HUD SURESİ 3

Sözlük. 3

Açıklama. 3

Sonuç. 4

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 5

Sözlük. 6

Açıklama. 6

Sonuç. 6

Sözlük. 7

Açıklama. 7

Sonuç. 7

Sözlük. 8

Açıklama. 8

Sonuç. 8

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 9

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 11

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 12

Sonuç. 12

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 13

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 14

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 15

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 16

Sözlük. 17

Açıklama. 17

Sonuç. 18

Sozluk. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 19

Sözlük. 19

Açıklama. 20

Sonuç. 20

Sözlük. 21

Açıklama. 21

Sonuç. 21

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 23

Sonuç. 24

Sözlük. 25

Açıklama. 25

Sonuç. 25

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 26

Sözlük. 27

Açıklama. 27

Sonuç. 27

Sözlük. 28

Açıklama. 28

Sonuç. 28

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 29

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 31

Sözlük. 31

Açıklama. 32

Sonuç. 32

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 33

Sözlük. 34

Açıklama. 34

Sonuç. 35

Sözlük. 35

Açıklama. 35

Sonuç. 36

Sözlük. 37

Açıklama. 37

Sonuç. 38

Sözlük. 38

Açıklama. 38

Sonuç. 38

Sözlük. 39

Açıklama. 39

Sonuç. 40

Sözlük. 40

Açıklama. 40

Sonuç. 41


HUD SURESİ

 

1-  Elif,  Lâm, Râ. Bu,  âyetleri muhkem kılınmış,  sonra hüküm ve   hikmet  sahibi   ve   her  şeyden   haberdar   olan  Allah   tarafından birer birer açıklanmış bir kitaptır.

2- Ta ki, Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz. Gerçekten ben, sizi O'nun tarafından uyaran ve   müjdeleyenim.

3-  Ve   Rabbinizden   bağışlanma   dileyin;   sonra   O'na   tevbe edin.   O  da  sizi  adı  konulmuş  bir vakte  kadar güzel bir meta  ile metalandırsın   ve   her   ihsan   sahibine   kendi   ihsanını   versin.   Eğer yüz   çevirirseniz  gerçekten   ben,   sizin   için   büyük  bir  günün   aza­bından   korkarım.

4- Sizin  dönüşünüz Allah'adır.   O,  her şeye gücü yetendir.

5- Haberiniz  olsun;  gerçekten   onlar,   O'ndan  gizlenmek  için göğüslerini   bükerler   (gönüllerini   daraltırlar).   Haberiniz   olsuftp onlar,   örtülerine   büründükleri   zaman,   O,   gizli   tuttuklarını  da,

açığa   vurduklarını   da   bilir.   Çünkü   O,   sinelerin   özünde   saklı   du­ranı bilir.

 

Sözlük

 

Elif, Lâm, Râ. Bazı sûrelerin başında yer alan Iıurufu-1 mukat-ta (kopartılmış harfler)den olan bu harfler Jj) şeklinde yazılır. "Elif, Lâm, Râ" şeklinde de okunur. Manalarım Allah bilir.

Sağlamlaştınldı, Sağlam bir nazım ile dizilmiş, hiç bir boşluk bırak) İmadan düzenlenmiştir.

Açıklandı. Sosyal hayata ilişkin hükümlerin, kıssa ve Öğütle­rin, yol gösterici misallerin açıklanması suretiyle ayrıntılı hale getirilmiştir'.

Katından. Yani, her yaptığı yerinde olan ve her şeyden haber­dar olan Allah katından.

Güzel bir meta. Yani bol rızıklı rahat bir hayat.

Adı konulmuş bir vakte kadar. İnsan için tayinedüen yaşama süresinin sona erip Ölmesine kadar.

3 Her fazilet sahibine verilir. Her faziletli ve salîh amel işleye­ne, faziletine uygun bir karşılık verilir.

Büyük günün azabı. Kıyamet gününün azabı.

Göğüslerini bükerler. Kendi asılsız kuruntulannea duygu ve düşüncelerini Allah'tan gizlemek için kalplerini daraltıp hakkı gizlerler.

Elbiselerini örterler. Ahmakça bir anlayışla, Allah kendilerini görmesin diye başlarını ve yüzlerini Örterler. [1]

 

Açıklama

 

"Elif, Lâm Râ": Müteşabih âyetler sınıfına giren bu tür kopuk harflerin gerçek anlamını Allah'a bırakmak ve "bununla neyi kastettiğini O, en iyi bi­lendir" demek, daha yerindedir. Bununla beraber, söz konusu kopuk harflerle, muhataplara iki mesaj veriliyor. Birincisinde deniliyor ki: Yüce Allah'ın bir benzerini ve bir sûresinin benzerini getirmeleri için meydan okuduğu Kuramı Kerim "Elif, lam, mim", "Elif, lâm, râ", "Tâ, hâ", "Tâ, sin", "Hâ, mim", "kâf" ve"nıın" gibi harflerden meydana gelmiştir. Şayet yapabİliyorsanız, siz de O'nun gibi bir kitap meydana getirin. Eğer bu tür harflerden Kur'an benzeri bir kitap meydana getirmekten âciz kalırsanız, biliniz ki Kur'an, Allah'ın kitabıdır. Va­hiy yoluyla indirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de Allah'ın kulu ve elçisidir. O'na inanın. Kur'an-ı Kerim'in bazı sûrelerinin başında yer alan bu birbirinden kopuk harflerin verdiği ikinci mesaj da şudur: Kur'an-ı Kerim'e muhatap olan Araplar onu dinlemek istemedikleri, hatta okunurken anlaşılmasın diye gürül­tü çıkardıkları, açıkça duyurulmasına engel oldukları için, günlük konuşmala­rında ve konuştukları Arapça da alışılmadık bîr tarzda bu harflerle söze baş­lanmıştır ki, onu dinlemek zorunda kalsınlar, etkilenip inansınlar... Gerçekten de bu kopuk harfler son derece önemli bir görevi yerine getirmişlerdir.

"Âyetleri muhkem kılınmış bir kitaptır."Bu harflerden meydana gelen Kur'an, âyetleri sağlam ve sarsılmaz kılınmış yüce bir kitaptır. Temeli sağlam atılarak düzenlenmiştir. Dizilişinde, meydana getirilişinde ve anlamlarında en ufak bir boşluk, en basit bir tu­tarsızlık ve bir dengesizlik yoktur.

"Sonra birer birer açıklanmış..."İçerdiği hükümler, sosyal hayata ilişkin yasal düzenlemeler, öğütler, inanç prensipleri, görgü ve ahlak kuralları, bundan önce hiç bir kitapta eşine rastlanmayacak şekilde açıklanmış, ayrıntılı biçimde gözler Önüne serilmiştir."Hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan..."

Allah, açıklamasını ve ayrıntılı izahını üstlenmiştir, O'nun plan ve düzenlemeleri, tasarrufları bir hikmete dayanır. Koyduğu yasaları, eğitim, hu­kuk ve yargı sistemi hükümranlık sıfatının bir yansımasıdır. Kullarının duru­mundan^ yaratıklarının işlerinden haberdardır. Dolayısıyla O'nun indirdiği ki­tap, kitabın içerdiği hükümler ve bu hükümlere ilişkin ayrıntılı açıklamalar bütün alanlarda en güzel örneği oluşturur.

"Tâ ki, Allah'tan başkasına İbadet etmeyesiniz."Allah'tan başkasına kulluk yapmayasınız, boyun eğip itaat etmeyesiniz diye size bir kitap indirildi; ayetleri sağlam ve değişmez (muhkem) kılındı. Hükümleri ayrıntılı biçimde sunuldu. Her türlü yol gösterici işareti istifade­nize sunuldu. Çünkü kulluk sunulmaya layık tek mâbud Yüce Allah'tır ve sa­dece O'na yönelik ibadet fayda verir."Gerçekten ben, sizi O'nun tarafından uyaran ve müjdeleyenim."Bu, Allah adına tebliğ görevini yürüten elçinin sözüdür. İnsanlara de-mektedir ki: Ey insanlar, ben size her yaptığı bir hikmete dayanan ve herşeyi bilen Rabbiniz tarafından gönderilmiş elçiyim. Eğer tevbe etmeyecek, inan­mayacak ve tevhid inancına bağlanmayacak olursanız, gelmekte olan şiddetli bir azaba karşı sizi uyarıyorum. Aynı zamanda bir müjdeciyim de. İnanan, tevhid esasına dayalı hayat sistemini benimseyen, dolayısıyla salih amel işleyen kimseleri ahirette cennetle müjdelemekteyim.

"Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta ile metâlandırsın."Benim bir görevim de sizin Rabbinizden bağışlanmayı dilemenizi bildir­mektir. Şayet, O'ndan başkasına kulluk etme günahlarınızı itiraf edip tevbe ederseniz; O'na, elçisine, müjde ve tehditine İnanır, emir ve yasaklarına uy­maya karar verirseniz, buna karşılık olarak Ödüllendirilirsiniz. Şu dünya haya­tında, herbiriniz için önceden belirlenmiş bir süreye kadar, adı konulmuş vakit boyunca bol nimetlerle, sayısız hayırlarla yararlandırılırsınız."Her ihsan sahibine kendi ihsanı verilir."Yüce Allah, dünya hayatmdayken iyilik yapmak ve sadaka vermek su­retiyle ihsanda bulunan her fazilet sahibine kıyamet günü lütufta bulunur. Onu iyiler yurdu olan cennete koyar."Eğer yüz çevirirseniz..."Şayet bu çağrıya aldırış etmez, şirk ve küfür esaslı hayatınızı sürdürür-seniz "gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım." Burada kastedilen kıyametin dehşet verici azabıdır."Sizin dönüşünüz Allah'adır."Yüce Allah onları kıyamet gününün dehşet verici azabına karşı uyar­dıktan sonra kaçınılmaz olarak O'nun huzurunda toplanacaklarını hatırlatıyor. Bir süre sonra Allah onları diriltecek, huzurunda toplayacak, adalet ve rahmet esasına dayalı olarak onları yargılayacaktır.

"O, her şeye güç yetirendir."Bundan dolayı, ölümden sonra onları diriltmesi, kötülüğü bir misliyle ce­zalandırıp, iyiliği on misliyle ödüllendirmesi, O'nun eşsiz rahmet ve adaletinin göz kamaştırıcı bir tablosudur.

"Haberiniz olsun; gerçekten onlar, O'ndan gizlenmek için göğüslerini bükerler."Kalın kafalı ahmak kimselerin kıt anlayışlarının tipik bir örneği... Bu ap-talların bir kısmı Rasûlüllah (s.a.v) kendisini görmesin diye başını göğsüne . eğiyor öylece geçip gidiyordu. Bunların bir kısmı da böyle yapmakla kendini Allah'tan da gizleyebileceğim sanacak kadar cahil ve beyinsizdi. Bazı insan­lar, Rasûlüllah (s.a.v.)'a duydukları öfkeden dolayı, sırf O'nu görmemek için böyle davranıyordu. Onların bu ahmakça tavırlarına Yüce Allah şu ifadelerle karşılık veriyolar:"Haberiniz olsun; onlar, örtülerine büründükleri zaman." Gizlenmek için bir perdeye büründükleri zaman"O, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, sinelerin özünde saklı duranı bilir."Şu halde Allah'a görünmemek için elbiselere bürünmenin, kendini giz­lemenin bir anlamı yoktur. Çünkü Allah, onların gizlediklerini de, açığa vur­duklarını da bilir. Göğüslerinde saklı bulunan her türlü duygu ve düşünceyi onlar açığa vurmadan O, bilir. Yok eğer bunu Rasûlüllah (s.a.v)'a duydukları öfkeden dolayı yapıyorlarsa, ne iğrenç bir tutum içindedirler! Allah ileride on­ları ve yandaşlarını onur kırıcı bir azapla cezalandıracaktır. Çünkü O, hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi bilendir. [2]

 

Sonuç

 

1- Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğunun açık delillerinden biri kopuk har­flerden meydana gelmesi ve insanların O'na benzer bir sûre dahi meydana ge­tirmekten aciz olmalarıdır.

2-  Kitabın indirilişi, âyetlerinin içerdiği hükümlerin sağlam ve değişmez kılınışı ayrıntılı biçimde sunulmuştur. Arka planındaki neden ise, insanların sırf Allah'a kulluk sunmaları, müşriklerin Allah'tan bağışlanma dileyerek tev­be etmeleri, böylece dünya ve ahirette olgunluğa, kemâle ve mutluluğa eriş­meleridir.

3-  Önce şirk batağından bütünüyle çıkmak, ardından yalnız Allah'a kul­luk etmek bir zorunluluktur.

4-  Kişi tevhid (Allah'ın varlığı ve birliği) inancına bağlı olduğu sürece, onun işlediği iyilikler Allah katında zayi olmaz. "Her iyilik sahibine, kendi iyi­liğinin karşılığı sevap olarak verilir."

5-  Müşrikler; başlarını öne eğip, elbiselerine bürünerek kendilerini sak­lamak suretiyle Allah'tan gizleneceklerini sanacak kadar cahil ve kalın ka-

falıdırlar.

6- İsteseler de; istemeseler de insanlar sonunda Allah'ın huzurunda top­lanacaklardır. Herkes yaptıklarının karşılığını şaşmaz adalet ilkesi uyarınca alacaktır ve ancak helak olmayı hakedenler helak olacaklardır. [3]

 

6- Yeryüzünde  hiç   bir  canlı  yoktur  ki,   rızkı  Allah'a  ait  ol­masın.   Onun   karar yerini  de   ve  geçici   bulunduğu  yeri  de   bilir. Bunların  tümü  apaçık  bir kitapta yazılıdır.

7- O 'nun   arşı,   su   üzerindeyken   amel  bakımından  hanginizin daha  iyi  olduğunu  denemek  için  gökleri  ve  yeri  altı  günde  yara­tan   O'dur.  Andolsun,   onlara:   "Gerçekten   siz  ölümden  sonra yine diriltileceksiniz"   dersen,   inkar   edenler  mutlaka:   "Bu,   açıkça   bir büyüden   başkası   değildir"   derler.

8-  Andolsun,   onlardan   azabı   sayılı   bir  süreye   kadar  ertele-

sek, mutlaka: "Onu alıkoyan nedir?" derler. Haberiniz olsun; on­lara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve ala­ya  almakta  oldukları  şey  de  kendilerini  çepeçevre  kuşatacaktır.

 

Sözlük

 

Canlıdan. Yeryüzünde yürüyen herhangi bir canlı. İnsan ve hayvan.Yerleştiği yeri. Yeryüzünde yerleştiği yer.

Ve barınma yeri. Yerleşme mekânından önce yerleştiği erkek­lerin sulbü ve kadınların rahmi gibi, geçici barınma yerleri. Apaçık kitapta. Yani 'levh-i mahfuz'da.Altı günde. Pazar, Pazartesi, Sah, Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleri.Arşı su üzerinde idi. Çünkü o sırada sudan başka bir şeyi ya­ratmamıştı ve su hava üzerinde bulunuyordu.

Sizi denesin diye. Amel bakımından daha iyi olanınızı belirle­mek için.Belirli bir ümmete kadar. Belli ve sayılı bir zaman grubuna ka­dar.Ve onları kuşattı. İnip onları çepeçevre kuşattı. [4]

 

Açıklama

 

Önceki âyette Yüce Allah, sinelerin özünde saklı duran duygu ve dü­şünceleri bildiğini vurgulamıştı. Burada ise, önceki âyetin içeriğini pekiştirici mahiyette, bilgisinin ve gücünün gözle görülür delillerinden birini gündeme

getiriyor."Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki."İnsan gibi yeryüzünde yürüyen veya hayvan gibi iki ayağı ya da dört ayağı üzerinde toplu halde dolaşan yahut gökyüzünde uçan hiç bir canlı yok­tur ki, Yüce Allah onun rızkını garantilemiş olmasın. Rızık maddelerini ya­ratıp istifadesine sunmasın. Rızık arama ve bulma yöntemlerini öğretmesin... Yüce Allah yeryüzünde bulunan her canlının hayatı boyunca kaldığı daimi barınma yerini bildiği gibi, öldükten sonra kıyamet gününe kadar bir süre için kalacağı geçici barınma mekanını da bilir.

"Bunların tümü apaçık bir kitaptadır..."Yeryüzünde bulunan tüm canlı türleri, onların geçici ve daimi barınma yerlerine ilişkin her türlü bilgi 'levh-i mahfuz'da kayıtlıdır. Onlar yaratılmadan Önce bu bilgiler kaderlerin sicil defteri olan 'levh-i mabfuz'a yazılmıştır. 7. ay­ette Yüce Allah şöyle buyuruyor:"Gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. O'nun arşı su üzerinde idi."Yeri göğü ve yeryüzünü altı günlük bir süre içinde yarattı. Bununla nor­mal dünya gününün kastedilmiş olması kadar, miktarı bin yıl olan katındaki günler de kastedilmiş olabilir. Nitekim Yüce Allah Hac sûresinde şöyle bu­yuruyor:"Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduk­larınızdan bin yıl gibidir." (Hac suresi: 47)"Arşı su üzerinde idi."Yani, gökleri ve yeri yaratmadan önce arşı yaratmıştı. Arş; mana ola­rak, idare etme makamı, demektir. Dünya hayatına ilişkin her türlü mesele orada tamamlanır, planlanır."Su üzerinde" ifadesine gelince; yani ne gök, ne de yer vardı. Sadece hava gibi boşluğu dolduran bir su vardı."Amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için..." ifadesi ile verilmek istenen mesaj şudur: Allah sizi yarattı, diğer herşeyi sizin için yarattı. Hanginiz daha itaatkar, hanginiz daha iyi davranışçısınız diye dene­mek istedi. İbadeti sırf Allah için kılanınızı, O'nun şeriatına göre amel edeni­nizi ve Rasûlünün açıklamaları doğrultusunda hareket edeninizi belirlemek için dünya hayatını bir sınama aracı kıldı.

Bunlar Allah'ın ilminin ve kudretinin açık delilleridir. Bundan dolayı iba­dete layıktır. Bu yüzden ondan başkasına boyun eğip itaat etmemek gerekir. Bu nedenle, kullarının hiç bir durumunun O'na gizli kalmayacağı bilinir. Ya şu kalın kafalı cahiller, sinelerinin önünde gizli bulunan duyguları, kalplerinin giz­li bölmelerinde yer eden düşünceleri, göğüslerini bükerek, başlarını göğüsle­rinin üzerine eğerek, elbiselerini üzerlerine örterek Allah'a karşı gizleyebile-ceklerini mi sanıyorlar?! Ne ahmakça bir tavır!Ey Peygamber! "Eğer dersen ki: "Ey müşrikler, siz ölümden sonra mut­laka diriltileceksiniz, yeniden yaratılıp kabirlerinizden çıkarılacaksınız sonrada şu dünya hayatında işlediğiniz amellerin tam karşılığını almak üzere yargılanacaksınız." İnkar edenler mutlaka derler ki: (Yani, ikinci bir hayattan, o hayatın kalıcı nimetlerinden ve onur kırıcı azabından söz edildiğini duyduk­ları zaman) "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" Muhammed (s.a.v.)'in söylediği bu sözler apaçık bir büyüdür. Bununla insanları dünya zevklerinden uzaklaştırmak, kendi etrafında toplayıp onlara baş olmak istiyor. Amacı bu büyülü sözlerle insanları kişisel hizmetinde kullanmaktır. Kafirlerin bu iddia­ları boş ve yalana dayalı bir zandan öte bir şey değildir. Zaten gerçekler karşısında her zamanki kafirlerin takındıkları tipik bir tavırdır bu.8. Ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:"Andolsun, onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek..."Eğer onlar için öngördüğümüz onur kırıcı azabı, saatler, günler, aylar ve yıllarla nitelendirilen sayılı zaman dilimleri miktarınca ertelesek, geciktirsek, mutlaka: "Onu alıkoyan nedir?" derler.Bu azabı da ne geciktiriyor? derler. Bu sözler azabı inkar ettiklerinin, azaba ilişkin tehditleri küçümsediklerinin ifadesidir. Yüce Allah buyuruyor ki: "Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değil­dir." Hiç bir şekilde, hiç kimse bu azabı onlardan uzaklaştıramaz, azaba karşı onlara güvence sağlayamaz."Ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır.""Onu alıkoyan nedir?" diye alaya aldıkları azap başlarına çöküverecek-tir. [5]

 

Sonuç

 

1-  Allah'ın bilgisi sonsuzdur, kuşatıcıdır. Allah her türlü canlının rızkını vermeyi garantilemiştir.

2-  Burada varlık âleminin yaratılışı ve yaratılışın arka planındaki ge­rekçe açıklanmaktadır.

3- Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığı vurgulanıp zihinlere yerleştirildikten sonra, ahiret gününde diriliş ilkesi dimağlara nakşedilmelidir.

4- Yüce Allah'ın, kendisine başkaldıran günahkâr insanları bir süre ken­di hallerine bırakmış olmasına kanmamak gerekir. Çünkü Allah, onların bek­lemedikleri bir anda, kıskıvrak yakalayiverir. [6]

 

9- Andolsun,    biz   insana   tarafımızdan   bir   rahmet   tattırıp sonra   bunu   kendisinden   çekip  alsak,   kuşkusuz  o,   artık  umudunu kesmiş   bir   nankördür.

10- Ve   andolsun,   kendisine   dokunan   bir   sıkıntıdan   sonra, ona   bir  nimet  tattırsak,   kuşkusuz;   "kötülükler  benden  gidiverdi" der.   Çünkü  o,   şımarıktır,  böbürlenendir.

11- Sabredenler   ve   salih   amellerde   bulunanlar   başka.   İşte bağışlanma  ve büyük ecir bunlarındır.

 

Sözlük

 

İnsana tattırdık. Onu bir rahmete, zenginlik ve sağlığa eriştirsek.Bunu ondan çekip aldık. Sonra o nimeti o insandan alsak.Ümitsizdir, nankördür. Büsbütün ümidini keser. Karamsarlığakapılır. Nankör bir kafir oluverir. Yani kötülükten sonra gelen hayır."Seyyie"nin çoğulu. Kötülükler. Sonu kötü oian musibetler.

Sevinen, böbürlenen. Çok sevinir. Böbürlenip şımarır.Sabrettiler. Sabredenler. Sıkıntılara ve zorluklara karşı sabre­denler.Bağışlanma. Günahlarından bağışlanma vardır. Ve büyük bir ödül. Yani iyiler yurdu olan cennet. [7]

 

Açıklama

 

Burada Yüce Allah, iman nuruyla aydınlanmayan ve salih amel ile düşünce ve pratiğini imar etmeyen insanlara, rahat ve huzurlu bir hayat ve beden sağlığı biçiminde açığa çıkan rahmetini bahsetse, sonra da, dilediğinde bir durumdan dolayı bu rahmeti çekip alsa, onların ne tür bir tepki sergileye­ceklerini bize gösteriyor.

"O," yani rahmete mazhar olup da sonra da bu rahmet kendisinden çekip alınan insan "umudunu kesmiştir."

Büyük bir ümitsizlik ve karamsarlığa kapılır."Nankördür."Kendisine bunca nimeti bahşeden Rabbini inkar eder. Bunun nedeni kendisine nimet bahsedildiğini inkar etmesidir."Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırsak."Başına gelen musibetlerin, yoksulluk ve hastalıkların ardından tekrar bedensel sağlığına, rahat ve müreffeh bir hayat bahşetsek kesinlikle şöyle der:"Mutsuzluk sonrası mutluluğa, yoksulluk sonrası zenginliğe ve hastalık sonrası sağlığa karşılık Allah'a şükredeceğine, böbürlenerek "kötülükler ben­den gidiverdi" der. Çünkü o insan, kendi nefsini çok beğenen ve yersiz övü­nendir. Bunun sebebi de, nefsini günahlara ve küfre kaptırmasıdır.Allah'a inanan, O'nun peygamberine itaat eden mü'min bir kula gelince, onun davranışları ise; kafir bir insanın tamamen aksinedir. Mü'min kula bir mutluluk isabet ettiğinde Allah'a karşı şükreder. Herhangi bir zarara uğradı­ğında da, sabredip o zararın giderilmesine çalışır ve bu konuda da Allah'tan yardım diler. Çünkü mü'min kulun kalbinde iman nuru vardır, nefsi ise güzel amellerle temizlenmiştir.

İşte Allah-u Teâlâ'nın: "Ancak sabredenler ve ameli salih işleyenler müstesnadır. Onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır." âyeti keri­mesinin manası budur. Bu nimetler, Cenab-i Hakk'ın katında olan cennet ve cennetin içindeki nimetlerdir. [8]

 

Sonuç

 

1- İnsan; iman ve ameli salih ile temizlenmeden önce, ahlaki açıdan son derece zayıf ve düşüktür.

2- Allah'tan ümit kesmek, kötü I enini ş tir ve haram kılınmıştır, 3~ Dünya malı ile övünmek ve gururlanmak kötülenmiştir.

4- Mü'min bir kulun ruhî olgunluğu açıklanmış, sabırda ve şükürde de­vamlılığı övülmüştür. Bu mü'min kulun mükafatı ise, cennet ve bağışlanma olduğu izah edilmiştir. [9]

 

12- Herhalde sen: "Ona bir hazîne indirilmeli veya berabe­rinde bir melek gelmeli değil miydi?" demelerinden ötürü, sana vahyolunanın bir kısmını bırakacaksın ve bununla göğsün sıkıla­cak;   ama   sen   sâdece   bir  uyarıcısın   (böyle   sözlere   aldırma),   her şeye   vekil  olan  Allah 'tır.

13- Yoksa,   "O'nu  uydurdu"mu  diyorlar?  De  ki:   "Öyleyse  siz de   O'nun   benzeri   on   uydurulmuş   sûre  getirin;   eğer   doğru   iseniz Allah'tan   başka,   çağırabildiklerinizi   de   (yardıma)   çağırın   (da   bu­nu yapın)!"

14- Eğer  size   cevap   veremedilerse   bilin   ki  (O)  Allah'ın   bil­gisiyle   indirilmiştir   ve   O'ndan   başka   ilah   yoktur.   Nasıl,   artık müslüman oldunuz mu?

