Hz. Yusuf (a.s.)'ın
hayatını anlatan bu sûre Mekke'de nazil olmuştur. Yusuf (a.s.)'ın hayatını
anlattığı için "Yusuf sûresi" adım almıştır.
Musa, İsa, İbrahim, Nuh
gibi diğer Peygamberler birçok sûrede anlatıldığı halde Yusuf (a.s.) yalnız bu
sûrede uzunca anlatılmış, diğerlerinde hiç tekrarlanmam ıştır.
Bu sûrede dünyada
devlete, ahirette Cennete giderken engel olarak karşısına, kardeşlerinin
çıkabileceğini, onları aşarsa güzel bir kadın engeli, onu da aşarsa maddi
sıkıntı, fakirlik engeli, onu da aşarsa hapishane engeli, onu da aşarsa makam
mevki engeli çıkabileceğini anlatır ve Rabbimiz bize Yusufun bütün bu engelleri
aştığı gibi bizim de aşmamızı, aşabileceğimizi ister.[1]
1-2- Bunlar,
Kitabı Mübinin âyetleridir. Bu Kitabı anlayasıniz diye Arabça olarak indirdik.
Bu okuduğumuz, iman
ettiğimiz, herşeyimizden aziz bildiğimiz Kur'ân bize herşeyi açıkladığı gibi
kendisi de mübindir. Açıkdır, açıklayıcıdır. Bizim Onu anlamaımız için
indirilmiştir. Arapça indirilişi anlamımız içindir. Çünkü Allah'ın Rasulü
Arapdır ve Arapça bilmektedir. Onun için Arapça indirilmiştir.
Ayrıca Kur'ân nazil
olduğunda Arap dili altın çağını yaşıyordu, Halen dünyamız ediplerini etkileyen
şairler o dönemin şairleridir. Manası kapalı kelime kalmamış, şairler
şiirlerinde kullanmış ve halka mal olmuş. İşte böyle bir dille nazil olduğu
için manasını anlamak daha kolay olmuştur.
Cahiliye dönemi
şiirini bugünlere kadar getirenler yine müfessirle-rimizdir. Çünkü onlar
Kur'ân'dan bir kelimenin manasını -araştırırken bu kelime İmri-ül Kays'ın
şiirinde şöyle geçmiş ve şu manaya kullanılmıştır diye şahit olarak
kullanılmıştır.
Kur'ân Arapçadır.
İçinde bazı kelimelerin Farsça, Türkçe, Hindce, Habeşce olduğunu söyleyip bazı
örnekler vererek yabancı kelimeler de olduğunu iddia eden alimler varsa da bu
pek geçerli bir iddia değildir. Yaşayan her millet başka dillerden kelime alır
ve o kelimeyi kendi dil yapısına uydurur.
Biz Kur'ân'ı anlamak
için Arapçayı öğreneceğiz. Bugün sömürge dili olan İngilizce'yi öğrenmek için
en sağlam diye bildiğimiz müslümanlann can attığını, milyonlar harcadığım
görüyoruz. Öğrendiği vakitte "Ben sömürgeci patronlarımın dilini
biliyorum" diyerek başkalarına hava atabiliyor. Efendimiz Zeyd (r.a.)'a
Yahudiceyi Öğrenmesi için verdiği emri de kendisine dayanak kabul ediyor.
Halbuki bilmiyor ki Efendimiz bu emri yalnız Zeyd (r.a.)'a vermiştir. Bütün
Sahabe'ye vermemiştir. Devletin ihtiyacı kadar kişi öğrenmelidir, o kadar.[2]
3- Bu
Kur'ânı sana vahyetmekle kıssaların en güzelini, (en güzel şekilde ) sana
anlattık. Halbuki daha önce sen bunları bilmezdin.
Kıssalar "Bir
varmış, bir yokmuş" masalları gibi çocukları uyutmak için, büyükleri
avutmak için anlatılmamıştır.
Nerede, neyi, nasıl,
niçin yapacağımızı öğretmek için Allah (c.c.) bize örnekler vermiştir.
Örneğimiz Peygamberler olursa onların vardığı izzete ulaşırız. Yok eğer
örneğimiz rüşvetçiler, köşe dönücüler, babalar, hainler olursa zilletten
kurtulamayız.
Bizim tarihimiz Adem
Peygamberle başlar. Diğer Peygamberlerle devam eder. En doğru tarihde Kur'ân'ın
ve Sünnetin bildirdiği tarihdir. Onun içindir ki Allah (c.c.) "Kıssaların
en güzelini, en güzel şekilde sana anlattık" buyurur.
İnsanların yazdığı
tarihde yanılmalar çoktur. 1980 yılında meydana gelen Oniki Eylül ihtilalini on
sene sonra yazmaya başladılar. Yazarların bir kısmına göre bunlar melek
gibiler. Bir kısmına göre de şeytanın ön ayağı. Bunların hangisine inanacaksın.
Şimdi biz gördüğümüz için kötülüklerini biliyoruz. Ya yüz sene sonraki tarihçi
hangisine inansın?
Tarih, bir milletin
hafızası gibidir. Hafızasını kaybeden adam herşeyini yitirdiği gibi, tarihini
inkar eden, önderlerini tanımayan da herşeyini yitirir. Bizim en doğru
tarihimiz Kur'ân'dadır.[3]
4-5- Hani
Yusuf, babasına "Babacağım ben rüyamda onbir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın
bana secde ettiklerini gördüm" demişti de, Babası da "oğulcuğum! bu
rüyanı kardeşlerine söyleme, sana hile yaparlar. Çünkü şeytan insanlar için
apaçık düşmandır.
Büyük insanın rüyası
da büyük olur. Çocukluğunda gördüğü rüyalar, Onun ileride büyük olacağının
işareti. Babası Yusuf un da nübüvvet nurunu görmektedir. Kardeşlerinin
kıskanacağını bildiği için rüyayı kardeşlerine anlatmamasını ister.
Şeytan, insanların
düşmanıdır. Nuh'a karşı oğlu Ken'anı çıkarmıştır. İbrahim'e karşı babasını,
Lût'a karşı hanımını, Yusuf a karşı kardeşlerini, Efendimiz'e karşı da
amcasını çıkarmıştır. Allah'ın salâtı ve selâmı o Peygamberlerin üzerine olsun.[4]
İleriye ait
planlarınızı düşmanlarınıza açıklamadığınız gibi ipucu dahi vermeyiniz. Uykuda
gözsüz gördüğümüz bazı şeyler var ki zamanla gerçek olduğundan, bilmediğimiz,
görmediğimiz yer ve şahısları uykuda gördüğümüzden, daha sonra onları uyanık
halde gördüğümüzden zaman içinde rüyaya karşı Peygamberler, filozoflar, ilim
adamları ilgi duymuştur. Nedir bu görülen ve nedir bunu gören diye.
Doğru rüya ile karışık
rüya arasındaki fark, doğru söz ile yanlış söz arasındaki fark gibidir. Doğru
sözle yanlış söz kelime olarak, tasavvur olarak zihinde ikiside vardır. Ancak
hakikatte ise, yanlış sözün hakikati yoktur. Onun içindir ki Efendimiz,
"Güzel rüya Rahman'dan, kötü rüya şeytan'dandır." (Buhari Ta'biri
Rüya babı) buyurmuş ve rüyanın üç çeşit olduğunu "Rahmanın müjdesi,
şeytanın korkutması, nefsin uydurması" şeklinde beyan etmiştir. Rahmani
olan rüyanın dört şekilde olduğunu ulemâmız şöyle açıklamışlar. "Allah
(c.c.)'ın uyuyan kişinin ruhuna doğrudan telkini, görevli melekler kanalıyla
telkini, salih kişilerin ruhlanyla görüşmesi ve onların telkini, ruhun alemi
emire çıkıp orada bazı olacak olayları öğrenmesidir, (er Ruh İbnü Kayyim)
İnsanın gönlü üzerinde
meleğin telkini, şeytanın vesvesesi olduğunu biliyoruz. Efendimiz "Şeytan
kan damarlarında dolaşır"[5]
buyurarak en ince kılcal damarlarımıza X ışınlarının girdiği gibi girerek orada
vesvese vererek kişiyi kötüye sevk edebilir. Melek nurdan, şeytan ateşten
yaratıldığına göre ikisi de insanın içine nüfuz edip yönlendirmeye
çalışacaktır. Bugün bazı hastalıklar dışdan ışıkla tedavi edildiği gibi, biz de
içdeki bazı kötü düşünceleri atmak için eûzü besmele ile şeytanın vesveselerine
karşı perde çekip, meleğin telkinlerine gönül kapımızı açmalıyız.
Kur'ân-ı Kerîm'de rüya
ile hulümden bahsedilmekte. Rahmanı olanına rüya, şeytanî olanına
"hulüm" deniyor. Türkçede gece şeytan aldatmasına
"ihtilâm" denmesi de bu hulümden gelmektedir. Rüyanın tâbirini
Peygamber yaparsa doğrudur. İlim ifade eder. Peygamberlerin dışında kalanların
tâbiri ise kesin ilim ifade etmez ve bize delil olmaz. Yani rüyamda
Peygamberimiz içki içmeyi emretti deyipte o rüyaya dayanarak içki içemez. Ama
Kitap ve Sünnet'e muhalif olmayan bir ibadeti emrederse veya birşeye işaret
ederse kişinin kendisi uyabilir.
Rüyanın tâbiri için
belirli bir Öğrenim yoktur. Firasetle bilinir. Kişinin gönül aynası lekesiz
olursa bazı işaretlerden bazı şeyleri anlayabilir.
Rüya ile gerçek
arasındaki fark, hayal ile hakikat arasındaki fark gibidir. Mesela ateş hayalde
oldukça insanı yakmaz ama hakikate dönüştüğünde yakar.
"Tâbir"
kelimesi de mana olarak "geçmek" anlamına gelir. Gönüller şekillerden
o şekillerin ifade ettiği manalara geçmektedir. İnsan duyduklarını dimağının
hayalhane bölümünde şekillendirir. Mesela telefondan aldığımız bir soyut sese
derhal şekil veriyoruz. Çünkü sesin sahibini biliyoruz. Biz, mahiyetini
bilmediğimiz birşey duysak, mesela; "semender" deseler kelimeden
başka birşey canlanmaz. Semender bir kuştur deseler, derhal bir kanat takarız.
Ya serçe kanadı veya kartal kanadı takarız. Yani bildiğimiz hayalhanemizde
şekillendirip hafızamızda depo ettiğimiz bir şekli derhal kullanırız.
İşte rüyada da insan
ruhu bedenden ayrılır. Uyanıkken ayrılmaz. Çünkü uyanıkken ihtiyaç daha çoktur.
Uyuyunca canlılık faaliyetini, nefsi hayvanı dediğimizi devam ettirirken, Ruh
ayrılır, âlemi emr denilen yere çıkar, orada olacak olaylara şahit olur ve
anında geriye gelir ve hayalhaneye verir. Hayalhanesi de o gelen habere bildiği
şeylerden bir şekil verir. Mesela; kişinin düşmanla karşılaşacağını âlemi
emirde görse, o haberi hayalhane yılan halinde veya köpek halinde şekillendirir.
Bu şekillendirme
rüyayı görenin durumuyla ilgilidir. Bir yılan terbiyecisi için yılan düşman
olarak nitelendirilemez.
Bazı rüyalar da varki;
gündüz gördüğü ve duyduklarını rüyada tekrar etmektir. Bu nefsin kendi
tekrarıdır. Herhangi birşey beklenmez.
Ölmüşlerimizin ruhuyla
rüyada görüşmek mümkündür. Ancak verdikleri haberler yanlış da olabilir.
Onların suretinde şeytan görünebilir. Peygamber Efendimiz, şeytanın kendi
suretine giremediğini Peygamberimiz'i görenin gerçekten Onu gördüğünü haber
vermiştir.
"Salih kişinin
gördüğü rüya Peygamberliğin 46 bölümünden bir bölümdür" buyurarak rüyada
bazı olayların önceden bilinebileceğini ifade etmiştir. 23 senelik
Peygamberliğin ilk başlangıcı altı ay rüyada olunca altı ay 23 senenin 46 da
biridir. Ama rüya Peygamberlik değildir. Yine Efendimiz "Zaman
yaklaştığında mü'minin rüyası doğru çıkar" buyurmuş. Zamanın
yaklaşmasından gaye gece ile gündüzün denk olduğu güz mevsimidir demişler. Yani
güz mevsiminde bütün yiyecek maddeleri tam olgun haldedir. Uykular dengelidir.
Beden ve ruh olgun ve doygun olursa rüyalarda doğru olur anlamı çıkmıştır.
Midesini tıkabasa doldurduktan sonra uyuyanınki rüya değil kabustur.
Hakikati rüyaya
benzetip, varlık diye birşey yoktur diyen bir grup tarih içinde hep var
olagelmiştir. "Rüyada yaşıyoruz ama uyanınca herşey yok oluyor. İşte
hakikatte öyledir. Gördüğümüz, duyduğumuz şeyler bizim kendi
şartlandığımızdir." derler.
Halbuki hakikatte
şartlanmadan duyduğumuz şeyler vardır. Mesela iğne diyorlar batınca acıtacağını
bildiğimiz için kendimizi ona göre şartlandırıyoruz. Yoksa o acıtmaz. Buna
cevaben kişi birisiyle konuşurken arkadan gelen biri habersiz iğne batırsa acıtır
mı? Elbette acıtır. Demek ki, şartlanmadan da acıtır.[6]
6- Böylece
Rabbin seni seçer ye sana olayların yorumunu öğretir. Daha önce İbrahim ve
İshak'a ni'metini tamamladığı gibi sana da ni'metini tamamlar. Mutlaka senin
Rabbin Alimdir, Hâkimdir.
Peygamberlik
insanların seçimiyle olmaz. İnsanları yaratan, yaşatan ve yöneten Rabbin
seçimiyle olur. "İlimde demokrasi olmadığı gibi" dinde de demokrasi
olmaz.
Bir tane ilim adamı,
"Su H20 dan meydana gelir" dese, milyonlarca insan da "Hayır biz
bu görüşü kabul etmiyoruz" deseler halkın sözü değil, alimin sözü
doğrudur. Ama ucuz politikacılara göre yanlışda ısrar eden çoğunluğun dediği,
doğrudur.
Yusuf (a.s.)'ı Mısır'a
Peygamber olarak seçen Allah (c.c.) dır.
Bugünkü toplumların,
milletlerin de en hayırlısının Muhammet Ümmeti olduğunu Allah (c.c.) haber
vermiştir.[7] Yusuf
(a.s.)'m Mısır'ı müslüman ettiği gibi bu ümmet te dünyanın İslâm'a göre
yönetimini sağlayacaktır. înşaallah.[8]
7- Muhakkak
Yusuf ve kardeşlerinin kıssalarında soranlar için ibretler vardır.
"İnsana dayanma
ölür, ağaca dayanma kurur" demişler. Yusuf gibi bir ay yüzlüye
kardeşlerinin yaptığını öğrendikten sonra insan, Allah'dan başkasına tevekkül
etmemeyi öğrenir. Bu kadar kötülükten sonra Yusuf un kardeşlerini afvetmesi
bize çok şeyler öğretir.[9]
8-
Kardeşleri birbirlerine demişlerdi ki: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden
daha sevimlidir. Halbuki biz bir topluluğuz. Babamız apaçık bir
dalâlettedir."
Yâkub (a.s.)'m,
oğullan arasından Yusufla Bünyamin'i daha fazla sevmesinin nedeni olarak;
"bu ikisi kardeşlerin en küçüğü olmaları ve annelerinin de ölmüş
olmasıdır" derler.
İnsan otuz yaşındaki
çocuğunu sever ama üç yaşındakini bir başka sever. Ayrıca Yusuf (a.s.)'da
Peygamberlik nurunu da farketmekte Yâkub (a.s.).
Kardeşleri ise
kendilerinin güçlü kuvvetli on kişiden meydana gelen bir zorlu topluluk
olduklarına dikkat çekiyorlar ve babalarının kendilerini daha çok sevmesi
gerektiğine inanıyorlar. Çünkü güçlüler. Vurdukları yerden ses getirirler.
Hakkı kuvvette arayanların mantığı hep aynıdır. Zayıfı ezen Avrupa'yı ve
politikayı tarif ederken Mehmet Akif Merhum: "Siyasetin kanı servet,
kuvveti satvettir, Zebunküş Avrupa bir hak tanır ki kuvvettir" der.[10]
9- Yusuf'u
öldürün, yahut bir yere atın da babanızın yüzü yalnız size kalsın (sizi
sevsin). Bundan sonra (tevbe eder) salihlerden olursunuz.
"Emekli olduktan
sonra ibadet ederim. Kırkına varınca düzelirim. Hele köşeyi bir dönelim, sonra
tevbe eder, Hacca varır gelir düzelir sâ-lihlerden oluruz" diyenlerin
söyledikleri de Yusuf un kardeşlerinin söylediğini tekrardır.
Kardeşlerini
öldürecekler, bir yere atıverecekler, zorla güzellik elde edecekler ve
babalarının sevgisini kazanacaklar, sonra da tevbe edip kurtulacaklar. Bu ham
hayallerinin yanlışlığını Rabbim ortaya koyuyor.
Doksan, doksanyedi ve
yüzüncü âyetlerde, Yusufun önünde saygıyla eğildiklerini, Yâkup Peygamber'e
yalvarıp Allah'dan kendileri için istiğfar yapmasını istediklerini ve
hatalarını itiraf ettiklerini haber verir. İstiğfar günahın cinsinden olur.[11]
10- Onlardan
bir konuşmacı: "Yusuf'u öldürmeyin Onu kuyunun dibine atın, gelip
geçenlerden biri onu alır. Eğer yapacaksanız (böyle yapın)" dedi.
11- (Hepsi
Yâkub'un yanına gelerek) "Babamız! Sana ne oluyor da Yusuf'u bize
güvenmiyorsun? Oysa biz ona nasihat edenleriz" dediler.
12-
"Yarın Onu bizimle beraber gönder. Yesin, oynasın, elbette biz onu
koruruz."
13- (Yâkub) "Onu götürmeniz beni üzer ve
sizin haberiniz yokken onu kurdun yemesinden korkarım" dedi.
14- (Hepsi) dediler ki: "Biz güçlü bir
topluluk olduğumuz halde eğer Onu kurt yerse o zaman biz acizlerden
oluruz."
Kardeşlerini kuyuya
atmaya karar verenler babalarına "Bize gü-venmiyormusun?" diyorlar.
Böylece güvensizliklerini ortaya koyuyorlar.
Bir adam durup
dururken size karşı bu cümleyi çokça tekrarlayıp duruyorsa oraya bir nokta
koyunuz. Eşinize, çocuklarınıza, dostlarınıza, yakınlarınıza "bana güven
mi yormuş un" diye bir soru sormayın. Güven verici davranışlarda bulunun.
Yusufun kardeşleri
öldürmekten vazgeçip kuyuya atmaya karar verdiler. Ama babalarından Yusuf için
izin alırken, "Onu bizimle gönder (kırlarda) yesin, oynasın" diyerek
kandırmaya çalıştılar.
Kasap koyuna yemi eti
için verir. Düşman Mescid yapıverse içinde namaz kılma, o Mescid-i Dırar'dır.
Önüne yem atılsa bilki içinde olta vardır. Tuzak vardır.
Yakup (a.s.) "Onu
kurdun yemesinden korkarım" dedi ve oğullarının aklına yeni bir hile
getirdi. Onun için düşmanın hatırına gelmeyen hileyi hatırlatmayın.
Günümüzde yazar-çizer
takımıyla siyasiler "Vay bu Yahudiler şunu da yapar, bunu da
yapabilir" derlerken hem onların hatırına gelmeyeni getirirler. Hem de
kendilerinin en zayıf taraflarını söylemiş olurlar.
Bu konuda Alusi merhum
"Ruhul Meani" isimli tefsirinde Ebu-ş-Şeyhin tahriç ettiği îbni Ömer
hadisini nakleder. Efendimiz şöyle bu-yurmuş;"İnsanlara (yanlış) telkinde
bulunmayın, yoksa onlar yalan söylerler. Yâkub'un oğulları kurdun insanları
yiyeceğini bilmiyorlardı, Yakub telkin edince; "Onu kurt yedi " diye
yalan söylediler.[12]
15- Onu
(Yusuf'u) götürüp kuyunun dibine atmada hepsi anlaştıklarında biz de Ona
(Yusuf'a): Sen onların bu işlerini, onların farkında olmadığı bir zamanda
onlara haber vereceksin diye vahyettik."
Hazreti İbrahim'i
ateşe attılar. Hz. İsa'yı öldürmeye kalktılar. Hz. Musa'yı yerinden yurdundan
ettiler. Hz. Yahya'yı şehid ettiler. Hz. Yusuf'u kuyuya attılar. Ama neticede
kendileri mağlup oldular. Doksanıncı âyette Yusuf (a.s.) kardeşlerine
yaptıklarını haber verince mahcup olmuşlar ve af talebinde bulunmuşlar.
Yüce dağların başında
yıldırımlar, şimşekler eksik olmaz. "Belaların en çetini Peygamberlere
gelir."[13]
Kalpazanın evi
soyulmaz, sarrafın evi soyulur. Meyvesiz ağaç taşlanmaz, meyveli ağaç
taşlanır. Çirkine hased eden olmaz, güzeller kıskanılır.
İslâmi hizmetlerinizin
karşılığı olarak sizi hapse atarlar, ateşde yakarlar, sürgün ederlerse bu Allah
katında değerli olduğunuzun, insanlar katında önemli olduğunuzun delilidir.[14]
16- Akşam
vakti ağlayarak babalarına geldiler.
17- "Ey
babamız! Biz yarışmaya gittik, Yusuf'u
mallarımızın yanında bıraktık. Onu kurt yedi. Biz doğru söylesek bile sen bize
inanmazsın" dediler.
18- Yusuf'un
gömleğini üstüne yalandan
(sürülmüş) kanla getirdiler. (Yâkup) "Belki nefisleriniz sizi
(kötü) bir işe sürükledi. Bana düşen güzelce sabretmektir. Bu anlattıklarınıza
karşı yardım yalnız AHah'dan istenir" dedi.
Şimdi cinayetlerde
polisler çeşitli yönlerden olaya bakarlar ve neticede ipucu bulurlarya. onlar
da mutlaka katil de bir ipucu bırakirmış. Benim yakın komşumun kayınvalidesini
öldürmüşlerdi. Gazetelerde konu oldu, bundan 8-10 sene öncesi. Ben Karaman'da
idim. Sonra da yanyana aynı, apartmanda komşu olduk. Katil bulundu dedi, nasıl
bulundu dedim. Aslında faili meçhul cinayetlere girmişmiş, adam hiç iz bırakmadan
gitmiş. Fakat komiser demişki polisin birine; sivil elbise giy, o evin önünde
gezerek oralarda dur. Bir adam gelir, böyle birkaç defa geçer ve oraya bakarsa
o adamı yakala gel demiş. Ve o yolla bulunmuş onun katili. Bir adam hergün bir
kaç defa hergün geçer ve o eve de bakarmış, o polis de onu oradan almış,
karakola götürmüş. Sonra adam itiraf edip ben yaptım demiş.
Bu sûrede 10 kişi her
türlü planı kurmuşlar, ama hatta kanı da sürmüşler fakat Yâkub (a.s.) şöyle
bir bakmış, âyette yazmıyor, tefsir-
lerde yazıyor.
"Ne merhametli kurtmuş, o oğlum Yusuf'u yemiş de gömleğini
yırtmamış." demiş. Halbuki dişi ile parçalaması lazım, gömlek
parçalanmamış, ama içindeki Yusuf (a.s.) yenmiş. İnsana haset girince çok
şeyler yaptırır. Kardeşini feda ettirir, ama üzerindeki elbiseye kıydıramazlar,
elbiseyi almışlar gelmişler, daha sonra elbiseyi giymişler. Yani haset denen
şeyin insana yaptıramadığı şey yoktur. Onun için dinimiz haset karşısında tavır
almıştır.
Hergün okuyorsunuz
Felak sûresinde, hased eden insan haset ettiği zaman o hased insanın şerrinden
Allah'a sığınırım. Nedir o şer. Hatırınıza, hayalinize gelmedik şeyleri
yapabilir haset adam. Öyle ise sığınacak şey nedir. Sizin karşı tedbir almanız
değil, "Ya Rabbi sana sığınırım" demeli. Çünkü sizin aklınız belirli
tuzaklara erer. Ama binlerce adamın haset damarı ise yüzbinlerce şer üretir.
Öyle ise sığınılacak yer Allah (c.c). Onun için Felâk ve Nâs sûresini
Peygamber Efendimiz yatmadan önce yatağının üzerinde okurmuş. Kâfirûn, İhlâs,
Felâk ve Nâs sûresini eline üfler ve de elinin ulaşabildiği yerlerine sürer
yatarmış.[15]
19- Yolcu
kafilesi geldiler ve sucularını (kuyuya) gönderdiler. O da kovasını (kuyuya)
sarkıttı. (Yusuf'u görünce) "Müjde! işte bir çocuk" dedi. Onu bir
ticaret malı olarak sakladılar. Allah, onların ne yapacaklarını biliyor.
Onu kuyuya atmışlar
ya, oraya bir kafile geliyor. Yolcu ve sakalarını, sucularını su için
gönderiyorlar. O da kuyuya kovayı atıyor ve bakıyor ki kovadan bir adam
asılmış ve bağırıyor. Bağırmış "Müjde size işte bir köle" demiş.
Şimdi o zaman zalimlik var, Peygamber mesajı ulaşmamış bir çok adam isyan etmiş
Peygamberlere. Bilek gücüne dayalı işler yapıyorlar adamlar. Kırda, bayırda,
çölde bir adamı tuttularmı, bu köleymiş, köle değilmiş düşünmüyorlar.
Kırbaçlayıp satıyorlar. Adam bağırıyor ben köle değilim diye ama zorla satılıp
çalıştırılıyor. Böyle zalimce bir sistem.
Günümüzde de aynı
şekilde mevcut. Türkiye televizyonlarında da gösterilen "Kökler"
dizisinde, siyah insanların Afrika'dan nasıl getirildiklerini ve Amerika'da
nasıl çalıştırıldıklarını anlatıveriyor ki bu hala devam ediyor. Ama zulüm
zinciri değişmiş, daha değişik metod ve tekniklerle başka bürokratik
zincirlerle aynı eylem devam ediyor.
Boyunlarına zincir
takmıyorlar da bürokratik zincirler, engeller takıyorlar.
Onu eşyaların arasına
gizliyo'lar ama Allah onların yapmakta olduklarını biliyor. Onlar Yusuf (a.s.)
köle bulduk diye alıyorlar, eşyalarının arasına gizliyorlar ve satmaya
götürüyorlar. Rabbim de diyor ki: "Allah onların yapmakta olduklarını da
biliyor."
Yani bu günümüzde
herhangi bir müslüman, evinden alınıyor 15 gün bir yerlerde alakonuyor, nerede
olduğu bilinemiyor. Annesi, hanımı, babası, akrabaları dostları bilemiyor ama
Allah biliyor. Bunu bilin, burada bir hikâye vermek değil amaç. Allah onların
yapmakta olduklarını bilir. Bazıları; "Ama hocam biliyor, bilmesine de
orada yardım gelmiyor" diyor. Yardım olayını biz nasıl algılıyoruz.? Yani
gökten biri gelecek "bu adama nasıl bu işleri yaparsınız.?"diye hesap
soracak sonrada kuş tüyü yatak, kuş sütü ile orada besleyecek, böyle olmaz o
zaman Cennet'te beslemezler adamı veya Rabbimin koyduğu kanunlar vardır.
Dünyada sen onu işlememiş olursun.
Yusuf (a.s.)'ı
atıyorlar, satıyorlar, kuyuya atıyorlar ama yardım ulaşmamış gibi dış görünüşte
ama yardım ulaşmış. Nasıl mı.? İlerde devlete gidiyor yol. Bizim insan olarak
mantığımız, kâfirlerin de mantığı, Yusuf'a (a,s.) işkence yapılıyor sanki.
Yusuf (a.s.)'m durumu kötüye gidiyor. Fakat Rabbim diyor ki: "Rabbin
kimin ne olduğunu, neler yaptığını biliyor. Sen dosdoğru bildiğin İslâmi yolda
yürü, bu yol nezarete uğrarsa da yürü, Musa (a.s.)gibi denize uğrarsa da yürü,
bu yol İbrahim (a.s.) gibi ateşe uğrarsa da yürü, Yusuf (a.s.) gibi hapishaneye
uğrarsa da yürü. Geri dönme. Rabbin durumunu biliyor. Onun gözetimi
altındasın. Başına gelenlerin vardır bir hikmeti.[16]
20- Onu
belirli sayıda az bir paraya sattılar. Bu konuda isteksizdiler.
Değersiz bir para
karşılığında Onu sattılar onlar. Bu konuda paraya değer vermediler. Para
vermedikleri için de çok az fiyata sattılar.
