|
|
|
|
|
Yûsuf Sûresi
12
|
İndiği Yer
|
: Mekke |
|
İniş Sırası
|
:53 |
|
Âyet Sayısı
|
: 111 |
|
Mushaftaki sıralamada
on ikinci, iniş sırasına göre elli üçüncü sûredir. Hûd sûresinden sonra, Hicr
sûresinden önce Mekke'de nazil olmuştur.
Yahudilerin telkini ile
Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber'e "îsrâiloğullan Mısır'a niçin
gittiler?" şeklindeki sorusuna cevap olarak veya müslümanların
Re-sûlullah'ın bir kıssa anlatmasını istemeleri üzerine indiği rivayet
edilmiştir. Ancak, Muhammed b. İshak'a göre sûrenin nüzul sebebi, kavmi
tarafından zulme uğramış olan Hz. Peygamber'i teselli etmektir.[1]
Kavminin baskıları ve işkenceleri karşısında Resûl-i Ekrem ve arkadaşları
bunalmışlardı; bu bunalımdan bir çıkış yolu arıyorlardı. Böyle sıkıntılı bir
anda bu sûrenin inmesi, müslümanlara bir teselli ve müjde olmuştur. Zira
kıssanın kahramanı olan Hz. Yûsuf da Filistin'de kardeşleri tarafından bazı
kötülüklere mâruz kalmıştı. Fakat sonunda o, Mısır'da devlet yönetiminde söz
sahibi oldu, kardeşleri de bu devletin yönetiminde görevlendirildiler.
Bu sürede anlatılan
kıssa da, dolaylı olarak Hz. Muhammed ve arkadaşlarına, sabrettikleri takdirde
Hz. Yûsuf'a verilmiş olan mükâfatın bir benzerinin verileceğini ve
Kureyşliler'in kendilerine boyun eğeceğini müjdelemektedir. Nitekim kavminin
baskısı neticesinde Medine'ye göç etmiş olan Resûlullah sekiz sene sonra
Mekke'yi fethetmiş ve Kureyşliler ona boyun eğmiştir. Ancak Hz. Peygamber
Kureyşliler'e, Hz. Yûsuf un Mısır'da kardeşlerine söylediği sözün aynısını
söylemiş ve şöyle demiştir: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi afetsin!
O, merhametlilerin en merhametlisidir"[2] "Gidiniz
hepiniz serbestsiniz!" [3]
Muhtevasına ve işaret ettiği konulara bakıldı-j£ınıh sûrenin, hicretin
arifesinde meydana gelen olaylar esnasında, yani Kııreys'iıt Hz. Peygamber'i
öldürme, sürgün etme veya hapsetme planlarını tasarladığı sırada ve bir defada
inmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kur'ân ı Kerîm'deki
kıssalar bazı hikmetlere dayanmaktadır. Özellikle peygamberlerin kıssaları,
alınması gereken ibretlerle doludur. Nitekim bu sûrenin son âyetinde yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için
ibretler vardır." Hz. Yûsuf'un kıssası hakkında da şöyle buyurmuştur:
"Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, almak isteyenler için ibretler
vardır. [4]
Sûre adını 4. âyetten
itibaren 101. âyetin sonuna kadar kıssası anlatılan Yûsuf aleyhisselâmdan
almıştır.[5]
İlk üç âyette bu
sûredeki âyetlerin Kur'ân-ı Kerîm'İn âyetleri olduğu, Kur'an'ın Arap diliyle
indirildiği ve bu sûrede kıssaların en güzelinin anlatılacağı bildirilmektedir.
Bundan sonra 101. âyete kadar Hz. Yûsuf'un kıssası anlatılmıştır. Kıssada Hz.
Yûsuf'un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması, onu kuyudan çıkaran kafile
tarafından Mısır'da köle olarak satılması, bir iftira sonucu cezaevine girmesi,
Mısır kralının gördüğü rüyayı yorumlaması neticesinde cezaevinden çıkarılıp
maliyeden sorumlu yüksek düzeyde yöneticiliğe getirilmesi, uzun süreli bir
ayrılıktan sonra babası ve kardeşleriyle tekrar buluşması gibi konular ele
alınmıştır. Daha sonraki âyetlerde İse müminlere müjde ve öğütler
verilmektedir. [6]
Rahman ve rahim olan
Allah'ın adıyla... 1. Elif-lâm-râ. Bunlar, apaçık kitabın âyetleridir. 2.
Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. 3. Biz, bu Kur
'an 'ı sana vahyetmekle en güzel kıssayı da anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen
bundan önce elbette bunu hilenlerck'n[7]
1. Bazı
sûrelerin başında bulunan "elif-lâm-râ" gibi harflere "hurûf-ı
mukat-taa" denmektedir. [8]
Yüce Allah, indirilen
bu âyetlerin gelişigüzel söylenmiş sözler değil, gerçekleri açıklayan ve ebedî
bİT mucize olan ilâhî kitabın âyetleri olduğunu, dolayısıyla bu kitaba şanına
yakışır bir şekilde saygı gösterilmesi ve emirlerinin uygulanması gerektiğini
vurgulamaktadır. [9]
2. Bütün
İnsanlık için gönderilmiş olan Kur'an'ın Arabistan'da ve Arapça olarak
indirilmesinin coğrafî, sosyolojik, psikolojik ve dil ile İlgili sebepleri vardır.
Her şeyden önce Arap yarımadası eski dünyayı meydana getiren, bugün de insanlığın
büyük bir bölümünü barındıran Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine en
çok yaklaştığı merkezî bir yerde ve dünya ticaret yollarının kesiştiği bir
noktada bulunmaktadır, Kur'an'ın nazil olduğu zamanda bu bölge komşu illerde
yer alan siyasî güçlerin iktisadî ve siyasî menfaatlerini doğrudan ilgilendiren
bir konumdaydı. Bu siyasî güçlerin aksiyon ve reaksiyonlarının toplandığı bir
merkezde yer alan Arap toplumu bu kıtalarda yaşayan insanları ve bunların
yaşayışlarını tanıma imkânına sahipti.
Arap toplumu çölde
yaşadığı için, müreffeh bir hayat tarzından uzaktı. Tehlikeli işlere atılma ve
değerlerin müdafaasında sabırla direnme gibi vasıflara sahip bulunuyordu.
Asırlar boyunca dillerinin safiyetini korudukları gibi belirtilen nitelik ve
enerjilerini de muhafaza etmişlerdi. Kabileler arasında uzun süre devam etmiş
olan iç savaşlar, onlara atılganlık vb. meziyetler kazandırmıştı. Ayrıca
ticaretle uğraşan bir toplum olmaları sebebiyle hareket kabiliyetine ve uzun
süreli seyahatlere katlanma gibi hususiyetlere sahip bulunuyorlardı. Bu sayede
Araplar ticaret yaptıkları ülkelerin örf ve âdetlerini, hususiyetlerini,
kanunlarını Öğrenmişlerdi; kısaca İslâm'ı buralara ulaştırılmak için gereken
tecrübeye sahip bulunuyorlardı.
Kur'an'ın Arapça
olarak indirilmesinin temel sebebi, son peygamberin Araplar arasından seçilmiş
olmasıdır. Yüce Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş,
vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah'ın emir ve yasaklarını
kavmine rahatça anlatsın[10] Şüphe yok ki Kur'an'ın Arap dili ile
indirilmiş olması onun sadece Araplar'a indirildiğini ifade etmez. Nitekim
bazı âyetler, onun bütün insanlığa hitap ettiğini, dolayısıyla evrensel bir kitap
olduğunu göstermektedir. [11] Son peygamberin Araplar
arasından seçilmesinin doğal bir sonum ıtl/ınık ona' onlar ıslah ve irşjıd
edilecek, sonra da onların aracılık ve örnekliginde diğer kavimler İslâm iman
ve ahlâkına gireceklerdi. Ayrıca Kur'an yalnız Araplar'm kutsal kitabı
olmadığından Arapça bilmeyenlerin de onu anlayabilmeleri ve böylece İslâm'ı
birinci kaynağından Öğrenme imkanını elde etmeleri için Kur'an'in başka dillere
çevrilmesi zorunludur. Ancak bu çeviriler insan çabasının ürünleri, dolayısıyla
az veya çok kusurlu olup Kur'an'ın orijinal metni mevcut şekliyle Arapça
metindir. [12]
3. "En
güzel kıssa" diye çevirdiğimiz "ahsemi'l-kasas" tamlamasındaki
ka-sas kelimesi sözlükte "bir şeyin izini sürmek" anlamına
gelmektedir; isim olarak, "anlatılan haber" demektir. Kur'an'da daha
çok bu mânada kullanılmıştır (Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, "kss"
md.). Bu mânada kıssa ile eş anlamlı olup her ikisinin de çoğulu kjsastır.
Edebiyatta hayâlı kıssalar olduğu gibi gerçek kıssalar da vardır. Hz. Yûsuf'un
kıssası yaşanmış bir olaydır. Bir taraftan tasavvuf ve edebiyatta mecazî aşk
denilen ve tabii bir gerçeklik olan beşerî sevgiyi, diğer taraftan bu tür
sevgilerin insanı kötülüğe saptırmasına engel olacak güç ve içtenlikteki iman
ve iffetin yüceliğini anlatan bu sûre, âyette "ahsenü'l-kasas" olarak
nitelendirilmiştir. Kıssada aynı zamanda baba-oğul, Ya'kub aleyhisselâm ile
Yûsuf un hasret, ıstırap ve üzüntüleri canlı bir şekilde dile getirilmektedir.
"Ahsenü'l-kasas" tamlamasını "en güzel üslûp" şeklinde
anlayanlar da vardır. [13] Buna göre cümlenin meali şöyle olur:
"Biz, bu Kur'an'ı sana en güzel bir üslûpla anlatıyoruz."
Âyette, Hz,
Peygamber'İn, Yûsuf hakkında daha önce bilgisinin olmadığı, bu bilgilerin
kendisine vahiy yoluyla geldiği bildirilmektedir. Bu durum, Hz. Muham-med'in
hak peygamber, Kur'an'm da mucize olduğunu gösterir. Zira okur-yazar olmayan,
yabancı dil bilmeyen ve İsrâiloğulları'nın Mısır'a gitmeleriyle ilgili yeterli
bilgisi bulunmayan bir kimsenin, vahye dayanmadan, çok zaman olayların detayına
kadar inen böyle mükemmel bir kıssayı ortaya koyması mümkün değildir.
İbrânîce'de
"Allah'ın kulu" mânasına gelen İsrail kelimesi, Ya'kub peygamberin
lakabı olup Allah'ın halis kulu olduğunu ifade eder. Soyundan gelenlere de
"İsrâiloğulları" denilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes araştırmacılarından
nakledildiğine göre Ya'kub Filistin'de yaşıyordu ve on iki oğlu vardı. Yûsuf
on birinci oğluydu. Milâttan önce 1906'da doğmuş, 1890'lı yıllarda Mısır'da
köle olarak satılmıştı. Bir süre kölelik, oldukça uzun bir süre de hapis
hayatı yaşadıktan sonra Mısır'da önemli bir üst düzey yöneticiliğe getirildi.
Daha sonra babası ve kardeşlerini de Mısır'a götürdü. Böylece İsrâiloğulları
Mısır'a yerleştiler. Hz. Musa'nın zamanında ve onun liderliğinde tekrar
Filistin'e dönmüşlerdir. [14]
4. Bir zamanlar Yûsuf,
babasına demişti ki: "Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve
ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm." 5. Babası,
"Yavrucuğum! Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana tuzak
kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır" dedi. 6. İşte böylece
rabbin seni seçecek, sana rüyada görülenlerin yorumunu öğretecek ve daha önce
iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da
nimetini tamamlayacaktır. Kuşkusuz rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. [15]
4-6. Yûsuf
aleyhisselâmın soy kütüğü şöyledir: Yûsuf, babası Ya'kub, babası îshak, babası
İbrahim aleyhİsselâm. Görüldüğü gibi Yûsuf, Hz. İbrahim'in dördüncü kuşaktan
torunudur. Ya'kub ile eşi Rahîl'den dünyaya gelmiştir. Resûlullah
buyurmuşlardır ki: "İnsanların en şereflisi, Allah'ın peygamberi Yûsuf
tur; o, Allah'ın peygamberinin oğludur; o da Allah'ın peygamberinin oğludur; o
da Allah'ın dostunun (halîl) oğludur" [16]
Rüya,
"görmek" mânasına gelen "rii'yet" mastarından alınmış bir
isim olup, uyku halinde birtakım olay ve şekillerin görülmesi demektir,
Türkçe'de buna "düş" denir. Rüya kişinin sadece iç dünyasıyla ilgili
bir olay olmayıp, aynı zamanda hayalin ötesinde dış dünyada bir gerçeğe de
işaret eder. Râzî'ye göre yüce Allah, insan ruhunu madde ötesi âleme
çıkabilecek, levh-i mahfuzu okuyabilecek yetenekte yaratmıştır. Ancak ruhun
bedenle ilgisi buna engel olmaktadır. Uyku halinde ruhun bedenle ilgisi
azalır, 3evh-i mahfuzu okuma gücü artar. Ruhun orada gördükleri, hayal aleminde
kendine özgü İzler bırakır. [17] Bu
izler hayalin ötesindeki bir gerçeği yani tevh-İ mahfuzdaki bilgiyi gösterir
ki rüyanın asıl işaret ettiği şey budur. [18]
Gazzalî, levh-i mahfuz
ile insan kalbini, karşı karşıya duran fakat aralarında perde bulunan iki
aynaya benzetmektedir. Aynaların arasındaki perde kaldırıldığında birindeki
görüntü diğerine aynen yansır. İşte rüya olayı buna benzer; insan uyuduğu zaman
kalbin duyu organlarıyla ilgisi kesilir, levh-i mahfuz ile kalp arasındaki
perde ise kalkar, böylece levh-i mahfuzdaki bazı bilgiler kalbe yansır; hayal
gücü bu bilgileri sembollerle alarak korur, İnsan uyandığında ancak hayalindeki
sembolleri hatırlar. [19] İşte rüyayı yorumlayıp
İşaret ettiği perde arkasındaki gerçekleri göstermeye "rüya tabiri"
(yorumu) denilmektedir. [20]
Psikanalizin kurucusu
Freud'a göre rüyanın kaynağı ferdin şuur altı, rüya İse arzuların tatmini için
yapılan bir teşebbüstür. Ona göre başta cinsel arzular olmak üzere çocukluk
döneminden itibaren bastırılan duygular, geçmişte yaşananlar ve duyu
organlarına etki eden duyumlar rüyanın esas öğesini oluşturur ve rüya esnasında
ortaya çıkar. [21] "İnsanın yaşama
kaynağı ve canlı organizmanın tek faaliyet gayesi cinsel hayattır. Bu da
"libido" denilen idare merkezinde planlanmaktadır. Cinsel duygularla
toplumdaki kuralların çatışması veya bu isteklerin şuur altına itilmesi,
kişide bazı kompleksler meydana getirir. Rüyada görülen olaylar işte bu
komplekslerin, bilinç dışı arzuların akıl sansürü ve baskısından kurtulmuş
olarak örtülü bir şekilde tezahürüdür. Uyku esnasında sansürün gücü
azaldığından arzular serbestçe dışa vurulursa da rüya gören kişinin bilincine
girmelerini engellemek amacıyla kabul edilebilir imgelere dönüştürülür. Bu
dönüştürmede uyku sırasında algılanan duyu uyaranlarından, önceden yaşanmış olaylardan
ve derinde yerleşmiş anılardan yararlanılır. [22]
îslâmî kaynaklarda
genel olarak üç türlü rüyanın bulunduğu ifade edilmektedir: a) Sâdık rüya.
