Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
Sure,
Hz. Yusuf (a.s.)'un kıssası anlatıldığı için bu ismi almıştır.
Rivayet
olunduğuna göre, Yahudiler Rasulullah (s.a.) Efendimize Hz. Yusuf (a.s.)'un
kıssasını sormuşlar, bunun üzerine bu sure nazil olmuştur.
Hakimin
rivayetine göre Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.)'e
Kur'an nazil olmaya başladı. Peygamberimiz (s.a.) müslümanlara inen ayetleri
okuyor, anlatıyordu. İnsanlar "Bize kıssa anlatsan, olmaz mı?" dediklerinde,
"Biz sana kıssa anlatacağız." (Yusuf, 3; Kehf, 18/13) ayeti nazil oldu.
Bir müddet daha Kur'an'ı okumaya devam etti. İnsanlar "Bize konuşma
yapsan, rivayette bulunsan, olmaz mı?" dediler. Bunun üzerine "Allah
sözün en güzelini indirmiştir." (Zümer, 39/23) ayeti nazil oldu. Bu sure,
Mekke'de Peygamberimiz (s.a.)'in Kureyşlilerle yaptığı mücadelenin
şiddetlendiği krizli günlerde, değerli pak zevcesi Hz. Hatice (r.a.) ile
kendisine yardımcı ve destek olan amcası Ebu Talib'i kaybettiği üzüntü yılından
sonra nazil oldu.
Nüzul
sebebi hakkında rivayet edilmiştir ki, Mekke kâfirlerinden bir kısmı
Yahudilerle karşılaşmış, Hz. Muhammed (s.a.) hakkında konuşmuşlardı. Yahudiler
Mekkeli kâfirlere "Ona sorun, Hz. Yakup (a.s.) ailesi niçin Şam diyarından
Mısır'a göçtüler. Ayrıca Hz. Yusuf (a.s.)'un kıssasını da sorun" dediler.
Mekkeliler de bu soruları sordular. Bunun üzerine bu sure nazil oldu.
Yusuf
suresi Mekkî (Mekke'de inen) sure olmasına rağmen üslûbu gayet sade ve mana
dolu, ünsiyet, rahmet ve letafet hususiyetleri taşıyan bir suredir. Diğer Mekkî
surelerde hakim unsur olan uyarı, korkutma ve tehdit damgası taşımamaktadır.
Atâ
diyor ki: Üzgün bir kimse yoktur ki, Yusuf suresini dinleyip de huzura
kavuşmasın.
Beyhakî'nin
Delâil'de İbni Abbas'tan rivayet ettiğine göre Yahudilerden bir grup Rasulullah
(s.a.)'ın bu sureyi okuduğunu işittiklerinde, ellerindeki kitaba uygunluğu
sebebiyle İslâm'ı kabul ettiler.
[1]
Bu
sure Hûd suresinden sonra nazil olmuştur. Her iki surede de geçmiş
peygamberlerin kıssaları ve Peygamberimiz (s.a.)'e inen vahyin ispatı bulunduğu
için aralannda sıkı bir münasebet bulunmaktadır.
Her
peygamberin kıssası Kur'an-ı Kerim'de değişik üslûplar ile, çeşitli gaye ve
hedeflerle, öğüt ve ibret alınması için birkaç surede tekrarlanmıştır. Hz.
Yusuf (a.s.) kıssası bundan müstesnadır. Bu kıssa bu sureden başka bir surede
anlatılmamıştır. Ancak ister kıssanın tamamında, veya bölümlerinden birinde
olsun, isterse özlü ifade tarzında, yahut tafsilatlı ve açıklamalı ifadelerinde
olsun Kur'an-ı Kerim'deki edebî mucizeyi işaret etmek için bu kıssanın bütün
bölümleri peşpeşe ve kâmil manada anlatılmıştır.
Alimler
diyor ki: Allah Kur'an'da geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmış, aynı
manayı değişik şekillerde belagat derecelerine göre birbirinden farklı
lafızlarla tekrarlamıştır. Ancak Hz. Yusuf (a.s.) kıssasını bir defa anlatmış
ve ikinci bir defa tekrarlamamıştır. Kur'an'a muhalif olanlar ne birkaç defa
tekrarlanan kıssalara, ne de tekrarlanmayan kıssalara benzer bir ifade ortaya
koyamamışlardır. Düşünen kimseler için bu da bir mucizedir.[2]
Bu
sure bazan sevindirici, bazan da üzücü yönleriyle Hz. Yusuf (a.s.) kıssasını
bütün heyecanlı sahneleriyle ihtiva etmektedir.
Sure,
Hz. Yusuf (a.s.)'un babası Hz. Yakup (a.s.)'un yanındaki değeri ve onunla olan
sıkı irtibatı ile başlıyor. Sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleriyle aralarında
geçen olaylar, ona tuzak hazırlamaları, kuyuya atmaları, Mısır Emniyet
Başkanı'na satılması, ilk defa ondan yiyecek satın almaları, Hz. Yusuf
(a.s.)'un yiyeceği karşılıksız vermesi, kardeşleri Bünyamin'i getirmezlerse
ikinci defa yiyecek alamayacaklarının bildirilmesi, öz kardeşi Bünyamin'i
planlı bir şekilde ve asılsız bir hırsızlık olayı bahanesiyle yanında
alıkoyması, nihayet kardeşlerini getirmeleri, sonra da Hz. Yusuf (a.s.)'un
kendini kardeşlerine tanıtması anlatılıyor.
Ayrıca
Hz. Yusuf (a.s.)'un imtihanı, göz kamaştırıcı yakışıklılığı, Mısır Azi-zi'nin
hanımı ile arasında geçen olaydan tam olarak beraat etmesi, zindanda insanları
dine daveti, kurtuluş ışıkları, Mısır kralının rüyasını tabir etmesi, maliye,
ticaret işleri bakanlığı ve nihayet Mısır'a devlet başkanlığı yapması,
müjdecisinin Hz. Yusuf (a.s.)'un gömleğini getirdiğinde Hz. Yakup (a.s.)'un gözlerinin
görmeye başlaması, Hz. Yusuf (a.s.)'un Mısır'da anne-baba ve bütün aile
halkıyla buluşması gibi olaylar anlatılıyor.
Sonra
da bu kıssadan alınacak ibret, Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberliğinin ispat
edilmesi, teselli edilmesi, darlıktan sonra huzura, yalnızlıktan sonra sıcak
bir hayata kavuşacağının müjdelenmesi açıklanıyor.
Zira
Hz. Yusuf (a.s.) zindandan köşke intikal etmiş, Mısır diyarının
"Aziz"i, devlet başkanı olarak seçilmişti. Belâya sabreden herkese
elbette bir gün huzur ve yardım gelecektir.
Yine
önceki kavimlere geldiği gibi müşriklere azabın ineceği şekilde uyarıda
bulunulması Hz. Yusuf (a.s.) kıssasından alınacak derslerin ve ahlâkî esasların,
en önemlisi de peygamberlerin ümitsizliğe kapılacak durumdayken ilâhî yardıma
nail olmaları anlatılmaktadır.
[3]
Hz.
Yusuf, Hz. İbrahim oğlu Hz. İshak oğlu Hz. Yakub'un 12 erkek evladından
biridir.
Hz.
Yakup (a.s.)'un çocukları, Kenan diyarında dünyaya gelen Bünyamin hariç,
(Filistin'de) Aram köyünde dayısı Laban'ın iki kızını kendisine nikahlaması
karşılığında koyunlarını güttüğü yıllarda dünyaya gelmişlerdi.
İmam
Ahmed ve Buharî'nin İbni Ömer'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz
(s.a.) şöyle buyurdu:
"Değerli
kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu, değerli kişi: İbrahim
oğlu îshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf tur."
Hz.
Yusuf (a.s.), kardeşlerinin kinini toplayacak ve tuzak kurmalarına sebep
olacak kadar babasının nezdinde sevimli ve gözalıcı bir güzelliğe sahipti.
Henüz 17 veya 18 yaşlarında iken rüyasında 11 yıldız, Ay ve Güneş'in kendisine
secde ettiklerini görmüş, bu rüyayı babasına anlatmıştı. Babası da ona peygamberlik
ve rüya tabiri etme kabiliyeti verileceğini müjdelemişti.
[5]
Kardeşleri
onu alıp gezmek ve oyun oynamak için kıra götürmüşler, sonra da kuyuya
atmışlardı. Babalarına da "Onu kurt yedi" diyerek yalan söylemişlerdi.
Salih
bir zat olan babaları Hz. Yakup (a.s.) onların sözleriyle ikna olmamış, onları
Hz. Yusuf (a.s.)'a plan tertip etmekle suçlamıştı. Bundan sonra Allah kuyuya
atılan bir kovanın zincirine sarılmak suretiyle Onu kurtarmış, onu bulup
alanlar da Mısır'da ucuz bir fiatla satmışlar, sahibinden satın aldıklarını
iddia etmişlerdi. Onu Menzile gölünün yakınındaki Doğu Bölgesi Azizi olan
Futayfar veya Utayfar ismindeki Emniyet İşleri Başkanına satmışlardı.
Mısır
Azizi onu sevmiş, hanımı Züleyha'ya da "Ona ikramda bulun" diye
tenbihde bulunmuştu. Mısır Aziz'i Hz. Yusuf (a.s.)'a köşkünde bazı görevler
vermiş, hizmetçilerin reisi ve köşkün işlerinin amiri yapmıştı. Allah da Hz. Yusuf
(a.s.)'u hidayetiyle terbiye ve tevfiki ile himayesine almıştı.
[6]
Hz.
Yusuf (a.s.)'un gözalıcı güzelliği imtihan sebebi oldu.
Müslim
Sahih 'inde Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Yusuf u gördüm. Bir de ne göreyim, güzelliğin yarısı ona verilmiş."
Aziz'in
hanımı Yusuftan hoşlanmış, Yusuf a aşık olmuştu. Yusuf ise Allah'a iman
ettiği, emrine uyduğu, haramlarından kaçındığı ve kocasının lütuf-larını
takdirle karşıladığı için kadının tekliflerini reddetmişti: "Ben Allah'a
sığınırım. Efendim olan kocan, bana iyilikte bulunmuştur. Şüphesiz ki zalimler
hiçbir zaman kurtuluşa eremezler." (Yusuf, 23).
Hz.
Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü, yani taate gayret ettiği ve
babalarının edeplerine sarıldığı için o kadının arzusuna uymadı.
"Levlâ"
kelimesi "olmasaydı" manasındadır. Yani Rabbinin burhanı olduğu için
onun arzusuna uymadı demektir. Meselâ bir ayette "Musa'nın annesinin
gönlünde evladından başka bir şey yoktu. Eğer müminlerden olması için kalbini
pekiştirmeseydik, neredeyse Musa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracaktı.
" (Kasas, 28/10) buyuruluyor. Yani "kalbi pekiştirildiği" için
onun kendi çocuğu olduğunu açıklamaktan çekindi demektir.
[7]
Züleyha
arzusunu gerçekleştiremeyip eli boş dönünce, emri altında olanlardan birisinin
kendisine muhalif hareketlerde bulunduğu efendiler, hanımefendiler gibi o da
Yusuf a kin beslemeye başladı.
Kocasını
içeriye girmek üzere kapıda görünce hemen bir suç uydurdu. Yusuf un kötülük
niyetinde olduğunu anlattı. Doğru sözlü Yusuf bunu yalanladı. Akıllı koca
delillere başvurdu. Yusuf un gömleği yırtılmıştı. Eğer gömleği önden
yırtılmışsa hanımının doğru, arkadan yırtılmışsa Yusuf un doğru söylediği anlaşılacaktı.
Çünkü kadına hücum eden kişiye karşı kadının karşı koyması ve savunması ön
taraftan, kaçan kimseye arkadan yetişen kadının hücumu ise normalde arkadan
olurdu.
Sonunda
Yusuf un suçsuz olduğu ortaya çıkmış, kadının suçlu olduğu anlaşılmıştı. Mısır
Azizi Yusuf a bu durumu gizlemesini, kadına da günahı için Allah'tan af
dilemesini emretti.
Bununla
beraber Mısır Azizi'nin hanımı Züleyha'nın ve delikanlının haberi şehirde
yayılmış, kadınlar Mısır Azizi'nin hanımını ayıplamışlardı. Züleyha hanımları
davet etmiş, onlara bıçakla kesilecek meyveler hazırlamış, her birine birer
bıçak vermişti. Yusuf a kadınların huzuruna çıkmasını emretmişti. Yusuf un
güzelliği kadınların gözlerini kamaştırmış, ellerini kesmişlerdi. Kadınlar
"Bu beşer değildir, olsa olsa değerli bir melektir" demişler,
Züleyha'yı mazur görmüşlerdi.
Züleyha
Yusuf a, arzusunu kabul etmezse hapse atılacağı tehdidinde bulundu. Bu durum
insanlar arasında yayılmıştı. Efendisi de hanımının şerefini korumak için Yusuf
u hapse koymayı uygun gördü.
[8]
Yusuf
hapse konulmuş, onunla birlikte iki genç de hapse girmişti: Biri Kralın
fırıncılar başkanı, diğeri ise su işleri başkanı idi. Birincisi rüyasında başında
ekmek taşıdığım ve kuşların da bundan yediklerini, ikincisi ise rüyasında
kendisini kralım kadehine şaraplık üzüm sıkarken görmüştü. Her ikisi de Yusuf
tan rüyalarının tabirini istemişlerdi.
Yusuf
rüya tabiri üzerindeki kabiliyetini ortaya koyacaktı. Fakat o önce mahpus
arkadaşlarına "Allah'ın birliğine davet" konusunu açarak şöyle dedi:
"Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı hayırlı, yoksa bir ve her şeye galip
olan Allah mı?" Birincisine, asılacağını ve başından kuşların yiyeceğini,
ikincisine de kendisinin krala içki vereceğini söyledi. Yusuf hapisten
kurtulmayı düşündü ve bu ikisinden kurtalacağını umduğu kişiye "Efendinin
yanında benden söz et" dedi. Ne var ki şeytan o kişiye efendisinin
huzurunda Yusuf u hatırlatmayı unutturdu. Yusuf böylece bir kaç yıl zindanda
kaldı.
[9]
Kral
bir gece rüyasında yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini ve tek bir
gövdede yedi güzel olgun başağı yedi kuru başağın yediğini görmüştü. Bu rüyayı
tabir etmek için bütün sihirbazları çağırdı. Sihirbazlar "Bunlar karışık
rüyalardır. Biz böyle rüyaların tabirini bilmeyiz." dediler.
O
anda kralın şarapçısı zindandaki Yusuf u hatırladı, durumu krala arzet-ti. Kral
da zindana birini gönderip bu rüyanın doğru yorumunu getirmesini uygun gördü.
Elçi zindana geldi ve aldığı cevabı krala iletti. Kral, Yusuf u bana getirin,
dedi. Yusuf suçsuzluğu ve davet edilen kadınlara karşı gerçek tavrı ortaya
çıkmadan zindandan çıkmayı reddetti.
Kral
kadınları çağırttı. Onlara bu durumu sordu. Kadınlar "Haşa, Allah için biz
onda kötü bir niyet görmedik" dediler. O zaman Mısır Azizi'nin hanımı
Züleyha Yusuf un suçsuz olduğunu itiraf etti ve şöyle dedi:
"Şimdi
gerçek ortaya çıktı. Ben, onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz o, doğru
söyleyenlerdendir. Onun gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı bilmesi için
(böyle davrandım). Zaten Allah hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmaz. Ben
nefsimi temize çıkarmak istemem. Çünkü nefis kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin
merhamet ettiği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki Rabbim Gafurdur (çok
affedicidir), Rahimdir (çok merhametlidir)."
"Ben
nefsimi temize çıkaramam" ayeti, yanlışlıkla bazı müfessirlerin zikrettikleri
gibi, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü değil Aziz'in hanımının sözüdür.
[10]
Hz.
Yusuf iftiradan arınmış suçsuz olarak zindandan çıktı. Kral kendisine hangi
işten memnun olacağını sordu. Yusuf "Beni ülkenin hazinelerinin başına
getir" dedi. Kral da onu bütün memlekette her türlü yetkiye sahip kılarak
ticaret işlerine bakan yaptı, hatta başkanlığı da ona tevdi etti. Henüz otuz
yaşında bulunan Yusuf un eline kendi mührünü teslim etti.
[11]
Verimli
geçen yedi senenin ardından kurak yedi sene gelmişti. Hz. Yusuf verimli
yıllarda depolarca buğday biriktirmişti.
Bundan
sonra Filistinliler geldiler. Hz. Yakup (a.s.) oğullarını buğday getirmek
üzere develer ve merkeplerle birlikte Mısır'a gönderdi.
Kardeşleri
gelince Yusuf onları hemen tanımış, ama onlar Yusuf u tanımamışlardı. Zira
Yusuf o sırada 40 yaşındaydı. Onlardan ikinci defasında kardeşlerini de
getirmelerini istemişti. Paralarını buğday çuvallarının içine koydu ve onlara
verdikleri parayı iade ettiğini bildirmeden, kardeşlerini getirmeleri için
buğdayı bedelsiz vermiş oldu. Zira kardeşleri yine geleceklerdi ve hakları olmayan
şeyi kabul etmezlerdi.
Filistin
halkı şiddetli kıtlıkla karşılaşınca Hz. Yakup (a.s.) oğlu Bünya-min'in de
kardeşleriyle birlikte yola çıkmasına müsaade etti. Mısır'a geldiklerinde
Yusuf onları gayet güzel karşılamış ve bir öğle yemeğinde onlara gayet güzel
misafirperverlikte bulunmuştu. Fakat İbranilerle beraber yemek yemeyi kötü
sayan Mısırlıların âdetine uyarak Yusuf onlarla beraber yemek yememişti. Hz.
Yakup (a.s.)'un oğulları Yusuf un hizmetçisine hem önceki buğdayın bedeli, hem
de yeni alacakları buğdayın bedeliyle geldiklerini söylediler.
[12]
Yusuf
(a.s.) kardeşlerinin buğday yüklerinin hazırlanmasını emretmiş, her birinin
yüküne parasının konulmasını ve kardeşi Bünyamin'in yüküne de kralın su
kabının konulmasını emretmişti.
Tam
yola çıktıkları esnada, "Kralın su kabını çalmışsınız, kim çalmışsa kralın
kanununa göre fidye olarak alıkonulur" diye bir nida duydular. Bütün
yükler arandı. Kralın su kabı Bünyamin'in yükünde çıktı. Kral'a tavassutta
bulunarak kardeşleri onu çok seven yaşlı bir babası olduğunu, onun yerine içlerinden
birini alıkoymasını istirham ettiler. Kral bunu kabul etmedi. Kardeşleri
"Eğer o hırsızlık yapmışsa bundan önce onun öz kardeşi de hırsızlık
yapmıştı" dediler. Yusuf onların bu sözlerini sineye çekti. Kendi kendine,
"Siz bu hırsızlık yapandan daha kötü durumdasınız" dedi.
[13]
Yusuf
küçükken annesi ölmüş, onu halası kefaleti altına almıştı. Babası Yusufu
halasından almak istediğinde halası Yusuf a Hz. İbrahim (a.s.)'e ait yanında
bulunan bir kemer giydirmiş ve bunu elbisesinin içine gizlice koymuş, sonra da
kemerinin kendisinden çalındığını söylemişti. Bu kemeri Yusuf un elbisesinin
içinden çıkarınca yaptığı bu harekete ceza olarak Yusuf un kendisine hizmet
için kendi yanında kalmasını istemişti. Kardeşlerinin Hz. Yusuf (a.s.)'a isnat
ettikleri asılsız hırsızlık olayının aslı bu idi.
Nihayet
Yusuf un kardeşleri en küçükleri Bünyamin ve en büyükleri hariç olmak üzere
babalan Hz. Yakup (a.s.)'un yanına gelip olanları haber verince Hz. Yakup
(a.s.) daha fazla üzülmüş, üzüntüden ve ağlamaktan dolayı gözlerine ak düşmüş,
görmez olmuştu. Bir yandan da Yusuf un acısını hatırlamıştı.
[14]
Bundan
sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri üçüncü defa Mısır'a geldiler ve
karşılaştıkları kıtlık ve yokluk sebebiyle "Az bir sermaye ile
geldik" diyerek buğday yardımı ve ayrıca kardeşlerinin serbest
bırakılmasını istediler.
Hz.
Yusuf (a.s.) onlara eskiden yaptıkları kötülüğü hatırlatarak "Siz cahil
iken Yusuf ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?" dedi. Kardeşleri
O'nun Yusuf olduğunu anlamışlardı: 'Yoksa sen gerçekten Yusuf musun?"
dediler. Yusuf "Ben Yusuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütufta
bulundu..." dedi.
Hz.
Yusuf (a.s.) kardeşlerine babasının yüzüne koymaları için ve bütün aile
halkını alıp getirmeleri için gömleğini verdi. Filistin'e ulaştıklarında
gömleği Hz. Yakup (a.s.)'un yüzüne koydular. Gözleri açılmıştı. Müjdeci, Yusuf
ve kardeşinin selâmette olduğu haberini vermişti.
Hz.
Yakup (a.s.) ve aile halkı Mısır'a geldiler. Hz. Yusuf, babası Hz. Yakup ile
hanımını (annesi öldüğünde küçük yaşta kendisine annelik yapan teyzesini)
himayesine aldı. Babası, annesi, 11 kardeşi Hz. Yusuf (a.s. )'a hürmet ve tazim
secdesi yaptılar. Bu secde ibadet secdesi değildi. İşte bu, 11 yıldız ile Ay ve
Güneş'in secde etmesi şeklindeki rüyanın tabiri idi.
Bu
buluşma Hz. Yakup (a.s)'un başkanlığındaki bu aile için büyük bir sevinç
vesilesi idi. Bu sebeple Allah'ın kendisine verdiği ilim ve mülk sebebiyle Hz.
Yusuf (a.s.)'un, Allah'a şükrünü ilan etmesi vacip olmuştu. Hz. Yusuf (a.s.)
Cenab-ı Hak'tan dünya ve ahirette yardımcısı olmasını, müslüman olarak yani
Allah'a isyankâr olarak değil, itaatkâr olarak canını almasını ve kendini
salih-lere, peygamber olan dedelerine ilhak eylemesini niyaz etmişti.
[15]
Hz.
Yusuf (a.s.) kıssasından pek çok ibretler, çeşitli öğütler, yüce ahlak ve
fazilet örnekleri çıkarılabilir. Bunlardan birkaçını zikredelim.
1- Sıkıntılar nimete sebep olabilir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası önce kuyuya
atılması, köle olarak satılması gibi üzücü ve dehşetli olaylarla başladı. Sonra
da kadınlarla zorlu bir imtihan geçirdi. Ardından zindana atıldı. Nihayet şartlar
(Allah'ın izniyle) O'nu Mısır'ın fiilen idarecisi durumuna getirdi.
2-
Kardeşler arasında ölüme veya
helak olmaya sebep olabilecek şekilde kin ve kıskançlık olabilir
3- Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamber evinde yetişmesi güzel bir yetişme tarzı
idi. Orada yüce ahlak, yüksek hasletler üzerinde terbiye görmüş, babalan ve
dedeleri olan peygamberlerden miras kalan kâmil vasıflarla yetişmişti. Bu durum
karşılaştığı büyük olaylardan kendisine fayda sağlamış, mihnetlerde yardımcı
olmuş. Hz. Yusuf (a.s.)'a zorluktan sonra rahatlık, zillet ve gönül kırıklığından
sonra izzet ve ilâhî yardım gelmişti.
4-
İffetli olmak, güvenilir olmak,
Hak yolda devam etmek hem erkekler, hem de kadınlar için aynı şekilde bütün
hayrın kaynağıdır. Dine ve fazilete sarılmak saygınlığın ve güzel itibar
sahibi olmanın kaynağıdır. Gerçek bazan gizli kalsa bile bir müddet sonra
mutlaka ortaya çıkar.
5- Fitnenin sebebi erkeğin kadınla yalnız kalmasıdır. Bunun için İslâm bunu
haram kılmıştır. Kadının, (80 km. gibi) uzun bir mesafeye, meydana gelebilecek
zorluklar sıkıntılar, yolculukta devamlı rastlanan problemler sebebiyle, modern
süratli vasıtalarla bile olsa, mahremsiz yolculuk yapmasını yasaklamıştır.
Tirmizî
ve Nesaî'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte "Bir erkekle bir kadın yalnız
başına kapalı bir yerde (halvette) kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur"
buyu-rulmaktadır.
6- Ulvî prensiplere iman ve sarsılmaz inanç, zorlukları aşmanın, basitliklerden
kurtulmanın yoludur. İşte Hz. Yusuf (a.s.)'u temiz bir ruh sahibi, şehevî
arzular ve aldatıcı zevkler karşısında yumuşamayan sessiz bir azimet sahibi,
değerli bir kişi kılan da budur.
7- Zorluk anında Allah'a sarılmak, darlık anında O'na yönelmek:
Hz.
Yusuf (a.s.) Züleyha'nm "zindana attırmak" tehditlerine aldırmamış,
'Ya Rabbi! Onların beni davet ettikleri şeyi yapmaktansa zindan benim için daha
hayırlıdır" diyerek Allah'a iltica etmişti.
8- Zorluklar mümini Allah'a davet vazifesinden caydıramaz. Zira Hz. Yusuf
(a.s.) zindanda olmasına rağmen kendisiyle birlikte olan iki mahpusun rüyalarını
tabir etme fırsatını değerlendirdi. Belki onunla beraber bulunanlar onun
davetine iman ederler diye, hemen tevhide ve Allah'ın dinine davete başladı.
Gerçekten de kral, rüyasının tabirini isteyen kralın şarapçısı ve bir rivayete
göre kadının ailesinden şahit olan biri (Yusuf, 36) İslâm'ı kabul ettiler.
9- Hadiseleri değerlendirme basireti, izzet ve vakar (ağırbaşlılık)
sahibi olmak. Hz. Yusuf (a.s.) ileride suçlu olduğu ve suçu sebebiyle zindana
konulduğu şeklinde itham edilmemesi için suçsuzluğu ilân edilmeden, manevî
temizliği kabul edilmeden ve şerefli olduğu ortaya çıkmadan zindandan ayrılmak
istemedi.
10- Sabrın fazileti (bu kıssa ile) açıkça ortaya çıkmıştır. Hz. Yusuf
(a.s.) uğradığı zorluklar ve engelleri aşabilmek için eziyetlere karşı sabır
zırhını giymiş bir kimse idi. Sabır huzurun anahtarı, imanın yansı, zaferi
gerçekleştirmenin yoludur. Allah diğer peygamberlere, ümitsizliğe
düştüklerinde nasıl yardım ettiyse ona da yardım etti. Onun başarısını,
nesiller boyu söylenecek bir söz haline gelen kardeşlerini affedip, ikramda
bulunmak tacı ile taçlandırdı. Hz. Yusuf (a.s.) şöyle diyordu: "Artık
bugün sizin için kınanacak bir durum yoktur. Allah sizleri affetsin."
11- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası, kurdun, onun kanını dökmediğini beyan etmiş
olduğu gibi Hz. Yusuf (a.s.)'un mutlak olarak olduğunu da ortaya çıkarmıştır.
Razî'nin belirttiği gibi pek çok şahit onun suçsuz olduğunu göstermiştir.[16]
Birincisi: Âlemlerin Rabbi Allah'ın şahitliği. Cenab-ı Hak Hz.
Yusuf (a.s.)'un günahtan uzak olduğuna şu sözüyle şehadet etmektedir.
"Yusuf u ihanetten ve fuhuştan alıkoymak için biz ona böyle yaptık. Çünkü
o ihlâslı kulları-mızdandı." (Yusuf, 24).
Bu
ayetle Cenab-ı Hak onun temizliğine dört defa şahitlik etmiştir:
"Alıkoymak için..." buradaki "lâm" tekit ve mübalağa
manasını ifade eder; "Fuhuştan" kelimesiyle;"O bizim
kullarımızdandı" cümlesiyle;"İhlâslı" kelimesiyle.
İkincisi: Şeytan'm onun suçsuzluğuna şahitliği. "Şeytan
"Ey Rabbim! Senin izzet ve şerefine yemin olsun ki içlerinde kendilerine
ihlâs verilen kullar hariç bütün insanları yoldan çıkaracağım" dedi.
(Sad, 38/82]. Şeytan bu sözüyle ihlâslı kullan yoldan çıkarmasının mümkün
olmadığını ikrar etti. Hz. Yusuf (a.s.) da az önce geçen ayet sebebiyle
Allah'ın ihlâslı kullanndandır. Dolayısıyla onu baştan çıkaramamıştır.
Üçüncüsü: Hz. Yusuf (a.s)'un "Beni o baştan çıkarmak
istedi." (Yusuf, 26) ve "Ya Rabbi! Zindan benim için bunların teklif
ettiklerinden daha hayırlıdır." (Yusuf, 33) sözleriyle yaptığı şahitliği.
Döndüncüsü: Vezirin hanımının şahitliği. Çünkü kadın Hz. Yusuf
(a.s.)'un suçsuzluğunu ve masum olduğunu itiraf etmiş, kadınlara, Ben onu baştan
çıkarmak istedim, ama o günahtan kendini korudu." (Yusuf, 32) ve ayrıca
"Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz
ki O doğru söyleyenlerdendir." (Yusuf, 51) demişti.
Beşincisi: Vezirin ailesinden olan kimselerin şahitliği: Kadının
ailesinden bir şahit "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise
kadının söylediği doğrudur, Yusuf yalancılardandır. Şayet Yusuf un gömleği
arkadan yırtılmışsa kadın yalancıdır. Yusuf doğru söyleyenlerdendir" diye
hakemlik etti. (Yusuf, 26-27).
Altıncısı: Ellerini doğrayan kadınların şahitliği. "Haşa!
Biz ondan bir kötülük görmedik" dediler. (Yusuf, 51).
Bütün
bu şahitlikler Hz. Yusuf (a.s.)'un suçsuzluğunun kesin delilleridir. Kim onu
kötülüğü arzu etmekle itham ederse -ki kötülüğü arzu etmek nefsî bir olay olup
cezası yoktur- o kimse kötü davetçilerdendir, cahil ve ahmaktır, Hz. Yusuf
(a.s.)'un masumiyetine -açıkladığımız gibi- şahit olan Şeytandan da aşağıdır.
12- Hz. Yusuf (a.s.) kıssası Allah'ın kazasına mani olacak, takdirine
engel olacak hiçbir gücün bulunmadığına ve O bir insana hayır ve ikram takdir
etmişse bütün cihan bir araya gelseler bile hiçbir kimsenin buna engel olamayacağına
irşad etmektedir.
13- Bu kıssa hasedin neticede rezil olmaya, hüsrana uğramaya sebep olduğuna
delâlet etmektedir.
14- Sabır, huzurun anahtarıdır. Hz. Yakup (a.s.) sabredince muradına ermiş,
Hz. Yusuf (a.s.) da sabredince daha önce açıklandığı gibi, arzularına kavuşmuştur.
[17]
1-
Elif, Lâm, Ra. Bunlar apaçık kitabın ayetleridir.
2-
Biz, muhakkak bu kitabı okuyup anlamanız için Arapça bir Kur'an olarak
indirdik.
3-
Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmek suretiyle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz.
Halbuki daha önce senin bunlardan haberin yoktu.
"Bunlar
apaçık kitabın ayetleridir." Burada Kur'an'a derecesinin yüksekliğini ve
mertebesinin kemalini göstermek için "uzağa işaret etmek" için
kullanılan "tilke" kelimesiyle işaret edilmiştir.
[18]
"Elif,
Lam, Ra." Hurufu mukatta' ismi verilen bu çeşit harflerle başlanılması
Kur'an'm mucize olduğuna işaret etmektedir. Ebced'de yer alan Arap harfleri ve
benzerlerinden kitabın mucizeli ayetleri meydana gelmiştir. Nitekim bu durumu
Bakara, Âl-i İmran gibi daha önceki surelerde beyan etmiştik.
"Bunlar" yani bu surenin ayetleri "apaçık kitabın
ayetleridir." Yani bu surede sana indirilen şu ayetler, Arapları aciz
bırakma ve onları susturma hususunda durumu gayet açık, yahut Arap dilinde
inmesi sebebiyle manaları açık olan veya bunları düşünen kimseler için insan
tarafından olmayıp Allah katından olduğu gayet açık olan Kur'an'ın
ayetleridir.
el-Mübîn,
arzu ettiği şekilde açıklayan, tafsilatıyla beyan eden demektir.
"Biz,
muhakkak bunu" içinde Hz. Yusuf (a.s.) kıssası bulunan bu kitabı
"okuyup anlamanız için" bu şekilde indirilmesinin sebebi budur. Yani
bunu anlamanız ve manalarını idrak etmeniz için sizin dilinizle okunan
"Arapça bir Kur'an olarak" yani Arap diliyle bir araya getirilmiş
olarak "indirdik." Kur'an'm bir kısmına, bir suresine Kur'an ismi
verildi. Çünkü Kur'an cins ismidir. Bir kısmına da hepsine de bu isim
verilebilir. Sonradan hepsi için özel isim olmuştur.
"Biz
sana bu Kur'an'ı" bu sureyi "vahyetmek suretiyle sana kıssaların en
güzelini anlatıyoruz." Çünkü o en parlak üslûpla anlatılmıştır. Yahut
ihtiva etiği acaip haller, hikmetler, ayetler ve ibretlerle anlatılan
kıssaların en güzelidir.
"el-Kasas"
kelimesi ya "iktisas (kıssa anlatmak)" manasında mastar yahut
"maksûs (anlatılan haber ve olaylar)" manasında ism-i mef uldur.
"Kassa'1-ha-ber" haberi doğru bir şekilde nakletti demektir.
"Halbuki
daha önce senin bunlardan" yani bu kıssadan "haberin yoktu." Bu
konuda hiçbir bilgin yoktu.
[19]
3.
ayetin indirilişi ile ilgili olarak; İbni Cerîr İbni Abbas'tan şöyle rivayet
ediyor: Ashab "Ya Rasulallah! Bize bir kıssa anlatsan!" dediler.
Bunun üzerine "Biz sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz." (Yusuf,
3) ayeti nazil oldu.[20]
Bu
surenin başlangıcı Yunus suresinin başlangıcına benzemektedir. Ancak Yunus
suresinde Kur'an "hakim (hikmet dolu)" vasfıyla, burada 'mübîn (apaçık)"
vasfıyla zikredilmiştir. Bunun sebebi ise bu surede değerli ve sabırlı bir
peygamberin uğradığı büyük ve önemli olayların anlatılmasıdır. Onun için bu
surede Kur'an'ın "beyan (açıklayıcı olma)" vasfıyla tavsifi münasip
olmuştur. Halbuki Yunus suresinin konusu Allah'ın birliği, vahiy ve
peygamberliğin ispatı, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılığının
verilmesi gibi dinin esasları konularıdır. Bu sureye münasip olan Kur'an'ın
hikmetle tavsif edilmesidir.
Ayetlerin
manası şu şekildedir: Sana indirdiğimiz şu ayetler Arapları aciz bırakma
hususunda durumu gayet açık olan bu surenin ayetleridir. Bu ifade Zemahşerî'nin
tefsiridir.
Ebu
Hayyan diyor ki: Açıkça görülen şudur ki "Kitap "tan murad
Kur'an'dır. "el-Mübîn" ya apaçık olan, Arapları aciz bırakmak ve
susturmak hususunda durumu açık olan ya da helâl-haramı, hadleri ve hükümleri
ve dinin emirlerinden ihtiyaç duyulan hususları açıklayan, yahut hidayet
yolunu, hakkı ve bereketi açıklayan demektir.
Hangi
manada olursa olsun, "Kitab" ismi Kur'an'ın bütününe veya bir kısmına
verilen cins isimdir. İster bundan murad bu sure olsun, isterse tamamı olsun;
maksat Kur'an'ın bu sıfatının ispatıdır. Kur'an'ın sıfatları ise bütün sureler
arasında farklılık arzetmez. Kur'an'ın bütün sureleri kapalı hususları
açıklayan gayet açık ve net ifadelerle doludur. Kur'an ayetleri kapalı durumları
açıklamakta ve tefsir etmekte, şeriatın hükümlerini izah etmekte, dünya ve
ahirette en hayırlı olanı göstermektedirler.
Kurtubî
ve İbni Kesir diyor ki: Bunlar kitabın, Kur'an-ı Mübîn'in yani kapalı şeyleri
açıklayan, tefsir eden ve beyan eden açık, apaçık bir kitabın ayetleridir.
Kitab-ı Mübîn ile Kur'an-ı Mübîn yani helâli haramı, hadleri ve hükümleri,
hidayet ve bereket yolunu açıklayan Kur'an kastedilmektedir.