İki hırsız at çalmış, bir
şehirden öbür şehire getirmişler. Öbür şehrin at pazarı denilen yerde, büyük
hırsız küçük hırsızı göndermiş. "Bunu sat parasını al gel" demiş. At
güzelmiş, orada biri talip olur, üç beş altına anlaşırlar. Alıcı, "benim
ata binmem lazım" der, ata biner, biriki sağa sola koşturur. Daha sonra da
oradan bir gider, gidiş o gidiştir. Küçük hırsız bekler bekler gelmiyor. Akşam
büyük hırsızın yanına döner. "Sattın mı atı.? der büyük hırsız. O da
"evet" der. "Kaça" diye sorar. O da "aldığımız
fiyata" der. Şimdi burada da onu ifade eder. Para vermedikleri için bu
konuda adamlar kanaatkarlar. "Zahid," sofilikte bir terimdir. Dünyaya
aldırmayan, meyletmeyen adamdır. Bunlar da burada paraya meyi etmemişler. Çünkü
para vermemişler, daha önceden az para ile Onu satmışlar. Tefsirlerin ifadesine
göre 20 dirheme satmışlar. Satın alanın kim olduğunu Rabbim bildiriyor 21.
âyet-i kerimede.[17]
21- Onu
Mısır'da satın alan hanımına: "Onun yerini güzel eyle. Belki bize faydası
olur, veya onu evlat ediniriz" dedi. İşte biz olayların yorumunu Ona
(Yusuf'a) öğretmek için Yusuf'u yeryüzüne yerleştirdik. Allah işinde galiptir.
Ancak insanların çoğu bilmezler.
Onu Mısır'da satın
alan hanımına dedi ki, Onun makamını iyi tut. Yani yatacağı yeri, oturacağı
yeri, efendim yiyeceği, içeceği, giyeceği, kuşanacağı yerler güzel olsun ve Ona
karşı tavrında güzel olsun. Makamını güzel tut Bunun. Ola ki o bize bir fayda
verir veya kendimize evlat ediniriz diyor. Satın alan o günün devlet başkanının
yardımcısı, devlette ikinci adam. Kendilerinin çocukları yok, Onu kendimize
çocuk ediniriz veya bu çocuk bize fayda verir diyor.
Tefsirciler bunu şöyle
izah etmişler. Yusuf (a.s.) diğer insanlardan farklı. Bunun devlet başkanının
yardımcısı farketmiş, peki niye farklı.? Peygamber yanında yetişmiş bu.
Fevkalade kültürü var. Yürüyüşü, oturuşu köle gibi değil onun için. Bu ince
zevki olan devlet başkanının yardımcısı bunun farkına varmış. Bu diğer
kölelerden değil. Bu adamın bize faydası olacak nezaket kuralını biz bundan
öğreneceğiz. Bu bize fayda verir diyor. Onun için hanımına bunun makamını güzel
tut, iyi olsun, iyi yesin, iyi otursun, kalksın. Yani oğlumuz gibi davranalım.
Olur ki bunu oğul ediniriz.
Şimdi evlatlık edinme
dinimizde var mı yokmu? diye soru sorulur. Evlatlık edinmeyi açıklamak lazım.
Bu tâbirle fetva verilmez. Evlatlık edinme şudur. Nüfus kütüğüne onu evlat
olarak kayd ettirmedir. Bu dinen yasaktır. Yani bir başkasına ait çocuğu
kardeşinizin çocuğu da olsa kendi kütüğünüze kayd ettirmeniz dinen yasaktır.
Çünkü onu siz varis yapıyorsunuz. Diğer mirasçılarınızdan mal kaçırıyorsunuz.
Hakkı olmayan şeyi ona veriyorsunuz, bu yasaktır. Bunu yapmayın, haram işlemiş
olursunuz. Ancak evlat edinmekten kasıt filan yerden bir çocuğu alıp, besleyip
büyütmek bu yasak değildir.
Ben Sultanahmet'in
önünden geçerken baktım ki iki tane çocuk bırakmış gitmişler. İki ikiz çocuk,
20 günlük falan hanımla ben buldum. İki tane biberon yanlarına koyulmuş. Ama
avlunun içine koyulmuş. Niye avlunun içine koymuş? o kadın da biliyorki bu
memlekette merhamet kırıntısı kalmış birkaç adam varsa onlar da camidedir.
Niye meyhanenin önüne
koymuyor, niye kerhanenin önüne, kahvehane önüne, tiyatro önüne koymuyor.?
Türkiye'nin sayılı zengin ve de paralı okumuş zümresi olarak dem vuran
adamların gelip gittiği yerlere koymuyor da cami önüne koyuyorlar.
O biliyor, o çocukları
oralardan edindi, ama onlar bu çocuğa bakmaz, merhameti yok bunların merhameti
olan insanlar varsa onlarda camidedir. Onun için camii önüne koyuyor.
İşte bu tür çocukları
almak caizdir. Ergenlik çağma gelinceye kadar kız ise size haram değil, oğlansa
hanımınıza haram değil. Ergenlik çağına geldimiydi de kız ise evlendirirsiniz.
Bir oğlan ile, oğlansa bir kızla evlendirirsiniz. Ev ve diğer mal mülk
sağlığınızda verirsiniz ama ölümünüzden sonra mirasçı yapamazsınız.
Yusuf (a.s.) Yâkub
Peygamber'in oğludur. Yâkub Peygamber de İshâk Peygamber'in oğlu, Ishâk
Peygamber de İbrahim Peygamber'in oğludur. Yusuf (a.s.) küçüklüğünden beri
Peygamberliğe hazırlanıyor Rabbim tarafından. Kendisi hazırlanmıyor.
Onun için oturuşunda,
yürüyüşünde, arkadaşlar arası münasebetlerinde diğerlerinden farklıdır. Her
Peygamber öyledir. Peygamberimizin de (s.a.v.) çocukluğu diğer çocuklardan
farklı. Yani bir dikkat çekiyor. Kendi üzerine gençlik döneminde dahi diğer
delikanlılardan farklı, diğer delikanlılar içki içtikleri halde Peygamberimiz içmiyor.
Peygamber değil, diğer delikanlılar zina etmelerine rağmen Peygamberimiz
yapmıyor. Peygamber değil, bağlayan birşey de yok aslında dış görünüşünde.
Ama Allah (c.c.)
Peygamber olarak seçeceğinden çocukluğundan itibaren Onu Peygamberliğe
hazırlıyor. Aynen Yusuf (a.s.)'ı da Peygamberliğe hazırlıyor. Kelime olarak
biraz düşük geliyor Peygamberliğe hazırlanıyor derken, Yusuf un kendisi değil
Rabbim Onu Peygamberliğe hazırlıyor. Onun için kardeşleri de biraz buna hased
ediyorlar. Peygamber olacağını bilmiyorlar, ama bu ayrıcalığa haset ediyorlar
ve Onu babalarından izin alarak şehir dışına götürüyorlar ve
bir susuz kuyuya,
Anadolu tabiriyle kör kuyuya, suyu olmayan kuyuya kör kuyuya atıveriyorlar.
Çıkması mümkün değil, fakat oradan geçmekte olan bir kervan Yusuf (a.s.)'ı
oradan bulur ve getirir, Mısır'da köle diye satarlar.
Orada da satın alan,
Mısır devlet başkanının yardımcısı, Kur'ân-ı Kerim de "Azizi Mısır"
diye bildirilen, devlet başkanının yardımcısı, Onu kendine satın alır. Tabii ki
kabiliyetli bir adam. Devlet başkanlığı yardımcılığına gelmiş, adamın bakışı,
görüşü diğer insanlardan farklıdır. Yusuf (a.s.)'da bir fevkaladelik hissediyor
ve Onu satın aldıktan sonra hanımına da diyor ki: "Buna dikkat et, bunun
yatacağı yerini, içeceği herşeyi güzel yap ve bunu ileride evlatlık olarak
kendimize alırız." Demek ki evlatlarının olmadığına da burada dikkat
çekilmiş oluyor, veya bundan faydalanırız diyor. Ve Rabbim Yusuf (a.s.)'ın
Mısır'a yerleştirildiğini haber verir. Ve Ona rüyanın ve olayların yorumunu öğrettiğini
haber verir.[18]
22- (Yusuf
ergenlik çağına gelip) güç ve kuvvetine kavuşunca Ona hüküm ve ilim verdik,
iyilik yapanları biz işte böyle mükafatlandırırız.
Yaşı kemale erişince biz
Ona Peygamberliği ve de ilmi verdik. Hikmet diye tercüme edilmiş birçok yerde.
Peygamberlik olarak tefsir edilmiş. Onun için burada olduğu gibi; Ona ilmi ve
de hikmeti verdik diye de tercümelerde kaydedilmiş. "Kemal" yaşı da
tefsirlerde (olgunluk yaşı da) 30 olarak belirlenmiş, âyet-i kerime yaşı
bildirmiyor. Ayet-i kerime de "gücü kuvveti kemale erişince Ona hikmeti ve
de ilmi verdik. İyilikte bulunanları işte böyle mükafatlandırırız" diyor
Allah (cc).
Peki
"Muhsin" oluşu nerden geliyor. Muhsini gayet iyi biliyoruz. Allah'ı
görüyormuş gibi ibadet yapmaktır. Her ne kadar biz Allah'ı görmüyorsak da
Allah bizi görüyor, inancıyla hareket etmeye "ihsan" diyoruz. Bunu
yapan kişiyede muhsin diyoruz. Yusuf (a.s.)'ın nasıl muhsin olduğunu yani
Allah'ı görür gibi ibadet yapıp Allah'tan sakındığını gösteren bir olayı
naklediveriyor.
Yusuf (a.s.) azizin
evinde, yani devlet başkanının yardımcısının evinde dünya güzeli bir insan.
Yusuf (a.s.)'ın güzelliği dillere destan.[19]
23- O'nun
(Yusuf'un) evinde kaldığı kadın Ondan (Yusufdan) nıurad almak istedi ve
kapıları kapayarak: "Haydi gel" dedi. O (Yusuf) "Allah'a
sığınırım. Şüphesiz O benim Rabbim benim yerimi güzel eyledi. Zalimler asla
iflah olmaz" dedi.
23. âyet-i kerimesinde
Allah (c.c.) kadının evinde bütün kapıları kilitledikten sonra Yusuf (a.s.)la
yatmayı arzular ve Yusuf (a.s.)'a haydi gel der. Bu "Ravede" kelimesi
bütün imkanları hazırladıktan sonra istekte bulunma manasına geliyormuş. Yani
kendisince şuh görünebil-mek, güzel görünebilmek, cazibeli olabilmek için
gereken herşeyi yapıyor. Sonra da dışardan gelecek olanların da girememesi
için kapıları kapatıyor ve Yusuf (a.s.)'a haydi gel diyor. Yani benimle beraber
yatağa yatalım der.
Yusuf (a.s.)'da Allah'a
sığınırım. O benim Rabbimdir, O benim makamımı güzel eylemiştir. Benim Rabbim,
benim makamımı güzel eyledi. Ben Allah'a sığınırım der. Zalim insanlar iflah
olmazlar, kurtuluşa eremezler diyor. Zalim haddi aşan kişi demek diye daha
önce tefsirini yapmıştık. Zalimin tarifi; haddi aşmaktır. Hani haddi aşmak ne
demektir? Bir başka insana hakarette bulunmak, haddi aşmaktır. Böyle bir-şeyi
yapma hakkımız yok. Hani sınırı aşmak diyoruz. Mesela tarlada iki komşunun
tarlası vardır. Sınır var, had dediğimiz o sınırı aşmak bir zulümdür, orada
toprakta zulümdür. Haksız yere tokat vurma o da bir zulümdür. Çünkü vurmamaktır
bizim aslî görevimiz, ama vurmakda haddi aşmaktır. Allah (c.c.)'ün kanunları
varken kanun koymak zulümdür. Çünkü o haddi aşmaktır.
Yani Rabbimizin sınırını
aşmaktır. Burada o kadın o azizindir. Yani o devlet başkanının yardimcısınmdır.
Bir başkasının ona tecavüz etmesi haddi aşmaktır. Çünkü o sınır o adama
aittir. Onun haremine bir başkasının girmesi sınırı aşmak demektir. Bu da
zulümdür. Yani zulmü böyle anlıyoruz biz.[20]
24- Şüphesiz
o kadın Onu arzu etmişti. Eğer Rabbinin burhanını görnıeseydi Yusuf da o kadını
arzu etmişti. Ondan kötülüğü ve fuhşu gidermek için böyle yaptık. Çünkü O
ihlasa erdirilmiş kullarımızdandır.
Ve zalimler iflah
olmazlar, kurtuluşa ermezler diyor. O kadın, tabii tefsir kitaplarında Zeliha
veya Züleyha diye bildiriyorlar, ama Kur'ân-ı Kerim isim bildirmiyor. O kadın
diyor. Niye bildirmiyor. Çünkü böylesine bir Peygamber adayını zinaya teşvik
edecek ve kocasına ihanet edecek bir kadının adı anılmaya değmez de ondan. Kur1
ân-1 Kerimde ismi böylece verilmemiştir. Hikmetlerinden biridir tabii ki.
O kadın Yusuf (a.s.)'a
meyletti. Bu ar abın dilinde zamirler Önemlidir. Türkçe'de de zamir vardır ama
Türkçe'de zamirler erkek ve kadın için ayrı değildir. Mesela "O"
dediğimizde kadın için mi, erkek için mi olduğunu bilmeyiz, Türkçede o geldi.
Kim geldi. Erkek mi geldi, kadın mı geldi ayıramıyoruz. Ayırmak için o kadın
geldi veya o erkek geldi dememiz gerekiyor. Ama Arapça'da o diyebilmek için
erkek için ayrı bir ifade var, ayrı zamir var. Kadın için ayrı zamir vardır.
Şimdi tefsirciler
burda ikiye ayrılmışlar bir kısmı diyor ki^ Yusuf da ona meyletti kelimesini
tefsir ederken Ebus Suud gibi o çizgide olan müfessiıierimiz diyorlar ki:
Buradaki meyilden kasıt, yani Yusuf (a.s.)'m ona meyli nefsinin tabii olarak
arzu duymasıdır." Tıpkı oruçlu bir insanın sıcak bir günde ciğerlerinin
yanması neticesinde soğuk suya olan meyli gibidir. Soğuk bir suyu gördünüz,
şırıl şırıl akıyor, oruçlusunuz. Ağustos ayında öğle üzeri, ikindi üzeri,
ikindiye doğru ciğeriniz yanıyor. Ve böyle bir sürahinin içinde de su görüyorsunuz.
İster istemez gönlünüz o suya meylediyor.
İşte Yusuf (a.s.)'m o
kadına meyli de böyle bir meyildir. Ama nasıl ki orucu bozmuyoruz Yusuf (a.s.)
da kendisini bozmamıştır. Nasıl ki biz suya meyletmemizden dolayı günaha
girmiyoruz. Yusuf (a.s.) da günaha girmemiştir diye tefsir etmişler.
Bir kısmı bunu da
kabul etmiyor. Arab'ın gramer kaidesine onlarınki de. uygun düşüyor âyet-i
kerimenin lafzından İki tarafmki de anlaşılabilir. Mesela eğer Rabbinin bir
âyetini, delilini görmemiş olsaydı O da meyi edecekti manasın da. Yani
meyletmedi. Bir kısım alimlerimiz Yusuf (a.s.) o kadına cinsel ilişkide
bulunmak için meyletmedi; Niye? Rabbimin âyetini gördü, "Rabbimin âyetini
gördü" derken gayri epeyce
laf edilmiş
tefsirlerde. Yusuf (a.s.) Peygamber çocuğudur. Peygamber eğitiminden geçmiş bir
insandır, ve İbrahim (a.s.)'a nazil olan sahifeleri bilmektedir. Çünkü İbrahim
(a.s.)'a sahifeler nazil oldu diyoruz ya Kur'ân-i Kerim de de geçer. İbrahim'e
indirilen sahifeler, ve Musa'ya indirilen Tevrat'tan bahsediliyor. İbrahim'e
indirilen sahifeleri biliyor.
Zaten zina; ilk
Peygamber'den son Peygamber'e kadar yasaklanmış bir şeydir, derken o âyetleri
hatırına getiriverdi. Ve derken o da meyi etmekten vazgeçti. Yani meyletmedi.
Bu âyetleri gözünün önüne geti-rivermekle o kadına meyletmediğini söylüyor bir
kısım müfessirlerimiz. Bu mana anlaşılabilir, ama Ebus Suud çizgisinde olan ,
müfessirlerimiz ise onlar da diyorlar ki: "Yusuf (a.s.) da insandır, ve o
kadına karşı nefsani istekte bulunmuştur." Tıpkı oruçlunun sıcak günde
suya istekte bulunduğu gibi ama kendini frenlemesini bilmiş. Rabbimin âyetleri
gözünün önüne gelmiş ve kendisini bu kötülükten alıkoymuştur diyorlar. Gönlü
istedi ama gönül gözü zinanın kötülüğünü gördü.
"Onu kötülükten
ve fuhuştan, yani zinadan alıkoymak için böyle yaptık. Çünkü o bizim muhlis
kullarımızdandır." buyruyor. "Muhlisine" dememiş de,
"Muhlesine" demiş Rabbim. Yani İhlas kişinin kendisinden değil
Rabbimin kişiye vermesindendir demişler. Bizim; " Rabbim bize ihlas
ver" dememiz gerekiyor. Yani halis kullarından eyle. Muhlis kullarından
eyle, muhlesinden eyle, ihlası sen ver dememiz gerekiyor. Çünkü Burada Yusuf
(a.s.)'dan bahsederken "Bizim halis, ihlas verdiğimiz
kullarımızdandır" diyor Allah (cx.)
Peygamberlerin insan
olduğunu hiç unutmayacağız. Biz kelimeyi şehâdetimizde (abdühü)'yü hiç
unutmayız. O Muhammed (s.a.v.) Allah'ın kulu olduğuna şahitlik yaparım ve Onun
elçisi olduğuna şahitlik yaparım diyoruz. Efendimiz (s.a.v.) Allah'ın hem
kuludur, hem de Rasulü'dür diyoruz ya, insan olduğunu unutmuyoruz. Kur'ân-ı
Kerim'in birçok yerinde bu vurgulanır. Peki insanlara ben de sizin gibi bir
insanım ama, Peygamberler Allah tarafından korunmuş insanlardır. Ve büyük
günah işlemezler. İşlemezler derken Rabbim onları korur. Rabbimin koruması
altına girmiş insanlardır onlar. Şimdi Yusuf (as.) bir istekte bulunmuş,
yiğitlik istekte bulunmamak değildir. Yiğitlik istekte bulunulduğu halde
günaha girmemekedir. Basra'dan biri mektup yazmış. Hz. Ömer (r.a.) devlet
başkanı, Basra valisi mektup yazmış. "Efendim, bizim burada iki tür insan
var, ikisi de günaha girmiyor. Birisi gücü yettiği halde günaha girmiyor.
Birisi de gücü yetmediğinden dolayı günaha girmiyor. Bunların Allah katındaki
sevab durumu aynı mıdır?
İki insan var, ikisi
de zina etmiyor. Birisinin gücü yetiyor, hem para gücü, hem de bedeni güç. Hem
de imkanlar elinde , yapmaya her an için müsait bir ortamdadır, ama yapmıyor.
Kendini frenliyor. Öbürünün de
böyle bir imkanı; ne para
olarak, ne de bedenî kabiliyet olarak imkanı yok. Yani ortam da buna müsait
değil o da yapmıyor. İkisinin durumu aynı mıdır. Demiş ki; yapmaya imkanı
olduğu halde yapmayan sevaba giriyor. Öbürünün ne sevabı ne de günahı var.
İkisi de yapmıyor imkanı yok, zaten yapmıyor. Öyle olunca onun ne günahı var,
ne de sevabı var. Ama öbürünün sevabı vardır diyor. Bunu destekleyen haduk
vardır. Buharide, mağarada kalan üç insanın bir hikâyesi vardır, Önlerini taş
kapamışdır. Ya Rabbi! demiş. İşte şöyle şöyle bir kadına bütün imkanlar
hazırdı, kadın da kendini bana teslim etmişti. Ama se nin korkundan dolayı
ayaklarının arasından çekildim. Senin korkurt (azametin) hatırıma geldi,
çekildim geriye. Onun, katında bir değer) varsa bu kapı açılsın Ya Rabbi demiş.
Kapı açıldı diyor. Şimdi yani imkan varken yapmamanın sevabı vardır.
Yani yiğitlik istek
duymamakta değil. Mademki insanız istek duymak fıtratımızda vardır. Ama bu
isteği gemlemek, frenlemek ve bu isteği meşru yolda gidermek bizim
yiğitliğimizdendir. Buna örnek olarak Müslimde bir hadis rivayet edilmiş[21]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'le beraber oturuyorduk diyor. Sahâbe'den bir
tanesi yanımızdan, bir kadın geçti gitti. Efendimiz yanımızdan ayrıldı gitti.
Bir müddet sonra tekrar yanımıza geldi, saçlarından su damlıyordu diyor. Yani
banyo yapmıştı. Peygamberimiz Zeyneb validemizin evine gitti ve onunla
birleşmiş, banyosunu da yapmış geri gelmiş. Demişki bir istekde bulunduğunuzda
isteğinizi meşru yoldan halledin. Yani evinize gidin, onun bunun peşinden
koşturmayın. Şimdi burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunun şerhinde Örnek
olsun diye yapar, yoksa Peygamber Efendimiz o geçen kadına istek duyduğundan
dolayı değil. Orada istek duyanları hissetti Efendimiz. Bakışlarından belli
olur. Hz. Peygamber'de bizzat örnek olsun diye evine kadar gitti ve evinden
banyosunu yapmış olarak geldi ve dedi ki; "bundan sonra isteklerinizi
böyle gideriniz."
Son günlerde dinimize
sataşmalar bu yönde de yapılmakta. Efendim müslüman kesim özellikle
"İslamcı kesim cinsel isteklerini baskı altında tutuyorlar" diyor.
Biz baskı altında tutmuyoruz. Biz kendi helalimizle bu isteklerimizi
gideriyoruz. Dikkat edilsin şu İstanbul şehrinde istatistik yapılsın genelde
ilk erken evlendirme olayları İslamcı kesimdedir.
Yani baliğ olunca
oğlunu, baliğa olunca kız çocuğunu derhal evlendirmeye meylediyor. Yani
İslamcı kesimden de yine 25-30'una kadar evlenemeyen, evlendirmeyen,
imkansızlıkları olan insanlarımız var ayn. Ama mukayese yaparsak, yani
İslâm'dan uzak kesimle, İslâmi yaşayan kesimin yüzdesine vuracak olursak bizde
daha fazladır erken evlendirme. Ve biz gemlemiyoruz, onlar gemliyorlar. Yani
cinsel istek-
lerini baskı altında
tutan onlardır, biz değiliz. Biz helal yoldan en iyi şekilde gidermeye gayret
ederiz. Çünkü Rabbim mademki yaratmış, ve bundan zevk alınması için yaratmış,
utanılması için değil. Rabbim, kadınlarda huzur bulaşınız diye eşlerinizi
yarattık diyor. Kendilerinde sükûna ensesiniz, huzur bulaşınız diye sizden
eşlerinizi yarattı diyor Allah (c.c). Onun, için cinsel baskıda bulunanlar
bizim kesim değil karşı kesimdir.
Aman hocam şimdi
birinin belki hatırına gelebilir. Vallahi onlar gönüllerince yaşıyorlar.Biz
yaşayamıyorsak.....Geçenlerde gazetelerde
bir konu vardı.
İzmir'de bir açık oturum düzenlenmiş, üniversite tarafından yapılmış ve
genelev kadınlarıyla da yapılmış, açık oturuma onlar da katılmışlar. Ve onlarla
bir istatistik yapılmış kadınlara sormuşlar. Çeşitli sorulardan bir tanesi,
"Kızınızın da aynı yolda yürümesini is-termisiniz?" Yani sizin gibi
genelev kadını olmasını istemlisiniz. "Eğer böyle olacağını bilirsem kendi
ellerimle öldürürüm" diyor kadın. Yüzde 99'u bunu söylüyormuş. Bir de
orada sorulan sorulardan bir tanesine verilen cevap;. Yani "siz erkeğe
doyuyorsunuz. Erkeğe doymayan kadın varsa o da biziz" demişler Onun için
yasak aşk yaşayanların tatmin olmaları, huzura ermeleri, sükûn bulmaları
mümkün değildir. Huzur ve sükûn Nikâh'dadır. Yani eşlerin birbirlerini severek
birbirlerini sayarak birbirlerine hani mahremlerini gizleyerek, kendi
aralarında birbirlerine açıp dışa karşı gizleyerek, ihtiyaçlarını giderecek en
rahat, en doğru, en güzel yol, nikâh yoludur. Yoksa hadisi şerifde ifade
edildiği gibi sifah yolu değildir. Nikâh yoludur.[22]
25- Kapıya
doğru koştular. Kadın, Yusuf'un gömleğini arkasından yırttı. Kapının yanında
kadının beyine rastgeldiler. Kadın: "Ailene kötülük yapmak isteyenin
cezası nedir? Hapsedilmek veya acıklı bir işkenceden başka (ne olabilir?)"
dedi.
Kapıya doğru koştular
ikisi birden. Yusuf (a.s.) kapıya doğru kaçtı, bu kadından kurtulmanın yolu
kaçmaktır dedi ve kapıya doğru koştular. Arkadan Yusuf (a.s.)'ın elbisesine
tutundu ve elbise yırtıldı, ve kapının önünde efendi ile karşılaşıverdiler.
Kadının kocası da eve geliyormuş, kapıyı açınca kapıda karşılaşıverdler. Yani
suç üstü yakalandılar ikisi
birden. Tabii ki
suçlu, güçlü olmak ister. Derhal kadın dedi ki: "Senin ailene kötülükte
bulunmak isteyen kişinin cezası nedir?" deyip kalmıyor. Bize bazı soru
soranlar vardır. "Hocam bunun fetvası şöyle değil midir?" Yahu
arkadaş sorma öyle. Yani bana soracaksan cevabını verme. Hocam böyle, başka
olur mu? diyor. Yani kendisi fetvasını hazırlamış tasdik etmek üzere
mühürletmek üzere geliyor. Kadın da aynı, senin ailene kötülük murad eden
kişinin cezası nedir? Onun cezası hapis olunmak veya elim bir azâb, işkence
görmekten başka birşey değildir diyor. Yani bunu ya işkenceye tabî tutacaksın
veya haps edeceksin diyor kadın.[23]
26- Yusuf:
"O benden murad almak istedi" dedi. Kadının ailesinden biri şahitlik
yaptı ve: "Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiş,
Yusuf yalancılardandır.
Yusuf (a.s.) diyor ki:
"Benden cinsel ilişkide bulunmayı isteyen bu. Bu kadın benden istekte
bulundu diyor. Yusuf (a.s.) kendisini savunuyor. Aileden biri şahitlik
yapıyor, bilir kişilik yapıyor. Şimdi burada iki türlü tefsir edilmiş. Burada
aileden bir kişi şahidlik yaptığını ifade ediyor. Ama tefsirlerde diyor ki o
gelen kocasının yanında bir adam daha vardı. O arada Hâkimlik yaptı.[24]
27-
"Eğer Yusuf'un gömleği arkadan yirtılmışsa kadın yalan söylemiş. Yusuf
doğru söyleyenlerdendir" dedi.
Dedi ki: "Eğer
elbise önden yırtılmış sa kadın doğru söylüyor, adam yalan söylüyor. Erkek
kadına doğru saldırır, kadın da kendini korumak için yakasından paçasından
tutarsa elbise önden yırtılır. Arkadan yırtılmış sa o zaman kadın yalan
söylüyor adam doğru söylüyor diyor.[25]
28- Kadının
kocası Yusuf'un gömleğini arkadan yırtılmış görünce: "Şüphesiz bu siz
kadınların tuzaklarindandır. Gerçekten siz kadınların tuzağı büyüktür,"
dedi
Adam baktı ki, elbise
arkadan yırtılmış. Arkadan adam kendi elbisesini yırtamaz ki, dışarıya doğru
yönelir arkadan gelen kadın onu yırtar. Onu görünce bu sizin hilenizdir.
Kadınların hilesidir. Kadınların tuzağı çok büyüktür diyor Allah (c.c). Kadın
tuzağına düşürmesin derler. Adam şeytan şerrinden, puştoğlan şerrinden, kahpe
avrat şerrinden. Allah korusun diye dua edermiş. Birisi de ya kadınların
tuzağından ne olacakmış, ne hilesi olacak demiş, başına bazı şeyler gelmiş diye
hikâyesi anlatılır. Hikâyenin bize en isabetli şekli, bize fayda verecek, bizi
sakındıracak ve nasihat olacak hikâyeyi, olmuş bir olayı Allah (c.c.) bize
haber veriyor. Allah (c.c.) kadınların tuzağından hepimizi korusun. Burada
kadınların tuzağı deyince bu olayda kadınların tuzağı yoksa bugüne kadar
okuduğumuz bölümde müslümanlara karşı tuzaklar daha ziyade erkekler tarafından
kurulmuştur. Daha ziyade de itikadımızı zedeleyen itikada imana giden yolu
engelleyen tuzaklar kurulmuştur. O tuzak tabii ki bundan daha şiddetlidir.
