Allah'ın İlim Ve Kudretinin Eksiksizliğine Rağmen Kafirlerin Davranışları
İnsanın Yapısı Ve Dinin Bu Yapıyı Eğitmesi:
Hz. Peygamberin Moralinin Yükseltilmesi Ve Müşriklere Kur'an İle Meydan
Okuması
Kafirlerle Mü'minler'in Yaptıkları İşler Ve Bunların Karşılığı
İşin Kızışması Ve Azabın Çabuklaştırılmasını İstemeleri
Hz. Nuh'un, Kavminden Ümît Kesmesi Ve Gemiyi Yapması
Kavmin Sonu Ve Nuh'un, Oğlu İçin Şefaati:
Hz, İbrahim'in Kıssası Ve Müjdesi
Hz. Lut'un Kavmiyle Olan Kıssası
Durumun Sertleşmesi Ve Azabın İnişi:
Musa İle Firavun Arasında Geçenler
Kıssalarda Anlatılan Cezalardan Alınacak Öğütler
Bu Sûrenin, Buraya
Kadarki Kısmının Neticesi
Geçmiş Ümmetlerin Helaklerinin Genel Sebebi
Sahih kavle göre Mekkîdir. 123 ayettir. Yunus sûresinden sonra nazil olmuştur.
Onun manâsmdadır. Onun konusunu işlemektedir. Onda
kısaca anlatılanlar, burada genişçe ele alınmıştır. Her ikisi de akaid esaslarını, Kuran'in
1'cazını, Ölüm sonrası dirilişi, ceza, sevap ve ikâbı,
bunun yanısıra bazı Peygamberlerin kıssalarını
ayrıntılı olarak anlatmaktadırlar. İki sûre arasm-da
münasebet olduğu açıkça görülmektedir.
Tirmizi, îbn Abbas
(R.A.),m şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir
(R.A.) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, ihtiyarlamışsın! Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Hûd, Vakıa, Mürselât, Amme Yetesâelûne Ve Ize'ş-Şemsû Küvviret
(sûreleri) Beni ihtiyarlattı."
Bunda bir gariplik
yok. Bu sure okunduğunda; Ailah'ın,ruh!an dehşete
düşürecek ve kalbleri titretip baştaki saçları
ağartacak şiddette olan hakimiyetini, gücünü, kuvvetini, günahkarları
kıskıvrak' yâkalayıverişini açıklayan şeyler ortaya çıkar. Özellikle geçmiş
ümmetlerin haberleri ve bu dünyada uğratıldıkları ilâhî azaba ilişkin
açıklamalar okunurken bu dehşetli manzaralarla karşılaşırız.
Peygamber (s.a.v.)
efendimizi, bu surede geçen, "Emr olunduğun gibi
doğru ol" mealindeki 112. ayetin ihtiyarlatmış olduğu, bazı rivayetler
arasındadır. [1]
Rahman ve Rahim
Allah'ın adıyla.
1-2-3- Elif, Lam, Râ. Bu kitab, hakîm ve haberdar olan Allah tarafından, Allah'tan
başkasına kulluk etmeyesiniz diye, ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun
uzadıya açıklanmış bir kitab'dır. Ben size, O'nun
tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden mağfiret dileyin
ve O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi
güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine
faziletinin karşılığım versin. Eğer yüz çevirirseniz; o zaman ben doğrusu, hakkınızda
büyük günün azabından korkarım.
4- Dönüşünüz ancak Allah'adır. O her şeye kadir'dir. [2]
Elif, Lâm, Râ şeklinde okunur. Bakara suresinin başında anlattığımız
gibi bu harfler hakkında alimler arasında görüş ayrılığı vardır. Sonuç olarak
demiştik ki; bu harfler yüce Allah'ın sırlarmdandır.
Bunların ne anlam ifade ettiklerini en iyi bilen O'dur. Kur'an-ı
Kerim'de açık anlamlı muhkem ayetler ve anlamını en iyi bilenin ancak Allah
olduğu, müteşabih ayetler vardır. İkinci görüşe göre
bu harfler, inkarcılara meydan okuyup onları susturmak için veya kendisinden
sonra gelecek olan ifadelerin açılışını yapmak, insanları o ifadelere karşı
uyarmak İçin kullanılmıştır. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de şu
ki, Bakara ve Âl-i İmrân sureleri dışında bu harflerle
başlayan sûrelerin Mekkî olduklarıdır. Bu sûreler;
tevhidi, ölüm sonrası dirilişi ispatlamakta, Kur'an'ı
Kerim'den ve onun i'câzmdan söz etmektedir ki,
peygamber (s.a.v.) efendimiz, Mekke müşriklerine hep bunlarla seslenirdi. Yine
dikkat çekici bir husustur ki; bu sûrelerde çoğunlukla Mekkelilerce adlan
duyulmuş ama haberleri bilinmeyen peygamberlerin kıssaları anlatılmaktadır.
Bu harfler, bazen
bağımsız bir ayet, bazen de bir ayetin bir bölümü olurlar. Cenab-ı
Allah ne doğru buyurmuş: "Size ilimden pek az bîr şey verilmiştir"[3].
Bu kitabın, yani Kur'an'ın şanı o kadar yücedir ki,
"Ne önünden, ne
de ardından ona batıl gelmez. (Onun içine asılsız söz girmez.) Hikmet sahibi,
çok övülen (Allah)dan indirilmiştir'[4]
Bu; anlam açıklığı,
ifade belagatı ve etki kuvveti ile ayetleri sağlamlaştırılmış bir kitabdır. İçinde şek ve şüphe yoktur. Sarsılmaz bir bina,
müstahkem, geçit vermez bir kale gibidir. Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra
bölümlere ayrılarak düzenlenmiş, birbiriyle bağlantılı sûreler ve mütenasib ayetler halinde tertiplenmiştir. Kur'an'ın her sûresi, benzeri görülmemiş birer mucizedir.
Beyan ve belagat semasındaki birer mucizedir. Beyan ve belagat semasındaki
yüksek birer edebi parçadır. Kur'an-ı Kerim, altın
veya inci gerdanlıkların, araya konulan gümüş tanelerle kısımlara ayrılışı
gibi, bölümlere ayrılmıştır. Bir sûrede akaid,
ahkâm, kıssa, öğüt, edep, toplumsal kurallar, ilim, marifetler ve diğer
şeylerden söz edilir.
Ayetleri
sağlamlaştırılmış, sonra tam hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah
tarafından güzelce açıklanmıştır. "Sonra güzelce açıklanmıştır"
derken "sonra" manasındaki "sümme"
harfinin kullanılmasıyla, ayetleri açıklama mertebesinin, onları
sağlamlaştırma mertebesinden daha üstün olduğuna işaret edilmiştir. Kur'an-ı Kerim, olgunluk ve ululuğun doruk noktalarım kendinde birleştirmiştir.
Sadece Allah'a
tapasınız ve hiçbir şeyi O'na"ortak koşmayasmız diye Kur1 ah ve ayetleri bu şekilde sağlamlaştırıhp açıklanmıştır. Bundan sonra anlatılacak
olan kıssalarda da görülebileceği gibi, her peygamberin en önemli amacı, görevi
ve İmanm.da ilk esası budur.
Denildi ki; Resulullah (s.a.v.), insanlara şunu söylemekle emrolundu: Rabbiniz, sadece Allah'a tapmanızı emretti. Ben
O yüce Zat'ıh size gönderdiği bir elçiyim. Küfürde,
şirkte ve isyanda ısrar edenleri, şiddetli bir azapla korkutuyorum, iman edip
doğru yolda bulunanları da, mutluluk ve ebedi olan bol nimetlerle müjdeliyorum.
Rabbinİzden bağışlanma dileyin.
Şirkten, küfürden,
günahtan ötürü, Allah'tan sizi bağışlamasını dileyin, sonra da bu
yaptıklarınızdan dolayı pişman olmuş, artık geriye dönmeme karan vermiş,
bozduklarını düzeltmiş, iyi işler yapmış olarak tevbe
edip Allah'a yönelin. "Ancak tevbe edip inanan
ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onla-rm
kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir "[5]
Ey kardeşim, ayet-i
kerimeye dikkatle baktığında göreceksin ki; istiğfar (bağışlama dileği) ile tevbe bir arada söylenmiş, "tevbe
edesiniz" sözü ise, sonra manasını ifade eden "sümme"
harfi ile "Bağışlanma dileyesiniz" cümlesine atfedilmiştir. Bütün
bunlar, söz ile amelin birbirinden ayrı şeyler olduklarını ve amel (tevbe) mertebesinin, istiğfar mertebesinden çok daha üstün
olduğunu ifade etmektedir.
Pekî bunun karşılığı
nedir?! Allah'tan bağışlanma dileğinde bulunduktan sonra tevbe
edip iyi İşler yapanlara verilecek karşılık şudur: Böyle davranırsanız Allah
size helal rızık vererek, dünyada saadet ve refah
içinde peşpeşe gelen nimetlerle konforlu bir geçim
bahşederek, mukadder eceliniz gelinceye kadar sizi güzelce yaşatacaktır. Bu,
dünyadaki mükafatmızdır. ahirette
ise, faydalı ilim ve amel gibi her lütuf sahibine, lutfunun
karşılığı olan mükafatı kesintisiz ve eksiksiz olarak verecektir.
Allah seni başarılı
kılsın ey kardeşim, ayet-i kerimedeki "sizi yaşatsın" füli ile && J-* <P Jf
°Jij "Her lütuf sahibine lütuf (ve kereme)İni
versin" cümlesine dikkatle bak. Dünya mükafatı olan yaşatma fiili çoğul
olarak kullanılmış, ve belli bir zamanla sınırlandırılmıştır. Ahiret mükafatından bahseden "Her lütuf sahibine..."
cümlerinde meful, tekil olarak kullanılmış ve bu
mükafat, bir zamanla sııurlandırılmamiştır. Bununla
da dünya nimetinin her ferd için değil, bütün
İnsanlar için olduğuna; ahiret mükafatının ise her
ferde kendi ölçüsüne göre verileceğine işaret edilmiştir.
Buna göre ayet-i
kerime, şöyle manalandırılmalıdir:
Ey Muhammed ümmetinden
olup ta bu söze mutiatab olanlar! Şirkten ve günahtan
uzak durur, yalnızca Rabbinize tapıp bütün günahlarınız için bağışlanma diler
ve tevbe ederseniz sizi güzelce yaşatır. Bu güzel
yaşantı sayesinde, dünyadaki ümmetlerin nimet, kuvvet, üstünlük ve devlet
bakımından en iyileri olursunuz. Ahirette Allah her
lütuf ve amel sahibine mükafatını eksiksiz olarak verecektir. "Her can,
kazandığı ile (Allah katında) rehin alınmıştır"[6]
Eğer Hakka davetden yüz çevirirseniz; son derece korkunç ve çok tehlikeli
bir günün, kıyamet gününün azabına uğramanızdan korkarım. "Onu gördüğünüz
gün, her emziren, emzirdiğinden geçer; her gebe yükünü bırakır; insanları
sarhoş görürsün. Oysa sarhoş değillerdir. Ama Allah'ın azabı şiddetlidir"[7]
Ayette (Bu süreninin
üçüncü ayetinde) geçen "gün" kelimesi ile, diğer peygamberlerin
kavimlerinin başlarına geldiği gibi, bizim de başımıza gelen musibetler kasdedilmiştir. Ahiret gününe
gelince, ona da şu kavl-i ilâhi ile işaret
edilmiştir. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Bütün yaptıklarınızın
karşılığım verecek olan da O'dur. O'nun gücü her şeye yeter. [8]
5- Bilin ki, onlar Kur'an
okurken gizlenmek için iki büklüm olurlar. Bilin ki, elbiselerine
büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.
Çünkü O, kalblerde olanı bilendir.
6- Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak
Allah'a aittir. O; canlıları, babaların
sulbünde kararlaşmış ve anaların
rahminde kararlaşmakta iken de bilir. Hcrşcy apaçık
bir Kitab'dadir.
7- Arş'ı su üzerinde iken, hangimizin ekilin güzel iş
işleyeceğini ortaya koymak İçin, gökleri ve yeri altı günde yaratan O 'dar. Ey
Muhammedi And olsun ki, "Siz gerçekten, ölümden sonru ditileceksiniz" desen, inkâr edenler; Bu, apaçık
bîr sihirden başka bir şey değildir" derler. [9]
Elbiseyi katlayıp
bükmek. Bir şeyi gizlemek için çevirmek, katlamak, eğip-bükmek.
Büyüklenerek omuz
çevirip yan dönmek, ayette bu kelime ile kastedilen mana şudur: Göğüslerinde
gizli bulunan kin ve kıskançlığın üzerine göğüslerini katlayıp yüzçevirdiler.
Gizlenmek, ve kimse
tarafından görünmemek için. Bedenlerinin her tarafını elbiseleriyle örterler.Yeryüzünde
kartn üzeri sürünen, iki veya daha çok sayıdaki
ayakları üzerinde yürüyen her çeşit hayvan.
Dabbe kelimesinin at, eşek veya katır için kullanılması
örfidir.Gıdası. [10]
İyi bilin ki,
müşrikler, Allah'a çağrıyı ve Peygamberlerin yaptıkları uyanlarla müjdeleri
işittiklerinde ve Hz. Peygamberin Kur'an
okuyuşunu gizlice dinlediklerinde kendilerini kimse görmesin diye göğüslerini
büküp arkalarını dönerler. Üzerlerinde kin ve çekememezlik
belirtileri görürsün. Dehşetten yürekleri hoplatan, üzerlerinde yıldırım gibi
veya ondan daha şiddetli etkiler meydana getiren ayetlerle delillerin meydana
gelişi esnasında îslamdan hoşlanmaz, nefret ederler.
İyi bilin ki onlar,
kendi kendileriyle başbaşa kalıp elbiselerine,
vücutla-nnın her tarafım kapatacak şekilde
büründüklerinde, cahilliklerinden dolayı, Allah'ın kendilerini görmeyeceğini
zannederler. "(Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah'tan
gizlemiyorlar. Oysa ki O, onlarla beraberdir"[11] İyi
bilin ki, Allah gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir. Allah, onların
içlerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarım hep bilir. O. göğüslerdeki
şeyleri bilir.
Allah; rahmet, kerem,
kudret ve ilmi gereğince, yeryüzünde veya deniz dibinde veya kaya tabakaları
arasında veya göklerde uçan herşeyin nzık ve geçimini zatına vacip kıldı. Rızkını ne şekilde
elde edeceğini her hayvana, huy ve karakterine uygun olarak öğretti.
"Rabbimiz her şeye yaratılışım (varlığını ve bi-.
çimini) verip sonra onu doğru yola iletendir"[12]. Her
hayvana, araştırıp çalıştıktan sonra ulaşabileceği hazır rızkım elde etmesinin
yolunu gösterdi.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, her canlının yerleştiği ve emanet bırakıldığı yeri, yani
rahim veya yerin altı gibi, emanet bırakıldığı yeri bilir. Rizık,
istikrar, değiştirme ve geçici olarak bir yere bırakma gibi, saydığımız bütün
bu hususlar; Allah'ın kaza ve kaderini içinde yazmış olduğu, bilinen ve apaçık
olan bir kitapta sabit ve yazılıdır. "Biz kitapta hiçbir şeyi eksik
bırakmamışızdır"[13]
"Gökleri ve yeri
altı günde yaratan O 'dur". Fussilet sûresinin
9. ve 10. ayetlerinde de açıklandığı gibi; iki günde yeri, iki günde,
yaratıkların nzıklan-nı ve
buna bağlı şeyleri, iki günde de gökleri yaratmıştır. Ayet-i kerimede geçen
"gün" lerden kasıt, süresini ancak yüce
Allah'ın bilebileceği zamanlardır. Yedi kat göğü ve yeri altı günde yaratmış,
göklerle yerin yaratılmasından önce, Arş'ı sular üzerinde imiş. Arş'tan maksat;
Allah'ın tasarrufu ve mülkü veya maddi olan diğer herşeydir.
Kibatındaki manayı en iyi bilen, Allah'tır.
"Kitabının) bazı ayetleri muhkemdir (açık anlamlıdır). Bunlar kitabın
anası-dır.. Diğerleri de birbirine benzer (çeşitli anlamlar taşıyanlardır"[14]
Yüce Allah buyuruyor:
"Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. (Bunları yaratırken) Arş'ı su
üzerindeydi".
Aslında ben şunu demek
İstiyorum: Kur'an-ı Kerim, bilimsel kuralları ve
teorileri açıklayan bilimsel bîr kitap olarak gelmiş değildi-, O sadece, ümmeti,
hatta bütün âlemi, yasama, hüküm, yönetim, davranış, hukuk, ekonomik ve sosyal
siyaset alanında tedavi etmek, dertlere deva olmak için gelmiştir.
Bu nedenledir ki,
bilimsel ince teorileri Kur'an'dan çıkarmaya çalışan
ve Kur'an kelimelerini hiç de ifade etmediği anlamlan
çıkarmak için zorlamaya çabalayan kimse, duygusal bir araştırmacı olmaktan
öteye gidememektedir. ama görünürde çatışsa da Kur'an-ı
Kerim, bu bilimsel teorilerle çatışmamak-tadır. Şu halde nefsimize başvurup
düşünmeli, bilimsel teorilere ilişkin anlayış ve tatbikatımızı yenilemeliyiz.
Bu teoriler, araştırma ve düşünmeye elverişlidirler. Bazan
değiştirebilir veya ortaya atmış olanlar tarafından tamamen terkedilebilİrler.
Sonuçta bir çelişki de görmeyiz. Şu halde "O'nun Arş'ı su
Üzerindeydi" ayetinin anlamını kavramamız mümkün olacaktır. Halef ulemasına
göre Arş: Allah'ın, tasarrufu, mülkü, emir ve hükmüdür Selef uİe-masına göre ise Arş, Arş'tir. Bunula ilgili bir yorum
yapılamaz. Arş'ın gerçekten ne olduğunu ancak Allah bilir.
Göklerin ve yerin
yaratılmasından önceki suya gelince bu, Fusilet sûresinin
9. 10. ayetlerinde anlatılan dumandır, gaz bulutudur ki, bu da nebula teorisine,bilimsel oluşum teorisine uymaktadır. Bu
anlatılanların hepsi şu ayetteki Kur'anî teoriye
muvafıktır: "İnkar edenler görmediler mi ki göklerleyer
bitişik idi, biz onları ayırdık"[15]. Bu
konuda yapılan bilimsel araştırmaları şöyle özetleyebiliriz. Gezegenlerle
yıldızların oluşumundan önce uzay, nebula denen,
dumana benzer, küçücük incecik zerrelerle dopdoluydu. Nebula
yığını içindeki bu zerrelerden her biri , atomda bulunan kendi etrafında dönme
ve çekim gibi iki özelliğe sahipti. Çekim ve kendi etrafında dönme nedeniyle bu
zerreler bir araya gelip yığılmaya başladı. Bu yığılım sonunda ısı, alev ve
ışığı meydana getiren bir elektriklenme oldu. Isı, işjk
ve alev gibi unsurlar güneşi diğer gezegenlerden ayıran
niteliklerdir. Bu elektriklenme ve ısı sonucunda güneş kursu gevşedi. Şiddetli
sıcaklığı ve kendi ekseni üzerinde hızla dönüşü sonucunda güneşten bazı
parçalar koptu. Üzerinde yaşamakta olduğumuz dünya böylece meydana gelmiş oldu.
Işınlar dolayısıyla sıcak olan dünya, yavaş yavaş
ısısını kaybetmeye ve soğumaya başladı. Karalarla denizler meydana gelince de
yerkürenin üzerinde yaşama imkânı doğdu. Ama yerin altı ve iç tarafı sıcak
kalmakta devam etti. Depremlerle yanardağlar da bunu gösteriyor. Güneşten kopan
gezegenlerle yıldızların tümüde, nebula
zerreciklerinin Özellikleri vardır. Örneğin yerküremiz kendi ekseni üzerinde
dönmekte ve çekim kuvvetine sahip bulunmaktadır. Cenab-ı
Allah ne doğru buyurmuş: "Hepsi bîr felekte (yörüngede) yüzmektedirler
"[16]. Kur'an ayetieriyle uyum sağlayan
bilimsel gerçekleri şöylece sıralayabiliriz.
1- Göklerle yerin yaratılmasından önce suya ve dumana
benzer zerrecikler vardı. Kâinatın aslı, bu zerreciklerdi.
2- Göklerle yer ve içindekiler, tek parça
halindeydiler. Yukarıda anlatıldığı şekilde, Allah bunları birbirinden ayırdı. Aralarına, yeryüzünün hayata elverişli hale
gelecek kadar ısısını kaybetmesinde etkili rolü olan havayı koydu. Hareket ve
intikal halinde hızlı rüzgarlar biçimindeki bu hava, yağmurların yağmasına ve
denizlerle nehirlerin oluşmasına neden oldu. Su, canlı olan herşeyin
esasıdır. Allah göğü yağmur ile, yeri de bitki ile ayırmıştır.
"Göklerde yer bitişik idi. Biz onları ayırdık
ve her canlı şeyi sudan yarattık”[17]
3- Adına sema (gök) denilen elle tutular, maddi bir
cisim yoktur. Ak-sinek gök, mahiyetini ancak Allah'ın bildiği sonsuz olan
uzaydır. İçinde gezegenlerle yıldızları bulundurur. Denebilir ki, yedi kat
gök, birbirlerine çeşitli felek ve sınırlı yörüngelerle irtîbatlanan,
evrenin belirli bir tarafını işgal eden yıldız kümelerinden ibarettir. Bu yıl
diz kümelerini Cenab-ı Allah birbiri üzerinde
tabakalar halinde yaratmıştır.
Kur'an ayetleri zahiren her ne kadar göğün cisim olduğunu
gösteriyorsa da ilmin görüş ve nazariyesi yukarıda işaret ettiğimiz gibidir.
