Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
1- Elif, Lârn, Ra. işte şunlar,
o hikmetli Kitab’ın âyetleridir.
2- İçlerinden bir adama:
“İnsanları uyar ve inananlara, Rable-ri katında kendileri için gerçek
bir makam bulunduğunu müjdele!” diye vahyetmemiz,
insanlara tuhaf mı geldi?
Kâfirler: “Bu, apaçık bir büyücüdür!” dediler.
Elif,
Lam, Râ. Hurufu mukattaa (birlikte yazılıp ayrı ayrı okunan harfler) ile
başlayan dördüncü sûredir bu. eklinde yazılır ve “Elif, Lam, Ra” diye
okunur.Kitap. Kur’an-ı Kerim.El hakiymü. Hikmet ifade eden. Kur’an-ı Kerim,
sayısız hik-metler içeren bir kitaptır^ bu yüzden ‘hakim’dır Muhkem, yani
hükümleri sağlam ve kesindir.Şaşırtıcı, hayret verici. İçlerinden bir adam. Hz. Muhammed (s.a.v.).
Gerçek
bir makam. Güzel bir ödül. Dünyadaki hayatta önceden gönderdikleri iman ve
salih amellerin karşılığı.Gerçekten bu. Yani, peygamber. Muhakkak ki, açıkça bir büyücüdür. Kendi
yalanlarına ve boş iddialarına göre güya Peygamber’in bir büyücü olduğu açık ve
ortadaymış.(!) [1]
Bilindiği
gibi, Mekke döneminde inen sûrelerin ana konusu, tevhid, vahiy ve ahiret günü
diriliştir. Yunus sûresi de buna uygun olarak, vahiy meselesi ile başlıyor.
Yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy indirdiğini vurguluyor:
“Elif, Lam, Ra. Bunlar, hikmetli kitabın âyetleridir.” Bunlar, ayetleri muhkem
(ihtimalsiz olarak hüküm bildiren) ve bir çok hikmetleri içeren Kur’an-ı
Kerim’in âyetleridir. Öyle ki, Kur’an, herşeyi ait olduğu yere koyan anlamında
‘hakîm’ niteliğine layıktır.
“İçlerinden
bir adama (...) vahyetmemiz, insanlara tuhaf mı geldi?” Mek-keliler, Kureyş
kabilesine mensup kulumuz, elçimiz Muhammed’e (s.a.v.) vahiy indirmemize mi
şaşırıyorlar? Ona şöyle vahyetmemiz mi onlara şaşırtıcı geliyor?: “İnsanları
uyar” şirk, küfür ve günaha dayanan hayatın korkunç aki-betinden onları korkut.
“İman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katında gerçek bir makam olduğunu
müjdele.” [2]Rableri
katında güzel bir ödülle karşılanacaklarını müjdele. Bu, Önceden yerine
getirdikleri iman ve salih amellerin karşılığıdır. Ahirette, Rableri ile
buluştukları zaman bu ödülü alacaklardır.
Peygamber
uyan ve müjdeleme görevini yerine getirince kâfirler: “Bunun sözleri açık bir
büyüdür. O bir büyücüdür!” dediler. Bunu söylemelerinin tek nedeni, hakka
yabancılaşmışlıkları, gerçeği kabule yanaşmamaları dır. Yoksa, gerçekten
Peygamberin uyarı ve müjde nitelikli sözlerinin büyü ile bir ilgisi yoktur.
Uyarıcı ve müjdeci Peygamber de büyücü değildir. Onlar şirk, küfür, batıl, şer
ve fesad ehlinin geleneğine uygun olarak isyankârlık ediyorlar, inatla ayak
diretiyorlar; hakka karşı büyüklük hissine kapılıyorlar. [3]
1- Vahiy olarak indirilen kitabın elle tutulur ve gözle görülür şahitliği
ile vahiy inancı pekiştiriliyor.
2- Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
peygamberliği vurgulanarak kendisine vahiy indirildiği isbat ediliyor.
3- Peygamberin üstlendiği görevin uyarı ve müjdeleme olduğu belirtiliyor.
4- İman edip salih amel
işleyenlere, kendileri için Rableri katında büyük ödüller hazırlandığı müjdesi
veriliyor.
5- Kâfirler yalan söylemekten, insanları doğru yoldan saptırmak için kafaları
karıştırmaktan asla vazgeçmezler. Yalan ve sapıklık onların değişmez huyudur. [4]
3- Rabbiniz o Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra
Arş’a istiva etti, işleri yürütür, buyruğunu uygular, yaratıklarını yönetir.
O’nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz Allah budur.
O’na kulluk edin.
Düşünmüyor musunuz[5]
4- Hepinizin dönüşü,
Ofnadir. Bu, Allah’ın gerçek olarak verdiği sözdür. Oy
önce yaratır, sonra inanıp
iyi işler yapanlara adaletle
karşılık vermek için
yeniden diriltir. İnkâr
edenlere gelince,
küfürlerinden dolayı onlara
kaynar sudan bir içki ve acı
bir azap vardır.
5- Güneşi ziya,
(ışık kaynağı) ay’ı
nur eden; yılların
sayısını ve vakitlerin hesabını
bilmeniz için aya
dolaşma konakları düzenleyen
O’dur. Allah, bunları
boş yere değil,
gerçek ile hikmeti uyarınca yaratmıştır. Bilen
bir kavim için
âyetleri açıklamaktadır.
6-
Muhakkak
ki sizin Rabbiniz Allah’tır. Yalnız kendisine kulluk etmeniz gereken biricik
mabud O’dur.
Gökleri
ve yeri yarattı.Altı günde. Pazar, Pazartesi, Salı,
Çarşamba, Perşembe, Cuma günleri.liSonra arşa istiva etti. Şanına
yaraşır biçimde gerçekleşti bu istiva. Bu hususta “nasıl” sorusuna yer
yoktur.Kıyamet günü Allah izin vermedikçe hiç kimse şefaat edemez.
Yine
de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz? inkarcılığınızı, inat-çılığınızı sürdürecek
misiniz?
Sonra
ona iade eder. Yok olduktan ve çürüdükten sonra, kıyamet günü yeniden
yaratır.Kaynar sudan içecek. Yüzleri haşlayacak derecede kaynar su. Güneşi yeryüzünü aydınlatan bir ışık kaynağı
kıldı. Ayı da nur kıldı. Güneşin ışığını ve Ay’ın nurunu yaratan O’dur.O’nun
için duraklar tesbit etti. Bilmeniz için.Güneş ve ay için duraklar tesbit
etmemiz, sizin senelerin sayısını ve hesabım bilmeniz içindir.Sakınırlar.
Allah’ın gazabından ve azabından korkup sakınan-
lar.
Bunun da yolu Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmektir. [6]
Bu
âyetlerde uluhiyet (ibadetin sadece Allah’a ait olduğu) gerçeği anla-tı-lıyor.
Bundan önceki iki âyette, vahiy gerçeği vurgulanmış, îslâm inancındaki yeri
pekiştirilmişti. Yüce Allah buyuruyor ki: “Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde
gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çevirendir.”
Burada Yüce Allah, birşey yaratamayan düzmece ilahları kendisine ortak’ koşan
müşriklerin de tek ilahının, hak mabudunun kendisi olduğunu vurguluyor. Tek ve
ortaksız Rab olan Yüce Allah gökleri ve yeri şu günlerimiz miktarı ile altı
günde yaratmıştır. Çünkü o zaman, şimdiki dünya günleri yoktu.
Sonra
arşa şanına yaraşır bir şekilde istiva etmiştir. Göklerin ve yerin
her
türlü işini evirip-çeviren O’dur. işte kulluk edilmesi, kurbanlar adanması
gereken gerçek ilah O’dur.“O’nun izni olmadıktan sonra, kimse şefaatçi
olamaz.”-Azametinin (büyüklüğünün) yüceliğinden, hükümranlığının görkeminden
hiç kimse, O’nun izni olmadan şefaat etmeye kalkışamaz. Şu halde, bu müşrikler,
belki şefaatçi olurlar diye, şu düzmece ilahlara, putlara neden kulluk
ediyorlar? Değil mi ki, Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyecektir?..
“İşte
Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin.” Bu sıfatlara sahip, bu
celal (azametli) ve kemal (noksan sıfatlardan münezzeh) nitelikleri bulunan
Allah, sizin gerçek Rabbinizdir; sadece O’na ibadet edin. O’nun koyduğu
kurallara uyun ki kullukta olgunluğa ve mutluluğa erişesiniz.“Yine de öğüt alıp
düşünmeyecek misiniz?” Bu ifade, hakkı dinledikleri halde, düşünüp öğüt almayan
müşriklere yönelik bir kınamayı ifade etmektedir. Sizin tümünüzün dönüşü
Onadır.” Öldükten sonra tümünüz O’nun huzuruna varacaksınız. “Allah’ın sözü
bir gerçektir.” Burada, öldükten sonra dirilme gerçeğine dikkat çejdliyor.
Hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız, çünkü O, size bunu söylemiştir ve
O’nun sözü haktır; dolayısıyle siz, kesinlikle O’nun huzurunda hesap vermek
üzere biraraya geleceksiniz, deniliyor.
“İman
edip salih amellerde bulunanlara, adaletle karşılık vermek için.” Burada,
ölümden sonraki hayatın sebebi, gerekçesi açıklanıyor. Buna göre, dünya
çalışma, amel etme yurdudur; ahiret ise, bu çalışmanın karşılığının alınacağı
yerdir. Bu yüzden ölümden sonra diriliş zorunludur, kaçınılmazdır. Bunu inkâr
etmenin anlamı yoktur. Çünkü ilk kez yaratan, öldürüp tekrar yaratmaya da
muktedirdir. Bu O’nun için daha basittir.
“İnkâr
edenlere gelince, küfürleri dolayısıyle, onlar için kaynar sudan bir içki ve
acı bir azap vardır.” Onlar için kaynar bir su ve acı bir azap hazırlanmıştır.
Burada Yüce Allah, kâfirlerin kıyamet günü uğrayacakları azabı bize
hatırlatmaktadır. Bu aynı zamanda, Ölümden sonra dirilişin ve hayatın da gerekçesidir.
Böylece, bundan önce tevhid gerçeği, ondan önce de vahiy gerçeği* anlatıldığı
gibi, şimdi de ölümden sonra diriliş gerçeği dile getiriliyor. Zaten Mekke’de
inen sûrelerin ana fikri saydığımız bu meselelerdir.“Güneşi bir ışık yapan
O’dur.” Sizin için güneşi aydınlatıcı ve “ayı bir nur kılan” O’dur. Ay için
“duraklar tesbit eden O’dur.” Ay, sayısı yirmi sekizi bulan bu duraklar
arasındaki yörüngesinde yüzer. “Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için.”
Bunun sayesinde senelerin, ayların, günlerin ve saatlerin he-sabını
biliyorsunuz. Çünkü hayatınız açısından bunları bilmek son derece önemlidir.
İşte bu yaratma ve yönetme gücüne sahip olan Rab, gerçek mabud-dur. Sırf O’na
kulluk etmek gerekir; ve O’ndan başkasına kulluk etmekten . şiddetle
kaçınmalıdır. Bu ifade, tevhidin (Allah’ın varlığı ve birliğinin) vurgulanması
ve pekiştirilmesi görevini yerine getirmiş oluyor böylece.“Allah, bunları ancak
hak ile yaratmıştır.” Yüce Allah şu dünya hayatını ve şu âlemleri boşuna,
amaçsız yaratmamıştır; ki bir süre sonra yok olsun, çürüsün ve ardından hiç bir
şey gelmesin. Tersine, O, bütün bunları ancak hak ile yaratmıştır. Emir ve
yasaklar koyarak insanları buna göre yargılamak, itaatkârı ödüllendirmek,
günahkârı da cezalandırmak için yaratmıştır. Bunda, ölümden sonra diriliş ve
ceza gerçeğini pekiştirici bir mesaj vardır.“Âyetleri böyle birer birer
açıklamaktadır.” Bu sûrede belirgin olarak gözlemlenen bu ayrıntılı anlatım
tarzı “bilen bir topluluk içindir.” Çünkü sadece onlar uyarılardan ders
alırlar. Cahiller ayrıntılı anlatımdan, belirgin delillerle destekli açıklamadan
yararlanamazlar. “Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde...” uzunluk,
kısalık, aydınlık ve karanlık bakımından birbirlerini izlemelerinde ,
“...Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde...” uzunluk ve kısalıklarda
gökyüzündeki yörüngelerde, yıldızlar ve rüzgârlarda, yağmurlarda, yeryüzünde
yarattığı insanlarda, hayvanlarda, karalarda, denizlerde, nehirlerde, dağlarda
ve vadilerde, “...elbette âyetler (deliller) vardır.” Yüce Yaratıcı’ya, O’nun
yüceliğine, noksanlıklardan uzak oluşuna, gücünün azametine, hükümranlığının
sınırsızlığına ilişkin işaretler vardır göklerde ve yerde. Bu yüzden O’na
sonsuz bir sevgiyle ibadet edilir. O’nun şanı yüce bilinir. O’na karşı derin
bir saygı ve korkuyla kulluk edilir. Sürekli anılır, hiç bir zaman u-nutulmaz;
O’na şükredilir, nankörlük edilmez. O’na itaat edilir, isyan edilmez.Elbette bu
işaretler “korkup-sakman bir topluluk içindir.” Allah’ın olağanüstü
yaratmasını ve sonsuz kudretini belirgin olarak yansıtan âyetleri ancak
Allah’ın ölçülerine riayet edenlerin kavrayabileceklerine özellikle dikkat
çekiliyor. Çünkü onlar ruhlarının berraklığından, kalplerinin ve nefislerinin
temizliğinden dolayı bu âyetleri ve içerdikleri duyuruyu gerçekten görebilir,
gözlemleyebilirler. Şirk ve günah ehline gelince, onlar koyu bir karanlık içindedirler.
Bu yüzden hiç bir şeyi gerçekten göremezler. Böyle bir sapıklıktan Allah’a
sığınırız. [7]
1- İbadetin sadece Allah’a ait olduğu ve O’nun gerçek ilah olduğu bir kez
daha
dile getiriliyor.
2- Ahirette diriliş ve
hesaplaşmanın gerçekleşeceğine ilişkin inanç iyice sabitleştiriliyor.
3- Güneş ve ayın yaratılışındaki hikmet ve bunlar için duraklar tesbit
edilmiş olması; yılların, ayların ve saatlerin bunlarla tespit edildiği
açıklanıyor.
4- Müslümanlara bir çok faydalar
sağlayan gökbilimini ve hesap ilmini öğrenmek de şeriatça teşvik edilmiştir.
5- îlim ve takvanın faziletine ve bu niteliklere sahip
mü’milerin üstün mertebelerine işaret ediliyor. [8]
7- Bizimle buluşmayı
ummayan, dünya hayatına
razı olup onunla rahat
edenler ve bizim
âyetlerimizden gaflet edenler...
8- İşte kazandıkları işlerden
ötürü onların varacakları
yer, ateştir!
9- İnanıp iyi işler yapanlara
gelince, imanlarından dolayı
Rab-leri, onları altlarından
ırmaklar akan nimet
cennetlerine iletir,
10- Onların orada
duası: “Allahım, sen
her türlü eksiklikten uzaksın!”dır. Birbirlerine sağlık
dilekleri: “Selam”dır. Dualarının sonu da:
“Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun!” sözleridir.
Bizimle
karşılaşmayı beklemiyorlar. Kıyamet günü bizimle karşılaşmayı beklemiyorlar,
böyle bir şeyi ummuyorlar.ye dünya hayatına razı oldular. Âhirete karşılık
dünya hayatı- na razı oldular, onu tercih ettiler. Ahireti akıllarına bile
getirmediler.Onunla tatmin oldular. Dünya hayatını iyice benimsediler, o-nun
dışında çaba ile elde edilecek bir hayatın olduğunu göremediler.Habersizdirler.
Âyetlere bakıp üzerlerinde düşünmezler. Onların barınma yerleri ateştir. Bunun
dışında bir barınak bulamazlar. Rableri onları imanlarıyla hidayete erdirir.
Allah imanları sa-yesinde onlara bir nur bahşeder ve bunun aracılığı ile
cennete giden yolu görürler. Onların
oradaki duaları, “Allah’ım sen münezzehsin” dir.Dualarının sonu. Yani son
duaları: “Hamd âlemlerin Rabbı olan
Allah’a mahsustur.” [9]
Önceki
âyetlerde Yüce Allah, vahiy gerçeğini ve olgularım gündeme getirmişti. Şu anda
açıklamasını yaptığımız şu üç âyette ise, Allah ile karşılaşmayı inkâr eden,
sevap ummayan ve azaptan korkmayan, dünya hayatına razı olup onunla tatmin
bulan kimselerle, Allah ile karşılaşmaya, O’nun müjde ve tehditlerine inanan,
dolayısıyle salih ameller işleyen kimselerin akıbetine değiniliyor. “Bizimle
karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin
olanlar...” Dünya hayatmı benimseyip, onunla tatmin olan-
lar
“...ve bizim âyetlerimizden habersiz olanlar...” Allah’ın varlığını, birliğini,
vahyini ve şeriatını isbatlayan kainattaki delillerden ve Kur’an âyetlerinden
habersiz olanlar, bunları görmeyenler, üzerlerinde düşünmeyenler... Onların bu
durumları kendilerini dünyaya iyice kaptırdıklarının, bütün benlikleriyle
dünyaya yöneldiklerinin, yüzlerinin, kalplerinin ve tüm organlarının dünyaya
bağlı olduğunun delilidir. Yüce Allah bunları nasıl bir cezaya çarptıracağını
şöyle açıklıyor: “İşte bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir.”
Zulüm, şer ve fesadın cezası budur.
Buna
karşılık Yüce Allah, kendisi ile buluşmaya inanan, O’nun sevabını uman
mü’minlerin ödülünü de şöyle açıklıyor: “İman edenler ve salih amellerde
bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla” hidayete erdirir, imanlarının
nurunu onlar için yol gösterici kılar ve onları “altından ırmaklar akan,
nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip, iletir.” Cennet nimetleri hem ruhani
hem de cismanidir. Cismani nimetler “subhanekellâhumme “Allahım sen noksan
sıfatlardan münezzehsin” sözü ile elde edilir. Birisi “subhanekella-hum-me”
dediği zaman, canı neyi çekerse, o hemen yanında hazır olur. Cennetin ruhani
nimetleri ise, Allah’ın ve meleklerinin kendilerine yönelik selâmlan ile elde
edilir. “Oradaki dua ve temennileri: “Selam’dır.” Yiyip içtikten sonra
“elhamdülillahi rabbil alemin: Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” derler.
“Oradaki duaları: “Allah’ım, sen yücesin”dir. Dua ederlerken kullandıkları
ifade tarzı budur. “Ve oradaki dua ve temennileri, selam’dır. Dualarının sonu:
Gerçekten hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” [10]
1- Ahireti unutup dünyaya
yönelmekten, dünyanın çekici süslerinin peşine takılmaktan kaçınmak gerekir.
2- Kainattaki deliller üzerinde
düşünmemekten, onlardan gafil olmaktan şiddetle sakınmak bir zorunluluktur.
Çünkü doğru yola erişmenin, sapıklıktan kurtulmanın yolu kainattaki deliller ve
Kur’ani âyetler üzerinde düşünmektir.
3- İman ve salih amel cennetin anahtarıdır; cennete giden yolun
rehberidir.
4- Cennet nimetleri ruhani ve
cismanidir. Bu nimetler şu üç anahtar cümle ile elde edilir:
“Subhanekellâhumme: Allah’ım, sen yücesin.” ... “Oradaki dua ve temennileri:
“Selam’dır.” ... “Dualarının sonu da: “Gerçekten, hamd âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır.” ...Yani, 1- Subhanekellâhumme. 2- Selâm. 3- El-hamdülillahi
Rabbilâlemîn. [11]
11- İnsanların hayrı
acele istemeleri gibi,
Allah da onlara şerri acele
verseydi, süreleri hemen
bitirilmiş olurdu. Ama
biz, bizimle buluşmayı ummayanları
bırakırız da bocalar, dururlar.
12- İnsana bir
darlık dokunduğu zaman,
yanı üzere yatarken, yahut otururken
ya da ayakta
bize yalvarır; ama
biz onun darlığını kaldırınca
sanki kendisine dokunan
bir darlıktan ötürü bize
hiç yalvarmamış gibi
hareket eder. İşte
aşırı gidenlere, yaptıkları iş
böylesine süslü gösterilmiştir.
13- Sizden önce,
zulmettikleri ve peygamberleri kendilerine açık deliller getirdikleri halde
inanmadıkları için nice
nesiller helak etmişizdir. İşte
suç işleyen kavmi
böyle cezalandırırız.
14- Sonra onların ardından bu
dünyada onların yerine sizi geçirdik
ki, sizin de
nasıl davranacağınızı görelim.
Şer,
kötülük... Akıl, beden, mal ve evlad açısından zararlı olan her şey. ‘Hayır’
ise, bunun aksidir: Beden, mal ya da evlat ‘ açısından yararlı olan her şeye
denir.Ecellerine hüküm verilirdi. Olüp-helâk olurlardı.Bırakıp terk ederiz.
Taşkınlıkları, zulümleri ve küfürleri içinde şaşkınca dolaşırlar. Körler gibi,
bir türlü oradan çıkacak yolu bulamazlar.Zarar. Hastalık; bedene, mala ve
evlada zarar veren her şey.
Sanki
bize dua etmemiş gibi yürüdü. Sanki, zararın giderilmesi için bize yalvaran bu
adam değilmiş gibi, küfrünü ve bâtıl davasını sürdürür.Kezalike zuyyine: Böyle
süslü gösterildi. İşte, zararın gideri-N
Uşini isteyerek unutuşu gibi, ölçüyü taşıranlara zulüm ve serde ileri
gitmeleri kendilerine böyle süslü gösterildi.Asırlar. Nesiller. Delillerle.
Davetlerinde doğruyu temsil ettiklerini somut olarak ortaya koyan deliller ile.
Halifeler. Sonra gelenler. Sonra onların helak edilmelerinin ardmdan sizi yeryüzünde halifeler kıldık. [12]
Mekke’de
inen bu sûrenin indiği dönemde, Mekke müşrikleri büyük bir heyecan ve ıstırap
içindeydiler. O kadar ki, üzerlerine azabın bir an önce u> meşini bile
istiyorlardı. Kur’an-ı Kerim’in değişik yerlerinde buna işaret edilmiştir:
“Senden azabın bir an önce gerçekleşmesini isterler. Eğer adı konulmuş bir
süre olmasaydı, bu azaba mutlaka uğratılırlardı.” İşte şu âyet-i kerimede de
aynı hususa dikkat çekilmektedir. “Eğer Allah şerri (azabı)
çabuk-laştırsaydı...” şerri (azabı) istedikleri zaman veya şerri gerektirecek
bir şey, yaptıkları zaman “hayra ulaşmak için çarçabuk davrandıkları gibi...”
bunun sonuçlarını da çabuklaştırsaydı...” mutlaka anında helak olmalarına
hükme-
dilirdi.”
Genel bir yıkıma uğratılırlardi; bu dünyadaki yaşama süreleri sona er-dirilirdi.
“İşte bize kavuşmayı ummayanları biz böylece taşkınlıkları içinde şaşkınca
dolaşır bir durumda bırakırız.” Biz azap hususunda acele etmeyiz; bize
kavuşmayı ummayanları, bizimle buluşmaya, katımızdaki nimetlere ve cehenneme
inanmayanları taşkınlıkları, küfür, zulüm, şer ve fesat içinde şaşkınca
dolaşır halde bırakırız. Nereye gideceklerini, nasıl bir çıkış yolu bulacaklarını
bilemezler. Sapıklık ve körlük içinde bocalayıp dururlar.
Bundan
sonraki âyette ise, bir gerçeğe dikkat çekiliyor. Buna göre, küfür karanlığında
yaşayan, dolayisıyle iman nuruyla aydınlanmayan bir insana hastalık ve
yoksulluk gibi bir zarar dokunduğu zaman, durmadan Rabbine yalvarır; yatar
kalkar “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” der durur. Allah duasını kabul edip de uğradığı
zararı giderince, sanki hasta olan, dolayısıyle dua eden ve duası kabul edilen
kendisi değilmiş gibi, küfrüne, zulmüne ve sapıklığına devam eder. “İşte, haddi
aşanlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” Kâfir insan, az önce dua edip
de duasını kabul eden Rabbini unutma hususunda pek mahir olduğu gibi, zulüm ve
kötülükte haddi aşanların hali de bunun gibidir. Bunlar, içinde yaşadıkları
hayatı adaletli ve hayırlı olarak görürler; bu yüzden zulümlerini,
kötülüklerini ve bozgunculuklarım sürdürürler. “İşte, haddi aşanlara yapmakta
oldukları böyle süslenmiştir.”
