Hud Suresi, Mekkede
nazil olmuştur ve yüz yinni üç âyettir.
Bu sure-i celile de,
diğer bütün Mekki surelerde olduğu gibi inanç konusunu işlemektedir. Surenin
giriş kısmında inanç gerçeği açıklanmakta, ikinci bölümünde bu gerçeğin tarih
içindeki seyri ve harekeli beyan edilmekte, üçüncü bölümünde de yine inanç
gerçeğinin devamı zikredilmektedir.
Sure-i Celile, İslam
inancının hareket ve aksiyonunu bütün beşeriyet tarihi içinde ele alıyor ve Nuh
(a.s.) devrinden Hz.Muhammed (s.a.v.) devrine kadar getiriyor. Ve bütün bu
hareketlerin tek bir esasa dayandığını belirtiyor. Bu esas ta yalnızca Allahın
dinine dayanmak, hiçbir tartışmaya girmeksizin sadece Allaha ibadet etmektir.
Bir de tarih boyunca gelmiş geçmiş Peygamberler vasıtasıyla indirilen emir ve
yasaklara göre ibadet etmek ve bu çizgiden hiç sapmadan devam etmektir.
Sure-i Celile, tarihi
seyri içinde Peygamberlerin tevhid mücadelesini beyan ediyor ve Nuh (a.s.)ın
kıssasını beyanla Tufanın gelip, gemiye binmeyen inkarcıları mahvettiğini haber
veriyor.
Sonra Hud (a.s.)ın
kıssası beyan ediliyor, Salih (a.s.)m kıssası açıklanıyor ve Şuayb (a.s.)ın
kavminin durumu gözler önüne seriliyor.
Kur'an-ı Kerimin
muhtelif surelerinde Peygamberlerin, kavimleriyle olan mücadelelerinden
bahsedilmekte, onların kıssaları anlatılmaktadır. Fakat Hud süresindeki
kıssalar, surenin ana unsurunu teşkil ediyor. Burada, beşeriyet tarihi '
boyunca ilahi inanç sisteminin hareketi gözler önüne seriliyor,
Sure-i Celilerim asıl
hedefinin, sadece Allahın varlığını ispat etmek değil aynı zamanda beşer
hayatında, yalnızca Allahın mblığımn kabulü ve yalnızca onun hükümlerinin
geçerli olacağı meselesi olduğu beyan ediliyor.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla.
1- Elif,
Lâm, Râ. Bu Kur'an, hüküm ve hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah
tarafından, âyetleri sağlam kılınmış ve sonra geniş olarak açıklanmış bir
kitaptır.
Bu Kur'an, kullarının
işlerini çevirmede hikmet sahibi olan ve onların menfaatlerini çok iyi bilen
Allah tarafından, âyetleri her türlü bâtıl ve bozuk şeylere kanştınlmaktan
korunup sağlam kılınmış ve hükümleri açıklanmış bir kitaptır. Bu kitapta,
helal, haram, emir ve yasak bellidir.
Taberi, "Âyetleri
sağlam kılınmış" ifadesinin müfessirler tarafından iki şekilde izah
edildiği söylemiştir:
a- Bu
Kur'anın âyetleri, bir kısım emir ve yasaklarla sağlam kılınmış sonra bu emir
ve -yasakların, yerine getirilip getirilmemesiyle sevap veya cezanın
kazanılacağı beyan edilmiştir.
b- Âyetleri
bâtıla karşi sağlamlaştırılmış sonra onlarla haram ve helal açıklanmıştır.
Taberinin kendisi de bu görüşü tercih etmiştir. [2]
2- Tâ ki,
Allahtan başkasına ibadet etmeyesiniz. Şüphesiz ki ben, Allah tarafından sizi
bir uyaran ,ve bir müjdeleyenim.
Bu Kur'an, Allah
tarafından sağlam ve açık bir şekilde indirildi ki, put ve ortaklara ibadeti
bırakıp ancak Allaha kulluk edesiniz. Şüphesiz ki ber sizin için Allah
tarafından gönderilmiş bir uyarıcıyım. Sizleri, Allaha isyan ettiğiniz
takdirde cezalandıracağı gerçeğiyle
uyarırım. Yine ben sizler için bir müjdeleyiçiyim. Allaha itaat ettiğiniz
takdirde onun sevabını kazanacağınızı müjdelerim. '
Resululiah (s.a.v.)
kendisine Peygamberliğin geldiği ilk zamanlarda, "Önce en yakın akrabanı
uyar.[3] âyeti
gelince Safa tepesine çıkmış ve Kureyşin, kendisine en yakın kollarından
başlayarak insanları çağırmış ve onlara demiştir ki;
"Bu dağın alt
tarafından atlıların (düşmanların) çıkıvereceklerinin size haber versem bana
inanır mısınız?" Onlar da:"Biz senin yalan söylediğini
duymadık." demişler. Bunun üzerine Resululiah da:"Şüphesiz ki
ben.sizi, şiddetli bir azaba uğrayacağınız hususunda uyarıyorum."
buyurmuştur. [4]
3-
Rabbinizden af dileyin. Sonra ona tevbe edin ki, sizi, tayin edilen vade
gelinceye kadar güzelce yaşatsın ve her fazilet sahibine faziletinin mükâfatını
versin. Eğer yüzçevirirseniz, şüphesiz ki ben, sizin için o büyük günün
azabından korkarım.
Yine bu Kur'an, Allah
tarafından sağlam ve açık bir şekilde indirildi ki, sizler, rabbinizden, şirk
ve günahlardan dolayı af dileyesiniz. Sonra sadece ona kulluk ederek yaptığınız
kötülüklerden vaz gecesiniz. Böylece rabbiniz de sizi dünya hayatında, güzel
nzıklarla, nimetlerle rızıklandırsın ve eceliniz gelinceye kadar sizi yaşatsın.
Âhirette de, malı ve davranışıyla her iyilikte bulunana
sevapların en bol ve
ne üstün olanını versin. Şayet sizler, davet ettğim şeyden yüzçevirecek
olursanız bilin ki ben sizlerin, büyük günün azabına uğramanızdan korkuyorum. [5]
4- Dönüşünüz
yalnız Allalıadir. O, her şeye kadirdir.
Dönüşünüz yalnız
Allahadır. O, her şeye kadirdir. Onun cezalandırmasından korkun. O, hayat
verme, Öldürme, sevap venne ve cezalandırma gibi her türlü şeye gücü yetendir. [6]
5- İyi
bilinmelidir ki kâfirler, Allahtan gizlenmeleri İçin iki büklüm olurlar. Yine
iyi bilinmelidir ki onlar, elbiselerine büründükleri zaman bile Allah, onların
gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü o, kalbicrin özünü çok iyi
bilendir.
İyi bilinmelidir ki
müşrikler, Allah hakkındaki bilgisizliklerinden dolayı, kalbierinde olanı
Allahtan gizlemek için iki büklüm olurlar. Yine iyi bilinmelidir ki, bu
cahiller, elbiselerine büründükleri zaman da Allah onların gizlediklerini ve
açığa vurduklarını bilir. İster elbiselerine bürünsünler isterlerse çıplak
olsunlar. Allah onların her türlü hallerini bilir. Zira Allah, göğüslerin
özünde olanı çok iyi bilendir.
Abdullah b.Abbas diyor
ki:"Münafıklardan biri Resulullahın yanından geçerken iki büklüm oluyor
elbisesiyle başını kapatıyordu ki Resulullah onu tanımasın. Bu âyet-i Kerime
işte bu ve benzerlerine işaret etmektedir.
Bu izaha göre
münafıklar, Allahtan saklanmak için değil Resulullahtan saklanmak için böyle
davranmışlardır. Ancak tercihe şayan olan görüşe göre,
münafıklar, Allahtan saklanmak için böyle
davranırlarmış. Taberi de âyetin ifadesine uygun olarak bu görüşü tercih
etmiştir. [7]
6-
Yeryüzünde hiçbir canlı varlık yoktur ki rızkı Allaha ait olmasın. Allah, her
canlının, hayattayken yerleştiği, ölümünden sonra da konulduğu yeri bilir. Her
şey apaçık bir kitapta kayıtlıdır.
Yeryüzünde hareket
eden, insan, hayvan ve benzeri hiçbir canlı varlık yoktur ki, Allah onun
rızkını üzerine almış olmasın. Allah, yeryüzünde hareket eden her canlının gece
ve gündüz karar kıldığı yeri de, öldükten sonra kalacağı yeri de bilir. Bütün
bunlar, Allah katında, îevh-i mahfuzda yazılmış ve tesbit edilmiştir. [8]
7- Gökleri
ve yeri altı günde yaratan Allahtır. Arşı daha önce su üzerindeydi. Allah,
hanginizin daha iyi amel işleyeceği hususunda sizi imtihan etmek için kâinatı
yarattı. Ey Muhammcd, yemin olsun ki, eğer onlara:"Mutlaka sîz, öldükten
sonra dirileceksiniz." desen, şüphesiz ki kâfirler: "Bu, sihirden
başka bişek değildir." derler.
Gökleri ve yeri altı
günde yaratan Allahtır. Sizi, öldükten sonra tekrar diriltmeye nasıl gücü
yetmez? Gökleri ve yeri yaratmadan Önce onun arşı su üzerinde bulunuyordu.
Allah, gökleri ve yeri, henginizin daha güzel amel edeceğini ortaya çıkarmak
için yarattı. Ey Muhammed, yemin olsun ki şayet sen bu müşriklere:"Sizler
öldükten sonra mutlaka dirileceksizin." demiş olsan onla;:
"Senin bize
okuduğun bu şeyler, dinleyenleri büyüleyen apaçık bir sihirden başka birşey
değildir." derler.
Bu âyet-i Kerime,
arşın ve suyun, gökler ve yer yaratılmadan önce var olduklarını bildirmektedir.
Bu hususta bir Hadis-i Şerifte şöyle anlatılıyor: "Ebu Rezin diyor ki:
"Dedim ki:
"Ey Allahın Resulü, rabbimiz, yarattığı varlıkları var etmeden önce
neredeydi? Resulullah: "O, kendisiyle beraber hiçbir şey bulunmaz bir
haldeydi. Ne altında hava bulunuyordu ne de üstünde. Allah, arşını suyun
üzerineyaratti. [9]
tmran b.Husayn diyor
ki:
"Birgün devemi
kapıya bağlayıp Resululahm yanına girdim. O anda temim oğullarından bazı
kimseler de geldi. Resulullah onlara: "Ey Temim oğulları müjdeyi kabul
edin." dedi. Onlar da iki kere: "Öyleyse müjdelediğini ver."
dediler. Bundan sonra Resulullahın yanına Yemen halkından bazıları geldi.
Resulullah onlara: "Ey Yemenliler, Temim oğullarının kabul etmediği
müjdeyi siz kabul edin." dedi. Onlar da: "Kabul ettik ya
Resulullah." dediler. "Biz sana geldik bu husus hakkında (Rabbimizin
ilk defa neyi yarattığı hususunda) soru sormak istiyoruz." dediler.
Resulullah (s.a.v.): "Her şeyden önce Allah vardı, ondan başka hiçbir şey
yoktu. Allahın arşı suyun üzerindeydi'. Her şeyi levh-i mahfuzda yazdı. Gökleri
ve yeri yarattı." buyurdu. Burada adamlardan biri: "Ey Tmran b.
Husayn deven kaçtı." dedi. Ben de oradan ayrılıp gittim. Baktım ki deveyi
görmek bir hayal olmuş. Allaha yemin olsun ki, isterdim ki devem kaybolsa da
ben Resulullahın yanında kalayım. (Bu arada daha neler konuşulduğunu hileydim.)
[10]
8- Yemin
olsun ki, eğer onlardan azabı, sayılı bir zamana kadar ertelesek: "Onu
bizden alıkoyan nedir?" derler. İyi bilinmelidir ki, azap onlara geldiği
gün, o, kendilerinden uzaklaştırılmayacaktır. Onları, alay ettikleri azap
kuşatacaktır.
Yemin olsun ki eğer bu
müşriklerden azabı belli bir zamana kadar ertelemiş olsak onlar, :Bu azapla
alay ederek ve Allahın, kendilerini cezalandıracağı sözünü yalanlayarak:
"Bu azabı bizden erteleyen şey nedir?" diye sorarlar. İyi bilsinler
ki yalanlamış oldukları azap kendilerine geldiği gün onu kendilerinden ne
alıkoyacak ne de savacak biri bulunur. Alaya almış oldukları azap onlara
gelecek ve kendilerini yakalayacaktır.
Bu âyet-i Kerime,
Allaha iman etmeyenlerin temiz yaratılışları bozulduğu için herşeyden şüphe
ettiklerini, bu bakımdan Allanın azabı gibi çok ciddi bir meseleyi dahi alaya
alıp onu yalanladıklarını beyan etmekte, onlann, şüpheci bir topluluk
olduklarını bildirmektedir. [11]
9- Yemin
olsun ki biz insana, katımızdan bir rahmet verip sonra onu kendisinden alırsak,
şüphesiz ki insan, ümitsizliğe düşer ve nankörleşir.
Yemin olsun ki eğer
biz insana, tarafımızdan bol rızık verir, geniş bir yaşantı tattıracak olur da
sonra da onu kendisinden çekip alacak olursak, şüphesiz ki insan, Allanın
nimetinden ümidini keser ve rabbine karşı pek az şükreder ve onun nimetlerine
karşı nankörlük eder. [12]
10- Yemin
olsun ki biz insana, uğradığı zarardan sonra tekrar nimetler tattırsak:
"Kötülükler başımdan gitti." der.
Yemin olsun ki şayet
biz insana, kendisine dokunan bir sıkıntı ve darlık halinden sonra bol nzık ve
geniş imkân verecek olursak bu defa insan, "Sıkıntı ve zorluklar benden
gitti." der. Ve o, kendisine verilen nimetlerle çok sevinir ve onlarla
çokça övünür, Allaha şükretmez.
Bu âyetler, Allanın,
merhametiyle muhafaza ettiği kulları dışında, insanoğîundaki kötü sıfatlan
zikretmektedir. Öyleki, insanoğluna Önce bir nimet verilir de sonra o nimet
onun elinden alınırsa, bunu verip alanın, tekrar vereceğini ümit etmesi yerine
ümitsizliğe kapılır. Daha Önce gördüğü nimetlere karşı şükretmeyip nankörlüğe girişir. Yine insanoğluna
çetin sıkıntılar, şiddetli zorluklardan sonra nimet verildiğinde, bunlara
karşı, nimetleri veren rabbine şükretmesi yerine, zevke safaya dalar. Sonra o
nimetleri sırf kendi kabiliyetiyle elde etmiş gibi böbürlenip durur. İşte
Allaha gerçekten boyun eğmeyen insan böyledir.
Bu hususta diğer bir
âyette de şöyle buyurulmaktadır; "Gerçekten insan, sabırsız ve hırslı
yaratılmıştır. Başına bir felaket geldiği zaman feryad eder. İyiliğe uğradığı
zaman da çok cimrileşir. [13]
11- Ancak
sabredenler ve iyi amel işleyenler bundan müstesnadır. İşte onlara,
günahlarından bağışlanma ve büyük mükâfaat vardır.
Ancak, bela ve
sıkıntılara karşı sabredenler, geniş zamanlarında da saîih amel işleyenler
müstesnadır. İşte bunların günahlarının bağışlanması ve salih amellerinin
karşılığı olarak büyük mükâfaatları vardır.
Evet, hakkıyla iman
eden teslimiyetçi kul, hem sıkıntılı halinde hem de geniş zamanında rabbine
şükreder ve başına gelenlere sabreder, bu husuta bir Hadis-i Şerifte şöyle
Duyuruluyor:
"Şaşılır müminin
işine ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, müminden başka hiçbir kimsede yoktur.
Şayet ona sevindirci bir hal isabet ederse şükreder ve bu onun için hayırlıdır.
Eğer ona bir zarar dokunacak olursa sabreder bu da onun için hayırlıdır. [14]
12- Ey
Peygamber, sana vahycdilenlcrin bir kısmını, belki hirakabil-risin. Onların:
"Onun üzerine bir hazine indirilsin veya kendisiyle birlikte bir Melek
gelsin." demelerine üzülebilirsin. Sen ancak bir uyarıcısın. Allah herşeye
vekildir.
Ey Muhammed, onların
sana, "Ona bir hazine indirilse ya." veya "Onun, Allahın
Peygamberi olduğunu doğrulayan bir Melek kendisiyle beraber gelse ya."
diyeceklerinden korkarak Allahın sona vahyetti ki erinin bir bölümünü belki
tebliğ etmeyeceksin. Sakın bunların sözüne aldırma ve tebliğ vazifenden geri
durma. Zira sen ancak bir uyarıcısın. Sana düşen ancak tebliğ etmektir. Herşeyi
sevk ve idare eden Alİahtır. [15]
13- Yoksa
onlar "Kur'am Muhammed uydurdu" mu diyorlar? ey Muhammed de ki:
"Siz de Kur'anın benzeri on uydurma Sure meydana getirin bakalım. Eğer
iddianızda doğruysanız, Allahtan başka yardımını isteyebileceklerinizi de
çağırın."
