Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
"La" Kelimesinin Yorumunda Bazı Tefsircilerin Saçmalıkları
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebetleri
Ayetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Mekke'de inmiştir. 111
âyettir,
Yûsuf Sûresi,
peygamberlerin kıssalarını anlatan Mekkî sûrelerden
biridir. Bu sûre sadece, Allah'ın peygamberi Yusuf b. Yakub'un
kıssasından karşılaştığı çeşitli belâlar, kardeşlerinden ve Mısır azizinin
evinde, hapishanede ve kadınların kurduğu tuzakta diğerlerinden gördüğü
sıkıntı ve zorluklardan bahseder. Sonunda Yüce Allah'ın, Hz.
Yusuf (a.s.)'u bu sıkıntılardan kurtarmasını anlatır. Bundan maksat, uğradığı
sıkıntı ve zorluklar, yakınlarından ve uzaklarından görmüş olduğu eziyetler
sebebiyle Rasulul-lah
(s.a.v.)'ı teselli etmektir.
Bu mübarek sûre,
lafızları, ifadesi, konuyu sunuş şekli, faydalı güzel kıssası itibariyle eşsiz
bir üslûba sahiptir. Kanın damarlarda aktığı gibi ruhlarda akar; inceliği ve
akıcılığı sebebiyle, ruhun bedende dolaştığı gibi kalpte dolaşır. Bu sûre her
ne kadar, çoğunlukla uyarı ve tehdit damgası taşıyan Mekkî
sûrelerden ise de, bu sahada onlardan ayrı bir Özellik gösterir. Güzel,
faydalı, akıcı ve ince bir üslûp içerisinde taptaze olarak gelmiştir. Ünsiyet,
merhamet, şefkat ve sevgi havası taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, Halid b. Ma'dân şöyle demiştir:
Yusuf ve Meryem sûreleri, cennette cennet ehlinin lezzetlenecekleri
şeylerdendir. Atâ da şöyle demiştir. Üzüntülü dolap da Yusuf sûresini dinleyen
herkes onunla rahatlar.[1]
Bu mübarek sûre Rasulullah (s.a.v.)'a Hûd
sûresi'nden sonra o Yüce Peygamberin (s.a.v.) hayatının zor ve meşakkatli
döneminde indi.
O dönemde Rasulullah (s.a.v.)'m ve mü'minlerin
üzerine sıkıntı ve belâlar arka arkaya geldi. Özellikle, şefkatli ve tertemiz
eşi Hatice (r.a.) ile en iyi yardımcısı amcası Ebu Tâlib gibi iki yardımcısını kaybettikten sonra, Rasululllah (s.a.v.)'a ve mü'minlere
yapılan eziyetler ve belâlar daha da arttı. Hattâ o yıl "üzüntü yılı"
olarak bilinmektedir.
Rasûlu Ekrem (s.a.v.)'in hayatının bu zor döneminde,
Peygamberin (s.a.v.) ve mü'minlerin Kureyş cahilleri tarafından yalnızlığa, garipliğe itildiği
ve ilişkilerin kesildiği o dönemde, Yüce Allah, peygamberlerin kıssalarını
anlatmak suretiyle, Peygamberini teselli etmek ve acılarını dindirmek için bu
sûreyi indiriyordu. Sanki Yüce Allah, peygamberine şöyle diyordu: Ey Muhammedi
Kavminin seni yalanlamasına ve sana eziyet etmesine üzülme. Şüphesiz sıkıntı,
zorluk ve musibetleri iyice düşün. Kardeşlerinin kıskanması, ona tuzak kurması,
kuyuya atılması, Mısır azizinin karısının ona ilgi gösterip aşık olması,
kadının çeşitli fitne ve aldatma yollarıyla ondan nefsini taimin
etmek istemesi, bu izzet ve refahtan sonra da zindana atılması gibi uğradığı
çeşitli belâ ve sıkıntıları düşün. O, inancı uğrunda eziyetlere katlanıp
sıkıntı ve musibetlere sabredince Allah onu zindandan saraya nasıl nakletti,
Onu nasıl Mısır ülkesinin azizi kıldı ve nasıl ülkenin hazinelerini ona verdi, bir düşün! O,
kendisine itaat edilen bir efendi ve saygı gösterilen bir aziz oldu. İşte ben,
dostlarıma ve verdiğim belâlara sabredenlere böyle yaparım. Senden önce geçen
peygamberlere uyarak, belalara katlanmak için nefsini kuvvetlendirmen gerekir. O
halde, peygamberlerden lazm onların sabrettiği gibi
sen de sabret'[2] Sabret, senin sabrın da
ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme; kurmakta oldukları
tuzaktan kaygı duyma.[3]
İşte böylece Rasulullah (s.a.v.)'m karşılaştığı sıkıntılardan dolayı onu
teselli etmek için Yûsuf (a.s.)'un kıssası anlatıldı. Bu sûre peygamberlerin
yolunda yürüyenler için sevinme, ünsiyet, rahat ve huzur getirdi. Elbette
darlıktan sonra rahatlık, zorluktan sonra da kolaylık vardır. Bu sûrede alıncak dersler, ibretler ve etkili, enteresan ve güzel
haberlerle dolu öğütler vardır, Aklı olan veya hazır bulunup kulak veren
kimseler için öğüt vardır."[4]
İşte sûrenin havası,
işte onun işaretleri ve rumuzları. Peygamberlerin ve samimi davetçilerin
yolundan yürüyenler ve sabra sarılanlar için zaferin yakın olduğunu müjdeler.
Bu sure kalbin teselli kaynağı ve yaraların sargısıdır. Öğüt ve ibret
maksadıyla, âdet olarak Kurân-ı Kerim, kıssaları bir kaç yerde tekrarlar.
Kıssanın bütün safhalarını tamamlamak ve bıktırmadan veya usanç vermeden
haberleri dinlemeye teşvik etmek için, kıssayı uzunca değil de özet olarak
anlatır. Yusuf sûresine gelince, onun safhaları burada arka arkaya geniş bir
şekilde anlatılmış olup kısa ve geniş anlatmada icaz ve itnab
durumlarında Kur'an'm i'cazma
işaret etmek için diğer peygamber kıssaları gibi başta bir sûrede tekrar
edilmemiştir. Her şeyin sahibi, Yüce ve Bağışlayıcı olan Allah'ı noksan
sıfatlardan tenzih ederim.
Büyük âlim Kurtubî şöyle der: Allah Kur'an-ı
Kerim'de peygamberlerin kıssalarını anlattı. Belagat ve beyan derecelerine
göre, onları aynı manada farklı farklı şekil ve
farklı lafızlarla tekrarladı. Yusuf (a.s.) kıssasını da anlattı. Fakat onu
tekrarlamadı. Kur'an'a karşı çıkanlar, ne
tekrarlananın, ne de tekrarlanmayanın benzerini getiremediler. Düşünen kimse
için Kur'an'm İ'cazı
açıktır. Andolsun, onların kıssalarında akıl
sahipleri için pek çok ibretler vardır..."[5] diyen
Yüce Allah doğru söylemiştir. [6]
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elif,
Lam. Ra. Bunlar, apaçık kitab’ın
ayetleridir.
2.
Anlayabilesiniz diye biz onu arapça bir kur’an olarak indirdik.
3. Biz, sana
bu Kur’an-ı vahyetmekle
geçmiş milletlerin haberlerini en güzel şekilde sana anlatıyoruz. Gerçek şu ki
sen bundan önce elbette bilmeyenlerden idin.
4. Bir zaman
Yûsuf, babasına demişti ki: "Babacığım! Ben onbir
yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onların bana secde ettiklerini gördüm."
5. Babası,
"Yavrucuğum! dedi, Rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir
tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçıkbir
düşmandır.
6. İşte
öylece Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki
atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi
sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Rabbİn, çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."
7. Andolsun Yûsuf ve kardeşlerinde, soranlar için ibretler
vardır.
8.
Kardeşleri dediler ki: "Yûsuf'la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir.
Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz babamız apaçık bir yanlışlık
içindedir."
9. "Yûsuf'u
öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız bize kalsın! Ondan
sonra da sâlih kimseler olursunuz!"
10.
Onlardan bîri: "Yûsuf'u öldürmeyin,
eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan
biri onu alsın." dedi.
11. Dediler
ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da
Yûsuf hakkında bsize güvenmiyorsun! Oysa ki biz ona
iyilik isteyen kimseleriz.
12. Yarın
onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin, oynasın.
Biz onu mutlaka koruruz."
13. Babaları
dedi ki: "Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir
kurdun yemesinden korkarım."
14. Dediler
ki: Hakikaten biz bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman
biz gerçekten zarara uğramış kimseler sayılırız."
15. Onu
götürüp de kuyunun dibine atmağa ittifakla karar verince Yûsuf'a, "Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar farkına
varmaksızın, kendilerine haber vereceksin" diye valıyettik.
16. Akşamleyin
ağlayarak babalarına geldiler.
17. "Ey
babamız! Biz yarışmak için gittik, Yûsuf'u da eşyamızın yanına bırakmıştık, onu kurt yemiş! Fakat
biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın." dediler.
18.
Gömleğinin üstünde yalancı bir kan ile geldiler. Ya'kub
dedi ki: "Belki de nefisleriniz size bir işi güzel gösterdi. Artık bana
düşen güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınıza göre, yardımına sığınılacak
ancak Allah'tır."
19. Bir
kervan geldi ve sucularını gönderdiler, o da kovasını saldı, "Müjde! İşte
bir oğlan!" dedi. Onu bir ticâret
malı olarak sakladılar. Halbuki Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.
20. Onu
değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zâten ona karşı
rağbetsiz idiler.
21. Mısır'da
onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur
ki bize faydası olur. Ya da onu evlât ediniriz"
İşte böylece olayların yorumunu öğretmemiz için Yûsuf'u o yere yerleştirdik
Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
22. Yûsuf
güçlü bir hale geldiğinde, ona hüküm ve ilim verdik. İşte güzel davrananları
biz böyle mükâfatlandırırız.
Mübîn, apaçık demektir.
Kasas, haberlerin
birbirini takip etmesidir. Aslında sözlük manası da "ard
arda gelmek"tir. Annesi, Musa'nın ablasına onun
izini takip et" dedi [7] âyetinde bu manada kullanılmıştır. Burada ka-sastan maksat, Yüce Allah'ın
aziz kitabında bize anlattığı haberlerdir.
Ru'ya, düş görmek demektir. Uyku haline mahsus bir
görmedir. Uyanıklık halinde görmeye ise, harfi ile rü'yet
denir. Alûsî şöyle der: Fiili düş görmek manasında
kullanıldığında mastarı gözle görmek manasında kullanıldığında şeklinde gelir.
Bundan dolayı, Mütenebbî-nin
şu sözünde hatâ ettiği söylenmiştir: Gözler için seni görmek, kapanmasından
daha tatlıdır.[8]
Seni seçiyor. İctibâ, seçmek ve tercih etmek demektir. Bunun
aslı, "bir şeyi elde ettim"
manasına gelen dendir.
Usbe, grup demektir. Ferra,
"Usbe, fertleririnin
sayısı ondan da fazla olan gruptur" der. veya daha fazla sayıdaki insan
grubu için kullanılır.
Onu atın. Tarh, bir
şeyi atmaktır.
Kuyunun dibi. Bakanın
gözüne görünmediği için, kuyu dibine bu isim verilmiştir.
Lezzetli ve hoş
şeylerden bol bol yesin. Râğıb
şöyle der: Kelimesi, hakiki manada hayvanların otlamasıdır. Çok yediği
anlatılmak istendiğinde, insanlar için müstear olarak kullanılır. Hansa şöyle
der:
Otladjğı müddetçe otlar, yavrusunu hatırladığında ileri geri
gider gelir.[9]
Seyyare, yolcular
demektir. Güzel gösterdi.
Vâridehüm, onların sucusu. Vârid,
kavmine su içirmek için suya giden, demektir. [10]
Rivayete göre, yahudiler Rasulullah (s.a.v.)'a Hz. Yusuf'un kıssasın ve onun kardeşleri ile yani Ya'kub'un oğullan ile olan hikayelerini sordular. Bunun
üzerine bu sûre İndi. [11]
1. Elif,
Lâm, Râ. Bu harfler, Kur'an'ın
i'cazma bir işarettir. Yani muarızlarını aciz bırakan
kitabın âyetleri, bu ve benzeri harflerden meydana gelir.[12] Ey
Muhammedi Sana indirilen bu âyetler, açıklamasında herkesi âciz bırakan, parlak
hüccet ve delilleri bulunan, hakikatleri ve incelikleri birbirine karışmamış
olan ve manaları açık bulunan Kitab'm âyetleridir. [13]
2. Şüphesiz
biz onu, bu Arap harflerinden meydana gelen Arapça bir kitap olarak indirdik
ki, bu basit kelimelerden i'cazlarla dolu böyle bir
kitabı meydana getiren kimsenin bir insan olmadığını; onun ancak herşeye gücü yeten bir ilâh olduğunu ve bu kitabın,
âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş bir vahy olduğunu
anlayıp idrak edersin. [14]
3. Ey
Muhammed! Biz sana en doğru bir söz ve en güzel bir ifade ile geçmiş
milletlerin haberlerini anlatıyoruz. O haberleri sana, bu i'cazlarla
dolu Kur'an'ı vahyederek
bildiriyoruz. Durum şu ki, sen, biz sana bu Kur'an'ı
vahyetmeden önce, bu kıssayı bilmeyenlerden idin.
Çünkü hiç hatırından geçmemiş ve bunu hiç işitmemiş
tin. Çünkü sen, okuma yazma bilmeyen bir ümmîsin. [15]
4. Kıssa
buradan başlamaktadır. Yani hatırla ki Yusuf, babası Ya'kub'a
şöyle demişti: Ey babacığım! Ben uykuda şöyle garip bir rüya gördüm. Gördüm ki
gökyüzündeki yıldızlardan onbir yıldız bana secdeye
kapanmışlar. Bu yıldızlarla birlikte ayın ve güneşin de bana secde ettiğini
gördüm. İbn Abbas şöyle
der: Peygamberlerin rüyası bir vahydir.[16] Tefsirciler şöyle der: Bu onbir
yıldız Yusuf un kardeşleri, ay ve güneş ise anne ve babasıdır. O zaman Yusuf on
iki yaşındaydı. Bu rüya ile, Mısır'da babası ve kardeşleriyle biraraya gelmesi arasında kırk sene vardır.[17]
5. Yakub (a.s.) ona dedi ki: Oğlum! Bu rüyanı kardeşlerine
anlatma. Sonra onlar seni yok etmek için, önleyemeyeceğin büyük bir tuzak
kurarlar, Şüphesiz şeytan, insanın apaçık bir düşmanıdır. Ebu
Hayyan şöyle der: Yakub
(a.s.) Yusuf'un rüyasından, Yüce Allah'ın ona büyük bir hikmet vereceğini, onu
peygamberlik görevi için seçeceğini ve iki dünya şerefini ona ihsan edeceğini
anladı da, kardeşlerinin kıskanmasından korktu. Dolayısıyla rüyasını onlara
anlatmamasını istedi.[18]
6. Rabbin
sana bu büyük rüyayı gösterdiği gibi, seni peygamberliğe seçecek Ve sana rüya
yorumunu Öğretecek. Lütuf ve nimetini sana ve baban Ya'kub'un
nesline tamamhyacak Nitekim bundan önce de deden
ibrahim ve İshak'ı peygamberlikle görevlendirmek ve
bu göreve seçmek suretiyle nimetini tamamlamıştı. Rabbin lutfa
kimin lâyık olduğunu çok iyi bilir. Yarattıklarının idaresinde de hikmet
sahibidir. [19]
7. Yusuf ve onbir kardeşinin kıssasında, onların haberlerini soranlar
için ibretler ve öğütler vardır. [20]
8. Bu, Yusuf
(a.s.)'un ilk musibetidir. Hani onlar şöyle demişti: Vallahi, Yusuf ve kardeşi Bünyamin babamıza bizden daha sevgililer. Babalarının
onları çok sevdiğini şüphe götürmez bir gerçek olduğunu belirtmek istediler.
Hepsi kardeş oldukları halde, Yusuf ve Bünyamin'in anaları bir olduğu için, "Yusuf ve kardeşi"
dediler. Halbuki biz sayılı* bir cemaatiz. Bu iki küçüğün aksine biz, fayda
sağlayabilir ve zararı savabiliriz. Şüphesiz babamız, Yusuf u ve kardeşini
bizden çok sevmekle apaçık bir hatâ etmiş ve büyük bir yanılgıya düşmüştür. Kurtubî şöyle der: Onlar babalarının dinî sapıklığa
düştüğünü kastetmediler. Çünkü böyle bir maksatları olsaydı kâfir olurlardı.
Onlar babalarının, iki oğulu on oğuldan üstün tutuğu
için açık bir hataya düştüğünü ifade etmek istediler.[21]
9. Yusuf u
öldürün veya onu, bilinmeyen uzak bir yere atın, dediler. İşte o zaman,
babanızın sevgisi sadece size olur ve babanız size iltifat eder. Fahreddin er-Râzi şöyle der: Yusuf'un
sevgisi babamızın bizimle alâkasını kesti ve onu kendine çevirdi. Babamız onun
sevgi ve meylini bize çevirecektir.[22] Bu
günahtan sonra tevbe eder ve sâüh
bir topluluk olursunuz. [23]
10. Kardeşleri Yahuza[24] yani Yakub'un en
büyük oğlu onlara dedi ki: Yusuf'u Öldürmeyin. Onu kuyunun dibine atın. Yoldan
geçen yolculardan birisi onu bulup alır. Mutlaka ondan'kurtulmak
istiyorsanız bununla yetinin. Yahu-za'nın Yusuf
hakkındaki görüşü, diğerlerinin görüşünden daha az kötüydü. [25]
11. Dediler
ki: Ey babamız! Sana ne oldu da kardeşimiz Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun.
Halbuki biz hepimiz senin oğullarınız. Biz ona karşı merhametliyiz ve onun iyiliğini
istiyoruz. Tefsirciler şöyle der: Onlar kesin karar verice babalırın
yanında bu sözü söylediler. Babalarının kendilerniden
korkusunu gidermek için Yusuf'u aşırı derecede sevdiklerini ve ona karşı son
derece şefkatli olduklarını açıkladılar. Sanki şöyle dediler: Onun hakkında
bizden niçin korkuyorsun? Halbuki biz onu seviyor ve onun iyiliğini
istiyoruz!! [26]
12. Yarın
onu bizimle beraber sahraya gönder. Hoşuna giden iyi şeylerden bol bol yesin. Yarış yapsın ve diğer oyunları oynasın. Biz onu
her türlü kötü ve hoşlanılmayan şeyden koruruz. Yalan söyledikleri halde,
sözlerini ve ile pekiştirdiler. [27]
13. Yakub (a.s.) onlara
dedi ki: Onun benden ayrı kalmasına dayanamadığını için, ayrılığı beni üzer.
