HÛD SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Peygamber (S)'İn İnsanlara Direkt Olarak Konuşması 2

"Onun Tahtı, Su Üzerinde İdi". 3

"Hanginizin Daha Güzel İş Yaptığını Denemesi İçin". 3

Kur'an'm Meydan Okuyan Mesajı 4

Kur'an'da Kâfirlere Meydan Okuyuşun Tekrarlanmasmdaki Hikmet 5

Dünyevileşmeden Dünyaya Ahiret Ekinleri Ekmek. 5

İyi Sonuç Dünyada Da Ahirette De Müminler İçindir. 6

Kötü Sonuç Dünyada Da Ahirette De Müşrikler İçindir. 6

Bir Sabır Abidesi: Nuh (A) 8

Kafirler Müminler Ailesinden Değildir. 9

Vahyin Kaynağı Tartışması 10

Hud (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum.. 10

Salih (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum.. 11

İbrahim (At Kıssası Hakkında Bir Yorum.. 11

Lut (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum.. 12

Şuayb (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum.. 13

Musa (A ) Kıssası Hakkında Bir Yorum.. 13

Kıssaların Genel Özellikleri Ve Sonuçlan. 14

"Zulmeden Şehirleri..." Cümlesine Bir Yorum.. 14

"Gökler Ve Yer Durdukça Orada Sürekli Kalacaklardır. Ancak Rabbin Dilerse O Başka" Cümlesi Üzerine Bir Yorum.. 14

"Onlardan Kimisi Mutlu, Kimisi Mutsuzdur". 15

"Her Nefis Ancak Onun İzniyle Konuşur". 15

Atalar Dini Bağlılarının Amelleri Boşa Çıkar. 16

Kitap Konusunda Şüphe, Tereddüt Ve İhtilafa Düşenler. 16

İslami Mücadelede Hedeften Sapmamak. 17


HÛD SÛRESİ

 

Kur'an daki Sırası        : 11

Nüzul Sırası                : 48

Ayet Sayısı                  : 123

İndiği Dönem               : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûre ile bundan önceki sûre bir çok konularda birbirine benzemektedir. Burada, ka­firlerin çeşitli aciz bırakma durumtarındaki sözleri, tepkileri, münakaşaları, karşı çıkmaları anlatılmakta, Peygamber ve mü'minleri teselli etmek ve kafirleri korkutmak amacıyla ön­ceki kafirlere kötülüklerinin dokunduğunu, İyilik eden mü'minlere kurtuluş ve iyi sonuç eriş­tiğini belirten Peygamberler ve milletler kıssası uzun bir dizi halinde aktarılmakta ve bir bö­lümünde insanların bir tek ümmet olmamaların; gerektiren Allah'ın hikmeti hatırlatılmakta­dır.

Sûrenin bölümleri, aynen bir önceki sûre gibi sonuna kadar bütünlük arzettiği (birbirini takip ettiği) görüşünü doğrulayacak şekilde birbirleriyle irtibatlıdır. Bir Önceki sûre ile bu sû­re arasındaki benzerlik, bunların nuzül sırasında peşpeşe indirildiğine delil olabilir. Kendi­sine dayandığımız mushaf 12,14,114. ayetlerin Medeni ayetler olduğunu rivayet etmekte­dir. Ayetlerin bir önceki sûredeki ayetlerle birlikte konu ve siyak olarak bir uyum içinde bu­lunması rivayetin doğruluğu hususunda şüphe ortaya koymaktadır. [1]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla

1-  Elif Lâm . (Bu), bir kitapdır ki, hikmet sahibi, her şey­den haberi olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırıl­mış, sonra da'[2] güzelce açıklanmıştır.

2-  Tâ ki Allah/dan başkasına tapmayasınız. Şüphesiz ben, O'ndan size (gönderilmiş) bir müjdeleyİci ve uyarıcıyım.

3-  Ve Rabbinİzden mağfiret dİleyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz kî, sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşat­sın ve her lütuf sahibine lütfunu versin. Ve eğer yüzçevirir-senİz[3] elbette ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.

4-  Dönüşünüz Allah'adır. O, herşeyi yapacak güçtedir."

 

Sûre, benzerlerinde de zikrettiğimiz üzere dikkat çekmek ve zihinleri harekete geçir­mek için Elif Lâm harfleriyle başlamıştır. Bu harflerin peşinden;

1) Kitap zikredilip onun, genişçe açıklanan ve muhkem olan ayetlerine dikkat çekil­miş, hakim (her işinde hikmetli olan) habir (işlerin bütün yönlerinden haberdar olan) Al­lah tarafından indirildiği pekiştirilmiştir.

2)  İnsanların Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri için kitabın ancak bu cihetle geldiği insanlara bildirilmiş ve insanlar tek olan Allah'a ibadet ettikleri zaman Peygam-ber'in onların sonlarının iyi olacağını müjdeleyen, Allah'a şirk koştukları zaman sonla­rının kötü olacağından sakındıran bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak Allah tarafından gönderildiği, yine onun diliyle belirtilmiştir.

3)  Aynı şekilde onların kitap inmeden ve ona tutunulması belirtilmeden önce insan­ların sapma göstermeleri sebebiyle Rablerinden bağışlanma isteğinde bulunmalarına da­ir insanlara seslenilmekte, onlar buna kulak verdikleri zaman Allah'ın rızasına, rahmeti­ne ve iyiliğine mazhar olacakları vaadediimekte, bu yüzden dünyada sayılı günlerde mutlu bir yaşam, güzel bir yaşam kolaylaştırılmakta, yaptığı değerli İşler kendileri için geçerli olmakta, davadan yan çizdikleri zaman kıyamet gününde azabın kendilerine ola­cağından korkmaları gerektiğine dair Peygamber'den onlara uyarı yöneltilmektedir. Çünkü onların dönüşleri Allah'adır. Allah'ın iyilik edenlere mükâfat, kötülük edenlere ise ceza vermeye gücü yeter. O herşeye kadirdir.

Ayetler Muhammedi risalelin değerlerini, hedeflerini, kendisine davetin zorunlulu­ğunu açıklama noktasında hayli güçlü ve tesirlidir. İkinci ayette, ahtrette iyi sonuca ek olarak dünyada mutlu yaşam ve güzel hayal sahipleri için Allah'a iman, rızasını kazan­ma, bağışlamasını haketme olacağına dair geçen sûrelerde, özellikle de doksandokuzun-cu ayette belirtilen hususlar desteklenmektedir. [4]

 

Peygamber (S)'in İnsanlara Direkt Olarak Konuşması

 

Son üç ayet adeta Peygamber (s)'in insanlara yönelttiği sözleri anlatmaktadır. İkinci ayet bu hususta çok açıktır. Bu üslup birçok defa tekrar edilmiştir. Bu Peygamber (s)'in insanlara önem verdiğini göstermektedir. "Rabbinİzden bağışlanma dİleyesiniz" cümle­si "Tâ ki Allah'tan başkasına tapmayasmız" cümlesi üzerine atfedilmiştir. Bu aynı şe­kilde Allah'ın kitabının Allah dışındakilere ibadet etmemeye davet ve Peygamber (s)'e insanlar adına; "Ben ancak bir uyarıcı ve müjdeleyiçiyim" demesini emretmek için indi­ğini ifade etmektedir. Bu ayetlerde ve bu durumda herhangi bir sorun yoktur. [5]

 

5- İyi bilin ki, onlar O'ndan gizlenmek için göğüslerini bü­kerler'[6]. Yine iyi bilin ki onlar, örtülerine büründükleri za­man'[7] dahi (Allah onların) içlerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarını hep bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü bilen­dir.

6- Yeryüzünde hiçbir canlf yoktur ki, rızkı Allah'a ait ol­masın. (Allah) onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri -lir. Bunların hepsi apaçık bir kitap (Levh-i mahfuz)dadır.Yesnûnc sudûrehum Kendisini gizlemek isteyen kimse­nin yaptığı gibi göğüslerini sevilirler.

 

Bir kısım müfessir İbn Abbas kanalıyla birinci ayetin araplann toplantı esnasında gökyüzüne bakma adına fezadan utanma adetlerine işaret ettiğini, bunu gizlemek için el­biselerini başlarına çekip göğüslerini çevirdiklerini söylerken bir kısımları bunu zikret­mekle birlikte araplann kötülük yaptıkları zaman Allah'tan gizleme girişiminde bulun­duklarına işaret ettiğini söylemiş, bazıları ise bunları zikretmekle birlikte Peygamber (s)'e göğsünde sevgi besleyen Ahnes b. Şureyk hakkında nazil olduğunu rivayet etmiş, bazıları da bir kısım münafık ve kafirlerin Peygamber (s)'i gördükleri zaman onu gör­memek için elbiselerini başlarına çektikleri, göğüslerini çevirdikleri hususunda indiğini belirtmişlerdir.[8]

Son rivayetlere göre "minhu" zamirinin Peygamber (s)'e dönmesi gerekir. Oysa bi­rinci ayetin ruhu ve içeriği ikinci ayetin ruhu ve içeriğiyle birlikte bu zamirin Allahu Te-ala'ya döndüğünü belirtmektedir.

Buna ilave olarak Peygamber (s) Mekke'de iken münafıklar veya kafirler gizlenecek kadar güçlü konumda değildi.

Bilindiği üzere her iki ayet önceki ayetlerin peşinden gelmiştir. Yukarıdaki ayet her ikisi için direki olarak insanların Allah'a dönmesi gerektiğini, çünkü O'nun herşeye gü­cü yettiğini belirtmektedir.

Bu yüzden her iki ayet bunun akabinde araplann yapar oldukları adetlere hatta her­hangi bir günah ve kötü işlere bulaştıklarında örtülere gizlenme ve göğüslerini dönme adetlerinin genel olarak insanlık adeti olmaya başladığına işaret etmekte ve bunun doğru  olmadığını belirtmektedir. Çünkü Allah'ın kapsayan ilmi ve tam olan kudreti insanların açık ve gizli işledikleri bütün amelleri, içlerinde gizledikleri herşeyi, yeryüzünde dola­şan bütün canlıları kuşatmaktadır. Dolayısıyla Allah bunların durum ve konumlarını bi­lir ve her birisinin rızkına kefildir. [9]

 

7-  Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. {Bunları yara­tırken) Arş su üzerinde idi. (Kainatta sudan başka birşey yoktu. Allah bu kainatı yarattı) ki hanginizin daha güzel İş yaptığınızı denesin. Böyle iken yine sen: "Öldükten sonra dirileceksiniz." desen, inkâr edenler, mutlaka: "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." derler.

8-  Andolsun onlardan azabı, sayılı bir ümmete' [10](belli bir süreye) kadar ertelesek, mutlaka: "Onu tutan'[11] nedir? der-\er. İyi bilin ki o (azab) başkalarına geldiği gün, bir daha onlardan geri çevrilmez ve alay ettikleri şey, kendilerini kuşatmış olur.

 

Ayetlerin anlamlan açıktır. Bilindiği üzere her iki ayette önceki ayetlere atfedilmiş ve onların bir devamı niteliğindedir. Birinci ayetteki muhatap cem'i zamirleri sözün akışından hareketle birinci sûrenin ayetleriyfe eşdeğerdir. Kuşkusuz bu iki ayet bundan önceki iki ayet. birinci sûrenin ayetleri hep birden birbirleriyle bağlantılı olup, tek siyak üzeredir.

Bu iki ayette genel bir hikâye anlatımı bulunma ihtimali olduğu gibi bazı kâfirlerle Peygamber (s) arasında tanık olunan münakaşayı tescilleme ihtimali vardır[12]

 

"Onun Tahtı, Su Üzerinde İdi"

 

Birinci ayetteki bu; Allah'ın arşı gökleri ve yeri yaratmadan önce su üzerinde idi, cümlesi yeni geçmektedir. Bu sıfril tekvinin birinci ıshahında da böyle zikredilmiştir. (Allah'ın gökleri ve yeri ilk yaratışında yer harabe ve boş idi; karanlık bir toz yığını ha­linde idi. Allah'ın ruhu su yüzünde yayılıydı.) Biz Allah'ın gökleri ve yeri altı günde yarattığı meselesini Kamer sûresinin tefsirinde tekrarına gerek duymayacak şekilde yo­rumladık. Buradaki Allah'ın yaratıklar için ezeli, yüce ve yaratıcı oluşunu ve saltanatı­nın ezeliliğini belirten paragraf, önceki münasebetlerde belirttiğimiz üzere hiç bir şeye benzemeyen Allah'ın zatına ilişkin mahiyetleri ve nitelikleri araştırmanın ötesinde bir anlam ifade etmemektedir. [13]

 

"Hanginizin Daha Güzel İş Yaptığını Denemesi İçin"

 

Birinci ayette; "Hanginizin daha güzel İş yaptağını denemesi için" paragrafının da işaret ettiği üzere Allah'ın yaratıklarını yaratması cümlesindeki insanların durumu belir­tilmektedir.

Bu paragraf, Allah'ın, insanları yaratmadaki hikmetini ortaya koymayı hedeflemek­tedir. Bu hikmet, Allah'ın insanları amellerinde denemesi ve hangisinin iyi iş işlediğini ortaya çıkarmasından ibarettir. Bu da insanların, seçimlerinden dolayı Allah'ın adil olan yargılamasını haketsinler diye hayır-şer, hidayet-sapıklık arası seçim, hür irade ve ba­ğımsız hareketlerindeki kabiliyetlerini belirtmek içindir. Bu insanların çalışma ve ya­şamlarındaki etkinin ortaya çıkması adına birçok defa tekrarlanmıştır. Açıkladığımız üzere aynı şekilde önceki sûre de bu gerçeği belirterek noktalanmaktadır.

İkinci ayet kafirlerin ahirel gününü inkâr etme noktasında yeni bir görüşünü aktar­maktadır. Çünkü kafirler bunun ancak bir sihir olduğunu ifade etmekte, öldükten sonra yeniden dirilmenin mümkün olamayacağını, Müddesir sûresinde de açıkladığımız üzere sihrin olmazı olur gibi gösterdiğine inanmaktadırlar.

ikinci ayette azap ve uyarının gecikmesi sebebiyle kafirlerin alay etmeleri ve mey­dan okumaları anlatılmaktadır. Bu onların hep yapageldiği şeylerdir. Öldükten sonra ye­niden dirilme ve ceza kafirlerle Peygamber (s) arasında geçen önemli tartışma ve müna­kaşa konularmdandır. Ayet kafirlerin buna benzer görüşlerini ortaya koyduğu gibi onla­ra güçlü cevaplar vermektedir. [14]

 

9-"Eğer biz insana, bizden bir rahmet taddırsak sonra onu kendisinden çekip alsak", hemen o, umutsuzluğa düşer, nankör olur.

10-Ve eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra[15] ona bir nimet'[16] taddınrsak, mutlaka: "Kötülükler benden gitti" der, sevinir, övünür.

11- Ancak sabredip İyi işler yapanlar böyle değildir. İşte onlar İçin mağfiret ve büyük mükâfat vardır.

