HÛD SÛRESİ
Bu
sûre-i celile Kur'ân-ı Kerimin on birinci sûresi olup 123 âyettir. Sahih kavle
göre Mekke'de nazil olmuştur. Yalnız 11, 16 ve 114. âyetlerinin Medine'de
indiği rivayet edilmektedir. Bu sûre-i celile Hûd (a.sJ'dan çok bahsettiği
için, aynı adı almıştır ve Yûnus sûresini müteakiben nazil olmuştur. Her iki
sûre de itikada ait esasları, Kur'ân-ı Azimüşşân'ın ilâhî bir mucize olduğunu,
âhiret hayatına ait ma'lûmatı, sevap ve ikâba dair beyanatı ve bir kısım
peygamberlerin kıssalarını ihtiva ederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Elif,
Lam, Ra, bu öyle bir kitabdır ki, âyetleri kesin kılınmış, sonra da apaçık
bildirilmiş, hikmetle yapan, her şeyden kemaliyle haberdar olan Allah
tarafından indirilmiştir.*
«Ta
ki Allah'dan başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Muhakkak ki, ben size O'nun
tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.»
tbn
Abbas (r.a.) 'a göre Elif, Lâ, Râ'nın mânâsı şudur: -Ben, bütün mahlûkatın
hallerine muttali olan Hâlik'ımzım. Bir kısım tef-sircilere göre ise, Elif,
Allah ismine; Lam, Lâtif ismine; Ra, Rab ismine işaret eder. O zaman mânâ şöyle
ojur: Ma'bud-ü Hak benim, kullarımın üzerinde lütuf ve ihsanım çoktur. Bütün
mahlûkatı lüt-fumla besleyici ve terbiye edici benim. Benden başka ilâh.
yoktur.
[Cûz:
11, Ayet: 3-4) Hûd Sûresi 201
Allah
tarafından gönderilen Kur'an'm âyetleri muhkemdir, aralarında bir eğrilik ve
tenakuz yoktur. Bütün hükümleri, emir ve nehiyleri, vaad ve vaîdi haktır. Allah
katından Muhammedü'l-Emin'e Cebrail vasıtasıyla getirilmiştir. Yüce Allah
hakimdir dilediğini hükmeder, O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Çünkü O,
Ma'bud-ü Mutlak'tır, kullarının ne işlediğini bilir, ona göre mükâfat ve
mü-câzat verir. Peygamberini kullarına uyarıcı ve müjdeci olarak göndermiştir.
Bu, âyet-i celile de şöyle ifade edilmiştir: «Bu öyle bir ki-tabdır ki,
âyetleri kesin kılınmış, sonra da apaçık bildirilmiş, hikmetle yapan, her
şeyden kemâliyle haberdar olan Allah tarafından indirilmiştir. Ta ki Allah'dan
başkasına ibadet etmeyesiniz diye. Muhakkak ki, ben size O'nun tarafından
gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.»
Bütün
peygamberler insanları Allah'a imana davet edip, gafletten uyarmak ve ilâhî
nimetleri müjdelemek için gönderilmiştir.
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
«Hem
Babbinizden mağfiret dileyin, sonra Ona tevbe edin ki. belli bir süreye kadar
sizi güzelce geçindirsin. Her fazilet sahibine, hakettiğini versin. Eğer yüz
çevirirseniz o zaman ben sizin başınıza büyük bir günün azabından korkarım.» .
•Dönüşünüz
ancak Allah'adır. O, her şeye hakkıyla kadirdir.»
Ey
insanlar, şirk ve küfürden tevbe edin, günahlarınızın afvi için Rabbinizden
mağfiret dileyin. İbadetlerinizi yapın' Allah'ın emirlerini yerine getirin,
yasaklarından sakının, tâ ki dünyada hayatınızın sonuna kadar güzel bir
maişetle sizi geçindirsin, âhirette de amellerinizin mükâfatı olarak cennet
nimetlerini ihsan etsin. Yüce Allah iman edip, güzel ameller işleyenlere
mükâfat ve ihsanını, iman etmeyenlere de, inkâr ve küfürlerinin cezasını verir.
Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: *Hem Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra
O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin. Her
fazilet sahibine, hakettiğini versin. Eğer yüz çevirirseniz o zaman ben sizin
başınıza büyük bir günün azabından korkarım.» Ayette ifade edildiği gibi iman
edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.
Said
bin Câbir (r.a.), faziletin mânâsını şöyle açıklamıştır; Yü-
202 Hûd
Süresi [Cûz: 11-12. Ayet; 5-6)
ce
Allah her fazilet sahibine kendi fazlından on sevap verir. Bu, kulun yapmış
olduğu iyi amelin karşılığıdır, her iyi amele on sevap verilir. Yine her kötü
amele de Yüce Allah kendi fazlından bir günah yazar ve kulun işlemiş olduğu her
günah bir sevabını götürür, dokuzu geride kalır. Jbn Mes'ûd (r.a.)'un görüşü de
böyledir. İbn Mes'ûd «Amellerin tartıldığı kıyamet günü yazılan bir günahı,
yazılan on sevabından daha ağır gelenlere yazıklar olsun» demiştir.
Ey
insanlar, dönüşünüz ancak Allah'adır. O, her şeye hakkıyla kadirdir.
Amellerinize göre âhirette sizi mükafatlandıracak veya cezalandıracak olan
O'dur. tman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Te&la âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
İl
«Haberiniz
olsun ki. onlar Peygamberce düşmanlıklarını gizlemek için iki büklüm olurlar,
elbiseleriyle örtündükleri zaman da hallerine dikkat et. Allah onların
gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir..
Kafirler,
Peygamber'e olan düşmanlıklarını gizlemek İçin iki büklüm olurlardı. Peygamber,
Allah'ın âyetlerini okuduğu zaman, onu işitmemek için elbiseleriyle
örtünürlerdi. Onlar, kalblerindeki düşmanlıklarım gizleseler de, açığa vursalar
da Yüce Allah onu bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir. Allahü Teâla bunu
şöyle beyan ediyor: «Haberiniz olsun ki, onlar Peygamber'e düşmanlıklarını
gizlemek için iki büklüm olurlar, elbiseleriyle örtündükleri zaman da hallerine
dikkat et. Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O,
kalblerde olanı bilendir.»
Yüce
Allah kullarının kalbinde hayır ve serden, iman ve küfürden ne varsa hepsini
bilir, ona göre mükafat ve mücazatını verir. Hiç kimseye haksızlık yapılmaz,
herkese amelinin karşılığı verilir (•).
Allahü
Teâla âyet-İ celilesinde şöyle buyuruyor :
(*)
On birinci cttzün sonu.
(Cüz:
12. Âyet: 7) Hûd Sûresi 203
«Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı
Allah'a ait olmasın. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini de O
bilir. Hepsi apaçık kitabdadır.»
Bütün
canlıların rızkı Allah'a aittir. Allah, yaratmış olduğu bütün canlıların
rızkını tekeffül etmiştir. Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı
Allah'a ait olmasın. Onların duracak yerlerini de, emanet edilen yerlerini 6e,
ölüm zamanlarını da ve neye muhtaç olduklarını da O bilir. Hiçbir şey O'nun
bilgisinden gizli kalmaz.
Abdullah
bin Mes'ûd (r.a.) «müstekâr» kelimesini şöyle açıklamıştır: «Müstekâr, ana
rahmine yerleşen şeydir. Allahü Teâlâ onu bilir ve bulunduğu yerde ona rızık
verir. Allah, her canlının nerede olduğunu ve nerede yerleştiğini, neye muhtaç
olduğunu da bilir. Canlı ve cansız hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz.
Bir kimsenin Ölümü nerede takdir edilmişse oraya gitmesi için bir sebep halk
edilir, o sebebden ötürü oraya gider ve ruhu orada kab-zedilir. Defnedildiği
yer de onun *müstevdii»dir ki, kıyamet günü o yer «Yâ Rabbi, bana müstekâr ve
müstevdii ettiğin işte budur» diyerek içinde bulunan herşeyi dışarı atar.
Her
canlının dünyadaki rızkı Levh-i Mahfûz'da yazılmıştır, onu tüketmedikçe ölmez.
Rezzâk-ı Alem olan Allahü Teâlâ'dır, bütün mahlûkatm rızkı O'na aittir. Kulun
da görevi Rezzâk-ı Âlem'e itaattir, zâten yaratılış gayesi de budur.
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
•O, hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek
için gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Bundan önce arş su üstünde İdi.
Andolsun ki, "ölümden sonra muhakkak yine diriltileceksiniz" desen
küfredenler mutlaka "Bu apaçık bir aldatmadan başka bir şey değildir"
derler.»
İbn
Abbas (r.a.) bu âyeti şöyle açıklamıştır: Yüce Allah gökleri ve yeri altı günde
.yaratmıştır. Bu, âhiretin altı günüdür. Oranın bir günü, dünyanın bin yılıdır.
Fakat Hasan-ı Basrî, bu altı günün dünya günü olduğunu söylemiştir. Allahü
Teâlâ. yer ve gökler yaratılmadan önce Arş'ın su üzerinde olduğunu ve altında
sudan başka bir şey olmadığını bildirmiştir. Abdullah bin Mes'ûd da iki
204 Hûd
Süresi (Cûz: 12. Âyet: 8)
gök
arasının beşyüz yıllık yol olduğunu, yedinci kat gök ile kürsî ve kürsî ile su
arasının da beşyüz yıllık yol olduğunu ifade etmiştir. Arş, sudan yukarıdır.
Yüce Allah azametiyle Arş'tan yukarıdır. O, kullarının ve bütün raahlûkatm ne
yaptığını bilir, hiçbir şey O'-nun bilgisinden gizli kalmaz. Bazı tefsircilere
göre AHahü Teâlâ'-nın Arş'ı su üzerindedir. O, yerleri ve gökleri yarattı, suyu
da iki kısma ayırdı. Yarısını Arş'in altında bıraktı, buna «Bahr-i Mescûr»
denir, yarısını da yedi kat yerin altında bıraktı, buna da «Bahrim» denir. Yüce
Halik bütün bunları hanginizin amelinin daha güzel olduğunu denemek için
yaratmıştır. O, ihlâs ve samimiyetle yapılan amelleri de, riya ile yapılan
amelleri de bilir. Ona göre kullarına mükâfat ve mücâzat verir. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «O, hanginizin daha güzel ameli olduğunu denemek için
gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Bundan önce arş su üstünde idi. Andolsun
ki, "ölümden sonra muhakkak yine diriltileceksiniz" desen küfredenler
mutlaka "Bu apaçık bir aldatmadan başka bir şey değildir" derler.»
Allahü
Teala âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun
ki, biz sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteleyecek olsak
"Bunu alıkoyan da ne?" derler. Haberiniz olsun ki o, bunlara geldiği
gün asla dönmeyecek, alaya aldıkları şey on-lan mahvedecektir.»
Yüce
Allah, iman etmeyenleri inkâr ve küfürlerinden dolayı hemen cezalandırmamış,
belki iman ederler diye cezalarını bir müddet te'hir etmiştir. Onlar yine de
kendilerinden önce geçen ümmetlerden ve kavimlerden ibret alıp iman
etmemişlerdir. Halbuki kendilerinden önce nice milletler inkâr ve küfürleri
yüzünden helak olmuşlardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Andolsun ki,
.biz sayılı bir müddete kadar (iman etmeyenlerin) üzerlerinden azabı
erteleyecek olsak "Bunu bizim üzerimizden alıkoyan da ne?" derler. Ey
iman edenler, haberiniz olsun ki o, bunlara geldiği gün asla dönmeyecek, alaya
aldıkları şey onları mahvedecektir.» Allah'ın azabı onların üzerine geldiği
zaman onu kimse onlardan gideremeyecektir. İman etmeyenler, inkâr ve
küfürlerinin cezasını mutlaka göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İnsana tarafımızdan bir nimet tattırır, sonra o
nimeti geri alırsak andolsun ki, o, pek ümitsiz, pek nankör olur.-
«Şayet kendisine dokunan bir dertten sonra ona
nimeti tattınr-sak andolsun diyecek ki; "Benden kötülükler uzaklaşıp
gitti." Çünkü o şımarır ve övünür.»
«Sadece sabredip de güzel amel işleyenlere, işte
onlara mağfiret ve büyük mükâfat vardır.»
Allahü
Teâlâ'mn bütün nimetleri kulları içindir. Rahmete lâyık olanlara nimetini,
rahmete lâyık olmayanlara da azabını verir. în-sana önce bir nimet verir, sonra
o nimeti geri alırsa, insan daha önce kendisine verilen nimetleri unutur, Allah'ın
rahmetinden ümidini keser, şükrü terk eder, nankörlük yapar. Şayet kendisine
dokunan bir kötülük ve musibetten sonra bir hayır ve nimet verilirse, o zaman
başından geçenleri unutur, verilen nimetlere şükretmez «Benden kötülükler
uzaklaşıp gitti* diyerek küfre ve isyana dalar, şımarır. Her şeyi kendi
çalışmasıyla elde ettiğini zanneder, sahibini unutur. Allah'ın nimetlerine
küfredenler için elim bir azab vardır. Ancak Allah'dan gelenlere sabredip,
nimetlerine şükrederek güzel ameller işleyenler için mağfiret ve büyük mükâfat
vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «însana tarafımızdan bir nimet
tattırır, sonra o nimeti geri ■ alırsak andolsun ki, o, pek ümitsiz, pek
nankör olur. Şayet kendisine dokunan bir dertten sonra ona nimeti tattırırsak
andolsun diyecek ki; "Benden kötülükler uzaklaşıp gitti." Çünkü o
şımarır ve övünür. Sadece sabredip de güzel ameller işleyenlere, işte onlara
mağfiret ve büyük mükâfat vardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Şimdi sen (müşriklerin) "Ona bir hazine
indirilseydi, yahud maiyetinde bir de melek gelseydi ya" demelerinden,
sana vahyolu-
206 Hûd
Sûresi (Cûz: 12. Ayet: 13)
iıandan bir kısmım bu yüzden yüreğin daralarak,
hemen terk mi edivereceksin? Sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye
hakkıy-Ja vekildir.»
Peygamberimiz
(s.a.v.Te peygamberlik gelince Mekkeli müşrikler onun peygamber olduğuna
inanmayarak şöyle demişlerdir: «Yâ Muhammed, sen peygamber isen neden
maiyetinde bir melek yok veya sana bir hazine verilmedi? Sen bizim ilâhlarımızı
ayıplamaktan vazgeç, çünkü biz babalarımızın dini üzereyiz, yolumuzdan asla
dönmeyiz, boşuna uğraşma.» Hz. Peygamber onların bu şekilde konuştuklarını
duyunca belki iman ederler diye onların ilâhlarını zemmetmekten vazgeçmiştir.
Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed,
şimdi sen müşriklerin "Ona bir hazine indirilseydi, yahut maiyetinde bir
de melek gelseydi ya" demelerinden, sana vahyolunandan bir kısmını bu
yüzden yüreğin daralarak, hemen terk mi edivereceksin? Sen ancak bir
uyarıcısın. Allah ise her şeye hakkıyla vekildir.»
Peygamberlerin
görevi kendilerine vahyedileni insanlara tebliğ etmektir. Allahü Teâlâ, sevgili
Peygamberini bu âyetle ikaz ediyor ve kendisine vahyolunanları tebliğ etmesini
emrediyor. Çünkü o da diğer peygamberler gibi Allah tarafından gönderileni
insanlara tebliğ etmekle mükelleftir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«"Yoksa onu kendisi mi uydurdu?" diyorlar.
De ki: "O halde haydi siz de onun gibi on sûre getirin, düzme ve uydurma
olarak. Hem AJIah'dan başka kime gücünüz yetiyorsa onları da çağırın, eğer
doğru söylüyorsanız".»
Kâfirler,
Kur'an'ın Allah tarafından gönderildiğine inanmamışlar «Bunu Muhammed kendi
düzdü» demişlerdir. Yüce Allah bu
âyeti inzal ederek, onların iddialarım reddedip şöyle buyurmuştur: «Yâ
Muhammed, kâfirlere de ki: "O halde haydi siz de Kur'an'ın sûreleri gibi
on sûre düzün ve uydurun da getirin. Hem Allah'dan başka bütün yardımcılarınızı
da çağırın, onlar da size yardımcı olsunlar. Eğer doğru sözlü iseniz".» Kâfirler,
Peygamberimiz {s.a.v.)'-den bu Allah kelâmını işitince şaşırıp kalmışlar, cevap
verememişlerdir. Bütün mahlûkat bir araya gelse, Allah'ın kelâmı gibi bir söz
(Cüz:
12. Âyet: 14-16) Hûd Sûresi 207
söylemeleri
mümkün değildir. Kur'ân-ı Azîmüşşân inanmayanlara böyle meydan okuyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde söyle buyuruyor:
bunun
üzerine söylediğinizi yapmazlarsa bilin ki, o ancak Allah'ın ilmiyle
indirilmiştir. Ondan başka ilâh yoktur. Daha Müslüman olmuyor musunuz?»
Hâlik-i
Zülcelâl bundan önceki âyette inanmayanlara «Ey kâfirler, eğer Kur'an'ın Allah
kelâmı olduğunda şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri on sûre getirin»
diyerek onların «Bunu Muham-med uydurdu» demelerini reddetmiş ve sevgili
Peygamberine «Yâ Muhammed, eğer kâfirler sana cevap veremezlerse, onlara de ki:
"Ey müşrikler, bu Kur'an Allah katından Cebrail vasıtasıyla indirilmiştir,
insan sözü değildir. Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğuna hâlâ inanmayacak
mısınız?"» buyurulmuştur. Ayetteki bu ihbar emir mânâsına olup, ey insanlar
siz Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğuna inanmaz: mısınız? denmektedir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kim
dünya hayatını ve onun zinetini arzu ederse onların yaptıklarının karşılığını
burada tamamen öderiz. Onlar da bu hususta bir zarara uğramazlar.»
