YUSUF SURESİ 5

Surenin İsmi ve Nüzul Sebebi: 5

Önceki Sure ile İlişkisi: 5

Surenin Muhtevası: 5

Hz. Yusuf (a.s.) Kıssası 6

Hz. Yusuf (a.s.)'un Nesebi: 6

Hz. Yusuf (a.s.)'un Kuyuya Atılması: 6

Hz. Yusuf (a.s.)'un İmtihanı: 6

Mısır Azizi'nin Hanımının Hilesi: 6

Hz. Yusuf (a.s.)'un Hapse Atılması ve Orada Dine Davet Etmesi: 7

Kralın Rüyası: 7

Hz. Yusuf (a.s.)'un Zindandan Köşke Gelişi: 7

Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşlerinin Ondan Buğday İstemeleri: 8

Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşini Yanında Alıkoymak İçin Yaptığı Hile: 8

Hz. Yusuf (a.s.)'un Asılsız Hırsızlık Olayı: 8

Kardeşlerin Tanışması ve Ailenin Buluşması: 8

Hz. Yusuf (a.s.) Kıssasından Alınacak İbret ve Öğütlen. 9

Kur'an-ı Kerimin Arapça Oluşu, Kur'an Kıssasının Önemi 10

Belagat: 10

Kelime ve İbareler: 10

Nüzul Sebebi 10

Açıklaması 11

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 11

Hz. Yusuf (A.S.)'Un Rüyası Ve Hz. Yakup (A.S.)'Un Bu Rüyayı Tabir Etmesi 12

İ'râb: 12

Belagat: 12

Kelime ve İbareler. 12

Ayetler Arası İlişki 13

Açıklaması 13

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 14

Yusuf Ve Kardeşleri 15

Yusuf u Kuyuya Atmak İçin İttifak Etmeleri 15

Kelime ve İbareler: 15

Ayetler Arası İlişki 16

Açıklaması 16

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 17

İltikatın Hükmü: 17

Hz. Yusuf (A.S.)'un Kardeşlerinin Planlarını İcra Etmeleri Ve Durumu Babalarına Kapalı Bir Şekilde Anlatmaları 19

İ'râb: 19

Belagat: 19

Kelime ve İbareler: 19

Ayetler Arası İlişki 20

Açıklaması 20

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 21

Hz. Yusuf (A.S.)'un Kurtulması Ve Vezirin Evinde İkrama Lâyık Olması, 23

Hz. Yusuf (A.S.)'ın Kovaya Tutunması Ve Kafileyle Yola Çıkması 23

İ'râb: 23

Kelime ve İbareler: 23

Ayetler Arası İlişki 24

Açıklaması 24

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 25

Hz. Yusuf (A.S.)'un Mısır Sarayına Varması Ve Kendisine Peygamberlik Verilmesi 25

Kelime ve İbareler: 25

Ayetler Arası İlişki 26

Açıklaması 26

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 27

Hz. Yusuf (A.S.) Ve Vezirin Hanımı 28

Belagat: 28

Kelime ve İbareler: 28

Ayetler Arası İlişki 29

Açıklaması 29

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 32

Haberin Şehrin Kadınları Arasında Yayılması, Vezirin Hanımının Kadınlara Yaptığı Planı, Hz. Yusuf (As.)'Un Zindana Atılması 33

İ'râb: 33

Belagat: 33

Kelime ve İbareler: 33

Ayetler Arası İlişki 34

Açıklaması 34

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 37

Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindanda Hak Dine Davet Etmesi 37

Belagat: 38

Kelime ve İbareler: 38

Ayetler Arası İlişki 39

Açıklaması 39

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 40

Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindandaki İki Arkadaşının Rüyalarını Tabir Etmesi, İkisinden Kurtulacak Olana Yaptığı Tavsiye  41

Kelime ve İbareler: 41

Ayetler Arası İlişki 42

Açıklaması 42

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 43

Hz. Yusuf (A.S.)'un Kralın Rüyasını Tabir Etmesi 43

Belagat: 43

Kelime ve İbareler: 44

Ayetler Arası İlişki 44

Açıklaması 44

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 45

Kralın Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindandan Çıkarılmasını Emretmesi Ve Hz. Yusuf (A.S.)'un Suçsuzluğu Sabit Oluncaya Kadar Zindandan Çıkmaması 46

Kelime ve İbareler: 46

Ayetler Arası İlişki 47

Açıklaması 47

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 48

Kötülüğü Emreden Nefis. 49

Kelime ve İbareler. 49

Ayetler Arası İlişki 49

Açıklaması 49

Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 49

Yusuf (A.S.)'ın Yöneticiliğe Ve Maliye Bakanlığına Getirilmesi 50

Kelime ve İbareler: 50

Ayetler Arası İlişki 50

Açıklaması: 50

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 51

Ya'kup (A.S.)'In Oğullarının, Kardeşleri Yusuf (A.S.)'Dan Buğday Satın Almaları Ve Yusuf (A.S.)In Kardeşini Getirmelerini İstemesi 52

Belagat: 52

Kelime ve İbareler: 52

Açıklaması 53

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 54

Yusuf (A.S.)'In Kardeşlerinin Bünyamin'i Kendileriyle Göndermesi İçin Babalarıyl Görüşmeler. 54

Kelime ve İbareler: 55

Ayetler Arası İlişki 55

Açıklaması 55

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 56

Yakup (A.S.)'In, Çocuklarına Mısır'a Değişik Kapılardan Girmelerini Tavsiye Etmesi 56

Belagat: 57

Kelime ve İbareler: 57

Ayetler Arası İlişki 57

Açıklaması 57

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 58

Yusuf (A.S.)'In Kardeşi Bünyamin'i Tanıması Ve Yanında Kalması İçin Tedbirler Alması 58

Belagat: 59

Kelime ve İbareler: 59

Ayetler Arası İlişki 59

Açıklaması 60

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 61

Hırsızlık İddiası Konusunda Yakup (A.S.)'ın Çocuklarıyla Yusuf (A.S.) Ve Babaları (A.S.) Arasında Geçen Sert Tartışmalar  62

Belagat: 63

Kelime ve İbareler. 63

Ayetler Arası İlişki 64

Açıklaması 64

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 66

Kardeşlerin Yusuf'u Tanımaları Ve Hatalarını İtiraf Etmeleri; Yusuf (A.S.)Tn Da Onları Affetmes. 68

Kelime ve İbareler: 69

Ayetler Arası İlişki 69

Açıklaması 69

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 71

Yakub (A.S.)'ın, Yûsuf (A.S)'ın Kokusunu Haber Vermesi Ve Müjdecinin Müjdesiyle, Bu Haberin Gerçek Olduğunun Anlaşılması 72

Belagat: 72

Kelime ve İbareler: 72

Ayetler Arası Îlişki 73

Açıklaması 73

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 73

Yakub (A.S.) Ailesinin Mısır'da Buluşması 74

Belagat: 75

Kelime ve İbareler: 75

Ayetler Arası İlişki 75

Açıklaması 75

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 76

Kapsamlı Bir Dua. 77

Kelime ve İbareler. 77

Açıklaması 78

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 78

Muhammed (S.A.) Peygamberliğinin İspat Edilmesi 78

Belagat 79

Kelime ve İbareler. 79

Ayetler Arası İlişki 79

Açıklaması 79

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 81

Kur'an Kıssalarından Alınacak İbretler. 82

Kelime ve İbareler: 82

Ayetler Arası İlişki 82

Açıklaması 82

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 85


Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

 

YUSUF SURESİ

 

Surenin İsmi ve Nüzul Sebebi:

 

Sure, Hz. Yusuf (a.s.)'un kıssası anlatıldığı için bu ismi almıştır.

Rivayet olunduğuna göre, Yahudiler Rasulullah (s.a.) Efendimize Hz. Yu­suf (a.s.)'un kıssasını sormuşlar, bunun üzerine bu sure nazil olmuştur.

Hakimin rivayetine göre Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor: Peygamberi­miz (s.a.)'e Kur'an nazil olmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.) müslümanlara inen ayetleri okuyor, anlatıyordu. İnsanlar "Bize kıssa anlatsan, olmaz mı?" de­diklerinde, "Biz sana kıssa anlatacağız." (Yusuf, 3; Kehf, 18/13) ayeti nazil ol­du. Bir müddet daha Kur'an'ı okumaya devam etti. İnsanlar "Bize konuşma yapsan, rivayette bulunsan, olmaz mı?" dediler. Bunun üzerine "Allah sözün en güzelini indirmiştir." (Zümer, 39/23) ayeti nazil oldu. Bu sure, Mekke'de Pey­gamberimiz (s.a.)'in Kureyşlilerle yaptığı mücadelenin şiddetlendiği krizli gün­lerde, değerli pak zevcesi Hz. Hatice (r.a.) ile kendisine yardımcı ve destek olan amcası Ebu Talib'i kaybettiği üzüntü yılından sonra nazil oldu.

Nüzul sebebi hakkında rivayet edilmiştir ki, Mekke kâfirlerinden bir kıs­mı Yahudilerle karşılaşmış, Hz. Muhammed (s.a.) hakkında konuşmuşlardı. Yahudiler Mekkeli kâfirlere "Ona sorun, Hz. Yakup (a.s.) ailesi niçin Şam diya­rından Mısır'a göçtüler. Ayrıca Hz. Yusuf (a.s.)'un kıssasını da sorun" dediler. Mekkeliler de bu soruları sordular. Bunun üzerine bu sure nazil oldu.

Yusuf suresi Mekkî (Mekke'de inen) sure olmasına rağmen üslûbu gayet sade ve mana dolu, ünsiyet, rahmet ve letafet hususiyetleri taşıyan bir suredir. Diğer Mekkî surelerde hakim unsur olan uyarı, korkutma ve tehdit damgası taşımamaktadır.

Atâ diyor ki: Üzgün bir kimse yoktur ki, Yusuf suresini dinleyip de huzura kavuşmasın.

Beyhakî'nin Delâil'de İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Yahudilerden bir grup Rasulullah (s.a.)'ın bu sureyi okuduğunu işittiklerinde, ellerindeki ki­taba uygunluğu sebebiyle İslâm'ı kabul ettiler. [1]

 

Önceki Sure ile İlişkisi:

 

Bu sure Hûd suresinden sonra nazil olmuştur. Her iki surede de geçmiş peygamberlerin kıssaları ve Peygamberimiz (s.a.)'e inen vahyin ispatı bulunduğu için aralannda sıkı bir münasebet bulunmaktadır.

Her peygamberin kıssası Kur'an-ı Kerim'de değişik üslûplar ile, çeşitli ga­ye ve hedeflerle, öğüt ve ibret alınması için birkaç surede tekrarlanmıştır. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası bundan müstesnadır. Bu kıssa bu sureden başka bir surede anlatılmamıştır. Ancak ister kıssanın tamamında, veya bölümlerinden birinde olsun, isterse özlü ifade tarzında, yahut tafsilatlı ve açıklamalı ifadelerinde ol­sun Kur'an-ı Kerim'deki edebî mucizeyi işaret etmek için bu kıssanın bütün bö­lümleri peşpeşe ve kâmil manada anlatılmıştır.

Alimler diyor ki: Allah Kur'an'da geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlat­mış, aynı manayı değişik şekillerde belagat derecelerine göre birbirinden farklı lafızlarla tekrarlamıştır. Ancak Hz. Yusuf (a.s.) kıssasını bir defa anlatmış ve ikinci bir defa tekrarlamamıştır. Kur'an'a muhalif olanlar ne birkaç defa tek­rarlanan kıssalara, ne de tekrarlanmayan kıssalara benzer bir ifade ortaya ko­yamamışlardır. Düşünen kimseler için bu da bir mucizedir.[2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu sure bazan sevindirici, bazan da üzücü yönleriyle Hz. Yusuf (a.s.) kıs­sasını bütün heyecanlı sahneleriyle ihtiva etmektedir.

Sure, Hz. Yusuf (a.s.)'un babası Hz. Yakup (a.s.)'un yanındaki değeri ve onunla olan sıkı irtibatı ile başlıyor. Sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleriyle ara­larında geçen olaylar, ona tuzak hazırlamaları, kuyuya atmaları, Mısır Emni­yet Başkanı'na satılması, ilk defa ondan yiyecek satın almaları, Hz. Yusuf (a.s.)'un yiyeceği karşılıksız vermesi, kardeşleri Bünyamin'i getirmezlerse ikin­ci defa yiyecek alamayacaklarının bildirilmesi, öz kardeşi Bünyamin'i planlı bir şekilde ve asılsız bir hırsızlık olayı bahanesiyle yanında alıkoyması, nihayet kardeşlerini getirmeleri, sonra da Hz. Yusuf (a.s.)'un kendini kardeşlerine ta­nıtması anlatılıyor.

Ayrıca Hz. Yusuf (a.s.)'un imtihanı, göz kamaştırıcı yakışıklılığı, Mısır Azi-zi'nin hanımı ile arasında geçen olaydan tam olarak beraat etmesi, zindanda insanları dine daveti, kurtuluş ışıkları, Mısır kralının rüyasını tabir etmesi, maliye, ticaret işleri bakanlığı ve nihayet Mısır'a devlet başkanlığı yapması, müjdecisinin Hz. Yusuf (a.s.)'un gömleğini getirdiğinde Hz. Yakup (a.s.)'un göz­lerinin görmeye başlaması, Hz. Yusuf (a.s.)'un Mısır'da anne-baba ve bütün aile halkıyla buluşması gibi olaylar anlatılıyor.

Sonra da bu kıssadan alınacak ibret, Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamber­liğinin ispat edilmesi, teselli edilmesi, darlıktan sonra huzura, yalnızlıktan sonra sıcak bir hayata kavuşacağının müjdelenmesi açıklanıyor.

Zira Hz. Yusuf (a.s.) zindandan köşke intikal etmiş, Mısır diyarının "Aziz"i, devlet başkanı olarak seçilmişti. Belâya sabreden herkese elbette bir gün huzur ve yardım gelecektir.

Yine önceki kavimlere geldiği gibi müşriklere azabın ineceği şekilde uyarı­da bulunulması Hz. Yusuf (a.s.) kıssasından alınacak derslerin ve ahlâkî esas­ların, en önemlisi de peygamberlerin ümitsizliğe kapılacak durumdayken ilâhî yardıma nail olmaları anlatılmaktadır. [3]

 

Hz. Yusuf (a.s.) Kıssası[4]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Nesebi:

 

Hz. Yusuf, Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak oğlu Hz. Yakub'un 12 erkek evla­dından biridir.

Hz. Yakup (a.s.)'un çocukları, Kenan diyarında dünyaya gelen Bünyamin hariç, (Filistin'de) Aram köyünde dayısı Laban'ın iki kızını kendisine nikahla­ması karşılığında koyunlarını güttüğü yıllarda dünyaya gelmişlerdi.

İmam Ahmed ve Buharî'nin İbni Ömer'den rivayet ettikleri bir hadis-i şe­rifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurdu:

"Değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişi: İbrahim oğlu îshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf tur."

Hz. Yusuf (a.s.), kardeşlerinin kinini toplayacak ve tuzak kurmalarına se­bep olacak kadar babasının nezdinde sevimli ve gözalıcı bir güzelliğe sahipti. Henüz 17 veya 18 yaşlarında iken rüyasında 11 yıldız, Ay ve Güneş'in kendisi­ne secde ettiklerini görmüş, bu rüyayı babasına anlatmıştı. Babası da ona pey­gamberlik ve rüya tabiri etme kabiliyeti verileceğini müjdelemişti. [5]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Kuyuya Atılması:

 

Kardeşleri onu alıp gezmek ve oyun oynamak için kıra götürmüşler, sonra da kuyuya atmışlardı. Babalarına da "Onu kurt yedi" diyerek yalan söylemiş­lerdi.

Salih bir zat olan babaları Hz. Yakup (a.s.) onların sözleriyle ikna olma­mış, onları Hz. Yusuf (a.s.)'a plan tertip etmekle suçlamıştı. Bundan sonra Al­lah kuyuya atılan bir kovanın zincirine sarılmak suretiyle Onu kurtarmış, onu bulup alanlar da Mısır'da ucuz bir fiatla satmışlar, sahibinden satın aldıklarını iddia etmişlerdi. Onu Menzile gölünün yakınındaki Doğu Bölgesi Azizi olan Futayfar veya Utayfar ismindeki Emniyet İşleri Başkanına satmışlardı.

Mısır Azizi onu sevmiş, hanımı Züleyha'ya da "Ona ikramda bulun" diye tenbihde bulunmuştu. Mısır Aziz'i Hz. Yusuf (a.s.)'a köşkünde bazı görevler vermiş, hizmetçilerin reisi ve köşkün işlerinin amiri yapmıştı. Allah da Hz. Yu­suf (a.s.)'u hidayetiyle terbiye ve tevfiki ile himayesine almıştı. [6]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un İmtihanı:

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un gözalıcı güzelliği imtihan sebebi oldu.

Müslim Sahih 'inde Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet et­mektedir: "Yusuf u gördüm. Bir de ne göreyim, güzelliğin yarısı ona verilmiş."

Aziz'in hanımı Yusuftan hoşlanmış, Yusuf a aşık olmuştu. Yusuf ise Al­lah'a iman ettiği, emrine uyduğu, haramlarından kaçındığı ve kocasının lütuf-larını takdirle karşıladığı için kadının tekliflerini reddetmişti: "Ben Allah'a sı­ğınırım. Efendim olan kocan, bana iyilikte bulunmuştur. Şüphesiz ki zalimler hiçbir zaman kurtuluşa eremezler." (Yusuf, 23).

Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü, yani taate gayret ettiği ve babalarının edeplerine sarıldığı için o kadının arzusuna uymadı.

"Levlâ" kelimesi "olmasaydı" manasındadır. Yani Rabbinin burhanı olduğu için onun arzusuna uymadı demektir. Meselâ bir ayette "Musa'nın annesinin gönlünde evladından başka bir şey yoktu. Eğer müminlerden olması için kalbi­ni pekiştirmeseydik, neredeyse Musa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracak­tı. " (Kasas, 28/10) buyuruluyor. Yani "kalbi pekiştirildiği" için onun kendi çocu­ğu olduğunu açıklamaktan çekindi demektir. [7]

 

Mısır Azizi'nin Hanımının Hilesi:

 

Züleyha arzusunu gerçekleştiremeyip eli boş dönünce, emri altında olan­lardan birisinin kendisine muhalif hareketlerde bulunduğu efendiler, hanıme­fendiler gibi o da Yusuf a kin beslemeye başladı.

Kocasını içeriye girmek üzere kapıda görünce hemen bir suç uydurdu. Yu­suf un kötülük niyetinde olduğunu anlattı. Doğru sözlü Yusuf bunu yalanladı. Akıllı koca delillere başvurdu. Yusuf un gömleği yırtılmıştı. Eğer gömleği önden yırtılmışsa hanımının doğru, arkadan yırtılmışsa Yusuf un doğru söylediği an­laşılacaktı. Çünkü kadına hücum eden kişiye karşı kadının karşı koyması ve savunması ön taraftan, kaçan kimseye arkadan yetişen kadının hücumu ise normalde arkadan olurdu.

Sonunda Yusuf un suçsuz olduğu ortaya çıkmış, kadının suçlu olduğu an­laşılmıştı. Mısır Azizi Yusuf a bu durumu gizlemesini, kadına da günahı için Allah'tan af dilemesini emretti.

Bununla beraber Mısır Azizi'nin hanımı Züleyha'nın ve delikanlının habe­ri şehirde yayılmış, kadınlar Mısır Azizi'nin hanımını ayıplamışlardı. Züleyha hanımları davet etmiş, onlara bıçakla kesilecek meyveler hazırlamış, her birine birer bıçak vermişti. Yusuf a kadınların huzuruna çıkmasını emretmişti. Yu­suf un güzelliği kadınların gözlerini kamaştırmış, ellerini kesmişlerdi. Kadın­lar "Bu beşer değildir, olsa olsa değerli bir melektir" demişler, Züleyha'yı ma­zur görmüşlerdi.

Züleyha Yusuf a, arzusunu kabul etmezse hapse atılacağı tehdidinde bulundu. Bu durum insanlar arasında yayılmıştı. Efendisi de hanımının şerefini korumak için Yusuf u hapse koymayı uygun gördü. [8]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Hapse Atılması ve Orada Dine Davet Etmesi:

 

Yusuf hapse konulmuş, onunla birlikte iki genç de hapse girmişti: Biri Kralın fırıncılar başkanı, diğeri ise su işleri başkanı idi. Birincisi rüyasında ba­şında ekmek taşıdığım ve kuşların da bundan yediklerini, ikincisi ise rüyasında kendisini kralım kadehine şaraplık üzüm sıkarken görmüştü. Her ikisi de Yusuf tan rüyalarının tabirini istemişlerdi.

Yusuf rüya tabiri üzerindeki kabiliyetini ortaya koyacaktı. Fakat o önce mahpus arkadaşlarına "Allah'ın birliğine davet" konusunu açarak şöyle dedi: "Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı hayırlı, yoksa bir ve her şeye galip olan Allah mı?" Birincisine, asılacağını ve başından kuşların yiyeceğini, ikincisine de kendisinin krala içki vereceğini söyledi. Yusuf hapisten kurtulmayı düşündü ve bu ikisinden kurtalacağını umduğu kişiye "Efendinin yanında benden söz et" dedi. Ne var ki şeytan o kişiye efendisinin huzurunda Yusuf u hatırlatmayı unutturdu. Yusuf böylece bir kaç yıl zindanda kaldı. [9]

 

Kralın Rüyası:

 

Kral bir gece rüyasında yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini ve tek bir gövdede yedi güzel olgun başağı yedi kuru başağın yediğini görmüştü. Bu rüyayı tabir etmek için bütün sihirbazları çağırdı. Sihirbazlar "Bunlar karışık rüyalardır. Biz böyle rüyaların tabirini bilmeyiz." dediler.

O anda kralın şarapçısı zindandaki Yusuf u hatırladı, durumu krala arzet-ti. Kral da zindana birini gönderip bu rüyanın doğru yorumunu getirmesini uy­gun gördü. Elçi zindana geldi ve aldığı cevabı krala iletti. Kral, Yusuf u bana getirin, dedi. Yusuf suçsuzluğu ve davet edilen kadınlara karşı gerçek tavrı or­taya çıkmadan zindandan çıkmayı reddetti.

Kral kadınları çağırttı. Onlara bu durumu sordu. Kadınlar "Haşa, Allah için biz onda kötü bir niyet görmedik" dediler. O zaman Mısır Azizi'nin hanımı Züleyha Yusuf un suçsuz olduğunu itiraf etti ve şöyle dedi:

"Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben, onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz o, doğru söyleyenlerdendir. Onun gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı bilmesi için (böyle davrandım). Zaten Allah hainlerin tuzağını başarıya ulaştır­maz. Ben nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nefis kötülüğü emreder. An­cak Rabbimin merhamet ettiği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki Rabbim Gafur­dur (çok affedicidir), Rahimdir (çok merhametlidir)."

"Ben nefsimi temize çıkaramam" ayeti, yanlışlıkla bazı müfessirlerin zik­rettikleri gibi, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü değil Aziz'in hanımının sözüdür. [10]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Zindandan Köşke Gelişi:

 

Hz. Yusuf iftiradan arınmış suçsuz olarak zindandan çıktı. Kral kendisine hangi işten memnun olacağını sordu. Yusuf "Beni ülkenin hazinelerinin başına getir" dedi. Kral da onu bütün memlekette her türlü yetkiye sahip kılarak tica­ret işlerine bakan yaptı, hatta başkanlığı da ona tevdi etti. Henüz otuz yaşında bulunan Yusuf un eline kendi mührünü teslim etti. [11]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşlerinin Ondan Buğday İstemeleri:

 

Verimli geçen yedi senenin ardından kurak yedi sene gelmişti. Hz. Yusuf verimli yıllarda depolarca buğday biriktirmişti.

Bundan sonra Filistinliler geldiler. Hz. Yakup (a.s.) oğullarını buğday ge­tirmek üzere develer ve merkeplerle birlikte Mısır'a gönderdi.

Kardeşleri gelince Yusuf onları hemen tanımış, ama onlar Yusuf u tanıma­mışlardı. Zira Yusuf o sırada 40 yaşındaydı. Onlardan ikinci defasında kardeş­lerini de getirmelerini istemişti. Paralarını buğday çuvallarının içine koydu ve onlara verdikleri parayı iade ettiğini bildirmeden, kardeşlerini getirmeleri için buğdayı bedelsiz vermiş oldu. Zira kardeşleri yine geleceklerdi ve hakları olma­yan şeyi kabul etmezlerdi.

Filistin halkı şiddetli kıtlıkla karşılaşınca Hz. Yakup (a.s.) oğlu Bünya-min'in de kardeşleriyle birlikte yola çıkmasına müsaade etti. Mısır'a geldikle­rinde Yusuf onları gayet güzel karşılamış ve bir öğle yemeğinde onlara gayet güzel misafirperverlikte bulunmuştu. Fakat İbranilerle beraber yemek yemeyi kötü sayan Mısırlıların âdetine uyarak Yusuf onlarla beraber yemek yememiş­ti. Hz. Yakup (a.s.)'un oğulları Yusuf un hizmetçisine hem önceki buğdayın be­deli, hem de yeni alacakları buğdayın bedeliyle geldiklerini söylediler. [12]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Kardeşini Yanında Alıkoymak İçin Yaptığı Hile:

 

Yusuf (a.s.) kardeşlerinin buğday yüklerinin hazırlanmasını emretmiş, her birinin yüküne parasının konulmasını ve kardeşi Bünyamin'in yüküne de kra­lın su kabının konulmasını emretmişti.

Tam yola çıktıkları esnada, "Kralın su kabını çalmışsınız, kim çalmışsa kralın kanununa göre fidye olarak alıkonulur" diye bir nida duydular. Bütün yükler arandı. Kralın su kabı Bünyamin'in yükünde çıktı. Kral'a tavassutta bulunarak kardeşleri onu çok seven yaşlı bir babası olduğunu, onun yerine içle­rinden birini alıkoymasını istirham ettiler. Kral bunu kabul etmedi. Kardeşleri "Eğer o hırsızlık yapmışsa bundan önce onun öz kardeşi de hırsızlık yapmıştı" dediler. Yusuf onların bu sözlerini sineye çekti. Kendi kendine, "Siz bu hırsızlık yapandan daha kötü durumdasınız" dedi. [13]

 

Hz. Yusuf (a.s.)'un Asılsız Hırsızlık Olayı:

 

Yusuf küçükken annesi ölmüş, onu halası kefaleti altına almıştı. Babası Yusufu halasından almak istediğinde halası Yusuf a Hz. İbrahim (a.s.)'e ait ya­nında bulunan bir kemer giydirmiş ve bunu elbisesinin içine gizlice koymuş, sonra da kemerinin kendisinden çalındığını söylemişti. Bu kemeri Yusuf un el­bisesinin içinden çıkarınca yaptığı bu harekete ceza olarak Yusuf un kendisine hizmet için kendi yanında kalmasını istemişti. Kardeşlerinin Hz. Yusuf (a.s.)'a isnat ettikleri asılsız hırsızlık olayının aslı bu idi.

Nihayet Yusuf un kardeşleri en küçükleri Bünyamin ve en büyükleri hariç olmak üzere babalan Hz. Yakup (a.s.)'un yanına gelip olanları haber verince Hz. Yakup (a.s.) daha fazla üzülmüş, üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözleri­ne ak düşmüş, görmez olmuştu. Bir yandan da Yusuf un acısını hatırlamıştı. [14]

 

Kardeşlerin Tanışması ve Ailenin Buluşması:

 

Bundan sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri üçüncü defa Mısır'a geldiler ve karşılaştıkları kıtlık ve yokluk sebebiyle "Az bir sermaye ile geldik" diyerek buğday yardımı ve ayrıca kardeşlerinin serbest bırakılmasını istediler.

Hz. Yusuf (a.s.) onlara eskiden yaptıkları kötülüğü hatırlatarak "Siz cahil iken Yusuf ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?" dedi. Kardeşleri O'nun Yusuf olduğunu anlamışlardı: 'Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?" dediler. Yu­suf "Ben Yusuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütufta bulundu..." dedi.

Hz. Yusuf (a.s.) kardeşlerine babasının yüzüne koymaları için ve bütün ai­le halkını alıp getirmeleri için gömleğini verdi. Filistin'e ulaştıklarında gömleği Hz. Yakup (a.s.)'un yüzüne koydular. Gözleri açılmıştı. Müjdeci, Yusuf ve kar­deşinin selâmette olduğu haberini vermişti.

Hz. Yakup (a.s.) ve aile halkı Mısır'a geldiler. Hz. Yusuf, babası Hz. Yakup ile hanımını (annesi öldüğünde küçük yaşta kendisine annelik yapan teyzesini) himayesine aldı. Babası, annesi, 11 kardeşi Hz. Yusuf (a.s. )'a hürmet ve tazim secdesi yaptılar. Bu secde ibadet secdesi değildi. İşte bu, 11 yıldız ile Ay ve Gü­neş'in secde etmesi şeklindeki rüyanın tabiri idi.

Bu buluşma Hz. Yakup (a.s)'un başkanlığındaki bu aile için büyük bir se­vinç vesilesi idi. Bu sebeple Allah'ın kendisine verdiği ilim ve mülk sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'un, Allah'a şükrünü ilan etmesi vacip olmuştu. Hz. Yusuf (a.s.) Cenab-ı Hak'tan dünya ve ahirette yardımcısı olmasını, müslüman olarak yani Allah'a isyankâr olarak değil, itaatkâr olarak canını almasını ve kendini salih-lere, peygamber olan dedelerine ilhak eylemesini niyaz etmişti. [15]

 

Hz. Yusuf (a.s.) Kıssasından Alınacak İbret ve Öğütlen

 

Hz. Yusuf (a.s.) kıssasından pek çok ibretler, çeşitli öğütler, yüce ahlak ve fazilet örnekleri çıkarılabilir. Bunlardan birkaçını zikredelim.

1- Sıkıntılar nimete sebep olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası önce kuyuya atılması, köle olarak satılması gibi üzücü ve dehşetli olaylarla başladı. Sonra da kadınlarla zorlu bir imtihan geçirdi. Ardından zindana atıldı. Nihayet şart­lar (Allah'ın izniyle) O'nu Mısır'ın fiilen idarecisi durumuna getirdi.

2-  Kardeşler arasında ölüme veya helak olmaya sebep olabilecek şekilde kin ve kıskançlık olabilir

3- Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamber evinde yetişmesi güzel bir yetişme tarzı idi. Orada yüce ahlak, yüksek hasletler üzerinde terbiye görmüş, babalan ve dedeleri olan peygamberlerden miras kalan kâmil vasıflarla yetişmişti. Bu du­rum karşılaştığı büyük olaylardan kendisine fayda sağlamış, mihnetlerde yar­dımcı olmuş. Hz. Yusuf (a.s.)'a zorluktan sonra rahatlık, zillet ve gönül kırıklı­ğından sonra izzet ve ilâhî yardım gelmişti.

4-  İffetli olmak, güvenilir olmak, Hak yolda devam etmek hem erkekler, hem de kadınlar için aynı şekilde bütün hayrın kaynağıdır. Dine ve fazilete sa­rılmak saygınlığın ve güzel itibar sahibi olmanın kaynağıdır. Gerçek bazan gizli kalsa bile bir müddet sonra mutlaka ortaya çıkar.

5- Fitnenin sebebi erkeğin kadınla yalnız kalmasıdır. Bunun için İslâm bu­nu haram kılmıştır. Kadının, (80 km. gibi) uzun bir mesafeye, meydana gelebi­lecek zorluklar sıkıntılar, yolculukta devamlı rastlanan problemler sebebiyle, modern süratli vasıtalarla bile olsa, mahremsiz yolculuk yapmasını yasaklamıştır.

Tirmizî ve Nesaî'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte "Bir erkekle bir kadın yal­nız başına kapalı bir yerde (halvette) kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur" buyu-rulmaktadır.

6- Ulvî prensiplere iman ve sarsılmaz inanç, zorlukları aşmanın, basitlik­lerden kurtulmanın yoludur. İşte Hz. Yusuf (a.s.)'u temiz bir ruh sahibi, şehevî arzular ve aldatıcı zevkler karşısında yumuşamayan sessiz bir azimet sahibi, değerli bir kişi kılan da budur.

7- Zorluk anında Allah'a sarılmak, darlık anında O'na yönelmek:

Hz. Yusuf (a.s.) Züleyha'nm "zindana attırmak" tehditlerine aldırmamış, 'Ya Rabbi! Onların beni davet ettikleri şeyi yapmaktansa zindan benim için da­ha hayırlıdır" diyerek Allah'a iltica etmişti.

8- Zorluklar mümini Allah'a davet vazifesinden caydıramaz. Zira Hz. Yu­suf (a.s.) zindanda olmasına rağmen kendisiyle birlikte olan iki mahpusun rü­yalarını tabir etme fırsatını değerlendirdi. Belki onunla beraber bulunanlar onun davetine iman ederler diye, hemen tevhide ve Allah'ın dinine davete baş­ladı. Gerçekten de kral, rüyasının tabirini isteyen kralın şarapçısı ve bir riva­yete göre kadının ailesinden şahit olan biri (Yusuf, 36) İslâm'ı kabul ettiler.

9- Hadiseleri değerlendirme basireti, izzet ve vakar (ağırbaşlılık) sahibi ol­mak. Hz. Yusuf (a.s.) ileride suçlu olduğu ve suçu sebebiyle zindana konulduğu şeklinde itham edilmemesi için suçsuzluğu ilân edilmeden, manevî temizliği kabul edilmeden ve şerefli olduğu ortaya çıkmadan zindandan ayrılmak iste­medi.

10- Sabrın fazileti (bu kıssa ile) açıkça ortaya çıkmıştır. Hz. Yusuf (a.s.) uğradığı zorluklar ve engelleri aşabilmek için eziyetlere karşı sabır zırhını giy­miş bir kimse idi. Sabır huzurun anahtarı, imanın yansı, zaferi gerçekleştirme­nin yoludur. Allah diğer peygamberlere, ümitsizliğe düştüklerinde nasıl yardım ettiyse ona da yardım etti. Onun başarısını, nesiller boyu söylenecek bir söz ha­line gelen kardeşlerini affedip, ikramda bulunmak tacı ile taçlandırdı. Hz. Yu­suf (a.s.) şöyle diyordu: "Artık bugün sizin için kınanacak bir durum yoktur. Al­lah sizleri affetsin."

11- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası, kurdun, onun kanını dökmediğini beyan etmiş olduğu gibi Hz. Yusuf (a.s.)'un mutlak olarak olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Razî'nin belirttiği gibi pek çok şahit onun suçsuz olduğunu göstermiştir.[16]

Birincisi: Âlemlerin Rabbi Allah'ın şahitliği. Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'un günahtan uzak olduğuna şu sözüyle şehadet etmektedir. "Yusuf u iha­netten ve fuhuştan alıkoymak için biz ona böyle yaptık. Çünkü o ihlâslı kulları-mızdandı." (Yusuf, 24).

Bu ayetle Cenab-ı Hak onun temizliğine dört defa şahitlik etmiştir: "Alıkoymak için..." buradaki "lâm" tekit ve mübalağa manasını ifade eder; "Fuhuştan" kelimesiyle;"O bizim kullarımızdandı" cümlesiyle;"İhlâslı" kelime­siyle.

İkincisi: Şeytan'm onun suçsuzluğuna şahitliği. "Şeytan "Ey Rabbim! Se­nin izzet ve şerefine yemin olsun ki içlerinde kendilerine ihlâs verilen kullar ha­riç bütün insanları yoldan çıkaracağım" dedi. (Sad, 38/82]. Şeytan bu sözüyle ihlâslı kullan yoldan çıkarmasının mümkün olmadığını ikrar etti. Hz. Yusuf (a.s.) da az önce geçen ayet sebebiyle Allah'ın ihlâslı kullanndandır. Dolayısıy­la onu baştan çıkaramamıştır.

Üçüncüsü: Hz. Yusuf (a.s)'un "Beni o baştan çıkarmak istedi." (Yusuf, 26) ve "Ya Rabbi! Zindan benim için bunların teklif ettiklerinden daha hayırlıdır." (Yusuf, 33) sözleriyle yaptığı şahitliği.

Döndüncüsü: Vezirin hanımının şahitliği. Çünkü kadın Hz. Yusuf (a.s.)'un suçsuzluğunu ve masum olduğunu itiraf etmiş, kadınlara, Ben onu baştan çı­karmak istedim, ama o günahtan kendini korudu." (Yusuf, 32) ve ayrıca "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki O doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 51) demişti.

Beşincisi: Vezirin ailesinden olan kimselerin şahitliği: Kadının ailesinden bir şahit "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise kadının söylediği doğ­rudur, Yusuf yalancılardandır. Şayet Yusuf un gömleği arkadan yırtılmışsa ka­dın yalancıdır. Yusuf doğru söyleyenlerdendir" diye hakemlik etti. (Yusuf, 26-27).

Altıncısı: Ellerini doğrayan kadınların şahitliği. "Haşa! Biz ondan bir kö­tülük görmedik" dediler. (Yusuf, 51).

Bütün bu şahitlikler Hz. Yusuf (a.s.)'un suçsuzluğunun kesin delilleridir. Kim onu kötülüğü arzu etmekle itham ederse -ki kötülüğü arzu etmek nefsî bir olay olup cezası yoktur- o kimse kötü davetçilerdendir, cahil ve ahmaktır, Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetine -açıkladığımız gibi- şahit olan Şeytandan da aşa­ğıdır.

12- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası Allah'ın kazasına mani olacak, takdirine engel olacak hiçbir gücün bulunmadığına ve O bir insana hayır ve ikram takdir et­mişse bütün cihan bir araya gelseler bile hiçbir kimsenin buna engel olamaya­cağına irşad etmektedir.

13- Bu kıssa hasedin neticede rezil olmaya, hüsrana uğramaya sebep oldu­ğuna delâlet etmektedir.

14- Sabır, huzurun anahtarıdır. Hz. Yakup (a.s.) sabredince muradına er­miş, Hz. Yusuf (a.s.) da sabredince daha önce açıklandığı gibi, arzularına ka­vuşmuştur. [17]

 

Kur'an-ı Kerimin Arapça Oluşu, Kur'an Kıssasının Önemi

 

1- Elif, Lâm, Ra. Bunlar apaçık kitabın ayetleridir.

2- Biz, muhakkak bu kitabı okuyup an­lamanız için Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

3- Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmek sure­tiyle, sana kıssaların en güzelini anlatı­yoruz. Halbuki daha önce senin bunlar­dan haberin yoktu.

 

Belagat:

 

"Bunlar apaçık kitabın ayetleridir." Burada Kur'an'a derecesinin yüksekli­ğini ve mertebesinin kemalini göstermek için "uzağa işaret etmek" için kullanı­lan "tilke" kelimesiyle işaret edilmiştir. [18]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Elif, Lam, Ra." Hurufu mukatta' ismi verilen bu çeşit harflerle başlanıl­ması Kur'an'm mucize olduğuna işaret etmektedir. Ebced'de yer alan Arap harfleri ve benzerlerinden kitabın mucizeli ayetleri meydana gelmiştir. Nite­kim bu durumu Bakara, Âl-i İmran gibi daha önceki surelerde beyan etmiştik. "Bunlar" yani bu surenin ayetleri "apaçık kitabın ayetleridir." Yani bu surede sana indirilen şu ayetler, Arapları aciz bırakma ve onları susturma hususunda durumu gayet açık, yahut Arap dilinde inmesi sebebiyle manaları açık olan ve­ya bunları düşünen kimseler için insan tarafından olmayıp Allah katından ol­duğu gayet açık olan Kur'an'ın ayetleridir.

el-Mübîn, arzu ettiği şekilde açıklayan, tafsilatıyla beyan eden demektir.

"Biz, muhakkak bunu" içinde Hz. Yusuf (a.s.) kıssası bulunan bu kitabı "okuyup anlamanız için" bu şekilde indirilmesinin sebebi budur. Yani bunu an­lamanız ve manalarını idrak etmeniz için sizin dilinizle okunan "Arapça bir Kur'an olarak" yani Arap diliyle bir araya getirilmiş olarak "indirdik." Kur'an'm bir kısmına, bir suresine Kur'an ismi verildi. Çünkü Kur'an cins is­midir. Bir kısmına da hepsine de bu isim verilebilir. Sonradan hepsi için özel isim olmuştur.

"Biz sana bu Kur'an'ı" bu sureyi "vahyetmek suretiyle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz." Çünkü o en parlak üslûpla anlatılmıştır. Yahut ihtiva etiği acaip haller, hikmetler, ayetler ve ibretlerle anlatılan kıssaların en güzeli­dir.

"el-Kasas" kelimesi ya "iktisas (kıssa anlatmak)" manasında mastar yahut "maksûs (anlatılan haber ve olaylar)" manasında ism-i mef uldur. "Kassa'1-ha-ber" haberi doğru bir şekilde nakletti demektir.

"Halbuki daha önce senin bunlardan" yani bu kıssadan "haberin yoktu." Bu konuda hiçbir bilgin yoktu. [19]

 

Nüzul Sebebi

 

3. ayetin indirilişi ile ilgili olarak; İbni Cerîr İbni Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: Ashab "Ya Rasulallah! Bize bir kıssa anlatsan!" dediler. Bunun üzerine "Biz sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz." (Yusuf, 3) ayeti nazil oldu.[20]

 

Açıklaması

 

Bu surenin başlangıcı Yunus suresinin başlangıcına benzemektedir. Ancak Yunus suresinde Kur'an "hakim (hikmet dolu)" vasfıyla, burada 'mübîn (apa­çık)" vasfıyla zikredilmiştir. Bunun sebebi ise bu surede değerli ve sabırlı bir peygamberin uğradığı büyük ve önemli olayların anlatılmasıdır. Onun için bu surede Kur'an'ın "beyan (açıklayıcı olma)" vasfıyla tavsifi münasip olmuştur. Halbuki Yunus suresinin konusu Allah'ın birliği, vahiy ve peygamberliğin ispa­tı, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılığının verilmesi gibi dinin esasları konularıdır. Bu sureye münasip olan Kur'an'ın hikmetle tavsif edilmesidir.

Ayetlerin manası şu şekildedir: Sana indirdiğimiz şu ayetler Arapları aciz bırakma hususunda durumu gayet açık olan bu surenin ayetleridir. Bu ifade Zemahşerî'nin tefsiridir.

Ebu Hayyan diyor ki: Açıkça görülen şudur ki "Kitap "tan murad Kur'an'dır. "el-Mübîn" ya apaçık olan, Arapları aciz bırakmak ve susturmak hususunda durumu açık olan ya da helâl-haramı, hadleri ve hükümleri ve di­nin emirlerinden ihtiyaç duyulan hususları açıklayan, yahut hidayet yolunu, hakkı ve bereketi açıklayan demektir.

Hangi manada olursa olsun, "Kitab" ismi Kur'an'ın bütününe veya bir kıs­mına verilen cins isimdir. İster bundan murad bu sure olsun, isterse tamamı olsun; maksat Kur'an'ın bu sıfatının ispatıdır. Kur'an'ın sıfatları ise bütün su­reler arasında farklılık arzetmez. Kur'an'ın bütün sureleri kapalı hususları açıklayan gayet açık ve net ifadelerle doludur. Kur'an ayetleri kapalı durumla­rı açıklamakta ve tefsir etmekte, şeriatın hükümlerini izah etmekte, dünya ve ahirette en hayırlı olanı göstermektedirler.

Kurtubî ve İbni Kesir diyor ki: Bunlar kitabın, Kur'an-ı Mübîn'in yani ka­palı şeyleri açıklayan, tefsir eden ve beyan eden açık, apaçık bir kitabın ayetle­ridir. Kitab-ı Mübîn ile Kur'an-ı Mübîn yani helâli haramı, hadleri ve hükümle­ri, hidayet ve bereket yolunu açıklayan Kur'an kastedilmektedir.

Biz muhakkak bu Kur'an'ı, daha önce bilmediğiniz kıssa ve haberleri, âdap ve ahlâkı, hüküm ve şeriatı, siyaset, sosyal hayat, iktisat ve devlet işle­rinde tutarlı huzurlu hayat programlarını öğrenmeniz için, bu kitapta bulunan ve hem insan unsurunu hem de toplumu en sağlam esaslar üzerine kuran ma­na ve hedefleri düşünmeniz için, Arap neslinden gelen Muhammed'e dillerin en fasihi, en açık ifadelisi, en genişi, gönüllerde olan manaları ifade etmekte en bol imkâna sahip olanı ile yani Arapça olarak indirdik.

İbni Kesir diyor ki: Bu sebeple kitapların en şereflisi, dillerin en şereflisiy-le, Peygamberlerin en şereflisine, meleklerin en şereflisinin elçiliğiyle indiril­miştir. Bu yeryüzün en şerefli topraklarında olmuş, Kur'an'm inzaline yılın en şerefli ayında başlanmıştır. Böylece Kur'an her yönüyle mükemmel bir kitap olmuştur.

Bunun içindir ki Cenab-ı Hak "Biz sana tam ve mükemmel olan ve her şe­yi tafsilatıyla açıklayan bu Kur'an'ı vahyetmek suretiyle haberlerin en güzelini bildiriyoruz" demektedir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası tam, mükemmel ve yüce he­defleri, pek çok ibretleri tafsilatıyla açıklayan bir kıssa olmuştur. Halbuki bu­nu sana vahyetmemizden önce sana bildirdiğimiz bu kıssadan habersiz ve bil­gisiz idin, bunun hakkında senin hiçbir malumatın yoktu. Bu konuda senin du­rumun, eskilerin kıssalarından ve haberlerinden hiçbir şey bilmeyen kavminin durumu ile aynı idi. [21]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu noktalara işaret etmektedir:

1- Kur'an-ı Kerim âlemlere hidayet rehberi, bütün insanlara hayır ve bere­ket olsun diye gönderilen, helâl ve haramı, hadleri ve hükümleri, hukuku ve ahlâkı izah eden, her şeyi apaçık beyan eden bir kitaptır. Yani "Kitab-ı Mü-bîn'dir."

2- Yüce Kur'an Arap diliyle açık bir Arapça ile indirilmiştir. Arap toplumu insanlar içinde ona iman eden, içindekileri anlayan, manalarını öğrenen ilk kimseler idi.

3- Kur'an en güzel kıssaları, en doğru haberleri, en faydalı eserleri ve geç­miş ümmetlerin tarihlerini ihtiva eden açık bir beyandır. "Ahsenü'l-kasas (kıs­saların en güzeli)" ifadesinden maksat Kur'an'ın bunu en parlak metod ve en dikkat çekici üslûp ile anlatmış olmasıdır. Yani güzellikten murad edilen mana güzel ifade ve kelimelerin fesahat yönünden mucize derecesine ulaşmış olması­dır.

4- Hz. Yusuf (a.s.)'un kıssası kıssaların en güzelidir. Bu surenin diğer kıs­salardan farklı olarak "Ahsenü'l-kasas (en güzel kıssa)" olarak adlandırılması­nın sebebi bu kıssanın ihtiva ettiği ibret ve hikmetler ile ele aldığı tevhid, fı­kıh, siyer, rüya tabiri, siyaset, adab-ı muaşeret, iktisadî tedbirler ile din ve dünyayı ıslah edecek faydalı güzel konuların, ayrıca peygamberler ve salih kul­ların, meleklerin ve şeytanların, insanlar ve cinlerin, hayvanlar ve kuşların, krallar ve devletlerin, ticaret erbabının, alimler ve cahillerin, erkekler ve ka­dınların, kadınların hile ve tuzaklarının anlatılmasıdır.

Bu kıssa ibretle ve öğütlerle dolu olan, dinî, dünyevî, sosyal, iktisadî, siya­sî ve edebî hayatı ihtiva eden bir hikaye özelliği taşımaktadır. Belki en önemli dersi, eziyetlere karşı sabırlı olmak ve ceza vermeye muktedir olduğu bir za­manda affetmektir. Onun için güzel bir kıssanın bütün unsurlarını toplayan mükemmel bir kıssadır.[22]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'Un Rüyası Ve Hz. Yakup (A.S.)'Un Bu Rüyayı Tabir Etmesi

 

4- Hani bir zaman Yusuf "Babacığım! Rüyamda on bir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm" demişti.

5- Babası da ona şöyle demişti: 'Yavrum!.  Bu rüyanı sakın kardeşlerine anlatma.

 Yoksa sana bir tuzak Ararlar. Çünkü  şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır."

 6- I?te böylece Rabbin seni seçecek, sa- na rüyaların tabirini öğretecek, daha  önceki ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm'dir (her şeyi gayet iyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir).

 

İ'râb:

 

"Bana secde ettiklerini gördüm." Burada yıldızları, Güneş ve Ay'ı akıllı varlıklar gibi telakki etmiştir. Çünkü secde etmek akıllı varlıkların yapacağı bir iştir. Burada da cansızları akıllı varlıkların sıfatıyla tavsif etmiştir. [23]

 

Belagat:

 

"Rüyamda on bir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın bana secde ettiklerini gör­düm. " Bu cümlede istiare vardır. Çünkü yıldızlar ve diğer zikredilenler aklı ol­mayan varlıklardır. Aslında burada (sâcide) denilmeliydi. Bu varlıkları akıllıla­rın sıfatı ile tavsif edince istiare yoluyla onlar için akıllıların yapacakları fiil kullanılmıştır.

"... atalarına nimetleri tamamladığı gibi" ifadesinde mürsel ve mücmel bir teşbih vardır. Yani benzetme edatı zikredilmiş, benzetme yönü zikredilmemiştir. [24]

 

Kelime ve İbareler

 

"Hani bir zaman Yusuf babasına şöyle demişti." "iz (hani)" yani hatırla de­mektir. Yahut "ahsenü'l-kasas"tan bedeldir. O durumda "ahsen" mef ulun bihtir.

"Babası", Hz. Yakup (a.s.)'tur. İmam Ahmed ve Buharî'nin rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyuruyor: "Değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu değerli kişi: İbrahim oğlu İshak'm oğlu, Yakub'un oğlu Yusuf (aleyhimüs-selâm)'dır."

"Ben gördüm." Yani rüyada gördüm. Bu görme normal olarak görmek de­ğildir.

"On bir yıldızla..." Bunlar Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleridir. Sayıları on bir idi. Ay ve Güneş ise annesi babasıdır.

"Güneşin ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm." Bu ifade ya tekittir, ya­hut da onları üzerinde bulundukları halde beyan etmek üzere istinaf (başlan­gıç) ifadesidir, tekrar değildir. Ancak bu varlıklar, akıllıların sıfatı olan secde etmek ile tavsif edilmekle akıllı varlıklar yerine konulmuşlardır. Burada "sec­de" den murad hürmette mübalağa edilerek yapılan eğilmedir, yoksa ibadet secdesi değildir. Çünkü ibadet secdesi sadece, normal hakimiyetin üstünde gaybî bir hakimiyeti olduğuna inanılan mabuda yaklaşmak niyetiyle olur.

"Babası da ona şöyle demişti: Yavrum! Bu rüyanı kardeşlerine anlatma." Rüyayı anlatmak, haber vermektir. Rüya, rü'yet yani görme gibidir. Ancak sa­dece uykuda olabilir. Bu kelimeler birbirlerinden ayrılırlar. Kurbet ve kurbâ gi­bi. Rüya, hayalde teşekkül etmiş olan suretin seçilmesi, dolayısıyla bizzat gör­me gibi olur.

'Yoksa sana bir tuzak kurarlar." Kıskançlıkla, seni yok etmek için hile ya­parlar.

"Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır." Hz. Adem ile Havva'ya yaptığı gibi onun düşmanlığı açıktır.

"İşte böylece" yani bu çeşit seçme ile "Rabbin seni seçecek." Nitekim şeref ve izzete delâlet eden bu büyük rüya için Rabbin seni seçti. Aynı şekilde Rab­bin büyük vazifeler için de sizi seçecektir.

"Sana rüyaların tabirini öğretecek." Rüya tabir etmek, rüyada görülen var­lıkta veya olayda olan özellikten yola çıkılarak rüyanın yorumunun yapılması­dır. Hikaye edilmesi ve anlatılması sebebiyle rüyalara "ehadis (rivayetler)" is­mi de verilmiştir. Rüya tabiri meleğin sadık rüyalarıyla, nefsî şeytanın yalancı rüyalarını birbirinden ayırd eder.

"Daha önceki" yani senden önceki veya bu vakitten önceki "ataların İbra­him ve İshak'a" peygamberlik verip "nimetini tamamladığı gibi sana" peygam­berlik vererek ve Yakup ailesine ehline ve evladına da "nimetini tamamlaya­caktır. " "Âl" kelimesi şerefli ve değerli olan yakınlara ait hususi bir kelimedir.

"Şüphesiz ki Rabbin Alimdir." Mahlûkatını ve kimin seçkinliğe lâyık oldu­ğunu en iyi bilendir. "Hakimdir." Mahlûkatma karşı yaptıklarında hikmet sa­hibidir. O, her şeyi lâyık olduğu şekilde yapar. [25]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Bu ayetler en güzel kıssayı açıklamak için ilk ayetlerdir. Bu ifadeler, Hz. Yusuf (a.s.) kıssasının halkaları veya bölümleri hususunda neticenin ne olacağını öğrenmek, daha küçük yaştayken kıskançlığa düşmemeleri ve O'na tuzak kurmamaları için kardeşlerine anlatmamasını istediği bu garip rüya ile başla­yan kapalı bilmecenin nasıl çözüleceğini anlamak için okuyucu ve dinleyicinin dikkatini çekecek heyecanlı ve özlü bir başlangıçtır.

Bu üslûp hikaye yazarlarının takip etmeye çalıştıkları bir üslûptur. Hika­yeye bir bilmece yahut heyecanlı bir haberle başlarlar, sonra da bu bilmeceyi çözmeye ve bu haberin ebadı ve gerçeğini beyan etmeye geçerler.

Hz. Yakup (a.s.)'un Çocukları Peygamber raiydiler?:

Bazı müfessirler "Onlara şöyle deyin: Biz Allah'a, bize indirilene, İbra­him'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene... iman ettik." (Baka­ra, 2/136) ayetindeki "esbat (torunlar)" kelimesini, Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşle­rini karşıladığı ve bunların peygamber oldukları şeklinde tefsir etmektedirler. Sahih olan görüş ise İbni Kesir'in zikrettiği gibi "esbat (torunlar)" kelimesinin Hz. Yakup (a.s.)'un evladı olmadığı, bunların Hz. Yakup (a.s.) zürriyetinden olan çeşitli kabileler olduğudur. Çünkü İsrailoğulları'nm sülâlerine "esbat", Arapların sülâlerine "kabile", İranlıların sülâlerine "şuûb" denilir.[26]

 

Açıklaması

 

Ya Muhammed! Kavmine Yusuf (a.s.) kıssasını anlat. Hani Yusuf (a.s.) ba­bası Yakup (a.s.)'a "Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana ibadet sec­desi olmayıp saygı, eğilme, boyun eğme ve tevazu secdesinde bulunduklarını gördüm" demişti.

Bu rüyanın karışık ve anlamsız rüyalardan ibaret olmayıp "ilham rüyası" olduğuna delâlet etmek için, akıllı olmayan varlığın fiili, akıllı olan varlığın fi­ili olan "secde" ile tavsif edildi.

İbni Abbas diyor ki: Peygamberlerin rüyası vahiydir. Salih rüya da pey­gamberlik alâmetlerinden biri ve gaybden haber vermenin bir çeşididir. Zira bu rüyayı salih bir kul görmüş, salih bir kul da tabir etmiştir. Böyle rüyalar olay­ların saf ruha resim gibi intikal etmesidir. Umumiyetle de "nefis hadisi" ne uy­gun tecelli etmektedir.

On bir yıldız Hz. Yusuf (a.s.)'un on bir kardeşidir. Yıldızlar kardeşler, Gü­neş ile Ay ise babası ve annesidir. Bu müfessirlerden bir grubun görüşüdür. Çünkü yıldızlar gerçekte secde etmezler. Dolayısıyla "gördüm" sözü rüyaya ait olmaktadır. Ayrıca Hz. Yakup (a.s.)'un "Rüyanı kardeşlerine anlatma" sözü bu­na delildir.

İbni Cerîr et-Taberî Cabir'den naklediyor: Yahudilerden Bustanetu 1-Yahu-di (Yahudi bahçıvan) denilen bir adam Peygamberimiz (s.a.)'e geldi Ona:

- Ya Muhammed! Bana Yusuf un kendisine secde ettiğini söylediği yıldızla­rın isimleri nelerdir, haber verebilir misin? dedi.

Cabir diyor ki: Peygamberimiz (s.a.) bir vakit sustu. Yahudiye hiçbir şey söylemedi. O sırada kendisine Cebrail (a.s.) indi.

Bu yıldızların isimlerini bildirdi. Rasulullah (s.a.) Yahudiye haberci gönde­rerek şöyle buyurdu:

-  Ben sana bu yıldızların isimlerini büdirirsem sen iman eder misin? Ya­hudi:

- Evet, dedi. Efendimiz (s.a.):

-  Bu yıldızların isimleri şunlardır: Cereyan, Tank, Zeyyal, Zül-kenafat, Kabis, Vessab, Amûdan, Fulayk, Musabbih, Zarun, Zül-ferağ; Ziya (Ay), Nur (Güneş).

Yahudi dedi ki:

-  Evet, vallahi bu yıldızların isimleri bunlardır. [27] Hz. Yakup (a.s.), oğlu Hz. Yusuf (a.s.) kardeşlerinin kendisine boyun eğecekleri manasını ihtiva eden bu rüyayı gördüğünü anlattığı zaman, oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'a "Kardeşlerinin sa­na kıskançlıkla davranmamaları ve seni sıkıntıya düşürecek bir tuzak kurma­maları için gördüğün bu rüyayı kardeşlerine anlatma dedi. Çünkü şeytan Adem'in ve Ademoğullarının düşmanıdır. O'nun âdetlerinden biri insanlar ara­sında fitne çıkarmaktır. Nitekim bizzat Yusuf (a.s.) şöyle demişti: "Şeytan kar­deşlerimle aramı açtıktan sonra..." (Yusuf, 100).

Sünnette Rasulullah (s.a.)'tan nakledildiği "Sahih" rivayetle sabit olduğu­na göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Sizden biriniz hoşuna giden bir rüya gördüğü zaman onu anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya gördüğü za­man diğer tarafa dönsün. Sol tarafına üç defa tükürsün. Bu rüyanın şerrinden Allah'a sığınsın ve bu rüyayı hiç kimseye anlatmasın. Çünkü bunun kesinlikle zararı dokunmaz." [28]

İmam Ahmed ve bazı Sünen müelliflerinin Muaviye b. Hayde el-Kuşey-rî'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Rüya tabir edilmediği müddetçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edildiği zaman aynen gerçekleşir."

Rabbinin seni seçip de sana bu yıldızların, Güneş ve Ay'ın secde ettiklerini gösterdiği gibi, O seni kendi zatı için seçecek, peygamberlik hususunda seni kendi ailene ve başkalarına karşı tercih edecek ve sana rüya tabir etmeyi öğre­tecektir.

Rüya tabiri, rüyanın varlıkta meydana gelecek şekliyle yorumunun yapıl­masıdır.

Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'a yorumu öğretmesi: Bu hususta doğru olan O'na ilham etmesi veya onu basiret sahibi kılmasıdır.

Nitekim Hz. Yusuf (a.s.) babasına "İşte daha önceki rüyamın tabiri budur. Rabbim bunu gerçekleştirdi." (Yusuf, 100) demişti. Yine zindandaki arkadaşla­rına "Gönderilen yemekler size ulaşmadan, rüyanızın tabirini size bildireceğim. Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir." (Yusuf, 37).

Seni "rasul" olarak göndermek ve sana vahiy indirmekle sana ve Yakup ai­lesine (yani babana, kardeşlerine ve zürriyetine) nimetini tamamlayacaktır.

Bir insanın âli, ailesidir. Bu, şeref ve izzet sahibi olanlara has bir ifadedir. Rasulullah (s.a.)'ın âl-i beyti gibi.

Nitekim bu nimeti daha önce deden İshak, babanın dedesi İbrahim (a.s.)'e tam olarak vermişti.

(Burada İbrahim (a.s.) daha şerefli olduğu için daha önce zikredilmiştir).

Şüphesiz ki Rabbin yarattıklarını ve bunlar arasında kimin seçkinliğine, imtiyazına hak kazandığını en iyi bilenidir. (Bir başka ayette olduğu gibi) O peygamberliği kime vereceğini en iyi bilendir. Yaptıklarında ve idaresinde hik­met sahibidir. Her şeyi en uygun şekilde yapmaktadır. [29]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Peygamberlerin rüyası haktır. Salihlerin rüyası peygamberlikten bir cüz'dür. Yıldızlar Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri, Güneş ve Ay babası ve annesi-dir. En sahih olan görüş budur.

Hikmet ehli demişlerdir ki: Kötü rüyanın tabiri yakın bir zamanda çıkar, iyi rüyanın tabiri bir müddet sonra çıkar. Salih rüya görmek şerefli bir durum, yüksek bir mertebedir. Efendimiz (s.a.) Buharî'nin Ebu Hureyre'den rivayet et­tiği hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: "Benden sonra müjdeleyici olarak sadece salih ve sadık rüya kaldı. Salih kişi bunu görür veya ona gösterilir."

Yine Buharî ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadis-i şerif­lerinde "En sadık rüya göreniniz en doğru sözlü olanınızdır" buyurmuşlardır.

Peygamberimiz (s.a.) Buharî'nin Ebu Said el-Hudrî'den rivayet ettiği ha­dis-i şerifte sadık rüyanın peygamberliğin kırk altıda bir cüz'ü olduğuna hük­metmiştir. Bu rivayet, bu husustaki rivayetlerin en sahihidir.

Rüya peygamberlikten bir parçadır. Zira rüyada uçmak, şahısların değiş­mesi, gayb ilminden bazı şeylere muttali olmak gibi insanın normal olarak yap­maktan aciz olduğu imkânsız şeyler bulunmaktadır.

Sadık rüya Allah'tandır. Sadık rüya, karmaşık düşlerden uzaktır.[30] Buharî, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî'nin Ebi Katade'den rivayet ettikleri hadiste Peygamber (s.a.) şöyle buyuruyor: "Salih rüya Allah'tandır, karışık düş görmek ise şeytandandır." Salih rüya ile tasdik olunmak ise haktır.

Kafir, facir, fasık ve yalancının rüyasına gelince, bazı zamanlarda onların rüyaları gerçekleşse dahi o vahiy türünden veya peygamberliğin bir cüz'ü ola­maz. Gaib'ten konuştuğunda doğru söyleyen herkesin verdiği haberin nübüvvet'den olmayacağı gibi. Ve malum olduğu üzre Kahin ve benzerleri bir gerçeği haber verebilir ve doğru çıkar ne var ki bu pek az ve nadir olur. Bunun gibi onların rüyaları da böyledir.

Rüyanın hakikati, uyku esnasında bir gerçeğin idrak edilmesidir. Çoğun­lukla bu uykunun galebe çalması az olacağı için gecenin sonunda olur. Gündüz rüyaları ismi de verilir. Allah rüya görene yeni bir bilgi yaratır. İnsan rüyada uyanıkken idrak edilmesi doğru olan şeyleri görür, imkânsız şeyleri görmez. Sadece caiz ve normal olan hususları görür. Allah rüya gören kimseye rüyada hissedilen bir şekil verir. Bu şekil bazan gerçeğe uygun olur, bazan da hissedil­meyen ancak makul manalara uygun bir şekil olabilir. Her iki durumda da rü­ya müjdeleyici ya da korkutucu olabilir.