 

Sözlük

 

Umulur ki. Bu soru, inkaridir. Yani sakın sana vahyolunanın bir kısmını terketme. Göğsün de daralmasın.Göğsün ondan dolayı daralır. Şöyle şöyle demelerini isteme­menden dolayı sana vahyedilenleri okumandan dolayı.Hazine. Kendin için ve sana tâbi olanlar için harcayacağın çok mal.Vekil. Gözetleyici ve koruyucu. Onu uydurdu. Yalan söyledi.Yardım aldıklarınız. Bilgi elde ettikleriniz. Size yardım etme­leri içki çağırabildiğiniz kimseler.Siz müslüman mısınız? Yani, Allah'ın emirlerine bağlanarak, O'na boyun eğerek teslim olanlardan mısınız? [10]

 

Açıklama

 

Müşriklerin  Rasûlüllah (s.a.v.) efendimize yönelik dile getirdikleri "Mekke dağını altına  dönüştürmesi" kendisi ile birlikte uyarı işini yürütecek bir melek indirilmesi ve kendisine bir hazinenin indirilmesi ya da meyvelerini yiyeceği bir bahçesinin olması şeklindeki isteklerinin ardından Yüce Allah, Rasûlüllah efendimizin ruh halini şu ifadelerle ortaya koyuyor:"Sana vahyolunanın bir kısmını terk mi edeceksin?"

Önemsemiyorlar, yüz çeviriyorlar diye sana vahyettiklerimizi müşrikle­re okumayacak mısın? Onlara ilahi emirleri tebliğ etmeyecek misin?"Dolayısıyla göğsün daralacak mı?" Onlarla yüzleşmek istemediğin için,

Kur'an'dan dolayı göğsün daralacak mı? "Ona bir hazine indirilmeli."

Rahat bir hayat sürdürmesini sağlayacak ve Allah tarafından görevlen­dirildiğini ispatlayacak bol mal bahşedilmeli, veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi? Bu melek O'na davet işinde destek olmalı, onu tasdik et­meli ve ona şahitlik etmeli değil miydi? demesinler diye Kur'an'ı tebliğ etmek­ten vaz mı geçeceksin? Sakın böyle bir tutum içine girme! İlahi emirleri tebliğ et ve bundan dolayı göğsünde en ufak bir daralma meydana gelmesin."Sen yalnızca bir uyarıcısın."Şirkin, küfrün ve günahın korkunç akıbetine karşı insanları uyarmak­tasın. Her şeyin üzerindeki vekil, koruyucu ve denetleyici Allah'tır. Sana ge­lince, senin böyle bir yetkin yoktur."Yoksa "onu kendisi mi uydurdu?".diyorlar."Onu, yani Kur'an'ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Böyle bir kitap O'na vah-yedilmedi mi demek istiyorlar? Onlara cevap olarak şöyle de: "Haydi siz, ya­lan üzere uydurulmuş olarak O'nun benzeri on sûre getirin ve Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın."Yardım alabileceğinizi umduklarınızı çağırın. "Eğer doğru sözlüyseniz."Bu Kur'an'ı benim uydurduğuma ilişkin iddianızda eğer samimi iseniz, böyle bir girişimde bulunmalısınız. Eğer yapamazsanız, ki kesinlikle yapa­mazsınız, o halde Rabbinize dönüp tevbe edin, O'na teslim olun. "Eğer buna rağmen size cevap vermezlerse."Ey Rasûlüm, onlara de ki, eğer yardıma çağırdığınız kimseler, size yar­dım edemezlerse ve siz de Kur'an'ın benzeri on sûre meydana getirenıezse-niz "biliniz ki, O, gerçekten Allah'ın ilmiyle indirilmiştir."Kur'an Allah'ın ilmi dahilinde ve O'nun bilgisine dayalı hak mesajlar içeren bir kitap olarak inmiştir. Kur'an'ın Allah tarafından vahiy yoluyla indiril­diğinin en büyük delili budur."Ve O'ndan başka ilah yoktur." Tek ve ortaksız ilah Allah'tır. O'nun dı­şında kulluk yapılmaya layık başka ilah yoktur. Öyleyse; "Müslüman mısı­nız?" çaresiz kalışınızla belirginleşen aleyhte delil karşısında teslim olmanız, İslâm'ı benimsemeniz gerekir. Bu, sizin için daha hayırlıdır. [11]

 

Sonuç

 

1- Allah, Rasûlünün dostu ve koruyucusudur. Onu destekler. Ona yar­dım ederek saldırılar karşısında korur.

2- Müşrikler hak olan mesajı kabul etmemekte inat ederler. Böbür­lenerek haktan yüz çevirirler.

3- Rasülüllah (s.a.v.)'ın yükümlülükleri arasında insanları hidayete er­dirmek yoktur. O sadece, insanları küfrün ve günahkarlığın akıbetine karşı uy­armakla yükümlüdür. Bundan sonra onlara gerekli karşılığı vermek Allah'ın yetkisindedir.

4- Yüce Allah, peygamberliği ve tevhid esaslı dini inkar edenlere, Kur'an benzen on sûre meydana getirmelerini isteyerek meydan okuyor. Ama onlar bunu yapmaktan âciz kalıyorlar. Bu da onların aleyhine bir delildir ve Kur'an'ın Allah kelâmı ve vahyi, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in de Allah'ın kulu ve elçisi olduğunun ve Allah'ın tek ve ortaksız ilah olduğunun açık isbatıdır. [12]

 

15- Kim   dünya   hayatını   ve   onun   çekiciliğini   isterse,   onlara yapıp  ettiklerini  onda  tastamam  öderiz,  ve  onlar bunda  hiç  bir ek­sikliğe    uğratılmazlar.

16- İşte    bunların,    ahirette    kendileri   için    ateşten    başkası yoktur.   Onların   dünyada  bütün   işledikleri  boşa   çıkmıştır  ve  yap­makta   oldukları   şeyler  de  geçersiz  olmuştur.

17- Rabbinden   apaçık  bir  delil  üzerinde   bulunan,   onu  yine ondan   bir  şâhid  izleyen   ve   ondan   önce   bir  önder   ve   rahmet  ola­rak  Musa'nın  kitabı  bulunan  kimse,   onlar gibi  midir?  İşte  onlar buna  inanırlar.   Gruplardan  biri  onu  inkar  ederse,  ateş  ona  vaad edilen  yerdir.   Öyleyse,   bundan   kuşkuda  olma.   Çünkü   O,  Rabbin­den  olan  bir haktır. Ancak insanların  çoğunluğu  inanmazlar.

 

Sözlük

 

Dünya hayatının süsü. Mal, evlat, çeşit çeşit giysiler, yiyecek ve içecekler.Onlara veririz. Amellerinin karşılığını tastamam veririz.Noksanlaştırılmaz,  kesintiye   uğratılmaz. Kısıtlanmaz. Amelle-rinin karşılığında her hangi bir kısıtlamaya gidilmez.Ve geçersiz oldu. Boşa gitti.  Rabbinden bir delil üzere. Kesin bir bilgi üzere. jVe ondan bir şahit O'nu okur.Musa'nın kitabı.Yani Tevrat.Kim O'nu inkar ederse.Yani Kur'an'ı.Ateş ona va'd edilen mekandır. Kaçınılmaz olarak oraya kona­caktır.O'ndan kuşku içinde. [13]

 

Açıklama

 

Kur'an'm uydurma ve Hz. Muhammed'in de (s.a.v) O'nu uyduran bir kimse olduğunu iddia eden kafirlerden Yüce Allah, Kur'an'ın benzeri on sûre getirmelerini isteyince, Kur'an'ı yalanlayanlar apışıp kaldılar. Ne yapacak­larını bilemediler. Artık bu hitapla karşı karşıya kalan bir insanın önünde ikiseçenek vardı. Ya dünya hayatı, ya da ahiret. Ya cennet, ya da cehennem. "Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse."Dünya hayatının çekici süsleri olan mal, evler, mevki, makam, göz kamaştırıcı giysi ve süsler isterse, onlara yapıp ettiklerinin karşılığını tasta­mam veririz."

Amellerinin sonuçlarını hiç bir kısıtlamaya gitmeden tastamam veririz. Çabaları ve emeklerinin karşılığını görürler. Ama onlar bundan sonra, Rable-rine dönüp tevbe etmezler ve kafir olarak ölürlerse, onları bekleyen ateştir."Bütün İşledikleri boşa çıkmıştır."Dünya yurdunda işledikleri tüm ameller ve yapmakta oldukları şeyler geçersiz olmuştur.15 ve 16. âyetlerin ifade ettiği gerçek budur."Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiç bir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başka kazançları yoktur.Onların dün­yada bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçe­rsiz olmuştur,"17. âyete gelince, burada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Rabbinden.apaçık bir delil üzerinde bulunan..."Allah'ın birliğine ve elçisinin peygamberliğine ve ahirete ilişkin kesin belgeler ve deliller içeren Kur'an kendisine indirilen kimse onlar gibi midir?

"Onu yine ondan bir şahit izleyen."Yani bu delili bir diğer delil izlemektedir. Burada kastedilen, Rasûlüllah efendimizin (s.a.v.) doğru sözüdür. Ahlakî ve ruhî mükemmelliğini yansıtan tavırlarıdır. Öyle ki, bir bedevi O'nu gördüğü zaman: "Vallahi bu yüz, ya­lancıların yüzü değildir."demişti.Üçüncü delil ise, şu ifadede dile getirilmektedir: "Ondan önce Musa'nın kitabı vardır" Yani Tevrat vardır. "Bir Önder ve rahmet olarak." Tevrat, Kur'an'm doğruluğunun şahididir. Tevrat'ın bir çok yerinde peygamberimizin ve ümmetinin niteliklerine işaret edilir. Dininin doğruluğuna ilişkin bunca delil, belge ve işareti beraberinde bu­lunduran kimse, sapıkları ve müşrikleri körükörüne taklit etmekten başka elinde tek bir delil bulunmayan kimse gibi midir?"İşte onlar buna (Kur'an'a) inanırlar."Ellerinde bu deliller ve belgeler bulunan kimseler "O'na inanırlar..." Hak olan Kur'an'a, peygambere ve hak dine iman ederler..."Kim o'nu inkar ederse." Herhangi bir grup veya millet ya da topluluk Kur'an'ı, peygamberi ve hak olan dini inkar ederse, onun varacağı yer ateştir. Cehennem ona yeter. O, ne kötü bir barınaktır."Öyleyse bundan kuşkuda olma."Kur'an'ı inkar edenlerin varacağı yerin ateş olacağı konusunda içinde her­hangi bir kuşku bulunmasın."Çünkü o, Rabbinden olan bir haktır."Müşriklerin yalanladıkları Kur'an ve sunduğu hak din Rabbinden gelen gerçektir. Ne yazık ki: "İnsanların çoğunluğu inanmazlar." Deliller apaçık or­taya konsa da, işaretler en belirgin şekilde yollarına dikilse de inanmazlar. [14]

 

Sonuç

 

1- Bir kişinin kafir olması; onun, çabası miktarınca elinin emeğinin karşı­lığını almasına, ektiği zaman biçmesine, ticaret yaptığı zaman kâr etmesine, ürettiği zaman sonuç almasına engel değildir.

2- Sonuç olarak, yapmış olduğu işler iyi de olsa kafirin dünyada işlediği amel, ona bir fayda sağlamaz ve o sonuçta kesinlikle hüsrana uğrayacaktır.

3- Müslümanlar dinlerine ilişkin apaçık delillere sahiptirler. Öteki dinle­rin mensuplarının ellerinde ise, sapıklık, küfür ve cehaletle geçmiş kuşakları taklit etmekten başka hiç bir delil yoktur.

4- İnsanların çoğunluğunun inanç esaslarından uzak olduğunu yüce Al­lah haber vermektedir. [15]

 

18- Allah'a  karşı yalan   uydurup  iftira  düzenden  daha  zalim kimdir?  İşte   bunlar,  Rablerine   sunulacaklar  ve  şâhidler:   "Rable-rine   karşı  yalan   söyleyenler   bunlardır"  diyecekler.   Haberiniz  ol­sun;  Allah'ın   laneti  zalimlerin   üzerinedir.

19- Bunlar Allah'ın yolundan  engelleyenler ve  onda  çarpıklık arayanlardır.   Onlar,   ahireti  tanımayanlardır.

20- Bunlar,   yeryüzünde   Allah'ı   âciz   bırakacak   değildir   ve bunların Allah'tan  başka  velileri yoktur.  Azab  onlar  için  kat kat arttırılır.   Bunlar   hakkı   işitmeye   güç   yetiremezlerdi   ve   görmez­lerdi  de.

 

Sözlük

 

Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Soru şahıs için algılanacak olursa, bu durumda "hiç kimse, Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olamaz" anlamı çıkar. Rablerine takdim olunurlar. Kıyamet günü Rablerine sunulur­lar.Şahitler. "Şâhid"in çoğulu. Burada kast edilenler meleklerdir. Allah'ın laneti. Rahmetinden uzaklaştırması, kovması. . Zalimlerin üzerinedir. Yani müşriklerin.Allah'ın yolu. İslâm. Çarpıklık.Yeryüzünde âciz bırakıcı. Allah'ı yeryüzünde âciz bırakamaz­lar. Ondan saklanamazlar. Gözünden kaçamazlar. Dilediği an onları kıskıvrak yakalayabilir.Dostlardan. Allah'ın azabının onlara ulaşmasını engelleyecek yardımcılar.

Onlar görenler değildi. Görmezlerdi. Hakka yönelik akıl al­maz, nefretlerinden dolayı onu işitmeye ve görmeye tahammül edemezlerdi. [16]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, Kur'an'ı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i ve Kur'an'm içerdiği yasa­ları yalanlayanların akıbetini gözler önüne serdikten sonra, kendilerine ancak ateşle karşılık verilecek günahkarların işledikleri suçlardan birine dikkatleri­mizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:"Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır?"

İnsanlar arasında, bir şekilde az da olsa Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimse yoktur."İşte bunlar Rablerine sunulacaklar."Bu yalancılar, kıyamet günü tüm insanların toplandıkları alanda, Rableri-nin karşısına çıkarılacak ve melekler onların aleyhinde şahitlikte bulunacak­lardır."Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır." diyeceklerdir. Sonra biri şu duyuruda bulunacaktır: "Haberiniz olsun; Allah'ın laneti zalimlerin üzerine­dir." Herkes bilsin ki; zalimler cennetten kovulup uzaklaştırılacaklardır. On­ların yeri cehennem ateşidir. Ardından; Yüce Allah, zalimlerin ateşe atılmala­rını gerektirecek bir suçlarını daha gündeme getiriyor:

"Bu Allah'ın yolundan engelleyendir."Hem kendilerini, hem de başkalarını İslâm dinine girmekten alıkoyuyor­lar. Onlar, Allah'ın yolunda "çarpıklık arayanlardır." Arzuladıkları ve gönülleri çektiği gibi İslâm'ın da heva ve heveslerine uygun biçimde değiştirilmesini is­terler. Söz gelimi faiz, zina ve çıplaklığın serbest bırakılmasını, arzularlar. İslâm'ın, ağaçlara, taşlara ve benzeri şeylere İbadet edilmesine izin vermesini isterler. Buna ek olarak da daha ağır bir günah işlerler; ahireti inkar ederler. Yüce Allah bunlar hakkında şöyle buyurur:

"Bunlar" söz konusu kimseler "yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacak değil­dir." Kendilerini ne kadar güçlü hissetseler bile, yeryüzünde Allah'ı etkisiz hale getirmeleri imkansızdır. Ne kadar kaçmaya çabalasalar dahi, Allah onları suçüstü yakalayacaktır. Ne zaman dilerse onları azabının kapsamına ala­caktır. Buna karşın onların Allah'tan başka bir kurtarıcıları da yoktur. Allah onlara azap etmeyi dilediğinde onları bu azaba karşı koruması altına alacak kimse de bulunmaz."Azab onlar için kat kat arttırılır."Burada Yüce Allah, adı geçen zalimlerin kat kat azaba çarptırılacak­larını haber veriyor. Bunlar hem kendilerini, hem de başkalarını Allah'ın yo­lundan alıkoyarlardı. Dolayısıyle hem kendilerini, hem de başkalarını Allah'ın yolundan alıkoydukları için azaba çarptırılacaklar. Hiç kuşkusuz bu, ilâhi ada­letin bir gereğidir."Bunlar hakkı işitmeye güç yetiremezlerdi ve görmezlerdi de."Burada kâfirlerin dünyadaki durumları tasvir ediliyor. Bunlar hakka ve hak davetçilerine duydukları aşırı nefretten dolayı hakkı duymaya ve işitme­ye, hakkı yaşayan ve hakka davet eden davetçileri görmeye tahammül ede­mezlerdi. [17]

 

Sonuç

 

1- Allah'a evlat yakıştırmak, birini O'na ortak koşmak veya hakkında bilgi sahibi olmadığı bir hususta O'na karşı bir söz uydurmak suretiyle O'na karşı yalan uydurmak büyük bir günahtır, şirktir ve küfürdür.

2- Diliyle, tavırlarıyla veya zor kullanarak İnsanların İslâm'a yönelme­sini önleyen kimse korkunç bir suç işlemektedir.

3- Yanlış yorumlara ve dünyaya karşılık ahiretlerini satan kimselerin sorumsuz fetvalarına dayanarak İslâm şeriatını heva ve hevesleri doğrultu­sunda çarpıtmak isteyenler büyük günah işlemektedirler.

4- Bir sözden veya kişiden hoşlanmayan bir insan, o sözü ve kişiyi görmeye ve işitmeye katlanamaz. [18]

 

21- İşte   bunlar,   kendilerini   hüsrana   uğratanlardır   ve  yalan olarak   uydurdukları   düzmece   ilahlar  da  onlardan   uzaklaşıp   kay­bolmuşlardır.

22- Hiç   şüphesiz  bunlar,   ahirette,   en   çok  hüsrana   uğrayan­lardır.

23- İman   edip   salih   amel   işleyenler   ve   Rablerine   kalpleri tatmin   olmuş   olarak   bağlananlar,   işte   bunlar  da   cennetin   halkı­dırlar.   Orada   süresiz   kalacaklardır.

24-  Bu  iki  grubun  örneği:  Kör  ve  sağır  ile  gören   ve  işiten gibidir.  Örnekçe  bunlar eşit olur mu?  Yine  de  öğüt alıp düşünme­yecek   misiniz?

 

Sözlük

 

İftira ettikleri onlardan kayboldu, Allah'ın ortakları olduklarını iddia ettikleri düzmece ilahlar ortadan kaybolup gitti.Hayır gerçek olan şudur. Ahirette en çok hüsrana uğrayacak olanların bunlar olması, tartışma götürmez bir gerçektir.Rablerine karşı saygıyla itaat ettiler. Kalpleri tatmin olarak,.Rablerine yürekten itaat ederek saygılarını ifade ederler. İki grubun Örneği. Mü'min grupla kâfir grubun örneği.Düşünüp öğüt almaz mısınız? Rabbinizden bağışlanma dileyip tevbe etmez misiniz? [19]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı ile amaçlanan hedef, suçluların belirginleşmesi, karakte­ristik özelliklerinin gözler önüne serilerek ahiretteki durumlarının tasvir edil­mesidir. Bu meyanda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İşte bunlar..." Rahmetten uzaklaştırılanlar "kendilerini hüsrana uğratanlardır." Mutsuzluk yurdunda kalacak ve kendileri dahil her şeylerini kaybedeceklerdir."Yalan olarak uydurdukları düzmece ilahlar da onlardan uzaklaşıp kay­bolmuşlardır."

Allah'ın ortaklan olduklarını, şefaatlerinin geçerli olduğunu ve kendile­rine yardım edeceklerini iddia ettikleri düzmece ilahlar ortalıkta görünmez ol­dular."Hiç şüphesiz bunlar" gerçekten ve kesinlikle "ahirette" ahiret yurdun­da "en çok hüsrana uğrayanlardır."Başkalarına göre daha çok zarar ederler. Çünkü kendi kâfirliklerinin ya-nısıra, sapıklığa çağırdıkları, doğruluk ve ateşten kurtulmuşluk yolu olan İs­lâm'a girmekten alıkoydukları kimselerin kâfi deşmelerinin sorumluluğu da on­lara aittir... Yüce Allah kâfirlerin durumunu ve sonuçta karşı karşıya kaldıkla­rı hüsranı dile getirdikten sonra... Karşıt bir sahne olarak mü'minlerin durumu­nu tasvir ediyor;

"İman edip salih amellerde bulunanlar,"Allah'a, O'nun müjde ve tehditlerine iman edenler... Allah'ın elçisine ve getirdiği dine iman edenler. Yüce Allah'ın yasalaştırdığı namaz ve zekat gibi salih amelleri yerine getirenler.

"Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar."Özlerini ve kalplerini O'na teslim edenler, bütün organlarıyla, duygu ve düşünceleriyle O'na boyun eğenler, böylece tatmin bulanlar ve içten ürpererek saygı gösterenler... İşte onlar cennet ehlidirler."Onda süresiz kalacaklardır."Orayı terk etmezler. Başka bir yere aktanlmazlar. İlk üç âyetten çıkar­dığımız sonuç budur. 24. âyette ise, şöyle buyuruluyor:"Bu iki grubun örneği: Kör ve sağır ile, gören ve işiten gibidir. Örnekçe bunlar eşit olur mu?""Yüce Allah bir anlamı vurgulamak ve bir hükmü pekiştirmek için şirk ehli ile tevhid ehlini karşılaştırıyor ve buyuruyor ki:"Bu iki grubun örneği."İki grubun belirginleştirici örneği, kör ve sağır ile, işiten ve gören kimse­nin durumu gibidir. Bunlar bir olurlar mı? Hayır. Çünkü kör ile gören, sağır ile işiten kimse arasında büyük bir fark vardır. Aklı olan bir kimse görme ve işit­me niteliklerine karşın körlük ve sağırlık niteliklerine sahip olmayı ister mi? Buna verilecek cevap "Hiç kimse istemez"dir. Şu halde "öğüt alıp düşünme­yecek misiniz?" Bu örneği göz önünde bulundurup ibret almayacak mısınız? Rabbinize yönelerek iman etmeyecek misiniz? O'nun birliğini onaylayıp Rasûlüne inanarak tâbi olmayacak mısınız? Kitabına uygun biçimde amel et­mek için daha ne bekliyorsunuz? [20]

 

Sonuç

 

1- İbret dersleri çıkarmak ve öğüt almak için zıt şeyleri karşılaştırmak olumlu ve uygun bir yöntemdir.

2- Kâfir manen ölüdür. Bu yüzden işitmez ve görmez. Müslüman ise di­ridir. Bu yüzden işitir ve görür.

3- Nimetler yurdu cennetin mirasçıları; Allah'a inanan ve O'na itaat eden

kimselerdir. Hüsran yurdunun mirasçıları ise; kafirler ve zalimlerdir. [21]

 

25- Andolsun,   biz Nuh'u  kavmine  gönderdik.   Onlara  dedi  ki: "Ben sizin  için ancak apaçık bir uyarıcıyım."

26- Allah'tan   başkasına   kulluk   etmeyin.   Ben   size   gelecek olan acı bir günün  azabından korkarım.

27- Kavminden,  ileri gelen  inkarcılar:   "Biz  seni yalnızca  bi­zim  gibi  bir  beşerden  başkası  görmüyoruz;  sana  sığ görüşlü  olan en   aşağılıklarımızdan   başkasının   uyduğunu   görmüyoruz   ve   sizin bize   bir   üstünlüğünüzü   de   görmüyoruz.   Aksine,   biz   sizi   yalan­cılar   sanıyoruz"   dedi.

 

Sözlük

 

Hz. Nuh (a.s). İnsanlığın ikinci babası, çok şükreden kul, Hz. Nuh -Selam üzerine olsun-Muhakkak ki, ben sizin için bir uyarıcıyım. Uyarı özelliği son derece belirgin olan Allah'ın azabı ile sizi korkutuyorum.Acı bir günün azabı. Kıyamet gününün azabı.İleri gelenler. Yöneticiler. Bir memleketin ileri gelenleri. Lide­rin etrafındaki danışmanlar grubu.En rezilimiz. "Erzel"in çoğulu. En aşağılık, en alçak.

Yüzeysel ve sığ görüşlü. Eşya ve olayların tasvirinde ve te­fekküründe derinlik olmayan. [22]

 

Açıklama

 

Burada Hz. Nuh (a.s.)'un kıssasına giriş yapılıyor. Bu, aynı zamanda tefsirini sunmakta olduğumuz bu sûrede yer alan beş kıssanın da başlangıcı sayılır. Yüce Allah buyuruyor ki:"Andolsun, biz Nuh'u kavmine gönderdik: "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım" Onlara dedi ki: Benim görevim sizi açıkça uyarmaktır. Allah'ı ve peygamberini inkar etmenizin, Rabbinize yönelik ibadete bir takım putları ve heykelleri ortak koşmanızın sonucuna karşı sizi korkutmaktır benim göre­vim."Allah'tan başkasına kulluk etmeyin."Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz ve Allah'ı bir yana bırakarak bir takım düzmece ilahlara, putlara ve heykellere kulluk etmekten vazgeçesiniz diye sizi uyarıyorum."Ben size gelecek olan acı bir günün azabından korkarım."Kendilerine sadece Allah'a ibadeti emretmesinin ve şirki yasaklama­sının gerekçesini şu şekilde açıklıyor: Eğer bu tutumunuzda ısrar edecek olur­sanız, puta tapıcılıktan vazgeçmezseniz, sizin için acı bir günün, yani kıyamet gününün azabından endişeliyim. Bunun üzerine "Kavminden ileri gelen in­karcılar dediler ki: "Kavminin Allah'a ve Rasûlüne inanmayan, ileri gelenleri Hz. Nuh'a (a.s) şu cevabı verdiler: "Seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz."Bizden üstün olan bir tarafın yok. Biz de senin gibi ve seninle aynı dü­zeydeyken nasıl olur da bize elçi olarak gönderilirsin?"Sana sığ görüşlü en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmü­yoruz."

Dokumacı, hacamatçı (insanların kafalarından, enselerinden, sırtların­dan ve ayaklarından onları rahatlatmak için kan alan kimse) ve kasap gibi dü­şük meslek erbabının sana uymakta olduğunu görüyoruz.

"Bâdiyer-Re'yi: Düşüncesinde derinlik ve tasvirinde isabet bulunmayan dar görüşlü demektir.

"Ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz."

Bizim size tâbi olmamızı ve dinimizi bırakıp sizin dininize uymamızı ge­rektirecek bir üstünlüğünüzün olduğunu da sanmıyoruz. Aksine, söyledikleri­nizin yalan olduğunu sanıyoruz. [23]

 

Sonuç

 

1- Asıl ismi Abdulgaffar olan Hz. Nuh (a.s), Rablerine ortak koşan,

O'nu bir yana bırakarak putlara ve düzmece ilahlara kulluk eden insanoğluna gönderilmiş bir peygamberdir.