Esasında Kur-an'a ters düşmemektedir.! Önce söylediğimiz gibi gayble ilgili konularda Kur'an-ı
Kerim'in söylediklerini olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindeyiz.. Evrenin ve
içindeki varlıkların oluşumunu ince bir araştırmaya tabi tutmak dinin ilgi alanına
girmez. "İşte O kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiîer
İçin yol göstericidir. Onlar ki gaybe inanırlar"[18]
Müslüman, dini
konularda Kur'an nassmm
ötesinde geçmemelidir. Ama ilmi konularda derin
araştırmalarda bulunmak islerse, araştırsın, sonuçla Kur-an nazarİyesiyle
aynı noktada buluşacaktır.
Sonra yüce Allah,
göklerin ve yerin bu şaşırtıcı yaratılışını şu gerekçeye bağlıyor: "Ey
insanlar! Sizi denemek ve hanginizin daha güzel işler yapacağını meydana
çıkarmak için, göklerle yeri bu şeklide yarattık." Cenab-ı
Allah dünyadaki herşeyi bizim için yaratmış, bizim
emrimize vermiştir. Her iki yolu bize göstermiştir ki, nimetlere kimin şürkanla, kimin de nankörlükle karşılık vereceğini ortaya
çıkarabilsin ve iyilik yapanlara iyilikle ve hatta daha fazlasıyla karşılık
versin. Kötülük yapanlara da yaptıkları kadarıyla ceza versin.
Ey Muhammedi Şu
kâfirlere: "Öldükten sonra diriltileceksiniz!" dersen, delili
delille karşılaştırmaktan aciz kaldıktan sonra; "Bu apaçık bir büyüden
başka bİrşey değildir" diyeceklerdir. İşte bu,
acizlerin delilidir. [19]
8- And oîsun
ki, onların azabını sayılı bîr süreye kadar ettelesek,
"Onu alıkoyan nedir?" derler. Bilin ki, onlara azab
geldiği gün, artık geri çevrilmez; alaya aldıkları şey onları mahvedecektir.
9- And olsun kî, İnsana
nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak o şüphesiz umutuz bir nanköre döner.
10- Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattınrsak "Musibetler başımdan gitti" der;
doğrusu o, şımanp böbürlenen biridir.
11- Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen
kimselere, işte onlara magrifet ve büyük ecir vardır. [20]
Burada sayılı gün ve
belirli zaman demektir.
Aslında homojen bir
toplum veya aynı zamanda, bir arada yaşayan bir toplum demektir. Din ve millet
anlamında da kullanılır, örnek bir hayır işi yapan adam anlamına da gelir. Nimet.
Zarar, hastalık ve
elem. [21]
Cenab-ı Allah, peygamberini hidayet ve hak din ile, uyarıcı
ve müjdeci olarak göndermiş, o da, kavmine: "Elbette ben sîzin için büyük
günün azabından korkarım" demiş; ama kavmi kendisi ve tehdidleri
ile alay etmiş, İnkar edip hafife alarak, tehdid
olundukları azabın çabuklaştırılarak tez elden başlarına gelmesini
istemişlerdi. Cenab-ı Allah, onlar hakkında anlam olarak
şöyle buyurmuştu; "Vallahi azabı onlardan, bizce bilinen belli bir zamana
kadar ertelersek, her vade için yazılı bir süre olmasını gerektiren taktir ve
düzenimizde sınırlı olan belli bir zamana kadar ertelersek, mutlaka: Bu azabın
gelmesine engel olan nedir?! diyeceklerdir. Aslında onlar, azabın gelişini
erteleyen engelin ne olduğunu sormuyor, bilakis azabın geleceğini inkar ediyor
ve kendilerinden savıldiğını iddia ediyorlardı. İyi
bilin ki o (azap) başlarına geldiği gün, bir daha onlardan geri çevrilmez ve
ertelenmez. "Rabbinin azabı mutlaka vukubuiacaktır.
O'na engel olacak birşey yoktur"[22].
"Alay ettikleri ve "tez elden gelsin" dedikleri azap, günün
birinde onları her taraftan kuşatacak, kendilerinden geri çevrilmeyecek ve
kendileri de kurtulamayacaklardır.
Cenab-ı Allah, "Hanginizin daha güzel iş yapacağınızı
denemek için,.."[23]
demekle, insanın Allah tarafında sınavdan geçiriliş durumunu açıklamış
olmaktadır.
İnsana kendi
katımızdan bir rahmet taddınp sağlık, afiyet, bol rızık ve güvenlik gibi nimetler verdikten sonra; yasamıza
uygun olarak meydana gelen hastalık, fitne, ölüm veya musibet gibi nedenlerle
bu nimeti elinden çekip alsak, hemen şiddetli bir umutsuzluğa düşer. Rabbinin
rahmetinden umudunu keser. Bu nimetlerin kendisine tekrar gelmesini artık ümid etmez. Elinde kalmış olan nimetlere karşı da nankörlük
eder. Çünkü İnsan her ne kadar bir musibete uğrayıp bazı nimetlerden yoksun
kalırsa da, elinde, kaybettiğinden başka nimetler mutlaka vardır. "Eğer
Allah'ın nimetini saymak İsterseniz
sayamazsınız"[24], İnsan, işte böyledir.. Sabretmez, şükretmez.
Andolsun, biz ona isabet etmiş bir zarardan sonra nimet taddırırsak, mutlaka: Üzerimdeki musibetler gitti ve artık
kesinlikle zarara uğramayacağım, bu nimetlerde sadece bendeki bilgi sayedesinde elime geçti, diyecektir. Doğrusu İnsan;
şımarık, çok sevinçli, övüngen, başkalarına üstünlük taslayan, nimete bol
şükürle karşılık vermeyen bir varlıktır.
Ayet-i kerimede geçen
ve lezzeti, imrenmeyi İfade eden "Taddırdık"
fiili ile nimete karşı aşırı ilgi ye tutkunluk ifade eden "Onu elinden
çekip aldık'* fiiline dikkatle bakın. Sonra da nimet ifade eden ile zarar ve musibet ifade eden
kelimelerindeki inceliğe bakm. Mess
(dokunma) zararın en hafif şekilde dokunmasını ifade eder. Bu hafif dokunmayla
bile insan ümitsizliğe düşer. Her insanın fıtratında ve yaratılışında bulunan
huyu ve tabiatı işte budur. Ancak sabredip iyi işler yapanlar hariç. Bununla
da Öğrenmiş oluyoruz ki, insanda; Allah'ın rahmetinden umut kesme, nimetine
karşı nankörlük etme, şımarıklığa varacak derecede sevinme, övünme, büyüklenme
gibi maddi huylar vardır. Bunlar tehlikeli ve öldürücü hastalıklardır. İlacı da
iman kuvvetinden doğan sabır ve teselli, Allah'ın kaza ve kaderine razı olmak,
iyilik ve hayır gibi yararlı ve salih ameller
işlemek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. inanıp iyi davranışlarda
bulunan bu sabırlı kimseler için Allah tarafından verilecek bol sevap ve büyük
mükafat vardık ki, bu sevap ve mükafatın mahiyetini ancak yüce Allah bilir.
"Asra andolsunki, insan ziyandadır. Ancak inanıp
iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı
tavsiye edenler başka (Onlar ziyandan kurtulmuşlardır)"[25]
12- Putperestlerin: "Ona bir hazine İndirilmeli
veya yanında bir melek gelmeli değil miydi?" demelerinden senin Ey
Muhammedi Kalbin daralır ve belki de sana vahyolunanm
bir kısmım terkedecek olursun. Sen ancak bir
uyarıcısın, Allah her şeye vekildir.
13- Senin için: "Onu uydurdu " diyorlar, öyle
mi? De ki: Öyleyse onun surelerine benzer uydurma on sure meydana getirin,
iddianızda samimi iseniz. Allah'tan başka çağirabileceklerinizi
de çağırın."
14- Söylediğinizi yapamazlarsa, bilin ki O, ancak Allah
'm ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka tanrı yoktur, artık müsliimansmız
değil mi? [26]
Sevilen bir şeyi ümid edip beklemek için kullanılır. "Belki
korunursunuz" ayetinde olduğu gibi, kişiyi bir şeye hazırlama manasında
kullanılır. "Ola ki öğüt alır veya korkar"[27]
ayetinde olduğu gibi illet (gerekçe) ifade eder. Burada olduğu gibi istifhamı inkan için de gelir.
Buna göre ayetin
manası: Ey Muhammedi Sana vahyolunanm bazısını terk
etme veya (terk etmezsin).
Göğüs darlığı, yani
elem ve sıkıntı. Yer altında saklanan mal. Ayette ise bu kelimeyle, emeksiz
elde edilen mal kastedilmiştir. [28]
Sûrenin başından
buraya kadar hep Kur'an-ı Kerim'den, insanların ona
karşı tutumlarından, ResuluJlah (s.a.v.)'in bu
nedenle insanlardan çektiği sıkıntılardan, elem ve kederlerden, buna bağlı
olarak vahyi ispat edici meydan okuyuştan söz edildi. [29]
Ey Peygamber! Tevhidin
emredilmesi, şirkin yasaklanması, müşriklerin uyanlıp
tehdid edilmeleri gibi, duymaları müşriklere ağır
gelen, sana vahye-diSmiş şeylerin bazısını bırakacak
mısın? Sana indirilen her şeyi onlara tebliğ etmekten elem ve sıkıntı mı
duyuyorsun?!
Bu sorudan kasıt,
sormak değil de yasaklamaktır. Yani onların: "Kendisini ticaret ve kazanca
muhtaç bırakmayacak bir hazine ona indirilmeli değil miydi?" demelerine
kızarak, vahyin bazısını onlara tebliğ etmekten vazgeçme!
Bu ayet, Hz. Peygamberin doğruluğunu gösteren bir delildir.
Yine onların:
"Davasını teyid edecek bit melek gökten inerek
onun beraberinde bulunmalı değil miydi?" demelerine kızarak, vahyin
bazısını on-iara tebliğ etmekten vazgeçme!
Dediler: "Bu
peygambere ne oluyor ki, yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle
beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi?
Yahut kendisine
(gökten) bir hazine atılması, yahut kendisinin bir bahçesi olmalı ondan (hiç
zahmet ve meşakkat çekmeden yemeli değil mi"[30]
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz, iman etmeleri için aşırı derecede gayret gösterdiği halde
müşriklerin inad, inkar ve yüz çevirmeleri bu sonucu
doğuruyordu. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, korumuş olmasaydı, Peygamber
efendimiz onlara azıcık meyledecekti. "Eğer biz seni sağlamlaştır-mamış olsaydık, onlara bîr parça meyledecektin"[31]
Ey okuyucu! Benimle
birlikte sen de şu ayeti oku: "Ey elçi! Rabbinden sana indirileni duyur;
Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun"[32]
Onların konuşmalarına
ve bu gibi şeyleri senden istemelerine aldırma. Sen, sadece sana indirilenleri
tebliğ eden bir uyarıcısın. İnsanlar hoşlansalâr da hoşlanmasalar dasenîn bundan öteye bir sorumluluğun yoktur. Allah her
şeye vekildir. O, kullarının işlerini idare eder, onları gözetler, yaptıkları
işlerin karşılığını verir. "(Ey Muhammed), sen öğüt ver, çünkü sen ancak
öğüt verensin. Onların Üzerinde zorlayıcı değilsin"[33],
"Biz onların ne dediklerini biliyoruz. Sen onların üstünde bir zorlayıcı
değilsin, sadece tehdidimden korkanlara Kur'an'la
Öğüt ver"[34]
Müşrikler, Kur'an'ı, Muhammed kendi yanından uydurdu, diyorlar. Hayır hayır, onların söyledikleri, yalandan başka bir şey
değildir. Ey Muhammed! onlara de ki: Eğer gerçek, sizin iddia ettiğiniz gibi
ise; beyan , belagat incelik, fesahat, sağlamlık, siyaset-sosyoloji, hukuk,
kıssalar ve haberler bakımından Kur'an'a benzer
olan, kendi yanınızdan uydurduğunuz on sure.getİrİn.
Evet, Allah katından gelmediğini iddia ettiğiniz bu Kur'an'a
benzer on sûre de siz getirin.
Getirin diyorum. Çünkü
siz dil ve edebiyat biliyorsunuz. Fesahatta arap-lann en mükemmelisiniz.
Aranızda hatipler ve şairler var. Size meydan okuyorum. Çünkü sizler Ö'nun dışında tanrılar edinerek, "melekler O'nun
kızlarıdır" diyerek, putlar ve şefaatçiler edinerek saîbe,
vasîle ve hami, gibi hayvanlarla' [35]
diğer hayvanları ve ekinleri haram sayarak Allah'a iftira edip yalanlar
uydurdunuz.
Bana gelince, ben de
sizlerden bîriyim. Bundan önce size bu gibi sözler söylemiş değilim.
Peygamberlikle göreviendirilmezden önce, aranızda bir
Ömür boyu kalmıştım. Bİr kula iftira etmiş olmadığım
tecrübeniz ile sabittir. Nasıİ olur da kulların
yaratıcısı yüce Allah'a iftira ederim.
Kur'an'i uydurma (!) konusunda yardımcılarım olduğunu iddia
ediyorsanız; Allah'tan başka ortaklarınızı, şefaatçilerinizi veya hatiplerle
şairleri veya Ehl-i Kitap İle haber sahiblerînİ çağırın ki, Kur'an'ın
benzerini getirebilmeniz için size yardım etsinler.
"Ağızlarından ne
büyük söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar"[36]
Kur'an-i Kerim bu konuyu, surelerinin bir çoğunda ele almış;
bazen Kur-an'ın mislini veya ona benzer on sureyi veya bir sureyi getirmeleri
için müşriklere meydan okumuştur. Merhum şeyh Reşid
Rıza, bu suredeki ayetin, "On sure getirin" dîye meydan okuyuşuna
gerekçe olarak, bu ayetin onuncu surede yer almasını göstermiştir.
Kur'an-ı Kerim o kafirlere, benzeri olan on sureyi
getirmeleri için meydan okumuş; fakat onlar bunu yapmaktan aciz kalmışlar,
kendilerine yardım edecek tanrı, ortak, fesahat ve belagat sahibi
edebiyatçılar bulamamışlardı. Peygamber (s.a.v.)'e düşman olan Ehl-İ Kitaptan ve diğerlerinden de yardımcı bulamamışlardı.
Bunu yapamadıkları için aleyhlerinde deli! rneydana
geldi, yani hem kendileri hem de diğer inkarcılar kıyamete dek yenilgiye
uğradılar.
Şu Kur'an'ın
benzerini meydana getirmeniz İşinde size yardım etmeleri için, Allah'tan başka
imdada çağırdıklarınız size olumlu cevap vermez ve,bu İşin üstesinden
gelemeyeceğiniz, gün gibi ortaya çıkınca; ey insanlar iyice bilin ki, bu Kur'an, Allah'ın ilmi İle Muhammed (s.a.v.)'e
indirilmiştir. Bu Kuran, yüce Mevla'nın kullan için dilediği dosdoğru dini,
sağlam kanunları, eksiksiz islâm hukukunu, gerçek
kıssaları açıklayan bir kitap olarak inmiştir. Kıır'tfii'ın
muhtevasını; nüzulünden Önce ne Muhammccl, ne de
başkalarının bilmesi mümkün değildi. "Fakat Allah, sana indirdiğini kendi
bilgisiyle in-'.. dîrnıiş olduğuna şahitlik eder.
Melekler de (buna) şahitlik ederler. Allah'ın şahitliği de (bir şeyin
gerçekliği için) kafidir"[37]
Hem bilin ki.
Allah'tan başka tanrı yoktur. O'dan başka gerçek mabud
ypktur. "Artık müsliiman
oldunuz mu?" "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin.
Fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir"[38]
15- Dünya hayatını ve güzelliklerini İsteyenlere, orada
işlediklerinin karşılığım tastamam, veririz; Onlar orada bir eksikliğe de
uğratılmazlar.
16- İşte ahirette onlara
ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten
yapmakta oldukları da batıldır. [39]
Amellerinin
karşılığını kendilerine tam olarak Öderiz.
Habt: Yeşil bitkileri fazlaca yemelerinden dolayı bazı
hayvanların ölmesi.
Burada ise; dünyayı ahirete tercih edenlerin yaptıkları iyiliklerin bozulup
boşa gitmesi. [40]
Dinleri ve ırkları
ayrı olsa da, insanlar iki sınıftırlar. Bir sınıf kıyamet gününe ve ahire-t
hayatına inanır. Diğer sınıf sadece dünya hayatının var olduğuna, yaşayıp
öleceklerine, kendilerini öldürenin sadece zaman olduğuna inanır. Ayet-i Kerimcd:. kastedilen de bu müşrikler ve diğerleridir.
Önceki ayet. ve alemetlerde Kur'an'm
i'cazının ayan beyan görülmesinden sonra bile iman
etmeyişlerinin sebebi işte budur, "işte o kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur.
Müttakiler İçin yol göstericidir. Onlar ki gaybe inanırlar"[41]
Kimler dünya hayatını,
eşya, elbise, ev malzemesi, süs gibi dünya zine-tînİ isterse, onların dünyadaki payları sadece bu sayılan
şeylerden ibaret oiur. Amellerinin karşlığını dünyada kendilerine tam olarak veririz. Onların,
dünya hayatının sadece görünen dış yüzünü bildiklerini, çoğunlukla bol nzıklı, rahat bir yaşam sürdüklerini görürsün. Kafir
oldukları için dünyadaki kazançlarının karşılığı (ahirette
bırakılmadan dünyada) tam ve eksiksiz olarak kendilerine ödenir.
Ahirette ise onlar için sadece alevli bir ateş vardır. Çünkü
onlar, ahiret için çalışmamışlardır. Çünkü onlar ahirete inanmamışlardır. Dünyadayken yaptıkları iyi işler
boşa çıkmıştır. "Yaptıkları herisin Önüne geçtik de, onu (etrafa)
saçılmış toz zerreleri haline getirdik"[42]
Yaptıkları iyilik ve
hayırların bir yaran ve etkisi yoktur. Çünkü bu dav Tanışlarını Allah için
yapmamışlardır. Amellerse niyetlerle kaimdirler. Bu nedenledir ki, yaptıkları
işler boşa çıkmıştır.
"Kim bu âcil
(dünya)yı isterse, orada ona (evet) istediğimiz
kimseye hemen çabucak -dilediğimiz kadar veririz; ama sonra ona cehennemi
(mekân) yaparız. Kınanmış ve (rahmetinden) kovulmuş olarak oraya girer. Kim de
ahi-reti ister ve inanarak ona yaraşır biçimde
çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir"[43]
11- Rabbinin katından bir belgesi ve onun arkasından da
bir şahidi olanlar, önlerinde de Musa'nın Kitab'ı
önder ve rahmet olarak bulunanlardır ki, işte onlar Kur'an'a
inanırlar. Hangi topluluk onu inkar ederse yeri ateştir; senin de bundan şüphen
olmasın. Doğrusu o, Rabbinden bir gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar. [44]
Rabbinden gelen hüccet
ve delil. Şüphe ve tereddüt. [45]
Önceki ayette Cenab-ı Allah, yaptıkları işlerle dünya hayatını ve dünyanın
süsünü isteyenleri anlattı. Bu ayette ise, yaptıkları işlerle ahiret hayatını isteyen ve Peygamber (s.a.v.)'e iman
edenleri anlatıyor. [46]
Rabbinden bir delil
üzerinde bulunup O'nunla bağlantılı olan, O'na güvenen,
göğsü Allah tarafından İslama açılan ve Rabbinden
taraf bir nur üzerinde bulunan kimse; sadece dünya hayatını arzulayan ve dünya
için çalışan kimse gibi olur mu hiç? îkisi arasında büyük fark vardır.
Peygamberlerin hepsi kavimlerine karşı, Rablerinden bir delil üzerinde
bulunduklarım söyleyerek delil beyanında bulunmuşlardır: "Ben, Rabb'imden.(gelen) açık bir delil üzerindeyim"[47].
"Rabbinizden size açık bir delil ile geldim''
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz kendi nübüvveti hakkında kesin ve zaruri olan yakinî
bir bilgiye sahiptir. O'na inanan her müslüman da
böyledir.
Beyyinenin, Hz. Peygamberin
doğruluğuna delalet eden açık anlamlı deliller olduğu ve bunların en
önemlilerinden birinin de Kur'an olduğu söylenmiştir.
îslâmın Allah katından gelmiş hak din olduğuna dair kalbi
iman ve psikolojik durumun şehadetini takib eden diğer şahit Kur'an-ı
Kerim'dir. Kuran da, Islâmm Allah katından gelen
gerçek bir din olduğunu ifade etmektedir. Açık delilin (beyyinenin)
Kur'an, şahidinse Cebrail olduğu (yetlu)
fiilinin de takib etmek değil, okumak manasına
geldiği söylenmiştir.
Kur'an'dan önce,Israiloğullannın iman
edip iyi işler yapanları için bir rahmet ve önder olarak Musa'nın kitabı vardı.
O da Kur'an'i destekliyordu.
Rabbinden gelen bir
delil üzerinde bulunanlar; Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına ve hiçbiri
arasında ayrım yapmaksızın bütün peygamberlerine inanırlar.
Kavimlerden ve
cemaatlerden herhangi biri, Kur'an'ı inkâr ederse,
onun yeri ateştir! Bu kitap hakkında asla şüpheye kapılma. Çünkü O, Rabbinden gelen
bir gerçektir. Fakat insanların çoğu ouna İnanmazlar.
[48]
18- Yalan söyleyerek Allah'a iftira edenden daha zalim
kim vardır? İşte bunlar Rablerine götürülürler ve şahidler:
"Rablerine yalan söyleyenler bunlardır" derler. Bilin ki Allah'ın
laneti haksızlık yapanlaradır.
19- Bunlar Allah'ın yolundan akkorlar ve o yolu
eğriltmeğe çalışırlar; işte onlar ahireti İnkar
edenlerdir.