Çünkü bu kadının
tuzağı insanı büyük günaha sokar. Ama imansızların tuzağı Allah korusun,
tutulanı Cehennem'e ebediyyen atar, imansız yapar. O da bir tuzaktır.[26]
29-
"Yusuf, sen bundan vazgeç, Hanım sen de günahın için istiğfar et. Şüphesiz
sen hata edenlerden oldun" dedi.
Yani tuzağı erkekte yapar,
kadın da tuzak kurar. Kocası Yusufa dönüyor, Yusuf un doğru olduğunu, hatalı
olmadığını, hain olmadığını görür. "Ey Yusuf bundan vazgeç, bu olayı unut.
Yani orada burada bu olayı anlatma. Kadına dönüyor, sen de yaptıklarına pişman
ol. Sen hata edenlerdensin " diyor kocası. Tabii ki kocasının imanı yok,
karısının da imanı yok. Yani bugünkü topluma uygun bir hareket tarzı. Kocası hanımını
bir başkasıyla cinsel ilişkide bulunmak üzereyken yakalıyor ama , kabahatin
kadında olduğunu görüyor ve işi kapatmak istiyor. Yusuf (a.s.)'a diyor ki;
bırak unut sen diyor. Hanımına da diyor ki buna pişmanlık duy, hata sendedir.
Bir daha böyle şeyler yapma diyor. Yani sineye çekmiş oluyor, kadınıyla
beraber aile hayatını devam ettirmek istiyor. Fakat olay şehirde duyulmuş.
Yalnız, Yusuf (a.s.) tarafından duyurulmuş değil. Tabii ki o söz vermişse
sözünü yerine getirir. Bir de Peygamber eğitiminden geçmiş bir insan günahları
yaymaz. Allah (c.c.) "settarul uyub", yani ayıbları örtendir. Bir
ismi de "Settar" dır Rabbim,
bizim de aynı sıfatı
almamızı ister. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur. "Kim müslüman
kardeşinin ayıbını örterse Allah 'da ahirette onun günahlarını örter"
diyor. Onun için hiçbir vakit günahınızı veya arkadaşlarınızın günahını teşhir
etmeyin. Fakat bu olay duyulmuş.[27]
30-
Şehirdeki bir kısım kadınlar: "Azizin (vezirin) hanımı uşağından murad
almak istemiş. Sevda onun yüreğini sarmış, biz onu açık bir sapıklığın içinde
görüyoruz" dediler.
Şehirdeki kadınlar
şöyle fiskos yapıyorlar kendi aralarında. Azizin hanımı yanında çalışan kölesi
olan delikanlıyla yatmak arzu etmiş. Onun aşkı sevgisi yüreğine kadar yer
etmiş. Biz onu çok açık bir sapıklığın içinde görüyoruz diyor. Kadınlar zina
etmesinden dolayı ayıplamıyorlar, kölesiyle zina etmesini ayıplıyorlar. Öbür
kadınlar da temiz kadınlar değil, zinada bir yaygınlık var da köleyi hafife
alıyorlar. Köle ile zina etmenin ayiplığına dikkat çekiyorlar. Ama köle denilen
o Yusuf (a.s.) hakkında da bilgileri yok görmemişler. Yusuf un güzelliği konusunda
hiç bilgileri yok. Diyorlar ki: "Yahu o fetasıyla, yani kölesi olan o,
delikanlıyla zina etmek istemiş bu apaçık bir sapıklıktır. Yani olurmu öyle
şey." Yüksek sosyete, yüksek sosyete ile zina eder, köle ile zina etmez
mantığı var. Bizim buraya cemaate vaaza gelenlerden biri vardı. Hocam
terlikçilik yapıyoruz. Arabanın üzerinde terlikçilik yapıyoruz. Vilâyetin
birinde kız terlik almaya gelecek, annesi bağırıyor kızım başını ört demiş.
Anne bizim "terlikçi 11 diyormuş. Ben oradan devamlı geçerim diyor. Yani
bizim terlikçi olunca örtmeye gerek kalmıyor. Yani öyle bir hal oluyor. Başkasına
karşı örtüyormuş kız, terlikçiye karşı örtmüyor.
Bizim bir hoca efendi
vaazda diyor ki: "Ulan hanımlarınızı bana gös-termiyorsunuz, hanımlarınıza
da beni göstermiyorsunuz, evinize vardığımızda ayrı odalarda oturtuyorsunuz.
Ama Bu sütçü ile tüpçü geldimi hanımlarınız sabahleyin gece kıyafetiyle çıkıyor
onun karşısına" diyor. O sizin ananızın oğlumu, o da benden uzak bir adam.
Sütçü ile tüpçü neyin nesi yani?[28]
31- Kadın o
kadınların tuzaklarını işitince o kadınlara (davetçi) gönderdi ve onlar için yaslanacakları
yer hazırladı. Her birine bıçak verdi ve Yusuf'a: "Çık karşılarına"
dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce Onu (güzelliğini gözlerinde) büyüttüler ve
(meyve yerine) ellerini kesdiler. "Haşa, Allah için, bu bir beşer
değildir. Bu ancak güzel bir melekdir" dediler.
Bu 31. âyet-i kerimede; o
zina yapmak isteyen kadın, kadınların kendi aleyhinde konuştuğunu duyunca,
onların hepsini evine davet etmek üzere bir davetçi gönderir. Ve onların
hepsine koltuklarım güzelce hazırlar, oturacakları yerleri ve hepsinin eline
meyve verir, ve de meyvelerini kesmek ve soymak için bıçaklarını verir. Yani
herkes oturmuş, önünde meyve tabakları ve ellerinde bıçakları ve meyve
ellerinde. Derken Yusuf (a.s.)'ı çağırıyor. Çık onların huzuruna diye, onların
huzuruna çıkınca da hepsi birden Onu gördüler ve Onun güzelliği karşısında
hayretler içinde kaldılar. Meyve kesecek yerde ellerini kestiler diyor ve
dediler ki: "Bu insan değil, bu ancak güzel bir melektir" dediler.[29]
32- Kadın:
"İşte kendisi hakkında beni ayıpladığınız budur. Gerçekten ben Ondan
murad almak istedim, fakat o namusunu korudu. Eğer o emrettiğimi yapmazsa
muhakkak hapse atılacak ve alçalanlardan olacak" dedi.
Bunu işitince, o kadın
dedi ki: "İşte beni ayıpladığınız adam Budur." Ben Onunla yatmak
istedim ama o istemedi, kendisini korudu o temiz kalmak istedi. Ama eğer bu
benim emrettiğim şeyi yapmazsa elbette O haps olunacaktır. Ve de aşağılanmış
bir insan haline getireceğim. Yani bunu yine yapacağım, devam edeceğim.
Şimdi bunu şöyle
görüyoruz, o günün insanı ile bugünün insanı arasında, dinden uzaklaşanlar
arasında tabii ki pek ayırım olmadığını görüyoruz. Yani kadınlar bir yerde bir
araya geliyorlar. Şehrin ileri gelen yüksek sosyetesinin hanımları bir araya
geliyorlar. Şu tür insanla mı zina etmek efdaldir, bu tür insanla mı zina etmek
iyidir tartışmasını yapıyorlar. Yani şu seviyeden bir erkekle mi, bu seviyeden
bir erkekle mi. Şöyle mi olmalıdır, böyle mi olmalıdır tartışmasını yapabilecek
kadar kendi aralarında çağdaş kadınlar olmuşlar. Bunlar günümüzde de aynı şeyi
savunan hatta bunu Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezinde bir araya gelip,
(zaten o işi konuşmak için ancak Atatürk Kültür Merkezinde biraraya gelir ve
orada tartışmasını yaparlar) nasıl yapalım, nasıl edelim gibi tartışmalar
yapıyorlar. Değişen birşey olmadığını görüyoruz.
Yani bize şunu veriyor
âyet-i kerime. Günümüzde bazı arkadaşlar hocam dünya almış başım yürümüş,
öylesine ahlâksızlık yaygınlaşmış ki bizim bunları düzeltmemiz mümkün değil.
Bir ümitsizliğin içine giren arkadaşlarımız var. Yani bir tarafta köşe
dönücüleri görüyor, bir tarafta siyasetteki dönekleri görüyor, bir tarafta
fuhuşta, zinada ve eşcinsellikte, beşcinsellikteki kötülükleri görüyor diyor
ki: "Bu toplumu bizim düzeltmemiz mümkün değil."
Peki Yusuf sûresini
biz niye okuyoruz ki.? Yusuf sûresinde Rabbim bize şu mesajı veriyor. Yusuf
(a.s.) 'da Mısır'a vardığında aynı şeyler işleniyordu; Bir tarafta puta tapan
insanlar kendinden önce ölmüş kralın kanunlarını uygulamakta olan devlet
yöneticileri ve ona tapınanlar, Öbür tarafta ahlâksız kadınlar bir araya
geliyorlar, hangi erkekle kocalarını kandıracakları konusunda tartışmalar
yapıyorlar. Açıkoturumda hepsi koltuklarına oturmuşlar tartışıyorlar ve senin
zina etmek istediğini görelim bakalım. Öyle şey olurmuymuş, köleyle olurmuymuş
derken köleyi görünce, haa hakikaten bizde yatarız bununla. O zaman kadınlar
tenkidlerinden vazgeçiyorlar.
Yani böylesine
ahlaksızlığın ileri gittiği bir toplumu düzeltmiş Yusuf (a.s.) bu sûrenin
devamında düzelttiğini de haber verecek Allah (c.c). Ve bunun da bize ibret
olsun için anlatıldığını ifade ediyor âyet-i kerimede. Yani sizin çağınızda da
bu derekeye inerlerse insanlar düzelmez diye ümitsizliğe düşmeyiniz. Ama
esbabına sarılın,bırakmayın.[30]
33- (Yusuf)
dedi ki: "Rabbim; hapishane bana, onların beni çağırdığından daha
sevimlidir. Eğer sen bu kadınların tuzağını benden geri çevirmezsen, ben onlara
meylederim cahillerden olurum."
Kadın; "Eğer sen benim
dediğimi yapmazsan benimle yatağa yatmazsan seni hapse attırırım, seni
aşağılatırım" diyor. Yusuf (a.s.)'da "Ey Rabbim bunların davet
ettiğini yapmaktansa hapiste yatmak benim için daha hayırlıdır." İşte
devlete gitmenin yolu bu. Bir tarafta dünya güzeli bir kadın yatağa davet"
ediyor. Eğer bunu yapmazsan hapishaneye atmayı vaadediyor. Ve mücahid insanın
yapacağı Yusuf (a.s.)'ın yaptığını yapmaktır. Bu kadının yaptığını yapmaktan
veya bu kadınların dediğini yapmaktan sa hapishanede yatmak benim için daha
sevimlidir diyor Yusuf (a.s.). Ya Rabbi eğer sen onların hilesini benden
çevirme-seydin ben onlara doğru meyleder ve cahillerden olurdum diyor. Yani
Yusuf (a.s.) burada Rabbine şükrünü belirtiyor. Ben bu derece yükselmişsem
kadını değil de hapishaneyi tercih edebilmişsem, kadın bütün şuhluğuyla
gözümün önünde ona el sürmemeyi başarmışsam bu senin yardımmladır. Ya Rabbi
eğer sen beni engellememiş olsaydın ben bunu yapardım. Ya Rabbi ve bsn
cahillerden olurdum diyor.
Müstesna bir kadın
geçip gitmektedir. Ve insan onu görür, ilk görüş günah değildir. Ama ikinci
bakış Peygamber Efendimiz Hz. Ali'ye: "Ya Ali ikinci bakış,
bakıştır." Bir defa bakmak günah değildir. Bakmak deyince gidiyorsunuz,
karşıdan biri geliyor görüyorsunuz bu günah değil, ikinci bir defa ulan ne
malmış ya diye bakmak günahtır, veya onu böyle köşeden dönünceye kadar zarar gelmesin
diye göz hapsinde tutmak günahdır.
Şimdi bir kısım
insanımız bundan kendisini koruyabiliyor. Bu korumasından dolayı Rabbine
hamdetmesi gerekiyor. Çünkü o Rabbimin ona verdiği bir haslettir. Yani on tane
insan bakıyor da biri bakmıyor sa, o birine Rabbimin lütfü keremi vardır. Şuna
dikkat çekmek isterim. Diyelim ki: "İki kişiden biri bakıyor, birisi de
bakmıyor ama riyakarca; "Yahu bakarsam, bakıyor derler." diye
bakmıyor. Allah korkusu ile değil. Bakmamamız Allah korkusundan dolayı olmalıdır.
Kişi;, bu
"civarda tanınıyorum, bakacak olursam bu cemaatten biri de görecek olursa,
diye düşünecek olursa ve ondan dolayı bakmıyorsa belki günaha girmez, ama
riyakarlığının günahını çeker de sevaba girmez. Sevabı olmaz. Yani bizi
bakmaktan, harama bakmaktan engelleyen Allah'ın korkusu olması gerekiyor.
Riyakarca insanların korkusu değil, yani asıl yürekten bakmamayı, gönülden
bakmamayı temin etmeye gayret etmeliyiz.
Bu da Rabbimin yardımı
ile olur, bizim de gayretimizle olur. Eğer bunu başarabilmişsek Allah'a hamd
etmemiz gerekiyor. Yusuf (a.s.)'ın yaptığı gibi onların hilelerini benden geri
çevirmeseydin, yani beni engellememiş olsaydın. Ya Rabbi ben onlara meyi
ederdim. Ve o zaman ben cahillerden olurdum. Sana hamd olsun, sen beni onlara
karşı korudun öyle ise ben de senin yolunda hapishaneye gitmeyi onlarla yatmaya
tercih ederim. Ve hapishane bana daha sevimlidir diyor Yusuf (a.s.). Allah
güzel insanlar vermiş Osmanlı'ya. Güzel hizmetler de etmişler. İçerisinde bazı
yanlışlar yapanlar da olmuş ama genelde iyi insanlar gelmişler. Bizim
Türkiye'de araştırma yapanlarımız insafsızca özellikle bu 72. sene, yani
İslâm'ın kaldırılışının 72. yılını kutluyoruz. Bugün insanlar, bu 72 için tarih
yazanlar Osmanlının harem hayatına da el uzattılar, dil uzattılar. Halbuki
üniversite tarafından terceme edilmiş bir kitap var. Üniversitede profesörün
biri, Amerikalı birinin kitabını terceme etmiş. Adam 1900 yıllarında Türkiye'ye
gelmiş, Osmanlı üzerine doktora yapmış, Diyor ki: "Osmanlı da harem
hayatı cariyelerin yetiştirilmesi zevklerini tatmin için değildi. Padişaha
şeyhul İslâm'a ve veziri azama ve çeşitli insanlara kültürlü eş yetiştirmek
için açılmış bir okuldu diyor. Haremde bunlar dini eğitim görürlerdi, İslâmi
eğitim görürlerdi. Estetik, sanat, şiir, edebiyat bütün bunların eğitimini
görürlerdi ki, yedi iklimi cihanı yönetecek olan insanın eşi de bu tür
kültürlerden mahrum kalmasın diye özel eğitimden geçerdi "diyor.
"Bir de genelde
eşlerini cariyelerden seçmeleri, kardeşi, dayısı, amcası, halası, teyzesinin
oğlu olup da devlet yönetiminde torpile, köşe dönmeye fırsat vermemek için
tercih edilirdi" diyor. Yani bir veziri azamın hanımı var ama onun anası,
babası, dayısı, halası, yok bilmiyor. Kime torpil yapsın bu kadın. Sırf
kocasının hizmetinde olmak,her sahada kocasına yardımcı olmak, çünkü kültür
seviyesi epeyce yüksek bir kadın. İtikadı, ameli herşeyi fevkalâde bir kadın.
Birde bu insanlar
öylesine güzel kadınlarla evlendirirlermişki ileride kadınla vatanı satma
tarafına gitmesinler. Ve vatan da satmamışlar hiç, öylesine dünyaya meyletmeme
eğitimi verilmişki hani tenekelerle altun verilmesine rağmen en son Abdulhamit
ki en tenkid ettikleri Abdulhamit bir karış toprağı veremem bin teneke altın
getirseniz bir karış toprak veremem ben. Çünkü orası kanla alınmış, altınla
satılmaz demiş.
Yani hepimiz yönetici
olmaya talib olmalıyız. İslâm'ın yöneticisi olmaya talib olmalıyız. Yusuf
(a.s.)'ın eğitiminden geçişini görüyoruz. Kadınla aldatma tarafına giderler.
Biraz sivrilirseniz bunun zaafı neresidir, kadındır. Kadınla aldatmaya
çalışırlar. Bunun zaafı nedir para, parayla aldatmaya çalışırlar. Para
verirler. Hani Peygamber Efendimiz'e teklif ettikleri gibi; "gel seni
Mekke'nin en zengini yapalım" diyorlar.
Tarih boyunca
Yahudilerin oyunu hiç değişmemiştir. Para, kadın. İnsanları aldatmak ve satın
almak için bu ikisi kullanılmıştır.
Yani Yusuf sûresini
okumamızın sebebi, tarihi bir masalı öğrenmek değil, bir Peygamber hayatını
öğrenmek. O Peygamberi kendimize örnek kabul edip yolumuza bir kadın tuzağı
çıkarsa ona meyletmemek. Yusuf (a.s.)'ın dediği gibi, "ya Rabbi ben bu
kadınla beraber olmaktansa hapishanede yatmayı tercih ederim" deme
durumuna yükselen insanlar yönetimi elde edebilirler.[31]
34- Rabbi
Onun duasını kabul etti de kadınların tuzağını Ondan geri çevirdi. Şüphesiz O
işitendir, bilendir.
35-
(Yusuf'un suçsuzluğu hakkındaki) delilleri gördükten sonra onlara (vezir ve
adamlarına) Yusuf'u bir zamana kadar hapsetme fikri belirdi.[32]
36- Yusufla
beraber iki delikanlı daha hapse girdi. Onlardan biri: "Ben rüyamda kendimi
şarap sıkarken gördüm" dedi. Bir diğeri de: "Ben de rüyamda kendimi
başımda ekmek taşırken gördüm. Kuşlar ondan yiyordu. Bize bunun yorumunu haber
ver. Biz seni iyilik edenlerden görüyoruz" dedi.
Onunla beraber iki
genç delikanlı daha hapse girdi. Hani Türkiye'de bir kısım kardeşlerimiz
özellikle Risalei Nur'u okuyan, Bediuzzaman Hz'lerinin çizdiği yolda İslâm'a
hizmet eden kardeşlerimiz hapishaneyi "Medreseyi Yusufiyye" diye
isimlendirdiler. Yani "Yusuf (a.s.)'ın medresesi" diye
isimlendirdiler. Bu konuda çok cesurca hareket ettiler. Özellikle 50'li
yıllarda, 6O'lı yıllarda çok cesurca hareket ettiler. Yani o
günün mahkemelerinde
söylemiş oldukları sözler, yapmış oldukları savunmalar tarihde eşi az görünen
savunmalardır. Yazılmadı, çizilmedi ama tarihin isimsiz kahramanlarıdır onlar.
Yazılanlardan daha ziyade yazılmayanları çok önemlidir. Hani bazıları da iki
günlüğüne hapishaneye girer ondan sonra 200 sayfa hatırat yayınlar. Onlardan
ziyade yazmayanların ki daha ziyade yiğitçedir. Bazen duyduğumuz, gördüğümüz
veya bir hâkimden dinlediğimiz veya bir savcıdan dinlediğimiz bazı olaylar
vardır. Bunlar köylü Mehmet ağam gibidirler. İsimsiz kahraman olarak yaşarlar.
İsimlerini belli etmezler. Kepenek altında yatan koç yiğitlerdir bunlar.
"Medreseyi
Yusufiyye" demeleri pek hoşuma gider . Salisen benim kendi prensibim de
odur. Bulunduğunuz yeri hep güzelleştirin. Şahsi hayatımız da evin birinden
çıktık mı, öbürüne hep "Allah sevmiş dilemiş de bu evi nasib etmiş"
diyoruz. Amma da güzelmiş evimiz diyor öbür evi kötülüyoruz. Halbuki o evi daha
önce çok övmüştünüz onlara. Bunun faydası vardır, rahat ediyorsunuz.
"Evimizin önünden, veya arkasından yol geçer diyorsunuz, ya da arkada bir
ağaç gözüküyor" diyorsunuz. İstabul'da bir yeşillik görmek bile bir ni'mettir.
Yani bir güzel tarafını bulun rahat edersiniz. Bazıları sinir üstüne sinir
yapıyorlar, Böyle evlerde oturulur mu, şöyle edilir mi, böyle edilir mı diye..
Hani evin tabanında oturacak olursanız, en altta, yazın serin, kışın sıcak
olur. En üstte oturacak olursanız o manzarası güzel olur dersiniz. Mutlak
surette güzel bir tarafını bulursunuz.
Hapishaneye mi
attılar, O Yusuf (a.s.)'m medresesine girdik, çıka-rıverdiler, Yusuf (a.s) gibi
serbest bırakıldık, bu sevinecek taraf. Üzülmek istiyorsanız. "Ben buraya
girecek adammıydım. Başkasını koyamazlar mıydı" diye bağır çağır faydası
yok, hiç faydası yok. Sinir sisteminizi tahrip etmekten başka birşeye yaramaz.
İçerideki insanlara faydalı olamazsınız. Kendi vücudunuza zarar verirsiniz,
dışarıya çıkınca da faydalı olamazsınız.
"İki delikanlı
girdi. Onlardan biri dedi ki: "Ben rüyamda şarap sıkarken gördüm. Üzümü
sıkıp şarap yapıyordum. Ben bunu görüyorum." Yusuf (a.s.)'a anlatıyor.
Öbürüde diyor ki: "Ben başımın üstünde ekmek götürüyorum. Başımın üzerine
koymuşum tablayı, ekmek var, ekmek götürüyorum. Ama kuşlar o tepemin
üzerindeki ekmeği yiyorlardı. Rüyamda bunu gördüm." diyor." Sen bizim
rüyamızın tevilini bize bildir. Biz seni iyi insanlardan görüyoruz. Sen iyi bir
adama benziyorsun, sen bizim rüyamızı bir tâbir et bakalım diyorlar.
Buraya girmeden öncede
yukarıda da bir arkadaş dedi. "Vallahi ben rüyalar görüyorum, nasıl
yapayım, rüya kitabına mı bakayım filan diyor. Rüya kitaplarına bakmayı tavsiye
etmem, hayatta hiç rüya kitabı almayın. Rüya tâbiri doğrudur, kabul. Çünkü
âyet-i kerime ile sabit.
Peygamber Efendimizin
tâbir ettiği rüyalar vardır. Peygamberlerin tâbiri kesin bilgidir. Ama onun
dışındakiler kesinlik ifade etmezler. Yani bizim tâbir edeceğimiz rüyalar
kesinlik ifade etmezler.
Peki rüya tâbir namesi
olan kitaplar, onlar da kesinlik ifade etmezler. Onu yazan zat, hani Nablusi
denen zat, başında mukaddimesinde yazmış. Bu tâbirler kesinlik ifade etmez
diyor. Çünkü rüyayı görene göre değişir. Rüyayı gördüğü mevsime göre değişir,
rüyayı gördüğü vakte göre değişir. Mesela seher vaktinde mi görmüş, akşam
yatınca mı görmüş, tâbir ona göre değişir.
Bu konuda da bir
hikâye anlatılır. Adam rüyasında ateş görmüş. Alev yükseliyormuş. O şehirde
tanıdığı sâlih bir adama gitmiş. Efendim rüyamda ben bir ateş gördüm demiş.
Nerede gördün? Filan yerde. Bulabilirmisin? Kendi dağımızın filan kayanın
bitişiğinde bir yerde. Bir balta bir kürek almışlar gitmişler. Kazmışlar bir
küp altın çıkmış. O sa-lih zatla bölüşmüşler bunu, aradan altı ay geçmiş aynı
adam rüyasında bir başka yerde aynı alevi görmüş. Sabahleyin uyanınca o adama
gidip anlatıp da niye onunla bölüşeyim demiş. Baltayı küreği alır gider. Oraya
kazar kazar, derken bir çuval çıkar, çuvalın içinde bir adam ölüsü. Tam o
çuvalla uğraşırken arkadan da polis iz sürüyormuş, kan izi. İzi sürmüş gelmiş
adamı orada yakalamış. Halbuki daha önceden binleri adamı öldürmüşler, oraya
getirmişler gömmüşler, kaçmışlar. Adamı suç üstü yakalamış oluyorlar şimdi.
Götürmüşler adamı dövmüşler dövmüşler, adam ben suçsuzum, rüyamda ateş gördüm
de öyle gittim demiş. Polisler sen onu bizim külahımıza anlat demişler. Neyse
Allah'tan o gün asıl katiller yakalanmış, adam serbest bırakılmış.
Doğru o salih zatın
yanma gitmiş ve durumu anlatmış, O da "Ben rüyamda böyle bir ateş gördüm
deseydin, ben sana şunu derdim. Sakın ha o dağın yakınına dahi bugün gitme.
Demiş ki ne fark eder, aynı ateşi gördüm. Bak yavrum daha önceki rüyayı bir kış
gününde gördün. Kış gününde görülen sıcak ateş hayra alâmettir, ama sen bu
rüyayı ağustos ayında gördün, ağustos ayında ateş pek hayra alâmet değildir
demiş.
Yani rüya görülen
mevsimine, görüldüğü ana, gören adamın açlığına veya tokluğuna, namazı kılıp
yatması ile namazı kılmadan yatmasına bağlıdır. Tâbirini yapacak olan sorar,
namazı kıldında mı yattın, kılmadan mı yattın? Karnın fazla tokmuydu? Ne zaman
yattın? Bunların sorusunu sorar da ona göre tâbir eder. Yinede kesinlik ifade
etmez. Peygamberlerin dışında rüya kesinlik ifade etmez. Onun için rüyaları
uyandığınızda Rabbim hayra tebdil et, Rabbim hayırlı eyle deyip bitirin.
Peygamberimiz "elhayru lena ve-ş-şerru li e'daina" dermiş. Hayırlar
bize, serler kötülükler düşmanlarımıza diye dua edermiş. Bizde aynısını
söyleyeceğiz. Ve illâki anlatmak istiyorsanız, Muhsin gördüğünüz bir insana
anlatın. Yani o mahallenizde semtinizde en salih, en temiz insan varsa ona
anlatın. Onun dışındakilere de fazla anlatmayın.[33]
37- Yusuf:
"Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden ben onun yorumunu size haber
veririm. Bu Rabbimin bana öğrettiğidir. Ben, Allah'a inanmayan, ahireti de
inkâr eden bir kavmin dinini terkettim."
Yusuf (a.s.) diyor ki
size yemek gelmeden önce ben onun ne olduğunu size haber veririm. Size
gelmeden önce size gelecek olan yemekten haber veririm. Şimdi bu 37. âyet-i
kerimede Peygamberlere Rabbim tarafından bazı şeyler bildirildi mi,
Peygamberler de bilirler. Biz şuna inanırız. Gaybı ancak Allah bilir. Gaybı
Allah'tan başka kimse bilemez, imanımız vardır. Ama Rabbim onu Peygamberlerine
bildirdi mi Peygamberler de haber verir. Peygamber biliyor denmez bu sefer.
Rabbim haber verince size şöyle bir soru sorsalar, Peygamberler gaybı bilir mi?
Veya evliyalar gaybı bilir mi? Bilmez deriz. Ama Rabbim'in bildirdiğini
bilirler. O zaman yine gaybı biliyor olmazlar. Çünkü bilen Rabbim, Ona bildiren
Rabbim'dir. İtikadımız zedelenmiyor yine, gaybı Allah bilir diyoruz, orada
zedelenmiyor. Fakat -bazı arkadaşlarımız aşırı muhabbetinden; Konya'da bir
arkadaş bana diyor ki, mühendis bir arkadaş. "Hocam şeyhim 24 saatimi
kontrol altında tutuyor diyor. Gece sağıma dönsem bilir, soluma dönsem
bilir." Dedim ki bir şehâdet getirsen. Olmaz böyle birşey. Onu yalnız
Allah bilir. Yani bir insanın 24 saatini yalnız ve yalnız Allah (c.c.) bilir.
Onun dışında kimse bilemez. Ama şöyle birşey olur mu? Çok salih bir zata sizin
durumunuzu Rabbim bildirmiş, gönlüne birşey doğmuştur. O olur onu kabul ediyoruz.
Hani bazen tam filanı anarken filan geliverdi, hayatınızda olan şeylerdir. Bu
tür şeyler olur ama 24 saatinizin her anını bilen Allah (c.c). Başka bilen
yoktur.