2- Rüya bilgili olmayana, sevmediğimiz bir kişiye yahut bizim için iyilik düşünmeyecek bir kimseye, ya da rüyayı güzel yorumlamayacak birine anlatıl­maz.

Tirmizî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: "Rüya sahibi tarafından anla-tılmadığı müddetçe bir kuşun ayağındadır. Anlattığı zaman aynen gerçekleşir. Rüyayı bilgili, sevgili ve iyilik düşünen kimseye anlatın."

3- Kıskançlık sebebiyle veya tuzak kurma gibi şerrinden korkulan bir kim­senin yanında Allah'ın verdiği bir nimet veya lütuf tamamen ortaya çıkıncaya, meydana gelinceye kadar rüya gizlenmelidir.

Nitekim Taberanî ve Beyhakî'nin Hz. Ömer'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte "Hacetlerinizin başarıya ulaşması için gizlilikten istifade edin. Zira her nimet sahibine hased edilir."

4- Müslümanın kardeşinin başına gelmesinden korktuğu şeyi sakındırma­sı caizdir, gıybet manasına dahil değildir. Çünkü Hz. Yakup <a.s. > oğlu Hz. Yu­suf (a.s.)'un rüyasını kardeşlerine anlatıp da onların tuzak hazırlayabilecekleri hususunda oğlunu uyarmıştı.

5- Ayet-i kerimede Hz. Yakup (a.s.)'un rüya tabiri bildiğine dair açık delil vardır. Çünkü Hz. Yakup (a.s.) oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşlerinden üstün olacağını anlamış buna sevinmiştir. Ayrıca, onun oğluna olan ziyade sevgisinin oğlunda gördüğü birtakım üstün vasıflara dayandığına delâlet etmektedir. Kişi oğlunun kendisinden daha üstün olmasını arzu eder ama kardeş kardeşi için bunu arzu etmeyebilir.

Bu ayet aynı zamanda Hz. Yakup (a.s.)'un diğer oğullarında Hz. Yusuf (a.s.)'a karşı besledikleri kıskançlık ve kızgınlığı hissettiğine delildir. Bundan dolayı kıskançlık ve tuzak kurup onu yok edecekleri korkusuyla rüyanın onlara anlatılmasını yasaklamıştır. Bu ve Hz. Yusuf (a.s.)'a karşı tavırları Hz. Yakup (a.s)'un diğer oğullarının peygamber olmadıklarına delâlet etmektedir. Çünkü Peygamberler dünyevi kıskançlık, ana-babaya isyan etme, mümini helak olma­ya maruz bırakma ve öldürme planı yapma günahlarından masumdurlar.

6- Hz. Yakup (a.s.)'un Hz. Yusuf (a.s.) ile konuşması birkaç müjdeyi ihtiva etmektedir.

Hz. Yakup (a.s.) oğluna Allah'ın kendisine bu rüya ile ikramda bulunduğu gibi Allah'ın kendisini seçkin bir kul kılacağını ve kendisine gerçekten secde edilmek suretiyle rüyasını gerçekleştirmesiyle lütufta bulunacağını bildirmiş­tir. İctiba, seçilen kişinin yüce görevler için tercih edilmesidir.

Yine Cenab-ı Hak O'na rüya tabir etme şeklini, milletlerin ve kitapların sözlerini ve tevhidin delillerini öğretecektir. Bu da peygamberliğe işarettir.

Allah Ona verdiği nimetleri peygamberlikte kemale erdirecektir. Nitekim bu nimeti ataları olan Hz. İshak ve Hz. İbrahim (a.s.)'e de tamamlamıştır. Ce­nab-ı Hak Hz. İbrahim (a.s.)'i "halil'i ve peygamberi kılmış, ateşten kurtarmış­tır. Hz. İshak (a.s.)'ı da peygamber olarak seçmiştir. Tercih edilmeyen görüşe göre, kurban edilmek istenen Hz. İshak ve nimet ise kurban idi.

Özetle, Hz. Yusuf (a.s) ve atalarına verilen nimet peygamberlik nimetidir. Çünkü insanlar hakkında en kâmil, en mükemmel nimet peygamberlikten baş­kası değildir. Bunun dışındakiler buna göre noksandırlar. Hz. Yakup (a.s) oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'a üç derece vaad etti:

- İctiba (Allah'ın seçkin kulu olmak).

- Rüya tabirine vakıf olmak.

- Peygamberlik. [31]

 

Yusuf Ve Kardeşleri

 

Yusuf u Kuyuya Atmak İçin İttifak Etmeleri

 

7- Muhakkak, Yusuf ve kardeşlerinde (kıssasında) bunu soranlar için pek çok ibretler vardır.

8-  Hani kardeşleri (kendi aralarında) şöyle konuşmuşlardı: 'Yusuf ve öz kar­deşi (Bünyamin) babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Halbuki biz bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız gayet açık bir yanlışlık içindedir."

9- Yusuf u öldürün veya onu (uzak ve ıssız) bir yere atın da, babanızın sevgisi yalnız size kalsın. Bundan sonra da sa-lih kimselerden olursunuz."

10-  İçlerinden biri de şöyle dedi: 'Yu­suf u öldürmeyin. Onu ıssız bir kuyu­nun derinliklerine atın. Oradan geçen bir yolcu kafilesi onu alsın. Eğer (bu işi mutlaka) yapacaksanız böyle yapın."

 

Kelime ve İbareler:

 

"Muhakkak Yusuf ve kardeşlerinde" yani onların haberlerinde ve kıssala­rında, "bunu" yani onların haberlerini "soranlar için pek çok ibretler" Allah Te-alâ'nın kudretine ve hikmetine deliller ve alâmetler "vardır." Anlaşıldığına gö­re bunlar peygamberlerin doğruluğuna delil olan hususlardır.

Yusuf un kardeşleri on bir kişi olup isimleri şunlardır: Yahûza, Rûbîl, Şem'ûn, Lâvî, Rabalûn, Yeşcûr, Dîne, Dân, Neftâlî, Câd, Aşûr. İlk yedisi Hz. Ya-kup (a.s.)'un teyzesinin kızı Liyâ'dan dünyaya gelmişti. Diğer dört tanesi ise Zülfe ve Belhe adlı iki cariyeden dünyaya geldiler. Liyâ vefat edince Hz. Yakup (a.s.) Liyâ'nın kızkardeşi Râhîl ile evlendi. Bu hanımdan da Bünyamin ve Yu­suf dünyaya geldi.[32]

"Hani kardeşleri" kendi aralarında "şöyle konuşmuşlardı": "Yusuf ve öz kardeşi" Bünyamin "babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Halbuki biz bir cemaatiz." Sayılan bir ile on arasında oluşan insan topluluğuna "usbe" denil­mektedir. "Şüphesiz ki babamız gayet açık bir yanlışlık içindedir." Babamız bu ikisini bize tercih etmekte yahut üstün olmayanı üstün olana tercih etmekle, yahut sevgide adaleti terk etmekle açık bir hata içindedir. Rivayete göre Yusuf, onda gördüğü bir takım üstün özellikler sebebiyle babasının en çok sevdiği oğlu idi. Kardeşleri Yusuf u kıskanıyorlardı. Yusuf o rüyayı görünce babasının ona olan sevgisi daha da arttı. Hatta onu görmezse sabredemiyordu. Bundan sonra kardeşlerinin kıskançlığı da arttı. Nihayet onları Yusuf için tuzak hazırlamaya şevketti.

"Yusuf u öldürün!" Bu cümle "Hani şöyle konuşmuşlardı" cümlesinden sonra yer alan konuşmanın devamıdır. Sanki kardeşler bu konuda ittifak etmiş gibiydiler. Ancak içlerinden biri, "Yusufu öldürmeyin" diyordu, "veya onu" Yu­suf u insanlardan, binalardan uzak, ıssız "bir yere atın da babanızın sevgisi yalnız size kalsın." yani sadece sizinle ilgilensin. Babanız size yönelsin, sizden başkasına yönelmesin. "Bundan sonra da" Yusuf tan sonra, yahut onu öldür­dükten veya attıktan sonra "salih kimselerden olursunuz." İşlediğiniz cinayet­ten dolayı tevbe etmek suretiyle Allah'a yönelirsiniz yahut babanızla birlikte salih kimselerden olursunuz, veyahut dünya işlerinizde salih kimseler olursu­nuz.

"İçlerinden biri" ki bunun ismi Yahûza olup Yusuf hakkında en iyi düşü­nen o idi. Bir rivayete göre içlerinden biri diye zikredilen kişinin ismi Rûbîl idi. "Şöyle dedi: Yusufu öldürmeyin." Çünkü öldürmek büyük bir günahtır. "Onu ıssız bir kuyunun derinliklerine atın." Yani kuyunun dibine atın. Kuyunun dibi­ne, bakanların gözlerinden uzak, görünmez olduğu için "gayâbet" ismi veril­miştir. "Oradan geçen bir yolcu kafilesi onu alsın." Seyyare, yeryüzünde dola­şan kafile, kervan demektir. "Eğer" onunla babasının arasını açmak işini mut­laka "yapacaksanız" yahut benim istişareme yanaşacaksanız "böyle yapın." [33]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Bu ayetler, Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleriyle olan kıssasının başlangıcıdır. Cenab-ı Hak bu kıssaya iki mesele ile başladı:

Birincisi: Kur'an-ı Kerim'in vasfının beyan edilmesi. Kur'an'ın Peygambe­rimiz (s.a.)'m risaletine delâlet eden gayet açık Arap lisanıyla Allah tarafından indirilmiş olduğunun beyan edilmesi. Bundan dolayı da "Bunlar gayb haberle-rindendir." (Yusuf, 102) gerçeği ifade edilmiştir.

İkincisi: Hz. Yusuf (a.s.)'un rüyasının ve bu rüyanın Hz. Yakup (a.s.)'un gönlündeki tesirinin anlatılması. Bunun üzerine de "Ey babacığım! Önceki rü­yamın tabiri budur. Rabbim rüyamı gerçekleştirdi." (Yusuf, 100) ayetiyle ifade edilen ibret zikredilmiştir. [34]

 

Açıklaması

 

Allah'a yemin olsun ki, Hz. Yusuf (a.s.) ile kardeşlerinin kıssasında bunu soran kimseler için pek çok ibretler ve öğütler vardır.

Bu kıssa bunu soran herkes için Allah'ın kudretine ve her şeyde hikmeti bulunduğuna delâlet etmektedir. Bu kıssa peygamber olan Hz. Yusuf (a.s)'un doğruluğuna ve Allah'ın bu kıssada ortaya koyduğu şekilde Hz. Yusuf (a.s.)'a yapılan haksızlığın akıbeti, Hz. Yusuf (a.s.)'un rüyasının doğruluğu ve rüyaları doğru tabir etmesi, nefsini dizginleyip ezmesi ve nihayet emaneti hakkıyla ye­rine getirmesi gibi gerçeklere işaret etmektedir.[35]

Bu kıssa anlatılması gereken gayet ilginç ve gerçekten ibretli bir haberdir. Bir zaman kardeşleri şöyle demişlerdi: Allah'a yemin olsun ki Yusuf ve öz kar­deşi Bünyamin babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Babamız sevgide bu ikisini bize tercih etmektedir. Halbuki bu ikisi küçük, biz ise on kişilik bir gru­buz. Bu su-i zan içinde yemin ettiler, "ehabbü" kelimesi ism-i tafdil için kulla­nılır ve "ef alü" veznindedir. Yani, bizden daha çok sever demektir. el-Usbe" bir ile on kişi arasında insandan oluşan grup demektir.

Şüphesiz ki babamız sevgide Yusuf u ve kardeşini bize tercih etmekle sev­gide adalet ve eşitliği bırakma hususunda doğruluktan ayrılmış olup gayet açık bir yanlışlık içindedir. Nasıl olur da babamız muhtaç olduğu her çeşit ge­çim temini ve müdafaa işlerini yerine getiren bizim gibi güçlü kuvvetli yiğitlere karşılık yeterliliği olmayan ve faydası da dokunmayan güçsüz iki kişiyi tercih edebilir? İki kişiyi nasıl cemaatten daha çok sevebilir?

Bu, gerçekte babalarının değil, onların hatası idi. Çünkü Yusuf ve kardeşi anneleri ölmüş küçük ve yetim çocuklardı. Ayrıca babalan Yusuf ta peygamber­liğin ilk alâmetlerini müşahede ediyor, onun akıl ve hikmet sahibi olduğunu görüyordu. Rüyasından anladığı hususlar da beklediği neticeyi tekit ediyordu.

Bununla birlikte evlada muamele ederken ihtiyatlı olmak, sevgi ve mu­amelede hatta öpmekte bile eşit davranmak, çocukların aralarında birbirini kıskanmalarını, birbirine buğzetmelerini tahrik edecek davranışlardan sakın­mak istenmektedir.

Nitekim Buharî, Müslim ve İbni Mace hariç Sünen sahiplerinin Nu'man b. Beşir (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadırlar: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletle davra­nın. "

Taberanî'nin yine Numan b. Beşir (r.a)'den rivayet ettiği hadis-i şerifte "Aranızda iyilik ve lütuf hususunda adil olmalarını istediğiniz gibi onlara yap­tığınız bağışlarda da adil olun" buyurulmaktadır.

Bundan sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin Yusuf un aleyhine kurdukları it­tifakı zikretti.

Yusuf un kardeşleri birbirine şöyle dediler: Ya problemi tamamen kaldır­mak için Yusuf u öldürün, veya onu tekrar babasına dönemeyeceği, şehirden uzak bilinmeyen ıssız bir yere atın. Böyle yaparsanız ondan kurtulmuş olursunuz; babanızın sevgisi de yalnız size kalır, siz babanızla başbaşa kalmış olursu­nuz. Burada maksat babalarını sevmekte kendilerine ortak olacak ve bu sevgi­yi paylaşacak kimseden kurtulmuş olmaktır. Yusuf tan sonra veya O'nu öldür­dükten sonra, yahut onu ıssız bir yere attıktan sonra işlediğiniz bu cinayetten dolayı Allah'a tevbe edenlerden olursunuz. Yahut ileri süreceğiniz bir mazeret­le babanızla aranız düzelir, veyahut babanızın sevgisinin yalnız size ait olması sebebiyle dünyanız düzelir. Onlardan sonra da işleriniz düzene girer. Böylece babanız da Rabbiniz de sizden razı olur.

İçlerinden biri -kardeşlerin en büyüğü olan Yahûza, bir rivayete göre Rû-bîl- dedi ki: O'nu öldürmeye kalkışmayın. Çünkü adam öldürmek büyük bir suçtur. Ayrıca O sizin kardeşinizdir. Bence onu bir kuyunun dibine atın. Ora­dan geçen tüccar kafilelerden biri onu alsın, bu şekilde siz de ondan kurtulmuş olursunuz, onu babanızdan uzaklaştırma amacınız da böylece gerçekleşir. Eğer bu söylediğinizi yapmaya kesin karar vermişseniz yanlış yoldasınız; doğru ola­nı yapmak isterseniz isabetli görüş budur, onu öldürmeye hacet yoktur.

9. ayetin başında (içlerinden biri dedi ki) cümlesi hazfedilmiştir. [36]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Hz. Yusuf (a.s.) ve kardeşleri kıssasında peygamberlerin doğru sözlü ol­duklarına delil vardır. Ayrıca bu kıssadan alınacak ibretler vardır. Bu ibretler haksızlığın ve kıskançlığın kötü akibeti, nefsi dizginlemenin fazileti, rüya tabi­rini yapan bir peygamber veya hayırsever ve bunun yorumunun doğru çıkması gibi ibretlerdir.

2-  Birbirlerine besledikleri kin, haset ve kıskançlıkları onları Hz. Yusuf (a.s.)'u öldürme ve helak etme veya bazı ticaret kafilelerinin alıp köle gibi kul­lanmaları için insanlardan uzak ıssız bir yere atma planı kurmaya sevketmiş-tir. Zira ya bu rüya haberi kendilerine ulaşıp ona tuzak kurmaya teşebbüs etti­ler, yahut babalarının Hz. Yusuf (a.s.) ve kardeşine duyduğu sevgiden dolayı şiddetli bir kıskançlık sebebiyle tuzak kurmayı düşündüler.

3- Evlatların bir kısmının diğerlerine tercih edilmesi kin ve kıskançlığı do­ğurur. Sonunda da belâlara sebep olur. Ancak bunu gayet iyi bilen Hz. Yakup (a.s.) iki küçük oğlu Yusuf ve kardeşini sadece sevgi hususunda diğerlerine ter­cih etti. Sevgi ise beşerin elinde olan bir şey değildir. Dolayısıyla Hz. Yakup (a.s.) bu konuda mazur idi, ayıplanacak bir şey yapmadı.

4- "Bundan sonra da salih kimselerden olursunuz." (Yusuf, 9) yani "tevbe edersiniz" ayeti "Bu olaydan sonra tevbe edersiniz de Allah tevbelerinizi kabul eder" manasındadır. Bu ayet adam öldürenin tevbesinin makbul olduğuna de­lildir. Zira Kurtubî'nin zikrettiği gibi, Cenab-ı Hak onun bu sözünü tenkit et-

Kurtubî, K/131.

5- Muhammed b. İshak, Hz. Yakup (a.s.)'un çocuklarının Hz. Yusuf (a.s.) hakkında plan kurmaları ile ilgili -İbni Ebi Hatim'in naklettiği gibi- şu açıkla­mayı yapmıştır:

Kardeşler:

- Sıla-i rahimi kesmişler,

- Babalarına karşı gelmişler,

- Günahı olmayan küçük çocuğa şefkatsizlik göstermişler,

- Hak, hürmet ve fazilet sahibi, Allah nezdinde hatırı olan yaşlı, pir-i fani bir zata acımasızlık üzerine ittifak etmişlerdi.

Ayrıca babanın çocuklar üzerindeki hakkına, ilerlemiş yaşına, zayıflamış bünyesine, Allah nezdindeki derecesine rağmen babalan ile çok sevdiği ama henüz güçsüz-kuvvetsiz, küçük yaşta, babasının lütuf ve ikramına, sevgisine muhtaç küçük bir çocuğunu birbirlerinden ayırmışlardı. Allah onları affeylesin. O merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gerçekten Yusuf un kardeşleri bü­yük bir hatayı yüklenmişlerdi.[37]

6- Yusuf un kardeşlerinin bu çeşit davranışları onların ne önceden ne de sonradan peygamber olmadıklarına delâlet etmektedir. Çünkü peygamberler bir müslümanı öldürmek için plan hazırlamazlar. Yusuf un kardeşleri müslü-man idiler. Bir günah işlediler, sonra da tevbe ettiler. Peygamberlerin büyük günahlardan masum olmaları bunlar hakkında "peygamberdir" diyenlerin gö­rüşünü reddetmektedir. Bir rivayete göre de o zaman peygamber değillerdi. Sonra Allah onlara peygamberlik verdi. Bu konudaki en doğru görüş daha önce İbni Kesir ve diğer alimlerden nakledilmiştir. [38]

 

İltikatın Hükmü:

 

İltikat, bir şeyi yoldan almaktır. Lakît ve lukâta kelimeleri de bu kökten gelmektedir.

Lakît (bulunan çocuk) hakkındaki hükümde asıl olan onun hür olarak ka­bul edilmesidir. Çünkü hür olanlar kölelere göre çoğunluğu teşkil etmektedir­ler. Bu, çoğunluk esasına göre hüküm vermektir.

Bulunan çocuk yine çoğunluk esasına göre müslüman kabul edilir. Eğer içinde hem Hristiyan hem de müslümanların bulunduğu bir kasabada ise İb-nü'1-Kasım "Çoğunluk esasına göre hükmedilir. Üzerinde Yahudi elbisesi varsa Yahudi, Hristiyan elbisesi varsa Hristiyan, aksi takdirde müslüman kabul edi­lir. Ancak kasabanın çoğunluğu gayri müslim olursa durum değişir" demiştir.

Başka alimlere göre ise; "Kasabada sadece bir müslüman varsa İslâm hükmümün en üstün olması ve hiçbir şeyin ondan daha üstün olmaması sebe­biyle yine İslâm'ın üstünlüğüne binaen bulunan çocuğa müslüman hükmü ve­rilir."

Bulunan çocuğun nafakasına gelince: İmam Ebu Hanife "Çocuğu bulan kişi bu çocuğa bakarsa o nafile bir ibadet yerine geçmiş olur. Ancak hakim bunu emrederse durum değişir" demiştir.

İmam Şafiî diyor ki: Bulunan çocuğun malı yoksa onun Beytu'l-mal'dan (İslâm Devleti hazinesinden) bakılması vacip olur. Beytu'l-mal'da mal yoksa bu konuda iki görüş vardır:

a) Onun zimmetinden borç verilir.

b) Müslümanlara ödenme mecburiyeti olmadan bu masraf pay edilir.

Özetle: Lakît'in (bulunan çocuğun) malı, parası yoksa onu bulan kimse di­lerse bakımını üzerine alarak teberruda bulunur, dilerse devlet reisinin müslümanların lüzumlu ihtiyaçları için ayırdığı hesabından ona sarfetmesi için, durumu devlet reisine bildirir" diye alimler ittifak etmişlerdir. Bulunan kimsenin parası varsa ve bu para da yanında ise o takdirde harcama bulunan kimsenin malından yapılır. Çünkü o kimse başkasının yardımına muhtaç de­ğildir.

Eğer o çocuğu bulan, kendi malından harcama yapmışsa;

a- Bu harcamayı hakimin izniyle yapmışsa bulduğu çocuğun bulûğa erme­sinden sonra ondan bunu talep etme hakkı vardır.

b- Bu harcamayı hakimin izni olmaksızın yapmışsa bulduğu çocuğa teber­ruda bulunmuş sayılır. Çocuktan bunu geri almak için ona müracaat edemez, ondan talepte bulunamaz.

"Lukâta" ve "davâll" kelimelerinin ise manası sahih olan görüşe göre aynı­dır ve "bulunan mal" demektir.[39]

Alimler bulunan mal basit, önemsiz bir şey veya uzaity müddet kalması mümkün olmayan bir şey olmadığı müddetçe bunun tam bir yıl boyunca bulun­duğunun ilân edilmesi gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir.

Yine bu malın sahibi gelir ve bu kişinin o malın sahibi olduğu sabit olursa bu malı almaya bulan kişiden daha lâyık olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Ayrıca bu malı bulan kimse bir sene sonra bu malın ücretini yerse ve yeni ortaya çıkan malın gerçek sahibi de bunun tazmin edilmesini (bedelinin öden­mesini) isterse bu mal sahibinin tabiî hakkıdır, isteyebilir. Bu malı bulan kim­se (bir yıl sonra) sadaka olarak vermişse mal sahibi tazminat (bedelinin öden­mesi) isteği ile bu sadakadan alacağı ecir ve sevaba razı olmak arasında tercih yapabilir. Ancak malı bulanın bir yıl geçmeden bu malı sadaka olarak verme yahut bu malda tasarrufta bulunma hakkı yoktur. Zayi olmasından korkulan bulunmuş koyunu bulan kimsenin onu yeme hakkı vardır. Bütün bu hususlar­da alimler ittifak etmişlerdir.

Bulunan malı almanın mı, yoksa bulunduğu yerde bırakmanın mı daha ef-dal olduğu hususunda alimler arasında çeşitli görüşler vardır:

Malikîler, "Dilerse alır, dilerse bırakır" demişlerdir. İmam Malik ve İmam Ahmed'den bulunan malın alınmasının "mekruh" olduğu nakledilmiştir.

Delilleri ise Zeyd b. Halid el-Cühenî'nin Kütüb-i Sitte'de nakledilen "ko­yun" hakkındaki hadis-i şerifidir. "Bulunan koyun ya senindir, ya bir din kar-deşinindir, yahut da kurdun hakkıdır."

Malikîlere ve Hanbelîlere göre mal sahibinin delil getirmesi gerekmez. Sa­dece malın alametlerini (meselâ kabını veya bağını) bildirmesi yeterlidir.

Hanefi'ler ve sahih olan kavle göre Şafiîler bulunan malın, sahibi adına ko­runması gayesiyle, müslümanların mallarını korumak, zayi olmasına ve hain bir ele geçmesine engel olmak için alınmasını caiz görmüşlerdir. Ancak sahibi bu malın kendisine ait olduğuna dair bir delil ortaya koymazsa bu mal, sahibi olduğunu iddia eden kimseye verilemez.

Yine alimlerin bulunan hayvana yapılan harcama hakkında da değişik gö­rüşleri vardır.

Malikîler demişlerdir ki: Bu hayvanı bulan kimse isterse bu harcamayı sultanın emriyle yapsın, isterse böyle bir emir olmadan yapsın, yaptığı harca­ma ile sahibine müracaat edebilir, bunu talep edebilir.

Şafiîler ve Hanbelîler, "Bu hayvanı bulan kimse bu harcamayı talep ede­mez. Çünkü nafile olarak harcama yapmış sayılır" demişlerdir. Hanefiler de aynı görüştedirler. Eğer hakimin izni olmaksızın bu harcamayı yapmışsa teber­ruda bulunmuş yahut nafile olarak harcama yapmış sayılır. Ancak hakimin iz­niyle bu harcamayı yapmışsa yaptığı bu harcama hayvanın sahibi üzerine borç sayılır. Hayvanı bulan sahibine başvurur, talepte bulunur.

Bir yıl ilân ettikten sonra bulunan malın mülk edinilmesine gelince:

Hanefiler şöyle demişlerdir: Malı bulan kimse zengin ise bulduğu bu mal­dan faydalanması caiz değildir. Sadece fakirlere sadaka olarak verebilir. Malı bulan kimsenin fakir ise sadaka olarak kabul etme yoluyla bu maldan fayda­lanması caizdir. Çünkü Bezzar ve Darakutnî'nin Ebu Hureyre'den rivayet etti­ği bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) "O malı sadaka olarak versin" buyur­maktadır.

Malı bulan kimse zengin de olsa, fakir de olsa bulduğu malı mülk edinebi­lir. Bu mal onun diğer malları gibi olur. Gelecekte bunun sahibini tanırsa bu malın bedelini sahibine öder. [40]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'un Kardeşlerinin Planlarını İcra Etmeleri Ve Durumu Babalarına Kapalı Bir Şekilde Anlatmaları

 

11-  (Kardeşleri Yusuf hakkında karar verdiklerinde, babalarına) şöyle dedi­ler: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yu­suf u bize emanet etmiyorsun! Halbuki biz onun iyiliğini isteriz."

12-  "Yarın onu bizimle birlikte (kıra) gönder de bol bol yesin ve oynasın. Biz onu elbette koruruz."

13-  Yakup "Onu alıp götürmeniz beni üzer. Sizin haberiniz yokken onu kur­dun yemesinden korkarım" dedi.

14-  Yusuf un kardeşleri "Yemin ederiz ki, biz kuvvetli bir topluluk iken eğer onu kurt yerse o takdirde biz hüsrana uğrayan kimselerden oluruz" dediler.

15-  Yusuf u alıp götürdüklerinde, onu kuyunun içine atmaya ittifakla karar verdiler. Biz de Yusuf a "Kardeşlerinin hiç farkında olmadan sen onlara bu yaptıklarını haber vereceksin" diye vahyettik.

16- Akşam ağlaya ağlaya babalarına gel­diler.

17-  (Babalarına) dediler ki: "Ey Baba­mız! Biz yarış yapıyorduk. Yusuf u da (beklemesi için) eşyalarımızın yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim. Onu Kurt yemiş! Ne kadar doğru sözlü olsak da sen bize inanmazsın."

18- Yusuf un gömleğine yalan bir kan bulaştırarak getirdiler. Yakup (şöyle dedi): "Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Artık bana düşen gü­zel bir sabırdır. Sizin şu anlattığınıza karşılık yardımına sığınılacak ancak Allah'tır."

 

İ'râb:

 

"Fe-sabrun cemîl" haberi hazfedilmiş bir müptedadır. "Güzel bir sabır baş­ka şeyden daha uygundur" takdirindedir, yahut müptedası hazfedilmiştir. O takdirde de (fe-sabrî sabrım cemîl) "Benim sabrım güzel bir sabırdır" takdirin­dedir. [41]

 

Belagat:

 

'Yalancı bir kan..." Aslında kan yalancılıkla tavsif edilmez. Manası, "söyle­nene uygun olmayan bir kan" demektir. Burada mübalağa yoluyla masdar geti­rilmiştir. [42]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Halbuki biz onun iyiliğini isteriz." Yani onun menfaatlerini gözetiriz, en-Nâsıh, hayrı isteyen, şefkatli demektir. Yani biz ona şefkat gösteririz. Onun hayrını isteriz. Bu sözleriyle kardeşlerinin kıskançlığını hisseden babalarını Yusuf u korumak hakkındaki görüşünden vazgeçirmek istiyorlardı.

"Yarın onu bizimle birlikte" kıra, sahraya "gönder de bol bol yesin" yani meyvelerden vb. yiyeceklerden dilediği kadar yesin "ve oynasın dinlensin, ya­rış ve ok atışı gibi oyunları oynasın. "Biz onu elbette" kötülüklerden koruruz."

"Yakup: Onu alıp götürmeniz beni üzer... dedi." el-Hüzn «üzüntüm bir sevgi­liyi kaybetmek yahut hoşa gitmeyen bir şeyin meydana gelmesi sebebiyle gö­nülde duyulan acıdır. el-Havf (korku) ise, meydana gelecek hoşa gitmeyen şey sebebiyle gönüldeki acıdır. "Siz ondan gafil iken" Yeme-içme ve oyunla meşgul iken, yahut onu korumaya önem vermemeniz sebebiyle "onu kurt'un yemesin­den korkarım." Zira onların diyarında o sıralarda çok kurt bulunuyordu.

'Yusuf un kardeşleri, yemin ederiz ki biz kuvvetli bir topluluk iken eğer onu kurt yerse o takdirde biz hüsrana uğrayan kimselerden" aciz yahut güçsüz ve aldanmış kimselerden, hüsranla çağrılan kimselerden olmaya müstehak "olu­ruz" dediler.

"Yusuf u alıp götürdüklerinde, onu kuyunun içine atmaya ittifakla karar verdiler." Yani kuyuya atmaya kesin kararlı idiler. Bu kuyu Beyt-i Makdis'te veya Ürdün'de, yahut Mısır ile Medyen arasında idi. Kardeşleri Yusuf u dövüp horladıktan ve öldürmek istedikten sonra gömleğini çıkardılar ve kuyuya sar­kıttılar. Tam kuyunun yarısına gelince ölsün diye bırakıverdiler. Yusuf ise suya düştü sonra bir kayaya tırmandı sonra kardeşleri Yusuf a seslendiler. O da on­ların acıdıklarını zannederek cevap verdi. Bunun üzerine kuyuya taş atarak önu öldürmek istediler. Büyük kardeşleri Yahûda buna engel oldu.

"Biz de Yusuf a, kardeşlerin hiç farkında olmadan" yani senin Yusuf oldu­ğunu bildirmeden, senin şanın yüce olup onların evhamından çok uzak olarak "sen onlara" bugün "bu yaptıklarını" kötülüklerini bir gün "haber vereceksin" diye" Yusuf un kalbini tatmin etmek için, kuyuda iken ve henüz 17 yaşlarında yahut daha küçük yaşta olduğu halde "ona vahyettik" ona ilhamda bulunduk.

"Akşam" geceleyin "ağlaya ağlaya" ağlar görünerek "babalarınageldiler."

Babalarına "dediler ki: Ey babamız! Biz yarış yapıyorduk" koşu veya atıcı­lık müsabakası yapıyorduk. 'Yusuf'u da" beklemesi için "eşyalarımızın" elbise­lerimizin "yanına bırakmıştık. Bir de ne görelim! Onu kurt yemiş. Ne kadar doğru sözlü olsak da sen bize inanmazsın." Bizi tasdik etmezsin. Doğru sözlülü­ğümüz sabit olsa da sen bizi itham edersin. Ya sen bize su-i zan edersen ne olur? Yahut senin su-i zannın sebebiyle ve Yusuf a beslediğin aşırı sevgi sebe­biyle doğru söylesek bile..

'Yusuf un gömleğine yalan bir kan bulaştırarak getirdiler." Söylediklerine uygun olmayan bir kanla yetindiler. Bir kuzu kesip gömleğe o kanı bulaştırdı­lar. Gömleği yırtmayı unuttular ve bu kan kurdun kanı dediler. "Yakup" onla­rın yalanlarını anlayınca ''''şöyle dedi: Hayır) Nefisleriniz sizi aldatıp \>u işe sü­rüklemiştir. " Bu işi yaptınız. "Artık bana düşen sabırdır." Şikayete gerek yok. Sabr-ı cemîl, mahlûkata şikayet olmadan yapılan sabırdır. "Sizin şu anlattıkla­rınıza" Yusuf un durumu hakkında zikrettiğiniz hususlarda yahut bu musibet ve helak hususunda söylediklerinize "karşılık yardımına sığınılacak" kendisin­den yardım istenecek "ancak Allah'tır." [43]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Bu ayetler daha önceki ayetlerle irtibatlı olup, Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeş­lerinin ona kurdukları tuzağı ve babalarını nasıl kandırdıklarını; babalarının Yusuf u son derece sevdiğini, ona itina ile baktığını, onun kalbini hoş tutmak istediğini bildikleri için kendilerini de Yusuf u çok seven ve ona şefkat besleyen kimseler olarak göstermeye çalıştıklarını, bunun üzerine Hz. Yakup (a.s.)'un da oğullarının bu sözlerine tam inanmadığı ve onların Yusuf a zarar vermelerin­den korktuğu halde, Yusuf u kardeşleri ile birlikte gönderdiğini açıklamakta­dır.[44]

 

Açıklaması

 

Kardeşleri Yusuf u götürüp -büyükleri Yahûz'a veya Rûbîl'in işaret ettiği şekilde- kuyuya atmak üzere anlaştıkları zaman babalan Hz. Yakup (a.s.)'a ge­lip şöyle dediler: Sana ne oluyor ki Yusuf u bize emanet etmiyor, ona zarar ve­rebileceğimizden korkuyorsun? Halbuki biz de onun iyiliğini isteriz, yani onu seviyor, ona şefkat duyuyoruz. Onun hayrını istiyoruz, samimiyetle onun iyilik içinde olmasını istiyoruz.

Gerçekte ise kardeşleri Yusuf un rüyasını öğrenip de Yusuf ta beliren bü­yük hayır ve peygamberlik alâmetleri sebebiyle babasının ona olan sevgisini idrak ettikten sonra, Yusuf a olan kıskançlıklarından dolayı onun hakkında bu söylediklerinin aksini murad ediyorlardı.

Yarın âdetimiz üzere sahradaki vadiye gittiğimizde Yusuf u da bizimle gönder, orada hoşuna giden meyve ve sebzelerden yesin, koşsun, oynasın, din­lensin, ok yarışlarında bize katılsın. Biz, onu her türlü felâket ve musibetler­den koruruz, senin hatırın için onun üzerine titreriz, dediler.

Hz. Yakup (a.s.) oğullarına şu şekilde cevap verdi: Onu alıp götürmeniz be­ni üzer; hangi şekilde olursa-olsun. Onun benden ayrılması bana elem verir. Siz ok atmakla ve koyun gütmekle meşgul iken bir Kurt'un gelip O'nu yeme­sinden korkarım.

Bu ifadeden Hz. Yakup (a.s.)'un iki mazeret ileri sürdüğü anlaşılmaktadır:

1- Yusuf un kendisinden ayrılmasına üzülmesi.

2- Kardeşlerinin Yusuf a önem vermeyerek oyun oynamakla veya koyun gütmekle meşgul oldukları ve bu sebeple gaflette bulundukları bir sırada kur-tun onu yemesinden korkması.

Sanki Hz. Yakup (a.s.) bu ifadesiyle oğullarına yol göstermekteydi. Son de­rece ihtiyatlı olması onun bu sözü söylemesine sebep olmuştur.

Oğulları Hz. Yakup (a.s.)'a derhal cevap verdiler: Allah'a yemin olsun ki, biz kendimizi savunacak kuvvetli bir topluluğuz. Buna rağmen eğer Onu kurt yerse biz hüsrana uğrayan, kendilerinde hiçbir hayır bulunmayan, hiçbir fay­dası olmayan, aciz ve helak olmaya mahkûm kimselerden oluruz.

Bundan sonra da planı bilfiil icra etmeye başladılar. Babalarına başvurup da onun yanından Yusuf u alıp götürünce muratlarına kavuştular. Hiç tereddüt göstermeden ve azi nle Yusuf u kuyunun dibine atmaya karar verdiler. Bu ku­yu kendi aralarında bilinen manasıyla büyük bir kuyu idi. Böylece ya dilediği yere gitsin, ya da helak olsun da ondan kurtulsunlar diye düşünüyorlardı.

Fakat kâmil bir kudret, etkin bir irade, rahmet ve lütuf sahibi olan; zor­luktan sonra kolaylığı, sıkıntıdan sonra huzuru indiren Allah vahiyle Yusuf un kalbini mutmain kılmak ve içinde bulunduğu durumdan üzülmemesi hususun­da kalbini takviye etmek için, tıpkı "Rabbin arıya vahyetti. <Nahl, 16/68) ve "Biz Musa'nın annesine vahyettik." (Kasas, 28/7) ayetlerinde olduğu gibi, "il­ham" şeklindeki vahiyle Yusuf a vahyederek şöyle buyurdu: Senin için mutlaka bir huzur ve çıkış kapısı vardır. Allah onlara karşı sana yardım edecek, sana yaptıkları bu kötülüğü senin Yusuf olduğunu anlayıp hissettirmeden onlara haber verecektir.

Bu aynı zamanda Yüce Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'a bu çetin imtihandan kur­tulma, onlara karşı ilâhî yardıma kavuşma ve kardeşlerinin ileride Onun ha­kimiyetinde olacağı şeklinde bir vaadidir.

Bundan sonra da babalan Hz. Yakup (a.s.)'a asılsız mazeretlerle özür be­yan etme sırası geldi. O günün sonunda yatsı vakti karanlıkta babalarına dön­düklerinde ağlar gibi görünmeye ve Yusuf a olanlara üzüldüklerini göstermeye çalıştılar.

Kardeşleri özür diler gibi bir tavır içerisinde şöyle dediler: Biz yarış yap­maya, ok atmaya gitmiş ve Yusuf u da elbiselerimizin ve diğer eşyalarımızın yanında bekçi olarak bırakmıştık. O sırada onu kurt yedi. İşte Hz. Yakup (a.s.)'un endişe edip tenbihte bulunduğu husus da buydu. Biz gayet iyi biliyo­ruz ki -durum böyle iken- biz doğru söyleyen ve senin yanında güvenilir kişiler olsak bile sen bizi tasdik etmeyeceksin. Sen nasıl bize ithamda bulunabilirsin?

Sen meydana gelen olayın garipliği ve bu hadisenin acaipliği sebebiyle mazur sayılırsın. Hasılı biz doğru sözlü olsak da sen bizi doğrulamazsın. Zira sen Yu­suf u aşırı derecede sevmen ve bizim yalan söylediğimizi sanman sebebiyle bu hususta bize ithamda bulunursun.

Aslında bu ifadeleri, söylediklerine tam kanaat getiremediklerini ima et­mekte, yalancılıklarını ihsas ettirmektedir.

Bu hile ve desiselerine ilâve olarak Yusuf un gömleğini başka bir kana bu-layarak getirmişlerdi. Kestikleri bir kuzunun kanından alıp Yusuf un gömleği­ne sürmüşler ve onun da kurdun Yusuf u yediği esnadaki gömleği olduğunu ile­ri sürmüşlerdi. Bunun için ayette "Onungömleğine..." ifadesi kullanılmıştır.

Fakat Allah'ın iradesi onların suçlarının izlerinin ortaya konulmasını mu-rad etmişti. Bundan dolay gömleği yırtıp parçalamayı unutmuşlardı. Zira kur­dun saldırısı olsaydı gömlek yırtılırdı. Bu sebeple Hz. Yakup (a.s.) gönlünde oğullarının gizlediği bir şeyler olduğu inancı doğması sebebiyle onlardan ve sözlerinden yüz çevirdi, onları doğrulamadı ve şöyle dedi: Hayır, nefisleriniz si­zi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Yani sizin kötü nefisleriniz sizi bu anlattığınız ve söylediğiniz durumdan başka çok çirkin bir işi size güzel göstermiş ve bu işi size yaptırmıştır. Ben anlaştığınız bu olay üzerine güzel bir sabırla sabredece­ğim. Yardımı ve lütfuyla bu musibeti, bu sıkıntıyı kaldınncaya kadar Allah'ın yardımını talep edeceğim. Benim için en uygun şey güzel bir şekilde sabret­mektir.

Rivayet olunduğuna göre Peygamberimiz (s.a.)'e "sabr-ı cemil (en güzel sa­bır)" nedir? diye sorulmuş, O da, "Şikayet etmeden yapılan sabırdır" buyurmuş­tur.

Hz. Yakup (a.s.) devamla şöyle dedi: Sizin şu anlattığınız yalanlara karşı yardımına sığınılacak ancak Allah'tır. O, sizin anlattığınız acıklı olayın kötülü­ğüne karşı en güzel yardımcıdır.

Rivayete göre Hz. Yakup (a.s.) alaylı bir tarzda şöyle demişti: Ne kadar yu­muşak huylusun ey Kurt! Oğlumu yiyorsun da gömleğini yırtmıyorsun?! [45]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara irşad etmektedir:

1- Yusuf un kardeşleri tuzak kurmayı ve babalarını aldatmayı başarmış­lardı. Zira mümin daima uyumlu ve iyilik severdir. Bu hile çocukların genellik­le baş vurdukları bir hiledir. Zira çocukların mubah olan oyunları ve neşelen­meleri tavsiye edilmiştir.

Ayrıca kardeşleri Yusuf u sevdiklerini ve bağırlarına bastıklarını ifade et­mişler ve her türlü tehlikeye karşı O'nu koruyup gözetecekleri garantisi ver­mişlerdi.

2- Hz. Yakup (a.s.)'un çocuklarının teklifini kabuKetmesi ise ihmal etmek­ten sakındırma, gayet güzel bir şekilde koruyup himaye etmelerini uyarma ve oğlu Yusuf u sevdiğini ve onun ayrılığına dayanamayacağını belirtme açısından alışılagelen baba şefkati unsurlarını taşımaktadır. Bu da gayet tabiî bir du­rumdur.

3- Yusuf un kardeşleri gerçeği babalarına açık olarak göstermediler, kendi­lerini kardeşlerini koruyan, himaye eden kimselermiş gibi gösterip yalan söyle­diler. Onlar kuvvetli bir topluluk, güçlü bir cemaat idiler. Bu halleriyle kardeş­lerine saldıran kurdu kovalayamazlar mıydı?

4- Anneleri ayrı, babaları bir olan Yusuf a karşı kardeşleri son derece katı ve sert bir tutum içerisindeydiler. Yusuf u kuyuya atmışlar, sırtından gömleğini de çekip almışlardı. Kardeşlerin her birinde diğerinden daha fazla kin, kıs­kançlık ve zulüm duygusu vardı.

5- Allah'ın rahmeti ve lütfü muhsinlere (iyilik sever kimselere) yakındır. Allah Tealâ, zulme uğrayanı yardımsız bırakmaz, feci bir hadiseyle karşılaşanı da kalbine teselli vermeden ve tatmin etmeden, kurtulacağı müjdesini verme­den bırakmaz.

Allah Yusuf a içinde bulunduğu durumdan kurtulacağını, kendisinin bir gün bu yaptıkları işin kötülüğünü onlara haber vereceğini ve yaptıklarına kar­şılık onları tenkit edeceğini, kendisinin Yusuf olduğunu bildirmeden kardeşle­rinin onun idaresi ve hakimiyeti altında olacaklarını ilham etti.

Bu durum, kuyuya atılmasından sonra Yusuf a gelen vahyin gönlünü tak­viye etmek ve kurtulacağı müjdesini vermek için geldiğine delâlet etmektedir.

6- Kardeşleri babalarına, mazeret ileri sürmek daha uygun olsun diye ge­celeyin, karanlıkta geldiler.

Bunun için şöyle denilmiştir: İhtiyacını geceleyin isteme. Çünkü utanma gözlerdedir. Bir hata sebebiyle gündüz özür beyan etme, özür dilerken dilin do­laşır.

7- Ayetteki "ağlayarak" şeklindeki ifade kişinin ağlamasının sözünün doğ­ruluğuna delâlet etmediğine delildir. Zira bu ağlama yapmacık olabilir. Kimile­ri kolayca ağlayabilir, kimileri de ağlamayabilir. Denilmiştir ki: Yapmacık göz­yaşı gerçeği gizleyemez.

8- Ok atmak, koşu yapmak ve at yarışları mubahtır. Koşularda amaç kişi­nin koşmaya alıştırılmasıdır. Koşuda düşmanla çarpışmak, kurtları kovalamak hususunda faydalar vardır.

İbnü'l-Arabi diyor ki: Yarışma şeriatta tavsiye edilen bir yol, gayet güzel bir haslettir; savaş için hazırlıktır. Peygamberimiz (s.a.) hem bizzat kendisi, hem de atıyla yanşa katılmıştır.

Rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.) Hz. Aişe (r.a.) ile yarışmış, yarışta Hz. Aişe (r.a.)'yi geçmişti. Efendimiz (s.a.) yaşlanınca yine Hz. Aişe (r.a.) ile yarışmış, bu defa Hz. Aişe (r.a.) Efendimiz (s.a.)'i geçmişti. Bunun üze­rine Peygamberimiz (s.a.) "Bu seferki öncekine karşılık oldu" demiştir.[46]

Peygamberimiz (s.a.) yine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (r.a.) ile yarış etmiş, yarışta ikisini de geçmişti.

Seleme b. Ekva' -Müslim'in rivayetine göre- Zî-karad seriyyesinden Medi­ne'ye döndüklerinde biriyle yarışmış ve onu geçmişti.

İmam Malik'in İbni Ömer'den rivayetine göre Rasulullah (s.a.) önce besili atlar arasında, sonra da iyice beslenmemiş atlar arasında yarışa katıldı. Yanşa katılanlar arasında Abdullah b. Ömer de vardı.

Ok yarışları ile deve yarışları da böyledir. Nesaî'nin Ebu Hureyre'den riva­yetinde Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Müsabaka sebebiyle ödül al­mak ancak ok yarışı, at yarışı ve deve yarışında caizdir."

Buharî'nin Hz. Enes'ten rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.)'in Adba isimli devesi vardı. Bu deveyi yarışta hiçbir deve geçemiyordu. Bir arabi Kaûd adı verilen bir deveyle bu deveyi geçti. Bu durum müslümanlara ağır gelmişti. Efendimiz (s.a.) bunu anladı ve "Allah'ın hakkıdır ki, dünyada bir şey yükseldi mi, Allah onu düşürür" buyurdu.

Aşağıda açıklanan şekliyle yarışma ödülü ancak ok, at ve deve yarışların­da caizdir.

İmam Şafiî diyor ki: Bu üçün dışında alınacak yarışma ödülü kumardır.

Kadı Ebul-Bahterî yukarıda zikredilen bu hadis-i şerifte Harun Reşid'in gönlünü almak için "ev cenah (kuş yarışları)" diye bir kelime ilâve etmek iste­miş, alimler bu sebeple onun bu ve diğer uydurma hadislerini terk etmişler ve onun hadislerini kesinlikle yazmamışlardır.

At ve deve yarışlarında belirli bir hedef ve belirli bir müddet tayin edilmedikçe bunlardan alınan ödül caiz olmaz. Ok atma yarışı da böyledir. Belirli bir hedef, belirli bir atış sayısı ve hedefe isabet etme şekli ve oranı tespit edilme­dikçe bundan alınan ödül de caiz değildir.

Caiz olan yarış ödülü iki çeşittir.

a) İdarecinin veya bir başkasının kendi malından gönüllü olarak ortaya koyduğu ödül.

b) Yarışmaya katılan iki taraftan sadece birinin ortaya koyduğu, ödül koy­mayan tarafın kendisini geçmesi halinde alacağı, aksi takdirde kendisine kala­cak olan ödül.

Caiz olmayan veya haram olan yarış ödülü ise şudur: Yarışmaya katılan iki taraftan hangisi diğerini geçerse kendi koyduğu meblağı da karşı tarafın koyduğu meblağı aldığı ödül. Bu haramdır, caiz değildir.

Bu şekilde bir yarışmada yarışmacılardan ikisinin de kesin olarak yarış­mayı kazanacağı garantisi olmayan bir üçüncü tarafın (muhallil) bulunmasıyla yarışma caiz olur. Bu durumda üçüncü taraf kazanırsa her iki meblağı da o alır. Diğer iki yarışmacıdan biri kazanırsa her iki meblağı kazanan yarışmacı­ları alır, üçüncü tarafın hiçbir şey alma hakkı yoktur, vereceği bir şey de yok­tur. İlk iki taraftan biri kazanmamış gibi olur.

Bu üçüncü tarafa "muhallil" denilmektedir. Çünkü bu taraf diğer iki tara­fın veya kendisinin ödül almasını "helâl" hale getirmektedir.

Alimler, iki taraf arasında bir üçüncü taraf (muhallil) olmaması ve tarafla­rı kazanan tarafın hem kendi koyduğu meblağı hem de karşı tarafın koyduğu meblağı almasını şart koşmuşlarsa bu kumardır, caiz değildir, demişlerdir.

Sünen-i Ebi Davud'da Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyuruyor: "Kim kendi atını iki yarış atının katıldı­ğı bir yarışa üçüncü at olarak koyarsa kesin kazanacağından emin olmazsa bu kumar değildir. Eğer üçüncü taraf kesin olarak yarışmayı kazanacağından emin ise bu kumar olur."

Muvatta da Said b. Müseyyeb'den şu sözü nakledilmektedir: At yarışların­da bir üçüncü şahıs muhallil olarak katılırsa hiçbir beis yoktur. Bu takdirde bu üçüncü şahıs kazanırsa ödülü o alır. Onu geçerlerse ona birşey ödemesi gerek­mez." Cumhur'un görüşü de budur.

At ve deve yarışları ya bunların sahipleri arasında olur ki evla olan da bu­dur ya da buluğa ermiş kişiler arasında olur.

9- Hz. Yakup (a.s.)'un çocukları babalarının "Onu kurt yemesinden korka­rım" sözünden delil olarak istifade ettiler. Çünkü babaları oğlu Yusuf için endi­şelerini ortaya koymuştu.

10- Hz. Yakup (a.s.) çocuklarına yaptığı ithamın gerçekleştiğini ve söyle­diklerinin hilâfına pek çok delil bulunduğunu görünce onları doğrulamadı.

Aslında onlarda "Biz doğru sözlü olsak bile" dedikleri zaman kendi delille­rinin zayıf olduğunu ihsas etmişlerdi. Yani biz senin yanında güvenilir ve doğ­ru sözlü kimseler olsak bile sen bizi doğrulamazsın. Yusuf u çok sevmen sebe­biyle bu meselede bize ithamda bulunma.

11- Hz. Yakup (a.s.)'un oğulları başka bir kanla gömleği kana bulayarak babalarına gerçeği söylememişlerdi. Bu kan Katade'nin söylediğine göre ceylan kanı idi. Onlar kanı doğru söylediklerine alâmet olarak saymak istediklerinde Allah bu alâmete karşı olan bir başka alâmet getirdi. Bu da kurtun insana sal­dırması anında genelde gömleğin parçalanması gerçeği...

İbni Abbas diyor ki: Hz. Yakup (a.s.) gömleği görünce çocuklarına "Yalan söylüyorsunuz. Eğer onu kurt yeseydi gömleği parçalardı" demiştir. Maverdi diyor ki: Yusuf un gömleği hakkında üç ayet vardır:

a) Gömleğine kan bulaştırarak getirdiler.

b) Gömleği (Züleyha tarafından) arkadan yırtıldı.

c) Gömleği babasının yüzüne kondu, babasının gözleri eski haline döndü.

12- Fıkıh alimleri kana bulanmış gömlek kıssasıyla "kasâme" gibi fıkıhla ilgili meselelerde birtakım emarelere itimat etmenin caiz olduğuna delil getir­mişlerdir.

Diğer taraftan alimler Hz. Yakup (a.s.)'un çocuklarının yalan söyledikleri­ne Yusuf un gömleğinin sağlam olması ve yırtılmamış olmasıyla delil getirdiği hususunda ittifak etmişlerdir.

Aynı şekilde bir olayı incelerken kişinin de birtakım emare ve alâmetleri inceleyip bunlardan tercih edilmeye lâyık olana bakarak hüküm vermesi gere­kir.

13- Sabra sarılmak... Yanıltma, zulüm, yalancılık, musibetler, imtihanlar ve zorluklar karşısında Allah'ın yardımını talep etmek... Bu hasletler sıkıntı­dan sonra huzurun, zorluktan sonra kolaylığın geleceğini haber vermektedir. Bu özellikler şu kâinatın dilediğini yapan bir Rabbi olduğuna inanmaya delil­dir.

14- Sabr-ı cemîl, şikayet bulunmayan sabırdır. Bu da sabreden kişinin, be­lâyı indirenin Allah Tealâ olduğunu bilmesi, sonra da Allah Tealâ'nın mülkün gerçek sahibi olduğunu ve bu mülkün sahibinin kendi mülkünde tasarruf et­mesine itiraz edilemeyeceğini bilmesiyle mümkündür.

Sabırda Allah'ın kaza ve kaderine razı olmak yoksa sabr-ı cemîl olamaz.

Bütün davranış, söz ve inançlarda ölçü Allah Tealâ'ya ubudiyet içinde ol­maktır. Aynı amaç için ameller güzeldir. Aksi takdirde güzel değildir.

Hz. Yakup (a.s.)'un sözünde sabır ve Allah'tan yardım talebinin bir arada yer alması Onun sabra yönelmesinin şikayet ve üzüntüye galip gelebilmek için ancak Allah'ın yardımıyla olduğuna delildir. [47]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'un Kurtulması Ve Vezirin Evinde İkrama Lâyık Olması,

Hz. Yusuf (A.S.)'ın Kovaya Tutunması Ve Kafileyle Yola Çıkması

 

19- Bir kafile geldi. Sucularını kuyuya

 gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya sar-kıttı. müjde! i^ bir o&anl diye ba. girdi. Yusuf u bir ticaret malı gibi sakladılar. Halbuki Allah onların ne yapacaklarını gayet iyi biliyordu.

20- Nihayet onu (Yusuf u) düşük fîatla birkaç dirheme sattılar. Bunlar ona karşı isteksiz idiler.

 

İ'râb:

 

"Onu bir ticaret malı gibi sakladılar." Onlar kervanlarla ticaret yapan kimseler idi. "Onu" zamirinden kastedilen Yusuf (a.s.)'dır. Yusuf u arkadaşla­rından sakladılar. Bir rivayete göre Yusuf un durumunu ve onu kuyuda bul­duklarını gizlediler. Ticaret erbabı kervandaki diğer arkadaşlarına durumu şöyle anlattılar. Bize bunu Mısır'da satalım diye kuyu civarında oturanlar ver­diler.

İbni Abbas diyor ki: "Buradaki zamir Yusuf un kardeşlerine aittir. Onlar tacirlere "Bu bizim uşağımızdır, bizim yanımızdan kaçtı. Onu satın alın" dedi­ler. Yusuf da öldürürler korkusuyla sustu. Zira Yahûza her gün Yusuf a yiyecek getiriyordu. O gün geldiğinde Yusuf u bulamadı. Hemen kardeşlerine haber verdi. Kardeşler kafileye geldiler. Pazarlık yaptıktan sonra tacirler Yusuf u kardeşlerinden satın aldılar."

"Bıda'a" Yusuf tan hal olarak mansup olup ism-i mef ul manasındadır. Ta­cirler onu bir ticaret malı olarak gizlediler, demektir. [48]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Bir kafile geldi." Medyen'den Mısır'a gitmekte olan bir yolcu ve ticaret ka­filesi geldi. "Sucularını kuyuya gönderdiler." Sucu su temin etmek üzere gönde­rilen yahut kavme su temin etmek için araştırma yapan kişidir. Bu kimse Ari-be Araplanndan Malik b. Daar el-Huzaî idi.

"Sucu, kovasını" su doldurmak için "kuyuya sarkıttı." Yusuf da kovaya sı­kıca sarıldı. "Delv" kuyadan su almak için kullanılan kap, kova demektir.

Sucu "A müjde! İşte bir oğlan" diye bağırdı. Hem kendisi hem de kafilesi için bir müjde idi. Bu olay "Yâ büşra!" İşte fırsat, işte beklediğin an! demektir. Tıpkı "Yâ henâye" gibi. Yahut bu nida mecaz olabilir. Bu durumda "Gel, işte se­nin beklediğin zaman!" demektir.

'Yusufu bir ticaret malı gibi sakladılar." Yusuf u ve Yusuf un durumunu kafiledeki arkadaşlarından gizlediler. Bıda'a; maldan ticaret için ayrılan şey, ti­caret metaı demektir. "Halbuki Allah onların ne yapacaklarını gayet iyi biliyor­du. " Onların Yusuf u gizlemeleri Allah'a gizli kalmadı.

"Nihayet onu düşük fiatla birkaç dirheme" 20 veya 22 dirheme "sattılar." "Bahs" noksan ve ayıplı demektir. Bu kelime "İnsanların eşyalarını eksik sat­mayın." (A'raf, 7/85) ayetinde ve başka ayetlerde geçmektedir. Burada ise ya haram ya da zulüm anlamındadır. Çünkü bu olay hür bir kimsenin satılması­dır. Daha sahih görüşe göre, benzerinin fiatından eksik demektir. "Bunlar ona karşı isteksiz idiler." Ona rağbet etmediler. "Bunlar" zamiri Yusuf un kardeşle­rine ait ise durum açıktır. Bu zamir ticaret erbabına ait ise onların isteksizliği­nin sebebi Yusuf un buluntu olmasıdır. Bir şeye bularak sahip olan o şeye önem vermez, satmakta acele davranır. Kafile, Yusuf u Mısır'da 20 dinar ve 2 elbise, 2 çift ayakkabı karşılığında satmıştı. [49]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenab-ı Hak kardeşlerinin Yusuf u kuyunun derinliklerine atmak şeklin­deki davranışlarını beyan ettikten sonra, Mısır'a gitmekte olan ve Yusuf u alıp sonra da Mısır'da köle gibi satan bir tüccar kafilesi vasıtasıyla O'nun içinde bu­lunduğu mihnetten nasıl kurtulduğunu belirtmektedir. [50]

 

Açıklaması

 

Yusuf (a.s.) atıldığı kuyuda üç gün kalmış, bu sırada kardeşi Yahûza ken­disine gizlice yemek getirmişti.

Medyen'den gelip Mısır'a gitmekte olan -Hz. İsmail neslinden gelen Arap­lardan oldukları rivayet edilen- bir yolcu kafilesi bu kuyunun yanından geçmişti.

Muhammed b. İshak'ın rivayetine göre kardeşleri Yusuf (a.s. )'u kuyuya at­tıktan sonra bu kuyunun civarına oturdular. Allah da Yusuf (a.s.) için bir kafile gönderdi. Kafile sucularını suya gönderdi. Sucu kuyunun yanına gelip kovasını kuyuya sarkıtınca Yusuf (a.s.) kovaya sımsıkı sarılıp kuyudan çıktı.

Sucu kafilede bulunanlara müjde vererek "A, müjde! İşte bir oğlan.. Gelin bu tam müjde zamanıdır. Bu gayet güzel, yakışıklı, gözalıcı ve zarif bir çocuk­tur. Müjdeler olsun size... Bu, tam satılacak bir uşak" dedi.

Yusuf u görenler onu Mısır halkına satacakları bir ticaret malı kabul ede­rek, kafiledeki diğer insanlardan gizlediler. Halbuki Allah onların ne yapacak­larını gayet iyi biliyordu. Onların ve diğerlerinin davranışlarından hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

O, Yusuf un kardeşlerinin de, Yusuf u satın alacakların da ne yaptığını çok iyi bilendir. O, yaşanan gerçekleri değiştirmeye ve kaldırmaya da kadirdir. An­cak Onun hikmeti ve daha önce tespit ettiği bir takdiri vardır. Her şeyi takdir ettiği ve hükmettiği şekilde yürümeye bırakmıştır.

"İyi bilin ki, yaratmak ve emretmek O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir." (A'raf, 7/54).

İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre Yusuf u satan Yusuf un kardeşleri­dir. Tüccar ise Yusuf u satın alanlardır. Onu bir ticaret eşyası gibi gizleyenler de Yusuf un kardeşleridir. Yusuf kuyudan çıkarılınca onu gizlemişlerdi.

Yahut Yusuf u satanlar ticaret kervanında bulunanlardır. Satın alan ise Mısır halkından birisidir.

Bu ayetlerde Rasulullah (s.a.) müşrik kavminden gördüğü eziyete karşı te­selli edilmekte ve kavminin kendisine yaptığı eziyeti Allah'ın bildiği, Allah'ın bu durumu değiştirmeye kadir olduğu bildirilmektedir. Fakat Yusuf un kardeş­lerinin hile ve eziyetlerine karşı sabrettiği gibi sabret. Ben kardeşlerine karşı nasıl Yusuf a yardım ettiysem, onu onların üzerine hakim ve reis kıldıysam sa­na da onlara karşı yardım edeceğim, hitabı verilmektedir.

"Onu sattılar." Yani kardeşleri Yusuf u sattılar. İbni Kesir Bu mana daha kuvvetlidir" demektedir.

Yahut oradan geçip Yusuf u alan kafile onu Mısır'da düşük bir fiatla, misli­nin fiatından noksan bir fiatla, tartı ile değil sayı ile birkaç dirheme sattılar. Onlar ukıyye (40 dirhem) ve daha fazlası için tartı kullanıyorlardı. Yusuf u 20 veya 22 dirheme sattılar.

Burada "düşük fiaf'tan murad noksan veya ayıplı demektir. Yani onu en düşük bir fiatla satmışlardı.

Diğer bir rivayete göre bundan murad hür bir kimsenin satılması olduğu için bu davranış bir zulüm ve haramdır, demektir.

Tercih edilen görüş İbni Kesir'in de dediği gibi birinci manadır. Çünkü ha­ram bellidir, herkes haramı bilmektedir. Hür kimsenin bedeli her çeşit durum­da ve herkese haramdır. Ayrıca o Halilurrahman oğlu, İshak oğlu, Yakup oğlu Yusuf tur. Nebi oğlu, nebi oğlu, nebi oğlu nebidir. Değerli oğlu değerli oğlu, de­ğerli oğlu, değerli oğlu bir şahsiyettir.

Onlar Yusuf hakkında ve onun satılması anında isteksiz idiler. Onun Al­lah katında değerini bilmeden ondan her ne şekilde olursa olsun kurtulmak is­tiyorlardı.

Yusuf u Mısır Azizi, satın aldı. Daha sonra bu zat Hz. Yusuf (a.s.)'a iman edecek ve Hz. Yusuf (a.s.) hayatta iken iman edecektir.

Özetle: Allah Tealâ Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen fiatı üç sıfatla zikretmektedir.

a) Düşük bir fiat oluşu.

b) Sayılı bir kaç dirhem oluşu.

c) Satıcıların bu hususta isteksiz oluşu. [51]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetlerden şu hususlar anlaşılmaktadır:

1- Kafilenin gelişi ve kovanın kuyuya sarkıtılması Allah tarafından yapıl­mış gizli bir tedbir ve kulu Yusuf u ölümden ve kuyuda helak olmaktan kurtar­mak için O'nun bir kolaylığı ve lütfudur. Çünkü Allah bu kâinattaki her şeyi gayet iyi bilmektedir. Hikmeti ve iradesine muvafık olarak "hayır" gördüğü şeyleri tedbir etmektedir.