20- Bunlar yeryüzünde Allah 'ı aciz bırakamazlar. Allah
'dan başka kendilerini kurtaracak dosttan da yoktur. Azab
onlara kat kat verilir; İşitemezler ve göremezlerdi.
ler ve göremezlerdi.
21- İşte bunlar kendilerine yazık edenlerdir.
Uydurdukları putlar da onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur.
22- Ahirette en çok kayba
uğrayacaklar şüphesiz bunlardır.
23- Doğrusu, inanan ve yararlı iş yapanlar ve Rablerine
boyun eğenler, işte onlar cennetliklerdir; orada temellidirler.
24- Bu iki zümrenin durum u, kör ve sağır kimse İle
gören ve İşiten kimsenin durumuna benzer. Durumları hiç eşit olabilir mi? İbret
almıyor musunuz? [49]
Rablerine
sunulacaklar, yani Rabîeri tarafından hesaba
çekilecekler.
"Şahid"in çoğulu. Bunların, insanın amellerini, yaptıkları
işleri yazan meleklerdir,Allah'ın rahmetinden kovuimak.
Eğrilik.Elbette,
mutlaka, kesinlikle. Allah'a boyun eğip ihiâsli
oldular. [50]
Vahyi ve sıfatlan
konusunda yalan söyleyerek, Allah'tan başkalarını dost, ortak ve şefaatçi
edinerek, Allah izin vermediği halde onların şefaat edebileceklerine kanaat
getirerek veya Allah'ın çocuğu olduğunu iddia ederek-Allah, onların ortak
koştuklarından ve. kendisine yaptıkları yakıştırmalardan yüce ve münezzehtir-
Allah'a İftira eden kimseden, hem kendi nefsine hem başkalarına karşı daha
zalim kim olabilir? Halktan ayırdedİlebilecek
derecede küfür ve Allah'a ortak koşmada ileri giden bu bahtsızlar, Rablerine
sunulacak, Rabîeri tarafından hesaba çekilecek;
Allah'ın günahsız yaratıkları olan melekler de bunların-aleyhine tanıklık
edeceklerdir. Bazıları, Peygamberlerin ve iyi insanların da meleklerle birlikte
bunların aleyhine tanıkljk ederek şöyle diyeceklerini
söylemişlerdir; Kötü fiilleri dolayısıyla insanlardan ayırdedİlebilecek
olan bu bahtsızlar, Rablerine karşı yalan söyleyip iftira etmişlerdir. İyi
bilin ki, AHah'm laneti, zalimlerin üzerinedir.
Bunlar, her türlü usûl ve |f. yöntemi kullanarak, insanları Ailah'm
yolundan çevirmişler, Allah'ın yolunu eğrilik ve İstikametsizlikle
nitelemişlerdir. Haktan, adaletten ve kerametten saptırarak Allah'ın yolunu eğriltmek
istemişlerdir. Oysa kendileri ahireti tanımaz, ölüm
sonrası dirilişe, hesap ve cezaya inanmazlar. Ayct-i
Kerîmede onlar zamiri, tekid için İki defa
söylenmiştir.
Onlar, dünyada Allah'ı
aciz bırakacak değillerdir. Nihayet onları yere ba-tırıp yok ederek cezalandıracak ve azaba uğratacaktır.
Nitekim bunu başkalarına da uygulamıştır. Göklerin ve yerin mülküne sahip
olan, gücü herşeye yeten Allah'ı nasıl aciz
bırakabilirler? Oysa Allah'tan başka kendilerine yardım edecek ve üzerlerine
inen ilâhi azabtan kendilerini koruyacak bir yardımcıları
yoktur. Aksine ilahi hikmet, onların azablarını,
gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne (kıyamet gününe) ertelemeyi uygun
görmüştür. O günde Allah, dünyanınkine nispetle kendilerine iki kat azab verecektir. Çünkü onlar, hakkı kabul edip, araştırma
kulağıyla dinlemeye tahammül edemiyor; hak ve hayır yolunu göremiyor, Kur'an ayetlerine ve tabiî ayetlere (mucizeler)
bakamıyorlardı. Zira batıl, onları istila etmiş, kalblerinin
üzerine perde çekmiş, hayra kabiliyetleri kalmayacak derecede ruhları
bozulmuştu. Yoksa gerçekten de görmeyen ve işitmeyen kimseler değillerdi.
Aslında ayetin demek istediği şudur: Onlar bilgi edinmek için gözlerini ve
kulaklarını kullanmıyorlardı. Aşın derecede zorba ve inatçı olduklarından
dolayı; söylenen sözleri işitemiyor, ayetleri ve mucizeleri göremiyorlardı.
"Onlar hem insanları ondan (ayetlerden) menederîer,
hem de kendileri ondan uzak dururlar"[51]
"İnkâr edenler
dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin (okunurken)
onun hakkında gürültü edin. (gürültüyü Kur'an'in
sözlerine karıştırın böylece onun anlaşılmasına engel olun) belki (böylece) ona
gelip gelirsiniz) "[52].
Yukarıda anlatılan
niteliklerle vasıflananlar; nefislerini ziyana uğratmış, sapıklığı hidayete
değiştirmişlerdir, içine düşenlerin ne öldüğü, ne de sağ kalabildiği kızgın
ateşe düşmekten daha büyük ziyan olur mu? Şüphesiz ki onlar ahirette, dünyevi amelleri ve gayretleri boşa çıkmış olan
ziyanlı kimselerdir.
Bunların tersi
istikamette olanlara gelince, bunlarla ilgili olarak Cenab-i
Allah şöyle buyuruyor: îman edip iyi işler yapan, Aİlah'a
boyun büküp teslim olan, gönülleri iman ile doygunluğa erişip, kalbleri Kur'an ile yumuşayıp
tiril tiril titreyenler yok mu? İşte bunlar, içinde
temelli kalmak üzere cennetliktirler.
Mü'min ile kafirin örneği; kör ile sağır, gören ile işiten
kimseler gibidir. Bunlar, örnek bakımından bir olurlar mı hiç? Bu kadar büyük
maddi bir farktan haberiniz yok mu? Yoksa siz, düşünüp ibret almıyor musunuz? [53]
Kur'an'ın başta gelen amaçlarından bazıları; tevhidi, ona bağlı
olarak peygamberliği, ölüm sonrası dirilişi ispatlamak, birey ve toplum
açısından teş-ri'den söz
etmek, geçmiş toplumların kıssalarını anlatmaktır. Geçmiş ümmetlerin kıssaları
çoğunlukla Mekki ve —bu sûrede olduğu gibi— hurufu mukattaa İle başlayan
surelerde anlatılır.
Burada şöyle bir soru
ortaya çıkmaktadır: Kıssalar niçin Kur'an'da anlatıldı?
Aynı kıssa için değişik üslupların kullanılmasının sırrı nedir? Bu kıs-, salar,
niçin mütaaddit surelerde yer almaktadırlar?
Her dilde kıssalar,
dinleyicileri ruhen etkiledikleri için, edebiyatın parlak ve göz kamaştırıcı
bîr türünü oluştururlar.
Kur'an-ı Kerim'deki kıssalar, Peygamberlerin haberlerini,
karşılaştıkları olayları, davetlerini' nasıl yaptıklarını, buhranları nasıl
tedavi ettiklerini ve neticede ne gibi sonlarla karşı karşıya kaldıklarını bize
anlatırlar. Genel anlamda Kur'an-ı Kerim,
öğretmenleri Peygamberler ve öğrencileri de toplumlar olan ilahi bir
mekteptir. Müslümanlarla müşrikler, kendilerinden önceki ümmetlerin halleriyle
karşılaştıklarında, aklı olanlar düşünüp ibret alsınlar diye kıssalar Kur'an-ı Kerim'de Öğüt ve ders almak için anlatılmıştırlar.
Kıssalarda Peygamber (s.a.v.) ve ashabı için tam bir teselli vardır. Geçmiş
peygamberlerin ve ümmetlerin haberlerini okuduklarında, takva sahibi kimselerin
sonlarım ve inatçı kafirlerin başlarına gelen felaketleri iğrendiklerinde; mü'minler sebat ve metanet bulup azimlerini bilerler.
"O halde (ey Muham-med)
sen de, peygamberlerden azim (ve irade) sahiplerinin sabrettikleri gibi
sabret"[54]
"Peygamberlerin
haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda
da sana hak ve inananlar İçin bir öğüt ve ibret gelmiştir"[55]
İbret ve öğüt, Cenab-ı Allah'ın şu sözünde görülüyor: "Elbette
onların hayat hikayelerinde akıl sahipleri İçin ibret vardır. (Bu Kur'an) uydurulacak bir söz değildir; ancak kendinden
önceki (ilahi kitap)larm doğrulanması, her şeyin
açıklanması ve inananlar için bir kılavuz ve rahmettİr"[56]
Kıssalar, Hz. Peygamber'in doğruluğuna ve verdiği haberlerin gökten
geldiğine delil olarak Kur'an-ı Kerim'de
anlatılmışlardır. Çünkü Hz. Peygamber, ne
kendisinin, ne de kavminden hiç kimsenin bilemediği haberleri anlatıyordu. Bunlar
ancak gökten gelen birer vahiy olabilirdir. "(Ey Muhammed), bunlar sana vahy ettiğimiz gayb
haberlerindendir. Ne sen, ne de kavmin, daha önce bunları bilmiyordunuz. O
halde sabret, sonuç (azabdan) korunanlarınındır'[57]
"(Ya Muhammed), bu (anlatılanlar), sana vahyetüğimiz
gayb haberlerindendir. Onlar kararlarım verip hile
yaparlarken sen yanlarında değildin"[58].
Kur'an-ı Kerim; kalblere ilaç,
ruhlara devadır. Çünkü onda, geçmiş ümmetlerin haberleri ve. isyankarlara
Allah'ın bu dünyadayken tezelden verdiği azablar anlatılmaktadır. Yakîn
sahipleri ve diğerleri Kur'an'ı okuduklarında,
kendilerine Allah'ın mülkü, saltanatı, azamet ve cebbarlığı görünür. O, düşmanlarını
yakalayıverdiğinde, onlara taddırdiğı azaptan dolayı
ruh kendinden geçer ve baştaki saçlar ağırın "Beni, Hûd
suresi ve kardeşleri (plan diğer sureler) ihtiyarlattı, derken, Resulullah (s.a.v.) efendimiz ne doğru buyurmuş! Kıssa, Kur'an'ın yol göstericiliğinden yararlanan mü'minler için bir okuldur. Kur'an,
"İnanan bir kavm için bir hidayet ve rahmettir",
"Elbette onların hayat hikayelerinde akıl sahibleri
için ibret vardır"[59]..Kıssalarda,
peygamberlerin hayat hikayelerinde derslerin en güzeli vardır. İrşadçı ve davetçi-lerin
tahammülleri için verilecek en güçlü misaller vardır. "Biz seni bir beyinsizlik
içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan sayıyoruz!' "Ey kavmim, bende
beyinsizlik yok, ben, alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim"
dedi. (Hz. Hûd). "Size
Rabb'İmin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve ben sizin
için güvenilir bir Öğütçüyüm"[60]
"(Hz. Nuh) Dedi ki: "Ey kavmim! Bakın, ya ben Rabb'imden bir delil
üzerinde isem ve (o), kendi katından bana bir rahmet vermiş de, o (rahmet),
sizin gözlerinizden gizli bırakılmış ise? Şimdi siz onu istemezken, biz sizi o
(tanrı rahmeti) ne zorla mı sokacağız?”[61]
Kıssaların Kur'an-ı Kerim'de tekrarlanmalarına gelince Bu: onlardaki
yüce hedefler, maksatlar, değerli anlamlar ve üstün yararlardan ötürüdür.
Her çeşidi ve
üslubuyla sürekli olarak müsîümanlann gözleri önünde
dursun diye, Kur'an-i Kerim bu kıssaları devamlı
biçimde tekrarlamaya özen göstermiştir. Bunda yadırganacak bir husus yoktur.
Zira görüyoruz ki devrim ve davet liderleri, her yerde ve her nutukta
ilkelerini, hedeflerini, yapacakları işleri, çeşitli üslûplarla
tekrarlamaktadırlar. Aynı kıssada çeşitli üslûpların kullanılmasındaki sırra
gelince bu, okuyucunun ve dinleyicinin kalbindeki usancı ve bıkkınlığı gidermek
ve dinleme gayretini yenilemek içindir. Şunu unutmamalıyız kî, her sufede özel bir renk, tür, nitelik, bölüm ve vurgu vardır.
Ayrıca her sürede, İçindeki ifadelere uyum içinde muhataba özgü bir hal
vardır." Genel olarak her kıssa için, bir önceki ve bir sonraki kıssayla
uyumlu bir ifade tarzı vardır. [62]
25-26- And olsun ki biz Nuh'u kendi milletine gönderdik;
"Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin;
doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum." dedi.
27- Milletinin inkarcı ileri gelenleri: "Senin
ancak kendimiz: gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Daha başlangıçta, sana bizim
ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir
üstünlüğünüz de yoktur; biz sizi yalancı sanıyoruz" dediler,
28- Nuh: "Ey milletim! Rabbimİn
katından bir delilim bulunsa ve bana yine katından bir rahmet vermiş de
bunlar, sizden gizlenmiş olsa, söyleyin bana, hoşlanmadığınız halde zorla sizi
bunlara mecbur mu ederiz?" dedi.
29- "Ey milletim! Buna karşılık ben sizden bir mal
da istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir; inananları da kovacak değilim;
çünkü onlar Rab-leriyle karşılaşacaklar; fakat ben
sizi cahil bir millet olarak görüyorum."
30- "Ey milletim! Onları kovarsam, Allah'a karşı
beni kim savunur? Düşünmez misiniz?"
31- "Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır
demiyorum; gaybı da bilmem; doğrusu melek olduğumu
da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem;
içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden
olurum''[63]
"Erzel" kelimesinin çoğulu. Düşük zenaat
sahipleri, süfli ve ayak takımı, fakir ve güçsüz kimseler. Basit görüşlü. Gizli
kaldı. Kulların ihtiyaç duyup ta Allah tarafından verilen çeşitli rızıklar. Gözlerinizin hor gördüğü. [64]
Bu kıssa; kendisinden
önce anlatılan peygamberlik, tevhid esasları, ölüm
sonrası diriliş, inananlarla inanmayanların mükafat ve cezalarının ispatına
ilişkin delilleri desteklemektedir ki; kafirler, ümmet-i Muhammed'den, Hz. Muhammed'in, öncekilerden ayrı ve onlara benzemeyen bir
peygamber olmadığını, diğer peygamberlerle aynı durumda bulunduğunu; katıksız tevhid, ölüm sonrası diriliş ve cezanın ispatı gibi davet
esasları hususunda bütün peygamberlerin benzeşir çizgide bulunduklarını
öğrensinler. Kur'an'daki kıssaların hedefleri de
zaten bu maddelerde sıralanmıştır.
Bu suredeki Nuh
peygamber kıssalarının bazı unsurları vardır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
1- Nuh'un davetinin, özet olarak açıklanması ve
kavminin kendisine cevap vermesi.
2- Nuh'un onlarla tartışması ve şüphelerini reddetmesi.
3- Durumun şiddetlenip kritik hale gelmesi.
Bunun sonucunda kavmi,
Ichdid olundukları azabın, (ez elden kendilerine
gelmesini istemeleri, Nuh'un da onların imanlarından umudunu kesmesi.
4- Nuh'un, gemiyi nasıl yaptığı?
5- Sonlarının görülmesi. Nuh ve beraberindeki
inananların kurtulması.
6- Nuh'un, oğlu için şefaatte bulunması. [65]
Allah'a and olsun ki, ilk Resul olarak Nuh'u gönderdik. Allah'a ilk
ortak koşanlar da onun kavmi idi'. Nuh'u onlara gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim!
Doğrusu ben size açıkça uyanda bulunuyorum: Allah'tan başkasına tapmayın. O;
birdir. Ortağı yoktur, mülk O'nundur, övgüler O'nadır, O'nun gücü her şeye
yeter. Allah'a davet esasında bütün peygamberlerin ortak oluşu hususunda sen
de benimle aynı düşüncede değil misin, ey okuyucu? Peygambelerin
ortak çağrıları şu değil midir?
"Ta ki Allah'tan
başkasına tapmayasımz. Şüphesiz ben, O'ndan size (gönderilmiş)
bir müjdeleyici ve uyanayım"[66]
Nuh (A.S.), kavmine
sadece Allah'a küllük etmelerini emretti. Sonra onlan
büyük ve önemli bir günün acıklı azabı ile uyarıp korkuttu. Bilin kî o gün,
kıyamet veya tufanda boğulma günüdür. Bu gün; Kur'an-i
Kerim'in birçok yerinde büyük korku, büyük azap ve şiddetli elemle
nitelendirilmiştir. Göçülüyor ki Nuh (A.S.) o günü, kendisinden aktarılan
bütün sıfatlarla nitelemiştir. Bundan başka surelerde de ibadet emrinden hemen
sonra, Allah'ın azabından korunma anlamına gelen takva emri verilmiştir[67].
Diğer peygamberler de takva'nın önemli ve kapsamlı bir emir olduğuna işaret
etmişlerdir. Nuh kavminin Allah ve peygamberini inkar eden eşraf tabakası,
O'nun bu çağrısından hemen sonra, örümcek ağından daha hafif ve boş deliller
ileri sürerek şöyle dediler: Biz, seni de kendimiz gibi bir insan görüyoruz.
Bize karşı bir üstünlüğün ve meziyetin yok ki, Allah'la bizler arasında bir
elçi ve peygamber olduğunu iddia edesin. Çok malın mı var? Fazlaca bir
itibarın mı var? Bol denecek kadar çocukların ve hizmetçilerin mi var? Bu
saydıklarımızdan hiçbiri sende yok. Öyleyse başımızda emrine uyulan bir amir
olman nasıl mümkün olsun? Sana, ayak takımımızdan, basit zenaat
erbabından, zayıf ve güçsüz kimselerden başkasının uyduğunu görmüyoruz.
Bunlarla aynı safta mı olalım?! Kaldı ki bunlar, düşünüp taşınmadan sana, hemen
ilk çağrıda b ulun-duğun anda uymuşlardır. Basit
görüşlüdür bunlar. İşin, sana muhalefet etmemizi ve sana uymamamızı gerektiren
iç yüzünü ve sonucunu düşünmemişlerdir.
Bu fakirler gibi
olmayı gururlarına yediremediler. Dinde kendileriyle bir orada bulunmasınlar
diye Nuh'tan, etrafındaki bu fakirleri kovmasını istediler. Nuh, bu
isteklerini yerine getirmeye yanaşmadı. Allah'tan korktu.
Dediler ki: Ey Nuh!
Sende ve beraberindeki halk tabakasına mensup kimselerde bilgi, erdem, İtibar,
görüş ve kuvvet bakımından bir üstünlük görmüyoruz ki, kendi şan ve şerefimizi
bırakıp size uyalım ve sizinle aynı yolda yürüyelim. "Eğer (Allah
tarafından getirdiğini söylediği) iyi bir şey olsaydı, onlar ona gitmede bizi geçemezlerdi"[68] Hayır
hayır ey Nuh, İş bununla da kalmıyor. Biz, senin
yalancı ve iftiracı olduğunu zannediyoruz. Liderlik amacıyla ortaya attığın
peygamberlik iddianın da asılsız olduğuna kanaat getirdik. Etrafındakiler de,
seni doğruîayıp görüşlerine uymakta yalancıdırlar.
Siz, düzeni yıkmak ve yönemite el koymak İçin komplo
hazırlığı İçindesiniz. [69]
Nuh' dedi ki: Ey benim
değerli milletim! Ne yapacağım bunu siz söyleyin. Şayet Rabbimden size
getirdiğim hükümler konusunda apaçık bir delil üzerindeysem... —Bu
getirdiklerimin, benden taraf değil de Allah katından gelen gerçekler olduğu
bana apaçık göründü. Peygamberlik, insanın çalışmasıyla elde edilen bir rütbe
değildir ki, benim de sizler gibi bir insan olduğumdan dolayı peygamber
olamayacağıma ilişkin iddianız doğru olsun. Ey Kavmim, Allah Peygamberliğini
nereye bırakacağını daha iyi bilir,— Evet, Rabbimden size getirdiğim hükümler
konusunda apaçık bir delil üzerindeysem ve Rabbim beni size elçi olarak
göndermiş olup, bütün insanlara olan rahmetinin üstünde öze! olarak bana bir
rahmet vermiş, bu rahmet de: Cahilliğiniz, malınız ve nefsinizle mağrur
oluşunuz dolayısıyla size görünmemişse, ben ne yapabilirim? Sizi zorla mı bu
rahmetin içine sokacağım!! Hayır. Öteden beri dinde zorlama yoktur.
Bu, onların:
"Biz, seni de bizim gibi bir insan görüyoruz" cümlesinde ifadesini
bulan şüphelerin reddedilişi idi.
Ey kavmim! Size
yaptığım çağrıdan ve sizin için ettiğim duadan ötürü sizden mal ve ücret
istemiyorum. Mülk ve İtibar da istemiyorum ki benden korkasınız ve bana karşı
birbirinizle rekabete giresiniz. Benim ücretim, an-' cak
bir ve tek olan Allah'ın üzerinedir. Bütün peygamberler de böyledir.