Yoksa müşrikler:
"Muhammed bu Kur'anı uydurdu da onu Allaha isnad ediyor" mu diyorlar?
De ki: "Şayet bana gelen Kur'anı ben uydurmuşsam siz de bu Kur'anın
Surelerine benzer on Sure uydurup getirin. Bu iddianızda samimi iseniz Allahtan
başka bütün varlıkları da yardımınıza çağırın.
*Kur'an-i Kerimde
bulunan bu gibi âyetler "Tehaddî" yani, "meydan okuma"
âyetleri denir. Bu âyetlerde, bozan Kur'anın tamamının benzeri bazen
on suresinin benzeri bazan da tek bir
suresinin benzerinin meydana getirilmesi içydan tadır. Hz. Muhammed (s.a.v.)'ın
hak peygamber olduğuna delil olarak insanları âciz bırakan bu Kur'an kâfidir.
Zira Resulullah, zamanında yaşadığı toplumun fertlerinden biridir. Fakat ona
gelen Kur'anın bir Suresinin dahi benzeri meydana getirilememiştir. Halbuki o
tarihte Araplar edebiyetın zirvesinde bulunuyorlardı. Tüm belagat ve fesahatlanna
rağmen Kur'an ifadeleri karşısında âciz kalmışlar onun bir Suresinenin dahi
benzerini meydana getirememişlerdir. İşte bu haliyle Kur'an-ı Kerim,
Resulullahın Hak Peygamber olduğuna en büyük delildir. [16]
14- Eğer
onlar size cevap vermezlerse, bilin ki bu Kur'an, ancak Allanı ilmi ile
indirilmiştir. Ondan başka ilah yoktur. Artık siz, Müslüman mısınız?
Ey Muhammed, o
müşriklere de ki: "Şayet bu Surelerin benzeri olan on sure meydana
getirebilmek için Allahtan büşkü bütün yardımcılarınızı çağırdığınızda eğer
onlar size cevap vermiyorlarsa, siz de bunu yapmaktan âciz iseniz şunu iyi
bilin ki Kur'an, Allahın bilgisi ve izniyle gökten Muhammede indirilmiş bir
kitaptır. Muhammed bunu uydurmamıştir ve uydurmaya da kadir değildir."
Yine şunu iyi bilin
ki, Allahtan başka hakkıyla ibadete layık olan hiçbir ilah yoktur. Artık ona
teslim olup itaat eden ve samimiyetle ona kulluk eden Müslümanlar olmaktan
başka çareniz kalmış mıdır?
Bazı müfessirler
buradaki hitabın Resulullaha ve Müminlere olduğunu beyan ederek âyeti şöyle
izah etmişlerdir: "Ey Muhammed, şayet o müşrikler size cevap vermezlerse,
Kur'anm Allah tarafından ve onun bilgisi dahilinde indirildiği inancınızda ve
Allahtan başka hiçbir ilah olmadığı itikadınızda kararlı olun. "Artık
sizler, Allaha hakkıyla boyun eğiyor musunuz? Artık imanınız arttığı gibi amel
ve İhlasınız da artsın. [17]
15- Kim
dünya hayatını ve onun ziynetlerini isterse biz onlara, dünyada yaptıklarının
tam karşılığını veririz. Onların orada bir şeyleri de eksiltilmez.
Kim yaptığı amellerle
sadece dünya nimetlerini ister âhiret nimetlerine ait inancı bulunmazsa biz ona
dünyadayken yaptıklarının karşılığını tam olarak verir hiçbirşeyi eksiltmeyiz.
Abdullah b.Abbas bu
âyetin izahında diyor ki: "Mallarını gösteriş için harcayanlar bunun
karşılığını dünyadayken alır, asla zulme uğratılmazlar." [18]
16- İşte
bunlara, âhirette de cehennem ateşinden başka birşey yoktur. Orada yaptıkları
boşa çıkmıştır. Zaten işledikleri bâtıldır.
Ahiret hayatına
inanmayıp sadece bu dünya için çalışan ve karşılıklarını bu dünyada görmek
isteyenlerin, âhirette, içine girecekleri cehennemden başka hiçbir paylan
yoktur. Dünyada yapmış oldukları amelleri geçip gitmiş ve Allah, yaptıklarını
boşa çıkarmıştır. Çünkü onlar, Allah için değil başka şeyler için amel
etmişlerdir.
Kur'an-ı Kerimde bu
iki âyetin benzeri âyetler pek çoktur. Bunlardan bazılarında şöyle
buyurulmaktadir: "Kim âhiret menfaatini siterse, onun mükâfaatını
artırırız. Kim de dünya menfaatini isterse ona, dünyada istediğinin bir kısmını
veririz. Âhirette ise hiçbir nasibi yoktur. [19]"Kim,
geçici dünya hayatını isterse, bunlardan istedi i m ize, dilediğimiz kadar
veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Oraya perişan bir halde, ALlahın
rahmetinden kovulmuş olarak girer." "Kim de Mümin olarak âhireti
diler, onun için gerekeni yaparsa,
işte onların amelleri
Allah katında makbuldür." "Dünya ve âhireti arzulayanlardan her
ikisine de Rabbinin nimetlerinden veririz. Rabbinin nimetleri, kimseye yasak
değildir." [20]
17- Hiç
rabbinden Kur'an gibi apaçık bir delili olan, üstelik doğruluğuna Cebrail gibi,
Allah tarafından bir şahit bulunan ve daha önce Allanın Musaya, insanlar için
bir rehber ve rahmet olarak indirdiği Tevrat tarafından doğrulanan kimse ile,
bunlara sahip olmayan bir olur mu? İşte bu vasıflara sahibolanlar Kur'ana iman
ederler. Fırkalardan kim de bunu inkâr ederse, ona vaadedilen ateştir. Ey
Peygamber, Kur'an üzerinde bir şüphen olmasın. Şüphesiz ki o rabbinin katından
bir haktır. Fakat insanların çoğu yine de iman etmezler.
Müfessirler bu âyet-i
Kerimeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir:
Taberiye göre âyetin
izahı şöyledir: "Hiç Muhammedle, sapıklık içinde bocalayan başkaları bir
olur mu? Zira Muhammedin, rabbi tarafından gönderilmiş Kur'an gibi apaçık bir
delili bulunmaktadır. Bu delili kendisine, Allah tarafından bir şahit olarak
Cebrail okumaktadır. Cebrail daha önce de, Yahudiler için bir rehber olup,
rahmet ve merhamet kaynağı olan Tevratı da Musaya okumuştur. İşte ellerinde
delili bulunan ve Hak üzere olanlar bu Kur'ana iman ederler. Müşriklerden
bâtıla taraftar olan ve bu Kur'ani inkâr edenlerin ise, Kur'anı
yalanlamalarından dolayı varacakları yer cehennemdir. Ey Resulüm sen bu
Kur'andan asla şüphe etme. Zira bu, Allah tarafından gönderilmiş bir gerçektir.
Fakat insanların çoğu onu tasdik etmezler.
Diğer bazı müfessirler
ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Hiç, Abdullah b.Selam gibi, ehl-i
Kitabın iman edenleriyle, dünya hayatını ve onun ziynetlerini tercih edenler
bir olur mu? Halbuki Abdullah b.Selam gibi müminler, dinlerinin hak olduğunu
gösteren apaçık aklî delillere sahiptirler. Bu delillerin ardından, Allah
tarafından bir şahit olan Kur'an gelmektedir. Kur'andan önce de bu aklî
delillerin peşinden, Musaya verilen, insanlar için bir önder olan ve rahmet ve
merhamet kaynağı olan Tevrat gelmiştir.
Başka bir görüşe göre
ise âyet şöyle izah edilmektedir: "Hiç, müminlerle dünya hayatım tercih
edenler bir olur mu? Zira Müminlerin, Kur'an gibi apaçık bir delilleri
bulunmakta ve o Kur'anı kendilerine, Allahtan bir şahit olarak Muhammed
okumaktadır. [21]
18- Yalanlar
uydurup AHaha nisbct edenden daha zalim kim olabilir? İşte onlar, rablerinin
huzuruna çıkarılacaklardır. Şahitler: "Bunlar, rablerine yalan nisbct
ettiler." diyeceklerdir. İyi bilinmelidir ki, Allahm laneti zalimleredir.
Allaha yalan isnad
edendendaha şiddetli azap görecek olan zalim kirn vardır? İşte onlar, dünyada
yaptıklarından hesaba çekilmek için rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır.
Bunların amellerine şahit olan Melekler ve Peygamberler ise: "İşte bunlar,
dünyada rablerine karşı yalan söylediler." diyeceklerdir. İyi bilin ki
Allahm gazabı kâfirler üzerinedir.
Allah teala, kıyamette
müminlerin günahlarını örtecek fakat kâfirleri, diğer yaratıkların huzurunda
rüsvay edecektir. Bu hususta Abdullah b.Ömer diyor ki:
"Beri, Resulullah
(s.a.v.)in şöyle buyurduğunu işittim "Kıyamette mümin rabbine
yaklaştırılır öyleki rabbi onu, perdesi altına alır ve ona günahlarını itiraf
ettirerek "Şu günahı biliyor musun?" der. Kul da iki defa
"Biliyorum rabbim, Biliyorum rabbim." der. Allah: "Ben onu
dünyada örttüm buğun de onu senden affediyorum." der. Sonra amel
defterinin sevap sahifeleri örtülür. Kâfirlere ise şahitler huzurunda şöyle
seslenilir: "İşte rablerine karşı yalan uyduranlar bunlardır. [22]
19- O
zalimler, insanları Allahm yolundan ahkoyarlar. Bu yolu eğri bir yola çevirmeye
çalışırlar. Bunlar, âhiret gününü inkâr ederler,
Bu kâfirler,
insanları, Allaha iman etmekten alıkoyar ve dinlerinde fitneye düşürmeye
çalışırlar. Allahm doğru yolu olan İslami eğri göstermeye uğraşırlar. İşte
bunlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerdir. [23]
20- O
kâfirler, yeryüzünde Allahı âciz bırakamazlar. Onların,
Allahtan başka hiçbir
yardımcıları da yoktur. Onlara azap kat kat artırılır. Çünkü onlar, hakkı
dinleyemez ve göremezlerdi.
İşte bu kâfirler,
Allahın mülkü içinde ve hükmü altındadırlar. Rableri onları cezalandırmak
istediğinde ondan kaçmak suretiyle kurtulamazlar ve onu, dilediğini yapmaktan
alıkoyamazlar. Onların, Allahtan başka herhangi bir yardımcıları da yoktur ki
kendileriyle Allahın arasına girip Allahın azabına engel olabilsinler. Bunların
azabı kat kat verilecektir. Bunların, inkarcılıkları kendilerini meşgul ettiği
için, hakkı, kendilerine fayda verecek bir şekilde duyamamışlar ve kendilerini
doğru yola iletecek bir şekilde görememişlerdir.
Ayet-i Kerimeden anlaşılmaktadır
ki, Allah teala, kâfirlere, hak ettikleri cezayı bu dünyada hemen vermese bile
bu onların cezalandırılmayacakları anlamına gelmez. Bu onlar için sadece bir
ertelemedir. Ahirette, hak ettikleri cezayı mutlaka göreceklerdir.
Bu hususta bir Hadis-i
Şerifte şöyle Duyurulmaktadır:
"Allah, zalime
mühlet verir. Ancak onu yakalayınca da bir daha bırak[24]
21-
Kendilerini hüsrana uğratanlar, işte bunlardır. Uydurdukları şeyler, âhirette
kendilerinden uzaklaşmıştır.
İşte kendilerini
zarara sokanlar bunlardır. Zira bunlar kendilerini cehennemin kızgın ateşine
sokmuşlardır. Bunların, Allaha karşı uydurmuş oldukları put ve ortaklar
kendilerinden uzaklaşmış gitmiştir ve kendilerine hiçbir menfaat sağlamamıştır.
Böylece, Allahın eş ve benzerleri olduğuna dair uydurmuş oldukları iftiraları
boşa çıkmıştır. [25]
22- Ahirette
en çok zarara uğrayanların bunlar olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Zira bunlar cennetteki
makamlarını, cehennemliklerin yerleriyle değiştirmeye razı olmuşlardır. Yani
çeşitli cennet nimetlerini bırakıp, vücudun gözeneklerinden işleyen ateşi,
kaynar suyu ve kapkara bir duman gölgesini almışlardır. Yüce köşkleri bırakıp
harabe ve uçurumları almışlardır. Allahın cemalini görmekten vaz geçip gazabına
uğramayı seçmişlerdir. En büyük zarara uğrayanlar bunlar değil de kimlerdir? [26]
23- Şüphesiz
ki iman edip salih ameller işleyen ve rablerine boyun eğenler, işte onlar,
cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah teala bundan
önceki âyetlerde cehennemliklerin hallerini belirttikten sonra bu âyet-i
Kerimede de müminlerin hallerini beyan etmektedir.
Gerçek Müminlerin,
kalbleri iman ettiği gibi vücutlarındaki bütün azaların da imanın gerektirdiği
şeyleri yaptıkları ve bu sayede nimetlerle dolu cenneti kazandıkları
bildirilmektedir. Böylece, sadece dilleriyle "İman ettik." deyip
imanın gereklerini yerine getirmeyenlerin, cezalarını çekeceklerine işaret
edilmektedir. [27]
24- Kâfir ve
mümin: Bu iki topluluğun hali, kör ve sağırla gören ve işitenin haline benzer.
Hiç bu iki topluluk bir olur mu? Düşünmez misiniz?
Kâfir topluluklar,
hiçbir şeyi görmeyen kör'e ve herhangi bir şeyi işitmeyen sağıra benzerler. Çünkü onlar, gerçeği
görmez ve hakka davet eden davetçiyi işitmezler. Mümin bir topluluk ise,
çevresini gören ve işiten sıhhatli bir insana benzer. Çünkü onlar, Allanın
delillerini görür ve hakkın davetçilerini dinleyip Allaha itaat ederler. Şimdi
bu iki topluluk bir olur mu? Elbette ki Alla-hın katında bunlar eşit
değildirler. Hiç düşünüp ibaret almaz mısınız?
Bu hususta âyet-i
Kerime'lerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Cehennemliklerle cennetlikler bir
değildir. Kurtuluşa erenler sadece cennetliklerdir. [28]"Kör
ile gören bir olmaz." "Karanlıklarla aydınlık bir olmaz."
"Gölge ile sıcak bir olmaz." Dirilerle Ölüler bir olmaz. Şüphesiz ki
Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirdekilere işittiremezsin." "Sen
ancak bir uyarıcısın." [29]
25-26 Doğrusu biz, Nuh'u kavmine Peygamber olarak
gönderdik. O kavmine: "Şüphesiz ben s izin için apaçık bir uyarıcıyım.
Ancak Allaha ibadet edin. Ben, sizin için can yakıcı bir günün azabından
korkarım." dedi.
Allah teala bu surede
çeşitli Peygamberlerin kıssalarını zikretmiştir. Birinci olarak Hz. Nuh'un,
kavmi olan kıssası zikredilmiştir. Zira o, Allaha ortak koşan müşriklerin ilk
ortaya çıktığı dönemde Peygamber olarak gönderilmiştir. Bu itibarla Nuh
aleyhisselam kavmine: "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Putları
bırakıp sadece Allaha kulluk edin. Eğer bu hal üzere devam ederseniz ben sizin,
şiddetli ve dehşetli olan kıyamet gününde can yakıcı bir azaba uğrayacağınızdan
korkarım." demiştir. Fakat kavmi inatçılığında ısrar etmiş, isyanlanna
devam etmiş ve sonunda tufan koparak suda boğulup helak olmuşlardır. .
İşte bundan sonra
gelen âyetler de bu hususu beyan etmektedir: [30]
27- Nuh'un
kavminden ileri gelen kâfirler: "Seni ancak bizim gibi bir beşer olarak
görüyoruz. İçimizden sana, basit görüşlü en adî kimselerden başkasının tâbi
olduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis
yalancı olduğunuzu sanıyoruz." dediler.
Nuhun kavminden ileri
gelen ve Nuh'un Peygamberliğini inkâr eden kimseler, onun davetine karşılık
şöyle dediler: "Sen de yaratılış, şekil ve cins bakımından bizim gibi bir
insansın. Ayrıca sana, aramızda, gördüğümüz kadarıyla kavmin ileri gelenleri ve
eşrafı değil, beyinsizlerinin ve ayak takımlarının uyduğunu görüyoruz. Senin
bizden üstün olarak herhangi bir meziyet ve şerefinin olduğunu görmüyoruz ki
sana tâbi olalım. Bilakis ey Nuh, biz seni ve sana tabi ol nları» senin
Peygamber olduğunu iddia etmenizde yalancılar olarak görifroruz."
