1- Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından birer birer açıklanmış bir kitaptır.
2- Ta ki, Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz. Gerçekten ben, sizi O'nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim.
3- Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım.
4- Sizin dönüşünüz Allah'adır. O, her şeye gücü yetendir.
5- Haberiniz olsun; gerçekten onlar, O'ndan gizlenmek için göğüslerini bükerler (gönüllerini daraltırlar). Haberiniz olsuftp onlar, örtülerine büründükleri zaman, O, gizli tuttuklarını da,
açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilir.
Elif, Lâm, Râ. Bazı sûrelerin başında yer alan Iıurufu-1 mukat-ta (kopartılmış harfler)den olan bu harfler Jj) şeklinde yazılır. "Elif, Lâm, Râ" şeklinde de okunur. Manalarım Allah bilir.
Sağlamlaştınldı, Sağlam bir nazım ile dizilmiş, hiç bir boşluk bırak) İmadan düzenlenmiştir.
Açıklandı. Sosyal hayata ilişkin hükümlerin, kıssa ve Öğütlerin, yol gösterici misallerin açıklanması suretiyle ayrıntılı hale getirilmiştir'.
Katından. Yani, her yaptığı yerinde olan ve her şeyden haberdar olan Allah katından.
Güzel bir meta. Yani bol rızıklı rahat bir hayat.
Adı konulmuş bir vakte kadar. İnsan için tayinedüen yaşama süresinin sona erip Ölmesine kadar.
3 Her fazilet sahibine verilir. Her faziletli ve salîh amel işleyene, faziletine uygun bir karşılık verilir.
Büyük günün azabı. Kıyamet gününün azabı.
Göğüslerini bükerler. Kendi asılsız kuruntulannea duygu ve düşüncelerini Allah'tan gizlemek için kalplerini daraltıp hakkı gizlerler.
Elbiselerini örterler. Ahmakça bir anlayışla, Allah kendilerini görmesin diye başlarını ve yüzlerini Örterler. [1]
"Elif,
"Âyetleri muhkem kılınmış bir kitaptır."Bu harflerden meydana gelen Kur'an, âyetleri sağlam ve sarsılmaz kılınmış yüce bir kitaptır. Temeli sağlam atılarak düzenlenmiştir. Dizilişinde, meydana getirilişinde ve anlamlarında en ufak bir boşluk, en basit bir tutarsızlık ve bir dengesizlik yoktur.
"Sonra birer birer açıklanmış..."İçerdiği hükümler, sosyal hayata ilişkin yasal düzenlemeler, öğütler, inanç prensipleri, görgü ve ahlak kuralları, bundan önce hiç bir kitapta eşine rastlanmayacak şekilde açıklanmış, ayrıntılı biçimde gözler Önüne serilmiştir."Hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan..."
Allah, açıklamasını ve ayrıntılı izahını üstlenmiştir, O'nun plan ve düzenlemeleri, tasarrufları bir hikmete dayanır. Koyduğu yasaları, eğitim, hukuk ve yargı sistemi hükümranlık sıfatının bir yansımasıdır. Kullarının durumundan^ yaratıklarının işlerinden haberdardır. Dolayısıyla O'nun indirdiği kitap, kitabın içerdiği hükümler ve bu hükümlere ilişkin ayrıntılı açıklamalar bütün alanlarda en güzel örneği oluşturur.
"Tâ ki, Allah'tan başkasına İbadet etmeyesiniz."Allah'tan başkasına kulluk yapmayasınız, boyun eğip itaat etmeyesiniz diye size bir kitap indirildi; ayetleri sağlam ve değişmez (muhkem) kılındı. Hükümleri ayrıntılı biçimde sunuldu. Her türlü yol gösterici işareti istifadenize sunuldu. Çünkü kulluk sunulmaya layık tek mâbud Yüce Allah'tır ve sadece O'na yönelik ibadet fayda verir."Gerçekten ben, sizi O'nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim."Bu, Allah adına tebliğ görevini yürüten elçinin sözüdür. İnsanlara de-mektedir ki: Ey insanlar, ben size her yaptığı bir hikmete dayanan ve herşeyi bilen Rabbiniz tarafından gönderilmiş elçiyim. Eğer tevbe etmeyecek, inanmayacak ve tevhid inancına bağlanmayacak olursanız, gelmekte olan şiddetli bir azaba karşı sizi uyarıyorum. Aynı zamanda bir müjdeciyim de. İnanan, tevhid esasına dayalı hayat sistemini benimseyen, dolayısıyla salih amel işleyen kimseleri ahirette cennetle müjdelemekteyim.
"Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta ile metâlandırsın."Benim bir görevim de sizin Rabbinizden bağışlanmayı dilemenizi bildirmektir. Şayet, O'ndan başkasına kulluk etme günahlarınızı itiraf edip tevbe ederseniz; O'na, elçisine, müjde ve tehditine İnanır, emir ve yasaklarına uymaya karar verirseniz, buna karşılık olarak Ödüllendirilirsiniz. Şu dünya hayatında, herbiriniz için önceden belirlenmiş bir süreye kadar, adı konulmuş vakit boyunca bol nimetlerle, sayısız hayırlarla yararlandırılırsınız."Her ihsan sahibine kendi ihsanı verilir."Yüce Allah, dünya hayatmdayken iyilik yapmak ve sadaka vermek suretiyle ihsanda bulunan her fazilet sahibine kıyamet günü lütufta bulunur. Onu iyiler yurdu olan cennete koyar."Eğer yüz çevirirseniz..."Şayet bu çağrıya aldırış etmez, şirk ve küfür esaslı hayatınızı sürdürür-seniz "gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım." Burada kastedilen kıyametin dehşet verici azabıdır."Sizin dönüşünüz Allah'adır."Yüce Allah onları kıyamet gününün dehşet verici azabına karşı uyardıktan sonra kaçınılmaz olarak O'nun huzurunda toplanacaklarını hatırlatıyor. Bir süre sonra Allah onları diriltecek, huzurunda toplayacak, adalet ve rahmet esasına dayalı olarak onları yargılayacaktır.
"O, her şeye güç yetirendir."Bundan dolayı, ölümden sonra onları diriltmesi, kötülüğü bir misliyle cezalandırıp, iyiliği on misliyle ödüllendirmesi, O'nun eşsiz rahmet ve adaletinin göz kamaştırıcı bir tablosudur.
"Haberiniz olsun; gerçekten onlar, O'ndan gizlenmek için göğüslerini bükerler."Kalın kafalı ahmak kimselerin kıt anlayışlarının tipik bir örneği... Bu ap-talların bir kısmı Rasûlüllah (s.a.v) kendisini görmesin diye başını göğsüne . eğiyor öylece geçip gidiyordu. Bunların bir kısmı da böyle yapmakla kendini Allah'tan da gizleyebileceğim sanacak kadar cahil ve beyinsizdi. Bazı insanlar, Rasûlüllah (s.a.v.)'a duydukları öfkeden dolayı, sırf O'nu görmemek için böyle davranıyordu. Onların bu ahmakça tavırlarına Yüce Allah şu ifadelerle karşılık veriyolar:"Haberiniz olsun; onlar, örtülerine büründükleri zaman." Gizlenmek için bir perdeye büründükleri zaman"O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilir."Şu halde Allah'a görünmemek için elbiselere bürünmenin, kendini gizlemenin bir anlamı yoktur. Çünkü Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Göğüslerinde saklı bulunan her türlü duygu ve düşünceyi onlar açığa vurmadan O, bilir. Yok eğer bunu Rasûlüllah (s.a.v)'a duydukları öfkeden dolayı yapıyorlarsa, ne iğrenç bir tutum içindedirler! Allah ileride onları ve yandaşlarını onur kırıcı bir azapla cezalandıracaktır. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi bilendir. [2]
1- Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğunun açık delillerinden biri kopuk harflerden meydana gelmesi ve insanların O'na benzer bir sûre dahi meydana getirmekten aciz olmalarıdır.
2- Kitabın indirilişi, âyetlerinin içerdiği hükümlerin sağlam ve değişmez kılınışı ayrıntılı biçimde sunulmuştur. Arka planındaki neden ise, insanların sırf Allah'a kulluk sunmaları, müşriklerin Allah'tan bağışlanma dileyerek tevbe etmeleri, böylece dünya ve ahirette olgunluğa, kemâle ve mutluluğa erişmeleridir.
3- Önce şirk batağından bütünüyle çıkmak, ardından yalnız Allah'a kulluk etmek bir zorunluluktur.
4- Kişi tevhid (Allah'ın varlığı ve birliği) inancına bağlı olduğu sürece, onun işlediği iyilikler Allah katında zayi olmaz. "Her iyilik sahibine, kendi iyiliğinin karşılığı sevap olarak verilir."
5- Müşrikler; başlarını öne eğip, elbiselerine bürünerek kendilerini saklamak suretiyle Allah'tan gizleneceklerini sanacak kadar cahil ve kalın ka-
falıdırlar.
6- İsteseler
de; istemeseler de insanlar sonunda Allah'ın huzurunda toplanacaklardır.
Herkes yaptıklarının karşılığını şaşmaz adalet ilkesi uyarınca alacaktır ve
ancak helak olmayı hakedenler helak olacaklardır. [3]
6- Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. Bunların tümü apaçık bir kitapta yazılıdır.
7- O 'nun arşı, su üzerindeyken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun, onlara: "Gerçekten siz ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkar edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler.
8- Andolsun, onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertele-
sek, mutlaka: "Onu alıkoyan nedir?" derler. Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.
Canlıdan. Yeryüzünde yürüyen herhangi bir canlı. İnsan ve hayvan.Yerleştiği yeri. Yeryüzünde yerleştiği yer.
Ve barınma yeri. Yerleşme mekânından önce yerleştiği erkeklerin sulbü ve kadınların rahmi gibi, geçici barınma yerleri. Apaçık kitapta. Yani 'levh-i mahfuz'da.Altı günde. Pazar, Pazartesi, Sah, Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleri.Arşı su üzerinde idi. Çünkü o sırada sudan başka bir şeyi yaratmamıştı ve su hava üzerinde bulunuyordu.
Sizi denesin diye. Amel bakımından daha iyi olanınızı belirlemek için.Belirli bir ümmete kadar. Belli ve sayılı bir zaman grubuna kadar.Ve onları kuşattı. İnip onları çepeçevre kuşattı. [4]
Önceki âyette Yüce Allah, sinelerin özünde saklı duran duygu ve düşünceleri bildiğini vurgulamıştı. Burada ise, önceki âyetin içeriğini pekiştirici mahiyette, bilgisinin ve gücünün gözle görülür delillerinden birini gündeme
getiriyor."Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki."İnsan gibi yeryüzünde yürüyen veya hayvan gibi iki ayağı ya da dört ayağı üzerinde toplu halde dolaşan yahut gökyüzünde uçan hiç bir canlı yoktur ki, Yüce Allah onun rızkını garantilemiş olmasın. Rızık maddelerini yaratıp istifadesine sunmasın. Rızık arama ve bulma yöntemlerini öğretmesin... Yüce Allah yeryüzünde bulunan her canlının hayatı boyunca kaldığı daimi barınma yerini bildiği gibi, öldükten sonra kıyamet gününe kadar bir süre için kalacağı geçici barınma mekanını da bilir.
"Bunların tümü apaçık bir kitaptadır..."Yeryüzünde bulunan tüm canlı türleri, onların geçici ve daimi barınma yerlerine ilişkin her türlü bilgi 'levh-i mahfuz'da kayıtlıdır. Onlar yaratılmadan Önce bu bilgiler kaderlerin sicil defteri olan 'levh-i mabfuz'a yazılmıştır. 7. ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:"Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. O'nun arşı su üzerinde idi."Yeri göğü ve yeryüzünü altı günlük bir süre içinde yarattı. Bununla normal dünya gününün kastedilmiş olması kadar, miktarı bin yıl olan katındaki günler de kastedilmiş olabilir. Nitekim Yüce Allah Hac sûresinde şöyle buyuruyor:"Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac suresi: 47)"Arşı su üzerinde idi."Yani, gökleri ve yeri yaratmadan önce arşı yaratmıştı. Arş; mana olarak, idare etme makamı, demektir. Dünya hayatına ilişkin her türlü mesele orada tamamlanır, planlanır."Su üzerinde" ifadesine gelince; yani ne gök, ne de yer vardı. Sadece hava gibi boşluğu dolduran bir su vardı."Amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için..." ifadesi ile verilmek istenen mesaj şudur: Allah sizi yarattı, diğer herşeyi sizin için yarattı. Hanginiz daha itaatkar, hanginiz daha iyi davranışçısınız diye denemek istedi. İbadeti sırf Allah için kılanınızı, O'nun şeriatına göre amel edeninizi ve Rasûlünün açıklamaları doğrultusunda hareket edeninizi belirlemek için dünya hayatını bir sınama aracı kıldı.
Bunlar Allah'ın ilminin ve kudretinin açık delilleridir. Bundan dolayı ibadete layıktır. Bu yüzden ondan başkasına boyun eğip itaat etmemek gerekir. Bu nedenle, kullarının hiç bir durumunun O'na gizli kalmayacağı bilinir. Ya şu kalın kafalı cahiller, sinelerinin önünde gizli bulunan duyguları, kalplerinin gizli bölmelerinde yer eden düşünceleri, göğüslerini bükerek, başlarını göğüslerinin üzerine eğerek, elbiselerini üzerlerine örterek Allah'a karşı gizleyebile-ceklerini mi sanıyorlar?! Ne ahmakça bir tavır!Ey Peygamber! "Eğer dersen ki: "Ey müşrikler, siz ölümden sonra mutlaka diriltileceksiniz, yeniden yaratılıp kabirlerinizden çıkarılacaksınız sonrada şu dünya hayatında işlediğiniz amellerin tam karşılığını almak üzere yargılanacaksınız." İnkar edenler mutlaka derler ki: (Yani, ikinci bir hayattan, o hayatın kalıcı nimetlerinden ve onur kırıcı azabından söz edildiğini duydukları zaman) "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" Muhammed (s.a.v.)'in söylediği bu sözler apaçık bir büyüdür. Bununla insanları dünya zevklerinden uzaklaştırmak, kendi etrafında toplayıp onlara baş olmak istiyor. Amacı bu büyülü sözlerle insanları kişisel hizmetinde kullanmaktır. Kafirlerin bu iddiaları boş ve yalana dayalı bir zandan öte bir şey değildir. Zaten gerçekler karşısında her zamanki kafirlerin takındıkları tipik bir tavırdır bu.8. Ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:"Andolsun, onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek..."Eğer onlar için öngördüğümüz onur kırıcı azabı, saatler, günler, aylar ve yıllarla nitelendirilen sayılı zaman dilimleri miktarınca ertelesek, geciktirsek, mutlaka: "Onu alıkoyan nedir?" derler.Bu azabı da ne geciktiriyor? derler. Bu sözler azabı inkar ettiklerinin, azaba ilişkin tehditleri küçümsediklerinin ifadesidir. Yüce Allah buyuruyor ki: "Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir." Hiç bir şekilde, hiç kimse bu azabı onlardan uzaklaştıramaz, azaba karşı onlara güvence sağlayamaz."Ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.""Onu alıkoyan nedir?" diye alaya aldıkları azap başlarına çöküverecek-tir. [5]
1- Allah'ın bilgisi sonsuzdur, kuşatıcıdır. Allah her türlü canlının rızkını vermeyi garantilemiştir.
2- Burada varlık âleminin yaratılışı ve yaratılışın arka planındaki gerekçe açıklanmaktadır.
3- Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığı vurgulanıp zihinlere yerleştirildikten sonra, ahiret gününde diriliş ilkesi dimağlara nakşedilmelidir.
4- Yüce
Allah'ın, kendisine başkaldıran günahkâr insanları bir süre kendi hallerine
bırakmış olmasına kanmamak gerekir. Çünkü Allah, onların beklemedikleri bir
anda, kıskıvrak yakalayiverir. [6]
9- Andolsun, biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra bunu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o, artık umudunu kesmiş bir nankördür.
10- Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırsak, kuşkusuz; "kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir.
11- Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır.
İnsana tattırdık. Onu bir rahmete, zenginlik ve sağlığa eriştirsek.Bunu ondan çekip aldık. Sonra o nimeti o insandan alsak.Ümitsizdir, nankördür. Büsbütün ümidini keser. Karamsarlığakapılır. Nankör bir kafir oluverir. Yani kötülükten sonra gelen hayır."Seyyie"nin çoğulu. Kötülükler. Sonu kötü oian musibetler.
Sevinen, böbürlenen. Çok sevinir. Böbürlenip şımarır.Sabrettiler. Sabredenler. Sıkıntılara ve zorluklara karşı sabredenler.Bağışlanma. Günahlarından bağışlanma vardır. Ve büyük bir ödül. Yani iyiler yurdu olan cennet. [7]
Burada Yüce Allah, iman nuruyla aydınlanmayan ve salih amel ile düşünce ve pratiğini imar etmeyen insanlara, rahat ve huzurlu bir hayat ve beden sağlığı biçiminde açığa çıkan rahmetini bahsetse, sonra da, dilediğinde bir durumdan dolayı bu rahmeti çekip alsa, onların ne tür bir tepki sergileyeceklerini bize gösteriyor.
"O," yani rahmete mazhar olup da sonra da bu rahmet kendisinden çekip alınan insan "umudunu kesmiştir."
Büyük bir ümitsizlik ve karamsarlığa kapılır."Nankördür."Kendisine bunca nimeti bahşeden Rabbini inkar eder. Bunun nedeni kendisine nimet bahsedildiğini inkar etmesidir."Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırsak."Başına gelen musibetlerin, yoksulluk ve hastalıkların ardından tekrar bedensel sağlığına, rahat ve müreffeh bir hayat bahşetsek kesinlikle şöyle der:"Mutsuzluk sonrası mutluluğa, yoksulluk sonrası zenginliğe ve hastalık sonrası sağlığa karşılık Allah'a şükredeceğine, böbürlenerek "kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o insan, kendi nefsini çok beğenen ve yersiz övünendir. Bunun sebebi de, nefsini günahlara ve küfre kaptırmasıdır.Allah'a inanan, O'nun peygamberine itaat eden mü'min bir kula gelince, onun davranışları ise; kafir bir insanın tamamen aksinedir. Mü'min kula bir mutluluk isabet ettiğinde Allah'a karşı şükreder. Herhangi bir zarara uğradığında da, sabredip o zararın giderilmesine çalışır ve bu konuda da Allah'tan yardım diler. Çünkü mü'min kulun kalbinde iman nuru vardır, nefsi ise güzel amellerle temizlenmiştir.
İşte Allah-u Teâlâ'nın: "Ancak sabredenler ve ameli salih işleyenler müstesnadır. Onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır." âyeti kerimesinin manası budur. Bu nimetler, Cenab-i Hakk'ın katında olan cennet ve cennetin içindeki nimetlerdir. [8]
1- İnsan; iman ve ameli salih ile temizlenmeden önce, ahlaki açıdan son derece zayıf ve düşüktür.
2- Allah'tan ümit kesmek, kötü I enini ş tir ve haram kılınmıştır, 3~ Dünya malı ile övünmek ve gururlanmak kötülenmiştir.
4- Mü'min
bir kulun ruhî olgunluğu açıklanmış, sabırda ve şükürde devamlılığı
övülmüştür. Bu mü'min kulun mükafatı ise, cennet ve bağışlanma olduğu izah
edilmiştir. [9]
12- Herhalde sen: "Ona bir hazîne indirilmeli veya beraberinde bir melek gelmeli değil miydi?" demelerinden ötürü, sana vahyolunanın bir kısmını bırakacaksın ve bununla göğsün sıkılacak; ama sen sâdece bir uyarıcısın (böyle sözlere aldırma), her şeye vekil olan Allah 'tır.
13- Yoksa, "O'nu uydurdu"mu diyorlar? De ki: "Öyleyse siz de O'nun benzeri on uydurulmuş sûre getirin; eğer doğru iseniz Allah'tan başka, çağırabildiklerinizi de (yardıma) çağırın (da bunu yapın)!"
14- Eğer size cevap veremedilerse bilin ki (O) Allah'ın bilgisiyle indirilmiştir ve O'ndan başka ilah yoktur. Nasıl, artık müslüman oldunuz mu?
Umulur ki. Bu soru, inkaridir. Yani sakın sana vahyolunanın bir kısmını terketme. Göğsün de daralmasın.Göğsün ondan dolayı daralır. Şöyle şöyle demelerini istememenden dolayı sana vahyedilenleri okumandan dolayı.Hazine. Kendin için ve sana tâbi olanlar için harcayacağın çok mal.Vekil. Gözetleyici ve koruyucu. Onu uydurdu. Yalan söyledi.Yardım aldıklarınız. Bilgi elde ettikleriniz. Size yardım etmeleri içki çağırabildiğiniz kimseler.Siz müslüman mısınız? Yani, Allah'ın emirlerine bağlanarak, O'na boyun eğerek teslim olanlardan mısınız? [10]
Müşriklerin Rasûlüllah (s.a.v.) efendimize yönelik dile
getirdikleri "Mekke dağını altına dönüştürmesi" kendisi ile birlikte uyarı
işini yürütecek bir melek indirilmesi ve kendisine bir hazinenin indirilmesi ya
da meyvelerini yiyeceği bir bahçesinin olması şeklindeki isteklerinin ardından
Yüce Allah, Rasûlüllah efendimizin ruh halini şu ifadelerle ortaya
koyuyor:"Sana vahyolunanın bir kısmını terk mi edeceksin?"
Önemsemiyorlar, yüz çeviriyorlar diye sana vahyettiklerimizi müşriklere okumayacak mısın? Onlara ilahi emirleri tebliğ etmeyecek misin?"Dolayısıyla göğsün daralacak mı?" Onlarla yüzleşmek istemediğin için,
Kur'an'dan dolayı göğsün daralacak mı? "Ona bir hazine indirilmeli."