Bakınız, Peygamber
(s.a.v.) efendimizin diliyle Cenab,-i Allah ne buyurmuş?:
"De ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak akrabalık
sevgisini diliyorum''[70]
Hz. Nuh, kavmine hitaben yaptığı konuşmayı sürdürüyor:
Siz hor görüyorsunuz diye, bana İnananları, zengin de olsalar fakir de
olsalar, yanımdan kovacak değilim. Yoksu! ve güçsüz oldukları için onları ho: görüyorsunuz. Ama ben, iman edip îe
Aliah ve Peygamberi ile onurlandıkları için onlara
kıymet verip İkramda bulunuyorum.. Öyle görülüyor ki bu, kafir ve şerli kimselerden
oluşan suçluların ve günahkarların eskiden beri sürdüre geldikleri bir
alışkanlıktın Bakınız. Cenab-ı Allah, Muhammed
(s.a.v.)'i nasıl uyarıyor?: "Sabah akşam Raflarının rızasını İsteyerek,
O'na yalvaranları (Kureyş büyüklerinin arzusuna
uyarak) kovma"[71]
"Gözlerin, dünya hayatının süsünü İsteyerek onlardan başka yana
sapmasın"[72]
Bu yasakların ikisi-de
Peygamber (s.a.v.) efendimize idi. Nuh (A.S.) dedi ki: Ben, iman edenleri
yanımdan kovacak değilim. Onlar Rablerinin huzuruna varacaklar; onları
davranışlarına göre hesaba çekecektir. Nitekim sizi de davranışlarınıza göre
hesaba çekecektir. Bana düşen, yalnızca duyurmaktır, ama sizi, gerçekleri biimez bir kavim olarak görüyorum.
Ey kavmim! Onları
kovduğum takdirde, AÜah'm bana gelecek olan azabına
karşı kim bana yardım edecektir? Hiç düşünüp ibret almaz mısınız?
Bu da onların ikinci
şüphelerinin reddi idi. "Sana ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu
görmüyoruz". "Den size: Allah'ın hazineleri benim yanımdadır,
demiyorum. Gaybı da bilmem. Ve: Ben meleğim de
demi-yorum". Nuh (A.S.) bu üç şeyi reddetti. Kafirler eşyaya maddi gözle
baktıkları için bütün peygamberlerin zengin, gaybı bilen'kimseler olmaları, insan değil de melek olmaları
gerektiğine inanırlardı. Onların inancına göre bir peygamber melek olmazsa,
kendileri gibi ve kendilerine nispetle hiç bir üstünlüğü bulunmayan bir insan
olurdu ki, böyle birisi, nasiİ peygamberlik İddiasında
bulunurdu? Bu, olacak şey değildi!
Anlam olarak Hz. Nuh onlara şöyle diyordu: Peygamberlik iddia etmekle,
Allah'ın hazinelerine ve insanların erzakına sahip olduğumu söylemiyorum.
Peygamberliğe ilişkin şeyleri bana Allah bildirmediği takdirde, ben gaybı da bilmem.
Bakınız,
peygamberlerin önderine Cenab-ı Allah ne buyuruyor:
De ki: "Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bîr fayda, nede bir
zarar verme gücüne sahibim. Eğer gaybı bilseydim,
elbette çok hayır (mal ve menfaat) elde ederdim, ve bana kötülük
dokunmazdı"[73]
Şaşıyorum size!
Peygamberin melek olmasını nasıl İstersiniz? Eğer biz onu melek yapsaydık,
kendisiyle anlaşmak mümkün olsun diye, yine de bir adam şeklinde yapardık ve
onları yine düştükleri kuşkuya düşürürdük. Yoksulluklarından ve güçsüzlüklerinden
dolayı gözlerinizin hor ve hakir gördüğü kimseler için, "Allah dünya ve ahirette onlara hayır ve mutluluk vermeyecek!" demem.
Ben, asla böyle bîr şeyi söylemem. Onların kalberinde
olan.!
Allah bilir ve ona
göre amellerinin karşılığını verecektir. Ben, böyle bir şey söyleyecek olursam.
Nebi ve miirsellerden değil de, kendine yazık
edenlerden olurum. [74]
32- "Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok
tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdid ettiğin
azabı başımıza getir, dediler.
33-34- "Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz ö'nu aciz bırakamazsınız, Allah sizi azdırmak isterse, ben
size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir, O'na
döndürüleceksiniz" dedi.
35- Ey Muhammed, sana "Kur'an'ı
kendiliğinden uydurdu" derler, de ki: "Uydurdumsa suçu bana aittir;
oysa ben sizin işlediğiniz günahlardan uzağım"[75]
Bizimle mücadele
ettin.Öğüt. Kendisine Öğüt verilen kimsenin İyiliğini istemek.Sizi azdırır. Sizi
maddi veya manevi fesada düşürür. İğva'nm hastalık
veya ölüm anlamını ifade ettiğini söyleyenler de vardır. [76]
Hz. Nuh, kavmine öğüt vermek için her türlü çabayı
gösterdi. Allah'a inanıp, puta tapmaktan uzaklaşma konusunda kendisine uymaları
için olanca gücünü harcadı. Bu haliyle aralarında dokuz yüz elli sene kaldı.
Fakat onlar dinden kaçışı, azgınlık, zorbalık, inad
ve büyüklenmelerini daha da arttırdılar. Öyle ki, hem kendileri Hz. Nuh'tan sıkıldı, hem de Hz.
Nuh onlardan sıkıldı. Hz. Nuh'un, aralarında
bulunması çok ağırlarına gitti, iş iyice kızıştı. Bu konu hakkında daha fazla
bilgi sahibi olmak istiyorsanız Nuh. suresinin 1 ilâ 24. ayetlerini ve Yunus
suresinin de şu aşağıdaki ayetini okuyun: "Ey kavmim! Eğer benim (sizin
aranızda) bulunmam ve size Allah'ın ayetlerini hatırlatmam, size ağır geldiyse,
o halde ben Allah'a dayandım"[77]
Dediler ki: Ey Nuh!
Bizimle davalaşıp mücadele ettin. Hem bizimle mücadelede çok ileri gittin. Red ve iptal etmediğin bir tek dinimiz kalmadı. Artık
bıktırıp usandırdın bizi. Söylemiş olduğun "Ben sizin için büyük bir günün
azabından korkuyorum" sözünde doğru isen, bizi tehdid
ettiğin dünya veya ahiret azabını haydi çabuk getir
bakalım. Nuh (A.S.), onların bu isteklerini şu sözlerle reddetti: Sizi. tehdid ettiğim ve sizin namınıza kendisinden korktuğum
azap, Allah'ın elindedir, benim elimde değil. Onunla İlgili emri ancak Allah
verir. Dilerse hemen indirir. Dilerse erteler. Kaçmakla, Allah'ı aciz
bırakamazsınız. Çünkü siz O'nun mülkünde ve kabzası altındasınız. Eğer AHah sizi azdırmak istemişse, benim size öğüt vermem ve
sîzin için halis bir yürekle iyilik istemem, size asla yarar sağlamaz. Çünkü
iyiye eğilimli olan kimseler ancak öğütler kabul eder ve öğütlerden yararlanırlar.
İçİ bozulan ve kalbi perdelenen kimselerse, nuru göremez
ve nurdan yararlanamazlar.
Allah'ın azdırması
demek, O'nun insanlarda azdırma olayını meydana getirmesi değil, o insanların
azgınlardan olmalarını dilemesidir. İbn Cerir el-Taberî, "ğavayet" kelimesini helak kelimesiyle tefsir etmiştir.
"İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır"[78]
Rabbiniz, işlerinizin
maliki ve kendisine dönecek olduğunuz Allah, sizi azdırmak istemişse, öğüt
vermem size fayda vermez.
Yoksa O, Kur'an'ı uydurdu mu diyorlar? Bu, bîr manadan başka bir manaya
geçiştir. Yani onlar, "Muhammed kendi yanından uydurarak Kur'an'ı meydana getirdi" mi diyorlar? Onlara de ki:
Eğer ben onu uydurmuşsam, işlediğim suçun günahı sadece banadır.
Bazıları demişler ki:
Bu ayet Nuh (A.S.)'ın kıssasında geçen bîr nevi pa-rentez cümlesi gibidir. Bu,
Mekke müşriklerinin sözü ve Muhammed (s.a.v.)'in de onlara cevabıdır.
Diğer bazrianysa, bu ayetin Nuh kavminin sözü ve Nuh (A.S.)'m
onlara cevabı olduğunu söylemişlerdir. Bu, şu ayete benzemektedir: "Eğer
onlar seni yalanladılarsa de ki: "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız
size. Siz benim yaptığımdan uzaksınız. Ben de sizin yaptığınızdan uzağım!
"[79]
36-37- Nuh'a, "Senin milletinden, inanmış olanlardan
başkası inanmayacaktır; onların yapageldiklerine
üzülme; nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. haksizlik,
yapanlar iç:. Dana baş vurma, çünkü suda boğulacaklardır" diye Allah
tarafından vaiıyotundu.
38-39- Gemiyi yaparken, milletinin inkarcı ileri gelenleri,
yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da: "Bizimle alay ediyorsunuz
ama, alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz; rezil edecek olan
azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi.
40- Buyruğumuz'gelip tandırdan
sular kaynamağa başlayınca "Her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm
verilmiş olanın dışında kahin çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir"
dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı.
41- Allah "Oraya binin; yürümesi ve durması
Allah'ın ismiyledir, Rab-bin bağışlar ve merhamet eder" dedi. [80]
Üzülme Gözlerimizin
önünde, kontrolümüz altında.Gemi. Alay ettiler, güîdüler..Tandır,
kaynadı. Sular kaynayıp bo! miktarda yeryüzüne çıktı.
Bazıları bu deyimin, Cenab-ı Allah'ın gazabının
şiddetlenişini temsil için kullanıldığım söylemişlerdir. [81]
Rabbin, Nuh'a vahyetti ki: Kavmimden, bilfiil inanmış olanlardan başkası
sana iman etmeyecektir. Küfürlerinden dolayı üzülme. Yaptıkları İşlerden ötürü
tasalanma. Onlara ilişkin hüküm verilmişthvKüfredenler
üzerine, senin Rabbİnin (azap) kelimesi hak oldu.
Senin ve beraberindeki
mü'minlerin, tufan sulan içinde boğulmaktan kurtulmanız
İçin gemi yap, Koruma ve kontrolümüz altında, gözlerimiz önünde gemiyi yap. Yanılmayasm diye, gemiyi nasıl yapacağın vahyimiz ile sana
öğretilecektir. (Ayet-i kerimede göz kelimesinin çoğul olarak kullanılmış olması.
Hz. Nuh'un tam bir inayete ve korunmaya mazhar olduğuna işaret etin ektedir).-
Zulmedenlerin azaptan
kurtulmaları için bana asla hitapta bulunma. Böyle bir şeyi benden isteme. İş
kızıştı, hüküm kesinleşti, bela indi, boğulacaklarına dair söz gerçekleşti.
Onlara acıyıp şefkat etme. Hz. Nuh gemiyi yapıyordu.
Kavminin eşrafında her bir grup, yanından geçerken onunla alay ediyor ve onun,
zamanım, emeğini boş ve yararsız işlere harcayan bir deli olduğunu
zannediyorlardı. Hz. Nuh onlara cevap olarak şöyle
dedi: Zannmızca ahmakça ve cahilce bir şey yaptığımız
İçin bu gün siz bizimle alay edersiniz, bu yaptığınıza karşılık olarak biz de
sizinle alay ederiz. Yakında öğreneceksiniz,: Dünyada boğmakla rezil ve rüsvay edici azap kime geleceklir?
Ahircttc de ebedi azap kimin tepesine konacaktır?
Evet, bu sorunun cevabım yakında öğreneceksiniz.
Hz. Nuh, onların alaylarından acı duyup incinerek, işine
ciddiyetle sarılarak gemiyi yapıyordu. Nihayet emrimiz geldi. Gazabımız
şiddetlendi. Vakit yaklaştı. Tandırın kaynadığı, göklerin sağanak halinde
yağmurlar yağdırdığı, yerdeki deliklerin açılarak bol bol
suların fışkırdığı o an, ne korkunç bir andı! "Biz de boşalan bir su İle
göğün kapılarım açtık. Yeri kaynaklar halinde fışkırttık (yerin ve göğün) su(lan) takdir edilmiş bir işin olması için birleşti. Onu
(Kulumuz Nuh'u) da tahtalar (dan yapılmış) çiviler(le
birbirine çıkılmış gemi) üzerinde taşıdık"[82]
Nuh'a dedik ki:
canlıların her türünden erkek ve dişi olmak üzere ikişer çifti, boğulması
hakkında ezeli sözümüz geçenler hariç olmak üzere, kadınıyla erkeğiyle aileni
gemiye yükle. Boğulmasını ezelde takdir ettiklerimiz, boğulan kafirler safında
oldular. Ayrıca kavminden, seninle beraber İnanmış olanları da gemiye bindir.
Evet, Nuh (A.S.) ile
beraber iman etmiş olanlar pek azdı. Gerçekten onlar ne kadar azdı. Doğrusu
iyiler, azdır. Nuh dedi ki. "Akıp gitmesi ve durması Allah adiyladır" diyerek gemiye binin. Evet, herşey Allah'tandır. Bu sözüyle, Allah tarafından korunup
gözetileceklerini, İnanmışlara müjdeliyordu.
Şüphesiz benim Rabbim
günahları örtüp bağışlayandır. Yaratıklarını esirgeyendir. Kerem sahibidir.
İnananların tufandan kurtulmaları ve zalimlerin helak olmaları, O'nun
rahmetinin görüntülerinden biridir. [83]
42- Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken,
Nuh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber
gel, kafîr-lerle birlik olma" diye seslendi.
43- Oğlu: "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır"
diyence, Nuh: "Bugün Allah'ın buyruğundan — O'nun acıdıkları dışında —
kurtulacak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara
karıştı.
44- Yere, "Suyunu çek!" göğe, "Ey gök sen
de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudî'ye
oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun"
denildi.
45- Nuh Rabbine Seslendi; Rabbîm! Oğlum benim ailemdendİ. Doğu-rusu Senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin"
dedi.
46- Allah: "Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz;
çünkü kötü bir iş İşlemiştir; öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme, htc sana Öğüt, bilgisizlerden olma" dedi.
47- "Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemçkten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet
etmezsen kaybedenlerden olurum' dedi,
48- "Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan
topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama birçok
toplulukları da geçindireceğiz, sonra onlara can
yakıcı bir azab vereceğiz" denildi.
49- Ey Muhammedi Bunhır sana vahycüiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sende milletin de daha
önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır. [84]
"Mevcet"in çoğulu. Deniz dalgası Sığınacağım. Beni korur.
Yut. Sır kuruyup azaldı. Cizre tarafında bir dağ. [85]
Nuh'un gemisi tasvir
ediliyor. Gemi, sular ortasında yürüyor, akıp gidiyor. Büyüklük ve yüksekliği
ile yüce dağlan andıran bu gemi içindeki canlıları dalgalar arasından süratle
geçirip götürüyor. Hz. Nuh, kavminin uğradığı sonu
görünce, babalık şefkatine yenilerek, bir kenarda durmakta olan oğluna:
"Yavrum, gel sen de bizimle birlikte şu kurtuluş "gemisine bin ve
helake giden kafirlerle beraber olmaktan"sakın!"
dedi.Oğlu da babasına itaat etmeyip karşı gelmiş, peygamberliğini ve ona gelen
vahyi inkar etmişti. Bu sebeple babasının çağrısına şu cevabı vermişti:
"Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım". Ey Allah'ım sen ne
büyüksün! Allah'ın hidayet nasib ettiği kimse, doğru
yolu bulandır. Allah bir kimseyi saptırırsa, artık onu doğru yola eriştirecek
kimse yoktur. Hz. Nuh, oğluna hayır yolunu
gösteriyordu. Ama o, şer yolundan başkasına gitmek istemiyor ve "Beni
suların taşkınlığından koruyacak bir dağa sığınacağım" diyordu. O, tufan sularının
sınırlı bir nehirden veya denizden geldiğini ve yüksek bir yerde, ya da yüce bir dağın önünde durup daha öteye gitmeyeceğini
sanmış gibiydi.
"(Ey Muhammed)
Sen, sevdiğini doğru yols iletemezsin, fakat AUaht dilediğini doğru yola iletir"[86]
Hz. Nuh, onun boş sözüne ve dayanağına cevaben şöyle
dedi. Allah'ın azabı indikten sonra bir kimseyi, azaba karşı bu dünyada
koruyabilecek hiç bir şey yoktur. Kesinleşen yargısını reddedip geri
çevirebilecek bir kimse yoktur. Ancak yaratıklarından rahmet ettiği kimseler
bundan müstesnadırlar. Onları bela ve musibetlere karşı koruyacak olan, yalnız
Allah'tır. Nuh'un gemisini de, inananlar için kurtuluş aracı kılmıştır. Nuh
ile oğlu karşılıklı tartışmada bulunurken aralarına dalga girdi ve oğlu
boğulanlardan oldu.
Ey kardeşim dilersen
şu- ilahi haberleri oku:
"Biz de boşalan
bir su İle göğün kapılarını açtık. Yeri kaynaklar halinde fışkırttık (göğün ve
yerin) su(lan) takdir edilmiş bir işin olması için
birleşti.
Onu (kulumuz Nuh'u)
tahtalar (dan yapılmış) çiviler (le birlirkrine çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.
(Kendisine karşı)
nankörlük edilen (kulumuz)a (bizden) bir mükafat olmak üzere (gemi),
gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
Bunu bir ibret olarak
bıraktık, ibret alan yok mudur? Benim azabım ve uyanlarım nasılmış (görsünler
diye)"[87]
Denildi ki: ey arz!
Suyunu tut ve kurut. Ey gök! Sen de suyunu yut ve yağmurunu yağdırma.
Bu bir emir ve verilen
emre itaatten başka bir şey değildi. Bu, bir şeye: "ol" diyerek oldurahın, yani allah'm emriydi.
Bu, akıllı ve akılsız varlıklara yöneltilen tekvini bir emirdir.
Bu emrin hemen
ardından sular azalıp kurudu; İş bitirildi, mü'minler
kurtuldu, kafirler de helak oldu. Yok mudur, bundan ibret alan?!!
Gemi, Cudî dağı üzerinde durup orada karar kıldı. Zalimler güruhu
yok olsun, Allah'ın rahmetinden kovulsun ve acıklı azaba uğratılsın, denildi.
Tefsirciler görüş
birliği ederek, bu ayetlerin yüksek makamda ve zirvedeki belagat örnekleri
olduklarını söylemişlerdir. Hz. Nuh, kavminin sonu-. nu ve maceranın, kafirlerin helakiyle noktalandığını
görünce —oğlu da rıe-iakle'karşı
karşıya bulunan kafirlerden biri olduğu için— babalık şefkatinin saldırısına
uğradı. Oğlunun bu kötü sonu dolayısıyla derin bir üzüntüye kapıldı ve Rabbİne söyle seslendi: Ey Rabbim! Oğlum benim ailemdendir.
Ailemin kurtulacağını va'd etmiştin. Senin va'din gerçek, sözün doğru, hükmün adildir. Sen, hüküm
verenlerin en iyisisin. "Allah'tan daha güzel hüküm .veren kim olabilir?
"[88]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah ona şu cevabı verdi: Ey Nuh! Oğ-iun, seninle beraber gemiye yüklemeni emrettiğim aile
efradından değildir. Niçin? Çünkü o, yaramaz bir iş yapmıştır. Allah'a ve
Resulüne küfretmiştir. Her kim olursa olsun, kafirle mü'min
arasında velayet ve dostluk bağı olamaz! "İbrahim'de ve onunla beraber
bulunanlarda sizin için güzel bir örnek var. Onlar, kavimlerine demişlerdi ki:
"Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız"[89]
Hafsın kıraatine göre bu surenin 46. ayeti şeklinde okunur ki, manası da şöyle olur:
"O (oğlun)
yaramaz bir iş.tir". Burada oğlu, kötü ve yaramaz amel olarak
bildirilmiştir ki, bu mübalağa içindir.
Ey Nuh! Hakkında
gerçek ve doğru olduğuna ilişkin sağlıklı bilgi sahibi olmadığın şeyi benden
isteme! Allah'ın yasa ve teşriinin İptalini, halka dair takdirinin
değiştirilmesini isteyen cahillerden olmamanı sana Öğütlerim.
Allah, kullarının her
türlü hallerini görüp bilendir. Doğruyu Allah bilir ya,
bana Öyle görünüyor ki; Hz. Nuh, oğlunun bir kenarda
durduğunu gördüğü ve onun iman etmiş olduğunu, kendi aile bireyleri arasına
katıldığını zannettiği için Allah'tan böyle bir İstekte bulunmuş; insanda
mevcut olan evlat sevgisi, böyle bir istekte bulunmasını kolaylaştırmıştı. Ne
var ki Hz. Nuh, bu meseledeki anlayış ve içtihadında
yanılmıştı. Allah ta onu kınamıştı. Çünkü G, bir peygamberdi, iyi kimseler için
güzel sayılan davranışlar, Allah'a çok yakın olan kimseler için günah ve
kötülük sayılabilir. Bu sebeple Hz. Nuh, kınandıktan
sonra Allah'a şöyle bir maruzatta bulundu: Ey Rabbim! Hakkında sağlam bilgi
sahibi olmadığım bir şeyi senden İstemiş olmaktan sana ve senin yüce zatına
sığınırım. Şayet beni bağışlamazsan, esirgemezsen, her şeyi kapsayan engin
rahmetinle tevbemi kabul buyurmazsan, ziyana uğrayanlardan
olurum. Allah seni başarılı kılsm, ey okuyucu
kardeşim! Şu noktaya dikkatle bakmanı istiyorum: Dİn
kardeşliği ve yakınlığı, soy kardeşliğinden ve yakınlığından daha güçlüdür.
İnanan erkeklerle inanan kadınlar, birbirlerinin dostları ve velileridirler. Hz. Nuh'un oğlu kafir olunca, Cenab-ı
Allah onun Nuh ailesinden olmadığına hükmetti. Hem şunu da bil kî; iman ve sa-Hhliğin verasetle ilgisi
yoktur. "Herkes kendi kazandığına bağlıdır.”[90]
îman ve salih amelin karşılığı çoğunlukla dünyada verilir. Dünyada
verilmediği takdirde ahirette mutlaka verilir.