“Andolsun,
sizden önceki nesilleri, zulmettikleri için helak ettik!” Bu hitap Mekkelilere
yöneliktir. Yüce Allah tehdit edici bir üslûpla kavimler hakkındaki değişmez
bir yasasına dikkatlerini çekiyor: Bundan önceki çağlarda yaşayan nice
nesilleri zulmektikleri, yani Allah’a ortak koştukları için helak ettiğini,
yani yok ettiğini haber veriyor. Bunlara peygamberler apaçık delillerle
gelmişlerdi, ayetler ve deliller sunmuşlardı; ama onlar şirk ve günah nitelikli
hayata alıştıkları için inanmaktan kaçınmışlardı. Bunun üzerine Yüce Allah,
Ad, Semud ve Medyen halklarını bu yüzden helak etmişti. “İşte biz,
suçlu-günahkâr olan bir topluluğu böyle cezalandırırız!” Biz her zaman ve
mekânda, inanmaya yanaşmayan, kendilerini doğrultmayan suçlu-günahkârları
böyle cezalandırırız, böyle yıkıma uğratırız.“Sonra, nasıl
yapıp-davranacaksınız diye gözlemek için, onların ardından sizi yeryüzünde
halifeler kıldık.” Burada Yüce Allah, Mekkeli müşriklerle birlikte, diğer
insanlara da hitab ediyor ve buyuruyor ki: Sizden önceki nesilleri helak
ettikten sonra, sizi yeryüzüne halifeler kıldık ki, nasıl davrandığınızı
gözlemleyelim; iyi amellerinizi ödüllendirelim ve kötü nitelikli
davranışlarınızıda cezalandıralım. Bu, kulların hayatına hükümran kıldığımız
evrensel bir yasadır. Allah, zalimlerin yapıp, ettiklerinden habersiz
değildir. [13]
1- Yüce Allah’ın kullarına yönelik rahmetinin bir belirtisi de şudur:
Şayet Allah, onların hayır nitelikli isteklerinde olduğu gibi, kendileri için
şer teşkil eden isteklerini de hemencecik yerine getirseydi, mutlaka onları
helak eder ve ömürlerini sona erdirirdi; böylece ölüp giderlerdi.
2- Asiler Allah’a başkaldırır; kâfirler O’nu inkâr ederler. Ama Allah
onları bâtıl esaslı hayatları ve şer nitelikli davranışlarıyla başbaşa bırakır;
tevbe edip Allah’a dönerler diye, onları azaba uğratma hususunda acele etmez.
3- Kâfir insan zora düştüğü zaman, Allah’ı tanır, O’na dua eder, O’na
ya-karır. Fakat Allah onu bu sıkıntıdan kurtarınca, az önce Allah’ı tanıyıp
yaka-ran kendisi değilmiş gibi küfrünü sürdürür.
4- Müşrikler küfür, şer ve fesat noktasındaki ölçü tanımazlıklarını sürdürürler.
Bu durum Allah’ın koyduğu evrensel yasalar düzeni gereği kendilerine süslü ve
çekici kılınmıştır. Bunlar, zor zamanda Allah’a yalvaran, düze çıkınca da O’nu
unutan diğer kâfirler gibidirler.
5- Yüce Allah, şayet tevbe etmeyecek olurlarsa, suçlu-günahkârları er
veya geç azaba uğratacağını vaadediyor.
6- Fert ve toplum olarak bütün insanlara belli bir süre tanınır;
tavırları ve hayat biçimleri gözlemlenir ve sonuçta hayır ve şer nitelikli
amellerinin karşılığı kesinlikle verilir. [14]
15- Onlara açık açık
âyetlerimiz okunduğu zaman,
bizimle buluşmayı
ummayanlar: “Bundan başka
bir Kur’an getir veya bunu
değiştir!” derler. De
ki: “Onu kendi tarafımdan
değiştiremem. Ben sadece bana
vahyolunana uyarım. Şayet
ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından
korkarım.”
16- De ki: “Eğer Allah
düeseydi, onu size
okumazdım ve onu size
hiç bildirmezdi. Ben
vahiyden önce aranızda
bir ömür boyu kalmıştım, böyle
birşey yapmamıştım; düşünmüyor
musunuz?”
17- Uydurduğu yalanı Allah’ın
üzerine atan, yahut
O’nun â-yetlerini
yalanlayandan daha zalim
kim olabilir? Şüphesiz
suçlular asla iflah olmazlar.
18- Allah’ı bırakıp kendilerine
ne zarar, ne
de yarar veremeyen
şeylere tapıyorlar ve:
“Bunlar Allah katında
bizim şefaatçi-lerimizdir!” diyorlar.
De ki: “Allah’ın
göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi
mi Allah’a haber
veriyorsunuz?” O, onların
koştukları ortaklardan uzak ve yücedir.
Bizimle
karşılaşmayı ummazlar. Ölümden sonra dirilişe ve ahirete inanmazlar.Nefsinin
öngörmesi. Nefsinin eğilimi. Onu size bildirip-öğretmezdim. Ondan önce uzun
ömür. Bana vahiy gelmeden önce kırk yıllık bir ömür sürdüm
içinizde.Günahkarlar. Şirk ve günahlarla nefislerini ifsad eden suçlu-günahkârlar.Kullukta
bulunma... Bulunmamanız halinde size hiç bir zarar veremeyecek şeyler.
Ve
onlara fayda vermeyenler. Kullukta bulunmanız durumunda da, size hiç bir yarar
sağlayamayacak şeyler.Ona mı haber veriyorsunuz?! Yoksa siz Allah’a mı
öğretiyorsunuz.
Münezzehtir,
yücedir O.Müşriklerin O’na ortak koştukları putlardan uzaktır. [15]
Sûrenin,
dinin üç temel esasım gönüllere, ardından hayata hükümran kılmaya ilişkin
akışı devam ediyor. Tevhid, Vahiy, ölümden sonra yeniden Diriliş... Yüce Allah
buyuruyor ki: “Onlara âyetlerimiz okunduğunda” bizimle karşılaşmayı ummayanlar,
derler ki: (Burada kastedilenler, ahirette dirilişi inkâr eden kâfirlerdir.
Çünkü, hesaplaşma ve ceza için Allah ile buluşma o gün gerçekleşecektir.)
“Bundan başka bir Kur’an getir!” Getireceğin bu yeni Kur’an, bizim ilahlarımızı
ayıplama, noksanlıkla suçlama olumsuzluğundan uzak olmalıdır. Ya da bu Kur’an
yerinde dursun, ancak canımızı sıkan yerlerini değiştir. Bizi kötüleyen
âyetlerinin yerine bizi kötülemeyen âyetler getir.Müşrikler bu sözleri ya
meydan okumak niyetiyle sarfediyorlar ya da alay etme amacmdadırlar.[16] Ne
var ki, Yüce Allah, Elçisi’ne bunlara nasıl cevap vereceğini öğretmiştir: “De
ki: Benim onu kendi nefsimin bir kabulü olarak değiştirmem benim için olacak
şey değildir.” Benim Kur’an’ı kendi arzularımın doğrultusunda değiştirmem
mümkün değildir. Ben sadece Allah’ın kulu ve rasûlüyüm. Bana vahiy yoluyla
bildirilenden başkasına uymam. “Eğer Rab-bime isyan edersem” sözünü değiştirme
cürmünü işlersem “gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım.” Kıyamet
gününün azabından korkarım.“De ki: Eğer Allah dikseydi, onu size okumazdım ve
onu size bildirmezdi.” Müşriklerin taleplerine karşılık olarak de ki: Eğer
Allah bu Kur’an’ı size okumamı dilemeseydi, ben onu size okumazdım. Ve onu size
bildirmezdi. Yetki bütünüyle O’nun tekelindedir. Ben O’na karşı çıkamam,
buyruğunu çiğneyemem. Benim doğru söylediğimin delili de şudur: Ben sizin
içinizde kırk yıllık bir ömür sürdüm. “Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?!”
Size söylediğim sözlerin ve gözlerinizin önüne serdiğim delillerin anlamı
üzerinde durup düşünmeyecek misiniz?!Bundan sonraki âyet-i kerimede ise, ortak
koşmak suretiyle Allah’a karşı yalan söyleyen, O’nun âyetlerini yalanlayan,
O’nun ayetlerini inkâr eden suçlu günahkârlara ağır bir tehdit
yöneltilmektedir: “Allah’a karşı yalan uydurup iftira edenden daha zalim
kimdir!..” Daha zalimi olmaz. “O’nun âyetlerini yalanlayandan” daha zalim kim
vardır!.. Bunlardan daha zalim kimse yoktur.“Şüphesiz O, suçlu-günahkârları kurtuluşa
erdirmez.” Bu ifade, öncelikle işaret edilen kimselerin suçlu-günahkârlar
olduklarım, dolayısıyla her suçlu-günahkâr gibi kurtuluşa erdirilmeyecekleri
bildiriliyor. Kurtulamayacaklarına göre, büyük bir hüsrana uğrayac aklar
dır.“Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak
şeylere kulluk ederler.” Putlara kullukta bulunurlar. “Ve, bunlar Allah katında
bizim şefaatçilerimizdir, derler.” Bu sözleri yalandan, bir iftiradan başka bir
şey değildir. Bu yüzden Yüce Allah, Elçisine şu direktifi veriyor: “De ki: Siz,
Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz?!.” Çünkü,
eğer O’nun katında şefaatçiler olsaydı, bunları bilecek ve haber verecekti. Siz
yalan söylüyorsunuz ve iftiralar düzüyorsunuz.Ardından Yüce Allah, şirkten ve
ortaklardan münezzeh olduğunu vurguluyor ve şöyle buyuruyor: “O, onların ortak
koştuklarından uzak ve yücedir.” [17]
1- Hatırlatmave eğitim amacı ile Kur’an âyetlerini insanlara okumak, insanları
Allah’a daVet etmenin, davet metodunun bir parçasıdır.
2- Müşriklerin inatçılıkları, inkarcılıkları ve böbürlenmeleri
açıklanıyor.
3- Hz. Peygamberin kırk yıl boyunca okuma-yazma namına hiç bir şey bilmemesi,
sonra olağanüstü bir bilgi ve marifetle öne çıkması, O’nun vahiy alan bir
peygamer olduğunun bir delilidir.
4- Allah’a karşı yalan uydurandan ve Allah’ı yalanlayandan daha zalim
kimse yoktur.
5- Müşriklerin, “Bizim ilahlarımız kıyamet günü Allah katında şefaat edeceklerdir.”
şeklindeki iddiaları bâtıl ve asılsızdır.
6- Müşriklerin düzmece ilahlara ibadet etmelerinin sebebi, onların kendileri
için şefaat edeceklerini ummalarıdır. [18]
19- İnsanlar bir tek
milletten başka bir
şey değildi; ama ayrılığa düştüler.
Eğer Rabbinden bir
söz geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri
konuda hemen aralarında
hüküm verilir işleri bitirilirdi.
20- “Ona Rabbinden bir mucize
indirilmeli değil mi?” diyorlar. De ki:
“Gayb Allah’ındır; görülmeyeni bilen
O’dur. Bekleyin; ben de
sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
Bir ümmet. Aynı dine (İslâm’a) bağlı tek bir
ümmetr%irlik içinde tek toplum. İhtilaf ettiler. Anlaşmazlığa düştüler; bir
kısmı tevhide bağlı kalmaya devam etti, bir kısmı ise şirke saptı.Geçen kelime.
Ecelleri gelinceye kadar bekletilmeleri ve kıyamet günü cezalandırılmaları
yönünde daha önce bir hüküm verilmemiş olsaydı. Geçen kelimeden maksadın;
Allah’ın adaleti gereği insanlara kendi iradeleriyle yaptıklarına göre muamele
edeceğine dair hükümdür.Âyet, delil, işaret. Salih peygamberin devesi gibi bir
mucize ile desteklenseydi ya!..
Gayb
ancak Allah’ındır. Mucizenin ne zaman geleceğine ilişkin bilgi gaybın
kapsamındadır. Gaybı bilmekse, Allah’ın tekelindedir. Gaybı ne ben, ne de siz
bilirsiniz. Şu halde bekleyed-urun; ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. [19]
Yüce
Allah elçisine, tarihi bir gerçekten sözediyor. Bu gerçeği bilmek insanın
sabır ve tahammül gücünü artırır: “İnsanlar bir tek ümmetten başka değildi.”
Geçmişte insanlar fıtrat dini, tevhid dini İslâm’a bağlı bir tek ümmetti. Sonra
insan ve cin kökenli şeytanlar, bidatlar, heva ve heves kaynaklı âdet ve
inanışlar, şirk nitelikli tapınmalar icad ettiler. Bunun sonucunda anlaşmazlığa
düştüler. Bir kısmı iman ve tevhid çizgisine bağlı kalmayı sürdürdü; diğer bir
kısmı ise, küfrü, şirki ve sapıklığı tercih etti.“Eğer Rabbinden geçmiş bir söz
olmasaydı...” Yüce Allah tarafından önceden verilen söz şudur: Küfre sapan
fertleri ve toplulukları azaba uğratma hususunda acele edilmeyecek, bilakis,
ecelleri dolana kadar durumları ertelenecektir ve cezaiandırılmaları da
kıyamet gününe bırakılacaktır. Eğer bu söz olmasaydı (ki, âyet-i kerimede şu
şekilde ifadesini bulmaktadır: “Andolsun cehennemi seninle (şeytan ve nesli) ve
insanlar içinde sana uyanlarla dolduracağım.”) azap acele olarak tepelerine
indirilirdi; kâfirlerin yıkıma uğratılma-larına ve mü’minlerin kurtulmalarına
hükmedilirdi.Bundan sonraki âyette ise, Yüce Allah müşriklerin şöyle
dediklerini haber veriyor: “Rabbinden sana bir âyet indirilse ya!” Muhammed’e
de Rabbinden bir mucize indirilmeli değil mi? O zaman onun peygamber olduğunu
bilir, doğru sözlülüğüne ilişkin apaçık bir kanıt edinmiş oluruz... Onlar, âyet
derken, azabı kastediyorlardı. Bu yüzden Yüce Allah Elçisine, şu karşılığı
vermeşini emrediyor: “De ki: Gayb yalnızca Allah’ındır.” Azabın tepenize ne zaman
ineceğini ancak O bilir. Dolayısıyle “siz bekleye durun; ben de sizlerle
birlikte bekleyenlerdenim.” Nitekim uzun süre beklemeleri gerekmedi ve Bedir
günü üzerlerine azap çöküverdi ve Allah’ın azabını alaya alan büyükleri ve
liderleri helak oldu. [20]
1- Kainattaki yasalar düzeninde ve insan hayatında tevhid asıldır. Şirk
ise sonradan ortaya çıkmış bir durumdur.
2- Şer ve şirk ümmet içinde ihtilafa, ayrılığa sebep olur. Ama tevhid ve
hayır, anlaşmazlığa, savaşa ve ayrılığa sebep olmaz.
3- Zulüm ve şirk ehlinin ecelleri gelene kadar zulümlerini ve şirklerini
sürdürmelerine izin verilmesinin sebebi açıklanıyor.
4- Gaybin bilgisi Allah’ın katındadır. Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez.
Bir de Allah’ın gayba ilişkin kimi bilgiler öğrettiği kimseler, öğrendikleri
kadarıyla bilirler. Bu ise sadece ümmetlerine karşı ellerinde bir delil olsun
diye, peygamberlere ve Allah’ın dilediği kimselere tanınmış bir ayrıcalıktır. [21]
21- Kendilerine dokunan bir darlıktan
sonra insanlara bir rahmet, sağlık
ve bolluk zevkini
tattırdığımız zaman bakarsın
ki, yine onların, âyetlerimiz hakkında
bir tuzağı vardır.
De ki: “Allah
daha çabuk tuzak
kurar!
22- Sizi karada ve
denizde yürüten O’dur.
Gemide olduğunuz zamanı düşünün:
Gemiler, içinde bulunanları
hoş bir rüzgârla alıp götürdüğü
ve yolcular bununla
sevindikleri sırada, birden gemiye şiddetli
bir kasırga gelip
de, her yerden
gelen dalgalar onları sardığı
ve artık kendilerinin
tamamen kuşatıldıklarını, bir daha
kurtulamayacaklarını
sandıkları zaman, dini,
yalnız Allah’a halis kılarak
O’na şöyle yalvarmaya
başlarlar: “Andolsun, eğer bizi
bundan kurtarırsan, şükredenlerden olacağız!”
23- Ama Allah onları
kurtarınca hemen yeryüzünde
haksız yere taşkınlık yaparlar.
Ey insanlar. Taşkınlığınız kendi
aleyhi-nizedir. Sadece şu
yakın geçici hayatın
zevkinden ibarettir. Sonra
dönüşünüz bizedir; size
bütün yaptıklarınızı haber veririz.
Rahmet
olarak. Kuraklıktan sonra bir yağmur veya hastalıktan sonra sağlık ya da
yoksulluktan sonra zenginlik.Zarar. Hastalık, kuraklık ve yoksulluk gibi bir
zarar hali.Âyetlerimizde hile tuzak. Âyetlerimizi alaya alır, onları yalanlar.Bizim
elçilerimiz. Koruyucu melekler.
Sizi
yürütür. Binekler ve hazırladığı diğer sebepler aracılığı ile sizi gezdiren
O’dur.Güzel rüzgarla. Hoş rüzgâr; selâmet rüzgârı. Gemilerin seyrır seferine
uygun ve diledikleri yere varmalarına elverişli biçimde esen rüzgâr.Çılgınca
bir rüzgâr; dağları yerinden söken, binaları yerle bir eden kasırga.Ve onlar
kuşatıldı. Ölüm ve helak her taraftan onları kuşatı-vermiştir.
Haksızca
isterler. Hakkı ve adaleti bir kenara bırakarak yeryüzünde zulüm işlerler. [22]
Sûrenin
akışı içinde, Mekkeliler, bir kez daha Allah’ın birliğine, O’nun Elçisine ve
ahirete inanmaya davet ediliyor: “İnsanlara (bu arada Mekkeli kâfirlere)
şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman...”
rahmetimizden tattırdığımız zaman... Yani, kuraklıktan sonra yağmur,
yoksulluktan sonra zenginlik ve hastalıktan sonra sıhhat gibi, bir müddet
şiddetli bir sıkıntı çektikten sonra, rahat bir nefes aldıkları zaman, beklenmedik
bir biçimde, Allah’ın âyetleri hakkında hile düşünürler; Allah’ın ayetleri ile,
bu âyetleri tebliğ eden Elçi ile alay ederler, onları yalanlarlar. “De ki: Tuzak
kurmada Allah daha hızlıdır.” Ey Rasûlüm! Şu düzenbaz müşriklere de ki:
Tuzakları boşa çıkarmak bakımından Allah sizden daha hızlıdır. İleride size
yönelik tuzakların sonuçlarını size gösterecektir. Sizi dünyada rezil edecek,
alçaltacaktır. Küfrünüzün cezasını bütünleyici olarak ahirette de sizi korkunç
bir azaba çarptıracaktır. “Şüphesiz, bizim elçilerimiz, sizin geliştirmekte
olduğunuz düzenleri yazmaktadırlar.” Bu ifade, Yüce Allah’ın onlar hakkında düzen
kurduğunu pekiştirici niteliktedir. Çünkü meleklerin, onların geliştirmekte
oldukları düzenleri yazmaları, Yüce Allah’ın onlar hakkında bir tuzak kurduğunun
delilidir. Yüce Allah’ın onları bu hileli düzenlerinden dolayı cezalandırmak
istediğinin ifadesidir.Bundan sonraki âyette ise, müşriklerin zayıflıkları,
çaresizlikleri ve Yüce Allah’a ne kadar muhtaç oldukları, onların hayatından
bir örnekle gözler önüne seriliyor... Durumları bundan ibaret olanlar, nasıl
Rab ile alay edebilirler; O’nun ayetlerini dillerine dolayıp Peygamberini
yalanlayabilirler!?! Hiç kuşkusuz, onların durumları hayret uyandırıcıdır. Bu
bağlamda Yüce Allah buyuruyor ki: Sizin, âyetleri hakkında tuzaklar kurma
peşinde koştuğunuz Allah’tır ki, sizi karada develer, atlar ve diğer araçlarla,
denizde ise gemiler içinde gezdirir, dilediğiniz yere gitmenizi sağlar... Hatta
siz deniz üzerinde gemiyle seyahat ederken, geminin rahatlıkla hareket etmesine
ve dilediği yere kolaylıkla varmasına elverişle bir rüzgâr eser ve siz de, her
deniz yolcusu gibi büyük sevinç duyarsınız. Çünkü yolcular, gemilerini
sarsmayan, korkulu anlar yaşatmayan hafif rüzgârları severler... Sonra gemi,
korkunç bir rüzgâra tutulur, yolcular bu şiddetli rüzgârın gemilerini alabora
(devirmesinden) etmesinden korkarlar. Geminin yolcuları durumundaki kâfirler,
dört bir yandan dağlar büyüklüğündeki dalgaların hücumuna uğrarlar. O sırada
her bir yandan ölüm tarafından kuşatıldıklarını düşünürler. İşte bu durumda
sözkonusu kâfirler, “dinde O’na gönülden katıksız bağlılar olarak Allah’a dua
etmeye başlarlar.” Ya Rab! Ya Rab! Bizi kurtar!.. Bu arada söz de verirler:
“Andolsun eğer bundan” bu ölüm tehlikesinden “kurtaracak olursan, muhakkak
sana şükreden-lerden olacağız!” Sana itaat edeceğiz, bize yönelik nimetlerini
itiraf edip seni bir ve ortaksız bileceğiz; düzmece ilahlara kulluk etmekten
vazgeçip tek ve ortaksız ilah olarak sırf sana ibadet edeceğiz!..
Böyle
deyip yakaranları Allah, içine düştükleri durumdan kurtarınca, beklenmedik bir
şekilde yeryüzünde haksız yere taşkınlığa koyulurlar. Şirk, küfür, zulüm ve
fesada yönelmiş bir hayat tarzı tuttururlar. Eski hallerine dönerler.
Dolayısıyle onlar yalancılardır. Ayetin devamında Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinİzedir; bu dünya
hayatının geçici menfaatidir.” İster mutluluk verici olsun, ister bedbahtlığa
yol açsın, bu dünya hayatının geçici menfaatidir. “Sonra dönüşünüz bizedir.”
Başkasına değil, kıyamet günü bize döneceksiniz. “Biz de yaptıklarınızı size
haber vereceğiz.” İşlediğiniz hayır ve serleri gözlerinizin Önüne sereceğiz;
ardından sizi ceza yurdunda, adalet ilkesine uygun olarak cezalandıracağız. [23]
1- Kim tuzak kurarsa, Allah da ona karşı tuzak kurar. Tuzak kurmada Allah
daha hızlıdır. O’nun tuzağı daha etkili ve daha çok zarar vericidir.
2- İnsan zayıftır ve Allah’a muhtaçtır. Hayatını korumak ve eceli gelene
kadar varlığını sürdürmek bakımından Allah’a ihtiyacı vardır.
3- Kulun zorluk anında, dini Allah’a Özgü kılmak suretiyle, içtenlikle
sırf
O’na
dua etmesi gösteriyor ki tevhid asıldır; şirk ise, insana sonradan bulaşmış
bir zihniyet sapmasıdır.
4- İlk çağlardaki müşriklerin durumu, bu ümmetin içindeki cahillerin durumundan
daha iyidir. Çünkü rahat zamanda şirk koşsalar bile, zorluk anında dini
bütünüyle Allah’a Özgü kılarlardı. Oysa bugün müslüman topluluklar içindeki
cahillerin şirki, hem rahat zamanda, hem zor zamanda sürebiliyor.
5- İnsanın taşkınlığı, sonunda kendisine zarar verir. Kurduğu tuzak sonunda
kendi başına geçer. Bir hadiste şöyle buyuruluyor: “Şu üç şey sonunda sahibine
döner: Taşkınlık, tuzak ve ahdi bozma.”
6- Bu arada ölümden sonra diriliş ve kıyamet günü hesaplaşma gerçeğine
bir kez daha dikkat çekiliyor. [24]
24- Şu yakın hayat, tıpkı gökten
indirdiğimiz bir suya
benzer: İnsanların ve hayvanların
yediği arz bitkisi
o su ile
karıştı. Nihayet yer ziynetini
takınıp süslendiği ve
halkı da onun
ürününür devşirmeye kadir olduklarını
zannettikleri sırada birden
buyruğumuz ona
süslenip
şenlenmemiş gibi, onu biçilmiş yaptık; süsünü, zenginliğini biçtik, yok ettik.
İşte biz düşünen bir toplum için ayetleri böyle
geniş geniş açıklarız.
25- Allah, esenlik yurduna çağırır
ve dilediğini doğru bir yola iletir.
Dünya
hayatının örneği. Kendisine uygun, kendisi ile bütünleşen sıfatı.
Su.
Bir yağmur suyu.
Onunla
karıştı. Ondan dolayı yeryüzünün bitkileri birbirine karışır.
İnsanların
yediklerinden. Meyve ve sebze türlerinden.
Ve
hayvanlar. Hayvanların yediği otlar ve yeşilliklerden. Hayvanlar arpa ile de
beslenirler.
Onun
süsü. Dünyanın gözalıcılığı, çekici süsü. Ve süslendiğinde. Çiçeklerle
süslendiğinde.