Biz
muhakkak bu Kur'an'ı, daha önce bilmediğiniz kıssa ve haberleri, âdap ve
ahlâkı, hüküm ve şeriatı, siyaset, sosyal hayat, iktisat ve devlet işlerinde
tutarlı huzurlu hayat programlarını öğrenmeniz için, bu kitapta bulunan ve hem
insan unsurunu hem de toplumu en sağlam esaslar üzerine kuran mana ve
hedefleri düşünmeniz için, Arap neslinden gelen Muhammed'e dillerin en fasihi,
en açık ifadelisi, en genişi, gönüllerde olan manaları ifade etmekte en bol
imkâna sahip olanı ile yani Arapça olarak indirdik.
İbni
Kesir diyor ki: Bu sebeple kitapların en şereflisi, dillerin en şereflisiy-le,
Peygamberlerin en şereflisine, meleklerin en şereflisinin elçiliğiyle indirilmiştir.
Bu yeryüzün en şerefli topraklarında olmuş, Kur'an'm inzaline yılın en şerefli
ayında başlanmıştır. Böylece Kur'an her yönüyle mükemmel bir kitap olmuştur.
Bunun
içindir ki Cenab-ı Hak "Biz sana tam ve mükemmel olan ve her şeyi
tafsilatıyla açıklayan bu Kur'an'ı vahyetmek suretiyle haberlerin en güzelini
bildiriyoruz" demektedir. Hz. Yusuf (a.s.) kıssası tam, mükemmel ve yüce
hedefleri, pek çok ibretleri tafsilatıyla açıklayan bir kıssa olmuştur.
Halbuki bunu sana vahyetmemizden önce sana bildirdiğimiz bu kıssadan habersiz
ve bilgisiz idin, bunun hakkında senin hiçbir malumatın yoktu. Bu konuda senin
durumun, eskilerin kıssalarından ve haberlerinden hiçbir şey bilmeyen kavminin
durumu ile aynı idi.
[21]
Bu
ayetler şu noktalara işaret etmektedir:
1- Kur'an-ı Kerim âlemlere hidayet rehberi, bütün insanlara hayır ve bereket
olsun diye gönderilen, helâl ve haramı, hadleri ve hükümleri, hukuku ve ahlâkı
izah eden, her şeyi apaçık beyan eden bir kitaptır. Yani "Kitab-ı
Mü-bîn'dir."
2- Yüce Kur'an Arap diliyle açık bir Arapça ile indirilmiştir. Arap
toplumu insanlar içinde ona iman eden, içindekileri anlayan, manalarını öğrenen
ilk kimseler idi.
3- Kur'an en güzel kıssaları, en doğru haberleri, en faydalı eserleri ve
geçmiş ümmetlerin tarihlerini ihtiva eden açık bir beyandır.
"Ahsenü'l-kasas (kıssaların en güzeli)" ifadesinden maksat Kur'an'ın
bunu en parlak metod ve en dikkat çekici üslûp ile anlatmış olmasıdır. Yani
güzellikten murad edilen mana güzel ifade ve kelimelerin fesahat yönünden
mucize derecesine ulaşmış olmasıdır.
4- Hz. Yusuf (a.s.)'un kıssası kıssaların en güzelidir. Bu surenin diğer
kıssalardan farklı olarak "Ahsenü'l-kasas (en güzel kıssa)" olarak
adlandırılmasının sebebi bu kıssanın ihtiva ettiği ibret ve hikmetler ile ele
aldığı tevhid, fıkıh, siyer, rüya tabiri, siyaset, adab-ı muaşeret, iktisadî
tedbirler ile din ve dünyayı ıslah edecek faydalı güzel konuların, ayrıca
peygamberler ve salih kulların, meleklerin ve şeytanların, insanlar ve
cinlerin, hayvanlar ve kuşların, krallar ve devletlerin, ticaret erbabının,
alimler ve cahillerin, erkekler ve kadınların, kadınların hile ve tuzaklarının
anlatılmasıdır.
Bu
kıssa ibretle ve öğütlerle dolu olan, dinî, dünyevî, sosyal, iktisadî, siyasî
ve edebî hayatı ihtiva eden bir hikaye özelliği taşımaktadır. Belki en önemli
dersi, eziyetlere karşı sabırlı olmak ve ceza vermeye muktedir olduğu bir zamanda
affetmektir. Onun için güzel bir kıssanın bütün unsurlarını toplayan mükemmel
bir kıssadır.[22]
4-
Hani bir zaman Yusuf "Babacığım! Rüyamda on bir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın
bana secde ettiklerini gördüm" demişti.
5-
Babası da ona şöyle demişti: 'Yavrum!.
Bu rüyanı sakın kardeşlerine anlatma.
Yoksa sana bir tuzak Ararlar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır."
6- I?te böylece Rabbin seni seçecek, sa- na
rüyaların tabirini öğretecek, daha
önceki ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve
Yakup ailesine de nimetini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm'dir (her
şeyi gayet iyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir).
"Bana
secde ettiklerini gördüm." Burada yıldızları, Güneş ve Ay'ı akıllı
varlıklar gibi telakki etmiştir. Çünkü secde etmek akıllı varlıkların yapacağı bir
iştir. Burada da cansızları akıllı varlıkların sıfatıyla tavsif etmiştir.
[23]
"Rüyamda
on bir yıldızla, Güneş'in ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm. " Bu
cümlede istiare vardır. Çünkü yıldızlar ve diğer zikredilenler aklı olmayan
varlıklardır. Aslında burada (sâcide) denilmeliydi. Bu varlıkları akıllıların
sıfatı ile tavsif edince istiare yoluyla onlar için akıllıların yapacakları
fiil kullanılmıştır.
"...
atalarına nimetleri tamamladığı gibi" ifadesinde mürsel ve mücmel bir
teşbih vardır. Yani benzetme edatı zikredilmiş, benzetme yönü zikredilmemiştir.
[24]
"Hani
bir zaman Yusuf babasına şöyle demişti." "iz (hani)" yani
hatırla demektir. Yahut "ahsenü'l-kasas"tan bedeldir. O durumda
"ahsen" mef ulun bihtir.
"Babası",
Hz. Yakup (a.s.)'tur. İmam Ahmed ve Buharî'nin rivayetine göre Peygamberimiz
(s.a.) şöyle buyuruyor: "Değerli kişinin oğlu, değerli kişinin oğlu,
değerli kişinin oğlu değerli kişi: İbrahim oğlu İshak'm oğlu, Yakub'un oğlu
Yusuf (aleyhimüs-selâm)'dır."
"Ben
gördüm." Yani rüyada gördüm. Bu görme normal olarak görmek değildir.
"On
bir yıldızla..." Bunlar Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleridir. Sayıları on bir
idi. Ay ve Güneş ise annesi babasıdır.
"Güneşin
ve Ay'ın bana secde ettiklerini gördüm." Bu ifade ya tekittir, yahut da
onları üzerinde bulundukları halde beyan etmek üzere istinaf (başlangıç)
ifadesidir, tekrar değildir. Ancak bu varlıklar, akıllıların sıfatı olan secde
etmek ile tavsif edilmekle akıllı varlıklar yerine konulmuşlardır. Burada
"secde" den murad hürmette mübalağa edilerek yapılan eğilmedir,
yoksa ibadet secdesi değildir. Çünkü ibadet secdesi sadece, normal hakimiyetin
üstünde gaybî bir hakimiyeti olduğuna inanılan mabuda yaklaşmak niyetiyle olur.
"Babası
da ona şöyle demişti: Yavrum! Bu rüyanı kardeşlerine anlatma." Rüyayı
anlatmak, haber vermektir. Rüya, rü'yet yani görme gibidir. Ancak sadece
uykuda olabilir. Bu kelimeler birbirlerinden ayrılırlar. Kurbet ve kurbâ gibi.
Rüya, hayalde teşekkül etmiş olan suretin seçilmesi, dolayısıyla bizzat görme
gibi olur.
'Yoksa
sana bir tuzak kurarlar." Kıskançlıkla, seni yok etmek için hile yaparlar.
"Çünkü
şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır." Hz. Adem ile Havva'ya yaptığı gibi
onun düşmanlığı açıktır.
"İşte
böylece" yani bu çeşit seçme ile "Rabbin seni seçecek." Nitekim
şeref ve izzete delâlet eden bu büyük rüya için Rabbin seni seçti. Aynı şekilde
Rabbin büyük vazifeler için de sizi seçecektir.
"Sana
rüyaların tabirini öğretecek." Rüya tabir etmek, rüyada görülen varlıkta
veya olayda olan özellikten yola çıkılarak rüyanın yorumunun yapılmasıdır.
Hikaye edilmesi ve anlatılması sebebiyle rüyalara "ehadis
(rivayetler)" ismi de verilmiştir. Rüya tabiri meleğin sadık rüyalarıyla,
nefsî şeytanın yalancı rüyalarını birbirinden ayırd eder.
"Daha
önceki" yani senden önceki veya bu vakitten önceki "ataların İbrahim
ve İshak'a" peygamberlik verip "nimetini tamamladığı gibi sana"
peygamberlik vererek ve Yakup ailesine ehline ve evladına da "nimetini
tamamlayacaktır. " "Âl" kelimesi şerefli ve değerli olan yakınlara
ait hususi bir kelimedir.
"Şüphesiz
ki Rabbin Alimdir." Mahlûkatını ve kimin seçkinliğe lâyık olduğunu en iyi
bilendir. "Hakimdir." Mahlûkatma karşı yaptıklarında hikmet sahibidir.
O, her şeyi lâyık olduğu şekilde yapar.
[25]
Bu
ayetler en güzel kıssayı açıklamak için ilk ayetlerdir. Bu ifadeler, Hz. Yusuf
(a.s.) kıssasının halkaları veya bölümleri hususunda neticenin ne olacağını
öğrenmek, daha küçük yaştayken kıskançlığa düşmemeleri ve O'na tuzak
kurmamaları için kardeşlerine anlatmamasını istediği bu garip rüya ile başlayan
kapalı bilmecenin nasıl çözüleceğini anlamak için okuyucu ve dinleyicinin
dikkatini çekecek heyecanlı ve özlü bir başlangıçtır.
Bu
üslûp hikaye yazarlarının takip etmeye çalıştıkları bir üslûptur. Hikayeye bir
bilmece yahut heyecanlı bir haberle başlarlar, sonra da bu bilmeceyi çözmeye ve
bu haberin ebadı ve gerçeğini beyan etmeye geçerler.
Hz.
Yakup (a.s.)'un Çocukları Peygamber raiydiler?:
Bazı
müfessirler "Onlara şöyle deyin: Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e,
İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene... iman ettik." (Bakara,
2/136) ayetindeki "esbat (torunlar)" kelimesini, Hz. Yusuf (a.s.)'un
kardeşlerini karşıladığı ve bunların peygamber oldukları şeklinde tefsir
etmektedirler. Sahih olan görüş ise İbni Kesir'in zikrettiği gibi "esbat
(torunlar)" kelimesinin Hz. Yakup (a.s.)'un evladı olmadığı, bunların Hz.
Yakup (a.s.) zürriyetinden olan çeşitli kabileler olduğudur. Çünkü
İsrailoğulları'nm sülâlerine "esbat", Arapların sülâlerine
"kabile", İranlıların sülâlerine "şuûb" denilir.[26]
Ya
Muhammed! Kavmine Yusuf (a.s.) kıssasını anlat. Hani Yusuf (a.s.) babası Yakup
(a.s.)'a "Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana ibadet secdesi
olmayıp saygı, eğilme, boyun eğme ve tevazu secdesinde bulunduklarını
gördüm" demişti.
Bu
rüyanın karışık ve anlamsız rüyalardan ibaret olmayıp "ilham rüyası"
olduğuna delâlet etmek için, akıllı olmayan varlığın fiili, akıllı olan
varlığın fiili olan "secde" ile tavsif edildi.
İbni
Abbas diyor ki: Peygamberlerin rüyası vahiydir. Salih rüya da peygamberlik
alâmetlerinden biri ve gaybden haber vermenin bir çeşididir. Zira bu rüyayı
salih bir kul görmüş, salih bir kul da tabir etmiştir. Böyle rüyalar olayların
saf ruha resim gibi intikal etmesidir. Umumiyetle de "nefis hadisi"
ne uygun tecelli etmektedir.
On
bir yıldız Hz. Yusuf (a.s.)'un on bir kardeşidir. Yıldızlar kardeşler, Güneş
ile Ay ise babası ve annesidir. Bu müfessirlerden bir grubun görüşüdür. Çünkü
yıldızlar gerçekte secde etmezler. Dolayısıyla "gördüm" sözü rüyaya
ait olmaktadır. Ayrıca Hz. Yakup (a.s.)'un "Rüyanı kardeşlerine
anlatma" sözü buna delildir.
İbni
Cerîr et-Taberî Cabir'den naklediyor: Yahudilerden Bustanetu 1-Yahu-di (Yahudi
bahçıvan) denilen bir adam Peygamberimiz (s.a.)'e geldi Ona:
-
Ya Muhammed! Bana Yusuf un kendisine secde ettiğini söylediği yıldızların
isimleri nelerdir, haber verebilir misin? dedi.
Cabir
diyor ki: Peygamberimiz (s.a.) bir vakit sustu. Yahudiye hiçbir şey söylemedi.
O sırada kendisine Cebrail (a.s.) indi.
Bu
yıldızların isimlerini bildirdi. Rasulullah (s.a.) Yahudiye haberci göndererek
şöyle buyurdu:
- Ben sana bu yıldızların isimlerini büdirirsem
sen iman eder misin? Yahudi:
-
Evet, dedi. Efendimiz (s.a.):
- Bu yıldızların isimleri şunlardır: Cereyan,
Tank, Zeyyal, Zül-kenafat, Kabis, Vessab, Amûdan, Fulayk, Musabbih, Zarun,
Zül-ferağ; Ziya (Ay), Nur (Güneş).
Yahudi
dedi ki:
- Evet, vallahi bu yıldızların isimleri
bunlardır.
[27] Hz. Yakup (a.s.), oğlu
Hz. Yusuf (a.s.) kardeşlerinin kendisine boyun eğecekleri manasını ihtiva eden
bu rüyayı gördüğünü anlattığı zaman, oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'a
"Kardeşlerinin sana kıskançlıkla davranmamaları ve seni sıkıntıya
düşürecek bir tuzak kurmamaları için gördüğün bu rüyayı kardeşlerine anlatma
dedi. Çünkü şeytan Adem'in ve Ademoğullarının düşmanıdır. O'nun âdetlerinden
biri insanlar arasında fitne çıkarmaktır. Nitekim bizzat Yusuf (a.s.) şöyle
demişti: "Şeytan kardeşlerimle aramı açtıktan sonra..." (Yusuf,
100).
Sünnette
Rasulullah (s.a.)'tan nakledildiği "Sahih" rivayetle sabit olduğuna
göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Sizden biriniz hoşuna giden
bir rüya gördüğü zaman onu anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya gördüğü zaman
diğer tarafa dönsün. Sol tarafına üç defa tükürsün. Bu rüyanın şerrinden
Allah'a sığınsın ve bu rüyayı hiç kimseye anlatmasın. Çünkü bunun kesinlikle
zararı dokunmaz."
[28]
İmam
Ahmed ve bazı Sünen müelliflerinin Muaviye b. Hayde el-Kuşey-rî'den rivayet
ettikleri hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Rüya
tabir edilmediği müddetçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edildiği zaman aynen
gerçekleşir."
Rabbinin
seni seçip de sana bu yıldızların, Güneş ve Ay'ın secde ettiklerini gösterdiği
gibi, O seni kendi zatı için seçecek, peygamberlik hususunda seni kendi ailene
ve başkalarına karşı tercih edecek ve sana rüya tabir etmeyi öğretecektir.
Rüya
tabiri, rüyanın varlıkta meydana gelecek şekliyle yorumunun yapılmasıdır.
Allah'ın
Hz. Yusuf (a.s.)'a yorumu öğretmesi: Bu hususta doğru olan O'na ilham etmesi
veya onu basiret sahibi kılmasıdır.
Nitekim
Hz. Yusuf (a.s.) babasına "İşte daha önceki rüyamın tabiri budur. Rabbim
bunu gerçekleştirdi." (Yusuf, 100) demişti. Yine zindandaki arkadaşlarına
"Gönderilen yemekler size ulaşmadan, rüyanızın tabirini size bildireceğim.
Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir." (Yusuf, 37).
Seni
"rasul" olarak göndermek ve sana vahiy indirmekle sana ve Yakup ailesine
(yani babana, kardeşlerine ve zürriyetine) nimetini tamamlayacaktır.
Bir
insanın âli, ailesidir. Bu, şeref ve izzet sahibi olanlara has bir ifadedir.
Rasulullah (s.a.)'ın âl-i beyti gibi.
Nitekim
bu nimeti daha önce deden İshak, babanın dedesi İbrahim (a.s.)'e tam olarak
vermişti.
(Burada
İbrahim (a.s.) daha şerefli olduğu için daha önce zikredilmiştir).
Şüphesiz
ki Rabbin yarattıklarını ve bunlar arasında kimin seçkinliğine, imtiyazına hak
kazandığını en iyi bilenidir. (Bir başka ayette olduğu gibi) O peygamberliği
kime vereceğini en iyi bilendir. Yaptıklarında ve idaresinde hikmet sahibidir.
Her şeyi en uygun şekilde yapmaktadır.
[29]
Bu
ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Peygamberlerin rüyası haktır. Salihlerin rüyası peygamberlikten bir
cüz'dür. Yıldızlar Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri, Güneş ve Ay babası ve
annesi-dir. En sahih olan görüş budur.
Hikmet
ehli demişlerdir ki: Kötü rüyanın tabiri yakın bir zamanda çıkar, iyi rüyanın
tabiri bir müddet sonra çıkar. Salih rüya görmek şerefli bir durum, yüksek bir
mertebedir. Efendimiz (s.a.) Buharî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis-i
şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: "Benden sonra müjdeleyici olarak sadece
salih ve sadık rüya kaldı. Salih kişi bunu görür veya ona gösterilir."
Yine
Buharî ve Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerinde
"En sadık rüya göreniniz en doğru sözlü olanınızdır" buyurmuşlardır.
Peygamberimiz
(s.a.) Buharî'nin Ebu Said el-Hudrî'den rivayet ettiği hadis-i şerifte sadık
rüyanın peygamberliğin kırk altıda bir cüz'ü olduğuna hükmetmiştir. Bu
rivayet, bu husustaki rivayetlerin en sahihidir.
Rüya
peygamberlikten bir parçadır. Zira rüyada uçmak, şahısların değişmesi, gayb
ilminden bazı şeylere muttali olmak gibi insanın normal olarak yapmaktan aciz
olduğu imkânsız şeyler bulunmaktadır.
Sadık
rüya Allah'tandır. Sadık rüya, karmaşık düşlerden uzaktır.[30]
Buharî, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî'nin Ebi Katade'den rivayet ettikleri
hadiste Peygamber (s.a.) şöyle buyuruyor: "Salih rüya Allah'tandır,
karışık düş görmek ise şeytandandır." Salih rüya ile tasdik olunmak ise
haktır.
Kafir,
facir, fasık ve yalancının rüyasına gelince, bazı zamanlarda onların rüyaları
gerçekleşse dahi o vahiy türünden veya peygamberliğin bir cüz'ü olamaz.
Gaib'ten konuştuğunda doğru söyleyen herkesin verdiği haberin nübüvvet'den
olmayacağı gibi. Ve malum olduğu üzre Kahin ve benzerleri bir gerçeği haber
verebilir ve doğru çıkar ne var ki bu pek az ve nadir olur. Bunun gibi onların
rüyaları da böyledir.
Rüyanın
hakikati, uyku esnasında bir gerçeğin idrak edilmesidir. Çoğunlukla bu uykunun
galebe çalması az olacağı için gecenin sonunda olur. Gündüz rüyaları ismi de
verilir. Allah rüya görene yeni bir bilgi yaratır. İnsan rüyada uyanıkken idrak
edilmesi doğru olan şeyleri görür, imkânsız şeyleri görmez. Sadece caiz ve
normal olan hususları görür. Allah rüya gören kimseye rüyada hissedilen bir
şekil verir. Bu şekil bazan gerçeğe uygun olur, bazan da hissedilmeyen ancak
makul manalara uygun bir şekil olabilir. Her iki durumda da rüya müjdeleyici
ya da korkutucu olabilir.
2- Rüya bilgili olmayana, sevmediğimiz bir kişiye yahut bizim için iyilik
düşünmeyecek bir kimseye, ya da rüyayı güzel yorumlamayacak birine anlatılmaz.
Tirmizî'nin
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: "Rüya sahibi tarafından anla-tılmadığı
müddetçe bir kuşun ayağındadır. Anlattığı zaman aynen gerçekleşir. Rüyayı bilgili,
sevgili ve iyilik düşünen kimseye anlatın."
3- Kıskançlık sebebiyle veya tuzak kurma gibi şerrinden korkulan bir kimsenin
yanında Allah'ın verdiği bir nimet veya lütuf tamamen ortaya çıkıncaya, meydana
gelinceye kadar rüya gizlenmelidir.
Nitekim
Taberanî ve Beyhakî'nin Hz. Ömer'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte
"Hacetlerinizin başarıya ulaşması için gizlilikten istifade edin. Zira her
nimet sahibine hased edilir."
4- Müslümanın kardeşinin başına gelmesinden korktuğu şeyi sakındırması
caizdir, gıybet manasına dahil değildir. Çünkü Hz. Yakup <a.s. > oğlu Hz.
Yusuf (a.s.)'un rüyasını kardeşlerine anlatıp da onların tuzak
hazırlayabilecekleri hususunda oğlunu uyarmıştı.
5- Ayet-i kerimede Hz. Yakup (a.s.)'un rüya tabiri bildiğine dair açık delil
vardır. Çünkü Hz. Yakup (a.s.) oğlu Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşlerinden üstün
olacağını anlamış buna sevinmiştir. Ayrıca, onun oğluna olan ziyade sevgisinin
oğlunda gördüğü birtakım üstün vasıflara dayandığına delâlet etmektedir. Kişi
oğlunun kendisinden daha üstün olmasını arzu eder ama kardeş kardeşi için bunu
arzu etmeyebilir.
Bu
ayet aynı zamanda Hz. Yakup (a.s.)'un diğer oğullarında Hz. Yusuf (a.s.)'a
karşı besledikleri kıskançlık ve kızgınlığı hissettiğine delildir. Bundan
dolayı kıskançlık ve tuzak kurup onu yok edecekleri korkusuyla rüyanın onlara
anlatılmasını yasaklamıştır. Bu ve Hz. Yusuf (a.s.)'a karşı tavırları Hz. Yakup
(a.s)'un diğer oğullarının peygamber olmadıklarına delâlet etmektedir. Çünkü
Peygamberler dünyevi kıskançlık, ana-babaya isyan etme, mümini helak olmaya
maruz bırakma ve öldürme planı yapma günahlarından masumdurlar.
6- Hz. Yakup (a.s.)'un Hz. Yusuf (a.s.) ile konuşması birkaç müjdeyi
ihtiva etmektedir.
Hz.
Yakup (a.s.) oğluna Allah'ın kendisine bu rüya ile ikramda bulunduğu gibi
Allah'ın kendisini seçkin bir kul kılacağını ve kendisine gerçekten secde
edilmek suretiyle rüyasını gerçekleştirmesiyle lütufta bulunacağını bildirmiştir.
İctiba, seçilen kişinin yüce görevler için tercih edilmesidir.
Yine
Cenab-ı Hak O'na rüya tabir etme şeklini, milletlerin ve kitapların sözlerini
ve tevhidin delillerini öğretecektir. Bu da peygamberliğe işarettir.
Allah
Ona verdiği nimetleri peygamberlikte kemale erdirecektir. Nitekim bu nimeti
ataları olan Hz. İshak ve Hz. İbrahim (a.s.)'e de tamamlamıştır. Cenab-ı Hak
Hz. İbrahim (a.s.)'i "halil'i ve peygamberi kılmış, ateşten kurtarmıştır.
Hz. İshak (a.s.)'ı da peygamber olarak seçmiştir. Tercih edilmeyen görüşe göre,
kurban edilmek istenen Hz. İshak ve nimet ise kurban idi.
Özetle,
Hz. Yusuf (a.s) ve atalarına verilen nimet peygamberlik nimetidir. Çünkü
insanlar hakkında en kâmil, en mükemmel nimet peygamberlikten başkası
değildir. Bunun dışındakiler buna göre noksandırlar. Hz. Yakup (a.s) oğlu Hz.
Yusuf (a.s.)'a üç derece vaad etti:
-
İctiba (Allah'ın seçkin kulu olmak).
-
Rüya tabirine vakıf olmak.
-
Peygamberlik.
[31]
7-
Muhakkak, Yusuf ve kardeşlerinde (kıssasında) bunu soranlar için pek çok
ibretler vardır.
8- Hani kardeşleri (kendi aralarında) şöyle
konuşmuşlardı: 'Yusuf ve öz kardeşi (Bünyamin) babamızın yanında bizden daha
sevgilidir. Halbuki biz bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız gayet açık bir
yanlışlık içindedir."
9-
Yusuf u öldürün veya onu (uzak ve ıssız) bir yere atın da, babanızın sevgisi
yalnız size kalsın. Bundan sonra da sa-lih kimselerden olursunuz."
10- İçlerinden biri de şöyle dedi: 'Yusuf u
öldürmeyin. Onu ıssız bir kuyunun derinliklerine atın. Oradan geçen bir yolcu
kafilesi onu alsın. Eğer (bu işi mutlaka) yapacaksanız böyle yapın."
"Muhakkak
Yusuf ve kardeşlerinde" yani onların haberlerinde ve kıssalarında,
"bunu" yani onların haberlerini "soranlar için pek çok
ibretler" Allah Te-alâ'nın kudretine ve hikmetine deliller ve alâmetler
"vardır." Anlaşıldığına göre bunlar peygamberlerin doğruluğuna delil
olan hususlardır.
Yusuf
un kardeşleri on bir kişi olup isimleri şunlardır: Yahûza, Rûbîl, Şem'ûn, Lâvî,
Rabalûn, Yeşcûr, Dîne, Dân, Neftâlî, Câd, Aşûr. İlk yedisi Hz. Ya-kup (a.s.)'un
teyzesinin kızı Liyâ'dan dünyaya gelmişti. Diğer dört tanesi ise Zülfe ve Belhe
adlı iki cariyeden dünyaya geldiler. Liyâ vefat edince Hz. Yakup (a.s.)
Liyâ'nın kızkardeşi Râhîl ile evlendi. Bu hanımdan da Bünyamin ve Yusuf
dünyaya geldi.[32]
"Hani
kardeşleri" kendi aralarında "şöyle konuşmuşlardı": "Yusuf
ve öz kardeşi" Bünyamin "babamızın yanında bizden daha sevgilidir.
Halbuki biz bir cemaatiz." Sayılan bir ile on arasında oluşan insan
topluluğuna "usbe" denilmektedir. "Şüphesiz ki babamız gayet
açık bir yanlışlık içindedir." Babamız bu ikisini bize tercih etmekte
yahut üstün olmayanı üstün olana tercih etmekle, yahut sevgide adaleti terk
etmekle açık bir hata içindedir. Rivayete göre Yusuf, onda gördüğü bir takım
üstün özellikler sebebiyle babasının en çok sevdiği oğlu idi. Kardeşleri Yusuf
u kıskanıyorlardı. Yusuf o rüyayı görünce babasının ona olan sevgisi daha da
arttı. Hatta onu görmezse sabredemiyordu. Bundan sonra kardeşlerinin
kıskançlığı da arttı. Nihayet onları Yusuf için tuzak hazırlamaya şevketti.
"Yusuf
u öldürün!" Bu cümle "Hani şöyle konuşmuşlardı" cümlesinden
sonra yer alan konuşmanın devamıdır. Sanki kardeşler bu konuda ittifak etmiş
gibiydiler. Ancak içlerinden biri, "Yusufu öldürmeyin" diyordu,
"veya onu" Yusuf u insanlardan, binalardan uzak, ıssız "bir
yere atın da babanızın sevgisi yalnız size kalsın." yani sadece sizinle
ilgilensin. Babanız size yönelsin, sizden başkasına yönelmesin. "Bundan
sonra da" Yusuf tan sonra, yahut onu öldürdükten veya attıktan sonra
"salih kimselerden olursunuz." İşlediğiniz cinayetten dolayı tevbe
etmek suretiyle Allah'a yönelirsiniz yahut babanızla birlikte salih kimselerden
olursunuz, veyahut dünya işlerinizde salih kimseler olursunuz.
"İçlerinden
biri" ki bunun ismi Yahûza olup Yusuf hakkında en iyi düşünen o idi. Bir
rivayete göre içlerinden biri diye zikredilen kişinin ismi Rûbîl idi.
"Şöyle dedi: Yusufu öldürmeyin." Çünkü öldürmek büyük bir günahtır.
"Onu ıssız bir kuyunun derinliklerine atın." Yani kuyunun dibine
atın. Kuyunun dibine, bakanların gözlerinden uzak, görünmez olduğu için
"gayâbet" ismi verilmiştir. "Oradan geçen bir yolcu kafilesi
onu alsın." Seyyare, yeryüzünde dolaşan kafile, kervan demektir.
"Eğer" onunla babasının arasını açmak işini mutlaka
"yapacaksanız" yahut benim istişareme yanaşacaksanız "böyle
yapın."
[33]
Bu
ayetler, Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşleriyle olan kıssasının başlangıcıdır.
Cenab-ı Hak bu kıssaya iki mesele ile başladı:
Birincisi: Kur'an-ı Kerim'in vasfının beyan edilmesi. Kur'an'ın
Peygamberimiz (s.a.)'m risaletine delâlet eden gayet açık Arap lisanıyla Allah
tarafından indirilmiş olduğunun beyan edilmesi. Bundan dolayı da "Bunlar
gayb haberle-rindendir." (Yusuf, 102) gerçeği ifade edilmiştir.
İkincisi: Hz. Yusuf (a.s.)'un rüyasının ve bu rüyanın Hz. Yakup
(a.s.)'un gönlündeki tesirinin anlatılması. Bunun üzerine de "Ey
babacığım! Önceki rüyamın tabiri budur. Rabbim rüyamı gerçekleştirdi."
(Yusuf, 100) ayetiyle ifade edilen ibret zikredilmiştir.
[34]
Allah'a
yemin olsun ki, Hz. Yusuf (a.s.) ile kardeşlerinin kıssasında bunu soran
kimseler için pek çok ibretler ve öğütler vardır.
Bu
kıssa bunu soran herkes için Allah'ın kudretine ve her şeyde hikmeti
bulunduğuna delâlet etmektedir. Bu kıssa peygamber olan Hz. Yusuf (a.s)'un
doğruluğuna ve Allah'ın bu kıssada ortaya koyduğu şekilde Hz. Yusuf (a.s.)'a
yapılan haksızlığın akıbeti, Hz. Yusuf (a.s.)'un rüyasının doğruluğu ve
rüyaları doğru tabir etmesi, nefsini dizginleyip ezmesi ve nihayet emaneti
hakkıyla yerine getirmesi gibi gerçeklere işaret etmektedir.[35]
Bu
kıssa anlatılması gereken gayet ilginç ve gerçekten ibretli bir haberdir. Bir
zaman kardeşleri şöyle demişlerdi: Allah'a yemin olsun ki Yusuf ve öz kardeşi
Bünyamin babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Babamız sevgide bu ikisini
bize tercih etmektedir. Halbuki bu ikisi küçük, biz ise on kişilik bir grubuz.
Bu su-i zan içinde yemin ettiler, "ehabbü" kelimesi ism-i tafdil için
kullanılır ve "ef alü" veznindedir. Yani, bizden daha çok sever
demektir. el-Usbe" bir ile on kişi arasında insandan oluşan grup demektir.
Şüphesiz
ki babamız sevgide Yusuf u ve kardeşini bize tercih etmekle sevgide adalet ve
eşitliği bırakma hususunda doğruluktan ayrılmış olup gayet açık bir yanlışlık
içindedir. Nasıl olur da babamız muhtaç olduğu her çeşit geçim temini ve
müdafaa işlerini yerine getiren bizim gibi güçlü kuvvetli yiğitlere karşılık
yeterliliği olmayan ve faydası da dokunmayan güçsüz iki kişiyi tercih edebilir?
İki kişiyi nasıl cemaatten daha çok sevebilir?
Bu,
gerçekte babalarının değil, onların hatası idi. Çünkü Yusuf ve kardeşi anneleri
ölmüş küçük ve yetim çocuklardı. Ayrıca babalan Yusuf ta peygamberliğin ilk
alâmetlerini müşahede ediyor, onun akıl ve hikmet sahibi olduğunu görüyordu.
Rüyasından anladığı hususlar da beklediği neticeyi tekit ediyordu.
Bununla
birlikte evlada muamele ederken ihtiyatlı olmak, sevgi ve muamelede hatta
öpmekte bile eşit davranmak, çocukların aralarında birbirini kıskanmalarını,
birbirine buğzetmelerini tahrik edecek davranışlardan sakınmak istenmektedir.
Nitekim
Buharî, Müslim ve İbni Mace hariç Sünen sahiplerinin Nu'man b. Beşir (r.a.)'den
rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle
buyurmaktadırlar: "Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında adaletle
davranın. "
Taberanî'nin
yine Numan b. Beşir (r.a)'den rivayet ettiği hadis-i şerifte "Aranızda
iyilik ve lütuf hususunda adil olmalarını istediğiniz gibi onlara yaptığınız
bağışlarda da adil olun" buyurulmaktadır.
Bundan
sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin Yusuf un aleyhine kurdukları ittifakı
zikretti.
Yusuf
un kardeşleri birbirine şöyle dediler: Ya problemi tamamen kaldırmak için
Yusuf u öldürün, veya onu tekrar babasına dönemeyeceği, şehirden uzak
bilinmeyen ıssız bir yere atın. Böyle yaparsanız ondan kurtulmuş olursunuz;
babanızın sevgisi de yalnız size kalır, siz babanızla başbaşa kalmış olursunuz.
Burada maksat babalarını sevmekte kendilerine ortak olacak ve bu sevgiyi
paylaşacak kimseden kurtulmuş olmaktır. Yusuf tan sonra veya O'nu öldürdükten
sonra, yahut onu ıssız bir yere attıktan sonra işlediğiniz bu cinayetten dolayı
Allah'a tevbe edenlerden olursunuz. Yahut ileri süreceğiniz bir mazeretle
babanızla aranız düzelir, veyahut babanızın sevgisinin yalnız size ait olması
sebebiyle dünyanız düzelir. Onlardan sonra da işleriniz düzene girer. Böylece
babanız da Rabbiniz de sizden razı olur.
İçlerinden
biri -kardeşlerin en büyüğü olan Yahûza, bir rivayete göre Rû-bîl- dedi ki:
O'nu öldürmeye kalkışmayın. Çünkü adam öldürmek büyük bir suçtur. Ayrıca O
sizin kardeşinizdir. Bence onu bir kuyunun dibine atın. Oradan geçen tüccar
kafilelerden biri onu alsın, bu şekilde siz de ondan kurtulmuş olursunuz, onu
babanızdan uzaklaştırma amacınız da böylece gerçekleşir. Eğer bu söylediğinizi
yapmaya kesin karar vermişseniz yanlış yoldasınız; doğru olanı yapmak
isterseniz isabetli görüş budur, onu öldürmeye hacet yoktur.
9.
ayetin başında (içlerinden biri dedi ki) cümlesi hazfedilmiştir.
[36]
Bu
ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1- Hz. Yusuf (a.s.) ve kardeşleri kıssasında peygamberlerin doğru sözlü
olduklarına delil vardır. Ayrıca bu kıssadan alınacak ibretler vardır. Bu
ibretler haksızlığın ve kıskançlığın kötü akibeti, nefsi dizginlemenin
fazileti, rüya tabirini yapan bir peygamber veya hayırsever ve bunun yorumunun
doğru çıkması gibi ibretlerdir.
2-
Birbirlerine besledikleri kin,
haset ve kıskançlıkları onları Hz. Yusuf (a.s.)'u öldürme ve helak etme veya
bazı ticaret kafilelerinin alıp köle gibi kullanmaları için insanlardan uzak
ıssız bir yere atma planı kurmaya sevketmiş-tir. Zira ya bu rüya haberi
kendilerine ulaşıp ona tuzak kurmaya teşebbüs ettiler, yahut babalarının Hz.
Yusuf (a.s.) ve kardeşine duyduğu sevgiden dolayı şiddetli bir kıskançlık
sebebiyle tuzak kurmayı düşündüler.
3- Evlatların bir kısmının diğerlerine tercih edilmesi kin ve kıskançlığı
doğurur. Sonunda da belâlara sebep olur. Ancak bunu gayet iyi bilen Hz. Yakup
(a.s.) iki küçük oğlu Yusuf ve kardeşini sadece sevgi hususunda diğerlerine tercih
etti. Sevgi ise beşerin elinde olan bir şey değildir. Dolayısıyla Hz. Yakup
(a.s.) bu konuda mazur idi, ayıplanacak bir şey yapmadı.