"Bu ikisi Rabbim'in
bana öğrettiğidir. Ben bir toplumun dinini terkettim ki o toplum Allah'a iman
etmiyor. Ve onlar ahireti de inkâr ediyorlar." Allah'a ve ahirete
inanmayan bir toplumun dinini terkettim diyor. Kim onlar Mısır devletinin
yönetim sistemini terk etti. Onların dinsizlik dinini bıraktı. Çünkü onlar
Allah'a ve ahirete inanmıyorlardı diyor Yusuf (a.s.). Ya peki ne yaptım?[34]
38-
"Atalarım ibrahim, Ishâk ve Yâkub'un dinine uydum. Herhangi birşeyi
Allah'a ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu (iman) bize ve insanlara Allah'ın
lütfundandır. Ancak insanların birçoğu şükretmez.
Babalarım olan İbrahim'e
İshâk'a ve Yâkub'a, Yâkub'un dinine tabî oldum ben diyor. Şimdi rüyayı tâbir
etmiyor. Onlar tâbiri istediler. Ama sizin rüyanızı tâbir edeceğim ben dedi,
başka konuya girdi. Bize burada konuşmanın adabını da öğretiyor.
Adamın biri geldi size
her hangi birşey soruyor. Adama bakıyorsunuz ki bu adamın bir yanlış tarafı
var. Yani imansızlık tarafı var veya müslümandır da o müslümanm yapmakta olduğu
bir hata vardır. Siz de onu biliyorsunuz adamla karşı karşıya gelmişsiniz,
birşey soruyor o sizi dinleyecektir. Öyle ise münasib bir dille "bunun
cevabını vereceğim, İstediğini yerine getireceğim. Otur bakayım
şuraya/'diyerek. Durumu anlatıyor Yusuf (a.s.) gibi. "Ben Allah'a ve
ahirete inanmayan insanların dinini terk ettim, terkettim ama dinsiz de
kalmadım. İbrahim, onun oğlu İshâk, onun oğlu Yâkub ki babamdır onların dinine
tabi oldum ki o İslâm dinidir. Allah'a herhangi birşeyi şirk koşmak bize
yakışmaz" diyor.
Yani bizi yaratan
Allah'a ortak koşmak bize yakışmaz diyor. Şimdi kendisiyle beraber içine alıyor
onları, bak sizde insansınız, bende insanım beraberiz. Yani size ve bana
yakışmaz veya burada o Peygamberlere de gider ama o ikisine de gider. Bize
Allah'a ortak koşmak yakışmaz.
Bu Allah'ın bir lütfü
keremidir ve insanlara olan lütfü keremidir. Yani Peygamberler göndermesi ve
İslâm'ı indirmesi Allah'ın bize ve insanlara olan bir lütfü keremidir. Ancak
insanların birçoğu Allah'a şükretmezler, bu nimetten dolayı diyor. Ve o
insanların mantığına göre bir konuşma yapıyor.[35]
39- "Ey hapishane arkadaşlarım,
ayrı ayrı Rabler
mi daha hayırlı, yoksa hükmü altına alan birtek Allah mı?"
Ey hapishane
arkadaşlarım! diyor. Hapishanenin de kendine göre hani insanların mesleklerden
dolayı arkadaşlığı vardır. Asker arkadaşlığı vardır, okul arkadaşlığı vardır.
Burada da hapishane arkadaşlığı var. Aynen ifade ile Ey hapishane arkadaşlarım
diyor, Yusuf (a.s.). Yani ileride devlet başkanı olacak ve de Peygamber olacak
bir zatın hapishanedeki o iki garip adama hitabı, ey hapishane arkadaşlarım
diyor. Çeşit çeşit Rab edinmek mi daha hayırlı.......kelimesini efendisi olarak
alacak olursak bir kaç tane efendiye hizmet etmek mi daha hayırlı yoksa bir tek
olan, herşeyi gücü altına alan Allah (c.c.)'a ibadet etmek mi daha hayırlı, ona
hizmet etmek mi daha hayırlı? diye onlara soruyor. Bu adamların ikisi de
kölelik yapıyor. Padişahın kölesi. Birisi padişahın şarapçısı, diğeri de aşçısı
imiş. Bir suçtan dolayı içeri atılmışlar, ikisi beraber. Şimdi bir adama itaat
etmek mi daha hayırlı, yoksa çeşitli adamlara hizmet etmek mi. Elbette birine
öyle ise bu adamlara niye itaat ediyorsunuz. Siz herşeyi gücü altında tutan
bizi yaratan ve bir tek olan Allah (c.c.)'e ibadet etmek daha hayırlıdır diyor.
Peki Allah'tan başka ibadet yaptığınız kişilere gelince Allah'tan başka şu
ibadet ettikleriniz var ya sizin o ibadet ettikleriniz ancak sizin ve sizden
öncekilerin ve babalarınızın isim verdiği ilahlardır bunlar. Yani siz bunlara
tapmıyorsunuz ya bunların tapınılmaya layık olduğu konusunda Allah bir âyet
indirmiş değil. Siz ve sizin babalarınız bir araya gelmişsiniz, biz bu atamızın
yolundan gideriz diyorsunuz.
Yani bunun ilahlığma
izini siz veriyorsunuz. Bu ilah değil, bunu ilahlaştıran sizsiniz diyor. Yoksa
o da sizin gibi anadan babadan doğmuş bir adam. Binlerce adam siz bir
oluyorsunuz onu tutuyor bir de ilahlık rütbesi veriyorsunuz ve ona
tapınıyorsunuz.
Ve adamlar
dinliyorlar, hakikaten bu da bir anadan ve babadan doğmuş bir adamMısır'da.
binlerce köle o adamın ayakta durması için çalışıyor. Babalan da aynı yolda
çalışmışlardı. Şimdi adam, kanun koyucu devlet başkanını gözünün önüne
getiriyor, Onun gibi ekmek yiyor, onun
gibi yürüyor, onun gibi birgün geliyor hastalanıyor da. Pekala ne hakJa kanun
koyuyor.? İşte ona dikkat çekiyor Yusuf (a.s.)[36]
40-
Allah'dan başka tapındiklarınız sizin ve atalarınızın adlandırdığı bir takım
isimlerden başka birşey değildir. Allah onlar (put) hakkında hiçbir delil
indirmemiş tir. Hüküm yalnız Allah'ındır. Yalnız Ona kulluk yapmanızı emretti.
İşte en doğru din budur. Ancak insanların bir çoğu bilmezler.
Hâkimiyet kayıtsız
şartsız Allah'ındır. Bu kırkıncı âyet-i kerimedir. Hani kayıtsız şartsız
hâkimiyet milletindir derler de, millete vermezler yine de. Biz diyoruz ki
hâkimiyet, milleti de Yaratanındır. Bu milleti Allah yarattı, öyle ise bu
millet Allah'ın emrine uymakla görevlidir, hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah
(c.c.)'ündür. Bu imanımızın ana esasıdır. Ancak Ona ibadet etmemizi emretti
derken yalnız ve yalnız Ona ibadet etmemizi istedi.
İşte değerli, sağlam
ve devam edecek olan din budur. Ama insanların birçoğu bunu bilmez diyor.
"Kayyım" değerli manasına gelir, kıymetli de bu kelimeden
türemiştir. Sağlam manasına bozulmayacak olan din budur. Ve devam edecek olan,
Kıyamete kadar devam edecek olan din de Allah'ın dinidir. Ama insanların
birçoğu bunu bilmezler. Yani dinin devamlılığını, dinin değerliliğini, dinin
sağlamlığını birçok insan bilemez diyor. Yusuf (a.s.) onlara. Ve ondan sonra
rüyalarını yorumlamaya geçiyor.
Burdan bize ipuçları
veriyor Rabbim. İnsanlara hitap ederken karşımızdakinin kültür seviyesini
nazarı itibara alın, anlayacağı dili de hesaba katın. Hani bir köye gitseniz
dağın tepesinde, Torosların eteğinde bir köyde bir şeyi anlatacaksınız. O köyün
şartlarını nazarı itibara alarak o insanların bilgilerini de hesap ederek neyi
bilirler, neyi bilmezler, onları da hesap ederek meselenizi anlatacaksınız.
Misallerinizi onların anladığı ve bildiği şeylerden anlatacaksınız. Hatırıma
geldi, diyelim ki melekler insanların amellerini yazar diyoruz. Kur'ân-ı
Kerim'de sabit. İnsanların iyi şeylerini de, kötü amellerini de kaydeder.
Günümüzün inkarcısı,
inanmayanları diyor ki, Hocam o yaza yaza bunların defteri bir camiyi almaz
diyor. Nerede taşırlar, omuzumuzda taşıyorlarsa ağırlık duymamız lazım. Bu
nasıl olur diyor adam. İstanbul'da oturana diyoruz ki bakın bilgisajarlar var.
Bilgisayarların disketleri var, bir kasetin yarısının, yarısı kadar ince, onun
içerisine kocaman bir kütüphanenin kitabını kayd etmek mümkün mü? mümkündür,
insanoğlu bunu bir kütüphaneyi bir disketin içerisine kaydedebilecek, yazım
şekline getirmişse, insanları Yaratan Allah meleklerine, kendine has bir yazım
şekli ile yazar bunu dedin mi o adam ikna olur. Ama siz bunu gider Torosların
büyük tepesindeki köyde "bir disketin içerisine şu kadar bilgi
alıyorlar" derseniz olmaz. Ya o zaman bir incir çekirdeğinin içine,
incirin bütün dallarını, yapraklarını, kaç incir vereceğini, o çekirdeğin içine
yazmış mı yazmış. Köylü onu anlar. Çekirdeği ektin mi incir çıkar ve o büyür.
Onun bütün büyüklüğü 50 sene içinde kaç yaprak vereceği, kaç tane meyve
vereceği de yazar. Rabbim onun içine onu sıkıştırmış sa meleklerde haydi haydi
onu sıkıştırır dedin mi onun aklına o yatar.
Yani insanların kültür
seviyesini nazarı itibara alarak anlatmaya dikkat edeceğiz. Burada da yukarıda
geçmişti. Şuayb (a.s.)'ın konuştuğu kişiler o günün uluslararası ticaret yapan
tüccarı. Onlara ayrı konuşuyor Şuayb (a.s.)- Burada da kültür seviyesi gayet
düşük iki tane köleye hitab ediyor hapishanede. İnsanları hafife almakta yok,
seviyelerine göre hareket etmek var. Hafife almıyor, ulan bu köleden ne olur
demeyin. İki köleden ne olur? Mesela şöyle yapabilirdi, ben Peygamber
çocuğuyum, iyi eğitim görmüş bir insanım, ben bunlarla mı konuşacağım deyip
kenara çekilebilirdi ama o zaman olmazdı. Peygamber çocuğuna yakışmazdı, O
onlarla sarmaş dolaş olmuş, hapishane arkadaşlarım demiş ve onlara demiş ki;
"çeşitli adamlara çalışmak mı daha iyi, bir adama çalışmak mı daha iyi.?"
Bir adama çalışmak iyi. Öyle ise çeşitli Krallara bunlara itaat etmektense bir
tek Allah'a itaat etmek, ibadet etmek daha hayırlıdır değil mi deyivermiş
onlara.[37]
41- "Ey
hapishane arkadaşlarım! Sizden biriniz (rüyasında şarap sıkan) efendisine şarap
içirecek. Diğeri (rüyasında başında ekmek taşıyan) ise asılacak ve kuşlar onun
başından yiyecek. Hakkında sorduğunuz iş kesinleşmiştir.[38]
42- O
ikisinden kurtulacağını zannettiği kişiye: "Efendinin yanında beni (ona
suçsuzluğumu) hatırlat" dedi. Fakat efendisine hatırlatmayı şeytan ona
unutturdu. Böylece birkaç yıl hapishanede kaldı.
O padişahın sakisi,
yani şarapçı basısı olacak olan adama, kurtulacak olan adama dediki; Yusuf
(a.s.) "Efendinin yanına varınca beni hatırlat ona. Ama şeytan onu
efendisine söylemeyi unutturdu. Hapishanede senelerce kaldı. Arabın dilinde
küsur manasına gelir. 10 küsur deriz, 20 küsur liram var deriz. Yani küsur 30'a
varmayan 30'la 20 arası olan rakama deriz, l'den 9'a kadar olan rakama küsur
deriz. Küsur sene, birkaç küsur sene kaldı. Birkaç sene diye de tercüme
edebiliriz. Hapishane de birkaç sene kaldı. Yani 10 değil, tefsirciler 7 diye
tefsir etmişler. 7 sene kaldı. Ve bundan sonra yeni bir konuya giriyor.
Burada alimlerimiz
bazı şeyler demişler. Yusuf (a.s.) efendisinin yanına varınca beni ona hatırlat
yani söyle, hapishanede suçsuz yere yatan bir adam var diye ona söyle. Bazı
tasavvuf taraftarı ağırlığı olan âyetleri tasavvuf! gözle tefsir edenler, bir
de açık hadislerle tefsir eden alimlerimiz var. Bir kısım alimlerimiz sarf nahiv
kaidelerine dayanarak tefsir edenler, burada diyorlar ki bunu demeseydi o kadar
kalmazdı diyorlar. Yani efendisinin yanında beni hatırlat, benim suçsuzluğumu
söyle. Efendisinden yardım beklemeseydi de kendisini hep görmekte olan
Allah'tan (c.c.) yardım dilemiş olsaydı o kadar sene kalmazdı diye bir yorum
getirmişler. Ama Rabbimin takdiri öyledir. Ben aynı sözü demiyorum.
Rabbim bize olayı
böyle naklediyor, biz bu mantıktan hareket ederek şunu deriz. Yusuf (a.s.) o
yanındaki adama kurtulacak olan adama diyor ki devlet başkanının yanına
vardığında benim burada suçsuz olduğumu söyle diyor Rabbim de bize bunu haber
veriverdiğine göre imansız kesime gidecek olan bir insana varıp da bazı şeyleri
biz de söyleyebiliriz. Yani "bak sen reisi cumhura gidiyorsun veya başbakanın
yanma gidiyorsun. Bu memlekette müslümanlara karşı şöyle şöyle zulümler
işleniyor. Böyle böyle işler yapılıyor bu adama söyle kulağına üfleyiver
bunu" demek günah değildir.
Onun için çeşitli
insanlarla karşılaşırsınız. Dükkanınızda, evinizde, işyerinizde, özellikle
yetkili ve etkili olan insanlarla karşılaştığınızda bunu söyleyin. Yani bu
memlekette müslümanlara ve de müslümanlar-dan sonra İslâm'a zulm ediliyor.
Müslümanlar yine her halükarda yaşayıp gidiyorlar da İslâm'ı gündemden kaldırmanın
yıldönümü kutlanıyor. Yani İslâm'adır, müslümanlara değil. Evleniyorlar, mal
sahibi oluyorlar, çoluk çocuk sahibi oluyorlar, araba sahibi oluyorlar
birşeyler oluyorlar. Ama İslâm'ı gündemden kaldırmanın bayramı yapılıveriyor,
bu da duyurulmak. Mesela bazı tanıdığınız etkili yetkililere söyleyip bu bayram
o bayramdır deyin. Ya ama kötü uygulaması vardı diyebilir o. O zaman siz kötü
uygulamayı savunmayın hayatta. Doğru, kötü uygulama vardı ama kötü
uygulayanları alıp, iyi uygulamaya geçilmeliydi.
Mesela diyelim ki çok
güzel bir at. Arap atı derler, orta asyadan getirdiğimiz bir at adamın
altında. Ama üzerinde kötü bir süvari var. Yani binicisi kötü. Hep böyle atın
kafasını çekip duruyor. Salıvermesi lazım aslında atın kafasını. Şimdi ulan
oğlum bu atı ne yapıyorsun, perişan ediyorsun deyip te atı mı öldürmesi lazım.
Hayır!.. O biniciyi indirip o ata kendisi binip süvarilik yapması gerekir ama
yönetim öyle yapma-mış o zaman. Bu kötü sürülüyor, kötü yönetiliyor demiş atı
kesmiş atı-vermiş. Ondan sonra o kötü adamla beraber yola yaya yürümüşler.
Türkiyedeki uygulama da buna benzer bir şey, bunların da duyurulmasında fayda
vardır.
Yusuf sûresinin 43.
âyet-i kerimesinden devam ediyoruz. Yusuf (a.s.) kadının iftirasına uğrayarak
hapse atılır. Hapse attıranların başında tabiiki devlet başkanının yardımcısı
var, olayı az çok biliyor. Ama hanımının lekelenmesinden bir başkasının
lekelenmesini tercih ediyor (Yukarıda 28 ve29 uncu ayetlerin tefsirinde geçti).
Adam; hanımını ve Yusuf (a.s.)'ı ve oradaki bilirkişiyi dinlemesinin
neticesinde hanımının hatalı olduğunu, ona yaptığından dolayı pişman olmasını
emretmişti. Orada anlıyordu Yusuf (a.s.)'ın temiz kaldığını, fakat bu şehre
yayılınca Yusuf (a.s.)'ı hapse attırıyorlar. Yusuf (a.s.) hapishanede iken de
boş durmuyor. Hapishanede arkadaşlarına birşeyler anlatmaya devam ediyor.
Hapishane arkadaşlarından biri dışarıya çıkınca devlet başkanının şarapçı
basısı olacak. Zaten öyle gelmişti, şarapçı başı iken bir suçtan dolayı içeri
atılmış, çıkınca yine şarapçı başı olarak görevini devam ettirecekti. Ona
demişti ki: "Dışarı çıkınca beni hatırla ve devlet başkanına da beni
hatırlat. Burada suçsuz yere bir adam yatıyor diye söyle" demişti. O adam
dışarı çıkınca Yusuf (a.s.)'ı unuttu. Şeytan ona unutturdu. Aradan yıllar geçti.
Devlet başkanı o günün devlet kralı bir rüya görüyor. Rabbim bu rüyayı
teferruatıyla bize anlatıyor.[39]
43- (Birgün)
Kral dedi ki: "Ben (rüyamda) yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini,
yedi yeşil başakla, diğerlerini kuru gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya
tâbir ediyorsanız, benim bu rüyamı yorumlayın."
Melik derki, yani kral
der ki: "Ben yedi tane güçlü, yani yağlı, etli butlu yedi tane sığır
rüyamda gördüm. O güçlü kuvvetli, etli butlu yedi sığırı, yedi tane zayıf sığır
öküz yerken gördüm rüyamda." Aslında gö-
rünüşde güçlü olan, zayıfı
yemesi gerekiyor ya rüya bu. Rüyada yedi tane zayıf öküz, yedi tane güçlü
kuvvetli öküzü yiyip bitiriyor. Daha ne görmüş. "Yedi tane yeşil başak,
bir de yedi tane kuru başak gördüm" diyor. Yukarıya atfediyor bazı
tefsircilerimiz. "Yedi tane kuru başağın, yedi tane yeşil başağı yediğini
gördüm" diyor. "Ey benim çevremde olan insanlar, (yani ilim adamları,
rüya tâbircileri, ordu komutanları, genelde padişahın çevresindeki yakınları
için söylenen kullanılan bir ifade) Ey çevremdekiler! Eğer rüya tâbiri
edebiliyorsanız, yapabiliyor-sanız, buyurun şu benim rüyam konusunda bana bir
cevap verin" diyor kral. Demek ki rüya tâbirciliği yalnız Yusuf (a.s.) ile
başlamamış, daha Öncesinden de varmış. Yusuf (a.s.) rüyayı çok güzel tâbir
edebiliyor, ama rüya tâbiri insanlık tarihi kadar eskidir. Hz. Adem'e kadar
varır. Çünkü Hz. Adem'de bir insandı, insan rüya görür. Bazı rüyalar günlük
olaylarda karşımıza çıkıveriyor. Gece rüyasını görüyoruz, sabahleyin aynısı
ayan beyan ortaya çıkıveriyor. Hayatımızda da oluyor bunlar. Gerçi rüyayı görüp
sabahleyin kalktığımızda tâbirini bilemiyoruz ama sonra olayla karşılaşınca ben
bunu gördüydüm deyiveriyorsunuz. Bu kendi hayatımızda olduğu gibi Adem (a.s.)
da da olmuştur. Ve Adem (a.s.) da aynı zamanda Peygamber olması nedeniyle
tâbiri de güzel yapmıştır. Rüya görmek ve rüya tâbir etmek insanlık tarihi
kadar eskidir. Buradan da anlıyoruz. Yusuf (a.s.) dan önce rüya tâbirciliğinin
olduğunu görüyoruz. Çünkü kral Yusuf (a.s.)'ı tanımadan çevresindekilere
diyor ki rüyamı eğer tâbir edebilirseniz buyurun tâbir edin diyor.[40]
44- Dediler
ki: "Bunlar karışık rüyalar. Biz karışık rüyaları yorumlayanlayız."
Onlar diyorlar ki: Bu
karışık bir rüya biz böyle karışık rüyanın tâbirini bilemeyiz diyorlar. Yani
bunu tâbir edecek durumda, değiliz diyorlar. Demek ki rüyayı tâbir edebilenler
var, tâbir edemeyenler var. Daha öncede izah ettiğimiz gibi Peygamberlerin
tâbirinin dışındaki rüya tâbirleri kesinlik ifade etmezler. Hani ben rüyamda
Peygamber Efendimizi gördüm senin namaz kılmana gerek kalmadı artık diyorsa, o
gördüğü Peygamber değildir. Veyahutta rüyasında şöyle şöyle gördüm ben böyle
yapacağım. Buraya gelen arkadaşlardan da rüyasına fazla önem verenler var.
Hocam gece gördüğünü gündüz tatbik edelim diyen arkadaşlar var. Kesinlik ifade
etmez bizim tâbirlerimiz. Mahmut hocanın da tâbiri kesinlik ifade etmez, çok
güvendiğimiz bir insanın tâbiri de kesinlik ifade etmez. Yalnız Peygamberler
"bu rüyanın tâbiri şöyledir" demişse o çıkar ki Peygamber (s.a.v.)'ın
hayatında bu olmuştur.[41]
45- (O
hapishanedeki) iki kişiden kurtulanı bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırladı ve:
"Ben size onun yorumunu haber veririm. (Hapishanede Yusuf var) hemen beni
Ona gönderin" dedi.
O Yusuf (a.s.)'ın
hapishane arkadaşlarından kurtulanlardan biri öldürüldü idam edildi. Birisi
kurtuldu. O kurtulan kişi var ya bir müddet sonra, uzun zaman sonra Yusuf
(a.s.)'ı hatırladı ve dedi ki: "Bu rüyanın tâbirini ben size haber
veririm. Yalnız bana müsaade edin, ben bir yere kadar gideyim" dedi.[42]
46-
(Yusuf'un) yanına gelince): "Yusuf, Ey doğru sözlü, yedi zayıf ineğin
yediği yedi semiz inekle, yedi yeşil başak ve diğerleri kuru olan rüyayı bize
yorumla. Umarım ki (rüyanın yorumu ile) insanlara dönerim, umulur ki onlarda
(senin kıymetini) bilirler."
Yusuf (a.s.)'ın yanına
geldi. "Ey doğru sözlü insan! diyor. Ey doğru sözlü Yusuf! yedi tane zayıf
öküz, yedi tane güçlü kuvvetli öküzü rüyada yemiş. Yedi tane kuru başak, yedi
tane yeşil başağı rüyada yemiş. Sen bu konuda bana haber ver. Bu rüyanın
tâbiri nedir bana söyle. Ola ki ben geriye gider insanların yanına, Melik'in ve
diğerlerinin yanına varırım. Dolayısıyla onlara anlatırım da senin faziletini,
ilmini, değerini, kıymetini bu adamlar bilirler diyor.[43]
47- (Yusuf)
dedi ki: "Siz adetiniz üzere yedi yıl ekersiniz. Ekini biçtiğiniz zaman
yiyeceğiniz az bir miktarın dışındakiIeri başağında bırakın."
Yusuf (a.s.); Ard arda
yedi yıl bol miktarda zirai mahsul elde edeceksiniz. Hasat zamanında
topladığınız bu mahsulleri olduğu gibi başağında bırakın. Tabii ki buğdayı ve
arpayı, ziraî mahsûlleri koruma me-todları o gün için gelişmediğinden en iyi
koruma yolu başağında bırakmak. Hepimiz Anadoludan geldiğimiz için buğdayın
başağını biliyoruz. Başağında kalırsa çürüme önlenir. Kuruduktan sonra hasat
zamanında almıyor, başağıyla koyuluyor; depo ediliyor. Öyle olunca iki buğday
birbirine değmemiş aradan hava geçmiş olacaktır, ve korunacaktır. Şimdi ise
depolarda dışardan rutubetin gelmesini, alttan üstten rutubetin girmesini
engelliyorlar. Ofislerin dışında da, ofisler dolunca çelikten veya alüminyumdan
yapılan depolar dolunca Anadoluda, Konya'da bakıyoruz toprağa atıyorlar,
toprağın üzerine döküyorlar. Ama onunda en üst kısmına yine buğdayın başağından
elde ettikleri samanı döküyorlar. Samanı döktükten sonra buğdayı Örtüyorlar.
Yani yine bir samanla koruma, başağıyla koruma tarafına gidiliyor günümüzde
de.
Onu başağıyla beraber
bırakınız ama yediğiniz kadarını tabii ki başağından çıkarırsınız. O sene
yiyebileceğiniz kadarını yersiniz, başağından çıkarırsınız, yiyemeyeceğiniz
kadar da olacak, bol miktarda olacak. O bol miktarda mahsulü ise başağında
bırakırsınız diyor.[44]
48-
"Bundan (yedi yıldan) sonra yedi kurak yıl gelecek. (Tohumluk için)
depolayacağınız az bir miktarın dışındaki, önceden biriktirdiklerinizi (o kurak
yedi yıl) yiyecek."
Ondan sonra yedi tane
kıtlık senesi gelecektir. O zaman daha önce hazırladıklarını yerler. Ancak o
depo ettiklerinizden bir kısmı müstesna hepsini yedi senede yemeyin. Daha sonra
tohum yapmak üzere bir kısmım da ayırın.[45]
49-
"Sonra onun ardından da bir yıl gelecek ki orada insanlar bol yağmura
kavuşacak ve o yıl (meyve) sıkacaklar, (hayvan sağacaklar)."
Sonra bu yedi kıtlık
senesinden sonra gelecek olan senelerde ise insanlara Allah bolca yağmurlar
verecek, yağmurlu yıllar ve bolca ürünün olduğu üzümlerden şıra'ların
akıtıldığı, ineklerden ve koyunlardan
sütlerin sıkıldığı
seneler gelecektir. Yani bolluk yılları gelecektir diyor Yusuf (a.s.).[46]
50- Kral:
"Onu bana getirin" dedi. Elçi Yusuf'a gelince (Yusuf elçiye):
"Efendinin yanına dön ve ona ellerini kesen kadınların durumu nedir? diye
sor. Şüphesiz benim Rabbim o kadınların tuzağını bilir" dedi.
Şimdi adam bunu krala
haber veriyor. "Efendim hapishanede bir adam var, sizin rüyanızı böylece
tâbir etti" diye krala anlatıyor. Kral diyor ki: "Onu bana getirin,
o hapishanedeki adamı bana getirin" diyor. Elçi Yusuf (a.s.)'a gelince
elçiye "Rabbinin yanma dön" diyor. Bakın ne güzel ifade. Kralın yanma
dön demiyor. Burada şuna dikkat çekiyor. Bir insan hangi insanın kanunu ile
yönetiliyorsa o, onun Rabbidir. Ayet sadece bize hikâye anlatmıyor. O zaman bu
şarabçı başı veya elçi kralın kanunlarına itaat ediyordu. Kralın kanunlarına
itaat ettiği için o adamların Rabbi krallardır. Yusuf (a.s.) buna dikkat
çekiyor. Rabbim de bize dikkat çekiyor. Kimin kanununu tatbik ediyorsanız,
kanununu tatbik ettiğiniz sizin Rabbinizdir. Rabbine git diyor. Çağırmak için
geldi, hapishaneden kurtulacak ama çıkmak istemiyor Yusuf (a.s.) Git rabbine
yıllarca Önce ellerini kesen o kadınların durumu ne idi.? O kadınlar ellerini
niye kesmişti.? O kadınları kral çağırsın senin rab-bin; o kadınlara desin ki
"siz bundan 8-10 sene önce bir ellerinizi topluca kesmiştiniz, niye
kesmiştiniz". Benim Rabbim o kadınların tuzağını hilesini biliyor. Hanımı
elini kesiyor, niye kestiğini bilmeyen adamın kanunu ile memleket yönetilir
mi? Hanımının nerede gezdiğini bilmeyen adamın kanunu ile memleket yönetilir
mi? Buna işarettir Yusuf (a.s.)'ın kıssası. Hanımın nerede kırıştırdığını
bilmeyen adam memleketi yönetme hakkına sahip değildir. Git ona bir bir
hatırlat diyor.[47]
51- (Kral,
kadınlara sordu): "Yusuf'dan murad almak istediğinizde durumunuz
neydi?" dedi. Kadınlar: "Haşa Allah için biz Onun hiçbir kötülüğünü
bilmiyoruz" dediler.
Kral kadınları topluyor.