Ve
ehli ona gücü yettiğini zannetti. İnsanlar o konunun gerçekleşmesinin mutlak
olduğuna inandıklarında; ürün elde etmeğe elbet muktedir olduklarım
zannettiklerinde.
Ona
emrimiz geldi. Ahaliye bir ceza olarak ekinlerin yok edilmesine, yerlebir
edilmesine ilişkin hükmümüz yürürlüğe girer.
Kökünden
biçilmiş, daha önce burada herhangi bir şey yokmuş gibi.
Sanki
dün herhangi bir zenginliği yokmuş gibi. Ayetleri birer birer açıklarız.
lAllah
barış yurduna çağırır. Barış yurdu cennettir. Allah kullarını oraya davet eder
ki, oraya girmek için hazırlık yapsınlar; inanıp salih ameller işlesinler, şirk
ve günahlardan kaçınsınlar. [25]
Sûrenin
akışı içinde, insanlara Yüce Allah’ın yol gösterici duyurulan su-
nuluyor;
belki doğru yolu bulurlar diye, âyetler birer birer açıklanıyor. Burada Yüce
Allah, gafillerin üzerine üşüştükleri, karşılığında ahiretlerini sattıkları,
onu elde etmek için yalan söyledikleri, başkalarına zulmettikleri dünya hayatının
mahiyetini bir örnekle gözler önünde canlandırıyor. Dünyanın göz kamaştırıcı
parlaklığı güzelliği ve aldatıcı cazibesi gökten inen bir suya benzer; bitkiler
bu sudan içer ve gelişir, rengârenk çiçekler açar, güzellikleri gözka-maştıncı
olur. Türlü meyveler ahaliyi sevince boğar. Öyleki ahali sonsuza dek bunlardan
yararlanacaklarını, bunlar aracılığı ile kurtulacaklarını sanır. Ve ansızın
Allah’ın hükmü devreye girer,
Bundan
sonraki âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah barış yurduna çağırır.”[26]
Şirki ve günahları terketmek ve salih amellere yönelmek suretiyle sizi cennete
çağırır. Cennette sıkıntı, ıstırap, hastalık, yaşlılık, ölüm ve hüzün yoktur.
Sapıklık davetçileri ise, mahiyeti az önceki örnekte somut olarak gözler önüne
serilen dünyaya çağırırlar. Kuşkusuz dünya, Kur’an’ın verdiği bu çarpıcı
örnekte de görüldüğü gibi keder ve ıstırap yurdu, hüzün ve acılar diyarıdır.
Şu halde hangi davet kabul edilmeye daha layıktır? “...ve kimi dilerse dosdoğru
yola yöneltip-iletir.” Yani hidayet yolunu seçenlere fazladan ikramda ve
yardımda bulunur. Öyleyse, doğrulukla O’ndan hidayeti talep edilmeli. Çünkü,
sadece O, insanları doğru yola iletir. Doğru yoldan kasıt, cennete giden yol,
yani İslâm’dır. İslâm, cennete açılan kapının merdiveni konumundadır. Allah
bize, İslâm’a bağlılığı, bu yolda sebat etmeyi nasip etsin. [27]
1- Dünya hayatınm gerçek mahiyeti, göz alıcılığı ve hızla tükenip zeval
buluşu çarpıcı bir tablo ile canlandırılıyor.
2- Dünyaya kanmaktan, ona bel bağlamaktan şiddetle kaçınmak gerekir.
3- Mutsuzluğun ve nimetlerin yokoluşunun baş sebebi olan günahlardan uzak
durmak lazımdır
4- Düşünmek ve düşünürlerin fazileti büyüktür.
5- Yüce Allah’ın kullarını barış yurduna, nimetlerim sunmak için davet etmesi,
onlara yönelik lûtfunun ve rahmetinin ifadesidir. [28]
26- Güzel davrananlara daha
güzel karşılık ve
fazlası var. Onların yüzlerine
ne bir kara
bulaşır, ne de
horluk. İşte onlar cennet halkıdır; orada
ebedi kalacaklardır,
27- Kötü işler yapanlara da yaptıkları
kötülüğün aynen cezası verilir. Ve
onların yüzlerini bir
horluk kaplar. Onları
Allah’tan kurtaracak hiç kimse
yoktur. Sanki yüzleri,
karanlık geceden parçalara bürünmüştür. İşte
onlar da ateş
halkıdır; hep orada kalacaklardır.
28- O gün onları
hep bir araya toplarız;
sonra ortak koşanlara: “Haydi
siz ve koştuğunuz
ortaklar yerlerinize!”
deriz. Artık (putlarıyla) aralarını
açmışızdır; dünyadaki gibi
aralarında bir bağ kalmamıştır. Koştukları
ortaklar: “Siz bize
tapmıyordunuz.” demektedirler.
29- “Şimdi bizimle sizin
aranızda Allah’ın şahit olması yeter; doğrusu biz
sizin bize tapmanızdan
tamamen habersizdik!”
30- İşte orada her
can, geçmişte yaptıklarını
dener; yaptıklarının yararını
ve zararını görür.
Gerçek sahipleri olan
Allah’a döndürülürler ve uydurdukları şeyler,
kendilerinden kaybolup
gider.
Güzel
ve fazlalık.Güzellik maksat cennet.Fazla maksat ise,Yüce Allah’ın yüzüne
bakmaktadır.Yüzlerine karartı bürümez.Bir hüzün ve gam bulutu.“Seyyie“nin
çoğul.Kötülükler.Şirk ve ğünah gibi nefse kötülük kazandıran
şeyler.Yerinizde.Yerinizden bir tarafa ayrılmayın. Olduğuz yerde durun. Aralarını
açmışızdır.Orada.Her nefis imtihana çekilmiş olacak.Geçen. Önceden
yaptıkları.Yalan yere uydurdukları kendilerinden uzaklaşmıştır. [29]
Bundan
önceki âyette Yüce Allah, barış ve esenlik yurduna (cennete) davet ettiğini
vurguladı; şimdi ise, çağrısına olumlu ve olumsuz cevap verenlerin alacağı
karşılığı açıklıyor. Güzel davrananlar, iyilik yapanlar, iman edip Allah’a
kulluk edenler, koyduğu kanunlara uyanlar, ibadette, rablikte, isim ve sıfatta
Allah’ı bir ve ortaksız bilenlerin ödüllerinin güzellik, yani cennet olacağını,
bir de ek bir ödül olarak, barış ve esenlik yurdunda Allah’ın cemaline bakacaklarını
bildiriyor. Ahirette yeniden diriltildikleri zaman bunların yüzlerini karartı
ve zillet salıvermez. Ama Allah’ın çağrısına olumlu karşılık vermeyenler bu
durumdan kurtulamazlar. Yüce Allah çağrısına olumlu karşılık verenlerin
mükâfatını şöyle açıklıyor: “İşte onlar cennetin halkıdırlar. Orada süresiz
kalacaklardır.” Daveti hafife alan ve yüz çeviren, iman çağrışım reddeden küfür,
şirk ve günah nitelikli hayatı sürdürmede inatçı bir tutum sergileyenlerin
cezası da şu ifadelerle dikkatimize sunuluyor: “Kötülükler kazanmış olanlar
için ise: Bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir.” Yani kötülük
miktarıncadır. Şirk ve günah işlemek suretiyle kötülük kazanan ve böylece
nefislerini iğrençliğe ve pisliğe yöneltenlerin cezası cehennemdir. Kıyamet
meydanında kendilerini zillet sarıp, kaplar. Hiç kimse, onları Allah’a karşı
savunamaz. Kimse onları Allah’ın azabından koruyamaz. Kapkara yüzlerini,
karanlık geceden bir parça sarıvermiş gibidir. “İşte bunlar ateşin
halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” Böylece akibetleri kesin ve sert
ifadelerle belirtiliyor. Allah korusun. Sürekli ateşte kalma, hiçbir zaman çıkmama
cezasıdır bu.
Bundan
sonraki âyetlerde ise, insanların kıyamet günü toplanmalarına ilişkin bir sahne
canlandırılıyor. Bu sahne ile güdülen amaç, ahiret gününe ilişkin inancı
pekiştirmedir. “O gün, onların tümünü bir arada toplayacağız.” Kıyamet meydanında
tümünü biraraya getireceğiz. “Sonra şirk koşanlara di Güzel ve fazlalık.
Güzellikten maksat cennet. Fazladan maksat ise, Yüce Allah’ın yüzüne
bakmaktır. Yüzlerini karartı bürümez. Bir hüzün ve g£jn bulutu. “Seyyie”nin
çoğulu. Kötülükler. Şirk ve günah gibi nefse kötülük kazandıran
şeyler.Yerinizde. Yerinizden bir tarafa ayrılmayın. Olduğunuz yerde yeceğiz ki:
(Bir takım düzmece İlahlara kulluk sunmak suretiyle şirk işleyenlere deriz
ki:) “Siz de, şirk koştuklarınız da, yerinizden ayrılmayın!Sonra Yüce Allah,
onları, suçlan oranında birbirinden ayınr. “Artık onların arasını açmışızdır.”
Hiç kuşkusuz, müşrikler, kıyamet meydanında Yüce Allah’a şöyle demişlerdir: Ey
Rabbimiz! İşte bunlar, senin dışında ibadet ettiğimiz ortaklarımızdır.” Bu
bakımdan Yüce Allah onlara şu cevabı veriyor: “Şirk koştukları şeyler derler
ki: Siz bize ibadet ediyor değildiniz.” Çünkü biz sizi işitmiyor, duymuyorduk.
Üstelik, bize ibadet edin, diye size emir vermedik. Bu sözleri, Allah’ın
dışında kendilerine ibadet edilen, her türden düzmece ilahlar söyler. “Bizim
ile sizin aramızda şahid olarak Allah yeter.” Allah’a an-dolsun ki “biz, sizin
ibadetinizden habersizdik.” Hiç bir şekilde, sizin bize yönelik ibadetinizin
farkında değildik.“İşte orada...” o korkunç ortamda “her nefis önceden
yaptıklarıyla imtihana çekilmiş olacaktır.” Dünyada işledikleriyle
sınanacaktır. Bu amellerinin kendisi için yararlı mı, yoksa zararlı mı olduğunu
anlayacaktır.“Ve onlar asıl gerçek mevlaları (dostları) olan Allah’a
döndürüleceklerdir. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup
uzaklaşacak.” Böylece kendilerini mevlalarının, tek yetkili maliklerinin ve
gerçek mabudlarının (ibadet ettiklerinin) huzurunda bulurlar. İnkar
edegeldikleri, hükmünü tanımadıkları, elçilerini ve âyetlerini yalanladıkları
Allah’ın huzurunda hesaba çekilir halde bulurlar kendilerini. Uydurdukları
yalanlar, hurafeler ve saçma sapan anlayışlar yok olacaktır. İlah diye
tanımladıkları ve ibadet ettikleri putlar gözlerden kaybolacaktır. O saatte
pişman olacak, ama pişmanlık fayda etmeyecektir. Cezalarını ise, hafsalaları
almayacaktır. [30]
1- Güzelliğin, iyilik yapmanın fazileti ve buna bağlı olarak söüüçta elde
edilen güzel ödül açıklanıyor.
2- Kötülüğün olumsuzluğu ve sonuçta yaşanan hasret, pişmanlık ve kaçınılmaz
hüsrana dikkat çekiliyor.
3- Apaçık bir sahne ile diriliş ve ceza gerçeği bir kez daha
pekiştiriliyor.
4- Kıyamet günü, Allah’ın dışında kendilerine ibadet edilenler, bu
ibadetle ilişkilerinin olmadığını ilan ederler. Melek, insan, cin, ağaç veya
taş olsun, kullukta bulunulan her bir şey, kendisine ibadet eden kimseden uzak
olduğu-
nu
söyler ve buna Allah’ı şahid gösterir.
5- Kıyamet sahnesinde her nefis, kendi elleriyle hazırladığını, önceden
takdim ettiğini, sonradan gönderdiğini öğrenir ve önceden yaptıklarıyla imtihandan
geçirilir ve böylece neler yapıp-ettiğinİ öğrenir. Ama bu öğrenmenin kendisine
bir faydası olmayacaktır. [31]
31- De ki: “Sizi gökten
ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da kulakların ve
gözlerin sahibi kimdir? Ölüden
diriyi; diriden Ölüyü kim
çıkarıyor? Kim buyruğunu
yürütüyor kainatı yönetiyor?” “Allah.” diyecekler.
“O halde sakınmıyor musunuz?11 de.
32- İşte sizin gerçek
Rabbiniz Allah budur.
Gerçekten sonra sapıklıktan başka
ne var? Öyleyse
nasıl hak’tan sapıklığa çevriliyorsunuz?
33- Böylece Rabbinin,
yoldan çıkanlar için
söylediği, “Onlar
inanmazlar.” sözü, gerçekleşti.
Semadan.
Gökten yağmur indirerek.Yerden bitki, hububat ve çeşitli ürünler bitirerek.
Ya
da kulakların ve gözlerin sahibi kim? Sizin kulaklarınıza ve gözlerinize sahip
olan. Dilerse onları yerinde bırakan, dilerse ortadan kaldıran.Diriyi Ölüden
kim çıkarır. Diri cisimden de ölü cismi çıkaran kimdir?Ve işleri idare eden
kim? Hayat, ölüm, sağlık, hastalık verme ve mahrum etme gibi yaratıkları
ilgilendiren işleri kim düzenliyor?Sakınmaz mısınız? Allah’tan korkup-sakınmaz
mısınız? O’na şirk koşmaktan, emir ve yasaklarına karşı koymaktan vazgeçmez
misiniz?Nasıl çevriliyorsunuz? Gerçeği, yani Allah’tan başka ilah olmadığını
anladıktan sonra, nasıl hâlâ ondan çevriliyorsunuz?Gerçek. Gerçekleşti.Onlar
şüphesiz iman etmezler. Çünkü artık tevbe edemeyecek bir durumdadırlar. [32]
Sûrenin
akışının bu bölümünde de, tevhid esaslı inanç sisteminin zihinlere ve hayata
hükümran kılınması amaçlanıyor. Bu meyanda Yüce Allah elçisine şu buyruğu
veriyor: Ey Rasûlüm! Belki arılarlar diye, şu müşriklere “De ki: Göklerden ve
yerden size rızık veren kimdir?” Yağmur yağdırmakla, bitki, hububat, sebze ve
meyvalar bitirmekle, böyle türlü ürünle size rızık veren kimdir? Onlara de ki:
“Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?” Sizin kulaklarınızın ve gözlerinizin
sahibi kimdir? Ki dilerse onları size bağışlar, yararlanmanıza izin verir.
Dilerse, onları elinizden alır, kör ve sağır olursunuz. “Diriyi ölüden çıkaran
kimdir?” (Yumurtadan civciv çıkarmak gibi.) “Ve ölüyü diriden çıkaran kimdir?”
(Tavuktan yumurtayı, çekirdekten hurmayı ve hurmar dan çekirdeği çıkarmak
gibi.) “Ve işleri evirip-çeviren kimdir?” Göklerde ve yerdeki gelişmeleri
yönlendiren kimdir? Kimdir
bunları
yapan, planlayan sadece Allah’tır, neden O’ndan korkup sakınmıyorlar? Niçin
O’nu tek ve ortaksız bilip şirkten vazgeçmiyorlar? Niçin Allah’tan
korkmuyorlar?
“İşte
bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır.”[33]Sizi
gökten ve yerden rızıklandıran, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkaran, işleri
evirip-çeviren Allah, sizin gerçek Rabbinizdir. Ondan başka Rabbiniz yoktur. O
halde “haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ
çevriliyorsunuz?” Hakkı bilip tanıdıktan sonra nasıl, haktan bâtıla
çevriliyorsunuz?! Hiç şüphesiz bu hayret verici bir tutumdur!
“Böylece
Rabbinin sözü o fasık kimseler üzerinde şöyle gerçekleşmiştir ki: Onlar
şüphesiz iman etmezler.” Nasıl, müşriklerin haktan sapmaları bir gerçeklikse,
Rabbinin sözü de gerçekleşmiştir. Şöyle ki: Allah fasıklar topluluğunu
hidayete erdirmez. Onlar doğru yolu bulamazlar... Çünkü kul, şer ve fesatta
aşırı gidince, şerri ve fesadı bir alışkanlık, bir huy haline getirince, öyle
bir hale gelir ki, geri dönmesi, bu halinden vazgeçmesi beklenemez olur.
Dolayısıyla faşıklığı üzere helak olur. Azaba ilişkin söz, kendi aleyhine gerçekleşir:
“Andolsun, cehennemi seninle ve sana uyanlarla dolduracağım.” [34]
1-Arap müşrikleri, uluhiyet (ibadetin yalnız Allah’a ait olması) noktasında
Allah’a şirk koşarlarken, rab’lık (yaratma) noktasında Allah’ı birliyorlardı.
2- Kulun rab’lıkta (Yaratıcılıkta) Allah’ı birlemesine karşı uluhiyette
(ibadetin sadece Allah’a yapılması konusunda) O’na ortak koşması o kula bir yarar
sağlamaz.
3- Haktan sonra, sapıklıktan başka bir şey yoktur. İkisinin arasında bir
üçüncü yol söz konusu değildir. Dolayısıyla hak üzere olmayanlar, sapıklık
üzeredirler.
4- Şer ve fesatta aşırı gitme, sonunda o kişinin değişmez özelliği haline
gelmesine yol açar. Kişi artık bu durumunu değiştiremez ve sonunda bu hal üzere
helak olur. [35]
34- De ki: “Sizin
koştuğunuz ortaklardan ilk
defa yaratacak, sonra onu çevirip yeniden yaratacak olan var mı?” De
ki: “Allah ilk defa
yaratır, sonra onu
çevirip yeniden yaratır. Öyleyse
nasıl doğru yoldan çevriliyorsunuz?”
35- De ki: “Sizin
ortaklarınızdan hakka götürecek
olan var mı?” De ki:
“Allah, hakka götürür.
Hakka götüren mi
uyulmaya daha layıktır; yoksa
tutulup yola götürülmedikçe kendisi
doğru yolu bulamayan mı?
O halde neyiniz
var? Nasıl hükmediyorsunuz?”
36- Onların çoğu, tandan başka
bir şeye uymuyorlar. Zan
ise gerçekten hiçbir şey
kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların
ne yaptıklarını bilir.
Ortaklarınızdan.
“Şüreka” “şerik”in çoğuludur. Müşriklerin Allah’a ortak koştukları düzmece
ilahlar demektir.Mahlukatı kim yaratıyor? İnsanı ve hayvanı ilk kez yaratari,
onları yoktan vareden.Nasıl çevriliyorsunuz? Hakkı bildikten sonra nasıl ondan
çevriliyorsunuz?
Yoksa
hidayete ulaşmayan, doğru yolu bulamayan.Nasıl hükmediyorsunuz? Nasıl böylesine
kötü bir hüküm verebiliyorsunuz? Doğru yola İletemediği halde, uyulması uygun
olmayana nasıl tâbi olabiliyorsunuz? [36]
Sûrenin
akışı, gerçeği anlatmak, onları hakka uymaya davet etmek üzere, müşrikleri soru
yağmuruna tutuyor. Şok edici sualler yönelterek kendilerine gelmelerini
sağlamayı amaçlıyor. Bu konuda Yüce Allah, elçisine şu buyruğu veriyor: Ey
Rasûlüm! Şu müşriklere “De ki: Sizin ortak koştuklarınızdan ilk kez yaratacak,
sonra onu iade edecek olan var mı?” Sizin ibadet ettiğiniz bu düzmece ilahlar
arasında, insanı yokluktan varlığa getirebilecek, sonra bu işlemi
tekrarlayabilecek biri var mı? Verecekleri cevap bellidir: Hayır! Öyleyse,
nasıl bilip onayladığınız haktan çevriliyorsunuz? Onlara şunu da söyle: “Sizin
ortak koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?” Sizin kulluk sunduğunuz
bu uydurma ilahlar arasında insanı gerçeğe ulaştırabilecek biri var mı? Bu
sorunun cevabı, kesinlikle “hayır! “dır. Çünkü bu düzmece İlahlar ne
konuşurlar, ne de bilgi verebilirler. O zaman, onlara de ki: Allah, peygamberi,
vahyi ve ayetleri aracılığı ile İnsanları gerçeğe ulaştırır.
Ve
onlara de ki: “Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola
ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı?” Cevap açık-seçik şudur: Hakka
ulaştıran, uyulmaya daha hak sahibidir. Kendisi hidayete ulaştırılmadıkça
ulaşamayan değil, Allah bağlanılmaya lâyıktır. O halde, neden Allah’tan korkup
sakınmıyorsunuz? Neden O’nu tek ve ortaksız bilmiyorsunuz? Niçin O’na,
Elçisine ve Kitabına inanarak hidayete ermiyorsunuz? Neden hakka ulaştırma
becerisini gösteremeyen düzmece ilahlarınızı terket-miyorsunuz? “Ne oluyor
size?” Allah’a yönelik ibadeti bırakıp şu putlara kulluk etmeye yönelmenizin
sebebi nedir? “Nasıl hükmediyorsunuz?” Hakka ulaştırana kulluk etmekten
vazgeçip, doğru yola iletemeyene tapmak gibi bir kararı neye dayanarak
veriyorsunuz?
“Onların
çoğunluğu zandan başkasına uymaz.” Şu müşriklerin büyük çoğunluğunun putlara
yönelik ibadetinin temelinde zan yatar. Yakini (gözle görür gibi bir inanca)
inanca sahip değildirler. Bu tapınma biçiminin hak
olduğundan
emin değildirler. Bunların ibadete layık ilahlar olduklarına ilişkin
anlayışları, tamamen bir kuruntudur. “Gerçekte zan ise, haktan hiçbir şeyi
sağlamaz.” Zan, bilgi bakımından yeterli değildir. Bilgiden bir şey elde edilmesine
yaramaz. İnanç konusu gibi hayati bir meselede ise, gerekli olan kesin
bilgidir, zan değil.
“Şüphesiz
Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir.” Bu ifadenin altında şiddetli
bir tehdit yatmaktadır. Bâtılda ısrar edip, hakka sırt çevirme inadından
vazgeçmemeleri sebebiyle, yürekleri hoplatan korkunç bir tehdide maruz
kalıyorlar. Yüce Allah, bu zulümleri ve inatları dolayısıyla onları ilende
uygun bir cezaya çarptıracaktır. [37]
1- Düzmece ilahların asılsızlığı vurgulanarak tevhid
gerçeği birkez daha pekiştiriliyor. Öyleki bunlara kullukta bulunanlar da,
yaratmayı ilk kez gerçekleştiremedikleri gibi, onu iade edemediklerini itiraf
ediyorlar; insanları gerçeğe ulaştıramadıklarını kabul ediyorlar. Oysa Allah,
yaratır ve öldürür ve tekrar diriltir. Doğru yola ulaştırır.
2-
Kur’an ve Sünnet’e
uymayan, hükümleri geçersiz kılmak, bunları kabul etmemek, yerlerine doğru
hükümleri ikame etmek bir zorunluluktur.
3-
İnançla ilgili
meselelerde zan kabul edilmez. Bu hususta kesin bilgi şarttır.
4-
Zanna dayalı söz
söylemek ve amel etmek doğru değildir. Bir hadiste Peygamberimiz şöyle
buyuruyor: “Zandan sakınınız. Çünkü sözün en yalanı zandır.” [38]
.
37-
Bu Kur’an,
Allah’ın kalındandır. Başkası
tarafından uydurulacak bir
şey değildir. Ancak
kendinden öncekinin doğrulaması ve
Kitab’ın açıklamasıdır. Onda
asla şüphe yoktur.
Âlemlerin Rabbi tarafından
indirilmiştir.
38-
Yoksa “onu
uydurdu” mu diyorlar?
De ki: “Eğer
doğru iseniz haydi onun
benzeri bir sûre getirin
ve Allah’tan başka çağırabildiklerinizi de
çağırın!”
39-
Hayır, bilgisini
kavrayamadıkları, yorumu kendilerine
gelmemiş olan bir
şeyi yalanladılar. Onlardan
öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Bak, o
zalimlerin sonu nice
oldu!
Allah’tan başkasının
uydurması. Bu Kur’an
uydurulmuş değildir. Allah’tan başkası onu hak olarak indiremez.
Ve
kitabın açıklanması. Yüce Allah’ın bu ümmete farz kıldığı, helal ve haram
olarak belirlediği hususların açıklamasıdır.
Yoksa
onu “bu Kur’an’ı kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar?
,
Onun ilmini kuşatmadılar. Yüce Allah’ın kendilerine sözünü ettiği ahiret
azabını.
Onun
açıklaması kendilerine geldiğinde.
Onlardan
öncekilerde böyle yalanladılar. Bunların Allah’ın vaadini yalanlamaları gibi,
önceki kuşaklar da yalanladılar. [39]
Yukarıda
sunduğumuz âyetlerde vahiy ve nübüvvet gerçekleri dile getiri-
liyor.
