken
dünyada mutluluğu sağladıklarına göre yol yanlış bir yol değil.
Bundan önce ingiliz
imparatorluğuda aynı yol üzerinde yürüyordu. Halkını mutlu ediyordu. Öyle ise bu
yol yanlış bir yol'değil, diye savunanlar aynı mantığı devam ettiren
insanlardır. Günümüzde de hani gazete köşelerinin her hangi birinde, (bazı
gazetelerde tabii ki) her hangi bir yazarı alıverdiğinizde İslami kesime
müslümanlara saldırırken efendim batıda ne gördünüz, batı bu yolda ilerledi,
uçağa, gemilere, uzayda uydulara, evlerindeki konfor, yollarındaki parlaklık,
güzellik, düzenlilik, estetik bütün buna mı? karşısınız diyorlar.
Muhterem okuyucu! Buna
karşı değiliz. Buna müslümanlar hiçbir şekilde karşı değil, bunun öncülüğünü
müslümanlar yapmışlar zaten, yani bizim halkımız bizim insanımız, her ne kadar
bunlardan uzak tutulmazsa da batılı biliyor. Yani müslümanların ilericiliğe,
sanata, estetiğe karşı olmadığını buna öncülük yaptığını batıdaki ilim
adamları da biliyor.
Her hangi bir ilim
dalını alıverseniz, bu sahanın öncüleri kimlerdirt denildiğinde, islam
aleminden bir kaç tane ilim adamı karşınıza isim olarak çıkıverecektir.
!
Müslümanların karşı
oldukları şu; yeryüzünde, hani o gün içinde Mısır'da firavunun sağladığı bir
rahatlık var, halk üzerinde özellikle kıptile-re. Kıptilerin binekleri en iyi
binek evleri en güzel ey, en serin ev ogünün şartları içinde değerlendirecek
olursanız çok ileri bir seviyede yaşıyor kiptiler, firavunun ırkından olan
insanlar onun ırkından olmayan beni İs-railden olan ve peygamber soyundan gelen
insanlarada o günün en rezil hayatı yaşatılıyor. Kasıtlı olarak ticaret
ellerinden alınmış, ziraat ellerinden alınmış. Ancak ziraat ve sanayide o
günün sanaayisinde işçi olarak çalışma, işçinin ücretimde yine kiptiler
belirleyecek, böylesine çalışarak, acıdıklarından değil, Ölürlerse işimizi
yapacak adam olmaz, demek suretiyle askeri bir ücret tesbiti ile adamları
çalıştırıyorlar. Ölmeyecek kadar çalıştırıveriyorlar. O gününü insanının
mantığı aynı günümüzde devam ediyor. Adam diyor ki: "Senide bu konfordan
faydalandırırım ancak benim gibi yaşayacaksın, benim gibi düşüneceksin."
Muhterem okuyucu! Şu
Türkiye'de bu kadar ahlâki bozulmamız bir kısım insanlarda olmasına rağmen,
Türkiye'de bir anket yapılsa denilsin ki: "Bak batıda evler şöyle döşeli,
su tesisatı, elektrik tesisatı ve elektriğin getirdiği yemeye, içmeye, giymeye
bulaşığa efendim yemek yapmaya, çamaşıra, yani ev temizliğine ait fevkalade
gelişmeler var. Bunlarla evini donatacağız, kuş tüyü yatakta ve kuş sütü ile
besleneceksin böyle imkanlar sağlayacağız, ama akşam yatağından hanımın canı
istediğinde bir başkasının yatağına gitme ahlakını da getireceğiz bunuda
beraberinde kabul edermisin?" denildiğinde ben şöyle tahmin ediyorum, %95
kabul edilmez.
Yani dinine ve dininin
ona kazandırmış olduğu namus anlayışına ters düşen şeyi kabul etmez. Peki bunu
kabul etmezsen, eşinle beraber samanlıkta yatıp kalkacaksın dediğinde derki,
"iki gönül bir olunca, samanlık seyran olur" efendim der. Bu tarafı
tercih ediverir.
Yani firavunda kendi
halkına, kendi imansızlarına, imkan sağlıyor Müslümanların elindeki imkanları
alıyordu. Günümüzde de aynı şey var Zaten Musa (a.s.) ile firavunun kıssasının
Kuran-ı Kerimde çokça tekrarlanması 20. asırda bizimkileri uyarmaya
yöneliktir.[106]
79- Firavun:
"Bütün bilgili sihirbazları bana getirin" dedi.[107]
80-
Sihirbazlar gelince Musa onlara: "Atacağınızı atın" dedi.
Firavun diyor ki:
"En bilgin sihirbazları getirin bana" diyor. Yani be nim devletim
içinde sihirbazların en ünlülerini getirin Musa (a.s.) ile kar şılaştıracak.
Sihirbazlarla Musa (a.s.) biraraya geldiklerinde Musa (a.s. dediki:
"buyurun ne yapacaksanız yapın, atın atacaklarınızı.[108]
81- Onlar
(iplerini ve değneklerini) atınca Musa: "Sizin getirdiğiniz sihirdir.
Şüphesiz Allah onu boşa çıkaracaktır. Şüphesiz Allah )ozguncuların işini
düzeltmez.
Onlar sihirlerini
ortaya atınca, sizin bu getirdiğiniz sihirden başka ıirşey değil. Allah bu
sihiri boşa çıkaracaktır. Allah bozguncu insanların işlerini düzeltmez. Sizin
işiniz bozgunculuktur. Ve bu bozgunculuk işinizde düzeltmeyecektir."[109]
82- Suçlular
istemesede Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir.
Allah kendi
kelimeleriyle, yani Tevrat'ıyla, İncil'iyle, Kur'an-ı Kerimiyle hakkı
gerçekleştirecektir. Günahkarlar ve suçlu insanlar beğenmeselerde hoşlarına
gitmesede Allah hak'ki gerçekleştirecek. Hakkın gerçekleşmesi demek, yani
zulüm saltanatına son verilecek, Allah'ın adaleti yeryüzünde hakim olacaktır.
Sihirle bu davayı yürütemezsiniz diyor Allah (c.c.) Günümüzde bazı insanlar
özellikle üniversiteyi bitirmiş eski insanlarımız, yani ellisinde, altmışında
olan insanlarımız, Şöyle böyle kırk senedir prof. olan insanlar, Bunlar
rejimlere göre, hükümete gelen insanlara göre ağız değiştirmişlerdir. 50-60
yılları arasında profesördü. "O dönemde yapılan işler gayet güzeldi,
fevkalade ilerliyoruz. Allah başımızdan eksik etmesin, bütün bu yaptıkları
batı standartlarına uygundur" diyor. O günün radyosunda konuşturulurdu.
Aynı adam 60 dan sonra
yine radyodan "10 sene içinde bu millet perişan edilmiştir. Yirmi sene
geriye götürülmüştür, yapılan işlerin hiçbirisi uygun değildir" diyor.
Derken devran değişiyor. 66'da aynı adam, "50 den 60'a kadar fevkalade
ilerlemeler vardı derken, beş senelik inkıtaya uğradı ve şimdiki yapılan
icraatlar tamamen batı standartlarına uygundur. Aman halkımızı destekleyin
derken" 12 mart muhtırası yine onun göz ba-yıcılığı, kulak bayıcılığı
yapıyor bu insanlar. Derken 80, 90 yıllan yine aynı.
Yani bu insanlarla
firavunun sihirbazları arasında fark yoktur yani. Eskiden padişahların
meddahları olurmuş, o işi yapıyorlar.
Bunlar tarihte hiç
eksik olmamıştır. Firavun döneminde sihirbaz diye isimleniyorlardı. Şimdi ki
dönemde başka bir isimle aynı şekilde yürüyorlar. Öyle ise yapılacak iş nedir.
Allah (c.c.)'ün ayet-i kerimesinde ifade ettiği gibi buyurun. Sizde bütün
sihir kabiliyetlerinizi ortaya koyun, karşı karşıya gelelim, halkın önünde, halkın
huzurunda tartışalım, siz kendi imansızlığınızı bizde imanımızı icra edelim,
deseniz o fırsatı vermiyorlar. Firavun döneminde veriliyordu. Dikkât edin
ayet-i kerimeye firavun döneminde veriliyor.