Yahu sizin durumunuz nedir. Yusuf tan murad almak istediğinizde, yani Yusufla
birleşmek istediğinizde ne olmuştu, olay nasıl olmuştu, nasıl cereyan etmişti
diye kadınlara soruyor. Kadınlar diyor ki: "Haşa Allah'a sığınırız. Biz
Ondan hiç bir kötülük bilmiyoruz. Yani bir kötülük yaptığını söylediğini
bilmiyoruz" diyorlar. Derken o başkan yardımcısının hanımı, Aziz'in hanımı
diyor ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. O zaman istekte bulunan bendim, o
doğru bir insandır" diyor Yusuf (a.s.) için. O doğru bir insandır. O gün
Onunla yatma arzusunda bulunan bendim.[48]
52- (Yusuf):
"Bu (soruşturmayı). benim Ona (azize) yokluğunda hıyanet etmediğimi ve
hainlerin tuzaklarını Allah'ın başarıya ulaştırmayacağını bilsin için
(yaptırdım dedi)."
Bunu niye yapıyor Yusuf (a.s.).
Onun cevabını veriyor. O devlet başkanının yardımcısı Onun olmadığı bir zamanda
hainlik yapmadığımı bilsin için. Şimdi hanımının konuşmasını kocası da duydu
ya, kocası olmadığı bir zamanda hanımına yaklaşarak hainlik yapmadığımı bilsin
için bu konuşmayı yaptım diyor, ve Allah hainlerin hilesine hidâyet vermez.
Yani Allah hainlerin hilesini doğru yola iletmez diyor. Şimdi bu âyetin mefhumu
muhalifinden şöyle bir mana çıkmasın. Onun olmadığı bir zamanda Ona hıyanet
etmedim. Peki Onun olduğu bir zamanda ettim manası çıkmaz. Onun olduğu zamanda
zaten yapmam, Onun olmadığı zamanda yapmadığımda ortaya çıksın için. Bu olayı
istedi Yusuf (a.s.).[49]
53- (Bu
soruşturma ile) ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis daima kötülüğü
emredicidir. Ancak Rabbimin esirgediği müstesna. Şüphesiz Rabbim Gafur'dur,
Rahim'dir.
Peki Yusuf (a.s.)'ın
gayreti bunun için, yoksa ben kendimi temize çıkarmam, nefsimi temize çıkarmak
için değil. Çünkü Rabbimin merhamet ettiği müstesna. Rabbim'in koruduğu
müstesna nefis insana, daima kötülüğü emreder diyor. Burada olayın ortaya
çıkmasında gaye benim nefsim gayet iyidir, nefsim çok temizdir, dürüsttür diye
bunu ortay; koymak için değil. Nefis eğer Rabbim'in merhameti ile korunmuyor;
nefis insana hep kötülük emreder. Yani biz bazı kötülüklerden kendi mizi
alıkoyabiliyorsak bu Rabbimiz'in bize merhametidir. Bunu diyebil mek bile
Rabbim'in bize bir lütfudur. Benim Rabbim affedicidir, merha met edicidir diyor
Yusuf (a.s.).[50]
54- Kral:
"Onu bana getirin. Onu kendime has danışman yapayım" dedi. Yusuf'la
konuşunca (Kral): "Sen bugünden (itibaren) katımızda mevki sahibi
güvenilensin" dedi.
Bunu duyuncu Kral diyor ki:
"Onu bana getirin, kendime özel mü şavir yapayım." Onunla konuşunca
kral dedi ki: "Bugünden itibaren sei bizim yanımızda en yüksek makama
sahip bir insansın ve güvenilen bi: insansın" diyor. Yani Mitün
sırlarımızı sana açabiliriz, sana güvenebili riz ve sen yüksek bir makam ve
mevki sahibisin bu günden itibaren di' yor kral. "Mekin" kelimesini
Türkçede kullanırız. Biraz Arapça deyin olarak geçmiş Türkçeye. "Şerefül
mekan, bil mekin" derler. Bir maka mm üstünlüğü o makamda bulunanla
bilinirmiş. Tabii bunu ecdadımı; söylüyor. Şimdikiler bunu söylemiyor, eskiler
diyorlar ki "Makamın büyüklüğü veya küçüklüğü oraya oturan kişiyle büyür
veya küçülür.' Şimdikiler öyle değil şimdi şahıslar makamla büyürler veya
küçülürler Adamın kendi kabiliyeti yok ki, adamı alıyorsunuz bakan yapıyorsunuz
Vay anasına filan diyorsunuz, adam iki gün sonra bakanlığı yitiriverd mi kepaze
bir adam olup çıkıyor piyasaya. Yani şahsi bir özelliği yol* kişinin. Bunu
siyasetnamesinde nizamiye medreselerini kuran za Alparslan'ın oğlu Melik şah'a
yazıverdiği bir siyaset namesi vardır istanbul üniversitesi yayınları arasında
da çıkmış. Türkçe olarak çıkmı; aslı Farsça'da orada yeni bir devlet başkanı
diyor. Tabii bunu Meliİ şah'a söylüyor akıl veriyor. Yani efendim diyor,
zamanla devlet başkanı, yönetimi ele alınca üst düzey görevlilerinden birini
makammdar alıyor, böyle önemsiz bir makama verdi onu, fakat çok geçmeden c
önemsiz makam çok önemli makamlar arasına girdi. Yani orasının işlerim çok
güzel işler hale getirdi. Adını duyurmaya başladı o makamında Bu sefer
Padişahın tekrar gözüne girdi. Onu yanına çağırıyor. Seni esk: görevine iade
ediyorum, orada fevkalade başarılarda bulundun diyor Efendim biz bulunduğumuz
makamı yükselten insanlarız, yoksa makamla yükselen insanlardan değiliz diye
cevap veriyor. Burada ona da dikkat çekiliyor. Yani sen bu fevkalade
kabiliyetinle bizim nazarımızda yüksek bir makamı elde ettin diyor kral. Ama
Yusuf (a.s.) Peygamberdir gayri kendisine Peygamberlik verilmiş. Onu hapishanedeki
konuşmalarından da anlıyoruz Peygamberlik verildiğini.[51]
55- (Yusuf, Krala)
dedi ki: "Beni ülkenin hazineleri üzerine (yönetici) kıl. Şüphesiz ben çok
iyi korur ve (yönetmesini) bilirim."
O da dedi ki:
"Yani bana danışmanlık teklif etme. Beni bütün yeryüzünün hazineleri
üzerine söz sahibi kıl. ben bu işi yapabilecek, koruyabilecek güce, idare
edebilecek bilgiye sahibim" diyor Yusuf (a.s.). Yani sen devlet
başkanlığından çekil ben yöneteyim bu ülkeyi diyor, yoksa anlaşmaya girmek
olmaz.
Bazıları bunu ortak
yönetim şeklinde anlıyor, özellikle Hindistan'daki bir kısım hint alimleri;
Hindistan'da ortak yönetim örnek gösterirler yönetim hinduların elinde. Yani
Gandi ve Onun soyundan olanlar devleti yönetirler ama biriki bakanlıklarda
müslümanlara verirler. Çünkü 100-150 milyonluk müslüman var orada. Şimdi 200
milyon oldu diyorlar. Onun için bazı bakanlıkları veriyorlar. Şimdi yönetimde
bu bakanlıkları alan müslümanların hocaları da bu âyeti delil getirerek
"Efendim kafirlerle uyumlu bir devlet kurulabilir. Bir kısım bakanlığı
onlar, bir kısım bakanlığı bizimkiler alabilirler. Böylece laik bir devlet
kurulabilir, yönetilebilir. Buyurun Yusuf (a.s.) maliye bakanlığına tayin
edilmişti" diyorlar.
İşte oranın etkisiyle
Türkiyede de aynı sözler var ama Allah rahmet eylesin Elmalılı Merhum,
fevkalade cevap vermiştir. Yusuf (a.s.) maliye bakanlığına değil, yeryüzünün
hazineleri yönetmeyi istedi derken; bir devletin hazinesinde buğdayı da var,
madeni de var, kömürü var, insanı var. Yani bir devletin sahip olduğu herşey o
devletin hazinesi sayılır. Yoksa sadece hazine bakanlığı değil. "Hazain"
diyor, "Hazine" demiyor. "Hazine" tekildir,
"Hazain" çoğuldur. Bir ülkenin, bir devletin sahip olduğu güçdür.
Sahip olduğu güç nedir. Birinci derecede insan gücüdür, ikinci derecede mali
güç gelir. Ziraî mahsuller, toprak mahsulleri, madenler ve diğer birimleri.
Eğitimden askeriyesine kadar ülkenin sahip olduğu herşeye "Hazain"
denir. Bu konuda Mevdudi de güzel açıklama yapmış. Tefhimul Kur'ân'ında, o da
devlet başkanlığını istedi diyor. Beni devlet başkanlığına getir, dedi, diyor
ve delil olarak da bazı âyet-i kerimeleri veriyor. Mesela 72. âyette diyorlar
ki: "Başkanımızın
bardağını, su tasım
kaybettik" Yusuf (a.s.)'ı kasdederek, Yusuf (a.s.)'a Melik tâbirini
kullanıyor.
Eğer maliye bakanı
olmuş olsaydı devlet başkanı tâbiri kullanılmazdı. 72. âyet-i kerimeyi delil
getiriyor. Yusuf (a.s.) Maliye Bakanı değildi. Yusuf (a.s.) devlet başkanıydı
diyor 100. âyette. Annesi, babası, kardeşleri yanına gelince onları, annesiyle
babasını devlet başkanlığı koltuğunun yanına, birini bir tarafına, diğerini bir
tarafa aldı. Devlet başkanlığının yanına aldı. Annesi ile babasını yanına
oturttu. Kardeşleri de karşısına geldiler ve Onun için saygı ile huzurunda
eğildiler diyor 100 âyette. Bunlar da gösteriyor ki Yusuf (a.s.) devlet başkanlığına
talib olmuştur. Maliye Bakanlığına talib olmamıştır. Zaten hemen arkasından
devam eden 56. âyette arkadaşların böyle anlamasını engelliyor.[52]
56- Böylece
Yusuf'u ülkeye yerleştirdik. Ülkenin dilediği yerinde konaklardı. Biz
rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz, iyilik yapanların mükâfaatını zayii
etmeyiz.
Böylece Yusufu
yeryüzünde bir makam sahibi kıldık yerleştirdik, yeryüzünde dilediği yerde
yerleşip ev kurabilme, yönetim hakkını kullanabilme imkanına sahipti. Yalnız
Maliye Bakanı olmuş olsaydı, dilediği gibi tasarruf edemezdi. Yeryüzünde
dilediği gibi yerleşme ve yönetme hakkına sahipti Yusuf (a.s.). Dilediğimizi
biz böylece rahmetimize isabet ettiririz, rahmetimizle bunları ona veririz ve
iyilikle bulunan insanların mükâfatını da zayi etmeyiz diyor Allah (c.c).
Şimdi bu 55. âyet-i
kerimeden bizim alimlerimiz şöyle bir hüküm çıkarmışlar. Devlet yönetimine
talip olunmaz aslında kaide budur. Yani bir makam bir mevki, bir devlet görevi
açıldığında oraya talip olunmaz, istekde bulunulmaz, başkaları talib olur.
Senin durumunu, ilmini, gücünü her türlü kabiliyetini bilenler sana talib
olmalıdır. Gel kardeşim bu makama sen layıksın denilmelidir. Yoksa "talib
olunmamalıdır" kaidesi İslâm hukukunda geçerlidir. Devlet başkanlığına
talib olunmaz. Mesela Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz'den sonra devlet başkanlığına
talip olmadı. Toplandılar, Hz. Ebu Bekir de içimizden birini seçelim diyor.
Teklifler var, filanı seçelim, filanı seçelim diye. Hz. Ömer (r.a.); yahu
senden iyisini biz nereden bulalım derken orada bulunanların hepsi birden
demişlerki doğru söylüyorsun. Hz. Ebu Bekir'den iyisini bulamayız ki demişler
ve Onu seçmişler. Hz. Ebu Bekir buna talip değil, ama diğerleri Onun en iyi bu
işi yönetebileceğini biliyorlar. Ama demişler bu âyet-i kerimeyi delil
getirerek kişinin kabiliyeti hakkında diğerlerinin bilgisi yoksa o zaman
kendisini arz eder der ki, efendi burada Yusuf (a.s.) ben bu işi koruyabilecek
güçteyim, bu işi idare edebilecek bilgiye sahibim. Beni devlet başkanlığına
getirin diyor. Bu işi ben yapabilirim. Yapabildiğini gösterdi zaten.
Yani bolluk yıllarında
depolama sistemini ilk defa getiriyor ve o kıtlık yıllarında o depodan
harcamayı getiriyor. Milleti sıkıntıya düşürmediğini ortaya koydu. Yani
kişiler sizin kabiliyetinizi bilmiyorlarsa abartmadan kendi kabiliyetinizi,
bilginizi arz edersiniz. Dersiniz ki: "Efendim ben şöyle şöyle bilgiye
sahibim, şu şu okullarda okudum. Şuralarda deneyimim vardır. Benden daha
kabiliyetli arkadaş varsa onun olmasını isterim, ama yoksa benim durumum
budur" demek hakkına sahiptir. Müracaatında bunu yapar.
Ama bir arkadaşım
diyor ki, "Bir yere genel müdür alınacak, onu da yetki olarak bana
verdiler diyor. Dediler ki sen seç. 15 kadar müracaat var. Tabii ki bunu da
duymuşlar, görev alınmaz verilir ilkesini de duymuş 15'i de. Sırayla hepsine
nasılsınız diyorum? Hepsi de efendim benden daha layık arkadaşlar var. 15'i de
aynısını söyledi." Hepsini birden toplamış, hepiniz de yalan
söylüyorsunuz. 15'inizde torpil yapmak için adam gönderdiniz. Eğer adam
göndermeseydiniz ve bunu söyleseydiniz size inanırdım. Ayrıca torpil gönderip,
sonra da karşıma geçip, efendim benden daha layığı varsa onu tayin et
diyorsunuz. Bana şunu söyleyin, nerede okudunuz, ne yaptınız, nerelerden
tecrübelisiniz, bunları söyleyin de sizin aranızdan birini seçelim dedik, diyor
arkadaş. Yani samimi olarak durumunuzu arz edersiniz. Değerlendirmeyi samimi
insanlara bırakırsınız.
Tabii bu İslâmi bir
sistemdedir. Yoksa adamlar şimdi adama iş arıyorlar. İşe adam aramıyorlar.
Yahu bizim adamlar seçim zamanında çok çalıştı. Bu arkadaşlara iş vermezseniz
dört sene sonra çalışmaz bunlar. Bunlara bir iş bulalım, müdürlük icad edelim,
bakanlık icad edelim, bu arkadaşlara iş bulalım. Yapar mı yapmaz mı önemli
değil. Öyle bir yerde kendinizi tanıtın, ben bu işe talibim, ben bu işi yaparım
deyin. Çünkü daha kalitesiz insanlar oraya ahnacaksa, sizden kalitesiz ise
dikkat edin, sizden kaliteli ise ve de sizin gibi müslümansa orada bu benden
iyidir deyin.
ki demişler ve Onu
seçmişler. Hz. Ebu Bekir buna talip değil, ama diğerleri Onun en iyi bu işi
yönetebileceğini biliyorlar. Ama demişler bu âyet-i kerimeyi delil getirerek
kişinin kabiliyeti hakkında diğerlerinin bilgisi yoksa o zaman kendisini arz
eder der ki, efendi burada Yusuf (a.s.) ben bu işi koruyabilecek güçteyim, bu
işi idare edebilecek bilgiye sahibim. Beni devlet başkanlığına getirin diyor.
Bu işi ben yapabilirim. Yapabildiğini gösterdi zaten.
Yani bolluk yıllarında
depolama sistemini ilk defa getiriyor ve o kıtlık yıllarında o depodan
harcamayı getiriyor. Milleti sıkıntıya düşürmediğini ortaya koydu. Yani
kişiler sizin kabiliyetinizi biliniyorlarsa abartmadan kendi kabiliyetinizi,
bilginizi arz edersiniz. Dersiniz ki: "Efendim ben şöyle şöyle bilgiye
sahibim, şu şu okullarda okudum. Şuralarda deneyimim vardır. Benden daha
kabiliyetli arkadaş varsa onun olmasını isterim, ama yoksa benim durumum
budur" demek hakkına sahiptir. Müracaatında bunu yapar.
Ama bir arkadaşım
diyor ki, "Bir yere genel müdür alınacak, onu da yetki olarak bana
verdiler diyor. Dediler ki sen seç. 15 kadar müracaat var. Tabii ki bunu da
duymuşlar, görev alınmaz verilir ilkesini de duymuş 15'i de. Sırayla hepsine
nasılsınız diyorum? Hepsi de efendim benden daha layık arkadaşlar var. 15'i de
aynısını söyledi." Hepsini birden toplamış, hepiniz de yalan
söylüyorsunuz. 15'inizde torpil yapmak için adam gönderdiniz. Eğer adam
göndermeseydiniz ve bunu söyleseydiniz size inanırdım. Ayrıca torpil gönderip,
sonra da karşıma geçip, efendim benden daha layığı varsa onu tayin et
diyorsunuz. Bana şunu söyleyin, nerede okudunuz, ne yaptınız, nerelerden
tecrübelisiniz, bunları söyleyin de sizin aranızdan birini seçelim dedik, diyor
arkadaş. Yani samimi olarak durumunuzu arz edersiniz. Değerlendirmeyi samimi
insanlara bırakırsınız.
Tabii bu İslâmi bit"
sistemdedir. Yoksa adamlar şimdi adama iş arıyorlar. İşe adam aramıyorlar.
Yahu bizim adamlar seçim zamanında çok çalıştı. Bu arkadaşlara iş vermezseniz
dört sene sonra çalışmaz bunlar. Bunlara bir iş bulalım, müdürlük icad edelim,
bakanlık icad edelim, bu arkadaşlara iş bulalım. Yapar mı yapmaz mı önemli
değil. Öyle bir yerde kendinizi tanıtın, ben bu işe talibim, ben bu işi yaparım
deyin. Çünkü daha kalitesiz insanlar oraya alınacaksa, sizden kalitesiz ise
dikkat edin, sizden kaliteli ise ve de sizin gibi müslümansa orada bu benden
iyidir deyin.[53]
57- İman
edenler ve sakınanlar için ahiret mükâfaatı daha hayırlıdır.
Ahiretin ücreti daha
hayırlıdır. Şimdi dünyadaki ücreti Yusuf (a.s.)'a devlet başkanlığı ile
verildi. Biz diyoruz hemen hemen âyetlerin tefsirinde bazı arkadaşlarımızın,
hocalarımızın, hocalarımız aslında yanlış söylemiyorlar. Hocalarımız diyorlar
ki: "Ahiret için çalışın" diyorlar. Dünyayı bırakın demiyorlar onlar.
Dünya gavurun ahiret mü'minin, bu yanlış işte. Bunu hocalarımız söylemez, ama
halkımız arasında nasıl olmuşsa o şekilde yerleşmiş. Rabbim diyor ki: Yusuf
(a.s.)'ı devlet başkanlığına getirdikten sonra diyor ki: "İyilikte bulunan
hep iyi davranan kişilerin mükâfatını biz zayii etmeyiz. Bak başkanlık verdik,
ama iman eden ve Allah'tan çok sakınan insanların ahiretteki mükâfatı daha
hayırlıdır" diyor.
Bu dünyada bir
sloganımız vardı. "Dünyada devlet, ahirette Cennet," diyorduk ya işte
burada dünyada devleti verdi Yusuf (a.s.)'a. Ahirette ki Cennet ise daha
hayırlı. Niye? Devamlılık var. Yusuf (a.s.) kaç yıl kaldı bilemiyoruz, ama
belirli bir yaşa kadar kaldı. Yaşı konusunda 120 yaşında vefat etti diyorlar.
Diyelim ki 50 sene, 30 sene devlet başkanlığı yaptı, ama sonunda vefat etti.
Yani bu dünyadakilerin sonu var, ahirettekinin sonu yoktur. Ahiret mükâfatı
daha hayırlıdır diyor Allah (c.c). Ama bu funyada da Hz. Ömer'in dediği gibi
bir hurmanın çekirdeğinin kâfirin eline geçişi, müslümamn kontrolünde olacaktır.
Bir hurma çekirdeği kafirin eline mi geçecek, müslümamn kontrolünde
geçecektir. Yani İslâm'ın tanıdığı haklar içinde geçecektir. İslâm'ın
tanımadığı haklarla eline mal geçmesi engellenecektir. Burada gayri müslim
zengin olamaz değil, onlar da zengin olurlar, ama çalışırlarken elde
ederlerken İslâmi kurallar içinde haksızlık yapmayacaklar Müslüman hâkim
olacak, onun hâkimiyeti altında çalışacaklardır.[54]
58- Yusuf'un
kardeşleri geldiler ve Onun huzuruna girdiler. Yusuf onları tanıdı. Onlar ise
Onu tanıyamadılar.
Derken Yusuf (a.s.)'m
kardeşleri geldiler, kıtlık yılları hüküm sürüyor, Yusuf (a.s.)da kıtlık
yıllarında devlet başkanlığını yürütüyor ve kardeşleri Yusuf (a.s.)'m huzuruna
çıkıyorlar. Yusuf (a.s.) onları tanıyor, ama onlar Yusuf (a s.)'ı
tanıyamıyorlar. Çünkü aradan yıllar geçti, bir şekilde değişiklik var,. Hani
bir çocuk delikanlı olmuş, belirli bir oturaklı yaşa gelmiş, bir de hayal
edemedikleri bir olay var. Yani köle diye satılan devlet başkanı olacak.
Hatırlarından geçmez. Hele hele firavunlar zamanında Mısır'a devlet başkanı
olacağı, hayallerinden bile geçmedi. "Onlar tanımadılar" diyor.[55]
59- (Yusuf)
onların yüklerini hazırlatınca: "Baba bir kardeşinizi bana getirin.
Görüyorsunuz ya ben ölçeği tam veriyorum ve ben konukseverlerin en
hayırlısıyım."
Onlar hazırlıklarını
yaptıklarında, yani yol hazırlığını yapıp yüklerini sarıp yürüyeceğinde Yusuf
(a.s.) dedi ki: "Baba bir kardeşinizi bana getirin, yani Bünyamin diye
tefsirlerde yazar, baba bir kardeşler. Onu bana getirin. Ben sizin yüklerinizi
hakkıyla verdim, fazlaca ödedim ve ben misafirperverlerin en hayırlısıyım diyor.
Size iyilikte bulundum, ikramda bulundum. Siz de ikinci gelişinizde baba bir
kardeşinizi getirin." Yusuf (a.s.)'m hem ana, hem baba bir kardeşi, Onu
bana getirin diyor.[56]
60-
"Eğer Onu (baba bir kardeşinizi) bana getirmezseniz size ölçek (le
verilecek bir şey) yok ve bana da yaklaşmayın" dedi.
Eğer Onu bana
getirmezseniz o zaman size buradan yiyecek maddesi yok ve bana da yakın
durmayın, gelmeyin. Yaklaşmayacaksınız, yani bugünkü ifade ile giriş izni
vizesi verilmez. Kardeşinizi de getireceksiniz.[57]
61- Dediler
ki: "Onu babasından istemeye çalışacağız ve muhakkak yaparız."
Babasından istekte
bulunuruz ve biz Onu yerine getiririz. Yani senin istediğini yerine getiririz
diyorlar. Yanında çalışanlara dedi ki: "Bunların buğday karşılığında bize
ödedikleri parayı, yine denklerin içine koyun." Yani develerine
yükledikleri, hayvanların yükledikleri denklerin içine koyuverin farkına
varmasın onlar. Olaki onlar memleketlerine, ailelerine vardıklarında oraya
koyulduğunu öğrenirler de ve tekrar geriye gelirler, tekrar mal alabilecek
paraları olur. İyilik gördüklerini de biliyorlar. Yani bu devlet başkanı bize
iyilik yapmış, paramızı geri vermiş biz tekrar gidersek, tekrar bize parasız
verir.[58]
62- (Yusuf)
memurlarına dedi ki: "(Buğday satın almak için getirdikleri) mallarını
yüklerinin içine koyun, belki ailelerinin yanına dönünce farkına varırlar da
yine gelirim.[59]
63-
Babalarına döndüklerinde dedilerki; "Ey babamız öl çek (le verilen buğday)
bize yasaklandı. Kardeşimizi bizimlı beraber gönder de ölçek (le buğday )
alalım. Biz onu koruruz"[60]
64- (Ya'kub)
dedi ki: "Daha önce kardeşini size emanf ettiğim gibi bunu da size emanet
edeyim mi? En iyi koruyaı Allah'dır. O merhamet edenlerin en
merhametlisidir."
O konuda size nasıl
güvenirim, daha önce Onun kardeşi konusunc güvendiğim gibi mi güveneyim. Daha
öncede Yusuf u götürürken ayı şeyi söylemiştiniz, ama Onu koruyamadınız. Şimdi
nasıl güveneyiı ben size. Allah koruyucuların en hayırlısıdır. O merhamet
edenlerin e merhametlisidir buyuruyor. Bunu müezzinlerimiz çokça okurlarya,
hepimizin ezberindedir. Burada şuna dikkat çekiyor; Yâkub (a.s.), çocuklarını
korumak için gereken gayreti gösteriyor, ama yine de koruyamıyor.
Merhametlilerin en
merhametlisi Allah (c.c.) yani benim merhametim Yusuf'un korunmasına yetmiyor.
Sizin merhametiniz de yetmez, sizin korumanız da Yusuf un korunmasına yetmedi,
benim korumam da yetmedi. Sizin korumanız da Bünyamin'in korunmasına yetmez.
Öyle ise gerçek koruyucu Allah (c.c.)'dür.[61]
65-
Yüklerini açınca sermayelerini kendilerine geri verilmiş buldular. Dediler ki:
"Ey babamız, biz ne istiyoruz? İşte sermayemiz bize geri verilmiş.
(Bununla) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi de koruruz, bir deve yükü de
fazlalaştırırız. Çünkü bu az bir ölçüdür, (bu yiyecek bize yetmez.) "
Eve gelip eşyalarını açınca
paralarının geriye verildiğini gördüler. Dediler ki: "Ya baba ne istiyoruz
Allah aşkına, işte bizim paralarımız tıize geriye verilmiş. Biz ailemizi
doyurur, kardeşimizi koruruz. Gönderirsen çocuğu bizimle beraber, kardeşimizi
koruruz. Ve hayvanlarımızın yükünü de artırırız, eşyamızı yiyecek maddemizi
artırırız. Bu kolay bir yiyecek maddesi elde etme yoludur. Yani, kardeşimizi
bizimle gönder diyorlar.[62]
66- (Ya'kub)
dedi ki: "Onu bana getireceğinize dair Allah adına sağlam söz vermediğiniz
sürece Onu sizinle asla göndermem. Hepinizin kuşatılması hariç. Ona sağlam söz
verdiklerinde (Ya'kub) "Allah söylediklerimize vekil (şahid) dir"
dedi
Diyor ki Yâkub:
"Katiyyen sizinle göndermem. Siz elbette Onu bana getireceğiniz konusunda
kesin söz vermedikçe, yani (tefsirinde) Allah'a yemin etmedikçe sizinle beraber
göndermem, ancak sizi kuşatan bir olay müstesna. Sizin gücünüz dışında olan
bir olay olursa o ayrı.
Onun dışında
getireceğiniz konusunda bana yemin ederseniz gönderirim diyor.
Onlar güvenlerini
verdiler, yani yemin ettiler. Şu bizim konuştuğumuza Allah vekildir. Yani
güven duyacağım yer yine Allah (c.c.)'dür siz[63]
67-
(Ya'kub): "Oğullarım, (Mısır'a) bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı
kapılardan girin. Allah'dan (gelen) hiçbir şeyi sizden def edemem. Hüküm yalnız
Allah'ındır. Ben Ona tevekkül ettim. Tevekkül edenler yalnız Ona tevekkül
etsinler."
Dedi ki: "Ey
benim oğullarım, bir kapıdan girmeyin." Mısır'ın kapılan var, eski
şehirler hep surlarla çevrili. Mesela İstanbul şehrinde Silivrikapı, Mevlanakapı,
Topkapı, Ahırkapı, Bahçekapı gibi kapılar olduğu gibi eski şehirlerde, tarihi
olan şehirlerin tamamında kapılar vardır. Şehir o surun içindedir. Hep harb,
darb olduğundan dolayı hep şehirleri genelde sur içinde yapmışlar. Yalnız
İslâm müstesna. İslâm tarihinde, yani Peygamber Efendimiz'den bugüne kadar ve
geçmişdeki Peygamberlerin kurduğu medeniyetlerde şehrin dışı kalelerle çevrilmemiştir.
Peygamber Efendimiz'den bugüne kadar tarihimizi iyi biliyoruz ya, bir tek
şehrin dışına sur çekilmişliği yoktur. Bizde gösterilemez filan şehir
müslümanlar tarafından kuruldu, ve etrafı da surla çevrildi denemez. Çünkü
müslümanların endişesi yoktur. Müslümanlar kimseye zulmetmemişlerdir. Zulm
edenler endişe duyarlar.