Hz. Nuh'un kavmi İle olan kıssası, mü'minlerin
kurtuluşu ve kafirlerin helaki ile sonuçlandı. Bundan sonra denildi ki: Ey Nuh
gemiden in. Ya da gökteki yağmurlar dinip, yerdeki
sular çekilince de gemi, Cudî dağının üzerinde durup
karar kılınca, ey dağın üzerinde bulunanlar, aşağıya İnin denildi.
Bizden size bahşedilen
bir esenlikle, Allah katından hoş ve mübarek olarak ihsan edilen güvenlik ve
selametle yaşayarak aşağıya in. Sana, hayvan olsun, insan olsun beraberinde
bulunanlara selamet, bereket, üreme, nzık bolluğu ile
aşağıya inin. Beraberindeki kimselerin soylarından bazısını dünya ve ahirette hayırlarla, hoş ve güzel şeylerle yaşatacağız.
Bazısını da dünyada yaşatacağız. Ama küfür ve inadlarından
dolayı ahirette elem verici bir azaba uğratacağız.
Hz. Nuh'un soyu ilk zamanlarda mü'min
ve iyi kimseler olup dünya ve ahirette yaptıkları iyi
işlerden yararlandılar. "Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki;
namazı zayi ettiler, şehvetlere uydular. Bunlar da azgınlıklarının cezasına
uğrayacaklardır”[91]. Allah'tan gelecek olan
elim bir azap, bunlara dokunacaktır.
Bu kıssadan alınacak
genel ders ve ibret hakkında daha önce gerekli açık-; lamalarda bulunmuştuk. Bu
kıssa ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine
de delalet etmektedir. Çünkü daha önce ne kendisi ne de kavminden biri, Hz. Nuh ve kavmi hakkındaki tam, eksiksiz ve kapsamlı olan
bu haberleri bilmiyorlardı. Zalimlerin sonlarının nice olduğunu da
bilmiyorlardı.
Ey Muhammed! Daha önce
Nuh nasıl sabrettİyse, sen de sabret. Sabırları
sonunda Nuh'un beraberindeki mü'minlenn kurtuluşa
erdiklerini ve küfrün, kafirlerin nasıl mahvolduklarmı
da elbetfiti biliyorsun. Hem şunu da bil ki, iyi son,
Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır. [92]
50- Ad mîlletine kardeşler! Hûd'u
gönderdik. Şöyle dedi. "Ey milletim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız
yoktur; yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz."
51- "Ey Milletim! Buna karşılık sizden bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Akletmez
misiniz?"
52- "Ey milletim! Rabbinîzden mağrifet
dileyin, sonra, O'na tevbeedih ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın; suçlular
olarak yüz çevirmeyin."
53- "Ey Hûd! Sen bize bir
belge getirmeden, senin sözünden ötürü tanrılarımızı terketmeyiz
ve sana inanmayız.
54-57- Bir kısım tanrılarımız seni çarpmıştır, demekten
başka birşey demeyiz" dediler Hûd: "Doğrusu ben Allah'ı şahid
tutuyorum; siz de şahid olun kî, ben O'nu bırakıp
koştuğunuz ortaklardan uzağım. Hepiniz bana tuzak kurun sonra da ertelemeyin.
Ben, ancak benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim. Hiçbir canlı
yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rabbim, elbette doğru yoldadır. Eğer
yüz çevirirseniz, şüphesiz ben size benimle gönderileni bildirdim. Rabbim
sizden başka bir milleti yerinize getirebilir, O'na birşey
de yapamazsınız. Doğrusu.Rabbim herşeyi
koruyandır" dedi.
58- Buyruğumuz gelince, Hûd,
ve beraberindeki inananları, rahmetimizle kurtardık. Onları çetin bir azabdan koruduk.
59- İşte bu, Rablerinin ayetlerini bile bile inkâr eden, peygamberlerine kafa tutan ve her inatçı
zorbanın emrine uyan Âd milletidir.
60- Bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar.
Bilin ki; Âd milleti Rablerini inkâr etti ve yine bilin ki Hûd'un
milleti Âd Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. [93]
Salim bir yaratılış vs
fıtratta beni yarattı. Bol bol.Seni çarpmış. Perçemini tutmuş. Yani onun emrine
alıp dilediği tarafa yöneltir. Başkasını, kendisine uymaya zorlayıp mecbur edtn. İnatçı. Hiçbir şekilde hakkı kabul etmeyen. [94]
Hûd'u, Âd kabilesine gönderdik. Meşhur görüşe göre hn. bir arap kabî-lesiydi. Arap olmadıklarını söyleyenler de vardır. Hadranıurun kuzeyinde ve Umman!in batısında bulunan, Ahkaf denen yerde ikamei
ederlerdi. Güçlü, kuvvetli, ekin, ve davar sahipleri idiler. Allah, onların
inallarım vt güçlerini-arttırdı. Onlar, Nuh kavminin
halefleri idiler.
"Düşünün ki
(Allah) sizi, Nuh, kavminden sonra, onîann yerine
hakimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini
hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz"[95]
"Siz her yol
üzerine, (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işaret yapıp boş şeyle mi
uğraşıyorsunuz? Belki ebedi yaşarsınız diye sağlam köşkler (ve müstahkem
-kaleler) ediniyorsunuz? (Bir kavmi) yakaladığınız zaman, zorbalar gibi
yakalıyorsunuz. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. (O), size davarlar, oğuilar verdi'[96]
Cenab-ı Allah; kardeşleri, soyca vasat ve ailede şerefli
olan HO.d'u, Ad" kavmine gönderdi. Hûd onlara dedi ki: "Ey kavmim ve ey aşiretim!
Yalnızca Allah'a tapın. Başkaların] O'na ortak koşmayın. Sizin için O'ndan
başka tann yoktur. O sizi yaratıp nzıklandirdı.
Bildiğiniz ve bilmediğiniz nimetleri size ihsan etti. Putlar ve ortaklar
edinmekle, Allah'a karşı yalan söyleyip iftira etmekten başka bir şey
yapmıyorsunuz.
Âd
kabilesinde,başkalarına karşı üstünlük taslamaya alışmış, kaİbİerİ-kibir,
azgınlık ve sapıklıkla dolacak şekilde nimetlerden yararlanmış varlıklı kîm-.seleç vardı. Bunlar ve bunlara benzer olanlar, her zaman
hakka düşman ol-mujjiardîr. Çünkü peygamberlikte;
kendilerinin gözlerini köreltecek bir nur görüyorlardı. Tin nur, halkın
zihinlerini açacak, haîk da onlardan haklarını alacak,
güçlerini kıracak, iktidarlarını yıkacaktı. Bu nedenledir ki, peygamberleri
ilk inkâr edenlerin, kavimlerinin eşraf tabakasına mensup kimseler olduklarım
görüyoruz. Kendileri gibi bir insan olan peygambere nasıl boyun eğip teslim
olacaklardı? "Yalnızca Allah'a tapalım ve babalarımızın tapmakta
olduklarım terkedelim-diye mi bize geldin?".
Eğer sana uyarsak, doğrusu apaçık bir sapıklık içinde oluruz. Sen bu davette
özel bir amacı olan bir adamdan başka biri olamazsın.
Hûd (A.S.) onlara şu cevabı verdi: Ey kavmim! Sizden
yalnızca Allah'a tapmaya, Allah'a ortak koşmayı ve ortakları bırakmaya
çağırmama karşılık olarak sizden bir ücret istemiyorum. Sizden hiçbir ücret
istemiyorum ki, beni çıkar veya kişisel bir amaç peşinde olmakla itham edebİlesiniz. Benim ücretim; ancak beni selim fıtrat
üzerine yaratan ve sizleri davet etmekte olduğum hakka eriştiren Allah'a
aittir. Ücretimi O verecektir. Sizi davet ettiğim şeyi anlamıyor musunuz?
Aklınızı kullanmıyor musunuz? Hak ile batılı birbirinden ayırdedemiyor
musunuz? Ey kavmim! Günahlarınızdan ötürü Rabbinizden bağışlanma dileyin.
Sonra O'na yürekten tövbe edin. Eğer bu dediklerimi yaparsanız, muhtaç
olduğunuz yağmuru size bol bol yağdırır. Gücünüze güç,
onurunuza onur katar. Davetimden yüz çevirmekten ve çağrıma kulak vermemekten
sakının. Çünkü benim davetimde iyilik ve kurtuluş vardır. Dediler ki: Doğrusu
ey Hûd! Bİz seni beyinsiz,
zayıf akıllı ve doğru yoldan çıkmış biri olarak görüyoruz. Ve senin, yalancılardan
biri olduğunu sanıyoruz.
Hûd dedi ki: Bende beyinsizlik yoktur. Bu nasıl olabilir
ki? Ben, alemlerin Rabbinden gelen bir elçiyim. Rabbimin gönderdiği gerçekleri
size duyuruyorum. Ve beni sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.
Bundan sonra iş
kızıştı ve dediler ki: Ey Hûd! Bize, senin Allah
elçisi olduğunu ispatlayan güçlü bir delil getirmedin. Sırf senin sözüne uyarak
tanrılarımızdan yüz çevirecek ve onları bırakacak değiliz. Biz sana inanacak
ve senin peygamberliğini doğrulayacak değiliz! Senin hakkında, tanrılarımıza
sataştığında, onlardan birinin seni fena çarpmış olduğunu söylemekten başka
bir şey bulamıyoruz. Bu günde sen, aklî noksanlık ve fikrî delilik hastalığına
yakalanmışsın.
Hûd (A.S.) dedi ki: Duyurmakla emrolunduğum
şeyleri size duyurmuş olduğuma Allah'ı şahit tutuyorum. Allah'a ortak
koştuğunuz şeylerle ilgim olmadığına siz de şahit olun.
Durum bundan ibaret
olduğuna ve tanrılarınız da bir şeyler yapma gücüne sahib
olduklarına (!) göre; haydin öyleyse ortaklarınızı toplayıp karara varın ve hep
birlikte bana karşı bir komplo düzenleyin. Bana hiç süre tanımayın. Doğrusu
ben, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Korunma işimde O'nu vekil
kıldım. O'nun gücü her şeye yeter.
Gökte ve yerde hiçbir
canlı yoktur ki, Allah onun perçeminden tutmuş olmasın. Onun üzerinde
tasarrufta bulunmasın ve belli bir süreye.kadar onu emre amade vaziyette
tutmasın. Bütün bunları yapabilir. Çünkü O, göklerin ve yerin mülküne sahiptir.
Doğrusu Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir. Bu yol, hak ve adalet yoludur.
Bundan sonra yüz çevirir ve emrime itaat etmezseniz, bilin ki ben, duyurmakla
görevlendirildiğim ilâhi emir ve yasakları size duyurdum. Allah'ın bu konuda
bana yüklediği sorumluluklardan kurtuldum. Rabbim, sizden sonra yerinize başka
bir kavim getirecektir.' Ve siz ona zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbîm her
şeyi koruyan, gözeten ve kontrol edendir. [97]
Emrimizin vakti gelip
de azabımız inince, kendi katımızdan Özel bir esirgemeyle Hûd'u
ve beraberindeki mü'minleri, büyük ve katı bir
azaptan kurtardık. "Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde
uğultulu kasırgayı saldık. İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma
kütükleri imişler gibi koparıp deviriyordu."[98]
"O kavmi orada, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş görürsün.
Onlardan hiç geri kalan görüyor musun?"[99]
Şu Âd kavmi,Rablerinin
ayetlerini inkar ettiler, peygamberlerine isyan ettiler. Başkalarını kendi
görüşüne uymaya zorlayan zorbalara tabi oldular. Bu zorbalar, hakka teslim
olmayan inatçı eşraf tabakasıydi.
İyi bilin ki, Âd kavmi
Rablerine küfrettiler, ayetlerini inkâr ettiler, Peygamberlerini yalanladılar.
Hûd'un kavmi, Âd, yok olsun, Allah'ın rahmetinden
kovulsun ve lanete uğrasın. [100]
61- Semûd mîlletine kardeşleri
Salih'i gönderdik. "Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka
tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O'dur.
Öyleyse O'ndan mağfiret dileyin, sonra da O'na tevbe
edin. Doğrusu Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir" dedi.
62- "Ey Salih! Sen bundan önce, aramızda
kendisinden iyilik beklenir bîr kimseydin; şimdi babalarımızın taptıklarına
bizi tapmaktan men1 mi ediyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeydsn
şüphe ve endişedeyiz" dediler.
63- "Ey milletim! Eğer Rabbimden bir belgem olur ve
bana rahmet eder ds ben O'na baş kaldırırsam,
söyleyin. Allah'a karşı beni kim savunur? Bana zararımı artırmaktan başka birşey yapamazsınız" dedi,
64- "Ey mîlletim! Bu, size bîrûycl
oktrak,' Allah'ın devesidir. Bırakın onu, Allah'ın
toprağında otlasın; ona fenalık etmeyin, yoksa siz hemen n/a--ba uğrarsınız"
65- Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman Salih:
"Yurdunuzda üç gün daha kaim. Bu, yalanlanmayacak bir sözdür" dedi.
66- Buyruğumuz gelince, Salih'i ve beraberindeki
inananları — katımızdan bir rahmet olarak— o günün rezilliğinden kurtardık.
Doğrusu Rab-bin pek kuvvetli ve güçlüdür.
67- Haksızlık yapanları bir çığlık tuttu, oldukları
yerde diz üstü çökü-verdİler.
68- Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semüd milleti Rabb'ini inkâr
etmişti. Bilin ki, Semûd milleti Allah'ın rahmetinden
uzaklaştı. [101]
Sizi, yeryüzünü imar
eder kıldı. "Reyb" kelimesi zan ve şüphe
manasına gelir. Onu bırakın.Onu öldürdüler. Şiddetli ses. Kalblerİ
sarsıntı veren yıldırım.Yüz üstü düşüp öîttüler. Çöktüler.
Bir yeri şenlendirerek orada ikamet ettiler.
Hz. Salih'in kabilesi. Arap idi. Şâm ile Hicaz arasında Hicr denilen, Vadilkurâ
yakınlarındaki bir yörede yaşamış olan bu kabilenin şehirlerinin kalıntıları,
günümüze kadar ulaşmıştır. Putperest olan bu kavim için, Hz.
Salih, peygamber.ve kurtarıcı olarak gönderildi. [102]
Semûd kavmine; soy bakımından orta, huy ve akıl bakımından
yüksek derecede olan kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Onlara dedi
ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. Sizi
yaratan ve size rızık veren O'dur. O'na-karşı
gelmekten sakınmaz mısınız? O kî, kendi kudretiyle sizi yerden, babanız Adem'i
topraktan, sizi de kandan oluşan değersiz bir sudan yarattı. Kan da gıda
maddelerinden meydana gelir. Gıda maddeleriyse yerden elde edilir. Yeryüzünü
imar ettirerek sizi orada yaşattı. Sizin için bahçeler, pınarlar, ekinler ve
yumuşak tomurcuklu hurmalar yarattı. Sizleri, tarım ve sanayi ile yeryüzünü
imar eden insanlar olarak yarattı. Orada sanatkafca
yapılmış evler inşa ettiniz. Allah'tan korkup-sakının, bana baş eğin, puta
tapmış olmanızdan ötürü Rabbinizden bağışlanmayı dileyin. Sonra O'na tevbe edin. İyi işler yapın. Doğrusu benim Rabbimİn Rahmeti kullarına yakındır. ' '(Allah)
gözlerin hain (bakışlarını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir"[103]
özellikle, yapılan istiğfarları ve tevbeyi bilir. Kendisine
yalvarıp yakaranlarm dualarını kabul buyurur.
Onlar, Hz. Salih'e şunu demekten başka bir şey yapmadılar: Ey
Salih!bize yaptığın bu davetinden önce sen bizim umutlarımızın kendisine bağlandığı
bir kişiydin. Senden çok iyi şeyler bekliyorduk. Seni inciten ve başını derde
sokan şey nedir? Eski ve yeni babalarımızın, atalarımızın tapmakta oldukları
tanrılara tapmaktan bizi men mi ediyorsun? Doğrusunu istersen ey Salih! Sadece
Allah'a kulluk etmek; O'nun dostlarına, ahbaplarına, ortaklarına yaptığımız
İbadete son vermek icin bize yaptığın davet konusunda
kuşkuluyuz. Gerçekten senin hakkında şüpheye düştük ve seni artık iyi bir insan
sanmıyoruz. Salih dedi ki: Ey kavmim, söyleyin bakalım, ben ne yapayım? Ya ben, sizi davet ettiğim şeylerin kendi uydurmam olmayıp
Rabbimden gelen hükümler olduğu hususunda apaçık bir deîil
üzerinde isem?
Peygamberliği ve
duyurmam gereken şeyleri gizleyerek Allah'a isyan edersem, O'nun azabına karşı
bana kim yardım eder? Umudunuza tutkun olup kötü zannınızdan korkmakla', beni mahve sürüklemekten başka bir katkınız olmaz.
Ey kavmim! Doğruluğuma
işaret olarak işte size Allah'ın devesini gös-' teriyorum.
Hz. Salih'in gösterdiği deve, gerçek bir mucizeydi.
Meydana gelişinde emsallerine benzememİşti; Meydana
gelişi doğal kanunlara da uygun değildi. Zira rivayete göre bu deve, bir
kayanın içinden çıkıp meydana gelmişti. Suyu bir gün bu deve içiyor, diğer gün
de Semud kavmi içiyordu. "Biz onlara, kendilerini
sınamak için dişi deveyi göndereceğiz. Hele sen onları gözetle, sabret-Onlara,
suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; içme sırası kimdeyse o gelip
suyunu alsın"[104]
Tefsir kitaplarında bu
deveyle ilgili birçok rivayetler vardır.
Ey kavmim! Bu,
Allah'ın size gönderdiği devesidir. Onu bırakın da Allah'ın arzında dilediği
gibi otlasın. Ona hiç kimse karışmasın ve kötülük yapmasın. Ona bir kötülük
dokundurduğunuz takdirde sizi, ufalanmış otlara benzetecek elem verici ve
vukuu yakın bir azaba uğratır.
Semûd kavmi, adamları ve dostları Kudar
bin Salif'i çağırdılar. O da bıçağını çekip deveyi
kesti. Deveyi kesme suçu, bütün Semûd kavmine ma! edildi. Çünkü Kudar bin Salif'in deveyi kesmesine razı olmuşlardı. Bu yüzden tümü o
suçun faili sayıldılar. Deveyi kestiler. Salih onlara dedi ki: Yurdunuzda üç
gün daha yaşayın. Sonra da yok olup gidin. (Belayı beklemek ne kadar da zordur.
Vukuu muhakkak bi.- azabı bekleme durumunda, bekleme
süresi az da olsa, insana çok uzun gelr). Bu, yalan
olmayan bir tehdiddir. Allah'tan daha doğru sözlü kim
olabilir?!
Tehdid gerçekleşip yıldırım inince, kendi katımızdan bir
esirgeme ile Salih'i ve beraberindeki inanmışları kurtardık. Onları, o günün
perişanlığından uzaklaştırdık.
Ey Peygamber! Senin
Rabbin; güçlü, üstün ve hikmet sahibi olandır. Kullarından dilediğini
yüceltir, dilediğini de alçaltır. Azap, o kafirleri yakaladı. "Muhakkak ki
bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmaz"[105]
Peygambere isyan edip
emrine muhalefet ederek zulmedenleri, Salih Peygamberin kavmine inen yıldırım
yakaladı; kalbleri titredi. Kuşların düşüp hareketsiz
kalarak öldükleri gibi, dağılıp ufalanmış otları andırırcasına yurtlarında
çöküp öldüler. Sanki o diyarda Semûd kavmi adında bir
millet yaşamamıştı. Yerlerinde artık yeller esiyordu.
İyi bilin ki, Semûd kavmi, Rablerini inkar ettiler. O'nun keskin azabına
müstahak oldular. Semûd kavmi ve onlara benzeyenler,
Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar. [106]
69- And olsun ki, elçilerimiz
müjde ile İbrahim'e geldiler. "Selâm sana" dediler, "Size de
selâm" dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.
70- Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarım
beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar, "Korkma, biz Lût
milletine gönderildik" dediler.
71- Bu arada, îbrâhîm'İn
ayakta duran karısı gülünce, "Ona îshâk'ı,
ardından Ya'kub'u müjdeleriz" dediler.
72- "Vay başıma gelenleri Ben bir kocakarı, kocam
da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey"
dedi.
73- "Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve
bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl işine şaşarsın? O, övülmeye lâyıktır,
yücelerin yücesidir" dediler.
74- Îbrâhîm'İn korkusu gidip
de müjde kendisine ulaşınca, Lût milleti hakkında
elçilerimizle tartışmaya girişti.
75- Doğrusu îbrâhîm çokiçli,
yumuşak huylu ve kendini Allah'a vermiş bir kimse idi.
76- Elçilerimiz, "Eyîbrâhîm!
Bundan vazgeç, doğrusu Rabbinin emri gelmiştir. Onlara, şüphesiz, geri
çevrilemeyecek bir azâb gelmektedir" dediler. [107]
Kızartılmış ve yağı
damlayan. Onları, yani tutumlarını beğenmedi. İçinde onlardan bir korku
hissetti. Vay! Ben mahvoİdum Kısır. Korku ve ürküntü.
Onların hallerinden dolayı çok ah çeken, içli.
[108]
Andolsun ki, elçilerimiz olan melekler, İbrahim'e geldiler. Bu
meleklerin Cebrail, İsrafil ve Mikâil olduklarını
söyleyenler olduğu gibi, bunlardan başkaları olduğunu söyleyenler de vardır. En
iyisi bunu Allah'a bırakmaktır. İbrahim'e giden meleklerin hangileri olduğunu
Allah ve Resulü daha iyi bilir. Elçilerimiz İbrahim'e gelip selam verdiler.