4- "Bundan sonra da salih kimselerden olursunuz." (Yusuf, 9)
yani "tevbe edersiniz" ayeti "Bu olaydan sonra tevbe edersiniz
de Allah tevbelerinizi kabul eder" manasındadır. Bu ayet adam öldürenin
tevbesinin makbul olduğuna delildir. Zira Kurtubî'nin zikrettiği gibi, Cenab-ı
Hak onun bu sözünü tenkit et-
Kurtubî,
K/131.
5- Muhammed b. İshak, Hz. Yakup (a.s.)'un çocuklarının Hz. Yusuf (a.s.)
hakkında plan kurmaları ile ilgili -İbni Ebi Hatim'in naklettiği gibi- şu
açıklamayı yapmıştır:
Kardeşler:
-
Sıla-i rahimi kesmişler,
-
Babalarına karşı gelmişler,
-
Günahı olmayan küçük çocuğa şefkatsizlik göstermişler,
-
Hak, hürmet ve fazilet sahibi, Allah nezdinde hatırı olan yaşlı, pir-i fani bir
zata acımasızlık üzerine ittifak etmişlerdi.
Ayrıca
babanın çocuklar üzerindeki hakkına, ilerlemiş yaşına, zayıflamış bünyesine,
Allah nezdindeki derecesine rağmen babalan ile çok sevdiği ama henüz
güçsüz-kuvvetsiz, küçük yaşta, babasının lütuf ve ikramına, sevgisine muhtaç
küçük bir çocuğunu birbirlerinden ayırmışlardı. Allah onları affeylesin. O
merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gerçekten Yusuf un kardeşleri büyük bir
hatayı yüklenmişlerdi.[37]
6- Yusuf un kardeşlerinin bu çeşit davranışları onların ne önceden ne de
sonradan peygamber olmadıklarına delâlet etmektedir. Çünkü peygamberler bir
müslümanı öldürmek için plan hazırlamazlar. Yusuf un kardeşleri müslü-man
idiler. Bir günah işlediler, sonra da tevbe ettiler. Peygamberlerin büyük
günahlardan masum olmaları bunlar hakkında "peygamberdir" diyenlerin
görüşünü reddetmektedir. Bir rivayete göre de o zaman peygamber değillerdi.
Sonra Allah onlara peygamberlik verdi. Bu konudaki en doğru görüş daha önce
İbni Kesir ve diğer alimlerden nakledilmiştir.
[38]
İltikat,
bir şeyi yoldan almaktır. Lakît ve lukâta kelimeleri de bu kökten gelmektedir.
Lakît
(bulunan çocuk) hakkındaki hükümde asıl olan onun hür olarak kabul
edilmesidir. Çünkü hür olanlar kölelere göre çoğunluğu teşkil etmektedirler.
Bu, çoğunluk esasına göre hüküm vermektir.
Bulunan
çocuk yine çoğunluk esasına göre müslüman kabul edilir. Eğer içinde hem
Hristiyan hem de müslümanların bulunduğu bir kasabada ise İb-nü'1-Kasım
"Çoğunluk esasına göre hükmedilir. Üzerinde Yahudi elbisesi varsa Yahudi,
Hristiyan elbisesi varsa Hristiyan, aksi takdirde müslüman kabul edilir. Ancak
kasabanın çoğunluğu gayri müslim olursa durum değişir" demiştir.
Başka
alimlere göre ise; "Kasabada sadece bir müslüman varsa İslâm hükmümün en
üstün olması ve hiçbir şeyin ondan daha üstün olmaması sebebiyle yine İslâm'ın
üstünlüğüne binaen bulunan çocuğa müslüman hükmü verilir."
Bulunan
çocuğun nafakasına gelince: İmam Ebu Hanife "Çocuğu bulan kişi bu çocuğa
bakarsa o nafile bir ibadet yerine geçmiş olur. Ancak hakim bunu emrederse
durum değişir" demiştir.
İmam
Şafiî diyor ki: Bulunan çocuğun malı yoksa onun Beytu'l-mal'dan (İslâm Devleti
hazinesinden) bakılması vacip olur. Beytu'l-mal'da mal yoksa bu konuda iki
görüş vardır:
a) Onun zimmetinden borç verilir.
b) Müslümanlara ödenme mecburiyeti olmadan bu masraf pay edilir.
Özetle:
Lakît'in (bulunan çocuğun) malı, parası yoksa onu bulan kimse dilerse bakımını
üzerine alarak teberruda bulunur, dilerse devlet reisinin müslümanların lüzumlu
ihtiyaçları için ayırdığı hesabından ona sarfetmesi için, durumu devlet reisine
bildirir" diye alimler ittifak etmişlerdir. Bulunan kimsenin parası varsa
ve bu para da yanında ise o takdirde harcama bulunan kimsenin malından yapılır.
Çünkü o kimse başkasının yardımına muhtaç değildir.
Eğer
o çocuğu bulan, kendi malından harcama yapmışsa;
a- Bu harcamayı hakimin izniyle yapmışsa bulduğu çocuğun bulûğa ermesinden
sonra ondan bunu talep etme hakkı vardır.
b- Bu harcamayı hakimin izni olmaksızın yapmışsa bulduğu çocuğa teberruda
bulunmuş sayılır. Çocuktan bunu geri almak için ona müracaat edemez, ondan
talepte bulunamaz.
"Lukâta"
ve "davâll" kelimelerinin ise manası sahih olan görüşe göre aynıdır
ve "bulunan mal" demektir.[39]
Alimler
bulunan mal basit, önemsiz bir şey veya uzaity müddet kalması mümkün olmayan
bir şey olmadığı müddetçe bunun tam bir yıl boyunca bulunduğunun ilân edilmesi
gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir.
Yine
bu malın sahibi gelir ve bu kişinin o malın sahibi olduğu sabit olursa bu malı almaya
bulan kişiden daha lâyık olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Ayrıca
bu malı bulan kimse bir sene sonra bu malın ücretini yerse ve yeni ortaya çıkan
malın gerçek sahibi de bunun tazmin edilmesini (bedelinin ödenmesini) isterse
bu mal sahibinin tabiî hakkıdır, isteyebilir. Bu malı bulan kimse (bir yıl
sonra) sadaka olarak vermişse mal sahibi tazminat (bedelinin ödenmesi) isteği
ile bu sadakadan alacağı ecir ve sevaba razı olmak arasında tercih yapabilir.
Ancak malı bulanın bir yıl geçmeden bu malı sadaka olarak verme yahut bu malda
tasarrufta bulunma hakkı yoktur. Zayi olmasından korkulan bulunmuş koyunu bulan
kimsenin onu yeme hakkı vardır. Bütün bu hususlarda alimler ittifak
etmişlerdir.
Bulunan
malı almanın mı, yoksa bulunduğu yerde bırakmanın mı daha ef-dal olduğu
hususunda alimler arasında çeşitli görüşler vardır:
Malikîler,
"Dilerse alır, dilerse bırakır" demişlerdir. İmam Malik ve İmam Ahmed'den
bulunan malın alınmasının "mekruh" olduğu nakledilmiştir.
Delilleri
ise Zeyd b. Halid el-Cühenî'nin Kütüb-i Sitte'de nakledilen "koyun"
hakkındaki hadis-i şerifidir. "Bulunan koyun ya senindir, ya bir din
kar-deşinindir, yahut da kurdun hakkıdır."
Malikîlere
ve Hanbelîlere göre mal sahibinin delil getirmesi gerekmez. Sadece malın
alametlerini (meselâ kabını veya bağını) bildirmesi yeterlidir.
Hanefi'ler
ve sahih olan kavle göre Şafiîler bulunan malın, sahibi adına korunması
gayesiyle, müslümanların mallarını korumak, zayi olmasına ve hain bir ele
geçmesine engel olmak için alınmasını caiz görmüşlerdir. Ancak sahibi bu malın
kendisine ait olduğuna dair bir delil ortaya koymazsa bu mal, sahibi olduğunu
iddia eden kimseye verilemez.
Yine
alimlerin bulunan hayvana yapılan harcama hakkında da değişik görüşleri
vardır.
Malikîler
demişlerdir ki: Bu hayvanı bulan kimse isterse bu harcamayı sultanın emriyle
yapsın, isterse böyle bir emir olmadan yapsın, yaptığı harcama ile sahibine
müracaat edebilir, bunu talep edebilir.
Şafiîler
ve Hanbelîler, "Bu hayvanı bulan kimse bu harcamayı talep edemez. Çünkü
nafile olarak harcama yapmış sayılır" demişlerdir. Hanefiler de aynı
görüştedirler. Eğer hakimin izni olmaksızın bu harcamayı yapmışsa teberruda
bulunmuş yahut nafile olarak harcama yapmış sayılır. Ancak hakimin izniyle bu
harcamayı yapmışsa yaptığı bu harcama hayvanın sahibi üzerine borç sayılır.
Hayvanı bulan sahibine başvurur, talepte bulunur.
Bir
yıl ilân ettikten sonra bulunan malın mülk edinilmesine gelince:
Hanefiler
şöyle demişlerdir: Malı bulan kimse zengin ise bulduğu bu maldan faydalanması
caiz değildir. Sadece fakirlere sadaka olarak verebilir. Malı bulan kimsenin
fakir ise sadaka olarak kabul etme yoluyla bu maldan faydalanması caizdir.
Çünkü Bezzar ve Darakutnî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadis-i
şerifte Peygamberimiz (s.a.) "O malı sadaka olarak versin" buyurmaktadır.
Malı
bulan kimse zengin de olsa, fakir de olsa bulduğu malı mülk edinebilir. Bu mal
onun diğer malları gibi olur. Gelecekte bunun sahibini tanırsa bu malın
bedelini sahibine öder.
[40]
11- (Kardeşleri Yusuf hakkında karar
verdiklerinde, babalarına) şöyle dediler: "Ey babamız! Sana ne oluyor da
Yusuf u bize emanet etmiyorsun! Halbuki biz onun iyiliğini isteriz."
12- "Yarın onu bizimle birlikte (kıra)
gönder de bol bol yesin ve oynasın. Biz onu elbette koruruz."
13- Yakup "Onu alıp götürmeniz beni üzer.
Sizin haberiniz yokken onu kurdun yemesinden korkarım" dedi.
14- Yusuf un kardeşleri "Yemin ederiz ki,
biz kuvvetli bir topluluk iken eğer onu kurt yerse o takdirde biz hüsrana
uğrayan kimselerden oluruz" dediler.
15- Yusuf u alıp götürdüklerinde, onu kuyunun
içine atmaya ittifakla karar verdiler. Biz de Yusuf a "Kardeşlerinin hiç
farkında olmadan sen onlara bu yaptıklarını haber vereceksin" diye
vahyettik.
16-
Akşam ağlaya ağlaya babalarına geldiler.
17- (Babalarına) dediler ki: "Ey Babamız!
Biz yarış yapıyorduk. Yusuf u da (beklemesi için) eşyalarımızın yanına
bırakmıştık. Bir de ne görelim. Onu Kurt yemiş! Ne kadar doğru sözlü olsak da
sen bize inanmazsın."
18-
Yusuf un gömleğine yalan bir kan bulaştırarak getirdiler. Yakup (şöyle dedi):
"Hayır, nefisleriniz sizi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Artık bana düşen
güzel bir sabırdır. Sizin şu anlattığınıza karşılık yardımına sığınılacak
ancak Allah'tır."
"Fe-sabrun
cemîl" haberi hazfedilmiş bir müptedadır. "Güzel bir sabır başka
şeyden daha uygundur" takdirindedir, yahut müptedası hazfedilmiştir. O
takdirde de (fe-sabrî sabrım cemîl) "Benim sabrım güzel bir sabırdır"
takdirindedir.
[41]
'Yalancı
bir kan..." Aslında kan yalancılıkla tavsif edilmez. Manası, "söylenene
uygun olmayan bir kan" demektir. Burada mübalağa yoluyla masdar getirilmiştir.
[42]
"Halbuki
biz onun iyiliğini isteriz." Yani onun menfaatlerini gözetiriz, en-Nâsıh,
hayrı isteyen, şefkatli demektir. Yani biz ona şefkat gösteririz. Onun hayrını
isteriz. Bu sözleriyle kardeşlerinin kıskançlığını hisseden babalarını Yusuf u
korumak hakkındaki görüşünden vazgeçirmek istiyorlardı.
"Yarın
onu bizimle birlikte" kıra, sahraya "gönder de bol bol yesin"
yani meyvelerden vb. yiyeceklerden dilediği kadar yesin "ve oynasın
dinlensin, yarış ve ok atışı gibi oyunları oynasın. "Biz onu
elbette" kötülüklerden koruruz."
"Yakup:
Onu alıp götürmeniz beni üzer... dedi." el-Hüzn «üzüntüm bir sevgiliyi
kaybetmek yahut hoşa gitmeyen bir şeyin meydana gelmesi sebebiyle gönülde
duyulan acıdır. el-Havf (korku) ise, meydana gelecek hoşa gitmeyen şey
sebebiyle gönüldeki acıdır. "Siz ondan gafil iken" Yeme-içme ve
oyunla meşgul iken, yahut onu korumaya önem vermemeniz sebebiyle "onu
kurt'un yemesinden korkarım." Zira onların diyarında o sıralarda çok kurt
bulunuyordu.
'Yusuf
un kardeşleri, yemin ederiz ki biz kuvvetli bir topluluk iken eğer onu kurt
yerse o takdirde biz hüsrana uğrayan kimselerden" aciz yahut güçsüz ve
aldanmış kimselerden, hüsranla çağrılan kimselerden olmaya müstehak "oluruz"
dediler.
"Yusuf
u alıp götürdüklerinde, onu kuyunun içine atmaya ittifakla karar
verdiler." Yani kuyuya atmaya kesin kararlı idiler. Bu kuyu Beyt-i
Makdis'te veya Ürdün'de, yahut Mısır ile Medyen arasında idi. Kardeşleri Yusuf
u dövüp horladıktan ve öldürmek istedikten sonra gömleğini çıkardılar ve kuyuya
sarkıttılar. Tam kuyunun yarısına gelince ölsün diye bırakıverdiler. Yusuf ise
suya düştü sonra bir kayaya tırmandı sonra kardeşleri Yusuf a seslendiler. O da
onların acıdıklarını zannederek cevap verdi. Bunun üzerine kuyuya taş atarak
önu öldürmek istediler. Büyük kardeşleri Yahûda buna engel oldu.
"Biz
de Yusuf a, kardeşlerin hiç farkında olmadan" yani senin Yusuf olduğunu
bildirmeden, senin şanın yüce olup onların evhamından çok uzak olarak "sen
onlara" bugün "bu yaptıklarını" kötülüklerini bir gün
"haber vereceksin" diye" Yusuf un kalbini tatmin etmek için,
kuyuda iken ve henüz 17 yaşlarında yahut daha küçük yaşta olduğu halde
"ona vahyettik" ona ilhamda bulunduk.
"Akşam"
geceleyin "ağlaya ağlaya" ağlar görünerek
"babalarınageldiler."
Babalarına
"dediler ki: Ey babamız! Biz yarış yapıyorduk" koşu veya atıcılık
müsabakası yapıyorduk. 'Yusuf'u da" beklemesi için
"eşyalarımızın" elbiselerimizin "yanına bırakmıştık. Bir de ne
görelim! Onu kurt yemiş. Ne kadar doğru sözlü olsak da sen bize
inanmazsın." Bizi tasdik etmezsin. Doğru sözlülüğümüz sabit olsa da sen
bizi itham edersin. Ya sen bize su-i zan edersen ne olur? Yahut senin su-i
zannın sebebiyle ve Yusuf a beslediğin aşırı sevgi sebebiyle doğru söylesek
bile..
'Yusuf
un gömleğine yalan bir kan bulaştırarak getirdiler." Söylediklerine uygun
olmayan bir kanla yetindiler. Bir kuzu kesip gömleğe o kanı bulaştırdılar.
Gömleği yırtmayı unuttular ve bu kan kurdun kanı dediler. "Yakup"
onların yalanlarını anlayınca ''''şöyle dedi: Hayır) Nefisleriniz sizi aldatıp
\>u işe sürüklemiştir. " Bu işi yaptınız. "Artık bana düşen
sabırdır." Şikayete gerek yok. Sabr-ı cemîl, mahlûkata şikayet olmadan
yapılan sabırdır. "Sizin şu anlattıklarınıza" Yusuf un durumu
hakkında zikrettiğiniz hususlarda yahut bu musibet ve helak hususunda
söylediklerinize "karşılık yardımına sığınılacak" kendisinden yardım
istenecek "ancak Allah'tır."
[43]
Bu
ayetler daha önceki ayetlerle irtibatlı olup, Hz. Yusuf (a.s.)'un kardeşlerinin
ona kurdukları tuzağı ve babalarını nasıl kandırdıklarını; babalarının Yusuf u
son derece sevdiğini, ona itina ile baktığını, onun kalbini hoş tutmak
istediğini bildikleri için kendilerini de Yusuf u çok seven ve ona şefkat
besleyen kimseler olarak göstermeye çalıştıklarını, bunun üzerine Hz. Yakup
(a.s.)'un da oğullarının bu sözlerine tam inanmadığı ve onların Yusuf a zarar
vermelerinden korktuğu halde, Yusuf u kardeşleri ile birlikte gönderdiğini
açıklamaktadır.[44]
Kardeşleri
Yusuf u götürüp -büyükleri Yahûz'a veya Rûbîl'in işaret ettiği şekilde- kuyuya
atmak üzere anlaştıkları zaman babalan Hz. Yakup (a.s.)'a gelip şöyle dediler:
Sana ne oluyor ki Yusuf u bize emanet etmiyor, ona zarar verebileceğimizden
korkuyorsun? Halbuki biz de onun iyiliğini isteriz, yani onu seviyor, ona
şefkat duyuyoruz. Onun hayrını istiyoruz, samimiyetle onun iyilik içinde
olmasını istiyoruz.
Gerçekte
ise kardeşleri Yusuf un rüyasını öğrenip de Yusuf ta beliren büyük hayır ve
peygamberlik alâmetleri sebebiyle babasının ona olan sevgisini idrak ettikten
sonra, Yusuf a olan kıskançlıklarından dolayı onun hakkında bu söylediklerinin
aksini murad ediyorlardı.
Yarın
âdetimiz üzere sahradaki vadiye gittiğimizde Yusuf u da bizimle gönder, orada
hoşuna giden meyve ve sebzelerden yesin, koşsun, oynasın, dinlensin, ok
yarışlarında bize katılsın. Biz, onu her türlü felâket ve musibetlerden
koruruz, senin hatırın için onun üzerine titreriz, dediler.
Hz.
Yakup (a.s.) oğullarına şu şekilde cevap verdi: Onu alıp götürmeniz beni üzer;
hangi şekilde olursa-olsun. Onun benden ayrılması bana elem verir. Siz ok
atmakla ve koyun gütmekle meşgul iken bir Kurt'un gelip O'nu yemesinden
korkarım.
Bu
ifadeden Hz. Yakup (a.s.)'un iki mazeret ileri sürdüğü anlaşılmaktadır:
1- Yusuf un kendisinden ayrılmasına üzülmesi.
2- Kardeşlerinin Yusuf a önem vermeyerek oyun oynamakla veya koyun
gütmekle meşgul oldukları ve bu sebeple gaflette bulundukları bir sırada
kur-tun onu yemesinden korkması.
Sanki
Hz. Yakup (a.s.) bu ifadesiyle oğullarına yol göstermekteydi. Son derece
ihtiyatlı olması onun bu sözü söylemesine sebep olmuştur.
Oğulları
Hz. Yakup (a.s.)'a derhal cevap verdiler: Allah'a yemin olsun ki, biz kendimizi
savunacak kuvvetli bir topluluğuz. Buna rağmen eğer Onu kurt yerse biz hüsrana
uğrayan, kendilerinde hiçbir hayır bulunmayan, hiçbir faydası olmayan, aciz ve
helak olmaya mahkûm kimselerden oluruz.
Bundan
sonra da planı bilfiil icra etmeye başladılar. Babalarına başvurup da onun
yanından Yusuf u alıp götürünce muratlarına kavuştular. Hiç tereddüt
göstermeden ve azi nle Yusuf u kuyunun dibine atmaya karar verdiler. Bu kuyu
kendi aralarında bilinen manasıyla büyük bir kuyu idi. Böylece ya dilediği yere
gitsin, ya da helak olsun da ondan kurtulsunlar diye düşünüyorlardı.
Fakat
kâmil bir kudret, etkin bir irade, rahmet ve lütuf sahibi olan; zorluktan
sonra kolaylığı, sıkıntıdan sonra huzuru indiren Allah vahiyle Yusuf un kalbini
mutmain kılmak ve içinde bulunduğu durumdan üzülmemesi hususunda kalbini
takviye etmek için, tıpkı "Rabbin arıya vahyetti. <Nahl, 16/68) ve
"Biz Musa'nın annesine vahyettik." (Kasas, 28/7) ayetlerinde olduğu
gibi, "ilham" şeklindeki vahiyle Yusuf a vahyederek şöyle buyurdu:
Senin için mutlaka bir huzur ve çıkış kapısı vardır. Allah onlara karşı sana
yardım edecek, sana yaptıkları bu kötülüğü senin Yusuf olduğunu anlayıp
hissettirmeden onlara haber verecektir.
Bu
aynı zamanda Yüce Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'a bu çetin imtihandan kurtulma,
onlara karşı ilâhî yardıma kavuşma ve kardeşlerinin ileride Onun hakimiyetinde
olacağı şeklinde bir vaadidir.
Bundan
sonra da babalan Hz. Yakup (a.s.)'a asılsız mazeretlerle özür beyan etme
sırası geldi. O günün sonunda yatsı vakti karanlıkta babalarına döndüklerinde
ağlar gibi görünmeye ve Yusuf a olanlara üzüldüklerini göstermeye çalıştılar.
Kardeşleri
özür diler gibi bir tavır içerisinde şöyle dediler: Biz yarış yapmaya, ok
atmaya gitmiş ve Yusuf u da elbiselerimizin ve diğer eşyalarımızın yanında
bekçi olarak bırakmıştık. O sırada onu kurt yedi. İşte Hz. Yakup (a.s.)'un
endişe edip tenbihte bulunduğu husus da buydu. Biz gayet iyi biliyoruz ki
-durum böyle iken- biz doğru söyleyen ve senin yanında güvenilir kişiler olsak
bile sen bizi tasdik etmeyeceksin. Sen nasıl bize ithamda bulunabilirsin?
Sen
meydana gelen olayın garipliği ve bu hadisenin acaipliği sebebiyle mazur
sayılırsın. Hasılı biz doğru sözlü olsak da sen bizi doğrulamazsın. Zira sen Yusuf
u aşırı derecede sevmen ve bizim yalan söylediğimizi sanman sebebiyle bu
hususta bize ithamda bulunursun.
Aslında
bu ifadeleri, söylediklerine tam kanaat getiremediklerini ima etmekte,
yalancılıklarını ihsas ettirmektedir.
Bu
hile ve desiselerine ilâve olarak Yusuf un gömleğini başka bir kana bu-layarak
getirmişlerdi. Kestikleri bir kuzunun kanından alıp Yusuf un gömleğine
sürmüşler ve onun da kurdun Yusuf u yediği esnadaki gömleği olduğunu ileri
sürmüşlerdi. Bunun için ayette "Onungömleğine..." ifadesi
kullanılmıştır.
Fakat
Allah'ın iradesi onların suçlarının izlerinin ortaya konulmasını mu-rad
etmişti. Bundan dolay gömleği yırtıp parçalamayı unutmuşlardı. Zira kurdun
saldırısı olsaydı gömlek yırtılırdı. Bu sebeple Hz. Yakup (a.s.) gönlünde
oğullarının gizlediği bir şeyler olduğu inancı doğması sebebiyle onlardan ve
sözlerinden yüz çevirdi, onları doğrulamadı ve şöyle dedi: Hayır, nefisleriniz
sizi aldatıp bu işe sürüklemiştir. Yani sizin kötü nefisleriniz sizi bu
anlattığınız ve söylediğiniz durumdan başka çok çirkin bir işi size güzel
göstermiş ve bu işi size yaptırmıştır. Ben anlaştığınız bu olay üzerine güzel
bir sabırla sabredeceğim. Yardımı ve lütfuyla bu musibeti, bu sıkıntıyı
kaldınncaya kadar Allah'ın yardımını talep edeceğim. Benim için en uygun şey
güzel bir şekilde sabretmektir.
Rivayet
olunduğuna göre Peygamberimiz (s.a.)'e "sabr-ı cemil (en güzel sabır)"
nedir? diye sorulmuş, O da, "Şikayet etmeden yapılan sabırdır"
buyurmuştur.
Hz.
Yakup (a.s.) devamla şöyle dedi: Sizin şu anlattığınız yalanlara karşı
yardımına sığınılacak ancak Allah'tır. O, sizin anlattığınız acıklı olayın
kötülüğüne karşı en güzel yardımcıdır.
Rivayete
göre Hz. Yakup (a.s.) alaylı bir tarzda şöyle demişti: Ne kadar yumuşak
huylusun ey Kurt! Oğlumu yiyorsun da gömleğini yırtmıyorsun?!
[45]
Bu
ayetler şu hususlara irşad etmektedir:
1- Yusuf un kardeşleri tuzak kurmayı ve babalarını aldatmayı başarmışlardı.
Zira mümin daima uyumlu ve iyilik severdir. Bu hile çocukların genellikle baş
vurdukları bir hiledir. Zira çocukların mubah olan oyunları ve neşelenmeleri
tavsiye edilmiştir.
Ayrıca
kardeşleri Yusuf u sevdiklerini ve bağırlarına bastıklarını ifade etmişler ve
her türlü tehlikeye karşı O'nu koruyup gözetecekleri garantisi vermişlerdi.
2- Hz. Yakup (a.s.)'un çocuklarının teklifini kabuKetmesi ise ihmal etmekten
sakındırma, gayet güzel bir şekilde koruyup himaye etmelerini uyarma ve oğlu
Yusuf u sevdiğini ve onun ayrılığına dayanamayacağını belirtme açısından alışılagelen
baba şefkati unsurlarını taşımaktadır. Bu da gayet tabiî bir durumdur.
3- Yusuf un kardeşleri gerçeği babalarına açık olarak göstermediler,
kendilerini kardeşlerini koruyan, himaye eden kimselermiş gibi gösterip yalan
söylediler. Onlar kuvvetli bir topluluk, güçlü bir cemaat idiler. Bu
halleriyle kardeşlerine saldıran kurdu kovalayamazlar mıydı?
4- Anneleri ayrı, babaları bir olan Yusuf a karşı kardeşleri son derece
katı ve sert bir tutum içerisindeydiler. Yusuf u kuyuya atmışlar, sırtından
gömleğini de çekip almışlardı. Kardeşlerin her birinde diğerinden daha fazla
kin, kıskançlık ve zulüm duygusu vardı.
5- Allah'ın rahmeti ve lütfü muhsinlere (iyilik sever kimselere)
yakındır. Allah Tealâ, zulme uğrayanı yardımsız bırakmaz, feci bir hadiseyle
karşılaşanı da kalbine teselli vermeden ve tatmin etmeden, kurtulacağı
müjdesini vermeden bırakmaz.
Allah
Yusuf a içinde bulunduğu durumdan kurtulacağını, kendisinin bir gün bu
yaptıkları işin kötülüğünü onlara haber vereceğini ve yaptıklarına karşılık
onları tenkit edeceğini, kendisinin Yusuf olduğunu bildirmeden kardeşlerinin
onun idaresi ve hakimiyeti altında olacaklarını ilham etti.
Bu
durum, kuyuya atılmasından sonra Yusuf a gelen vahyin gönlünü takviye etmek ve
kurtulacağı müjdesini vermek için geldiğine delâlet etmektedir.
6- Kardeşleri babalarına, mazeret ileri sürmek daha uygun olsun diye geceleyin,
karanlıkta geldiler.
Bunun
için şöyle denilmiştir: İhtiyacını geceleyin isteme. Çünkü utanma gözlerdedir.
Bir hata sebebiyle gündüz özür beyan etme, özür dilerken dilin dolaşır.
7- Ayetteki "ağlayarak" şeklindeki ifade kişinin ağlamasının
sözünün doğruluğuna delâlet etmediğine delildir. Zira bu ağlama yapmacık
olabilir. Kimileri kolayca ağlayabilir, kimileri de ağlamayabilir. Denilmiştir
ki: Yapmacık gözyaşı gerçeği gizleyemez.
8- Ok atmak, koşu yapmak ve at yarışları mubahtır. Koşularda amaç kişinin
koşmaya alıştırılmasıdır. Koşuda düşmanla çarpışmak, kurtları kovalamak
hususunda faydalar vardır.
İbnü'l-Arabi
diyor ki: Yarışma şeriatta tavsiye edilen bir yol, gayet güzel bir haslettir;
savaş için hazırlıktır. Peygamberimiz (s.a.) hem bizzat kendisi, hem de atıyla
yanşa katılmıştır.
Rivayet
edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.) Hz. Aişe (r.a.) ile yarışmış, yarışta Hz.
Aişe (r.a.)'yi geçmişti. Efendimiz (s.a.) yaşlanınca yine Hz. Aişe (r.a.) ile
yarışmış, bu defa Hz. Aişe (r.a.) Efendimiz (s.a.)'i geçmişti. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.) "Bu seferki öncekine karşılık oldu" demiştir.[46]
Peygamberimiz
(s.a.) yine Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (r.a.) ile yarış etmiş, yarışta ikisini de
geçmişti.
Seleme
b. Ekva' -Müslim'in rivayetine göre- Zî-karad seriyyesinden Medine'ye
döndüklerinde biriyle yarışmış ve onu geçmişti.
İmam
Malik'in İbni Ömer'den rivayetine göre Rasulullah (s.a.) önce besili atlar
arasında, sonra da iyice beslenmemiş atlar arasında yarışa katıldı. Yanşa
katılanlar arasında Abdullah b. Ömer de vardı.
Ok
yarışları ile deve yarışları da böyledir. Nesaî'nin Ebu Hureyre'den rivayetinde
Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Müsabaka sebebiyle ödül almak
ancak ok yarışı, at yarışı ve deve yarışında caizdir."
Buharî'nin
Hz. Enes'ten rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.)'in Adba isimli devesi
vardı. Bu deveyi yarışta hiçbir deve geçemiyordu. Bir arabi Kaûd adı verilen
bir deveyle bu deveyi geçti. Bu durum müslümanlara ağır gelmişti. Efendimiz
(s.a.) bunu anladı ve "Allah'ın hakkıdır ki, dünyada bir şey yükseldi mi,
Allah onu düşürür" buyurdu.
Aşağıda
açıklanan şekliyle yarışma ödülü ancak ok, at ve deve yarışlarında caizdir.
İmam
Şafiî diyor ki: Bu üçün dışında alınacak yarışma ödülü kumardır.
Kadı
Ebul-Bahterî yukarıda zikredilen bu hadis-i şerifte Harun Reşid'in gönlünü
almak için "ev cenah (kuş yarışları)" diye bir kelime ilâve etmek
istemiş, alimler bu sebeple onun bu ve diğer uydurma hadislerini terk etmişler
ve onun hadislerini kesinlikle yazmamışlardır.
At
ve deve yarışlarında belirli bir hedef ve belirli bir müddet tayin edilmedikçe
bunlardan alınan ödül caiz olmaz. Ok atma yarışı da böyledir. Belirli bir
hedef, belirli bir atış sayısı ve hedefe isabet etme şekli ve oranı tespit
edilmedikçe bundan alınan ödül de caiz değildir.
Caiz
olan yarış ödülü iki çeşittir.
a) İdarecinin veya bir başkasının kendi malından gönüllü olarak ortaya
koyduğu ödül.
b) Yarışmaya katılan iki taraftan sadece birinin ortaya koyduğu, ödül koymayan
tarafın kendisini geçmesi halinde alacağı, aksi takdirde kendisine kalacak
olan ödül.
Caiz
olmayan veya haram olan yarış ödülü ise şudur: Yarışmaya katılan iki taraftan
hangisi diğerini geçerse kendi koyduğu meblağı da karşı tarafın koyduğu meblağı
aldığı ödül. Bu haramdır, caiz değildir.
Bu
şekilde bir yarışmada yarışmacılardan ikisinin de kesin olarak yarışmayı
kazanacağı garantisi olmayan bir üçüncü tarafın (muhallil) bulunmasıyla yarışma
caiz olur. Bu durumda üçüncü taraf kazanırsa her iki meblağı da o alır. Diğer
iki yarışmacıdan biri kazanırsa her iki meblağı kazanan yarışmacıları alır,
üçüncü tarafın hiçbir şey alma hakkı yoktur, vereceği bir şey de yoktur. İlk
iki taraftan biri kazanmamış gibi olur.
Bu
üçüncü tarafa "muhallil" denilmektedir. Çünkü bu taraf diğer iki tarafın
veya kendisinin ödül almasını "helâl" hale getirmektedir.
Alimler,
iki taraf arasında bir üçüncü taraf (muhallil) olmaması ve tarafları kazanan
tarafın hem kendi koyduğu meblağı hem de karşı tarafın koyduğu meblağı almasını
şart koşmuşlarsa bu kumardır, caiz değildir, demişlerdir.
Sünen-i
Ebi Davud'da Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz
(s.a.) şöyle buyuruyor: "Kim kendi atını iki yarış atının katıldığı bir
yarışa üçüncü at olarak koyarsa kesin kazanacağından emin olmazsa bu kumar
değildir. Eğer üçüncü taraf kesin olarak yarışmayı kazanacağından emin ise bu
kumar olur."
Muvatta
da Said b. Müseyyeb'den şu sözü nakledilmektedir: At yarışlarında bir üçüncü
şahıs muhallil olarak katılırsa hiçbir beis yoktur. Bu takdirde bu üçüncü şahıs
kazanırsa ödülü o alır. Onu geçerlerse ona birşey ödemesi gerekmez."
Cumhur'un görüşü de budur.
At
ve deve yarışları ya bunların sahipleri arasında olur ki evla olan da budur ya
da buluğa ermiş kişiler arasında olur.
9- Hz. Yakup (a.s.)'un çocukları babalarının "Onu kurt yemesinden
korkarım" sözünden delil olarak istifade ettiler. Çünkü babaları oğlu
Yusuf için endişelerini ortaya koymuştu.
10- Hz. Yakup (a.s.) çocuklarına yaptığı ithamın gerçekleştiğini ve söylediklerinin
hilâfına pek çok delil bulunduğunu görünce onları doğrulamadı.
Aslında
onlarda "Biz doğru sözlü olsak bile" dedikleri zaman kendi delillerinin
zayıf olduğunu ihsas etmişlerdi. Yani biz senin yanında güvenilir ve doğru
sözlü kimseler olsak bile sen bizi doğrulamazsın. Yusuf u çok sevmen sebebiyle
bu meselede bize ithamda bulunma.
11- Hz. Yakup (a.s.)'un oğulları başka bir kanla gömleği kana bulayarak
babalarına gerçeği söylememişlerdi. Bu kan Katade'nin söylediğine göre ceylan
kanı idi. Onlar kanı doğru söylediklerine alâmet olarak saymak istediklerinde
Allah bu alâmete karşı olan bir başka alâmet getirdi. Bu da kurtun insana saldırması
anında genelde gömleğin parçalanması gerçeği...
İbni
Abbas diyor ki: Hz. Yakup (a.s.) gömleği görünce çocuklarına "Yalan
söylüyorsunuz. Eğer onu kurt yeseydi gömleği parçalardı" demiştir. Maverdi
diyor ki: Yusuf un gömleği hakkında üç ayet vardır:
a) Gömleğine kan bulaştırarak getirdiler.
b) Gömleği (Züleyha tarafından) arkadan yırtıldı.
c) Gömleği babasının yüzüne kondu, babasının gözleri eski haline döndü.
12- Fıkıh alimleri kana bulanmış gömlek kıssasıyla "kasâme" gibi
fıkıhla ilgili meselelerde birtakım emarelere itimat etmenin caiz olduğuna
delil getirmişlerdir.
Diğer
taraftan alimler Hz. Yakup (a.s.)'un çocuklarının yalan söylediklerine Yusuf
un gömleğinin sağlam olması ve yırtılmamış olmasıyla delil getirdiği hususunda
ittifak etmişlerdir.
Aynı
şekilde bir olayı incelerken kişinin de birtakım emare ve alâmetleri inceleyip
bunlardan tercih edilmeye lâyık olana bakarak hüküm vermesi gerekir.