Günümüzde bütün dünya
devlet başkanları bir kurşun menzili uzakta dururlar, halkından ve gideceği
yollarda bir kurşun menzili alanında denetini altında tutular. Ne olur, ne
olmaz diye. Niye bu? Adamın yaptığı çok ta ondan. Biryerden birinin ahi tutar.
Bizim tarihimizde bu olmamış, ancak harp taktiği olarak kaleler kurulmuş.
Mesela Rumelihisarı gibi, Anadoluhisarı gibi. Rumelihisarı, Anadoluhisarı insanların
kendilerini korumaları için değil. Oradan boğaza hâkim olmak için Estergon
kalesi gibi, batıda da kurulmuş kaleler gibi. Bunlar bir harbin tatbikatında o
bölgeye hâkim olmak için kurulmuş şehri korumak için değil. Zaten
şehirlerimizin içinde kale yoktur. Mısır'ın kenarı surla çevriliymiş. Ömer b.
Abdulaziz dönemin de valilerinden biri mektup yazmış. Devlet başkanı Ömer b.
Abdıüaziz'e demiş ki, şehrin etrafında daha önceden imansızlar, hristiyanlar
döneminde yapılmış surlar yıkılıyor. Devlet bütçesinden biraz para ayırsanız
da bu şehrin yıkılmakta olan surlarını tamir etsek ve şehri bu şekilde korusak
demiş. O da cevap yazmış. "Şehri taştan surlarla değil, adalet surlarıyla
koru. İnsanlara zulmetmezsen, kimse gelip de seni ve senin halkını rahatsız
etmez" demiş. Şimdiki tamiratlar korunma gayesi ile değil, tarihi bir
anıyı devam ettirme gayesi ile yapılıyor. İstanbuldaki tamirler de, ama ecdada
ait olanlara fazla önem verilmiyor. Her tarafta görüyorsunuz yıkılmıştır, bir
kısmı da yıkılmak üzeredir. Bir kısmı tamamen kaybolmuş şöyle, böyle 20 kadar
mescid. Bu Eminönü'nde bir çok cami şimdi han haline dönüşmüştür, otel
olmuştur. Kimse bilmez ama hristiyanlar-dan, bizanshlardan, filanın ebesi
yüzüğünü düşürmüş diye camiyi yıkıyorlar. Laleli'de anayol da iki camii
vardır. Bizans'tan kalma taşlar var diye camiyi yıkmışlar, o taşlan ortaya
çıkarmışlar.
Yâkub (a.s.)
oğullarına diyor ki: "Oğullarım, gidin, 11 tane kardeş, şehre girin ama
11'iniz hep birden aynı kapıdan girmeyin. Çeşitli kapılara dağılın, çeşitli
kapılardan girin" diyor. Şimdi bunu böyle diyor da niçinini söylemiyor. Ey
oğullarım şehre bir kapıdan girmeyin, çeşitli kapılardan girin diyor bu kadar
âyet. Tefsircilerimizin biri der ki: "Gürbüz, yakışıklı, eğitim görmüş
Yâkub (a.s.)'m denetiminde büyümüş, 11 kişi girecek olursa, nazardan zarar
görürler" diyor. Nazar değer bunlara. O tefsircinin görüşü öyle. Bir
başkası diyor ki: "On biriniz dikkat çekersiniz, yani içerdeki bazı
siyasiler, bazı insanlar size zarar verebilirler" denmiştir. Hepsi
doğrudur. Çünkü açıklama yok, topluca girmenin mahzuru var, buna dikkat
çekiyor. Yâkub (a.s.), ayrı ayrı kapılardan girilmesini istiyor. Bugün için
değerlendirecek olursak bunu şu anda Yeşilköy havaalanında 11 tane elinde
yalnız valizi olan, filinta gibi delikanlıya, şöyle 23,24 yaşlarında ve de
Filistin pasaportlu 11 delikanlı girsin bakalım ard arda. Kontrolden
geçiyorlar, giyimleri, kuşamları yerinde, fiziki yapıları yerinde, gözlerine
bakıyorsunuz fıldır fıldır delikanlı bunlar. Aynı zamanda Filistinli onlar.
Tahmin ederim ki takibat altına alınırlar. Hangi otelde kaldığı, kimlerle
görüştüğü, kimlerle temas kurduğu dikkat edilir. Ama İsrail'den gelecek olursa
zaten bizim dostlarımız bunlar deyip pek incelenmez. "11 tane delikanlı
girerken ayrı ayrı kapılardan girin" diyor. Tahmin ederim bu yönüne de
dikkat çekiyor Yâkub (a.s.), ama yine bir incelik var.
Allah'tan gelecek olan
herhangi bir bela konusunda musibet konusunda da ben sizi Allah'a karşı
koruyamam. Ben de yeterli değilim. Çok güzel âyetler bunlar. Yani bizim böyle
çok olayımızı açıklayıveren âyetler bunlar, siz tedbirinizi alın diyor. Yani
ayrı ayrı kapılardan girin.
Bu tedbirdir ama
kaderde ne var? aynı kapıdan girseniz de aynı kaderle karşılaşabilirsiniz.
Çeşitli kapılardan
girince de aynı kaderle karşılaşabilirsiniz. Ama sizin göreviniz, benim görevim
tedbir almaktır. Ayrı kapılardan girin diyor. Şunu söyleyeyim bunu daha
açıklamak için. Bir adamın kaderinde trafik kazasından, taksinin birinin
gelip"benim kaderim böyleymiş, öyleyse ben yolun ortasından
yürürüm." diyemez. Hayır! Sen yolun ortasından değil, kenarından,
kenarından da değil kaldırımdan yürüyeceksin, sen kaldırımdan yürü.
Kaldırımdan yürürken olaki arkadan birinin freni patlar, arabası kaldırıma
kadar çıkar ve seni duvarla beraber ezer, yine ölürsün. Ama sorumlu olmazsın
şimdi. Eğer yolun ortasından giderken aynı araba gelip vursaydı sorumluydun,
öbür dünyada hesaba çekileceksin, niye Öyle öldün diye. Canına sahib olmak için
tedbir almadın diye. Yolun kenarında ve de kaldırımda giderken gelip çarptı,
sorumluluktan kurtuldun. Şimdi Yâkub (a.s.)'m dikkat çektiğide burasıdır
aslında. Kaderin de izahı vardır. İnsanların tedbirinin, kaderin izahı vardır
burada. Çeşitli kapılardan girin ama başınıza birşey gelecek olursa sizin bu
tedbirinizin de faydası yok aslında. Hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah'a aittir.
Birisi deseki milletindir, millet te zaten Allah'ındır. Milleti yaratan Allah.
Ben Ona güvendim. Tevekkül edecek olanlar da yalnız Allah (c.c.)'e tevekkül
etsinler. İşlerini Ona havale etsinler, ne zaman? Tedbiri aldıktan sonra
Allah'a tevekkül etsinler diyor Yâkub (a.s.) ve bunu da haber veriyor Allah
(c.c).[64]
68- Babalarının
emrettiği şekilde (ayrı ayrı kapılardan Mısır'a) girdiler. Bu (tedbir) Allah'ın
(takdirinden) hiçbir şeye faydası olmadı. Ancak Yâkub'un içindeki bir (teselli
için tedbir) ihtiyacını yerine getirmişti. Şüphesiz O, kendisine öğrettiğimiz
için ilim sahibi idi. Fakat insanların bir çoğu bunu bilmezler.
Babalarının emrettiği
yerden girdiler. Burdada yukarıyı izah kabilinden onlar babalarının tarif
ettiği yerden girdiler. Yani ayrı ayrı kapılardan girdiler. Bu ayrı ayrı
kapılardan giriş alınan bu tedbir Allah'ın onlar hakkında tayin ettiği kaderi
değiştirmez, ancak babalarının onlara vermiş olduğu emri yerine getirmiş
olurlar. Yani tedbiri almış olurlar. Babalarının sözünü tutmuş olurlar.
Allah'ın kaderi ne ise o olacaktır. O Yâkub bizim kendisine öğrettiğimiz
ilimden dolayı ilim sahibidir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Yani Yakup
(a.s.) şöyle şöyle tedbir alın, ayrı kapılardan girin, ancak bu tedbirinizde
Allah'tan gelecek olanları değiştirmez diyor. Bunu kim diyor? Yâkub (a.s.)
diyor, o nereden bilir? Rabbim ona öğrettiğinden dolayı bilir, ona dikkatimizi
çekiyor. Ama birçok insan ise bunu bilmez. Şöyle şöyle olmasaydı o orada ölmezdi.
Bunu insanlar söyler, yani bilmeyen insanlar söyler. Yakup (as) tedbirin
taktiri bozmayacağını söyler ama kendi iç dünyasını tatmin etmek içinde tedbir
alınmasını oğullarına söyler.
Esna-ı Metalib Fi
ehadisi Muhtelifetü-1 Meratib isimli eserde, Deylemi'den naklen Metruk bir
hadis rivayet edilmiş "İza Eradellahü İnfaze Kazaihi" diye başlayan
bu hadisi bir türk şairi
"Hakimi Hükmü
Ezel İnfaz İçin takdirini
Selbeder Erbabı Aklın
Fikrini İdrakini" diye tercüme edivermiş.
Bütün ihtimalleri;
düşünürsünüz, en basit ihtimali düşünemezsiniz, oradan gelir bu sefer
beklemediğiniz şey. Yani biz tedbiri almaya devam edeceğiz, fakat bu tedbirin
takdiri bozmayacağını iyi bileceğiz.[65]
69- Yusuf'un
yanına girdiklerinde Yusuf, kardeşini yanına aldı ve "Ben senin
kardeşinim. Onların (daha önce) yaptıklarına üzülme" dedi.
Yusuf un yanma
girdiklerinde kardeşi Ona doğru sığındı Onu kucakladı, dedi ki: "Ben
senin kardeşinim." Yusuf (a.s.) o ana baba bir kardeşini kucakladı,
bunların yaptıklarından dolayı da üzülme, şimdi kardeşinim deyince, geride 10
tane kardeşide duruyor orada, Sen Yusuf sun bunlar sana neler yaptılar, derhal
onlar gözünün önüne gel-diya bunların yaptığından dolayı da üzülme. Yani onlar
adına sen üzülme diyor ve bana yaptıklarına da üzülme. Benim adıma da üzülme,
sen benim kardeşimsin diyor.[66]
70- (Yusuf)
onların yüklerini hazırlatınca su kabını kardeşinin yükünün içine koydurdu.
Sonra (kafile hareket edince) bir dellal: "Ey kervan siz hırsızsınız"
diye bağırdı.[67]
71- Kervan
onlara dönerek "ne kaybettiniz" dediler?
72- Dediler
ki: "Melik'in su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü var. Bende
buna kefilim."[68]
73-
(Kervandakiler) Dediler ki: "Allah'a yemin olsuit-ki biz buraya
bozgunculuk yapmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz. Bunu sizde
biliyorsunuz."
74-
(Melik'in adamları): "Eğer yalancılar iseniz onun (hırsızın)
cezası nedir?" dediler.
75- (Yusuf'un
kardeşleri) dediler ki: "Kimin yükünde bulunursa o (yük sahibi) onun (su
kabının) karşılığıdır, (alıkonulur),"[69]
76- (Yusuf)
öz kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramağa başladı. Sonra öz
kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte Yusuf'a böyle bir çare öğrettik.
Yoksa Yusuf'un kendi kardeşini kralın dinine (kanunlarına) göre alıkoyması
yakışmazdı. Ancak Allah'ın dilediği (ni yapması yaraşır). Biz dilediklerimizin
derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha alim biri vardır.
Şimdi bu konuyu biraz
açalım. Kardeşler geliyorlar, Bünyamin'i kardeşi olarak bağrına basıyor ve
kulağına diyor ki: "Sen benim karde-şimsin." Şimdi Yusuf (a.s.)
Bünyamin'i alıkoymak istiyor. Fakat her-şeyin de hukuki olmasını istiyor. Yani
devlet başkam hukuku çiğneyerek kardeşini alıkoymak istemiyor.
Burada iki şey var. 1-
Yürürlükte olan eski kralın kanunları var. Birdenbire de kaldırılmış değiller.
Yusuf (a.s.) devlet başkam ama bir geçiş sürecini yaşıyorlar. Peygamberimiz'in
hayatında da olduğu gibi Peygamber Efendimiz Medine'de devletini kurdu. Ama
yönetim daha önce, kafir bir yönetim idi, önce insanların bir çok hukuku, miras
hukuku gibi, ceza hukuku gibi, medeni hukuk gibi birçok şeyler eskiden olduğu
gibi devam ediyor. Niye.? âyet nazil oldukça, eski hukuk yürürlükten
kaldırılıyor. Mesela bir faiz sistemi Peygamberimiz'in vefatına yakın Veda
hutbesi esnasında insanlara duyuruluyor. Yani o güne kadar yürürlüktedir faiz.
Yani Peygamber Efendimiz'in devletinde de geçmişten gelen cahiliye hukukları,
yeni hukuk sistemi Rabbim'den gelip de insanlara duyuruluncaya kadar devam
ediyor.
Yusuf (a.s.)'da da bu var.
Devlet başkanlığına gelmiş, yönetiyor ama kanunların birçoğu eski. Tamamıyla
eski sistem devam ederken Yusuf (a.s.) geliyor. Yusuf (a.s.)'da tedrici olarak
İslâm'ı yürürlükte kılacak onun için. Bir, babası Yâkub'un dinine göre, yani
İslâm dini yasasına göre alıkoyması söz konusu, Bir de devlet başkanı olan daha
önceki devlet başkanı olan kralın kanunlarına göre alıkoyması söz konusu.
Ama bir Peygamberin
kendi şahsi meselesinde kralın kanunlarını uygulaması bir Peygambere yaraşmaz.
Bu sûre bizim için çok şeyler veriyorki, önemlidir. "Melik'in dini"
diyor, kanunu yerine de . Yukarıda geçmişti devlet başkanı ve kanun koyucu da
"O itaat eden adamların Rabbidir." yani Kanun koyucu alt taraftaki
insanların Rabbidir. Ona iman eden, onu tatbik edenler onu Rab edinmiş
insanlardır diyor. Burada da o kanunları kabul edenlerin, kanunlar dinidir. Bir
adam böyle Kur'ân-ı ve Onun hükümlerini arkasına atıverirse, yeni tuttuğu
kanunlar onun dini oluyor, dininden çıkıyor. İslâm dininden, yeni bir dine
giriyor. O da dinsizlik dini oluyor. Melikin kralın kanunlarına göre kardeşini
tutması Yusuf (a.s.)'a yakışmazdı. Çünkü şahsi meselesi idi, ama diğer
meselelerde kralın kanunlarını uyguluyor oda Rabbimin işaretiyle, Rabbimin
dilemesi müstesna. Rabbimin müsaade ettikleri var çünkü. Yeni kanunlar gelip
insanlara duyuruluncaya kadar otorite boşluklar kabul etmeyeceğinden onlar
yürürlüktedir.[70]
77-
(Yusuf'un kardeşleri): "Eğer bu çalmışsa daha önce kardeşi de
çalmıştı" dediler. Yusuf bunu içinde gizledi ve Onu onlara açıklamadı, ve
"Siz çok kötü bir durumdasınız, Allah sizin anlattıklarınızı daha iyi
biliyor" dedi.
Dediler ki: "Şimdi
Yâkub (a.s.)'ın kanunu söylüyorlar. Bünyamin'in hırsızlığı kesinleşince eğer bu
hırsızlık yapmışsa daha önce bunun kardeşi de böyle birşey yapmıştı diyorlar.
Halbuki Yusuf (a.s.) böyle birşey yapmamıştı. Ona iftira atıyorlar, Yusuf
(a.s.) kendisini onlara karşı gizledi ve ortaya çıkmadı. Dedi ki: "Öyle
bir kötü durumdasınız ki, Allah sizin bu anlattıklarınızı biliyor." Yani
benim hırsızlık yapmadığımı biliyor ama sizin bu yaptıklarınızı biliyor ve
kendisinide ortaya koymadı.[71]
78- "Ey
Aziz! Onun ihtiyar bir babası var, Onun yerine bizden birimizi alıkoy. Biz seni
iyilik edenlerden olarak görüyoruz" dediler.[72]
79- (Yusuf):
"Biz eşyamızı yanında bulduğumuzdan başkasını ahkoymakdan Allah'a
sığınırız. O takdirde biz zalimlerden oluruz" dedi.
Yani birinin suç işleyip
de, öbürünün cezalandırılmasından dolayı biz zalim oluruz diyor. Tabii bize,
bugün 20. asır da mesaj veriyor. Diyor ki hani oğlu suç işlemiş, izini
kaybettirmiş alıyorlar, babası ile oğlunu, hatıratlarda boyuna okuyoruz.
Salaklardan ve solaklardan boyuna yayınlanıyor. Hapishane hatıratları var,
annesini alıyorlar, kız kardeşini alıyorlar, hanımını alıyorlar, babasını
alıyorlar ne yapılacaksa birşeyler yapıyorlarmış onlara karşı ve bu sefer bunu
duyan oğlu veya dayısı, emmisi suçlu olan gelip teslim oluyorlar, bir kısmı
teslim olmuyor. Bunu yapan zalimdir. Yani birisi suç işleyip de öbürünün bu
ana-sıdır, bu babasıdır, kardeşidir, emmisidir, halasıdır, teyzesidir diye yapan
kişi zalimdir. Yusuf (a.s.)'da onu söylüyor biri suç işleyecek, öbürünü
alacağız biz. O zaman biz zulmetmiş oluruz diyor ve suçun şahsiliği
pirensibini belirtiyor.[73]
80- Ondan
(Yusuf'dan) umudu kesince fısıldaşmak üzere bir kenara çekildiler. En
büyükleri: "Babanızın sizden Allah adına sağlam söz aldığını, daha önce de
Yusuf hakkında yaptığınız hatayı bilmiyormusunuz? Babam bana izin verinceye
kadar veya Allah hakkımda hükmedinceye kadar ben bu yerden ayrılmayacağım. O
hükmedenlerin en hayırlısıdır."[74]
81-
"Babanıza dönün ve: "Babamız oğlun hırsızlık yaptı. Biz görmedik.
Ancak bildiğimize (su kabının onun yükünden çıktığına) sahicilik yaparız. Biz
gaybin bekçileri değiliz." deyin.
Dikkatimize sunuyor
Rabbim, bazı şeyleri mesela hırsızlık yaptı diye bir adama doğrudan, gözünüzle
görmediğiniz müddetçe söylemeyeceksiniz. Kardeşleri diyorki, hırsızlık
yaptığını gözümüzle görmedik, öyle biliyoruz diyor. Hani bir adamın malı
çalınır, daha Önce tefsiri geçti. Bu bir Yahudi ile ilgili bir olaydı. Bir
adamın malı çalınıyor, o mal Yahudinin evinde bulunuyor. Yahudiyi Peygamber
Efendimiz cezalandıracak. Ama bunun üzerine âyet-i kerime nazil oluyor.
Yahudinin suçsuzluğu, bir münafığın o malı çalıp gizleyemeyeceğini anlayınca,
yahudinin evine emaneten koyuverdiği ortaya çıkıyor.[75]
Mesela siz malın
çalındığını biliyorsunuz sonra malınızın filan adamın evinde veya dükkanında
olduğunu gördünüz. Adamın kendisi itiraf etmeden veya sözüne inanabileceğiniz
iki tane şahit ben gördüm bu adam bunu buradan aldı, kendi evine götürdü
demeden adama hırsız demeyin. Doğru malınız çalındı, hırsızlık yapıldı deyin
ama adam benim malımı çaldı demeyin. Çünkü adam onu birinden satın almıştır.
Sizin malınızı hırsız filan yerde satmıştır, o adamda satın almıştır. Yani
adamı araştırmadan vay hırsız bu adam diye adamın üstüne çullanmayın. Burada
bu inceliğe de dikkatimizi çekiyor.
Burada Buharının
"Ehadisi Enbiyada" Ebu Hüreyre den rivayet ettiği bir hadisi
hatırladım. Efendimiz şöyle buyurmuş; "Hz. İsa bir adamı hırsızlık
yaparken gördü ve "Sen hırsızlık yaptın mı?" dedi. Adam; "Ondan
başka ilah olmayan Allaha yemin ederim ki hırsızlık yapmadım." dedi Hz. İsa;
"Allaha iman ettim gözümü yalanladım" dedi.[76]
82- "İçinde bulunduğumuz şehire (Mısır'a) ve
birlikte geldiğimiz kervana sor. Biz doğru söylüyoruz" deyin.
83- (Yâkub):
"Her halde nefisleriniz size bir işi süsleyip güzel göstermiş. Artık bana
güzel bir sabır gerekir. Belki Allah onların hepsini bana getirir. Şüphesiz O
herşeyi bilen, hikmetle hükmedendir" dedi.
Yâkub (a.s.) diyor ki:
"Belki sizin nefsiniz böyle bir olayı hazırlamıştır, süslemiştir. Yani
yeni birşey uyduruyorsunuzdur. Bana güzel, iyi bir sabır düşer. Ola ki, ümid
edilir ki Allah onların hepsini bana yakında getirir diyor. Onu getirir
demiyor, onları getirir diyor. Onlardan kasıt Yusufundan ümidini kesmemiş.
Bünyamin var bir de en büyük oğlu var. Ola ki Allah; umulur o Allah'dan onların
hepsini bana getirir. O herşeyi bilendir, onlar yeryüzünün neresindedir o bilir
ve hükmünüde en iyi veren O'dur. En iyi hükmeden de odur.[77]
84- Yâkub
onlardan yüz çevirdi ve: "Ey Yusuf'a olan hüznüm" dedi ve tasadan
gözleri ağardı. O kederini içine atıyordu.
Bunlardan şunu
anlıyoruz ki üzüntüden göz kör olabiliyor. Doktorlarımızın bunu destekler
mahiyette açıklamaları var. Kişinin kederden, üzüntüden, yorgunluktan gözler
hani uzun müddet uyumamak, gözlerin kör olmasına zayıflamasına sebeptir. Uzun
müddet hüzün de aynı şekilde gözü yoruyor. Uzun müddet okumak bilmiyorum
bazılarını etkiliyor ama Allah'a çok şükür beni etkilemiyor. Bazıları rahatsız
oluyorum diyor. Ben tahmin ederim başka sebeplerden dolayı olan rahatsızlığını
okuma ortaya çıkarıyordun Yani okumak onun gözlerini o hale getirmiyor. Başka
sebeplerden gözü rahatsız oluyor ve o rahatsızlığı okumakla yorulunca ortaya
çıkıyor. Ben böyle açıklama tarafına gidiyorum. Yani üzüntüden gözün kör
olabileceğini bu âyet-i kerime delil. Yine üzüntüden başın ağarabileceğine
başka bir âyet-i kerime var.[78]
Ahiret hayatını anlatırken Rabbim o günün şiddeti çocukların başını bile
ağartacak şiddettedir. Ahiret hayatı anlatılırken bundan alimlerimiz diyor ki,
aşırı üzüntü, aşırı keder, sıkıntılar insanın saçını da ağartır. Bazıları da
irsi olabilir. İrsi olan müstesna, üzüntünün saça da etki ettiğini âyetten
delil olarak alıyoruz.
Allah (c.c) Yusuf
sûresi'nde Yusuf (a.s)ın hayatını anlatıveriyor ve diğer sûrelerde bu konuya
hiç değinmiyor. Ama bir sûre baştan sona Hz Yusuf (a.s) hayatını anlatıyor bize
Yusuf (a.s.) ilgili yazılmış hikâyeler ve romanlar veya çekilmiş flimlerin
gerçekle ilgisi var ama zamanla tiyatro yapıp veya filim çekilmesi nedeniyle
biraz daha halkın cazibesine arz edilmek üzere bazı ilaveler bazı değil de
epeyce ilaveler yapılmış bu konuda.
Bizim tek dayanağımız
Kur'ânı Kerim'dir. Efendimiz (a.s.) hadisinin dışında Kur'ân'm dışında ve bu
doğrultuda söylenmiş sahih senetlerin dışında hiçbir habere itibar etmiyeceğiz.[79]
85-
(Oğulları) dediler ki: "Allah'a yemin olsun ki sen Yusuf'u anarak hasta
olacak veya öleceksin."
Yusuf (a.s.)da devlet
başkanı olur ve Yusuf (a.s.)ın üzüntüsüden babasının gözleri kör olur. Bunun
üzerine kardeşleri diyorlar ki; "Allah'a yemin olsun ki senYusufu
hatırlamaya devam ediyorsun.' Yani Yusuf (a.s.) öldü, Yusuf (a.s.) yok gayri
diyorlar. Ama sen hale Yusuf u hatırlıyorsun ve bu Yusuf sebebiyle sen onulmaz
hastalıklara yakalanacaksın, veya yok olup gideceksin diyorlar babalarına. Yani
bırak Yusuf u, artık Yusuf üzerine ağlamayı, Yusuf üzerine hüzünlenmey: bırak,
bak gözlerin kör oldu. Ve iyi olunmaz hastalıklara tutulacaksır ve sonunda da
helak olacaksın sen diyorlar.[80]
86- (Yâkub)
dedi ki: "Ben kederimi ve hüznümü Allah'a şikâyet ederim ve Allah'dan
sizin bilmediklerinizi bilirim."
Yavrularımızın ölmesine
maazallah kaybolmasına üzülürüz Üzülmemek mümkün değildir. Çünkü Peygamber
Efendimiz (a.s.)'d. oğlu İbrahim'ine ağlamıştır. Hatta sahâbe'den birisi
"Ya Rasulüllal sende mi"" demiş. O da demiş ki: "Ben de
ağlarım, gönül ağlar, göz ya şarır. Biz senin için ağlıyoruz ey İbrahim"
demiş Peygamber Efendimi: (s.a.v.). Ama yasaklanan nedir? Feryad etmektir. İşte
bunuda mı ala çaktın, niye aldın, bunu mu reva gördün? başkalarını niye almadın
gibi Allah'a isyan kabilinde feryad ederek, figan ederek veya ağıt yakarak
ağlamalar yasaktır.
Burada diyor ki:
"Ben Yusuf üzerine ağlıyorsam, üzülüyorsam, üzüntümü ve hüznümü Allah'a
bildiririm. Şikâyetim Allah'adır. Size bir-şey diyormuyum. Oğullarına, yani
oğullarını hiç çağırıpda işte Yusuf um için şöyle yapın, böyle yapın diye bir
istekde bulunmamış, veya onlara durumunu arz etmemiş. Ama gözlerinin kör olması
nedeniyle çocukları ona diyorlar, kendini helak ediyorsun baba diyorlar. O da
diyorki, ben şikâyetimi Allah'a yapıyorum ve sizin bilmediğinizi biliyorum
diyor.[81]
87-
"Oğullarını, gidiniz ve Yusuf'la kardeşini araştırınız. Allah'ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah'ın rahmetinden ümidi ancak kafir
topluluklar keser."
Ey oğullarım! gidiniz
ve Yusufu kardeşinizi araştırınız. "Tehassüs" kelimesi,
"Tecessüs" kelimesinin mana bakımından benzeri bir kelimedir.
Tecessüs kötü şeyler aramaya, casusda bu kelimeden türemiş Arapça bir
kelimedir. Tecessüsde insanların ayıbını aramak, gözlerle, kulaklarla
insanların eksik taraflarını, ayıp taraflarını hoşa gitmeyen taraflarını
aramaya Tecessüs denirki bu yasaklanmıştır. Hucurat sûresinde Allah (c.c.)
Tecessüs yapmayınız, insanların ayıbını araştırmayınız, gizli sırlarını ortaya
çıkarmaya çalışmayınız diyor.
Tehassüsü ise
emrediyor. Yani insanların iyi taraflarını görmek, iyi şeyler araştırmak
emredilmiştir. Burada da Yâkub (a.s.) oğullarına Yusufu ve kardeşini
araştırınız. Türkçede kullanırız biz hissetmek kelimesini. Bu kelimeden
türetilmiş ve Türkçemize geçmiştir. Yani araştırınız ne ile , bizim hislerimiz
nedir? Göz, kulak, dil, efendim burun ve aokunma hislerimiz vardır. Gözünüzle,
kulağınızla, elinizle, herşeyi-nizle Yusufu ve kardeşini arayınız. Allah'ın
rahmetinden ümidinizide kesmeyiniz. Çünkü Allah'ın rahmetinden ancak kâfirler
ümid keser diyor Yâkub (a.s.).
Bu âyet-i kerimeyi
Akif merhum Safahatında şiir halinde şerh etmiş. "Atiyi karanlık görerek,
azmi bırakmak, Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak. Dünyada inanmazdım,
hani görsem de gözümle, İmanı olan kimse gebermez bu ölümle."
Yani ümitsizlik içinde
ölmeyi geberme olarak kabul ediyor Mehmet Akif merhum. Yani bu müslümanların
tekrar bellerini doğrultması mümkün değil. Yeniden müslümanların devlet olması
mümkün değil. İslâm'ın yeniden insanlara tatbiki.kolay değil, olmaz gibi ümitsizliklere
düşmeyi Mehmet Akif gebermek olarak değerlendiriyor.