İbrahim onları ağırladıktan sonra, kendisine müjde verdiler.
Yanma girdiklerinde:
"Sana selâm olsun" dediler. O da: "Allah'ın selâmı üzerinize
olsun" dedi. (Görülüyor ki, İbrahim (A.S.) onlara, verdikleri selâmdan
daha güzeli ile karşılık vermiş) çok beklemeden onlara kızartılmış, semîz, yağı
damlayan bir buzağı getirdi. Yiyenlere lezzet verecek olan bu yemeği onlara
sundu. Buyurmaz mısınız? dedi. Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce,
durumlarını beğenmedi. Başka misafirlerinde görmediği bir hali bunlarda gördü.
Çünkü misafir, yemekten veya ev sahibinin kötü niyyetinden
şüphe etmediği takdirde, takdim edilen yemeği mutlaka yer. Bunların yemeğe el
uzat-madıklannı görünce, içinde, onlardan taraf bir
korku duymaya başladı. Çünkü bunların insan olmadıkları anlaşılmıştı.
Kesinleşmiş bir azap hükmünü İnfaz etmek için inen melekler olabilirlerdi,
bunlar.
İbrahim'in
kendilerinden korktuğunu görünce ona: Korkma, bizden yana kuşkulara yenik
düşme! Biz, Rabb'inin elçileriyiz. Azıp haddi aşan Lüt kavmini helak etmek için gönderildik. Sana kötülük
yapmaya niyetimiz yoktur. Sana ve ailene, bilgili bir çocuk verileceğini
müjdeliyoruz. Bu çocuk senin suyunu koruyacak, adını ve hatıranı sürdürecek.
Onun da Yakub adlı bir oğlu olacak. O'nun soyundan İsrailpğullarının peygamberleri gelecek.
İbrahim'in karısı,
onların hizmetiyle uğraşmaktayken karşılıklı konuşmalarını işitti. Duydukları
ve gördükleri şeylerden şaşkına döndüğü veya Lût
kavminin helak edileceğinden ötürü sevindiği veya kendisine iyi bir çocuk verileceği
müjdesinden hoşlandığı için güldü. "Güldü, biz de ona İshak'ı
müjdeledik" ayet-i kerimesindeki fiili, başında bulunan "Fe" harfi ile fiiline atfedildiği için; müjdenin,
gülüşten sonra yapılmış olduğunu söyleyenler olmuştur.
Biz O'na İshak'ı müjdeledik. İshak'ın
ardından da Yakub'u. Müjdeyi duyunca dedi ki: Vay! Bu
ne tuhaf şey! Acuze ve kısır olan ben doğuracak mıyım?!! İşte kocam da yaşlı ve
ihtiyar bir adam! Doğrusu bu söyledikleriniz çok tuhaf bir şeydir.
Melekler O'na dediler
ki: Kendisini hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı Allah'ın emir ve yargısına
şaşıyor musun? Halbuki Allah bir şeye "ol" deyince, o şey oluverir.
Ey Nübüvvet evinin halkı! Allah'ın geniş rahmeti ve bol bereti
üzerinize olsun. Bu sayede İbrahim Halil'in soyu kıyamete kadar devam edecektir.
Bu da, sizin bu işe şaşmamanızı gerektirmektedir. Şanı yüce Allah, övgüye
layıktır. O, göklerde ve yerde en büyük şerefin sahibidir.
İbrahim'in meleklerden
korkusu gidip de onların Lût kavmine azap için, kendisine
de müjde için gelen melekler olduğunu öğrenince; Lut
kavminden azabı kaldırmaları veya hafifletmeleri için onlarla mücadele etmeye
başladı. Oysa ki onlar, Lût kavmine azabı indirmek
için Allah tarafından gönderilmiş melekler idiler. Gerçekten İbrahim halim bir
insandı. İnsanların çabucak azablandınlmalarım
istemiyordu. İnsanların azap çekmesinden ötürü fazlasıyla ah, of ediyordu. Aîlah'a yüz tutup yönelen biriydi.
Melekler Ö'na cevap verdiler: Ey İbrahim! bizimle tartışmaktan
vazgeç ve sus. Bunlara azabı infaz etmemiz İçin Râbbinden emir gelmiştir.
Mahiyetini ancak Allah'ın bildiği azaba mu t fak a uğrayacaklardır. Bu azap,
asla geri Çevrilmez. [109]
77- Elçilerimiz Lût'a gelince,
onun fenasına gitti; çok sıkıldı, "Bu çetin bir gündür" dedi.
78- Milleti ona koşarak geldiler. Daha önce kötü işler
işliyorlardı. "Ey milletim! İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için
dalın temizdir. (Size nikahlayabilirim!) Allah'tan sakının, konuklarımın önünde
beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?" dedi.
79- "And olsun ki, senin
kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun; doğrusu, ne istediğimizin farkmdasm" dediler.
80- "Keski size yetecek bir kuvvetim olsa veya
sağlam bir yere sığmsam" dedi.
81- "Ey Lût! Bİz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana Hİşcmiycceklcr;
geceleyin birara, ailenle beraber yola çık; karının
dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun basma da
gelecektir. Vâdeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakm
değil mi?" dediler.
82-83- Buyruğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik;
üzerine de Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın
sert taş yağdırdık. Bunlar zâlimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır. [110]
Onlar için endişeye
kapıldı, kaygılandı. Elçilerin gelmelerinden dolayı sıkıldı.Son derece kötü.
Koşarak geldiler. Şiddetlice, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan.Geceleyin
yürüt. Gecenin kalan kısmında.Çamur. Peşpeşe ve
sıralı. Allah düşmanları için hazırlanmış. Rabbin katından özel olarak
işaretlenmiş olup başkasına isabet etmez.[111]
Melek elçilerimiz,
İbrahim'in yanından kalkıp Lût'un yanına geldiklerinde,
Lût (A.S.) onlar için endişeye kapıldı. Kendi
kavminin kötü huyunu bildiği İçin bu misafirlerin kendi evine gelişlerinden
dolayı gamlandı. Onları misafir olarak ağırlama işini üstlenmekten aciz oidu. Kavminin onlara tecavüz edeceğinden korktu. Rivayete
göre melekler, güzel yüzlü delikanlılar suretinde Lut
(A.S.)'m evine gelmişlerdi. Hz. İbrahim'in kardeşi
oğlu olan Lût (A.S.): "Bu, şer sebeplerinin bir
araya geldiği çok zorlu bir gündür" demişti.
Lut'un evine misafirler geldiğini duyan kavmi, nefsî ve
şeytanî güdülerin etkisiyle koşarak oraya geldiler. Bunda şaşılacak bir durum
yoktur. Onlar, daha önce de kötülük işleyen bir kavim idiler. Kötülük,
saldırganlık, kadınları bırakarak şehvetle erkeklere yaklaşmak, onların İçine
yerleşen bir huy haline, gelmişti. "Siz (kadınları bırakıp) erkeklere
gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz ve toplantılarınızda edepsizce şeyler
yapıyorsunuz ha?.."[112]
Lût dedi ki: Ey kavmim, işte benim öz kızlarım veya bütün
kavmin kızları, bakire veya dul sizin emrinizde... Bunlar, sizin için
erkeklerden daha leıni/dirtcr.
(Daha icmİzdirlcr demekle, erkeklere yaklaşmanın da
temiz olabileceğini kastedmiş değildir. Hayır, böyle
bir şey olamaz!) Yani bu kızların bekâr olanlarıyla evlenebilirsiniz. Evli
olduğunuz kanlarınızla da helâlca temaşta
bulunabilirsiniz. Yoksa Hz. Lût'unj
kendileriyle zina etmeleri için kızlarını onlara sunmuş olduğu düşünülemez.
Bunu akıllı bir kimsenin yapması düşünülemez. Hele bir peygamberin böyle
yapması hiç mi hiç düşünülemez! Tevrat'taki tomarlarda her ne kadar böyle bir
İfade yer almakta ve bazı müs-lümanlar
da cahilliklerinden veya hüsnü zanlanndan dolayı bunu
aktanyor-larsada bu doğru
değildir. Çünkü Hz. Lût,
onlara: Allah'tan korkun ve beni misafirlerimin yanında rezil etmeyin, demişti.
Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: Size emretmiş olduğum "fuhuştan uzak
durma" yoluyla AHah'tan sakınma ile, şerefimi
koruma ve misafirlerimin önünde benî küçük düşürüp rezil etmeme yolunu tutun.
İçinizde sizi hayra ve doğru yola iletecek bir adam yok mudur?
Dediler ki: Ey Lût! Senin kızlarında hakkımız, isteğimiz ve arzumuz olmadığım
biliyorsun. Kızlarını bize teklif edişin anlamsızdır. Ve sen, bizim erkeklerden
yararlanmak istediğimizi biliyorsun.
Ayetin görünür
anlamından anlaşıldığına göre Lût, misafirlerine hİta_-ben şöyle demişti:Keşke şu kavme karşı savaşmak ve
onların kötülüklerini benden savmak için, sizde bana varacak bir gücünüz
olsaydı. Ya da yeryüzünde güç ve aşiret sahibi, sarp
kaya gibi bîr adama sığınsaydım!
Melekler dediler ki:
"Ey Lût! Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. Seni
onların şerrinden korumak ve onları mahvetmek için geldik. Onlar ne sana, ne
de bize kötülük dokunduramazlar.
Lût'un, güzel delikanlılar görüntüsündeki misafirlerinden
kâm almaya kalkıştılar. Allah da gözlerini siliverdi. Hiçbir şeyi göremez
oldular. Sonra Allah kendilerine: "Tadın azabımı ve uyanlarımı" dedi.
"Sabah erken, onları kararlı bir azap yakaladı"[113].
Melekler, kavmine Allah'ın va'dettiği azabı infaz
etmek için Lût'a dediler ki: Sabah olmadan, hududunu geçebilecek kadar bir zaman önce geceleyin ailenle
birlikte, halkı zalim olan bu kasabadan çık, git. "Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık. Zaten orada müslümanlardan bir ev (halkm)dan
başka kimseyi bulmadık"[114].
Sizden hiç kimse, azabı görüp ,de azap kendisine dokunmasın diye ardına dönüp
de o kasabaya bakmasın. "Emroîunduğunuz yere
gidin"[115]
Geceleyin zevcen
dışında bütün aile efradını ahp götür. Zevcen kalsın.
Çünkü onun, kafir Lût kavmine meyli vardı. Onlara
dokunan azab ona da dokunacaktır. Onların sabaha
kadar süresi vardır. Yani azablan tanyerinin
ağarmasından itibaren başlayıp gün doğuşunda sona erecektir. "Güneşin
doğma zamanına girerlerken korkunç ses onları yakaladı"[116].
"Sabah yakın değil mi? "[117]
Lût'la alay ederek ve İnkâr ederek azabın tezelden kendilerine gelmesini istiyorlardı. Emrimiz gelip
de kararımız İnfaz edilince o kavmin yaşamakta olduğu beldenin üstünü altına
getirdik. Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşları sağanak halinde yağdırdık.
İşaretlenmiş olan bu taşlar, kafirlerden başkalarına isabet etmiyordu. Sadece
zalimlere isabet eden bu azap, uzak değildi. Ey yüce Allah'ım, bu keskin azap,
zalimlerden asla uzak değildir. Ey Mekke kâfirleri, nerede bulunduğunuza hele
bir bakın!... [118]
84- Medyen halkına kardeşlen Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey milletim! Allah'a
kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın.
Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda ku-.
satıcı bir günün azabından korkuyorum''
85- "Ey milletim! Ölçüyü ve tartıyı tamâmı tamâmına
yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak
karışıklık çıkarmayın."
86- "İnanıyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı helâl
kâr sîzin için daha hayırlıdır. Ben size bekçi değilim."
87- "Ey Şuayb!
Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi
kullanmamızı men'eden senin namazın mıdır? Sen
doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin" dediler.
88- "Ey Milletim! Rabbimden benim bir belgem olduğu
ve bana güzel bir rızık da verdiği halde, O'na karşı
gelebilir miyim? Söylesenize! Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek
istemem; gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım
ancak Allah'tandır. O'na güvendim; O'na yöneliyorum" dedi.
89- "Ey Milletim! Bana karşı gelmeniz, Nûh
milletine veya Hûd milletine yahut da Salih
milletine gelen felâketin bir benzerini, sakın başınıza getirmesin. Lût milleti sizden uz,ak değildir."
90- "Rabbinizden mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok
sever."
91- "Ey Şuayb!
Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz.
Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek
itibârın da yoktur" dediler.
92- "Ey Milletim! Benim taraftarlarım size göre
Allah'tan daha mı değerlidir ki Allah'a sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim
yaptıklarınızı bilgisiyle kuşatmıştır" dedi.
93- "Ey Milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın,
doğrusu ben de yapacağım. Kime rezil edici bîr azabın geleceğini, kimin yalancı
olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber
gözlüyorum."
94- Buyruğumuz gelince,
Şuâyb'ı ve beraberindeki İnananları —
katımızdan bir rahmet olarak— kurtardık. Haksızlık yapanları bir çığlık yakaladı,
oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.
95- Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki Semûd milleti Allah'ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı.
[119]
Servet ve rızık bolluğu ile Eşyaları eksiltir ve ayıplı hale
getirirsiniz. Fesat amacıyla yeryüzünde bozgunculuk yaparsinız.
Akıllı, ve tedbirli. Doğru yolda sapasağlam olan. Sizi sevketmesin,
uğratmasın. Bana şiddetle karşı koyusunuz.Anlamıyoruz.Fikh:
Kelimenin manasını incelikleriyle birlikte kavramak. Aşiret,yakın akrabaların.
Arkaya atıp unutmak. Gücünüz ve akrabalarınız sayesinde yapabilecekleriniz... [120]
Hicaz'ın Şam yönündeki
yörede zenginlik ve refah içinde yaşayan, ancak yine de ölçüyü ve tartıyı
eksik yapan, yeryüzünde bozgunculuk yapan Medyen
halkına, aralarında orta soydan biri olan.yüksek ahlâklı Şuayb'ı
peygamber olarak gönderdik. Onlara dedi ki: Ey kavmim, ey yakınlarım ve aşiretim!
(Bu tür bir hitap, çoğunlukla karşıdakinin çağrıya uyup, kabulünü sağlar).
Yalnızca Allah'a.kulluk edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sizin için,
Allah'ın sıfatlarıyla nitelenen başka bir ilah yoktur ki ona tapasınız. Bütün
peygamberlerin, insanları sadece Allah'a kulluğa çağırdıkları konusunda sen de
benimle aynı görüşe katılmıyor musun, ey okuyucu? Pratik hayatla ilgili İşlere
gelince her peygamber, kendi ümmetinin zayıf tarafını tedavi etmeye
çalışmıştır. Bu nedenle Hz. Şuayb,
kavmine: Ey.kavmim! Allah'a ibadet edin, satış yaparken eksik ölçmeyin, eksik
tartmayın, demiştir. Kavmi, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü
tam yaparlardı. Kendileri de onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman,
ölçüyü ve tartıyı eksik yaparlardı. Onlar tekrar diriltilip hesaba
çekileceklerini sanmıyorlar mıydı?
Hz. Şuayb, sözlerine devamla
şöyle diyordu: İlahi emirlere uyun ve yasaklardan kaçının. Zira ben sizi
bolluk, afiyet, zenginlik ve refah içinde görüyorum. Bu da Allah'ın emirlerine
uymanızı ve O'na şükretmenizi gerekli kılmaktadır. Ayrıca isyanınızda ısrar
etmeniz halinde Allah'ın azabına uğra-tılmanızdan
korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. (Bu eksik ölçme ve
eksik tartma yasağından sonra, bu yasağı tekid etmek
için verilen ve yapılması gereken işi gösteren bir emirdir.) Ölçerken, tartarken
veya sayarken İnsanların eşyasını, maddi veya manevi haklarını eksiltmeyin.
Ayıplı gösterilmesi gerekmeyen bir şeyi ayıplıdır, demeyin. Yeryüzünde hangi
tür-'den olursa olsun, kasıtlı olarak fesad
çıkarmayın, insanların hakkını adaletle ödedikten sonra geride Allah'ın sizin
için bırakacağı kâr, eksik ölçerek veya eksik tartarak kendiniz için geriye
bıraktığınız kârdan çok daha bereketli ve sonuç bakımından çok daha övgüye
layıktır. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş:
"Allah'ın (helalinden) bıraktığı (kâr), sizin için daha hayırlıdır. Ben
sizin üzerinize bekçi değilim" Bana düşen, yalnızca tebliğ ctmckıir. Hcs.ıhı gören,
Allah'tır. [121]
Dedüer ki; Ey Şuayb! Senin namazın
mı, atalarımızın taptıkları ve bizimde, Allah'a yaklaştırıcı şefaatçiler
(aracı) olarak kabul ettiğimiz putları bırakmamızı sana emrediyor? Sen,
atalarımızdan daha iyi biri değilsin ki, onları brakip
sana uyalım.
Ayet-i Kerimedeki
soru, Şuayb ile alay edişleri ve inkarları içindir.
Yani O'na inanmadıkları ve onunla alay ettikleri için böyle bir soruyu Ö'na sormuşlardı. Kendi gayret ve çabamız oranında nemalandmp kâr sağlamak için mallarımız üzerinde
dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmamamızı namazın mı sana emrediyor, ey Şuayb? Bu, bizim özgürlüğümüzü kısıtlamak ve girişimimizi
sınırlamak değil midir? Doğrusu ey Şuayb, sen yumuşak
huylusun. Ağır adamsın.. Acele karar vermezsin. Akıllı ve mutedil görüşlüsün.
İçinde açıkça hayır, hikmet ve doğruluk görmediğin şeyi emretmeyen uslu bir
insansın.
Sözlerinde sıkça
rastlanan bu iltifatlar, Şuayb'la alay ettiklerini ve
ima yoluyla onu taşladıklarını ifade etmektedir. Bu ithamlar karşısında Şuayb'ın onlara verdiği cevaba bakın: Ey kavmim, ey kavmim,
ey aşiretim ve ey yakınlarım! Kendime ve .size ne yapacağımı siz bana
bildirin. Deyin bakalım! Ya ben Rabbimden taraf tam
bir yakın ve apaçık bir delil üzerindeysem? Bu delil de, size emrettiğim
şeylerin benim yanımdan değil de Allah katından gelmekte olduklarını ifade
ediyor. Allah; peygamberliğini nereye vereceğini çok daha iyi bilir. O'nun
lütuf ve hayrından güzel ve bol rızıklar elde
ettiniz. Hela! kazanç yoluyla ben de güzel ve bol rızka nail oldum.
Aslına bakılırsa ben,
mal işletmesini bilen usta ve tecrübeli bir adamım. Söyleyin bana size ne yapacağım
ve bu söylediklerimden başka neler söyleyeceğim? Yasakladığım şeylere kendim
yönelerek size muhalefet etmek istemiyorum, aksine sizden önce ben ona
tutunmuştum. Çünkü onda dünya ve ahiret iyiliğini ve
doğruluğunu görüyorum. Yapabildiğim kadarıyla sizi düzeltmekten, hem kendim ve
hem sizin için iyilikten başka bir şey istemiyorum. Bu yaptıklarımda, benim
özel bir maksadım yoktur. (Bundan da anlıyoruz kî akıllı kimse; bütün
davranışlarında ve eylemlerinde Allah'ın hakkını, Resulünün hakkını, nefsinin
hakkını ve insanların, kendisi üzerideki haklarım gözetmelidir.) Hayırla ve
doğru yolda başarım, ancak Allah'ın yardımıyladır. O'na dayandım. O'na güvenip
yöneldim. Dönüş O'nadır. Faydayı da, zararı da veren O'dur. Ben sizden bir mal
ve menfaat beklemiyorum. Bana zarar vermenizden de korkmuyorum. Görüş ve
inançta size karşı oluşum, sizi bana zararlı bir şey yapmaya yöneltmesin. Bana
bir kötülük yapacak olursanız; Nuh kavminin uğradığı boğulma, Hûd kavminin uğradığı kasırga, Salih kavminin uğradığı azgın
çığlık azabına sizler de maruz kalırsınız. Lût
kavminin uğradığı azap, yer ve zaman bakımından sizden pek uzak değildir.
Günahlarınızdan ötürü Rabbİniz'den mağrifet dileyin, sonra da O'na tevbe
edin, iyi işler yapın. Benim ve sizin Rabbiniz, Rahmeti büyük ve sevgisi çok
olandır. Dediklerimi yaparsanız, size dünya ve ahirette
güzel bir hayat yaşatır. [122]
Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu iyice anlayamıyoruz. Bu
sözlerde anlam ve hikmet bulunduğunu da sanmıyoruz. Biz seni aramızda zayıf,
güçsüz ve kuvvetsiz biri olarak görüyoruz. Seni din ve dünya riyasetine
ulaştıracak olan bu sözlerim nasıl kabul edebiliriz? Seni yakahp
işkence altına sokmak istesek, hiç bir güç bize engel olamaz, aşiretin ve
yakın akrabaların olmasıydı, tanrılarımızı kötüleme ve malî tasarruflarımızı
kısıtlama isteğinde bulunma suçlarına uygun bir şekilde seni taşlayarak
öldürürdük. Senin bize hiç bir üstünlüğün yoktur.
Dedi kî: Ey kavmim!
Aşiretim ve akrabalarım; sizi kendisine davet ettiğim, ama sizin keddisine başkalarını ortak koştuğunuz; murakabesini, korkusunu,
emir ve yasağını, hesabı sorulmayacak önemsiz bir şey gibi kulak ardı edip unutuğunuz Allah'tan daha mı kıymetli, O'ndan daha mı
üstündür? Rabbim, yapmakta olduğunuz işleri bilgisiyle kuşatandır. Yaptığınız
işlerden dolayı sizi cezalandıracaktır.