13- Sabra sarılmak... Yanıltma, zulüm, yalancılık, musibetler, imtihanlar
ve zorluklar karşısında Allah'ın yardımını talep etmek... Bu hasletler sıkıntıdan
sonra huzurun, zorluktan sonra kolaylığın geleceğini haber vermektedir. Bu
özellikler şu kâinatın dilediğini yapan bir Rabbi olduğuna inanmaya delildir.
14- Sabr-ı cemîl, şikayet bulunmayan sabırdır. Bu da sabreden kişinin, belâyı
indirenin Allah Tealâ olduğunu bilmesi, sonra da Allah Tealâ'nın mülkün gerçek
sahibi olduğunu ve bu mülkün sahibinin kendi mülkünde tasarruf etmesine itiraz
edilemeyeceğini bilmesiyle mümkündür.
Sabırda
Allah'ın kaza ve kaderine razı olmak yoksa sabr-ı cemîl olamaz.
Bütün
davranış, söz ve inançlarda ölçü Allah Tealâ'ya ubudiyet içinde olmaktır. Aynı
amaç için ameller güzeldir. Aksi takdirde güzel değildir.
Hz.
Yakup (a.s.)'un sözünde sabır ve Allah'tan yardım talebinin bir arada yer
alması Onun sabra yönelmesinin şikayet ve üzüntüye galip gelebilmek için ancak
Allah'ın yardımıyla olduğuna delildir.
[47]
19-
Bir kafile geldi. Sucularını kuyuya
gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya sar-kıttı. müjde!
i^ bir o&anl diye ba. girdi. Yusuf u bir ticaret malı gibi sakladılar.
Halbuki Allah onların ne yapacaklarını gayet iyi biliyordu.
20-
Nihayet onu (Yusuf u) düşük fîatla birkaç dirheme sattılar. Bunlar ona karşı
isteksiz idiler.
"Onu
bir ticaret malı gibi sakladılar." Onlar kervanlarla ticaret yapan
kimseler idi. "Onu" zamirinden kastedilen Yusuf (a.s.)'dır. Yusuf u
arkadaşlarından sakladılar. Bir rivayete göre Yusuf un durumunu ve onu kuyuda
bulduklarını gizlediler. Ticaret erbabı kervandaki diğer arkadaşlarına durumu
şöyle anlattılar. Bize bunu Mısır'da satalım diye kuyu civarında oturanlar verdiler.
İbni
Abbas diyor ki: "Buradaki zamir Yusuf un kardeşlerine aittir. Onlar
tacirlere "Bu bizim uşağımızdır, bizim yanımızdan kaçtı. Onu satın
alın" dediler. Yusuf da öldürürler korkusuyla sustu. Zira Yahûza her gün
Yusuf a yiyecek getiriyordu. O gün geldiğinde Yusuf u bulamadı. Hemen
kardeşlerine haber verdi. Kardeşler kafileye geldiler. Pazarlık yaptıktan sonra
tacirler Yusuf u kardeşlerinden satın aldılar."
"Bıda'a"
Yusuf tan hal olarak mansup olup ism-i mef ul manasındadır. Tacirler onu bir
ticaret malı olarak gizlediler, demektir.
[48]
"Bir
kafile geldi." Medyen'den Mısır'a gitmekte olan bir yolcu ve ticaret kafilesi
geldi. "Sucularını kuyuya gönderdiler." Sucu su temin etmek üzere
gönderilen yahut kavme su temin etmek için araştırma yapan kişidir. Bu kimse
Ari-be Araplanndan Malik b. Daar el-Huzaî idi.
"Sucu,
kovasını" su doldurmak için "kuyuya sarkıttı." Yusuf da kovaya
sıkıca sarıldı. "Delv" kuyadan su almak için kullanılan kap, kova
demektir.
Sucu
"A müjde! İşte bir oğlan" diye bağırdı. Hem kendisi hem de kafilesi
için bir müjde idi. Bu olay "Yâ büşra!" İşte fırsat, işte beklediğin
an! demektir. Tıpkı "Yâ henâye" gibi. Yahut bu nida mecaz olabilir.
Bu durumda "Gel, işte senin beklediğin zaman!" demektir.
'Yusufu
bir ticaret malı gibi sakladılar." Yusuf u ve Yusuf un durumunu kafiledeki
arkadaşlarından gizlediler. Bıda'a; maldan ticaret için ayrılan şey, ticaret
metaı demektir. "Halbuki Allah onların ne yapacaklarını gayet iyi biliyordu.
" Onların Yusuf u gizlemeleri Allah'a gizli kalmadı.
"Nihayet
onu düşük fiatla birkaç dirheme" 20 veya 22 dirheme "sattılar."
"Bahs" noksan ve ayıplı demektir. Bu kelime "İnsanların
eşyalarını eksik satmayın." (A'raf, 7/85) ayetinde ve başka ayetlerde
geçmektedir. Burada ise ya haram ya da zulüm anlamındadır. Çünkü bu olay hür
bir kimsenin satılmasıdır. Daha sahih görüşe göre, benzerinin fiatından eksik
demektir. "Bunlar ona karşı isteksiz idiler." Ona rağbet etmediler.
"Bunlar" zamiri Yusuf un kardeşlerine ait ise durum açıktır. Bu
zamir ticaret erbabına ait ise onların isteksizliğinin sebebi Yusuf un buluntu
olmasıdır. Bir şeye bularak sahip olan o şeye önem vermez, satmakta acele
davranır. Kafile, Yusuf u Mısır'da 20 dinar ve 2 elbise, 2 çift ayakkabı
karşılığında satmıştı.
[49]
Cenab-ı
Hak kardeşlerinin Yusuf u kuyunun derinliklerine atmak şeklindeki davranışlarını
beyan ettikten sonra, Mısır'a gitmekte olan ve Yusuf u alıp sonra da Mısır'da
köle gibi satan bir tüccar kafilesi vasıtasıyla O'nun içinde bulunduğu
mihnetten nasıl kurtulduğunu belirtmektedir.
[50]
Yusuf
(a.s.) atıldığı kuyuda üç gün kalmış, bu sırada kardeşi Yahûza kendisine
gizlice yemek getirmişti.
Medyen'den
gelip Mısır'a gitmekte olan -Hz. İsmail neslinden gelen Araplardan oldukları
rivayet edilen- bir yolcu kafilesi bu kuyunun yanından geçmişti.
Muhammed
b. İshak'ın rivayetine göre kardeşleri Yusuf (a.s. )'u kuyuya attıktan sonra
bu kuyunun civarına oturdular. Allah da Yusuf (a.s.) için bir kafile gönderdi.
Kafile sucularını suya gönderdi. Sucu kuyunun yanına gelip kovasını kuyuya
sarkıtınca Yusuf (a.s.) kovaya sımsıkı sarılıp kuyudan çıktı.
Sucu
kafilede bulunanlara müjde vererek "A, müjde! İşte bir oğlan.. Gelin bu
tam müjde zamanıdır. Bu gayet güzel, yakışıklı, gözalıcı ve zarif bir çocuktur.
Müjdeler olsun size... Bu, tam satılacak bir uşak" dedi.
Yusuf
u görenler onu Mısır halkına satacakları bir ticaret malı kabul ederek,
kafiledeki diğer insanlardan gizlediler. Halbuki Allah onların ne yapacaklarını
gayet iyi biliyordu. Onların ve diğerlerinin davranışlarından hiçbir şey O'na
gizli kalmaz.
O,
Yusuf un kardeşlerinin de, Yusuf u satın alacakların da ne yaptığını çok iyi
bilendir. O, yaşanan gerçekleri değiştirmeye ve kaldırmaya da kadirdir. Ancak
Onun hikmeti ve daha önce tespit ettiği bir takdiri vardır. Her şeyi takdir
ettiği ve hükmettiği şekilde yürümeye bırakmıştır.
"İyi
bilin ki, yaratmak ve emretmek O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah
yüceler yücesidir." (A'raf, 7/54).
İbni
Abbas'tan rivayet edildiğine göre Yusuf u satan Yusuf un kardeşleridir. Tüccar
ise Yusuf u satın alanlardır. Onu bir ticaret eşyası gibi gizleyenler de Yusuf
un kardeşleridir. Yusuf kuyudan çıkarılınca onu gizlemişlerdi.
Yahut
Yusuf u satanlar ticaret kervanında bulunanlardır. Satın alan ise Mısır
halkından birisidir.
Bu
ayetlerde Rasulullah (s.a.) müşrik kavminden gördüğü eziyete karşı teselli
edilmekte ve kavminin kendisine yaptığı eziyeti Allah'ın bildiği, Allah'ın bu
durumu değiştirmeye kadir olduğu bildirilmektedir. Fakat Yusuf un kardeşlerinin
hile ve eziyetlerine karşı sabrettiği gibi sabret. Ben kardeşlerine karşı nasıl
Yusuf a yardım ettiysem, onu onların üzerine hakim ve reis kıldıysam sana da
onlara karşı yardım edeceğim, hitabı verilmektedir.
"Onu
sattılar." Yani kardeşleri Yusuf u sattılar. İbni Kesir Bu mana daha
kuvvetlidir" demektedir.
Yahut
oradan geçip Yusuf u alan kafile onu Mısır'da düşük bir fiatla, mislinin
fiatından noksan bir fiatla, tartı ile değil sayı ile birkaç dirheme sattılar.
Onlar ukıyye (40 dirhem) ve daha fazlası için tartı kullanıyorlardı. Yusuf u 20
veya 22 dirheme sattılar.
Burada
"düşük fiaf'tan murad noksan veya ayıplı demektir. Yani onu en düşük bir
fiatla satmışlardı.
Diğer
bir rivayete göre bundan murad hür bir kimsenin satılması olduğu için bu
davranış bir zulüm ve haramdır, demektir.
Tercih
edilen görüş İbni Kesir'in de dediği gibi birinci manadır. Çünkü haram
bellidir, herkes haramı bilmektedir. Hür kimsenin bedeli her çeşit durumda ve
herkese haramdır. Ayrıca o Halilurrahman oğlu, İshak oğlu, Yakup oğlu Yusuf
tur. Nebi oğlu, nebi oğlu, nebi oğlu nebidir. Değerli oğlu değerli oğlu, değerli
oğlu, değerli oğlu bir şahsiyettir.
Onlar
Yusuf hakkında ve onun satılması anında isteksiz idiler. Onun Allah katında
değerini bilmeden ondan her ne şekilde olursa olsun kurtulmak istiyorlardı.
Yusuf
u Mısır Azizi, satın aldı. Daha sonra bu zat Hz. Yusuf (a.s.)'a iman edecek ve
Hz. Yusuf (a.s.) hayatta iken iman edecektir.
Özetle:
Allah Tealâ Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen fiatı üç sıfatla zikretmektedir.
a) Düşük bir fiat oluşu.
b) Sayılı bir kaç dirhem oluşu.
c) Satıcıların bu hususta isteksiz oluşu.
[51]
Bu
ayetlerden şu hususlar anlaşılmaktadır:
1- Kafilenin gelişi ve kovanın kuyuya sarkıtılması Allah tarafından yapılmış
gizli bir tedbir ve kulu Yusuf u ölümden ve kuyuda helak olmaktan kurtarmak
için O'nun bir kolaylığı ve lütfudur. Çünkü Allah bu kâinattaki her şeyi gayet
iyi bilmektedir. Hikmeti ve iradesine muvafık olarak "hayır" gördüğü
şeyleri tedbir etmektedir.
2- Yusuf mislinin fiatından noksan bir fiatla, -İbni Mes'ud ve İbni
Abbas'm dediği gibi- 20 dirhem gibi birkaç dirhem karşılığında satılmıştı. Onun
hakiki değerinin tam karşılığı verilmemişti.
Çünkü,
eğer Yusuf u satanlar kardeşleri ise, onlar onun bedelinden istifade etmek
kasdıyla değil, sadece babalarının sevgisini yalnız kendilerine ait kılmak
kasdıyla satmışlardı.
Yok,
eğer onu satanlar o kuyuya uğrayan kervan sahipleri ise onlar onu buluntu
olarak almışlardı. Kim bir şeyi bedelsiz alırsa onu en ucuz fiata satabilir.
Onun bedeli olarak aldıkları tamamen kârdır.
3- Ayette çok kıymetli bir şeyin çok basit bir fiatla satılmasının caiz
olduğuna açık delil vardır. Bu çeşit satış geçerlidir.
4- Allah Tealâ mahlûkatının söz ve davranışlarını gayet iyi bilir. Bunlardan
hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O bu amellerinin karşılığını verecektir.
"Dirhemler"
ile ilgili konuda alimler demişlerdir ki: Her iki paranın (gümüş ve altının)
da aslı tartıdır. Peygamberimiz (s.a.)'in şu hadis-i şerifi bunun delilidir:
"Altın altın karşılığı, gümüş gümüş karşılığı tartılarak misli misline,
uygun olarak verilir. Kim artırır veya artırmak isterse bu faizdir."
Fakat
insanlara kolaylık olması, muamelelerin çokluğu ve tartının zorluğu sebebiyle
paralarda sayı esası yaygınlaşmıştır.
Dirhem
ve dinarların miktarı belirlenmişse durum ne olursa olsun, bunların verilmesi
taayyün eder mi (gerekli mi)? Bu konuda iki görüş vardır:
a) İmam Ebu Hanife ve İmam Malik "Miktarın belirlenmesi sebebiyle taayyün
etmez" demiştir.
b) İmam Şafiî "Taayyün eder" demiştir.
Bu
görüş ayrılığı sebebiyle şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Kişi
"Bu dinarları bu dirhem karşılığında sana sattım" derse, birinci görüşe
göre dinarlar sahibinin zimmetinde, dirhemler sahibinin zimmetinde kalır.
İkisinden biri telef olursa aradaki alış-veriş sahih olur. Bu iki bedelden
birinin telef olmasından alış-veriş etkilenmez. Çünkü zimmetteki mal telef
olmaz.
İkinci
görüşe göre dirhemler ve dinarlar telef olursa bu her iki şahsın zim-metiyle
ilgili değildir. Diğer eşyalarda olduğu gibi akit batıl olur.
[52]
Mısır'da satın alan (vezir) hanımına "Ona iyi davran, belki
bize faydalı olur ya da onu evlat
ediniriz" dedi. Böylece biz Yusuf u
Mısır'a yerleş tirdik. Ona rüyaların tabirini öğrettik. Allah bütün emirlerinde
en üstündür. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Yusuf olgunluk çağına
girince ona hüküm ve ilim verdik. İşte biz güzel hareket edenleri böyle
mükâfatlandırırız.
'Yusuf'u
Mısır'da satın alan" Mısır Azizi idi. İsmi Kutayfir veya Utayfir olup
Mısır hazinelerinden sorumlu idi. O gün Mısır hükümdarı ise Amalika kabilesinden
Rayyan b. Velid el-Amlikî idi. Bu hükümdar Yusuf a iman etmiş ve Yusuf hayatta
iken vefat etmişti. Rivayet olunduğuna göre Mısır Azizi Yusuf u 17 yaşında iken
satın almıştı. Yusuf onun evinde 13 sene kaldı. Rayyan, Yusuf u 30 yaşında
iken vezir yaptı. Cenab-ı Hak Yusuf a 33 yaşında iken ilim ve hikmet verdi.
Yusuf 120 yaşında iken vefat etti. Mısır Azizinin Yusufu kaça satın aldığı
hususunda ihtilâf edilmiştir. Rivayete göre 20 dirhem, 2 elbise ve 2 çift nalın
karşılığında denilmiştir. Vezir "hanımına" Zeliha veya Ürail'e
"şöyle dedi: Ona iyi davran." Yani ona değerli bir kişi muamelesi
yap, güzellikle muamele et. "Belki" malımız-mülkümüz hakkında
"bize faydalı olur." İşlerimiz hususunda ondan yararlanırız.
"Ya da O'nu evlat ediniriz." Zira vezirin çocuğu olmuyordu.
"Böylece
biz" Yusufu öldürülmekten ve kuyuda helak olmaktan kurtardığımız ve
Vezirin kalbinin ona şefkat beslemesini temin ettiğimiz gibi, "Yusuf u
Mısır'a yerleştirdik." ona Mısır diyarında imkân verdik. Onu yüksek bir
mevki sahibi kıldık. Nihayet Mısır'a hükümet reisi ve maliyeye vezir oldu.
"Ona rüyaların tabirini öğrettik. Allah bütün emirlerinde en
üstündür." Onu hiçbir şey aciz bırakamaz. Dilediği şeye engel olunamaz.
İstediği şeylerde kimse onunla çekişemez, yanşamaz.
'Yusuf
olgunluk çağına gelince" yani fizikî gelişmesini tamamlayıp cismî ve aklî
gücü mükemmel olunca -ki buna rüşd denilir ve bu dönem 30 ile 40 yaşlar
arasıdır- "ona hüküm" yani hikmet verdik. Bu, amelle teyit edilen
ilimdir.
Yahut
insanlar arasında hükmetme yahut her şeyi doğru bir tartı ile tartacak doğru
bir hüküm "ve ilim" yani rüya tabiri ilmi ve henüz peygamber olarak
gönderilmeden önce dini anlama kabiliyeti "verdik."
"İşte
biz" onu mükâfatlandırdığımız gibi "güzel hareket edenleri böyle
mükâfatlandırırız. " Bu ayet Allah Tealinin ona bu mükâfatı amelinde
güzel davranması ve daha ilk anda takva sahibi oluşuna karşılık olarak
verdiğine işarettir.
[53]
Yusuf
un ticaret kervanıyla Mısır'a gitmesinden sonra Allah Tealâ, Yusuf un ona
peygamberlik, ilim ve rüya tabir etme bilgileri verilmesini ve Allah'ın
kendisini muhsinler (iyi amel işleyenler) zümresine katmasını anlattı.[54]
Yusuf
un kuyuya atılmasının ardından köle gibi satılması ve satın alınması şeklinde
gelişen üzüntülü olaylardan sonra, Allah onu Mısır'da satın alacak birini
takdir etti. Burada ismi zikredilmemiştir. Ancak daha sonra, Mısır
hazi-neleriyle görevli "Mısır Azizi" şeklinde tavsif edilecektir.
Tarihte
anlatıldığına göre bu zatın ismi Kutayfir olup Mısır Emniyet Reisi ve Vezir
idi. Yahut Utafir bin Ravhîb olup Maliye İşleri Veziri idi. Vezir Yusuf ta
göze çarpan hayırlı ve salih vasıflan görünce, O'na ilgi göstermiş, değer
vermiş ve ailesine güzel muamele tavsiyesinde bulunmuştu.
Vezir,
hanımı Zeliha'ya (yahut Ruâbil kızı Ûrabîl'e) "Bu çocuğa iyi davran, ona
güzel muamele et" dedi. Yusuf taki olgunluğu sezmişti.
Ebu
İshak, Ebu Ubeyde'den Abdullah b. Mes'udun şöyle dediğini nakletmektedir:
İnsanlar arasında en ferasetli, en zeki üç kişi vardır:
1- Mısır Azizi: Hanımına Hz. Yusuf (a.s.) için "Ona iyi
davran." (Yusuf, 21) demişti.
2- Hz. Şuayb (a.s.)'m kızı: Hz. Musa (a.s.) için, "Babacığım, onu
ücretli olarak yanına al." (Kasas, 28/26) demişti.
3- Hz. Ebubekir es-Sıddik (r.a.): Halifeliğe Hz. Ömer (r.a.)'i tayin
etmesi sebebiyle.
Rivayete
göre Hz. Musa (a.s.)'ya karşı çıkan ve 400 sene yaşayan Firavun Yusuf u satın
alan kişiydi. "Yusuf daha önce size apaçık deliller getirdi." (Gafir,
40/34) ayeti buna delildir.
Beyzavî
diyor ki: Meşhur olan rivayet Hz. Yusuf (a.s.)'u satın alanın Firavun
neslinden olduğudur. Ayet babalarının ahvalini bildirmekte ve çocuklarına hitap
etmektedir.
Mısır
Azizi hanımına yaptığı Yusuf a iyi davranma tavsiyesine sebep olarak şu
ifadeyi kullandı."Belki bize faydalı olur ya da onu evlat ediniriz."
Yani hususi işlerimizde, manaimızı değerlendirmemiz \vususurvda yahut kamu.
yararı ile ilgili işlerde bize faydalı olacağı hakkında ümidim vardır. Yahut
onu evlat ediniriz, Onunlagözümüz-gönlümüz aydınlanır.
Çünkü
Mısır Azizi'nin çocuğu olmuyordu, artık iyice yaşlanmıştı.
Ayet
Mısır Azizi'nin çocuğunun olmadığına ve ince anlayışına delâlet etmektedir.
Bundan
sonra Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'a maddî yönden yardımcı olacak birini
takdir ettikten sonra ona yaptığı edebî ve manevî lütuflarını da açıkladı:
Biz
ona kuyudan salimen kurtulmak suretiyle lütufta bulunduğumuz ve ona
kardeşlerinin şerrinden kurtardığımız ve ona bir ev, değerli hoş bir yuva
hazırladığımız gibi, Mısır Azizi'nin kalbinde ona karşı bir şefkat hissi
verdik, Mısır ülkesinde ona Mısır Azizi'nin evinde bulunması sebebiyle
etrafındakilere emir verme, yasaklama, malî işlerin idaresi, devlet ve hükümet
işlerinde yetkili kılıp ona yüksek bir makam verdik.
Sonra
zindan... Ama bu da kralın şarapçısını tanımaya, daha sonra da bizzat kralla
irtibat kurmaya sebep olmuştu. Hatta hükümdar Hz. Yusuf (a.s.)'a "Bugün
senin bizim yanımızda önemli bir yerin vardır. Sen emin bir kimsesin"
demişti. (Yusuf, 54). Hz. Yusuf (a.s.) da hükümdara "Beni ülkenin
hazinelerinin başına getir. Çünkü ben iyi muhafaza eden ve iyi bilen
biriyim." (Yusuf, 55) demişti.
"Mükemmel"
olabilmek iki vasıfla, kudret (yetki) ve ilim yönüyle mümkündür. Hz. Yusuf
(a.s.)'un kudret sıfatında mükemmel oluşuna şu ayetle işaret edilmişti:
"Böylece biz Yusuf u yeryüzünde makam ve yetki sahibi kıldık."
(Yusuf, 56).
Hz.
Yusuf (a.s.)'un ilim sıfatında mükemmel oluşuna ise şu ayetle işaret edilmişti:
"O'na olayların ve rüyaların yorumunu öğrettik.."
"Te'vilü'l-ehâdis",
rüya tabiri, olayların gerçek yönünün bilinmesi, çeşitli mahlûkatın Allah'ın
kudreti, hikmeti ve celaline delil olma şekilleri...
Daha
sonra Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Allah bütün emirlerinde en üstündür."
(Yusuf, 21). Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. Dilediği şeye engel olunmaz.
Murad ettiği bir şeyde kimse O'nunla çekişemez. Bir şeyi dilediği zaman o
reddedilemez, engel olunamaz, muhalefet edilemez. Bilakis O daima en üstündür.
O dilediğini mutlaka yapandır.
Nitekim
Said b. Cübeyr şöyle diyor: "Fakat insanların çoğu O'nun mahlû-katı
hakkındaki hikmetini, lütufta bulunuşunu ve dilediğini yaptığını bilmiyor,
olayların sadece görünen kısmını alıyorlar. Yusuf (a.s.)'un kardeşleri de böyle
zannetmişlerdi. Yusuf (a.s.) uzaklaştınlırsa babalarının rızasının yalnız kendilerine
ait olacağını, sonra da salih bir topluluk olacaklarını sanmışlardı."
"İnsanların
çoğu bunu bilmezler" ifadesi insanların azının -meselâ Allah'ın dilediği
şeyi mutlaka yapacağını bilen Hz. Yakup (a.s.) gibilerinin- gerçekleri
bildiğine delildir.
Bundan
sonra Cenab-ı Hak kardeşlerinin kendisine yaptıkları kötülüğe ve bütün bu
uğradığı sıkıntı ve zorluklara sabretmesi sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'a verdiği
mükâfatı beyan etti. Yüce Allah onu yeryüzünde yüksek bir mevki sahibi
kılmıştı. Bu az önce işaret ettiğimiz kudret (yetki) sahibi olmasıydı. Rüşdüne
ecrine de Allah ona "hüküm ve ilim" tabirleriyle ifade buyurduğu
peygamberliği vermişti. Bu, ilim derecelerinin en üstünü idi. Şöyle
buyuruyordu:
Yusuf
rüşdüne erince yani cismî ve aklî kuvvetleri tamamlanınca O'na hüküm ve ilmi
verdik. Yani bu sıkıntılara sabretmesi ve güzel amellerde sebat etmesinin
karşılığı olarak bütün insanların arasından O'nu seçerek peygamberlik nimetini
ona verdik.
Rüşdün
tamamlanması 30 ile 40 yaşları arasındadır. Bir grup alim, 33 yaşında yahut 30
küsur yaşında demiş, Hasan-ı Basrî ise 40 yaşında demiştir. İk-rime ve bir
grup, 35 yaşında olur demişlerdir.
"Biz
güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız." Yani güzel amel işleyen
kimselere bu şekilde bir mükâfat veririz.
Bu
ayet Hz. Yusuf (a.s.)'un güzel amel işlediğine, Allah Tealâ'ya itaatle amel
ettiğine ve Allah'ın kendisine verdiği hakimiyet ve yetki, ilim ve hikmetin,
nübüvvet ve risaletin amelinde güzel bir davranış içinde olmasının, genç
yaşında takva sahibi olmasının karşılığı olduğuna delildir. Zira "güzel
amel sahibi" olmanın akılların safiyetine tesiri vardır, "kötü amel
sahibi" olmanın da gönüllerin bulanmasına ve hadiselerin yanlış
anlaşılmasına tesiri vardır.
[55]
Bu
ayetler Allah'ın Hz. Yusuf (a.s.)'un sabrına karşılık lütfettiği çeşitli nimetlere,
maddî-manevî faziletlere delâlet etmektedir. Bunlar şu çeşit lütuflar-dır:
1- Değerli bir evin, rahat bir mevki-makamın, güzel elbise ve
yiyeceklerin, Mısır hazinelerinin sorumlusu ve Maliye Veziri olan Mısır
Azizi'nin evinin gölgesinde himayenin temin edilmesi. Bu görevi daha sonra Hz.
Yusuf (a.s.) kendisi üstlenecektir.
2- Mısır Azizi anlayışlı, hassas düşünen bir kişi olup Hz. Yusuf
(a.s.)'un ülkede yüksek me-vkilere ulaşacağı tahmininde isabet etmişti.
3- Allah'ın hükümdarın kalbine yerleştirdiği şefkat sebebiyle Mısır ülkesinde
Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen maddî imkân ve yetki... Hz. Yusuf (a.s.) böylece
bizzat hükümdarın ülkesinde emretme ve yasak koyma yetkisine sahip olmuş, Maliye
Veziri ve Hükümet Başkanı olmuştu.
4- Hz. Yusuf (a.s.)'a verilen Allah'ın kelâmının kendisine vahiy olarak
gelişi, sözlerin tevil ve tefsirinin öğretilmesi, rüya tabir etme bilgisi,
Allah'ın varlığı, birliği ve kudretine delâlet eden delilleri sezip anlaması
şeklindeki manevî imkân.
5- Hz. Yusuf (a.s.)'a hüküm ve ilim verilmesi yani rüşde erip de fizikî
bünyenin ve aklî kabiliyetlerin kemale ermesi... "Hüküm ve ilim
verdik." ifadesi nefsinin amelî ve nazarî kuvvetinde kemale erdiğine
işarettir.
6- Hz. Yusuf (a.s.)'un Rabbinin emirlerine itaat edene, yasaklarından
kaçınan, belâlara sabreden, iyi amel sahibi müminlerden olması. Hatta bazı
alimler şöyle demişlerdir: Kim Allah'ın verdiği belâlara karşı sabreder ve
gayretli olursa, Allah'ın verdiği nimetlere karşı şükreder ve risalet
derecesine yaklaşır. Çünkü Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'un bu sıkıntılara
sabrettiğini belirttikten sonra ona nübüvvet ve risalet verdiğini zikretmiştir.
7- "İşte biz güzel hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız"
ayeti Hz. Yusuf (a.s.)'un yerine getirdiği güzel amel ve taatleri işleyen
herkese Allah'ın bu dereceleri vereceğine delâlet etmektedir.
8- Allah Tealâ dilediği şeyi mutlaka yapar, emrinde hakim ve en üstündür.
Yerde veya gökte hiçbir şey Onu aciz bırakamaz. Mahlûkatı hakkındaki emirleri
derhal yerine gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir şeyin olmasını
dilediği zaman O'nun emri sadece "ol" demektir. O da hemen
oluverir." (Yasin, 36/82).
9- İnsanların çoğu ilâhî emirlerin gerçek yönünü bilmezler, sadece bunların
görünen yönleriyle yetinirler. Peygamberler ve muttaki müminler gibi pek az
kimse Allah'ın her şeye hakim ve dilediği şeyi mutlaka yapacağını idrak etmektedirler.
[56]
23-
Yusuf u, evinde yaşadığı kadın baştan çıkarmak istedi. Kapıları sıkı sıkıya
kapattı ve "Haydi gel!" dedi. Yusuf "Allah'a sığınırım. Doğrusu
o (kocan) benim efendimdir. Bana iyilik yapmıştır. Şüphesiz zalimler (nefsine
uyanlar hiçbir zaman) kurtuluşa ermezler" dedi.
24- Şüphesiz o kadın Yusuf u arzu etmisti. Eğer
Yusuf, Rabbinin burhanını görmeseydi kadının arzusuna uyabilir-Yusufu
(efendisine ihanet gibi) kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık. Çünkü
o, kendisine ihlas verilmiş kullarımızdandı.
25- Kapıya doğru koştular. Kadın Yusuf un
gömleğini arkadan boydan boya yırttı. Kapıda kadının beyi ile karşılaştılar.
Kadın (hemen kocasına) "Ailene kötülük yapmak isteyenin cezası ancak
zindana atılmak veya acıklı bir azaba uğratılmak olmalıdır" dedi.
26-
Yusuf "Beni o baştan çıkarmak istedi" dedi. Kadının ailesinden bir
şahit hakemlik etti: "Eğer Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise
kadın doğru söylemektedir. Yusuf yalancılardandır."
27-
"Eğer Yusuf un gömleği arkadan yır-tılmışsa kadın yalan söylemiştir. Yusuf
doğru söyleyenlerdendir" dedi.
28- (Kadının kocası) Yusuf un gömleğinin arkadan
yırtıldığını görünce (karısına) "Bu siz kadınların tuzaklarından-dır.
Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur" dedi.
29-
Yusuf a dönerek "Yusuf, sen bu hadiseyi görmemiş ol" dedi. Hanımına
da "Sen de işlediğin günahtan dolayı tevbe et. Şüphesiz sen günah
işleyenlerden oldun" dedi. /
"Sadakte"
"kezebte" ile "sâdikıyn" "kâzibîn" aralarında
tezat sanatı vardır.
29.
ayetin sonunda cemi müzekker salim "hatıîn" şeklinde kullanılan kelimede
erkeklerin tağlibi esas alınmıştır.[57]
'Yusuf'u
evinde yaşadığı kadın baştan çıkarmak istedi." Zeliha Yusuf a yumuşak,
nazik ve aldatıcı bir üslupla cinsî münasebet teklif etti. Yine (Yusuf, 61)
"Babasını ikna etmeye çalışacağız" ayetindeki fiil aynı kökten
gelmektedir. Yani Bünyamin'i bizimle göndermesi için babamıza hile yapacağız,
onu iradesinden vazgeçmeye ikna etmeye çalışacağız, demektir. Bir şeyi aramaya
giden manasındaki "râid" kelimesi de aynı köktendir. Ayetteki
"râvedethü" kelimesinden murad kadının Yusuf la cinsi münasebet için
hile düşünmesi, ama Yusuf un bunu kabul etmemesi demektir.
Kadın
"Kapıları sıkı sıkıya kapattı." Evin kapılarını sımsıkı kilitledi.
Bir rivayete göre evin 7 kapısı vardı. Burada kullanılan tef il babı çoğaltma
ve kapıların kapanmasında mübalağa yapıldığını ifade etmektedir.
Kadın
"Haydi gel", bana gel!, buraya gel!, çabuk ol!, haydi gelsene!, yahut
senin için hazırlandım "dedi." Bu ifade Havran Araplarınm diliyle
söylenmiştir. "Heyte" kelimesi fetha üzerine mebnidir.
"Leke'nin lamı "sükya leke" kelimesinde olduğu gibi beyan etme
anlamındadır.
"Yusuf
şöyle dedi": Ben bilgisizlik ve fasıklıktan "Allah'a sığınırım."
O'nun himayesini isterim. "Doğrusu o" beni satın alan, kocan Kutayfir
"benim efen-dimdir. Bana iyilik yapmıştır" yani bana güzel muamelede
bulunmuştur. Zira sana "Buna iyi davran" diye tavsiyede bulunmuştur.
Ben onun emanet ettiği ailesi hakkında ona ihanet edemem. Bir görüşe göre
"innehü" deki zamir Allah'a racidir. Yani O beni yaratan, efendimin
kalbinin bana şefkat beslemesini temin etmekle benim yerimi güzelleştiren
Rabbim'dir. O'na isyan edemem demektir. "Şüphesiz zalimler" yani
iyiliğe kötülükle karşılık verenler yahut zina edenler; çünkü zina hem zina
eden kişinin kendisine zulmetmesi hem de zina edilen kadına ve ailesine
zulmetmesi demektir. Zalimler, nefsine uyanlar hiçbir zaman "kurtuluşa
ermezler, dedi."
"Şüphesiz
o kadın Yusuf u arzu etmişti." Yani onunla cima etmek ve beraber yaşamak istemişti.
Yahut emrine isyan ettiği için Yusuf u cezalandırmak istemişti.
"el-hemmü
biş-şey'i", bir şeye kasdetmek, azmetmek demektir. "Hemmam" da
bu kökten gelmektedir. Bir şeye azmettiği zaman onu yerine getiren kimseye
denir.
'Yusuf
Rabbinin burhanını görmeseydi, kadının arzusuna uyabilirdi." Yani
peygamberlik olmasaydı yahut Allah Tealâ'nın murakabesi ve Ona itaat etme
duygusu ve Rabbinin kendisini görmesinin onun üzerindeki tecellisi olmasaydı
Yusuf da onunla beraber olabilirdi.
"Levlâ
(olmasaydı)" kelimesinden anlaşılan mana Hz. Yusuf un kalbinde Allah
korkusu olduğu için böyle bir şeyi asla arzu etmediğidir. Çünkü
"levlâ" kelimesi bir şeyin meydana gelmesi imkânsız olduğunda
kullanılır. Meselâ "Dün gece bana misafir gelmemiş olsaydı, sana gelirdim"
cümlesi sana ziyarete gelen misafir sebebiyle arkadaşına gitmenin mümkün
olmadığı manasına gelir. Burada misafir, arkadaşına gitmene engel olmuştur. Bu
ayette de böyledir. Peygamberlik burhanı ve Allah'ın murakebesi olmasaydı o da
kadının arzusuna uyabilirdi, demektir.
'Yusuf
u" efendisine ihanet etmek gibi "kötülük ve" zina gibi
"fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık." Yani bu şekildeki bir
sebatkârlıkla ona sebat telkin ettik ve burhanı gösterdik. "Çünkü o
kendisine ihlâs verilmiş kullarımızdandı." Allah'ın kendilerini seçkin
kıldığı ve kendisine itaat etmek için ihtiyar ettiği seçkin kullardandı.
"el-Muhlisîn" şeklinde kıraate göre mana itaatte halis olan kullar
demektir.
"Her
ikisi de kapıya doğru koştular." Yusuf kadından kaçıp dışarı çıkmak için kapıya
koşmuş, kadın da onun dışarı çıkmasını engellemek için arkasından koşmuştu.
Yusuf un koşması kaçmak için, kadının koşması ise Yusuf u yakalamak içindi.
Kadın Yusuf un elbisesinden tutup onu kendisine çekince "Yusuf un
gömleğini arkadan boydan boya yırttı." "el-kaddü" boydan boya
yırtmak demektir.
"Kapıda
kadının beyi ile karşılaştılar." Kapıda ona tesadüf ettiler.
"Kadın"
hemen kocasına hitaben şöyle dedi." Ailene kötülük yapmak isteyenin
cezası ancak zindana atılmak veya" dövülmek suretiyle can yakıcı
"acıklı bir azaba uğratılmak olmalıdır." Kadın böylece kendini temize
çıkarmak istemekte, kocasına da kendisini korumak için Yusuf tan kaçıyormuş
intibaını vermekte ve kocasını Yusuf tan intikam almaya tahrik etmekte idi.
25.
ayette geçen "mâ" ya nefiy içindir; yani onuıi cezası zindana atılmaktan...
başka bir şey değildir, yahut istifham içindir. Yani, "Onun cezası zindana
atılmaktan... başka ne olabilir?" demektir.
