HÛD SURESİ 2

Dinin Genel Esasları 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Allah'ın İlim Ve Kudretinin Eksiksizliğine Rağmen Kafirlerin Davranışları 3

Bazı Kelimeler: 3

Açıklama: 4

İnsanın Yapısı Ve Dinin Bu Yapıyı Eğitmesi: 5

Bazı Kelimeler: 5

Açıklama: 5

Hz. Peygamberin Moralinin Yükseltilmesi Ve Müşriklere Kur'an İle Meydan Okuması 6

Bazı Kelimeler: 6

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7

Dünyâyı Ahirete Tercih Eden. 8

Bazı Kelimeler: 8

Açıklama: 8

Ahirete İnananlar. 8

Bazı Kelimeler: 9

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 9

Açıklama: 9

Kafirlerle Mü'minler'in Yaptıkları İşler Ve Bunların Karşılığı 9

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 10

Hz. Nuh'un Kıssası: 11

Bazı Kelimeler: 12

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 12

Açıklama: 12

İşin Kızışması Ve Azabın Çabuklaştırılmasını İstemeleri 13

Bazı Kelimeler: 14

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 14

Açıklama: 14

Hz. Nuh'un, Kavminden Ümît Kesmesi Ve Gemiyi Yapması 14

Bazı Kelimeler: 15

Açıklama: 15

Kavmin Sonu Ve Nuh'un, Oğlu İçin Şefaati: 15

Bazı Kelimeler: 16

Açıklama: 16

Hz. Hud'un Kıssası 17

Bazı Kelimeler: 18

Açıklama: 18

Hz. Salih'in Kıssası 19

Bazı Kelimeler: 19

Açıklama: 19

Hz, İbrahim'in Kıssası Ve Müjdesi 20

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 21

Hz. Lut'un Kavmiyle Olan Kıssası 21

Bazı Kelimeler: 21

Açıklama: 22

Hz. Şuayb'ın Kıssası 22

Bazı Kelimeler: 23

Açıklama: 23

Durumun Sertleşmesi Ve Azabın İnişi: 24

Musa İle Firavun Arasında Geçenler. 24

Bazı Kelimeler: 25

Açıklama: 25

Kıssalarda Anlatılan Cezalardan Alınacak Öğütler. 25

Bazı Kelimeler: 25

Açıklama: 25

Uyarma Ve Sebat Verme: 27

Açıklama: 27

Bu   Sûrenin,   Buraya   Kadarki   Kısmının   Neticesi 27

Bazı Kelimeler: 28

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 28

Açıklama: 28

Geçmiş Ümmetlerin Helaklerinin Genel Sebebi 29

Bazı Kelimeler: 29

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 30

Açıklama: 30

Surenin Sonu: 31

Açıklama: 31


HÛD SURESİ

 

Sahih kavle göre Mekkîdir. 123 ayettir. Yunus sûresinden sonra nazil ol­muştur. Onun manâsmdadır. Onun konusunu işlemektedir. Onda kısaca an­latılanlar, burada genişçe ele alınmıştır. Her ikisi de akaid esaslarını, Kur­an'in 1'cazını, Ölüm sonrası dirilişi, ceza, sevap ve ikâbı, bunun yanısıra bazı Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılı olarak anlatmaktadırlar. İki sûre arasm-da münasebet olduğu açıkça görülmektedir.

Tirmizi, îbn Abbas (R.A.),m şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir (R.A.) dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, ihtiyarlamışsın! Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hûd, Vakıa, Mürselât, Amme Yetesâelûne Ve Ize'ş-Şemsû Küvviret (sûrele­ri) Beni ihtiyarlattı."

Bunda bir gariplik yok. Bu sure okunduğunda; Ailah'ın,ruh!an dehşete düşürecek ve kalbleri titretip baştaki saçları ağartacak şiddette olan hakimi­yetini, gücünü, kuvvetini, günahkarları kıskıvrak' yâkalayıverişini açıkla­yan şeyler ortaya çıkar. Özellikle geçmiş ümmetlerin haberleri ve bu dünyada uğratıldıkları ilâhî azaba ilişkin açıklamalar okunurken bu dehşetli manza­ralarla karşılaşırız.

Peygamber (s.a.v.) efendimizi, bu surede geçen, "Emr olunduğun gibi doğru ol" mealindeki 112. ayetin ihtiyarlatmış olduğu, bazı rivayetler arasın­dadır. [1]

 

Dinin Genel Esasları

 

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla.

1-2-3- Elif, Lam, . Bu kitab, hakîm ve haberdar olan Allah tarafın­dan, Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye, ayetleri kesin kılınmış, son­ra da uzun uzadıya açıklanmış bir kitab'dır. Ben size, O'nun tarafından gön­derilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim. Rabbinizden mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığım versin. Eğer yüz çevirirseniz; o zaman ben doğrusu, hak­kınızda büyük günün azabından korkarım.

4- Dönüşünüz ancak Allah'adır. O her şeye kadir'dir. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Elif, Lâm, şeklinde okunur. Bakara suresinin başında an­lattığımız gibi bu harfler hakkında alimler arasında görüş ayrılığı vardır. So­nuç olarak demiştik ki; bu harfler yüce Allah'ın sırlarmdandır. Bunların ne anlam ifade ettiklerini en iyi bilen O'dur. Kur'an-ı Kerim'de açık anlamlı muh­kem ayetler ve anlamını en iyi bilenin ancak Allah olduğu, müteşabih ayetler vardır. İkinci görüşe göre bu harfler, inkarcılara meydan okuyup onları sus­turmak için veya kendisinden sonra gelecek olan ifadelerin açılışını yapmak, insanları o ifadelere karşı uyarmak İçin kullanılmıştır. Dikkat edilmesi gere­ken hususlardan biri de şu ki, Bakara ve Âl-i İmrân sureleri dışında bu harf­lerle başlayan sûrelerin Mekkî olduklarıdır. Bu sûreler; tevhidi, ölüm sonrası dirilişi ispatlamakta, Kur'an'ı Kerim'den ve onun i'câzmdan söz etmektedir ki, peygamber (s.a.v.) efendimiz, Mekke müşriklerine hep bunlarla seslenir­di. Yine dikkat çekici bir husustur ki; bu sûrelerde çoğunlukla Mekkelilerce adlan duyulmuş ama haberleri bilinmeyen peygamberlerin kıssaları anlatılmakta­dır.

Bu harfler, bazen bağımsız bir ayet, bazen de bir ayetin bir bölümü olurlar. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "Size ilimden pek az bîr şey verilmiş­tir"[3].

 

Açıklama:

 

Bu kitabın, yani Kur'an'ın şanı o kadar yücedir ki,

"Ne önünden, ne de ardından ona batıl gelmez. (Onun içine asılsız söz girmez.) Hikmet sahibi, çok övülen (Allah)dan indirilmiştir'[4]

Bu; anlam açıklığı, ifade belagatı ve etki kuvveti ile ayetleri sağlamlaştı­rılmış bir kitabdır. İçinde şek ve şüphe yoktur. Sarsılmaz bir bina, müstah­kem, geçit vermez bir kale gibidir. Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra bölümle­re ayrılarak düzenlenmiş, birbiriyle bağlantılı sûreler ve mütenasib ayetler ha­linde tertiplenmiştir. Kur'an'ın her sûresi, benzeri görülmemiş birer mucize­dir. Beyan ve belagat semasındaki birer mucizedir. Beyan ve belagat semasın­daki yüksek birer edebi parçadır. Kur'an-ı Kerim, altın veya inci gerdanlıkla­rın, araya konulan gümüş tanelerle kısımlara ayrılışı gibi, bölümlere ayrılmış­tır. Bir sûrede akaid, ahkâm, kıssa, öğüt, edep, toplumsal kurallar, ilim, ma­rifetler ve diğer şeylerden söz edilir.

Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra tam hikmet sahibi ve her şeyden haber­dar olan Allah tarafından güzelce açıklanmıştır. "Sonra güzelce açıklanmıştır" derken "sonra" manasındaki "sümme" harfinin kullanılma­sıyla, ayetleri açıklama mertebesinin, onları sağlamlaştırma mertebesinden daha üstün olduğuna işaret edilmiştir. Kur'an-ı Kerim, olgunluk ve ululuğun doruk  noktalarım kendinde birleştirmiştir.

Sadece Allah'a tapasınız ve hiçbir şeyi O'na"ortak koşmayasmız diye Kur1 ah ve ayetleri bu şekilde sağlamlaştırıhp açıklanmıştır. Bundan sonra anlatı­lacak olan kıssalarda da görülebileceği gibi, her peygamberin en önemli amacı, görevi ve İmanm.da ilk esası budur.

Denildi ki; Resulullah (s.a.v.), insanlara şunu söylemekle emrolundu: Rabbiniz, sadece Allah'a tapmanızı emretti. Ben O yüce Zat'ıh size gönder­diği bir elçiyim. Küfürde, şirkte ve isyanda ısrar edenleri, şiddetli bir azapla korkutuyorum, iman edip doğru yolda bulunanları da, mutluluk ve ebedi olan bol nimetlerle müjdeliyorum. Rabbinİzden bağışlanma dileyin.

Şirkten, küfürden, günahtan ötürü, Allah'tan sizi bağışlamasını dileyin, sonra da bu yaptıklarınızdan dolayı pişman olmuş, artık geriye dönmeme ka­ran vermiş, bozduklarını düzeltmiş, iyi işler yapmış olarak tevbe edip Allah'a yönelin. "Ancak tevbe edip inanan ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onla-rm kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir "[5]

Ey kardeşim, ayet-i kerimeye dikkatle baktığında göreceksin ki; istiğfar (bağışlama dileği) ile tevbe bir arada söylenmiş, "tevbe edesiniz" sözü ise, sonra manasını ifade eden "sümme" harfi ile "Bağışlanma dileyesiniz" cüm­lesine atfedilmiştir. Bütün bunlar, söz ile amelin birbirinden ayrı şeyler ol­duklarını ve amel (tevbe) mertebesinin, istiğfar mertebesinden çok daha üs­tün olduğunu ifade etmektedir.

Pekî bunun karşılığı nedir?! Allah'tan bağışlanma dileğinde bulunduk­tan sonra tevbe edip iyi İşler yapanlara verilecek karşılık şudur: Böyle davra­nırsanız Allah size helal rızık vererek, dünyada saadet ve refah içinde peşpeşe gelen nimetlerle konforlu bir geçim bahşederek, mukadder eceliniz gelin­ceye kadar sizi güzelce yaşatacaktır. Bu, dünyadaki mükafatmızdır. ahirette ise, faydalı ilim ve amel gibi her lütuf sahibine, lutfunun karşılığı olan müka­fatı kesintisiz ve eksiksiz olarak verecektir.

Allah seni başarılı kılsın ey kardeşim, ayet-i kerimedeki "sizi yaşatsın" füli ile && J-* <P Jf °Jij "Her lütuf sahibine lütuf (ve kereme)İni versin" cümlesine dikkatle bak. Dünya mükafatı olan yaşatma fiili çoğul olarak kul­lanılmış, ve belli bir zamanla sınırlandırılmıştır. Ahiret mükafatından bahse­den "Her lütuf sahibine..." cümlerinde meful, tekil olarak kullanılmış ve bu mükafat, bir zamanla sııurlandırılmamiştır. Bununla da dünya nimetinin her ferd için değil, bütün İnsanlar için olduğuna; ahiret mükafatının ise her ferde kendi ölçüsüne göre verileceğine işaret edilmiştir.

Buna göre ayet-i kerime, şöyle manalandırılmalıdir:

Ey Muhammed ümmetinden olup ta bu söze mutiatab olanlar! Şirkten ve günahtan uzak durur, yalnızca Rabbinize tapıp bütün günahlarınız için bağışlanma diler ve tevbe ederseniz sizi güzelce yaşatır. Bu güzel yaşantı sa­yesinde, dünyadaki ümmetlerin nimet, kuvvet, üstünlük ve devlet bakımın­dan en iyileri olursunuz. Ahirette Allah her lütuf ve amel sahibine mükafatı­nı eksiksiz olarak verecektir. "Her can, kazandığı ile (Allah katında) rehin alınmıştır"[6]

Eğer Hakka davetden yüz çevirirseniz; son derece korkunç ve çok tehli­keli bir günün, kıyamet gününün azabına uğramanızdan korkarım. "Onu gör­düğünüz gün, her emziren, emzirdiğinden geçer; her gebe yükünü bırakır; insanları sarhoş görürsün. Oysa sarhoş değillerdir. Ama Allah'ın azabı şid­detlidir"[7]

Ayette (Bu süreninin üçüncü ayetinde) geçen "gün" kelimesi ile, diğer peygamberlerin kavimlerinin başlarına geldiği gibi, bizim de başımıza gelen musibetler kasdedilmiştir. Ahiret gününe gelince, ona da şu kavl-i ilâhi ile işaret edilmiştir. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Bütün yaptıklarını­zın karşılığım verecek olan da O'dur. O'nun gücü her şeye yeter. [8]

 

Allah'ın İlim Ve Kudretinin Eksiksizliğine Rağmen Kafirlerin Davranışları

 

5- Bilin ki, onlar Kur'an okurken gizlenmek için iki büklüm olurlar. Bilin ki, elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açı­ğa vurduklarını bilir. Çünkü O, kalblerde olanı bilendir.

6- Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkı ancak Allah'a aittir. O; canlıları,   babaların sulbünde   kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaş­makta iken de bilir. Hcrşcy apaçık bir Kitab'dadir.

7- Arş'ı su üzerinde iken, hangimizin ekilin güzel iş işleyeceğini ortaya koymak İçin, gökleri ve yeri altı günde yaratan O 'dar. Ey Muhammedi And olsun ki, "Siz gerçekten, ölümden sonru ditileceksiniz" desen, inkâr edenler; Bu, apaçık bîr sihirden başka bir şey değildir" derler. [9]

 

Bazı Kelimeler:

 

Elbiseyi katlayıp bükmek. Bir şeyi gizlemek için çevirmek, kat­lamak, eğip-bükmek.

Büyüklenerek omuz çevirip yan dönmek, ayette bu ke­lime ile kastedilen mana şudur: Göğüslerinde gizli bulunan kin ve kıskançlı­ğın üzerine göğüslerini katlayıp yüzçevirdiler.

Gizlenmek, ve kimse tarafından görünmemek için. Bedenlerinin her tarafını elbi­seleriyle örterler.Yeryüzünde kartn üzeri sürünen, iki veya daha çok sayıdaki ayakları üzerinde yürüyen her çeşit hayvan.

Dabbe kelimesinin at, eşek veya katır için kullanılması örfidir.Gıdası. [10]

 

Açıklama:

 

İyi bilin ki, müşrikler, Allah'a çağrıyı ve Peygamberlerin yaptıkları uya­nlarla müjdeleri işittiklerinde ve Hz. Peygamberin Kur'an okuyuşunu gizlice dinlediklerinde kendilerini kimse görmesin diye göğüslerini büküp arkalarını dönerler. Üzerlerinde kin ve çekememezlik belirtileri görürsün. Dehşetten yürekleri hoplatan, üzerlerinde yıldırım gibi veya ondan daha şiddetli etkiler meydana getiren ayetlerle delillerin meydana gelişi esnasında îslamdan hoş­lanmaz, nefret ederler.

İyi bilin ki onlar, kendi kendileriyle başbaşa kalıp elbiselerine, vücutla-nnın her tarafım kapatacak şekilde büründüklerinde, cahilliklerinden dola­yı, Allah'ın kendilerini görmeyeceğini zannederler. "(Kötü fiillerini) insan­lardan gizliyorlar da Allah'tan gizlemiyorlar. Oysa ki O, onlarla beraber­dir"[11] İyi bilin ki, Allah gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir. Allah, onların içlerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarım hep bilir. O. göğüslerdeki şeyleri bilir.

Allah; rahmet, kerem, kudret ve ilmi gereğince, yeryüzünde veya deniz dibinde veya kaya tabakaları arasında veya göklerde uçan herşeyin nzık ve geçi­mini zatına vacip kıldı. Rızkını ne şekilde elde edeceğini her hayvana, huy ve karakterine uygun olarak öğretti. "Rabbimiz her şeye yaratılışım (varlığını ve bi-. çimini) verip sonra onu doğru yola iletendir"[12]. Her hayvana, araştırıp çalış­tıktan sonra ulaşabileceği hazır rızkım elde etmesinin yolunu gösterdi.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, her canlının yerleştiği ve ema­net bırakıldığı yeri, yani rahim veya yerin altı gibi, emanet bırakıldığı yeri bilir. Rizık, istikrar, değiştirme ve geçici olarak bir yere bırakma gibi, saydı­ğımız bütün bu hususlar; Allah'ın kaza ve kaderini içinde yazmış olduğu, bilinen ve apaçık olan bir kitapta sabit ve yazılıdır. "Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır"[13]

"Gökleri ve yeri altı günde yaratan O 'dur". Fussilet sûresinin 9. ve 10. ayetlerinde de açıklandığı gibi; iki günde yeri, iki günde, yaratıkların nzıklan- ve buna bağlı şeyleri, iki günde de gökleri yaratmıştır. Ayet-i kerimede ge­çen "gün" lerden kasıt, süresini ancak yüce Allah'ın bilebileceği zamanlar­dır. Yedi kat göğü ve yeri altı günde yaratmış, göklerle yerin yaratılmasından önce, Arş'ı sular üzerinde imiş. Arş'tan maksat; Allah'ın tasarrufu ve mülkü veya maddi olan diğer herşeydir. Kibatındaki manayı en iyi bilen, Allah'tır. "Kitabının) bazı ayetleri muhkemdir (açık anlamlıdır). Bunlar kitabın anası-dır.. Diğerleri de birbirine benzer (çeşitli anlamlar taşıyanlardır"[14]

Yüce Allah buyuruyor: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. (Bunları yaratırken) Arş'ı su üzerindeydi".

Aslında ben şunu demek İstiyorum: Kur'an-ı Kerim, bilimsel kuralları ve teorileri açıklayan bilimsel bîr kitap olarak gelmiş değildi-, O sadece, üm­meti, hatta bütün âlemi, yasama, hüküm, yönetim, davranış, hukuk, ekono­mik ve sosyal siyaset alanında tedavi etmek, dertlere deva olmak için gelmiştir.

Bu nedenledir ki, bilimsel ince teorileri Kur'an'dan çıkarmaya çalışan ve Kur'an kelimelerini hiç de ifade etmediği anlamlan çıkarmak için zorlamaya çabalayan kimse, duygusal bir araştırmacı olmaktan öteye gidememektedir. ama görünürde çatışsa da Kur'an-ı Kerim, bu bilimsel teorilerle çatışmamak-tadır. Şu halde nefsimize başvurup düşünmeli, bilimsel teorilere ilişkin anla­yış ve tatbikatımızı yenilemeliyiz. Bu teoriler, araştırma ve düşünmeye elve­rişlidirler. Bazan değiştirebilir veya ortaya atmış olanlar tarafından tamamen terkedilebilİrler. Sonuçta bir çelişki de görmeyiz. Şu halde "O'nun Arş'ı su Üzerindeydi" ayetinin anlamını kavramamız mümkün olacaktır. Halef ule­masına göre Arş: Allah'ın, tasarrufu, mülkü, emir ve hükmüdür Selef uİe-masına göre ise Arş, Arş'tir. Bunula ilgili bir yorum yapılamaz. Arş'ın ger­çekten ne olduğunu ancak Allah bilir.

Göklerin ve yerin yaratılmasından önceki suya gelince bu, Fusilet sûre­sinin 9. 10. ayetlerinde anlatılan dumandır, gaz bulutudur ki, bu da nebula teorisine,bilimsel oluşum teorisine uymaktadır. Bu anlatılanların hepsi şu ayet­teki Kur'anî teoriye muvafıktır: "İnkar edenler görmediler mi ki göklerleyer bitişik idi, biz onları ayırdık"[15]. Bu konuda yapılan bilimsel araştırmaları şöyle özetleyebiliriz. Gezegenlerle yıldızların oluşumundan önce uzay, nebu­la denen, dumana benzer, küçücük incecik zerrelerle dopdoluydu. Nebula yığını içindeki bu zerrelerden her biri , atomda bulunan kendi etrafında dönme ve çekim gibi iki özelliğe sahipti. Çekim ve kendi etrafında dönme nedeniyle bu zerreler bir araya gelip yığılmaya başladı. Bu yığılım sonunda ısı, alev ve ışığı meydana getiren bir elektriklenme oldu. Isı, işjk ve alev gibi unsurlar güneşi diğer gezegenlerden ayıran niteliklerdir. Bu elektriklenme ve ısı sonucunda güneş kursu gevşedi. Şiddetli sıcaklığı ve kendi ekseni üzerinde hızla dönüşü sonucunda güneşten bazı parçalar koptu. Üzerinde yaşamakta olduğumuz dünya böylece meydana gelmiş oldu. Işınlar dolayısıyla sıcak olan dünya, yavaş yavaş ısısını kaybetmeye ve soğumaya başladı. Karalarla denizler meydana ge­lince de yerkürenin üzerinde yaşama imkânı doğdu. Ama yerin altı ve iç ta­rafı sıcak kalmakta devam etti. Depremlerle yanardağlar da bunu gösteriyor. Güneşten kopan gezegenlerle yıldızların tümüde, nebula zerreciklerinin Özellikleri vardır. Örneğin yerküremiz kendi ekseni üzerinde dönmekte ve çe­kim kuvvetine sahip bulunmaktadır. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "Hep­si bîr felekte (yörüngede) yüzmektedirler "[16]. Kur'an ayetieriyle uyum sağ­layan bilimsel gerçekleri şöylece sıralayabiliriz.

1- Göklerle yerin yaratılmasından önce suya ve dumana benzer zerre­cikler vardı. Kâinatın aslı, bu zerreciklerdi.