Ama dünya genelinde
müslümanlara böyle bir fırsatı, basın ve yayın yolu ile hele hele televizyon
yoluyla bu fırsatı katiyyen vermiyorlar. Efendim dini konuda Kur'an-ı Kerimin
ayetleriyle sizinle bir söyleşi yapacağız, din programında altınada yazıyor,
bunu gösterdikten sonra bilmem ne mühendisliğinden profesör olmuş filan zat,
ayet-i kerimeler üzerine dini sohbet yapıveriyor. Madencilik sahasında
profesör olmuş bir arkadaş dini sahada sohbet yapıveriyor sizlere, veyahutta
islami sahada yapmış ama. namaz kılmaz, abdest almaz bir herif, size-dini
sahada sohbet yapıveriyor. Adamlar özellikle seçilip getiriliyor.
Muhterem mü'minler
yani sihirbazlarımızla, hakiki müslümanlar karşı karşıya gelmesinler. O zaman
sihirimiz ortaya çıkar diyerek, karşı karşıya gelmemenin bütün yollarım
deniyorlar yalnız. Burada bunu söylerken şu hatırınıza gelmesin. Yani mevcut
olanlar yapmıyor demiyorum. Mevcududa öyle, yirmi sene önceside öyle, oluz sene
önceside, elli sene öncesidc, yani mevcut tenkit ediyor anlamında anlamayın, 50
senedir yaşayanınız, 60 senedir yaşayanınız, 70 senedir yaşayanınız var. O
günden bugüne radyoda verilenleri, televizyon çıktıktan sonrada televizyonda verilenleri
biliyoruz. Dini yayınlan ise 15 dakikadan, 20 dakikaya çıkardığımıza
seviniyoruz.[110]
83- Firavun
ve ileri gelenlerinin fitnesi korkusundan Musa'nın kavminden ancak bir
zürriyetinden başka iman eden olmadı. Çünkü firavun yeryüzünde çok üstün idi ve
o müsriflerdendi. Muhterem okuyucu! Dünyanın neresine giderseniz gidin, islami
bir
devlet yaymaya
çalışırsanız hiç müslüman olmayan yerde islamı yaymaya çalışın. İlk defa size
kulak verecek olanlar gençlerdir. Bu güne kadar 1400 senelik yaşantımızda
görülen bu. Peygamber efendimize ilk iman eden Hz. Ali gencecik bir delikanlı,
çocuk yaşta, Hz. Abdurrahman b. Avf, Ebu Talha, Ubeydullah b. Cerrah, Hz. Hamza
25 üzerinde, diğerleri 20'nin altındadırlar. Yani ilk kırk tane müslüman Hz.
Ömer'le kırkıncısı olmuştur. Kırk müslümanın yaş ortalaması 20 dir. Niye? Çünkü
daha az bozulmuşlardır da ondan daha az bozulduklarından dolayı tebliğa en açık
olan insanlar gençlerdir. İhtiyarın işi biraz zor.
Orta doğuda dönen
dolaplar müslümanın başında dönen dolaptır. Hangisinin başına çorap örülüyorsa
müslümanın basma örülüyor yöneticiler imansız olabilir. Onlar namına
çalışabilir. Ama altdaki insanlar, aç bırakılan, susuz bırakılan, ilaçsız
bırakılan insanlardır.
Bunların durumu şuna
benzer, bir adam zalimin köpeğine "hoşt" demiş, taş atmış. "Vay
nasıl atarsın" demiş, tabancasını almış gelmiş, o köpeğine hoşt diyen
adamda bir ilkokula sığınmış, çocukları rehin almış. Diyelim ki dışardaki eli
kanlı zalim diyor ki, (yirmi milyonluk kızılderili-yi öldüren bu nesil diyor
ki:) "Çık dışarıya" O da diyor ki: "Çıkmam elimde bu kadar çocuk
var öldürürüm. Peki öyle ise bende sana gelen suyu kesiyorum, yiyecek
maddelerimde kısıyorum. Çocuklar ölecek. Ölsün sen benim köpeğime hoşt dedin.
Sen benim köpeğime hoş dedin. Orda yüztane öğrencinin, talebenin ölmesine
güzyuman bu zalim mi, daha zalim. Yoksa orada çocukları rehin alan, köpeğe
hoşt diyen adam mı daha zalim? İkisinde de zulüm var fakat zulümde dereceyi
bulmak için söylüyorum. 10 milyon, 20 milyon insanın aç ölmesine göz yuman bu
insanlar mı zalim? Yoksa bunları ben rehin tutuyorum diyen kişi mi daha zalim?
Musa (a.s.)'a aynısı
yapılmıştır. Ama başarılı olamamışlardır. Firavun o gün için ona ambargoyu
uygulamış, erkek çocuklarım öldürüp, sizin neslinizi devam ettirmeyeceğiz
demişler. Ama neticede Musa (a.s.) galip ve o zalim firavun mağlup oldu.
Tarih boyunca nice
namussuz, imansız kesim Mekke'yi Mükerre-me'yi işgal etmiş ve orayı tahrip
etmek için yönelmiş her defasında da kendileri mahvolmuşlardır. Allah (c.c.) bu
olaylardan bir tanesini "Fiil" suresinde anlatıveriyor. Bugünün
tankları yerine eskiden filleri kullanır-larmış, bir binayı yıkıverecek, bir
duyan çekiverecek ve ilerisine gidiverecek ve altındaki adama oku atacak
kendisi iyi korunduğundan dolayı ok veya kılmç kendisine yetişmeyecek ve düşman
ordularının içinde düşmanı tarumar edecek en güzel silah o gün için tank
mesabesinde filler kullanılıyordu.
O günün teknolojisi
içinde Kabe'yi tahrip için gelenlerin Rabbim tarafından helak edildiğini Allah
(c.c.) bu ayet-i kerimesi ile bize haber veriyor. Kıyamete kadar da Kabe-i
Muazzamanın korunacağını bu sure ile de garantilemiş oluyor Allah (c.c.)-
Körfez savaşında, güya krallığa karşı olan, Demokrat Amerika, Suud'a çıkarma
yapıyor.!! Bahane, kralı korumak. Fakat esas amaç.
1-İslam
aleminde gelişmekte olan İslamcı hareketi durdurmak, yöneticilerini
güçlendirmek, bak arkanızdayız bunların hepsine vurun, çökertin demek.
2- Petrollere
sahip olmak ve bu arada hristiyanm müslümana galibiyetini Harem-i Şerifin
bağrında haç takabileceklerini insanlara gösterebilmek.
Muhterem okuyucu! Allah
(c.c.) bizim dünya hayatında mutlu bir hayat yaşamamız ve evlerimizi,
caddelerimizi, sokaklarımızı, şehirlerimizi ve vatan edindiğimiz bütün bir
yurdu cennet haline dönüştürmemiz için tarih boyunca peygamberler ve peygamberi
eriyle beraber de kitaplar indirmiştir. Allah (c.c.) neyi, nerede, ne zaman,
nasıl yapacağımızı Kur'an-ı Keriminde bize bildirir. Emirler verir, yasaklar
koyar. Emirleri ve yasakları bizim yararımızadır. Bu emir ve yasakların yerine
getirilmesine kalkıştığımızda karşımıza çıkacak güçlerinde olacağını haber
verir. Önceder uyarır Rabbirn. Siz bu dünyanın ıslahı için harekete geçerseniz,
karş güçlerde ifsat etmek için faaliyet göstereceklerdir.
Bakınız Musa (a.s.) o
günün toplumunu Allah'ın istediği şekilde yö netmek üzere faaliyete başlayınca,
çıkarları zedelenen firavun karşısın; dikildi. Askeri, siyasi, ekonomik tüm
gücünü topladı ve Musa (a.s.)'ıı karşısına dikti. Komutanlarına ve ilim
adamlarına diyor ki: "Bütün plan larınızı bir araya getirin, sonra
karşımda saf bağlayın, yani askeri ve ilin gücünüz ne ise planlarınız ne ise
getirin ve bir arada toplanın. Yüce olaı kazanacaktır. Bugün yani Musa ile son
kozumuzu paylaşacağız bugün di yor. Musa (a.s.)'da onun ilim adamlarını mağlup
ettikten sonra kavmin şöyle diyor.[111]
84- Musa:
"Kavmim, eğer Allah'a iman ediyorsanız ve eğer mü; lümansanız yalnız O'na
tevekkül ediniz." dedi.
Bu ayet-i kerimeden
anlıyoruz ki Hz. Musa'ya inananlarada müsli man diyoruz biz. Hz. İsa'ya
inananlarada müslüman diyoruz. Yani A lah'ın peygamberleri vasıtası ile
gönderilen peygamber ve o peygamberi kitabına iman eden bütün müslü'manlar aynı
derecede bizim kardeşimi; dir. Ve de isimleri müslümandırlar. Yani Allah'a
teslim olmuş insan m; nasına gelen müslümandırlar.