"Her
ikisi de kapıya koştular." ifadesi baştanbaşa mucize olan Kur'an'ın az
kelime ile çok mana ifade eden özlü tabirlerindendir.
'Yusuf:
Beni o baştan çıkarmak istedi, dedi." Yusuf ortaya konan zindana atılmak
veya işkence edilmek cezalarına karşı kendini müdafaa etmek için "Beni
kendi arzusuna tabi kılmak isteyen o idi" dedi. Kadın yalan söylemeseydi,
Yusuf bu ifadeyi kullanmazdı.
"Kadının
ailesinden biri hakemlik etti." Rivayete göre bu kişi kadının amcasının
yahut dayısının oğlu olup henüz daha beşikte bebek idi. Onu Allah konuşturmuştu.
"Eğer
Yusuf un gömleği ön taraftan yırtılmış ise, kadın doğru söylemektedir. Yusuf
yalancılardandır. Eğer Yusuf un gömleği arka taraftan yırtılmış ise, kadın
yalan söylemiştir, Yusuf doğru söyleyenlerdendir, dedi."
Kadının
kocası 'Yusuf un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce" karısına
"Bu, siz kadınların tuzaklarındandır" dedi. Buradaki hitap hem
hanımına hem de onun gibi olan kadınlara veya bütün kadınlaradır. "Doğrusu
sizin tuzağınız büyük olur." Zira kadınların hilesi kalbe hitap eder,
gönüldeki tesiri büyük olur. Erkekler buna muktedir olamaz ve onların
hilelerini pek fark edemezler "dedi."
"Yusuf
a dönerek, Yusuf sen" bundan vazgeç, "bu hadiseyi görmemiş ol."
Bunu kimseye söyleme. Bu olayın insanlar arasında yayılmaması için bunu gizli
tut "dedi. Hanımına da" Ya Zeliha! "Sera de işlediğin günahtan
dolayı tev-be et. Şüphesiz sen günah işleyenlerden oldun" dedi."
Ancak bu haber her tarafa yayıldı.
[58]
Cenab-ı
Hak Hz. Yusuf (a.s.)'a lütfettiği Mısır Azizinin köşkünde ikamet etmek gibi
maddî ikramları, peygamberlik ilim ve hikmet gibi manevî ikramları
zikrettikten sonra burada da Mısır Azizi'nin hanımıyla tabi olduğu imtihanı,
iffet, namusluluk ve gönül temizliği sıfatlarına sarılmasını hatta Hz. Yusuf
(a.s.)'un fuhşu irtikap etmektense zindana atılmayı ve böylece kadınların fitne
ve fesadından kurtulmayı tercih ettiğini anlattı.
[59]
Hz.
Yusuf (a.s.) son derece güzel ve yakışıklı idi. Mısır Azizi hanımına Yusuf a
iyi bakmasını ve güzel davranmasını tavsiye etmiş, kadın da güzelliği, yakışıklılığı
ve göz alıcı oluşu sebebiyle Yusuf u son derece sevmişti. Bunun üzerine
süslenmiş ve Yusuf u birlikte olmaya çağırmış, onu zina etmeye davet etmişti.
Köşkün kapılarının tamamını -7 kapıyı da- sıkıca kapatmış ve Yusuf a "Haydi
gelsene!" demişti.
"Heyte
leke" haydi gel, haydi gelsene, çabuk ol, senin için hazırlandım demektir.
"Sukyen leke" "ra'yen leke" gibi muhatabın bildirilmesi
için (leke) kelimesi ilâve edilmiştir. Bu son derece nazik bir üslûptur.
Hz.
Yusuf ise bu teklifi şiddetle reddetmiş ve "Senin benden istediğin bu
şeyden Allah'a sığınırım, O'na iltica eder, O'nun himayesini niyaz ederim. O beni
cahillerden olmaktan korur. Doğrusu o kocan Kutfîr benim efendim ve
sahi-bimdir. Bana iyilik yapmıştır. Ona hıyanette bulunmak ve ailesiyle fuhuş
yapmak suretiyle karşılık veremem. Şüphesiz iyiliğe kötülükle karşılık veren
zalimler iflah olmazlar, zalimler arzularına kavuşamazlar. İyiliğe kötülükle
karşılık veren hainler de zalimlerden sayılır" demişti.
Kadın,
Hz. Yusufun emrine isyan etmesi, arzusunu yerine getirmemesi, kendisi
hanımefendi ve o köle olduğu halde onun isteğine avkırı hareket etmesi
sebebiyle Yusuf tan intikam alıp onu cezalandırmayı düşünmüş yahut onu baştan
çıkarmak istemişti.
'Yusuf
Rabbinin burhanını görmeseydi kadının arzusuna uyabilirdi." Bu ayetin
manası hakkında çok sözler söylenmiştir. Halbuki durum gayet açık ve
anlaşılırdır.
"Ve
hemme bihâ" buyruğunun, cümlenin geri kalan kısmından ayrı olarak yalnız
başına tefsir edilmesi doğru olamaz. Cümle bir arada topluca tefsir edildiği
zaman Hz. Yusuf (a.s.)'un kadının arzusuna kesinlikle uymadığı anlaşılmaktadır.
Çünkü Hz. Yusuf (a.s.)'un Rabbinin burhanını görmesi buna engel olmuştur.
"Levlâ" kelimesinin bir şeyin meydana gelmesinin imkânsız olduğunu
beyan eden ve cevabı daima mahfuz olan bir kelime olması buna delildir. Cümlenin
takdiri şöyledir: Yusuf Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, o kadının arzusuna
uyabilir, onunla birlikte olabilirdi. "Ve hemme bihâ" ifadesi buna delâlet
etmektedir. Bu cümle, "Onu öldürmeye teşebbüs ederdim, Allah'tan
kork-masaydım" cümlesi gibidir. Bunun manası, Allah'tan korkmasaydım Onu
öldürürdüm demektir. Cümlede takdim ve tehir vardır.
Ayrıca
"el-hemm" kelimesinden murad, gönülden geçen arzular ve beşeri
tabiatın gereği olarak kadınla birlikte olmaya meyletmektir. Şer'an bunda muaheze
edilecek hiçbir şey yoktur. Yani "Nasıl Allah'ın peygamberinin günaha arzu
duyması ve ona kasdetmesi caiz olabilir" denemez.
Günaha
azmetmek ve günahı işlemeye karar vermek derecesinden daha düşük bir mertebede
olan "el-hemm (arzu)" sebebiyle muaheze olunamayacağının delili
Begavî'nin Abdurrezzak'tan naklettiği ve Buharî ile Müslim'in Sahihlerinde Ebu
Hureyre'den naklettikleri şu Hadis-i kudsîdir.
Peygamberimiz
(s.a.) buyurdular ki: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Kulum bir iyiliğe
niyet ettiği, onu arzu ettiği zaman ona bir hasene yazın. Eğer bu ameli yaparsa
kuluma on misliyle karşılık yazın. Kulum eğer bir kötülüğe niyet etmiş ama bu
kötülüğü istememişse onu bir hasene olarak yazın. O bunu sırf benden kaçındığı
için terk etmiştir. Eğer bu kötülüğü yaparsa onu bir kötülük olarak
yazın."
Hz.
Yusuf (a.s.)'un gördüğü burhan Allah'ın her mükelleften aldığı haramlardan
kaçınmak burhanıdır, yahut Allah'ın zinayı haram kılması hususundaki hücceti ve
zina edenlerin tabi olacağı cezayı bilmektir. Bir başka görüşe göre
peygamberlerin gönüllerinin kötü ahlâktan temizlenmesidir. Bir diğer görüşe
göre fuhuş irtikap etmeye engel olan peygamberliktir. Ancak bütün bu manaların
hepsi de murad edilmiş olabilir. Çünkü bunlar hepsi de aynı hedefi, Allah'a
itaati gerçekleştirmeye yönelik birbiriyle çelişmeyen, birbirine yakın
manalardır.
Özetle:
Hz. Yusuf (a.s.) kesinlikle böyle bir günah işlememiştir. Şayet Allah'ın
koruması, himayesi ve gözetimi olmasaydı o da kadının arzusuna uyabilirdi.
Alimlerin
bu ayet hakkında iki türlü tefsiri vardır:
1- Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını gördüğü için o kadının arzusuna
uymadı. Onu kadının arzusuna tabi olmaktan men eden Allah'tır.
2- Hz. Yusuf (a.s.) beşerî tabiatın gereği olarak bu arzuyu duydu ise de
günaha düşme korkusuyla hemen uyandı. Rabbinin burhanını görüp emrini hatırladı.
Bu ayet aynen şu ayet gibidir: "Eğer biz seni sebatkâr kümasaydık,
ner-deyse onlara bir parça meyledecektin." (İsra, 1777'4).
Böylece
iki arzunun, kadının arzusu ile Hz. Yusuf (a.s.)'un arzusu arasındaki fark
ortaya çıkmaktadır:
Kadın
kinini dindirmek için Hz. Yusuf (a.s.)'tan intikam almayı ve ona işkence
ettirmeyi arzu etmişti. Yahut onunla birlikte olmak istiyordu. Yani gayesi
günah işlemekti. Bu azimlilik ve kararlılık arzusu idi.
Hz.
Yusuf (a.s.) ise, bu kadının (Zeliha'nm) kendisine yaklaştığını görünce kendini
savunmak ve bu kadından kurtulmak arzusundaydı. Ancak Rabbinin burhanını ve
kendisine bu sıkıntıdan kaçmaya teşebbüs etme arzusu veren ilâhî himayeyi
görünce bütün arzusu bu kadından kurtulmak oldu. Bu sadece nefsinin bir
vesvesesinden ibaretti. Hz. Yusuf (a.s.) Rabbinin burhanını görünce
peygamberlerin günah işlemekten masum olmaları sebebiyle kötülüğe yö-nelmedi.
Cenab-ı
Hak şöyle buyurmuştu: "Biz Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için
böyle yaptık. Çünkü o, kendisine ihlâs verilmiş kullarımızdandı."
Hemen
bunun ardından "İkisi de kapıya koştular" ayetini getirdi. Yani Hz.
Yusuf (a.s.)'u kötülükten alıkoymak istiyordu:
"Biz
Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık." Yani biz fitneye
düşürücü ve aldatıcı sebepler karşısında bu şekilde iffet ve namusluluk üzerine
onu sebatkâr kıldığımız ve onu içinde bulunduğu durumdan kurtaran burhanı ona
gösterdiğimiz gibi aynı şekilde onu bütün işlerinde kötülükten ve fuhuştan da
koruruz, "es-su (kötülük)", haramlar, günahlar ve efendisine ihanet
etmesi;
"el-fahşa"
ise fuhuş, zina ve fücur demektir.
"...
Çünkü o, kendisine ihlas verilmiş kullarımızdandı." Yusuf, Allah'ın seçtiği,
vahyi ve risaleti için lâyık kıldığı, her türlü lekelerden temiz kıldığı,
ihlâs-lı, bundan dolayı Şeytanın aldatamayacağı kullarındandı. Nitekim Cenab-ı
Hak şöyle buyuruyordu: "Onlar bizim yanımızda seçkinlerden,
hayırlardandır." (İsra, 17/47)
İkisi
birlikte kapıya koştuklarında kadının kocasının aniden karşılarına çıkmasıyla
sürpriz bir olay meydana geldi.
Cenab-ı
Hak "Her ikisi de kapıya koştular" buyurdu. Bu cümlede "ilâ (-e,
-a> -ye» -ya)" harf-i cerri hazfedilmiştir. Tıpkı "Musa kavminden
yetmiş kişiyi seçti." (A'raf, 7/155) ayetinde "min (-den, -dan)"
harf-i cerrinin hazfedilmesi gibi.
"Tesâbuk",
yarışma, koşuşma, değişik gayelerle yapılan koşmadır. Hz. Yusuf (a.s.) dışarı
çıkmak isteğiyle koşarak kadından kaçıyor, kadın ise onun dışarı çıkmasını
engellemek için onun arkasından koşuyordu.
"Kadın
Yusuf un gömleğini arkadan boydan boya yırttı." Yani Yusuf kaçarken kadın
ona yetişti ve arkadan gömleğini tuttu ve yırttı.
"Kapıda
kadının beyi ile karşılaştılar." Yani o anda kadının efendisini -yani
kocasını- kapıda buldular. Kadın derhal hile ve desise ile suçtan sıyrılmak
için suçu Yusuf un üzerine yıkmaya teşebbüs etti ve kocasına hitaben
"Ailenle fuhuş yapmak isteyen kişinin cezası ya hapsedilmesi yahut acıklı,
can yakıcı bir azaba uğratılması ve şiddetli bir şekilde dövülmesi
olmalıdır" dedi.
Mısır
kadınları kocalarını "seyyid (efendi)" lakabıyla anarlardı. Ayette
"ikisinin efendisi" tabiri kullanılmamıştır. Çünkü Hz. Yusuf
(a.s.)'un hür olduğu halde köle olarak satılması meşru (şeriata uygun) bir
muamele değildi.[60]
Fahreddin
er-Razî burada Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru söylediğine delâlet eden birçok
alametler zikretmektedir:
1- Hz. Yusuf (a.s.) onların nazarında köle idi. Köle efendisine bu derece
sarkıntılık yapamaz.
2- Hz. Yusuf (a.s.)'un evden dışarı çıkmak için hızla koştuğu görülmüştü.
Kadına talip olan böyle davranmaz.
3- Kadın kendisini tam manasıyla süslemişti. Halbuki Hz. Yusuf (a.s.)'un
durumu böyle değildi.
4- Hz. Yusuf (a.s.)'un o zamana kadarki hayatı kesinlikle bu çirkin
fiille uyum içinde olabilecek bir durumda değildi.
5- Kadın Hz. Yusuf (a.s.)'un fuhuş yaptığını açık bir ifade ile
söyleyemedi. Sadece ima yollu bir ifade kullandı. Hz. Yusuf (a.s.) ise gerçeği
açıkça anlattı.
6- Kadının kocası yaşlı, yaşı geçmiş bir kimse idi. Böyle birinin
hanımının şehvete talip olması daha muhtemeldir.
Bütün
bu sebeplerden dolayı kadın şiddetli bir ceza istemedi. Sadece hafifletme
istedi. Çünkü Yusuf a olan aşkı ona şefkat göstermesine sebep oluyordu. Fakat
öbür yandan 'Yusuf bana kötülük yapmak istedi" demekten de utandı. Bir \ mazeret
bulmak ve böylece kocasının önünde şeref ve onurunu korumak istedi.
Bazı
alimler şöyle demişlerdir: Mısır'da kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'a şehvetle
meyletmek istiyorlardı. Nihayet Allah ona peygamberlik verdi. Üzerini peygamberlik
heybeti bürüdü. Bu heybet onu gören herkesin güzelliğine değil, peygamberlik
yönüne bakmasını sağladı.
Bundan
sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un aklanması sırası geldi. Hz. Yusuf (a.s.) büyük bir
vefakârlıkla, doğru sözlü olarak, kadının yaptığı kötülük etme ithamına
karşılık kendini savundu. Kendisini baştan çıkarmak isteyenin asıl o kadın
olduğunu, kendisinin bundan imtina ettiğini, kadının kendisinin peşinden
gelerek elbisesinden çektiğini ve gömleğini arkadan yırttığını, kendisiyle cima
etmesi için bütün hilelere baş vurduğunu anlattı.
"Kadının
ailesinden bir şahit şöyle hakemlik etti..." Buradaki "şahit"
hakkında alimlerin çeşitli görüşleri vardır: Bu şahit büyük mü, küçük mü? Bu
şahit insan mı, yoksa gömlek mi? Bu şahidin belirlenmesinde de üç ayrı görüş
bulunmaktadır.
Birincisi: Bu şahit kadının amcasının oğlu olup yaşlı bir kişi
idi. Hikmetli konuşan, zeki ve görüşleri isabetli bir zat idi. Şöyle dedi:
"Gömleğin yırtılan ta-rafi önde ise, ey Zeliha sen haklısın, o adam
yalancıdır. Eğer arkada ise adam haklı sen yalancısın." Gömleğe baktılar
ve gömleğin arkadan yırtıldığını gördüler. Amcasının oğlu "Bu, siz
kadınların tuzaklarındandır. Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur" dedi.
Sonra Yusuf a döndü "Bundan vazgeç ve bu olayı gizli tut" dedi.
Kadına da "Günahın için istiğfar et" dedi.
Bu
görüş müfessirlerden büyük bir grubun görüşüdür.
İkincisi: İbni Abbas'm ve bir grup alimin görüşüdür. Ayette
geçen "şahit" bir çocuk olup Allah Tealâ onu beşikte konuşturmuştur.
İbni
Cerîr, İbni Abbas rivayetiyle Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmektedir: "Küçük çocuk olduğu halde beşikte konuşan dört kişi
vardır:
-
Firavun'un kızı Maşita'nın oğlu,
-
Yusuf un şahidi,
-
Cüreyc isimli rahibe nispet edilen çocuk,
-
İsa b. Meryem.
Üçüncüsü: Bu şahit bizzat gömleğin kendisi idi. Razî diyor ki:
Bu son derece zayıf bir görüştür. Çünkü gömlek bu vasıfla tavsif edilmez.
Gömleğin ailesi diye bir şey de olmaz.
Kadının
kocası Hz. Yusuf (a.s.)'un doğru sözlülüğünü ve kadının da Hz. Yusuf (a.s.)'a
yaptığı iftira ve ithamda yalancı olduğunu kesin olarak anlayınca, orada
bulunanlar da Hz. Yusuf (a.s.)'un bu çirkin fiilden tamamen uzak olduğunu
görünce kadının kocası veya şahit şöyle dedi:
"Bu,
siz kadınların tuzaklarındandır". Yani bu itham sizin hile ve desiselerinizden
biridir. "Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur." Yani kadınların hile
ve tuzağının gönüllerde bıraktığı tesiri fazla olur, erkeklerin kolayca fark
edemeyeceği kolayca önleyemeyeceği hemen çare ve tedbir bulamayacağı şekilde
garip olur.
"Ey
Yusuf! Bundan vazgeç." Bu olayı başkalarına anlatma ve bu haberi insanlardan
gizli tut. Ey kadın "Sen de günahın için istiğfar et. Şüphesiz sen günah
işleyen kimselerin zümresine girdin" dedi.
Kocasının
bu sözü söylemesi ya kıskançlık olmaması dolayısıyla sakin olması yahut Allah
Tealâ'nın onun kalbinden kıskançlık duygusunu alması ve Hz. Yusuf (a.s.)'a
lütufla muamele etmesiyle açıklanabilir. Zira Hz. Yusuf (a.s.) yapması muhtemel
olan davranışlardan sorumlu tutulmamış, kadın da affedilmişti.
[61]
Bu
ayetlerin konusu Hz. Yusuf (a.s.)'un tabi olduğu acı imtihan, yapılan iftiradan
aklanması ve Mısır Azizi'nin hanımının suçlu olduğunun ortaya çıkmasıdır.
Ayetler
şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Mısır Azizi'nin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'u baştan çıkarmak istemekle
suçlanması: 23. ayette kadının (Zeliha'nın) suçlu olduğunu tekit eden üç ayrı
davranışı vardır. Bu üç davranış şunlardır:
a) Hz. Yusuf (a.s.)'u baştan çıkarma teşebbüsü,
b) Kapıları sıkı bir şekilde kapatması,
c) Hz. Yusuf (a.s.)'u "Haydi gelsene!" sözüyle fuhşa davet
etmesi.
"Heyte
leke"[62] (Haydi gelsene)"
ifadesi Suriye'nin güneyinde bulunan Havran halkının dilinde yer almaktadır.
2- Hz. Yusuf (a.s.)'un cevap verirken şu üç ifadeyi kullanarak kendini savunduğu
görülmektedir:
a) Allah'a sığınırım.
b) Kocan benim efendimdir, bana iyilikte bulunmuştur. (Yani ona ihanet
edemem.)
c) Zalimler (nefsine uyanlar) hiçbir zaman kurtuluşa eremezler.
Hz.
Yusuf (a.s.) Allah'a sığınmış ve kadının davet ettiği fuhuştan kaçınarak
Allah'a iltica etmiş, kendisine yer temin eden, güzel muamelede bulunan, koruma
ve himayesine alan ve onun geleceğini temin eden ince düşünceli, zeki bir
kimsenin bakışıyla geleceğe bakan efendisinin yaptığı izzet ve ikramı hatırlatmış,
iyiliğe kötülükle karşılık veren, hain ve zalimlerin hiçbir zaman iflah
olmayacaklarını ifade etmişti.
3- Kadının Yusuf la başbaşa kalmak ve isteğine uymazsa ondan intikam
almak şeklinde günah olan arzusu ile Yusuf un kadından ve fuhuştan kaçıp
kurtulmak arzusu arasında açık bir fark bulunmaktadır. Zira peygamberler günah
işlemekten korunmuşlardır, masumdurlar.
Peygamberlerin
ismet (günahtan masum olmak) sıfatıyla muttasıf olmalarının delilleri şunlardır.[63]
a) Zina büyük günahların en çirkinlerindendir. İhanet etmek de diğer günahların
en çirkinlerinden biridir. Büyük bir iyiliğe nankörlükle ve sahibini tam
anlamıyla rezalete ve son derece ayıplanacak bir hale düşüren kötü bir fiille
karşılık vermek de çirkin günahlardan biridir. Yine bir insanın kucağında ve
himayesinde büyüyen bir çocuğun kendisine iyilik ve ikramda bulunanlara kötülük
yapması da pek çirkin ve na-hoş bir harekettir.
b) Kötülük ve fuhuş Allah'ın nebisinden tamamen uzak kılınmıştır. Cenab-ı
Hak 'Yusuf u kötülük ve fuhuştan alıkoymak için böyle yaptık" buyurmaktadır.
Ayrıca
Cenab-ı Hak Hz. Yusuf (a.s.)'u muhlasîn (kendilerini kötülüklerden uzak
kıldığı, ihlâs verdiği) kullarından yahut muhlisin (Allah'ın dininde halisane
bir şekilde ibadet eden) kullarından eylemiştir. Bu ifadeden murad şu da
olabilir: Yusuf, Allah'ın kendileri hakkında "Biz onları ahiret yurdunu
düşünme özelliğiyle tertemiz kılıp, kendimize halis kul eyledik. Onlar bizim
yanımızda seçkinlerden, hayırlardandır." (Sad, 38/46-47).
c) Peygamberlerden zelle ve hefve denilen basit hatalar sadır olduğunda
onların peşinden tevbe ve istiğfar etmemeleri düşünülemez.
d) Bu olayla uzaktan yakından ilgisi olan herkes Hz. Yusuf (a.s.)'un bu
günahtan uzak olduğuna şahit olmuşlardır.
Bu
olayla ilgisi olanlar Hz. Yusuf (a.s.), kadın (Zeliha), kocası (Mısır Azizi),
diğer kadınlar, şahitler, âlemlerin Rabbi Allah (c.c.) ve İblis'tir. Hepsi daha
önce geçtiği gibi, Hz. Yusuf (a.s.)'un bu günah ve isyankârlıktan uzak
olduğuna şahitlik etmişlerdir.
4- Alimler diyorlar ki: Kadın kendini aklayınca ve Yusuf a olan aşkında,
sevenin sevgilisini daima tercih edeceği, kötü bir durumda bulunmasına razı
olamayacağı için samimi olmadığı ortaya çıkınca, gayet tabii olarak Hz. Yusuf
(a.s.) "Beni o baştan çıkarmak istedi" diyerek kadının iftirasına ve
yalan söylemesine karşılık gerçeği ifade etti.
5- Kadının ailesinden olan şahit ya beşikte iken konuşan çocuktur;
Sühey-lî, -daha önce geçen- "Beşikte üç kişi konuştu. Bunlardan biri Yusuf
un şahididir..." hadis-i şerifinin delaletiyle, bu görüş sahihtir,
demiştir. Yahut Mısır Azizi olan Vezirin kendi işlerinde istişare ettiği zeki
ve hikmet sahibi bir kişi olup hanımının ailesinden olan ve vezirle beraber
olan biridir.
6- Gömleğin önden veya arkadan yırtılması ile ilgili ayette
"kıyas" yapılmasına ve "örf ve âdet'e itibar edilip bununla
amel edilebileceğine delil vardır. Çünkü gömlek -genellikle- arkadan çekilirse
arkadan yırtılır, önden çekilirse önden yırtılır.
7- Hz. Yusuf (a.s.)'un aklanmasının şahidi küçük bir çocuk ise burada
emarelerle amel edilmesi için bir delil yoktur. Şahit adam ise lukâta hususunda
mütehassıs olması gibi emarelere dayanmak doğru olur.
İmam
Malik hırsızlar hakkında şöyle der: Yanlarında çalınmış eşya varsa, birtakım
kimseler de gelip bu eşyanın kendilerine ait olduğunu iddia ederler, ama
delilleri yoksa sultan bu konuyu inceler, başkaları gelmediği takdirde bu
eşyayı o kişilere verir.
Hanefîler
ve diğerleri ise şöyle demişlerdir: Erkekle kadın ev eşyası hakkında ihtilâf
ederlerse, erkeklere ait olan eşya erkeğin, kadınlara ait olan eşya kadının
sayılır. Hem erkeklere, hem de kadınlara ait olan eşya ise erkeğindir.
Kadı
Şureyh ve Kadı İyas b. Muaviye hükümlerinde alâmetlerle amel ederlerdi.
Emarelere itimat etmenin aslı bu ayettir.
8- Kadınların fitnesinden sakınmak. İçinde bulundukları tehlikeden kurtulma
hususunda baş vurdukları hileleri ve fitnelerinin dehşeti sebebiyle kadınların
tuzakları büyüktür.
Mukatil
Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.)'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir. "Kadınların tuzağı şeytanın tuzağından
daha büyüktür." Çünkü Cenab-ı Hak "Şeytanın tuzağı zayıftır."
(Nisa, 4/76) buyururken burada ise "Doğrusu siz kadınların tuzağı
büyüktür." (Yusuf, 28) ifadesini nakletmektedir.
[64]
30-
Şehirde bazı kadınlar "Vezirin hanımı uşağını baştan çıkarmak istemiş!
Sevda onun bağrını yakmış! Doğrusu biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz"
diye dedikodu ettiler.
31- Vezirin
hanımı kadınların bu hilelerini
(dedikodularını) duyunca onlara haber gönderdi (evine davet etti), onlara
koltuklar hazırladı. (Geldikleri zaman yemekte) onların herbirine birer bıçak
verdi. Ve Yusuf a "Onların karşılarına çık!" dedi. Kadınlar Yusuf u
görünce ona hayran kaldılar ve (meyve yerine) ellerini kestiler. "Allah
için Haşa! Bu beşer değildir, olsa olsa güzel bir melektir" dediler.
32-
Vezirin hanımı şöyle dedi: 'İşte beni (sevdaya tutulmakla) ayıpladığınız delikanlı
budur. Yemin olsun ki ben onu elde etmek istedim, ama o iffetini korudu. Yemin
olsun ki emrettiklerimi yapmazsa zindana atılacak ve hakir insanlardan biri
olacaktır."
33-
Yusuf şöyle dedi: "Ey Rabbim! Bana göre zindan bunların teklif ettiklerinden
daha iyidir. Eğer sen onların tuzaklarına engel olmazsan ben onlara meyleder
ve cahillerden olurum."
34- Rabbi Yusuf un duasını kabul etti ve
kadınların tuzağını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki, Allah her şeyi çok iyi
işitir, çok iyi bilir.
35- Sonra (Yusuf un suçsuz olduğunu gösteren)
delilleri görmelerine rağmen yine de onu bir müddet zindana atmayı uygun
buldular.
"Hâşe"
tahfif için kelimenin sonundaki elif hazfedilmiştir. "Hâşâ lillahi"
şeklinde okuyanikıraat imamı) aslına uygun olarak okumaktadır.
[65]
"Vezirin
hanımı kadınların bu hilelerini duyunca.." (Yusuf, 31). "Mekr (hile)"
kelimesi gıybet için istiare edilmiştir. Çünkü gizlilik de ona benzemektedir.
"Ellerini
kestiler." (Yusuf, 31). "Kesme" lafzı yaralama için istiare
edilmiştir; ellerini yaraladılar demektir.
[66]
"Şehirde"
yani Mısır şehrindeki "bazı kadınlar: "Vezirin hanımı uşağını"
kölesini "baştan çıkarmak istemiş!" Onunla birleşmek istemiş.
"Sevda onun bağrını yakmış! Doğrusu biz" uşağına aşık olması
sebebiyle "onu açık bir sapıklık" bir yanlışlık, doğru yoldan ve aklın
icabından ayrılma "içinde görüyoruz, diye dedikodu ettiler." Dedikodu
edenler arasında Hacib'in hanımı, şarapçısı, ekmekçi, gardiyan ve at bakıcısı
da vardı.
"Vezirin
hanımı kadınların bu hilelerini" yani kendisinin dedikodusunu yaptıklarını
"duyunca onlara haber gönderdi." Dedikoduya hile denilmesinin sebebi
hilekârın hilesini gizlediği gibi kadınların bu dedikoduyu gizli yapmalarıdır;
yahut kadınların Vezirin hanımını kızdırıp Yusuf u kendilerine göstermesi ve
böylece Yusuf u görmeye muvaffak olmaları arzusunu taşımalarıdır.
Kadınları
evine davet edip "Onlara koltuklar" yaslanacakları yastık vb. şeyler
"hazırladı." Bir rivayete göre, yaslanarak yiyecekleri turunç gibi
meyveler hazırladı. Yemekte "Onların her birine birer bıçak verdi ve
Yusuf a "Onların karşılarına çık, dedi. Kadınlar Yusuf u görünce ona
hayran kaldılar" onu gözlerinde büyüttüler "ve meyve yerine ellerini
kestiler." Bıçakla ellerini yaraladılar. Kalpleri Yusuf] a meşgul olduğu
için ve onun gözalıcı güzelliğinden dehşete düştükleri için acı bile
hissetmediler.
"Allah
için hâşâ" Allah'ı acizlik sıfatlarından tenzih ederiz. Allah'ın bunun
gibi bir varlığı yaratma kudretine hayranız. "Bu beşer değildir."
Yani Yusuf beşer cinsinden değildir. Çünkü bu güzellik beşer için alışılagelen
bir güzellik de-ğidir. "Olsa olsa güzel bir melektir." Bu taşıdığı
üstün güzellik sebebiyle sadece bir melektir "dediler." Hadis-i
şerifte "Ona bütün güzelliklerin yansı verilmiştir." denilmiştir.
Yahut Allah Hz. Yusuf (a.s.)'ta üstün güzellik, yüksek olgunluk ve son derece
masumiyet gibi meleklerin özelliklerini toplamıştır.
"Vezirin
hanımı" kadınların içinde bulundukları durumu görünce "şöyle dedi:
İşte beni sevdasına tutulmakla ayıpladığınız delikanlı budur." İşte kendisini
gerçek manada görüp tasavvur etmeden önce, kendisine aşık olmakla ve sevdasına
yakalanmakla tenkit ettiğini:: Ken'an diyarının kölesi budur. Onu bu şekilde
görüp tasavvur edince beni mazur görürsünüz. Bu ifadeden maksat mazeretini
beyan etmek idi.
'Yemin
olsun ki, ben onu elde etmek istedim, ama o iffetini korudu." Benden
şiddetle geri durdu. Burada kullanılan "ista'same" kelimesi günaha
düşmekten elini eteğini çekme manasındaki "ismet" kelimesinden
alınmıştır.
"Yemin
olsun ki" kendisine "emrettiklerimi yapmazsa zindana atılacak ve hakir"
zelil ve horlanan "insanlardan olacaktır." Bunun üzerine orada olan
kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'a "Hanımefendine itaat et, onun sözünü
dinle" dediler.
Yusuf
ise Rabbine şöyle niyazda bulundu: "Ey Rabbim! Bana göre zindan bunların
teklif ettiklerinden daha iyidir. Eğer sen onların tuzaklarına engel olmazsan
ben onlara meyleder" onlara kapılır, arzularına uyar, o zaman "cahillerden"
günahkârlardan "olurum." (Bu sözle maksat duadır).
"Rabbi
Yusuf un duasını kabul etti" ve kadınların "tuzağını ondan uzaklaştırdı.
Şüphesiz ki Allah" sözü ve kendisine iltica edenin duasını "her şeyi
çok iyi işitir." Davranışları, durumları ve insanlara faydalı olanı
"çok iyi bilir."
"Sonra"
Yusuf un suçsuz olduğunu gösteren "delilleri görmelerine rağmen yine de
onu bir müddet zindana atmayı uygun buldular." Böylece insanlar arasında
bu dedikodu kesilecekti. Hz. Yusuf beş sene veya yedi sene zindanda kaldı.
"el-Hıyn" belirli olmayan bir zaman dilimidir.
[67]
Cenbab-ı
Hak, Hz. Yusuf (a.s.)'un Vezirin hanımı ile çektiği sıkıntılı anları, bu
sıkıntıdan kurtuluşunu ve kadının akrabalarından bir şahidin isabetli görüşüyle
verdiği hüküm ve yaptığı şahitlik dolayısıyla kadının kocası Vezirin, Hz. Yusuf
(a.s.)'un günahsız olduğu kanaatine vardığını beyan ettikten sonra, bu olayın
ve bu (gayrı ahlâkî) teşebbüsün meydana getirdiği tabiî neticeleri anlattı:
Haberin Mısır'da yayılması... Vezirin hanımının şehir kadınlarının huzurunda
kendisini haklı çıkaracak ve gayet zekice bir planla kendisini aklamak teşebbüsü...
Gelen kadınların huzurunda bizzat kendisinin Yusuf u baştan çıkarmak
istediğini, ama onun bunu kabul etmediğini itiraf etmesi... Vezirin hanımının
arzusunda ısrarlı ve kararlı oluşu... Aksi takdirde zindanın ıssız köşelerine
bırakılacağı... anlatıldı. Nihayet zindana atılmak kararı çıktı. Hz. Yusuf
(a.s.) Allah'ın rızasını talep etmeyi tercih etti. Aslında Rabbi bunu
istemişti. Nihayet yedi sene yahut beş sene hapiste kaldı.
[68]
Mısır'da
şehirdeki emirler ve diğer eşraf hanımlarından bazıları Vezirin hanımını
ayıplayarak, bu durumu yadırgadılar ve hayretle karşılayarak dedikodu ettiler:
"Vezirin
hanımı uşağını baştan çıkarmak istemiş" yani delikanlının kendisinin
olmasını istemiş! dediler.
Gelecekte
talep etme hususunda devamlılık ifade eden "türavidü" fiilinin
delaletiyle vezirin hanımının teşebbüsleri devam ediyordu.
Kadınlar
bu yadırgamalarını iki hususla tekit ettiler. Çünkü alışılan âdetlerde kadın
talip değil, matlup olur. Halbuki bu kadın devletin birinci vezirinin hanımıdır
ve kölesiyle, uşağıyla birlikte olmayı istemektedir:
Birincisi:
Şehirde ileri gelen hanımların "Sevda bu hanımın bağrını yakmış!"
şeklindeki ifadeleri... Yani bu delikanlıya olan aşkı bu hanımın kalbini sarmış
da içine işlemiş, artık bunun sonuçlarına ve varacağı duruma aldırış etmez
olmuş!
İkincisi:
"Doğrusu biz bu hanımı açık bir sapıklık içinde görüyoruz" ifadeleri,
yani biz inanıyor ve gayet iyi biliyoruz ki, bu hanımı uşağına aşık olması ve
O'nu baştan çıkarmaya çalışması şeklinde tuttuğu yolda açık bir yanlışlık
içindedir, doğru olandan uzaklaşmıştır, mevki ve makamıyla bağdaşmayan bir
cahillik içindedir, dediler. Şehirde ileri gelen kadınlar aslında bu
ifadeleriyle bir hile ve tuzak hazırlamışlar, bu plana göre Vezirin hanımını
kendilerini davet etmeye ve yaptığı bu davranışın mazeretlerini beyan etmeye
zorluyorlardı.
Muhammed
b. İshak ise, "Aslında şehir hanımlarına Yusuf un güzelliği haberleri
geliyordu. Hanımlar Onu görmek istiyorlardı. Onu görmeye vesile olsun diye bu
ifadeleri kullandılar" demektedir.
"Vezirin
hanımı kadınların bu düzenlerini" yani dedikodularını, kötü sözlerini ve
kendisi hakkında "Vezirin hanımı Ken'an diyarından gelen kölesine aşık
olmuş!" şeklindeki sözlerini "duyunca onları evine davet etti."
Ayette
dedikoduya "mekr (hile, düzen, tuzak)" ismi verildi. Çünkü hilekâ-rın
hileyi gizlediği gibi dedikodu da gıyaben yapılmaktadır. Dedikodu gizlice
zikredildiği gibi hileler de gizlice yapılmaktadır.