2- Göklerle yer ve içindekiler, tek parça halindeydiler. Yukarıda anla­tıldığı şekilde, Allah bunları birbirinden ayırdı. Aralarına, yeryüzünün haya­ta elverişli hale gelecek kadar ısısını kaybetmesinde etkili rolü olan havayı koydu. Hareket ve intikal halinde hızlı rüzgarlar biçimindeki bu hava, yağ­murların yağmasına ve denizlerle nehirlerin oluşmasına neden oldu. Su, canlı olan herşeyin esasıdır. Allah göğü yağmur ile, yeri de bitki ile ayırmıştır. "Gök­lerde yer bitişik idi. Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık”[17]

3- Adına sema (gök) denilen elle tutular, maddi bir cisim yoktur. Ak-sinek gök, mahiyetini ancak Allah'ın bildiği sonsuz olan uzaydır. İçinde ge­zegenlerle yıldızları bulundurur. Denebilir ki, yedi kat gök, birbirlerine çeşit­li felek ve sınırlı yörüngelerle irtîbatlanan, evrenin belirli bir tarafını işgal eden yıldız kümelerinden ibarettir. Bu yıl diz kümelerini Cenab-ı Allah birbi­ri üzerinde tabakalar halinde yaratmıştır.

Kur'an ayetleri zahiren her ne kadar göğün cisim olduğunu gösteriyorsa da ilmin görüş ve nazariyesi yukarıda işaret ettiğimiz gibidir. Esasında Kur-an'a ters düşmemektedir.! Önce söylediğimiz gibi gayble ilgili konularda Kur'an-ı Kerim'in söylediklerini olduğu gibi kabul etmek mecburiyetindeyiz.. Evrenin ve içindeki varlıkların oluşumunu ince bir araştırmaya tabi tutmak dinin ilgi alanına girmez. "İşte O kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiîer İçin yol göstericidir. Onlar ki gaybe inanırlar"[18]

Müslüman, dini konularda Kur'an nassmm ötesinde geçmemelidir. Ama ilmi konularda derin araştırmalarda bulunmak islerse, araştırsın, sonuçla Kur-an nazarİyesiyle aynı noktada buluşacaktır.

Sonra yüce Allah, göklerin ve yerin bu şaşırtıcı yaratılışını şu gerekçeye bağlıyor: "Ey insanlar! Sizi denemek ve hanginizin daha güzel işler yapaca­ğını meydana çıkarmak için, göklerle yeri bu şeklide yarattık." Cenab-ı Al­lah dünyadaki herşeyi bizim için yaratmış, bizim emrimize vermiştir. Her iki yolu bize göstermiştir ki, nimetlere kimin şürkanla, kimin de nankörlükle kar­şılık vereceğini ortaya çıkarabilsin ve iyilik yapanlara iyilikle ve hatta daha fazlasıyla karşılık versin. Kötülük yapanlara da yaptıkları kadarıyla ceza versin.

Ey Muhammedi Şu kâfirlere: "Öldükten sonra diriltileceksiniz!" der­sen, delili delille karşılaştırmaktan aciz kaldıktan sonra; "Bu apaçık bir bü­yüden başka bİrşey değildir" diyeceklerdir. İşte bu, acizlerin delilidir. [19]

 

İnsanın Yapısı Ve Dinin Bu Yapıyı Eğitmesi:

 

8- And oîsun ki, onların azabını sayılı bîr süreye kadar ettelesek, "Onu alıkoyan nedir?" derler. Bilin ki, onlara azab geldiği gün, artık geri çevril­mez; alaya aldıkları şey onları mahvedecektir.

9- And olsun kî, İnsana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak o şüphesiz umutuz bir nanköre döner.

10- Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattınrsak "Musibet­ler başımdan gitti" der; doğrusu o, şımanp böbürlenen biridir.

11- Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimselere, işte onlara magrifet ve büyük ecir vardır. [20]

 

Bazı Kelimeler:

 

Burada sayılı gün ve belirli zaman demektir.

Aslında homojen bir toplum veya aynı zamanda, bir arada yaşayan bir toplum demektir. Din ve millet anlamında da kullanılır, örnek bir hayır işi yapan adam anlamına da gelir. Nimet.

Zarar, hastalık ve elem. [21]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, peygamberini hidayet ve hak din ile, uyarıcı ve müjdeci olarak göndermiş, o da, kavmine: "Elbette ben sîzin için büyük günün aza­bından korkarım" demiş; ama kavmi kendisi ve tehdidleri ile alay etmiş, İn­kar edip hafife alarak, tehdid olundukları azabın çabuklaştırılarak tez elden başlarına gelmesini istemişlerdi. Cenab-ı Allah, onlar hakkında anlam ola­rak şöyle buyurmuştu; "Vallahi azabı onlardan, bizce bilinen belli bir zama­na kadar ertelersek, her vade için yazılı bir süre olmasını gerektiren taktir ve düzenimizde sınırlı olan belli bir zamana kadar ertelersek, mutlaka: Bu azabın gelmesine engel olan nedir?! diyeceklerdir. Aslında onlar, azabın geli­şini erteleyen engelin ne olduğunu sormuyor, bilakis azabın geleceğini inkar ediyor ve kendilerinden savıldiğını iddia ediyorlardı. İyi bilin ki o (azap) baş­larına geldiği gün, bir daha onlardan geri çevrilmez ve ertelenmez. "Rabbinin azabı mutlaka vukubuiacaktır. O'na engel olacak birşey yoktur"[22]. "Alay ettikleri ve "tez elden gelsin" dedikleri azap, günün birinde onları her taraftan kuşatacak, kendilerinden geri çevrilmeyecek ve kendileri de kurtula­mayacaklardır.

Cenab-ı Allah, "Hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için,.."[23] demekle, insanın Allah tarafında sınavdan geçiriliş durumunu açık­lamış olmaktadır.

İnsana kendi katımızdan bir rahmet taddınp sağlık, afiyet, bol rızık ve güvenlik gibi nimetler verdikten sonra; yasamıza uygun olarak meydana ge­len hastalık, fitne, ölüm veya musibet gibi nedenlerle bu nimeti elinden çekip alsak, hemen şiddetli bir umutsuzluğa düşer. Rabbinin rahmetinden umudu­nu keser. Bu nimetlerin kendisine tekrar gelmesini artık ümid etmez. Elinde kalmış olan nimetlere karşı da nankörlük eder. Çünkü İnsan her ne kadar bir musibete uğrayıp bazı nimetlerden yoksun kalırsa da, elinde, kaybettiğin­den başka nimetler mutlaka vardır. "Eğer Allah'ın nimetini saymak İsterseniz     sayamazsınız"[24],  İnsan, işte böyledir.. Sabretmez, şükretmez.

Andolsun, biz ona isabet etmiş bir zarardan sonra nimet taddırırsak, mut­laka: Üzerimdeki musibetler gitti ve artık kesinlikle zarara uğramayacağım, bu nimetlerde sadece bendeki bilgi sayedesinde elime geçti, diyecektir. Doğ­rusu İnsan; şımarık, çok sevinçli, övüngen, başkalarına üstünlük taslayan, nimete bol şükürle karşılık vermeyen bir varlıktır.

Ayet-i kerimede geçen ve lezzeti, imrenmeyi İfade eden "Taddırdık" fiili ile nimete karşı aşırı ilgi ye tutkunluk ifade eden "Onu elinden çekip aldık'* fiiline dikkatle bakın. Sonra da nimet ifade eden  ile zarar ve musibet ifade eden kelimelerindeki inceliğe bakm. Mess (dokunma) zararın en hafif şekilde dokunmasını ifa­de eder. Bu hafif dokunmayla bile insan ümitsizliğe düşer. Her insanın fıtratında ve yaratılışında bulunan huyu ve tabiatı işte budur. Ancak sabre­dip iyi işler yapanlar hariç. Bununla da Öğrenmiş oluyoruz ki, insanda; Al­lah'ın rahmetinden umut kesme, nimetine karşı nankörlük etme, şımarıklığa varacak derecede sevinme, övünme, büyüklenme gibi maddi huylar vardır. Bunlar tehlikeli ve öldürücü hastalıklardır. İlacı da iman kuvvetinden doğan sabır ve teselli, Allah'ın kaza ve kaderine razı olmak, iyilik ve hayır gibi ya­rarlı ve salih ameller işlemek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. ina­nıp iyi davranışlarda bulunan bu sabırlı kimseler için Allah tarafından veri­lecek bol sevap ve büyük mükafat vardık ki, bu sevap ve mükafatın mahiye­tini ancak yüce Allah bilir. "Asra andolsunki, insan ziyandadır. Ancak ina­nıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyandan kurtulmuşlardır)"[25]

 

Hz. Peygamberin Moralinin Yükseltilmesi Ve Müşriklere Kur'an İle Meydan Okuması

 

12- Putperestlerin: "Ona bir hazine İndirilmeli veya yanında bir me­lek gelmeli değil miydi?" demelerinden senin Ey Muhammedi Kalbin dara­lır ve belki de sana vahyolunanm bir kısmım terkedecek olursun. Sen ancak bir uyarıcısın, Allah her şeye vekildir.

13- Senin için: "Onu uydurdu " diyorlar, öyle mi? De ki: Öyleyse onun surelerine benzer uydurma on sure meydana getirin, iddianızda samimi ise­niz. Allah'tan başka çağirabileceklerinizi de çağırın."

14- Söylediğinizi yapamazlarsa, bilin ki O, ancak Allah 'm ilmiyle in­dirilmiştir. O'ndan başka tanrı yoktur, artık müsliimansmız değil mi? [26]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sevilen bir şeyi ümid edip beklemek için kullanılır. "Belki korunursunuz" ayetinde olduğu gibi, kişiyi bir şeye hazırlama manasında kul­lanılır. "Ola ki öğüt alır veya korkar"[27] ayetinde olduğu gibi illet (gerekçe) ifade eder. Burada olduğu gibi istifhamı inkan için de gelir.

Buna göre ayetin manası: Ey Muhammedi Sana vahyolunanm bazısını terk etme veya (terk et­mezsin).

Göğüs darlığı, yani elem ve sıkıntı. Yer altında sak­lanan mal. Ayette ise bu kelimeyle, emeksiz elde edilen mal kastedilmiştir. [28]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Sûrenin başından buraya kadar hep Kur'an-ı Kerim'den, insanların ona karşı tutumlarından, ResuluJlah (s.a.v.)'in bu nedenle insanlardan çektiği sı­kıntılardan, elem ve kederlerden, buna bağlı olarak vahyi ispat edici meydan okuyuştan söz edildi. [29]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber! Tevhidin emredilmesi, şirkin yasaklanması, müşriklerin uyanlıp tehdid edilmeleri gibi, duymaları müşriklere ağır gelen, sana vahye-diSmiş şeylerin bazısını bırakacak mısın? Sana indirilen her şeyi onlara tebliğ etmekten elem ve sıkıntı mı duyuyorsun?!

Bu sorudan kasıt, sormak değil de yasaklamaktır. Yani onların: "Kendisini ticaret ve kazanca muhtaç bırakmayacak bir hazine ona indirilmeli de­ğil miydi?" demelerine kızarak, vahyin bazısını onlara tebliğ etmekten vaz­geçme!

Bu ayet, Hz. Peygamberin doğruluğunu gösteren bir delildir.

Yine onların: "Davasını teyid edecek bit melek gökten inerek onun be­raberinde bulunmalı değil miydi?" demelerine kızarak, vahyin bazısını on-iara tebliğ etmekten vazgeçme!

Dediler: "Bu peygambere ne oluyor ki, yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi?

Yahut kendisine (gökten) bir hazine atılması, yahut kendisinin bir bah­çesi olmalı ondan (hiç zahmet ve meşakkat çekmeden yemeli değil mi"[30]

Peygamber (s.a.v.) efendimiz, iman etmeleri için aşırı derecede gayret gösterdiği halde müşriklerin inad, inkar ve yüz çevirmeleri bu sonucu doğu­ruyordu. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, korumuş olmasaydı, Pey­gamber efendimiz onlara azıcık meyledecekti. "Eğer biz seni sağlamlaştır-mamış olsaydık, onlara bîr parça meyledecektin"[31]

Ey okuyucu! Benimle birlikte sen de şu ayeti oku: "Ey elçi! Rabbinden sana indirileni duyur; Eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yapmamış olursun"[32]

Onların konuşmalarına ve bu gibi şeyleri senden istemelerine aldırma. Sen, sadece sana indirilenleri tebliğ eden bir uyarıcısın. İnsanlar hoşlansalâr da hoşlanmasalar dasenîn bundan öteye bir sorumluluğun yoktur. Allah her şeye vekildir. O, kullarının işlerini idare eder, onları gözetler, yaptıkları işle­rin karşılığını verir. "(Ey Muhammed), sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların Üzerinde zorlayıcı değilsin"[33], "Biz onların ne dedik­lerini biliyoruz. Sen onların üstünde bir zorlayıcı değilsin, sadece tehdidim­den korkanlara Kur'an'la Öğüt ver"[34]

Müşrikler, Kur'an'ı, Muhammed kendi yanından uydurdu, diyorlar. Hayır hayır, onların söyledikleri, yalandan başka bir şey değildir. Ey Muhammed! onlara de ki: Eğer gerçek, sizin iddia ettiğiniz gibi ise; beyan , belagat incelik, fesahat, sağlamlık, siyaset-sosyoloji, hukuk, kıssalar ve haberler bakımın­dan Kur'an'a benzer olan, kendi yanınızdan uydurduğunuz on sure.getİrİn. Evet, Allah katından gelmediğini iddia ettiğiniz bu Kur'an'a benzer on sûre de siz getirin.

Getirin diyorum. Çünkü siz dil ve edebiyat biliyorsunuz. Fesahatta arap-lann en mükemmelisiniz. Aranızda hatipler ve şairler var. Size meydan oku­yorum. Çünkü sizler Ö'nun dışında tanrılar edinerek, "melekler O'nun kızlarıdır" diyerek, putlar ve şefaatçiler edinerek saîbe, vasîle ve hami, gibi hayvanlarla' [35] diğer hayvanları ve ekinleri haram sayarak Allah'a iftira edip yalanlar uydurdunuz.

Bana gelince, ben de sizlerden bîriyim. Bundan önce size bu gibi sözler söylemiş değilim. Peygamberlikle göreviendirilmezden önce, aranızda bir Ömür boyu kalmıştım. Bİr kula iftira etmiş olmadığım tecrübeniz ile sabittir. Nasıİ olur da kulların yaratıcısı yüce Allah'a iftira ederim.

Kur'an'i uydurma (!) konusunda yardımcılarım olduğunu iddia ediyor­sanız; Allah'tan başka ortaklarınızı, şefaatçilerinizi veya hatiplerle şairleri veya Ehl-i Kitap İle haber sahiblerînİ çağırın ki, Kur'an'ın benzerini getirebilme­niz için size yardım etsinler.

"Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar"[36]

Kur'an-i Kerim bu konuyu, surelerinin bir çoğunda ele almış; bazen Kur-an'ın mislini veya ona benzer on sureyi veya bir sureyi getirmeleri için müş­riklere meydan okumuştur. Merhum şeyh Reşid Rıza, bu suredeki ayetin, "On sure getirin" dîye meydan okuyuşuna gerekçe olarak, bu ayetin onuncu sure­de yer almasını göstermiştir.

Kur'an-ı Kerim o kafirlere, benzeri olan on sureyi getirmeleri için mey­dan okumuş; fakat onlar bunu yapmaktan aciz kalmışlar, kendilerine yar­dım edecek tanrı, ortak, fesahat ve belagat sahibi edebiyatçılar bulamamış­lardı. Peygamber (s.a.v.)'e düşman olan Ehl-İ Kitaptan ve diğerlerinden de yardımcı bulamamışlardı. Bunu yapamadıkları için aleyhlerinde deli! rneydana geldi, yani hem kendileri hem de diğer inkarcılar kıyamete dek yenilgi­ye uğradılar.

Şu Kur'an'ın benzerini meydana getirmeniz İşinde size yardım etmeleri için, Allah'tan başka imdada çağırdıklarınız size olumlu cevap vermez ve,bu İşin üstesinden gelemeyeceğiniz, gün gibi ortaya çıkınca; ey insanlar iyice bi­lin ki, bu Kur'an, Allah'ın ilmi İle Muhammed (s.a.v.)'e indirilmiştir. Bu Kur­an, yüce Mevla'nın kullan için dilediği dosdoğru dini, sağlam kanunları, ek­siksiz islâm hukukunu, gerçek kıssaları açıklayan bir kitap olarak inmiştir. Kıır'tfii'ın muhtevasını; nüzulünden Önce ne Muhammccl, ne de başkalarının bilmesi mümkün değildi. "Fakat Allah, sana indirdiğini kendi bilgisiyle in-'.. dîrnıiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de (buna) şahitlik ederler. Allah'ın şahitliği de (bir şeyin gerçekliği için) kafidir"[37]

Hem bilin ki. Allah'tan başka tanrı yoktur. O'dan başka gerçek mabud ypktur. "Artık müsliiman oldunuz mu?" "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir"[38]

 

Dünyâyı Ahirete Tercih Eden

 

15- Dünya hayatını ve güzelliklerini İsteyenlere, orada işlediklerinin kar­şılığım tastamam, veririz; Onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar.

16- İşte ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur. İşledikleri şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten yapmakta oldukları da batıldır. [39]

 

Bazı Kelimeler:

 

Amellerinin karşılığını kendilerine tam olarak Öde­riz.

Habt: Yeşil bitkileri fazlaca yemelerinden dolayı bazı hayvanların ölmesi.

Burada ise; dünyayı ahirete tercih edenlerin yaptıkları iyiliklerin bozu­lup boşa gitmesi. [40]

 

Açıklama:

 

Dinleri ve ırkları ayrı olsa da, insanlar iki sınıftırlar. Bir sınıf kıyamet gününe ve ahire-t hayatına inanır. Diğer sınıf sadece dünya hayatının var ol­duğuna, yaşayıp öleceklerine, kendilerini öldürenin sadece zaman olduğu­na inanır. Ayet-i Kerimcd:. kastedilen de bu müşrikler ve diğerleridir. Önceki ayet. ve alemetlerde Kur'an'm i'cazının ayan beyan görülmesinden sonra bile iman etmeyişlerinin sebebi işte budur, "işte o kitap; kendisinde hiç şüphe yok­tur. Müttakiler İçin yol göstericidir. Onlar ki gaybe inanırlar"[41]

Kimler dünya hayatını, eşya, elbise, ev malzemesi, süs gibi dünya zine-tînİ isterse, onların dünyadaki payları sadece bu sayılan şeylerden ibaret oiur. Amellerinin karşlığını dünyada kendilerine tam olarak veririz. Onların, dün­ya hayatının sadece görünen dış yüzünü bildiklerini, çoğunlukla bol nzıklı, rahat bir yaşam sürdüklerini görürsün. Kafir oldukları için dünyadaki ka­zançlarının karşılığı (ahirette bırakılmadan dünyada) tam ve eksiksiz olarak kendilerine ödenir.

Ahirette ise onlar için sadece alevli bir ateş vardır. Çünkü onlar, ahiret için çalışmamışlardır. Çünkü onlar ahirete inanmamışlardır. Dünyadayken yap­tıkları iyi işler boşa çıkmıştır. "Yaptıkları herisin Önüne geçtik de, onu (etra­fa) saçılmış toz zerreleri haline getirdik"[42]

Yaptıkları iyilik ve hayırların bir yaran ve etkisi yoktur. Çünkü bu dav Tanışlarını Allah için yapmamışlardır. Amellerse niyetlerle kaimdirler. Bu ne­denledir ki, yaptıkları işler boşa çıkmıştır.

"Kim bu âcil (dünya) isterse, orada ona (evet) istediğimiz kimseye he­men çabucak -dilediğimiz kadar veririz; ama sonra ona cehennemi (mekân) yaparız. Kınanmış ve (rahmetinden) kovulmuş olarak oraya girer. Kim de ahi-reti ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, öylelerinin çalışmaları­nın karşılığı verilir"[43]

 

Ahirete İnananlar

 

11- Rabbinin katından bir belgesi ve onun arkasından da bir şahidi olanlar, önlerinde de Musa'nın Kitab'ı önder ve rahmet olarak bulunanlardır ki, işte onlar Kur'an'a inanırlar. Hangi topluluk onu inkar ederse yeri ateştir; senin de bundan şüphen olmasın. Doğrusu o, Rabbinden bir gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar. [44]

 

Bazı Kelimeler:

 

Rabbinden gelen hüccet ve delil. Şüphe ve tereddüt. [45]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki ayette Cenab-ı Allah, yaptıkları işlerle dünya hayatını ve dünya­nın süsünü isteyenleri anlattı. Bu ayette ise, yaptıkları işlerle ahiret hayatını isteyen ve Peygamber (s.a.v.)'e iman edenleri anlatıyor. [46]

 

Açıklama:

 

Rabbinden bir delil üzerinde bulunup O'nunla bağlantılı olan, O'na gü­venen, göğsü Allah tarafından İslama açılan ve Rabbinden taraf bir nur üzerinde bulunan kimse; sadece dünya hayatını arzulayan ve dünya için çalışan kimse gibi olur mu hiç? îkisi arasında büyük fark vardır. Peygamberlerin hepsi ka­vimlerine karşı, Rablerinden bir delil üzerinde bulunduklarım söyleyerek de­lil beyanında bulunmuşlardır: "Ben, Rabb'imden.(gelen) açık bir delil üzerindeyim"[47]. "Rabbinizden size açık bir delil ile geldim''

Peygamber (s.a.v.) efendimiz kendi nübüvveti hakkında kesin ve zaruri olan yakinî bir bilgiye sahiptir. O'na inanan her müslüman da böyledir.

Beyyinenin, Hz. Peygamberin doğruluğuna delalet eden açık anlamlı de­liller olduğu ve bunların en önemlilerinden birinin de Kur'an olduğu söy­lenmiştir.

îslâmın Allah katından gelmiş hak din olduğuna dair kalbi iman ve psi­kolojik durumun şehadetini takib eden diğer şahit Kur'an-ı Kerim'dir. Kur­an da, Islâmm Allah katından gelen gerçek bir din olduğunu ifade etmekte­dir. Açık delilin (beyyinenin) Kur'an, şahidinse Cebrail olduğu (yetlu) fiilinin de takib etmek değil, okumak manasına geldiği söylenmiştir.