Rahat bir hayat sürdürmesini sağlayacak ve Allah tarafından görevlendirildiğini ispatlayacak bol mal bahşedilmeli, veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi? Bu melek O'na davet işinde destek olmalı, onu tasdik etmeli ve ona şahitlik etmeli değil miydi? demesinler diye Kur'an'ı tebliğ etmekten vaz mı geçeceksin? Sakın böyle bir tutum içine girme! İlahi emirleri tebliğ et ve bundan dolayı göğsünde en ufak bir daralma meydana gelmesin."Sen yalnızca bir uyarıcısın."Şirkin, küfrün ve günahın korkunç akıbetine karşı insanları uyarmaktasın. Her şeyin üzerindeki vekil, koruyucu ve denetleyici Allah'tır. Sana gelince, senin böyle bir yetkin yoktur."Yoksa "onu kendisi mi uydurdu?".diyorlar."Onu, yani Kur'an'ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Böyle bir kitap O'na vah-yedilmedi mi demek istiyorlar? Onlara cevap olarak şöyle de: "Haydi siz, yalan üzere uydurulmuş olarak O'nun benzeri on sûre getirin ve Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın."Yardım alabileceğinizi umduklarınızı çağırın. "Eğer doğru sözlüyseniz."Bu Kur'an'ı benim uydurduğuma ilişkin iddianızda eğer samimi iseniz, böyle bir girişimde bulunmalısınız. Eğer yapamazsanız, ki kesinlikle yapamazsınız, o halde Rabbinize dönüp tevbe edin, O'na teslim olun. "Eğer buna rağmen size cevap vermezlerse."Ey Rasûlüm, onlara de ki, eğer yardıma çağırdığınız kimseler, size yardım edemezlerse ve siz de Kur'an'ın benzeri on sûre meydana getirenıezse-niz "biliniz ki, O, gerçekten Allah'ın ilmiyle indirilmiştir."Kur'an Allah'ın ilmi dahilinde ve O'nun bilgisine dayalı hak mesajlar içeren bir kitap olarak inmiştir. Kur'an'ın Allah tarafından vahiy yoluyla indirildiğinin en büyük delili budur."Ve O'ndan başka ilah yoktur." Tek ve ortaksız ilah Allah'tır. O'nun dışında kulluk yapılmaya layık başka ilah yoktur. Öyleyse; "Müslüman mısınız?" çaresiz kalışınızla belirginleşen aleyhte delil karşısında teslim olmanız, İslâm'ı benimsemeniz gerekir. Bu, sizin için daha hayırlıdır. [11]
1- Allah, Rasûlünün dostu ve koruyucusudur. Onu destekler. Ona yardım ederek saldırılar karşısında korur.
2- Müşrikler hak olan mesajı kabul etmemekte inat ederler. Böbürlenerek haktan yüz çevirirler.
3- Rasülüllah (s.a.v.)'ın yükümlülükleri arasında insanları hidayete erdirmek yoktur. O sadece, insanları küfrün ve günahkarlığın akıbetine karşı uyarmakla yükümlüdür. Bundan sonra onlara gerekli karşılığı vermek Allah'ın yetkisindedir.
4- Yüce
Allah, peygamberliği ve tevhid esaslı dini inkar edenlere, Kur'an benzen on
sûre meydana getirmelerini isteyerek meydan okuyor. Ama onlar bunu yapmaktan
âciz kalıyorlar. Bu da onların aleyhine bir delildir ve Kur'an'ın Allah kelâmı
ve vahyi, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in de Allah'ın kulu ve elçisi olduğunun ve
Allah'ın tek ve ortaksız ilah olduğunun açık isbatıdır. [12]
15- Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz, ve onlar bunda hiç bir eksikliğe uğratılmazlar.
16- İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların dünyada bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur.
17- Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunan, onu yine ondan bir şâhid izleyen ve ondan önce bir önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı bulunan kimse, onlar gibi midir? İşte onlar buna inanırlar. Gruplardan biri onu inkar ederse, ateş ona vaad edilen yerdir. Öyleyse, bundan kuşkuda olma. Çünkü O, Rabbinden olan bir haktır. Ancak insanların çoğunluğu inanmazlar.
Dünya hayatının süsü. Mal, evlat, çeşit çeşit giysiler, yiyecek ve içecekler.Onlara veririz. Amellerinin karşılığını tastamam veririz.Noksanlaştırılmaz, kesintiye uğratılmaz. Kısıtlanmaz. Amelle-rinin karşılığında her hangi bir kısıtlamaya gidilmez.Ve geçersiz oldu. Boşa gitti. Rabbinden bir delil üzere. Kesin bir bilgi üzere. jVe ondan bir şahit O'nu okur.Musa'nın kitabı.Yani Tevrat.Kim O'nu inkar ederse.Yani Kur'an'ı.Ateş ona va'd edilen mekandır. Kaçınılmaz olarak oraya konacaktır.O'ndan kuşku içinde. [13]
Kur'an'm uydurma ve Hz. Muhammed'in de (s.a.v) O'nu uyduran bir kimse olduğunu iddia eden kafirlerden Yüce Allah, Kur'an'ın benzeri on sûre getirmelerini isteyince, Kur'an'ı yalanlayanlar apışıp kaldılar. Ne yapacaklarını bilemediler. Artık bu hitapla karşı karşıya kalan bir insanın önünde ikiseçenek vardı. Ya dünya hayatı, ya da ahiret. Ya cennet, ya da cehennem. "Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse."Dünya hayatının çekici süsleri olan mal, evler, mevki, makam, göz kamaştırıcı giysi ve süsler isterse, onlara yapıp ettiklerinin karşılığını tastamam veririz."
Amellerinin sonuçlarını hiç bir kısıtlamaya gitmeden tastamam veririz. Çabaları ve emeklerinin karşılığını görürler. Ama onlar bundan sonra, Rable-rine dönüp tevbe etmezler ve kafir olarak ölürlerse, onları bekleyen ateştir."Bütün İşledikleri boşa çıkmıştır."Dünya yurdunda işledikleri tüm ameller ve yapmakta oldukları şeyler geçersiz olmuştur.15 ve 16. âyetlerin ifade ettiği gerçek budur."Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiç bir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başka kazançları yoktur.Onların dünyada bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur,"17. âyete gelince, burada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Rabbinden.apaçık bir delil üzerinde bulunan..."Allah'ın birliğine ve elçisinin peygamberliğine ve ahirete ilişkin kesin belgeler ve deliller içeren Kur'an kendisine indirilen kimse onlar gibi midir?
"Onu yine ondan bir şahit izleyen."Yani bu delili bir diğer delil izlemektedir. Burada kastedilen, Rasûlüllah efendimizin (s.a.v.) doğru sözüdür. Ahlakî ve ruhî mükemmelliğini yansıtan tavırlarıdır. Öyle ki, bir bedevi O'nu gördüğü zaman: "Vallahi bu yüz, yalancıların yüzü değildir."demişti.Üçüncü delil ise, şu ifadede dile getirilmektedir: "Ondan önce Musa'nın kitabı vardır" Yani Tevrat vardır. "Bir Önder ve rahmet olarak." Tevrat, Kur'an'm doğruluğunun şahididir. Tevrat'ın bir çok yerinde peygamberimizin ve ümmetinin niteliklerine işaret edilir. Dininin doğruluğuna ilişkin bunca delil, belge ve işareti beraberinde bulunduran kimse, sapıkları ve müşrikleri körükörüne taklit etmekten başka elinde tek bir delil bulunmayan kimse gibi midir?"İşte onlar buna (Kur'an'a) inanırlar."Ellerinde bu deliller ve belgeler bulunan kimseler "O'na inanırlar..." Hak olan Kur'an'a, peygambere ve hak dine iman ederler..."Kim o'nu inkar ederse." Herhangi bir grup veya millet ya da topluluk Kur'an'ı, peygamberi ve hak olan dini inkar ederse, onun varacağı yer ateştir. Cehennem ona yeter. O, ne kötü bir barınaktır."Öyleyse bundan kuşkuda olma."Kur'an'ı inkar edenlerin varacağı yerin ateş olacağı konusunda içinde herhangi bir kuşku bulunmasın."Çünkü o, Rabbinden olan bir haktır."Müşriklerin yalanladıkları Kur'an ve sunduğu hak din Rabbinden gelen gerçektir. Ne yazık ki: "İnsanların çoğunluğu inanmazlar." Deliller apaçık ortaya konsa da, işaretler en belirgin şekilde yollarına dikilse de inanmazlar. [14]
1- Bir kişinin kafir olması; onun, çabası miktarınca elinin emeğinin karşılığını almasına, ektiği zaman biçmesine, ticaret yaptığı zaman kâr etmesine, ürettiği zaman sonuç almasına engel değildir.
2- Sonuç olarak, yapmış olduğu işler iyi de olsa kafirin dünyada işlediği amel, ona bir fayda sağlamaz ve o sonuçta kesinlikle hüsrana uğrayacaktır.
3- Müslümanlar dinlerine ilişkin apaçık delillere sahiptirler. Öteki dinlerin mensuplarının ellerinde ise, sapıklık, küfür ve cehaletle geçmiş kuşakları taklit etmekten başka hiç bir delil yoktur.
4- İnsanların
çoğunluğunun inanç esaslarından uzak olduğunu yüce Allah haber vermektedir. [15]
18- Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine sunulacaklar ve şâhidler: "Rable-rine karşı yalan söyleyenler bunlardır" diyecekler. Haberiniz olsun; Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
19- Bunlar Allah'ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti tanımayanlardır.
20- Bunlar, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir ve bunların Allah'tan başka velileri yoktur. Azab onlar için kat kat arttırılır. Bunlar hakkı işitmeye güç yetiremezlerdi ve görmezlerdi de.
Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Soru şahıs için algılanacak olursa, bu durumda "hiç kimse, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olamaz" anlamı çıkar. Rablerine takdim olunurlar. Kıyamet günü Rablerine sunulurlar.Şahitler. "Şâhid"in çoğulu. Burada kast edilenler meleklerdir. Allah'ın laneti. Rahmetinden uzaklaştırması, kovması. . Zalimlerin üzerinedir. Yani müşriklerin.Allah'ın yolu. İslâm. Çarpıklık.Yeryüzünde âciz bırakıcı. Allah'ı yeryüzünde âciz bırakamazlar. Ondan saklanamazlar. Gözünden kaçamazlar. Dilediği an onları kıskıvrak yakalayabilir.Dostlardan. Allah'ın azabının onlara ulaşmasını engelleyecek yardımcılar.
Onlar görenler değildi. Görmezlerdi. Hakka yönelik akıl almaz, nefretlerinden dolayı onu işitmeye ve görmeye tahammül edemezlerdi. [16]
Yüce Allah, Kur'an'ı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i ve Kur'an'm içerdiği yasaları yalanlayanların akıbetini gözler önüne serdikten sonra, kendilerine ancak ateşle karşılık verilecek günahkarların işledikleri suçlardan birine dikkatlerimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır?"
İnsanlar arasında, bir şekilde az da olsa Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimse yoktur."İşte bunlar Rablerine sunulacaklar."Bu yalancılar, kıyamet günü tüm insanların toplandıkları alanda, Rableri-nin karşısına çıkarılacak ve melekler onların aleyhinde şahitlikte bulunacaklardır."Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır." diyeceklerdir. Sonra biri şu duyuruda bulunacaktır: "Haberiniz olsun; Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir." Herkes bilsin ki; zalimler cennetten kovulup uzaklaştırılacaklardır. Onların yeri cehennem ateşidir. Ardından; Yüce Allah, zalimlerin ateşe atılmalarını gerektirecek bir suçlarını daha gündeme getiriyor:
"Bu Allah'ın yolundan engelleyendir."Hem kendilerini, hem de başkalarını İslâm dinine girmekten alıkoyuyorlar. Onlar, Allah'ın yolunda "çarpıklık arayanlardır." Arzuladıkları ve gönülleri çektiği gibi İslâm'ın da heva ve heveslerine uygun biçimde değiştirilmesini isterler. Söz gelimi faiz, zina ve çıplaklığın serbest bırakılmasını, arzularlar. İslâm'ın, ağaçlara, taşlara ve benzeri şeylere İbadet edilmesine izin vermesini isterler. Buna ek olarak da daha ağır bir günah işlerler; ahireti inkar ederler. Yüce Allah bunlar hakkında şöyle buyurur:
"Bunlar" söz konusu kimseler "yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değildir." Kendilerini ne kadar güçlü hissetseler bile, yeryüzünde Allah'ı etkisiz hale getirmeleri imkansızdır. Ne kadar kaçmaya çabalasalar dahi, Allah onları suçüstü yakalayacaktır. Ne zaman dilerse onları azabının kapsamına alacaktır. Buna karşın onların Allah'tan başka bir kurtarıcıları da yoktur. Allah onlara azap etmeyi dilediğinde onları bu azaba karşı koruması altına alacak kimse de bulunmaz."Azab onlar için kat kat arttırılır."Burada Yüce Allah, adı geçen zalimlerin kat kat azaba çarptırılacaklarını haber veriyor. Bunlar hem kendilerini, hem de başkalarını Allah'ın yolundan alıkoyarlardı. Dolayısıyle hem kendilerini, hem de başkalarını Allah'ın yolundan alıkoydukları için azaba çarptırılacaklar. Hiç kuşkusuz bu, ilâhi adaletin bir gereğidir."Bunlar hakkı işitmeye güç yetiremezlerdi ve görmezlerdi de."Burada kâfirlerin dünyadaki durumları tasvir ediliyor. Bunlar hakka ve hak davetçilerine duydukları aşırı nefretten dolayı hakkı duymaya ve işitmeye, hakkı yaşayan ve hakka davet eden davetçileri görmeye tahammül edemezlerdi. [17]
1- Allah'a evlat yakıştırmak, birini O'na ortak koşmak veya hakkında bilgi sahibi olmadığı bir hususta O'na karşı bir söz uydurmak suretiyle O'na karşı yalan uydurmak büyük bir günahtır, şirktir ve küfürdür.
2- Diliyle, tavırlarıyla veya zor kullanarak İnsanların İslâm'a yönelmesini önleyen kimse korkunç bir suç işlemektedir.
3- Yanlış yorumlara ve dünyaya karşılık ahiretlerini satan kimselerin sorumsuz fetvalarına dayanarak İslâm şeriatını heva ve hevesleri doğrultusunda çarpıtmak isteyenler büyük günah işlemektedirler.
4- Bir sözden
veya kişiden hoşlanmayan bir insan, o sözü ve kişiyi görmeye ve işitmeye
katlanamaz. [18]
21- İşte bunlar, kendilerini hüsrana uğratanlardır ve yalan olarak uydurdukları düzmece ilahlar da onlardan uzaklaşıp kaybolmuşlardır.
22- Hiç şüphesiz bunlar, ahirette, en çok hüsrana uğrayanlardır.
23- İman edip salih amel işleyenler ve Rablerine kalpleri tatmin olmuş olarak bağlananlar, işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Orada süresiz kalacaklardır.
24- Bu iki grubun örneği: Kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu? Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?
İftira ettikleri onlardan kayboldu, Allah'ın ortakları olduklarını iddia ettikleri düzmece ilahlar ortadan kaybolup gitti.Hayır gerçek olan şudur. Ahirette en çok hüsrana uğrayacak olanların bunlar olması, tartışma götürmez bir gerçektir.Rablerine karşı saygıyla itaat ettiler. Kalpleri tatmin olarak,.Rablerine yürekten itaat ederek saygılarını ifade ederler. İki grubun Örneği. Mü'min grupla kâfir grubun örneği.Düşünüp öğüt almaz mısınız? Rabbinizden bağışlanma dileyip tevbe etmez misiniz? [19]
Âyetlerin akışı ile amaçlanan hedef, suçluların belirginleşmesi, karakteristik özelliklerinin gözler önüne serilerek ahiretteki durumlarının tasvir edilmesidir. Bu meyanda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İşte bunlar..." Rahmetten uzaklaştırılanlar "kendilerini hüsrana uğratanlardır." Mutsuzluk yurdunda kalacak ve kendileri dahil her şeylerini kaybedeceklerdir."Yalan olarak uydurdukları düzmece ilahlar da onlardan uzaklaşıp kaybolmuşlardır."
Allah'ın ortaklan olduklarını, şefaatlerinin geçerli olduğunu ve kendilerine yardım edeceklerini iddia ettikleri düzmece ilahlar ortalıkta görünmez oldular."Hiç şüphesiz bunlar" gerçekten ve kesinlikle "ahirette" ahiret yurdunda "en çok hüsrana uğrayanlardır."Başkalarına göre daha çok zarar ederler. Çünkü kendi kâfirliklerinin ya-nısıra, sapıklığa çağırdıkları, doğruluk ve ateşten kurtulmuşluk yolu olan İslâm'a girmekten alıkoydukları kimselerin kâfi deşmelerinin sorumluluğu da onlara aittir... Yüce Allah kâfirlerin durumunu ve sonuçta karşı karşıya kaldıkları hüsranı dile getirdikten sonra... Karşıt bir sahne olarak mü'minlerin durumunu tasvir ediyor;
"İman edip salih amellerde bulunanlar,"Allah'a, O'nun müjde ve tehditlerine iman edenler... Allah'ın elçisine ve getirdiği dine iman edenler. Yüce Allah'ın yasalaştırdığı namaz ve zekat gibi salih amelleri yerine getirenler.
"Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar."Özlerini ve kalplerini O'na teslim edenler, bütün organlarıyla, duygu ve düşünceleriyle O'na boyun eğenler, böylece tatmin bulanlar ve içten ürpererek saygı gösterenler... İşte onlar cennet ehlidirler."Onda süresiz kalacaklardır."Orayı terk etmezler. Başka bir yere aktanlmazlar. İlk üç âyetten çıkardığımız sonuç budur. 24. âyette ise, şöyle buyuruluyor:"Bu iki grubun örneği: Kör ve sağır ile, gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu?""Yüce Allah bir anlamı vurgulamak ve bir hükmü pekiştirmek için şirk ehli ile tevhid ehlini karşılaştırıyor ve buyuruyor ki:"Bu iki grubun örneği."İki grubun belirginleştirici örneği, kör ve sağır ile, işiten ve gören kimsenin durumu gibidir. Bunlar bir olurlar mı? Hayır. Çünkü kör ile gören, sağır ile işiten kimse arasında büyük bir fark vardır. Aklı olan bir kimse görme ve işitme niteliklerine karşın körlük ve sağırlık niteliklerine sahip olmayı ister mi? Buna verilecek cevap "Hiç kimse istemez"dir. Şu halde "öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?" Bu örneği göz önünde bulundurup ibret almayacak mısınız? Rabbinize yönelerek iman etmeyecek misiniz? O'nun birliğini onaylayıp Rasûlüne inanarak tâbi olmayacak mısınız? Kitabına uygun biçimde amel etmek için daha ne bekliyorsunuz? [20]
1- İbret dersleri çıkarmak ve öğüt almak için zıt şeyleri karşılaştırmak olumlu ve uygun bir yöntemdir.
2- Kâfir manen ölüdür. Bu yüzden işitmez ve görmez. Müslüman ise diridir. Bu yüzden işitir ve görür.
3- Nimetler yurdu cennetin mirasçıları; Allah'a inanan ve O'na itaat eden
kimselerdir. Hüsran
yurdunun mirasçıları ise; kafirler ve zalimlerdir. [21]
25- Andolsun, biz Nuh'u kavmine gönderdik. Onlara dedi ki: "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım."
26- Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size gelecek olan acı bir günün azabından korkarım.
27- Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi.
Hz. Nuh (a.s). İnsanlığın ikinci babası, çok şükreden kul, Hz. Nuh -Selam üzerine olsun-Muhakkak ki, ben sizin için bir uyarıcıyım. Uyarı özelliği son derece belirgin olan Allah'ın azabı ile sizi korkutuyorum.Acı bir günün azabı. Kıyamet gününün azabı.İleri gelenler. Yöneticiler. Bir memleketin ileri gelenleri. Liderin etrafındaki danışmanlar grubu.En rezilimiz. "Erzel"in çoğulu. En aşağılık, en alçak.
Yüzeysel ve sığ görüşlü. Eşya ve olayların tasvirinde ve tefekküründe derinlik olmayan. [22]
Burada Hz. Nuh (a.s.)'un kıssasına giriş yapılıyor. Bu, aynı zamanda tefsirini sunmakta olduğumuz bu sûrede yer alan beş kıssanın da başlangıcı sayılır. Yüce Allah buyuruyor ki:"Andolsun, biz Nuh'u kavmine gönderdik: "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım" Onlara dedi ki: Benim görevim sizi açıkça uyarmaktır. Allah'ı ve peygamberini inkar etmenizin, Rabbinize yönelik ibadete bir takım putları ve heykelleri ortak koşmanızın sonucuna karşı sizi korkutmaktır benim görevim."Allah'tan başkasına kulluk etmeyin."Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz ve Allah'ı bir yana bırakarak bir takım düzmece ilahlara, putlara ve heykellere kulluk etmekten vazgeçesiniz diye sizi uyarıyorum."Ben size gelecek olan acı bir günün azabından korkarım."Kendilerine sadece Allah'a ibadeti emretmesinin ve şirki yasaklamasının gerekçesini şu şekilde açıklıyor: Eğer bu tutumunuzda ısrar edecek olursanız, puta tapıcılıktan vazgeçmezseniz, sizin için acı bir günün, yani kıyamet gününün azabından endişeliyim. Bunun üzerine "Kavminden ileri gelen inkarcılar dediler ki: "Kavminin Allah'a ve Rasûlüne inanmayan, ileri gelenleri Hz. Nuh'a (a.s) şu cevabı verdiler: "Seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz."Bizden üstün olan bir tarafın yok. Biz de senin gibi ve seninle aynı düzeydeyken nasıl olur da bize elçi olarak gönderilirsin?"Sana sığ görüşlü en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz."
Dokumacı, hacamatçı (insanların kafalarından, enselerinden, sırtlarından ve ayaklarından onları rahatlatmak için kan alan kimse) ve kasap gibi düşük meslek erbabının sana uymakta olduğunu görüyoruz.
"Bâdiyer-Re'yi: Düşüncesinde derinlik ve tasvirinde isabet bulunmayan dar görüşlü demektir.
"Ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz."
Bizim size tâbi olmamızı ve dinimizi bırakıp sizin dininize uymamızı gerektirecek bir üstünlüğünüzün olduğunu da sanmıyoruz. Aksine, söylediklerinizin yalan olduğunu sanıyoruz. [23]
1- Asıl ismi Abdulgaffar olan Hz. Nuh (a.s), Rablerine ortak koşan,
O'nu bir yana bırakarak putlara ve düzmece ilahlara kulluk eden insanoğluna gönderilmiş bir peygamberdir.
2- Hz. Nuh'un "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin" sözü, "La ilahe il-lallah"ın açıklamasıdır.
3- Hz. Nuh, Allah'ın varlığını ve birliğini benimsemeleri, ondan başkasına ibadet etmemeleri için halkına kıyamet gününün azabını hatırlatmıştır.
4- Rasûllere, genellikle yoksullar ve zayıflar tabi olur. Zenginler ve ileri gelenler ise, genellikle karşı çıkar.
5- Büyüklük
kompleksine kapılan şımarık ileri gelenler; mal varlık-larına kıyaslat [24]
kendilerinden mal ve mevki olarak aşağı olanları küçümserler. [25]
28- Dedi ki: "Ey kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu, sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa, siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız?"
29- "Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum."
30- "Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan gelecek azaba karşı bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?"
31- "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda gerçekten o zaman zalimlerdenimdir."