Evet, kâfirlerin,
Hz.Nuh ve ona iman edenlere itirazları bu şekilde olmuştur. Bu da onların
cahilliklerini ve beyinsizliklerini gösterir. Zira, gerçeğe uyanların, zayıF
kimsel&rden olması gerçeği gerçeklikten çıkarmaz. Ona kim tabi olursa olsun
o gerçektir. Bilakis ona tâbi olanlar aslında yüce kişiler ve ona uymayan
kimseler de rezillerdir.
Şurası da bir
gerçektir ki, hakka başlangıçta genellikle zayıf kimseler tabi olmuş, ileri
gelenler ise gururlarından dolayı ona karşı çıkmışlardır. Bu hususta Allah
teala şöyle buyuruyor: "Bilakis onlar: "Biz atalarımızı bir din
üzerinde bulduk. Biz de onların izinde doğru yolda gidiyoruz."
dediler." "Böylece senden önce ne zaman bir ülkeye bir uyarıcı
göndermişsek mutlaka o ülkenin ileri gelen, varlıklı, şımarık kimseleri şöyle
demişlerdir: "Biz atalarımızı bir din . üzerinde bulduk. Biz de onların
izlerini takibediyoruz. [31]
Bu gerçeği idrak eden
Bizans İmparatoru Herakliyüs Hz.Muhammed (s.a.v.)i, henüz Müslüman olmayan Ebu
Süfyan'dan sorarken, aralarında şu konuşma geçmiştir:
Ona insanların zayıf
olanları mı yoksa ileri gelenleri mi tabi
oluyorlar?
Zayıf olanları tabi
oluyor.
Ben sana, "O
Peygambere, insanların ileri gelenleri mi yoksa zayıf olanları mı tâbi
oluyorlar?" diye sorduğumda sen:
İnsanların zayıf
olardan ona tabi oluyorlar. Dedin.
İşte böyledir.
Peygamberlere insanların, önceleri genellikle zayıflan tabi oluyorlar... [32]
28- Nuh,
kavmine şöyle dedi: "Ey kavmim, söyleyin bana, rabbim tarafından apaçık
bir delilim varsa ve katından bana bir rahmet verdiyse ve bunlar da gözünüzden
gizlendiyse, istemediğiniz halde size bunları zorla mı kabul ettirelim?
Nuh ise onlara şöyle
dedi: "Söyleyin bana şayet bende Allah tarafından bir ilim, bir bilgi ve
açıklama bulunuyor da benim sadece ona kulluk etmemi icabettin yorsa ve Allah
bana, katından bir rahmet olarak Peygamberliği ve hikmeti vermişse, sizler de
hakkı göremeyen körler olmuşsanız, sizleri, istemediğiniz halde İslama zorla mı
sokayım? [33]
29- Ey
kavmim, ben davetime karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim
ücretim ancak Allaha aittir. Ben, iman edenleri
kovacak değilim. Çünkü
onlar da rablcrinin huzuruna çıkarılacaklardır. Fakat ben sizi, cahillik yapan
bir kavim görüyorum.
Nuh dedi ki: Ey
kavmim, ben, öğütlerime karşılık sizden bir ücret istemiyorum ki bundan dolayı
beni suçlamaya yol bulaşınız. Tebliğime karşılık benim sevabm ancak Allaha
aittir. Onun sevabını bana ancak o verecektir. Ben, Allaha iman edenleri kovup
uzaklaştıracak değilim. Onlar da Allanın huzuruna varacak, Allah onlara şeref
ve soylarından değil salih amellerinden soracaktır. Ancak ben sizleri cahil bir
topluluk olarak görüyorum. Cehaletinizden dolayı benden, müminleri kovmamı
istiyorsunuz.
Bu âyet-i Kerime'den
anlaşılıyor ki: Nuhun kavminin ileri gelenlerinin, Nuhtan, kendisine iman eden
zayıflan kovduğu takdirde ona iman edeceklerini teklif etmişler Nuh da onlara,
kendisine iman edenleri kovmayacağını bildirmiştir."
Nitekim Hz.Muhammed
(s.a.v.) e de böyle bir teklif yapılmış ve bunun üzerine Allah teala şu âyet-i
Kerimeyi indirmiştir. "Sırf Allahın.nzasını dileyerek sabah akşam
rablerine dua edenleri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu
değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değiller ki, onlan kovasın da
zalimlerden olasın," [34]
30- Ey
kavmim, Allaha iman edenleri kovarsam Allaha karşı bana kim yardım edebilir?
Hiç düşünmez misiniz?
Nuh Peygamber devamla
dedi ki: "Ey kavmim, Allahı birleyen müminleri kovacak olursam Allah da
bunun için beni cezalandıracak olursa buna sizden kim engel olabilir?
Konuştuğunuz laflann mânâsını düşünüp hata ettiğinizi anlamıyor musunuz? [35]
31- Size
"AHahın hazineleri yanımdadır." demiyorum. Gaybı da bilmiyorum.
"Ben bir Meleğim" de demiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü kimselere
"Alllah, asla hayır vermeyecektir." de diyemem. Onların içinde olanları
Allah daha iyi bilir. Aksi takdirde ben, mutlaka zalimlerden olurum."
Yine Nuh, kavmine
şöyle demiştir: "Ben sizlere: "Yanımda, Allanın bitip tükenmeyen
hazineleri var, onlar için bana tabi olun." demiyorum. Ben, kulların
gizliliğini bilen ve rablık iddiasında bulunan birisi de değilim. Ben, sizlere
gönderilmiş bir Melek olduğumu da söylemiyorum. Ben de sizin gibi ancak bir
beşerim. Aynca ben, sizin küçümsediğiniz, Allaha iman eden kişiler için
"Allah onlara imanı nasibetmez" de diyemem. Onların kalelerinde ne
olduğunu Allah daha iyi bilir. Şayet onları kovacak olursam o takdirde ben,
AHahın koyduğu hudutları aşan zalimlerden olurum. [36]
32- Onlar:
"Ey Nuh, bizimle mücadele ettin ve bizimle bu mücadelede aşırı gittin.
Eğer doğru söyleyenlerdensen, tehdit cttîğin azabı bize getir." dediler.
Nuhun kavmi ona şu
cevabı verdi: "Sen bizimle çok tartıştın ve bu tartışmada çok ileri
gittin. Eğer iddianda doğru isen vaadettiğin azabı bize getir de görelim. Biz
sana uyacak değiliz. [37]
33- Nuh dedi
ki: "O azabı size eğer dilerse ancak Allah getirir. Siz, Allahı âciz
bırakamazsınız. Nuhun
kavmi, azabın acele gelmesini isteyince, Nuh onlara: "Acele gelmesini
istediğiniz azabı getirmek benim elimde değil, ancak AHahın elindedir. O, azabı
size dilerse dünyada getirir. Size azabetmeyi dilediği takdirde de siz ondan
kaçıp kurtularak, Allahı âciz bırakamazsınız. Zira sizler onun mülkünde ve onun
hüküm ve kudreti altında bulunuyorsunuz. [38]
34- Eğer
Allah sizi azdırmayı dilemişse öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez.
Sizin rabbiniz O'dur ve ancak ona döndürüleceksiniz.
Eğer Allah sizleri
azdırıp azabıyla helak etmeyi dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de,
AHahın azabından kaçınmanıza dair Öğüdüm size fayda vermez. Zira sizler Öğüdümü
kabul etmiyorsunuz. Sizin sahibiniz ve sizi, hakimiyeti altında bulunduran,
rabbiniz Allahtır. Bu itibarla helak olduktan sonra dahi ona döndürüleceksiniz.
Orada yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. [39]
35- Yoksa
kâfirler: "Muhammcd Kur'anı uydurdu" mu diyorlar? Ey Peygamber, de
ki: "Eğer onu uydurdumsa, onun cezası yalnız banadır. Gerçekte ben, sizin
işlediğiniz suçlardan uzağım."
Ey Muhammed, yoksa
kavminin müşrikleri: "Muhammed bu Kur'am kendi tarafından uydurdu."
mu diyorlar? Onlara cevaben de ki: "Şayet ben bu Kur'anı uydurup Allaha
yalan isnad ettiysem bunun yalan ve günahı sadece bana aittir. Siz bundan
dolayı hesaba çekilmeyeceksiniz. Ben de sizin işlediğiniz suçlardan beriyim.
Onlardan hesaba çekilecek değilim.
Bu âyet-i Kerime, Hz.
Nuhun kıssasının arasında bir mutariza cümlesi şeklinde zikredilmiştir. Böylece
Hz.Muhammed (s.a.v.)in getirdiği Kur'anın ve onun içinde zikredilen Hz. Nuh (a.s.)
vb. kıssaların, Allah katından
vahyedildiğini, müşriklerin iddia
ettikleri gibi bu kıssaların Hz. Muhammed tarafından uydurulmadığını beyan
etmiştir. [40]
36. Nuh'a
şöyle vahyedildi: "Daha önce iman etmişlerden başka, artık kavminden
hiçbir kimse iman etmeyecektir. Yaptıklarından dolayı sakın üzülme.
Nuh Peygamber kavmi
ile tartıştıktan sonra ona: "Artık kavminden sana tabi olup iman edenler
dışında hiçbir kimse sana imân etmeyecektir. Artık onlann yaptıklarından
dolayı, başlarına gelecek şeye üzülme. Zira ben onları helak edip seni
kurtaracağım" diye vahyedildi.
Hz. Nuh, kavmini,
dokuzyüzelli sene iman etmeye davet etmesine rağmen pek azı hariç çoğu iman
etmemişler, inkârlarında ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine Nuh aleyhisselam,
Allah tealaya yalvararak helak olmalarını istemiştir.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle Duyurulmaktadır: "Bu kâfirlerden önce Nuh kavmi de
yalanlamıştı. Kulumuz Nuh'u yalanlayarak "deli" demişlerdi. Nuh'a
engel olunmuştu". "Nuh da rabbine: "Mağlup oldum bana yardım
et" diye dua etmişti". "Biz de boşanan sularla gök kapılarını
açıverdik". "Yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık-. Böylece takdir
edilen bir iş için yerle göğün sulan birleşiverdi". "Biz de Nuh'u,
tahta ve çivilerden yapılmış bir gemiye bindirdik". "İnkar edilen
Nuh'a bir mükâfaat olarak o gemi, nezaretimizde akıp gidiyordu". "Biz
bu hadiseyi bir ibret olarak bıraktık. Hiç düşünen var mı?" "Azabım
ve uyarılarım nasılmiş gördünüz mü? [41]"Nuh
şöyle dedi: "Rabbim, kâfirlerden yeryüzünde dolaşan tek kişi
bırakma". "Eğer onları yeryüzümnde bırakırsan, kullarını saptırırlar
ve ancak günahkâr ve kâfir çocuklar [42]
37. Gemiyi
murakabamız altında, vahyettiğirniz gibi yap. Zalimler hakkında bana dua etme.
Çünkü onlar boğulacaktır.
Ey Nuh, kopacak olan
Tufanda, sizi taşıyacak olan gemiyi, denetimimiz altında ve Öğrettiğimiz
şekilde yap. Zalimlerin affedilmelerini benden isteme. Zira onlar, hakettikleri
cezanın gereği olarak tufanda boğulup gideceklerdir. [43]
38. Nuh,
gemiyi yapıyordu. Kavminden ileri gelenler ona her uğradıklarında, onunla alay
ediyorlardı. Nuh dedi ki: "Eğer siz, bizimle alay ediyorsanız, biz de
bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz.
Bu âyet-i Kerime,
Nuh'un kavminden ileri gelenlerin, Nuh gemiyi yaparken onunla alay ettiklerini
ve ona: "Peygamberliği bırakıp marangozluğa mı başladın?" dediklerini
Nuhun da onlara: "Bugün siz bizimle alay ediyorsunuz ama tufan kopup
gemiye bindiğimiz de biz de sizinle alay edeceğiz" diye cevap verdiğini
beyan etmektedir. [44]
39. Rüsvay
edici azabın kime geleceğini, devamlı azaba kimin uğrayacağını, yakında
bileceksiniz.
Yine Nuh onlara:
"Yakında Allah'ın azabını gözünüzle güdüğünüz zaman, rezil eden azabın kimin
başına gelerek onu helak edeceğini ve ahretteki devamlı olan Cehennem azabına
kimin uğrayacağını göreceksiniz" dedi. [45]
40. Emrimiz
gelip su o tandırdan fışkırmaya başlayınca Nuh'a; "Her hayvan türünden
birer çift, daha önce helakine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve iman
edenleri gemiye yükle" demiştik. Zaten onunla beraber ancak pek az kimse
iman etmişti.
Tufan kopacağına dair
emrimiz gelip çatınca, azabımızın geleceğine bir alamet olmak üzere ekmek
tandırından sular fışkırınca biz Nuh'a dedik ki: "Sen gemine, bütün
yaratıkların cinslerinden, biri erkek diğeri dişi olmak üzere birer çift al.
Ailenden de çoluk çocuğun ve eşlerinden de helak olacağına hüküm verdiğim
dışında kalanları da gemiye al. Kavminin iman edenlerini de gemiye al. "Zaten
Nuh'a kavminden pek az kimse iman etmiş ve Allah'ın birliğini kabul etmişti.
Abdullah b. Abbas,
Nuh'a iman edenlerin seksen kişi olduklarını söylemiş, diğer bir rivayette de
bunların, on kişi oldukları zikredilmiştir. Ancak Taberi, bu hususta belli bir
rakam vermenin doğru olmayacağını söylemiştir.
Âyet-i Kerimede
zikredilen "Tandır"dan neyin kastedildiği hakkında farklı görüşler
zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas:
"Bundan maksat yeryüzüdür" demiştir. Şu âyet-t Kerime bu görüşü
desteklemektedir: "Yeri de yarıp kaynaklar fışkırttık. Böylece takdir
edilen bir iş için yer ve göğün sulan birleşiverdi" [46]
Taberi ise, buradaki
tandır'dan maksadın, ekmek tandın olduğunu, Allah tealanın bundan su
fışkırtmasını, Nuh tufanının bir alameti1 yaptığını söylemektedir.
Hz. Ali (r.a)den
rivayet edilen bir görüşe göre ise buradaki tandırdan maska tanyerinin ağarmasidır. [47]
41. Nuh,
kavminden iman edenlere dedi ki: "Siz gemiye binin, onun yürümesi de
durması da Allah'ın ismiylcdir. Şüphesiz ki rabbim, çok affeden ve çok
merhamet edendir.
Nuh, kendisiyle
beraber gemiye bindirilmesi emredilen kişilere şöyle dedi: "Siz bu gemiye
binin. Bunun su üzerinde yürümesi de Allah'ın adıyla, yolculuğu bittikten sonra
durması da Allah'ın emriyledir. Şüphesiz ki kâfirleri helak edip iman edenleri
kurtaran rabbim, çok affeden ve çok merhamet edendir. [48]
42. Gemi
onlarla, dağlar gibi yükselen dalgalar üstünde seyrediyordu. O sırada Nuh,
gemiden ayn bir yerde bulunan oğluna: "Ey oğulcağizım, bizimle beraber
gemiye bin, kâfirlerle beraber olma" diye seslendi.
Nuh aleyhisselam,
ailesiyle birlikte bütüm iman edenleri gemiye aldıktan sonra, oğullarından biri
olan Kenan veya Yam, suyun erişemeyeceğini zannettiği yüksekçe bir yere çekilip
gemiye binmemekte ısrar etti. Nuh ona: "Bizimle beraber gemiye bin, boğulan
kâfirlerle birlikte olma" diye seslenmiş fakat oğlu yine binmemekte ısrar
ederek şöyle demiştir: [49]
43. Oğlu:
"Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi. Nuh: "Bugün
Allah'ın esirgediği hariç, onun hükmünden koruyacak hiçbir şey
yoktur" dedi. Nihayet oğulla babası
arasına bir dalga girdi. Böylece oğul, boğulanlardan oldu.
Görüldüğü gibi Nuh
aleyhisselam bir Peygamber olmasına rağmen, kâfirlikte ısrar eden oğlu ona iman
etmemiş, Allah'ın gönderdiği tufan gibi dehşetli bir azabı bile hafife almış ve
helak olup gitmeştir. İlahi davete karşı çıkan herkesin akıbeti de böyledir. Bu
hususta Peygamber oğlu olmak da fayda vernıez.
[50]
44. Nihayet:
"Ey arz suyunu yut, ey gök yağmurunu kes" denildi. Bunun üzerine su
yerden çekildi, iş olup bitti. Gemi "Cûdî" denilen yerde durdu.