 

Ayetlerde insanların genelindeki çarpık yaratılışa eleştirel bir işaret bulunmaktadır; insanoğlu genişlik, kolaylık ve bolluktan sonra darlık, zorluk ve kıtlık görse ümitsizliğe kapanır ve küfre düşer. Zorluktan sonra genişliğe, serden sonra hayra nail olsa hemen sevinir, kendisini zamanın felaketlerinden kurtulmuş sanır. Salih amel işleyen ve sabre­den mü'minler ise eleştiriden beri olarak Övülmüş ve onların sabırlarına karşılık Al­lah'ın bağışlaması ve büyük mükâfatı olduğu vurgulanmıştır.

Ayetler önceki ayetlerin peşinden gelmiştir. Burada Kur'an'a kulak veren kâfirlerin genelinin durumu açıklanmakta, sabreden ve saiih amel işleyen mü'minlerin övülmesin­den sonra önceki ayetlerdeki eleştiri mevzusu ele alınmaktadır. Bir kısım Örneklerde geçtiği üzere benzer münasebetlerde bu husus tekrar edilmiştir.

İlk iki ayette bu tür insanların eleştirildiği, işlerinin sonunu devamlı düşünmeye çağ­rıldığı, bu yönde uyarıldığı, hazırlık yapması gerektiği, nimetlere karşı nankörlük etme­mesi gerektiği, ümitsizliğe düşmeden küfür ve inkâra karşı korunmasının zorunlu oldu­ğu göze çarpmaktadır.

Üçüncü ayette zamanının felaketlerine karşın kişideki imanın etkisi belirtilmektedir. Çünkü iman, sahibinin zorluk ve darlıkta ümitsizliğe kapılmadan salih amelde devamlı­lık ve sabır üzere olmasına yardımcı olur. [17]

 

12- Belki sen: Ona bir hazine indirilmeli veya beraberinde bir melek gelmeli değil miydi?" demelerinden ötürü[18] sa­na vahyoiunanın bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bunu onlara okumaktan göğsün daralacak, (sıkılacaksın); ama sen sadece bir uyarıcısın (böyle sözlere aldırma), her şeye vekil olan Allah'tır.

13-  Yoksa "O'nu uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Öyleyse siz de onun benzeri on uydurulmuş sûre eetirin; eğer dağ-ru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi de (yardıma) çağırın (da bunu yapsın)!"

14-  Eğer size cevap veremedilerse bilin ki (o), Allah'ın bil­gisiyle indirilmiştir ve O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl ar­tık müslüman oldunuz mu?

 

Kur'an'm Meydan Okuyan Mesajı

 

Ayetler kafirlerin durum ve hallerini anlatmaya devam etmektedir. Birinci ayet, ka­firlerin durumlarına ve meydan okumalarına karşın Peygamber (s)'i teselli etmektedir. Çünkü Peygamber (s) kafirlere her bir Kur'an okuyuşta kendilerine hazine getirme yahut kendisini destekleyen melek indirilme mucizesini istemelerinden korkarak bazen göğsü daralıyor ve endişeye kapılıyordu. Oysa Peygamber (s) uyarıcıdan ve Allah'ın kendisine vahyettiğini tebliğ edenden başka bir şey değildir. Allah herşeye vekildir.

İkinci ayet, Peygambcr'in Kur'an'a iftirada bulunduğu yakıştırmalarını reddererek onlara aynısıyla meydan okumayı emretmekte, bu yüzden şayet Peygamber'in iftiracı olduğu noktasındaki zanlannda doğru iseler Kur'an'm sûrelerine benzer on sûre getir­melerini ve bunu yapmaya gücü yetebileceklerden yardım dilemelerini istemektedir.

Üçüncü ayet ise, kendisinden başka ilah olmayan Allah tarafından indirilen Kur'an'ın meydan okuyuşuna kafirlerin cevap veremeyişini desteklemektedir. Ayetin üslubu, kafirlerin Kur'an'ın meydan okuyuşuna cevap vermekten aciz kalmalarını ve Allah'ın dinine sarılanlara mani olamadıklarını ifade etmektedir. Çünkü onların acizliğe düşüşleri Kur'an'ın Allah tarafından gönderilmesinden kaynaklanmaktadır. Durum böy­le olunca onların dinlemek ve boyun eğmekten başka hiçbir çareleri kalmıyor.

"Belki sen: sana vâhyoluhanm bir kısmım (duyurmayı) terkedeceksin ve bunu onla­ra okumaktan göğsün daralacak" ayetinin birinci kısmında Hz. Peygamber'in bazen kafirlerin kibirlenmelerini ve yalanlamalarını düşündüğü göze çarpmakta, hatta kendisi­ne indirilen her şeyi ve özellikle de kafirlerin ilahlarına saldıran ayetleri açıklamamayı zihninden geçirdiği için Allah tarafından uyarıldığı görülmektedir.

Bu konuda çeşitli ayetlerde ve özellikle de tefsirini yaptığımız İsra sûresinin 73. ve 75. ayetlerinde açıklama yapılmıştır. Ne var ki biz burada kafirlerin tutumları karşısında göğsü daralan, psikolojik sıkıntı çeken Peygamber'in çektiği sancının ağırlığını göste­ren metodsal bir ifade kullanıldığı kanısındayız.Zira bu İsra süresindeki ayetlerde vurgulanan cinsten değildir.

"Demelerinden korkarak" ifadesi Peygamber'in nübüvvetinin doğruluğu hususunda olağanüstü yaptırımlardır. Her halükarda ayette Hz. Peygamber'in kendisine vahyedile-ni tebliğ etme noktasında onun dokunulmazlığına ilişkin bir şey bulunmamaktadır.

Bizim dayandığımız mushaf birinci ayetin Medeni olduğunu rivayet etmiştir. Doğ­rusu bu ilginç bir rivayettir. Çünkü ayet konusu ve düzeni itibariyle tam bir bütünlük içerisindedir. Sûre Mekke dönemi olaylarını anlatmaktadır. Nice ayetler vardır ki Mekki oluşunda herhangi bir ihtilaf yoktur, örneğin Furkan sûresinin yedinci ve sekizinci ayetleri bu kabildendir. Bu da rivayetin sıhhati konusunda tereddüt oluşturmaktadır. Ib-ni Abbas'tan rivayet edildiğine göre Kureyş liderleri Rasulullah (s)'a gelerek; şayet sen Peygambersen şu Mekke dağlarını altına dönüştür ya da peygamberliğine tanıklık ede­cek bize melekler getir." dediler. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi[19]. Şia ravilerinin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s) Ali b. Ebi Talib'e; Ben Rabbimden seninle beni kardeş yapmasını İsledim. O da bunu yaptı. Yine Rabbimden seni bana vasiyetçi kılma-

sını istedim, bunu da yaptı." buyurdu. Bunun üzerine bir kısım insanlar Allah'a yemin olsun ki bir sa' (kab) hurma. Muhammedi'm Rabbinden istediği şeyden daha hayırlıdır. Keşke Peygamber (s) düşmanlarına üstün gelmek için bir melek isteseydi ya da onlar için bir hazine dileseydi, Ailah bunları ona verirdi, dediler. Bunun üzerine bu ayet indi3. Bu rivayete gelince bu bize göre Şia'nın ortaya attığı mesnedsiz bir rivayettir. Nite­kim Şİa alimlerinin kendi istek ve arzularını delillendirmek için bu tür rivayetlere baş­vurmaları oldukça yaygındır. [20]

 

Kur'an'da Kâfirlere Meydan Okuyuşun Tekrarlanmasmdaki Hikmet

 

Kur'an'ın kafirlere kendine benzer bir şey getirmeleri hususunda meydan okuduğu, açık ve gizli olarak bu noktadaki acizliklerini belirttiği göze çarpmakladır. Bu konu nu-zül sırasına göre peşpeşc inen İsra, Yunus ve Hud sûrelerinde anlatılmıştır. Bu yani Kur'anî vahiy[21] konusu kafirler yönünden büyüklük taslama ve tartışma konularının ba­şında gelmektedir. Bu da Kur'an'a karşı kafirlerin büyüklük taslama ve tartışma durum­larından sözeden birçok ayetleri desteklemektedir. Bunun birçok Örnekleri Kur'an'da geçmiştir. [22]

 

15- Kimler dünya hayatını ve süsünü isterse onlara oradaki ame!lerin(in karşılığın)! tam veririz ve onlar orada hiç bir eksikliğe uğratılmazlar.

16- Ama onlar Öyle kimselerdir ki ahirette onlar için yalnız ateş vardır ve yaptıklarının hepsi orada boşa çıkmıştır'[23]'. Amelleri hep batıl olmuştur.

 

Dünyevileşmeden Dünyaya Ahiret Ekinleri Ekmek

 

İki ayetle de. dünya hayalının saadeti, tomurcuğu, oradaki servet, güvenlik ve mev­kiinden yararlanma mutluluğundan ibaret olan güzel amellerinin neticesini görecekleri­ne dair niye! besleyenlerin çalışmalarının karşılığını eksiksiz görecekleri, yalnız ahirette bunun onların işine yaramayacağı çünkü bunun dünyada iken heba olacağı, bunda geçi­ci çıkarın hedeflendiği, bunların ahirete oranla etkisiz ve boş olduğu, sahibi için ateşten başka birşey olmayacağı, çünkü bunların Allah'a imandan, onun rızasını arzulamaktan, emirlerini uygulamaktan kaynaklanmadığı vurgulanmaktadır.

Her iki ayetin de önceki ayetlerin peşinden gelmesi, buniarın kafirlerden sözetmesi-ni. Peygamber (s) ile kafirler arasında vuku bulan tartışma ve münakaşalardan bahset­mesini ilham etmektedir.

Görüldüğü kadarıyla kafirler yaptıkları bir kısmı iyiliklerden ötürü övünüyor, bu yüzden Allah'ın kendilerini mal, makam ve refah ile sevindirdiğini .sanıyorlardı. Bu bağlamda açıkladığımız üzere ayetle onların yaptığı bu tür tavırlar reddedilmektedir. Mü'minun süresindeki "Bir süreye kadar onları {daldıkları) gafletleri içinde bırak. On­lar, öyle mi sanıyorlar ki kendilerine verdiğimiz ma! ve oğullar ile onların iyiliklerine koşuyoruz? Hayır, farkında değiller" (54-56) ayetler bu yönde örnek teşkil etmektedir.

Her iki ayet, kafirlere karşılık verme ve onları eleştirme pasajları sunmakla birlikte bilindiği üzere kişideki amelin eserinin ancak niyetiyle olacağını belirtmekte, insanları hak ve hidayet yolunda çalışmaya davet etmekte, bu daveti sırf geçici dünya için değil, gerçek ahiret yurdu İçin yapmakta. Çünkü bu bazen olabilir de olmayabilir de. Şayet ol­duğu takdirde bu iyi amelin özü itibariyle doğru ve samimi oluşuna delil teşkil etmez. Önemli olan ahiret düşüncesini, Allah'a imanın gerekliliğini ve Allah'ın insanı her an gözettiği fikrini canlı tutmak kişinin her yaptığı davranışında onun rızasını hedefleme amacını gütmektir. Eğer insanoğlu bütün işlerini Allah'a iman ile birlikte bu gaye ve a-maç için yaparsa dünyevî karşılığını görmesi ya da görmemesi bir anlam ifade etmez. Bu ahlaki öğretiler ve direktifler gerçekten çok yüce hedefler içermektedir. [24]

 

17- Hiç böyleleri, şu kimse gibi olur mu ki o, Rabbinden bir deli! üzerinde bulunmaktadır, ayrıca Allah'tan, bir şahit (yani Kur'an)[25]' onu (o üzerinde bulunduğu delili) takip ediyor. Ondan önce de bir Önder ve rahmet olarak Mu­sa'nın kitabı var. İşte onlar[26]' O (Kur'a)n'a inanırlar. Kavim­lerden[27] kim onu inkâr ederse, onun yeri ateştir! Bu (Kur'a)n'dan hiç kuşkun[28]' olmasın. Çünkü O, Rabbİnden gelen gerçektir[29] Fakat insanların çoğu inanmazlar."

 

İyi Sonuç Dünyada Da Ahirette De Müminler İçindir

 

Aycite birinci olarak; m üs I umanlarla kâfirlerin mantıki açıdan eşit olamayacağını

belirten soru bulunmakladır. Bunun gerekçesi ise şudur; Öncekiler kendilerine Rabieri laral'ından delil ve tanıklık olarak verilen Kur'an ve bundan önce Hz. Musa'ya rahmet, yol gösterici olarak indirilen kitap geldikten sonra ilahi gerçeği anlayıp ona iman ettiler ve doğruladilar. Oysa sonrakiler ise bunların aksine bu gerçeklere kulak vermeyip sa­pıklık üzere devam ettiler.

İkinci olarak da; Allah'ı inkâr eden ve birçok alanlarda Kur'an'ı yalanlayan her bir ferdin akıbetinin cehennem olacağı uyarısı bulunmaktadır.

Üçüncü olarak ise Hz. Peygambere ya da kulak veren herkese bu varılacak yer ko­nusunda hiç bir şüphe ve tereddüdün olmayacağına dair rabbani bir buyruk vardır. Çün­kü her ne kadar insanların bir çoğu bu gerçeği doğrulamasalar da kuşkusuz bu gerçekle­şecektir.

Kendisine dayandığımız mushaf ayetin Medine'de indiğini rivayet etmektedir. Ayete 456 bakıldığında konusu ve siyakı açısından önceki ve sonraki ayetlerle fam bir bütünlük içerisindedir. Bu nedenle rivayetin sıhhati konusunda kuşkumuz vardır.

Bazı müfessirler "Efemen'Yieki ismi mevsulün Hz. Peygambcr'e, ilŞahid''in ise Cib­ril, melek ya da Ali b. Ebi Talib'e döndüğünü söylemektedirler. Biz onların bu görüşü­ne katılmıyoruz. Çünkü biz daha önce açıkladığımız yorumun ayetin ruhu ve bir çok müfessirin görüşleriyle paralellik arzettiğini görmekleyiz. Şahit kelimesiyle de Hz. Al­i'nin kasdcdildiğini söyleyen kimselerin kendi görüşlerini desteklemek isteyen bir grup sia olduğu kanısındayız. Zira bir çok müfessir bu görüşün tutarsız olduğunu, her hangi bir dayanağının bulunmadığını söylemiştir.

Bazı müfcssirler "Çünkü o, Rabbinden gelen bir gerçektir" cümlesindeki maksadın Kur'an olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim ayetin ruhu da bu görüşü desteklemektedir. Aynı şekilde diğer müfcssirler de bunu tercih etmektedirler. [30]

 

18- Allah'a yalan uydurandan'[31] daha zalim kim olabilir? Onlar rablerine sunulacaklar, şahitler de[32] "İşte rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır! diyecekler, iyi bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.

19-  Onlar ki (insanları) Allah'ın yolundan menederler ve Onu eğriltmek isterler ve onlar, (evet) ahireti de tanımaz­lar.

20-  Onlar, dünyada Allah'ı aciz bırakacak değillerdir'[33] ve Onların Allah'tan başka dostları da yoktur. Onlar için azab kat kat yapılır (çünkü onlar) hakkı işitmeye tahammül ede­mezlerdi ve (Onu) göremezlerdi'[34].

21-  İşte onlar kendilerini ziyana sokan kimselerdir ve uy­durdukları şeyler kendilerinden kaybolup gitmiştir.

22-  Elbette'[35] ahirettc en çok ziyana uğrayanlar onlardır.