Gördünüz mü? Bana bildirin.Rabbimden bir delil üzere. Allah'ın bana Öğrettiği bir ilim üzerindeysem, "Allah'tan başka ilah olmadığını" biliyorsam.Size kapalı kalmış. Bu, sizden saklı tutulmuşsa ve siz onu göremiyorsanız.Onu kabul etmeye sizi zorlayacak mıyız?İman. edenleri kovucu. İman edenleri yanımdan ve çevremden uzaklaştıracak değilim.Allah'ın hazineleri. Mal ve lütuf hazineleri. Gözlerinizin aşağılık gördükleri. Küçümsedikleriniz. [26]
Hz. Nuh (a.s.)'un kavmi ile olan diyalogu devam ediyor ve Yüce Allah Hz. Nuh (a.s.)'un kavmine şöyle dediğini haber veriyor: Bana görüşünüzü söyleyin. Şayet ben, Rabbim katmdan gelen O'nun sıfatlarına ilişkin kesin bir bilgiye dayanıyorsam. Sırf kendisine ibadet etmemi, kendisini bir ve ortaksız bilmemi ve insanları bu gerçeğe davet etmemi emretmişse."Bana katmdan bir rahmet vermişse."Bana vahiy indirmişse, beni peygamberlik görevine layık görmüşse ve kendisine ne şekilde kulluk sunacağımı göstermişse ve "bu sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa" ve onu göremiyorsanız... Ben size ne yapabilirim ki?"Sizi buna zorlayacak mıyız?"Ben ve bana tâbi olanlar, sizi bu gerçeği görmeye, ona inanmaya, onun ışığında amel etmeye zorlayacak mıyız?Ve "Siz bunu istemiyorken."Sizin istememenize rağmen böyle bir şey yapabilir miyiz? Halbuki bir şeyi istemeyen kimse, neredeyse onu göremez ve işitemez olur. Konuya ilişkin ilk âyetin verdiği mesaj budur. Bundan sonra gelen âyette de Yüce Allah Hz. Nuh'un (a.s) kavmine söylediği sözleri şöyle aktarıyor:
"Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum." Sizin gözlerinizden saklı tutulan,dolayısıyla göremediğiniz rahmeti size duyurmama karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum.
"Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir."Bu görevimin karşılığı olan mükafatımı ancak Yüce Allah verir. Çünkü bu görevi omuzlarıma yükleyen, bu mesajı tebliğ etmemi isteyen ve buna karşılık olarak beni ödüllendireceğini vaadeden O'dur."Ben iman edenleri kovacak değilim."Sizin önerinize uyup etrafımdaki mü'minleri kovacak değilim. Onlar Rab-leriyle buluşacaklar, O'nun tarafından sorguya çekilecekler ve amellerinin karşılığını alacaklar. Böyle olunca onların gerçeği dinlemelerini, onu öğrenmelerini, olgun ve mutlu kimseler olabilmek için gerçeğe sarılmalarım Önlemem doğru olmaz. Çünkü insanın değeri iman ve salih amel aracılığı ile nefsini ve ruhunu arındırmasından ileri gelir. Sizin tasavvur ettiğiniz gibi insanm değeri mal-mülk, mevki, makam ve şereften kaynaklanmaz. Bu yüzden sizin câhili bir toplum olduğunuzu gözlemliyorum. 29. âyetin içerdiği anlam budur. Bundan sonraki âyette ise, Hz. Nuh (a.s) sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan gelecek azaba karşı bana kim yardım edecek?"
Allah'a karşı çıkar da mü'minleri kovarsam, kim Allah'ın azabını benden uzaklaştırabilir? Allah'ın mü'min kullarını doğru yoldan uzaklaştırıp, gerçeği öğrenmelerine engel olursam, Allah'tan gelecek azaba karşı hiç kimse bana yardım edemez. Kaldı ki, bunun bir mantığı da yoktur. Tek gerekçe mü'min-lerin yoksul ve zayıf kimseler olmaları, sizin hakkı ve hak dâvetçilerini görmesi mümkün olmayan manen kör gözlerinizin onları aşağılık görmesidir. Hz. Nuh (a.s) devamla diyor ki:"Hiç düşünmez misiniz?"Düşünmek, hatalarınızı görmek, cehaletinizi anlamak ve böylece doğru yolu bulmaya çalışmak gibi bir alışkanlığınız yok mu? Rabbinize dönmeyi, tevbe etmeyi, O'na ve elçisine inanmayı, tek ilah olarak sırf O'na kulluk etmeyi akletmez misiniz?
Hz. Nuh (a.s) 31. âyette, sözlerini şu ifadelerle sürdürüyor: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum."Hz. Nuh'un bu sözleri, onların "sizin bize bir üstünlüğünüzü görmüyoruz," şeklindeki itirazlarına cevap niteliğindedir."Gaybı da bilmiyorum."Dolayısıyla insanların gönüllerinin içinde saklı bulunan inançlarını da bilmem mümkün değildir. Böyle bir imkanım olmadığı için "şu gitsin, şu da kalsın" diyemem. Ben melek olduğumu iddia etmiyorum ki; siz, "biz seni ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz" diyesiniz.
"Gözlerinizin aşağılık gördüklerine" fakir ve zayıf oldukları için küçüm-sediğiniz kimseler hakkında: "Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Kalplerinde olanı Allah daha iyi bilir."Doğru sözlülüklerini veya münafıklıklarını, beni sevip sevmediklerini an-cak Allah bilebilir.Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Nuh (a.s.) kavminin ileri gelenleri, mü'minleri iki yüzlülükle suçluyorlardı ve bir takım maddi çıkarlar elde etmek amacı ile O'nun etrafında kümelendiklerini, dolayısıyle art niyetli kimseler olduklarını ileri sürüyorlardı.
"Bu durumda, gerçekten o zaman z al imler denimdir."Eğer zayıf ve yoksul mti'minler hakkında "Allah kesinlikle onlara hiç bir hayır vermez." diyecek olursam, bu durumda Allah'ın insana verdiği haklarını gözetmeyen, insanların onurunu kıran saldırgan bir zalim konumuna düşerim. [27]
1- Bir insan herhangi bir şeyden nefret ettiği zaman o şeyi göremez, işitemez ve onunla ilgili olarak söylenenleri anlayamaz hale gelir.
2- İnsanlara dini eğitimi vermek için harcanan zamana ve emeğe karşılık ücret alınabilir.
3- Zayıf ve yoksul kimselere saygı göstermek, onları onurlandırmak gerekir. Buna karşılık onları küçümsemek ve aşağılık görmek ise haramdır.
4- Gaybı (geçmişi, geleceği ve görünmeyen şeyleri) bilmek sırf Allah'a mahsustur. Hiç bir yaratık kendi becerisi ve özelliğiyle gaybı bilemez. Ancak Allah gaybın kapsamında olan bir hususu birine bildirirse, o zaman bunu bilebilir.
5- İnsanları
hor görmek, onları aşağılamak, onlarla alay etmek haramdır. [28]
32- Dediler ki: "Ey Nuh, bizimle çekişip durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsun, bize vaadettiğini getir de görelim."
33- Dedi ki: "Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve siz O'nu âciz bırakacak değilsiniz."
34- Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O, sizin Rabbiniz-dir ve O *na döndürüleceksiniz.
Bizimle çekiştin. Bize karşı mücadele ettin. Amacın, dinimize ve hayat biçimimize gereken önemi göstermemekdir .Bize vaadettiğin. İnanmazsak karşımıza geleceğini iddia ettiğin azap.
Eğer doğrulardan isen. Peygamberlik iddianda ve Allah'tan mesaj getirdiğine ilişkin sözünde samimi isen.
Aciz bırakıcı. Allah size azab etmeyi dilerse, O'nun azabından yakanızı kurtaramazsınız. Allah'ı âciz bırakmazsınız. Öğüdüm. "Allah'a, O'nunla karşılaşmayı ve O'nun elçisini inkar etmeyi devam ettirirseniz, Rabbiniz size azab edecektir" şeklindeki korkutma amaçlı uyarım.Sizi aldatması, sizi azdırması. Sizi sapıklığa düşürürmesi, sizi bu bataklıkta yüzüstü bırakması ve hiç bir zaman size doğru yolu göstermemesi. [29]
Hz. Nuh (a.s) kavminin kıssası anlatılmaya devam ediliyor. Burada Yüce Allah, kavminin Hz. Nuh'a söyledikleri sözleri şöyle aktarıyor:"Dediler ki: "Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun" Bize hasım kesildin, hem de bizimle çekişmende bayağı ileri gittin. Eğer doğru sözlü isen bize vaad ettiğin azabı getir. Bir an önce azaba uğramamızı sağla. Eğer iddialarında samimi isen, Allah başımıza azabı indirsin. Âyetin devamında Yüce Allah Hz. Nuh (a.s.)'un cevabi konuşmasını aktarıyor. Kuşkusuz böyle söylemesiniYüce Allah ona öğretmiştir.
"Dedi ki: "Eğer dilerse, onu size Allah getirir."Dilerse Allah sizi azaba çarptırır.
"Ve siz O'nu âciz bırakacak değilsiniz."Allah'ın azabından yakanızı sıyıramazsmız, ondan kaçıp kurtulamazsınız.
"Kendi küfür ve günahlarınızdan dolayı, eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O, sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz. Benim öğüt vermem size bir yarar sağlamaz. Ne kadar istesem de, ne kadar ısrarlı olsam da siz davetimi kabul etmezsiniz. Çünkü sizler inatlarınızdan dolayı gerçeği inkâr ediyorsunuz. Eğer Allah sizin azmanızı dilerse, benim nasihatlerimin size bir yaran dokunmaz. Yani, zorla sizi imana getirmezse, ki Allah kimseyi zorlamaz. Herkes kendi yaptığının karşılığını alır. Kuşkusuz bunda sizin aşırılığınız, inatçı tutumunuz, küfür, inkar ve kibirdeki ısrarınız etkin rol oynar. Çünkü bu niteliklere sahip insanlar, Allah'ın hidayetine layık değildirler. Bilakis, sapıklık onlar için daha uygundur. Ki sapıklar bu halleriyle helak olup ahiret yurdunda hüsrana uğrası nl ar.
"O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."
Hüküm Allah'a aittir. Siz O'nun kulları, O da sizin Rabbiniz değil mi? Şu halde dilerse size merhamet eder, dilerse sizi azaba çarptırır. Gerçi O'nun hikmeti, salihlerin azaba çarptırılmamalarını ve azgın zalimlere de merhamet edilmemesini öngörür. [30]
1- Haklan hakim olup, batılın etkisiz hale getirilmesi için tartışmak meşrudur. Ancak bunun için iyi üslubun seçilmiş olması şarttır.
2- Allah'ın iradesi, her iradeden öncedir. Allah'ın dilediği olur, dilemediği de olmaz.
3- Öğüt edilen kimseye Allah bir hayır dilemedikçe, öğüt verenin öğüdü ona bir yarar sağlamaz. Yani Allah hiç kimseyi zorla imana veya küfre sokmaz. Her kul kendi isteğiyle iman eder veya küfreder. Ona göre de sonucuna katlanır.
4- Bir kişi öldüğünde; kâfirliği kesinleşmemişse, onunla ilgili olarak ke-
sin olarak kafirdir
yargısında bulunmamak gerekir. Ancak "onun durumunu Allah daha iyi
bilir" şeklinde bir ifade kullanılabilir.
[31]
35- Onlar: "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım."
Yoksa diyorlar mı? Onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Kendi kendine uydurdu, O'na böyle birşey vahyedilmedi.
Benim suçum benim üzerimedir. Suçu bana aittir. Ağır bir günah olan yalan söylemenin sonucu beni ilgilendirir, başkasını değil.
Ve ben uzağım. Ve ben işlediğiniz suçlardan uzağım. Bu günahın sorumluluğunun altına girmem.
Kötülüklerinizden. Nefsinizi günaha sokmanızın, şirk, küfür ve isyan işleminizin suçundan. [32]
Yüce Allah, bu âyet-i kerimeyi Hz. Nuh (a.s) ve kavmi kıssasının iki bölümünün arasına yerleştiriyor. Böyle olması da son derece hikmetlidir. Çünkü konu Hz. Nuh (a.s.) ve kavmidir. Böyle bir bilgi ancak Allah'tan vahiy alan bir peygambere gelebilir. Çünkü mesele tarih öncesi döneme aittir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu gün bu olaydan söz etmesi, bu sözlerin vahiy, O'nun da peygamber olduğunun delilidir. Bu yüzden "Onu uydurdu"mu diyorlar? O zaman sen de şöyle de: Eğer iddia ettiğiniz gibi onu ben uydurduysam, ya-
lanımın ve suçumun günahı bana aittir. Ve ben sizin beni yalanlamanızın, Rabbinizi, elçisini, müjde ve tehdidini inkar etmenizin günahından uzağım, bundan dolayı bana herhangi bir sorumluluk yoktur. [33]
1- Eğer uygun düşüyorsa, bir delil getirmek, yanlış iddiaların boş ve a-sılsızlığmi ortaya koymak, son derece önemli bir meseleye dikkat çekmek amacı ile, söze ara verip bir değerlendirme yapmak güzeldir.
2- Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalar, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlik dâvasında, insanları Allah'a kulluk yapmaya davet etmesinde doğruyu söylediğinin ve samimiyetinin en büyük delilidir.
3- Her insan kendi amelinin sorumluluğunu taşır.
Hiç kimse bir başkasının günah yükünü taşımaz. [34]
36- Nuh'a vahyedildi: Gerçekten iman edenlerin dışında, senin kavminden kesinlikle kimse inanmayacaktır. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.
37- Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda
boğulacaklardır.
38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O'nunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi.
39- "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek?"
Ve Nuh'a vahyolundu. Hızlı ve gizli bir haberleşme kanalı olan vahiy yoluyla ona bildirildi.
Üzülme. Hüznün şiddetiyle kendini harab etme. Çünkü ben seni kurtaracağım ve onları helak edeceğim.
Gemi. Mü'minleri bindirip suda yüzdürmen için yapmanı emrettiğimiz gemi.
Onunla alay ettiler. Mesela: "Bu gemiyi mi denize taşıyacaksın yoksa denizi mi buraya taşıyacaksın?" diyorlardı. Zelil eder, alçaltır.
Onun üzerine kalıcı azabı indirir. Kıyamet günü başına bir azab indirilir ve bu azab ondan hiç ayrılmaz. [35]
Ayetlerin akışı, 35, âyet ile kısa bir ara değerlendirmeden sonra yeniden Hz. Nuh (a. s) ve kavminin kıssasına dönüyor. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Nuh'a vahyedildi: Gerçekten iman edenlerin dışında kavminden hiç kimse inanmayacaktır."
Yaklaşık olarak 950 yıl sürmüş bir davetin sonunda bu hüküm verilmiştir. Yani bu günden sonra, senin kavminden artık hiç kimse inanmayacaktır. Bundan dolayı üzülme. Kederlenme, işledikleri şer, fesad, küfür ve günahlardan dolayı hüzne kapılma. Çünkü seni ve beraberindeki mü'minleri kurtaracak, geride kalanları ise suda boğacağım.
Yüce Allah 37. âyette ise şöyle buyuruyor: "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et." Ona, gözetimimiz altında ve emirlerimiz doğrultusunda gemiyi yap diye emrettik. Çünkü Hz. Nuh (a.s) ne gemi bilirdi, ne de gemi yapmasını.
"Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma."
Onlara yönelik azabı durdurmamı isteme, azâblarmı hafifletmem için aracılık yapma. Çünkü tufan ile helak edilmelerine hükmettik. Onların suda boğulmaları artık kaçınılmazdır.
"Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O'nunla alay ediyordu."
Burada Yüce Allah, Hz. Nuh'un halini anlatıyor. Hz. Nuh (a.s.) gemiyi yapmakla, tahtaları yontup onları birbirine ekleyip çakmakla meşguldür. Kavmi ise meraklı bakışlarla onu izliyordu. Kavmin ileri gelenleri onu bu halde gördüklerinde onunla alay ediyorlardı.
"Ey Nuh, marangozluğa mı başladın? Denizi mi buraya getireceksin, yoksa gemiyi mi denize götüreceksin?" diye onu alaycı sözlerle iğneliyorlardı. Hz. Nuh (a.s) onlara şu cevabı veriyor:
"Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz."
İleride bileceksiniz aşağılatıcı, onur kırıcı, alçaltıcı ve burun sürtücü azâ-bm kime geleceğini. Kalıcı azap kimin başına çökecek. Burada kastedilen, kıyamet günü kâfirleri kuşatacak olan sonsuz ve süresiz ateş azabıdır. [36]
1- Bâtıl, şer ve isyan ehlinin içinde bulunduğu durumdan dolayı üzülmek, içerlenmek ve mahzun olmak mekruhtur.
2- Gemi yapma sanatı, Yüce Allah'ın vahiy yoluyla Hz. Nuh (a.s.)'a öğretmesiyle başlamıştır.
3- Nefisleri küfür ve günah karanlığına gömülen insanların hak taraftarları ve hak dâvetçileri ile alay etmeleri, onlara tepeden bakmaları kâfirlerin toplumsal biı- kuralıdır.
4- Yüce Allah'ın peygamberlerine vaadettiği şeyler kesinlikle doğrudur ve mutlaka gerçekleşirler. [37]
40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: Herbirinden ikişer çift ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle. Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
41- Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esir-
geyendir. "
42- Gemi onlarla dağlar gibi dalgalar içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma."
43- Oğlu dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan Allah'tan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, gemi de Cudi dağı üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.
Tennur feryat etti. Tennur'un ne olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Geminin harekete geçmesi, Tandırdan su çıkması. Tandır ekmek pişirilen bir çeşit fırının adıdır. "Fâret Tennur'un işin sonu geldi manasına bir deyim olduğu da söylenmektedir. En doğrusunu Allah bilir.
3 Çİft çift. Her çiftten bir erkek, bir dişi. Ve ehlin. Eşin ve çocukların. Yüzmesi ve demir atması.
Dağ gibi dalgalarda. Mevc: Dalga. Deniz suyunun kabarması, yani dalga demektir. Dalganın dağ gibi olması, çok yüksek olması anlamına gelir.Sudan beni korur. Boğulmamı önler.Ve sular çekildi, Yeryüzünden çekilmek suretiyle azaldı.Cudi dağı üzerinde. Musul'un batısına düşen bir yerde bulunur bu dağ. (Mardin-Cizre bölgesi sınırları içindedir. Zalim kavimler için uzaklık. Zalimler kahrolsunlar. [38]
Ayetlerin akışı, Hz. Nuh (a.s) ile kavminin arasında geçenleri anlatmaya devam ediyor:"Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman." Yani müşriklerin helak edilmesine ilişkin emrimizin uygulanma zamanı gelinceye kadar gemi yapım işi devam etti ve tandır feveran etti. İçinden sular fışkırıp kaynamaya başladı.[39]Bu olay, tufanın başlangıç işaretiydi. Bunun üzerine Hz. Nuh (a.s) her çiftten bir erkek ve bir dişiyi gemiye bindirdi. Bütün canlılardan birer çifti gemiye aldı. Ailesinden iman edenleri de gemiye aldı. Çocuklarının adı Sanı, Ham ve Yafes idi. Ama helak olmasına karar verilen karısı Vaile ve oğlu Kenan gemiye binmediler. İman eden diğer insanlar da gemiye alındılar.
"Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti."
Bazı rivayetlere göre, yaklaşık olarak seksen kadın ve erkek iman etmişti. 40. âyetin ifade ettiği anlam budur. Bundan sonraki âyette ise Yüce Allah Hz. Nuh (a.s.)'un mii'min cemaate şöyle dediğini bildiriyor:
"Ona binin."Yanı gemiye binin."Onun yüzmesi de, demir atması da Allah'ın adıyladır." Gemi Allah'ın adıyla yüzer ve Allah'ın adıyla durur."Şüphesiz benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
O, bazı günahlar işlemiş olmamızdan dolayı bizi helak etmeyecektir,bize merhamet edecek, bizi kurtaracak ve bizi onurlandıracak, bize ikramdabulunacaktır.42. âyette ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Gemi onlarla birlikte dağlar gibi dalgalar içinde yüzüyorken." Geminin yüzmesi tasvir ediliyor. Suyu yara yara gidiyor, bir yandan da dağlar gibi dalgalar yükseliyor. Bundan önce Hz. Nuh (a.s) bir kenara çekilmiş oğlu Kenan'a seslenmişti. Kenan, babasına karşı idi ve kâfir bir insan olduğu için gemiye binmemişti."Ey oğlum! Bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma."Yoksa onlar gibi sen de boğulursun. Oğlunun cevabı ise, şöyle oldu:"Ben bir dağa sığınacağım,,o beni sudan korur." Boğulmamı engeller. Hz. Nuh ise ona şu cevabı verdi:"Bu gün Allah'ın emrinden koruyucu yoktur."Kâfirlerin azaba çarptırılmasına ilişkin emrin gerçekleşmesini önleyecek hiç kimse yoktur.
"Esirgeyici olan Allah'tan başka." Allah Teâlâ herhangi bir insanı azaba karşı koruma altına alabilir. Yüce Allah devamla şöyle buyuruyor:"Ve ikisinin arasına dalga girdi."İsyankar evlat ile şefkatli babayı bir dalga birbirinden ayırdı."Böylece o da" yani oğul "boğulanlardan oldu."Sonra Yüce Allah sahneyi şu ifadelerle canlandırıyor;
"Denildi ki: "Ey yer! Suyunu yut ve ey gök! Sen de tut."Ey yer! Suyunu süz ve yut. Ey gök! Suyunu yağdırma. Yere göğe bu emri veren Yüce Allah'tır."Su çekildi."Azaldı ve seviyesi düştü."Gemi de Cudi dağı üstünde durdu. "[40] Gemi yolcularını, Musul yakınlarında (Mardin Cizre civarında) bulunan Cudi dağının üzerinde indirdi."Zalimler topluluğuna da "uzak olsunlar" denildi."Kahrolsunlar! Ve geride tek kişi kalmasın. Onlar zalimken tufana tutulmuşlardı. Bir rivayete göre ufan Receb ayının ilk gününde başladı ve geminin Muharrem ayının ilk gününde dağın üstünde durmasına kadar sürdü. Bu süre altı ay idi. Yani altı ay sürdü. [41]
1- İman insanı kurtarır. Küfür ise helak eder ve alçaltır.
2- Gemi veya benzeri araçlara binerken "Besmele" çekmek sünnettir.
3- İslâmi ölçüler içerisinde yaşayan anne-babaya başkaldırmak çoğu zaman insanın dünyada helak olmasına sebep olur. Ahiret azabı ise, böyle biri için kaçınılmazdır.
4- Bu kıssa, babanın evladına yönelik göz yaşartıcı şefkatinin bir örneğini sunmaktadır.
5- Kıssa
Yüce Allah'ın azametini, yüceliğini ve yer-gök dahil tüm Arlıkların O'na itaat
ettiğini açık bir örnekle gözler önüne sermektedir. [42]
45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz be- oğlum dilemdendir ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen
^kimlerin hakimisin."
46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. '(. salih olmayan bir iştir. Öyleyse hakkında bilgin olmayan şe-
be nden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye
sana öğüt veriyorum."
47- Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
48- "Ey Nuh" denildi. Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine bizden selam ve bereketle gemiden in. Kâfir ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara bizden acı bir azap dokunacaktır.
49- Bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu halde sabret. Şüphesiz sonuç takva sahiplerinindir.
Ehlimden. Eşlerimden ve çocuklarımdan oluşan ailemin bir ferdidir.
Ve senin sözün haktır. Senin vaadin kesin ve değişmezdir.
Muhakkak ki O, yani oğlun, salih amel değildir. Senin böyle bir istekte bulunman salih bir amel değildir.
Sana öğüt veriyorum. Cahillerden olmanı yasaklıyorum, böyle bir duruma karşı seni uyarıyorum.
Cahillerden. Benim yüceliğimi, vaadimin doğruluğunu ve verdiğim sözü tuttuğumu bilmeyen, dolayısıyle bilmediği şeyi benden isteyen cahillerden olma.
Onları barındıracağız. Dünyadaki hayatları sona erene kadar, çeşitli rızık ve nimetlerle onları yararlandıracağız. Sonra kâfir oldukları için, benim korkunç azabım onları kuşatacaktır.
Muttakiler içindir. Allah'tan korkan, bu yüzden O'na ibadet eden ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayanlar içindir. [43]
Ayetlerin akışı, Hz. Nuh (a.s) ile kavmi arasında geçenleri anlatmaya devam ediyor:
"Nuh, Rabbine seslendi."
O'na dua etti, temennisini dile getirdi.
"Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir. Ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
Hz. Nuh (a.s) bu sözleri söylerken gemiye binmek üzereydi ve oğlu Kenan gemiye binmek istemiyordu.
"Ey Rabbim, oğlum Kenan benim eşimden doğma ve evladlanmdan biridir. Kuşkusuz sen beni, ailemi ve benimle beraber olan mü'minleri kurtaracağını vaadetmiştin. "Ve senin vaadin doğrusu haktır." Sen hiç bir zaman vaadinden dönmezsin.
"Sen hakimlerin hakimisin."
Hakimlerin en bilgilisi ve en âdilisin. Bu ise benim oğlumdur. Bana başkaldırdı ve benimle birlikte gemiye binmedi. Az sonra helak olacaklarla birlikte helak olacaktır. Ey âlemlerin Rabbi, eğer ona merhamet etmezsen suda boğulacaktır.
Yüce Allah şu hakikati açıklayarak ona cevap veriyor: "Kesinlikle o senin ailenden değildir."
Kurtaracağımı vaadettiğim aile fertlerin arasında o yer almıyor. Çünkü o, senin dinine bağlı değildir ve senin inanç esaslarına uymuyor.
"Bu, salih olmayan bir iştir."
Yani kâfir olan ve senin dinine uymayan oğlunu kurtarmamı istemen salih bir amel değildir. Bense kâfirleri suda boğacağımı bildirmiştim. Dolayısıyle senin bu talebin, senden sadır olan uygunsuz ve salih olmayan bir ameldir.
"Sana öğüt veriyorum."
"Sana yasaklıyorum ve seni uyarıyorum."
Cahillerden olmayasın diye, hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyi benden istemeyesin diye. Bunun üzerine Nuh dedi ki: "Rabbim, sana sığınırım; şu andan itibaren hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi senden istediğim için," "Eğer beni bağışlamaz, bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan o-lurum." Kendilerini helaka sürükleyen bir zavallı olurum. Bunun üzerine Yüce Allah ona şu cevabı verdi:
Denildi ki, "Ey Nuh selametle gemiden in."
Sen ve beraberindeki mü'minler, bizim tarafımızdan bir selamet ve bereketle inin. Rahmet ve bereketimiz senin ve seninle birlikte olan ümmetlerin
ve soyunun üzerinedir. Öyleyse açlıktan ve sıkıntılardan korkmayın. Seninle beraber olan mü'minlerin soylarından gelen bazı ümmetleri dünya hayatında bol azıklarla yararlandıracağım. Sonra, İslâm'dan saptıkları, şirk ve küfür esaslı bir hayat sürdükleri için kıyamet günü bizden onlara acı bir azap verilir. Bunlar Yüce Allah'ın o gün için haber verdiği, gayba ilişkin bilgilerdi. Nitekim haber verdiği gibi oldu. Hz. Nuh (a.s.)'un soyundan gelen kuşaklar birbirini izledi. Bunların bir kısmı kafir, bir kısmı da mü'min oldu. Allah'ın hükmü tümünün hayatına ve gidişatına hakimdir. Müjde ve tehditleri birer birer gerçekleşmektedir. Âyetlerin akışı içinde yer alan bu kıssanın son halkasını oluşturan âyette ise, şöyle buyuruluyor:
"Bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir."
Sana anlattığımız bu kıssa, gaybın kapsamına giren bir haberdir ve biz onu vahiy yoluyla sana bildiriyoruz. Allah'tan başka hiç kimse bu kıssanın ayrıntılarını bilmez. Kur'an âyetleri içinde bunları sana vahiy yoluyla bildiriyoruz. Bu Kur'an'dan önce sen de, kavmin de, bu kıssayı bu şekilde ayrıntılı bilmezdiniz. Şu halde ey Peygamber! Kavminin eziyetlerine karşı sabrederek davetçi görevini sürdür, sana vaadettiğimiz yardım gelene kadar tebliğ görevini yürüt. Çünkü övgüye değer, güzel akıbet her zaman muttakilerindir, sabırla ve itaatle Rablerinden korkup-sakındıklarım açık biçimde ortaya koyanlarındır. Rablerinin vereceği sevabı gözeterek sabreden mü'minlerle buluşana kadar bu güzel niteliklerini sürdürenlerindir ve onur verici son onlarındır. [44]
1- İman ve İslâm bağı, kan bağından daha Önemlidir.
2-Bilmeden bir şeyi yapmak haramdır. Dolayısıyle, birşey yaparken, Allah'ın o konuya ilişkin hükmünü bilmeden hareket etmek helal olmaz.
3- Cehalet ve cahiller kınanmaya layıktır.
4- Hz. Nuh (a.s) ululazm peygamberlerden (peygamberlerin ileri gelenlerinden) biridir ve Allah katmda büyük bir kıymete sahiptir.
5-Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssaların bir amacı da Rasûlüllah efendimiz (s.a.v.)'e ve mü'minlere moral vermek, onları manen desteklemektir.
6- Burada Peygamber efendimizin (s.a.v) peygamberliği akli bir delille ispatlanıyor. Bu delil, ancak vahiy kanalıyla öğrenilecek ayrıntıları haber vermektir.
7- Sabır,
övgüye değer bir niteliktir. Övünç duyulacak akıbet ise, mutta-kilerindir,
yani, İslama dayalı inanç sistemi çerçevesinde salih amel işleyen
mü'mirilerindir. [45]
50- Adoğullarına da kardeşleri Hud'u peygamber olarak
gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak ilahlar düzenlerden başkası değilsiniz."
51- "Ey kavmim! Ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?"
52- "Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak yağmurlar yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu günahkarlar olarak yüz çevirmeyin. "
Ve Ada'a da kardeşleri Hud. Adoğullan'na, soydaşları Hud'u peygamber olarak gönderdik. Din kardeşleri değil. Hud peygamber (a.s) Adoğulları kabilesine mensuptu. Ad ise Hz. Nuh'un (a.s) oğlu Şam'ın oğluydu.
Allah'a ibadet edin, O'nunla birlikte bir başkasına ibadet etmeyin.
Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. O'nun dışında kulluk etmenizi hakedecek, gerçek bir ilah yoktur.
Siz sadece iftira edenlersiniz. Allah'ı bir yana bırakarak, putları ilahlaştırma girişiminiz bir iftira ve bir yalandan başka birşey değildir.
Onun için sizden ücret istemiyorum. Tevhid esaslı mesajı size sunmama karşılık herhangi bir ücret talep etmiyorum.
Beni yarattı.
Bol ve sağanak yağmur.
Mücrimler olarak yüz çevirmeyin. Allah'a ortak koşma suçunu işleyerek tevhid mesajına sırt çevirmeyin. [46]
Hz. Nuh (a.s.)'un kıssasından sonra, şimdi de Hud peygamber (a.s) ve soydaşlarının kıssası başlıyor. Kıssanın ana mesajı, Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini vurgulamaktır.
"Adoğullan'na da kardeşleri Hud'u peygamber olarak gönderdik."
Ad kabilesine, peygamber olarak kendi soylarından gelen Hud (a.s.)'u görevlendirdik. Hz. Hud (a.s) Arapça konuşan ilk peygamberdir. Arap kökenli dört peygamberden biridir. Bu peygamberler: Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Şuayb ve Hz. Muhammed'dir. -Allah'ın selamı üzerlerine olsun-.
"Dedi ki: 'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin'."
Yüce Allah Hz. Hud (a.s.)'u kavmine peygamber olarak gönderdikten sonra onlara: Ey kavmim! Sadece Allah'a kulluk edin; kulluğunuzu sırf O'na yöneltin. O'nunla birlikte bir başkasına ibadet etmeyin. Sizin Allah'tan başka bir ilahınız yoktur.
"Siz, putları Allah'a ortak koşmakla sadece iftira ediyorsunuz."
Allah'ı bir yana bırakıp putlara ve heykellere tapma şeklindeki tavrınız, tamamen bir yalanın sonucudur. Çünkü Yüce Rabbiniz Allah, bu düzmece ilahlara ibadet etmenizi emretmemiştir. Siz bu hususta O'na karşı yalan uyduruyorsunuz.
"Ey kavmim! Ben bunun karşılığında sizden hiç bir ücret istemiyorum."
Bir ve ortaksız Rabbinize kulluk yapmaya davet ederken, sırf O'na mahsus yapacağınız ibadet sayesinde olgunluğa ve mutluluğa ulaşmanızı isterken, bunun karşılığında sizden herhangi bir ücret ve mal beklentisi içinde değilim.
"Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir." Ben, sadece beni yaratan Yüce Allah'tan ecrimi alırım. "Akıl erdirmeyecek misiniz?"
Düşünemiyor musunuz? Şayet ben, insanları Allah'ın birliğini tasdik etmeye çağırmamın karşılığında bir ücret talep etseydim, bunu sizden isterdim. Ama görüyorsunuz ki, ben Rabbimden başka, hiç kimseden ücret talep etmiyorum. Bu da benim size yönelttiğim çağrı ve öğüt vermemde samimi olduğumu açıkça ortaya koymaktadır.
Sonra Yüce Alalh Hz. Hud (a.s.)'un kavmine şöyle seslendiğini haber veriyor:
"Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin."
Yüce Allah'ın bize bildirdiğine göre, Hz. Hud peygamber kavmine şu çağrıda bulunmuştur: "Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, O'na iman edin, günahlarınızın bağışlanmasını O'ndan isteyin. Sonra O'na tevbe edin; sırf O'na kulluk yapmaya yönelin. Size gönderdiği elçisinin örnek olduğu kulluk görevini eksiksiz yerine getirin. O'ndan başkasına kulluk etmekten vazgeçin ki, çektiğiniz kıtlık ve kuraklıktan sonra üzerinize sağanak yağmurlar yağdırsın, maddi gücünüzün yanısıra, sizi manen de güçlendirsin, moral olarak takviye etsin.
"Günahkarlar olarak yüz çevirmeyin."
Hz. Hud (a.s) burada şefkatli bir öğütçü olarak, öğütlerinden yüz çevirmemelerini, yeniden puta tapıcılığa dönmemelerini, dolayısıyle şirk ve günah ile nefislerini kirleterek suçlular sınıfına dahil olmamalarını istiyor. [47]
1- Hz. Nuh (a.s.)'tan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar gelen tüm peygamberler aynı daveti sunmuşlardır. Bu ise, adece Allah'a ibadete çağırmaktır.
2- Peygamberlerin ortak amacı "La ilahe illallah. Allah'tan başka ilah yoktur," ilkesini hayata hakim kılmaktır.
3- Müşrikler ve yalan olarak ilahlar edinenler Allah'a iftira ediyorlar. Çünkü O'nun emretmediği bir konuda bir başkasına kulluk yapıyorlar.
4- İnsanları tek ve ortaksız Allah'a kulluk etmeye çağırırken samimi olmak gerekir. Samimi ve ihlash olmak bir zorunluluktur.
5- Allah'tan bağışlanma dilemek büyük bir fazilettir ve tevbe etmek de farzdır.
6- Âyet-i kerimede tevbeden önce istiğfardan söz
ediliyor. Bu da gösteriyor ki; kul, öncelikle günahını itiraf etmedikçe, bu
günahından tevbe etmesi mümkün değildir. [48]
53- "Ey Hud!" dediler. "Sen bize apaçık bir belge ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz."
54- "Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır' demekten başka bir şey söylemeyiz. Dedi ki: "Allah'ı şâhid tutarım, siz de şâhidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
55- "O'nun dışındaki ilahlardan biriyim. Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın."
56- "Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun alnından yakalayıp-denetle-mediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim dosdoğru yol üzerinedir."
57- "Buna rağmen yüz çevirirseniz, artık size kendisiyle gönderildiğim şeyi tebliğ ettim. Rabbim de sizden başka bir kavmi yerinize geçirir. Siz O'na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır."
Delil. Tek Allah'a kulluk etmeye ilişkin olarak bize yönelttiğin çağımın doğruluğunu isbatlayan apaçık belge.
Biz ilahlarımızı terkedici değiliz. İlahlarımıza ibadet etmekten vazgeçecek değiliz.
Ancak seni çarpmıştır.
Kötülükle. Çok kötü biçimde çarpılmışsın. Bu yüzden ipe sapa gelmez şeyler söyleyip duruyorsun. Hezeyanlar savuruyor-sun.
Sonra süre tanımayın.
Onun alnından yakalayıcıdır. Ona sahip olur, ezici gücü ile denetimi altına alır. Üzerinde sınırsız ve serbest bir tasarrufta bulunur. O'nun izni olmadan hiç bir şey, kendine bir yarar veya zarar dokunduramaz.
Benim Rabbim dosdoğru yol üzerinedir. Hak ve adalet üzeredir.
Eğer yüz çevirirseniz. Arkanızı dönüp giderseniz.
Her şeyi korur. Denetler. Dolayısıyla herkesi yaptığı ile cezalandırması kaçınılmazdır. [49]
Âyetlerin akışında Hz. Hud (a.s) ve kavminin kıssası devam ediyor. Bu âyetlerde Yüce Allah, soydaşlarının Hz. Hud'a şöyle dediklerini haber veriyor:
"Ey Hud!" dediler. "Sen bize apaçık bir belge ile gelmiş değilsin."
Sırf Allah'a kulluk sunmamıza ve O'nun dışındaki düzmece ilahlara kulluk yapmaktan vazgeçmemize ilişkin olarak bize yönelttiğin çağrının doğruluğunu belgeleyen bir delil ve bir burhan sunmuş değilsin. Dolayısıyle peygamberliğini onaylamamızı bekleyemezsin.
"İlahlarımızı terketmeyiz."
Düzmece ilahlarımıza kulluk etmekten vazgeçmeyiz.
"Senin sözünle." Karar ve yarar dokundurma gücüne sahip değildirler, dolayısıyle kulluk edilmeye layık değildirler şeklindeki sözünden dolayı ilahlarımızdan vazgeçmeyiz.
"Sana iman edecek de değiliz."
Senin dinine ve hayat sistemine uymayız, senin sözlerini onaylamayız.
"Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır.' demekten başka bir şey söylemeyiz."
Bazı ilahlarımız tarafından çok kötü biçimde çarpılmışsın, ilahlarımızın hışmına, gazabına uğramışsın, artık iflah olmazsın. Bu yüzden saçmalıyorsun ve ne dediğini bilmiyorsun demekten başka sana söyleyecek söz bulamıyoruz. Hz. Hud'un cevabı ise şudur:
''Allah'ı şâhid tutarım, siz de şâhidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."
Açık ve kesin bir ifadeyle kavminin kulluk ettikleri düzmece ilahlardan uzak olduğunu belirtiyor ve kendisini kötü bir şekilde çarptıklarına ilişkin iddialarını boşa çıkartarak, onlardan korkmadığını vurguluyor. Bu arada olup bitenlere Allah'ın şahit olduğunu bildiriyor. Ayrıca kendilerinin de şahitlikte buIlınmalarını istiyor. [50]
"O'nun dışındaki ilahlardan"
Allah'ın dışında taptığınız düzmece ilahlardan uzağım, onlarla herhangi bir ilişkim yoktur. Sonra onları ve düzmece ilahlarını küçümseyici bir ifadeyle onlara şu şekilde meydan okuyor:
"Bana toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun."
Bana zarar vermek amacı ile istediğiniz tuzağı kurun, istediğiniz dolabı çevirin. Hemen, beklemeden bana göz açtırmayın, zaman da tanımayın. Bunu söylerken dayandığı gücü de açıklamayı ihmal etmiyor. Evet onlara meydan okuyan Hz. Hud (a.s) Yüce Rabbine dayanıp güveniyor, O'na tevekkül ediyor.
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim."
Her şeyimi O'na havale ettim. Bütün güvencem O'dur. O, beni sizin in-siyatifinize teslim etmez. Sizin karşınızda beni yüzüstü bırakmaz.
Bu arada Hz. Hud (a.s) Yüce Allah'ın gücünün kendileri ile birlikte her şeyi kuşattığını ve Allah'ın karşı konulmaz bir kudrete sahip olduğunu şöyle dile getiriyor:
"O'nun alnından yakalayıp denetlemediği hiç bir canlı yoktur."
O, her şeyi kudretiyle denetler. Her şeyin üzerinde hükümrandır. Her şeyi dilediği tarafa yöneltme yetkisine sahiptir. Dilediğinin başına dilediği azabı indirir. Bunu bildirirken bir hususa da dikkat çekiyor: Yüce Allah hak ve adalet yolu üzerinedir. Düşmanlarının dostlarına egemen olmasına izin vermez.
"Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir."
Bu yüzden ben korkmam, herhangi bir şeyden asla endişe etmem.
"Buna rağmen yüz çevirirseniz."
Hakka sırt çevirir, burun kıvırırsanız, biliniz ki, bunda benim bir sorumluluğum yoktur. Çünkü ben, Rabbimin size iletmemi istediği emirleri tam olarak tebliğ ettim. Bundan dolayı Yüce Allah sizi helak edecek ve yerinize bir başka topluluğu yeryüzüne hakim kılacaktır. Siz bu tutumunuzla, O'na az veya çok herhangi bir zarar dokunduramazsmız. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip-koruyandır. Her şey O'nun şaşmaz denetimi altındadır. Adaletine ve kullarına yönelik merhametine dayalı olarak, herkesi işlediklerinin tam karşılığını vermek suretiyle yargılayacaktır. Hamd O'nadır, övgü O'nun şanına layıktır. [51]
1- Her zaman ve her mekandaki müşriklerin akıl almaz inatları ve korkunç kibirleri burada da kendini göstermektedir.
2- Şirk düşüncesi ve müşriklerin tavırları her zaman ve her yerde birbirine benzer. Nitekim Hz. Hud kavminin "Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır," şeklindeki sözleri, günümüzde de vardır.
3- Mü'minler benzeri olaylar karşısında benzer tavırlar takınırlar. Nitekim Hz. Nuh'un kavmine meydan okurken sarfettiği sözleri Hz. Hud kendi soydaşlarına karşı tekrarlıyor.
4- Kâinatta
yer alan her şey Allah'ın kanunlarına tâbidir ve Allah'ın kendisine ilişkin
iradesinin dışına çıkamaz. [52]
55- Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hud'u ve O'nunla birlikte iman edenleri kurtardık. Onları şiddetli ağır bir azaptan kurtardık.
59- İşte Ad kavmi. Rablerinin âyetlerini tanımayıp reddettiler. O'nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler.
60- Ve bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Haberiniz olsun; gerçekten Ad halkı, Rablerini inkar ettiler. Haberiniz olsun; Hud'un kavmi Adfa rahmetten uzaklık verildi.
Emrimiz geldiği zaman. Onların azaba çarptırılmalarının zamanı dolduğunda, üzerlerine dondurucu rüzgar saldık.
Tarafımızdan bir rahmet ile. Lütfumuz ve nimetimiz sayesinde.
İnatçı zorba. Kıyamet gününde.
Haberiniz olsun. Ad kavmi rahmetten uzak bırakıldı. Her türlü rahmetten uzak olmaları, kahrolmaları öngörüldü. [53]
Hz. Hud (a.s) kavminin kıssası devam ediyor ve Yüce Allah neticeyi şu ifadelerle bağlıyor:
"Emrimiz geldiği zaman."
Adoğullan'nm azaba çarptırılmasına ilişkin hükmümüzün infaz zamanı geldiğinde "tarafımızdan bir rahmet ile Hud'u ve O'nunla birlikte iman edenleri kurtardık." Onlara yönelik lütfumuz, fazlımız ve rahmetimiz sayesinde "onları şiddetli ve ağır bir azaptan kurtardık." Burada kastedilen, kıyamet gününün dehşet verici azabıdır. Şu halde, bu âyette iki türlü azaptan kurtuluşa işaret ediliyor; biri dünyadaki kasıp kavurucu, Rabbinin emriyle her şeyi kökünden sökücü rüzgar azabı, diğeri de bundan daha dehşetli olan ahiretteki cehennem azabıdır.
"İşte Ad kavmi."
Hud'un (a.s) kavmi Ad, Rabblerinin âyetlerini inkar ederek iman etmedi, Hz. Hud'un salısında Allah'ın elçilerine başkaldırdı. Ayet-i kerimede çoğul kullanılmış olmasının sebebi şudur: Bir peygamberi inkar eden ve yalanlayan, bütün peygamberleri yalanlamış gibidir.
"Her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler."
Hakka karşı kibirlenen ve inatçı bir tutum içinde olup insanları sapıklığa çağıran zorbaların buyruklarına tâbi oldular. Onlar da onları Allah'ın gazabına ve dayanılmaz azabına sürüklediler.
"Bu dünyada lanete tâbi tutuldular."
Allah'ın gazabı, öfkesi ve helaki peşlerini bırakmadı. Kıyamet gününde de bunun şiddetlisine mahkum oldular. Bu kıssa, Yüce Allah'ın şu sözleriyle son buluyor:
"Haberiniz olsun; gerçekten Ad halkı, Rablerini inkar ettiler."
O'nu inkar ettiler, ilahlığını tasdik etmediler. Uydurma ilahlarını terkede-rek O'na kulluk etmeyi kabul etmediler.
"Haberiniz olsun; rahmetten uzaklık verildi."
Hz. Hud'un kavmi olan Ad kavminin helak olmalarına hükmedildi. Acaba Kureyş müşrikleri ve diğerleri bu ibret verici kıssadan gerekli dersleri çıkarıp Allah'a inanacaklar mı? O'nun tek ve ortaksız ilah olduğunu onaylayacaklar ve böylece kurtuluşa erecekler mi? [54]
1- Bu kıssanın ana mesajı, Allah'tan başkasına ibadet etmemeyi içermektedir. Allah'ın tek ve ortaksız ilah olduğu anlatılmaktadır.