"Dünyada
inanmazdım, hani görsem de gözümle "
İmanı olan kimse gebermez bu ölümle Ey dibdiri meyyit, iki el bir baş
içindir. Davran sana ellerde senin, başda senindir."
Ne ile yapayım
diyenlere cevap veriyor. İki el bir baş içindir, bir başın varsa Rabbim iki
tane de el vermiş. Bir baş içindir, davransana, eller de senin, baş da
senindir. Baş senin el de senin öyle ise bir başını Allah yolunda kullanacak
iki tane de el vermiş Allah (c.c). Ümitsizliğe düşme, çünkü ümitsizliğe
düşenler ancak kâfirlerdir diyor Allah (c.c.)
Dikkat edin Yusuf
(a.s.)'ın kıssası anlatılıyor, ama bizim de hayatımızda olayları iyi
araştırmamız gerekiyor. Kimler, neler, ne yapıyorlar, nerede yapıyorlar, nasıl
yapıyorlar, niçin yapıyorlar? Bunlar araştırılacak ve İslâm'ın iktidar
olmasından da hiç ümitsizliğe düşülmeyecek.[82]
88-
(Yâkub'un oğulları) Yusuf'un yanına girdiklerinde: "Ey Aziz! bize ve
ailemize kıtlık dokundu. Biz değersiz sermaye ile geldik. Bize ölçek (le buğday)
ver. Bize tasadduk eyle. Şüphesiz Allah tasadduk edenleri mükâfatlandırır"
dediler.
Yusuf (a.s)'ın
kardeşleri tekrar mal almak üzere Yusuf (a.s.)'ın yanma vardıklarında "ey
devlet başkanı! Bizi ve ailemizi kıtlık sardı, kuruttu ve biz sana değersiz
mallarla geldik." Yani elimizdeki paraların, senin vereceğin karşısında
fazla bir değeri yok. Burada derler ki yani alınacak blan buğday yiyecek
maddesi, verilen altın'dır, gümüş'dür. Ama kıtlık senesinde altın ve gümüş'ün
değeri buğday kadar yoktur.
Hani Şirazi anlatır:
Çölde insanlar susuzluktan oluyorlarmış, ama kervanın çuvallarında da yakut,
mercan, inci yüklüymüş ve susuzluktan o kafile helak olmuş. Son ölen adam kumun
üzerine eliyle yazmış.
"Keşke bir bardak su
verilseydi de bütün yüklerimizi ona verseydik." Yani çölde bir çuval
dolusu altın bir bardak su karşılığında verilir mi? verilir. Burada da kıtlık
yılları var,her tarafta buğday yok, yiyecek maddesi yok ve paralarıyla
geliyorlar ama buğday karşısında değeri yok. Çünkü yenmiyor. Sana değersiz
mallarımızla geldik. Sen bize yiyecek maddeleri ver. Ve sen bize iyilikde
bulun. Yani tasadduk et. Yani aslında senin verdiğin, para karşılığında
verdiğin bile bize bir sadaka gibidir. Veya sen bize fazla fazla, paramızın
karşılığının daha fazlasını da ver. "Sadaka verenleri Allah
mükâfatlandırır" diyorlar devlet başkanına.[83]
89- Yusuf:
"Siz cahilken Yusuf'a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?"
dedi.
Yusuf (a.s.)'da
diyorki: Hani bir zamanlar siz cahildiniz, o zaman Yusuf a ve kardeşine ne yaptığınızı
biliyor musunuz. Sizin bir kardeşiniz vardı. Yusuf ve Onun da kardeşi vardı bu
ikisine neler yaptınız siz. Onu biliyormusunuz diye soruyor.[84]
90-
(kardeşleri) "Şüphesiz sen Yusuf'sun" dediler. Yusuf: "Ben
Yusuf'um bu da kardeşim. Allah bize iyilik yaptı. Kim sakınır ve sabrederse
şüphesiz Allah iyilik yapanların ecrini zayii etmez" dedi.
Şöyle Yusuf a dikkatli
baktıktan sonra yoksa sen Yusufmusun diyorlar ve "İşte ben Yusuf um ve bu
da kardeşimdir. Allah bize ni'metini lütfetti. Mutlaka kim Allah'tan sakınır ve
de sabr ederse muhakkak Allah (c.c.) iyilikte bulunanların mükâfatını eksiltmez
ve de zayii etmez" buyuruyor Rabbim.[85]
91- (Kardeşleri)
dediler ki: "Allah'a
yemin ederiz ki Allah seni bizden üstün kıldı. Doğrusu biz
hata ettik."
Kardeşleri diyorlar ki:
Allah'a yemin olsun ki Allah seni bizim üzerimize üstün kıldı ve biz hata
edenlerden olduk" diyorlar. Bunu bizim şairlerimizden biri şiirinde
kullanmış. Aynen âyet-i kerimeyi yazmış.
"Zalimlere
dedirir birgün Hz. Allah, Legad aserakellahu aleynâ"
Zalimler her ne kadar
zulümlerine devam ederlerse de birgün o mazlumlara öylesine makam ve mevki
verir ki, zalimler o zulüm ettikleri mazlumların önüne gelirler ve Yusuf
(a.s.)'ın kardeşlerinin dediğini derler. "Legad asarakellahü aleynâ"
Bir zamanlar biz güçlüydük ama şimdi sen güçlüsün ve Allah seni bize tercih
etti. Seni bize üstün kıldı derler, Allah (c.c.) diyor. Bunu aynı zamanda
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'da bu âyeti Mekke'nin fetihi günü okumuş. Mekke'yi
feth ediyor, 10 bin kişilik bir orduyla Mekke'ye geliyor. Kan dökülmeden
Mekke'yi feth ediyor. Çünkü Mekke'li müşriklerin kılıncını tutacak bilek
kalmamış. Yürekleri korkunca, bilekleri de titreyince kılıçlarını çekecek
cesareti gösterememişler ve de Mekke'yi bir kuşluk vakti kan dökmeden feth
etmiş. Dört rekath bir namaz kılmış Efendimiz (s.a.v.) bir kısım alimler diyor
ki: Bu dört rekatlı namaz kuşluk namazı diyenler, kuşluk namazına delil olarak
o hadisi getirirler. Bir kısmı da diyor ki, buna fetih namazı denir.
"Allah'ın yardımı
gelip ve fethi geldiğinde insanlar grublar halinde İslâm'a girerler. Sen onları
gördüğünde Rabbine hamd et, Rabbini teşbih et" âyet-i kerimesine uygun
olarak fetih namazı vardır ve Peygamber Efendimiz de Mekke'yi feth ettiğinde1
bu dört rekatlı namazı kılmıştır derler. Bu bizim tarihimizde böyle. Saad b.
Ebi Vakkas'da îran'ı fethettiğinde İran sarayına girer ve o ipekli halılar
üzerinde Rabbine şükreder, iki rekatlı fetih namazı kılar. Allah'ın yardımına
karşı" şükür böyle olur. Peki imansız kesim ne yapar, onlar da buna benzer
bir iş yaparlar. Her hangi bir başarılarının neticesinde onlar da ilahlarının
huzuruna giderler şöyle şöyle yaptık, böyle böyle yaptık dediğin doğrultuda
hareket ediyoruz. Ve onun için huzuruna geldik diye kendi varlıklarını ve yaptıklarını
ona arz ederler. Aynı şekildedir, insanlık tarihinde imanla küfrün, mü'minle
kâfirin yaptığı birbirine benzer aslında. Kâfir de evlenir, mü'min de evlenir.
İkisinin de yaptığı aynı şey. Mü'min de aynı işi yapıyor ama Rabbimin koyduğu
kurallar içinde yapıyor. Öbürü Rabbimin kurallarının dışında yaptığından dolayı
günaha giriyor. Müslüman da yiyor, kâfir de yiyor. Mü'minin ki sevap oluyor,
öbürü-nünki günah oluyor, O da aynı şekilde. Bütün hareketlerimiz aslında bir
ihtiyacın neticesinde yapılmaktadır. Biz Rabbimizin huzurunda secde ediyoruz.
Onlar da başkalarının huzurunda secde ediyorlar.
Hz. Peygamber 4
rekatlı namazını kıldıktan sonra Mekke'ye geliyor, Kabe-i Muazzama'nın
kapısında halka varmış oradan elini tutuyor ve insanlara; " Benden ne beklersiniz,
ne yapmamı bekliyorsunuz?" demiş. Onlar da demişler ki: "Sen Kerim
oğlu Kerimsin. Baban soylu, cömert iyi insandı, sen de öylesin, deden de öyle
idi senin. Senden iyilik-den başka birşey beklemeyiz" diyorlar. Tabii ki
bu yağcılık, ama Hz. Peygamber hissi hareket edecek değil. Çünkü Peygamberdir
Rabbimin denetimindedir. Ve o diyor ki: "Hepiniz evlerinize gidiniz.
Hepiniz hürsünüz, ben kardeşim Yusuf un dediğini derim, diyor ve 92. ayeti
okuyor.[86]
92- (Yusuf):
"Bugün sizi kınamak yok. Allah sizi afvet-sin. O merhamet edenlerin en
merhametlisidir."
Bugün size
geçmişinizden dolayı ayıplamak da yok, cezalandırmak da yok" demiş Yusuf
(a.s.) onlara. Peygamber (s.a.v.)'da bunu hatırlatmış. Biz de bugünün insanına
hatırlatıyoruz bunu. Bu âyeti çokça duyurmamız lazım.
Adamın biri bana diyor
ki: "Hocam biz içki içiyoruz, (Gazeteci, köşe yazarı adam) içkiden dolayı
duydum 80 değnek vurulurmuş. Ben bin defa içmişsem 80 bin değnek yemem
lazım" diyor. Şeriata, İslâm'a karşı oluşlarının sebebi buradan. Adam kendi
içkisini hesab ediyor, 80 bin değnek vuracaklar. Benim ölüm çıkar diyor. İçtiği
içki var, kuman var veya diğer kötülükler var. Bütün bunlardan dolayı İslâm'a
karşılar, gönüllerinden müslümanız diyorlar. Ama gelmesini istemeyiz. Niye?
Dayak yiyeceğiz diyor. Bunu hatırlatıyorum.
Kur'ân-ı Kerim'de çok
geçer "İlla ma gad selef" birçok sûrede bu geçer. "Geçen
geçmiştir" Yani İslâm geldiği takdirde geçmişinden hesaba çekmez kişiyi.
Kanun geçmişe şamil değildir diye bugün de kullanılır. İslâm hukukunda bu vardır
"İlla ma gad selef" ile ifade edilmiştir.
Günümüz hukukunda da
azçok bu vardır. Onun için İslâm kendisinin döneminde işlenmediği suçlardan
sorguya çekmez. Hatta hukuk kaidesi de vardır. Yani sorumluluklar yetkililerle
orantılıdır diye tercüme edilebilir. İslâm devletinde işlenmeyen bir suçtan
dolayı onu hesaba çekmiyor. Çünkü İslâm'ın ona olan engelleyici, önleyici
tedbirleri suç işlendiği zamanda yürürlükte olmadığından, suç işleyen adamı da
cezalandırmıyor.
"Allah sizi af eder. O
merhamet edenlerin en merhametlisidir" Yani bir Peygamber adayını kuyuya
atmaktan dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Allah'ın af etmeyeceği günah yoktur. Şirk
hariç. Af etmeyeceği günah yoktur. Öyle ise Allah af eder. Çünkü o
merhametlilerin en merhametlisidir. Demekki biz de merhametliyiz. Allah'ın
yarattıklarında da merhamet var. Onun içinde Müslim'de Peygamber (s.a.v.)'in
bir hadisi rivayet ediliyor. Allah (c.c.) merhametini 100 parçaya ayırdı, bir
parçasını yeryüzündeki canlılara verdi. 99'u ahirette, mü'minlere kendisi merhamet
edecek. Yani rahmetin ve merhametin büyüklüğüne bakın ki yeryüzündeki
canlıların, yani kedinin yavrusunu korumak için köpeğe meydan okuması vardır.
Tavuk kendi yavrusunu korumak için aslana meydan okuyor. Başka zaman korkar. Ve
insanoğlunun merhameti, diğerlerine karşı gösterdiği merhamet, Rabbimin
dağıttığı o bir merhametten herkesin hissesine düşendir. Rabbimin merhametinin
ahirette nasıl olacağını ona göre mukayese etmemiz gerekiyor.
Bunlar bize şunu
veriyor. Rabbim af ediyorsa biz niye af etmeyelim. Yani Peygamberi öldürmeye
teşebbüs etmiş adamların af edileceğini Allah (c.c.) haber veriyor. Ama biz
diyoruz ki bazı isimler Türkiye'de ve dünyada yaşayanlar, gündeme geldiğinde,
"Hocam onu Allah af et-sede ben af etmem" diyor. Bu söz büyük
günahdır. Af edecekse bana ne, sana ne. Cennet onun, af etmek onun, kul onun.
Yani o adam ne oluyor. Onun için biz, Allah (c.c.) insanlara bakış açımızı
nasıl belirtiyorsa nasıl bakmamız gerekiyorsa onu öğrenelim. Ve ona göre
hareket edelim.
Yine gazeteci arkadaşın
dediği, "500 bin vesikalı kadın ne olacak" diyor. "Af
edilecek" diyorum. Herkese birer ev, mümkün mertebe verilecek, bir
sığınacak yer verilecek ve geçimi tedarik edilecek devlet tarafından. Ve
onlara namusuyla, iffetiyle beraber yaşayabilecekleri kocalar temin
edilecektir. Yani onların evlenmesi teşvik edilecek ve de onlarla izzetli, ve
iffetli bir hayat yaşayacaklar. Peki bugüne kadar yaptıklarından dolayı?
Yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeyecekler. Çünkü bu rejimin pisliğidir
bunların yaptığı. İslâm'ın döneminde yapmıyorlar ki bunlar. Çünkü İslâm onlara
cezalandırmadan önce önlemini alıyor. O önlemler alınmamış, bunlar itilmiş ve
şimdi bunları fayda vermediği kişileri cezalandırma hakkını kendinde görmüyor
dinim.[87]
93- "Benim
şu gömleğimi götürün ve onu babamın yüzüne koyun, gözleri açılır. Ailenizle
topluca bana gelin" dedi.
Kardeşlerine diyor ki:
"Şu benim gömleğimi alınız ve onu götürünz. Ve onu babamın yüzüne koyunuz
gözü tekrar görür. Görüşü geriye gelir diyor. Sonra da ailece hepiniz bana geliniz"
diyor. "Babamı da alın, diğer kardeşlerimi de alın, çocuklarınızı alın,
hanımlarınızı alın, hepiniz bana gelin" diyor Yusuf (a.s.). Şimdi bizim
Karaman bölgesinde, baba askere gider veya gurbete gider, çocuk hastalanır.
Hastalığın adına da Ebilemiş derler manasını bilmezler. Yani babayı özlemiş de
hastalanmış anlamında kullanılıyor. Biz burdan anlıyoruz ki Yâkub (a.s.)
oğlunu özleyerek gözleri kör olmuş. Apaçık ifade, yani bu doktorlarımızın bilebileceği
bir iş. Nasıl izah ederler, onlar izah etmeseler bile, ben iman ederim bir kere
böyledir bu. Bu iş böyledir de onlar nasıl izah ederlerse bir izah getirmeleri
gerekir, araştırılması gerekir. Üzüntünün insan vücudu üzerinde etkisi
olduğunu zaten söylüyorlar. Göze de etki eder, diğer bölgelerine de etki eder
onu söylüyorlar da, kör olmuş bir gözün üzerine özlediği insanın bir eşyası
koyulduğunda gözü açılıyor.
Burada Yâkub'un (a.s.)
gözü açılıyor. Biz de de şöyle yaparlar, o çocuk "ebilemiş" ya
babasının elbiselerinden birini üzerine koyarlar veya giydirirler, veya
koklatırlar. Belki bu âyettten hareketle bunu yapıyorlardı ama bu böyledir,
kesindir demiyorum. Âyetteki doğrudur da, bizim köyün âdeti tıbbîdir diyemem.
Onun için doktorlarımızın bu konu üzerinde de biraz düşünmeleri gerekir. Yani
bu hür iradeli doktorlarımızın, yoksa batıya bağımlı doktorlarımızın değil.
Hani televizyonda bir ara seyretmiştik. Kanser ilacıyla ilgili olarak;
"Avrupalılar kabul ederse kabul ederim" diyor. Profesör, sıradan bir
doktor değil. Avrupalılar kabul ederse kabul ederim diyor. Böyle bir adamı
kabul etmekte doğru değil. Doktor değil ki profesör olmuşsun, belirli bir
seviyeye gelmişsin. Sen de bir mantığını kullan.
Biraz sonra gelecek âyet-i
kerime İslâm'a gelişte bile basiretle gelin. Gözü, körü körüne gelmeyin diyor.
Yani hür fikirli, hür iradeli, ilmi dirayeti, medeni cesareti yerinde olan
doktorların, arkadaşlarımızın bu hastalıkların tedavisinde her hastalığın
değil, özlenen özleyen bir insanın, hani sevgilisini özlemiş, hanımını
özlemiş, çocuğunu özlemiş, babasını özlemiş, kardeşini özlemiş bir insan ondan
dolayı hastalanmış. Soğuktan hastalanmışın üzerine değil, onun üzerine ne
kadar ne getirirseniz getirin farketmez. Tabii hastalığın sebebi ayrılık,
hüzün. Bu hüzün sebebiyle hastalığın tedavisi olur mu? Olabilir. Mecnun için
söylerler. Köpek görmüş, köpeğin elini ayağını kaldırır kaldırır öpermiş.
Hayrola niye öpüyorsun demişler. Leyla'nın memleketinden geldi bu köpek. Olaki
Leyla'nın ayak bastığı yerlere bunun ayağı da değmiştir diye öpüyorum demiş.
Faydası olur mu? Ben olur desem belki siz anlayamazsınız veya ben anlayamam.
Ama aşık olan anlar.[88]
94- Kervan
(Mısır'dan) ayrılınca babaları (Ya'kub): "Şüphesiz ben Yusuf'un kokusunu
buluyorum" dedi.
Kafile Mısır'dan
ayrılınca, yani Yusuf (a.s.)'ın yanında kardeşleri Yusuf u tanıyorlar. Birkaç
gün sohbet ediyorlar, gömleğini veriyor kardeşlerine, babamın yanına gidin
gömleği gözüne bırakın. O görecektir. Tekrar ve tekrar siz bana annem babam ve
bütün ailenizle geliniz diyor.
Derken kafile merasimle
uğurlanıyor, şehirden ayrılınca Yâkub (a.s.) diyor ki: "Kenan ilinde sen
abuk sabuk konuşuyorsun demezseniz ben size birşey söyleyeyim: Ben Yusuf un
kokusunu alıyorum diyor. Aradaki mesafe benim hesab edebildiğim kadar 520 km.
mesafeden Yâkub (a.s.) oğlu Yusufun kokusunu alıyor. Malum bugün televizyon
renkleri naklediyor, sesi de naklediyor, kendi görüntüsünü naklediyor. Ama
henüz kokuyu nakledemiyor. Ama nakledeceğine inanırım, birgün gelip bunu da
nakledeceğine inanırım. Çünkü Allah (c.c.) burada kokunun bir yerden bir yere
nakledildiğini haber veriyor. Bu Yâkub (a.s.)'ında Rabbimin bir mucizesidir.
Peki televizyonda kokuyu da
naklederlerse Yâkub (a.s.)'ın mucizesi, değerini kaybeder mi? Etmez. Çünkü
Yâkub (a.s.) vasıtasız kokuyu alıyordu. Bunlar bir elektronik akımla, bir
vasıta ile bu işi sağlayacaklar. Peygamber'in yaptığı bir iş, tabii vasıtasız
yapıldığından dolayı, hiçbir vakit mucizeler geçilmeyecektir. Onu söyleyeyim.
Yani tabiat kanunlarının dışına çıkılarak yapılan iştir. Tabii o da Rabbim'in
on lara vermiş olduğu bir lütufdur o. Ama insanların yaptığı ise tabiat ka
nunları kullanılarak keşf edilerek yapılıyor ve hiçbir vakit mucize geçi
lemiyor. Ama bu âyet-i kerime bizim veya Batılı ilim adamlarının uf kunu açar.
Hani diyorum ya Kur'ân-ı Kerim okuyun, her halükârda ne okumak istiyorsanız,
hangi dalda kitap okumak istiyorsanız Kur'ân-Kerim okuyun. Bir kurgu bilim
kitabı okumak isteyen adam yine dt Kur'ân okusun. Çünkü Kur'ân-ı Kerimde kurgu
bilimcilerin hayal ede mediklerinin hakikat olduğunu yazıyor Rabbim bize.[89]
95- (Yanındakiler): "Allah'a
yemin olsun ki sen
esk şaşkınlığın içindesin" dediler.
Diyorlar ki:
"Allah'a yemin olsun ki, köylüler, şehirliler, etrafındaki insanlar
diyorlar ki, Allah'a yemin olsun ki sen hala eski şaşkınlığın-dasın" diyorlar
Yâkub (a.s.)'a. Çünkü o Yâkub (a.s.) Yusufunu fazla seviyor ve Onun gitmesinden
dolayı hüznü devam ediyorduya, şimdi kokuyu alıyorum ya Yusuf un kokusunu
alıyorum derken diyorlar ki: "Yine sen şaşkınlığın da devam ediyorsun.
Yahu Yusuf dan ümidi kes artık" diyor. Çevresindeki insanlar.[90]
96- Müjdeci
gelip onu (gömleği) yüzüne koyunca derhal görmesi geri geldi. Yâkub: "Ben
size : "Allah'dan sizin bilmediklerinizi bilirim" demedim mi?"
dedi.
Müjdeci gelince,
müjdeci deriz. Biri askerden geldi mi eskiden gören kişi koşarak gelir ve
müjde müjde oğlun askerden geliyor der. Tabii onlar da bir hediye verirler
müjdeciye. Müjdeci gelince o gömleği Onun, Yâkub (a.s.)'ın yüzüne bıraktı,
hemen gözü geriye geldi. Gözünün görmesi geriye geldi. Ben size demedim mi,
ben sizin bilmediğinizi Allah'ın bildirmesiyle biliyorum demedim mi? diyor.
Yani Yusufun sağ olduğunu biliyordum. Ben ümidimi hiç kesmedim. Siz ise,
Yusufun öldüğünü zannediyordunuz, ama sizin bilmediğinizi ben bilirim.[91]
97- Dediler
ki: "Ey babamız! Sen bizim
günahlarımızın bağışlanmasını dile. Gerçekten biz hata ettik."[92]
98- Ya'kub:
"Sizin için Rabbime
istiğfar edeceğim. Şüphesiz
Gafurdur, Rahimdir.
Bu âyet-i kerime bize
şunun da delilidir. Benim içinde dua et diyoruz ya onun delilidir. Bazı arkadaşlar
"herkes duasını kendisi yapar, kimse kimseye dua edemez" gibi Kur'ân
okumadan fetva verirler. Bir insan diğer insana dua eder. Dua etmesi için
istekte bulunabilir. Yani
benim için Allah'a
istiğfar et, benim içim de dua et diyorsun. Hacc' gitmekte olana benim içinde
orada dua et, Arafatta dua et, Kabe'de du et diyorsunuz. Veyahut da sâlih
bildiğiniz zata, günahlarım çoktur be nim, benim için de Rabbime istiğfar
etseniz. Kendisi de edecek yalnıs sen yap da ben yapmayayım anlamında değil.
Yâkub (a.s.)'ın çocuklaı edecekler de yani bizim varacak yüzümüz yok,
Rabbimize. Biz yine vz racağız da, hani bizim dualarımız reddolunur.
Hoşuma gider ama
kaynağını kesinlikle görmedim. Sağlam hadi olarak görmedim. "Günah
işlemediğin ağızla dua et" demiş Allah (c.c Musa (a.s.)'a. Ya Rabbi demiş.
Biz ağzımızla günah işliyoruz, yani gi nah işlemedik ağzı nerede bulalım. Bir
başkasına iyilik yaparsan o d senin için dua eder. Sen o ağızla günaha girmedin
ya, o günaha girme diğin ağızla dua etmek demektir. Yani insanlara dua ettirici
iş yaprm mız gerekiyor. Adam ömründe hiç iyilik yapmamış, kimse ona dua e
memiş, Ölünce kabir taşına yazmışlar "Ruhuna fatiha deyin". Mez taşı
ile dua istiyor, bana yardım edin diyor. Öyle değil, bu dünyada 05 leşine
iyilik yapın ki sizin için binlerce ağız size dua etmiş olsm İnsanlar etmese
bile kuşların etmesi yine yeterlidir.[93]
99- Yusuf'un
yanına girdiklerinde babasını ve annesin kucakladı: "Allah'ın dilemesiyle
güven içinde Mısır'a giri dedi.
Yusuf (a.s.) Mısır'a devlet
başkanı olduktan sonra kıtlık yılları c atlatılınca Mısır'da tamamen emniyet
temin edilmiş. Kişi malını soka| koyuverse alıcısı yok, calicisi yok. Yani öyle
bir ortam meydana gelm bu şehre emniyet içinde girin. Bu şehir emniyet
altındadır, malınız en niyet altındadır, namusunuz emniyet altındadır, güven
içindedir diye Yusuf (a.s.).
Bugün bakıyoruz
teknoloji çağı ve insanlar birbirlerini daha iyi tan yorlar, daha iyi
anlaşıyorlar. Hani konuşa konuşa tanışırmış insanlar; öyle konuşma ki,
televizyon vasıtası ile Amerikalıyla, Japonlu'yu Çiniyle konuşuyoruz
anlaşıyoruz. Daha bir emniyette olmamız gen kirken, Amerika ki memlekette orada
okuyan arkadaşlar belirli saattt sonra Amerikalıların sokağa çıkamadıklarını,
çıkarlarsa bile canların emniyet altında olmadığını ifade ediyorlar. Hele hele
bazı sokakl daha belalı sokaktır diyorlar.
Ama binlerce yıl önce
bir Peygamberin devlet başkanı olduğu yer< herşey can, mal,ırz, namus
emniyet altında olduğunu âyeti-i kerimedt
görüyoruz. Bunu ne ile
sağlıyor? Polis teşkilatıylamı? Değil. Her fert kendi dinini korumakla görevli.
Devletini korumakla görevli hissettiği an emniyet sağlanıyor. Onun için takvayı
tarif etmiştik. Takva, yani muttaki insan vardır, mü'min insan vardır. Mü'min
insan; inanmıştır ve emredilenleri yapmaktadır. Muttaki insan ise; kendisinin
farz olarak yapılması gerekenleri yaptığı gibi.
Misali şöyle verelim.
Bir müslüman devlette, filan dairede küçücük bir memur saat 8'de.n, 5'e kadar,
5'de bitince, tam 5'i doldurunca evine ayrılabilir. Günaha girmez. Bu mü'min
insanın yapacağı şeydir. Muttaki insanın yapacağı ise daha burada yapılacak
işlerim var. Yarın insanlar sıra beklememeli, kuyruğa girmemeli diye işlerini
devam ettiriyorsa daireden çıktıktan sonra yolda giderken dinimin hoşlanmadığı
bir işi yapılırken görürse ona müdahale ederse bu adam muttaki insandır. Her
insan biribirinin kontrolündedir.
Böyle bir ortamı
meydana getirdik mi orada emniyet vardır. Peygamber Efendimiz diyor ya;
"çok geçmez bir insan Aden'den, Hadramut'a kadar gider de, koyununu kurdun
kapmasının dışında hiçbirşeyden korkmaz."[94]
Dağdaki kurta da birşey yapılamaz ya. Kurt belki koyunu kapar, onun endişesi
olur, ama onun dışında canına, malına , insan tarafından saldın olacağı
endişesi ona gelmez diyor. İslâm'ın sağladığı emniyet.[95]
100-
Babasını ve annesini tahtın üzerine kaldırdı ve hepsi Onun için (şükür)
secdesine kapandılar. Yusuf: "Babacağım, işte daha önceki rüyamın yorumu.
Rabbim onu gerçek kıldı. Beni hapisden çıkardığında şeytan, kardeşlerimle
benim aramı bozduktan sonra sizi çölden getirmekle Rabbim bana iyilik yaptı.
Şüphesiz Rabbim dilediğine lütfedendir. O herşeyi bilen, hikmetle
hükmedendir."
Anne ve babasını
kürsi, yani devlet başkanlığı koltuğunun yanına kadar kaldırdı, yükseltti
oralara oturttu. Hepsi birden Yusufa (a.s.) saygıyla selâm durdular. Burada
"Secde" kelimesini alimlerimiz saygı selâmında, yani devlet başkanına
gösterilen saygı, secdeye kapanma, yere eğilme değildir diyorlar. Hafif şöyle
eğilerek selamlamada bulundular. Yusuf (a.s.) dedi ki: "Ey babacığım!
benim daha Önce gördüğüm rüyanın işte te'vili budur." Hani sûrenin başında
"Babacığım ben rüyamda 11 yıldız, ay ve güneşin secde ettiğini gördüm
demişti. Şimdi hatırlatıyor, daha önce görmüştüm bu rüyayı. İşte o rüyanın
te'vili budur. 11 tane oğlan kardeş, bir anne, bir baba. Baba güneş gibi, anne
ay gibi, 11 tane oğlan kardeş yıldız gibi, Yusuf (a.s.)'ı saygı ile selamlıyorlar.