2- Yusuf mislinin fiatından noksan bir fiatla, -İbni Mes'ud ve İbni Abbas'm dediği gibi- 20 dirhem gibi birkaç dirhem karşılığında satılmıştı. Onun hakiki değerinin tam karşılığı verilmemişti.

Çünkü, eğer Yusuf u satanlar kardeşleri ise, onlar onun bedelinden istifa­de etmek kasdıyla değil, sadece babalarının sevgisini yalnız kendilerine ait kıl­mak kasdıyla satmışlardı.

Yok, eğer onu satanlar o kuyuya uğrayan kervan sahipleri ise onlar onu buluntu olarak almışlardı. Kim bir şeyi bedelsiz alırsa onu en ucuz fiata satabi­lir. Onun bedeli olarak aldıkları tamamen kârdır.

3- Ayette çok kıymetli bir şeyin çok basit bir fiatla satılmasının caiz oldu­ğuna açık delil vardır. Bu çeşit satış geçerlidir.

4- Allah Tealâ mahlûkatının söz ve davranışlarını gayet iyi bilir. Bunlar­dan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O bu amellerinin karşılığını verecektir.

"Dirhemler" ile ilgili konuda alimler demişlerdir ki: Her iki paranın (gü­müş ve altının) da aslı tartıdır. Peygamberimiz (s.a.)'in şu hadis-i şerifi bunun delilidir: "Altın altın karşılığı, gümüş gümüş karşılığı tartılarak misli misline, uygun olarak verilir. Kim artırır veya artırmak isterse bu faizdir."

Fakat insanlara kolaylık olması, muamelelerin çokluğu ve tartının zorlu­ğu sebebiyle paralarda sayı esası yaygınlaşmıştır.

Dirhem ve dinarların miktarı belirlenmişse durum ne olursa olsun, bunla­rın verilmesi taayyün eder mi (gerekli mi)? Bu konuda iki görüş vardır:

a) İmam Ebu Hanife ve İmam Malik "Miktarın belirlenmesi sebebiyle ta­ayyün etmez" demiştir.

b) İmam Şafiî "Taayyün eder" demiştir.

Bu görüş ayrılığı sebebiyle şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır.

Kişi "Bu dinarları bu dirhem karşılığında sana sattım" derse, birinci görü­şe göre dinarlar sahibinin zimmetinde, dirhemler sahibinin zimmetinde kalır. İkisinden biri telef olursa aradaki alış-veriş sahih olur. Bu iki bedelden birinin telef olmasından alış-veriş etkilenmez. Çünkü zimmetteki mal telef olmaz.

İkinci görüşe göre dirhemler ve dinarlar telef olursa bu her iki şahsın zim-metiyle ilgili değildir. Diğer eşyalarda olduğu gibi akit batıl olur. [52]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'un Mısır Sarayına Varması Ve Kendisine Peygamberlik Verilmesi

 

 Mısır'da satın alan (vezir)  hanımına "Ona iyi davran, belki bize  faydalı olur ya da onu evlat ediniriz"  dedi. Böylece biz Yusuf u Mısır'a yerleş tirdik. Ona rüyaların tabirini öğrettik. Allah bütün emirlerinde en üstündür. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Yusuf olgunluk çağına girince ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.

 

Kelime ve İbareler:

 

'Yusuf'u Mısır'da satın alan" Mısır Azizi idi. İsmi Kutayfir veya Utayfir olup Mısır hazinelerinden sorumlu idi. O gün Mısır hükümdarı ise Amalika ka­bilesinden Rayyan b. Velid el-Amlikî idi. Bu hükümdar Yusuf a iman etmiş ve Yusuf hayatta iken vefat etmişti. Rivayet olunduğuna göre Mısır Azizi Yusuf u 17 yaşında iken satın almıştı. Yusuf onun evinde 13 sene kaldı. Rayyan, Yu­suf u 30 yaşında iken vezir yaptı. Cenab-ı Hak Yusuf a 33 yaşında iken ilim ve hikmet verdi. Yusuf 120 yaşında iken vefat etti. Mısır Azizinin Yusufu kaça satın aldığı hususunda ihtilâf edilmiştir. Rivayete göre 20 dirhem, 2 elbise ve 2 çift nalın karşılığında denilmiştir. Vezir "hanımına" Zeliha veya Ürail'e "şöyle dedi: Ona iyi davran." Yani ona değerli bir kişi muamelesi yap, güzellikle mu­amele et. "Belki" malımız-mülkümüz hakkında "bize faydalı olur." İşlerimiz hu­susunda ondan yararlanırız. "Ya da O'nu evlat ediniriz." Zira vezirin çocuğu ol­muyordu.

"Böylece biz" Yusufu öldürülmekten ve kuyuda helak olmaktan kurtardı­ğımız ve Vezirin kalbinin ona şefkat beslemesini temin ettiğimiz gibi, "Yusuf u Mısır'a yerleştirdik." ona Mısır diyarında imkân verdik. Onu yüksek bir mevki sahibi kıldık. Nihayet Mısır'a hükümet reisi ve maliyeye vezir oldu. "Ona rüya­ların tabirini öğrettik. Allah bütün emirlerinde en üstündür." Onu hiçbir şey aciz bırakamaz. Dilediği şeye engel olunamaz. İstediği şeylerde kimse onunla çekişemez, yanşamaz.

'Yusuf olgunluk çağına gelince" yani fizikî gelişmesini tamamlayıp cismî ve aklî gücü mükemmel olunca -ki buna rüşd denilir ve bu dönem 30 ile 40 yaş­lar arasıdır- "ona hüküm" yani hikmet verdik. Bu, amelle teyit edilen ilimdir.

Yahut insanlar arasında hükmetme yahut her şeyi doğru bir tartı ile tartacak doğru bir hüküm "ve ilim" yani rüya tabiri ilmi ve henüz peygamber olarak gönderilmeden önce dini anlama kabiliyeti "verdik."

"İşte biz" onu mükâfatlandırdığımız gibi "güzel hareket edenleri böyle mükâfat­landırırız. " Bu ayet Allah Tealinin ona bu mükâfatı amelinde güzel davranması ve daha ilk anda takva sahibi oluşuna karşılık olarak verdiğine işarettir. [53]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Yusuf un ticaret kervanıyla Mısır'a gitmesinden sonra Allah Tealâ, Yu­suf un ona peygamberlik, ilim ve rüya tabir etme bilgileri verilmesini ve Al­lah'ın kendisini muhsinler (iyi amel işleyenler) zümresine katmasını anlattı.[54]

 

Açıklaması

 

Yusuf un kuyuya atılmasının ardından köle gibi satılması ve satın alınma­sı şeklinde gelişen üzüntülü olaylardan sonra, Allah onu Mısır'da satın alacak birini takdir etti. Burada ismi zikredilmemiştir. Ancak daha sonra, Mısır hazi-neleriyle görevli "Mısır Azizi" şeklinde tavsif edilecektir.

Tarihte anlatıldığına göre bu zatın ismi Kutayfir olup Mısır Emniyet Reisi ve Vezir idi. Yahut Utafir bin Ravhîb olup Maliye İşleri Veziri idi. Vezir Yu­suf ta göze çarpan hayırlı ve salih vasıflan görünce, O'na ilgi göstermiş, değer vermiş ve ailesine güzel muamele tavsiyesinde bulunmuştu.

Vezir, hanımı Zeliha'ya (yahut Ruâbil kızı Ûrabîl'e) "Bu çocuğa iyi davran, ona güzel muamele et" dedi. Yusuf taki olgunluğu sezmişti.

Ebu İshak, Ebu Ubeyde'den Abdullah b. Mes'udun şöyle dediğini naklet­mektedir: İnsanlar arasında en ferasetli, en zeki üç kişi vardır:

1- Mısır Azizi: Hanımına Hz. Yusuf (a.s.) için "Ona iyi davran." (Yusuf, 21) demişti.

2- Hz. Şuayb (a.s.)'m kızı: Hz. Musa (a.s.) için, "Babacığım, onu ücretli ola­rak yanına al." (Kasas, 28/26) demişti.

3- Hz. Ebubekir es-Sıddik (r.a.): Halifeliğe Hz. Ömer (r.a.)'i tayin etmesi sebebiyle.

Rivayete göre Hz. Musa (a.s.)'ya karşı çıkan ve 400 sene yaşayan Firavun Yusuf u satın alan kişiydi. "Yusuf daha önce size apaçık deliller getirdi." (Gafir, 40/34) ayeti buna delildir.

Beyzavî diyor ki: Meşhur olan rivayet Hz. Yusuf (a.s.)'u satın alanın Fira­vun neslinden olduğudur. Ayet babalarının ahvalini bildirmekte ve çocuklarına hitap etmektedir.

Mısır Azizi hanımına yaptığı Yusuf a iyi davranma tavsiyesine sebep ola­rak şu ifadeyi kullandı."Belki bize faydalı olur ya da onu evlat ediniriz." Yani hususi işlerimizde, manaimızı değerlendirmemiz \vususurvda yahut kamu. yararı ile ilgili işlerde bize faydalı olacağı hakkında ümidim vardır. Yahut onu evlat ediniriz, Onunlagözümüz-gönlümüz aydınlanır.

Çünkü Mısır Azizi'nin çocuğu olmuyordu, artık iyice yaşlanmıştı.

Ayet Mısır Azizi'nin çocuğunun olmadığına ve ince anlayışına delâlet et­mektedir.

Bundan sonra Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'a maddî yönden yardımcı ola­cak birini takdir ettikten sonra ona yaptığı edebî ve manevî lütuflarını da açık­ladı:

Biz ona kuyudan salimen kurtulmak suretiyle lütufta bulunduğumuz ve ona kardeşlerinin şerrinden kurtardığımız ve ona bir ev, değerli hoş bir yuva hazırladığımız gibi, Mısır Azizi'nin kalbinde ona karşı bir şefkat hissi verdik, Mısır ülkesinde ona Mısır Azizi'nin evinde bulunması sebebiyle etrafındakilere emir verme, yasaklama, malî işlerin idaresi, devlet ve hükümet işlerinde yetki­li kılıp ona yüksek bir makam verdik.

Sonra zindan... Ama bu da kralın şarapçısını tanımaya, daha sonra da biz­zat kralla irtibat kurmaya sebep olmuştu. Hatta hükümdar Hz. Yusuf (a.s.)'a "Bugün senin bizim yanımızda önemli bir yerin vardır. Sen emin bir kimsesin" demişti. (Yusuf, 54). Hz. Yusuf (a.s.) da hükümdara "Beni ülkenin hazinelerinin başına getir. Çünkü ben iyi muhafaza eden ve iyi bilen biriyim." (Yusuf, 55) de­mişti.

"Mükemmel" olabilmek iki vasıfla, kudret (yetki) ve ilim yönüyle müm­kündür. Hz. Yusuf (a.s.)'un kudret sıfatında mükemmel oluşuna şu ayetle işa­ret edilmişti: "Böylece biz Yusuf u yeryüzünde makam ve yetki sahibi kıldık." (Yusuf, 56).

Hz. Yusuf (a.s.)'un ilim sıfatında mükemmel oluşuna ise şu ayetle işaret edilmişti: "O'na olayların ve rüyaların yorumunu öğrettik.."

"Te'vilü'l-ehâdis", rüya tabiri, olayların gerçek yönünün bilinmesi, çeşitli mahlûkatın Allah'ın kudreti, hikmeti ve celaline delil olma şekilleri...

Daha sonra Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Allah bütün emirlerinde en üs­tündür." (Yusuf, 21). Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. Dilediği şeye engel olun­maz. Murad ettiği bir şeyde kimse O'nunla çekişemez. Bir şeyi dilediği zaman o reddedilemez, engel olunamaz, muhalefet edilemez. Bilakis O daima en üstün­dür. O dilediğini mutlaka yapandır.

Nitekim Said b. Cübeyr şöyle diyor: "Fakat insanların çoğu O'nun mahlû-katı hakkındaki hikmetini, lütufta bulunuşunu ve dilediğini yaptığını bilmiyor, olayların sadece görünen kısmını alıyorlar. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri de böyle zannetmişlerdi. Yusuf (a.s.) uzaklaştınlırsa babalarının rızasının yalnız kendi­lerine ait olacağını, sonra da salih bir topluluk olacaklarını sanmışlardı."

"İnsanların çoğu bunu bilmezler" ifadesi insanların azının -meselâ Allah'ın dilediği şeyi mutlaka yapacağını bilen Hz. Yakup (a.s.) gibilerinin- gerçekleri bildiğine delildir.

Bundan sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin kendisine yaptıkları kötülüğe ve bütün bu uğradığı sıkıntı ve zorluklara sabretmesi sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'a verdiği mükâfatı beyan etti. Yüce Allah onu yeryüzünde yüksek bir mevki sahi­bi kılmıştı. Bu az önce işaret ettiğimiz kudret (yetki) sahibi olmasıydı. Rüşdüne ecrine de Allah ona "hüküm ve ilim" tabirleriyle ifade buyurduğu peygamberli­ği vermişti. Bu, ilim derecelerinin en üstünü idi. Şöyle buyuruyordu:

Yusuf rüşdüne erince yani cismî ve aklî kuvvetleri tamamlanınca O'na hü­küm ve ilmi verdik. Yani bu sıkıntılara sabretmesi ve güzel amellerde sebat et­mesinin karşılığı olarak bütün insanların arasından O'nu seçerek peygamber­lik nimetini ona verdik.

Rüşdün tamamlanması 30 ile 40 yaşları arasındadır. Bir grup alim, 33 ya­şında yahut 30 küsur yaşında demiş, Hasan-ı Basrî ise 40 yaşında demiştir. İk-rime ve bir grup, 35 yaşında olur demişlerdir.

"Biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız." Yani güzel amel işle­yen kimselere bu şekilde bir mükâfat veririz.

Bu ayet Hz. Yusuf (a.s.)'un güzel amel işlediğine, Allah Tealâ'ya itaatle amel ettiğine ve Allah'ın kendisine verdiği hakimiyet ve yetki, ilim ve hikme­tin, nübüvvet ve risaletin amelinde güzel bir davranış içinde olmasının, genç yaşında takva sahibi olmasının karşılığı olduğuna delildir. Zira "güzel amel sa­hibi" olmanın akılların safiyetine tesiri vardır, "kötü amel sahibi" olmanın da gönüllerin bulanmasına ve hadiselerin yanlış anlaşılmasına tesiri vardır. [55]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'un sabrına karşılık lütfettiği çeşitli ni­metlere, maddî-manevî faziletlere delâlet etmektedir. Bunlar şu çeşit lütuflar-dır:

1- Değerli bir evin, rahat bir mevki-makamın, güzel elbise ve yiyeceklerin, Mısır hazinelerinin sorumlusu ve Maliye Veziri olan Mısır Azizi'nin evinin göl­gesinde himayenin temin edilmesi. Bu görevi daha sonra Hz. Yusuf (a.s.) kendi­si üstlenecektir.

2- Mısır Azizi anlayışlı, hassas düşünen bir kişi olup Hz. Yusuf (a.s.)'un ül­kede yüksek me-vkilere ulaşacağı tahmininde isabet etmişti.

3- Allah'ın hükümdarın kalbine yerleştirdiği şefkat sebebiyle Mısır ülke­sinde Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen maddî imkân ve yetki... Hz. Yusuf (a.s.) böylece bizzat hükümdarın ülkesinde emretme ve yasak koyma yetkisine sahip olmuş, Maliye Veziri ve Hükümet Başkanı olmuştu.

4- Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen Allah'ın kelâmının kendisine vahiy olarak geli­şi, sözlerin tevil ve tefsirinin öğretilmesi, rüya tabir etme bilgisi, Allah'ın varlı­ğı, birliği ve kudretine delâlet eden delilleri sezip anlaması şeklindeki manevî imkân.

5- Hz. Yusuf (a.s.)'a hüküm ve ilim verilmesi yani rüşde erip de fizikî bünyenin ve aklî kabiliyetlerin kemale ermesi... "Hüküm ve ilim verdik." ifadesi nefsinin amelî ve nazarî kuvvetinde kemale erdiğine işarettir.

6- Hz. Yusuf (a.s.)'un Rabbinin emirlerine itaat edene, yasaklarından kaçı­nan, belâlara sabreden, iyi amel sahibi müminlerden olması. Hatta bazı alim­ler şöyle demişlerdir: Kim Allah'ın verdiği belâlara karşı sabreder ve gayretli olursa, Allah'ın verdiği nimetlere karşı şükreder ve risalet derecesine yaklaşır. Çünkü Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'un bu sıkıntılara sabrettiğini belirttikten sonra ona nübüvvet ve risalet verdiğini zikretmiştir.

7- "İşte biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız" ayeti Hz. Yusuf (a.s.)'un yerine getirdiği güzel amel ve taatleri işleyen herkese Allah'ın bu dere­celeri vereceğine delâlet etmektedir.

8- Allah Tealâ dilediği şeyi mutlaka yapar, emrinde hakim ve en üstündür. Yerde veya gökte hiçbir şey Onu aciz bırakamaz. Mahlûkatı hakkındaki emir­leri derhal yerine gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir şeyin ol­masını dilediği zaman O'nun emri sadece "ol" demektir. O da hemen oluverir." (Yasin, 36/82).

9- İnsanların çoğu ilâhî emirlerin gerçek yönünü bilmezler, sadece bunla­rın görünen yönleriyle yetinirler. Peygamberler ve muttaki müminler gibi pek az kimse Allah'ın her şeye hakim ve dilediği şeyi mutlaka yapacağını idrak et­mektedirler. [56]

 

Hz. Yusuf (A.S.) Ve Vezirin Hanımı

 

23- Yusuf u, evinde yaşadığı kadın baş­tan çıkarmak istedi. Kapıları sıkı sıkıya kapattı ve "Haydi gel!" dedi. Yusuf "Al­lah'a sığınırım. Doğrusu o (kocan) be­nim efendimdir. Bana iyilik yapmıştır. Şüphesiz zalimler (nefsine uyanlar hiç­bir zaman) kurtuluşa ermezler" dedi.

24-  Şüphesiz o kadın Yusuf u arzu etmisti. Eğer Yusuf, Rabbinin burhanını görmeseydi kadının arzusuna uyabilir-Yusufu (efendisine ihanet gibi) kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık. Çünkü o, kendisine ihlas veril­miş kullarımızdandı.

25-  Kapıya doğru koştular. Kadın Yu­suf un gömleğini arkadan boydan boya yırttı. Kapıda kadının beyi ile karşılaş­tılar. Kadın (hemen kocasına) "Ailene kötülük yapmak isteyenin cezası ancak zindana atılmak veya acıklı bir azaba uğratılmak olmalıdır" dedi.

26- Yusuf "Beni o baştan çıkarmak iste­di" dedi. Kadının ailesinden bir şahit hakemlik etti: "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise kadın doğru söylemektedir. Yusuf yalancılardandır."

27- "Eğer Yusuf un gömleği arkadan yır-tılmışsa kadın yalan söylemiştir. Yusuf doğru söyleyenlerdendir" dedi.

28-  (Kadının kocası) Yusuf un gömleği­nin arkadan yırtıldığını görünce (karı­sına) "Bu siz kadınların tuzaklarından-dır. Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur" dedi.

29- Yusuf a dönerek "Yusuf, sen bu hadi­seyi görmemiş ol" dedi. Hanımına da "Sen de işlediğin günahtan dolayı tevbe et. Şüphesiz sen günah işleyenlerden oldun" dedi.                                        /

 

Belagat:

 

"Sadakte" "kezebte" ile "sâdikıyn" "kâzibîn" aralarında tezat sanatı vardır.

29. ayetin sonunda cemi müzekker salim "hatıîn" şeklinde kullanılan keli­mede erkeklerin tağlibi esas alınmıştır.[57]

 

Kelime ve İbareler:

 

'Yusuf'u evinde yaşadığı kadın baştan çıkarmak istedi." Zeliha Yusuf a yu­muşak, nazik ve aldatıcı bir üslupla cinsî münasebet teklif etti. Yine (Yusuf, 61) "Babasını ikna etmeye çalışacağız" ayetindeki fiil aynı kökten gelmektedir. Yani Bünyamin'i bizimle göndermesi için babamıza hile yapacağız, onu irade­sinden vazgeçmeye ikna etmeye çalışacağız, demektir. Bir şeyi aramaya giden manasındaki "râid" kelimesi de aynı köktendir. Ayetteki "râvedethü" kelime­sinden murad kadının Yusuf la cinsi münasebet için hile düşünmesi, ama Yu­suf un bunu kabul etmemesi demektir.

Kadın "Kapıları sıkı sıkıya kapattı." Evin kapılarını sımsıkı kilitledi. Bir rivayete göre evin 7 kapısı vardı. Burada kullanılan tef il babı çoğaltma ve ka­pıların kapanmasında mübalağa yapıldığını ifade etmektedir.

Kadın "Haydi gel", bana gel!, buraya gel!, çabuk ol!, haydi gelsene!, yahut senin için hazırlandım "dedi." Bu ifade Havran Araplarınm diliyle söylenmiş­tir. "Heyte" kelimesi fetha üzerine mebnidir. "Leke'nin lamı "sükya leke" keli­mesinde olduğu gibi beyan etme anlamındadır.

"Yusuf şöyle dedi": Ben bilgisizlik ve fasıklıktan "Allah'a sığınırım." O'nun himayesini isterim. "Doğrusu o" beni satın alan, kocan Kutayfir "benim efen-dimdir. Bana iyilik yapmıştır" yani bana güzel muamelede bulunmuştur. Zira sana "Buna iyi davran" diye tavsiyede bulunmuştur. Ben onun emanet ettiği ailesi hakkında ona ihanet edemem. Bir görüşe göre "innehü" deki zamir Al­lah'a racidir. Yani O beni yaratan, efendimin kalbinin bana şefkat beslemesini temin etmekle benim yerimi güzelleştiren Rabbim'dir. O'na isyan edemem de­mektir. "Şüphesiz zalimler" yani iyiliğe kötülükle karşılık verenler yahut zina edenler; çünkü zina hem zina eden kişinin kendisine zulmetmesi hem de zina edilen kadına ve ailesine zulmetmesi demektir. Zalimler, nefsine uyanlar hiçbir zaman "kurtuluşa ermezler, dedi."

"Şüphesiz o kadın Yusuf u arzu etmişti." Yani onunla cima etmek ve bera­ber yaşamak istemişti. Yahut emrine isyan ettiği için Yusuf u cezalandırmak is­temişti.

"el-hemmü biş-şey'i", bir şeye kasdetmek, azmetmek demektir. "Hemmam" da bu kökten gelmektedir. Bir şeye azmettiği zaman onu yerine getiren kimse­ye denir.

'Yusuf Rabbinin burhanını görmeseydi, kadının arzusuna uyabilirdi." Ya­ni peygamberlik olmasaydı yahut Allah Tealâ'nın murakabesi ve Ona itaat et­me duygusu ve Rabbinin kendisini görmesinin onun üzerindeki tecellisi olma­saydı Yusuf da onunla beraber olabilirdi.

"Levlâ (olmasaydı)" kelimesinden anlaşılan mana Hz. Yusuf un kalbinde Allah korkusu olduğu için böyle bir şeyi asla arzu etmediğidir. Çünkü "levlâ" kelimesi bir şeyin meydana gelmesi imkânsız olduğunda kullanılır. Meselâ "Dün gece bana misafir gelmemiş olsaydı, sana gelirdim" cümlesi sana ziyarete gelen misafir sebebiyle arkadaşına gitmenin mümkün olmadığı manasına gelir. Burada misafir, arkadaşına gitmene engel olmuştur. Bu ayette de böyledir. Peygamberlik burhanı ve Allah'ın murakebesi olmasaydı o da kadının arzusu­na uyabilirdi, demektir.

'Yusuf u" efendisine ihanet etmek gibi "kötülük ve" zina gibi "fuhuştan alı­koymak için böyle yaptık." Yani bu şekildeki bir sebatkârlıkla ona sebat telkin ettik ve burhanı gösterdik. "Çünkü o kendisine ihlâs verilmiş kullarımızdandı." Allah'ın kendilerini seçkin kıldığı ve kendisine itaat etmek için ihtiyar ettiği seçkin kullardandı. "el-Muhlisîn" şeklinde kıraate göre mana itaatte halis olan kullar demektir.

"Her ikisi de kapıya doğru koştular." Yusuf kadından kaçıp dışarı çıkmak için kapıya koşmuş, kadın da onun dışarı çıkmasını engellemek için arkasın­dan koşmuştu. Yusuf un koşması kaçmak için, kadının koşması ise Yusuf u ya­kalamak içindi. Kadın Yusuf un elbisesinden tutup onu kendisine çekince "Yu­suf un gömleğini arkadan boydan boya yırttı." "el-kaddü" boydan boya yırtmak demektir.

"Kapıda kadının beyi ile karşılaştılar." Kapıda ona tesadüf ettiler.

"Kadın" hemen kocasına hitaben şöyle dedi." Ailene kötülük yapmak iste­yenin cezası ancak zindana atılmak veya" dövülmek suretiyle can yakıcı "acıklı bir azaba uğratılmak olmalıdır." Kadın böylece kendini temize çıkarmak iste­mekte, kocasına da kendisini korumak için Yusuf tan kaçıyormuş intibaını ver­mekte ve kocasını Yusuf tan intikam almaya tahrik etmekte idi.

25. ayette geçen "mâ" ya nefiy içindir; yani onuıi cezası zindana atılmak­tan... başka bir şey değildir, yahut istifham içindir. Yani, "Onun cezası zindana atılmaktan... başka ne olabilir?" demektir.

"Her ikisi de kapıya koştular." ifadesi baştanbaşa mucize olan Kur'an'ın az kelime ile çok mana ifade eden özlü tabirlerindendir.

'Yusuf: Beni o baştan çıkarmak istedi, dedi." Yusuf ortaya konan zindana atılmak veya işkence edilmek cezalarına karşı kendini müdafaa etmek için "Beni kendi arzusuna tabi kılmak isteyen o idi" dedi. Kadın yalan söylemesey­di, Yusuf bu ifadeyi kullanmazdı.

"Kadının ailesinden biri hakemlik etti." Rivayete göre bu kişi kadının am­casının yahut dayısının oğlu olup henüz daha beşikte bebek idi. Onu Allah ko­nuşturmuştu.

"Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise, kadın doğru söylemekte­dir. Yusuf yalancılardandır. Eğer Yusuf un gömleği arka taraftan yırtılmış ise, kadın yalan söylemiştir, Yusuf doğru söyleyenlerdendir, dedi."

Kadının kocası 'Yusuf un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce" karısı­na "Bu, siz kadınların tuzaklarındandır" dedi. Buradaki hitap hem hanımına hem de onun gibi olan kadınlara veya bütün kadınlaradır. "Doğrusu sizin tuza­ğınız büyük olur." Zira kadınların hilesi kalbe hitap eder, gönüldeki tesiri bü­yük olur. Erkekler buna muktedir olamaz ve onların hilelerini pek fark ede­mezler "dedi."

"Yusuf a dönerek, Yusuf sen" bundan vazgeç, "bu hadiseyi görmemiş ol." Bunu kimseye söyleme. Bu olayın insanlar arasında yayılmaması için bunu gizli tut "dedi. Hanımına da" Ya Zeliha! "Sera de işlediğin günahtan dolayı tev-be et. Şüphesiz sen günah işleyenlerden oldun" dedi." Ancak bu haber her tarafa yayıldı. [58]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'a lütfettiği Mısır Azizinin köşkünde ikamet etmek gibi maddî ikramları, peygamberlik ilim ve hikmet gibi manevî ikramla­rı zikrettikten sonra burada da Mısır Azizi'nin hanımıyla tabi olduğu imtihanı, iffet, namusluluk ve gönül temizliği sıfatlarına sarılmasını hatta Hz. Yusuf (a.s.)'un fuhşu irtikap etmektense zindana atılmayı ve böylece kadınların fitne ve fesadından kurtulmayı tercih ettiğini anlattı. [59]

 

Açıklaması

 

Hz. Yusuf (a.s.) son derece güzel ve yakışıklı idi. Mısır Azizi hanımına Yu­suf a iyi bakmasını ve güzel davranmasını tavsiye etmiş, kadın da güzelliği, ya­kışıklılığı ve göz alıcı oluşu sebebiyle Yusuf u son derece sevmişti. Bunun üzeri­ne süslenmiş ve Yusuf u birlikte olmaya çağırmış, onu zina etmeye davet etmiş­ti. Köşkün kapılarının tamamını -7 kapıyı da- sıkıca kapatmış ve Yusuf a "Hay­di gelsene!" demişti.

"Heyte leke" haydi gel, haydi gelsene, çabuk ol, senin için hazırlandım de­mektir. "Sukyen leke" "ra'yen leke" gibi muhatabın bildirilmesi için (leke) keli­mesi ilâve edilmiştir. Bu son derece nazik bir üslûptur.

Hz. Yusuf ise bu teklifi şiddetle reddetmiş ve "Senin benden istediğin bu şeyden Allah'a sığınırım, O'na iltica eder, O'nun himayesini niyaz ederim. O be­ni cahillerden olmaktan korur. Doğrusu o kocan Kutfîr benim efendim ve sahi-bimdir. Bana iyilik yapmıştır. Ona hıyanette bulunmak ve ailesiyle fuhuş yap­mak suretiyle karşılık veremem. Şüphesiz iyiliğe kötülükle karşılık veren za­limler iflah olmazlar, zalimler arzularına kavuşamazlar. İyiliğe kötülükle kar­şılık veren hainler de zalimlerden sayılır" demişti.

Kadın, Hz. Yusufun emrine isyan etmesi, arzusunu yerine getirmemesi, kendisi hanımefendi ve o köle olduğu halde onun isteğine avkırı hareket etmesi sebebiyle Yusuf tan intikam alıp onu cezalandırmayı düşünmüş yahut onu baş­tan çıkarmak istemişti.

'Yusuf Rabbinin burhanını görmeseydi kadının arzusuna uyabilirdi." Bu ayetin manası hakkında çok sözler söylenmiştir. Halbuki durum gayet açık ve anlaşılırdır.

"Ve hemme bihâ" buyruğunun, cümlenin geri kalan kısmından ayrı olarak yalnız başına tefsir edilmesi doğru olamaz. Cümle bir arada topluca tefsir edil­diği zaman Hz. Yusuf (a.s.)'un kadının arzusuna kesinlikle uymadığı anlaşıl­maktadır. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.)'un Rabbinin burhanını görmesi buna engel ol­muştur. "Levlâ" kelimesinin bir şeyin meydana gelmesinin imkânsız olduğunu beyan eden ve cevabı daima mahfuz olan bir kelime olması buna delildir. Cüm­lenin takdiri şöyledir: Yusuf Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, o kadının arzusuna uyabilir, onunla birlikte olabilirdi. "Ve hemme bihâ" ifadesi buna de­lâlet etmektedir. Bu cümle, "Onu öldürmeye teşebbüs ederdim, Allah'tan kork-masaydım" cümlesi gibidir. Bunun manası, Allah'tan korkmasaydım Onu öldü­rürdüm demektir. Cümlede takdim ve tehir vardır.

Ayrıca "el-hemm" kelimesinden murad, gönülden geçen arzular ve beşeri tabiatın gereği olarak kadınla birlikte olmaya meyletmektir. Şer'an bunda mu­aheze edilecek hiçbir şey yoktur. Yani "Nasıl Allah'ın peygamberinin günaha arzu duyması ve ona kasdetmesi caiz olabilir" denemez.

Günaha azmetmek ve günahı işlemeye karar vermek derecesinden daha düşük bir mertebede olan "el-hemm (arzu)" sebebiyle muaheze olunamayacağı­nın delili Begavî'nin Abdurrezzak'tan naklettiği ve Buharî ile Müslim'in Sahih­lerinde Ebu Hureyre'den naklettikleri şu Hadis-i kudsîdir.

Peygamberimiz (s.a.) buyurdular ki: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ku­lum bir iyiliğe niyet ettiği, onu arzu ettiği zaman ona bir hasene yazın. Eğer bu ameli yaparsa kuluma on misliyle karşılık yazın. Kulum eğer bir kötülüğe niyet etmiş ama bu kötülüğü istememişse onu bir hasene olarak yazın. O bunu sırf benden kaçındığı için terk etmiştir. Eğer bu kötülüğü yaparsa onu bir kötülük olarak yazın."

Hz. Yusuf (a.s.)'un gördüğü burhan Allah'ın her mükelleften aldığı haram­lardan kaçınmak burhanıdır, yahut Allah'ın zinayı haram kılması hususundaki hücceti ve zina edenlerin tabi olacağı cezayı bilmektir. Bir başka görüşe göre peygamberlerin gönüllerinin kötü ahlâktan temizlenmesidir. Bir diğer görüşe göre fuhuş irtikap etmeye engel olan peygamberliktir. Ancak bütün bu manala­rın hepsi de murad edilmiş olabilir. Çünkü bunlar hepsi de aynı hedefi, Allah'a itaati gerçekleştirmeye yönelik birbiriyle çelişmeyen, birbirine yakın manalardır.

Özetle: Hz. Yusuf (a.s.) kesinlikle böyle bir günah işlememiştir. Şayet Al­lah'ın koruması, himayesi ve gözetimi olmasaydı o da kadının arzusuna uyabi­lirdi.

Alimlerin bu ayet hakkında iki türlü tefsiri vardır:

1- Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü için o kadının arzusuna uymadı. Onu kadının arzusuna tabi olmaktan men eden Allah'tır.

2- Hz. Yusuf (a.s.) beşerî tabiatın gereği olarak bu arzuyu duydu ise de gü­naha düşme korkusuyla hemen uyandı. Rabbinin burhanını görüp emrini hatırladı. Bu ayet aynen şu ayet gibidir: "Eğer biz seni sebatkâr kümasaydık, ner-deyse onlara bir parça meyledecektin." (İsra, 1777'4).

Böylece iki arzunun, kadının arzusu ile Hz. Yusuf (a.s.)'un arzusu arasın­daki fark ortaya çıkmaktadır:

Kadın kinini dindirmek için Hz. Yusuf (a.s.)'tan intikam almayı ve ona iş­kence ettirmeyi arzu etmişti. Yahut onunla birlikte olmak istiyordu. Yani gaye­si günah işlemekti. Bu azimlilik ve kararlılık arzusu idi.

Hz. Yusuf (a.s.) ise, bu kadının (Zeliha'nm) kendisine yaklaştığını görünce kendini savunmak ve bu kadından kurtulmak arzusundaydı. Ancak Rabbinin burhanını ve kendisine bu sıkıntıdan kaçmaya teşebbüs etme arzusu veren ilâ­hî himayeyi görünce bütün arzusu bu kadından kurtulmak oldu. Bu sadece nefsinin bir vesvesesinden ibaretti. Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını görün­ce peygamberlerin günah işlemekten masum olmaları sebebiyle kötülüğe yö-nelmedi.

Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştu: "Biz Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoy­mak için böyle yaptık. Çünkü o, kendisine ihlâs verilmiş kullarımızdandı."

Hemen bunun ardından "İkisi de kapıya koştular" ayetini getirdi. Yani Hz. Yusuf (a.s.)'u kötülükten alıkoymak istiyordu:

"Biz Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık." Yani biz fit­neye düşürücü ve aldatıcı sebepler karşısında bu şekilde iffet ve namusluluk üzerine onu sebatkâr kıldığımız ve onu içinde bulunduğu durumdan kurtaran burhanı ona gösterdiğimiz gibi aynı şekilde onu bütün işlerinde kötülükten ve fuhuştan da koruruz, "es-su (kötülük)", haramlar, günahlar ve efendisine iha­net etmesi;

"el-fahşa" ise fuhuş, zina ve fücur demektir.

"... Çünkü o, kendisine ihlas verilmiş kullarımızdandı." Yusuf, Allah'ın seç­tiği, vahyi ve risaleti için lâyık kıldığı, her türlü lekelerden temiz kıldığı, ihlâs-lı, bundan dolayı Şeytanın aldatamayacağı kullarındandı. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyordu: "Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlardandır." (İsra, 17/47)

İkisi birlikte kapıya koştuklarında kadının kocasının aniden karşılarına çıkmasıyla sürpriz bir olay meydana geldi.

Cenab-ı Hak "Her ikisi de kapıya koştular" buyurdu. Bu cümlede "ilâ (-e, -a> -ye» -ya)" harf-i cerri hazfedilmiştir. Tıpkı "Musa kavminden yetmiş kişiyi seçti." (A'raf, 7/155) ayetinde "min (-den, -dan)" harf-i cerrinin hazfedilmesi gi­bi.

"Tesâbuk", yarışma, koşuşma, değişik gayelerle yapılan koşmadır. Hz. Yu­suf (a.s.) dışarı çıkmak isteğiyle koşarak kadından kaçıyor, kadın ise onun dı­şarı çıkmasını engellemek için onun arkasından koşuyordu.

"Kadın Yusuf un gömleğini arkadan boydan boya yırttı." Yani Yusuf kaçar­ken kadın ona yetişti ve arkadan gömleğini tuttu ve yırttı.

"Kapıda kadının beyi ile karşılaştılar." Yani o anda kadının efendisini -ya­ni kocasını- kapıda buldular. Kadın derhal hile ve desise ile suçtan sıyrılmak için suçu Yusuf un üzerine yıkmaya teşebbüs etti ve kocasına hitaben "Ailenle fuhuş yapmak isteyen kişinin cezası ya hapsedilmesi yahut acıklı, can yakıcı bir azaba uğratılması ve şiddetli bir şekilde dövülmesi olmalıdır" dedi.

Mısır kadınları kocalarını "seyyid (efendi)" lakabıyla anarlardı. Ayette "ikisinin efendisi" tabiri kullanılmamıştır. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.)'un hür oldu­ğu halde köle olarak satılması meşru (şeriata uygun) bir muamele değildi.[60]

Fahreddin er-Razî burada Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru söylediğine delâlet eden birçok alametler zikretmektedir:

1- Hz. Yusuf (a.s.) onların nazarında köle idi. Köle efendisine bu derece sarkıntılık yapamaz.

2- Hz. Yusuf (a.s.)'un evden dışarı çıkmak için hızla koştuğu görülmüştü. Kadına talip olan böyle davranmaz.

3- Kadın kendisini tam manasıyla süslemişti. Halbuki Hz. Yusuf (a.s.)'un durumu böyle değildi.

4- Hz. Yusuf (a.s.)'un o zamana kadarki hayatı kesinlikle bu çirkin fiille uyum içinde olabilecek bir durumda değildi.

5- Kadın Hz. Yusuf (a.s.)'un fuhuş yaptığını açık bir ifade ile söyleyemedi. Sadece ima yollu bir ifade kullandı. Hz. Yusuf (a.s.) ise gerçeği açıkça anlattı.

6- Kadının kocası yaşlı, yaşı geçmiş bir kimse idi. Böyle birinin hanımının şehvete talip olması daha muhtemeldir.

Bütün bu sebeplerden dolayı kadın şiddetli bir ceza istemedi. Sadece hafif­letme istedi. Çünkü Yusuf a olan aşkı ona şefkat göstermesine sebep oluyordu. Fakat öbür yandan 'Yusuf bana kötülük yapmak istedi" demekten de utandı. Bir \ mazeret bulmak ve böylece kocasının önünde şeref ve onurunu korumak istedi.

Bazı alimler şöyle demişlerdir: Mısır'da kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'a şehvet­le meyletmek istiyorlardı. Nihayet Allah ona peygamberlik verdi. Üzerini pey­gamberlik heybeti bürüdü. Bu heybet onu gören herkesin güzelliğine değil, peygamberlik yönüne bakmasını sağladı.

Bundan sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un aklanması sırası geldi. Hz. Yusuf (a.s.) büyük bir vefakârlıkla, doğru sözlü olarak, kadının yaptığı kötülük etme itha­mına karşılık kendini savundu. Kendisini baştan çıkarmak isteyenin asıl o ka­dın olduğunu, kendisinin bundan imtina ettiğini, kadının kendisinin peşinden gelerek elbisesinden çektiğini ve gömleğini arkadan yırttığını, kendisiyle cima etmesi için bütün hilelere baş vurduğunu anlattı.

"Kadının ailesinden bir şahit şöyle hakemlik etti..." Buradaki "şahit" hak­kında alimlerin çeşitli görüşleri vardır: Bu şahit büyük mü, küçük mü? Bu şa­hit insan mı, yoksa gömlek mi? Bu şahidin belirlenmesinde de üç ayrı görüş bulunmaktadır.

Birincisi: Bu şahit kadının amcasının oğlu olup yaşlı bir kişi idi. Hikmetli konuşan, zeki ve görüşleri isabetli bir zat idi. Şöyle dedi: "Gömleğin yırtılan ta-rafi önde ise, ey Zeliha sen haklısın, o adam yalancıdır. Eğer arkada ise adam haklı sen yalancısın." Gömleğe baktılar ve gömleğin arkadan yırtıldığını gördü­ler. Amcasının oğlu "Bu, siz kadınların tuzaklarındandır. Doğrusu sizin tuzağı­nız büyük olur" dedi. Sonra Yusuf a döndü "Bundan vazgeç ve bu olayı gizli tut" dedi. Kadına da "Günahın için istiğfar et" dedi.

Bu görüş müfessirlerden büyük bir grubun görüşüdür.

İkincisi: İbni Abbas'm ve bir grup alimin görüşüdür. Ayette geçen "şahit" bir çocuk olup Allah Tealâ onu beşikte konuşturmuştur.

İbni Cerîr, İbni Abbas rivayetiyle Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurdu­ğunu rivayet etmektedir: "Küçük çocuk olduğu halde beşikte konuşan dört kişi vardır:

- Firavun'un kızı Maşita'nın oğlu,

- Yusuf un şahidi,

- Cüreyc isimli rahibe nispet edilen çocuk,

- İsa b. Meryem.

Üçüncüsü: Bu şahit bizzat gömleğin kendisi idi. Razî diyor ki: Bu son dere­ce zayıf bir görüştür. Çünkü gömlek bu vasıfla tavsif edilmez. Gömleğin ailesi diye bir şey de olmaz.

Kadının kocası Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru sözlülüğünü ve kadının da Hz. Yusuf (a.s.)'a yaptığı iftira ve ithamda yalancı olduğunu kesin olarak anlayın­ca, orada bulunanlar da Hz. Yusuf (a.s.)'un bu çirkin fiilden tamamen uzak ol­duğunu görünce kadının kocası veya şahit şöyle dedi:

"Bu, siz kadınların tuzaklarındandır". Yani bu itham sizin hile ve desise­lerinizden biridir. "Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur." Yani kadınların hile ve tuzağının gönüllerde bıraktığı tesiri fazla olur, erkeklerin kolayca fark edeme­yeceği kolayca önleyemeyeceği hemen çare ve tedbir bulamayacağı şekilde ga­rip olur.

"Ey Yusuf! Bundan vazgeç." Bu olayı başkalarına anlatma ve bu haberi in­sanlardan gizli tut. Ey kadın "Sen de günahın için istiğfar et. Şüphesiz sen gü­nah işleyen kimselerin zümresine girdin" dedi.

Kocasının bu sözü söylemesi ya kıskançlık olmaması dolayısıyla sakin olma­sı yahut Allah Tealâ'nın onun kalbinden kıskançlık duygusunu alması ve Hz. Yu­suf (a.s.)'a lütufla muamele etmesiyle açıklanabilir. Zira Hz. Yusuf (a.s.) yapması muhtemel olan davranışlardan sorumlu tutulmamış, kadın da affedilmişti. [61]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetlerin konusu Hz. Yusuf (a.s.)'un tabi olduğu acı imtihan, yapılan if­tiradan aklanması ve Mısır Azizi'nin hanımının suçlu olduğunun ortaya çıkma­sıdır.

Ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Mısır Azizi'nin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'u baştan çıkarmak istemekle suçlanması: 23. ayette kadının (Zeliha'nın) suçlu olduğunu tekit eden üç ayrı davranışı vardır. Bu üç davranış şunlardır:

a) Hz. Yusuf (a.s.)'u baştan çıkarma teşebbüsü,

b) Kapıları sıkı bir şekilde kapatması,

c) Hz. Yusuf (a.s.)'u "Haydi gelsene!" sözüyle fuhşa davet etmesi.

"Heyte leke"[62] (Haydi gelsene)" ifadesi Suriye'nin güneyinde bulunan Havran halkının dilinde yer almaktadır.

2- Hz. Yusuf (a.s.)'un cevap verirken şu üç ifadeyi kullanarak kendini sa­vunduğu görülmektedir:

a) Allah'a sığınırım.

b) Kocan benim efendimdir, bana iyilikte bulunmuştur. (Yani ona ihanet edemem.)

c) Zalimler (nefsine uyanlar) hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.

Hz. Yusuf (a.s.) Allah'a sığınmış ve kadının davet ettiği fuhuştan kaçına­rak Allah'a iltica etmiş, kendisine yer temin eden, güzel muamelede bulunan, koruma ve himayesine alan ve onun geleceğini temin eden ince düşünceli, zeki bir kimsenin bakışıyla geleceğe bakan efendisinin yaptığı izzet ve ikramı hatır­latmış, iyiliğe kötülükle karşılık veren, hain ve zalimlerin hiçbir zaman iflah olmayacaklarını ifade etmişti.

3- Kadının Yusuf la başbaşa kalmak ve isteğine uymazsa ondan intikam almak şeklinde günah olan arzusu ile Yusuf un kadından ve fuhuştan kaçıp kurtulmak arzusu arasında açık bir fark bulunmaktadır. Zira peygamberler günah işlemekten korunmuşlardır, masumdurlar.

Peygamberlerin ismet (günahtan masum olmak) sıfatıyla muttasıf olmala­rının delilleri şunlardır.[63]

a) Zina büyük günahların en çirkinlerindendir. İhanet etmek de diğer gü­nahların en çirkinlerinden biridir. Büyük bir iyiliğe nankörlükle ve sahibini tam anlamıyla rezalete ve son derece ayıplanacak bir hale düşüren kötü bir fi­ille karşılık vermek de çirkin günahlardan biridir. Yine bir insanın kucağında ve himayesinde büyüyen bir çocuğun kendisine iyilik ve ikramda bulunanlara kötülük yapması da pek çirkin ve na-hoş bir harekettir.

b) Kötülük ve fuhuş Allah'ın nebisinden tamamen uzak kılınmıştır. Cenab-ı Hak 'Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık" buyurmakta­dır.

Ayrıca Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'u muhlasîn (kendilerini kötülüklerden uzak kıldığı, ihlâs verdiği) kullarından yahut muhlisin (Allah'ın dininde halisa­ne bir şekilde ibadet eden) kullarından eylemiştir. Bu ifadeden murad şu da olabilir: Yusuf, Allah'ın kendileri hakkında "Biz onları ahiret yurdunu düşün­me özelliğiyle tertemiz kılıp, kendimize halis kul eyledik. Onlar bizim yanımız­da seçkinlerden, hayırlardandır." (Sad, 38/46-47).

c) Peygamberlerden zelle ve hefve denilen basit hatalar sadır olduğunda onların peşinden tevbe ve istiğfar etmemeleri düşünülemez.

d) Bu olayla uzaktan yakından ilgisi olan herkes Hz. Yusuf (a.s.)'un bu gü­nahtan uzak olduğuna şahit olmuşlardır.

Bu olayla ilgisi olanlar Hz. Yusuf (a.s.), kadın (Zeliha), kocası (Mısır Azizi), diğer kadınlar, şahitler, âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) ve İblis'tir. Hepsi daha ön­ce geçtiği gibi, Hz. Yusuf (a.s.)'un bu günah ve isyankârlıktan uzak olduğuna şahitlik etmişlerdir.

4- Alimler diyorlar ki: Kadın kendini aklayınca ve Yusuf a olan aşkında, sevenin sevgilisini daima tercih edeceği, kötü bir durumda bulunmasına razı olamayacağı için samimi olmadığı ortaya çıkınca, gayet tabii olarak Hz. Yusuf (a.s.) "Beni o baştan çıkarmak istedi" diyerek kadının iftirasına ve yalan söyle­mesine karşılık gerçeği ifade etti.

5- Kadının ailesinden olan şahit ya beşikte iken konuşan çocuktur; Sühey-lî, -daha önce geçen- "Beşikte üç kişi konuştu. Bunlardan biri Yusuf un şahidi­dir..." hadis-i şerifinin delaletiyle, bu görüş sahihtir, demiştir. Yahut Mısır Azizi olan Vezirin kendi işlerinde istişare ettiği zeki ve hikmet sahibi bir kişi olup hanımının ailesinden olan ve vezirle beraber olan biridir.

6- Gömleğin önden veya arkadan yırtılması ile ilgili ayette "kıyas" yapıl­masına ve "örf ve âdet'e itibar edilip bununla amel edilebileceğine delil vardır. Çünkü gömlek -genellikle- arkadan çekilirse arkadan yırtılır, önden çekilirse önden yırtılır.

7- Hz. Yusuf (a.s.)'un aklanmasının şahidi küçük bir çocuk ise burada emarelerle amel edilmesi için bir delil yoktur. Şahit adam ise lukâta hususun­da mütehassıs olması gibi emarelere dayanmak doğru olur.

İmam Malik hırsızlar hakkında şöyle der: Yanlarında çalınmış eşya varsa, birtakım kimseler de gelip bu eşyanın kendilerine ait olduğunu iddia ederler, ama delilleri yoksa sultan bu konuyu inceler, başkaları gelmediği takdirde bu eşyayı o kişilere verir.

Hanefîler ve diğerleri ise şöyle demişlerdir: Erkekle kadın ev eşyası hak­kında ihtilâf ederlerse, erkeklere ait olan eşya erkeğin, kadınlara ait olan eşya kadının sayılır. Hem erkeklere, hem de kadınlara ait olan eşya ise erkeğindir.

Kadı Şureyh ve Kadı İyas b. Muaviye hükümlerinde alâmetlerle amel ederlerdi. Emarelere itimat etmenin aslı bu ayettir.

8- Kadınların fitnesinden sakınmak. İçinde bulundukları tehlikeden kurtulma hususunda baş vurdukları hileleri ve fitnelerinin dehşeti sebebiyle ka­dınların tuzakları büyüktür.

Mukatil Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir. "Kadınların tuzağı şeytanın tuzağından daha büyüktür." Çünkü Cenab-ı Hak "Şeytanın tuzağı zayıftır." (Nisa, 4/76) bu­yururken burada ise "Doğrusu siz kadınların tuzağı büyüktür." (Yusuf, 28) ifa­desini nakletmektedir. [64]

 

Haberin Şehrin Kadınları Arasında Yayılması, Vezirin Hanımının Kadınlara Yaptığı Planı, Hz. Yusuf (As.)'Un Zindana Atılması

 

30- Şehirde bazı kadınlar "Vezirin hanı­mı uşağını baştan çıkarmak istemiş! Sevda onun bağrını yakmış! Doğrusu biz onu açık bir sapıklık içinde görüyo­ruz" diye dedikodu ettiler.

31-  Vezirin  hanımı  kadınların bu hilelerini (dedikodularını) duyunca on­lara haber gönderdi (evine davet etti), onlara koltuklar hazırladı. (Geldikleri zaman yemekte) onların herbirine bi­rer bıçak verdi. Ve Yusuf a "Onların karşılarına çık!" dedi. Kadınlar Yusuf u görünce ona hayran kaldılar ve (meyve yerine) ellerini kestiler. "Allah için Ha­şa! Bu beşer değildir, olsa olsa güzel bir melektir" dediler.

32- Vezirin hanımı şöyle dedi: 'İşte beni (sevdaya tutulmakla) ayıpladığınız de­likanlı budur. Yemin olsun ki ben onu elde etmek istedim, ama o iffetini koru­du. Yemin olsun ki emrettiklerimi yap­mazsa zindana atılacak ve hakir insan­lardan biri olacaktır."

33- Yusuf şöyle dedi: "Ey Rabbim! Bana göre zindan bunların teklif ettiklerin­den daha iyidir. Eğer sen onların tu­zaklarına engel olmazsan ben onlara meyleder ve cahillerden olurum."

34-  Rabbi Yusuf un duasını kabul etti ve kadınların tuzağını ondan uzaklaş­tırdı. Şüphesiz ki, Allah her şeyi çok iyi işitir, çok iyi bilir.

35-  Sonra (Yusuf un suçsuz olduğunu gösteren) delilleri görmelerine rağmen yine de onu bir müddet zindana atmayı uygun buldular.

 

İ'râb:

 

"Hâşe" tahfif için kelimenin sonundaki elif hazfedilmiştir. "Hâşâ lillahi" şeklinde okuyanikıraat imamı) aslına uygun olarak okumaktadır. [65]

 

Belagat:

 

"Vezirin hanımı kadınların bu hilelerini duyunca.." (Yusuf, 31). "Mekr (hi­le)" kelimesi gıybet için istiare edilmiştir. Çünkü gizlilik de ona benzemektedir.

"Ellerini kestiler." (Yusuf, 31). "Kesme" lafzı yaralama için istiare edilmiş­tir; ellerini yaraladılar demektir. [66]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Şehirde" yani Mısır şehrindeki "bazı kadınlar: "Vezirin hanımı uşağını" kölesini "baştan çıkarmak istemiş!" Onunla birleşmek istemiş. "Sevda onun bağrını yakmış! Doğrusu biz" uşağına aşık olması sebebiyle "onu açık bir sapık­lık" bir yanlışlık, doğru yoldan ve aklın icabından ayrılma "içinde görüyoruz, diye dedikodu ettiler." Dedikodu edenler arasında Hacib'in hanımı, şarapçısı, ekmekçi, gardiyan ve at bakıcısı da vardı.

"Vezirin hanımı kadınların bu hilelerini" yani kendisinin dedikodusunu yaptıklarını "duyunca onlara haber gönderdi." Dedikoduya hile denilmesinin sebebi hilekârın hilesini gizlediği gibi kadınların bu dedikoduyu gizli yapmala­rıdır; yahut kadınların Vezirin hanımını kızdırıp Yusuf u kendilerine gösterme­si ve böylece Yusuf u görmeye muvaffak olmaları arzusunu taşımalarıdır.

Kadınları evine davet edip "Onlara koltuklar" yaslanacakları yastık vb. şeyler "hazırladı." Bir rivayete göre, yaslanarak yiyecekleri turunç gibi meyve­ler hazırladı. Yemekte "Onların her birine birer bıçak verdi ve Yusuf a "Onların karşılarına çık, dedi. Kadınlar Yusuf u görünce ona hayran kaldılar" onu gözle­rinde büyüttüler "ve meyve yerine ellerini kestiler." Bıçakla ellerini yaraladılar. Kalpleri Yusuf] a meşgul olduğu için ve onun gözalıcı güzelliğinden dehşete düştükleri için acı bile hissetmediler.

"Allah için hâşâ" Allah'ı acizlik sıfatlarından tenzih ederiz. Allah'ın bunun gibi bir varlığı yaratma kudretine hayranız. "Bu beşer değildir." Yani Yusuf be­şer cinsinden değildir. Çünkü bu güzellik beşer için alışılagelen bir güzellik de-ğidir. "Olsa olsa güzel bir melektir." Bu taşıdığı üstün güzellik sebebiyle sadece bir melektir "dediler." Hadis-i şerifte "Ona bütün güzelliklerin yansı verilmiş­tir." denilmiştir. Yahut Allah Hz. Yusuf (a.s.)'ta üstün güzellik, yüksek olgunluk ve son derece masumiyet gibi meleklerin özelliklerini toplamıştır.

"Vezirin hanımı" kadınların içinde bulundukları durumu görünce "şöyle dedi: İşte beni sevdasına tutulmakla ayıpladığınız delikanlı budur." İşte kendi­sini gerçek manada görüp tasavvur etmeden önce, kendisine aşık olmakla ve sevdasına yakalanmakla tenkit ettiğini:: Ken'an diyarının kölesi budur. Onu bu şekilde görüp tasavvur edince beni mazur görürsünüz. Bu ifadeden maksat mazeretini beyan etmek idi.

'Yemin olsun ki, ben onu elde etmek istedim, ama o iffetini korudu." Ben­den şiddetle geri durdu. Burada kullanılan "ista'same" kelimesi günaha düş­mekten elini eteğini çekme manasındaki "ismet" kelimesinden alınmıştır.

"Yemin olsun ki" kendisine "emrettiklerimi yapmazsa zindana atılacak ve hakir" zelil ve horlanan "insanlardan olacaktır." Bunun üzerine orada olan ka­dınlar Hz. Yusuf (a.s.)'a "Hanımefendine itaat et, onun sözünü dinle" dediler.

Yusuf ise Rabbine şöyle niyazda bulundu: "Ey Rabbim! Bana göre zindan bunların teklif ettiklerinden daha iyidir. Eğer sen onların tuzaklarına engel ol­mazsan ben onlara meyleder" onlara kapılır, arzularına uyar, o zaman "cahil­lerden" günahkârlardan "olurum." (Bu sözle maksat duadır).

"Rabbi Yusuf un duasını kabul etti" ve kadınların "tuzağını ondan uzak­laştırdı. Şüphesiz ki Allah" sözü ve kendisine iltica edenin duasını "her şeyi çok iyi işitir." Davranışları, durumları ve insanlara faydalı olanı "çok iyi bilir."

"Sonra" Yusuf un suçsuz olduğunu gösteren "delilleri görmelerine rağmen yine de onu bir müddet zindana atmayı uygun buldular." Böylece insanlar ara­sında bu dedikodu kesilecekti. Hz. Yusuf beş sene veya yedi sene zindanda kal­dı. "el-Hıyn" belirli olmayan bir zaman dilimidir. [67]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenbab-ı Hak, Hz. Yusuf (a.s.)'un Vezirin hanımı ile çektiği sıkıntılı anları, bu sıkıntıdan kurtuluşunu ve kadının akrabalarından bir şahidin isabetli görü­şüyle verdiği hüküm ve yaptığı şahitlik dolayısıyla kadının kocası Vezirin, Hz. Yusuf (a.s.)'un günahsız olduğu kanaatine vardığını beyan ettikten sonra, bu olayın ve bu (gayrı ahlâkî) teşebbüsün meydana getirdiği tabiî neticeleri anlat­tı: Haberin Mısır'da yayılması... Vezirin hanımının şehir kadınlarının huzurun­da kendisini haklı çıkaracak ve gayet zekice bir planla kendisini aklamak te­şebbüsü... Gelen kadınların huzurunda bizzat kendisinin Yusuf u baştan çıkar­mak istediğini, ama onun bunu kabul etmediğini itiraf etmesi... Vezirin hanı­mının arzusunda ısrarlı ve kararlı oluşu... Aksi takdirde zindanın ıssız köşele­rine bırakılacağı... anlatıldı. Nihayet zindana atılmak kararı çıktı. Hz. Yusuf (a.s.) Allah'ın rızasını talep etmeyi tercih etti. Aslında Rabbi bunu istemişti. Nihayet yedi sene yahut beş sene hapiste kaldı. [68]

 

Açıklaması

 

Mısır'da şehirdeki emirler ve diğer eşraf hanımlarından bazıları Vezirin hanımını ayıplayarak, bu durumu yadırgadılar ve hayretle karşılayarak dedi­kodu ettiler:

"Vezirin hanımı uşağını baştan çıkarmak istemiş" yani delikanlının kendi­sinin olmasını istemiş! dediler.

Gelecekte talep etme hususunda devamlılık ifade eden "türavidü" fiilinin delaletiyle vezirin hanımının teşebbüsleri devam ediyordu.

Kadınlar bu yadırgamalarını iki hususla tekit ettiler. Çünkü alışılan âdet­lerde kadın talip değil, matlup olur. Halbuki bu kadın devletin birinci vezirinin hanımıdır ve kölesiyle, uşağıyla birlikte olmayı istemektedir:

Birincisi: Şehirde ileri gelen hanımların "Sevda bu hanımın bağrını yak­mış!" şeklindeki ifadeleri... Yani bu delikanlıya olan aşkı bu hanımın kalbini sarmış da içine işlemiş, artık bunun sonuçlarına ve varacağı duruma aldırış et­mez olmuş!

İkincisi: "Doğrusu biz bu hanımı açık bir sapıklık içinde görüyoruz" ifade­leri, yani biz inanıyor ve gayet iyi biliyoruz ki, bu hanımı uşağına aşık olması ve O'nu baştan çıkarmaya çalışması şeklinde tuttuğu yolda açık bir yanlışlık içindedir, doğru olandan uzaklaşmıştır, mevki ve makamıyla bağdaşmayan bir cahillik içindedir, dediler. Şehirde ileri gelen kadınlar aslında bu ifadeleriyle bir hile ve tuzak hazırlamışlar, bu plana göre Vezirin hanımını kendilerini da­vet etmeye ve yaptığı bu davranışın mazeretlerini beyan etmeye zorluyorlardı.

Muhammed b. İshak ise, "Aslında şehir hanımlarına Yusuf un güzelliği ha­berleri geliyordu. Hanımlar Onu görmek istiyorlardı. Onu görmeye vesile ol­sun diye bu ifadeleri kullandılar" demektedir.

"Vezirin hanımı kadınların bu düzenlerini" yani dedikodularını, kötü söz­lerini ve kendisi hakkında "Vezirin hanımı Ken'an diyarından gelen kölesine aşık olmuş!" şeklindeki sözlerini "duyunca onları evine davet etti."

Ayette dedikoduya "mekr (hile, düzen, tuzak)" ismi verildi. Çünkü hilekâ-rın hileyi gizlediği gibi dedikodu da gıyaben yapılmaktadır. Dedikodu gizlice zikredildiği gibi hileler de gizlice yapılmaktadır.

'Vezirin hanımı" kadınların kendisi hakkında gıyaben söyledikleri sözleri duyunca onlara haber gönderdi, yani onları ziyafet için evine davet etti. Otura­cakları koltuklan ve yemeği hazırlattı. Bıçakla kesilecek turunç gibi meyveler getirtti. Hanımlardan her birinin eline et, meyve vs. yi kesmek için bıçak verdi. Bu onun hilesiydi. Şehrin hanımlarının Yusuf u görmek için hileye baş vurduk­ları gibi o da buna mukabil bu hileyi hazırlamıştı.

Vezirin hanımı Yusuf a "Hanımların karşılarına çık!" dedi. Misafir hanım­lar yemek ve meyve yerken herbirinin elinde bıçak olduğu halde daha önce başka bir yerde gizlediği Yusuf a onların yanına çıkmasını emretti. Uygun va­kit seçiminde mahir zeki bir kadındı. Misafir hanımların yemek yemek ve mey­ve soymakla meşgul oldukları bir anda Yusuf u ansızın karşılarına çıkardı.

Kadınlar Yusuf u birden karşılarında görünce büyülendiler. Tam anlamıy­la güzelliğine ve son derece göz kamaştırıcı yakışıklılığına hayran kaldılar. Gördükleriyle dehşete düştükleri için takdim edilen et veya meyveleri kestikle­rini zannederek hiç farkında olmadan ellerini kestiler. Etkili bir olay, garip bir manzara ve heyecanlı bir şeye gözü takılı kalıp hayrete düşen insan elbette böyle hareket edecekti.

Kadınlar, "Allah için haşa! Bu beşer değildir" dediler. "Hâşâ" tenzih mana­sı ifade eden bir kelimedir. Yani misafir kadınlar Allah Tealâ'yı acizlikten tenzih ederek, bu kadar güzel bir insanı yaratmasından dolayı hayrete düşerek, Vezirin hanımına "Gördüğümüz bu durumdan sonra seni ayıplayacak bir şey göremiyoruz" dediler. Çünkü bu kadınlar beşer içinde Yusuf gibisini veya gü­zellikte ona yakın birini görmemişlerdi. Zira bütün güzelliklerin yarısı Hz. Yu­suf (a.s.)'a verilmişti.

Nitekim bu gerçek "sahih" senedle rivayet edilen şu isra hadisiyle sabittir: "Rasulullah (s.a.) üçüncü semada Hz. Yusuf (a.s.)'a uğradı. Efendimiz (s.a.) bu­yuruyorlar ki: "Bir de ne göreyim: Yusuf! Bütün güzelliklerin yarısı ona veril­mişti. "

Kadınlar "Bu gördüğümüz varlık beşer cinsinden değildir. Olsa olsa insan suretine giren meleklerden biridir, güzel bir melektir." dediler.