2- Kâinattaki kânunları gereği, Yüce Allah insanlara müjdeleyici ve uyarıcı elçiler gönderir. Eğer insanlar, elçilerin çağrışma olumlu cevap verirlerse mutlu olurlar. Şayet olumsuz tepki gösterirlerse, aleyhlerinde kesin delil oluşuncaya kadar kendilerine süre tanınır. Bu süre dolunca kâfirler helak edilir. Buna karşın mü'minler kurtarılırlar.
3- Kıssanın önemli bir yanı da kibir ve inatçılığın yerilmesidir. Çünkü bunlar bir insanda bulunabilecek en kötü niteliklerdir.
4- Tâgutlara
(Allah'ın yolunu engelleyen her şey), zalimlere, kafirlere ve bozgunculara
uymanın sonu yıkım ve hüsrandır. [55]
61-"Semudoğıtlları'na da kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi topraktan yarattı ve orada ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O 'ndan bağışlanma dileyin, sonra O 'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim yakın olandır, duaları kabul edendir."
62- Dediler ki: "Ey Salih! Bundan önce sen içimizde kendisinden yararlılıklar umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşkulanıyoruz."
63- Dedi ki: "Ey kavmim! Görüşünüz nedir, söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerindeysem ve bana tarafından bir rahmet vermişse, bu durumda O'na isyan edecek olursam Allah'a karşı bana kim yardım edecektir? Şu halde
kaybımı arttırmaktan başka bana hiç bir yarar sağlamayacaksınız. "
Ve Semud'a. Ve Semud kabilesine gönderdik.
Kardeşleri Salih'i. Hz. Salih, Semudoğulları kabilesine mensuptu. Kabilenin atası Semud ile arasında beş göbek vardı.
Ve sizi ömürlendirdi. Sizi orada Ömür sürdürenler kıldı. Orada ikâmet ederek, oraya yerleşerek yaşıyorsunuz.
Yakındır, duaları kabul eder. Yarattığı varlıklara yakındır. Bütün kainat O'nun egemenliği (hükümranlığı) altındadır. Kendisine dua edenin duasını kabul eder.
Bundan önce kendisinden yararlılıklar umulan. Bu söylediklerini söylemeden önce, senin aramızda bir lider olarak belirgin-leşeceğini umardık.
Görüşünüz nedir, bana haber verin?
Rabbimden apaçık bir belge üzerinde. Rabbimin bana öğrettiği bir bilgiye dayanıyorsam, söyleyin bana, O'ndan başkasına kulluk etmek bana yaraşır mı?
Zarar ve helaktan başka. [56]
Bu âyetler, Hz. Salih peygamber (a.s) ve kavminin kıssasının başlangıcıdır. Yüce Allah, O'nun Semudoğulları'na gönderilmiş bir peygamber olduğunu şu ifadelerle bildüiyor:
"Semudoğulları'na da kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik." Suriye ile Hicaz arasında yer alan Hicr bölgesinde yerleşmiş bulunan Semud kabilesine, soydaşları ama dindaşları olmayan Hz. Salih'i peygamber olarak görevlendirdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur."
Hz. Salih Peygamber, dikkatlerini kavminin tebliğ ettiği davet üzerinde toplamak için aralarındaki aynı kavimden olma bağıyla onlara hitab ediyor:
"Ey kavmim! Allah'a ibadet edin."
O'na iman edin. O'nun birliğini ve ibadette ortaksızlığını onaylayın, kesinlikle O'na yönelik ibadete bir başkasını ortak etmeyin. Çünkü sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Çünkü O'dur sizin Rabbiniz ve çünkü O'dur sizin yaratıcınız. Sizin rızkınızı veren, sizin işlerinizi planlayıp yönlendiren de O'dur.
"Sizi topraktan yarattı."
Yaratılış sürecinize, babanız Hz. Adem'i topraktan yaratarak başladı.
"Sizi orada ömür geçirenler kıldı."
Yeryüzüne yerleşmek, orada yaşamak suretiyle ömür geçirmenizi diledi. Öyleyse O'nun ilahlığıni itiraf ederek O'ndan bağışlanma dileyin, soma da O'na tevbe edin. Sırf O'na ibadet edin ve kesinlikle bir başkasına ibadet etmeyin.
"Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, duaları kabul edendir."
Kavmini imana ve itaate yöneltmek, şirk ve günah dolu hayat biçimini terketmeye teşvik etmek amacı ile Rabbinin kullarına yakın olduğunu, kendisinden bir şey isteyenin isteğini karşıladığını dile getiriyor. 61. âyetin verdiği mesaj budur.
62. âyete gelince, burada kavminin Hz. Salih'e verdikleri cevaba yer veriliyor. Yüce Allah'ın bildirdiğine göre, Semudoğulları demişlerdi ki:
"Ey Salih! Bundan Önce sen içimizde kendisinden fayda umulan biriydin."
Senden iyilik umuyorduk. Aramızda bir lider olarak ortaya çıkacağını umuyorduk. Sen ise, ilahlarımızı terkedip senin ilahına tapmamızı istediğin bir çağrı ile karşımıza çıkarak bizi hayal kırıklığına uğrattın. Bu yüzden Hz. Salih (a.s.)'in çağrısını reddettiler: "Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin?" Bu sözleri, Hz. Salih'in Allah'ın birliğini esas alan çağrısını, içlerine sindiremediklerini gösteriyor:
"Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşkulanıyoruz."
Şüphe içindeyiz. Bahsettikleri, ruhun kararsızlık halidir. Sakinleşmeyip, yatışmaması durumudur.
63. ayette ise, Hz. Salih'in kavmine yönelttiği çağrıya yer veriliyor. Burada Hz. Salih belki inanırlar ve Allah'ın bir ve ortaksız olduğunu kabul ederler diye, son derece etkileyici bir üslupla önlerine çeşitli deliller koyuyor:
"Dedi ki: Ey kavmim! Görüşünüz nedir, söyler misiniz? Eğer ben Rab-bimden apaçık bir delil üzerinde isem."
Rabbime inanılması gerektiğine ve sırf O'na ibadet edilmesinin lazım geldiğine ilişkin olarak kesin bir bilgiye dayanıyorsam ve O, bana tarafından bir rahmet, yani nübüvvet ve elçiliği bahşetmişse, söyler misiniz, şayet Allah'a başkaldıracak olursam kim bana yardım edecek? Hiç kimse!.. Şu halde, eğer Rabbime ibadeti terketmek ve sizin düzmece ilahlarınıza tapmak suretiyle size itaat edecek olursam, bu benim dünya ve ahiret hüsranımı ve sapıklığımı arttırmaktan başka bir işe yaramaz. [57]
1- Bütün Rasûllerin amaçlan da, bu amaca ulaşmak için baş vurdukları yöntem de aynıdır. Amaç: Allah'ın rızasını kazanmak ve onun karşılığı olan cennete girmek maksadıyla yalnızca Allah'a kulluk etmektir.
2- Âyet-i kerimede tevbeden önce, kişinin istiğfar etmesinin gereğine işaret edilmiş olmasının nedeni, insanın itiraf etmedikçe günahından arınamı-yacağı gerçeğidir.
3- Tarih boyunca tüm insanlar arasında bilinen bir gerçek vardır ki, o da iyi niteliklere sahip, salih bir insan hakkında olumlu duygular beslemektir. Salih insanlar onları hakka uymaya ve bâtılı terketmeye çağırınca da ona karşı çıkarlar ve Semudoğullan'nın Hz. Salih'e yönelik ileri sürdükleri gibi üzüntülerini bildirirler: "Bundan önce sen içimizde kendisinden yararlılıklar umulan biriydin."
4- Her ne
şekilde olursa olsun, bâtıl düşünce sahiplerinin önerilerine olumlu yaklaşmamak,
çağrılarını kabul etmemek gerekir. Çünkü bâtıl ehlinin çağrılarını kabul etmek,
önerilerini olumlu bulmak kişinin hüsranım arttırmaktan başka bir işe yaramaz. [58]
64- "Ey kavmim! Size işte bir delil olarak Allah'ın devesi; ona dokunmayın, bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülük niyetiyle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap sarıverir."
65- Fakat onu öldürdüler. Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. Bu, yalanlanmayacak bir vaaddir."
66- Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih'i ve O'nunla birlikte iman edenleri o günün aşağılatıcı azabından kurtardık. Doğrusu senin Rabbin, güçlü olandır, aziz olandır.
67- O zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.
68- Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun: Semud halkı gerçekten Rablerini inkar etmişlerdi. Haberiniz olsun: Semud halkına rahmetten uzaklık verildi.
Âyet. Size sunduğum: "Laİlahe illallah. Allah'tan başka ilah
yoktur." Esaslı davetin doğruluğunu ispatlayan bir işarettir bu.
Onu serbest bırakın Allah'ın arzında yesin. Her hangi bir kimse tarafından yasaklanmış bir hale getirilmeyen meralarda otlasın.
Kötülükle. Kötülük amacı ile. Dövmek veya öldürmek gibi. Ya da su içmesine engel olmak gibi.
Onu kestiler. Onu öldürdüler. Kılıçla ayaklarını keserek yere yıkıp öldürdüler.
i Yurdunuzda yararlanın. Üç gün boyunca yeyin, için ve hayatın çeşitli nimetlerinden yararlanın.
Yalanlanmayacak bir vaad. Bu, bir gerçektir. Size yalan söylemiyorum ve Rabbimin de size yönelttiği vaadi yalan değildir.
Yurtlarında diz üstü ve yüzüstü yığılmış halde kaldılar. Helak oldular.
Sanki orada refah içinde hiç yaşamamışlar gibi. Dün orada yaşamamış ve hiç bir zaman ömür sürmemiş gibiydiler. [59]
Sûrenin akışı içinde Hz. Salih ve kavminin kıssası devam ediyor. Başlangıçta Hz. Salih (a.s) onları Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını kabul etmeye çağırınca, onu yalanladılar ve davetinin doğruluğunu ispatlayan bir mucize istediler. İşte bu âyet-i kerimede Yüce Allah Hz. Salih'in kavmine cevap olarak söylediği sözleri şu şekilde bize aktarıyor:
"Ey kavmim! Size işte bir âyet olarak Allah'ın devesi..."
Semudoğulları bir dağı işaret ederek, Hz. Salih'ten bu dağdan kendileri için bir deve çıkarmasını istediler. Bunun üzerine Hz. Salih peygamber (a.s) Rabbine dua etti. Yüce Allah'ta onun duasını kabul ederek işaret ettikleri dağdan göz alıcı ve kusursuz bir deve süzüp çıkarttı. Bu dehşet verici mucize gerçekleştiği anda Hz. Salih peygamber: "Ey kavmim! İşte Allah'ın devesi," dedi. Hz. Salih "Allah'ın devesi" şeklinde bir cümle kurarak devenin Allah'ın kudreti ve iradesi ile yaratıldığına işaret etmeyi amaçlıyor.
"Sizin için bir âyettir." "Yalnızca Allah'a ibadet edin ve putlara kulluk etmekten vazgeçin" şeklindeki çağrının doğruluğunu pekiştiren bir işarettir. Şu halde onu serbest bırakın, Allah'ın arzında, kimsenin özel mülkiyeti olmayan meralarda rahatça otlasın. Sakın, kılıçla ayaklarını kesip yere yığmak
veya boğazlamak ya da öldürmek suretiyle ona kötü niyetle dokunmayın. Bu durumda, sadece üç gün geciktirilebilecek yakın bir azap sizi yakalar. Ama onlar Hz. Salih'in bu uyarılarına inanmadılar, tutup deveyi öldürdüler. Hz. Salih bu yaptıklarını görünce, onlara Allah'ın buyruğunu hatırlattı:
"Yurdunuzda üç gün daha yararlanın."
Üç günlük bir hayat yaşayın.
"Bu, yalanlanmayacak bir vaaddir." Üç gün sonra dehşet verici bir azaba çarptırılacağınıza ilişkin vaad doğrudur, yalanlanması mümkün değildir... Bu olup bitenleri 64 ve 65. ayetlerden öğreniyoruz. Devamla Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih'i ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık."
Belirlenen süre dolunca, Yüce Allah'ın azap emri geldi. Fakat Yüce Allah tarafından bir lütuf ve rahmetle Hz. Salih'le birlikte mü'minleri o dehşet verici azaptan kurtardı.
"O günün aşağılatıcı azabından."
O günün onur kırıcılığından ve dehşet verici azabından kurtardı.
"Ey Muhammedi (s.a.v.) Senin Rabbin güçlüdür, baskısı karşısında duracak güç yoktur. Hiç kimse iradesine üstünlük sağlayamaz, o, azizdir." 166. âyetin ifade ettiği anlam da budur. Bundan sonraki iki âyete gelince; bu âyetlerde Yüce Allah Semudoğulları'nın helakini şöyle anlatıyor:
"O zulmedenleri dayanılmaz bir ses satıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar."
Rablerine ortak koşanları, O'nun âyetlerini yalanlayanları, korkunç bir ses sarıverdi de yurtlarında dizüstü çöküverdiler. Sanki burada refah içinde bir hayat sürdürmemiş gibi cansız yığılıverdiler.
"Haberiniz olsun: Semud halkı gerçekten Rabbini inkar etti. Haberiniz olsun: Semud halkına rahmetten uzaklık verildi."
Semudoğulları kahroldular. Helaktan ve aşağılatıcı azabın ardından gelen bu tehditle Hz. Salih peygamberle (a.s) küfrü imana, şirki tevhide tercih eden Semudoğulları kavmi kıssası sona eriyor. [60]
1- Yüce Allah'ın mucize isteyenlere mucize göstermesi, onların inanma-
larını sağlamayabilir.
2- Salih peygamber (a.sj büyük bir mucize gösteriyor, ama kavmi bu mucize üzerine O'na inanmıyorlar.
3- Bir insanın bir yerde üç gün kalması, onu mukim yapmaz, bu şekilde o kişi seferi sayılır. Bu yüzden o insan namazım kısaltarak dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılması gerekir.[61]
4- Zulüm bir
uğursuzluktur ve âkibeti (sonu) çok kötüdür. [62]
69- Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldikleri zaman: "Selam" dediler. O da "selam" dedi. Ve hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.
70- Ellerinin ona uzanmadığım görünce İbrahim durumdan hoşlanmadı ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki: "Korkma. Biz Lut kavmine gönderildik."
71- Karısı ayaktaydı, bunun üzerine güldü. Biz ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yâkub'u müjdeledik.
72- "Vay bana'1 dedi kadın. "Ben kocamış bir kadın iken ve şu kocam da bir ihtiyar iken doğuracak mıyım? Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!.."
73- Dediler ki: "Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı! Şüphesiz O,
övülmeye layık olandır, mecid'dir."
Müjde ile. Hz. İshak'ın ve onun arkasından Hz. Yâkub'un dünyaya geleceği müjdesi ile.
Kalmadı. Çok geçmeden.
Kızartılmış buzağı ile. Taş ocakta kızartılmış bir buzağı ile.
Ona ulaşmıyor. Ona uzanmadıklarını, alıp yemediklerini.
Onları garipsedi. Bu durumdan hoşlanmadı. Onları tanıyamadı.
Bir korku hissetti.
Lut. Hz. İbrahim (a.s.)'in kardeşi Haran'ın oğlu Lut (a.s.). "Vay bize." Daha neler! j Ve bu kocam bir ihtiyardır. Kastettiği, kocası Hz. İbrahim'dir.
Muhakkak ki, bu garip bir şeydir. Kadın böyle bir ihtimali uzak ve tuhaf bulduğu için "bu, şaşırtıcı bir şeydir" diyor. [63]
Burada Yüce Allah'ın Hz. İbrahim peygambere (a.s) yönelik müjdesi ele
almıyor.
"Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiler."
Elçilerden maksat; Cebrail, Mikail ve İsrafil adlı meleklerdir. Hz. İbra-
him (a.s.) de onların selamlarını aldı.
"Selam dediler. O da Selam dedi." ifadesinden bunu anlıyoruz.
"Hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi."
Çok geçmeden kızartılmış bir buzağı getirdi. "Haniz buzağının adıdır. Bu kelimenin ifadesinden anladığımız kadarıyla buzağı kızgın bir taşta kızartılmıştı. Buzağıyı önlerine koydu ve yemeye buyur etti. "Yemez misiniz?" dedi. Fakat ellerinin yemek maksadıyla ona uzanmadığını görünce, bu durumdan hoşlanmadı ve içinde bir tür korku hissetti. Çünkü geleneğe göre, bir kimse bir yere gitse ve kendisine yemek sunulsa, o da yemese, bu tavır, onun kötü niyetli olduğunun göstergesi olarak algılanırdı. Melekler O'nun bu endişesini farkettikleri zaman "korkma" dediler. Ve geliş sebeplerini açıkladılar.
"Biz Lut kavmini helak etmek üzere gönderildik. İşledikleri iğrenç cürümlerden (günahlardan) dolayı onları yerle bir edeceğiz," dediler. O sırada Hz. İbrahim'in karısı, perde gerisinde ayakta duruyor ve kocasıyla birlikte konuklara hizmet ediyordu. Lut kavminin helak edileceği haberini duyunca, iğrenç topluluğun helakından duyduğu sevinçten dolayı güldü. Bu esnada Yüce Allah melekler aracılığı ile onu İshak ve onun arkasından Yâkub ile (oğul ve torun) müjdeledi. Bu müjdeyi duyduğu zaman, tipik kadınsal tepkiyle yüzü hayretten dona kaldı.
"Vay bana" dedi kadın. "Ben kocamış bir kadın iken doğuracak mıyım? Şu kocam da."
Kocası Hz. İbrahim'i kastediyor.
"Bir ihtiyardır."
Yaşı ilerlemiştir. O sırada Hz. İbrahim yüz yaşındaydı. Karısının yaşı da doksanın üzerindeydi.
"Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!" Bu yaşta doğuracak olmam hayret vericidir.
"Dediler ki: Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı!"
Ey İbrahim'in ev halkı!
"Şüphesiz O, övülmeye layık olandır, mecid'dir."
Size yönelik lütuf ve nimetleriyle övülmeye layıktır.
"Mecid'dir," yücelik sahibidir. Övülendir. kerem sahibidir. Burada müjdeye layık görülen kadın Hz. İbrahim'in eşi Sâra'dır. Aynı zamanda Sara, Hz. İbrahim'in amcasının kızıdır. Hz. İbrahim'e ve eşi Sâra'ya yönelik müjde iki
yönlüdür. Zâlim bir kavmin helak edileceği, İshak admda bir oğul ve ondan da Yâkub adlı bir torunun dünyaya geleceği müjdesi birlikte veriliyor. [64]
1- Bir mü'mini kendisi için hayırlı olan bir şeyle müjdelemek, salih bir rüya bile olsa müstahabtır. Yani güzeldir.
2- Başkasının yanma giden, yanında duran veya yanından geçen kimsenin selam vermesi sünnettir. Selamı almak ise, farzdır.
3- Ev halkının konuklarına hizmet etmesi çok güzel bir davranıştır. Misafire ikramda bulunmak İslâm'ın teşvik ettiği güzel ahlaklardan biridir. Rasû-lüllah efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse konuğuna ikramda bulunsun, onu iyi ağırlasın."
4- Hz.
İbrahim peygamberin (a.s) ev halkı Allah katında şerefli bir dereceye
sahiptir. [65]
74- İbrahim'den korku gittiği ve ona müjde geldiği zaman, Lut kavmi konusunda bizimle çekişip tartışmalara giriyordu.
75- Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden Allah'a yönelen biriydi.
76- "Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü gerçek şu ki, Rabbi-nin emri gelmiştir ve gerçekten onlara geri çevirilmeyecek bir azap gelmiştir.
Korku. Ürküntü.
Müjde. Kalbi ferahlatan sevinçli haber. Bizimle tartışıyor, çekişiyor.
Lut kavminde. Lut kavminin helak edilmesi konusunda. Lut Allah'ın elçisidir. Hz. İbrahim'in kardeşi Haran'm oğludur. Yumuşak huylu ve üzülen. Cezalandırma yönüne gitmeyen yumuşak huylu, üzüntü veren, hüzün kaynağı şeylerden dolayı çok ah eden.
I Bundan uzak dur. Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaktan vazgeç.
Reddolunmaz. Hiç kimse onu geri çeviremez. Çünkü Allah buna karar vermiştir. Artık bu kararın yürürlüğe girmesi kaçınılmazdır. [66]
Sûrenin akışı içinde, Hz. İbrahim (a.s.)'e yönelik müjdeyi içeren kıssa devam ediyor ve Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İbrahim'den korku gidip melekleri tanıyınca, kendisine evlat müjdesi verilmesinden sonra Lut kavmi hakkında tartışmaya başladı. İçlerinde Hz. Lut'un ve mü'minlerin bulunduğunu söyleyerek helaki durdurmak istedi. "Orada Lut vardır, dedi,"
Ona Ankebut süresindeki ilgili âyetle cevap verildi:
"Bİz orada kimin olduğunu daha iyi biliriz. Kesinlikle onu ve ailesini kurtaracağız. Ama karısı hariç. O geride kalanlardan olacak."[67]
"Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden Allah'a yönelen biriydi."
Bu ifade ile, Hz. İbrahim (a.s.)'in Lut kavmi ile ilgili olarak meleklerle tartışmaya girmesinin nedenine işaret ediliyor. Hz. İbrahim peygamber (a.s) yufka yürekli, halim, cezalandırma yönüne gitmekten hoşlanmayan bir kimseydi. Bu yüzden belki yaptıklarına pişman olurlar diye azabın tehir edilmesini istemişti. İçli, duygulu, gönülden boyun eğen, üzüntü verici bir şey gördüğü veya işittiği zaman çok "ah!" eden bir insandı. Her zaman tevbe ederek gönülden Rabbine yönelirdi. Hz. İbrahim (a.s) meleklerle tartışmada ısrarlı olunca melekler ona: Ey İbrahim! Bizimle tartışmaktan vazgeç, Rabbinin onlara ilişkin helak emrinin vakti gelmiştir.
"Gerçekten onlara geri çevtrilmeyecek bîr azap gelmiştir."
Bu azabı herhangi bir kimsenin durdurması mümkün değildir. Âyetlerin akışı içinde bu azaba değinilecektir. [68]
1- Tavsiyeleri kabul edebilecek durumda olan bir kimse ile konuşulabilir, tartışılabilir ve gerekli tavsiyeler yapılabilir.
2- Hilm, yani her hatayı cezalandırma yönüne gitmeme özelliğinin insanda bulunması bir fazilettir.
3- Her fırsatta gönülden Allah'a yönelmek üstün bir niteliktir.
4- Allah'ın takdir ettiği şey geri çevirilemez. O'nun hükmü kesinlikle
gerçekleşir. [69]
77- Elçilerimiz Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı, göğsünü bir sıkıntı bastı ve : "Bu, zorlu bir gün" dedi.