Siz ondan habersiz durumda iken onu kurtların parçalamasından korkarım. Ya'kub (a.s.) sanki onlara ipucu vermiş gibi oldu. Zemah-şerî şöyle der: Ya'kub (a.s.) iki şey sebebiyle onlara özür beyan etti:
Birisi, onların Yusufu götürmeleri ve Yusuf'tan
ayrılması onu üzen şeylerdendir.
Çünkü o, Yusufun ayrılığına bir an olsun dayanamam aktadır,
ikincisi, oğullarının hayvanlarla ve oyunla meşgul olarak ondan habersiz
kaldıkları an, kurtların onu parçalamasından
korkması.[28]
14. Ayetteki
yemin içindir. Yani, vallahi biz güçlü kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde
onu kurt yerse, biz hüsrana uğrama ve helak olma bedduasına müstehak kimseler oluruz.
[29]
15. Bu sözde
hazif vardır. Yani, Yakub
(a.s.) Yusufu onlarla beraber gönderdi. Onlar
Yusuf'u alıp da babasından uzaklaştırmca yapa-caklarını yaptılar. Onu, kuyunun dibine almaya hep beraber
karar verdiler. Biz Yusufa: Mutlaka kardeşlerine bu
sana yaptıklarını haber vereceksin. O zaman onlar, senin Yusuf olduğunu
bilemeyecekler, diye vahyettik. Râzî
şöyle der: bu vahyin faydası bu sıkıntıdan kurtulacağını bildirmek suretiyle
onu rahatlatmak, teskin etmek, kalbinden üzüntü ve yalnızlık duygusunu
gidermektir.[30]
16. Gece
yatsı vakti ağlayarak babalarına geldiler. Rivayet olunduğuna göre, Hz. Ya'kub onların ağlamasını
işitince korktu ve: "Oğullarım, niçin ağlıyorsunuz? Yusuf nerede?"
dedi. [31]
17. Dediler
ki: Ey babamız! Biz koşu veya atma yarışı yapmak üzere gittik. Yusufu koruması için elbiselerimizin ve diğer eşyamızın
yanında bıraktık. Kurt geldi, onu parçaladı. Biz gerçekten doğru söylesek de,
sen bizim sözümüze inanmayacaksın. Sen bizi suçladığın ve sözümüze
güvenmediğin halde nasıl inanacaksın? Onların bu sözü, kendilerinden şüphe
edildiğini gösterir. Nitekim: "Şüpheli şahıs neredeyse beni tutun,
der" denilmiştir. [32]
18. Onun
elbisesi üzerinde yalancı bir kan getirdiler. Burada aşırılık ifade etmek için
kan kelimesi, yalancılık mastarı ile
nitelenmiştir. Sanki kan, yalanın kendisidir. Ibn Abbas, şöyle der: Bir koyun kestiler ve kanını Yusufun gömleğine bulaştırdılar. Ya'kub
(a.s.)'un yanma geldiklerinde Ya'kub (a.s.) : Siz
yalan söylüyorsunuz, dedi. Eğer onu kurt yeseydi gömleği mutlaka yırtardı.[33] Rivayete göre Ya'kub
(a.s.) şöyle dedi: Bu kurt ne kadar yumuşak huylu imiş; oğlumu yemiş de
gömleğini yırtmamış! Dedi ki: Bilakis nefsiniz size, Yusufa
birşey yapmanızı güzel gösterdi. İddia ettiğiniz
gibi, onu kurt yemedi. Bu
hususta bana düşen, şikayet değil, güzel bir sabırdır. Sizin anlattığınız
yalana katlanabilmem için yardımcım Allah'tır. [34]
19. Bir
yolcu kafilesi bu yoldan geçti. İbn Abas şöyle der: Medyen'den
Mısır'a gitmekte olan bir kafile geldi ve yolu kaybederek şaşkın şaşkın dolaştı. Nihayet Yusuf'un atıldığı kuyunun bulunduğu
yerde konakladılar. Kuyu, yerleşim merkezinden uzak ıssız bir yerde idi.[35] Yolcular sucularını suya gönderdiler. Sucu,
kovasını kuyuya sarkıttı. Tefsircileri şöyle der: Yusuf, kuyunun dibinde bir
köşede idi. Sucu kovasını
sarkıtınca ipe sarıldı
ve çıktı. Sucu
onun güzelliğini ve
yakışıklılığını görünce şöyle seslenerek Müjde, işte bir oğlan" dedi.
Kendisini ve ardaşlarmı müjdelemek için sevinç ve
ferahla böyle söyledi. Ebussuud şöyle der: Sanki o
müjdeye seslendi ve dedi ki: "Gel, şimdi senin zamanındır" Çünkü
büyük bir nimet elde etmişti.[36] Onu bir ticaret eşyası gibi Mısır'da satmak
için, durumunu insanlar gizlediler. Fiilin fâilİ sucu
ve arkadaşlarıdır. Allah onların
yapmakta olduklarını pek
iyi bilir. Onların sırları
ve Yusuf hakkındaki niyetleri
Allah'a gizli kalmaz. [37]
20. Bu,
Yusuf (a.s.)'un hayatındaki ikinci musibettlir.
Kölelik musibeti. Yani onu kuyudan çıkaran o yolcular, onu az bir kıymet
karşılığında, dirheme sattılar. İbn Abbas böyle demiştir. Onlar Yusufa
rağbet etmeyen, ona karşı ilgisiz
kimselerdi. Çünkü onlar Yusufu bulmuşlardı. Kaçak bir
köle olmasından ve efendisinin gelip ellerinden almasından korkuyorlardı.
Dolayısıyla onu az bir kıymet karşılığında sattılar. [38]
21. Mısır
şehrinden olup da onu satın alan adam, karısına, "Buna güzel bak"
dedi. İbn Abbas şöyle der:
Onu satın alan adamın adı Kıtfir idi. Bu şahıs, Mısır
hazinelerinin başında bulunan azizdir.[39] Umulur ki, büyüyünce bazı işlerimiz için bize
yeter, veya belki de onu evlat ediniriz. Çünkü onların çocukları olmuyordu.
Kuyudan kurtardığımız gibi, izzet ve güven içinde yaşayacak şekilde onu Mısır
diyarına yerleştirdik. Onu bazı rüyaları tabir etmeye muvaffak kılmak için böyle yaptık. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir.
Hiçbir şey onu âciz bırakamaz. Fakat
insanların çoğu onun yaptığı güzel şeyleri ve gizli lütuflarını bilmez. [40]
22. Yusuf,
en güçlü ve kuvvetli olduğu yaşa şani otuz yaşma gelince ona hikmet ve dinde bilgili olma
özelliğini verdik. İşte güzel iş yapanlara biz böyle mükâfaat
veririz. [41]
1. Onlar
kitabın âyetleridir." Kitabın mertebesinin yüksekliği ve şanını
yüceliğinden dolayı, burada,
uzak için kullanılan
işaret ismi getirilmiştir.
2. Onu, iki
babana tamaladığı gibi" Bu, mürsel
ve mücmel teşbihtir.
3. Onbir yıldızı, ay ve güneşi..." Şerif Radî şöyle der: Bu bir istiaredir. Çünkü yıldızlar, ay ve
güneş aklı olmayan varlıklardandır. Gramer bakımından bunlar için yerine denilmesi
uygun olurdu. Fakat akıllı varlıkların yaptıkları fiil (yani secde etmek) onlara isnat edilince, akıllı varlıkların
sıfatlarıyla nitelenmeleri caiz oldu. Çünkü secde etmek, akıl sahiplerinin fiilerindendir.[42]
4. Yalancı kan"
Kan yalancılıkla nitelenmez.
Maksat, "hakkında yalan söylenmiş kan" veya "yalanlı
kan"dır. Vurgulu ifade etmek için âyette yalancılık sıfatı mastar olarak
gelmiştir. [43]
Rivayete göre bir
kadın, Şûreh'in hakemliğine başvurdu ve ağladı. Şa'bİ dedi ki: Ey Ebâ Ümeyye! Onu görmüyor musun? Ağlıyor? Şöyle dedi: Yusuf'un
kardeşleri de zalim ve yalancı oldukları halde ağlayarak gel-mislerdi, insan
için, haktan başka bir şeyle hüküm vermesi doğru olmaz.[44]
Bazı tefsirciler, Yusufun kardeşlerinin peygamber oldukları görüşündedirler."
Buna, onların şu âyette anlatılan esbât olduklarını
delil getirdiler ki: "Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Ya'kub'a ve Ya'kub oğullarına indirilenlere inandık.[45]
Gerçek şudur ki, esbattan maksat, Ya'kub(a.s.)'un
oğulları değildir. Onlar araştırmacıların da dikkat çektikleri gibi, Ya'kub (a.s.)'un soyundan gelen kabilelerdir. Yusufun kardeşleri peygamber olsalardı, böyle âdi fiillere
girişmezlerdi. Zira kıskançlık, fe-sad çıkarmaya çalışmak, öldürmeye teşebbüs, yalan söylemek
ve Yusufu kuyuya atmak. Bütün bunlar peygamberlerin
ismet vasfına aykırı olan büyük günahlardır. Bu suçlara rağmen onların
peygamber olduğu görüşü akl-ı selim kabul etmez.
Büyük âlim İbn Kesir'in bu konuda yazdıklarına bak.
O, bu konuyu çok dikkatli ve güzel bir şekilde yazmıştır. [46]
23. Evinde
bulunduğu kadın, onun nefsinden mu-rad almak istedi,
kapıları iyice kapattı ve, "haydi gel!" dedi. O da, "Allah'a sığınırım!
Zira kocanız benim efendimdir,
bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmaz!" dedi.
24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbi-nin burhanını görmeseydİ o da
kadına meyledecekti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak
için (delillerimizi gösterdik). Şüphesiz o, ihlâsa
erdirilmiş kullarımızdandı.
25. İkisi de
kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun
efendisine rastladılar. Kadın dedi ki: "Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan ya da acıklı bir işkenceden
başka ne olabilir!"
26. Yûsuf,
"Asıl kendisi benim nefsimden nıurad almak
istedi." dedi. Kadının akrabasından
biri şöyle şahitlik etti. "Eğer onun gömleği
önden yırtılmışsa, kadın doğru
söylemiştir, o ise yalancılardandır.
27. Eğer
gömleği arkadan yırtıldıysa, kadın yalan söylemiştir. O ise doğru
söyleyenlerdendir."
28. (Efendisi, Yûsuf'un
gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce "Şüphesiz, dedi; bu
sizin tuzağınızdır. Şüphesiz sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.
29. Ey
Yûsuf! Sen bu İşi gizle! (Ey kadın)! Sen de günahının affını dile! Çünkü sen
günahkârlardan oldun!"
30.
Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki:
"Azizin karısı, kölesinin nefsinden
nıurad
almak istiyormuş; Yûsuf'un
sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde
görüyoruz."
31. Kadın,
onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak
yastıklar hazırladı. Herbirinin eline bir bıçak
verdi. Yûsuf'a, "Çık
karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, ellerini kestiler ve dediler
ki: "Hâşâ! Bu bir beşer değil... bu ancak değerli bir melektir!"
32. Kadın
dedi ki: "İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden nıurad almak istedim. Fakat o, şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette
zelillerden olacaktır!"
33. Yûsuf
"Ey Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer sen onların hilelerini benden
çevirmezsen, onlara meyleder
ve câhillerden olurum!" dedi.
34. Rabbi
onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. O çok iyi işiten,
pek iyi bilendir.
35. Sonunda
kesin delilleri gördükten sonra onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları
kendilerine uygun göründü.
36. Onunla
birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: "Ben
rüyada, şarap sıktığımı gördüm." Diğeri de, "Ben de başımın üstünde
kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Onun tabirini bize haber
ver. Çünkü biz seni güzel tabir yapanlardan görüyoruz" dediler.
37. Yûsuf
dedi ki: "Size yedirilecek yemek size gelmeden önce onun yorumunu mutlaka
size haber vereceğim. Bu,
Rabbimin bana öğrettıklerindendir.
Şüphesiz Allah'a inanmayan bir kavmin dinini terk ettim. Onlar âhireti inkâr edenlerin kendileridir."
38.
"Atalarım İbrahim, İshâk ve Ya'kûb'un
dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, bize
ve insanlara Allah'ın lütfundandır. Fakat insanların
çoğu şükretmezler.
39. Ey zindan
arkadaşlarım! Çeşitli
ilâhlar mı daha iyi, yoksa herşeye kadir olan bir tek Allah mı?
40. Sizin
Allah'ı bırakıp ta taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım
isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil
indir-memiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size
kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler.
41. Ey
zindan arkadaşlarım! biriniz efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve
kuşlar onun başından yiyecekler. Tabiri hakkında sorduğunuz iş kesinleşmiştir."
42. Onlardan, kurtulacağına
inandığı kimseye dedi ki:
"Beni efendinin yanında an". Fakat şeytan ona, efendisine anmayı
unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf, birkaç sene daha zindanda kaldı.
Yüce Allah önceki
âyetlerde Hz. Yusuf a Mısır azizi ile beraber sarayda
oturma imkanı verdiğini açıkladıktan sonra, burada da onun, azizin karısından
gördüğü türlü fitneler ve kötülüğe teşviki, bu büyük fitne karşısında Hz. Yusuf'un direnmesi ve gösterdiği iffet ve hayayı, zina etme
yerine zindana girmeyi tercih edişini anlattı. Hz.
Yusuf'un iffetine ve temizliğine delil olarak bu yeter. [47]
Onu istedi işve ve
cilve ile istemek demektir, jij fiilinden alınmıştır.
Bir kimse gelip gittiğinde denilir. Muzârii dür. Bu
kökten alınarak, otlak aramaya gönderilen adama denilir. Erkek kadınla yatmak
istediğinde kadın erkekle yatmak istediğinde a denir.
Gel. Heyte, "gel" manasına isim fiildir.
Mesvâye, "ikametim" demektir. Sevâ,
yerleşip ikamet etmek manasınadır.
Niyet etti. Hemm, azmetmek ve kastetmek manasına gelir. Her ümmet, kendi
peygamberini yakalamaya azmetmişti.[48] Hemm, yapmaya
azmetmeden hatırdan ve akıldan geçirmek manasına da gelir. Şair şöyle der:
Büseyne'ye sahip olma aklımdan geçti. Eğer bu düşünce açığa çıksaydı
kalbimdeki aşk ateşini söndürdüm.[49]
Aziz'in karısının niyeti kesin bir niyetti. Yusufun
niyeti, ise sadece bir akıldan geçme idi.
Sû'; kötülük, hoşa
gitmeyen, çirkin şey demektir.
Fahşâ, son derece çirkin şey. Bundan maksat zinadır.
Yırttı. yarmak, kesmek
demektir. Çoğunlukla, uzunluğuna yarma ve kesmede kullanılır. ise, enine
kesmede kullanılır.
Buldular.
Keydekûnne, sizin tuzağınız. Keyd,
hile ve tuzak demektir.
Hâtiîn, kasten günah işleyenler. Asmaî
şöyle der: Bir kimse kasten günah işlediğinde denir. îsm-i
faili, Lüdur. Kasıtsız olarak günah işlediğinde
denir. Muzârii
dur.[50]
Yûsuf un aşkı onun
kalbine işlemiş. Zeccâc şöyle der: Şeğaf, kalbteki siyah nokta.
Meylederim. Bir kimse
eğlenceye meylettiği zaman denir. [51]
23. Evinde
bulunduğu kadın, onun nefsinden murad almak istedi.
Kuyuya atılma ve kölelikten sonra bu, üçüncü musibettir. Müravede, işve
ve cilve ile istemektir. Bu, hilekârın
tatlı konuşarak yapmasına benzer.
Yani: Yusuf'un evinde
bulunduğu azizin karısı onun, kendisiyle
ilişkide bulunmasını istedi. Onu, işve ve cilve ile, kendisiyle ilişki kurmaya
çağırdı ve onu elde etmek için her yola başvurdu. Evin kapılarını kendisi ve
Yusuf üzerine iyice kilitledi. Kurtubî Şöyle der:
Yedi kapı vardı. Hepsini kilitledi. Sonra onu kendisine çağırdı.[52] Haydi, çabucak yatağa gel, korkulacak bir şey
yok" dedi. Ebu Hayyan:
"Ona, çabucak kendisine gelmesini emretti" der.[53] Yusuf, "Kötü fiil işlemekten Allah'a
sığınırım" dedi. Ebussuûd şöyie
der: Bu ifade o fiilin korkunç çirkin bir fiil olduğuna ve ondan kurtulmak için
Allah'a sığınmak gerektiğine işarettir. Allah Yusuf (a.s.)'a o fiilin son
derece kötü ve çirkin bir fiil olduğuna dair apaçık delil gösterdiği için Yusuf
(a.s.) Ona sığındı.[54] Şüphesiz senin kocan benim efendimdir, bana
lütuf ve ikramda bulunan Aziz'dir. Namusuna hainlik ederek ona nasıl kötülük
ederim. Kuşkusuz, zalimler istediklerini elde edemezler. İyiliğe karşılık
kötülük eden hainler de o zâlimlerdendir. Yüce Allah bundan sonra Aziz'in
karısının, Hz. Yusuf'u tuzağına düşürmeye çalıştığını
ve onu elde etmek için bütün teşvik yollarına başvurduğunu açıklar. Eğer Yüce
Allah Yusuf (a.s.)'u onun tuzağından korumasaydı o mutlaka helak olacaktı. [55]
24. Kadın Hz. Yusuf la birleşmeye kesin olarak ve azimle karar verdi.
Öyle ki bu çirkin
fiili yapmaktan kimse kendisini alıkoyamıyacaktı.