Kur'an'dan önce,Israiloğullannın iman edip iyi işler yapanları için bir rahmet ve önder olarak Musa'nın kitabı vardı. O da Kur'an'i destekliyordu.

Rabbinden gelen bir delil üzerinde bulunanlar; Allah'a, Meleklerine, Ki­taplarına ve hiçbiri arasında ayrım yapmaksızın bütün peygamberlerine inanırlar.

Kavimlerden ve cemaatlerden herhangi biri, Kur'an'ı inkâr ederse, onun yeri ateştir! Bu kitap hakkında asla şüpheye kapılma. Çünkü O, Rabbinden gelen bir gerçektir. Fakat insanların çoğu ouna İnanmazlar. [48]

 

Kafirlerle Mü'minler'in Yaptıkları İşler Ve Bunların Karşılığı

 

18- Yalan söyleyerek Allah'a iftira edenden daha zalim kim vardır? İş­te bunlar Rablerine götürülürler ve şahidler: "Rablerine yalan söyleyenler bunlardır" derler. Bilin ki Allah'ın laneti haksızlık yapanlaradır.

19- Bunlar Allah'ın yolundan akkorlar ve o yolu eğriltmeğe çalışırlar; işte onlar ahireti İnkar edenlerdir.

20- Bunlar yeryüzünde Allah 'ı aciz bırakamazlar. Allah 'dan başka ken­dilerini kurtaracak dosttan da yoktur. Azab onlara kat kat verilir; İşitemezler ve göremezlerdi.

ler ve göremezlerdi.

21- İşte bunlar kendilerine yazık edenlerdir. Uydurdukları putlar da onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur.

22- Ahirette en çok kayba uğrayacaklar şüphesiz bunlardır.

23- Doğrusu, inanan ve yararlı iş yapanlar ve Rablerine boyun eğenler, işte onlar cennetliklerdir; orada temellidirler.

24- Bu iki zümrenin durum u, kör ve sağır kimse İle gören ve İşiten kimsenin durumuna benzer. Durumları hiç eşit olabilir mi? İbret almıyor mu­sunuz? [49]

 

Bazı Kelimeler:

 

Rablerine sunulacaklar, yani Rabîeri tarafından hesa­ba çekilecekler.

"Şahid"in çoğulu. Bunların, insanın amellerini, yap­tıkları işleri yazan meleklerdir,Allah'ın rahmetinden kovuimak.

Eğrilik.Elbette, mutlaka, kesinlikle. Allah'a bo­yun eğip ihiâsli oldular. [50]

 

Açıklama:

 

Vahyi ve sıfatlan konusunda yalan söyleyerek, Allah'tan başkalarını dost, ortak ve şefaatçi edinerek, Allah izin vermediği halde onların şefaat edebile­ceklerine kanaat getirerek veya Allah'ın çocuğu olduğunu iddia ederek-Allah, onların ortak koştuklarından ve. kendisine yaptıkları yakıştırmalardan yüce ve münezzehtir- Allah'a İftira eden kimseden, hem kendi nefsine hem başka­larına karşı daha zalim kim olabilir? Halktan ayırdedİlebilecek derecede kü­für ve Allah'a ortak koşmada ileri giden bu bahtsızlar, Rablerine sunulacak, Rabîeri tarafından hesaba çekilecek; Allah'ın günahsız yaratıkları olan me­lekler de bunların-aleyhine tanıklık edeceklerdir. Bazıları, Peygamberlerin ve iyi insanların da meleklerle birlikte bunların aleyhine tanıkljk ederek şöyle diyeceklerini söylemişlerdir; Kötü fiilleri dolayısıyla insanlardan ayırdedİle­bilecek olan bu bahtsızlar, Rablerine karşı yalan söyleyip iftira etmişlerdir. İyi bilin ki, AHah'm laneti, zalimlerin üzerinedir. Bunlar, her türlü usûl ve |f. yöntemi kullanarak, insanları Ailah'm yolundan çevirmişler, Allah'ın yolunu eğrilik ve İstikametsizlikle nitelemişlerdir. Haktan, adaletten ve kerametten  saptırarak Allah'ın yolunu eğriltmek istemişlerdir. Oysa kendileri ahireti ta­nımaz, ölüm sonrası dirilişe, hesap ve cezaya inanmazlar. Ayct-i Kerîmede onlar zamiri, tekid için İki defa söylenmiştir.

Onlar, dünyada Allah'ı aciz bırakacak değillerdir. Nihayet onları yere ba-tırıp yok ederek cezalandıracak ve azaba uğratacaktır. Nitekim bunu başka­larına da uygulamıştır. Göklerin ve yerin mülküne sahip olan, gücü herşeye yeten Allah'ı nasıl aciz bırakabilirler? Oysa Allah'tan başka kendilerine yar­dım edecek ve üzerlerine inen ilâhi azabtan kendilerini koruyacak bir yar­dımcıları yoktur. Aksine ilahi hikmet, onların azablarını, gözlerin dehşetten donup kalacağı bir güne (kıyamet gününe) ertelemeyi uygun görmüştür. O günde Allah, dünyanınkine nispetle kendilerine iki kat azab verecektir. Çün­kü onlar, hakkı kabul edip, araştırma kulağıyla dinlemeye tahammül edemi­yor; hak ve hayır yolunu göremiyor, Kur'an ayetlerine ve tabiî ayetlere (muci­zeler) bakamıyorlardı. Zira batıl, onları istila etmiş, kalblerinin üzerine per­de çekmiş, hayra kabiliyetleri kalmayacak derecede ruhları bozulmuştu. Yoksa gerçekten de görmeyen ve işitmeyen kimseler değillerdi. Aslında ayetin de­mek istediği şudur: Onlar bilgi edinmek için gözlerini ve kulaklarını kullan­mıyorlardı. Aşın derecede zorba ve inatçı olduklarından dolayı; söylenen sözleri işitemiyor, ayetleri ve mucizeleri göremiyorlardı. "Onlar hem insanları on­dan (ayetlerden) menederîer, hem de kendileri ondan uzak dururlar"[51]

"İnkâr edenler dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin (okunurken) onun hakkında gürültü edin. (gürültüyü Kur'an'in sözlerine karıştırın böylece onun anlaşılmasına engel olun) belki (böylece) ona gelip gelirsiniz) "[52].

Yukarıda anlatılan niteliklerle vasıflananlar; nefislerini ziyana uğratmış, sapıklığı hidayete değiştirmişlerdir, içine düşenlerin ne öldüğü, ne de sağ ka­labildiği kızgın ateşe düşmekten daha büyük ziyan olur mu? Şüphesiz ki on­lar ahirette, dünyevi amelleri ve gayretleri boşa çıkmış olan ziyanlı kimselerdir.

Bunların tersi istikamette olanlara gelince, bunlarla ilgili olarak Cenab-i Allah şöyle buyuruyor: îman edip iyi işler yapan, Aİlah'a boyun büküp tes­lim olan, gönülleri iman ile doygunluğa erişip, kalbleri Kur'an ile yumuşayıp tiril tiril titreyenler yok mu? İşte bunlar, içinde temelli kalmak üzere cennet­liktirler.

Mü'min ile kafirin örneği; kör ile sağır, gören ile işiten kimseler gibidir. Bunlar, örnek bakımından bir olurlar mı hiç? Bu kadar büyük maddi bir fark­tan haberiniz yok mu? Yoksa siz, düşünüp ibret almıyor musunuz? [53]

 

Kur'an'da Kıssalar:

 

Kur'an'ın başta gelen amaçlarından bazıları; tevhidi, ona bağlı olarak peygamberliği, ölüm sonrası dirilişi ispatlamak, birey ve toplum açısından teş-ri'den söz etmek, geçmiş toplumların kıssalarını anlatmaktır. Geçmiş ümmet­lerin kıssaları çoğunlukla Mekki ve —bu sûrede olduğu gibi— hurufu mukattaa İle başlayan surelerde anlatılır.

Burada şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Kıssalar niçin Kur'an'da an­latıldı? Aynı kıssa için değişik üslupların kullanılmasının sırrı nedir? Bu kıs-, salar, niçin mütaaddit surelerde yer almaktadırlar?

Her dilde kıssalar, dinleyicileri ruhen etkiledikleri için, edebiyatın parlak ve göz kamaştırıcı bîr türünü oluştururlar.

Kur'an-ı Kerim'deki kıssalar, Peygamberlerin haberlerini, karşılaştıkları olayları, davetlerini' nasıl yaptıklarını, buhranları nasıl tedavi ettiklerini ve neticede ne gibi sonlarla karşı karşıya kaldıklarını bize anlatırlar. Genel an­lamda Kur'an-ı Kerim, öğretmenleri Peygamberler ve öğrencileri de toplum­lar olan ilahi bir mekteptir. Müslümanlarla müşrikler, kendilerinden önceki ümmetlerin halleriyle karşılaştıklarında, aklı olanlar düşünüp ibret alsınlar diye kıssalar Kur'an-ı Kerim'de Öğüt ve ders almak için anlatılmıştırlar. Kıs­salarda Peygamber (s.a.v.) ve ashabı için tam bir teselli vardır. Geçmiş pey­gamberlerin ve ümmetlerin haberlerini okuduklarında, takva sahibi kimsele­rin sonlarım ve inatçı kafirlerin başlarına gelen felaketleri iğrendiklerinde; mü'minler sebat ve metanet bulup azimlerini bilerler. "O halde (ey Muham-med) sen de, peygamberlerden azim (ve irade) sahiplerinin sabrettikleri gibi sabret"[54]

"Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve inananlar İçin bir öğüt ve ibret gel­miştir"[55]

İbret ve öğüt, Cenab-ı Allah'ın şu sözünde görülüyor: "Elbette onların hayat hikayelerinde akıl sahipleri İçin ibret vardır. (Bu Kur'an) uydurulacak bir söz değildir; ancak kendinden önceki (ilahi kitap)larm doğrulanması, her şeyin açıklanması ve inananlar için bir kılavuz ve rahmettİr"[56]

Kıssalar, Hz. Peygamber'in doğruluğuna ve verdiği haberlerin gökten gel­diğine delil olarak Kur'an-ı Kerim'de anlatılmışlardır. Çünkü Hz. Peygam­ber, ne kendisinin, ne de kavminden hiç kimsenin bilemediği haberleri anla­tıyordu. Bunlar ancak gökten gelen birer vahiy olabilirdir. "(Ey Muhammed), bunlar sana vahy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Ne sen, ne de kavmin, da­ha önce bunları bilmiyordunuz. O halde sabret, sonuç (azabdan) korunanlarınındır'[57]

"(Ya Muhammed), bu (anlatılanlar), sana vahyetüğimiz gayb haberle­rindendir. Onlar kararlarım verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin"[58].

Kur'an-ı Kerim; kalblere ilaç, ruhlara devadır. Çünkü onda, geçmiş üm­metlerin haberleri ve. isyankarlara Allah'ın bu dünyadayken tezelden verdiği azablar anlatılmaktadır. Yakîn sahipleri ve diğerleri Kur'an'ı okuduklarında, kendilerine Allah'ın mülkü, saltanatı, azamet ve cebbarlığı görünür. O, düş­manlarını yakalayıverdiğinde, onlara taddırdiğı azaptan dolayı ruh kendinden geçer ve baştaki saçlar ağırın "Beni, Hûd suresi ve kardeşleri (plan diğer su­reler) ihtiyarlattı, derken, Resulullah (s.a.v.) efendimiz ne doğru buyurmuş! Kıssa, Kur'an'ın yol göstericiliğinden yararlanan mü'minler için bir okul­dur. Kur'an, "İnanan bir kavm için bir hidayet ve rahmettir", "Elbette onla­rın hayat hikayelerinde akıl sahibleri için ibret vardır"[59]..Kıssalarda, pey­gamberlerin hayat hikayelerinde derslerin en güzeli vardır. İrşadçı ve davetçi-lerin tahammülleri için verilecek en güçlü misaller vardır. "Biz seni bir beyinsiz­lik içinde görüyoruz ve biz seni yalancılardan sayıyoruz!' "Ey kavmim, bende beyinsizlik yok, ben, alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim" dedi. (Hz. Hûd). "Size Rabb'İmin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve ben si­zin için güvenilir bir Öğütçüyüm"[60]

"(Hz. Nuh) Dedi ki: "Ey kavmim! Bakın, ya ben Rabb'imden bir delil üzerinde isem ve (o), kendi katından bana bir rahmet vermiş de, o (rahmet), sizin gözlerinizden gizli bırakılmış ise? Şimdi siz onu istemezken, biz sizi o (tanrı rahmeti) ne zorla mı sokacağız?”[61]

Kıssaların Kur'an-ı Kerim'de tekrarlanmalarına gelince Bu: onlardaki yüce hedefler, maksatlar, değerli anlamlar ve üstün yararlardan ötürüdür.

Her çeşidi ve üslubuyla sürekli olarak müsîümanlann gözleri önünde dur­sun diye, Kur'an-i Kerim bu kıssaları devamlı biçimde tekrarlamaya özen gös­termiştir. Bunda yadırganacak bir husus yoktur. Zira görüyoruz ki devrim ve davet liderleri, her yerde ve her nutukta ilkelerini, hedeflerini, yapacakları işleri, çeşitli üslûplarla tekrarlamaktadırlar. Aynı kıssada çeşitli üslûpların kul­lanılmasındaki sırra gelince bu, okuyucunun ve dinleyicinin kalbindeki usancı ve bıkkınlığı gidermek ve dinleme gayretini yenilemek içindir. Şunu unutma­malıyız kî, her sufede özel bir renk, tür, nitelik, bölüm ve vurgu vardır. Ayrı­ca her sürede, İçindeki ifadelere uyum içinde muhataba özgü bir hal vardır." Genel olarak her kıssa için, bir önceki ve bir sonraki kıssayla uyumlu bir ifa­de tarzı vardır. [62]

 

Hz. Nuh'un Kıssası:

 

25-26- And olsun ki biz Nuh'u kendi milletine gönderdik; "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum." dedi.

27- Milletinin inkarcı ileri gelenleri: "Senin ancak kendimiz: gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Daha başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışın­da kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yok­tur; biz sizi yalancı sanıyoruz" dediler,

28- Nuh: "Ey milletim! Rabbimİn katından bir delilim bulunsa ve ba­na yine katından bir rahmet vermiş de bunlar, sizden gizlenmiş olsa, söyleyin bana, hoşlanmadığınız halde zorla sizi bunlara mecbur mu ederiz?" dedi.

29- "Ey milletim! Buna karşılık ben sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir; inananları da kovacak değilim; çünkü onlar Rab-leriyle karşılaşacaklar; fakat ben sizi cahil bir millet olarak görüyorum."

30- "Ey milletim! Onları kovarsam, Allah'a karşı beni kim savunur? Düşünmez misiniz?"

31- "Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bil­mem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Al­lah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden olurum''[63]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Erzel" kelimesinin çoğulu. Düşük zenaat sahipleri, süfli ve ayak takımı, fakir ve güçsüz kimseler. Basit görüşlü. Gizli kaldı. Kulların ihtiyaç duyup ta Allah tarafından verilen çeşitli rızıklar. Gözlerinizin hor gördüğü. [64]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu kıssa; kendisinden önce anlatılan peygamberlik, tevhid esasları, ölüm sonrası diriliş, inananlarla inanmayanların mükafat ve cezalarının ispatına ilişkin delilleri desteklemektedir ki; kafirler, ümmet-i Muhammed'den, Hz. Muhammed'in, öncekilerden ayrı ve onlara benzemeyen bir peygamber olma­dığını, diğer peygamberlerle aynı durumda bulunduğunu; katıksız tevhid, ölüm sonrası diriliş ve cezanın ispatı gibi davet esasları hususunda bütün peygam­berlerin benzeşir çizgide bulunduklarını öğrensinler. Kur'an'daki kıssaların hedefleri de zaten bu maddelerde sıralanmıştır.

Bu suredeki Nuh peygamber kıssalarının bazı unsurları vardır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

1- Nuh'un davetinin, özet olarak açıklanması ve kavminin kendisine cevap vermesi.

2- Nuh'un onlarla tartışması ve şüphelerini reddetmesi.

3- Durumun şiddetlenip kritik hale gelmesi.

Bunun sonucunda kavmi, Ichdid olundukları azabın, (ez elden kendile­rine gelmesini istemeleri, Nuh'un da onların imanlarından umudunu kesmesi.

4- Nuh'un, gemiyi nasıl yaptığı?

5- Sonlarının görülmesi. Nuh ve beraberindeki inananların kurtulma­sı.

6- Nuh'un, oğlu için şefaatte bulunması. [65]

 

Açıklama:

 

Allah'a and olsun ki, ilk Resul olarak Nuh'u gönderdik. Allah'a ilk or­tak koşanlar da onun kavmi idi'. Nuh'u onlara gönderdik. Dedi ki: Ey kav­mim! Doğrusu ben size açıkça uyanda bulunuyorum: Allah'tan başkasına tapmayın. O; birdir. Ortağı yoktur, mülk O'nundur, övgüler O'nadır, O'nun gücü her şeye yeter. Allah'a davet esasında bütün peygamberlerin ortak olu­şu hususunda sen de benimle aynı düşüncede değil misin, ey okuyucu? Peygambelerin ortak çağrıları şu değil midir?

"Ta ki Allah'tan başkasına tapmayasımz. Şüphesiz ben, O'ndan size (gön­derilmiş) bir müjdeleyici ve uyanayım"[66]

Nuh (A.S.), kavmine sadece Allah'a küllük etmelerini emretti. Sonra onlan büyük ve önemli bir günün acıklı azabı ile uyarıp korkuttu. Bilin kî o gün, kıyamet veya tufanda boğulma günüdür. Bu gün; Kur'an-i Kerim'in birçok yerinde büyük korku, büyük azap ve şiddetli elemle nitelendirilmiştir. Göçü­lüyor ki Nuh (A.S.) o günü, kendisinden aktarılan bütün sıfatlarla nitelemiş­tir. Bundan başka surelerde de ibadet emrinden hemen sonra, Allah'ın azabın­dan korunma anlamına gelen takva emri verilmiştir[67]. Diğer peygamberler de takva'nın önemli ve kapsamlı bir emir olduğuna işaret etmişlerdir. Nuh kavminin Allah ve peygamberini inkar eden eşraf tabakası, O'nun bu çağrı­sından hemen sonra, örümcek ağından daha hafif ve boş deliller ileri sürerek şöyle dediler: Biz, seni de kendimiz gibi bir insan görüyoruz. Bize karşı bir üstünlüğün ve meziyetin yok ki, Allah'la bizler arasında bir elçi ve peygam­ber olduğunu iddia edesin. Çok malın mı var? Fazlaca bir itibarın mı var? Bol denecek kadar çocukların ve hizmetçilerin mi var? Bu saydıklarımızdan hiçbiri sende yok. Öyleyse başımızda emrine uyulan bir amir olman nasıl müm­kün olsun? Sana, ayak takımımızdan, basit zenaat erbabından, zayıf ve güç­süz kimselerden başkasının uyduğunu görmüyoruz. Bunlarla aynı safta mı olalım?! Kaldı ki bunlar, düşünüp taşınmadan sana, hemen ilk çağrıda b ulun-duğun anda uymuşlardır. Basit görüşlüdür bunlar. İşin, sana muhalefet et­memizi ve sana uymamamızı gerektiren iç yüzünü ve sonucunu düşünmemiş­lerdir.

Bu fakirler gibi olmayı gururlarına yediremediler. Dinde kendileriyle bir orada bulunmasınlar diye Nuh'tan, etrafındaki bu fakirleri kovmasını istedi­ler. Nuh, bu isteklerini yerine getirmeye yanaşmadı. Allah'tan korktu.

Dediler ki: Ey Nuh! Sende ve beraberindeki halk tabakasına mensup kim­selerde bilgi, erdem, İtibar, görüş ve kuvvet bakımından bir üstünlük görmü­yoruz ki, kendi şan ve şerefimizi bırakıp size uyalım ve sizinle aynı yolda yü­rüyelim. "Eğer (Allah tarafından getirdiğini söylediği) iyi bir şey olsaydı, onlar ona gitmede bizi geçemezlerdi"[68] Hayır hayır ey Nuh, İş bununla da kal­mıyor. Biz, senin yalancı ve iftiracı olduğunu zannediyoruz. Liderlik ama­cıyla ortaya attığın peygamberlik iddianın da asılsız olduğuna kanaat getir­dik. Etrafındakiler de, seni doğruîayıp görüşlerine uymakta yalancıdırlar. Siz, düzeni yıkmak ve yönemite el koymak İçin komplo hazırlığı İçindesiniz. [69]

 

Hz. Nuh'un Onlarla Tartışması Ve Şüphelerini Reddetmesi:

 

Nuh' dedi ki: Ey benim değerli milletim! Ne yapacağım bunu siz söyle­yin. Şayet Rabbimden size getirdiğim hükümler konusunda apaçık bir delil üzerindeysem... —Bu getirdiklerimin, benden taraf değil de Allah katından gelen gerçekler olduğu bana apaçık göründü. Peygamberlik, insanın çalışma­sıyla elde edilen bir rütbe değildir ki, benim de sizler gibi bir insan olduğum­dan dolayı peygamber olamayacağıma ilişkin iddianız doğru olsun. Ey Kav­mim, Allah Peygamberliğini nereye bırakacağını daha iyi bilir,— Evet, Rab­bimden size getirdiğim hükümler konusunda apaçık bir delil üzerindeysem ve Rabbim beni size elçi olarak göndermiş olup, bütün insanlara olan rah­metinin üstünde öze! olarak bana bir rahmet vermiş, bu rahmet de: Cahilli­ğiniz, malınız ve nefsinizle mağrur oluşunuz dolayısıyla size görünmemişse, ben ne yapabilirim? Sizi zorla mı bu rahmetin içine sokacağım!! Hayır. Öte­den beri dinde zorlama yoktur.

Bu, onların: "Biz, seni de bizim gibi bir insan görüyoruz" cümlesinde ifadesini bulan şüphelerin reddedilişi idi.

