YUNUS SURESİ 3

Sözlük. 3

Açıklama. 3

Sonuç. 3

Sözlük. 4

Açıklama. 4

Sonuç. 5

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 6

Sözlük. 6

Açıklama. 6

Sonuç. 7

Sözlük. 8

Açıklama. 8

Sonuç. 8

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 9

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 10

Sözlük. 11

Açıklama. 11

Sonuç. 12

Sozluk. 12

Açıklama. 12

Sonuç. 13

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 14

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 15

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 16

Sözlük. 16

Açıklama. 17

Sonuç. 17

Sözlük. 17

Açıklama. 18

Sonuç. 18

Sözlük. 18

Açıklama. 19

Sonuç. 19

Sözlük. 19

Açıklama. 20

Sonuç. 20

Sözlük. 21

Açıklama. 21

Sonuç. 21

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 22

Sözlük. 22

Açıklama. 23

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 24

Sonuç. 24

Sözlük. 24

Açıklama. 25

Sonuç. 25

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 26

Sözlük. 27

Açıklama. 27

Sonuç. 27

Sözlük. 27

Açıklama. 28

Sonuç. 28

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 29

Sözlük. 29

Açıklama. 30

Sonuç. 30

Sözlük. 30

Açıklama. 31

Sonuç. 31

Sözlük. 31

Açıklama. 31

Sonuç. 32

Sözlük. 32

Açıklama. 32

Sonuç. 33

Sözlük. 33

Açıklama. 34

Sonuç. 34

Sözlük. 34

Açıklama. 35

Sonuç. 35

Sözlük. 35

Açıklama. 36

Sonuç. 36


YUNUS SURESİ

 

Rahman  ve Rahim olan Allah’ın  adıyla.

                              

1- Elif, Lârn, Ra.  işte  şunlar,  o  hikmetli Kitab’ın âyetleridir.

2- İçlerinden bir adama:   “İnsanları uyar ve inananlara, Rable-ri katında kendileri için gerçek bir makam  bulunduğunu  müjdele!” diye  vahyetmemiz,  insanlara  tuhaf mı geldi? Kâfirler:   “Bu,  apaçık bir büyücüdür!” dediler.

 

Sözlük

  

Elif, Lam, Râ. Hurufu mukattaa (birlikte yazılıp ayrı ayrı okunan harfler) ile başlayan dördüncü sûredir bu. eklinde yazılır ve “Elif, Lam, Ra” diye okunur.Kitap. Kur’an-ı Kerim.El hakiymü. Hikmet ifade eden. Kur’an-ı Kerim, sayısız hik-metler içeren bir kitaptır^ bu yüzden ‘hakim’dır Muhkem, yani hükümleri sağlam ve kesindir.Şaşırtıcı, hayret verici.  İçlerinden bir adam. Hz. Muhammed (s.a.v.).

Gerçek bir makam. Güzel bir ödül. Dünyadaki hayatta önce­den gönderdikleri iman ve salih amellerin karşılığı.Gerçekten bu. Yani, peygamber.    Muhakkak ki, açıkça bir büyücüdür. Kendi yalanlarına ve boş iddialarına göre güya Peygamber’in bir büyücü olduğu açık ve ortadaymış.(!) [1]

 

Açıklama 

      

Bilindiği gibi, Mekke döneminde inen sûrelerin ana konusu, tevhid, vahiy ve ahiret günü diriliştir. Yunus sûresi de buna uygun olarak, vahiy meselesi ile başlıyor. Yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy indirdiğini vur­guluyor: “Elif, Lam, Ra. Bunlar, hikmetli kitabın âyetleridir.” Bunlar, ayetleri muhkem (ihtimalsiz olarak hüküm bildiren) ve bir çok hikmetleri içeren Kur’an-ı Kerim’in âyetleridir. Öyle ki, Kur’an, herşeyi ait olduğu yere koyan anlamında ‘hakîm’ niteliğine layıktır.

“İçlerinden bir adama (...) vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı geldi?” Mek-keliler, Kureyş kabilesine mensup kulumuz, elçimiz Muhammed’e (s.a.v.) va­hiy indirmemize mi şaşırıyorlar? Ona şöyle vahyetmemiz mi onlara şaşırtıcı geliyor?: “İnsanları uyar” şirk, küfür ve günaha dayanan hayatın korkunç aki-betinden onları korkut. “İman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katın­da gerçek bir makam olduğunu müjdele.” [2]Rableri katında güzel bir ödülle karşılanacaklarını müjdele. Bu, Önceden yerine getirdikleri iman ve salih amellerin karşılığıdır. Ahirette, Rableri ile buluştukları zaman bu ödülü ala­caklardır.

Peygamber uyan ve müjdeleme görevini yerine getirince kâfirler: “Bunun sözleri açık bir büyüdür. O bir büyücüdür!” dediler. Bunu söylemelerinin tek nedeni, hakka yabancılaşmışlıkları, gerçeği kabule yanaşmamaları dır. Yoksa, gerçekten Peygamberin uyarı ve müjde nitelikli sözlerinin büyü ile bir ilgisi yoktur. Uyarıcı ve müjdeci Peygamber de büyücü değildir. Onlar şirk, küfür, batıl, şer ve fesad ehlinin geleneğine uygun olarak isyankârlık ediyorlar, inat­la ayak diretiyorlar; hakka karşı büyüklük hissine kapılıyorlar. [3]

 

Sonuç

                                

1- Vahiy olarak indirilen kitabın elle tutulur ve gözle görülür şahitliği ile vahiy inancı pekiştiriliyor.

2-  Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği vurgulanarak kendisine vahiy indirildiği isbat ediliyor.

3- Peygamberin üstlendiği görevin uyarı ve müjdeleme olduğu belirtiliyor.

4-  İman edip salih amel işleyenlere, kendileri için Rableri katında büyük ödüller hazırlandığı müjdesi veriliyor.

5- Kâfirler yalan söylemekten, insanları doğru yoldan saptırmak için kafa­ları karıştırmaktan asla vazgeçmezler. Yalan ve sapıklık onların değişmez huyudur. [4]

 

3- Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş’a istiva etti, işleri yürütür, buyruğunu uygular, ya­ratıklarını yönetir. O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte  Rabbiniz Allah   budur.   O’na  kulluk  edin.  Düşünmüyor  musunuz[5]

4-   Hepinizin  dönüşü,  Ofnadir.  Bu,  Allah’ın gerçek olarak ver­diği sözdür.  Oy  önce yaratır,  sonra  inanıp  iyi işler yapanlara ada­letle  karşılık  vermek  için  yeniden  diriltir.  İnkâr  edenlere  gelince, küfürlerinden  dolayı  onlara  kaynar sudan  bir içki ve  acı  bir azap vardır.

5-   Güneşi  ziya,   (ışık  kaynağı)   ay’ı  nur  eden;  yılların   sayısını ve   vakitlerin   hesabını   bilmeniz   için   aya   dolaşma   konakları   dü­zenleyen   O’dur.  Allah,   bunları  boş  yere  değil,  gerçek  ile  hikmeti uyarınca   yaratmıştır.   Bilen   bir   kavim   için   âyetleri   açıklamakta­dır.

6-   Gece   ve   gündüzün   değişmesinde   ve   Allah’ın   göklerde   ve yerde  yarattığı  şeylerde  Allah’ın   Ölçülerine  riayet  eden  bir  toplu­luk için nice ibretler vardır.

 

Sözlük

 

Muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah’tır. Yalnız kendisine kulluk etmeniz gereken biricik mabud O’dur.

Gökleri ve yeri yarattı.Altı  günde.  Pazar, Pazartesi,  Salı,  Çarşamba, Perşembe, Cuma günleri.liSonra arşa istiva etti. Şanına yaraşır biçimde gerçekleşti bu istiva. Bu hususta “nasıl” sorusuna yer yoktur.Kıyamet günü Allah izin vermedikçe hiç kimse şefaat edemez.

Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? inkarcılığınızı, inat-çılığınızı sürdürecek misiniz?

Sonra ona iade eder. Yok olduktan ve çürüdükten sonra, kıyamet günü yeniden yaratır.Kaynar sudan içecek. Yüzleri haşlayacak derecede kaynar su.  Güneşi yeryüzünü aydınlatan bir ışık kaynağı kıldı. Ayı da nur kıldı. Güneşin ışığını ve Ay’ın nurunu yaratan O’dur.O’nun için duraklar tesbit etti. Bilmeniz için.Güneş ve ay için duraklar tesbit etmemiz, sizin senelerin sayısını ve hesabım bilmeniz içindir.Sakınırlar. Allah’ın gazabından ve azabından korkup sakınan-

lar. Bunun da yolu Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmektir. [6]

 

Açıklama

 

Bu âyetlerde uluhiyet (ibadetin sadece Allah’a ait olduğu) gerçeği anla-tı-lıyor. Bundan önceki iki âyette, vahiy gerçeği vurgulanmış, îslâm inancındaki yeri pekiştirilmişti. Yüce Allah buyuruyor ki: “Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren­dir.” Burada Yüce Allah, birşey yaratamayan düzmece ilahları kendisine or­tak’ koşan müşriklerin de tek ilahının, hak mabudunun kendisi olduğunu vur­guluyor. Tek ve ortaksız Rab olan Yüce Allah gökleri ve yeri şu günlerimiz miktarı ile altı günde yaratmıştır. Çünkü o zaman, şimdiki dünya günleri yok­tu.

Sonra arşa şanına yaraşır bir şekilde istiva etmiştir. Göklerin ve yerin

her türlü işini evirip-çeviren O’dur. işte kulluk edilmesi, kurbanlar adanması gereken gerçek ilah O’dur.“O’nun izni olmadıktan sonra, kimse şefaatçi olamaz.”-Azametinin (bü­yüklüğünün) yüceliğinden, hükümranlığının görkeminden hiç kimse, O’nun izni olmadan şefaat etmeye kalkışamaz. Şu halde, bu müşrikler, belki şefaatçi olurlar diye, şu düzmece ilahlara, putlara neden kulluk ediyorlar? Değil mi ki, Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyecektir?..

“İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin.” Bu sıfatlara sahip, bu celal (azametli) ve kemal (noksan sıfatlardan münezzeh) nitelikleri bulunan Allah, sizin gerçek Rabbinizdir; sadece O’na ibadet edin. O’nun koy­duğu kurallara uyun ki kullukta olgunluğa ve mutluluğa erişesiniz.“Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?” Bu ifade, hakkı dinledikleri halde, düşünüp öğüt almayan müşriklere yönelik bir kınamayı ifade etmekte­dir. Sizin tümünüzün dönüşü Onadır.” Öldükten sonra tümünüz O’nun huzu­runa varacaksınız. “Allah’ın sözü bir gerçektir.” Burada, öldükten sonra di­rilme gerçeğine dikkat çejdliyor. Hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız, çünkü O, size bunu söylemiştir ve O’nun sözü haktır; dolayısıyle siz, kesin­likle O’nun huzurunda hesap vermek üzere biraraya geleceksiniz, deniliyor.

“İman edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için.” Burada, ölümden sonraki hayatın sebebi, gerekçesi açıklanıyor. Buna göre, dünya çalışma, amel etme yurdudur; ahiret ise, bu çalışmanın karşılığının alınacağı yerdir. Bu yüzden ölümden sonra diriliş zorunludur, kaçınılmazdır. Bunu inkâr etmenin anlamı yoktur. Çünkü ilk kez yaratan, öldürüp tekrar ya­ratmaya da muktedirdir. Bu O’nun için daha basittir.

“İnkâr edenlere gelince, küfürleri dolayısıyle, onlar için kaynar sudan bir içki ve acı bir azap vardır.” Onlar için kaynar bir su ve acı bir azap hazırlan­mıştır. Burada Yüce Allah, kâfirlerin kıyamet günü uğrayacakları azabı bize hatırlatmaktadır. Bu aynı zamanda, Ölümden sonra dirilişin ve hayatın da ge­rekçesidir. Böylece, bundan önce tevhid gerçeği, ondan önce de vahiy gerçeği* anlatıldığı gibi, şimdi de ölümden sonra diriliş gerçeği dile getiriliyor. Zaten Mekke’de inen sûrelerin ana fikri saydığımız bu meselelerdir.“Güneşi bir ışık yapan O’dur.” Sizin için güneşi aydınlatıcı ve “ayı bir nur kılan” O’dur. Ay için “duraklar tesbit eden O’dur.” Ay, sayısı yirmi sekizi bu­lan bu duraklar arasındaki yörüngesinde yüzer. “Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için.” Bunun sayesinde senelerin, ayların, günlerin ve saatlerin he-sabını biliyorsunuz. Çünkü hayatınız açısından bunları bilmek son derece önemlidir. İşte bu yaratma ve yönetme gücüne sahip olan Rab, gerçek mabud-dur. Sırf O’na kulluk etmek gerekir; ve O’ndan başkasına kulluk etmekten . şiddetle kaçınmalıdır. Bu ifade, tevhidin (Allah’ın varlığı ve birliğinin) vurgu­lanması ve pekiştirilmesi görevini yerine getirmiş oluyor böylece.“Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır.” Yüce Allah şu dünya hayatını ve şu âlemleri boşuna, amaçsız yaratmamıştır; ki bir süre sonra yok olsun, çürüsün ve ardından hiç bir şey gelmesin. Tersine, O, bütün bunları ancak hak ile yaratmıştır. Emir ve yasaklar koyarak insanları buna göre yargılamak, itaatkârı ödüllendirmek, günahkârı da cezalandırmak için yaratmıştır. Bunda, ölümden sonra diriliş ve ceza gerçeğini pekiştirici bir mesaj vardır.“Âyetleri böyle birer birer açıklamaktadır.” Bu sûrede belirgin olarak gözlemlenen bu ayrıntılı anlatım tarzı “bilen bir topluluk içindir.” Çünkü sa­dece onlar uyarılardan ders alırlar. Cahiller ayrıntılı anlatımdan, belirgin delil­lerle destekli açıklamadan yararlanamazlar. “Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde...” uzunluk, kısalık, aydınlık ve karanlık bakımından birbirle­rini izlemelerinde , “...Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde...” uzunluk ve kısalıklarda gökyüzündeki yörüngelerde, yıldızlar ve rüzgârlarda, yağmur­larda, yeryüzünde yarattığı insanlarda, hayvanlarda, karalarda, denizlerde, nehirlerde, dağlarda ve vadilerde, “...elbette âyetler (deliller) vardır.” Yüce Yaratıcı’ya, O’nun yüceliğine, noksanlıklardan uzak oluşuna, gücünün azame­tine, hükümranlığının sınırsızlığına ilişkin işaretler vardır göklerde ve yerde. Bu yüzden O’na sonsuz bir sevgiyle ibadet edilir. O’nun şanı yüce bilinir. O’na karşı derin bir saygı ve korkuyla kulluk edilir. Sürekli anılır, hiç bir zaman u-nutulmaz; O’na şükredilir, nankörlük edilmez. O’na itaat edilir, isyan edilmez.Elbette bu işaretler “korkup-sakman bir topluluk içindir.” Allah’ın olağan­üstü yaratmasını ve sonsuz kudretini belirgin olarak yansıtan âyetleri ancak Allah’ın ölçülerine riayet edenlerin kavrayabileceklerine özellikle dikkat çekiliyor. Çünkü onlar ruhlarının berraklığından, kalplerinin ve nefislerinin te­mizliğinden dolayı bu âyetleri ve içerdikleri duyuruyu gerçekten görebilir, gözlemleyebilirler. Şirk ve günah ehline gelince, onlar koyu bir karanlık için­dedirler. Bu yüzden hiç bir şeyi gerçekten göremezler. Böyle bir sapıklıktan Allah’a sığınırız. [7]

 

Sonuç

 

1- İbadetin sadece Allah’a ait olduğu ve O’nun gerçek ilah olduğu bir kez

daha dile getiriliyor.

2-  Ahirette diriliş ve hesaplaşmanın gerçekleşeceğine ilişkin inanç iyice sabitleştiriliyor.

3- Güneş ve ayın yaratılışındaki hikmet ve bunlar için duraklar tesbit edil­miş olması; yılların, ayların ve saatlerin bunlarla tespit edildiği açıklanıyor.

4-  Müslümanlara bir çok faydalar sağlayan gökbilimini ve hesap ilmini öğrenmek de şeriatça teşvik edilmiştir.

5- îlim ve takvanın faziletine ve bu niteliklere sahip mü’milerin üstün mer­tebelerine işaret ediliyor. [8]

 

7-   Bizimle   buluşmayı   ummayan,   dünya   hayatına   razı   olup onunla  rahat  edenler   ve   bizim   âyetlerimizden  gaflet  edenler...

8-   İşte   kazandıkları   işlerden   ötürü   onların   varacakları   yer, ateştir!

9-  İnanıp iyi işler yapanlara gelince,  imanlarından  dolayı  Rab-leri,  onları  altlarından  ırmaklar akan  nimet cennetlerine  iletir,

10-   Onların   orada   duası:   “Allahım,   sen   her   türlü   eksiklikten uzaksın!”dır.   Birbirlerine   sağlık   dilekleri:   “Selam”dır.   Dualarının sonu  da:   “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun!” sözleridir.

 

Sözlük

 

Bizimle karşılaşmayı beklemiyorlar. Kıyamet günü bizimle karşılaşmayı beklemiyorlar, böyle bir şeyi ummuyorlar.ye dünya hayatına razı oldular. Âhirete karşılık dünya hayatı- na razı oldular, onu tercih ettiler. Ahireti akıllarına bile getir­mediler.Onunla tatmin oldular. Dünya hayatını iyice benimsediler, o-nun dışında çaba ile elde edilecek bir hayatın olduğunu göre­mediler.Habersizdirler. Âyetlere bakıp üzerlerinde düşünmezler. Onların barınma yerleri ateştir. Bunun dışında bir barınak bu­lamazlar. Rableri onları imanlarıyla hidayete erdirir. Allah imanları sa-yesinde onlara bir nur bahşeder ve bunun aracılığı ile cennete giden yolu görürler.  Onların oradaki duaları, “Allah’ım sen münezzehsin” dir.Dualarının sonu. Yani son duaları: “Hamd âlemlerin Rabbı  olan Allah’a mahsustur.” [9]

 

Açıklama

 

Önceki âyetlerde Yüce Allah, vahiy gerçeğini ve olgularım gündeme ge­tirmişti. Şu anda açıklamasını yaptığımız şu üç âyette ise, Allah ile karşılaş­mayı inkâr eden, sevap ummayan ve azaptan korkmayan, dünya hayatına razı olup onunla tatmin bulan kimselerle, Allah ile karşılaşmaya, O’nun müjde ve tehditlerine inanan, dolayısıyle salih ameller işleyen kimselerin akıbetine değiniliyor. “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar...” Dünya hayatmı benimseyip, onunla tatmin olan-

lar “...ve bizim âyetlerimizden habersiz olanlar...” Allah’ın varlığını, birliğini, vahyini ve şeriatını isbatlayan kainattaki delillerden ve Kur’an âyetlerinden habersiz olanlar, bunları görmeyenler, üzerlerinde düşünmeyenler... Onların bu durumları kendilerini dünyaya iyice kaptırdıklarının, bütün benlikleriyle dünyaya yöneldiklerinin, yüzlerinin, kalplerinin ve tüm organlarının dünyaya bağlı olduğunun delilidir. Yüce Allah bunları nasıl bir cezaya çarptıracağını şöyle açıklıyor: “İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateş­tir.” Zulüm, şer ve fesadın cezası budur.

Buna karşılık Yüce Allah, kendisi ile buluşmaya inanan, O’nun sevabını uman mü’minlerin ödülünü de şöyle açıklıyor: “İman edenler ve salih amel­lerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla” hidayete erdirir, iman­larının nurunu onlar için yol gösterici kılar ve onları “altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip, iletir.” Cennet nimetleri hem ruhani hem de cismanidir. Cismani nimetler “subhanekellâhumme “Allahım sen nok­san sıfatlardan münezzehsin” sözü ile elde edilir. Birisi “subhanekella-hum-me” dediği zaman, canı neyi çekerse, o hemen yanında hazır olur. Cennetin ruhani nimetleri ise, Allah’ın ve meleklerinin kendilerine yönelik selâmlan ile elde edilir. “Oradaki dua ve temennileri: “Selam’dır.” Yiyip içtikten sonra “elhamdülillahi rabbil alemin: Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” der­ler. “Oradaki duaları: “Allah’ım, sen yücesin”dir. Dua ederlerken kullandıkları ifade tarzı budur. “Ve oradaki dua ve temennileri, selam’dır. Dualarının sonu: Gerçekten hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” [10]

 

Sonuç   

 

1-  Ahireti unutup dünyaya yönelmekten, dünyanın çekici süslerinin peşi­ne takılmaktan kaçınmak gerekir.

2-  Kainattaki deliller üzerinde düşünmemekten, onlardan gafil olmaktan şiddetle sakınmak bir zorunluluktur. Çünkü doğru yola erişmenin, sapıklıktan kurtulmanın yolu kainattaki deliller ve Kur’ani âyetler üzerinde düşünmektir.

3- İman ve salih amel cennetin anahtarıdır; cennete giden yolun rehberidir.

4-  Cennet nimetleri ruhani ve cismanidir. Bu nimetler şu üç anahtar cümle ile elde edilir: “Subhanekellâhumme: Allah’ım, sen yücesin.” ... “Oradaki dua ve temennileri: “Selam’dır.” ... “Dualarının sonu da: “Gerçekten, hamd âlemle­rin Rabbi olan Allah’ındır.” ...Yani, 1- Subhanekellâhumme. 2- Selâm. 3- El-hamdülillahi Rabbilâlemîn. [11]

 

11-   İnsanların   hayrı   acele   istemeleri   gibi,   Allah   da   onlara şerri   acele   verseydi,   süreleri   hemen   bitirilmiş   olurdu.   Ama   biz, bizimle  buluşmayı  ummayanları  bırakırız da  bocalar,  dururlar.

12-   İnsana  bir  darlık  dokunduğu  zaman,  yanı  üzere yatarken, yahut   otururken   ya   da   ayakta   bize   yalvarır;    ama   biz   onun darlığını   kaldırınca   sanki  kendisine   dokunan   bir  darlıktan   ötürü bize   hiç   yalvarmamış   gibi   hareket   eder.   İşte   aşırı   gidenlere, yaptıkları      böylesine   süslü   gösterilmiştir.

13-    Sizden   önce,   zulmettikleri   ve   peygamberleri   kendilerine açık deliller getirdikleri  halde  inanmadıkları  için  nice  nesiller he­lak  etmişizdir.   İşte   suç   işleyen   kavmi  böyle  cezalandırırız.

14-    Sonra onların ardından bu dünyada onların yerine sizi geçirdik  ki,  sizin  de  nasıl davranacağınızı görelim.

 

Sözlük 

 

Şer, kötülük... Akıl, beden, mal ve evlad açısından zararlı olan her şey. ‘Hayır’ ise, bunun aksidir: Beden, mal ya da evlat ‘ açısından yararlı olan her şeye denir.Ecellerine hüküm verilirdi. Olüp-helâk olurlardı.Bırakıp terk ederiz. Taşkınlıkları, zulümleri ve küfürleri içinde şaşkınca dolaşırlar. Körler gibi, bir türlü oradan çıkacak yolu bulamazlar.Zarar. Hastalık; bedene, mala ve evlada zarar veren her şey.

Sanki bize dua etmemiş gibi yürüdü. Sanki, zararın giderilmesi için bize yalvaran bu adam değilmiş gibi, küfrünü ve bâtıl da­vasını sürdürür.Kezalike zuyyine: Böyle süslü gösterildi. İşte, zararın gideri-N   Uşini isteyerek unutuşu gibi, ölçüyü taşıranlara zulüm ve serde ileri gitmeleri kendilerine böyle süslü gösterildi.Asırlar. Nesiller. Delillerle. Davetlerinde doğruyu temsil ettiklerini somut olarak ortaya koyan deliller ile. Halifeler. Sonra gelenler. Sonra onların helak edilmelerinin  ardmdan sizi yeryüzünde halifeler kıldık. [12]

 

Açıklama

 

Mekke’de inen bu sûrenin indiği dönemde, Mekke müşrikleri büyük bir heyecan ve ıstırap içindeydiler. O kadar ki, üzerlerine azabın bir an önce u> meşini bile istiyorlardı. Kur’an-ı Kerim’in değişik yerlerinde buna işaret edil­miştir: “Senden azabın bir an önce gerçekleşmesini isterler. Eğer adı konul­muş bir süre olmasaydı, bu azaba mutlaka uğratılırlardı.” İşte şu âyet-i keri­mede de aynı hususa dikkat çekilmektedir. “Eğer Allah şerri (azabı) çabuk-laştırsaydı...” şerri (azabı) istedikleri zaman veya şerri gerektirecek bir şey, yaptıkları zaman “hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi...” bunun sonuçlarını da çabuklaştırsaydı...” mutlaka anında helak olmalarına hükme-

dilirdi.” Genel bir yıkıma uğratılırlardi; bu dünyadaki yaşama süreleri sona er-dirilirdi. “İşte bize kavuşmayı ummayanları biz böylece taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakırız.” Biz azap hususunda acele etmeyiz; bize kavuşmayı ummayanları, bizimle buluşmaya, katımızdaki nimetlere ve cehenneme inanmayanları taşkınlıkları, küfür, zulüm, şer ve fesat içinde şaş­kınca dolaşır halde bırakırız. Nereye gideceklerini, nasıl bir çıkış yolu bula­caklarını bilemezler. Sapıklık ve körlük içinde bocalayıp dururlar.