Hz. Yusufu kendi isteğine
zorla boyun eğdirmeye girişti. Kapıları iyice kilitleyip ona "çabucak
gel" teklifinde bulundu da Hz. Yusuf süratle
kapıya koştu. İnsanın yaratılış, gereği, Hz. Yusuf un
nefsi ona meyletti. Kadın ona teklif edince, azim ve kasıt olmaksızın
ona yaklaşmayı aklından geçirdi. Bu iki niyet arasında büyük bir fark vardır.[56] Fahreddin Râzi der ki: Hemm, bir şeyin akla
gelmesidir veya insan fıtratının ona meyletmesidir. Bu, yazın oruç tutan
kimseye benzer ki, o kimse soğuk suyu görür. Nefsi onu suya meyletmeye ve
içmeye zorlar. Fakat dini onu bundan korur.[57] Bu şartın cevabı mahzuftur.
Yani Allah Yusufu gözetip korumasaydı, elbette Yusuf
onunla cinsî münasebette bulunacak ve içinden geçenleri yapacaktı. Fakat Allah,
yardımı ve desteği ile onun iffetini korudu. Dolayısıyle
Yusuf asla herhangi bir şey yapmadı. Ebu Hayyân şöyle der: Bazı kimseler fasiklardan
birine dahi nispet edilmesi uygun olmayan bir davranışı Yusuf'a nisbet etmişlerdir. Benim kanaatime göre, Yusuf (a.s.)
kesinlikle bu işe niyet bile etmemiştir. Bilakis, delili görme olayının
varlığı, böyle bir niyetin olmadığını ifade eder. Nitekim Araplar " Allah
seni korumamış olsaydı, günah işlemiştin", ve Eğer bunu yaparsan sen
zalimsin" derler. Bu son ifadenin takdiri şöyledir: Ayetin takdiri de
şöyledir: Eğer Rabbinin delili olmasaydı Yusuf o kadına yaklaşmaya niyet
edecekti. Fakat o, delili görünce böyle bir niyet meydana gelmedi. Selefin
söylediklerine gelince, onlardan herhangi birisinin böyle bir şeyi
söylemeyeceğine inanıyoruz. Çünkü bu sözler birbiriyle çelişen yalan sözler
olup, bırakın iffetli kimseleri bazı din mensubu fâşıkları
dahi yaralayıcı niteliktedir.[58] Ebussuûd şöyle der: Yusuf -un O kadına yaklaşma niyeti,
insanın yaratılışı gereği ona tabiî bir meyil manasınadır. Yoksa Yusuf, serbest
iradesiyle kadına yaklaşmaya niyet etmiş değildir. Onun daha önce geçen, bu işe
karşı tam bir isteksizliğini ve nefretini gösteren ve zalimlerin iflah etmeyeceğine
dair hükmünü ifâde eden Allah'a sığınmasına baksanıza. Onun bu ifadesi, böyle
bir niyet etmesinin mümkün olmadığını gösteren sağlam bir kayıttan başka bir
şey değildir. "Nefsi kabardı ve bu işi yapmaya teşebbüs etti"
şeklindeki sözler ise, işiten kulakların kabul etmediği, akıl ve idraklerin
reddettiği hurafe ve batıl sözlerdir.[59] Kötü ve günah şeyleri, son derece çirkin olan
zinayı ondan uzak tutmak için, fitneye teşvik eden ve sürükleyen karşısında
iffetini koruduk. Bu, Hz. Yusuf'un böyle bir günaha
niyet etmediğine dair apaçık ve kesin bir delildir. Eğer onların iddia ettiği
gibi olsaydı şöyle derdi: Onu günahtan ve zinadan çevirmek için...". ondan
çevirmek için..." ifadesi, bunun, Yusufun
iradesi dışında bir şey olduğunu ve Allah'ın ona lütfettiği "iffet"
ve "ismet (korunmuşluk)" vasfı gereğince, bu işi Yusuf'tan uzak
tuttuğunu gösterir. Çünkü o, Allah'ın kendisine itaata
tahsis ettiği, vahyi ve risaleti için seçtiği
kimselerdendir. Dolayısıyle, şeytanın onları
aldatması mümkün değildir...
Bundan sonra Yüce
Allah kadın hayvanı duygular içerisinde iken, kapıya doğru koşarlarken,
kocasının gelmesiyle ortaya çıkan garip bir sürprizden bahseder. [60]
25. Yusuf
kaçıp kurtulmak, kadın da onu yakalamak maksadıyle
sarayın kapısına doğru koştular, Kadın, Yusufun
elbisesini arkadan yırttı. Çünkü kadın onun arkasından koşuyordu. Onu çekerek
gömleğini yırttı. Sarayın kapısında ansızın Aziz'i gördüler. Aziz, saraya geliş
saatlerinin dışında gelmişti. Iblis'in maharetine
benzer, üstün bir maharetle durum değişti. Zâlim mazlum oldu, suçsuz ise zanlı
oldu. Kadın kocasına dedi ki: Ailene kötülük etmek isteyenin cezası, hapis veya
elem verici, can yakıcı bir sopa atmaktan başka bir şey değildir. [61]
26. Yusuf
kadını yalanlıyarak dedi ki: Zina etmeye beni
çağıran odur. Ben ona kötülük yapmak istemiş değilim. Kadının akrabasından biri bu olaya hakemlik
etti. İbn Abbas der ki: Bu
hakem, kadının dayısının oğlu olup beşikteki bir çocuktu. Allah onu konuşturdu.[62] Ebu Hayyan şöyle der: Hakemin, kadının ailesinden olması, onun
aleyhindeki delili daha etkili kılar, Yusufun suçsuz
olduğunu daha iyi gösterir ve sanıklık durumunu daha iyi ortadan kaldırır.[63] Eğer onufi gömleği
önden yırtilmışsa, kadın doğru söylüyor, Yusuf
yalancıdır. [64]
27. Eğer
onun gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır, Yusuf doğrudur. Çünkü, eğer
Yusuf kaçtığı halde kadın onu yakalamak istemişse, mantıka
uygun olan, elbisenin arkadan yırtılmasıdır. [65]
28. Kadının
kocası elbisenin arkadan yırtıldığını görünce, "Ey kadınlar! Bu iş sizin
hile ve tuzaklarmızdandır" Sizin tuzağınız
gerçekten büyüktür" dedi. Bu cümle, önceki
cümlenin tekididir. Yani,
"Ey kadınlar topluluğu! Yaptığınız işlerden kurtulmak için
kurduğunuz tuzak ve hileler, büyük bir şeydir.
[66]
29. Ey
Yusuf! Bu işi gizli tut, kimseye söyleme. Merhum Seyyit
Kutub şöyle der (Allah ondan razı olsun) : Burada,
Câhili toplumdaki yüksek tabakanın bir durumu ortaya çıkmaktadır. O da cinsî rezillikler
karşısındaki gevşeklik ve onu
toplumdan gizleme eğilimidir. Çünkü Aziz, suçsuz Yusufa dönerek ona olayı gizlemesini ve kimseye açmamasını
emrediyor. Sonra da kendisine ihanet eden eşine, damarlardaki kanı tahrik
edecek bu olay karşısında yumuşak bir üslupla hitap ediyor ve, "Bu çirkin
günahtan tevbe et, affını dile" diyor. Sanki
zahiri kurtarmak için önemli olan bu imiş gibi böyle hareket ediyor.[67] Şüphesiz
sen, kasten günah işlemek isteyenlerden oldun. Bu durum, Aziz'in namusunu az
kıskandığını gösterir. Çünkü kendisini aldatmak ve
yatağım günahla kirletmek isteyen
karısına ceza vermedi. İbn kesir Şöyle der: Kadının
kocası yumuşak huylu birisiydi. Veya Aziz karısını mazur gördü. Çünkü karısı, sabredemiyeceği bir şeyle karşı karşıya kalmıştı.[68]
30. Mısır
şehrindeki bir grup kadın dedi ki: "Aziz'in karısı kölesine aşık
olmuş". Rivayete göre bunlar beş kadındı: Aziz'in sakisinin (içki sunucu)
karısı, muhafızın karısı, fırıncının karısı, seyisin karısı ve hapishane
müdürünün karısı. İbn Abbas
ve diğerleri böyle söylemiştir. Açık olan şu ki, bu olay şehirde yayıldı ve
kadınlar bu olayı konuşmaya başladılar. "Mısır Aziz'inin karısı kölesiyle
zina etmek istiyor. Onu elde etmek için çeşitli hile ve vesilelere baş vuruyor"
dediler. Ebû Hayyân şöyle
der: "Aziz'in karısı" diye açıklamaları, aşırı derecede kınama ifade
eder.[69]
Çünkü insanlar, makam sahibi kişilere dair haberleri dinlemeye daha
eğilimlidirler. Kadınların bunu,
istiyor" lafzıyle ifade etmeleri, bu
durumun, kadının karakteri haline geldiğini ve onun sürekli olarak hile ile Yusufu elde etmek isteğini gösterir. Çünkü geniş zaman
fiili, süreklilik ve yenilenme ifade eder.
Onun sevgisi, kalbinin zarına kadar ulaşmış ve onu yararak kalbe girmiş.
Şüphesiz biz onun, Yusufa karşı aşkından dolayı doğru
yoldan açık bir şekilde saptığı inancındayız. [70]
31. Aziz'in
karısı, dedikodularını duyunca onları saraya çağırdı. Kadınların dedikodusu
gizli olduğu için, yaptıkları işe, tuzak manasına gelen "mekr" denildi. Bu, hilekarm,
tuzağını gizlice kurmasına benzer. Aziz'in karısı adam göndererek o kadınları
bir ziyafet için evine çağırdı. Tefsirciler şöyle der: Beşi yukarda adları
geçenler olmak üzere ileri gelen kırk
kadını davetetti. Onlar için, yaslanacakları
yastıklar ve oturacakları minderler hazırladı.[71] Bu sözde hazif
vardır. Yani, o hanımlara yemek ve çeşitli meyveler sundu. Sonra onların herbirine meyveyi kesecekleri bir bıçak verdi. Kadınlar,
ellerinde bıçaklarla meyveleri soymakla meşgulken Yusufa:
Onların huzuruna çık" dedi. Yusuf, onların arasından geçinceye
kadar farkına varamadılar. Kadınlar Yusufu görünce
onun büyüklüğünü anladılar ve onu yücelttiler. Güzelliği karşısında apışıp
kalarak dehşete düştüler. Bu, ansızın gelen aşırı şaşkınlıktan dolayı,
bıçaklarla ellerini kestiler. Dediler ki: Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bunun gibilerini yaratabilme hususunda onun azameti yücedir. Bu, insan
değildir, Bu, bir melekten başkası değildir. Çünkü bu üstün güzelik
ve yakışıklılık, hemen hemen insan cinsinde
bulunmayan şeylerdendir. [72]
32. İşte bu
anda, Aziz'in karısı, Yusufa karşı olan kalbindeki
sevgiyi açıkladı. Çünkü o, kadınlara karşı zafer kazandığını anladı ve muzaffer
bir kimsenin edasıyla şöyle dedi: İşte gördüğünüz bu şahıs, kendisini sevdiğim
için beni kınadığınız o Ken'anlı köledir. Onun
karşısında düştüğünüz hayrete, dehşete ve meftunluğa bakınız!! Ben ona olan
arzuma ulaşmak ve cinsel arzumu onunla tatmin etmek istedim. Fakat o bundan
şiddetle sakındı ve buna asla yanaşmadı. Zemahşerî
şöyle der: İsti'sâm mastarı, mübalağa ifade eden bir
kalıptır. Yusuf (a.s.)'un aşırı derecede sakındığını ve şiddetli bir şekilde
korunduğunu gösterir.[73] Eğer
bana itaat etmezse, zindana atılmak
suretiyle mutlaka cezalandırılacak ve mutlaka horlanan, zelillerden olacaktır. Kurtubi şöyle
der: Aziz'in karısı, Yusuf (a.s.) ile
birlikte olmayı tekrar kadınların huzurunda istedi ve haya perdesini yırttı.
Kabul etmediği takdirde, onu zindana atmakla tehdit etti. Artık ne bir
kınamadan ne de bir dedikodudan korktu. Halbuki ilk önce mesele, kendi
aralarında bir sır iken, böyle değildi.[74]
33. Hz. Yusuf, (a.s.) Rabbine sığındı ve yalvarıp yakararak ona
dua etmeye başladı: Şöyle dedi: Ey Rabbim! Bana göre zindana atılmak, zina
etmekten daha iyi ve daha hoştur. Ayette fiil, orda bulunan bütün kadınlara
isnat edilmiştir. Çünkü onların hepsi, açıktan veya işaret yoluyla bu çağrıya
ortaktırlar. Bir görüşe göre, Aziz'in karısı Yusuf (a.s.) tehdit edince
diğerleri ona nasihatta bulunup kadının emrine itaat
etmesinin iyi olacağını söylemişler ve kendisini zindana atmaktan onu nehyetmişlerdir. Eğer onların kötülüğünü benden savmaz ve
beni onlardan korumazsan, Ben, insan oluşum hasebiyle, onların isteklerini
yerine getirmeye meylederim. Ve onların beni çağırdığı o çirkin fiilden dolayı
câhillerden olurum. Bu, peygamberlerin ve sâlih
kişilerin yaptığı gibi, yalvarma ve Allah'tan yardım isteme yoluyla oldu. [75]
34. Allah
Yusuf (a.s.)'un duasını kabul ederek onu onların tuzağından kurtardı ve onun
iffet ve namusunu korudu. O,
kendisine sığınanların duasını kabul eden ve onların hallerini ve içlerindeki
niyetlerini bilendir. İşte böylece Yusuf, Allah'ın lutftı
ve gözetimiyle üçüncü imtihanını da verdi. [76]
35. Bu
dördüncü imtihanın başlangıcıdır. Bu imtihan Yusuf (a.s.)' un hayatındaki
şiddetli imtihanların sonuncusu
olup zindan imtihanıdır. Bundan
sonrakilerin hepsi basittir. Yani:
Yusuf'un suçsuzluğu kesin delillerle ortaya çıktıktan sonra Aziz,
yakınları ve istişare ettiği kimseler onun süresiz olarak hapse atılmasını
uygun gördüler. Rivayete göre Yusuf (a.s.) Aziz'in karısının isteklerini yerine
getirmeyip de kadın ondan ümidini kesince başka bir yoldan çare aradı ve
kocasına şöyle dedi: "Bu İbranî köle beni halk içinde rezil etti. Onlarca,
benim kendisinden murat almak istediğimi söylüyor. Ben bu konuda mazeretimi
açıklayamıyorum. Ya bana izin verirsin, çıkar halka
mazeretimi açıklarım veya onu hapse atarsın." İşte o zaman Yusuf'u zindana
atmak, Aziz'in aklına geldi. İbni Abbas
şöyle der: Aziz'in emriyle Hz. Yusuf bir eşeğe
bindirildi. Mısır çarşılarında davullar
çalınarak şöyle seslenildi: İbranî Yusuf, hanımefendisinin
namusuna göz dikti. Cezası, zindana atılmaktır. Ebu
Salih şöyle der: İbn Abbas
bu hadisi her anlattıkça ağlardı.[77]
36. Yusuf
zindana atıldı. Tesadüfen o sırada kralın özel hizmetçilerinden iki kişi de
hapse atılmıştı. Bunlardan birisi kralın ekmekçisi, diğeri sâkîsi idi. Kralı
zehirlemek istemekle itham edildiler ve hapse atıldılar. Sâkî dedi ki: Ben
rüyamda, üzüm sıktığımı gördüm. Üzüm şarap oluyor ve onu krala sunuyorum.
Ekmekçi de dedi ki: Ben de rüyamda, başımda içinde ekmek bulunan bir tabak
taşıdığımı gördüm. Kuş da bu ekmekten yiyordu. Gördüklerimizin tabirini bize
bildir. Şüphesiz biz seni, rüyayı iyi tabir edenlerden görüyoruz. Bunlar, Hz. Yusufun iyi rüya tabir
ettiğini öğrenince, rüyalarını ona anlattılar.
[78]
37. Yusuf
(a.s.) dedi ki: Size ne çeşit yemek gelirse, o size gelmeden önce ben onun
hakikatini, mahiyetini ve nasıl olduğunu size açıklarım.
Hz. Yusuf, onları imana davet için zemin hazırlamak maksadıyle mucizelerini onlara bildirdi. Gayıbları bilmesi de bu mucizelerdendir. Beyzâvî şöyle der: Hz. Yusuf,
onların sordukları soruya cevap vermeden önce onları Allah'ın birliğine
çağırmak ve dosdoğru dine iletmek istedi. Nitekim bu metot, doğru yola iletme
ve irşat etme hususunda Peygamberlerin metodudur. Dine davet ve rüya tabiri
hususunda doğruluğunu onlara göstermek için, önce gayıptan
haber verme mucizesini zikretti.[79] Bu, gayıptan haber
verme ne kehânet, ne de müneccimliktir. O ancak, Allah'tan
gelen bir ilham ve vahiyle olmaktadır. Bu
ilmi Rabbim sadece bana verdi. Çünkü ben peygamberim. Allah'a inanmayan müşrik
bir kavmin dinini bıraktım, Onlar kıyamet gününü inkar ediyorlar. Hz. Yusuf iki esasa dikkat çekti. Bunlar, Allah'a ve âhirete imandır. Çünkü bunlar iman rükünlerinin en
büyüğüdür. Bu cümlede, manayı kuvvetlendirmek için a zamiri tekrar edilmiştir. [80]
38.
Babalarım ibrahim İshak ve Yakup peygamberlerin
dinine uydum. Müşriklerin ve sapıkların dinine uymadım. Bundan maksat,
kendisinin, peygamberlerden biri olduğunu açıklamaktır. Kendisini
dinlemeye daha çok rağbet etsinler ve sözüne daha çok güvensinler diye böyle konuştu.
Biz peygamberler zümresine, herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmak yakışmaz.
Halbuki Allah bizi bu göreve seçti ve bize nimetini ihsan etti. İşte bu iman
ve Allah'ın birliğini kabul etmek, Allah'ın bize lütfundandır.