Efendimiz'in
"Benim Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu
bulursunuz" diyor. ( Beyhaki ve Deylemiden nakleden Keşfül Hafa l32 Fakat
memlekette çok iyi niyetli olup ta fazla Kur'ân ve Sünnet okumayan, işi aklı
ile halleden, çok zeki arkadaşlarımız var. Zamanlan yok Kur'ân okumaya veya
hadis okumaya. Ama yolda giderken hep herşeyi kendi kafasına göre ayarlayıp,
şeriat budur diyerek hareket eden arkadaşlarımız var. Sonu iyi olacak onların.
Bu delikanlılık çağı geçince Kur'ân-ı Kerim'i okumaya başlayınca durum
değişecek tabii. Onun için severim o kerataları. Şöyle bir aklına vuruyor,
Sahabenin birini sevmiyor ya; "olmaz bu. Benim Peygamberim böyle laf
etmez." diyor Yahu burada Yusuf (a.s.)'ın rüyası ile Yusufu kuyuya atanlar
yıldıza benzetilmiş. Müslüman bunlar, Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri de müslüman.
Çünkü bu Peygamberin çocukları ve yaptıklarını anlıyorlar, biz hata ettik
baba, bizim için istiğfar et diyorlar. Bunlar da Yusuf (a.s.)'ın Ashabı
oluyorlar, bu adamlar.
Ve Rabbim rüyamı
gerçek kıldı. Beni hapishaneden çıkardığında Rabbim bana iyilikte bulundu
diyor. Beni hapishaneden çıkardığında iyilikde bulundu diyor da. kardeşleri 11
kardeş, babayla annede var yanında, beni kuyudan Allah çıkardığında Allah bana
iyilikte bulundu demiyor. Niye? Kardeşlerinin hatasını hatırlatmıyor. Şimdi
Rabbinin ni'metlerini sayıyor, kendi üzerindeki ni'metlerini. Rüyamı gerçek
kıldı, hapishaneden çıkardı iyilikte bulundu ve sizi çölden bana getirdi.
Şeytan benimle kardeşlerim arasına vesveseyi attıktan sonra sizi çölden
getirdi Rabbim. Ve bana iyilikte bulundu diyor. Ama o kuyuyu hatırlatmıyor.
Şimdi sizde babanızın
mirası nedeniyle veya babanız sağ ise büyük ağabeyime veya küçük kardeşime
parayı fazla verdi de bana vermedi. Ona sermaye verdi de bana vermedi diye
kardeşlerinizle kavga etmiş olabilirsiniz.
Mutlaka barışacağız,
barıştıktan sonra o günü hatırlatmayacağız. Geçmişi unutun. Yani hatırınızdan çıkarın
diyemem, unutulmaz bazı olaylar çıkmaz ama onu hatırlatmayın. Yani geçmişte
biri hata etmişse
onu hiçbir vakit
gündeme getirmemeye dikkat edin. Yusuf (a.s.)'da başkalarının kendisine yaptığı
kötülüğü söylüyor. Beni hapishaneye attılar, oradan çıktım, bu Rabbimin bir
lütfü keremidir diyor. Dilediğine Rabbim latifdir, ince muamele eder, yumuşak
muamele eder Rabbim. O herşeyi bilendir, hükmedendir, hükmünde hikmet sahibi
olandır diyor Yusuf (a.s.). Ve Rabbine dua ediyor. Yani bir insan dünyalık
kazanmış, devlet başkanı anne ve babası yanına gelmiş. Kürsi yani devlet
başkanlığı koltuğunun bir tarafında babası, bir tarafında annesi, şöylece
çevrili kardeşleri oturmuş. Yani bir insanın hayatta arzu edeceği her-şey var,
para var, saltanat var, Peygamberlik var, eş var, çoluk var, çocuk var,
kardeşler... Hepsi karşılıklı oturmuşlar. Böyle bir insan Rabbinden ne ister.?[96]
101-
"Rabbim sen bana mülk (ülke ve yönetimini) verdin ve bana olayların
yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim
dostum Sensin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat"
dedi.
Ey benim Rabbim! Sen bana
saltanat verdin, yani otoriteyi bana teslim ettin, yurt verdin, yurdun
yönetimini bana verdin, olayların ve rüyaların tefsirini bana öğrettin. Genelde
tefsircilerin bir çoğu rüya diye tefsir ediyorlar. Rüyaların tefsirini bana
öğrettin, aynı zamanda "eha-dis" kelimesi "hadis"in
çoğuludur. Olayların da yorumunu bana öğrettin diyor. Öyle ya rüyaların
yorumunu yaptığı gibi olayların da yorumunu yapıyor Yusuf (a.s.). Bu işin
neticesi şuna varır. Bugün tedbirimizi alalım, 7 sene kıtlık, 7 senede bolluk
olacaksa ne demektir. 7 senelik bolluk zamanında depolarda malları depo edip
ilk defa toprak mahsulleri ofisini kuran Yusuf (a.s.)dır. Ve onları 7 sene
biriktirdikten sonra kıtlık yıllarında harcamayı teklif eden ve bunu
başardıktan sonrada devlet başkanlığını bana teslim et, bu işi yapacak
otoriteye ve bilgiye sahibim diyen Yusuf (a.s.)'dır Olayların yorumunu da
Rabbimden en güzel şekliyle öğrenmiş.
Yeri ve göğü modelsiz
olarak yapan. Önce biri yapmışta, sen ona benzeterek değil, modelsiz yaratan
Ö'dur. İnsanlar sanatkardırlar, yazardılar, çizerdirler, heykeltraştır,
ressamdırlar. Fabrikayı kuran, motoru yapan adamı, kendinden önce birinin
yaptığını, Allah'ın yarattığını kendine model seçiyor. Yani gemiyi yapan Nuh
(a.s.) için söylenir.
Hayvanın kaburgasını
nazarı itibare alarak yaptığı söylenir. Uçağı yapanlar da havada uçan kuşları
kendilerine örnek kabul ettiler. Bu kuş nasıl uçuyor, kanatla uçuyor. Hala
bütün uçakların hemen hemen bir çoğu tip olarak kuşa benziyor, kanatlan var,
gövdesi var, önü arkası ayakları var. Yani insanların yaptığı herşey Allah
(c.c.)'m yaptığından mülhemdir. Ondan alınmadır. Allah (c.c.) yarattığının
modeli yoktur.
"Ya Rabbi dünyada
da dostum ve yöneticimsin, ahirette de dostum ve yöneticim sensin ya Rabbim.
Son arzum nedir? Ya Rabbi beni müslüman olarak öldür. Yani dünyada bir devlet
başkanlığı var. Mısır sultanlığı var, anne baba yanında, herşey hazır ama
benim senden isteğim, Müslüman olarak Öldür, sâlihler arasına kat" diyor.
Bizim de isteyeceğimiz
budur. Müslüman olarak ölmek ve bu dünyada da ahirette de sâlih insanlarla
beraber olmak, öbür dünyada sâlih insanlarla beraber olmak, öbür dünyada sâlih
insanlarla beraber olmanın yolu bu dünyada sâlih insanlarla beraber olmaktan,
komşularımızı, dostlarımızı, alışveriş yaptığımız insanları, beraber
yürüdüğümüz insanları seçerken dinine bağlılık oranına dikkat edelim.[97]
102- Bu sana
vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar işleri üzerinde toplanıp tuzak
kurarlarken sen onların yanında değildin.
Şimdi Yusuf (a.s.)'ın
kıssası bitiyor ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'a yöneliyor. İşte bunlar gaybın
haberleridir. Sana biz Yusuf (a.s.)'m kıssasını anlattık ama bütün bunlar
gaybdan haberlerdir. Biz sana vahyettik, onlar bir konu, bir iş üzerinde bir
araya geldiklerinde ve onlar Yusuf (a.s.)'a tuzak kurarlarken sen onların
yanında değildin. Yani bu konuda bilgin yoktu görmedin ama görmüş gibi bir
bilgi sahibi oldun, bizim sana vahyetmemiz sebebiyle sen bilgi sahibi oldun.
Başında söylemiştik,
yahudilerin Yusuf (a.s.)'in kıssası hakkında bilgileri var. Şu anda yahudilerin
okumakta olduğu Tevrat'ta ve tekvin bölümünde Yusuf (a.s.)'la ilgili bilgi
verilir. Ama Kur'ân'a uyan tarafı var, Kur'ân'a uymayan tarafları vardır.
Mesela Yâkub (a.s.)'ı Peygamber olarak pek göstermez. Cahil kaba saba önünü
arkasını bilmeyen bir adam olarak değerlendirilir, ve de Yusuf (a.s.)'la
ilgili hoşa gitmeyen ifadeler, hoşa gitmeyen durumlar. Bu yahudilerin Yusuf
(a.s.)'la ilgili bilgileri varya, Mekkeli müşriklere sizinki Peygamber mi, evet
Peygamberim diyor. Peki öyle ise Yusuf hakkında ne biliyormuş söylesin bakalım
diyorlar. Yusuf u niye tercih ediyorlar, Yusuf (a.s.)'ın yaşadığı yer Mısır.
Mısır'la da Mekke halkının fazla bir ilişkisi yok. Şam'la var, Şam'la alışveriş
yapıyorlar, Şam'dan Yemene var ticari alışverişleri. Mısır biraz sapa geliyor,
Mısır'la kültür alışverişleri yok. Peygamber Efendimiz de Mısır'a gitmedi
hayatında, Şam'a kadar geldi, ama Mısır'a gitmedi. Oradan Yusuf (a.s.)'ı
soruyorlar.
Ve Allah (c.c.) bu Yusuf
sûresi'ni inzal ediyor ve Peygamber Efendimiz'e Yusuf sûresi'ni baştan sona
onlara okuyuveriyor. Şimdi Peygamberimiz şöyle bir ümide düşüyor. Ben bunların
istediklerini getirdim, bunların hepsi iman etmesi gerekir diyor, ama Rabbim
diyor ki:[98]
103- Sen ne
kadar hırslı olsan da insanların bir çoğu yine de iman etmez.
Sen ne kadar hırslı
davranırsan davran, bunların birçoğu bu insanların, bir çoğu iman etmezler
diyor. Yani iman dediğimiz şey apayrı bir olay. Biz bu günün insanlarına İslâmı
anlatırken çok hırslı olacağız, ayrı Efendimizin hırsından bizde de olacak.
Kehf sûresi'nde "Neredeyse kendini helak edeceksin" diyor Allah
(c.c).[99]
Peygamber Onların müslüman olmamalarından dolayı üzüntüsünden neredeyse kendini
helak edecekti.
Peygamberimizin kendini
helak edercesine üzüldüğünü ve gayret gösterdiğini ifade ediyor. Biz ise şahsen
kendim için söylüyorum, böyle bir derdimiz yok. Yani bu insanların müslüman
olması için,
1- Bedeni gayret
göstermiyoruz.
2- Evimizde
bile düşünürken bunları düşünmemizde fayda vardır. Ve müslüman olmamalarından
üzüntü duymamızda fayda vardır. Bizi etkiler ilerideki bir zamanda daha iyi bir
gayret göstermemize etkisi olur bunun. Ama neticede müslüman olmadı görevimizi
yaparız, sorumluluktan kurtuluruz. Yani bazen ne yaptın yani on defa gittin,
yirmi defa gittin bir imansızın yanma İslâm'ı anlatmak için ne oldu..? hiç,
"bak ben gitmedim. İkimiz denkiz aynıyız" diyor. Hayır, ikimiz aynı
değiliz. Yirmi defa bir imansızın yanına İslâm'ı anlatmak için gidenin sevabı
artmıştır. Öbürününkü ise yerinde durmuşsa, ne sevap, ne günah işlememişse
zarardadır. Zaten o zarardadır.[100]
104- Sen
buna (tebliğine karşılık) onlardan her
hangi bir ücret istemezsin. O bütün alemlere bir nasihattir.
Yani bu İslâm, bu
Kur'ân nasihatten ibarettir. Sen o insanlara nasihatim yap, ama iman o ayrı
birşey. Olmayacak olan olmayacaktır.[101]
105-
Göklerde ve yerde nice mucizelere uğrarlar da yüz çevirerek geçerler giderler.
Göklerde ve yerde nice,
Allah'ın âyetleri vardır. O insanlar o âyetlere uğrarlar, görürler,
burunlarıyla koklarlar, gözleriyle görürler veya kulaklarıyla duyarlar veya
elleriyle tutarlar da; onlar ondan yüz çevirirler. Yani Allah'ın âyetlerini
delillerini gördükleri halde yüz çevirirler, Allah'ın 2 türlü âyeti vardır.
1- Tekvini
âyetler ki tabiattaki âyetler denizi, yıldızı, çiçekleri, böcekleri, dağı,
ovası, hayvanı. Her çeşit yaratılmış Allah'ın bir âyetidir. Âyet bir şeye
işaret eden anlamındadır. Her gördüğümüzde Allah'a işaret ediyor. Hani çınarın
yaprağı diyor ki bunu Amerika'nın teknolojisi ile Japon'un teknolojisi, Çin'in
teknolojisi bir araya gelse bir daha yapamaz. Öyle ise bunu Allah yapar, onlar
yaparlarsa naylondan yapıyorlar. Öyle ise çınarın yaprağı diyor ki: "Beni
Allah yarattı, hep aynı şekilde yaratılıyorum." Yani Hz. Adem'den bu güne
kadar da şekil değiştirmediğine göre Allah birdir, iki olsaydı zaten değişiklik
olurdu. Kalın yapardı, ince yapardı filan. Ama bütün bunları gördüğü halde yüz
çeviriyor bu insanlar.
2- Bir de
Teşrii âyetler vardır ki Kur'ân'daki âyetlerdir. Okuduğumuz, amel ettiğimiz,
hayatımıza tatbik etmek için çalıştığımız bu âyetlere de teşrii âyetler
diyoruz. Öyle ise biz insanlara İslâm'ı anlatırken bir Teşrii âyetler olan
Kur'ân âyetlerini bilerek anlatacağız bir de Tekvini âyetleri olan yer ve
gökteki âyetlerinden deliller getirerek anlatmaya çalışacağız.
106- Onların
çoğu Allah'a ortak koşmadan iman etmezler.[102]
107- Onlar,
Allah'ın azabından (herkesi) kaplayacak olandan veya onlar farkına varmadan
onlara ansızın geliverecek olan Kıyametten emin mi oldular.
Allah'ın azabının
onları dürüvermesinden eminmidir onlar. Yani Allah'ın azabı geliverebilir
onlara gelmeyeceği konusunda emniyet altında mıdırlar. Yani bir yerden
güvencemi aldılar ki Allah'ın azabının gelmesinden emin haldeler veya ansızın
Kıya metin kopuvermesinden eminler mi? Onlar bilmeden farkına varmadan ansızın
Kıyametin kopuvermesinden emin midirler? Allah'ın azabı:
1- Bu
dünyada bazı azâblar vardır. Nedir bu? Kâfirin elinden saltanatın gitmesidir.
Yönetimin kâfirin elinden alınıp müslümana devredil-mesidir. Peygamber
Efendimiz'in Mekke devletinde olduğu gibi. Geliyor Mekke devletinin saltanatına
son veriyor ve bu günden sonra İslâm burada tatbik edilecektir diyor. İnanmayan
kâfirler için bu bir büyük azâbdır. Ve Rabbim de bunu haber veriyor. Onlara
Allah'ın azabının gelmesinden eminler mi? Bak burada Yusufu öldürmeye teşebbüs
eden ve biz güçlüyüz diyenler, biz güçlü kuvvetliyiz diyenler zayıf gördükleri
kardeşlerinin karşısında saygı ile eğildiler. Bu da onlar için bir azâbdır.
Gerçi bunlar iman ettikleri için kurtardılar. Veya ölümlerinin gelmesinden
eminler mi, Kıyametin gelmesinden, kopmasından eminler mi?[103]
108- Deki:
"İşte benim yolum. Ben Allah'a basiretle da'-vet ederim. Ben ve bana
uyanlar da (böyle). Allah'ı teşbih ederim. Ben müşriklerden değilim.
Bugün ne diyorlar?
Gelin diyorlar, hepiniz beraber filan arkadaşın gösterdiği yolda yürüyelim
diyorlar. Yahu o arkadaş da benim gibi bir anadan babadan dünyaya geldi mi?
Geldi. O da benim gibi yiyip, içi-yormu? Evet. Öldümü? Öldü. Öyle ise niye onun
gösterdiği yolda yürüyeyim ki o da benim gibi insan. Akıl akıldan üstündür,
ben ondan daha akılhysam ne olacak? Olsun, yine ben seni dipçikle onun yolundan
gömeşini bilirim. Biz öyle demiyoruz. Biz diyoruz ki bu yol benim yomdur Yani Allah'ın yoludur ve ben Allah'a davet
ederim. Gelin Allah'ın yolundan yürüyelim. Onun dediklerim.yapalım. Peki körü
körüne mi yürüyelim? Yook. Basiretle yürüyelim. Yani yaptığınız işin farkında
olarak yürüyelim. Hangi yolda yürüyoruz? İslâm yolunda niye vuruyoruz. Dünyada
devlete, ahirette Cennete varacağız diye yürüyoruz. Ne yapmamız lazım? Şunları
yapacağız.
Yani yapacağınızı ve
varacağınız yeri bilerek yapacaksınız. Hani taklidi iman caizmidir? Bazı
mezhepler caiz değil diyor. Ama bizim Hanefi ve ehli Sünnetten bir kısım
alimlerimiz ki çoğunluk, Mukallidin imanı kabul diyor. İmamı Ebu Hanife
hazretleri de demiş. Taklidin imanı kabul ama delillerinden anlayan adamın
imanı gibi olacak diyor. Yalnız bilgisi, bir hoca varki tüm imanın temellerini
Kur'ân'dan ve hadisden biliyor. Öyle iman ediyor, onun da çocuğu okumamış,
Kur'ân ve hadisi babasının iman ettiği şeyleri aynen biliyor. Yani onun bildiği
gibi biliyor. Âyetleri bilmese bile iman edilecek şeyleri biliyor. Öyle bir
iman caizdir diyor. Yani o da bir basiret ile yürüme demek oluyor. Ben Allah'a
çağırırım; daha kimi? Bana tâbi olanlarıda, yani biziz. Bana tabi olanlar da
basiretle Allah'a çağırırlar. Basiretle çağıracağız, hem kendimiz basiretli
olacağız, hem de insanları gel katıl katıl kalabalığın içine bir. Müslüman bir
adamı İslâm'a çağırırken git bakayım şunların içerisine, öyle değil. Bunlar
müslüman topluluktur şunları şunları yapmak istiyorlar. Sen de katıl yani
yapacağın işi adama söyleyelim ne yaptığını bilsin. Allah'ı bütün noksan
sıfatlardan tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim diyor, dememizi istiyor
Allah (c.c).[104]
109- Senden
öncede şehirler halkından kendilerine vah erkeklerden başka Peygamber
göndermedik, dolaşıp kendilerinden öncekilerin
akıbetini mı? Takva sahipleri için
ahiret yurdu daha Hala
akıllanmayacak mısınız?
harek senden ÖnCe
peygamberleri erkeklerden gönderdik. Bu âyetler Peygamberlerden nic kadın olanı
yoktur diye delil getirmiş' butün Peygamberler erkeklerden gönderilmiştir. Yani
senden önceki Peygamberlerin hepsini erkeklerden gönderdik. Biz onlara vahy
ediyoruz. Şehir halkından olarak, yani gönderilen Peygamberler
1-Şehir
halkındandırlar.
2- Erkektirler.
Yani köylerden
Peygamber gelmemiş, vadiye de göçebe hayatı yaşayanlardan Peygamber
olmamıştır. Niye? Bunun izahım tefsirlerimiz yaparken, 1- insanlara
gönderilecek insanların çoğunluğu şehirde olur. 2- Hangi devlette olursa olsun
hangi millette olursa olsun kültür şehirde olur. Kültür alışverişi şehirlerde
olur. Peygamber de yepyeni bir kültür insanlara sunacak onun yayılmasını
isteyecek. Öyleyse Peygamberler şehirlerden gönderilmiştir. Peygamber
Efendimiz'in bir hadisi şerifini bize nakl ediyorlar. "Medeniyetten uzakta
yaşayan, kabirde yaşayan gibidir" buyurmuş. Sevban (R.A.)'ın rivayet
ettiği bu hadisi, Buharı "Edebüî müfredinde," Beyhaki
"sünen-inde" rivayet etmiş.[105]
Yani kültürün varmadığı
yerlerde yaşamak, kabirde yaşamak gibidir diyor. Onun için çocuklarımızı
efendim köyden kurtardık Allah'a çok şükür. Ne yaptın buraya getirince, bir
fabrikaya işçi olarak verdik veya bir daireye memur olarak verdik bunun için
getirmeyin. Şehre getirin ama burada İslâm kültürünü alacak ve insanlara yol
gösterecek diye getirin. Bu niyetlerle getirecek olursanız hem dünyalık da
alır, hemde sevaba girerler.
Onlar yeryüzünde
dolaşmazlar mı? Yeryüzünde daha öncekilerinin akibetinin ne olduğunu, nasıl
olduğunu görmezler mi? "İttika eden" Allah'tan sakınan kişiler için
ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ mı anlamayacaklar diyor Allah (c.c). Yani
Yusuf (a.s.)'ın makamı güzel, babasıyla, kardeşleriyle, çocuklarıyla efendim
dünya saltanatı ve de malıyla mülküyle fevkalâde bir imkan Rabbim diyor ki;
"Ahiret yurdu muttaki insanlar için daha hayırlıdır." Çünkü güz mevsimi
geliyor yem yeşil ağaçlar çıplaniveriyor, güller soluveriyor, herşey
oluveriyor. Var olan şey yok oluveriyor. Ve insanın hevesi içinde kalıyor ama
Cennette istenen herşey var ve de solmak, yorulmak ve korkmak endişe etmek
yok.[106]
110-
Peygamberler ne zaman (kâfirlerin imanından) ümidlerini kesmiş ve yalan
çıkacaklarını (Allah'ın yardımının gelmeyeceğini) zannettiklerinde onlara
yardımımız geldi ve dilediklerimiz
kurtarıldı. Suçlu toplumlardan
azabımız geri çevrilmez.
Bu Bakara sûresi'nde
geçmişti. Sizden öncekilerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden Cennete
girivereceğinizi mi zannediyorsunuz.?[107]
Onları belalar musibetler öylesine sarmıştı ki hatta Peygamber ve
beraberindekiler, "Ya Rabbi yardım nerede" Yani yardımdan ümit keser
bir hale geldilerdi diyor. Orada ona bir işarettir. Yani insana Rabbimin
yardımı geliyor da ne zaman geliyor, böyle sabrın son damlasına kadar gelmiş.
Diyelim ki 1 tane değil 10 bin tane kıldan yapılan bir ip vardır da bütün
kıllar kopmuş, kopmuş bir tek kıla kalmış. Ama asılıyorda; aşağıdan o da
kopuverse aşağıdan ateşe düşecek diyelim. Alt tarafınız ateş, ipinizin bütün
lifleri kopmuş, kopmuş bir tane kalmış. Allah'ın yardımının geleceğine
inanıyordunuz!.., "Senden de gelmeyecek Ya Rabbi "dediniz mi? günaha
girdiniz. O halde iken bile "Rabbim beni korur mu? korur." İp kopar
havada yine korur. Ateşi söndürür. İbrahim (a.s.)'ın ateşini güllük
gülistanlığa çevirdiği gibi çevirir yine korur, veya yakar ama ateşi bana
hissettirmez yanabilirim de çünkü yananda olmuş, ama ben acı duymam. Yanmaktan
niye korkalım ki acı duyup yanmaktan korkarız. Yani Rabbinin yardımı gelir,
azâbıda gelir. Azabını da geri çevirecek yoktur.[108]
111-
Gerçekten onların kıssalarında akıl sahipleri için ibret vardır. (Kur'ân)
uydurulan bir söz değildir. Fakat kendinden öncekileri doğrulayan, herşeyi
açıklayan, iman edecek bir toplum için hidâyet ve rahmettir.
Bu Peygamberlerin
hikâyelerinde, hayat hikâyelerinde akıl sahipleri için ibretler vardır. Bu
Peygamberlerin kıssalarım ocak başı sohbetleri yapsınlar, çocuklarını
akşamleyin uyutsunlar, hikâye olarak bassınlar, para kazansınlar gibi değil,
akıl sahiplerine ibret olsun diye Allah (c.c.)'ın indirdiğini ifade ediyor. Bu
uydurulmuş bir söz değildir Kur'ân. Bu hikâyeler, kıssalar daha önce geçmiş olayların
tasdikidir. Ve bu Kur'ân herşeyin açıklamasıdır. Helalinizi açıklar, haramınızı
açıklar, geçmişinizi açıklar, geleceğinizi açıklar, hayatta neyi nasıl
yapacağınızı açıklar. Yani kapı çalmanın adabından, devlet yönetmeye kadar,
bütün faaliyetlerinizi açıklayan kitaptır. Sapıklıktan hidâyete çıkaran ve azabından
merhametle kurtaran bir kitaptır. Kime? İman edenler için diyor. İman edenler
içindir. İman etmeyenler için faydası pek yoktur.
Bu çok önemli Bakara
sûresi'nin başında da geçmişti. Bu kitapdir, Allah'dan gelmiştir. Allah'dan
geldiği konusunda hiç şüphe yoktur ve muttaki insanlara yol gösterir diyor bu
kitap. Burada da "Bu kitap her-şeyi açıklar, insanlara hidâyettir. İman
edenlere hidâyet ve rahmettir" diyor.
Günümüzde diyelim ki
bugünlerde gündemde olan Rusya; dese ki; biz zalim yönetimi, koministliği
bıraktık ama kapitalistliği pek beğenmiyoruz. Kur'ânı araştıracağız, hoşumuza
giderse tatbikata koyacağız deseler, ama iman etmeyeceğiz deseler fayda verir
mi? Vermez. İman etmeyince olmaz. Hukuka kişi iman etmezse olmaz. Kur'ân'da
diyelim ki ceza yasası vardır. Yasalar uygulanıyor ama otoriteyi tutan adam
kâfirse kimsenin olmadığı yerde istediği gibi hareket ediyorsa, rüşvet' alınca
kimse hesaba çekmeyecek durümdaysa, otoritesi yani makam ve mevki varsa, yani
dokunulmazlığı varsa ki bunlar da vardır. İmansızların bütün yönetimlerinde bu
var. O zaman kanunlar kendiliğinden birşey yapamaz ki, yapmış olsa Kur'ân-ı
Kerim bizim evimizde birşey yapardı, duvarda asılı duruyor, yapmıyor. Yani
Kur'ân'da iman edilmeden tatbikata konulacak olsa fayda vermeyecektir. Rabbim
de buna işaret etmiş oluyor.[109]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/119.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/119-120.
Bu konudaki hadisler için bak; Buhari K.
Ahkam, bab-ü tercemetül hukkam. Ebu Davud K, ilim bah 12 hadis no;3645.
Tirmizi, İsti'zan hadis no;2716, Müsnedi Ahmed 5/186. Müşkülül Asar, Tahavi
21421. Müstedrek, Hakim 1175, 31422. bcyhaki Süneni Kübra 6/211.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/120-121.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/121-122..
[5] Buhari Ahkam 21
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/122-124.
[7] Al-i İmran 110
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/124.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/124-125.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/125.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/125-126.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/126-127.
[13] Buharı K. Merza 3
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/127-128.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/128-129.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/129-130.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/130-131.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/131-133.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/133.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/134.
[21] Müslim, Nikah bab 12, hadis
9
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/135-138.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/138-139.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139. Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa
Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/139-140.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/140-141.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/141.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/142.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/142-143.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/143-146.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/146.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/146-149.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/149.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/150.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/150-151.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/151-153.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/153.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/153-155.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/155-156.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/156-.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/157-158.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/158.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/158-159.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/159.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/159160.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/160.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/160-161.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/161-162.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/162-163.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/163-164.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/164-165.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/165-166.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/166-167.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/167-168.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/168.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/168-169.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/169-171.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/171-172.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/172.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/173-174.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/174-175.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/175.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/175-176.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/176.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/176.
[75] Nisa suresi 105-113
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/177.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/177-178.
[78] Müzemmil 17
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/178-179.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/179.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/179-180.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/180-181.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/181-182.
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/182-184.
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/184-185.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/185-186.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/187.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/187-188.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/188-189.
[94] Buharı, Menakıp 125
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/189-190.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/190-192.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/192-193.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/193-194.
[99] Kehf 16
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/194.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/194-195.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/195.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/196.
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/196-197.
[105] Bakınız, Keşfül Hafa 21 355
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/197-198.
[107] Bakara 214
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/198-199.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/199-200.