Burada maksat üstün güzelliğin ispatıdır. Zira insan tabiatında "me-lek"ten daha güzel bir canlı, "şeytan"dan daha çirkin bir canlı yoktur. Kadınlar Hz. Yusuf un göz alıcı güzelliğini görünce O'nu meleklere benzettiler, acaip gü­zelliği ve gözalıcılığı sebebiyle O'nun insanlık vasfını inkâr ettiler.

Fahreddin Razî'ye göre zihne daha yakın olan görüş şudur: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'taki nübüvvet ve risalet heybetini, iffet ve namusluluk alâmetini görünce ondaki beşerî şehvetin ve insanî vasıfların izlerini reddettiler, ona me­leklerin masumiyetini uygun gördüler.

Vezirin hanımı misafir hanımların, Hz. Yusuf (a.s.)'un göz alıcı güzelliğine hayran kalmaları konusunda başarılı olunca onlara şöyle dedi: İşte bana ken­disi sebebiyle tenkit yönelttiğiniz, benim ona karşı davranışımı ayıpladığınız delikanlı budur.

Vezirin hanımı Yusuf un güzellik hususundaki derecesini yükseltmek, ona aşık olmanın ve ona kapılmanın yerinde olduğunu ifade etmek için kadınlar önünde hazır oldukları halde "fe-hâzâ" kelimesini kullanması gerekirken "fe-zâlikünne" kelimesini kullandı. Bununla Hz. Yusuf (a.s.)'un yüce mevkiinin çok yükseklerde ve uzaklarda olduğuna işaret ediyordu. Yani işte olgunluk ve gü­zellikte yüce ve insanlardan çok uzak olan Yusuf isimli delikanlı budur. Ben mazurum; o, olgunluğu ve güzelliği sebebiyle aşık olunmaya, sevilmeye lâyık­tır, demek istiyordu.

Sizin onunla birlikte bir an bulunmanızın neticesi bu olursa, onunla bera­ber devamlı evde bulunduğum halde ben ne yaparım?! Ben itiraf ve ikrar edi­yorum ki, onu baştan çıkarmak isteyen vallahi benim. Ama o iffeti ve vakarıyla benim istediğim şeyden imtina etti. Zira o iffetli ve tertemiz bir kişidir, iffeti geçmişlerinden miras olarak almıştır.

Bazıları demişlerdir ki: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'un açık güzelliğini görün­ce Vezirin hanımı onların bilmediği güzel vasıflarını, fizikî güzelliği yanında if­fetli oluşunu da haber verdi.

Bundan sonra da Hz. Yusuf (a.s.)'u ceza ile korkutarak şöyle dedi: Eğer o, yakın gelecekte benim kendisine emrettiklerimi yapmazsa yemin olsun ki zin­dana atılacak ve hor, hakir kimselerden biri olacaktır. Zira kocam benim emrime ve isteğime aykırı davranmaz.

Bu ifade Vezirin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a olan aşkının gönlünü tama­men kapladığına delildir. Ve artık O'nun cezası, ilk defa kapıda durumunun anlaşılması üzerine kocasına işaret ettiği sadece geçici bir hapis cezası olmaya­cak, bir müebbet hapis cezası olacaktır. Vezirin hanımı bu tehdidiyle, kocasının kendi durumunu bilmesine ve bu çeşit davranışlarını yadırgamasına rağmen kocasına hakim olduğundan emin olduğunu gösteriyordu. Vezirin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a aşık oluşu ve O'nu son derece sevmesi gizlenemeyecek açık bir durum olmuş, Zeliha hanım artık kimsenin tenkidinden ve kendisini ayıp­lamasından korkmaz olmuştu. İşte o anda Hz. Yusuf (a.s.) bu çeşit kadınların şerrinden ve hilelerinden Allah'a sığındı:

Ey Rabbim! Sen benim sığınağım ve iltica edeceğim yegâne varlıksın. Şu kadının bana tehditte bulunduğu zindan benim için kadınların bana teklif et­tikleri fuhuş ve günahı irtikap etmekten daha iyidir.

"Eğer onların tuzaklarına engel olmazsan..." (Yusuf, 33) ayetinde ya kadı­nın durumunun vehametini bildirmek için yahut ismini tasrih etme yerine ta­riz yoluna başvurmak için müfred yerine cemi zamiri kullanılarak "keydihinne (onların tuzakları)" ifadesi denilmiş ve bununla kinaye olarak Vezirin hanımı­na işaret edilmiştir. Evlâ olan bu lafzın umuma teşmil edilmesidir. Yani sadece Vezirin hanımının tuzağı değil kadınların tuzakları demektir.

Hz. Yusuf (a.s.) duasında oradaki bütün kadınları murad etmişti. Çünkü onlar Hz. Yusuf (a.s.)'un hanımefendiye itaat etmesinin gayet güzel olacağını ifade etmişler ve Yusuf a hanımefendinin isteğini kabul etmesi için nasihatta bulunmuşlar, O'na "kendini zindana attırmaktan ve horlanmaktan koru" de­mişlerdi.

O bu duasıyla lezzete karşı sıkıntıyı tercih etmişti. Zira masum olmasına rağmen zindana atılması dünyada kötülenmek ve ahirette azaba uğramaktan daha basit idi. Çünkü zindana atılan masum insan dünyada medhe lâyık ol­mak, ahirette ise daimi bir sevaba ulaşmak gibi büyük bir saadet hisseder.

O iki kötü şeyden (zindan ve zinadan) ehven olanı, iki zararlı şeyden zara­rı daha hafif olanı tercih etmişti. Zindanda zihin rahatlığı, gönül huzuru, fesat çevresinden çıkmak ve kendi hayatına tahakküm edilmesinden kurtulmak var­dı.

Hz. Yusuf (a.s.) daha sonra duasını acizliğini ve güçsüzlüğünü beyan ede­rek, durumunu kuvvet ve kudret sahibine (Allah'a) havale ederek tamamladı:

Eğer sen, onların tuzaklarına engel olmazsan, (Allahım!) ben onlara mey­ledebilir ve cahillerden olabilirim. Yani sen onların tuzaklarını benden uzak-laştırmazsan onların arzularına uymaya meyledebilirim ve şehvetleri kendile­rine hakim olan, bildiklerini yaşamayan beyinsiz ve bilgisizlerden olurum. Zira hikmet sahibi çirkin fiil işlemez. Kendi ilminden yararlanmayan kimse ile hiç bilmeyen aynı seviyededir.

Yani sen beni kendi nefsime bırakırsan benim hiç gücüm yoktur. Ben ancak senin güç ve kuvvetine sığınıyor ve iltica ediyorum. Yardımı istenecek olan sensin. Güvenilecek, dayanılacak olan sensin. Beni kendi nefsime bırakma (Al­lah'ım!).

Bu dua, azimli oldukları hususlarda sabreden peygamberler ve Allah'ın salih kullarının âdeti olduğu üzere Hz. Yusuf (a.s.)'un da Allah'ın lütuflanna ve himayesine koşmasıdır.

"Rabbi Yusuf un duasını kabul etti." Rabbi onun "Eğer sen onların tuzakla­rına engel olmazsan..." ayetinde anlaşılan ve onların tuzaklarına engel olun­ması ve lütufta bulunulması manasını ihtiva eden duasına icabet etti. Kadınla­rın tuzaklarını ondan uzaklaştırdı ve onu büyük himayesiyle korudu. Onu ma'siyete, cehalete ve kadınların nefsî arzularına tabi olma gafletinden muha­faza etti. Şüphesiz Allah Tealâ kendisine iltica edenlerin duasını en iyi işiten ve onların imanlarının samimiyetini, durumlarını ve onlar için faydalı olacak hususları en iyi bilendir.

Bu ayet (Yusuf, 34) Rabbinin Hz. Yusuf (a.s.)'u koruduğuna, onu imtihan ettiğine ve onu peygamberlere lâyık eşsiz bir terbiye ile terbiye ettiğine delildir.

Hz. Yusuf (a.s.) gençliği, güzelliği ve fizikî üstünlüğüne rağmen, yine son derece güzel ve göz alıcı olan Mısır Vezirinin hanımıyla cima etmeyi reddetti. Allah korkusuyla ve O'nun sevabını umarak zindanı tercih etti.

Buharî ve Müslim'in Sa/uMerinde Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

"Yedi grup insan vardır ki O'nun (Arş'ınm) gölgesinden başka hiçbir gölge­nin bulunmadığı o günde Allah onları kendi Arş'ının gölgesinde gölgelendire­cektir:

■ Adaletli devlet reisi.

- Allah'a kulluk içinde yetişen genç.

- Mescitten çıkıp oraya tekrar dönünceye kadar kalbi mescitlere bağlı olan kişi.

- Birbirlerini Allah için seven, bu duyguyla toplanıp bu duyguyla dağılan iki kişi.

-  Sadaka veren ve sağ eliyle verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek derecede gizlice veren kişi.

-  Mevki ve güzellik sahibi bir kadın harama davet ettiği zaman "Ben Al­lah'tan korkuyorum" diyen adam.

- Allah'ı ıssız bir yerde zikredip gözleri yaşla dolan kişi".

Daha sonra Hz. Yusuf (a.s.)'u suçsuz olduğunu anlamalarına ve onun iffeti ve namusluluğu hususunda doğru olduğuna dair deliller ortaya çıkmasına rağ­men Vezir, Vezirin hanımı ve bu olay yayıldıktan sora şahitlik yapan kişi onu belirli olmayan bir müddet zindana atmayı umumi menfaatlere uygun buldu­lar. Bununla, Hz. Yusuf (a.s.)'un o kadını baştan çıkarmak istediği, dolayısıyla onu bu sebeple zindana attıkları gibi bir kanaatin yayılması ve kıskarma duygusunu kaybeden ve hangi bedelle olursa olsun hanımının rızasını kazanma yolunu tercih eden kocasının üzerinde hakimiyet kurduğu açıkça belli olan Ve­zirin hanımının arzusunun yerine getirilmesi isteniyordu. [69]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Kötü haber cemiyetin her tarafında süratle yayılır. Arkasında kadınlar bulunan haberler daha çabuk yayılır.

2- Mısır toplumunda kadınların büyüklerinin alışılagelen âdete göre ilk anda Vezirin hanımını tenkit etmeleri gayet doğru ve isabetli bir tenkit idi. Zi­ra Baş Vezirin hanımı yanındaki uşağı ve kölesini nasıl baştan çıkarmak iste­yebilirdi! Efendilerin mevkileri ve gururları hizmetçi ve uşaklarla bir arada oturmaya bile müsaade etmeyeceği için bu normalde büyük bir olaydı. Bu se­beple şehrin kadınları Vezirin, hanımının uşağına aşık olmasını tenkit ederek bu hanımı doğru yoldan çıkmış saymışlardı.

3- Vezirin hanımı bu hileye aynı şekilde karşılık verdi. Şehrin hanımlarını kendisinin düştüğü duruma düşürmek ve onların huzurunda mazeretini beyan etmek için yemeğe davet etti. Hanımların gözleri kamaşmış Hz. Yusuf (a.s.)'un yüzünün güzelliğine hayran kalmışlar, yemek ve meyveleri kesmek için ellerin­de bulunan bıçaklarla ellerini kesmişlerdir. Onlar hâlâ turunç kestiklerini zan­nediyorlardı. (Turunç, narenciye ya da kebbad veya krifon denilen ve ekşi li­mondan daha büyük, kabuğu soyulduktan sonra yenilen bir meyve olabilir.)

4- Misafir kadınlar Hz. Yusuf (a.s)'u gördüklerinde kapıldıkları dehşeti ifa­de edemiyorlardı. Bu insan cinsinden değildir. Bu ancak melek olabilir, demiş­lerdi. Bundan maksat üstün güzelliği ve eşsiz cemali ispat etmek ve Hz. Yusuf (a.s.)'un günahlardan masum olmakta melekler gibi olduğunu ifade etmekti.

"Hâ-şâ lillâhi" ifadesi Mısır Azizi'nin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a iftira et­tiği kadını baştan çıkarmak suçlamasından Hz. Yusuf (a.s.)'u aklamadır. Yani, Yusuf bundan uzak oldu demektir.

5- Mısır Azizi'nin hanımı misafir kadınların Hz. Yusuf (a.s.) karşılarına geldiğinde hayran olduklarını görünce "İşte beni (sevdaya tutulmakla) ayıpladı­ğınız delikanlı budur" diyerek kendi mazeretini ortaya koydu.

6- Sıddik makamındaki Hz. Yusuf (a.s.) Allah'ın rızasını gözeterek zindana girmeyi tercih etti. Zindana girmek gerçekten sevinilecek bir şey olduğu için değil, onun nazarında günaha girmekten daha sevimli -yani daha kolay ve da­ha basit- olduğu için...

Rivayete göre Hz. Yusuf (a.s.) "Zindan bana daha sevimlidir" dediği za­man Allah O'na vahiyde bulunmuş ve "Ey Yusuf! Sen zindan bana daha sevimli diyerek kendini hapsettin. Afiyet bana daha sevimlidir, deseydin afiyete (bu­lunduğun durumdan daha iyi bir duruma) kavuşturulurdun" diye buyurmuştu.

7- Hz. Yusuf (a.s.) beşerî içgüdülerden etkilenmek ve kadınlara insanlık icabı meyletmek (cehaleti) ile Allah'ın yardımına sığındığı nefisle cihadın öne­minin insanlığa örnek olması için aynı duada bir arada zikretmişti. Kadınların arzularına tabi olmanın cehalet olduğunu ve bu konuda ayağı kayanın cahiller zümresinden olacağını yani günaha irtikap edip zemmedilmeye müstahak olan kimselerden yahut hak olarak bildiğinin zıddını yapan cahillerin amelini işle­yenlerden olacağını açıkça ifade etmişti.

Bu ayet Allah'ın yardımı olmadıkça hiçbir kimsenin Allah'a isyan etmek­ten konulamayacağına delâlet etmektedir. Yine bu ayet cehaletin çirkinliğine ve cahilin kötülendiğine de delâlet etmektedir.

8- Allah Hz. Yusuf (a.s.)'un duasını kabul etmiş, ona lütufta bulunmuş, sa­bır ve sebat etmesi, tuzaklardan Allah'a sığınması sebebiyle zinaya düşmekten O'nu korumuştur. Yalvaran, yakaran, kendisine sığınan, rızasını kazanmak için günahlardan elini-eteğini çeken herkesin duasına icabet etmek Allah Te-alâ'nın şamndandır.

9- Hz. Yusuf (a.s.) iffeti ve namusluluğu kesin olarak sabit olmasına rağ­men ve gömleğin arkadan yırtılmış olması, şahidin onun lehinde şahitlikte bu­lunması, kadınların ona olan hayranlıklarından bıçaklarla ellerini kesmeleri ve kadınların Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetine, suçsuzluğuna delâlet eden de­lilleri ve alâmetleri görmelerine rağmen, insanlar arasında daha fazla yayılma­ması için bu olayı gizlemek gayesiyle Mısır Veziri ve onun danışma meclisi Hz. Yusuf (a.s.)'un belirsiz bir müddet zindana atılmasına karar verdiler.

10- Hz. Yusuf (a.s.) zindana atılmakla tehdit edilmesine ve ikrah (zorlama) karşısında kalmasına rağmen, büyük bir mertebede ve şerefli bir makamda bu­lunduğu için fuhuş işlemeye razı olmadı.

Bundan dolayı alimler "Bir adam zindana atılmak tehdidiyle zina etmek için ikrah edilse (zorlansa) icma olarak bu caiz değildir" demişlerdir.

Dövülerek zorlanırsa, alimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan görüşe göre bu dövülme feci bir şekilde dövülme ise o kimseden zina günahı ve cezası sakıt olur. Çünkü Allah Tealâ kuluna iki azabı birden vermez, onu iki belâya birden düşürmez. Çünkü o takdirde dinde büyük bir meşakkat olur. Halbuki "Allah size dinde hiçbir meşakkat bırakmadan..." (Hac, 22/78) buyurulmuştur. [70]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindanda Hak Dine Davet Etmesi

 

36-  Yusuf la beraber zindana iki genç daha girdi. Onlardan biri Yusuf a "Rü­yamda kendimi şaraplık üzüm sıkarken gördüm" dedi. Diğeri de "Ben de kendi­mi başımda ekmek taşıyor ve kuşlar da ondan yiyor gördüm" dedi. "Bize bu rü­yaların tabirini bildir. Doğrusu biz seni iyiliksever kimselerden görüyoruz" de­diler.

37- Yusuf onlara şöyle dedi: "Size gön­derilen yemekler size ulaşmadan bu rü­yaların tabirini size bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti in­kâr eden bir kavmin dininden uzaklaş­tım."

38- "Ben atalarım İbrahim, İshak ve Ya-kup'un dinine sarıldım. Herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmak bizim için doğru olamaz. Bu, Allah'ın bize ve diğer insanlara bir lütfudur. Fakat insanla­rın çoğu yine de şükretmezler."

39- "Ey zindandaki iki arkadaşım! Bir­birinden ayrı uydurma tanrılar mı da­ha iyi, yoksa bir olan ve ezici güce sa­hip Allah mı?'

40- "Allah'ı bırakarak taptığınız tanrı­lar, sizin ve babalarınızın yakıştırdığı put isimlerinden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indir-memiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O yalnız kendisine kulluk etmenizi em­retmiştir. İşte bu doğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler."

 

Belagat:

 

"Şarap sıkıyorum." ifadesi, olacak şeye nispet edilen mecaz-i mürseldir, yani şarap olacak üzüm sıkıyorum, demektir. [71]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Yusuf la beraber zindana iki genç daha girdi." Yani Yusuf zindana koyul­du. O an kralın iki hizmetçisi daha zindana girmişti. Biri kralın şarapçısı diğe­ri ekmekçisi, aşçısı idi. Yusuf un rüya tabir ettiğini görünce biz de onu deneye­lim dediler.

"Onlardan biri" şarapçı olan "Yusuf a rüyamda kendimi şarap sıkarken" yani şaraplık üzüm sıkarken "gördüm, dedi. Diğeri" ekmekçi olan ise "ben de kendimi başımda ekmek taşıyor ve kuşlar da ondan yiyor gördüm, dedi. Bize bu rüyaların tabirini bildir. Doğrusu biz seni iyiliksever kimselerden" yani iyi rüya tabiri yapanlardan veya alimlerden "görüyoruz, dediler."

'Yusuf onlara rüya tabirini bildiğini haber vererek "şöyle dedi: Size gön­derilen yemekler size ulaşmadan bu rüyaların tabirini" gerçek âlemde varacağı şeyin açıklamasını "size bildireceğim." Bu rüyaların yorumu size gelmeden ve bundan murad edilen gerçekleşmeden önce size bildireceğim.

"Bu" rüya tabiri "Rabbimin bana" ilham ve vahiy yoluyla "öğrettiği" kâ­hinlik ve müneccimlikle ilgisi olmayan "ilimlerdendir". Bu ifade de bu iki genci iman etmeye teşvik etmektedir. Sonra bu durumu şu ifade ile tekit etti: "Ben Allah'a iman etmeyen, ahireti inkâr eden bir kavmin dininden uzaklaştım." Bu da onların ahireti inkâr ettiğini tekit etmektedir. Bu ifade daha önceki sözün sebebini beyan etmektedir. Yani bana bunu öğretti. Çünkü ben böylelerin dini­ni terk ettim.

"Ben atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine sarıldım" cümlesi önceki cümleye atıftır. Yahut davete hazırlık olması ve kendisinin Peygamber ailesin­den olduğunu ortaya koyması ve böylece arkadaşlarının kendisini dinlemesi ve kendisine güvenmesi için yeni bir cümledir. Bu ifade tanınmayan bir kimsenin tanınıp kendisinden istifade edilmesi için kendi kendini tavsif etmesinin caiz olduğuna delildir. İsmet vasfı sebebiyle ne olursa olaun "Herhangi bir şeyi Al­lah'a ortak koşmak bizim için doğru olmaz." Bu, biz Peygamberler cemaatine yakışmaz. "Bu" yani tevhid inancı "Allah'ın" vahiy yoluyla "bize" ve kendilerine gönderildiğimiz "diğer insanlara Allah'ın bir lütfudur. Fakat" kendilerine pey­gamber gönderilen "insanların çoğu" yani kâfirler yine de Allah'ın bu lütfuna karşı "şükretmezler." Buna rağmen koşup yüz çevirirler.

Sonra Yusuf bu arkadaşlarını açıkça imana davet ederek şöyle dedi: "Ey zindandaki" zindanda beraber kalmakta olduğum "iki ardaşım! Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı daha iyi, yoksa bir olan ve ezici güce sahip Allah mı?" Buradaki istifham takriridir. Yani birbirinden ayrı çok tanrılar mı yoksa ulûhi-yette tek olan, kendisine denk hiçbir şey olmayan, hiçbir şeyin kendisine karşı koyamayacağı Allah mı?

"Allah'ı bırakarak" yani Allah'tan başka "taptığınız putlar sizin ve babala­rınızın" tanrı diye "yakıştırdığı put isimlerinden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında" onlara ibadet edilmesi hususunda hiçbir delil ve hüccet "indir-memiştir." Yani onlar sadece sizin kendilerine verilen bu isimlerin gerçek olduğuna delâlet eden, hiçbir hüccet olmadan verdiğiniz mücerret isimlerdir. Sanki siz sadece mücerret isimlere tapıyorsunuz. Ayetin manası şudur: Siz aklın veya naklin ilâhlığa lâyık olduğuna delâlet etmeyen şeylere birtakım isimler verdi­niz. Sonra da bu yakıştırdığınız uydurma isimleri dikkate alarak onlara tapın­maya başladınız.

"Hüküm" ve hakimiyet "ancak Allah'ındır." Kulluk hususunda hükmet­mek sadece Allah'a aittir. Çünkü O bizzat ibadete lâyık olandır. Zira O Vacibül-vücuddur. Varlığı kendisiyle kaim olandır. Herşeyi var eden, emrine malik olan O'dur. "O yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir." Peygamberlerin diliyle ancak kesin delillerin delâlet ettiği kendi zatına kulluk edilmesini emretmiştir. "İşte bu," tevhid inancı "doğru dindir" hak ve dosdoğru olan inanç budur. Siz eğri olanı doğru olandan ayırd edemiyorsunuz.

Bu ifade davette ileri bir derece ve hüccetle şunları ilzam etmektir:

Önce Yusuf (a.s.) onlara, tevhid inancını birden fazla ilâh kabul etme inan­cına tercih edilmesini ifade etti.

İkinci olarak, ilâh diye isim verdikleri ve taptıkları şeylerin ilâhlığa lâyık olmadığına dair delil ortaya koydu. Çünkü ibadete lâyık olmak ya bizzat kendi zatıyla yahut başkası vasıtasıyla olur. Bu sahte tanrılarda ikisi de yoktur.

Üçüncü olarak, aklın başkasını kabul edemeyeceği, ilmin başkasına razı olamayacağı şaşmaz doğru ve hak dini beyan etti. "Fakat insanların çoğu" yani kâfirler "bilmezler," bilgisizlikleri içinde yuvarlanırlar. Varacakları azabı bil­mezler. Onlar şirk koşarlar. [72]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Mısır Veziri ve danıştığı kimseler, Hz. Yusuf (a.s.)'un iffetli, namuslu ve suçsuz olduğuna kani olmalarına rağmen onun hapse atılması kararını aldık­tan sonra Cenab-ı Hak burada onların üzerinde ittifak ettikleri bu zindana at­ma kararlarını tatbikata koyduklarını zikretti. Hz. Yusuf (a.s. )'u zindana atar­larken onunla birlikte kralın uşaklarından iki kişiyi de zindana atmışlardı. Al­lah onlara lütufta bulunmuş, Hz. Yusuf (a.s.)'a rüya tabirini öğretmişti. Bu onun zindandan kurtuluşuna vesile olacaktı. [73]

 

Açıklaması

 

Hz. Yusuf (a.s.)'u zindana attıklarında onunla birlikte kralın uşaklarından biri şarapçısı diğeri ekmekçisi olan iki kişiyi de zindana atmışlardı. Zira bunla­rın kralın yemeğini ve içeceklerini zehirlemeye teşebbüs ettikleri krala bildiril­mişti. Bu durum bir tesadüf değil, her şeye hakim ve her şeyi gayet iyi bilen Allah'ın bir takdiri idi. Hz. Yusuf (a.s.) zindanda doğru sözlülüğü ve rüyaları tabiri etmesi ile tanınmıştı.

Bu iki genç rüya görmüşlerdi. Şarapçı olan "Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı görüyorum", ekmekçi ise "Ben rüyamda başımda ekmek taşıyor, kuşlan da bundan yiyor gördüm" dedi. Her ikisi de Hz. Yusuf (a.s.)'a "Bize gördü­ğümüz bu rüyanın tabirini ve açıklamasını bildir. Bu rüya gerçekten olacak mı, yoksa karmakarışık rüyalar mı? Biz biliyoruz ki sen rüya tabirini iyi bilenler­den birisin" dediler. Zira Hz. Yusuf (a.s.) ne zaman rüya tabiri yapsa hata et­mezdi. Yahut sen insanlara hayır ve iyilik yapmak isteyen iyiliksever kimseler­densin, dediler.

Hz. Yusuf (a.s.) bu fırsatı ganimet bildi. Bu iki kişinin kendisine, ilmine ve ihlâsına güvenmeleri iyi bir fırsattı. Bunları ve zindanda bunlarla beraber bu­lunanları Allah'ın halis dinine bağlanmaya, putları terk etmeye davet etti. Zin­dana girmesi böyle bir hikmete bağlı oldu.

Davetinde ilk adım olarak doğru sözlülüğüne delâlet eden mucize ile baş­ladı. Zindan arkadaşlarına "Size bugün gelecek yemeğiniz gelmeden bunu size bildireceğim. Bu Allah'ın bana vahiy veya ilhamla öğrettiği şeylerdendir, beşer ilminden olan kahinlik veya sihirbazlık değildir," dedi.

Bu ifade zayıfları, fakirleri, mazlumları ve günahkârları Allah'a davet et­mesi için zindanda iken Hz. Yusuf (a.s.)'a vahiy geldiğine delâlet etmektedir. Çünkü bu kimseler Hz. Yusuf (a.s.)'un davetine başkalarından daha yakındır­lar.

Vahyin sebebi ise şudur: Ben Allah'a ve ahiret gününü inkâr eden Filistin halkından olan Ken1 anlılar ve başkalarının dinini, Güneş (Ru1), buzağı (Ebis) ve Firavunlara (Mısır idarecilerine) tapınan Mısırlıların dinini terk ettim.

Bunlar ahirette sevap veya günah beklemezler. Onlar Peygamberlerin da­vet ettiği doğru şekliyle ahirete, amellerin hesaba çekilmesine ve amellere kar­şılık verilmesine inanmazlar. Onlar Firavunların mumyalanmış cisimleriyle ahirete döneceklerine ve onların dünyada olduğu gibi ahirette de hakimiyet ve saltanatlarının bulunacağına inanmaktadırlar.

"Hüm (onlar)" kelimesinin tekrar edilmesi tekit için ve küfür vasfının on­lara ait bir özellik olduğunu ve bunda aşırı gittiklerini beyan etmek içindir.

Küfür ve şirk yolunu bir takım Allah'ı tasdik etmeyen, O'nun birliğini ve yer ve göklerin yaratıcısı olduğunu ikrar etmeyen kâfirlerin dinini terk ettim.

Ben halis tevhide davet eden babalarım ve dedelerim olan peygamberlerin "Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.)'un dinine tabi oldum."

"Babalarım" kelimesi dedenin de baba olduğunu, Hz. Yusuf (a.s.)'un pey­gamber ailesinden olduğunu, ayrıca bu iki gencin kendisine kulak verme ve sö­züne uyma hususundaki arzularını kuvvetlendirmek için kendisinin gaybe ait meseleleri haber vermek üzere vahye nail olduğunu anlattı.

Hidayet yoluna giren, peygamberlerin yoluna tabi olan, sapıkların yolun­dan yüz çeviren kimsenin hali böyle olur. Zira Allah onun kalbine hidayeti ih­san eder, ona bilmediğini öğretir. Onu hayır yolunda kendisine tabi olunan ön­der, hak yolunun davetçisi eyler. Bu, Allah'a iman etmeye ve O'nun birliğine teşviktir.

Bundan sonra peygamberlerin metodunu genel hatlarıyla beyan etti. Hz. Yusuf (a.s.) şöyle diyordu: Biz peygamberler topluluğunun hiçbir şeyi görme­yen, duymayan putları, heykelleri Allah'a ortak koşması doğru olamaz, böyle bir şey bize yakışmaz.

Bu tevhid inancı yani tek Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığını, Onun eşi ve ortağı bulunmadığını ikrar etmek Allah'ın bize bir lütfudur. Zira bize Al­lah'ın varlığını, Rab ve ilâh olarak birliğini ikrar etmeyi gösterdi. İnsanlara doğru yolu göstermek, onları uyarmak ve delâlet yolundan uzaklaştırmak üze­re bizleri insanlığa elçi olarak göndermesi Allah'ın insanlara bir lütfudur. Bu hem peygamberlere hem de gönderildikleri ümmetlere ilâhî bir lütuftur.

Fakat peygamberlerin gönderildiği insanların çoğu Alah'm lütfuna şükret­mezler. Şirke düşerler, uyanık olmazlar. Allah'ın kendilerine peygamber gön­dermek gibi nimetinin değerini bilmezler. Bilakis "Allah'ın nimetlerini küfürle değiştirir ve kavimlerini helak yurduna sokarlar." (İbrahim, 19/28).

Hz. Yusuf (a.s.) şirki ve müşriklerin ibadetini red edip peygamberliğini or­taya koyduktan sonra pek çok ilâhlar yerine tek ilâh ve tek Rabbı itiraf etme esası üzerine kaim olan halis tevhid akidesine davet etti. Peygamberlerin me­todu daima böyledir. Önce puta tapıcılık inancını yıkarlar, sonra da Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eden aklî delilleri ortaya koyarlar.

Bunun içindir ki, Hz. Yusuf (a.s.) şöyle dedi: Ey zindandaki iki arkadaşım! Sizin için ve başkaları için size fayda verme, zararı engelleme ve gayb âlemin­de yardımcı olma hususunda çekişme, çarpışma ve kâinatın fesada uğramasına sebep olacak farklı özelliklerde çeşitli tanrıların bulunması mı, yoksa başkası­na muhtaç olmayan, tasarruf ve idaresinde ortak kabul etmeyen, kudreti ve iradesiyle ezici güce sahip olan, zatı ve azametine her şeyin boyun eğdiği Allah mı daha hayırlı ve daha iyidir!

Daha sonra bu ilâhların gerçek durumunu açıkladı: Taptığınız ve ilâh diye adlandırdığınız bu putlar hiçbir esası olmayan, Allah tarafından dayanağı bu­lunmayan, insanların kendi kendilerine uydurdukları sadece mücerret isimler­den ibarettir. Bunların "Rab" diye adlandırılmaları hususunda Allah bir hüccet veya burhan indirmemiştir ki bunlara ibadet etmek ve itaat etmek doğru ol­sun. Bu ne akıl ne de semavî nakil yönünden hiçbir delil bulunmayan bir ya­kıştırmadan ibarettir.

Sonra da onlara hükmetmek, tasarrufta bulunmak, dilemek ve mülkün sahibi olmak sadece Allah'a aittir. O bütün kullarına sadece kendisine ibadet etmelerini emretti. Sizi davet ettiğim Allah'ın birliğine inanmak ve O'na ihlâs-la ibadet etmek Allah'ın emrettiği, O'nun sevdiği ve razı olduğu, hüccet ve bur­hanı indirdiği dosdoğru din budur.

Fakat insanların çoğu bunun hiçbir eğriliği, eksikliği bulunmayan hak din olduğunu bilmezler. Bunun için çoğu müşrik oldular. Nitekim Cenab-ı Hak "Sen çok gayret etsen de insanların çoğu mümin değildirler." (Yusuf, 103) bu­yurmaktadır. [74]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Allah Tealâ Hz. Yusuf (a.s.) ile birlikte kralın uşaklarından iki kişinin zindana atılmasını takdir etmişti. Bu durum onun gelecekte zindandan kurtul­masına sebep olacaktır.

2- Rüya tabir etmek ilim, salah, takva ve ihsan vasıflarına muhtaçtır. Rü­ya gerçek de olabilir. İmam Ahmed, Buharî ve Müslim'in Enes'ten rivayet et­tikleri hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "Müminin rü­yası peygamberliğin kırk altıda biridir."

3-  Hz. Yusuf (a.s.) zindan arkadaşlarının şahitliğiyle muhsinler (iyilikse­ver kimseler) zümresindendi. İyiliksever oluşu hastaları ziyaret ve tedavi et­mesi, cenazesi olanlara başsağlığı dilemesi ve ilim yolunda ihsan derecesine nail olan âlimlerden olmasıdır. Arkadaşlarının Hz. Yusuf (a.s.) hakkındaki söz­leri onun ihsan yolunu tercih eden âlimlerden olduğunu, güzel ahlâk esasları­na uyduğunu ve bütün iyi davranış kaidelerini yerine getirdiğini ifade etmek­tedir.

4- Hz. Yusuf (a.s.) kendisine rüya tabiri soran zindan arkadaşlarına kendi­lerine kraldan veya bir başka yerden gelecek yemeğin çeşidi ve özelliklerini kâ­hinlik veya falcılık yoluyla değil, Allah'ın bildirdiği vahiy yoluyla henüz kendi­lerine yemek gelmeden haber verebileceğini duyurdu. Bu, onun peygamberliği­ne delâlet eden gaybden haber verme olayı ve risaletini ispat eden bir mucize idi.

5- Davet vazifesiyle yükümlü peygamber bu vazifesini yerine getirmek için bütün fırsatları değerlendirir. İşte Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı da bu idi. Çünkü O şirk ve putperestlikle savaşmaya, müşriklerin tapınmalarını ortadan kaldır­maya ve peygamber olan babaları ve dedeleri Hz. İbrahim, İshak ve Yakup (a.s.)'un dinine tabi olarak Allah'ın birliğine davet etti.

Bu peygamberlerin isimlerinin zikredilmesinin faydası Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamberlik iddia edip gaybı bilme mucizesi ile meydan okuyunca buna ilâve olarak peygamber ailesinden geldiğini beyan etmesidir.

Hangi çeşit şirk olursa olsun Allah'a şirk koşmak peygamberlere yakışan bir davranış değildir.

Bu, Allah'ın peygambere yaptığı lütuflardan biridir. O'nu zinadan korudu­ğuna işaret etmektedir. Kendilerine peygamber gönderilenler ise Allah'ın ken­dilerini şirkten koruduğu müminlerdir.

38. ayette geçen "Hiçbir şeyi" Allah'a şirk koşmamak tabiri puta tapmak, ateşe tapmak, yıldızlara tapmak, tabiata tapmak gibi şirkin bütün çeşitlerini reddetmekte ve hak dine irşad etmektedir. Hak din; Allah'tan başka var eden hiçbir güç yoktur, Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur, Allah'tan başka hiçbir rızık verici yoktur, inancıdır.

Fakat insanların çoğu iman ve tevhid nimetine şükretmezler.

"Bu, bize Allah'ın lütuflarından biridir" ifadesi Allah'a şirk koşmamak ve iman sahibi olmanın Allah tarafından olduğuna delâlet etmektedir.

7- Putlar, heykeller gibi sahte tanrılar insanların kendileri tarafından uy­durulan mücerret isimlerden ibarettir. Bunların ilâhlık noktasında sadece isimleri vardır. Çünkü bunlar cansız varlıklardır. İsimlerinin temsil ettiği sah­te tanrıların gerçekle ilgisi yoktur. Akıl ve nakil bunları tamamen reddetmek­tedir.

8- Hüküm ve hakimiyet sadece Allah'ındır. Çünkü O her şeyin yaratıcısı­dır. İbadete lâyık olan sadece O'dur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Bunun için kendisinden başka bir şeye ibadette bulunmamak emredilmiştir.

9- Allah'ın birliğine davet etmek, eğriliği olmayan dosdoğru ve en sağlam dindir. Fakat insanların çoğu doğru dinin gerçek özelliklerini bilmezler.

10- Fahreddin er-Razî birden fazla ilâh olmasının batıl bir inanç olduğuna dair beş kesin delil zikretmiştir. Bunlar kısaca şunlardır:[75]

a) İlâhların çokluğu bu âlemde fesat ve bozukluğa sebep olur. "Eğer yer ve göklerde Allah'tan başka müteaddit ilâhlar olsaydı yerin ve göklerin düzeni bo­zulurdu. " (Enbiya, 21/22) ayetinden murad da budur.

Yani ilâhların çokluğu fesada, bozukluğa, çekişme ve mücadeleye sebep ol­maktadır. Allah'ın birliği ise hayatın tanzimine ve tertibin güzelliğine sebep ol­maktadır.

b) İnsanlardan, yıldızlardan sahte tanrılar ve putlar etki eden değil, etki altında kalan, ezici güç değil ezilmeye mahkûm olan varlıklardır.

c) Allah Tealâ'nın bir oluşu sadece O'na ibadet etmeyi gerektirir. Çünkü (Allah'tan başka) ikinci bir ilâh olsaydı bizi yaratan, bize nzık veren, serleri ve belâları def edenin kim olduğunu bilemezdik. Böylece buna mı, şuna mı ibadet edeceğimiz hususunda şüpheye düşerdik.

Bu delil putlara tapma fikrinin de yanlış olduğuna delildir. Çünkü putla­rın -farz-ı muhal- faydası ve zararı dokunan varlıklar olduğunu kabul etsek de fayda veya zararın bu puttan mı, yoksa diğer putlardan mı, yoksa işbirliğiyle ve müştereken mi fayda ve zararın meydana geldiğini bilemezdik. İbadete lâ­yık olan bu put mu, yoksa ötekisi mi olduğu bilinemezdi.

d) Büyücü ve putperestlerin iddia ettiği gibi -farz-ı muhal- bu putların fay­da ve zararı dokunacağını kabul etsek bile bu belirli bir vakitte, hususi bir olayda olabilir. Halbuki Allah Tealâ her zaman her şeye kadirdir. Dolayısıyla O'na ibadetle meşgul olmak daha evlâdır.

e) Allah'ın "Kahhar (ezici güç sahibi)" sıfatıyla muttasıf olması O'nu kendi­sinden başka hiçbir kimsenin ezememesini, O'nun kendisinden başka her şeyi ezecek güce sahip olmasını gerekli kılar. Bu da Allah'ın Vacibü'l-vücud (kendi zatıyla var olan) olmasını gerektirir.

Zira varlığı mümkün olan varlıklardan olsaydı ezici değil ezilmeye mah­kûm olurdu.

Yine O'nun müteaddid değil, tek olması gereklidir. Zira birkaç tane ilâh ol­salar her biri kendisinin dışındaki her şeye hakim varlık olamazdı.

İlâh ancak Vacibü'l-vücud (kendi zatıyla var olan) ve tek olduğu zaman "Kahhar (ezici güce sahip)" olabilir. Bu da felekler, yıldızlar, nur, karanlık, tabi­at gibi sahte ilâhlara uygun bir sıfat değildir.

11- Bir alimden cahil ve fasık biri fetva istediği zaman önce hidayet, irşad, öğüt ve nasihat yolunu tutmalı ve onu fetva istediği şeyden daha evlâ ve daha gerekli şeye davet etmeli, daha sonra sorduğu sorunun fetvasını vermelidir.

12- Alimin mertebesi bilinmez de alim de sorulan sorulara karşı uygun bir şekilde kendini tanıtırsa ve bundan da gayesi dini hususlarda kendisinden na­killer yapılması ve halkın yararlanması ise bu durum "Nefislerinizi tezkiye et­meyin kendinizi temize çıkarmayın." (Necm, 53/32) ayetiyle men edilen "nefis tezkiyesi (insanın kendi kendini temizlemesi, nefsini arındırması)" babından değildir. [76]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindandaki İki Arkadaşının Rüyalarını Tabir Etmesi, İkisinden Kurtulacak Olana Yaptığı Tavsiye

 

41- "Ey zindandaki iki arkadaşım!  (Rüyalarınıza gelince) biriniz efen- dısıne şarap ıçırecek, diğeri ise  asılacak ve kuşlar onun başından  yiyecekler. yorumu hakkında sor- duğunuz iş (bu §ekilde> kesinleşmiştir."  ^^" ^u ikisinden, kurtulacağını bildiği  kimseye "Beni efendinin yanında an"  dedi. Fakat şeytan ona, efendisine an- mayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf)  birkaç sene zindanda kaldı.

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ey zindandaki iki arkadaşım! Biriniz" yani üç gün sonra zindandan çıkacak olan şarapçı "efendisine" yani krala eskiden olduğu gibi "şarap içirecek" "diğeri ise" üç gün sonra zindandan çıkacak olan ekmekçi "asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler" dedi. Bunun üzerine arkadaşları Yusuf a "Yalan söy­ledik ve hiç bir rüya görmedik" dediler. Yusuf (a.s.) doğru da söyleseniz, yalan da söyleseniz "yorumu hakkında sorduğunuz iş bu şekilde kesinleşmiştir" dedi. "İstifta" içinden çıkılması zor mesele hakkında fetva istemek, "fetva" ise soru­nun cevabıdır.

"Bu ikisinden kurtulacağını bildiği kişiye" yani şarapçıya "Beni efendinin yanında an" yani ona zindanda haksız yere hapsedilen bir genç var, diye söyle dedi. "Fakat şeytan ona" şarapçıya Yusuf u "efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla" Yusuf "birkaç sene" üç ilâ dokuz yıl arası bir rivayete göre yedi sene "zindanda kaldı." [77]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Hz. Yusuf (a.s.) tevhidi, Allah'a ibadeti ve peygamberliği meselesini açık­ladıktan sonra sorulan soruya cevap vermeye ve rüyaların tabirine başladı. [78]

 

Açıklaması

 

Hz. Yusuf (a.s) şöyle diyordu: Ey zindandaki iki arkadaşım! İkinizden biriniz -Bu kişi rüyada kendini şaraplık üzüm sıkarken gören kralın şarapçısı idi. Üzülmemesi için ona hitap ederken ismini belirtmedi- eskiden olduğu gibi efendisine şarap sunacak.

41. ayette geçen, "efendisi" manasındaki "rabbehû" kelimesinden ken­disine "kulluk" yapılacak Rabb'i kasdetmemiştir. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.) zamanındaki Mısır kralı, Hz. Musa (a.s.) zamanındaki Mısır Firavun'u gibi tanrılık iddiasında bulunanlardan değildi.

Rivayete göre Hz. Yusuf (a.s.) bu rüyayı gören gence "Gördüğün rüya ne güzel! Üzümlerin güzelliği durumunun güzelliği manasındadır. Dallara gelince, üç gün demektir. Bu üç gün sona erince kral sana haber gönderip seni eski işine döndürecektir, aynen eskiden olduğun gibi belki de daha güzel bir durum­da olacaksın" dedi.[79]

Bu ifade bu rüyayı gören gencin kralın zehirlenmesi hususunda suç ortak­lığı töhmetinden uzak olduğuna delildir.

Diğer genç ise rüyasında başında ekmek taşıdığını, kuşların bundan yediğini gören kralın ekmekçisi idi. Bu genç asılacak, akbaba, şahin, kartal, doğan gibi yırtıcı kuşlar başından yiyeceklerdi.

Hz. Yusuf (a.s.) bu gence "Gördüğün rüya ne kötüdür! Üç sepet üç gün demektir. Üç gün sona erdikten sonra kral sana emir gönderip seni asacak, başından da kuşlar yiyecek" dedi.

Bu ifadeye göre kralın ekmekçisi olan bu kişi kralın zehirlenmesi suçuyla itham edilen ve aleyhindeki ithamın sabit olduğu kişidir. Ancak bu ve önceki şahıs hakkındaki rivayet ayetin zahirî ifadesiyle çelişmektedir.

Sonra tefsirde nakledilmiştir ki, bu iki genç "Biz rüyada hiçbir şey gör­medik" dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.) "Hakkında fetva istediğiniz meselenin hükmü verilmiştir" dedi. "İstifta" lügatte, problemli bir meseleyi sor­mak, "fetva" ise buna verilen cevaptır.

Bu mana doğrudur. Zira Hz. Yusuf (a.s.) bu iki arkadaşına bu meselenin bittiğini, bunun seksiz şüphesiz mutlaka gerçekleşeceğini bildirdi. Çünkü rüya -tabir edilmedikçe- bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince düşer, gerçekleşir.

İmam Ahmed, Muaviye b. Hayde'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyur­duğunu rivayet etmektedir: "Rüya tabir edilmedikçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince düşer, gerçekleşir."[80]

Hz. Yusuf (a.s.)'un cevabı sadece zan ve tahmin üzerine dayanan mücerret bir rüya tabiri değildi. Allah Tealâ tarafından gelen vahye dayanıyordu. Vahiy ise zan ve tahmin değil, kesinlik ve yakin ilim ifade ediyordu.

Bundan sonra Hz. Yusuf (a.s.) yakinen kurtulacağını bildiği kralın saki­sine, diğerinin bilgisi olmadan, asılacak olanın kendisi olacağını hissettir­memek için gizlice şöyle dedi: Benim hikayemi efendinin -yani kralın- yanında anlat. Belki o benim suçsuzluğumu anladıktan sonra beni bu zindandan çıkarır.

Bu söz felâketten kurtulmak ve selâmete ermek için gayet tabii olarak ve şer'an arzu edilen zahirî sebeplere sarılma kabilindedir.

Ancak şeytan zindandan kurtulan bu kişiye Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan çıkıp da Allah'ın birliğine ve kulluğuna, şirkle mücadele etmesine ve şeytanın vesveselerini kovmaya davet etmemesi için, unutturma şeytanın hileleri cüm­lesinden idi.

Hz. Yusuf (a.s.) zindanda unutulmuş ve mazlum biri olarak birkaç sene, üç ile dokuz sene arasında uzun bir müddet kaldı. Bir rivayette yedi sene denil­miştir. Vehbe b. Münebbih "Hz. Eyüb (a.s.) belâ içerisinde yedi sene Hz. Yusuf (a.s.) zindanda yedi sene kaldı. Buhtunnassar'a yedi sene işkence edildi" demiştir. Mukatil ise, "Hz. Yusuf (a.s.) zindanda beş sene birkaç ay kaldı" demiştir. İbni Abbas 12 sene, Dahhak da 14 sene kaldığını söylemiştir. İlk görüş daha doğrudur. Çünkü bu "bid'a sinîn (birkaç sene)" ifadesine dahildir.

Bilindiği gibi, zulmü engelleme hususunda insanların yardımını istemek şeriatta caizdir. Ancak sıddik kimseler için sebeplerin kaldırılması hususunda Allah'a iltica etmeleri daha evlâdır. Sebepleri yaratan ve kaldıran Allah'tır.

Rivayete göre Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.) zindanda iken geldi. İnsanlar­dan yardım istemesi hususunda ona ihtarda bulunmak üzere şöyle dedi.

- Ey Yusuf! Seni kardeşlerinin elinden, öldürülmekten kim kurtardı? Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- Peki, seni kuyudan kim çıkardı? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- Peki, seni zindanda kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

- Peki, seni kadınların hilesinden kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):

- Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):

-  O halde nasıl Rabbini terk ettin, O'ndan niyazda bulunmadın da, mah­lûka güvendin? dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf:

- Ya Rabbi! Bu benim yanıldığım bir kelimedir. Ey İbrahim'in ve aile hal­kının ilâhı, ey yaşlı babam Yakup'un da ilâhı olan Allahım! Bana rahmet et­meni niyaz ediyorum, dedi. Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.)'a:

- Senin cezan bir kaç sene zindanda kalmaktır.[81]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu iki ayet şu hususlara işaret etmektedir:

1- Rüya tabiri ilim, salah ve takva özelliklerine dayanır. Alimin rüya tabiri sadece zan ifade eder. Hz. Yusuf (a.s.)'un rüya tabiri Rabbinden gelen vahiyle birlikte olduğu için yakin ilim ifade eder.

2- Kim rüyasında yalan söyler, tabir eden kişi de bu rüyayı tabir ederse bunun hükmü o kişiyi bağlar mı? Alimler "Bu tabir o kişiyi bağlamaz" demiş­lerdir. Bu bağlayıcılık ancak Hz. Yusuf (a.s.) hakkında geçerlidir. Çünkü o pey­gamberdi. Hz. Yusuf un tabir ettiği rüyayı gören kişi rüyayı ona aynen gördüğü gibi anlattı.

3-  Zulmü engelleme hususunda Allah'tan başkasından yardım isteme şeriatta caizdir. Bu yadırganacak bir durum değildir. Ancak bu durum sıddik makamındaki Hz. Yusuf (a.s.) gibi amelleri Allah'a daha yakın olan "mükar-rabin" kulları için günah sayılabilir.

4- Şeytanın hilelerinden biri de zindandan kurtulan kişiye efendisi olan kralın yanında Hz. Yusuf (a.s.) zindandan çıkmasın diye onun kıssasını hatır­latmayı unutturmasıdır.

5- Hz. Yusuf (a.s.) zindanda birkaç sene kalmıştı. Bu müddet ya beş sene, ya da bazı müfessirlerden rivayet edildiği gibi yedi sene idi. Hangi durumda olursa olsun bu müddet uzun bir müddet olup Hz. Yusuf (a.s.) bu müddet zar­fında sabretti. Zina günahına düşmektense zindanı tercih etmişti. [82]

 

Hz. Yusuf (A.S.)'un Kralın Rüyasını Tabir Etmesi

 

43- Kral dedi ki: "Ben (rüyada) yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini gördüm. Ayrıca yedi yeşil başak ve diğerlerini kuru gördüm. Ey ileri gelen­ler! Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyamı tabir edin."

44- (Yorumcular) dediler ki: Bunlar kar-böyle kişiden kurtulmuş olan (şarapçı) uzun bir zaman sonra (Yusuf u) hatırlayarak dedi ki: "Ben size onun yorumunu haber veririm. Beni hemen (zindana) gönderin."

46- (Şarapçı Yusuf a dedi ki:) "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! Yedi zayıf ineğin yedi semiz inek ile yedisi yeşil, diğer­leri (yedisi) de kuru başak (rüyası) hak­kında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumla) dönerim de belki onlar da (doğruyu) öğrenirler."

47-  Yusuf dedi ki: "Âdetiniz üzere peş-peşe yedi sene ekin ekersiniz, sonra yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız."

48-  "Sonra bunun ardından (tohumluk olarak) saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdik­lerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir."

49-  "Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda, insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve) sıkacaklar."

 

Belagat:

 

"Ben yedi inek görüyorum." Burada geçmişteki durumu hikâye etmek için muzari sigası kullanılmıştır. "Zayıf., semiz" ve "yeşil... kuru" kelimeleri arasın­da tezat sanatı vardır.

"Karmakarışık yalancı düşler..." Burada hoşa giden ve gitmeyen sevinçli ve üzüntülü rüyaların karışması çeşitli sınıflardan toplanan otların karış­masına benzetildi.

"Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi!" ifadesi cevaba ulaşmak için sena ile şefkat talebi ihtiva eden beraat-i istihlal (güzel bir başlangıcadır.

"O yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek..." zamana isnat kabilinden akli bir mecazdır. Bundan murad insanlardır. Çünkü seneler yemez, ancak in­sanlar bu senelerde biriktirdiklerini yer. [83]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Kral" yani Mısır kralı er-Reyyan b. Velid "dedi ki: Ben" rüyada "yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini görüyorum." Yani rüyada gördüm. "Ayrıca yedi yeşil" tanesi olgunlaşmış "başak ve diğerlerini kuru" yani hasat vakti gelmiş "gördüm. Ey ileri gelenler!. Ey kavmin şereflileri "Eğer rüya tabir ediyorsanız" rüyada murad edilen manayı beyan etmek suretiyle rüyanın tefsirini yapıyor­sanız "benim rüyamı tabir edin." Yani onun yorumunu bana bildirin. Yorum hayalî şekillerden gözle görülen hissedilen gerçeklere intikal etmektir.

Yorumcular "dediler ki: Bunlar karmakarışık yalancı düşlerdir." "Edgas" kelimesi "dıgs" kelimesinin çoğuludur. Dıgs karışık bitki, ot, çimen top­luluğudur Yalancı rüya için istiare edilmiştir. "Ahlâm" ise "hulm" kelimesinin çoğuludur. Manası uykuda görülen şeydir. Gündüz rüyası gibi manası açık rüya olabilir. Rüya bazan, aralarında uygunluk olmayan ot ve çimen karışımına benzeyen karışık bir rüya olur. "Hulm" kelimesini batıl, yalancılık ve uydurmalıkla tavsif etmek üzere mübalağa olması için "ahlam" kelimesini çoğul olarak kullandılar.

"Biz böyle yalancı düşlerin yorumunu bilmeyiz" dediler. "Ahlâm" kelimesiyle özellikle batıl rüyaları kastediyorlardı. Yani bu çeşit rüyaların biz­ce yorumu yoktur. Zira yorum sadece doğru rüyalar için yapılmaktadır. Bu ifadeler, rüya tabirini bilmemenin mazeretlerini beyan etmek için ikinci bir mukaddimedir.

Zindandaki "iki kişiden kurtulmuş olan" şarapçı "uzun bir zaman sonra" Yusuf u "hatırlayarak, ben size onun" bu "yorumunu haber veririm. Beni hemen" ilmi olan kimseye yahut zindana "gönderin" dedi ve Yusuf (a.s.)'a geldi.

Şarapçı Yusuf (a.s.)'a dedi ki: "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi!" Ey son derece doğru arkadaş!

Zira arkadaşı Hz. Yusuf (a.s.)'un durumlarını denemiş, onun gerek ken­disinin gerek arkadaşının rüyasını doğru bir şekilde tevil ettiğini görmüştü.

"... Ümit ederim ki, insanlara" yani krala ve dostlarına veya ülke halkına -zira bir rivayette zindanın ülke dışında olduğu rivayet edilmiştir- onlara "dönerim de belki onlar da" bu rüyanın tabirini, senin faziletini ve senin yerini, doğruyu "öğrenirler".

Bu konuda kesin bir ifade kullanmadı. Zira iyi bir netice ile döneceğinden kesin emin değildi.

"Yusuf dedi ki: Âdetiniz üzere peşpeşe yedi sene ekin ekersiniz." Bu yedi semiz ineğin yorumudur. Bu yedi yılda "yiyeceklerinizden az bir miktar hariç biçtiklerinizi" fesada uğramaması ve böceklenmemesi için "başağında" stok edip "bırakınız."

"Sonra bunun ardından" bu yedi verimli yıldan sonra tohumluk olarak "saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi" zorlu "kıtlık yılı gelecektir." Yedi zayıf ineğin tevili de budur. Burada "yeme" fiili yıllara mecaz olarak nispet edilmiştir. Manası bu yıllarda yaşayanlar bu yıllar için biriktirdiklerini yiyeceklerdir, demektir.

"Sonra bunun ardından" bu yedi kıtlık yılından sonra "bir yıl gelecek ki o yılda insanlara" yağmurla ve kıtlıktan korunmak suretiyle Allah tarafından "yardım olunacak ... ve o yılda" verimlilik sebebiyle üzüm ve benzeri meyve "sıkacaklar." Semiz inekler ve yeşil başakların verimli yıllarla, zayıf inek ve kuru başaklan kıtlık seneleriyle tevil ettikten sonra ve zayıf ineklerin semiz inekleri yemesini verimli yıllarda toplanan yiyeceklerin kurak yıllarda yenil­mesi ile tevil ettikten sonra bu bir müjde idi. Vahiyle bildirilen bir müjde idi. İlâhî sünnet kullarına darlıktan sonra genişlik vermek üzere cereyan etmiştir. [84]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandaki iki arkadaşının rüyalarını tabir ettiğini beyan ettikten sonra, Arap krallarından el-Heksus (Çobanlar) ismiyle meşhur olan Mısır kralının rüyasını tabir ettiğini belirtti. Daha önce kahinler, bilginler ve görüş sahipleri bu rüyayı tabir etmekten aciz kaldıklarını ilan et­mişler, bu rüya karmakarışık düştür, demişlerdi. Bu rüya Hz. Yusuf (a.s.)'un kralla irtibat kurmasına sebep olmuştu. [85]

 

Açıklaması

 

masına sebep olan Mısır kralının rüyasıdır.

Kıssa şu şekilde meydana gelmişti: Bu rüya kralı çok korkutmuş, bu rüyanın şekli ve nasıl tefsir edileceği hususunda meraka düşmüştü. Kral kâhinleri, devlet büyüklerini ve emirlerini toplamış, onlara gördüğü rüyayı an­latmış, onlardan bu rüyanın tabirini istemişti. Onlar bu tabiri yapamadılar, bu rüyanın karmakarışık düşler olduğunu söyleyerek tabir etmekten mazur ol­duklarını söylediler.

Ayetlerin toplu manası şudur: Mısır kralı dedi ki: Ben rüyamda beni deh­şete düşüren bir olay gördüm. Kuru bir nehirden çıkan yedi semiz inek gör­düm. Bu yedi ineği yedi kuru ve zayıf inek yiyordu. Ayrıca taneleri olgunlaşmış yedi yeşil başağı biçilme vakti yaklaşmış başka yedi kuru başak sarmıştı.

Kral kavminden ileri gelen kâhinler ve bilginlere rüya tabirini, bu rüyanın hayalî manasının beyanını ve gerçek âlemdeki tercümesini biliyorsanız, bana bu rüyamı tabir edin, dedi.

İleri gelenler şöyle dediler: Bu rüya uyuyan kimseye şuuraltında görünen, hiçbir anlamı olmayan, hazımsızlık, mide bulanması, bazan da yorgunluktan meydana gelen hayal ve düşüncelerden karmakarışık düşlerdendir. Biz bu gibi rüyaların tabirini bilemeyiz. Bu, doğru bir rüya olsaydı da yine bunun tabirini bilemezdik.

İşte o anda Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandaki iki arkadaşından ölümden kur­tulan şarapçı, Hz. Yusuf (a.s.)'u hatırladı. Şeytan Hz. Yusuf (a.s.)'un ona yaptığı "durumunu krala arzetmesi" tavsiyesini unutturmuştu. Bu tavsiyeyi unuttuk­tan sonra uzun bir müddet sonra hatırlamıştı. Şarapçı krala ve onun etrafında toplanan ileri gelenlere şöyle dedi: Ben size bu rüyanın tabirini bildiririm. Beni şu anda zindanda bulunan arkadaşım Yusuf a gönderin. (Bu hitap kral ve et­rafındaki topluluğa yahut tazim yoluyla sadece krala hitaptır).

Onu Yusuf a gönderdiler ve Yusuf a "Ey Yusuf, Ey sözlerinde, davranış­larında, olayların tefsiri ve rüya tabirinde çok sadık olan zat!. Kralın gördüğü rüya hakkında bize fetva ver. Umulur ki senin bu rüyayı tabir etmen sebebiyle Allah sana bir çıkış kapısı ve huzur nasip eder" dedi.

Hz. Yusuf (a.s.) yaptığı tavsiyeyi unutması sebebiyle eski zindan ar­kadaşına tenkit ve sitemde bulunmaksızın ve öncelikle zindandan çıkarılması şartım koşmaksızın bu rüyanın tabirini anlattı, onlara on dört senelik planı açıkladı.

İlk yedi senede peşpeşe verimlilik ve yağmur gelecek dedi. Sığırları senelerle tefsir etti. Çünkü sığırlar meyve ve sebzelerin yetişmesine sebep olan toprağı sürmektedir. İşte böylece yeşil başaklar elde edilir.

Bundan sonra verimlilik yıllarında ne yapacaklarına işaret etti ve şöyle dedi: Bu yedi verimli yıllarda elde ettiğiniz meyve, sebze ve tahıllardan yiyeceğiniz az bir miktar hariç kurtlar ve böcekler yemesin diye ekinleri başağında saklayın. Bu durumu inceleyin, gelecek zorlu yedi yılda istifade et­meniz için bu hususta israf etmeyin. Bu peşpeşe gelen verimli yedi yılı izleyen yedi kurak yıl semiz yedi ineği yiyen kuru, zayıf yedi inektir. Kuraklık yılların­da verimlilik yıllarında topladıkları yenilecektir. Kuru başaklar bu kuraklık yıllandır. Kıtlık yıllarında yeryüzü hiçbir şeyi yeşertmeyecek, ektiklerinden hiçbir şey elde edilmeyecektir.

Bunun için dedi ki: "Onlar bu hazırladığınız şeylerden pek azı hariç hep­sini yerler." Yani ahali, ekmek için sakladığınız biriktirdiğiniz tohumlardan bir kısmı müstesna, bu geçen verimli yıllarda biriktirdiğiniz tahılların hepsini kurak yıllarda yerler. (Yemeyi yıllara nispet ettiği, ama bununla ahaliyi murat ettiği anlaşılmaktadır.)

Özetle: Hz. Yusuf (a.s) semiz inekler ve yeşil başakları verimli yıllarla, zayıf inekler ve kuru başaklan da kıtlık yıllanyla tabir etti.

Sonra onlara bol yağmurlu bir yılın geleceğini müjdeledi. O yıl memleket bereketle dolar. İnsanlar normal olarak elde ettikleri zeytinyağı, şeker pancan, hurma ve üzüm suyu vb. sıkma işleriyle meşgul olurlar.

Bu gelecekte olacak gaybî hadiselerden haber verme Allah'ın vahyi ve il­hamı iledir, yoksa sadece rüya tabiri değildir. Bu, aynı zamanda rüyanın yorumundan sonraki on beşinci yılın mübarek, verimli, hayrı çok, nimetleri bol bir yıl olacağı müjdecisidir. Bu vahiy yoluyla verilen bir haberdir. [86]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetlerin konusu Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan çıkmasına sebep olan kralın rüyasının tabiri idi. Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:

1- Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan kurtuluşu vakti yaklaştığı zaman büyük kral (er-Reyyan b. Velid) meşhur rüyasını gördü, bunu kâhinlere ve bilginlere arzetti. Bu rüyanın yorumunda mazur olduklarını beyan ettiler. Onlar, bunu tabir etmekten aciz kalmaları bu durumun Hz. Yusuf (a.s.)'a havele edilmesine sebep oldu.

2- Kralın rüyası netice de Hz. Yusuf (a.s.) için müjde ve rahmet vesilesi ol­du.

3- Rüya iki çeşittir: Bir kısmı haktır, bir kısmı da karmakarışık düşlerdir ki, bu çeşit rüya -İbni Abbas'ın dediği gibi- yalancı rüyadır.

4- Ayette, "Rüya ilk tabir edilene göre olur" diyen kimsenin sözünün batıl olduğuna delil vardır. Çünkü kralın adamları "Bu rüya karmakarışık düşler­dendir" dediler. Ama böyle çıkmadı. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.) bu rüyayı kurak ve verimli yıllarla tefsir etmiş aynen tabir ettiği gibi çıkmıştı.

Ebu Yalanın Enes'ten rivayet ettiği "Rüya ilk tabir edene aittir" hadis-i şerifi "zayıf bir hadis olmalıdır.

Bu ayette ayrıca "Rüya kuşun ayağındadır, tabir edilince düşer, gerçek­leşir" şeklindeki haberin doğru olmadığına delil vardır. İmam Ahmed'in bu lafız ve mana ile rivayet ettiği daha önce geçen hadisin sahih olduğu sabit ol­mamıştır.