Kaynağı ilâhî olan İkaz ve işaretler olup doğru ve gerçek rüyalardır. Hz,
Peygamber bu tür rüyaların peygamberliğin kırk altı cüzünden biri olduğunu
haber vermiştir. [23] Sadık rüya gören kimsenin
ruhu, bu vesileyle Allah'ın ilim, irade, kudret ve yaratmasıyla ilgili bazı
şeyler hakkında bilgi sahibi olur. Böylece zaman içerisindeki bazı gayb
olaylarını meydana gelmeden önce keşfeder ve haber verir veya mekân içindeki
bazı şeyleri insanların normal olarak görmesinden önce görür ve bildirir. Bu
duruma, "rüya yoluyla keşif denilmektedir, b) Nefisten yani beyin, duyu
organları ve iç organlardan kaynaklanan düşler. Bunlar, hâtıraların hayalde
canlanmasından ibarettir, c) İnsan ruhunun gizli bk dış tesirden (şeytandan)
etkilenmesi neticesinde meydana gelen korkma ve sapmalar olup yalancı bir
çağrışım ve hayalî bir olaydır. Hz. Pcyjtamber bu tür rll-yalann şeytandan [24]
Gerek nefisten gerekse
şeytandan kaynaklanan bu tür yorumu yapılamııyun karmakarışık rüyalara
"ahlâm" veya "edgasu ahlâm" denmektedir. [25]
Hz. Yûsuf'un gördüğü
bu rüyada baba, anne ve kardeşlerin güneş, ay ve yıldızlarla temsilî olarak
anlatılması, rüyanın ve neticesinin önemine işaret ettiği gibi, Yûsuf'un
şanının yüceliğini de gösterir, Yûsuf un rüyası, yüce Allah'ın onu peygamberlik
görevine hazırladığının bir işaretidir. Nitekim Hz. Peygamber'e de vahyin
gelişi sâdık rüya ile başlamıştır. [26]
Yûsuf'un gördüğü bu rüyayı yorumlayan Hz. Ya'kub, oğlunun ileride büyük bir
makama geleceğini anlamıştı. Ancak diğer oğullarının, yorumu gayet kolay olan
bu rüyadan haberleri olduğu takdirde Yûsufu kıskanarak ona kötülük
edeceklerinden endişe etmiş, bıı sebeple rüyasını kardeşlerine anlatmaması
için onu uyarmıştır. Hz. Yûsuf'un rüyada gördüğü güneş, babası Ya'kub; ay,
annesi Râhîl; yıldızlar ise on bir kardeşi idi. Bünyâmin adındaki en küçük
olanı öz, diğerleri üvey kardeşleriydi. [27]
6. âyette "rüyada
görülenlerin yorumu" diye çevirdiğimiz "te'vîlü'l-ehâdîs"
tamlamasındaki te'vîl kelimesi terim olarak, "lafzı zahirî anlamında değil
de kitap ve sünnete uygun olan muhtemel bir anlamda yorumlamak" mânasına
gelir. Burada te'vil terimi, "tabir etmek" ile eş anlamlı olarak,
"rüyadaki sembolleri yorumlayıp delâlet ettikleri mânayı ortaya
çıkarmak" anlamında kullanılmıştır, Ehâdîs kelimesi ise "olay"
ve "haber" anlamlarına gelen hadîsin çoğuludur. Birinci anlama göre
cümle, "Allah sana olaylarda sebep-sonuç ilişkisini ve olayların yorumunu
öğretecek" mânasına, ikinci anlama göre ise "Allah sana rüyaların
yorumunu öğretecek" mânasına gelir. Bu anlamdan hareketle cümleyi,
"Allah sana kendi kitaplarının ve peygamberlerin sözlerinin yorumunu
öğretecek" şeklinde tefsir edenler de olmuştur. Bu görüşleri birleştirmek
suretiyle cümlenin mânasını daha kapsamlı olarak değerlendirmek de mümkündür,
Buna göre cümle, Hz. Yûsuf'a rüyaları yorumlama yeteneğinin verileceğini ifade
ettiği gibi, hayatın problemlerini anlama ve onlara çözüm getirme, aynı
zamanda her şeyin hakikatini kavrama yeteneğinin verileceğini de ifade eder.
Yüce Allah'ın Hz.
Yûsuf a nimetini tamamlamasından maksat, ona nimetlerin en üstünü olan
peygamberlikle birlikte devlet yöneticiliğini de nasip etmiş olmasıdır.
Böylece ona hem dinî hem de dünyevî müstesna nimetler nasip etmiş, lüt-fünu
tamamlamıştır. Ataları Hz. İbrahim ve İshak'a peygamberlik vererek onları on
büyük şerefe erdirdiği gibi, Ya'kub'un soyundan da birçok peygamber ve hükümdar
göndermek suretiyle bu soyu başka kavimlerin hiçbir şekilde ulasamavacakları
bir şerefe ulaştırmıştır. [28] İşte Allah'ın Ya'kub aleyhisselâmın ailesine
nimetini tamamlamasından maksat da budur. [29]
7. Andolsun ki Yûsuf ve kardeşlerinde, almak
isteyenler için ibretler Yardır. 8. Hani kardeşleri demişlerdi ki:
"YûsuPla kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki bizim sayımız
daha çok. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanılgı içindedir. 9. Yûsuf'u öldürün
veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kabın! Ondan
sonra da (tövbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!" 10. Onlardan biri,
"Yûsuf u Öldürmeyiniz, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın
da geçen kervanlardan biri onu alsın" dedi. [30]
7-8. Yüce
A]lah Hz. Yûsuf İle kardeşlerinin kıssasında, almak isteyenler İçin birçok
ibret bulunduğuna dikkat çekmiştir. Yûsuf'un, bu âyette geçen kardeşinden
maksat, kendisinden küçük olan ana-baba bir öz kardeşi Bünyânıin'dir. [31]
Gelecekte peygamberlikle görevlendirilecek olan Hz. Yûsuf, dürüstlük ve üstün
karakteri sebebiyle babasının dikkatini çekmiş ve sevgisini kazanmıştır.
Bünyâmin de peygamber olmamakla birlikte en küçük çocuğu olması ve üstün bir
şahsiyete sahip bulunması gibi sebeplerle onu da çok seviyordu. Hz. Ya'kub'ıra
bu en küçük iki oğluna karşı farklı bir sevgi göstermesi, diğer oğullarının
haset duygularını iyice kamçılamıştı. Sonunda babalarının bir yanılgı içinde
olduğuna hükmetmişlerdi.
8. âyette "Bizim
sayımız daha çok" diye çevirdiğimiz cümle içindeki usbe kelimesi "10-40
kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat" anlamına
gelmektedir. [32]Hz. Ya'kub'un oğullan,
aynı babanın çocukları olmalarına rağmen Yûsuf
9-10.
Kabaran kıskançlık duyguları, kardeşlik şefkat ve merhamet duygularını o
derece örtmüştü kî kardeşlerini öldürmek veya başka bir şekilde ortadan kaldırmak
için karar almada tereddüt göstermediler. Böylece çarpık bir mantıkla, kardeşlerini
ortadan kaldırdıktan sonra tövbe edip İyi kimseler olacaklarını ve babalarının
teveccühünün sadece kendilerine kalacağını sanıyorlardı. İçlerinden biri
vicdanının sesini bastıramadı ve Yûsuf'un öldürülmemesini istedi; ama onu babasından
uzaklaştırmak için mutlaka bir şey yapılacaksa bir kuyunun dibine bırakılmasını
tavsiye etti. Kervanlardan birinin Yûsuf'u alıp götüreceğini, böylece onu
babasından uzaklaştirmış olacaklarını söyledi. Rivayete göre bu fikri ileri
süren, Hz. Ya'kub'un en büyük oğlu Rûbîl'dir. [34]Bu görüş
uygun bulundu, uygulamak üzere babalarına geldiler. [35]
11. Dediler ki:
"Ey Babamız! Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun? Oysa biz ona iyilik
isteyen kimseleriz. 12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol
yesin, içsin, oynasın. Biz onu mutlaka koruruz." 13. Babaları, "Onu
götürmeniz beni mutlaka üzer, siz farkında olmadan onu bir kurdun yemesinden
korkarım" dedi. 14. Dediler ki: "Hakikaten biz böyle kalabalık
olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse o zaman bize gerçekten yazıklar
olsun!" [36]
11-14.
"Niçin Yûsuf hakkında bize güvenmiyorsun?" şeklindeki soruların-ılan
anlaşılıyor ki kardeşleri daha önce de Yûsuf'un kendileriyle beraber kıra çıkmasını
istemişler fakat, babaları bu konuda onlara güvenmediği için buna izin vermemişti.
Ya'kub aleyhisselâm aslında oğullarına güvenmediği halde, bunu hissetin meme
nezaketini göstermiş, gerekçe olarak, onlar farkında olmadan Yûsuf u kurtların
yiyebileceğinden korktuğunu ifade etmiştir. [37]
15. Onu götürüp
kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman biz Yûsuf a,
"Kardeşlerinin yaptıklarını bir gün onlara kendileri farkına varmadan
mutlaka haber vereceksin!" diye vahyettik. 16. Akşam ağlayarak babalarına
geldiler, 17. "Ey Babamız! Biz yarışma yaparak uzaklaştık, Yûsuf u da
eşyamızın yanında bırakmıştık; onu kurt yemiş! Ama biz doğru söyleyen kimseler
olsak da sen bize inanmazsın" dediler. 18. Gömleğinin üstünde sahte,
kanlı bir gömlekle geldiler. Ya'kub, "Bilakis nefsiniz sizi kötü bir iş
yapmaya sürüklemiş; artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Anlattığınız
karşısında, yardım edecek olan ancak Allah'tır" dedi. 19. Bir kervan
geldi, sucularını suya gönderdiler; sucu kovasmı kuyuya saldı; "Müjde!
işte bir oğlan çocuğu!" dedi. Onu bir ticaret mab olarak sakladılar.
Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. 20. (Mısır'da) onu düşük bir
bedelle, birkaç dirheme sattılar. Ona zaten değer vermemişlerdi. [38]
15.
Kardeşleri, Yûsuf'u koruyacaklarına dair babalarına güvence verince Hz. Ya'kub,
Yûsuf'u onlarla birlikte gönderdi. Kardeşleri onu kuyuya atmaya oy birliği ile
karar verdiler ve kararı hemen uyguladılar.
Kardeşlerinin
yaptıklarını bir gün kendilerine haber vereceğine dair Yûsuf a yapılan vahiyle
ilgili olarak iki görüş vardır: a) Hz. Yûsuf'a peygamberlik daha o zamandan
verilmiştir. Nitekim bu vaad daha sonra gerçekleşmiş ve Hz, Yûsuf kardeşlerinin
kendisine yaptıklarını ileride onlara haber vermiştir. [39] b)
Buradaki vahiyden maksat, ilhamdır; henüz peygamberlik verilmemiştir. [40]
16-18.
Kardeşleri, Hz. Yûsuf'un gömleğini, kestikleri bir hayvanın kanına bulayarak
akşam üzeri babalarına getirdiler ve kendileri yarış yaparken onu kurt yediğini
ağlar bir vaziyette söylediler. Rivayete göre bu acı haberi alan Hz. Ya'kub,
çok üzüldü ve gömleği alıp yüzüne sürerek dedi ki: "Bugüne kadar böyle
yumuşak huylu bir kurt görmedim! Oğlumu yemiş fakat sırtındaki gömleği yırtmamış! [41]Ya'kub
bu sözleriyle oğullarının söylediklerine inanmadığını ifade etmek istemiştir.
Nitekim oğullarına, "Bilâkis nefsiniz sizi kötü bîr İş yapmaya
sürüklemiş" diyerek bu kanaatini belirtmiştir. [42]
19. Konunun
akışından anlaşıldığına göre Yûsuf un atıldığı kuyu, ticaret kervanının
geçtiği yol üzerinde bulunuyordu. Nitekim 10. âyette geçen "Onu kuyunun
dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın" cümlesi de bunu açıkça
gösterir. Yûsuf un kuyudaki durumuna bakıldığında, kuyunun kuraklık sebebiyle
suyunun çekilmiş olduğu ve onun burada hayatını etkilemeyecek kadar kısa bir
süre kaldığı anlaşılmaktadır.
"Onu bir ticaret
malı olarak sakladılar" cümlesindeki saklayanların kimler olduğu hakkında
farklı iki görüş vardır:
a) Onu
saklayanlar, su almaya gelenlerdir. Onu kervandaki diğer arkadaşlarından
saklamışlar ve el altından değersiz bir bedelle satmışlardır.
b)
Kardeşleri onun kendi kardeşleri olduğunu saklamışlardır. Yani onu kuyuya
attıktan sonra gitmemişler, o yörede beklemişler, kervanın sucuları onu
çıkardığında onun kendi köleleri olduğunu iddia etmişler, Yûsuf da korkusundan
ses çıkaramamış, böylece onu köle olarak kervanın adamlarına düşük bir bedelle
satmışlardır. [43]
Kanaatimizce Hz.