'Vezirin
hanımı" kadınların kendisi hakkında gıyaben söyledikleri sözleri duyunca
onlara haber gönderdi, yani onları ziyafet için evine davet etti. Oturacakları
koltuklan ve yemeği hazırlattı. Bıçakla kesilecek turunç gibi meyveler
getirtti. Hanımlardan her birinin eline et, meyve vs. yi kesmek için bıçak
verdi. Bu onun hilesiydi. Şehrin hanımlarının Yusuf u görmek için hileye baş
vurdukları gibi o da buna mukabil bu hileyi hazırlamıştı.
Vezirin
hanımı Yusuf a "Hanımların karşılarına çık!" dedi. Misafir hanımlar
yemek ve meyve yerken herbirinin elinde bıçak olduğu halde daha önce başka bir
yerde gizlediği Yusuf a onların yanına çıkmasını emretti. Uygun vakit
seçiminde mahir zeki bir kadındı. Misafir hanımların yemek yemek ve meyve
soymakla meşgul oldukları bir anda Yusuf u ansızın karşılarına çıkardı.
Kadınlar
Yusuf u birden karşılarında görünce büyülendiler. Tam anlamıyla güzelliğine ve
son derece göz kamaştırıcı yakışıklılığına hayran kaldılar. Gördükleriyle
dehşete düştükleri için takdim edilen et veya meyveleri kestiklerini
zannederek hiç farkında olmadan ellerini kestiler. Etkili bir olay, garip bir
manzara ve heyecanlı bir şeye gözü takılı kalıp hayrete düşen insan elbette
böyle hareket edecekti.
Kadınlar,
"Allah için haşa! Bu beşer değildir" dediler. "Hâşâ" tenzih
manası ifade eden bir kelimedir. Yani misafir kadınlar Allah Tealâ'yı
acizlikten tenzih ederek, bu kadar güzel bir insanı yaratmasından dolayı
hayrete düşerek, Vezirin hanımına "Gördüğümüz bu durumdan sonra seni
ayıplayacak bir şey göremiyoruz" dediler. Çünkü bu kadınlar beşer içinde
Yusuf gibisini veya güzellikte ona yakın birini görmemişlerdi. Zira bütün
güzelliklerin yarısı Hz. Yusuf (a.s.)'a verilmişti.
Nitekim
bu gerçek "sahih" senedle rivayet edilen şu isra hadisiyle sabittir:
"Rasulullah (s.a.) üçüncü semada Hz. Yusuf (a.s.)'a uğradı. Efendimiz
(s.a.) buyuruyorlar ki: "Bir de ne göreyim: Yusuf! Bütün güzelliklerin
yarısı ona verilmişti. "
Kadınlar
"Bu gördüğümüz varlık beşer cinsinden değildir. Olsa olsa insan suretine
giren meleklerden biridir, güzel bir melektir." dediler.
Burada
maksat üstün güzelliğin ispatıdır. Zira insan tabiatında "me-lek"ten
daha güzel bir canlı, "şeytan"dan daha çirkin bir canlı yoktur.
Kadınlar Hz. Yusuf un göz alıcı güzelliğini görünce O'nu meleklere benzettiler,
acaip güzelliği ve gözalıcılığı sebebiyle O'nun insanlık vasfını inkâr ettiler.
Fahreddin
Razî'ye göre zihne daha yakın olan görüş şudur: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'taki
nübüvvet ve risalet heybetini, iffet ve namusluluk alâmetini görünce ondaki
beşerî şehvetin ve insanî vasıfların izlerini reddettiler, ona meleklerin
masumiyetini uygun gördüler.
Vezirin
hanımı misafir hanımların, Hz. Yusuf (a.s.)'un göz alıcı güzelliğine hayran
kalmaları konusunda başarılı olunca onlara şöyle dedi: İşte bana kendisi
sebebiyle tenkit yönelttiğiniz, benim ona karşı davranışımı ayıpladığınız
delikanlı budur.
Vezirin
hanımı Yusuf un güzellik hususundaki derecesini yükseltmek, ona aşık olmanın ve
ona kapılmanın yerinde olduğunu ifade etmek için kadınlar önünde hazır
oldukları halde "fe-hâzâ" kelimesini kullanması gerekirken
"fe-zâlikünne" kelimesini kullandı. Bununla Hz. Yusuf (a.s.)'un yüce
mevkiinin çok yükseklerde ve uzaklarda olduğuna işaret ediyordu. Yani işte
olgunluk ve güzellikte yüce ve insanlardan çok uzak olan Yusuf isimli
delikanlı budur. Ben mazurum; o, olgunluğu ve güzelliği sebebiyle aşık
olunmaya, sevilmeye lâyıktır, demek istiyordu.
Sizin
onunla birlikte bir an bulunmanızın neticesi bu olursa, onunla beraber devamlı
evde bulunduğum halde ben ne yaparım?! Ben itiraf ve ikrar ediyorum ki, onu
baştan çıkarmak isteyen vallahi benim. Ama o iffeti ve vakarıyla benim
istediğim şeyden imtina etti. Zira o iffetli ve tertemiz bir kişidir, iffeti
geçmişlerinden miras olarak almıştır.
Bazıları
demişlerdir ki: Kadınlar Hz. Yusuf (a.s.)'un açık güzelliğini görünce Vezirin
hanımı onların bilmediği güzel vasıflarını, fizikî güzelliği yanında iffetli
oluşunu da haber verdi.
Bundan
sonra da Hz. Yusuf (a.s.)'u ceza ile korkutarak şöyle dedi: Eğer o, yakın
gelecekte benim kendisine emrettiklerimi yapmazsa yemin olsun ki zindana
atılacak ve hor, hakir kimselerden biri olacaktır. Zira kocam benim emrime ve
isteğime aykırı davranmaz.
Bu
ifade Vezirin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a olan aşkının gönlünü tamamen
kapladığına delildir. Ve artık O'nun cezası, ilk defa kapıda durumunun
anlaşılması üzerine kocasına işaret ettiği sadece geçici bir hapis cezası
olmayacak, bir müebbet hapis cezası olacaktır. Vezirin hanımı bu tehdidiyle,
kocasının kendi durumunu bilmesine ve bu çeşit davranışlarını yadırgamasına
rağmen kocasına hakim olduğundan emin olduğunu gösteriyordu. Vezirin hanımının
Hz. Yusuf (a.s.)'a aşık oluşu ve O'nu son derece sevmesi gizlenemeyecek açık
bir durum olmuş, Zeliha hanım artık kimsenin tenkidinden ve kendisini ayıplamasından
korkmaz olmuştu. İşte o anda Hz. Yusuf (a.s.) bu çeşit kadınların şerrinden ve
hilelerinden Allah'a sığındı:
Ey
Rabbim! Sen benim sığınağım ve iltica edeceğim yegâne varlıksın. Şu kadının
bana tehditte bulunduğu zindan benim için kadınların bana teklif ettikleri
fuhuş ve günahı irtikap etmekten daha iyidir.
"Eğer
onların tuzaklarına engel olmazsan..." (Yusuf, 33) ayetinde ya kadının
durumunun vehametini bildirmek için yahut ismini tasrih etme yerine tariz
yoluna başvurmak için müfred yerine cemi zamiri kullanılarak "keydihinne
(onların tuzakları)" ifadesi denilmiş ve bununla kinaye olarak Vezirin
hanımına işaret edilmiştir. Evlâ olan bu lafzın umuma teşmil edilmesidir. Yani
sadece Vezirin hanımının tuzağı değil kadınların tuzakları demektir.
Hz.
Yusuf (a.s.) duasında oradaki bütün kadınları murad etmişti. Çünkü onlar Hz. Yusuf
(a.s.)'un hanımefendiye itaat etmesinin gayet güzel olacağını ifade etmişler ve
Yusuf a hanımefendinin isteğini kabul etmesi için nasihatta bulunmuşlar, O'na
"kendini zindana attırmaktan ve horlanmaktan koru" demişlerdi.
O
bu duasıyla lezzete karşı sıkıntıyı tercih etmişti. Zira masum olmasına rağmen
zindana atılması dünyada kötülenmek ve ahirette azaba uğramaktan daha basit
idi. Çünkü zindana atılan masum insan dünyada medhe lâyık olmak, ahirette ise
daimi bir sevaba ulaşmak gibi büyük bir saadet hisseder.
O
iki kötü şeyden (zindan ve zinadan) ehven olanı, iki zararlı şeyden zararı
daha hafif olanı tercih etmişti. Zindanda zihin rahatlığı, gönül huzuru, fesat
çevresinden çıkmak ve kendi hayatına tahakküm edilmesinden kurtulmak vardı.
Hz.
Yusuf (a.s.) daha sonra duasını acizliğini ve güçsüzlüğünü beyan ederek,
durumunu kuvvet ve kudret sahibine (Allah'a) havale ederek tamamladı:
Eğer
sen, onların tuzaklarına engel olmazsan, (Allahım!) ben onlara meyledebilir ve
cahillerden olabilirim. Yani sen onların tuzaklarını benden uzak-laştırmazsan
onların arzularına uymaya meyledebilirim ve şehvetleri kendilerine hakim olan,
bildiklerini yaşamayan beyinsiz ve bilgisizlerden olurum. Zira hikmet sahibi
çirkin fiil işlemez. Kendi ilminden yararlanmayan kimse ile hiç bilmeyen aynı
seviyededir.
Yani
sen beni kendi nefsime bırakırsan benim hiç gücüm yoktur. Ben ancak senin güç
ve kuvvetine sığınıyor ve iltica ediyorum. Yardımı istenecek olan sensin.
Güvenilecek, dayanılacak olan sensin. Beni kendi nefsime bırakma (Allah'ım!).
Bu
dua, azimli oldukları hususlarda sabreden peygamberler ve Allah'ın salih
kullarının âdeti olduğu üzere Hz. Yusuf (a.s.)'un da Allah'ın lütuflanna ve
himayesine koşmasıdır.
"Rabbi
Yusuf un duasını kabul etti." Rabbi onun "Eğer sen onların tuzaklarına
engel olmazsan..." ayetinde anlaşılan ve onların tuzaklarına engel olunması
ve lütufta bulunulması manasını ihtiva eden duasına icabet etti. Kadınların
tuzaklarını ondan uzaklaştırdı ve onu büyük himayesiyle korudu. Onu ma'siyete,
cehalete ve kadınların nefsî arzularına tabi olma gafletinden muhafaza etti.
Şüphesiz Allah Tealâ kendisine iltica edenlerin duasını en iyi işiten ve
onların imanlarının samimiyetini, durumlarını ve onlar için faydalı olacak
hususları en iyi bilendir.
Bu
ayet (Yusuf, 34) Rabbinin Hz. Yusuf (a.s.)'u koruduğuna, onu imtihan ettiğine
ve onu peygamberlere lâyık eşsiz bir terbiye ile terbiye ettiğine delildir.
Hz.
Yusuf (a.s.) gençliği, güzelliği ve fizikî üstünlüğüne rağmen, yine son derece
güzel ve göz alıcı olan Mısır Vezirinin hanımıyla cima etmeyi reddetti. Allah
korkusuyla ve O'nun sevabını umarak zindanı tercih etti.
Buharî
ve Müslim'in Sa/uMerinde Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Yedi
grup insan vardır ki O'nun (Arş'ınm) gölgesinden başka hiçbir gölgenin
bulunmadığı o günde Allah onları kendi Arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir:
■
Adaletli devlet reisi.
-
Allah'a kulluk içinde yetişen genç.
-
Mescitten çıkıp oraya tekrar dönünceye kadar kalbi mescitlere bağlı olan kişi.
-
Birbirlerini Allah için seven, bu duyguyla toplanıp bu duyguyla dağılan iki
kişi.
- Sadaka veren ve sağ eliyle verdiği sadakayı
sol eli bilmeyecek derecede gizlice veren kişi.
- Mevki ve güzellik sahibi bir kadın harama
davet ettiği zaman "Ben Allah'tan korkuyorum" diyen adam.
-
Allah'ı ıssız bir yerde zikredip gözleri yaşla dolan kişi".
Daha
sonra Hz. Yusuf (a.s.)'u suçsuz olduğunu anlamalarına ve onun iffeti ve
namusluluğu hususunda doğru olduğuna dair deliller ortaya çıkmasına rağmen
Vezir, Vezirin hanımı ve bu olay yayıldıktan sora şahitlik yapan kişi onu
belirli olmayan bir müddet zindana atmayı umumi menfaatlere uygun buldular.
Bununla, Hz. Yusuf (a.s.)'un o kadını baştan çıkarmak istediği, dolayısıyla onu
bu sebeple zindana attıkları gibi bir kanaatin yayılması ve kıskarma duygusunu
kaybeden ve hangi bedelle olursa olsun hanımının rızasını kazanma yolunu tercih
eden kocasının üzerinde hakimiyet kurduğu açıkça belli olan Vezirin hanımının
arzusunun yerine getirilmesi isteniyordu.
[69]
Bu
ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Kötü haber cemiyetin her tarafında süratle yayılır. Arkasında kadınlar
bulunan haberler daha çabuk yayılır.
2- Mısır toplumunda kadınların büyüklerinin alışılagelen âdete göre ilk
anda Vezirin hanımını tenkit etmeleri gayet doğru ve isabetli bir tenkit idi.
Zira Baş Vezirin hanımı yanındaki uşağı ve kölesini nasıl baştan çıkarmak isteyebilirdi!
Efendilerin mevkileri ve gururları hizmetçi ve uşaklarla bir arada oturmaya
bile müsaade etmeyeceği için bu normalde büyük bir olaydı. Bu sebeple şehrin
kadınları Vezirin, hanımının uşağına aşık olmasını tenkit ederek bu hanımı
doğru yoldan çıkmış saymışlardı.
3- Vezirin hanımı bu hileye aynı şekilde karşılık verdi. Şehrin
hanımlarını kendisinin düştüğü duruma düşürmek ve onların huzurunda mazeretini
beyan etmek için yemeğe davet etti. Hanımların gözleri kamaşmış Hz. Yusuf
(a.s.)'un yüzünün güzelliğine hayran kalmışlar, yemek ve meyveleri kesmek için
ellerinde bulunan bıçaklarla ellerini kesmişlerdir. Onlar hâlâ turunç
kestiklerini zannediyorlardı. (Turunç, narenciye ya da kebbad veya krifon
denilen ve ekşi limondan daha büyük, kabuğu soyulduktan sonra yenilen bir
meyve olabilir.)
4- Misafir kadınlar Hz. Yusuf (a.s)'u gördüklerinde kapıldıkları dehşeti
ifade edemiyorlardı. Bu insan cinsinden değildir. Bu ancak melek olabilir,
demişlerdi. Bundan maksat üstün güzelliği ve eşsiz cemali ispat etmek ve Hz.
Yusuf (a.s.)'un günahlardan masum olmakta melekler gibi olduğunu ifade etmekti.
"Hâ-şâ
lillâhi" ifadesi Mısır Azizi'nin hanımının Hz. Yusuf (a.s.)'a iftira ettiği
kadını baştan çıkarmak suçlamasından Hz. Yusuf (a.s.)'u aklamadır. Yani, Yusuf
bundan uzak oldu demektir.
5- Mısır Azizi'nin hanımı misafir kadınların Hz. Yusuf (a.s.) karşılarına
geldiğinde hayran olduklarını görünce "İşte beni (sevdaya tutulmakla)
ayıpladığınız delikanlı budur" diyerek kendi mazeretini ortaya koydu.
6- Sıddik makamındaki Hz. Yusuf (a.s.) Allah'ın rızasını gözeterek
zindana girmeyi tercih etti. Zindana girmek gerçekten sevinilecek bir şey
olduğu için değil, onun nazarında günaha girmekten daha sevimli -yani daha
kolay ve daha basit- olduğu için...
Rivayete
göre Hz. Yusuf (a.s.) "Zindan bana daha sevimlidir" dediği zaman
Allah O'na vahiyde bulunmuş ve "Ey Yusuf! Sen zindan bana daha sevimli
diyerek kendini hapsettin. Afiyet bana daha sevimlidir, deseydin afiyete (bulunduğun
durumdan daha iyi bir duruma) kavuşturulurdun" diye buyurmuştu.
7- Hz. Yusuf (a.s.) beşerî içgüdülerden etkilenmek ve kadınlara insanlık icabı
meyletmek (cehaleti) ile Allah'ın yardımına sığındığı nefisle cihadın öneminin
insanlığa örnek olması için aynı duada bir arada zikretmişti. Kadınların
arzularına tabi olmanın cehalet olduğunu ve bu konuda ayağı kayanın cahiller
zümresinden olacağını yani günaha irtikap edip zemmedilmeye müstahak olan
kimselerden yahut hak olarak bildiğinin zıddını yapan cahillerin amelini işleyenlerden
olacağını açıkça ifade etmişti.
Bu
ayet Allah'ın yardımı olmadıkça hiçbir kimsenin Allah'a isyan etmekten
konulamayacağına delâlet etmektedir. Yine bu ayet cehaletin çirkinliğine ve
cahilin kötülendiğine de delâlet etmektedir.
8- Allah Hz. Yusuf (a.s.)'un duasını kabul etmiş, ona lütufta bulunmuş,
sabır ve sebat etmesi, tuzaklardan Allah'a sığınması sebebiyle zinaya
düşmekten O'nu korumuştur. Yalvaran, yakaran, kendisine sığınan, rızasını
kazanmak için günahlardan elini-eteğini çeken herkesin duasına icabet etmek
Allah Te-alâ'nın şamndandır.
9- Hz. Yusuf (a.s.) iffeti ve namusluluğu kesin olarak sabit olmasına rağmen
ve gömleğin arkadan yırtılmış olması, şahidin onun lehinde şahitlikte bulunması,
kadınların ona olan hayranlıklarından bıçaklarla ellerini kesmeleri ve
kadınların Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetine, suçsuzluğuna delâlet eden delilleri
ve alâmetleri görmelerine rağmen, insanlar arasında daha fazla yayılmaması
için bu olayı gizlemek gayesiyle Mısır Veziri ve onun danışma meclisi Hz. Yusuf
(a.s.)'un belirsiz bir müddet zindana atılmasına karar verdiler.
10- Hz. Yusuf (a.s.) zindana atılmakla tehdit edilmesine ve ikrah
(zorlama) karşısında kalmasına rağmen, büyük bir mertebede ve şerefli bir
makamda bulunduğu için fuhuş işlemeye razı olmadı.
Bundan
dolayı alimler "Bir adam zindana atılmak tehdidiyle zina etmek için ikrah
edilse (zorlansa) icma olarak bu caiz değildir" demişlerdir.
Dövülerek
zorlanırsa, alimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan görüşe göre bu
dövülme feci bir şekilde dövülme ise o kimseden zina günahı ve cezası sakıt
olur. Çünkü Allah Tealâ kuluna iki azabı birden vermez, onu iki belâya birden
düşürmez. Çünkü o takdirde dinde büyük bir meşakkat olur. Halbuki "Allah
size dinde hiçbir meşakkat bırakmadan..." (Hac, 22/78) buyurulmuştur.
[70]
36- Yusuf la beraber zindana iki genç daha girdi.
Onlardan biri Yusuf a "Rüyamda kendimi şaraplık üzüm sıkarken
gördüm" dedi. Diğeri de "Ben de kendimi başımda ekmek taşıyor ve
kuşlar da ondan yiyor gördüm" dedi. "Bize bu rüyaların tabirini
bildir. Doğrusu biz seni iyiliksever kimselerden görüyoruz" dediler.
37-
Yusuf onlara şöyle dedi: "Size gönderilen yemekler size ulaşmadan bu rüyaların
tabirini size bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Ben,
Allah'a iman etmeyen, ahireti inkâr eden bir kavmin dininden uzaklaştım."
38-
"Ben atalarım İbrahim, İshak ve Ya-kup'un dinine sarıldım. Herhangi bir
şeyi Allah'a ortak koşmak bizim için doğru olamaz. Bu, Allah'ın bize ve diğer
insanlara bir lütfudur. Fakat insanların çoğu yine de şükretmezler."
39-
"Ey zindandaki iki arkadaşım! Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı daha
iyi, yoksa bir olan ve ezici güce sahip Allah mı?'
40-
"Allah'ı bırakarak taptığınız tanrılar, sizin ve babalarınızın
yakıştırdığı put isimlerinden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında
hiçbir delil indir-memiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O yalnız kendisine kulluk
etmenizi emretmiştir. İşte bu doğru dindir. Fakat insanların çoğu
bilmezler."
"Şarap
sıkıyorum." ifadesi, olacak şeye nispet edilen mecaz-i mürseldir, yani
şarap olacak üzüm sıkıyorum, demektir.
[71]
"Yusuf
la beraber zindana iki genç daha girdi." Yani Yusuf zindana koyuldu. O an
kralın iki hizmetçisi daha zindana girmişti. Biri kralın şarapçısı diğeri
ekmekçisi, aşçısı idi. Yusuf un rüya tabir ettiğini görünce biz de onu deneyelim
dediler.
"Onlardan
biri" şarapçı olan "Yusuf a rüyamda kendimi şarap sıkarken" yani
şaraplık üzüm sıkarken "gördüm, dedi. Diğeri" ekmekçi olan ise
"ben de kendimi başımda ekmek taşıyor ve kuşlar da ondan yiyor gördüm,
dedi. Bize bu rüyaların tabirini bildir. Doğrusu biz seni iyiliksever
kimselerden" yani iyi rüya tabiri yapanlardan veya alimlerden
"görüyoruz, dediler."
'Yusuf
onlara rüya tabirini bildiğini haber vererek "şöyle dedi: Size gönderilen
yemekler size ulaşmadan bu rüyaların tabirini" gerçek âlemde varacağı
şeyin açıklamasını "size bildireceğim." Bu rüyaların yorumu size
gelmeden ve bundan murad edilen gerçekleşmeden önce size bildireceğim.
"Bu"
rüya tabiri "Rabbimin bana" ilham ve vahiy yoluyla
"öğrettiği" kâhinlik ve müneccimlikle ilgisi olmayan "ilimlerdendir".
Bu ifade de bu iki genci iman etmeye teşvik etmektedir. Sonra bu durumu şu
ifade ile tekit etti: "Ben Allah'a iman etmeyen, ahireti inkâr eden bir
kavmin dininden uzaklaştım." Bu da onların ahireti inkâr ettiğini tekit
etmektedir. Bu ifade daha önceki sözün sebebini beyan etmektedir. Yani bana
bunu öğretti. Çünkü ben böylelerin dinini terk ettim.
"Ben
atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un dinine sarıldım" cümlesi önceki
cümleye atıftır. Yahut davete hazırlık olması ve kendisinin Peygamber ailesinden
olduğunu ortaya koyması ve böylece arkadaşlarının kendisini dinlemesi ve
kendisine güvenmesi için yeni bir cümledir. Bu ifade tanınmayan bir kimsenin
tanınıp kendisinden istifade edilmesi için kendi kendini tavsif etmesinin caiz
olduğuna delildir. İsmet vasfı sebebiyle ne olursa olaun "Herhangi bir
şeyi Allah'a ortak koşmak bizim için doğru olmaz." Bu, biz Peygamberler
cemaatine yakışmaz. "Bu" yani tevhid inancı "Allah'ın"
vahiy yoluyla "bize" ve kendilerine gönderildiğimiz "diğer
insanlara Allah'ın bir lütfudur. Fakat" kendilerine peygamber gönderilen
"insanların çoğu" yani kâfirler yine de Allah'ın bu lütfuna karşı
"şükretmezler." Buna rağmen koşup yüz çevirirler.
Sonra
Yusuf bu arkadaşlarını açıkça imana davet ederek şöyle dedi: "Ey
zindandaki" zindanda beraber kalmakta olduğum "iki ardaşım!
Birbirinden ayrı uydurma tanrılar mı daha iyi, yoksa bir olan ve ezici güce
sahip Allah mı?" Buradaki istifham takriridir. Yani birbirinden ayrı çok
tanrılar mı yoksa ulûhi-yette tek olan, kendisine denk hiçbir şey olmayan,
hiçbir şeyin kendisine karşı koyamayacağı Allah mı?
"Allah'ı
bırakarak" yani Allah'tan başka "taptığınız putlar sizin ve babalarınızın"
tanrı diye "yakıştırdığı put isimlerinden başka bir şey değildir. Allah
onlar hakkında" onlara ibadet edilmesi hususunda hiçbir delil ve hüccet
"indir-memiştir." Yani onlar sadece sizin kendilerine verilen bu
isimlerin gerçek olduğuna delâlet eden, hiçbir hüccet olmadan verdiğiniz
mücerret isimlerdir. Sanki siz sadece mücerret isimlere tapıyorsunuz. Ayetin
manası şudur: Siz aklın veya naklin ilâhlığa lâyık olduğuna delâlet etmeyen
şeylere birtakım isimler verdiniz. Sonra da bu yakıştırdığınız uydurma
isimleri dikkate alarak onlara tapınmaya başladınız.
"Hüküm"
ve hakimiyet "ancak Allah'ındır." Kulluk hususunda hükmetmek sadece
Allah'a aittir. Çünkü O bizzat ibadete lâyık olandır. Zira O Vacibül-vücuddur.
Varlığı kendisiyle kaim olandır. Herşeyi var eden, emrine malik olan O'dur.
"O yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir." Peygamberlerin
diliyle ancak kesin delillerin delâlet ettiği kendi zatına kulluk edilmesini
emretmiştir. "İşte bu," tevhid inancı "doğru dindir" hak ve
dosdoğru olan inanç budur. Siz eğri olanı doğru olandan ayırd edemiyorsunuz.
Bu
ifade davette ileri bir derece ve hüccetle şunları ilzam etmektir:
Önce
Yusuf (a.s.) onlara, tevhid inancını birden fazla ilâh kabul etme inancına
tercih edilmesini ifade etti.
İkinci
olarak, ilâh diye isim verdikleri ve taptıkları şeylerin ilâhlığa lâyık
olmadığına dair delil ortaya koydu. Çünkü ibadete lâyık olmak ya bizzat kendi
zatıyla yahut başkası vasıtasıyla olur. Bu sahte tanrılarda ikisi de yoktur.
Üçüncü
olarak, aklın başkasını kabul edemeyeceği, ilmin başkasına razı olamayacağı
şaşmaz doğru ve hak dini beyan etti. "Fakat insanların çoğu" yani
kâfirler "bilmezler," bilgisizlikleri içinde yuvarlanırlar.
Varacakları azabı bilmezler. Onlar şirk koşarlar.
[72]
Mısır
Veziri ve danıştığı kimseler, Hz. Yusuf (a.s.)'un iffetli, namuslu ve suçsuz
olduğuna kani olmalarına rağmen onun hapse atılması kararını aldıktan sonra
Cenab-ı Hak burada onların üzerinde ittifak ettikleri bu zindana atma
kararlarını tatbikata koyduklarını zikretti. Hz. Yusuf (a.s. )'u zindana atarlarken
onunla birlikte kralın uşaklarından iki kişiyi de zindana atmışlardı. Allah
onlara lütufta bulunmuş, Hz. Yusuf (a.s.)'a rüya tabirini öğretmişti. Bu onun
zindandan kurtuluşuna vesile olacaktı.
[73]
Hz.
Yusuf (a.s.)'u zindana attıklarında onunla birlikte kralın uşaklarından biri
şarapçısı diğeri ekmekçisi olan iki kişiyi de zindana atmışlardı. Zira bunların
kralın yemeğini ve içeceklerini zehirlemeye teşebbüs ettikleri krala bildirilmişti.
Bu durum bir tesadüf değil, her şeye hakim ve her şeyi gayet iyi bilen Allah'ın
bir takdiri idi. Hz. Yusuf (a.s.) zindanda doğru sözlülüğü ve rüyaları tabiri
etmesi ile tanınmıştı.
Bu
iki genç rüya görmüşlerdi. Şarapçı olan "Ben rüyamda şaraplık üzüm
sıktığımı görüyorum", ekmekçi ise "Ben rüyamda başımda ekmek taşıyor,
kuşlan da bundan yiyor gördüm" dedi. Her ikisi de Hz. Yusuf (a.s.)'a
"Bize gördüğümüz bu rüyanın tabirini ve açıklamasını bildir. Bu rüya
gerçekten olacak mı, yoksa karmakarışık rüyalar mı? Biz biliyoruz ki sen rüya
tabirini iyi bilenlerden birisin" dediler. Zira Hz. Yusuf (a.s.) ne zaman
rüya tabiri yapsa hata etmezdi. Yahut sen insanlara hayır ve iyilik yapmak
isteyen iyiliksever kimselerdensin, dediler.
Hz.
Yusuf (a.s.) bu fırsatı ganimet bildi. Bu iki kişinin kendisine, ilmine ve
ihlâsına güvenmeleri iyi bir fırsattı. Bunları ve zindanda bunlarla beraber bulunanları
Allah'ın halis dinine bağlanmaya, putları terk etmeye davet etti. Zindana
girmesi böyle bir hikmete bağlı oldu.
Davetinde
ilk adım olarak doğru sözlülüğüne delâlet eden mucize ile başladı. Zindan
arkadaşlarına "Size bugün gelecek yemeğiniz gelmeden bunu size
bildireceğim. Bu Allah'ın bana vahiy veya ilhamla öğrettiği şeylerdendir, beşer
ilminden olan kahinlik veya sihirbazlık değildir," dedi.
Bu
ifade zayıfları, fakirleri, mazlumları ve günahkârları Allah'a davet etmesi
için zindanda iken Hz. Yusuf (a.s.)'a vahiy geldiğine delâlet etmektedir. Çünkü
bu kimseler Hz. Yusuf (a.s.)'un davetine başkalarından daha yakındırlar.
Vahyin
sebebi ise şudur: Ben Allah'a ve ahiret gününü inkâr eden Filistin halkından
olan Ken1 anlılar ve başkalarının dinini, Güneş (Ru1), buzağı (Ebis) ve
Firavunlara (Mısır idarecilerine) tapınan Mısırlıların dinini terk ettim.
Bunlar
ahirette sevap veya günah beklemezler. Onlar Peygamberlerin davet ettiği doğru
şekliyle ahirete, amellerin hesaba çekilmesine ve amellere karşılık
verilmesine inanmazlar. Onlar Firavunların mumyalanmış cisimleriyle ahirete
döneceklerine ve onların dünyada olduğu gibi ahirette de hakimiyet ve
saltanatlarının bulunacağına inanmaktadırlar.
"Hüm
(onlar)" kelimesinin tekrar edilmesi tekit için ve küfür vasfının onlara
ait bir özellik olduğunu ve bunda aşırı gittiklerini beyan etmek içindir.
Küfür
ve şirk yolunu bir takım Allah'ı tasdik etmeyen, O'nun birliğini ve yer ve
göklerin yaratıcısı olduğunu ikrar etmeyen kâfirlerin dinini terk ettim.
Ben
halis tevhide davet eden babalarım ve dedelerim olan peygamberlerin "Hz.
İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.)'un dinine tabi oldum."
"Babalarım"
kelimesi dedenin de baba olduğunu, Hz. Yusuf (a.s.)'un peygamber ailesinden
olduğunu, ayrıca bu iki gencin kendisine kulak verme ve sözüne uyma
hususundaki arzularını kuvvetlendirmek için kendisinin gaybe ait meseleleri
haber vermek üzere vahye nail olduğunu anlattı.
Hidayet
yoluna giren, peygamberlerin yoluna tabi olan, sapıkların yolundan yüz çeviren
kimsenin hali böyle olur. Zira Allah onun kalbine hidayeti ihsan eder, ona
bilmediğini öğretir. Onu hayır yolunda kendisine tabi olunan önder, hak
yolunun davetçisi eyler. Bu, Allah'a iman etmeye ve O'nun birliğine teşviktir.
Bundan
sonra peygamberlerin metodunu genel hatlarıyla beyan etti. Hz. Yusuf (a.s.)
şöyle diyordu: Biz peygamberler topluluğunun hiçbir şeyi görmeyen, duymayan
putları, heykelleri Allah'a ortak koşması doğru olamaz, böyle bir şey bize
yakışmaz.
Bu
tevhid inancı yani tek Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığını, Onun eşi ve
ortağı bulunmadığını ikrar etmek Allah'ın bize bir lütfudur. Zira bize Allah'ın
varlığını, Rab ve ilâh olarak birliğini ikrar etmeyi gösterdi. İnsanlara doğru
yolu göstermek, onları uyarmak ve delâlet yolundan uzaklaştırmak üzere bizleri
insanlığa elçi olarak göndermesi Allah'ın insanlara bir lütfudur. Bu hem
peygamberlere hem de gönderildikleri ümmetlere ilâhî bir lütuftur.
Fakat
peygamberlerin gönderildiği insanların çoğu Alah'm lütfuna şükretmezler. Şirke
düşerler, uyanık olmazlar. Allah'ın kendilerine peygamber göndermek gibi
nimetinin değerini bilmezler. Bilakis "Allah'ın nimetlerini küfürle
değiştirir ve kavimlerini helak yurduna sokarlar." (İbrahim, 19/28).
Hz.
Yusuf (a.s.) şirki ve müşriklerin ibadetini red edip peygamberliğini ortaya
koyduktan sonra pek çok ilâhlar yerine tek ilâh ve tek Rabbı itiraf etme esası
üzerine kaim olan halis tevhid akidesine davet etti. Peygamberlerin metodu
daima böyledir. Önce puta tapıcılık inancını yıkarlar, sonra da Allah'ın
varlığına ve birliğine delâlet eden aklî delilleri ortaya koyarlar.
Bunun
içindir ki, Hz. Yusuf (a.s.) şöyle dedi: Ey zindandaki iki arkadaşım! Sizin
için ve başkaları için size fayda verme, zararı engelleme ve gayb âleminde
yardımcı olma hususunda çekişme, çarpışma ve kâinatın fesada uğramasına sebep
olacak farklı özelliklerde çeşitli tanrıların bulunması mı, yoksa başkasına
muhtaç olmayan, tasarruf ve idaresinde ortak kabul etmeyen, kudreti ve
iradesiyle ezici güce sahip olan, zatı ve azametine her şeyin boyun eğdiği
Allah mı daha hayırlı ve daha iyidir!
Daha
sonra bu ilâhların gerçek durumunu açıkladı: Taptığınız ve ilâh diye
adlandırdığınız bu putlar hiçbir esası olmayan, Allah tarafından dayanağı bulunmayan,
insanların kendi kendilerine uydurdukları sadece mücerret isimlerden
ibarettir. Bunların "Rab" diye adlandırılmaları hususunda Allah bir
hüccet veya burhan indirmemiştir ki bunlara ibadet etmek ve itaat etmek doğru
olsun. Bu ne akıl ne de semavî nakil yönünden hiçbir delil bulunmayan bir yakıştırmadan
ibarettir.
Sonra
da onlara hükmetmek, tasarrufta bulunmak, dilemek ve mülkün sahibi olmak sadece
Allah'a aittir. O bütün kullarına sadece kendisine ibadet etmelerini emretti.
Sizi davet ettiğim Allah'ın birliğine inanmak ve O'na ihlâs-la ibadet etmek
Allah'ın emrettiği, O'nun sevdiği ve razı olduğu, hüccet ve burhanı indirdiği
dosdoğru din budur.
Fakat
insanların çoğu bunun hiçbir eğriliği, eksikliği bulunmayan hak din olduğunu
bilmezler. Bunun için çoğu müşrik oldular. Nitekim Cenab-ı Hak "Sen çok
gayret etsen de insanların çoğu mümin değildirler." (Yusuf, 103) buyurmaktadır.
[74]
Bu
ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Allah Tealâ Hz. Yusuf (a.s.) ile birlikte kralın uşaklarından iki
kişinin zindana atılmasını takdir etmişti. Bu durum onun gelecekte zindandan
kurtulmasına sebep olacaktır.
2- Rüya tabir etmek ilim, salah, takva ve ihsan vasıflarına muhtaçtır. Rüya
gerçek de olabilir. İmam Ahmed, Buharî ve Müslim'in Enes'ten rivayet ettikleri
hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "Müminin rüyası
peygamberliğin kırk altıda biridir."
3-
Hz. Yusuf (a.s.) zindan
arkadaşlarının şahitliğiyle muhsinler (iyiliksever kimseler) zümresindendi.
İyiliksever oluşu hastaları ziyaret ve tedavi etmesi, cenazesi olanlara
başsağlığı dilemesi ve ilim yolunda ihsan derecesine nail olan âlimlerden
olmasıdır. Arkadaşlarının Hz. Yusuf (a.s.) hakkındaki sözleri onun ihsan
yolunu tercih eden âlimlerden olduğunu, güzel ahlâk esaslarına uyduğunu ve
bütün iyi davranış kaidelerini yerine getirdiğini ifade etmektedir.
4- Hz. Yusuf (a.s.) kendisine rüya tabiri soran zindan arkadaşlarına
kendilerine kraldan veya bir başka yerden gelecek yemeğin çeşidi ve
özelliklerini kâhinlik veya falcılık yoluyla değil, Allah'ın bildirdiği vahiy
yoluyla henüz kendilerine yemek gelmeden haber verebileceğini duyurdu. Bu,
onun peygamberliğine delâlet eden gaybden haber verme olayı ve risaletini
ispat eden bir mucize idi.