«Onlar
öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Dünyada
işledikleri ameller orada boşa gitmiştir. Zâten yapageldikleri hep boştur.-
Bir
kısım insanlar dünyayı kazanmak için, ilim ve ibadet ederler. Dünyayı kazanmak
için ilim tahsil edenlere, ibadet edenlere Allahü Teâlâ amellerinin karşılığını
dünyada eksiksiz olarak kendilerine verir. Ahirette ise kazandıklarından hiçbir
şey yoktur. Çünkü onlar dünya menfaati elde etmek için ilim tahsil etmişler
ibadet yapmışlardı. Allah'ın rızasını hiç düşünmemişler ve âhireti
unutmuşlardır. Allah rızası için yapılmayan amellerin ve ibadetle-
208 Hûd
Süreei (Cûz: 12. Âyet: 16)
rin
hepsi boşa gidecektir, âhirette sahibine faydası yoktur. Ancak Allah rızası
için yapılan ibadetlerin âhirette sahibine faydası vardır. Hakiki mü'min dünya
için âhire ti, âhiret için de dünyayı terk etmeyen kimsedir, islâm, dini hiçbir
zaman sadece âhiret için çalışmayı ve dünyayı terk etmeyi emretmem iştir. Hiç
ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışmayı
emretmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kim dünya hayatı ve onun
zinetlerini arzularsa onların yaptıklarının karşılığını burada tamamen öderiz.
Onlar da bu hususta bir zarara uğramazlar. Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette
kendilerine ateşten başka bir şey yoktur. Dünyada işledikleri ameller orada
boşa gitmiştir. Zaten yapagel-dikleri hep boştur.»
Enes
bin Mâlik (r.a.)'in rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Kıyamet günü ümmetim üç kısma ayrılır. Bunlardan bir kısmı dünyada sadece
Allah rızası için amel edenler, bir kısmı halkın sevgisini kazanmak için amel
edenler, bir kısmı da dünya menfaatini elde etmek için amel edenlerdir. Allahü
Te-âlâ dünya menfaati için amel edenlere «Ey kullarım, ibadetinizden maksadınız
ne idi?» diye sorar. Onlar da «Dünya menfaati elde etmekti» diye cevap
verirler. Yüce Allah onlara «Dünyada biriktirmiş olduğunuz maldan size fayda
yoktur, şimdi amelinizin karşılığı cehennem ateşidir, girin cehenneme» der.
Riya ile amel yapanlara da «Ey kullarım, amelinizden maksadınız ne idi?» der.
Onlar «Ey Rabbimiz, biz insanların sevgisini ve rızasını kazanmak için amel
ettik» diye cevap verirler. Yüce Mevlâ onlara da «Yapmış olduğunuz amelin size
hiçbir faydası yoktur, şimdi girin cehenneme» diyecektir, Sonra Allah rızası
için amel edenlere sorar «Ey kullarım, ibadetinizden maksadınız nedir?» der.
Onlar da «Ey Rabbimiz, biz sadece senin rızan için amel ettik, bütün arzumuz
senin rızanı kazanmaktı» derler. Bunun üzerine Yüce Allah «Kulum doğru söyledi»
diyerek onları cennet nimetleriyle mükâfatlandırır. Sadece Allah rızası için
amel yapanlar cennet nimetleriyle mükâfatlandırılırlar. Aklı olanların
bunlardan ibret alıp ihlâsla amel yapmaları gerekir. Çünkü Allah rızası için
yapılmayan ibadetlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Aksine sahibini
cehennem azabına sürükler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
12. Âyet: 17-18) Hûd Sûresi 209
«Rabbınden açık bir delile mazhar olan, ardınca da
Rabbi tarafından bîr şahit gelen, ondan önce de Musa'nın rehber ve rahmet olan
kitabını tasdik eden kimse başkaları gibi midir? İşte onlar Kur'an'a inanırlar.
Herhangi bir güruh onu inkâr ederse onun vaad edilen yeri ateştir. Sen de
bundan şüphe içinde olma. Çünkü o, haktır, Babbindendir. Fakat insanların
birçoğu iman etmezler.»
•
İbn Abbas, Ebûl Âliye, Mücâhid ve lmam-ı Katâde (r.a.) şöyle demişlerdir:
«Allahü Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in nübüvvetini ve mucizelerini açık
delillerle beyan etmiştir. Kur'an, Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla
gönderilmiş olup, Allah kelâmı olduğuna şahit tutulmuştur. Kur'an Peygamber'in
en büyük mûcizesidir. Cebrail, Hz. Muhammed'e Kur'an'ı getirdiği gibi, Hz,
Musa'ya da insanların iman ve hükmüyle amel etmeleri için Tevrat'ı getirmiştir.
Yüce Allah bütün bunları insanların iman edip hükmüyle amel etmeleri için
göndermiştir. Bunlara iman edenlerle iman etmeyenler hiç bir olur mu? Elbette
bir olmazlar. İman etmeyenler dünya ve âhiret nimetlerinden mahrum oldukları
gibi, inkâr ve küfürlerinin de cezasını göreceklerdir. Onlara vaad edilen yer
ateştir. İman edenler ise ebedî dünya ve âhiret nimetlerine nail olacaklardır.
Yüce Allah bütün nimetlerini onlar için hazırlamıştır. AUahü Teâlâ.
Peygamberine «Yâ Muhammed, sen inkarcıların azaba uğrayacaklarından asla şüphe
etme» buyurmuştur. Görülüyor ki, iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de
cezalarını göreceklerdir. Allah'ın vaadi haktır, Allah vaadinden asla dönmez.
Fakat insanların çoğu iman etmezler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kim
vardır? Bunlar Rablerinin huzuruna götürülürler ve şahitler: "Rablerlne
yalan uyduranlar bunlardır" derler. Bilin ki, Allah'ın laneti zâlimlerin
üzerinedir.»
Allah
katında zâlim olanlar, O'na ortak koşup yalan uyduran-
C.
: IH — P. : 14
210 Hûd Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 19-201
lardir.
Onlardan daha zâlim kimse yoktur. Çünkü Allahü Teâlâ'-nın şeriki, ortağı ve
benzeri yoktur. Her şeyi yoktan var eden de O'dur. Allah'a şirk koşanlar
kıyamet günü Rablerinin huzuruna getirilirler ve bütün peygamberler «Rablerine
yalan uydurup, iftira edenler bunlardır. Biz bunları Allah'ın birliğine imana
davet et tik, fakat iman etmeyip, inkâr ettiler. Puta taparak Allah'a şirk
koştular, Allah'ın gadabı ve azabı bunların üzerine olsun- diyeceklerdir.
Peygamberler bu şekilde iman etmeyenlerin aleyhine şahitlik yapacaklardır. Yüce
Allah, peygamberlerin kendi aleyhinde şahitlik yaptığı insanları en ağır
şekilde cezalandıracaktır. Allahü Teâlâ bunu şöyle bçyan ediyor: «Allah'a şirk
koşup, yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Bunlar Rablerinin huzuruna
götürülürler ve şahitler: "Rablerine yalan uyduranlar bunlardır"
derler. Bilin ki, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.» Birçok âyette ifade
edildiği gibi, iman edenler Allah'ın rahmetine, iman etmeyip kendilerine
zulmedenler de Allah'ın azabına uğrayacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar
ki, Allah yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeye çalışırlar. Onlar âhiretî
inkâr edenlerin tâ kendileridir.*
•Bunlar
yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir. Allah'a karşı duracak
yardımcıları da yoktur. Onların azabı kat kat olacaktır. Onlar işitmeye
tahammül edemez ve göremezlerdi.»
Ey
insanlar, Allahü Teâlâ'nın gadabı ve azabı, insanları Allah yolundan alıkoyan,
onların iman ve ibadetlerine mani olan zâlimlerin üzerinedir. Onlar insanları
Allah'ın dininden alıkoyarak bâtıla saptırırlar, âhireti inkâr ederler.
İnsanları Allah'ın dininden alıkoyanlar yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak
değillerdir. Kıyamet günü onların azabı iki kat olacaktır. Biri kendi inkâr ve
küfürlerinin cezası, diğeri de insanları Allah'ın yolundan saptırdıklarının
cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar ki, insanları Allah
yolundan alıkorlar ve yolu eğriltmeye çalışırlar. Onlar âhireti inkâr edenlerin
tâ kendileridir. Bunlar yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değillerdir. Allah'a
karşı duracak yardımcıları da yoktur.
(Cüz:
İZ. Ayet: 21-23] Hûd Sûresi Zil
Onların
azabı kat kat olacaktır. Onlar (hakkı) işitmeye tahammül edemez ve
göremezlerdi.»
insanları
Allah yolundan alıkoyanlar, hakkı işitmeye ve görmeye bile tahammül edemezler.
Hakkı gördükleri halde görmemezlik-ten gelirler ve başkalarını Allah yolundan
alıkoymaya çalışırlar. Halbuki kıyamet günü kendilerini Allah'ın azabından
kurtaracak hiç kimse yoktur. Buna rağmen yine küfürlerine devam ederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«İşte
kendilerine yazık edenler bunlardır. Uydurdukları şeyler de kendilerinden
uzaklaşıp kaybolmuştur.»
«Şüphesiz
onlar âhirette en çok zarar görenlerin tâ kendileridir.»
Allahü
Teâlâ'ya şirk koşanlar kendilerine yazık etmişlerdir. Kıyamet günü putları
kendilerinden uzaklaşıp kaybolur. İşte onlar âhirette en çok azaba uğrayanların
tâ kendileridir. Çünkü onlar Allah'a şirk koşmakla kendilerine yazık
etmişlerdir. Allah'a şirk koşarak kendilerine yazık edenler inkâr ve
küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Bundan sonraki âyette iman edenlerin
durumu ve nail olacakları nimetler zikredilmektedir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde iman edenler için şöyle buyuruyor:
«Doğrusu
îman edip de sâlih ameller yapanlar ve Eablerine boyun eğenler işte onlardır
cennetlik olanlar. Onlar, orada ebediyyen kalacaklardır.»
Allah'a
iman edip, emirlerine itaat ederek güzel ameller yapanlar, cennetin
yaranıdırlar. Yüce Allah cennet nimetlerini onlar için hazırlamıştır. Bütün
bunlar, onların iman ve amellerinin karşılığıdır, iman edenler mükâfatlarını
göreceklerdir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Doğrusu iman edip de
sâlih ameller yapanlar ve Rablerine boyun eğenler işte onlardır cennetlik
olanlar. Onlar, orada ebediyyen kalacaklardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde iman edenlerle iman etmeyenlerin durumunu şöyle beyan
ediyor:
•Bu
iki zümnjuı.ı durumu kor ve saftır hliHNP lir goroıı vn IijL ten kimsenin
durumuna benzer. tkİHİ bir olur mu hiç? Hala İbret almıyor musunuz?»
Bu
âyet-i celîlede ibret alınması gereken bir teşbih vardır. Allahü Teâlâ iman
edenleri görenlere ve işitenlere, iman etmeyenleri de körlere ve sağırlara
benzetiyor. İman etmeyenler gerçekte kör ve sağırdırlar. Çünkü onlar hakkı
görmezler ve işitmezler. Eğer onlar hakkı görüp işitmiş olsalardı, elbette iman
ederlerdi. Her ne kadar zahirde görüyorlarsa da, hakikatte kör oldukları için,
Yüce Allah'ın bunca âyetlerini inkâr etmişler, ibret alıp iman etmemişlerdir.
Allahü Teâlâ, iman edenlerle iman etmeyenler hiç bir olur mu? buyurarak, iman
edenlerle iman etmeyenlerin bir olmadığını bildirmiştir. Elbette iman edenler
iman etmeyenlerle bir değildir. Yüce Halik bütün nimetlerini iman edenler için
hazırlamıştır, îman etmeyenler için de ebedî cehennem azabı vardır. İman
edenler cennet nimetleriyle mükâfatlandırılacaklar, iman etmeyenler de cehennem
azabiyla cezalandırılacaklardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Bu iki
zümrenin durumu kör ve sağır kimse ile gören ve işiten kimsenin durumuna
benzer, ikisi bir olur mu hiç? Hâlâ ibret almıyor musunuz?» Ey kâfirler, Allahü
Teâlâ'nm bunca ayetlerinden ve nimetlerinden ibret alıp hâlâ iman etmeyecek
misiniz? İdrak sahibi olanlar bunlardan ibret alıp inkâr ve küfürlerinden
vazgeçerek iman ederler. Çünkü iman cennete, küfür ise cehenneme götürür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun
ki, biz Nuh'u da kavmine göndermiştik ki "Ben sizin için apaçık bir
uyarıcıyım.»
«Allah'tan
başkasına ibadet etmeyin, doğrusu ben üzerinize gelen acıklı bir günün
azabından korkuyorum".»
Allahü
Teâlâ dinini tebliğ için her kavime bir peygamber göndermiştir. Diğer
peygamberler gibi Nûh (a.s.)'u da kavmine peygamber olarak göndermiştir. O,
kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım,
Allah'dan başkasına ibadet
(Câz:
12. Ayet: 27) Hûd Sûresi 213
etmeyin.
Kurtuluş ve saadet ancak Allah'a ibadetledir. Eğer Allah'-dan başkasına ibadet
ederseniz üzerinize gelecek olan acıklı bir günün azabından korkarım. Yüce
Allah, Nûh (a.s.)'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor: -Ey kavmim, ben Allah
tarafından size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım, Allah'dan başkasına ibadet
etmeyin. Doğrusu ben üzerinize gelecek olan acıklı bir günün azabından
korkuyorum.»
İbn
Abbas (r.a.), Nûh (a.s.) hakkında şu bilgiyi vermiştir: Nûh (a.s.)'un asıl adı
Şükürdür. Çok ağlayıp tazarrûda bulunduğundan dolayı kendisine «NÛH» denmiş ve
dortyüz seksen yaşında peygamber olmuştur. Yüzyirmi yıl kavmini imana davet
ettikten sonra al-tıyüz yaşında gemiye binip tufan kopmuştur. Tufandan sonra
üç-yüz elli yıl daha yaşamıştır. Bütün ömrü dokuzyüz elli yıldır. Bu husus
Ankebût sûresinin ondördüncü âyetinde şöyle zikredilmektedir; -Andolsun ki, biz
Nuh'u kavmine gönderdik. Aralarında elli yıh müstesna olmak üzere bin yıl
kaldı. Nihayet onlar zulümde devam edip dururlarken kendilerini tufan
yakalayıvermiştir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i calîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun üzerine kavminden küfredenlerin elebaşıları
dediler kii 'Biz seni ancak kendimiz gibi bir insan görüyoruz. İçimizde ancak
ayak takımından başkasının da sana tâbi olduğunu görmüyoruz. Sizin bize karşı
bir üstünlüğünüzü dahi görmüyoruz. Biz sizi bilâkis yalancılar sanıyoruz1'.*
Allahü
Teâlâ, Nûh (a.s)'u kavmine peygamber olarak göndermiştir. O, kavmine -Ey
kavmim, ben Allah tarafından apaçık delillerle size gönderilen bir peygamberim.
Allah'dan başkasına ibadet etmeyin, eğer Allah'dan başkasına ibadet ederseniz
üzerinize gelecek olan acıklı bir günün azabından korkarım» demiştir. Bunun
üzerine kavminden küfredenlerin öncüleri şöyle demişlerdir: «Ey Nûh, biz seni
kendimiz gibi bir insan olarak görüyoruz. Sonra sana iman edip tâbi Olanlar,
bizim fakirlerimiz ve düşkünlerimizdir, İleri gelenlerimizden hiçbiri sana tâbi
olmamışlardır. Şayet sen peygamber olsaydın bizim ileri gelenlerimiz sana tâbi
olurlardı. Bu bakımdan sen peygamber değil, bizi kandırmak için gelen bir ya
lanetsin» Kavmi Nûh ta.sJ'u böylece yalanlamışlar, uyarılarına hiç
214 HÛd
Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 28-29}
aldırış
etmemişler, küfür ve şirklerine devam etmişlerdir. Nûh (a. s.) kavminin
yalanlamasına rağmen, yine, kavmini imana davet ten geri durmamıştır.
Allahü
Teâlâ. Nûh (a.s.)'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor:
«Nûh dedi ki: "Ey kavmim, Rabbim tarafından bir
delilim bulunur, bir de tarafından rahmet ihsan eder de, bunlar sîzden gizli
kalırsa siz onu istemediğiniz halde, biz onu size zorla mı kabul ettireceğiz?"»
Kavmi
Nûh (a.s.)'un peygamber olduğunu yalanlamıştı. O, kavmine şöyle diyordu «Ey
kavmim, siz benim peygamber olduğumu yalanlıyorsunuz. Halbuki ben Rabbimden
gelen apaçık bir burhan üzerindeyim. O, bana katından nübüvvet ve risalet
vererek beni size peygamber olarak gönderdi. Size bunca nimetler ihsan edildi,
siz bu nimetleri ve delilleri görüp Allah'ın birliğini anlamaz mısınız?. Bütün
bunları size ihsan eden Allah değil midir?» Bundan sonra Nûh (a.s.)'un kavmine
hitabı âyette şöyle anlatılmaktadır.