Bundan sonraki âyette ise, bir gerçeğe dikkat çekiliyor. Buna göre, küfür karanlığında yaşayan, dolayisıyle iman nuruyla aydınlanmayan bir insana hastalık ve yoksulluk gibi bir zarar dokunduğu zaman, durmadan Rabbine yal­varır; yatar kalkar “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” der durur. Allah duasını kabul edip de uğradığı zararı giderince, sanki hasta olan, dolayısıyle dua eden ve duası kabul edilen kendisi değilmiş gibi, küfrüne, zulmüne ve sapıklığına devam eder. “İşte, haddi aşanlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” Kâfir in­san, az önce dua edip de duasını kabul eden Rabbini unutma hususunda pek mahir olduğu gibi, zulüm ve kötülükte haddi aşanların hali de bunun gibidir. Bunlar, içinde yaşadıkları hayatı adaletli ve hayırlı olarak görürler; bu yüzden zulümlerini, kötülüklerini ve bozgunculuklarım sürdürürler. “İşte, haddi aşanlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.”

“Andolsun, sizden önceki nesilleri, zulmettikleri için helak ettik!” Bu hi­tap Mekkelilere yöneliktir. Yüce Allah tehdit edici bir üslûpla kavimler hak­kındaki değişmez bir yasasına dikkatlerini çekiyor: Bundan önceki çağlarda yaşayan nice nesilleri zulmektikleri, yani Allah’a ortak koştukları için helak ettiğini, yani yok ettiğini haber veriyor. Bunlara peygamberler apaçık deliller­le gelmişlerdi, ayetler ve deliller sunmuşlardı; ama onlar şirk ve günah nite­likli hayata alıştıkları için inanmaktan kaçınmışlardı. Bunun üzerine Yüce Al­lah, Ad, Semud ve Medyen halklarını bu yüzden helak etmişti. “İşte biz, suçlu-günahkâr olan bir topluluğu böyle cezalandırırız!” Biz her zaman ve mekânda, inanmaya yanaşmayan, kendilerini doğrultmayan suçlu-günahkârla­rı böyle cezalandırırız, böyle yıkıma uğratırız.“Sonra, nasıl yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.” Burada Yüce Allah, Mekkeli müşriklerle bir­likte, diğer insanlara da hitab ediyor ve buyuruyor ki: Sizden önceki nesilleri helak ettikten sonra, sizi yeryüzüne halifeler kıldık ki, nasıl davrandığınızı gözlemleyelim; iyi amellerinizi ödüllendirelim ve kötü nitelikli davranışlarınızıda cezalandıralım. Bu, kulların hayatına hükümran kıldığımız evrensel bir ya­sadır. Allah, zalimlerin yapıp, ettiklerinden habersiz değildir. [13]

 

Sonuç    

                                                                     

1- Yüce Allah’ın kullarına yönelik rahmetinin bir belirtisi de şudur: Şayet Allah, onların hayır nitelikli isteklerinde olduğu gibi, kendileri için şer teşkil eden isteklerini de hemencecik yerine getirseydi, mutlaka onları helak eder ve ömürlerini sona erdirirdi; böylece ölüp giderlerdi.

2- Asiler Allah’a başkaldırır; kâfirler O’nu inkâr ederler. Ama Allah onları bâtıl esaslı hayatları ve şer nitelikli davranışlarıyla başbaşa bırakır; tevbe edip Allah’a dönerler diye, onları azaba uğratma hususunda acele etmez.

3- Kâfir insan zora düştüğü zaman, Allah’ı tanır, O’na dua eder, O’na ya-karır. Fakat Allah onu bu sıkıntıdan kurtarınca, az önce Allah’ı tanıyıp yaka-ran kendisi değilmiş gibi küfrünü sürdürür.

4- Müşrikler küfür, şer ve fesat noktasındaki ölçü tanımazlıklarını sürdü­rürler. Bu durum Allah’ın koyduğu evrensel yasalar düzeni gereği kendilerine süslü ve çekici kılınmıştır. Bunlar, zor zamanda Allah’a yalvaran, düze çıkınca da O’nu unutan diğer kâfirler gibidirler.

5- Yüce Allah, şayet tevbe etmeyecek olurlarsa, suçlu-günahkârları er veya geç azaba uğratacağını vaadediyor.

6- Fert ve toplum olarak bütün insanlara belli bir süre tanınır; tavırları ve hayat biçimleri gözlemlenir ve sonuçta hayır ve şer nitelikli amellerinin karşılığı kesinlikle verilir. [14]

 

15- Onlara   açık   açık   âyetlerimiz   okunduğu   zaman,   bizimle buluşmayı  ummayanlar:   “Bundan  başka  bir Kur’an getir veya  bu­nu değiştir!”  derler.  De  ki:   “Onu kendi  tarafımdan  değiştiremem. Ben   sadece   bana   vahyolunana   uyarım.   Şayet  ben  Rabbime   karşı gelirsem,  büyük bir günün  azabından  korkarım.”

16- De  ki:   “Eğer Allah  düeseydi,  onu  size  okumazdım  ve  onu size   hiç  bildirmezdi.   Ben   vahiyden   önce  aranızda  bir  ömür   boyu kalmıştım,   böyle   birşey  yapmamıştım;   düşünmüyor  musunuz?”

17- Uydurduğu  yalanı  Allah’ın   üzerine  atan,  yahut  O’nun   â-yetlerini yalanlayandan   daha  zalim   kim   olabilir?  Şüphesiz  suçlu­lar asla iflah olmazlar.

18- Allah’ı  bırakıp  kendilerine   ne  zarar,  ne  de  yarar  vereme­yen   şeylere   tapıyorlar   ve:   “Bunlar  Allah   katında   bizim   şefaatçi-lerimizdir!”  diyorlar.  De  ki:   “Allah’ın  göklerde  ve yerde  bilmediği bir   şeyi   mi  Allah’a   haber   veriyorsunuz?”   O,   onların   koştukları ortaklardan  uzak  ve yücedir.

 

Sözlük

 

Bizimle karşılaşmayı ummazlar. Ölümden sonra dirilişe ve ahirete inanmazlar.Nefsinin öngörmesi. Nefsinin eğilimi. Onu size bildirip-öğretmezdim. Ondan önce uzun ömür. Bana vahiy gelmeden önce kırk yıllık bir ömür sürdüm içinizde.Günahkarlar. Şirk ve günahlarla nefislerini ifsad eden suçlu-günahkârlar.Kullukta bulunma... Bulunmamanız halinde size hiç bir zarar veremeyecek şeyler.

Ve onlara fayda vermeyenler. Kullukta bulunmanız durumunda da, size hiç bir yarar sağlayamayacak şeyler.Ona mı haber veriyorsunuz?! Yoksa siz Allah’a mı öğretiyor­sunuz.

Münezzehtir, yücedir O.Müşriklerin O’na ortak koştukları putlardan uzaktır. [15]

 

Açıklama

 

Sûrenin, dinin üç temel esasım gönüllere, ardından hayata hükümran kıl­maya ilişkin akışı devam ediyor. Tevhid, Vahiy, ölümden sonra yeniden Diri­liş... Yüce Allah buyuruyor ki: “Onlara âyetlerimiz okunduğunda” bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: (Burada kastedilenler, ahirette dirilişi inkâr eden kâfirlerdir. Çünkü, hesaplaşma ve ceza için Allah ile buluşma o gün gerçekleşecektir.) “Bundan başka bir Kur’an getir!” Getireceğin bu yeni Kur’an, bizim ilahlarımızı ayıplama, noksanlıkla suçlama olumsuzluğundan uzak olmalıdır. Ya da bu Kur’an yerinde dursun, ancak canımızı sıkan yerlerini değiştir. Bizi kötüleyen âyetlerinin yerine bizi kötülemeyen âyetler getir.Müşrikler bu sözleri ya meydan okumak niyetiyle sarfediyorlar ya da alay etme amacmdadırlar.[16] Ne var ki, Yüce Allah, Elçisi’ne bunlara nasıl cevap vereceğini öğretmiştir: “De ki: Benim onu kendi nefsimin bir kabulü olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir.” Benim Kur’an’ı kendi arzularımın doğrultusunda değiştirmem mümkün değildir. Ben sadece Allah’ın kulu ve rasûlüyüm. Bana vahiy yoluyla bildirilenden başkasına uymam. “Eğer Rab-bime isyan edersem” sözünü değiştirme cürmünü işlersem “gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım.” Kıyamet gününün azabından korkarım.“De ki: Eğer Allah dikseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmez­di.” Müşriklerin taleplerine karşılık olarak de ki: Eğer Allah bu Kur’an’ı size okumamı dilemeseydi, ben onu size okumazdım. Ve onu size bildirmezdi. Yetki bütünüyle O’nun tekelindedir. Ben O’na karşı çıkamam, buyruğunu çiğneyemem. Benim doğru söylediğimin delili de şudur: Ben sizin içinizde kırk yıllık bir ömür sürdüm. “Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?!” Size söyle­diğim sözlerin ve gözlerinizin önüne serdiğim delillerin anlamı üzerinde durup düşünmeyecek misiniz?!Bundan sonraki âyet-i kerimede ise, ortak koşmak suretiyle Allah’a karşı yalan söyleyen, O’nun âyetlerini yalanlayan, O’nun ayetlerini inkâr eden suçlu günahkârlara ağır bir tehdit yöneltilmektedir: “Allah’a karşı yalan uydurup ifti­ra edenden daha zalim kimdir!..” Daha zalimi olmaz. “O’nun âyetlerini yalan­layandan” daha zalim kim vardır!.. Bunlardan daha zalim kimse yoktur.“Şüphesiz O, suçlu-günahkârları kurtuluşa erdirmez.” Bu ifade, öncelikle işaret edilen kimselerin suçlu-günahkârlar olduklarım, dolayısıyla her suçlu-günahkâr gibi kurtuluşa erdirilmeyecekleri bildiriliyor. Kurtulamayacaklarına göre, büyük bir hüsrana uğrayac aklar dır.“Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler.” Putlara kullukta bulunurlar. “Ve, bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, derler.” Bu sözleri yalandan, bir iftiradan başka bir şey değildir. Bu yüzden Yüce Allah, Elçisine şu direktifi veriyor: “De ki: Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz?!.” Çünkü, eğer O’nun katında şefaatçiler olsaydı, bunları bilecek ve haber verecekti. Siz yalan söylüyorsunuz ve iftiralar düzüyorsunuz.Ardından Yüce Allah, şirkten ve ortaklardan münezzeh olduğunu vurgu­luyor ve şöyle buyuruyor: “O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.” [17]

 

Sonuç

 

1- Hatırlatmave eğitim amacı ile Kur’an âyetlerini insanlara okumak, in­sanları Allah’a daVet etmenin, davet metodunun bir parçasıdır.

2- Müşriklerin inatçılıkları, inkarcılıkları ve böbürlenmeleri açıklanıyor.

3- Hz. Peygamberin kırk yıl boyunca okuma-yazma namına hiç bir şey bil­memesi, sonra olağanüstü bir bilgi ve marifetle öne çıkması, O’nun vahiy alan bir peygamer olduğunun bir delilidir.

4- Allah’a karşı yalan uydurandan ve Allah’ı yalanlayandan daha zalim kimse yoktur.

5- Müşriklerin, “Bizim ilahlarımız kıyamet günü Allah katında şefaat ede­ceklerdir.” şeklindeki iddiaları bâtıl ve asılsızdır.

6- Müşriklerin düzmece ilahlara ibadet etmelerinin sebebi, onların kendi­leri için şefaat edeceklerini ummalarıdır. [18]

 

19- İnsanlar   bir   tek   milletten   başka   bir   şey   değildi;   ama ayrılığa   düştüler.    Eğer   Rabbinden    bir   söz   geçmemiş   olsaydı, ayrılığa  düştükleri  konuda  hemen   aralarında   hüküm   verilir  işleri bitirilirdi.

20- “Ona Rabbinden  bir mucize indirilmeli değil mi?” diyorlar. De ki:   “Gayb Allah’ındır; görülmeyeni bilen  O’dur.  Bekleyin;   ben de   sizinle   beraber  bekleyenlerdenim.”

 

Sözlük

                                                         

 Bir ümmet. Aynı dine (İslâm’a) bağlı tek bir ümmetr%irlik içinde tek toplum. İhtilaf ettiler. Anlaşmazlığa düştüler; bir kısmı tevhide bağlı kalmaya devam etti, bir kısmı ise şirke saptı.Geçen kelime. Ecelleri gelinceye kadar bekletilmeleri ve kıya­met günü cezalandırılmaları yönünde daha önce bir hüküm ve­rilmemiş olsaydı. Geçen kelimeden maksadın; Allah’ın adaleti gereği insanlara kendi iradeleriyle yaptıklarına göre muamele edeceğine dair hükümdür.Âyet, delil, işaret. Salih peygamberin devesi gibi bir mucize ile desteklenseydi ya!..

Gayb ancak Allah’ındır. Mucizenin ne zaman geleceğine iliş­kin bilgi gaybın kapsamındadır. Gaybı bilmekse, Allah’ın teke­lindedir. Gaybı ne ben, ne de siz bilirsiniz. Şu halde bekleyed-urun; ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. [19]

 

Açıklama

 

Yüce Allah elçisine, tarihi bir gerçekten sözediyor. Bu gerçeği bilmek in­sanın sabır ve tahammül gücünü artırır: “İnsanlar bir tek ümmetten başka de­ğildi.” Geçmişte insanlar fıtrat dini, tevhid dini İslâm’a bağlı bir tek ümmetti. Sonra insan ve cin kökenli şeytanlar, bidatlar, heva ve heves kaynaklı âdet ve inanışlar, şirk nitelikli tapınmalar icad ettiler. Bunun sonucunda anlaşmaz­lığa düştüler. Bir kısmı iman ve tevhid çizgisine bağlı kalmayı sürdürdü; diğer bir kısmı ise, küfrü, şirki ve sapıklığı tercih etti.“Eğer Rabbinden geçmiş bir söz olmasaydı...” Yüce Allah tarafından önceden verilen söz şudur: Küfre sapan fertleri ve toplulukları azaba uğratma hususunda acele edilmeyecek, bilakis, ecelleri dolana kadar durumları erte­lenecektir ve cezaiandırılmaları da kıyamet gününe bırakılacaktır. Eğer bu söz olmasaydı (ki, âyet-i kerimede şu şekilde ifadesini bulmaktadır: “Andolsun cehennemi seninle (şeytan ve nesli) ve insanlar içinde sana uyanlarla doldu­racağım.”) azap acele olarak tepelerine indirilirdi; kâfirlerin yıkıma uğratılma-larına ve mü’minlerin kurtulmalarına hükmedilirdi.Bundan sonraki âyette ise, Yüce Allah müşriklerin şöyle dediklerini ha­ber veriyor: “Rabbinden sana bir âyet indirilse ya!” Muhammed’e de Rabbin­den bir mucize indirilmeli değil mi? O zaman onun peygamber olduğunu bilir, doğru sözlülüğüne ilişkin apaçık bir kanıt edinmiş oluruz... Onlar, âyet der­ken, azabı kastediyorlardı. Bu yüzden Yüce Allah Elçisine, şu karşılığı vermeşini emrediyor: “De ki: Gayb yalnızca Allah’ındır.” Azabın tepenize ne za­man ineceğini ancak O bilir. Dolayısıyle “siz bekleye durun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim.” Nitekim uzun süre beklemeleri gerekmedi ve Be­dir günü üzerlerine azap çöküverdi ve Allah’ın azabını alaya alan büyükleri ve liderleri helak oldu. [20]

 

Sonuç

        

1- Kainattaki yasalar düzeninde ve insan hayatında tevhid asıldır. Şirk ise sonradan ortaya çıkmış bir durumdur.

2- Şer ve şirk ümmet içinde ihtilafa, ayrılığa sebep olur. Ama tevhid ve hayır, anlaşmazlığa, savaşa ve ayrılığa sebep olmaz.

3- Zulüm ve şirk ehlinin ecelleri gelene kadar zulümlerini ve şirklerini sürdürmelerine izin verilmesinin sebebi açıklanıyor.

4- Gaybin bilgisi Allah’ın katındadır. Allah’tan başka hiç kimse gaybı bi­lemez. Bir de Allah’ın gayba ilişkin kimi bilgiler öğrettiği kimseler, öğrendik­leri kadarıyla bilirler. Bu ise sadece ümmetlerine karşı ellerinde bir delil olsun diye, peygamberlere ve Allah’ın dilediği kimselere tanınmış bir ayrıcalıktır. [21]

 

21- Kendilerine dokunan bir darlıktan  sonra insanlara  bir rah­met,   sağlık   ve   bolluk   zevkini   tattırdığımız   zaman   bakarsın   ki, yine    onların,    âyetlerimiz   hakkında   bir   tuzağı   vardır.    De    ki: “Allah   daha   çabuk   tuzak   kurar!1’   Elçilerimiz,   sizin   kurduğunuz tuzakları  yazıyorlar.

22- Sizi  karada  ve  denizde  yürüten  O’dur.   Gemide   olduğunuz zamanı   düşünün:   Gemiler,   içinde   bulunanları   hoş   bir   rüzgârla alıp   götürdüğü   ve   yolcular   bununla   sevindikleri   sırada,   birden gemiye   şiddetli   bir   kasırga   gelip   de,   her  yerden   gelen   dalgalar onları   sardığı   ve   artık  kendilerinin   tamamen   kuşatıldıklarını,   bir daha   kurtulamayacaklarını   sandıkları  zaman,   dini,   yalnız  Allah’a halis   kılarak   O’na   şöyle   yalvarmaya   başlarlar:   “Andolsun,   eğer bizi   bundan   kurtarırsan,   şükredenlerden   olacağız!”

23- Ama   Allah   onları   kurtarınca   hemen   yeryüzünde   haksız yere   taşkınlık  yaparlar.   Ey   insanlar.   Taşkınlığınız   kendi   aleyhi-nizedir.   Sadece   şu  yakın   geçici  hayatın  zevkinden   ibarettir.   Son­ra  dönüşünüz  bizedir;   size  bütün yaptıklarınızı  haber  veririz.

 

Sözlük

 

Rahmet olarak. Kuraklıktan sonra bir yağmur veya hastalıktan sonra sağlık ya da yoksulluktan sonra zenginlik.Zarar. Hastalık, kuraklık ve yoksulluk gibi bir zarar hali.Âyetlerimizde hile tuzak. Âyetlerimizi alaya alır, onları yalan­lar.Bizim elçilerimiz. Koruyucu melekler.

Sizi yürütür. Binekler ve hazırladığı diğer sebepler aracılığı ile sizi gezdiren O’dur.Güzel rüzgarla. Hoş rüzgâr; selâmet rüzgârı. Gemilerin seyrır seferine uygun ve diledikleri yere varmalarına elverişli biçim­de esen rüzgâr.Çılgınca bir rüzgâr; dağları yerinden söken, binaları yerle bir eden kasırga.Ve onlar kuşatıldı. Ölüm ve helak her taraftan onları kuşatı-vermiştir.

Haksızca isterler. Hakkı ve adaleti bir kenara bırakarak yer­yüzünde zulüm işlerler. [22]

 

Açıklama

                          

Sûrenin akışı içinde, Mekkeliler, bir kez daha Allah’ın birliğine, O’nun Elçisine ve ahirete inanmaya davet ediliyor: “İnsanlara (bu arada Mekkeli kâfirlere) şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman...” rahmetimizden tattırdığımız zaman... Yani, kuraklıktan sonra yağ­mur, yoksulluktan sonra zenginlik ve hastalıktan sonra sıhhat gibi, bir müd­det şiddetli bir sıkıntı çektikten sonra, rahat bir nefes aldıkları zaman, beklen­medik bir biçimde, Allah’ın âyetleri hakkında hile düşünürler; Allah’ın ayetleri ile, bu âyetleri tebliğ eden Elçi ile alay ederler, onları yalanlarlar. “De ki: Tu­zak kurmada Allah daha hızlıdır.” Ey Rasûlüm! Şu düzenbaz müşriklere de ki: Tuzakları boşa çıkarmak bakımından Allah sizden daha hızlıdır. İleride size yönelik tuzakların sonuçlarını size gösterecektir. Sizi dünyada rezil edecek, alçaltacaktır. Küfrünüzün cezasını bütünleyici olarak ahirette de sizi korkunç bir azaba çarptıracaktır. “Şüphesiz, bizim elçilerimiz, sizin geliştirmekte oldu­ğunuz düzenleri yazmaktadırlar.” Bu ifade, Yüce Allah’ın onlar hakkında dü­zen kurduğunu pekiştirici niteliktedir. Çünkü meleklerin, onların geliştirmekte oldukları düzenleri yazmaları, Yüce Allah’ın onlar hakkında bir tuzak kur­duğunun delilidir. Yüce Allah’ın onları bu hileli düzenlerinden dolayı ceza­landırmak istediğinin ifadesidir.Bundan sonraki âyette ise, müşriklerin zayıflıkları, çaresizlikleri ve Yüce Allah’a ne kadar muhtaç oldukları, onların hayatından bir örnekle gözler önü­ne seriliyor... Durumları bundan ibaret olanlar, nasıl Rab ile alay edebilirler; O’nun ayetlerini dillerine dolayıp Peygamberini yalanlayabilirler!?! Hiç kuşkusuz, onların durumları hayret uyandırıcıdır. Bu bağlamda Yüce Allah buyu­ruyor ki: Sizin, âyetleri hakkında tuzaklar kurma peşinde koştuğunuz Allah’tır ki, sizi karada develer, atlar ve diğer araçlarla, denizde ise gemiler içinde gezdirir, dilediğiniz yere gitmenizi sağlar... Hatta siz deniz üzerinde gemiyle seyahat ederken, geminin rahatlıkla hareket etmesine ve dilediği yere ko­laylıkla varmasına elverişle bir rüzgâr eser ve siz de, her deniz yolcusu gibi büyük sevinç duyarsınız. Çünkü yolcular, gemilerini sarsmayan, korkulu anlar yaşatmayan hafif rüzgârları severler... Sonra gemi, korkunç bir rüzgâra tutu­lur, yolcular bu şiddetli rüzgârın gemilerini alabora (devirmesinden) etmesin­den korkarlar. Geminin yolcuları durumundaki kâfirler, dört bir yandan dağlar büyüklüğündeki dalgaların hücumuna uğrarlar. O sırada her bir yandan ölüm tarafından kuşatıldıklarını düşünürler. İşte bu durumda sözkonusu kâfirler, “dinde O’na gönülden katıksız bağlılar olarak Allah’a dua etmeye başlarlar.” Ya Rab! Ya Rab! Bizi kurtar!.. Bu arada söz de verirler: “Andolsun eğer bun­dan” bu ölüm tehlikesinden “kurtaracak olursan, muhakkak sana şükreden-lerden olacağız!” Sana itaat edeceğiz, bize yönelik nimetlerini itiraf edip seni bir ve ortaksız bileceğiz; düzmece ilahlara kulluk etmekten vazgeçip tek ve ortaksız ilah olarak sırf sana ibadet edeceğiz!..

Böyle deyip yakaranları Allah, içine düştükleri durumdan kurtarınca, bek­lenmedik bir şekilde yeryüzünde haksız yere taşkınlığa koyulurlar. Şirk, küfür, zulüm ve fesada yönelmiş bir hayat tarzı tuttururlar. Eski hallerine dönerler. Dolayısıyle onlar yalancılardır. Ayetin devamında Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinİzedir; bu dünya hayatının geçici menfaatidir.” İster mutluluk verici olsun, ister bedbaht­lığa yol açsın, bu dünya hayatının geçici menfaatidir. “Sonra dönüşünüz bized­ir.” Başkasına değil, kıyamet günü bize döneceksiniz. “Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” İşlediğiniz hayır ve serleri gözlerinizin Önüne serece­ğiz; ardından sizi ceza yurdunda, adalet ilkesine uygun olarak cezalandıraca­ğız. [23]

 

Sonuç

 

1- Kim tuzak kurarsa, Allah da ona karşı tuzak kurar. Tuzak kurmada Al­lah daha hızlıdır. O’nun tuzağı daha etkili ve daha çok zarar vericidir.

2- İnsan zayıftır ve Allah’a muhtaçtır. Hayatını korumak ve eceli gelene kadar varlığını sürdürmek bakımından Allah’a ihtiyacı vardır.

3- Kulun zorluk anında, dini Allah’a Özgü kılmak suretiyle, içtenlikle sırf

O’na dua etmesi gösteriyor ki tevhid asıldır; şirk ise, insana sonradan bulaş­mış bir zihniyet sapmasıdır.

4- İlk çağlardaki müşriklerin durumu, bu ümmetin içindeki cahillerin duru­mundan daha iyidir. Çünkü rahat zamanda şirk koşsalar bile, zorluk anında dini bütünüyle Allah’a Özgü kılarlardı. Oysa bugün müslüman topluluklar içindeki cahillerin şirki, hem rahat zamanda, hem zor zamanda sürebiliyor.

5- İnsanın taşkınlığı, sonunda kendisine zarar verir. Kurduğu tuzak so­nunda kendi başına geçer. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Şu üç şey sonunda sahibine döner: Taşkınlık, tuzak ve ahdi bozma.”