Bunların isbatı amaçlanıyor: “Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan
olarak uydurulmuş değildir.” Kur’an’a böyle bir nitelemede bulunmak, onun yüce
şanına yaraşmaz. Allah’tan başka birinin hazırladığı uydurma bir kitap değildir
Kur’an (haşa). “Ancak bu, öncekileri doğrulayandır.” Kur’an Allah’ın sözüdür,
O’nun Elçisine sunduğu vahyidir. Tevrat ve İncil gibi kendisinden önce
indirilmiş bulunan kitapları tasdik etsin diye indirilmiştir. “Ve kİ-tabı
ayrıntılı olarak açıklayandır.” Yüce Allah’ın İslâm milletine farz kıldığı
ibadetleri, yasaları ve hükümleri ayrıntılı olarak açıklar. “Bunda asla şüphe
yoktur.” Kur’an’ın Allah kelamı, O’nun vahyi olduğunda şüphe yoktur. Alem-lerin
Rab-bi tarafından indirilmiştir. Allah tüm yaratıkların terbiyecisi,
yöneti-cisidir. Bu husus onların cisimlerini, akıllarını, ahlâklarını ve
ruhlarını kapsar. O’nun terbiyeci ve yöneticiliğinin (Rablığımn) gereği, kitap
indirmesidir; bu kitapta terbiye edilen, yönetilen kulun bedensel, ruhsal,
akli ve ahlâki olgunlaş-ması açısından ihtiyaç duyduğu ilkeleri, yasaları,
hükümleri ve ölçüleri ayrıntı-lı biçimde açıklamasıdır.
Bundan
sonraki âyette ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Yoksa, bunu kendisi yalan
olarak uydurdu mu diyorlar?!” İnkarcı müşrikler, son derece çirkin bir tutumla,
bu Kur’an’ın Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından uydurulduğunu, Allah tarafından
indirilmediğini söylüyorlar. Şu halde, ey Elçimiz Muhammed! Sen de onlara
meydan oku ve Kur’an sûrelerine benzer bir sûre meydana getirmelerini söyle.
Onlar böyle bir şeyi yapamayacakları için, iddiaları apaçık olarak geçersiz
kılınacaktır. Ve onlara de ki: Eğer, Kur’an’ın vahiy sonucu olmadığı,
Muhammed’in uydurması olduğu şeklindeki iddianızda samimi iseniz, Kur’an’ın
içerdiği sûrelerden birinin benzeri bir sûreyi meydana getirmek için,
yardımına başvurabileceğiniz herkesi yardıma çağırın... “Hayır, onlar ilmini
kuş atamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar.”
Mesele, onların Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelâmı olduğunu kavrayamamalarından
kaynaklanmıyor; tam tersine onlar, bilgi olarak kuşata-madıkları, Allah’ın azap
tehditi gibi olguları yalanladılar. Ancak, azaba ilişkin tehdit gerçekleşip
onlar da azapla yüzyüze kalınca onu yalanlayamazlar... Bu yüzden Yüce Allah:
“Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı!” buyuruyor. Yani (En’am
suresinde vurgulandığı gibi) “Bizim şiddetli azabımızı tada-na-kadar.” (En’am,
148)
“Zulmedenlerin
nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak!” Yüce Allah, Nuh kavminin zalimlerini
suda boğarak, Hud kavminden zalim olanların üzerine kasıp kavuran bir rüzgâr
salarak, Salih kavminin zalimlerine korkunç bir ses
sardırarak,
Şuayb peygamberin soydaşlarından zalim olanlarım da ölümcül bir titreme ile
helak etti. Daha bir çok zalim toplumu dilediği azap biçimiyle tarih
sahnesinden sildi. Öyleyse şu anda Kur’an’a muhatab olan zalimler de eğer tevbe
etmez ve Allah’ın âyetlerini yalanlamayı sürdürürlerse, başka toplumların
başına gelen, onların da başına gelecektir. “Allah zalimlerin yaptıklarından
habersiz değildir!” [40]
1-
Vahiy gerçeği ve Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği bir kez daha vurgulanıyor.
2-
Kur’an’ın Allah sözü
oluşunun bir delili de, önceki semavi kitapları tasdik etmesi, onlarla
çelişmemesidir. Çünkü aynı kaynaktan gelirler. Yani, Allah tarafından
indirilmişlerdir.
3-
Kur’an’ın Allah
tarafından vahiy yoluyla indirildiğinin bir delili de, Yüce Allah’ın Araplara,
Kur’an’ın fesahati, belagatı ve icazı (ebedi berraklığı ve mu-cizeliği)
ayarında bir tek sûre getirmeleri hususunda meydan okuması ve Arapların bunu
yapamamalarıdır.
4-
Müşriklerin inatlarını
ve inkarcı tutumlarını sürdürmeleri, onların henüz Allah’ın vaadettiği azabı
tatmadıklarını gösteriyor. Şayet azabı tatmış olsalardı, hiç kuşkusuz
inanacaklardı. Ama o esnadaki iman da kişiye yarar sağlamaz. [41]
40-
Onlardan kimi,
ona inanır, kimi
de inanmaz. Rabbin
bozguncuları çok iyi bilir.
41-
Eğer onlar
seni yalanladılar s a de
ki: “Benim yaptığım bana, sizin
yaptığınız size. Siz
benim yaptığımdan uzaksınız, ben de
sizin yaptığınızdan uzağım!”
42-
İçlerinden sana
kulak verip dinleyenler
de vardır. Fakat sağırlara sen
mi duyuracaksın?! Hele
akıllarını da kullanmıyorlarsa!
43-
İçlerinden sana
bakanlar da var.
Fakat körleri sen
mi yola götüreceksin? Hele
sezgileriyle de görmüyorlarsa!
44-
Allah insanlara
hiç zulmetmez; fakat insanlar
kendi kendilerine zulmediyorlar.
Ve
onlardan kimi ona inanır. Kur’an’ı yalanlamakta olan Mek-keliler arasında
ileride ona inanacaklar vardır.
Rabbin
bozguncuları en iyi bilir. Bunlar aklı ve kalbi ifsad eden sapıklık
davetçileridir. ifade, onlara yönelik bir tehdit niteliğindedir.
Ve
eğer seni yalanlarlarsa. Seni yalanlamaya devam ederlerse.
Ve
onlardan kimi seni dinler. Kur’an okuduğun zaman onlardan seni dinleyenler
vardır.
Ve
onlardan kimi sana bakar. İçlerinde sana bakanlar vardır. Senin sahip olduğun
nübüvvet alâmetlerini, doğruluğunun belirtilerini gözleyenler vardır. Yine de
senin Allah’ın elçisi oldu-
ğunun
bilincine varmazlar. Çünkü Yüce Allah, bu marifeti onlara haram kılmıştır. [42]
,
Sûrenin akışı Peygamber Efendimizin (s.a.v.) peygamberliğini vurgulayarak
devam ediyor. Bu meyanda Yüce Allah, Elçisini teselli etmek ve açık delillere
ve güçlü belgelere rağmen kavminin neden inanmadığını açıklamak üzere şöyle
buyuruyor: “Onlardan ona inananlar var.” Kur’an’a ve Peygam-ber’e inanacak
olanlar var. Çünkü Kur’an’a inanmak Peygamber’e inanmayı gerektirir.“Ve ona
inanmayanlar da vardır.”[43]Hiç
kuşkusuz bu, gaybten haber vermenin bir örneğidir. Nitekim gelişmeler, Yüce
Allah’ın haber verdiği gibi oldu. Müşriklerin büyük bir kısmı inandı. Bir kısım
da inanmama yolunu seçti.“Rabbin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir.” Allah
kimlerin inanmadığını herkesten daha iyi bilir. Bu ifade, insanları İslâm’dan
uzaklaştıran, inanmalarına engel olan, tevhide bağlanmalarını önleyen
bozgunculara yönelik bir tehdit niteliğindedir.“Eğer seni yalanlarlarsa...”
seni yalanlamaya devam ederlerse, onlara aldırma ve “... şöyle söyle: Benim
yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan
uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” Eğer dünyada bir azap
gelecek olursa, sen bundan kurtulursun, on-larsa helak olurlar.“Onlardan seni
dinleyecekler vardır.” Kur’an okuduğun zaman, davet, emir veya nehiy nitelikli
sözler sarfettiğin zaman seni dinlerler. Ama dinlediklerini anlamazlar,
onlardan yararlanmazlar. Bu hususta sen kınanacak değilsin. Çünkü sen sağırlara
işittiremezsin. Bunlar da işitmez sağırlardır.Bazıları da gözleri açık sana
bakıyorlar. Taşıdığın nübüvvet ve risalet işaretlerini hal ve hareketlerinde
seyrediyorlar. Buna rağmen doğru yolu görmüyorlar. Ama bunda senin suçun
yoktur. Çünkü gözleri açık olsa bile körler göremez.“Şüphesiz Allah, insanlara
hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar.”
Burada Yüce Allah’ın, dinledikleri halde dinlediklerinden yararlanamayan,
gördükleri halde gördüklerinden yararlanamayan kimselere ilişkin kanunu
açıklanıyor. Buna göre, bir kimse herhangi bir şeyden aşırı derecede tiksinir,
ondan nefret ederse, onunla ilgili olarak duyduğu ve gördüğü şeylerden
yararlanma gücünü kendinde bulamaz. Bu yüzden, bir şeyi aşırı sevmek veya o
şeyden aşırı nefret etmek, kişiyi ona karşı kör ve sağır kılar. Nitekim uzun
süre şer ve fesatla uğraşan bir kimseye, tevbe edip hayra ve iyiye yönelmesi
kendisi açısından zor olur. İşte Yüce Allah buna işaret ediyor: “Şüphesiz
Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine
zulmediyorlar.” [44]
1-
Kur’an’ın gayb âleminin
kapsamına giren bir şeyden haber vermesi gerçek çıkmıştır.
2-
“Çünkü doğrusu, gözler
kör olmaz, ancak sînelerdeki kalpler körelir.” (Hac, 46) âyetinin anlamı
pekiştiriliyor.
3-
RasûlüÜah’a (s.a.v.)
delil sunma ve müşriklerin saldırılarını savma yöntemi öğretiliyor.
4-
Yüce Allah zulümden
münezzeh kılınıp bunun insanlara özgü bir nitelik olduğu vurgulanıyor. [45]
45-
Onları biraraya
toplayacağı gün, sanki onlar
sadece gündüzün, görüşüp tanıştıkları bir
zaman kadar dünyada
kalmış olurlar.Allah’ın
huzuruna çıkmayı yalanlayıp,
yola gelmemiş olanlar, en
büyük ziyana uğramışlardır.
46-
Ya onları
uyardığımız şeylerin bir
kısmını sana gösteririz ya da
bundan Önce seni
vefat ettiririz, farketmez; nasıl
olsa dönüşleri bizedir. Sonra Allah
onların yaptıklarına da
şahittir.
47-
Her ümmetin
bir elçisi vardır.
Elçileri gelip de
bunlar onu yalanlayınca
aralarında adaletle hükmolunur;
onlara hiç haksızlık
edilmez.
48-
“Doğru iseniz
bu bizi tehdid
ettiğiniz azap ne
zaman?” diyorlar...
Onları
toplayacaktır. Yüce Allah onları kabirlerinden diriltip, hesaplaşma meydanında
toplayacaktır.Sanki hiç kalmamışlar. Sanki dünyada hiç hayat sürdürmediler.
Kabirlerde ölüler olarak kalmadılar.Veya seni vefat ettiririz. Veya bundan önce
senin hayatına son verirsek.(Kıyamet günü mahşer meydanma) Peygamberleri
geldiği zaman.Adalet ile.Bu vaad ne zaman? Kıyamet günü azab göreceğimize
ilişkinbu vaad ne zaman gerçekleşecektir? [46]
Sûrenin
akışı içinde, ölümden sonra diriliş ve sonrasında hesaplaşma gerçeği dile
getirilip pekiştiriliyor: “Onları bir arada toplayacağı gün...” Onlara,
kendilerini kabirlerinden dirilterek çıkaracağımız ve bir arada toplayacağımız
günü hatırlat. “... sanki hiç ömür sürmemişler gibi...” Dünyada, evlerinde
yaşamamışlar ve kabirlerinde ölüler olarak uzun zaman kalmamışlar gibi. “...
gündüzün bir saatinden başka...” “Onlar birbirlerini tanımış olacaklar.” Bir
saatlik bir süre için birbirlerini görecekler ve ardından, ortamın dehşeti,
onları birbirlerinden koparacaktır. Herkes kendi derdine düşecektir.“Allah’a
kavuşmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş
değildir.” Âyet-i kerimenin bu kısmında Yüce Allah, ahiret günü dirilişi,
hesaplaşmayı ve cezayı yalanlayan, dolayısıyla Allah’a kavuşmayı ummadığı
için, O’nun hoşnut olduğu şeyleri işlemeyen, öfkelendiği şeyleri
terketmeyenlerin, o gün hem kendileri, hem de aileleri ile ilgili olarak hüsrana
uğrayacaklarını haber veriyor. Cehenneme girerek büyük bir zarara
uğrayacaklarını bildiriyor. “Onlar hidayete ermiş değildir.” Dünya hayatmda
doğru yolu bulmadıkları, hidayete ermedikleri için, bu hüsranla, bu acıklı azapla
karşılaşırlar.“Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını sana gösteririz veya
senin hayatına son veririz.” Onlara vaadettiğimiz azabın bir kısmını bu dünya
hayatında, senin görebileceğin şekilde onlara gösteririz veya bundan önce
senin hayatına son veririz... Her halükârda, onların ölümden sonra dönüşleri
bizedir. Onları dünyadaki hayat biçimlerine göre yargılarız. İyiliği iyilikle,
kötülüğü de kötülükle karşılarız.“Sonra Allah işlediklerine şahiddir.” Bu,
kıyamet günü yargılanacaklarına ilişkin hükmü pekiştirici bir değerlendirme
cümlesidir. Çünkü Yüce Allah’ın onları bilmesi ve yaptıklarına şahid olması,
onları azaba çarptırması için yeterli bir nedendir.“Her ümmetin bir rasûlü
vardır. Onlara rasûlleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve
onlar zulme uğratılmazlar.” Her bir insan topluluğuna bir elçi gönderilmiştir.
Bu elçi gelip Allah’ın duyurusunu iletmiştir. Bir kısmı elçiye itaat etmiş, bir
kısmı da karşı çıkmıştır. Kıyamet meydanında her bir ümmetin peygamberi geldiği
zaman, o ümmetin aralarında hüküm verilir. Adalet ilkesine göre hesaba
çekilirler; amellerinin karşılığını alırlar. İyiliklerin noksan sayılması veya
kötülüklerin çok gösterilmesi gibi bir haksızlığa uğratılmazlar.Müşrikler Rasûl
(s.a.v.) ve arkadaşlarına: “Derler ki: Eğer doğru konuşuyorsanız, bu dediğiniz
süre ne zamanmış?” Kıyametin azabı ne zaman gelecektir? Bu sözleri, azabm bir
an önce gelmesini isteyerek sarfediyorlar. Çünkü kıyamete ve azaba
inanmıyorlar. Bu sorunun cevabı ise, bir sonraki âyete veriliyor. [47]
1-
Vaadedilen sonucun ve
ahiret yurdunun gerçekleşeceği pekiştirilmiştir.
2-
Kıyamet günü dirilişi
inkar edenlerin hüsrana uğrayacaklarının duyurulması..
3-
Peygamber Efendimizin
(s.a.v.) teselli edilmesi ve sabretmesi yönünde kendisine telkinde
bulunulması... Düşmanlarının kesinlikle azaba uğratılacakları açıkça
duyurularak peygamberin getirdiklerinin hükümran olacağı pekiştirilmiştir.
4-
Kıyamet günü
hesaplaşmasının keyfiyetinin açıklanması... Her ümmet ve kendisine gönderilen
elçi getirilir ve aralarında hüküm verilir. Ardından Yüce Allah mü’minleri
kurtarır ve kâfirleri elîm bir azaba çarptırır. [48]
49-
De ki:
“Ben kendime dahi,
Allah’ın dilediğinden başka, ne
bir zarar, ne de
bir yarar verme gücüne
sahip değilim. Her
ümmetin bir süresi
vardır. Süreleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler.”
50-
De ki:
“Bakın, eğer O’nun
azabı size geceleyin,
ya da gündüzün gelirse...
Suçlular bunlardan hangisini
acele istiyor?”
51-
Azap başınıza
geldikten sonra mı
ona inanacaksınız? Şimdi mi
inandınız? Hani ya siz onu çabuk
isteyip duruyordunuz; nasılmış?
52-
Sonra zulmedenlere: “Sürekli
azabı tadın!” denilecek. “Yalnız kazandığınız şeylerle
cezalandırılmıyor musunuz?”
53-
“Sahiden o gerçek midir?” diye senden
soruyorlar. De ki: “Evet, Rabbim
hakkı için o gerçektir.
Siz onu önleyemezsiniz!”
Nefis
için zarar olarak. Nefse zarar. Allah’ın yardımı olmadıkça, kendime yönelik
bir zararı defedemem.Ve fayda da yok. Allah dilemedikçe kendime bir yarar
dokun-duramam.
Her
ümmet için bir ecel vardır. Her bir ümmetin belirlenmiş bir yokoluş vakti
vardır.Bir saat dahi ertelenmez. Ecelleri gelince bir an dahi geriye
bırakılmaz.Ne de öne alınırlar. Ecelleri gelmeden de öldürülmezler. De ki:
Gördünüz mü? Durumu bana haber verin? I Gerçekleştikten sonra mı azaba
inanacaksınız?Ebedi azap. İçinde ebedi kalınacak ve hiç bir şekilde sona ermeyecek,
çıkışı olmayan azap.Senden haber soracaklar, “Evet,” de.Siz aciz bırakacak
değilsiniz. Yani Allah’ı aciz bırakamazsınız. Azaptan sıyrılıp
kurtulamazsınız. [49]
Sûrenin
müşriklere cevap niteliğindeki akışı sürüyor. Bundan önceki â-yetlerde, azap
istemişler ve: “Eğer doğru sözlüyseniz, bu belirttiğiniz süre ne zamanmış?”
demişlerdi. Bu âyetlerde ise Yüce Allah, Elçisine onlara şu cevabı vermesini
buyuruyor: “Kendim için zarardan hiç bir şeye malik değilim.” Bana yönelmiş
bulunan bir zararı bertaraf etme ve bir yararı da sağlama gücüne sahip değilim.
Ancak Yüce Allah’ın dilemesi başka. Hal böyleyken gaybı bilmem, azabın ne zaman
geleceğini önceden kestirmem mümkün mü? Yüce Allah, sizin için öngördüğü azabı
bir süre için ertelerse, ben onu öne a-lamam. Şunu hiç bir zaman aklınızdan
çıkarmayın: Her topluluk için Önceden belirlenmiş bir helak, bir yokoluş vakti
vardır. Bu vakti, ne bir saat erteleyebilir, ne de Öne alabilirler. Bu, yüzden
azap istemeniz, anlamsızdır.Bir diğer husus daha var: Sizin bir an önce
başınıza gelmesini istediğiniz azap, geceleyin ve gündüz vakti gelip çatıverse,
ona katlanacak gücünüz var mıdır, haber verin bana?! O halde, ey
suçlu-günahkârlar! Ne diye azabın bir an önce gelip çatmasını istiyorsunuz!? Ne
kadar korkunç bir şey istediğinizin farkında değil misiniz!“Gerçekleştikten
sonra mı ona iman edeceksiniz?” Allah’ın duyurduklarını yalanlamayı ve inatçı
tutumunuzu sürdürecek misiniz? Azap gelip çatınca mı inanacaksınız? Acaba o
gün inanmanız size bir yarar sağlayacak mı? O zaman size, alaycı ve aşağılayıcı
bir ifadeyle: Bir an önce gelip çatmasını istediğimiz azaba şimdi mi
inanıyorsunuz!?, denilecektir.“Sonra o zulmetmekte olanlara: Sürekli azabı
tadın!..” denilecek. “Kazandıklarınızın dışında bir başka şeyle mi
cezalandırılacaktınız!?” diye hitap edilir.Şirk ve günah işlemek suretiyle
zulme sapan suçlu-günahkârlar ateşe atıldıklarında, aşağılayıcı, onur kırıcı
bir ifadeyle denilecektir ki: “Sürekli azabı tadın!..” Yok olmaz ve sonu gelmez
azabı... Karşılaştığınız bu ceza, ancak sizin işlediğiniz şirk ve günahın tam
karşılığıdır,“Bu bir gerçek midir, diye senden soracaklar.” İnanmamakta direnen
müşrikler sana: “Bize va’dettiğin bu kıyamet azabı hak mıdır?” diye senden
haber sorarlar. Onlara şu cevabı-ver: “Evet, Rabbime andolsun ki, şüphesiz
gerçektir ve sizler aciz bırakacak değilsiniz.” Sizler Allah’ı aciz bırakamazsınız,
O’nun azabından yakanızı sıyıramazsmız! O sizi korkunç azaba çarptıracak, size
elem verici azabı tattıracaktır ve sizler aşağılanacaksınız! [50]
1-
Hiç bir canlı, Allah’ın
izni ve iradesi olmaksızın, başkaları bir yana, kendi şahsına yönelik bir
zararı dahi bertaraf edemez ve kendine bir yarar sağlayamaz. Kendilerine
yönelik bir zararı bertaraf etmek ve bir yarar sağlamak için evliyalara
yalvaranlar hüsrana uğrayacaklardn.
2-
İnsanın yaşama süresi
önceden belirlenmiştir. Bu belirli vakti öne almak veya ertelemek mümkün
değildir. O halde kuldan korkmanın bir anlamı yoktur.
3-
Azap gelip çattığı veya
Ölüm meleği gırtlağa yapıştığı zaman inanmanın, günahlardan tevbe etmenin bir
yararı olmaz.
4-
Bir haberi doğrulamak
amacı ile Allah adına yemin etmek caizdir.
5-
Ayet-i kerimede geçen
“îy” “evet” anlamına gelen bir kelimedir ve genellikle yemin nitelikli
ifadelerde kullanılır. (Evet, Allah’a andolsun!” Evet, Rabbime andolsun!”
gibi.) [51]
54-
O zaman, kendisine
zulmeden her kişi, yeryüzünde ne varsa hepsi kendisinin olsaydı azabdan
kurtulmak için onu fidye olarak verirdi. Azabı gördükleri zaman, içlerinde
pişmanlık duyarlar; aralarında adaletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratılmazlar.
55-
İyi bil
ki, göklerde ve
yerde ne varsa
hepsi Allah’ındır. İyi bil ki, Allah’ın
vaadi gerçektir, fakat çokları bilmiyorlar,
56-
O, yaşatır,
öldürür ve siz
O’na döndürülüp götürüleceksiniz.
57-
Ey insanlar,
size Rabb’inizden bir
öğüt, göğüslerde olan sıkıntılara bir şifa
ve inananlara bir yol gösterici ve
rahmet gelmiştir.
58-
De ki:
“Allah’ın lûtfuyla, rahmetiyle,
evet ancak onunla ferahlansınlar. O onların
toplayıp yığdıklarından hayırlıdır.”
Onu
fidye olarak verirdi.Pişmanlığı gizlediler. İmanı ve salih ameli terketmekten
duydukları pişmanlığı içlerinde gizlerler.Aralarmda adaletle hükmolundu. Allah
aralarında adaletle hükmetmiştir.Allah’ın vâadettikleri haktır. Kesinlikle
olacaktır.Rabbinizden nasihat. Rabbinizden hak ve hayır nitelikli, şirkten ve
kötülükten sakınmayı öngören bir tavsiye geldi.Hidayet. Hak ve hayır yolunu,
batıl ve şer yolundan.ayıran yol gösterici.Allah’ın ihsanı ve rahmeti ile.
Allah’ın bol ihsanı ve rahmeti. İnsanlara gösterdiği iman, salih amel, şirk ve
günahtan kaçınma imkanı.Bununla mutlu olsunlar. Bilgi ve takvayı izleyen iman
ve salih amel ile sevinsinler, müjdeleşsinler.O, biriktirdiklerinden daha
hayırlıdır. Maldan ve dünyanın geçici kırıntılarından daha iyidir. [52]
Âyetlerin
akışı içinde, müşrikler inanmasalar da, Yüce Allah’ın kendileri için bildirdiği
azabın kaçınılmaz olarak karşılarına çıkacağı ve bunun dayanılmaz bir azab
olduğu vurgulanıyor. “Zulmeden her nefis...” Şirk ve günah esaslı bir hayat
sürdürmek suretiyle kendine zulmeden nefis, yeryüzündeki tüm canlı-cansız
varlıklara sahip olsaydı ve bunlar fidye olarak kendisinden kabul edilseydi,
azabdan kurtulmak için, bunları kesinlikle fidye olarak verirdi. Bu,
karşılaştıkları azabın ne denli şiddetli olduğunu gösteriyor.Kıyamet alanında,
ateşle burun buruna gelen kâfirlerin psikolojik durumlarından bir sahneyi Yüce
Allah şu ifadelerle açığa vuruyor: “Onlar azabı görünce pişmanlıklarını
gizlerler.” Pişmanlık duygusunu içlerine atarlar, dışa vurmazlar. Pişman
olduklarını ifade etmezler. İnanmamaktan, Allah’ın Elçisine uymamaktan
duydukları büyük pişmanlık göğüslerinde düğümlenip kalır.“Oysa onlar haksızlığa
uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiş-tir.” Allah mü’minlerle müşrikler,
zâlimlerle mazlumlar arasında adaletle hükmetmiştir. İlahi adaletin gereğini
yapmıştır. Dolayısıyla işlemedikleri bir şeyden sorumlu tutulmak suretiyle haksızlığa
uğratılmalarına imkân yoktur.“Haberiniz olsun, göktekilerin ve yerdekilerin
tümü gerçekten Allah’ındır.” Dikkat edin, duyun ey müşrikler! Gklerde ve yerde
bulunan tüm varlıklar, gerçek anlamda Allah’ın mülküdür. Hiç kimse bunlar
üzerinde sahiplik id-da edemez. O, mülkü üzerinde dilediği gibi tasarrufta
bulunur; azab eder, merhamet eder, bahtiyar kılar, bedbaht kılar. O’na ve
uygulamalarına itiraz edilemez, Haberiniz olsun, Allah’ın sözü haktır. Bir kez
daha duyun bu gerçeği... Allah’ın size vâadettiği azab kesindir, bu vâadden
dönülmesi mümkün değildir. “Ancak onların çoğu bilmezler.” Bu azabın kesin
olarak gerçekleşeceğini, bir de azâbm miktarını bilselerdi, onu inkâr etmek
gibi korkunç bir hataya düşmezlerdi.“O diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz!”