23-  İnanıp iyi  işler yapan ve rablerine gönülden boyun eğenlere gelince[36] İşte onlar cennet halkıdır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

24-  Bu iki zümrenin durumu kör ve sağır ile işiten ve gö­ren gibidir. Bunların hali bir olur mu hiç? Hâlâ ibret almaz mısınız?

 

Kötü Sonuç Dünyada Da Ahirette De Müşrikler İçindir

 

Ayetlerde müşriklere, özellikle de onların liderlerine şiddetli bir saldırı bulunmakta­dır. Ayetler kuvvetlendirme ve rapor içerikli soruşturma barındırmaktadır; Çünkü Al­lah'a yalan uydurandan daha zalim ve daha günahkâr kimse yoktur. Ne var ki müşrikler Allah'ın huzurunda duracak. Allah'ı yalanladıklarına dair kendi aleyhlerine tanıklık edeceklerdir. Allah'ın laneti ahireti inkâr eden. insanları Allah yolundan alıkoyan, ona davet yolunda engeller oluşturan zalimlerin üzerine olacaktır. Bunlar için Allah'ın aza­bından kendilerini kurtaracak yardımcılar ve dostlar bulunmayacaktır. Bunlar için azab kat kal olacaktır. Çünkü bunlar hakka kulak vermeye engel oldular. Bu yüzden (ahiret­te) bunlar nefislerine yazık edenler olarak dirileceklerdir. Ortak koştukları ise kendile­rinden kaybolacaktır.

Bunun sonucu olarak ahiretle bu kimseler hüsrana uğrayacaklar. Her ne kadar dün­yada bu hususları ihmal etseler de ahirette böyle olmayacak. Çünkü onlar dünyada Al­lah'a meydan okuyorlardı. Ancak Allah'ın hikmeti bunu gerektirmektedir. Ayetler, i-man edenlere, salih amel işleyenlere, samimi olanlara, Allah'a boyun eğenlere öğüt ver­mekle birlikte kafirlere Kur'anî metinlerdeki hatırlatmalardan sözetmektedir. Ayetler öncekilerin cennetlik olduğunu, orada ebedi kalacaklarını belirtirken her iki grubu gö­renle kör. işitenle sağırın bir olmayacağını örnek verip her ikisinin bir olmalarının mümkün olup olmayacağını soru sorarak ortaya koymakta, insanları teşvik metoduyla düşünmeye ve öğül almaya çağırmakladır.

Ayetlerde geçen Allah'a yalan uydurmadan kasıt şirk doktrinidir. Bunun karinesi ise "Yalan olarak düzdükleri şeyler kendilerinden kaybolup ^il/niştir" cümlesi ile "Onlar ki {insanları) Allah'ın yolundan menederler ve om: eğriltmek isterler." Yani bunlar. Peygamber davetinin önderlerine yüz çeviren ve insanları bu davete kulak vermekten alıkoyan liderlerdir, cümlesidir. Bu iki cümle, müşriklere, özellikle de liderlerine saldı­rıda bulunan ayetlerde açıklanan hususlarda belirttiğimiz şeyler kabil indendir.

Ayetlerdeki inceleme, kuşkusuz eleştiri ve uyandaki, kafirlere ve onların elebaşları-na olacak sonucu ortaya koymadaki saldırının dozajını belirtmektedir. Görünen o ki. bu ayetler onların gönüllerine korku salmayı onları uyarmayı hedeflemektedir. Ve yine bu ayetler mü'mirilere öğüt vermeyi onları müjdelemeyi ve içlerindeki gönül huzurunun anmasını murat etmektedir.

Ayetler bilindiği üzere tartışma ve delil getirme durumuyla devam etmektedir. Önce­ki ayetlerdeki kafirlerin sözleri ve meydan okuyuşları anlatıldıktan sonra ardından onla­ra aşırı dozajda hücum eden ayetler gelmiştir. Belki de bu ayetin önceki ayetlerin peşin­den gelmesi Medine'de indiği söylenen bu ayetin Mekke'de indiğine bir karinedir. [37]

 

25-  "Andolsun biz Nuh'u da kavmine gönderdik. "Ben si­zin için (kurtuluş yolunu) açık(ça gösteren) bir uyarıcı­yım."

26-  "Yalnız Allah'a tapın. Cidden ben sizin, acı bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum." (dedi).

27- Kavminden ileri gelen İnkarcı bir grup dedi ki: Biz seni de bizim gibi insan görüyoruz ve sana bizim basit görüş-[38] ayak takımlarımızdan'[39] başkasının uyduğunu görmü­yoruz. Sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz; tersine sizi yalancı sanıyoruz!"

28-  Dedi kî: Ey kavmim, bakın ya ben Rabbimden bir delil üzerinde İsem ve (O) kendi katından bana bir rahmet ver­miş de, o (rahmet) sizin gözlerinizden gizli bırakılmış ise'[40] şimdi siz onu istemezken, biz sizi O (Tanrı rahmeti)na zor­la mı sokacağız?[41]

29-  Ey kavmim, buna karşı ben sizden bir mal istemiyo­rum, benim ücretim Allah'a aittir. Ve ben, inananları (ya­nımdan) kovacak değilim. Çünkü onlar, Rablerine kavuşa­caklardır. Fakat ben sizi, cahillik eden bîr kavım görüyo­rum."

30-  "Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'a karşı benî kim savunur? Düşünmüyor musunuz?"

31-  Ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanırndadır." de­miyorum. Gaybı da bilmem." Ben meleğim de demiyo­rum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü[42]' kimseler için "Allah onlara bir bayır vermeyecek" de demiyorum. Allah, onla­rın içlerinde olanı daha iyt bilir. (Böyle bir şey yaparsam) o takdirde ben, mutlaka zalimlerden olurum."

32-  Dediler ki: "Ey Nuh, bizimle mücadele ettin. Hem bi­zimle mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen haydi tıîzi lehdit ettiğin şeyi bize getir."

33-  Dedi: "Onu ancak Allah dilerse size getirir; siz engel olam.tzsıı   /.."

34-  Eğer Allah, sizi azdırmak dilemişçe'[43] ben size nasihat da etmek istesem nasihatim size fayda vermez. Rabbiniz O'dur ve siz O'na döndürüleceksiniz."

35-  Yoksa "O (Kur'a)n'ı uydurdu" mu diyorlar? De ki: Eğer onu uydurmuşsam, suçum banadır. Ama ben sizin işlediği­niz suçlardan uzağım."

36-  Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden inanmış olanlardan başka kimse inanmayacak, onların yaptıklarından dolayı üzülme![44]

37-  Gözlerimizin Önünde[45] ve vahyimiz gereğince gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana hitap etme (yalvarma). Onlar mutlaka bağıracaklardır!"

38-  Nuh gemiyi yapıyor, kavminden İleri gelenler yanın­dan geçtikçe onunla alay ediyorlardı. "Siz bizimle alay ederseniz, sizin aiay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay ede­ceğiz." dedi.

39-  "Yakında bileceksiniz: İnsanı rezil eden azap kime ge-İiyor. Sürekli azap kimin başına konuyor?"

40-  Nihayet emrimiz gelip de tandır'[46] kaynayınca[47] (iş cİddileşip sular kaynamağa başlayınca, Nuh'a) dedik ki: "Her şeyden ikişer çifti ve (boğulması) hakkında söz ge­çenler hariç olmak üzere aileni ve inananlar! gemiye yük­le! Zaten onunla beraber inanan pek azdı.

41-  Haydi (geminin) içine binin, dedi. Onun akıp gitmesi de durması da Allah'ın adıy]ad.rr. Rabbim elbette bağışla­yan, esirgeyendir!"

42-  Gemi, onları dağlar gibi dalga(lar) arasından geçirirken Nuh, bir kenarda duran [48]oğluna: Yavrum, bizimle bera­ber bin, kafirlerle beraber olma!" diye seslendi.

43-  (Oğlu): Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım." dedi. (Nuh): "Bugün, Allah'ın emrinden koruyacak hiç bir şey yoktur, ancak O'nun acıdığı (insanlar kurtulur)" dedi. Ve aralarına dalga girdi[49], o da boğulanlardan oldu.

44-  Ey arz, suyunu yut ve gök tut![50]" denildi. Su azaldı[51], iş bitirildi: (Gemi) Cûdi'ye[52]' oturdu. "Haksızlık yapan ka­vim yok olsun!" denildi.

45-  Nuh seslendi: Rabbim, dedi, oğlum benim ailemden-dir. Senin sözün elbette haktır ve sen hakimlerin hakimi­sin!"

46-  (Allah): "Ey Nuh, dedi, O senin ailenden değildir. O(nun yaptığı), yaramaz iştir.[53] Bilmediğin bir şeyi ben­den isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!"

47-  (Nuh) dedi ki: "Rabbim,   bilmediğim bir şeyi senden İstemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acı­mazsan ziyana uğrayanlardan olurum!"

48-  Ey Nuh, denildi, sana ve seninle beraber olanlardan (türeyecek) ümmetlere bizden esenlik ve bereketlerle (ge­miden) in. Ama öyle ümmetler de var ki, onları bir süre ya­şatacağız, sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır!"

49-  (Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz gayb ha­berleri ndend İr. Ne sen ne de kavmin, daha önce bunları bilmiyordunuz. O halde sabret, sonuç korunanlarındır.

 

Bir Sabır Abidesi: Nuh (A)

 

Ayetler, uyarma, örnek sunma ve hatırlatma için kafirlerin konumlarını, sözlerini ve onların aciz kalışlarını anlatan kıssaiar peşinden onların ortaya konmasmdaki Kur'anî metod üzere devam eden milletlerin ve Peygamberlerin hikayelerindeki uzun dizinin bir halkasıdır. Bu yüzden hepsi aynı siyakla bağlantılıdır. Ayetler herhangi bir şeye ihtiyaç duymayacak şekilde anlamlan çok açıktır. Burada Nuh (a) kıssası Kur'an'ın hikmeti ge­reği Şuura ve Araf sûrelerindekİnden daha fazla olarak uzun uzadıya anlatılmıştır. Bura­da diğer sûrelerde anlatılmayan; geminin yapılma işi, tufanın kopuş şekli, her canlıdan erkekle dişinin alınması dağlan andıran büyük tufan dalgalan, geminin Cudi dağına oturuşu, kafirler yanında kalan Nuh'un oğlunun meselesi; oğlunun boğulması etrafında Nuh'un kavmiyle ve Allah'la yaptığı konuşması gibi yeni meseleler zikredilmektedir.

Kıssa, önceden de belirdiğimiz gibi Tevrat'ın[54] sifrit tekvin bölümünde geçmektedir. Ne ki günümüzdeki Tevrat'la kısa bu kadar geniş anlatılmamış ve Nuh'un konuşması ve oğlunun meselesi zikrcdilmemişiir? Gerçi Tevrat'taki geminin hacmine yönelik uzun açıklama ayetlerde bulunmamaktadır.Ayetlerde zikrolunan bizim lercilı eniğimiz şey sirtas (sahife) ve diğer sefirlerde geçmekledir.

Bu ve diğer sûrelerdeki Nuh kıssası hususunda müfessirler ahbarlara ve yahudiler-den müslüman olan racilere dayanan bir çok açıklamalarda (rivayet) bulunmuşlardır. Bu açıklamalardan bir çoğu ise ne Kıır'anKerinVde ne de sifrit tekvinde bulunmaktadır4. Bunu söylediklerimi?; de desteklemekledir. Bu da Peygamber (.s) çevresinin Nuh (a) kıs­sası ve tufanı hakkında çok şey bildiklerini göstermekledir. Nuh (a)'un gemisinin indiği dağ Tevrat'a göre Fırat adasının güneyinde bulunan Ararattır. Bu dağ Kur'an'da ise Cu-di olarak geçmektedir. Buranın Peygamber çevresi tarafından bilindiği kanısındayız.

"Bunlar .sana vahyettiğimiz getyh haberteriridendiv. Ne sen ne de kavmin daha Önce bunları bilmiyordunuz. 0 halde sabret. Sonuç korunanlarındır" ayeti, bir soruna dikkat çekmektedir. O da Allahü Teala'nm, Hz. Peygambere vahyettiği kıssanın gaybî haber­lerden olması ve bunu da Peygamber (s) ve kavminin bilmemesidir. Bu kıssa Peygam­ber döneminde yaşayan kitabilerin (ehli kitap) elinde bulunan Sıfrit Tekvin'de şöyle ya da böyle mevcuttu- Arapların ehli kitapla ilişkisi vardı. Bunlardan kimileri Hrisiiiyanlı-ğa kimileri de Yahudiliğe iûbi oluyorlardı. Kimileri ise İbraniceyi biliyor ve onunla ya­zılı kitapları okuyorlardı. Dolayısıyla Arapların Nuh (a) kıssasını ve tufanını bilmemele­rini düşünmek imkansızdır.

Söz Nuh kıssasından açılmışken Nuh sûresinde belirtilen o toplumun pullarından -zetmek yerinde olur kanaatindeyiz.. Arapların ibadet ettikleri ve Nuh kavminin kutladık­ları pullar şunlardır: Ved. Suva", Yegus. Yeuk ve Nesr. Haliyle bunlar Kuran inmeden Önce Peygamber toplumunda kavmiyle birlikte Nuh ve kıssasının bilindiğinin göstergc-sidir. Az önce tefsir kitaplarında Nuh (a) ile ilgili Kur'an'da geçmeyen fakat Peygamber dönemindeki insanlar tarafından bu haberlerin bilindiğine dair bir çok açıklamalarda bu­lunduk. Bunlar arasında, yeryüzünün suyunu çekip çekmediğini öğrenmek için Nuh (aVun serbest bıraktığı güvercinin haberi günümüzde mevcut olan sıfrit tekvinde bulun­makladır.

Bu da göstermekledir ki; Peygamber döneminde yaşayan ehli kilap tarafından bilin­mekledir. Bu sorun bir kısım müfcssirlerin de dikkatini çekmektedir. Hazin buna işaret ederek kısaca değinmiştir. Çünkü Nuh kıssası herkesçe bilinmektedir.

Aynı şekilde Bcydavî, bunu tahlil ederken Peygamber (s) ve kavminin olayı detaylı­ca bilmediklerini belirtmiştir. Ne var ki bu. Peygamber kavminin bazılarının bu kıssayı veya bir kısmını bildiğine engel teşkil etmemektedir.

Şu var ki: Nuh kıssası, önceki ve daha sonra gelen sûrelerde bu sorunlardan aridir. Biz bu değerli iki müfessirimizin yaptıkları yorumlara herhangi bir şey eklemek istemi­yoruz. Çünkü bu kıssa öğüt verme, hatırlatma ve örnek getirme için gelmiştir.