6- Bu arada ölümden sonra diriliş ve kıyamet günü hesaplaşma gerçeğine bir kez daha dikkat çekiliyor. [24]

 

24- Şu yakın  hayat,  tıpkı gökten  indirdiğimiz  bir  suya  benzer: İnsanların   ve  hayvanların  yediği  arz  bitkisi  o  su   ile  karıştı.   Ni­hayet yer  ziynetini  takınıp  süslendiği  ve  halkı  da   onun   ürününür devşirmeye    kadir   olduklarını   zannettikleri   sırada    birden    buy­ruğumuz   ona   gece   veya   gündüz   geldi;   sanki   dün   o   bitkisiyle

süslenip şenlenmemiş gibi, onu biçilmiş yaptık; süsünü, zengin­liğini biçtik, yok ettik. İşte biz düşünen bir toplum için ayetleri böyle  geniş  geniş  açıklarız.

25- Allah,  esenlik yurduna  çağırır  ve dilediğini doğru  bir yola iletir.

 

Sözlük

 

Dünya hayatının örneği. Kendisine uygun, kendisi ile bütünle­şen sıfatı.

Su. Bir yağmur suyu.

Onunla karıştı. Ondan dolayı yeryüzünün bitkileri birbirine karışır.

İnsanların yediklerinden. Meyve ve sebze türlerinden.

Ve hayvanlar. Hayvanların yediği otlar ve yeşilliklerden. Hay­vanlar arpa ile de beslenirler.

Onun süsü. Dünyanın gözalıcılığı, çekici süsü. Ve süslendiğinde. Çiçeklerle süslendiğinde.

Ve ehli ona gücü yettiğini zannetti. İnsanlar o konunun ger­çekleşmesinin mutlak olduğuna inandıklarında; ürün elde et­meğe elbet muktedir olduklarım zannettiklerinde.

Ona emrimiz geldi. Ahaliye bir ceza olarak ekinlerin yok edil­mesine, yerlebir edilmesine ilişkin hükmümüz yürürlüğe girer.

Kökünden biçilmiş, daha önce burada herhangi bir şey yokmuş gibi.

Sanki dün herhangi bir zenginliği yokmuş gibi. Ayetleri birer birer açıklarız.

lAllah barış yurduna çağırır. Barış yurdu cennettir. Allah kul­larını oraya davet eder ki, oraya girmek için hazırlık yapsınlar; inanıp salih ameller işlesinler, şirk ve günahlardan kaçınsınlar. [25]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, insanlara Yüce Allah’ın yol gösterici duyurulan su-

nuluyor; belki doğru yolu bulurlar diye, âyetler birer birer açıklanıyor. Burada Yüce Allah, gafillerin üzerine üşüştükleri, karşılığında ahiretlerini sattıkları, onu elde etmek için yalan söyledikleri, başkalarına zulmettikleri dünya haya­tının mahiyetini bir örnekle gözler önünde canlandırıyor. Dünyanın göz ka­maştırıcı parlaklığı güzelliği ve aldatıcı cazibesi gökten inen bir suya benzer; bitkiler bu sudan içer ve gelişir, rengârenk çiçekler açar, güzellikleri gözka-maştıncı olur. Türlü meyveler ahaliyi sevince boğar. Öyleki ahali sonsuza dek bunlardan yararlanacaklarını, bunlar aracılığı ile kurtulacaklarını sanır. Ve ansızın Allah’ın hükmü devreye girer, gece veya gündüzün herhangi bir sa­atinde, o göz alıcı yeşillikleri, tek bir tanesi ayakta kalmamacasına yere se­rer; kupkuru yaprak döküntüleri gibi rüzgârla savrulurlar. Daha dün zenginlik­leri mevcut değilmiş gibi bir hal alır toprak. Ahalisi zalim olduğu için bunlar Allah’ın gazabına uğramışlardır. Allah onları cezalandırmıştır. Artık ekinleri bozulmuştur ve derin bir hüzün içinde akşamlamışlardır.. İşte dünya hayatını en güzel ve en çarpıcı biçimde canlandıran bir tablo. Gafiller bu örnekten ders alsalar ya!.. Uyuyanlar şu gaflet uykusundan uyansalar ya!..

Bundan sonraki âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah barış yurduna çağırır.”[26] Şirki ve günahları terketmek ve salih amellere yönelmek suretiyle sizi cennete çağırır. Cennette sıkıntı, ıstırap, hastalık, yaşlılık, ölüm ve hüzün yoktur. Sapıklık davetçileri ise, mahiyeti az önceki örnekte somut olarak göz­ler önüne serilen dünyaya çağırırlar. Kuşkusuz dünya, Kur’an’ın verdiği bu çarpıcı örnekte de görüldüğü gibi keder ve ıstırap yurdu, hüzün ve acılar di­yarıdır. Şu halde hangi davet kabul edilmeye daha layıktır? “...ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir.” Yani hidayet yolunu seçenlere fazladan ikram­da ve yardımda bulunur. Öyleyse, doğrulukla O’ndan hidayeti talep edilmeli. Çünkü, sadece O, insanları doğru yola iletir. Doğru yoldan kasıt, cennete gi­den yol, yani İslâm’dır. İslâm, cennete açılan kapının merdiveni konumundadır. Allah bize, İslâm’a bağlılığı, bu yolda sebat etmeyi nasip etsin. [27]

 

Sonuç

 

1- Dünya hayatınm gerçek mahiyeti, göz alıcılığı ve hızla tükenip zeval buluşu çarpıcı bir tablo ile canlandırılıyor.

2- Dünyaya kanmaktan, ona bel bağlamaktan şiddetle kaçınmak gerekir.

3- Mutsuzluğun ve nimetlerin yokoluşunun baş sebebi olan günahlardan uzak durmak lazımdır

4- Düşünmek ve düşünürlerin fazileti büyüktür.

5- Yüce Allah’ın kullarını barış yurduna, nimetlerim sunmak için davet et­mesi, onlara yönelik lûtfunun ve rahmetinin ifadesidir. [28]

 

26- Güzel   davrananlara   daha   güzel   karşılık   ve  fazlası   var. Onların  yüzlerine   ne   bir  kara  bulaşır,   ne   de   horluk.   İşte   onlar cennet halkıdır;  orada  ebedi  kalacaklardır,

27- Kötü  işler yapanlara  da yaptıkları  kötülüğün  aynen  cezası verilir.   Ve   onların  yüzlerini   bir  horluk  kaplar.   Onları  Allah’tan kurtaracak   hiç   kimse   yoktur.    Sanki   yüzleri,   karanlık   geceden parçalara   bürünmüştür.   İşte   onlar   da   ateş   halkıdır;   hep   orada kalacaklardır.

28- O  gün  onları  hep  bir araya  toplarız;   sonra  ortak koşan­lara:   “Haydi  siz  ve  koştuğunuz  ortaklar yerlerinize!”  deriz.  Artık (putlarıyla)   aralarını   açmışızdır;   dünyadaki   gibi   aralarında   bir bağ   kalmamıştır.   Koştukları   ortaklar:   “Siz   bize   tapmıyordunuz.” demektedirler.

29- “Şimdi  bizimle  sizin  aranızda Allah’ın  şahit  olması yeter; doğrusu   biz   sizin   bize   tapmanızdan   tamamen   habersizdik!”

30- İşte   orada  her  can,   geçmişte  yaptıklarını  dener;  yaptıkla­rının   yararını   ve   zararını   görür.   Gerçek   sahipleri   olan   Allah’a döndürülürler   ve    uydurdukları    şeyler,    kendilerinden    kaybolup gider.       

 

Sozluk

                                                                                 

Güzel ve fazlalık.Güzellik maksat cennet.Fazla maksat ise,Yüce Allah’ın yüzüne bakmaktadır.Yüzlerine karartı bürümez.Bir hüzün ve gam bulutu.“Seyyie“nin çoğul.Kötülükler.Şirk ve ğünah gibi nefse kötülük kazandıran şeyler.Yerinizde.Yerinizden bir tarafa ayrılmayın. Olduğuz yerde durun. Aralarını açmışızdır.Orada.Her nefis imtihana çekilmiş olacak.Geçen. Önceden yaptıkları.Yalan yere uydurdukları kendilerinden uzaklaşmıştır. [29]

 

Açıklama

 

Bundan önceki âyette Yüce Allah, barış ve esenlik yurduna (cennete) da­vet ettiğini vurguladı; şimdi ise, çağrısına olumlu ve olumsuz cevap verenlerin alacağı karşılığı açıklıyor. Güzel davrananlar, iyilik yapanlar, iman edip Al­lah’a kulluk edenler, koyduğu kanunlara uyanlar, ibadette, rablikte, isim ve sı­fatta Allah’ı bir ve ortaksız bilenlerin ödüllerinin güzellik, yani cennet olaca­ğını, bir de ek bir ödül olarak, barış ve esenlik yurdunda Allah’ın cemaline ba­kacaklarını bildiriyor. Ahirette yeniden diriltildikleri zaman bunların yüzlerini karartı ve zillet salıvermez. Ama Allah’ın çağrısına olumlu karşılık vermeyen­ler bu durumdan kurtulamazlar. Yüce Allah çağrısına olumlu karşılık verenle­rin mükâfatını şöyle açıklıyor: “İşte onlar cennetin halkıdırlar. Orada süresiz kalacaklardır.” Daveti hafife alan ve yüz çeviren, iman çağrışım reddeden kü­für, şirk ve günah nitelikli hayatı sürdürmede inatçı bir tutum sergileyenlerin cezası da şu ifadelerle dikkatimize sunuluyor: “Kötülükler kazanmış olanlar için ise: Bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir.” Yani kötülük miktarıncadır. Şirk ve günah işlemek suretiyle kötülük kazanan ve böylece nefislerini iğ­rençliğe ve pisliğe yöneltenlerin cezası cehennemdir. Kıyamet meydanında kendilerini zillet sarıp, kaplar. Hiç kimse, onları Allah’a karşı savunamaz. Kimse onları Allah’ın azabından koruyamaz. Kapkara yüzlerini, karanlık ge­ceden bir parça sarıvermiş gibidir. “İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süre­siz kalacaklardır.” Böylece akibetleri kesin ve sert ifadelerle belirtiliyor. Al­lah korusun. Sürekli ateşte kalma, hiçbir zaman çıkmama cezasıdır bu.

Bundan sonraki âyetlerde ise, insanların kıyamet günü toplanmalarına ilişkin bir sahne canlandırılıyor. Bu sahne ile güdülen amaç, ahiret gününe ilişkin inancı pekiştirmedir. “O gün, onların tümünü bir arada toplayacağız.” Kıyamet meydanında tümünü biraraya getireceğiz. “Sonra şirk koşanlara di Güzel ve fazlalık. Güzellikten maksat cennet. Fazladan mak­sat ise, Yüce Allah’ın yüzüne bakmaktır. Yüzlerini karartı bürümez. Bir hüzün ve g£jn bulutu. “Seyyie”nin çoğulu. Kötülükler. Şirk ve günah gibi nefse kötülük kazandıran şeyler.Yerinizde. Yerinizden bir tarafa ayrılmayın. Olduğunuz yerde yeceğiz ki: (Bir takım düzmece İlahlara kulluk sunmak suretiyle şirk işleyen­lere deriz ki:) “Siz de, şirk koştuklarınız da, yerinizden ayrılmayın!Sonra Yüce Allah, onları, suçlan oranında birbirinden ayınr. “Artık onların arasını açmışızdır.” Hiç kuşkusuz, müşrikler, kıyamet meydanında Yüce Al­lah’a şöyle demişlerdir: Ey Rabbimiz! İşte bunlar, senin dışında ibadet et­tiğimiz ortaklarımızdır.” Bu bakımdan Yüce Allah onlara şu cevabı veriyor: “Şirk koştukları şeyler derler ki: Siz bize ibadet ediyor değildiniz.” Çünkü biz sizi işitmiyor, duymuyorduk. Üstelik, bize ibadet edin, diye size emir verme­dik. Bu sözleri, Allah’ın dışında kendilerine ibadet edilen, her türden düzmece ilahlar söyler. “Bizim ile sizin aramızda şahid olarak Allah yeter.” Allah’a an-dolsun ki “biz, sizin ibadetinizden habersizdik.” Hiç bir şekilde, sizin bize yönelik ibadetinizin farkında değildik.“İşte orada...” o korkunç ortamda “her nefis önceden yaptıklarıyla imtiha­na çekilmiş olacaktır.” Dünyada işledikleriyle sınanacaktır. Bu amellerinin kendisi için yararlı mı, yoksa zararlı mı olduğunu anlayacaktır.“Ve onlar asıl gerçek mevlaları (dostları) olan Allah’a döndürüleceklerdir. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup uzaklaşacak.” Böylece kendilerini mevlalarının, tek yetkili maliklerinin ve gerçek mabudlarının (iba­det ettiklerinin) huzurunda bulurlar. İnkar edegeldikleri, hükmünü tanımadık­ları, elçilerini ve âyetlerini yalanladıkları Allah’ın huzurunda hesaba çekilir halde bulurlar kendilerini. Uydurdukları yalanlar, hurafeler ve saçma sapan anlayışlar yok olacaktır. İlah diye tanımladıkları ve ibadet ettikleri putlar gözlerden kaybolacaktır. O saatte pişman olacak, ama pişmanlık fayda et­meyecektir. Cezalarını ise, hafsalaları almayacaktır. [30]

 

Sonuç

 

1- Güzelliğin, iyilik yapmanın fazileti ve buna bağlı olarak söüüçta elde edilen güzel ödül açıklanıyor.

2- Kötülüğün olumsuzluğu ve sonuçta yaşanan hasret, pişmanlık ve ka­çınılmaz hüsrana dikkat çekiliyor.

3- Apaçık bir sahne ile diriliş ve ceza gerçeği bir kez daha pekiştiriliyor.

4- Kıyamet günü, Allah’ın dışında kendilerine ibadet edilenler, bu ibadetle ilişkilerinin olmadığını ilan ederler. Melek, insan, cin, ağaç veya taş olsun, kullukta bulunulan her bir şey, kendisine ibadet eden kimseden uzak olduğu-

nu söyler ve buna Allah’ı şahid gösterir.

5- Kıyamet sahnesinde her nefis, kendi elleriyle hazırladığını, önceden takdim ettiğini, sonradan gönderdiğini öğrenir ve önceden yaptıklarıyla imti­handan geçirilir ve böylece neler yapıp-ettiğinİ öğrenir. Ama bu öğrenmenin kendisine bir faydası olmayacaktır. [31]

 

31- De  ki:  “Sizi gökten  ve yerden  kim  rızıklandırıyor?  Ya da kulakların  ve  gözlerin  sahibi kimdir?  Ölüden  diriyi;  diriden  Ölüyü kim    çıkarıyor?   Kim   buyruğunu   yürütüyor   kainatı   yönetiyor?” “Allah.”  diyecekler.   “O  halde  sakınmıyor musunuz?11 de.

32- İşte   sizin  gerçek  Rabbiniz  Allah   budur.   Gerçekten   sonra sapıklıktan    başka    ne    var?    Öyleyse    nasıl    hak’tan    sapıklığa çevriliyorsunuz?

33-  Böylece  Rabbinin,  yoldan   çıkanlar  için   söylediği,   “Onlar inanmazlar.”   sözü,   gerçekleşti.

 

Sözlük  

 

Semadan. Gökten yağmur indirerek.Yerden bitki, hububat ve çeşitli ürünler bitirerek.

Ya da kulakların ve gözlerin sahibi kim? Sizin kulaklarınıza ve gözlerinize sahip olan. Dilerse onları yerinde bırakan, dilerse ortadan kaldıran.Diriyi Ölüden kim çıkarır. Diri cisimden de ölü cismi çıkaran kimdir?Ve işleri idare eden kim? Hayat, ölüm, sağlık, hastalık verme ve mahrum etme gibi yaratıkları ilgilendiren işleri kim düzen­liyor?Sakınmaz mısınız? Allah’tan korkup-sakınmaz mısınız? O’na şirk koşmaktan, emir ve yasaklarına karşı koymaktan vaz­geçmez misiniz?Nasıl çevriliyorsunuz? Gerçeği, yani Allah’tan başka ilah ol­madığını anladıktan sonra, nasıl hâlâ ondan çevriliyorsunuz?Gerçek. Gerçekleşti.Onlar şüphesiz iman etmezler. Çünkü artık tevbe edemeye­cek bir durumdadırlar.  [32]                                       

 

Açıklama

 

Sûrenin akışının bu bölümünde de, tevhid esaslı inanç sisteminin zihin­lere ve hayata hükümran kılınması amaçlanıyor. Bu meyanda Yüce Allah elçi­sine şu buyruğu veriyor: Ey Rasûlüm! Belki arılarlar diye, şu müşriklere “De ki: Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir?” Yağmur yağdırmakla, bitki, hububat, sebze ve meyvalar bitirmekle, böyle türlü ürünle size rızık veren kimdir? Onlara de ki: “Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?” Sizin kulak­larınızın ve gözlerinizin sahibi kimdir? Ki dilerse onları size bağışlar, yarar­lanmanıza izin verir. Dilerse, onları elinizden alır, kör ve sağır olursunuz. “Diriyi ölüden çıkaran kimdir?” (Yumurtadan civciv çıkarmak gibi.) “Ve ölüyü diriden çıkaran kimdir?” (Tavuktan yumurtayı, çekirdekten hurmayı ve hurmar dan çekirdeği çıkarmak gibi.) “Ve işleri evirip-çeviren kimdir?” Göklerde ve yerdeki gelişmeleri yönlendiren kimdir? Kimdir gece ve gündüzün ardarda gel­mesini, yağmurların yağmasını sağlayan? Hayatı, ölümü, zenginliği, yoksul­luğu, savaşı, barışı, sağlığı ve hastalığı idare eden kimdir? İşte bunlar evren üzerinde egemen olan ilahi yönetimin açık belirtileridir. “Onlar: ‘Allah’ diye­ceklerdir.” Çünkü başka da verilecek cevap yoktur. Şu halde, madem ki bütün

bunları yapan, planlayan sadece Allah’tır, neden O’ndan korkup sakınmıyor­lar? Niçin O’nu tek ve ortaksız bilip şirkten vazgeçmiyorlar? Niçin Allah’tan korkmuyorlar?

“İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır.”[33]Sizi gökten ve yerden rızıklandıran, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkaran, işleri evirip-çeviren Allah, sizin gerçek Rabbinizdir. Ondan başka Rabbiniz yoktur. O halde “haktan son­ra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” Hakkı bilip tanıdıktan sonra nasıl, haktan bâtıla çevriliyorsunuz?! Hiç şüphesiz bu hayret verici bir tutumdur!

“Böylece Rabbinin sözü o fasık kimseler üzerinde şöyle gerçekleşmiştir ki: Onlar şüphesiz iman etmezler.” Nasıl, müşriklerin haktan sapmaları bir gerçeklikse, Rabbinin sözü de gerçekleşmiştir. Şöyle ki: Allah fasıklar toplu­luğunu hidayete erdirmez. Onlar doğru yolu bulamazlar... Çünkü kul, şer ve fesatta aşırı gidince, şerri ve fesadı bir alışkanlık, bir huy haline getirince, öyle bir hale gelir ki, geri dönmesi, bu halinden vazgeçmesi beklenemez olur. Dolayısıyla faşıklığı üzere helak olur. Azaba ilişkin söz, kendi aleyhine ger­çekleşir: “Andolsun, cehennemi seninle ve sana uyanlarla dolduracağım.” [34]

 

Sonuç

 

1-Arap müşrikleri, uluhiyet (ibadetin yalnız Allah’a ait olması) nokta­sında Allah’a şirk koşarlarken, rab’lık (yaratma) noktasında Allah’ı birliyor­lardı.

2- Kulun rab’lıkta (Yaratıcılıkta) Allah’ı birlemesine karşı uluhiyette (iba­detin sadece Allah’a yapılması konusunda) O’na ortak koşması o kula bir ya­rar sağlamaz.

3- Haktan sonra, sapıklıktan başka bir şey yoktur. İkisinin arasında bir üçüncü yol söz konusu değildir. Dolayısıyla hak üzere olmayanlar, sapıklık üzeredirler.

4- Şer ve fesatta aşırı gitme, sonunda o kişinin değişmez özelliği haline gelmesine yol açar. Kişi artık bu durumunu değiştiremez ve sonunda bu hal üzere helak olur. [35]

 

34- De   ki:   “Sizin  koştuğunuz  ortaklardan   ilk  defa  yaratacak, sonra onu  çevirip yeniden yaratacak olan  var mı?” De  ki:   “Allah ilk  defa  yaratır,   sonra  onu   çevirip yeniden  yaratır.   Öyleyse   nasıl doğru  yoldan   çevriliyorsunuz?”

35- De   ki:   “Sizin   ortaklarınızdan   hakka  götürecek  olan   var mı?” De  ki:   “Allah,   hakka  götürür.   Hakka  götüren  mi  uyulmaya daha   layıktır;   yoksa   tutulup   yola   götürülmedikçe   kendisi   doğru yolu   bulamayan   mı?   O   halde   neyiniz   var?  Nasıl  hükmediyorsu­nuz?”

36- Onların çoğu,  tandan  başka  bir şeye  uymuyorlar.  Zan  ise gerçekten  hiçbir şey kazandırmaz.  Muhakkak ki Allah,  onların  ne yaptıklarını  bilir.                                    

 

Sözlük

 

Ortaklarınızdan. “Şüreka” “şerik”in çoğuludur. Müşriklerin Al­lah’a ortak koştukları düzmece ilahlar demektir.Mahlukatı kim yaratıyor? İnsanı ve hayvanı ilk kez yaratari, onları yoktan vareden.Nasıl çevriliyorsunuz? Hakkı bildikten sonra nasıl ondan çev­riliyorsunuz?

Yoksa hidayete ulaşmayan, doğru yolu bulamayan.Nasıl hükmediyorsunuz? Nasıl böylesine kötü bir hüküm ve­rebiliyorsunuz? Doğru yola İletemediği halde, uyulması uygun olmayana nasıl tâbi olabiliyorsunuz? [36]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, gerçeği anlatmak, onları hakka uymaya davet etmek üzere, müşrikleri soru yağmuruna tutuyor. Şok edici sualler yönelterek kendilerine gelmelerini sağlamayı amaçlıyor. Bu konuda Yüce Allah, elçisine şu buyruğu veriyor: Ey Rasûlüm! Şu müşriklere “De ki: Sizin ortak koştuklarınızdan ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?” Sizin ibadet ettiğiniz bu düzmece ilahlar arasında, insanı yokluktan varlığa getirebilecek, sonra bu işlemi tekrarlayabilecek biri var mı? Verecekleri cevap bellidir: Hayır! Öyley­se, nasıl bilip onayladığınız haktan çevriliyorsunuz? Onlara şunu da söyle: “Sizin ortak koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?” Sizin kulluk sun­duğunuz bu uydurma ilahlar arasında insanı gerçeğe ulaştırabilecek biri var mı? Bu sorunun cevabı, kesinlikle “hayır! “dır. Çünkü bu düzmece İlahlar ne konuşurlar, ne de bilgi verebilirler. O zaman, onlara de ki: Allah, peygamberi, vahyi ve ayetleri aracılığı ile İnsanları gerçeğe ulaştırır.

Ve onlara de ki: “Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı?” Cevap açık-seçik şudur: Hakka ulaştıran, uyulmaya daha hak sahibidir. Kendisi hidayete ulaştırılmadıkça ulaşamayan değil, Allah bağlanılmaya lâyıktır. O halde, ne­den Allah’tan korkup sakınmıyorsunuz? Neden O’nu tek ve ortaksız bilmiyor­sunuz? Niçin O’na, Elçisine ve Kitabına inanarak hidayete ermiyorsunuz? Neden hakka ulaştırma becerisini gösteremeyen düzmece ilahlarınızı terket-miyorsunuz? “Ne oluyor size?” Allah’a yönelik ibadeti bırakıp şu putlara kul­luk etmeye yönelmenizin sebebi nedir? “Nasıl hükmediyorsunuz?” Hakka ulaştırana kulluk etmekten vazgeçip, doğru yola iletemeyene tapmak gibi bir kararı neye dayanarak veriyorsunuz?

“Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz.” Şu müşriklerin büyük çoğunluğunun putlara yönelik ibadetinin temelinde zan yatar. Yakini (gözle görür gibi bir inanca) inanca sahip değildirler. Bu tapınma biçiminin hak

olduğundan emin değildirler. Bunların ibadete layık ilahlar olduklarına ilişkin anlayışları, tamamen bir kuruntudur. “Gerçekte zan ise, haktan hiçbir şeyi sağlamaz.” Zan, bilgi bakımından yeterli değildir. Bilgiden bir şey elde edil­mesine yaramaz. İnanç konusu gibi hayati bir meselede ise, gerekli olan ke­sin bilgidir, zan değil.

“Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.” Bu ifadenin altın­da şiddetli bir tehdit yatmaktadır. Bâtılda ısrar edip, hakka sırt çevirme ina­dından vazgeçmemeleri sebebiyle, yürekleri hoplatan korkunç bir tehdide ma­ruz kalıyorlar. Yüce Allah, bu zulümleri ve inatları dolayısıyla onları ilende uygun bir cezaya çarptıracaktır. [37]

 

Sonuç

            

1- Düzmece ilahların asılsızlığı vurgulanarak tevhid gerçeği birkez daha pekiştiriliyor. Öyleki bunlara kullukta bulunanlar da, yaratmayı ilk kez ger­çekleştiremedikleri gibi, onu iade edemediklerini itiraf ediyorlar; insanları ger­çeğe ulaştıramadıklarını kabul ediyorlar. Oysa Allah, yaratır ve öldürür ve tekrar diriltir. Doğru yola ulaştırır.