Bu ayet-i kerimede de
Musa (a.s.) kavmine diyor ki eğer müslümansanız, Allah'a inanıyorsanız Allah'a
güvenin, Allah'a dayanın. Yani karşınızda firavunun ordularını ilim adamlarını
ve bütün işkence aletlerini görünce, ondan tarafa meyletmeyin, yalpalamayın.
Onu da ordularımda askerlerini de, silahlarını da yaratan Allah (c.c.)'dır
diyor.[112]
85-
"Biz Allah'a tevekkül ettik, Rabbimiz bizi zalim kavim için fitne
kılma."dediler.
"Tevekkeltü
alellah" bu kelimeyi çokça kullanalım. Mesela bugün üç defa, beş defa, on
defa kullanırsanız yarında üç, beş, on defa kullanacak olursanız dile yerleşir,
dile yerleştirirseniz çocuklarınızda duyar, onlarında kulağı aşina olur. Sonra
dili alışır. Hani dedelerimiz babalarımız bu kelimeyi çok kullanırlardı.
"Allah'a güvendim, Allah'a dayandım'Tabii ki esbabını yerine getirdikten
sonra. Hani tarlaya tohum atmadan: "Yarabbi sana güveniyorum, sana dayanıyorum"
Konyadaki tarlalarımdan şöyle sarı buğdaylardan, şu kadar ton istiyorum Ya
Rabbi diyecek olursak, bu tevekkülden dolayıda günaha gireriz. Böyle tevekkül
olmaz. Hani evlenmemiş adam Ya Rabbi şöyle bir çocuk istiyorum, veya böyle bir
kız istiyorum, bu konuda sana güveniyorum Ya Rabbi diyen adamda ayrıca günaha
girer ve ayrıca kıyamette böyle tevekkül anlayışından dolayıda hesaba çekilir.
Yani çocuk istemek için
evvela evlenilir. Buğday istemek içinde tarla sürülür, tohum atılır, yağmurlama
sistemi kurulur, ilaçlaması yapılır, gübrelemesi yapılır. Ondan sonra Ya Rabbi
sana havale ediyorum, sana güveniyorum denilir. İmansızların biri şöyle
diyebilir. "Ben toprağı sürdükten sonra, suladıktan sonra, gübre
yaptıktan sonra, ilaçlamasını yaptıktan sonra Allah'a niye tevekkül edeyim.
Niye Allah'a güveneyim" der. imansızların bu kısmı bunlar genelde
çiftçilik yapmayanlardır. Bitkiyi İstanbulda saksı da gören insanlardır. Çünkü
çiftçi bir adam bunu diyemez. Her türlü sistemini kurduğu halde Allah istemedikçe
olmaz. Yağmuru bol verir çürütür. Yağmuru hiç vermez kurutur. Sulama sistemide
yetmeyebilir. 100 metre 150 metre tabandan su çekiliverebilir. Veya bir dolu
ile beraber haşat ediverir. Yerle bir ediverir. Onun için biz üzerimize düşeni
yaptıktan sonra Ya Rabbi sana tevekkül ediyoruz diyoruz.
Burada Allah (c.c.)
tevekkülü, düşman karşısında istiyor. Musa (a.s.) bakmış yanma, iman eden insan
bir avuç. Karşı taraf o günün en güçlü zalim diktatörü firavun ve orduları,
karşısına ordu bulamaz olduğundan dolayı harb edemez hale gelmişler. Yani
böylesine güçlü bir devlet ve orduları var. Bugünün imkanları içinde
Silahlanda var beraberlerinde bu inanmış insanlar endişe duyuyorlar,
korkuyorlar, sığınacak yer arıyorlar. Musa (a.s.)'da diyor ki: "Eğer
Allah'a iman ediyorsanız Allah'a tevekkül ediniz. Onlarda imanlarını ikrar
ediyorlar. Hepsi birden Allah'a tevekkül ettik diyorlar. Ama bir dua
yapıyorlar, bu duayı bizde yapalım.
Böyle bir dua
Mümtehine suresinde de var. Manası şu: "Ya Rabbi zalim toplumlara karşı
veya zalim toplumlar için bizi bir imtihan vesilesi kılma ya Rabbi" diyor.
Ordaki mü'minler Musa (a.s.) ve ona iman edenler, Allah'a tevekkül ettikten
sonra diyorlar ki: "Ya Rabbi bizi zalim kavimlere karşı bir imtihan
malzemesi yapma" diyorlar. Bunun iki türlü manası var.
Ya Rabbi müslümanız
diye ortaya çıktık. Bizde bugün için müslüma-nız diyoruz ve doğruyuz ve halka
diyoruz, şu anda biz ey dünyalılar. Bakın koministlik bugüne kadar insanların
derdine deva olur diye yıllardır uğraşıyorsunuz, üniversitelerde kürsüler
açtınız, profesörler bunun işlenmesi için çeşitli devletlerin
üniversitelerinde anlatmaya koyuldular. Bunun doğruluğunu isbat etmek için
yüzbinlerce ordu, yüzbinlerce insanın beynini ezdi. İnanmayanların beynini ezdi
ama neticede boş olduğu ortaya çıktı.
Öbür taraf da onun
karşısındaki kapitalizm o doğrultuda gidiyor. Yani adamlar şikayetçilerde çıkış
yolu bulamadıkları için devam ediyorlar, ayrı düşünceleri. Yani kendi içindeki
düşünürleri bununda çıkış yolu olmadığını, insanlara mutluluk vermediğini,
maddi rahatlık ama mutluluk vermiyor diyor. Paranın üzerine yatıpta
uyuyamazsın, eviniz dolu altınınızda olsa, yatsanız o size uyku vermez.
Yiyeceğiniz giyeceğiniz kullanacağınız şeyler sınırlı, insanın midesi sınırlı,
giyeceği elbise sınırlı ve içeceği de sınırlıdır. İnsanın bunlarıda elde
ettikten sonra, kadın ihtiyaç hisset-mişse o da sınırlı. İnsanın bir gücü var o
da sınırlı. O da bitince ne olacak Yani her türlü ihtiyacını karşıladınız,
adam doydu fazla verirseniz adam kusar. Bu sefer bu adamın tekrar huzur bulması
için başka şeyler arayacaktır. İşte o başka şeyleri diyoruz. Biz verebiliriz,
Yani bu insanların mutluluğunu temin edecek şeyi Allah Kur'an-ı Keriminde
bildirmiştir. Buyurun diyoruz müslümanlar olarak. Burada sunuda diyoruz gayri.
Ya Rabbi bizi zalimler karşısında imtihan vesilesi kılma, imtihan aleti kılma
diyoruz.
Şimdi gözler
müslümanlara çevrili. Bütün dünyanın gözü müslüman-lara çevrildi. Bugüne kadar
düşünürleri çevrilmişti, şimdi siyasileri de gözlerini müslümanlar üzerine
çevirdiler. Türk askeri Kore'ye gitmiş ger: dönmüş. Hani gidişi haklı değildi
belki ama gitmiş, geriye gelmişler Şimdi Kore'nin içinde bir tane camii ve
orada müslümanlar var Niye' Buradan giden Ali çavuş oradaki insanlardan bir
kaçma müslümanlığı an latıvermiş. Geldikten sonra o adamlar kendi kendilerine
çalışmışlar gayret etmişler bir müslüman cemaat meydana getirmişler. Yani bir
yere biri girerse oranın kültüründen etkilenmemek mümkün değil tabiiki.
İslam alemine haçlı
seferleri ile girmişler, ama birçok insanın müslüman olmasına sebep olmuşlar.
Ve geriye İslam hakkında bilgi götürüp gitmişlerdir. Şimdi gözler müslümanların
üzerinde hani şöyle biri gelse deseki bize: "ben hristiyanım veya
ateistim" dese adam bana İstanbul şehrinde bir müslüman gösterin ben o
adamı uzaktan takip edeceğim, yemesi nasıldır, yürümesi nasıldır, konuşması
nasıldır, işi nasıl, dükkan ça-lıştırıyorsa, dükkana gelip gidenlere muamelesi
nasıl, satışı nasıl, çek ve senetlerine sadakati nasıldır. Bütün bunları yani
dini ile ilgili gayreti nasıldır. Bunları uzaktan gözleyeceğim dese kimi
gösterirsiniz. Anlatabildim mi bilmem?
Ayet-i kerime bunu
anlatıyor aslında, ister Avrupa'dan biri, ister Türkiye'den biri, dediki size:
"Ben İslama inanmıyorum. Fakat merakda ediyorum, araştırma gereği duydum.