Allahü
Teâlâ, Nuh'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor:
-Ey
kavmim, bundan dolayı sizden hiçbir mal
istemiyorum. Benim mükafatım yalnız Allah'a aittir. îman edenleri de kovacak
değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklar ama, ben sizi cahil bir kavim
görüyorum.»
Nûh
(a.s.), kavmine şefkatini izhar edip şöyle demiştir. «Ey kavmim, ben sizi imana
davet ettiğimden dolayı bir karşılık ve bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım
yalnız Allah'a aittir. Siz istemiyorsunuz diye îman edenleri de yanımdan
kovamam, iman ettikleri için kendilerini seviyorum. Çünkü onlar Rablerine
kavuşacaklardır. Siz ise malınıza aldanıp iman etmediniz, Allah'ın emirlerinden
yüz çevirdiniz, ben sizi çok
cahil bir toplum olarak görüyorum.»
Nûh
(a.s.)'a önce kavminin fakirleri ve yoksulları iman etmty-
[Cûz:
12. Ayet: 30-31) Hûd Sûresi 215
ti.
Kavminin ileri gelenleri ise bunların iman etmesine tahammül edemeyerek Nuh'un
onları yanından kovmasını istemişler ve şöyle demişlerdi: «Ey Nûh, bizim iman
etmemizi istiyorsan, sana iman eden fakirleri, kimsesizleri ve yoksulları
yanından kov.» Nûh (a.s.), onların bu isteklerini kabul etmemiş ve şöyle demiştir.
Allahü
Teâlâ, Nûh Ca.s.)'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor:
«Ey
kavmim, ben onları kovarsam Allah'a karşı beni kim
savunur? Hiç düşünmez misiniz?»
Kavminin
iman etmeyenleri, Nûh Ca.s.Vdan iman edenleri yanından kovmasını istemişlerdi.
Nûh (a.s.) da onlara «Ey kavmim, ben onları yanımdan asla kovamam. Şayet ben
onları kovarsam, Allah'a karşı beni kim savunur? Onlar ne kadar fakir ve
kimsesiz olurlarsa olsunlar, sizden üstündürler. Ben ancak iman etmeyenlerden
imtina ederim, çünkü onların zenginliğinin Allah katında hiçbir değeri yoktur.
Allah katında gerçek zengin iman edenlerdir, iman etmeyenler ise fakir ve
zelildirler. İman edenler ebedî saadet tahtına oturmuşlardır, iman etmeyenlerin
malları ise kendileri için bir vebal ve ebedi azabtır.» Nün (a.s.) kavmine bu
şekilde cevap verdikten sonra, onlara şöyle hitap etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde Nûh (a.s.) 'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor:
«Ben size Allah'ın hazineleri benimdir demiyorum.
Ben gaybı bilmem. Meleğim de demiyorum. Bununla beraber hor gördüklerinize
Allah iyilik vermeyecektir diyemem. Allah, onların içlerindeki-ni en iyi
bilendir. Yoksa şüphesiz ben de zalimlerden olurum.»
Nûh
(a.s.) kavmine şöyle demiştir: «Ey kavmim, ben size Allah'ın hazinelerinin
anahtarı benim yanımdadır demiyorum ve gaybı bilici de değilim, iman edip
etmeyeceğinizi de bilemem. Ben ancak sizi imana ve hidâyete davet ediyorum,
hidâyete erdiren ise Allah'-dır. Kimin hidâyete ereceğini en iyi bilen O'dur. Melek olduğumu da
söylemiyorum, ben de sizin gibi bir insanım, fakat Allah tara-
216 Hûd Sûresi (Cûz: 12. Ayni: ÎI2-34)
fından
size peygamber olarak gönderildim. Kalbinizdekileri bile, mem, onu ancak Allah
bilir. Eğer iman edenleri yanımdan kovarsam, şüphesiz ben de sizin gibi
zâlimlerden olurum.- Nûh (a.s.), kavmine böyle cevap verince, onlar söyleyecek
cevap bulamamışlar ve bu defa şöyle demişlerdir:
Allahii
Tealâ, kavminin Nûh (a.s.)'a verdiği cevabı şöyle zikrediyor :
•Onlar
dediler ki: -Ey Nûh, bizimle tartıştın, çok uğraştın. Eğer doğru sözlü isen
haydi tehdit ettiğin şeyi bize getir".»
-Nûh
da "Dilerse onu size ancak Allah getirir, Ve siz onu asla aciz
bırakamazsınız" dedi.»
Nûh
(a.s.)'un kavmi kendilerine yapılan nasihat ve uyarılardan ibret ahp iman
etmedikleri gibi, Nüh (a.s.)'a şöyle demişlerdir -Ey Nûh, bizim iman etmemiz
için çok uğraştın ve çok mücadele ettin. Biz asla senin davetini kabul edip
iman etmeyiz. Eğer doğru sözlü isen vadettiğin azabı bize getir.» Nûh (a.s.) da
onlara şu cevabı vermiştir: -Ey kavmim, onu sîze ancak Allah getirir, Allah-dan
başkası sizi cezalandırmaya kadir değildir. Hüküm ancak O1-nundur.
O, dilediğini rahmetiyle mükâfatlandırır, dilediğine de aza-bıyla hükmeder. Siz
Onu asla aciz bırakamazsınız.» Sonra Nûh (a.s.) kavmine şöyle demiştir.
/£\
Allahü Tealâ âyet-i celilesinde onu şöyle beyan ediyor:
«Allah
sizi azdırmak isterse ben size Öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O sizin
Rabbinizdir ve nihayet ancak O'na döndürüleceksiniz.-
Kavmi,
Nûh (a.s.)'un bütün nasihatlarına rağmen iman etmeyince onlara şöyle demiştir;
-Ey kavmim, benim nasihatlerimi kabul edip iman etmediniz. Eğer Allah sizi
azdırmak isterse, benîm size öğüt vermemin de faydası olmaz. Ben sizi şirkten
tevhide, küfürden imana davet ediyorum. Şayet siz benim davetimi kabul edip
iman ederseniz Allah da sizi hidâyete erdirir, siz benim davetimi kabul etmez
şirk ve küfre devam ederseniz Allah da, sizi saptırır he-
(Cûa:
12. Âyet: 35-37) Hûd Süresi
lâk
eder. Çünkü O, si2in Habbinizdir ve nihayet sonunda O'na dön* dürüleceksiniz,
O'nun katında iman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını
göreceklerdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-'to.
vv- T,»j(_^ Z?,J ZJ -Yoksa "Onu kendiliğinden
uydurdu" mu derler? De ki "Eğer ben bunu uydurdumsa vebali banadır.
Halbuki ben sizin işlediğiniz günahlardan tamamen uzağım".»
Kavmi,
Nûh (a.s.)'un nübüvvetini yalanlamış ve «Bize söylediklerini sen uydurdun»
demişlerdir. Nüh la.sJ da kavmine şu cevabı vermiştir: «Ey kavmim, eğer bunu
ben uydurdumsa vebali bana aittir, bunun size hiçbir zararı yoktur. Ben de
sizin işlediğiniz günahlardan beriyim.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Nuh'a
şu hakikat vahyolundu; «Kavminden gerçek iman etmiş olanlardan başkası asla
iman etmeyecektir. O halde onlartn işlediklerine üzülme.»
«Bizim
nezaretimiz ve vahyimiz ile gemi yap. Zulmedenler hakkında bana bir şey
söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.»
Nûh
(a.s.). yıllarca kavmini imana davet etmiş, içlerinden pek azı iman etmişti.
Kavminin iman etmeyişine çok üzülen Nûh (a.s.) onların helaki için Rabbine dua
eder. Sonra kavmi hakkında yaptığı duaya pişman olur. Çünkü peygamberler çok
müşfiktirler, kavimlerinin helak olmalarını istemezler, bilâkis
kurtuluşlar"! ve hidâyete ermeleri için duâ ederler. Nûh (a.s.) yaptığına
pişman olunca, Yüce Allah şöyle buyurur -Ey Nûh, kavminden gerçek iman etmiş
olanlardan başkası asla iman etmeyecektir. O halde onlar için üzülme. Çünkü
onlar Rablerine şirk koştular ve sana itaat etmediler. Biz, onları küfür ve
şirklerinin cezası olarak azaba gark edeceğiz. Ey Nûh, bizim nezaretimiz ve
vahyimizle gemi yap, o zâlim kavim hakkında bana dua etme ve onlar için dilekte
bulunma. Biz onları zulüm ve küfürleri yüzünden suda boğacağız.»
Yukarda
da işaret edildiği gibi, Nûh {a.s.)'a iman edenlerin sayısı pek azdı. Kavminin
ileri gelenlerinden kimse imai» etmemiş-
218 Hûd Sûresi {Cûz: 12. Âyet: 38-39)
ti.
İman etmeyenler, Hz. Nuh'a ve iman edenlere eza-ceza etmeye başlamışlardı. Nuh
(as.) onların helaki için Rabbine dua etmiş, sonra bundan vazgeçmişti. Allahü
Teâlâ, o zâlim kavmin zulmünden kurtulmak için Nûh (a.s.) 'a gemi yapmasını ve
onlar için hayır duada bulunmamasını emretmiştir. Nûh Ca.s.) ilâhî emir gereği
gemiyi yapmıştır. Bu âyeti kerîmede zâlim bir toplum ve kavim için hayır duâ
yapılmaması buyuruhnaktadır.
İkrime
(r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Nûh (a.s.)'un yaptığı geminin uzunluğu üçyüz,
genişliği otuz, yüksekliği de kırk arşındır, tbn Abbâs'ın görüşü de budur.
Imam-ı Kutbî ise şöyle demiştir: «Tevrat'ta okuduğuma göre, Allahü Teâlâ, Nûh
(a.s.)'a uzunluğu üçyüz, genişliği elli ve yüksekliği de otuz arşın olmak üzere
bir gemi yapmasını emretmiştir. Bu gemi üç kat olup, kapısı yandandır. Birinci
kat haşarata, ikinci kat hayvanata, üçüncü kat da insanlara tahsis edilmiştir.
Her canlı varlıktan birer çift alınması da bildirilmiştir. Nûh (a.s.), verilen
talimatı olduğu gibi yerine getirmiş, tufan başlamış, kırk gün geceli gündüzlü
yağmur yağmış, yeryüzü suya gark olmuş, canlı mahlûk kalmamış, gemi yüzelli gün
su üstünde kalmıştır. İmam-ı Vehb'e göre, Nûh (a.s.) gemiyi yüz yılda yapmış,
gören kâfirler onunla alay etmişler, eğlenmişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan etmiştir:
•Gemiyi yapmaya başladı. Kavminden herhangi bir
güruh yanına uğradıkça onunla eğleniyorlardı. O da: "Bizimle alay
ediyorsunuz ama, sizin alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz"
dedi.»
«Rüsvay edici azabın kime geleceğini ve daimi azabın
da kimin başına geleceğini ilerde bileceksiniz.»
Nûh
(a.sJ, İlâhî emir gereği gemiyi yapmaya başlar. Marangozlar tutar, onlara
ağaçlan yontturur, kendisi de beraber çalışır ve verilen talimat gereği gemiyi
yapar. Rivayete göre gemi abanoz ağacından yapılmıştır. Nûh (a.s.} gemiyi
yaparken kavminden yanına uğrayanlar onlarla alay ederler. Kimi «Nûh, peygamber
olduğunu söylüyordu şimdi marangozluğa başladı» der. Kimi «Nûh çıldırdı» der.
Kimi «Ey Nûh, sen bu aklınla mı peygamber olduğunu söylüyordun» der. Kimi «Nûh
kırda gemi yapıyor- der. Nûh (a.s),
(Cûz:
12. Âyet: 40) Hûd Sûresi 219
onların
alay etmelerine hiç aldırmaz ve şöyle der: «Bizimi a alay ediyorsunuz,
istediğiniz kadar alay edin, bizimle alay ettiğiniz gibi, bir gün biz de
sizinle alay edeceğiz. Rüsvay edici azabın kime gelip çatacağını ve dâimi
azabın da kimin başına ineceğini ilerde bileceksiniz, îşte o zaman biz de
sizinle alay edeceğiz.»
Allahü
Teâla âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Nihayet
buyruğumuz gelip sular kaynamaya başlayınca "Her cinsten birer çift ve
hakkında hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları
gemiye al" dedik. Ve pek az kimse inanmıştı onunla beraber.»
Nuh
(a.s.) gemiyi yapıp tamamladıktan sonra Allahü Teâlâ'nın vaadettiği azab vakti
gelip çatmış, sular kaynamaya başlamıştı. Yüce Allah, Nûh (a.s.) 'a her cinsten
birer çift ve çoluk çocuğu ile iman edenleri gemiye almasını emretmiştir. Zaten
Nûh (a.s.)'a kavminden pek azı iman etmişti. Gemi üç kattı. Alt kat haşarata,
orta kat hayvanata, üst kat da insanlara tahsis edilmişti. îman edenlerin
sayısı seksen kadardı. Oğlu Kenan ile hanımının biri iman etmemişti, haliyle
boğulanlar arasında idiler. Geri kalan üç oğlu Ham, Sam, Yâfes ve diğer
zevceleri iman edenlerdendi. Nûh (a.s.), her cinsten gemiye birer çift alırken
«Ey Rabbim, ben arslanla sığırı, koyun ile kurdu ve kedi ile kuşu bir araya
nasıl koyarım* der. Yüce Allah -Ey Nûh, bunları birbirine düşman eden kimdir»
buyurur. Nûh (a.s.) «Hiç şüphesiz Rabbim, sensin» der. Yüce Allah «Ey Nûh, ben
şimdi onların arasındaki düşmanlığı kaldırır, onları birbirine dost ederim»
buyurur. Ve gemiye alınan bu hayvanlar asla birbirlerine zarar vermezler.
Nûh
(a.s.)'un gemisi alelade bir gemi değildir. Âyette geçen «FARETTENNÛR-dan
buharlı gemi olduğu anlaşılmaktadır. Müfes-sirler buna çeşitli mânâlar
vermişlerdir. Bir kısmı şöyledir:
Tennûr,
lügatta tandır denilen ve içinde ekmek pişirilen bir ocaktır. Bir nev'i
fırindır. Feveran da, kaynamak, fışkırmak demektir. Şu mânaları ihtiva eder.
1
— Tennûr, Hz. Ademe ait olup taştan yapılmış bir ocaktır. Nûh (a.s.)'a intikal
etmiş ve hanımı içinde ekmek pişirmiştir. Bun-
22Ü Hûd Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 41-43)
dan
suların fışkırmas; tufan için bir alâmettir. Müfessirîerin birçoğu bu
görüştedirler,
Z
— Tonnûrdmı maksat suların yüksek bir
yerden fışkırmamda". Bu, terınûr olarak tasvir edilmiştir.
:i
— Teıtnur, yeryüzüdür. Bazıları
yeryüzüne de tennür demi!) lerd i r
—
Tennûr, fecrin doğması, sabah nurunun etrafa yayılmasıdır. Kazı tef'sircilor de
tennüra bu mânâyı vermişlerdir,
—
Tenııûr, gemide suyun toplandığı yerdir. Buna göre geminin kaztınlı olup,
kaynayan suyun buharıyla hareket ettiği ortaya çıkıır.
Allahü
Teâlû âyeti celîlesindo şöyle buyuruyor:
•
(Nuh): "Gemiye binin, yürümesi de, durması da Allah'ın adıy-ladır.
Şüphesiz Rabbim çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir" dedi.»
«Gemi
bunları dağlar gibi dalgalar içinden akıtıp götürüyordu. Nuh ayrı bir yere
çekilmiş olan oğluna "Oğulcağızım, bizimle beraber gel, küfredenlerle
birlik olma" diye seslendi.»
«O.
dedi ki: "Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur." Nuh dedi ki;
"Bugün Allah'ın emrinden esirgeyen, kendinden başka, hiçbir koruyucu
yoktur." İkisinin arasına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu.»
Nuh
ta.s.) gemisini karada inşâ etmişti, yakınında deniz yoklu. Görenler bu geminin
nasıl yüzeceğine hayret ediyorlardı. İman edenler de öyleydi, Nuh (a.s.)
onların endişesini biliyordu, fakat kendi lerine bir şey açıklamıyordu. Gemiyi
karada inşâ ettiğinden dolayı kâfirler de kendisiyle çok alay etmişlerdi,
Nihayul «mıı I yo binrıui zamanı gelir, onlara 'Gemiye binin, bunun yürüıntml
Ue, (lunnum da Allah'ın tıdıyldriır. ŞüphuttU banim Hatibim tjak yıtı
lı«ayıti, çok
(Cüz:
12. Ayet: 43) Hûd Sûresi 221
esirgeyicidir»
der. îman edenler gemiye binerler, tufan kopar, gemi dağlar gibi yükselen
dalgaların arasında yürümeye başlar, su durmadan yükselir, kâfirler kaçacak yer
ararlar. Oğlu Kenan da bir tepeye çekilip bekler. Hz. Nûh, babalık şefkatiyle
dayanamaz «Ey oğlum, bizimle beraber gel, gemiye bin, Allah'a itaat et,
küfredenlerle beraber olma- diye seslenir. Oğlu bu daveti kabul etmez ve şöyle
der «Ben ne gemiye girerim, ne de iman ederim. Bir dağa sığınırım, o beni
boğulmaktan korur.» Nûh ta.s.), oğlunun kâfir olarak boğulmasına dayanamaz, onu
ikaz etmek için şöyle der: «Ey oğlum, bugün Allah'ın azabından kimse kimseyi
kurtaramaz. Seni hiçbir yer O'nun azabından koruyamaz. Nereye gidersen git.
mutlaka Allah'ın azabı sana ulaşacaktır.» Kenan, babasının ikazlarına ve
yalvarmalarına aldırmaz, kurtulmak için daha yükseklere çıkarken tam o sırada
büyük bir dalga gelir onu boğar. Böylece küfür ve isyanının cezasını dünyada
görür. İman etmeyenler hem dünyada ve hem de âhirette cezalarını mutlaka göreceklerdir.