2- Kur’an ve Sünnet’e uymayan, hükümleri geçersiz kılmak, bunları kabul etmemek, yerlerine doğru hükümleri ikame etmek bir zorunluluktur.

3- İnançla ilgili meselelerde zan kabul edilmez. Bu hususta kesin bilgi şarttır.

4- Zanna dayalı söz söylemek ve amel etmek doğru değildir. Bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Zandan sakınınız. Çünkü sözün en yalanı zandır.” [38]   

                                         .

37- Bu Kur’an, Allah’ın  kalındandır.  Başkası  tarafından  uydu­rulacak   bir   şey   değildir.   Ancak   kendinden   öncekinin   doğrula­ması   ve  Kitab’ın   açıklamasıdır.   Onda  asla  şüphe  yoktur.  Âlemle­rin Rabbi tarafından  indirilmiştir.

38- Yoksa   “onu   uydurdu”  mu  diyorlar?  De  ki:   “Eğer  doğru iseniz  haydi  onun  benzeri  bir  sûre getirin  ve Allah’tan  başka  ça­ğırabildiklerinizi  de   çağırın!”

39- Hayır,   bilgisini  kavrayamadıkları,  yorumu  kendilerine  gel­memiş   olan   bir   şeyi   yalanladılar.   Onlardan   öncekiler   de   böyle yalanlamışlardı.  Bak,  o zalimlerin  sonu  nice  oldu!

 

Sözlük

 

Allah’tan  başkasının  uydurması.   Bu  Kur’an  uydurulmuş değildir. Allah’tan başkası onu hak olarak indiremez.

Ve kitabın açıklanması. Yüce Allah’ın bu ümmete farz kıldığı, helal ve haram olarak belirlediği hususların açıklamasıdır.

Yoksa onu “bu Kur’an’ı kendisi yalan olarak uydurdu” mu di­yorlar?

, Onun ilmini kuşatmadılar. Yüce Allah’ın kendilerine sözünü ettiği ahiret azabını.

Onun açıklaması kendilerine geldiğinde.

Onlardan öncekilerde böyle yalanladılar. Bunların Allah’ın vaadini yalanlamaları gibi, önceki kuşaklar da yalanladılar. [39]

 

Açıklama  

 

Yukarıda sunduğumuz âyetlerde vahiy ve nübüvvet gerçekleri dile getiri-

liyor. Bunların isbatı amaçlanıyor: “Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir.” Kur’an’a böyle bir nitelemede bulunmak, onun yüce şanına yaraşmaz. Allah’tan başka birinin hazırladığı uydurma bir kitap değildir Kur’an (haşa). “Ancak bu, öncekileri doğrulayandır.” Kur’an Al­lah’ın sözüdür, O’nun Elçisine sunduğu vahyidir. Tevrat ve İncil gibi kendisin­den önce indirilmiş bulunan kitapları tasdik etsin diye indirilmiştir. “Ve kİ-tabı ayrıntılı olarak açıklayandır.” Yüce Allah’ın İslâm milletine farz kıldığı ibadet­leri, yasaları ve hükümleri ayrıntılı olarak açıklar. “Bunda asla şüphe yoktur.” Kur’an’ın Allah kelamı, O’nun vahyi olduğunda şüphe yoktur. Alem-lerin Rab-bi tarafından indirilmiştir. Allah tüm yaratıkların terbiyecisi, yöneti-cisidir. Bu husus onların cisimlerini, akıllarını, ahlâklarını ve ruhlarını kapsar. O’nun ter­biyeci ve yöneticiliğinin (Rablığımn) gereği, kitap indirmesidir; bu kitapta ter­biye edilen, yönetilen kulun bedensel, ruhsal, akli ve ahlâki olgunlaş-ması açısından ihtiyaç duyduğu ilkeleri, yasaları, hükümleri ve ölçüleri ayrıntı-lı biçimde açıklamasıdır.

Bundan sonraki âyette ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Yoksa, bunu kendisi yalan olarak uydurdu mu diyorlar?!” İnkarcı müşrikler, son derece çirkin bir tutumla, bu Kur’an’ın Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından uydurul­duğunu, Allah tarafından indirilmediğini söylüyorlar. Şu halde, ey Elçimiz Mu­hammed! Sen de onlara meydan oku ve Kur’an sûrelerine benzer bir sûre meydana getirmelerini söyle. Onlar böyle bir şeyi yapamayacakları için, iddia­ları apaçık olarak geçersiz kılınacaktır. Ve onlara de ki: Eğer, Kur’an’ın vahiy sonucu olmadığı, Muhammed’in uydurması olduğu şeklindeki iddianızda sami­mi iseniz, Kur’an’ın içerdiği sûrelerden birinin benzeri bir sûreyi meydana ge­tirmek için, yardımına başvurabileceğiniz herkesi yardıma çağırın... “Hayır, onlar ilmini kuş atamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar.” Mesele, onların Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelâmı olduğunu kav­rayamamalarından kaynaklanmıyor; tam tersine onlar, bilgi olarak kuşata-madıkları, Allah’ın azap tehditi gibi olguları yalanladılar. Ancak, azaba ilişkin tehdit gerçekleşip onlar da azapla yüzyüze kalınca onu yalanlayamazlar... Bu yüzden Yüce Allah: “Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı!” buyuru­yor. Yani (En’am suresinde vurgulandığı gibi) “Bizim şiddetli azabımızı tada-na-kadar.” (En’am, 148)

“Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak!” Yüce Allah, Nuh kavminin zalimlerini suda boğarak, Hud kavminden zalim olanların üzerine kasıp kavuran bir rüzgâr salarak, Salih kavminin zalimlerine korkunç bir ses

sardırarak, Şuayb peygamberin soydaşlarından zalim olanlarım da ölümcül bir titreme ile helak etti. Daha bir çok zalim toplumu dilediği azap biçimiyle tarih sahnesinden sildi. Öyleyse şu anda Kur’an’a muhatab olan zalimler de eğer tevbe etmez ve Allah’ın âyetlerini yalanlamayı sürdürürlerse, başka toplum­ların başına gelen, onların da başına gelecektir. “Allah zalimlerin yaptıkların­dan habersiz değildir!” [40]

 

Sonuç  

                            

1- Vahiy gerçeği ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği bir kez daha vurgulanıyor.

2- Kur’an’ın Allah sözü oluşunun bir delili de, önceki semavi kitapları tas­dik etmesi, onlarla çelişmemesidir. Çünkü aynı kaynaktan gelirler. Yani, Al­lah tarafından indirilmişlerdir.

3- Kur’an’ın Allah tarafından vahiy yoluyla indirildiğinin bir delili de, Yüce Allah’ın Araplara, Kur’an’ın fesahati, belagatı ve icazı (ebedi berraklığı ve mu-cizeliği) ayarında bir tek sûre getirmeleri hususunda meydan okuması ve Ar­apların bunu yapamamalarıdır.

4- Müşriklerin inatlarını ve inkarcı tutumlarını sürdürmeleri, onların henüz Allah’ın vaadettiği azabı tatmadıklarını gösteriyor. Şayet azabı tatmış olsa­lardı, hiç kuşkusuz inanacaklardı. Ama o esnadaki iman da kişiye yarar sağlamaz. [41]

 

40- Onlardan  kimi,  ona  inanır,  kimi  de  inanmaz.  Rabbin  boz­guncuları çok iyi bilir.

41- Eğer   onlar   seni  yalanladılar s a   de   ki:    “Benim   yaptığım bana,    sizin   yaptığınız   size.   Siz   benim   yaptığımdan    uzaksınız, ben  de  sizin  yaptığınızdan  uzağım!”

42- İçlerinden   sana   kulak  verip  dinleyenler  de   vardır.   Fakat sağırlara   sen   mi  duyuracaksın?!   Hele   akıllarını   da   kullanmıyor­larsa!

43- İçlerinden   sana   bakanlar   da   var.   Fakat   körleri   sen   mi yola   götüreceksin?   Hele   sezgileriyle   de   görmüyorlarsa!

44- Allah  insanlara  hiç  zulmetmez; fakat  insanlar  kendi  ken­dilerine   zulmediyorlar.

 

Sözlük

 

Ve onlardan kimi ona inanır. Kur’an’ı yalanlamakta olan Mek-keliler arasında ileride ona inanacaklar vardır.

Rabbin bozguncuları en iyi bilir. Bunlar aklı ve kalbi ifsad eden sapıklık davetçileridir. ifade, onlara yönelik bir tehdit niteliğin­dedir.

Ve eğer seni yalanlarlarsa. Seni yalanlamaya devam eder­lerse.

Ve onlardan kimi seni dinler. Kur’an okuduğun zaman onlar­dan seni dinleyenler vardır.

Ve onlardan kimi sana bakar. İçlerinde sana bakanlar vardır. Senin sahip olduğun nübüvvet alâmetlerini, doğruluğunun be­lirtilerini gözleyenler vardır. Yine de senin Allah’ın elçisi oldu-

ğunun bilincine varmazlar. Çünkü Yüce Allah, bu marifeti onlara haram kılmıştır. [42]

 

Açıklama

 

, Sûrenin akışı Peygamber Efendimizin (s.a.v.) peygamberliğini vurgulaya­rak devam ediyor. Bu meyanda Yüce Allah, Elçisini teselli etmek ve açık de­lillere ve güçlü belgelere rağmen kavminin neden inanmadığını açıklamak üzere şöyle buyuruyor: “Onlardan ona inananlar var.” Kur’an’a ve Peygam-ber’e inanacak olanlar var. Çünkü Kur’an’a inanmak Peygamber’e inanmayı gerektirir.“Ve ona inanmayanlar da vardır.”[43]Hiç kuşkusuz bu, gaybten haber ver­menin bir örneğidir. Nitekim gelişmeler, Yüce Allah’ın haber verdiği gibi oldu. Müşriklerin büyük bir kısmı inandı. Bir kısım da inanmama yolunu seçti.“Rabbin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir.” Allah kimlerin inan­madığını herkesten daha iyi bilir. Bu ifade, insanları İslâm’dan uzaklaştıran, inanmalarına engel olan, tevhide bağlanmalarını önleyen bozgunculara yönelik bir tehdit niteliğindedir.“Eğer seni yalanlarlarsa...” seni yalanlamaya devam ederlerse, onlara aldırma ve “... şöyle söyle: Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizin­dir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” Eğer dünyada bir azap gelecek olursa, sen bundan kurtulursun, on-larsa helak olurlar.“Onlardan seni dinleyecekler vardır.” Kur’an okuduğun zaman, davet, emir veya nehiy nitelikli sözler sarfettiğin zaman seni dinlerler. Ama dinle­diklerini anlamazlar, onlardan yararlanmazlar. Bu hususta sen kınanacak değilsin. Çünkü sen sağırlara işittiremezsin. Bunlar da işitmez sağırlardır.Bazıları da gözleri açık sana bakıyorlar. Taşıdığın nübüvvet ve risalet işaretlerini hal ve hareketlerinde seyrediyorlar. Buna rağmen doğru yolu görmüyorlar. Ama bunda senin suçun yoktur. Çünkü gözleri açık olsa bile körler göremez.“Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.” Burada Yüce Allah’ın, dinledikleri halde dinlediklerinden yararlanamayan, gördükleri halde gördüklerinden yararlanamayan kim­selere ilişkin kanunu açıklanıyor. Buna göre, bir kimse herhangi bir şeyden aşırı derecede tiksinir, ondan nefret ederse, onunla ilgili olarak duyduğu ve gördüğü şeylerden yararlanma gücünü kendinde bulamaz. Bu yüzden, bir şeyi aşırı sevmek veya o şeyden aşırı nefret etmek, kişiyi ona karşı kör ve sağır kılar. Nitekim uzun süre şer ve fesatla uğraşan bir kimseye, tevbe edip hayra ve iyiye yönelmesi kendisi açısından zor olur. İşte Yüce Allah buna işaret ediyor: “Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.” [44]

 

Sonuç

       

1- Kur’an’ın gayb âleminin kapsamına giren bir şeyden haber vermesi gerçek çıkmıştır.

2- “Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sînelerdeki kalpler körelir.” (Hac, 46) âyetinin anlamı pekiştiriliyor.

3- RasûlüÜah’a (s.a.v.) delil sunma ve müşriklerin saldırılarını savma yöntemi öğretiliyor.

4- Yüce Allah zulümden münezzeh kılınıp bunun insanlara özgü bir nitelik olduğu vurgulanıyor.  [45]

                                                          

45- Onları  biraraya  toplayacağı gün,  sanki  onlar  sadece gün­düzün,   görüşüp   tanıştıkları   bir   zaman   kadar   dünyada   kalmış olurlar.Allah’ın   huzuruna   çıkmayı   yalanlayıp,   yola   gelmemiş olanlar,  en  büyük ziyana  uğramışlardır.

46- Ya   onları   uyardığımız   şeylerin   bir   kısmını   sana   göste­ririz ya  da  bundan  Önce  seni  vefat ettiririz, farketmez;  nasıl olsa dönüşleri  bizedir.   Sonra Allah  onların  yaptıklarına  da  şahittir.

47- Her   ümmetin   bir  elçisi   vardır.   Elçileri  gelip   de   bunlar onu yalanlayınca  aralarında  adaletle  hükmolunur;  onlara  hiç  hak­sızlık   edilmez.

48- “Doğru  iseniz  bu   bizi  tehdid  ettiğiniz  azap   ne   zaman?” diyorlar...

 

Sözlük

 

Onları toplayacaktır. Yüce Allah onları kabirlerinden diriltip, hesaplaşma meydanında toplayacaktır.Sanki hiç kalmamışlar. Sanki dünyada hiç hayat sürdürme­diler. Kabirlerde ölüler olarak kalmadılar.Veya seni vefat ettiririz. Veya bundan önce senin hayatına son verirsek.(Kıyamet günü mahşer meydanma) Peygamberleri geldiği za­man.Adalet ile.Bu vaad ne zaman? Kıyamet günü azab göreceğimize ilişkinbu vaad ne zaman gerçekleşecektir? [46]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, ölümden sonra diriliş ve sonrasında hesaplaşma gerçeği dile getirilip pekiştiriliyor: “Onları bir arada toplayacağı gün...” Onla­ra, kendilerini kabirlerinden dirilterek çıkaracağımız ve bir arada toplaya­cağımız günü hatırlat. “... sanki hiç ömür sürmemişler gibi...” Dünyada, evle­rinde yaşamamışlar ve kabirlerinde ölüler olarak uzun zaman kalmamışlar gibi. “... gündüzün bir saatinden başka...” “Onlar birbirlerini tanımış olacaklar.” Bir saatlik bir süre için birbirlerini görecekler ve ardından, ortamın deh­şeti, onları birbirlerinden koparacaktır. Herkes kendi derdine düşecektir.“Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. On­lar hidayete ermiş değildir.” Âyet-i kerimenin bu kısmında Yüce Allah, ahiret günü dirilişi, hesaplaşmayı ve cezayı yalanlayan, dolayısıyla Allah’a kavuş­mayı ummadığı için, O’nun hoşnut olduğu şeyleri işlemeyen, öfkelendiği şey­leri terketmeyenlerin, o gün hem kendileri, hem de aileleri ile ilgili olarak hüs­rana uğrayacaklarını haber veriyor. Cehenneme girerek büyük bir zarara uğrayacaklarını bildiriyor. “Onlar hidayete ermiş değildir.” Dünya hayatmda doğru yolu bulmadıkları, hidayete ermedikleri için, bu hüsranla, bu acıklı azap­la karşılaşırlar.“Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya senin ha­yatına son veririz.” Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını bu dünya haya­tında, senin görebileceğin şekilde onlara gösteririz veya bundan önce senin hayatına son veririz... Her halükârda, onların ölümden sonra dönüşleri bize­dir. Onları dünyadaki hayat biçimlerine göre yargılarız. İyiliği iyilikle, kötülüğü de kötülükle karşılarız.“Sonra Allah işlediklerine şahiddir.” Bu, kıyamet günü yargılanacakla­rına ilişkin hükmü pekiştirici bir değerlendirme cümlesidir. Çünkü Yüce Al­lah’ın onları bilmesi ve yaptıklarına şahid olması, onları azaba çarptırması için yeterli bir nedendir.“Her ümmetin bir rasûlü vardır. Onlara rasûlleri geldiği zaman, arala­rında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.” Her bir insan top­luluğuna bir elçi gönderilmiştir. Bu elçi gelip Allah’ın duyurusunu iletmiştir. Bir kısmı elçiye itaat etmiş, bir kısmı da karşı çıkmıştır. Kıyamet meydanında her bir ümmetin peygamberi geldiği zaman, o ümmetin aralarında hüküm veri­lir. Adalet ilkesine göre hesaba çekilirler; amellerinin karşılığını alırlar. İyilik­lerin noksan sayılması veya kötülüklerin çok gösterilmesi gibi bir haksızlığa uğratılmazlar.Müşrikler Rasûl (s.a.v.) ve arkadaşlarına: “Derler ki: Eğer doğru konu­şuyorsanız, bu dediğiniz süre ne zamanmış?” Kıyametin azabı ne zaman gel­ecektir? Bu sözleri, azabm bir an önce gelmesini isteyerek sarfediyorlar. Çün­kü kıyamete ve azaba inanmıyorlar. Bu sorunun cevabı ise, bir sonraki âyete veriliyor. [47]

 

Sonuç

 

1- Vaadedilen sonucun ve ahiret yurdunun gerçekleşeceği pekiştirilmiş­tir.

2- Kıyamet günü dirilişi inkar edenlerin hüsrana uğrayacaklarının duyu­rulması..

3- Peygamber Efendimizin (s.a.v.) teselli edilmesi ve sabretmesi yönün­de kendisine telkinde bulunulması... Düşmanlarının kesinlikle azaba uğratıla­cakları açıkça duyurularak peygamberin getirdiklerinin hükümran olacağı pe­kiştirilmiştir.

4- Kıyamet günü hesaplaşmasının keyfiyetinin açıklanması... Her ümmet ve kendisine gönderilen elçi getirilir ve aralarında hüküm verilir. Ardından Yüce Allah mü’minleri kurtarır ve kâfirleri elîm bir azaba çarptırır. [48]

 

49- De   ki:   “Ben   kendime   dahi,  Allah’ın   dilediğinden   başka, ne  bir zarar,   ne  de   bir yarar  verme  gücüne  sahip  değilim.   Her

ümmetin  bir süresi  vardır.  Süreleri gelince ne  bir an geri kalırlar, ne de  ileri giderler.”

50- De   ki:   “Bakın,   eğer  O’nun   azabı  size  geceleyin,  ya  da gündüzün  gelirse...   Suçlular  bunlardan  hangisini  acele  istiyor?”

51- Azap   başınıza   geldikten   sonra      ona   inanacaksınız? Şimdi mi inandınız? Hani ya  siz  onu çabuk  isteyip duruyordunuz; nasılmış?

52- Sonra   zulmedenlere:    “Sürekli   azabı   tadın!”   denilecek. “Yalnız   kazandığınız   şeylerle   cezalandırılmıyor   musunuz?”

53- “Sahiden  o gerçek midir?” diye  senden  soruyorlar. De  ki: “Evet,  Rabbim  hakkı  için  o gerçektir.  Siz  onu  önleyemezsiniz!”

 

Sözlük

 

Nefis için zarar olarak. Nefse zarar. Allah’ın yardımı ol­madıkça, kendime yönelik bir zararı defedemem.Ve fayda da yok. Allah dilemedikçe kendime bir yarar dokun-duramam.

Her ümmet için bir ecel vardır. Her bir ümmetin belirlenmiş bir yokoluş vakti vardır.Bir saat dahi ertelenmez. Ecelleri gelince bir an dahi geriye bırakılmaz.Ne de öne alınırlar. Ecelleri gelmeden de öldürülmezler. De ki: Gördünüz mü? Durumu bana haber verin? I Gerçekleştikten sonra mı azaba inanacaksınız?Ebedi azap. İçinde ebedi kalınacak ve hiç bir şekilde sona er­meyecek, çıkışı olmayan azap.Senden haber soracaklar, “Evet,” de.Siz aciz bırakacak değilsiniz. Yani Allah’ı aciz bırakamazsı­nız. Azaptan sıyrılıp kurtulamazsınız. [49]

 

Açıklama

 

Sûrenin müşriklere cevap niteliğindeki akışı sürüyor. Bundan önceki â-yetlerde, azap istemişler ve: “Eğer doğru sözlüyseniz, bu belirttiğiniz süre ne zamanmış?” demişlerdi. Bu âyetlerde ise Yüce Allah, Elçisine onlara şu ce­vabı vermesini buyuruyor: “Kendim için zarardan hiç bir şeye malik değilim.” Bana yönelmiş bulunan bir zararı bertaraf etme ve bir yararı da sağlama gücüne sahip değilim. Ancak Yüce Allah’ın dilemesi başka. Hal böyleyken gaybı bilmem, azabın ne zaman geleceğini önceden kestirmem mümkün mü? Yüce Allah, sizin için öngördüğü azabı bir süre için ertelerse, ben onu öne a-lamam. Şunu hiç bir zaman aklınızdan çıkarmayın: Her topluluk için Önceden belirlenmiş bir helak, bir yokoluş vakti vardır. Bu vakti, ne bir saat erteleyebi­lir, ne de Öne alabilirler. Bu, yüzden azap istemeniz, anlamsızdır.Bir diğer husus daha var: Sizin bir an önce başınıza gelmesini istediğiniz azap, geceleyin ve gündüz vakti gelip çatıverse, ona katlanacak gücünüz var mıdır, haber verin bana?! O halde, ey suçlu-günahkârlar! Ne diye azabın bir an önce gelip çatmasını istiyorsunuz!? Ne kadar korkunç bir şey istediğinizin farkında değil misiniz!“Gerçekleştikten sonra mı ona iman edeceksiniz?” Allah’ın duyurduk­larını yalanlamayı ve inatçı tutumunuzu sürdürecek misiniz? Azap gelip çatın­ca mı inanacaksınız? Acaba o gün inanmanız size bir yarar sağlayacak mı? O zaman size, alaycı ve aşağılayıcı bir ifadeyle: Bir an önce gelip çatmasını is­tediğimiz azaba şimdi mi inanıyorsunuz!?, denilecektir.“Sonra o zulmetmekte olanlara: Sürekli azabı tadın!..” denilecek. “Ka­zandıklarınızın dışında bir başka şeyle mi cezalandırılacaktınız!?” diye hitap edilir.Şirk ve günah işlemek suretiyle zulme sapan suçlu-günahkârlar ateşe atıldıklarında, aşağılayıcı, onur kırıcı bir ifadeyle denilecektir ki: “Sürekli azabı tadın!..” Yok olmaz ve sonu gelmez azabı... Karşılaştığınız bu ceza, ancak si­zin işlediğiniz şirk ve günahın tam karşılığıdır,“Bu bir gerçek midir, diye senden soracaklar.” İnanmamakta direnen müşrikler sana: “Bize va’dettiğin bu kıyamet azabı hak mıdır?” diye senden haber sorarlar. Onlara şu cevabı-ver: “Evet, Rabbime andolsun ki, şüphesiz gerçektir ve sizler aciz bırakacak değilsiniz.” Sizler Allah’ı aciz bırakamaz­sınız, O’nun azabından yakanızı sıyıramazsmız! O sizi korkunç azaba çarptıracak, size elem verici azabı tattıracaktır ve sizler aşağılanacaksınız! [50]

 

Sonuç

 

1- Hiç bir canlı, Allah’ın izni ve iradesi olmaksızın, başkaları bir yana, kendi şahsına yönelik bir zararı dahi bertaraf edemez ve kendine bir yarar sağlayamaz. Kendilerine yönelik bir zararı bertaraf etmek ve bir yarar sağla­mak için evliyalara yalvaranlar hüsrana uğrayacaklardn.

2- İnsanın yaşama süresi önceden belirlenmiştir. Bu belirli vakti öne al­mak veya ertelemek mümkün değildir. O halde kuldan korkmanın bir anlamı yoktur.

3- Azap gelip çattığı veya Ölüm meleği gırtlağa yapıştığı zaman inan­manın, günahlardan tevbe etmenin bir yararı olmaz.

4- Bir haberi doğrulamak amacı ile Allah adına yemin etmek caizdir.

5- Ayet-i kerimede geçen “îy” “evet” anlamına gelen bir kelimedir ve ge­nellikle yemin nitelikli ifadelerde kullanılır. (Evet, Allah’a andolsun!” Evet, Rabbime andolsun!” gibi.) [51]

 

54- O zaman, kendisine zulmeden her kişi, yeryüzünde ne varsa hepsi kendisinin olsaydı azabdan kurtulmak için onu fidye olarak verirdi. Azabı gördükleri zaman, içlerinde pişmanlık du­yarlar; aralarında adaletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratıl­mazlar.

55- İyi  bil  ki,  göklerde  ve  yerde   ne   varsa  hepsi Allah’ındır. İyi bil ki, Allah’ın  vaadi gerçektir, fakat çokları bilmiyorlar,

56- O,  yaşatır,   öldürür  ve  siz  O’na  döndürülüp  götürülecek­siniz.

57- Ey  insanlar,   size  Rabb’inizden  bir  öğüt,  göğüslerde  olan sıkıntılara  bir şifa  ve  inananlara  bir yol gösterici  ve  rahmet gel­miştir.

58- De  ki:   “Allah’ın  lûtfuyla,   rahmetiyle,   evet  ancak  onunla ferahlansınlar.   O onların  toplayıp  yığdıklarından  hayırlıdır.”