Yûsuf'u bir ticaret malı olarak saklayanlar kardeşleri değil , kuyudan onu
çıkaran kervancı ile yanındaki arkadaşlarıdır. Zira kardeşleri onu kuyuya
attıktan sonra gömleğini kana bulayıp babalarının yanına dönmüşlerdi. [44]
21. Onu satın alan
Mısırlı adanı karısına, "Ona değer ver ve güzel bak! I 'ııuılur ki bize
faydası olur veya onu evlat ediniriz" dedi. İşte böylece Yûsuf'u orada
yaşasın ve rüyada görülen olayların yorumunu öğretelim diye onu o yere
yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu
bunu bilmezler. 22. Yûsuf erginlik çağına erişince, ona hüküm yeteneği ve ilim
verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız. [45]
21. Yüce Allah'ın yardımı ve himayesi sayesinde
Hz. Yûsuf tehlikelerden kurtularak Mısır'ın ileri gelen devlet adamlarından
birinin evine köle olarak yerleşti. Bazı kaynaklarda onu satın alan şahsın,
Mısır kralının maliye nâzın veya Mısır (Menfıs) şehrinin valisi ve polis
teşkilâtının müdürü Potifar olduğu bildirilmektedir. [46]
Kur'an bu zatı ismiyle değil, "el-azîz" unvanıyla anar. [47]
İleride yüksek bir makama getirilecek olan Hz. Yûsuf da aynı unvanla
anılacaktır. [48]Bu durum,
"el-azîz" sıfatının Mısır'da yüksek bir resmî unvan olduğunu ifade
eder. Nitekim "el-azîz" kelimesi, "gücüne karşı koyulamayan
kimse" anlamına gelmektedir. Hz. Yûsuf, bu üst düzey yöneticinin
hizmetinde kaldığı süre zarfında devlet yönetimiyle ilgili bilgi ve görgüsünü
geliştirmiştir. Aziz'in, Hz. Yûsuf hakkında karışma söylediklerine bakılırsa,
onu gördüğü andan itibaren zekâ ve kabiliyetini sezdiği ve onun gelecekte büyük
işler yapabileceği kanaatine vardığı anlaşılır. Bu sebeple ona köle muamelesi
değil, evlât muamelesi yapmış ve onu kendi çocuğu gibi büyütmüştür.
Kaynakların
bildirdiğine göre Aziz'İn karısının adı Zelîha veya Züleyha'dır. Yahudiler ona
Raîl derler. [49] "Yûsuf'a olayların
yorumunu öğretelim diye onu o yere yerleştirdik" mealindeki cümle, Hz.
Yûsuf'un devlet yönetimine ait konularda eğitimden geçirildiğine işaret eder.
En azından imkânları bol, görgülü ve kültürlü bir ortamda kalmakla devlet
yönetimine ait bilgi ve görgüsü artmış, ülke yönetimini Öğrenmiştir. [50]
22. Mealinde "erginlik çağı" diye
tercüme ettiğimiz eşüd kelimesi sözlükte "güç ve kuvvet" anlamına
gelir. Âyette kişinin en fazla güçlü olduğu çağı ifade etmek üzere
kullanılmıştır. Bu çağın 18,20, 33,40, yaşlar olduğuna dair farklı görüşler
vardır. [51]
Hz. Yûsuf'a verilen
hükümden maksat, yönetme veya yargılama yeteneği, ilimden maksat da
peygamberliğe ek olarak ona verilmiş otan rüyaları yorumlama bilgisidİr.
Nitekim Hz. Yûsuf'un, "Ey Rabbim! Bana servet ve iktidar verdin ve bana
olayların yorumunu da öğrettin. [52] mealindeki duasında buna işaret vardır. [53]
23. Evinde bulunduğu
kadın, onun nefsinden murat almak istedi. Kapılan iyice kapattı ve "haydi
gel!" dedi. O da "Hâşâ, Allah'a sığınırım! Zira o benim
velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki zalimler iflah olmaz!"
dedi. 24. Cidden kadın ona meyletti; eğer rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi
o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak
için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı. 25. İkisi de
kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında
kocası ile karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Senin ailene kötülük etmek
isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne
olabilir?" 26. Yûsuf, "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi"
dedi. Kadımn akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden
yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir; bu ise yalancılardandır. 27. Eğer gömleği
arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir; bu doğru söyleyenlerdendir."
28. Aziz, YûsuFun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce dedi ki:
"Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağınızda*. Sizin tuzağınız gerçekten yamandır.
29. Yûsuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! Hanım! Sen de gü-n«hinin
affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun!" [54]
23. Yûsuf'un köle olarak bulunduğu evin hanımı
Zelîha ona âşık oldu ve onunla birlikte olmak için planlarını hazırladı. Eşinin
evde bulunmadığı bir sırada bütün kapıları kilitledi ve "haydi gel!"
diyerek kendisini ona teslim etmeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak kadının
aklını başından alan bu tutkusuna karşılık Yûsuf, iradesine ve duygularına
hakim oldu, peygamber namzedine yakışır bir şekilde cevap verdi ve Allah'ın
haram kıldığı bir şeyi yapmayacağını bildirerek teklifi reddetti. "O,
benim velinimetimdir, bana güzel davrandı" mealindeki ifadeden Yûsuf'un
bu çirkin fiili Allah korkusundan değil de efendisine karşı saygısızlık olur,
endişesiyle yapmadığı anlaşılmamalıdır. Zira o, önce Allah'a sığındığını ifade
etmiş, sonra da ev sahibinin kendisinin efendisi olduğunu, dolayısıyla ona
karşı da böyle bir ihanetin olamayacağını vurgulamıştır. Nitekim devamında
zalimlerin iflah olmayacaklarını bildirmek suretiyle bu fiili işleyenlerin
zalimler olduğuna işaret etmektedir. Bunu izleyen âyette de kadın ona
meylettiği halde onun, Allah'tan gelen bir İlham sayesinde kadına meyletmekten
korunduğu bildirilmiştir. [55]
24.
"İşaret ve ikaz" olarak çevrilen "burhan" hakkında çeşitli
görüş ve rivayetler olmakla birlikte [56]
bunun, Allah'tan gelen bir ilham olduğu kanaati ağır basmaktadır. Buna göre
kadının tahrikleri karşısında Yûsuf'ta ona yaklaşma arzu ve isteği doğmuş,
ancak Allah'tan gelen bir İlham sayesinde bu çirkin işin haram olduğunu
hatırlamış ve kadına yaklaşmamıştır. Âyetin akışı da Yûsuf'un bu fiilden korunmuş
olduğunu göstermektedir. Bu olay, peygamberlerin peygamberlik öncesinde de
büyük günah işlemekten korunmuş olduklarını savunan görüşü destekler. [57]
25. Bundan
sonra Yûsuf, Zelîha'nın kilitlemiş olduğu kapılan açarak dışarı çıktı. Onu
dışarı bırakmak istemeyen Zelîha, arkadan gömleğinden tutup çekerek gömleği
yırttı. Dışarı çıktıklarında kocasıyla karşılaştılar. Kölesiyle zina etmeyi
göze alan Zelîha maksadına ulaşamadan böyle bir manzara ile karşılaşınca, durumunu
kurtarmak için Yûsuf'a iftira etmekte bir sakınca görmedi, onun cezalandırılması
gerektiğini söyledi. [58]
26-27.
Yûsuf'un kendisini savunması üzerine, kadının ailesinden olup kuvvetli
ihtimalle Aziz ile birlikte eve gelmekte olan, akıllı ve tecrübeli bir tanık hakemlik
etti: Gömlek önden yırtılmışsa kadının, arkadan yırtılrmşsa Yûsuf'un haklı
olacağını söyledi. Mevdûdî bu zatın yargıç olma ihtimalinden söz eder. [59]Yargıç
olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte âdil olduğu anlaşılmaktadır,
zira kadının ailesinden olduğu halde taraf tutmamış ve adaletten. [60]
28-29. Aziz,
gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, bunun kadının bir tuzağı olduğunu
anladı ve kadınların tuzağının yaman olduğunu vurguladıktan sonra, Yûsuf a
olayı gizli tutmasını, karışma da günahından tövbe etmesini emretti. Aziz'in,
"Sen de günahının affını dile çünkü sen günahkârlardan oldun" mealindeki
ifadesi, Mısır halkının, putperest olmakla birlikte Allah inancına sahip olduklarını
ve bu tür fiillerin günah kabul edildiğini göstermektedir. [61]
30. Şehirdeki bazı
kadınlar, "Aziz'in kansı hizmetindeki gencin nefsinden murat almak
istiyormuş; (Yûsuf'un) sevdası kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir
sapıklık içinde görüyoruz" dediler. 31. Aziz'in karısı, kadınların
dedikodularını duyunca onlara davetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar
hazırladı ve onlardan her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyvele rini
soyarken Yûsuf'a), "karşılarına çık!" dedi. Kadınlar onu görünce
güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar. Bu yüzden ellerini kestiler ve "Hâşâ
Rabbinıiz! Bu bir beşer değil, bu ancak değerli bir melektir!" dediler.
32. Kadın dedi ki: "İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun
nefsinden murat almak istedim. Fakat o, iffetini korudu, Andolsun, eğer
kendisine emredeceğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette
sürünenlerden olacaktır!" 33. Yûsuf, "Rabbim! Zindan bana bunların
benden istediklerinden daha iyidir. Eğer onların bana kurduktan tuzağı boşa
çıkarmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum!" dedi. 34. Rabbi onun duasım
kabul etti ve kadınların tuzağına düşürmedi. Şüphesiz O, çok iyi işiten, pek
iyi bilendir. 35- Sonunda (yetkililer) -kesin delilleri görmelerine rağmen- onu
bir zamana kadar mutlaka zindana atmayı uygun gördüler. [62]
30-32. Olay
yüksek tabaka arasında duyulup yayılınca bir grup kadın Aziz'in karısının,
kölesine âşık olmasını kınadılar ve "Yûsuf'un sevdası onun kalbine işlemiş!"
dediler. Bunu duyan Zelîha kadınları evine davet etti. Misafirler için evini
donattı ve yaslanıp oturacakları yerler hazırladı. Davetliler gelince önlerine
yemekler, meyveler ve bıçaklar koydu. Onlar meyveleri soyarken Yûsuf'a huzurlarına
çıkmasını emretti. Yûsuf'un güzelliğine hayran kalan kadınlar, şaşkınlıklarından
ellerini kestiler ve onun insan değil, değerli bîr melek olduğunu söylediler.
Zelîha, "İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden
murat almak istedim. Fakat o, iffetini korudu. Andolsun, eğer kendisine
emredeceğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!"
dedi. Burada dikkat çekici olay şudur: Mısır'ın ileri gelenlerinin hanımları,
Zelîha'mn zina gibi çirkin bir fiile teşebbüs etmesini kınamış olmasına rağmen
Zelîha, davet ettiği hanımlar içerisinde ihtiraslarını ve ahlâk dışı
niyetlerini açıkça ilân etmekten çekinmemiştir. Nitekim ziyafet esnasında,
kendisine âşık olduğu Yûsuf'u davetlilerin huzuruna çıkararak, böyle yakışıklı
ve güzel bir köleye âşık olmanın, toplum değerleri açısından, kendisi için bir
nakısa olmadığını vurgulamak istemiştir. [63]
33. Yûsuf un
bu duasından Zelîha'nm davetliler üzerinde etkili olduğu ve desteklerini
sağladığı anlaşılmaktadır. Ancak bütün bunların karşısında, sağlıklı ve
yakışıklı bir delikanlı olan Yûsuf, iradesine hakim olarak İnsanın hayatta
karşılaşabileceği en zor imtihanlardan birini başarıyla sonuçlandırmıştır. [64]
35.
Aristokrat kesimi temize çıkarıp zevahiri kurtarmak ve olayı örtbas etmek
gerekiyordu. Bu da suçu köleye yükleyerek onun belli bir süre hapse atılmasıyla
mümkündü. Bu sebeple bütün delillerin Yûsuf'un günahsız, kadının ise suçlu
olduğunu göstermesine rağmen Aziz ve arkadaşları, Yûsuf un bir süre zindana
atılmasını uygun gördüler. [65]
36. Onunla birlikte
zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri, "Ben rüyada şarap
yaptığımı gördüm" dedi. Diğeri de "Ben de başımın üstünde bir ekmek
taşıdığımı gördüm. Kuşlar ondan yiyordu, Bunun yorumunu bize bildir. Kuşkusuz
biz seni iyi insanlardan biri olarak görüyoruz" dedi. 37. Yûsuf şöyle
cevap verdi: "Size yedirilecek yemek gelmeden önce, onun yorumunu mutlaka
size haber vereceğim. Bu, rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben,
Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar âhireti inkâr edenlerin
kendileridir. 38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a
herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara
olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler. 39. Ey zindan
arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan
bir tek Allah mı? 40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın
taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında
herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size
kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler. 41. Ey zindan arkadaşlarım! Biriniz (önceden
olduğu gibi) efendisine şarap sunacak; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun
başından yiyecek. Yorumunu sorduğunuz rüya (bu şekilde) kesinleşmiştir."
42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye ''Efendinin yanında beni an"
dedi. Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıy
36. Böylece
Yûsuf zindana atıldı. Onunla birlikte biri kralm şarap sunucusu, diğeri
fırıncısı olmak üzere iki delikanlı daha zindana girdi. Tefsirlerdeki rivayetlere
göre bu iki genç, Mısır'da kralı öldürmek isteyen kimselerin teşvikiyle onun
ekmeğine ve şarabına zehir katmışlar, fakat biraz sonra birbirlerini jurnal
ederek ekmekçi, şarapta zehir olduğunu; şarapçı da ekmekte zehir olduğunu krala
haber vermiş, bunun üzerine her İkisi de hapse atılmışlardı. [67] Bunlardan biri düşünde şarap yapmak için üzüm
sıktığını, diğeri ise başının üzerinde ekmek taşıdığını ve kuşun gelip o
ekmekten yediğini görmüş, muhtemelen rüyalarını birbirlerine anlatmışlar,
fakat yorumunu yapamamışlardı. Bunun üzerine her İkisi de doğruluğuna, ilmine,
yorumuna ve şahsiyetine güvendikleri Yûsuf'a gelip ondan rüyalarının yorumunu
İstediler, [68]
37-38, Bu
olay, Hz. Yûsuf'un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan
önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve
ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde
hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah'ın,
kendisine vahyettİği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah'a ve
âhi-ret gününe inanmayan putperest Mısırhlar'ın dinine asla iltifat etmediğini,
hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah'a ortak
koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir.
Mısırlılar o zaman
putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı [69] nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade
etmektedir. Burada dikkat çeken bir konu da Hz. Yûsuf un, "Size
yedİrilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber
vereceğim" diyerek vakit sınırlaması yapmasıdır. Bu ifadeden,
zin-dandakİlerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi
izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, muhtaç oldukları zaman
ayarlamasını, ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla yaptıkları
anlaşılmaktadır. Hz. Yûsuf'un, "Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana
öğrettiklerindendir" mealindeki İfadesi yüce Allah'ın ona rüya
yorumlamanın dışında da şer'î ilimler, hikmet, iktisat, emanet vb. birçok İlmi
öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de
bu yorumu destekler mahiyettedir.