Çünkü o bizi risâletle şereflendirdi. Bu, insanlar
içinde bir lütuitur. Çünkü onların doğru yolu
bulmaları ve oraya irşat edilmeleri için peygamberler gönderilmiştir. Fakat
insanların çoğu, Allah'ın kendilerine verdiği nimete şükretmezler ve
başkalarını Allah'a ortak koşarlar... Yusuf (a.s.), mensup olduğu,
peygamberlerin dini olan hanif dinini anlatıp o iki
gencin kavminin mensup olduğu putperestlik dininin batıl olduğuna nazikçe güzel
bir delil getirerek şöyle dedi. [81]
39. Ey
zindan arkadaşlarım! Putlar gibi, hiçbir menfaat ve zarar veremeyen ve
kendilerine dua edenlerin duasını yerine getiremeyen birçok ilâh mı daha
iyidir, yoksa tek olan, azamet ve yücelikte eşsiz olan Allah'a ibadet mi daha
iyidir?!! [82]
40. Ey
kavim! Allah'ı bırakıp da ibadet ettiğiniz şeyler, ilâh adını verdiğiniz boş
isimlerdir. Onların ne güçleri, ne de kudretleri vardır. Çünkü onlar, cansız
varlıklardır. yıl Allah, onlara ibadet hususunda size herhangi bir delil veya
hüccet göndermemiştir. İbadet ve din hususunda hüküm sadece alemlerin Rabbi
Allah'a mahsustur. Yüce Allah sadece kendisine ibadet edilmesini emretti.
Çünkü azamet ve yücelik sahibinden başka hiçkimse
ibadete lâyık değildir. Sadece Allah'a ibadet etmekten ibaret olan ve sizi
kendisine çağırdığım o şey, hiç eğriliği olmayan dosdoğru dindir. Fakat insanların
çoğu Allah'ın büyüklüğünü bilmezler de kendilerine zarar veremeyen ve menfaat
sağlayamayan şeylere taparlar. Yusuf (a.s.) onları davet ve delille susturmak
hususunda derece derece ilerledi. Önce onlara, bir
olan Allah'a inanmanın, bir kaç îlâh edinmeye tercih edileceğini açıkladı.
Sonra onların îlâh ismini verdikleri ve Allah'ı bırakarak taptıkları şeylerin
ilahlığa ve ibâdete lâyık olmadıklarına delil getirdi. Sonra da dosdoğru gerçek
ve dosdoğru dinin ne olduğunu açıkladı ki, bu da bir ve tek olan, kendisi hiçkimseye muhtaç olmayıp herkesin kendisine muhtaç olduğu
Allah'a ibadettir. İşte bu, Allah'a davet hususunda uygulanan hikmetli
üsluptandır. Zira burada önce hidâyet, irşat, nasihat ve öğüdü anlattı. Sonrada
onların rüyalarını yorumlamaya başlayarak şöyle dedi: [83]
41. Ey
zindan arkadaşlarım! Rüyasında üzüm sıkıp şarap yaptığını gören zindandan
çıkacak ve daha önceki görevine yani efendisine şakilik yapmaya dönecektir.
Rüyasında, başında ekmek olduğunu gören diğer arkadaşa gelince, o öldürülecek
ve bir ağaca asılacak. Kuşlar, onun başının etinden yiyecek. Tefsirciler der
ki: Rivayete göre, Hz. Yusuf onlara bu tabiri anlatınca,
rüyalarını inkar ederek "Biz hiçbir şey görmedik" dediler. Hz. Yusuf da şöyle dedi: "İster doğru söyleyin, ister
yalan söyleyin. Allah'ın hükmü tamamlandı ve sona erdi. Çaresiz bu olacaktır. [84]
42. Yusuf,
kurtulacağına inandığı sakiye dedi ki: Beni efendinin yanında an ve durumumu
ona bildir. Umulur ki o, beni, uğradığım bu zulümden kurtarır, Şeytan, Yusuf un durumunu krala anlatmayı
sakiye unutturdu.
Böylece Yusuf (a.s.)
zindanda yedi sene kaldı. Tefsirciler şöyle der: Yusuf, yaratılmışa güvenip,
ihtiyacını yaratıcıya bildirmekten ğâfil olduğu için,
senelerce zindanda kaldı. Kurtubî şöyle der: Vehb b. Münebbih dedi ki: Eyüp (a.s.) yedi sene belâda
kaldı. Yusuf (a.s) da, yedi sene zindanda kaldı.[85]
1. Doğru
söyledi" ile Yalan söyledi" ve Doğrular" ile Yalancılar"
arasında edebî sanatlardan tıbak vardır.
2. Hatâ
edenlerden". Bu, tağlib bâbındandır. Erkeklere
ait çoğul kipi getirilerek, kadınlar da bunun kapsamına alınmıştır.
3. Onların
tuzaklarını işitti." Gizlilikte dedikodu tuzağa benzediği için, burada
"dedikodu için müstear olarak kullanılmıştır.
4. Ellerini
kestiler Burada da istiare vardır. Zira "kesmek" lafzı, "yaralamak" yerinde müsteâr olarak
kullanılmıştır. "Ellerini
yaraladılar, demektir.
5. Şarap
sıkıyorum" Bu da, "ilibar-ı mâ yekûn (ilerde olacağı itibariyle)" mecâz-i mürseldir. Yani: "İlerde şarap olacak üzümü sıkıyorum"
demektir. [86]
Rivayete göre, Hz. Yusuf zindanda iken, Cebrâîl (a.s.) onu azarlamak üzere
geldi ve şöyle dedi:
- Ey Yusuf! Seni. kardeşlerin tarafından
Öldürülmekten kim kurtardı?
- Yüce Al ah.
- Seni kuyudan kim çıkardı?
- Yüce Allah.
- Seni zinadan kim kurtardı?
- Yüce Allah.
- Kadınların tuzağını senden kim uzaklaştırdı.
- Yüce Allah.
- Peki, nasıl Rabbini bıraktın da, ondan
istemedin ve bir yaratılmışa güvendin? Hz. Yûsuf
Allah'a yönelerek:
- Ey Rabbim! O, halâ ile söylediğim bir sözdür.
Ey İbrahim'in, onun âlinin ve Yakub'un ilâhı! Senden,
bana acımanı diliyorum" dedi. Cebrâîl (a.s.):
- Senin cezan, zindanda senelerce kalmaktır[87] dedi. [88]
Alimler: Kapıya
koştular" âyeti hakkında şöyle derler: Bu, çok manayı az lafızla ifade eden
mu'cize Kur'an'ın veciz
ifâdelerinden-dir. Bunun normal ifâdesi şöyledir:
"Kadın Yusuf'la zina yapmak isteyip de, Yusuf kabul etmeyince, ona zorla
bu işi yaptırmaya azmetti. Yusuf (a.s.) ondan kaçtı. Her ikisi de kapıya doğru
koştular. Kadın onu kendine geri çevirmeye çalışıyor, o ise kadından
kaçıyordu" Kur'an, bütün bunları, kapıya
koştular" şeklindeki bu beliğ ifade ile özetledi. [89]
Bazı tefsircilerin
ayaklan kaydı ve kalemleri haktan uzaklaştı. Zira onlar Yusuf (a.s.)'un zina
etmeye niyetlendiğini İddia ettiler. kelimelerinin tefsirinde bazı tefsir
kitapları zayıf lsrâîlî rivayetlerle hatta hoş
olmayan bâtıl görüşlerle doludur. Bunlardan bazıları,
Yusuf (a.s.)'un, donunun uçkurunu
çözdüğünü ve erkeğin hanımının önüne oturduğu gibi o kadının önüne oturduğunu,
sonra parmağını ısırmış bir halde babası Yakub'un
suretini gördüğünü ve babasından utandığı için kadını bırakıp kalktığını iddia
ettiler. Ve daha ipe sapa gelmez, bir çok zayıf sözler söylediler. Bu çirkin
rivayetlerin bazı tefsir kitaplarına nasıl girdiğini ve bazı tefsirlerin bunu
nasıl güzel bir şekilde kabul ettiğini bilemiyorum. Büyük âlim Ebussuud'un da dediği gibi, bunların hepsi hurafe ve batıl
sözlerdir. Kulaklar bunları işitip kabul etmez, akıl ve idrâkler bunları
reddeder. Sonra bu tefsirciler Hz. Yusuf un değerli
bir peygamber ve peygamber oğlu olduğunu, "ma'sûm"
olmanın, peygamberlerin sıfatlarından olduğunun nasıl farkına varamadılar!? Ey
kavmim! Düşünün ve aklınızı kullanın ve bu kitapları, bu tür hurafelerden ve
bâtıl şeylerden uzak tutun. Çünkü zina, en çirkin suçlardan bir suçtur. Şerefli
peygamberlerden bir peygamber o suçu nasıl işler? İşte ben size, Hz. Yusufun masum olduğuna dair,
sadece Kur'an-ı Kerim'den on tane delil getiriyorum:
1. Allah'a
sığınırını. Kocanız benim efen-dimdir. O bana güzel
davrandı..." dedi. Bu, onun zinadan şiddetle sakındığı nı
ve kadının karşısında bütün gücü ve azmiyle direndiğini gösterir.
2. Kapıya koştular ve kadın onun gömleğini
arkadan yırttı" Bu da, kadının kapılan kilitleyip bütün çıkış yollarını
kapatmasına rağmen Yusufun (a.s.) ondan kaçtığını
gösterir.
3. Yusuf
dedi ki: "Ey Rabbim! bana zindan bunların benden istediklerinden daha
iyidir..." âyeti Yusuf (a.s.)'m zindana girmeyi zina etmeye tercih
ettiğini gösterir.
4. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kulîanmızdandır."
ve Ona hüküm ve ilim verdik" gibi birçok yerde Yüce Allah onu övmüştür.
Zina suçunu işlemeye niyet etmiş bir kimse Allah için ih-laslı olur mu?
5. Kadının
akrabasından bir şâhid hakemlik etti." Burada
Allah'ın konuşturduğu beşikteki bir çocuk hakemlik ederek kesin bir delille Hz. Yusufun (a.s.) masumiyetini
göstermiştir.
6. Gerçekten
ben onun nefsinden istemiştim. O bundan
şiddetle sakındı." Burada
Aziz'in karısı Yusufun suçsuzluğunu
ve iffetini itiraf etmektedir.
7. Rabbi
onun duasını kabul etti ve onların hilesini ondan uzaklaştırdı..."
Burada, kadınların hilesinden kendisini kurtarması için Rabbine dua etmesi onun
masumiyetini ifade eder.
8. Sonra
kesin delilleri görmelerine
rağmen yine de onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları onlara uygun
göründü". Bu âyet onun suçsuz olduğuna dâir açık alâmetler ve kesin
delillerin ortaya çıktığını ve insanların dedikodusunu ortadan kaldırmak için
zindana atıldığını gösterir.
9. Efendine
dön de ona, "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?" diye sor.
Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir" Burada Yusuf (a.s.)ın, suçsuz olduğu ortaya çıkmadıkça zindandan çıkmayı kabul
etmemesi onun masum olduğunu gösterir..
10. Şimdi
hak ortaya çıktı. Ben onun nefsinden (murad almak)
istemiştim. O gerçekten doğru söyleyenlerdendir. Bu âyet gerek Aziz'in
karısının gerekse ellerini kesmiş olan diğer kadınların Yusuf (a.s.)'m
suçsuzluğunu açıkça itiraf ettiklerini gösterir. İşte bu âyetler onun iffetine
ve masumiyetine delil olarak yeter. Allah, gerçeği söyler ve doğru yola
iletir. [90]
43. Kral dedi ki: "Ben rüyada yedi zayıf
ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğer yedi
kuru başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyamı
da bana yorumlayınız."
44. Rüya
tabircileri dediler ki: Bunlar karmakarışık, yalancı düşlerdir. Biz böyle
yalancı rüyaların tabirini bilmeyiz.
45.
Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra Yusuf'u
hatırlayarak dedi ki: "Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen
gönderin."
46. "Ey
Yûsuf, ey doğru sözlü kişi! yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi
yeşil başak ve diğer kuru (yedi başak) hakkında bize tabir yap. Ümit ederim
ki, insanlara dönerim
de belki onlar
da doğruyu öğrenirler."
47. Yûsuf
dedi ki: "Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz, sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar
hariç, biçtiklerinizi başağında bırakınız.
48. Sonra
bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi
ye-yip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.
49. Sonra
bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir yıl gelecek ki, o yılda insanlar
bol yağmura kavuşacaklar ve o yılda meyve sıkacaklar."
50. Kral
dedi ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yûsuf'a geldiği zaman, Yûsuf
"Efendine dön de ona, "Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?"
diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir" dedi.
51. Kral
dedi ki: "Yûsuf'un nefsinden murad almak istediğiniz
zaman derdiniz neydi?"
Kadınlar, "Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük
görmedik" dediler. Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi hak meydana
Çıktı. Ben onun
nefsinden murad almak
İstemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."
52. (Yûsuf
dedi ki): "Bunu, Aziz'in yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın
hâinlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını herkesin bilmesi için yaptım.
53. Bununla
beraber nefsimi temize çıkaramam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç,
nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek merhamet edendir."
54. Kral
dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim."
Onunla konuşunca, dedi ki: "Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve
güvenilir birisin."
55. Yûsuf
"Beni bu yerin hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi koruyan ve pek iyi
bilenim." dedi.
56. Ve
böylece Yûsuf'u orada dilediği yerde konaklamak üzere o yerde yerleştirdik.
Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi
eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfaatim
zayi etmeyiz.
57. İman
edip de sakınanlar için âhiret mükâfaatı
daha hayırlıdır.
58. Yûsuf'un
kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, Yûsuf onları tanıdı, onlar ise onu
tanımıyorlardı.
59. (Yûsuf)
onların yüklerini hazırlayınca dedi ki "Sizin bababir
kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve
ben misafirperverlerin en iyisiyim.
60. Eğer onu
bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek erzak yoktur,
bana hiç yaklaşmayın!"
61. Dediler
ki: "Onu babasından istemeye çalışacağız kuşkusuz bunu yapacağız."
62. Yûsuf
adamlarına dedi ki:
"Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine
döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki yine geri gelirler."
63.
Babalarına döndüklerinde dediler
ki: "Ey babamız! Ölçek bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimle
beraber gönder de ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız."
64. Ya'kûb dedi ki: "Daha önce kardeşi hakkında size ne
gibi bir güven duyduysam, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah
en iyi koruycudur. O, acıyanların en
merhametlisidir."
65.
Eşyalarını açtıklarında sermâyelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler.
Dediler ki: "Ey babamız daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri
verilmiş. Onunla yine ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz
ve bir deve yükü
de fazla alırız.
Bu, (melik için) az bir ölçüdür."
66. Ya'kûb dedi ki: "Etrafınızın kuşatılması hariç, onu
bana mutlaka getireceğinize dâir Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz
takdirde onu sizinle beraber
göndermem!" Ona te'minatlarını verdiklerinde dedi ki:
"Söylediklerimize Allah şahittir."
67. Sonra
şöyle dedi: "Ey oğullarım! hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan gelecek
hiçbir şeyi sizden
savamam. Çünkü hüküm Allah'tan
başkasının değildir. Ben yalnız O'na dayandım. Dayananlar yalnız O'na tevekkül
etsinler."
68.
Babalarının kendilerine emrettiği yerden girdiler. Fakat bu, Allah'tan gelecek
hiçbir şeyi onlardan savanıazdi, ancak bu tedbir, Ya'kûb'un nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu.
Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu
bilmezler.
Yüce Allah Hz. Yusuf'u rahatlatmak ve onu zindandan çıkarmak istediğinde,
Mısır kralı kendisini dehşete düşüren garip bir rüya gördü. Bunun üzerine
sihirbazları, kâhinleri ve müneccimleri toplayarak gördüğü rüyayı onlara
anlattı ve rüyanın yorumunu istedi. Yüce Allah onların hepsini rüyayı tabir
etmekten âciz kıldı ki, bu olay Yûsuf un zindandan kurtulmasına sebep olsun. [91]
İcâf; sıska, zayıf. Bu kelime çoğuludur. Müennesi
şeklindedir.
Yorumlarsınız. Ta'bir, uykuda görülen rüyanın yorumunu bilmek demektir.
Adgâs, kelimesinin çoğuludur. Dığs,
yaşı ve kurusu birbirine karışmış ot demeti demektir.
Ahlâm, "uyuyanın gördüğü şey" manasına gelen
çoğuludur. Buna göre, manası, hak ile batılın birbirine karıştığı, karışık
rüyalardır.
Daha önce unutmuşken
hatırladı.
Deeb, bir şeye devam etmek, demektir. Bir kimse işine
devam ettiğinde, denir. Böyle kimseye "dâib"
denir. : Biriktirip saklıyorsunuz. Ortaya
çıktı.
Mekîn, yüksek mevki sahibi. Rihal,
'in çoğuludur. bineğin sırtında biniciye ait olan veya diğer eşya manasınadır.
Yemek getiririz.
Hepiniz helak olursunuz. [92]
43. Mısır
kralı dedi ki: Ben rüyamda, kuru bir nehirden çıkan yedi semiz sığır gördüm.
Bunların arkasında son derece zayıf yedi sığır vardı. Zayıf olanlar semiz
olanları yuttu. Ayrıca, daneleri teşekkül etmiş yedi yeşil başak ve yedi de,
biçilmiş kuru başak gördüm. Kurular, yeşillerin üzerine eğildi ve onları yedi.
Bu bölüm, rüyanın devamıdır. Ey, benim ileri gelen adamlarım ve arkadaşlarım!
Bu rüyanın tabirini bana anlatın, Eğer siz rüyayı iyi tabir ediyor ve maksadını
biliyorsanız. [93]
44. Rüya
tabircileri: "Bu, hakikati olmayan, karmakarışık yalancı bir
rüyadır" dediler. Dahhâk: "Yalancı
rüyalardır" diye tefsir eder. Biz bu nevi yalancı rüyaların tabirini bilmeyiz.[94]
45. Zindandan
kurtulan sâkî, uzun bir süre sonra, daha önce Yusufla
aralarında geçen rüya meselesini hatırladı ve dedi ki: Ben, rüyaların tabirini
bilen birisinden, bu rüyanın yorumunu öğrenip size bildireceğim. Bu rüyanın
tabirini size getirebilmem için beni ona gönderin. Krala, saygı ifade eden
sözlerle hitap etti. İbn Abbas
şöyle der: Zindan şehir içinde değildi. Bundan dolayı beni "gönderin"
dedi.[95]
46. Ey
Yusuf, ey doğru sözlü kişi! Bu sözde hazif vardır.
Sözün gelişi bunu göstermektedir. Takdiri
şöyledir: O sakiyi gönderdiler.
Zindana gitti ve Yusuf'un yanına girdi. Ona: "Ey Yusuf, ey doğru sözlü
kişi!" dedi. Daha önce zindan da gördüğü rüyayı, Hz.