Ey kavmim! elinizden
geleni ardınıza bırakmayın. Yarın azabın kime geldiğini, kimi rezil ettiğini,
kimi dünya ve ahirette horladığını, kimin de
".Ey Şuayb, seni ve beraberindeki inananları
kasabamızdan elbette çıkaracağız" derken yalan söylemiş olduklarını
göreceksiniz. Azabın kime ineceğini gözeterek bekleyin. Ben de sizinle beraber
bekleyenlerdenim, "elinizden geleni yapın, ardınıza bırakmayın"
emiri, tehdid anlamını taşır.
Emrimiz gelip, azap
kararını infaz vakti tamam olduğunda Şuayb'ı ve
beraberindeki inanmışları, onlara özgü bir rahmetle kurtardık. Bu, Allah için
zor bir iş değildir. Semûd'u yakalamış olan çığlık, Şuayb kavmindeki zalimleri de yakaladı. Yüz üstü düşüp ölen
kuşlar gibi yurtlarında çömelip kaldılar, ölüp gittiler. Evlerinin duvarları,
alta yıkılan tavanların üstüne çöktü. Oralarda daha önce hiç yaşamamış gibi
oldular. Semûd kavmi helak olup gittiği gibi Medyen halkı da helak olup gitsin. [123]
96-97- And olsun ki,Musa'yi Firavun ve erkanına mucizelerimizle, apaçık bir
delil ile gönderdik. Firavun'un buyruğuna uydular, oysa Fkavun'un
buyruğu sağduyuya uygun değildi.
98- Firavun, kıyamet gününde milletine öncülük eder,
onları cehenneme götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!
99- Hem burada ve hem kıyamet gününde lanete
uğratılırlar. Bu ne kötü bir bağıştır. [124]
Açık ve kuvvetli
delil. Bunun Hz. Musa'nın asası olduğunu söyleyenler
de olmuştur. önü geçip gidiyor. Onları ateşe getirip
içine koydu, Bu verilen, ne kötü bir vergidir! Rifd'in,
kadehdeki şarap olduğu da söylenir.
Buna göre; Cehennemde
içtikleri ne kötüdür, demektir. [125]
Musa'yı başka
surelerde açıklanan dokuz mucize ile, sultan kuvveti kadar güçlü ve açık bir
delil (Firavun ile yapmış olduğu karşılıklı konuşma veya asâ ile Firavun ve
adamlarına gönderdik, bunlar Firavun kavminin aristokratları, halkın önde
gelen liderleri, kumandanları ve Firavun'un danışmanları idiler.
Halkın geri kalanlarıysa
bunlara bağlı kimselerdi. Düşünmeden, körü körüne bunların ardında yürürlerdi.
Aristokratlar, Firavun'un emrine uydular. Musa'yı inkar etmek, sihirbazları
her taraftan toplayıp getirmek ve Musa'nın peygamberliğine inananları öldürmek
hususunda Firavun'un emrini eksiksiz uyguladılar. Firavun'un emri, doğruya
İletici değil, aksine sapıklık ve dalaletti. Şer ve fesattı. Şu dünyada
kavminin büyüğü ve lideri olan Firavun, kıyamet te
de onların önüne geçip yürüyecek, onları cehenneme
götürecek, hep birlikte ateşe gireceklerdir. Vardıkları yer, ne fena bir
yerdir! Suya gelen, serinlemek ve içiş lezzetini elde etmek İçin gelir.
Cehenneme gelen de, onun alcvlcriylc yanar, onun alev
saçan ateşi ile yanıp tutuşur.
Bu dünyada da onların
peşlerine lanet takılmıştır. Kıyamet günündeyse çirkinleşmiş ve fenalaşmış
olacaklar, barsafclan parçalayan kızgın bir- su içeceklerdir.
Dünya ve ahirette Allah'ın rahmetinden kovulmuş
olacaklardır. Yaptıkları kötülüklere karşı, bu ne kötü bir vergidir. [126]
100- "Ey Muhammed Bu sana anlattıklarımız,
kasabaların başından geçenlerdir. Onların bîr kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise
silinip gitmiştir.
101- Onlara Biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine
yazık ettiler. Rab-binin buyruğu gelince, Allah'ı bırakıp taptıkları tanrılar
kendilerine bir fayda vermedi, kayıplarını artırmaktan başka bir şeye
yaramadı.
102- Allah, kasabaların zalim halkını yakalayınca, böyle
yakalar; yakalaması da şiddetli ve elimdir,
103- Ahİretİn azabından
korkanlara, bunda, hiç şüphesiz ibret vardır. Bu, insanların coplanacağı
gündür; bu, görülecek bir gündür.
104- Biz, o günü, ancak belli bir süreye kadar
geciktiririz.
105- O gün gelince, Allah'ın izni olmaksızın hiç kimse
konuşamaz; içlerinde bedbaht olanlar da, mes'ud
olanlar da vardır.
106- Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah
edip inlerler,
107- Rabbinİn dilemesi bir
yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz,
her istediğini yapar,
108- Mes'ud olanlar ise cennettedirler.
Kabinin dilemesi bîr yana, sonsuz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça,
orada temelli kalacaklardır. [127]
"Tebab" kökünden alınmış olup hüsran ve helak manasını
ifade eder.
Kötülük yaptığından
dolayı Cehenneme girmeye müstahak olan, bahtsız. Allah'ın lütuf ve rahmetinden
sonra kendisi de iyi işler yaparak cennete girmeyi hakeden,
mutlu. Sık sık, ama zorlukla nefes alıp vermek.
Kesik, kopuk. [128]
Kendi nefislerine
zulmeden, peygamberlerine İsyan eden bazı şehirlerin haberlerini Ey Muhammed,
ibret ve öğüt alasınız diye ve diğer,bazı amaçlarla size anlatıyoruz. Bunlar,
uyduruk sözler olmayıp öncekilerin doğrulama-sıdır.
Haberlerini size anlatmakta olduğumuz bu şehir ve kasabaların bazılarının
izleri, sapı üzerinde duran ekin gibi hâlâ yerlerinde mevcuttur. Diğer
bazılarının izleri ise, biçilmiş ekin gibi, yok olup gitmiş ve silinmiştir.
Bİz, herhangi bir hususta onlara asla zulmetmedik.
Bilakis kalb gözlerini aydınlatmak ve doğru yola
iletmek için onlara peygamberler gönderdik. Ama onlar zulmedip haddi aştılar.
Günah ve sapıklıklarını arttırmaktan başka bir şey yapmadılar. Peygamberleri
onları azap ile uyarıp korkuttular. Fakat uyanlara karşı kuşku duydular, azabı
kendilerinden savmaları İçin tanrılarına güvendiler. Rabbinİn
azap emri geldiğinde tanrılarının kendilerine hiçbir yaran olmadı. Sapıklık ve
yıkımlarını arttırmaktan başka birşey yapmadılar.
Tanrılara dayanmış olmakla küfür, inat, zulüm ve sapıklıklarını daha da
arttırmış oldular. Zulüm yapar oldukları halde kasabalar halkını Rabbinin yakalaması;
her zaman ve her mekanda işte böyle azab ve felaketle
olur. O'nun yakalaması şiddetlidir, acıtıcı ve katıdır.
İbret alın ey basiret
sahipleri! Yok mudur düşünen? Ey Kureyş kafirleri!
siz onlardan daha güçlü ve zorlu değilsiniz. Sizin peygamberinizin de, kardeşleri
olan Önceki Peygamberlerden geri kalır yanı yoktur. "Yer yüzünde
gezmediler mî ki, kendilerinden Öncekilerinin sonunun nasıl olduğuna baksınlar,
onlar, kendilerinden daha güçlü idiler. (Sular, madenler çıkarmak, ekin ekmek,
ağaç dikmek için) toprağı (kazmış) alt-üst etmişler ve onu, bunların imar
ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da elçileri, delillerle gelmişti.
Demek ki, Allah onlara zulmeder değildi. Fakat.onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı"[129]
Buraya kadar anlatılan
kıssalarda bu kainatın, Allah tarafından resmedilen yasalar çerçevesinde ve
yine yüce Allah tarafından belirlenen hedefe doğru seyrettiğine İşaret eden
güçlü ve apaçık deliller vardır. Yine bu kıssalar, ahiretin
ve ahiret hayatının varlığına, ahİretin
sevap ve ceza yeri oluşuna inanan kimseler için birer delildirler. Ahirete İnanmayip geçmiş
milletlerin başlarına gelen azabların, felaketlerin,
tabiî şeyler olduklarını söyleyen; tufanda boğulma, deprem ve yıldırımların
sırf doğal olaylar olduklarını İddia edenlere deriz ki: Yavaş ol bakalım.
Geçmiş ümmetler, peygamberleri tarafından uyarıldıktan ve kendilerine belli bir
süre verildikten sonra azaba uğratılmışlardır. "Yurdunuzda üç gün
yaşayın, (sonra mahvolacaksınız); bu, yalan olmayan bîr tehdiddir"[130]
"Onlara va'd edilen (azab)
zaman(ı) sabah(vakti)dir"[131]
Bu kıssalar şunu da
gösteriyor kî; ahiret azabı bu azap için ayrılan gün
de mutlaka gerçekleşecektir. İnsanlar hesab için o
günde toplanacaklardır. Ve bütün İnsanlık, o günü görecektir.
Bu ahiret
azabını, ilmimizde bilinen sınırlı bir zaman kadar, yani dünyanın ömrünün
tükeneceği zaman kadar erteliyoruz. Bu bilinen gün geldiğinde, Rabbinin izni
olmadan kimseler konuşamaz. Emir, yasak ve izin sahibi O'dur. "O gün ruh
ve melekler, sıra sıra dururlar. Rahmanın izin
verdiğinden başka kimse konuşamaz, (Rahman'm
konuşmasına İzin verdiği kimse de ancak) doğruya söyler"[132].
"...Rahman(a saygı) için sesler kısılmıştır. Fısıltıdan başka bir şey işitemezsİn. O gün rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı
kimseden başkasının şefaati fayda vermez"[133]
Kıyamet; korkusu
şiddetli, vakti uzun, halleri değişik olan bir gündür.
Orada bulunan kullara
bazen konuşma izni verilir. Mazeret bildirip pişman olduklarını belirtirler. Bazan da korkunun şiddetinden dolayı kaya gibi sessiz ve
hareketsiz olurlar. "O'nun izni olmadan kimse konuşamaz" mealindeki
ayette kelamın (konuşmanın), Allah'ın izni olmadan nefyedilmiş
olması, kelamı ispat eden ayetlerle, nefyeden
ayetleri, anlam bakımından bir araya getirmiş olmaktadır.
İnsanlardan bazıları
bahtsız(şaki) olup, cehennemlik kimselerin işlerini yapmış ve dolayısıyla
kendileriyle ilgili azap kelimesi hak olmuştur. Bazıları da mutlu (said) olup, hayır ve iyilik ehli kimselerin işlerini yapmış
ve dolayısıyla kendisi için hayır ve iyilik murad
edilmiştir. Herkes yaratıldığı amaç doğrultusunda iş yapar.
Dünyada kötü şeyler
yapıp kötü yollara ve inançlara saparak şaki olanlar cehenneme yerleşecek,
orada zorlukla sık sık soluk alacak, soluyacak ancak
başlarına gelen azabdan dolayı göğüsleri daralacak,
yüksek bir yere çıkıp nefes almak isteyecekler; şiddetli üzüntü ve ağlamadan
ötürü yürekleri dışarı fırlayacak gibi olacak. Yer ve gök durdukça Cehennemde
ebedi kalacaklardır. Kıyamet kopunca gökler ve yerler, oldukları gibi dururlar
mı? Evet.. Allah'ın bildiği başka bir şekil ve vaziyette kalırlar. "O gün
yer başka yere, göklerde (başka göklerde) değiştirilir. Hepsi tek ve kahredici
Allah'ın huzurunda durur"[134]
Cennetliklerin ve
Cehennemliklerin semaları, üst taraflarıdır. Arzları da alt taraflarıdır. İbn Abbas (R.A.) demiş ki:
"Her cennetin yeri ve göğü vardır." Orada ebedi kalacaklardır,
sözünün manası işte budur. Araplar, bu gibi terkiplerle manayı güçlendirmek
isterler. Bu ebedilik ve devamlılık; yer ve gök yerlerinde durdukları müddetçe
sürüp gidecektir. Ancak Rabbinin dilediği zamana kadar bu böyle sürecektir.
Bu ve benzeri
istisnalarla ilgili olarak öteden beri alimler çok şeyler söylemişlerdir. Kurtİbi bu görüşlerden on tanesini aktarmıştır. Doğrusunu
Allah bilir ya bu, ebedilikten yapılan bir
istisnadır. Yani onlar orada ebedi kalacaklardır. Ancak Rabbinin bu hazır
düzeni değiştirerek dilediği bit zaman, kendilerini oradan çıkarırsa, o başka.
Burada söylenmek istenen şudur: Her-şey ;Rabbinin kabzasında ve tasarrufu
altındadır. Dilerse onu yerine bırakır. Dilerse meneder,
orada bırakmaz. Hz. Peygamber'den bahseden şu ayette
bu anlamı doğrulamaktadır: "De ki:"Ben kendime Allah'ın dilediğinden
başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahibim"[135]
Bu istisnanın
""gökler ve yerler yerlerinde durup devam ettikleri sürece..''
ayetindeki devamlılıktan yapılmış olduğunu söyleyenler de vardır. Zira
cennetlikler ile cehennemlikler, göklerle yerlerin varlıklarını sürdürdükleri
zamanda dünyadaydılar, O zaman ne cennete, ne de Cehennemdeydiler.Bu istisnanın yapılmasıyla
sanki şöyle denmek istenmiştir: Gökler ve yerler, yer-Jerinde
durup devam ettikleri sürece Cennette veya Cehennemde kalacaklardır. Ancak
daha önce Rabbimin dilemiyse dünyada yaşamış oldukları ömür süresi bundan
müstesnadır. Birinci görüşü, yani istisnanın cennet veya cehennemdeki
ebediyetten yapılmış olduğunu ifade eden görüşü Menâr
tefsiri de nakletmiştir. "Şüphesiz Rabbin, dilediğini yapandır"
ayetine uygun olan da bu görüştür.
Mutlu olan (Said)lere gelince bunlar, yer ve
gök yerlerinde durdukça cennette kesintisiz, hiçbir şeyden alıkonmayarak
temelli kalacaklardır. Ancak Rabbin çıkarmayı dilerse, o başka. Şakilerden bahsedrn ayetle, saİdlerden bahseden
ayetin son cümlelerine bak. Ve aradaki farka dikkat et. İki zümrenin amellerinin
karşılığı olan Cennet ve Cehennem de devamlıdır. Ancak mü'mİnle-rin amellerinin karşılığı, Allah'tan gelen, devamlı ve
kesintisiz bir bağıştır, bir ihsandır.
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz ne doğru buyurmuş: "İçinizden hiç biriniz, kendi ameli
karşılığında cennete giremez!" Sen de mi ya Resulullah? Dediler. "Allah beni Rahmetiyle örtmedikee ben de" dedi.
Kafirleri sorarsanız,
onların cezaları, amelerinin tam karşılığıdır. [136]
109- Ey Muhammedi liıı
putperestlerin taptıklarının batıl olduğunda şüphen olmasın; daha önce
babalarının tapmış oldukları gibi onlar da taparlar. Onlara paylarını şüphesiz
eksiksiz olarak ödeyeceğiz.
110- And olsun ki, Musa'ya Kitab verdik; onda ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinin
verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında çoktan hükmedilmiş olurdu. Doğrusu
onlar, kitab'ın Allah katından olduğunda şüphe ve
endişe.için-dedirler.
111- Rabbin, onların işlerinin karşılığını elbette
tamamen verecektir. O, şüphesiz, onların yaptıklarını bilir. [137]
Buraya kadar
anlatılanları öğrenip, bunların, Allah'ın değişmez yasaları olduklarını
anladıktan sonra, şu senin kavmindeki insanların tapmakta oldukları şeylerin,
kendilerini felakete sürükleyeceğinden, sonlarının kötü olacağından ve
şiddetle cezalandırılacaklarından hiç kuşkun olmasın. Onlar da önceden
atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Cezaları ahirette
verilecektir. Yaptıkları iyi işlerin karşılığını sadece dünyada kendilerine
eksiksiz olarak vereceğiz. İçinde bulundukları bolluğa ve nimete aldanmasmlar. Onlar için sadece dünya rahatlılığı vardır. Ahiretteyse çok şiddetli bir azap vardır. Bunda şaşılacak
bir durum yoktur. İşte bunlar Musa'nın kavmidir.
Andolsun ki Musa'ya Tevrat'ı verdik. Kavmi Musa'dan sonra
kendi aralarındaki kıskançlık, yalancı siyaset ve geçici dünya çekişmesi
yüzünden Tevrat üzerinde anlamazlığa'düştüler. Oysa
ki Tevrat, İnsanlar arasında düşünce ve inanç birliği, sağlamak, anlaşmazlığa
düştükleri konularda aralarında hüküm vermek için indirilmiştir. Rabbin azabı
erteleyeceğine daha Önce söz vermiş olmasaydı, fitneyi alevlendiren azgınları
dünyada helak ederek haklarından gelir ve hükmünü verirdi. Nitekim daha önce de
böyle yapan ümmetleri helak etmişti.
Onlar, ondan
kuşkulanıyorlardı. Doğrusunu Allah bilir, "Onlar ondan(kitaptan) kuşkulu
bir şüphe içindedirler" mealindeki ayette geçendeki zamiri, Tevrat'a
dönmektedir. Şu aşağıda aktaracağımız ayette buna işaret etmektedir:
"Onlardan sonra
kitaba varis kılınanlar ondan, kuşku veren bir şüphe içindedirler"[138]. Bu
ayette geçen 'Kitaba varis kılınanlar' sözü ile müslümanlar
değil, yahudİ ve hıristiyanlar
kastedilmiştir. Tevrat, Süleyman peygamberin heykeliyle beraber yakılmıştı. Bu
nedenle Cenab-ı Allah: "O'na Tbvrat'ı
ve İncil'i öğretir" demiş. İsa peygamber, Tevrat'ı yahudilerderi
almadı. Her ne kadar yahudiler, Tevrattan
ezberledikleri bazı kısımlarla Hz. İsa'ya karşı delil
ileri sürüp, amelde ona muhalefet ettilerse de onlardan Tevrat'ı almadı. Tevrat
üzerinde ihtilaf edenlerin davranışlarının karşılıklarını Rabbin eksiksiz
verecek, hiç kimseye haksızlık etmeyecektir. Onların yaptıklarından haberdardır.
Bu sözlerle Resulullah (s.a.v.) efendimiz teselli edilmektedir. [139]
112- Ey Muhammedi Sen, beraberindeki tevbe
edenlerle birlikte em-rolunduğun gibi dosdoğru ol
Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.
113- Haksızlık yapanlara.yönelmeyin, yoksa ateş size de
dokunur. Sizin Allah'tan başka dostunuz yoktur; sonra, yardım da göremezsiniz.
114- Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın
zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabuî edenlere bir öğüttür.
115- Sabret, Allah iyi davrananların ecrini elbette zayi
etmez. [140]
Tuğyan: İfrat veya
tefrit yaparak haddi aşmak. Meyledersiniz. Onlara dayanıp sığınırsınız.
Gündüzün iki ucu:
Sabah, akşam. Gecenin başlangıcı, gündüze yakın kısmı. Akşam veya yatsı zamanı. [141]
Buradaki emir ve nehiy; geçmiş kıssalardan alınan ders ve ibretlerin neticesi
durumundadır. Gördüğümüz gibi, mü'minler Cennet ve
saadetle, kafirler de boğulma, yerin dibine geçirilme ve helakle
cezalandırılmışlardı. [142]
Ey Peygamber! Sana da
anlatmış olduğumuz gibi, bu geçmiş ümmetlerin durumları böyle olduğuna göre sen
ve seninle beraber tevbe etmiş olanlar, emrolunduğunuz gibi dosdoğru oiun,
haddi aşmayın.
Ayet-i kerimede
emredilen istikamet (doğru olmak); Kur'an-i Kerim'de
geldiği gibi; gaybin tümüne inanmayı dinin usul ve
esaslarında anlaşmazlık ve ayrılığa düşmemeyi gerektiren yüce bir mertebedir.
Çünkü dinin usul ve esaslarında ihtilaf edip ayrılığa düşenleri Allah helak ve
azap ile tehdid etmiştir. Doğruluk ve istikamet,
kitabın emrettiği İbadet ve muameleleri eksiksiz yapmayı, görüşlerin ayrılması
ve çekişme anlarında kitabın hükmüne baş vurmayı gerektirir. "Eğer
herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resulüne
götürün"[143]
Allah'ın peygamberine
: "Doğru ol" diye emretmiş olması, doğruluk ve istikametin yüce bir
mertebe olduğunu göstermiyor mu? Peygamber (s.a.v.) doğru yoldaki müstakim
halini devam ettirmekte idi. Musa ve Harun'da bununla emrolunmuşlardı.
Doğruluk, başarılı olmanın en ideal yoludur. "Duanız kabul olundu. Doğru
olun. Bilmezlerin yoluna uymayın"[144]
"Rabbimiz
Allah'tır" deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler İner:
"Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin! (derler)[145]
Doğruluk ve istikamet;
dinin ruhunun ameli uygulamasıdır. Peygamberlerle, sıddıklarla,
şehidlcrle beraber olsunlar diye — onlar ne güzel
arkadaştırlar — İhlaslı olan bazı kullarına
bahşettiği Özel bir ikramdır. Ey Allah'ın Resulülu İslamda bana öyie bîr şey söyle
ki senden sonra onunla ilgili olarak hiç kimseye birşey
sormayayım" diye soru soran Süfyan es-Sakafi'ye cevaben Peygamber (s.a.v.)'in söylediği şu söz,
ne doğru bir sözdür!: "Allah'a iman ettim, de. Sonra dosdoğru ol".