Hz. Yûsuf, aynı
zamanda ibrahim, İshak ve Ya'kub aleyhisselâmın kendisinin atılları olduğunu
.söyleyerek kimlisini de Aynca o, kendisinin Allah tarafından seçilmiş
olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu.
Bununla birlikte kendisinin yeni bir din getirmediğini, tebliğ ettiği
şeylerin, ataları Hz. İbrahim, İshak ve Ya'kub'un getirdikleri dinin aynısı
olduğunu vurgulamıştır. [70]
39-41.
Rivayete göre o dönemde Mısırlılar'in otuz dolayında tanrıları vardı; bunlar
farklı tabiat kuvvetlerini veya bazı yıldızlan temsil ediyorlardı. [71] Hz.
Yûsuf, bu iki hapishane arkadaşına tek tanrı İnancını telkin etmeden önce
onlara "Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan
bir tek Allah mı?" tarzında bir soru sorarak, tek ilâha tapmanın daha iyi
ve daha tutarlı olduğunu onlara itiraf ettirmeye ve bunu düşünerek kabul etmeleri
için zemin hazırlamaya çalıştı. Onların taptı klan tannların gerçek değil
kendileri ve ata-lan tarafından isimlendirilmiş hayalî tannlar olduğunu,
bunların tanrı olduğuna dair Allah tarafından gönderilmiş herhangi bir delil
bulunmadığını ve tapanlara hiçbir fayda veya zarar veremeyeceklerini söyledi.
Daha sonra da tevhid dinini ve Allah'ın yegâne hükümran olduğunu onlara telkin
etti.
Bundan sonra
arkadaşlannın rüyalarını yorumlayarak birinin daha önce olduğu gibi
efendisinin hizmetine gireceğini ve ona şarap sunacağını; diğerinin ise asılacağını
, beynini kuşların yiyeceğini söyledi. [72]
42. Bu arada
Hz. Yûsuf, kurtulacağım sandığı gençten kendisinin suçsuz olduğunu ve haksız
yere zindana atılmış bulunduğunu krala anlatmasını rica etti, fakat genç zindandan
çıktıktan sonra Yûsuf'un ricasını unuttu. Böylece Yûsuf birkaç yıl daha
zindanda kaldı.
"Fakat şeytan
ona, efendisini anmayı unutturdu" mealindeki cümle müfessir-ler tarafından
iki farklı şekilde yorumlanmıştır:
a) Şeytan Hz. Yûsuf'a Allah'ı anmayı unutturdu.
Böylece Yûsuf, zindan arkadaşından kendisinin suçsuz olduğunu kTala
hatırlatmasını rica etti de kurtuluşu Allah'tan dilemedi. Bundan dolayı Allah
onu birkaç yıl daha zindanda tutarak cezalandırdı, Bu konuda rivayet edilen
bir de hadîs vardır. Resûlullah meâlen şöyle buyurmuştur: "Yûsuf bu sözü
söylememiş olsaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. Zira o kurtuluşu
Allah'tan başkasından istedi. [73] Gerek
bu yorum gerekse delil olarak getirilen bu hadis, diğer müfessirler tarafından
zayıf kabul edilmiştir. [74]
b) Şeytan,
zindandan çıkan gence Hz. Yûsuf'un durumunu efendisi krala anlatmayı
unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. Müfessirle-riıı
birçoğu bu mânayı tercih etmişlerdir. Çitnkd birpcygiirnbcrin ihtiyüt anında
insanlardan yardım istemesi Allah'ı unuttuğunu göstermez. Nitekim Hz. Muham-med
aleyhisselâm da ihtiyaç anında müşriklerden bile faydalanmıştır. 45. âyet de bu
mânayı destekler mahiyettedir.
Hz. Yûsuf'un zindanda
kaldığı süre hakkında beş, yedi, on iki veya on dört yıl şeklinde farklı
rivayetler varsa da on iki yıl ihtimali daha isabetli görülmektedir. [75]
43. Kral dedi ki:
''Rüyamda yedi arık ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca yedi yeşil
ye o kadar da kuru başak gördüm. Ey İleri Gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız,
benim rüyamı da bana yorumlayınız. 44. Yorumcular, "Bunlar karmakarışık
düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz" dediler. 45. O
iki kişiden, kurtulmuş olanı, uzun bir zaman sonra hatırlayarak, "Ben
size onun yorumunu haber veririm, beni hemen gönderin" dedi. 46. (Zindana
gelerek) "Yûsuf! Ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin
yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan başaklar
hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara dönerim de belki onlar da
doğruyu öğrenirler" dedi. 47. Yusuf şöyle dedi: "Yedi sene âdetiniz
üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç,
biçtiklerinizi başağında bırakın (ve stok edin). 48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan
az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip
bitirecek yedi kıtlık yılı m'leı ektir, 4*1, Sonra bunun ardından da bir yıl
gelecek ki o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda
sıkarak (ürünlerden meyve suyu ve yağ) çıkaracaklardır." [76]
43. Bu
kralın, Sînâ yarımadası yoluyla gelip Mısır'ı istilâ ettikten sonra ülkede
milâttan önce 1700'den 1580'e kadar hüküm süren altı Hiksos kralından biri olduğu
bildirilmektedir. [77] Tarihçilerin bunları, "göçebe ülkelerin
hükümdarları" veya "çoban krallar" diye isimlendirmiş olmaları
bunların Mısır'ı İstilâ etmeden önce henüz tam olarak yerleşik hayata geçmemiş
olan Suriyeli Araplar oldukları ihtimalini kuvvetlendirir. Bunların İbran
asıllı Hz, Yûsuf ile menşe yakınlığı ihtimali de vardır. Çünkü İbrânîler de
daha önce Arabistan yarımadasından Mezopotamya'ya, sonra Suriye'ye göç eden
bedevi kabilelerden birinin soyundan gelmektedir. Kralın, Hz. Yûsuf'a güven
duyması ve ailesine ülkesinde geniş imkân tanıması Mısırda zaman içinde İsrail
toplumunun meydana gelmesini sağlamıştır. [78]
Hz. Musa'nın zamanında
ise Hiksoslar dönemi kapanmıştı, Mısır'ı Kıptî soyundan gelen Firavun
yönetiyordu. İsrâiloğulları'mn, ülkesi için bir tehlike oluşturacağı endişesiyle
erkek çocuklarını Öldürüyor, kız çocuklarını hayatta bırakıyordu. [79]
44.
"Karmakarışık düşler" diye çevirdiğimiz "edgasu ahlâm"
tamlamasında-ki edgas kelimesi dıgsm çoğulu olup "yaşı kurusu birbirine
karışmış çeşitli bitkilerden meydana gelen ot demetleri" anlamına gelir.
Hulm kelimesinin çoğulu olan ahlâm ise uyku halinde görülen ve fakat dış
dünyada herhangi bir hakikate işaret etmeyen düşlerdir. Bunlar, dış dünyadaki
olayların etkisiyle görülmüş rüyalar olmakla birlikte, hiçbir gerçeğe işaret etmezler.
Dolayısıyla bunların yorumu yoktur. "Guslü gerektiren rüya" mânasında
kullanılan ihtilâm da bu kelimeden türemiştir. Buna göre "edgasu
ahlâm" karışık ot demetine benzeyen karmakarışık rüyalar, demet demet
evham ve hayal yığını düşler demektir. Kralın gördüğü rüyayı yorumlamaktan
âciz kalan kâhinler, onu karmakarışık ot demetine benzetmişler, böyle bir
rüyanın yorumunu yapamayacaklarını bildirmişlerdir. Bu tür yorumu yapılamayan
karmakarışık rüyalara "ahlâm" veya "edgasu ahlâm"
denmektedir.
Allah Teâlâ, zindanda
çilesini doldurmak üzere olan Hz. Yûsuf'u buradan çıkarmak ve sabrının
mükâfatını vermek istedi. Dolayısıyla onun zindandan çıkmasını gerektirecek
sebepleri hazırladı. Kral gördüğü rüyadan etkilenip korktu. Bunun üzerine
ülkesindeki riiya yorumcularını toplayıp, rüyayı onlara anlattı. Fakat
yorumcular rüyayı yorumlamaktan âciz kaldılar. Ancak, cehaletlerini gizlemek ı,
knılın rüyasının normal bir rüya olmadığını, olayların şuur nltındııki
izlrrinden meydana gelen karmakarışık evham ve hayallerden ibaret olduğunu,
böyle rüyaları yorumlamayı bilmediklerini ifade ettiler. [80]
45-46.
Kâhinlerin, kralın rüyasını yorumlamaktan aciz kaldıklarım gören fırıncı, Hz.
Yûsuf'u hatırladı ve gidip rüyayı ona yorumlatmak üzere izin istedi. İzin
verilince, gitti, rüyayı Yûsuf'a anlattı ve ondan yorumunu aldı. Rüya ileride
meydana gelecek bolluk, kıtlık ve sıkıntılara işaret etmekteydi. [81]
47. Hz.
Yûsuf, gelecekte Mısır'da etkili bir kıtlığın meydana geleceğini haber verdiği
gibi, alınacak tedbirleri de anlattı. Mısır'da yedi sene bolluk olacağını, bu
süre zarfında her sene bolca hububat ekmelerini, kaldıracakları ürünlerden sadece
yiyecek ve tohumlukları ayıklayıp kalanları başakları içerisinde depo etmelerini
tavsiye etti. [82]
48. Bu
bolluk yıllarından sonra yedi kıtlık yılı geleceğini, daha Önce depo etmiş
oldukları hububatı bu kıtlık yıllarında yiyeceklerini, az bir miktarını da
tohum olarak kullanacaklarını söyledi. [83]
49. Bundan
sonra yine bîr bolluk yılı geleceğini, o yılda Allah tarafından insanlara
yardım edileceğini ve insanların bolca meyve ve sebzelere kavuşacaklarını;
üzüm, hurma, zeytin ve susam gibi şeyleri sıkarak su ve yağlarından istifade
edeceklerini haber verdi.
Kralın rüyasında bu
bolluk yılına dair herhangi bir İşaret yoktur. Hz. Yûsuf, bunu, Allah'tan
aldığı vahiyle onlara müjdelemiştir. Bu olay rüyayı herkese değil, ehline
yoruml atmanın gerekli olduğunu göstermektedir. [84]
50. Kral "Onu
bana getirin!" dedi. Elçi Yûsufa geldiğinde Yûsuf, "Efendine dön de
ona, ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz rabbim onların
hilesini çok iyi bilir" dedi. 51. Kral (kadınlara) "Yûsuf un nefsinden
murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi?" diye sordu. Kadınlar,
"Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik" dediler.
Aziz'in karısı da "Şimdi gerçek ortaya çıktı, ben onun nefsinden murat
almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir" dedi. 52. Yûsuf
dedi ki: "Bu, Aziz'in, yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın,
hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir. 53. Ben nefsimi
temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis rabbimin acıyıp koruması dışında daima
kötülüğü emreder; şüphesiz rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir." 54,
Kral dedi ki: "Onu bana getiriniz, onu kendime özel danışman
edineyim." Onunla konuşunca, "Bugün sen yanımızda yüksek makam
sahibi ve güvenilir birisin" dedi. 55. Yûsuf da "Beni ülkenin
hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim, dedi. 56.
Böylece Yûsufa orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki
verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Güzel davrananların
mükâfatını zayi etmeyiz. 57. İman edip de sakınanlar için âhiret mükâfatı daha
hayırlıdır. [85]
50. Ekmekçi
rüyanın yorumunu krala götürdü. Kral, yorumun rüyaya uygun olduğunu görünce
sevindi ve bu yorumu yapanın akıllı, bilgili bir kimse olduğunu anladı. Yorumu
bir de kendisinden dinlemek için onun huzura getirilmesini emretti. Elçi gelip
kralın isteğini Hz. Yûsuf'a iletti. Fakat Yûsuf, yüce Allah'tan gelen bir
ilhamla kendisinin ileride yüksek bir makama geleceğini biliyordu; dolayısıyla
zindandan hemen çıkmayıp üzerindeki töhmet ve şaibenin ortadan kalkmasını,
iffet ve şahsiyetine sürülmüş olan lekenin temizlenmesini istedi. Kendisinin
haksız olarak zindana atılmış, masum ve günahsız biri olduğunun ortaya
çıkmasını bekledi. Peygamberimiz (a.s.) Hz. Yusuf'un zindanda çektiği çileyi
anlatırken onun gösterdiği sabır ve olgunluk hakkında takdîrkâr İfadeler
kullanmıştır. [86]
Hz. Yûsuf burada
peygambere yakışır bir nezaket ve örnek bir tavır da sergiledi. Şöyle ki, asıl
zindana atılmasına sebep olan Aziz'in karısı olduğu halde velinimetinin
şerefini korumak için, onun karısından hiç söz etmeden geçmişte yapılmış bir
şölende ellerini kesmiş bulunan kadınların tutumu tahkik edilerek olayın
aydınlatılmasını istedi. [87]
51. Elçi Hz.
Yûsuf'un isteklerini krala iletti. Kral bu isteği yerine getirmede tereddüt
göstermedi. Muhtemelen olayı o da biliyor ve Yûsuf'un suçsuz olduğuna
inanıyordu. Ancak devlet ileri gelenlerinin itibarını koruma uğruna zulme göz
yummuştu. Zamanı gelince ilgili kadınları toplayıp onları sorguya çekti.
Kadınlar Hz. Yûsuf un günahsız olduğunu itiraf ettiler. Bu durum karşısında
Aziz'in karısı da gerçeği İtiraf etmekten başka bir yol olmadığını anladı. [88]
52-53.