5- Hayrın hatırlanması ve unutulduktan sonra buna teşebbüs edilmesi, tıpkı Hz. Yusuf (a.s.)'un durumunu krala anlatmayı unutan şarapçıya olduğu gibi, bunun sebebi kaza, kader ve ilâhî muvaffakiyettir.

6- Kralın şarapçısının zindandaki Hz. Yusuf (a.s.)'a gitmesi fazilet ve ilim­deki derecesinin bilinmesine sebep oldu ve zindandan çıktı. Nitekim rüyanın tabiri Mısır halkının yedi yıl müddetle kıtlıktan kurtulmasına sebep olmuştur. Bunun sebebi ise ister akidenin tashihi, ahlâkın güzelleştirilmesi ve davranış­ların düzeltilmesinde olsun, isterse günlük ve iktisadi hayatta olsun peygam­berlerin bütün insanlar için rahmet olmasıdır.

Hz. Yusuf (a.s.)'un bu planının düzgün olması ve planlama siyasetinin başarılı olması üzerine bundan tahılın böceklenmeden koruma şeklinin öğretil­mesi hususunda istifade edildiği anlaşılmıştır.

7- Kurtubî diyor ki: "Yedi sene ekin ekersiniz" (Yusuf, 47) ayeti din, nefis, akıl, ırz ve malı muhafaza olarak özetlenen şer'î maslahatları beyan etmekte asıl kaidelerden biridir. Dolayısıyla bu beş önemli şeyi muhafaza için yapılan her şey "maslahattır." Bunlardan herhangi bir şeyi terk etmek "mefsedettir." Böyle bir kötülüğü ortadan kaldırmak da maslahattır.

Şeriatların gayesinin insanları ahiret saadetine ulaştıran Allah Tealâ'yı bilmek ve O'na kulluk etmek imkânı bulabilmeleri için insanları (maddî-manevî) dünyevi maslahatlara irşad etmek olduğunda hiçbir ihtilâf yoktur. Bunu gözetmek Allah Tealâ'ya vacip olmayan kulların da hak kazanmadığı sadece Allah Tealâ'nın bir lütfü ve kullarına takdim ettiği rahmetidir/1^

8- Hz. Yusuf (a.s.)'un on dört sene sonra gelecek kurtuluş ve verimlilik yılından haber vermesi Allah'ın ona bir vahyi ve ilhamdır. Bu, onun peygam­berliğinin doğruluğuna delâlet eden bir mucizedir.

9- "... Depo ettiğiniz şeylerden birazı müstesna" (Yusuf, 48) ayeti tohum­ların saklanması ifadesinin rızkın depo edilmesi manasında olduğuna delâlet etmektedir. Bu, ayrıca yiyeceklerin ihtiyaç vaktine kadar saklanmasının caiz olduğuna da delâlet etmektedir.

10- Yine Kurtubî diyor ki: Bu ayet kâfirin gördüğü rüyanın sahih ol­duğuna, özellikle bir müminle ilgili olursa sahibinin gördüğü şekilde çıkacağına delildir. Peki, bu rüya bir peygamber için ayet, bir elçi için mucize, Muhammed Mustafa (s.a.)'mn tebliğini tasdik, Allah (c.c.) ile kulları arasın­daki vasıta için hüccet olursa elbette asıl bir delil olmaktadır.[87]

11- Hz. Yusuf (a.s.)'un bol yağmurlu verimlilik senesinden haber vermesi için kralın rüyasında bir işaret yoktu. Fakat bu Allah'ın ona ihsan ettiği gayb ilminden idi. Bu haberle Mısır halkının iktisadî ve günlük hayattaki refahın yaygınlaşması sebebiyle huzura kavuşacağı, insanların üzüm sıkmak, zeytin­yağı çıkarmak, nebatatın bolluğu sebebiyle bol süt sağmak gibi eski (ziraî-hay-vanî) âdetlerinin istikrara kavuşacağı müjdesi vardır.

Bu, insanlara ve hayvanlara rahmetle muamele etmeye delildir. Aynı zamanda Allah'ın bir lütfü ve ihsanıdır. [88]

 

Kralın Hz. Yusuf (A.S.)'un Zindandan Çıkarılmasını Emretmesi Ve Hz. Yusuf (A.S.)'un Suçsuzluğu Sabit Oluncaya Kadar Zindandan Çıkmaması

 

50-  Kral (bu yorumu duyunca) "Onu (Yusuf'u)  bana  getirin" dedi.  Elçi Yusuf a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: "Efendine dön ve ona, ellerini kesen o kadınların durumu neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesi­ni çok iyi bilir."

51- (Kral) dedi ki: "Yusuf u baştan çıkar­mak istediğinizde durumunuz neydi?" (Kadınlar): "Hâşâ! Allah için biz ondan hiçbir kötülük görmedik" dediler. Vezirin hanımı da dedi ki: "Şimdi hak meydana çıktı. Onu ben baştan çıkar­mak istemiştim. Şüphesiz ki, o doğru söyleyenlerdendir."

52- "(Buna lüzum görmem) benim ken­disine gıyabında hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir."

 

Kelime ve İbareler:

 

"Kral" elçi kendisine rüya tabirini getirip yorumunu bildirince "onu" bu rüyayı tabir edeni "bana getirin, dedi. Elçi ona" Yusuf a "geldiği zaman" ve zin­dandan çıkmasını isteyince "Yusuf suçsuzluğunu göstermek kasdıyla elçiye "şöyle dedi: "Efendine dön ve ona" Zihinleri meşgul olup "ellerini kesen kadın­ların durumu neydi? diye sor". Bunu sormasını ondan talep et. "Şüphesiz benim Rabbim" şehrin kadınları bana, "hanımefendine itaat et" dediklerinde "onların" kurdukları "hilelerini gayet iyi bilir."

Burada kadınların hilelerinin büyüklüğü, Allah'ın ilminin bu hilelere ve kendisinin yapılan iftiradan uzak olduğuna delil olduğu ve kadınların hileler­ine karşı yapılan tehdit ifade edilmektedir.

Elçi dönmüş, krala bunu bildirmiş, kral da şehrin kadınlarını toplamıştı. Hz. Yusuf (a.s.) suçsuzluğunu ortaya çıkarmak ve haksız yere hapsedildiğini duyurmak için, zindandan çıkmakta ağır davranmış, kadınlara bu durumun sorulması talebinde bulunmuştu. Bu tavır kişinin ithamları ortadan kaldırmak ve töhmetten sakınmak için gayret etmesi gerektiğine delâlet etmektedir. Hz. Yusuf (a.s.)'un elçiye "Kraldan o kadınların durumunu araştırmasını iste, demeyip "O kadınların durumu neydi? diye sor" demesi, kralı araştırmaya ve durumu tahkik etmeye teşvik etmek içindir. Ancak Hz. Yusuf (a.s.) edebe riayet etmek ve kadirbilirlik duygusuyla hanımefendisinin kendisine yaptığı muameleye temas etmemişti.

Kral "dedi ki: Yusuf u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz", mesel­eniz, tavrınız "neydi?" onda size karşı bir arzu hissettiniz mi? Kadınlar "Hâşâ! Allah için" Allah'ı tenzih ederiz. O'nun gibi iffetli birini yaratma kudreti sebebiyle hayrette kaldık. "Biz onda, hiçbir kötülük" günah "görmedik, dediler."

"Vezirin hanımı da dedi ki: Şimdi hak meydana çıktı." Hak ortaya çıktı, sabit oldu ve iyice belli oldu. "Onu ben baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki o", Beni o hanım baştan çıkarmak istedi sözünde "doğru söyleyenlerdendir."

Hz. Yusuf (a.s.) bunu bildirdi ve şöyle dedi: Onların bu itiraflarının ortaya çıkmasına lüzum görmem ve suçsuzluğumun belli olmasını istemem, "benim kendisine" yani vezire "gıyabında" yani o yokken "hainlik etmediğimi" bilmesi için ve "Allah'ın hainlerin hilesini başarıya vardırmayacağını" geçerli kıl­mayacağını ve hedefine ulaştırmayacağını yahut Allah'ın, hileleri sebebiyle hainlere hidayet nasip etmeyeceğini "bilmesi içindir."

"Yehdî (hidayete erdirme)" fiili mübalağa kasdıyla hile ile birlikte kullanıl­mıştır. Bu ifadede (Zeliha) veya (Raiyi) ismindeki Vezirin hanımı kocasına ihanet ettiği hususunda tariz edilmekte ve Hz. Yusuf un emin olduğu bir defa daha vurgulanmaktadır. [89]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Kralın şarapçısı Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı rüya tabirini krala haber ver­diği zaman kral bu tabiri beğenmiş, rüyanın işaret ettiği mananın doğ­ruluğunu bizzat tahkik etmek için Hz. Yusuf (a.s.)'u görmek istemişti. Zira (bir olay hakkında verilen) haber, (bizzat yerinde) müşahede etmek gibi olamaz.

Kralın bu talebi ilmin faziletine, mühim işlerde alimlere danışılmasının gereğine, ilmin Hz. Yusuf (a.s.)'un dünyevî sıkıntıdan kurtulmasına sebep ol­duğuna, yine bu ilmin ahiretteki sıkıntılardan da kurtulma sebebi olacağına delâlet etmektedir. Bunun için Hz. Yusuf (a.s.), Vezirin hanımının kendisine yaptığı meşhur ithamının tahkik edilmesini talep etti. [90]

 

Açıklaması

 

Cenab-ı Hak bu ayetlerde Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı rüya tabirinden mem­nun olan, Hz. Yusuf (a.s.)'un faziletini, ilmini, geniş malûmatını, ülke halkına ve vatandaşlara verdiği, önemi gören, bu rüyanın işittiği şekliyle yapılan tef­sirinin Hz. Yusuf (a.s.)'un üstün aklına, kuvvetli zekâsına delâlet eden çok önemli bir söz olduğunu idrak eden, Hz. Yusuf (a.s.)'un bu durumunu bizzat kendisinden işitmek için kendisiyle şahsen görüşmeye lâyık biri olduğunu an­layan kralın tavrını haber vermektedir.

Kral, "Onu bana getirin, yani onu zindandan çıkarın. Sözünü dinlemem ve tabirin doğruluğunu bizzat araştırmam için onu benim huzuruma getirin" dedi.

Elçi Hz. Yusuf (a.s.)'a gelince o, Vezirin hanımı tarafından kendisine yakış­tırılan iftira ile şerefinin lekelenemeyeceğini ve masum olduğunu, bu zindanın zulüm ve haksızlık olduğunu kral ve etrafmdakilerin tahkik etmeden önce zin­dandan çıkmak istemedi.

Peygamberimiz (s.a.) Hz. Yusuf (a.s.)'un tavrını medhetmiş, onun fazilet ve şerefine, yüce değerine ve sabrına dikkat çekmişti. İmam Ahmed'in Müs-nedinâe, Buharî ve Müslim'in Sa/ıi/ılerinde Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "... Ben Yusuf un kaldığı kadar zindanda kalsaydım, gelen elçiye derhal icabet ederdim."

Hz. Yusuf (a.s.) kralın huzuruna çıkarılması talebine cevap olarak şöyle demişti: Efendine dön. Ona ellerini kesen kadınların durumunu sor. Zira ben bir suçtan dolayı haksız yere itham edilip hapse giren bir kimse olarak kralın huzuruna çıkmak istemem. Kralın huzuruna çıkmadan önce olayın gerçek yönünü anlaması için bu davayı tahkik etmesini söyle. Çünkü Rabbim olay­ların gizli yönlerini ve kadınların hile ve düzenlerini, benim için kurdukları tuzağı en iyi bilendir.

Kral Vezirin hanımının yanında ellerini kesen kadınları topladı, bütün kadınlara hitaben ama Vezirin hanımını kastederek şöyle dedi: Davet günü Hz. Yusuf (a.s.)'u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz, derdiniz, meseleniz ne idi? Hz. Yusuf (a.s.)'u fuhuş irtikap etmeye davet ettiğinizde durum nasıl ol­du?

Kadınlar krala cevap verdiler: Yusuf un kötülük murad etmiş olmasından Allah'a sığınırız!

Bu ifade Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetini ve onun nezih ve iffetli şah­siyetine hayran olunduğunu ifade etmektedir. Yani hâşâ, Allah için Hz. Yusuf (a.s.)'un suçlu olması mümkün değildir. Allah'a yemin olsun ki onun hayatı boyunca kendisinden hiçbir kötülük görmedik.

O anda Vezirin hanımı şöyle dedi: "Şu anda hak bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Yusuf u baştan çıkarmaya çalışan benim. Zira o iffetini korudu ve tam an­lamıyla imtina etti. Yusuf, beni o kadın baştan çıkarmak istedi derken doğru söylemişti."

Bu ifade, şerefini koruması, bu olayı gizlemesi ve kendisinden yüz çevir­mesi sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'un günah ve ayıplardan uzak ve masum olduğu hususunda Vezirin hanımının açık bir itirafıdır.

Vezirin hanımı daha sonra şöyle devam etti: Bu itiraf gerçek ve samimi bir itiraftır. Yusuf zindanda iken ona yokluğunda ihanet etmediğimi, onun şerefi, temizliği ve iffetine leke sürmediğimi Yusuf un bilmesi için (bunu yaptım).

Bu söz -Zemahşerî'nin belirttiği gibi- Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olabilir. Bu söz Hz. Yusuf (a.s.)'un "Şüphesiz Rabbim o kadınların tuzağını gayet iyi bilir" sözüyle irtibat halindedir.

Ayetin manası şudur: Elçiyi reddetmem, sebatkârlık ve kralın benim durumum hakkında tahkikte bulunması için yaptığım bu davranış, kral ve in­sanların huzurunda suçsuzluğumun ortaya çıkması ve Vezirin gıyabında hanımı hakkında ihanette bulunmadığımı, bilakis onun iffetine dokun­madığımı yakinen bilmesi içindir.[91]

Ebu Hayyan bunu şu şekilde yorumladı: "Bu, ona ihanet etmediğimi bil­mesi içindir." (Yusuf, 32) sözünün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğu kanaatine varan kimse bu sözle bundan öncesi arasında irtibat kurmakta zorlanmak­tadır. Bu sözün Hz. Yusuf a ait olduğuna delâlet eden hiçbir delil yoktur. "[92]

Zemahşerî, "Bu mana, bu sözün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğuna delil olarak yeter" demiştir. Benim için Ebu Hayyan'ın görüşü daha doğrudur.

Ayrıca bu ifade Allah Tealâ'nın hainlerin hilelerini muvaffak kıl­mayacağını, bilakis bunu iptal edip tesirini yok edeceğini herkesin bilmesi için Hz. Yusuf un böyle hareket ettiğini de vurgulamaktadır.

Bu söz, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olunca sanki bu sözle, Vezirin hanımına kocasının emanetine ihanet etme hususunda, ayrıca Vezire de bütün alâmetler hanımının aleyhine olmasına rağmen hanımına yardımcı olması dolayısıyla Al­lah'ın emanetine ihanet etmesi hususunda tariz yapılmaktadır. [93]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetlerden şu noktalar çıkarılmaktadır:

1- Kralın Hz. Yusuf (a.s.)'a müracaatta bulunması. Hz. Yusuf (a.s.)'un Mısır'da kralın etrafındaki kâhinler ve bilginlerden farklı bir ilim ve malûmat üstünlüğüne sahip bulunduğuna delâlet etmektedir.

2- Salih amel ile birlikte ilim dünyevî ve uhrevî sıkıntılardan kurtuluşun sebebidir. Allah Hz. Yusuf (a.s.)'u zindandan kurtardı ve O'nu ahirette kendi nezdinde seçkin kıldığı muhsin kullarından kıldı.

3- Hakkı, doğruluğu ve suçsuzluğu ispat etmek için fırsatın değerlendiril­mesinde mahzur yoktur. Bu sebeple Hz. Yusuf (a.s.) kralın talebine icabet et­mekte acele etmemiş, bir müddet beklemiştir.

4- Sabır, ilim, izzet-i nefis, şerefi korumak peygamberlerin ahlâkının temel esaslarındandır. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.) sabra sarıldı ve suçsuzluğunu ve if­fetini ilân etmeye ve toplum içerisindeki şerefini korumaya gayret etti.

Buharî ve Müslim'in Sa/ıiMerinde şu hadis-i şerif yer almaktadır: "Ben de Yusuf un kaldığı kadar zindanda kalsaydım kralın davetlisine icabet ederdim."

Bir rivayette "Allah Yusuf kardeşime rahmet eylesin. Yusuf sabırlı ve yumuşak huylu idi. Ben onun zindanda kaldığı kadar zindanda kalsaydım, kralın davetçisine icabet ederdim, özür aramazdım" buyurulmuştur.

İmam Ahmed'in rivayetinde ise "Ben olsaydım derhal icabet ederdim. Özür aramazdım" buyurulmuştur.

Taberî'nin rivayetinde de "Allah Yusuf a rahmet eylesin. Ben zindanda ol­saydım da bana bir elçi gönderilseydi, süratle çıkardım. Yusuf yumuşak huylu ve teenni sahibi bir kimse idi" şeklindedir.

5- Şer'an vacip olan, hemen kötülük ithamında bulunmamak ve ırzları tenkit konusu yapmamaktadır. Zira Hz. Yusuf (a.s.) bizzat kralın kendisi hak­kındaki töhmeti tahkik etmesine kadar kadınları kötülükle itham etmekten uzak durdu. Efendisi olan Vezirin hanımının iyiliğini takdir etti, kocasına vefakârlık etmek, ona acımak ve bu olayı kapatmak gayesiyle hanımefendiyi kötü bir vasıfla zikretmedi. Sözlerde iffet sahibi olmak gelecek zaman için daha yararlıdır.

6- Hakkı duyurma hususunda cesaret sahibi olmak, gerçekleri açıkça or­taya koymak, masumlara insaflı davranılması ve müttakilerin tasdik edilmesi hususunda tereddüt etmemek güzel hasletlerdendir.

Zira Vezirin hanımı ziyafet esnasında misafir kadınların toplantısında Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetini ilân etmiş ve "Onu ben baştan çıkardım" demişti. Bu gerçeği itirafını bu olaydan seneler sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un zindana atıl­masından sonra da tekrar etti ve şöyle dedi: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Onu baştan çıkaran bendim." Sonrada bu ifadeyi şu sözüyle tekit etti: "Bunu, benim kendisine gıyabında ihanet etmediğimi bilmesi için yaptım." Yani benim onun için yalan söylemediğimi ve onun bir yerde kendisini kötü bir vasıfla zikret­mediğimi ve bilakis doğru söylediğimi, hiyanetten uzak durduğumu bilmesi için gerçeği ikrar ettim.

7- Sadık mümin Allah Tealâ'nın rızasını ve dininin izzet bulmasını bu var­lık alemindeki her şeye tercih eden kişidir.

Zira Hz. Yusuf (a.s.) namahrem kadınlarla birlikte geçirdiği her sıkıntılı dönemde dinine ve Rabbinin rızasına sarılmakta azami gayret gösterdi.

8- Hainlik ve tuzak kurmanın sonucu başarısızlık ve beklenen neticeleri elde edememektir: "Şüphesiz Allah hainlerin tuzaklarını başarıya vardırmaz." Yani şüphesiz Allah hainleri tuzaklarında doğru yola ulaştırmaz, bilakis tuzak­larını iptal eder, hedefine ulaştırmaz, geçerli kılmaz. Hilenin akibeti rezil-rüs-vay olmak ve başarısızlıktır. [94]

 

Kötülüğü Emreden Nefis

 

53- "Ben nefsimi temize çıkaramam.  Çünkü nefis -Rabbimin merhamet edip  koruduğu nefisler hariç- kötülüğü çok- ça emredendir. Doğrusu Rabbim, bağış- layandır, merhamet edendir."

 

Kelime ve İbareler

 

"Ben nefsimi" günah işlememe ya da kötülük yapmama hususunda "temize çıkaramam. Çünkü nefis" yapısı itibarıyla arzu, istek ve şehvetlere yönelip "kö­tülüğü çokça emredendir.

"Rabbimin merhamet edip koruduğu hariç" veya mana şöyledir: Rabbimin merhamet ettiği vakit hariç. Ayetteki istisnanın munkatı' olduğu da söylenmiş­tir. Buna göre mana ise "Ancak Rabbimin rahmet ve merhameti, kötülüğü uzaklaştırır" şeklindedir

Tercih edilen görüşe göre bu ayet, Vezirin Züleyha ya da Râîl adındaki ha­nımının sözünü anlatmaktadır. Ayette Yusuf (a.s.) ve benzerlerinin nefisleri, genel kuralın dışında tutulmuşlardır. Başka bir görüşe göre, ayette ifade edilen Yusufun (a.s.) sözüdür. Buna göre mana şöyledir: "Ben, nefsimi kötülük yap­maktan uzak görmüyorum...". Burada Yusuf (a.s.), maksadının kendisini temi­ze çıkarmak ve durumunu beğenmek değil, bilakis Allah'ın ihsan etmiş olduğu kötülüklerden korunma ve muvaffakiyet nimetlerini gözler önüne sermek oldu­ğuna dikkati çekmiştir[95]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Bu ayet, önceki ayetlerin devamı olup, Vezirin hanımının sözü bu ayetle tamamlanmıştır

Ebû Hayyân şöyle der: "Ayetlerin zahirî manasından, bu ayetin Vezirin hanımının sözü olduğu anlaşılmaktadır. Bu söz, "Vezirin hanımı şöyle dedi" kavlinin şümulü içindedir

Mana şöyledir: 'Ben, gıyabında kendisine ihanet etmediğimi ve ona, uzak olduğu bir iftirayı attığımı Yusuf bilsin diye doğruyu söyleyip, hakkı itiraf edi­yorum'. Sonra Vezir'in hanımı, nefisler şehevî arzulara yönelmiş ve kötülüğü emrederken "ben nefsimi temize çıkaramam" diyerek diğer insanların peşinden gittiği gibi şehevî arzulara uymamasının mazeretini bildirmiştir/

îbni Kesîr de aynı görüşte olup, şöyle der: "Bu görüş, daha kuvvetlidir. Zi­ra ayetlerin siyakından bu sözün, kralın huzurundaki Vezirin hanımının sözü olduğu anlaşılmaktadır. Bu esnada Yusuf (a.s.) yanlarında değildir. Bilakis kral, Yusuf (a.s.)'ı daha sonra getirtmiştir." [96]

 

Açıklaması

 

Vezirin hanımı şöyle dedi: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Maksadım hapisha­nedeyken kendisine ihanet etmediğimi Yusuf un bilmesini sağlamaktı". Veya "Yusuf ile kendisine hainlik etmediğimi ve çirkin bir davranışta bulunmadığı­mı kocamın bilmesini istedim. Ben sadece Yusuf un olmak ya da onunla flört etmek istedim. O ise bunu kabul etmeyip benden yüz çevirdi ve çareyi kaçmak­ta buldu. Ben nefsimi günah ve hatâ işleme hususunda temize çıkaramam. Çünkü bütün nefisler tabiatı itibarıyla şehevî arzuların, hevâ ve heveslerin pe­şinden koşar. Ancak Yusuf ve benzerleri gibi Allah Tealâ'nın merhamet ettiği, kötü ve çirkin şeyleri kendilerinden uzaklaştırdığı kimseler, bunun dışındadır. Fakat ben, Allah'ın rahmetinden ümit kesmem. Muhakkak ki Rabbim, çok ba­ğışlayan ve kullarına merhamet edendir"

Bu hususta tercih edilen diğer bir görüş de bu ayetin, Yusuf (a.s.)'un sözü­nü aktarmakta olduğudur. Buna göre mana şöyledir: Maksadım gıyabında -ba­na güvenip, ırz ve namusu için emîn iken- hanımına ihanet etmediğimi Vezirin bilmesini sağlamaktı. İnsanî özelliklere sahip nefsimi kalbin vesveselerinden temize çıkaramam. Doğrusu her nefis şehevî arzu ve isteklere meyyaldir. An­cak Allah'ın günahlara dalmaktan koruduğu ve dosdoğru olmaya muvaffak kıl­dığı nefis bundan müstesnadır ki bu da peygamberlerin nefsi ve sâlih kimsele­rin yoludur. Doğrusu Rabbim, hatâ edenlerin günahlarını bağışlar ve onlara merhamet eder. Tabîki bu, onların tevbeye koşmaları ve Allah'a yalvarmaları neticesindedir. Böylece Allah, onları günahların izlerinden arındırır ve nefisle­rini günah lekelerinden temizler[97]

 

Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayet, nefislerin pek çoğunun bıkmadan usanmadan şehevî arzu ve is­teklerin peşinden koştuğunu göstermektedir. Öyle ki bu hal, nefisle cihad et­me ve onu daima gözetim altında tutmanın gerektiğine işaret etmektedir

Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: Siz kendisine ikramda bulunur, yedi-rir ve giydirirseniz sizi kötülüğe götüren yok eğer ona kötü davranır, giydirmez ve aç bırakırsanız sizi hayra ulaştıran bir arkadaş hakkında ne dersiniz? Saha­be "Yâ Rasulullah, bu yeryüzündeki en kötü dosttur" deyince Rasulullah (s.a.) "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki o, sizin nefislerinizdir" bu­yurmuştur

Ehl-i Sünnet alimleri "Rabbimin merhamet edip, koruduğu nefisler hariç..." ayetini şu hususa delil göstermişlerdir: Allah'a itaat ve iman, sadece Al­lah'ın yardımıyla gerçekleşir ve nefis de ancak Allah'ın rahmet ve merhametiyle kötülüklerinden uzak olur

Yine bu ayet, Allah'ın lutfunun ve ihsanının ne kadar geniş olduğunu gös­termektedir. Kullar tevbe edip, güzel ve sâlih ameller işlerse Allah, onların gü­nahlarını bağışlar ve onlara merhametiyle muamele eder. [98]

Yusuf (A.S.)'ın Yöneticiliğe Ve Maliye Bakanlığına Getirilmesi

54- Hükümdar: "Onu bana getirin, en yakın yardımcım yapayım", dedi. Onun­la konuşunca "Bugün senin, yanımızda önemli, bir yerin vardır"dedi.

55- Yusuf "Beni Mısır'a idareci yap, çün­kü ben, korumasını ve yönetmesini bili­rim" dedi.

56-Yusuf u hapishaneden kurtardığı­mız gibi böylece Mısır'a yerleştirdik; is­tediği yerde oturabilirdi. Rahmetimizi dünya ve ahirette tıpkı bu misalde ol­duğu gibi istediğimize veririz; iyi dav­rananların ecrini zâyî etmeyiz.

57- Ahiretteki ecri ise, inananlar ve Al­lah'a karşı gelmekten sakınanlar için dünyadaki ecrinden daha iyidir.

Kelime ve İbareler:

"Bugün senin yanımızda önemli bir yerin var, dedi."

Kral, Yusuf (a.s.)'a tac giydirdi, mührünü verdi ve Yusuf u (a.s.) vezirin ye­rine geçirdi. Vezir makamından azledildi ve bir müddet sonra öldü. Kral, Yusuf (a.s.)'u vezirin hanımıyla evlendirdi. İki çocukları oldu. Yusuf (a.s.) Mısır'da adaletle hükmetti, halk da ona itaat etti.

"Dilediğimize Rahmet ederiz..." Rahmetimizi dünya ve ahirette tıpkı bu misalde olduğu gibi istediğimize veririz.

"İyi davrananların ecrini zâyî etmeyiz..." Bilâkis ya hemen ya da daha son­ra onu veririz.

"Ahirette ki ecri ise dünyadaki ecirden daha hayırlıdır..." "takvada bulu­nanlar" Allah'a karşı gelmekten ve günah işlemekten sakınanlar için.... [99]

Ayetler Arası İlişki

 

Yusuf (a.s.)'un isteği üzerine kral, kadınlardan gerçeği öğrenip, Yusuf ‘un suçsuzluğu ve iffeti ortaya çıkınca onun (a.s.) hapisten çıkarılmasını istedi. Yusuf’u (a.s.) kendisine en yakın yardımcısı yaptı. Yusuf’dan (a.s.) rüyasının yorumunu dinleyince hem Yusuf (a.s.) hem de bilgisi ve edebi hoşuna gitti. Yusuf (a.s.)’a değer vererek onu önemli bir mevkiye getirdi. Her hususta ona güvendi. Yönetim ve idareyi kendisine teslim ederek, ülkenin her yerinde bütün siyasi ve ekonomik işlerde Yusuf (a.s.)’u tek yetkili kıldı. [100]

 

Açıklaması:

 

Burada Melik’ten maksat, tercih edilen görüşe göre Vezir değil Mısır kralıdır. Çünkü  Yusuf (a.s.), kendisini Mısır’a yönetici yapmasını ondan istemiştir.

Ayrıca Yusuf (a.s.), bundan önce Vezire ait bir köle iken şimdide kral (Rayyân bin Velid) onu (a.s.) kendisine mahsus kılmıştır.

Ayetin manası şöyledir: Kral şöyle dedi: “Onu hapishaneden çıkartıp bana getirin” O artık benim hususi yardımcım, danışacağım ve güveneceğim bir kişidir. Kral , Yusuf (a.s.) ile konuşup, onu tanıyınca fazilet, bilgi, iffet ve güzel ahlakını gördü ve Yusuf’a şöyle dedi: “Sen artık bundan sonra katımızda yüksek bir mevki ve izzet sahibisin. Devlet  yönetiminde sana her hususta güvenilecektir. Ülkenin bütün işlerinde seni tam yetki sahibi kılıyorum”.

Rivayet edildiğine göre, Yusuf (a.s.), hapisten çıkınca gusül abdesti alıp, temizlendi. Yeni elbiseler giydi. Kralın huzuruna girince “Allah’ım! Sen’den bu durumun hayırlı olmasını istiyorum. Kötülük ve şerrinden izzet ve kudretine sığınırım” diye dua etti ve arapça selâm verdi.

Kral “Bu konuştuğun dil nedir?” diye sorunca Yusuf (a.s.), “Amcam İsmail’in dilidir” dedi.  Bu sefer de krala İbranice olarak dua etti. Kral “Bu lisan da nedir?” deyince Yusuf (a.s.), “Atalarımın dilidir” diye cevap verdi.

İbrahim (a.s.), çocukları ve torunları Kahtani Araplarındandı. Mısır kralları ise çobanlar (Heksus) diye adlandırılan Araplardan idiler.

Yusuf (a.s.), şöyle dedi: Ey kral hazretleri! Beni, yurdunun hazinelerinin başına getir”. Hazinelerden maksat, elde edilenmahsullerin depolandığı ambarlar olup, bunlar Yusuf (a.s.)’ın haber verdiği kıtlık yıllarını karşılamak için ürünlerin toplandığı yerlerdi.

Yusuf (a.s.),  şöyle devam eder: “Beni, bu depolara yönetici yap. Onları gözeteyim. Verimli ve kurak geçen yıllar arasındaki ekonomik dengeyi kurabilmek için ekonomiyi yöneteyim. Gördüğüm rüyaya göre halkını tehdit edecek olan açlıktan ülkeyi kurtarayım. Çünkü ben, korumasını ve yönetmesini bilirim, güvenilir bir koruyucuyum. Üzerime aldığım işte bilgi ve basiret sahibiyim”

Bu ayet, ekonomik plan ve düzenlemenin ehemmiyetine ve mali kaynaklarla  harcamalar arasındaki bütçe dengesinin  kurulmasının önemine işaret etmektedir.

Kral, Yusuf (a.s.)’un isteğini yerine getirdi ve onu (a.s.) maliye ve ekonomik işlerden sorumlu bakan yaptı. Devlet idaresinde tam yetkili kıldı. Çünkü Yusuf (a.s.)’taki akli olgunluğu, mahareti, siyasi gücü ve kanunları tatbik etme kudretini sezmişti.     

"Böylece Yusuf u yerleştirdik..." Biz, Yusuf a nimetlerimizi, kralın kalbini ona ısındırarak ve onu hapishaneden kurtararak ihsan ettiğimiz gibi aynı şe­kilde onu Mısır'a yerleştirdik. Ona istediklerini yapabilme gücünü verdik. Mı­sır'da makam ve mevki sahibi yaptık. Köle iken, nufûz ve güç sahibi olan, emirler veren, yasaklar koyan bir idareci haline geldi. Önceleri başkasına uyarken daha sonra kendisine tabî olunan, hürriyetten yoksun bir mahpus iken özgürlüğüne kavuşan bir insan oldu. Bütün bunlar, sahip olduğu sabır, Al­lah Tealâ'ya itaat, iffet, ahlâk ve hikmetli bir akıl gibi özellikleri sebebiyle ger­çekleşmişti. Zira o (a.s.), kardeşlerinin eziyetlerine sabretti. Vezir'in hanımı yü­zünden hapse girmek zorunda kaldı. Kötü ve çirkin şeylerden kaçındı. Allah da ona (a.s.) zafer ve desteğini nasîb etti. Böylece Yusuf (a.s.), kendisini Mısır'dan satın alan ve onu (a.s.) arzulayan kadının kocası eski efendisi Vezirin makamı­na geçmiş oldu.

Mücâhid, Yusuf (a.s.)'un irşadıyla Kralın müslüman olduğunu söyler.

Rabbi Yusuf (a.s.)'u terk etmedi. Ona (a.s.) merhametiyle muamele etti ve korudu. Allah Tealâ sadece dilediklerine merhamet eder. O'nun rahmeti her şe­yi kaplamıştır. İdarecilik, zenginlik ve sıhhat gibi nimetleri, dilediği kullarına nasip eder.

"Rahmetimizi..." sözü "ihsanımızı" demektir. Çünkü "rahmet", "nimet ve ihsan" manalarınadır.

"İyi davranıp, sâlih amel işleyenlerin ecrini zayi etmeyiz." Onlara dünyada saadet, izzet ve şerefi, ahirette de ebedî olarak cennette kalma nimetini ihsan ederiz.

"Ahiretteki ecri ise" Muhakkak ki cennetteki nimetleri elde etmek demek olan ahiret ecri, Allah'dan korkan müminler için, dünya ve dünyadaki şeref, hâkimiyet, makam, mülkiyet, mal ve zînet gibi nimetlerden daha hayırlı, daha muazzam ve daha çoktur.

Böylece Allah Tealâ, ahiret yurdunda peygamberi Yusuf (a.s.) için hazırla­dığı nimetlerin, dünyada ona (a.s.) verdiği yetki ve nüfuzdan daha büyük, daha çok ve daha kıymetli olduğunu bildirmiştir.

Allah Tealâ, Süleyman (a.s.) hakkında da şöyle buyurmuştur: "İşte Bizim bağışımız budur, ister ver, ister tut, hesapsızdır' dedik. Doğrusu onun katımızda yakınlığı ve güzel bir yeri vardır". (Sâd, 38/39-40).

Allah'ın, dünya ve ahiret saadetini beraber nasîbettiği kimselere ise, Al­lah'ın fazl-ı keremi daha çok, ihsanı eksiksizdir. Çünkü bu kimseler, Allah'a itaat etme görevlerini ve günahtan kaçınma vazifelerini yerine getirmişlerdir. İşte bu, Allah'ın dilediklerine verdiği fazl-ı keremidir.[101]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler, bize şu hususlarda yol göstermektedir.

1- Karşılıklı konuşma; tanışmaya, insanın değerini ve bilgisini anlamaya

2- Bilgi, ahlâk, edeb ve güzel idarecilik gibi yüce değerler, kişiyi yüksek makama ve yüce mevkilere eriştirir.

3- Eğer meşhur olmayan, bilinmeyen bir kişi ise, kendisine, dinine ve bil­gisine güveniyor ve istenilene ehil olduğunu biliyorsa bu durumda idareciliği istemek ve kişinin bu işe hazır olduğunu ortaya koyması caizdir.

Buharî ve Müslim de geçen Rasulullah (s.a.)'ın Abdurrahmân bin Semura (r.a.)'ya "İdareciliği isteme" buyurduğu hadiste, idareciliğin istenmesi yasak­lanmıştır. "Kendinizi temize çıkarmayın" (Necm: 53/32) ayetinde de kişinin kendini övmesi nehyedilmiştir.

Ancak hadiste, zayıflığı ve acizliği ya da kişisel arzuları sebebiyle gerekti­ği gibi yöneticilik yapabilme hususunda kendisine güvenmeyenlerin idareciliği istemeleri yasaklanmıştır. Ayette ise temiz olmadığı bilindiği halde nefsi temi­ze çıkarmak nehyedilmiştir. Her iki sakıncalı hal de Yusuf (a.s.) ve diğer pey­gamberler için söz konusu değildir. Bir peygamberin imkân nisbetinde ümmeti­nin maslahatlarını gözetmesi gerekir. Çünkü faydalı olanı, hak edenlere ulaş­tırmak ve zararı onlardan uzaklaştırmak aklen güzel bir iştir.

Yusuf (a.s.), adalet, ıslâh ve hakları ihtiyaç sahiplerine ulaştırma konu­sunda hiçkimsenin kendisinin yerini tutamayacağını bildi. Dolayısıyla bu işi üstlenmesinin zorunlu olduğu kanaatine vardı. Yusuf (a.s.) kendisini tanıma­yanlara "Ben, korumasını ve yönetmesini bilirim" demiştir. Bundan maksadı kendisini tanıtmaktır.

4- Fazilet sahibi bir kimsenin fâcir bir kimse ya da kâfir bir yönetici için çalışması, hakkı kaim kılmak ve insanları yönetmek için bunlarla dayanışma içinde olmaktan başka hiçbir yolun bulunmadığını bilmesi durumunda mubah­tır. Böyle bir kimse yaptıklarında elçi gibi olup âmirine karşı çıkmaz, ancak emirlerden gücü yetenleri ıslah eder. Fakat fâcirin arzu ve istekleri doğrultu­sunda çalışmak zorunda kalırsa bu durumda çalışması caiz değildir.

Eğer yönetici zâlim ise âlimler, bu hususta iki görüş ileri sürmüşlerdir.

Birinci görüş: Eğer üzerine aldığı işte hakkı gözeterek çalışabiliyorsa zâ­lim için çalışmaya devam etmek caizdir. Zira Yusuf (a.s.) kral tarafından idare­ci olarak atanmıştı. Çünkü bu durumda başkasının değil, idareci olarak tayin edilen kimsenin yaptıkları göz önüne alınır.

ikinci görüş: Zâlimin emri altında çalışmak caiz değildir. Çünkü böylece zâlimin zulmüne yardım edilmiş zâlim temize çıkarılmış ve üstlenilen işleriyle, desteklenmiş olur. Yusuf (a.s.)'un kralı ise sâlih bir kimseydi.

Mücâhid şöyle der: "Kral, Yusuf (a.s.)sayesinde müslüman oldu. Zâlim olan ise Musa (a.s.) zamanındaki Firavun'dur. Yusuf (a.s.), milletin ve ülkenin maslahatlarını ve kralın mülkünü, kendi bakıyor ve idare ediyordu dolayısıyla zalim'in emrine ittiba etmekden uzakdı."

5- Kişi, maişetini kazanmak ve benzeri zaruretler sebebiyle kendisinde var olan bilgi ve fazilet gibi özellikleri söyleyebilir.

6- "İyi davrananların, ecrini zâyî etmeyiz" sözü, Allah Tealâ'nm Yusuf (a.s.)'un iyi davranan, sâlih amel işleyen muhsinlerden olduğuna şahid olduğu­nu ifade etmek içindir.

7- Allah'ın rahmeti, fazl-ı keremi ve ihsanı; sabrı ve takvası sebebiyle Yusuf (a.s.)'u kuşatmıştır. Allah Tealâ onun (a.s.) kuyuda, köleliği esnasında, hapishanede, kardeşlerinin eziyetlerine karşı ve Vezirin hanımı çağırdığında Allah'ın haramına sabretmesi sebebiyle onu heba etmemiş, yardımsız bırakma­mıştır.

8- Ahiret sevabı ve Allah'ın oradaki ihsanı, muttaki müminler için, dünya nimetlerinden daha mükemmel, daha muazzam ve daha çoktur. Çünkü ahiret ecri devamlı, dünyanın ecri ise bir süre içindir.

"Ahiret ecri ise" kavlinin zahirinden ayetin bütün Allah'dan korkan mü­minler hakkında genel olduğu anlaşılır. Bununla beraber bu ayet, özellikle Al­lah'ın Yusuf (a.s.)'a olan fazl-ı keremini ve ihsanını göstermektedir. Zira Al­lah'ın ahirette Yusuf a (a.s.) vereceği nimetler, dünyada ihsan ettiği idarecilik, hakimiyet, makam ve yücelik nimetlerinden daha hayırlı ve efdaldır.

Bu ayet özellikle Yusuf (a.s.)'ın Allah'dan korkan bir mümin olduğunu gös­termek içindir ve bu Allah (c.c.) tarafından açık bir beyandır.

Özetle: Ayetler, Allah Tealâ'nın Yusuf (a.s.) hakkındaki iki şehadetini ihti­va etmektedir:

1- Yusuf (a.s.), iyi davranan muhsinlerdendir.

2- Allah'dan korkan bir mümindir.

Başka bir ayet olan "Doğrusu o, bizim çok samimi kullarımızdandır" kavli de Yusuf (a.s.)'un samimi bir kul olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Allah Tealâ, Yusuf (a.s.) için üç defa şehadette bulunmuştur. Yusuf (a.s.), muttakîdir, muhsindir ve samimi bir kuldur. Allah Tealâ, ilâhî takdire karşı sabretmesi Al­lah'a boyun eğmesi, takvası, samimiyetle amel etmesi ve nefsini kin ve nefret­ten arındırması sebebiyle Yusuf (a.s.) hakkında şehadette bulunmuştur. [102]

Ya'kup (A.S.)'In Oğullarının, Kardeşleri Yusuf (A.S.)'Dan Buğday Satın Almaları Ve Yusuf (A.S.)In Kardeşini Getirmelerini İstemesi

58- Yusuf un kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o, onları tanıdı.

59-  Erzaklarını tam olarak hazır­ladığında şöyle dedi: "Babanızdan olan kardeşinizi (Bünyamin'i), doğru söyle­diğinizi bilmem için bana getirin. Sizle­re ölçüyü noksansız olarak tam tuttu­ğumu ve benim misafir ağırlayanların en hayırlısı olduğumu görmüyor musu­nuz?'

60- "Eğer onu bana getirmezseniz bun­dan böyle benden hiçbir erzak alamaz­sınız ve bana da artık yaklaşmayın."

61- Kardeşleri "Babasını ikna etmeye çalışacağız ve her halde bunu yaparız" dediler.

62- Yusuf, erzakları ölçen adamlarına "Karşılık olarak getirdikleri gümüş dir­hemleri (erzak bedellerini) de yüklerine koyun. Belki ailelerinin yanına dö­nüp, yüklerini açınca bunu anlarlar da bir daha dönerler" dedi.

Belagat:

"Kendisini tanımadıkları halde o, onları tanıdı". Burada "tanıdı" ile "tanı­madı" kelimeleri arasında tezat sanatı vardır. [103]

Kelime ve İbareler:

"Yusuf un kardeşleri gelip..." Bünyamin dışındaki Yusuf (a.s.)'un onbir kar­deşi gelip "huzuruna girdiler." Onlar, Mısır Vezirinin para karşılığında erzak verdiğini duymuşlardı. Dolayısıyla ailelerine nzık elde etmek için gelmişlerdi.

"Onlar onu tanımadığı halde..." Onlar, geçen uzun zaman sebebiyle ve öl­düğünü zannettiklerinden Yusufu tanımadılar, ama "o onları tanıdı." Yusuf, onların kardeşleri olduğunu anladı. Bilmek ve bir şeyi tanımak, onun sonuçla­rını düşünmek demektir.

"Erzaklarını hazırlayınca..." Almak için geldikleri buğdayı tam olarak ha­zırladığında... "Cehaz" geldikleri Yol hazırlığı, yolculuk için gerekli olan eşya ve gelin çeyizi demektir.

"Babanızdan olan kardeşinizi..." Baba bir kardeşiniz Bünyamin'i "doğru söylediğinizi bilmem için bana getirin" dedi.

"Ölçüyü noksansız tam tuttuğumu ve benim misafir ağırlayanların da en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?" Yusuf (a.s.), onları iyi ağırlamış yedir­miş ve içirmişti. Böylelikle onların kendisine güvenmelerini sağladı Tüm bun­lara rağmen bana Bünyamin'i getirmeyecek olursanız...

"Eğer onu bana getirmezseniz... bana da yaklaşmayın." Mana şöyledir: "Erzaktan men edilir ve bana yaklaşamazsınız... yani, bana artık yaklaşmayın ve ülkeme girmeyin".

"Babasını ikna etmeye çalışacağız" Onu babasından istemeye gayret edip, bu isteğin gerçekleşmesi için yumuşaklıkla babamızın gönlünü almaya çalışa­cağız.

"Ve herhalde bunu yaparız ve umursamazlık göstermeyiz "dediler." "Yusuf adamlarına" yiyecek için "getirdikleri gümüş dirhemleri" Yusuf (a.s.) bunu, biraz daha rahat etmelerini sağlamak, onlara iyilik etmek ve erzak parasını onlardan almamak için yaptı, "yüklerine... koyun. Belki...yüklerini açınca" onun geri verilme hikmetini anlarlar da onun geri verilme hikmetini anlarlar da'geri dönerler." Umulur ki paranın kendilerine geri verildiğini bil­meleri, onları tekrar geri dönmeye sevkeder "dedi."

Kardeşlerin İlk Karşılaşması:

İbn Abbas (r.) ve diğer alimler[104] şöyle der: "İnsanlar kıtlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalıp, bu durum Ken'an topraklarını da etkileyince Yakub (a.s.), erzak almaları için çocuklarını gönderdi. Yusuf (a.s.)'un yumuşaklığı, iyiliği, merhameti ve adaleti sebebiyle ünü, bütün âleme yayılmıştı. O (a.s.), insanla­rın o sıkıntılı günlerinde satış sırasında bizzat kendisi bulunur ve kişi başına, yiyecek verirdi. Herkesin hakkı bir vesk [105] idi".

Suddî, Muhammed bin İshâk ve diğer müfessirler şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, Mısır'a şu sebeple gelmişlerdi: Yusuf (a.s.), Mısır'da vezîr olmuş, ve­rimli yedi yıl geçmiş, arkasından kurak ve sıkıntılı yedi yıl gelmişti. Kıtlık Mı­sır'ın tamamını kaplamış, Yakub (a.s.) ile çocuklarının yaşadığı Kenan iline de ulaşmıştı. İşte bu sırada Yusuf (a.s.), insanların mahsûllerini ihtiyatlı kul­lanmalarını sağladı. Mahsûllerin tamamını güzelce bir araya getirdi. Böylece muazzam bir yekûn oluştu ve çeşitli hediyeler geldi. Diğer ülke ve memleket­lerden insanlar gelerek kendileri ve aileleri için erzak ve yiyecek temin ettiler. Bir kişiye senelik bir deve yükünden fazlası verilmiyordu. Yusuf (a.s.), kendisi­ni bile doyurmuyordu. Yusuf (a.s.) da kral da askerler de, insanlar yedi sene boyunca ellerindekilerle yetinebilsinler diye sadece öğlen bir öğün yiyorlardı. Yusuf (a.s.), Mısır halkına Allah Tealâ'nın bir rahmetiydi."[106]

Bu konuda, bunun dışındaki rivayetler, İsrâiliyyâttır. [107]

 

Açıklaması

 

Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, bugünkü Filistin topraklan olan Kenan ilinden, buğday satın almak için Mısır'a geldiler. Çünkü kıtlık, Şam bölgesini ve Mısır'ı kasıp kavuruyordu. Kardeşleri, Mısır Vezirinin parayla yiyecek ve erzak verdi­ğini duymuşlardı.

Yusuf (a.s.)'ın yüce makamına girdiklerinde Yusuf (a.s.), bakarbakmaz on­ları tanıdı. Çünkü büyük insanların yüz hatları fazlaca değişmez. Onlar ise Yusuf (a.s.)'ı tanımadılar. Çünkü Yusuf (a.s.)'dan ayrılıp onu kervana sattıkla­rında o küçüktü. Küçük yaştakilerin yaşları ilerledikçe yüz hatları daha çok değişmektedir. Ayrıca onlar, Yusuf (a.s.)'ın öldüğünü zannediyorlardı. Onun bu duruma geleceği akıllarından bile geçmezdi. Bir de uzun zaman geçmesi sebe­biyle onu unutmuşlardı.

Süddî'nin de bildirdiği gibi Yusuf (a.s.), onlarla konuşmaya başladı ve san­ki onları tanımıyormuş gibi "Sizi buraya getiren sebep nedir?" diye sordu.

- Ey Azîz! Biz erzak ve yiyecek temin etmek için geldik.

- Belki de siz casussunuz!

- Allah korusun!

- Siz neredensiniz

-  Biz, Kenan diyarındanız ve babamız da Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.)'dır

- Onun sizden başka çocuğu var mı

-  Evet, biz on iki kardeştik. En küçüğümüz kırda telef oldu. Babamız en çok onu severdi. Geriye onun kardeşi kaldı. Babası da onu kendisiyle teselli bulmak için hiç dışarı çıkarmaz

Yusuf (a.s.) kardeşlerini casuslukla suçlaması uzak bir ihtimaldir. Çünkü o onların bu suçlamadan uzak olduklarını biliyordu. Her durumda bu, doğrulu­ğu tartışılabilen bir sorudur

Yusuf (a.s.), erzaklarını tam olarak ölçerek, buğday yüklerini taşıtıp, ha­zırlatınca -ki bu yük, on deve yüküydü, Yusuf (a.s.), babası ve kardeşi için de iki deve yükü daha ilâve etmişti şöyle dedi: "Bir dahaki sefere baba ile kardeşi­niz Bünyamin'i bana getirin. İstediğiniz erzakı eksiksiz tam olarak ölçtüğümü, kardeşiniz için bir başka deve yükü daha verdiğimi ve benim misafir ağırlayan­ların en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?" Yusuf (a.s.), bu sözlerle, onla­rı tekrar gelmelerine teşvik etmek istiyordu. Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyaminin durumunu sorma sebebi şuydu: Kardeşleri, yaşlı bir babaları ve babala­rına hizmet etmek için geride kalan bir kardeşlerinin olduğunu ve onlar için de bir miktar yiyecek temin etmek zorunda olduklarını söylemişlerdi. Yusuf (a.s.) o ikisi için de iki deve yükü yiyecek hazırlattı ve şöyle dedi: "Bu durum göster­mektedir ki babanız kardeşinizi sizden daha çok seviyor. Onu bana getirin de bir göreyim".

Sonra da "Eğer ikinci gelişinizde onu getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir erzak alamazsınız ve ülkeme giremezsiniz" diyerek onları korkuttu

"Kardeşleri: Onu babasından istemek için gayret göstereceğiz ve yumu­şaklıkla onu iknâya çalışacağız. Çare yok, bunu mutlaka yaparız. Söyledikleri­mizin doğru olduğunu anlaman için bütün imkânlarımızla onu sana getirmeye çalışacağız, dediler."

Yusuf (a.s.) adamlarına şöyle dedi: "Yiyecek ve erzak satın aldıkları para­yı, onlara hissettirmeden eşyalarının arasına koyun.

"Belki bu bedelin geri verilmesinin ve bu şekildeki ikramımızın değerini bilirler de ailelerinin yanma varıp, yüklerini açtıktan sonra tekrar bize döner­ler. [108]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetlerden anlaşılan hususlar şunlardır

1- Uzun zamanın geçmiş olması sebebiyle, özellikle de değişmenin fazla ol­duğu durumlarda bir kardeş, diğer kardeşini tanımayabilir. Zira bu hallerde zihnin böyle bir kimseyi hayalinde canlandırabilme ihtimali oldukça zayıftır

2- Hedefleri gerçekleştirebilmek için teşvik ve korkutma metotlarının her ikisi birden beraberce kullanılabilir. Yusuf (a.s.) da kardeşi Bünyamin'in geti­rilmesi için bu iki metodu birlikte kullanmıştır. Yusuf (a.s.) "Sizlere ölçüyü nok­sansız olarak, tam tuttuğumu ve benim misafir ağırlayanların en hayırlısı ol­duğumu görmüyor musunuz?" diyerek kardeşlerini teşvik etmiş ve   "Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir erzak alamazsınız ve bana ar­tık yaklaşmayın da" sözüyle onları korkutmuştur. Zira kardeşlerinin yiyecek temin etmeye aşırı derecede ihtiyaçları vardı ve bunu Yusuf (a.s.)'dan başka­sından alma imkânları da yoktu. İşte Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerine, kendisine gelmelerini yasaklaması, korkutma ve sakındırmanın en etkili şekli oldu

3- Müfessirlerin pek çoğu, Yusuf (a.s.)'m kardeşlerinin, karşılık olarak ge­tirdikleri paranın tekrar yükleri arasına konulduğunu bilmedikleri hususunda ittifak etmişlerdir

4- Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin yiyecek karşılığı getirdikleri paranın eşya­ları arasına konulmasını emretme sebebi, tekrar kendisine geri dönmelerini teşvik etmektir. Onlar, Yusuf (a.s.)'ın cömertliği sayesinde paralarının geri ve­rildiğini anlayınca onunla alış veriş yapmaya aşırı istek duyacaklardı

5- Yusuf (a.s.), kardeşi Bünyamin'i istemesi sebebiyle babasının (a.s.) üzülmesini caiz görmüştür. Zira belki de sevabını daha da arttırmak için Yakup (a.s.)'ı imtihan etmek maksadıyla bunu Allah Tealâ emretmiş, Yusuf (a.s.) da bu emre uymuş olabilir. Kurtubî'nin de zikrettiği gibi kuvvetli olan görüş bu­dur, bundan başka muhtemelen Yusuf (a.s.), babasını kendi durumundan ha­berdar etmek veya iki çocuğunun dönmesi sebebiyle babasını daha da fazla se­vindirmek ya da ona sevgisi sebebiyle kardeşlerinden önce Bünyamin ile bera­ber olarak onu üstün tutmak için böyle davranmış olabilir[109]

 

Yusuf (A.S.)'In Kardeşlerinin Bünyamin'i Kendileriyle Göndermesi İçin Babalarıyl Görüşmeler

 

63- Babalarına döndüklerinde, "Ey ba­bamız! Bize ölçek yasak edildi, kardeşi­mizi bizimle beraber gönder de ihtiya­cımız olan yiyeceği ölçüp alalım. Onu elbette koruruz" dediler

64- "Yakup onlara "Daha önce kardeşinizi size emânet ettiğim gibi, şimdi onu emânet eder miyim? Ama Allah, en iyi koruyandır, O merhametlilerin merhametlisidir" dedi.

65- Yüklerini açınca karşılık olarak gö­türdüklerinin (dirhemlerini) kendileri­ne geri verilmiş olduğunu gördüler. "Ey babamız!    Daha    ne    isteriz;    işte viaiLa.rvm.vz. da bize iade edilmiş; ailemi­ze onunla yine yiyecek getirir, kardeşi­mizi de gidiş ve dönüşteki tehlikeli yer­lerden korur ve kardeşimiz için de bir deve yükü artırmış oluruz; esasen bu az bir şeydir" dediler.

66- Babaları "Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dâir Al­lah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim" dedi. Söz ver­diklerinde "Sözümüze Allah vekildir" dedi.

 

Kelime ve İbareler:

 

"Bize ölçek yasak edildi..." Eğer kardeşimiz Bünyamin'i göndermezsen bundan sonra bize yiyecek yasak edildi.

"Onu elbette koruruz" onun başına kötü bir şey gelmesine mutlaka mani oluruz, "dediler."

"Yakub, onlara" şöyle "dedi: Daha önce kardeşi Yusuf u size emanet ettiğim gibi, şimdi onu emanet eder miyim?' Siz o zaman da Onu elbette koruruz de­miştiniz de sonradan yaptığınızı yapmıştınız.

"O, merhametlilerin en merhametlisidir." Beni koruyarak merhamet etme-cini vp hana iki musibeti birden tattırmamasını dilerim.

"İşte mallarımız da bize iade edilmiş" kavli yeni bir cümle olup, "Daha ne isteriz" kavlini açıklamaktadır. Mana şöyledir: "Kralın ikramından, daha neyi isteriz?". Kardeşleri babalarına Yusuf (a.s.)'ın yaptığı ikramı ve ihsanı anlat­mışlardı.

"Ailemize yine yiyecek getiririz..." İşte mallarımız da bize iade edilmiş, on­larla kralın yanına tekrar dönerek ailemize yiyecek getiririz kardeşlerimizi de gidiş ve dönüşteki tehlikeli yerlerden korur ve kardeşimiz için de bir deve yükü artırmış oluruz.

"Esasen bu," cömertliğinden dolayı kral için "az bir şeydir" veya elindeki mahsulün çokluğu sebebiyle zor olmayan, kolay bir şeydir.

"Hepiniz helak olmadıkça" Ölerek veya mağlûb olarak hepiniz helak olup da, onu getirememeniz dışında. Buradaki istisna, bütün her tür ve durumdan istisna edilmiştir. Takdiri şöyledir: Hepinizin helak olması dışında her durum­da "onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz... göndermeyeceğim, dedi."

Bu hususta babalarına "söz verdiklerinde..." Sağlam bir söz isteme ve bu­nun yerine getirilmesi hususunda söylediklerimize "Sözümüze Allah vekildir" "Allah şahittir, gözeticidir ve bilmektedir, "dedi." [110]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Bu ayetler, önceki ayetlerle sıkı bir irtibat halindedir. Allah Tealâ, Yusuf (a.s.) kardeşlerinden, kardeşi Bünyamin'i getirmeleri talebini zikrettikten son­ra burada da kardeşlerin Yusuf un isteğini yerine getirmek için babalarıyla gö­rüşmelerini ve babalarının, oğullarının Yusuf (a.s.) huzur içinde yemek, içmek ve oynamak maksadıyla çöle götürmek için plan hazırladıklarında ifade ettiği eski korkusu gibi şimdi de Bünyamin için aynı endişelerini dile getirdiğini be­yan etmiştir. [111]

 

Açıklaması

 

Yakup (a.s.) oğullan, babalarının yanına dönünce ona şöyle dediler: "Eğer bizimle kardeşimiz Bünyamin'i göndermezsen Mısır Veziri bize bundan sonra yiyecek ve erzakı yasakladı. Eğer onu göndermezsen yiyecek alamıyacağız. Onu bizimle beraber gönder de sayımız kadar yiyecek alalım. Muhakkak ki biz giderken ve dönerken tüm kötülüklerden onu koruruz. Onun için endişelenme, Bünyamin sana mutlaka dönecektir".

Yakup (a.s.) şöyle dedi: "Daha önce kardeşinize yaptıklarınızı şimdi ona mı yapacaksınız? Onu benden uzaklaştıracaksınız ve bir daha onu göremiyeceğim. Siz Yusuf u acizliğinizden dolayı kaybettiniz. Nasıl olur da kardeşini size emâ­net ederim?" Ama Allah, en iyi koruyandır. Dolayısıyla O, bana merhamet edenlerin en merhametlisidir. Yaşlılığımda, zayıflığımda ve çocuğuma olan sev­gimde bana merhamet edecektir. Allah'dan beni koruyarak bana rahmet etme­sini, çocuğumu bana geri döndürmesini ve bizi bir araya getirmesini dilerim.

Zira O, merhametlilerin en merhametlisidir".

Bu sözler, Yakup (a.s.)'m Bünyamin'i kardeşleriyle göndermeye razı oldu­ğunu göstermektedir. Zira nafakaya son derece ihtiyaçları vardı. Bir de Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)'ın aksine, kardeşleriyle Bünyamin arasında haset ve kin ol­duğunu gösteren emarelerin olmadığını mülahaza etmişti.

Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri yüklerini ve yiyecek kaplarını açınca yiyecek için verdikleri bedellerin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. Zira Yusuf (a.s.), adamlarına bunları kardeşlerinin yükleri arasına koymalarını emretmişti.

Bu yükleri içinde verdikleri bedelleri bulunca şöyle dediler: "Ey Babamız! Biz sana da anlatmıştık ya.. Kralın bize bu ikram ve ihsanından daha fazla ne istiyoruz. İşte bak dirhemlerimiz de bize geri verilmiş. Eğer kardeşimizi de gö-türürsek onun gitmesiyle bir deve yükü daha fazla yiyecek alırız". Bu mana "mâ nebgî" kavlindeki "mâ" nın soru edatı kabul edilmesine göredir. Eğer "mâ" nefiy edatı kabul edilirse mâna şöyledir: "Başka bir şey istemeyiz. İşte dirhem­lerimiz de bize geri verilmiş. Bu miktar, bundan sonraki yiyecekler için yeterli­dir. Sonra erzak ve diğer ihtiyaçlarımızın temini için şöyle şöyle yaparız. Eğer biz, ikinci sefer kardeşimizle beraber gidersek, sen onu bizimle gönderirsen ai­lemize Mısır'dan yiyecek ve erzak getiririz."

Biz, kardeşimiz Bünyamin'i gözetir, koruruz. Onun için sakın endişelen­me. Onun yüzünden bir deve yükü fazla yiyecek alırız. Çünkü Mısır Veziri, ted­birli davranarak herkese ne eksik, ne fazla sadece bir deve yükü veriyor. Bu fazla yük, kardeşimizin alıkonulması karşılığında bu merhametli, cömert adam için az bir şeydir, ya da zorluğu olmayan kolay bir iştir.

Yusuf (a.s.)'ın geçmişini hatırlayan Yakub (a.s.) şöyle dedi: "Bana hangi halde olursanız olun onu geri getireceğinize dair yemin ile kuvvetlendirilmiş bir söz vermedikçe Bünyamin'i sizinle göndermeyeceğim. Ancak helak olmanız, ölmeniz ya da mağlûb olup hepinizin perişan olması müstesnadır. Zaten bu du­rumda onu kurtarmaya gücünüz de yetmez." Bilinmelidir ki yemin ile kuvvet­lendirilen söze yemin denir. Eğer verilen söz, yemin etmeksizin korunması için daha fazla gayret ve vefayı gerektirecek şekilde kuvvetlendirilir ve sağlamlaş-tınlırsa buna da mîsâk denir.

Çocukları, babaları Hz. Yakub'a (a.s.) yemin ile sağlamlaştırılan sözü ve­rince Yakub (a.s.) şöyle dedi: "Allah, bütün söylediklerimize şahittir, hepsini murakabe etmekte ve korumakta olup, tamamına muttalidir. İşlerimi Allah'a havale ediyorum". Yakub (a.s.), Bünyamin'in gitmesine, ihtiyaç duydukları er­zak sebebiyle mecburiyyetten razı olmuştu. [112]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Yakup (a.s.)'m çocuklarının, babalarına bildirdikleri, kardeşlerini onlar­la yollayana kadar erzakın yasaklandığ haberi doğruydu. Zira, bunu Mısır Ve­zirine vaadetmişlerdi.

2- Yakup (a.s.)'ın oğulları, kardeşleri Bünyamin'i koruyacakrına dair sağlam bir söz verdiler. Sanki onlar, Yusuf (a.s.)'ın trajedisinin tekrarını iste­mediler. Zira Bünyamin'in aksine, Yusuf (a.s.)'a karşı içlerinde kin ve nefret ta­şıyorlardı.

3- Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri çokça kazanıp, kâr etmeyi istiyorlardı.

Bir dahaki sefere Mısır'dan para ödemeden yicek getirme hususunda aşırılığa düştüler.

4- Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerine yapmış olduğu ikram ve yiyeceklerin parası­nı geri vermesi, onların kardeşleri Bünyamin'i de yanlarına alarak tekrar ken­disine gelmelerine kuvvetli ve teşvik edici bir faktör oldu.

5- Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.), çocuklarıyla konuşurken Allah'ın ko­rumasından ve rahmetinden emindi. Allah, en güzel koruyandır, vekildir. O, kullarına karşı, özellikle de Yakub (a.s.) gibi zayıflara ve yaşlılara karşı merha­metlilerin en merhametlisidir. Allah'ın onu koruması, sizin korumanızdan çok daha hayırlıdır.