Müfessirler bu sûredeki Nuh kıssası üzerine başka sûrelerde yaptıkları gibi çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Örneğin bunlardan biri, Nuh tufanı genel olarak bütün yer­yüzüne mi. yoksa özel olarak Nuh kavminin yaşadığı bölgeye mi olduğu meselesidir.[55] Biz burada gereksiz zorlatma görüyoruz. Bunlar Kur'anî hedeflere ulaştıran şeylerden değildir. [56]

 

Kafirler Müminler Ailesinden Değildir

 

Halkada yeni ibret konuları bulunmaktadır. Nuh'un oğlu hakkında Allah ile Nuh arasında geçen şey ibre! ve öğüt kabilindendir. Burada kan yakınlığının, her ne kadar Allah erleriyle yakınları arasında kaynaştırıcı bir unsur olsa da, bunlar salih kimseler ve mü'minler olmadıkça hiç bir şey ifade etmediğini belirtmekledir. Kişinin değeri ve kur­tuluşu ancak Allah'ın rızasına göre hareket etmededir. Fesada uğraması ise bizatihi ça-İışmalarında Allah'ın cezasını hakctmeklir. Önceki sûrelerde anlatılan kıssalardaki bu ibret. Nuh'un karısı ve İbrahim'in babasını hatırlatmaktadır!Tevbe sûresinde yakın akrabaları da olsa. Peygamber (s) ve mü'minlerin müşriklere istiğfar etmeleri yasaklanmıştır:Akraba bile olsalar, cehennemin balkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için bağışlanma dilemek; ne Peygamhcr'in ne de inananların yapacağı bir iş değildir.

İbrahim'in babasına dua etmesi, sadece ona yaptığı bir vaatten ölürü idi. Fakat onun bir Allah düşmanı okluğu kendisine belli olunca ondan uzak durdu. "Gerçekten ibra­him, çok içli ve yumuşak huylu idi" {Tcvhe, 113-114). Dizi böyle tamamlanmakladır. Yüce Kur'anî ilke bu hususa değinmektedir.

Her ne kadar konuşma, zayıf ve fakirlerden iman edenlerin durumu ile ilgili Nuh ve kavmi arasında konuşma geçse de bir çok ayetlerin aktardığına göre burada kafirlerin elebaşlarıyla Peygamber (s) arasında geçen konuşmaya benzerlik bulunmakladır. Bu hususa örnek: "Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek. O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yok ki. bu zavallıları kovup da zalimlerden olasın. \ lece biz onların kimini kimi ile dene­dik ki: "Allah, aramızdan şunlara mı lütfü layık gördü?" desinler. Allah şükredcnleri da­ha iyi bilen değil mi?" (En'anı; 52-53)."Nefsin, sabah akşam, rızasını isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaklan alıkoyup nefsinin arzusuna uyan ve işi. hep aşırılık olan kişiye itaat etme." (Kchf: 28)Çünkü Kureyş'in elebaşlan Peygamber (s)'e inanan ve ona tâbi olan ve mü'minlerin genelini oluşturan fakirlere bakıyorlar. Peygamber (s)'den onları kovmasını istiyorlardı.Burada, kâfirlere karşı mü'minlcri teselli, onların bu tür hallerinin yeni olmadığına, aksine önceki bütün kafirlerin de böyle yaptığına dair mü'minlere hatırlatma, iman ve amelleri nedeniyle Allah'ın rahmetini ve iyiliğini kazandıklarını belirtme vardır.

Örneğin Nuh (as)'m kavmine; gaybı bilmediğini. Allah'ın hazinelerinin kendi yanın­da bulunmadığını ve kendisinin de melek olmadığını belirten sözleri anlatılmaktadır. Bu. Yunus ve Araf sûresinde ve dahi En'am süresindeki; "De ki: 'Ben size Allah'ın ha­zineleri yanımdadu; demiyorum. Gaybl da bilmem; size ben meleğim de demiyorum. Ben. sadece hana vahyolunanu uyuyorum'. De ki: Körle gören bir olur mu? Düşünmü­yor musunuz?" (En'am: 50) ayetinde açıklandığı üzere Peygamber (s)'in kafirlere em­rettiği şeydir. Bundaki ibret bütün Peygamberlerin yapı ve özelliklerinin bir okluğunu bildirmektir. Bunlar ancak Allah tarafından gönderilen ve diğer beşerler gibi bir beşer olan kişilerdir. [57]

 

Vahyin Kaynağı Tartışması

 

Müfessirier 35. ayeîte kasdedilen şey hususunda ihtilaf etmişlerdir.[58] Onlardan kimi­lerine göre; bu bir itirazdır. Burada Arap müşrikleri kaydedilmektedir. Bunlar anlatılan uydurulma hadisesini söyleyince Peygamber (s) bunlara cevap vermekle ernrolunmuş-tur. Kimilerine göre; bu. Nuh (a) ile kavmi arasında geçen bir tartışmadan ibarettir. Çün­kü onlar Nuh'a; kendisinin Allah'ın onlar için görevlendirdiği bir elçi olduğunu duyur­duğunda; Allah adına iftirada bulunduğunu söylemişlerdir. Her ikisinin de doğru olması muhtemeldir. Biz ise birinci görüşü tercih ediyoruz. Aynı şekilde müfcssirlerin geneli de bu görüşü tercih etmişlerdir. Bu ayetin ardından Nuh'a hitab eden ayetin başlaması buna bir işarettir. Kur'anî nazımda bu yönde birçok örnekler vardır. Aynı şekilde bu sözleri bir çok ayetlerde belirtildiği üzere Arap müşrikleri de söylemektedir.

Şayet birinci görüş doğru ise ayetin Peygamber (s)'e müşriklere karşılık vermesini emrettiği karşı koyuşta, kapalı olarak onlara meydan okuma, Allah adına düzülen iftira­nın mesuliyetinin bilindiğine dair gizli bir ifade bulunmaktadır. [59]

 

50- Ad (kavmin)e de kardeşleri Hud'u (gönderdik: "Ey kav­mim, dedi, Allah'a kulluk edin, ondan başka tanrınız yok­tur. Siz (putları Allah'a ortak koşmakta) sadece iftira edi­yorsunuz!"

51-Ey kavmim, ben sizden bunun İçin bir ücret istemiyo­rum. Benim ücretim, beni yaratana düşer. Aklınızı kulİan-miyor musunuz?"

52-Ey kavmim, Rabbinizden mağfiret dileyin, Sonra O'ria tevbe edin ki gökten üzerinize bol boi rahmet[60] gönder­sin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suç işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin!"

53  Dediler ki: Ey Hud, bize bir mucize getirmedin. Biz senin sözünle tanrılarımızı terk edecek değiliz ve biz sana inanacak değiliz!"

54-  "(Senin hakkında) "Seni tanrılarımızdan biri fena çarp­mış[61]" demekten başka bir söz bulamıyoruz." Dedi ki: "Ben Allah'ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben sizin (Allah'a) ortak koştuklarınızdan uzağını."

55-  "O Allah''dan başka, haydi hepiniz bana tuzak kurun, sonra bana biç göz açtırmayın.

56- "Ben benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Hiç bir canlı yoktur ki O, onun perçeminden'[62]' tutmuş olmasın. Gerçekten Rabbim doğru bir yol üzerin­dedir (O adildir, yanında hiç kimse zulme uğramaz)."

57-  Eğer yüz çevirirseniz'[63] artık ben (duyurmak için) size gönderildiğim şeyi size duyurdum. Rabbim, sizin yerinize başka bir kavim de getirebilir. Siz ona hiç bir zarar vere­mezsiniz. Şüphesiz Rabbim her şeyi koruyup gözetendir."

58-  Emrimiz gelince Hud'u ve onunla beraber inanmış olanları bizden bir rahmetle kurtardık: Onları  katı  bir azaptan kurtardık.

59-  İşte Ad (kavmi), Rablerinin ayetlerini inkar ettiler, Pey­gamberlerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın işine uy­dular.

60-  Böylece hem bu dünyada, hem de ahirette peşlerine lanet takıldı. İyi bilin, Ad (kavmi) Rablerinİ inkar ettiler; iyi bilin, Hud'un kavmi Ad, (Allah'ın rahmetinden) uzak olsun (yok olup gitsin)!

 

Hud (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum

 

Bu Hud ile kavminin kıssası dizisinden ikinci halkadır. Ayetleri çok açıktır. Bu kıs­sa, tefsiri yapılanlar da dahil, bir çok sûrelerde geçmektedir. Biz oralarda tekrara ihtiyaç duymayacak kadar açıklamada bulunduk. Bu halkada Kur'an'm hikmeti gereği diğer sûrelerde geçmeyen Hud (a) ile kavmi arasında bir konuşma geçmektedir. Ayrıca bura­da değişik ayetlerin aktardığı örnekler bulunmaktadır. Bunlardan biri de Peygamber (s)'e karşı müşriklerin sözlerini ve tavırlarını anlatan örnektir. Bu örnekle Peygamberle­rin hak ve hidayete çağırdığı davete karşı müşriklerin birlikteliğini, bozuk ve kötü ni­yetli karakter birliğini belirten açık ibretler bulunmaktadır. Bu da bir yönden Peygam­ber (s) ve mü'minleri teselli, öte yandan kafirleri uyan ve korkutmadır. [64]

 

61-Semud (kavmin)e de kardeşleri Salih'i (gönderdik). De­di ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Ondan başka tanrı­nız yoktur! Sizi yerden inşa eden ve orada yaşatan O'-dur[65] O'ndan mağfiret dileyin. Sonra O'na tevbe edin!Çünkü Rabbimfin rahmeti) yakındır. (O, duaları) kabul edendir."

62-Dediler ki: Ey Salih, sen bundan önce bizim aramızda ümit beslenen bir kişi idin' [66]Simdi alalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi men mi ediyorsun? Biz senin bizi çağırdı-eın şeyden şüphe içindeyiz, kuşkulanıyoruz!

63- (Salih onlara): "Ey kavmim, dedi, bakın, ya ben Rab-bimden bir delil üzerinde isem ve O, bana kendinden bir rahmet vermişse? Peki O'na karşı gelirsem beni Allah'tan kim kurtarır!1 Sizin bana, ziyanımı artırmaktan başka bir katkınız olamaz!"

64- Ey kavmim,  işte şu, Allah'ın devesi, size bir mucize (olarak gelrnİş)tir. Bırakın onu, Allah'ın arzında yesin (iç­sin), Ona bir kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar!"

65-Yine ele onu kesip devirdiler[67] (Salih onlarn) dedi ki: "Yurdunuzda üç gün yaşayın, (sonra mahvolacaksınız): bu, yalan olmayan bir vaad (tehdit)dir.

66- Nihayet enirimiz gelince Salih'i ve onunla beraber inanmış olanları, bizden bir rahmetle (hem azâbdan), hem de o günün zilletinden kurtardık. Çünkü Rabbin öyle güç­lü, öyle galibtir.

67- Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar.[68]

68- Sanki orada hiç şenlik kurmamışlardı'[69] iyi bilin ki Se-mud (kavmi] Rablerini inkâr ettiler ve iyi bilin ki Semud (kavmi) def olup gittiler!

 

Salih (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum

 

Bu, Salih (a) ile kavminin hikâyesini anlatan dizinin üçüncü halkasıdır. Ayetleri ise çok açıktır. Bu kıssa tefsiri yapılan sûreler de dahil bir çok sûrelerde anlatılmıştır. Biz oralarda, tekrarına gerek duymayacak kadar yorum yaptık. Bu halkada Kur'an'ın hik­meti gereği aynı şekilde diğer sûrelerde aktarılmayan Hud ile kavmi arasında cereyan c-den bir konuşma geçmekledir. Bunlardan biri de müşriklerin Peygambcr(e (s) yönelik sözlerini ve tavırlarını anlatan örnektir. Bu örnekle Hud (a) kıssasının diğer tefsirinde kendisine işaret ettiğimiz ibret ortaya çıkmakladır. [70]

 

69- Elçimiz, İbrahim'e müjde getirdikleri zaman: "Selam!" dediler. O ela "Selam!" dedi; çok durmadan hemen (elçile­re) kızarmış'[71] buzağı getirdi.

70-Ellerinin buzağıya uzanmadığını görünce durumlarını beğenmedi[72] ve onlardan ötürü içine bir korku düştü. [73]Korkma, elediler, biz Lût kavmine gönderildik."

71-(İbrahim'in] karısı, ayakta duruyordu. (Bunu duyunca) güldü'[74]. Biz de ona İshak'ı müjdeledik, Ishak'ln ardından da (torunu) Yakub'u.

72-(İbrahim'in karısı: "Vay, dedi, ben bir koca karı, ko­cam da'[75] bir pîr iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşıla­cak bir şey!"

73- (Elçi melekler) dediler ki: "Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizde ey ev hal­kı! O, Övülmeye layıktır, iyiliği boldur."

74-  İbrahim'den korku[76] gidip kendisine müjde gelince, Lui kavmi hakkında bizimle mücadele etmeye başladı.

75-  Çünkü İbrahim, gerçekten halîmdir, içlidir[77] (Allah'a)yüz tutup yalvarandır'[78].

76- (Melekler "Ey ibrahim, dediler, bundan vazgeç (boşuna uğraşma). Zira Rabbinin emri gelmiştir. Onlara mutlaka geri çevrilmez azap gelecektir!"

 

İbrahim (At Kıssası Hakkında Bir Yorum

 

Bu dördüncü halka olmakla birlikte İbrahim kıssalarının ilkidir. Çünkü kavmiyie bir­likte İbrahim kıssası Şuarâ sûresinde zikredilmiştir. Bu kıssa Allah'ın elçilerinin İbra­him'e müjde ile. Lut kavmine de azap ile gelişinin hikâyesini sunmaktadır. Bu sûreden sonra bu kıssa birbirine yakın üsluplarla tekrarlanmıştır. Tevrattaki sıfrit tekvinde (ilk ki­tap) zikredilen bu kıssa, tefsirinin gene! seyrinde açıkladığımız üzere Şuara sûresinde ge­çen kıs.sadan farklıdır. Buradaki kıssa. Allah elçilerinin yemek yememesi dışında sıfrit tekvinde (ilk kitap) zikredilen kıssaya özet olarak benzerlik arzetmektedîr. Yalnız Tev­rattaki o bölümde zikredilen kıssada; elçiler yemek yediler şeklinde geçmektedir.[79]

Peygamber (s) çevresinde dolaştığından ve kaynağı Yahudilerin ellerindeki Sifrit Tekvİn'de bulunduğundan ötürü bu kıssa tercih olunmuştur. Biz Peygamber (s) zama­nında tedavülde bulunan sıfri't-tekvmde veya bize kadar ulaşmayan Yahudi sahifelerin-de Allah elçileri olan "Melekler"in yemek yemediği şeklinde geçtiğini kabul ediyoruz. Çünkü bu. meleklerin ve onların tabiatlarının anlayışından anlaşılan şeyle bir uyum içindedir ve biz Yahudilerin Kur'an'm zikrettiği şeyi yalanladıklarını ve ona itiraz ettik­lerini sanmıyoruz.

Kıssa burada, Lut (a) kıssasının ve kavmine gönderilen azabın hatırlatma aracısı ve­ya başlangıcı mesabesinde olmakla birlikte başka münasebetler için de zikredilmiştir. Kıssada, nebisine ve sevgilisine rahmet olarak her ikisi de ihtiyar olmalarına rağmen İb­rahim (a) ile hanımının çocuğu olmasındaki Allah'ın kudretini belirten ibretler vardır.

Bu kissa. İbrahim (a) ile yakınlarını güzel bir şekilde anmakla birlikte aynı şekilde İbrahim (a)'in azabı hak ettiklerinden ötürü Lut kavmi hakkında tartışma yapınca kendi­sine herhangi bir söz hakkı verilmeksizin reddedilmekte olduğunu ifade etmekledir.