Ey kavmim! Size yaptığım çağrıdan ve sizin için ettiğim duadan ötürü sizden mal ve ücret istemiyorum. Mülk ve İtibar da istemiyorum ki benden korkasınız ve bana karşı birbirinizle rekabete giresiniz. Benim ücretim, an-' cak bir ve tek olan Allah'ın üzerinedir. Bütün peygamberler de böyledir.

Bakınız, Peygamber (s.a.v.) efendimizin diliyle Cenab,-i Allah ne buyur­muş?: "De ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak ak­rabalık sevgisini diliyorum''[70]

Hz. Nuh, kavmine hitaben yaptığı konuşmayı sürdürüyor: Siz hor görü­yorsunuz diye, bana İnananları, zengin de olsalar fakir de olsalar, yanımdan kovacak değilim. Yoksu! ve güçsüz oldukları için onları ho: görüyorsunuz. Ama ben, iman edip îe Aliah ve Peygamberi ile onurlandıkları için onlara kıymet verip İkramda bulunuyorum.. Öyle görülüyor ki bu, kafir ve şerli kim­selerden oluşan suçluların ve günahkarların eskiden beri sürdüre geldikleri bir alışkanlıktın Bakınız. Cenab-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'i nasıl uyarı­yor?: "Sabah akşam Raflarının rızasını İsteyerek, O'na yalvaranları (Kureyş büyüklerinin arzusuna uyarak) kovma"[71] "Gözlerin, dünya hayatının sü­sünü İsteyerek onlardan başka yana sapmasın"[72]

Bu yasakların ikisi-de Peygamber (s.a.v.) efendimize idi. Nuh (A.S.) de­di ki: Ben, iman edenleri yanımdan kovacak değilim. Onlar Rablerinin huzu­runa varacaklar; onları davranışlarına göre hesaba çekecektir. Nitekim sizi de davranışlarınıza göre hesaba çekecektir. Bana düşen, yalnızca duyurmak­tır, ama sizi, gerçekleri biimez bir kavim olarak görüyorum.

Ey kavmim! Onları kovduğum takdirde, AÜah'm bana gelecek olan aza­bına karşı kim bana yardım edecektir? Hiç düşünüp ibret almaz mısınız?

Bu da onların ikinci şüphelerinin reddi idi. "Sana ayak takımlarımız­dan başkasının uyduğunu görmüyoruz". "Den size: Allah'ın hazineleri be­nim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Ve: Ben meleğim de demi-yorum". Nuh (A.S.) bu üç şeyi reddetti. Kafirler eşyaya maddi gözle baktık­ları için bütün peygamberlerin zengin, gaybı bilen'kimseler olmaları, insan değil de melek olmaları gerektiğine inanırlardı. Onların inancına göre bir pey­gamber melek olmazsa, kendileri gibi ve kendilerine nispetle hiç bir üstünlü­ğü bulunmayan bir insan olurdu ki, böyle birisi, nasiİ peygamberlik İddiasın­da bulunurdu? Bu, olacak şey değildi!

Anlam olarak Hz. Nuh onlara şöyle diyordu: Peygamberlik iddia etmekle, Allah'ın hazinelerine ve insanların erzakına sahip olduğumu söylemiyorum. Peygamberliğe ilişkin şeyleri bana Allah bildirmediği takdirde, ben gaybı da bilmem.

Bakınız, peygamberlerin önderine Cenab-ı Allah ne buyuruyor: De ki: "Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bîr fayda, nede bir zarar ver­me gücüne sahibim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır (mal ve men­faat) elde ederdim, ve bana kötülük dokunmazdı"[73]

Şaşıyorum size! Peygamberin melek olmasını nasıl İstersiniz? Eğer biz onu melek yapsaydık, kendisiyle anlaşmak mümkün olsun diye, yine de bir adam şeklinde yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya düşürürdük. Yok­sulluklarından ve güçsüzlüklerinden dolayı gözlerinizin hor ve hakir gördü­ğü kimseler için, "Allah dünya ve ahirette onlara hayır ve mutluluk vermeye­cek!" demem. Ben, asla böyle bîr şeyi söylemem. Onların kalberinde olan.!

Allah bilir ve ona göre amellerinin karşılığını verecektir. Ben, böyle bir şey söyleyecek olursam. Nebi ve miirsellerden değil de, kendine yazık edenlerden olurum. [74]

 

İşin Kızışması Ve Azabın Çabuklaştırılmasını İstemeleri

 

32- "Ey Nuh! Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdid ettiğin azabı başımıza getir, dediler.

33-34- "Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz ö'nu aciz bıraka­mazsınız, Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de fayda­sı olmaz. O, sizin Rabbinizdir, O'na döndürüleceksiniz" dedi.

35- Ey Muhammed, sana "Kur'an'ı kendiliğinden uydurdu" derler, de ki: "Uydurdumsa suçu bana aittir; oysa ben sizin işlediğiniz günahlardan uzağım"[75]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bizimle mücadele ettin.Öğüt. Kendisine Öğüt veri­len kimsenin İyiliğini istemek.Sizi azdırır. Sizi maddi veya manevi fesada düşürür. İğva'nm hastalık veya ölüm anlamını ifade ettiğini söyleyen­ler de vardır. [76]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Hz. Nuh, kavmine öğüt vermek için her türlü çabayı gösterdi. Allah'a inanıp, puta tapmaktan uzaklaşma konusunda kendisine uymaları için olan­ca gücünü harcadı. Bu haliyle aralarında dokuz yüz elli sene kaldı. Fakat on­lar dinden kaçışı, azgınlık, zorbalık, inad ve büyüklenmelerini daha da art­tırdılar. Öyle ki, hem kendileri Hz. Nuh'tan sıkıldı, hem de Hz. Nuh onlar­dan sıkıldı. Hz. Nuh'un, aralarında bulunması çok ağırlarına gitti, iş iyice kızıştı. Bu konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız Nuh. suresinin 1 ilâ 24. ayetlerini ve Yunus suresinin de şu aşağıdaki ayetini oku­yun: "Ey kavmim! Eğer benim (sizin aranızda) bulunmam ve size Allah'ın ayetlerini hatırlatmam, size ağır geldiyse, o halde ben Allah'a dayandım"[77]

 

Açıklama:

 

Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle davalaşıp mücadele ettin. Hem bizimle mü­cadelede çok ileri gittin. Red ve iptal etmediğin bir tek dinimiz kalmadı. Ar­tık bıktırıp usandırdın bizi. Söylemiş olduğun "Ben sizin için büyük bir gü­nün azabından korkuyorum" sözünde doğru isen, bizi tehdid ettiğin dünya veya ahiret azabını haydi çabuk getir bakalım. Nuh (A.S.), onların bu istek­lerini şu sözlerle reddetti: Sizi. tehdid ettiğim ve sizin namınıza kendisinden korktuğum azap, Allah'ın elindedir, benim elimde değil. Onunla İlgili emri ancak Allah verir. Dilerse hemen indirir. Dilerse erteler. Kaçmakla, Allah'ı aciz bırakamazsınız. Çünkü siz O'nun mülkünde ve kabzası altındasınız. Eğer AHah sizi azdırmak istemişse, benim size öğüt vermem ve sîzin için halis bir yürekle iyilik istemem, size asla yarar sağlamaz. Çünkü iyiye eğilimli olan kimseler ancak öğütler kabul eder ve öğütlerden yararlanırlar.

İçİ bozulan ve kalbi perdelenen kimselerse, nuru göremez ve nurdan ya­rarlanamazlar.

Allah'ın azdırması demek, O'nun insanlarda azdırma olayını meydana getirmesi değil, o insanların azgınlardan olmalarını dilemesidir. İbn Cerir el-Taberî, "ğavayet" kelimesini helak kelimesiyle tefsir etmiştir. "İşte bunlar da azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır"[78]

Rabbiniz, işlerinizin maliki ve kendisine dönecek olduğunuz Allah, sizi azdırmak istemişse, öğüt vermem size fayda vermez.

Yoksa O, Kur'an'ı uydurdu mu diyorlar? Bu, bîr manadan başka bir ma­naya geçiştir. Yani onlar, "Muhammed kendi yanından uydurarak Kur'an'ı meydana getirdi" mi diyorlar? Onlara de ki: Eğer ben onu uydurmuşsam, işlediğim suçun günahı sadece banadır.

Bazıları demişler ki: Bu ayet Nuh (A.S.)'ın kıssasında geçen bîr nevi pa-rentez cümlesi gibidir. Bu, Mekke müşriklerinin sözü ve Muhammed (s.a.v.)'in de onlara cevabıdır.

Diğer bazrianysa, bu ayetin Nuh kavminin sözü ve Nuh (A.S.)'m onlara cevabı olduğunu söylemişlerdir. Bu, şu ayete benzemektedir: "Eğer onlar se­ni yalanladılarsa de ki: "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız size. Siz be­nim yaptığımdan uzaksınız. Ben de sizin yaptığınızdan uzağım! "[79]

 

Hz. Nuh'un, Kavminden Ümît Kesmesi Ve Gemiyi Yapması

 

36-37- Nuh'a, "Senin milletinden, inanmış olanlardan başkası inan­mayacaktır; onların yapageldiklerine üzülme; nezaretimiz altında, sana bil­dirdiğimiz gibi gemiyi yap. haksizlik, yapanlar iç:. Dana baş vurma, çünkü suda boğulacaklardır" diye Allah tarafından vaiıyotundu.

38-39- Gemiyi yaparken, milletinin inkarcı ileri gelenleri, yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da: "Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay etti­ğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz; rezil edecek olan azabın kime geleceği­ni ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi.

40- Buyruğumuz'gelip tandırdan sular kaynamağa başlayınca "Her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kahin çoluk ço­cuğunu ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı.

41- Allah "Oraya binin; yürümesi ve durması Allah'ın ismiyledir, Rab-bin bağışlar ve merhamet eder" dedi. [80]

 

Bazı Kelimeler:

 

Üzülme Gözlerimizin önünde, kontrolümüz al­tında.Gemi. Alay ettiler, güîdüler..Tandır, kaynadı. Sular kaynayıp bo! miktarda yeryüzüne çıktı. Bazıları bu deyimin, Cenab-ı Allah'ın gazabının şiddetlenişini temsil için kullanıldığım söylemiş­lerdir. [81]

 

Açıklama:

 

Rabbin, Nuh'a vahyetti ki: Kavmimden, bilfiil inanmış olanlardan baş­kası sana iman etmeyecektir. Küfürlerinden dolayı üzülme. Yaptıkları İşler­den ötürü tasalanma. Onlara ilişkin hüküm verilmişthvKüfredenler üzerine, senin Rabbİnin (azap) kelimesi hak oldu.

Senin ve beraberindeki mü'minlerin, tufan sulan içinde boğulmaktan kur­tulmanız İçin gemi yap, Koruma ve kontrolümüz altında, gözlerimiz önünde gemiyi yap. Yanılmayasm diye, gemiyi nasıl yapacağın vahyimiz ile sana öğ­retilecektir. (Ayet-i kerimede göz kelimesinin çoğul olarak kullanılmış ol­ması. Hz. Nuh'un tam bir inayete ve korunmaya mazhar olduğuna işaret et­in ektedir).-

Zulmedenlerin azaptan kurtulmaları için bana asla hitapta bulunma. Böy­le bir şeyi benden isteme. İş kızıştı, hüküm kesinleşti, bela indi, boğulacakla­rına dair söz gerçekleşti. Onlara acıyıp şefkat etme. Hz. Nuh gemiyi yapı­yordu. Kavminin eşrafında her bir grup, yanından geçerken onunla alay edi­yor ve onun, zamanım, emeğini boş ve yararsız işlere harcayan bir deli oldu­ğunu zannediyorlardı. Hz. Nuh onlara cevap olarak şöyle dedi: Zannmızca ahmakça ve cahilce bir şey yaptığımız İçin bu gün siz bizimle alay edersiniz, bu yaptığınıza karşılık olarak biz de sizinle alay ederiz. Yakında öğreneceksi­niz,: Dünyada boğmakla rezil ve rüsvay edici azap kime geleceklir? Ahircttc de ebedi azap kimin tepesine konacaktır? Evet, bu sorunun cevabım yakında öğreneceksiniz.

Hz. Nuh, onların alaylarından acı duyup incinerek, işine ciddiyetle sarı­larak gemiyi yapıyordu. Nihayet emrimiz geldi. Gazabımız şiddetlendi. Va­kit yaklaştı. Tandırın kaynadığı, göklerin sağanak halinde yağmurlar yağdır­dığı, yerdeki deliklerin açılarak bol bol suların fışkırdığı o an, ne korkunç bir andı! "Biz de boşalan bir su İle göğün kapılarım açtık. Yeri kaynaklar halinde fışkırttık (yerin ve göğün) su(lan) takdir edilmiş bir işin olması için birleşti. Onu (Kulumuz Nuh'u) da tahtalar (dan yapılmış) çiviler(le birbirine çıkılmış gemi) üzerinde taşıdık"[82]

Nuh'a dedik ki: canlıların her türünden erkek ve dişi olmak üzere ikişer çifti, boğulması hakkında ezeli sözümüz geçenler hariç olmak üzere, kadı­nıyla erkeğiyle aileni gemiye yükle. Boğulmasını ezelde takdir ettiklerimiz, boğulan kafirler safında oldular. Ayrıca kavminden, seninle beraber İnanmış olanları da gemiye bindir.

Evet, Nuh (A.S.) ile beraber iman etmiş olanlar pek azdı. Gerçekten on­lar ne kadar azdı. Doğrusu iyiler, azdır. Nuh dedi ki. "Akıp gitmesi ve dur­ması Allah adiyladır" diyerek gemiye binin. Evet, herşey Allah'tandır. Bu sö­züyle, Allah tarafından korunup gözetileceklerini, İnanmışlara müjdeliyordu.

Şüphesiz benim Rabbim günahları örtüp bağışlayandır. Yaratıklarını esir­geyendir. Kerem sahibidir. İnananların tufandan kurtulmaları ve zalimlerin helak olmaları, O'nun rahmetinin görüntülerinden biridir. [83]

 

Kavmin Sonu Ve Nuh'un, Oğlu İçin Şefaati:

 

42- Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nuh, bir ke­narda ayrı kalmış olan oğluna "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafîr-lerle birlik olma" diye seslendi.

43- Oğlu: "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" diyence, Nuh: "Bu­gün Allah'ın buyruğundan — O'nun acıdıkları dışında — kurtulacak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı.

44- Yere, "Suyunu çek!" göğe, "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekil­di, iş de bitti; gemi Cudî'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahme­tinden uzak olsun" denildi.

45- Nuh Rabbine Seslendi; Rabbîm! Oğlum benim ailemdendİ. Doğu-rusu Senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" dedi.

46- Allah: "Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz; çünkü kötü bir iş İş­lemiştir; öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme, htc sana Öğüt, bilgisizlerden olma" dedi.

47- "Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemçkten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum' dedi,

48- "Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in. Ama birçok toplulukları da geçindireceğiz, sonra onlara can yakıcı bir azab vereceğiz" denildi.

49- Ey Muhammedi Bunhır sana vahycüiğimiz bilinmeyen olaylardır. Sende milletin de daha önce bunları bilmezdiniz. Sabret, sonuç, Allah'tan sakınanlarındır. [84]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Mevcet"in çoğulu. Deniz dalgası Sığınacağım. Beni korur. Yut. Sır kuruyup azaldı. Cizre tarafında bir dağ. [85]

 

Açıklama:

 

Nuh'un gemisi tasvir ediliyor. Gemi, sular ortasında yürüyor, akıp gidi­yor. Büyüklük ve yüksekliği ile yüce dağlan andıran bu gemi içindeki canlı­ları dalgalar arasından süratle geçirip götürüyor. Hz. Nuh, kavminin uğradı­ğı sonu görünce, babalık şefkatine yenilerek, bir kenarda durmakta olan oğ­luna: "Yavrum, gel sen de bizimle birlikte şu kurtuluş "gemisine bin ve helake giden kafirlerle beraber olmaktan"sakın!" dedi.Oğlu da babasına itaat etme­yip karşı gelmiş, peygamberliğini ve ona gelen vahyi inkar etmişti. Bu sebep­le babasının çağrısına şu cevabı vermişti: "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım". Ey Allah'ım sen ne büyüksün! Allah'ın hidayet nasib ettiği kim­se, doğru yolu bulandır. Allah bir kimseyi saptırırsa, artık onu doğru yola eriştirecek kimse yoktur. Hz. Nuh, oğluna hayır yolunu gösteriyordu. Ama o, şer yolundan başkasına gitmek istemiyor ve "Beni suların taşkınlığından koruyacak bir dağa sığınacağım" diyordu. O, tufan sularının sınırlı bir ne­hirden veya denizden geldiğini ve yüksek bir yerde, ya da yüce bir dağın önünde durup daha öteye gitmeyeceğini sanmış gibiydi.

"(Ey Muhammed) Sen, sevdiğini doğru yols iletemezsin, fakat AUaht dilediğini doğru yola iletir"[86]

Hz. Nuh, onun boş sözüne ve dayanağına cevaben şöyle dedi. Allah'ın azabı indikten sonra bir kimseyi, azaba karşı bu dünyada koruyabilecek hiç bir şey yoktur. Kesinleşen yargısını reddedip geri çevirebilecek bir kimse yok­tur. Ancak yaratıklarından rahmet ettiği kimseler bundan müstesnadırlar. On­ları bela ve musibetlere karşı koruyacak olan, yalnız Allah'tır. Nuh'un gemi­sini de, inananlar için kurtuluş aracı kılmıştır. Nuh ile oğlu karşılıklı tartış­mada bulunurken aralarına dalga girdi ve oğlu boğulanlardan oldu.

Ey kardeşim dilersen şu- ilahi haberleri oku:

"Biz de boşalan bir su İle göğün kapılarını açtık. Yeri kaynaklar halinde fışkırttık (göğün ve yerin) su(lan) takdir edilmiş bir işin olması için birleşti.

Onu (kulumuz Nuh'u) tahtalar (dan yapılmış) çiviler (le birlirkrine ça­kılmış gemi) üzerinde taşıdık.

(Kendisine karşı) nankörlük edilen (kulumuz)a (bizden) bir mükafat ol­mak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? Benim azabım ve uyanlarım nasılmış (görsünler diye)"[87]

Denildi ki: ey arz! Suyunu tut ve kurut. Ey gök! Sen de suyunu yut ve yağmurunu yağdırma.

Bu bir emir ve verilen emre itaatten başka bir şey değildi. Bu, bir şeye: "ol" diyerek oldurahın, yani allah'm emriydi. Bu, akıllı ve akılsız varlıklara yöneltilen tekvini bir emirdir.

Bu emrin hemen ardından sular azalıp kurudu; İş bitirildi, mü'minler kurtuldu, kafirler de helak oldu. Yok mudur, bundan ibret alan?!!

Gemi, Cudî dağı üzerinde durup orada karar kıldı. Zalimler güruhu yok olsun, Allah'ın rahmetinden kovulsun ve acıklı azaba uğratılsın, denildi.

Tefsirciler görüş birliği ederek, bu ayetlerin yüksek makamda ve zirve­deki belagat örnekleri olduklarını söylemişlerdir. Hz. Nuh, kavminin sonu-. nu ve maceranın, kafirlerin helakiyle noktalandığını görünce —oğlu da rıe-iakle'karşı karşıya bulunan kafirlerden biri olduğu için— babalık şefkatinin saldırısına uğradı. Oğlunun bu kötü sonu dolayısıyla derin bir üzüntüye ka­pıldı ve Rabbİne söyle seslendi: Ey Rabbim! Oğlum benim ailemdendir. Aile­min kurtulacağını va'd etmiştin. Senin va'din gerçek, sözün doğru, hükmün adildir. Sen, hüküm verenlerin en iyisisin. "Allah'tan daha güzel hüküm .ve­ren kim olabilir? "[88]

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah ona şu cevabı verdi: Ey Nuh! -iun, seninle beraber gemiye yüklemeni emrettiğim aile efradından değildir. Niçin? Çünkü o, yaramaz bir iş yapmıştır. Allah'a ve Resulüne küfretmiştir. Her kim olursa olsun, kafirle mü'min arasında velayet ve dostluk bağı ola­maz! "İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek var. Onlar, kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve sizin Allah'tan başka tap­tıklarınızdan uzağız"[89]

Hafsın kıraatine göre bu surenin 46. ayeti  şeklinde oku­nur ki, manası da şöyle olur:

"O (oğlun) yaramaz bir iş.tir". Burada oğlu, kötü ve yaramaz amel ola­rak bildirilmiştir ki, bu mübalağa içindir.

Ey Nuh! Hakkında gerçek ve doğru olduğuna ilişkin sağlıklı bilgi sahibi olmadığın şeyi benden isteme! Allah'ın yasa ve teşriinin İptalini, halka dair takdirinin değiştirilmesini isteyen cahillerden olmamanı sana Öğütlerim.

Allah, kullarının her türlü hallerini görüp bilendir. Doğruyu Allah bilir ya, bana Öyle görünüyor ki; Hz. Nuh, oğlunun bir kenarda durduğunu gör­düğü ve onun iman etmiş olduğunu, kendi aile bireyleri arasına katıldığını zan­nettiği için Allah'tan böyle bir İstekte bulunmuş; insanda mevcut olan evlat sevgisi, böyle bir istekte bulunmasını kolaylaştırmıştı. Ne var ki Hz. Nuh, bu meseledeki anlayış ve içtihadında yanılmıştı. Allah ta onu kınamıştı. Çünkü G, bir peygamberdi, iyi kimseler için güzel sayılan davranışlar, Allah'a çok yakın olan kimseler için günah ve kötülük sayılabilir. Bu sebeple Hz. Nuh, kınandıktan sonra Allah'a şöyle bir maruzatta bulundu: Ey Rabbim! Hak­kında sağlam bilgi sahibi olmadığım bir şeyi senden İstemiş olmaktan sana ve senin yüce zatına sığınırım. Şayet beni bağışlamazsan, esirgemezsen, her şeyi kapsayan engin rahmetinle tevbemi kabul buyurmazsan, ziyana uğrayan­lardan olurum. Allah seni başarılı kılsm, ey okuyucu kardeşim! Şu noktaya dikkatle bakmanı istiyorum: Dİn kardeşliği ve yakınlığı, soy kardeşliğinden ve yakınlığından daha güçlüdür. İnanan erkeklerle inanan kadınlar, birbirle­rinin dostları ve velileridirler. Hz. Nuh'un oğlu kafir olunca, Cenab-ı Allah onun Nuh ailesinden olmadığına hükmetti. Hem şunu da bil kî; iman ve sa-Hhliğin verasetle ilgisi yoktur. "Herkes kendi kazandığına bağlıdır.”[90]

îman ve salih amelin karşılığı çoğunlukla dünyada verilir. Dünyada ve­rilmediği takdirde ahirette mutlaka verilir.