2-  Hz. Nuh'un "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin" sözü, "La ilahe il-lallah"ın açıklamasıdır.

3- Hz. Nuh, Allah'ın varlığını ve birliğini benimsemeleri, ondan başkası­na ibadet etmemeleri için halkına kıyamet gününün azabını hatırlatmıştır.

4- Rasûllere, genellikle yoksullar ve zayıflar tabi olur. Zenginler ve ileri gelenler ise, genellikle karşı çıkar.

5- Büyüklük kompleksine kapılan şımarık ileri gelenler; mal varlık-larına kıyaslat [24] kendilerinden mal ve mevki olarak aşağı olanları küçümserler. [25]

 

28- Dedi   ki:  "Ey   kavmim,   görüşünüz   nedir   söyleyin?   Eğer ben  Rabbimden   apaçık  bir  belge   üzerinde   isem   ve  Rabbim   bana kendi  katından  bir  rahmet  vermiş  de  bu,   sizin  gözlerinizden   saklı tutulmuşsa,    siz    bunu   istemiyorken    biz    sizi   buna   zorlayacak mıyız?"

29- "Ey  kavmim,  ben  sizden  buna  karşılık  bir  mal  istemiyo­rum.  Benim  ecrim yalnızca Allah'a aittir.  Ben  iman  edenleri  kov­acak   değilim. Onlar  gerçekten  Rablerine   kavuşacaklar.   Ancak ben  sizi,  cahillik  etmekte  olan  bir kavim  görüyorum."

30- "Ey   kavmim,  ben   onları   kovarsam,   Allah'tan   gelecek azaba  karşı  bana  kim yardım  edecek?  Hiç  düşünmez  misiniz?"

31- "Ben   size   Allah'ın   hazineleri   yanımdadır   demiyorum, gaybı   da   bilmiyorum.   Melek   olduğumu   söylemiyorum   ve   gözleri­nizin   aşağılık gördüklerine,  Allah  kesin   olarak  bir  hayır  vermez de  demiyorum.  Nefislerde  olanı Allah  daha  iyi  bilir.  Bu  durumda gerçekten   o  zaman   zalimlerdenimdir."

 

Sözlük

 

Gördünüz mü? Bana bildirin.Rabbimden bir delil üzere. Allah'ın bana Öğrettiği bir ilim üzerindeysem, "Allah'tan başka ilah olmadığını" biliyorsam.Size kapalı kalmış. Bu, sizden saklı tutulmuşsa ve siz onu göremiyorsanız.Onu kabul etmeye sizi zorlayacak mıyız?İman. edenleri kovucu. İman edenleri yanımdan ve çevremden uzaklaştıracak değilim.Allah'ın hazineleri. Mal ve lütuf hazineleri. Gözlerinizin aşağılık gördükleri. Küçümsedikleriniz. [26]

 

Açıklama

 

Hz. Nuh (a.s.)'un kavmi ile olan diyalogu devam ediyor ve Yüce Allah Hz. Nuh (a.s.)'un kavmine şöyle dediğini haber veriyor: Bana görüşünüzü söyleyin. Şayet ben, Rabbim katmdan gelen O'nun sıfatlarına ilişkin kesin bir bilgiye dayanıyorsam. Sırf kendisine ibadet etmemi, kendisini bir ve ortaksız bilmemi ve insanları bu gerçeğe davet etmemi emretmişse."Bana katmdan bir rahmet vermişse."Bana vahiy indirmişse, beni peygamberlik görevine layık görmüşse ve kendisine ne şekilde kulluk sunacağımı göstermişse ve "bu sizin gözleriniz­den saklı tutulmuşsa" ve onu göremiyorsanız... Ben size ne yapabilirim ki?"Sizi buna zorlayacak mıyız?"Ben ve bana tâbi olanlar, sizi bu gerçeği görmeye, ona inanmaya, onun ışığında amel etmeye zorlayacak mıyız?Ve "Siz bunu istemiyorken."Sizin istememenize rağmen böyle bir şey yapabilir miyiz? Halbuki bir şeyi istemeyen kimse, neredeyse onu göremez ve işitemez olur. Konuya ilişkin ilk âyetin verdiği mesaj budur. Bundan sonra gelen âyette de Yüce Al­lah Hz. Nuh'un (a.s) kavmine söylediği sözleri şöyle aktarıyor:

"Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum." Sizin gözlerinizden saklı tutulan,dolayısıyla göremediğiniz rahmeti size duyurmama karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum.

"Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir."Bu görevimin karşılığı olan mükafatımı ancak Yüce Allah verir. Çünkü bu görevi omuzlarıma yükleyen, bu mesajı tebliğ etmemi isteyen ve buna karşılık olarak beni ödüllendireceğini vaadeden O'dur."Ben iman edenleri kovacak değilim."Sizin önerinize uyup etrafımdaki mü'minleri kovacak değilim. Onlar Rab-leriyle buluşacaklar, O'nun tarafından sorguya çekilecekler ve amellerinin karşılığını alacaklar. Böyle olunca onların gerçeği dinlemelerini, onu öğrenme­lerini, olgun ve mutlu kimseler olabilmek için gerçeğe sarılmalarım Önlemem doğru olmaz. Çünkü insanın değeri iman ve salih amel aracılığı ile nefsini ve ruhunu arındırmasından ileri gelir. Sizin tasavvur ettiğiniz gibi insanm değeri mal-mülk, mevki, makam ve şereften kaynaklanmaz. Bu yüzden sizin câhili bir toplum olduğunuzu gözlemliyorum. 29. âyetin içerdiği anlam budur. Bun­dan sonraki âyette ise, Hz. Nuh (a.s) sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan gelecek azaba karşı bana kim yardım edecek?"

Allah'a karşı çıkar da mü'minleri kovarsam, kim Allah'ın azabını benden uzaklaştırabilir? Allah'ın mü'min kullarını doğru yoldan uzaklaştırıp, gerçeği öğrenmelerine engel olursam, Allah'tan gelecek azaba karşı hiç kimse bana yardım edemez. Kaldı ki, bunun bir mantığı da yoktur. Tek gerekçe mü'min-lerin yoksul ve zayıf kimseler olmaları, sizin hakkı ve hak dâvetçilerini gör­mesi mümkün olmayan manen kör gözlerinizin onları aşağılık görmesidir. Hz. Nuh (a.s) devamla diyor ki:"Hiç düşünmez misiniz?"Düşünmek, hatalarınızı görmek, cehaletinizi anlamak ve böylece doğru yolu bulmaya çalışmak gibi bir alışkanlığınız yok mu? Rabbinize dönmeyi, tevbe etmeyi, O'na ve elçisine inanmayı, tek ilah olarak sırf O'na kulluk et­meyi akletmez misiniz?

Hz. Nuh (a.s) 31. âyette, sözlerini şu ifadelerle sürdürüyor: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum."Hz. Nuh'un bu sözleri, onların "sizin bize bir üstünlüğünüzü görmüyo­ruz," şeklindeki itirazlarına cevap niteliğindedir."Gaybı da bilmiyorum."Dolayısıyla insanların gönüllerinin içinde saklı bulunan inançlarını da bil­mem mümkün değildir. Böyle bir imkanım olmadığı için "şu gitsin, şu da kal­sın" diyemem. Ben melek olduğumu iddia etmiyorum ki; siz, "biz seni ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz" diyesiniz.

"Gözlerinizin aşağılık gördüklerine" fakir ve zayıf oldukları için küçüm-sediğiniz kimseler hakkında: "Allah kesin olarak bir hayır vermez de demi­yorum. Kalplerinde olanı Allah daha iyi bilir."Doğru sözlülüklerini veya münafıklıklarını, beni sevip sevmediklerini an-cak Allah bilebilir.Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Nuh (a.s.) kavminin ileri gelenleri, mü'minleri iki yüzlülükle suçluyorlardı ve bir takım maddi çıkarlar elde etmek amacı ile O'nun etrafında kümelendiklerini, dolayısıyle art niyetli kimseler olduklarını ileri sürüyorlardı.

"Bu durumda, gerçekten o zaman z al imler denimdir."Eğer zayıf ve yoksul mti'minler hakkında "Allah kesinlikle onlara hiç bir hayır vermez." diyecek olursam, bu durumda Allah'ın insana verdiği haklarını gözetmeyen, insanların onurunu kıran saldırgan bir zalim konumuna düşerim. [27]

 

Sonuç

 

1- Bir insan herhangi bir şeyden nefret ettiği zaman o şeyi göremez, işitemez ve onunla ilgili olarak söylenenleri anlayamaz hale gelir.

2- İnsanlara dini eğitimi vermek için harcanan zamana ve emeğe karşılık ücret alınabilir.

3- Zayıf ve yoksul kimselere saygı göstermek, onları onurlandırmak gerekir. Buna karşılık onları küçümsemek ve aşağılık görmek ise haramdır.

4- Gaybı (geçmişi, geleceği ve görünmeyen şeyleri) bilmek sırf Allah'a mahsustur. Hiç bir yaratık kendi becerisi ve özelliğiyle gaybı bilemez. Ancak Allah gaybın kapsamında olan bir hususu birine bildirirse, o zaman bunu bi­lebilir.

5- İnsanları hor görmek, onları aşağılamak, onlarla alay etmek haramdır. [28]

 

32- Dediler  ki:   "Ey  Nuh,   bizimle   çekişip  durdun,   bu   çekiş­mede   ileri   de   gittin.   Eğer   doğru   söylüyorsun,   bize   vaadettiğini getir de  görelim."

33- Dedi ki:   "Eğer dilerse,  onu size Allah getirir ve  siz  O'nu âciz   bırakacak   değilsiniz."

34- Eğer Allah   sizi  azdırmayı   dilemişse,   ben   size   öğüt  ver­mek  istesem   de,   öğüdümün  size  yararı  olmaz.   O,   sizin   Rabbiniz-dir  ve  O *na  döndürüleceksiniz.

 

Sözlük

 

Bizimle çekiştin. Bize karşı mücadele ettin. Amacın, dinimize ve hayat biçimimize gereken önemi göstermemekdir .Bize vaadettiğin. İnanmazsak karşımıza geleceğini iddia etti­ğin azap.

Eğer doğrulardan isen. Peygamberlik  iddianda ve Allah'tan mesaj getirdiğine ilişkin sözünde samimi isen.

Aciz bırakıcı. Allah size azab etmeyi dilerse, O'nun azabından yakanızı kurtaramazsınız. Allah'ı âciz bırakmazsınız. Öğüdüm. "Allah'a, O'nunla karşılaşmayı ve O'nun elçisini in­kar etmeyi devam ettirirseniz, Rabbiniz size azab edecektir" şeklindeki korkutma amaçlı uyarım.Sizi aldatması, sizi azdırması. Sizi sapıklığa düşürürmesi, sizi bu bataklıkta yüzüstü bırakması ve hiç bir zaman size doğru yolu göstermemesi. [29]

 

Açıklama

 

Hz. Nuh (a.s) kavminin kıssası anlatılmaya devam ediliyor. Burada Yüce Allah, kavminin Hz. Nuh'a söyledikleri sözleri şöyle aktarıyor:"Dediler ki: "Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun" Bize hasım kesildin, hem de bizimle çekişmende bayağı ileri gittin. Eğer doğru sözlü isen bize vaad ettiğin azabı getir. Bir an önce azaba uğramamızı sağla. Eğer iddialarında sa­mimi isen, Allah başımıza azabı indirsin. Âyetin devamında Yüce Allah Hz. Nuh (a.s.)'un cevabi konuşmasını aktarıyor. Kuşkusuz böyle söylemesiniYüce Allah ona öğretmiştir.

"Dedi ki: "Eğer dilerse, onu size Allah getirir."Dilerse Allah sizi azaba çarptırır.

"Ve siz O'nu âciz bırakacak değilsiniz."Allah'ın azabından yakanızı sıyıramazsmız, ondan kaçıp kurtulamaz­sınız.

"Kendi küfür ve günahlarınızdan dolayı, eğer Allah sizi azdırmayı dile­mişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O, si­zin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz. Benim öğüt vermem size bir yarar sağlamaz. Ne kadar istesem de, ne kadar ısrarlı olsam da siz davetimi kabul etmezsiniz. Çünkü sizler inatlarınızdan dolayı gerçeği inkâr ediyorsunuz. Eğer Allah sizin azmanızı dilerse, benim nasihatlerimin size bir yaran dokun­maz. Yani, zorla sizi imana getirmezse, ki Allah kimseyi zorlamaz. Herkes kendi yaptığının karşılığını alır. Kuşkusuz bunda sizin aşırılığınız, inatçı tutu­munuz, küfür, inkar ve kibirdeki ısrarınız etkin rol oynar. Çünkü bu niteliklere sahip insanlar, Allah'ın hidayetine layık değildirler. Bilakis, sapıklık onlar için daha uygundur. Ki sapıklar bu halleriyle helak olup ahiret yurdunda hüsrana uğrası nl ar.

"O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."

Hüküm Allah'a aittir. Siz O'nun kulları, O da sizin Rabbiniz değil mi? Şu halde dilerse size merhamet eder, dilerse sizi azaba çarptırır. Gerçi O'nun hikmeti, salihlerin azaba çarptırılmamalarını ve azgın zalimlere de merhamet edilmemesini öngörür. [30]

 

Sonuç

 

1- Haklan hakim olup, batılın etkisiz hale getirilmesi için tartışmak meş­rudur. Ancak bunun için iyi üslubun seçilmiş olması şarttır.

2- Allah'ın iradesi, her iradeden öncedir. Allah'ın dilediği olur, dilemediği de olmaz.

3-  Öğüt edilen kimseye Allah bir hayır dilemedikçe, öğüt verenin öğüdü ona bir yarar sağlamaz. Yani Allah hiç kimseyi zorla imana veya küfre sok­maz. Her kul kendi isteğiyle iman eder veya küfreder. Ona göre de sonucuna katlanır.

4-  Bir kişi öldüğünde; kâfirliği kesinleşmemişse, onunla ilgili olarak ke-

sin olarak kafirdir yargısında bulunmamak gerekir. Ancak "onun durumunu Allah daha iyi bilir" şeklinde bir ifade kullanılabilir. [31]

 

35- Onlar: "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizlerin suç   olarak   işlemekte   olduklarınızdan   uzağım."

 

Sözlük

 

Yoksa diyorlar mı? Onu kendisi uydurdu mu diyorlar? Kendi kendine uydurdu, O'na böyle birşey vahyedilmedi.

Benim suçum benim üzerimedir. Suçu bana aittir. Ağır bir gü­nah olan yalan söylemenin sonucu beni ilgilendirir, başkasını değil.

Ve ben uzağım. Ve ben işlediğiniz suçlardan uzağım. Bu gü­nahın sorumluluğunun altına girmem.

Kötülüklerinizden. Nefsinizi günaha sokmanızın, şirk, küfür ve isyan işleminizin suçundan. [32]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, bu âyet-i kerimeyi Hz. Nuh (a.s) ve kavmi kıssasının iki bölümünün arasına yerleştiriyor. Böyle olması da son derece hikmetlidir. Çünkü konu Hz. Nuh (a.s.) ve kavmidir. Böyle bir bilgi ancak Allah'tan vahiy alan bir peygambere gelebilir. Çünkü mesele tarih öncesi döneme aittir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu gün bu olaydan söz etmesi, bu sözlerin vahiy, O'nun da peygamber olduğunun delilidir. Bu yüzden "Onu uydurdu"mu diyorlar? O zaman sen de şöyle de: Eğer iddia ettiğiniz gibi onu ben uydurduysam, ya-

lanımın ve suçumun günahı bana aittir. Ve ben sizin beni yalanlamanızın, Rabbinizi, elçisini, müjde ve tehdidini inkar etmenizin günahından uzağım, bundan dolayı bana herhangi bir sorumluluk yoktur. [33]

 

Sonuç

 

1- Eğer uygun düşüyorsa, bir delil getirmek, yanlış iddiaların boş ve a-sılsızlığmi ortaya koymak, son derece önemli bir meseleye dikkat çekmek amacı ile, söze ara verip bir değerlendirme yapmak güzeldir.

2- Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalar, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberlik dâvasında, insanları Allah'a kulluk yapmaya davet etmesinde doğruyu söylediğinin ve samimiyetinin en büyük delilidir.

3-  Her insan kendi amelinin sorumluluğunu taşır. Hiç kimse bir başka­sının günah yükünü taşımaz. [34]

 

36- Nuh'a vahyedildi: Gerçekten iman edenlerin dışında, se­nin kavminden kesinlikle kimse inanmayacaktır. Şu halde onların işlemekte   olduklarından   dolayı   üzülme.

37- Bizim   gözetimimiz   altında   ve   vahyimizle   gemiyi   imal   et. Zulmedenler  konusunda   bana   hitapta   bulunma.   Çünkü   onlar  suda

boğulacaklardır.

38-  Gemiyi  yapıyordu.   Kavminin   ileri  gelenleri   kendisine   her uğradığında   O'nunla  alay   ediyordu.   O:   "Eğer  bizimle   alay   eder­seniz,   alay  ettiğiniz  gibi  biz  de   sizlerle  alay  edeceğiz"  dedi.

39-  "Artık,   ilerde   bileceksiniz.   Aşağılatıcı   azap   kime   gele­cek  ve  sürekli azap  kimin  üstüne  çökecek?"

 

Sözlük

 

Ve Nuh'a vahyolundu. Hızlı ve gizli bir haberleşme kanalı olan vahiy yoluyla ona bildirildi.

Üzülme. Hüznün şiddetiyle kendini harab etme. Çünkü ben seni kurtaracağım ve onları helak edeceğim.

Gemi. Mü'minleri bindirip suda yüzdürmen için yapmanı em­rettiğimiz gemi.

Onunla alay ettiler. Mesela: "Bu gemiyi mi denize taşıyacak­sın yoksa denizi mi buraya taşıyacaksın?" diyorlardı. Zelil eder, alçaltır.

Onun üzerine kalıcı azabı indirir. Kıyamet günü başına bir azab indirilir ve bu azab ondan hiç ayrılmaz. [35]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, 35, âyet ile kısa bir ara değerlendirmeden sonra yeniden Hz. Nuh (a. s) ve kavminin kıssasına dönüyor. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Nuh'a vahyedildi: Gerçekten iman edenlerin dışında kavminden hiç kimse inanmayacaktır."

Yaklaşık olarak 950 yıl sürmüş bir davetin sonunda bu hüküm verilmiş­tir. Yani bu günden sonra, senin kavminden artık hiç kimse inanmayacaktır. Bundan dolayı üzülme. Kederlenme, işledikleri şer, fesad, küfür ve günahlar­dan dolayı hüzne kapılma. Çünkü seni ve beraberindeki mü'minleri kurtara­cak, geride kalanları ise suda boğacağım.

Yüce Allah 37. âyette ise şöyle buyuruyor: "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et." Ona, gözetimimiz altında ve emirlerimiz doğrultusunda gemiyi yap diye emrettik. Çünkü Hz. Nuh (a.s) ne gemi bilirdi, ne de gemi yapmasını.

"Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma."

Onlara yönelik azabı durdurmamı isteme, azâblarmı hafifletmem için aracılık yapma. Çünkü tufan ile helak edilmelerine hükmettik. Onların suda boğulmaları artık kaçınılmazdır.

"Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında O'nunla alay ediyordu."

Burada Yüce Allah, Hz. Nuh'un halini anlatıyor. Hz. Nuh (a.s.) gemiyi yapmakla, tahtaları yontup onları birbirine ekleyip çakmakla meşguldür. Kav­mi ise meraklı bakışlarla onu izliyordu. Kavmin ileri gelenleri onu bu halde gördüklerinde onunla alay ediyorlardı.

"Ey Nuh, marangozluğa mı başladın? Denizi mi buraya getireceksin, yoksa gemiyi mi denize götüreceksin?" diye onu alaycı sözlerle iğneliyorlardı. Hz. Nuh (a.s) onlara şu cevabı veriyor:

"Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay ede­ceğiz."

İleride bileceksiniz aşağılatıcı, onur kırıcı, alçaltıcı ve burun sürtücü azâ-bm kime geleceğini. Kalıcı azap kimin başına çökecek. Burada kastedilen, kıyamet günü kâfirleri kuşatacak olan sonsuz ve süresiz ateş azabıdır. [36]

 

Sonuç

 

1- Bâtıl, şer ve isyan ehlinin içinde bulunduğu durumdan dolayı üzülmek, içerlenmek ve mahzun olmak mekruhtur.

2-  Gemi yapma sanatı, Yüce Allah'ın vahiy yoluyla Hz. Nuh (a.s.)'a öğretmesiyle başlamıştır.

3-  Nefisleri küfür ve günah karanlığına gömülen insanların hak taraftar­ları ve hak dâvetçileri ile alay etmeleri, onlara tepeden bakmaları kâfirlerin to­plumsal biı- kuralıdır.

4-  Yüce Allah'ın peygamberlerine vaadettiği şeyler kesinlikle doğrudur ve mutlaka gerçekleşirler. [37]

 

40- Sonunda  emrimiz  geldiğinde   ve   tandır feveran  ettiği  za­man,   dedik  ki:  Herbirinden  ikişer  çift  ile  aleyhlerinde  söz geçmiş olanlar  dışında,   aileni  ve  iman  edenleri  ona yükle.   Zaten   onunla birlikte   çok  azından   başkası  iman  etmemişti.

41- Dedi ki:   "Ona  binin.  Onun yüzmesi de,  demir atması  da Allah'ın   adıyladır.   Şüphesiz,   benim   Rabbim   bağışlayandır,   esir-

geyendir. "

42- Gemi   onlarla   dağlar   gibi   dalgalar   içinde   yüzüyorken Nuh,   bir  kenara  çekilmiş  olan   oğluna  seslendi:   "Ey  oğlum,   bizim­le  birlikte  bin  ve kâfirlerle  birlikte  olma."

43- Oğlu  dedi  ki:   "Ben  bir dağa  sığınacağım,  o  beni  sudan korur."  Dedi  ki:   "Bugün  Allah'ın   emrinden,   esirgeyen   olan  Al­lah'tan  başka  bir koruyucu yoktur." Ve  ikisinin  arasına dalga gir­di, böylece o da boğulanlardan  oldu.

44-  Denildi ki:   "Ey yer,  suyunu yut  ve  ey  gök,   sen  de  tut." Su   çekildi,      bitiriliverdi,   gemi  de   Cudi  dağı   üstünde   durdu   ve zalimler topluluğuna da:   "Uzak olsunlar" denildi.

 

Sözlük

 

 

Tennur feryat etti. Tennur'un ne olduğu konusunda farklı gö­rüşler vardır. Geminin harekete geçmesi, Tandırdan su çıkma­sı. Tandır ekmek pişirilen bir çeşit fırının adıdır. "Fâret Ten­nur'un işin sonu geldi manasına bir deyim olduğu da söylen­mektedir. En doğrusunu Allah bilir.

3  Çİft çift. Her çiftten bir erkek, bir dişi. Ve ehlin. Eşin ve çocukların. Yüzmesi ve demir atması.

Dağ gibi dalgalarda. Mevc: Dalga. Deniz suyunun kabarması, yani dalga demektir. Dalganın dağ gibi olması, çok yüksek ol­ması anlamına gelir.Sudan beni korur. Boğulmamı önler.Ve sular çekildi, Yeryüzünden çekilmek suretiyle azaldı.Cudi dağı üzerinde. Musul'un batısına düşen bir yerde bulunur bu dağ. (Mardin-Cizre bölgesi sınırları içindedir.  Zalim kavimler için uzaklık. Zalimler kahrolsunlar. [38]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, Hz. Nuh (a.s) ile kavminin arasında geçenleri anlat­maya devam ediyor:"Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman." Yani müşriklerin helak edilmesine ilişkin emrimizin uygulanma zamanı gelinceye kadar gemi yapım işi devam etti ve tandır feveran etti. İçinden sular fışkırıp kaynamaya başladı.[39]Bu olay, tufanın başlangıç işaretiydi. Bunun üzerine Hz. Nuh (a.s) her çiftten bir erkek ve bir dişiyi gemiye bindirdi. Bütün canlılardan birer çifti gemiye aldı. Ailesinden iman edenleri de gemiye aldı. Çocuklarının adı Sanı, Ham ve Yafes idi. Ama helak olmasına karar verilen karısı Vaile ve oğlu Kenan gemiye binmediler. İman eden diğer insanlar da gemiye alındılar.

"Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti."

Bazı rivayetlere göre, yaklaşık olarak seksen kadın ve erkek iman et­mişti. 40. âyetin ifade ettiği anlam budur. Bundan sonraki âyette ise Yüce Al­lah Hz. Nuh (a.s.)'un mii'min cemaate şöyle dediğini bildiriyor:

"Ona binin."Yanı gemiye binin."Onun yüzmesi de, demir atması da Allah'ın adıyladır." Gemi Allah'ın adıyla yüzer ve Allah'ın adıyla durur."Şüphesiz benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."

O, bazı günahlar işlemiş olmamızdan dolayı bizi helak etmeyecektir,bize merhamet edecek, bizi kurtaracak ve bizi onurlandıracak, bize ikramdabulunacaktır.42. âyette ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Gemi onlarla birlikte dağlar gibi dalgalar içinde yüzüyorken." Geminin yüzmesi tasvir ediliyor. Suyu yara yara gidiyor, bir yandan da dağlar gibi dalgalar yükseliyor. Bundan önce Hz. Nuh (a.s) bir kenara çekilmiş oğlu Kenan'a seslenmişti. Kenan, babasına karşı idi ve kâfir bir in­san olduğu için gemiye binmemişti."Ey oğlum! Bizimle birlikte bin ve kâfirlerle birlikte olma."Yoksa onlar gibi sen de boğulursun. Oğlunun cevabı ise, şöyle oldu:"Ben bir dağa sığınacağım,,o beni sudan korur." Boğulmamı engeller. Hz. Nuh ise ona şu cevabı verdi:"Bu gün Allah'ın emrinden koruyucu yoktur."Kâfirlerin azaba çarptırılmasına ilişkin emrin gerçekleşmesini önleyecek hiç kimse yoktur.