Bunda Peygamber (s) kavminden Kur'an'a kulak verenler için bir uyarı bulunmak­tadır. Çünkü kavminin Peygamber (s) ile bağlantısı, küfür ve günahlarında ısrar etmele­ri sebebiyle hak ettikleri zaman Rabbani azabı kendilerinden savanıayacaktır[80]

 

77-  Elçilerimiz Lut'a gelince onlar yüzünden kaygılandı[81] Onlar için göğsü daraldı.[82] 'Bu, çetin[83] bir gündür' dedi.

78-  Kavmi de koşarak1[84]' Ona geldiler? Onlar daha önce­den kötü kötü İşler'[85] yapıyorlardı. (Lut) dedi ki: Ey kav­mim, işte kızlarım, onlar sizin için daha (güzel, daha) te­miz! Allah'tan korkun, konuklanın içinde beni renil etme­yin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizini"'

79- Dediler ki: "Senin kızlarında bizim hakkımız olmadığı­nı bilirsin. Ve sen bizim ne istediğimizi de pekâlâ bilirsin!"

80- (Lut): "Keşke sizi savacak gücüm olsaydı[86], yahut da çok sarp bir kaleye sığınabilseydim![87] dedi.

81- (Melekler) dediler ki: Ey Lut, biz senin Rabbinin elçile­riyiz. Onlar sana asla dokunmazlar[88]. Gecenin bir kısmın­da'[89] aileni yürüt; içinizden, karından başka hiç kimse geri kalmasın. Çünkü ötekilerine erişen (azap) ona da erişecek­tir. Onlara va'declilen (azap) zaman(ı) sabah (vakti)dir. Sa­bah da yakın değil mi?"

82-Azap enirimiz gelince oranın üstünü altına getirdik, üzerine de taş yağdırdık: Çamurdan'[90] taşlaşmış, hazırlan­mış, istif edilmiştir'[91]

83-  Rabbin katında işaretlenmiş'[92] (taşlar). Bu zalimlerden uzak değildir

 

Lut (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum

 

Bu, Lut kıssasının bulunduğu, Allah'ın elçilerinin kendisine gelip kavmini ve ülke­lerini hak ile yeksan ettiği karısı hariç Lut ve yakınlarının kurtulduğu kıssalar dizisinin beşinci halkasıdır. Kıssanın ayetleri anlam yönünden çok açıktır. Aynı kıssa önceki sû­relerde de anlatılmıştır. Biz oralarda Özellikle de Şuara sûresinde tekrara ihtiyaç kalma­yacak oranda açıklamada bulunduk. Bu kıssanın burada tekrar edilmesi. Allah'ın Lut'u iman edenlerle birlikle kurtarıp karısıyla birlikle kavmini helak etmesindeki ibretin tek­rarlanması içindir.

Ayetlerde Önceki sûrelerde anlatılmayan bir yenilik vardır. O da; elçilerin gelmesin­den ötürü Lut'un kaygılanması dır. Çünkü O'nun onları korumaya gücü yetmemektedir. Bu. Lut'un. elçileri evinde konaklama isteğini zikreden bugünkü Tevrat'ın Sıfrit-Tek-vin (ilk kitap) böfümündekini açıklamaktadır. Biz revaçta bulunduğu durumuyla Kur'an'da zikredilen yahut Lut'un haliyle haberdar olduğu kavminin kötü adetlerini ve ahlâklarını anlatan kıssayla bitişik olan diğer Tevrat'ın sahifelerinde aktarılan görüşü tercih ediyoruz. [93]

 

84-  Medyen'e de kardeşleri Şuayb'i (gönderdik): "Ey kav­mim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka tanrı­nız yoktur; ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sîzi bolluk içinde görüyorum ve ben sizin için kuşatıcı bir gü­nün azabından korkuyorum!

85-  Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın, in­sanların eşyasını eksik vermeyin ve yeryüzünde fesat çıka­rarak fenalık etmeyin.

86-  Eğer İnanan insanlar iseniz, Allah'ın (helalinden) bı­raktığı (kâr), sizin için daha hayırlıdır. (Ama yine de siz bi­lirsiniz) ben sizin üzerinize bekçi değilim!"

87-  "Ey Şuayb, dediler, senin namazın mı sana, babaları­mızın taptığı şeylerden, yahut mallarımız üzerinde diledi­ğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor? Çünkü sen yumuşak huylu, akıllı (bir insanjsın!"

88-  "Ey kavmim, dedi, bakın, ya ben Rabbimden bir delil üzerinde isem ve (o), bana kendinden güzel bir rızık ver­mişsek Ben size menettiğim şeyleri (kendim yaparak) size aykırı davranmak istemiyorum. Sadece gücümün yettiği kadar (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım, ancak Allah (in yardımı) İledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na yö­neldim!"

89-  "Ey kavmim, bana karşı gelmeniz, sakın sizi Nuh kav­minin, yahut Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelenler gibi bir felakete uğratmasın[94] Lut kavmi sizden uzak değildir."

90-  Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe edin! Doğrusu Rabbim çok esirgeyen, çok sevendir."

91-  Dediler ki: "Ey Şuayb, senin söylediklerinden çoğunu anlamıyoruz[95], biz seni içimizde zayıf görüyoruz. Kabi­len[96] olmasaydı seni mutlaka taşlar (öldürür)dük. Senin bi­ze karşı hiç bir üstünlüğün[97]' yoktur!"

92-  "Ey kavmim, dedi, size göre kabilem Allah'tan daha mı üstün ki O'nu arkanıza at(ıp unut)tunuz?[98] Şüphesiz Rabbim, yaptıklarınızı kuşatıcıdır. (O'ndan hiç bir şey gizli kalmaz).

93-  "Ey kavmim, olduğunuz yerde'[99] (yaptığınızı) yapın, ben de yapıyorum. Yakında kime azabın gelip kendisini rezil edeceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetin[100]', ben de sizinle beraber gözetmekteyim!"

94-  Emrimiz gelince, Şuayb'i ve onunla beraber inanmış olanlar; bizden bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında çöküp kaldılar.

95-  Sanki orada hiç şenlik kurmamışlardı! İyi bilin ki, Se-mud (kavmi) nasıl uzaklaşıp gittiyse Medyen halkı da öyle uzaklaşıp gitti.göre, paha biçilmez yahut İkrama layık veya güçlü değilsin.

 

Şuayb (A) Kıssası Hakkında Bir Yorum

 

Bu dizinin altıncı halkasıdır. Şuayb (a) ve kavmi Medyen halkının kıssasını içer­mektedir. Ayetleri açıktır. Bu kıssa Kur'an'm hikmefi gereği bir kısım uzatmalarla bir­likle Araf ve Şuarâ sûresinde yakın bir üslupla anlatılmaktadır. Şuayb ile kavmi arasın­daki anlatılan söyleşi, bir çok ayetlerin aktardığı Peygamber (s) ile Arap kafirleri arasın­da geçen bir kısım söyleşiyle benzerlik arzetmektedir. Burada özellikle farklı devirlerde kafirlerle liderleri arasında birleşen karakter birliği, buna ilave olarak kıssa ayetlerinin içerdiği uyarı, korkutma, eleştiri, azarlama, Çatıştırma göze çarpmaktadır.

Bu ayetler, kulak veren kafirler için bir uyarı ve korkutma, Peygamber (s) ve mü'minler için yatıştırma ve teselli etmeden ibarettir. [101]

 

96-  Andolsun Musa'yı da ayetlerimizle ve (çeşitli mucize­lerden oluşan) açık bir delil ile gönderdik.

97- Rrain'a ve adamlarına. (Ama o insanlar), Firavn'ın buyruğuna uydular. Oysa Firavn'ın buyruğu, doğruya ileti­ci değildi.

98- (Firavn) kıyamet günü kavminin önünde gidiyor[102]'. İşte onları ateşe getirdi. Varılan yer de ne fena bir yerdir![103]

99- Bu dünyada da (onların) peşlerine lanet takılmıştır, kı­yamet gününde de! Verilen bu vergi ne kötü bir vergidir'[104].

 

Musa (A ) Kıssası Hakkında Bir Yorum

 

Bu, dizinin yedinci ve son halkasıdır. Burada Kur'an'ın hikmeti gereği çok öz olarak iravn'a gönderilen Musa (a) risaletinin kıssasına işaret olunmaktadır.

Bu ayetler, kafir liderler ve onlara tâbi olanlar için bir uyarı içermektedir. Çünkü O derler kendilerine tâbi olanları ateşe yedirmektedir. Orası ne kötü bir yerdir. Hepsinin ayı dünyada da ahirelte de lanet olacaktır. Bu ne kötü bir paydır. [105]

 

100-  (Ya Muhammed) bu sana anlattıklarımız, O şehirlerin haberlerindendir. Onlardan kimi hâlâ ayakta'[106]; kimi de biçilmiştir[107].

101-  Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendi kendileri­ne zulmediyorlardı. Rabbînin emri geldiği zaman, Al­lah'tan başka çağırdığı tanrıları, kendilerinden hiç bîr şeyi savamadı ve onların ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı!'[108]

102-  işte Rabbin, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çok çe­tindir.

103-  Şüphesiz a h i ret azabından korkanlar için, bunda el­bette ibret vardır. O, öyle bir gündür ki, bütün insanlar o-nun için toplanmıştır ve o gün mutlaka (bütün gök ve yer halkının) görülmüş'[109]' (olduğu) bîr gündür.

104- Biz onu sadece sayılı bir süre için erteliyoruz.

 

Kıssaların Genel Özellikleri Ve Sonuçlan

 

Ayetler Kur'anî sistem üzere cereyan eden kıssalar dizisinin peşinden gelmiştir. Bu­rada defalarca söylediğimiz Kur'anî kıssaların hedeflerinin ibret, hatırlatma, uyan ve yatıştırmadan ibaret olduğu görüşü açıkça desteklenmektedir. Çünkü ayetlerin ifade et­tiğine göre;

1)  Allah geçmiş ümmetler ve kasaba haberlerini Peygamber (s)'e anlatıyor. Kur'an'a kulak veren için öğüt ve ibret vardır. Bu milletlerden ve kasabalardan Allah'ın yerle bir ettiği insanların görebileceği kimi kalıntılar mevcuttur. Kimilerinin ise yerinde yeller esmektedir.

2)  Allah bu milletlere ve kasabalara zulmetmem iştir. Ancak taşkınlıkları ve yan çiz­meleri sebebiyle kendilerine zulmetmişlerdir. Allah'ın azabı üzerlerine hak olunca ken­dilerine taptıkları ilahları onlara hiç bir şey sağlayamadı. Pişmanlıklarını artırmaktan başka bir işe yaramadı.

3) Allah milletleri ve kasabalar halkını taşkınlıkları ve zulümleri sebebiyle helak elti. O"nıın bunları helak edişi çok şiddetli ve ean yakıcı oldu.

4) Kuşkusuz bunda insanları korkmaya sevkeden ve düşünceye çağıran bir uyan var­dır. Buradaki uyarı ahirel gününü, insanları bir araya getiren korkunç bir günü düşünen­ler içindir.

Allah kıyamel gününü, hikmeti gereği belli bir süreye kadar erteleniştir. Allah'ın zalimleri dünyadan alışı onları korkuya sevkediyorsa ahireüeki azabı da şüphesiz daha fazla onları etkileyecektir.

Aycilerdckı uyarılar, kalblere ve zihinlere yönelik olup, küfrün elebaşiannm kalble-rinde korku yaratmayı hedeflemiştir.

"Biz onu sadece belli bir süre için erteliyoruz" cümlesi kafirlerin önlerinde kaçırma­maları gereken bir fırsat olduğuna dair bir uyarı olabilir. [110]

 

"Zulmeden Şehirleri..." Cümlesine Bir Yorum

 

Zulmeden şehirleri., cümlesi "küfreden şehirleri" cümlesinden daha kapsamlı ve da­ha anlamlıdır. Zulüm kelimesi şirk ve küfrü kapsamakla birlikle yeryüzünde insanlara karşı kibirlenen, fesal çıkaran, taşkınlık eden kimseleri de kapsamakladır.Anladığımız kadarıyla bu Kur'anî cümlede anlatılmak istenen budur; yalnızca küfür kaydedilmemiştir. [111]

 

105- O gün geldiği zaman hiç kimse onun izni olmadan konuşamaz'[112]. CHrnya toplananlardan kimi bahtsız kimi mutludur.

106-  Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada bir soluk alış verişleri vardır ki'[113]'.

107- Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Ancak Rabbin dilerse başka. Çünkü Rabbin istediğini yapandır.

108- Mutlu kılınanlar ise cennetledirler. Gökler ve yer durdukça onlar orada sürekli kalacaklardır. Ancak Rabbîn dilerse başka. Kesintisiz[114]' bir vergidir bu."

 

Ahiretin Gayba Tekabül Eden KonularındaTahminde Bulunmak Yanlıştır

 

Ayetler önceki ayetleri açıklamaya devam ediyor. O gün geldiği zaman insanlar baş­larına neler geleceğini düşünmelerinden ötürü korkar ve sessiz kalırlar. Allah'ın izni ol­madan hiç kimse konuşmaya güç yeliremez. İnsanlar o gün mutlular ve mutsuzlar ol­mak üzere iki sınıfa ayrılırlar. Birinci sınıf; cehenneme alılarak seri muamelelerle karşı­laşırlar, yer ve gök var olduğu sürece orada ebedi kalırlar. İkinci sınıfa gelince; onlarla cennete konulur, orada ebedi kalırlar. Yer ve gök var olduğu sürece Allah'ın nimetlerin­den faydalanırlar.

Ayetler, kafirlerin kalblerindc korku, mü'minlcrin kalblerinde huzur yaratmayı he­deflemekledir. [115]

 

"Gökler Ve Yer Durdukça Orada Sürekli Kalacaklardır. Ancak Rabbin Dilerse O Başka" Cümlesi Üzerine Bir Yorum

 

Bu cümlenin açıklaması ile ilgili müfessirler[116] çeşitli görüş ve rivayetlerde bulun­muşlardır. Kimileri ayetteki birinci 'istisna'nm cehennemden en son çıkıp cennete gire­cek olan günahkar müminlere! döndüğünü söylemişlerdir. Kimileri ise bu 'istisna nın azab ve nimetlerin çeşitlerini belirtmek için geldiğini söylemişlerdir.

Biz de ayclicki bu tabirin Kur'anî vahyin rnetodlarından biri olduğu kanaatindeyiz. Çünkü her şey Allah'ın iznine, emrine ve dilemesine bağlıdır. Dolayısıyla gaybi inan­cın gerçeklerinden olan ahirel hayatıyla ilgili ibareler konusunda herhangi bir tahmin­de bulunmak doğru değildir. Ayetlerin genel olarak kafirleri korkutarak uyarmak.Mü'minleri tevbeyc teşvik ederek müjdelemek amacını güttüğü göze çarpmaktadır. [117]

 

 

"Onlardan Kimisi Mutlu, Kimisi Mutsuzdur"

 

Kimi müfessirlerin rivayet elliğine göre[118] Hz. Ömer. "Onlardan kimi mutlu, kimisi mutsuzdur" cümlesinin bulunduğu ayetler nazil olunca Peygamber (s)'e: Bizden giden ya da kalan şey için ne yapabiliriz? diye sordu. Peygamber (s) de: O artık geçmiştir, ey Ömer, kalemler işlemiştir. Fakat her şey O'nun yarattığı şekilde olmuştur." buyurdu.