İbn
Abbas (r.a.l şöyle rivayet etmiştir: Nûh tufanında kırk gün gece-gündüz yağmur
yağmıştır. Yeryüzünün her tarafından sular fışkırmış, vadiler dolmuş, dağları
su kapatmış, hatta suyun yüksekliği dağlardan on beş arşın daha fazla olmuştur.
Hz. Nûh beş ay su üzerinde yüzmüş, hiçbir yerde durmamıştır. Yalnız Harem-i
Şerifte yedi gün durmuş, onu tavaf etmiştir, yani etrafında dolanmıştır.
Harem-i Şerif ilk önce Hz, Âdem tarafından inşâ edilmiş, sonra altıncı kat göğe
kaldırılmış ve adına da Beyti'l-Ma'mur denmiştir. Cebrail ondaki
Hacerü'l-Esved'i alıp Ebû Kubeys dağına gizlemiştir. Sonra Nûh (a.s.) gemisiyle
oradan ayrılır, bir müddet sonra Musul'da bulunan Cûdi Dağı'na ulaşırlar ve
gemi dağın üzerinde karar kılar. Beş ay su üstünde kaldıktan sonra ilk olarak
Nûh ve gemidekiler burada karaya çıkarlar. Nûh Ca.s.), Receb ayının onuncu günü
gemiye girmiş, aşure günü gemiden çıkmıştır. Böylece ay itibariyle gemide altı
ay kalmışlardır. Nûh gemiden indikten sonra yeryüzündeki suyun çekilip
çekilmediğini anlamak için kargayı keşfe gönderir, karga gider ■ bir İaşe
bulur, onu yemekle meşgul iken geri dönmekte gecikir, hayvanın gelmediğini
gören Nûh ta.s.) arkasından sığırcık kuşunu gönderir. O da geri dönmekte
gecikir. Bu defa güvercini gönderir, güvercin gider konacak yer bulamaz bir
zeytin yaprağı alır geri Nûh (a.s.)'un yanına gelir. Nûh, bundan suyun biraz-
çekildiğini anlar ve tekrar gönderir. Güvercin gider, bu defa suyun çekildiğini
ve karaların meydana çıktığını görür, karaya konar ve tekrar dönüp Hz. Nuh'un
yanma gelir, Nûh (a.s.) güvercinin ayağının çamurlu oluşundan suyun çekildiğini
an-iar.
222 Hûd
Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 44-45)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Yere:
"Suyunu çek", göğe de: "Ey gök, sen de tut" denildi. Su
çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdi'ye oturdu. "Zâlimler güruhu Allah'ın
rahmetinden uzak olsun" denildi.»
Nûh
(a.s.) beş ay su üzerinde kaldıktan sonra gemi Cûdi Dağı-na oturur. Yere «Ey
yer, suyunu çek», göğe «Ey gök, suyunu tut» denilmiştir. Su çekilir, Allah'ın
hükmü yerine gelir, helak olanlar olur, kurtulanlar kurtulur. Zâlimler güruhu
Allah'ın rahmetinden uzak olur. Böylece küfredenler cezasını, iman edenler de
mükafatını görür.
Rivayete
göre, Allahü Teâlâ, Nûh (a.s.)'un gemisinin bir dağın üzerine oturacağını
vahyetmiştir. Bu müjdeyi alan dağlar başkal-dınp sivrilmelerdir. Her dağ
geminin kendi üzerine yerleşmesini istemiştir. Aralarında sadece Cûdi Dağı baş
kaldırıp sivrilmemiştir. Allah'ın rızasını kazanmak için, mütevaziane durumunu
devam ettirmiştir. Cûdi Dağı'nın tevâzuundan dolayı, Yüce Allah gemiyi üze-rine
oturtmuştur. Tevâzûun kıymeti Allah katında bu kadar yücedir. Tevazu sahipleri
Allah katında her zaman yükselir, kibir ve gurur sahipleri ise daima alçalır.
Tevâzû imandan, kibir ise şey-tandan gelir.
Allahü
Teâlâ, Nûh (a.s.)'un durumunu şöyle beyan ediyor:
•Nûh,
Rabbine dua edip dedi ki; "Ey Rabbim, benim oğlum da şüphesiz benim
ailemdendir. Senin vaadin elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin".»
Nûh
(a.s.)'un oğlu Kenan kendisine iman etmemiş, bu yüzden de boğularak helak
olmuştu. Hz. Nûh, oğlunun küfür içinde helak olmasına çok üzülmüştü. Bu
üzüntüsünü dile getirip Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu: «Ey Rabbim, benim
oğlum da şüphesiz benim ailemdendir.• Senin vaadin şüphesiz haktır ve sen hâkimlerin
hâkimisin.»
Allahü
Teâlâ bunu söyle beyan ediyor:
-\lltth,
"Ey Nûh, o kafiyen senin ailenden değildir. Çünkü o, kötü feir
ig izlemiştir, öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme, cahillerde^ olmaman için
sana Öğüt veriyorum.»
Yüce
Allah, Nûh (r.a.)'a vahyedip şöyle buyurmuştur: «Ey Nûh, °> kaVlyen
senin ailenden değildir. Çünkü o, kötü bir iş işlemiştir. öyley>se
kâfirler için benden bir şey isteme. Cahillerden olmaman İçin s^na öğüt
veriyorum. Biz, iman edenleri kurtaracağımızı vaadet-tik, iinan etmeyenleri
kurtaracağımızı vaadetmedik.
Bazı
mütefekkirler, babaya tâbi olmayan evlâdın ondan ayrıldığını^ peygamberine tâbi
olmayan ümmetin, onun şefaatinden mahrum olduğunu, Allah'ın emrine itaat
etmeyenlerin, O'nun rahmetinde^ uzak olduğunu söylemişlerdir.
5u
hitap, Nûh Ca.s.i'a bir ihtardır. O, oğlu için duâ ettiğinden dolay! Yüce
Allah'dan özür diler.
(£)
Allahü Teâlâ, Nûh ta.s.) 'un özür dilemesini şöyle beyan ediyor r
«"Rabbim,
bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve
esirgemezsen hüsrana uğrayanlardan oluru™"1 dedi.»
(a.s.),
bilmeyerek Allahü Teâlâ'dan iman etmeyen oğlunun dilemişti. Yüce Allah «Ey Nûh,
o katiyen senin oğlun değildir...... o halde bilmediğin, şeyi benden isteme-
buyurarak onu ikaz
etmişti.
Hz. Nûh da hatasını anlayınca şöyle demişti; «Rabbim, bilmediğim şeyi senden
istemekten sana sığınırım. Bundan sonra bilmediğim bir şeyi senden
istemeyeceğim. Rabbim, eğer beni bağış-lama,z ve esirgemezsen ziyana
uğrayanlardan olurum.»
feu
âyet-i celîle şuna da delâlet.eder-. Salih ameli olmayan kimseleri
ebeveynlerinin ve kardeşlerinin kendisi için yapmış oldukları dua azabtan
kurtarmaz. Babası ve kardeşleri peygamber bile olsalar tju böyledir.
Akıllı kimse, başkasının Allah katında necat bulmasına sebeb olup, kendisi
kimseye muhtaç olmayandır. Her akıl sahibinin bundan ibret alması gerekir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«"Ey
Nûh, bizim katımızdan selâmetle in. Sana ve seninle beraber olan ümmetlere
hayır ve bereketler olsun. Ama birçok ümmetler de var ki, onları
geçindireceğiz. Sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz" denildi.»,
Nûh
(as.)'un gemisi Cûdi Dağı üzerine oturunca, Yüce Allah «Ey Nûh, bizim
azabımızdan ve boğulmaktan emin olarak selâmetle gemiden in. Selâmımız,
bereketimiz ve rahmetimiz senin ve seninle gemide olanların üzerine olsun.
Fakat birçok ümmetler var ki, onları dünyada bir müddet geçindireceğiz; sonra
onlara âhirette can yakıcı ve elim bir azab vereceğiz. Çünkü onlar imandan
uzaklaşıp, küfür ve şirke dalmışlardır» buyurmuştur.
Muhammed
bin Kâ'b şöyle demiştir: «Bu âyet-i celîle, Allah'ın selâmının ve bereketinin
iman edenlerin üzerine olduğuna delâlet eder. Onlar her iki cihanda imanlarının
mükâfatını göreceklerdir.
Nûh
(a.s.), kavmiyle gemiden çıktıktan sonra orada «KARYE-TÜ'S-SEMÂNÎN» adında bir
şehir kurmuşlar. Bütün insanlar bu gemide bulunanlardan türemiştir. Bazılarına
göre Hz. Nuh'un üç oğlundan türemişler, diğerlerinin nesli kesilmiştir. Yüce
Allah, sevgili Peygamberine Nûh (a.s.)'un kıssasını nakletmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde Peygamberine şöyle buyuruyor:
*îşte
bunlar gayıp haberlerindendir ki, sana vahyediyoruz. Ne sen ve ne kavmin daha
önce bunları bilmezdiniz. Öyleyse sabret. Çünkü sonuç Allah'dan
sakınanlarındır.
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine geçmiş peygamberlerin kıssalarını Cebrail
vasıtasıyla vahyetmiştir. Geçmiş peygamberlerin kıssalarını ve ümmetlerinin
helak oluş sebeblerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: -Yâ Muhammed, sana
bildirdiğimiz bu şeyler gayıp haberlerindendir. Sen ve kavmin daha Önce bunları
bilmiyordunuz. Şayet kavmin senin peygamber olduğunu yalanlarsa, onların seni
yalanlamasına aldırma, sabret. Çünkü sonuç Allah'a iman edip, O'n-
(Cûz:
12. Ayet: 50-52) Hûd Sûresi 225
dan
sakınanlarındır.. Yüce Allah kâfirleri Nuh (a.s.)'un kavmine vâki olan azab ile
tehdit etmiştir. Nuh (a.s) 'un kavmi, iman etmedikleri için suya garkolup
boğulmuşlardır. İman edenler ise Hz. Nuh ile gemiye binip kurtulmuşlardır, tman
etmeyenlerin dikkati bu olaya çekilerek, iman edealerin ebedi saadete
kavuştuğunu, etmeyenlerin ise küfür ve şirklerinin cezasını görecekleri
bildirilmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, Âd kavminden haber vermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Ad
kavmine de kardeşleri Hûd*u gönderdik. O dat "Ey kavmim, Allah'a kulluk
edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur. Yoksa sadece yalan uyduran kimseler
olursunuz" dedi.»
Halik-ı
Zülcelâl, her kavme bir peygamber gönderdiği gibi Hûd (a.s.)'u da, Âd kavmine
peygamber olarak göndermiştir. O da, kavmine «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin.
O'ndan başkasına kulluk etmeyin. Çünkü O'ndan başka ilâhınız yoktur. Şayet
Allah'a şirk koşar başka ilâhlar edinirseniz, yalancılardan olursunuz*
demiştir. Hûd (a.s.) 'un bundan sonra kavmine hitabı âyette şöyle geçiyor.
Allahü
Teâlâ, Hûd (a.s.)'un kavmine hitabını şöyle beyan ediyor :
«Ey
kavmim, ben sizden bunun irin bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız beni
yaratana aittir. Aklınız ermiyor mu?»
*Ey
kavmim, Babbinizden mağfiret dileyin. Sonra O'na tevbe edin ki, size gökten bol
bol yağmur göndersin ve kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın. Suçlu olarak
dönmeyin.»
Hûd
(a.sJ kavmine peygamber olarak gönderilince, onlara şöyle demiştir: «Ey kavmim,
ben sizi Allah'a imana davet ettiğimden dolayı sizden bir karşılık istemiyorum.
Benim mükâfatım, beni yoktan var edip peygamber olarak size gönderen Rabbime
aittir. Ey kavmim, sizi yoktan var eden Rabbinize itaat edin, Ma'bûdunuz yalnız
O'dur. O'nun sizi yoktan var ettiğine, Ma'bûdunuz olduğuna akimiz ermiyor mu?
Hem siz bugüne kadar işlemiş olduğunuz kü-
226 Hûd Sûresi (Cüz: 12. Âyet: 53-56)
für
ve isyanınızın afvı için Rabbinizden mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin ki,
gökten üzerinize bol bol yağmur yağsın, nimetler ve mahsûller bitsin,
ihtiyacınızı karşılayın. Bunlar kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın. Aile
fertlerinizin ve evlâtlarınızın da ihtiyacı giderilsin, onlar da sizin, gibi
sıhhate kavuşsunlar. Benim davetimden yüz çevirip şirk Üzere sabit olmayın,
yoksa ebedî azaba müb-telâ olursunuz.» Bunun üzerine Hûd ta.s,)*a, kavmi şu
cevabı vermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde, kavminin Hûd {a.s.)'a cevabını şöyle beyan ediyor;
*■'
«Onlar dediler ki: "Ey Hûd, sen bize apaçık bir burhanla gel-medin, senin
sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız.»
Hûd
(a.s.) kavmini Allah'ın birliğine imana davet edince, onlar bu daveti kabul
etmeyerek peygamberlerine şöyle demişlerdir; «Ey Hûd, sen bize apaçık bir
burhanla gelmedin ki, biz onu görüp senin peygamber olduğunu anlayalım. Senin
sözüne inanıp ilâhlarımızı terk edemeyiz ve sana da inanmayız.» Kavmi, Hûd
(a.s.)'a böyle cevap vermiş, hatta daha da ileri giderek «Bir takım ilâhlarımız
seni çarpmıştır» demişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Bir
kısım ilâhlarımız seni çarpmıştır demekten başka bir şey söylemeyiz. (Hûd) dedi
ki: "Doğrusu ben Allah'ı şâhid tutuyorum, siz de şâhid olun ki, Allah'ı
bırakıp da O'na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".»
«Artık
bana hepiniz istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin.»
«Şüphesiz
ki ben, benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. Yürüyen
hiçbir canlı yoktur ki, idare ve tasarrufunu O tutmasın. Benim Rabbim hakikaten
doğru bir yol ültrln-dedir.»
(Cûz:
12. Âyet: 57-58) Hûd Sûresi 227
Kavmi,
Hûd (a,sJ 'un davetini kabul etmeyerek *Bir kısım ilâhlarımız seni çarpmış,
aklını başından almış, sen delirmişsin. Aklını başına topla, bu dâvadan vazgeç,
bizim nasihatimizi dinle» demişlerdir. Halbuki Hûd (a.s.) kavmini imana davet
ediyor, onlar bunu kabul etmeyerek Hûd Ca.sJ'u. mecnunlukla itham ediyorlar.
Hûd la.s.), kavminin kendisini mecmmhıkla itham etmesine aldırmayarak, onlara
şöyle cevap vermiştir: «Ey kavmim, doğrusu ben Allah'a ortak koştuğunuz
şeylerden uzağım. Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzak olduğuma, Allah'ı da,
sizi de şahit tutuyorum. Siz, hepiniz bir olun ilâhlarınızı da alın, bana
istediğiniz tuzağı kurun, alinizden geleni hemen yapın. Ben, benim de, sizin de
Rabbiniz olan Allah'a güvenip dayandım. O'ndan başkasına asla güvenmem. Çünkü
her şeyi yoktan var eden ve besleyen O'dur. Hiçbir varlık O'nun izni olmadan
hareket edemez. Var eden ve yok eden O'dur. O, hiç kimseye haksızlık etmez ve
hiçbir şey de O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O, her şeye kadirdir.» Sonra Hûd
(a.s.) kavmine şöyle demiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
-Yüz
çevirirseniz bilin ki, ben size neyi bildirmek için gönde-rildimse onları
bildirdim. Rabbim, yeryüzüne bizden başka bir millet de getirebilir. Ve siz
O'na bir şey de yapamazsınız. Doğrusu Rab-bim her şeyi hakkıyla koruyandır.»
Hûd
(a.s.), kavmine Allah'ın birliğini, kudretini delillerle açıkladıktan sonra,
onlara şöyle demiştir; «Ey kavmim, siz iman etmeseniz de bilin ki, ben üzerime
vâcib olanı size tebliğ ederim. Bundan asla geri durmam ve bana da kimse mani
olamaz. Rabbim sizi helak edip yerinize başka bir milleti getirmeye de
kadirdir. Siz O'na mani olamazsınız. Hiç şüphesiz Rabbim her şeyi hakkıyla
muhafaza eder. • Ona göre sizin mükafatınızı ve mücâzatmızı verir.» Hüd (a.s.)
'un kavmi, kendilerine yapılan bunca nasihati dinlememişler, şirk ve küfürlerine
devam etmişlerdir.
AlUhü
Te&la âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Emrimiz gelince Hûd vo bomborlndekl müminleri
acıyarak kurtardık. Ve onları çok afeır azabtan kurtardık..
«İşte Âd kavmi, onlar Rablerinin âyetlerini bilerek
İnkar ettiler, peygamberlerine asi oldular. Ve her inatçı zorbanın emrine
uydular.»