78- Kavmi ona doğru koşarak geldi; onlar daha önceden kötülükler işlemekteydiler. "Ey kavmim!" dedi. "İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. Artık Allah'tan korkun ve beni misafirim önünde küçük düşürmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan bir adam yok mu?"
79- Dediler ki: "Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz olmadığını sen de Mlmişsindir. Bizim ne istediğimizi gerçekte sen biliyorsun."
80- Dedi ki: "Size yetecek gücüm olsaydı veya sağlam bir yere sığınabilseydim."
Onlardan dolayı kaygılandı. Gelişlerinden dolayı tasalanmaya başladı.
Onlardan dolayı göğsünü bir sıkıntı bastı. Karşılaştığı meseleyi kaldıracak gücü kalmadı.
Zorlu bir gün. Şiddetli, dayanılmaz bir gün.
Ona doğru koşuyorlar. Şehvetten çılgına dönmüş olarak hızlı adımlarla ona doğru yürüyorlar.
Kötülükler. Erkeklerle ilişki kurmak suretiyle büyük günah işlemek.
jMisafirim önünde beni küçük düşürmeyin. Misafirime saldırmakla beni rezil etmeyin, aşağılamayın.
Aklı başında, râşid bir adam. Olayları ve âkibetlerini akledebi-len olgun bir insan.
Veya Sağlam bir yere sığınabilseydim. Size karşı beni savunabilecek güçlü bir aşirete sığınabilseydim. Hz. Lut'un aşireti yoktu. Çünkü O, bir yabancıydı. [70]
Burada Hz. Lut (a.s) melekler ve kavmi arasında geçenlere giriş yapılı-
yor. Bu meyanda Yüce Allah buyuruyor ki:
"Elçilerimiz geldiği zaman"
Bunlar daha önce de Hz. İbrahim (a.s.)'e konuk olan meleklerdir.
"Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı."
Canı sıkıldı. İçini bir endişe, bir tasa kapladı. Kavminin mücrimlerinin (günahkârlarının) onlara neler yapabileceklerini düşündükçe korkmaya başladı.
"Bu gün zorlu bir gün," dedi."
Misafirlerine alçakça ve iğrenç tecavüzlerin olabileceği zorlu bir gün idi. Gözlerinin önünde misafirlerine tecavüz etmeye yeltenebilirlerdi. İlk âyetten çıkan anlam budur.
Sonraki 78. âyette ise, Yüce Allah, Hz. Lut'un böylesine zorlu, böylesine sıkıntılı bir gündeyken kavminin ona gelişini haber veriyor:
"Kavmi ona doğru koşarak geldi."
Azmış ve hayvansal şehvetin kavurucu etkisiyle gözleri yuvalarından fırlamış bir halde evinin yolunu tuttular. Gelmeden önce de erkeklerle sapık ilişkiye girmişlerdi. Hz. Lut bu gözü dönmüş güruhu misafirlerinden uzaklaştırmak istedi.
"Ey kavmim!" dedi. "İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temizdir. "İşte toplumdaki kadınlar. Bunlarla ilişki kurmanız daha temizdir. Onlarla evlenmeniz daha uygundur. Allah'ın öç almasından korkun. Beni misafirim karşısında küçük düşürmeyin, beni rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan bir adam yok mu? Aranızda iyiliği emredip, kötülüğe engel olacak olgun bir insan yok mu? Lanet olasıcalar ona şu cevabı verdiler:
"Andolsun, senin kızlarında bizim bir şeyimiz olmadığını sen de bilmiş-sindir."
Senin kızlarına ilgi duymuyoruz, onlara ihtiyacımız yoktur. Ne istediğimizi sen çok iyi bilirsin. Bizim istediğimiz, erkeklerle ilişki kurmaktır. Gözü dönmüş sapıklara Hz. Lut (a.s.)'un cevabı şu oldu:
"Size yetecek gücüm olsaydı."
Yardımıma koşacak kimseler olsaydı ve sizin bu sapıkça arzularınıza engel olsalardı keşke!.. Ya da "Sağlam bir yere sığınabilseydim." Beni koruyacak, suçlular güruhuna karşı misafirlerimi himaye edecek güçlü bir aşirete sığınabilseydim? [71]
1- Misafiri en güzel biçimde ağırlamak, onu her türlü kötülüğe karşı korumak Övgüye değer bir fazilettir.
2- Kötü alışkanlıklar, insanı sonuçta sapıklığa götüren davranışlardır.
3- Kötülüğü Önlemek için helal olan her türlü imkanı kullanmak gerekir. Çünkü Hz. Lut, misafirlerini kavminin kötü fiillerinden kurtarmak için kavmine dedi ki; nikahla kendinize helal olan kızlarla evlenin de bu kötü davranışı ter-kedin.
4- İyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan kimselerin bulunmadığı bir ortamda yaşamaktan daha kötüsü olamaz.
5- Kötülüğü defetmek ve iğrençliği hayattan uzaklaştırmak için kuvvet toplama ve kuvvet bulma isteğini açığa vurmak, Övgüye değer bir davranıştır. [72]
81- Elçiler dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü. Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da
isabet edecektir.
Onlara vaad olunan
azap
82- Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik
ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.
83- Rabbinin katında "belki bir biçime sokulmuş, damgalanmış" olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.
Ailenle birlikte geceleyin yürir. Geceleyin gizlice memleketin dışına çık.
Gecenin bir parçasında.
Köyün altını üstüne çevirdik. Pişirilmiş, taşlaşmış çamurdan. Üst üste istif edilmiş. Özel bir işaretle belirtilmiş.
Rabbinin indinde. Rabbinin katında, Rabbinin katında işaretlenmişlerdir. Üzerlerine damga vurulmuştur. [73]
Sûrenin akışı Hz.
Lut'un misafirleri ve kavmi arasında geçenleri anlatarak devam ediyor. Hz.
Lut'un korkusu, çaresiz bir paniğe dönüşüp de saygıdeğer misafirlerini himaye
edecek bir güçten yoksun oluşunun üzüntüsünü belirterek: "Size yetecek
gücüm olsaydı veya emniyetli bir yere sığmabilsey-dim." deyince melekler
ona şöyle dediler: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz." Seni kurtarmak
ve kavmini helak etmek üzere gönderildik. Onlar sana ilişe-mezler. En ufak bir
kötülükte bulunamazlar. Gecenin bir parçasında aileni yola çıkar.
şına gelenler onun da
başına gelir. Hz. Lut (a.s) bu sırada, onlardan kavminin ne zaman azaba
çarptırılacaklarını sordu. Melekler, onlar için Öngörülen vâdenin
"Emrimiz geldiği zaman, üstünü altma çevirdik."
Hz. Lut kavmi için -Öngörülen azabın vâdesi dolunca, Yüce Allah Cebrail'e emrederek onu söz konusu halkın memleketinin üzerine saldı. Hz. Cebrail memleketin üstünü altına çevirdi. Her şeyi alt üst etti. Yüce Allah memleketin üzerine pişmiş çamurdan taşlar yağdırdı. Bu kavme mensup olup da memleket dışında olan kimselere de bu taşlardan biri isabet edip onu helak -ediyordu.
"İstif edilmiş, belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış taşlar..."
Ey Allah'ın elçisi! Bu taşlar senin Rabbinin katında işaretlenmişlerdir.
"Bunlar zalimlerden uzak değillerdir."
Helak edilmiş bu beldeler Arap müşriklerinden uzak değildir. Veya Hz. Lut kavminin başına yağdırılan bu taşların başka zalimlerin başlarına yağması pek uzak bir ihtimal değildir. [74]
1- Geceleyin yola çıkmak olabilir. Uzak
mesafeleri yorulmadan kat etmek mümkün olduğu için
2- Zalimlerin helak olmasına üzülmek doğru değildir.
3- Dört şehrin bir saat içinde alt üst olması, Yüce Allah'ın kudretinin bir göstergesidir.
4- Her zaman ve her mekandaki zalimler en
şiddetli ve en korkunç azapların tehditi altındadırlar. [75]
84- Medyenoğulları'na da kardeşleri Şuayb'i peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. O'ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir bolluk ve refah içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum."
85- "Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı, adaleti gözeterek, tam tutun, insanların eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
86- "Eğer mü'minseniz, Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim."
Medyen'e, Medyen halkına gönderdik[76]
Ölçü ve tartı.Tarttığınız zaman ölçü ve tartıyı eksik tutmayın.
Çepeçevre kuşatıcı günün azabı. Hiç birinizin kurtulmasına fırsat bırakmayan bir günün, kuşatıcı azabı.
Adaletle. Eşitçe. Alırken veya verirken ölçü ve tartıyı aynı düzeyde tutun.
Eksiltmeyin. Başkalarının ölçü, tartı veya başka bir husustaki haklarını eksik vermeyin. Üzerinizdeki haklarını kısmayın.
jYeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.
Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ölçü ve tartıyı tam tutarak insanların haklarını verdikten sonra geriye kalan kazanç, Allah'ın size haram kıldığı şeyden daha hayırlıdır.
, Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. Ölçüyü ve tartıyı nasıl yaptığınızı denetlemem. Sadece size öğüt veririm, sizi uyarırım, hepsi bu kadar. [77]
Bu âyetler, Hz. Şuayb (a.s) ile kavmimi, Medyenoğulları arasında geçen olayları konu alan kıssaların başlangıcıdır.
• "Medyenoğullarına da kardeşleri Şuayb'i peygamber olarak gönderdik."
Medyen kabilesine peygamber olarak, kendi soylarından gelen Şuayb'i görevlendirdik.
Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. O'ndan başka ilahınız yoktur."
Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığmı tasdik edin, kulluk etmeye layık tek ilah O'dur. O'dur sizi yaratan, rızkınızı verip işlerinizi yönlendiren O'dur...
"Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın."
Bir kimseye bir şeyi ölçtüğünüzde eksik ölçmeyin, tarttığınızda eksik tartmayın.
"Gerçekten sizi bolluk ve refah içinde görüyorum." Rızkınız alabildiğine boldur ve refah içinde yaşıyorsunuz.
"Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum."
Şayet şirke dayalı yaşayış tarzınızı, ölçü ve tartıyı eksik tutmayı sürdü-rürseniz topyekün olarak bir azaba uğrarsınız ve içinizde hiç kimse bu kuşatıcı azaptan yakasını kurtaramaz.
"Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam tutun."
Burada eksik tartmaya, eksik ölçmeye ilişkin yasaktan sonra, tam tartmaya, tam Ölçmeye ilişkin bir emir yer alıyor. Amaç, önceki yasağı pekiştir-
mektir. Bir de az sonra gelecek olan bir yasağa ön hazırlık yapmaktır. Söz konusu yasak, insanların eşyalarını değerden düşürmeyle alakalıdır.
"İnsanların eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin."
Haklarını çiğnemeyin, alacaklarını kısmayın. Ve ardından daha kapsamlı bir yasağa yer veriliyor:
"Yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışmayın. Çünkü bu, her türlü günahı ve her türlü haramı kapsayıcı genel bir suçtur.
"Eğer mü'minseniz, Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır."
İnsanların hakkını tam olarak verdikten sonra elinizde kalan mal, eksik tartma ve kısma sonucu elde ettiğiniz maldan daha hayırlıdır. Öncekinde bereket, diğerinde ise bereketsizlik vardır, yel savurup götürür. Eğer Allah'ın şeriatına, müjde ve tehditlerine inanıyorsanız bu emir ve yasakları kesinlikle gözetin.
"Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim."
Alış-verişinizi gözetleyecek değilim. Haksızlıklarınız ânında tesbit edip, cezalandırma imkanım da bulunmuyor. Ben sadece size öğüt vererek uyarıyorum. [78]
1- Bütün peygamberler tek ve değişmez bir daveti sunmuşlardır: Önce Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını ilan etmiş, ardından bunun gereği olan emir ve yasakları duyurmuşlardır. Böylece, maddi ve manevi hüsrandan kurtardıkları insanı mutluluk ve olgunluğa kavuşturmayı hedeflemişlerdir.
2- ölçü ve tartıyı eksik tutmak, şiddetli haramdır.
3- Az da olsa helal mala razı olmak, çok da olsa haram maldan buğzet-mek ve ondan kaçınmak farzdır.
4- İşçi ücreti ve eşyaların fiyatı gibi hususlarda insanların hakettikleri-nin altında ücret vermek haramdır.
5- Ne şekilde olursa olsun, yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya çalışmak haramdır. Yeryüzünde çıkarılabilecek en büyük
bozgunculuk, Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldırmaktır. [79]
87- Dediler ki: "Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu aklı başında bir adamsın.1'
88- Dedi ki: "Ey kavmim! Görüşünüz nedir söyler misiniz? Ya ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve o da beni
kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa? Ben, size yasakladığını şeyleri, kendim yaparak size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na içten yönelip-dönerim."
89- "Ey kavmim! Buna karşı gelişiniz, sakın Nuh kavminin ya da Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelenlerin bir benzerini size de isabet ettirmesin. Üstelik Lut kavmi size pek uzak deşil."
90- "Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir."
Namazın mı? O çokça kıldığın namazın mı aklım çeldi de, atalarımızın taptıkları ilahları bırakmak ve malımız üzerinde istediğimizi yapmamak gibi olmayacak şeyleri bize emrediyorsun?
JI Yumuşak huylu, aklı başında. "Hilm; kaba ve sert olmanın, Rüşd ise; ahmaklığın, beyinsizliğin karşıtıdır. Hiç kuşkusuz onların amacı Hz. Şuayb (a.s)'ı övmek değildir. Tam tersine O'nunla alay etmektedirler.
Benim size muhalefet etmem. Size bir şeyi yasaklayıp da, sizden sonra o şeyi yapmak istemiyorum.
Ben sadece ıslah etmek istiyorum. Ben sadece sizi düzeltmeyi, bozuk hayat biçiminizi ıslah etmeyi diliyorum.
Yardımım sadece Allah katmdandır. Yapıcı hareketler içinde olmam ve ıslah hareketini yürütmem, ancak Yüce Allah'ın bana yönelik bir lütfudur.
Ve O'na dönerim. O'nun rızasını gözetirim. Her işimde ve hareketimde ona yönelirim.
Bana karşı çıkışınız, size azap getirmesin! Yani bana isyan etmenizden dolayı Nuh kavmi ve onlardan sonra gelip geçen kavimlerin başına gelen azabın sizin de başınıza gelmesine neden olmasm.
, Lut kavmi sizden uzak değildir. Çünkü Maan ve Ürdün arasında bulunan Medyen'e Lut gölü yakındı. Dolayısıyla hem za-man-mekan hem de onlara gelen azap bakımından Lut kavmi sizden uzak değildir.
Şefkatli, sevendir. Mü'minlere karış merhametlidir, muttakileri sever. [80]
Sûrenin akışı Hz. Şuayb (a.s) ve kavmi Medyenoğu 1ları arasında geçenleri konu alan kıssa ile devam ediyor. Hz. Şuayb (a.s) kavminden tek ve or-taksız Allah'a kulluk etmelerini ölçü ve tartıyı eksik tutmaktan vazgeçmelerini, insanların eşya ve emeklerinin değerini düşük tutmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamalarını istemişti. Medyenoğullan paranın değerini düşürerek piyasaya sürüyorlardı. Yol kesip soygunculuk yapıyorlardı. Hz. Şuayb'ın bu önerisine verdikleri cevaba gelince:
"Dediler ki: Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?"
Bu ifadeyle, atalarının da taptığı putlara kulluk etmekten vazgeçmelerini isteyen Şuayb peygamberi reddediyorlardı. Bunun yamsıra, ölçü ve tartıyı tam tutmaya, insanların eşya ve emeklerinin değerini düşük tutmamaya, hak ve adalet ilkelerine göre hareket etmeye ilişkin teklifini de kabul etmediklerini vurgulamış oluyorlardı. Emir ve yasaklarını tanımadıklarını bildiriyor ve bunu, onun çok namaz kılmasına bağlıyorlardı. Çünkü onlara göre Hz. Şuayb aklı zayıflatıcı, kavrama yeteneğini köreltici bir illete yakalanmıştı.
"Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın."
Bu sözleri, alay etmek için sarf ediyorlardı. Yoksa onlar, Hz. Şuayb'ın halimliğine, yumuşak huyluluğuna ve aklı başında oluşuna inanmıyorlardı. Gerçi Hz. Şuayb (a.s) onların dedikleri gibiydi. Çünkü halim, öfkelendiği zaman, bu öfkesi kendisini normal zamanda yapamayacağı şeyleri yapmaya zorlamayan kimsedir. Beyinsize gelince, onun mal ve benzeri şeyler üzerinde tasarrufta bulunması uygun değildir. 87. âyetin içerdiği anlam budur. Sonraki üç âyet ise, Hz. Şuayb'in onların bu sözlerine verdiği cevabı kapsamaktadır:
"Ey kavmim! Görüşünüz nedir söyler misiniz?" Bana haber verin: "Ya ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem."
O'nun tek ve ortaksız ilahlığmı kesin bir bilgi ile biliyorum. Sevdiği ve öfkelendiği şeyleri, dostlarına yönelik vaadlerini, düşmanlarına yönelik azap tehditlerini kesin olarak biliyorum. O'ndan helal ve temiz bir rızık bekliyorum. Şimdi söyleyin bana, bu hakkı ve hayrı inkar edip sizin yanlışınızla birlik olmam bana yaraşır mı?.. Elbetteki yaraşmaz. Bir şey daha var; ben size yasakladığım şeyi. kendim yaparak size aykırı düşmek istemiyorum. Size Ölçü ve tartıyı tam tutmayı emrederken, kendim eksik ölçüp tartmıyorum. Puta tapmayın derken, kendim gidip putlara kulluk yapmıyorum. Paranın değerini düşürmek için hacmini küçültmüyorum. Yani, kınanmayı ve yerilmeyi hake-den, söylediğini yapmayan güvenilmeyen biri değilim. Sözüne ve yaptığı işine güven olmaz bir tutarsızlık içinde değilim. Öte yandan, ben size neyi emretmiş ve neyi yasaklamışsam, amacım elimden geldiğince gücüm yettiğince hayatınızı ıslah etmektir. Bu konuda başarımın kaynağı benim ve sizin Rabbi-niz Yüce Allah'tır. Her işimde O'na güvenip dayanmış imdir. Sadece O'na tevekkül ederim. Tevbe ederek ve itaate devam ederek kulluk amacı ile yalnızca O'na yönelirim. Sonunda onları inatçılığa ve kaim kafalılığa karşı şu şekilde uyarıyor: "Ey kavmim! Bana karşı gelişiniz, sizi küfür ve günah esaslı hayat biçimini sürdürmede ısrarlı olmaya sürüklemesin. Yoksa Nuh kavmi gibi suda boğulmak ya da Hud kavmi gibi kök söktürücü bir rüzgara tutulmak veya Salih kavmi gibi yürek hoplatıp anında öldüren dehşet verici bir çığlığa yakalanmak suretiyle dillere destan olacak bir azaba çarptırılırsınız."
"Üstelik Lut kavmi size pek uzak değil."
Bu helak olmuş kavim, zaman ve mekan olarak size pek yakındır. Nasıl bir yıkıma uğradıklarını öğrenmiş s inizdir... Dolayısiyle, sırf bana muhalefet etmek için kendinizi korkunç bir azabın kucağına atmayın. Şirk ve günah yüklü hayat biçiminizden dolayı Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra itaatle
yönelerek O'na tevbe ediniz.
"Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir."
Tevbe ederek kendisine yönelenleri azaba uğratmaz.
"Sevendir."
Kendisine dönenleri, gönülden itaat edenleri sever. [81]
1- Kişinin bir şeyi başkalarına yasaklayıp kendisinin yapması ve buseyi başkalarma emredip kendisinin yapmaması son derece olumsuz ve kötü bir örnektir.
2- Gerçeği kabullenip bağlanmayı engelleyen inatçılık ve dikbaşlılık kötü bir huydur.
3- Günahlardan bağışlanma dileyip tevbe etmek farzdır.
4- Yüce
Rabb'imizin sıfatlarından biri de rahmet ve sevmedir. [82]
91- "Ey Şuayb!" dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz kavrayıp anlamıyoruz. Doğrusu biz seni içimizde zayıf biri görüyoruz. Eğer yakın çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin."
92- Dedi ki; "Ey kavmim! Sizce benim yakın çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda unutuluvermiş bir şey edindiniz? Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır."
93- "Ey kavmim! Bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de yapacağım. Kime aşağılatıcı azap gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim."
94- "Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık; o zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.
95- Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberin olsun: Semud halkına nasıl bir uzaklık verildiyse Medyen halkına da rahmetten öyle bir uzaklık verildi."
Anlamıyoruz. Sözlerinin çoğunu derinliğine anlayamıyoruz.
Eğer senin akrabaların olmasaydı. Eğer akrabalarının fertleri olmasaydı.
jSen bizim üzerimizde güce sahip değilsin. Bize göre caydırıcı bir gücün yoktur.
Arkaya atılmış bir şey gibi ilgilenmiyorsunuz, önemsemiyorsunuz.
Mekanınız üzere. Üzerinde bulunduğunuz güç ve imkanlarınızla.
Dehşetli ses. Kendilerini kıskıvrak yakalayan azap. Yıkılmış halde. Diz üstü çöküverdiler. ^ Orada bir gün bile refah içinde yaşamamışlar gibi.
Dikkat edin! Medyen'e uzaklık var. Şuayb'ın kavmi Medyen-oğulları kahrolsunlar. Rahmetten uzak olsunlar. [83]
Sûrenin akışı içinde Hz. Şuayb ve soydaşları arasında geçenleri konu alan kıssa devam ediyor. Aralarında "dedi...", "dediler..." şeklinde geçen karşılıklı konuşma sırasında Hz. Şuayb (a.s) etkileyici bir dille onların her türlü itirazını geri çevirmiş ve Allah'a güvenmenin verdiği manevi güçle, her türlü yersiz iddiaları çürüterek aleyhlerine susturucu deliller sunmuştu. Bunun üzerine soydaşları şiddete başvurmaya kalkışmışlardı. Daha doğrusu söv-gülü ve alaylı bir üslup tercih etmişlerdi. Öte yandan helak ediliş saatleri de iyice yaklaşıyordu... Yüce Allah onların lisanından şöyle anlatıyor.
"Ey Şuayb!" dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz kavrayıp anlamıyoruz."