5- Davet vazifesiyle yükümlü peygamber bu vazifesini yerine getirmek için
bütün fırsatları değerlendirir. İşte Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı da bu idi.
Çünkü O şirk ve putperestlikle savaşmaya, müşriklerin tapınmalarını ortadan
kaldırmaya ve peygamber olan babaları ve dedeleri Hz. İbrahim, İshak ve Yakup
(a.s.)'un dinine tabi olarak Allah'ın birliğine davet etti.
Bu
peygamberlerin isimlerinin zikredilmesinin faydası Hz. Yusuf (a.s.)'un
peygamberlik iddia edip gaybı bilme mucizesi ile meydan okuyunca buna ilâve
olarak peygamber ailesinden geldiğini beyan etmesidir.
Hangi
çeşit şirk olursa olsun Allah'a şirk koşmak peygamberlere yakışan bir davranış
değildir.
Bu,
Allah'ın peygambere yaptığı lütuflardan biridir. O'nu zinadan koruduğuna
işaret etmektedir. Kendilerine peygamber gönderilenler ise Allah'ın kendilerini
şirkten koruduğu müminlerdir.
38.
ayette geçen "Hiçbir şeyi" Allah'a şirk koşmamak tabiri puta tapmak,
ateşe tapmak, yıldızlara tapmak, tabiata tapmak gibi şirkin bütün çeşitlerini
reddetmekte ve hak dine irşad etmektedir. Hak din; Allah'tan başka var eden
hiçbir güç yoktur, Allah'tan başka hiçbir yaratıcı yoktur, Allah'tan başka
hiçbir rızık verici yoktur, inancıdır.
Fakat
insanların çoğu iman ve tevhid nimetine şükretmezler.
"Bu,
bize Allah'ın lütuflarından biridir" ifadesi Allah'a şirk koşmamak ve iman
sahibi olmanın Allah tarafından olduğuna delâlet etmektedir.
7- Putlar, heykeller gibi sahte tanrılar insanların kendileri tarafından
uydurulan mücerret isimlerden ibarettir. Bunların ilâhlık noktasında sadece
isimleri vardır. Çünkü bunlar cansız varlıklardır. İsimlerinin temsil ettiği
sahte tanrıların gerçekle ilgisi yoktur. Akıl ve nakil bunları tamamen
reddetmektedir.
8- Hüküm ve hakimiyet sadece Allah'ındır. Çünkü O her şeyin yaratıcısıdır.
İbadete lâyık olan sadece O'dur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Bunun için kendisinden
başka bir şeye ibadette bulunmamak emredilmiştir.
9- Allah'ın birliğine davet etmek, eğriliği olmayan dosdoğru ve en sağlam
dindir. Fakat insanların çoğu doğru dinin gerçek özelliklerini bilmezler.
10- Fahreddin er-Razî birden fazla ilâh olmasının batıl bir inanç olduğuna
dair beş kesin delil zikretmiştir. Bunlar kısaca şunlardır:[75]
a) İlâhların çokluğu bu âlemde fesat ve bozukluğa sebep olur. "Eğer
yer ve göklerde Allah'tan başka müteaddit ilâhlar olsaydı yerin ve göklerin
düzeni bozulurdu. " (Enbiya, 21/22) ayetinden murad da budur.
Yani
ilâhların çokluğu fesada, bozukluğa, çekişme ve mücadeleye sebep olmaktadır.
Allah'ın birliği ise hayatın tanzimine ve tertibin güzelliğine sebep olmaktadır.
b) İnsanlardan, yıldızlardan sahte tanrılar ve putlar etki eden değil,
etki altında kalan, ezici güç değil ezilmeye mahkûm olan varlıklardır.
c) Allah Tealâ'nın bir oluşu sadece O'na ibadet etmeyi gerektirir. Çünkü
(Allah'tan başka) ikinci bir ilâh olsaydı bizi yaratan, bize nzık veren,
serleri ve belâları def edenin kim olduğunu bilemezdik. Böylece buna mı, şuna
mı ibadet edeceğimiz hususunda şüpheye düşerdik.
Bu
delil putlara tapma fikrinin de yanlış olduğuna delildir. Çünkü putların
-farz-ı muhal- faydası ve zararı dokunan varlıklar olduğunu kabul etsek de
fayda veya zararın bu puttan mı, yoksa diğer putlardan mı, yoksa işbirliğiyle
ve müştereken mi fayda ve zararın meydana geldiğini bilemezdik. İbadete lâyık
olan bu put mu, yoksa ötekisi mi olduğu bilinemezdi.
d) Büyücü ve putperestlerin iddia ettiği gibi -farz-ı muhal- bu putların
fayda ve zararı dokunacağını kabul etsek bile bu belirli bir vakitte, hususi
bir olayda olabilir. Halbuki Allah Tealâ her zaman her şeye kadirdir.
Dolayısıyla O'na ibadetle meşgul olmak daha evlâdır.
e) Allah'ın "Kahhar (ezici güç sahibi)" sıfatıyla muttasıf
olması O'nu kendisinden başka hiçbir kimsenin ezememesini, O'nun kendisinden
başka her şeyi ezecek güce sahip olmasını gerekli kılar. Bu da Allah'ın
Vacibü'l-vücud (kendi zatıyla var olan) olmasını gerektirir.
Zira
varlığı mümkün olan varlıklardan olsaydı ezici değil ezilmeye mahkûm olurdu.
Yine
O'nun müteaddid değil, tek olması gereklidir. Zira birkaç tane ilâh olsalar
her biri kendisinin dışındaki her şeye hakim varlık olamazdı.
İlâh
ancak Vacibü'l-vücud (kendi zatıyla var olan) ve tek olduğu zaman "Kahhar
(ezici güce sahip)" olabilir. Bu da felekler, yıldızlar, nur, karanlık,
tabiat gibi sahte ilâhlara uygun bir sıfat değildir.
11- Bir alimden cahil ve fasık biri fetva istediği zaman önce hidayet,
irşad, öğüt ve nasihat yolunu tutmalı ve onu fetva istediği şeyden daha evlâ ve
daha gerekli şeye davet etmeli, daha sonra sorduğu sorunun fetvasını
vermelidir.
12- Alimin mertebesi bilinmez de alim de sorulan sorulara karşı uygun bir
şekilde kendini tanıtırsa ve bundan da gayesi dini hususlarda kendisinden nakiller
yapılması ve halkın yararlanması ise bu durum "Nefislerinizi tezkiye etmeyin
kendinizi temize çıkarmayın." (Necm, 53/32) ayetiyle men edilen
"nefis tezkiyesi (insanın kendi kendini temizlemesi, nefsini arındırması)"
babından değildir.
[76]
41-
"Ey zindandaki iki arkadaşım!
(Rüyalarınıza gelince) biriniz efen- dısıne şarap ıçırecek, diğeri
ise asılacak ve kuşlar onun
başından yiyecekler. yorumu hakkında
sor- duğunuz iş (bu §ekilde> kesinleşmiştir." ^^" ^u ikisinden, kurtulacağını bildiği kimseye "Beni efendinin yanında
an" dedi. Fakat şeytan ona,
efendisine an- mayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf) birkaç sene zindanda kaldı.
"Ey
zindandaki iki arkadaşım! Biriniz" yani üç gün sonra zindandan çıkacak
olan şarapçı "efendisine" yani krala eskiden olduğu gibi "şarap
içirecek" "diğeri ise" üç gün sonra zindandan çıkacak olan
ekmekçi "asılacak ve kuşlar onun başından yiyecekler" dedi. Bunun
üzerine arkadaşları Yusuf a "Yalan söyledik ve hiç bir rüya
görmedik" dediler. Yusuf (a.s.) doğru da söyleseniz, yalan da söyleseniz
"yorumu hakkında sorduğunuz iş bu şekilde kesinleşmiştir" dedi.
"İstifta" içinden çıkılması zor mesele hakkında fetva istemek,
"fetva" ise sorunun cevabıdır.
"Bu
ikisinden kurtulacağını bildiği kişiye" yani şarapçıya "Beni
efendinin yanında an" yani ona zindanda haksız yere hapsedilen bir genç
var, diye söyle dedi. "Fakat şeytan ona" şarapçıya Yusuf u
"efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla" Yusuf "birkaç
sene" üç ilâ dokuz yıl arası bir rivayete göre yedi sene "zindanda
kaldı."
[77]
Hz.
Yusuf (a.s.) tevhidi, Allah'a ibadeti ve peygamberliği meselesini açıkladıktan
sonra sorulan soruya cevap vermeye ve rüyaların tabirine başladı.
[78]
Hz.
Yusuf (a.s) şöyle diyordu: Ey zindandaki iki arkadaşım! İkinizden biriniz -Bu
kişi rüyada kendini şaraplık üzüm sıkarken gören kralın şarapçısı idi. Üzülmemesi
için ona hitap ederken ismini belirtmedi- eskiden olduğu gibi efendisine şarap
sunacak.
41.
ayette geçen, "efendisi" manasındaki "rabbehû" kelimesinden
kendisine "kulluk" yapılacak Rabb'i kasdetmemiştir. Çünkü Hz. Yusuf
(a.s.) zamanındaki Mısır kralı, Hz. Musa (a.s.) zamanındaki Mısır Firavun'u
gibi tanrılık iddiasında bulunanlardan değildi.
Rivayete
göre Hz. Yusuf (a.s.) bu rüyayı gören gence "Gördüğün rüya ne güzel!
Üzümlerin güzelliği durumunun güzelliği manasındadır. Dallara gelince, üç gün demektir.
Bu üç gün sona erince kral sana haber gönderip seni eski işine döndürecektir,
aynen eskiden olduğun gibi belki de daha güzel bir durumda olacaksın"
dedi.[79]
Bu
ifade bu rüyayı gören gencin kralın zehirlenmesi hususunda suç ortaklığı
töhmetinden uzak olduğuna delildir.
Diğer
genç ise rüyasında başında ekmek taşıdığını, kuşların bundan yediğini gören
kralın ekmekçisi idi. Bu genç asılacak, akbaba, şahin, kartal, doğan gibi
yırtıcı kuşlar başından yiyeceklerdi.
Hz.
Yusuf (a.s.) bu gence "Gördüğün rüya ne kötüdür! Üç sepet üç gün demektir.
Üç gün sona erdikten sonra kral sana emir gönderip seni asacak, başından da
kuşlar yiyecek" dedi.
Bu
ifadeye göre kralın ekmekçisi olan bu kişi kralın zehirlenmesi suçuyla itham
edilen ve aleyhindeki ithamın sabit olduğu kişidir. Ancak bu ve önceki şahıs
hakkındaki rivayet ayetin zahirî ifadesiyle çelişmektedir.
Sonra
tefsirde nakledilmiştir ki, bu iki genç "Biz rüyada hiçbir şey görmedik"
dediler. Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.) "Hakkında fetva istediğiniz
meselenin hükmü verilmiştir" dedi. "İstifta" lügatte, problemli
bir meseleyi sormak, "fetva" ise buna verilen cevaptır.
Bu
mana doğrudur. Zira Hz. Yusuf (a.s.) bu iki arkadaşına bu meselenin bittiğini,
bunun seksiz şüphesiz mutlaka gerçekleşeceğini bildirdi. Çünkü rüya -tabir
edilmedikçe- bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince düşer, gerçekleşir.
İmam
Ahmed, Muaviye b. Hayde'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmektedir: "Rüya tabir edilmedikçe bir kuşun ayağındadır. Tabir edilince
düşer, gerçekleşir."[80]
Hz.
Yusuf (a.s.)'un cevabı sadece zan ve tahmin üzerine dayanan mücerret bir rüya
tabiri değildi. Allah Tealâ tarafından gelen vahye dayanıyordu. Vahiy ise zan
ve tahmin değil, kesinlik ve yakin ilim ifade ediyordu.
Bundan
sonra Hz. Yusuf (a.s.) yakinen kurtulacağını bildiği kralın sakisine,
diğerinin bilgisi olmadan, asılacak olanın kendisi olacağını hissettirmemek
için gizlice şöyle dedi: Benim hikayemi efendinin -yani kralın- yanında anlat.
Belki o benim suçsuzluğumu anladıktan sonra beni bu zindandan çıkarır.
Bu
söz felâketten kurtulmak ve selâmete ermek için gayet tabii olarak ve şer'an
arzu edilen zahirî sebeplere sarılma kabilindedir.
Ancak
şeytan zindandan kurtulan bu kişiye Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan çıkıp da
Allah'ın birliğine ve kulluğuna, şirkle mücadele etmesine ve şeytanın
vesveselerini kovmaya davet etmemesi için, unutturma şeytanın hileleri cümlesinden
idi.
Hz.
Yusuf (a.s.) zindanda unutulmuş ve mazlum biri olarak birkaç sene, üç ile dokuz
sene arasında uzun bir müddet kaldı. Bir rivayette yedi sene denilmiştir.
Vehbe b. Münebbih "Hz. Eyüb (a.s.) belâ içerisinde yedi sene Hz. Yusuf
(a.s.) zindanda yedi sene kaldı. Buhtunnassar'a yedi sene işkence edildi"
demiştir. Mukatil ise, "Hz. Yusuf (a.s.) zindanda beş sene birkaç ay
kaldı" demiştir. İbni Abbas 12 sene, Dahhak da 14 sene kaldığını
söylemiştir. İlk görüş daha doğrudur. Çünkü bu "bid'a sinîn (birkaç
sene)" ifadesine dahildir.
Bilindiği
gibi, zulmü engelleme hususunda insanların yardımını istemek şeriatta caizdir.
Ancak sıddik kimseler için sebeplerin kaldırılması hususunda Allah'a iltica
etmeleri daha evlâdır. Sebepleri yaratan ve kaldıran Allah'tır.
Rivayete
göre Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.) zindanda iken geldi. İnsanlardan yardım
istemesi hususunda ona ihtarda bulunmak üzere şöyle dedi.
-
Ey Yusuf! Seni kardeşlerinin elinden, öldürülmekten kim kurtardı? Hz. Yusuf
(a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
-
Peki, seni kuyudan kim çıkardı? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
-
Peki, seni zindanda kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
-
Peki, seni kadınların hilesinden kim korudu? dedi. Hz. Yusuf (a.s.):
-
Allah Tealâ, dedi. Cebrail (a.s.):
- O halde nasıl Rabbini terk ettin, O'ndan
niyazda bulunmadın da, mahlûka güvendin? dedi. Bunun üzerine Hz. Yusuf:
-
Ya Rabbi! Bu benim yanıldığım bir kelimedir. Ey İbrahim'in ve aile halkının
ilâhı, ey yaşlı babam Yakup'un da ilâhı olan Allahım! Bana rahmet etmeni niyaz
ediyorum, dedi. Cebrail (a.s.) Hz. Yusuf (a.s.)'a:
-
Senin cezan bir kaç sene zindanda kalmaktır.[81]
Bu
iki ayet şu hususlara işaret etmektedir:
1- Rüya tabiri ilim, salah ve takva özelliklerine dayanır. Alimin rüya
tabiri sadece zan ifade eder. Hz. Yusuf (a.s.)'un rüya tabiri Rabbinden gelen
vahiyle birlikte olduğu için yakin ilim ifade eder.
2- Kim rüyasında yalan söyler, tabir eden kişi de bu rüyayı tabir ederse
bunun hükmü o kişiyi bağlar mı? Alimler "Bu tabir o kişiyi bağlamaz"
demişlerdir. Bu bağlayıcılık ancak Hz. Yusuf (a.s.) hakkında geçerlidir. Çünkü
o peygamberdi. Hz. Yusuf un tabir ettiği rüyayı gören kişi rüyayı ona aynen
gördüğü gibi anlattı.
3-
Zulmü engelleme hususunda
Allah'tan başkasından yardım isteme şeriatta caizdir. Bu yadırganacak bir durum
değildir. Ancak bu durum sıddik makamındaki Hz. Yusuf (a.s.) gibi amelleri
Allah'a daha yakın olan "mükar-rabin" kulları için günah sayılabilir.
4- Şeytanın hilelerinden biri de zindandan kurtulan kişiye efendisi olan
kralın yanında Hz. Yusuf (a.s.) zindandan çıkmasın diye onun kıssasını hatırlatmayı
unutturmasıdır.
5- Hz. Yusuf (a.s.) zindanda birkaç sene kalmıştı. Bu müddet ya beş sene,
ya da bazı müfessirlerden rivayet edildiği gibi yedi sene idi. Hangi durumda
olursa olsun bu müddet uzun bir müddet olup Hz. Yusuf (a.s.) bu müddet zarfında
sabretti. Zina günahına düşmektense zindanı tercih etmişti.
[82]
43-
Kral dedi ki: "Ben (rüyada) yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini
gördüm. Ayrıca yedi yeşil başak ve diğerlerini kuru gördüm. Ey ileri gelenler!
Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim rüyamı tabir edin."
44-
(Yorumcular) dediler ki: Bunlar kar-böyle kişiden kurtulmuş olan (şarapçı) uzun
bir zaman sonra (Yusuf u) hatırlayarak dedi ki: "Ben size onun yorumunu
haber veririm. Beni hemen (zindana) gönderin."
46-
(Şarapçı Yusuf a dedi ki:) "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! Yedi zayıf
ineğin yedi semiz inek ile yedisi yeşil, diğerleri (yedisi) de kuru başak
(rüyası) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumla)
dönerim de belki onlar da (doğruyu) öğrenirler."
47- Yusuf dedi ki: "Âdetiniz üzere peş-peşe
yedi sene ekin ekersiniz, sonra yiyeceklerinizden az bir miktar hariç,
biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız."
48- "Sonra bunun ardından (tohumluk olarak)
saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi
yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir."
49- "Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek
ki, o yılda, insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyve)
sıkacaklar."
"Ben
yedi inek görüyorum." Burada geçmişteki durumu hikâye etmek için muzari
sigası kullanılmıştır. "Zayıf., semiz" ve "yeşil... kuru"
kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
"Karmakarışık
yalancı düşler..." Burada hoşa giden ve gitmeyen sevinçli ve üzüntülü
rüyaların karışması çeşitli sınıflardan toplanan otların karışmasına
benzetildi.
"Ey
Yusuf, ey doğru sözlü kişi!" ifadesi cevaba ulaşmak için sena ile şefkat
talebi ihtiva eden beraat-i istihlal (güzel bir başlangıcadır.
"O
yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek..." zamana isnat
kabilinden akli bir mecazdır. Bundan murad insanlardır. Çünkü seneler yemez,
ancak insanlar bu senelerde biriktirdiklerini yer.
[83]
"Kral"
yani Mısır kralı er-Reyyan b. Velid "dedi ki: Ben" rüyada "yedi
zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini görüyorum." Yani rüyada gördüm.
"Ayrıca yedi yeşil" tanesi olgunlaşmış "başak ve diğerlerini
kuru" yani hasat vakti gelmiş "gördüm. Ey ileri gelenler!. Ey kavmin
şereflileri "Eğer rüya tabir ediyorsanız" rüyada murad edilen manayı
beyan etmek suretiyle rüyanın tefsirini yapıyorsanız "benim rüyamı tabir
edin." Yani onun yorumunu bana bildirin. Yorum hayalî şekillerden gözle
görülen hissedilen gerçeklere intikal etmektir.
Yorumcular
"dediler ki: Bunlar karmakarışık yalancı düşlerdir."
"Edgas" kelimesi "dıgs" kelimesinin çoğuludur. Dıgs karışık
bitki, ot, çimen topluluğudur Yalancı rüya için istiare edilmiştir.
"Ahlâm" ise "hulm" kelimesinin çoğuludur. Manası uykuda
görülen şeydir. Gündüz rüyası gibi manası açık rüya olabilir. Rüya bazan,
aralarında uygunluk olmayan ot ve çimen karışımına benzeyen karışık bir rüya
olur. "Hulm" kelimesini batıl, yalancılık ve uydurmalıkla tavsif
etmek üzere mübalağa olması için "ahlam" kelimesini çoğul olarak
kullandılar.
"Biz
böyle yalancı düşlerin yorumunu bilmeyiz" dediler. "Ahlâm"
kelimesiyle özellikle batıl rüyaları kastediyorlardı. Yani bu çeşit rüyaların
bizce yorumu yoktur. Zira yorum sadece doğru rüyalar için yapılmaktadır. Bu
ifadeler, rüya tabirini bilmemenin mazeretlerini beyan etmek için ikinci bir
mukaddimedir.
Zindandaki
"iki kişiden kurtulmuş olan" şarapçı "uzun bir zaman sonra"
Yusuf u "hatırlayarak, ben size onun" bu "yorumunu haber
veririm. Beni hemen" ilmi olan kimseye yahut zindana "gönderin"
dedi ve Yusuf (a.s.)'a geldi.
Şarapçı
Yusuf (a.s.)'a dedi ki: "Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi!" Ey son
derece doğru arkadaş!
Zira
arkadaşı Hz. Yusuf (a.s.)'un durumlarını denemiş, onun gerek kendisinin gerek
arkadaşının rüyasını doğru bir şekilde tevil ettiğini görmüştü.
"...
Ümit ederim ki, insanlara" yani krala ve dostlarına veya ülke halkına
-zira bir rivayette zindanın ülke dışında olduğu rivayet edilmiştir- onlara
"dönerim de belki onlar da" bu rüyanın tabirini, senin faziletini ve
senin yerini, doğruyu "öğrenirler".
Bu
konuda kesin bir ifade kullanmadı. Zira iyi bir netice ile döneceğinden kesin
emin değildi.
"Yusuf
dedi ki: Âdetiniz üzere peşpeşe yedi sene ekin ekersiniz." Bu yedi semiz
ineğin yorumudur. Bu yedi yılda "yiyeceklerinizden az bir miktar hariç
biçtiklerinizi" fesada uğramaması ve böceklenmemesi için
"başağında" stok edip "bırakınız."
"Sonra
bunun ardından" bu yedi verimli yıldan sonra tohumluk olarak
"saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç o yıllar için
biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi" zorlu "kıtlık yılı
gelecektir." Yedi zayıf ineğin tevili de budur. Burada "yeme"
fiili yıllara mecaz olarak nispet edilmiştir. Manası bu yıllarda yaşayanlar bu
yıllar için biriktirdiklerini yiyeceklerdir, demektir.
"Sonra
bunun ardından" bu yedi kıtlık yılından sonra "bir yıl gelecek ki o
yılda insanlara" yağmurla ve kıtlıktan korunmak suretiyle Allah tarafından
"yardım olunacak ... ve o yılda" verimlilik sebebiyle üzüm ve benzeri
meyve "sıkacaklar." Semiz inekler ve yeşil başakların verimli
yıllarla, zayıf inek ve kuru başaklan kıtlık seneleriyle tevil ettikten sonra
ve zayıf ineklerin semiz inekleri yemesini verimli yıllarda toplanan
yiyeceklerin kurak yıllarda yenilmesi ile tevil ettikten sonra bu bir müjde
idi. Vahiyle bildirilen bir müjde idi. İlâhî sünnet kullarına darlıktan sonra
genişlik vermek üzere cereyan etmiştir.
[84]
Allah
Tealâ Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandaki iki arkadaşının rüyalarını tabir ettiğini
beyan ettikten sonra, Arap krallarından el-Heksus (Çobanlar) ismiyle meşhur
olan Mısır kralının rüyasını tabir ettiğini belirtti. Daha önce kahinler,
bilginler ve görüş sahipleri bu rüyayı tabir etmekten aciz kaldıklarını ilan etmişler,
bu rüya karmakarışık düştür, demişlerdi. Bu rüya Hz. Yusuf (a.s.)'un kralla
irtibat kurmasına sebep olmuştu.
[85]
masına
sebep olan Mısır kralının rüyasıdır.
Kıssa
şu şekilde meydana gelmişti: Bu rüya kralı çok korkutmuş, bu rüyanın şekli ve
nasıl tefsir edileceği hususunda meraka düşmüştü. Kral kâhinleri, devlet büyüklerini
ve emirlerini toplamış, onlara gördüğü rüyayı anlatmış, onlardan bu rüyanın
tabirini istemişti. Onlar bu tabiri yapamadılar, bu rüyanın karmakarışık düşler
olduğunu söyleyerek tabir etmekten mazur olduklarını söylediler.
Ayetlerin
toplu manası şudur: Mısır kralı dedi ki: Ben rüyamda beni dehşete düşüren bir
olay gördüm. Kuru bir nehirden çıkan yedi semiz inek gördüm. Bu yedi ineği
yedi kuru ve zayıf inek yiyordu. Ayrıca taneleri olgunlaşmış yedi yeşil başağı
biçilme vakti yaklaşmış başka yedi kuru başak sarmıştı.
Kral
kavminden ileri gelen kâhinler ve bilginlere rüya tabirini, bu rüyanın hayalî
manasının beyanını ve gerçek âlemdeki tercümesini biliyorsanız, bana bu rüyamı
tabir edin, dedi.
İleri
gelenler şöyle dediler: Bu rüya uyuyan kimseye şuuraltında görünen, hiçbir
anlamı olmayan, hazımsızlık, mide bulanması, bazan da yorgunluktan meydana
gelen hayal ve düşüncelerden karmakarışık düşlerdendir. Biz bu gibi rüyaların
tabirini bilemeyiz. Bu, doğru bir rüya olsaydı da yine bunun tabirini bilemezdik.
İşte
o anda Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandaki iki arkadaşından ölümden kurtulan
şarapçı, Hz. Yusuf (a.s.)'u hatırladı. Şeytan Hz. Yusuf (a.s.)'un ona yaptığı
"durumunu krala arzetmesi" tavsiyesini unutturmuştu. Bu tavsiyeyi
unuttuktan sonra uzun bir müddet sonra hatırlamıştı. Şarapçı krala ve onun
etrafında toplanan ileri gelenlere şöyle dedi: Ben size bu rüyanın tabirini
bildiririm. Beni şu anda zindanda bulunan arkadaşım Yusuf a gönderin. (Bu hitap
kral ve etrafındaki topluluğa yahut tazim yoluyla sadece krala hitaptır).
Onu
Yusuf a gönderdiler ve Yusuf a "Ey Yusuf, Ey sözlerinde, davranışlarında,
olayların tefsiri ve rüya tabirinde çok sadık olan zat!. Kralın gördüğü rüya
hakkında bize fetva ver. Umulur ki senin bu rüyayı tabir etmen sebebiyle Allah sana
bir çıkış kapısı ve huzur nasip eder" dedi.
Hz.
Yusuf (a.s.) yaptığı tavsiyeyi unutması sebebiyle eski zindan arkadaşına
tenkit ve sitemde bulunmaksızın ve öncelikle zindandan çıkarılması şartım
koşmaksızın bu rüyanın tabirini anlattı, onlara on dört senelik planı açıkladı.
İlk
yedi senede peşpeşe verimlilik ve yağmur gelecek dedi. Sığırları senelerle
tefsir etti. Çünkü sığırlar meyve ve sebzelerin yetişmesine sebep olan toprağı
sürmektedir. İşte böylece yeşil başaklar elde edilir.
Bundan
sonra verimlilik yıllarında ne yapacaklarına işaret etti ve şöyle dedi: Bu yedi
verimli yıllarda elde ettiğiniz meyve, sebze ve tahıllardan yiyeceğiniz az bir
miktar hariç kurtlar ve böcekler yemesin diye ekinleri başağında saklayın. Bu
durumu inceleyin, gelecek zorlu yedi yılda istifade etmeniz için bu hususta
israf etmeyin. Bu peşpeşe gelen verimli yedi yılı izleyen yedi kurak yıl semiz
yedi ineği yiyen kuru, zayıf yedi inektir. Kuraklık yıllarında verimlilik
yıllarında topladıkları yenilecektir. Kuru başaklar bu kuraklık yıllandır.
Kıtlık yıllarında yeryüzü hiçbir şeyi yeşertmeyecek, ektiklerinden hiçbir şey
elde edilmeyecektir.
Bunun
için dedi ki: "Onlar bu hazırladığınız şeylerden pek azı hariç hepsini
yerler." Yani ahali, ekmek için sakladığınız biriktirdiğiniz tohumlardan
bir kısmı müstesna, bu geçen verimli yıllarda biriktirdiğiniz tahılların
hepsini kurak yıllarda yerler. (Yemeyi yıllara nispet ettiği, ama bununla
ahaliyi murat ettiği anlaşılmaktadır.)
Özetle:
Hz. Yusuf (a.s) semiz inekler ve yeşil başakları verimli yıllarla, zayıf
inekler ve kuru başaklan da kıtlık yıllanyla tabir etti.
Sonra
onlara bol yağmurlu bir yılın geleceğini müjdeledi. O yıl memleket bereketle
dolar. İnsanlar normal olarak elde ettikleri zeytinyağı, şeker pancan, hurma ve
üzüm suyu vb. sıkma işleriyle meşgul olurlar.
Bu
gelecekte olacak gaybî hadiselerden haber verme Allah'ın vahyi ve ilhamı
iledir, yoksa sadece rüya tabiri değildir. Bu, aynı zamanda rüyanın yorumundan
sonraki on beşinci yılın mübarek, verimli, hayrı çok, nimetleri bol bir yıl
olacağı müjdecisidir. Bu vahiy yoluyla verilen bir haberdir.
[86]
Bu
ayetlerin konusu Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan çıkmasına sebep olan kralın
rüyasının tabiri idi. Bu ayetler şu hususlara delâlet etmektedir:
1- Hz. Yusuf (a.s.)'un zindandan kurtuluşu vakti yaklaştığı zaman büyük
kral (er-Reyyan b. Velid) meşhur rüyasını gördü, bunu kâhinlere ve bilginlere
arzetti. Bu rüyanın yorumunda mazur olduklarını beyan ettiler. Onlar, bunu
tabir etmekten aciz kalmaları bu durumun Hz. Yusuf (a.s.)'a havele edilmesine
sebep oldu.
2- Kralın rüyası netice de Hz. Yusuf (a.s.) için müjde ve rahmet vesilesi
oldu.
3- Rüya iki çeşittir: Bir kısmı haktır, bir kısmı da karmakarışık
düşlerdir ki, bu çeşit rüya -İbni Abbas'ın dediği gibi- yalancı rüyadır.
4- Ayette, "Rüya ilk tabir edilene göre olur" diyen kimsenin
sözünün batıl olduğuna delil vardır. Çünkü kralın adamları "Bu rüya
karmakarışık düşlerdendir" dediler. Ama böyle çıkmadı. Çünkü Hz. Yusuf
(a.s.) bu rüyayı kurak ve verimli yıllarla tefsir etmiş aynen tabir ettiği gibi
çıkmıştı.
Ebu
Yalanın Enes'ten rivayet ettiği "Rüya ilk tabir edene aittir" hadis-i
şerifi "zayıf bir hadis olmalıdır.
Bu
ayette ayrıca "Rüya kuşun ayağındadır, tabir edilince düşer, gerçekleşir"
şeklindeki haberin doğru olmadığına delil vardır. İmam Ahmed'in bu lafız ve
mana ile rivayet ettiği daha önce geçen hadisin sahih olduğu sabit olmamıştır.
5- Hayrın hatırlanması ve unutulduktan sonra buna teşebbüs edilmesi,
tıpkı Hz. Yusuf (a.s.)'un durumunu krala anlatmayı unutan şarapçıya olduğu
gibi, bunun sebebi kaza, kader ve ilâhî muvaffakiyettir.
6- Kralın şarapçısının zindandaki Hz. Yusuf (a.s.)'a gitmesi fazilet ve
ilimdeki derecesinin bilinmesine sebep oldu ve zindandan çıktı. Nitekim
rüyanın tabiri Mısır halkının yedi yıl müddetle kıtlıktan kurtulmasına sebep
olmuştur. Bunun sebebi ise ister akidenin tashihi, ahlâkın güzelleştirilmesi ve
davranışların düzeltilmesinde olsun, isterse günlük ve iktisadi hayatta olsun
peygamberlerin bütün insanlar için rahmet olmasıdır.
Hz.
Yusuf (a.s.)'un bu planının düzgün olması ve planlama siyasetinin başarılı
olması üzerine bundan tahılın böceklenmeden koruma şeklinin öğretilmesi
hususunda istifade edildiği anlaşılmıştır.
7- Kurtubî diyor ki: "Yedi sene ekin ekersiniz" (Yusuf, 47)
ayeti din, nefis, akıl, ırz ve malı muhafaza olarak özetlenen şer'î maslahatları
beyan etmekte asıl kaidelerden biridir. Dolayısıyla bu beş önemli şeyi muhafaza
için yapılan her şey "maslahattır." Bunlardan herhangi bir şeyi terk
etmek "mefsedettir." Böyle bir kötülüğü ortadan kaldırmak da
maslahattır.
Şeriatların
gayesinin insanları ahiret saadetine ulaştıran Allah Tealâ'yı bilmek ve O'na
kulluk etmek imkânı bulabilmeleri için insanları (maddî-manevî) dünyevi
maslahatlara irşad etmek olduğunda hiçbir ihtilâf yoktur. Bunu gözetmek Allah
Tealâ'ya vacip olmayan kulların da hak kazanmadığı sadece Allah Tealâ'nın bir
lütfü ve kullarına takdim ettiği rahmetidir/1^
8- Hz. Yusuf (a.s.)'un on dört sene sonra gelecek kurtuluş ve verimlilik
yılından haber vermesi Allah'ın ona bir vahyi ve ilhamdır. Bu, onun peygamberliğinin
doğruluğuna delâlet eden bir mucizedir.
9- "... Depo ettiğiniz şeylerden birazı müstesna" (Yusuf, 48)
ayeti tohumların saklanması ifadesinin rızkın depo edilmesi manasında olduğuna
delâlet etmektedir. Bu, ayrıca yiyeceklerin ihtiyaç vaktine kadar saklanmasının
caiz olduğuna da delâlet etmektedir.
10- Yine Kurtubî diyor ki: Bu ayet kâfirin gördüğü rüyanın sahih olduğuna,
özellikle bir müminle ilgili olursa sahibinin gördüğü şekilde çıkacağına
delildir. Peki, bu rüya bir peygamber için ayet, bir elçi için mucize, Muhammed
Mustafa (s.a.)'mn tebliğini tasdik, Allah (c.c.) ile kulları arasındaki vasıta
için hüccet olursa elbette asıl bir delil olmaktadır.[87]
11- Hz. Yusuf (a.s.)'un bol yağmurlu verimlilik senesinden haber vermesi
için kralın rüyasında bir işaret yoktu. Fakat bu Allah'ın ona ihsan ettiği gayb
ilminden idi. Bu haberle Mısır halkının iktisadî ve günlük hayattaki refahın
yaygınlaşması sebebiyle huzura kavuşacağı, insanların üzüm sıkmak, zeytinyağı
çıkarmak, nebatatın bolluğu sebebiyle bol süt sağmak gibi eski (ziraî-hay-vanî)
âdetlerinin istikrara kavuşacağı müjdesi vardır.
Bu,
insanlara ve hayvanlara rahmetle muamele etmeye delildir. Aynı zamanda Allah'ın
bir lütfü ve ihsanıdır.
[88]
50- Kral (bu yorumu duyunca) "Onu
(Yusuf'u) bana getirin" dedi. Elçi Yusuf a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki:
"Efendine dön ve ona, ellerini kesen o kadınların durumu neydi? diye sor.
Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir."
51-
(Kral) dedi ki: "Yusuf u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz
neydi?" (Kadınlar): "Hâşâ! Allah için biz ondan hiçbir kötülük
görmedik" dediler. Vezirin hanımı da dedi ki: "Şimdi hak meydana
çıktı. Onu ben baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki, o doğru
söyleyenlerdendir."
52-
"(Buna lüzum görmem) benim kendisine gıyabında hainlik etmediğimi ve
Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindir."
"Kral"
elçi kendisine rüya tabirini getirip yorumunu bildirince "onu" bu
rüyayı tabir edeni "bana getirin, dedi. Elçi ona" Yusuf a
"geldiği zaman" ve zindandan çıkmasını isteyince "Yusuf
suçsuzluğunu göstermek kasdıyla elçiye "şöyle dedi: "Efendine dön ve
ona" Zihinleri meşgul olup "ellerini kesen kadınların durumu neydi?
diye sor". Bunu sormasını ondan talep et. "Şüphesiz benim
Rabbim" şehrin kadınları bana, "hanımefendine itaat et"
dediklerinde "onların" kurdukları "hilelerini gayet iyi
bilir."
Burada
kadınların hilelerinin büyüklüğü, Allah'ın ilminin bu hilelere ve kendisinin
yapılan iftiradan uzak olduğuna delil olduğu ve kadınların hilelerine karşı
yapılan tehdit ifade edilmektedir.