Hz. Nuh'un kavmi İle olan kıssası, mü'minlerin kurtuluşu ve kafirlerin helaki ile sonuçlandı. Bundan sonra denildi ki: Ey Nuh gemiden in. Ya da gökteki yağmurlar dinip, yerdeki sular çekilince de gemi, Cudî dağının üze­rinde durup karar kılınca, ey dağın üzerinde bulunanlar, aşağıya İnin denil­di.

Bizden size bahşedilen bir esenlikle, Allah katından hoş ve mübarek olarak ihsan edilen güvenlik ve selametle yaşayarak aşağıya in. Sana, hayvan olsun, insan olsun beraberinde bulunanlara selamet, bereket, üreme, nzık bolluğu ile aşağıya inin. Beraberindeki kimselerin soylarından bazısını dünya ve ahi­rette hayırlarla, hoş ve güzel şeylerle yaşatacağız. Bazısını da dünyada yaşa­tacağız. Ama küfür ve inadlarından dolayı ahirette elem verici bir azaba uğ­ratacağız.

Hz. Nuh'un soyu ilk zamanlarda mü'min ve iyi kimseler olup dünya ve ahirette yaptıkları iyi işlerden yararlandılar. "Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki; namazı zayi ettiler, şehvetlere uydular. Bunlar da azgınlık­larının cezasına uğrayacaklardır”[91]. Allah'tan gelecek olan elim bir azap, bunlara dokunacaktır.

Bu kıssadan alınacak genel ders ve ibret hakkında daha önce gerekli açık-; lamalarda bulunmuştuk. Bu kıssa ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygam­berliğine de delalet etmektedir. Çünkü daha önce ne kendisi ne de kavmin­den biri, Hz. Nuh ve kavmi hakkındaki tam, eksiksiz ve kapsamlı olan bu haberleri bilmiyorlardı. Zalimlerin sonlarının nice olduğunu da bilmiyorlardı.

Ey Muhammed! Daha önce Nuh nasıl sabrettİyse, sen de sabret. Sabır­ları sonunda Nuh'un beraberindeki mü'minlenn kurtuluşa erdiklerini ve küf­rün, kafirlerin nasıl mahvolduklarmı da elbetfiti biliyorsun. Hem şunu da bil ki, iyi son, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır. [92]

 

Hz. Hud'un Kıssası

 

50- Ad mîlletine kardeşler! Hûd'u gönderdik. Şöyle dedi. "Ey mille­tim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka tanrınız yoktur; yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz."

51- "Ey Milletim! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Akletmez misiniz?"

52- "Ey milletim! Rabbinîzden mağrifet dileyin, sonra, O'na tevbeedih ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın; suçlular olarak yüz çevirmeyin."

53- "Ey Hûd! Sen bize bir belge getirmeden, senin sözünden ötürü tanrılarımızı terketmeyiz ve sana inanmayız.

54-57- Bir kısım tanrılarımız seni çarpmıştır, demekten başka birşey demeyiz" dediler Hûd: "Doğrusu ben Allah'ı şahid tutuyorum; siz de şahid olun kî, ben O'nu bırakıp koştuğunuz ortaklardan uzağım. Hepiniz bana tu­zak kurun sonra da ertelemeyin. Ben, ancak benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rabbim, elbette doğru yoldadır. Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ben size be­nimle gönderileni bildirdim. Rabbim sizden başka bir milleti yerinize getire­bilir, O'na birşey de yapamazsınız. Doğrusu.Rabbim herşeyi koruyandır" dedi.

58- Buyruğumuz gelince, Hûd, ve beraberindeki inananları, rahmeti­mizle kurtardık. Onları çetin bir azabdan koruduk.

59- İşte bu, Rablerinin ayetlerini bile bile inkâr eden, peygamberleri­ne kafa tutan ve her inatçı zorbanın emrine uyan Âd milletidir.

60- Bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete uğradılar. Bilin ki; Âd milleti Rablerini inkâr etti ve yine bilin ki Hûd'un milleti Âd Allah'ın rah­metinden uzaklaştı. [93]

 

Bazı Kelimeler:

 

Salim bir yaratılış vs fıtratta beni yarattı. Bol bol.Seni çarpmış. Perçemini tutmuş. Yani onun emrine alıp dilediği tarafa yöneltir. Başkasını, kendisine uymaya zorlayıp mecbur edtn. İnatçı. Hiçbir şekilde hakkı kabul etmeyen. [94]

 

Açıklama:

 

Hûd'u, Âd kabilesine gönderdik. Meşhur görüşe göre hn. bir arap kabî-lesiydi. Arap olmadıklarını söyleyenler de vardır. Hadranıurun kuzeyinde ve Umman!in batısında bulunan, Ahkaf denen yerde ikamei ederlerdi. Güçlü, kuvvetli, ekin, ve davar sahipleri idiler. Allah, onların inallarım vt güçlerini-arttırdı. Onlar, Nuh kavminin halefleri idiler.

"Düşünün ki (Allah) sizi, Nuh, kavminden sonra, onîann yerine hakimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz"[95]

"Siz her yol üzerine, (gelip geçenleri yanıltmak için) bir işaret yapıp boş şeyle mi uğraşıyorsunuz? Belki ebedi yaşarsınız diye sağlam köşkler (ve müs­tahkem -kaleler) ediniyorsunuz? (Bir kavmi) yakaladığınız zaman, zorbalar gibi yakalıyorsunuz. Allah'tan korkun ve bana itaat edin. (O), size davarlar, oğuilar verdi'[96]

Cenab-ı Allah; kardeşleri, soyca vasat ve ailede şerefli olan HO.d'u, Ad" kavmine gönderdi. Hûd onlara dedi ki: "Ey kavmim ve ey aşiretim! Yalnızca Allah'a tapın. Başkaların] O'na ortak koşmayın. Sizin için O'ndan başka tann yoktur. O sizi yaratıp nzıklandirdı. Bildiğiniz ve bilmediğiniz nimetleri size ihsan etti. Putlar ve ortaklar edinmekle, Allah'a karşı yalan söyleyip iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.

Âd kabilesinde,başkalarına karşı üstünlük taslamaya alışmış, kaİbİerİ-kibir, azgınlık ve sapıklıkla dolacak şekilde nimetlerden yararlanmış varlıklı kîm-.seleç vardı. Bunlar ve bunlara benzer olanlar, her zaman hakka düşman ol-mujjiardîr. Çünkü peygamberlikte; kendilerinin gözlerini köreltecek bir nur görüyorlardı. Tin nur, halkın zihinlerini açacak, haîk da onlardan haklarını alacak, güçlerini kıracak, iktidarlarını yıkacaktı. Bu nedenledir ki, peygam­berleri ilk inkâr edenlerin, kavimlerinin eşraf tabakasına mensup kimseler ol­duklarım görüyoruz. Kendileri gibi bir insan olan peygambere nasıl boyun eğip teslim olacaklardı? "Yalnızca Allah'a tapalım ve babalarımızın tapmakta olduklarım terkedelim-diye mi bize geldin?". Eğer sana uyarsak, doğrusu apa­çık bir sapıklık içinde oluruz. Sen bu davette özel bir amacı olan bir adam­dan başka biri olamazsın.

Hûd (A.S.) onlara şu cevabı verdi: Ey kavmim! Sizden yalnızca Allah'a tapmaya, Allah'a ortak koşmayı ve ortakları bırakmaya çağırmama karşılık olarak sizden bir ücret istemiyorum. Sizden hiçbir ücret istemiyorum ki, beni çıkar veya kişisel bir amaç peşinde olmakla itham edebİlesiniz. Be­nim ücretim; ancak beni selim fıtrat üzerine yaratan ve sizleri davet et­mekte olduğum hakka eriştiren Allah'a aittir. Ücretimi O verecektir. Sizi davet ettiğim şeyi anlamıyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? Hak ile batılı birbirinden ayırdedemiyor musunuz? Ey kavmim! Günahla­rınızdan ötürü Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra O'na yürekten töv­be edin. Eğer bu dediklerimi yaparsanız, muhtaç olduğunuz yağmuru size bol bol yağdırır. Gücünüze güç, onurunuza onur katar. Davetimden yüz çevirmekten ve çağrıma kulak vermemekten sakının. Çünkü benim davetim­de iyilik ve kurtuluş vardır. Dediler ki: Doğrusu ey Hûd! Bİz seni beyinsiz, zayıf akıllı ve doğru yoldan çıkmış biri olarak görüyoruz. Ve senin, yalancı­lardan biri olduğunu sanıyoruz.

Hûd dedi ki: Bende beyinsizlik yoktur. Bu nasıl olabilir ki? Ben, alemle­rin Rabbinden gelen bir elçiyim. Rabbimin gönderdiği gerçekleri size duyu­ruyorum. Ve beni sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.

Bundan sonra iş kızıştı ve dediler ki: Ey Hûd! Bize, senin Allah elçisi olduğunu ispatlayan güçlü bir delil getirmedin. Sırf senin sözüne uyarak tan­rılarımızdan yüz çevirecek ve onları bırakacak değiliz. Biz sana inanacak ve senin peygamberliğini doğrulayacak değiliz! Senin hakkında, tanrılarımıza sataştığında, onlardan birinin seni fena çarpmış olduğunu söylemekten baş­ka bir şey bulamıyoruz. Bu günde sen, aklî noksanlık ve fikrî delilik hastalı­ğına yakalanmışsın.

Hûd (A.S.) dedi ki: Duyurmakla emrolunduğum şeyleri size duyurmuş olduğuma Allah'ı şahit tutuyorum. Allah'a ortak koştuğunuz şeylerle ilgim olmadığına siz de şahit olun.

Durum bundan ibaret olduğuna ve tanrılarınız da bir şeyler yapma gü­cüne sahib olduklarına (!) göre; haydin öyleyse ortaklarınızı toplayıp karara varın ve hep birlikte bana karşı bir komplo düzenleyin. Bana hiç süre tanı­mayın. Doğrusu ben, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Korunma işimde O'nu vekil kıldım. O'nun gücü her şeye yeter.

Gökte ve yerde hiçbir canlı yoktur ki, Allah onun perçeminden tutmuş olmasın. Onun üzerinde tasarrufta bulunmasın ve belli bir süreye.kadar onu emre amade vaziyette tutmasın. Bütün bunları yapabilir. Çünkü O, göklerin ve yerin mülküne sahiptir. Doğrusu Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir. Bu yol, hak ve adalet yoludur. Bundan sonra yüz çevirir ve emrime itaat et­mezseniz, bilin ki ben, duyurmakla görevlendirildiğim ilâhi emir ve yasakla­rı size duyurdum. Allah'ın bu konuda bana yüklediği sorumluluklardan kur­tuldum. Rabbim, sizden sonra yerinize başka bir kavim getirecektir.' Ve siz ona zarar veremezsiniz. Şüphesiz Rabbîm her şeyi koruyan, gözeten ve kont­rol edendir. [97]

 

Hûd Kıssasının Sonu:

 

Emrimizin vakti gelip de azabımız inince, kendi katımızdan Özel bir esir­gemeyle Hûd'u ve beraberindeki mü'minleri, büyük ve katı bir azaptan kur­tardık. "Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu kasırga­yı saldık. İnsanları sanki köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imişler gibi koparıp deviriyordu."[98] "O kavmi orada, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş görürsün. Onlardan hiç geri kalan görüyor musun?"[99]

Şu Âd kavmi,Rablerinin ayetlerini inkar ettiler, peygamberlerine isyan ettiler. Başkalarını kendi görüşüne uymaya zorlayan zorbalara tabi oldular. Bu zorbalar, hakka teslim olmayan inatçı eşraf tabakasıydi.

İyi bilin ki, Âd kavmi Rablerine küfrettiler, ayetlerini inkâr ettiler, Pey­gamberlerini yalanladılar. Hûd'un kavmi, Âd, yok olsun, Allah'ın rahmetin­den kovulsun ve lanete uğrasın. [100]

 

Hz. Salih'in Kıssası

 

61- Semûd mîlletine kardeşleri Salih'i gönderdik. "Ey milletim! Al­lah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret dileyin, sonra da O'na tevbe edin. Doğrusu Rabbim size yakın ve duaları kabul edendir" dedi.

62- "Ey Salih! Sen bundan önce, aramızda kendisinden iyilik bekle­nir bîr kimseydin; şimdi babalarımızın taptıklarına bizi tapmaktan men1 mi ediyorsun? Doğrusu bizi çağırdığın şeydsn şüphe ve endişedeyiz" dediler.

63- "Ey milletim! Eğer Rabbimden bir belgem olur ve bana rahmet eder ds ben O'na baş kaldırırsam, söyleyin. Allah'a karşı beni kim savunur? Bana zararımı artırmaktan başka birşey yapamazsınız" dedi,

64- "Ey mîlletim! Bu, size bîrûycl oktrak,' Allah'ın devesidir. Bırakın onu, Allah'ın toprağında otlasın; ona fenalık etmeyin, yoksa siz hemen n/a--ba uğrarsınız"

65- Buna rağmen onu kesip devirdiler. O zaman Salih: "Yurdunuzda üç gün daha kaim. Bu, yalanlanmayacak bir sözdür" dedi.

66- Buyruğumuz gelince, Salih'i ve beraberindeki inananları — katımızdan bir rahmet olarak— o günün rezilliğinden kurtardık. Doğrusu Rab-bin pek kuvvetli ve güçlüdür.

67- Haksızlık yapanları bir çığlık tuttu, oldukları yerde diz üstü çökü-verdİler.

68- Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semüd milleti Rabb'ini inkâr etmişti. Bilin ki, Semûd milleti Allah'ın rahmetinden uzaklaştı. [101]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sizi, yeryüzünü imar eder kıldı. "Reyb" keli­mesi zan ve şüphe manasına gelir. Onu bırakın.Onu öl­dürdüler. Şiddetli ses. Kalblerİ sarsıntı veren yıldırım.Yüz üstü düşüp öîttüler. Çöktüler. Bir yeri şenlendirerek orada ikamet ettiler.

Hz. Salih'in kabilesi. Arap idi. Şâm ile Hicaz arasında Hicr de­nilen, Vadilkurâ yakınlarındaki bir yörede yaşamış olan bu kabilenin şehirle­rinin kalıntıları, günümüze kadar ulaşmıştır. Putperest olan bu kavim için, Hz. Salih, peygamber.ve kurtarıcı olarak gönderildi. [102]

 

Açıklama:

 

Semûd kavmine; soy bakımından orta, huy ve akıl bakımından yüksek derecede olan kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Onlara dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka tanrı yoktur. Sizi yaratan ve size rızık veren O'dur. O'na-karşı gelmekten sakınmaz mısınız? O kî, kendi kudretiyle sizi yerden, babanız Adem'i topraktan, sizi de kandan oluşan değersiz bir sudan yarattı. Kan da gıda maddelerinden meydana gelir. Gıda maddeleriyse yerden elde edilir. Yeryüzünü imar ettirerek sizi orada ya­şattı. Sizin için bahçeler, pınarlar, ekinler ve yumuşak tomurcuklu hurmalar yarattı. Sizleri, tarım ve sanayi ile yeryüzünü imar eden insanlar olarak ya­rattı. Orada sanatkafca yapılmış evler inşa ettiniz. Allah'tan korkup-sakının, bana baş eğin, puta tapmış olmanızdan ötürü Rabbinizden bağışlanmayı di­leyin. Sonra O'na tevbe edin. İyi işler yapın. Doğrusu benim Rabbimİn Rah­meti kullarına yakındır. ' '(Allah) gözlerin hain (bakışlarını ve göğüslerin giz­lediği düşünceleri bilir"[103] özellikle, yapılan istiğfarları ve tevbeyi bilir. Ken­disine yalvarıp yakaranlarm dualarını kabul buyurur.

Onlar, Hz. Salih'e şunu demekten başka bir şey yapmadılar: Ey Salih!bize yaptığın bu davetinden önce sen bizim umutlarımızın kendisine bağlan­dığı bir kişiydin. Senden çok iyi şeyler bekliyorduk. Seni inciten ve başını derde sokan şey nedir? Eski ve yeni babalarımızın, atalarımızın tapmakta oldukla­rı tanrılara tapmaktan bizi men mi ediyorsun? Doğrusunu istersen ey Salih! Sadece Allah'a kulluk etmek; O'nun dostlarına, ahbaplarına, ortaklarına yap­tığımız İbadete son vermek icin bize yaptığın davet konusunda kuşkuluyuz. Gerçekten senin hakkında şüpheye düştük ve seni artık iyi bir insan sanmı­yoruz. Salih dedi ki: Ey kavmim, söyleyin bakalım, ben ne yapayım? Ya ben, sizi davet ettiğim şeylerin kendi uydurmam olmayıp Rabbimden gelen hüküm­ler olduğu hususunda apaçık bir deîil üzerinde isem?

Peygamberliği ve duyurmam gereken şeyleri gizleyerek Allah'a isyan eder­sem, O'nun azabına karşı bana kim yardım eder? Umudunuza tutkun olup kötü zannınızdan korkmakla', beni mahve sürüklemekten başka bir katkınız olmaz.

Ey kavmim! Doğruluğuma işaret olarak işte size Allah'ın devesini gös-' teriyorum.

Hz. Salih'in gösterdiği deve, gerçek bir mucizeydi. Meydana gelişinde em­sallerine benzememİşti; Meydana gelişi doğal kanunlara da uygun değildi. Zira rivayete göre bu deve, bir kayanın içinden çıkıp meydana gelmişti. Suyu bir gün bu deve içiyor, diğer gün de Semud kavmi içiyordu. "Biz onlara, kendi­lerini sınamak için dişi deveyi göndereceğiz. Hele sen onları gözetle, sabret-Onlara, suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; içme sırası kimdeyse o gelip suyunu alsın"[104]

Tefsir kitaplarında bu deveyle ilgili birçok rivayetler vardır.

Ey kavmim! Bu, Allah'ın size gönderdiği devesidir. Onu bırakın da Al­lah'ın arzında dilediği gibi otlasın. Ona hiç kimse karışmasın ve kötülük yap­masın. Ona bir kötülük dokundurduğunuz takdirde sizi, ufalanmış otlara ben­zetecek elem verici ve vukuu yakın bir azaba uğratır.

Semûd kavmi, adamları ve dostları Kudar bin Salif'i çağırdılar. O da bı­çağını çekip deveyi kesti. Deveyi kesme suçu, bütün Semûd kavmine ma! edildi. Çünkü Kudar bin Salif'in deveyi kesmesine razı olmuşlardı. Bu yüzden tümü o suçun faili sayıldılar. Deveyi kestiler. Salih onlara dedi ki: Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. Sonra da yok olup gidin. (Belayı beklemek ne kadar da zordur. Vukuu muhakkak bi.- azabı bekleme durumunda, bekleme süresi az da olsa, insana çok uzun gelr). Bu, yalan olmayan bir tehdiddir. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?!

Tehdid gerçekleşip yıldırım inince, kendi katımızdan bir esirgeme ile Sa­lih'i ve beraberindeki inanmışları kurtardık. Onları, o günün perişanlığından uzaklaştırdık.

Ey Peygamber! Senin Rabbin; güçlü, üstün ve hikmet sahibi olandır. Kul­larından dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltır. Azap, o kafirleri yakaladı. "Muhakkak ki bunda bir ibret vardır. Ama yine çokları inanmaz"[105]

Peygambere isyan edip emrine muhalefet ederek zulmedenleri, Salih Pey­gamberin kavmine inen yıldırım yakaladı; kalbleri titredi. Kuşların düşüp ha­reketsiz kalarak öldükleri gibi, dağılıp ufalanmış otları andırırcasına yurtla­rında çöküp öldüler. Sanki o diyarda Semûd kavmi adında bir millet yaşa­mamıştı. Yerlerinde artık yeller esiyordu.

İyi bilin ki, Semûd kavmi, Rablerini inkar ettiler. O'nun keskin azabına müstahak oldular. Semûd kavmi ve onlara benzeyenler, Allah'ın rahmetin­den uzak olsunlar. [106]

 

Hz, İbrahim'in Kıssası Ve Müjdesi

 

69- And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. "Selâm sana" dediler, "Size de selâm" dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.

70- Ellerini ona uzatmadıklarını görünce, durumlarım beğenmedi ve içine korku düştü. Onlar, "Korkma, biz Lût milletine gönderildik" dediler.

71- Bu arada, îbrâhîm'İn ayakta duran karısı gülünce, "Ona îshâk'ı, ardından Ya'kub'u müjdeleriz" dediler.

72- "Vay başıma gelenleri Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuş­ken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey" dedi.

73- "Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuş­ken, nasıl işine şaşarsın? O, övülmeye lâyıktır, yücelerin yücesidir" dediler.

74- Îbrâhîm'İn korkusu gidip de müjde kendisine ulaşınca, Lût milleti hakkında elçilerimizle tartışmaya girişti.

75- Doğrusu îbrâhîm çokiçli, yumuşak huylu ve kendini Allah'a ver­miş bir kimse idi.