Yusufun doğru olarak tabir ettiğini denemiş olduğu
için ona, doğru sözlü" dedi. Sıddîk, sıdk kelimesinden türetilmiş mübalağa kipidir. Yedi zayıf ineğin
yediği yedi semiz inek ile, yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan başaklar
hakkında bize tabir et. Yani, bu garip rüyanın yorumunu bize bildir. Kral ve
arkadaşlarına dönüp onlara bu tabiri anlatayım da senin ilmini ve üstünlüğünü
bilsinler ve seni bu belâdan kurtarsınlar. İmam Fahreddin
Râzi şöyle der: Saki, ümit ederim ki insanlara
(isabetli bir yorumla) dönerim, ifadesini şunun İçin kullandı: Saki, diğer tabircilerin bu soruya cevap
vermekten âciz kaldıklarım gördüğü için, Yusufunda
bundan âciz kalacağından korktu. Bundan dolayı ümit ederim ki..." dedi.[96]
47. Hz. Yusuf dedi ki: Yedi sene, sürekli olarak
ciddiyetle ve azimle ekin ekeceksiniz.
Kurtlanmaması için, biçtiklerinizi başakları içinde bırakın Ancak, yemek
istediğiniz az bir miktarı döverek ufalayın, diğerlerini başaklarında bırakın. [97]
48. Bu
bolluk yıllarından sonra yedi kurak yıl gelecek ki, bu yıllarda insanlar
şiddetli kıtlık ve sıkıntı çekecekler. Bolluk günlerinde biriktirdiğiniz
şeyleri o kıtlık yıllarında yiyeceksiniz. Ancak tohumluk olarak biriktirip
sakladıklarınızı yemeyin.. [98]
49. Bu
şiddetli kuraklık ve kıtlık yıllarından sonra, bir bolluk yılı gelecek, o yılda
insanlar bol bol yağmura kavuşacaklar. O yıl çok bolluk olacağı için,
insanlar üzüm ve diğer meyveleri sıkacaklar. Zemahşerî
şöyle der: Yusuf (a.s.) yedi semiz sığırı ve yedi yeşil başağı bolluk yılları
olarak yorumladı. Yedi zayıf sığır ile yedi kuru başağı da kıtlık yıllan olarak
yorumladı. Sonra onlara sekizinci yılın, bereketli, bolluk, çok verimli ve
ürünü bol bir yıl olarak geleceğini müjdeledi. Bu, ona vahiy yoluyla
bildirilmişti.[99]
50. Sâkî,
krala dönüp Hz. Yusufun
rüya hakkındaki tabirini ona arzedince, kral bunu
beğendi ve şöyle dedi: O adamı bana getirin de rüyanın tabirini ondan bizzat
kendim dinleyeyim ve onu göreyim. Kralın gönderdiği adam Yusuf (a.s.)'a
gelince, Yusuf (a.s.) adama: "Efendin krala dön, ve ona, "ellerini
kesmiş olan kadınların yüzünden haksızlığa uğradığımı biliyor mu?" dedi.
Yusuf (a.s.) bu çirkin suçlamadan uzak olduğu ortaya çıkıncaya ve bütün halk,
onun suçsuz yere zindana atıldığını bilinceye kadar zindandan çıkmayı kabul
etmedi. Şüphesiz Yüce Allah gizli işleri ve kadınların bana kurdukları tuzağı bilir. [100]
51. Kral
kadınları topladı, onlarla birlikte Aziz'in karısını da çağırdı. Yusuf'un
durumunu onlara sordu.ve şöyle dedi: Yusuf'u zinaya davet ettiğiniz zaman,
derdiniz ne idi?[101] Kadınlar dediler ki : Allah korusun! Yusuf,
bu kötülüğü istemiş değildir. Bu, Yusufun
suçsuzluğunu ve onun iffet ve namusluluğu karşısındaki hayreti ifade eder. Aziz'in
karısı dedi ki : Daha önce gizli iken, şimdi hak ortaya çıktı.
Onu bu işe teşvik eden
ve kendime çağıran benim. O, hıyanetten uzaktır ve O, benden
murat almak istedi" sözünde doğrudur. Bu, Yusuf'un suçsuzluğunu halkın
huzurunda açıkça bir itiraftır. [102]
52. Bunu,
Aziz yok iken, benim ona hainlik etmediğimi bilsin diye yaptım. Açık olan,
bunun, Hz. Yusufun sözü
olmasıdır. Kadınların, kendisinin suçsuzluğunu itiraf ettiklerini haber alınca
bunu söyledi. Yani, suçsuzluğum ortaya çıksın da Aziz, kendisinin olmadığı bir
zamanda benim eşi hakkında hainlik
etmediğimi, bilakis ona karşı iffetli davrandığımı bilsin diye böyle davrandım
ve kralın adamını geri çevirdim Allah'ın, haini başarıya erdirmeyeceğini ve
hatasını düzeltmeyeceğini bilsin diye yaptım. [103]
53. Benim
nefsimi temize çıkarmam ve onu noksanlıktan uzak tutmam. Çünkü insan nefsi,
şehevî arzulara çok meyillidir. Hz. Yusuf bunu tevazu
yoluyla söyledi. Zemahşerî şöyle der: Allah için
tevazu göstermek ve nefsini kırmak istedi ki kendi kendini temize çıkarıcı
olmasın ve halini beğenip gurura kapılmasın,[104] Ancak Allah'ın rahmet edip koruduğu kimseler
hariç. Şüphesiz Rabbimin bağışlaması büyük, rahmeti geniştir. [105]
54. Kral
dedi ki: Yusufu bana getirin, onu, yakın ve özel
adamlarımın içine alayım. Kral, onun suçsuzluğunu, ilmini, iffetini ve
yüceliğini anladıktan sonra bunu söyledi, " Kralın adamları Yusufu getirdiler. Yusuf, Kral ile konuşup da, Kral onun
üstünlüğünü, akıllığım ve güzel konuşmasını görünce: "Bugün sen, bana
yakın ve rütbesi yüksek kimsesin. Her hususta güvenilir birisin" dedi. [106]
55. Yusuf
krala dedi ki: Beni yurdunun hazinelerinin başına getir. Ben, bana emanet
edeceğin şeyler hususunda güvenilir biriyim, tasarruf yollarını da bilirim.
Yusuf (a.s.) adalete, hakkı ve iyiliği uygulamaya düşkünlüğünden dolayı,
kraldan bu yetkiyi istedi. Bu, kendini temize çıkarma kabilinden değildir. Bu
sadece, maliye bakanlığına getirilmesi için, bu sahadaki tecrübe ve dirayetini göstermek
içindi. [107]
56. İşte
böylece Yusufu Mısır yurduna sağlam bir şekilde
yerleştirdik. Daha önce hapiste ve darlık içinde iken ona izzet ve kuvvet
verdik. Orada istediği yeri kendisine ev ediniyor, ülkede dilediği gibi
tasarruf ediyordu. Nimetlerimizi lütfumuzu
kullarımızdan dilediğimize tahsis ederiz, Güzel iş yapıp Rabbine itaat
edenlerin ecrini zayi etmeyiz, bilakis onu ona kat kat
veririz. [108]
57. Âhiret ecri ve sevabı, takva sahibi müminler için dünya
ecrinden daha hayırlıdır. Burada istenilecek en yüce şeyin âhiret
sevabı olduğuna ve bu iyi amel işleyenler için biriktirilen ecrin, dünyada
peşin olarak alınan nimetlerden daha büyük ve daha yüce olduğuna işaret vardır. [109]
58. Yusufun kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Yusuf onların
kendi kardeşleri olduklarını anladı. Makamın heybeti, oradan uzun zaman geçmiş
olması ve yüz hatlarının değişmiş bulunması sebebiyle onlar Yusufu
tanıyamadılar. İbn Abbas
şöyle der: Yusuf'un kuyuya atılması ile kardeşlerinin onun huzuruna girmesi
arasında 22 senelik bir süre vardı. İşte bundan dolayı kardeşlen onu
tanıyamadı.[110] Gelmelerinin sebebi şuydu: Bütün ülkeyi saran
kıtlık sebebiyle onların yurdunda da açlık felaketi baş göstermişti. Yusuf'un
stok ettiği gıda maddelerinden satın almak için Mısır'a geldiler. Huzuruna girdiklerinde
Yusuf onları tanımazlıktan gelerek onlara: Siz benim ülkeme niçin
geldiniz?" dedi. Dediler ki: yiyecek için geldik. Yusuf (a.s.) :
"Yoksa siz bizim aleyhimizde araştırma yapan casuslar mısınız?" dedi.
Kardeşleri Allah korusun!!... dediler. Yusuf (a.s.) Peki, siz nerelisiniz? diye
sordu. Kardeşleri: Ken'an ülkesindeniz. Babamız,
Allah'ın peygamberi Yakup'tur" diye cevap verdiler. Yusuf (a.s.) :
Babanızın sizden başka çocukları var mı? dedi. Onlar: "Evet" dediler.
"Biz on iki kardeştik. Küçüğümüz çöle gitti ve orada helak oldu. Babamız
en çok onu severdi. Onun öz kardeşi kaldı. Babamız ölenin üzüntüsünü onunla
gidermek için onu yanında alıkoydu. Biz onumuz geldik. Bunun üzerine Hz. Yusuf onların konuk edilmelerini ve ağırlanmalarını
emretti.[111]
59. Yusuf
onlar için yiyecek ve gıda maddelerini hazırlayıp, yolculuk sırasında
ihtiyaçları olacak şeyleri de verince Doğruluğunuzu kabul etmem için, bana
kardeşiniz Bünyamin'i de getirin" dedi. Görmüyor
musunuz? Ben ölçüyü eksiksiz yapıyorum. Ben, en iyi misafir kabul eden ve
onları en iyi ağırlayan kimseyim. Yusuf kardeşlerini güzel bir şeklide misafir
etti ve onlara ziyafet verdi. [112]
60. Eğer
kardeşinizi bana getirmezseniz, artık bugünden sonra benden size yiyecek birşey yoktur. Bir daha ülkeme de yaklaşmayın. Yusuf (a.s.)
kardeşlerinin tekrar gelmeleri için önce teşvik etti, sonra da tehdit etti. Ebu Hayyân şöyle der : Görünen şu
ki, Yusuf (a.s.) yaptıklarının tümünü Allah'tan gelen vahiy ile yaptı. Aksi takdirde
iyi davranış onun, hemen babasının yanına gitmesini ve onu bulmasını
gerektirir. Fakat Yüce Allah, Yakup (a.s.)'un imtihanını ve sevabım tamamlamak
ve bir de Hz. Yusufun ilk
rüyasının gerçekleşmesini istedi.[113]
61. dediler
ki : Bünyamin'i babamızın elinden almak için çare anyacağız, ona hile yapacağız ve onu ondan alma yollarını
arayacağız. Biz bunun çaresini mutlaka bulacağız. [114]
62. Yusuf
(a.s.) tahıl ölçen hizmetçilerine dedi ki :
Onların yiyecek satın almak için verdikleri malı
çuvallarının içine koyunuz. Ailelerine
dönüp de çuvallarını açtıklarında onu görsünler. Umulur ki onu gördüklerinde
tekrar bize gelirler. Hz. Yusuf biliyordu ki,
dinleri, aldıkları bu malın parasını vermeye onları mecbur eder. Çünkü onlar
haram yemeyecek kadar tertemiz kimselerdi. Dolayısıyle
Bu durum, onların tekrar Yusuf (a.s.)'un yanına gelmeleri için en iyi bir sebep
olacaktı. [115]
63.
Babalarına döndüklerinde, eşyalarını açmadan, ona dediler ki: Kardeşimiz Bünyamin'i götürmediğimiz takdirde bundan sonra bize tahıl
verilmeyeceğine dâir tehdit edildik. Çünkü Mısır Kralı bizim casus olduğumuzu
sandı. Biz de ona durumumuzu anlattık. Bunun üzerine, doğru söylediğimizin
anlaşılması için kardeşimizi istedi. Onun için kardeşimiz Bünyamin'i
bizimle birlikte gönder ki, ölçülüp bize verilecek hububattan hak ettiğimizi
alalım Biz gelebilecek herhangi bir kötülükten onu mutlaka koruruz. [116]
64. Hz. Yakup, oğullarına dedi ki : Kardeşiniz Yusufu koruyacağınıza dair bana garanti verdiğiniz halde
verdiğiniz sözü tutmayıp ona yapacağınızı yaptıktan sonra artık Bün-yamin'e kötülük
yapmayacağınızdan nasıl emin olurum? Kardeşinize kurduğunuz tuzağı ona da
kuracağınızdan korkarım. Ben ne size, ne de sizin korumanıza güvenirim. Ben
sadece Allah'ın korumasına güvenirim. Allah'ın koruması sizin korumanızdan daha
iyidir, Allah, onun ana, babası ve kardeşlerinden daha merhametlidir. Umarım
ki, Bünyamini korumakla bana lütufta bulunur ve bana
iki musibeti birden vermez. [117]
65.
Tahıllarını koydukları çuvallannı açınca, onları
almak için verdikleri malı eşyalarının içinde buldular. Dediler ki : Ey
babamız, daha ne istiyoruz? Melik'ten, bundan daha büyük nasıl bir ikram
isteriz!? İşte bu aldığımız yiyecekler için verdiğimiz maldır. Biz farkına
varmadan bize geri verilmiş. Bu iyilikten daha büyük iyilik olur mu? Tahılı
bize eksiksiz olarak verdi. Karşılığını da geri verdi! Bununla babalarını, Bünyamin'i göndermeme fikrinden vazgeçirmek istiyorlardı.
Ailemize yiyecek ve gıda maddeleri getiririz. Kardeşimizi de tehlikelerden
koruruz. Yakup (a.s.)'u Bünyamin'i göndermeye daha
fazla teşvik etmek için, kardeşlerini koruyacaklarını tekrar söylediler. Onu
beraberimize aldığımız takdirde bir deve yükü daha fazla tahıl alırız. Rivayete
göre Hz. Yusuf, bir kişiye, bir deve yükü yiyecekten
fazla vermiyordu. Onlara 10 deve yükü vermiş, onbirinciyi
ise, kardeşleri Bünyamin gelinceye kadar
vermeyeceğini söylemişti. Bunu vermek Melik için kolaydır. Çünkü o cömerttir. [118]
66. Babalan
onlara dedi ki: Bana kesin bir söz vermedikçe ve bana geri getireceğinize dair
Allah adına yemin etmedikçe Bünyamin'i sizinle
beraber Mısır'a asla göndermeyeceğim. Ancak mağlup düşer de onu kurtaramazsamz ve buna herhangi bir, yolunuz veya çareniz
kalmazsa o başka.... Mücâhid şöyle der! Ancak hepiniz
Ölürseniz o başka o takdirde bu benim katımda bir mazeret olur. Oğulları yemin
edip ona kesin söz verince dedi ki : Allah buna şahitir
ve bunu gözetmektedir. [119]
67. "Ey
oğullarım ! Mısır'a bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı
kapılardan girin" dedi. Tefsirciler şöyle der: Oğulları güzel ve görkemli
oldukları İçin, toplu halde girdikleri takdirde onlara nazar değmesinden
korktu. Nazar değmesi haktır.[120]
Kişiyi kabre, deveyi kazana sokar. Nitekim hadiste böyle buyrulmuştur.
Ben tedbirimle, Allah'ın hakkınızdaki hükmünden herhangi bir şeyi sizden
savamam. Çünkü sakınmak kaderi engelleyemez. Hüküm sadece bir olan Allah'a
mahsustur. Hiç kimse ona ortak olamaz. Hiçbir şey de onun takdirini
engelleyemez. Sadece ona güvendim ve ona dayandım. İman ve tevekkül sahibi
olanlar sadece ona dayansın ve işlerini ona bıraksınlar. [121]
68. Babalarının
kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan
girdiler. Ayrı ayrı kapılardan girmeleri, Allah'ın
hükmünden herhangi bir şeyi onlardan savacak değildi. Ancak böyle girişleri, Yakub'un oğullarına karşı şefkatinden dolayı onlara göz
değebileceği-ne dair korkusunu ortadan kaldırdı. Şüphesiz Yakup geniş bir ilim
sahibidir. Çünkü biz ona vahiy yoluyla ilim verdik. Bu, Yüce Allah tarafından Yakub (a.s.) hakkında büyük bir övgüdür. Çünkü O,
peygamberlik nuru ile biliyordu ki, sakınmak kaderi savamaz. Fakat insanların
çoğu Allah'ın peygamberlerine ve temiz kullarına tahsis ettiği, dünya ve âhirette faydalı olacak ilimleri bilmezler.[122]
1. Ben yedi
sığır görüyorum" Burada şimdiki zaman kipi, geçmiş bir halin hikayesi için
kullanılmıştır.
2. Semizler"
ile Zayıflar" kelimeleri arasında tıbâk vardır.
Aynı şekilde " Yeşiller" ile " Kurular" kelimeleri arasında
da tıbak vardır.
3. Karışık
rüyalar". Bu istiare türlerinin en beliğ ve en güzellerindendir. Çünkü
demet haline getirilmiş karışık ot" demektir. Burada karışık rüyalar,
onların içinde bulunan hoşa giden ve gitmeyen, iyi ve kötü şeyler, farklı
birçok cinsten toplanıp demet haline getirilmiş karışık otlara benzetilmiştir.
4. Yusuf, ey
doğru sözlü adam !" Bu, beraat~i istihlâl "
dir. Aziz'in gönderdiği adam, sorusuna beklediği
cevabı almak için, sormadan önce Yusuf u övdü.
5. Kıtlık
yılları, daha önce onlar için hazırladığınız şeyleri yerler" Burada
mecâz-ı aklî vardır. Çünkü "seneler" yemez ancak insanlar, daha önce
stok ettikleri şeyleri yerler. Bu, yüklemin zamana isnadı nevindendir. Nitekim edebiyatçılar şöyle derler: Zahidin gündüzü oruçlu, gecesi namazhdır.[123]
6. Nefis,
mutlaka kötülüğü çokça emredicidir." Burada nefsin arzulara çokça
sürükleyici ve sapık yollara çokça çekici olduğunu anlatmak için emredici" yerine " çokça emredici
" kelimesi kullanıldı. Çünkü vezni aşırılık ifade eden kalıplandandır.
7. Onlar onu
tanımadıkları halde O, onları tanıdı." Burada tanıdı" ile
tanımadı" kemlimeleiri arasında tıbâk vardır.
8. Bir
kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin."