Kitaplardaki güzel, herşey kitaplarda güzeldir. Ama birde bunu tatbik eden
adamı görmek istiyorum. Yani İstanbul şehrinde bir müslüman göstereceksin, ben
o adamı uzaktan takip edeceğim, o adamın bütün faaliyetlerini gözleyeceğim.
Beğenirsem müslüman olacağım, beğenmezsem müslüman olmayacağım dese bu
İstanbul şehrinde kimi gösterirsiniz. İşiniz biraz zor. Allah'a dua ederken
bizde bunu yapmamız gerekiyor.
Bunun için Rabbimize
Musa (a.s.)'a iman eden toplum diyor ki; "Ya Rabbi bizi zalimlere karşı
imtihan vesilesi kılma." Yani Ya Rabbi yaşantımızda eğiklik eziklik,
bozukluk olmasın, o adamlar bize bakıp dinden nefret etmesinler. Yani imanımız
ve amelimiz biribiri ile uyumlu olsun ki dışardan bakan bir adam bizim
yüzümüzden, gavurluğunda devam etmesin manası vardır bu ayet-i kerimede.
İkinci bir manası vardır. Ya Rabbi biz bir avuç insan olarak dünyanın en güçlü
devletine ve devlet başkanına, hak namına baş kaldırmış durumdayız. Eğer biz
ezilecek olursak iki şey ortaya çıkacaktır.
İki türlü insan
vardır. Zaten bir kafirler grubu, kafirler grubu diyecekler ki; eğer bu
adamlar hak yolda olsalardı bize galip gelmeleri gerekirdi bu bir avuç insanı
mağlup ettiğimize göre Allah destekliyor demektir. Ve bunları Allah
desteklemediğine göre bunlar doğru yolda demek değildir. Onun için biz
küfrümüze devam edelim diyorlar, bir kısım müslümanlar-da var burada.
Müslümanlar diyorlarki ya ne karışıyorsunuz elin etlisine sütlüsüne gerçi bu
adamlar zalim imansız ama bu adamlarla da başa çıkılmaz ki. Kendin izi ateşe
atıyorsunuz.
Ayet-i kerimede de
kendini bile bile tehlikeye, elinle kendini tehlikeye atma diyor. Günümüzde
kullanılan bir kelimedir bu. Ayet-i kerimeyi
yanlış yönlendirerek
ifade ediyorlar. Hani yiğiteesine küfre karşı saldıran delikanlılarımıza
diyorlar ki: "Yahu kendini tehlikeye atıyorsun, kardeşim dünyayı sen mi
düzelteceksin?" diyor.
Muhterem okuyucu!
Belki tersine dönen dünyayı, tersine dönmesini durduramayız, ama kendimize olan
güvenimizi. Şahsiyetimizi yok etmeyiz, bu yolda yürüyecek olursak ama küfür
bütün hızıyla yürürken ben bunun önüne duramam deyip, onun yanı başında
yürümeye devam eden pisliğin içinde boğulur gider. Bu dünyada pislik olur. Öbür
dünyada da pislerle beraber cehenneme doğru akar gideriz. Karşı duracak
olursak, eğer vade dolmuşsa, bu hareket olgunlaşmışsa, bir müslümanın karşı duruş
hareketi o toplumun düzelmesine de sebep oluverir.
Hani Mısır'da bir
hareket başlamıştı. Hasan el Benna, ile Seyyid Kutup hareketi başlatmıştı. Bu
insanların birisi bir meydanda konuşurken bir kurşunla Amerikalı ajanlar
tarafından öldürüldü bir tanesi de idam edildi. Şehit oldular ama eserleri
bütün dünya dillerine tercüme edildi. Bütün dünyada onların sesi ve nefesi
insanları etkiliyor.
Hani İngiltere'de
doktorasını yapmış, siyasal ve ilahiyat mezunu bir arkadaşımız. (Doktora tezi
de şu. İngilizler niye müslüman olur? nasıl müslüman olur.) Dört sene kalmış,
doktorasını yapmış gelmiş. Şöyle an-latttı: "müslüman olan insanlarla
görüştüm; bu zatların, (Hasan el Benna, Seyyid Kutup) eserlerini görmüşler,
okumuşlar ve müslüman olmuşlar.
Yani bir insan ölüyor,
şehid oluyor. Ama bin tane insanında dirilmesine sebeb oluyor. Onun için ölüm
de yok olmak demek değildir. Zillet içinde yaşamaktansa izzet içinde ölmeyi
tercih etmiş, ecdadımız bizi bu günlere getirmişler. Bugünler deyince bugünkü
halimizden memnun değiliz. Çünkü zillet içinde yaşamak, onun bunun emriyle
hareket etmek, insanın izzetini zedelemiş durumdadır.
"Ya Rabbi, bizi
zalimler karşısında zalimlere karşı, fitne vesilesi, imtihan vesilesi
kılma". Yani dostlarımız "demedik mi sana" demesinler.
"Demedim mi" sana demesinler. Yahu dilini fazla uzatıyordun, vallahi
seviyorduk ama. (söyleniyor bu bazı hocalarımıza". "Hocam biraz
azdiy-dı, hoca biraz ileri gittiydi." Ne ileri gitmesi, geri kalıyordu da
o çırpınıp duruyordu. Geri kalmanın çırpınmasını yapıyordu. Ama müslümanımız
ayıplıyor, gavurdan önce müslümanımız: "Hocam gittiği yol sağlam değildi."
Niye sağlam değildi? "İnançsıza karşı açıktan harp ilan etmişti." Ne
yapsın yani? senin gibi takla mı atsın, yağcılık mı yapsın.!!"[113]
86- Katır kavimden bizi rahmetinle kurtar"
dediler.
Muhterem okuyucu! Ayet-i
kerime bütün bunlar: içine alıyor. Ya Rabbi zalimlere karşı fitne vesilesi,
imtihan vesilesi kılma diyoruz ve devam ediyor dua. "Ya Rabbi kafir
toplumlardan bizi rahmetinle kurtar." İki ifade kullanılmış, birinde kafir
kavim var, diğerinde zalim kavim var. İçine hem kafirler girer, hem de müslüman
olduğu halde müslümana veya müslümanın faaliyetlerine zarar veren. Türkçeye de
yerleştirdiler bunu. Aşırı dinciler ne demek? Yani aşın dinci Türkiye de
müslümanlan iki gruba ayırdı. Televizyonu da, basımda "aşın dinci
grub" diyorlar. Yahu ne yapmış aşın dinci gurup? O da beş vakit namaz
kılar, buda beş vakit namaz kılar. Yani karşıtı ne olur, aşırı dinci grubun
karşıtı ne olur. Aşırı dinsiz grub olur.
Yani bununla bizimi
kast ediyor. Müslüman kelimesi yetiyor bize, aşırısı yok, gerisi yok. Yani
ayet~i kerimede müslüman kelimesinden daha güzel bir ifade olmadığını Allah
(c.c.) bize "Ben müslümanım demekten daha güzel bir söz yoktur" diye
ifade ediyor. Aşırı müslümanlığı kabul etmiyoruz. Hiç birine, ilavede
istemiyoruz. Ayet-i kerimede "müslümanım" demek yetiyor bize
buyuruyor. Müslümanım demek ise Kur'an-ı Kerimin bütün ahkamını fiilen hayatımızda
yaşadığımız gibi etrafımızdaki insanların da bu mutluluktan yararlanması için
gayret göstermemiz oluyor.[114]
87- Musa'ya
ve kardeşine: "Kavminiz için Mısır'da evler yapın. Evlerinizi kıble yapın.
Namazı dosdoğru kılın ve mü'minleri müjdele" diye vahyettik.
Anadoludan gelenlerimiz ve
eski İstanbullularımız babalarınızın, dedelerinizin evlerini gözünüzün önüne
getirin, bütün pencereler kıbleye bakar. Köyünüzdeki evlere bakın,
pencereleriniz kıbleye bakar. Yani tesadüf değildir. Bu ayet-i kerimenin, bir devletin
milletinin evlerine, mührünü vurmasıdır bu. Evlerin pencereleri kıbleye bakar,
ve babanızın evine, dedenizin evine gittiğinizde evleriniz de kıble düz olur,
pencereye karşı olur.
Ama şimdi İstanbul'da
elli seneden beri yapılmış olan evlerde ya giriş kapısına doğru namaz
kılarsınız, yada köşeye doğru namaz kılarsınız, veya sormak mecburiyetinde
kalırsınız. Bu evin kıblesi kardeşim ne tarafa? dersiniz.