"Zalim kavim helak olsun" denildi.
Nuh kavmi, tufanla
boğulup helak olduktan sonra Allah, yeryüzüne "Suyunu yut" göğe de
"Yağmurunu kes" dedi. Bunun üzerine su çekildi. Allah'ın, Nuh kavmini
helak etme emri yerine gelmiş oîdu. Nuhu ve onunla birlikte bulunanları taşıyan
gemi ise Cûdî dağında kaldı. Nuh kavminden, Allah'ı inkâr eden zalimlere ise
"Hüsrana uğrayın" denildi.
Bir kısım müfessirler,
Cûdî dağının, Musul şehri civarında olduğunu söylemişler; bazıları da geminin
Tur dağında kaldığını beyan etmişlerdir. [51]
45. Nuh,
rabbine nida ederek: "Ey Rabbim, şüphesiz ki oğlum ailemdendi. Senin,
ailemi helak etmeme vaadin haktır. Sen de hükmedenlerin en âdilisin" dedi.
Geçen âyetlerde ifade
edildiği gibi, Nuh aleyhisselamın oğlu, kendisini dinlemeyerek gemiye binmemiş
ve: "Ben yüksek bi/ğâğa çıkar kurtulurum" demişti. Fakat tufan
kopunca sular dağlan da yutmuş, W arada Nuh'un oğlu da
dalgalar arasında
boğulmaktan kurtulamamıştı. Nuh aleyhisselam: "Daha Önce helakine
hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve iman edenleri gemiye yükle"[52]âyetine
dayanarak, "Ey rabbim, senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır"
demiş ve oğlunun boğulmasına üzüldüğünü beyan etmiştir. Allah teala İse ona,
bundan sonra gelen âyette şöyle cevap vermiştir: [53]
46. Allah şöyle
dedi: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amel
sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden ol mayasın
diye sana öğüt veriyorum".
Ey Nuh, boğulan oğlun,
kurtarılmasını vaadettiğim ailenden değildir. Zira o, salih olmayan bir amel
işlemiştir. Ve böylece senin ehlin olmaktan çıkmıştır. Oğlunu niçin helak
ettiğimi sana bildirmiş oldum. Artık bundan sonra bilmediğin bir şeyi benden
isteme. Cahillerden olmamanı sana öğütlüyorum.
Müfessirler bu âyet-i
kerimeyi farklı şekillerde izah etmişlerdir: Bir kısmına göre bu âyetin izahı
şöyledir: "Ey Nuh, bu senin oğlun değildir. Zira onun sana isyan etmesi,
onu, senin oğlun olmaktan çıkarmıştır. Çünkü yaptığı, salih olmayan bir
ameldir".
Bazılarına göre ise,
bunun mânâsı: "Ey Nuh bu, senin ailenin, kurtarılması vaadedilen
fertlerinden değildir. Çünkü onun bütün yaptıkları, salih olmayan ameldir.
Yani, onun bizzat kendisi bile salih olmayan bir amel'e dönüşmüştür"
demektir.
Bazı müfessirler ise
bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Ey Nuh, helak olan bu oğlun,
kurtarılması vaadedilen aile fertlerinden değildir. O halde senin bu sorun,
salih bir amel değildir. Zira sen, daha Önce kâfirlere, yeryüzünü yurt
yapmamayı istemiştin. O da kâfirlerin birisiydi ve bu sebeple de boğulup gidenlerden
oldu"[54]
47- Nuh dedi
ki: "Ey rabbim, bundan sonra, gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden
istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, rahmetinle esirgemezsen, hüsrana
uğrayanlardan olurum".
Nuh, oğlunun
kurtarılmam asının sebebini sormakla hata ettiğini anlayınca, rabbine
yalvararak: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi
sana sormaktan sana sığınırım. Eğer sen beni bu hatamdan dolayı bağışlamaz ve
beni rahmetinle esirgemezsen, şüphesiz ki ben, hüsrana uğrayanlardan olurum"
dedi. [55]
48- Nuh'a
şöyle denildi: "Ey Nuh, bizden sana ve seninle birlikte olan ümmetlere
verilen emniyet ve bereketler içinde in. Birtakım toplulukları da bir müddet
dünyada yaşatacağız. Sonra onları, katımızdan, can yakıcı bir azap
yakalayacaktır".
Allah Nuh'a:
"Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içinde, sana ve senin
zürriyetinden sonra gelecek ümmetlere verilecek olan bereketlerle in. Bir kısım
ümmetleri de ecelleri gelinceye kadar rızıklandiracağız. Sonra onlara,
tarafımızdan can yakıcı bir azap dokunacaktır. İşte onlar, cehennemlik olanlardır
dedir."
Nuh aleyhisselam,
tufandan sonra yeryüzüne inerken orada yiyecek, içecek ve barınacak gibi zaruri
ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı hususunda endişe içindeydi. İşte bunun
üzerine Allah teala ona: "Gemiden yeryüzüne tarafımızdan bir güven içende,
sana ve senin zürriyetinden gelecek olan ümmetlere verilecek olan bereket ve
nimetlerle in. Orada bu nimetler sana verilecektir. Bu hususta endişen
olmasın" diye teminat verdi.
Ayrıca âyet-i kerime,
Nuh aleyhisselamin yeryüzüne inmesinden sonra da inasnlar içerisinden, yine
inkarcıların çıkacağını ve onların da azaba uğratılacaklarını beyan etmektedir. [56]
49- Ey
Muhammet!, sana vahyettiğimiz bu kıssa, gayb habcrlcrindendir. Bundan önce sen
de mîlletin de bunu bilmiyordunuz. Sabret. Şüphesiz ki, hayırlı sonuç,
Allah'tan korkanlarındır.
Allah teala bu âyet-i
kerimede Nuh aleyhisselamın kıssasının, Resûlullah ve kavmi tarafnidan
bilinmeyen ve ancak Allanın, Peygamberlerine vahy etmesiyle bildirilen bir gayb
haberi olduğunu beyan etmekte, böylece Kur'anın hak bir kitap, Resûlullahın da
gerçek bir Peygamber olduğunu ortaya koymaktadır. Âyet-i kerimenin son
bölümünde ise, Resulullaha, kavminin müşriklerinin yaptıklarına karşı
sabretmesi emredümekte ve güzel neticelerin, Allahtan korkanlara ait olduğu
beyan edilmektedir. [57]
50- Âd
kavmine de kardeşleri Hûd'u Peygamber olarak gönderdik. Hûd onlara dedi ki:
"Ey kavmim, Allaha ibadet edin. sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur.
Allahin ortaklan olduğu yolundaki iddialarınızla, iftiracılardan başka birşey
değilsiniz,
Nuh aleyhisselamın
kıssası bittikten sonra Hud aleyhisselamın da, kavmiyle olan kıssası az ve öz
olarak bundan sonra gelen âyetlerde anlatılmaktadır. Âd kavminin de, Allah
tealaya ortaklar koştukları, ortak koşulan bu şeylerin de ilah olduklarını
iddia ederek, Allaha karşı iftirada bulundukları zikredilmektedir. [58]
51- Ey
kavmim, davetime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfaatim, ancak
beni yaratan Allaha aittir. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?
Hud Peygamber, kavmi
olan Ad'a şöyle demişti: "Ey kavmim, davetime karşılık sizden hiçbir ücret
istemiyorum. Benim mükâfaatim ancak beni yaratan Allaha aittir. Hiç düşünmüyor
musunuz? Şayet ben, size Öğüt vermekten başka bir maksat gütmüş olsaydım, yaptığım
davete karşılık, sizlerden bir kısım dünya menfaatlan elde etmeye
çalışırdım".
Her Peygamber,
ümmetine, Allanın emirlerini tebliğ ederken, hiçbir ücret istemediğini de
söylemiş ve yaptığı tebliğ çalışması karşılığında hiçbir şey almamıştır. Zira
onların bu çalışmalarının karşılığı, âhirette. Allah teala tarafından
kendilerine verilecektir. [59]
52- Ey
kavmim, rabbinizden af dileyin. Sonra ona tevbe edin ki size gökten bol bol
yağmurlar indirsin. Kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüzçcvirmcyin.
Hud, devamla kavmine
şöyle dedi: Ey kavmim, kendisine ortak koştuğunuz için rabbinizden af dileyin.
Sonra da geçmişteki günahlarınızdan dolayı tevbe edin ki gökten üzerinize bol
bol yağmurlar yağdırsın da onunla memleketinizi bereketlendirip sizi kıtlıktan
kurtarsın, gücünüzü daha da artırmış olsun. Sizi davet ettiğim şeyi inkâr
ederek, yüzçevirip suçlulardan olmayın.
Âyet-i Kerimede, tevbe
eden kimselerin haklarının bol olacağına işaret edilmektedir: Bu hususta bir
Hadis-i Şerifte de şöyle buyuruluyor:
" Kim Allahtan
devamlı olarak af dilerse Allah onun için, her darlıktan çıkacak bir yol ve her
üzüntüden kurtulacak bir sebep gösterir ve onu, beklemediği bir taraftan.'[60]
53- Dediler
ki: "Ey Hud, bize apaçık bir delil getirmedin. Bizler de sırf senin
sözünle ilahlarımızı bırakacak değiliz. Sana inanacak da değiliz.
Kavmi, Hud'a şöyle
dedi: "Ey Hud, sen bize apaçık bir delil getirmedin ki senin
Peygamberliğini kabul edelim. Sırf senin sözünden dolayı biz,, ilahlarımızı
bırakacak değiliz. Biz senin, Peygamber olduğun iddiana da inanmıyoruz. [61]
54-55- Sana
ancak şunu deriz: "İlahlarımızdan bazısı seni çarpmış". Hud şöyle
cevap verdi: "Allahı şahit tutarım, siz de şahit olun ki, ben sizin,
Allahı bırakıp ortak koştuklarınızdan beriyim. Hep birlikte yapacağınız hileyi
bana yapın. Sonra elinizden gelirse bana hiç fırsat vermeyin.
Hud kavmi sözlerine
devamla şöyle demişlerdir: "Senin, bizim ilahlarımızı kınaman ve onlara
tapılmasına engel olman sebebiyle, bazı ilahlarımızın seni çarptığını
görüyoruz". Hud da onlara şöyle dedi: "Ben, Allahı kendime şahit
tutuyorum. Sizler de şahit olun ki ben, Allanın dışında sizin tapmış olduğunuz
şeylerden uzağım. Sizler de ilahlarınız da hep birlikte, bana zarar vermek için
tuzağınızı kurun. Sonra da elinizden geleni geri bırakmayın[62]
56- Ben,
benim ve sizin rabbiniz olan Allaha güvendim. Hareket eden hiçbir canlı varlık
yoktur ki, idare ve tasarrufu onun elinde olmasın. Şüphesiz ki rabbim doğru bir
yol üzerindedir.
Hud, kavmine yine
şöyle dedi: "Sizden gelecek kötülüklere karşı ben, benim de sizin de
rabbiniz olan Allaha sığındım. Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı varlık
yoktur ki, Allah onların sahibi olmasın ve onlar, Allanın tasarrufu ve
idaresinde bulunmasınlar. Şüphesiz ki rabbim, iyilik yapanı iyilikle, kötülük
yapanı da kötülükle cezalandırarak, herkese karşı adaletini uygulamaktadır. [63]
57- Eğer
yüzçevİrirscniz bilin ki, ben, size, benimle sizin için gönderileni tebliğ
ettim. Rabbim sizi yok eder de yerinize başka bir milleti getirir. Sizler ona
bir zarar veremezsiniz. Muhakkak ki rabbim her şeyi koruyandır.
Ey kavmim, şayet
sizler benim, hakka davetimden yüzçevirirseniz, şunu iyi bilin ki, rabbimin,
sizlere tebliğ etmemi emrettiği hususlan tebliğ ettim. Peygambere düşen de
ancak tebliğ etmektir. Eğer bu halinizde devam ederseniz, rabbim sizi helak
edip yerinize, onu birleyen ve sadece ona kulluk eden bir kavim getirir. Bundan
dolayı siz, rabinize herhangi bir zarar da veremezsiniz. Şüphesiz ki rabbim,
bütün yaratıkları koruyandır. Beni de size karşı o koruyacaktır. [64]
58- Âd
kavmini yok etme emriniz gelince Hud'u ve onunla beraber iman edenleri
rahmetimizle kurtardık. Onları çetin bir azaptan kurtardık.
Hud'un kavmi Âd'a azap
emrimiz gelince Hud'u ve onunla beraber iman edenleri, tarafımızdan bir lütuf
olarak kurtardık. Biz onları gazaptan ve büyük bir azaptan kurtardık.
Allah teala, şu
âyetlerde de, Âd kavmine gelen azapla, onları nasıl helak ettiğini beyan ederek
buyuruyor ki: "Âd kavmi ise, uğultu çıkaran, herşeyi kasıp kavuran ve
şiddetle esen bir rüzgârla yok edildi". "Allah onlann köklerini
kazımak için, o kasırgayı, yedi gece sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada
olsaydın onların, kökünden sökülmüş küf hurma kütükleri gibi yere
serildiklerini görürdün". "Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün
mü? [65]
59-60- Âd
kavmi işte budur. Rablerinin açık delillerini inkâr ettiler. Peygamberlerine
isyan ettiler. İleri gelenlerinden, inatçı her zorbanın sözüne uydular. Âd
kavmi, hem bu dünyada hem de kıyamet gününde lanete uğramıştır. İyi bilinsin
ki, Âd kavmi, rablcrini inkâr ettiler. Ve iyi bilinsin ki Hud kavmi olan Âd,
Allanın rahmetinden uzaklaştılar.
İşte kendilerini
cezalandırdığım Âd kavmi bunlardır. Bunlar, Allahın birliğini gösteren
delilleri inkâr etmişler ve Hud'u dinlemeyerek Allahın Peygamberine isyan
etmişlerdir. Onlar, Allaha karşı kibirlenen, inkârında inat
eden her zorbaya
uymuşlar, böylece bu dünyada, Allanın gazabına uğramış, dünya ve âhirette
lanetlenmişlerdir. İyi bilin ki, Âd kavmi, rablerini inkâr etmişlerdir. Yine
iyi bilin ki, Hud'un kavmi olan Âd'ı Allah, rahmetinden uzaklaştırmıştır. [66]
61- Scmud
kavmine de kardeşleri Salih'i Peygamber olarak gönderdik. Salih, kavmine dedi
ki: "Ey kavmim, Aİlaha ibadet edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah
yoktur. O sizi topraktan yarattı ve yeryüzünü imar etmenize imkân verdi. O
halde Allah'tan af dileyin. Sonra ona tevbe edin. Muhakkak ki rabbim çok
yakındır. Duaları çokça kabul edendir".
Semud kavmine de
kardeşleri Şalini Peygamber olarak gönderdik. O da kavmine: "Ey kavmim,
sadece AH aha kulluk edin. Sizin, Allahlan başka hiçbir ilahınız yoktur. Atanız
Âdemi topraktan yaratarak, sizin aslınızı yerden icadederivo'dur. Sizlere,
yeryüzünü imar etme ve orada yaşama imkânı verdi. Orayı sizin yaşamanıza müsait
kıldı. Yaptıklarınızdan dolayı rabbinizden af dileyin. Bir daha ona ortak
koşmayacağınıza dair ona tevbe edin. Şüphesiz ki rabbim, kendisine samimiyetle
kulluk edene pek yakındır, ona yalvaranın duasını çokça kabul edendir.
Semud kavmi, Tebuk ile
Medine arasında bulunan Hicr bölgesinde yaşamış olan bir kavimdir. Bunlar,
dağlan oyarak, kendilerine, emniyet içinde yaşayacaklan evler yapan... [67]bir
kavimdi. Kendilerine Peygamber olarak gönderilen Salih aleyhisselamı yalanlayıp
onun, mucize olarak getirmiş olduğu deveyi kestiler. Bunun üzerine Allah teala
onları yerle bir etti. İşte bu kavmin kıssası, bundan sonra gelen âyetlerde
şöyle anlatılmaktadır: [68]
62- Semud
kavmi: "Ey Salih, sen bundan önce aramızda kendisinden ümit beklenen bir
kişiydin. Şimdi bize, babalarımızın taptıklarına tapmamızı mı yasaklıyorsun?
Doğrusu biz, davet ettiğin şeyden şüphe içindeyiz, kuşkuluyuz" dediler.
Semud kavmi,
Peygamberleri Salihe şöyle dediler: "Ey Salih, sen bunları söylemeden
önce, içimizde kendisinden birçok ümitler beklenen biriydin. Şimdi de kalkmış,
atalarımızın taptıklarına tapmamızı yasaklıyorsun. Şüphesiz ki bizler, senin
bizi davet ettiğin şeylerin doğru olup olmadığı hususunda şüphe içindeyiz. [69]
63- Salih:
"Ey kavmim, söyleyin bana, rabbim tarafından apaçık bîr delilim varsa ve
katından bana bir rahmet verdiyse, buna rağmen Allaha isyan edersem, ona karşı
kim bana yardım edebilir? O zaman siz benim zarar ve hüsranımı artırmaktan
başka bir şey yapamazsınız" dedi.