Burada itnab vardır. İtnâb,
çok iyice yerleştirmektir. Bunda da, edebî sanatlardan "tıbâk-i selb" denilen sanat
vardır.[124]
Rasulullah (s.a.v.) Yusuf (a.s.) 'u cömertliği, sabrı ve yumuşak
huyluluğu hususunda övdü ve şöyle buyurdu: Eğer ben, Yusuf un kaldığı zindanda
kalsaydım, çıkarmak için gelen adamın çağrısını hemen kabul ederdim.[125] İşte bu Yusuf (a.s.)'un iffetli ve
kötülüklerden uzak duruşu hususunda delil olarak yeter. [126]
Bazı âlimler dedi ki:
Allah, Hz. Yusufa
peygamberlik verinceye kadar kadınlar ona şehvetle bakmaya devam ettiler.
Allah ona peygamberlik heybeti verdi de, onun bu heybeti, kendisini gören
herkesi meşgul edip güzelliğini görmesine engel oldu. [127]
69. Yusuf'un
yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı, "Şüphesiz ben, senin
kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme"dedİ.
70. Yusuf
onların yükünü hazırladığı zaman kardeşinin yükü içine bir münâdî "Ey
kafile gerçekten siz hırsızlarsınız! diye seslendi.
71. Yusuf'un
kardeşleri onlara dönerek, "ne kaybettiniz? " dediler.
72. "Kralın
su kabını yitirdik, onu getirene bir deve yükü var. Ben de buna kefilim"
dedi.
73. "Allah'a
andolsun ki, bizim bu yerde fesat çıkarmak için
gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz." dediler.
74. Yusuf'un
adamları dediler ki: "Peki siz yalancıysanız onun cezası nedir.?
75. "
Onun cezası, kayıb eşya yükünde bulunan
kimsenin kendisidir. İşte ona el koymak
onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız" dediler.
76. Bunu üzerine Yusuf
kardeşinin yükünden önce onların
yüklerini aramaya başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz
Yusuf'a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa Kralın kanununa göre kardeşini
tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle
yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.
77. Kardeşleri dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha
önce onun bir kardeşi de çalmıştı" Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı,
dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlatmakta olduğunuzun
mahiyetini çok iyi biliyor.
78. Dediler
ki: "Ey Aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim
birimizi alıkoy. Şüphesiz biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz."
79. "Eşyamızı
yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, çünkü o
taktirde biz gerçekten zâlimler oluruz" dedi.
80. Ondan
ümitlerini kesince gizli görüşmek üzere ayrılıp çekildiler. Büyükleri dedi ki:
"Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha öncede Yusuf hakkında
işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Ben, babam bana izin verinceye veya benim
için Allah hükme-dinceye kadar bu yerden asla
ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdir.
81. Siz
babanıza dönün ve deyin ki: Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz,
bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın
bekçileri değiliz.
82. İçinde
bulunduğumuz şehire
ve aralarında geldiğimiz kafileye de
sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.
83. Babaları
dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi bir işe sürükledi. Güzel bir şekilde
sabretmek gerekiyor. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok
iyi bilendir, hikmet sahibidir."
84. Onlardan
yüzçevirdi de gamını yutarak: "Ey Yusuf'un
üzerindeki gamım!" dedi. Ve üzüntüden iki gözü ağardı.
85. Oğulları,
"Allah'a andolsun ki sen hâlâ Yusuf'u anıyorsun.
Sonunda ya hasta olacaksın, ya
da helak olacaksın!" dediler.
86. Ya'kûb, "Ben sâdece gam ve kederimi Allah'a arzediyoruin. Ve ben sizin bilenıiyeceğiniz
şeyleri Allah tarafından biliyorum." dedi.
87. Ey
oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice
araştırın, Allanın rahmetinden
ümit kesmeyin. Çünkü Kâfirler
topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.
88. Yusuf'un
yanına girdiklerinde dediler ki: "Ey Aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı
ve biz, değersiz bir sermaye ile geldik. Bize ölçeği tam ver, ayrıca bize biraz
da yardım et, çünkü Allah yardım edenleri mükâfa-atlandırır.
89. Yusuf
dedi ki: "Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı
biliyor musunuz?"
90.
"Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun?" dediler. O da ben Yusuf'um, bu da
kardeşim. Allah bize lütfetti. Çünkü kim Allahtan
korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah, güzel davrananların mükâfaatını
zayi etmez."
91.
Kardeşleri dediler ki: "Allah'a andolsun, hakikaten
Allah seni bize' üstün kılmış. Hakikat şu ki, biz gerçekten hatalı
kimselermişiz.
92. Yusuf
dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin
en merhametlisidir.
93. "Şu
benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun. Gözleri görecek duruma
gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin.
Bu âyetler Hz. Yusuf un kardeşlerinin Mısır'a ikinci defa gelişlerinden
bahseder. Bu gelişlerinde, yanlarında Yusuf un öz kardeşi Bünyamin
de vardır. Aynı zamanda, tas, Bünyamin'e verilen
yükün içinden çıktığında onun durumu ve ona yapılan işlemden ve Hz. Yusuf (a.s.)'un şeriatının hükmüyle Bünyamin'i
yanında alıkoymasından bahseder. Daha sonra da, Yakub
(a.s.)'un, iki çocuğunu yitirmesi ve bundan duyduğu üzüntü sonunda gözlerini
kaybederek imtihanının tamamlanmasından bahseder. [128]
Üzülürsün.
Iyr, üzerlerinde yük bulunan develer. Daha sonra bu
kullanış yay-gınlaşarak her kafileye îyr denildi.
Suva', tahıl ve benzeri şeylerin ölçüldüğü ölçek, tas.
Müzekkeri ve müennesi aynıdır. Zeîm, kefil demektir. Güzel
ve kolay gösterdi.
İçi üzüntü olup gizleyen
ve kimseye açmayan kişi. Arap dilinde nakıs fiil olan nin
benzerlerinden olup1 hâlâ devam ediyorsun" manasınadır.
Harad, ölüme götüren bir hastalık. Şair şöyle der:
Gece üzüldüm. Bu
üzüntü beni hasta etti. Geçmişte de hastalığımı artırmıştı. Bundan önce, sevgi
de ağır hastalığa sebep olan şeylerdendir. Harad,
aslında, vücutta veya akılda meydana gelen bozukluk manasınadır.
Bessi, üzüntüm. Bess, derin
üzüntü ve keder manasınadır.
Araştırın. Tehassus, duyu organları ile araştırmak, işin aslını
öğreninceye kadar iyice araştırmak. Bir görüşe göre tehassus,
hayırda ve serde kullanılır.
Kınama yok. Tesrîb, kınamak demektir. [129]
69. Yakub'un oğulları Yusuf un huzuruna girdiklerinde, Yusuf,
kardeşi Bünyamin'i kucakladı. Ben senin kardeşin, Yusufum, dedi: Yusuf böyle söyledi ve durumu gizlemesini
istedi: Geçmişte bunların bize yaptıklarına üzülme. Allah bize lütfedip
hayırlısıyla bizi bir araya getirdi. Tefsirciler şöyle der: Kardeşleri Yusuf un
huzuruna girdiklerinde Yusuf onlara ikram ve ihsanda bulundu, güzel bir şekilde
ağırladı. Sonra ikişer ikişer ayrı odalarda yatırdı. Bünyamin tek kaldı. Yusuf: "Bunun arkadaşı yok. Bu,
benimle beraber kalsın" dedi. Gece, Yusuf onu kucaklıyor ve boynuna
sarılıyordu. Bünyamin'e şöyle dedi: Ben senin
kardeşin Yusufum. Onların yaptıklarına üzülme. Sonra
bir hile ile Bünyamin'i yanında bırakacağını
kendisine bildirdi ve bu olayı gizli tutmasını ona emretti. [130]
70. İhtiyaçlarını
temin edip yiyecek ve gıda maddelerini develerine yükleyince, Hz. Yusuf tasm, kardeşi Bünyamin'in eşyası içine konulmasını emretti. Bu,
mücevherlerle süslenmiş altın bir tas idi. Sonra bir tellâl seslendi Ey deve
sahipleri! Ey yolcu kafilesi! dedi. Siz, hırsız bir toplumsunuz. Burada Yusuf
(a.s.) kardeşini yanında alıkoyma gibi faydalı bir işten dolayı onlara
hırsızlık suçunu isnat etmeyi mubah saydı. [131]
71. Tesfirciler şöyle der: Tellallar onlara ulaşınca, "Biz
size İkram etmedik mi? Sizi güzelce ağırlamadık mı? Size eksiksiz bir şekilde
tahılı Ölçüp vermedik mi? Başkalarına yapmadığımız iyiliği size yapmadık mı?
dediler. Yakub (a.s.)'un oğulları: "Evet bunları
yaptınız. Bir şey mi var?" dediler. Tellallar: Kralın su kabını yitirdik,
sizden başkasından da şüphelenmiyoruz. İşte Yüce Allah'ın, âyetinin tefsiri
budur. Yani onlara döndüler ve: Neyi yitirdiniz, neyiniz kayboldu." diye
sordular. Ne çaldık? yerine Neyi yitirdiniz? demeleri, edep kurallarına dikkat çekmedir ve suçsuz kimseleri
hırsızlık itham ederek düşünüp taşınmadan konuşmamak hususunda peşlerinden
gidenler için bir uyarıdır. Dolayısıyla onlar da bunlara karşı edepli
davranmaya mecbur kaldılar ve[132]
72. Kralın,
mücevherlerle süslenmiş ölçeğini yitirdik. Ölçeği getirip bize verene mükâfaat olarak bir deve yükü yiyecek vereceğiz, Ben de
buna kefilim. Garanti veriyorum. [133]
73. Bu,
yemin cümlesi olup hayret manası taşımaktadır. Yani onlar hayretle dediler ki:
Ey topluluk! Vallahi biliyorsunuz ki, biz sizin yurdunuzda fesat çıkarmak için
gelmedik. Biz asla, hırsızlık sıfatını alanlardan değiliz. Çünkü biz Peygamber
çocuklarıyız. Biz böyle çirkin işleri yapmayız. Beyzâvî
şöyle der: Ya'kûb (a.s.)'un oğulları, suçsuz
olduklarına dair Mısırlıların hakkındaki bilgilerini şahit tuttular. Çünkü Msırlılar onların çok güvenilir kimseler olduklarını biliyorlardı.
Mesela, yüklerine konan malı getirmişler ve herhangi bir kimsenin ekinini veya
yiyeceğini yemesinler diye hayvanların ağızlarını bağlamışlardı.[134]
74. Tellalar dediler ki : Eğer siz, suçsuzluk iddianızda
yalancı çıkarsanız, sizin şeriatınızda hırsızın suçu nedir?[135]
75. Dediler
ki: Eşyası içinde tas bulunan hırsızın cezası, kimin malını çalmışsa, onun
kölesi olmasıdır. Hırsızlık ve benzeri suçlarla Allah'ın kanunlarını çiğneyen
kimseleri biz böyle cezalandırırız. Onların bu sözü Ya'kûb
(a.s.)'un şeriatının hükmüdür. İslam Şeriatında hırsızın ellerinin kesilmesi
emriyle bu hüküm kaldırılmıştır. [136]
76. Hz. Yusuf, kardeşi Bünyamin'in
yükünden önce diğer kardeşlerinin yükünü aramaya başladı. Tefsirciler şöyle
der: Yusuf (a.s.)'un bu davranışı, önceden kurduğu hileyi tamamlayıcı ve
ithamı ortadan kaldırıcı mahiyettedir. Çünkü, Yusuf un kardeşleri suçsuz
olduklarım iddia edince tellallar onlara, "Yüklerinizi tek tek aramamız gerekiyor" dediler. Bunun üzerine onları
Yusuf’ a götürdüler. Yusuf, Bünyamin'in yükünden
önce diğer kardeşlerinin yükünü aramaya başladı. Katâde
şöyle der: Bize anlatıldığına göre Hz. Yusuf, her bir
yük ve eşyayı açtıkça, onlara attığı iftiradan dolayı, Allah'tan affını
istiyordu. Nihayet, en küçük kardeşi Bünyamin kaldı.
Yusuf (a.s.) dedi ki: Ben bunun bir şey aldığını sanmıyorum. Kardeşleri:
Vallahi, onun yüküne de bakmadan seni bırakmayız" dediler. Çünkü bu,
senin için de bizim için de daha iyidir. Bünyamin'in
eşyasını açınca, tası onun içinde buldular. İşte âyeti bunu anlatır. Yani :
Yusuf, tası kardeşi Bünyamin'in eşyası içinden
çıkardı. Tası oradan çıkarınca kardeşleri utançlarından başlarını Önlerine
eğdiler ve Bünyamin'i kınadılar. Ona "Ey Rahil'in oğlu! Bizi rezil ettin, yüzümüzü kara ettin"
dediler. İşte böylece, kardeşini yanında tutması için Yusuf'a bu hiyleyi ilham ettik ve onun için bunları yaptık. Mısır
kralının kanununa göre, Yusufun kardeşini alıkoyma
hakkı yoktu. Çünkü krala göre hırsızın cezası, dövülmek ve çaldığının iki
katını ödetmekti. Ancak Allah'ın dilemesi ve izni hariç. Bu âyet gösteriyor ki,
bu hile, Allah'ın Yusuf (a.s.)'a ilhamı ve öğretmesiyle olmuştur. Yusufu yücelttiğimiz gibi, ilim sayesinde, kullarımızdan
dilediğimizin makamlarını yükseltiriz. Herşeyi bilen
alemlerin Rabbine varıncaya kadar, her âlimin üstünde, ondan daha iyi bilen
birisi vardır. Hasan-ı Basrî şöyle der: İlim Allah'a
varıncaya kadar, her alimden daha üstün bir alim vardır. İbn
Abbas şöyle der: Allah her alimden üstün, her şeyi bilen
ve herşeyden haberdar olandır.[137]
77. Ya'kûb (a.s.)'un oğulları Hz. Yusufu kastederek dediler ki : Bünyamin
hırsızlık ettiyse, bundan önce de bunun öz kardeşi hırsızlık etmişti.
Hırsızlıktan uzak durmaya çalıştılar ve onu Yusuf ve kardeşinin üzerine
attılar. Yusuf, kardeşlerine merhametinden dolayı, onların bu sözünü sineye
çekti ve durumu açıklamadı.! Yusuf, kendi kendine: "sizin yaptığınız daha
kötüdür. Çünkü siz kardeşinizi babanızdan çaldınız, sonra da suçsuz kimseye
iftira etmeye başladınız. Bu sözü onların yüzüne değil, içinden söyledi. Sizin
attığınız iftirayı Allah çok iyi bilir.[138]
78. Bu bir
merhamet ve şefkat dilemedir. Yani, yalvararak dediler ki: Ey yüce efendi ! Bünyamin'in babası yaşlı bir ihtiyardır. Onun ayrılığına
dayanamaz. Onun yerine bizim birimizi al. Babamız bizi onun gibi sevmez ve bize
acımaz.
Biz seni iyilik
edenlerden görüyoruz. Bize yaptığın iyiliği tamamla. Bizi lütfa
ve iyiliğe alıştırdın. [139]
79. Birinin
suçu yüzünden diğerini yakalamaktan Allah'a sığınırız. Eğer bunu yaparsak, biz
zalimler oluruz. Âlûsî şöyle der: "Çalan
yerine" eşyamızı yanında bulduğumuz kimse" denilmesi, hakikati
ortaya çıkarmak ve yalandan sakınmak içindir.[140]
80. Onlar
kesin bir şekilde isteklerine cevap almaktan ümit kesince ve rica etmenin bir
faydası olmadığını anlayınca, halktan ayrılıp birbirleriyle gizlice konuşmaya
ve istişareye başladılar. En yaşlıları olan Rubil
dedi ki: Kardeşinizi geri götüreceğinize dair babanıza sağlam bir söz vermemiş
miydiniz? Bundan önce, Yusuf'a yaptıklarınızı hatırlamıyor musunuz? Şimdi
babanıza nasıl döneceksiniz, Babam bana buradan çıkma izni vermedikçe Mısır
ülkesinden ayrılmayacağım, veya kardeşimin kurtulmasıyle
Allah benim lehimde hükmedinceye kadar buradan ayrılmayacağım. O, hâkimlerin en
âdilidir. Çünkü o, sadece hak ve adaletle hükmeder. [141]
81. Babanıza
dönünüz ve olup bitenlerin aslını ona bildiriniz, ona, "Oğlun Bünyamin hırsızlık etti" deyiniz Biz sadece, kesin
olarak bildiğimiz şeye şahidiz. Biz, tası onun eşyası içinde gördük. Biz sana
söz verdiğimiz zaman, onun hırsızlık yapacağını bilmiyorduk. [142]
82. Olup
bitenlerin aslını Mısır halkına sor. Beyzâvî şöyle
der: Yani Mısırlılara bir adam gönder, ve meseleyi onlara sor.[143] Beraber geldiğimiz kafileye de sor. Bu kafile,
Ken'an topluluğundan olup bu yolculukta Yakup
(a.s.)'un oğullan ile beraber idiler, Biz onun hakkında size doğru haberler
veriyoruz. [144]
83. Yakub (a.s.) dedi ki : Nefsiniz size bu büyük işi ve tuzağı
güzel ve kolay gösterdi de, onu uyguladınız. Daha önce Hz.
Yusuf'a yaptıklarını bildiği için, onları Bünyamin'e
tuzak kurmakla suçladı. Sevabımı Allah'tan bekleyerek sabretmekten başka bir
çare bulamıyorum. Allah'ın bizi bir araya getireceğini ve onların hepsini görmek suretiyle, gözümü aydın kılacağını
umuyorum. Şüphesiz o, benim halimi bilir, tedbirinde ve tasarrufunda hikmet
sahibidir. [145]
84. Yakub (a.s.), oğullarından işittiği sözlerden hoşlanmadığı
için onlardan yüzçevirdi, Ey, benim, Yusuf'a olan hasret
ve üzüntüm! İki çocuğuna çok üzüldüğü için, aşın derecede ağlamasından gözleri
görmez oldu.[146] Kalbi üzüntü ve öfke doluydu. Fakat bunu
nefsinde gizliyordu. O, bu şiddetli musibetten dolayı gam ve kederle dolmuştu. Ebussuûd şöyle der: Musibet, Yusuf'un iki kardeşinin yani Bünyamin ile Yâhuza'nın basma
gelmiş olmasına rağmen, Yusufa üzülmesinin sebebi
şudur: Yusuf'un hatırası onun bütün kalbini sarmıştı. Onu unutamiyordu.