Çarpık kıbleler
vardır. Bu zaruret gereği değil, İstanbul'un imarı ile ilgilenen insan, ruhsat
veren insanlar eğer bu ayet-i kerime doğrultusunda hareket ediverse, şu parseli
kıbleye doğru yapıverseler. Ama parseli köşelemesine yaparsa bütün evlerin
kıblesi köşeye gelir. Yani topraktan tasarruf yapma diye birşey yok. Şöyle yol
verme ile böyle yol verme arasında değişiyor bu, evlerin pencerelerinin kıbleye
gelmesi. Aynı zamanda ay-dmlığada gelecektir. Tabii ki hem kıbleye gelecek,
hemde güneşe gelecek. Ama güneşe ve kıbleye karşı sırt çevirdiğinizden
dolayıdır ki evlerinizin kıblesi dahi çarpıktır.
"Hat" yani
güzel sanatlar, mimari her ne kadar elle yapılıyorsada insanın iç dünyasının
dışa yansımasıdır. İnsanın içi iman ile dopdolu olursa, Kuranla dopdolu olursa
bir şehri yeniden kuracağında, şehrin merkezini Camii yapar.
Dağlarda yapılan
çeşmelerin yönüde kıbleye doğru yapılırdı. Hz. Ömer Küfe şehrini ilk defa
kurmuş. Komutanına demiş ki: "Küfe denilen yerde şehir kur. Orası askerin
ve ilmin karargahı olsun demiş. Ve şehrin merkezindeki küçük tepeciğin üzerine
de mescid yap ve oradan komutanına bir oku eline al, bir doğu tarafına at, bir
batı tarafına at, bir güneyine, birde kuzeyine at. Okların düştüğü yere kadar
olan yeri açık saha bırak ve ondan sonra yakınına üniversiteyi, askeriye
karargahını ve de kendi komutanlık binanı inşaa et" ve ondan sonra
caddeler ona göre yapılıyor. Bütün yollar camiiye çıkar hale getiriliyor.Bütün
yollar camiiye çıkar. Şimdi bütün yollar bankaya çıkar.
Muhterem okuyucu!
Kur'an-ı Kerim evinizin planına kadar ilgilenir. Kapı çalmasını öğretir,
devleti yönetmesini öğretir. Uluslararası andlaşmaların veya harplerin nasıl
biteceğini ve nasıl başlayacağını öğretir. Yani hadisin ifade ettiğiyle bir
sahabe öyle diyor. "Peygamberimiz bize her-şeyi öğretti. Hatta tuvalette
oturmamızı dahi öğretti"[115]
Tuvalette nasıl taharet yapacağımızı peygamberimiz bize öğretti. Hani girişi,
sol ayağınızla gireceksiniz, sağ ayağınızla çıkacaksınız. Efendimiz
"taharetinizi bolca su ile yapacaksınız" buyurdu. Orada oturmayida Öğretti,
devlet başkanlığında oturmayı da öğretti.
Allah (c.c.) Kur'an-ı
Keriminde bizim toplum hayatımızda muhtaç olacağımız her konunun izahını
yapmıştır. İşle ilgili, kültürle ilgili herşey onunla ilgili. Hani evinizde
abdest alacaksınız, biraz ihtiyarlarınız abdest alacağı lavaboya ayağını
kaldıramıyor. Niye acaba, içinizde mühendis kardeşlerimiz var yani, bunun
yukarıda olması ile aşağıda olması. Aşağıda olunca ruhsat mı verilmez yok.
Niye lavabo yüksekte, insanın göğsü hizasındadır. Amerikalının ayak yıkama
derdi yok. Red Kit 50 senedir yaşıyor, hala ayakkabısını çıkarmadı. Ayak yıkama
derdi yok adamın. Bizim günde beş defa ayak yıkama derdimiz var. Derdimiz değil
ibadetimiz var. Beş defa ayağını yıkayacak bu adamın ayağını göğsü hizasını
kaldırması ihtiyarlar için zor. Biraz aşağıya yapıverse mühendisler ne olur
yani.
Yani bu iş kültürle
ilgilidir. Allah (c.c.) onu dahi veriyor. "Evlerinizi kıbleye yönelik
yapın ve namazlarınızı dosdoğru kılınız. Mü'minleri müjdele, namazını kılan,
evlerini kıble yapan mü'minleri müjdele" diyor Allah (c.c.). Düşman
karşısında yani firavun karşısında Musa (a.s.)'m duruşunu anlatırken Rabbim
"namazınızı kılınız" diyor.
Yani firavun bütün
ordusuyla Musa'nın (a.s.) karşısına gelmiş, Musa (a.s.) kendi kavmine teselli
veriyor. "İman ediyorsanız Allah'a güvenin". Korkmayın bu heriften
diyor ve emrediyor. Namazlarınızı kılın, harb es-nasındayız, namazlarımızı
yarın kılsak olmaz mı? Namazınızı kılın, daha önce geçen ayet-i kerimede
"Allah'tan sabırla ve namazla yardım talebinde bulunun" dıyor.[116]
Muhterem okuyucu!
Müslüman alemi tehlikeli günler yaşıyor. Böyle bir günde bizim birliğimizi
sağlayacak yegane yerler mesciddir, yegane ibadette namazdır. Buna sımsıkı
sarılalım, elimizden birşey gelmezse, dilimizden gelir. Dinimin düşmanlarını
ya iman etmesi için, yada iman etmedikleri takdirde de helak olmaları için
Rabbimize dua etmemiz gerekiyor. Çünkü Rabbim Musa (a.s.) burada dua yapıyor.[117]
88- Musa:
"Rabbimiz, sen firavuna ve ileri gelenlerine bu alçak hayatta süs ve nice
mallar verdin. Rabbimiz, yolundan (insanları) saptırsınlar diye mi (verdin)?
Rabbimiz, onların mallarını yok et, kalblerini sık ki, onlar acıklı azabı
görünceye kadar iman etmeyecekler.[118]
89- İkinizin
duası kabul olundu. Dosdoğru olun ve bilmeyenlerin yoluna ikinizde uymayın.
Bu ayet-i kerime bize
sunuda veriyor. Fıkhi hüküm olarak, bir insanın dua edip arkasındakilerin amin
demesine delildir. Musa (a.s.) dua etmiş. Rabbim diyor ki: "ikinizin
duasını kabul ettik. Yani Musa (a.s.) dus ederken Harun (a.s.) amin demiş ve
kabul edilmiş, onun içindir ki iman efendi dua ederken biz amin diyoruz ya.
Bazı arkadaşlarımız bunun delil var mı? Kur'an-ı Kerimi okursan görürsün.
Kur'an-ı Kerimin Yunus
suresi 89. ayet-i kerimesi, Yunus suresi 88 ve 89 ayet-i kerimesinde Musa
(a.s.)'ın dua ettiğini Harun (a.s.)'ın amiı dediğini ve Rabbimin de kabul
buyurduğunu işaret veriyor Allah (c.c.) Böylelikle Fatiha suresinde de imam
diyor: "Ya Rabbi bizi şu sapık hris uyanlarla, gazaba uğramış yahudilerin
arkasından bizi götürme, onları: yolunu istemiyoruz.
Yani Avrupa birliğine
karşı slogandır bu. Buradan giden yetkililer onlar zaten diyormuş. "Oğlum,
sizdenim diyorsun, benim gibi yiyorsur içiyorsun, giyiyorsun ama senin halkının
Cuma günü %75'i camiye gel yor, imam "Ya Rabbi şu imansız hristiyanlarla,
şu sapık yahudilerin ark; sından biz gitmeyiz" diye bağırıyorlar. Git
onların dilinden bu kelime al, ondan sonra gel diye gönderiveriyorlar. Biraz
sizde fazla okuyuveriı Rabbimiz yardımcımız olsun.
Musa (a.s.) ile
firavun karşı karşıya geldiklerini Musa (a.s.) kavmin: biraz korku duyduğunu,
fakat Musa (a.s.) kendi kavmine Allah'a ime ediyorsanız Allah'a güvenin, Allah
sizi koruyacaktır dediğini ve neticec Musa (a.s.) Rabbine yönelip, Rabbine de
dua ettiğini ve kardeşi Harun'ı duaya amin dediğini, Allah (c.c.)'ında onların
dualarım kabul ettiğini b: diriyor ve devam ediyor.[119]
90- İsrail
oğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu zı metmek ve saldırmak için
onları izledi. Sonunda boğulmak ona ulaşinca: "İman ettim ki israil
oğullarının iman ettiğinden başka il yoktur. Bende müslümanlardanım" dedi.