Müfessirlerin çoğunluğu, bu âyetlerin Hz. Yûsuf'a ait sözler olduğu
görüşündedir. [89] Bununla birlikte bu
sözlerin Aziz'in karısına ait olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre bu
âyetler, bir önceki âyetin devamıdır. Çünkü bu sözler kralın huzurunda
kadınların sorguya çekildiği sırada söylenmiştir. Halbuki o zaman Yûsuf
zindanda bulunuyordu. Ayrıca bu âyetleri 51. âyetten ayıran herhangi bir alâmet
de yoktur; dolayısıyla bu sözler kadına ait olmalıdır. O bu sözleriyle Yûsuf un
gıyabında ona hıyanet etmediğini ve kendi nefsini de temize çıkarmak
istemediğini ifade etmek İstemiştir. [90]
Fakat kanaatimizce bu sözler ancak Allah'a, âhiret gününe, Allah'ın rahmet ve
mağfiret sahibi yüce bir ilâh olduğuna inanmış iffetli ve yüksek şahsiyete
sahip bir kimsenin söyleyeceği sözlerdir. Aziz'in karısında ise bu özellikler
görülmemektedir. Aksine onun Hz. Yûsuf hakkında sarf ettiği söz ve
davranışları kendisinin bu gibi üstün hasletlerden yoksun olduğunu
göstermektedir. [91]
54-55. Kral
gördüğü rüyanın yorumunu bir de Hz. Yûsuf tan bizzat dinlemek istedi; onun
getirilmesini emretti. Hz. Yûsuf rüyanın yorumunu anlattı. Kral nasıl tedbir
almak gerektiğini sorunca, Hz. Yûsuf, bolluk yıllarında çok ekin ekip ürünü
stok etmek gerektiğini, böylece kıtlık yıllarında hem kendi geçimlerini temin
edeceklerini hem de hazineye bolca gelir sağlayabileceklerini söyledi. Kral bu
işi kimin yapacağını sorunca Hz. Yûsuf, "Beni ülkenin hazinelerine tayın
et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi. Hz. Yûsuf'un bu
davranışından anlaşıldığına göre herhangi bir alanda uzman olan kimsenin,
umumun menfaati için, ülke yöneticisinden görev istemesi yerinde bir
harekettir.
Hz. Peygamber
kendisinden yöneticilik görevi İsteyenlere, "Vallahi biz bu işe ne onu
isteyen birini ne de ona hırs gösteren birini tayin ederi/.!" bııyunıııık
onların isteklerini reddetmiştir. [92] Yöneticilik görevi istememesini tavsiye
ettiği bir sabâbîye de "İstediğin için görev sana verilirse onunla baş
başa katırsın; istemeden sana verilirse onun uğrunda yardım görürsün!"
buyurarak yöneticiliğe talip olmamanın gerekçesini anlatmıştır. [93]
Re-sûlullah'ın maksadı şudur: Yöneticilik güç bir iştir, onu herkes yapamaz,
liyakat ister. Eğer kişi kaprislerini tatmin maksadıyla böyle bir göreve talip
olur da atanırsa o işte yalnız başına kalır; Allah'tan yardım görmeyeceği gibi
insanlardan da yardım alamaz, dolayısıyla başarısız otur; ama kişi istemeden
böyle bir göreve atanırsa ona hem Allah hem de insanlar yardım eder,
dolayısıyla başarılı olur.
Hz. Yûsuf un ehliyet
ve liyakatini açıklayarak iş istemesi, İyi niyetle ve yanlış atamaları
engellemek için gerektiğinde devlet hizmetine talip olmanın caiz olduğunu
göstermektedir. [94]
56. Kral,
Hz. Yûsuf hakkında edindiği bilgilerden onun yüksek karaktere sahip, ülke
yönetiminde liyakatti biri olduğunu anladı ve tereddüt etmeksizin onu
devletinde yüksek bir makama getirdi. Maliyenin yönetimini ona teslim etti ve
bütün imtiyazları verdi, Kısacası emaneti ehline teslim etti. Böylece Hz.
Yûsuf, ülkede dilediği gibi tasarrufta bulunmak üzere bütün yetkileri eline
aldı. Olaylar onun, kralın rüyasını yorumladığı gibi cereyan etti. Hz. Yûsuf,
gereken tedbiri alarak bolluk yıllarında tarıma önem verdi, üretimi arttırdı,
ihtiyaç fazlası ürünleri depoladı. Nihayet kıtlık yılları geldi. Bu sefer
depolanmış olan ürünleri yemeye ve ihraç etmeye başladılar. Çünkü kıtlık sadece
Mısır'da değil, Kuzey Arabistan, Ürdün, Filistin ve Suriye'de de etkisini
göstermiş, bu bölgelerin halkı da yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Ancak
Hz. Yûsuf un aldığı tedbirler sayesinde Mıstr halkı kıtlık yıllarını rahatlıkta
geçirdi, hatta erzak fazlasını ihraç ettiler. Her taraftan insanlar gelerek
Mısır'dan erzak satın aldılar. Hz. Ya'kub da Yûsuf un öz kardeşi Bünyâmin
hariç, diğer oğullarını erzak almak için Mısır'a gönderdi. [95]
58. YûsuPun kardeşleri
gelip huzuruna girdiler, Yûsuf onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı. 59.
Yûsuf onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin baba-bir kardeşinizi
de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir
edenlerin en iyisiyim. 60. Eğer onu bana getirmezseniz artık benim yanımda
size verilecek bir tek ölçek dahi yoktur; bana hiç yaklaşmayınız!" 61,
Kardeşleri, "Onu babasından istemeye çalışacağız; kuşkusuz bunu
yapacağız" dediler. 62. Yûsuf, emrindeki gençlere dedi ki:
"Sermayelerini yüklerinin içine koyunuz. Olur ki ailelerine döndüklerinde
bunun farkına varırlar da belki yine gelirler." [96]
58, Uzun
süren kuraklık ve kıtlık KerTân bölgesini de etkiledi. Dolayısıyla Hz. Yûsuf'un
kardeşleri de Mısır'ın ihraç ettiği erzaktan satın almak üzere Mısır'a, Hz.
Yûsuf'un yanma geldiler. Ancak huzuruna çıktıklarında onu tanımadılar, Yûsuf
İse onları tanıdı. Çünkü onu kuyuya attıkları zaman o çocuk denecek yaştaydı.
Kardeşleri ise fizik yapılan tekâmül etmiş bir çağda bulunuyorlardı. Aradan
geçen bu uzun süre, onlarda fazla bir değişiklik meydana getirmemişti. Buna
karşılık Hz. Yûsuf'un fizikî yapısında değişiklikler meydana gelmişti. Ayrıca
onlar kuyuya attıkları kardeşlerinin bir gün böyle bir makama geleceğini
düşünemezlerdi, Ancak kader tecelli etmiş, 15. âyette bildirilen ilâhî vaad
gerçekleşmeye başlamıştı. [97]
59-60.
Buradan anlaşıldığına göre Hz. Yûsuf kardeşlerini misafir etti, onlara ikram ve
iltifatta bulundu; bu esnada, gelenlerin dışında bir tane de baba-bir kardeşlerinin
bulunduğunu ona anlamlar; babalan ve kardeşleri için de tahıl istediler;
muhtemelen babalarının ihtiyarlığı, kardeşlerinin de ona can yoldaşı olarak
kalıp tıılııl almaya gelemediği mazeretini ileri sürdüler, Hz. Yûsuf,
kardeşlerinin istediği tahılı verdi, yüklerini hazırlattı, kendilerini donattı
ve tekrar geldiklerinde baba-bir kardeşlerini de getirmelerini istedi. Aksi
halde, yanlış beyanda bulunmuş olacakları için kendilerine tahıl vermeyeceğini
bildirdi. Kendisini kardeşlerine tanıtmada acele etmedi, olayların
olgunlaşmasını ve zamanının gelmesini bekledi. Onun böyle kuşkulu ve tehditkâr
tutumu, kardeşlerinin onun öz kardeşi Bünyâ-min'İ getirme hususunda daha
kararlı davraıımalannı sağlamıştır. [98]
61-62.
Bünyâmin'i getireceklerine dair kardeşlerinden kesin söz alan Hz. Yûsuf, onlann
sermayelerini de yüklerinin içine koydurarak parasızlık yüzünden gelememeleri
gibi bir mazereti de ortadan kaldırdı. [99]
63. Babalarına
döndüklerinde, "Ey Babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle
beraber gönder de erzak alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız" dediler. 64.
Ya'kub dedi ki: "Daha önce kardeşi Yûsuf hakkında size ne kadar güvendi)
sem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! En iyi koruyucu Allah'tır.
O, acıyanların en merhametlisidir." 65. Eşyalarım açtıklarında
sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: "Ey
Babamız! Daha ne istiyoruz? İşte sermayemiz de bize geri verilmiş; yine
ailemize yiyecek getiririz; kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız.
Çünkü bu (getirdiğimiz) az bir miktardır." 66. Ya'kub şöyle cevap verdi:
"Kuşatılmanız hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair, Allah adına yeminle
kesin söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona hepsi
de kesin söz verince, "Söylediklerimize Allah şahittir" dedi. 67.
Sonra şunu söyledi: "Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyiniz,
ayrı ayrı kapılardan giriniz. Ama Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam.
Hüküm Allah'tan başkasının değildir. Ben yalnız O'na güvenip dayandım. Güvenecek
olanlar yalnız ona güvenip dayansınlar. 68. Babalarının kendilerine emrettiği
şekilde girdiklerinde (emrine uymuş oldular. Fakat bu), Allah'tan gelecek
hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub'un içindeki bir dileği yerine
getirmiş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat
insanların çoğu bilmezler. [100]
65. Hz.
Yûsuf'un kardeşleri eşyalarını açtıklarında, sermayelerinin kendilerine geri
verildiğini görünce erzak için tekrar Mısır'a gitme arzulan daha da arttı.
Kardeşleri Bünyâmin'i kendileriyle göndermesi için babalarına karşı biraz daha
ısrarda bulundular ve onu koruyacaklarına dair tekrar söz verdiler. Rivayete
göre Hz. Yûsuf, bir kişiye bir deve yükünden fazla yiyecek vermiyordu. Onlara
on deve yükü vermiş on birinciyi ise, kardeşleri Bünyâmin gelinceye kadar
vermeyeceğini söylemişti. [101]
66. Hz.
Ya'kub'un bir peygamber basîretiyte oğlunun Mısır'da alıkonulacağını önceden
görmesi ve bu durumu istisna etmesi dikkat çekici bir olaydır. Bu durum
karşısında oğullan yemin edip ona kesin söz verince, "Söylediklerimize Allah
şahittir" diyerek olup bitenlerin Allah'ın gözetiminde olduğunu bildirdi;
böylece oğullanndan aldığı sözü iyice pekiştirmiş oldu. [102]
67. Hz.
Ya'kub'un oğullarına şehre ayn ayn kapılardan girmelerini emretmesi iki
şekilde yorumlanmıştır: a) Oğullan gösterişliydiler ve güzel giyinirlerdi. Hep
birlikte aynı kapıdan girdikleri takdirde onlara göz değeceğinden korkmuş,
dolayısıyla ayrı kapılardan girmelerini emretmiştir. Göz değmesi olayının
gerçek olup olmadığı konusu müfessirler tarafından tartışılmış olmakla
birlikte, Hz. Peygam-ber'in, torunları Hasan ile Hüseyin'i kem gözlerden
koruması için Allah'a dua ettiği rivayet edilmiştir. [103] Yine Resûlullah'ın "Göz değmesi haktır;
eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı göz değmesi kaderi geçerdi" dediği rivayet
edilmiştir. [104] b) Hz.Ya'kub'un endişesi
siyasîdir. Böyle görkemli, güçlü, kuvvetli insanların şehre toplu halde
girmeleri gerek halkın gerekse kralın dikkatini çeker, neticede başlarına bir
hal gelebilirdi. [105] Bu yüzden kralın
alabileceği tedbirleri düşünen Hz. Ya'kub, oğullarına şehre ayn ayrı kapılardan
girmelerini bir ihtiyat tedbiri olarak tavsiye etmiştir. Bununla birlikte bu
davranışın sadece bir tedbir olduğunu ve Allah'ın kaderini Önleyemeyeceğini
vurgulamak üzere "Hüküm Allah'tan başkasının değildir. Ben yalnız O'na
güvenip dayandım" demiştir. [106]
68. Ya'kub
aleyhisselâmın oğulları, babalannın emrine uyarak şehre ayrı ayrı kapılardan
girdiler. Ancak bu tedbirin Allah'ın takdirini değiştirmeyeceğini Ya'kub
biliyordu. Çünkü yüce Allah ona bu bilgileri daha önce vermişti. Bununla
beraber içindeki dileği yerine gelmiş oldu. [107]
69. YûsuFun huzuruna
girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı: "Ben, gerçekten senin kardeşinim;
onların yaptıklarına üzülme" dedi. 70. Yûsuf, onlar için yüklerini
hazırlattığı zaman su kabını kardeşinin yükü içine koydu! Sonra bir tellâl,
"Ey Kafile! Siz mutlaka hırsızsınız!" diye seslendi. 71. Kardeşleri
onlara dönerek, "Ne arıyorsunuz?" dediler. 72. "Kralın su kabını
arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var" diye cevap verdiler.
(İçlerinden biri) "Ben buna kefilim" dedi. 73. Onlar, "Allah'a
andolsun ki bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de
bitiyorsunuz, biz hırsız da değiliz" dediler. 74. (Görevliler),
"Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?" diye sordular. 75.
"Onun cezası, kayıp eşya kimin yükünde bulunursa onun buna karşılık
alıkonulmasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler. 76. Bunun
üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı.
Sonra da onu kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz YûsuFa böyle bir tedbiri
öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini alıkoyamazdı, ancak Allah'ın
dilemesi başka; biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinin
üstünde daha iyi bilen birisi vardır. 77. Dediler ki: "Eğer o çal-dıysa,
daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti." Yûsuf bunu içinde sakladı,
onlara bunu açmadı. (İçinden) dedi ki: "Sizin durumunuz daha kötüdür!
Allah, sizin suçladığınız hususu çok iyi bilir." 78. Dediler ki: "Ey
Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi
alıkoyun. Şüphesiz biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz. 79. Yûsuf,
"Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allah'a
sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!" dedi. [108]
69. Rivayet
edildiğine göre Hz. Yûsuf, kardeşlerine ziyafet verdi. Onları sofraya ikişer
ikişer oturttu. Biinyâmin yalnız kalınca ağladı, dedi ki: "Kardeşim Yûsuf
sağ olsaydı o da benimle beraber otururdu." Hz. Yûsuf onu kendi sofrasına
aldı. Yemekten sonra kardeşlerini İkişer ikişer evlere misafir verdi.