76- Elçilerimiz, "Eyîbrâhîm! Bundan vazgeç, doğrusu Rabbinin em­ri gelmiştir. Onlara, şüphesiz, geri çevrilemeyecek bir azâb gelmektedir" de­diler. [107]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kızartılmış ve yağı damlayan. Onları, yani tutumları­nı beğenmedi. İçinde onlardan bir korku hissetti. Vay! Ben mahvoİdum Kısır. Korku ve ürküntü. Onların hallerinden dolayı çok ah çeken, içli. [108]

 

Açıklama:

 

Andolsun ki, elçilerimiz olan melekler, İbrahim'e geldiler. Bu melekle­rin Cebrail, İsrafil ve Mikâil olduklarını söyleyenler olduğu gibi, bunlardan başkaları olduğunu söyleyenler de vardır. En iyisi bunu Allah'a bırakmaktır. İbrahim'e giden meleklerin hangileri olduğunu Allah ve Resulü daha iyi bi­lir. Elçilerimiz İbrahim'e gelip selam verdiler. İbrahim onları ağırladıktan sonra, kendisine müjde verdiler.

Yanma girdiklerinde: "Sana selâm olsun" dediler. O da: "Allah'ın selâ­mı üzerinize olsun" dedi. (Görülüyor ki, İbrahim (A.S.) onlara, verdikleri selâmdan daha güzeli ile karşılık vermiş) çok beklemeden onlara kızartılmış, semîz, yağı damlayan bir buzağı getirdi. Yiyenlere lezzet verecek olan bu ye­meği onlara sundu. Buyurmaz mısınız? dedi. Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, durumlarını beğenmedi. Başka misafirlerinde görmediği bir hali bun­larda gördü. Çünkü misafir, yemekten veya ev sahibinin kötü niyyetinden şüphe etmediği takdirde, takdim edilen yemeği mutlaka yer. Bunların yemeğe el uzat-madıklannı görünce, içinde, onlardan taraf bir korku duymaya başladı. Çünkü bunların insan olmadıkları anlaşılmıştı. Kesinleşmiş bir azap hükmünü İn­faz etmek için inen melekler olabilirlerdi, bunlar.

İbrahim'in kendilerinden korktuğunu görünce ona: Korkma, bizden ya­na kuşkulara yenik düşme! Biz, Rabb'inin elçileriyiz. Azıp haddi aşan Lüt kavmini helak etmek için gönderildik. Sana kötülük yapmaya niyetimiz yok­tur. Sana ve ailene, bilgili bir çocuk verileceğini müjdeliyoruz. Bu çocuk se­nin suyunu koruyacak, adını ve hatıranı sürdürecek. Onun da Yakub adlı bir oğlu olacak. O'nun soyundan İsrailpğullarının peygamberleri gelecek.

İbrahim'in karısı, onların hizmetiyle uğraşmaktayken karşılıklı konuş­malarını işitti. Duydukları ve gördükleri şeylerden şaşkına döndüğü veya Lût kavminin helak edileceğinden ötürü sevindiği veya kendisine iyi bir çocuk ve­rileceği müjdesinden hoşlandığı için güldü. "Güldü, biz de ona İshak'ı müjdeledik" ayet-i kerimesindeki fiili, başında bulunan "Fe" harfi ile fiiline atfedildiği için; müjdenin, gülüşten sonra yapıl­mış olduğunu söyleyenler olmuştur.

Biz O'na İshak'ı müjdeledik. İshak'ın ardından da Yakub'u. Müjdeyi duyunca dedi ki: Vay! Bu ne tuhaf şey! Acuze ve kısır olan ben doğuracak mıyım?!! İşte kocam da yaşlı ve ihtiyar bir adam! Doğrusu bu söyledikleri­niz çok tuhaf bir şeydir.

Melekler O'na dediler ki: Kendisini hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı Al­lah'ın emir ve yargısına şaşıyor musun? Halbuki Allah bir şeye "ol" deyince, o şey oluverir. Ey Nübüvvet evinin halkı! Allah'ın geniş rahmeti ve bol bereti üzerinize olsun. Bu sayede İbrahim Halil'in soyu kıyamete kadar devam ede­cektir. Bu da, sizin bu işe şaşmamanızı gerektirmektedir. Şanı yüce Allah, övgüye layıktır. O, göklerde ve yerde en büyük şerefin sahibidir.

İbrahim'in meleklerden korkusu gidip de onların Lût kavmine azap için, kendisine de müjde için gelen melekler olduğunu öğrenince; Lut kavminden azabı kaldırmaları veya hafifletmeleri için onlarla mücadele etmeye başladı. Oysa ki onlar, Lût kavmine azabı indirmek için Allah tarafından gönderil­miş melekler idiler. Gerçekten İbrahim halim bir insandı. İnsanların çabu­cak azablandınlmalarım istemiyordu. İnsanların azap çekmesinden ötürü faz­lasıyla ah, of ediyordu. Aîlah'a yüz tutup yönelen biriydi.

Melekler Ö'na cevap verdiler: Ey İbrahim! bizimle tartışmaktan vazgeç ve sus. Bunlara azabı infaz etmemiz İçin Râbbinden emir gelmiştir. Mahiyeti­ni ancak Allah'ın bildiği azaba mu t fak a uğrayacaklardır. Bu azap, asla geri Çevrilmez. [109]

 

Hz. Lut'un Kavmiyle Olan Kıssası

 

77- Elçilerimiz Lût'a gelince, onun fenasına gitti; çok sıkıldı, "Bu çe­tin bir gündür" dedi.

78- Milleti ona koşarak geldiler. Daha önce kötü işler işliyorlardı. "Ey milletim! İşte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için dalın temizdir. (Size nikahlayabilirim!) Allah'tan sakının, konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur?" dedi.

79- "And olsun ki, senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun; doğrusu, ne istediğimizin farkmdasm" dediler.

80- "Keski size yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir yere sığmsam" dedi.

81- "Ey Lût! Bİz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana Hİşcmiycceklcr; ge­celeyin birara, ailenle beraber yola çık; karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelen onun basma da gelecektir. Vâdeleri gün doğa­na kadardır. Gün doğması yakm değil mi?" dediler.

82-83- Buyruğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine de Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zâ­limlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır. [110]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onlar için endişeye kapıldı, kaygılandı. El­çilerin gelmelerinden dolayı sıkıldı.Son derece kötü. Koşa­rak geldiler. Şiddetlice, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan.Geceleyin yürüt. Gecenin kalan kısmında.Çamur. Peşpeşe ve sıralı. Allah düşmanları için hazırlan­mış. Rabbin katından özel olarak işaretlenmiş olup başkasına isabet etmez.[111]

 

Açıklama:

 

Melek elçilerimiz, İbrahim'in yanından kalkıp Lût'un yanına geldikle­rinde, Lût (A.S.) onlar için endişeye kapıldı. Kendi kavminin kötü huyunu bildiği İçin bu misafirlerin kendi evine gelişlerinden dolayı gamlandı. Onları misafir olarak ağırlama işini üstlenmekten aciz oidu. Kavminin onlara teca­vüz edeceğinden korktu. Rivayete göre melekler, güzel yüzlü delikanlılar su­retinde Lut (A.S.)'m evine gelmişlerdi. Hz. İbrahim'in kardeşi oğlu olan Lût (A.S.): "Bu, şer sebeplerinin bir araya geldiği çok zorlu bir gündür" demişti.

Lut'un evine misafirler geldiğini duyan kavmi, nefsî ve şeytanî güdüle­rin etkisiyle koşarak oraya geldiler. Bunda şaşılacak bir durum yoktur. On­lar, daha önce de kötülük işleyen bir kavim idiler. Kötülük, saldırganlık, ka­dınları bırakarak şehvetle erkeklere yaklaşmak, onların İçine yerleşen bir huy haline, gelmişti. "Siz (kadınları bırakıp) erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyor­sunuz ve toplantılarınızda edepsizce şeyler yapıyorsunuz ha?.."[112]

Lût dedi ki: Ey kavmim, işte benim öz kızlarım veya bütün kavmin kızları, bakire veya dul sizin emrinizde... Bunlar, sizin için erkeklerden daha leıni/dirtcr. (Daha icmİzdirlcr demekle, erkeklere yaklaşmanın da temiz olabileceğini kastedmiş değildir. Hayır, böyle bir şey olamaz!) Yani bu kızların bekâr olanlarıyla evlenebilirsiniz. Evli olduğunuz kanlarınızla da helâlca temaşta bulunabilirsiniz. Yoksa Hz. Lût'unj kendileriyle zina etmeleri için kızlarını onlara sunmuş olduğu düşünülemez. Bunu akıllı bir kimsenin yapması düşünülemez. Hele bir peygamberin böyle yapması hiç mi hiç düşünülemez! Tevrat'taki tomarlarda her ne kadar böyle bir İfade yer almakta ve bazı müs-lümanlar da cahilliklerinden veya hüsnü zanlanndan dolayı bunu aktanyor-larsada bu doğru değildir. Çünkü Hz. Lût, onlara: Allah'tan korkun ve beni misafirlerimin yanında rezil etmeyin, demişti. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: Size emretmiş olduğum "fuhuştan uzak durma" yoluyla AHah'tan sa­kınma ile, şerefimi koruma ve misafirlerimin önünde benî küçük düşürüp re­zil etmeme yolunu tutun. İçinizde sizi hayra ve doğru yola iletecek bir adam yok mudur?

Dediler ki: Ey Lût! Senin kızlarında hakkımız, isteğimiz ve arzumuz ol­madığım biliyorsun. Kızlarını bize teklif edişin anlamsızdır. Ve sen, bizim er­keklerden yararlanmak istediğimizi biliyorsun.

Ayetin görünür anlamından anlaşıldığına göre Lût, misafirlerine hİta_-ben şöyle demişti:Keşke şu kavme karşı savaşmak ve onların kötülüklerini benden savmak için, sizde bana varacak bir gücünüz olsaydı. Ya da yeryüzünde güç ve aşiret sahibi, sarp kaya gibi bîr adama sığınsaydım!

Melekler dediler ki: "Ey Lût! Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. Seni onla­rın şerrinden korumak ve onları mahvetmek için geldik. Onlar ne sana, ne de bize kötülük dokunduramazlar.

Lût'un, güzel delikanlılar görüntüsündeki misafirlerinden kâm almaya kalkıştılar. Allah da gözlerini siliverdi. Hiçbir şeyi göremez oldular. Sonra Allah kendilerine: "Tadın azabımı ve uyanlarımı" dedi. "Sabah erken, onları ka­rarlı bir azap yakaladı"[113]. Melekler, kavmine Allah'ın va'dettiği azabı infaz etmek için Lût'a dediler ki: Sabah olmadan, hududunu geçebilecek kadar bir zaman önce geceleyin ailenle birlikte, halkı zalim olan bu kasabadan çık, git. "Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık. Zaten orada müslümanlardan bir ev (halkm)dan başka kimseyi bulmadık"[114]. Sizden hiç kimse, azabı görüp ,de azap kendisine dokunmasın diye ardına dönüp de o kasabaya bakmasın. "Emroîunduğunuz yere gidin"[115]

Geceleyin zevcen dışında bütün aile efradını ahp götür. Zevcen kalsın. Çünkü onun, kafir Lût kavmine meyli vardı. Onlara dokunan azab ona da dokunacaktır. Onların sabaha kadar süresi vardır. Yani azablan tanyerinin ağarmasından itibaren başlayıp gün doğuşunda sona erecektir. "Güneşin doğma zamanına girerlerken korkunç ses onları yakaladı"[116]. "Sabah yakın de­ğil mi? "[117]

Lût'la alay ederek ve İnkâr ederek azabın tezelden kendilerine gelmesini istiyorlardı. Emrimiz gelip de kararımız İnfaz edilince o kavmin yaşamakta olduğu beldenin üstünü altına getirdik. Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taş­ları sağanak halinde yağdırdık. İşaretlenmiş olan bu taşlar, kafirlerden baş­kalarına isabet etmiyordu. Sadece zalimlere isabet eden bu azap, uzak değil­di. Ey yüce Allah'ım, bu keskin azap, zalimlerden asla uzak değildir. Ey Mekke kâfirleri, nerede bulunduğunuza hele bir bakın!... [118]

 

Hz. Şuayb'ın Kıssası

 

84- Medyen halkına kardeşlen Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey mil­letim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yoktur. Ölçüyü tartıyı ek­sik tutmayın. Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda ku-. satıcı bir günün azabından korkuyorum''

85- "Ey milletim! Ölçüyü ve tartıyı tamâmı tamâmına yapın; insanla­ra eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çı­karmayın."

86- "İnanıyorsanız, Allah'ın geri bıraktığı helâl kâr sîzin için daha hayırlıdır. Ben size bekçi değilim."

87- "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mal­larımızı istediğimiz gibi kullanmamızı men'eden senin namazın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin" dediler.

88- "Ey Milletim! Rabbimden benim bir belgem olduğu ve bana gü­zel bir rızık da verdiği halde, O'na karşı gelebilir miyim? Söylesenize! Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek istemem; gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah'tandır. O'na güvendim; O'na yöneliyorum" dedi.

89- "Ey Milletim! Bana karşı gelmeniz, Nûh milletine veya Hûd mil­letine yahut da Salih milletine gelen felâketin bir benzerini, sakın başınıza getirmesin. Lût milleti sizden uz,ak değildir."

90- "Rabbinizden mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok sever."

91- "Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni ara­mızda güçsüz görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek itibârın da yoktur" dediler.

92- "Ey Milletim! Benim taraftarlarım size göre Allah'tan daha mı değerlidir ki Allah'a sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim yaptıklarınızı bilgisiy­le kuşatmıştır" dedi.

93- "Ey Milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğrusu ben de yapacağım. Kime rezil edici bîr azabın geleceğini, kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlüyorum."

94- Buyruğumuz gelince,  Şuâyb'ı ve beraberindeki İnananları — katımızdan bir rahmet olarak— kurtardık. Haksızlık yapanları bir çığlık ya­kaladı, oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.

95- Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki Semûd milleti Allah'ın rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen halkı da uzaklaştı. [119]

 

Bazı Kelimeler:

 

Servet ve rızık bolluğu ile Eşyaları eksiltir ve ayıplı hale getirirsiniz. Fesat amacıyla yeryüzünde bozgunculuk yaparsinız. Akıllı, ve tedbirli. Doğru yolda sapasağlam olan. Sizi sevketmesin, uğratmasın. Bana şiddetle karşı koyusunuz.Anlamıyoruz.Fikh: Kelimenin manasını incelikleriyle birlikte kav­ramak. Aşiret,yakın akrabaların. Arkaya atıp unut­mak. Gücünüz ve akrabalarınız sayesinde yapabilecekleriniz... [120]

 

Açıklama:

 

Hicaz'ın Şam yönündeki yörede zenginlik ve refah içinde yaşayan, an­cak yine de ölçüyü ve tartıyı eksik yapan, yeryüzünde bozgunculuk yapan Medyen halkına, aralarında orta soydan biri olan.yüksek ahlâklı Şuayb'ı pey­gamber olarak gönderdik. Onlara dedi ki: Ey kavmim, ey yakınlarım ve aşi­retim! (Bu tür bir hitap, çoğunlukla karşıdakinin çağrıya uyup, kabulünü sağ­lar). Yalnızca Allah'a.kulluk edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sizin için, Allah'ın sıfatlarıyla nitelenen başka bir ilah yoktur ki ona tapasınız. Bü­tün peygamberlerin, insanları sadece Allah'a kulluğa çağırdıkları konusun­da sen de benimle aynı görüşe katılmıyor musun, ey okuyucu? Pratik hayat­la ilgili İşlere gelince her peygamber, kendi ümmetinin zayıf tarafını tedavi etmeye çalışmıştır. Bu nedenle Hz. Şuayb, kavmine: Ey.kavmim! Allah'a iba­det edin, satış yaparken eksik ölçmeyin, eksik tartmayın, demiştir. Kavmi, insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman ölçüyü tam yaparlardı. Kendileri de onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman, ölçüyü ve tartıyı eksik ya­parlardı. Onlar tekrar diriltilip hesaba çekileceklerini sanmıyorlar mıydı?

Hz. Şuayb, sözlerine devamla şöyle diyordu: İlahi emirlere uyun ve ya­saklardan kaçının. Zira ben sizi bolluk, afiyet, zenginlik ve refah içinde gö­rüyorum. Bu da Allah'ın emirlerine uymanızı ve O'na şükretmenizi gerekli kılmaktadır. Ayrıca isyanınızda ısrar etmeniz halinde Allah'ın azabına uğra-tılmanızdan korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. (Bu eksik ölçme ve eksik tartma yasağından sonra, bu yasağı tekid etmek için verilen ve yapılması gereken işi gösteren bir emirdir.) Ölçerken, tartarken ve­ya sayarken İnsanların eşyasını, maddi veya manevi haklarını eksiltmeyin. Ayıp­lı gösterilmesi gerekmeyen bir şeyi ayıplıdır, demeyin. Yeryüzünde hangi tür-'den olursa olsun, kasıtlı olarak fesad çıkarmayın, insanların hakkını adaletle ödedikten sonra geride Allah'ın sizin için bırakacağı kâr, eksik ölçerek veya eksik tartarak kendiniz için geriye bıraktığınız kârdan çok daha bereketli ve sonuç bakımından çok daha övgüye layıktır. Cenab-ı Allah ne doğru bu­yurmuş: "Allah'ın (helalinden) bıraktığı (kâr), sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinize bekçi değilim" Bana düşen, yalnızca tebliğ ctmckıir. Hcs.ıhı gören, Allah'tır. [121]

 

Kavminin Şuayb İle Münakaşaları Ve Şuayb'ın Reddi:

 

Dedüer ki; Ey Şuayb! Senin namazın mı, atalarımızın taptıkları ve bi­zimde, Allah'a yaklaştırıcı şefaatçiler (aracı) olarak kabul ettiğimiz putları bırakmamızı sana emrediyor? Sen, atalarımızdan daha iyi biri değilsin ki, on­ları brakip sana uyalım.

Ayet-i Kerimedeki soru, Şuayb ile alay edişleri ve inkarları içindir. Yani O'na inanmadıkları ve onunla alay ettikleri için böyle bir soruyu Ö'na sor­muşlardı. Kendi gayret ve çabamız oranında nemalandmp kâr sağlamak için mallarımız üzerinde dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmamamızı namazın mı sana emrediyor, ey Şuayb? Bu, bizim özgürlüğümüzü kısıtlamak ve girişimi­mizi sınırlamak değil midir? Doğrusu ey Şuayb, sen yumuşak huylusun. Ağır adamsın.. Acele karar vermezsin. Akıllı ve mutedil görüşlüsün. İçinde açıkça hayır, hikmet ve doğruluk görmediğin şeyi emretmeyen uslu bir insansın.

Sözlerinde sıkça rastlanan bu iltifatlar, Şuayb'la alay ettiklerini ve ima yoluyla onu taşladıklarını ifade etmektedir. Bu ithamlar karşısında Şuayb'ın onlara verdiği cevaba bakın: Ey kavmim, ey kavmim, ey aşiretim ve ey yakın­larım! Kendime ve .size ne yapacağımı siz bana bildirin. Deyin bakalım! Ya ben Rabbimden taraf tam bir yakın ve apaçık bir delil üzerindeysem? Bu de­lil de, size emrettiğim şeylerin benim yanımdan değil de Allah katından gel­mekte olduklarını ifade ediyor. Allah; peygamberliğini nereye vereceğini çok daha iyi bilir. O'nun lütuf ve hayrından güzel ve bol rızıklar elde ettiniz. He­la! kazanç yoluyla ben de güzel ve bol rızka nail oldum.

Aslına bakılırsa ben, mal işletmesini bilen usta ve tecrübeli bir adamım. Söyleyin bana size ne yapacağım ve bu söylediklerimden başka neler söyleye­ceğim? Yasakladığım şeylere kendim yönelerek size muhalefet etmek istemi­yorum, aksine sizden önce ben ona tutunmuştum. Çünkü onda dünya ve ahiret iyiliğini ve doğruluğunu görüyorum. Yapabildiğim kadarıyla sizi düzeltmek­ten, hem kendim ve hem sizin için iyilikten başka bir şey istemiyorum. Bu yaptıklarımda, benim özel bir maksadım yoktur. (Bundan da anlıyoruz kî akıllı kimse; bütün davranışlarında ve eylemlerinde Allah'ın hakkını, Resu­lünün hakkını, nefsinin hakkını ve insanların, kendisi üzerideki haklarım göz­etmelidir.) Hayırla ve doğru yolda başarım, ancak Allah'ın yardımıyladır. O'na dayandım. O'na güvenip yöneldim. Dönüş O'nadır. Faydayı da, zararı da ve­ren O'dur. Ben sizden bir mal ve menfaat beklemiyorum. Bana zarar verme­nizden de korkmuyorum. Görüş ve inançta size karşı oluşum, sizi bana za­rarlı bir şey yapmaya yöneltmesin. Bana bir kötülük yapacak olursanız; Nuh kavminin uğradığı boğulma, Hûd kavminin uğradığı kasırga, Salih kavminin uğradığı azgın çığlık azabına sizler de maruz kalırsınız. Lût kavminin uğra­dığı azap, yer ve zaman bakımından sizden pek uzak değildir. Günahlarınız­dan ötürü Rabbİniz'den mağrifet dileyin, sonra da O'na tevbe edin, iyi işler yapın. Benim ve sizin Rabbiniz, Rahmeti büyük ve sevgisi çok olandır. De­diklerimi yaparsanız, size dünya ve ahirette güzel bir hayat yaşatır. [122]

 

Durumun Sertleşmesi Ve Azabın İnişi:

 

Dediler ki: Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu iyice anlayamıyoruz. Bu sözlerde anlam ve hikmet bulunduğunu da sanmıyoruz. Biz seni aramızda zayıf, güçsüz ve kuvvetsiz biri olarak görüyoruz. Seni din ve dünya riyasetine ulaştıracak olan bu sözlerim nasıl kabul edebiliriz? Seni yakahp işkence altı­na sokmak istesek, hiç bir güç bize engel olamaz, aşiretin ve yakın akrabala­rın olmasıydı, tanrılarımızı kötüleme ve malî tasarruflarımızı kısıtlama iste­ğinde bulunma suçlarına uygun bir şekilde seni taşlayarak öldürürdük. Se­nin bize hiç bir üstünlüğün yoktur.