Hz. Musa'ya inananlar
Hz. Musa (a.s.) ile beraber bir gece şehrin sına yani o devletin sınırları
dışına çıkmayı ve orada Allah'a ibadet etn yi isterler. Halbuki Mısır'da
sarayda, Musa (a.s.) bir eli yağda, bir eli b
da yaşıyordu. Sarayın
içinde yetişmişti. Çocukluğundan itibaren firavunun gözdeleri arasında idi,
ama Allah (c.c.) kendisine peygamberlik verince, hani her türlü yağ ve bal
içinde onun kulu olarak yaşamaktansa, kainatın yaratıcısı Allah (c.c.)'m kulu
olarak yaşamayı tercih edince, bütün dünyevi imkanlardan mahrum oluyor, ama
hürriyetin tadı, balın tadından daha tatlıdır.
Muhterem okuyucu! Onun
için Musa (a.s.) kendisine inanan insanlarla beraber, hür bir şekilde Allah'ın
ahkamını, Tevrat'ı tatbik edebilmek için o devletin sınırlan dışına çıkıyorlar.
Yollan bir denize uğruyor. Bugünkü ifadeyle Kızıl deniz deniliyor. Kızıl
denizi geçiyorlar. Bir başka ayet-i kerimede ifade edildiğine göre Musa (a.s.)
denize asasını vuruyor ve yol oluveriyor, yani su katilaşiveriyor, yani su
üzerinden atlarıyla yaya olarak karşı tarafa geçiyorlar. Bu Rabbimin bir
mucizesidir, bunlar gerçekleşiyor.
Bir kısım insanların
günümüzde batıya yaranmak için akli izahlar getiriyorlar: "Efendim o anda
med ve cezir olayı meydana gelmişti. Denizden su çekilmişti ve o kara haliyle
geçmişlerdi" gibi batıya yaranmak için bu tür izahlara giderler. Biz
hergün mucizeyi görmüyormuyuz, Allah bir mucize olarak suyu donduruveriyor bu
Rabbimin bir mucizesidir. Ama çokça gördüğümüzden, önemli bir olay olmaktan
çıkıyor.
Burada şunu demek istemiyorum.
Yani Kızıldenizin üzerine de buz tuttu demiyorum. Allah (c.c.) Musa'nın (a.s.)
geçebileceği şekilde katılaş-tırdı, onlarda geçtiler. Bu Allah'ın gücü ile
hesap edilecek olursa zor bir iş değil. Bunlara inanmamız için Allah (c.c.)
birçok olayları önümüze se-riveriyor. Suyun donma olayını gösteriveriyor Allah
(c.c). Bizim içimizdeki inkarcıların inkar ettikleri olayı, bir başka şekliyle
günümüzde yaşamakta olduğunu gösteriveriyor, ama görecek göz gerekiyor.[120]
91- Şimdi mi
(iman ettin)? Halbuki daha önce isyan etmiştin ve bozgunculardan olmuştun.
Kafir olarak ömrünü
geçirip, can boğazına geldiği an ben iman ettim diyen kişilerin tevbesini Allah
(c.c.) kabul etmez buyuruyor o ayet ile. Bu ayet-i kerimeye dayanarak bizim
akaid alimlerimiz akidemizi belirleyen Kur'an ve sünnet doğrultusunda
akidemizin nasıl olmasını gerektiğini bize haber veren alimlerimiz şunu
söylüyorlar.
Ümitsizlik anında
yapılan iman fayda vermez. Yani adam hayatının tamamını inkar ve isyan içinde
geçirip yatağa yatmış, yatakdayken can
boğaza gelmiş tevbe
ettim diyor, ama gidiyor. Böyle ümitsizlik anında yapılan tevbe kabul edilmez
demişler. Ve bu ayet-i kerimeleride delil olarak göstermişler. Bir kere
gerçekten iman etmediğini bu ayet-i kerimeden anlıyoruz.
1- Allah (c.c.) "Şimdi mi iman
ediyorsun" derken imanının kabul edilmediğini ifade ediyor.
2- "Beni İsrailin ilahına iman
ediyorum" diyor. Allah'a iman ediyorum demiyor. Yani onlar kabul ediyor,
bende kabul ediyorum gibi bir, küçültme ifadesi var demiş alimlerimiz.
3- Bir insanın
imanının sağlam olması için, Allah'ı (c.c.) bize tanıtan peygambere de imanı
şarttır. Burada Musa'ya (a.s.) iman ettiğini ifade etmiyor. Beni İsrailin
ilahına bende iman ettim diyor. Birde yeis halinde, yani ümitsizlik halinde
söylediğinden dolayı, müslüman olmadığını, kafir olarak Rabbinin huzuruna
vardığını anlıyoruz.[121]
92- Bugün
senin (denizde boğulan) bedenini senden sonrakilere ibret olsun için (denizden)
kurtaracağız. Şüphesiz insanlardan bir çoğu ayetlerimizden gafildir.
Milletlerin veya kavim
halinde yaşayanların, yani kabile halinde yaşayanların insanların genelde
karakterinde şöyle birşey vardır. Büyük insanları kahramanlaştırmak, kahraman
insanları ölümsüzleştirme meyli vardır. Hani bir adam çok büyük kahramanlıklar
yapmıştır. Yiğitlikler göstermiştir derken ölmüştür ama halk onun hakkında
efsaneler uydurur. O öldü ama "filan adam filan dağda görmüş, filan yerde
filan adama yardım edivermiş kaybolmuş" gibi kahramanlıklarını yaşatmak
isterler.
Allah (c.c.) diyor ki:
"seni senden sonrakilere öldüğünün bir alameti olsun için bedenini sudan
çıkardık ve koruduk diyor. Bu ayet-i kerimenin tefsirinde çağdaş tefsire
ilerimizden bir kısmı şöyle demiş: "Oradan onlar çıkarıldı" Bir kere
çıkarıldığı konusunda geçmiş tefsircilerimizde, çağdaş tefsire ilerimizde
birleşiyor. Denizden çıkarıldığı ve o insanın yani firavunun boğulup öldüğünü
hem firavunun taraftarları, hem de Musa (a.s.)'m taraftarları gördüler. Yani
"firavun ölmüştür" dediler.
Eğer öldüğü görülmemiş
olsa idi, cenazesi insanlar tarafından görülmemiş olsa idi, ayrıca hani
firavun kendini ilahlaştırmış "Ben sizin Rab-binizim" demiş. Ona
tapanlar bizim ilahımız kayboldu, yine o çeşitli yer-
Serde görünür ve bizi
korur derlerdi. Müslümanlardan da firavunun zulmünden korkanlar var. "Biz
bu adamın ölüsünü görmedik, birgün yine selir başımıza bela olur" korkusu
vardı. Allah (c.c.) ikisine de ayet olması için onu denizin kenarına bir dalga
ile atıveriyor, herkesde onu görüyor.
Çağdaş tefsircilerimiz
diyor ki: "sonra onun taraftarları onu aldılar mumyaladılar ve şu anda da
Mısır piramitlerinin herhangi birinde cesedi durmaktadır. Hatta isim vermiş
filan batılı araştırmacı onun cesedi üzerinde araştırmada tuz e ma relerin ide
yani, deniz tuzunun varlığını göstermiştir, görmüştür diyor. Son bir iki sene
içinde Türkiye de yapılan bir yayında da Kızıl denizin kenarında yapılan bir
kazıda bir cesede rastlanmış ve o cesedin firavunun cesedi olduğu tesbit
edilmiş, gibi bir yayında yapıldı.
Biz ona veya buna
inanma mecburiyetimiz yok. Ama şuna inanma mecburiyetimiz var. Rabbim "biz
senin bedenini senden sonrakilere bir delil olsun için koruyacağız"
buyuruyor. Yani öldüğü herkese gösterilmiştir.
Güçlü ordulara sahip
olan o günün dünya üzerinde tek devleti olan firavuna karşı Musa (a.s.)
Allah'ın ayetleriyle yürüyor, kendince tedbirlerini alıyor. Düşmanın gücüne,
kuvvetine, ekonomisine, siyasetine aldırmadan, Allah'ın yürü dediği yolda
yürüyor ve neticede Musa (a.s.) galip geliyor. Müslümanlar bundan bir ibret
alıyorlar ve kafirin gücünden endişe etmiyorlar. Ama gafil olan insanlar, hala
güce: saltanata, siyasete, otoriteye veya ekonomiye tapınmaya devam ediyor.[122]
93- And
olsun ki biz İsrail oğullarını çok doğru bir yere yerleştirdik ve onlara en
temiz rızıklar verdik. İlim kendilerine gelinceye kadar ihtilaf etmediler.