Bir kısım müfessirler ise[119] bu ayetlerin tefsirinin genci seyri içinde Ali b. Ebi Ta-lib'ten rivayet edilen bir başka hadis rivayet etmişlerdir: Peygamber (s) Bakî' mezarlı­ğında, bir cenaze töreni esnasında otururken eline bir çubuk alarak bir müddet yeri kazı­yıp ardından şöyle buyurdu: Hiç bir kimse yoktur ki. cennetteki ya da cehennemdeki ye­ri yazılmamış olsun. Ne ki bu yazı mutlu da olabilir, mutsuz da olabilir. Bunun üzerine bir adam; yazgımıza razı olup. çalışmayı bırakalım mı ey Allah'ın Rasulü? diye sordu. Peygamber (s): Hayır, aksine çalışın. Allah'ın dilediği her şey olacaktır. Mutlular mutlu­ların, mutsuzlar ise mutsuzların çalışmasına erişir" buyurdu. Ardından şu ayeti okudu:

"Bundan dolayı kim fakire verir, günahlardan korunursa ve en güzel sözü doğru/ar­sa ona en kolay, en rahat şeylerin yolunu kolaylaştırırız; fakat kim cimrilik eder, kendi­ni zengin görüp Allah'a tenezzül etmezse ve en güze! sözü de yalan/arsa, ona en güç şeylerin yolunu kolaylaştırırız". (Leyi, 5-10)Hadislerin sahih olduklarını kabul etsek de; Allah'ın mutluluğu ve şakiliği insanlara ezelde yazmış olduğu düşüncesine katılmıyoruz. Burada, onların davranışlarına bağlı ol­duğu düşünülebilir. Şüphesiz Allah, isyan yoluna gidip cehenneme müslehak olacaklar­la, mutluluk yoluna yonelip cenneii hak edecekleri bilir. Bu aynen "Sununla fasıklar­dan başkası sapmaz". "Allah zalimleri sapılır", "0 fevhe eden/eri kendine eriştirir" ayetleri kabilindendir.

Bu. birçok önceki münasebetlerde açıkladığımız üzere muhkem olan Kur'anî ilkeler­le birlikle lam bir uyum arzcimektcdir. [120]

 

"Her Nefis Ancak Onun İzniyle Konuşur"

 

Bir kısım müfessirler[121] "Her nefis ancak onun izniyle konuşur" ifadesi karşısında duraksamalardır. Çünkü bu hususla bununla çeliştiği sanılan birçok ayetler bulunmak­tadır. Örneğin;Nah! sûresi III. ayette; "O gün herkes gelir, kendi canını kurtarmak İçin uğraşır ve herkese yaptığı tam verilir, onlara asla haksızlık edilmez/' Sad sûresi; "İşte şunlar da si­zin peşinizden (cehenneme) girecek olanlar; Onlara merhaba yok. çünkü onlar ateşe gireceklerdir!' (Uyanlar, uyulanlara) dediicr ki: 'Hayır, asıl size merhaba yok. siz bunu bizim önümüze gelirdiniz. Ne kötü durak (bu)!' Ve hepsi birbiri aleyhine dua ediyorlar: "Rabbifniz, bunu bizim önümüze kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat artır!" de­diler. "Bize ne oldu kî (dünyada) kötülerden saydığımız adamları (burada) görmüyo­ruz?' dediler. Hani onlarla alay ederdik. Yoksa gözler(imiz) mi onlardan kaydı? Bu mutlaka gerçektir, ateş halkının tartışması dm" (59-64).Zemahşcri'nin sorunu ortadan kaldırma hususunda zikrettiğine göre: O gün onun için uzun konumlar ve durumlar vardır. Kimileri o gün ncfisleriyle mücadele eder. Ki­mileri konuşmaktan alıkonür. Onlara izin verilmez. Kimilerine ise izin verilir. Kimileri­nin ağzı mühürlenir, elleriyle konuşur, ayaklan yaptıklarına tanıklık eder. Bütün bunlar Kur'an'ın ayeti erindeki sûrelerde mevcuttur.

Bunun için biz "ancak onun izniyle" cümlesinin ifadesi yönünden herhangi bir prob­lem görmüyoruz. Bununla birlikte biz temelde sorun oluşturacak mevki de görmüyoruz. Bize göre; bu melodik ifade uhrevî korkunun şiddetini ve etkisini tasvir etmek için Kul­lanılmıştır, Aynı şekilde şöyle demek de mümkün;

Birinci olarak; ahi ret pasajlarını vasfetme, hesabı, azabı ve ni'metler j hususunda Kur'anî metodun çeşitlilik arzetmesi kafirlerle Peygamber (s) arasındaki durumların çe­şitliliğinden kaynaklanmaktadır.İkinci olarak; Kur'anî ayetlerde önceki münasebetlerde de zikrettiğimiz üzere teşvik ve korkutma da kasdedİlmesi mümkündür. Belki de Kuran'da ahirele yönelik pasajla­rın, imajların ve vasıfların bulunması, bütün bunlar, muhatabın dünyevi pasajlar, imajlar ve vasıflar anlatılarak nimetlere, azaba, kaza (yargı) meclislerine vs alıştırılmadı cihetiy-ledir. Neticede bu tür anlatım tarzı muhatabta elki oluşturur.

Herhangi bir ilave ve tahminde (varsayımda) bulunmaksızın iman edilmesi gereken gaybi ve imanı meselelerde Kur'an'ın anlattıklarıyla yetinmek uhrevî yaşam açısından zorunludur. [122]

 

109- Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri, ataları nasıl tapıyor İdiyseler bunlar ela ancak böyle tapıyorlar. Kuşkusuz biz; onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız.

 

Atalar Dini Bağlılarının Amelleri Boşa Çıkar

 

Ayette, kafirlerin -tıpkı babalarının İbadet ettikleri gibi- ibadetlerinin boşa gittiği belirtilmektcdir. Bunda herhangi bir şüphe ve kuşku yoktur. Aynca ayette. Allah'ın bunia-nn hakettik[erini herhangi bir eksiltme yapmaksızın vereceği ifade edilmektedir.

Ayetin önceki ayetlerle bağlantılı olduğu açıktır. Aynı şekilde ayetteki zamirin önce­ki ayetlerde anlatılan kafirlere döndüğü de malum.

"Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha ön­celeri, alaları nasıl tapıyor idiyseler bun/ar da ancak böyle tapıyorlar. Kuşkusuz biz, onların paylarını eksHtmeksîzin onlara ödeyecek olanlarız" ayetine bir yorum;Bu ayet üzerinde duran bütün müfessirler; Hz. Peygamberin, kafirlerin taptığı şey­lerde, .şüphelenmekten men edilmesinin sebebini açıklamamışlardır. Ayet ise bunu çağ­rıştırmakladır. Ayellen çıkarttığımıza göre bir kısım mü'minlerin veya kafirlerin kendi­lerini müdafa ederek: Allah'ın herşeyi yaralan ve onlara nzık veren olduğuna inandıkla­rını. Kabe'ye ve İbrahim dininin geleneklerine saygı duyduklarını, iyiliklerde bulunduk­ların! söylüyorlar. Bu ayetle, her ne kadar şirkleri sebebiyle kendilerinin ve babalarının sapıtmış olduğunu belirtmek kasdolunsa da bununla, Allah dışındakilere ibadet ve dua ederek şirk koşmaya devam ellikleri şeyler rcddolunnıaktadir.

Ayetin başında hitab Peygamber (s) yöneltilse de bu aynı şekilde müslümanlara yö­neltilmesine engel teşkil etmez. [123]

 

110-  Ândolsun, Musa'ya kitabı verdik, onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, mutla­ka aralarında hüküm verilmiş olacaktı. Gerçekten onlar, bundan (Kur'an'dan) yana kuşku verici bir tereddüt içinde­dirler.

111- Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettİklerinifn karşılığını[124] onlara tastamam ödeyecektir. Çünkü O, ya­pıp ettiklerinden haberdar olandır.

 

Ayetlerde Allah'ın Musa (a)'ya verdiği kitabı anlamada ve onu yorumlamada ihtila­fa düşüldüğüne işaret edilmekte, şayet Allah'ın geciktirme hikmeti olmamış olsaydı bunda şüphe edip ihtilafa düşenlerin işlerinin bitirilmiş olacağı hatırlatılmakta, şüphesiz Allah'ın bütün çalışanlara hayır ve şer olarak çalıştığının karşılığın! vereceği bildiril­mektedir. Çünkü Allah insanların işlediklerini haber alandır. [125]

 

Kitap Konusunda Şüphe, Tereddüt Ve İhtilafa Düşenler

 

Bir kısım müfessirlere[126] göre bu cümlede kafirler, onların Kur'an ve ahiret azabı hakkındaki kuşkulan kaydedilmekledir. Scyyit Reşit Rıza ise tefsirinde, Musa'nın kita­bında ihtilaf eden kitabîlere döndüğünü söyler Şûra sûresi; "Onlar kendilerine ilim gel­dikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar {azabın ertelenmesi hakkında), Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işleri bitirilirdi. Onlardan sonra kitaba varis kılananlar (yani Allah'ın Rasulü devrindeki kitab ehli), ondan, kuşku veren bir şüphe içindedirler." (Şû­ra, 14) ayeti buna delildir. Bizim tercih ettiğimiz görüş işte budur.

Ayetlerin ruhundan anladığımız kadarıyla bu ayetler önceki ayetlerde söz konusu yaptıkları kafirlerle ilişkilidir. Bu kafirlerin Musa (a)'m kitabından ve îsrailoğullarının bu husustaki ihtilaflarından ^özetmeleri muhtemeldir. Adeta bu kimseler meleklerin Al­lah katında şefaatçi olduklarını söylemelerini kasdcdiyorlar ki bu bir içtihaddir. Çünkü mutlak olarak Allah'ın birliğini içeren bir prensip ihtilaf kabu! etmez. Bunun için birin­ci ayet İsrailoğullarınm ihtilafının prensibe dayalı bir içtihat olmadığını belirterek onla­ra cevab vermektedir. Çünkü ilkesel bir içtihad ihtilaf kabul etmeyen mutlak olan Al­lah'ın birlcnnıesidir. Ancak bunların ihtilafı yorum ve çıkarımdaki genişletmeleri neti­cesinde olmuştur.

Sonra ikinci ayei. Allah'ın insanların bütün amellerinin karşılığını vereceğine dair önceki ayetlerde belirtilen şeyleri desteklemektedir.

İşte böyle iki ayette siyaka devam etmektedir. Şayet çıkarımlarımız doğruysa -biz doğru olmasını ümit ederiz- birinci ayet Peygamber (s) ile kafirlerin elebaşları arasında geçen tartışma pasajları sunmaktadır. Kafirlerin elebaşlarından birçoğu Peygamber (s)'in risaletirii ve Kur'an1] aptalca inkâr etmiyorlardı. Sırf önceki münasebetlerde de­ğindiğimiz çeşitli ayetlerin belirttiği üzere inad ve kibirlerinden ötürü inkâr ediyorlardı. Bununla,birlikte bu, ayetin Peygamber (S)'i teselli içerdiğine engel değildir.

Aynen Arapların Kur'an'a yaptıkları gibi insanlardan kimileri Allah'ın Musa ya verdiği kitabı doğrularken kimileri yalanladı, kimileri ona inandı, kimileri şüpheye düş­tü. İşte ayetler bunu belirtmektedir. Şayet Allah'ın belli bir süreye kadar erteleme hik­meti olmamış olsaydı yalancı ve şüphecilere hükmetmede acele elmeyc gücü yeterdi. [127]

 

112- Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; ve seninle be­raber tevbe edenler de (doğru olsun), aşın gitmeyin![128] Zi­ra O, yaptıklarınızı görmektedir.

113-Sakın zulmedenlere en ufak bir meyil duymayın'[129] sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım edilmez.

114-Gündüzün  iki tarafında (sabah, akşam) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde[130] namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür.

115- Sabret, çünkü Allah güzel davrananların ecrini zayi etmez.

 

İslami Mücadelede Hedeften Sapmamak

 

Ayetler, miTminlerle birlikle Peygamber (s);e Allah'ın çizdiği ilkeler ve hııdudlar dahilinde dosdoğru olmasını, bu ilke ve hudutlardan yan çizip haddi aşmamasını cmrelmekle. Allah'ın onların işledikleri şeyleri görüp gözetlediğini belirtmekte, onları zalim­lere meyletmekten sakındınnakta. meylettikleri takdirde ise ateşe gireceklerine ve o va­kit kendileri için. ne bir dost ne de bir yardımcı bulamayacaklarına dair onları uyarmak­ta, Peygamber (s)'i gündüz ve gecenin evvelinde ve sonunda namaza devam etmesi için teşvik etmekte, insanın işlediği salih amellerinin yaptıkları kötülükleri gidereceğini, bunda zikredenler için öğüt. sakınanlar için uyarı olduğunu belirtmekte, Peygamber (s)'i teselli ederek sabra teşvik etmekle ve Allah'ın sabreden ve iyilikte bulunanların mükafatlarını zayi etmeyeceğine dair onu yatıştırmaktadmGörüldüğü üzere ayetler önceki ayetlerle tam bir uyum içindedir. Önceki ayetler ka­firlerin yalanlamalarına cevap verip onları korkuttuktan sonra bu ayetler Peygamber (s)'e ve mü'minicre nasihat, vaaz ve öğütler vererek onlara iltifat etmekle ve gönüllerini yatıştırıp, onlara Allah'ın rızasını müjdelemektedir.

"öyle ise emrolunduğun gibi doğru ol; ve seninle beraber tevbe edenler de (doğru olsun). Aşın gitmeyin..." ayeli bağlanımda müfessirlerden İbn Abbas (r) der ki: Rasu-lullah (s)'a inen hiç bir ayet yoktur ki bu ayeitcn daha şiddetli (ağır) olsun. Çünkü Rasu-lullah (s); Hud sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı/' buyurdu. Ona: '"Bu sûredeki hangi ayet ihtiyarlattı diye sorulunca. O: "Emrolunduğun gibi doğru of" ayeti buyurdu.[131]

Şayet rivayet doğru ise Peygamber (s) bununla Allah'ın emirlerinden ve sınırların­dan güçlü bir azimet ve derin bir iman olan doğruluk için ihtiyaç duyulan şeyleri haber vermektedir. "Dosdoğru ol" ayetinin anlamı hususunda müfessirler; Allah'ın emirleri ve yasaklan üzerine sabİl ol. Bunları çiğneme ve bunları aşma, anlamlarını içerdiğini söylemişlerdir.

Aynı şekilde müfessirlerden kimileri "asın gitmeyin" cümlesinin; Allah'ın dininde aşırılığa gitmekten sakındırma anlamı barındırdığını söylemektedirler.[132] Bu hususta açık telkin içeren şöyle bir nebevi hadis rivayet etmektedirler: "Kuşkusuz din kolaylık­lın Din kendisine galebe çalandan başkasına zorlaştırılmaz. Bu yüzden zorlukları gide­riniz, yakın I aştırınız ve müjdeleyiniz."