Bir de Bünyamin ile büyük kardeşlerinin hayatta
olduklarına inanıyor ve döneceklerini umuyordu. Yusufa
gelince, onun hakkında, Allah'ın lütuf ve merhametinden başka ona ümit verecek
bir şey yoktu.[147] Râzi şöyle der: Yeni
üzüntü, kalpte saklı olan eski üzüntüyü artırır. Üzüntü, başka üzüntü doğurur
ve kederleri artırır. Şâir şöyle der:
Ona dedim ki, üzüntü
üzüntüyü doğurur. Beni bırak. İşte bunun hepsi Malik'in kabridir.[148]
85. Dediler
ki, Allah'a andolsun ki sen hâlâ Yu-sufu anıyor ve onun için sızlanıyorsun. Sonunda seni ölüme
götürecek bir hastalığa yakalancaksın veya üzümü ve
hasretten helak olup gideceksin. [149]
86. Yakub (a.s.) onlara dedi ki: Ben keder ve üzüntümü size
şikâyet etmiyorum. Sadece Allah'a şikâyet ediyorum. Ancak ona yapılan şikâyetin
faydası olur. Ben, Allah'ın rahmet ve ihsanı sayesinde, sizin bilmediklerinizi
bilirim. Allah'ın bana merhamet ve lütfedeceğini, beklemediğim bir taraftan
bana sevinç vereceğini umuyorum. [150]
87. Ey
oğullarım! Geldiğiniz yere gidin. Yusufu arayın.
Duyularınızla o ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışın. Allah'ın
rahmetinden ve rahata kavuşturmasından ümid kesmeyin.
Şüphesiz Allah'ın rahmetinden, onun kudretini inkar edenlerden başkası ümit
kesmez. [151]
88. sözün
bir kısmı haz-fedilmiştir. Yani Mısır'a gitmek üzere
yola çıktılar. Yusuf un huzuruna girdiler. Dediler ki: Ey Aziz! Bize ve
halkımıza, şiddetli kurak ve kıtlıktan dolayı sıkıntılar geldi. Biz tüccarların istemeyerek ve
küçük görerek
atacakları az bir sermaye getirdik. İbn Abbas şöyle der: Araları yiyecek maddelerinin karşılığı
olarak kabul edilmeyecek derecede değersiz idi.[152]
Merhamet ve şefkat dileğiyle Yusufa karşı boyunlarını
büktüler. Dediler ki: Bizim için ölçüyü tamamla. Paramızın değersizliğinden
dolayı bize eksik verme. Kardeşimizi geri vererek bize ihsanda bulun[153] veya paramızın değersizliğini hoş karşıla.
Allah, iyilik edenleri en güzel şekilde mükâfaatlandırır...
Durum onları bu noktaya, yani yalvarma, sıkılma ve boyun bükme noktasına
getirince, Yusuf, merhamete geldi ve gizlediği şeyi onlara açıkladı. [154]
89. Dedi ki:
Genç ve kuvvetli olduğunuz dönemde, Yusufa ve
kardeşine ne yaptığınızı hatırlıyor musunuz? Bundan maksat, olayın büyüklüğünü
ifade etmektir. Sanki o şöyle diyordu: Yusuf hakkında işledikleriniz ve ona
yaptıklarınız ne kadar çirkin işlerdi. Ebussuûd şöyle
der: Hz. Yusuf, bunu onlara nasihat ve tevbeye teşvik olsun diye, bir de acıdığından dolayı
söyledi.[155]
90.
Kardeşleri hayret ve şaşkınlık içinde dediler ki: Gerçekten sen Yusuf musun? Yusuf
dedi ki: Evet, ben Yusuf’um. Bu da benim öz kardeşim. Allah, belalardan kurtulma,
ayrılıktan sonra bir araya gelme ve zelil düştükten sonra izzete kavuşmayı
bize nasip etti. Şüphesiz kim Allah'tan korkar, onun hakkını gözetir ve belâ ve
imtihanlara sabrederse, Allah güzel iş yapanların sevaplarını iptal etmez,
onların iyiliklerini zayi etmez, aksine onlara işlerinin karşılığını eksiksiz
olarak öder. Beyzâvî şöyle der: Bu cümlede zamir
yerine açık isim getirilerek denilmesi,
güzel iş yapanların takva ve sabrı birleştirenler olduğuna dikkat çekmek
içindir.[156]
91. Bu,
hatayı ikrar ve günahı itraftır. Yani: Allah takva,
sabır, ilim ve yumuşak huyluluk ile seni bize üstün kıldı. Halbuki biz, sana
yaptıklarımızdan dolayı günahkârız. Bu sebeple Allah seni aziz ve bizi ise
zelil kıldı. Seni yüceltti, bizi hor ve hakir kıldı. [157]
92. Hz. Yusuf onlara dedi ki: Bugün sizi kınama yok, size bir
ceza da yok. Bilakis yaptıklarınızı bağışlıyorum. Allah sizi affetsin. Bu,
onların yaptıklarının bağışlanması için bir dua ve Hz.
Yusuf tarafından fazla bir lütuftur. O Yüce Allah, tevbe
edenlere, bağışlama ve merhametiyle ihsanda bulunan, kullarına herkesten çok
merhamet edendir. [158]
93. Benim bu
gömleğimi götürün ve onu babamın yüzüne koyun. Taberî
şöyle der: Anlatıldığına göre Yusuf (a.s.) kendini kardeşlerine tanıtınca
onlara babasını sordu. Dediler ki: "Üzüntüden gözleri görmez oldu." O
zaman Yusuf (a.s.) onlara gömleğini verdi.[159] Yusuf (a.s.) hayatta olduğunu babasına
müjdelemek ve bununla babasını sevindirmek istedi. Gömleği yüzüne korsanız,
tekrar görecek duruma gelir. Ya'kub soyundan olan
bütün aile efradını ve çoluk çocuğu bana getirin. [160]
1. Yiyecek
ve gıda maddelerini develere yükleyince..." Burada iştikak cinası vardır.
Aynı şekilde, Bir tellal bağırdı" kelimeleri arasında da iştikak cinası
vardır.
2. Onu
gizledi." ile " Onu açıklamadı, lafızları arasında tıbak vardır.
3. İhtiyar,
yaşlı" Burada Yusufun merhametini celbetmek için itnab yapılmıştır.
4. Köye
sor." Burada mecâz-ı mürsel vardır. Alakası, mahalliyettir. Yani, "köy halkına sor" demektir.
5. Ey,Yusuf
a karşı olan kederim!." Burada da lafızları arasında iştikak cinası
vardır.
6. Allah'a andolsun ki, sen hâlâ.." Burada hazıf
yoluyla îcâz vardır. takdirindedir.
7. "Allalı'ın rahmetinden ümit kesmeyin." Burada istiare
vardır. Rüzgarın hoş bir koku ile hafif hafif esmesi
manasına gelen revh, sıkıntıdan sonra gelen ferahlık
ve darlıktan sonra gelen rahatlık manasına istiare olarak kullanılmıştır. [161]
Kâdî İyaz, "Şifa" adlı
kitabında şöyle anlatır: Bir bedevî, bir adamın "Lf
Ij.rtU. 4ju 1^-LıJ UU Ondan ümitlerini kesince bir kenara çekilip aralarında
gizli gizli konuşmaya başladılar." âyetini
okuduğunu işitince şöyle dedi: Ben şehâdet ederim ki,
hiçbir mahlûk böyle söz söyleyemez.[162] Çünkü bu âyet onların bütün insanlardan nasıl
ayrılıp tek başlarına kaldıklarını, görüş alışverişinde bulunduklarını,
babalarına döndüklerinde ona nasıl yalan söyleyeceklerini ve olayı ona nasıl
anlatacaklarını açıklamaktadır. İşte böylece bu kısa âyet, uzun bir kıssanın
manalarını kapsamaktadır. [163]
94. Kafile
ayrılınca, babaları, "Eğer bana bunak demezseniz inanın ben Yusuf'un
kokusunu alıyorum!" dedi.
95. (Onlar
da) "Vallahi sen hâlâ eski şaşkınlığındasın" dediler.
96. Müjdeci
gelince, gömleği Yakub'un yüzüne koydu ve gözleri
görecek duruma geldi, o zaman şöyle dedi: "Ben size, Allah tarafından
sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi!"
97. Oğulları
dediler ki: "Ey babamız! Allah'tan bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü
biz gerçekten günahkârlar idik."
98. Yakub "Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü o
bağışlayan, pek merhamet edendir." dedi.
99. Yusuf'un
yanma girdikleri zaman, ana-babasi-nı kucakladı, "Emin olarak Allah'ın iradesiyle Mısır'a
girin!" dedi.
100. Ana
ve babasını tahtının üstüne çıkartıp
oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar. Yusuf dedi ki: "Ey
babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın tabiridir. Rabbim onu gerçekleştirdi.
Şeytan benimle kardeşimin arasını bozduktan sonra beni zindandan çıkarmak ve
sizi çölden getirmek suretiyle Rabbim bana ihsanda bulundu. Şüphesiz ki Rabbim
dilediğine lütfedicidir. Çünkü O çok iyi
bilendir, hikmet sahibidir."
101. "Ey
Rabbim! Mülkten bana verdin ve bana olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri
ve yeri yaratan! Sen dünyada da âhirette de benim
sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"
102. İşte bu
gayb haberlerindendir. Onu sana biz vahyediyoruz. Çünkü onlar hile yaparak işlerine karar
verdikleri zaman, sen onların yanında değildin.
103. Sen çok
arzulu olsan da, insanların çoğu iman edecek değillerdir.
104. Halbuki sen buna karşı onlardan bir ücret istemiyorsun.
Kur'an âlemler için ancak bir öğüttür.
105.
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini
çevirip geçerler.
106. Onların
çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.
107. Allah
tarafından herkesi kapsayacak bir musibetin gelmeyeceğinden veya farkında
olmadan kıyametin ansızın kopmayacağından emin mi oldular?
108. De ki:
"İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar
aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim! Ve ben de ortak koşanlardan
değilim."
109. Senden
önce de şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz
erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki
kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret
yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
110. Nihayet
tam peygamberler (kavimlerinin inanmalarından) ümitlerini yitirip de
kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız
gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. Suçlular topluluğundan
azabımız asla geri çevrilmez.
111. Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için büyük bir
ibret vardır. Bu Kur'an uydurulmuş bir söz değildir.
Ancak kendinden öncekilerin tasdiki, her şeyin açıklanması, iman eden bir
toplum için rahmet ve bir hidayettir.
Bu âyetler Ya'kub (a.s)'un bütün ailesinin Mısır'a gelişinden, Hz. Yusuf saltanat ve hükümranlığın izzet ve azameti
içinde iken huzuruna girmelerinden, babası ve annesi ile onbir
kardeşinin onun huzurunda eğilmesi ile rüyasının gerçekleşmesinden, ayrılıktan
sonra bir araya gelmelerinden, daha Önceki soğukluğun giderek sevgiye
dönüşmesinden bahseder. Sonra bu mübarek sûre, gözleri, kainatta Allah'ın
birlik ve kudretini gösteren enteresan olaylara ve Kur'an'daki
kıssalarda bulunan İbret ve öğütlere yönelterek son bulur. Andolsun
onların kıssalarında, akıl sahipleri için ibret vardır. [164]
Bana bunak diyorsunuz.
Asmaî şöyle der: Kişi, bunaklığından dolayı çok
konuştuğunda ona denir. Zemahşerî şöyle der: bir kimseye
bunak demektir. Fened, ihtiyarlıktan dolayı kişinin
bunaması ve aklının gitmesi demektir. Bunamış erkeğe, denilir, fakat bunamış
kadına denilmez. Çünkü kadın, gençliğinde görüş sahibi değildi ki,
ihtiyarlayınca bunamış olsun.[165]
Dalâlike, doğru olan şeyden uzaklaşman.
Bedvü, çöl demektir.
Bozdu. Sürücü, hayvanı
hızlı yürütmek için dürttüğünde denir. Bu kelime burdan
alınmıştır.
Fâtır, yoktan icad eden. Yarmak
manasına gelen fiilinden türemiş olup daha sonra yaratmak ve icat etmek
manasında kullanılmıştır.
Gâşiye, onları örtecek bir azap. Bağteten,
"ansızın" demektir. Be'sünâ, azabımız.
İbret, öğüt ve nasihat demektir.[166]
94. Kafile,
Mısır'dan Şam bölgesine doğru yola çıkınca, Ya'kub
(a.s) yanında bulunan yakınlarına dedi ki: "Ben Yusuf un kokusunu
alıyorum." İbn Abbas
şöyle der: Bir rüzgâr esip Yu-sufun
gömleğinin kokusunu Yakub (a.s)'a götürdü. Halbuki
aralarında sekiz günlük mesafe vardı.[167] Eğer bana beyinsiz ve bunak demezseniz, size
Yusuf'un hayatta olduğunu söyleyebilirim. Cevabı mahzuftur.
Takdiri, şeklindedir. [168]
95. Torunları
ve yanında bulunanlar dediler ki:
Vallahi sen Yusuf'u
aşırı derecede sevdiğin,
ona çok düşkünlük gösterdiğin ve onu göreceğini
umduğun için eski hatanda ve doğru yoldan uzaklığında devam ediyorsun.
Tefsirciler şöyle der:
Onlar Yusuf'un öldüğüne
inandıkları için böyle söylediler. [169]
96. Müjdeci,
sevinçli haberi getirince.. Mücâhid der ki: Müjdeci,
daha önce Yusufun kanlı gömleğini getiren kardeşi Yahuza idi."Babamı daha önce üzdüğüm gibi, şimdi de sevindireyim"
dedi.[170]
Müjdeci gömleği Ya'kub (a.s)'un yüzüne koydu. Ya'kub,
meydana gelen sevinç ve mutluluktan dolayı tekrar görmeye başladı. Ya'kub oğullarına dedi ki: "Ben, Allah tarafından,
sizin bilmediğiniz şeyi, yani Yusuf'un hayatta olduğunu ve rüyanın
gerçekleşmesi için Allah'ın onu bana tekrar vereceğini size söylememiş miydim?
Tefsirciler şöyle der: Ya'kub (a.s) oğullarına şu
sözünü hatırlattı: Ben sadece gam ve kederemi Allah'a
arzediyorum. Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah
tarafından biliyorum."[171]
Rivayete göre, Yakub (a.s) müjdeciye "Yusuf
nasıl?" diye sordu. O da: "Yusuf Mısır'ın hükümdarıdır" dedi. Ya'kub (a.s): Ben hükümdarlığı ne yapayım? Sen gelirken o
hangi din üzerinde idi?" dedi. Müjdeci: "İslam dini üzerinde
idi" dedi. Ya'kub (a.s): "İşte şimdi nimet
tamamlandı" dedi.[172]
97. Dediler
ki: Ey babamız! Bizim günahlarımızın affını dile. Oğullan, işledikleri
kusurdan dolayı, babalarının kendileri için af dilemesini istediler.
Hatalarını itiraf ederek şöyle dediler: Biz, Yusuf a yaptıklarımızda hatalıyız.[173]
98. Yakub (a.s) dedi ki: Sizin için Rabbimdan
af dileyeceğim." Ya'kub (a.s) böyle diyerek
onlara af dileyeceğine dair söz verdi. Tefsirciler şöyle der: Kabule daha şayan
olsun diye, af dilemeyi seher vaktine erteledi. Bir görüşe göre de: Duaların
kabul olduğu saati arayıp bulmak için, af dilemeyi Cuma gününe erteledi.[174] Şüphesiz Allah günahları bağışlayan ve kullara
merhamet edendir. [175]
99. Yakub, oğulları ve bunların aile efradı Yusuf un huzuruna
girince, Yusuf anne ve babasını kucaklayarak boyunlarına sarıldı. Her türlü
kötülükten emin olarak Mısır ülkesine girin" dedi. Hayır ve bereket
dilemek maksadıyla "inşallah" dedi. [176]
100. Anne ve
babasını, hükümdar tahtında yanına oturttu. Annesi, babası ve kardeşleri,
huzuruna girdiklerinde ona secde ettiler. Tefsirciler şöyle der: Onlara göre bu
secde, ibadet değil, sadece selamlama ve hürmetten ibarettir. Yusuf (a.s) dedi
ki: Ey babacığım! İşte bu, küçüklüğümde gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu
doğru kıldı. Çünkü rüyada gördüğüm gibi çıktı. Rabbim beni zindandan çıkarmakla
bana lütfetti. Tefsirciler şöyle der: Hz.Yusuf,
kendisinden bir lütuf olarak, kardeşlerini utandırmamak ve onları affettikten
sonra yaptıklarını tekrar onlara hatırlatmamak için kuyudan çıkarılma
olayından bahsetmedi. Sizi çölden getirdi. Çünkü onlar Filistin çölünde
devecilik ve koyunculuk ediyorlardı. Allah'ın Ya'kub
(a.s)'un ailesine verdiği nimeti onlara hatırlattı. Zira Allah onları çölden şehire götürdü ve aileyi Mısır'da bir araya getirdi. Taberî şöyle der: Anlatıldığına göre Hz.
Yakub, beraberinde oğullan ve onların da çocukları
olduğu halde Mısır'a girdikleri zaman yüz kişiden az idiler. İsrailoğulları olarak Mısırdan çıktıkları gün ise 600.000
den fazla idiler.[177] Daha
önce şeytan, aldatmak suretiyle, kardeşlerimle benim aramı açmışken, Rabbim lütfuyla bunu düzeltti. Ebu Hayyan şöyle der: Kardeşlerinin durumundan bu kadarcık bahsetti. Çünkü nimet, belâ ve sıkıntının
arkasından geldiğinde değeri fazla olur.[178]
Şüphesiz Rabbimin tedbiri güzeldir. O dilediğini, insanların hissedemeyeceği ve
anlayamayacağı gizli bir incelik içinde gerçekleştirir. Rabbim yarattıklarını
iyi bilir, yaptıklarında hikmet sahibidir. Tefsirciler şöyle der: Ya'kub (a.s) Mısır'da, Hz. Yusufla birlikte 24 sene kaldıktan sonra öldü. Şam bölgesinde,
babası İshak'ın yanına gömülmesini vasiyet etmişti. Hz.Yusuf bizzat kendisi götürüp onu oraya gömdü. Babasını
gömüp Mısır'a döndükten sonra yirmi üç sene daha yaşadı. Görevi tamamlatıp daha
fazla yaşayamayacağını anlayınca, nefsi ebedî olan Melik'i arzu etti. Allah'a,
salih olan babaları İbrahim ve İshak'a
kavuşmayı isteyerek şöyle dedi: [179]
101. Ey
Rabbim! Bana izzet, makam ve saltanat verdin. Bunlar dünya nimetlerindendir.