Biinyâmin yine yalnız kalmıştı. Yûsuf, "Bunun eşi yok, o halde benim
yanımda kalsın" dedi. Böylece Biinyâmin onun yanında geceledi. Ona,
"Ölen kardeşinin yerine beni kardeş olarak kabul eder misin?" diye
sordu. Biinyâmin, "Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir?; fakat seni
babam Ya'kub ile annem Rahîl doğurmadı" diye cevap verdi. Hz. Yûsuf bunu
işitince ağladı, kalkıp Bünyâmin'in boynuna sarıldı ve "Ben senin
kardeşinim" dedi. [109]
70. Hz.
Yûsuf, öz kardeşini yanında alıkoyabilmek için kralın su tasını Bünyâmin'in
yükü İçine koydu. Sonra da tası onların çaldığını ilân etti. Muhtemelen bu
planı Hz. Yûsuf, kardeşi Biinyâmin ile birlikte hazırladı ve onun bilgisi dahilinde
tası onun yükü içine koydu. Kardeşlerini suçlayabilmek için de yüklerini görevlilerle
birlikte kendilerine hazırlattırdı. Çünkü yalnız kendi adamlarına hazırlatmaydı,
böyle bir suçlamada bulunamazdı. [110]
73. Hz.
Yûsuf un hırsızlıkla itham ettiği kardeşleri, bu ithama nazik bir şekilde
itiraz etmekle birlikte öz kardeşi Bünyâmin'in olumlu veya olumsuz herhangi bir
cevap vermemiş olması dikkat çekmekte ve bu tutumu onun plandan haberdar olduğu
İhtimalini kuvvetlendirmektedir. [111]
74-75. Mısır
kanunlarına göre hırsızın kendisine el koymak mümkün olmadığı için, Hz.
Yûsuf'un adamları, kardeşlerine sorup bu suçun cezasının onların kanunlarında ne
olduğunu tespit etmek ve bunu uygulamak İstediler. [112]
76. Kralın
kanunundan maksat, Mısır'da yürürlükte bulunun ceza kanunudur. Mısır
kanunlarında hırsıza sopa vurulur ve çaldığı Ya'kub'un şeriatında ise hırsız
yakalanarak çaldığı malın karşılığında mal sahibine bir sene köle olarak
hizmet ettirilirdi. Hz. Yûsuf, işte bu kanundan yararlanıp kardeşi Bünyârnin'İ
alıkoymak istedi. Planını buna gere hazırladı; dikkat çekmemek için aramaya
Önce üvey kardeşlerinin yüklerinden başladı. Sonunda su tasını Bünyâmin'in
yükünden bulup çıkardı. Dolayısıyla onu Mısır'da alıkoydu. [113]
77. Rivayete
göre Hz, Yûsuf'un halası onu çok severdi. Yûsuf büyüyünce halası onun kendi
yanında kalmasını istedi. Ya'kub buna razı olmayınca halası, Hz. İbrahim'den
kendisine miras kalmış olan kuşağını Yûsuf'un beline bağladı. Sonra kuşağın
kaybolduğunu söyledi, Kuşak arandı, Yûsuf'un üzerinde bulundu. Halası kanun
gereği Yûsuf'u yanında alıkoydu. İşte Yûsuf'un kardeşleri bu duruma işaret
etmek istemişlerdir. [114]
78-79.
Plandan haberdar olmayan kardeşleri, Bünyâmin'in ihtiyar babası olup onun için
çok üzüleceğini söylediler ve yerine kendilerinden birini alıkoyup onu serbest
bırakmasını Hz. Yûsuf'tan İstediler. Fakat Hz. Yûsuf, cezanın şahsîliği
İlkesinden hareket etti ve suçlunun yerine başkasını cezalandırmanın haksızlık
olduğunu, böyle bir şey yapmaktan Allah'a sığındığını bildirdi. [115]
80. Ondan ümitlerini
kesince görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri dedi ki:
"Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yûsuf hakkında
işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için
Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en
iyisidir. 81. Babanıza dönünüz ve deyiniz ki: "Ey Babamız! Şüphesiz oğlun
hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybı
bilmeyiz. 82. İstersen içinde bulunduğumuz şehir halkına ve aralarında
geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz." 83. Babaları
şöyle dedi: "Hayır nefisleriniz sizi böyle bir işe sürükledi. Bana düşen
artık güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onlarm hepsini bana getirir.
Şüphesiz O, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir," 84. Onlardan yüz çevirdi,
"Âh Yûsufum âh!" diye sızlandı; üzüntüden gözlerine boz geldi. Artık
kederini içine gömüyordu. 85. Oğulları, "Allah'a andolsun ki, sen Yûsuf u
ana ana sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helak olacaksın!"
dediler. 86. Ya'kub da şöyle dedi: "Ben gam ve kederimi ancak Allah'a
arzediyorum. Ve ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından vahiyle
biliyorum. 87, Ey Oğullarım! Gidin de Yûsuf u ve kardeşini iyice araştırın,
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah'ın
rahmetinden ümit kesmez!" [116]
80-82.
Kardeşlerin büyüklerinden maksat yaşça büyük olan Rubîl mi yoksa akılca üstün
olan Şem'ûn mu olduğu konusunda farklı rivayetler vardır. Taberî yaşça büyük
olan Rubîl'in kastedildiğini bildiren rivayetlerin daha isabetli olduğu
kanaatindedir. [117] Hz. Yûsuf'un kararlı
tutumu karşısında, ondan ümitlerini kesen kardeşleri, durumu kendi aralarında
görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri Rubîl, Bünyâmin hakkında
babalarına verdikleri sözü, daha Önce de Hz. Yûsuf'a yaptıklarını onlara
hatırlattı. Yûsuf'un bu kardeşi, daha önce onu öldürmek isteyen kardeşlerine,
onu kuyuya atmalarını teklif etmiş ve ölümden kurtarmıştı. [118]Şimdi
bu durum karşısında babası kendisine izin verinceye veya hakkında Allah'ın
hükmü belirinceye kadar Mısır'dan ayrılmayacağını bildirdi ve gidip durumu
babalarına anlatmalarını istedi. İnanmadığı takdirde Mısır halkından ve
beraber geldikleri kafiledeki diğer şahıslardan sorup gerçeği öğrenebileceğini
söyledi.
Hz. Ya'kub'un oğullan,
"Biz gaybı bilenler değiliz" cümlesiyle Bünyâmin'i koruyacaklarına
dair babalarına söz verdikleri zaman onun hırsızlık suçundan do layı Mısır'da
alıkonulacağını bilemeyeceklerini ifade etmek istemişlerdi. [119]
83. Kalkıp
babalarına geldiler ve kardeşlerinin söylediklerini aynen anlattılar. Ancak,
daha önce babalarına karşı yalan söylemiş olduklarından babalan onlara,
"Hayır nefisleriniz sizi böyle bir işe sürükledi" diyerek bu seferki
doğru sözlerine inanmak istemediğini açıkça ifade etti. Sonuçta sabretmekten
başka çare olmadığını, bir gün Allah'ın, onların hepsini yani Yûsuf, Bünyâmin
ve Rubîl'i kendisine döndüreceğini ümit ettiğini bildirdi. [120]
84, Oğlu
Bünyâmİn'in Mısır'da tutulduğunu haber alan Hz. Ya'kub'un, diğer oğlu Yûsuf
hakkındaki üzüntüleri yeniden depreşti ve üzüntünün şiddetinden gözlerine boz
geldi. Hz, Ya'kub'un gözlerine boz gelmesi iki şekilde açıklanmıştır: a) 96.
âyette "tekrar görür hale geldi" buyurulduğu için bunu karine olarak
alanlar, boz gelmekten maksat "üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözünün
kapan-masıdır" demişlerdir. Tıp mensuplarının açıklamalarına göre nâdir de
olsa üzüntüden gözde katarakt oluştuğu ve sonra bir şokla bunun zail olduğu
görülmüştür, b) Râzî'nin de katıldığı[121]
ikinci anlayışa göre göze boz gelmesi görmeyi engelleyecek kadar göz yaşı ile
kaplanmasıdır; açılması ise üzüntü ve ağlama sebebinin ortadan kalkmasıdır. [122]
86. Hz.
Ya'kub, evlâtlarını yitirmenin ıstırabını kalbinin derinliklerinde hissettiğini
ve üzüntülerini sadece yüce Allah'a arzettiğini İfade etmekle birlikte,
"Ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından vahiyle
biliyorum" demek suretiyle olayın perde arkasındaki hikmetlerini de
bildiğine İşaret etmiştir. [123]
87. Hz,
Ya'kub'un bu ifadeleri, onun, oğlu Yûsuf'tan ümidini kesmediğini ve Allah'ın
lütfuyla bir gün kendisine kavuşacağını umduğunu göstermektedir. [124]
88. Yusuf un huzuruna
girdiklerinde dediler ki; "Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz,
değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize
bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır." 89.
Yûsuf, "Siz, cahilliğiniz yüzünden Yûsuf ve kardeşine yaptıklarınızı
biliyor musunuz? dedi. 90. "Yoksa sen, gerçekten sen Yûsuf musun?"
diye sordular. O da "(Evet), ben Yûsufum, bu da kardeşim. Allah bize
lütfetti. Kim Allah'tan korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların
mükâfatını zayi etmez." 91. Dediler ki: "Allah'a andolsun, hakikaten
Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz." 92, Yûsuf
şöyle dedi: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O,
merhametlilerin en nıer-hametlisidir. 93. Şu benim gömleğimi götürünüz de onu
babamın yüzüne ko-yunuz, gözleri görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana
getiriniz." [125]
88. Hz.
Ya'kub'un ısrarı üzerine oğullan, hem kardeşleri Yûsuf'u aramak, hem de yiyecek
almak üzere üçüncü kez Mısır'a gittiler. Hz. Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde
kıtlığın kendilerini iyice sıktığını, dolayısıyla erzak temini için tekrar
geldiklerini söylediler. Ellerindeki sermayenin yetersiz olduğunu, bu sebeple
alışverişin dışında kendilerine biraz da tasaddukta bulunmasını Hz. Yûsuf tan
istediler. [126]
89-92. Hz.
Yûsuf, artık kendisini tanıtmanın zamanı geldiğini düşünerek, cahillikleri
yüzünden kardeşlerinin kendisine ve kardeşi Bünyâmin'e yaptıklarını on-tara
hatırlatıp kendini tanıttı. Böylece Yûsuf kuyuya atıldığı zaman, kendisine
vah-yedilmiş olan, "Kardeşlerinin yaptıklarını bir gün onlara kendileri
farkına varmadan mutlaka haber vereceksin!" mealindeki 15. âyetin verdiği
haber, gerçekleşmiş oldu. Kardeşleri kusurlarını itiraf edip özür dilediler. O
da onları bağışladığını bildirdi . İnsanların kıskanması, Allah'ın bir kimse
için takdir etmiş olduğu nimeti engelleyemez. Nitekim, Resûlullah duasında
şöyle demiştir: "Allahım! Senin verdiğine engel olacak yoktur. Senin engel
olduğunu da verecek yoktur. [127]
Görüldüğü gibi, Yûsuf un kardeşlerinin kıskanması, onun yükselmesine engel
olamamıştır. Sonunda kendileri mahcup olmuş ve Allah'ın Yûsuf'u kendilerinden
üstün kılmış olduğunu yemin ederek İtiraf etmişlerdir. Ziya Pa-şa'nın dediği
gibi:
Zalimlere bir gün
dedirir kudret-İ Mevlâ: [128]
93. Yûsuf
babasının, üzüntü nedeniyle gözlerinin göremez hale geldiğini öğrenince, kendi
gömleğini götürüp babasının yüzüne koymalarını, böylece tekrar görecek duruma
geleceğini söyledi. Bu olayın tıbben izahı mümkün olmamakla birlikte Hz.
Yûsuf'un bunu vahiyle yaptığı kabul edilmektedir. Bu durumda olay bir mucize
olarak değerlendirilmelidir. Bir görüce göre de Hz. Ya'kub'un gözlerine boz
gelmesi psikolojik sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Yûsuf babasının üzüntü,
sıkıntı ve sürekli olarak göz yaşı dökmekten görme duyusunun zayıfladığını anlamış
ve bu sıkıntıyı gidermek üzere gömleğini babasına göndermiştir; Ya'kub oğlunun
sağ olduğu haberini aldığı ve gömleğini yüzüne sürdüğü takdirde olayın vereceği
psikolojik rahatlık, sevinç ve manevî güç, onun bedenini ve görme gücünü
kuvvetlendirecek, gözleri görür hale gelecektir, diye gömleğini göndermiştir. [129]
94, Kafile Mısır'dan
ayrılınca babalan, "Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yûsuf un
kokusunu alıyorum!" dedi. 95. Onlar da "Vallahi sen hâlâ eski
şaşkınlığındasın" dediler. 96. Müjdeci gelince, gömleği yüzüne koyar
koymaz Ya'kub tekrar görür hale geldi. Dedi ki: "Ben size, 'Allah tarafından
(vahiyle) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim' demedim mi?" 97. "Ey
Babamız! Bizim günahlarımızın affını dik! Çünkü biz gerçekten hataya
düştük" dediler. 98. Ya'kub, "Sizin için rabbimden af dileyeceğim.
Şüphesiz O çok bağışlayan, pek esirgeyendir" dedi. [130]
94. Hz.
Yûsuf'un gömleğini getirmekte olan kafile, Mısır'dan ayrılıp Hz. Ya'kub'un
ülkesi olan Ken'ân iline doğru yola çıkınca, beri tarafta bulunan Ya'kub,
kendisine getirilmekte olan gömleğin kokusunu uzaktan hissederek, birkaç gün
sonra alacağı müjdenin büyük sevincine yavaş yavaş hazırlanmış oldu. Bu olayın
nasıl meydana geldiği konusunda müfessirierin iki farklı yorumu vardır:
a) Yüce
Allah, bu kokuyu bîr mucize olmak üzere o kadar u/ak mesafeden Hz. Ya'kub'a
ulaştırmıştır.
b) Allah
Teâlâ, bu kokuyu o anda Hz. Ya'kub'un nefsinde yaratmıştır.