Yine müfessirler "Zalimlere en ufak meyil duymayın?" cümlesinin onlara meyle ila­ve olarak zalimlere müdahale etmekten sakındırma ve onlara müdahale edenleri uyarma anlamı içerdiğini söylemişlerdir.[133] Bunda açık bir yönlendirme bulunmaktadır. "Gün­düzün iki tarafında (sabah-akşam) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl: çünkü iyilikler kötülükleri giderir" ayetiyfe bu ayetin Medenî olduğu hususuna bir yo­rum; kendisine güvendiğimiz mushaf bu ayetin (f 14) Medine inişli ayet olduğunu riva-yci etmiştir. Müfessirler ayetin nüzulü hususunda Peygamber (s) den hadis rivayetinde bulunmuşlardır. Buhari'nin rivayetine göre adamın biri bir kadınla birleşir. Bunun üzerine Peygamber'e gelerek durumu anlatır. Bu olay üzerine; "Gündüzün iki tarafında (sa-hah-akşam) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl, çünkü iyilikler kötülükle­ri giderir" ayeti İndi[134]. Adam; bu benim için mi? dedi. Peygamber (s): "Ümmetimden bunu yapan içindir." buyurdu. Tirmizi'nin Müsned'inde bu hadis biraz daha farklı ola­rak rivayel edilmekledir. Hadiste ifade edildiğine göre olay Medine'de geçmiştir. Bura­da, Rasulullah (s) adama: Allah yolunda savaşırken onun ehline böyİe yaparak muhale­fet mi etlin?[135] buyurduğu ilavesi vardır. Yine müfessirler bu hususta bir başka hadis ri­vayet etmektedirler.[136] Hadiste zikredildiğine göre; Bir adam Peygamber (,s)'e gelerek, bostanda (bahçe) bir kadın gördüğünü ve ona cima hariç herşeyi yaptığını haber verir. Allah Rasulü ise; "Rasulullah'ın hakkında hiç bir şey buyurmadığı şeyi ona yaptın mı?'1 buyurdu. Adam Rasulullah'ın huzurundan ayrıldı. Allah Rasulü bir müddet onu gözüyle (akib elti, ardından; "Onu bana gelirin.'' buyurdu. Adamı getirdiler. Rasulullah adama bu ayeti okudu.

Son hadisin de desteklediğine göre; Allah Rasulü ayeti fetva ve kendisine tevbe ede­rek ve pişman olarak gelen günahkarları yatıştırma adına okuyordu. Ayetin Medine'de olduğunu rivayet eden kimseler ise isi karıştırmışlardır. Çünkü bu ayetle önceki ayetier arasında bir akış bütünlüğü vardır. "Enırohınduğun gibi doğru ol" ve "Namaz kıl" gibi ifadelerin üslup olarak birbirine atfcdilmişlir. Bunun için ayetin Medine'de indiğini bc-Iirten rivayetin sıhhatinden kuşku duyuyoruz.İlk bakışla göze çarptığı kadarıyla zikrolunan ayet iyiliklerden sayılan namazla kötü­lüklerin silinmesi arasında ilişki kurmaktadır. Namazla kötülüklerin silinmesi arasındaki alaka insanoğlunun oluşumunda mevcuttur. Öyle ki kendisinden bir hata sadır olsa Al­lah'ın huzuruna durunca hemen bunu anımsar, ulanır ve pişmanlık duyar. Bu hadise bu şahsı düşünmeye iter yanlışlıklardan el çekmeye sebep olur. Ayetin son paragrafında bu anlam gayet açıktır veya buna işaret etmekledir. Bu yüzden Allah'ı zikirde serden alıko­yan ve hayra sevkeden bir iksir vardır. Namaz ise Allah'ı zikretmenin en güçlü vesilesi­dir. Özelle; bu neticeye götürmeyen namaz herhangi bir kötülüğü silemez. İnsanlardan kimi bilgisizlerin sırf kıyamlarıyla, riîkûlarıyla, secdcleriyle kıldıkları namaz kötülükleri silmeyi bırak onları başka alana götürür.

Hayalın asıl amacı namaz ve zikir vesilesiyle insanı uyandırmak ve nefsi ıslah et­mektir. İnsan ancak bilerek. Allah'tan korkarak, şükrederek ürpererek, günahlarına pişman olarak, tövbesinde samimi olarak ve buna da gerçekten inanarak namaz kıldığı takdirde bu namaz onun kötülüklerini siler. Şunlar bu mevzudaki nebevi hadislerden­dir; '"Kimin namazı kötülüklerden ve çirkin işlerden kendini sakmdırmıyorsa bu AlIah'lan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz."[137] "Kimin namazı, kötülüklerden ve çirkin işlerden nebyetmiyorsa onun namazı namaz değildir.[138]

Bu söylediklerimizle birlikle, şöyle demek mümkün: "İyilikler kötülükleri giderir" cümlesi genel bir İlke içermektedir, Namaz önemine binaen iyilikler kabilindendir. Bü­tün iyiliklerin kendisi değildir. Farz olan sadakalar (zekat) ve nafile olanlar iyiliktir, ci-had iyiliktir, zayıflara yardım etmek iyiliktir. Onları korumak iyiliktir. Anne babaya ik­ram etmek iyiliktir, Hak, hayır, sabır, iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırmak üzere yardımlaşmak, hayra davet etmek vs. iyiliktir. Ancak ne var ki dosdoğru kılınan namaz kötülükleri giderir. Kuşkusuz bu ilkenin gereği; bir daha yapmamak üzere pişman olup tevbe ettikten sonra sayılan iyiliklerin kötülükleri gidermesidir. Şu ayetler de bunu des­tekler mahiyettedir; ''Ancak tevbe edip inanan ve faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onla­rın kötülüklerini iyiliklere değiştirecektir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Furkan, 70). "Başka bir kısmı da (seninle Tebük seferine gelmemek hususundaki) gü­nahlarını itiraf elliler, iyi işle kötü işi birbirine karıştırdılar. Belki Allah, bunların tevbe-sini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir. Onların mallarından bir miktar sadaka al ki onunla onları temizlesin, yüceltsin ve onlara dua et; çünkü senin duan onla­rı yatıştırır. Allah işitendir, bilendir." (Tevbe, 102-103).Nisa sûresinde bu hususta ayet vardır. Orada kişinin büyük günahlardan sakındığı zaman Allah'ın hatalarını ve kötülüklerini affedeceği belirtilmektedir.

"Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı ör­teriz ve sizi ağırlayacağınız bir yere sokarız." (Nisa, 31).

Ahmed b. Hanbel'in Muaz (r)'dan rivayel ettiği bir nebevi hadiste; Ey Muaz kötü­lüklerin peşinden onları silen iyilikler işle ki insanların en iyi ahlâklısı olasın.[139]

Ahmet b. Hanbel'in Ebu Zer'dcn (ra) rivayet ettiği başka bir hadiste; "Nerede olur­san ol. Allah'tan kork. kötülüklerin ardından onları giderecek iyilikler et ki insanların güzel ahlaklısı olasın.'[140] Her iki hadiste söylediğimiz ilkeyi desteklemektedir.

Bu İlke. bu bağlamda rivayet edilen hadisler, bunu destekleyen ayetler işte böyle mü'minin önünde geniş ufuk açmaktadır.

Bu Furkan sûresinde açıkladığımız Tcvbcye benzese de burada iyiliklerin kötülükle­ri götüreceği noktasında İlave bulunmaktadır. [141]

 

116- Sîzden önceki nesillerden akıllı kimselerin[142] (İnsanla-) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekınez miydi[143]'. Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine[144] düşüp sırtlardılar ve suç işle­yen (insan)lar olup çıktılar.

117- Halkı İslah edici kimseler olsaydı, Rabbin o şehirleri[145] haksız yere helak edecek değildi.

 

Yeryüzünde Akıl Sahiplerinin, İnsanları Bozgunculuktan Menetmeleri Gerekir

 

Ayetlerde, Allah'ın peygamberlerinden anlattığı önceki milletlerin işlerinden olan şeyleri takibetme anlamında rapor sunulmaktadır. Önceki milletler içinde, yeryüzünde işlenilen fesattan insanları alıkoyacak takvalı, faziletli, akıllı kimselerin olmaları gere­kirdi. Fakat bunlar azınlıkta oldukları için etkili olamadılar. Bunlar Allah'ın kurtardık­ları ve kurtardıklarının yolundan giden kimselerdir. Diğerleri ise zalimlerden oldular. Günah işlemeye devam ettiler, taşkınlık ettiler, şehvetleri peşine düştüler. Bu yüzden Allah onları helak etti. Allah halkı salihlerden ise hiç bir kasaba halkını helak edip yerle bir etmez. Çünkü bu zulüm olur. Allah ise zulmetmekten münezzehtir.

"Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi?"

Birinci ayetin başlarafının, Allah'ın helak ettiği milletlere uyan bir kısım nesillerden sonra insanların nesiller olarak yaşama sebebini anlatması muhtemeldir. Şayel önceki milletlerden ve asırlardan az da olsa akıllı, takvah. salih amel işleyen ve yeryüzünde fe­sattan alıkoyan insanlar olmamış olsaydı insan nesilleri ortadan kalkardı ve onlardan hiç kimse kalmazdı. Burada, apaçık bir yönlendirme ve sosyolojik bir tesbit bulunmaktadır. Peygamber (s}'c iman eden mü'minlere teşvik olup, onlara sabır Öğütlenmektedir. Allah iyilikte bulunanların mükafatını zayi etmeyeceğini bildirmektedir. Yine burada heva ve heveslerine kapılan şehvetleri peşine giden, inad ve büyüklenme üzere devam eden ka­firlere uyarı bulunmaktadır. Bilindiği üzere ayetler birbirleriyle irtibat halindedir.

"Halkı ıslah edici kimseler olsaydı, Rabbin o şehirleri haksız vere helak edecek de­ğildi."   Bu iki ayetten ikincisinin yorumu hususunda bir çok görüşler ortaya atılmıştır.

Bi/, Üstad Reşit Rıza'ıun, medeni, ilmi ve sosyolojik reform anlamı üzerinde "Halkı ıslah edici kimseler olsaydı'' cümlesine bir yorumda bulunduğunu görmekteyiz. Üstad: Allah'ın .salih milletleri küfür ve şirk içinde bulunmalarına rağmen helak etmeyeceğini, onları buradan çıkaracağını belirterek; milletler küfürle birlikte yaşar ama zulümle yaşa­maz." demektedir[146] Buna benzer yorumlar önceki klasik müfessirlerin sözlerinde de bulunmakladır.[147]

Kuşkusuz bunda doğruluk payı vardır. Hatta her iki ayetin içeriği de bunu gerçekten desteklemektedir. Çünkü her iki ayette söz. yeryüzünde bozgunculuk etme, günah işle­me, şehvetler peşine koşma, aşırılıkta bulunma şeklinde özetlenmekledir. Hud sûresi, 102. ayetteki ("ve hiye zâlimctüır zulüm işlerlerken) cümlesi aynı şekilde bunu destek­lemektedir. [148]

 

1 I 8- Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı. A-ma ihtilaf edip durmaktadırlar.

119- Yalnız Rabbinin acıdıkları (bu ihtilafın dışında kal­mışlardır) Zaten (Aliah) onları bunun için yaratmıştır. Rabbînîn: "Andolsun, ben cehennemi hep cinlerden ve insan­lardan dolduracağım! sözü tam yerine gelmiştir.

 

Ayet bilindiği üzere Önceki ayetleri takiben gelmiştir. Siyakla da bağlantılıdır. Bu ayet onları uyanmakla birlikle kâfirlerin inatlarına ve durumlarına karşın Peygamber (s)'i teselli etmekte ve yatıştırmaktadır. Bu yüzden üzülmesine ve kederlenmesine gerek kalmamaktadır. Şayel Allah dileseydi bütün insanları bir tek ümmet yapardı. Fakat onun hikmeti gereği kafir ve suçlulardan hakcdenleri cehenneme doldurmak için insanları farklı kılmıştır Bilindiği üzere "Rabbinin acıdıkları hariç" cümlesi Peygamber (s)'in risaletine inananları kaydetmektedir. Onlar Allah'ın rahmetine eriştikleri için cehennem halkından olmadılar.

Ayet -Kur'an'ın üslubu gereği- bir çok insanın isteklerine cevap olarak gelmiştir. Çünkü ayet kabiliyet ve seçimleri oranında her birinin durumunu belirlemek için Al­lah'ın kanunlarından birini yani insanların gidişat, meşrep, temayül ve mevhibelerindeki ihtilafı ortaya koymaktadır. Allah dileseydi bir (ek millet ve ümmet yapardı. O zaman diğer canlılardan farksız olurlardı. Bakara süresindeki "Hani bir zaman rabbin melekle­re ben yeryüzünde halife yaratacağını, demişti." (Bakara. 30) ayette belirtildiği üzere insanların yeryüzünde halife oluşunun ve teklifle yükümlü kılınışının bir anlamı ola­mazdı. Buradaki en Önemli husus da Allah'ın hikmeti gereği ahiret yaşamındaki ceza ve yeniden diriliş hususudur. Belki de bu Allah'ın insanoğluna bir tür ikramıdır. Bu husus tefsiri yapılmış olan İsra sûresi 70. ayette açıklanmıştır.

Bu ayetle Yunus süresindeki; "insanlar ancak bir tek ümmet idi. Ayrılığa düştüler." ayeti arasında ilk bakışla çelişki olduğu ortaya çıkmaktadır. Oysa burada çelişki bulun­mamaktadır. Yunus sûresinde insanların bir tek fıtrat üzere yaratıldığı belirtilmekledir. Daha önce de açıkladığımız gibi. ihtilaf ve farklılıklar bu fıtratta değildir. Bu ayet söz konusu farklılıkların sebeplerini ortaya koyuyor. Bu ayette ise bu farklılık ve ihtilafın .sebebi anlatılmaktadır. [149]

 

120- Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbine sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir.

121- İnanmayanlara söyle: Olduğunuz yerde yapacağımı­zı yapın. Biz de yapıyoruz!"

122- Bekleyin. Biz de bekliyoruz.

123- Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler hep Allah'a döndürülüp götürülür. Ona kulluk et ve ona da­yan. Rabbin sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.

 

Ayetlerde siyakı ve önceki kelâmı takip vardır. Allah'ın geçmiş peygamberlerin hi­kayelerinden Peygamber (s)'c anlatması onun gönlünü yatıştırmak, yarattıklarındakî Al­lah'ın hikmetini açıklamak ve burada mü'minlere öğüt ve hatırlatma sunması vardır. İ-man etmeyenlere ise böyle bir şey olamaz. Çünkü Allah'ın hikmeti, insanlardan yararh-zararlı, doğru yolu bulmuş-sapık, hayırh-şerti insanların olmasını gerektirir. Ve onlara istedikleri yola gitmelerini emreder. Biz de istediğimiz yola gidiyoruz. Allah'ın hükmü­nü ve emrini bekleyiniz. Aynı şekilde bizler de bekleyenlerdeniz. İnsanın Allah'a da­yanması, zikir ve ibadetine devam etmesi gerekir. Herşey ona dönecektir. Göklerde ve yerde gizli ve açık herşeyden haberdar olan odur. Mü'min ve kafir olarak insanların yaptıklarından gafil değildir.