Salih, kavmine dedi
ki: "Ey kavmim, söyleyin bana, eğer benim, rabbim tarafından apaçık bir
delilim varsa, ben de onu kesin olarak biliyorsam, rabbim, katından bir rahmet
olarak bana Peygamberliği ve islânu vermişse, buna rağmen ben, rabbimin emrine
karşı gelirsem, Allanın cezalandırmasına karşı beni kim kurtaracaktır? Sizi,
hakka davet vetmeyi bırakacak olsam, sizler, benim zararımı artırmaktan başka
bir şey yapmamış olursunuz. [70]
64- Ey
kavmim, işte Allahın yarattığı dişi bir deve, Allah onu size mucize kıldı.
Bırakın onu, A İlahın mülkü olan yeryüzünde otlasın. Ona bir kötülük yapmayın.
Aksi takdirde çok yakında meydana gelecek bir azap sizi yakalar.
Salih Peygamber
devamla şöyle dedi: "Ey kavmim, Allanın, mucize olarak size gönderdiği bu
deve, sizi davet ettiğim dinin hak olduğuna dair bir delildir. Onun bakımına
siz karışmayın. Bırakın onu, Allahın mülkü olan yeryüzünde otlasın. O deveyi
kesip bir kötülükte bulunmayın. Aksi takdirde pek yakında gelecek bir azap
yakalar da helak olursunuz. [71]
65- Fakat
onJar, deveyi kesip devirdiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: "Evlerinizde
üç gün daha yaşayın. Bu, yalanianamayacak bir tehdittir,
Semud kavmi,
Peygamberleri Salihi yalanladılar ve ikazlarını dinlemeyerek, kendilerine bir
mucize olarak Allah tarafından gvndirelen deveyi kesip devirdiler. Bunun
üzerine Salih onlara dedi ki: "dünyada üçgün daha yaşayın. Bu tehdidim
gerçektir. Bunun sonucunu mutlaka göreceksiniz. Ben bunda yalancı değilim. [72]
66- Azap
emrimiz gelince, rahmetimizle Salihi ve onunla beraber iman edenleri o günün
azabından ve perişanlığından kurtardık. Şüphesiz ki rabbin, kuvvetlidir ve her
şeye galiptir.
Bizim onlara azap
emrimiz gelip çatınca biz Salihi ve onunla birlikte iman edenleri, tarafımızdan
bir lütuf ve merhamet olmak üzere kurtardık. Onları, o dehşetli günün rezil ve
rüsvaylığmdan da kurtardık. Şüphesiz ki rabbinin yakalaması pek kuvvvetlidir.
İntikam almasında herşeye galiptir, hiçbirşey ona galip gelemez. [73]
67-68-
Nihayet zalimleri, korkunç bir çığlık yakaladı. Böylece kendi yurtlarında
dizüstü yığılıp kaldılar. Sanki yeryüzünde yaşamamışlar gibi izleri silinip
gitti. İyi bilinsin ki Semud kavmi, rabbini inkâr etti. Yine iyi bilinsin ki
Semud kavmi, Allahın rahmetinden uzaklaştı.
Allahın, kendilerine
bir mucize olarak gönderdiği deveyi kesen bu zalim kavimi, korkunç çığlıklarla
dolu bir azap yakaladı da, hiçbir tarafa kaçma imkânı bulamadan, oldukları yerde
dizüstü yığılıp kaldılar. Onlar bu halleriyle sanki orada hiç yaşamamışlardı.
Zira bu azap sonunda böylece izleri tamamen silinip gitti. İyi bilinsin ki
Semud kavmi rablerini inkâr ettiler, yine iyi bilinsin ki Allah, Semud kavmini
bu sebeple rahmetinden uzaklaştırdı.
Allah teala, Semud
kavmini helak eden şeyin ne olduğunu diğer âyetlerde de şöyle açıklıyor:
"Semuda gelince, biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar, körlüğü
hidayete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları günahlar yüzünden o
zelil edici azabın yıldırımı çarpıverdi[74]"Semud
kavminin kıssasında da sizin için bir ibret vardır. Onlara: "Belli bir
zamana kadar yaşayın" denilmişti". "Onlar da rablerinin emrine
karşı gelmişlerdi. Bunun üzerine onları, balap dururken yıldırım çarpıvermişti".
"Ne ayağa kalkacak güçleri kalmış ne de yardım görebilmişlerdi[75]"Semud
kavmi ise onu yalanladı ve deveyi kesti. Rableri de işledikleri günahları
sebebiyle azabı başlarına geçirdi ve orayı yerle bir etti[76]"Biz
onların üzerine bir çığlık gönderdik de, ağılcının ağılını çevirdiği kuru çalı
çırpı gibi kırılıp döküldüler"[77]
69- Şüphesiz
ki, elçilerimiz bir müjde ile İbrahimc geldiler. Ona: "Selam"
dediler. İbrahim de "Selam" dedi. Hemen semiz bir buzağıyı kızartıp
getirdi.
Şüphesiz ki
elçilerimiz olan Melekler İbrahime, oğlu îshakin doğacağını müjdeleme emrini
getirdiler. îbrahime selam verdiler. İbrahim de onların selamını aldı. Çok
geçmeden onlara kızartılmış bir buzağı getirdi. [78]
70-
EIHerinin ona uzanmadığını görünce, durumları hoşuna gitmedi ve içine bir korku
düştü. Melekler "Korkma biz Lût kavmi için gönderildik" dediler.
İbrahim, Melek
olduklarını anlamadığı bu misafirlerin, kızartılmış buzağıya ellerini uzatıp
yemediklerini görünce, durumları hoşuma gitmedi ve içinden, onlardan korkmaya
başladı. İbrahimin bu halini anlayan Melekler: "aBizden korkma bizler,
rabbinin melekleriyiz. Allah bizi, Lût kavmini helak etmek için gönderdi"
dediler. [79]
71- O sırada
İbrahimin hanımı ayaktaydı ve güldü. Biz ona İshaki ve İshakın ardından da
Yakubu gönderdik.
Meleklerin, İbrahime,
Lût kavmini helak etmek için gönderildiklerini söyledikleri sırada îbrahimin
kansı Sare perdenin arkasında, ayakta dikiliyor ve konuşulanları dinliyordu.
Lût kavminin helak olacağı haberini duyunca, sevincinden güldü. Biz aynı
zamanda o Melekler vasıtasıyla, İbrahimin karısı Sare'ye kendisinden İshak
isminde bir oğlan doğacağını, İshaktan da torunu Yakubun meydana geleceğini
müjdeledik.
Burada İbrahim
aleyhisselamın hanımı Sare'nin, Lût kavmine azap emri geldiği halde onlann hâlâ
gaflet içinde olmalarına şaştığından veya onların helak olacaklarına
sevindiğinden yahut da kendisi ve kocası İbrahim yaşlı oldukları halde,
kendilerinin nasıl olup da çocuklarının doğacağına hayret ettiğinden güldüğünü
söyleyen müfessirler vardır. [80]
72-
İbrahimin hanımı: "Vay başıma gelene, ben bir koca karı iken çocuk mu
doğuracağım? İşte kocam, o da ihtiyar. Cidden bu, hayret verici bîr
şşeydir" dedi.
Hz. İbrahimin hanımı
Sare, kendisinden çocuk doğacağına şaşırmıştı. Çünkü o sırada kendisinin,
doksan yaşında, Hz. İbrahimin de yüzyirmi yaşında oldukları! rivayet
edilmektedir. [81]
73-
Melekler, hanıma: "Allanın işine şaşıyor musun? "Ey ev halkı, Allanın
rahmeti ve bereketi üzerinizdedir. Şüphesiz ki o, övgüye çok layıktır. İzzet ve
şeref sahibidir" dediler.
Melekler, İbrahimin
hanımı Sare'ye "Allahın yapacağı işe, kaza ve kadere mi şaşıyorsun? ;Bu,
Allahın, İbrahim ailesine bir rahmeti ve bir lütfudur. Onu istediği an istediği
kimseye, yaşına bakmaksızın verir. Şüphesiz ki Allah, çokça övgüye layık olan
ve çok yüce olandır" dediler. [82]
74-
İbrahimin korkusu geçip ona müjde gelince, Lût kavmnin helaki hususunda
elçilerimizle münakaşaya başladı.
İbrahimin içinden,
Meleklere karşı duyduğu korku gidip de ona, oğlu İshakın verileceği müjdelenince,
Lût kavminin helak olması hakkında Meleklerle mücadeleye başladı.
Katade diyor ki:
"Rivayet edildiğine göre Hz. İbrahim ile Melekler arasında şu şekilde bir
mücadele olmuştur: Hz. İbrahim Meleklere:
— İçinde elli kadar
mümin bulunan bir topluluğu helak eder misiniz?
— Hayır etmeyiz.
— Kırk mümin bulunan
bir topluluğu helak eder misiniz?
— Hayır etmeyiz.
— Otuz mümin bulunan
bir topluluğu helak eder misiniz?
— Hayır etmeyiz.
— Yirmi mümin bulunan
bir topluluğu helak eder misiniz?
— Hayır etmeyiz.
— On mümin bulunan bir
topluluğu helak eder misiniz?
— Hayır etmeyiz.
Demişler bunun üzerine
Hz. İbrahim: "İçlerinde iman eden on kişi dahi bulunmayan bir toplulukta
hayır yoktur" demiştir. [83]
75- Şüphesiz
ki İbrahim, çok halim selim, çok duygulu ve Alluha yönelen bir kimse idi.
Şüphesiz ki İbrahim,
çok yumuşak huylu, yumuşak kalbli, hassas ve rabbinin emrine itaate yönelen bir
kimse idi. Bu itibarla Lût'un kavminin helaki hususunda Meleklerle tartıştı ve
nihayet o kavmin, cezayı hak ettiklerine o da inandı. [84]
76-
Melekler: "Ey İbrahim, bu tutumundan vazgeç. Çünkü onların yok olmaları
için rabbinin emri gelmiştir. Önlenemeyecek azap mutlaka onlara
gelmektedir" dediler.
Melekler İbrahime
şöyle dediler: "Ey İbrahim, Lût kavmi hakkında tartışmayı bırak. Zira rabbinin
onlan helak etme emri gelip çatmıştır. Lût kavmine, rabbin tarafından
gönderilen azap, artık geri çevrilemeyecek bir azaptır. [85]
77.
Elçilerimiz Lût'a gelince, hoşuna gitmedi. Sıkıntıya düştü ve "İşte bugün
zor bir gündür" dedi.
Elçilerimiz olan Melekler,
Lût'un yanına varınca, Lût, onlann gelmelerini hoş karşılamadı. Onların
gelmesiyle sıkıntıya düştü. Zira o, kavminin ahlâksız insanlarının, bu gelen
misafirlere sarkıntılık edeceklerinden korkuyordu. Bu sebeple dedi ki:
"Bugün, belalı ve zor bir gün".
Lût kavmi, kadınları
bırakıp da erkeklerle cinsî temas kuran, insanlığın ilk cinsi sapıkları idi.
Çevrelerinde gördükleri erkeklere sarkıntılık yaptıklarından Hz. Lût, kendisine
gelen bu misafirlere de sarkıntılık edeceklerinden korkmuş ve bu sebeple çok
sıkıntı içine düşmüştü. Gelen misafirlerin, kavminin helak edileceği haberini
getiren Melekler olduklarını henüz anlamamıştı. [86]
78- Bunun
üzerine, daha önce iğrenç davranışlarda bulunan Lut kavmi, hemen koşup ona
geldi. Lût onlara: "Ey kavmim, işte kızlarım, bunlar sızın için daha
temizdir. Allah'tan korkun. Misafirlerime tecavüz ederek beni rezil etmeyin.
İçinizde aklı başında bir kişi yok mu?" dedi.
Lût'un kavmi, gelen
Meleklere tecavüzde bulunmak arzusuyla koşarak Lût'un evine geldiler. Bunlar,
erkeklerle cinsî temasta bulunmak gibi çirkin bir işi yapıyorlardı. Onların
geldiklerini gören Lût dedi ki: "Ey kavmim, işte benim kızlarım durumunda
bulunan kadınlar. Cinsî arzularınızı meşru yollardan onlarla tatmin etmeniz
sizin için daha temizdir. Allanın, sizi cezalandırmasından korkun. Hayasızlık
yaparak misafirlerime karşı beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında olan bir
kişi dahi yok mu? [87]
79- Kavmi
Lût'a: "Biliyorsun ki bizim, kızlarında bir hakkımız yoktur. Ne
istediğimizi çok iyi biliyorsun" dediler.
Lût'un kavmi ona şu
cevabı verdiler: "Biliyorsun ki bizim, senin kavminin kadınlarında bir
arzu ve isteğimiz yoktur. Halbuki sen bizim, kadınları değil erkekleri
istediğimizi çok iyi biliyorsun. [88]
80- Lût da:
"Keşke size yetecek gücüm olsa veya sağlam bîr yere siğınabilscm"
dedi.
Lût onların,
düşündükyleri ahlâksızlığı yapmaya kararlı olduklarını görünce dedi ki:
"Keşke benim taraftarlarım ve yardımcılarım olsa da, size karşı koysam
veya beni himaye edecek sağlam bir kabilenin desteğini sağlasam da, aramızdaki
işi halletmiş olsak".[89]
81- Melekler
şöyle dediler: "Ey Lût, bizler, rabbinin elçileriyiz. Bunlar sana il
işemeyecekler. Sen, ailenle beraber gecenin bir bölümünde yürü git. Hiçbiriniz
arkasına dönüp bakmasın. Ancak hanımın kalsın. Çünkü kavminin uğrayacağı azaba
mutlaka o da uğrayacaktır. Onların yok olma vakitleri bu sabahtır. Sabah da
yakın değil mi?
Lût'un sıkıntıya
düştüğünü gören Melekler ona şöyle dediler: "Bizler rabbinin elçileriyiz.
Kavmini helak etmek için gönderildik. Onlar, sana ve misafirlerine herhangi bir
kötülük yapamacaklardır. Bu hususta müsterih ol. Ancak gecenin bir bölümünde
ailenle birlikte burayı terkedip git. Sizden hiçbiriniz dönüp geri bakmasın.
Ailenden kann hariçtir. O, seninle gelmesin. Kavminin helak olma vakti sabah vaktidir.
Sabah ise çok yakın bir vakittir.
Meleklerden, kavminin
helak olacağını Öğrenen Hz. Lût, sabaha kadar bile kavminin
cezalandırılmamasını uzun bir zaman olarak görmüş ve daha erken
cezalandırılmalarım istemiş, bunun üzerine Melekler de ona: "Sabah yakın
değil midir?" cevabını vermişlerdir. [90]
82-83- Azap
emrimiz gelince, yaşadıkları ülkenin üstünü altına çevirdik. Üzerine, rabbin
tarafından işaretlenmiş kızgın taşlan sağanak halinde yağdırdık. Bu azap,
zalimlerden hiçbir zaman uzak değildir.
Lût kavminin helak
edilmesi için, azap emrimiz gelince, onların bulundukları beldenin üstünü
altına çevirdik. Biz onların üzerine, rabbin tarafından işaretlenmiş kızgın
taşlan yağmur gibi yağdırdık.
Ey Muhammed, senin
kavminin müşriklerinin üzerine de bu şekilde taşlar yağdırmak uzak bir ihtimal
değildir.
Lût kavminin üzerine
Allahın azabı bir sabah güneş doğarken gelmiş, memleketleri olan Sodom şehrinin
üstü altına çevirilmiş, ayrıca üzerlerine, topraktan pişirilerek taşlaşmış,
işaretli parçalar yağmıştır. Lût kavminin, şehirlerde yaşayanları da köylerde
yaşayanları da helak olup gitmiştir.
Allah teala, kadınları
bırakarak, erkeklerle cinsi temasta bulunan Lût kavmini bu şekilde
cezalandırmıştır. Bu çirkin işi yapanlar hakkında Peygamber
efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: [91]
"Lût kavminin
yaptığı işi yapan bir kimseyi ele geçirirseniz yapanı da
yaptıranı da öldürün.
Diğer bir Hadis-i
Şerifte de şöyle buyurulmuştur:
"Lût kavminin
yaptığı işi yapan kimse mel'undür[92]Bir
başka Hadis-i Şerifte de:
"Ümmetim için en
çok korktuğum şey, Lût kavminin yaptığı işi yapmasıdır'[93]buyurulmuştur.