Dedi kî: Ey kavmim! Aşiretim ve akrabalarım; sizi kendisine davet etti­ğim, ama sizin keddisine başkalarını ortak koştuğunuz; murakabesini, kor­kusunu, emir ve yasağını, hesabı sorulmayacak önemsiz bir şey gibi kulak ar­dı edip unutuğunuz Allah'tan daha mı kıymetli, O'ndan daha mı üstündür? Rabbim, yapmakta olduğunuz işleri bilgisiyle kuşatandır. Yaptığınız işlerden dolayı sizi cezalandıracaktır.

Ey kavmim! elinizden geleni ardınıza bırakmayın. Yarın azabın kime gel­diğini, kimi rezil ettiğini, kimi dünya ve ahirette horladığını, kimin de ".Ey Şuayb, seni ve beraberindeki inananları kasabamızdan elbette çıkaracağız" derken yalan söylemiş olduklarını göreceksiniz. Azabın kime ineceğini göze­terek bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim, "elinizden geleni ya­pın, ardınıza bırakmayın" emiri, tehdid anlamını taşır.

Emrimiz gelip, azap kararını infaz vakti tamam olduğunda Şuayb'ı ve beraberindeki inanmışları, onlara özgü bir rahmetle kurtardık. Bu, Allah için zor bir iş değildir. Semûd'u yakalamış olan çığlık, Şuayb kavmindeki zalim­leri de yakaladı. Yüz üstü düşüp ölen kuşlar gibi yurtlarında çömelip kaldı­lar, ölüp gittiler. Evlerinin duvarları, alta yıkılan tavanların üstüne çöktü. Ora­larda daha önce hiç yaşamamış gibi oldular. Semûd kavmi helak olup gittiği gibi Medyen halkı da helak olup gitsin. [123]

 

Musa İle Firavun Arasında Geçenler

 

96-97- And olsun ki,Musa'yi Firavun ve erkanına mucizelerimizle, apa­çık bir delil ile gönderdik. Firavun'un buyruğuna uydular, oysa Fkavun'un buyruğu sağduyuya uygun değildi.

98- Firavun, kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları cehenne­me götürür. Gittikleri yer ne kötü yerdir!

99- Hem burada ve hem kıyamet gününde lanete uğratılırlar. Bu ne kötü bir bağıştır. [124]

 

Bazı Kelimeler:

 

Açık ve kuvvetli delil. Bunun Hz. Musa'nın asası oldu­ğunu söyleyenler de olmuştur. önü geçip gidiyor. Onları ateşe getirip içine koydu, Bu verilen, ne kötü bir vergi­dir! Rifd'in, kadehdeki şarap olduğu da söylenir.

Buna göre; Cehennemde içtikleri ne kötüdür, demektir. [125]

 

Açıklama:

 

Musa'yı başka surelerde açıklanan dokuz mucize ile, sultan kuvveti ka­dar güçlü ve açık bir delil (Firavun ile yapmış olduğu karşılıklı konuşma veya asâ ile Firavun ve adamlarına gönderdik, bunlar Firavun kavminin aristok­ratları, halkın önde gelen liderleri, kumandanları ve Firavun'un danışmanla­rı idiler.

Halkın geri kalanlarıysa bunlara bağlı kimselerdi. Düşünmeden, körü körüne bunların ardında yürürlerdi. Aristokratlar, Firavun'un emrine uydu­lar. Musa'yı inkar etmek, sihirbazları her taraftan toplayıp getirmek ve Mu­sa'nın peygamberliğine inananları öldürmek hususunda Firavun'un emrini eksiksiz uyguladılar. Firavun'un emri, doğruya İletici değil, aksine sapıklık ve dalaletti. Şer ve fesattı. Şu dünyada kavminin büyüğü ve lideri olan Fira­vun, kıyamet te de onların önüne geçip yürüyecek, onları cehenneme götüre­cek, hep birlikte ateşe gireceklerdir. Vardıkları yer, ne fena bir yerdir! Suya gelen, serinlemek ve içiş lezzetini elde etmek İçin gelir. Cehenneme gelen de, onun alcvlcriylc yanar, onun alev saçan ateşi ile yanıp tutuşur.

Bu dünyada da onların peşlerine lanet takılmıştır. Kıyamet günündeyse çirkinleşmiş ve fenalaşmış olacaklar, barsafclan parçalayan kızgın bir- su içe­ceklerdir. Dünya ve ahirette Allah'ın rahmetinden kovulmuş olacaklardır. Yap­tıkları kötülüklere karşı, bu ne kötü bir vergidir. [126]

 

Kıssalarda Anlatılan Cezalardan Alınacak Öğütler

 

100- "Ey Muhammed Bu sana anlattıklarımız, kasabaların başından geçenlerdir. Onların bîr kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.

101- Onlara Biz zulmetmedik, fakat onlar kendilerine yazık ettiler. Rab-binin buyruğu gelince, Allah'ı bırakıp taptıkları tanrılar kendilerine bir fay­da vermedi, kayıplarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.

102- Allah, kasabaların zalim halkını yakalayınca, böyle yakalar; ya­kalaması da şiddetli ve elimdir,

103- Ahİretİn azabından korkanlara, bunda, hiç şüphesiz ibret vardır. Bu, insanların coplanacağı gündür; bu, görülecek bir gündür.

104- Biz, o günü, ancak belli bir süreye kadar geciktiririz.

105- O gün gelince, Allah'ın izni olmaksızın hiç kimse konuşamaz; iç­lerinde bedbaht olanlar da, mes'ud olanlar da vardır.

106- Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler,

107- Rabbinİn dilemesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temel­li kalacaklardır. Rabbin, şüphesiz, her istediğini yapar,

108- Mes'ud olanlar ise cennettedirler. Kabinin dilemesi bîr yana, son­suz bir lütuf olarak, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. [127]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Tebab" kökünden alınmış olup hüsran ve helak manasını ifa­de eder.

Kötülük yaptığından dolayı Cehenneme girmeye müstahak olan, bahtsız. Allah'ın lütuf ve rahmetinden sonra kendisi de iyi iş­ler yaparak cennete girmeyi hakeden, mutlu. Sık sık, ama zorluk­la nefes alıp vermek.

Kesik, kopuk. [128]

 

Açıklama:

 

Kendi nefislerine zulmeden, peygamberlerine İsyan eden bazı şehirlerin haberlerini Ey Muhammed, ibret ve öğüt alasınız diye ve diğer,bazı amaçlar­la size anlatıyoruz. Bunlar, uyduruk sözler olmayıp öncekilerin doğrulama-sıdır. Haberlerini size anlatmakta olduğumuz bu şehir ve kasabaların bazıla­rının izleri, sapı üzerinde duran ekin gibi hâlâ yerlerinde mevcuttur. Diğer bazılarının izleri ise, biçilmiş ekin gibi, yok olup gitmiş ve silinmiştir.

Bİz, herhangi bir hususta onlara asla zulmetmedik. Bilakis kalb gözleri­ni aydınlatmak ve doğru yola iletmek için onlara peygamberler gönderdik. Ama onlar zulmedip haddi aştılar. Günah ve sapıklıklarını arttırmaktan başka bir şey yapmadılar. Peygamberleri onları azap ile uyarıp korkuttular. Fakat uyanlara karşı kuşku duydular, azabı kendilerinden savmaları İçin tanrıları­na güvendiler. Rabbinİn azap emri geldiğinde tanrılarının kendilerine hiçbir yaran olmadı. Sapıklık ve yıkımlarını arttırmaktan başka birşey yapmadılar. Tanrılara dayanmış olmakla küfür, inat, zulüm ve sapıklıklarını daha da arttırmış oldular. Zulüm yapar oldukları halde kasabalar halkını Rabbinin ya­kalaması; her zaman ve her mekanda işte böyle azab ve felaketle olur. O'nun yakalaması şiddetlidir, acıtıcı ve katıdır.

İbret alın ey basiret sahipleri! Yok mudur düşünen? Ey Kureyş kafirleri! siz onlardan daha güçlü ve zorlu değilsiniz. Sizin peygamberinizin de, kar­deşleri olan Önceki Peygamberlerden geri kalır yanı yoktur. "Yer yüzünde gezmediler mî ki, kendilerinden Öncekilerinin sonunun nasıl olduğuna bak­sınlar, onlar, kendilerinden daha güçlü idiler. (Sular, madenler çıkarmak, ekin ekmek, ağaç dikmek için) toprağı (kazmış) alt-üst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da elçileri, delillerle gel­mişti. Demek ki, Allah onlara zulmeder değildi. Fakat.onlar, kendi kendileri­ne zulmediyorlardı"[129]

Buraya kadar anlatılan kıssalarda bu kainatın, Allah tarafından resme­dilen yasalar çerçevesinde ve yine yüce Allah tarafından belirlenen hedefe doğru seyrettiğine İşaret eden güçlü ve apaçık deliller vardır. Yine bu kıssalar, ahiretin ve ahiret hayatının varlığına, ahİretin sevap ve ceza yeri oluşuna ina­nan kimseler için birer delildirler. Ahirete İnanmayip geçmiş milletlerin baş­larına gelen azabların, felaketlerin, tabiî şeyler olduklarını söyleyen; tufanda boğulma, deprem ve yıldırımların sırf doğal olaylar olduklarını İddia eden­lere deriz ki: Yavaş ol bakalım. Geçmiş ümmetler, peygamberleri tarafından uyarıldıktan ve kendilerine belli bir süre verildikten sonra azaba uğratılmış­lardır. "Yurdunuzda üç gün yaşayın, (sonra mahvolacaksınız); bu, yalan ol­mayan bîr tehdiddir"[130] "Onlara va'd edilen (azab) zaman(ı) sabah(vakti)dir"[131]

Bu kıssalar şunu da gösteriyor kî; ahiret azabı bu azap için ayrılan gün de mutlaka gerçekleşecektir. İnsanlar hesab için o günde toplanacaklardır. Ve bütün İnsanlık, o günü görecektir.

Bu ahiret azabını, ilmimizde bilinen sınırlı bir zaman kadar, yani dün­yanın ömrünün tükeneceği zaman kadar erteliyoruz. Bu bilinen gün geldi­ğinde, Rabbinin izni olmadan kimseler konuşamaz. Emir, yasak ve izin sahi­bi O'dur. "O gün ruh ve melekler, sıra sıra dururlar. Rahmanın izin verdiğin­den başka kimse konuşamaz, (Rahman'm konuşmasına İzin verdiği kimse de ancak) doğruya söyler"[132]. "...Rahman(a saygı) için sesler kısılmıştır. Fısıl­tıdan başka bir şey işitemezsİn. O gün rahman'ın izin verip sözünden hoşlan­dığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez"[133]

Kıyamet; korkusu şiddetli, vakti uzun, halleri değişik olan bir gündür.

Orada bulunan kullara bazen konuşma izni verilir. Mazeret bildirip pişman olduklarını belirtirler. Bazan da korkunun şiddetinden dolayı kaya gibi ses­siz ve hareketsiz olurlar. "O'nun izni olmadan kimse konuşamaz" mealin­deki ayette kelamın (konuşmanın), Allah'ın izni olmadan nefyedilmiş olma­sı, kelamı ispat eden ayetlerle, nefyeden ayetleri, anlam bakımından bir araya getirmiş olmaktadır.

İnsanlardan bazıları bahtsız(şaki) olup, cehennemlik kimselerin işlerini yapmış ve dolayısıyla kendileriyle ilgili azap kelimesi hak olmuştur. Bazıları da mutlu (said) olup, hayır ve iyilik ehli kimselerin işlerini yapmış ve dolayı­sıyla kendisi için hayır ve iyilik murad edilmiştir. Herkes yaratıldığı amaç doğ­rultusunda iş yapar.

Dünyada kötü şeyler yapıp kötü yollara ve inançlara saparak şaki olan­lar cehenneme yerleşecek, orada zorlukla sık sık soluk alacak, soluyacak an­cak başlarına gelen azabdan dolayı göğüsleri daralacak, yüksek bir yere çı­kıp nefes almak isteyecekler; şiddetli üzüntü ve ağlamadan ötürü yürekleri dışarı fırlayacak gibi olacak. Yer ve gök durdukça Cehennemde ebedi kala­caklardır. Kıyamet kopunca gökler ve yerler, oldukları gibi dururlar mı? Evet.. Allah'ın bildiği başka bir şekil ve vaziyette kalırlar. "O gün yer başka yere, göklerde (başka göklerde) değiştirilir. Hepsi tek ve kahredici Allah'ın huzu­runda durur"[134]

Cennetliklerin ve Cehennemliklerin semaları, üst taraflarıdır. Arzları da alt taraflarıdır. İbn Abbas (R.A.) demiş ki: "Her cennetin yeri ve göğü var­dır." Orada ebedi kalacaklardır, sözünün manası işte budur. Araplar, bu gibi terkiplerle manayı güçlendirmek isterler. Bu ebedilik ve devamlılık; yer ve gök yerlerinde durdukları müddetçe sürüp gidecektir. Ancak Rabbinin dilediği za­mana kadar bu böyle sürecektir.

Bu ve benzeri istisnalarla ilgili olarak öteden beri alimler çok şeyler söy­lemişlerdir. Kurtİbi bu görüşlerden on tanesini aktarmıştır. Doğrusunu Allah bilir ya bu, ebedilikten yapılan bir istisnadır. Yani onlar orada ebedi kalacak­lardır. Ancak Rabbinin bu hazır düzeni değiştirerek dilediği bit zaman, ken­dilerini oradan çıkarırsa, o başka. Burada söylenmek istenen şudur: Her-şey ;Rabbinin kabzasında ve tasarrufu altındadır. Dilerse onu yerine bıra­kır. Dilerse meneder, orada bırakmaz. Hz. Peygamber'den bahseden şu ayet­te bu anlamı doğrulamaktadır: "De ki:"Ben kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahibim"[135]

Bu istisnanın ""gökler ve yerler yerlerinde durup devam ettikleri süre­ce..'' ayetindeki devamlılıktan yapılmış olduğunu söyleyenler de vardır. Zira cennetlikler ile cehennemlikler, göklerle yerlerin varlıklarını sürdürdükleri za­manda dünyadaydılar, O zaman ne cennete, ne de   Cehennemdeydiler.Bu istisnanın yapılmasıyla sanki şöyle denmek istenmiştir: Gökler ve yerler, yer-Jerinde durup devam ettikleri sürece Cennette veya Cehennemde kalacaklar­dır. Ancak daha önce Rabbimin dilemiyse dünyada yaşamış oldukları ömür süresi bundan müstesnadır. Birinci görüşü, yani istisnanın cennet veya cehen­nemdeki ebediyetten yapılmış olduğunu ifade eden görüşü Menâr tefsiri de nakletmiştir. "Şüphesiz Rabbin, dilediğini yapandır" ayetine uygun olan da bu görüştür.

Mutlu olan (Said)lere gelince bunlar, yer ve gök yerlerinde durdukça cen­nette kesintisiz, hiçbir şeyden alıkonmayarak temelli kalacaklardır. Ancak Rab­bin çıkarmayı dilerse, o başka. Şakilerden bahsedrn ayetle, saİdlerden bahse­den ayetin son cümlelerine bak. Ve aradaki farka dikkat et. İki zümrenin amel­lerinin karşılığı olan Cennet ve Cehennem de devamlıdır. Ancak mü'mİnle-rin amellerinin karşılığı, Allah'tan gelen, devamlı ve kesintisiz bir bağıştır, bir ihsandır.

Peygamber (s.a.v.) efendimiz ne doğru buyurmuş: "İçinizden hiç biri­niz, kendi ameli karşılığında cennete giremez!" Sen de mi ya Resulullah? De­diler. "Allah beni Rahmetiyle örtmedikee ben de" dedi.

Kafirleri sorarsanız, onların cezaları, amelerinin tam karşılığıdır. [136]

 

Uyarma Ve Sebat Verme:

 

109- Ey Muhammedi liıı putperestlerin taptıklarının batıl olduğunda şüphen olmasın; daha önce babalarının tapmış oldukları gibi onlar da tapar­lar. Onlara paylarını şüphesiz eksiksiz olarak ödeyeceğiz.

110- And olsun ki, Musa'ya Kitab verdik; onda ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında çoktan hükmedilmiş olur­du. Doğrusu onlar, kitab'ın Allah katından olduğunda şüphe ve endişe.için-dedirler.

111- Rabbin, onların işlerinin karşılığını elbette tamamen verecektir. O, şüphesiz, onların yaptıklarını bilir. [137]

 

Açıklama:

 

Buraya kadar anlatılanları öğrenip, bunların, Allah'ın değişmez yasala­rı olduklarını anladıktan sonra, şu senin kavmindeki insanların tapmakta ol­dukları şeylerin, kendilerini felakete sürükleyeceğinden, sonlarının kötü ola­cağından ve şiddetle cezalandırılacaklarından hiç kuşkun olmasın. Onlar da önceden atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Cezaları ahirette verilecektir. Yap­tıkları iyi işlerin karşılığını sadece dünyada kendilerine eksiksiz olarak vere­ceğiz. İçinde bulundukları bolluğa ve nimete aldanmasmlar. Onlar için sade­ce dünya rahatlılığı vardır. Ahiretteyse çok şiddetli bir azap vardır. Bunda şa­şılacak bir durum yoktur. İşte bunlar Musa'nın kavmidir.

Andolsun ki Musa'ya Tevrat'ı verdik. Kavmi Musa'dan sonra kendi ara­larındaki kıskançlık, yalancı siyaset ve geçici dünya çekişmesi yüzünden Tev­rat üzerinde anlamazlığa'düştüler. Oysa ki Tevrat, İnsanlar arasında düşünce ve inanç birliği, sağlamak, anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hü­küm vermek için indirilmiştir. Rabbin azabı erteleyeceğine daha Önce söz vermiş olmasaydı, fitneyi alevlendiren azgınları dünyada helak ederek haklarından gelir ve hükmünü verirdi. Nitekim daha önce de böyle yapan ümmetleri he­lak etmişti.

Onlar, ondan kuşkulanıyorlardı. Doğrusunu Allah bilir, "Onlar ondan(kitaptan) kuşkulu bir şüphe içindedirler" mealindeki ayette geçendeki zamiri, Tevrat'a dönmektedir. Şu aşa­ğıda aktaracağımız ayette buna işaret etmektedir:

"Onlardan sonra kitaba varis kılınanlar ondan, kuşku veren bir şüphe için­dedirler"[138]. Bu ayette geçen 'Kitaba varis kılınanlar' sözü ile müslümanlar değil, yahudİ ve hıristiyanlar kastedilmiştir. Tevrat, Süleyman peygamberin heykeliyle beraber yakılmıştı. Bu nedenle Cenab-ı Allah: "O'na Tbvrat'ı ve İncil'i öğretir" demiş. İsa peygamber, Tevrat'ı yahudilerderi almadı. Her ne kadar yahudiler, Tevrattan ezberledikleri bazı kısımlarla Hz. İsa'ya karşı de­lil ileri sürüp, amelde ona muhalefet ettilerse de onlardan Tevrat'ı almadı. Tevrat üzerinde ihtilaf edenlerin davranışlarının karşılıklarını Rabbin eksiksiz verecek, hiç kimseye haksızlık etmeyecektir. Onların yaptıklarından ha­berdardır.

Bu sözlerle Resulullah (s.a.v.) efendimiz teselli edilmektedir. [139]

 

Bu   Sûrenin,   Buraya   Kadarki   Kısmının   Neticesi

 

112- Ey Muhammedi Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte em-rolunduğun gibi dosdoğru ol Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.

113- Haksızlık yapanlara.yönelmeyin, yoksa ateş size de dokunur. Si­zin Allah'tan başka dostunuz yoktur; sonra, yardım da göremezsiniz.

114- Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabuî edenlere bir öğüttür.

115- Sabret, Allah iyi davrananların ecrini elbette zayi etmez. [140]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tuğyan: İfrat veya tefrit yaparak haddi aşmak. Mey­ledersiniz. Onlara dayanıp sığınırsınız.

Gündüzün iki ucu: Sabah, akşam. Gecenin başlangıcı, gündüze yakın kısmı. Akşam veya yatsı zamanı. [141]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Buradaki emir ve nehiy; geçmiş kıssalardan alınan ders ve ibretlerin ne­ticesi durumundadır. Gördüğümüz gibi, mü'minler Cennet ve saadetle, ka­firler de boğulma, yerin dibine geçirilme ve helakle cezalandırılmışlardı. [142]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber! Sana da anlatmış olduğumuz gibi, bu geçmiş ümmetlerin durumları böyle olduğuna göre sen ve seninle beraber tevbe etmiş olanlar, emrolunduğunuz gibi dosdoğru oiun, haddi aşmayın.

Ayet-i kerimede emredilen istikamet (doğru olmak); Kur'an-i Kerim'de geldiği gibi; gaybin tümüne inanmayı dinin usul ve esaslarında anlaşmazlık ve ayrılığa düşmemeyi gerektiren yüce bir mertebedir. Çünkü dinin usul ve esaslarında ihtilaf edip ayrılığa düşenleri Allah helak ve azap ile tehdid et­miştir. Doğruluk ve istikamet, kitabın emrettiği İbadet ve muameleleri ek­siksiz yapmayı, görüşlerin ayrılması ve çekişme anlarında kitabın hükmüne baş vurmayı gerektirir. "Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resulüne götürün"[143]

Allah'ın peygamberine : "Doğru ol" diye emretmiş olması, doğruluk ve istikametin yüce bir mertebe olduğunu göstermiyor mu? Peygamber (s.a.v.) doğru yoldaki müstakim halini devam ettirmekte idi. Musa ve Harun'da bu­nunla emrolunmuşlardı. Doğruluk, başarılı olmanın en ideal yoludur. "Du­anız kabul olundu. Doğru olun. Bilmezlerin yoluna uymayın"[144]

"Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra doğru olanların üzerine melekler İner: "Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin! (derler)[145]

Doğruluk ve istikamet; dinin ruhunun ameli uygulamasıdır. Peygamber­lerle, sıddıklarla, şehidlcrle beraber olsunlar diye — onlar ne güzel arkadaş­tırlar — İhlaslı olan bazı kullarına bahşettiği Özel bir ikramdır. Ey Allah'ın Resulülu İslamda bana öyie bîr şey söyle ki senden sonra onunla ilgili olarak hiç kimseye birşey sormayayım" diye soru soran Süfyan es-Sakafi'ye ceva­ben Peygamber (s.a.v.)'in söylediği şu söz, ne doğru bir sözdür!: "Allah'a iman ettim, de. Sonra dosdoğru ol".