Hüd
(a.s.) kavmini uzun müddet imana davet etmiş, fakat İçlerinden pek azı iman
etmişti, îman etmeyenler ise peygamberle-riyle alay ederek mü'minlere işkence
ve zulüm etmeye başlamışlardı. Yüce Allah iman etmeyenleri küfür ve
zulümlerinden dolayı helak etmiştir. Allahü Teâîâ bunu şöyle beyan ediyor:
-Bizim azabımız gelince Hûd'u ve beraberindeki mü'minleri acıyarak çok ağır bir
azabtan kurtardık, iman etmeyenleri sıcak bir rüzgâr ile helak ettik. Çünkü
onlar Rablerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler ve peygamberlerine de asi
oldular. Sonra her inatçı zorbanın emrine uydular.»
Yüce
Halik, Hûd (a.s.l 'un kavmini şirk ve küfürlerinden dolayı çok sıcak bir rüzgâr
ile heîâk etmiş ancak Hûd Ca.sJ ile iman edenleri kurtarmıştır. Onlar bu
afattan zerre kadar etkilenmemişlerdir. Tefsircilerin beyanına göre, Hûd
(a.s.)'un kavmini çok sıcak bir rüzgâr yedi gün istilâ etmiş, her çarptığını
yere devirmiş ve sekizinci günde iman etmeyenlerin tamamını helak etmiştir.
Bu
âyet-i celîle şu hakikati de ifade etmektedir: Ey iman etmeyenler, Âd kavminin
durumuna bakm. Onlar Rabîerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler,
peygamberlerinin sözlerini dinlemediler, ona asi oldular. Reislerinin emrine uyup
haktan uzaklaştılar, Allah'a şirk koştular, sonra Allah'ın azabı gelip onları
helak etti. Eğer siz de iman etmezseniz Âd kavminin uğradığı azaba uğrarsınız.
İman etmeyenler küfür ve şirklerinin cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete
uğradılar. Bilin ki: Âd kavmi Rablerini inkâr etti. Ve yine bilin ki, Hûd'un
kavmi Âd, Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.»
Hûd
ta.s.)'un kavmi, peygamberlerini yalanladıklarından dolayı şiddetli bir rüzgâr
ile helak olmuşlardır. Onlar bu dünyada da, âhi-rette de Allah'ın lanetine
uğramışlardır. Hem onlar Rablerinin âyet-
(Cûz:
12. Ayet: 61-62) Hûd Sûresi 229
ler
in i ve peygamberlerini yalanladıkları için Allah'ın rahmetinden uzu İt
taşmışlardır. Allah'ın rahmetinden uzaklaşanlar ebedî azaba uğ[-uyacaklardır.
Âd kavminin Allah'ın lanetine uğradığı gibi, iman etmeyenler de Allah'ın
lanetine uğrayacaklardır. Yüce Allah Âd kavminden sonra Semûd kavmini
zikretmiştir.
Allahü
Teâlâ fıyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor;
•Semûd
kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur, O, sizi topraktan
meydana getirdi. Sizi orada ömür geçirmeye mâmur etti. O halde O'ndan mağfiret
isteyin. Sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz Rabbim, size yakın ve duâlan kabul
edendir.*
Alluhü
Teâlâ, Nûh ve Hûd (a.s.)'u zikredip, kavimlerinin helak olduklarını
belirttikten sonra bu kez Semûd kavmini zikredip şöyle buyurmuştur: «Biz, Semüd
kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik O, kavmine dedi ki: «Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin. O'ndan burasına kulluk etmeyin. Çünkü sizin O'ndan başka hiçbir
ilâhını/ yoktur. O, sizi topraktan yarattı. Sizi yeryüzünde ömür gecir-mtıyo
mâmur etti. Sizi afiyet içinde yaşatan da O'dur. O halde yaptığınız kötü
amellere karşılık, O'ndan mağfiret isteyin, sonra günahlarınızın afvı için
tevbe edin. Şüphesiz Rabbim, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, günahlarını
bağışlar, duasını geri çevir-mn/ • Salih (a.s.), kavmini bu şekilde imana davet
eder, fakat kavmi bu daveti kabul etmez şöyle der:
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
•
Dediler ki: "Ey Salih, sen bundan önce aramızda kendisinden lyllılt
beklenen bir kimse idin. Şimdi kalkıp da babalarımızın taptıklarına tapmaktan
bizi vazgeçirmek mi istiyorsun? Doğrusu bizi V»8iriliğin şeyden şüphe ve endişe
içindeyiz".»
Knvmi
Salih (a.s.)'in davetini kabul etmeyerek şöyle derler: Mv Salih, sen bundan
önce aramızda aklı başında, kendisinden
230 Hûd
Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 63-64]
iyilik
beklenen bir kimseydin. Şimdi kalkıp da ilâhlarımızı yalanlıyorsun ve
babalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek istiyorsun. Doğrusu bizi
çağırdığın şeyden şüphe ve endişe ediyoruz. Çünkü sen bize peygamber olduğuna
dair bir delil ve bir hüccet ge-tiraıedim.» Bunun üzerine Salih (a.s.) kavmine
şu cevabı vermiştir,
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor •.
«Dedi
kli "Ey kavmim, Rabbimden açık bir delilim olur ve bana rahmet eder de,
ben de O'na baş kaldınrsam, söyleyin bakalım beni Allah'a karşı kim savunur?
Bana hüsrandan başka bir şey kazandırmazsınız".»
Kavmi
Salih. (a.sJ 'in davetini kabul etmeyince, onlara söyle der; «Ey kavmim, benim
peygamber olduğuma dair Rabbimden açık bir delilim ve hüccetim olur da, ben de
O'na baş kaldınrsam, söyleyin bana Allah'ın azabından beni kim kurtarabilir?
Ben Allah tarafından size peygamber olarak gönderildim. Siz Allah'a şirk
koşmakla büyük bir hüsran içindesiniz. Ben de sizin gibi Allah'a isyan ederek
hüsran içinde mi olayım? Siz, şirk ve zulmünüzün cezasını muüaka göreceksiniz.»
Bundan sonra Salih (a.s.) kavmine şöyle demiştir.
Allahü
Teâlâ, Salih (a.s.) 'in kavmine hitabını şöyle beyan edi-
«Ey
kavmim, işte size bir âyet olmak üzere Allah'ın yarattığa dişi devedir. Artık
bırakın onu da Allah'ın arzında otlasın. Ona fenalık edip dokunmayın. Yoksa siz
pek yakın bir azaba uğrarsınız.»
Yüce
Allah, peygamberliğine delil olmak üzere Salih (a.s.)'e dişi bir deve vermiş, o
da kavmine *Buna dokunmayın, Allah'ın arzında otlasın»; demişti.
Peygamberimiz
(s.a.v.)'den şöyle rivayet edilmiştir: Salih (a.s.) kavmine peygamber olarak
gönderilmiştir. O, kavmini imana davet etmiş, kavmi onu yalanlamıştır. Kavminin
kendisini yalanlamasına çok üzülen Salih (a.s.), kavminin arasından çıkıp
gitmek için Al-
(Cüz:
12. Âyet: 64) Hûd Süresi 231
]ahü
Teâlâ'dan müsaade istemiştir. Yüce Allah duasını kabul ederek kavminin
arasından gitmesi için ona müsaade etmiştir. Salih (a.s.) müsaadeyi alınca
kavminin arasından çıkar gider ve bir denizin kenarına gelir. Denizde yürüyen
birisini görür, ona kim olduğunu sorar. O zat «Ben Allah'ın bir kuluyum,
yolculuk yapmak İçin bir gemiye bindim, içindekilerin benden başkası kâfir idi.
Yüce Allah, onların hepsini helak etti, sadece beni kurtardı. Şimdi Rabbime
ibadet etmek için memleketime gidiyorum» der. Salih (a.s.) o zatı dinler, selâm
verip yanından ayrılır, yüksek bir dağın üzerine çıkar, orada ibadetle meşgul
olan başka bir zat görür, selâm verir, kim olduğunu sorar. O zat selâmı alır,
şöyle der: «Burada halkının hepsi kâfir olan bir köy vardı, içlerinde benden
başka iman eden yoktu. Allahü Teâlâ onların hepsini helak etti, beni kurtardı.
Ben de, ölünceye kadar burada ibadet edeceğime dair Allahü Teâlâ'ya söz verdim.
Yüce Allah burada bir nar ağacı bitirdi, altından da bir pınar çıkardı, ben
nardan yerim, sudan içerim ve bütün gün ibadet yaparım.» Salih ta.s.) o zatı da
dinledikten sonra selâm verip yanından ayrılır. Sonra bir köye varır, o köyün
halkı da kâfirdir. Yalnız içlerinde iki kardeş Müslümandır. Peygamberimiz bunu
söyleyince şöyle buyurmuştur: «Bir şehirde bin kişi olsa, onların hepsi de
kafir olsalar, içlerinden yalnız bir tanesi Müslüman olsa, o şehre giren
Müslüman onu bulmadıkça gönlü rahat edip, huzura kavuşmaz. Yine bir şehirde bin
kişi olsa onların hepsi de Müslüman olsa, içlerinde yalnız bir münafık olsa,
oraya giren münafık o münafığı bulur, ancak onunla ünsiyet eder, mü'minler-le
ünsiyet edemez. Her fert ancak kendi durumunda olanlarla ünsiyet eder, kendi
fikrinde olmayanlarla ünsiyet edemez. Salih (a.s.), şehre girince iki Müslüman
kardeşi bulur, yanlarında birkaç gün kalır, hâl ve hatırlarını sorar. Onlar,
kâfirlerin kendilerine çok zulüm ve işkence yaptıklarım, fakat buna sabrederek
Allah'a ibadet ettiklerini, hurma yaprağından çanta yapıp sattıklarını,
ihtiyaçlarından fazlasını Allah rızası için tasadduk ettiklerini söylerler.
Salih (a.s.), bu iki kardeşi de dinledikten sonra -Allah'a şükürler olsun ki,
kafirlerin zulmüne sabreden salih kullarını bana gösterdi» der ve geri döner,
tekrar kavminin yanına gelir. Salih (a.s.) memleketine geldiği gün kavminin
bayram günüdür, onlar hep birlikte bayram yerine çıkmışlardı, Salih (a.s.)
dönüşlerini bekler, döndükleri zaman kendilerini tekrar imana davet eder. Onlar
Salih (a.s.)'den peygamber olduğuna dair mucize isterler ve şöyle derler: *Ey
Salih, sen eğer peygamber isen, şu kayadan bize bir deve çıkar, görelim, ondan
sonra senin peygamber olduğuna inanırız.» Kayadan devenin çıkmayacağını onlar
da biliyorlardı. Peygamberi güç du-
232 Hûd
Sûresi (Cüz: 12. Ayet: 65-66]
rumda
bırakmak için en zor şeyi istiyorlardı. Akıllarınca peygamberi güç durumda
bırakıp, mahcup edeceklerdi. Allah hiç peygamberini mahcup eder mi? Asla etmez.
Bunun üzerine Salih (a,s.), Eabbine dua ve niyaz eder, Aîlahü Teâlâ da duasını
kabul eder, kaya yarılır içinden on aylık yüklü güzel bir deve çıkar. Herkes
şaşakalır. Salih Ca.s.) kavmine «Ey kavmim, bu, Allah'ın devesidir. Size alâmet
ve ibret olmak için kudretiyle kayadan çıkardı. Sakın ona dokunmayın, kendi
haline bırakın Allah'ın arzında otlasın. Eğer ona bir zarar verir veya öldürürseniz
pek yakın bir azaba uğrar helak olursunuz» der. Çok geçmeden deve yavrular,
yavrusu da yanında otlamaya başlar.
Salih
(a.s.l'in kavminin bulunduğu beldede sadece bir kaynak suyu bulunuyor, hem
halk, hem de deve bu sudan içiyordu, fakat bozguncular devenin bu sudan
içmesini ve otlaklarda otlanmasını hazmedemiyorlardı.
İbn
Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Salih (a.s.)'in kavmi devenin aynı sudan
sulanmasını istemeyince, onlarla bir anlaşma yaparak o sudan bir gün halkın,
bir gün de devenin içmesi kararlaştırılmıştır. Halkın sudan istifade ettiği gün
deve suya yaklaşmıyor, devenin sulandığı gün de halk suya yaklaşmıyordu. Günler
böyle devam edip gidiyordu. Fakat şehirde dokuz tane bozguncu vardı, bunların
işi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktı. Bunların elebaşıları ise Kazer bin Salih
ve Misdağ bin Dühre idi. Yine bunlar gibi bozguncu, fakat çok zengin bir de
kadın vardı ki, koyunları etrafı sarmıştı. Çevrede devenin otlamasını
istemiyordu. Onu öldürmek için çareler arıyordu, bulmuştu, onu öldürenle evleneceğini
vaadetmişti. Bunu duyan mezkûr zorbalar, devenjn su yolunu keserler, suya
giderken öldürmeyi plânlarlar. Zorbaların elebaşısı Misdağ ok ile deveyi arka
ayağından yaralar, Kâzer de kılıç ile diğer ayaklarını keser, yere yuvarlar.
Daha sonra devenin başını keserler, etini bütün köye dağıtırlar. Kavmi, Salih
(a.s.)'in nasihatini dinlemeyerek deveyi öldürürler. Salih ta.s.) kavmine *Eğer
bu deveye bir kötülük yapar veya öldürürseniz pek yakın bir azaba uğrarsınız»
demişti.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
[Cûz:
12. Ayet: 67-68) Hûd Sûresi 233
•Derken,
onu, ayaklarını keserek öldürdüler. Bunun üzerine (sa-lih) dedi ki:
"Memleketinizde üç gün daha yaşayın. Bu yalanlanmayacak bir
özürdür",»
«Emrimiz
gelince Salih'i ve beraberindeki mü'minleri tarafımızdan bir rahmet eseri
olarak azabtan ve o günün rüsvaylığmdan kurtardık. Şüphesiz ki senin Rabbin. O,
çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.»
Salih
(a.s.)'in kavmi, devenin ayaklarım keserek öldürmüşlerdi. Halbuki Salih Ca.sJ
onlara, deveye dokunmamalarını, bu devenin Allah'm devesi olduğunu,
dokundukları veya öldürdükleri takdirde azabın kendilerine yakın olduğunu
bildirmişti. Onlar Salih'i dinlemeyerek deveyi öldürmüşlerdi. Kavmi deveyi
öldürdükten sonra Salih (a.s.) onlara «Yurtlarınızda üç gün daha bekleyin, üç
gün sonra Allah'ın azabı üzerinize gelecektir, bu, Allah'ın vaadidir, mutlaka
vuku bulacaktır- demiştir. Kavmi, «Haber verdiğin azabın alâmeti nedir? Bize
bildir- demirlerdi. Salih (as.) de «Birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün
kızaracak, üçüncü günde kararacak, dördüncü günde Allah'ın azabı gelip sizi
helak edecektir» der ve-aralarından ayrılır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor: «Bizim azabımız onlara geldiği zaman Salih'i ve beraberindeki
mü'minleri tarafımızdan bir rahmet eseri olarak azabtan ve günün rüsvaylığmdan
kurtardık.- Yüce Allah, Sal;h Ca.sJ ile beraberindeki mü'minleri azabtan
kurtarmış, kavminden olup da iman etmeyenleri ise helak etmişştir. Onların
helak oluşu küfür ve zulümlerinden dolayıdır.
Allahü
Teâlâ bunu şöy] s beyan ediyor;
«Zulmedenleri
bir çığlık tuttu, oldukları yerde diz üstü çöküver-diler,>
«Sanki
orda hiç yaşamamışlardı, fiilin ki, Semûd kavmi Rahle-rini inkâr etmişlerdi. Ve
yine bilin ki, Semûd kavmi Allah'ın rahmetinden uzaklaştı.»
Salih
(a.s.)'in kavmi Semûd'a, Cebrail korkunç bir çığlık atınca, oldukları yerde diz
üstü çöküp can verdiler. Orada sanki kimse yaşamamış gibi oldu. Bilin ki, Semûd
kavmi, Rablerini inkâr ettikleri için helak oldular ve böylece ilâhi rahmetten
uzaklaştılar. Ey
234 Hûd Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 69-)
iman
etmeyenler, eğer siz de iman etmez küfürdo direnirseniz, Se-mûd kavmi gibi
helak olur, Allah'ın rahmetinden uzaklaşırsınız.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun,
elçilerimiz İbrahim'e müjde ile gelip "Selam11 dediler. O da
"Selâm" dedi ve eğlenmeden gidip onlara kızarmış bir buzağı getirdi.*
Bu
âyet-i celîlenin kıssası şudur: Sodom adında mahsûlü bol bir şehir vardı. Meyve
ve hasad zamanı çevre köylerin fakirleri oraya gelip arta kalan meyveleri
toplarlar, ihtiyaçlarını giderirlerdi. : Şeytan, o şehir halkının ahlakını
bozmak için çok yakışıklı bir oğ- i lan kılığına girer, onların
bağlarına gelir, erkekleri kendisi ile gö- ] rüşmeye davet eder.