Elmahlı Muhammed Hamdi
bu yorumlan verdikten sonra şöyle der: "Hangi şekilde olursa olsun, bu
olayın harikulade ilâhî bir tervih (kokuyu hissettirme) olduğunda hîç şüphe
yoktur. Zamanımız ilim felsefesi, bu gibi olağan üstü ruhî olayları
açıklayamamakla beraber, inkâr da etmeyip telepati (aracısız iletişim) adı altında
tasnif ve mütalaa etmektedir. Acizane kanaatime göre bu âyet, bize yalnız ruh
ilimleri ve mucize cinsinden bir harikayı tespit ile kalmıyor, bugünkü teknolojik
gelişme açısından dikkate değer ilhamlar da veriyor. Zira görülüyor ki rayiha
yani koku kelimesi, rîh yani 'rüzgar' anlamına gelen bir kelime ile ifade
buyu-ruluyor. Bu kelimede 'iletme' anlamı daha belirgindir. Halbuki yukarıda da
söylediğimiz gibi kafilenin Mısır'dan ayrıldığı anda Ya'kub'un vicdanına bu
kokunun ulaşması rüzgâr hızından daha hızlı bir iletişimle olmuştur. O halde,
meseleyi kimya veya atom fiziği sahasında izleyerek ses naklinden daha ince
bir kanun ile koku kuvvetinin ve hareketinin zaptedilmesi ve nakledilmesinin
dahi elektrik akımından yararlanarak mümkün olabileceği sonucuna varabileceğiz
demektir. Gerçi Ya'kub'un kokuyu duyması fennî bir olay değil, mucizevî bir
olaydır. Ancak âyetin ifadesinden açıkça ortaya çıkan mâna, bu kokunun rüzgâr
içinde duyulması ve gömleği taşıyan müjde kafilesinin Mısır'dan ayrıldığı
sırada iletilmiş olmasıdır. Bu ise kokunun da havadan bir telsizle şimşek gibi
naklinin ve iletilmesinin mümkün olabileceğini, yaratılışta bunun da gizli bir
kanunu olabileceğini düşündürür. Şüphesiz ki bunun gerek Mısır'dan gönderilmesi,
gerekse böyle bir hızlı titreşimin Ya'kub tarafından algılanabilmesi ve o
kokunun Yûsuf'a ait olduğunu kestirebil-mesi, doğrudan doğruya ilâhî tasarrufu
gösteren harikalardır. Gerek bu bakımlardan, gerek Yûsuf ile Ya'kub'un birer
peygamber olmaları bakımından olay çok yönlü bir mucizedir. Zira bir insanın
yakınındaki birinin kim olduğunu kokusundan tanıyabilmesi bile olağan üstü bir
meseledir. Ancak olayın bütünüyle tabiat kanunlarının üstünde bir mucize
olması, bununla ilgili birtakım tabiat kanunlarının mevcut olmasına engel
değildir. [131]
97-98. Hz.
Ya'kub'un oğullan, babalarına karşı suçlarını itiraf ettiler ve ondan
günahlarının bağışlanması için Allah'tan af dilemesini istediler. Fakat,
Ya'kub'un, oğullarına karşı kalbi kırıktı, kendisinin af ettiğine işaret
etmekle birlikte Allah'ın affı için hemen dua etmedi. Onu müsait bir zamana
erteledi. [132]
99. Yûsufun yanına
girdiklerinde ana babasını bağrına bastı ve "Allah'ın izniyle Mısır'a
gUven içinde giriniz!" dedi. 100. Ana babasını tahtına oturttu, hepsi onun
huzurunda yere kapandılar; Yûsuf dedi ki: "Babacığım! İşte bu, daha önce
gördüğüm rüyanın ortaya çıkışıdır; Rabbinı onu gerçekleştirdi. Doğrusu rabbbim
bana Hituflarda bulundu: Beni hapishaneden çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin
arasını bozmuş iken daha sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz rabbim dilediğine
çok lütufkârdır. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir." 101.
"Ey Rabbim! Bana servet ve iktidar verdin ve bana olayların yorumunu da
öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da âhirette de beni himaye eden
sensin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!" [133]
99. Ya'kub
aleyhisselâm, yakınlarıyla birlikte kendi ülkesinden ayrılarak Mısır'a Hz.
Yûsufun yanına gitti. Rivayete göre Hz. Yûsuf ile Mısır hükümdarı, kalabalık
bir asker topluluğu, devlet adamları ve Mısır halkı ile birlikte Hz. Ya'kııb'u
şehrin dışında karşıladılar. Hz. Yûsuf, ana babasını kucaklayıp bağrına
bastıktan sonra onları özel bir konakta dinlendirdi; sonra da güven içinde
şehre girmelerini söyledi. [134]
100. Şehre
girip Yûsuf'un huzuruna geldiklerinde Yûsuf ana babasını tahtına oturttu. İşte
bu anda ana babasıyla birlikte on bir kardeşi secdeye kapandılar. Bu durumu
gören Yûsuf, "Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur.
Rabbim onu gerçekleştirdi" dedi.
Miifessirler Hz.
Yûsuf'un ana, baba ve kardeşlerinin secdeye kapanmalarını iki şekilde
yorumlamışlardır: a) Hz. Yûsuf'a karşı hır saygı selâmı olmak üzere yere
kapanmışlardır. 4. âyet bu anlamı destekler mahiyettedir, b) Hz. Yûsuf'a kavuştukları
için Allah'a şükretmek üzere secdeye kapanmışlardır. 4. âyetin mealinde
"Onları bana secde ederlerken gördüm" diye çevirdiğimiz cümle,
"Onları benim için secde ederlerken gördüm" şeklinde çevirmek de
mümkündür. Bu takdirde âyet ikinci anlamı destekler.
Hz. Yûsuf, bir nezaket
ve tevazu örneği daha göstermiş, sahip olduğu bu debdebe ve ihtişamın
kendisine Allah tarafından lütfedİldiğini söyleyerek Allah'a sena-da
bulunmuştur. Kardeşlerinin kendisine muhtaç oldukları bir dönemde onlardan intikam
almayı düşünmediği gibi, onların yaptıklarını hatırlatacak tek kelime dııhi
söylememiş, kardeşleriyle arasını şeytanın açtığını ifade etmiştir. Bununla
birlikte bu olayların ilahî takdir ve hikmet neticesinde meydana geldiğine de
işaret etmiştir. [135]
101. Hz,
Yûsuf, mülkü ve onu yönetmek için gerekli olan olayları yorumlama ilmini
kendisine yüce Allah'ın verdiğini, dünyada da âhirette de kendisini himaye
eden velîsinin Allah olduğunu vurgulayarak O'na şükranlarını arzetti[136]
Rivayete göre Hz.
Ya'kub Mısır'da oğlunun yanında yirmi dört sene yaşadıktan sonra vefat etti.
Önceden yaptığı vasiyet uyarınca naaşı, Suriye'de defnedilmiş bulunan babası
Hz. İshak'ın yanma götürülüp gömüldü. Hz. Yûsuf da babasından sonra yirmi üç yıl
daha yaşadı. Onun naşmı da Mısırlılar mermer bir sandukan koyarak Nil yatağına
gömdüler. Mısırlılar onu çok sevdikleri için kendi memleket lerinde kalmasını
istemişlerdi. Daha sonra Hz. Mûsâ onun naaşım bularak babası Hz. Ya'kub'un
yanma götürüp defnetti. [137]
102. İşte bu kıssa,
gayb haberlerindendir. Onu sana vahdediyoruz.Onlar, tuzak kurmak üzere ittifak
ettikleri zaman, sen onların yanında değildin. 103. Sen ne kadar inanmalarını
istesen de insanların çoğu inanmazlar. 104. Halbuki sen bunun karşılığında
onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an âlemler için ancak bir öğüttür. 105.
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki onlar bu delillerden yüz çevirerek
geçip giderler. 106. Onların çoğu Allah'a ortak koşmadan iman etmezler, 107.
Allah tarafından onlara kuşatıcı bir azabın gelmesinden veya farkında olmadan
kıyametin ansızın kopmasmdan kendilerini güvende mi hissediyorlar? 108. De ki:
"İşte bu, benim yolumdur. Ben, Allah'a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar
aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak
koşanlardan değilim." [138]
102. Hz.
Peygamber, bu kıssayı yaşayanlarla beraber yaşamadığı ve kitaptan okumadığı
gibi, herhangi bir kimseden de öğrenmiş değildi. Çünkü onun yaşadığı ülkede
yahudilerle temasta bulunan bazı kimseler bulunsa bile ilim adanılan yoktu.
Bütün bunlar, bu kıssanın gayb haberlerinden ve bir mucize olduğunun delilidir. [139]
103.
Kureyş'in, "Isrâiloğulları Mısır'a niçin gitti?" şeklindeki sorusuna
cevap olmak üzere inmiş olan bu kıssa ile Kur'an'ın bir mucize, Hz.
Muhammed'in de bir peygamber olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Kureyş'in
çoğu inanmamıştır. Zira onlar gerçeği aramada samimi değillerdi. Yüce Allah,
"Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar"
buyurarak elçisini teselli etti. [140]
105.
Sözlükte âyet kelimesi "bir şeyin tanınmasına sebep olan ve varlığını
gösteren İşaret, açık alâmet, delil, ibret, şaşırtıcı şey, mucize, ve
topluluk" anlamlarına gelir. Terim olarak, Kur'ân-ı Kerîm'in bîr veya
birkaç kelime yahut cümleden meydana gelen bölümlerini ifade eder. Burada âyet
kelimesi alâmet, delil ve ibret veren şey mânalarında kullanılmıştır. Yani
gerek insanın kendisinde gerekse dış dünyada, göklerde ve yerde Allah'ın
varlığına, birliğine, ilmine, kudretine ve hikmetinin üstünlüğüne delâlet eden
nice delil vardır ki bunlar insanların nazarı dikkatine sunulmuştur. İnsanoğlu
ilmî, fikrî, felsefî ve amelî hayatında bu olaylarla her zaman karşı
karşıyadır. Bu tabiat olaylarını düşünüp bunlardaki incelikleri, bunlara hâkim
olan ilâhî kanunları keşfetmesi ve yaratanını tanıması gerekirken o,
düşünmeden, ibret almadan bunlara sırt çevirip gider. Halbuki insanoğlu hıınlan
düşünüp dikkatli bir şekilde incelese hem dünyada kalkınacak hem de imanı nı
taklitten tahkike çıkararak kâmil insan (has kul) olma yolunda ilerleyecek ve
fılıircttc mutlu olacaktır. [141]
106.
İnsanların çoğu, göklerdeki ve yerdeki delilleri ibret gözüyle İncelemedikleri
için, Allah'ın varlığını kabul ettikleri halde O'na çeşitli yollarla ortak koşarlar.
Nitekim Câhiliye döneminde Arabistan halkı da Allah'a inanmakla birlikte[142] çeşitli şekillerde O'na ortak koşuyorlardı.
Meselâ, bazı putperest Araplar meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanırken[143] bir
kısmı da kendilerini tanrıya yaklaştırsınlar diye putlara tapıyorlardı[144] Hıristiyanlar, Hz. îsâ'nın Allah'ın oğlu
olduğunu iddia ederken, yahudüerin bir kısmı "Üzeyir Allah'ın
oğludur" diyorlardı. [145] Ayrıca cinleri Allah'a
ortak koşanlar da vardı. [146]
108.
"Aydınlık bir yol" diye çevirdiğimiz basiret kelimesi sözlükte
"delil, kesin kanıt, inanç, bilgi, ibret alınacak şey, zihinsel olarak
görmek, kestirmek, sezmek, idrak etmek, anlama ve kavrama yeteneği" gibi
anlamlara gelmektedir. Mecaz olarak, "aklın kabul edebileceği veya akılla
doğrulanabilir kanıt" demektir. "Bunun içindir ki, Hz. Peygamber'in
telaffuz ettiği 'Allah'a çağrı' ifadesi burada insan aklına uygun ve onunla
doğrulanabilir, bilinçli bir kavrayışın sonucu olarak tammlanmakta"dır. [147]
Âyette Hz. Peygamber'e, yolunun İslâm dini olduğunu, İnsanları sadece Allah'a
çağırdığım, dolayısıyla kendisi ve ona uyanların aydınlık bir yol üzerinde
bulunduklarını, Allah'a ortak koşanlardan olmadığını bildirmesi emredilmiştir.
İşte Allah'a davet, bu şekilde basiret üzere, ne dediğini bilerek, ihlâs ve
samimiyetle, hikmet ve güzel öğütle olmalıdır.
[148]
109, Senden önce de
şehirler halkından kendilerine vahiy indirdiğimi/ kişilerden bıışkıısım
pt'ygnmİHT (tJindcrnıctlik. İnkAmluı ycrvtliOııdi' doluşıp da kendilerinden
öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Sakınanlar için âlıiret
yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz? 110. Nihayet
peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalancı çıkarıldıklarını
sandıklan sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa
erdirilir. Fakat, suçlular topluluğundan azabımız geri çevrilmez. 111. Andolsun
onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır. Kur'an,
uydurulabilecek bir söz depdir. Fakat o, kendinden öncekilerin onayı, her şeyin
açıklaması, iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. [149]
109. Bu
âyet-i kerîme, müşriklerin Hz. Peygamber'i kastederek "Ona bir melek
indirilseydi ya! [150] mealindeki sözlerine
cevap olarak inmiştir. Bu ve benzeri âyetler, insanlara cin ve melek gibi insandan
başka varlıklardan peygamber gönderilmediğini ifade eder. Müfessirlerin
çoğunluğuna göre peygamberlerin tamam erkeklerden gönderilmiştir. Ancak bazı
ilim adamları Hz. İbrahim'in eşi Sâre'nin, Hz. Musa'nın annesinin ve Hz.
îsâ'nın annesi Meryem'in de peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Zira
bunlara da ya doğrudan veya melek vasıtasıyla vahyedümiştir. [151]
İşte bu âyetlerde adı geçen kadınların peygamber olduklarına işaret olmakla
beraber çoğunluğa göre bunlar peygamber değil, sadece faziletli hanımlardır. [152]
Müfessirler,
"şehirler halkından" diye çevirdiğimiz "nün ehli'1-kurâ"
ifadesini dikkate alarak peygamberlerin göçebe kesimden değil, yerleşik medenî
toplumlardan seçilmiş oldukları kanaatine varmışlardır. [153] "Ehli'1-kurâ"
tamlamasına, "yeryüzünde yaşayan insanlar" mânası veren İbn Abbas'a
göre ise bundan maksat, peygamberlerin müşriklerin istediği gibi göklerdeki
varlıklardan değil, yeryüzünde yaşayan insanlardan gönderilmiş olduğunu ifade
etmektir. [154]
110. Hz.
Âişe, âyeti şöyle yorumlamıştır: "Sıkıntılar uzayıp da yardım gecikince
peygamberler kavimlerinden kendilerini yalancılıkla itham edenlerin iman edeceklerinden
ümitlerini kesmişler, İnanmış olanların da kendilerini yalanlayacaklarını
sanmışlardır. İşte o zaman Allah'ın yardımı gelmiştir. [155]
Peygamberler de insan
oldukları için birtakım olaylar karşısında bazı duygulara kapılabilirler.
Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de müminlerin çektikleri sıkıntı ve
geçirdikleri sarsıntılar karşısında peygamberlerin buradakine benzer davranışlar
sergiledikleri ifade buyurulmuştur. Ancak peygamberlerin, Allah'ın vaadinden
dönmesini, söz verdiği yardımı yapmayarak onları yalancı çıkarmasını düşünmeleri
mümkün değildir. Bu, onların peygamberlik vasıflarına aykırıdır. Nitekim
onlar, en şiddetli sıkıntılar karşısında bile insan gücünün dayanabileceği en
son merhaleye kadar dayanmışlardır. Sıkıntı ve ıstıraplar dayanılmaz bir hale
geldiği, Allah'tan başka hiçbir ümit kalmadığı anda Allah'ın yardım ve zaferi
yetişmiş; peygamberler ve onlara inanan müminler kurtuluşa ermiş, suçlular ise
cezalandırılmışlardır.
Mealinde "yalancı
çıkarıldıkları" diye çevirdiğimiz "küzibû" fiil indeki kıraat
farklarına göre, âyetin ilk bölümünden şu mânalar anlaşılabilir:
a)
"Küzibû" şeklinde şeddesiz okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler
insanların, kendilerine inanacağından umudu kestikleri, halkın da
peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini sandıklan an, onlara yardımımız
gelir. 2. Nihayet peygamberler, Allah tarafından kendilerine vaad edilen yardımın
geleceğinden ümitlerini kesip, insanlar karşısında yalancı durumuna
düşeceklerini sandıkları sırada onlara yardımımız gelir. İnsan olmaları
sebebiyle, peygamberlerin de bu tür davranışlarının olabileceğine dair tbn
Abbas'tan bir rivayet aktarılmakla birlikte, bazı müfessirler, Allah'ın
sözünden dönebileceğini, değil peygamberler, herhangi bir müminin bile
düşünmesi mümkün değildir. Böyle bir düşünce kişiyi imandan çıkarır, derler. [156]
b)
"Küzzibû" şeklinde şeddeli okunduğu takdirde: 1. Nihayet peygamberler
insanların inanacaklarından umut kestikleri ve kendilerinin yalancı
çıkarıldıklarını kesin olarak anladıkları zaman onlara yardımımız gelir. 2.
Nihayet peygamberler, kavimlerinin İman edeceğinden umut kestikleri, inanmış
olanların da kendilerini yalancı çıkarıldıklarını sandıklan an onlara
yardımımız gelir. [157]
111.
Peygamberlerin kıssaları gönül eğlendirici hikâyeler değil, bilâkis ibret
alınacak olaylardır. Buradaki "onların kıssalarından maksat, ya genel
olarak peygamberlerin kıssalarıdır veya bu sûrede anlatılan Hz. Yûsuf, babası
ve kardeşlerinin kıssastdır. Gerçekten de Hz. Yûsuf un yaşadığı sıkıntılardan
kurtulup Mısır'da yüksek bir makama gelmesinde akıl sahipleri için büyük bir
ibret vardır. Ancak bi rinci mâna daha daha kapsamlıdır.
Kur'ân-ı Kerîm
insanlar tarafından uydurulabilecek bir söz değil, kendisin den önce
peygamberlere indirilmiş olan Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitapları tasdik eden
ilâhî bir kitaptır. [158] Kur'an'ın her şeyi
açıklamasından mıık sat, dünyada var olan her şeyi açıklaması değil, insanlığın
muhtaç olduğu ve ilfılıi bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram,
sevap-günah gibi dinî ve ahlâkî konulara dair gereken ayrıntıları vermesidir.
O, hükümleriyle amel edenler için hem bir hidayet hem de rahmettir.
Yûsuf kıssası,
iyilerle kötülerin mücadelesine, sonuçta iyilerin başarısına somut bir
örnektir. Bu sebeple kıssada ders almak İsteyenler için güzel ibretler vardır.
Nitekim Allah Teâlâ kıssanın başlarında Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında, almak
İsteyenler İçin ibretler olduğunu ifade buyurmuştu[159]
Burada da bütün peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için alınacak ibret
olduğunu bildirdi. Hz. Yûsuf un kıssasından alınacak dersler şöyle
özetlenebilir:
Sûrede Hz. Ya'kub'un
Allah'a imanı ve bu iman sayesinde musibetlere karşı gösterdiği sabır ve
tevekkülü anlatılmıştır. Sevgili oğlu Yûsuf'u kurtların parçaladığı yalan
haberi kendisine söylendiği zaman dahi metanetini yitirmemİş, sabretmiş ve
Allah'ın yardımına sığınmıştır. [160]ğunu
vurgulamıştır. [161] Yûsuf hakkındaki aşın
derecede üzüntüsünden dolayı oğullarının, "büsbütün helak olacaksın"
şeklindeki uyarılan karşısında o, gam ve kederini sadece Allah'a arzettiğini
ifade etmiş ve oğullarına, Allah'ın rahmetinden ümit kesmemelerini, gidip
Yûsuf'u ve kardeşi Bünyâmin'i aramalarını emretmiştir. [162]
Yine Hz. Ya'kub,
oğullanna "Mısır'a ayn ayn kapılardan giriniz" diye nasihat edip
gelebilecek tehlikelerden korunmaları için tedbir almalarını tavsiye ettikten
sonra, "Ama, Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sîzden savamam; hüküm sadece Allah'ındır"
diyerek Allah'a olan tevekkülünü göstermiştir.
[163]
Hz. Yûsuf, zindandaki
arkadaşlarını tevhid dinine çağırmış ve Allah'ın birliğine dair onlara çeşitli
aklî deliller getirmiştir. Onun bu üslûbu güzel bir davet örneğidir.
Bu olay bir kadının
yabancı bir erkekle baş başa kalmasının ortaya çıkaracağı tehlikeli sonuçlar
için de bir örnek oluşturmaktadır. Nitekim Aziz'in karısının sık sık Hz.
Yûsufla baş başa kalması kadının ona âşık olmasına yol açmıştır. İslâm, bu
gibi sakıncalı durumları önlemek için kadının, halvet sayılabilecek şekilde
yabancı erkeklerle bir arada bulunmasını yasaklamıştır. Fıkıhta halvet,
aralann-da devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının bir yerde
baş başa kalmalarını ifade eden bir terimdir. [164]
Hz. Yûsuf, kendisinden
murat almak isteyen kadının çekiciliğine ve her türlü imkânı hazırlamış
olmasına rağmen, velinimetine ihanet etmekten Allah'a sığınarak iffet ve
sadakat örneği sergilemiştir. Daha sonraki tehditler karşısında da
"Rabbim! Zindan, bunlann benden istediklerinden daha iyidir" diyerek
günah işlemek tense zindana atılmayı yeğlemiştir. [165]
Hz. Yûsuf,
karşılaştığı sıkıntı, zulüm ve haksızlığa rağmen sarsılmamış, Allah'a olan
inanç ve güvenini yitirmemiş, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmemiş-tir. [166] Allah Teâlâ da sabrının karşılığında ona ilim,
hikmet vermiş ve Mısır'da istediği gibi tasarruf edebilecek bîr makama getirmek
suretiyle ödüllendirmiştir. [167]
Bu kıssa, Allah'ın
takdirini hiç kimsenin önleyemeyeceğini göstermesi bakımından da ibret vericidir.
Nitekim, kardeşlerinin Hz, Yûsuf'u kıskanmaları ve ona bunca kötülük etmeleri,
onun yükselmesine engel olamamış, tam tersine buna zemin hazırlamıştır,
Hz. Yûsuf, kendisim
öldürmek isteyen ve kuyuya atan kardeşlerinden istediği gibi intikam alma imkânına
sahip olduğu halde bunu yapmamış, kötülüğü iyilikle karşılamıştır. Kardeşleri
onun huzurunda suçlarını itiraf ettikleri zaman, "Bugün sizi kınamak yok,
Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhamet-lisidir" diyerek
peygambere yakışır bir yücelik göstermiştir. Özü itibariyle kıssa, insanlığın
serüvenine hakim olan, insanın öz benliğinde ve sosyal hayatta sürüp giden iyi
ile kötünün mücadelesinden ilginç ve etkileyici bir kesit vermektedir. [168]
[1] Elmalılı, IV, 2841
[2] İbn Sa'd, Tabakat, n, 142
[3] İbn Kesîr, es-Sîre, III, 570
[4] Yûsuf 12/7
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/201-202.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/202.
[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/202.
[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı,
Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/202.
[8] bilgi için bk. Bakara 2/1
[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/203.
[10] İbrahim 14/4
[11] Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; Sebe' 34/28; ayrıca
bk, Ra'd 13/37
[12] bilgi için bk. Ztimer 39/28
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/203-204.
[13] Zemahşerî, II, 300-301; Râzî, XVIII, 85; Esed, II,
454-455
[14] İsrail ve İsrâiloğulları hakkında bilgi için bk.
Bakara 2/40. 132; Nisa 4/153-161
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/204.
[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/205.
[16] Buhârî, "Tefsir", 12/2
[17] XVIII, 135
[18] levh-i mahfuz hakkında bilgi için bk. Bürûc 85/22
[19] İhya, IV, 504-505
[20] ayrıca bk. Yûsuf 12/44
[21] Umay Günay, Âşık Tarzı Şiir Geleneği, s. 104
[22] bilgi için bk. İlyas Çelebi, "Rüya",
ÎFAVAns., IV, 29
[23] Buhârî, "Ta'bîr", 2-4
[24] HulıAri. "Tii'bît", 1
[25] bk. Yûsuf 12/43; Elmahlı, IV, 2865
[26] Buhârî, "Bed'ü'1-vahy", 3
[27] Şevkânî,III,6
[28] Mâide 5/20
[29] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/205-208.
[30] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/208.
[31] Şevkânî, m, 6
[32] İbn Âşûr, XII, 222
[33] Râzî, XVIII, 92
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/208.
[34] Taberî, XII, 93
[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/209.
[36] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/209.
[37] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/209.
[38] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/210.
[39] âyet 89
[40] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/210.
[41] Taberî, XII, 97-98
[42] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/211.
[43] Râzî, XVIII, 106
[44] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/211.
[45] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/211-212.
[46] Tekvîn, 37/36,39/1; İbn Âşûr, XII, 245
[47] Yûsuf 12/30, 51
[48] Yûsuf 12/78
[49] Kurtubî, IX, 158; İbn Kesîr, IV, 306; İbn Âşûr, XII,
245; Ömer Faruk Harman, "Yûsuf, İFA V Ans., IV, 507
[50] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/212.
[51] Zemahşerî, II, 310; Şevkânî, III, 13
[52] Yûsuf 12/101
[53] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/212.
[54] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/213.
[55] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/214.
[56] Zemahşerî, E, 312
[57] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/214.
[58] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/214.
[59] II, 454
[60] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı,
Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/214.
[61] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/215.
[62] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/215-216.
[63] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/216.
[64] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/216.
[65] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/216.
[66] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/217-218.
[67] Şevkânî, III, 23-24
[68] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/218.
[69] İbn Âşûr,XlI, 271
[70] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/218-219.
[71] ibn Aşûr, XII. 276
[72] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/219.
[73] Taberî, XII, 132
[74] İbn Kesîr, IV, 317
[75] Şevkânî, 111,34
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/219-220.
[76] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/220-221.
[77] bk. Ahmet Suphi Fırat, "Yûsuf, fa, XIII, 441
[78] Esed, II, 464-465; İbn Âşûr, XII, 280
[79] Bakara 2/49
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/221.
[80] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/221-222.
[81] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/222.
[82] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/222.
[83] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/222.
[84] rüya ve rüya yorumu için ayrıca bk. Yûsuf 12/4-6
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/222.
[85] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/223.
[86] Buhâ-rî. "Tefsir", 12/5
[87] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/223-224.
[88] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/224.
[89] bk. Taberî, XII, 140, XIII, 2; Zemahşerî, II, 328;
Begavt, II, 430
[90] İbn Kesîr, IV, 319 vd.; Reşîd Rıza, XII, 323; İbn
Âşûr, XII, 292
[91] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/224.
[92] Müslim, "İmâre", 3/14
[93] Müslim, "İmâre", 3/13
[94] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/224-225.
[95] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/225
[96] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/226.
[97] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/226.
[98] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı,
Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/226.
[99] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/226.
[100] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/227-228
[101] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/228.
[102] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/228.
[103] Buharı, "Enbiyâ", 10
[104] Müslim, "Selâm", 41-42; göz değmesi hakkında
ayrıca bk. Kalem 68/51
[105] Râzî, XVIII, 172
[106] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/228.
[107] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/228.
[108] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/229-230.
[109] Râzî, XVIII, 177
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/230.
[110] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/230.
[111] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/230.
[112] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/230.
[113] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı,
Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/230-231.
[114] Şevkânî, III, 42
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/231.
[115] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/231.
[116] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/232.
[117] bk. XIII, 23-24
[118] âyet 10; Taberî, XII, 93
[119] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/232.
[120] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/233.
[121] XVIII, 195
[122] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/233.
[123] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/233.
[124] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/233
[125] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/234.
[126] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/234.
[127] Buhârî, "Ezan", 155
[128] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/234.
[129] Râ-zî, XVIII, 206
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/235.
[130] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/235.
[131] geniş bilgi için bk. IV, 2921 vd.
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/235-236.
[132] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/236.
[133] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/237.
[134] Râzî, XVIII, 210-211
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/237.
[135] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/237-238.
[136] vdî hakkında bilgi için bk. Bakara 2/257; Nisa
4/2,138-140; En'âm 6/14
[137] Râzî, XVITI, 216
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/238.
[138] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/238-239.
[139] gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3
[140] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/239.
[141] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu
:III/239.
[142] Lokman 31/25
[143] Nahl 14/57
[144] Zümer 39/3
[145] Tevbe 10/30
[146] En'âm 6/100
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/239.
[147] Esed, II, 481
[148] ayrıca bk. Nahl 16/125
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/239.
[149] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/240-241.
[150] En'âm 6/8
[151] krç. Âl-i İmrân 3/42; Hûd 11/71; Kasas 28/7; Tahrîm
66/11-12
[152] İbn Kesîr, IV, 346
[153] Râzî, XVIII, 226; Şevkânî, III, 57
[154] İbn Kesîr, IV, 346
Prof. Dr. Hayrettin
Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr.
Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu :III/241.
[155] Buhârî, "Tefsir", 12/6
[156] Râzî, XVIII, 226
[157] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı,
Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/241-242.
[158] Şevkânî, m, 58
[159] âyet 7
[160] âyet 18
[161] âyet 64
[162] âyet 86-87
[163] âyet 67
[164] geniş bilgi için bk. Orhan Çeker, "Halvet",
DİA, XV, 384
[165] âyet 33
[166] âyet 90
[167] âyet 56
[168] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:III/242-244