6- Yakup (a.s.), bu sefer çocuklarına, Yusuf (a.s.)'ın gitmesine izin verdiği seferden daha çok diretti. Zira o zorlu tecrübeyi ve akabindeki şiddetli üzüntü ve acıyı yaşamıştı. Onlardan kahredici bir mazeret ve helak olmaları dışında Bünyamin'i getireceklerine dair yemin ile sağlamlaştırılmış bir ahit istedi.

Mücâhid bu hususta şöyle der: "Helak olmanız ya da ölmeniz dışında..."

"Şimdi onu emânet eder miyim?.." kavli, Yakup (a.s.)'ın çocuklarının Bün­yamin'in kendileriyle gitmesi isteklerini kabul ettiğini göstermektedir.

7- Yakup (a.s.)'ın çocukları, "Daha ne isteriz; işte dirhemlerimiz de bize geri verilmiş..." sözleriyle babalarını yatıştırıp teskin etmek istediler. Onu ikna et­mek ve yatıştırmak için bütün vesile ve maddî sebepleri topladılar. Para öde­meksizin viyecek almak, ailen fakir olması ve bir deve yükü daha fazla al­mak gibi aşırı ihtiyaçlarını istismar ettiler. Bütün bunlara bir de Bünyamin'i koruyacaklarına ve gözeteceklerine dair söz vermeleri eklenince Yakub (a.s.), Bünyamin'i onlarla göndermekten başka çare bulamadı.

8-  "Onu bana geri getireceğinize dâir Allah'a karşı sağlam bir söz vermez­seniz, sizinle göndermeyeceğim" kavli, mala kefaletin ve nefse kefaletin caiz ol­duğuna delildir. Bu konuda âlimler iki değişik görüş ileri sürmüşlerdir.

Cumhurun görüşü şöyledir: Eğer kefalet edilen şey mal ise kefalet caizdir. Dört mezhebe göre had ve kısaslara kefalet caiz değildir. Şafiîler, kul hakkı bu­lunması sebebiyle kısasa, kazif haddine ve ta'zîre kefaleti caiz görmüşlerdir. Çünkü kefalet olunan nefsin getirilmesi zordur demişlerdir. Ayrıca Yusuf (a.s.) kıssasında Allah Tealâ, Vezirin dilinden şöyle buyurmuştur:

'Vezir dedi ki: "Maazallah! Biz malımızı kimde bulmuşsak ancak u alı­koy arız, yoksa haksızlık etmiş oluruz' dedi".[113]

 

Yakup (A.S.)'In, Çocuklarına Mısır'a Değişik Kapılardan Girmelerini Tavsiye Etmesi

 

67- Babaları: "Oğullarım! Mısır'a tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan gi­rin. Ama Allah'ın hakkınızda takdir et­tiği hiçbir şeyi sizden savamam, hüküm ancak Allah'ındır, Ben sadece O'na gü­vendim, güvenenler de yalnız O'na güvenip dayansınlar." dedi.

68-  Babalarının rettiği gibi şehrin ayrı ayrı kapılarından girdiler. Esasen bu, Allah'ın haklarındaki takdiri karşı­sında onlara hiçbir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz kendisine öğ­rettiğimizi bilir fakat kâfirler bilmez­ler.

 

Belagat:

 

"Tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin." Burada tezat (tıbak-ı selb) ve ayrıca itnab vardır. İtnab, mânayı gönle iyice yerleştirmek ve te'kid için aynı mânada birden fazla lafız kullanmaktır. [114]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Mısır'a tek bir kapıdan değil ayrı ayrı kapılardan girin." Çünkü Yakup (a.s.)'m oğullan yakışıklı ve gösterişli kimselerdi. Ayrıca Mısır'da vezirin katın­da değerli ve itibarlı kimseler olarak biliniyorlardı. Yakup (a.s.), çocuklannın şehre hep beraber girerek nazara gelmelerinden korktu. Muhtemelen Yakup (a.s.), bu nasihati, ilk sefer yapmamıştı. Çünkü o zaman tanınmıyorlardı.

Ben, bu tavsiyemle "Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden sa­vamam." Bu söylediklerim ancak size olan şefkatimin belirtisidir. Zira sakın­mak, kaderi önleyemez, "hüküm sadece Allah'ındır" eğer sizin için bir kötülük takdir edildiyse, o mutlaka başınıza gelecektir. O zaman bu söylediklerim, size fayda vermez.

"Ben sadece O'na güvendim, güvenenler de yalnız O'na güvenip dayansınlar." (Fâ) harfi, sebe kûma manasına gelir. Çünkü peygamberlerin davranışları, uyul­mak için birer sebeptir.

"Babalarının emrettiği gibi şehrin ayrı ayrı kapılarından girdiler." Esasen Yakup'un görüşü ve çocuklarının da buna uymaları, "Allah'ın haklarındaki takdiri hiçbir fayda sağlamazdı.." Fayda vermedi de. Bünyamin'in yükü arası­na su kab kondu ve Yakub'un belâ ve sıkıntıları kat kat fazlalaştı.

"İllâ haceten" Buradaki istisna, munkatı'dır. Mana şöyledir: Ancak Yakub, çocuklarına olan şefkatini ve onlara nazar değmemesi hususundaki aşın isteği­ni ortaya koymuş oldu ve bu tavsiyede bulundu.

"O şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir." Yakub, hadiselerin hakikatini ve nazarın Allah'ı izni olmadıkça hiçbir zarar veremeyeceğini bilir. Çünkü Biz, ona bütün bunları vahiy ve delilleri göstererek öğrettik. Bu sebepten Yakub (a.s.) "Ama Allah'ın hakkınızda kdir ettiği hiçbir yi sizden savamam" demiş ve almış olduğu tedbire aldanmamıştır.

"Fakat kâfirler" kaderin sırrını, sakınmanın kadere engel olamayacağını ve hükmün sadece Allah'ın olduğunu "bilmezler." Burada Allah, Yakub (a.s.)'a meth u sena etmiştir. [115]

Ayetler Arası İlişki

Allah Ttealâ, önceki ayetlerde Yakub (a.s.)'ın Bünyamin'i kardeşleriyle be­raber Mısır'a göndermeyi uygun bulduğunu beyan etmişti. Burada ise Mısır'a gitmeye karar verdiklerinde Yakub (a.s.)'ın, çocuklarına ayrı ayrı kapılardan girmeleri şeklindeki ta iyesini z retmiştir. Zira Yakub (a.s.), Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyamin görüldüğünde herbirine ne kadar değer verilip, nasıl karşı­landıklarını görmeleri için ya da hasetçiler haset edip de hepsine birden nazar değmesin diye onlara bu nasihati yapmıştı. [116]    

Açıklaması

Yakub (a.s.), çocuklarına, kardeşleri Bünyamin ile beraber Mısır'a gitmek için hazırlanmaya başladıklarında onlara, şehre hep bareber tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretti. Çünkü oğulları yakışıklı ve gör­kemliydiler. Müfessirlerin çoğunluğuna göre kendilerine nazar değmesin diye onlara bu şekilde emretmişti. Zira onlara nazar değmesinden korkuyordu. Na­zar haktır ve görünüşte kişiye zarar verebilir. Fakat nazarın zararı sadece Al­lah'ın izni ve iradesi e gerçekleşir. Bundan sonraki "Ama Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam" ayeti, buna delildir. Ya da Yakub (a.s.), Vezirin kendileriyle kardeşleri Bünyamin'i nasıl farklı karşıladığını gör­meleri için çocuklarına böyle emretmiştir.

"Ben bu tedbirim ve tavsiyemle Allah'ın hakkınızdaki takdirinden hiçbir şeyi sizden savamam. Öyle ki sakınmak kaderi engelleyemez. Benim bu sakın­mam da Allah'ın takdirine mâni olamaz. Zira Allah, bir şeyi dilediği zaman ona karşı durulamaz. Fakat bizlere ihtiyatlı olmamız ve sa nmamız emredilmiş­tir." Böylece kişi, Allah'ın izni ve yardımı olmadan gerçekte hiçbir şeye tesir et­m en görülen sebeplere sarılır ve Allah'ın takdirinden yine O'nun takdirine sığınır. Bütün bunlar, kaderi engelleyemez ve ona meydan okumak değildir. İn-san, kendisiyle ilgili hiçbir şeye sahip değildir. Eğer Allah size Vır kötülük dîle-diyse, size gösterdiğim ayrı ayrı kapılardan girme tedbiri fayda vermez ve siz­den o kötülük uzaklaşmaz. O mutlaka başınıza gelecektir.

Hükümleri infaz ve işl i idare etmek sadece Allah'a mahsustur. Sadece O'na tevekkül ettim ve sadece O'na güvendim. Kuvvet ve kudretim bulunmak­sızın bütün işlerimi sadece O'na havale ettim. Güvenenler de kendilerine ya da diğer insanlara değil yalnız Allah Tealâ'ya güvensinler.

Yakub (a.s.)'m oğulları dört kapısı bulunan Mısır'a babalarının (a.s.) em­rettiği gibi ayrı ayrı kapılardan girdilerse de Yakub (a.s.)'m bu görüşü ve çocuk­larının bu tedbiri onlara ke nlikle hiçbir şekilde yarar sağlamadı. Zira bu ted­bire rağmen başlarına kötü hal geldi. Hırsızlıkla suçlandılar ve böylece rezil rüsvay oldular. Su kabı, erzak yükü arasında bulunan kardeşleri alıkondu ve babalarının belâ. ve musibeti kat kat fazlalaştı.

Fakat Yakub (a.s.), sırf içindeki şefkat duygu nu, sözleri ve tavsiyeleriyle ortaya koymuş oldu. Yoksa, vahiyle öğrettiğimiz için Yakub, sakınma ve tedbi­rin, kaderi engelleyemeyeceğini bilir. Katâde ve Sevrî "Şüphesiz Yakub (a.s.), il­miyle amel eder" derler. Allah burada Yakub (a.s.)'m methetmiştir.

Fakat müşrik ya da kâfir olan pek çok insan Yakub (a.s.)'ın ilmine sahip değildir. Ya da Yakub (a.s.)' bu özellik ve ilime sahip olduğunu ilmezler. Zira onlar, Allah'ın, dostla na dünyada ve ahirette onlara fayda sağlayacak ilimleri nasıl öğrettiğini bilmezler. Görünen sebeplere sarılmak ve işleri Allah Tealâ'ya havale etmek de bu ilimlerden bazılarıdır. [117]

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

Ayetler şu hususlara işa t etmektedir:

1- Müfessirlerin cumhuruna göre Yakub (a.s.)'m çocuklarına söylediği. "Tek bir kapıdan girmeyin" sözü, nazardan sakınmak içindir. Nazar ise haktır. Hakikatte neticeyi geri döndürmek sadece Allah'a aittir. O halde nazar mücerred bir sebeptir.

Rasulullah (s.a.) İmam Ahmed'in sahih bir senedle rivayet ettiği hadiste "Nazar haktır" buyurmuştur. Yani, Nazar'ın eseri insanlarda görülür. Nesefî şöyle demiştir: "Nazar, kişiyi mezara, deveyi kazana sokar.

Rasulullah (s.a.), kötülüklerden Allah'a sığınır ve şöyle derdi: "Allah'ın yü­ce kelamıyla, şüpheye düşüren her şeytanın şerrinden, nazarlı her gözün afatın­dan Allah'a sığınırim".Aynı şekilde Hasan ve Hüseyin (r.a.)'i de Allah'a sığın rır ve şöyle derdi: "Allah'ın yüce kelamıyla, şüpheye düşüren her şeytanın şer­rinden, nazarlı her gözün kötülüklerinden ikinizi Allah'a sığındırırım". Yine Rasulullah (a.s.) "İbrahim, İsmail ve İshak (a.s.) da böylece Allah'a sığınırlar­dı" buyurmuştur.

Ubâde bin Sâmit (r.a.) şöyle der: "Sabahleyin Rasulullah (a.s.)'ın huzuruna girdim. Şiddetli ağrısı vardı. Akşam uğradığımda ise iyileştiğini gördüm. Bana şöyle dedi: 'Cibril (a.s.) gelerek dedi ki: 'Seni, sana eziyet veren her şeyden, na­zarı değen her gözden ve kasetçiden Allah'ın ismiyle O'nun korumasına havale ederim. Allah, sana şifalar versin.

Her müslümanm hoşuna gidip beğendiği şeyler için bereketli olmasını is­teyerek dua etmesi gerekir. Zira dua edilirse kesinlikle zarar dokunmaz. Çün­kü Rasulullah (s.a.) , Âmir'e "Bereketli olmasını isteyerek dua etmiyor mu­sun?" diye sormuştur. Bu da nazarı değen kimsenin, dua ettiği zaman nazarın zarar vermediğini göstermektedir. Tebrik yani bereketle dua etmek, "Yaratan­ların en güzeli olan Allah ne yücedir! Allah'ım! Bunu mübarek kıl" demektir. Nazarın, büyüklere göre küçüklere daha çabuk değdiği söylenmiştir.

Bir kimsenin nazarı deyip de "mübarek olsun", demediyse ona gusül ab-desti alması emredilir. Eğer kabul etmezse buna zorlanır. Çünkü bu husustaki emir, vücûb ve kesinlik ifade eder. Ebû Umâme (r.a.)'nin rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.), nazarı değen kimseye, nazardan etkilenen kişi sebebiyle gu­sül abdesti almasını ve Nazar ayetlerinin okunmasını emretmiştir.

Nazarının değmesiyle tanınan kimsenin, zararını önlemek için insanların arasına girmesi yasaklanır.

2- "Ama Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam" aye­ti, sakınmanın takdir karşısında yarar sağlamadığını göstermektedir. Yakub (a.s.)'ın oğullarının Mısır'a ayrı ayrı kapılardan girmeleri, Allah'ın takdir ettiği hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. İbni Abbâs (r.) şöyle der: "Ayrı ayrı kapılardan gir­meleri, Allah'ın takdirini ve takdir ettiği hiçbir hususu geri çeviremedi."

3- Hüküm, Allah'ındır. Bütün işlerin takdiri yalnız Allah'a aittir. Mümin kişinin, işlerini Allah'a havale ederek sadece O'na bağlanıp güvenmesi gerekir. Çünkü bütün hayır ve iyilikleri Allah Tealâ nasîb eder ve bütün belâ ve musi­betleri de yine O, uzaklaştırır.

4- Yakub (a.s.)'ın çocuklarına ayrı ayrı kapılardan girmelerini tavsiye et­mesi, sırf aklına gelen bir fikir ve görünüşteki bir tedbirdir. Bütün bunlara rağ­men o. vahiy yoluyla dinini biliyordu. İnsanların çoğu, Yakub (a.s.)'un sahip ol­duğu dinî ilmini bilmezler. Buradaki ilimden maksadın "amel etmek" olduğu da söylenmiştir: "Yakub (a.s.), ilmiyle amel eder", demektir. Zira ilim, amel et­menin ilk sebebidir. Dolayısıyla burada sebep olan ilim, amel etme yerine kul­lanılmıştır.

5- Ayet, müslümanm kardeşini korkulacak şeylerden sakındırması ve ona selâmet ve kurtuluş yollarını göstermesi gerektiğine dikkati çekmektedir. Çün­kü din, nasihattir ve müslüman müslümanm kardeşidir. [118]

 

Yusuf (A.S.)'In Kardeşi Bünyamin'i Tanıması Ve Yanında Kalması İçin Tedbirler Alması

 

69- Yusuf un yanına girdiklerinde, kar­deşini yanına alarak bağrına bastı ve "Ben senin kardeşinim, onların bize ha­set etmelerine artık üzülme" dedi.

70- Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir erzak ölçeğini kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir tellal şöyle bağır­dı: "Ey kafile! Siz hırsızsınız!"

71- Geri dönerek "Ne kaybettiniz?" dedi­ler.

72- "Hükümdarın yiyecek ölçeğim kay­bettik, onu getirene bir deve yükü er­zak mükâfat verilecek, buna ben kefil oluyorum" dediler.

73- "Allah'a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeye gelmediğimizi ve hırsız da olmadığımızı biliyorsunuz" dediler.

74- Siz yalancı iseniz bunun cezası ne-

yükünde bulunursa, konulur. Biz zalimle­ri böyle cezalandırırız" dediler.

76- Yusuf kardeşinin yükünden önce on-lannkini aramaya başladı. Sonra karde­şinin yükünden ölçeği çıkardı. İşte Biz Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini vahyettik. Çünkü Allah'ın dilemesi dı­şında hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Dilediğimizi ilim sahibi yaparak yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde bir bilen bulunur.

 

Belagat:

 

'Yusuf, onların yüklerini yükletirken..." Burada iştikak cinası vardır.

"Bir tellal şöyle bağırdı" Aynı şekilde bu ayetteki kelimeler arasında işti­kak cinası vardır. [119]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Onların bize haset etmelerine artık üzülme" Yusuf (a.s.), Bünyamin'e bu durumu kardeşlerine söylememesini tenbih etti. Onunla yanında kalmasını sağlayacak bir hile üzerinde anlaştı.

'Yusuf, bir erzak ölçeğini..." "Sıkaye": lügatte su kabı demektir. Burada ise "insanlara yiyecek ölçülen ölçek" anlamındadır. Bu, kralın su kabıydı. Sonra öl­çek yapıldı. 1/12 irdeb miktarındaydı. (1 irdeb, 198 litre veya 156 kg. dır) Bu kabın gümüşten ya da altından olduğu, söylenmiştir, "kardeşi Bünyamin'in yü­küne koydurdu."

"Bir tellal şöyle bağırdı" ya da bildirip haber verdi. Bu ifade, çokluk ve tek­rar manası taşımaktadır. "Ey kafile!" ya da ey yiyecek taşıyan develer! Maksat deve sahipleridir. "Siz hırsızsınız".

"Geri dönerek, ne kaybettiniz1? dediler" "Bir şeyin yeri bilinmeyecek şekilde yok olması anlamında sordular".

"Onu getirene mükâfat olarak bir deve yükü erzak verilecektir". Ben, bu mükâfata kefil oluyorum. O kabı getirene vereceğim.

"Allah'a yemin ederiz ki.." kavli, şaşkınlık manası taşıyan bir yemin ifade­sidir. "Memleketi ifsad etmeye gelmediğimizi...biliyor sunuz" Yakup (a.s.)'ın oğulları, Yusuf (a.s.)'ın adamlarının kendilerinin masumiyetini bildiklerini öne sürdüler. Çünkü ikinci defa Mısır'a gelmişler ve yüklerine konan paralan geri getirerek emânete ne kadar önem verdiklerini göstermişlerdi.

Tellal ve arkadaşları sözünüzde yalancı olup da kap sizde bulunursa "bunun cezası nedir1? dediler.

" 'Hırsızın cezası, kimin yükünde bulunursa, onun köle olarak alıkonması-dır' dediler. 'Fehüve cezaühü' kavli, önceki manayı kuvvetlendirmektedir. "Ça­lmana karşılık başkası değil, onu çalan alıkonur" demektir. Bu usul, Yakub (a.s.) ailesinin sünneti ve yoluydu.

"İşte biz, hırsızlık yapan zalimleri böyle cezalandırırız". Yakub (a.s.)'m oğullan yüklerini kontrol etmesi için Yusuf (a.s.)'a bu açıklamayı yaptılar.

"Yusuf," töhmet altında kalmamak için kardeşi Bünyamin'in yükünden "önce onlarınkini aramaya başladı. Sonra kardeşinin yükünden ölçeği çıkardı.

"İşte Biz, Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini" kardeşini yanında alıko­yacak bir planı "vahyettik".

Çünkü Yusuf, Mısır kralının kanunlanna göre kardeşini hırsızlıktan dola­yı köle olarak alıkoyamazdı. Zira bu sistemde hırsızın cezası köle olarak alıkoy­mak değil dövmek ve çalınan eşyanın iki katı para cezasına çarptırmaktı.

"Ancak, Allah'ın," Yusuf un, kardeşini babasının hükmüyle "alıkoyması­nı" kralın hükmü gibi kılarak bunu böylece "dilemes müstesnadır." Yani, Allah Yusuf a kardeşlerine kendi ülkelerinde hırsıza verilen cezayı sormayı ilham et iş, onlar da kendi kanun ve sünnetlerini söylemişlerdir. İşte Allah, bütün bunlan dilemeseydi Yusuf, Bünyamin'i yanında alıkoyamazdı. Buradaki istis-na, bütün hallerden muttasıl i isnadır. Munkatı' o ası da mümkündür. Bu durumda mana "Fakat Bünyamin'i Allah'ın dilemesi ve izniyle alıkoymuştur" şeklindedir.

"Her ilim sahibinin üstünde" ondan daha iyi bilen birisi vardır ve bu silsile Allah Tealâ'ya kadar ulaşır "bir bilen bulunur".[120]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Buradaki ayetler arasındaki bağ, gayet açıktır. Öyle ki bu ayetler, peşpeşe halkalara sahip bir kıssanın bölümlerini sunmaktadırlar. Yakub (a.s.)'ın oğul­lan, babalarının tavsiyelerine kulak vererek erzak almak için Mısır'a hareket ettikten sonra insanlara yiyecek satışını deruhte eden Vezirin bulunduğu yere vardılar. Yusuf (a.s.)'m huzuruna girince o kardeşini tanıdı ve bağrına bastı. [121]

 

Açıklaması

Yakub (a.s.)'ın oğulları, saraya ayrı ayrı kapılardan girdikten sonra yanla­rında Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyamin olduğu halde Yakub (a.s.)'m özel mecli­sine ve ziyafet salonuna alındılar. Yusuf (a.s.), burada kardeşini bağrına astı ve onunla yalnız kaldı. Durumunu ona açtı ve kardeşi olduğunu bildirdi. Ona "Bana yaptıklarına üzülme" diyerek, bütün bunları kardeşlerine söylememesi­ni tenbih etti. Onunla, şerefli bir şekilde yanında kalmasını sağlayacak bir plan üzerinde anlaştı.

Rivayet edildiğine göre, kardeşleri Yusuf (a.s.)'a "İşte kardeşimiz. Sana onu getirdik" dediler. Yusuf (a.s.) da onlara şöyle karşılık verdi: "Aferin, isabetli bir iş yaptınız. Bunun karşılığını katımda göreceksiniz." Böylece onları ağırla­yarak, ikramda bulundu. Sonra onları misafir etti ve her iki kardeşi bir masa­ya oturttu. Bünyamin tek başına kalmıştı. Buna üzülerek ağladı ve "Eğer kar­deşim Yusuf hayatta olsaydı Vezîr beni onunla oturturdu" dedi. Yusuf (a.s.) "Kardeşiniz tek kaldı" diyerek onu masasına oturttu ve konuşmaya başladılar. Yine Yusuf (a.s.), "Siz on kişisiniz. Her iki kişi bir eve yerleşsin. Bunun arkada­şı yok. O, benimle kalsın" dedi. Yusuf (a.s.), gece boyunca sabaha kadar karde­şini bağrına bastı ve kokusunu soludu. Yusuf (a.s.) Bünyamin'e çocuğunun olup olmadığını sordu. Bünyamin:

- Benim on çocuğum var. İsimlerini, ölen bir kardeşimin isminden türettim.

- Ölen kardeşin yerine kardeşin olmamı ister misin?

-  Senin gibi kardeşi nerden bulabilirim! Ama, seni Yakub (a.s.) ve Râhîl dünyaya getirmediler ki!

Yusuf  .s.) ağlamaya başlad kalkıp onu kucakladı ve "Ben, senin karde­şin Yusuf um. Kardeşlerimizin geçmişte bize yapt larına üzülme. Doğrusu Al­lah, bize nimetlerini ihsan etti ve bizi güzelce buluşturdu. Sana söylediklerimi sakın onlara bildirme" [122]

Yusuf, onlara erzak hazırlatıp, develerine yükletirken bazı adamlarına er­zak (veya su kabını) hiçkimse görmeden kardeşi Bünyamin'in yükü arasına koymalarını emretti. Bu erzak ölçeği  rçok müfessire göre gümüşten bir kaptı. Altın olduğu da söylenmiştir.

Sonra Yusuf un kardeşleri tam yola çıkarken bir tellal şöyle bağırdı: Ey Kervan Sahipleri! Siz hırsızsınız, durun bakalım! Yakub'un çocukları şaşırıp kaldılar ve kendilerinden geçtiler.

Bir anlık şaşkınlıktan sonra tellala dönerek ona ve yanındakilere "Ne kay­bettiniz?" diye sordular. Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle dedi: "Kralın yiyecek öl­çülen ölçeğini kaybettik. Onu bulana bir deve yükü daha buğday vereceğiz." Bu söz, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kervanının, deve kervanı olduğunu göstermek­tedir. Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle devam ettiler: "Buna ben, kefil oluyorum." Bu bir ödüllendirme ve kefalet demekti.

Hırsızlıkla suçlandıktan sonra Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri şöyle dediler: "Mu­hakkak ki siz bize ilk gelişimizde ve geri vermiş olduğunuz paramızı tekrar si­ze getirmek için geldiğimizde tecrübe ettiniz ve biliyorsunuz. Bizi tanıdığınız­dan beri işin hakikatini anladınız ve bizlerin iyi ve doğru insanlar olduğunu da gördünüz. Allah'a yemin ederiz ki biz, ne hırsızlık ne de insanların haklarına tecâvüz ederek ülkeyi ifsâd etmeğe geldik. "Hiçbir gün de hırsızlık yapmadık. Böyle bir özellik, asla bizim seciyemize uygun değildir."

Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle dediler: "Eğer hırsız içinizdeyse ve masum olduğunuzu söylerken yalancıysanız hırsızın cezası nedir?"

Yakub (a.s.)'ın çocukları şöyle cevap verdiler: "Cezası, çalınan şey kimin yükünde bulunursa o alıkonur. Mallarını çalarak insanlara zulmedenleri, şeri­atımızda biz böylece, köle olarak alıkoyarak cezalandırırız." İbrahim ve Yakub (a.s.)'m şeriatlanndaki hüküm böyleydi. Hırsız, malı çalana verilir ve onun kö­lesi olurdu. Yusuf (a.s.)'ın istediği de buydu.

Bu sebepten Yusuf (a.s.), gizlemek ve töhmet altında kalmamak için kar­deşinin yükünden önce onlannkini kontrol etmeye başladı. Sonra ölçeği, karde­şi Bünyamin'in yükünden çıkardı. Böylece itiraf ettikleri ve gerekli gördükleri hüküm sebebiyle, bir de onları inandıkları ve hükmettikleri kanun karşısında mecbur bırakarak Bünyamin'i ellerinden aldı.

"Ceza olarak....." kavli, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kendilerine güvendik­lerini ve masum olduklarını ifade eden mâna ile birlikte geçen hükmü tekit et­mektedir.

"İşte Biz, Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini bildirdik". Gizlice ona bu tedbiri öğrettik ve böyle davranmasını vahyettik. Bu, Allah'ın sevip razı oldu­ğu, sevilen istenen hiledir. Çünkü onda hikmet ve a u edilen maslahat vardır. Bu durum, meşru hedeflere, serî bir nassa ya da ka r verilmiş bir hükme zıt olmadığı müddetçe görünüşte hile zannedilen şeylerle ulaşmanın caiz olduğu­nu göstermektedir. İşte bu yasak ve mahzurlu olan hile değil, bilâkis caiz ve meşru olan hiledir. Zira bu hileyle kimseye zarar verilmemiş, aksine hayra ve maslahata vesile olmuştur. Diğer taraftan kardeşi Yusuf (a.s.) ile yaptığı anlaş­ma sebebiyle de Bünyamin'in, kendi masumiyeti hususunda en ufak bir şüphe­si bile yoktu.

Bu gizli plan Yusuf (a.s.), hırsızı köle olarak alıkoymayı kabul etmeyen Mı­sır kralının kanunlarına göre kardeşini yanında tutamayacağı için gerçekleşti. Fakat Allah, kardeşlerinin kanunlarıyla hükmetmesini takdir etti ki bu da hır­sızın köle olarak alıkonmasıydı. Yusuf (a.s.), bu durumu şeriatlarından biliyor­du. Bu sebepten Allah Tealâ, "Dilediğimizi ilimle yükseltiriz" buyurarak Yusuf (a.s.)'ı methetmiştir. Yine Allah Tealâ şöyle buyurur: "Allah, içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin" (Mücadile, 58/11).

İllâ en-yeşâ Allah "Allah'ın dilemesi hariç" kavli, bütün hallerden istisna­dır. Mana şöyledir: "Yusuf, kardeşini Allah'ın dilemesi dışında hiçbir şekilde kralın kanunlarına göre yanında tutamazdı. O, bu işi Allah'ın izni ve vahyiyle yaptı. Bütün olanlar göstermektedir ki bu hîle ve plan şeriatın ikrarı ile olmuş­tur ve Allah Tealâ'nın vahyidir.

"Her âlimin üstünde ondan daha bilgili bir âlim vardır". Hasan Basrî şöyle der: "Kendisinden daha bilgili bir kimsenin bulunmadığı hiçbir âlim yok­tur. Bu silsile, Allah Tealâ'ya kadar uzanıp gider". Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri bil­gili kimseler olsalar da Yusuf (a.s.), onlardan daha bilgiliydi. [123]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

 Ayetler şu hususlara ışık tutmaktadır:

1- Yusuf (a.s.) ve Bünyamin'in buluşmaları, müthiş bir sevinç anıydı. Yusuf (a.s.), kardeşini kolları arasına aldı. 25 yıldan fazla süren bir ayrılıktan sonra onu tekrar tanımıştı, beraberce yanında kalması için bir plan yaptılar.

2- Yusuf (a.s.)'ın kardeşine söylediği "Onların bize haset etmelerine artık üzülme" sözü, onun affetme ve müsamahalı olma sıfatlarıyla bezendiğini, kar­deşlerine sevgisini belirttiğini ve geçmişi unutarak küçükken kendisine yaptık­larına göz yumduğunu göstermektedir.

3- Ölçek olarak kullanılan kap, Allah'ın öğretmesi, ilhamı ve vahyi netice­sinde Yusuf (a.s.)'m emriyle Bünyamin'in yükü arasına konmuştur. Yusuf (a.s.), İbrahim ve Yakub (a.s.)'m şeriatıyla amel ederek ve kardeşlerini kendi kanun­ları karşısında mecbur bırakarak Bünyamin'in yanında kalmasını sağlamıştır.

4- Yakub (a.s.)'m oğulları, Yusuf (a.s.) tarafından yalan yere hırsızlıkla suçlanmadılar. Maksat şudur: "Ey Kafile! Hâliniz, hırsızlarmki gibidir", mâna ise "Başkasına ait bir şey, kralın rızası ve bilgisi dışında sizde bulunmaktadır" şeklindedir. Veya bu durum, kardeşini yanında tutabilmek ve onlardan ayıra­bilmek için bir hileden ibaretti. Ya da onlar, Yusuf (a.s.)'u babalarından alıp, kuyuya attıkları zamanki durumlarına göre hırsızdırlar.

5- "Onu getirene bir deve yükü erzak mükâfat verilecek" kavli, mükâfatın (ödül vermenin) ve işi yapmadan önce ya da iş tamamlanmadan önce mükâfatı garanti etmenin caiz olduğunu göstermektedir. Mükâfatlandırma, zaruret sebebiyle caiz görülmüştür. Başka durumlarda caiz olmayan mükâfatlandırma, bu durumda caizdir. Bu şekildeki mükâfatlandırma, iki taraf için feshin caiz ol­duğu anlaşmalardandır. Ancak, kendisine mükâfat sözü verilen kimsenin hak­kında vaz geçtiği takdirde işe başlamadan önce ve sonra akdi feshetmesi caiz­ken, mükâfatı verenin, kendisine mükâfat sözü verilen kimsenin işe başlama­sıyla fesih hakkı ortadan kalkar, mükâfat verme akdine, diğer akitlerde olduğu gibi iki tarafın hazır bulunması şart değildir. Çünkü Allah Tealâ, "Onu getire­ne..." diye buyurmuştur. Bütün bunlar İmam Şafiî'nin görüşüdür. Maliki ve Hanbelî mezhepleri de bu görüştedir. Hanefi mezhebi ise, bilinmemesi sebebiy­le mükâfatı caiz görmemiştir.

"Bir deve yükü erzak" kavliyle, bilinmeyen bir şey garanti edilmemiştir. Çünkü veskl) gibi bir deve yükü de onlarca bilinen muayyen bir miktardı. Do­layısıyla garanti edilmesi sahihtir. Ayrıca o, çalınan şeye karşılıktı ve zorunlu olmayan bir şeye kefaletti, çünkü hırsızın çaldığı şeyi geri vermesi karşılığında bir şey alması helâl değildir. Belki de bu, onların şeriatlarında sahihti ya da mükâfat kabilindendi.

6- "Buna ben kefil oluyorum" kavli, kefaletin iki çeşidiyle caiz olduğuna delildir ki bunlar, mala kefalet ve nefse kefalettir. Aynı zamanda bu, Ebu Da-vud, Tirmizî ve İbni Hıbban'da geçen Ebû Umâme el-Bâhilî ve diğerlerinden ri­vayet edilen şu hadise de uygundur: "Kefil, garanti ettiği borcu bizzat yüklen­miştir". Ayrıca dört mezhep de bu görüştedir. Ancak bazı fakihler, kefilin, şah­sına kefil olunan kimseyi getirmekten âciz olması sebebiyle, nefse kefaleti caiz görmemişlerdir.

Nefse kefil olan kimse bedeli (parayı) garanti eder mi etmez mi?

Hanefiler şöyle demiştir: Eğer şahsına kefil olunan kimse ölürse kefil be­deli garanti etmez. Çünkü o, mala değil ancak nefse kefil olmuştur ve kefil ol­madığı bir şeyin icâbetmesi mümkün değildir.

Malikîlerin, Leys ve Evzâî'nin görüşü ise şöyledir: Kefil, zimmetine edası gereken bedeli öder ve istek yerine gelmiş olur. Çünkü kefil, şahsın garanti edildiği kimsenin (madmûn binefsihi) sadece bedeli istediğini bilmektedir. Şah­sı getirmeye kefil olup da onu getiremezse karşısındakini mağdur etmiş olur ki böylece bedeli ödemesi gerekir.

Kefalet anlaşması yapılınca, alimlerin cumhuruna göre alacaklı olan şah­sın, asıl borçlu ya da kefilden dilediğinden bedeli veya borcu istemesi caizdir.

İmam Mâlik'in bu konudaki son görüşü şudur: Borçlunun iflas etmesi ya da kaybolması dışında kefilden bedel istenmez. Çünkü asıl olan, hakkın bulun­duğu kimseden istemeye başlamaktır. Ancak asıl borçlu yoksa, borç kefilden alınır. Çünkü bu durumda garanti verilen kimse, borcunu kefilden almakta mazurdur.

1- Vesk: 60 sa'adır. Bir sa'a ise 3900 gr.dır.

Kefalet, başkasının yerine geçmenin caiz olduğu haklar dışında sahih de­ğildir. Zimmete bağlı olan mallardan olması gerekir. Borç, sabit ve devamlıdır. Ama efendinin kölesiyle hür olabilmesi için belli bir parayı ödemesi üzerine yaptığı anlaşmada kefalet sahih değildir. Çünkü bu, devamlı ve sabit bir borç değildir. Yine birçok alime göre hadler gibi kişinin, diğer bir kimsenin yerini tutmadığı haklarda kefalet yoktur. Çünkü mümkün olduğu kadar bu hadleri yerine getirmek icabeder. Aleyhinde had iddia edilen kimse, durumuna bakıl­ması için hapsedilir.

Ebû Yusuf ve Muhammed, nefse kefaletin caiz olması sebebiyle had ve kı-saslardaki kefaleti caiz görmüşlerdir.

Şafiîler de kısas, kazif haddi ve tazir gibi insanlara mahsus hadlerde şah­sın teslim kefaletini caiz görmüşlerdir. Çünkü bunlar, insanlara ait haklardır ve insanların diğer malî hakları gibi kefalet sahih olur.

7- Hırsızların köle olarak alıkonması, Yakub (a.s.)'m dini ve kanunlarında geçerliydi. Bu, çocuklarının "Cezası, kimin yükünde bulunursa ceza olarak ona elkonulur" şeklindeki cevabından anlaşılmaktadır. Bu cümlede te'kid (pekiştir­me) vardır. "Hırsızlığın cezası el kesmektir. İşte bu onun cezasıdır" sözü buna misaldir. Çünkü Yakub (a.s.)'ın çocukları, yükünde çalman şey bulunan kimse­nin köle olarak alıkonmasını zarurî görüyorladı.

Mısırlılara göre ise hırsız, çaldığının iki katını ödemek zorundaydı.

İslam dinindeki hırsızın elinin kesil

esi hükmü, bütün şeriatları da Yakub (a.s.)'ın şeriatındaki hırsızın köle olarak alıkonması hükmünü de kaldır­mıştır.

8- Şeriata karşı olmadığı, dinden bir esası yıkmadığı müddetçe hedeflere varmak ve meşru hakları elde etmek için tedbirler almak caizdir.

Hanefîler ve Şafiîler, mubah bir şey ve hakkı almak için hilenin caiz oldu­ğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Çünkü Yusuf (a.s.), ölçeği kardeşinin yüküne koyması ve Eyyûb (a.s.)'e, hanımına şu şekilde davranması emredilmişti: " 'Ey Eyyûb! Eline bir demet sap alıp onunla vur. Yeminini bozma' demiştir." (Sad, 38/44). Ayrıca Rasulullah (s.a.), kötü hurmaları dirhemle satmayı, sonra iyi cins hurmayı da yine dirhemle satın almayı emretmiştir.

Âlimler şu hususta icma etmişlerdir: Kişi, sadakadan kaçmaya niyet et­mediği müddetçe bir yıl tamamlanmadan önce malını satarak ve hibe ederek tasarrufta bulunabilir. Ama bir yıl tamamlanınca bu kişinin işlerini görürken hile yapması, malını eksiltmesi, toplu olan malları birbirinden ayırması ve ayrı ayrı olanları da bir arada hesab etmesi helâl değildir

İmam Malik şöyle der: Eğer kişi, bir yıl tamamlanmadan birkaç ay önce zekâttan kaçmaya niyet ederek malından bir miktarını eksiltirse bir yıl ta­mamlanınca zekât kendisine farz olur. Çünkü Rasulullah (s.a.), "Zekât artar veya eksilir korkusuyla..." buyurmuştur.

İmam Ebû Hanîfe de şu görüştedir: Kişi bir yıl tamamlanmadan bir gün dahi evvel toplu olan mallarını zekâttan kaçmaya niyet ederek ayırsa bu zarar vermez. Çünkü zekât, ancak bir yılın tamamlanmasıyla farz olur. Geçen "Zekât artar veya eksilir korkusuyla..." hadisi ancak o zaman bu kişiyi bağlar.

9- Kralın kanunlarına göre hırsızın cezası dövmek ve çalınanın iki katını ödemek olmasına rağmen Allah, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının İsrailoğullan'nm hükmünü söylemelerini dilemiştiha âlimdir. Allah ise bütün âlimlerin üstündedir". Yine İbni Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: "Allah, her şeyi bilir ve bütün âlimlerin üstündedir". Bu ayet, ilmin en şerefli makam ve en üstün derece olduğunu göstermektedir. [124]

 

Hırsızlık İddiası Konusunda Yakup (A.S.)'ın Çocuklarıyla Yusuf (A.S.) Ve Babaları (A.S.) Arasında Geçen Sert Tartışmalar

 

77- "Çalmışsa, daha önce kardeşi de çal­mıştı" dediler. Yusuf bunu içinde sakla­dı, onlara belli etmedi. İçinden "Duru­munuz pek kötüdür. Allah, gerçeğin an­lattığınız gibi olmadığını bilir" dedi

78-  Kardeşleri: "Ey Azîz! Onun yaşlan­mış, kocamış bir babası vardır. Onun yerine bizden birini köle olarak alıkoy. Doğrusu biz, senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz" dediler

79- "Maazallah! Biz, malımızı kimde bul-muşsak ancak onu alıkoruz, yoksa zul­metmiş oluruz" dedi

80- Ondan son derece ümitsizliğe düşün­ce konuşmak üzere bir kenara çekildi­ler. Büyükleri şöyle dedi: "Babanızın Al­lah'a karşı sizden bir söz aldığını, daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğini­zi bilmiyor musunuz? Artık babam bana dönüş izni verene veya Allah hakkımda, kardeşimin kurtulması şeklinde hüküm verene kadar -ki O, hükmedenlerin en âdilidir- bu yerden ayrılmayacağım

81-  Siz dönün babanıza gidin ve deyin ki 'Ey Babamız! Senin oğlun hırsızlık yaptı, bu bildiğimizden başka bir şey görmedik; görülmeyeni de bilmeyiz.

82-  Bulunduğumuz kasabanın halkına ve beraberinde olduğumuz kervana sor. Biz şüphesiz doğru söylüyoruz".

83- Yakup "Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi. Benim sabrım, güzel bir sabırdır. Belki Allah, Yusuf ve iki karde­şini birden bana getirecektir. Çünkü O, durumumu bilir, hikmet sahibidir" dedi.

84- Onlardan yüz çevirdi, "Ey benim Yusuf için olan üzüntüm!" dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.

85-  "Allah'a yemin ederiz ki Yusuf u  anıp durman seni bitkin düşürecek ve- ya helak olacaksın" dediler.

86- Yakup "Ben üzüntü ve tasamı yalnız  Allah'a açarım. Allah katından, sizin  bihnediklerinizi bilirim" dedi.

87- "Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirler­den başkası Allah'ın rahmetinden ümi­dini kesmez.

 

Belagat:

 

"Bunu içinde sakladı" ile "Onlara açmadı" lafızları arasında tezat sanatı vardır.

"Yaşlanmış, kocamış....." burada Yusuf (a.s.)'uı merhametini celbetmek için itnab yapılmıştır.

"Kasabaya sorabilirsin". Burada mecâz-ı mürsel vardır. Alâkası mahalli-yettir. Yani "Kasabanın halkına sorabilirsin" demektir

"Ey benim Yusuf için olan üzüntüm!" Burada da Esefâ ve Yusuf lafızları arasında iştikak cinası vardır.

"Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin". Burada istiare vardır. Rüzgâ­rın hoş bir koku ile hafif hafif esmesi mânasına gelen nesîm, sıkıntıdan sonra meydana gelen ferahlık ve darlıktan sonra vuku bulan rahatlık mânasına isti­are olarak kullanılmıştır[125]

 

Kelime ve İbareler

 

Bünyamin "çalmışsa daha önce kardeşi de çalmıştı." Denilmiştir ki: Yusuf a.s.)'m halasına, babasından İbrahim (a.s.)'in kuşağı miras kalmıştı. Halası Yusuf (a.s.)'ı büyütmüştü ve onu çok seviyordu. Yusuf (a.s.) delikanlı olunca Yakub (a.s.), onu halasının elinden almak istedi. Bunun üzerine halası, İbra­him (a.s.)'in kuşağını Yusuf (a.s.)'ın beline doladı. Sonra kaybolduğunu ilan ederek aramaya başladı ve Yusuf (a.s.) da bulundu. Böylece kanunlarına göre Yusuf (a.s.)'ı alıkoyma hakkına sahip oldu

Yine denilmiştir ki: Yusuf (a.s.)'ın anne tarafından dedesinin altından ya­pılmış bir putu vardı. Yusuf (a.s.), dedesi tapmasın diye onu habersizce alıp, kırmış ve tenha bir yere atmıştı. [Yusuf un hırsızlık hikâyesi budur]

"Yusuf bunu içinde sakladı, onlara belli etmedi." "Ha" zamiri, "İçinden, durumunuz pek kötüdür' dedi" kavlindeki kelime yada cümleye râcîdir. Mana Yusuf, (siz ondan daha kötüsünüz) kavli olan cümle ya da kelimeyi içinde sak­ladı" şeklindedir

"İçinden" Sizin kardeşinizi babanızdan çalmanız ve ona zulmetmeniz se­bebiyle Yusuf ve kardeşi karşısındaki "durumunuz pek kötüdür, Allah," beni ve kardeşim için iddia ettiğiniz hırsızlıkla ilgili "gerçeğin, anlattığınız gibi ol­madığını bilir, dedi".

"Onun yaşlanmış kocamış "ya da takattan düşmüş" bir babası vardır". Onu bizden daha çok sever ve ölen çocuğu yerine onunla teselli bulur. Ayrılığı babamızı çok üzer. Burada kardeşleri, Yusuf (a.s.)'ın babalarına karşı merha­metini celbetmek istemişlerdir.

"Otvutv ^eHne bizden birim köle olarak al\koy". ÇJam&ü Vttfc^s>\ <2T£y& %&yş!Ü&.-tır".

"Biz iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz.." Bu tumunu sonuna kadar devam ettir. Ya da iyi davranmayı adet haline getirenlerden görüyoruz. Bu ade­tini değiştirme.

"Biz, alıkoymaktan Allah'a sığınırız". Yusuf (a.s.), yalandan kaçınmak için "malımızı çalanı" dememiştir.

'Yoksa" eğer yerine başkasını alıkoyarsak sizin uygulamanıza göre "zul­metmiş oluruz".

"Ondan" Yusuf un ve cevabından "son derece ümitsizliğe düşünce..." sin ve te, ümitsizlikteki mübalağayı ifade eder.

"Konuşmak üzere" fısıldaşıp, birbirleriyle gizlice istişare etmek için insan­lardan ayrılarak tenha "bir köşeye çekildiler".

Yaşça büyük olan Rûbîl veya Yahûza ya da en isabetli düşünenlerin Şem'ûn "şöyle dedi: "... Daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz?"

"Artık babam bana dönüş izni verene" veya Allah hakkımda kardeşimin kurtulması şeklinde hüküm verene "kadar" Mısır'dan "ayrılmayacağım"1?

"O, hükmedenlerin en âdilidir. "Çünkü O, sadece hak ile hükmeder.

"Biz", Allah'a karşı söz verirken gizli olan "görülmeyeni de bilemezdik". Ya­ni, onun hırsızlık yapıp yapmadığını bilemeyiz. Ya da biz, başımıza gelecek mu­sibetleri bilemezdik. Sana söz verirken onun hırsızlık yapacağını nasıl bilebilir­dik."

"Bulunduğumuz kasabanın halkına" Mısır halkına "ve beraberinde oldu­ğumuz", Kenan ilinden bir grup insandan teşekkül eden "kervana, sor. Biz şüp­hesiz doğru söylüyoruz". Kardeşleri babalarının (a.s.) yanına döndüler ve bütün bunları ona (a.s.) söylediler.

"Yakub: Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi ve siz de onu yaptınız." Yakub (a.s.), onları daha önce Yusuf (a.s.)'a yaptıklarından dolayı suçladı.

"Benim sabrım, güzel bir sabırdır." Belki Allah "Yusuf ve iki kardeşini ba­na getirecektir". "Çünkü O, durumumu bilir, ve bütün yaptıklarında "hikmet sahibidir" Onlarla konuşmayı bırakarak "onlardan yüz çevirdi".

"Allah'ayemin ederiz ki" sızlanarak "Yusuf u anıp durman seni," hastalı­ğının uzaması sebebiyle helâkına neden olacak şekilde "bitkin düşürecek" veya helak olacaksın. Öleceksin "dediler."

"Yakup" onlara şöyle dedi: "Ben üzüntümü" Bu, üzüntüsüne sabredemeye-rek onu insanlara yayan şiddetli üzüntüdür, "ve tasamı" başkasına değil "sade­ce Allah'a açarım." Dertlerin açılıp kesin netice alınacağı tek varlık O'dur. Ba­na ve derdimi Allah'a açmaya karışmayın.

"Allah katından," Yusuf un rüyasının doğru olması ve onun hayatta olması gibi "sizin bilmediklerinizi bilirim" Ben, Allah'ın işleri nasıl idare ettiğini ve Onun rahmetini bilirim. O, kendisine dua edenlerin ümitlerini boşa çıkarmaz. "Gidin, Yusuf ve kardeşini" sorup soruşturun "arayın." "Allah'ın rahmetinden" ve feraha erdirmesinden "ümidinizi kesmeyin".[126]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Hırsızlık olayı, Yakup (a.s.)'ın çocuklarının gönüllerini derinden sarstı. Bundan dolayı iki kardeşleri olmadan babalarının (a.s.) yanına dönmek konu­sunda kendi aralarında, kendileriyle Yusuf (a.s.) ve babaları (a.s.) arasında sert tartışmalar ve ağır konuşmalar oldu. Bu iki kardeş, en büyük oğlu Rûbîl ya da Yehûzâ ile en küçük oğlu Bünyamin idi. Yakup (a.s.)'ın oğulları kendilerini mü-dafa için basit bir delilden başka çare bulamadılar. Bu çare de kardeşlerinin hırsız olduğunu onaylamalarıydı. Zira onlara göre Yusuf (a.s.) da hırsızlık yap­mıştı. Onlar şöyle dediler: "Bu çok garip bir durum. Râhîl, iki hırsız doğur­muş". Sonra devam ederek "Ey Râhîl'in oğlu! Sizin yüzünüzden başımıza ne çok belâ geldi!" dediler. Bünyamin:

- Asıl sizin yüzünüzden başımıza ne çok belâ geldi! Kardeşimi götürüp çöl­de kaybettiniz. Sonra da bana bu lafı mı söylüyorsunuz!

- Peki, ölçek yükünden nasıl çıktı?

- Onu yüküme, dirhemleri yüklerinize koyan koydu,[127]

 

Açıklaması

 

Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, kesinlikle hırsız olamayacaklarını söyleyip, ken­dilerine göre yükünde çalınan şey bulunanın köle olarak alıkonmasının zorun­lu olduğunu bildirdikten sonra ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarıldığını gö­rünce şöyle dediler: "Bünyamin hırsızlık yaptıysa daha önce kardeşi Yusuf (a.s.) da hırsızlık yapmıştı. İkisinin hamuru da aynı mayadan". Onlar bu söz­lerle Vezire kendilerinin bu iki kardeşe benzemediklerini göstermeyi ve yaptı­ğına karşılık Bünyamin'e serzenişte bulunmayı hedefliyorlardı.

En sahih rivayette hırsızlığın Yusuf (a.s.)'a nisbet edilmesi şöyle geçer:

İbni Mürdeveyh rivayet ediyor: İbni Abbâs (r.a.) der ki: "Yusuf (a.s.), anne­si tarafından dedesinin altın ve gümüşten yapılmış bir putunu almıştı. Onu kı­rarak yolun kenarına attı. Bu yüzden kardeşleri ona suç isnad ettiler"

Katâde şöyle der: "Yusuf (a.s.), dedesinin bir putunu alıp onu kırdı." Mücâhid de şöyle anlatır: "Bildiğim kadarıyla Yusuf (a.s.)'ın başına gelen ilk imtihan ve bela şudur: Yusuf (a.s.)'ın halası, İshak (a.s.)'ın kızı olup, aynı zamanda en büyük çocuğuydu. İshak'ın kuşağı, bu halanın yanındaydı. Onlara büyüklük sırasına göre miras kalıyordu. Kuşağı kim, sahibinden alıp gizlerse tartışmasız o kişinin kölesi olur, sahibi de ona dilediğini yapardı. Yusuf (a.s.) dünyaya gelince bakımını halası üstlendi. Ona karşı şefkat ve sevgi hissediyor ve kimseyi onun kadar sevmiyordu. Nihayet Yusuf (a.s.) yetişip büyüyünce Yakup (a.s.) oğlunu özledi. Kardeşine gelerek kardeşim! Artık Yûsuf umu bana geri ver. Allah'a yemin ederim ki onun yokluğuna bir saat bile dayanamıyorum' dedi. Kızkardeşi ise 'Andolsun ki onu bırakamam' dedi ve şöyle devam etti: 'Birkaç gün daha yanımda kalsın. Ona bakıp sükûnete kavuşayım. Böylece bel­ki biraz teselli olurum'.

İbni İshak, İbni Cerîr ve İbni Ebî Hatim'in naklettiğine göre; Yakup (a.s.) yanından çıkar çıkmaz. İshak (a.s.)'m kuşağım alarak elbisesinin altından Yusuf (a.s.)'ın beline doladı. Sonra da 'İshak (a.s.)'ın kuşağını kaybettim. Kim onu alıp da eline geçirmiş, arayın bakalım' dedi. Aramaya başlayınca Yusuf (a.s.) da buldular, bunun üzerine halası şöyle dedi: "Vallahi! Yusuf artık benim kölemdir. Ona dilediğimi yaparım'. Yakup (a.s.), gelince kardeşi olanları anlat­tı. Yakup (a.s.), ona şöyle dedi: 'Öyle ha! Eğer dediğin gibi yaptıysa o, senin kö-lendir. Bundan başkasına benim gücüm yetmez'. Halası Yusuf (a.s.)'u yanında alıkoydu. Kardeşi ölene kadar Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)'u yanına almayı başara­madı. İşte Yusuf (a.s.)'un kardeşini yanında alıkoymak için Bünyamin ile bera­berce oynadığı oyun esnasında kardeşlerinin dediği; "Çalmışsa daha önce kar­deşi de çalmıştı" sözü budur.

'Yusuf," onların bu sözünü içinde sakladı ya da bundan sonraki "Durumu­nuz pek kötüdür...' cümlesini veya sözünü içinde sakladı".

İçinden onları bu sözleriyle hesaba çekerken bunu onlara belli etmedi ve onları bağışladı. Onlara belli etmeden içinden şöyle dedi: Bünyamin'i hırsızlık­la suçladığınızdan dolayı durumunuz pek kötüdür. Oysa siz, babanızdan karde­şinizi çalıp, ölsün de kurullasınız diye onu kuyuya attınız.

Allah, söylediğiniz ve anlattığınız şeyleri bilir.

Bu ifade açıkça bildirmeden önce zamir kullanma üslûbu olup, Arap Dili Kuran ve hadis'de sıkça geçer.

Bundan sonra Yakup (a.s.)'un oğulları, Yusuf (a.s.)'un merhametine sığınıp belki Bünyamin'in yerine içlerinden birini alıkoyar diye ondan şefaat dilediler. Yine onların şeriatlarında esiri kurtarmak için bedel verilmesi ve affedilmesi caizdi.

Kardeşleri şöyle dediler: Ey Vezir! Onun kendisine son derece bağlı yaş­lanmış kocamış bir babası vardır.Bünyamin'i aşın derecede sever ve kaybettiği çocuğunun yerine onunla teselli bulur. Ya da babası kadri yüce, gözetilmeye, güzel muamele edilmeye ve yardıma layık bir zattır.

Bu sebepten onun yerine bizden birini al, yanında ona karşılık rehin ol­sun. Doğrusu biz, senin hem erzak hem de bizzat ikram hususunda bize iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz. Veya insaflı adil ve iyiliğe kefil olan kim­selerden ya da iyilik etmeyi âdet haline getirmiş kimselerden olduğunu görüyo­ruz. Bu sebepten bize iyi davranmaya devam et.

Yusuf, onlara şöyle cevap verdi: "Sizin de söyleyip, itiraf ettiğiniz gibi ölçe­ği yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan kesinlikle Allah'a sığını­rız". Yusuf (a.s.), yalandan korkarak "Hırsızlık yapanın dışında" dememiştir. Yusuf (a.s.) şöyle devam eder: "Eğer biz, başkasını alıkoyarsak bu, sizin kanun­larınıza göre zulümdür. Çünkü suçlunun yerine masum olanı alıkoymuş olu­ruz. Bu sebepten haksızlık olduğunu bildiğiniz şeyi niçin istiyorsunuz?". Bu sö­zün asıl gayesi şu hususu açıklamaktır: "Allah, bana bu husustaki maslahat sebebiyle Bünyamin'i alıkoymamı emredip, vahyetti. Eğer Allah'ın emrettiği kimseden başkasını ahkorsam zâlim olur ve vahyin aksine amel etmiş olu­rum ". Bu ifade, onların isteklerini kuvvetli bir şekilde reddetmekte ve Rableri-ne sığınma manası taşımaktadır. Çünkü istenen şey, haksızlık ve zulümdür. Bundan sonra sıra aralarında konuşmaya gelmiştir

Yusuf un kardeşleri, babalarına götürmek zorunda oldukları ve bunun için söz verdikleri kardeşleri Bünyamin'in salıverilmesinden ümitlerini kesince in­sanlardan uzaklaşarak aralarında fısıldaşmaya ve durumlarını istişare etmeye başladılar. Kardeşleri Yusuf u öldürmeye karar verdiklerinde kuyuya atılması fikrini öne süren ve yaşça en büyükleri ya da en isabetli düşünenleri olan Rûbîl ya da Yehûzâ şöyle dedi: 'Muhakkak ki bu, çok önemli bir olaydır. Siz, babanı­zın helak olmamz dışında Bünyamin'i geri götüreceğinize dair sizden söz aldı­ğını hatırlamıyor musunuz? Yine geçmişte kardeşiniz Yusuf meselesinde ileri gittiğinizi ve onu babamzdan ayırdığınızı bilmiyor musunuz? Bu sebeple baba­nızı üzüntü ve keder sahibi yapmıştınız

"Artık babam bana dönmem için izin verene ya da Allah hakkımızda" kar­deşimi almama veya Mısır'dan çıkmamıza imkân verecek şekilde "hüküm vere­ne kadar" Mısır'dan asla "ayrılmayacağım" ve Bünyamin'i orada bırakmayaca­ğım. Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O, sadece hak ve adaletle hükme­der.

Bu onun şahsî kararıydı. Babalarına söyleyecekleri şeyler hususundaki görüşü ise şuydu: "Siz babamza dönün ve ona şöyle söyleyin: "Ey Babamız! Oğ­lun, kralın erzak ölçeğini çaldı. Mısır'da yönetimi elinde bulunduran Vezir, bi­zim ona bildirdiğimiz şeriatımıza uygun olarak onu köle edindi. Biz, bildiğimiz ve gördüğümüz üzere ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarılması dışında onun hırsızlığına şâhid olmadık. Biz, sana söz verirken onun hırsızlık yapıp, köle olarak alıkonacağını bilemezdik. Ya da Yusuf ile başına bir musibetin geldiği gibi yine bir belâ ile karşılaşacağını bilemezdik. Netice olarak, biz gerçeği bil­miyoruz. Çünkü gaybı, Allah Tealâ'dan başka hiç kimse bilmez.

Ey Babamız! Olanları, Mısırlı kervan halkına sor. Hırsızlık, haberi orada yayılmıştır. Ayrıca bizimle beraber erzak getiren kervandakilere de sor. Onlar bu sözleriyle töhmeti kendilerinden uzaklaştırmak için mübalağa ediyorlardı. Çünkü kendileri, hâlâ şüpheli kimselerdi ve Yusuf (a.s.) ile ilgili hadiseden dolayı töhmet altındaydılar sonra Yakup (a.s.)'m oğulları, doğru olduklarını şu kaville desteklediler: "Biz, sana onun hırsızlık yaptığını ve bu sebeple köle ola­rak alıkonduğunu bildirirken tamamen doğru söylüyoruz." Buraya kadar bü­tün söylenenler, Yakup (a.s.)'ın en büyük çocuğunun sözleriydi. Bundan sonra Allah Ttealâ, babalarını zikretmeye başlamıştır

Babaları çocuklarının doğru söylemediklerini gösteren bir tarzda onlara cevap vermiştir. Onlar yalancı bir kana buladıkları Yusuf (a.s.)'ın gömleğiyle geldiklerinde de Yakup (a.s.) onlara aynı şekilde cevap vermişti. Yakup (a.s.) şöyle diyordu:Size nefsiniz arzu ettiğiniz başka bir işi, tatbik ettiğiniz yeni bir hileyi güzel gösterdi. Yoksa siz fetva verip, öğretmeseydiniz, bilmiyorum bu adam çaldığı için hırsızı alıkormuydu

Şu anda yapabileceğim tek şey güzelce sabretmekdir. Böylece ne telaşla­narak hüzünlenir ne de kimseye şikâyette bulunurum. Ben, Allah'ın takdirine razıyım. Sadece O'na derdimi açarım. Böylece , Yakup (a.s.), Allah'dan üç çocu­ğunu kendisine geri döndürmesini ümit etmeye başladı. Bunlar, Yusuf (a.s.), Bünyamin ve Mısır'da kalarak Allah'ın takdirini bekleyen, diğer bir ifadeyle babasının kendisinden razı olup dönmesini emretmesini veya gizlice kardeşini kaçırmayı bekleyen Rûbîl idi. Yakup (a.s.) şöyle dedi: "Belki kendisinden üç ço­cuğumu bana geri döndürmesini istediğim Allah, onları hep beraber bana ka­vuşturacaktır". Yakup (a.s.)'a Yusuf (a.s.)'ın ölmediği ilham edilmişti. Yakup (a.s.) şöyle devam eder: "Benim ne kadar yaşlı ve üzüntülü olduğumu sadece en iyi O bilir ve bütün her şeyi hikmetle yapar ve takdir eder. Zira zorluktan son­ra kolaylık ve sıkıntıdan sonra ferahlık vardır"

"Yakup" çocuklarının anlattıklarını hoş görmeyerek "onlardan yüz çevirdi" ve Yusuf için çektiği eski üzüntüsünü hatırlayarak "Ey benim Yusuf için üzün­tüm" ve kederim! "dedi.

Dolayısıyla iki çocuğunun üzüntüsü, kalbine gömdüğü eski üzüntüsünü depreştirmişti. Bu da göstermektedir ki Yusuf (a.s.)'a karşı olan üzüntüsü, bit­mek tükenmek bilmeyen bir üzüntüydü ve yarası durmadan kanıyor, zamanın geçmesiyle bu dert unutulmuyordu

"Bu üzüntü sebebiyle Yakup'un gözlerine ak düştü, gözleri görmez oldu. Artık kimseyle konuşmuyor, derdini hiç kimseye açmıyor ve çocuklarına karşı içindeki öfkeyi saklıyordu". Denilmiştir ki: "Yakup (a.s.)'ın gözleri, Yusuf (a.s.)'dan ayrılıp ona kavuşana kadar 80 yıl hiç kuru kalmayıp, devamlı göz ya­şı akıttı. Yeryüzünde Yakup (a.s.)'dan daha çok Allah'a hürmet ve tazim göste­ren hiç kimse yoktur.

Zorluklar ve belâlar karşısında aşırı umutsuzluk ve şiddetli üzüntü ve keder insanoğlu için tabîi bir haldir. Şeriatta da sabır ve nefse hakim olmak şartıyla beraber olduğu müddetçe bu hal kınanmamıştır. Zira sabır ve nefse hakimiyet, iyi davranışlara yakışmayacak hareketlere engel olur

Buharî ve Müslim'de geçen hadiste Rasulullah (s.a) de oğlu İbrahim'in vefatı için gözyaşı dökmüş ve şöyle buyurmuştur: "Göz ağlar, kalp üzülür. Biz Rabbimizin razı olduğundan başka şey söylemeyiz. Yâ İbrahim! Senin ayrılı­ğınla biz mahzunuz.

Bazı cahillerin kendilerini frenlemeyip aşırı üzüldükleri zaman yaptığı gi­bi feryad u figân ederek ağlamaları, bağırıp çağırmaları, dövünüp yüzlerine vurmaları ve elbiselerini paralamaları ise İslâm dininde kınanmıştır.

Rasulullah (s.a.) bazı torunları vefat etmek üzereyken gözyaşı dökmüştü. Kendisine "Ya Rasulullah! Bize ağlamayı yasakladığın halde sen mi ağlıyor­sun?" denildiğinde o şöyle buyurdu: "Ben, ağlamanızı yasaklamadım. Sadece iki ahmak sesi size yasakladım. Bunlar ferahlık ve hüzün anındaki seslerdir.

Hasan Basrî, bir çocuk ya da başkası için ağladığında şöyle derdi: "Al­lah'ın Yakup (a.s.)'ın üzüntüsünü kusur olarak saydığını hiç bilmem.