"Ey peygamber! sen ve beraberinde tevbe eden mü'minler, emrolundu­ğunuz gibi dosdoğru olun". Bu sözde şaşılacak birşey yoktur. Hz. Peygam­ber son derece doğru ve müstakim idi. Şu halde kendisine yapılan "doğru ol" emri, peygamberin, üzerinde durduğu doğruluk ve İstikamet halini de­vam ettirmesi anlamını ifade ediyordu.

"Sakın haddi aşmayın. Allah, yapmakta olduğunuz işleri görendir". Had­di aşmak, islamın çizdiği rotanın, dosdoğru yolun dışına çıkmaktır. Avam tabakasından da olsa, havas tabakasından da olsa herkes bu duruma düşebi­lir. Bu nedenledir ki "Haddi aşmayın" yasağı herkes için söz konusudur. Bu yasaktan sonra da, Allah'ın, yapılan işleri gördüğü bildirilmektedir.

Zulmedenlere meyletmeyin, hiçbir hususta onlara dayanıp güvenmeyin. Zalimlere meyletmek apaçık bir zulümdür. Bu yasak, bizde yaygın halde bu­lunan manevi bir hastalığı tedavi etmektedir. Bu hastalık,ihtiyaçlarımızı gi­dermeleri ve çıkarlarımızı korumaları için büyüklere sığınmamızdır. Bunun için de onların etrafına sokulur, dalkavukluk ederiz. Hakkı gizler, iyiliği em­retmez, kötülüğü yasaklamayız. Allah'ın dinine veya hükmüne tecavüz eden, zalimdir. Ya kafirlerle müşriklere ne dersiniz?

Kendi kendilerine, başkalarına, milletlerine, vatanlarına zulmedenlere yö­nelmeyin, aksi takdirde size cehennem ateşi dokunur. Allah'tan başka size faydası dokunacak dostlarınız da olmaz. Sonra Allah'tan başka size yardım eden de bulunmaz.

Allah seni korusun ey kardeşim! Dünya hayatında insanın kendisinden yardım görebileceği şeylerin en hayırlısına bak. Allah dosdoğru olmamızı ve bu yolda sabr-ü sebat etmemizi emretmiş; haddi aşmamızı, zalimlere meyle­dip onlardan yardım dilenmemizi yasaklamıştır. Bu işîcr, Allah'a teslim olup O'na saygılı olanlar dışındaki insanların nefsine zor gelen işlerdir. Bu neden­ledir ki, bu emirlerin üzerine namaz kılma ve sabır tahsil etme emri atf edil­miştir, çünkü namaz ve sabır, İnsanı ilahî emirlere uymaya hazırlar. Namaz kılmak, ameli ibadetlerin başıdır. Kul ile Rabbi arasında bir bağdır. Nefsi te­mizler. Rabbİ hoşnud eder. Ruhun temizlenmesine ve nefsin arınmasına yol açar.

Sabır, mü'minin silahı ve cephanesidir. İnsanı hakikat caddesinden çı­karmaya iten sabırsızlığa karşı koruyucu bir kalkandır. Resulullah (s.a.v.) ne doğru buyurmuş: "Sabır, imanın yansıdır".

Bütün bu anlatılan sebeplerden ötürü sabrın ve namazın, ilahi emir ve yasaklara riayet etme konusunda yardımını göreceğin şeylerin en hayırlısı ola­rak gösterilmesinde şaşılacak birşey yoktur.

Gündüzün iki ucunda ve gecenin, gündüze yakın olan kısmında namazı kıl. Gündüzün başında, sonunda, sabahleyin akşamleyin, gecenin gündüze, gündüzün geceye giren vakitlerinde, rükün ve şartlarına tam riayet ederek, namazı dosdoğru kıl. Belirtilen bu zamanlar, namazın beş vaktini de kapsa­maktadır. Nitekim bu vakitler başka bir ayette de şöyle anlatılmaktadır: "öyle ise, akşama girerken ve sabaha ererken, Allah'ı teşbih (etmeniz gerekir). Gök­lerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiniz zaman da hamd, O'na mahsustur"[146] "Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Sabah vakti de namaz kıl. Zira sabah namazına melekler şahid olur.”[147]

Namazı dosdoğru kıl. Çünkü emre uyarak, özellikle en Önemlilerinden birinin namaz olduğu ibadetler alanında yapılan iyilikler, kötülükleri gide­rirler.

Rivayet plunur ki: Adamın biri, kadının birinden bir öpücük almış. Sonra da bu günahının keffaretini sormak için Hz. Peygamber'in yanına gelerek du­rumu O'na anlatmış. Bu esnada Peygamber (s.a.v.)'e, "Gündüzün iki ucun­da namaz kıl" mealindeki ayet-i kerime nazil olmuş. Adam: "Bu emir bana mıdır, ya'Resulullah?" deyince, peygamber (s.a.v.) ona şöyle demiş: "Bu emir, ümmetinden bununla amel eden herkes içindir". Bu hadis-i şerifin manası şudur: Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelip durumunu arzeden adamın işledi­ği suç için herhangi bir had (dünyevi ceza) yokmuş. Onun bu günahım, düz­gün bir şekilde alınan abdest, düzenli olarak kılınan namaz ve İyi işler yap­mak örtüp affettirir.

Sayılan bu salih ameller, nefsi, kendisine isabet eden kirlerin izinden te­mizleyip arındırır.

Gerçek ve Sadık tevbenin üç aşaması vardır:

1- Günahı ve onun sahibi için teşkil ettiği tehlikeyi bilmek.

2- Kişinin işlediği günahtan dolayı pişmanlık ve ruhunda acı duyması ki, bu da kişiyi tekrar günaha dönmemeye azmettirir.

3- Nefsi günahın pisliğinden arındıran salih amel.

'Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimse müstesnadır".

Gizli, açık, her zaman ve her yerde Allah'ın kontrolünde olduğumuzu aklımızda tutmamızı gerektiren bu doğru Öğütler ve yararlı emirler, temiz ruhlu ve özgün akıllı zikir sahipleri için öğütlerdir.

Sabret. Ey yüce Rabbim! Her şeyde bize mutlak sabrı emrediyorsun. Ta-at ve ibadetlerde, bunlardaki zorlukları göğüslemede sabrı emrediyorsun.

Beşeri nefsin arzuladığı haramlar ve günahlardan uzak durmak için sabrı emrediyorsun. İnsanın Özel veya genel yaşantısında karşılaştığı felaket, musi­bet ve buhranlar anında sabrı emrediyorsun.

Ey Müslüman! Sabret. Doğrusu Allah, sabreden iyi insanların ecrini za­yi etmez. "Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin. Mu­hakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir"[148] "Allah, sabredenlerin ecrini hesapsız ödeyecektir".[149]

 

Geçmiş Ümmetlerin Helaklerinin Genel Sebebi

 

116- Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde bozgunculuğa engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendileri­ne verilen nimete karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.

117- Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez.

118-119- Eğer Rabbin dikseydi insanları tek bir ümmet kılardı. Fakat, Rabbinîn merhamet ettikleri bir yana, hâlâ ayrılıktadırlar, esasen onları bu­nun için yaratmıştır. Rabbinin "And olsun ki cehennemi hep insan ve cin İle dolduracağım" sözü yerine gelmiştir. [150]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Karn" kelimesinin çoğulu olup, belli sayıda bir kaç yıla de­nir. Bazıları bunun yüzyıl olduğunu söylemişlerdir. Karn kelimesinin, aynı za­manda yaşayan İnsanlar, yani nesil olduğunu söyleyenler de vardır.

Akıl, basiret ve taat sahibi kimseler. Lügatte ise, bir şeyin çoğu gittikten son­ra kalan artığa bakiyye denk. İnsanların çoğu gittikten sonra kalan artık kıs­mına da bakiyye denir.

Daha sonraları bu kelime, iyi ve yararlı olan seçkin kimseler anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Zira bir şeyi harcayan kimse çoğunlukla kalitesiz şeyleri harcar, daha iyi olanları geriye bırakır. Bu da en iyi, en yararlı olanın arta kalması kuralının kapsamına girer. Cinler. Bunlargöze görünmedikleri için bu adı almışlardır. [151]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayeller, haberleri bu sûrede anlatılan gecıiıiş ümmetlerin yok oluş se-baplerinİ anlatarak,bu sebeplerden uzak durmamız gerektiğini bize salık ve-riyorlar.Ayrıca geçmiş ümmetlerin "Emr-i bil maruf ve Ney-i anil münker" vazifesini terketme, refah ve bolluktan dolayı şımarma, her çeşidiyle suç ve zulümkarlık yapmaya çağıran etkenlere uymaktan kaçınmayı, genel yönelim­lerimizle ayrıhğa düşüp bölünmekten kaçınmayı bize tavsiye etmektedirler. [152]

 

Açıklama:

 

Sizden önce gelip geçmiş olup kıssaları size anlatılan ümmetlerden akıl­lı, azimîi, görüş sahibi, iyi ve yararlı bir cemaat olsaydı da yeryüzünde işle­nen fesadı men edip, iyiliği emretseler ve bu uğurda hiç bir şeye aldırmayıp, hiç bir tehlikeden korkmasalar, kinayıcıların kınamalarım, zalim sultanın for­sunu engel tammasalardi ne iyi olurdu!

Ayet-i kerimesindeki kelimesi keşke anla­mında olup, kendisinden sonra gelen cümlede insanlara anlatılan şeylerin uy­gulamasına özendirmektedir. Teşvik ederken de o şeylerin geçmişte yapılma­yışından dolayı esef ve üzüntüye İşaret etmektedir.

Fakat peygamberlcriyle beraber kendilerini azabdan kurtardığımız az sa­yıdaki akıllı kimseler; kötülükten sakındırmaya çalıştılar, iyiliği emrettiler. Ne­fislerine zulmedenler —O ümmetler içinde bunlar büyük bir çoğunluk teşkil etmekteydiler— kendilerini refaha kavuşturan nimet, afiyet, devlet ve saltanat gibi şeylerin peşine takıldılar. Çoğunluk, iyiliği emretmiyor, kötülüğü yasak­lamıyordu. Lakin onlar, şehvetlere uymaya azmettiler. Başkanlık ve servet sev­gisi, rahat yaşama sebeplerini isteme gibi,İçİnde refah ve konfor bulunan şey­lerin ardısıra yürüdüler. Bundan başka şeyleri, hak ve hakikati arkalarına atıp unuttular. Suçlular oldular. Bundan daha büyük bir suç düşünülebilir mi?

Bundan da anlıyoruz ki; insanı fasıklığa, isyankarlığa, zulme ve suçlu­luğa iteri israfın ana sebebi, bolluk ve zenginliktir, bu durum, önce varlıklı kodamanlarda görülür. Sonra da ihtiyaç İçindeki yoksullara geçer. Böylece durumu kötüye gider ve ahlaksızlık çukuruna yuvarlanıp düşerler.

"Biz bir üikeyi htlak çtmek istediğimiz zaman, onun varlıklarına emre­deriz. Orada fisk yaparlar. (Kötü arzularının peşine koşarlar), böylece o ül­keye (azap edeceğimiz hakkındaki) söz(ümüz) hak olur, biz de orayı darma­dağın ederiz"'[153]

' 'Halkı ishh edici olsaydı, Rabbin, O şehirleri haksız yere helak edecek değildi". Evet. Halkı, İslah edici kimseler olan memleketleri zulmen heiak et­mek, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın şanına asla layık değildir.

Baz-.Iarı bu ayet-i kerîmenin şöyle anlamlandırılması gerektiğini söyle­mişlerdir. Halkı gerek kendi aralarında, gerek diğer İnsanlarla olan ilişkiler­de eğaici olduktan; yani Şuayb kavmi gibi eksik ölçüp, eksik tartmadıktan, Lût kavmi gibi homoseksüellik yapmadıktan, Firavun kavmi gibi İnatçı ve zorbalara uymadıktan, Hûd kavmi gibi İnsanlara kabaca ve zorbaca davranma­dıktan sonra sırf müşriklikleri yüzünden, Rabbin, memleketleri helak etmez. Helak etmesi için davranışlarında ve hükümlerindeki fesadı şirk suçuna ek­lemiş olmaları şarttır. Zaten fesat, ümmetleri yıkıma götüre en büyük zulüm­dür. Bu sebeple demişler ki: Ümmetler kafir de olsalar varlıklarını devam et­tirebilirler. Ama zalim olunca varlıklarını sürdüremezler.

Ayet-i Kerime şu anlama da gelebilir: Halkın çoğunluğu İslah edici ol­duktan sonra, basit bir azınlığın yaptığı azıcık bir zulüm dolayısıyla, Rabbin, bir beldeyi helak etmez. Evet. Ayet-i Kerime bu sayılan anlamlara gele­bilir, bunlardan daha başka bilemediğimiz anlamlara da gelebilir. Kelamı böyle derin anlamlar taşıyan yüce Allah ne mübarektir!

Kavminin iman etmesini aşın bir tutkuyla isteyen Ey Peygamber! Eğer Rab-bin dileseydi, bütün insanları tek bir ümmet olarak yaratır ve dünyadaki her­kes iman ederdi. Şayet Rabbin dileseydi insanları, bakıp düşünmeden dini kabul edecek bir yaratılış ve karekterde yaratırdı. Böylece insanlar; karınca, bal arısı ve melekler gibi olur, emrolunduklan hususlarda Allah'a isyan etmezlerdi. Ancak Cenab-ı Allah, onların bu şekilde yaratılmalarını diledi. Onlar için muhtelif akıllar ve birbirine zıt yönelimler takdir etti. "(Ey Muhammed), sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediğini doğru yola iletir"[154] Dünya ancak bu yolla imar edildi ve insanlarda, yeryüzünde Allah'ın halife­leri oldular.

Her hususta, hatta dini kabul etmekte bile anlaşmazlığa düşmekte de­vam ettiler. Ancak Rabbinin kendilerine merhamet ettiği kimseler anlaşarak Allah'ın kitabım hükümran kıldılar. Yapın dediğini yaptılar, yapmayın dedi­ği şeyi tekettiler. Bu nedenledir ki, Cenab-ı Allah, insanların bir kısmını şakî (bedbaht), bir kısmını da Saîd (mutlu) olarak yarattı. İbn Abbas (R.A.) demiş ki: "Cenab-ı Allah, insanları iki grup olarak yaratmıştır:

1- Allah tarafından merhamet olunup ayrılığa düşmeyenler,

2- Allah tarafından merhamet olunmayıp ayrılığa düşenler". Malik bin Enes (R.A.) de bu anlamda konuşmuş: "Bir grubu cennette, diğer grubu da cehennemde olsunlar diye Cenab-ı Allah, insanları iki grub olarak yaratmıştır".

Ayrı yaratılışlarından kaynaklanan anlaşmazlıkları, insanlardan bir gru­bun cennete, diğer grubun da cehenneme girmesine neden olacaktır.

Rabbinin sözü tamam oldu ve hükmü kesinleşti:

Peygamberlerin kendileriyle gönderilmiş oldukları ayet ve hükümlerin yolunda yürümeyen insanlar ve cinlerle, andolsun ki Cehennemi dolduraca­ğım. [155]

 

Surenin Sonu:

 

120- Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her-şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle gerçek; inanan­lara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir.

121-122- İnanmayanlara: "Durumunuzun gerektirdiğini yapın, doğru­su biz de yapıyoruz; bekleyin, biz de bekliyoruz" de.

123- Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürü­lür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir. [156]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber! Sana anlatmış olduğumuz, senden önceki peygamberle­rin önemli haberleri, ibret ve öğüt kaynağıdır. Allah'ın seni haberdar ettiği çeşitli ilim ve marifetler, vakıf olduğun insan tabiatları ve Allah'ın doğal ya­saları sayesinde dağların sebat ve direnci gibi kalbine sebat vermek için bu kıssaları sana anlatıyoruz. Şerefli peygamberlerin karşılaştıkları sıkıntılara gü­zelce sabretmiş olmalarını da sana anlattığımızda teselli bulacaksın. Doğ­rusu, geçmiş ümmetlerin haberlerini okuyup incelemek, insanın kalbine se­bat verir, inıanını arttırır, yakînini güçlendirir. Bu sûrede hak ve sabit olan haberler sana aktarılmakla birlikte, üzerinde bütün peygamberlerin birleştikleri tevhide'çağrı, haşrİn, ölüm sonrası dirilişin ispatı, takvaya ve güzel ahlaka özendirme, rezaletlerden uzak durma gibi şeyler de anlatılmıştır. Bunda da mü'minlere öğüt ve hatırlatma vardır. Çünkü mü'minler, yapılan öğüt ve ha­tırlatmalardan yararlanırlar.

İnanmayan kafirlere de ki: İslam çağrısına karşı direnme konusunda eli­nizden geleni yapın. Biz de elimizden geleni yapacağız. Bizim için temenni ettiklerinizin,başınıza gelmesini, ahirette de azaba uğratılmanızı bekliyoruz. Hem bilin ki, göklerin ve yerin görünmez bilgisi Allah'a aittir. Gökte olsun, yerde olsun, başka yerde olsun, gayba ilişkin bilgiler, yalnızca Allah'a aittir. Bütün işler sadece O'na döndürülüp götürülür. Dilediği olur, dilemediği ol­maz.

Şu halde ey Muhammedi Sen ve mü'minler, emrolunduğunuz gibi Al­lah'a ibadet edin. O'na hakkıyla tevekkül edin..Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter. Allah, yapmakta olduğunuz işlerden habersiz değildir. Aksi­ne büyük-küçük bütün yaptıklarınızın hesabım size soracaktır.

Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. [157]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/87.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/88.

[3] İsra: 85.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/88-89.

[4] Fussilet: 42.

[5] Furkan: 70.

[6] Müdessir: 38.

[7] Hacc: 2.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/89-91.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/91-92.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/92.

[11] Nisa: 108.

[12] Tâ-hâ: 50.

[13] En'âm: 38.

[14] Âl-İmran: 7.

[15] Enbiya: 30.

[16] Yâsin: 40.

[17] Bakara: 10.

[18] Bakara: 2-3.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/92-95.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/95-96.

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/96.

[22] Tûr: 7-8.

[23] Mülk: 2.

[24] İbrahim: 34.

[25] Asr sûresi. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/96-97.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/97-98.

[27] Tâ-hâ: 44.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/98.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/98.

[30] Furkan: 7-8.

[31] İsra: 74.

[32] Maide: 67.

[33] Gaşiye: 21-22.

[34] Kaf: 45.

[35] Saîbe, Vasile ve Haînî  terimleriyle ilgili açıklama, Mâide sûresinin 103. ayetinde verilmiştir.

[36] Kehf: 5.

[37] Nisa: 166.

[38] Kasas: 56. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/99-101.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/101.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/101.

[41] Bakara: 2-3.

[42] Furkan: 23.

[43] İsra: 18-19. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/101-102.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/102-103.

[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/103.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/103.

[47] En'âm: 57.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/103-104.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/104-105.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/105.

[51] En'âm: 26.

[52] Fussilet: 26.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/105-106.

[54] Ahkaf: 35.

[55] Hûd: 120.

[56] Yusuf: 111.

[57] Hûd: 49.

[58] Yusuf: 102.

[59] Yusuf: 111.

[60] A'raf: 66-67-68.

[61] Hûd: 28.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/106-108.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/109-110.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/110.

[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/110-111.

[66] Hûd: 2.

[67] Bknz. Nûh sûresi: 3.

[68] Ahkaf: 11.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/111-112..

[70] Şûra: 23.

[71] En’âm: 52.

[72] Kehf: 28.

[73] A'râf: 188.

[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/112-114.

[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/114.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/114.

[77] Yûnus: 71.

[78] Meryem: 59.

Yunus: 41. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/114-115.

[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/115-116.

[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/116-117.

[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/117.

[82] Kamer: 11-13.

[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/117-118.

[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/118-120.

[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/120.

[86] Kasas: 56.

[87] Kamer: 11-16.

[88] Mâide: 50.

[89] Mümtahine: 50.

[90] Tür: 21.

[91] Meryem: 59.

[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/120-123.

[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/123-125.

[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/125.

[95] A'raf: 69.

[96] Şuara: 128-133.

[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/125-127.

[98] Kamer: 19-20.

[99] Hakka: 7-8.

[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/127.

[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/127-129.

[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/129.

[103] Mü'min: 19.

[104] Kamer: 27-28.

[105] Şuarâ: 190.

[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/129-131.

[107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/131-132.

[108] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/132.

[109] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/132-133.

[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/134-135.

[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/135..

[112] Ankebût: 29.

[113] Kamer: 38.

[114] Zariyât: 35-36.

[115] Hicr: 65.

[116] Hicr: 73.

[117] Hûd: 81.

[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/135-137.

[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/137-139..

[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/139-140.

[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/140.

[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/141-142..

[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/142.

[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/142-143..

[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/143.

[126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/143-144.

[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/144-145.

[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/145.

[129] Rum: 9.

[130] Hûd: 65.

[131] Hûd: 81.

[132] Nebe’: 38.

[133] Tâ-hâ: 108-109.

[134] İbrahim: 48.

[135] A'raf: 188.

[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/145-148.

[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/148-149.

[138] Şûrâ: 14.

[139] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/149-150.

[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150.

[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150.

[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150.

[143] Nisa: 59.

[144] Yunus:  89.

[145] Fussilet: 30.

[146] Rum: 17-18.

[147] İsrâ: 78.

[148] Bakara: 153.

[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/150-153.

[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/153-154.

[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/154.

[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/154-155.

[153] Isrâ: 16.

[154] Kasas: 56.

[155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/155-156.

[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/157.

[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/157-158.