Önce, gelip kendilerine hitab etmesi için onu davet etmişlerdi, sonra da söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, diye onu dinlemek istememişlerdi. Halbuki, Hz.Şuayb onlara kendi dilleriyle hitab ediyordu. Fakat büyüklük hastalığı ve kendini beğenmişlik; insanı, zayıfları dinlemekten, onları anlamaktan alıkoyar. Bu yüzden Hz. Şuayb'a dediler ki: "Biz seni aramızda zayıf biri olarak görüyoruz." Bu, onların Hz. Şuayb'ı küçümsediklerinin ifadesiydi. Ve dediler ki: "Eğer yakın çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar öldürürdük." Senin mensub olduğun aşiretinin bazı saygıdeğer üyeleri vardır. Onlara duyduğumuz saygıdan dolayı sana ilişmiyoruz. Yoksa seni taşlayarak öldürürdük. Bir şey daha var, biz istesek bunu yaparız ve senin bizim isteğimizi engelleyecek bir gücün de yoktur. Bu noktada Yüce Allah, Hz. Şuayb'm onlara şu cevabı verdiğini bildiriyor:
"Dedi ki: Ey kavmim! Sizce benim yakın çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda unutuluvermiş bir şey edindiniz?"
O'nun emir ve yasaklarına aldırış etmiyorsunuz, O'nu bir kenara bırakmış, sözlerine dikkat etmiyor, emirlerini dinlemiyor ve O'na itaat etmiyorsunuz. Öyleyse vay halinize!
"Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır."
O'nun ilmi kuşatıcıdır. Dolayısıyla yapıp ettikleriniz de O'nun tarafından biliniyordur. Hiç bir şey O'nun kuşatıcı ilminin dışında değildir. Dolayısıyla
yapıp, ettikleriniz O'nun tarafından biliniyordur. Hiç bir şey O'nun bilgisinin kapsamının dışında değildir. Er veya geç sizi bu yapıp ettiklerinizden dolayı cezalandıracaktır. Sonunda Hz. Şuayb (a.s) soydaşlarının kendisine yönelik tehditlerine bir tehditle karşılık veriyor:
"Ey kavmim! Bütün yapabileceğinizi yapın."
Elinizden gelen her şeyi yapın.
"Şüphesiz ben de yapacağım."
Elimden geleni yapmaya çalışacağım.
"Kime aşağılatıcı azap gelecek, yakında bileceksiniz."
Kimin onur kırıcı, alçaltıcı azaba uğrayacağını ve kimin "yalancı" olduğunu bileceksiniz. Azaba uğrayanı, rezil olanı, onur kırıcı bir şekilde ortada yüzüstü bırakılanı yakında herkes görecektir. O günü bekleyiniz.
"Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim."
O günü bekliyorum... Kıssanın bu noktasında Yüce Allah araya giriyor ve şöyle buyuruyor:
"Emrimiz geldiği zaman."
Medyenoğullan'nın azaba uğratı İmal arma ilişkin emrimizin vadesi dolduğu zaman "tarafımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık." Onları bizim lütfumuz ve kendilerine yönelik nimetimiz sayesinde kurtardık.
"Zulmedenleri sarıverdi."
Şirk ve günaha dayalı bir hayat sürdürenleri çepeçevre kuşatıverdi.
"Dayanılmaz bir ses."
Azap çığlığı. Bu dayanılmaz ses, yüreklerini ağızlarına getirdi, dizlerinin bağını çözüverdi, bir daha hareket edemeyecek şekilde helak oldular. Yüce Allah azaba uğratılmış hallerini tasvir mahiyetinde şöyle buyuruyor:
"Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi."
Uzun süre kalıp refah içinde bir hayat sürdürmemişler gibi. Ardından onları lanetliyor:
"Haberiniz olsun: Medyen halkına rahmetten uzaklık verildi."
Rahmetten uzak olsunlar, kahrolsunlar. Bundan önce Semud kavminin helak oluşu gibi. [84]
1- Arap soyundan gelen, Allah'ın elçisi Hz. Şuayb etkileyici bir hitabete sahipti. Bu yüzden ona "peygamberlerin hatibi" denilmiştir.
2- Şiddetli sosyal krizler, toplumsal patlamanın habercileridir.
3- İnsanların emirlerini uygulamaya Önem verip de Allah'ın emirlerini kulak ardı eden ve onları önemsemeyen kimse, ahmaklık ve akılsızlıkta en ileri düzeydedir.
4- Kriz dönemlerinde, Allah'ın bir çıkış yolu göstereceğini ümid etmek, 'korku ve ümit' arasında bir hayat sürdürmenin gereği, övgüye değer bir niteliktir.
5- Allah'ın ve Rasûllerinin verdiği söz doğrudur
ve Allah kesinlikle sözünden dönmez. [85]
96- Andolsun, Musa'yı âyetlerimizle ve apaçık olan bir delille gönderdik.
97- Firavun*a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Fira-vun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavundun emri doğruya götürü-
cü değildi.
98- O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir.
99- Onlar, burada da, kıyamet gününde de lanete tâbi tutuldular. Bu verilen bağış ne kötü bir bağıştır.
Musa (a.s.) İmranoğlu Musa. Allah ile aracısız konuşandır. Allah onu İsrailoğulları'na peygamber olarak görevlendirmiştir.
Âyetlerimizle. Bunlar dokuz tane mucizeydi. Â'raf sûresinin ilgili âyetinde bunların çoğundan söz edilmiştir.
3 Ve açık delil. Allah'ın düşmanı Firavun aleyhine olan güçlü delillerle onu donattık. Böylece Firavun'u yenilgiye uğrattık.
Ve ileri gelenleri. Firavun'un iktidarındaki devletin ileri gelen adamları.
Firavun'un işi doğru değildir. Firavun aklı başında, doğru yola ,_İ iletici emirler veremezdi. O, her hususta hevasına uyan bir beyinsizdi.
Kavmini sürüklüyor. Kavminin önüne geçip onları ateşe sürüklüyor. Cehenneme girmelerine öncülük ediyor.
Lj Döndükleri bu yer ne kötü, ne iğrenç bir yerdir. Bu dünyada bir lanet onları kovalar. Suda boğulurlar.
Bağışlama ne kötü bir bağışlamadır. Kendilerine verilen bağış, ne kötü bir bağıştır. Burada kastedilen, dünya ve ahiret lanetidir. [86]
Burada Hz. Musa (a.s) ve Firavun kıssasına kısaca değiniliyor. Dört âyete sığdırılan bu kıssanın başında Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Andolsun Musa'yı gönderdik."
Hz. Şuayb'ı (a. s) Medyenoğulları'na peygamber olarak gönderdikten sonra İmranoğlu Musa'yı da peygamberliğini ve doğru sözlülüğünü, sunduğu devletin gerçekliğini hazırlayan mucizelerle destekli olarak gönderdik. O'na apaçık bir delil verdik. Bu delil, Allah'ın tekliğini, ortaksızlığını, melun Firavun gibi ilahlık taslayan düzmece ilahların bâtıllığım açık biçimde ortaya koyuyor. Bilindiği gibi Firavun: "Sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum"[87]demişti. Bu kıssada Yüce Allah biz Musa'yı "Firavun'a ve onun önde gelen çevresine" peygamber olarak görevlendirdik, buyuruyor. Apaçık belgelerle, delillerle ve susturucu mucizelerle destekli olarak Firavun'a, ordusunun generallerine ve devletinin üst düzey yöneticilerine Hz. Musa (a.s.)'yı gönderdik. Hz. Musa (a.s.) onlara hakka uymayı ve bâtılı terketmeyi emretti. İleri gelenler ve üst düzey yöneticiler buna karşı çıktılar ve Firavun'un emrine uydular. Böylece Firavun da onları saptırdı.
"Firavun'un emri doğruya götürücü değildi."
Bu durumda, kendisine uyanları nasıl kurtuluşa iletebilir ki? Yüce Allah O'nun hakkında şöyle buyuruyor:
"O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer."
Onları ateşe doğru sürükler. "Sonunda vardıkları yer ne kötü bir yerdir."
Cehennem ateşi ne dehşet verici bir barınaktır.
"Onlar burada lanete tâbi tutuldular."
Firavun ve halkı bu dünyada lanetlendiler. Kıyamet gününde de lanete uğrayacaklardır.
"Bu verilen bağış, ne kötü bir bağıştır."
Dünya ve ahiret laneti bu ifadelerle açıklanmaktadır. Âyetin arapçasm-da geçen "Rifd," yardım ve bağış demektir. "Merfud"" ise, insanlar arasında bu tür bir bağışa layık görülen kimse anlamını ifade eder. [88]
1- Yüce Allah birinin kendi arzusuyla sapmasını dikmişse (izin ver-mişse), o kimse âyetlere ve mucizelere inanmaz. Bilakis onları reddeder, yalanlar. Ve nihayet küfür üzere helak olup gider. Çünkü Allah kimseyi ne imana ne de küfre asla zorlamaz.
2- Delillerin güçlü olması belgelerin çokluğu insanların daveti doğru biçimde algılayıp anlamaları sonucunu bir zorunluluk olarak doğurmaz. Çünkü kabul etmeyenler inatlarından dolayı da inkar edebilmektedirler. Bu durumda o inatçı insanlara nekadar kuvvetli delil getirirseniz getirin inanmazlar. Hatta Allah'ı açıktan görseler dahi inatları tutmuşsa inanmamaya çeşitli bahaneler uydurabilirler.
3- Şerrin liderlerine, bozgunculuk ve sapıklığın önderlerine uymaktan, izlerinde gitmekten şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü onlar insanları cehennem ateşine sürüklemektedirler
4- Bâtılın kötülük ve fesat yuvaları, taraftarlarının sonunda varacağı yer ne kötüdür. Bu kötü yer, cehennemin tâ kendisidir. Bu kullar, dünyada iken yaptıkları kötü amellerin karşılığında cehenneme girmişlerdir. Allah hiç kimseye zulmetmez.
5- Hem
dünyada, hem de ahirette azaba uğratılanlar, insanların en kötüleridir. Bunun
sebebi, yapmış oldukları kötü amellerin karşılığını almalarıdır. [89]
100- Bunlar, sana doğru haber olarak aktardığımız geçmişteki nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, kimi de biçilmiş ekin gibi kalıntısı silinmiştir.
101- Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı, "helak ve kayıplarını" arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
102- Onlar, zulüm işler haldeyken, ülkeleri yakaladığı zaman? Rabbinin yakalaması işte böyledir. Gerçekten O'nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir.
Bu. Tefsirini sunduğumuz sûrede yer alan peygamber kıssalarına yönelik bir işarettir.
Şehrin haberlerinden. Nesillerin, memleketlerde ikâmet eden Nuh, Ad, Semud, Lut, Medyen ve Firavun halklarının haberleridir.
Kalandan ve yok olandan bu memleketlerden bir kısmının harabeleri hâlâ ayakta duruyor. Salih peygamberin yaşadığı Me-dain gibi. Bir kısmından da geride tek bir iz bile kalmamıştır. Adoğulları'nın yurtları gibi.
Dua ettikleri. Dua ederek, kurban ve adak sunarak ve adlarına yemin ederek kulluk yaptıkları düzmece ilahlar. Hüsran ve helaktan başka.
jl Şehri tuttuğu zaman. Memleketleri içlerindekilerle beraber suç üstü yakalayıp günahlarından dolayı cezalandırdığı zaman.
Elem vericidir, şiddetlidir, dayanılmazdır. [90]
Yüce Allah, sûrenin akışı içinde, geçmiş kavimlere ilişkin doğru kıssaları peygamber efendimize aktardıktan sonra, O'na şöyle hitab ediyor: "Bunlar..." sûrenin akışı içinde, sana doğru biçimde aktardığımız geçmiş kavimlere
ilişkin haberler, "nesillerin haberleridir." Helak edilen bu beldelerin halkları ile ilgili bu haberleri sana aktarmamızın sebebi, nebiliğini pekiştirmek, Ra-sullüğünü insanlara ispat etmek, kuvvetlendirmek ve sana moral vermektir... "Onlardan kimi ayakta kalmış, kimi de biçilmiş ekin gibi silinmiştir." Söz konusu beldelerin bir kısmının izlerine, geride kalmış sur ve sütun kalıntılarına rastlamak mümkündür. Ama bir kısmının ise, geride en ufak bir izi kalmamıştır, biçilmiş ekin gibi silinip gitmişlerdir. İzlerini bulmak, kalıntıları üzerinde dolaşmak mümkün değildir.
"Biz onlara zulmetmedik."
Onları helak etmekle, haksızlık etmedik onlara. Ama onlar şirk ve günahlarla dolu bir hayat sürdürmekle, âyetlerimize karşı inkarcı ve alaycı bir tavır takınmakla, elçilerimizi küçümseyip davetimize burun kıvırmakla kendi kendilerine zulmettiler...
"Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı..."
İlah edindikleri, dua, adak, kurban ve tazim gibi kulluk kastı taşıyan davranışlarda bulundukları put ve heykeller onlara hiç bir şey sağlayamadı.
"Rabbinin emri geldiği zaman..."
Allah'ın azap için öngördüğü vâde dolduğu zaman, düzmece ilahların onlara olumlu hiç bir katkıları olmadı. Helak ve kayıplarını arttırmaktan başka. Sadece yıkımlarını, hüsranlarını ve yok oluşlarını hızlandırdılar...
Son âyette ise Yüce Allah elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şöyle hitab ediyor:
"Rabbinin yakalaması işte böyledir." İşte Rabbin suçluları böyle yakalar. "Ülkeleri yakaladığı zaman."
Başkentleri ve büyük şehirleri içindekilerle beraber, onlar şirk ve günah esaslı bir hayat sürdürdükleri için zulmediyorlarken, kıskıvrak yakaladığı zaman... İşte böyle yakalar...
"O'nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir."
Elem vericidir, dayanılmazdır. Acaba müşrikler, kafirler ve zalimler bu dehşet verici günden ibret alıp şirk, küfür ve zulüm esaslı hayatı terk edecekler mi, Yüce Allah onları, önceki kuşaklar gibi, bu halleriyle kıskıvrak yakalamadan önce?. [91]
1- Yüce Allah geçmiş kuşakların başlarından geçen olayları içeren kıssaları anlatmak suretiyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini pekiştirerek davetinin yayılmasına ön ayak oluyor böylece O'na büyük bir moral ve destek sağlıyor.
2- Yüce Allah şirk ve günaha dayalı bir hayat biçimini sürdüren zalim toplumları helak edip yıkıma uğratırken zulümden beridir.
3- Allah müşriklerden öç alırken, onların kulluk ettikleri düzmece ilahların onlara hiç bir olumlu katkıları olmaz. Yıkımlarını ve hüsranlarını çabuklaştırmaktan başka bir şey yapamazlar.
4- Zâlimler uyarılıyorlar. Geçmiş zâlimlerin
akıbetinin kendi başlarına da gelebileceği vurgulanarak tehdit ediliyorlar. [92]
103- Ahiret azabından korkan için bunda kesin âyetler vardır. O, bütün insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, gözlemlenebilen bir gündür.
104- Biz onu sayılı bir sürenin dışında ertelemeyiz.
105- Kıyametin geleceği günde, O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez. Artık onlardan kimi "bedbaht ve mutsuz" kimi de mutlu ve bahtiyardır.
106- Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orada nefes alıp vermeler vardır.
107- Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin gerçekten dilediğini yapandır,
108- Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Bu kesintisi olmayan bir ihsandır.
109- Artık onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma. Daha önceleri ataları nasıl tapıyor idiyseler, bunlar da ancak böyle tapıyorlar. Şüphesiz biz, onların paylarını eksiltmeksizin onlara ödeyecek olanlarız.
Muhakkak ki bir âyettir. Bu bir işarettir. Buna göre, dünyada suçluları azaplandıran ahirette de azaplarıdıracaktır. Şâhid olunan gün. Bütün yaratıkların toplanıp göründükleri bir gündür. Kıyamet günü.
Ancak sayılı bir süre için. Günleri ve saatleri sayılı dünya eceli, süresi.
Ancak izniyle. Allah'ın izni olmadıkça.
Bedbaht ve mutlu. Kıyamet günü sorguya çekilenlerin bir kısmı sonsuza dek bedbaht olup cehenneme gireceklerdir. Bir kısmı da sonsuza dek mutlu olup cennete gireceklerdir.
, Zafİr; Şiddetli, gürültülü ses, Şahik; cılız ses. -Kesintisiz bir bağış. Sonsuza dek süren bir bağış.
Onların ibadet ettiklerinde şüpheye düşme. Şu müşriklerin taptıkları düzmece ilahların bâtillığı hususunda kuşkuya düşme.
Paylan eksiksizdir. Kendileri için takdir edilen hayır, şer, rahmet veya azap noksansız olarak verilir. [93]
Yüce Allah, kıssalardan sonraki değerlendirmeyi şu ifadelerle başlatıyor:
"Bunda kesin âyetler vardır."
Allah'ın zâlim toplumları suç üstü yakalaması ve onları en ağır biçimde cezalandırması açık bir işarettir ki, bu dünyada bir toplumu suçundan dolayı azaba uğratan zat, ahirette de onları korkunç bir azaba uğratabilir. Dolayısıyla, Allah ile bir gün mutlaka karşılaşacaklarına inananlar, Yüce Allah'ın zâlim ümmetleri helak ettiğine ilişkin haberleri içeren âyetleri ibretle okurlar ve bunlardan gerekli dersleri çıkarırlar. Allah ile buluşma vâdeleri dolana kadar, takva duygusu içinde O'nun emir ve yasaklarını yerine getirerek sürekli bir itaat içinde olurlar.
"O, bütün insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, gözlemlenebilen bir gündür."
O gün insanlar her türlü meselenin çözümlenip, akibetlere ilişkin ayırıcı hükümlerin belirlenmesi için bir araya geleceklerdir.
"O, gözlemlenebilen bir gündür."
Bütün yaratıkları o günde toplanmış halde gözlemlemek mümkündür.
"Biz onu sayılı bir sürenin dışında ertelemeyiz."
Kıyamet gününün ertelenmesi, dünya için öngörülen ömrün yıl, gün ve saat olarak sona ermesinin gerekmesinden kaynaklanıyor.
"Geleceği günde."
Yani kıyametin kopacağı günde.
"O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez."
Ancak Yüce Allah izin verirse, herhangi bir kimse konuşabilir.
"Artık onlardan kimi bedbaht ve mutsuz, kimi de mutlu ve bahtiyardır."
İnsanların kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyar olur. Bunun sebebi, herkesin bu dünya hayatında kazandıkları hayır veya serlerdir. Allah-u Teâlâ hiç kimseye asla zulmetmez. Her kul kendi yaptıklarının karşılığını görür.
"Mutsuz olanlara..." gelince, Onlar kendi yaptıkları amellerinin karşılığı olarak, ateştedirler. Orada şiddetli ve cılız sesler çıkarmaktadırlar. Bu sesleri çektikleri azabın tesirinden çıkarmaktadırlar. Bu iki ses, birbirlerinden ayrı düşünülemezler.
"Orada süresiz kalacaklardır."
Ateşte sonsuza dek kalacaklardır.
"Gökler ve yer sürüp gittikçe."
Gökler ve yer var oldukça.
"Rabbinin dilemesi başka."
Rabbinin bazı kimselerin ateşte sonsuza dek kalmamalarını dilemesi başka. Bunlar, büyük günah işleyip de bu hal üzere ölen iman ehli kimselerdir.
"Rabbin gerçekten dilediğini yapandır."
Ey insan! Senin Rabbin dilediğini kesinlikle yapar. Bir şey dilediği zaman, hiç kimse ve hiç birşey O'nu bu dilediğini gerçekleştirmekten alıkoyamaz.
"Mutlu olanlara..." gelince. Kendi yaptıklarından dolayı Yüce Allah'ın i-nanmalarını, salih amel işlemelerini ve günahları terk etmelerini dileyip de mutlu kimselerden olmalarına hükmettiği kimseler cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer var oldukça, cennette ebedi kalacaklardır. Allah'ın inanmalarını dilemesi, onları zorlamamasıdır. Yani her kula adalet gereği izin verilmiştir. Kullar kendi iradeleriyle inanır veya inkar ederler. Tabii, karşılığım da alırlar. Çünkü Allah'ın iradesi mutlaktır, bir kayıtla sınırlandırılamaz. Yüce iradesi her bakımdan serbesttir.
"Bu, kesintisi olmayan bir ihsandır."
Bu ihsan (iyilik) Yüce Allah'ın, kendisine itaat eden kullarına yönelik sonsuza dek sürecek bir bağışıdır. Bu da onların cennette ebediyen kalacaklarının delilidir.
"Onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma." Bu hitap, peygamber efendimize (s.a.v) yöneliktir. Yüce Allah O'nu, müşriklerin tapmakta oldukları putlar hakkında kuşkuya düşmemesi konusunda uyarıyor. Çünkü bu tür tapınmanın doğru olduğuna ilişkin ellerinde en ufak bir delil yoktur. Sâdece atalarını taklit ediyorlar: Tıpkı onların tapışı gibi putlara tapıyor, kulluk ediyorlar.
"Şüphesiz biz, onların paylarını eksiltmeksizin vereceğiz." Burada Yüce Allah, müşrikler için öngörülen hayrı, şerri, rahmeti veya azabı en ufak bir kısıntıya gitmeksizin, hakettikleri kadarıyla vereceğini duyuruyor. [94]
1- Ahirete inanmanın kıymeti ve fazileti-insan hayatında son derece açık ve önemlidir.
2- Bütün canlılar ahirette kesinlikle dirileceklerdir. Bunda en ufak bir kuşku yoktur.
3- Bedbahtlar ve bahtiyarlar dünyaya gelmeden önce de kimin bedbaht ve kimin bahtiyar olacağını Allah bilir.
4- Kıyamet günü hiç kimse kendisine izin verilmeden herhangi bir söz söyleyemez.
5- Allah her istediğini yapar. Cehennem ehlini
oradan çıkarmayı dilerse çıkarır ve eğer cennet ehlini de oradan çıkarmayı
dilerse çıkarır. Ne var ki, O, bize haber verilen şeye hükmetmiştir. Bütün
bunları yaparken de asla kimseye zulmetmez. [95]
110- Andolsun, Musa'ya kitabı verdik, onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm verilmiş olacaktı. Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
111- Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettiklerinin karşılığını tastamam Ödeyecektir. Çünkü O, yapıp ettiklerinden haberdar olandır.
112- Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.
113- Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.
Kitap. Yani Tevrat.
Şayet daha önce bir söz geçmiş olmasaydı. Kader, kalemi, hesaplaşma ve cezanın kıyamete kadar erteleneceğini yazma-saydı.
Hakkınca kuşkuya düşmüşlerdir. İçlerinde bir huzursuzluk, bir bunalım vardır.
Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Rabbinin sana emrettiği gibi. O'nun emir ve yasaklarını eksiksiz uygula. Sakın O'nun şeriatının bir kısmını uygulamamazlık etme.
Sapmayın. Azıtmayın. Allah'ın şeriatının sınırlarını çiğnemeyin.
Zâlimlere meyletmeyin. Zâlimlere sevgi beslemek, yaptıklarını onaylamak suretiyle onlara eğilim göstermeyin.