"Esirgeyici olan Allah'tan başka." Allah Teâlâ herhangi bir insanı azaba karşı koruma altına alabilir. Yüce Allah devamla şöyle buyuruyor:"Ve ikisinin arasına dalga girdi."İsyankar evlat ile şefkatli babayı bir dalga birbirinden ayırdı."Böylece o da" yani oğul "boğulanlardan oldu."Sonra Yüce Allah sahneyi şu ifadelerle canlandırıyor;

"Denildi ki: "Ey yer! Suyunu yut ve ey gök! Sen de tut."Ey yer! Suyunu süz ve yut. Ey gök! Suyunu yağdırma. Yere göğe bu emri veren Yüce Allah'tır."Su çekildi."Azaldı ve seviyesi düştü."Gemi de Cudi dağı üstünde durdu. "[40] Gemi yolcularını, Musul yakınlarında (Mardin Cizre civarında) bulunan Cudi dağının üzerinde indirdi."Zalimler topluluğuna da "uzak olsunlar" denildi."Kahrolsunlar! Ve geride tek kişi kalmasın. Onlar zalimken tufana tutul­muşlardı. Bir rivayete göre ufan Receb ayının ilk gününde başladı ve geminin Muharrem ayının ilk gününde dağın üstünde durmasına kadar sürdü. Bu süre altı ay idi. Yani altı ay sürdü. [41]

 

Sonuç

 

1- İman insanı kurtarır. Küfür ise helak eder ve alçaltır.

2- Gemi veya benzeri araçlara binerken "Besmele" çekmek sünnettir.

3- İslâmi ölçüler içerisinde yaşayan anne-babaya başkaldırmak çoğu za­man insanın dünyada helak olmasına sebep olur. Ahiret azabı ise, böyle biri için kaçınılmazdır.

4- Bu kıssa, babanın evladına yönelik göz yaşartıcı şefkatinin bir örneğini sunmaktadır.

5- Kıssa Yüce Allah'ın azametini, yüceliğini ve yer-gök dahil tüm Arlıkların O'na itaat ettiğini açık bir örnekle gözler önüne sermektedir. [42]

 

45- Nuh,   Rabbine   seslendi.   Dedi   ki:   "Rabbim,   şüphesiz  be- oğlum   dilemdendir   ve   senin   vaadin   de   doğrusu   haktır.   Sen

^kimlerin   hakimisin."

46- Dedi  ki:   "Ey  Nuh,   kesinlikle   o   senin   ailenden  değildir. '(.  salih   olmayan  bir  iştir.   Öyleyse  hakkında  bilgin   olmayan  şe-

be nden    isteme.    Gerçekten    ben,    cahillerden   olmayasın   diye

sana  öğüt  veriyorum."

47- Dedi  ki:   "Rabbim,   bilgim  olmayan   şeyi  senden   istemek­ten   sana   sığınırım.   Ve   eğer  beni   bağışlamaz   ve   beni   esirgemez­sen,  hüsrana  uğrayanlardan  olurum."

48- "Ey Nuh"  denildi.   Sana  ve  seninle  birlikte  olan  ümmet­ler  üzerine   bizden   selam   ve   bereketle  gemiden   in.   Kâfir  ümmet­leri  de  yararlandıracağız,  sonra  onlara  bizden  acı  bir  azap  doku­nacaktır.

49- Bunlar,   sana   vahyettiğimiz  gayb   haberlerindendir.   Bun­ları  sen   ve  kavmin  bundan   önce  bilmiyordunuz.   Şu  halde  sabret. Şüphesiz  sonuç  takva  sahiplerinindir.

 

Sözlük

 

Ehlimden. Eşlerimden ve çocuklarımdan oluşan ailemin bir fer­didir.

Ve senin sözün haktır. Senin vaadin kesin ve değişmezdir.

Muhakkak ki O, yani oğlun, salih amel değildir. Senin böyle bir istekte bulunman salih bir amel değildir.

Sana öğüt veriyorum. Cahillerden olmanı yasaklıyorum, böyle bir duruma karşı seni uyarıyorum.

Cahillerden. Benim yüceliğimi, vaadimin doğruluğunu ve ver­diğim sözü tuttuğumu bilmeyen, dolayısıyle bilmediği şeyi benden isteyen cahillerden olma.

Onları barındıracağız. Dünyadaki hayatları sona erene kadar, çeşitli rızık ve nimetlerle onları yararlandıracağız. Sonra kâfir oldukları için, benim korkunç azabım onları kuşatacaktır.

Muttakiler içindir. Allah'tan korkan, bu yüzden O'na ibadet eden ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayanlar içindir. [43]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, Hz. Nuh (a.s) ile kavmi arasında geçenleri anlatmaya devam ediyor:

"Nuh, Rabbine seslendi."

O'na dua etti, temennisini dile getirdi.

"Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir. Ve senin vaadin de doğ­rusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."

Hz. Nuh (a.s) bu sözleri söylerken gemiye binmek üzereydi ve oğlu Ke­nan gemiye binmek istemiyordu.

"Ey Rabbim, oğlum Kenan benim eşimden doğma ve evladlanmdan bi­ridir. Kuşkusuz sen beni, ailemi ve benimle beraber olan mü'minleri kurtara­cağını vaadetmiştin. "Ve senin vaadin doğrusu haktır." Sen hiç bir zaman vaadinden dönmezsin.

"Sen hakimlerin hakimisin."

Hakimlerin en bilgilisi ve en âdilisin. Bu ise benim oğlumdur. Bana baş­kaldırdı ve benimle birlikte gemiye binmedi. Az sonra helak olacaklarla bir­likte helak olacaktır. Ey âlemlerin Rabbi, eğer ona merhamet etmezsen suda boğulacaktır.

Yüce Allah şu hakikati açıklayarak ona cevap veriyor: "Kesinlikle o senin ailenden değildir."

Kurtaracağımı vaadettiğim aile fertlerin arasında o yer almıyor. Çünkü o, senin dinine bağlı değildir ve senin inanç esaslarına uymuyor.

"Bu, salih olmayan bir iştir."

Yani kâfir olan ve senin dinine uymayan oğlunu kurtarmamı istemen sa­lih bir amel değildir. Bense kâfirleri suda boğacağımı bildirmiştim. Dolayısıyle senin bu talebin, senden sadır olan uygunsuz ve salih olmayan bir ameldir.

"Sana öğüt veriyorum."

"Sana yasaklıyorum ve seni uyarıyorum."

Cahillerden olmayasın diye, hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyi benden istemeyesin diye. Bunun üzerine Nuh dedi ki: "Rabbim, sana sığınırım; şu an­dan itibaren hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi senden istediğim için," "Eğer beni bağışlamaz, bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan o-lurum." Kendilerini helaka sürükleyen bir zavallı olurum. Bunun üzerine Yüce Allah ona şu cevabı verdi:

Denildi ki, "Ey Nuh selametle gemiden in."

Sen ve beraberindeki mü'minler, bizim tarafımızdan bir selamet ve bere­ketle inin. Rahmet ve bereketimiz senin ve seninle birlikte olan ümmetlerin

ve soyunun üzerinedir. Öyleyse açlıktan ve sıkıntılardan korkmayın. Seninle beraber olan mü'minlerin soylarından gelen bazı ümmetleri dünya hayatında bol azıklarla yararlandıracağım. Sonra, İslâm'dan saptıkları, şirk ve küfür esaslı bir hayat sürdükleri için kıyamet günü bizden onlara acı bir azap verilir. Bunlar Yüce Allah'ın o gün için haber verdiği, gayba ilişkin bilgilerdi. Nitekim haber verdiği gibi oldu. Hz. Nuh (a.s.)'un soyundan gelen kuşaklar birbirini izledi. Bunların bir kısmı kafir, bir kısmı da mü'min oldu. Allah'ın hükmü tümü­nün hayatına ve gidişatına hakimdir. Müjde ve tehditleri birer birer gerçekleş­mektedir. Âyetlerin akışı içinde yer alan bu kıssanın son halkasını oluşturan âyette ise, şöyle buyuruluyor:

"Bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir."

Sana anlattığımız bu kıssa, gaybın kapsamına giren bir haberdir ve biz onu vahiy yoluyla sana bildiriyoruz. Allah'tan başka hiç kimse bu kıssanın ayrıntılarını bilmez. Kur'an âyetleri içinde bunları sana vahiy yoluyla bildiriyo­ruz. Bu Kur'an'dan önce sen de, kavmin de, bu kıssayı bu şekilde ayrıntılı bil­mezdiniz. Şu halde ey Peygamber! Kavminin eziyetlerine karşı sabrederek davetçi görevini sürdür, sana vaadettiğimiz yardım gelene kadar tebliğ göre­vini yürüt. Çünkü övgüye değer, güzel akıbet her zaman muttakilerindir, sa­bırla ve itaatle Rablerinden korkup-sakındıklarım açık biçimde ortaya koyan­larındır. Rablerinin vereceği sevabı gözeterek sabreden mü'minlerle buluşa­na kadar bu güzel niteliklerini sürdürenlerindir ve onur verici son onlarındır. [44]

 

Sonuç

 

1- İman ve İslâm bağı, kan bağından daha Önemlidir.

2-Bilmeden bir şeyi yapmak haramdır. Dolayısıyle, birşey yaparken, Allah'ın o konuya ilişkin hükmünü bilmeden hareket etmek helal olmaz.

3-  Cehalet ve cahiller kınanmaya layıktır.

4-  Hz. Nuh (a.s) ululazm peygamberlerden (peygamberlerin ileri gelen­lerinden) biridir ve Allah katmda büyük bir kıymete sahiptir.

5-Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssaların bir amacı da Rasûlüllah efendi­miz (s.a.v.)'e ve mü'minlere moral vermek, onları manen desteklemektir.

6- Burada Peygamber efendimizin (s.a.v) peygamberliği akli bir delille ispatlanıyor. Bu delil, ancak vahiy kanalıyla öğrenilecek ayrıntıları haber ver­mektir.

7- Sabır, övgüye değer bir niteliktir. Övünç duyulacak akıbet ise, mutta-kilerindir, yani, İslama dayalı inanç sistemi çerçevesinde salih amel işleyen mü'mirilerindir. [45]

 

50-    Adoğullarına   da   kardeşleri   Hud'u   peygamber   olarak

gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilahınız yoktur. Siz yalan olarak ilahlar düzenlerden baş­kası   değilsiniz."

51- "Ey  kavmim! Ben  bunun  karşılığında  sizden  hiçbir ücret istemiyorum.   Benim   ücretim,   beni  yaratandan   başkasına   ait   de­ğildir.   Akıl   erdirmeyecek   misiniz?"

52- "Ey    kavmim!    Rabbinizden    bağışlanma    dileyin.    Sonra O'na   tevbe   edin.   Üstünüze   gökten   sağanak  yağmurlar  yağdırsın ve  gücünüze  güç   katsın.   Suçlu  günahkarlar  olarak yüz   çevirme­yin. "

 

Sozluk

 

Ve Ada'a da kardeşleri Hud. Adoğullan'na, soydaşları Hud'u peygamber olarak gönderdik. Din kardeşleri değil. Hud pey­gamber (a.s) Adoğulları kabilesine mensuptu. Ad ise Hz. Nuh'un (a.s) oğlu Şam'ın oğluydu.

Allah'a ibadet edin, O'nunla birlikte bir başkasına ibadet et­meyin.

 Sizin için O'ndan başka ilah yoktur. O'nun dışında kulluk et­menizi hakedecek, gerçek bir ilah yoktur.

Siz sadece iftira edenlersiniz. Allah'ı bir yana bırakarak, put­ları ilahlaştırma girişiminiz bir iftira ve bir yalandan başka birşey değildir.

 Onun için sizden ücret istemiyorum. Tevhid esaslı mesajı size sunmama karşılık herhangi bir ücret talep etmiyorum.

Beni yarattı.

Bol ve sağanak yağmur.

Mücrimler olarak yüz çevirmeyin. Allah'a ortak koşma suçunu işleyerek tevhid mesajına sırt çevirmeyin. [46]

 

Açıklama

 

Hz. Nuh (a.s.)'un kıssasından sonra, şimdi de Hud peygamber (a.s) ve soydaşlarının kıssası başlıyor. Kıssanın ana mesajı, Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini vurgulamaktır.

"Adoğullan'na da kardeşleri Hud'u peygamber olarak gönderdik."

Ad kabilesine, peygamber olarak kendi soylarından gelen Hud (a.s.)'u görevlendirdik. Hz. Hud (a.s) Arapça konuşan ilk peygamberdir. Arap kökenli dört peygamberden biridir. Bu peygamberler: Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Şuayb ve Hz. Muhammed'dir. -Allah'ın selamı üzerlerine olsun-.

"Dedi ki: 'Ey kavmim! Allah'a ibadet edin'."

Yüce Allah Hz. Hud (a.s.)'u kavmine peygamber olarak gönderdikten sonra onlara: Ey kavmim! Sadece Allah'a kulluk edin; kulluğunuzu sırf O'na yöneltin. O'nunla birlikte bir başkasına ibadet etmeyin. Sizin Allah'tan başka bir ilahınız yoktur.

"Siz, putları Allah'a ortak koşmakla sadece iftira ediyorsunuz."

Allah'ı bir yana bırakıp putlara ve heykellere tapma şeklindeki tavrınız, tamamen bir yalanın sonucudur. Çünkü Yüce Rabbiniz Allah, bu düzmece ilahlara ibadet etmenizi emretmemiştir. Siz bu hususta O'na karşı yalan uy­duruyorsunuz.

"Ey kavmim! Ben bunun karşılığında sizden hiç bir ücret istemiyorum."

Bir ve ortaksız Rabbinize kulluk yapmaya davet ederken, sırf O'na mah­sus yapacağınız ibadet sayesinde olgunluğa ve mutluluğa ulaşmanızı isterk­en, bunun karşılığında sizden herhangi bir ücret ve mal beklentisi içinde de­ğilim.

"Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir." Ben, sadece beni yaratan Yüce Allah'tan ecrimi alırım. "Akıl erdirmeyecek misiniz?"

Düşünemiyor musunuz? Şayet ben, insanları Allah'ın birliğini tasdik et­meye çağırmamın karşılığında bir ücret talep etseydim, bunu sizden isterdim. Ama görüyorsunuz ki, ben Rabbimden başka, hiç kimseden ücret talep etmiy­orum. Bu da benim size yönelttiğim çağrı ve öğüt vermemde samimi olduğu­mu açıkça ortaya koymaktadır.

Sonra Yüce Alalh Hz. Hud (a.s.)'un kavmine şöyle seslendiğini haber veriyor:

"Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin."

Yüce Allah'ın bize bildirdiğine göre, Hz. Hud peygamber kavmine şu çağrıda bulunmuştur: "Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, O'na iman edin, günahlarınızın bağışlanmasını O'ndan isteyin. Sonra O'na tevbe edin; sırf O'na kulluk yapmaya yönelin. Size gönderdiği elçisinin örnek olduğu kulluk görevini eksiksiz yerine getirin. O'ndan başkasına kulluk etmekten vazgeçin ki, çektiğiniz kıtlık ve kuraklıktan sonra üzerinize sağanak yağmur­lar yağdırsın, maddi gücünüzün yanısıra, sizi manen de güçlendirsin, moral ol­arak takviye etsin.

"Günahkarlar olarak yüz çevirmeyin."

Hz. Hud (a.s) burada şefkatli bir öğütçü olarak, öğütlerinden yüz çevir­memelerini, yeniden puta tapıcılığa dönmemelerini, dolayısıyle şirk ve günah ile nefislerini kirleterek suçlular sınıfına dahil olmamalarını istiyor. [47]

 

Sonuç

 

1-  Hz. Nuh (a.s.)'tan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar gelen tüm pey­gamberler aynı daveti sunmuşlardır. Bu ise, adece Allah'a ibadete çağırmaktır.

2-  Peygamberlerin ortak amacı "La ilahe illallah. Allah'tan başka ilah yoktur," ilkesini hayata hakim kılmaktır.

3-  Müşrikler ve yalan olarak ilahlar edinenler Allah'a iftira ediyorlar. Çünkü O'nun emretmediği bir konuda bir başkasına kulluk yapıyorlar.

4-  İnsanları tek ve ortaksız Allah'a kulluk etmeye çağırırken samimi ol­mak gerekir. Samimi ve ihlash olmak bir zorunluluktur.

5-  Allah'tan bağışlanma dilemek büyük bir fazilettir ve tevbe etmek de farzdır.

6-  Âyet-i kerimede tevbeden önce istiğfardan söz ediliyor. Bu da göste­riyor ki; kul, öncelikle günahını itiraf etmedikçe, bu günahından tevbe etmesi mümkün değildir. [48]

 

53- "Ey Hud!" dediler.   "Sen  bize apaçık bir belge  ile gelmiş değilsin   ve   biz   de   senin   sözünle   ilahlarımızı   terketmeyiz.   Sana iman   edecek  de  değiliz."

54- "Biz:   'Bazı  ilahlarımız  seni  çok  kötü  çarpmıştır'  demek­ten   başka   bir   şey   söylemeyiz.   Dedi   ki:   "Allah'ı   şâhid   tutarım, siz   de   şâhidler   olun   ki,   gerçekten   ben,   sizin   şirk   koştuklarınız­dan  uzağım."

55- "O'nun  dışındaki  ilahlardan  biriyim.  Artık siz  bana,  top­lu  olarak dilediğiniz tuzağı kurun,  sonra  bana  süre  tanımayın."

56- "Ben   gerçekten,   benim   de   Rabbim,   sizin   de   Rabbiniz olan   Allah'a   tevekkül   ettim.   O'nun   alnından   yakalayıp-denetle-mediği   hiç   bir  canlı  yoktur.   Muhakkak   benim  Rabbim   dosdoğru yol   üzerinedir."

57-  "Buna   rağmen   yüz   çevirirseniz,   artık   size   kendisiyle gönderildiğim  şeyi  tebliğ  ettim.  Rabbim   de  sizden   başka   bir  kav­mi   yerinize   geçirir.   Siz   O'na   hiç   bir   şeyle   zarar   veremezsiniz. Doğrusu   benim   Rabbim,   herşeyi   gözetleyip-koruyandır."

 

Sözlük

 

Delil. Tek Allah'a kulluk etmeye ilişkin olarak bize yöneltti­ğin çağımın doğruluğunu isbatlayan apaçık belge.

Biz ilahlarımızı terkedici değiliz. İlahlarımıza ibadet etmekten vazgeçecek değiliz.

Ancak seni çarpmıştır.

Kötülükle. Çok kötü biçimde çarpılmışsın. Bu yüzden ipe sapa gelmez şeyler söyleyip duruyorsun. Hezeyanlar savuruyor-sun.

Sonra süre tanımayın.

Onun alnından yakalayıcıdır. Ona sahip olur, ezici gücü ile de­netimi altına alır. Üzerinde sınırsız ve serbest bir tasarrufta bulunur. O'nun izni olmadan hiç bir şey, kendine bir yarar veya zarar dokunduramaz.

Benim Rabbim dosdoğru yol üzerinedir. Hak ve adalet üze­redir.

Eğer yüz çevirirseniz. Arkanızı dönüp giderseniz.

Her şeyi korur. Denetler. Dolayısıyla herkesi yaptığı ile ceza­landırması kaçınılmazdır. [49]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışında Hz. Hud (a.s) ve kavminin kıssası devam ediyor. Bu âyetlerde Yüce Allah, soydaşlarının Hz. Hud'a şöyle dediklerini haber veri­yor:

"Ey Hud!" dediler. "Sen bize apaçık bir belge ile gelmiş değilsin."

Sırf Allah'a kulluk sunmamıza ve O'nun dışındaki düzmece ilahlara kul­luk yapmaktan vazgeçmemize ilişkin olarak bize yönelttiğin çağrının doğrulu­ğunu belgeleyen bir delil ve bir burhan sunmuş değilsin. Dolayısıyle peygam­berliğini onaylamamızı bekleyemezsin.

"İlahlarımızı terketmeyiz."

Düzmece ilahlarımıza kulluk etmekten vazgeçmeyiz.

"Senin sözünle." Karar ve yarar dokundurma gücüne sahip değildirler, dolayısıyle kulluk edilmeye layık değildirler şeklindeki sözünden dolayı ilah­larımızdan vazgeçmeyiz.

"Sana iman edecek de değiliz."

Senin dinine ve hayat sistemine uymayız, senin sözlerini onaylamayız.

"Biz: 'Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır.' demekten başka bir şey söylemeyiz."

Bazı ilahlarımız tarafından çok kötü biçimde çarpılmışsın, ilahlarımızın hışmına, gazabına uğramışsın, artık iflah olmazsın. Bu yüzden saçmalıyorsun ve ne dediğini bilmiyorsun demekten başka sana söyleyecek söz bulamıyo­ruz. Hz. Hud'un cevabı ise şudur:

''Allah'ı şâhid tutarım, siz de şâhidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım."

Açık ve kesin bir ifadeyle kavminin kulluk ettikleri düzmece ilahlardan uzak olduğunu belirtiyor ve kendisini kötü bir şekilde çarptıklarına ilişkin iddi­alarını boşa çıkartarak, onlardan korkmadığını vurguluyor. Bu arada olup bi­tenlere Allah'ın şahit olduğunu bildiriyor. Ayrıca kendilerinin de şahitlikte buIlınmalarını istiyor. [50]

"O'nun dışındaki ilahlardan"

Allah'ın dışında taptığınız düzmece ilahlardan uzağım, onlarla herhangi bir ilişkim yoktur. Sonra onları ve düzmece ilahlarını küçümseyici bir ifadeyle onlara şu şekilde meydan okuyor:

"Bana toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun."

Bana zarar vermek amacı ile istediğiniz tuzağı kurun, istediğiniz dolabı çevirin. Hemen, beklemeden bana göz açtırmayın, zaman da tanımayın. Bunu söylerken dayandığı gücü de açıklamayı ihmal etmiyor. Evet onlara meydan okuyan Hz. Hud (a.s) Yüce Rabbine dayanıp güveniyor, O'na tevekkül edi­yor.

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a te­vekkül ettim."

Her şeyimi O'na havale ettim. Bütün güvencem O'dur. O, beni sizin in-siyatifinize teslim etmez. Sizin karşınızda beni yüzüstü bırakmaz.

Bu arada Hz. Hud (a.s) Yüce Allah'ın gücünün kendileri ile birlikte her şeyi kuşattığını ve Allah'ın karşı konulmaz bir kudrete sahip olduğunu şöyle dile getiriyor:

"O'nun alnından yakalayıp denetlemediği hiç bir canlı yoktur."

O, her şeyi kudretiyle denetler. Her şeyin üzerinde hükümrandır. Her şeyi dilediği tarafa yöneltme yetkisine sahiptir. Dilediğinin başına dilediği azabı indirir. Bunu bildirirken bir hususa da dikkat çekiyor: Yüce Allah hak ve adalet yolu üzerinedir. Düşmanlarının dostlarına egemen olmasına izin ver­mez.

"Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir."

Bu yüzden ben korkmam, herhangi bir şeyden asla endişe etmem.

"Buna rağmen yüz çevirirseniz."

Hakka sırt çevirir, burun kıvırırsanız, biliniz ki, bunda benim bir sorum­luluğum yoktur. Çünkü ben, Rabbimin size iletmemi istediği emirleri tam olarak tebliğ ettim. Bundan dolayı Yüce Allah sizi helak edecek ve yerinize bir başka topluluğu yeryüzüne hakim kılacaktır. Siz bu tutumunuzla, O'na az veya çok herhangi bir zarar dokunduramazsmız. Doğrusu benim Rabbim, her şeyi gözetleyip-koruyandır. Her şey O'nun şaşmaz denetimi altındadır. Adaletine ve kullarına yönelik merhametine dayalı olarak, herkesi işledikle­rinin tam karşılığını vermek suretiyle yargılayacaktır. Hamd O'nadır, övgü O'nun şanına layıktır. [51]

 

Sonuç

 

1- Her zaman ve her mekandaki müşriklerin akıl almaz inatları ve kor­kunç kibirleri burada da kendini göstermektedir.

2- Şirk düşüncesi ve müşriklerin tavırları her zaman ve her yerde birbi­rine benzer. Nitekim Hz. Hud kavminin "Bazı ilahlarımız seni çok kötü çarpmıştır," şeklindeki sözleri, günümüzde de vardır.

3-  Mü'minler benzeri olaylar karşısında benzer tavırlar takınırlar. Nite­kim Hz. Nuh'un kavmine meydan okurken sarfettiği sözleri Hz. Hud kendi soydaşlarına karşı tekrarlıyor.

4- Kâinatta yer alan her şey Allah'ın kanunlarına tâbidir ve Allah'ın ken­disine ilişkin iradesinin dışına çıkamaz. [52]

 

55- Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmet ile Hud'u ve O'nunla birlikte iman edenleri kurtardık. Onları şiddetli ağır bir azaptan  kurtardık.

59-  İşte   Ad  kavmi.   Rablerinin   âyetlerini   tanımayıp   reddetti­ler.   O'nun   elçilerine   isyan   ettiler   ve   her   inatçı   zorbanın   emri ardınca  yürüdüler.

60- Ve   bu   dünyada  da,   kıyamet gününde   de   lanete   tabi  tu­tuldular.   Haberiniz  olsun;  gerçekten Ad halkı,  Rablerini  inkar et­tiler.   Haberiniz  olsun;  Hud'un   kavmi Adfa  rahmetten   uzaklık ve­rildi.

 

Sözlük

 

Emrimiz geldiği zaman. Onların azaba çarptırılmalarının za­manı dolduğunda, üzerlerine dondurucu rüzgar saldık.

Tarafımızdan bir rahmet ile. Lütfumuz ve nimetimiz saye­sinde.

İnatçı zorba.  Kıyamet gününde.

Haberiniz olsun. Ad kavmi rahmetten uzak bırakıldı. Her türlü rahmetten uzak olmaları, kahrolmaları öngörüldü. [53]

 

Açıklama

 

Hz. Hud (a.s) kavminin kıssası devam ediyor ve Yüce Allah neticeyi şu ifadelerle bağlıyor:

"Emrimiz geldiği zaman."

Adoğullan'nm azaba çarptırılmasına ilişkin hükmümüzün infaz zamanı geldiğinde "tarafımızdan bir rahmet ile Hud'u ve O'nunla birlikte iman edenleri kurtardık." Onlara yönelik lütfumuz, fazlımız ve rahmetimiz sayesinde "onları şiddetli ve ağır bir azaptan kurtardık." Burada kastedilen, kıyamet gününün dehşet verici azabıdır. Şu halde, bu âyette iki türlü azaptan kurtuluşa işaret ediliyor; biri dünyadaki kasıp kavurucu, Rabbinin emriyle her şeyi kökünden sökücü rüzgar azabı, diğeri de bundan daha dehşetli olan ahiretteki cehennem azabıdır.

"İşte Ad kavmi."