İmam Şafii, İmam Malik
ve İmam Ahmed b. Hanbel bu Hadis-i Şerife dayanarak livata yapanın, ister evli
olsun ister bekâr olsun, recm edilmesi gerektiğini söylemişlerdir.
Hasan-ı Basrî, Ata b.
Ebi Rebah ve İbrahim en-Nehaî ise livata yapanın cezasının zina cezası olduğunu
söylemişlerdir. Yani bu işi yapan kimse evli ise recm edilir bekâr ise yüz sopa
vurulur.
Ebu Hanife ise bu işi
yapan kişinin, yüksek bir uçurumdan aşağı atılması ve arkasından da taşlanması
gerektiğini söylemiştir. Buna gerekçe olarak da Allah Tealarun Lût kavmine bu
şekilde ceza verdiğini göstermiştir.
Yine Ebu Hanifeden
nakledilen başka bir görüşe göre ise böyle bir işi yapana tazir cezası verilir. [94]
84- Medyen
halkına da kardeşleri Şuay'i Peygamber olarak gönderdik. Şöyle dedi: "Ey
kavmim, Allaha kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ölçü ve
tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi, bolluk ve bereket içerisinde görüyorum.
Şüphesiz ki ben, sizin için, çepeçevre kuşatacak bir günün azabından
korkarım".
Medyen halkına da,
kendilerinden biri olan Şuaybı Peygamber olarak gönderdik. Şuayb onlara şöyle
dedi: "Ey kavmim, Allaha kulluk edin, ona itaat edip ona boyun eğin. Sizin
için ondan başka, hakkıyla ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Ölçü ve tartılan
eksik yapmayın. İnsanların hakkını yemeyin. Şüphesiz ki ben, sizleri bolluk ve
bereket içinde yaşıyor görüyorum. Allahın emirlerine karşı gelmeniz halinde,
ben sizlerin, çepeçevre kuşatacak bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum.
Medyen: Medyen,
aslında bir kabilenin ismidir. Bu kabile Hicaz bölgesiyle Şam arasında Maun
şehri yakınında yaşıyordu. Bunların yaşadığı yere, kendi adları verilerek
"Medyen" denmiştir. Allah teala bu kavme, en şerefi i lenrinden olan
Şuayb aleyhisselami Peygamber olarak göndermiştir.
Şuayb aleyhi s sel
amin, kavmini ilk önce ölçü ve tartıyı doğru tutmaları hususunda uyarmasının
sebebi, çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bir kısım âlimler, Şuayb
aleyhisselamın, Peygamber olarak gönderildiği zamanda, kavminin yaşadığı
bölgede çok pahalılık olduğunu, Şuayb aleyhi sselamın, bu emir ve
tavsiyeleriyle, fiyatları düşürmelerini istediğini söylemişlerdir. Bu görüş,
Abdullah b. Abbas ve Hasan-ı Basrî'den nakledilmektedir.
Diğer bir kısım
âlimler ise Şuayb aleyhisselamın kavminin, çokça mal ve süs eşyası
biriktirdiğini görmüş ve fakirlere merhametli davranıp onların haklarım tam
olarak vermelerini tavsiye etmiştir. [95]
85- "Ey
kavmim, ölçü ve tartıyı adaletle ve tam olarak yapın. İnsanlara eşyalarını
eksik vermeyin. Yeryüzünde bozgunculuk, karışıklık çıkarmayın.
Bundan önceki âyet-i
Kerimede, Şuayb aleyhisselamın kavmine, ölçü ve tartıyı eksik yapmamalarının
emredildiği beyan edilmiş, bu âyet-i Kerimede ise ölçü ve tartıyı tam olarak
yapmalarının, insanların mallarını eksik vermemelerinin, aynca yeryüzünde
bozgunculuk ç ıkarmam al arının emredildiği haber verilmiştir, zira bunlar, yol
kesmek suretiyle de yeryüzünde bozgunculuk çıkarı yorlarm iş. [96]
86- Eğer
iman ediyorsanız, Ali alı in geriye bıraktığı şey sizini çin daha hayırlıdır.
Ben, sizin üzerinize bir bekçi değilim".
Ayet-i Kerimede geçen
"Allahin geriye bıraktığı şey"den neyin kastedildiği hususunda farkh
görüşler zikredilmiştir.
Taberi bu şeyin, ölçü
ve tartıların tam olarak yapılmasından sonra elde edilen kâr olduğunu ve buna
göre de âyetin mânâsının: "Ölçü ve tartılarınızı tam olarak yaptıktan
sonra geriye kalan kâr'iniz sizin için, insanların malını almaktan daha
hayırlıdır" demek olduğunu söylemiştir.
Abdullah b. Abbas ve
Hasan-ı Basrî'ye göre ise "Allanın geriye bıraktığı şey"den maksat,
Allahm verdiği nziktır. Buna göre de âyetin mânâsı: "Eğer iman
ediyorsanız, Allanın size vermiş olduğu rızık, insanların malını eksiltmekten,
sizin için daha hayırlıdır" demektir.
Mücahide göre ise:
"Allahm geriye bıraktığı şeyden" maksat, AUaha itaattir. Buna göre de
âyetin mânâsı: "Eğer iman ediyorsanız, Allaha itaat etmeniz sizin için
daha hayırlıdır" şeklindedir.
Katadeye göre ise:
"Allanın geriye bıraktığı şeyden" maksat, Allah tarafından kullarına
verilen nasiptir. Buna göre de mânâ şöyledir: "Eğer iman ediyorsanız,
Allanın, sizin için verdiği nasibiniz sizin için daha hayırlıdır".
Abdurrahman b. Zeyd'e
göre ise, "Allanın geriye bıraktığı şey"den maksat, Allanın
rahmetidir. Buna göre de âyetin mânâsı: "Eğer Allaha iman ediyorsanız onun
rahmeti sizin için daha hayırlıdır" anlamındadır.
Bütün bu görüşleri
birarada ifade etmek gerekirse, âyeti şöyle izah etmek mümkündür: "Eğer
Allaha iman ediyorsanız, Allahm size verdiği rızık, veya ölçü ve tartıları tam
olarak yaptıktan sonra elde ettiğiniz kâr, veya Allaha itaatiniz veya Allah
tarafından size verilen nasibiniz veya Allahm rahmeti sizin için daha
hayırlıdır"[97]
87. Medyen
kavmi şöyle dedi: "Ey Şuayb, atalarımızın taptığını bırakmamızı veya
mallarınızda dilediğimizi yapmamayı sana namazın mı emrediyor? Şüphesiz kî sen
halim selim, aklı başında bir adamsın.
Şuaybin kavmi, onunla
alay ederek demişlerdir ki: "Ey Şuayb, senin dininin temeli olan namazın
mı bizim, putlara tapmamızı veya mallarımızda dilediğimiz gibi tasarrufta
bulunarak onları eksik ölçüp tartmayı bırakmamızı emrediyor? "Herhalde
sen, halim selim, aklı başında, olgun bir kimsesin ha? [98]
88- Şuayb da
şöyle dedi: "Ey kavmim, söyleyin bana, rabbim tarafından apaçık bir
delilim varsa ve benî, güzel bir rızikla katından rızıklandırıyorsa, ona nasıl
karşı gelebilirim? Ben, sizlere yasak ettiğim şeyleri kendim yapmak istemem.
Sadece gücümün yettiği kadar, ıslah etmeyi isterim. Muvaffakiyetim ancak
Allahtandır, Sadece ona güvendim ve ona yönelirim.
Şuayb onlara şöyle
dedi: "Şayet benim, sizleri davet ettiğim ve sizlere yasakladığım şeyler
hakkında, apaçık bir delilim varsa ve rabbim beni katından helal ve temiz bir
nzıkla nziklandırmışsa, siz bana ne diyebilirsiniz? Ben sizlere bir şeyi
yasaklayıp da kendim onu yapacak değilim. Ben, gücümün yettiği ölçüde sizi
sadece düzeltmek istiyorum, ki, Allahın azabına uğramayasınız. Benim başarılı
olmam, ancak Allahın yardı mı yi ad ir. Ben ona güvendim ve tevbe ederek ona
yöneldim"[99]
89- Ey
kavmim, bana karşı gelmeniz, Nuh veya Hud veya Salih kavimlerinin başlarına
gelenlerin aynısını başınıza getirmesin. Lût kavmi de sizden uzak değildir.
Şuayb devamla dedi ki:
"Ey kavmim, bana karşı olan düşmanlığınız ve ayrılığınız, sizleri
inkarcılıkta diretmeye sürüklemesin. Aksi takdirde sizin de başınıza, Nuh veya
Hud yahut Salih Peygamberlerin kavimlerinin başlarına gelen felaketler gelir.
Lût Peygamberin kavminin nasıl helak olduğu sizden uzak bir mesele değildir.
Onu biliyorsunuz. O halde niçin öğüt ve ibret almıyorsunuz?
isyancıların, Halife
Hz. Osman (r.a.)in evini kuşattıkları zaman Hz. Osman onlara işte bu âyeti
okumuştur. [100]
90- Rabbinizden
affınızi isteyin. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz ki rabbim, çok merhametlidir
ve çok sevendir.
Şuayb yine şöyle dedi:
"Ey kavmim, putlara tapmanız ve Ölçü ve tartıyı eksik yaparak insanların
hakkını yemenizden doğan günahlarınrızdan dolayı, rabbinizden affınızi dileyin.
Sonra yaptıklarınızdan vazgeçip ona itaate yönelin. Rabbim, yaptıklarından
vazgeçip kendisine yönelenlere karşı, çokça merhametlidir ve kendisine
yönelenleri de çokça sevendir. [101]
91- Bunun
üzerine kavmi şöyle dedi: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz.
Şüphesiz seni aramızda çok zayıf bir kimse olarak görüyoruz. Eğer kabilen
olmadaydı, seni taşlayarak öldürürdük. Esasen bizim aramızda bir itibarın da
yoktur".
Şuaybin nasihatlan
üzerine kavmi ona şöyle demiştir: "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğunun
gerçek mahiyetini anlamıyoruz. Sen bizim içimizde pek zayıf birisin. Eğer
kabilen olmasa seni taşlayarak öldürürdük. Aslında bizce sen, pek değerli bir
kimse de değilsin.
Görülüyor ki Şuayb
aleyhisselamın kavmi, akıllarını kullanıp rableri tarafından kendilerine gelen
emirleri düşünme ve kabul etme yerine kaba güce baş vurarak Şuayb aleyhisselamı
tehdit etmekte, kavminden çekindikleri için de zorbalıklarım ileri
götürememektedirler. Bu sebeple Şuayb aleyhisselam onları tekrar uyarmakta ve
kavminin gücünün hiçbir zaman Aîlahın gücünden üstün olamayacağını
açıklamaktadır. [102]
92- Şuayb
şöyle dedi: "Ey kavmim, size göre kabilem Âllahtan daha mı üstün ki,
Allaha sırt çeviriyorsunuz? Şüphesiz ki rabbim, yaptıklarınızı ilmiyle
kuşatmıştır.
Şuayb, kavmine şöyle
dedi: "Ey kavmim, benim kabilemi ne kadar yüceltiyorsunuz? Onları,
Âllahtan daha mı üstün görüyorsunuz? Rabbinizi alaya alıp onu arkanıza mı
atıyorsunuz? Emirlerini bırakıyor azabından korkmuyorsunuz, ona hakkıyla saygı
göstermiyorsunuz. Şüphesiz ki rabbim, yaptıklarınızı ilmiyle kuşatmaktadır.
Hiçbir şey ona gizli değildir. O sizleri, hemen veya gelecekte
cezalandıracaktır. [103]
93- Ey kavmim,
olduğunuz gibi devam edin. Ben de yoluma devam edeceğim. İleride rezil edici
azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Bekleyin
bakalım, ben de sizinle beraber bekleyiciyim".
Şuayb devamla şöyle
dedi: "Ey kavmim, siz kendi yolunuzda amel etmeye devam edin bakalım. Ben
de kendi yolumda amel edenim. Yakında kimin kendi aleyhine cinayet işleyen ve
bu sebeple hor ve hakir düşüren azaba uğrayan olacağım, yalancının ben mi yoksa
siz mi olduğunu bileceksiniz. Azabın kime ineceğini bekleyin. [104]
94- Azap
emrimiz gelince, Şuayb ve onunla birlikte iman edenleri rahmetimizle kurtardık.
Zalimleri ise korkunç bir ç iğlik yakaladı. Böylece yurtlarında dizüstü yığılıp
kaldılar.
Şuayb aleyhisselamin
kavmi olan Medyen halkının, helak edilme şekli bu surede "Bir çığlık
yakalamasıyla" olduğu beyan edilmekte, A'raf suresinin doksanbirinci
âyetinde ise, şiddetli bir sarsıntı ile helak edildikleri açıklanmakta ve Şuara
suresinin yüzseksendokuzuncu âyetinde ise, onların cezalandırılması şöyle açıklanmaktadır:
"Fakat Şuaybı yalanladılar. Ardından onlan, gölgeleyen bulut gününün azabı
y akalayı verdi. Gerçekten o büyük bir günün azabı idi".
Âyet-i Kerimelerden
anlaşılıyor ki, Medyen halkı, siyah bir bulutun kendilerini kaplaması
neticesinde, üzerinde bulundukları yerin sarsılması sonucunda, büyük bir
çığlıkla beraber helak olup gitmişlerdir. [105]
95- Sanki
yeryüzünde yaşamamışlar gibi izleri silinip gitti. İyi bilin ki daha önce Semud
kavmi, Allah in rahmetinden uzaklaştığı gibi Medyen kavmi de öylece uzaklaştı.
Semud kavmi* Medyen
kavmine komşu bir ülkede yaşıyordu. Onlar da inkarcılıklarında, yol
kesmelerinde, insanların hakkını yemelerinde, Medyen halkına benziyorlardı. Bu
sebeple her ikisi de Allanın rahmetinden uzaklaştırılmış ve Allahın gazabına
uğramış kavimlerden oldular. Sanki yeryüzünde hiç yaşamamışlar gibi silinip
gittiler. [106]
96-97-
Şüphesiz ki biz Musayı, mucizelerimizle ve apaçık bir kuvvetle, Firavun ve
cemaatine Peygamber olarak gönderdik. Fakat cemaati Firavuna uydu. Oysa
Firavunun emri doğruya ulaştırıcı değildi.
Şüphesiz ki biz
Musaya, âsâ, denizin yarılması, taştan su fışkırması, çölde bulundukları bir
zamanda gökten yemek indirilmesi gibi mucizelerle ve düşmanı olan Firavuna
karşı onu, her bakımdan yenecek apaçık bir güçle, Firavun ve topluluğuna
Peygamber olarak gönderdik. Fakat kavmi Musayı yalanlayıp Firavunun emrine
uydu. Halbuki Firavunun emrinde, haktan bir pay yoktu. Onun emri, kendisine
tâbi olanları doğru yola iletemezdi. [107]
98- Firavun,
kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir. Varılacak
o yer ne kötü bir yerdir.
Kıyamet gününde
Firavun, kendi kavminin önüne düşecek ve onları alıp cehennemin ateşine
götürecek ve onları oraya sokacaktır. Cehennem ateşine girmek ne kötü bir
giriştir. [108]
99- Onlar
hem bu dünyada
hem de kıyamet
gününde lanete uğramışlardır.
Yapılan bu ikram ne kötü bir ikramdır.
Firavun ve ona tabi
olanlar, bu dünyada cezalandırıldıkları gibi kıyamet gününde de lanete
uğratılacaklardır. Onlara yapılan bu ikram ne kötüdür. Bu da dünya ve âhirette
lanete uğratma ikramıdır. [109]
100- Ey
Peygamber, sana anlattığımız bu kıssalar, ülkelerin haberlerinden bazılarıdır.
Onların bir kısmı hâlâ ayaktadır bir kısmı ise ekin gibi biçilip gitmiştir.
Allah teala, Hz.
Muharamed (s.a.v.)e, geçmiş ümmetlerden, Peygamberlerine karşı gelenlerin
sonlarının ne olduğunu, özet olarak beyan ettikten sonra, bu ümmetlerin
bazılarının, yaşadıkları yerlerin hâlâ mamur kaldığını, diğer bazılarının
yerlerinin ise harabeye dönüştüğünü bildirmektedir. Ta ki iimmet-i Muhammed,
bunlardan ibret alsın da onların durumuna düşmesin. [110]
101- Biz
onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece rabbinin
emri geldiği zaman, Allah'tan başka taptıkları ilahlar, onlara hiçbir fayda
sağlayamadı. O putlar, onların helakini artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Biz onları, hak
etmedikleri bir ceza ile cezalandımıadık ki onlara zulmetmiş olalım. Fakat
onlar, inkârları ve Allah'a karşı isyan etmeleri yüzünden cezalandırılmayı hak
ettiler. Böylece kendi kendilerine zulmetmiş oldular. Allanın azap etme emri
gelince de, onların, Allahı bırakıp da ilah kabul ettikleri şeyler, Allanın
azabına karşı onlara hiçbir fayda sağlamadı. O azabı kendilerinden
uzaklaştıramadı. Taptıkları şeyler, onların azap ve helakini artırmaktan başka
bir şeye yaramadı. [111]
102-
Rabbİnin, zalim olan ülkeleri yakaladığı zaman yakalaması böyledir. Şüphesiz ki
rabbinîn yakalaması can yakıcıdır, şiddetlidir.