Erkekler de bu daveti kabul ederler hem j onunla, hem de kendi aralarında
livâtaya başlarlar. Böylece livâta 3 erkekler arasında yayılır. Hem o kadar
yayılır ki, kadınlarını bile j terk ederler. Onlarla görüşmez olurlar. Şeytan
boş durmaz, bu de- i fa kadınlara gelir «Kocalarınız sizi terk etti, siz de
nefsinizi bir-birinizle tatmin edin» der. Kadınlar da kendi aralarında
nefislerini tatmin etmeye başlarlar. Livâta ve ahlâksızlık tam manâsıyla j alır
yürür. Allahü Teâlâ, onları imana davet etmek ve ahlâksızlık- ' tan vazgeçirmek
için Lût (a.s.)'u gönderir. Lüt (a.s.) kavmini imana davet eder ve
ahlâksızlıktan vazgeçirmeye çalışır, fakat onlar iman etmedikleri gibi
ahlâksızlıklarını daha da artırırlar. Peygamberlerine asî olurlar. Yüce Allah
da onları helak etmek için Cebrail ile beraber on melek gönderir. Melekler
yakışıklı delikanlı kılığına .girerler, önce Hz. İbrahim'in yanına gelirler,
selâm verip yanında dururlar. İbrahim Ca.s.) seiâmı alır, yabancı olduklarını
anlar, kendilerine derhal bir sofra hazırlar. Sofrada kızarmış semiz bir buzağı
bulunmaktadır. Onlar yemezler, çünkü melekler nûranî varlıklardır, yemekten -
içmekten - erkeklik ve dişilikten müstağnidirler. Bazılarına göre Hz.
ibrahinVin yanına gelenler Cebrail, Mikâil ve İsrafil'dir. İbrahim (a.s.)
onların yememesinden korkar, kuşkulanır.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor ı
(Cüz:
12. Ayet: 70-73) Hûd Sûresi 235
•Ellerinin
ona uzanmadığını görünce durumlarım beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar-
"Korkma, biz Lût kavmine gönderildik" dediler.-
tbrahim
Ca.s.) misafirlerinin yemediğini görünce, onlardan şüphelenir ve içine bir
korku düşer. Melek olduklarını bilmediği için eşkıya sanır ve korkar. O zamanın
âdetine göre, yapılan ikram geri çevrilirse hayra alâmet değildi, ikramı geri
çevirenlerin, ikramda bulunana bir kötülük yapacağına işaretti. Melekler,
İbrahim Ca.s.)'-in endişelendiğini anlayınca «Yâ tbrahim, bizden korkma, biz
Lût kavmini helak etmek için gönderildik» derler. Bunun üzerine tbrahim
(a.s.)'in endişesi zail olur.
Bazıları
da şöyle demişlerdir: Melekler, İbrahim (a.s.)'in sofrasına uzanmazlar, o da
«neden yemediklerini» sorar. Onlar «Biz ücretini vermediğimiz bir şeyi yemeyiz»
derler. Bunun üzerine İbrahim Ca.sJ «Benim yemeğin ücreti, başlarken
bismillâhi, bittikten sonra da elhamdülillâhi demektir* der. Hz. İbrahim'in bu
sözünü işiten Cebrail ile Mikâil «İşte böyle bir kul Allahü Teâlâ'nm dostluğuna
lâyıktır» derler. Bundan sonra kendilerini tanıtırlar, niçin gel diklerini
söylerler ve İbrahim (a.s.) 'i, Hz. tshak ile müjdelerler. Bu müjdeyi işiten
Sâre anamız gülmeye başlar.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor;
•Karısı
ayakta idi. Bunun üzerine güldü. Biz de ona îshak'ı ve tshak'ın ardından
Ya'kub'u müjdeledik.»
•"Vay
başıma gelenler, kendim bir kocakarı, şu erim de bir ihtiyar iken ben mi
doğuracakmışım? Bu, cidden pek şaşılacak bir şey" dedi.»
Melekler,
İbrahim (a.s.)'e tshak (a.s.)'in müjdesini verince hanımı Sâre anamız gülmeye
başlar ve şöyle der: «Vay başıma gelenler, ben bir kocakarıyım, gençliğimde
çocuğum olmadı da bu yaşta mı olacak? Hem beyim de çok yaşlı, yaşlı insanların
nasıl çocuğu olur? Bu, şaşılacak bir şey. «Melekler, İbrahim (a.s.)'e bu
müjdeyi verdiği zaman İbrahim aleyhisselâm doksan dokuz, Sâre
236 Hûd Sûresi (Cûz: 12. Ayet: 74-75)
anamız
ise doksan sekiz yaşında idi. Malûmdur ki bu yaştaki insanların çocuğu olmaz,
fakat Yüce Mevlâ takdir etti mi, O'nun kudretinin de önüne geçilmez. O, her
şeye kadirdir, *oî» dedi mi, olur. Sâre anamız, bu yaşta çocuğu olacağına
şaşmıştı, melekler onun şaşkınlığına şu cevabı vermişlerdi: «Sen, Allah'ın
emrine mi şaşıyorsun?»
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah'ın işine mi şaşıyorsun ey evin kadını?
Allah'ın rahmeti, bereketleri sizin üzerinizedir. Şüphe yok ki, O, asıl hamde
lâyık, hayr-ı ihsanı çok olandır,
dediler.»
«Vaktaki İbrahim'den o korku gitti, kendisine bir de
müjde geldi. Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya girişti.»
«Çünkü İbrahim, cidden yumuşak huylu, çok içli ve
kendisini Allah'a vermiş bir kimseydi.»
Melekler,
Sâre anamızın şaşkınlığını görünce «Allah'ın işine mi şaşıyorsun ey evin
hanımı? Halbuki Allah'ın rahmeti, bereketleri sizin üzerinizedir. Yüce Allah
peygamberlerin çoğunu sizin soyunuzdan getirecektir. Şüphe yok ki, O, asıl
hamde lâyık, hayr-ı ihsanı çok olandır» derler.
lmam-ı
Süddi (r.a.) şöyle rivayet eder: Sâre anamızın tereddüdünü izale için Cebrail
yerden kuru bir odun parçası alır. elinde tamamen ufaltır, yere atar. O, odun
parçaları yemyeşil fidan olurlar. Sâre anamız bunu görür ve «Aliah'dan başkası
bunu bitirmeye kadir değildir. Kuruyu ancak O yeşertir, yaşı da kurutur,
bunları yapmaktan aciz değildir» der. Melekler, kendilerini İbrahim (a. s,)'e
tanıtıp, Ishak ta.s.Jı da müjdeleyince korkusu gider, gönlü ferahlar. Bu defa
Lût ta.sJ'un kavmi için şefaat diler ve onları helak etmemeleri için meleklerle
tartışmaya girer. Çünkü Lût (a.s.), İbrahim ta.s.)'in dayısının oğludur ve Sâre
anamızın da kardeşidir. Onlar Lût (a.s.)'un kavminin helak olacağını duyunca
çok üzülürler. Çünkü İbrahim (a.s.), yumuşak huylu, çok içli ve kendisini
Allah'a vermiş bir kimsedir. O, gece-gündüz Allah'ı zikreder, gözyaşı döker,
kalbi yanar, daima tevbe-i istiğfar eder, sehâvet sahibidir, herkese izzet-ü
ikramda bulunur, yumuşak huyludur. Kendisini Allah'a adamıştır, her an şükran-ı
nimette bulunur. Bu özellik-
(Cûz:
11. Âyet: 76-? 7) Hûd Sûresi 237
lerden
dolayı Yüce Mevlâ'nın dostluğunu kazanmıştır. Allahü Teâlâ onun için şöyle
buyuruyor: «Çünkü ibrahim, cidden yumuşak huylu ;ok içli ve kendisini Allah'a
vermiş bir kimseydi.» Bu özellikleri taşıyanlar, Hz. İbrahim gibi Allahü
Teâîâ'nm dostluğunu kazanırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
İbrahim, bundan vazgeç. Zira Rabbinin fermam gelmiştir, onlara muhakkak geri
çevrilmeyecek bir azab gelmektedir.»
İbrahim
(a.sJ şefkat ve merhametinden dolayı Lût Ca.sJ'un kavmini helak etmemeleri için
meleklerle mücâdele eder. Cebrail de ona *Ey îbrahim, bundan vazgeç. Zira
Rabbinin fermanı gelmiştir. Onlar öyle kavimdirler ki, muhakkak üzerlerine geri
çevrilmeyecek bir azab gelecektir» der. Cebrail, İbrahim Ca.s.) ile böyle
konuştuktan sonra yanmdaa ayrılır Lût (a.s.)'un bulunduğu beldeye giderler.
Şehrin kenarında birkaç kızm kuyudan su aldıklarını görürler. Bu kızların iki
tanesi Lût (a.s.)'un kızıdır. Kızlar, bun lara kim olduklarını ve nereye
gittiklerini sorarlar. Cebrail de misafir olarak bu şehre geldiklerini söyler.
Kızlar, üzülerek şehir halkının çok ahlâksız olduğunu, çirkin işler
yaptıklarını söylerler. Bunun üzerine Cebrail, yanında misafir kalacakları
temiz bir aile sorar. Kızlar, temiz ailenin Hz. Lût olduğunu, ondan başka
şehirde temiz aile bulunmadığını söylerler. Cebrail ve beraberindekiler Lût
Ca.s.)'un yanma gelirler. Lût (a.s.) onlan görünce endişeye düşer, çok sıkılır.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle haber veriyor:
«Elçilerimiz
Lüt'a gelince, onların gelmelerinden endişeye düştü. Çok sıkıldı ve "İşte
çok çetin bir gün" dedi.»
Melekler
Lût (a.s.)'un yanına gelince, kavminin onlara bir kötülük yapmasından korkmuş
ve sıkılmıştı. Çünkü o, misafirlerinin melek olduğunu bilmiyordu. Hanımına da
misafirleri olduğunu kimseye söylememesini tembihlemişti. Fakat hanımı, onu
dinlemeyerek herkese söylemişti. Zira o, kâfirlerdendi. Lût Ca.s.)'un evinde
misafir olduğunu duyanlar koşarak oraya gelmişti.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Kavmi,
ona koşa koşa geldiler. Onlar daha evvelden kötülükleri işlemeye alışmış
kimselerdi. "Ey kavmim, işte kızlarım, bunlar, sizin için daha temizdir.
Allah'dan korkun da misafirlerimin içinde beni küçük düşürmeyin. İçinizde aklı
başında bir adam da yok mu sizin" dedi.»
Kavmi,
Lût (a.s.)'a misafir geldiğini duyunca koşarak evine gelirler, Lût (a.s.)
onların geldiğini görünce, misafirlere bir kötülükleri dokunmasın diye kapıyı
kapar. Çünkü Lût Ca.s.) onlara peygamber olarak gönderilmeden önce ve peygamber
olarak geldikten sonra da bütün işleri livâta ve Allah'a şirk koşmaktı.
Kavminin çok ahlâksız olduğunu bilen Lût Ca.sJ misafirlere bir kötülük
yapacaklarından korkar, misafirlerini korumak için onlara cazip teklifte
bulunur ve şöyle der: «Ey kavmim, işte kızlarım, dilerseniz onları sizinle
evlendiririm. Bu sizin için livâta yapmaktan daha hayırlı ve daha temizdir. Livâta
yapmaktan Allah'dan korkun, misafirlerim içinde beni küçük düşürmeyin. Bu
işlerden sizi alıkoyacak içinizde aklı başında bir adam yok mu» der. Kavmi, Lût
(a.s.)'u dinlemez, eve girmeye zorlarlar ve -Ey Lût, senin kızlarında bir
hakkımız olmadığını bilirsiniz, bizim ne istediğimiz de sana ma'lûmdur* derler.
Said bin Cübeyr fr.aJ'e göre, bunlar kendi kızları olmayıp, kavminin
kızlarıdır. Onları kendine nisbet etmesi peygamberler ümmetlerinin manevî
babası olmasındandır. Lût (a.s.)'un kendi kızı sadece iki tane idi.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Dediler
ki, senin kızlarında bir hakkımız olmadığını biliyorsun, bizim ne istediğimizi
de bilirsin.»
Kavmi,
Lût Ca.s.)'un nasihatini dinlemezler, çirkin işlerini yapmak için eve girmeye
çalışırlar ve şöyle^ derler: «Ey Lût, senin kızlarında bir hakkımız olmadığını
biliyorsun. Bizim eşlerimiz var, kadına ihtiyacımız yok. Bizim ne istediğimizi
sen biliyorsun. Bizim asıl istediğimiz misafirlerindir» derler. Onların bu
arzulan Lût (a. sJ'u kızdırır ve «Keşke size yetecek kuvvetim olsaydı» der.
Allahü
Teâlâ,bunu şöyle beyan ediyor:
(Cûz:
11. Âyet: 80-81) Hûd Sûresi 239
«Keşke
size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya sağlam bir yere sığınsaydım, dedi.»
Lût
(a.s.), zorba kavmine söz geçiremeyince, onlara şöyle der: -Keşke size karşı
gelecek oğullarım veya beni destekleyecek akrabam olsaydı da, sizi bu işten men
etseydi.» Lût (a,s.) kapıyı açmayınca kavmi zorlar, kapıyı kırarlar, evin içine
girerler. Cebrail de kanadı ile hepsinin yüzüne vurur ve gözlerini kör eder. Gözlen
kör olanlar «Ey Lût, bize sihir yaptın, gözlerimizi kör ettin. Şayet iyi
olursak seni nasıl yok edeceğimizi görürsün.» derler. Lût Ca.s.) kavminin
tehdidinden korkar. O esnada Cebrail kim olduklarını söyler ve şöyle der: «Ey
Lüt, onlar sana kat'iyen dokunmazlar.»
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor;
«Ey
Lût, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kat'iyen dokunamazlar. Sen
hemen gecenin bir kısmında ailenle yola çık. İçinizden hiçbiri geri kalmasın.
Yalnız karın müstesna. Doğrusu onların başına gelen onun basına da gelecektir.
Onların başına gelecek sabahleyindir. Daha sabah yakın değil mi? dediler.»
Lût
Ca.s.) kavminin tehdidinden endişelenince «Ey Lût, onlardan korkma, emin ol,
biz Rabbinin elçileriyiz ve onları helak etmek için gönderildik. Onların sana
kötülük yapmaya güçleri- yetmez. Sen aile efradınla geceleyin yola çık,
karından başkasını bırakma. Onların başına gelen onun başına da gelecektir»
denilir. Lût (a.s *'-un bulunduğu şehir müstahkem bir şehir olup, kapıları
kapalıdır. Lût, kapıların kapalı olduğunu ve şehirden çıkmalarının mümkün
olmadığını söyler. Cebrail, Lût (a.s.)'u ve beraberindekileri alır ve Züayr
denen kasabaya getirir. Bu kasaba Lût (a.s.)'un beş kasabasından biridir. Halkı
Sodom kasabasının halkı gibi livâtacı ve küfür ehli değildi. Lût t a. s.) Sodom
şehrinden çıkınca Cebrail'den hemen orayı helak etmesini ister. Cebrail de,
onların helak olma zamanının sabah vakti olduğunu söyler ve şöyle der «Sabah
yakın değil mi?» Sabah olunca Cebrail, Lût'un beş şehrinden dördünü helak eder.
Böylece isyancılar lâyık oldukları cezayı görürler.
240
Hûd
Sûresi (Cûz: 12. Âyet: 82-84)
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Vaktaki
emrimiz gelince, onların altını üstüne getirdik. Rabbi-nin katında işaretlenmiş
yığın yığın sert taş yağdırdık üzerlerine. Bunlar zâlimlerden hiçbir zaman uzak
olmayacaktır.*
Allahü
Teâlâ'nın Lût kavmine vaadettiği azab vakti gelince, Cebrail bulundukları yerin
altını üstüne getirmiş ve ürerlerine Allah katında damgalanmış sert taş
yağmıştır. Çünkü onların fiillerinin cezası bu idi. Yüce Allah her topluma
lâyık oldukları cezayı verir, ondan fazlasını vermez. Allah'ın azabı
zâlimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:
-Vaktaki emrimiz gelince onların altını üstüne getirdik. Rabbinin katında
işaretlenmiş yığın yığın sert taş yağdırdık üzerlerins. Bunlar zâlimlerden
hiçbir zaman uzak olmayacaktır.»
îmam-ı
Mukatü (r.a.)'e göre, altı üstüne getirilen dört şehrin ■dışında
kalanların üzerine taş yağmıştır. Gökten yağan taşlar siyah, beyaz, kırmızı
oîup, üzerlerinde öldürecek oldukları kimselerin adları yazılıdır, Allahü Teâlâ
azabı mutlak zikretti, iman etmeyenler ve zulmedenler, Lüt (a.s.)'un kavmi gibi
ilâhî azaba mutlaka uğrayacaklardır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın. Lût kavmi
ile ilgili husus A'raf sûresinin sekseninci âyetinde de geçmiştir. Bundan sonra
Allahü Teâlâ, Şuayb (a.s.)'ın kavmi Medyen halkından bahsetmiştir.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor;
-Medyen
halkına da kardeşleri Şuayb'ı yolladık. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin, sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü, tartıyı eksik
tutmayın. Ben sizi iyi bir halde, refah içinde görüyorum. Şüphesiz ki, ben bir
gün hepinizi çepeçevre kuşatıcı bir azabtan korkuyorum.»
Yüce
Allah, Şuayb (a.s.)'ı da Medyen halkına peygamber olarak göndermiştir. O,
kavmine «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin,
{Cûz:
11. Âyet: 85) Hûd Sûresi 241
O'ndan
başka sizin hiçbir Rabbiniz ve ilâhınız yoktur, ölçü ve tartılarınızı tam
yapın, alış-verişinizde hile yapmayın. Ben sizi refah, bolluk ve iyi bir halde
görüyorum. Allah size bütün nimetleri ihsan etmiştir. Eğer siz Allah'a kulluk
etmez, O'ndan başka ilâh edinir, ölçü ve tartılarınızda hile yaparsanız bir gün
hepinizi çepeçevre azabın kuşatacağından korkarım* demişti. Yüce AJah, ölçü ve
tartıda hile yapanların bulundukları beldenin bereketini kaldırır, halkını
sıkıntıya düşürür, aralarındaki itimat kalkar, halk fakirleşir, hile yapanlar
tarumar olur.
Alîahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
-Ey
kavmim, ölçüyü ve tartıyı hakkıyla yerine getirin. İnsanların eşyalarını eksik
vermeyin. Yeryüzünde bozguncular olarak fenalık yapmayın.»
«Eğer
iman ediyorsanız Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin
üzerinizde bir bekçi de değilim.»
Şuayb
(a.s.) kavminin hastalığını biliyordu. Onların hastalığı Ölçü ve tartılarını
noksan yapmaktı. Kavmine peygamber olarak .gönderilince, onları önce Allah'a
imana ve ibadete davet etmiş, sonra en büyük hastalıkları olan ölçü ve
tartılarını tam yapmalarını tavsiye etmiş ve şöyle demiştir: «Ey kavmim, Ölçüyü
ve tartıyı hakkıyla yerine getirin, İnsanların eşyalarını eksik vermeyin. Şayet
ölçü ve tartılarınızı eksik yaparsanız Allah'ın emrine isyan edip, nefsinize
zulmetmiş olursunuz. Hiç şüphe yok ki, kendilerine yazık edenler ilâhî azaba
uğrayacaklardır. Halbuki tartı ve ölçülerinizde adaletli olmanız, sizin için
daha hayırlıdır, daha bereketlidir. Hem yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer
iman ediyorsanız Allah'ın bıraktığı kâr size yeter. Hakkınıza razı olun,
başkalarının hakkını gasbetmeyin. Yoksa ben sizi Allah'ın azabından koruyamam.
Sizi hidâyete de erdiremem. Sizi hidâyete ancak Allah erdirir.»
Said
bin Cebir (r,a.) şöyle demiştir: Bulunduğun yerde ölçü ve tartı tam ise orada
kal, şayet ölçü ve tartı tam değil ise ordan ayrıl Zira ölçü ve tartının tam olmadığı
yeılurde kıtlık, yokluk, hastalık çoğalır, huzur bozulur.
C.
: III -- T.: 16
242 Hûd Sûresi {Cûz: 12. Ayet: 86-87)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Dediler
ki: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeylerden, yahud mallarımızdan ne dilersek
onu yapmamızdan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Çünkü sen, aklı başında
yumuşak huylu birisin.»
Şuayb
(a.s,) kavmini Allah'a imana, ibadete ve doğruluğa davet edince, kendilerine
ağır gelir ve şöyle derler: «Ey Şuayb, bizim atalarımızın dininden dönmemizi,
mallarımızda istediğimizi yapmamamızı sana namazın mı emrediyor? Biz
atalarımızın taptığına tapıyor ve mallarımızla da istediğimizi yapıyoruz. Biz
ölçü ve tartılarımızı da eksik yapmıyoruz, tam yapıyoruz. Sen cahil ve beyinsiz
birisin ki, bizim mallarımıza karışıyorsun.» Şuayb (a.s.) çok namaz kıldığı
için, akıllarınca onun namazıyla alay ediyorlardı. Halbuki alay edilmesi
gereken kendileriydi. Onların Şuayb (a.s,)'a «Halimsin, reşîdsin» demeleri de
istihzadır. Onların ölçü ve tartılann-daki hataları, eksik tartıp, ölçmeleri
kendilerine normal geliyordu. Yaptıklarından çok memnun idiler. Halbuki Yüce
Allah beşerî nizamın te'sisini ve toplumların sağlam temeller üzerine
oturmasını emrediyordu. Bu yüzden beşerin yapısına en uygun olanı emretmiş, olmayanı
da yasaklamıştı. Peygamberlerin gönderiliş sebebi de budur. Eğer bir toplum
sağlam temeller üzerine oturmazsa, o toplumun yıkılması mukadderdir. îşte
bundan önceki ümmetlerin, kavimlerin yok oluş sebebi de budur. Onlar,
peygamberlerinin nasihatlerini dinlememişler ve Allah'ın emrine itaat
etmemişler, bilâkis yüz çevirmişlerdir. Bunun neticesi olarak da helak
olmuşlardır. Dikkat edilirse, peygamberlerin nasihatini dinleyenler ve Allahü
Teâlâ'nın gösterdiği yoldan gidenler helak olmaktan kurtulmuşlardır.
Kavmi,
Şuayb (a.s.)'in peygamberliğinde tereddüt edince, onların tereddüdünü gidermek
için şöyle demiştir.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
(Cüz:
11. Âyet: 88-90) Hûd Sûresi
*Ey
kavmim, ben Rabbimden apaçık bir delil üzereysem ve O, bana kendisinden güzel
bir nzık ihsan etmişse ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket
etmek istemiyorum. Gücüm yettiği kadar ıslâh etmekten başka bir isteğim yoktur.
Benim muvaffakiyetim ancak Allah'ın yardımı iledir. Ben yalnız O'na güvenip
dayandım ve yalnız O'na dönerim.»
Câhil
ve beyinsiz güruh, Şuayb (a.s.) hakkında hayâsızca konuşunca onlara şöyle der:
«Ey kavmim, ben Rabbimden apaçık bir deliî üzereysem buna ne dersiniz? O, bana
nübüvvet, rahmet ve r
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Ey
kavmim, bana olan düşmanlığınız, Nuh kavminin, yâ Hüd kavminin, yâhud Salih
kavminin başına gelen felâketin benzerini sakın başınıza getirmesin. Lût kavmi
de sizden pek uzak değildir.»
«Rabbinizden
mağfiret dileyin. Sonra O'na tevbe ile rücu' edin. Çünkü Rabbim çok
esirgeyendir, çok sevendir.»
Kavmi,
Şuayb (a.s.)'ın davetini kabul etmezler, üstelik düşman olurlar, O da, şefkat
ve merhametinden dolayı onlara şöyle der: «Ey kavmim, bana olan düşmanlığınız,
Nûh kavminin, Hûd kavminin veya Salih kavminin başına gelen felâketin benzerini
başınıza getirmesin. İnadı bırakın, şirkten ve küfürden vazgeçin, Allah'a iman
«din, ölçü ve tartıları tam yapın. Eğer bunları unuttunuzsa, Lût kavminin
başına gelen felâketi hatırlayın, Lût kavmi size uzak de-
244 Hûd Sûresi (Cûz: 12. Ayet: 91-92)
ğiî
ya?. Onlar peygamberlerine isyan edip, Allah'a şirk koştukları için helak
olmuşlardır. Şayet siz de, onların yaptığı gibi yaparsanız aynı akıbete
uğrarsınız. Ey kavmim, Rabbinizden af dileyin. Sonra yaptıklarınızdan pişman
olup O'na tevbe ile dönün. Şayet sız Rahibinize tevbe ile dönerseniz, Rabbim çok
esirgeyendir, çok sevendir O, tevbe eden kullarını sever, günahlarını bağışlar.
Bunun üzerine kavmi şöyle der.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
-Dediler
ki: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf
görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşla öldürürdük. Esasen sen bizim
yanımızda şerefli kimse de değilsin.»
Şuayb
(a.s.) kavmini imana, ibadete, doğruluğa davet edip geçmiş ümmetlerin helak
oluş sebeblerini söyleyince, kendileri anla-mamazlıktan gelip şöyle derler: -Ey
Şuayb, senin söylediklerinin çoğunu biz anlamıyoruz. Sen, bizi Allah'ın
birliğine davet edip, tartı ve ölçülerimizi tam yapmamızı söylüyorsun. Senin
bizi alıkoymak İstediğin şeylerin hepsi atalarımızın yaptığı şeylerdir. Biz
atalarımızın yolundan asla ayrılmayız. Hem sen aramızda şerefli birisi de
değilsin, zayıfsın. Bizim ileri gelenlerimizden hiçbiri sana tâbi olmadı ve
olmak da istemiyorlar. Şayet akraban karşımıza çıkmasaydı veya hatırlı birileri
olmasalardı seni taşla öldürürdük. Fakat seni öldürmek bize düşmez, çünkü sen
ileri gelen birisi değilsin, ancak akrabana düşer.» Onîarm zamanında suç
işleyenler taşla öldürülürlerdi. Bunun üzerine Şuayb, kavmine şöyle der.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Ey
kavmim, benim taraftarlarım size göre Allah'tan daha mı şerefli ki, O'na sırt
çevirdiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır, der.»
Şuayb
(a.s.)'m kavmi güçlü, kuvvetli olmalarıyla övünmüşlerdir. Kendilerini üstün
gören kavmi, Şuayb (asJ'ı da hakir görmüşler ve «Akraban karşımıza dikilmeseydi
seni taşla öldürürdük» demişlerdir. Şuayb Ca.s.) da, kavminin cahilane
sözlerine şu cevabı vermiştir: «Ey kavmim, benim taraftarlarım size göre
Allah'tan daha mı şerefli ki, O'na sırt çevirdiniz? Emirlerine itaat edip,
ibadet etmediniz. Benim taraftarlarım Allah'dan daha mı üstün, yoksa onların
azabı Allah'ın azabından daha mı şiddetli ki, taraftarlarımdan korkuyorsunuz
da, Allah'dan korkmuyorsunuz? Hiç şüphesiz Rabbim yaptıklarınızı görüyor. Çünkü
O'nun bilgisi her şeyi ihata etmiştir. Ona göre kıyamet günü mükâfatınızı ve
mücâzatınızı verecektir.. Şuayb Aleyhisselâm bundan sonra kavmine şöyle hitap
eder.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
•Ey kavmim, elinizden geleni yapın, ben de
yapacağım. Yakında kendisini rüsvay edecek bir azabın kime geleceğini ve yalancının
kim olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, ben de sizinle beraber gözleyiciyim.»
Kavmi,
kendilerine yapılan bunca nasihati dinlemeyince, Şuayb (a.s.) onların tehdidine
aldırmayarak şöyle diyor: «Ey kavmim, bana elinizden geleni yapın, elinizden
gelen hiçbir şeyi geri bırakmayın. Ben de elimden geleni yapacağım. Yakında
rüsvay edici bir azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz.
Allah'ın azabının kime geleceğini bekleyin, ben de sizinle beraber bekliyorum.
Bakalım bu işten hangimiz kârlı çıkacaktır.» Şuayb Ca.s.), artık kavminin iman
etmesinden ümidini kesmişti. Kendilerine yapılan bunca nasihate hiç kulak
vermemişler, zulümlerini artırdıkça artırmışlardı. Kendilerini helak edecek
olan azabın gölgesi üzerlerine düşmüştü. Şuayb (a.s,) da bundan korkuyordu.
Onun için Elinizden geleni yapın» demişti. Nitekim çok geçmeden ilâhî azab
kendilerini helak etmiştir.
Allahü
Teâlâ bıınu şöyle beyan ediyor:
«Emrimiz
gelince Şuayb'ı ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak
kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz
üstü çöküverdiler.»
Şuayb
(a.s.)'m kavmine ilâhî azab gelince, Yüce Allah, Şuayb Ca.sJ ile beraberindeki
iman edenleri kurtarmış ve zulmedenleri de korkunç bir ses ile helak etmiştir.
Şuayb (a.sJ'm kavmi başlarına büyük bir azabm geleceğini anlayınca, şehri terk
etmişler ve çevredeki meyve ağaçlarının altına gizlenmişlerdi. Onlar şehirden
kaçmakla kurtulacaklarını sanmışlardı. Gittikleri her yerin Allah'ın mülkü
olduğunu unutmuşlardı. Halbuki her yer Allah'ındır, O'nun mülkünden dışarı
çıkmak mümkün değildir. Onlar meyve ağaçlarının altında gizlenmekte iken gökten
üzerlerine siyah bulut inip, hepsini kaplar, korkudan yürekleri yerinden oynar,
tam o sırada Cebrail korkunç bir çığlık atar, hepsi oldukları yere dizüstü
çöküp helak olurlar. Böylece zulmedenler cezalarını bulurlar.
Allahü
Tealâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Sanki
orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semûd kavmi gibi Medyen halkı da Allah'ın
rahmetinden uzaklaştı.*
Allahü
Tealâ, Şuayb (a.s.)'m kavmi Medyen halkını öyle helak etmiştir ki, sanki
onların yerinde daha önce hiç kimse yaşamamış gibi olmuştu. Meskenleri
yıkılmış, bağ-bahçeleri tarumar olmuş, taş üzerinde taş kalmamıştı. Onlar da
Semûd kavmi gibi, Allah'ın rahmetinden uzak kalmışlardır. Yüce Allah azab
olunan kavimlerin ikisini bir azab ile helak etmemiştir. Yalnız Salih (a.s.)'in
kavmi ile Şuayb (a.s.J'ın kavmi Cebrail'in sayhasıyla helak olmuşlardır.
Yukarda da ifade edildiği gibi Allahü Tealâ her topluma lâyık oldukları azabı
vermiştir. Bundan sonraki âyetlerde Hz, Musa'dan bahsedilmektedir.
Allahü
Teâlâ âyeti celilesinde şöyle buyuruyor-.
«Andolsun
ki, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık burhanlarımızla Firavun1 a ve
erkânına gönderdik. Yine onlar Flravun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri
hiç de doğru değildi*
«O,
kıyamet gününde kavmine Öncülük eder ve onları ateşe götürür. Ne kötü yerdir
onların gittikleri yer.»
Allahü
Teâlâ, Musa (a.s.î'yı da apaçık âyetlerle Firavun ve erkânına göndermiştir. Hz.
Musa, Firavun ve erkânını imana davet etmiş, Firavun bu daveti kabul etmeyerek,
kendisinin ilâh olduğunu ilân etmiştir. Kavmini de Hz. Musa'ya iman etmekten
men etmiş, kendisine tâbi olmalarını istemiştir. Kavmi ise onun sözünü tutup,
Musû (a.s.)'nm davetini kabul etmemişler ve Firavun'a tâbi olmuşlardır. Halbuki
Firavun, onları Allah'ın birliğine imandan men ediyordu. Oysa Musa (a.s.),
onları kurtuluşa, hidâyete ve Allah'ın rahmetine çağırıyor, Firavun ise
felâkete, musibete ve zulme davet ediyordu. Onları dünyada felâkete götürdüğü
gibi, âhiret-te de cehennem ateşine sürükleyecektir. Ne kötüdür, onların
gittikleri yer. İşte onlar dünyada da, âhirette de Allah'ın lanetine
uğramışlardır.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Hem
burada, hem de kıyamet gününde lanete uğratılırlar. Ne kötü yerdir onların
götürüldükleri yer.»
Burada
ibret alınması gereken bir husus var. Firavun ve adamları dünyada da, âhirette
de Allah'ın lanetine uğradıkları gibi, iman etmeyenlerin hepsi de aynı gadaba
uğrayacaklardır. Firavun ve avânesi dünyada boğularak, âhirette de cehennem
azabında ebedî kalmak suretiyle lanete uğratılırlar. Bu, onların inkâr ve
zulümlerinin cezasıdır,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunlar
o kasabanın haberleridir ki, sana anlatıyoruz. Onların bir kısmı hâlâ duruyor,
bir kısmı ise silinip gitmiştir.»
«Onlara
biz zulmetmedik, fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Babbinin emri
gelince Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahlar kendilerine bir fayda vermedi.
Ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.»
Yüce
Allah, Kur'ân-ı Kerim'de geçmiş ümmetlerin kıssalarım ve yaşadıkları şehirlerin
durumlarını Hz. Muhammed'e haber vermiştir. O şehirlerin bir kısmı hâlâ
duruyor, bir kısmı da yok olup gitmiştir. Peygamberimizin geçmiş
peygamberlerden, ümmetlerinden ve yaşadıkları şehirlerden haber vermesi, onun
nübüvvet ve r
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•İşte
böyledir Rabbinin yakalayışı, kasabaların zâlim halkını yakaladığı zaman. O'nun
yakalaması hem şiddetli, hem de acıklıdır.»
•Hiç
şüphesiz âhiretin azabından korkanlara bunda ibret vardır. O gün, bütün
insanların toplanacağı gündür. O, hazır olacakları bir gündür.»
-Biz,
o günü ancak belirli bir süreye kadar geciktiririz.» «O gün gelince Allah'ın
izni olmadan kimse konuşamaz. Onlardan kimisi şaki, kimisi de bahtiyardır.»
Allah'ın
azabının nasıl ve ne surette geleceğini kimse bilmez. Yüce Allah sevgili
Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Mu-hammed, Ftabbinin azabı şehirlerin
zâlim halkını yakaladığı zaman işte böyledir. Bizim azabımız hem şiddetli, hem
de acıklıdır.» Allahü Teâlâ her topluma bir elçi göndermek suretiyle onları
önce imana ve ibadete davet etmiştir, imandan yüz çevirenleri ise muayyen bir
müddet sonra zulüm ve küfürlerinin cezası olarak helak etmiştir. O, kendisine
şirk koşanların cezasını hemen vermez, belki iman ederler diye kendilerine bir
müddet mühlet verir, cezalarını te'hir eder. Fakat azabı geldiği zaman da
kurtulmalarına imkân yoktur. Kıyamet günü bütün mahlûkat mahşer yerine
toplanırlar ve haklarında verilecek olan hükmü beklerler. îşte o zaman dünyada
yaptıkları hayır da, şer de karşılarına çıkar. O gün Allah'ın izni olmadan hiç
kimse konuşamaz, başkasına şefaat edemez ve azabtan kurtulmak için bir özür de
ileri süremez. Ancak Allahü Tealâ'nm izin verdikleri şefaatta bulunur. Ö gün
insanlardan kimisi bedbaht, kimisi bahtiyardır. Bedbaht olanlar cehenneme,
bahtiyar olanlar ise cennete sevk edilirler. Orası hesap yeridir. Herkes bu
dünyada yaptığının karşılığım orada görecektir. Hiçbir amel karşılıksız
kalmayacaktır.