Hud'un (a.s) kavmi Ad, Rabblerinin âyetlerini inkar ederek iman etmedi, Hz. Hud'un salısında Allah'ın elçilerine başkaldırdı. Ayet-i kerimede çoğul kullanılmış olmasının sebebi şudur: Bir peygamberi inkar eden ve yalanlayan, bütün peygamberleri yalanlamış gibidir.

"Her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler."

Hakka karşı kibirlenen ve inatçı bir tutum içinde olup insanları sapıklığa çağıran zorbaların buyruklarına tâbi oldular. Onlar da onları Allah'ın gazabına ve dayanılmaz azabına sürüklediler.

"Bu dünyada lanete tâbi tutuldular."

Allah'ın gazabı, öfkesi ve helaki peşlerini bırakmadı. Kıyamet gününde de bunun şiddetlisine mahkum oldular. Bu kıssa, Yüce Allah'ın şu sözleriyle son buluyor:

"Haberiniz olsun; gerçekten Ad halkı, Rablerini inkar ettiler."

O'nu inkar ettiler, ilahlığını tasdik etmediler. Uydurma ilahlarını terkede-rek O'na kulluk etmeyi kabul etmediler.

"Haberiniz olsun; rahmetten uzaklık verildi."

Hz. Hud'un kavmi olan Ad kavminin helak olmalarına hükmedildi. Acaba Kureyş müşrikleri ve diğerleri bu ibret verici kıssadan gerekli dersleri çıkarıp Allah'a inanacaklar mı? O'nun tek ve ortaksız ilah olduğunu onaylayacaklar ve böylece kurtuluşa erecekler mi? [54]

 

Sonuç

 

1- Bu kıssanın ana mesajı, Allah'tan başkasına ibadet etmemeyi içer­mektedir. Allah'ın tek ve ortaksız ilah olduğu anlatılmaktadır.

2- Kâinattaki kânunları gereği, Yüce Allah insanlara müjdeleyici ve uya­rıcı elçiler gönderir. Eğer insanlar, elçilerin çağrışma olumlu cevap verirlerse mutlu olurlar. Şayet olumsuz tepki gösterirlerse, aleyhlerinde kesin delil oluşuncaya kadar kendilerine süre tanınır. Bu süre dolunca kâfirler helak edi­lir. Buna karşın mü'minler kurtarılırlar.

3-  Kıssanın önemli bir yanı da kibir ve inatçılığın yerilmesidir. Çünkü bunlar bir insanda bulunabilecek en kötü niteliklerdir.

4- Tâgutlara (Allah'ın yolunu engelleyen her şey), zalimlere, kafirlere ve bozgunculara uymanın sonu yıkım ve hüsrandır. [55]

 

61-"Semudoğıtlları'na   da   kardeşleri  Salih'i  gönderdik.   Dedi ki:   "Ey  kavmim! Allah'a ibadet edin,  sizin  O'ndan  başka ilahınız yoktur.   O   sizi  topraktan  yarattı   ve   orada   ömür  geçirenler  kıldı. Öyleyse    O 'ndan    bağışlanma    dileyin,    sonra    O 'na    tevbe    edin. Şüphesiz benim  Rabbim yakın  olandır,  duaları  kabul edendir."

62- Dediler ki:   "Ey  Salih!  Bundan  önce  sen  içimizde  kendi­sinden   yararlılıklar   umulan   biriydin.   Atalarımızın   taptığı   şeylere tapmaktan   sen   bizi   engelleyecek   misin?   Doğrusu   biz,   senin   bizi davet   ettiğin   şeyden   kuşkulanıyoruz."

63- Dedi   ki:   "Ey   kavmim!   Görüşünüz   nedir,   söyler  misiniz? Eğer  ben  Rabbimden   apaçık  bir  belge   üzerindeysem   ve  bana  ta­rafından   bir   rahmet   vermişse,   bu   durumda   O'na   isyan   edecek olursam   Allah'a   karşı   bana   kim   yardım   edecektir?   Şu   halde

kaybımı   arttırmaktan   başka   bana   hiç   bir   yarar   sağlamayacak­sınız. "

 

Sözlük

 

Ve Semud'a. Ve Semud kabilesine gönderdik.

Kardeşleri Salih'i. Hz. Salih, Semudoğulları kabilesine men­suptu. Kabilenin atası Semud ile arasında beş göbek vardı.

Ve sizi ömürlendirdi. Sizi orada Ömür sürdürenler kıldı. Orada ikâmet ederek, oraya yerleşerek yaşıyorsunuz.

Yakındır, duaları kabul eder. Yarattığı varlıklara yakındır. Bütün kainat O'nun egemenliği (hükümranlığı) altındadır. Ken­disine dua edenin duasını kabul eder.

Bundan önce kendisinden yararlılıklar umulan. Bu söyledikle­rini söylemeden önce, senin aramızda bir lider olarak belirgin-leşeceğini umardık.

Görüşünüz nedir, bana haber verin?

Rabbimden apaçık bir belge üzerinde. Rabbimin bana öğrettiği bir bilgiye dayanıyorsam, söyleyin bana, O'ndan başkasına kulluk etmek bana yaraşır mı?

Zarar ve helaktan başka. [56]

 

Açıklama

 

Bu âyetler, Hz. Salih peygamber (a.s) ve kavminin kıssasının başlangı­cıdır. Yüce Allah, O'nun Semudoğulları'na gönderilmiş bir peygamber olduğu­nu şu ifadelerle bildüiyor:

"Semudoğulları'na da kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik." Suriye ile Hicaz arasında yer alan Hicr bölgesinde yerleşmiş bulunan Semud kabilesine, soydaşları ama dindaşları olmayan Hz. Salih'i peygamber olarak görevlendirdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur."

Hz. Salih Peygamber, dikkatlerini kavminin tebliğ ettiği davet üzerinde toplamak için aralarındaki aynı kavimden olma bağıyla onlara hitab ediyor:

"Ey kavmim! Allah'a ibadet edin."

O'na iman edin. O'nun birliğini ve ibadette ortaksızlığını onaylayın, ke­sinlikle O'na yönelik ibadete bir başkasını ortak etmeyin. Çünkü sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Çünkü O'dur sizin Rabbiniz ve çünkü O'dur sizin ya­ratıcınız. Sizin rızkınızı veren, sizin işlerinizi planlayıp yönlendiren de O'dur.

"Sizi topraktan yarattı."

Yaratılış sürecinize, babanız Hz. Adem'i topraktan yaratarak başladı.

"Sizi orada ömür geçirenler kıldı."

Yeryüzüne yerleşmek, orada yaşamak suretiyle ömür geçirmenizi dile­di. Öyleyse O'nun ilahlığıni itiraf ederek O'ndan bağışlanma dileyin, soma da O'na tevbe edin. Sırf O'na ibadet edin ve kesinlikle bir başkasına ibadet et­meyin.

"Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, duaları kabul edendir."

Kavmini imana ve itaate yöneltmek, şirk ve günah dolu hayat biçimini terketmeye teşvik etmek amacı ile Rabbinin kullarına yakın olduğunu, kendi­sinden bir şey isteyenin isteğini karşıladığını dile getiriyor. 61. âyetin verdiği mesaj budur.

62.  âyete gelince, burada kavminin Hz. Salih'e verdikleri cevaba yer ver­iliyor. Yüce Allah'ın bildirdiğine göre, Semudoğulları demişlerdi ki:

"Ey Salih! Bundan Önce sen içimizde kendisinden fayda umulan biriy­din."

Senden iyilik umuyorduk. Aramızda bir lider olarak ortaya çıkacağını umuyorduk. Sen ise, ilahlarımızı terkedip senin ilahına tapmamızı istediğin bir çağrı ile karşımıza çıkarak bizi hayal kırıklığına uğrattın. Bu yüzden Hz. Salih (a.s.)'in çağrısını reddettiler: "Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin?" Bu sözleri, Hz. Salih'in Allah'ın birliğini esas alan çağrı­sını, içlerine sindiremediklerini gösteriyor:

"Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşkulanıyoruz."

Şüphe içindeyiz. Bahsettikleri, ruhun kararsızlık halidir. Sakinleşmeyip, yatışmaması durumudur.

63.  ayette ise, Hz. Salih'in kavmine yönelttiği çağrıya yer veriliyor. Bu­rada Hz. Salih belki inanırlar ve Allah'ın bir ve ortaksız olduğunu kabul eder­ler diye, son derece etkileyici bir üslupla önlerine çeşitli deliller koyuyor:

"Dedi ki: Ey kavmim! Görüşünüz nedir, söyler misiniz? Eğer ben Rab-bimden apaçık bir delil üzerinde isem."

Rabbime inanılması gerektiğine ve sırf O'na ibadet edilmesinin lazım geldiğine ilişkin olarak kesin bir bilgiye dayanıyorsam ve O, bana tarafından bir rahmet, yani nübüvvet ve elçiliği bahşetmişse, söyler misiniz, şayet Allah'a başkaldıracak olursam kim bana yardım edecek? Hiç kimse!.. Şu halde, eğer Rabbime ibadeti terketmek ve sizin düzmece ilahlarınıza tapmak suretiyle size itaat edecek olursam, bu benim dünya ve ahiret hüsranımı ve sapıklığımı arttırmaktan başka bir işe yaramaz. [57]

 

Sonuç

 

1- Bütün Rasûllerin amaçlan da, bu amaca ulaşmak için baş vurdukları yöntem de aynıdır. Amaç: Allah'ın rızasını kazanmak ve onun karşılığı olan cennete girmek maksadıyla yalnızca Allah'a kulluk etmektir.

2- Âyet-i kerimede tevbeden önce, kişinin istiğfar etmesinin gereğine işaret edilmiş olmasının nedeni, insanın itiraf etmedikçe günahından arınamı-yacağı gerçeğidir.

3- Tarih boyunca tüm insanlar arasında bilinen bir gerçek vardır ki, o da iyi niteliklere sahip, salih bir insan hakkında olumlu duygular beslemektir. Sa­lih insanlar onları hakka uymaya ve bâtılı terketmeye çağırınca da ona karşı çıkarlar ve Semudoğullan'nın Hz. Salih'e yönelik ileri sürdükleri gibi üzün­tülerini bildirirler: "Bundan önce sen içimizde kendisinden yararlılıklar umulan biriydin."

4- Her ne şekilde olursa olsun, bâtıl düşünce sahiplerinin önerilerine olumlu yaklaşmamak, çağrılarını kabul etmemek gerekir. Çünkü bâtıl ehlinin çağrılarını kabul etmek, önerilerini olumlu bulmak kişinin hüsranım arttırmak­tan başka bir işe yaramaz. [58]

 

64- "Ey  kavmim!  Size  işte  bir  delil  olarak Allah'ın  devesi; ona   dokunmayın,   bırakın,   Allah'ın   arzında   yesin.   Ona   kötülük niyetiyle  dokunmayın.   Yoksa  sizi yakın   bir  azap  sarıverir."

65- Fakat onu öldürdüler.  Salih dedi ki:   "Yurdunuzda  üç gün daha yararlanın.  Bu,  yalanlanmayacak bir  vaaddir."

66- Emrimiz geldiği  zaman,  tarafımızdan  bir  rahmetle  Salih'i ve   O'nunla   birlikte   iman   edenleri  o  günün  aşağılatıcı  azabından kurtardık.  Doğrusu  senin  Rabbin,  güçlü  olandır,  aziz  olandır.

67- O   zulmedenleri   dayanılmaz   bir   ses   sarıverdi   de   kendi yurtlarında   dizüstü   çökmüş   olarak  sabahladılar.

68- Sanki  orada  hiç  refah  içinde yaşamamışlar gibi.  Haberi­niz  olsun:  Semud halkı  gerçekten  Rablerini  inkar  etmişlerdi.   Ha­beriniz  olsun:  Semud  halkına  rahmetten   uzaklık  verildi.

 

Sözlük

 

Âyet. Size sunduğum: "Laİlahe illallah. Allah'tan başka ilah

yoktur." Esaslı davetin doğruluğunu ispatlayan bir işarettir bu.

Onu serbest bırakın Allah'ın arzında yesin. Her hangi bir kim­se tarafından yasaklanmış bir hale getirilmeyen meralarda ot­lasın.

Kötülükle. Kötülük amacı ile. Dövmek veya öldürmek gibi. Ya da su içmesine engel olmak gibi.

Onu kestiler. Onu öldürdüler. Kılıçla ayaklarını keserek yere yıkıp öldürdüler.

i Yurdunuzda yararlanın. Üç gün boyunca yeyin, için ve hayatın çeşitli nimetlerinden yararlanın.

Yalanlanmayacak bir vaad. Bu, bir gerçektir. Size yalan söyle­miyorum ve Rabbimin de size yönelttiği vaadi yalan değildir.

Yurtlarında diz üstü ve yüzüstü yığılmış halde kaldılar. Helak oldular.

Sanki orada refah içinde hiç yaşamamışlar gibi. Dün orada yaşamamış ve hiç bir zaman ömür sürmemiş gibiydiler. [59]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde Hz. Salih ve kavminin kıssası devam ediyor. Baş­langıçta Hz. Salih (a.s) onları Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını kabul etmeye çağırınca, onu yalanladılar ve davetinin doğruluğunu ispatlayan bir mucize istediler. İşte bu âyet-i kerimede Yüce Allah Hz. Salih'in kavmine cevap ola­rak söylediği sözleri şu şekilde bize aktarıyor:

"Ey kavmim! Size işte bir âyet olarak Allah'ın devesi..."

Semudoğulları bir dağı işaret ederek, Hz. Salih'ten bu dağdan kendileri için bir deve çıkarmasını istediler. Bunun üzerine Hz. Salih peygamber (a.s) Rabbine dua etti. Yüce Allah'ta onun duasını kabul ederek işaret ettikleri dağdan göz alıcı ve kusursuz bir deve süzüp çıkarttı. Bu dehşet verici mucize gerçekleştiği anda Hz. Salih peygamber: "Ey kavmim! İşte Allah'ın devesi," dedi. Hz. Salih "Allah'ın devesi" şeklinde bir cümle kurarak devenin Allah'ın kudreti ve iradesi ile yaratıldığına işaret etmeyi amaçlıyor.

"Sizin için bir âyettir." "Yalnızca Allah'a ibadet edin ve putlara kulluk etmekten vazgeçin" şeklindeki çağrının doğruluğunu pekiştiren bir işarettir. Şu halde onu serbest bırakın, Allah'ın arzında, kimsenin özel mülkiyeti olma­yan meralarda rahatça otlasın. Sakın, kılıçla ayaklarını kesip yere yığmak

veya boğazlamak ya da öldürmek suretiyle ona kötü niyetle dokunmayın. Bu durumda, sadece üç gün geciktirilebilecek yakın bir azap sizi yakalar. Ama onlar Hz. Salih'in bu uyarılarına inanmadılar, tutup deveyi öldürdüler. Hz. Sa­lih bu yaptıklarını görünce, onlara Allah'ın buyruğunu hatırlattı:

"Yurdunuzda üç gün daha yararlanın."

Üç günlük bir hayat yaşayın.

"Bu, yalanlanmayacak bir vaaddir." Üç gün sonra dehşet verici bir azaba çarptırılacağınıza ilişkin vaad doğrudur, yalanlanması mümkün değildir... Bu olup bitenleri 64 ve 65. ayetlerden öğreniyoruz. Devamla Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Salih'i ve onunla bir­likte iman edenleri kurtardık."

Belirlenen süre dolunca, Yüce Allah'ın azap emri geldi. Fakat Yüce Al­lah tarafından bir lütuf ve rahmetle Hz. Salih'le birlikte mü'minleri o dehşet verici azaptan kurtardı.

"O günün aşağılatıcı azabından."

O günün onur kırıcılığından ve dehşet verici azabından kurtardı.

"Ey Muhammedi (s.a.v.) Senin Rabbin güçlüdür, baskısı karşısında du­racak güç yoktur. Hiç kimse iradesine üstünlük sağlayamaz, o, azizdir." 166. âyetin ifade ettiği anlam da budur. Bundan sonraki iki âyete gelince; bu âyet­lerde Yüce Allah Semudoğulları'nın helakini şöyle anlatıyor:

"O zulmedenleri dayanılmaz bir ses satıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar."

Rablerine ortak koşanları, O'nun âyetlerini yalanlayanları, korkunç bir ses sarıverdi de yurtlarında dizüstü çöküverdiler. Sanki burada refah içinde bir hayat sürdürmemiş gibi cansız yığılıverdiler.

"Haberiniz olsun: Semud halkı gerçekten Rabbini inkar etti. Haberiniz olsun: Semud halkına rahmetten uzaklık verildi."

Semudoğulları kahroldular. Helaktan ve aşağılatıcı azabın ardından ge­len bu tehditle Hz. Salih peygamberle (a.s) küfrü imana, şirki tevhide tercih eden Semudoğulları kavmi kıssası sona eriyor. [60]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın mucize isteyenlere mucize göstermesi, onların inanma-

larını sağlamayabilir.

2-  Salih peygamber (a.sj büyük bir mucize gösteriyor, ama kavmi bu mucize üzerine O'na inanmıyorlar.

3- Bir insanın bir yerde üç gün kalması, onu mukim yapmaz, bu şekilde o kişi seferi sayılır. Bu yüzden o insan namazım kısaltarak dört rekatlı namaz­ları iki rekat olarak kılması gerekir.[61]

4- Zulüm bir uğursuzluktur ve âkibeti (sonu) çok kötüdür. [62]

 

69-  Andolsun,   elçilerimiz  İbrahim'e   müjde   ile  geldikleri  za­man:   "Selam"  dediler.  O  da   "selam"  dedi.   Ve  hemen gecikmeden kızartılmış   bir  buzağı  getirdi.

70-   Ellerinin   ona   uzanmadığım   görünce   İbrahim   durumdan hoşlanmadı  ve içine bir tür korku düştü. Dediler ki:   "Korkma.  Biz Lut  kavmine  gönderildik."

71-   Karısı  ayaktaydı,   bunun   üzerine  güldü.   Biz  ona  İshak'ı, İshak'ın  arkasından  da  Yâkub'u  müjdeledik.

72-   "Vay  bana'1 dedi kadın.   "Ben  kocamış  bir kadın  iken  ve şu   kocam   da   bir   ihtiyar   iken   doğuracak   mıyım?   Gerçekten   bu, şaşırtıcı   bir  şey!.."

73-  Dediler ki:   "Allah'ın  emrine  mi şaşıyorsun? Allah'ın  rah­meti   ve   bereketleri   sizin   üzerinizdedir,   ey   ev   halkı!  Şüphesiz  O,

övülmeye   layık  olandır,   mecid'dir."

 

Sözlük

 

Müjde ile. Hz. İshak'ın ve onun arkasından Hz. Yâkub'un dünyaya geleceği müjdesi ile.

Kalmadı. Çok geçmeden.

Kızartılmış buzağı ile. Taş ocakta kızartılmış bir buzağı ile.

Ona ulaşmıyor. Ona uzanmadıklarını, alıp yemediklerini.

Onları garipsedi. Bu durumdan hoşlanmadı. Onları tanıyama­dı.

Bir korku hissetti.

Lut. Hz. İbrahim (a.s.)'in kardeşi Haran'ın oğlu Lut (a.s.). "Vay bize." Daha neler! j Ve bu kocam bir ihtiyardır. Kastettiği, kocası Hz. İbrahim'dir.

Muhakkak ki, bu garip bir şeydir. Kadın böyle bir ihtimali uzak ve tuhaf bulduğu için "bu, şaşırtıcı bir şeydir" diyor. [63]

 

Açıklama

 

Burada Yüce Allah'ın Hz. İbrahim peygambere (a.s) yönelik müjdesi ele

almıyor.

"Andolsun, elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiler."

Elçilerden maksat; Cebrail, Mikail ve İsrafil adlı meleklerdir. Hz. İbra-

him (a.s.) de onların selamlarını aldı.

"Selam dediler. O da Selam dedi." ifadesinden bunu anlıyoruz.

"Hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi."

Çok geçmeden kızartılmış bir buzağı getirdi. "Haniz buzağının adıdır. Bu kelimenin ifadesinden anladığımız kadarıyla buzağı kızgın bir taşta kızar­tılmıştı. Buzağıyı önlerine koydu ve yemeye buyur etti. "Yemez misiniz?" de­di. Fakat ellerinin yemek maksadıyla ona uzanmadığını görünce, bu durumdan hoşlanmadı ve içinde bir tür korku hissetti. Çünkü geleneğe göre, bir kimse bir yere gitse ve kendisine yemek sunulsa, o da yemese, bu tavır, onun kötü niyetli olduğunun göstergesi olarak algılanırdı. Melekler O'nun bu endişesini farkettikleri zaman "korkma" dediler. Ve geliş sebeplerini açıkladılar.

"Biz Lut kavmini helak etmek üzere gönderildik. İşledikleri iğrenç cü­rümlerden (günahlardan) dolayı onları yerle bir edeceğiz," dediler. O sırada Hz. İbrahim'in karısı, perde gerisinde ayakta duruyor ve kocasıyla birlikte ko­nuklara hizmet ediyordu. Lut kavminin helak edileceği haberini duyunca, iğ­renç topluluğun helakından duyduğu sevinçten dolayı güldü. Bu esnada Yüce Allah melekler aracılığı ile onu İshak ve onun arkasından Yâkub ile (oğul ve torun) müjdeledi. Bu müjdeyi duyduğu zaman, tipik kadınsal tepkiyle yüzü hayretten dona kaldı.

"Vay bana" dedi kadın. "Ben kocamış bir kadın iken doğuracak mıyım? Şu kocam da."

Kocası Hz. İbrahim'i kastediyor.

"Bir ihtiyardır."

Yaşı ilerlemiştir. O sırada Hz. İbrahim yüz yaşındaydı. Karısının yaşı da doksanın üzerindeydi.

"Gerçekten bu, şaşırtıcı bir şey!" Bu yaşta doğuracak olmam hayret ve­ricidir.

"Dediler ki: Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve bereket­leri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı!"

Ey İbrahim'in ev halkı!

"Şüphesiz O, övülmeye layık olandır, mecid'dir."

Size yönelik lütuf ve nimetleriyle övülmeye layıktır.

"Mecid'dir," yücelik sahibidir. Övülendir. kerem sahibidir. Burada müjde­ye layık görülen kadın Hz. İbrahim'in eşi Sâra'dır. Aynı zamanda Sara, Hz. İbrahim'in amcasının kızıdır. Hz. İbrahim'e ve eşi Sâra'ya yönelik müjde iki

yönlüdür. Zâlim bir kavmin helak edileceği, İshak admda bir oğul ve ondan da Yâkub adlı bir torunun dünyaya geleceği müjdesi birlikte veriliyor. [64]

 

Sonuç

 

1-  Bir mü'mini kendisi için hayırlı olan bir şeyle müjdelemek, salih bir rüya bile olsa müstahabtır. Yani güzeldir.

2-  Başkasının yanma giden, yanında duran veya yanından geçen kimse­nin selam vermesi sünnettir. Selamı almak ise, farzdır.

3-  Ev halkının konuklarına hizmet etmesi çok güzel bir davranıştır. Mis­afire ikramda bulunmak İslâm'ın teşvik ettiği güzel ahlaklardan biridir. Rasû-lüllah efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse konuğuna ikramda bulunsun, onu iyi ağırlasın."

4- Hz. İbrahim peygamberin (a.s) ev halkı Allah katında şerefli bir dere­ceye sahiptir. [65]

 

74-   İbrahim'den   korku  gittiği   ve   ona  müjde  geldiği  zaman, Lut  kavmi  konusunda   bizimle   çekişip  tartışmalara  giriyordu.

75-   Doğrusu  İbrahim,  yumuşak  huylu,   duygulu   ve  gönülden Allah'a  yönelen   biriydi.

76-   "Ey İbrahim! Bundan  vazgeç.  Çünkü gerçek şu ki, Rabbi-nin   emri   gelmiştir   ve   gerçekten   onlara   geri   çevirilmeyecek   bir azap  gelmiştir.

 

Sözlük

 

Korku. Ürküntü.

Müjde. Kalbi ferahlatan sevinçli haber. Bizimle tartışıyor, çekişiyor.

Lut kavminde. Lut kavminin helak edilmesi konusunda. Lut Allah'ın elçisidir. Hz. İbrahim'in kardeşi Haran'm oğludur. Yumuşak huylu ve üzülen. Cezalandırma yönüne gitmeyen yumuşak huylu, üzüntü veren, hüzün kaynağı şeylerden dolayı çok ah eden.

I Bundan uzak dur. Lut kavmi hakkında bizimle tartışmaktan vazgeç.

Reddolunmaz. Hiç kimse onu geri çeviremez. Çünkü Allah buna karar vermiştir. Artık bu kararın yürürlüğe girmesi kaçı­nılmazdır. [66]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, Hz. İbrahim (a.s.)'e yönelik müjdeyi içeren kıssa devam ediyor ve Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İbrahim'den korku gidip me­lekleri tanıyınca, kendisine evlat müjdesi verilmesinden sonra Lut kavmi hak­kında tartışmaya başladı. İçlerinde Hz. Lut'un ve mü'minlerin bulunduğunu söyleyerek helaki durdurmak istedi. "Orada Lut vardır, dedi,"

Ona Ankebut süresindeki ilgili âyetle cevap verildi:

"Bİz orada kimin olduğunu daha iyi biliriz. Kesinlikle onu ve ailesini kur­taracağız. Ama karısı hariç. O geride kalanlardan olacak."[67]

"Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden Allah'a yönelen biriydi."

Bu ifade ile, Hz. İbrahim (a.s.)'in Lut kavmi ile ilgili olarak meleklerle tartışmaya girmesinin nedenine işaret ediliyor. Hz. İbrahim peygamber (a.s) yufka yürekli, halim, cezalandırma yönüne gitmekten hoşlanmayan bir kim­seydi. Bu yüzden belki yaptıklarına pişman olurlar diye azabın tehir edilmesi­ni istemişti. İçli, duygulu, gönülden boyun eğen, üzüntü verici bir şey gördüğü veya işittiği zaman çok "ah!" eden bir insandı. Her zaman tevbe ederek gönülden Rabbine yönelirdi. Hz. İbrahim (a.s) meleklerle tartışmada ısrarlı olunca melekler ona: Ey İbrahim! Bizimle tartışmaktan vazgeç, Rabbinin on­lara ilişkin helak emrinin vakti gelmiştir.

"Gerçekten onlara geri çevtrilmeyecek bîr azap gelmiştir."