Yüce Allah, kendisinin canlıları diriltip öldürdüğünü haber veriyor. Öldürüp
diriltmeye güç yetiren herşeyi yapabilir. Ölümden sonra kâfirleri diriltip
biraraya getirmesi, sonra da işledikleri şer ve fesat nitelikli
davranışlarından dolayı onları cezalandırması da bu kapsama girer. “Ve O’na
döndürüleceksiniz,” ifadesi ile âhiret buluşması bir kez daha
vurgulanıyor.Tevhid (Allah’ın- tek ve ortaksız ilâhlığı, evrensel egemenliği)
ilkesi; peygamberliğin görevi; ve
ölümden sonra diriliş ve ceza gerçeğinin
pekişti-rilmesinin ardından, Yüce Allah Arabıyla, Acemiyle tüm insanlığa
sesleniyor: “Ey insanlar! Rabbinizden size bir Öğüt, sinelerde olana şifa ve
mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi!..” Teşvik etme ve korkutma
üslubuyla Kur’an-ı Kerim’in içerdiği tüm emir ve yasaklar hidayet ve rahmettir.
Sanki deniliyor ki: Ey insanlar, içinizde cahil var, fasık var, şirk ve küfür
hastalığına yakalanmış var, hak yoldan sapmış var; bedenen ve ruhen azab
içinde kıvranan var. Şimdi size Kur’an geldi, bütün bunların çaresi ondadır.
Haydi, ona inanın, içerdiği nura uyun, onunla tedavi olun, onun aydınlığında
doğru yolu bulun. O zaman tüm hastalıklarınızdan şifa bulur, aklen, ahlaken ve
ruhen olgunlaşırsınız; her iki cihanda da mutlu olursunuz.“De ki: Allah’ın bol
insanıyla ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp
yığmakta olduklarından hayırlıdır.”[53] Ey
Rasûlüm! Bizden onlara yönelik bir emir olarak açıkça duyur ki: İslâm ve
şeriatı ile, Kur’an ilimleriyle sevinsinler. Çünkü bu, onların toplayıp
yığdıkları fani dünyanın kırın-Ularından daha hayırlıdır. Kaldı ki, bunu
izleyen kötü sonuçlar beşer gücünü aşar niteliktedir. [54]
1-
Kıyamet gününün azabı
korkunç ve dayanılmazdır. Öyle ki, kâfir kimse, bu azaptan kurtulmak için
dünyadaki her şeyi fidye olarak vermeyi ister.
2-
Allah’ın rablığı,
yüceler alemindeki ve daha aşağı âlemlerdeki tüm varlıkları kapsar.
3-
Kur’an gibi muazzam bir
lûtuftan dolayı, içerdiği öğütler, hidayet, rahmet ve şifadan dolayı sevinmek
gerekir.
4-
Âhireti dünyadan üstün
tutmak güzeldir ve akim gereğidir. Ahırete karşı dünyayı tercih etmek ise
ahmaklıktır. [55]
59- De ki: “Gördünüz mü; Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir
kısmım haram ve bir kısmını helal yaptınız.” De ki: Allah mı size böyle izin
verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60-
Allah’a yalan uyduranların
kıyamet günü hakkındaki
zan-ları nedir? Muhakkak
ki Allah, insanlara
karşı lütuf sahibidir, ama çokları
şükretmiyor.
61-
Ne işte bulunsan,
Kur’an*dan ne okusan ve siz ne iş yapsanız
mutlaka biz, içine
daldığınız an, üzerinizde
şahidiz, her yaptığınızı görürüz.
Ne yerde, ne
de gökte zerre
ağırlığınca bir şey, Rabbinin
bilgisinden kaçmaz. Ne
bundan küçük, ne
de büyük hiçbir şey
yoktur ki, hepsi apaçık
bir kitapta olmasın....
Allah’ın bilgisi her şeyi
içine almıştır, O’nun
bilgisi dışında kalan
hiç bir şey yoktur. Her olay, ancak O’nun
bilgisi ve izniyle olur.
Gördünüz
mü? Bana haber verin. Allah sizin için yarattığı rızıklardan.Allah mı size izin
verdi? (Bahire ve Şaibeyi haram kılmanızı, murdar olmuş hayvanın etini de helal
kılmanızı Allah mı size emretti?)Allah’a iftira ediyorlar. Allah hakkında yalan
uydurup iftira atanlar, j İçinde
bulunduğun her hangi bir önemli iş.Bir söz veya işe daldığınız zaman, sizin
üzerinizde şahidler olarak dururuz.Rabbinden uzakta kalmaz, Rabbinizden gizli
kalmaz.6 Zerre ağırlığınca.Ancak açık kitaptadır. Levh-i mahfuzdadır.
Açık-seçik olarak. [56]
Âyetlerin
akışı, vahiy gerçeğini vurgulayarak ve akli deliller sunarak müşrik inkarcıları
susturmağa yönelik olarak sürüyor. Bu meyanda Yüce Allah, Elçisine (s.a.v.) şu
buyruğu veriyor: Şu müşriklere de ki: Allah’ın sizin için indirdiği rızıktan
haber var mı?” Yüce Allah’ın sizin için yarattığı bitkilerden, yiyeceklerden
ve ekinlerden haber verin. Bunların (Bahira ve Şaibe gibi) bir kısmını
kendinize haram kılmışsınız. Bazı giysilerle de tavaf etmeyi haram kılmışsınız.
Kimi ekinleri de düzmece ilâhlarınıza ayırmışsınız. Öte yandan murdar hayvanın
etini de helâl saymışsınız. “Allah mı size izin verdi?” Bu hüküm koyma
yetkisini vahiy yoluyla O mu size verdi? “Yoksa Allah hakkında yalan uydurup
iftira mı ediyorsunuz?” Eğer, bunu vahiy yoluyla Allah bize bildirdi,
diyorsanız, peki niçin vahyi inkâr ediyor, yalanlıyorsunuz? Eğer, vahiy yoktur;
biz Allah hakkında yalan ve iftira uyduruyoruz” diyorsanız, o zaman sizin
durumunuz çok daha kötüdür. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor:“Allah hakkında
yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü zanlan nedir?” Allah’ın huzurunda
sorguya çekildikleri zamana ilişkin zanîarı nedir? Allah onları affedip
bağışlayacak mı?.. Tam tersine, lanetlenip sonsuza dek kalmak üzere ateşe
atılacaklardır.“Şüphesiz Allah, insanlara karşı büyük ihsan sahibidir.”
Kendisine karşı yalan uydurup iftira düzmelerine, kendisine ortak koşmalarına,
kendisine ve Elçisine isyan etmelerine rağmen, onları azaba uğratma hususunda
acele etmez. “Ancak onların çoğu şükretmezler.” Câhil oldukları için, bozuk
bir terbiye aldıkları için şükretmezler. Yoksa kendisine yönelik iyiliklere
teşekkür etmek insaniyetin temel bir özelliğidir.“Senin içinde olduğun herhangi
bir durum, onun hakkında Kur’an’dan okuduğun herhangi bir şey...” Ey Elçimiz!
Senin içinde bulunduğun her hangi bir önemli iş ve bu işle ilgili olarak
okuduğun herhangi bir âyet yoktur ki, biz sizin üzerinizde şâhid olmayalım...”
orada hazır bulunmayalım. “Ona iyice daldığınızda...” ona başlayıp
sürdürdüğünüzde, meşgul olduğunuzda, biz her şeyi görüp seyreder ve
kaydederiz.“Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiç bir şey Rabbinden uzakta
kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın...”
Burada Yüce Allah, ilminin genişliğinden, tüm yaratılmışları kuşatmış-lığından
söz ediyor. Öyle ki, zerre ağırlığınca bir şey O’nun bilgisinden saklı kalamaz;
karınca gibi küçücük bir canlı bile, ne yerde, ne de gökte O’nun kuşatıcı ve
geniş bilgisinin dışında olamaz. Bu durum, karıncadan küçük olsun, büyük olsun,
her varlık için geçerlidir. Üstelik bunların tümü, apaçık bir kitapta, yani
Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. İşte bu bilgisinden, kudretinden ve rahmetinden
dolayı ilâhlik O’nun yetkisidir ve insanlar başkasına değil sırf O’na kulluk
etmelidir. [57]
1-
Vahiy hadisesinin
peşiktirilmesi ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vahiy aldığının ispatlanması.
2-
Haram kılma (yasak
koyma) ve helal kılma (serbest ve mubah sayma) Allah’a özgü bir yetkidir.
Başka hiç kimse bu yetkiyi kullanamaz.
3-
Allah’a karşı iftira
etmek haramdır ve böyle bir kimse şiddetli azaba çarptırılır.
4-
Yüce Allah’ın kullara
yönelik nimetleri sayısızdır, gözalıcıdır. Bununla beraber insanların pek azı
bunlar için şükür görevini yerine getirir.
5-
Her zaman Allah’ı
gözetmek gerekir. Bu hususta gaflet göstermek
haramdır.
6-
Âyet jvp hadislerin
açıkça işaret ettikleri Levh-i Mahfuz vardır ve her şeye ilişkin bilgi orada
kayıtlıdır. [58]
62-
İyi bil
ki, Allah’ın velilerine,
sevdiklerine korku yoktur ve
onlar üzülmeyeceklerdir.
63-
Onlar ki, inandılar ve
korundular.
64-
Dünya hayatında
da, âhirette de
müjde onlara! Allah’ın sözleri değişmez.
O’nun verdiği söz,
mutlaka yerine gelir.
İşte bu, büyük kurtuluştur. ‘
Dikkat
edin. (Söze başlangıç oluşturan bir açış ve dikkat edatı.)Ancak Allah’ın
velileri. (“Evliya” “veli”nin çoğuludur. Veliden maksat, Allah’tan korkup
sakınan mü’mindir. Ancak imanınm ve takvasının Allah’ın öngördüğü gibi
biçimlenmiş olması şarttır.)Onlar için korku yoktur. Ölümden ve ölüm sonrasmdan
korkmazlar. Ölümden sonra geride
bıraktıklarından dolayı da üzülmezler. İnandılar. Allah’ı, Allah’tan geleni,
Allah Rasûlü’nü ve onun haber verdiklerini tasdik ettiler.Sakınırlar. Farzı
terketmek veya haramı işlemek gibi Yüce Allah’ın gazabım gerektiren ‘şeylerden
sakınırlar.Onlar için müjde var. Kur’an-ı Kerim’de, ölüm anında gördükleri ya
da kendilerine gösterilen salih rüyalarda cennet ile müjdelenirler.
Allah’ın
kelimesini değiştirici yoktur. Allah’ın salih kullarına verdiği sözde bir
değişiklik olmaz. Söz vermek kelimeler iledir, Allah’ın kelimeleri ise
değişmezdir. Kurtuluş. Zafer. Ateşten kurtulup cennete girmek. [59]
Yüce
Allah, uyarı edatı “ela” ve pekiştirme edatı “inne” ile vurgulayarak şu haberi
veriyor: “Haberiniz olsun; Allah’ın velileri için korku yoktur, mahzun da
olmayacaklardır.” Ne ölüm anında, ne berzah aleminde (ölüm-kiyamet arası ara
dönem) ne de kıyamet gününde korkarlar. Geride bıraktıklarından ve kıyamet günü
karşılaştıkları akıbetten dolayı da mahzun olmazlar.
Sonra
Yüce Allah, velilerini tanıtmak amacıyla şu açıklamada bulunuyor: “Onlar iman
edenler ve Allah’tan korkup sakınanlardır.” Allah’a, O’nun Elçisine ve
Elçisinin Rabbinin katından getirdiği her duyuru ve habere inanırlar. Hayatları
boyunca ve her an hayatlarının her vaktinde Allah’ın gazabından korkup,
sakınırlar. Bu yüzden güç yetirdikleri sürece bir farzı terketmez, harama
yeltenmezler.“Müjde onlara!” Dünya hayatında ve âhirette müjde onlar içindir.
Allah’ın Kitabındaki müjdenin, hoşnutluğun ve cennete giriş müjdesinin muhatabıdırlar.
Melekler canlarını alırken, onları cennetle ve Allah’ın hoşnutluğuyla
müjdelerler. Kabirlerinden kalktıkları zaman da, melekler kendilerini müjdeleyerek
karşılarlar.
“Allah’ın
sözleri için değişiklik yoktur.” Bu ifade, kendilerine yönelik müjdeyi
pekiştirici niteliktedir. Çünkü adı geçen müjde, Allah’ın sözleri aracılığı ile
gerçekleşmiştir. Allah’ın sözleri için asla değişiklik yoktur. Şu halde
Allah’ın vaadi değişmeyecektir. [60]
1-
Allah’ın velisi
(sevdiği, dostu) olmak, O’na itaat etmek ve sevdiği ve sevmediği hususlarda
O’na itaat etmekle mümkündür. Buna göre, Allah’ın razı olacağı biçimde inanan
ve farzları yerine getirme ve yasaklardan kaçınma hususunda Allah’tan korkup
sakınan bir kimse Allah’ın velisidir, Allah da onun velisi, dostudur.
2-
Müjde, Yüce Allah’ın
veli kuluna bahşettiği salih rüyalar şeklinde gerçekleşir.
3-
Evliyalar iman ve takva
ehli kimselerdir. Bu yüzden kâfirler ve fâcirler (alçak-günahkârlar) asla veli
olamazlar. Ancak kâfirin iman etmesi ve fâcirin günahlardan arınması gerekir.
4-
Allah’ın verdiği
haberlerin doğruluğu, hükümlerinin adalete uygunluğu ve dostluğunun
(velayetinin) sırrı. Buna göre velilik Yüce Allah’ın muvafakati (uygun görmesi)
esasına dayanır. Gerekli inançlara sahip olmaya, bir takım ameller işlemeye,
uygun sözler sarfetmeye, olumlu kişilik ve niteliklere sahip olmaya bağlıdır.
Bu sayılanların olumsuz olanlarından kaçınmaya’bağlıdır. Dolayısıyla Rabbi ile
muvafakat (razılık) oluşturan O’nun velisi (dostu)dir. O’na muhalefet eden de
düşmanıdır. [61]
65-
Onların sözü seni
üzmesin. Üstünlük tamamen Allah’ındır. İşiten ve bilen O’dur.
66-
İyi bil ki, göklerde ve
yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. Allah’tan başkasına yalvaranlar gerçekte koştukları
ortaklara uymuyorlar,[62]
sadece zanna uyuyorlar, hayallerine kapılıyorlar ve onlar
sadece saçmalıyorlar.
67-
Geceyi sizin için
istirahat etmenize elverişli, gündüzü de geçiminizi sağlamanız için aydınlık
yapan O’dur. Şüphesiz, bunda işiten bir toplum için ibretler vardır.
Seni
üzmesin. Onların sözleri üzülmene neden olmasın. İzzet Allah’ındır. Üstünlük,
şeref ve caydırıcılık Allah’ındır.Ortaklar. Kendilerine kulluk edenlere iyilik
sağlayacak, zararı defedebilecek başka ilahların, şeriklerin varlığı sözkonusu
değildir. Allah tek-ve ortaksız ilahtır.Sadece zan. Ancak zanna uyarlar. Zan ise, kuşkunun en
zayıfıdır.Tahminde bulunarak yalan söylüyorlar.İçinde rahat edesiniz, diye.
Huzur bulaşınız, sakin, hareketsiz bir dönem geçiresiniz diye.Görür halde.
Gündüzü de, eşyayı görebilmeniz için aydınlatıcı kılmıştır.Bunda. Allah’ın
geceyi dinlenme ve rahat etme zamanı, gündüzü de aydınlatıcı kılmasında
âyetler vardır. Dinliyorlar. Olumlu karşılık vermek ve kabul etmek suretiyle
işiten. [63]
Sûrenin
akışı, tevhidi inanç düzeniniri’üç temel prensibini ele alarak.”sürüyor:
Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığı... Peygamberlik... Ve ölümden sonra tekrar
Diriliş... Yüce Allah, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) hitaben şöyle buyuruyor:
“Onların sözleri seni üzmesin.” İftiracı müşriklerin: “Sen gönderilmiş bir elçi
değilsin; sen deli bir şairsin” sözlerinden dolayı üzülme. Onların bu tür
sözleri, sadece kendilerine kötü akıbet ve kaçınılmaz hezimeti hazırlar. “Şüphesiz
izzet ve gücün tümü Allah’ındır.” Senin güçlü ve muktedir Rabbin onları
hezimete uğratacaktır, onlara karşı sana yardım edecektir. O halde onların
sözlerine karşı sabret ve bu tür sözlerden dolayı karamsarlığa kapılıp hüzünlenme.
Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah, kullarının sözlerini işitir,
yapıp-ettiklerini, hal ve tavırlarını bilir. Onlarla ilgili hiç bir şey O’ndan
gizli kalamaz.“Haberiniz olsun, şüphhesiz göklerde kim var, yerde kim varsa
tümü Allah’ındır...” Onları yaratan, üzerlerinde ortaksız mülkiyet sahibi olan
ve onları dilediği gibi yönlendiren O’dur. Her şey O’nun denetiminde,
egemenliği ve mutlak yönetiminin altındadır, öyleyse ey Rasûlüm! Ne diye onlara
aldırış ediyor, sözlerinden dolayı üzülüyorsun? “Allah’tan başkasına tapanlar...”
Onların ibadete layık, yarar, zarar, ölüm ve hayat üzerinde söz sahibi gerçek
ilahlar olduklarına inanarak tapmıyorlar. Bilakis, onlara yönelik ibadetlerinde
sadece zanna tabi oluyorlar. “Oonlar ancak zan ve tahminde bulunarak yalan
söylemektedirler.” Kendi kafalarında bir tapınma şeklini uyduruyor, yalan
söylüyorlar.“... O geceyi dinlenesiniz diye, gündüzü de aydınlatıcı olarak
sizin için yaratmıştır.” Dua edilmeye ve kulluk edilmeğe lâyık gerçek ilah olan
Allah; sizin için, karanlık geceyi yaratmıştır ki, dinlenesiniz. Gündüz
yaptığınız işlerden uzak, rahat bir vakit geçiresiniz. Gündüzü de sizin için
aydınlatıcı kılmıştır ki, çalışma imkânı bulaşınız, hayatınızı sürdürmek için
ihtiyaç duyduğunuz besin ve giysileri temin etme fırsatına sahip olasınız.
Dolayısıyle şu ilah edindiğiniz putlar ve heykeller ilahlık niteliğini
haketmemişlerdir. Bu yüzden onlara kullukta bulunmamanız, onlara dua etmemeniz
gerekir.“Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda ibretler vardır.” Yüce
Allah’ın burada zikrettiği noksansızlık, izzet, kudret ve yaratılmışları
yönlendirme niteliklerinde O’ndan başka ilah ve rab olmadığına ilişkin kesin
işaretler, açık deliller vardır. Ancak bu işaretleri, kabul etmek üzere
dinleyenler akledip görebilir. Bir takım sesler işitip de ne anlam ifade
ettiğini düşünemeyen, dinlediklerinden sonuç çıkaramayan kimseler ibret
alamaz. Bunlar göremeyen körlere, işitemeyen sağırlara benzerler. [64]
1-
İnsanları tek ve
ortaksız Allah’a kulluk etmeğe davet eden bir mü’mi-nin batıl taraftarlarının
sözlerinden ve yalanlarından dolayı üzülmemesi ve bundan dolayı dâvetine ara
vermemesi gerekir. Hem bilmelidir ki, bütün üstünlük, izzet ve şeref
Allah’ındır. O, yakında kendisini üstün bir konuma getirecek ve düşmanlarına
düşkünlüğü tattıracaktır.
2-
Allah’tan başkasına
kulluk edenler, bu tavırlarını haklı çıkaracak bir delil, bir gerekçe
gösteremezler. Onlar geçmişlerini, önderlerini körü körüne izleyen, zan ve
kuruntuların peşinde giden taklitçilerdir.
3-
Yüce Allah’ın yaratma
ve yönetme sahasında açığa çıkan kudretinin belirtileri, ibadetin sırf O’na
yönelik olması gerektiğini, başkasına yönelik ibadetin geçersiz olduğunu ortaya
koyma bakımından yeterli bir deliller. [65]
68-
“Allah, çocuk edindi,”
dediler. Hâşâ, Allah bundan uzaktır, O zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Bu hususta hiçbir deliliniz yok.
Allah hakkında bilmediğiniz şeyi
mi söylüyorsunuz?
69-
De ki: “Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar!”
70-
Dünyada biraz
geçinir, sonra bize
dönerler. Sonra da biz,
inkarlarından dolayı onlara
şiddetli azabı taddırırız.
O,
noksan sıfatlardan münezzehtir. Çocuğunun olmasından uzaktır.Zengin. Hiç bir
şeye ihtiyacı olmayan, mutlak zengin. Yanınızda bir delil, bir belge
yoktur.Bununla. Bu sözlerinizle. “Allah çocuk edindi” demenizle.Dünyada geçim.
Bu gün içinde bulundukları durum, geçici bir metadır, başka değil. Yakında
ölecek ve her şeyde hüsrana uğrayacaklardır.İnkâr ediyorlar. Allah’a çocuk
isnad etmeleri ve Allah’tan başkasına ibadet etmeleri ile, inkâr ediyorlar. [66]
Âyetlerin
akışı tevhid gerçeğini güçlendirmek, şirk ve şüphe olgularının geçersizliğini
vurgulamak üzere devam ediyor. Bu yönde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah
çocuk edindi, dediler. O, yücedir.” Müşrikler: Melekler Allah’ın kızlarıdır,
dediler. Bu da tıpkı, sen gönderilmiş bir peygamber değilsin, sözü gibi,
Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) üzmekteydi. Nitekim, Efendimiz, müşriklerin
böyle bozguncu ve asılsız sözlerinden dolayı üzülmemesi yönünde bir uyarıya
muhatab olmuştu. Yüce Allah, kendisinin bu yalan ve iftiralardan münezzeh
olduğunu vurgulayarak, hiç bir şeye ihtiyacının olmadığım belirtiyor. Bu
ihtiyaçsızlık zâti bir olgudur. Yani Allah, bu niteliğinden dolayı hiç kimseye
muhtaç olmaz ve O, varken kulların başkasına da ihtiyacı olmaz. Oğula veya kıza
ihtiyacı olur mu? O, müstağnidir, övgüye lâyıktır. O’nun müstağni (ihtiyaçsız)
oluşunun bir diğer delili de, göklerde ve yerde bulunan her-şeyin O’nun
tarafından yaratılmış olması ve herşeyin O’nun mülkü olmasıdır. O halde,
Allah’ın böyle birşeye ihtiyacı olur mu?Bir diğer ispat da şudur: Bu iddiayı
ortaya atanların elinde, Allah’ınçocuk edindiğine ilişkin bir delil var mıdır?
Cevap kesinlikle “hayır”dır. Yüce Allah, bu iddia sahiplerini yalanlayarak
şöyle buyuruyor: “Kendinizde buna ilişkin bir delil de yoktur.” Bu iddianızı
ispatlayacak bir delil de yoktur elinizde. Ardından Yüce Allah, azarlayıcı bir
üslûpla ayıplarını yüzlerine vuruyor: “Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?”Sonra
Yüce Allah, Rasûlüne, yalancıların yıkıma ve hüsrana uğrayacaklarını ilan
etmesini emrediyor: “Allah hakkında yalan uydurup iftira edenler, kurtuluşa
ermezler!” Eğer: “Nasıl kurtuluşa ermezler? Baksanıza^ bol miktarda maldan,
evlatlardan, mevki, makamından ve iktidar nimetinden yararlanıyorlar?”