Bu âyet-i Kerime,
ümmet-i Muhammedi, geçmiş ümmetlerden sapık olanların yolunu tutmamaları için
uyarmaktadır. Zira Allah, mühlet verse de asla ihmal etmez. Hak edene sonunda
cezasını mutlaka verir. Ve Ali ahin cezalandırması, yaratıklarının
cezalandırmasına benzememektedir. [112]
103-
Şüphesiz ki bu kıssalarda, âhiretin azabından korkan için ibret vardır. O,
insanların toplandıkları bir gündür. O gün, herkesin göreceği bir gündür.
Şüphesiz ki bu
anlatılan kıssalarda, Allahın cezalandırmasından ve âhiret gününün azabından
korkanlar için, büyük bir ibret ve nasihat vardır. Kıyamet günü var ya, işte o
gün haktır. Cezai andırılmak veya mükâfaatl andırılmak için o gün, insanlar
biraraya getirileceklerdir. Bütün yaratıklar o günü görecektir. Hiçbiri geri
bırakılmayacaktır. [113]
104- Biz o
günü, ancak sayılı bir süreye kadar erteliyoruz.
Biz kıyametin
kopmasını' belirli bir vadeye kadar erteleriz. O vâde içerisinde, Âdemin
zürriyetinden gelen insanlar yaşayacaklar ve onların sonunun gelmesine hüküm
verilince, kıyamet kopacak, ve herkes yaptığının cezasını görecektir. [114]
105- O gün
gelince, hiçbir kimse Allahın izni olmadan konuşamaz. O gün insanların bir
kısmı bedbaht bir kısmı da m es'uttur.
Kıyamet günü gelip
çatınca Allahın izin vermediği hiçbir kimse konuşamayacaktır. O gün bir kısım
insanlar bedbahttır, cehennemliktir. Diğer bir kısmı ise mes'uttur ve cennetliktir.
Bu hususta bir Hadis-i
Şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"Kıyamet gününde,
Peygamberler hariç hiçbir kimse konuşamayacaktır. O gün Peygamberlerin duaları:
"Allahim sen koru, Allahım sen koru" olacakür; [115]
106-
Bedbahtların varacakları yer ateştir. Onların orada ızdırapli bir nefes alış
verişleri vardır.
Âyet-i Kerime,
cehennemliklerin orada feryat ve figan koparacaklarını, hatta merkep sesi gibi
nefret ettirici sesler çıkaracaklarını beyan etmektedir. [116]
107- Gökler
ve yer durdukça onlar ateşte kalacaklardır. Ancak rabbinin dilemesi
müstesnadır. Şüphesiz senin rabbin, dilediğini mutlaka yapandır.
Araplar, bir şeyin
ebedi olarak devam edeceğini söylemek istedikleri zaman, "Gökler ve yer
durdukça" ifadesini kullanırlar. Bundan anlaşılmakladır ki âyet-i Kerimenin
ifade etmek istediği mânâ "Cehennemlikler cehennemde ebedi olarak
kalacaklardır" anlamındadır. Kur'an-ı Kerim Arapça lisanla indiğinden,
Arap deyimleriyle hitabetmesi tabiidir, yadırganmamalıdır.
Âyet-i Kerime,
cehennemliklerin cehennemde ebedi olarak kalacaklarını ifade ettikten sonra
"Ancak rabbinin dilemesi müstesnadır" buyurmaktadır. Bu istisnadan
maksadın ne olduğu hususunda şu görüşler zikredilmektedir:
a- Katade ve
Dehhak'tan nakledilen bir görüşe göre, burada, cehennemde ebedi olarak kalacaklardan
istisna edilenler, müminlerin günah işleyenleridir. Zira sahih Hadislerde de
rivayet edildiği gibi, bunlar, cehenneme girip, işledikleri günahlar kadar
yandıktan sonra, oradan çıkarılıp hayat sularında yıkanacaklar ve cennete
konulacaklardır. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.
Bu hususta Resulullah
(s.a.v.) söyle buyuruyor:
"...Cehennemin
tam ortasına sırat köprüsü kurulur. Ümmetini onun üstünden en evvel geçirecek
kimse ben olacağım. O gün Peygamberlerden başka hiçbir kimse konuşamaz. Peygamberlerin
o günkü sözleri de "AUahım sen koru, Alllahım sen koru" olacaktır.
Cehennemde Sa'dan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sa'dan dikenlerini hiç
gördünüz mü? Onlar "evet" dediler. ResuluİIah işte bu çengeller
Sa'dan dikenlerine benzer. Ancak bunların ne kadar büyük olduklarını yalnız
Allah teala bilir. İşte bu dikenler, insanları, kötü amellerinden dolayı kapıp
alırlar. Kimisi kötü ameli dolayısıyla helak olur, kimisi de iyice parçalanıp
hardal tanesi gibi olduktan sonra kurtuluş bulur. Nihayet Allah teala,
cehennemliklerden kimlere rahmet etmeyi dilemişse, bunlardan, Allaha ibadet
etmiş olanları cehennemden çıkarmalarını Meleklere emredecek onlar da onîan
cehennemden çıkaracaklardır. Melekler onlan, yüzlerindeki secde izlerinden
tanıyacaklardır. Allah teala secde izlerini yeyip bitirmeyi cehennem ateşine
haram kılmıştır. Onlar, cehennemden çıkarılırlar. Ademoğlunun bütününü cehennem
ateşi yer de yalnız secde izlerini yiyemez. Bu cehennemlikler ateşten kavrulup
kapkara olmuş vaziyette çıkarılacaklardır. Bunların üzerine hayat suyu
dökülecek de, sel akıp gittikten sonra biten yabani reyhan tohumları nasıl
çabucak biterse onlar da öylece biteceklerdir. Sonra Allah teala kullan
arasında vereceği hükmü tamamlayacaktır... [117]
b- Bir
rivayete göre Cabir b. Abdullahtan, diğer bir rivayete göre de Ebu Said
el-Hudrîden nakledilen bir görüşe göre ise, cehennemde ebedi olarak
kalacaklardan istisna edilenler, müminlerin günahkâr olanlarıdır. Eğer Allah
dilerse bunlar, hiç cehenneme girmeden Allanın affına mazhar olup cennete
gireceklerdir.
c- İbn-i
Zeyd'den rivayet edilen bir görüşe göre ise, Allah teala, gökler ve yer durduğu
müddetçe bedbahtların cehennemde kalacaklarını beyan etmiş ve kendi dilemesinin
müstesna olduğunu bildirmiştir. Ancak bu istisna ettiği kimselerin, cehennemde
azapları daha mı fazla olacak yoksa daha mı az olacak, bizlere bildirmemiştir.
Halbuki bundan sonra gelecek olan âyette, cennette devamlı kalacaklardan
istisna ettiklerine ne yapacağım beyan etmektedir.
d- Diğer
bazı âlimlere göre ise istisnadan maksat, kabirde geçen süredir. Zira,
Cennetlik ve Cehennemlikler Öldükten sonra, her ne kadar kabirlerinde farklı
muamele görseler de hemen cehenneme veya cennete girmemektedirler. Bu süreyi
cehennem veya cennetin dışında geçireceklerdir. Âyette belirtilen istisna da
bunu ifade etmektedir.
c- Bazı
âlimlere göre ise,*ebedi olarak cehennemde kalacaklardan veya ebedi olarak
cennette kalacaklardan istisna edilenlerden maksat, bu dünya
hayatında yaşamalarıdır. Zira kâfirler de
müminler de bu dünya hayatında cehenneme ve cennete girmeden yaşamaktadırlar.
f- Bir kısım
âlimlere göre ise, ebedi olarak cehennem veya cennette kalacaklardan istisna
edilenlerden maksat, cehennemliklerin, cehennemin daha alt derecelerine
cennetliklerin ise cennetin daha yüce mertebelerine konulacak ol ani andır.
g- Bir kısım
âlimler bu âyet-i Kerimeye dayanarak, cehennemliklerin azaplarının belli bir
süre sonra biteceğini söylemişlerdir. Ancak âlimlerin büyük çoğunluğu, bu
görüşün sahih olmadığını beyan etmişlerdir. Zira Allah teala başka âyeta-i
Kerimelerde şöyle buyurmaktadır: [118]"Şüphesiz
ki Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için alev alev yanan bir ateş
hazırlamıştır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Kendilerine ne bir dost ne
de bir yardımcı bulabileceklerdir. "Ben ancak Allanın emirlerini tebliğ
etmeye ve Peygamberlikle ilgili hususları bildirmeye kadirim. Kim, Allah ve
Peygamberlerine karşı gelirse, şüphesiz ona içinde ebedi kalacağı cehennem
ateşi vardır. [119]"İnkâr edenlere ise
cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onlardan
cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandınnz." [120]
Bu hususta Peygamber
efendimiz de şöyle buyurmaktadır;
"Ölüm, güzel bir
koç şeklinde getirilir. Bir kişi: "Ey cennetlikler" diye çağınr.
Onlar da başlanni uzatıp bakarlar. Çağıran onlara şöyle der: "Siz bunu
tanıyor musunuz? Onların hepsi onu görünce "evet bu ölümdür" derler.
Sonra o kişi: "Ey cehennemlikler" diye çağırır. Onlar da başlarını
uzatıp bakarlar. O kişi onlara da: "Bunu tanıyor musunuz?" diye
sorar. Onlann hepsi onu görünce "Evet bu ölümdür" derler. Bu koç götürülüp kesilir.
Sonra o çağıran kişi şöyle der: "Ey cennetlikler, cennette devamlı
kalacaksınız. Artık ölüm diye bir şey yoktur. Ey cehennemlikler, cehennemde
devamla kalacaksınız, artık ölüm diye bir şey yoktur... [121]
108- Mes'ut
olanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça onlar orada kalacaklardır.
Ancak, rabbinin dilemesi müstesnadır. Bu onlara, rablerinin hiç eksilmeyen bir
nimetidir.
Bu âyet-i Kerimede de,
gökler ve yer durdukça müminlerin cennette kalacakları beyan edilmekte ancak,
Allanın dilemesinin müstesna olduğu bildirilmektedir. Bu istisnadan" neyin
kastedildiği hakkında şunlar söylenmektedir:
a-
Müminlerin günahkârları, günahlan kadar cehennemde yanacaklardır. İşte cehennemde
geçecek olan bu süre, cennette devamlı kalmalarından istisna edilen süredir.
b- Bu
istisna, âyetin sonunda belirtilen "Hiç kesilmeyen nimetlerdir".
c- Bu
istisnadan maksat, müminlerin kabirde veya dünyada geçirdikleri zamandır. Zira
müminler bu zaman zarfında fiilen cennette.yaşamamışlardır. [122]
109- Ey
Muhammed, şu putperestlerin taptıklarının bâtıl olduğundan hiç şüphe etme.
Bunlar da daha önceki atalarının yaptıkları gibi puta tapmaktadırlar. Muhakkak
ki biz* onlara, ceza paylarını eksiksiz vereceğiz.
Ey Muhammed, sen
kavminin, Allaha ortak koşan müşriklerinden, put ve benzeri şeylere ibadet
edenlerin, ibadetlerinin bâtıl ve yersiz olduğundan şüphe etme. Onlar ancak,
daha Önceki atalarının put ve benzeri şeylere taptıkları gibi tapmaktadırlar.
Onların, atalarını taklit etmekten başka hiçbir delilleri yoktur. Şüphesiz ki
biz de onların hak ettikleri ceza veya mükâfaatlan eksiksiz olarak vereceğiz.
Onlar, yaptıklarından dolayı serbest bırakılmayacaklardır. [123]
110-
Şüphesiz ki biz, Musa'ya Tevratı vermiştik. Onda ihtilafa düşmüşlerdi. Eğer
rabbinin, cezalarını kıyamete kadar erteleyeceğine dair önceden vaadi
olmasaydı, onlar hakkında hükmünü verirdi. Doğrusu onlar, kitaptan şüphe
içindedirler, kuşkuludurlar.
Şüphesiz ki biz,
Musa'ya hak kitap olan Tevratı verdik. Onun ümmeti olan Yahudilerden bir kısmı
onu tasdik ettiler. Diğerleri ise onu yalanladılar. Böylece Tevrat hakkında
ihtilafa düştüler. Ey Muhammed, şayet rabbinin "Günah işleyenleri hemen
cezalandırmayabileceği" vaadi daha önceden verilmiş olmasaydı, onların
cezasını derhal verir, Tevratı yalanlayanları helak ederdi. Şüphesiz ki o
yahudiler, sana indirilen Kur'an hakkında da şüphe içindedirler.
Müfessirler bu âyet-i
Kerimenin son bölümündeki: "Doğrusu onlar, kitaptan şüphe içindedirler,
kuşkuludurlar" cümlesini şu şekillerde izah etmişlerdir:
"Musanın kavmi,
kendi kitaplan olan Tevrat hakkında şüphe içindedirler" veya
"Musa'nın kavmi, senin kitabın olan Kur'an hakkında şüphe
içindedirler". Veya, "Senin kavmin, sana inen- Kur'an hakkında şüphe
içindedirler". Veya "Musanın kavmi yahut senin kavmin: "Öldükten
sonra dirilme hususunda şüphe içindedirler". Veya "Musanın kavmi veya
senin kavmin, Allahin takdir ettiği kaza ve kader hakkında şüphe
içindedirler". Veya "Musanın kavmi veya senin kavmin, cezalandırılma
hakkında şüphe içindedirler".
Bu izah şekilleri
nasıl olursa olsun aslında âyet-i Kerime Hz. Muhammed (s.a.v.)i teselli etmekte
ve ona gönderilen kitabı yalanlama huyunun sadece kendi ümmitende değil daha
Önceki ümmetlerde de bulunduğu bildirilmektedir. [124]
111- Elbette
rabbin bunlardan herbirine, yaptıklarının karşılığını verecektir. Şüphesiz
Allah, onların yaptıklarından haberdardır.
Ey Muhammed, rabbin
sana, kıssalarını anlattığımız bütün bu ümmetlerin yaptıklarının karşılığını
eksiksiz olarak verecektir. Salih amel işleyenlere sevap, kötü amel işleyenlere
de ceza verecektir. Şüphesiz ki rabbin, onların işledikleri amellerden
haberdardır. Hiçbir şey ona gizli değildir. Bu itibarla mükâfaatlandırma veya
cezalandırmada kimseye asla zulmedilmeyecektir. [125]
112- Sen,
emrolunduğun üzere dosdoğru ol. Seninle birlikte tevbe edenler de. Haddi
tecavüz etmeyin. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Resulullah (s.a.v.)e hitabederek "Sen ve seninle birlikte,
yaptığı kötülüklerden tevbe ederek hakka yönelen müminler, rabbin tarafından
sana emredilen hususlarda dosdoğru olun. Kararlı olun, ondan ayrılmayın, sakın
günah işleyerek Allah'ın emrine karşı gelmeyin, kimseye zulmetmeyin, şüphesiz
ki rabbiniz, amellerinizi çok iyi görendir. O, sizi gözetlemektedir"
buyuruyor. [126]
113-
Zalimlere asla meyletmeyin aksi takdirde cehennem ateşi size dokunur. Sizin,
Allahtan fcaşka dostunuz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz.
Ey İnsanlar, Allahı
inkâr eden şu zalimlerin sözlerine, sakın meyledip onların fikirlerini kabul
etmeyin, yaptıklarına razı olmayın. Aksi takdirde böyle yapmanızdan dolayı sizi
ateş yakalar. Sizin, Allahtan başka dostunuz yoktur. Zalimlere meyletmeniz
halindeyse, onun tarafından yardım göremezsiniz. Böylece cehennem azabına
girmeye mahkûm olursunuz.
Ayet-i Kerime,
insanlara, zalimlere meyletmemelerini, her şeye rağmen haktan ayrılmamalarını
emretmektedir. Zira zalimler de ömürleri sınırlı olan kimselerdir. Bir gün yok
olup gideceklerdir. Bunlara bel bağlayarak mazlumlara karşı, zalimlerin safında
yer alanların, amelleri yazılıp kaydedilmektedir. Onlar bu amellerinden hesap
verirken, Allanın huzurunda amelleriyle başbaşa kalacaklar ve her türlü
davranışlarının hesabını vereceklerdir. Âhirete iman eden hiçbir mümin bundan
şüphe etmemelidir. [127]
114- Ey
Muhammed, gündüzün iki tarafında ve gecenin, gündüze yakın zamanlarında namaz
kıl. Şüphesiz, iyilikler kötülükleri siler. Bu, rablerini ananlar için bir
öğüttür.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)e, dolayısıyla da biz Müminlere,
gündüzün iki tarafında ve gecenin, gündüze yakın olan bir bölümünde namaz
kılmamızı emretmektedir.