Size ateş dokunur. Size isabet eder. Bunun kaçınılmaz sonucu da ateşe girmektir. [96]
Sûrenin akışı içinde sunulan peygamber kıssalarının ardından, Allah'ın davetini insanlara duyuran, müşriklerin duyarsızlığı ve inadına karşı tevhid inancını savunan Rasûlüllah efendimize (s.a.s) moral destek sağlamaya, O'na sabır ve kararlılık aşılamaya yönelik değerlendirmeler devam ediyor:
"Andolsun, Musa'ya kitabı verdik."
Sana Kur'an'ı indirdiğimiz gibi O'na da Tevrat'ı vahiy yoluyla indirdik. Ama yahudiler Tevrat hakkında görüş ayrılığına düştüler. Bir kısmı Allah tarafından indirilen bu kitaba inanırken, bir kısmı da onu inkar etti. Nitekim senin kavmin de öyle davrandı; bir kısmı Kur'an'a inandı, bir kısmı da inkar yolunu tuttu. Şu halde üzülme.
"Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı."
Dünyada işlenen amellerin karşılığının ahirette verileceğine ilişkin bir hüküm daha önce verilmiş olmasaydı.
"Mutlaka aralarındaki hüküm verilmiş olacaktı." Mü'minleri bu dünyada kurtarıp kafirleri helak edecektik...
"Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler."
Seninle aynı soydan gelen Arap müşrikleri Kur'an hakkında kuşku içindedirler. Acaba Kur'an Allah'ın vahyi ve sözü müdür, yoksa başka bir şey midir? diye... Psikolojik bunalımla, ruhsal huzursuzlukla karışık bir tereddüt ve endişeli bir kuşku içindedirler.
"Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettiklerinin karşılığım tastamam ödeyecektir."
Mü'min olsun, kafir olsun, pak ve günahsız olsun, günahkar olsun herkesin- amelinin karşılığı kıyamet günü eksiksiz verilecektir.
"Çünkü O, yapıp-ettiklerinden haberdardır." Bu ifade, kıyamet günü âdi bir yargılamanın olacağını vurgulamaya yöneliktir. Çünkü bir ameli bilmek onun hakkında yeterli biçimde haberdar olmak, kaçınılmaz olarak âdil bir ücre
vermeyi gerektirir.
"Seninle birlikte tevbe edenlerle emrolunduğun gibi dosdoğru davran."
Herkes amelinin karşılığını âdilce ve eksiksiz göreceğine göre sen, Rab-binin kitabında sana emrettiği gibi dosdoğru hareket et; hakka inan, salih amel işle, bâtıla sırt çevir, zararlı ve şeriata aykırı davranışlardan kaçın. Sen ve seninle birlikte iman edenlerin tamamı böyle yapın. Böyle yapın ki, hesaplaşma ve ceza gününde en hayırlı mükafatı siz alasınız.
"Ve azıtmayın."
İnanç, söz ve amelle ilgili olarak şeriatta çizilen sınırları çiğnemeyin.
"Çünkü O, yaptıklarınızı görendir."
Bu ifade, yasaklanan "haddi aşma" cürmüne (günahına) karşı bir uyarı niteliğindedir. Aynı zamanda, benimsenmesi ve izlenmesi istenen orta yolun, ılımlı hareket metodunun dışma çıkanlara yönelik bir tehdittir de.
"Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur."
Müşriklerle uzlaşma yönüne gitmeyin. Onların şirklerini normal karşıladığınızı, razı olduğunuzu gösterecek bir tavır içine girmeyin. Aksi taktirde siz de onlar gibi olursunuz, sonuçta ateşe girersiniz. Onları yaktığı gibi, cehennem ateşi sizi de yakar...
"Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz."
Eğer Allah'a ortak koşarak zulüm işleyenlere eğilim gösterir de, bunun sonucunda ateşe girecek olursanız, Allah'tan başka sizi içine düştüğünüz durumdan kurtaracak, sizi ateşten çıkaracak bir dost bulamazsınız. Sonra hiç bir şekilde, hiç kimseden yardım göremezsiniz. Bu uyarı, ilk etapta Rasûlüllah efendimize (s.a.v.) yöneltilmiş olsa bile, asıl muhatab O'nun ümmetidir. Çünkü böyle bir yanılgıyı işleme ihtimali bulunanlar onlardır. Hz. Rasûl'e gelince O, masumdur; şirkten çok daha küçük günahlara karşı korunmuştur, nerede kaldı şirk gibi en büyük günah? [97]
1- Yüce Allah, bu açıklamalar ile kıssa sonrası değerlendirmelerle, peygamber efendimize (s.a.v) moral ve destek vermeyi, kafirlerin duyarsızlığı ile içinde oluşan sıkıntıyı hafifletmeyi amaçlıyor.
2- Dünyada işlenen suçların cezası olan azabın dünyada tehir edilmiş olmasının sebebi, ceza yurdunun ahiret olmasıdır.
3- Ahiret cezası kesin ve kaçınılmazdır. Kesinlikle geciktirilmez, uygulanma kaldırılmaz. Çünkü Yüce Allah bu şekilde hükmetmiştir.
4- İnanç, ibadet, hüküm, hareket metodu ve davranış kuralları bakımından Allah'ın istediği üzre dosdoğru hareket etmek imani bir zorunluluktur.
5- Yüce Allah'ın şeriatının kapsamında belirlediği sınırları çiğnemek ve aşırı gitmek haramdır.
6- Müşriklere yaranmak, kafirlere yağcılık
yapmak, onlardan ve hayat biçimlerinden razı olmak haramdır, küfürdür. Çünkü
küfre rıza göstermek de küfürdür. [98]
114- Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl, şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür.
115- "Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.
Ve namazı kıl. Farz olan namazları kıl.
Gündüzün iki tarafı. Başlangıç tarafı sabahtır. Öğlen ve ikindi ise, gündüzün öteki tarafıdır.
Gecenin yakın
saatlerinde.
İyilikler kötülükleri giderir. Beş vakit namaz kılmanın sağla-\ dığı iyilik, bu sıralarda işlenen küçük günahları giderir.
Bu, öğüt alanlara bir Öğüttür. Yüce Allah'ın "namaz kıl" emri, öğüt alanlar için bir öğüttür.
Muhsinler. Niyetlerinde, sözlerinde ve amellerinde güzelliği ölçü alanlar; onları Allah'ın şeriatında vurguladığı elçisinin de şeriatinde açık biçimde uyguladığı şekliyle eda edenler. [99]
Sûrenin akışı, Rasûlüllah efendimize (s.a.v) ve nıü'minlere yönelik çeşitli emirler içermektedir. Onları olgunluğa ve mutluluğa götürecek bir yol gösterici görevini yapmaktadır.
"Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl."
Şu beş vakitte namaz
kıl.
"Öğüt alanlar için" gerekli dersler çıkaranlara yönelik bir nasihattir. "Ve sabret."
All^-h'a itaat amacına yönelik faaliyetlerinde sabırlı ol ve müşriklerin eziyetlerine katlan. Sakın paniğe kapılarak dosdoğru çizginin dışına çıkma.
"Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez."
Kıyamet günü onların mükafatlarını zayi etmeden verir. Âyet-i kerimede sözü edilen "muhsinler," sırf Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik olarak hareket eden ve bu hususta son derece titiz davrananlarda. İşte bu içten ve samimi amelleri, günahları giderici birer iyiliğe dönüşür. [100]
1- Bu âyetlerde farz namazların kılınacağı beş
vakit belirtilir. Çünkü gündüzün iki tarafından biri sabahtır ki, bu,
2- İyiliklerin kötülükleri gidermesi ilahi bir kanundur. Bir hadiste Rasû-
lüllah efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"Kılınan bir namaz, diğer bir namazın vaktine kadar işlenen küçük günahları örter. Ama büyük günahlar hariç."[101]
3- Sabır ve
iyilik sahibi olmak bir zorunluluktur. Bunlar amellerin en faziletlileri arasında
yer alan niteliklerdir. [102]
116- Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar suçlu günahkarlardı.
117- Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi.
118- "Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet kılardı. Oysa, onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler.
119- Rabbinin rahmet ettiklerinin dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin şu sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, tümüyle dolduracağım.
Ve olmalı değil mi? Amele teşvik edici, yapmayı özendirici bir söz.
Asırlardan. Çağ dediğimiz zaman dilimlerinde yaşayanlar. Bir çağ, yüz yıldır.
Dindar ve fazilet sahibi kimseler.
Onda aşırı gidenler. Allah'ın ölçülerini aştılar. Kendilerine nimet olarak sunulan yiyecek, içecek, giyecek ve eşyanın peşine düştüler.
Ve onlar mücrimlerdir. Kendilerini ve başkalarını günaha sürüklemekle suç işlemişlerdi.
Zulüm ile. Yüce Allah, insanlar herhangi bir suç işlemeden, sırf zulüm olsun diye onların yurtlarını yıkıma uğratarak onları helak etmez.
Tek ümmet. Tek dine, yani islâm'a göre yaşayan bir ümmet yapardı.
Onları bunun için yarattı. Görüş ayrılığı içinde olanları bunun için, rahmet içinde yaşayanları da bütün rahmet nitelikli bir hayat için yaratmıştır. [103]
Yüce Allah elçisine buyuruyor ki: "Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek, faziletli kimseler bulunmalı değil miydi?"
Rasûl ve mü'minlerden önce fazilet sahibi kimseler. Aklı başında olan, fazilet sahibi ve dindar kimseler şirke, âyetleri yalanlama girişimlerine ve günaha karşı çıksalardı ya? Ne yazık ki, Yüce Allah'ın toplumları helak ederken, Rasûllerle birlikte kurtardığı çok az bir gruptan başka kimse bu yükümlülüğü yerine getirmedi.
"Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu günahkarlardı."
Aralarında, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya karşı çıkan çok az kimse vardı. Bunlar in da, sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Bu kimseler Allah tarafından kurtarılmış mü'minlerdi. Geriye kalanlar şirk ve günaha dayalı bir hayat sürdürmek suretiyle kendilerine zulmedenlerdi. Dünya hayatının lezzet verici çekiciliğine kapılanlardı. Bu yüzden suçluydular. Allah da onları helak etti. Daha önce Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih ve Hz. Şuayb -Selam üzerlerine olsun- kıssaları anlatılırken değinildiği gibi elçilerini ve mü'minleri soydaşlarının üzerine inen dehşet verici azaba karşı koruması altına aldı.
"Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulüm ile helak edecek değildi."
Ey peygamber, senin Rabbine, sırf haksızlık olsun diye, halkı yapıcı ve iyiliksever olan memleketleri helak etmek yakışmaz. Fakat şirk işlemek, Allah'ın elçilerini yalanlamak ve günaha dalmak suretiyle kendi nefislerine zulmetmelerinden dolayı onları helak eder. Bu.âyet-i kerimenin içeriği, Yüce Allah'ın geçmiş toplumlara uyguladığı bir kanununun açıklanması niteliğindedir. Tefsirini sunduğumuz bu sûrede Yüce Allah, aktardığı peygamber kıssalarında adı geçen kanununu uyguladığını vurgulamaktadır.
"Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet kılardı."
Önlerindeki engelleri bertaraf ederek, içlerinde doğru yola yönelik bir eğilim yaratıp, İslâm üzere bir hayat sürdürmelerini sağlardı. Yüce Allah zorla böyle bir şeyi dilemediğine göre, insanlar kendi tercihleriyle yahudilik, hris-tiyanlik ve mecusilik; gibi çeşitli dinlere, aynı dine mensup toplumlar da. çeşitli grup ve mezheplere bölüneceklerdir. Karşılığını da göreceklerdir.
"Rabbinin rahmet ettikleri dışında."
Ey peygamber, amellerinden dolayı senin Rabbinin rahmetinin kapsamına aldığı kimseler bölünmezler, ihtilafa düşmezler. Aksine onlar Allah'a ve Rasûlüne inanırlar. Allah ve Rasûlüne itaatin öngördüğü amelleri işlerler. Onların aralarında ayrılık ve gayrılık yoktur. Dinleri birdir. Hayat sistemleri birdir.
"Onları bunun için yarattık."
İnsanların yaratılışı bu esasa dayalıdır; bir kısmı kafir, bir kısmı mü'min-dir. Kafirler bedbaht, mü'minlerse bahtiyar olacaklardır. Bu, yaratılışın kanunudur. Her kul kendi iradesiyle tercihini yapar. Zorlama olmaz.
"Rabbihin şu sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir."
Gerçekleşmiş ve uygulanması zorunlu hale gelmiştir.
"Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle dolduracağım."
Dinde ihtilafa düşmeleri, onları cehenneme sürükleyici rol oynar. Çünkü Yüce Allah, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle doldurmaya hükmetmiştir. Bu, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bir emirdir. [104]
1- Aralarında iyiliği emreden, bozgunculuk ve kötülüğü yasaklayan fazilet sahibi kimseler olduğu sürece insan toplulukları hayır ve bereket üzere bir hayat sürerler.
2- Lüks ve rahat yaşayış, çoğu zaman ihtirasların peşine düşüp, yapıcı hareketleri terketmek suretiyle nefsi suçlu ve günahkar bir duruma sokar.
3- Bir memleketin halkları salih ve yapıcı oldukları sürece her türlü azap korkusundan emin olurlar.
4- İttifak
ve beraberlik rahmet; dinde ihtilaf ve ayrılık ise azaptır. [105]
720- Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak-doğru haberler aktarıyoruz. Bunda sana hak ve mü'minlere bir
öğüt ve uyarı gelmiştir.
121- İman etmeyenlere de ki: "Yapabileceğinizi yapın; elbette biz de yapacağız."
122- "Ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip duracağız. "
123- "Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Rab-bin yaptıklarınızdan habersiz değildir."
Ve hepsini anlatıyoruz. Manevi bir destek olarak kalbinin ihtiyaç duyduğu türden peygamber kıssalarını sana gerçek ve doğru biçimde anlatıyoruz ki, yüreğin pekişsin, baskılar karşısında direncin artsm.
Onunla kalbini sabitleştiriyoruz. Sana bazı kıssalar anlatıyoruz ki, kalbin sarsılmasın, sana yüklediğimiz mesajm ağırlığına ve onu tebliğ etme sorumluluğuna karşı sabredebilesin.
Ve bunda sana hak geldi. Diğer sûrelerde olduğu gibi bu sûrede de sana Rabbin katından değişmez ve sarsılmaz hak gelmiştir.
Hatırlatma ve nasihat. Sana bu sûrede bir öğüt ve mü'minlere de öğüt gelmiştir. Çünkü onlardır öğütten yararlananlar.
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Göklerin ve yerin bilinmezliklerini sadece Allah bilir. O'ndan başkası, bu hususta herhangi bir bilgiye sahip değildir. Allah bildirirse başka. İbadeti sırf O'na özgü kıl, sadece O'na kulluk et. O'na hiç bir şeyi ortak koşma.
Ve ona tevekkül et. Ona güven. Tüm işlerini O'na havale et. O'na her hususta eksiksiz bir güven duy. Kuşkusuz O, sana yeter. [106]
Tefsirini sunduğumuz bu sûrede Yüce Allah, geçmiş topluluklara gönderdiği elçilerden, bu toplulukların elçilere karşı takındığı yalanlayıcı, inkarcı ve inatçı tavırlardan, buna karşılık olarak elçilerin Allah'ın yardımı kendilerine ulaşıncaya kadar sabrettiklerinden söz etti. Sonunda bir değerlendirme olarak peygamber efendimize (s.a.v.) şöyle hitab ediyor:
"Sana elçilerin haberlerinden kalbini sağlamlaştıracak doğru haberler aktarıyoruz."
Konumunu pekiştirici ve direncini arttırıcı olarak ihtiyaç duyduğun peygamber kıssalarım, elçilerle kavmi arasında geçen olayları, kalbini sağlamlaştırmak için aktarıyoruz ki, mesajım sunmaya devam edesin, dâvanı kesintisiz olarak yürütesin.
"Bunda sana gelmiştir."
Başka sûrelerde olduğu gibi bu sûrede de sana vahiy yoluyla gelmiştir.
"Bir öğüt."
Bununla başkalarına öğüt veriyorsun. "Ve bir uyarı."
Mü'minlere de bir uyan gelmiştir. Buna dayalı olarak, Allah'a itaat esasına dayalı hareket tarzına sabrederler, sınama amaçlı bela ve musibetlerden dolayı paniğe kapılmazlar, sapıklığa eğilim göstermezler.
"İman etmeyenlere de ki: Yapabileceğinizi yapın; elbette biz de yapacağız ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip duruyoruz."
Ey Rasûlüm! Senin kavminden olup da iman etmeyen, âyetlerimizi yalanlamada ısrar eden, şirk ve günaha dayalı hayatını değiştirmeye yanaşmayan kafirlere de ki: Bulunduğunuz halde elinizden geleni yapın, biz de inancımıza dayalı olarak gerekli olan tavırları takınacağız. Bekleyin bakalım, sonuçta zafer hangimizin olacak ve hangimiz onur kırıcı bir yenilgiyi tadacak.
"Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır."
Sâdece O bilebilir, yardımın ne zaman geleceğini ve yenilginin ne zaman gerçekleşeceğini. Hidayet, sapıklık, mutluluk ve mutsuzluk, nihai olarak O'nun iradesine bağlı olduğu gibi zafer ve hezimet de O'na bağlıdır. Şu halde ey Rasûlüm! Sadece Allah'a kulluk et, yalnızca O'na güvenip dayan. Seni ilgilendiren dünya ve ahirete ilişkin her türlü sorunun çözümünde, O senin için yeterli bir güvencedir. Ey insanlar! Rabbiniz, yaptıklarınızdan habersiz değildir. O, herkesi işlediği hayır veya şerre göre adalet ilkesi doğrultusunda yargılayacaktır. O'nun gücü her şeye yeter. [107]
1- Kur'an-ı Kerim'de peygamber kıssalarının yer alması şu amaçlara yöneliktir:
a) Peygamber efendimizin (s.a.v.) kalbini sağlamlaştırmak, ona moral ve destek sağlamak.
b) Mü'minlerin ibret alacakları örnekleri gözler önüne sermek.
c) Bu yolla peygamber efendimizin (s.a.v.) peygamberliğini pekiştirmek.
2- Gayba ilişkin bilgi Allah'a mahsustur. O'ndan başkası gaybı bilemez. Allah bildirirse başka.
3- Her işin başı, ve sonu Allah'a aittir.
4- Sâdece Allah'a ibadet etmek ve yalnızca O'na güvenip dayanmak gerekir. [108]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/108.
[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/108-111.
[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/111-112.
[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/113.
[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/113-115.
[6] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/115.
[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/116-117.
[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/117.
[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/118.
[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/119.
[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/119-120.
[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/121.
[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/122.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/122-124.
[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/124.
[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/125-126.
[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/126-127.
[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/127.
[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/128-129.
[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/129-130.
[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/130.
[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/131.
[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/131-132.
[24] Kitap, sünnet ve icmaya dayanan kıyas caiz ve
güzeldir. Çünkü böyle bir kıyas; kitap, sünnet ve icmaya sarılma anlamını
taşır. Yerilen ve haram olan kıyas, bu üç temel kaynağa dayanmayan kıyastır.
Ebû Bekir, Ali (r.a)'a: Biatimi bozun! deyince Ali: Vallahi biatim bozmuyoruz,
bozmayacağız da! Senden dünya işlerimizde RasûSüllah (s.a.v.) hoşnuttu. Biz
nasiî hoşnut olmayalım ki! dedi. Ali devlet başkanlığını imamlıkla kıyasladı.
[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/132-133.
[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/134-135.
[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/135-137.
[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/137.
[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/138.
[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/138-139.
[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/139-140.
[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/140.
[33] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/140-141.
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/141.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/142.
[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/142-143.
[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/143.
[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/145.
[39] Tandır: Köylerde ekmek pişirilen, yere gömülmüş,
yaklaşık bir-birbuçuk metre boyunda, kuyu biçimi bir ocaktır. Âyette
"tandır feryat etti" demek, olayların başlama vakti geldi manasına
kullanılan bir deyimdir. Fakat bazı tefsirciler tandir'ı gerçek manasına
kullanmışlardır. Geminin motorunun çalışmaya başlaması şeklinde izah edenler
de vardır. Bu üç durumda da Nuh kavminin helak olma vaktinin geldiği anlatılmış
olur. Ziya ER YILMAZ(a.s.)
[40] Yeryüzünde Yüce Allah üç dağı şereflendirmiş tir. Cudi
dağı, geminin üzerinde durması, Tur dağı, Hz. Musa (a.s.)'nm münacati ve Hira
dağı, peygamberimize vahyin orada indirilmesi ile.
[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/145-147.
[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/147-148.
[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/149.
[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/149-151.
[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/151-152.
[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/153.
[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/153-154.
[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/155.
[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/156-157.
[50] Şahitlikte bulunmalarını istemesinin nedeni, onların
buna layık olduklarından kaynaklanmıyor. Sırf konumunu ve önceki ifadeyi
pekiştirmek amacı ile böyle bir teklifte bulunuyor. Zaten her iki cümlede ayrı
ayrı fiil kullanılması, qn-larm şahitlikleri ile Allah'ın şahitliğinin eşit
olmadığını gösteriyor.
[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/157-159.
[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/159.
[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/160.
[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/160-161.
[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/161.
[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/163.
[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/163-165.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/165.
[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/166-167.
[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/167-168.
[61] Seferilik konusu Hanefi mezhebinde onbeş günden az olduğunda
hâlâ seferi sayılmaktadır. Yani namazları kısaltarak kılar. (Ziya ER YILMAZ)
[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/168-169.
[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/170.
[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/170-172.
[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/172.
[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/173.
[67] Ankebut Sûresi: 32
[68] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/173-174.
[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/174.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/175.
[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/175-176.
[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/177.
[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/178.
[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/178-179.
[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/179.
[76] Medyen, kabilenin babası idi. Hz. İbrahim (a.s.)'in
oğlu idi. Hz. Lut (a.s.)'ûn kızlarından biriyle evliydi.
[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/180-181.
[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/181-182.
[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/182.
[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/184-185.
[81] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/185-186.
[82] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/187.
[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/188-189.
[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/189-190.
[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/191.
[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/192.
[87] Kasas Sûresi: 38.
[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/192-193.
[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/193-194.
[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/195.
[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/195-196.
[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/197.
[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/198-199.
[94] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/199-201.
[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/201.
[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/202-203.
[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/203-204.
[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/204-205.
[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
4/205-206.
[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/206.
[101] Buhari, Abdullah b. Mesud'un söylediğini şöyle rivayet
eder: "Bir adam kendisine haram olan bir kadını öpmüştü. Adam
Rasûlüllah'a gelerek durumu O'na anlattı. Bunun üzerine "Gündüzün iki
tarafında namaz kıl," âyeti indi. Adam: "Bu benim için de geçerli
mi?" dedi. Efendimiz: "Ümmetimden herkes için geçerlidir"
buyurdu."
[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/206-207.
[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/208.
[104] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/208-210.
[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/210.
[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
4/211.
[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/212.
[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 4/213.