şeklinde bir soru yöneltilecek olursa, Yüce Allah, şu cevabı vermemizi
emrediyor: “Onlar için dünyada geçici bir meta vardır.” Onların bu durumu,
dünya hayatı ile sınırlı, geçici bir yararlanmadır. Bu durum olsa olsa
ömürlerinin sonuna kadar devam eder. Sonra tümünün dönüşü Yüce Allah’adır. O
zaman Yüce Allah, onlara şiddetli azabı tattıracaktır. Bu azapla birlikte
dünyadaki tüm nimetlerin tadını unutacaklardır. Yüce Allah, bu şiddetli azabın
gerekçesini de, küfre sapmış olmaları olarak dikkatimize sunuyor: “İnkara
sapışları dolayısıyla...” Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh oluşunu,
müstağniliğini inkar ediyorlardı; O’na çocuk ve ortak yakıştırıyorlardı;
şiddetli azabı bu yüzden tadacaklar. [67]
1- Çocuk, ortak edinmek veya
mutlak olarak acizlik gibi bir noksanlığı
Allah’a
yakıştıran kâfir olur.
2- Herhangi bir iddiayı ortaya atan kimse, bu iddiasını ispatlayacak kesin
bir delil ve açık bir belge gösteremiyorsa, bu iddianın bir değeri olmaz. Ona
itibar edilmez.
3- Deccallar (halkı saptıran önderler) ve büyücüler gibi Allah’a karşı yalan
uyduranlar, bidat ve hurafe ile meşgul olanlar kurtuluşa ermezler. Onların sonu
hüsrandır.
4- Bir mü’min, batıl ve kötülük taraftarlarının nimetler içinde
yüzüşlerine, bol rızıkh ve sağlıklı bir hayat sürdürüşlerine kanmamalıdır.
Onların bu durumu, geçici dünya metaldir. Bu durumları sonuçta, daimi bir
hüsranla yer değiştirecektir. [68]
71- Onlara Nuh’un haberini
oku. Kavmine:
“Ey kavmim!” demişti. Eğer
benim kalkıp size
Allah’ın âyetlerini hatırlatmam, size ağır
geldiyse, o halde
ben Allah’a dayandım,
siz de ortaklarınızla beraber
toplanıp yapacağınız işi
kararlaştırın da işiniz başınıza dert
olmasın. Sonra hükmünüzü
bana uygulayın, bana hiç fırsat da vermeyin!”
72- “Eğer yüz çevirdiyseniz neden?
Ben sizden bir
ücret istemedim ki!
Benim ücretim, ancak
Allah’ın üzerinedir. Bana müslümanlardan olmam
emredilmiştir.”
73- Yine de O’nu yalanladılar. Biz de
O’nu ve gemide O’nun-la
beraber bulunanları kurtardık,
onları egemen yaptık
ve âyetlerimizi
yalanlayanları da boğduk.
Bak işte uyarılıp da yola gelmeyenlerin sonu nice
oldu!
Onların
üzerine Nuh’un haberini oku. Müşriklere, Hz. Nuh’un (a.s.) başından geçen
önemli haberi
oku.Makamım
size büyük geldi. İçinizde bulunup sizi Rabbime kullukta bulunmaya davet edişim
size ağır geliyorsa.İşinizi toplayın. Yapacağınız işi karara bağlayın,
düzenleyeceğiniz tuzağı tasarlayın.
Gizli,
kapalı, maksadınıza erişmenize elverişli olmayan. Sonra bana tuzak kurun.
Kararınızı bana uygulayın.Zaman da tanımayın. Bana acıyarak ya da merhamet
ederek mühlet vermeyin.
Eğer
yüz çevirirseniz. Eğer sizi çağırdığım tevhide sırt çevirirseniz.Gemide.
Halifeler.
Sonra gelen kuşak öncekinin yerine geçiyordu. [69]
Sûrenin
akışı içinde, müşriklerin iddiaları çürütülerek, doğru yola erişmelerinin
sağlanması amacı ön planda tutuluyor. Gerçeğin açıklanışı ana hedef olarak
işleniyor. Bu âyetler grubunda Yüce Allah, etrafındakilere, Hz. Nuh ile müşrik
kavmi arasında geçen olayların bir kısmını okumasını Peygamberimize emrediyor.
Çünkü Hz. Nuh’un kavmi olan müşriklerle Arap müşrikleri arasında herhangi bir
fark yoktu. Geçmiş topluluklara ilişkin kıssaların iki yararı vardır:
Birincisi, Hz. Peygambere manevi güç verilmesi ve sabretmesinin telkin
edilmesi; ikincisi ise, müşriklere hatalarının gösterilmesi, bu şirk ve isyan
nitelikli hayatı sürdürmekten sakındırılmaları, aksi taktirde, başkalarının başına
gelen azabın kendi başlarına da gelebileceğinin apaçık bir örnekle vurgulanması.“Onlara
Nuh’un haberini oku.” O çok önemli olayı onlara aktar. Nuh (a.s.) kavmine
demişti ki: “Ey kavmim! Benim makamım eğer size ağır geliyorsa...” Aranızda
bulunup da sizi Allah’a kullukta bulunmaya davet etmem, Allah’ın âyetlerini
size hatırlatmam, eğer zorunuza gidiyorsa, size ağır geliyorsa, biliniz ki,
ben, Allah’a güvenip dayanmişımdır. Siz yapacağınızı yapın. Hakkımda devreye
sokmayı amaçladığımız plan ve tasarılarınızı geciktirmeden uygulayın. Allah’a
ortak koştuğunuz düzmece ilahlarınızı da yardıma çağırın. Ayrıca işinizin size
kapalı olmasından, dolayısıyle kararlaştırdığınız şeyi uygulayıp uygulamama
hususunda tereddüt etmenize karşı da size bir uyarıda bulunuyorum: Beni
öldürmek ya da sürgün etmek şeklindeki kararınızı derhal yürürlüğe koyun,
cezayı ertelemeye kalkışmayın.“Eğer yüz çevirecek olursanız...” Davetime ve
uyarılarıma sırt çevirirseniz, sırf Allah’a kulluk etmeğe ilişkin davetimi
kabul etmezseniz, “neden?” Çünkü ben buna karşılık olarak sizden herhangi bir
ücret de talep etmiyorum. Dolayısıyle, burun kıvırmanıza gerekçe olarak benim
ücret talep etmişliğimi gösteremezsiniz. Çünkü benim ücretim beni elci olarak
gönderen, beni bu işle görevlendiren Rabbime aittir. O, bana kalplerini ve
yüzlerini, yöneliş ve eğilimlerini Allah’a teslim etmiş kimselerden olmamı
emretti. Bu yüzden benim tüm eylemlerim O’nun içindir. O’ndan başkasından ücret
talep etmem mümkün değildir.“Fakat onu yalanladılar.” Hz. Nuh (a.s.) hiç te
kısa sayılmayacak bir zaman boyunca sürekli olarak onları tek ve ortaksiz ilah
olan Allah’a kullukta bulunmağa davet etti. Sonuç: Onu yalanladılar. O da bizi
yardıma çağırdı. Bunun üzerine O’nu ve onunla birlikte gemiye binen mü’minleri
kurtardık. Sonra onları, birbirini izleyen, birbirine halife olan kuşakların
ilk halkası olarak yeryüzüne yerleştirdik. Kulumuz Nuh aracılığı ile
gönderdiğimiz âyetleri yalanlayanları ise suda boğduk.Ey Rasûlüm!
Uyarıldıkları halde nasihatleri kabul etmeyen, hak çağrışma olumlu karşılık
vermeyen kimselerin akıbeti nasıl oldu bir bak! Vahim bir akibetti bu! Tufanda
boğuldular ve cehennem ateşine atıldılar! Tam manasıyla bir hüsrandı bu!Yüce Allah
konuya ilişkin olarak Nuh sûresinde, bir değerlendirme niteliğinde şöyle
buyuruyor: “Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe
atıldılar. O zaman da Allah’ın dışında hiç bir yardımcı bulamadılar.”
(Nuh,
25) [70]
1- Bu sûrede, Hz. Nuh’un kavmine karşı takındığı kararlı tutum örnek
gösterilerek İslâm dâvetçilerinin, maneviyatları yükseltiliyor. Hz. Nuh müşrik
kavmine şöyle seslenmişti: “Hepiniz bir araya gelin, bana ne yapacaksanız hemen
yapm. Kuşkusuz ben Allah’a güvenip dayanmışımdır.”
2- Allah’a güvenip dayanmanın, O’na tevekkül etmenin karşılığı cesarettir,
özgüvendir, sabırdır, tahammüldür, kararlılıktır.
3- Bir zorunluluk olmadıkça, insanları Allah’a davet eden, Allah’ın duyurusunu
sunan dâvetçinin buna karşılık bir ücret alması doğru değildir.
4- Uyarılmalarına ve sakındırılmalarma rağmen Allah’ın âyetlerini yalanlayan
toplulukların uğradıkları kötü akıbet açıklanıyor. [71]
74- Sonra O’nun ardından
birçok elçileri kavimlerine gönderdik;
onlara belgeler getirdiler.
Fakat onlar
önce yalanlamış oldukları
şeye bir türlü inanmıyorlardı. İşte
haddi aşanların kalble-rini
böyle mühürleriz.
75- Sonra onların
ardından Musa ve
Harun’u âyetlerimizle
birlikte Fir’avn’a
ve adamlarına gönderdik; böbürlendiler
ve suç işleyen bir topluluk oldular.
76- Onlara katımızdan
gerçek gelince: “Bu, apaçık
bir büyüdür!” dediler.
77- Musa: “Size gelen gerçek
için böyle mi
diyorsunuz? Büyü müdür bu?
Halbuki büyücüler, iflah olmazlar!” dedi.
78- Dediler ki: “Sen
bizi, babalarımızı üzerinde
bulduğumuz şeyden çeviresin de
yeryüzünde büyüklük yalnız
ikinize kalsın diye mi
bize geldin? Biz size inanacak değiliz!”
Delillerle.
Söyleyip duyurduklarının doğruluğunu, Allah’ın tek ve ortaksız ilahlığmm
tartışılmazlığını ortaya koyan apaçık deliller.Mühürleriz. Kalbin
mühürlenmesi, üzerinde günahların birikerek kalın bir tortu oluşturması,
böylece imanın sızabileceği bir deliğin olmaması demektir.Haddi aşanlar.
Zulümde haddi aşan, şeriatın koyduğu sınırları çiğneyen azgınlar.Hak. Gerçek.
Hz. Musa’nın getirdiği dokuz mucize.Bizi başka yere çevirmeniz için.
Atalarımızı üzerinde bulduğumuz hayat biçiminden bizi alıkoyasımz, yüzümüzü
başka yönlere çeviresiniz. Üstünlük, liderlik, insanları yönetme, iktidar. [72]
Nuh
(a.s.)’un kıssasında, Hz. Nuh’un örnek alınacak bir tavrı, Allah’a güvenip
dayanması sergilenmişti. Bu meyanda Yüce Allah’ın dostlarına yardım etmesi,
düşmanlarını da hezimete uğratması gerçek bir örnekle vurgulanmıştı. Şimdi
ise, yaratılışa egemen olan bir yasaya dikkat çekiliyor. Şöyle ki: Nuh
(a.s.)’dan sonra da bir çok peygamber, kavimlerine gönderildiler. Doğru
söylediklerine, söylediklerinin gerçeği ifade ettiğine ve tevhid çağrısının evrensel
gerçeğin özü olduğuna ilişkin belgeler sundular. Ama bu toplu-hıklar,
kendilerinden önce Nuh kavminin yalanladığı bu duyuruya inanacak değildi. ‘İşte
biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.” Bu âyet, Yüce Allah’ın,
insan hayatına egemen kıldığı bir yasanın ifadesidir. Buna göre, kul günah
işlediği ve bu tutumunu tevbe etmeksizin sürdürdüğü zaman, artık günah onun
temel özelliklerinden biri haline gelir. Bu özelliğinden sıyrılması imkansız
olur.Günah, yüce kanun koyucunun belirlediği sınırları aşmaktan başka bir-şey
değildir. Şeriatın sınırlarını aşan ve tekrar aşıp bu işi sürekli yapan
khiı-se, bunu kendine huy edinmiş olur. Bu, kalbin mühürlenmesi demektir. Böyle
olunca kalp, artık imam kabul etmez, iyiyi tanımaz, kötüden tiksinmez.“Sonra bunlarm
ardından Fir’avn’a ve O’nun önde gelen çevresine Musa’yı ve Harun’u
âyetlerimizle gönderdik.” Helak olan toplulukların ardından İmranın iki oğlu
Musa ve Harun’u Fir’avun ve kavmine âyetlerimizin desteğinde peygamber olarak
gönderdik. Âyetler, elçilerimizin bildirdiklerinin hak olduğuna ilişkin
deliller içeriyordu. Elçilerimiz Allah’ın birliğinin tanınmasını ve
îsrailoğuHarının kendileri ile birlikte gönderilmesini istiyorlardı. “Fakat onlar
büyüklendiler.” Fir’avn ve çevresindeki yöneticiler büyüklük kuruntusuna
kapıldılar. “Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi.” Akılları ve kalpleri ifsad etmişler,
oluk oluk kan dökmüşler ve zayıflara eziyet etmişlerdi.[73]İnsanlara
bakış ve yönetimleri bundan ibaret olan bu topluluk hakkında Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Onlara katımızdan hak geldiği zaman, dediler ki: Bu, kuşkusuz
apaçık bir büyüdür.” Mûsa’nm gösterdiği mucizeler gözlerini kamaştırınca,
asılsız anlayışlarının, dünya görüşlerinin batıl olduğu ortaya konunca, bu
ancak apaçık bir büyüdür, diyerek hezimetten kurtulmak istediler.Musa (a.s.)
onlara şu cevabı verdi: “Size hak geldiğinde böyle mi diyorsunuz?” (Bu
sihirdir, diyerek sıyrılmak mı istiyorsunuz?) Ardından, kendilerine üstünlük
sağlamış olduğunu delil olarak göstererek, yanlışlıklarını ortaya koydu: “Bu
bir büyü müdür? Oysa büyücüler kurtuluşa ermezler.” Eğer benim gösterdiğim
mucizeler de bir tür sihir ise, nasıl sizin büyünüzü bozma başarısını
gösterdim? Büyücülerinizi nasıl yenilgiye uğratabildim?Hz. Musa bu
açıklamalarıyla onları susturunca, bu sefer şarlatanlık yapmaya başladılar:
“Siz ikiniz, bizi, atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çevirmeğe ve böylece
yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz?” Yeryüzünde egemenlik
kurup Mısır’da iktidarı ele geçirmek için mi geldiniz?Görüldüğü gibi, bu kez
siyasi suçlamalara baş vurdular. Ve dediler ki: “Biz, sizin ikinize inanacak
değiliz.” Sizi doğrulayacak ve size uyacak değiliz. [74]
1- Beşer hayatına egemen olan bir ilahi yasa açıklanıyor. Buna göre;
kötülük, fesad ve zulümde aşırı gitmek, kalplerin mühürlenmesine neden olur.
Böyle bir kimseye iman ve hidayet haram olur.
2- Büyüklerime, büyüklük kuruntusuna kapılma yeriliyor ve birçok suçun
altında yatan nedenin bu olduğu vurgulanıyor.
3- Büyücü asla başarıya ulaşamaz; istediğine büyü aracılığı ile kavuşamaz
ve korktuklarından büyü yardımı ile kurtulamaz.
4- Asılsız suçlamalar; batıl, zulüm ve fesad ehlinin işidir. [75]
79- Fir’avn: “Bana bütün bilgili büyücüleri getirin,”
dedi.
80- Büyücüler gelince, Musa
onlara: “Atacağınızı atın,
hünerinizi gösterin,” dedi.
81- Onlar iplerini ve
değneklerini atınca Musa:
“Sizin getirdiğiniz şey büyüdür,
dedi. Allah, onu
mutlaka boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah
bozguncuların işini düzeltmez!”
82- “Ve suçlular istemese
de Allah, sözleriyle
gerçeği ortaya çıkaracaktır!”
Bilgin sihirbaz. Gerçek etlsâ sahibi
sihirbazlar;, sihir sanatını bilen uzmanlar.Atın. Sihir örneklerinden
dilediğinizi meydana atm, sergileyin.
Muhakkak
ki Allah onu boşa çıkaracaktır. Allah sihrin geçersiz olduğunu, insanların
gözleri önünde, açık biçimde gösterecektir.
Ve
Allah, hakkı hak yapar. Allah hakkı hak olarak yerleştirir. Onu kalıcı hale
getirir.
Kelime
(söz)leri ile. Emirleri ile. Bir şeye “ol” der, o şey oluverir.
Mücrimler.
Günahkârlar. Kendilerine ve başkalarına karşı suç işleyen, zalim bozguncular.
Mücrim kelimesi küfür dahil her türlü günahı içermektedir. [76]
Önceki
âyetler grubunda sunulan Nuh kıssasının ardından Musa’nın kıssası ile devam
ediyor âyetlerin akışı. Hz. Musa (a.s.) Firavun ve etrafındaki yöneticilerini
mucizelerle yenilgiye uğratmca, Firavun Hz. Musa’yı ve kardeşi Harun’u ülkenin
yönetimini ele geçirmeyi amaçlayan iki siyasetçi olmakla suçladı. Başka bir
amaçlarının olmadığını söyledi. Böylece Firavun ilahi duyuruyu yalanlayan
zorbalar kervanına katıldı.
Bu
arada Firavun, etrafındaki üst düzey yöneticilere sihir bilginlerini getirmeleri
emrini verdi. Amacı: Hz. Musa’yı sihirle altetmektİ. Nihayet büyücüler toplandılar.
Hz. Musa onlara şöyle dedi: “Atacağınız şeyleri atın.” Bü-yücülür ellerindeki
ipleri ve asaları orta yere atarak, Firavunun izzetiyle biz üstün geleceğiz,
dediler.
Hz.
Musa ortaya atılan büyüye baktı ve onlara şöyle dedi: “Sizlerin ortaya getirdiğiniz
büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah, bozgunculuk
çıkaranların işini düzeltmez. Allah, günahkârlar istemese de, hakkı kendi
kelimeleriyle gerçekleştirecektir. “[77]
Hz.
Musa asasını atınca, asa onların uydurduklarının tümünü yutuverdi. Böylece hak
yerini buldu, onların yaptıklarıysa geçersiz oldu. [78]
1-
Sihir öğrenmenin
çeşitli yolları vardır. Bu işin bilginleri de bulunur. Ancak sihir öğrenmek ve
sihir yapmak haramdır.
2- Sihirbazın cezası ölümdür. Çünkü büyü yapmak yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmakla eşdeğer bir suçtur.
3- Hakkı egemen kılmak ve bâtılın geçersizliğini ortaya koymak için
düşmanla yarışmak, beceri çarpışmasına girmek caizdir.
4- Bozgunculuğun ve bozguncularm akıbeti (sonu) yıkımdır, hüsrandır.
5- Her ne zaman hakk ile bâtıl karşı karşıya gelse, batıl yenilgiye uğrar
ve Allah’ın vaadi ile hakk üstün gelir. Çünkü Allah’ın vaadi doğrudur. [79]
83- Fir’avn’ın ve adamlarının, kendilerine kötülük
yapmasından korktukları için
kavminin içinde Musa’ya,
yalnız genç bir kuşaktan
başkası inanmadı. Çünkü
Fir’avn, yeryüzünde çok ululanan
ve çok aşırı gidenlerden idi.
84- Musa dedi ki:
“Ey kavmim, eğer
Allah’a inandıysanız,
gerçekten müslüman insanlar
iseniz O’na dayanın!
85- Dediler ki: “Allah’a dayandık! Rabb’imiz bizi o zulmeden kavme fitne yapma,
bizi onların işkencesiyle
deneme!
86- “Acımanla bizi o inkarcı toplumdan kurtar!”
87- Musa’ya ve kardeşine:
“İkiniz kavminiz için Mısır’da evler
hazırlayın; ey
İsrail oğulları! Evlerinizi
karşı karşıya kurun, namaz kılın; ve ey
Musa! Müzminleri müjdele!” diye
vahyettik.
Musa’ya
inanmadı. O’na uymadı, bağlanmadı.Ancak zürriyet. İsrailoğullarından küçük bir
gruptan başka kimse Musa’ya iman etmedi.Ve ileri gelenleri ve liderleri.Onları
fitneye düşürmesi. Kendilerine baskı uygulayıp işkence etmesi.Yeryüzünde
büyüklendi. Üstün ve ezici güce sahip bir despottu. Müslüman olarak.
Zalim
kavim için fitnedir.
Hazırlamanız.
Yerleştirmeniz. Mısır’da kavminiz İçin evler edinin; dönüp sığınacağınız
barınaklarınız olsun.
Kıble.
Evlerinizi namaz kılınan mescidler edinin. [80]
Hz.
Musa’nın (a.s.) büyücülere karşı kazandığı parlak zaferin ve Fira-vun’un
yaşadığı bu acı yenilginin ardından, İsrailoğuHarının bir soyundan başka kimse
Hz. Musa’ya inanmadı, O’na uymağa yanaşmadı. Bir de Firavun hanedanından bazı
kimseler O’na inanmışlardı. Firavun’un karısı, hanedana mensup olup inancını
gizleyen bir mü’min ve saray berberi gibi. Konuya ilişkin olarak Yüce Allah
şöyle buyuruyor: “Sonunda Musa’ya kendi kavminin bir soyundan [81]başka
kimse inanıp uymadı.” Firavun’un kendilerine işkence etmesinden ve önde gelen
çevresinin kendilerini cezalara çarptırmasından korkuyorlardı. Firavun “Çünkü
Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba idi.” Baskıcı, zorba ve
zalim bir diktatördü “ve gerçekten ölçüyü aşanlardandı.” Zulümde sınır
tanımayan bir azgındı. Bu yüzden insanlar ondan korkuyor, dolayısıyla Hz.
Musa’ya inanmıyorlardı.
Hz.
Musa (a.s.) İsrailoğullarımn korkuya yenik düştüklerini görünce onlara şöyle
seslendi: “Ey kavmim! Eğer siz Allah’a iman edip müslüman olmuşsanız artık
yalnızca O’na tevekkül edin.” Eğer gerçekten müslüman olduysanız, O’nun emir
ve yasaklarına uymaya karar verdiyseniz, tüm işlerimizi O’nun iradesine teslim
edin.
Bunun
üzerine onlar şu cevabı verdiler: “Biz Allah’a tevekkül ettik.” Bu arada Yüce
Allah’a, Firavun hanedanını kendilerine galip getirmemesi, kendilerini onlar
için bir fitne vesilesi kılmaması yönünde dua ettiler. Bu duanın altında yatan
anlam şudur: Zalimleri bize musallat kılma. İşkence zoruyla bizi dinimizden
dönmek zorunda bırakmasınlar: “Rabbimiz, bizi zulmeden bir kavim için bir
fitne vesilesi kılma ve bizi, kafirler topluluğundan rahmetinle kurtar.” İsrailoğullarının
bu mü’min grubu (soyu), güzel bir tevesülle, yani, “rahmetinle” diyerek Yüce
Allah’a dua ediyor, O’nun rahmetim vesile kılıyorlar ki, duaları kabul edilsin.
Bu
âyet-i kerimede sözü edilen “kâfirler topluluğu”ndan maksat Firavun ve etrafındaki
yakın adamlarıdır.“Musa ve kardeşine yani, Harun’a şöyle vahyettik: “Kavminiz”
İsrail-oğulları “için Mısır’da” “evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan
yerler yapın” evlerinizi karşılıklı olarak inşa edin,[82]içinde
namaz kılınan mescidler haline getirin. “Namazı dosdoğru kılın.” Yani, namazı
şeriatta belirtildiği şekliyle kılın.İsrailoğulları, Firavun hanedanına karşı,
parlak bir zafer kazanmalarının Hz. Musa’nın büyücüleri hezimete uğratmasının
ardından, Firavun toplumundan ayrılmaya başladılar. Bağımsız bir mahalle
oluşturmaları emrini almışlardı. Bu, Mısır’dan çıkışın bir ön hazırlığıydı. Bu
planın bir parçası olarak Yüce Allah onlara, evlerini karşı karşıya inşa
etmelerini emretti. Böylece kimin girdiğini, kimin çıktığını rahatlıkla
görebileceklerdi. Ayrıca evlerini mescid edinmelerini istedi. Çünkü halka açık
mescidlere gidişleri, ya mescidlerin tah-rib edilmesi ya da kendilerinin zorla
alıkonmalan şeklinde engelleniyordu.“Mü’minleri müjdele!” Ey Elçimiz! gerçek
mü’minleri müjdele! Kusursuz iman sahiplerine güzel bir netice müjdesini ver!
Dünyada onurlu bir hayata, ahirette de cennet mutluluğuna kavuşacaklarını haber
ver. [83]
1- Hz. Musa’nın (a.s.) mucizeler aracılığı ile parlak bir zafer kazanmasına
rağmen, kavminden sayıları çok az bir gruptan başka kimsenin kendisine
inanmadığı belirtilerek Peygamber Efendimiz (s.a.v.) teselli ediliyor.