"Babalarına olanları görünce Yakup (a.s.)'ın çocuklarının kalpleri yumu­şadı ve ona acıyarak ve yumuşaklıkla: Yusuf u anıp duruyorsun. Böyle giderse hastalanıp kuvvetsiz düşecek ya da öleceksin. Yani, bu hal böyle devam ederse senin ölmenden ve helak olmandan korkuyoruz, dediler.

Yakup (a.s.), onların bu sözlerine şöyle cevap verdi: "Ben üzüntümü sizden birine veya bir başkasına açmam. Ancak onu ve içinde bulunduğum durumu, dua ederek ve sığınarak Allah'a açarım. Benimle ve dertlerimle uğraşmayın. Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim. O'ndan her iyiliği umuyorum. Çünkü ben, O'nun ihsanından, rahmetinden ve O'na karşı beslediğim güzel zandan biliyorum ki O, ummadığım şekilde beni feraha çıkaracaktır." Rivayet edilmiştir ki Yakup (a.s.), Azrail (a.s.)'i rüyasında görür ve ona "Yusuf un canını aldın mı?" diye sorar. Bunun üzerine Azrail "Vallahi, almadım. O hayattadır, onu iste" der

İbni Abbâs (r.a.) 86. ayetini şöyle tefsir eder: "Ben, Yusuf un rüyasının doğ­ru olduğunu ve Allah'ın mutlaka onu gerçekleştireceğini bilirim.

"Ey Oğullarım!" Mısır'a "gidin, Yusuf ve kardeşini" Bünyamin'in haberleri­ni "arayın" öğrenin. "Tehassur" Aramak hayırlı iş için "Tecessüs" (Araştırmak) ise kötü işler için kullanılır. Yakup (a.s.) da çocuklarına kardeşlerini aramaları için Mısır'a gitmelerini teklif edip onlara Allah'ın kendilerini feraha çıkaraca­ğından ve üzüntülerini gidereceğinden ümitlerini kesmemelerini ve amaçladık­ları işte hiçbir zaman Allah'dan ye'se düşmemelerini tavsiye etti. Zira bilerek Allah'ın kudret ve rahmetini inkâr eden ve Allah'ın kullan hususundaki hik­metinden câhil olan kâfirlerden başka hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez. Müminler ise Allah'ın rahmetinden, sıkıntılardan kurtaracağından ve zorlukları gidereceğinden asla ümitlerini kesmezler

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der "Muhakkak ki müminler, Allah'dan devamlı hayır üzeredirler. Sıkıntıdayken rahmetini umar, ferah içindeyken O'na hamdederler. [128]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler, şu hususlara işaret etmektedir

1- Yakup (a.s.)'ın on oğlunun tavrı küçükken olduğu gibi devam etmiş ve kardeşleri Yusuf (a.s.) ve Bünyamin'e karşı kin, hased ve çirkince davranışları­nı sürdürmüşlerdir. Bu durum, kendi hayat tarzı ve meşreplerinin Yusuf (a.s.) ve Bünyamin'inkinden farklı olduğunu söyleyerek kendilerini temize çıkarma gayretlerinden anlaşılmaktadır. Çünkü onlara göre kardeşleri farklı yolu seçip, hırsızlığı meslek edinmişlerdi. Zira onların anneleri, başka bir kadındı

Gerçek şu ki Yusuf (a.s.)'ın yapmış olduğu hırsızlık Allah'ın rızasına uy­gundu ve görünen o ki küçükken yapılmış bir işti. Oysa küçükler, mükellef de­ğildir. Ayrıca ölçeği de Bünyamin'in yüküne o koymamış, başkası koymuştu

2- Yusuf (a.s.) kardeşlerine kötü bir şekilde ve içindeki duyguları onlara söyleyerek karşılık vermedi. Aksine söylediklerini ve özellikle de "Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı" sözlerini içinde sakladı.

Denilmiştir ki: Yusuf (a.s.) "Durumunuz pek kötüdür!" kavlini; söylemeden önce idmar (gizleme) üslubuyla içinde saklamış, sonra, "Allah, gerçeğin anlat­tığınız gibi olmadığını bilir" diyerek açığa vurmuştur.

3- Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, Bünyamin'in salıverilmesi, ya da yerine içle­rinden birinin alınarak fidye kabul edilmesi için babasının güçsüz, kuvvetsiz ve kocamış olduğunu ileri sürerek Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığınmak istedi­ler. Onlar babalarının yaşlı olduğunu kasdetmiyorlardı. Çünkü bu, kocamış ol­duğundan belliydi. Yine onlar, Yusuf (a.s.)'ın kendilerine karşı bütün davranış­larında büyük iyilikler gördüklerini söyleyerek onun merhametini celbetmek istediler.

Bünyamin'in yerine içlerinden birisinin alınmasını teklif etmeleri mecazen olabilir. Çünkü onlar, suçlunun yerine suçsuz bir kimsenin köle olarak alıkon-masının doğru olmadığını biliyorlardı. Bu olsa olsa Yusuf (a.s.)'ı bu işten vaz geçirmek için mübalağa ifade etmektedir. Meselâ, çirkin bir iş yapan kimseye "Canımı al, ama böyle yapma" denir. Böyle diyen kişi, dediği kimsenin kendisi­ni öldürmesini istemez. Sadece onu vazgeçirmek için mübalağa eder.

Veya "Onun yerine bizden birini köle olarak alıkoy" şeklindeki teklifleri, şahsa kefalet babından gerçek olabilir. Çünkü onlar, Bünyamin'in babalarına gitmesini ve babalarının da durumun vahametini bilmesini arzu ediyorlardı. Şahsa kefalet, dört mezhebe göre caizdir. Hatta, İmam Şafiî'ye göre tercih edi­len görüş budur.

Herhâlükârda İshâk ve Yakup (a.s.)'m şeriatlarında nasıl ki hırsızın köle olarak alıkonması caiz ise aynı şekilde affedilmesi ve yerine başkasının alın­ması da caizdi.

4- Yusuf (a.s.), Bünyamin'in yerine başkasını alıkoymayı reddetmiş ve bu­nun zulüm olduğunu söylemiştir.

5- Yakup (a.s.)'ın çocukları, babalarının kendilerinden Allah'a yemin ettirerek aldığı söz karşısında ne yapacaklannı istişare ettiler. Ayrıca geçmişte Yusuf (a.s.) meselelerinde de ileri gittiklerini hatırladılar. Yaşça en büyükleri veya en isabetli görüşe sahip olan Şemûn veya Yehûze ya da Rûbîl Mısır'da kalmaya karar verdi. Bu bekleyiş, babasından utandığı için babası kendisine dönüş izni verene ya da Allah hakkında kardeşiyle beraber babasına gitmesine hükmedene kadar devam edecekti. Bütün bunlar göstermektedir ki her husus­ta, gizlice fikir alış verişinde bulunmak ve istişare etmek şer'an doğru bir iştir.

Kâdî İyâd Şifâ adlı eserinde şöyle anlatır: Bedevi bir adamın "Ondan son derece ümitsizliğe düşünce konuşmak üzere bir kenara çekildiler" ayetini oku­duğunu işitince şöyle dedi: "Ben şehadet ederim ki hiçbir mahluk böyle söz söy­leyemez." Çünkü bu cümle pek çok mânayı ihtiva etmektedir. Bugün bunlar, gizli bir toplantı yapmak, istişarede bulunmak, babalarına söyleyecekleri sözle­ri tasarlamak ve olayın nasıl cereyan ettiğini anlatmak gibi pek çok cümleyle ifade edilebilir.

6- Yakup (a.s)'ın oğullan, Mısır'da kalan en büyük ağabeylerinin delaletiy­le babalarına şu hususları izah etmek için anlaştılar: Bir hırsızlık olayı meyda­na gelmişti. Ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarıldığını gözleriyle görmüşler­di. Gaybı bilemezlerdi. Ayrıca babalarına söz verirken Bünyamin'in hırsızlık yapacağını ve şeriatlarında karar kılınmış olan cezaya uyularak neticenin köle yapılmaya kadar varacağını da bilemezlerdi.

Neticede en doğru karara varabilmek için düşünürken, en isabetli olanın babalarına dönüp hadiseyi olduğu gibi ona anlatmak olduğunu anladılar.

7- 'Bu bildiğimizden başka bir şey görmedik' diye ayeti olayın bilinmesi hangi şekilde gerçekleşirse onunla şahitliğin caiz olduğu mânasını taşımakta­dır. Eğer olayın belirtilerini anlarlarsa duyanın, görenin, âmânın ve dilsizin şa­hitlikleri sahihtir. Aynı şekilde eğer şahit, yazının kâtibin ya da falancanın ya­zısı olduğundan kesin olarak emin olursa yazı için şahitlik yapılan kimse şa­hitlik yaptırmasa da bu bilgiyle şehâdette bulunması caizdir. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ancak hakkı bilip ona şahitlik edenler bunun dışındadır." (Zuh-ruf, 86).

Müslim, Zeyd b. Hâlid el-Cühenî (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir: "Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? En hayırlı şâhid, kendisine sorulmadan şehâdette bulunan kimsedir."

Yakup (a.s.)'ın oğullan erzak ölçeği kardeşlerinin yükünden çıkanldığı za­man ne gördülerse ona şahitlik etmişler ve zann-ı galipleriyle ölçeği onun çaldı­ğına hükmetmişlerdi.

Birine uğrayan bir kimsenin "Falancaya uğradım ve şöyle şöyle dediğini işittim" diyerek şehâdette bulunması, eğer sözün tamamını anlayıp idrak et­mişse sahih olup bu husustaki şehâdeti caizdir.

Eğer bir kimse yaşının ihtimal vermediği bir şahitliği iddia ederse redde­dilir. Çünkü bu iddiası batıldır ve gözle görülen durum açık bir şekilde onu ya­lanlamaktadır.

Netice olarak duyulara itimat edilerek şehâdette bulunulur. Ama gaybın gerçeğini sadece Allah Tealâ bilir.

8- Yakup (a.s)'ın çocukları babalarını kendilerinin doğru söylediklerine ik­na etmek için ondan bu olanları Mısır halkına ve kendilerinin de içinde bulun­duğu Kenanlılardan oluşan kervana sormasını istediler. Bütün bunlar göster­mektedir ki hak üzere olan ve töhmet altında kaldığını bilen herkes, bu töhmet ve her türlü şüpheyi kendisinden bertaraf etmeli ve kimseye konuşacak laf kal­maması için hak bildiğini açıklamalıdır.

Peygamberimiz (s.a.) de bunu Buharî ve Müslim'in rivayet ettiği gibi Sa-fiyye (r.a.) ile Mescidden dönerken yanından geçen iki kişiye şöyle diyerek tat­bik etmiştir: "Yavaş olun. Bu yanındaki kadın hanımımdır". Yoldan geçen-ler:Subhânallah!" dediler. Rasulullah (s.a.)'ın bu tavrı zorlarına gitmişti. Bu­nun üzerine Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki şeytan insanın da­marlarına kadar girer. Ben, kalplerinize bir vesvese vermesinden korktum".

Yakup (a.s)'ın çocukları, bu kadarla yetinmeyip söylediklerinin doğruluğu­nu daha çok te'kid ederek şöyle dediler: "Sen bizi töhmet altında görsen de gör-mesen de biz doğru söylüyoruz".

9- Her müslümanın; canına, çocuklarına ya da malına bir kötülük geldiği zaman, bu musibeti güzelce sabrederek, rıza göstererek ve Allah'a teslim ola­rak karşılaması ve Allah'ın peygamberi Yakup'a ve diğer peygamberlere uyma­sı gerekir. Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.) ve Bünyamin hadiselerinde "Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi. Benim sabrım, güzel bir sabırdır" demişti. Ancak Yusuf (a.s) hadisesinde "Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir" der­ken, Bünyamin hadisesinde ise "Belki Allah, Yusuf ve iki kardeşini bana geti­recektir" demiştir.

10- Yakup (a.s.)'ın belki Allah, Yusuf ve iki kardeşini bana getirecektir" sö­zü, vahyi bilmesînrien veya ilham- edilmesirrden ya da Azrail'e Yusuf (a.s.)'u so­rup ölmediğini öğrenmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak Yusuf (a.s.)'dan ha­berdar değildi. Yakup (a.s.)'ın geleceklerini ümit ettiği üç çocuğu, en büyükleri Rûbîl, Yusuf (a.s.) ve Bünyamin idi.

11- Yusuf (a.s.)'dan sonra en büyük ve en küçük çocuklarının yok olmala­rıyla Yakup (a.s.)'ın yaralan ve üzüntüsü tazelenerek, şiddetle arttı. "el-Esef' "Geçenlere çok fazla üzülmek" demektir. Gözleri kapandı ve üzüntü sebebiyle altı yıl ağlamaktan dolayı göremedi.

Fakat Allah herşeyin hakikatini bilir ve bu hususlarda bütün aile için ha­zırladığı fazl-ı kereme, ihsana, rahmete ve maslahata uygun bir şekilde hikmet sahibidir.

12- Üzüntü, eğer sabır ve Allah'ın kaza ve kaderine rıza ve teslimiyet gös­termekle yanyana olursa mahzurlu değildir. Çünkü üzüntü, insan tabiatından ve hissindendir. Ancak Allah'ın takdirine karşı gelmek, ah vah ederek ağla­mak, üstü başı yırtmak ve gereksiz laflar etmek sakıncalıdır. Rasulullah (s.a.) -Buharî ve Müslim'in rivayet ettiği üzere- böyle buyurmuştur: "Göz ağlar, kalp üzülür. Biz, Rabbimizi kızdıracak bir şey söylemeyiz."

Böylece, çocuklarının söylediklerini duyunca Yakub (a.s.)'ın kalbi çok da­raldı, onlardan yüz çevirip yanlarından ayrıldı. Sonra tekrar onları çağırarak görüştü

13- Yakup (a.s.)'m oğulları, babalarına karşı şefkat göstererek, yumuşak davranmaya başladılar. Ona bu şekilde üzülmeye devam ederse bunun tehlike­li olacağını, ya hastalanıp kuvvetsiz düşeceğini ya da helak olup öleceğini ha­tırlattılar. Bütün bunlar, insanın yapısına uygun gerçeklerdi

14- Yakup (a.s.), insanlara değil, sadece Allah'a derdini ve üzüntüsünü açarak, O'na dua edip sığındı. Sıkıntı ve üzüntü içinde olan herkesin şer'an yapması gereken de budur

15- Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.), Allah katından, diğer insanlardan bilmediği Allah'ın merhametini, ihsanını ve sıkıntılardan feraha çıkaracağını biliyordu. Yine o, Yusuf (a.s.)'ın rüyasının doğru olduğunu ve küçükken gördü­ğü rüyayı tasdik ederek kendisi, hanımı ve çocuklarının Yusuf (a.s.)'a secde edeceklerini biliyordu

16- Yakup (a.s.), oğlu Yusuf (a.s.)'ın hayatta olduğunu yakînen biliyordu. Bu bilgi ya rüya ya da Azrail'in ona Yusuf (a.s.)'ın canını almadığını bildirmesi neticesinde gerçekleşmişti. İkinci ihtimal daha kuvvetlidir. Bir müddet sonra Yakup (a.s.), tekrar çocuklarıyla yumuşak bir uslubla konuşarak, onlardan Yusuf (a.s.) ve kardeşini aramak için Mısır'a gitmelerini istedi

17- Allah'ın sıkıntıdan feraha çıkaracağından ancak kâfirler ümitlerini ke­serler. Bu da göstermektedir ki kâfir, sıkıntı esnasında ümidini keser. Ayrıca Allah'tan ümit kesmek, büyük günahlardandır. Mümin ise, devamlı surette Al­lah Tealâ'nın kendisini feraha çıkaracağını ümit eder.

Râzî şöyle der: "Bilinmelidir ki kişi, Allah'ın mükemmelliğe gücü yetmedi­ğine, herşeyi bilmediğine ve cömert olmayıp, cimri olduğuna inanmadığı müd­detçe Allah Tealâ'nın rahmetinden ümidini kesmiş olmaz. Eğer bu üç konudan birinde aksi şekilde düşünürse bu durum küfrü gerektirir. Eğer ümitsizlik, an­cak bu üçünden birinin tahakkuk etmesiyle gerçekleşebiliyorsa o zaman bun­lardan herbiri küfürdür. Kâfir olandan başkasının Allah'dan ümidini kesmeye­ceği sabittir." [129]

 

Kardeşlerin Yusuf'u Tanımaları Ve Hatalarını İtiraf Etmeleri; Yusuf (A.S.)Tn Da Onları Affetmes

 

88- Kardeşleri Azîz'in yanına vardıkla­rında "Ey Azîz! Biz ve çoluk çocuğumuz  Şiddetli açlık içindeyiz, pek az bir pa- ray!a geldik. Ölçeği bize tam olarak ver  ve avrıca sadaka da ver. Allah, sadaka  verenl değiştirmeden hatasız olarak har verm i, karşısındakini âciz bırakmaktan başka bir şey değildir.

Allah Tealâ Meryem kıasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil ola­cak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44). Ay­rıeri şüphesiz mükâfatlandırır" dediler"

89-  "Siz Yusuf ve kardeşine bilmeden eler yaptığınızın farkında mısınız?" dedi.

90- "Yoksa sen Yusuf musun?" dediler. "Ben Yusuf um, bu da kardeşim. A ah bize iyilikte bulundu, doğrusu kim Al-lah'dan korkar ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananla n ecrini kesinlik­le zayi etmez" dedi.

91- Kardeşleri: "Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üst tut u tur, doğ­rusu biz  ç işlemiştik" dediler.

92- Yusuf "Bugün size ayıplama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O, merhametl e­rin en merhametlisidir.

93- Bu gömleğimi götürün, babamın yü­züne sürün, görmeğe başlar. Bütün aile­nizi de bana getirin, dedi.

Kelime ve İbareler:

"... pek az bir parayla geldik." Tüccarların kabul etmiyecekleri düşük değerli dirhemlerle geldik.

"Ölçeği bize tam olarak ver." Paramızın değersizliğine göz yumarak veya kardeşimizi geri vererek "bize sadaka da ver. Allah sadaka verenleri şüphesiz mükafatlandırır." En güzel şekilde sevaba nail eder. Tasadduk; mutlak mânada ihsan etme bağışlamak demektir. Fakat örfte sadece Allah Tealâ'dan sevab umularak yapılan işlere denil eye başladı.

Sonra serzenişte bulunarak onlara şöyle "dedi: Siz Yusuf ve kardeşine bilmeden neler yaptığınızın" yaptıklarınızın çirkinliğini ya da sonucunu bilme-den Yusuf u dövdüğünüzün, başkalarına sattığınızın ve daha nice eziyetler yap­tığınızın ve kardeşini de Yusuf dan ayırdığınızın ve ancak acziyet ve zillet için­de konuşabilsin diye onu aşağıladığınızın "farkında mısınız?". Yusuf (a.s.) bü­tün bu sözleri, kardeşlerini kınamak ya da azarlamak için değil, acziyet ve miskinliklerini gördüğünden onları tevbe etmeye teşvik etmek ve onlara şefka­tini göstermek için söyledi.

Yusuf un şekil ve şemailinden onu tanıyınca şöyle dediler: "Yoksa sen Yusuf musun?" Buradaki soru, açıklama ve ispat manası taşır.

"Ben Yusuf um. Bu da" ana baba bir "kardeşim". Yusuf (a.s.), Bünyamin'i kendisiyle olan bağını te'kid etmek ve ona verdiği değeri göstermek için zikret­miştir.

Bizi bir araya getirerek, esenlik ve şeref bahşederek "Allah" bize nimetleri­ni ihsan etti".

"Kim Allah'dan korkar" ve başına gelen belâlara veya Allah'a itaata ya da günahlara "sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini kesinlikle zayi etmez". Muhsin (iyi davranan)'in hem Allah'dan korkan hem de sabreden kim­se olduğuna dikkati çekmek için "hüm" zamirinin yerine "Muhsinîn" ismi geti­rilmiştir.

"Allah seni," yakışıklı ve güzel ahlâklı kılarak, sana mülk ve hâkimiyet vererek ve daha nice nimetler ihsan ederek "bizden üstün tutmuş ve seçmiştir".

"Bugün kınanacak ve azarlanacak değilsiniz." O gün, azarlanacaklarını zannettikleri zaman olduğu için özellikle zikredilmiştir. Bu kavlin takdiri "Si­zin için gerçekleşecek bir azarlama yoktur" şeklindedir.

"Allah sizi bağışlar". Çünkü Yusuf (a.s.), o anda itiraf ettikleri suçlarını affetmişti.

"O merhametlilerin en merhametlisidir." Çünkü küçük günahları da bü­yük günahları da affeder ve tevbe edenlere ihsanda bulunur.

"Bu gömleğimi götürün... görmeğe başlar." Bu gömlek, ateşe atıldığı za­man İbrahim (a.s.)'in giydiği gömlekti. Kuyuya atıldığında da Yusuf (a.s.)'ın üs­tündeydi ve babadan oğula miras kalıyordu. Veya bu, sadece Yusuf (a.s.)'un üzerindeki gömleğiydi. [130]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Söz, bir mahzûfun takdiriyle önceki ayete bağlıdır. Şöyleki Yakub (a.s.), ço­cuklarına, "Gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın" deyince onlar babalarının bu nasihatini kabul ettiler ve üçüncü kez Mısır'a dönerek ümitlerini kesmeden hatta büyük bir umut ve ciddiyetle Yusuf (a.s.) ve kardeşini aramaya başladı­lar. Mısır Veziri Yusuf (a.s.) ile karşılaşınca, kardeşlerinin merhametine sığın­malarından Yusuf (a.s.)'un kalbi yumuşadı, onlara kendisini tanıttı ve böylece 12 kardeş bir araya gelmiş oldu. [131]

 

Açıklaması

 

Yakub (a.s.)'ın çocukları, üçüncü kere Mısır'a gidip Yusuf (a.s.)'ın huzuru­na girdiler. Durumlarını anlatıp Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığındılar. Kalple­ri yumuşatan bir üslupla hallerinin perişanlığını, malların azlığını gerektiği gi­bi şikâyet ederek ona şöyle dediler: "Ey Vezir!" -Babalan bu Vezirin Yusuf (a.s.) olduğunu kuvvetle zannediyordu.- "Biz ve ailemiz, kuraklık, kıtlık, açlık ve yi­yecek bulunamamasından dolayı şiddetli zarara uğradık. Erzak almak için ya­nımızda olan parayı sana getirdik. Ancak bu, pazarda tüccarların iltifat etme­yeceği kadar az ya da önemsiz değersiz bir meblağdır. Bu sebepten bizi cömert­çe davranmana alıştırdığın gibi ölçeği tam olarak ver. Bu değersiz paraları ka­bul ederek bize tasaddukta bulunup, paranın azlığını ya da değersiz oluşunu görmezden gelerek bize müsamaha et. Zira Allah, sadaka verenleri en güzel şe­kilde mükâfatlandırır ve harcadıklarının karşılığını onlara ihsan ederek, kat kat fazlalaştırır."

Böylece Yakub (a.s.)'ın çocukları Yusuf (a.s.)'a, başlarına gelen meşakkat ve zorluğu, yiyecek sıkıntısını ve iki çocuğunu kaybetmesi sebebiyle babaları­nın ne kadar üzüldüğünü anlatmış oldular. Bütün bunlarla Vezirin durumunu gereği gibi bilebilmek, yani kalbinin yumuşayıp yumuşamayacağını, kendisini belli edip etmeyeceğini ve kim olduğunu açıklayıp açıklamayacağını anlamak için onun kalbini yumuşatmayı, ona yalvarıp boyun eğmeyi hedefliyorlardı.

Gerçekten Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığınmada başarılı oldular. Yusuf (a.s.), mülk ve hâkimiyet sahibiydi ve bolluk içindeydi. Babasına ve kardeşleri­ne karşı kalbi yumuşadı ve merhamet duyguları kabardı. Onlara; daha önce Yusuf (a.s.)'a yaptıklarını çirkin bulup bulmadıklarım sorarak şöyle cevap ver­di: "Siz, ana babaya âsi olmak, akrabalık bağlarını kesmek gibi yaptıklarınızın ne kadar çirkin davranışlar olduğunu bilmeden -Yusuf ve kardeşi Bünyamin'e ne kötülükler yaptığınızın farkında mısınız? Yusuf u kuyuya atıp, ölüme ter-kettiniz. Onu kardeşinden ayırdınız ve kardeşine duygusuz ve sert şekilde dav­randınız". Bu konuyla ilgili olarak bazı selef alimleri "Allah'a isyan eden her­kes câhildir, bunu bilgisizliğinden dolayı yapar" diyerek şu ayeti okumuşlardır "Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyenlere... "(Nahl, 16/119).

Bu sorunun maksadı kınamak ve azarlamaktır. Yusuf (a.s.) ise soruyu sor­makla olayın ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermek istemiş, yani "Yusuf a karşı yaptıklarınız ne kadar muazzam bir iştir" demiştir. "Kime isyan ettiğini biliyor musun?" denmesi de bu kabildendir. Doğru olan; Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin kalplerini cana yakın kılmak ve mazeretlerini açıklamak için "Bilmeden" demiş olmasıdır. Sanki o (a.s.) "Bu çirkin işe sizi, çocukluk cehaleti­niz ya da kibriniz sevketmiştir" demek istemiş ve onlara bu çirkin davranışla­rının gerekçesini söylemiştir. Allah Tealâ da şöyle buyurmuştur: "Çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitar, 82/6).

Yusuf (a.s.), bu sözleriyle kardeşlerini azarlamak ya da kınamak isteme­miş; bilâkis onları, kendini tanıtmaya hazırlayarak yumuşak bir şekilde işle­dikleri günahları hatırlatmıştır. Zira artık kardeşleriyle karşılaştığı bu üçüncü seferde kendini tanıtma vakti gelmişti. Bundan önceki iki seferde Allah'ın tak­diri ve emriyle kendini onlardan gizlemişti. İşte Allah Tealâ şöyle buyurmakta­dır: "Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vere­ceksin, diye vahyettik." (Yusuf, 15).

Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, bu hatırlatmayı ve durumlarından haberdar olan bu şahsın sorularını fırsatbilerek Yusuf a hayret ve gariplik ifadesi taşıyan, iti­raf edici ve onun kardeşleri Yusuf (a.s.) olduğunu te'kid eden şu soruyu sordu­lar: 'Yoksa sen, Yusuf musun?' Yani, onlar bu şahsın durumuna şaşırarak ger­çeği öğrenmek istediler. Zira iki seneden fazla bir müddetten beri Yusuf (a.s.)'a gidip geliyorlardı. Onun kim olduğunu bilmedikleri halde onları tanıyor ve kendisini gizliyordu. Fakat bu sefer bu sözleriyle tanımışlar ve gerçekten Yusuf (a.s.) olduğunu anlamışlardı. Sordukları sorular, tanımak için yeterli sorulardı. Ayetteki soru; açıklayıcı ve te'yid edici bir soru şeklidir, denilmiştir ki bana gö­re de bu görüş daha uygundur. Çünkü kardeşleri Yusuf (a.s.)'ı alâmetlerinden tanımışlardı.

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.), başından tacı çıkarana kadar kar­deşleri onu (a.s.) tanımadı. Yusuf (a.s.)'ın başının üstünde bene benzeyen bir alâmet vardı ki aynısı Yakup (a.s.) da da mevcuttu. Yusuf (a.s.) onlara 'Siz, Yusuf a neler yaptığınızın farkında mısınız?' deyince başındaki tacı çıkardı. Böylece kardeşleri onu (a.s.) tanıyarak kendilerinden emin bir vaziyette " 'Mu­hakkak ki sen, Yusuf sun' dediler".

Yusuf şöyle dedi: 'Evet, ben âciz ve haksızlığa uğrayan Yûsufum. Allah, bana yardım etti, kuvvetlendirdi ve şu gördüğünüz nimetlere mazhar oldum. Bu da benden ayırdığınız kardeşim Bünyamin'di." Yusuf (a.s.)'ın maksadı şuy­du: "O da benim gibi zulme uğramıştı. Şimdi gördüğünüz gibi Allah Tealâ ona da nimetlerini ihsan etmiştir."

"Allah uzun müddet ayırdıktan sonra bir araya getirerek bize nimetlerini ihsan etmiş ve dünyada ve ahirette bizi azîz kılmıştır". Bu a'yet, "Bünyamin be­nim kardeşimdir. Onu istemenize bir neden yoktur" şeklindeki bir mânaya işa­ret etmektedir.

"Muhakkak ki Allah'dan; emir ve yasakları hususunda hakkıyla korkan ve Allah'a itaatda ve karşısına çıkan belâ ve musibetlere sabreden herkese Allah yeter. O bütün kötülükler karşısında ona kâfidir ve bütün sıkıntılardan onu kurtarır. Allah, güzel ve sâlih amel işleyenlerin ecrini, dünya ve ahirette kesin­likle zâyî etmez". Bu ayette Allah Yusuf (a.s.)'un sabreden ve güzel amel işle­yen müttakilerden olduğuna şehâdet etmektedir.

"Yusuf un kardeşleri hakkı dile getirip Yusuf un daha üstün olduğunu iti­raf ederek şöyle cevap verdiler: "Allah'a yemin ederiz ki Allah seni ilimle, yu­muşak huylu, güzel ahlâkla, mülkle, bollukla, yetkiyle ve peygamberlikle biz­den üstün kılmıştır". Kardeşleri, Yusuf (a.s.)'a kötülük yapıp, hakkını yedikle­rini ikrar ederek mazeret ileri sürmeden günahkâr ve hatalı olduklarını bildir­diler.

Böylece özür dileyip tevbekâr olduklarını bildirdikten sonra Yusuf (a.s.) kardeşlerini affederek şöyle dedi: "Yaptıklarınızdan dolayı ne bugün ne de daha sonra katımda kınanmayacak, kabahatiniz yüzünüze vurulmayacak ve azar­lanmayacaksınız" Bugün, azarlanma ve ayıplanmanın zannedildiği zaman ol­duğu için özellikle zikredilmiştir.

Yusuf (a.s.), kardeşlerinin affedilmeleri için daha da dua ederek şöyle de­mişler: "Allah, sizin günahlarınızı ve zulmünüzü bağışlar. O, tevbe edenler ve kendisine ibadete dönenler için merhametlilerin en merhametlisidir."

Yusuf (a.s.) kendisini kardeşlerine tanıtıp, onlara babasını (a.s.) sorduğun­da kardeşleri "Çok ağlamaktan gözlerini yitirdi" dediler. Bunun üzerine Yusuf (a.s.), vahiy bilgisiyle onlara şöyle dedi: "Üzerindeki ya da dedelerim ve babam İbrahim, İshak ve Yakub (a.s.)'dan mîras kalan bu gömleği götürün ve varır varmaz onu babamın yüzüne sürün, eskisi gibi görmeye başlar. Çünkü gözüne inen perde Allah'ın fazl-ı keremiyle sevinç ve müjde sebebiyle yok olur. Ailenin bütün erkek, kadın ve çocuklarını bana getirin". Rivayet edildiğine göre Yusuf (a.s.)'ın ailesi erkek, kadın ve çocuk 70 kişiydi. [132]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kişinin açken hâlini bildirmesi caizdir. Bilâkis fakirlik ve benzeri sebep­lerden dolayı kişi, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa durumunu kendisine yardım edebilecek bir kimseye açması gerekir. Aynı şekilde hastalandığı zaman da tedavi için doktora gitmesi gerekir. Böyle yapması, tevekküle ters bir şey değildir.

Tabii ki bütün bunlar; nahoş görmek şeklinde bir şikâyet olmamasıyla meşrudur. Musibetler karşısında zor olana sabretmek en güzeli ve istemekten mümkün olduğu kadar kaçınmak en üstün olanıdır. Allah'dan belâları defetme­sini istemek, kişinin en güzel biçimde derdini aç şeklidir. Zira Yakub (a.s.) da şöyle demişti: "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından; O'nun işleri en güzel şekilde yapması, insanları garip bir biçimde koruyup hi­maye etmesi ve kullarına ihsanı gibi sizin bilmediklerinizi bilirim".

Derdine çâre bulamayacak bi kimseye halini açması ise üzüntüsünü da­ğıtmak ve teselli bulmak dışında abes bir iştir.

2- Sadaka olarak hak edilenden fazlasını istemek caizdir. Mücâhidin de belirttiği gibi sadaka, Peygamberimiz Muhammed (s.a) dışında hiç kimseye ha­ram kılınmamıştır.

İbni Cerir rivayet ediyor, Sufyân b. Uyeyne (r.a.)'ye "Rasulullah (s.a.)'dan önce hiçbir peygambere sadaka haram kılındı mı?" diye sorulunca o şöyle cevap vermiştir: "Sen, 'Ölçeği bize tam olarak ver ve ayrıca sadaka da ver. Allah sada­ka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır' ayetini işitmedin mi?"

3- İmam Mâlik ve diğer âlimler, ölçme ücretinin satıcıya ait olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çünkü Yusuf (a.s.)'un kardeşleri ona "Ölçeği bize tam olarak ver" demişlerdir ve ölçen de Yusuf (a.s. )'dır. Tartan, sayan ve benzerî meslek erbabınm durumu da böyledir. Çünkü belirli bir şeyi ya da ölçmeye, tartmaya veya saymaya gerek duyulmayan bir şeyi satması dışında malı teslim etmek ve di­ğerlerinden ayırmak satıcının görevidir. Yine satıcı ancak ölçerek ya da tar rak hakkı tam olarak verdikten sonra paraya hak kazanır.

Aynı şekilde malın bedeli olan parayı araştırmak da yine satıcının görevi­dir. Çünkü değersiz olduğunu iddia eden kendisidir. Ayrıca faydalanacak olan da dur. Dolayısıyla araştırmak da ona aittir.

Dua ederken "Yâ Rabbi! Bana sadaka ver" denilmesi mekruhtur. Çünkü sadakayı, ancak sevab kazanmayı uman bir kimse verebilir. Allah Tealâ ise hem bütün nimetleri hem de sevabı ihsan eder ve O'ndan başka Rab yoktur.

4- Sözün anlamından ve belirtilerinden hüküm çıkartabilir. Zira Yusuf (a.s.), "Siz, Yusuf ve kardeşine neler yaptığınızın farkında mısınız?" diyerek kardeşlerine hatırlatma ve azarlama mânası taşıyan bir soru yöneltmişti. Böy­lece onlar da onun Yusuf (a.s.) olduğunu anlamışlar ve onaylayan ve isbat eden bir soru sorarak "Yoksa sen Yusuf musun?" demişlerdi.

"Bilmeden...." kavli, kardeşlerinin, Yusuf (a.s.)'u sahraya götürdükleri za­man küçük olduklarını ve bunların peygamber olmadıklarım göstermektedir. Çünkü ancak bu kötü özelliklere sahip olanlar câhil olarak adlandırılırlar. Yine bu ayet, şu anda hallerinin düzeldiğine işaret etmektedir. Yani "Siz bu kötülük­leri, küçükken bilmeden yaptınız".

Yusuf (a.s.)'un kardeşleri, onun Yusuf (a.s.) olduğunu anladılar. Yusuf (a.s.) da kendisini tanıtarak şöyle dedi: "Ben, zulme uğrayan Yusuf um!".

İbni Abbas (r.a.) şöyle der: "Yakub (a.s.), Yusuf (a.s.)'a oğlunun geri veril­mesini istediği bir mektup yazdı. Mektup şöyleydi:

"Allah'ın dostu İbrahim oğlu Allah'ın kurbanlığı oğlu İshak, Allah'ın seçil­miş dostu Yakub'dan Mısır Vezirine!

Ben, imtihan ve musibetlere garkolmuş bir ailenin mensubuyum. All

, dedem İbrahim (a.s.)'i, Nemrut ve ateşle, babam İshâk (a.s.)'ı kurban olmakla ve beni de oğlumla imtihan etti. O, benim en çok sevdiğim yavrumdu. Öyle ki ağlamaktan gözlerimi kaybettim. Ben asla hırsızlık yapmadım ve hırsız babası da olmadım. Vesselam."

Yusuf (a.s.) mektubu okuyunca titremeye başladı ve tüyleri diken diken ol­du. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Artık sabrı kalmamıştı ve sırrını kardeşl

ine söyledi."

Yusuf (a.s.), Allah'ın kendisine ne kadar çok nimetler ihsan ettiğini bildi­rerek şöyle demiştir: "Allah, ayrıldıktan sonra bizi bir araya getirerek, zelîl kıl­dıktan sonra şereflendirerek, kurtuluş ve mülk nasibederek bize lütufta bulundu".

5- Kim Allah'ın emirlerine sarılıp yasaklarından kaçarak Allah'dan sakı­nır, belâlara ve günahlara sabrederse Allah, o kimsenin bu güzel amellerinin sevabını muhafaza ederek, asla boşa çıkarmaz.

6- Günah ve hatalarını itiraf etmek, bağışlanmaya nail olma vesilesidir. Zira Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin "Doğrusu biz, günaha girmiştik" sözü, Yusuf (a.s.) tarafından bağışlanma arzusunu ihtiva etmektedir. Neticede buna muvaf­fak da olmuşlardır. Bilebile kasden yapılmış dahi olsa hataları affetmeye bir engel yoktur. Hata işleyen şekli nasıl olursa olsun Hakka tecavüz etmiştir. Gü­nah işleyen Mmse Hak nizamını aşmış, şüphe ve isyana düşmüş oYut.

7- Allah Tealâ, Peygamberi Yusuf (a.s.)'ın; sabreden ve güzel amel işleyen muttakîlerin sıfatlarına sâhib olduğuna şehâdet etmektedir. Hakk'ın şehâdeti övünmek için yeter de artar bile. Bu bizim için bir eğitim ve alıştırma olup, amelî bir örnektir.

8- Yusuf (a.s.)'un "Bugün azarlanacak değilsiniz" şeklindeki ifâdesi teamül ve affedip bağışlanmak için mükemmel bir örnektir. Zira o, kınamak ve ayıpla-maksızın bir affetme, cezalandırmaya muktedir olunduğu halde bir bağışlama ve herçeşit kin ve intikamdan uzak tüm haklardan feragat etmedir. Bütün bunlara ilâveten bir de Yusuf (a.s.) kardeşlerinin günahlarının bağışlanması ve affedilmesi için dua etmiş ve ahiret yurdunda merhametlilerin en merhametli­si Allah'ın huzurunda rahmete nail olmalarını istemiştir. Bu davranış sadece vahiyden kaynaklanabilir ve nihayet fazl-ı kerem ve ihsanın asıl sahibi, Allah, Tealâ'dır.

Peygamberimiz (s.a.) de Mekke'nin fethedildiği gün Kureyş'i affederek kardeşi Yusuf (a.s.)'m bu eşsiz sözünü tekrarlamıştır.

İbni Merdüveyh, İbn Abbâs (r.a.)'dan ve Beyhakî, Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet eder: Rasulullah (s.a.), Mekke'nin fethedildiği gün Kâ'be kapısının iki yan halkasından tutmuştu. İnsanlar Kâ'be'ye sığınmışlardı. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Vadi doğru çıkan, kuluna yardım eden ve tek başına küfür ve şirk guruplarını hezimete uğratan Allah’a hamd ederim.” Sonra şöyle devam etti: “Ey Kureyş halkı! Size ne yapacağımı zannediyorsunuz?” Onlar, “Musamahakar kardeşin oğlu, sen değerli bir kardeşimizsin, şu anda güç ve kuvvet senin elinde” dediler. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Ben de kardeşim Yusuf un söylediğini söylüyorum. " 'Bugün azarlanacak değilsiniz!" Bunun üzerine Ku­reyş, sanki kabirlerinden dirilmiş gibi Kâ'be'den çıkıverdil

Atâ el-Horâsânî şöyle der: İhtiyaçların giderilmesini gençlerden istemek; yaşlılara nisbetle daha kolaydır. Bakınız, Yakub (a.s.), "Rabbimden bağışlan­manızı dileyeceğim" derken Yusuf (a.s.), "Bugün azarlanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar" demiştir.

9- Yakub (a.s.)'un oğulları, Yusuf (a.s.)'un gömleğini babalarının (a.s.) yü­züne sürünce, Yakub (a.s.) görmeye başladı ve hep beraber büyük bir sevinç ya­şadılar. Kuşeyrî'nin de belirttiği gibi, Enes (r.a.)'in Rasulullah (a.s.)'den merfû olarak rivayet ettiği en sahih görüşe göre bu gömlek, Allah'ın ateşe atıldığı sı­rada İbrahim (a.s.)'a giydirdiği cennet ipeğinden yapılmış gömlekti. İbrahim (a.s.) onu İshak (a.s.)'a o da Yakub (a.s.)'a giydirmişti. Yakub (a.s.) ise nazar değmesinden korktuğu için onu Yusuf (a.s.)'ın boynuna smıştı. Cebrail (a.s.), Yusuf (a.s.)'a gömleğini babasına göndermesini, çünkü onda cennet koku ol­duğunu haber vermişti. Zira cennet kokusu bir hasta ya da başına musibet ge­len bir kimseye isabet ettiği zaman onu hemen iyileştirir, tabi ki bütün bunla-

 rın hepsi Allah'ın Yusuf (a.s.)'a bildirmesiyle gerçekleşmişti. Denilmiştir ki: Bu gömlek, Yusuf (a.s.)'ın üzerinden çıkardığı gömlektir. O, babasının (a.s.) yüz e sürülünce onun gönlü ferahlamış ve son derece neşelenmiştir. Neşe ve sevinç, insanın ruhunu kuvvetlendirir ve duyularındaki zayıflığı giderir. Böylece Yakub (a.s.)'ın görme duyusu da uvvetlenmiş ve ağlama sebebiyle gözlerinde oluşan perde yok olmuştur.

10- Yusuf (a.s.)'ın, kardeşlerinden yur edinmeleri için bütün ailesini Mı­sır'a getir lerini istemesiyle daha büyük sevinç de ger kleşmişti. Ailesi ka­dın erkek, 70 ya da 93 kişiydi. [133]

Yakub (A.S.)'ın, Yûsuf (A.S)'ın Kokusunu Haber Vermesi Ve Müjdecinin Müjdesiyle, Bu Haberin Gerçek Olduğunun Anlaşılması

94-  Kervan, memleke erine dönmek üzere ayrıldığında babaları yanında bu­lunan torunlarına ve diğer insanlara "Bana bunak demezseniz, inanın ki ben Yusuf un kokusunu duyuyorum" dedi.

95-  Çevresindekiler "Allah'a yemin ede­riz ki sen, hâlâ eski hatanı sürdürüyor­sun" dediler.

96- Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yü­züne bırakınca hemen gözleri görmeye başladı". Bunun üzerine Yakub "Ben si­ze, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum, dememiş miydim?" dedi.

97-  Oğulları "Ey Babamız! Suçlarımızın bağışlanmasını dile. Bizler hiç şüphesiz suçluyuz" dediler.

98- Yakub "Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim; şüphesiz O bağışlayıcı ve merhamet edicidir" dedi.

Belagat:

"Allah'a yemin ederiz ki sen, h â eski hatanı sürdürüyorsun." Bu ifâdeye edebiyatta "haber-i inkârı" denir. Yakub (a.s.)'un, Yusuf (a.s.)'un sağ olduğunu haber verdiği çevresindeki sanlar, bu haberi hoş görmemişlerdir. Onlar sözle­rini, yemin, Tallahi ve lâm edatlarıyla pekiştirdiler. [134]

Kelime ve İbareler:

"Kervan memleketlerine dönmek üzere" Mısır'dan "ayrıldığında..." babalan yanında bulunan torunlanna ve diğer insa ara şöyle dedi:

"Doğrusu ben, Yusuf un kokusunu duyuyorum." Allah, ona; Yehûzâ 80 fer-sah^ uzaktayken gömleğin kokusunu hissettirdi. Yani, Allah'ın izniyle ona, üç, sekiz ya da daha fazla günlük mesafeden Yusuf (a.s.)'ın delikanlılık kokusu hissettirildi.

"Bana bunak demezseniz ...", ayette geçen el-fened, ihtiyarlıktan dolayı ki­şinin akıl gücünün zayıflaması (bunama) demektir.

"Çevresindekiler ona şöyle dediler: Sen, hala eski hatanı sürdürüyorsun" hatanda veya Yusuf a aşırı sevginde, onu çokça anmakta ve bu kadar zaman­dan sonra hâlâ ona kavuşma ümidindesin.

"Müjdeci" Yehûzâ "gelip..." Rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Yusuf (a.s.)'ın kan lekeli gömleğini getirerek babamı (a.s.) üzdüğüm gibi şimdi bunu getirerek onu sevindireceğim. "Gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca" sevinç ve surûr sebebiyle canlanarak "gözleri görmeye başladı." [135]

 

Ayetler Arası Îlişki

 

Kardeşlerini bulduktan sonra Yakub (a.s.)'ın çocukları Mısır'da sevince garkoldular. Mısır'a üçüncü kez gittikten sonra mutluluk içinde dönerken bu sevincin izleri Kenan iline intikal etmeye başladı. Allah, Yusuf (a.s. )'ın kokusu­nu hissettirerek Yakup (a.s.)'ın eliyle mucizesini gösterdi. Allah, bu hissi müj­decinin müjdesiyle pekiştirdi. Bu müjdeci, kardeşi Bünyamin kaldıktan sonra babası dönme izni verene kadar Mısır'da kalıp Allah'a sığınan en büyük oğluy­du.

Enes b. Mâlik (r.a.)'dan Vahidî, Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir: 'Bu gömleği götürün, babamın yüzüne sürün, görmeye başlar' kavline gelince: Zalim Nemrut İbrahim'i ateşe atınca Cebrail (a.s.), cennetten bir gömlek ve bir halıyla İbrahim'e geldi. Gömleği giydirip İbrahim (a.s.)'i halı­nın üzerine oturttu. Kendisi de yanına oturarak sohbet etmeye başladılar. İbra­him (a.s.), bu gömleği İshak'a; İshak Yakub'a; Yakub da Yusuf a giydirdi. Yakub gömleği gümüş bir boru içine koyup Yusuf un boynuna astı. Yusuf kuyuya atıl­dığında bu gömlek boynundaydı. [136]

 

Açıklaması

 

Yakup (a.s.)'ın çocuklarının kervanı Mısır hududundan çıkıp Şam bölge­sindeki bugünkü Filistin toprakları olan Kenan diyarına doğru yol almaya baş­layınca Yakup (a.s.), etrafında bulunan torunlarına ve diğer insanlara şöyle de­di: "Ben, Yusuf un ve gömleğinin kokusunu duyuyorum. Eğer bana bunak ve ihtiyar demezseniz beni doğrularsınız".

Abdürkup (a.s.), bu kokuyu sekiz günlük mesafeden duymuştu.

Râzî der ki: "Şöyle demek daha doğrudur: Allah Tealâ, bu kokuyu Yakup (a.s.)'a mucizeleri göstermek kabilinden duyurtmuştur. Çünkü kokunun bu ka­dar uzak mesafeden duyulması alışılagelmişin dışında bir olaydır. Dolayısıyla en doğru ya da en yakın görüşe göre bu hadise Yakup (a.s.)'m bir mucizesidir.[137]

Yakup'un etrafında bulunanlar ona şöyle dediler: "Allah'a yemin ederiz ki, sen Yusuf un hayatta olduğunu, bir gün ona kavuşacağını zannetmen sebebiyle uzun bir süreden beri eski hatanı sürdürüyorsun."

Katâde şöyle der: "Mâna şöyledir: 'Yusuf un sevgisinden hâlâ eski hatanı sürdürüyor, onu bir türlü unutamayıp avunamıyorsun'. Onlar, dedelerine ve büyüklerine, dedelerine ve bir peygambere söylememeleri gereken kaba sözler söylediler".

Haberci, -ki Yusuf un gömleğini taşıyan, Yakub'un oğlu Yehûzâ idi.-Yusuf un ve kardeşi Bünyamin'in hayatta olduklarını müjdeleyerek, gömleği Yakub (a.s.)'ın yüzüne sürdü. Yakup (a.s.) sevincinden hemen eskisi gibi görme­ye başladı.

Süddî şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın gömleğini Yakup (a.s.)'m oğlu Yehûzâ getir­mişti. Çünkü yalancı bir kana bulanmış gömleği getiren de oydu. O, böylece iş­lediği suçu affettirmek istemişti. Gömleği getirerek babasının yüzüne bıraktı. Yakub (a.s.)'ın hemen gözleri açıldı".

Yakup (a.s.), etrafındaki çocuklarına, torunlarına ve diğer insanlara şöyle dedi: "Ben, siz Mısır'a giderken Yusuf u aramanızı ve Allah'ın rahmetinden kesmemenizi istediğimde size 'Doğrusu ben, Allah Tealâ'dan gelen vahiyle O'nun katından sizin bilmediğiniz şeyleri ve Allah'ın Yusuf u bana kavuştura­cağını biliyorum' dememişmiydim." "Ben.... biliyorum" kavli, yeni bir cümle olup, başka bir sözle alâkası olmayan bir mübtedadır. Yakup (a.s.)'ın daha önce onlara söylediği "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim" sözünün, bu lafızla ilgisinin olması da mümkündür.

İşte o anda çocukları, babalan Yakub'a arkalarını dayayarak, O'nu yücel­terek ve ondan istirham ederek şöyle dediler: "Suçlarımızın bağışlanmasını di­le. Zira biz, günah işledik, Allah'a âsi olduk. Şimdi ise tevbe edip Allah'a dön­dük. Sana ve kardeşlerimiz Yusuf ve Bünyamin'e yaptıklarımıza pişmanız."

Babalan Yakup (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: "Gelecekte Rabbimden ba­ğışlanmanızı dileyeceğim. Çünkü Rabbim, günahları affedip örter, kullanna merhamet eder." [138]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetlerden şu hususlar anlaşılmaktadır:

1- Allah Tealâ'nm kendileri vasıtasıyla harikulade, alışılmışın dışında mu­cizeler göstermesi sebebiyle peygamberler, diğer insanlardan ayrılırlar. İşte bu mucize sebebiyle Yakub (a.s.), çocuklannın, Yusuf (a.s.) ile sıcak karşılaşması müjdesiyle gelmeden önce, Yusuf (a.s.)'ın ve gömleğinin kokusunu haber vere­bilmiştir.

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Bir rüzgâr esti ve Yusuf (a.s.)'ın gömleğinin ko­kusunu Yakub (a.s.)'a taşıdı. Arada sekiz günlük mesafe vardı". Bu görüşe göre de kokunun duyulması için ancak derin bir idrak ile anlaşılabilen Rabbânî bir yardıma ve rûhânî bir desteğe ihtiyaç vardır.

2- Yine Allah Tealâ'nın irâdesi ve yardımıyla; gömleğin yüzüne konulma­sıyla Yakub (a.s.) şifa bulmuş ve böylece başka bir mucize gerçekleşmiştir. Zira Allah, bir şeyi dilediği zaman ona sadece "01" der, o da oluverir.

3- Yakub (a.s.)'ın yanında bulunanların söyleyecekleri sözlere husûmet ve kibir karışmıştı. Bu sözleri, bir peygambere söylemek kesinlikle yakışık almaz. Hele ki bu sözü torunları ve çocukları söylerse büyüklerine ve babalarına daha fazla isyan etmiş olurlar.

4- Yakub (a.s.) müjdeciye mükâfat olarak verebileceği hiçbir şey bulamadı. Ancak "Allah, sana ölüm sarhoşluğunu kolaylaştırsın" diyerek dua etti. Bu dua, en büyük hediyelerden ve en faziletli ihsanlardandır. Ayet, müjde esnasın­da hediye vermenin caiz olduğuna delildir.

Ka'b b. Mâlik (r.a.) şöyle der: "Bana müjde vermek için bir kimse geldiğin­de elbisemi çıkardım ve müjdesi sebebiyle ona giydirdim."

Yine ayet, keder ve sıkıntı geçtikten sonra sevinci göstermenin caiz oldu­ğuna delildir. Bu durumda çocuklar sevindirilir, ziyafet verilir ve benzeri güzel işler yapılır.

Ömer (r.a.), Bakara suresini ezberledikten sonra bir deve kesmiştir.

5- Allah, yolun sonunda ve neticede peygamber-i kirâmma yardım ettiği gibi çocuklarına ve etrafındaki tüm insanlara karşı peygamberi Yakub (a.s.)'a da yardım etmiştir. Bundan da anlaşılmaktadır ki peygamberler karşısındaki insanlar, devler karşısındaki cüceler gibidir. Yakub (a.s.)'ın çocukları, babala­rından özür dilemekten başka çare bulamadılar. Ondan kendilerinin bağışlan­ması için Allah'a dua etmesini istediler. Çünkü onlar babalarını, ancak sorum­lu tutmamasıyla, müsamaha etmesiyle ve kardeşleri Yusuf (a.s.)'ın affettiği gi­bi bağışlamasıyla günahın kalkacağı, ya da suçun düşeceği bir biçimde üzmüşler­di.

Bu hüküm, bir müslümanın canına, malına veya diğer sahip olduğu şeyle­re, zulmederek eziyet eden herkes için sabittir. Bu şekilde haksızlık eden bir kimsenin, karşısındakinden helâllik dilemesi, bağışlamasını ve müsamaha et­mesini istemesi ve yaptığı haksızlığı ve miktarını bildirmesi gerekir. Doğru olan, sebebini açıklamadan sırf helallik dilemenin fayda vermeyeceğini bilmek­tir. Zira kişi, karşısındakine mühim ve kayda değer bir haksızlık yaptığını söy­lese, belki de haksızlığa uğrayan hakkını helâl etmeye gönlü razı olmaz.

Ebû Hüreyre (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­tir: "Kim, kardeşinin ırzına veya herhangi bir şeyine haksızlık edip, zulmettiyse dinar ve dirhemlerin yok olmasından önce o gün ondan helâllik dilesin. Eğer haksızlık edenin sâlih bir ameli varsa zulmü kadar ondan alınır. Eğer iyilik ve sevapları yoksa bu sefer mazlumun günahlarından alınıp haksızlık edene verilir."

Rasulullah (s.a.)'ın "Zulmü kadar ondan alınır" sözü, yapılan haksızlığın miktarının bilinmesini, işaret edilmiş ve açık olmasını gerekli kılmaktadır.[139]

6- Yakub (a.s.), çocuklarının bağışlanma istekleri ve onlara dua için acele etmedi, İbni Abbâs (r.a.)'ın da dediği gibi seher vaktine kadar bekledi

Tavus şöyle der: "Cuma gecesinin seher vaktine kadar geciktirdi. Bu da Muharrem'in onuncu gününün gecesine denk geliyordu". Birçok müfessir bu görüştedir

Yakub (a.s.)'ın bu tutumu, Yusuf (a.s.)'ınkinden farklıydı. Çünkü birinci dua hemen yapılmış, ikincisi ise daha sonraya kalmıştı. Bunun sebebi şuydu: Baba, aynı zamanda bir eğitimci gibi davranmalı idi. Yakub (a.s.) çocuklarının işledikleri günahı küçümsememelerini istiyordu. Ayrıca onlar doğrudan Yakub (a.s.)'a karşı değil, bilâkis Yusuf (a.s.) ve kardeşine karşı suç işlemişlerdi. Da­hası onların hataları, pek çok zarara neden olan büyük bir günahtı ve hâlis bir tevbeyi, aşın bir pişmanlığı gerektiriyordu. Sırf affedilmeyi istemekle geçiştiri­lebilecek bir şey değildi. Buna mukabil Yusuf (a.s.), kardeşlerini cezalandırma­ya muktedirdi, kardeşleri ise güçsüzdü. Bu sebepten Yusuf (a.s.), kendilerinden intikam alacak şeklindeki korkularını yenmeleri ve sükûnete kavuşmaları için hemen onlara emniyet içinde olduklarını söyledi. Ayrıca Yusuf (a.s.) ansızın kendisinin kardeşleri olduğunu öğrenmelerinin akabinde sevincini belli etti ve insanların, güçlüyken affetmenin faziletini görmelerini sağlayarak, insanlar için güzel bir örnek olmak istedi[140]

 

Yakub (A.S.) Ailesinin Mısır'da Buluşması

 

99- Yusuf un yanına geldiklerinde o, anasını babasını bağrına bastı, "İnşâal-lah emniyet içinde Mısır'a girin" dedi.

100- Ana babasını tahtın üzerine oturt­tu. Hepsi ona secde ettiler. O zaman Yusuf "Babacağım! İşte bu, vaktiyle gör­düğüm rüyanın neticesidir. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden geti­ren Rabbim bana pek çok iyilikte bu­lundu. Doğrusu Rabbim dilediği husus­larda lütufkârdır, O şüphesiz (herşeyi) en iyi bilendir, hakimdir" dedi.

 

Belagat:

 

"Allah dilerse" ifadesi dua cümlesi olup bereket isteğiyle getirilmiş ve emîn olmaları Allah Tealâ'nın iradesine bağlanmıştır. Ayette takdim ve tehir vardır, takdiri "inşâallah, emîn olarak Mısır'da yerleşin" şeklindedir.

"Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun için secdeye kapandılar". Burada "Ebeveyhi" kelimesinden maksat babası, annesi ya da tağlîb kabîlin-den teyzedir. Zira burada tağlîb sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade eden "Ra-fea" kelimesi, ana babaya gösterilecek saygının önemine binâen, her ne kadar lafız bakımından secdeye kapanma manasına gelen "Sücud" kelimesinden önce gelmişse de mana itibarıyla ondan sonradır. "Hepsi onun için secdeye kapandı­lar, sonra ana babasını tahtın üzerine oturttu" demektir. [141]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Yusuf un yanına geldiklerinde" Sözde hazif olup takdiri şöyledir: Yakub (a.s.) bütün aile halkıyla yola çıktı. Yolculuğun sonunda Yusuf (a.s.)'la karşılaş­tılar o, babasını, annesini "veya teyzesini" bağrına bastı," Teyze manası, onun anne yerine kullanılmasıyla verilebilir. Şu ayette de amca, baba manasında kullanılmıştır: "...Ve babaların İbrahim, İsmail, İshak'ın ilâhı olan tek ilâha kulluk edeceğiz" (Bakara, 2/133). Aslında İsmail, Yusuf (a.s.)'un amcasıydı.

"Hepsi ona secde ettiler." Ana babası ve onbir kardeşi onun için secdeye ka­pandılar. Bu, ibadet için ya da alnı yere koyarak yapılan bir secde olmayıp, se­lâm, hürmet ve ta'zim için ve eğilerek yapılan bir secdedir. Çünkü o devirde onlar birbirlerini bu şekilde selamlarlardı. "îşte bu vaktiyle gördüğüm rüyamın neticesi..." onun tabiri buydu.

"Beni hapisten çıkaran...." Yusuf (a.s.), kardeşleri utanmasın diye uygun­suz bir davranıştan kaçınarak 'kuyudan' dememiştir. "Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu".

"Doğrusu Rabbim dilediği şeylerde lütufkârdır". Öyle ki bütün zorluklar, Allah'ın iradesiyle kesin sonuca varırlar.

"O, şüphesiz" "yarattıklarını, maslahat ve işleri idare şekillerini "bilendir," yaptıklarında "hikmet sahibidir." Her şeyi vakti gelince ve hikmetinin gerektir­diği şekilde yapar. [142]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Yusuf (a.s.), kardeşlerinden bütün ailesini getirmelerini istedikten sonra... şimdi burada Yakup (a.s.) ailesinin, Kenan ilinden Mısır'a doğru yola çıktığı haber verilmiştir. Yusuf (a.s.), onları karşılamaya çıkar, beraberinde ise kralın emriyle devlet erkânı da bulunmaktadır.

Yakup (a.s.)'ın çocuklarının Mısır'a yaptıkları yolculukların dördüncü­sünde artık aile hep beraber bir araya gelmiştir. Onlar, Yusuf (a.s.)'ı izzet ve azamet sahibi olarak görmüşlerdir. Böylece onbir kardeşinin, babalan Yakub (a.s.), anne ya da teyzeleriyle beraber secde etmeleriyle Yusuf (a.s.)'un rüyası gerçekleşti. Nihayet ayrılıktan sonra biraraya gelmişler ve mutsuzken sevince garkolmuşlardı.

Rivayet edildiğine göre Yusuf (a.s.), yol hazırlığı için babasına gerekli mal­zemeleri ve 200 binek göndermişti. Yine Yusuf (a.s.) ve Mısır kralı 4 bin asker, ülkenin ileri gelenleri ve Mısır halkıyla beraber Allah'ın peygamberi Yakub (a.s.)'ı karşılamaya çıktılar.

Denilmiştir ki Yakup (a.s.) ve çocukları, kadın ve erkek 72 kişi Mısır'a gir­diler. Oradan Musa (a.s.) ile birlikte çıktılar ve sayıları, (çoluk çocuk, yaşlılar hariç) 600570 küsur asker kadardı.

Yakup (a.s.), oğlu Yusuf (a.s.)'ın yanında 24 ya da 17 sene kaldı Yusuf (a.s.)'dan 18 veya 40 ya da 80 sene ayrı kalmıştı. Ölümü yaklaşınca Yusuf (a.s.)'a, vasiyeti yerine getirerek cenazeyle bizzat kendisi ilgilendi ve Yakup (a.s.)'ı oraya defnetti.

Daha sonra Mısır'a dönerek babasının (a.s.) ardından 23 yıl daha orada yaşadı. [143]

 

Açıklaması

 

Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinden, kendisiyle beraber Mısır'da kalmaları için bütün ailesini Kenan diyarından Mısır'a getirmelerini istemesi üzerine babası, teyzesi, kardeşleri ve aileleri geldiler. Yusuf (a.s.), yaklaştıkları haberini alınca onları karşılamaya çıktı. Mısır kralı, Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.)'ı karşılamaları için erkânına ve ülkenin ileri gelenlerine Yusuf (a.s.) ile gitmelerini em­retti. Yusuf (a.s.) ailesini büyük bir kalabalıkla karşıladı. Ailesi, görkemli bir saltanat içinde bulunan Yusuf (a.s.)'ın yanına girdiler. Yusuf (a.s.) ana babasını bağrına basıp onları kucakladı. Ebeveyni, İbni Cerîr'in de tercih ettiği görüşe göre annesi ve babasıydı. Zira annesi hayattaydı. Veya Yusuf (a.s.), babasını ve teyzesini bağrına basmıştı. Çünkü annesi vefat etmiş, babası da teyzesiyle ev­lenmişti.

Yusuf (a.s.), ailesinin bütün fertlerine şöyle dedi: "İnşaallah, canlarınız­dan, mallarınızdan ve ailelerinizden emin olarak Mısır'da yerleşin. Sizin için bir korku yoktur, artık asla üzülmeyeceksiniz de."

Yusuf (a.s.), hürmet ve tazim göstererek anne ve babasını kendisiyle bera­ber tahtına oturtarak, onları yüceltti. Onbir kardeşi ve anne babası, Yusuf a t a.s.) ibadet ve ta'zim maksadıyla değil, bilâkis selâm vermek ve hürmet gös­termek için secde ettiler. O devirde krallar ve ileri gelen şahsiyetler, bu şekilde eğilerek selâmlanırlardı.

Görülmektedir ki ayetin başında bir hazif vardır. Takdiri: "Yakub (a.s.) ve ailesi Mısır'a geldiler" şeklindedir. Yine "İnşaallah" kavli ile ifade edilen Al­lah'ın meşîeti, "emin olarak..." kavlinden önce zikredilmiştir. Çünkü maksat, onların Mısır'a emniyet ve selâmet içinde girmelerini ifade etmektir. Ayette, yi­ne tahta oturtmakla secde etmek arasında da bir takdim ve te'hir vardır. Aslın­da onlar önce secde edip sonra krallık tahtına oturtmuşlardır. Fakat ayette, an­ne babayı yüceltmenin önemine binâen tahta oturmaları önce zikredilmiştir.