Bana rüya tabirini öğrettin. Bu da ilim nimetindendir. Ey gökleri ve yeri icat
eden ve önceden benzerleri olmadan onları yaratan Allah! Sen, benim dünya ve âhiret işlerimin sahibisin. Beni müslüman
olarak öldür ve salih kullarına kat. Hz.Yusuf, müslüman olarak
ölünceye kadar, İslamiyetini koruması için Rabbine
dua etti. Burada Yusuf (a.s)'un kıssası sona erer. Sonra, bunun ardından Hz. Mu-hammed (s.a.v)'in
peygamberliğinin doğruluğuna dâir delil getirme işi takip eder. [180]
102. Ey
Muhammedi Yusuf ve onun kıssası hakkında haber verdiğimiz bu şeyler, sana vahy gelmeden önce bilmediğin gayb
haberlerindendir. Biz, en açık bir şekil ve gayet güzel bir tasvirle onları
sana öğretiyoruz ki, peygamberlik davanda doğru olduğun ortaya çıksın.
Kardeşleri, Yusufa ve onu kendileriyle beraber
göndermesi için babalarına hile yaparak, Yusufa tuzak
hazırlayıp onu kuyuya atmaya hep beraber karar verdikleri zaman sen onların
yanında değildin ki, kıssanın hakikatim bilesin. Bu kıssa sana, herşeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah'tan vahy yoluyla geldi. [181]
103. Bu
âyet, Rasulullah (s.a.v)'ı tesellî etmektedir. Yani,
sen ne kadar onların iman etmelerini arzulasan ve doğru yola gelmeleri için iıe kadar gayret sarfetsen de
insanların çoğu, inkarda ısrarlarından dolayı sana inanmazlar. [182]
104. Sen
onlara verdiğin öğüt ve hayra davet karşılığı bir karşılık istemiyorsun ki, bu
onlara ağır gelsin. Bu Kur'an, âlemlere bir öğüt ve nasihattan başka bir şey değildir. Sen bunu okumana
karşılık onlardan bir mal istemiyorsun. Eğer akılları olsaydı kabul eder, inat
etmezlerdi. [183]
105.
Göklerde ve yerde, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, denizler, bitkiler ve diğer
enteresan şeyler gibi, Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren nice deliller
vardır. İnsanlar gece gündüz bunları görür; sabah akşam üzerlerinden geçerler
de, bunları düşünüp ibret almazlar. Binaaleyh, onların
senden yüz çevirmelerine şaşma. Zira onların, Allah'ın birliğini ve kudretini
gösteren bu delillerden yüzçevirmeleri daha garip ve
daha şaşılacak bir iştir. [184]
106. Senin
kavminde bulunan o yalan-layıcıların çoğu,
ancak başkasını Allah'a ortak koştukları
zaman iman ederler. Yani onlar, hem
Allah ile beraber putlara ibadet ederler, hem de Allah'ın yaratıcı ve rızık verici olduğunu söylerler. Ibn
Abbas şöyle der: Onların, telbiye
yaparken şöyle demeleri bundandır; "Lebbeyk,
senin hiç ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır ki, o senindir. Sen, hem
onun, hem de onun sahip olduğu şeylerin de sahibisin.[185]
107. O
yalancılar, Allah'ın azabından bir musibetin kendilerini sarıp kuşativermesinden emin mi oldular? Yahut hiç farkına
varmadıkları ve beklemedikleri bir yerden, bütün dehşetiyle ansızın kıyametin
kendilerine gelivermesinden emin mi oldular? Bu soru inkar ifade eder. Bunda
bir azarlama manası vardır. [186]
108. Ey
Muhammedi De ki, "İşte benim yolum budur, o, apaçık ve dosdoğru bir
yoldur. Onda hiçbir eğrilik, hiçbir şek ve şüphe yoktur. Ben, tam bir
açıklıkla ve kesin delille, Allah'a ibadete ve itaate çağırıyorum. Ben ve bana
inananlar böyle yapıyoruz. Yüce Allah'ı her türlü ortak ve eşten tenzih
ederim. Ben inanan ve
Allah'ı birleyen bir kulum. Asla
O'na ortak koşanlardan olmadım. [187]
109. Ey
Muhammedi Biz, senden önde de, peygamber olarak, sadece insanlardan bazı
erkekleri gönderdik. Gökten melekleri peygamber göndermedik. Taberî şöyle der: Ne kadın, ne melek, sadece erkekleri
peygamber gönderdik. Bize itaate davet etmeleri için onlara ayetlerimizi vahyediyorduk.[188] Âyet peygamberlerin insanlardan olduğunu
kabul etmeyenleri veya kadınlardan da peygamber olduğunu iddia edenleri
reddetmektedir. Bu Peygamberleri, çöllerde yaşayan insanlar arasında değil,
şehirlerde yaşayanlar arasından gönderdik. Hasan-ı Basrî
şöyle der: Allah kesinlikle, ne çölde yaşayanlar, ne kadınlar ve ne de
cinlerden peygamber gönderdi.[189]
Tefsirciler şöyle der: Peygamberler sadece şehir halkı arasından
gönderilmiştir. Çünkü onlar daha bilgili ve daha yumuşak huylu idiler. Halbuki
çölde yaşayanlar arasında bilgisizlik, kabalık ve sertlik vardı. O
yalanlayanlar yeryüzünde hiç gezmediler mi ki geçmiş ümmetlerin başlarına
gelenleri ve yalanlayanların yıkılıp yok oldukları yerleri görüp iyice düşünsünler
ve ibret alsınlar!? Bu soru kınama ifade eder. Takva sahibi mü'minler
için âhiret yurdu bu geçici yurttan daha iyidir. Halâ
aklınızı kullanıp ta iman etmeyecek misiniz!? [190]
110. Nihayet
peygamberler kavimlerinin iman etmelerinden ümit kesipte
kavimlerinin kendilerini yalanladıklarını anladıkları zaman sıkıntıları
şiddetlendiği an onlara yardımımız geldi. Sıkıntının hakim olduğu, ızdırapların gırtlaklara sarıldığı ve Allah'tan başka
hiçbir yerde ümit kalmadığı bir ana tam manasıyla ve kesin olarak hakkı
batıldan ayırarak yardım gelir. Peygamberleri ve
onlara inananları kurtardık, kafirleri kurtarmadık. Suçluları şiddetle
yakalayıp cezalandırdığımızda
azabımız geri çevrilmez. [191]
111. Yusuf
ve kardeşlerinin kıssasında nurlu akıl sahipleri için bir öğüt ve bir nasihat
vardır. Bu Kur'an rivayet olunan haberler veya
uydurulmuş sözler değildir. Fakat bu Kur'an
kendisinden önce indirilmiş semavî kitapları tasdik edicidir. şeriat ve
hükümlerden, helal ve haramdan ihtiyaç duyulan her şeyi açıklar. Ona inanan ve
emir ve yasaklarına göre amel eden bir kavim için o sapıklıktan kurtaran bir
hidayet ve azaptan kurtaran bir rahmettir. [192]
1. Vallahi
sen halâ şaşkmlığmdasın!" Onlar sözlerini
yemin edatlarıyla pekiştirdiler.
Pekiştirici edat türleri arka arkaya geldiği için bu tür bir ifadeye
edebiyatta "haber-i inkâri" denir.
2. Emin
olarak Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin." ayetindeki Allah dilerse"
ifadesi dua cümlesi olup bereket isteğiyle getirilmiştir. Âyette takdim ve
tehir vardır. Takdiri şeklindedir.
3. Ana ve
babasını tahtın üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için secdeye
kapandılar." Burada kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlib sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade eden kelimesi,
ana babaya gösterilecek saygının önemine binaen, her ne kadar lafız bakımından
secdeye kapanma manasına gelen kelimesinden önce gelmişse de mana itibariyle
ondan sonradır. Ona secde ettiler, sonra ana ve babasını kral tahtına oturttu,
demektir.
4. Sen aşın
bir şekilde istesen de, insanların çoğu iman etmez" ayetinde sen aşın bir
şekilde istesen de" ara cümlesi, Hicaz lügatindeki nın
ismi ile haberi arasına girmiştir. Bu ara cümlesi hidayetin sadece Allah'ın
elinde olduğunu ifade eder.
5. Kur'an'a karşılık onlardan ücret istemiyorsun." Burada
muzaf hazf edilmiştir. Kur'an'ın
tebliğine karşılık onlardan bir ücret istemiyorsun, demektir.
6. Onlar
ondan yüzçeviriyorlar." cümlesi ile Onlar ortak
koşarlar." cümlesinde edebî sanatlardan "seci" vardır. Seci âyet
sonlarındaki son harflerin birbirine uygunluğudur. [193]
Onların kıssalarında
akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır." ayeti gösteriyor ki bu
kıssaları ve haberleri anlatmaktan maksat, öğüt vermek ve ibret göstermektir.
Bu kıssadan alınacak ibret şudur: Yusuf (a.s) kuyuya atıldıktan sonra onu
oradan, daha sonra da zindandan çıkaran, köle iken Mısır Meliki yapan ve uzun
süre ayrı kalıp bir daha araya gelme ümidi kesildikten sonra ana babası ve
kardeşleri ile birleştirmeye kadir olan Allah (c.c.), Muhammed (s.a.v)'i üstün
kılmaya, şanını yüceltmeye ve dinini galip kılmaya da kadirdir. Aynı zamanda bu
güzel kıssa ile geçmiş olaylardan haber vermek, gayıptan
haber vermek demektir. Bu da Rasulullah (s.a.v)'ın bir mucizesidir.
Allah'ın yardımı ve tevfikıyle Yûsuf sûresinin tefsiri bitti. [194]
[1] Sâvî Haşiyesi, 2/233
[2] Ahkâf sûresi, 46/35
[3] Nahl sûresi, J 6/127
[4] Kâf sûresi, 50/37
[5] Yûsuf suresi, 12/1J1
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/137-1368.
[7] K;ısas sûresi. 28/11
[8] Rûhu'l-meânî,
12/179
[9] Hansa burada, yavrusunu yitirmiş bir sığırı
tasvir etmektedir. Sığır, yavrusunu
unuttukça ollar, hatırına geldikçe de ona acır ve ileri geri gider gelir. Bu, Hansâ'nın, kardeşi Sahr'i yitirmesinden
dolayı söylenen bir meseldir.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/142-143.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/143.
[12] Huıuf-u mukatla
ve bu konu hakkında Bakara sûresinin başında yazdıklarımıza ve yaptığımız
araştırmaya bakın.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/143.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/143.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[16] Taberî, 12/151
[17] Sâvî Haşiyesi, 2/234
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[18] el-Bahr, 5/280
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/144.
[21] Kurtubî, 9/131
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/144-145.
[22] Râzî, IS/94
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[24] Bu, İbn Abbas'ın
görüşüdür. Kalâde'ye göre de bu Rubîl'dir.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/145.
[28] el-Keggâf, 2/448
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/145-146.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[30] Fahr-ı Râzî,
18/100
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146.
[33] Taberî, 12/164
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/146-147.
[35] Razî, 18/105
[36] Ebussuud, 2/59
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[39] Taberî, 12/175
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/147.
[42] Telhîsu'l-beyân,169
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/148.
[44] Fahr-ıRâzî,18/101
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/148.
[45] Al-i İmrân sûresi, 3/84
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/148.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/153.
[48] Mü'min sûresi, 40/5
[49] Kurlubî, 9/166
[50] İbn Kuleybe,
Garibu'l-Kur'an, 215
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/153.
[52] Kurtubî. 9/163
[53] El-Bahr. 5/293
[54] Ebussuûd, 2/62
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/154.
[56] Bu. müşâkelev bâbındandır. Müşakelet, iki kelimenin lafızlarının bir olup manalarının
fa-rklı olmasıdır. Aziz'in karısının niyeti, azme ve
kasta dayanan bir niyet idi. Hz. Yusuf un niyeti
ise, sadece bir akıldan geçirme idi.
[57] Fahr-i Râzi,
18/119
[58] el-Bahr, 5/295
[59] Ebussuûd; 2/63
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/154-155.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/155-156.
[62] Taberî, 12/193
[63] el-Bahr. 5/297
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/156.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/156.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/156.
[67] Fî Zilâli'l -Kur'ân, 12/216
[68] Muhlasar-ı İbn Kesir, 2/247
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/156-157.
[69] el-Bahr, 5/301
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/157.
[71] Merhum şehit Seyyid Kutup
(r.a) şöyle der: Aziz'in karısı, sarayda hanımlar için bir ziyafet hazırladı.
Buradan anlıyoruz ki, onlar yüksek tabakaya mensup kimselerin kanlan idi. Zira
onlar, saraylarda ziyafetlere çağrılanlar ve nazikçe hataları kendilerine
bildirilen kimselerdir. Anlaşılıyor ki onlar, yastık ve kolluklara dayanarak
yemek yiyorlardı. Bu koltuklan onlara Aziz'in karısı hazırlamış ve herbirine yemekte kullanacakları birer bıçak vermişti. Buradan
saray halkının maddi refah ve medeniyet seviyesi anlaşılabilir. Onlar el kesmek
veya meyva soymakla meşgul iken, Aziz'in karısı
ansızın Yusufu onlara gösterdi. Kadınlar onu görünce,
onun güzelliği karşısında apışıp kaldılar, dehşete kapıldılar ve bıçaklarla
ellerini keşliler. (Fî Zılâli'l-Kuı'an,
12/232)
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/157-158.
[73] Keşşaf, 2/467
[74] Kurtubî, 9/178
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/158.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/158.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/158-159.
[77] e1-Bahm']-muhil, 5/307
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/159.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/159.
[79] Beyzâvî, 264
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/159-1160.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/160.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/160.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/160-161.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/161.
[85] Kurtubi, 9/196
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/161.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/161.
[87] Kurtubî, 9/196
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/162.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/162.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/162-164.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/170.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/170.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/170.
[94] Bir görüşe göre mâna şöyledir: Biz mutlak olarak, rüya
tabirini bilmeyiz.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/107-171.
[95] Taberî, 12/229
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/171.
[96] er-Râzî, 18/149
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/171.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/171.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/171.
[99] Keşşaf, 2/477
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/171-172.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/172.
[101] Merhum Şehit Seyyid Kutub şöyle der: Yusuf a giden adam, geri dönüp durumu
Krala bildirdi, kral, kadınlardan bu sorunun cevabını istemek üzere onları
topladı. Hatb, önemli iş demektir. Sanki kral,
araştırma yaptı ve kadınların drurumunu öğrendi. Bu
suçlamayı İkrar ettirmek ve kadınların bu önemli İşine işaret etmek üzere
onları karşısına alarak şöyle dedi : Yusuf'u zinaya davet ettiğinizde derdiniz
ne idi? Buradan, Aziz'in evinde verilen ziyafette nelerin döndüğüne, kadınların
Yusufa neler söylediğine ve Yusufa
tavsiye ettikleri, zina derecesine varacak teşviklerine dair bir şeyler
anlıyoruz. Yine buradan, bu ortamların ve kadınlarının, hattâ tarihin
derinliklerine gömülmüş olan o dönemin görünümünü hayalimizde
canlandırabiliriz. Câhiliyyel, her zaman câhiliyettİr. Nerede refah, saraylar ve hizmetçiler varsa,
orada çözülme ve erime vardır. Yine orada aristokratların elbisesine bürünmüş,
hoş karşılanan bir ahlaksızlık vardır. (Zİlâl,
12/248).
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/172.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/172-173.
[104] Keşşaf, 2/480
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/173.
[110] Sâvî Haşiyesi, 2/249
[111] Sâvî Haşiyesi, 2/249
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/173-174.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174.
[113] el-Bahru'1-Muhit, 5/322
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/174-175.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/175.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/175.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/175.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176.
[120] Buhari, Tıb
36, Libas 86; Müslim, Selâm 41, 42.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176.
[123] Yani takva sahibi gündüzün oruç tutar, gece namaz
kılar" demektir. (Mütercimler)
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/176-177.
[125] Buharı, Taberî 9; U, 19; Tefsirül-Kur'an, XII, 5; Müslim,
İmam, 238
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/177.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/177.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/182.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/183.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/183.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/183-184.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[134] Beyzavi, 267
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/184.
[137] Taberî. 13/27
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/184-185.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/185.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/185-186.
[140] Rûhu'l-Meânî,
13/34
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[143] Beyzâvî, 268186.
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/186.
[146] Şiddeili ağlamadan dolayı
gözü o kadar zayıfladı ki neredeyse göremez oldu. Sanki gözüne perde geldi.
Şair şöyle der: Uzun süre ağlamaktan gözlerim görmez oldu." Tefsirciler
şöyle der: Yakub (a.s.), Hz.
Yusufa aşırı derecede üzüldüğü için görme özelliğini
kaybetti. Altı sene göremedi. Nihayet Allah Hz. Yusufun gömleği ile onun gözlerini açtı. Gömleği onun
yüzüne koydu. Tekrar görmeye başladı" (Yusuf Suresi, 12/96) âyetini buna
delil getirdiler.
[147] Ebussuûd, 3/88
[148] Fahr-i Râzî,
18/193
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/186-187.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187.
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187.
[152] Râzi, 18/201
[153] Bu İbn Cüreyc'in
görüşüdür. Taberî şunu tercih etmiştir: "Maksat,
para değersiz olduğu için müsamaha ile muamele et." demektir.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/187-188.
[155] Ebussuûd, 3/90
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/188.
[156] Beyzâvî, 269
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/188.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/188.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/188.
[159] Taberî, 13/57
[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/189.
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/189.
[162] eş-Şifâ, İ'câzu'l-Kur'ân bahsi.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/189.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/193.
[165] Keşşaf, 2/504
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/193-194.
[167] Kurtubî, 9/259
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194.
[170] Taberî, 13/63
[171] Yûsuf sûresi, 12/86
[172] Râzî, 18/209
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/194-195.
[174] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Hz.Ya'kub'un, sözünün a«ji
kelimesiyle nakl edilmesi, yaralı bir insan kalbine
işaret etmektedir. Çünkü Ya'kub (a.s), dinlenip
sükûnete erdikten ve kalbi berraklaştıktan sonra onlar için af dileyeceğini va'dediyor.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/195.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/195.
[177] Taberî, 13/73
[178] el-Bahr, 5/349
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/195-196.
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/196-197.
[185] Kurtubî, 9/272
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197.
[188] Taberî, 13/80
[189] Kurtubî, 9/274
[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/197-198.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/198.
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/198.
[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/198-199.
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/199.