 

Sözlük

 

Onu fidye olarak verirdi.Pişmanlığı gizlediler. İmanı ve salih ameli terketmekten duy­dukları pişmanlığı içlerinde gizlerler.Aralarmda adaletle hükmolundu. Allah aralarında adaletle hükmetmiştir.Allah’ın vâadettikleri haktır. Kesinlikle olacaktır.Rabbinizden nasihat. Rabbinizden hak ve hayır nitelikli, şirkten ve kötülükten sakınmayı öngören bir tavsiye geldi.Hidayet. Hak ve hayır yolunu, batıl ve şer yolundan.ayıran yol gösterici.Allah’ın ihsanı ve rahmeti ile. Allah’ın bol ihsanı ve rahmeti. İnsanlara gösterdiği iman, salih amel, şirk ve günahtan kaçın­ma imkanı.Bununla mutlu olsunlar. Bilgi ve takvayı izleyen iman ve salih amel ile sevinsinler, müjdeleşsinler.O, biriktirdiklerinden daha hayırlıdır. Maldan ve dünyanın geçici kırıntılarından daha iyidir. [52]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı içinde, müşrikler inanmasalar da, Yüce Allah’ın kendileri için bildirdiği azabın kaçınılmaz olarak karşılarına çıkacağı ve bunun da­yanılmaz bir azab olduğu vurgulanıyor. “Zulmeden her nefis...” Şirk ve günah esaslı bir hayat sürdürmek suretiyle kendine zulmeden nefis, yeryüzündeki tüm canlı-cansız varlıklara sahip olsaydı ve bunlar fidye olarak kendisinden kabul edilseydi, azabdan kurtulmak için, bunları kesinlikle fidye olarak verirdi. Bu, karşılaştıkları azabın ne denli şiddetli olduğunu gösteriyor.Kıyamet alanında, ateşle burun buruna gelen kâfirlerin psikolojik durum­larından bir sahneyi Yüce Allah şu ifadelerle açığa vuruyor: “Onlar azabı gö­rünce pişmanlıklarını gizlerler.” Pişmanlık duygusunu içlerine atarlar, dışa vurmazlar. Pişman olduklarını ifade etmezler. İnanmamaktan, Allah’ın Elçisi­ne uymamaktan duydukları büyük pişmanlık göğüslerinde düğümlenip kalır.“Oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiş-tir.” Allah mü’minlerle müşrikler, zâlimlerle mazlumlar arasında adaletle hük­metmiştir. İlahi adaletin gereğini yapmıştır. Dolayısıyla işlemedikleri bir şey­den sorumlu tutulmak suretiyle haksızlığa uğratılmalarına imkân yoktur.“Haberiniz olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah’ın­dır.” Dikkat edin, duyun ey müşrikler! Gklerde ve yerde bulunan tüm varlık­lar, gerçek anlamda Allah’ın mülküdür. Hiç kimse bunlar üzerinde sahiplik id-da edemez. O, mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunur; azab eder, me­rhamet eder, bahtiyar kılar, bedbaht kılar. O’na ve uygulamalarına itiraz edile­mez, Haberiniz olsun, Allah’ın sözü haktır. Bir kez daha duyun bu gerçeği... Allah’ın size vâadettiği azab kesindir, bu vâadden dönülmesi mümkün değil­dir. “Ancak onların çoğu bilmezler.” Bu azabın kesin olarak gerçekleşeceğini, bir de azâbm miktarını bilselerdi, onu inkâr etmek gibi korkunç bir hataya düşmezlerdi.“O diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz!” Yüce Allah, kendisi­nin canlıları diriltip öldürdüğünü haber veriyor. Öldürüp diriltmeye güç yetiren herşeyi yapabilir. Ölümden sonra kâfirleri diriltip biraraya getirmesi, sonra da işledikleri şer ve fesat nitelikli davranışlarından dolayı onları cezalandırması da bu kapsama girer. “Ve O’na döndürüleceksiniz,” ifadesi ile âhiret buluş­ması bir kez daha vurgulanıyor.Tevhid (Allah’ın- tek ve ortaksız ilâhlığı, evrensel egemenliği) ilkesi; peygamberliğin görevi;   ve ölümden sonra diriliş ve ceza gerçeğinin  pekişti-rilmesinin ardından, Yüce Allah Arabıyla, Acemiyle tüm insanlığa sesleniyor: “Ey insanlar! Rabbinizden size bir Öğüt, sinelerde olana şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi!..” Teşvik etme ve korkutma üslubuyla Kur’an-ı Kerim’in içerdiği tüm emir ve yasaklar hidayet ve rahmettir. Sanki deniliyor ki: Ey insanlar, içinizde cahil var, fasık var, şirk ve küfür hastalığına yakalan­mış var, hak yoldan sapmış var; bedenen ve ruhen azab içinde kıvranan var. Şimdi size Kur’an geldi, bütün bunların çaresi ondadır. Haydi, ona inanın, içer­diği nura uyun, onunla tedavi olun, onun aydınlığında doğru yolu bulun. O za­man tüm hastalıklarınızdan şifa bulur, aklen, ahlaken ve ruhen olgunlaşır­sınız; her iki cihanda da mutlu olursunuz.“De ki: Allah’ın bol insanıyla ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp yığmakta olduklarından hayırlıdır.”[53] Ey Rasûlüm! Biz­den onlara yönelik bir emir olarak açıkça duyur ki: İslâm ve şeriatı ile, Kur’an ilimleriyle sevinsinler. Çünkü bu, onların toplayıp yığdıkları fani dünyanın kırın-Ularından daha hayırlıdır. Kaldı ki, bunu izleyen kötü sonuçlar beşer gücünü aşar niteliktedir. [54]

 

Sonuç

               

1- Kıyamet gününün azabı korkunç ve dayanılmazdır. Öyle ki, kâfir kim­se, bu azaptan kurtulmak için dünyadaki her şeyi fidye olarak vermeyi ister.

2- Allah’ın rablığı, yüceler alemindeki ve daha aşağı âlemlerdeki tüm varlıkları kapsar.

3- Kur’an gibi muazzam bir lûtuftan dolayı, içerdiği öğütler, hidayet, rah­met ve şifadan dolayı sevinmek gerekir.

4- Âhireti dünyadan üstün tutmak güzeldir ve akim gereğidir. Ahırete karşı dünyayı tercih etmek ise ahmaklıktır. [55]

 

59- De ki: “Gördünüz mü; Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmım haram ve bir kısmını helal yaptınız.” De ki: Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyor­sunuz?”

60- Allah’a yalan  uyduranların  kıyamet günü  hakkındaki zan-ları   nedir?   Muhakkak  ki  Allah,   insanlara   karşı   lütuf sahibidir, ama  çokları  şükretmiyor.

61- Ne işte bulunsan, Kur’an*dan ne okusan ve siz ne iş yap­sanız   mutlaka   biz,   içine   daldığınız   an,   üzerinizde   şahidiz,   her yaptığınızı  görürüz.   Ne  yerde,   ne   de  gökte   zerre   ağırlığınca   bir şey,  Rabbinin  bilgisinden  kaçmaz.  Ne  bundan  küçük,  ne  de  büyük hiçbir  şey  yoktur ki,   hepsi  apaçık  bir  kitapta  olmasın....  Allah’ın bilgisi her şeyi  içine  almıştır,  O’nun  bilgisi  dışında  kalan  hiç  bir şey yoktur. Her olay,  ancak O’nun  bilgisi ve  izniyle olur.

 

Sözlük

 

Gördünüz mü? Bana haber verin. Allah sizin için yarattığı rızıklardan.Allah mı size izin verdi? (Bahire ve Şaibeyi haram kılmanızı, murdar olmuş hayvanın etini de helal kılmanızı Allah mı size emretti?)Allah’a iftira ediyorlar. Allah hakkında yalan uydurup iftira atanlar, j  İçinde bulunduğun her hangi bir önemli iş.Bir söz veya işe daldığınız zaman, sizin üzerinizde şahidler olarak dururuz.Rabbinden uzakta kalmaz, Rabbinizden gizli kalmaz.6 Zerre ağırlığınca.Ancak açık kitaptadır. Levh-i mahfuzdadır. Açık-seçik olarak. [56]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı, vahiy gerçeğini vurgulayarak ve akli deliller sunarak müşrik inkarcıları susturmağa yönelik olarak sürüyor. Bu meyanda Yüce Al­lah, Elçisine (s.a.v.) şu buyruğu veriyor: Şu müşriklere de ki: Allah’ın sizin için indirdiği rızıktan haber var mı?” Yüce Allah’ın sizin için yarattığı bitkiler­den, yiyeceklerden ve ekinlerden haber verin. Bunların (Bahira ve Şaibe gibi) bir kısmını kendinize haram kılmışsınız. Bazı giysilerle de tavaf etmeyi haram kılmışsınız. Kimi ekinleri de düzmece ilâhlarınıza ayırmışsınız. Öte yandan murdar hayvanın etini de helâl saymışsınız. “Allah mı size izin verdi?” Bu hü­küm koyma yetkisini vahiy yoluyla O mu size verdi? “Yoksa Allah hakkında yalan uydurup iftira mı ediyorsunuz?” Eğer, bunu vahiy yoluyla Allah bize bil­dirdi, diyorsanız, peki niçin vahyi inkâr ediyor, yalanlıyorsunuz? Eğer, vahiy yoktur; biz Allah hakkında yalan ve iftira uyduruyoruz” diyorsanız, o zaman sizin durumunuz çok daha kötüdür. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor:“Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü zanlan ne­dir?” Allah’ın huzurunda sorguya çekildikleri zamana ilişkin zanîarı nedir? Al­lah onları affedip bağışlayacak mı?.. Tam tersine, lanetlenip sonsuza dek kalmak üzere ateşe atılacaklardır.“Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan sahibidir.” Kendisine karşı yalan uydurup iftira düzmelerine, kendisine ortak koşmalarına, kendisine ve Elçisine isyan etmelerine rağmen, onları azaba uğratma hususunda acele et­mez. “Ancak onların çoğu şükretmezler.” Câhil oldukları için, bozuk bir ter­biye aldıkları için şükretmezler. Yoksa kendisine yönelik iyiliklere teşekkür etmek insaniyetin temel bir özelliğidir.“Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’an’dan oku­duğun herhangi bir şey...” Ey Elçimiz! Senin içinde bulunduğun her hangi bir önemli iş ve bu işle ilgili olarak okuduğun herhangi bir âyet yoktur ki, biz si­zin üzerinizde şâhid olmayalım...” orada hazır bulunmayalım. “Ona iyice daldığınızda...” ona başlayıp sürdürdüğünüzde, meşgul olduğunuzda, biz her şeyi görüp seyreder ve kaydederiz.“Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden uzakta kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta olma­sın...” Burada Yüce Allah, ilminin genişliğinden, tüm yaratılmışları kuşatmış-lığından söz ediyor. Öyle ki, zerre ağırlığınca bir şey O’nun bilgisinden saklı kalamaz; karınca gibi küçücük bir canlı bile, ne yerde, ne de gökte O’nun ku­şatıcı ve geniş bilgisinin dışında olamaz. Bu durum, karıncadan küçük olsun, büyük olsun, her varlık için geçerlidir. Üstelik bunların tümü, apaçık bir kitap­ta, yani Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. İşte bu bilgisinden, kudretinden ve rahme­tinden dolayı ilâhlik O’nun yetkisidir ve insanlar başkasına değil sırf O’na kul­luk etmelidir. [57]

 

Sonuç

                 

1- Vahiy hadisesinin peşiktirilmesi ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vahiy aldığının ispatlanması.

2- Haram kılma (yasak koyma) ve helal kılma (serbest ve mubah say­ma) Allah’a özgü bir yetkidir. Başka hiç kimse bu yetkiyi kullanamaz.

3- Allah’a karşı iftira etmek haramdır ve böyle bir kimse şiddetli azaba çarptırılır.

4- Yüce Allah’ın kullara yönelik nimetleri sayısızdır, gözalıcıdır. Bununla beraber insanların pek azı bunlar için şükür görevini yerine getirir.

5- Her zaman Allah’ı gözetmek gerekir. Bu hususta gaflet göstermek

haramdır.                                                                  

6- Âyet jvp hadislerin açıkça işaret ettikleri Levh-i Mahfuz vardır ve her şeye ilişkin bilgi orada kayıtlıdır. [58]

 

62- İyi   bil  ki,  Allah’ın   velilerine,   sevdiklerine   korku  yoktur ve   onlar  üzülmeyeceklerdir.

63- Onlar ki, inandılar ve korundular.

64- Dünya  hayatında  da,   âhirette   de  müjde   onlara!  Allah’ın sözleri   değişmez.   O’nun   verdiği   söz,   mutlaka   yerine   gelir.   İşte bu,  büyük kurtuluştur. ‘

 

Sözlük

 

Dikkat edin. (Söze başlangıç oluşturan bir açış ve dikkat edatı.)Ancak Allah’ın velileri. (“Evliya” “veli”nin çoğuludur. Veliden maksat, Allah’tan korkup sakınan mü’mindir. Ancak imanınm ve takvasının Allah’ın öngördüğü gibi biçimlenmiş olması şarttır.)Onlar için korku yoktur. Ölümden ve ölüm sonrasmdan kork­mazlar.  Ölümden sonra geride bıraktıklarından dolayı da üzülmezler. İnandılar. Allah’ı, Allah’tan geleni, Allah Rasûlü’nü ve onun haber verdiklerini tasdik ettiler.Sakınırlar. Farzı terketmek veya haramı işlemek gibi Yüce Al­lah’ın gazabım gerektiren ‘şeylerden sakınırlar.Onlar için müjde var. Kur’an-ı Kerim’de, ölüm anında gördük­leri ya da kendilerine gösterilen salih rüyalarda cennet ile müjdelenirler.

Allah’ın kelimesini değiştirici yoktur. Allah’ın salih kullarına verdiği sözde bir değişiklik olmaz. Söz vermek kelimeler ile­dir, Allah’ın kelimeleri ise değişmezdir. Kurtuluş. Zafer. Ateşten kurtulup cennete girmek. [59]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, uyarı edatı “ela” ve pekiştirme edatı “inne” ile vurgulayarak şu haberi veriyor: “Haberiniz olsun; Allah’ın velileri için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.” Ne ölüm anında, ne berzah aleminde (ölüm-kiyamet arası ara dönem) ne de kıyamet gününde korkarlar. Geride bıraktıklarından ve kıyamet günü karşılaştıkları akıbetten dolayı da mahzun olmazlar.

Sonra Yüce Allah, velilerini tanıtmak amacıyla şu açıklamada bulunuyor: “Onlar iman edenler ve Allah’tan korkup sakınanlardır.” Allah’a, O’nun Elçi­sine ve Elçisinin Rabbinin katından getirdiği her duyuru ve habere inanırlar. Hayatları boyunca ve her an hayatlarının her vaktinde Allah’ın gazabından korkup, sakınırlar. Bu yüzden güç yetirdikleri sürece bir farzı terketmez, hara­ma yeltenmezler.“Müjde onlara!” Dünya hayatında ve âhirette müjde onlar içindir. Al­lah’ın Kitabındaki müjdenin, hoşnutluğun ve cennete giriş müjdesinin muhata­bıdırlar. Melekler canlarını alırken, onları cennetle ve Allah’ın hoşnutluğuyla müjdelerler. Kabirlerinden kalktıkları zaman da, melekler kendilerini müjdele­yerek karşılarlar.

“Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur.” Bu ifade, kendilerine yönelik müjdeyi pekiştirici niteliktedir. Çünkü adı geçen müjde, Allah’ın sözleri aracılığı ile gerçekleşmiştir. Allah’ın sözleri için asla değişiklik yoktur. Şu halde Allah’ın vaadi değişmeyecektir. [60]

 

Sonuç

 

1- Allah’ın velisi (sevdiği, dostu) olmak, O’na itaat etmek ve sevdiği ve sevmediği hususlarda O’na itaat etmekle mümkündür. Buna göre, Allah’ın razı olacağı biçimde inanan ve farzları yerine getirme ve yasaklardan kaçınma hususunda Allah’tan korkup sakınan bir kimse Allah’ın velisidir, Allah da onun velisi, dostudur.

2- Müjde, Yüce Allah’ın veli kuluna bahşettiği salih rüyalar şeklinde gerçekleşir.

3- Evliyalar iman ve takva ehli kimselerdir. Bu yüzden kâfirler ve fâcirler (alçak-günahkârlar) asla veli olamazlar. Ancak kâfirin iman etmesi ve fâcirin günahlardan arınması gerekir.

4- Allah’ın verdiği haberlerin doğruluğu, hükümlerinin adalete uygunluğu ve dostluğunun (velayetinin) sırrı. Buna göre velilik Yüce Allah’ın muvafakati (uygun görmesi) esasına dayanır. Gerekli inançlara sahip olmaya, bir takım ameller işlemeye, uygun sözler sarfetmeye, olumlu kişilik ve niteliklere sahip olmaya bağlıdır. Bu sayılanların olumsuz olanlarından kaçınmaya’bağlıdır. Dolayısıyla Rabbi ile muvafakat (razılık) oluşturan O’nun velisi (dostu)dir. O’na muhalefet eden de düşmanıdır. [61]

 

65- Onların sözü seni üzmesin. Üstünlük tamamen Allah’ın­dır. İşiten ve bilen O’dur.

66- İyi bil ki, göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. Allah’tan başkasına yalvaranlar gerçekte koştukları ortaklara uymuyorlar,[62] sadece zanna uyuyorlar, hayallerine kapılıyorlar ve  onlar  sadece  saçmalıyorlar.

67- Geceyi sizin için istirahat etmenize elverişli, gündüzü de geçiminizi sağlamanız için aydınlık yapan O’dur. Şüphesiz, bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.     

 

Sözlük

 

Seni üzmesin. Onların sözleri üzülmene neden olmasın. İzzet Allah’ındır. Üstünlük, şeref ve caydırıcılık Allah’ındır.Ortaklar. Kendilerine kulluk edenlere iyilik sağlayacak, zararı defedebilecek başka ilahların, şeriklerin varlığı sözkonusu değildir. Allah tek-ve ortaksız ilahtır.Sadece zan.  Ancak zanna uyarlar. Zan ise, kuşkunun en zayıfıdır.Tahminde bulunarak yalan söylüyorlar.İçinde rahat edesiniz, diye. Huzur bulaşınız, sakin, hareketsiz bir dönem geçiresiniz diye.Görür halde. Gündüzü de, eşyayı görebilmeniz için aydınlatıcı kılmıştır.Bunda. Allah’ın geceyi dinlenme ve rahat etme zamanı, gündü­zü de aydınlatıcı kılmasında âyetler vardır. Dinliyorlar. Olumlu karşılık vermek ve kabul etmek suretiyle işiten. [63]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, tevhidi inanç düzeniniri’üç temel prensibini ele alarak.”sürüyor: Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığı... Peygamberlik... Ve ölümden sonra tekrar Diriliş... Yüce Allah, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) hitaben şöyle buyuruy­or: “Onların sözleri seni üzmesin.” İftiracı müşriklerin: “Sen gönderilmiş bir elçi değilsin; sen deli bir şairsin” sözlerinden dolayı üzülme. Onların bu tür sözleri, sadece kendilerine kötü akıbet ve kaçınılmaz hezimeti hazırlar. “Şüp­hesiz izzet ve gücün tümü Allah’ındır.” Senin güçlü ve muktedir Rabbin onları hezimete uğratacaktır, onlara karşı sana yardım edecektir. O halde onların sözlerine karşı sabret ve bu tür sözlerden dolayı karamsarlığa kapılıp hüzün­lenme. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah, kullarının sözlerini işitir, yapıp-ettiklerini, hal ve tavırlarını bilir. Onlarla ilgili hiç bir şey O’ndan gizli kala­maz.“Haberiniz olsun, şüphhesiz göklerde kim var, yerde kim varsa tümü Al­lah’ındır...” Onları yaratan, üzerlerinde ortaksız mülkiyet sahibi olan ve onları dilediği gibi yönlendiren O’dur. Her şey O’nun denetiminde, egemenliği ve mutlak yönetiminin altındadır, öyleyse ey Rasûlüm! Ne diye onlara aldırış ediyor, sözlerinden dolayı üzülüyorsun? “Allah’tan başkasına tapanlar...” On­ların ibadete layık, yarar, zarar, ölüm ve hayat üzerinde söz sahibi gerçek ilahlar olduklarına inanarak tapmıyorlar. Bilakis, onlara yönelik ibadetlerinde sadece zanna tabi oluyorlar. “Oonlar ancak zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.” Kendi kafalarında bir tapınma şeklini uyduruyor, yalan söylüyorlar.“... O geceyi dinlenesiniz diye, gündüzü de aydınlatıcı olarak sizin için yaratmıştır.” Dua edilmeye ve kulluk edilmeğe lâyık gerçek ilah olan Allah; sizin için, karanlık geceyi yaratmıştır ki, dinlenesiniz. Gündüz yaptığınız işlerden uzak, rahat bir vakit geçiresiniz. Gündüzü de sizin için aydınlatıcı kılmıştır ki, çalışma imkânı bulaşınız, hayatınızı sürdürmek için ihtiyaç duy­duğunuz besin ve giysileri temin etme fırsatına sahip olasınız. Dolayısıyle şu ilah edindiğiniz putlar ve heykeller ilahlık niteliğini haketmemişlerdir. Bu yüzden onlara kullukta bulunmamanız, onlara dua etmemeniz gerekir.“Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda ibretler vardır.” Yüce Allah’ın burada zikrettiği noksansızlık, izzet, kudret ve yaratılmışları yönlendirme ni­teliklerinde O’ndan başka ilah ve rab olmadığına ilişkin kesin işaretler, açık deliller vardır. Ancak bu işaretleri, kabul etmek üzere dinleyenler akledip görebilir. Bir takım sesler işitip de ne anlam ifade ettiğini düşünemeyen, din­lediklerinden sonuç çıkaramayan kimseler ibret alamaz. Bunlar göremeyen körlere, işitemeyen sağırlara benzerler. [64]

 

Sonuç

 

1- İnsanları tek ve ortaksız Allah’a kulluk etmeğe davet eden bir mü’mi-nin batıl taraftarlarının sözlerinden ve yalanlarından dolayı üzülmemesi ve bundan dolayı dâvetine ara vermemesi gerekir. Hem bilmelidir ki, bütün üs­tünlük, izzet ve şeref Allah’ındır. O, yakında kendisini üstün bir konuma geti­recek ve düşmanlarına düşkünlüğü tattıracaktır.

2- Allah’tan başkasına kulluk edenler, bu tavırlarını haklı çıkaracak bir delil, bir gerekçe gösteremezler. Onlar geçmişlerini, önderlerini körü körüne izleyen, zan ve kuruntuların peşinde giden taklitçilerdir.

3- Yüce Allah’ın yaratma ve yönetme sahasında açığa çıkan kudretinin belirtileri, ibadetin sırf O’na yönelik olması gerektiğini, başkasına yönelik ibadetin geçersiz olduğunu ortaya koyma bakımından yeterli bir deliller. [65]

 

68- “Allah, çocuk edindi,” dediler. Hâşâ, Allah bundan uza­ktır, O zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Bu hususta hiçbir deliliniz yok. Allah hakkında   bilmediğiniz   şeyi   mi   söylüyorsunuz?

69- De ki:   “Allah hakkında yalan uyduranlar,  iflah olmazlar!”

70- Dünyada   biraz   geçinir,   sonra   bize   dönerler.   Sonra   da biz,  inkarlarından  dolayı  onlara  şiddetli azabı  taddırırız.

 

Sözlük

 

O, noksan sıfatlardan münezzehtir. Çocuğunun olmasından uzaktır.Zengin. Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, mutlak zengin. Yanınızda bir delil, bir belge yoktur.Bununla. Bu sözlerinizle. “Allah çocuk edindi” demenizle.Dünyada geçim. Bu gün içinde bulundukları durum, geçici bir metadır, başka değil. Yakında ölecek ve her şeyde hüsrana uğrayacaklardır.İnkâr ediyorlar. Allah’a çocuk isnad etmeleri ve Allah’tan başkasına ibadet etmeleri ile, inkâr ediyorlar. [66]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı tevhid gerçeğini güçlendirmek, şirk ve şüphe olgularının geçersizliğini vurgulamak üzere devam ediyor. Bu yönde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah çocuk edindi, dediler. O, yücedir.” Müşrikler: Melekler Al­lah’ın kızlarıdır, dediler. Bu da tıpkı, sen gönderilmiş bir peygamber değilsin, sözü gibi, Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) üzmekteydi. Nitekim, Efendimiz, müşriklerin böyle bozguncu ve asılsız sözlerinden dolayı üzülmemesi yönün­de bir uyarıya muhatab olmuştu. Yüce Allah, kendisinin bu yalan ve iftiralar­dan münezzeh olduğunu vurgulayarak, hiç bir şeye ihtiyacının olmadığım be­lirtiyor. Bu ihtiyaçsızlık zâti bir olgudur. Yani Allah, bu niteliğinden dolayı hiç kimseye muhtaç olmaz ve O, varken kulların başkasına da ihtiyacı olmaz. Oğula veya kıza ihtiyacı olur mu? O, müstağnidir, övgüye lâyıktır. O’nun müs­tağni (ihtiyaçsız) oluşunun bir diğer delili de, göklerde ve yerde bulunan her-şeyin O’nun tarafından yaratılmış olması ve herşeyin O’nun mülkü olmasıdır. O halde, Allah’ın böyle birşeye ihtiyacı olur mu?Bir diğer ispat da şudur: Bu iddiayı ortaya atanların elinde, Allah’ınçocuk edindiğine ilişkin bir delil var mıdır? Cevap kesinlikle “hayır”dır. Yüce Allah, bu iddia sahiplerini yalanlayarak şöyle buyuruyor: “Kendinizde buna ilişkin bir delil de yoktur.” Bu iddianızı ispatlayacak bir delil de yoktur eliniz­de. Ardından Yüce Allah, azarlayıcı bir üslûpla ayıplarını yüzlerine vuruyor: “Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”Sonra Yüce Allah, Rasûlüne, yalancıların yıkıma ve hüsrana uğrayacak­larını ilan etmesini emrediyor: “Allah hakkında yalan uydurup iftira edenler, kurtuluşa ermezler!” Eğer: “Nasıl kurtuluşa ermezler? Baksanıza^ bol miktar­da maldan, evlatlardan, mevki, makamından ve iktidar nimetinden yarar­lanıyorlar?” şeklinde bir soru yöneltilecek olursa, Yüce Allah, şu cevabı ver­memizi emrediyor: “Onlar için dünyada geçici bir meta vardır.” Onların bu durumu, dünya hayatı ile sınırlı, geçici bir yararlanmadır. Bu durum olsa olsa ömürlerinin sonuna kadar devam eder. Sonra tümünün dönüşü Yüce Al­lah’adır. O zaman Yüce Allah, onlara şiddetli azabı tattıracaktır. Bu azapla birlikte dünyadaki tüm nimetlerin tadını unutacaklardır. Yüce Allah, bu şiddetli azabın gerekçesini de, küfre sapmış olmaları olarak dikkatimize su­nuyor: “İnkara sapışları dolayısıyla...” Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh oluşunu, müstağniliğini inkar ediyorlardı; O’na çocuk ve ortak yakıştırıyor­lardı; şiddetli azabı bu yüzden tadacaklar. [67]

 

Sonuç

                                

1-  Çocuk, ortak edinmek veya mutlak olarak acizlik gibi bir noksanlığı

Allah’a yakıştıran kâfir olur.