Bu azabı herhangi bir kimsenin durdurması mümkün değildir. Âyetlerin akışı içinde bu azaba değinilecektir. [68]

 

Sonuç

 

1- Tavsiyeleri kabul edebilecek durumda olan bir kimse ile konuşulabilir, tartışılabilir ve gerekli tavsiyeler yapılabilir.

2- Hilm, yani her hatayı cezalandırma yönüne gitmeme özelliğinin insan­da bulunması bir fazilettir.

3-  Her fırsatta gönülden Allah'a yönelmek üstün bir niteliktir.

4-  Allah'ın takdir ettiği şey geri çevirilemez. O'nun hükmü kesinlikle

gerçekleşir.   [69]

 

77-   Elçilerimiz  Lut'a  geldiği  zaman,   onlardan   dolayı   kaygı­landı, göğsünü bir sıkıntı bastı ve :  "Bu, zorlu bir gün" dedi.

78-   Kavmi  ona  doğru  koşarak geldi;   onlar  daha   önceden  kö­tülükler   işlemekteydiler.    "Ey   kavmim!"   dedi.    "İşte   benim   kızla­rım,   bunlar  sizler  için   daha  temizdir.   Artık Allah'tan   korkun   ve beni  misafirim  önünde  küçük düşürmeyin.  İçinizde  hiç  aklı  başın­da olan bir adam yok mu?"

79-   Dediler ki:   "Andolsun,   senin  kızlarında  bizim  haktan  bir şeyimiz   olmadığını   sen   de   Mlmişsindir.   Bizim   ne   istediğimizi gerçekte   sen   biliyorsun."

80-   Dedi   ki:   "Size  yetecek  gücüm   olsaydı   veya   sağlam   bir yere    sığınabilseydim."

 

Sözlük

 

Onlardan dolayı kaygılandı. Gelişlerinden dolayı tasalanmaya başladı.

Onlardan dolayı göğsünü bir sıkıntı bastı. Karşılaştığı mese­leyi kaldıracak gücü kalmadı.

Zorlu bir gün. Şiddetli, dayanılmaz bir gün.

Ona doğru koşuyorlar. Şehvetten çılgına dönmüş olarak hızlı adımlarla ona doğru yürüyorlar.

Kötülükler. Erkeklerle ilişki kurmak suretiyle büyük günah işlemek.

jMisafirim önünde beni küçük düşürmeyin. Misafirime saldır­makla beni rezil etmeyin, aşağılamayın.

Aklı başında, râşid bir adam. Olayları ve âkibetlerini akledebi-len olgun bir insan.

Veya Sağlam bir yere sığınabilseydim. Size karşı beni savu­nabilecek güçlü bir aşirete sığınabilseydim. Hz. Lut'un aşireti yoktu. Çünkü O, bir yabancıydı. [70]

 

Açıklama

 

Burada Hz. Lut (a.s) melekler ve kavmi arasında geçenlere giriş yapılı-

yor. Bu meyanda Yüce Allah buyuruyor ki:

"Elçilerimiz geldiği zaman"

Bunlar daha önce de Hz. İbrahim (a.s.)'e konuk olan meleklerdir.

"Lut'a geldiği zaman, onlardan dolayı kaygılandı."

Canı sıkıldı. İçini bir endişe, bir tasa kapladı. Kavminin mücrimlerinin (günahkârlarının) onlara neler yapabileceklerini düşündükçe korkmaya başla­dı.

"Bu gün zorlu bir gün," dedi."

Misafirlerine alçakça ve iğrenç tecavüzlerin olabileceği zorlu bir gün idi. Gözlerinin önünde misafirlerine tecavüz etmeye yeltenebilirlerdi. İlk âyetten çıkan anlam budur.

Sonraki 78. âyette ise, Yüce Allah, Hz. Lut'un böylesine zorlu, böylesi­ne sıkıntılı bir gündeyken kavminin ona gelişini haber veriyor:

"Kavmi ona doğru koşarak geldi."

Azmış ve hayvansal şehvetin kavurucu etkisiyle gözleri yuvalarından fırlamış bir halde evinin yolunu tuttular. Gelmeden önce de erkeklerle sapık ilişkiye girmişlerdi. Hz. Lut bu gözü dönmüş güruhu misafirlerinden uzak­laştırmak istedi.

"Ey kavmim!" dedi. "İşte benim kızlarım, bunlar sizler için daha temiz­dir. "İşte toplumdaki kadınlar. Bunlarla ilişki kurmanız daha temizdir. Onlarla evlenmeniz daha uygundur. Allah'ın öç almasından korkun. Beni misafirim karşısında küçük düşürmeyin, beni rezil etmeyin. İçinizde hiç aklı başında olan bir adam yok mu? Aranızda iyiliği emredip, kötülüğe engel olacak olgun bir insan yok mu? Lanet olasıcalar ona şu cevabı verdiler:

"Andolsun, senin kızlarında bizim bir şeyimiz olmadığını sen de bilmiş-sindir."

Senin kızlarına ilgi duymuyoruz, onlara ihtiyacımız yoktur. Ne istediği­mizi sen çok iyi bilirsin. Bizim istediğimiz, erkeklerle ilişki kurmaktır. Gözü dönmüş sapıklara Hz. Lut (a.s.)'un cevabı şu oldu:

"Size yetecek gücüm olsaydı."

Yardımıma koşacak kimseler olsaydı ve sizin bu sapıkça arzularınıza engel olsalardı keşke!.. Ya da "Sağlam bir yere sığınabilseydim." Beni koru­yacak, suçlular güruhuna karşı misafirlerimi himaye edecek güçlü bir aşirete sığınabilseydim? [71]

 

Sonuç

 

1-  Misafiri en güzel biçimde ağırlamak, onu her türlü kötülüğe karşı ko­rumak Övgüye değer bir fazilettir.

2- Kötü alışkanlıklar, insanı sonuçta sapıklığa götüren davranışlardır.

3- Kötülüğü Önlemek için helal olan her türlü imkanı kullanmak gerekir. Çünkü Hz. Lut, misafirlerini kavminin kötü fiillerinden kurtarmak için kavmine dedi ki; nikahla kendinize helal olan kızlarla evlenin de bu kötü davranışı ter-kedin.

4-  İyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan kimselerin bulunmadığı bir or­tamda yaşamaktan daha kötüsü olamaz.

5-  Kötülüğü defetmek ve iğrençliği hayattan uzaklaştırmak için kuvvet toplama ve kuvvet bulma isteğini açığa vurmak, Övgüye değer bir davranıştır. [72]

 

81- Elçiler dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. On­lar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailen­le birlikte yürü. Sakın, hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın; fa­kat  senin  karın   başka.   Çünkü  onlara  isabet  edecek  olan,   ona  da

isabet  edecektir.   Onlara   vaad  olunan  azap   sabah   vaktidir.   Sabah da yakın değil mi?"

82-   Böylece   emrimiz   geldiği   zaman,   üstünü   altına   çevirdik

ve   üzerlerine   balçıktan  pişirilmiş,   istif edilmiş   taşlar  yağdırdık.

83-   Rabbinin   katında   "belki   bir   biçime   sokulmuş,   damga­lanmış"  olarak.  Bunlar zalimlerden   uzak  değildir.

 

Sözlük

 

Ailenle birlikte geceleyin yürir. Geceleyin gizlice memleketin dışına çık.

Gecenin bir parçasında.

Sabah. Fecrin doğuşundan güneşin doğuşuna kadar süren vakit.

Köyün altını üstüne çevirdik. Pişirilmiş, taşlaşmış çamurdan. Üst üste istif edilmiş. Özel bir işaretle belirtilmiş.

Rabbinin indinde. Rabbinin katında, Rabbinin katında işaret­lenmişlerdir. Üzerlerine damga vurulmuştur. [73]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı Hz. Lut'un misafirleri ve kavmi arasında geçenleri anlata­rak devam ediyor. Hz. Lut'un korkusu, çaresiz bir paniğe dönüşüp de say­gıdeğer misafirlerini himaye edecek bir güçten yoksun oluşunun üzüntüsünü belirterek: "Size yetecek gücüm olsaydı veya emniyetli bir yere sığmabilsey-dim." deyince melekler ona şöyle dediler: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz." Seni kurtarmak ve kavmini helak etmek üzere gönderildik. Onlar sana ilişe-mezler. En ufak bir kötülükte bulunamazlar. Gecenin bir parçasında aileni yola çıkar. Gece karanlığından yararlanarak memleketi terkedin. Bu sırada sizden hiç kimse arkasına bakmaya kalkışmasın. Sapık kavmin başına gelen azabı, hoş olmayan durumlar görüp de içinde bir hüzün ve bir acıma duygusu meydana gelmesin. Karın hariç. O, kötü huylu biridir. Onu köyde bırak. Şayet sizinle birlikte çıkacak olursa, bırak arkasına baksın. O zaman kavminin ba-

şına gelenler onun da başına gelir. Hz. Lut (a.s) bu sırada, onlardan kavminin ne zaman azaba çarptırılacaklarını sordu. Melekler, onlar için Öngörülen vâ­denin sabah olduğunu söylediler. Hz. Lut öngörülen vâdeyi uzak görüyordu. Bunun üzerine melekler: "Sabah yakın değil mi?" dediler.

"Emrimiz geldiği zaman, üstünü altma çevirdik."

Hz. Lut kavmi için -Öngörülen azabın vâdesi dolunca, Yüce Allah Ceb­rail'e emrederek onu söz konusu halkın memleketinin üzerine saldı. Hz. Ceb­rail memleketin üstünü altına çevirdi. Her şeyi alt üst etti. Yüce Allah mem­leketin üzerine pişmiş çamurdan taşlar yağdırdı. Bu kavme mensup olup da memleket dışında olan kimselere de bu taşlardan biri isabet edip onu helak -ediyordu.

"İstif edilmiş, belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış taşlar..."

Ey Allah'ın elçisi! Bu taşlar senin Rabbinin katında işaretlenmişlerdir.

"Bunlar zalimlerden uzak değillerdir."

Helak edilmiş bu beldeler Arap müşriklerinden uzak değildir. Veya Hz. Lut kavminin başına yağdırılan bu taşların başka zalimlerin başlarına yağma­sı pek uzak bir ihtimal değildir. [74]

 

Sonuç

 

1-  Geceleyin yola çıkmak olabilir. Uzak mesafeleri yorulmadan kat et­mek mümkün olduğu için gece yolculuğu daha bereketli olabilir.

2- Zalimlerin helak olmasına üzülmek doğru değildir.

3- Dört şehrin bir saat içinde alt üst olması, Yüce Allah'ın kudretinin bir göstergesidir.

4-  Her zaman ve her mekandaki zalimler en şiddetli ve en korkunç aza­pların tehditi altındadırlar. [75]

 

84-   Medyenoğulları'na   da  kardeşleri  Şuayb'i peygamber  ola­rak gönderdik.  Dedi ki:   "Ey  kavmim! Allah'a  ibadet edin.  O'ndan başka    ilahınız    yoktur.     Ölçüyü    ve    tartıyı    eksik    tutmayın; gerçekten  sizi  bir bolluk  ve  refah  içinde görüyorum.  Doğrusu  sizi çepeçevre  kuşatacak  olan  bir günün  azabından  korkuyorum."

85-    "Ey   kavmim!   Ölçüyü   ve   tartıyı,   adaleti  gözeterek,   tam tutun,   insanların   eşyasını   değerden   düşürüp   eksiltmeyin   ve  yer­yüzünde   bozguncular  olarak  karışıklık  çıkarmayın."

86-    "Eğer   mü'minseniz,   Allah'ın   bıraktığı   sizin   için   daha hayırlıdır.   Ben,   sizin   üzerinizde   bir gözetleyici  değilim."

 

Sözlük

 

Medyen'e, Medyen halkına gönderdik[76]

Ölçü ve tartı.Tarttığınız zaman ölçü ve tartıyı eksik tutmayın.

Çepeçevre kuşatıcı günün azabı. Hiç birinizin kurtulmasına fırsat bırakmayan bir günün, kuşatıcı azabı.

Adaletle. Eşitçe. Alırken veya verirken ölçü ve tartıyı aynı düzeyde tutun.

Eksiltmeyin. Başkalarının ölçü, tartı veya başka bir husustaki haklarını eksik vermeyin. Üzerinizdeki haklarını kısmayın.

jYeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.

Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ölçü ve tartıyı tam tutarak insanların haklarını verdikten sonra geriye kalan ka­zanç, Allah'ın size haram kıldığı şeyden daha hayırlıdır.

, Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. Ölçüyü ve tartıyı nasıl yaptığınızı denetlemem. Sadece size öğüt veririm, sizi uyarırım, hepsi bu kadar. [77]

 

Açıklama

 

Bu âyetler, Hz. Şuayb (a.s) ile kavmimi, Medyenoğulları arasında geçen olayları konu alan kıssaların başlangıcıdır.

• "Medyenoğullarına da kardeşleri Şuayb'i peygamber olarak gönderdik."

Medyen kabilesine peygamber olarak, kendi soylarından gelen Şuayb'i görevlendirdik.

Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a ibadet edin. O'ndan başka ilahınız yoktur."

Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığmı tasdik edin, kulluk etmeye layık tek ilah O'dur. O'dur sizi yaratan, rızkınızı verip işlerinizi yönlendiren O'dur...

"Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın."

Bir kimseye bir şeyi ölçtüğünüzde eksik ölçmeyin, tarttığınızda eksik tartmayın.

"Gerçekten sizi bolluk ve refah içinde görüyorum." Rızkınız alabildiğine boldur ve refah içinde yaşıyorsunuz.

"Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyo­rum."

Şayet şirke dayalı yaşayış tarzınızı, ölçü ve tartıyı eksik tutmayı sürdü-rürseniz topyekün olarak bir azaba uğrarsınız ve içinizde hiç kimse bu kuşa­tıcı azaptan yakasını kurtaramaz.

"Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam tutun."

Burada eksik tartmaya, eksik ölçmeye ilişkin yasaktan sonra, tam tart­maya, tam Ölçmeye ilişkin bir emir yer alıyor. Amaç, önceki yasağı pekiştir-

mektir. Bir de az sonra gelecek olan bir yasağa ön hazırlık yapmaktır. Söz ko­nusu yasak, insanların eşyalarını değerden düşürmeyle alakalıdır.

"İnsanların eşyasını değerden düşürüp eksiltmeyin."

Haklarını çiğnemeyin, alacaklarını kısmayın. Ve ardından daha kapsamlı bir yasağa yer veriliyor:

"Yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."

Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışmayın. Çünkü bu, her türlü günahı ve her türlü haramı kapsayıcı genel bir suçtur.

"Eğer mü'minseniz, Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır."

İnsanların hakkını tam olarak verdikten sonra elinizde kalan mal, eksik tartma ve kısma sonucu elde ettiğiniz maldan daha hayırlıdır. Öncekinde be­reket, diğerinde ise bereketsizlik vardır, yel savurup götürür. Eğer Allah'ın şeriatına, müjde ve tehditlerine inanıyorsanız bu emir ve yasakları kesinlikle gözetin.

"Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim."

Alış-verişinizi gözetleyecek değilim. Haksızlıklarınız ânında tesbit edip, cezalandırma imkanım da bulunmuyor. Ben sadece size öğüt vererek uyarı­yorum. [78]

 

Sonuç

 

1-  Bütün peygamberler tek ve değişmez bir daveti sunmuşlardır: Önce Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığını ilan etmiş, ardından bunun gereği olan emir ve yasakları duyurmuşlardır. Böylece, maddi ve manevi hüsrandan kur­tardıkları insanı mutluluk ve olgunluğa kavuşturmayı hedeflemişlerdir.

2-  ölçü ve tartıyı eksik tutmak, şiddetli haramdır.

3-  Az da olsa helal mala razı olmak, çok da olsa haram maldan buğzet-mek ve ondan kaçınmak farzdır.

4-  İşçi ücreti ve eşyaların fiyatı gibi hususlarda insanların hakettikleri-nin altında ücret vermek haramdır.

5-  Ne şekilde olursa olsun, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalış­mak haramdır. Yeryüzünde çıkarılabilecek en büyük bozgunculuk, Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldırmaktır. [79]

 

87-    Dediler   ki:    "Ey    Şuayb!   Atalarımızın    taptığı    şeyleri bırakmamızı ya  da  mallarımız  konusunda  dilediğimiz  gibi  davran­maktan   vazgeçmemizi   senin   namazın      emrediyor?   Çünkü   sen, gerçekte yumuşak  huylu  aklı  başında  bir  adamsın.1'

88-   Dedi  ki:   "Ey  kavmim!   Görüşünüz   nedir  söyler  misiniz? Ya  ben  Rabbimden  apaçık  bir  belge   üzerinde   isem   ve  o  da  beni

kendisinden güzel bir rızık ile rızıklandırmışsa? Ben, size ya­sakladığını şeyleri, kendim yaparak size aykırı düşmek istemi­yorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na içten   yönelip-dönerim."

89-    "Ey  kavmim!  Buna  karşı  gelişiniz,   sakın  Nuh  kavminin ya da Hud kavminin  veya  Salih  kavminin  başlarına gelenlerin  bir benzerini   size   de   isabet   ettirmesin.   Üstelik   Lut   kavmi   size  pek uzak  deşil."

90-    "Rabbinizden  bağışlanma  dileyin,   sonra  O'na  tevbe  edin. Gerçekten   benim   Rabbim,   esirgeyendir,   sevendir."

 

Sözlük

 

Namazın mı? O çokça kıldığın namazın mı aklım çeldi de, ata­larımızın taptıkları ilahları bırakmak ve malımız üzerinde iste­diğimizi yapmamak gibi olmayacak şeyleri bize emrediyor­sun?

JI Yumuşak huylu, aklı başında. "Hilm; kaba ve sert olmanın, Rüşd ise; ahmaklığın, beyinsizliğin karşıtıdır. Hiç kuşkusuz onların amacı Hz. Şuayb (a.s)'ı övmek değildir. Tam tersine O'nunla alay etmektedirler.

Benim size muhalefet etmem. Size bir şeyi yasaklayıp da, siz­den sonra o şeyi yapmak istemiyorum.

Ben sadece ıslah etmek istiyorum. Ben sadece sizi düzelt­meyi, bozuk hayat biçiminizi ıslah etmeyi diliyorum.

Yardımım sadece Allah katmdandır. Yapıcı hareketler içinde olmam ve ıslah hareketini yürütmem, ancak Yüce Allah'ın bana yönelik bir lütfudur.

Ve O'na dönerim. O'nun rızasını gözetirim. Her işimde ve ha­reketimde ona yönelirim.

Bana karşı çıkışınız, size azap getirmesin! Yani bana isyan etmenizden dolayı Nuh kavmi ve onlardan sonra gelip geçen kavimlerin başına gelen azabın sizin de başınıza gelmesine neden olmasm.

, Lut kavmi sizden uzak değildir. Çünkü Maan ve Ürdün arasın­da bulunan Medyen'e Lut gölü yakındı. Dolayısıyla hem za-man-mekan hem de onlara gelen azap bakımından Lut kavmi sizden uzak değildir.

Şefkatli, sevendir. Mü'minlere karış merhametlidir, muttakileri sever. [80]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı Hz. Şuayb (a.s) ve kavmi Medyenoğu 1ları arasında geçen­leri konu alan kıssa ile devam ediyor. Hz. Şuayb (a.s) kavminden tek ve or-taksız Allah'a kulluk etmelerini ölçü ve tartıyı eksik tutmaktan vazgeçmele­rini, insanların eşya ve emeklerinin değerini düşük tutmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamalarını istemişti. Medyenoğullan paranın değerini düşürerek piyasaya sürüyorlardı. Yol kesip soygunculuk yapıyorlardı. Hz. Şuayb'ın bu önerisine verdikleri cevaba gelince:

"Dediler ki: Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin na­mazın mı emrediyor?"

Bu ifadeyle, atalarının da taptığı putlara kulluk etmekten vazgeçmelerini isteyen Şuayb peygamberi reddediyorlardı. Bunun yamsıra, ölçü ve tartıyı tam tutmaya, insanların eşya ve emeklerinin değerini düşük tutmamaya, hak ve adalet ilkelerine göre hareket etmeye ilişkin teklifini de kabul etmedikleri­ni vurgulamış oluyorlardı. Emir ve yasaklarını tanımadıklarını bildiriyor ve bunu, onun çok namaz kılmasına bağlıyorlardı. Çünkü onlara göre Hz. Şuayb aklı zayıflatıcı, kavrama yeteneğini köreltici bir illete yakalanmıştı.

"Çünkü sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın."

Bu sözleri, alay etmek için sarf ediyorlardı. Yoksa onlar, Hz. Şuayb'ın halimliğine, yumuşak huyluluğuna ve aklı başında oluşuna inanmıyorlardı. Gerçi Hz. Şuayb (a.s) onların dedikleri gibiydi. Çünkü halim, öfkelendiği za­man, bu öfkesi kendisini normal zamanda yapamayacağı şeyleri yapmaya zorlamayan kimsedir. Beyinsize gelince, onun mal ve benzeri şeyler üzerinde tasarrufta bulunması uygun değildir. 87. âyetin içerdiği anlam budur. Sonraki üç âyet ise, Hz. Şuayb'in onların bu sözlerine verdiği cevabı kapsamaktadır:

"Ey kavmim! Görüşünüz nedir söyler misiniz?" Bana haber verin: "Ya ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem."

O'nun tek ve ortaksız ilahlığmı kesin bir bilgi ile biliyorum. Sevdiği ve öfkelendiği şeyleri, dostlarına yönelik vaadlerini, düşmanlarına yönelik azap tehditlerini kesin olarak biliyorum. O'ndan helal ve temiz bir rızık bekliyorum. Şimdi söyleyin bana, bu hakkı ve hayrı inkar edip sizin yanlışınızla birlik ol­mam bana yaraşır mı?.. Elbetteki yaraşmaz. Bir şey daha var; ben size ya­sakladığım şeyi. kendim yaparak size aykırı düşmek istemiyorum. Size Ölçü ve tartıyı tam tutmayı emrederken, kendim eksik ölçüp tartmıyorum. Puta tapmayın derken, kendim gidip putlara kulluk yapmıyorum. Paranın değerini düşürmek için hacmini küçültmüyorum. Yani, kınanmayı ve yerilmeyi hake-den, söylediğini yapmayan güvenilmeyen biri değilim. Sözüne ve yaptığı işine güven olmaz bir tutarsızlık içinde değilim. Öte yandan, ben size neyi emret­miş ve neyi yasaklamışsam, amacım elimden geldiğince gücüm yettiğince hayatınızı ıslah etmektir. Bu konuda başarımın kaynağı benim ve sizin Rabbi-niz Yüce Allah'tır. Her işimde O'na güvenip dayanmış imdir. Sadece O'na te­vekkül ederim. Tevbe ederek ve itaate devam ederek kulluk amacı ile yalnızca O'na yönelirim. Sonunda onları inatçılığa ve kaim kafalılığa karşı şu şekilde uyarıyor: "Ey kavmim! Bana karşı gelişiniz, sizi küfür ve günah esaslı hayat biçimini sürdürmede ısrarlı olmaya sürüklemesin. Yoksa Nuh kavmi gibi suda boğulmak ya da Hud kavmi gibi kök söktürücü bir rüzgara tutulmak veya Salih kavmi gibi yürek hoplatıp anında öldüren dehşet verici bir çığlığa yakalanmak suretiyle dillere destan olacak bir azaba çarptırılırsınız."

"Üstelik Lut kavmi size pek uzak değil."

Bu helak olmuş kavim, zaman ve mekan olarak size pek yakındır. Nasıl bir yıkıma uğradıklarını öğrenmiş s inizdir... Dolayısiyle, sırf bana muhalefet etmek için kendinizi korkunç bir azabın kucağına atmayın. Şirk ve günah yüklü hayat biçiminizden dolayı Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra itaatle

yönelerek O'na tevbe ediniz.

"Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir."

Tevbe ederek kendisine yönelenleri azaba uğratmaz.

"Sevendir."

Kendisine dönenleri, gönülden itaat edenleri sever. [81]

 

Sonuç

 

1-  Kişinin bir şeyi başkalarına yasaklayıp kendisinin yapması ve bu­seyi başkalarma emredip kendisinin yapmaması son derece olumsuz ve kötü bir örnektir.

2- Gerçeği kabullenip bağlanmayı engelleyen inatçılık ve dikbaşlılık kötü bir huydur.

3- Günahlardan bağışlanma dileyip tevbe etmek farzdır.

4- Yüce Rabb'imizin sıfatlarından biri de rahmet ve sevmedir. [82]

 

91-   "Ey  Şuayb!"  dediler.   "Senin   söylediklerinin   çoğunu   biz kavrayıp  anlamıyoruz.   Doğrusu   biz  seni  içimizde  zayıf biri  görü­yoruz.   Eğer   yakın   çevren   olmasaydı,   gerçekten   seni   taşa   tutar öldürürdük.  Sen bize karşı güçlü  ve  üstün  değilsin."

92-   Dedi   ki;   "Ey   kavmim!   Sizce   benim   yakın   çevrem,   Al­lah'tan   daha     üstündür  ki,   O'nu   arkanızda   unutuluvermiş   bir şey   edindiniz?   Şüphesiz   benim   Rabbim,   yapmakta   olduklarınızı sarıp-kuşatandır."

93-    "Ey   kavmim!   Bütün   yapabileceğinizi   yapın;   şüphesiz, ben  de  yapacağım.  Kime  aşağılatıcı  azap  gelecek  ve  yalancı  kim­dir,   yakında   bileceksiniz.   Siz   gözetleyip   durun,   ben   de   sizinle birlikte    gözetleyeceğim."

94-    "Emrimiz   geldiği   zaman,    tarafımızdan    bir    rahmetle Şuayb'ı  ve  onunla  birlikte  iman  edenleri  kurtardık;  o  zulmedenle­ri   dayanılmaz   bir   ses   sarıverdi   de   kendi   yurtlarında   dizüstü çökmüş   olarak   sabahladılar.

95-   Sanki  orada  hiç  refah  içinde yaşamamışlar gibi.  Haberin olsun:    Semud    halkına    nasıl    bir    uzaklık    verildiyse    Medyen halkına  da  rahmetten  öyle  bir  uzaklık  verildi."

 

Sözlük

 

Anlamıyoruz. Sözlerinin çoğunu derinliğine anlayamıyoruz.

Eğer senin akrabaların olmasaydı. Eğer akrabalarının fertleri olmasaydı.

jSen bizim üzerimizde güce sahip değilsin. Bize göre caydırıcı bir gücün yoktur.