2- Yeryüzünde büyüklenme, kötülük ve bozgunculukta haddi aşma yeriliyor,
bu tür işlerde bulunanlar kınanıyor.
3- İnsanları tek ve ortaksız Allah’a kullukta bulunmağa davet etme ve
Allah’a kul olmayı gereği gibi yerine getirmek için Allah’a tevekkül etmek bir
zorunluluktur.
4- Yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını vesile ederek O’na dua etmek
meşrudur.
5- düşmandan korkulduğu dönemlerde, evlerin bir kısmım mescid edinmek
caizdir.
6- Namazı, şeriatta öngörülen şekilde kılmak farzdır.
7- Yüce Allah, inanan ve namazı dosdoğru kılanların dünya ve ahirette
güzel bir sonuca erişeceklerini müjdeliyor. [84]
88- Musa dedi ki:
“Rabbimiz, şüphesiz sen,
Firavun*a ve Önde gelen
çevresine dünya hayatında
bir çekicilik ve mallar
verdin. Rabbimiz, senin
yolundan saptırmaları için.
Rabbimiz, mallarını yerin
dibine geçir ve
onların kalblerinin üzerini
şiddetle bağla; onlar acı
azabı görecekleri zamana
kadar iman etmeyecekler. “
89- Allah dedi ki: “İkinizin
duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam
edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.
Süs
olarak. Çekicilik, giyim-kuşam ve çeşitli eşyalar. Mallar. Altın, gümüş, davar
ve ekin gibi çok mallar.Sil. Bunların izlerini sil. Yerin dibine
geçir.Kalblerinin üzerini şiddetle bağla. Ta ki kâfir olarak ölsünler.ikinizin
duasına da icabet edildi. İkimizin duasını Allah-u Te-âlâ kabul etti.Doğru
olun. Dosdoğru yolda devam edin. Allah’a itaat ederek, O’nun elçiliğim gereği
gibi yerine getirin; eziyetlere sabrederek insanları Allah’a kulluk etmeğe
davet edin.Bilmeyenlerin yolu. Cahillerin yolu. Yüce Allah’ın neden hoşnut
olduğunu, neye öfkelendiğini ve kulları için hangi yasaklan indirdiğini
bilmeyenlerin yolu. [85]
Sûrenin
akışı içinde, Hz. Musa, Firavun ve îsrailoğulları etrafında gelişen kıssa
devam ediyor. Hz. Musa karşısında ağır bir yenilgi aldıktan sora inat ve
büyüklenmeyi daha ileri boyutlara vardıran Firavun’un bu tutumuna karşılık Hz.
Musa Rabbine şöyle seslenir: “Rabbimiz, şüphesiz sen, Fira-vun’a ve önde gelen
çevresine bir çekicilik...” süslenmelerini ve çekici olmalarını sağlayan
giysiler, sergiler, eşyalar, takılar “...ve mallar...” altm, gümüş”, davar ve
ekin “..verdin... Dünya hayatında. Rabbimiz, senin yolundan saptırmaları
için.” Bu durum onların sapmalarına neden olmuştur. Şu halde ey “Rabbimiz,
mallarını yerin dibine geçir!” Çabalarını sonuçsuz, mallarını da yararsız kıl.
“Kalblerinin üzerini şiddetle bağla!” Kalplerini mühürle, tüm duyarlılığını
yoket ki, acılar içinde kıvrandıran azabı görünceye kadar inanmayacaklar.Buna
karşılık olarak Yüce Allah şöyle buyurur: “İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse
dosdoğru yolda devam edin.” İnsanları bana kullukta bulunmaya davet etmek,
bana ibadet etmek, kullarıma.nasihat etmek suretiyle bana itaat etmeye devam
edin. Kullarımı zalimlerin baskısından kurtarmaya yönelik çabanızı sürdürün.
“Ve
bilgisizlerin yoluna uymayın.” Yani, azabın bir an önce gelip çatmasını
istemeyin. Çünkü Allah’ın hükmünü, tedbir ve hikmetini bilmeyenler, Allah’ın
kendilerine ilişkin vaadinin bir an önce gerçekleşmesi hususunda acele ederler.
Sakın onlar gibi olmayın. Aksine, bizim vaadimizin sonucunu bekleyin ve
Allah’ın vaadi gerçekleşinceye kadar sabredin. Unutmayın ki, Allah asla
vaadinden dönmez. [86]
1- Zulmeden kimselere beddua etmek şeriata uygundur.
2- Mal çokluğu ve çeşitli süsler, bunlardan haz alıp oyalanma kişiyi
sapıklığa sürükler.
3- Şer ve bozgunculukta haddi aşanlar, bu yüzden kalplerinin üzeri
mühürlenenler, ancak küfür üzere ölürler. Dolayısıyla hüsrana uğrarlar.
4- Bir duaya “amin” diyen, o duanın ortağıdır. Bu yüzden dua edenin
okuduğu duaya “amin” derler; böyle olunca da ilahi kabul tümü için gerçekleşir.
Bu nedenle, tavaf veya ziyarette bulunanlar, okunan dualara “amin” tfe-memekle
hata ediyorlar.
5- Sapıkların yolunu izlemek, cahilleri taklit etmek, onların peşinden gitmek
haramdu”. [87]
90- Biz, Israiloğullarını denizden
geçirdik; Firavun ve
askerleri azgınlıkla ve
düşmanlıkla peşlerine düştü.
Sular onu boğacak
düzeye erişince Firavun:
“Israiloğullarının kendisine inandığı
ilahtan başka ilah
olmadığına inandım ve
ben de müslüman-lardanım!” dedi.
91- Şimdi, Öyle mi!?
Oysa sen önceleri
isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın!
92- Bugün ise, senden
sonrakilere bir ayet,
bir ibret delili olman için
seni yalnızca bedeninle
kurtaracağız. Gerçekten insanlardan çoğu,
bizim âyetlerimizden habersizdir.
îsrailoğulları
için ayırdık. Karşı tarafa geçebilsinler diye, deni-zİ onlar için yardık.
Deniz. Kizıldeniz.Düşmanlık ve azgınlık. Musa ve Harun’a duyduğu düşmanlık ve
azgınlıkla.
Şimdi
mi, Allah’ın birliğini kabul ediyor ve O’nun önünde eğiliyorsun?
Bedeninle.
Cesedin. İçinde ruh olmayan bedeninle. Delil. Senin Rab değil kul olduğunun bir
belirtisi olarak. Böy lece başkaları senden ibret alır. [88]
Kıssanın
Hz. Musa ve Hz. Harun -selâm üzerlerine olsun-, Firavun ve İsrailoğullan ile
ilgili akışı devam ediyor. Bu sırada Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Biz İsrail
oğulların i denizden geçirdik.” Bu, Hz. Musa ve Harun’un dualarının kabulünün
başlangıcıydı. “Geçirdik” deyiminin anlamı: “Denizi ikiye yararak karşıya
geçmelerini sağladık,” şeklindedir. îsrailoğullari Kızılde-niz’in kıyısına
ulaştıkları zaman, Yüce Allah, Hz. Musa’ya asası ile denize vurmasını emretti.
Hz. Musa ilahi emir uyarınca asasını denize vurduğunda, deniz yarıldı. Her bir
yarısı kocaman bir tepe gibiydi. Denizin yarılmış kısmının zemini kurudu.
İsrailoğullan ile birlikte Hz. Musa yürümeye başladı.
Önlerinde
de bir ata binmiş Cebrail (a.s.) bulunuyordu. Nihayet denizi geçip karşı sahile
vardılar. Peşlerinden binlerce askeriyle Firavun geliyordu. Onlar da Hz. Musa
ve İsrailoğullarını izleyerek, denizin yarılmış zeminine girdiler. Denizin tam
ortasına gelmişlerdi ki, Yüce Allah denizi birleştirerek üzerlerini örttü.
Böylece hepsi suda boğuldu. Firavun tam boğulmak üzereydi ki, tevbe ettiğini
ilân etti. Su artık boğazını geçmiş haldeyken şöyle dedi: “îsrailoğul-larının
kedisine inandığı ilâhtan başka ilâh olmadığına inandım,” Bu ilâhın Yüce Allah
olduğunu biliyordu o. “Ve ben de müslümanlardanim,” demesine gelince, bu, suda
boğulmaktan kurtulmayı ne kadar istediğinin abartılı bir ifadesidir. Böylece
tevbe ederek, müslümanlardan, yani Allah’ın emrine boyun eğip teslim
olmuşlardan olduğunu vurgulamaya çalışıyordu. Fakat herşey son bulmuş, iş işten
geçmişti. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ: “Şimdi mi?” diye hitap ederek O’na
sitem edip tevbesini kabul etmiyordu.
Fakat
Yüce Allah, onun tevbesini kabul etmedi ve: “Şimdi mi!?!” diyerek, kurtulma
isteğini geri çevirdi. Tevbe etmenin, inanıp ardından müslüman olmanın zamanı
şimdi midir!? “Oysa sen önceleri isyan etmiştin!” Allah’a ve yasalarına baş
kaldırmıştın. O’nu ve Rasûlünü inkâr etmiştin. “Ve bozgunculuk
çıkaranlardandın!?!” Memleketi ve insanları zulüm, şer ve bozgunculukla harab
ediyordun.
“Bu
gün ise, seni kurtaracağız” ifadesinde geçen “nunecciyke” kelimesinin
“en-necvetu”dan geldiğini kabul edersek, o zaman “seni yeryüzünde ‘bedeninle’
yüksekçe bir yere koyacağız,” demek olur (ruhunla değil.) Ki, “senden
sonrakilere bir âyet olasın,” bir işaret, bir ibret olasın. Sana bakan insanlar
görsünler ki, sen bir rabbin yönetiminde bir kulsun, İddia ettiğin gibi ibadet
edilen bir ilâh, bir rab değilsin.” Böylece başkalarına da bir ibret dersi
olsun. Senin bu halini görüp, senin gibi azmasın, senin gibi kâfir olmasınlar.
Dolayısıyla senin gibi helak olmasınlar.
“Gerçekten
insanların çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler.” Burada Yüce Allah,
insanların fiilen yaşadıkları bir hâli haber veriyor. İşte bu gafillerden bir
grup ta kendilerine Allah’ın âyetleri okunan şu Kureyş kâfirleridir. Şu ana
kadar sûrenin akışı içinde sunulan tüm kıssalar, onların hidayete ermeleri
amacına yönelik olarak yer almışlardır. Keşke doğru yolu bulsalaıdı. [89]
1- Azab gelip çatınca tevbe etmenin bir yaran yoktur. Bir hadiste şöyle
buyuruluyor: “Can boğaza dayanmadıkça, kul her ne zaman tevbe ederse, tevbesi
kabul olur.”
2- Kelimeyi tevhidin (Iâilahe illallah) fazileti anlatılmıştır.
3- Kusursuz ve üstün din İslâm’dır. Bu yüzden, kesin inanca sahip olan
şahsiyetler, Yüce Allah’tan, müslüman olarak canlarını almasını niyaz ederler.
Nitekim Firavun da, helak olacağı sırada kesin inanca ulaştığı için, müslüman
olduğunu iddia etmiştir.
4- Bir gerçek dile getiriliyor: İnsanların çoğu, şu dünya hayatmda kendilerinden
istenenden habersizdirler. Ancak helak olmak üzereyken bunun farkına varırlar. [90]
93- Andolsun, biz İsrailoğullarını, hoşlarına gidecek güzel > bir yerde
yerleştirdik ve temiz şeylerden kendilerine rızık ver-“’ dik. Kendilerine ilim
gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmediler.Şüphesiz Rabbin,
aralarında anlaşmazlığa düştükleri
şey kbnu
sunda kıyamet günü
hüküm verecektir.
Doğru
yerleştirme. Yani onları yaşamaya elverişli, güzel ve hoşnud edici bir bölgeye
yerleştirdik.Temizlerden. Tertemiz nimetlerden. Onlara çeşitli, temiz ve helâl
rızıklar bahşettik.Kendilerine ilim gelince. Buradaki ilimden maksat, Hz.
Mu-hammed’in beklenen kurtarıcı peygamber olduğunu bilmeleridir.Aralarında,
hükmeder.İhtilafa düştükleri konuda. Hakkında anlaşmazlığa düştükleri gerçek
konusunda aralarında hükmeder. Böylece mü’min cennete, kâfir de cehenneme
girer. [91]
Yüce
Allah Hz. Musa’yı ve İsrailoğullarını düşmanlarının elinden kurtarıp Firavun’u
denizde boğduktan sonra, son kez onlardan söz ediyor: “Andolsun, biz
İsrailoğullarını, hoşlarına gidecek güzel bir yerde yerleştirdik.” Yaşamaya
elverişli güzel bir beldeye, bereketli Şam bölgesinin bir parçası olan Filistin
topraklarına yerleştirdik. Bu olay İsrailoğullarının çölde kaybolmalarının ve
Allah’ın peygamberi Yûşa b. Nun (a.s.) Önderliğinde Filistin’e girmeleri ile
gerçekleşmiştir. “Ve temiz şeylerden kendilerine rızık verdik.” Çünkü Şam
toprağı balın, yağın, tahılın, meyvenin, etin ve yakacağın bol olduğu bir
topraktır. Burada bunlara işaret edilmiş olması, Allah’ın nimetlerine
şükretmeleri gerektiğinin vurgulanması amacına yöneliktir.
“Kendilerine
ilim gelinceye kadar ihtilafa düşmediler.” Burada şu husus kastediliyor: Yüce Allah’ın
kendilerine bunca nimeti bahşedip onurlandırdığı İsrailoğulları, Hz.
Peygamberin (s.a.v.) gönderilişine kadar birlik içinde, aynı dine bağlı olarak
yaşıyorlardı. Tevrat’ta müjdelenen peygamberi bekliyorlardı. Bu peygamber
İsrailoğullarını içinde bulundukları azabtan, Romalıların elinde çektikleri
işkenceden kurtaracaktı.
Ama
bu peygamber ilimle, yani Kur’an’la gelince, O’nun hakkında anlaşmazlığa düştüler.
Kimisi O’na inandı [92]kimisi
de inkâr yolunu tuttu. Bu aşa mada Yüce Allah hitabı elçisine (s.a.v.)
yöneltiyor: “Şüphesiz Rabbin, a-ralarında anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda
kıyamet günü hüküm verecektir.” Sana inanma, sana uyma, senin temsil ettiğin
hidayet ve hak dine bağlanma hususunda gerekli hükmü verecektir. Mü’minleri
cennete, kâfirleri ateşe gönderecektir. [93]
:
1- Yüce Allah’ın İsrailoğullarına yönelik lütufları açıklanıyor.
2- Temiz rızık, helâl olan rızıktır. Haram rızık temiz değildir.
3- Yüce Allah, kendilerine ilim geldiği halde ihtilafa düşüp, dini
terke-denlere hakettikleri cezayı verir. Çünkü ilim birliğin ve kenetlenmenin
sebebidir.
4- Dini konulardaki ihtilaf anlaşmazlık bölünmeye, düşmanlığa ve savaşmaya
sebep olacak nitelikteyse haramdır.[94]
5- Kıyamet günü ayrışma günüdür. O gün Yüce Allah, anlaşmazlığa
düşenlerin arasında âdil hükmü ile hükmeder. [95]
94- Eğer sen, sana
indirdiğimizden kuşkuda isen,
senden önce Kitap okuyanlara
sor. Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın kuşkulananlardan olma.
95- Ve sakın Allah’ın
âyetlerini yalanlayanlardan
olma, yoksa ziyana uğrayanlardan
olursun!
96- Üzerlerine Rabbinin
kelimesi hak olanlar inanmazlar.
97- Onlara bütün âyetler gelmiş oha
bile, acı azabı görünceye kadar.
Şüphe
içinde. Tasdik öncesi durum. Kuşku. Dolayısıyle kuşkulu kişi, tasdik etmiş
sayılmaz.
Sana
indirdiğimizden. Yani, İsrailoğuHarının kendilerine ilim geldikten sonra
ihtilafa düştüklerine ilişkin haberimizden kuş-, ku duyuyorsan.Kitap. Tevrat ve
încil. Kuşkulananlardan olma.
Onlara hak oldu. Küfürlerinden dolayı Yüce Allah’ın levh-i mahfuzda yazdığı
hükmü uyarınca, onların ateşe girmeleri bir zorunluluk halini aldı, farz oldu.Azabı
görünceye kadar. Yalanlayıcı tavırlarını sürdürürler. O zaman inanırlar. Ama bu
sıradaki iman onlara bir yarar sağlamaz. [96]
Yüce
Allah, elçisinin elçiliğini onaylayarak şöyle buyuruyor: “Eğer sen, sana
indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce kitap okuyanlara sor.” Yahudi
hahamlarına ve hristiyan papazlarına sor. Çünkü onlar, Tevrat ve İncil’deki
sana ilişkin nitelemelerden haberdardırlar. Senin son peygamber ve kurtarıcı
olduğunu, sana inananın kurtulup sana inanmayanların da helak olacağını
bilirler.Bu ifade bir varsayıma işaret ediyor ve diğer insanları inanmaya
teşvik etmeyi amaçlıyor. Yoksa Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): “Ne kuşku duyuyorum
ne de onlara sorarım!” demiştir.“Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın
kuşkulananlardan olma!” Bu âyette Yüce Allah, elçisine Rabbinden hak geldiğine
yemin ediyor. Bu yemin hak nitelikli vahiyle sabit olmuş bir sözdür. Aynı
şekilde, İslâm’ın doğruluğu hususunda herhangi bir kuşku duymasını da
yasaklıyor. İslâm hak dindir. Yüce Allah, müşrikler istemese de, sadece bu dini
diğer tüm dinlere üstün kılmak ister.“Ve sakın Allah’ın âyetlerini
yalanlayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun!” Burada Yüce Allah
vahyini, şeriatım ve Elçisini -ki âyetler bunların ifadesinden ibarettir-
yalanlanmasını da yasaklıyor. Çünkü âyetler Allah’ın şeriatını içeriyor, ona
davet ediyorlar.“Aksi takdirde, kıyamet günü hüsrana uğrayanlardan olursun!
Peygamber Efendimize (s.a.v.) yönelik bu hitap, yoğunlaşıp yansıma türünden
bir ifadedir. Yoksa Peygamber Efendimizin kendisine gelen haktan kuşku duyması,
şeriatı ve hükümleri içeren âyetleri yalanlaması düşünülemez. Düşünülemeyeceğine
göre, O’nun bu uyarıya muhatab olması, güneş ışığının bir büyüteçten
(mercekten) yansıyıp düştüğü yeri yakması gibi, diğer insanlar için bu ifadeyi,
yakıcı bir tehdid olarak kabul etmek gerekir.“Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak
olanlar inanmazlar. Yani kendi tercihleriyle kesin olarak küfre razı olduktan
sonra iman etmek istemezler. Yoksa Allah onları zorla küfre sokmaz. Çünkü dinde
zorlama yoktur. Onlara bütün âyetler gelmiş olsa bile.” Gerçekten de gelişmeler
Yüce Allah’ın buyurduğu gibi sonuçlanmıştır. Çünkü Yüce Allah’ın kıyamet günü
azab göreceklerini bildiği ve bunu kaderler kitabına yazdığı kimseler
kesinlikle inanmazlar. Tabii bu Allah’ın zorlamasıyla değil, onların kendi hür
iradeleriyle olmaktadır. Hakkı açıklamak, deliller ortaya koymak ve belgeler
sunmak bakımından harcanan çabalar hiçbir yarar sağlamaz. Burada ayrıca,
Kureyşli kâfirlerin hak içerikli çağrılara sırt çevirmelerinden, olumlu tepki
göstermemelerinden dolayı üzülen, elem duyan Peygamber Efendimize yönelik bir
teselli de sözkonusu-dur.
“Onlara
bütün âyetler gelmiş olsa bile.” Bu ifade, önceki hükmü pekiş-tirici
niteliktedir. Buna göre, Yüce Allah’ın, küfürleri sebebiyle ateşe girmelerine
hükmettiği kimseler inanmazlar ve ancak kâfir olarak Ölürler. Böylece Allah’ın
vaadi yerine germiş olur, verdiği hüküm yürürlüğe girer.
“Acı
azabı görünceye kadar,” seni ve sana indirilen vahyi inkâr etmeye devam
ederler. Acı azabı görene kadar bu tutumlarını sürdürürler. Korkunç azapla
yüzyüze geldiklerinde iman ederler, ama o zaman da inanmak fayda vermez.
Nitekim Firavun da boğulmak üzereyken inanmıştı, fakat bu imanı ona bir fayda
sağlamamıştı. Kavminin kâfirleri de, üzerlerine azap zorunlu hale gelip bu acı
azabı görene kadar inanmazlar. Bu durumda ise, imanları hiç bir işe
yaramaz. [97]
1- Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) peygamber olduğu açık bir ifadeyle
vurgulanıyor.
2- Bir şeyi bilmeyenin onu bir bilene sorması gerekir.
3- Allah’ın âyetlerini yalanlamak küfürdür ve bu küfrü işleyen hüsrana
uğrayacaktır.
4- Dinin temel ilkeleri ve ayrıntı niteliğindeki hükümlerinden kuşku duymak,
bu hususta asılsız iftiralar ortaya atmak küfürdür.
5- Kaza ve kader ilkesine inanmanın gereği vurgulanıyor. Buna göre
bedbaht kişi, küfürleri sebebiyle kaderler kitabında bedbaht olması öngörülendir.
Mutlu kişi ise, iman ve amelleri sebebiyle bu kitabta mutlu olması öngörülenlerdir.
6- Dünyada ölüm meleğini görmek, âhirette de dirilip hesaba şahit olmak
suretiyle azabla yüz yüze gelen.kimsenin tevbesi kabul olmaz. [98]
98- Keşke inanıp da,
inanması kendisine fayda
veren bir memleket olsaydı.
Yalnız Yunus’un kavmi,
inanınca, dünya hayatında
onlardan rezillik azabını
kaldırımş ve onları
bir süre daha yaşatmıştık.
99- Rabbin isteseydi yeryüzündekilerin hepsi
mutlaka inanırdı. O
halde sen mi
insanları mü’min olmaları
için zorlayacaksın?
100- Allah’ın izni olmadan
hiç kimse inanamaz
ve Allah rezilliği, akıllarını
kullanmayanlara verir.
Teşvik
edatıdır. Burada “olsaydı” anlamını ifade ediyor. Ayrıca kınama ve
olumsuzluk anlamını da içermektedir.İnanan şehir halkı. Bir memleket halkı
inansaydı.Yunus (a.s.). Allah’ın Peygamberi Yunus. b. Metta.O zamana kadar.
Ömürlerinin sona erdiği zamana kadar.Sen mİ İnsanları zorlayacaksın? Yani, sen
bunu yapamazsın.Ancak Allah’ın izniyle. Ancak Allah’ın iradesi ve takdiri başka.Rezillik.
Azap. [99]
Önceki
âyetlerde Yüce Allah, âyetleri yalanlayanların kaçınılmaz olarak hüsrana
uğrayacaklarını, günahları tarafından kuşatılanlara azabın kesin olarak
geleceğini ve bunların inanmayacaklarını, çünkü iman etme yeteneğini
yi-tirdiklerini dile getirmişti. Bu âyetlerde ise, Mekkelileri inanmaya teşvik
eden, küfür ve yalanlamada ısrar etmemeyi telkin eden İfadeler yer
alıyor.“Keşke inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı.”
Yani, memleketlerde yaşayanlar, inansalar ya! îmanlarından yararlanıp,
inanmayanlar için kaçınılmaz olan azabdan kurtulsalar ya! Neden inanmıyorlar?
Acaba inanmalarına mani olan bir engel mi var?.. Bu, aynı zamanda bir azarlama
ve kınama ifadesidir.“Yalnız Yunus’un kavmi, inanınca dünya hayatında onlardan
rezillik azabını kaldırdık.” Silip süpürücü, köklerini kurutucu bir azapla
onları helak etmedik. Çünkü onlar azabın belirtilerini farkedince, onun
başlarına inmesinden önce tevbe ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah,
üzerlerindeki azab tehdidini kaldırdı. Kendileri için belirlenen ecel
gelinceye kadar dünya hayatından yararlanmalarını sağladı [100]
Ya
şu Ummul Kura (ana kent) Mekke halkına ne oluyor? Neden Musul civarında Ninova
adlı beldede yaşamış bulunan Yunus (a.s.) kavmi gibi tevbe edip inanmıyorlar?
“Rabbin
isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı.” Bu ifade iki şekilde
yorumlanabilir. Birincisi: Yüce Allah’ın, Mekke ehline imanı sunması, onları
buna teşvik etmesi ve öneriye sıcak bakmamalarından dolayı on-lari kınaması,
akıllarda Yüce Allah’ın onları inandırmaya güç yetiremediği şeklinde bir
düşünce uyandırmamahdır. Çünkü şayet Yüce Allah dilerse, onlar inanırlar.