2- Herhangi bir iddiayı ortaya atan kimse, bu iddiasını ispatlayacak ke­sin bir delil ve açık bir belge gösteremiyorsa, bu iddianın bir değeri olmaz. Ona itibar edilmez.

3- Deccallar (halkı saptıran önderler) ve büyücüler gibi Allah’a karşı ya­lan uyduranlar, bidat ve hurafe ile meşgul olanlar kurtuluşa ermezler. Onların sonu hüsrandır.

4- Bir mü’min, batıl ve kötülük taraftarlarının nimetler içinde yüzüşlerine, bol rızıkh ve sağlıklı bir hayat sürdürüşlerine kanmamalıdır. Onların bu duru­mu, geçici dünya metaldir. Bu durumları sonuçta, daimi bir hüsranla yer değiştirecektir. [68]

 

71- Onlara  Nuh’un   haberini   oku.   Kavmine:   “Ey   kavmim!” demişti.   Eğer   benim   kalkıp   size  Allah’ın   âyetlerini  hatırlatmam, size   ağır  geldiyse,   o   halde   ben  Allah’a  dayandım,   siz  de   ortak­larınızla   beraber   toplanıp  yapacağınız   işi   kararlaştırın   da   işiniz başınıza   dert   olmasın.   Sonra   hükmünüzü   bana   uygulayın,   bana hiç fırsat da  vermeyin!”

72- “Eğer yüz  çevirdiyseniz  neden?  Ben  sizden  bir  ücret  is­temedim   ki!   Benim   ücretim,    ancak   Allah’ın   üzerinedir.   Bana müslümanlardan   olmam   emredilmiştir.”

73- Yine  de O’nu yalanladılar.  Biz de  O’nu  ve gemide  O’nun-la  beraber  bulunanları  kurtardık,   onları  egemen  yaptık  ve  âyetle­rimizi yalanlayanları  da  boğduk.  Bak işte  uyarılıp  da yola gelme­yenlerin sonu  nice  oldu!

Sözlük

 

Onların üzerine Nuh’un haberini oku. Müşriklere, Hz. Nuh’un (a.s.) başından geçen önemli haberi

oku.Makamım size büyük geldi. İçinizde bulunup sizi Rabbime kullukta bulunmaya davet edişim size ağır geliyorsa.İşinizi toplayın. Yapacağınız işi karara bağlayın, düzenleyece­ğiniz tuzağı tasarlayın.

Gizli, kapalı, maksadınıza erişmenize elverişli olmayan. Sonra bana tuzak kurun. Kararınızı bana uygulayın.Zaman da tanımayın. Bana acıyarak ya da merhamet ederek mühlet vermeyin.

Eğer yüz çevirirseniz. Eğer sizi çağırdığım tevhide sırt çevirir­seniz.Gemide.

Halifeler. Sonra gelen kuşak öncekinin yerine geçiyordu. [69]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, müşriklerin iddiaları çürütülerek, doğru yola erişme­lerinin sağlanması amacı ön planda tutuluyor. Gerçeğin açıklanışı ana hedef olarak işleniyor. Bu âyetler grubunda Yüce Allah, etrafındakilere, Hz. Nuh ile müşrik kavmi arasında geçen olayların bir kısmını okumasını Peygamberimize emrediyor. Çünkü Hz. Nuh’un kavmi olan müşriklerle Arap müşrikleri arasın­da herhangi bir fark yoktu. Geçmiş topluluklara ilişkin kıssaların iki yararı vardır: Birincisi, Hz. Peygambere manevi güç verilmesi ve sabretmesinin tel­kin edilmesi; ikincisi ise, müşriklere hatalarının gösterilmesi, bu şirk ve isyan nitelikli hayatı sürdürmekten sakındırılmaları, aksi taktirde, başkalarının ba­şına gelen azabın kendi başlarına da gelebileceğinin apaçık bir örnekle vurgu­lanması.“Onlara Nuh’un haberini oku.” O çok önemli olayı onlara aktar. Nuh (a.s.) kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Benim makamım eğer size ağır geli­yorsa...” Aranızda bulunup da sizi Allah’a kullukta bulunmaya davet etmem, Allah’ın âyetlerini size hatırlatmam, eğer zorunuza gidiyorsa, size ağır geli­yorsa, biliniz ki, ben, Allah’a güvenip dayanmişımdır. Siz yapacağınızı yapın. Hakkımda devreye sokmayı amaçladığımız plan ve tasarılarınızı geciktirmeden uygulayın. Allah’a ortak koştuğunuz düzmece ilahlarınızı da yardıma ça­ğırın. Ayrıca işinizin size kapalı olmasından, dolayısıyle kararlaştırdığınız şe­yi uygulayıp uygulamama hususunda tereddüt etmenize karşı da size bir uyarıda bulunuyorum: Beni öldürmek ya da sürgün etmek şeklindeki kara­rınızı derhal yürürlüğe koyun, cezayı ertelemeye kalkışmayın.“Eğer yüz çevirecek olursanız...” Davetime ve uyarılarıma sırt çevirir­seniz, sırf Allah’a kulluk etmeğe ilişkin davetimi kabul etmezseniz, “neden?” Çünkü ben buna karşılık olarak sizden herhangi bir ücret de talep etmiyorum. Dolayısıyle, burun kıvırmanıza gerekçe olarak benim ücret talep etmişliğimi gösteremezsiniz. Çünkü benim ücretim beni elci olarak gönderen, beni bu işle görevlendiren Rabbime aittir. O, bana kalplerini ve yüzlerini, yöneliş ve eği­limlerini Allah’a teslim etmiş kimselerden olmamı emretti. Bu yüzden benim tüm eylemlerim O’nun içindir. O’ndan başkasından ücret talep etmem müm­kün değildir.“Fakat onu yalanladılar.” Hz. Nuh (a.s.) hiç te kısa sayılmayacak bir za­man boyunca sürekli olarak onları tek ve ortaksiz ilah olan Allah’a kullukta bulunmağa davet etti. Sonuç: Onu yalanladılar. O da bizi yardıma çağırdı. Bu­nun üzerine O’nu ve onunla birlikte gemiye binen mü’minleri kurtardık. Sonra onları, birbirini izleyen, birbirine halife olan kuşakların ilk halkası olarak yeryüzüne yerleştirdik. Kulumuz Nuh aracılığı ile gönderdiğimiz âyetleri ya­lanlayanları ise suda boğduk.Ey Rasûlüm! Uyarıldıkları halde nasihatleri kabul etmeyen, hak çağrı­şma olumlu karşılık vermeyen kimselerin akıbeti nasıl oldu bir bak! Vahim bir akibetti bu! Tufanda boğuldular ve cehennem ateşine atıldılar! Tam manasıyla bir hüsrandı bu!Yüce Allah konuya ilişkin olarak Nuh sûresinde, bir değerlendirme nite­liğinde şöyle buyuruyor: “Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe atıldılar. O zaman da Allah’ın dışında hiç bir yardımcı bulamadılar.”

(Nuh, 25) [70]

 

Sonuç

 

1- Bu sûrede, Hz. Nuh’un kavmine karşı takındığı kararlı tutum örnek gösterilerek İslâm dâvetçilerinin, maneviyatları yükseltiliyor. Hz. Nuh müşrik kavmine şöyle seslenmişti: “Hepiniz bir araya gelin, bana ne yapacaksanız hemen yapm. Kuşkusuz ben Allah’a güvenip dayanmışımdır.”

2- Allah’a güvenip dayanmanın, O’na tevekkül etmenin karşılığı cesaret­tir, özgüvendir, sabırdır, tahammüldür, kararlılıktır.

3- Bir zorunluluk olmadıkça, insanları Allah’a davet eden, Allah’ın duyu­rusunu sunan dâvetçinin buna karşılık bir ücret alması doğru değildir.

4- Uyarılmalarına ve sakındırılmalarma rağmen Allah’ın âyetlerini yalan­layan toplulukların uğradıkları kötü akıbet açıklanıyor. [71]

 

74- Sonra  O’nun  ardından  birçok elçileri  kavimlerine  gönder­dik;   onlara   belgeler  getirdiler.   Fakat  onlar  önce   yalanlamış   ol­dukları  şeye  bir türlü  inanmıyorlardı.  İşte  haddi aşanların  kalble-rini böyle  mühürleriz.

75-  Sonra   onların   ardından   Musa   ve   Harun’u   âyetlerimizle

birlikte   Fir’avn’a   ve   adamlarına  gönderdik;   böbürlendiler  ve   suç işleyen  bir topluluk oldular.

76-   Onlara  katımızdan  gerçek gelince:   “Bu,   apaçık  bir  büyü­dür!” dediler.

77- Musa:   “Size gelen  gerçek  için  böyle  mi  diyorsunuz?  Bü­yü müdür bu? Halbuki büyücüler, iflah olmazlar!” dedi.

78- Dediler  ki:   “Sen   bizi,   babalarımızı   üzerinde   bulduğumuz şeyden   çeviresin   de   yeryüzünde   büyüklük   yalnız   ikinize   kalsın diye  mi  bize geldin? Biz  size  inanacak değiliz!”

 

Sözlük

 

Delillerle. Söyleyip duyurduklarının doğruluğunu, Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığmm tartışılmazlığını ortaya koyan apaçık de­liller.Mühürleriz. Kalbin mühürlenmesi, üzerinde günahların birike­rek kalın bir tortu oluşturması, böylece imanın sızabileceği bir deliğin olmaması demektir.Haddi aşanlar. Zulümde haddi aşan, şeriatın koyduğu sınırları çiğneyen azgınlar.Hak. Gerçek. Hz. Musa’nın getirdiği dokuz mucize.Bizi başka yere çevirmeniz için. Atalarımızı üzerinde bul­duğumuz hayat biçiminden bizi alıkoyasımz, yüzümüzü başka yönlere çeviresiniz. Üstünlük, liderlik, insanları yönetme, iktidar. [72]

 

Açıklama

 

Nuh (a.s.)’un kıssasında, Hz. Nuh’un örnek alınacak bir tavrı, Allah’a güvenip dayanması sergilenmişti. Bu meyanda Yüce Allah’ın dostlarına yar­dım etmesi, düşmanlarını da hezimete uğratması gerçek bir örnekle vurgu­lanmıştı. Şimdi ise, yaratılışa egemen olan bir yasaya dikkat çekiliyor. Şöyle ki: Nuh (a.s.)’dan sonra da bir çok peygamber, kavimlerine gönderildiler. Doğru söylediklerine, söylediklerinin gerçeği ifade ettiğine ve tevhid çağrısı­nın evrensel gerçeğin özü olduğuna ilişkin belgeler sundular. Ama bu toplu-hıklar, kendilerinden önce Nuh kavminin yalanladığı bu duyuruya inanacak değildi. ‘İşte biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.” Bu âyet, Yüce Allah’ın, insan hayatına egemen kıldığı bir yasanın ifadesidir. Buna göre, kul günah işlediği ve bu tutumunu tevbe etmeksizin sürdürdüğü zaman, artık günah onun temel özelliklerinden biri haline gelir. Bu özelliğinden sıyrılması imkansız olur.Günah, yüce kanun koyucunun belirlediği sınırları aşmaktan başka bir-şey değildir. Şeriatın sınırlarını aşan ve tekrar aşıp bu işi sürekli yapan khiı-se, bunu kendine huy edinmiş olur. Bu, kalbin mühürlenmesi demektir. Böyle olunca kalp, artık imam kabul etmez, iyiyi tanımaz, kötüden tiksinmez.“Sonra bunlarm ardından Fir’avn’a ve O’nun önde gelen çevresine Mu­sa’yı ve Harun’u âyetlerimizle gönderdik.” Helak olan toplulukların ardından İmranın iki oğlu Musa ve Harun’u Fir’avun ve kavmine âyetlerimizin deste­ğinde peygamber olarak gönderdik. Âyetler, elçilerimizin bildirdiklerinin hak olduğuna ilişkin deliller içeriyordu. Elçilerimiz Allah’ın birliğinin tanınmasını ve îsrailoğuHarının kendileri ile birlikte gönderilmesini istiyorlardı. “Fakat on­lar büyüklendiler.” Fir’avn ve çevresindeki yöneticiler büyüklük kuruntusuna kapıldılar. “Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi.” Akılları ve kalpleri ifsad et­mişler, oluk oluk kan dökmüşler ve zayıflara eziyet etmişlerdi.[73]İnsanlara bakış ve yönetimleri bundan ibaret olan bu topluluk hakkında Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlara katımızdan hak geldiği zaman, dediler ki: Bu, kuşkusuz apaçık bir büyüdür.” Mûsa’nm gösterdiği mucizeler gözlerini kamaştırınca, asılsız anlayışlarının, dünya görüşlerinin batıl olduğu ortaya ko­nunca, bu ancak apaçık bir büyüdür, diyerek hezimetten kurtulmak istediler.Musa (a.s.) onlara şu cevabı verdi: “Size hak geldiğinde böyle mi diyor­sunuz?” (Bu sihirdir, diyerek sıyrılmak mı istiyorsunuz?) Ardından, kendile­rine üstünlük sağlamış olduğunu delil olarak göstererek, yanlışlıklarını ortaya koydu: “Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler kurtuluşa ermezler.” Eğer benim gösterdiğim mucizeler de bir tür sihir ise, nasıl sizin büyünüzü bozma başarısını gösterdim? Büyücülerinizi nasıl yenilgiye uğratabildim?Hz. Musa bu açıklamalarıyla onları susturunca, bu sefer şarlatanlık yap­maya başladılar: “Siz ikiniz, bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmeğe ve böylece yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldi­niz?” Yeryüzünde egemenlik kurup Mısır’da iktidarı ele geçirmek için mi gel­diniz?Görüldüğü gibi, bu kez siyasi suçlamalara baş vurdular. Ve dediler ki: “Biz, sizin ikinize inanacak değiliz.” Sizi doğrulayacak ve size uyacak değiliz. [74]

 

Sonuç

 

1- Beşer hayatına egemen olan bir ilahi yasa açıklanıyor. Buna göre; kötülük, fesad ve zulümde aşırı gitmek, kalplerin mühürlenmesine neden olur. Böyle bir kimseye iman ve hidayet haram olur.

2- Büyüklerime, büyüklük kuruntusuna kapılma yeriliyor ve birçok suçun altında yatan nedenin bu olduğu vurgulanıyor.

3- Büyücü asla başarıya ulaşamaz; istediğine büyü aracılığı ile kavuşa­maz ve korktuklarından büyü yardımı ile kurtulamaz.

4- Asılsız suçlamalar; batıl, zulüm ve fesad ehlinin işidir. [75]

 

79-  Fir’avn:   “Bana bütün bilgili büyücüleri getirin,” dedi.

80-  Büyücüler gelince,  Musa  onlara:   “Atacağınızı  atın,  hüne­rinizi gösterin,”  dedi.

81- Onlar  iplerini  ve  değneklerini  atınca  Musa:   “Sizin getir­diğiniz  şey   büyüdür,   dedi.  Allah,   onu   mutlaka  boşa   çıkaracaktır. Çünkü  Allah   bozguncuların  işini  düzeltmez!”

82- “Ve   suçlular   istemese   de   Allah,   sözleriyle   gerçeği   or­taya   çıkaracaktır!” 

 

Sözlük 

                 

 Bilgin sihirbaz. Gerçek etlsâ sahibi sihirbazlar;, sihir sanatını bilen uzmanlar.Atın. Sihir örneklerinden dilediğinizi meydana atm, sergileyin.

Muhakkak ki Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah sihrin geçer­siz olduğunu, insanların gözleri önünde, açık biçimde göstere­cektir.

Ve Allah, hakkı hak yapar. Allah hakkı hak olarak yerleştirir. Onu kalıcı hale getirir.

Kelime (söz)leri ile. Emirleri ile. Bir şeye “ol” der, o şey olu­verir.

Mücrimler. Günahkârlar. Kendilerine ve başkalarına karşı suç işleyen, zalim bozguncular. Mücrim kelimesi küfür dahil her türlü günahı içermektedir. [76]

 

Açıklama

 

Önceki âyetler grubunda sunulan Nuh kıssasının ardından Musa’nın kıssası ile devam ediyor âyetlerin akışı. Hz. Musa (a.s.) Firavun ve etrafın­daki yöneticilerini mucizelerle yenilgiye uğratmca, Firavun Hz. Musa’yı ve kardeşi Harun’u ülkenin yönetimini ele geçirmeyi amaçlayan iki siyasetçi ol­makla suçladı. Başka bir amaçlarının olmadığını söyledi. Böylece Firavun ila­hi duyuruyu yalanlayan zorbalar kervanına katıldı.

Bu arada Firavun, etrafındaki üst düzey yöneticilere sihir bilginlerini ge­tirmeleri emrini verdi. Amacı: Hz. Musa’yı sihirle altetmektİ. Nihayet büyü­cüler toplandılar. Hz. Musa onlara şöyle dedi: “Atacağınız şeyleri atın.” Bü-yücülür ellerindeki ipleri ve asaları orta yere atarak, Firavunun izzetiyle biz üstün geleceğiz, dediler.

Hz. Musa ortaya atılan büyüye baktı ve onlara şöyle dedi: “Sizlerin or­taya getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez. Allah, günahkârlar istemese de, hakkı kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. “[77]

Hz. Musa asasını atınca, asa onların uydurduklarının tümünü yutuverdi. Böylece hak yerini buldu, onların yaptıklarıysa geçersiz oldu. [78]

 

Sonuç  

 

1- Sihir öğrenmenin çeşitli yolları vardır. Bu işin bilginleri de bulunur. Ancak sihir öğrenmek ve sihir yapmak haramdır.

2- Sihirbazın cezası ölümdür. Çünkü büyü yapmak yeryüzünde bozgun­culuk çıkarmakla eşdeğer bir suçtur.

3- Hakkı egemen kılmak ve bâtılın geçersizliğini ortaya koymak için düşmanla yarışmak, beceri çarpışmasına girmek caizdir.

4- Bozgunculuğun ve bozguncularm akıbeti (sonu) yıkımdır, hüsrandır.

5- Her ne zaman hakk ile bâtıl karşı karşıya gelse, batıl yenilgiye uğrar ve Allah’ın vaadi ile hakk üstün gelir. Çünkü Allah’ın vaadi doğrudur. [79]

 

83- Fir’avn’ın    ve    adamlarının,    kendilerine    kötülük   yap­masından   korktukları   için   kavminin   içinde  Musa’ya,  yalnız  genç bir   kuşaktan   başkası   inanmadı.   Çünkü   Fir’avn,   yeryüzünde   çok ululanan  ve çok aşırı gidenlerden  idi.

84- Musa   dedi   ki:   “Ey   kavmim,   eğer  Allah’a   inandıysanız, gerçekten  müslüman  insanlar  iseniz  O’na  dayanın!1’

85- Dediler ki:   “Allah’a  dayandık! Rabb’imiz  bizi o zulmeden kavme fitne  yapma,   bizi  onların   işkencesiyle  deneme!

86- “Acımanla bizi o inkarcı toplumdan kurtar!”

87- Musa’ya  ve  kardeşine:   “İkiniz kavminiz için Mısır’da  ev­ler  hazırlayın;   ey  İsrail  oğulları!  Evlerinizi  karşı  karşıya  kurun, namaz kılın;  ve  ey Musa! Müzminleri müjdele!” diye  vahyettik.

 

Sözlük

 

Musa’ya inanmadı. O’na uymadı, bağlanmadı.Ancak zürriyet. İsrailoğullarından küçük bir gruptan başka kimse Musa’ya iman etmedi.Ve ileri gelenleri ve liderleri.Onları fitneye düşürmesi. Kendilerine baskı uygulayıp işkence etmesi.Yeryüzünde büyüklendi. Üstün ve ezici güce sahip bir despot­tu. Müslüman olarak.

Zalim kavim için fitnedir.

Hazırlamanız. Yerleştirmeniz. Mısır’da kavminiz İçin evler ed­inin; dönüp sığınacağınız barınaklarınız olsun.

Kıble. Evlerinizi namaz kılınan mescidler edinin. [80]

 

Açıklama

 

Hz. Musa’nın (a.s.) büyücülere karşı kazandığı parlak zaferin ve Fira-vun’un yaşadığı bu acı yenilginin ardından, İsrailoğuHarının bir soyundan başka kimse Hz. Musa’ya inanmadı, O’na uymağa yanaşmadı. Bir de Firavun hanedanından bazı kimseler O’na inanmışlardı. Firavun’un karısı, hanedana mensup olup inancını gizleyen bir mü’min ve saray berberi gibi. Konuya ilişkin olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Sonunda Musa’ya kendi kavminin bir soyundan [81]başka kimse inanıp uymadı.” Firavun’un kendilerine işkence et­mesinden ve önde gelen çevresinin kendilerini cezalara çarptırmasından kor­kuyorlardı. Firavun “Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba idi.” Baskıcı, zorba ve zalim bir diktatördü “ve gerçekten ölçüyü aşan­lardandı.” Zulümde sınır tanımayan bir azgındı. Bu yüzden insanlar ondan korkuyor, dolayısıyla Hz. Musa’ya inanmıyorlardı.

Hz. Musa (a.s.) İsrailoğullarımn korkuya yenik düştüklerini görünce on­lara şöyle seslendi: “Ey kavmim! Eğer siz Allah’a iman edip müslüman olmuşsanız artık yalnızca O’na tevekkül edin.” Eğer gerçekten müslüman ol­duysanız, O’nun emir ve yasaklarına uymaya karar verdiyseniz, tüm işle­rimizi O’nun iradesine teslim edin.

Bunun üzerine onlar şu cevabı verdiler: “Biz Allah’a tevekkül ettik.” Bu arada Yüce Allah’a, Firavun hanedanını kendilerine galip getirmemesi, ken­dilerini onlar için bir fitne vesilesi kılmaması yönünde dua ettiler. Bu duanın altında yatan anlam şudur: Zalimleri bize musallat kılma. İşkence zoruyla bizi dinimizden dönmek zorunda bırakmasınlar: “Rabbimiz, bizi zulmeden bir ka­vim için bir fitne vesilesi kılma ve bizi, kafirler topluluğundan rahmetinle kur­tar.” İsrailoğullarının bu mü’min grubu (soyu), güzel bir tevesülle, yani, “rah­metinle” diyerek Yüce Allah’a dua ediyor, O’nun rahmetim vesile kılıyorlar ki, duaları kabul edilsin.

Bu âyet-i kerimede sözü edilen “kâfirler topluluğu”ndan maksat Firavun ve etrafındaki yakın adamlarıdır.“Musa ve kardeşine yani, Harun’a şöyle vahyettik: “Kavminiz” İsrail-oğulları “için Mısır’da” “evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan yerler ya­pın” evlerinizi karşılıklı olarak inşa edin,[82]içinde namaz kılınan mescidler ha­line getirin. “Namazı dosdoğru kılın.” Yani, namazı şeriatta belirtildiği şekliy­le kılın.İsrailoğulları, Firavun hanedanına karşı, parlak bir zafer kazanmalarının Hz. Musa’nın büyücüleri hezimete uğratmasının ardından, Firavun toplumun­dan ayrılmaya başladılar. Bağımsız bir mahalle oluşturmaları emrini almış­lardı. Bu, Mısır’dan çıkışın bir ön hazırlığıydı. Bu planın bir parçası olarak Yüce Allah onlara, evlerini karşı karşıya inşa etmelerini emretti. Böylece ki­min girdiğini, kimin çıktığını rahatlıkla görebileceklerdi. Ayrıca evlerini mescid edinmelerini istedi. Çünkü halka açık mescidlere gidişleri, ya mescidlerin tah-rib edilmesi ya da kendilerinin zorla alıkonmalan şeklinde engelleniyordu.“Mü’minleri müjdele!” Ey Elçimiz! gerçek mü’minleri müjdele! Kusursuz iman sahiplerine güzel bir netice müjdesini ver! Dünyada onurlu bir hayata, ahirette de cennet mutluluğuna kavuşacaklarını haber ver. [83]

 

Sonuç

 

1- Hz. Musa’nın (a.s.) mucizeler aracılığı ile parlak bir zafer kazanma­sına rağmen, kavminden sayıları çok az bir gruptan başka kimsenin kendisine inanmadığı belirtilerek Peygamber Efendimiz (s.a.v.) teselli ediliyor.