Allahü
Teâlâ şakilerin durumunu şöyle beyan ediyor:
«Bedbahtlar
cehennemdedirler. Orada yüksek sesle soluk alıp verirler..»
«Gökler
ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Babbinin dilediği müddet başka.
Muhakkak ki Rabbin dilediğini yapandır.»
Allah'a
iman etmeyenler, peygamberleri ve kitabları, cennet ve cehennemi, âhiret gününü
inkâr edenler bedbahtlardır. Ahirette onların yeri ebedi cehennemdir. Onların
orada azabları şiddetlendikçe yüksek sesle feryad ederler fakat bu feryadları
kendilerine asla fayda vermez. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bedbahtlar
cehennemdedirler, Orada yüksek sesle soluk alıp verirler. Gökler ve yer
durdukça orada ebedi kalacaklardır. Rabbinin dilediği müddet başka. Muhakkak ki
Rabbin dilediğini yapandır.»
Allahü
Teâlâ bahtiyarlar hakkında da şöyle buyuruyor:
-Bahtiyar
olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça Rabbinin dilediği müstesna
olmak üzere onlar orada ebedi kalacaklardır. Bu ardı arası kesilmeyen bir
lütuftur.»
Allah'a,
peygamberlere, kitablara. âhiret gününe iman edenler, bahtiyar olanlardır.
Onlar cennettedirler, bu, imanlarının mükâfatıdır. İman edenler Allah katında
mükâfatlarını göreceklerdir. Onlar için ardı arası kesilmeyen bir lütuf vardır.
Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bahtiyar olanlar ise cennettedirler.
Gökler ve yer durdukça Rabbinin dilediği müstesna olmak üzere onlar orada ebedi
kalacaklardır. Bu ardı arası kesilmeyen bir lütuftur.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Artık
onların tapmakta oldukları şeylerden şüphen olmasın. Daha önce babalarının
taptıkları gibi onlar da taparlar. Onların paylarını (cezalarını} eksiksiz
ödeyeceğiz.»
Hz.
Muhmmed (s.a.v.Ve peygamberlik gelip, müşrikleri imana davet edince onlar,
babalarının dini üzere olduklarını ve onların taptıklarına taptıklarını,
dinlerinden dönmeyeceklerini söylerler. Peygamberimiz, onların durumuna çok
üzülür. Hak dine dönmelerini arzu eder, fakat onlar yine puta tapmaya devam
ederler. Yüce Allah, Peygamberine onların durumunu şöyle beyan ediyor: «Yâ
Muhammed, Allahü Teâlâ'nın puta tapanların cezasını vereceğinde hiç şüphen
olmasın. Elbette onlar puta taptıklarının cezasını göreceklerdir. Ataları da
puta taptıkları için cezalarını görmüşlerdi. Allah'a ortak koşanlar cezalarını
göreceklerdir.» Görülüyor ki, Yüce Halik kullarının fiillerine göre mükâfat
veya mücâzat veriyor. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezalarını
göreceklerdir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şfiyle duyuruyor;
«Andolsun ki, Musa'ya da kitabı verdik. Hakkında
ihtilâfa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olsaydı aralannda hüküm
verilmiş gitmişti bile. Doğrusu onlar bundan yana şiddetli bir tereddüt ve
şüphe içindedirler.»
«Şüphesiz Rabbin, herkese amellerinin karşılığını
tam olarak ödeyecektir. Çünkü O, yaptıklarına vâkıftır.»
Yüce
Allah, Hz. Muhammed (s,a.v.)'e Kur'ân-ı Azîmüşşân'ı indirdiği gibi, ondan önce
de Musa (a.s.)'ya Tevrat'ı indirmiştir. Onun kavmi de Tevrat'ın Allah kelâmı
olduğunda ihtilâf etmişlerdir. İçlerinden kimi iman etmiş, kimi iman
etmemiştir. Eğer biz inkâr edenlerin azabını te'hir etmeseydik, onları hemen
helak ederdik. Doğrusu onlar bizim azabımızın kendilerine geleceğini ve âhiret
gününün vuku' bulacağını inkâr ediyorlardı. Yâ Muhammed, eğer senin ümmetinden
de azabı te'hir etmeseydik, onları da iman etmedikleri için derhal helak
ederdik. Belki iman ederler diye azabı bir müddet te'hir ettik. Hiç şüphesiz
Rabbin herkese amelinin karşılığını tam olarak verecektir. Çünkü Rabbin onların
yaptıklarından haberdardır. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli değildir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O halde sen, beraberindeki tevbe edenlerle
.beraber, emrolun-duğun gibi dosdoğru hareket et. Aşın gitmeyin. Çünkü O,
yaptıklarınızı görür.»
«Bir de zulmedenlere, meyletmeyin. Yoksa size de
ateş dokunur. Sizin Allah'dan başka yardımcınız yoktur. Sonra yardım da
göremezsiniz.-
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine ve iman edenlere şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen
ve seninle birlikte ii-.an edenler, em-rolunduğunuz şekilde dosdoğru olun.
Allah'ın emirlerine itaat edin, yasaklarından sakının, doğru yoldan ayrılmayın.
Başkalarının hakkını gasbedip, aşırı gitmeyin. Bir de Allah'a şirk koşanlara ve
yeryüzünde bozgunculuk yapanlara yardımcı olup dostluk kurmayın. Eğer onlara
yönelip yardımcı olursanız, siz de onlar, gibi azaba uğrar, helak olursunuz.
Sizin Allah'dan başka yardımcınız yoktur. Allah'a isyan eder. yeryüzünde
bozgunculuk yaparsanız, bilin ki, Allah'ın yardımından mahrum olursunuz.
Böylece sizden öncekilerin uğradıkları akıbete uğrarsınız. Yüce Allah bu âyet-i
celîlede mü'minlere dosdoğru olmalarını, yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmamalarını, adaletle hükmetmelerini, Allah'a ve Resulüne itaat etmelerini,
namazlarını dosdoğru kılmalarını, ibadetlerini tam yapmalarını emrediyor. Şayet
emredüdikleri gibi olmazlarsa Allah'ın yardımının üzerlerinden kalkacağı da
bildirilmiştir. Mü'minlerin bundan ders alması gerekir. Ey iman edenler, sizin
Allah'tan başka yardımcınız yoktur. Allah'ı bırakıp da bozguncuları dost
edinirseniz, onların uğradıkları akıbete siz de uğrarsınız. Çünkü kişi arkadaşının
dini üzeredir. Nitekim Peygamberimiz «(El mer'ü ala dîni halîlihi fel yenzur
ehadeküm men yûhâlilü) Kişi arkadaşının dini üzeredir. Sîzden herhangi biriniz
arkadaşlık yaptığı insanın durumuna baksın, ona göre arkadaşlık yapsın»
buyurmuştur. Allah'ın mü'müı ve sâlih kullarıyla dost olanlar iki cihan
saadetine kavuşurlar, şakilerle dost olanlar ise iki cihan saadetinden mahrum
kalırlar. Çünkü onların yaptıklarının şerri arkadaşlarına da bulaşır.
Dolayısıyla mü'min zararı kendisine dokunmaması için arkadaşını iyi seçmelidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Gündüzün
iki tarafında, ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Çünkü
iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür.»
«Sabret,
çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.»
Bu
âyet-i celîle bir günde beş vakit namaz olduğuna delâlet etmektedir. Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, em-rolunduğun üzere muhkem ol.
Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl»
buyurmuştur. Gündüzün iki tarafında kılınan namazdan maksad, öğle ve ikindi
namazlarıdır. Gecenin yakın saatlerinde kılınan namazdan maksad ise, akşam,
yatsı ve sabah namazlarıdır. Yüce Allah beş vakit namazı ilâhi bir üslûpla
böylece zikretmiştir. Her ibadetin emredilişi bir hikmete mebnidir, hiçbir
ibadet gelişi güzel emredilmemiştir. Namazın emrediliş hikmeti insanları kötülüklerden
alıkoymak içindir. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, iyi düşünenlere bir
öğüttür. Ta-dil-i erkân ile kılman namazlar günahları siler, yok eder, Allah
katındaki dereceyi artırır, kalbi cilalar, gönlü yumuşatır, ahlâkı
gü-zelleştirir, Allah'ın rahmetini celb eder, kötülüklerden alıkoyar, dünya ve
âhirette saadete ulaştırır.
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine «Sabret, çünkü Allah iyi davrananların mükâfatını
zayi etmez» buyurmuştur. Allahü Teâlâ kullarına sabrı tavsiye ediyor. Sabır,
insanı felâketten kurtarır, bir anlık fevrî hareket, insanın dünyasını da,
âhiretini de yıkar, maddeten ve manen perişan eder. Sabır ise, insanı selâmete,
kurtuluşa götürür. Çünkü Yüce Allah sabredenlerle beraberdir.
Hz.
Osman (r.a.) şöyle nakletmiştir: Bir gün Selman ile beraberdik, kuru bir ağacın
yanma geldik. Selman ağaçtan dit parça kopardı, elinde iyice ezdi ve yere
savurdu. Sonra «Ben Peygamberimiz (s.a.v.) 'den işittim ki, bir insan güzelce
abdest alır, tadil-i erkân ile namaz kılarsa, Allah onun hatalarını siler, yok
eder, Tıpkı şu kuru ağacın yapraklarının dökülüp yok olduğu gibi* dedi. Namazda
aranan özellik huşu ve tadil-i erkândır. Tadil-i erkânsız kılınan namaz tam
namaz sayılmaz. Ancak huşu ve tadü-i erkân ile kılman namazlar günahlara
keffaret olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sizden
önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil
miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Zâlim olanlar ise yalnız
kendilerine verilen refahın ardına düştüler, günahkâr insanlardı onlar.»
Yüce
Allah bu âyet-i celilede Hz, Muhammed'in ümmetine hitaben şöyle buyuruyor:
«Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara
mani olmalı değil miydiler? Onlar bozgunculara mani olmadılar, bilâkis onların
yaptıklarına göz yumdular. Ancak içlerinden pek azı onlara mani oldular, biz de
onları helak olmaktan -kurtardık.» Allahü Teâlâ yeryüzünde fesad çıkaranlara
mani olanları helak olmaktan kurtarmış, fesad çıkaran zâlimleri ve onların
zulmüne göz yumanları da helak etmiştir. Yüce Halik bir kısım insanların
işlemiş oldukları masiyet yüzünden herkese azap etmez. Ancak onların işlemiş
oldukları masiyeta göz yumarlarsa o zaman azap umumîleşir. Çünkü masiyete rıza
göstermek masiyettir. Masiyete rıza gösterenler, onu yapanlar gibi ilâhî azaba
uğrarlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
«Kasabaların
halkı ıslâh olmuşken Rabbin haksız yere onlan yok etmez.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Mu-hammed, senin Rabbin halkı
isyan etmeyen kasabaları yok etmez. Ancak halkı zulmedenleri ve ıslâh
olmayanları helak eder.» Aîla-hü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Kasabaların
halkı ıslâh olmuşken Rabbin haksız yere onlan yok etmez,» Yüce Allah hiçbir
topluma zulmetmez, toplum kendi kendine zulmeder. Yok olan toplumlar, mutlaka
şirk ve zulümlerinin cezası olarak helak olmuşlardır.
îbn
Abbas Cr.a.) şöyle demiştir: «Allahü Teâlâ şirkten dolayı hiçbir kavmi helak
etmemiştir. Onların cezası âhirette cehennemdir. Fakat şirkle birlikte başka
günah işledikleri için helak olmuşlardır. Nûh (a.s.)'un kavmi, kendisine
sövdükleri, Salih (a.s.)'in kavmi Allah'ın devesini öldürdükleri, Lût (a.s.)'un
kavmi livâta yaptıkları, Şuayb (a.sJ'ın kavmi eksik ölçüp, tarttıkları,
Nemrud'un kavmi İbrahim Ca.sJ'i ateşe attıkları, Firavun'un kavmi
îsrailoğul-larmın çocuklarını öldürdükleri için helak olmuşlardır. Bunların
hepsinin helak oluş sebebleri, Allah'a sadece şirk koşmaları değildir, bununla
beraber başka suçlar da işlemelerdir. Bunlar gibi çirkin fiillerde bulunanların
da helak olacaklarına bu âyet delâlet eder. Bu fiilleri işleyenler, Müslüman
olsun olmasın, âyetin şümulüne dahildir. Ancak tevbe edip dönenler müstesnadır.
Çünkü Yüce Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder, günahlarını afveder,
suçlarını bağışlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Eğer
Rabbin düeseydi, bütün insanları muhakkak ki, bir tek ümmet yapardı. Onlar
ihtilâf edici bir halde devam edip gideceklerdir.»
«Rabbinin
rahmet ettiği kimseler müstesna, onları
bunun için yaratmıştır. Bununla beraber Rabbinin şu sözü de tastamam
yerine gelmiştir: "Andolsun ki, ben cehennemi hep insan ve cin ile
dolduracağım".»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-med, eğer Rabbin
dileseydi bütün insanları Müslüman yapar ve İslâm ile şereflendirirdi. Onlar da
ihtilâfa düşmezlerdi. Fakat insanların hepsi bu nimete lâyık değildir.» Bunun
için bütün insanlar İslâm ile şereflendirilmemiş, içlerinden lâyık olanlar
İslâm ile şereflendirilmiştir. İslâm iie şereflenmeyenler kıyamete kadar
aralarındaki din ve milliyet ihtilâfı devam edip gidecektir. Ancak Al-lahü
Teâlâ'nm rahmet ettiği kimseler müstesnadır. Rahmete lâyık olanları rahmetine,
olmayanları ise azaba müstehak etmiştir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Yâ Muhammed, eğer Rabbin dileseydi, bütün insanları muhakkak ki tek bir ümmet
yapardı. Onlar ihtilâf edici bir halde devam edip gideceklerdir. Rabbinin
rahmet ettiği kimseler müstesna, onları bunun için yaratmıştır. Bununla beraber
Rabbinin şu sözü de tastamam yerine gelmiştir: «Andolsun ki, ben cehennemi hep
insan ve cin ile dolduracağım.» İman edip İslâm ile şereflenenler, cennet
nimetleriyle, iman etmeyip ts-lâm şerefinden mahrum olanlar da> cehennem
azabıyla cezalandırılacaklardır. Çünkü iman edenler, mükâfatım, iman etmeyenler
de cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor-.
-Peygamberlerin
haberlerinden her çeşidini sana nakletmemiz, senin kalbini bunlarla peTâştirmek
içindir, Bununla sana hak, mü*-minlere de öğüt ve nasihat geldi.»
-İnanmayanlara
de ki: "Elinizden geleni yapın, biz de yapaca-fcız.»
-Siz
bekleyin, biz de bekleyeceğiz".-
Yüce
Allah geçmiş peygamberlerin kıssalarından sevgili Peygamberine haber vermiştir.
Maksat Peygamber'in kalbini pekiştirmek, tatmin etmektir. Zira Peygamberimiz
(s.a.v.)'e yapılan eza-ceza, ondan önceki peygamberlere de yapılmıştır. Her
peygamber, kendi kavminin saldırısına uğramış ve kavmi tarafından çeşitli
işkencelere maruz kalmıştır. Allahü Teâlâ'nın bunları Peygamberine bildirmesi,
onu teselli ve kalbini teskin içindir. Yüce Allah bunu ş.öyle beyan ediyor:
«Peygamberlerin haberlerinden ler çeşidini, sana nakletmemiz, senin kalbini
bunlarla pekiştirmek içindir. Bununla sana hak, mü'minlere de öğüt ve nasihat
geldi, inanmayanlara de ki: «Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız. Siz
bekleyin, biz de bekleyeceğiz.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberini teselli ettikten sonra ona söyle buyuruyor: «Yâ
Muhammed, inanmayanlara de İti: "Elinizden geleni hemen yapın, hiç geri
durmayın. Biz de yapacağız. Siz, azabın kime geleceğini bekleyin, biz de
bekleyeceğiz. Bakalım etzab kime gelecek".- Allah, imandan yüz çevirene
elbette fıısat vermez. Hiçbir zaman gerçek iman edenleri onlara ezdirmez.
Kâfirler, Peygam-ber'e ellerinden gelen her kötülüğü yapmayı denediler, fakat
hiçbirinde muvaffak olamadılar. Eğer muvaffak olsalardı, ilk anda onu ortadan
kaldırırlardı.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesindç şöyle buyuruyor:
«Göklerin
ve yerin gaybı Allah'ındır. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na ibadet
et, O'na güvenip dayan. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.»
Ey
insanlar, göklerin ve yerin sırrı, Allahü Teâlâ'nın katında-dır. O, göklerde ve
yerde olan her şeyi bilir. Çünkü bütün işler O'na döndürülecektir. Ey Muhammed,
O'na ibadet et, yalnız O'na güvenip dayan, Senin Rabbin yaptıklarınızdan
habersiz değildir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Ona göre
kullarının mükâfatını ve mücâzatmı verir.
Hûd
Sûresi'nin sonu.