Bilindiği üzere ayetler Peygamber (s)'i teselli etmekte, kâfirlerin durumlarından so­rumlu olmayacağını belirtmektedir. Bunlar niyetlerinde, kaîblerindc ve ahlâklarında iyi davranan ve salih amel işleyenleri doğru yola götüren hak üzere inmiştir. Aynı şekilde kafirleri korkutma. Allah'ın onların yaptıklarını kuşattığını belirtme hedefine matuftur. Kafirler ona döneceklerdir ve onun huzurunda hesab vereceklerdir.

Aynı şekilde bu ayetler sûrenin çeşitli bölümlerinde anlatılan tartışma ve münakaşa konumlarını açık olarak ortaya koymaktadır. [150]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/445.

[2] Sümme Bu ayetteki bu harf tcrahi (gecikme) için değil, atıf ve duru­mu açıklama içindir. Bu; birinci ayette; "Kitabın ayetleri sağlamlaştırılmış ve açıklanmıştır", ikinci ayette ise; "Rabbinİzden af dileyiniz ve O'na yöneli-niz" anlamındadır.

[3] Tcvellev Yüz çevirirsiniz... anlamındadır.

[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/446-447.

[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/447.

[6] Tcvellev Yüz çevirirsiniz... anlamındadır.

[7] Yestağşime siyâbehum Başkalarını görmelerinden en­gellemek için elbiselerini başlarına geçiriyorlar.

[8] Bkz; Taberi, İbn Kesir, Begavi, Hazin Tefsirleri.

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/448-449.

[10] Ümmetin (Sayılı) günlere, süreye, anlamındadır

[11] Mâyahbisuhu Ona engel olan, nedir?

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/449-450.

[13] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/450.

[14] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/450.

[15] Ed-darrau Etkisi .sahibinde beliren eza,v,e zaran

[16] En-neamâü Etkisi sahibinde beliren nimet.

[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/451-452.

[18] Enyegûlû demelerinden korkarak...

[19] Bkz. Taberi'nin Mecmau'l Beyan adlı eseri.

[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/452-454.

[21] Bkz. Taberİ'nin Mecmau'l Beyan adlı eseri.

[22] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/454.

[23] Habita Batıl oldu, heder olup gitti.

[24] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/455.

[25] Şahidim minim Rabbinden bir şahit cümlesinin anlamı husu­sunda en doğru görüş; Kur'an'dır. Bu görüşü tercih etme sebepieri ise kendi­sinden sonra gelen "Ondan önce de... Musa'nın kitabı var." cümlesidir.

[26] Ulâikci Bunlar, tercih edilen görüşe göre Rablcrinden bir delil üzere bulunan kimselerdir.

[27] ei-Ahzâhin Burada ortak bir amaç için toplanan değişik grup­lar kasdedilmektcdir. Kur'an'm buradaki ve diğer yerlerindeki aycller bunun Peygamber {s)'c karşı gruplaşan lopluluklar olduğunu belirtmektedir.

[28] Miryetin şüphe, kuşku.

[29] İnnehu'l hakku nün rahbike Tercihe şâyân görüşe göre cümleden, ayette çeçen mev'id kasdedilmektedir.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/456-457.

[31] Ve men ezlemu mimmen iftera alallahi kezihen): Bu cümle çok tekrarlanıp anlamı ise şöyledir: Allah adına yalan söyleyen ve İftira etlen kimseden daha zalim ve günahkâr kimse yoktur.

[32] İşhâdü çoğulu 'sahil' veya '.şehit' olup ikisi de ayni anlama gelmektedir. Belki de bununla Peygamberler ya da melekler kasdcdilmiş olup diğer ayetlerde de varil olduğu üzere onlar, kıyamet günü insanların yaptıkla­rı amellere karşılık hesah vermelerine sabitlik edeceklerdir

[33] Lan yekürtu rmt'cizm): Helak olmaları ve kahrolmala-riyhı Allah'ı acze düşüremezler.

[34] kânû yestetifm essema ve kânû yübsinme Burada ()'nın nefiy ol­madığı rivayet (ıkınmaktadır. Bu durumda ayetin anlamı; onlar kat kal azab göreceklerdir. Çünkü onlar dinleyebilecek durumda olmalarına rağmen dinle­mediler, görebilecek durumda olmalarına rağmen görmediler. Bir başka riva­yette ise ayetin anlamı; onlar hâlâ dinlemiyor ve görmüyorlar. Bunun için kat kaf a/ab göreceklerdir. Bir diğer rivayette ise ()'nın nefiy anlamına geldiği söylenmiştir. Buna göre ayetin anlamı; Onlar kat kal azab göreceklerdir. Çün­kü onlar dinleyip görmeye güçlerinin yetmediğini belirterek kibir ve inatları -

nın ne düzeyde olduğunu ortaya koyuyorlar. Bi/. de bu görüşü tercih ediyoruz.

[35] cereme Kesme ve kazanma anlamındadır. Fakat bu 'gerçek7 ve "olması zorunlu' anlamında deyimleşmiştir.

[36] Ahhetû Korktular, Allah'a boyun eğdiler ve samimi oldıilar.

[37] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/459-460.

[38] Badiye'r-ye'yi Düşünmeksizin bir çırpıda .söylenen yahut soyul kalan söz.

[39] Erâzilıınâ İçimizden hor ve hakir bir kesim...

[40] Unmıayt't aleyküm Onun anlayışı size kapatılmış..

[41] EnUhimükufııûhâ Sizi ona zorla, tartaklayarak mı sokacağız?

[42] Tezden Mor ve hakir gördüğü, hoşlanmadığı...

[43] İnkane'Hahit yundu en-yıtğviyekum İçinde uyarı ve cleşLiıi bulunan bir ifadedir.

[44] Feh tebteis Üzülme, hüzünlenme

[45] Isnai! fulke a'yünina Gemiyi bizim yo! gösterme­miz ve gözetimimizde yap...

[46] Et-tcnnûr Ekmek pişirmek için ateşin yakıldığı yer, fırın...

[47] Fare Ondan sular fışkırttı.

[48] Fîma'zilin Tek başına, uzak bir yerde

[49] Hâlefeneku Ayırdı, parçaladı.

[50] Ekleî Tul. durdur, yeter

[51] Gıydal mâu Su azaldı, çekildi

[52] El-Cûdî Doruğunda geminin oturduğu dağın ismi.

[53] İniıchıt kyse nün ehlike innehu ame-tun gaynı salibin Şüphesiz onun yaptığı doğru değildir. O'nun senden ol­ması doğru olmaz. Senin dilinden sayılmaz.

[54] Bkz. Ayetlerin yorumu için: Taberi, İbn Kesir, Hazin, Menar, Taberi. Begavi tefsirleri

[55] Bkz. Menar, Taberi, ibni Kesir. Hazin ve diğer tefsirler.

[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/465-467.

[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/467-468.

[58] Bkz. Taberi, İbn Kesir, Tabresi, Zemahşeri, Begavi tefsirleri.

[59] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/468.

[60] Uidrâve';Çok, peşpeşe, Sol..

[61] I'terake ba'du âlihet'tnâ hi şûin Bununla şunu kasdcdiyorlar; ibadet elliklerimizden biri sana kötülük dokundurmuş, bu yüz­den son çağıın ve Öğüdünde tıpkı mecnun gibi olmuşsun...

[62] Ma mın dabbedin illa huve âhizun hi -sıyetîha); Hiç bir canlı yoktur ki. Allah onun işinin sahibi, hareket ve sekeııaf-larınm kuşatıcısı olmasın.

[63] Tevclk'v Yüz çevirirseniz, dönerseniz...

[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/471.

[65] I!sta'merekumfîlıa Sizi orayı onarmaya gücü yeter kıldık.

[66] Kad küntefîna mercuvven kabîe hazâ Bu sözden onlar şunu kaydediyorlardı; Biz senin akıllı olduğunu sanıyorduk. Se­nin için bizde bu hususta bir ümit ve istek belirdi.

[67] Fe agan'thâ Ayaklarını kopardılar.

[68] Câsimiyn Ölü oldukları halde omuzları üzere çöke kaldılar.

[69] Keen lan yağnev fîha Sanki onlar hiç orada ikamet edip oturmamışlardı.

[70] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/473.

[71] Hanîzİn Pişmiş, kızarmış

[72] Ne kirehumy Durumlarından hoşlanmadı, işlerine şaştı.

[73] Erccse minhum hîfelen Onlardan korktu, ürperdi.

[74] Dahiket Müfcssirlcrin görüşüne göre: İbrahim'in hanımı; el­çileri yemek yemez görünce yahm elçiler kendisini Lshak'la müjdeleyince güldü. O. bunun imkansız olduğunu sanıyordu. Çünkü hem kendisi hem de kocası ihtiyar İdi.

[75] Ba'tf Kocam.

[76] Er-rev'u korku, ürperti

[77] EyyüIıu Çok ağlayıp sızlanandır.

[78] Mıınîhun Allah'a muracât edendir. O'na teslim olandır.

[79] El-ishah, 17-18.

[80] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/475.

[81] Sû' hihim (Elçiler Lut'a gelince) onlar yüzünden korktu.

[82] Oâga hihim zer'an sıkıntı ve şiddet anında kişiye do: kunan elem için söylenen bir tabirdir.

[83] Asîbuiı Zor ve tehlikeli

[84] Yehreûne ileyhi Ona doğru koşarak, hızlıca...

[85] Ya melûne's-seyyiât Erkekleri kullanmak için gelen çirkin adetlerine kinayeten bu tabir kullanılmıştır.

[86] Lev enne İîbikum kuvyeten Keşke benim, kavmimi

onunla sizden savunabileceğim ve size karşı bana yardım edebilecek bir gü­cüm oîsaydı.

[87] Ruhun şedîcl Sizi koruyacak kaleden sığınağa...

[88] Leıı yesüû Ueyke Onların ,sana eziyet etmeye güçleri yetmez.

[89] kıtm minc'l leyli Gece karanlığı esnasında...

[90] Sicdlİn Farsçadan arapçalaşlırılmış bir kelime olup, anlamı; kuru çamur demektir.

[91] Mcndûdİn Dizilmiş, sıralanmış...

[92] Mmevvemeten Sayılmış veya üzerine Rabbani işaret konulmuş.

[93] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/477-478.

[94] I'a yccrimemıckı'mı şikâkî Bana karşı gelmeniz si-

zi... kılmasın, bana muhalefete sürüklemesin.

[95] nefkalıu Anlamıyoruz düşül emiyoruz, kavrayanıiyoruz, idrak edemiyoruz.

nefkalıu Anlamıyoruz düşül emiyoruz, kavrayanıiyoruz, idrak edemiyoruz.

[96] Rehtuke Aşiretin, ailen...

[97] Ve ente aleynâ hi aziz Sen şahsî olarak, bize

[98] İtte haztumûhu verâekum ztlınyya Unuttunuz, ona itina etmediniz.

[99] i'meliİ ala mekanetikum İşlerinize ve durumlarınıza devam ediniz.

[100] Irtekıbûinm maakum rakihûrt Bekleyin, ben de sizinle beraber bekieyiciyim. Bu cümlede Allah'ın azabının bir tehdidi vardır.

[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/481.

[102] Yekdumu kavmehıt Kavmine liderlik ediyor, yol gösteriyor

[103] Bi'se'î virdu'l-mevrud El-vİrdu; suya gelen hayvan anlamındadır. Cümlenin anlamı ise; Firavn'un kavmini götürüşü ne kötü ol­du, demektir. Çünkü Firavn kavmini ateşe götürmekledir.

[104] Bi'se'r-Rıfdu l-Merfûd Er-rıfdu; Hediye, destek, yar­dım anlamındadır. Cümlenin anlamı ise; Firavn'ın kavmine sunduğu hedi­ye/destek ne kötüdür.

[105] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/482.

[106] Kaimun Baki,mevcut,dimdik,yaşamakta anlamındadır.

[107] Hasıydım Hak ile yeksan olmuş, helak olmuş, yıkılmış anlamındadır.

[108] Tetbîhin Hayıflanmaktan başka bir şey değil

[109] Yevmini Meşhudun Büyük bir gösteri/festival yapılan gündür.

[110] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/483-484.

[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/484.

[112] La tekelicmu Konuşturulamaz

[113] Lehüm fıhâ zefirim ve şehîgıın Bu cümlede vurgu­lanmak islenen cehennem ehlinin karşılaşacağı sert ve katı muameledir. İn­san belalarla karşılaşınca sıkılır ve daralır.

[114] Gayre meczûzin Kesintisiz, sürekli

[115] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/485.

[116] Bkz. İbn Kesir. Begavi, Taberi, Zemahşeri tefsirleri.

[117] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/485-486.

[118] Bkz. Taberi Tefsin.

[119] Bkz. Hazin. Begavi. Tefsiri.

[120] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/486.

[121] Bkz. Zemahseri.

[122] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/486-487.

[123] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/487-488.

[124] Lemınû Ayetle geçen bu harfin anlamı hususunda ihtilaf vardır; kimilerine göre (illâ) anlamındadır. Kimilerine göre ayette cümle hazfi vardır. Bunun takdir edilmesi; şüphesiz Rabbin onlardan tümüne yapıp ettiklerini, iş­lediklerini onlara tastamam ödeyecektir." şeklindedir. Biz ise birinci görüşü tercih ediyoruz.

[125] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/489.

[126] Skz. Taberi, İbn Kesir. Tabresi, Kasimi Tefsirleri.

[127] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/489.

[128] Ve kt tetğıı Size emrolunan şeyde aşırı gitmeyin, haddi aş­mayın.

[129] Ve la teı'kehû meyletmeyin, yönelmeyin.

[130] Züiefen mine'I-leyli el-iz!af. yakın olma anlamındadır. Cümle, gecenin sabaha yakın olan saatleri anlamındadır. Bununla kasdedile-nin yatsı ve sahalı vakti olması mümkündür. Her ikisi; gecenin başı ve sonu cümlesi, gecenin iki tarafı cümlesinin karşıt anlarnlısıdır.

[131] Bkz. Begavi, Tabresi, Zemahşen. Hazin Tefsirleri.

[132] Bkz. Hazin Tefsin

[133] Bkz. İbni Kesir. Begavi, Tabresi Tefsirleri.

[134] Bkz. İbn Kesir, el Tâç el-Camiu W\ usûl fi ehadisr'r-RasÛl, cilt:4. s. 153. Birinci baskı.

[135] Bkz. a.g.e., s. 153,.

[136] Bkz. ibn Kesir tefsiri

[137] Bkz. Ankebut, 45. ayetin yorumu için ibn Kesir tefsiri.

[138] Bkz. ibn Kesir Tefsiri.

[139] Bkz. ibn Kesir Tefsiri.

[140] Bkz. İbn Kesir Tefsiri.

Bkz. İbn Kesir Tefsiri.

[141] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/490-493.

[142] Fe lev lâ Burada kınama ve taaccub anlamında kulIanılmıştkır.

[143] Ölü bckıyyeün Burada faziletli, hayırlı, takvalı, akıllı kimseler

anlamındadır.

[144] ütvifû fîhi Bunun sebebi, onların şehvetleri peşine düşmelerinden başka bir şey değildir.

[145] Bi zu/min Burada; haksız ve gereksiz yere. anlamındadır.

[146] Bkz. Reşid Rıza'nın tefsirinin 12. cüzü, s. 190-193.

[147] Bkz. Taberi, Tabresi, Zemahşeri, Hazin, Begavi Tefsirleri.

[148] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/494-495.

[149] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/496.

[150] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/497.