Şüphesiz senin Rabbın kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında
hükmedecektir.
1- Tevratm
bütün ahkamı gelinceye kadar beraberdiler ama Tevratın ahkamını yorumlamada
biribirlennden ayrıldılar. Bu ayet-i kerime yok bunu kasdediyordu, yok şunu
kasdediyordu diyerek biribirlerinden ayrıldılar. Bu olur mu? Olur, Hani biraz
önce okudum. Firavunun ayet-i kerimesine dayanarak akaidde epeyce isim yapmış,
Celaleddin Devvani isimli bir zat, "firavun müslüman olarak
ölmüştür" diyerek bir kitap yazmıştır.
Ve bizim çok
sevdiğimiz Hanefi fakihlerinden Aliyyül Kari diye ismi bizce de meşhur bir
alimde, çeşitli deliller ileri sürerek "firavunun iman etmediğini"
yazmış ve bu ayet-i kerimeleri delil olarak kullanıyor, ikiside aynı ayet-i delil
olarak kullanıyor. Yani bir ayetten bir insan bu tarafa doğru giden bir mana
çıkarabiliyor, diğer bir insanda başka tarafa giden bir mana çıkarabiliyor. Peki
o zaman orta yolu bulmak nedir?
Yani bu ayet-i
kerimeden peygamber efendimiz (a.s.) ne anlamış onu bilemeyiz. Yoksa Türkiycdc
de adamın birisi. Peygamberin (s.a.v.) bize getirmiş olduğu kitabın,
peygamberin kendi sözü olduğunu iddia etti. bu-nuda isbat için Kur'an
ayetlerini kullanan, bu adam bu memlekette yaşadı ve geberdi gitti. Böyle
anlamak murad ettikten sonra, hani gülden gül yağı, gülden gül rcçcii
yaparsınız. Gülü ceketinize takarsınız. Bunların hepsi güzel şeylerdir.
Gülden zehirde
yapabilirsiniz. Gülden zehir yapmak yasaktır. Zehir yapılabilir, onunlada insan
zehirlenebilir. Ama onu yapmak yasaktır. Onun dışında gül yağıda, gül suyuda,
efendim gül demetide yapmak serbesttir. Yani iyiye kötüye kullanmakta
mümkündür.
Neşter ile insanı
tedavi etmekte vardır. İnsanı kesmekte vardır. "Aynı şekilde Allah'ın
ayetlerini de kötü istikamette kullanma durumuna giren insanlar ihtilafa
giriyorlar".
Peki biz bunun
doğrusunu anlayabilmek için bu ayet-i kerimeden efendimiz ne anlamış? Bu ayet-i
kerimeden efendimizi gören sahabe ne anlamış. Buna dikkat etmemiz lazım.
Bizimde onların yolundan yürümemiz gerekmekte.
2- Mana
olarak "ilim gelince" derken, Kur'an gelinceye kadar yahu-diler
peygamber efendimizin (s.a.v.) geleceği konusunda birlik halinde idiler.
Hristiyanlar İncil'de okuyorlarki onları kurtaracak bir insan, bir peygamber
gelecektir. Buna inanıyorlardı. Ama peygamber {s.a.v.) gelince, "olmaz
sana inanmayız". Niye? "bir kere yahudi ırkından değilsin demek
suretiyle yine ihtilafa girdiler, çünkü bir kısmı iman etti.
Hani yahudilerin
hahamlarından Abdullah b. Selam peygamber efendimiz (s.a.v.)'a geliyor, bazı
sorular soruyor, ve de iman ediyor. Diyor ki: "Yarasülullah benim
kavmimden insanlar gelecek, ben perdenin arkasına gizleneyim, sen onlara sor.
Abdullan b. Selam nasıl bir adamdır de" Onlar gelmiş, peygamberimiz
onlara demiş ki: "Hahamınız Abdullah b. Selam nasıldır? "o bizim en
iyi insanımızır en derin adamımızdır, en iyi ibadetine düşkün adamımızdır.
Tcvrati en iyi bilen odur." Peki onun bana iman ettiğini söylesem ne
dersiniz? "inanmayız" derler.
"Diyelimki
kendisini buraya getirdim ve o iman etti, ne yaparsınız" "bizde iman
ederiz" demişler. Abdullah b. Selam Hahamımız iman ederse bizde iman
ederiz. O arada Abdullah b. Selam perdenin arkasından çıkıyor o da diyor ki;
kelimei şehadet getiriyor ve iman ediyor. Bu'sefer, "sen delirmişsin deyip
yine de iman etmeden gidiyorlar" yani ihtilafa böylece girmiş oluyorlar.
Allah onların ihtilaf
ettiği konuların en doğrusunu kıyamette ayırt edecektir. Haklı ile haksızı
kıyamette ayırt edecektir. Bazı olaylar varki, adam kendi aklı ile bu ayet-i
yorumlamaya devam ediyorsa, geçmişten hiçbir sahabenin ve peygamberin sözünü
ben kabul etmiyorum diyorsa, buna yapılacak hiçbirşey yok.
Bu adama doğruyu Allah
(c.c.) ahirette gösterecektir ve cehenemde yerini göstermek suretiyle, o da
hakkı hakikati öğrenecek ama, o da faydası olmayan bir yerde öğrenecek.[123]
94- Eğer
sen, sana indirdiklerimiz hakkında şüphe içinde isen, senden önce kitap
okuyanlara sor. Yemin olsun ki hak sana Rabbin-den geldi. Sakın şüphe
edenlerden olma.[124]
95- Sakın
Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan
olursun.
Bir peygamberin geleceğini,
o peygamberin insanlara Allah'ın kelamını getireceği konusunda bilgileri var,
onlara sor. Yani bu yeni icad edilmiş bir peygamberlik, yeni indirilmiş bir
kitap değil, daha öncede buna benzer kitaplar Rabbim tarafından gönderilmiş ve
peygamberlerde gönderilmiştir. Bir insan tarafından gelseydi şüphe etmek
üzerimize görevdi. Çünkü insan aklı belirli sınırı vardır. O sınırların
ötesine geçemez yarının ne getireceğini bilemez. Yarın hakkında hüküm verirse
yanılır insan. Ama bu hak olan cenab-ı hakkın kelamı Rabbimden geldiği için,
yarımda yaratan O olduğuna göre, bu Rabbin gönderdiği kelam konusunda şüphe
etme.[125]
96- Rabbiyin
kelimeleri kendilerine hak olanlar, iman etmezler.
İman etmeyenlere azab
ahirette mutlaka vardır. Bazı toplumlara da bu dünyada Allah (c.c.) azabını
tattırmıştır. Hani Lut (a.s.) kavmine azabı bu dünyada verip, helak ettiği
gibi, Âd ve Semud kavmine bu dünyada azabı tattırdığı gibi, azabı tattırmıştır
Allah (c.c).[126]
97- Onlara
bütün deliller gelmiş olsa bile onlar acıklı azabı görünceye kadar (iman
etmezler).[127]
98- (Azap
geldikten sonra) iman edipde imanı kendisine fayda veren bir memleket olsaydı,
Yunus'un kavmi müstesna. Onlar iman edince dünya hayatındaki rüsvaylık azabını
kaldırdık ve onları bir zamana kadar faydalandırdık.
Allah (c.c.) Yunus
(a.s.)'a iman etmeyen bir topluma azab edeceğini bildirince onlar korkularından
iman etmişler, imanlarındada samimi olmuşlar Allah (c.c.) de onlardan azabı
kaldırdığını ifade ediyor.
Bunlar azabla ilgili
ayet-i kerimeler. Peygamber efendimiz (s.a.v.' bütün insanların iman etmesi
için çok büyük gayret sarfediyor. HatU Rabbimiz ona: "nerdeyse kendini
helak edeceksin" diyor.[128]
99- Rabbin
dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi iman ederdi. C halde insanlar iman
edinceye kadar sen mi zorlayacaksın.
"Dinde zorlama
yoklur" diye Bakara suresinde 256 ncı ayetin tefsirinde geçmişti. Yalnız
bu ayet Türkiye de istismar ediliyor. Dinde zorlama yoktur şu anlamda yoktur.