Dilerse tüm yeryüzü halkının da inanmasını sağlar, ikincisi: burada kavmini
gece-gündüz durmadan imana çağıran, buna rağmen inanmamakta direten kavminin
bu tutumundan dolayı üzülen, acı çeken Rasûlüllah teselli ediliyor, üzüntüsü
gideriliyor. Yüce Allah, bir de O’na şu hususu öğretiyor: Yüce Allah
yeryüzünde bulunan herkesin inanmasını isteseydi, inanırlardı. Ancak
yükümlülük ve buna bağlı olarak karşılık verme ilkesi uyarınca iman insanlara
teklif edilir; bir zorlama sözkonusu olmaksızın inanan kurtulur, inanmayan da
helak olur. Nitekim şu ifade de bunu pekiştirmektedir: “O halde sen mi
insanları mü’min olmaları için zorlayacaksın?” Yani, insanları inan-.dırmak
senin görevin değildir ve sana böyle bir yükümlülük verilmiş değildir.
“Allah’ın
izni olmadan hiç kimse inanamaz.” Önceki ifadeyi destekleyen, onaylayan bu
ifade ile demek isteniyor ki: îman işi ancak Allah’ın iradesi ve takdiri ile
gerçekleşir. Yani Allah kimseyi zorlamaz.
“Ve
Allah rezilliği akıllarını kullanmayanlara verir!” Allah-u Teâlâ insanları
imana çağırır; onun güzel meyvalarını açıklar; yalanlamaktan sakındırır; bunun
da kötü sonuçlarını açıklar. Bundan sonra kim inanırsa onu kurtarır, mutlu
kılar. Kim de inanmazsa, rezil azabı başına sarar. Çünkü bu kişi aklını
kullanmamıştır. Eğer akimi kulansaydı küfre girmez, O’na isyan etmez, Yaratıcısına,
sahibine kafa tutmazdı! [101]
1- Yüce Allah’ın kullarını imana çağırması ve onları buna teşvik etmesi,
O’nun kullarına yönelik merhametinin bir göstergesidir.
2- Fiilen azabla yüzyüze gelmedikçe bir kulun tevbesi kabul olur. Azabın
belirtilerinin ortaya çıkmış olması, tevbeyi önleyici bir durum değildir.
3- Yaradan Allah’ın yaratıcılık iradesi kesinlikle (varlıkların
varoluşları üzerinde) değişmez.
4- Allah’ın izni ve takdiri olmadan, bir kimsenin inanması mümkün
değildir. Yani Allah zorla birinin inanmasını istese mutlaka inanır. Yine bir
insanın kâfir olmasını zorla istese o da kafir olur. Ancak Allah hiç kimseyi
zorlamıyor. Bu yüzden bir dâvetçi insanları Allah’ın tek ve ortaksız
ilâhlığını kabul etmeye çağırdığında, bunlar inanmaya yanaşmıyorsa, aşırı
derecede üzül-memelidir. [102]
101- “Göklerde ve yerde olanlara
bakın!” de; ama
o âyetler ve uyarmalar,
inanmayacak bir kavme yarar
sağlamaz.
102- Onlar sadece kendilerinden önce
gelip geçenlerin başlarına gelen günler gibisini bekliyorlar öyle mi? De
ki: “O halde bekleyin, ben
de sizinle beraber
bekleyenlerdenim.”
103- Sonunda elçilerimizi ve
inananları kurtarırız. Böylece üzerimize düşen
bir borç olarak mü’minleri
kurtarırız.
Göklerde
ve yerde olan. Akıllara durgunluk veren varlıklar ve göz kamaştırıcı deliller.
Ayetler
ve uyarılar yarar sağlamaz. Bir kavim inanmadıktan sonra bunların bir yararı
olmaz.
Bekliyorlar
mı? Azabdan başka bir şeyi beklemiyorlar.Onlardan önce gelip geçenler.De ki:
Bekleyin.Sonra elçilerimizi ve iman edenleri kurtarırız.İşte bunun gibi. Mü’minleri
böyle kurtarırız. [103]
Ayetlerin
akışı, Kureyş kabilesinin imana, tevhide ve Allah’a ve Rasûlü-ne itaat etmeye
çağrılmaları ile ilgili olarak sürüyor. Yüce Allah, bu bağlamda, Rasûlüne,
onlara şöyle hitap etmesini emrediyor: “Göklerde ve yerde olanlara bakın, de.”
Her ikisinde bulunan canlı cansız varlıklara, yaradılışın olağanüstü
örneklerine, ilahi hikmet, rahmet ve kudretin gözkamaştırıcı manzaralarına
bakın. Bu örnekler ve manzaralar insanı, rab ve ilâh olarak kendi-
sinden
başka ilâh ve rab bulunmayan Allah’a inanmaya davet eder; putların, taşların ve
heykellerin ilahhk iddialarını reddederler.
Ardından
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ama o âyetler ve uyarılar yarar sağlamaz.”
Rasûllerin kendi kavimlerini doğru yola iletmek İçin yaptıkları uyarılar bir
işe yaramaz. Çünkü Yüce Allah, ezelde bunların inanmayacaklarına, dünya ve
ahirette hak. ettikleri azabı tadana kadar bu durumlarını sürdüreceklerini
bilmektedir. Ne var ki, bu durumu ancak Yüce Allah bileceğine göre, gene de
uyarıcılar, uyarılarını sürdürmeli, dini tebliğ etmeye yönelik çabalarına ara
vermemelidirler. Başta ve sonda emir Allah’a aittir.
“Onlar
sadece kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen günler gibisini
bekliyorlar öyle mi?” Onlar kendilerinden önce geçip giden Nuh, Ad ve Semud
kavimlerinin basma gelen dehşet verici günler gibisini bekliyorlar. Elçiler bu
kavimleri imana davet etmiş, Rabb’in düzenine, tevhid ve itaate Çağırmışlardı.
Ama onlar bu çağrılara kulak asmamışlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, onları suçüstü
yakalamıştı. Çünkü O, güçlüdür, azabı çetindir.
Ardındari
Yüce Allah, elçisine şöyle demesini emrediyor: “O halde bekleyin...” Şayet
tevbe etmez ve Allah’a teslim olmazsanız sizin için öngörülen azabı bekleyin.
“Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” Eğer size bir azap gelecekse ben de
onu beklemekteyim. Çünkü bu hususla ilgili ilahi kanun, zalim, müşrik ve
yalancıların helak olmasına, buna karşın., rasûllerin ve mü’minlerin
kurtulmasına hükmeder. .
103.
âyette yeralan: “Sonunda elçilerimizi ve inananları kurtarırız. Böylece” Yani
bu kurtarma ile “üzerimize düşen bir borç olarak mü’minleri kurtarırız,” sözü
ile vurgulanan anlam budur. [104]
1- Ezelde, küfründen dolayı ateş ehli olduğu bilinerek yazılmış bir kula
hiç bir uyarı yarar sağlamaz, öğütler fayda etmez.
2- Her çağda ve her bölgedeki zalimleri bekleyen, önceki zalimlerin
başına gelen rezil olma ve korkunç bir azaba uğramadır.
3- Zalimlere, müşriklere helak edici azab iner; Yüce Allah’ın dostlarını
kurtaracağına ilişkin vaadi değişmez. [105]
104- De ki: “Ey
insanlar! Benim dinimden
kuşkuda iseniz, ben sizin
Allah’tan başka taptıklarınıza tapmam; fakat
sizi Öldürecek olan Allah’a
ibadet ederim. Bana mü’minlerden
olmam emredilmiştir. “
105- Ve yüzünü Allah’ı
birleyici olarak dine
çevir; sakın Allah’a ortak koşanlardan olma.
106- Allah’tan başka; sana
ne fayda, ne de zarar
verebilecek olan şeylere yalvarma!
Eğer böyle yaparsan,
o takdirde sen
muhakkak zalimlerden olursun.
107- Eğer Allah sana bir zarar
dokundurursa onu yine
O’n-dan başka kaldıracak yoktur ve
eğer sana bir hayır dilese, O’nun keremini de
geri çevirecek yoktur.
O, hayrını, kullarından
dilediğine verir. O,
bağışlayan, esirgeyendir.
Dinimden.
İslâm’ın gerçek oluşundan şüphe ediyorsanız. Ruhlarınızı alır, sizi öldürür.
Yüzünü
hanif olarak dine doğrult. Yüzünü diğer tüm dinlerden çevirerek, Allah’ı
birleyici olarak İslâm dinine yönelt.Sana fayda vermeyen. Sana zarar vermeyen.O
zaman sen mutlaka zalimlerdensin. Eğer sen bu düzmece ilahlara yalvaracak, dua
edecek olursan, nefislerine zulmeden müşriklerden olursun.Onun için giderici
yoktur, sadece O var. Kendisine zarar isabet etmiş birinden bu zararı ancak
Yüce Allah giderebilir.Onu isabet ettirir. Fazlından ve rahmetinden dilediğine
isabet ettirir.O affeden ve merhametli olandır. Tevbe eden kullarının günahlarını
bağışlar, mü’min kullarına merhamet eder. [106]
Bundan
önceki âyetlerde, Yüce Allah, hidayet ve sapıklık yollarını gösterdi, uyarıda
bulundu, kullarını şirkten sakındırdı. Mü’minlere kurtuluş vaa-detti.
Müşrikleri de korkunç bir azapla tehdit etti. Buna ilave edilecek bir şey söz
konusu değildir. Burada ise, Yüce Allah, elçisine, Mekke müşriklerine karşı
ikinci bir öğrenme ve öğüt alma usûlü öğretiyor: “De ki: Ey insanlar!” Ey Mekke
müşrikleri ve civardaki Araplar! “Benim dinimden kuşkuda iseniz...” Mensup
olduğum ve sizi de uymaya davet ettiğim dinim İslâm’ın doğI ruluğundan kuşku
duyuyorsanız... “... ben sizin, Allah’tan başka taptıklarınıza tapmam.” Sırf
siz benim dinimden kuşku duyuyorsunuz diye; ben, he rhangi bir yarar ya da
zarar dokunduramayan putlara, heykellere ibadet etmem.“Fakat Allah’a ibadet
ederim.” Yarar ve zarar O’nun elindedir. Dirilten ve öldüren O’dur. O, “sizi
öldürecek”tir. Ruhlarınızı kabzederek, hayatınıza son verecek olan O’dur.
Dolayısıyle sırf O’na ibadet edilmeli, O’ndan korkul-malı, O’ndan
sakınmalıdır.“Bana mü’minlerden olmam emredilmiştir.” Rabbim bana, kendisine inanmamı,
böylece mü’minlerden olmamı emretti. Ben de O’na inandım ve müminlerdenim.“Ve
yüzünü Allah’ı birleyici olarak dine döndür; sakm Allah’a ortak koşanlardan
olma!” Rabbim bana vahiy yoluyla emretti: Yüzünü hak dine yö: nelt; diğer
asılsız dinlere iltifat etme.Müşriklerden olmamam için, beni sıkı sıkıya
tembihledi. Çünkü müşrikler, Allah ile birlikte başka ilâhlara da kulluk
etmektedirler.Bu safları belirleyici ve açıklayıcı uyarıdan, Mekkeli
müşriklerin üzerinde oldukları sapıklığa ve çirkin yanılgıya ilişkin sakındırmadan
sonra, Yüce Allah, elçisi’ne sesleniyor. Bu, “kızım sana söylüyorum, gelinim
sen anla” türünden bir hitaptır. Burada, açık bir ifadeyle, zarar ve yarar
dokundurma gücüne sahip bulunmayan düzmece ilahlara tapmasını yasaklıyor.
Allah’tan başka kullukta bulunulan tüm ilahlar kastediliyor. Bu meyanda Yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Allah’tan başka; sana ne fayda, ne de zarar verebilecek
olan şeylere yalvarma.” Bunlar sana bir yarar sağlayamaz, sana dokunmuş bir
zararı da bertaraf edemezler. Sana ulaşacak bir hayrı önlemek suretiyle zarar
verme güçleri de yoktur. Bu sahte ilahlar, senin başına bir kötülük de
indiremezler. Eğer Allah’tan başkasına yalvaracak olursan, kuşkusuz zalimlerden
olursun!
Rasûlüllah
Efendimizin (s.a.v.) Allah’tan başkasına dua edip yalvarması imkânsız olduğuna
göre, İfadeyi müşriklere yönelik bir itiraz ve mü’minlere yönelik bir
sakındırma şeklinde algılamalıyız.Yine, elçisine hitaben şöyle buyuruyor: “Eğer
Allah sana bir zarar do-kundurursa onu” senden “yine O’ndan başka kaldıracak yoktur.
Ve eğer sana bir hayır dilerse...” senin için afiyet, sıhhat, huzur ve zafer
dilerse “O’nun keremini de geri çevirecek yoktur.” Hiç kimse, hiç bir şekilde,
bu hayırların sana ulaşmasını engelleyemez.
Allah,
fazlını, hayrını ve nimetini “kullarından dilediğine verir.” Çünkü O, serbest
hareket eder. Dilediğini yapar, istediği gibi hükmeder. “O, bağışlayan,
esirgeyendir.”
Bu
ifadede, Yüce Allah’ın celal ve kemal sıfatlan açıklanıyor. O, ne kadar çok
günah işlemiş olurlarsa olsun, günahlarından tevbe eden kullarının günahlarını
bağışlar. Sayıları ne kadar olursa olsun, mü’min kullarına merhamet eder.
Bundan dolayı, O’na sevgiyle, saygıyla, itaat ve teslimiyet ile kulluk etmek
gerekir. [107]
1- Mü’min kimse, insanlar ne kadar çok engellese ve aksi propaganda
yapsalar bile, hakkı terketmemelidir.
2- Şirk yasaklanmış, şirki ve müşrikleri terketmek zorunlu kılınmıştır.
3- Kim olursa olsun, Allah’tan başkasma dua etmek şirktir, haramdır.
4- Kul, Allah’ın kendisi için öngördüğü hayır ya da şerrin hiç kimse tarafından
önlenemeyeceğine, değiştirilmeyeceğine kesin olarak inanmadıkça mü’min
sayılmaz. Şu hadis-i şerifte de bu anlam vurgulanmaktadır: “Sana isabet edecek
olan senden şaşmaz. Senden şaşacak olan da sana isabet etmez.” [108]
108- De ki: “Ey insanlar, işte
size Rabbinizden gerçek geldi.
Artık hidayete eren,
kendisi için erer;
sapan da kendi
zararına sapar. Ben sizin
üzerinize vekil değilim.”
109- Sana vahyolunana uy
ve Allah hükmünü
verinceye kadar sabret. O,
hüküm verenlerin en
iyisidir.
Ey
insanlar! Muhakkak ki hak geldi. Size Kur’an’ı okuyan ve hak dini açıklayan
peygamber geldi.Kim hidayete ererse. Allah’a ve Rasûlüne inanır, Allah’ı
birleyici olarak O’na ibadet ederse,Ve kim saparsa. Şirk, yalanlama ve isyan
nitelikli hayat biçiminde ısrar ederse.
Sonuçta
onun aleyhinedir. Sapmanın günahı sapan kimsenin boynunadır. Yine bunun gibi,
hidayete ermenin sevabı da hidayete eren kimseyedir. Ben sizin üzerinizde^
vekil değilim. Sizi hidayete zorlayamam. Ben sadece bir duyurucu, açıklayıcı,
bir uyarıcıyım.
Allah
hüknıedinceye kadar sabret.-Allah müşriklere ilişkin hükmünü bildirinceye kadar
sabret. Hakimlerin en hayırlısıdır. Rahmet, adalet ve hüküm verme bakımında
hükmedenlerin en hayırlısıdır. Çünkü O, yüce kudreti ile hükmeder. [109]
Bu,
tefsirini sunduğumuz sûredeki son duyurudur. Yüce Allah bu duyuruda, Rasûlüne,
müşriklere şöyle seslenmesini emrediyor: “Ey insanlar!” Başlangıçta Mekkeliler
kastedilmiş olsa bile, tüm insanlığı kapsayan bir çağrıdır bu. “İşte size
Rabbinizden gerçek geldi.” Size Rabbinizden Kur’an geldi. Elçi onu sizin için
okuyor. Onda, hak din açıklanıyor. İnsanlık ancak bu hak dine inanmak, onun
içerdiği hidayete, yol göstericiliğe gerçekten bağlanmakla hayra ulaşabilir.
İman
ve itaat ile doğru yolu bulan kimsenin, hidayete erişinin sevabı kendisinindir.
Çünkü arınan, şirkten temizlenen, iki cihan mutluluğuna layık bir kul haline
gelen kendisidir. Şirk, küfür ve yalanlama esaslı hayatı sürdürmede inatçı
davranan kimsenin sapıklığı ve sapıklığının cezası da kendisine-dir. Çünkü
kirlenen, iğrençleşen, dolayısıyle Allah’ın gazabını ve elem verici azabına
müstehak biri haline gelen kendisidir. Tebliğle görevli Rasûlün bunda bir
sorumluluğu yoktur. Çünkü Rabbi, insanların hidayete ermesini onun sorumluluğuna
vermemiştir. Bilakis, açıkça üzerlerinde vekil olmadığını belirtmesini
emretmiştir:,“Ben sizin üzerinizde vekil değilim.”“Sana vahyolunana uy.” Bu
ifadede, Rasûlüllah Efendimize (s.a.v.) hakka sarılması, kendisine vahyedilen
emir ve yasaklara uyması ve bu hususlarda kesinlikle aşırıya kaçmaması
emrediliyor. Bunun kaçınılmaz sonucu da, Rabbinin vahyetmediği şeylere
uymamasıdır.“Allah hükmünü verinceye kadar sabret.” Rasûlüllah’a vahye uyma, davet
hareketini kesintisiz sürdürme ve müşriklerden gelecek eziyetlere katlanma
hususunda sabretmesi emrediliyor. Bunu, Yüce Allah’ın, inanmayanlara ilişkin
hükmünü bildirinceye kadar sürmesinin gerektiği vurgulanıyor.
Nitekim
Allah hükmünü bildirdi. Müşriklerle savaşmasını emretti. Nihayet Bedir’de
onlara karşı savaştı, Allah’ın dinine, İslâm’a girmek suretiyle boyun eğinceye
kadar savaş halini sürdürdü. Bu lûtfundan dolayı Allah’a ham-dolsun.“O, hüküm
verenlerin en iyisidir.” Yüce Allah’a yönelik bir övgüdür bu. O, hükmedenlerin
en iyisi, en âdilidir. Çünkü O’nun ilmi ve hikmeti kusursuzdur. Kudreti
sınırsızdır. Rahmeti sonsuzdur. [110]
1- Kur’an’ın, Rasûlün ve İslâm’ın hak olduğu vurgulanıyor.
2- Kişi, başkasının değil kendi elinin kazancıyla mutlu ya da mutsuz
olur.
3- Kur’an ve sünnetin içerdiği ilahi vahye uyma bir zorunluluktur.
4- Sabretmek ve Allah’tan gelecek bir çıkış yollarını aramak fazilettir. [111]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/9-10.
[2] Kurtubi “kademe sidkin” ifadesi ile ilgili olarak şu
görüşlere yer verir: a) Ezelde mutluluğun Öngörülmüş olması, b) Güzel ödül. c)
Gerçek makam, doğruluk menzili, d) Salih evlat...
[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/10.
[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/10-11.
[5] Âyette göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı
buyurulmaktadır. Allah’a göre gün, an manasına geldiği gibi, uzun devirler
anlamına da gelir. Çünkü Mearic Suresi’nde, Allah katında bizim sayımızca
ellibin yıl süren bir günün mevcud olduğu ifade edilmektedir. Başka yerlerde de
Allah katında bizim sayımızca bin yıl süren günün var olduğu açıklanmaktadır.
Yani Allah katında gün itibarîdir. Çeşitli zaman birimlerini ifade etmektedir.
İşte burada belirtilen gün, dünyaların oluşum devresi anlammadir. Demek ki
Allah, kainatı altı günde, yani altı büyük devirde yaratıp bugünkü biçimine
koymuştur.
[6] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/12-13.
[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/13-15.
[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/15-16.
[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/17.
[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/17-18.
[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/18.
[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/20.
[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
4/20-22.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/22.
[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/24.
[16] Belki de Rasûlüllah’ın bu Kur’an’ı kendinden yazdığını
zannettikleri için böyle söylemişlerdir. Ancak bu ihtimal zayıftır.
[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/24-25.
[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/25-26.
[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/26-27.
[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/27-28.
[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/28.
[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/29-30.
[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/30-31.
[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/31-32.
[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/33.
[26] Rivayet edilir ki: Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.)
arkadaşlarının yanına geldi ve , şöyle
dedi: Rüyada, sanki Cebrail’i başucumda, Mikail’i de ayak ucumda gördüm. Biri diğerine diyordu ki: “Buna bir
örnek ver.” Ötekisi dedi ki: “Dinle, i”Hi; kulakların dinlesin ve düşün aklın
düşünsün. Senin ve ümmetinin örneği -mıt şudur: Bir hükümdar bir yurt edinir.
Sonra o yurtta bir ev yapar ve evde bir
ziyafet hazırlar. Sonra bir elçi görevlendirerek insanları ziyafete
davet eder. “’iT Bir kısmı davete icabet
eder, bir kısmı da daveti reddeder. O hükümdar Al y lah’tır. O yurt İslâm’dır
ve o ev cennettir ve sen de ey Muhammed elçisin. Sana .«.., icabet eden İslâm’a girer, İslâm’a giren de
cennete girer.” Sonra “Allah barış lifu yurduna çağırır” âyetini okudu.
[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/33-35.
[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/35.
[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/26-37.
[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/37-38.
[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/38-39.
[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/39-40.
[33] Bir sahih hadiste, Rasûlüüah efendimizin (s.a.v.)
geceleyin kalkıp şöyle dua ettiği anlatılır: “Allahım senin varlığın ve
birliğin haktır. Senin sözün haktır , ve senin huzurunda hesap vereceğimiz de
haktır.”
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/40-41.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/41.
[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
4/42-43.
[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/43-44.
[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/44.
[39] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/45.
[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/45-47.
[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/47.
[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/48-49.
[43] Ebu Talib, Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi.
[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/49-50.
[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/50.
[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/51.
[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/51-52.
[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/53.
[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/54.
[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/55.
[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/56.
[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/57.
[53] Ebu Said el-Hudri, İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini
rivayet eder: “Allah’ın ihsanı Kur’an,
rahmeti de İslâm’dır.”
[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/58-59.
[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/59.
[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/61.
[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/61-62.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/62-63.
[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/63-64.
[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/64.
[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/65.
[62] Âyetteki (mâ), hayret edatı da olabilir. Bu takdirde
manâ şöyledir: “Allah’tan başka, birtakım ortaklara yalvaranlar neye uyuyorlar!
[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/66.
[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/66-67.
[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/68.
[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/69.
[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/69-70.
[68] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/70.
[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/72.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/72-73.
[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/73-74.
[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/75.
[73] Şirk ve küfürle kalpleri, sihir ve batıl menkıbe ve
efsanelerle akılları bozmuşlardı.
İsrailoğulfarmdan her yeni doğan erkek çocuğunu
Öldürmek “ suretiyle kan dökmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir.
[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/75-77.
[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/77.
[76] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/78.
[77] İbn-i Abbas der ki: “Geceleyin yatağına uzanan kimse
şu (manadaki) âyeti okursa, hiçbir büyü ona zarar veremez: “Sizlerin ortaya
getirdiğiniz büyüdür. Doğrusu Allah onu geçersiz kılacaktır. Şüphesiz Allah,
bozgunculuk çıkaranların işini düzeltmez.” (Yûnus Sûresi, 81.)
[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/78-79.
[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/79.
[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/80-81.
[81] Soyu’ndan maksat, Hz. Musa ile büyücüler arasındaki
müsabakayı ve Hz. Musa’nın parlak zaferini görüp inanan İsrailoğullanmn
gençleridir.
[82] Âyette geçen “kıble” kelimesinden maksat, bir görüşe
göre, mescidlerdir. Diğer bir diğer görüşe göre de, evleri karşılıklı birbirini
görür şekilde inşa edip, tüm ilişkilerim kopardıkları düşmana karşı birbirini
koruyabilsinler.
[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/81-82.
[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/82-83.
[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/83-84.
[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/84-85.
[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/85.
[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/86.
[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/86-87.
[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/88.
[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/89.
[92] Abdullah b. Selâm gibi.
[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/89-90.
[94] Bölünmeye, düşmanlığa ve savaşmaya sebep olmayan
anlaşmazlığın örneği, dört mezheb imamı arasındaki içtihad farklılıklarıdır.
Düşmanlığa ve savaşa yol açan anlaşmazlığın Örneği ise, ehl-i sünnet ile
hariciler ve rafiziler gibi sapık fırkalar arasındaki anlaşmazlıktır.
[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/90.
[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/91.
[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/91-93.
[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/93.
[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/94.
[100] Bu kavim Asurlulann ve Buhtunnasr’dan sonra Babil’de tutsak olarak yaşayan Yahudilerin karışımıydı. Hz. Yunus miladdan önce ikinci yüzyılın başlarında gönderilmişti. Bu kavim Musul civarında Ninova adlı beldede yaşıyordu. Putlara tapıyorlardı.
[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/94-96.
[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/96.
[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/97.
[104] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/97-98.
[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/98.
[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/100.
[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/100-101.
[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/102.
[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/102-103.
[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/103-104.
[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/104.