Müfessirler, gündüzün
iki tarafındaki namazlardan hangi vakitlerin kastedildiği hususunda farklı
görüşler ileri sürmüşlerdir.
Mücahid, Muhammed b.
Kâ'b el-Kurezî ve Dehhak, gündüzün iki tarafında kılınması emredilen
namazlardan maksadın, sabah, öğle ve ikindi namazları olduğunu söylemişlerdir.
Abdullah b. Abbas ve
Hasan-ı Basrî ise, bu namazların, sabah ve akşam namazları olduklarını
söylemişlerdir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Katade ve diğer
âlimlerden nakledilen başka bir görüşe göre ise, gündüzün iki tarafında
kılınması istenen namazlardan maksadın, sabah ve ikindi namazları olduğu
söylenmiştir.
Bazıları da, bu iki tarafta
kılınması emredilen namazların, Öğle ve ikindi namazları olduğunu söylemişlerdir.
Gecenin gündüze yakın
zamanlarında kılınması emredilen namaza gelince, bununla, hangi vakitte kılınan
namazın kastedildiği hakkında da şunlar söylenmektedir:
Mücahid, Abdullah b.
Abbas, Hasan-rBasrî ve İbn-i Zeyd, bu namazdan maksadın, yatsı namazı olduğunu
söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
Diğer bir kısım
âlimler ise bu namazdan maksadın, akşam ve yatsı namazları olduğunu
söylemişlerdir.
Âyet-i Kerimede geçen:
"Şüphesiz iyilikler kötülükleri siler" ifadesinde geçen iyilik ve
kötülüklerden neyin kastedildiği hakkında, bir kısım âlimler "Bundan
maksat "Sübhanallahi Velhamdülülahi ve Lailahe İllallahu Vallahu
Ekber" duasıdır. Demişlerse de, Kâ'b b. el-Kurezî, oğlu Muhammed, Abdullah
b. Abbas, Mücahid, Hasan-ı Basrî, Dehhak, Mesruk v.b. âlimlere göre buradaki
kötülükleri silen iyiliklerden maksat, beş vakit namazdır. Zira namaz kılmanın,
kişinin günahlarım sileceği hakkında çeşitli Hadis-i Şerifler zikredilmiştir.
Bu hususta Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Söyleyin bana
şayet sizden birinizin kapısından ırmak aksa da, her gün o ırmaktan beş kere
yıkanacak olsa o su o kişide kirden bir eser bırakır mı? Ne dersiniz?
Sahabiler: "Su, o kişide kirden bir eser bırakmaz" cevabını
vermişlerdir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "işte
beş vakit namaz da buna benzer ki, Allah, bu namaz sayesinde hataları siler. [128]
Diğer bir Hadis-i
Şerifte de şöyle Duyuruluyor:
"Kul, büyük
günahlardan kaçındığı müddetçe, beş vakit namazdan herbir vakit, kendinden
önceki vakitle kendisi arasında işlenen günahları, Cuma Namazı, daha önceki
Cuma ile kendisi arasında işlenen günahları, Ramazan orucu ise, önceki
Ramazandan o âna kadar işlenen günahları affettirir. [129]
Âyette zikredilen
"Kötülüklerden maksadın" ise günahlar olduğu beyan edilmiştir. [130]
115- Ey
Muhammcd, sabret. Çünkü Allah, iyilik işleyenlerin mükâfaatını zayi etmez.
Ey Muhammed, sen Allah
yolunda ve onun dini uğrunda çeşitli eziyetlere sabret. Zira Allah, kendisine
itaat eden ve güzel amel işleyenlerle iyilikte bulunanların amellerini asla
zayi etmez. [131]
116- Sizden
önceki ümmetlerin ileri gelenleri, yeryüzündeki fesadı önlemeli değil miydiicr?
Ancak onlardan kurtardığımız pek azı müstesna. Zalimler ise, kendilerine
verilen refahın peşinde koştular ve suçlular oldular.
Âyet-i Kerime, daha
Önce geçen ve aklı başında olan Ümmetlerin, yeryüzündeki bozgunculuğu
önlemeleri gerektiğini, buna rağmen Allanın kurtardığı pek az insan hariç,
onların, bozgunculuğu önlemediklerini bildirmektedir.
Diğer yandan,
zalimlerin, dünya lezzetlerine ve şehevi arzularına uyduklarını, Allanın
emirlerine karşı böbürlenip karşı çıktıklarını ve Allahı inkâr ederek mücrimler
olduklarını beyan etmektedir.
Evet, yeryüzündeki
bozgunculuğu önlemek müminlerin en Önemli vazifelerinden birisidir. Zira,
zalimin zulmüne dur denilmediği takdirde, fitne ve
fesadın bütün toplumu kuşatacağı
muhakkaktır. Neticede Ailahm azabı herkese gelecektir. Bu hususta Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"İnsanlar bir
kötülüğü görür de onu iyiliğe çevirmezlerse, Allanın onları, kuşatan bir azaba
uğratması yakındır. [132]
117- Rabbİn,
halkı ıslah olmuş bir memleketi, haksız yere helak edecek değildi.
Allah teala, halkı
dürüst olan ve hak yoldan ayrılmayan bir memleketin insanlarını» onlar hak
yolda devam ettikleri sürece cezalandırmayacağını bildirmektedir. Zira Allah
teala hiçbir kuluna zulmetmez.
Bu hususta başka bir
âyet-i Kerimede de.şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz ki Allah, hiçbir
kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa onu kat kat
artırır. Ve yapana katından büyük bir mükâfaat verir[133]
118- Eğer
rabbîn dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat onları serbest
bıraktı, Onlar da durmadan ihtilaf etmektedirler.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, dilemiş olsaydı bütün insanları tek bir din üzerinde ittifak eden tek
bir ümmet yapabileceğini, fakat hikmeti gereği onları, kendi ilahi iradesiyle
bir dinde toplamayıp serbest bıraktığım veinsanların da bu serbestlikten
istifade ile ihtilaf ettiklerini beyan etmektedir. Fakat bunlardan bazıları hak
yolu tutmuş diğerleri ise bâüla saplanmışlardır. [134]
119- Ancak
rabbinin merhamet ettikleri müstesnadır. Allah, insanları bunun için
yaratmıştır. Rabbinin "şüphesiz ben, cehennemi bütün cin ve insanları
dolduracağım" sözü kesinleşmiştir.
Evet insanlar,
Yahudilik, Hıristiyanlık ve ateşperestlik gibi çeşitli dinlere girerek ihtilaf
etmiş olacaklar. Ancak rabbinin kendilerine lütufta bulunarak merhamet ettiği,
tevhid inancına sahip olanlar müstesnadır. Bunlar, Peygamberlerine tabi olurlar
ve Peygamberlerinin kendilerine tebliğ ettikleri emirlere sımsıkı sarılırlar.
Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.) gelince de ona uyup onu tasdik
ederler. Böylece dünya ve âhirette mes'ut olurlar.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde, insanların çeşitli fırkalara ayrılacağını
beyanla buyuruyor ki;
"Yahudiler yetmiş
bir veya yetmiş iki fırkaya aynimi şiardır. Hıristiyanlar da yetmiş bir veya
yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Ümmetim ise yetmişiiç fırkaya
ayrılacaktır." [135]
Peygamber efendimiz
diğer bir Hadis-i Şerifinde ise, İslâm ümmetinin yetmişüç fırkasından sadece
birinin kurtulacağını beyan ederek buyuruyor ki:"İyi bilin ki sizden önce
kendisine kitap verilen insanlar, yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Bu ümmeti
se yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi cehennem ateşinde olacak sadece
bir fırka cennete girecektir. Bu da cemaat olarak yaşayanlardır. [136]
Diğer bir rivayette:
"Kurtulacak fırka
kimdir ya Resûlallah?" diye sorulunca "O, benim ve ashabımın üzerinde
bulunduğumuz yolda olandır" buyurmuştur[137]
Âyet-i Kerimede
"Allah insanları bunun için yaratmıştır" ifadesi zikredilmektedir. Bu
ifadeden neyin kastedildiği hakkında şunlar zikredilmektedir: Hasan-ı Basrî bu
ifadeyi "Allah insanları ihtilaf etmeleri için yaratmıştır. Onlardan
bazıları cehennemliktir diğerleri ise cennetliktir" şeklinde açıklamıştır.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Dehhak, Katade ve Tâvûs ise bu ifadeyi "Allah insanları rahmeti
için yaratmıştır" şeklinde açıklamışlardır.
Taberi, birinci görüşü
tercih etmektedir. İkinci görüş ise şu âyet-i Kerimeye dayanmaktadır:
"Ben, cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım[138]
120- Ey
Muhammed, Peygamberlerin kıssalarından sana anlattığımız her şeyle senin
kalbini pekiştiririz. Bu haberlerde sana işin hakikati, müminlere ise bir öğüt
ve hatırlatma gelmiştir.
Ey Muhammed, geçmiş
Peygamberler ve müminlerine ait olan haberleri sana anlatmamızın sebebi, senden
önceki Peygamberlerin, ümmetlerinden neler beklediklerini bilmen ve kavminin
seni yalanlamasından dolayı üzülmemen içindir. Peygamberlerin kıssalarım
açıklayan bu Surede sana, rabbin tarafından gerçekler gelmiş, müminlere ise bir
öğüt ve bir ibret gelmiştir ki Allah'a itaattan ayrılmasınlar. [139]
121- Ey
Muhammed, iman etmeyenlere şöyle de: "Olduğunuz gibi devam edin, biz de
devam edeceğiz".
Ey Muhammed, Allanın
birliğine iman etmeyenlere de ki: "Gücünüzün yettiği şeyi yapın. Bizler
ise, Allanın bize emrettiği şeyleri yapacağız. İbn-i Kesir bu âyeti şöyle izah etmiştir: "Sizler
kendi yol ve metodunuza göre yapacağınızı yapın biz de kendi yol ve metodumuza
göre amel edeceğiz".[140]
122-
Bekleyin, Biz de bekleyeceğiz. Sizler, Şeytanın size vaadettiği şeyleri bekleyin. Bizler de Altahın
bize vaadettiği affı ve lütfü beklemekteyiz. Veya siz, bizim başımıza
geleceğini sandığınız şeyleri
bekleyin. Bizler de sizin benzerlerinizin başlarına geldiği gibi sizin de
başınıza gelecek olan azabı beklemekteyiz. [141]
123-
Göklerin ve yerin gaybını büme Allaha aittir. Bütün işler ona döner. O halde
sadece rabbine kulluk et. Ona güven. Rabbin, hiçbir zaman yaptıklarınızdan
habersiz değildir.
Göklerde ve yerde
görülmeyen ve gizli kalan her şeyin mülkü de Allaha aittir. Allah onları bilir.
Onlardan hiçbir şey Allaha gizli değildir. Her amel işleyen, ameliyle birlikte
Allaha döner. Allah, amel işleyenler arasında adaletiyle hüküm verir. O halde
ey Resulüm, rabbine kulluk et, işlerini ona bırak. Zira o, kendisine tevekkül
edenlere kâfidir. Rabbin, müşriklerin yaptıklarından asla gafil değildir. O onları
gözetlemektedir. Onlan, yaptıklarına göre cezalandıracaktır. [142]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/465.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/466.
[3] Şuara Sûresi, âyet, 214
[4] Müslim, Kel-lman, bab:355 Hadis No:208
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/466-467.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/467-468.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/468.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/468-469.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/469.
[9] Tirmİzî, K.Tefsir el-Kur'an, Sure 11, bab:l. Hadis
No:3109/lbn-i Mâce, K.el-Mukaddime, bab:13, Hadis No:182/Ahmed b.Hanbel,
Müsned, c.4 s.11,12
[10] Buhari, K.Bed'Ül Halk, bab-.l, K.et-Tevhid,
bab:22/Tirmizi, K.el-Menakıb bab:73, Hadis No:3951
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/469-471.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/471-472.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/472.
[13] Mearic Suresi, âyet, 19-21
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/472-473.
[14] Müslüm, K.ez-Zühd, bab:64. Hadis No:2999/Ahmed b.
Hanbel. MUsned, c.5 s.24
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/473.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/474.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/474-475.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/475.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/476.
[19] Şûra Suresi, âyet, 20
[20] Isra Suresi, âyet, 18-20
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/476-477.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/477-478.
[22] Buharı, K. Tefsir el-Kur'an, Sure U, bab:4/Müslim,
K.et-Tevbe, bab:52. Hadis No:2768
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/478-479.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/479.
[24] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure 11, bab:5/MUslim,
K.el-Birr, bab:61. Hadis No:2583
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/479-480.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/480.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/481.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/481.
[28] Ilaşr suresi, âyet, 20
[29] Fâtır suresi, Syet, 19-23
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/481-482.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/482.
[31] Zuhruf Suresi âyet, 22,23
[32] Bkz. Buhari, K. el-Bedyül Vahy, bab:6 (Ayrıca bakınız,
AI-i îmran Suresi âyet 64 ün izahı)
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/483-484.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/484.
[34] En'am Suresi, âyet:52
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/484-485.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/485.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/486.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/486.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/486-487.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/487.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/487-488.
[41] Kamer suresi, 54/9-16
[42] Nuh suresi, 71/26-27
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/488.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/489.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/489.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/489.
[46] Kamer suresi, 54/12
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/490.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/491.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/491.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/491-492.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/492.
[52] Hud suresi, 11/40
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/492-493.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/493.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/494.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/494.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/495.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/495.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/496.
[60] Ebu Davud K. el-Vitr. bab: 26 Hadis No: 1518 / îbn-i
Mace K. el- Edeb, bab: 57, Hadis No: 3819.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/496-497.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/497.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/497.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/498.
[65] Hakka suresi, 69/6-8
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/499.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/499-500.
[67] Hicr suresi, 15/82
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/500.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/501.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/501.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/502.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/502.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/502.
[74] Fussilet suresi, 41/17
[75] Zariyet suresi, 51/43-45
[76] Şems suresi, 91/14
[77] Kamer suresi, 54/31
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/503.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/504.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/504.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/504.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/505.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/505.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/505-506.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/506.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/506-507.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/507.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/507-508.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/508.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/508.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/509.
[91] Tirmizi, K. el-IIudud bab: 24 Hadis No: 1456/tbn-i
Mace K. el-Hudud Bab: 12 Hadis No: 2561/ Ebu Davud K. el-Hudud bab: 29 Hadis
No: 4462
[92] Tirmizi, K. el-Hudud bab: 24, Hadis No: 1456
[93] Tirmizi K. el-Hudud bab: 24, HN: 1457/lbn-i Mace K.
el-Hudud: Bab: 12 HN.2563
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/509-511.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/511-512.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/512.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/512-513.
[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/513.
[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/514.
[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/514.
[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/515.
[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/515.
[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/516.
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/516.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/517.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/517.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/518.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/518.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/518-519.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/519.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/519.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/520.
[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/520.
[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/520.
[115] Buharı, K. el-Tevhid bab: 24 / Müslim K. el-îmam bab:
299 Hadis No:182
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/521.
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/521.
[117] Buhari, K. el-Ezan bab: 129 K. er-Rikak bab: 52, K..
el-Tevhid bab: 24 / Müslim, K. el-tman bab: 299, bab: 304, Hadis No: 182-183
[118] Ahzab suresi, 33/64-65
[119] Cin suresi, 72/23
[120] Fâtır suresi, 35/36
[121] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an sure 19,bab: 1 / Müslim
K.eî-Cennet bab: 40IIN: 2849
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/522-525.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/525.
[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/525-526.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/526.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/527.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/527.
[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/527-528.
[128] Buhari, K. el-Mevakıt es-Salah bab: 6
[129] Müslim, K. et-Taharet, bab: 14-16 Hadis No: 233.
[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/528-530.
[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/530.
[132] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C, 1, S, 1 / Ebu Davud, K.
el-Mciahim, bab: 17, Hadis No: 4338 /Tirmizi K. el-Fiten bab: 9 Hadis No: 2169
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/530-531.
[133] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/531.
[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/531-532.
[135] Ebu Davud K. es-Sünne, bab: 1 Hadis No: 4596
[136] Ebu Davud, K. es-Sünne, bab: 1 Hadis No: 4597
[137] Tiimizi, K. el-lman, bab: 18, Hadis No: 2641
[138] Zariyat suresi, 56.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 4/532-533.
[139] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/534.
[140] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/534.
[141] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/534-535.
[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 4/535.