İşte o anda Yusuf (a.s.)'ın hatırına küçükken gördüğü eski rüyası geldi. Anne ve babasının ve kardeşlerinin secde ettiklerini görmesi sebebiyle Yusuf a.s.) şöyle dedi: "Ey Babacığım! İşte bu secde küçükken gördüğüm 'Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm' şeklindeki eski rüya­mın neticesidir".

Muhakkak ki o görülen rüya, gerçek, doğru ve sâdıka çıkmıştı. Çünkü pey­gamberlerin rüyaları haktır, sabittir. Meselâ: ibrahim (a.s.)'in rüyasında oğlu­nu kestiğini görmesi, gerçek hayatta onu kesmesinin farz olmasına sebep ol­muştur. Aynı şekilde Yusuf (a.s.)'un görüp, daha önce babasına anlattığı bu rü­ya da bu secdenin gerekliliğine sebep olmuştur.

"Beni hapisten kurtaran, bana mülk veren ve sizi çölden getirip, şehrin ra­hatlığına kavuşturan Allah Tealâ, bana pek çok iyilikte bulunup, nimetlerini ihsan etti." Yakup (a.s.)'m ailesi, çölde yaşıyor, hayvancılıkla uğraşıyor ve zor­luk ve sıkıntı içinde hayatlarını sürdürüyorlardı.

Yakup (a.s.), kardeşlerini kınamamak, onlara hürmet göstermek ve haya­larım zedelememek için kuyudan çıkarılışından bahsetmedi. Ayrıca hapishane, başına gelen en son ve kuyuya atılmaktan daha tehlikeli bir musibetti. Çünkü kadın konusunda itham edilmişti. Yine, kuyudan çıktıktan sonra hükmeden değil köle olmuşken, hapisten çıkınca bakan oldu. Böylece hapisten kurtulma­sı, tam manasıyla nimetlere garkolunmasına daha yakındı.

"Bütün bunlar, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozup, onlara vesvese verdikten sonra oldu." Yusuf (a.s.) kardeşleriyle arasının bozulmasını şeytana nisbet etmiştir. Çünkü şeytan bozgunculuk sebebidir. Ayrıca bu ifade ile kar­deşlerine değer verdiğini göstermek istemiştir.

Rabbim bir şeyi dilediği zaman, onun için sebepler kılar, onu takdir eder ve kolaylaştırır. O, şüphesiz kullarının maslahatlarım bilen, sözünde, fiillerin­de, kaza ve kaderinde, seçtiği ve dilediği şeylerde hikmet sahibidir. [144]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetlerden aşağıdaki hususlar anlaşılmaktadır:

1- Çocukla, anne babası arasındaki merhamet bağları yaratılıştan gelen bir histir. Bu sebepten Yusuf (a.s.)'m ebeveynine gösterdiği hürmet, kardeşleri-ninkine nisbetle çok daha fazlaydı. Yusuf (a.s.) anne ve babasını kucaklayarak, bağrına bastı ve onları kendisiyle beraber tahta oturttu. Buna karşılık ailenin diğer fertlerine sadece, "İnşâallah, emniyet içinde Mısır'a girin." dedi.

2- "İnşâallah, emniyet içinde Mısır'a girin." kavli, devlet başkanının başka bir ülkeden kendi memleketine gelenlerin emniyetlerini sağlamak zorunda ol­duğuna delildir. Bu emniyet, can, aile ve mal emniyetini ihtiva etmektedir.

Bu ifadeden maksat, İbni Abbâs'ın da bildirdiği gibi "Emniyet içinde orada yerleşin" dir. Her iki lafız da birbirine mana bakımından yakın olduğu için, "kalmak, yerleşmek" yerine "girmek" lafzı kullanılmıştır.

Ama gerçek emniyet sadece Allah'ın dilemesiyle olur. Bu sebepten Yusuf (a.s.), "Eğer Allah dilerse.." kavliyle bu durumu belirtmiştir. "Ey Müminler! Siz, Allah dilerse güven içinde... Mescid-i Haram'a gireceksiniz" (Fetih, 38/27) ayeti de bu kabildendir.

3- Müfessirler şu konuda icma etmişlerdir: Yusuf (a.s.)'ın ailesi, ona secde ederken bunun gayesi ibadet etmek, ya da yere kapanmak değil; bilâkis selâm vermek için adetleri olduğu şekilde onun önünde eğilmekti. Allah Tealâ, bizim şeriatımızda bütün bunların hepsini neshetmiş, kaldırmıştır.

Selâm verirken iki büklüm olmanın neshedümesine rağmen üzüntüyle be­lirtelim ki bazı müslümanlar buna dikkat etmiyorlar ve şu anda batılıların yaptığı gibi selâm verirken iki büklüm olup, insanların önünde eğiliyorlar.

İbni Abdilberr Temhîd'te Enes b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet eder: "Biz, 'Yâ Rasulullah (s.a.)! karşılaştığımızda birbirimizin önünde eğilelim mi?' diye sorunca Rasulullah (s.a.) 'Hayır' dedi. Yine biz 'Birbirimizin boynuna sarı­lalım mı?' diye sorduk. Rasulullah (s.a.) 'Hayır' dedi. Bu sefer 'Musafaha yapa­bilir miyiz?' diye sorunca Rasulullah (s.a.) 'Evet, yapabilirsiniz' buyurdu".

Gelen kimse için ayağa kalkmaya gelince, Rasulullah (s.a.)'ın şu sahih ha­disinde bir grup Evsliye emrettiği gibi eğer ayağa kalkılamn, bu iş nefsine hoş gelmiyorsa caizdir: Ebu Davud, Ebû Saîd (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Efendiniz ve en hayırlınız için ayağa kalkın" Gelen Sa'd b. Muaz (r.a.) dır. Fakat nefsine hoş gelir ve bundan kendine bir pay çı­kartırsa, bu hususta ona yardım etmek caiz değildir.

Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İnsanların, önünde ayakta durma­sından hoşlanan kimse cehennemde oturacak yerini hazırlasın."

Yakında olmayıp uzaktaki bir kimseye el ile işaret etmek caizdir. Kişi se­lâm verirken öne doğru eğilmez. İki büklüm olarak öne doğru eğilmek, boyun eğmek manasına geldiğinden sadece Allah için olur. El öpmek ise Arapların dı­şındaki kavimlerin (Acemlerin) yaptığı bir âdettir.

Musafaha yapmakta bir beis yoktur. Zira Rasulullah (s.a.), Habeşistan'dan gelen Cafer b. Ebî Talib (r.a.) ile musafaha yapmış, yapılmasını emretmiş ve bunu mendup kabul etmiştir.

İbn Adiyy, İbn Ömer (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Musafaha yapın ki düşmanlık ve gizli kinler yok olsun." Bu hadis za­yıftır.

Galib et-Temmar, Şa'bî, Rasulullah (s.a.)'ın ashabının birbirleriyle karşı­laştıkları zaman musafaha ettiklerini rivayet etmiştir

4- Yusuf (a.s.), Allah'ın kendisine ve ailesine ihsan ettiği bazı nimetleri saymıştır. Hapisten kurtulması, ailesinin Kenan ilindeki çölden gelmesi ve Al­lah'ın kullarını muvaffak kılması, koruyup himaye etmesi ya da onlara yumu­şak davranması, bu nimetlere birer misaldir. Öyle ki Allah, şeytan kendisiyle kardeşleri arasına kıskançlık soktuktan sonra ailesini görkemli ve sevindirici bir şekilde bir araya toplamıştı. Üstelik hepsi Allah Tealâ'nın sayesinde ve O'nun insanıyla güzel sona ulaşmıştı

5- Yusuf (a.s.)'ın küçükken gördüğü rüya gerçekleşmiştir. Rüyanın görül­mesiyle gerçekleşmesi arasındaki müddet hakkında alimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Bu müddet, 80, 70 veya 40 senedir. Alimlerin çoğunluğu son gö­rüşü desteklemişler ve bu sebepten "Rüyanın neticesi ancak 40 yıl sonra belli oldu" demişlerdir

6- Eğer Allah Tealâ, bir şeyi dilerse onun sebeplerini hazırlayıp, o işi ko­laylaştırır. Yusuf (a.s.)'m babası ve kardeşleriyle, sevgi ve muhabbet içinde bir araya gelmeleri, iyi bir hayat sürmek ve mutlu olmak, kulların kolayca elde edemeyeceği hedeflerdir. Ancak, Allah Tealâ, kullarına yumuşaklık ve lütufla iyilik ve merhamet eder. Çünkü O, sonu olmayan ve mümkün olan bütün tec­rübeleri bilir, bütün işlerinde hikmet sahibidir. Ayrıca asla hükmüne karşı ge­linmez ve abes ve batıl olan herşeyden uzaktır. [145]

 

Kapsamlı Bir Dua

 

Yusuf (a.s.), bu duasında Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri zikreder ve Rab-binden kendisine güzel bir akıbet nasib etmesini ister

101- "Rabbim! Bana mülkün bir kısmını verdin, ilâhi kitapların te'vilini ve rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve  yerin yar adanı! Dünya ve ahiret işlerinıi yoluna koyan sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni salih kimselerle beraber kıl.

 

Kelime ve İbareler

 

"Mülkün bir kısmı" olan Mısır ülkesini "verdin"

"İlâhi kitapların te'vilini ve rüya tabirini öğrettin". Bu kavildeki (min) teb'îz için olup, "bazı, bir kısım" manası taşır. Çünkü Yusuf (a.s.)'a bütün te'vil ve tabirler öğretilmemişti

"Ey göklerin ve yerin yaradanı! Dünya ve ahiret işlerimi yoluna koyan" ya da bana nimetler veren "Sensin"

"Ve beni" atalarımdan "sâlih olanlarla" ya da diğer sâlih kimselerle "bera­ber kıl." Yusuf (a.s.), bu duasından sonra bir hafta ya da daha fazla yaşadı ve 120 veya 107 yaşında vefat etti.

Mısırlılar, Yusuf (a.s.)'ın defnedilmesi hususunda fikir ayrılığına düştüler ve nihayet onu mermer bir lahite koyarak, her iki taraf da teberrük etsin diye Nü'in en yüksek noktasına defnettiler. Daha sonra Musa (a.s.), Yusufu (a.s.) Filistin'deki atalarının mezarlığına nakletti. Yakub (a.s.) ise Yusuf (a.s.) ile be­raber 24 yıl Mısır'da ikamet ettikten sonra vefat etti. Şam'da babasının yanma defnedilmeyi vasiyet etmişti. Yusuf (a.s.), babasını oraya götürerek oraya def­netti. Daha sonra Mısır'a dönerek 23 yıl daha yaşadı

Yusuf (a.s.) Allah'ın kendisini, babası ve kardeşleriyle bir araya getirmesi, peygamberlik ve hâkimiyet ihsan etmesi sebebiyle Onun lütuf ve ihsanına hamdetmişti. Bundan sonra, bu duayı yaparak Rabbinden, dünyada kendisine nimetlerini tamamladığı gibi ahirette de bu nimetlerini devam ettirmesini, kendisini müslüman olarak öldürmesini ve sâlih insanlarla beraber kılmasını istemiştir[146]

 

Açıklaması

 

Yusuf (a.s.), babası ve kardeşleriyle buluştuktan sonra şöyle dedi: "Rab-bim! Bana Mısır'ın hakimiyetini verdin ve beni onda mutlak tasarruf sahibi kıldın. Hükmümü kimse tartışamaz, bana karşı gelemez ve hiçkimse bana ha­set edemez oldu

Rivayet edilmiştir ki, Yusuf (a.s.), Yakup (a.s.)'ın elinden tutarak onu hazi­ne dairesinde dolaştırmış, altın ve gümüş, zinet eşyaları, giyecek ve silâh depo­larına sokmuştu. Kırtasiye malzemelerinin bulunduğu depoya girince Yakub (a.s.) "Yavrucuğum! Bu kadar yazı malzemesine sahipsin. Bana sekiz konak mesafeden bir mektub bile yazmadın" Seni alıkoyan neydi? dedi. Yusuf (a.s.) "Bana Cibril (a.s.) mâni oldu" deyince Yakup (a.s.) "Sebebini sor bakalım" dedi. Yusuf (a.s.) "Bu, senin için daha kolay" diye cevap verdi. Bunun üzerine Yakup (a.s.), Cibril (a.s.)'e sebebini sorunca Cibril (a.s.) şöyle dedi: "Sen, 'Onu kurdun yemesinden korkuyorum' dediğin için Allah Tealâ, bana böyle emretti. Ondan korkmalıydın, değil mi? buyurdu

"Mülkün bir kısmını..." ve "bazı rüyaların tabirini..." kavillerindeki "Min" tebîz (bazı, bir kısım) içindir. Çünkü Yusuf (a.s.)'a sadece dünya mülkünün bir kısmı olan Mısır topraklan verilmiş ve bazı tabirler öğretilmişti

"Sen, göklerin ve yerin yaradanısın.

Dünya ve ahirette bana yardım eden ve bütün işlerimi yoluna koyan Sen­sin. Çünkü dünyada nimetlerine garkoldum. Bu nimetleri ahirette de devam ettir.

"Benim canımı" boyun eğmiş ve emirlerine uyar vaziyette, "İslâm üzere al" îbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.)'dan önce kesinlikle hiçbir peygamber ölümü temenni etmemişti."

"Ve beni salih kimselerle kıl." Ve beni, genel olarak nebilerle ve rasûllerle beraber, husûsî olarak da atalarım İbrahim, İsmail, İshak-ve Yakub ile beraber kıl. Allah, Yusuf (a.s.)'ı tertemiz olarak Mısır'da vefat ettirdi. Nil'de mermerden bir lahit içine defnedildi. Fakat 400 sene sonra Musa (a.s.), lahiti Beyt-i Mak-dis'e naklettirdi ve atalarıyla beraber oraya defnedildi. [147]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayet, peygamberlerin sîretinin ne kadar yüce örneklerle dolu olduğunu göstermektedir. Zira Allah Tealâ'nın Yusuf (a.s.)'a dünyada ihsan ettiği hâkimi­yet ve rüya tabir etme gibi nimetleri, onun ahirette Allah Tealâ'nın rızasını is­temesine engel olamamıştır. Çünkü asıl olan, son nefesi güzel bir şekilde vere­bilmek ve müminin ahirette karşılaşacağı ebedî nimetlerdir. Ayrıca ahiret yur­du daha hayırlı ve ebedîdir. Yusuf (a.s.), peygamberlerin makamından ve şeref­lerinden daha azını istemeyen bir peygamber olması hasebiyle, Allah'dan, ken­disini nebiler ve rasûller olan salihlerle aynı sevap, makam ve derecede kılma­sını istemiştir.

Ölümü temenni etme meselesine gelince, Yusuf (a.s.), ölümü istememiş, bi­lâkis müslüman olarak ölmeyi arzu etmiştir. Mâna "Ecelim geldiği zaman beni müslüman olarak vefat ettir." şeklindedir. Alimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Yâ Rabbi! Bizim de canımızı mümin olarak al

Dinimizde ölmeyi istemek caiz değildir. Müslim Ahmed b. Hanbel, Enes (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sizden biri­niz başına gelen bir musibetten dolayı ölümü temenni etmesin. Bunu yapmak zorundaysa şöyle desin: 'Allah'ım! Yaşamak benim için hayırlıysa hayatımı de­vam ettir. Eğer ölmek daha hayırlıysa beni öldür."

Müslim, Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre (r.a.)'den de Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Sizden biriniz ölümü arzu etmesin ve ölüm gelmeden önce onun için dua etmesin. Zira öldüğünüz zaman ameliniz kesilir ve ömrü, müminin sadece hayrını arttırır." [148]

 

Muhammed (S.A.) Peygamberliğinin İspat Edilmesi

 

Gaybe ait haberlerin verilmesi ve Peygamberimiz (s.a.)'in tevhîd akidesine daveti

102- Ey Muhammedi Sana vahyettikleri-miz gıyabında cereyan eden olayların haberleridir. Onlar Yusuf u kuyuya at­maya azmedip düzen kurdukları zaman yanlarında değildin

103- Sen ne kadar yürekten istersen is­te, insanların çoğu iman etmezler

104-  Oysa sen Kur'an'ı tebliğ etmene karşılık onlardan bir ücret de istemi­yorsun. Kur'an, alemler için sadece bir öğüttür

105- Göklerde ve yerde nice deliller var­dır ki, bunları görürler de onlar hak­kında tefekkür etmezler

106-  Onların çoğu, şirk koşmadan Al­lah'a iman etmezler

107- Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan kıyamet saatinin ansızın gel­mesinden emin inidirler

108-  Ey Muhammed! De ki: "Benim yo­lum budur. Ben ve bana uyanlar bile­rek, insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı bütün ortaklardan tenzih ederim. Ben asla Allah'a şirk koşanlardan değilim.

 

Belagat

 

"Sen ne kadar yürekten istersen iste..." ara cümlesi, Hicaz lügatindeki "Mâ" nm ismi ile haberi arasına girmiştir. Bu ara cümlesi hidayetin sadece Al­lah'ın elinde olduğunu ifade eder

"Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun". Burada mu-raf hazfedilmiştir. "Oysa sen Kur'an-ı Kerim'in tebliğine karşılık onlardan bir  de istemiyorsun" demektir[149]

 

Kelime ve İbareler

 

"Ey Muhammedi sana vahyettiklerimiz gıyabında cereyan eden olayların haberleridir". Daha önce anlatılan Yusuf (a.s.) ile ilgili habere işaret etmekte­dir. Muhatap, Rasulullah (s.a.)'dır

"Onlar, Yusuf'u kuyuya atmaya azmedip düzen kurdukları zaman" Yusuf un kardeşlerinin "yanlarında değildin.." Yani, orada hazır değildin ki on­ların kıssalarını bilip haber veresin. Bu, sadece Allah Tealâ'nm sana öğretme­sinden başka bir şey değildir ayeti, senin gıyabında cereyan eden olaylarla ilgi­li verdiğin haberlerin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir. Mana şöyledir: "Bu haber, gaybla ilgilidir. Onu ancak vahiy yoluyla bilebilirsin. Çünkü sen, Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, Yusuf (a.s.)'a ve onu kendileriyle göndermesi için ba­balarına hile ve desiseler yaparak Yusuf (a.s.)'u bir kuyunun derinliklerine bı­rakmaya karar verdikleri zaman onların yanlarında değildin. Seni yalanlayan­ların da bildikleri kesin bir gerçek vardır ki sen, bu kıssayı duyan hiç kimseyle karşılaşmadın ki bunu ondan öğrenebilesin." Bu söz, bu kıssanın dışında başka yerlerde de sadece zikriyle yetinilerek hazfedilmiştir Allah Tealâ şöyle buyu­rur: "Sen de kavmin de daha önce bunları bilmezdiniz" (Hud, 11/49).

"Sen, ne kadar iman etmelerini yürekten istersen iste" onlara mucize ve delilleri göstermek için çabala, Mekke halkı, hakkı bilerek reddetmeleri ve kü­fürdeki ısrarları sebebiyle "iman etmezler."

"Oysa sen" verdiğin bu haberlere veya Kur'an-ı Kerim'i "tebliğ etmene kar­şılık onlardan" hahamların yaptığı gibi bir ücret de istemiyorsun."

"Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki...". Bundan maksat, yaratanın varlığını, hikmetini, kudretinin mükemmelliğini ve birliğini gösteren birçok de­lil ve işaretlerdir.

"Bunları" bu delilleri "görürler de" onlar hakkında düşünüp tefekkür et­mezler "ibret almazlar.

"Onların çoğu," putlara ibadet ederek "şirk koşmadan" Allah'ın varlığını, O'nun yaratan ve nzıklandıran olduğunu ikrar edip "iman etmezler." Yani on­lar, hem putlara ibadet ederler hem de Allah'ın yaratıcı ve rızık verici olduğu­nu söylerler. Müşrikler, telbiyelerinde şöyle derlerdi: "Lebbeyk, Senin hiç orta­ğın yoktur. Lebbeyk, ancak bir ortağın vardır ki o Senindir. Sen, hem onun hem de sahib olduğu şeylerin sahibisin". Veya onlar Allah'ı bırakıp, hahamları rab-leri olarak kabul ederek, Allah'ın çocuk edindiğini söyleyerek ya da nûr ve ka­ranlık sözleriyle şirk koşuyorlardı

Denilmiştir ki: "Bu ayet, Mekke müşrikleri hakkındadır". Münafıklar veya Kitap Ehli hakkında olduğu görüşleri de mevcuttur. Ayeti, genel manasıyla an­lamak daha doğrudur.

"Onları kuşatacak bir azaba" onları kaplayan bir azab veya kuşatan bir cezaya "uğramalarından veya" geliş vaktinin "farkına varmadan kıyamet saa­tinin ansızın gelmesinden emin midirler?"

"Allah'ı, bütün ortaklardan tenzih ederim."

"Ben, asla Allah'a şirk koşanlardan değilim.1' Müşrik olmamak da, yine Rasulullah (s.a.)'ın yoluna uymak cümlesindendir. [150]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ, Yusuf (a.s.)'ın kıssasını beyan ettikten sonra, bu kıssayla; Mu-hammed (s.a)'in peygamberliğini ispat etmeyi dilemiştir. Bunun için de şu usû­lü kullanmıştır. Yusuf (a.s.) kıssası, gayba ait haberleri bildirmektir. Gaybı ise sadece Allah Tealâ bilir. Bu hadiseyi ne Rasulullah (s.a.) ne de kabilesi görmüş­tür. Bütün bunların hepsi, Kur'an'ın Allah kelâmı ve Rasulullah (s.a.)'m pey­gamberliğinin hak ve doğru olduğunu göstermektedir.

Bundan sonra Allah Tealâ, müşriklerin Allah Tealâ'ya iman hususundaki kusurlarını ve ayıplarını dile getirerek, onları rezil etmiştir. Etraflarında yara-danın varlığını ve birliğini gösteren pek çok delil varken, bu müşrikler bir ke-recik bile olsun bunlara dönüp bakmamışlar, bilâkis hepsinden yüz çevirmiş­lerdir.

Allah Tealâ, böyle davranmayı yasak ederek, Rasulullah (s.a.)'m davet yo­lunun, Tevhîd akidesine davet etmek olduğunu bildirmiş ve bütün şekil ve çe­şitleriyle şirki reddetmiştir. [151]

 

Açıklaması

 

Yusuf (a.s.)'ın gördüğü rüyadan ve kuyuya atılmasından başlayarak Mı­sır'ın gerçek hâkimi olmasına kadar bu kıssanın zikredilmesi, kardeşlerinin ona karşı tutumunun ve babalan Yakup (a.s.)'ın durumunun açıklanması gaybî haberlerdir. Öyleki bu haberlere, Rasulullah (s.a.) muttali olmamış, onun kav­mi de bunları göstermemiştir. Ayet, Rasulullah (s.a.)'a hitap etmektedir. Bütün bunlar, kavminin eziyetlerine ve davetinden yüz çevirmelerine karşı Efendimi­zin kalbini ve sabrını teskin etmek için Allah Tealâ'nın Peygamberimize bir vahyidir.

Hedef; gaybdan haber vermektir. Bu ise bir mucizedir. Çünkü Rasulullah ı s.a.), kitap okumamış, kimsenin önüne diz çöküp ilim tahsil etmemiş ve kıssa­nın kahramanları yanında hazır bulunmamıştır. Dolayısıyla bu uzun kıssayı değiştirmeden hatasız olarak haber vermesi, karşısındakini aciz bırakmaktan başka bir şey değildir.

Allah Tealâ Meryem kıssasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil ola­cak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44). Ay­rıca yine şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammedi Musa'ya hükmümüzü bildir­diğimiz zaman, sen batı yönünde değildin, onu görenler arasında da yoktun... Ey Muhammedi Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi oku­muyordun... Sen, Musa'ya hitabettiğimiz zaman Tûr'un yanında da değildin" (Kasas, 28/44-46).

İçinde ibret ve öğüt bulunan bu mucizevî haberlere rağmen Allah

Tealâ'nın da beyan ettiği gibi insanların pek çoğu iman etmezler: "Sen ne ka­dar yürekten istersen iste, mümin olmaları için kendini yiyip bitir, küfürdeki kesin kararlılıkları ve inatları sebebiyle pek çok insan senin davetini ve pey­gamberliğini tasdik etmez." Bu ayette, genel olarak insanlar kastedilmiştir. Al­lah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Fakat insanların çoğu inanmazlar." (Ra'd, 13/1). İbni Abbâs (r.a.) "Maksat, Mekke halkıdır" demiştir. İbni Abbâs (r.a.)'ın görüşü­ne göre bu ayetin, öncekilerle alâkası şudur: Kureyşli kâfirler ve bir grup Ya­hudi, Rasulullah (s.a.)'ı üzmek ve hatasını anlatmasını istediler. Rasulullah (s.a.), bu kıssayı anlattığında onların belki iman edebileceklerini zannetti. Fa­kat anlattıktan sonra da bu insanlar küfürlerinde ısrar ettiler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Sanki bu kavil, şu ayete işaret etmektedir: "Ey Muhammedi Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru yola erişti-rcr."(Kasas, 28/56).[152]

"Sen ne kadar istersen iste ..."deki hırs, bir şeyi mümkün olan bütün gay­ret ve çabayı sarfederek istemek demektir. Lev'in cevabı mahzuftur. Çünkü cevabın Lev'den önce gelmesi mümkün değildir.

Bundan sonra Allah Tealâ, müşriklerin Rasulullah (s.a.)'ın davetine iman etmemeleri için bir mazeretlerinin olamayacağını bildirmiş ve şöyle buyurmuş­tur: "Ey Muhammed! Bu nasihatlerin, hayra ve olgunluğa davetin için peygam­berliğini inkâr edenlerden bir mükâfat ya da ücret istemiyorum. Bilâkis bu gö­revi Allah'ın rızasını kazanmak ve yarattıklarına nasihat olsun diye yerine ge-tiriyorsun.Onlann tek yapacakları şey senin davetine icabet etmektir. Çünkü sen, sadece Rabbinin emrine uymayı ve sırf onlara nasihat etmeyi hedefliyor­sun."

Rabbinin seninle gönderdiği bu Kur'an, insanlara ve cinlere sadece bir ha­tırlatma ve bir öğüttür. O Kur'an ile gerçekleri hatırlar ve onunla hidayete sa­dece ona uyarak kurtulurlar." Bu da göstermektedir ki Rasulullah (s.a.)'ın pey­gamberliği umumidir, insan ve cin herkese şamildir.

İnsanların çoğunun iman etmemesinin sebebi şudur: Onlar, Yaradanın varlığını ve birliğini gösteren deliller ve alâmetler hakkında düşünüp tefekkür etmekten gafildirler. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde Al­lah'ın birliğini, ilminin mükemmelliğini ve kudretini gösteren; duran ve hare­ket eden yıldızlar, dağlar, denizler, bitkiler ve çiçekler, ağaçlar, hayvanlar, canlı ve cansızlar, tat, koku, renk ve özellik bakımından birbirine benzeyen ve ben­zemeyen meyvalar gibi nice deliller ve ayetler vardır ki insanların çoğu bu de­lillerin yanlarından geçip onları görürler de yine de gaflet içinde bulunup, bun­lardaki ibret ve öğütleri düşünerek, tefekkür etmezler. Bu delillerin tamamı Allah Tealâ'nın varlığına ve birliğine şahittirler."

Her şeyde, Allah'ın bir olduğunu gösteren bir emare ve bir ayet (delil) var­dır. Burada Ayet, Allah Tealâ'nın varlığını ve birliğini gösteren delil demektir.

Astronomi ile uğraşan bilim adamları ise uzayı rasat aletleriyle gözleyip bilimsel kanunlar ortaya koymakla meşgul olmalarına rağmen genellikle mû-cid olan Yaratan ve işleri idare edip takdir eden yüce varlığın azameti hakkın­da düşünmezler.

Allah'dan başka kime olursa olsun ona yapılan ibadet -onu kutsallaştır­mak ve yüceltmek- şirktir.

Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "And olsun ki onlara gökleri ve yeri yara­tan kimdir?' diye sorsan Allah'tır derler." (Lokman, 31/25). İbadet ederken Al­lah ile birlikte putları ortak koşarlar. Onların şirke düştüklerini görürsün.

Müslim, Ebû Hüreyre (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah buyurdu ki 'Ben, şirkten en uzak olan zâtım. Kim bir amel işle­yip, onda başkasını bana ortak koşarsa onu da şirkini de terkederim'."

Ahmed b. Hanbel, Ebû Saîd b. Ebî Fedâle (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hiçbir şüphenin bulunma­dığı bir günde insanlığın başını ve sonunu bir araya topladığı zaman birisi şöy­le seslenir: 'Kim Allah için yaptığı bir işte O'na şirk koştuysa o amelin sevabını Allah'dan başkasından istesin. Zira Allah, şirk koşulmaktan beridir."

İbni Ömer (r.a.) öyle demiştir: (Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve hadis hasendir, demiştir.)"Kim Allah'dan başkasının adına, yemin ederse şirk koş­muştur. " Bu ifade Allah'dan başkasının adına,onu Allah gibi yüceltmeyi kaste­derek yemin ederse şirk koşmuş olur demektir.

Ahmed b. Hanbel, Mahmûd b. Lebîd (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Sizin için en çok, küçük şirkten korkuyorum". Sa­habe "Yâ Rasulullah (s.a.)! En kük şirk nedir?" deyince Rasulullah (s.a.) şöy­le buyurmuştur: "Bu riyadır. Allah Tealâ, kıyamet gününde insanların amelle­rinin karşılıklarını verirken şöyle buyurur: Dünyada riya yaptıklarınıza gidin. Bakın bakalım, onlardan mükâfat alabilecek misiniz?'"

İmam Ahmed, Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Şu şirkten sakının. Zira o, karınca­nın ayak sesinden dah gizlidir". Sonra Rasulullah (s.a.), sahabeye gizli şirk­ten nasıl sakınacaklarını açıklamış ve şöyle buyurmuştur: "Şu şekilde dua edin: Allahım! Biz, bildiğimiz bir şeyi sana ortak koşmaktan, sana sığınırız. Bilmediklerimizden de bizi affetmeni isteriz'."

Bütün bunlardan sonra Allah Tealâ, müşrikleri ceza ile tehdit ede k şöyle buyurmuştur: "O Allah'a şirk koşanlar, kendilerini kuşatan bir cezaya çarptırıl­maktan veya onlar hissetmeden ve farkına varmadan kıyamet gününün ansızın gelmesinden güvende midirler?". "Farkına varmadan" kavli, "Ansızın" kavlini pekiştirmektedir.

Şu ayetler de mana bakımından bu ayete benz ektedir: "Kötü işler dü­zenleyenler Allah 'm kendilerini yere geçirmesinden yahut farketmedikleri bir yerden nlara azabın gelmesinden güvende midirler? Veya hareket halindeler-ken -ki Allah'ı aciz bıraka zlar- ya da yok olmak endişesindeyken onlara aza-bin gelmesinden güvende midirler? Doğrusu Rabbin şefkatlidir, merhametlidir." (Nahl, 16/45-47).

"Kasabaların halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine lmesin­den güvende miydiler? Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken aza­bımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler? Onlar Allah'ın d

eninden güvende miydiler? Allah'ın düzeninden ancak mahvolacak millet güvende olur." (A'raf, 7/97-99).

Kıyamet gününün gizli tutulması, görünen bir teşvik ya da benzeri bir şey olmaksızın Allah katından bir heybet ve korkunun oluşmasına sebep olmakta­dır.

Allah Tealâ, bu delillerden sonra Rasulullah (s.a.)'ın davetinin hedefini ve onun davetine olan güvenini açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed! İnsan ve cin topluluklarına de ki: Muhakkak ki yürüdüğüm yol ve kendisine çağırdığım davet -ki bu, Allah'dan başka ilâhın olmadığına, O'nun tek olup or­tağının bulunmadığına şehadet etmek demektir- işte budur." Ben ve bana iman edip peygamberliğini tasdik eden herkes yakînen bilerek ve açık kesin delillere sahip olarak bu davet metoduyla insanları Allah'ın dinine çağırırız. Allah'ı bü­tün ortaklardan, denklerden, eşlerden, benzerlerden, çocuklardan, babalardan, hanımlardan, yardımcılardan ya da yol gösterenlerden tenzih eder, yüceltir, ta'zim eder ve takdis ederim. Allah, bü

n bunlardan yücedir, münezzehtir ve mukaddestir."Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların teşbihlerini anla­mazsınız. Doğrusu, O, Halim olandır, bağışlayandır." (İsra, 17/44).

Rasulullah (s.a.), Allah'ın birliğini ispat et

kten sonra, Allah'ın varlığını ikrar edip sonra başka ilâhlara ibadet edere

O'na ortak koşan müşriklerin gö­rüşlerini reddetmek için şirki kesin bir şekilde bertaraf etmiş ve şöyle buyur­muştur: "Ben, her ne çeşit olursa olsun bütün müşriklerden uzağım." [153]

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler, şu hususlara işaret etmektedir:

1- Yusuf (a.s.) ve diğer peygamberlerin milletleriyle aralarında geçen olay­ları haber vermek, gaybî haberlerden olup, birer mucizedirler. Bu mucize, Kur'an'ın Allah kelâmı olmasıdır. Rasulullah (s.a.)'ın davetindeki doğruluğu ise kendisine ait bir mucizedir.

2- Sen ne kadar yürekten istersen iste" hatta onlara Yusuf kıssasını haber ver, yine de insanların çoğu "iman etmezler." Yani, sen, hidayetini istediğin kimseyi hidayete erdirmeye güç yetiremezsin, ayeti Rasulullah (s.a.)'ı teselli et­mek için nazil olmuştur.

3- Bütün peygamberlerin vazifesi, ihlasla ve Allah Tealâ'dan sevap kazan­mak için kendilerine indirilen vahyi insanlara tebliğ etmektir.

4- Kur'an ve vahiy, sadece Araplara mahsus olmayıp, bütün âlemler için öğüt ve hatırlatmadır. Kur'an, insanlara ve cinle re, tevhid, adalet, peygamberlik, ahiret, kıssalar, mükellefiyet ve ibadetler hususunda birer hatırlatmadır. Onda çok büyük faydalar vardır.

5- Göklerde ve yerlerde Allah Tealâ'nın varlığını, birliğini, kudretini, hik­metini, ilmini ve rahmetini gösteren; yıızlar, denizler, nehirler, dağlar, bitki, sebze ve çiçekler, ağaçlar, uzak çöller, canlı ve cansızlar, hayvanlar ve tat, ko­ku, renk ve özellikli farklı meyvalar gibi ne kadar çok delil ve alâmetler var­dır. Bunların hepsi de hissedilebilen delillerdir.

6- Müşriklerin imanı, değersiz ve batıldır. Onlar, kendilerini ve her şeyi yaratan Allah'ın varlığını ikrar ederler de yine de putlara taparlar.

İbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Bu ayet, Arap müşriklerinin söyledikleri telbi-ye hakkında nazil olmuştur: 'Lebbeyk, Senin hiç ortağın yoktur. Ancak bir orta­ğın vardır ki o Senindir. Sen hem onun hem de onun sahip olduğu şeylerin de sahibisin". Ayrıca İbni Abbâs (r.a.) şu görüşleri de ileri sürmüştür: "Bunlar, Hristiyanlar veya Allah'ı yarattıklarına benzeten, mücmel olarak iman edip, tafsilen şirk koşan Müşebbihe' r". Bu ayetin, münafıklar hakkında nazil oldu­ğu da söylenmiştir. Doğru olan ayeti nel manasıyla ele almaktır. Hasen'in de dediği gibi "106. ayetin" manası şöyledir: "Onların çoğu dilleriyle mümin olduk­larını söylerler de ancak içlerinden kâfirdirler".

7- Allah'ın azabı, cezası ve kıyamet günü, insanlar farkında olmadan ansı­zın gelir.

8- Rasulullah (s.a.)'ın yolu, sünneti ve programı, yine kendisine iman ede­rek tâbi olanları açık seçik yolları, yakînen ve hak olduğunu bilerek cennete ulaştıracak prensiplere davet etmektir. Müminin devamlı şiarı ise şudur: "Sübhânellah! Allah'ı bütün ortaklar n tenzih ederim ve ben Allah'ı bırakarak O'na eş ve ortaklar edinenlerden değilim."

Din, sevap kazanmaya götü n bir yol olduğu için, "yol" olarak a andırıl­mıştır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Rabbinin yoluna.....ça­ğır." (Nahi, 16/125). [154]

Kur'an Kıssalarından Alınacak İbretler

109- Senden önce şehirlerin halkından üphesiz kendilerine vahiy indirdiği­miz birtakım insanlar gönderdik. Yer­yüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendile­rinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler? Ahiret yurdu Al­lah'a karşı gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz?

110- Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanladıklarını sandıkları bir sı­rada onlara yardımımız gelmiştir. Böy­lece istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.

111- And olsun ki peygamberlerin kıssa­larında aklı olanlar için ibretler vardır. Kur'an uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tas­dik eden, inanan millete her şeyi açık­layan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir.

 

Kelime ve İbareler:

 

"Şehirlerin halkından" Çünkü onlar, çölde yaşayanların sertlik, kabalık ve bilgisizliklerine karşılık daha bilgili ve daha yumuşak huyludurlar, "şüphesiz birtakım insanlar" yani melekler değil "gönderdik".

'Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı? ki" Mekke halkı peygamberlerini yalanla­maları sebebiyle "kendilerinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu gör­sünler." "Ahiret yurdu" Gelecek hâlin veya son vaktin ya da ahiret hayatının yurdu -ki bu cennettir- Allah'dan korkup, şirkten ve O'na isyandan "sakınanlar için", yani, Allah'a şirk koşmayıp, O'na isyan etmeyenler için "daha hayırlıdır."

"Hiç düşünmez misiniz?" Mekke halkı! Akledip de iman etmez misiniz?

"Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp ..." Bu ayetin izahı ileride yapılacaktır.

"Böylece istediğimizi" peygamber ve müminleri "kurtarırız."

"Kur'an...kendinden önceki kitapları tasdik eden" onu tasdik eden insanla­ra, dinde gerekli olan her şeyi açıklayan, sapıklığı yok edip "inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber" dünya ve ahirette hayırlı olanla­rın erişebildiği "bir rahmettir." Başkaları değil, sadece müminler Kur'an'dan yararlandıkları için özellikle zikredilmişlerdir. [155]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Kur'an-ı Kerim, Muhammed (s.a)'in peygamberliğini, onun gıyabında olan olayları haber vermesini delil getirerek ispat ettikten sonra Allah, peygamber­liği inkâr edenleri sert bir şekilde eleştirmiştir. Rasulullah (s.a.)'m peygamber­liğini inkâr edenlerin şüphelerinden biri de, eğer Allah, bir peygamber gönder­meyi dileyecek olsa bir meleği peygamber olarak göndereceği, şeklindeki görüş­leriydi. Kur'an, bu görüşlerini şöylece dile getirir: "Eğer Rabbimiz böyle bir şey dileseydi melekler indirirdi." (Fussilet; 41/14).

Bundan sonra Allah, eğer iman etmezlerse Kureyşli kâfirleri ve diğerlerini cezalandırıp, azap edeceğini bildirerek korkutmuştur. Çünkü Allah'ın kulları için yolu ve sünneti tektir. İman etmedikleri takdirde başlarına gelecek bir şey vardır, o da azaptır.

Hemen arkasından ise Yusuf (a.s.)'ın babası ve kardeşleriyle arasında geçen kıssanın akıllı ve düşünebilen insanlar için bir ibret olduğunu beyan etmiştir. [156]

 

Açıklaması

 

Yusuf suresi, Kenan diyanyla Mısır arasında meydana gelen birçok yönü bulunan ve ruhlara tesir eden Yusuf (a.s.)'ın kıssasından öğüt ve ibret almayı zorunlu hale getiren bu sonuç bölümüyle neticelenmektedir. Öyleki bu kıssa, kuyuya atılmasıyla başlayarak, Vezirin evine yerleşmesi, hapise girmesi ve Mı­sır'da mutlak hüküm sahibi olması şeklinde gelişir. Yine bu kıssada kardeşleri­nin tuzak ve hasetleri, kadınların hile ve aldatmacaları, Yusuf (a.s.)'m sabrı, hikmeti, idarecilikteki mahareti, ahlâkı, kardeşlerine karşı müsamahası ve an­ne babasını nasıl yücelttiği anlatılmıştır.

Ayetin manası şöyledir: "Ey Muhammed! Senden önce melekleri, kadınları değil, sadece erkekleri peygamber olarak gönderdik. Onlar çöl ehlinden değil, bilâkis şehir halkındandı. Biz onlara vahiy ve kanunlar indiriyorduk."

Bu da göstermektedir ki Allah, peygamberleri kadınlardan değil erkekler­den göndermiştir. Hiçbir kadın kesinlikle ne nebî, ne de rasûl olmuştur. Pey­gamberlerin şehir halkından seçilmesiyle Allah, çöl ehlinden peygamber gön­dermemiştir. Çünkü bu peygamberlere diğer şehirlerin halkı da uyacaktır. Ay­rıca çölde yaşayanların cahil, kaba ve sert olmalarına karşılık şehirli insanlar daha ince ve yumuşak tabiatlıdırlar. Bu sebepten Allah Tealâ şöyle buyurmuş­tur: "Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir" (Tevbe, 9/97).

İbni Kesîr şöyle der: Bazı kimseler, Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'in hanımı Sârra'nın, Musa (a.s.)'nın annesinin ve İsa (a.s.)'nın annesi İmrân kızı Mer­yem'in peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Yine bunlar, meleklerin Sâ-ra'ya İshak (a.s.)'ı, ardından da Yakub (a.s.)'u müjdelemelerini " 'Musa'nın an­nesine: 'Çocuğu emzir...' diye bildirmiştik' (Kasas; 28/7) ayetini, meleğin Mer­yem'e gelip ona İsa (a.s.)'yı müjdelemesini ve "Melekler şöyle demişti: 'Ey Mer­yem! Allah seni seçip temizledi, dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu. Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle birlikte rükû et'. (Âl-i İmran, 3/42-43) ayetini delil getirmişlerdir. Onlara bütün bunlar olmuş­tur. Fakat hiçbiri peygamber olmalarını gerektirmez."[157]

Allah, Rasulullah (s.a.)'ı yalanladıkları için müşrikleri tehdit ederek hay­ret ifadesiyle şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Seni yalanlayan o yalancı­lar yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki peygamberlerini yalanlayan milletlerin sonlarının nasıl olduğunu, Allah'ın Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerini nasıl yerlebir ettiğini, kâfirler için de akıbetin aynı olduğunu ve kâfirlerin sonunun helak, müminlerin sonunun ise kurtuluş olduğunu görsünler."

Bundan sonra Allah Tealâ, ahiret yurdu için amel etmeye, ona hazırlan­maya ve helake sebep olan şeylerden sakınmaya teşvik ederek şöyle buyur­muştur: "Muhakkak ki ahiret yurdu Allah'dan korkup O'na şirk koşmayan, is­yan etmeyenler için daha hayırlıdır." Orası, peygamberleri yalanlayan müşrik­ler için de bu dünyadan daha üstündür. Yani, biz müminleri dünyada kurtardı­ğımız gibi aynı şekilde ahiret yurdunda da onlara kurtuluşu nasib ederiz. Ora­sı müminler için dünyadan çok daha hayırlıdır. Zira ahiret nimetleri, dünyada­ki nimetlerden daha mükemmel ve ebedîdir.

Siz cahil misiniz? Ey ahireti yalanlayanlar "Hiç düşünmez misiniz?" Za­ten buna aklınız erseydi iman ederdiniz.

Allah, Muhammed (s.a)'e yardımının, peygamberlerine sıkıntı anında, zor­lukta ve Allah Tealâ'dan ferahlığın beklendiği darlık anlarında ulaştığını haber vererek yardımını müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur: "Öyle ki ümitsizliğe düşüp..." Yani "Senden önce şüphesiz kendilerine vahiy indirdiğimiz erkekler gönderdik. Onlar, Allah'ı bir kabul etmeye ve O'na ihlâsla ibadet etmeye çağı­ran mesajlarını kavimlerine tebliğ ettiler, kavimleri ise onları yalanladılar ve sapıklık, küfür ve inatla bu çirkin davranışlarını sürdürdüler. Allah'ın yardımı­na peygamberlere gelmesi gecikti. Öyle ki peygamberler, küfürdeki ısrarları se­bebiyle kavimlerinin imanından veya Allah'ın yardımından ümitsizliğe düştü­ler. Ümmetleri ise peygamberlerin va'dettikleri yardım hususunda aldatıldıkla­rına kesin kanaat getirip, onların Allah katından bildirdikleri yardım vaadini yalanladılar. Allah'ın yardımı aniden peygamberlere geliverdi. Böylece biz, pey­gamber ve müminleri kurtardık. Yalanlayan kâfirler ise cezalandırıldılar. Al­lah'ın cezası ve azabı,suç işleyip, Allah'ı inkâr eden ve peygamberlerini yalan­layan milletten geri çevrilemez" demektir.

"Teşdid" kıraatine göre mana şöyledir: "Peygamberler, kavimlerinin kendi­lerini onları uyardıkları konulara bir daha iman etmeyecek şekilde yalanladık­larını zannettiler."

Bu ayet, Kureyşli ve diğer kâfirleri, Rasulullah (s.a.)'a iman etmedikleri için tehdit etmekte ve korkutmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de bu ayete benzer pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Allah, peygamberlerine yardım ve galibiyet vadetmiştir:

"Doğrusu Biz, peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında.... yar­dım ederiz" (Gafir, 40/51). "Allah, 'Andolsun ki Ben ve peygamberlerim üstün geleceğiz' diye yazmıştır. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür" (Mücadile, 58/21). Peygamber, Allah'dan yardımını göndermesini istemiştir.

"Peygamber ve onunla beraber müminler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' di­yecek kadar.... sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (Bakara, 2/214).

Cezanın sebebi olarak zulüm ve küfür açıklanmıştır:

"Kendilerinde önce olan Nuh, Ad, Semûd milletlerinin, İbrahim milleti­nin, Medyen ve altüst olan şehirler halkının haberleri onlara gelmedi mi? Pey­gamberleri onlara belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar ken­dilerine yazık etmişlerdir." (Tevbe, 9/70).

Allah'ın kulları için geçerli olan bir tek sünnetinin olduğu açıklanmış, bu sünnetin benzerleri ise örneklerle değerlendirilmiştir. Bu sünnette zulüm ve helak yoktur. Kureyşli kâfirler de, azaba sebep olan küfrü benimsedikleri için kendilerinden önceki kâfirler gibi azabı hak etmişlerdir: "Ey Mekke putperestle­ri! Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa Kitaplarda size bir kurtuluş belgesi mi var?" (Kamer, 54/43).

"Teşdid" ile okunması halinde bu ayetin tefsiri, biraz önce belirtildiği şekil­de Aişe (r.a.)'den nakledilmiştir: Buhari, Aişe (r.a.), kızkardeşinin oğlu Urve b. Zübeyr (r.a.) kendisine "Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp..." ayetinin ma­nasını sorunca ona (r.a.) şöyle demiştir: "Allah korusun! Peygamberler asla Rableri hakkında bu şekilde zanda bulunmazlar." Peygamberlerin, Rablerine iman edip, kendilerini tasdik eden etbâı vardır. Bu kimselerin imtihanı uzar, onlara Allah'ın yardımı gecikir. Öyle ki peygamberler, milletlerinden kendileri­ni yalanlayanlardan ümitsizliğe düşüp, kendilerine uyanların da onları yalan­ladıklarını zannederler. İşte bu sırada Allah'ın yardımı gelir" Aişe (r.a), "Tahfif kıraatine göre verilen manayı kabul etmemiştir. Râzî, Aişe (r.a.)'nin tevili hak­kında şöyle der: "Bu te'vil, ayet hakkında zikredilen vecihlerin en güzelidir."

"Tahfif kıraatine göre ayetin tefsiri ise İbn Abbas ve İbn Mes'ud (r.a.)'dan nakledilmiştir. İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Peygamberler, milletlerinin, davetle­rini kabulü hususunda ümitsizliğe düşüp, milletleri de peygamberlerin kendi­lerine yalan söylediklerini zannedince, bütün bunlara karşı peygamberlere Al­lah'ın yardımı geldi".

İbni Mes'ud (r.a.)'da, "110." ayet hakkında şöyle der: "Öyle ki peygamber­ler milletlerinin kendilerine iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp, milletleri de Allah'ın azabı gecikince onların yalan söylediklerini sandıklan sırada..." bu gö­rüş, alimlerin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur olan manadır.[158]

Netice olarak, "Küzibü" kıraatine göre 'Ve zannû" kavlindeki zamir, kendi­lerine peygamber gönderilenlere râcîdir. Çünkü onlar, "Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendilerinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler?" ayetinde daha önce zikredilmişlerdir. Böylece zamir, Mekkeli müşriklerden ön­ce yaşayan ve peygamberlerini yalanlayanlara râcîdir. Ayetteki "Zann" "Hayal etmek, sanmak" demektir. Mana şöyledir: "Kendilerine peygamber gönderilen­ler, peygamberlerin, peygamberlik iddiaları ve kendilerine iman etmeyenleri azapla tehdit ederken onlara yalan söylediklerini sandılar". Bu görüş, İbn Ab-bas (r.a.)'ın meşhur olan görüşü ve Abdullah b. Mes'ud (r.a.), Said b. Cübeyre Mücahid'in ayeti te'villeridir. Bu ıraate göre zamirlerin peygamberlere râcî ol­ması caiz değildir. Çünkü peygamberler masumdur. Bu sebepten hiçbir pey­gamberin, Allah'dan kendisine vahiy getiren kimsenin ona yalan söylediğini sanması mümkün değildir.[159]

"Teşdid" kıraatinde iki görüş vardır:

1- Zann yakînen bilmek demektir. Mana şöyledir: "Peygamberler, milletle­rin kendilerini bir daha iman etme cek şekilde yalanladıklarını yakînen anla­dılar. İşte o zaman onlar için beddua ettiler. Allah Tealâ da onlara azabını indi­rerek köklerim kazıdı. "Zann" lafzı Kur'an-ı Kerim'de "Bilmek" manasına pek çok kere kullanılmıştır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:

"Rablerine kavuşacaklarını yakînen bilirler..." (Bakara, 2/46).

2- Zann; "sanmak" manasınadır. Takdiri şöyledir:

"Öyle ki peygamberler milletlerinin iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp, iman edenlerin de kendilerini yalanladıklarını sandıkları bir sırada" Bu te'vil, Aişe (r.a.)'den nakledilmiştir. Râzî şöyle der: "Aişe (r.a.)'nin görüşü, ayet hak­kında zikredilen en güzel vecihtir" [160]

Zemahşerî de 110. ayetteki "Küzıbû" kıraati hakkında şöyle der: Mana şöyledir: Kendilerine yardımın geleceğini söylerken nefisleri onlara yalan söy­ledi. Veya onlar ümit ederken kendilerini kandırdıklarını sandılar. Meselâ doğ­ru ümit, yalancı ümit (hayal)' denir. Yani, kafirlerin yalanlama rı düşmanlık­ları, Allah'dan yardım bekleme ve ümit etme müddeti uzadı ve gecikti. Öyle ki onlar ümitsizliğe ve dünyada Allah'ın yardımına nail olamayacakları vehmine kapandılar. İşte o anda aniden beklemedikleri bir şekilde yardımımız geldi, demektir. [161]

Ayrıca Allah Tealâ, Kur'an'daki kıssaların genel hedefini beyan ederek şöyle buyurmuştur: "And olsun ki peygamberlerin kavimleriyle aralarında ge­çen olayların haber verilmesinde ve müminleri nasıl kurtarıp, kâfirleri ne şe­kilde helak ettiğimizin anlatılmasında akıl sahipleri ve doğru düşünenler için ibret, öğüt ve hatırlatma vardır." Akılsız ve ahmaklar ise olaylar hakkında dü­şünmez, tarihten ders almazlar. Ayrıca bunlara nasihat da fayda vermez.

Bundan sonra Allah Tealâ, Kur'an'ın muhtevasından bahsederek şöyle bu­yurmuştur: "İçinde kıssalar ve diğer şeyler bulunan bu Kur'an (veya bu kıssalar ve Kur'an'ın içindeki sözler) Allah'dan başkalarının uydurup yalan söyle­dikleri sözler değildir. Çünkü Kur'an, haber nakledenleri ve söz aktaranları ac­ze düşüren bir kelamdır. O ancak vahyedilen, Allah katından indirilen ve Tev­rat, İncil ve Zebur gibi kendisinden öneeki semavî kitapları tasdik eden Allah kelâmıdır. Yani, Kur'an, eski semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şey­leri tasdik eder, fakat onlarda yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şeyleri tasdik ed, fakat onlarda yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî kitaplara daha sonra so­kulan ve akl-ı selimin kabul edemiyeceği masal, efsane ve hurafeleri değil, on­lardaki doğru esasları tasdik eder. Ayrıca onları gözetir, korur ve himaye eder.

Yine Kur'an'da helâl ve haram, sevilen ve hoş görülmeyen şeyler, emir ve yasaklar, va'd ve tehdit, Allah'ın güzel sıfatları ve peygamberlerin kıssaları gi­bi her şey tahrif edilmeden, aslını bozup güzelleştirmeden olduğu gibi açıklan­mıştır. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakma­dık" (Enam, 6/38).

Kur'an emler için hidayet kaynağıdır, insanları dosdoğru yola ve doğru­luğa ulaştırır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, batıldan hakka, sapık­lıktan doğruluğa yükseltir. Kur'an, insanları hem dünya hem de din işlerinde hakka, hayra ve iyiliğe kavuşturur.

Aynı zamanda o, dünya ve ahirette Alemlerin Rabbi'nden müminlere kap­samlı bir rahmettir. [162]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler, aşağıdaki şu hükümleri ihtiva etmektedir:

1- Peygamberler daima erkeklerden gönderilmiştir. Ne bir kadın, ne bir cin ve ne de bir melek peygamber olarak gelmemiştir. Bu görüşle, Rasulullah

s.a.)'dan rivayet edilen şu sabit olmayan hadis reddedilmiştir: Rasulullah s.a.), bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Kadınlardan dört nebî vardır. Bunlar Havva, Âsiye, Musa'nın annesi ve Meryem'dir".

2- Peygamberler şehir halkından gönderilmiştir. Genelde bedevîler sert ve katı insanlar olduklarından Allah çöl ehlinden hiç peygamber göndermemiştir. Ayrıca köy ve şehir insanı daha akıllı, daha yumuşak, daha faziletli ve daha bilgilidir.

Hasan el-Basrî şöyle der: "Allah, kesin olarak bedevîlerden, kadın ve cin­lerden hiç peygamber göndermemiştir." bazı alimler şöyle demiştir: "Peygam­ber olabilmenin şartlarından biri de erkek insan ve şehirli olmaktır." Bu alim­ler, "cinlerin erkeklerine sığınırlardı da..." (Cin, 72/6) ayetindeki 'erkek cinler' manasından sakınarak 'insan' demişlerdir.

3- Bütün insanların, peygamberlerini yalanlayan milletlerin akıbetlerine bakıp, ders almaları gerekir.

4- 110. ayetinde peygamberler, kendilerine lâyık ve uygun olmayan her- heri ve masumdurlar.

Cumhur alimlerin görüşünde "Tahfif kıraatine göre mana ya da hüküm şöyledir: "Milletler, azabı haber verirken peygamberlerin kendilerine yalan söyleyip, doğru söylemediklerini zannettiler. Veya ümmetler, Allah'ın yardımını va'dederken peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini zannettiler."

"Teşdid" kıraatine göre ise mana şöyledir: "Peygamberler kavimlerinin kendilerini yalanladıklarını yakînen anladılar. Veya kavimlerinin değil bilâkis kavimlerinden kendilerine iman edenlerin onları yalanladıklarını sandılar."

5- Yusuf (a.s.)'m babası ve kardeşleriyle arasında geçen kıssası da dahil, geçmiş ümmetlerin kıssalarında akıl sahibi insanlar için bir fikir, hatırlatma ve öğüt vardır.

6- Kur'an, Allah'dan başkalarının uydurdukları ve yalan yere söyledikleri bir söz değildir. O, peygamber bile olsa hiçbir insanın benzerini getirmeye güç yetiremeyeceği mucize bir sözdür. Aynı şekilde Yusuf (a.s.) kıssası da Allah Tealâ'nm hikaye ettiği kıssa olmanın dışında uydurulmuş bir hikâye değildir.

7- Kur'an-ı Kerim; Tevrat, İncil ve Allah Tealâ'nın indirdiği diğer kitaplar gibi, kendisinden önceki semavî kitapları tasdik eder, onları gözetip himaye eder.

8-  Kur'an-ı Kerimde kulların ihtiyaç duydukları helâl-haram, kanun ve hükümler gibi herşey açıklanmıştır.

Yine Kur'an, Allah Tealâ'dan kullarına ve gaybe inanan müminlere bir hi­dayet ve rahmet, ayrıca insanlığı sapıklıktan nura, bozgunculuk ve terörden, ^ıizam ve intizama, doğruluk ve iyiliğe yükselten bir kurtarma vesiledir: Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol göste­ren Kitap'tır". (Bakara, 2/2).

9- Ayette zikri geçen hususlarla sadece Yusuf kıssası arasında bağ kurmak da mümkündür. Dolayısıyla Allah Tealâ, bu kıssanın şu beş özelliğini zikretmiş olur:

a) Yusuf (a.s.) kıssası, düşünebilen akıl sahipleri için ibrettir.

b) Onu Rasulullah (s.a.) uydurmamıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.), ne kitap okumuş, ne bir hocanın önünde diz çökmüş, ne de alimlerle ilmî müzâkerelerde bulunmuştur. O asla yalan söylemez. Çünkü bu imkânsızdır. Allah Tealâ, bu­nun uydurulmadığını pekiştirerek şöyle buyurmuştur: "Fakat bu kıssa, Tevrat ve diğer ilâhi kitaplardaki bilgilere uygun olarak anlatılmıştır."

c) Yusuf (a.s.)'m babası ve kardeşleriyle arasında geçen olay her yönüyle açıklanmıştır.

d) Bu kıssa, dünya hayatında örnek teşkil edip, hidayet vesilesidir.

e) Son olarak kıyamet gününde iman eden müminler için rahmetin gerçek­leşmesine sebeptir. "Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren..." (Baka­ra, 2/2) kavlinde de görüldüğü gibi sadece müminler ondan istifade ettikleri için özellikle zikredilmişlerdir. [163]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/427.

[2] Kurtubî, K/118.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/427-428.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/428-429.

[4] Kısasu'l-Enbiya, Abdülvehhab Neccar, s. 120 v.d.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/429.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/429.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/429-430.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/430.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/430-431.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/431.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/431.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/431-432.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/432.

[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/432.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/433.

[16] Razî, XVIII/116.

[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/433-435.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/436.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/436-437.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/437.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/437-438.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/438.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/440.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/440.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/440-441.

[26] İbni Kesir, 11/469-470.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/441-442.

[27] Hadis "zayıftır. Bu hadis-i şerifi Beyhakî Delail'de Hakem b. Zuheyr'den rivayet etmek­tedir. Ayrıca Ebu Ya'la el-Mavsimî ve Ebu Bekr el-Bezzar Müs«edlerinde ve İbni Ebi Ha­tim Tefsirinde rivayet etmektedir, (bkz. İbni Kesir, 11/468) Fakat Hakem b. Züheyr zayıf bir ravidir.

[28] Bu hadis-i şerifi Buharî, Ebu Sele (r.a.)'den rivayet etmiştir.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/442-444.

[30] Yalan rüyalara "edgas" isminin verilmesi birbirine zıt şeylerin bir arada görülmesi se­bebiyledir. Bu çeşit rüya şeytandandır.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/444-446.

[32] Zemahşerî, 11/124.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/447-448.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/448.

[35] el-Bahru'l-Muhit, V/282.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/448-450.

[37] İbni Kesir, 11/470.

[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/450-451.

[39] 1- Bir görüşe göre "Davâll" bulunan hayvan demektir. "Lukâta" ise bulunan eşya demektir. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam ise bu ayrımı kabul etmemektedir.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/451-453.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/455.

[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/455.

[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/455-456.

[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/456.

[45] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/456-458.

[46] İbnü'l-Arabî, Ahkamu'l-Kur'an, III/1063.

[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/458-462.

[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/463.

[49] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/463-464.

[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/464.

[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/464-465.

[52] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/466.

[53] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/467-468.

[54] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/468.

[55] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/468-470.

[56] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/470-471.

[57] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/473.

[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/473-475.

[59] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/475.

[60] Razî, XVIII/123.

[61] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/475-479.

[62] Nahhas diyor ki: "Heyte" kelimesinde 8 kıraat vardır: "Heyte, Heytu, Heyti, Hîte, Hiyte, Hi'tü, Hi'te."

[63] Razî, XVIII/115.

[64] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/479-482.

[65] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/484.

[66] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/484.

[67] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/484-485.

[68] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/485.

[69] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/485-490.

[70] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/490-491.

[71] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/492.

[72] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/492-494.

[73] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/494.

[74] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/494-496.

[75] Razî, XVIII/140.

[76] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/497-499.

[77] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/500.

[78] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/500.

[79] Razî, XVIII/142.

[80] Müellif bu hadisin sahih olmadığını ilerki sayfalarda ifade etmektedir. [Çeviren].

[81] Kurtubî, DC/195-196.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/500-502.

[82] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/502-503.

[83] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/504-505.

[84] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/505-506.

[85] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/506.

[86] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/506-508.

[87] Kurtubî, K/203. 2- a.e., DC/ 204.

[88] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/508-509.

[89] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/510-511.

[90] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/511.

[91] Zemahşerî, 11/142.

[92] el-Bahrul-Muhit, V/ 317.

[93] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/511-513.

[94] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/513-514.

[95] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/7.

[96] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:7/7-8.

[97] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/8.

[98] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/8-9.

[99] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/10.

[100] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/10-11.

[101] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/11-12.

[102] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/12-14.

[103] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/15.

[104] Kurtubî, IX/220.

[105] Vesk; 60 sa'dır. Bir Sa' ise (3900 gr) dır.

[106] îbni Kesir, 1/483

[107] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/15-17.

[108] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/17-18.

[109] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/18-19.

[110] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/20-21.

[111] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/21.

[112] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/21-22.

[113] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/22-23.

[114] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/24.

[115] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/24-25.

[116] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/25.

[117] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/25-26.

[118] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/26-27.

[119] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/28.

[120] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/29-30.

[121] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/30.

[122] Zemahşerî; 11/147.

[123] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/30-32.

[124] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/32-35.

[125] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/36.

[126] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/36-38.

[127] Razî, XVIII/183.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/38.

[128] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/39-43.

[129] Razî, XVIII/199.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/44-47.

[130] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/48-49.

[131] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/49.

[132] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/50-52.

[133] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/52-55.

[134] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/56.

[135] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/56-57.

[136] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/57.

[137] Fersah: 5544 metredir. 80 Fersah; 80X5544=443,520 m.= 44.352 km.

[138] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/57-58.

[139] Kurtubî; Di/ 262

[140] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/58-60.

[141] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/61.

[142] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/61-62.

[143] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/62.

[144] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/62-64.

[145] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/64-65.

[146] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/66.

[147] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/67.

[148] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/67-68.

[149] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/69.

[150] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/70-71

[151] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/71.

[152] Razî, XVIII/ 223.

[153] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/71-74.

[154] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/74-75.

[155] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/76.

[156] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/77.

[157] İbni Kesir, 11/496.

[158] İbni Kesir, 11/1497, 498; Kurtubî, K/275.

[159] Bahru 'l-Muhit, V/35.

[160] Razî, XVIII/226.

[161] Zemahşerî, 11/157.

[162] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/77-81.

[163] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/81-82.