Arkaya atılmış bir şey gibi ilgilenmiyorsunuz, önemsemiyor­sunuz.

Mekanınız üzere. Üzerinde bulunduğunuz güç ve imkanlarınız­la.

Dehşetli ses. Kendilerini kıskıvrak yakalayan azap. Yıkılmış halde. Diz üstü çöküverdiler. ^ Orada bir gün bile refah içinde yaşamamışlar gibi.

Dikkat edin! Medyen'e uzaklık var. Şuayb'ın kavmi Medyen-oğulları kahrolsunlar. Rahmetten uzak olsunlar. [83]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde Hz. Şuayb ve soydaşları arasında geçenleri konu alan kıssa devam ediyor. Aralarında "dedi...", "dediler..." şeklinde geçen kar­şılıklı konuşma sırasında Hz. Şuayb (a.s) etkileyici bir dille onların her türlü itirazını geri çevirmiş ve Allah'a güvenmenin verdiği manevi güçle, her türlü yersiz iddiaları çürüterek aleyhlerine susturucu deliller sunmuştu. Bunun üzerine soydaşları şiddete başvurmaya kalkışmışlardı. Daha doğrusu söv-gülü ve alaylı bir üslup tercih etmişlerdi. Öte yandan helak ediliş saatleri de iyice yaklaşıyordu... Yüce Allah onların lisanından şöyle anlatıyor.

"Ey Şuayb!" dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz kavrayıp an­lamıyoruz."

Önce, gelip kendilerine hitab etmesi için onu davet etmişlerdi, sonra da söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, diye onu dinlemek istememişlerdi. Hal­buki, Hz.Şuayb onlara kendi dilleriyle hitab ediyordu. Fakat büyüklük has­talığı ve kendini beğenmişlik; insanı, zayıfları dinlemekten, onları anlamaktan alıkoyar. Bu yüzden Hz. Şuayb'a dediler ki: "Biz seni aramızda zayıf biri ola­rak görüyoruz." Bu, onların Hz. Şuayb'ı küçümsediklerinin ifadesiydi. Ve de­diler ki: "Eğer yakın çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar öldürür­dük." Senin mensub olduğun aşiretinin bazı saygıdeğer üyeleri vardır. Onlara duyduğumuz saygıdan dolayı sana ilişmiyoruz. Yoksa seni taşlayarak öldü­rürdük. Bir şey daha var, biz istesek bunu yaparız ve senin bizim isteğimizi engelleyecek bir gücün de yoktur. Bu noktada Yüce Allah, Hz. Şuayb'm onla­ra şu cevabı verdiğini bildiriyor:

"Dedi ki: Ey kavmim! Sizce benim yakın çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda unutuluvermiş bir şey edindiniz?"

O'nun emir ve yasaklarına aldırış etmiyorsunuz, O'nu bir kenara bırak­mış, sözlerine dikkat etmiyor, emirlerini dinlemiyor ve O'na itaat etmiyor­sunuz. Öyleyse vay halinize!

"Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır."

O'nun ilmi kuşatıcıdır. Dolayısıyla yapıp ettikleriniz de O'nun tarafından biliniyordur. Hiç bir şey O'nun kuşatıcı ilminin dışında değildir. Dolayısıyla

yapıp, ettikleriniz O'nun tarafından biliniyordur. Hiç bir şey O'nun bilgisinin kapsamının dışında değildir. Er veya geç sizi bu yapıp ettiklerinizden dolayı cezalandıracaktır. Sonunda Hz. Şuayb (a.s) soydaşlarının kendisine yönelik tehditlerine bir tehditle karşılık veriyor:

"Ey kavmim! Bütün yapabileceğinizi yapın."

Elinizden gelen her şeyi yapın.

"Şüphesiz ben de yapacağım."

Elimden geleni yapmaya çalışacağım.

"Kime aşağılatıcı azap gelecek, yakında bileceksiniz."

Kimin onur kırıcı, alçaltıcı azaba uğrayacağını ve kimin "yalancı" olduğu­nu bileceksiniz. Azaba uğrayanı, rezil olanı, onur kırıcı bir şekilde ortada yü­züstü bırakılanı yakında herkes görecektir. O günü bekleyiniz.

"Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim."

O günü bekliyorum... Kıssanın bu noktasında Yüce Allah araya giriyor ve şöyle buyuruyor:

"Emrimiz geldiği zaman."

Medyenoğullan'nın azaba uğratı İmal arma ilişkin emrimizin vadesi dol­duğu zaman "tarafımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve onunla birlikte iman eden­leri kurtardık." Onları bizim lütfumuz ve kendilerine yönelik nimetimiz saye­sinde kurtardık.

"Zulmedenleri sarıverdi."

Şirk ve günaha dayalı bir hayat sürdürenleri çepeçevre kuşatıverdi.

"Dayanılmaz bir ses."

Azap çığlığı. Bu dayanılmaz ses, yüreklerini ağızlarına getirdi, dizlerinin bağını çözüverdi, bir daha hareket edemeyecek şekilde helak oldular. Yüce Allah azaba uğratılmış hallerini tasvir mahiyetinde şöyle buyuruyor:

"Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi."

Uzun süre kalıp refah içinde bir hayat sürdürmemişler gibi. Ardından on­ları lanetliyor:

"Haberiniz olsun: Medyen halkına rahmetten uzaklık verildi."

Rahmetten uzak olsunlar, kahrolsunlar. Bundan önce Semud kavminin helak oluşu gibi. [84]

 

Sonuç

 

1- Arap soyundan gelen, Allah'ın elçisi Hz. Şuayb etkileyici bir hitabete sahipti. Bu yüzden ona "peygamberlerin hatibi" denilmiştir.

2-  Şiddetli sosyal krizler, toplumsal patlamanın habercileridir.

3- İnsanların emirlerini uygulamaya Önem verip de Allah'ın emirlerini ku­lak ardı eden ve onları önemsemeyen kimse, ahmaklık ve akılsızlıkta en ileri düzeydedir.

4-  Kriz dönemlerinde, Allah'ın bir çıkış yolu göstereceğini ümid etmek, 'korku ve ümit' arasında bir hayat sürdürmenin gereği, övgüye değer bir nite­liktir.

5-  Allah'ın ve Rasûllerinin verdiği söz doğrudur ve Allah kesinlikle sözünden dönmez. [85]

 

96-   Andolsun,   Musa'yı   âyetlerimizle   ve   apaçık   olan   bir  de­lille   gönderdik.

97-   Firavun*a   ve   onun   önde   gelen   çevresine.   Onlar   Fira-vun'un  emrine  uymuşlardı.   Oysa Firavundun  emri doğruya götürü-

cü değildi.

98-   O,  kıyamet günü  kavminin  önderliğine geçer,  böylece  on­ları ateşe götürmüş  olur.  Sonunda  vardıkları yer,  ne  kötü  bir yer­dir.

99-   Onlar,  burada  da,  kıyamet gününde  de  lanete  tâbi  tutul­dular. Bu  verilen bağış ne kötü bir bağıştır.

 

Sözlük

 

Musa (a.s.) İmranoğlu Musa. Allah ile aracısız konuşandır. Allah onu İsrailoğulları'na peygamber olarak görevlendirmiş­tir.

Âyetlerimizle. Bunlar dokuz tane mucizeydi. Â'raf sûresinin il­gili âyetinde bunların çoğundan söz edilmiştir.

3 Ve açık delil. Allah'ın düşmanı Firavun aleyhine olan güçlü de­lillerle onu donattık. Böylece Firavun'u yenilgiye uğrattık.

Ve ileri gelenleri. Firavun'un iktidarındaki devletin ileri gelen adamları.

Firavun'un işi doğru değildir. Firavun aklı başında, doğru yola ,_İ iletici emirler veremezdi. O, her hususta hevasına uyan bir beyinsizdi.

Kavmini sürüklüyor. Kavminin önüne geçip onları ateşe sürük­lüyor. Cehenneme girmelerine öncülük ediyor.

Lj Döndükleri bu yer ne kötü, ne iğrenç bir yerdir. Bu dünyada bir lanet onları kovalar. Suda boğulurlar.

Bağışlama ne kötü bir bağışlamadır. Kendilerine verilen bağış, ne kötü bir bağıştır. Burada kastedilen, dünya ve ahiret laneti­dir. [86]

 

Açıklama

 

Burada Hz. Musa (a.s) ve Firavun kıssasına kısaca değiniliyor. Dört âyete sığdırılan bu kıssanın başında Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Andolsun Musa'yı gönderdik."

Hz. Şuayb'ı (a. s) Medyenoğulları'na peygamber olarak gönderdikten sonra İmranoğlu Musa'yı da peygamberliğini ve doğru sözlülüğünü, sunduğu devletin gerçekliğini hazırlayan mucizelerle destekli olarak gönderdik. O'na apaçık bir delil verdik. Bu delil, Allah'ın tekliğini, ortaksızlığını, melun Firavun gibi ilahlık taslayan düzmece ilahların bâtıllığım açık biçimde ortaya koyuyor. Bilindiği gibi Firavun: "Sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum"[87]demişti. Bu kıssada Yüce Allah biz Musa'yı "Firavun'a ve onun önde gelen çevresine" peygamber olarak görevlendirdik, buyuruyor. Apaçık belgelerle, delillerle ve susturucu mucizelerle destekli olarak Firavun'a, ordusunun gene­rallerine ve devletinin üst düzey yöneticilerine Hz. Musa (a.s.)'yı gönderdik. Hz. Musa (a.s.) onlara hakka uymayı ve bâtılı terketmeyi emretti. İleri gelen­ler ve üst düzey yöneticiler buna karşı çıktılar ve Firavun'un emrine uydular. Böylece Firavun da onları saptırdı.

"Firavun'un emri doğruya götürücü değildi."

Bu durumda, kendisine uyanları nasıl kurtuluşa iletebilir ki? Yüce Allah O'nun hakkında şöyle buyuruyor:

"O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer."

Onları ateşe doğru sürükler. "Sonunda vardıkları yer ne kötü bir yerdir."

Cehennem ateşi ne dehşet verici bir barınaktır.

"Onlar burada lanete tâbi tutuldular."

Firavun ve halkı bu dünyada lanetlendiler. Kıyamet gününde de lanete uğrayacaklardır.

"Bu verilen bağış, ne kötü bir bağıştır."

Dünya ve ahiret laneti bu ifadelerle açıklanmaktadır. Âyetin arapçasm-da geçen "Rifd," yardım ve bağış demektir. "Merfud"" ise, insanlar arasında bu tür bir bağışa layık görülen kimse anlamını ifade eder. [88]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah birinin kendi arzusuyla sapmasını dikmişse (izin ver-mişse), o kimse âyetlere ve mucizelere inanmaz. Bilakis onları reddeder, ya­lanlar. Ve nihayet küfür üzere helak olup gider. Çünkü Allah kimseyi ne imana ne de küfre asla zorlamaz.

2-  Delillerin güçlü olması belgelerin çokluğu insanların daveti doğru bi­çimde algılayıp anlamaları sonucunu bir zorunluluk olarak doğurmaz. Çünkü kabul etmeyenler inatlarından dolayı da inkar edebilmektedirler. Bu durumda o inatçı insanlara nekadar kuvvetli delil getirirseniz getirin inanmazlar. Hatta Allah'ı açıktan görseler dahi inatları tutmuşsa inanmamaya çeşitli bahaneler uydurabilirler.

3-  Şerrin liderlerine, bozgunculuk ve sapıklığın önderlerine uymaktan, izlerinde gitmekten şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü onlar insanları cehen­nem ateşine sürüklemektedirler

4-  Bâtılın kötülük ve fesat yuvaları, taraftarlarının sonunda varacağı yer ne kötüdür. Bu kötü yer, cehennemin tâ kendisidir. Bu kullar, dünyada iken yaptıkları  kötü amellerin karşılığında cehenneme girmişlerdir. Allah hiç kim­seye zulmetmez.

5- Hem dünyada, hem de ahirette azaba uğratılanlar, insanların en kötü­leridir. Bunun sebebi, yapmış oldukları kötü amellerin karşılığını almalarıdır. [89]

 

100-   Bunlar,   sana   doğru   haber   olarak   aktardığımız   geçmiş­teki  nesillerin  haberleridir.   Onlardan  kimi  ayakta  kalmış,  kimi  de biçilmiş   ekin  gibi  kalıntısı  silinmiştir.

101-   Biz  onlara  zulmetmedik,   ancak  onlar  kendi  nefislerine zulmettiler.   Böylece  Rabbinin   emri  geldiği  zaman,  Allah'ı  bırakıp da  taptıkları   ilahları,   onlara  hiç   bir  şey   sağlayamadı,   "helak  ve kayıplarını"  arttırmaktan  başka  bir  işe  yaramadı.

102-    Onlar,   zulüm   işler   haldeyken,   ülkeleri   yakaladığı   za­man?  Rabbinin  yakalaması  işte   böyledir.   Gerçekten   O'nun  yakal­aması pek acı, pek şiddetlidir.

 

Sözlük

 

Bu. Tefsirini sunduğumuz sûrede yer alan peygamber kıssala­rına yönelik bir işarettir.

Şehrin haberlerinden. Nesillerin, memleketlerde ikâmet eden Nuh, Ad, Semud, Lut, Medyen ve Firavun halklarının haber­leridir.

Kalandan ve yok olandan bu memleketlerden bir kısmının ha­rabeleri hâlâ ayakta duruyor. Salih peygamberin yaşadığı Me-dain gibi. Bir kısmından da geride tek bir iz bile kalmamıştır. Adoğulları'nın yurtları gibi.

Dua ettikleri. Dua ederek, kurban ve adak sunarak ve adlarına yemin ederek kulluk yaptıkları düzmece ilahlar. Hüsran ve helaktan başka.

jl Şehri tuttuğu zaman. Memleketleri içlerindekilerle beraber suç üstü yakalayıp günahlarından dolayı cezalandırdığı za­man.

Elem vericidir, şiddetlidir, dayanılmazdır. [90]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, sûrenin akışı içinde, geçmiş kavimlere ilişkin doğru kıssa­ları peygamber efendimize aktardıktan sonra, O'na şöyle hitab ediyor: "Bun­lar..." sûrenin akışı içinde, sana doğru biçimde aktardığımız geçmiş kavimlere

ilişkin haberler, "nesillerin haberleridir." Helak edilen bu beldelerin halkları ile ilgili bu haberleri sana aktarmamızın sebebi, nebiliğini pekiştirmek, Ra-sullüğünü insanlara ispat etmek, kuvvetlendirmek ve sana moral vermektir... "Onlardan kimi ayakta kalmış, kimi de biçilmiş ekin gibi silinmiştir." Söz konusu beldelerin bir kısmının izlerine, geride kalmış sur ve sütun kalıntılarına rastlamak mümkündür. Ama bir kısmının ise, geride en ufak bir izi kalmamıştır, biçilmiş ekin gibi silinip gitmişlerdir. İzlerini bulmak, kalıntı­ları üzerinde dolaşmak mümkün değildir.

"Biz onlara zulmetmedik."

Onları helak etmekle, haksızlık etmedik onlara. Ama onlar şirk ve gü­nahlarla dolu bir hayat sürdürmekle, âyetlerimize karşı inkarcı ve alaycı bir tavır takınmakla, elçilerimizi küçümseyip davetimize burun kıvırmakla kendi kendilerine zulmettiler...

"Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı..."

İlah edindikleri, dua, adak, kurban ve tazim gibi kulluk kastı taşıyan davranışlarda bulundukları put ve heykeller onlara hiç bir şey sağlayamadı.

"Rabbinin emri geldiği zaman..."

Allah'ın azap için öngördüğü vâde dolduğu zaman, düzmece ilahların on­lara olumlu hiç bir katkıları olmadı. Helak ve kayıplarını arttırmaktan başka. Sadece yıkımlarını, hüsranlarını ve yok oluşlarını hızlandırdılar...

Son âyette ise Yüce Allah elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şöyle hitab ediyor:

"Rabbinin yakalaması işte böyledir." İşte Rabbin suçluları böyle yakalar. "Ülkeleri yakaladığı zaman."

Başkentleri ve büyük şehirleri içindekilerle beraber, onlar şirk ve günah esaslı bir hayat sürdürdükleri için zulmediyorlarken, kıskıvrak yakaladığı za­man... İşte böyle yakalar...

"O'nun yakalaması pek acı, pek şiddetlidir."

Elem vericidir, dayanılmazdır. Acaba müşrikler, kafirler ve zalimler bu dehşet verici günden ibret alıp şirk, küfür ve zulüm esaslı hayatı terk edecek­ler mi, Yüce Allah onları, önceki kuşaklar gibi, bu halleriyle kıskıvrak yaka­lamadan önce?. [91]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah geçmiş kuşakların başlarından geçen olayları içeren kıs­saları anlatmak suretiyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini pekiş­tirerek davetinin yayılmasına ön ayak oluyor böylece O'na büyük bir moral ve destek sağlıyor.

2-  Yüce Allah şirk ve günaha dayalı bir hayat biçimini sürdüren zalim toplumları helak edip yıkıma uğratırken zulümden beridir.

3-  Allah müşriklerden öç alırken, onların kulluk ettikleri düzmece ilah­ların onlara hiç bir olumlu katkıları olmaz. Yıkımlarını ve hüsranlarını çabuk­laştırmaktan başka bir şey yapamazlar.

4-  Zâlimler uyarılıyorlar. Geçmiş zâlimlerin akıbetinin kendi başlarına da gelebileceği vurgulanarak tehdit ediliyorlar. [92]

 

103-   Ahiret  azabından   korkan   için  bunda  kesin   âyetler  var­dır.   O,   bütün  insanların  kendisinde  toplanacağı  bir gündür  ve  o, gözlemlenebilen   bir  gündür.

104-   Biz   onu   sayılı   bir  sürenin   dışında   ertelemeyiz.

105-   Kıyametin   geleceği  günde,   O'nun   izni   olmaksızın,   hiç kimse   söz  söyleyemez.  Artık  onlardan   kimi   "bedbaht   ve   mutsuz" kimi de  mutlu  ve  bahtiyardır.

106-   Mutsuz  olanlar  ateştedirler,   onlar  için  orada  nefes  alıp vermeler   vardır.

107-   Onlar,   Rabbinin   dilemesi  dışında  gökler  ve  yer  sürüp gittikçe,   orada   süresiz   kalacaklardır.    Çünkü   Rabbin   gerçekten dilediğini yapandır,

108-   Mutlu   olanlar  da,   artık  onlar  cennettedirler.   Rabbinin dilemesi   dışında  gökler   ve  yer  sürüp  gittikçe,   orada   süresiz  ka­lacaklardır.  Bu  kesintisi  olmayan   bir  ihsandır.

109-   Artık   onların   tapmakta   oldukları   şeyler   konusunda, sakın   kuşkuda   olma.   Daha   önceleri  ataları   nasıl  tapıyor   idiyse­ler,   bunlar  da  ancak  böyle  tapıyorlar.   Şüphesiz  biz,   onların pay­larını   eksiltmeksizin   onlara   ödeyecek   olanlarız.

 

Sözlük

 

Muhakkak ki bir âyettir. Bu bir işarettir. Buna göre, dünyada suçluları azaplandıran ahirette de azaplarıdıracaktır. Şâhid olunan gün. Bütün yaratıkların toplanıp göründükleri bir gündür. Kıyamet günü.

Ancak sayılı bir süre için. Günleri ve saatleri sayılı dünya ece­li, süresi.

Ancak izniyle. Allah'ın izni olmadıkça.

Bedbaht ve mutlu. Kıyamet günü sorguya çekilenlerin bir kısmı sonsuza dek bedbaht olup cehenneme gireceklerdir. Bir kısmı da sonsuza dek mutlu olup cennete gireceklerdir.

, Zafİr; Şiddetli, gürültülü ses, Şahik; cılız ses. -Kesintisiz bir bağış. Sonsuza dek süren bir bağış.

Onların ibadet ettiklerinde şüpheye düşme. Şu müşriklerin tap­tıkları düzmece ilahların bâtillığı hususunda kuşkuya düşme.

Paylan eksiksizdir. Kendileri için takdir edilen hayır, şer, rah­met veya azap noksansız olarak verilir. [93]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, kıssalardan sonraki değerlendirmeyi şu ifadelerle başla­tıyor:

"Bunda kesin âyetler vardır."

Allah'ın zâlim toplumları suç üstü yakalaması ve onları en ağır biçimde cezalandırması açık bir işarettir ki, bu dünyada bir toplumu suçundan dolayı azaba uğratan zat, ahirette de onları korkunç bir azaba uğratabilir. Dolayısıy­la, Allah ile bir gün mutlaka karşılaşacaklarına inananlar, Yüce Allah'ın zâlim ümmetleri helak ettiğine ilişkin haberleri içeren âyetleri ibretle okurlar ve bunlardan gerekli dersleri çıkarırlar. Allah ile buluşma vâdeleri dolana kadar, takva duygusu içinde O'nun emir ve yasaklarını yerine getirerek sürekli bir itaat içinde olurlar.

"O, bütün insanların kendisinde toplanacağı bir gündür ve o, gözlemle­nebilen bir gündür."

O gün insanlar her türlü meselenin çözümlenip, akibetlere ilişkin ayırıcı hükümlerin belirlenmesi için bir araya geleceklerdir.

"O, gözlemlenebilen bir gündür."

Bütün yaratıkları o günde toplanmış halde gözlemlemek mümkündür.

"Biz onu sayılı bir sürenin dışında ertelemeyiz."

Kıyamet gününün ertelenmesi, dünya için öngörülen ömrün yıl, gün ve saat olarak sona ermesinin gerekmesinden kaynaklanıyor.

"Geleceği günde."

Yani kıyametin kopacağı günde.

"O'nun izni olmaksızın, hiç kimse söz söyleyemez."

Ancak Yüce Allah izin verirse, herhangi bir kimse konuşabilir.

"Artık onlardan kimi bedbaht ve mutsuz, kimi de mutlu ve bahtiyardır."

İnsanların kimisi bedbaht, kimisi de bahtiyar olur. Bunun sebebi, herke­sin bu dünya hayatında kazandıkları hayır veya serlerdir. Allah-u Teâlâ hiç kimseye asla zulmetmez. Her kul kendi yaptıklarının karşılığını görür.

"Mutsuz olanlara..." gelince, Onlar kendi yaptıkları amellerinin karşılığı olarak, ateştedirler. Orada şiddetli ve cılız sesler çıkarmaktadırlar. Bu sesleri çektikleri azabın tesirinden çıkarmaktadırlar. Bu iki ses, birbirlerinden ayrı düşünülemezler.

"Orada süresiz kalacaklardır."

Ateşte sonsuza dek kalacaklardır.

"Gökler ve yer sürüp gittikçe."

Gökler ve yer var oldukça.

"Rabbinin dilemesi başka."

Rabbinin bazı kimselerin ateşte sonsuza dek kalmamalarını dilemesi başka. Bunlar, büyük günah işleyip de bu hal üzere ölen iman ehli kimseler­dir.

"Rabbin gerçekten dilediğini yapandır."

Ey insan! Senin Rabbin dilediğini kesinlikle yapar. Bir şey dilediği za­man, hiç kimse ve hiç birşey O'nu bu dilediğini gerçekleştirmekten alıkoya­maz.

"Mutlu olanlara..." gelince. Kendi yaptıklarından dolayı Yüce Allah'ın i-nanmalarını, salih amel işlemelerini ve günahları terk etmelerini dileyip de mutlu kimselerden olmalarına hükmettiği kimseler cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer var oldukça, cennette ebedi kalacaklardır. Al­lah'ın inanmalarını dilemesi, onları zorlamamasıdır. Yani her kula adalet gere­ği izin verilmiştir. Kullar kendi iradeleriyle inanır veya inkar ederler. Tabii, karşılığım da alırlar. Çünkü Allah'ın iradesi mutlaktır, bir kayıtla sınırlandırıla­maz. Yüce iradesi her bakımdan serbesttir.

"Bu, kesintisi olmayan bir ihsandır."

Bu ihsan (iyilik) Yüce Allah'ın, kendisine itaat eden kullarına yönelik sonsuza dek sürecek bir bağışıdır. Bu da onların cennette ebediyen kalacak­larının delilidir.

"Onların tapmakta oldukları şeyler konusunda, sakın kuşkuda olma." Bu hitap, peygamber efendimize (s.a.v) yöneliktir. Yüce Allah O'nu, müşriklerin tapmakta oldukları putlar hakkında kuşkuya düşmemesi konusun­da uyarıyor. Çünkü bu tür tapınmanın doğru olduğuna ilişkin ellerinde en ufak bir delil yoktur. Sâdece atalarını taklit ediyorlar: Tıpkı onların tapışı gibi putla­ra tapıyor, kulluk ediyorlar.

"Şüphesiz biz, onların paylarını eksiltmeksizin vereceğiz." Burada Yüce Allah, müşrikler için öngörülen hayrı, şerri, rahmeti veya azabı en ufak bir kısıntıya gitmeksizin, hakettikleri kadarıyla vereceğini duyu­ruyor. [94]

 

Sonuç

 

1- Ahirete inanmanın kıymeti ve fazileti-insan hayatında son derece açık ve önemlidir.

2-  Bütün canlılar ahirette kesinlikle dirileceklerdir. Bunda en ufak bir kuşku yoktur.

3-  Bedbahtlar ve bahtiyarlar dünyaya gelmeden önce de kimin bedbaht ve kimin bahtiyar olacağını Allah bilir.

4-  Kıyamet günü hiç kimse kendisine izin verilmeden herhangi bir söz söyleyemez.

5-  Allah her istediğini yapar. Cehennem ehlini oradan çıkarmayı dilerse çıkarır ve eğer cennet ehlini de oradan çıkarmayı dilerse çıkarır. Ne var ki, O, bize haber verilen şeye hükmetmiştir. Bütün bunları yaparken de asla kim­seye zulmetmez. [95]

 

110-   Andolsun,   Musa'ya   kitabı   verdik,   onda   anlaşmazlığa düşüldü.  Eğer Rabbinden  bir  söz geçmiş  olmasaydı,  mutlaka  ara­larında   hüküm   verilmiş   olacaktı.   Gerçekten   onlar,   bundan  yana kuşku   verici  bir  tereddüt  içindedirler.

111-   Şüphesiz   Rabbin,   onlardan   tümüne   yapıp   ettiklerinin karşılığını   tastamam   Ödeyecektir.   Çünkü   O,   yapıp   ettiklerinden haberdar  olandır.