2- Yeryüzünde büyüklenme, kötülük ve bozgunculukta haddi aşma yeri­liyor, bu tür işlerde bulunanlar kınanıyor.

3- İnsanları tek ve ortaksız Allah’a kullukta bulunmağa davet etme ve Allah’a kul olmayı gereği gibi yerine getirmek için Allah’a tevekkül etmek bir zorunluluktur.

4- Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını vesile ederek O’na dua etmek meşrudur.

5- düşmandan korkulduğu dönemlerde, evlerin bir kısmım mescid edinmek caizdir.

6- Namazı, şeriatta öngörülen şekilde kılmak farzdır.

7- Yüce Allah, inanan ve namazı dosdoğru kılanların dünya ve ahirette güzel bir sonuca erişeceklerini müjdeliyor. [84]

 

88- Musa   dedi   ki:    “Rabbimiz,   şüphesiz   sen,   Firavun*a   ve Önde  gelen  çevresine  dünya  hayatında  bir çekicilik  ve  mallar  ver­din.   Rabbimiz,   senin  yolundan   saptırmaları   için.   Rabbimiz,   mal­larını  yerin   dibine   geçir   ve   onların   kalblerinin   üzerini   şiddetle bağla;   onlar   acı   azabı   görecekleri   zamana   kadar   iman   etmeye­cekler. “

89- Allah  dedi ki:   “İkinizin  duası kabul olundu.  Öyleyse  dos­doğru yolda  devam  edin  ve  bilgisizlerin yoluna  uymayın.

 

Sözlük  

                                           

Süs olarak. Çekicilik, giyim-kuşam ve çeşitli eşyalar. Mallar. Altın, gümüş, davar ve ekin gibi çok mallar.Sil. Bunların izlerini sil. Yerin dibine geçir.Kalblerinin üzerini şiddetle bağla. Ta ki kâfir olarak ölsünler.ikinizin duasına da icabet edildi. İkimizin duasını Allah-u Te-âlâ kabul etti.Doğru olun. Dosdoğru yolda devam edin. Allah’a itaat ederek, O’nun elçiliğim gereği gibi yerine getirin; eziyetlere sabrede­rek insanları Allah’a kulluk etmeğe davet edin.Bilmeyenlerin yolu. Cahillerin yolu. Yüce Allah’ın neden hoşnut olduğunu, neye öfkelendiğini ve kulları için hangi ya­saklan indirdiğini bilmeyenlerin yolu. [85]               

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, Hz. Musa, Firavun ve îsrailoğulları etrafında geli­şen kıssa devam ediyor. Hz. Musa karşısında ağır bir yenilgi aldıktan sora inat ve büyüklenmeyi daha ileri boyutlara vardıran Firavun’un bu tutumuna karşılık Hz. Musa Rabbine şöyle seslenir: “Rabbimiz, şüphesiz sen, Fira-vun’a ve önde gelen çevresine bir çekicilik...” süslenmelerini ve çekici olma­larını sağlayan giysiler, sergiler, eşyalar, takılar “...ve mallar...” altm, gümüş”, davar ve ekin “..verdin... Dünya hayatında. Rabbimiz, senin yolundan saptır­maları için.” Bu durum onların sapmalarına neden olmuştur. Şu halde ey “Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir!” Çabalarını sonuçsuz, mallarını da yararsız kıl. “Kalblerinin üzerini şiddetle bağla!” Kalplerini mühürle, tüm du­yarlılığını yoket ki, acılar içinde kıvrandıran azabı görünceye kadar inanmaya­caklar.Buna karşılık olarak Yüce Allah şöyle buyurur: “İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin.” İnsanları bana kullukta bulun­maya davet etmek, bana ibadet etmek, kullarıma.nasihat etmek suretiyle ba­na itaat etmeye devam edin. Kullarımı zalimlerin baskısından kurtarmaya yö­nelik çabanızı sürdürün.

“Ve bilgisizlerin yoluna uymayın.” Yani, azabın bir an önce gelip çatma­sını istemeyin. Çünkü Allah’ın hükmünü, tedbir ve hikmetini bilmeyenler, Al­lah’ın kendilerine ilişkin vaadinin bir an önce gerçekleşmesi hususunda acele ederler. Sakın onlar gibi olmayın. Aksine, bizim vaadimizin sonucunu bekle­yin ve Allah’ın vaadi gerçekleşinceye kadar sabredin. Unutmayın ki, Allah asla vaadinden dönmez. [86]

 

Sonuç

 

1- Zulmeden kimselere beddua etmek şeriata uygundur.

2- Mal çokluğu ve çeşitli süsler, bunlardan haz alıp oyalanma kişiyi sapıklığa sürükler.

3- Şer ve bozgunculukta haddi aşanlar, bu yüzden kalplerinin üzeri mühürlenenler, ancak küfür üzere ölürler. Dolayısıyla hüsrana uğrarlar.

4- Bir duaya “amin” diyen, o duanın ortağıdır. Bu yüzden dua edenin okuduğu duaya “amin” derler; böyle olunca da ilahi kabul tümü için gerçek­leşir. Bu nedenle, tavaf veya ziyarette bulunanlar, okunan dualara “amin” tfe-memekle hata ediyorlar.

5- Sapıkların yolunu izlemek, cahilleri taklit etmek, onların peşinden git­mek haramdu”. [87]

 

90- Biz,  Israiloğullarını  denizden  geçirdik;  Firavun   ve  asker­leri   azgınlıkla    ve   düşmanlıkla   peşlerine   düştü.    Sular   onu   bo­ğacak  düzeye   erişince  Firavun:   “Israiloğullarının   kendisine   inan­dığı  ilahtan  başka  ilah  olmadığına  inandım  ve  ben  de  müslüman-lardanım!” dedi.

91- Şimdi,   Öyle   mi!?   Oysa   sen   önceleri   isyan   etmiştin   ve bozgunculuk  çıkaranlardandın!

92- Bugün   ise,   senden   sonrakilere   bir   ayet,   bir  ibret   delili olman   için   seni  yalnızca   bedeninle   kurtaracağız.   Gerçekten   in­sanlardan   çoğu,   bizim  âyetlerimizden  habersizdir.

 

Sözlük

 

îsrailoğulları için ayırdık. Karşı tarafa geçebilsinler diye, deni-zİ onlar için yardık. Deniz. Kizıldeniz.Düşmanlık ve azgınlık. Musa ve Harun’a duyduğu düşmanlık ve azgınlıkla.

Şimdi mi, Allah’ın birliğini kabul ediyor ve O’nun önünde eğili­yorsun?

Bedeninle. Cesedin. İçinde ruh olmayan bedeninle. Delil. Senin Rab değil kul olduğunun bir belirtisi olarak. Böy lece başkaları senden ibret alır.  [88]  

 

Açıklama

 

Kıssanın Hz. Musa ve Hz. Harun -selâm üzerlerine olsun-, Firavun ve İsrailoğullan ile ilgili akışı devam ediyor. Bu sırada Yüce Allah şöyle bu­yuruyor: “Biz İsrail oğulların i denizden geçirdik.” Bu, Hz. Musa ve Harun’un dualarının kabulünün başlangıcıydı. “Geçirdik” deyiminin anlamı: “Denizi iki­ye yararak karşıya geçmelerini sağladık,” şeklindedir. îsrailoğullari Kızılde-niz’in kıyısına ulaştıkları zaman, Yüce Allah, Hz. Musa’ya asası ile denize vurmasını emretti. Hz. Musa ilahi emir uyarınca asasını denize vurduğunda, deniz yarıldı. Her bir yarısı kocaman bir tepe gibiydi. Denizin yarılmış kısmı­nın zemini kurudu. İsrailoğullan ile birlikte Hz. Musa yürümeye başladı.

Önlerinde de bir ata binmiş Cebrail (a.s.) bulunuyordu. Nihayet denizi geçip karşı sahile vardılar. Peşlerinden binlerce askeriyle Firavun geliyordu. Onlar da Hz. Musa ve İsrailoğullarını izleyerek, denizin yarılmış zeminine girdiler. Denizin tam ortasına gelmişlerdi ki, Yüce Allah denizi birleştirerek üzerlerini örttü. Böylece hepsi suda boğuldu. Firavun tam boğulmak üzereydi ki, tevbe ettiğini ilân etti. Su artık boğazını geçmiş haldeyken şöyle dedi: “îsrailoğul-larının kedisine inandığı ilâhtan başka ilâh olmadığına inandım,” Bu ilâhın Yüce Allah olduğunu biliyordu o. “Ve ben de müslümanlardanim,” demesine gelince, bu, suda boğulmaktan kurtulmayı ne kadar istediğinin abartılı bir ifa­desidir. Böylece tevbe ederek, müslümanlardan, yani Allah’ın emrine boyun eğip teslim olmuşlardan olduğunu vurgulamaya çalışıyordu. Fakat herşey son bulmuş, iş işten geçmişti. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ: “Şimdi mi?” diye hi­tap ederek O’na sitem edip tevbesini kabul etmiyordu.

Fakat Yüce Allah, onun tevbesini kabul etmedi ve: “Şimdi mi!?!” diye­rek, kurtulma isteğini geri çevirdi. Tevbe etmenin, inanıp ardından müslüman olmanın zamanı şimdi midir!? “Oysa sen önceleri isyan etmiştin!” Allah’a ve yasalarına baş kaldırmıştın. O’nu ve Rasûlünü inkâr etmiştin. “Ve bozguncu­luk çıkaranlardandın!?!” Memleketi ve insanları zulüm, şer ve bozgunculukla harab ediyordun.

“Bu gün ise, seni kurtaracağız” ifadesinde geçen “nunecciyke” kelimesi­nin “en-necvetu”dan geldiğini kabul edersek, o zaman “seni yeryüzünde ‘be­deninle’ yüksekçe bir yere koyacağız,” demek olur (ruhunla değil.) Ki, “sen­den sonrakilere bir âyet olasın,” bir işaret, bir ibret olasın. Sana bakan insan­lar görsünler ki, sen bir rabbin yönetiminde bir kulsun, İddia ettiğin gibi ibadet edilen bir ilâh, bir rab değilsin.” Böylece başkalarına da bir ibret dersi olsun. Senin bu halini görüp, senin gibi azmasın, senin gibi kâfir olmasınlar. Do­layısıyla senin gibi helak olmasınlar.

“Gerçekten insanların çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler.” Bura­da Yüce Allah, insanların fiilen yaşadıkları bir hâli haber veriyor. İşte bu gafil­lerden bir grup ta kendilerine Allah’ın âyetleri okunan şu Kureyş kâfirleridir. Şu ana kadar sûrenin akışı içinde sunulan tüm kıssalar, onların hidayete er­meleri amacına yönelik olarak yer almışlardır. Keşke doğru yolu bulsalaıdı. [89]

 

Sonuç

 

1- Azab gelip çatınca tevbe etmenin bir yaran yoktur. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Can boğaza dayanmadıkça, kul her ne zaman tevbe ederse, tevbesi kabul olur.”

2- Kelimeyi tevhidin (Iâilahe illallah) fazileti anlatılmıştır.

3- Kusursuz ve üstün din İslâm’dır. Bu yüzden, kesin inanca sahip olan şahsiyetler, Yüce Allah’tan, müslüman olarak canlarını almasını niyaz eder­ler. Nitekim Firavun da, helak olacağı sırada kesin inanca ulaştığı için, müs­lüman olduğunu iddia etmiştir.

4- Bir gerçek dile getiriliyor: İnsanların çoğu, şu dünya hayatmda kendi­lerinden istenenden habersizdirler. Ancak helak olmak üzereyken bunun farkına varırlar. [90]

                

93- Andolsun, biz İsrailoğullarını, hoşlarına gidecek güzel > bir yerde yerleştirdik ve temiz şeylerden kendilerine rızık ver-“’ dik. Kendilerine   ilim   gelinceye   kadar   anlaşmazlığa   düşmediler.Şüphesiz   Rabbin,   aralarında   anlaşmazlığa   düştükleri   şey   kbnu

sunda  kıyamet günü  hüküm   verecektir.

 

Sözlük

 

Doğru yerleştirme. Yani onları yaşamaya elverişli, güzel ve hoşnud edici bir bölgeye yerleştirdik.Temizlerden. Tertemiz nimetlerden. Onlara çeşitli, temiz ve helâl rızıklar bahşettik.Kendilerine ilim gelince. Buradaki ilimden maksat, Hz. Mu-hammed’in beklenen kurtarıcı peygamber olduğunu bilmeleri­dir.Aralarında, hükmeder.İhtilafa düştükleri konuda. Hakkında anlaşmazlığa düştükleri gerçek konusunda aralarında hükmeder. Böylece mü’min cen­nete, kâfir de cehenneme girer. [91]

 

Açıklama

 

Yüce Allah Hz. Musa’yı ve İsrailoğullarını düşmanlarının elinden kur­tarıp Firavun’u denizde boğduktan sonra, son kez onlardan söz ediyor: “An­dolsun, biz İsrailoğullarını, hoşlarına gidecek güzel bir yerde yerleştirdik.” Yaşamaya elverişli güzel bir beldeye, bereketli Şam bölgesinin bir parçası olan Filistin topraklarına yerleştirdik. Bu olay İsrailoğullarının çölde kaybol­malarının ve Allah’ın peygamberi Yûşa b. Nun (a.s.) Önderliğinde Filistin’e girmeleri ile gerçekleşmiştir. “Ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik.” Çünkü Şam toprağı balın, yağın, tahılın, meyvenin, etin ve yakacağın bol oldu­ğu bir topraktır. Burada bunlara işaret edilmiş olması, Allah’ın nimetlerine şükretmeleri gerektiğinin vurgulanması amacına yöneliktir.

“Kendilerine ilim gelinceye kadar ihtilafa düşmediler.” Burada şu husus kastediliyor: Yüce Allah’ın kendilerine bunca nimeti bahşedip onurlandırdığı İsrailoğulları, Hz. Peygamberin (s.a.v.) gönderilişine kadar birlik içinde, aynı dine bağlı olarak yaşıyorlardı. Tevrat’ta müjdelenen peygamberi bekliyorlardı. Bu peygamber İsrailoğullarını içinde bulundukları azabtan, Romalıların elinde çektikleri işkenceden kurtaracaktı.

Ama bu peygamber ilimle, yani Kur’an’la gelince, O’nun hakkında anlaş­mazlığa düştüler. Kimisi O’na inandı [92]kimisi de inkâr yolunu tuttu. Bu aşa mada Yüce Allah hitabı elçisine (s.a.v.) yöneltiyor: “Şüphesiz Rabbin, a-ralarında anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda kıyamet günü hüküm vere­cektir.” Sana inanma, sana uyma, senin temsil ettiğin hidayet ve hak dine bağlanma hususunda gerekli hükmü verecektir. Mü’minleri cennete, kâfirleri ateşe gönderecektir. [93]

 

Sonuç

                                                                                 :

1- Yüce Allah’ın İsrailoğullarına yönelik lütufları açıklanıyor.

2- Temiz rızık, helâl olan rızıktır. Haram rızık temiz değildir.    

3- Yüce Allah, kendilerine ilim geldiği halde ihtilafa düşüp, dini terke-denlere hakettikleri cezayı verir. Çünkü ilim birliğin ve kenetlenmenin sebebi­dir.

4- Dini konulardaki ihtilaf anlaşmazlık bölünmeye, düşmanlığa ve savaş­maya sebep olacak nitelikteyse haramdır.[94]

5- Kıyamet günü ayrışma günüdür. O gün Yüce Allah, anlaşmazlığa düşenlerin arasında âdil hükmü ile hükmeder. [95]

 

94- Eğer  sen,   sana   indirdiğimizden   kuşkuda   isen,   senden önce  Kitap  okuyanlara  sor.  Andolsun,   sana Rabbinden  hak geldi, sakın  kuşkulananlardan  olma.

95- Ve  sakın  Allah’ın  âyetlerini yalanlayanlardan   olma,  yok­sa ziyana  uğrayanlardan  olursun!

96- Üzerlerine Rabbinin  kelimesi  hak olanlar inanmazlar.

97- Onlara  bütün  âyetler gelmiş  oha  bile,  acı  azabı görünce­ye kadar.            

 

Sözlük

 

Şüphe içinde. Tasdik öncesi durum. Kuşku. Dolayısıyle kuşku­lu kişi, tasdik etmiş sayılmaz.

Sana indirdiğimizden. Yani, İsrailoğuHarının kendilerine ilim geldikten sonra ihtilafa düştüklerine ilişkin haberimizden kuş-, ku duyuyorsan.Kitap. Tevrat ve încil.          Kuşkulananlardan olma. Onlara hak oldu. Küfürlerinden dolayı Yüce Allah’ın levh-i mahfuzda yazdığı hükmü uyarınca, onların ateşe girmeleri bir zorunluluk halini aldı, farz oldu.Azabı görünceye kadar. Yalanlayıcı tavırlarını sürdürürler. O zaman inanırlar. Ama bu sıradaki iman onlara bir yarar sağla­maz. [96]

 

Açıklama

        

Yüce Allah, elçisinin elçiliğini onaylayarak şöyle buyuruyor: “Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce kitap okuyanlara sor.” Yahudi hahamlarına ve hristiyan papazlarına sor. Çünkü onlar, Tevrat ve İn­cil’deki sana ilişkin nitelemelerden haberdardırlar. Senin son peygamber ve kurtarıcı olduğunu, sana inananın kurtulup sana inanmayanların da helak ola­cağını bilirler.Bu ifade bir varsayıma işaret ediyor ve diğer insanları inanmaya teşvik etmeyi amaçlıyor. Yoksa Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): “Ne kuşku duyuyo­rum ne de onlara sorarım!” demiştir.“Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın kuşkulananlardan olma!” Bu âyette Yüce Allah, elçisine Rabbinden hak geldiğine yemin ediyor. Bu ye­min hak nitelikli vahiyle sabit olmuş bir sözdür. Aynı şekilde, İslâm’ın doğruluğu hususunda herhangi bir kuşku duymasını da yasaklıyor. İslâm hak dindir. Yüce Allah, müşrikler istemese de, sadece bu dini diğer tüm dinlere üstün kılmak ister.“Ve sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan olma, yoksa hüsrana uğ­rayanlardan olursun!” Burada Yüce Allah vahyini, şeriatım ve Elçisini -ki âyetler bunların ifadesinden ibarettir- yalanlanmasını da yasaklıyor. Çünkü âyetler Allah’ın şeriatını içeriyor, ona davet ediyorlar.“Aksi takdirde, kıyamet günü hüsrana uğrayanlardan olursun! Peygam­ber Efendimize (s.a.v.) yönelik bu hitap, yoğunlaşıp yansıma türünden bir ifadedir. Yoksa Peygamber Efendimizin kendisine gelen haktan kuşku duy­ması, şeriatı ve hükümleri içeren âyetleri yalanlaması düşünülemez. Düşü­nülemeyeceğine göre, O’nun bu uyarıya muhatab olması, güneş ışığının bir büyüteçten (mercekten) yansıyıp düştüğü yeri yakması gibi, diğer insanlar için bu ifadeyi, yakıcı bir tehdid olarak kabul etmek gerekir.“Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak olanlar inanmazlar. Yani kendi tercih­leriyle kesin olarak küfre razı olduktan sonra iman etmek istemezler. Yoksa Allah onları zorla küfre sokmaz. Çünkü dinde zorlama yoktur. Onlara bütün âyetler gelmiş olsa bile.” Gerçekten de gelişmeler Yüce Allah’ın buyurduğu gibi sonuçlanmıştır. Çünkü Yüce Allah’ın kıyamet günü azab göreceklerini bil­diği ve bunu kaderler kitabına yazdığı kimseler kesinlikle inanmazlar. Tabii bu Allah’ın zorlamasıyla değil, onların kendi hür iradeleriyle olmaktadır. Hak­kı açıklamak, deliller ortaya koymak ve belgeler sunmak bakımından harca­nan çabalar hiçbir yarar sağlamaz. Burada ayrıca, Kureyşli kâfirlerin hak içe­rikli çağrılara sırt çevirmelerinden, olumlu tepki göstermemelerinden dolayı üzülen, elem duyan Peygamber Efendimize yönelik bir teselli de sözkonusu-dur.

“Onlara bütün âyetler gelmiş olsa bile.” Bu ifade, önceki hükmü pekiş-tirici niteliktedir. Buna göre, Yüce Allah’ın, küfürleri sebebiyle ateşe girmele­rine hükmettiği kimseler inanmazlar ve ancak kâfir olarak Ölürler. Böylece Al­lah’ın vaadi yerine germiş olur, verdiği hüküm yürürlüğe girer.

“Acı azabı görünceye kadar,” seni ve sana indirilen vahyi inkâr etmeye devam ederler. Acı azabı görene kadar bu tutumlarını sürdürürler. Korkunç azapla yüzyüze geldiklerinde iman ederler, ama o zaman da inanmak fayda vermez. Nitekim Firavun da boğulmak üzereyken inanmıştı, fakat bu imanı ona bir fayda sağlamamıştı. Kavminin kâfirleri de, üzerlerine azap zorunlu hale gelip bu acı azabı görene kadar inanmazlar. Bu durumda ise, imanları hiç bir işe yaramaz.    [97]        

 

Sonuç     

 

1- Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) peygamber olduğu açık bir ifadeyle vurgulanıyor.

2- Bir şeyi bilmeyenin onu bir bilene sorması gerekir.

3- Allah’ın âyetlerini yalanlamak küfürdür ve bu küfrü işleyen hüsrana uğrayacaktır.

4- Dinin temel ilkeleri ve ayrıntı niteliğindeki hükümlerinden kuşku duy­mak, bu hususta asılsız iftiralar ortaya atmak küfürdür.

5- Kaza ve kader ilkesine inanmanın gereği vurgulanıyor. Buna göre bedbaht kişi, küfürleri sebebiyle kaderler kitabında bedbaht olması öngörü­lendir. Mutlu kişi ise, iman ve amelleri sebebiyle bu kitabta mutlu olması ön­görülenlerdir.

6- Dünyada ölüm meleğini görmek, âhirette de dirilip hesaba şahit olmak suretiyle azabla yüz yüze gelen.kimsenin tevbesi kabul olmaz. [98]

 

98- Keşke   inanıp   da,   inanması   kendisine  fayda   veren   bir memleket  olsaydı.   Yalnız  Yunus’un  kavmi,   inanınca,   dünya  haya­tında  onlardan   rezillik  azabını  kaldırımş  ve  onları  bir  süre  daha yaşatmıştık.

99- Rabbin   isteseydi   yeryüzündekilerin   hepsi   mutlaka   ina­nırdı.   O  halde  sen  mi  insanları  mü’min  olmaları  için  zorlayacak­sın?

100- Allah’ın  izni  olmadan  hiç  kimse  inanamaz  ve Allah  re­zilliği,  akıllarını  kullanmayanlara  verir.

 

Sözlük

 

Teşvik edatıdır.  Burada “olsaydı”  anlamını ifade ediyor. Ayrıca kınama ve olumsuzluk anlamını da içermektedir.İnanan şehir halkı. Bir memleket halkı inansaydı.Yunus (a.s.). Allah’ın Peygamberi Yunus. b. Metta.O zamana kadar. Ömürlerinin sona erdiği zamana kadar.Sen mİ İnsanları zorlayacaksın? Yani, sen bunu yapamazsın.Ancak Allah’ın izniyle. Ancak Allah’ın iradesi ve takdiri baş­ka.Rezillik. Azap. [99]

 

Açıklama

 

Önceki âyetlerde Yüce Allah, âyetleri yalanlayanların kaçınılmaz olarak hüsrana uğrayacaklarını, günahları tarafından kuşatılanlara azabın kesin ola­rak geleceğini ve bunların inanmayacaklarını, çünkü iman etme yeteneğini yi-tirdiklerini dile getirmişti. Bu âyetlerde ise, Mekkelileri inanmaya teşvik eden, küfür ve yalanlamada ısrar etmemeyi telkin eden İfadeler yer alıyor.“Keşke inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsay­dı.” Yani, memleketlerde yaşayanlar, inansalar ya! îmanlarından yararlanıp, inanmayanlar için kaçınılmaz olan azabdan kurtulsalar ya! Neden inanmı­yorlar? Acaba inanmalarına mani olan bir engel mi var?.. Bu, aynı zamanda bir azarlama ve kınama ifadesidir.“Yalnız Yunus’un kavmi, inanınca dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırdık.” Silip süpürücü, köklerini kurutucu bir azapla onları helak etmedik. Çünkü onlar azabın belirtilerini farkedince, onun başlarına inmesin­den önce tevbe ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, üzerlerindeki azab tehdidi­ni kaldırdı. Kendileri için belirlenen ecel gelinceye kadar dünya hayatından ya­rarlanmalarını sağladı [100]

Ya şu Ummul Kura (ana kent) Mekke halkına ne oluyor? Neden Musul civarında Ninova adlı beldede yaşamış bulunan Yunus (a.s.) kavmi gibi tevbe edip inanmıyorlar?

“Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı.” Bu ifade iki şekilde yorumlanabilir. Birincisi: Yüce Allah’ın, Mekke ehline imanı sun­ması, onları buna teşvik etmesi ve öneriye sıcak bakmamalarından dolayı on-lari kınaması, akıllarda Yüce Allah’ın onları inandırmaya güç yetiremediği şeklinde bir düşünce uyandırmamahdır. Çünkü şayet Yüce Allah dilerse, on­lar inanırlar. Dilerse tüm yeryüzü halkının da inanmasını sağlar, ikincisi: bu­rada kavmini gece-gündüz durmadan imana çağıran, buna rağmen inanma­makta direten kavminin bu tutumundan dolayı üzülen, acı çeken Rasûlüllah teselli ediliyor, üzüntüsü gideriliyor. Yüce Allah, bir de O’na şu hususu öğre­tiyor: Yüce Allah yeryüzünde bulunan herkesin inanmasını isteseydi, inanır­lardı. Ancak yükümlülük ve buna bağlı olarak karşılık verme ilkesi uyarınca iman insanlara teklif edilir; bir zorlama sözkonusu olmaksızın inanan kurtulur, inanmayan da helak olur. Nitekim şu ifade de bunu pekiştirmektedir: “O halde sen mi insanları mü’min olmaları için zorlayacaksın?” Yani, insanları inan-.dırmak senin görevin değildir ve sana böyle bir yükümlülük verilmiş değildir.

“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz.” Önceki ifadeyi destekleyen, onaylayan bu ifade ile demek isteniyor ki: îman işi ancak Allah’ın iradesi ve takdiri ile gerçekleşir. Yani Allah kimseyi zorlamaz.

“Ve Allah rezilliği akıllarını kullanmayanlara verir!” Allah-u Teâlâ insan­ları imana çağırır; onun güzel meyvalarını açıklar; yalanlamaktan sakındırır; bunun da kötü sonuçlarını açıklar. Bundan sonra kim inanırsa onu kurtarır, mutlu kılar. Kim de inanmazsa, rezil azabı başına sarar. Çünkü bu kişi aklını kullanmamıştır. Eğer akimi kulansaydı küfre girmez, O’na isyan etmez, Ya­ratıcısına, sahibine kafa tutmazdı! [101]

 

Sonuç   

                                 

1- Yüce Allah’ın kullarını imana çağırması ve onları buna teşvik etmesi, O’nun kullarına yönelik merhametinin bir göstergesidir.

2- Fiilen azabla yüzyüze gelmedikçe bir kulun tevbesi kabul olur. Azabın belirtilerinin ortaya çıkmış olması, tevbeyi önleyici bir durum değildir.

3- Yaradan Allah’ın yaratıcılık iradesi kesinlikle (varlıkların varoluşları üzerinde) değişmez.

4- Allah’ın izni ve takdiri olmadan, bir kimsenin inanması mümkün değildir. Yani Allah zorla birinin inanmasını istese mutlaka inanır. Yine bir in­sanın kâfir olmasını zorla istese o da kafir olur. Ancak Allah hiç kimseyi zor­lamıyor. Bu yüzden bir dâvetçi insanları Allah’ın tek ve ortaksız ilâhlığını ka­bul etmeye çağırdığında, bunlar inanmaya yanaşmıyorsa, aşırı derecede üzül-memelidir. [102] 

 

101- “Göklerde   ve yerde  olanlara  bakın!”  de;  ama  o  âyetler ve  uyarmalar,  inanmayacak bir kavme yarar  sağlamaz.

102- Onlar  sadece   kendilerinden   önce  gelip  geçenlerin   baş­larına gelen günler gibisini  bekliyorlar öyle  mi? De  ki:   “O  halde bekleyin,   ben   de   sizinle   beraber   bekleyenlerdenim.”

103- Sonunda   elçilerimizi   ve   inananları   kurtarırız.   Böylece üzerimize  düşen  bir borç  olarak mü’minleri kurtarırız.

 

Sözlük

 

Göklerde ve yerde olan. Akıllara durgunluk veren varlıklar ve göz kamaştırıcı deliller.

Ayetler ve uyarılar yarar sağlamaz. Bir kavim inanmadıktan sonra bunların bir yararı olmaz.

Bekliyorlar mı? Azabdan başka bir şeyi beklemiyorlar.Onlardan önce gelip geçenler.De ki: Bekleyin.Sonra elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız.İşte bunun gibi. Mü’minleri böyle kurtarırız. [103]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, Kureyş kabilesinin imana, tevhide ve Allah’a ve Rasûlü-ne itaat etmeye çağrılmaları ile ilgili olarak sürüyor. Yüce Allah, bu bağlam­da, Rasûlüne, onlara şöyle hitap etmesini emrediyor: “Göklerde ve yerde olanlara bakın, de.” Her ikisinde bulunan canlı cansız varlıklara, yaradılışın olağanüstü örneklerine, ilahi hikmet, rahmet ve kudretin gözkamaştırıcı man­zaralarına bakın. Bu örnekler ve manzaralar insanı, rab ve ilâh olarak kendi-

sinden başka ilâh ve rab bulunmayan Allah’a inanmaya davet eder; putların, taşların ve heykellerin ilahhk iddialarını reddederler.

Ardından Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ama o âyetler ve uyarılar yarar sağlamaz.” Rasûllerin kendi kavimlerini doğru yola iletmek İçin yaptıkları uyarılar bir işe yaramaz. Çünkü Yüce Allah, ezelde bunların inanmayacak­larına, dünya ve ahirette hak. ettikleri azabı tadana kadar bu durumlarını sürdüreceklerini bilmektedir. Ne var ki, bu durumu ancak Yüce Allah bi­leceğine göre, gene de uyarıcılar, uyarılarını sürdürmeli, dini tebliğ etmeye yönelik çabalarına ara vermemelidirler. Başta ve sonda emir Allah’a aittir.

“Onlar sadece kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günler gibisini bekliyorlar öyle mi?” Onlar kendilerinden önce geçip giden Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin basma gelen dehşet verici günler gibisini bekliyorlar. Elçiler bu kavimleri imana davet etmiş, Rabb’in düzenine, tevhid ve itaate Çağırmışlardı. Ama onlar bu çağrılara kulak asmamışlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, onları suçüstü yakalamıştı. Çünkü O, güçlüdür, azabı çetindir.

Ardındari Yüce Allah, elçisine şöyle demesini emrediyor: “O halde bek­leyin...” Şayet tevbe etmez ve Allah’a teslim olmazsanız sizin için öngörülen azabı bekleyin. “Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” Eğer size bir azap gelecekse ben de onu beklemekteyim. Çünkü bu hususla ilgili ilahi ka­nun, zalim, müşrik ve yalancıların helak olmasına, buna karşın., rasûllerin ve mü’minlerin kurtulmasına hükmeder.   .

103. âyette yeralan: “Sonunda elçilerimizi ve inananları kurtarırız. Böy­lece” Yani bu kurtarma ile “üzerimize düşen bir borç olarak mü’minleri kur­tarırız,” sözü ile vurgulanan anlam budur.  [104]      

 

Sonuç

 

1- Ezelde, küfründen dolayı ateş ehli olduğu bilinerek yazılmış bir kula hiç bir uyarı yarar sağlamaz, öğütler fayda etmez.

2- Her çağda ve her bölgedeki zalimleri bekleyen, önceki zalimlerin başına gelen rezil olma ve korkunç bir azaba uğramadır.

3- Zalimlere, müşriklere helak edici azab iner; Yüce Allah’ın dostlarını kurtaracağına ilişkin vaadi değişmez. [105]

 

104- De  ki:   “Ey  insanlar!  Benim   dinimden   kuşkuda  iseniz, ben   sizin  Allah’tan   başka  taptıklarınıza  tapmam; fakat  sizi  Öldü­recek  olan Allah’a  ibadet ederim.  Bana  mü’minlerden  olmam  em­redilmiştir. “

105- Ve yüzünü Allah’ı  birleyici  olarak  dine  çevir;  sakın Al­lah’a  ortak koşanlardan  olma.

106- Allah’tan  başka;  sana  ne fayda,  ne  de zarar  verebilecek olan   şeylere  yalvarma!  Eğer  böyle  yaparsan,   o  takdirde   sen  mu­hakkak zalimlerden  olursun.

107- Eğer Allah  sana  bir zarar  dokundurursa  onu  yine  O’n-dan  başka  kaldıracak yoktur  ve  eğer sana  bir hayır dilese,  O’nun keremini  de   geri   çevirecek  yoktur.   O,   hayrını,   kullarından   dile­diğine   verir.   O,   bağışlayan,   esirgeyendir.

 

Sözlük

 

Dinimden. İslâm’ın gerçek oluşundan şüphe ediyorsanız. Ruhlarınızı alır, sizi öldürür.

Yüzünü hanif olarak dine doğrult. Yüzünü diğer tüm dinlerden çevirerek, Allah’ı birleyici olarak İslâm dinine yönelt.Sana fayda vermeyen. Sana zarar vermeyen.O zaman sen mutlaka zalimlerdensin. Eğer sen bu düzmece ilahlara yalvaracak, dua edecek olursan, nefislerine zulmeden müşriklerden olursun.Onun için giderici yoktur, sadece O var. Kendisine zarar isa­bet etmiş birinden bu zararı ancak Yüce Allah giderebilir.Onu isabet ettirir. Fazlından ve rahmetinden dilediğine isabet ettirir.O affeden ve merhametli olandır. Tevbe eden kullarının günah­larını bağışlar, mü’min kullarına merhamet eder. [106]

 

Açıklama

 

Bundan önceki âyetlerde, Yüce Allah, hidayet ve sapıklık yollarını gös­terdi, uyarıda bulundu, kullarını şirkten sakındırdı. Mü’minlere kurtuluş vaa-detti. Müşrikleri de korkunç bir azapla tehdit etti. Buna ilave edilecek bir şey söz konusu değildir. Burada ise, Yüce Allah, elçisine, Mekke müşriklerine karşı ikinci bir öğrenme ve öğüt alma usûlü öğretiyor: “De ki: Ey insanlar!” Ey Mekke müşrikleri ve civardaki Araplar! “Benim dinimden kuşkuda ise­niz...” Mensup olduğum ve sizi de uymaya davet ettiğim dinim İslâm’ın doğI ruluğundan kuşku duyuyorsanız... “... ben sizin, Allah’tan başka taptıkları­nıza tapmam.” Sırf siz benim dinimden kuşku duyuyorsunuz diye; ben, he rhangi bir yarar ya da zarar dokunduramayan putlara, heykellere ibadet et­mem.“Fakat Allah’a ibadet ederim.” Yarar ve zarar O’nun elindedir. Dirilten ve öldüren O’dur. O, “sizi öldürecek”tir. Ruhlarınızı kabzederek, hayatınıza son verecek olan O’dur. Dolayısıyle sırf O’na ibadet edilmeli, O’ndan korkul-malı, O’ndan sakınmalıdır.“Bana mü’minlerden olmam emredilmiştir.” Rabbim bana, kendisine in­anmamı, böylece mü’minlerden olmamı emretti. Ben de O’na inandım ve müminlerdenim.“Ve yüzünü Allah’ı birleyici olarak dine döndür; sakm Allah’a ortak ko­şanlardan olma!” Rabbim bana vahiy yoluyla emretti: Yüzünü hak dine yö: nelt; diğer asılsız dinlere iltifat etme.Müşriklerden olmamam için, beni sıkı sıkıya tembihledi. Çünkü müşrikler, Allah ile birlikte başka ilâhlara da kulluk etmektedirler.Bu safları belirleyici ve açıklayıcı uyarıdan, Mekkeli müşriklerin üzerinde oldukları sapıklığa ve çirkin yanılgıya ilişkin sakındırmadan sonra, Yüce Al­lah, elçisi’ne sesleniyor. Bu, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” tü­ründen bir hitaptır. Burada, açık bir ifadeyle, zarar ve yarar dokundurma gücü­ne sahip bulunmayan düzmece ilahlara tapmasını yasaklıyor. Allah’tan başka kullukta bulunulan tüm ilahlar kastediliyor. Bu meyanda Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah’tan başka; sana ne fayda, ne de zarar verebilecek olan şey­lere yalvarma.” Bunlar sana bir yarar sağlayamaz, sana dokunmuş bir zararı da bertaraf edemezler. Sana ulaşacak bir hayrı önlemek suretiyle zarar verme güçleri de yoktur. Bu sahte ilahlar, senin başına bir kötülük de indiremezler. Eğer Allah’tan başkasına yalvaracak olursan, kuşkusuz zalimlerden olursun!

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) Allah’tan başkasına dua edip yalvarması imkânsız olduğuna göre, İfadeyi müşriklere yönelik bir itiraz ve mü’minlere yönelik bir sakındırma şeklinde algılamalıyız.Yine, elçisine hitaben şöyle buyuruyor: “Eğer Allah sana bir zarar do-kundurursa onu” senden “yine O’ndan başka kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse...” senin için afiyet, sıhhat, huzur ve zafer dilerse “O’nun ke­remini de geri çevirecek yoktur.” Hiç kimse, hiç bir şekilde, bu hayırların sana ulaşmasını engelleyemez.

Allah, fazlını, hayrını ve nimetini “kullarından dilediğine verir.” Çünkü O, serbest hareket eder. Dilediğini yapar, istediği gibi hükmeder. “O, bağışla­yan, esirgeyendir.”

Bu ifadede, Yüce Allah’ın celal ve kemal sıfatlan açıklanıyor. O, ne ka­dar çok günah işlemiş olurlarsa olsun, günahlarından tevbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Sayıları ne kadar olursa olsun, mü’min kullarına merha­met eder. Bundan dolayı, O’na sevgiyle, saygıyla, itaat ve teslimiyet ile kul­luk etmek gerekir. [107]

 

Sonuç

 

1- Mü’min kimse, insanlar ne kadar çok engellese ve aksi propaganda yapsalar bile, hakkı terketmemelidir.

2- Şirk yasaklanmış, şirki ve müşrikleri terketmek zorunlu kılınmıştır.

3- Kim olursa olsun, Allah’tan başkasma dua etmek şirktir, haramdır.

4- Kul, Allah’ın kendisi için öngördüğü hayır ya da şerrin hiç kimse ta­rafından önlenemeyeceğine, değiştirilmeyeceğine kesin olarak inanmadıkça mü’min sayılmaz. Şu hadis-i şerifte de bu anlam vurgulanmaktadır: “Sana isa­bet edecek olan senden şaşmaz. Senden şaşacak olan da sana isabet et­mez.” [108]

 

108- De  ki:   “Ey  insanlar,  işte  size Rabbinizden  gerçek geldi. Artık  hidayete   eren,   kendisi   için   erer;   sapan   da   kendi  zararına sapar.  Ben  sizin   üzerinize  vekil değilim.”

109- Sana   vahyolunana   uy  ve  Allah  hükmünü  verinceye   ka­dar sabret.  O,  hüküm  verenlerin  en  iyisidir.

 

Sözlük    

 

Ey insanlar! Muhakkak ki hak geldi. Size Kur’an’ı okuyan ve hak dini açık­layan peygamber geldi.Kim hidayete ererse. Allah’a ve Rasûlüne inanır, Allah’ı birleyici olarak O’na ibadet ederse,Ve kim saparsa. Şirk, yalanlama ve isyan nitelikli hayat biçi­minde ısrar ederse.

Sonuçta onun aleyhinedir. Sapmanın günahı sapan kimsenin boynunadır. Yine bunun gibi, hidayete ermenin sevabı da hi­dayete eren kimseyedir. Ben sizin üzerinizde^ vekil değilim. Sizi hidayete zorlayamam. Ben sadece bir duyurucu, açıklayıcı, bir uyarıcıyım.

Allah hüknıedinceye kadar sabret.-Allah müşriklere ilişkin hükmünü bildirinceye kadar sabret. Hakimlerin en hayırlısıdır. Rahmet, adalet ve hüküm verme bakımında hükmedenlerin en hayırlısıdır. Çünkü O, yüce ku­dreti ile hükmeder. [109]

 

Açıklama

 

Bu, tefsirini sunduğumuz sûredeki son duyurudur. Yüce Allah bu duyu­ruda, Rasûlüne, müşriklere şöyle seslenmesini emrediyor: “Ey insanlar!” Başlangıçta Mekkeliler kastedilmiş olsa bile, tüm insanlığı kapsayan bir çağ­rıdır bu. “İşte size Rabbinizden gerçek geldi.” Size Rabbinizden Kur’an geldi. Elçi onu sizin için okuyor. Onda, hak din açıklanıyor. İnsanlık ancak bu hak dine inanmak, onun içerdiği hidayete, yol göstericiliğe gerçekten bağlanmakla hayra ulaşabilir.

İman ve itaat ile doğru yolu bulan kimsenin, hidayete erişinin sevabı kendisinindir. Çünkü arınan, şirkten temizlenen, iki cihan mutluluğuna layık bir kul haline gelen kendisidir. Şirk, küfür ve yalanlama esaslı hayatı sürdür­mede inatçı davranan kimsenin sapıklığı ve sapıklığının cezası da kendisine-dir. Çünkü kirlenen, iğrençleşen, dolayısıyle Allah’ın gazabını ve elem verici azabına müstehak biri haline gelen kendisidir. Tebliğle görevli Rasûlün bunda bir sorumluluğu yoktur. Çünkü Rabbi, insanların hidayete ermesini onun so­rumluluğuna vermemiştir. Bilakis, açıkça üzerlerinde vekil olmadığını belirt­mesini emretmiştir:,“Ben sizin üzerinizde vekil değilim.”“Sana vahyolunana uy.” Bu ifadede, Rasûlüllah Efendimize (s.a.v.) hak­ka sarılması, kendisine vahyedilen emir ve yasaklara uyması ve bu hususlarda kesinlikle aşırıya kaçmaması emrediliyor. Bunun kaçınılmaz sonucu da, Rabbinin vahyetmediği şeylere uymamasıdır.“Allah hükmünü verinceye kadar sabret.” Rasûlüllah’a vahye uyma, da­vet hareketini kesintisiz sürdürme ve müşriklerden gelecek eziyetlere katlan­ma hususunda sabretmesi emrediliyor. Bunu, Yüce Allah’ın, inanmayanlara ilişkin hükmünü bildirinceye kadar sürmesinin gerektiği vurgulanıyor.

Nitekim Allah hükmünü bildirdi. Müşriklerle savaşmasını emretti. Ni­hayet Bedir’de onlara karşı savaştı, Allah’ın dinine, İslâm’a girmek suretiyle boyun eğinceye kadar savaş halini sürdürdü. Bu lûtfundan dolayı Allah’a ham-dolsun.“O, hüküm verenlerin en iyisidir.” Yüce Allah’a yönelik bir övgüdür bu. O, hükmedenlerin en iyisi, en âdilidir. Çünkü O’nun ilmi ve hikmeti kusursuz­dur. Kudreti sınırsızdır. Rahmeti sonsuzdur. [110]

 

Sonuç                                                                                      

 

1- Kur’an’ın, Rasûlün ve İslâm’ın hak olduğu vurgulanıyor.

2- Kişi, başkasının değil kendi elinin kazancıyla mutlu ya da mutsuz olur.

3- Kur’an ve sünnetin içerdiği ilahi vahye uyma bir zorunluluktur.

4- Sabretmek ve Allah’tan gelecek bir çıkış yollarını aramak fazilettir. [111]

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/9-10.

[2] Kurtubi “kademe sidkin” ifadesi ile ilgili olarak şu görüşlere yer verir: a) Ezelde mutluluğun Öngörülmüş olması, b) Güzel ödül. c) Gerçek makam, doğruluk menzili, d) Salih evlat...

[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/10.

[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/10-11.

[5] Âyette göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı buyurulmaktadır. Allah’a göre gün, an manasına geldiği gibi, uzun devirler anlamına da gelir. Çünkü Mearic Suresi’nde, Allah katında bizim sayımızca ellibin yıl süren bir günün mevcud olduğu ifade edilmektedir. Başka yerlerde de Allah katında bizim sayımızca bin yıl süren günün var olduğu açıklanmaktadır. Yani Allah katında gün itibarîdir. Çeşitli zaman birimlerini ifade etmektedir. İşte burada belirtilen gün, dünyaların oluşum devresi anlammadir. Demek ki Allah, kainatı altı günde, yani altı büyük devirde yaratıp bugünkü biçimine koymuştur.

[6] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/12-13.

[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/13-15.

[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/15-16.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/17.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/17-18.

[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/18.

[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/20.

[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/20-22.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/22.

[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/24.

[16] Belki de Rasûlüllah’ın bu Kur’an’ı kendinden yazdığını zannettikleri için böyle söylemişlerdir. Ancak bu ihtimal zayıftır.

[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/24-25.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/25-26.

[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/26-27.

[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/27-28.

[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/28.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/29-30.

[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/30-31.

[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/31-32.

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/33.

[26] Rivayet edilir ki: Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.) arkadaşlarının yanına geldi ve  , şöyle dedi: Rüyada, sanki Cebrail’i başucumda, Mikail’i de ayak ucumda  gördüm. Biri diğerine diyordu ki: “Buna bir örnek ver.” Ötekisi dedi ki: “Dinle, i”Hi; kulakların dinlesin ve düşün aklın düşünsün. Senin ve ümmetinin örneği -mıt şudur: Bir hükümdar bir yurt edinir. Sonra o yurtta bir ev yapar ve evde bir  ziyafet hazırlar. Sonra bir elçi görevlendirerek insanları ziyafete davet eder.  “’iT Bir kısmı davete icabet eder, bir kısmı da daveti reddeder. O hükümdar Al­ y lah’tır. O yurt İslâm’dır ve o ev cennettir ve sen de ey Muhammed elçisin. Sana .«..,  icabet eden İslâm’a girer, İslâm’a giren de cennete girer.” Sonra “Allah barış lifu yurduna çağırır” âyetini okudu.

[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/33-35.

[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/35.

[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/26-37.

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/37-38.

[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/38-39.

[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/39-40.

[33] Bir sahih hadiste, Rasûlüüah efendimizin (s.a.v.) geceleyin kalkıp şöyle dua ettiği anlatılır: “Allahım senin varlığın ve birliğin haktır. Senin sözün haktır , ve senin huzurunda hesap vereceğimiz de haktır.”

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/40-41.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/41.

[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/42-43.

[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/43-44.

[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/44.

[39] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/45.

[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/45-47.

[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/47.

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/48-49.

[43] Ebu Talib, Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi.

[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/49-50.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/50.

[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/51.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/51-52.

[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/53.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/54.

[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/55.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/56.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/57.

[53] Ebu Said el-Hudri, İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini rivayet eder: “Allah’ın ihsanı  Kur’an, rahmeti de İslâm’dır.”

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/58-59.

[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/59.

[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/61.

[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/61-62.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/62-63.

[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/63-64.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/64.

[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/65.

[62] Âyetteki (mâ), hayret edatı da olabilir. Bu takdirde manâ şöyledir: “Allah’tan başka, birtakım ortaklara yalvaranlar neye uyuyorlar!

[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/66.

[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/66-67.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/68.

[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/69.

[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/69-70.

[68] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/70.

[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/72.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/72-73.

[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/73-74.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/75.

[73] Şirk ve küfürle kalpleri, sihir ve batıl menkıbe ve efsanelerle akılları boz­muşlardı.  İsrailoğulfarmdan her yeni doğan  erkek çocuğunu  Öldürmek “ suretiyle kan dökmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/75-77.

[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/77.

[76] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/78.

[77] İbn-i Abbas der ki: “Geceleyin yatağına uzanan kimse şu (manadaki) âyeti okursa, hiçbir büyü ona zarar veremez: “Sizlerin ortaya getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk çıkaran­ların işini düzeltmez.” (Yûnus Sûresi, 81.)

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/78-79.

[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/79.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/80-81.

[81] Soyu’ndan maksat, Hz. Musa ile büyücüler arasındaki müsabakayı ve Hz. Musa’nın parlak zaferini görüp inanan İsrailoğullanmn gençleridir.

[82] Âyette geçen “kıble” kelimesinden maksat, bir görüşe göre, mescidlerdir. Diğer bir diğer görüşe göre de, evleri karşılıklı birbirini görür şekilde inşa edip, tüm ilişkilerim kopardıkları düşmana karşı birbirini koruyabilsinler.

[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/81-82.

[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/82-83.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/83-84.

[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/84-85.

[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/85.

[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/86.

[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/86-87.

[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/88.

[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/89.

[92] Abdullah b. Selâm gibi.

[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/89-90.

[94] Bölünmeye, düşmanlığa ve savaşmaya sebep olmayan anlaşmazlığın örneği, dört mezheb imamı arasındaki içtihad farklılıklarıdır. Düşmanlığa ve savaşa yol açan anlaşmazlığın Örneği ise, ehl-i sünnet ile hariciler ve rafiziler gibi sapık fırkalar arasındaki anlaşmazlıktır.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/90.

[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/91.

[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/91-93.

[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/93.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/94.

[100] Bu kavim Asurlulann ve Buhtunnasr’dan sonra Babil’de tutsak olarak yaşayan Yahudilerin karışımıydı. Hz. Yunus miladdan önce ikinci yüzyılın başlarında gönderilmişti. Bu kavim Musul civarında Ninova adlı beldede yaşıyordu. Put­lara tapıyorlardı.

[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/94-96.

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/96.

[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/97.

[104] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/97-98.

[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/98.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/100.

[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/100-101.

[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/102.

[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/102-103.

[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/103-104.

[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/104.