Adamı başına tabancayı dayıyorsun "İman et bakalım" diyorsun bu
yoktur. Çünkü iman gönül işidir. Adam dilinden iman etlim dese de, gönülden
irnan etmese, iman etmiş sayılmaz bu adam. Ama müslüman bir devletle,
müslümanın Allah'ın bütün emirlerini yapma, yasaklarından kaçma mecburiyeti
vardır. Orada devlet onu zorlar. Namaz kılmaya zorlar mı? Zorlar. Oruç tutmaya
zorlar mı? Zorlar.
Bugün bir devlette
yaşıyorsunuz devletin emirlerini yerine getiriyor-sun, vergi kaçırmak için
gerekeni yapıyorsunuz ama birlanede muhasebeci tutuyorsunuz. Aman kanuna
yakalanmayalım diye. İslamda namaz bir emirdir. Zekat bir emirdir. Oruç bir
emirdir, yasakları vardır.
Bunlara riayet o
devletin lebcasının bir ölçüsüdür. Onun için o devletin emirleri ve yasaklan
yerine getirilecektir. Ama burada inanmayanlara "İman edeceksin" diye
bir zorlama yoklur. Ama tebliğe devam vardır. Efendimize diyor ki: "Sana
tebliğ vardır, bizede onları hesaba çekmek
vardır."[129]
Yani sen duyuracaksın, hesaba çekecek olan biziz diyor.
"Sen dilediğine
iman veremezsin, Allah dilediğine iman verir."[130] Sen
veremezsin, senin görevin duyurmaktır. İslamın bütün güzelliklerini,
özelliklerini insanlara anlatmaktır diyor.[131]
100-
Allah'ın izni olmadım hiçbir kimse iman edemez. Akıllarını kullanmayanları
pislik İçinde bırakır.[132]
101- Deki:
"Hakin göklerdi: ve yerde neler var? İman etmeyecek bir kiivmc ayetler ve
uyarılar (ayda verme)
İbrahim alcyhisselamı
yakmayan mucizevi ateş Nemrud ve yandaşlarının müslüman olmasına fayda
vermemişlir. Musa"mn(s.a.v) mucizesi, İsa'nın fs.a.v.)mucizesi inkarda
direnenlere fayda vermemiştir. (gözünü kapalana ışık ne yapsın?[133]
102- Onlar
kendilerinden önce geçenlerin başına gelen (acı) günlerin benzerini
bekliyorlar. Deki: "Bekleyin. Bende sizinle beraber bekleyenlerdenim.
Beklediler ve Mekkenin
ellerinden gittiğini gözleriyle gördüler.Kabirdeki azaplarımda gördüler ama
feryatlarını bize işiltiremediler.Ancak Allah (c.c.) onların pişmanlığım bize
haber vermiştir.[134]
103- Sonra
elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Mü'minleri kurtarmak üzerimize bir
oldu.[135]
104- Ey
insanlar, benim dinimden şüphede iseniz, bende sizin AIlah'dan başka
taptıklarınıza tapmam. Ancak sizi öldüren Allah'a kulluk yaparım. Ve ben
mü'minlerden olmakla emrolundum.
Öldüren ve dirilten
Allah'dır.Müslumanların canına kasdeden kafirin canını alacak olan da O
olduğuna göre, mü'minlere yardım edeceğini de va'dettiğine göre,bize düşen
görev Rabbimizc O nun istediği şekilde kulluk yapmaktır.[136]
105- Hanif
olarak yüzünü dine çevir. Sakın müşriklerden olma.[137]
106-
Allah'dan başka sana fayda ve zarar veremeyene dua etme. Eğer yaparsan o zaman
sende zalimlerden olursun.
Hiçbir puta ve put
insana meyletmeden Allaha hiçbir kimseyi ortak koşmadan Allah'ın huzuruna
varmaya çalışalım. Bu bize fayda veya zarar veremeyenlere dua eder, onlardan
yardım istersek bizde zalimlerden oluruz. Bozuk terazinin başında dünyanın en
dürüst adamida olsa haksızlık yapar zulmeder.[138]
107- Eğer
Allah sana bir zarar dokundurursa onu, ondan başka giderecek yoktur. Eğer sana
bir hayır isterse onun lütfunu geri çevirecek yoktur. (Allah) hayrını
kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, esirgeyendir.
Manası apaçık olan bu
ayeti peygamber efendimizin Abdullah b. Abbasa söylediği bir hadisi şerifle
anlamaya çalışacağız. Efendimiz yeğeni Abdullaha buyurur: "Delikanlı, sana
bazı kelimeler Öğreteceğim. Allah için koruki Allah'da seni korusun. Allah için
koru ki onu karşında bulasın. Birşey istediğinde Allah'tan iste. Bir yardım
istediğinde Allah'tan yardım iste. İyi bilki bütün bir millet sana fayda vermek
için toplansalar, Allah o faydayı sana yazmamışsa, fayda veremezler. Eğer bir
millet sana zarar vermek için toplansalar, Allah'da o zararı sana yazmarmşsa,
sana zarar veremezler. Kalemler kaldırıldı, sahifeler kurudu."[139]
108- Deki:
"Ey insanlar, size Rabbinizden hak geldi. Artık hidayeti kabul eden
kendisi için kabul etmiş olur. Sapitanda kendi aleyhine sapıtmış olur. Ben
sizin üzerinize vekil değilim."
Biz hakkı cenabı
haktan kullarına ulaştırmakla görevliyiz. Kimseye zor kullanamayız. İman gönül
işidir, ancak karanlıklar içinde yaşayanlara, aydınlık bir yerlerinde var
olduğunu söylemek ve göstermekle görevliyiz. Hak ile batılı gördükten sonra
dileyen dilediğine gitme özgürlüğüne sahiptir.[140]
109- Sana
vahyolunana uy. Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hükmedenlerin en
hayırlısıdir.
Biz bu özgürlüğümüzü,
bize veren Allah'ın emirlerine uymakta kullanacağız. Böylece Allah'a kul olup
kullara kul olmaktan kurtulacağız. İnşaallah.[141]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/425.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/425-426.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/426-427.
[4] Mearic 4- Ankebut l4
[5] Tirmizi,Sıfatül kıyame, bab
12
[6] Bakara 255
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/427-431.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/431-432.
[9] Ali İmran 191
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/432-434.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/434.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/434-435.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/435.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/436.
[15] Nisa 87
[16] Buhari,Isti'zan 4
[17] Mişkatül Mesabih hadis
no:4653
[18] Mişkatül Mesabihin 4693
[19] Ebu Davud,Edeb 142
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/436-438.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/438.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/438-439.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/439-440.
[26] Beyhaki, Delail 2/25
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/440-442.
[28] Lokman 13
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/442-443.
[30] Tirmizi, Scvabül Kur'an
13Tirmizi,Fezailül cihad 25
[31] Ankebut 25
[32] Al'i îmran 703
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/443-444.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/444-445.
[35] Tur suresinin 44
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/445-446.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/446-447.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/447-448.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/448-450.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/450-452.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/452-453.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/453-454.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/454-455.
[44] Ahzab 68
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/455.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/455-456.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/456.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/456-457.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/457.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/457-458.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/458.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/458-459.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/459-460.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/460.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/460-462.
[56] Casiye 23
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/462-464.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/464.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/464.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/464-645.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/465.
[62] Bakara 7
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/465-466.
[64] Naziat 46,Ahkaf 35
[65] Abese 34,35,36
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/466-469.
Kalem 5
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/469-471.
[68] Isra 15
[69] Bakara 159
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/471-473.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/473.
[72] Ankebut 14
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/473-475.
[74] Müsned- i Ahmed 3175
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/475-477.
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/477.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/477-478.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/478-480.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/480-481.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/481-482.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/483.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/483-485.
[83] Müsned-i Ahmed
5/218,3/247,5/117
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/485-488.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/488-490.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/490.
[87] Müslim İman,Ebu Davud
K.Kader
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/490-493.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/493-494.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/494.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/494-496.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/496-499.
[93] Müsned-i Ahmed 4/182
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/499-501.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/501-502.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/502-504.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/504.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/504-505.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/505-507.
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/507-508.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/508-509.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/510.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/510-511.
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/511-512.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/512-513.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/513-515.
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/515.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/515.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/516.
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/516-517.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/517-519.
[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/519-520.
[113] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/520-523.
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/523-524.
[115] Ebu Davud Taharet 4
[116] Bakara 45
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/524-526.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/526.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/526-527.
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/527-528.
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/528-529.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/529-530.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/530-532.
[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/532.
[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/532.
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
[128] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533.
[129] Ra'd 40
[130] Kasas 56
[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/533-534.
[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/534.
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/534.
[134] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/535.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536.
Müsned-i Ahmed 1/293
[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/536-537.
[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/537.