112-   Seninle   birlikte   tevbe   edenlerle   birlikte   emrolunduğun gibi  dosdoğru   davran.   Ve  azıtmayın.   Çünkü   O,  yaptıklarınızı  gö­rendir.

113-   Zulmedenlere   eğilim   göstermeyin,   yoksa   size   ateş   do­kunur.    Sizin   Allah'tan   başka   velileriniz   yoktur,    sonra   yardım göremezsiniz.

 

Sözlük

 

Kitap. Yani Tevrat.

Şayet daha önce bir söz geçmiş olmasaydı. Kader, kalemi, he­saplaşma ve cezanın kıyamete kadar erteleneceğini yazma-saydı.

Hakkınca kuşkuya düşmüşlerdir. İçlerinde bir huzursuzluk, bir bunalım vardır.

Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Rabbinin sana emret­tiği gibi. O'nun emir ve yasaklarını eksiksiz uygula. Sakın O'nun şeriatının bir kısmını uygulamamazlık etme.

Sapmayın. Azıtmayın. Allah'ın şeriatının sınırlarını çiğneme­yin.

Zâlimlere meyletmeyin. Zâlimlere sevgi beslemek, yaptıkları­nı onaylamak suretiyle onlara eğilim göstermeyin.

Size ateş dokunur. Size isabet eder. Bunun kaçınılmaz sonucu da ateşe girmektir. [96]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde sunulan peygamber kıssalarının ardından, Allah'ın davetini insanlara duyuran, müşriklerin duyarsızlığı ve inadına karşı tevhid inancını savunan Rasûlüllah efendimize (s.a.s) moral destek sağlamaya, O'na sabır ve kararlılık aşılamaya yönelik değerlendirmeler devam ediyor:

"Andolsun, Musa'ya kitabı verdik."

Sana Kur'an'ı indirdiğimiz gibi O'na da Tevrat'ı vahiy yoluyla indirdik. Ama yahudiler Tevrat hakkında görüş ayrılığına düştüler. Bir kısmı Allah ta­rafından indirilen bu kitaba inanırken, bir kısmı da onu inkar etti. Nitekim se­nin kavmin de öyle davrandı; bir kısmı Kur'an'a inandı, bir kısmı da inkar yolu­nu tuttu. Şu halde üzülme.

"Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı."

Dünyada işlenen amellerin karşılığının ahirette verileceğine ilişkin bir hüküm daha önce verilmiş olmasaydı.

"Mutlaka aralarındaki hüküm verilmiş olacaktı." Mü'minleri bu dünyada kurtarıp kafirleri helak edecektik...

"Gerçekten onlar, bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler."

Seninle aynı soydan gelen Arap müşrikleri Kur'an hakkında kuşku içindedirler. Acaba Kur'an Allah'ın vahyi ve sözü müdür, yoksa başka bir şey midir? diye... Psikolojik bunalımla, ruhsal huzursuzlukla karışık bir tereddüt ve endişeli bir kuşku içindedirler.

"Şüphesiz Rabbin, onlardan tümüne yapıp ettiklerinin karşılığım tasta­mam ödeyecektir."

Mü'min olsun, kafir olsun, pak ve günahsız olsun, günahkar olsun herke­sin- amelinin karşılığı kıyamet günü eksiksiz verilecektir.

"Çünkü O, yapıp-ettiklerinden haberdardır." Bu ifade, kıyamet günü âdi bir yargılamanın olacağını vurgulamaya yöneliktir. Çünkü bir ameli bilmek onun hakkında yeterli biçimde haberdar olmak, kaçınılmaz olarak âdil bir ücre

vermeyi gerektirir.

"Seninle birlikte tevbe edenlerle emrolunduğun gibi dosdoğru davran."

Herkes amelinin karşılığını âdilce ve eksiksiz göreceğine göre sen, Rab-binin kitabında sana emrettiği gibi dosdoğru hareket et; hakka inan, salih amel işle, bâtıla sırt çevir, zararlı ve şeriata aykırı davranışlardan kaçın. Sen ve seninle birlikte iman edenlerin tamamı böyle yapın. Böyle yapın ki, hesap­laşma ve ceza gününde en hayırlı mükafatı siz alasınız.

"Ve azıtmayın."

İnanç, söz ve amelle ilgili olarak şeriatta çizilen sınırları çiğnemeyin.

"Çünkü O, yaptıklarınızı görendir."

Bu ifade, yasaklanan "haddi aşma" cürmüne (günahına) karşı bir uyarı niteliğindedir. Aynı zamanda, benimsenmesi ve izlenmesi istenen orta yolun, ılımlı hareket metodunun dışma çıkanlara yönelik bir tehdittir de.

"Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur."

Müşriklerle uzlaşma yönüne gitmeyin. Onların şirklerini normal karşıla­dığınızı, razı olduğunuzu gösterecek bir tavır içine girmeyin. Aksi taktirde siz de onlar gibi olursunuz, sonuçta ateşe girersiniz. Onları yaktığı gibi, cehen­nem ateşi sizi de yakar...

"Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz."

Eğer Allah'a ortak koşarak zulüm işleyenlere eğilim gösterir de, bunun sonucunda ateşe girecek olursanız, Allah'tan başka sizi içine düştüğünüz du­rumdan kurtaracak, sizi ateşten çıkaracak bir dost bulamazsınız. Sonra hiç bir şekilde, hiç kimseden yardım göremezsiniz. Bu uyarı, ilk etapta Rasûlüllah efendimize (s.a.v.) yöneltilmiş olsa bile, asıl muhatab O'nun ümmetidir. Çün­kü böyle bir yanılgıyı işleme ihtimali bulunanlar onlardır. Hz. Rasûl'e gelince O, masumdur; şirkten çok daha küçük günahlara karşı korunmuştur, nerede kaldı şirk gibi en büyük günah? [97]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah, bu açıklamalar ile kıssa sonrası değerlendirmelerle, pey­gamber efendimize (s.a.v) moral ve destek vermeyi, kafirlerin duyarsızlığı ile içinde oluşan sıkıntıyı hafifletmeyi amaçlıyor.

2-  Dünyada işlenen suçların cezası olan azabın dünyada tehir edilmiş olmasının sebebi, ceza yurdunun ahiret olmasıdır.

3-  Ahiret cezası kesin ve kaçınılmazdır. Kesinlikle geciktirilmez, uygu­lanma kaldırılmaz. Çünkü Yüce Allah bu şekilde hükmetmiştir.

4-  İnanç, ibadet, hüküm, hareket metodu ve davranış kuralları bakımın­dan Allah'ın istediği üzre dosdoğru hareket etmek imani bir zorunluluktur.

5- Yüce Allah'ın şeriatının kapsamında belirlediği sınırları çiğnemek ve aşırı gitmek haramdır.

6-  Müşriklere yaranmak, kafirlere yağcılık yapmak, onlardan ve hayat biçimlerinden razı olmak haramdır, küfürdür. Çünkü küfre rıza göstermek de küfürdür. [98]

 

114-    Gündüzün   iki   tarafında   ve   gecenin   yakın   saatlerinde namaz  kıl,   şüphesiz  iyilikler,   kötülükleri giderir.   Bu,   öğüt alanla­ra bir öğüttür.

115-    "Ve   sabret.   Gerçekten   Allah,   iyilik   yapanların   ecrini kaybetmez.

 

Sözlük

 

Ve namazı kıl. Farz olan namazları kıl.

Gündüzün iki tarafı. Başlangıç tarafı sabahtır. Öğlen ve ikindi ise, gündüzün öteki tarafıdır.

Gecenin yakın saatlerinde. Akşam ve yatsı vakitlerinde.

İyilikler kötülükleri giderir. Beş vakit namaz kılmanın sağla-\ dığı iyilik, bu sıralarda işlenen küçük günahları giderir.

Bu, öğüt alanlara bir Öğüttür. Yüce Allah'ın "namaz kıl" emri, öğüt alanlar için bir öğüttür.

Muhsinler. Niyetlerinde, sözlerinde ve amellerinde güzelliği ölçü alanlar; onları Allah'ın şeriatında vurguladığı elçisinin de şeriatinde açık biçimde uyguladığı şekliyle eda edenler. [99]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, Rasûlüllah efendimize (s.a.v) ve nıü'minlere yönelik çeşitli emirler içermektedir. Onları olgunluğa ve mutluluğa götürecek bir yol gösterici görevini yapmaktadır.

"Gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl."

Şu beş vakitte namaz kıl. Sabah, öğlen, ikindi, akşam ve yatsı... İfade­nin arapçasında geçen "ikame et," namazları en mükemmel bir şekilde edâ et, demektir. O zaman bu mükemmel edâ ediş, Yüce Allah'ın küçük günahları ve kötülükleri gidermede araç olarak kullandığı iyilikler görevini yapar. "Bu..." bu emir ve sonuçları "bir öğüttür." Nasihattir.

"Öğüt alanlar için" gerekli dersler çıkaranlara yönelik bir nasihattir. "Ve sabret."

All^-h'a itaat amacına yönelik faaliyetlerinde sabırlı ol ve müşriklerin eziyetlerine katlan. Sakın paniğe kapılarak dosdoğru çizginin dışına çıkma.

"Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez."

Kıyamet günü onların mükafatlarını zayi etmeden verir. Âyet-i kerime­de sözü edilen "muhsinler," sırf Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik olarak hareket eden ve bu hususta son derece titiz davrananlarda. İşte bu içten ve samimi amelleri, günahları giderici birer iyiliğe dönüşür. [100]

 

Sonuç

 

1-  Bu âyetlerde farz namazların kılınacağı beş vakit belirtilir. Çünkü gündüzün iki tarafından biri sabahtır ki, bu, sabah namazının vaktidir. Biri de akşama doğrudur-. Bu süre içinde de öğlen ve ikindi namazları kılınır. Geriye gecenin yakın saatleri kalıyor ki, o da akşam ve yatsı namazlarının kılındığı vakittir.

2-  İyiliklerin kötülükleri gidermesi ilahi bir kanundur. Bir hadiste Rasû-

lüllah efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

"Kılınan bir namaz, diğer bir namazın vaktine kadar işlenen küçük günahları örter. Ama büyük günahlar hariç."[101]

3- Sabır ve iyilik sahibi olmak bir zorunluluktur. Bunlar amellerin en faz­iletlileri arasında yer alan niteliklerdir. [102]

 

116- Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahi­bi  kişiler  bulunmalı   değil  miydi?   Zulmedenler  ise,   içinde   bulundukları  refahın peşine  düştüler.   Onlar  suçlu günahkarlardı.

117-   Halkı,   ıslah  eden  kimseler iken,  senin  Rabbin  o  ülkele­ri zulm  ile  helak edecek değildi.

118-   "Eğer Rabbin  dileseydi,  insanları  elbette  tek  bir  ümmet kılardı.   Oysa,   onlar   anlaşmazlığı   sürdürmektedirler.

119-   Rabbinin  rahmet  ettiklerinin  dışında.   Onları  bunun  için yarattı.   Böylece   Rabbinin   şu   sözü   tamamlanıp   gerçekleşmiştir: Andolsun,   cehennemi  cinlerden   ve   insanlardan,   tümüyle   doldura­cağım.

 

Sözlük

 

Ve olmalı değil mi? Amele teşvik edici, yapmayı özendirici bir söz.

Asırlardan. Çağ dediğimiz zaman dilimlerinde yaşayanlar. Bir çağ, yüz yıldır.

Dindar ve fazilet sahibi kimseler.

Onda aşırı gidenler. Allah'ın ölçülerini aştılar. Kendilerine nim­et olarak sunulan yiyecek, içecek, giyecek ve eşyanın peşine düştüler.

Ve onlar mücrimlerdir. Kendilerini ve başkalarını günaha sür­üklemekle suç işlemişlerdi.

Zulüm ile. Yüce Allah, insanlar herhangi bir suç işlemeden, sırf zulüm olsun diye onların yurtlarını yıkıma uğratarak onları helak etmez.

Tek ümmet. Tek dine, yani islâm'a göre yaşayan bir ümmet yapardı.

Onları bunun için yarattı. Görüş ayrılığı içinde olanları bunun için, rahmet içinde yaşayanları da bütün rahmet nitelikli bir hayat için yaratmıştır. [103]

 

Açıklama

 

Yüce Allah elçisine buyuruyor ki: "Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek, fazi­letli kimseler bulunmalı değil miydi?"

Rasûl ve mü'minlerden önce fazilet sahibi kimseler. Aklı başında olan, fazilet sahibi ve dindar kimseler şirke, âyetleri yalanlama girişimlerine ve günaha karşı çıksalardı ya? Ne yazık ki, Yüce Allah'ın toplumları helak ederk­en, Rasûllerle birlikte kurtardığı çok az bir gruptan başka kimse bu yükümlü­lüğü yerine getirmedi.

"Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu günahkarlardı."

Aralarında, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya karşı çıkan çok az kimse vardı. Bunlar in da, sayıları bir elin parmaklarını geçmez. Bu kimseler Allah tarafından kurtarılmış mü'minlerdi. Geriye kalanlar şirk ve günaha dayalı bir hayat sürdürmek suretiyle kendilerine zulmedenlerdi. Dünya hayatının lezzet verici çekiciliğine kapılanlardı. Bu yüzden suçluydular. Allah da onları helak etti. Daha önce Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih ve Hz. Şuayb -Selam üzerle­rine olsun- kıssaları anlatılırken değinildiği gibi elçilerini ve mü'minleri soy­daşlarının üzerine inen dehşet verici azaba karşı koruması altına aldı.

"Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulüm ile helak edecek değildi."

Ey peygamber, senin Rabbine, sırf haksızlık olsun diye, halkı yapıcı ve iyiliksever olan memleketleri helak etmek yakışmaz. Fakat şirk işlemek, Allah'ın elçilerini yalanlamak ve günaha dalmak suretiyle kendi nefislerine zulmetmelerinden dolayı onları helak eder. Bu.âyet-i kerimenin içeriği, Yüce Allah'ın geçmiş toplumlara uyguladığı bir kanununun açıklanması niteliğin­dedir. Tefsirini sunduğumuz bu sûrede Yüce Allah, aktardığı peygamber kıs­salarında adı geçen kanununu uyguladığını vurgulamaktadır.

"Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet kılardı."

Önlerindeki engelleri bertaraf ederek, içlerinde doğru yola yönelik bir eğilim yaratıp, İslâm üzere bir hayat sürdürmelerini sağlardı. Yüce Allah zor­la böyle bir şeyi dilemediğine göre, insanlar kendi tercihleriyle yahudilik, hris-tiyanlik ve mecusilik; gibi çeşitli dinlere, aynı dine mensup toplumlar da. çeşitli grup ve mezheplere bölüneceklerdir. Karşılığını da göreceklerdir.

"Rabbinin rahmet ettikleri dışında."

Ey peygamber, amellerinden dolayı senin Rabbinin rahmetinin kapsa­mına aldığı kimseler bölünmezler, ihtilafa düşmezler. Aksine onlar Allah'a ve Rasûlüne inanırlar. Allah ve Rasûlüne itaatin öngördüğü amelleri işlerler. On­ların aralarında ayrılık ve gayrılık yoktur. Dinleri birdir. Hayat sistemleri bir­dir.

"Onları bunun için yarattık."

İnsanların yaratılışı bu esasa dayalıdır; bir kısmı kafir, bir kısmı mü'min-dir. Kafirler bedbaht, mü'minlerse bahtiyar olacaklardır. Bu, yaratılışın kanu­nudur. Her kul kendi iradesiyle tercihini yapar. Zorlama olmaz.

"Rabbihin şu sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir."

Gerçekleşmiş ve uygulanması zorunlu hale gelmiştir.

"Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle dolduracağım."

Dinde ihtilafa düşmeleri, onları cehenneme sürükleyici rol oynar. Çünkü Yüce Allah, cehennemi cinlerden ve insanlardan tümüyle doldurmaya hük­metmiştir. Bu, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bir emirdir. [104]

 

Sonuç

 

1- Aralarında iyiliği emreden, bozgunculuk ve kötülüğü yasaklayan fazi­let sahibi kimseler olduğu sürece insan toplulukları hayır ve bereket üzere bir hayat sürerler.

2-  Lüks ve rahat yaşayış, çoğu zaman ihtirasların peşine düşüp, yapıcı hareketleri terketmek suretiyle nefsi suçlu ve günahkar bir duruma sokar.

3- Bir memleketin halkları salih ve yapıcı oldukları sürece her türlü azap korkusundan emin olurlar.

4- İttifak ve beraberlik rahmet; dinde ihtilaf ve ayrılık ise azaptır. [105]

 

720-   Sana   elçilerin   haberlerinden   -kalbini  sağlamlaştıracak-doğru   haberler  aktarıyoruz.   Bunda   sana   hak   ve   mü'minlere   bir

öğüt   ve   uyarı  gelmiştir.

121-   İman   etmeyenlere   de   ki:   "Yapabileceğinizi  yapın;   el­bette   biz   de  yapacağız."

122-    "Ve   gözleyip   durun;   gerçekten   biz   de   gözleyip   dura­cağız. "

123-   "Göklerin   ve  yerin  gaybı  Allah'ındır,   bütün   işler  O'na döndürülür;  öyleyse  O'na kulluk edin  ve  O'na tevekkül edin.  Rab-bin   yaptıklarınızdan   habersiz   değildir."

 

Sözlük

 

Ve hepsini anlatıyoruz. Manevi bir destek olarak kalbinin ih­tiyaç duyduğu türden peygamber kıssalarını sana gerçek ve doğru biçimde anlatıyoruz ki, yüreğin pekişsin, baskılar karşı­sında direncin artsm.

Onunla kalbini sabitleştiriyoruz. Sana bazı kıssalar anlatıyo­ruz ki, kalbin sarsılmasın, sana yüklediğimiz mesajm ağırlığı­na ve onu tebliğ etme sorumluluğuna karşı sabredebilesin.

Ve bunda sana hak geldi. Diğer sûrelerde olduğu gibi bu sûre­de de sana Rabbin katından değişmez ve sarsılmaz hak gel­miştir.

Hatırlatma ve nasihat. Sana bu sûrede bir öğüt ve mü'minlere de öğüt gelmiştir. Çünkü onlardır öğütten yararlananlar.

Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Göklerin ve yerin bilin­mezliklerini sadece Allah bilir. O'ndan başkası, bu hususta herhangi bir bilgiye sahip değildir. Allah bildirirse başka. İbadeti sırf O'na özgü kıl, sadece O'na kulluk et. O'na hiç bir şeyi ortak koşma.

Ve ona tevekkül et. Ona güven. Tüm işlerini O'na havale et. O'na her hususta eksiksiz bir güven duy. Kuşkusuz O, sana yeter. [106]

 

Açıklama

 

Tefsirini sunduğumuz bu sûrede Yüce Allah, geçmiş topluluklara gön­derdiği elçilerden, bu toplulukların elçilere karşı takındığı yalanlayıcı, inkarcı ve inatçı tavırlardan, buna karşılık olarak elçilerin Allah'ın yardımı kendilerine ulaşıncaya kadar sabrettiklerinden söz etti. Sonunda bir değerlendirme olarak peygamber efendimize (s.a.v.) şöyle hitab ediyor:

"Sana elçilerin haberlerinden kalbini sağlamlaştıracak doğru haberler aktarıyoruz."

Konumunu pekiştirici ve direncini arttırıcı olarak ihtiyaç duyduğun pey­gamber kıssalarım, elçilerle kavmi arasında geçen olayları, kalbini sağlamlaş­tırmak için aktarıyoruz ki, mesajım sunmaya devam edesin, dâvanı kesintisiz olarak yürütesin.

"Bunda sana gelmiştir."

Başka sûrelerde olduğu gibi bu sûrede de sana vahiy yoluyla gelmiştir.

"Bir öğüt."

Bununla başkalarına öğüt veriyorsun. "Ve bir uyarı."

Mü'minlere de bir uyan gelmiştir. Buna dayalı olarak, Allah'a itaat esa­sına dayalı hareket tarzına sabrederler, sınama amaçlı bela ve musibetlerden dolayı paniğe kapılmazlar, sapıklığa eğilim göstermezler.

"İman etmeyenlere de ki: Yapabileceğinizi yapın; elbette biz de yapaca­ğız ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip duruyoruz."

Ey Rasûlüm! Senin kavminden olup da iman etmeyen, âyetlerimizi ya­lanlamada ısrar eden, şirk ve günaha dayalı hayatını değiştirmeye yanaşma­yan kafirlere de ki: Bulunduğunuz halde elinizden geleni yapın, biz de in­ancımıza dayalı olarak gerekli olan tavırları takınacağız. Bekleyin bakalım, sonuçta zafer hangimizin olacak ve hangimiz onur kırıcı bir yenilgiyi tadacak.

"Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır."

Sâdece O bilebilir, yardımın ne zaman geleceğini ve yenilginin ne zaman gerçekleşeceğini. Hidayet, sapıklık, mutluluk ve mutsuzluk, nihai olarak O'nun iradesine bağlı olduğu gibi zafer ve hezimet de O'na bağlıdır. Şu halde ey Rasûlüm! Sadece Allah'a kulluk et, yalnızca O'na güvenip dayan. Seni ilgi­lendiren dünya ve ahirete ilişkin her türlü sorunun çözümünde, O senin için yeterli bir güvencedir. Ey insanlar! Rabbiniz, yaptıklarınızdan habersiz değildir. O, herkesi işlediği hayır veya şerre göre adalet ilkesi doğrultusunda yargılayacaktır. O'nun gücü her şeye yeter. [107]

 

Sonuç

 

1-  Kur'an-ı Kerim'de peygamber kıssalarının yer alması şu amaçlara yö­neliktir:

a)  Peygamber efendimizin (s.a.v.) kalbini sağlamlaştırmak, ona moral ve destek sağlamak.

b) Mü'minlerin ibret alacakları örnekleri gözler önüne sermek.

c) Bu yolla peygamber efendimizin (s.a.v.) peygamberliğini pekiştirmek.

2-  Gayba ilişkin bilgi Allah'a mahsustur. O'ndan başkası gaybı bilemez. Allah bildirirse başka.

3- Her işin başı, ve sonu Allah'a aittir.

4-  Sâdece Allah'a ibadet etmek ve yalnızca O'na güvenip dayanmak gerekir. [108]

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/108.

[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/108-111.

[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/111-112.

[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/113.

[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/113-115.

[6] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/115.

[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/116-117.

[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/117.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/118.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/119.

[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/119-120.

[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/121.

[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/122.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/122-124.

[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/124.

[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/125-126.

[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/126-127.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/127.

[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/128-129.

[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/129-130.

[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/130.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/131.

[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/131-132.

[24] Kitap, sünnet ve icmaya dayanan kıyas caiz ve güzeldir. Çünkü böyle bir kıyas; kitap, sünnet ve icmaya sarılma anlamını taşır. Yerilen ve haram olan kıyas, bu üç temel kaynağa dayanmayan kıyastır. Ebû Bekir, Ali (r.a)'a: Biatimi bozun! deyince Ali: Vallahi biatim bozmuyoruz, bozmayacağız da! Senden dünya işlerimizde RasûSüllah (s.a.v.) hoşnuttu. Biz nasiî hoşnut olmayalım ki! dedi. Ali devlet başkanlığını imamlıkla kıyasladı.

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/132-133.

[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/134-135.

[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/135-137.

[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/137.

[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/138.

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/138-139.

[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/139-140.

[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/140.

[33] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/140-141.

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/141.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/142.

[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/142-143.

[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/143.

[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/145.

[39] Tandır: Köylerde ekmek pişirilen, yere gömülmüş, yaklaşık bir-birbuçuk metre boyunda, kuyu biçimi bir ocaktır. Âyette "tandır feryat etti" demek, olayların başlama vakti geldi manasına kullanılan bir deyimdir. Fakat bazı tefsirciler tandir'ı gerçek manasına kullanmışlardır. Geminin motorunun çalışmaya baş­laması şeklinde izah edenler de vardır. Bu üç durumda da Nuh kavminin helak olma vaktinin geldiği anlatılmış olur. Ziya ER YILMAZ(a.s.)

[40] Yeryüzünde Yüce Allah üç dağı şereflendirmiş tir. Cudi dağı, geminin üzerinde durması, Tur dağı, Hz. Musa (a.s.)'nm münacati ve Hira dağı, peygamberimize vahyin orada indirilmesi ile.

[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/145-147.

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/147-148.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/149.

[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/149-151.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/151-152.

[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/153.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/153-154.

[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/155.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/156-157.

[50] Şahitlikte bulunmalarını istemesinin nedeni, onların buna layık olduklarından kaynaklanmıyor. Sırf konumunu ve önceki ifadeyi pekiştirmek amacı ile böyle bir teklifte bulunuyor. Zaten her iki cümlede ayrı ayrı fiil kullanılması, qn-larm şahitlikleri ile Allah'ın şahitliğinin eşit olmadığını gösteriyor.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/157-159.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/159.

[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/160.

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/160-161.

[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/161.

[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/163.

[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/163-165.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/165.

[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/166-167.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/167-168.

[61] Seferilik konusu Hanefi mezhebinde onbeş günden az olduğunda hâlâ seferi sayılmaktadır. Yani namazları kısaltarak kılar. (Ziya ER YILMAZ)

[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/168-169.

[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/170.

[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/170-172.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/172.

[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/173.

[67] Ankebut Sûresi: 32

[68] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/173-174.

[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/174.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/175.

[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/175-176.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/177.

[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/178.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/178-179.

[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/179.

[76] Medyen, kabilenin babası idi. Hz. İbrahim (a.s.)'in oğlu idi. Hz. Lut (a.s.)'ûn kızlarından biriyle evliydi.

[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/180-181.

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/181-182.

[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/182.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/184-185.

[81] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/185-186.

[82] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/187.

[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/188-189.

[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/189-190.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/191.

[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/192.

[87] Kasas Sûresi: 38.

[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/192-193.

[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/193-194.

[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/195.

[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/195-196.

[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/197.

[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/198-199.

[94] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/199-201.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/201.

[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/202-203.

[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/203-204.

[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/204-205.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/205-206.

[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/206.

[101] Buhari, Abdullah b. Mesud'un söylediğini şöyle rivayet eder: "Bir adam kendi­sine haram olan bir kadını öpmüştü. Adam Rasûlüllah'a gelerek durumu O'na anlattı. Bunun üzerine "Gündüzün iki tarafında namaz kıl," âyeti indi. Adam: "Bu benim için de geçerli mi?" dedi. Efendimiz: "Ümmetimden herkes için geçerlidir" buyurdu."

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/206-207.

[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/208.

[104] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/208-210.

[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/210.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/211.

[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/212.

[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/213.