"Ey peygamber!
sen ve beraberinde tevbe eden mü'minler,
emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun". Bu sözde
şaşılacak birşey yoktur. Hz.
Peygamber son derece doğru ve müstakim idi. Şu halde kendisine yapılan
"doğru ol" emri, peygamberin, üzerinde durduğu doğruluk ve İstikamet
halini devam ettirmesi anlamını ifade ediyordu.
"Sakın haddi
aşmayın. Allah, yapmakta olduğunuz işleri görendir". Haddi aşmak, islamın çizdiği rotanın, dosdoğru yolun dışına çıkmaktır.
Avam tabakasından da olsa, havas tabakasından da olsa herkes bu duruma düşebilir.
Bu nedenledir ki "Haddi aşmayın" yasağı herkes için söz konusudur. Bu
yasaktan sonra da, Allah'ın, yapılan işleri gördüğü bildirilmektedir.
Zulmedenlere
meyletmeyin, hiçbir hususta onlara dayanıp güvenmeyin. Zalimlere meyletmek
apaçık bir zulümdür. Bu yasak, bizde yaygın halde bulunan manevi bir hastalığı
tedavi etmektedir. Bu hastalık,ihtiyaçlarımızı gidermeleri ve çıkarlarımızı
korumaları için büyüklere sığınmamızdır. Bunun için de onların etrafına
sokulur, dalkavukluk ederiz. Hakkı gizler, iyiliği emretmez, kötülüğü
yasaklamayız. Allah'ın dinine veya hükmüne tecavüz eden, zalimdir. Ya kafirlerle müşriklere ne dersiniz?
Kendi kendilerine,
başkalarına, milletlerine, vatanlarına zulmedenlere yönelmeyin, aksi takdirde
size cehennem ateşi dokunur. Allah'tan başka size faydası dokunacak dostlarınız
da olmaz. Sonra Allah'tan başka size yardım eden de bulunmaz.
Allah seni korusun ey
kardeşim! Dünya hayatında insanın kendisinden yardım görebileceği şeylerin en
hayırlısına bak. Allah dosdoğru olmamızı ve bu yolda sabr-ü
sebat etmemizi emretmiş; haddi aşmamızı, zalimlere meyledip onlardan yardım
dilenmemizi yasaklamıştır. Bu işîcr, Allah'a teslim
olup O'na saygılı olanlar dışındaki insanların nefsine zor gelen işlerdir. Bu
nedenledir ki, bu emirlerin üzerine namaz kılma ve sabır tahsil etme emri atf edilmiştir, çünkü namaz ve sabır, İnsanı ilahî
emirlere uymaya hazırlar. Namaz kılmak, ameli ibadetlerin başıdır. Kul ile
Rabbi arasında bir bağdır. Nefsi temizler. Rabbİ hoşnud eder. Ruhun temizlenmesine ve nefsin arınmasına yol
açar.
Sabır, mü'minin silahı ve cephanesidir. İnsanı hakikat caddesinden
çıkarmaya iten sabırsızlığa karşı koruyucu bir kalkandır. Resulullah
(s.a.v.) ne doğru buyurmuş: "Sabır, imanın yansıdır".
Bütün bu anlatılan
sebeplerden ötürü sabrın ve namazın, ilahi emir ve yasaklara riayet etme
konusunda yardımını göreceğin şeylerin en hayırlısı olarak gösterilmesinde
şaşılacak birşey yoktur.
Gündüzün iki ucunda ve
gecenin, gündüze yakın olan kısmında namazı kıl. Gündüzün başında, sonunda,
sabahleyin akşamleyin, gecenin gündüze, gündüzün geceye giren vakitlerinde,
rükün ve şartlarına tam riayet ederek, namazı dosdoğru kıl. Belirtilen bu
zamanlar, namazın beş vaktini de kapsamaktadır. Nitekim bu vakitler başka bir
ayette de şöyle anlatılmaktadır: "öyle ise, akşama girerken ve sabaha
ererken, Allah'ı teşbih (etmeniz gerekir). Göklerde ve yerde, günün sonunda
da, öğleye erdiniz zaman da hamd, O'na
mahsustur"[146]
"Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Sabah
vakti de namaz kıl. Zira sabah namazına melekler şahid
olur.”[147]
Namazı dosdoğru kıl.
Çünkü emre uyarak, özellikle en Önemlilerinden birinin namaz olduğu ibadetler
alanında yapılan iyilikler, kötülükleri giderirler.
Rivayet plunur ki: Adamın biri, kadının birinden bir öpücük almış.
Sonra da bu günahının keffaretini sormak için Hz. Peygamber'in yanına gelerek durumu O'na anlatmış. Bu esnada
Peygamber (s.a.v.)'e, "Gündüzün iki ucunda namaz kıl" mealindeki
ayet-i kerime nazil olmuş. Adam: "Bu emir bana mıdır, ya'Resulullah?"
deyince, peygamber (s.a.v.) ona şöyle demiş: "Bu emir, ümmetinden bununla
amel eden herkes içindir". Bu hadis-i şerifin manası şudur: Peygamber
(s.a.v.)'in yanma gelip durumunu arzeden adamın
işlediği suç için herhangi bir had (dünyevi ceza) yokmuş. Onun bu günahım, düzgün
bir şekilde alınan abdest, düzenli olarak kılınan
namaz ve İyi işler yapmak örtüp affettirir.
Sayılan bu salih ameller, nefsi, kendisine isabet eden kirlerin
izinden temizleyip arındırır.
Gerçek ve Sadık tevbenin üç aşaması vardır:
1- Günahı ve onun sahibi için teşkil ettiği tehlikeyi
bilmek.
2- Kişinin işlediği günahtan dolayı pişmanlık ve ruhunda
acı duyması ki, bu da kişiyi tekrar günaha dönmemeye azmettirir.
3- Nefsi günahın pisliğinden arındıran salih amel.
'Ancak tevbe edip iman eden ve salih
amel işleyen kimse müstesnadır".
Gizli, açık, her zaman
ve her yerde Allah'ın kontrolünde olduğumuzu aklımızda tutmamızı gerektiren bu
doğru Öğütler ve yararlı emirler, temiz ruhlu ve özgün akıllı zikir sahipleri
için öğütlerdir.
Sabret. Ey yüce
Rabbim! Her şeyde bize mutlak sabrı emrediyorsun. Ta-at ve ibadetlerde,
bunlardaki zorlukları göğüslemede sabrı emrediyorsun.
Beşeri nefsin
arzuladığı haramlar ve günahlardan uzak durmak için sabrı emrediyorsun. İnsanın
Özel veya genel yaşantısında karşılaştığı felaket, musibet ve buhranlar anında
sabrı emrediyorsun.
Ey Müslüman! Sabret.
Doğrusu Allah, sabreden iyi insanların ecrini zayi etmez. "Ey inananlar,
sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle
beraberdir"[148]
"Allah, sabredenlerin ecrini hesapsız ödeyecektir".[149]
116- Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde
bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır.
Kendilerine verilen nimete karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.
117- Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere
onları yok etmez.
118-119- Eğer Rabbin dikseydi insanları tek bir ümmet
kılardı. Fakat, Rabbinîn merhamet ettikleri bir yana, hâlâ ayrılıktadırlar,
esasen onları bunun için yaratmıştır. Rabbinin "And
olsun ki cehennemi hep insan ve cin İle dolduracağım" sözü yerine
gelmiştir. [150]
"Karn" kelimesinin çoğulu olup, belli sayıda bir kaç
yıla denir. Bazıları bunun yüzyıl olduğunu söylemişlerdir. Karn
kelimesinin, aynı zamanda yaşayan İnsanlar, yani nesil olduğunu söyleyenler de
vardır.
Akıl, basiret ve taat sahibi kimseler. Lügatte ise, bir şeyin çoğu gittikten
sonra kalan artığa bakiyye denk. İnsanların çoğu
gittikten sonra kalan artık kısmına da bakiyye
denir.
Daha sonraları bu
kelime, iyi ve yararlı olan seçkin kimseler anlamında kullanılmaya
başlanmıştır. Zira bir şeyi harcayan kimse çoğunlukla kalitesiz şeyleri harcar,
daha iyi olanları geriye bırakır. Bu da en iyi, en yararlı olanın arta kalması
kuralının kapsamına girer. Cinler. Bunlargöze
görünmedikleri için bu adı almışlardır. [151]
Bu ayeller,
haberleri bu sûrede anlatılan gecıiıiş ümmetlerin yok
oluş se-baplerinİ
anlatarak,bu sebeplerden uzak durmamız gerektiğini bize salık ve-riyorlar.Ayrıca geçmiş ümmetlerin "Emr-i
bil maruf ve Ney-i anil münker"
vazifesini terketme, refah ve bolluktan dolayı
şımarma, her çeşidiyle suç ve zulümkarlık yapmaya
çağıran etkenlere uymaktan kaçınmayı, genel yönelimlerimizle ayrıhğa düşüp bölünmekten kaçınmayı bize tavsiye
etmektedirler. [152]
Sizden önce gelip
geçmiş olup kıssaları size anlatılan ümmetlerden akıllı, azimîi,
görüş sahibi, iyi ve yararlı bir cemaat olsaydı da yeryüzünde işlenen fesadı
men edip, iyiliği emretseler ve bu uğurda hiç bir şeye aldırmayıp, hiç bir
tehlikeden korkmasalar, kinayıcıların kınamalarım,
zalim sultanın forsunu engel tammasalardi ne iyi
olurdu!
Ayet-i kerimesindeki kelimesi
keşke anlamında olup, kendisinden sonra gelen cümlede insanlara anlatılan
şeylerin uygulamasına özendirmektedir. Teşvik ederken de o şeylerin geçmişte
yapılmayışından dolayı esef ve üzüntüye İşaret etmektedir.
Fakat peygamberlcriyle beraber kendilerini azabdan
kurtardığımız az sayıdaki akıllı kimseler; kötülükten sakındırmaya çalıştılar,
iyiliği emrettiler. Nefislerine zulmedenler —O ümmetler içinde bunlar büyük
bir çoğunluk teşkil etmekteydiler— kendilerini refaha kavuşturan nimet, afiyet,
devlet ve saltanat gibi şeylerin peşine takıldılar. Çoğunluk, iyiliği
emretmiyor, kötülüğü yasaklamıyordu. Lakin onlar, şehvetlere uymaya
azmettiler. Başkanlık ve servet sevgisi, rahat yaşama sebeplerini isteme gibi,İçİnde refah ve konfor bulunan şeylerin ardısıra yürüdüler. Bundan başka şeyleri, hak ve hakikati
arkalarına atıp unuttular. Suçlular oldular. Bundan daha büyük bir suç
düşünülebilir mi?
Bundan da anlıyoruz ki;
insanı fasıklığa, isyankarlığa, zulme ve suçluluğa
iteri israfın ana sebebi, bolluk ve zenginliktir, bu durum, önce varlıklı
kodamanlarda görülür. Sonra da ihtiyaç İçindeki yoksullara geçer. Böylece
durumu kötüye gider ve ahlaksızlık çukuruna yuvarlanıp düşerler.
"Biz bir üikeyi htlak çtmek
istediğimiz zaman, onun varlıklarına emrederiz. Orada fisk
yaparlar. (Kötü arzularının peşine koşarlar), böylece o ülkeye (azap
edeceğimiz hakkındaki) söz(ümüz) hak olur, biz de
orayı darmadağın ederiz"'[153]
' 'Halkı ishh edici olsaydı, Rabbin, O şehirleri haksız yere helak
edecek değildi". Evet. Halkı, İslah edici
kimseler olan memleketleri zulmen heiak
etmek, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın şanına asla layık değildir.
Baz-.Iarı bu ayet-i kerîmenin şöyle anlamlandırılması
gerektiğini söylemişlerdir. Halkı gerek kendi aralarında, gerek diğer
İnsanlarla olan ilişkilerde eğaici olduktan; yani Şuayb kavmi gibi eksik ölçüp, eksik tartmadıktan, Lût kavmi gibi homoseksüellik yapmadıktan, Firavun kavmi
gibi İnatçı ve zorbalara uymadıktan, Hûd kavmi gibi
İnsanlara kabaca ve zorbaca davranmadıktan sonra sırf müşriklikleri yüzünden,
Rabbin, memleketleri helak etmez. Helak etmesi için davranışlarında ve
hükümlerindeki fesadı şirk suçuna eklemiş olmaları şarttır. Zaten fesat,
ümmetleri yıkıma götüre en büyük zulümdür. Bu sebeple demişler ki: Ümmetler
kafir de olsalar varlıklarını devam ettirebilirler. Ama zalim olunca
varlıklarını sürdüremezler.
Ayet-i Kerime şu
anlama da gelebilir: Halkın çoğunluğu İslah edici olduktan
sonra, basit bir azınlığın yaptığı azıcık bir zulüm dolayısıyla, Rabbin, bir
beldeyi helak etmez. Evet. Ayet-i Kerime bu sayılan anlamlara gelebilir,
bunlardan daha başka bilemediğimiz anlamlara da gelebilir. Kelamı böyle derin
anlamlar taşıyan yüce Allah ne mübarektir!
Kavminin iman etmesini
aşın bir tutkuyla isteyen Ey Peygamber! Eğer Rab-bin dileseydi, bütün insanları
tek bir ümmet olarak yaratır ve dünyadaki herkes iman ederdi. Şayet Rabbin
dileseydi insanları, bakıp düşünmeden dini kabul edecek bir yaratılış ve karekterde yaratırdı. Böylece insanlar; karınca, bal arısı
ve melekler gibi olur, emrolunduklan hususlarda
Allah'a isyan etmezlerdi. Ancak Cenab-ı Allah,
onların bu şekilde yaratılmalarını diledi. Onlar için muhtelif akıllar ve
birbirine zıt yönelimler takdir etti. "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru
yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir"[154] Dünya
ancak bu yolla imar edildi ve insanlarda, yeryüzünde Allah'ın halifeleri
oldular.
Her hususta, hatta
dini kabul etmekte bile anlaşmazlığa düşmekte devam ettiler. Ancak Rabbinin
kendilerine merhamet ettiği kimseler anlaşarak Allah'ın kitabım hükümran
kıldılar. Yapın dediğini yaptılar, yapmayın dediği şeyi tekettiler.
Bu nedenledir ki, Cenab-ı Allah, insanların bir
kısmını şakî (bedbaht), bir kısmını da Saîd (mutlu)
olarak yarattı. İbn Abbas
(R.A.) demiş ki: "Cenab-ı Allah, insanları iki
grup olarak yaratmıştır:
1- Allah tarafından merhamet olunup ayrılığa
düşmeyenler,
2- Allah tarafından merhamet olunmayıp ayrılığa
düşenler". Malik bin Enes (R.A.) de bu anlamda
konuşmuş: "Bir grubu cennette, diğer grubu da cehennemde olsunlar diye Cenab-ı Allah, insanları iki grub
olarak yaratmıştır".
Ayrı yaratılışlarından
kaynaklanan anlaşmazlıkları, insanlardan bir grubun cennete, diğer grubun da
cehenneme girmesine neden olacaktır.
Rabbinin sözü tamam
oldu ve hükmü kesinleşti:
Peygamberlerin
kendileriyle gönderilmiş oldukları ayet ve hükümlerin yolunda yürümeyen
insanlar ve cinlerle, andolsun ki Cehennemi dolduracağım.
[155]
120- Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana
anlattığımız her-şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle
gerçek; inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir.
121-122- İnanmayanlara: "Durumunuzun gerektirdiğini yapın,
doğrusu biz de yapıyoruz; bekleyin, biz de bekliyoruz" de.
123- Göklerin ve yerin gaybı
Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na
güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir. [156]
Ey Peygamber! Sana
anlatmış olduğumuz, senden önceki peygamberlerin önemli haberleri, ibret ve
öğüt kaynağıdır. Allah'ın seni haberdar ettiği çeşitli ilim ve marifetler,
vakıf olduğun insan tabiatları ve Allah'ın doğal yasaları sayesinde dağların
sebat ve direnci gibi kalbine sebat vermek için bu kıssaları sana anlatıyoruz.
Şerefli peygamberlerin karşılaştıkları sıkıntılara güzelce sabretmiş
olmalarını da sana anlattığımızda teselli bulacaksın. Doğrusu, geçmiş
ümmetlerin haberlerini okuyup incelemek, insanın kalbine sebat verir, inıanını arttırır, yakînini
güçlendirir. Bu sûrede hak ve sabit olan haberler sana aktarılmakla birlikte,
üzerinde bütün peygamberlerin birleştikleri tevhide'çağrı,
haşrİn, ölüm sonrası dirilişin ispatı, takvaya ve
güzel ahlaka özendirme, rezaletlerden uzak durma gibi şeyler de anlatılmıştır.
Bunda da mü'minlere öğüt ve hatırlatma vardır. Çünkü mü'minler, yapılan öğüt ve hatırlatmalardan yararlanırlar.
İnanmayan kafirlere de
ki: İslam çağrısına karşı direnme konusunda elinizden geleni yapın. Biz de
elimizden geleni yapacağız. Bizim için temenni ettiklerinizin,başınıza
gelmesini, ahirette de azaba uğratılmanızı
bekliyoruz. Hem bilin ki, göklerin ve yerin görünmez bilgisi Allah'a aittir.
Gökte olsun, yerde olsun, başka yerde olsun, gayba
ilişkin bilgiler, yalnızca Allah'a aittir. Bütün işler sadece O'na döndürülüp
götürülür. Dilediği olur, dilemediği olmaz.
Şu halde ey Muhammedi
Sen ve mü'minler, emrolunduğunuz
gibi Allah'a ibadet edin. O'na hakkıyla tevekkül edin..Kim Allah'a tevekkül
ederse, Allah ona yeter. Allah, yapmakta olduğunuz işlerden habersiz değildir.
Aksine büyük-küçük bütün yaptıklarınızın hesabım size soracaktır.
Doğruyu en iyi bilen
Allah'tır. [157]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/87.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/88.
[3] İsra: 85.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/88-89.
[4] Fussilet: 42.
[5] Furkan: 70.
[6] Müdessir: 38.
[7] Hacc: 2.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/89-91.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/91-92.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/92.
[11] Nisa: 108.
[12] Tâ-hâ: 50.
[13] En'âm: 38.
[14] Âl-İmran: 7.
[15] Enbiya: 30.
[16] Yâsin: 40.
[17] Bakara: 10.
[18] Bakara: 2-3.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/92-95.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/95-96.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/96.
[22] Tûr: 7-8.
[23] Mülk: 2.
[24] İbrahim: 34.
[25] Asr sûresi. Prof. Dr.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/96-97.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/97-98.
[27] Tâ-hâ: 44.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/98.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/98.
[30] Furkan: 7-8.
[31] İsra: 74.
[32] Maide: 67.
[33] Gaşiye: 21-22.
[34] Kaf: 45.
[35] Saîbe, Vasile ve Haînî terimleriyle ilgili açıklama, Mâide sûresinin 103. ayetinde verilmiştir.
[36] Kehf: 5.
[37] Nisa: 166.
[38] Kasas: 56. Prof. Dr.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/99-101.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/101.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/101.
[41] Bakara: 2-3.
[42] Furkan: 23.
[43] İsra: 18-19. Prof. Dr.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/101-102.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/102-103.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/103.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/103.
[47] En'âm: 57.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/103-104.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/104-105.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/105.
[51] En'âm: 26.
[52] Fussilet: 26.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/105-106.
[54] Ahkaf: 35.
[55] Hûd: 120.
[56] Yusuf: 111.
[57] Hûd: 49.
[58] Yusuf: 102.
[59] Yusuf: 111.
[60] A'raf: 66-67-68.
[61] Hûd: 28.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/106-108.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/109-110.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/110.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/110-111.
[66] Hûd: 2.
[67] Bknz. Nûh sûresi: 3.
[68] Ahkaf: 11.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/111-112..
[70] Şûra: 23.
[71] En’âm: 52.
[72] Kehf: 28.
[73] A'râf: 188.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/112-114.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/114.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/114.
[77] Yûnus: 71.
[78] Meryem: 59.
Yunus: 41. Prof. Dr.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/114-115.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/115-116.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/116-117.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/117.
[82] Kamer: 11-13.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/117-118.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/118-120.
[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/120.
[86] Kasas: 56.
[87] Kamer: 11-16.
[88] Mâide: 50.
[89] Mümtahine: 50.
[90] Tür: 21.
[91] Meryem: 59.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/120-123.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/123-125.
[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/125.
[95] A'raf: 69.
[96] Şuara: 128-133.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/125-127.
[98] Kamer: 19-20.
[99] Hakka: 7-8.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/127.
[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/127-129.
[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/129.
[103] Mü'min: 19.
[104] Kamer: 27-28.
[105] Şuarâ: 190.
[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/129-131.
[107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/131-132.
[108] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/132.
[109] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/132-133.
[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/134-135.
[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/135..
[112] Ankebût: 29.
[113] Kamer: 38.
[114] Zariyât: 35-36.
[115] Hicr: 65.
[116] Hicr: 73.
[117] Hûd: 81.
[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/135-137.
[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/137-139..
[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/139-140.
[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/140.
[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/141-142..
[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/142.
[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/142-143..
[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/143.
[126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/143-144.
[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/144-145.
[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/145.
[129] Rum: 9.
[130] Hûd: 65.
[131] Hûd: 81.
[132] Nebe’: 38.
[133] Tâ-hâ: 108-109.
[134] İbrahim: 48.
[135] A'raf: 188.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/145-148.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/148-149.
[138] Şûrâ: 14.
[139] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/149-150.
[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150.
[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150.
[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150.
[143] Nisa: 59.
[144] Yunus: 89.
[145] Fussilet: 30.
[146] Rum: 17-18.
[147] İsrâ: 78.
[148] Bakara: 153.
[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150-153.
[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/153-154.
[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/154.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/154-155.
[153] Isrâ: 16.
[154] Kasas: 56.
[155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/155-156.
[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/157.
[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/157-158.