Elçi
dönmüş, krala bunu bildirmiş, kral da şehrin kadınlarını toplamıştı. Hz. Yusuf (a.s.)
suçsuzluğunu ortaya çıkarmak ve haksız yere hapsedildiğini duyurmak için,
zindandan çıkmakta ağır davranmış, kadınlara bu durumun sorulması talebinde
bulunmuştu. Bu tavır kişinin ithamları ortadan kaldırmak ve töhmetten sakınmak
için gayret etmesi gerektiğine delâlet etmektedir. Hz. Yusuf (a.s.)'un elçiye
"Kraldan o kadınların durumunu araştırmasını iste, demeyip "O
kadınların durumu neydi? diye sor" demesi, kralı araştırmaya ve durumu
tahkik etmeye teşvik etmek içindir. Ancak Hz. Yusuf (a.s.) edebe riayet etmek
ve kadirbilirlik duygusuyla hanımefendisinin kendisine yaptığı muameleye temas
etmemişti.
Kral
"dedi ki: Yusuf u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz", meseleniz,
tavrınız "neydi?" onda size karşı bir arzu hissettiniz mi? Kadınlar
"Hâşâ! Allah için" Allah'ı tenzih ederiz. O'nun gibi iffetli birini
yaratma kudreti sebebiyle hayrette kaldık. "Biz onda, hiçbir kötülük"
günah "görmedik, dediler."
"Vezirin
hanımı da dedi ki: Şimdi hak meydana çıktı." Hak ortaya çıktı, sabit oldu
ve iyice belli oldu. "Onu ben baştan çıkarmak istemiştim. Şüphesiz ki
o", Beni o hanım baştan çıkarmak istedi sözünde "doğru
söyleyenlerdendir."
Hz.
Yusuf (a.s.) bunu bildirdi ve şöyle dedi: Onların bu itiraflarının ortaya
çıkmasına lüzum görmem ve suçsuzluğumun belli olmasını istemem, "benim
kendisine" yani vezire "gıyabında" yani o yokken "hainlik
etmediğimi" bilmesi için ve "Allah'ın hainlerin hilesini başarıya
vardırmayacağını" geçerli kılmayacağını ve hedefine ulaştırmayacağını
yahut Allah'ın, hileleri sebebiyle hainlere hidayet nasip etmeyeceğini
"bilmesi içindir."
"Yehdî
(hidayete erdirme)" fiili mübalağa kasdıyla hile ile birlikte kullanılmıştır.
Bu ifadede (Zeliha) veya (Raiyi) ismindeki Vezirin hanımı kocasına ihanet
ettiği hususunda tariz edilmekte ve Hz. Yusuf un emin olduğu bir defa daha
vurgulanmaktadır.
[89]
Kralın
şarapçısı Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı rüya tabirini krala haber verdiği zaman
kral bu tabiri beğenmiş, rüyanın işaret ettiği mananın doğruluğunu bizzat
tahkik etmek için Hz. Yusuf (a.s.)'u görmek istemişti. Zira (bir olay hakkında
verilen) haber, (bizzat yerinde) müşahede etmek gibi olamaz.
Kralın
bu talebi ilmin faziletine, mühim işlerde alimlere danışılmasının gereğine,
ilmin Hz. Yusuf (a.s.)'un dünyevî sıkıntıdan kurtulmasına sebep olduğuna, yine
bu ilmin ahiretteki sıkıntılardan da kurtulma sebebi olacağına delâlet
etmektedir. Bunun için Hz. Yusuf (a.s.), Vezirin hanımının kendisine yaptığı
meşhur ithamının tahkik edilmesini talep etti.
[90]
Cenab-ı
Hak bu ayetlerde Hz. Yusuf (a.s.)'un yaptığı rüya tabirinden memnun olan, Hz.
Yusuf (a.s.)'un faziletini, ilmini, geniş malûmatını, ülke halkına ve
vatandaşlara verdiği, önemi gören, bu rüyanın işittiği şekliyle yapılan tefsirinin
Hz. Yusuf (a.s.)'un üstün aklına, kuvvetli zekâsına delâlet eden çok önemli bir
söz olduğunu idrak eden, Hz. Yusuf (a.s.)'un bu durumunu bizzat kendisinden
işitmek için kendisiyle şahsen görüşmeye lâyık biri olduğunu anlayan kralın
tavrını haber vermektedir.
Kral,
"Onu bana getirin, yani onu zindandan çıkarın. Sözünü dinlemem ve tabirin
doğruluğunu bizzat araştırmam için onu benim huzuruma getirin" dedi.
Elçi
Hz. Yusuf (a.s.)'a gelince o, Vezirin hanımı tarafından kendisine yakıştırılan
iftira ile şerefinin lekelenemeyeceğini ve masum olduğunu, bu zindanın zulüm ve
haksızlık olduğunu kral ve etrafmdakilerin tahkik etmeden önce zindandan
çıkmak istemedi.
Peygamberimiz
(s.a.) Hz. Yusuf (a.s.)'un tavrını medhetmiş, onun fazilet ve şerefine, yüce
değerine ve sabrına dikkat çekmişti. İmam Ahmed'in Müs-nedinâe, Buharî ve
Müslim'in Sa/ıi/ılerinde Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadis-i şerifte
Efendimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "... Ben Yusuf un kaldığı kadar
zindanda kalsaydım, gelen elçiye derhal icabet ederdim."
Hz.
Yusuf (a.s.) kralın huzuruna çıkarılması talebine cevap olarak şöyle demişti:
Efendine dön. Ona ellerini kesen kadınların durumunu sor. Zira ben bir suçtan
dolayı haksız yere itham edilip hapse giren bir kimse olarak kralın huzuruna
çıkmak istemem. Kralın huzuruna çıkmadan önce olayın gerçek yönünü anlaması
için bu davayı tahkik etmesini söyle. Çünkü Rabbim olayların gizli yönlerini
ve kadınların hile ve düzenlerini, benim için kurdukları tuzağı en iyi
bilendir.
Kral
Vezirin hanımının yanında ellerini kesen kadınları topladı, bütün kadınlara
hitaben ama Vezirin hanımını kastederek şöyle dedi: Davet günü Hz. Yusuf
(a.s.)'u baştan çıkarmak istediğinizde durumunuz, derdiniz, meseleniz ne idi?
Hz. Yusuf (a.s.)'u fuhuş irtikap etmeye davet ettiğinizde durum nasıl oldu?
Kadınlar
krala cevap verdiler: Yusuf un kötülük murad etmiş olmasından Allah'a
sığınırız!
Bu
ifade Hz. Yusuf (a.s.)'un masumiyetini ve onun nezih ve iffetli şahsiyetine
hayran olunduğunu ifade etmektedir. Yani hâşâ, Allah için Hz. Yusuf (a.s.)'un
suçlu olması mümkün değildir. Allah'a yemin olsun ki onun hayatı boyunca
kendisinden hiçbir kötülük görmedik.
O
anda Vezirin hanımı şöyle dedi: "Şu anda hak bütün açıklığıyla ortaya
çıktı. Yusuf u baştan çıkarmaya çalışan benim. Zira o iffetini korudu ve tam anlamıyla
imtina etti. Yusuf, beni o kadın baştan çıkarmak istedi derken doğru
söylemişti."
Bu
ifade, şerefini koruması, bu olayı gizlemesi ve kendisinden yüz çevirmesi
sebebiyle Hz. Yusuf (a.s.)'un günah ve ayıplardan uzak ve masum olduğu
hususunda Vezirin hanımının açık bir itirafıdır.
Vezirin
hanımı daha sonra şöyle devam etti: Bu itiraf gerçek ve samimi bir itiraftır.
Yusuf zindanda iken ona yokluğunda ihanet etmediğimi, onun şerefi, temizliği ve
iffetine leke sürmediğimi Yusuf un bilmesi için (bunu yaptım).
Bu
söz -Zemahşerî'nin belirttiği gibi- Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olabilir. Bu söz
Hz. Yusuf (a.s.)'un "Şüphesiz Rabbim o kadınların tuzağını gayet iyi
bilir" sözüyle irtibat halindedir.
Ayetin
manası şudur: Elçiyi reddetmem, sebatkârlık ve kralın benim durumum hakkında tahkikte
bulunması için yaptığım bu davranış, kral ve insanların huzurunda
suçsuzluğumun ortaya çıkması ve Vezirin gıyabında hanımı hakkında ihanette
bulunmadığımı, bilakis onun iffetine dokunmadığımı yakinen bilmesi içindir.[91]
Ebu
Hayyan bunu şu şekilde yorumladı: "Bu, ona ihanet etmediğimi bilmesi
içindir." (Yusuf, 32) sözünün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğu kanaatine
varan kimse bu sözle bundan öncesi arasında irtibat kurmakta zorlanmaktadır.
Bu sözün Hz. Yusuf a ait olduğuna delâlet eden hiçbir delil yoktur. "[92]
Zemahşerî,
"Bu mana, bu sözün Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olduğuna delil olarak
yeter" demiştir. Benim için Ebu Hayyan'ın görüşü daha doğrudur.
Ayrıca
bu ifade Allah Tealâ'nın hainlerin hilelerini muvaffak kılmayacağını, bilakis
bunu iptal edip tesirini yok edeceğini herkesin bilmesi için Hz. Yusuf un böyle
hareket ettiğini de vurgulamaktadır.
Bu
söz, Hz. Yusuf (a.s.)'un sözü olunca sanki bu sözle, Vezirin hanımına kocasının
emanetine ihanet etme hususunda, ayrıca Vezire de bütün alâmetler hanımının
aleyhine olmasına rağmen hanımına yardımcı olması dolayısıyla Allah'ın
emanetine ihanet etmesi hususunda tariz yapılmaktadır.
[93]
Bu
ayetlerden şu noktalar çıkarılmaktadır:
1- Kralın Hz. Yusuf (a.s.)'a müracaatta bulunması. Hz. Yusuf (a.s.)'un
Mısır'da kralın etrafındaki kâhinler ve bilginlerden farklı bir ilim ve malûmat
üstünlüğüne sahip bulunduğuna delâlet etmektedir.
2- Salih amel ile birlikte ilim dünyevî ve uhrevî sıkıntılardan
kurtuluşun sebebidir. Allah Hz. Yusuf (a.s.)'u zindandan kurtardı ve O'nu
ahirette kendi nezdinde seçkin kıldığı muhsin kullarından kıldı.
3- Hakkı, doğruluğu ve suçsuzluğu ispat etmek için fırsatın değerlendirilmesinde
mahzur yoktur. Bu sebeple Hz. Yusuf (a.s.) kralın talebine icabet etmekte
acele etmemiş, bir müddet beklemiştir.
4- Sabır, ilim, izzet-i nefis, şerefi korumak peygamberlerin ahlâkının
temel esaslarındandır. Çünkü Hz. Yusuf (a.s.) sabra sarıldı ve suçsuzluğunu ve
iffetini ilân etmeye ve toplum içerisindeki şerefini korumaya gayret etti.
Buharî
ve Müslim'in Sa/ıiMerinde şu hadis-i şerif yer almaktadır: "Ben de Yusuf
un kaldığı kadar zindanda kalsaydım kralın davetlisine icabet ederdim."
Bir
rivayette "Allah Yusuf kardeşime rahmet eylesin. Yusuf sabırlı ve yumuşak
huylu idi. Ben onun zindanda kaldığı kadar zindanda kalsaydım, kralın
davetçisine icabet ederdim, özür aramazdım" buyurulmuştur.
İmam
Ahmed'in rivayetinde ise "Ben olsaydım derhal icabet ederdim. Özür
aramazdım" buyurulmuştur.
Taberî'nin
rivayetinde de "Allah Yusuf a rahmet eylesin. Ben zindanda olsaydım da
bana bir elçi gönderilseydi, süratle çıkardım. Yusuf yumuşak huylu ve teenni
sahibi bir kimse idi" şeklindedir.
5- Şer'an vacip olan, hemen kötülük ithamında bulunmamak ve ırzları
tenkit konusu yapmamaktadır. Zira Hz. Yusuf (a.s.) bizzat kralın kendisi hakkındaki
töhmeti tahkik etmesine kadar kadınları kötülükle itham etmekten uzak durdu.
Efendisi olan Vezirin hanımının iyiliğini takdir etti, kocasına vefakârlık
etmek, ona acımak ve bu olayı kapatmak gayesiyle hanımefendiyi kötü bir vasıfla
zikretmedi. Sözlerde iffet sahibi olmak gelecek zaman için daha yararlıdır.
6- Hakkı duyurma hususunda cesaret sahibi olmak, gerçekleri açıkça ortaya
koymak, masumlara insaflı davranılması ve müttakilerin tasdik edilmesi hususunda
tereddüt etmemek güzel hasletlerdendir.
Zira
Vezirin hanımı ziyafet esnasında misafir kadınların toplantısında Hz. Yusuf
(a.s.)'un masumiyetini ilân etmiş ve "Onu ben baştan çıkardım"
demişti. Bu gerçeği itirafını bu olaydan seneler sonra Hz. Yusuf (a.s.)'un
zindana atılmasından sonra da tekrar etti ve şöyle dedi: "Şimdi gerçek
ortaya çıktı. Onu baştan çıkaran bendim." Sonrada bu ifadeyi şu sözüyle
tekit etti: "Bunu, benim kendisine gıyabında ihanet etmediğimi bilmesi
için yaptım." Yani benim onun için yalan söylemediğimi ve onun bir yerde
kendisini kötü bir vasıfla zikretmediğimi ve bilakis doğru söylediğimi,
hiyanetten uzak durduğumu bilmesi için gerçeği ikrar ettim.
7- Sadık mümin Allah Tealâ'nın rızasını ve dininin izzet bulmasını bu varlık
alemindeki her şeye tercih eden kişidir.
Zira
Hz. Yusuf (a.s.) namahrem kadınlarla birlikte geçirdiği her sıkıntılı dönemde
dinine ve Rabbinin rızasına sarılmakta azami gayret gösterdi.
8- Hainlik ve tuzak kurmanın sonucu başarısızlık ve beklenen neticeleri
elde edememektir: "Şüphesiz Allah hainlerin tuzaklarını başarıya
vardırmaz." Yani şüphesiz Allah hainleri tuzaklarında doğru yola
ulaştırmaz, bilakis tuzaklarını iptal eder, hedefine ulaştırmaz, geçerli
kılmaz. Hilenin akibeti rezil-rüs-vay olmak ve başarısızlıktır.
[94]
53-
"Ben nefsimi temize çıkaramam.
Çünkü nefis -Rabbimin merhamet edip
koruduğu nefisler hariç- kötülüğü çok- ça emredendir. Doğrusu Rabbim,
bağış- layandır, merhamet edendir."
"Ben
nefsimi" günah işlememe ya da kötülük yapmama hususunda "temize
çıkaramam. Çünkü nefis" yapısı itibarıyla arzu, istek ve şehvetlere
yönelip "kötülüğü çokça emredendir.
"Rabbimin
merhamet edip koruduğu hariç" veya mana şöyledir: Rabbimin merhamet ettiği
vakit hariç. Ayetteki istisnanın munkatı' olduğu da söylenmiştir. Buna göre
mana ise "Ancak Rabbimin rahmet ve merhameti, kötülüğü uzaklaştırır"
şeklindedir
Tercih
edilen görüşe göre bu ayet, Vezirin Züleyha ya da Râîl adındaki hanımının
sözünü anlatmaktadır. Ayette Yusuf (a.s.) ve benzerlerinin nefisleri, genel
kuralın dışında tutulmuşlardır. Başka bir görüşe göre, ayette ifade edilen
Yusufun (a.s.) sözüdür. Buna göre mana şöyledir: "Ben, nefsimi kötülük yapmaktan
uzak görmüyorum...". Burada Yusuf (a.s.), maksadının kendisini temize
çıkarmak ve durumunu beğenmek değil, bilakis Allah'ın ihsan etmiş olduğu
kötülüklerden korunma ve muvaffakiyet nimetlerini gözler önüne sermek olduğuna
dikkati çekmiştir[95]
Bu
ayet, önceki ayetlerin devamı olup, Vezirin hanımının sözü bu ayetle
tamamlanmıştır
Ebû
Hayyân şöyle der: "Ayetlerin zahirî manasından, bu ayetin Vezirin
hanımının sözü olduğu anlaşılmaktadır. Bu söz, "Vezirin hanımı şöyle
dedi" kavlinin şümulü içindedir
Mana
şöyledir: 'Ben, gıyabında kendisine ihanet etmediğimi ve ona, uzak olduğu bir
iftirayı attığımı Yusuf bilsin diye doğruyu söyleyip, hakkı itiraf ediyorum'.
Sonra Vezir'in hanımı, nefisler şehevî arzulara yönelmiş ve kötülüğü emrederken
"ben nefsimi temize çıkaramam" diyerek diğer insanların peşinden
gittiği gibi şehevî arzulara uymamasının mazeretini bildirmiştir/
îbni
Kesîr de aynı görüşte olup, şöyle der: "Bu görüş, daha kuvvetlidir. Zira
ayetlerin siyakından bu sözün, kralın huzurundaki Vezirin hanımının sözü olduğu
anlaşılmaktadır. Bu esnada Yusuf (a.s.) yanlarında değildir. Bilakis kral,
Yusuf (a.s.)'ı daha sonra getirtmiştir."
[96]
Vezirin
hanımı şöyle dedi: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Maksadım hapishanedeyken
kendisine ihanet etmediğimi Yusuf un bilmesini sağlamaktı". Veya "Yusuf
ile kendisine hainlik etmediğimi ve çirkin bir davranışta bulunmadığımı
kocamın bilmesini istedim. Ben sadece Yusuf un olmak ya da onunla flört etmek
istedim. O ise bunu kabul etmeyip benden yüz çevirdi ve çareyi kaçmakta buldu.
Ben nefsimi günah ve hatâ işleme hususunda temize çıkaramam. Çünkü bütün
nefisler tabiatı itibarıyla şehevî arzuların, hevâ ve heveslerin peşinden
koşar. Ancak Yusuf ve benzerleri gibi Allah Tealâ'nın merhamet ettiği, kötü ve
çirkin şeyleri kendilerinden uzaklaştırdığı kimseler, bunun dışındadır. Fakat
ben, Allah'ın rahmetinden ümit kesmem. Muhakkak ki Rabbim, çok bağışlayan ve
kullarına merhamet edendir"
Bu
hususta tercih edilen diğer bir görüş de bu ayetin, Yusuf (a.s.)'un sözünü
aktarmakta olduğudur. Buna göre mana şöyledir: Maksadım gıyabında -bana
güvenip, ırz ve namusu için emîn iken- hanımına ihanet etmediğimi Vezirin
bilmesini sağlamaktı. İnsanî özelliklere sahip nefsimi kalbin vesveselerinden
temize çıkaramam. Doğrusu her nefis şehevî arzu ve isteklere meyyaldir. Ancak
Allah'ın günahlara dalmaktan koruduğu ve dosdoğru olmaya muvaffak kıldığı
nefis bundan müstesnadır ki bu da peygamberlerin nefsi ve sâlih kimselerin
yoludur. Doğrusu Rabbim, hatâ edenlerin günahlarını bağışlar ve onlara merhamet
eder. Tabîki bu, onların tevbeye koşmaları ve Allah'a yalvarmaları
neticesindedir. Böylece Allah, onları günahların izlerinden arındırır ve
nefislerini günah lekelerinden temizler[97]
Bu
ayet, nefislerin pek çoğunun bıkmadan usanmadan şehevî arzu ve isteklerin
peşinden koştuğunu göstermektedir. Öyle ki bu hal, nefisle cihad etme ve onu
daima gözetim altında tutmanın gerektiğine işaret etmektedir
Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurmuştur: Siz kendisine ikramda bulunur, yedi-rir ve
giydirirseniz sizi kötülüğe götüren yok eğer ona kötü davranır, giydirmez ve aç
bırakırsanız sizi hayra ulaştıran bir arkadaş hakkında ne dersiniz? Sahabe
"Yâ Rasulullah, bu yeryüzündeki en kötü dosttur" deyince Rasulullah
(s.a.) "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki o, sizin
nefislerinizdir" buyurmuştur
Ehl-i
Sünnet alimleri "Rabbimin merhamet edip, koruduğu nefisler hariç..."
ayetini şu hususa delil göstermişlerdir: Allah'a itaat ve iman, sadece Allah'ın
yardımıyla gerçekleşir ve nefis de ancak Allah'ın rahmet ve merhametiyle
kötülüklerinden uzak olur
Yine
bu ayet, Allah'ın lutfunun ve ihsanının ne kadar geniş olduğunu göstermektedir.
Kullar tevbe edip, güzel ve sâlih ameller işlerse Allah, onların günahlarını
bağışlar ve onlara merhametiyle muamele eder.
[98]
54-
Hükümdar: "Onu bana getirin, en yakın yardımcım yapayım", dedi. Onunla
konuşunca "Bugün senin, yanımızda önemli, bir yerin vardır"dedi.
55-
Yusuf "Beni Mısır'a idareci yap, çünkü ben, korumasını ve yönetmesini
bilirim" dedi.
56-Yusuf
u hapishaneden kurtardığımız gibi böylece Mısır'a yerleştirdik; istediği
yerde oturabilirdi. Rahmetimizi dünya ve ahirette tıpkı bu misalde olduğu gibi
istediğimize veririz; iyi davrananların ecrini zâyî etmeyiz.
57-
Ahiretteki ecri ise, inananlar ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için
dünyadaki ecrinden daha iyidir.
"Bugün
senin yanımızda önemli bir yerin var, dedi."
Kral,
Yusuf (a.s.)'a tac giydirdi, mührünü verdi ve Yusuf u (a.s.) vezirin yerine
geçirdi. Vezir makamından azledildi ve bir müddet sonra öldü. Kral, Yusuf
(a.s.)'u vezirin hanımıyla evlendirdi. İki çocukları oldu. Yusuf (a.s.)
Mısır'da adaletle hükmetti, halk da ona itaat etti.
"Dilediğimize
Rahmet ederiz..." Rahmetimizi dünya ve ahirette tıpkı bu misalde olduğu
gibi istediğimize veririz.
"İyi
davrananların ecrini zâyî etmeyiz..." Bilâkis ya hemen ya da daha sonra
onu veririz.
"Ahirette
ki ecri ise dünyadaki ecirden daha hayırlıdır..." "takvada bulunanlar"
Allah'a karşı gelmekten ve günah işlemekten sakınanlar için....
[99]
Yusuf
(a.s.)'un isteği üzerine kral, kadınlardan gerçeği öğrenip, Yusuf ‘un
suçsuzluğu ve iffeti ortaya çıkınca onun (a.s.) hapisten çıkarılmasını istedi.
Yusuf’u (a.s.) kendisine en yakın yardımcısı yaptı. Yusuf’dan (a.s.) rüyasının
yorumunu dinleyince hem Yusuf (a.s.) hem de bilgisi ve edebi hoşuna gitti.
Yusuf (a.s.)’a değer vererek onu önemli bir mevkiye getirdi. Her hususta ona
güvendi. Yönetim ve idareyi kendisine teslim ederek, ülkenin her yerinde bütün
siyasi ve ekonomik işlerde Yusuf (a.s.)’u tek yetkili kıldı.
[100]
Burada
Melik’ten maksat, tercih edilen görüşe göre Vezir değil Mısır kralıdır.
Çünkü Yusuf (a.s.), kendisini Mısır’a
yönetici yapmasını ondan istemiştir.
Ayrıca
Yusuf (a.s.), bundan önce Vezire ait bir köle iken şimdide kral (Rayyân bin
Velid) onu (a.s.) kendisine mahsus kılmıştır.
Ayetin
manası şöyledir: Kral şöyle dedi: “Onu hapishaneden çıkartıp bana getirin” O
artık benim hususi yardımcım, danışacağım ve güveneceğim bir kişidir. Kral ,
Yusuf (a.s.) ile konuşup, onu tanıyınca fazilet, bilgi, iffet ve güzel ahlakını
gördü ve Yusuf’a şöyle dedi: “Sen artık bundan sonra katımızda yüksek bir mevki
ve izzet sahibisin. Devlet yönetiminde
sana her hususta güvenilecektir. Ülkenin bütün işlerinde seni tam yetki sahibi
kılıyorum”.
Rivayet
edildiğine göre, Yusuf (a.s.), hapisten çıkınca gusül abdesti alıp, temizlendi.
Yeni elbiseler giydi. Kralın huzuruna girince “Allah’ım! Sen’den bu durumun
hayırlı olmasını istiyorum. Kötülük ve şerrinden izzet ve kudretine sığınırım”
diye dua etti ve arapça selâm verdi.
Kral
“Bu konuştuğun dil nedir?” diye sorunca Yusuf (a.s.), “Amcam İsmail’in dilidir”
dedi. Bu sefer de krala İbranice olarak
dua etti. Kral “Bu lisan da nedir?” deyince Yusuf (a.s.), “Atalarımın dilidir”
diye cevap verdi.
İbrahim
(a.s.), çocukları ve torunları Kahtani Araplarındandı. Mısır kralları ise
çobanlar (Heksus) diye adlandırılan Araplardan idiler.
Yusuf
(a.s.), şöyle dedi: Ey kral hazretleri! Beni, yurdunun hazinelerinin başına
getir”. Hazinelerden maksat, elde edilenmahsullerin depolandığı ambarlar olup,
bunlar Yusuf (a.s.)’ın haber verdiği kıtlık yıllarını karşılamak için ürünlerin
toplandığı yerlerdi.
Yusuf
(a.s.), şöyle devam eder: “Beni, bu
depolara yönetici yap. Onları gözeteyim. Verimli ve kurak geçen yıllar
arasındaki ekonomik dengeyi kurabilmek için ekonomiyi yöneteyim. Gördüğüm
rüyaya göre halkını tehdit edecek olan açlıktan ülkeyi kurtarayım. Çünkü ben,
korumasını ve yönetmesini bilirim, güvenilir bir koruyucuyum. Üzerime aldığım
işte bilgi ve basiret sahibiyim”
Bu
ayet, ekonomik plan ve düzenlemenin ehemmiyetine ve mali kaynaklarla harcamalar arasındaki bütçe dengesinin kurulmasının önemine işaret etmektedir.
Kral,
Yusuf (a.s.)’un isteğini yerine getirdi ve onu (a.s.) maliye ve ekonomik
işlerden sorumlu bakan yaptı. Devlet idaresinde tam yetkili kıldı. Çünkü Yusuf
(a.s.)’taki akli olgunluğu, mahareti, siyasi gücü ve kanunları tatbik etme
kudretini sezmişti.
"Böylece
Yusuf u yerleştirdik..." Biz, Yusuf a nimetlerimizi, kralın kalbini ona
ısındırarak ve onu hapishaneden kurtararak ihsan ettiğimiz gibi aynı şekilde
onu Mısır'a yerleştirdik. Ona istediklerini yapabilme gücünü verdik. Mısır'da
makam ve mevki sahibi yaptık. Köle iken, nufûz ve güç sahibi olan, emirler
veren, yasaklar koyan bir idareci haline geldi. Önceleri başkasına uyarken daha
sonra kendisine tabî olunan, hürriyetten yoksun bir mahpus iken özgürlüğüne
kavuşan bir insan oldu. Bütün bunlar, sahip olduğu sabır, Allah Tealâ'ya
itaat, iffet, ahlâk ve hikmetli bir akıl gibi özellikleri sebebiyle gerçekleşmişti.
Zira o (a.s.), kardeşlerinin eziyetlerine sabretti. Vezir'in hanımı yüzünden
hapse girmek zorunda kaldı. Kötü ve çirkin şeylerden kaçındı. Allah da ona (a.s.)
zafer ve desteğini nasîb etti. Böylece Yusuf (a.s.), kendisini Mısır'dan satın
alan ve onu (a.s.) arzulayan kadının kocası eski efendisi Vezirin makamına
geçmiş oldu.
Mücâhid,
Yusuf (a.s.)'un irşadıyla Kralın müslüman olduğunu söyler.
Rabbi
Yusuf (a.s.)'u terk etmedi. Ona (a.s.) merhametiyle muamele etti ve korudu.
Allah Tealâ sadece dilediklerine merhamet eder. O'nun rahmeti her şeyi
kaplamıştır. İdarecilik, zenginlik ve sıhhat gibi nimetleri, dilediği kullarına
nasip eder.
"Rahmetimizi..."
sözü "ihsanımızı" demektir. Çünkü "rahmet", "nimet ve
ihsan" manalarınadır.
"İyi
davranıp, sâlih amel işleyenlerin ecrini zayi etmeyiz." Onlara dünyada
saadet, izzet ve şerefi, ahirette de ebedî olarak cennette kalma nimetini ihsan
ederiz.
"Ahiretteki
ecri ise" Muhakkak ki cennetteki nimetleri elde etmek demek olan ahiret
ecri, Allah'dan korkan müminler için, dünya ve dünyadaki şeref, hâkimiyet,
makam, mülkiyet, mal ve zînet gibi nimetlerden daha hayırlı, daha muazzam ve
daha çoktur.
Böylece
Allah Tealâ, ahiret yurdunda peygamberi Yusuf (a.s.) için hazırladığı
nimetlerin, dünyada ona (a.s.) verdiği yetki ve nüfuzdan daha büyük, daha çok
ve daha kıymetli olduğunu bildirmiştir.
Allah
Tealâ, Süleyman (a.s.) hakkında da şöyle buyurmuştur: "İşte Bizim
bağışımız budur, ister ver, ister tut, hesapsızdır' dedik. Doğrusu onun
katımızda yakınlığı ve güzel bir yeri vardır". (Sâd, 38/39-40).
Allah'ın,
dünya ve ahiret saadetini beraber nasîbettiği kimselere ise, Allah'ın fazl-ı
keremi daha çok, ihsanı eksiksizdir. Çünkü bu kimseler, Allah'a itaat etme
görevlerini ve günahtan kaçınma vazifelerini yerine getirmişlerdir. İşte bu,
Allah'ın dilediklerine verdiği fazl-ı keremidir.[101]
Bu
ayetler, bize şu hususlarda yol göstermektedir.
1- Karşılıklı konuşma; tanışmaya, insanın değerini ve bilgisini anlamaya
2- Bilgi, ahlâk, edeb ve güzel idarecilik gibi yüce değerler, kişiyi
yüksek makama ve yüce mevkilere eriştirir.
3- Eğer meşhur olmayan, bilinmeyen bir kişi ise, kendisine, dinine ve bilgisine
güveniyor ve istenilene ehil olduğunu biliyorsa bu durumda idareciliği istemek
ve kişinin bu işe hazır olduğunu ortaya koyması caizdir.
Buharî
ve Müslim de geçen Rasulullah (s.a.)'ın Abdurrahmân bin Semura (r.a.)'ya
"İdareciliği isteme" buyurduğu hadiste, idareciliğin istenmesi yasaklanmıştır.
"Kendinizi temize çıkarmayın" (Necm: 53/32) ayetinde de kişinin
kendini övmesi nehyedilmiştir.
Ancak
hadiste, zayıflığı ve acizliği ya da kişisel arzuları sebebiyle gerektiği gibi
yöneticilik yapabilme hususunda kendisine güvenmeyenlerin idareciliği
istemeleri yasaklanmıştır. Ayette ise temiz olmadığı bilindiği halde nefsi temize
çıkarmak nehyedilmiştir. Her iki sakıncalı hal de Yusuf (a.s.) ve diğer peygamberler
için söz konusu değildir. Bir peygamberin imkân nisbetinde ümmetinin
maslahatlarını gözetmesi gerekir. Çünkü faydalı olanı, hak edenlere ulaştırmak
ve zararı onlardan uzaklaştırmak aklen güzel bir iştir.
Yusuf
(a.s.), adalet, ıslâh ve hakları ihtiyaç sahiplerine ulaştırma konusunda
hiçkimsenin kendisinin yerini tutamayacağını bildi. Dolayısıyla bu işi
üstlenmesinin zorunlu olduğu kanaatine vardı. Yusuf (a.s.) kendisini tanımayanlara
"Ben, korumasını ve yönetmesini bilirim" demiştir. Bundan maksadı
kendisini tanıtmaktır.
4- Fazilet sahibi bir kimsenin fâcir bir kimse ya da kâfir bir yönetici
için çalışması, hakkı kaim kılmak ve insanları yönetmek için bunlarla dayanışma
içinde olmaktan başka hiçbir yolun bulunmadığını bilmesi durumunda mubahtır.
Böyle bir kimse yaptıklarında elçi gibi olup âmirine karşı çıkmaz, ancak
emirlerden gücü yetenleri ıslah eder. Fakat fâcirin arzu ve istekleri doğrultusunda
çalışmak zorunda kalırsa bu durumda çalışması caiz değildir.
Eğer
yönetici zâlim ise âlimler, bu hususta iki görüş ileri sürmüşlerdir.
Birinci
görüş: Eğer üzerine aldığı işte hakkı gözeterek çalışabiliyorsa zâlim için
çalışmaya devam etmek caizdir. Zira Yusuf (a.s.) kral tarafından idareci
olarak atanmıştı. Çünkü bu durumda başkasının değil, idareci olarak tayin
edilen kimsenin yaptıkları göz önüne alınır.
ikinci
görüş: Zâlimin emri altında çalışmak caiz değildir. Çünkü böylece zâlimin
zulmüne yardım edilmiş zâlim temize çıkarılmış ve üstlenilen işleriyle,
desteklenmiş olur. Yusuf (a.s.)'un kralı ise sâlih bir kimseydi.
Mücâhid
şöyle der: "Kral, Yusuf (a.s.)sayesinde müslüman oldu. Zâlim olan ise Musa
(a.s.) zamanındaki Firavun'dur. Yusuf (a.s.), milletin ve ülkenin
maslahatlarını ve kralın mülkünü, kendi bakıyor ve idare ediyordu dolayısıyla
zalim'in emrine ittiba etmekden uzakdı."
5- Kişi, maişetini kazanmak ve benzeri zaruretler sebebiyle kendisinde
var olan bilgi ve fazilet gibi özellikleri söyleyebilir.
6- "İyi davrananların, ecrini zâyî etmeyiz" sözü, Allah
Tealâ'nm Yusuf (a.s.)'un iyi davranan, sâlih amel işleyen muhsinlerden olduğuna
şahid olduğunu ifade etmek içindir.
7- Allah'ın rahmeti, fazl-ı keremi ve ihsanı; sabrı ve takvası sebebiyle
Yusuf (a.s.)'u kuşatmıştır. Allah Tealâ onun (a.s.) kuyuda, köleliği esnasında,
hapishanede, kardeşlerinin eziyetlerine karşı ve Vezirin hanımı çağırdığında
Allah'ın haramına sabretmesi sebebiyle onu heba etmemiş, yardımsız bırakmamıştır.
8- Ahiret sevabı ve Allah'ın oradaki ihsanı, muttaki müminler için, dünya
nimetlerinden daha mükemmel, daha muazzam ve daha çoktur. Çünkü ahiret ecri
devamlı, dünyanın ecri ise bir süre içindir.
"Ahiret
ecri ise" kavlinin zahirinden ayetin bütün Allah'dan korkan müminler
hakkında genel olduğu anlaşılır. Bununla beraber bu ayet, özellikle Allah'ın
Yusuf (a.s.)'a olan fazl-ı keremini ve ihsanını göstermektedir. Zira Allah'ın
ahirette Yusuf a (a.s.) vereceği nimetler, dünyada ihsan ettiği idarecilik,
hakimiyet, makam ve yücelik nimetlerinden daha hayırlı ve efdaldır.
Bu
ayet özellikle Yusuf (a.s.)'ın Allah'dan korkan bir mümin olduğunu göstermek
içindir ve bu Allah (c.c.) tarafından açık bir beyandır.
Özetle:
Ayetler, Allah Tealâ'nın Yusuf (a.s.) hakkındaki iki şehadetini ihtiva
etmektedir:
1- Yusuf (a.s.), iyi davranan muhsinlerdendir.
2- Allah'dan korkan bir mümindir.
Başka
bir ayet olan "Doğrusu o, bizim çok samimi kullarımızdandır" kavli de
Yusuf (a.s.)'un samimi bir kul olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Allah
Tealâ, Yusuf (a.s.) için üç defa şehadette bulunmuştur. Yusuf (a.s.),
muttakîdir, muhsindir ve samimi bir kuldur. Allah Tealâ, ilâhî takdire karşı
sabretmesi Allah'a boyun eğmesi, takvası, samimiyetle amel etmesi ve nefsini
kin ve nefretten arındırması sebebiyle Yusuf (a.s.) hakkında şehadette
bulunmuştur.
[102]
58-
Yusuf un kardeşleri gelip huzuruna girdiler. Onlar onu tanımadıkları halde o,
onları tanıdı.
59- Erzaklarını tam olarak hazırladığında şöyle
dedi: "Babanızdan olan kardeşinizi (Bünyamin'i), doğru söylediğinizi
bilmem için bana getirin. Sizlere ölçüyü noksansız olarak tam tuttuğumu ve
benim misafir ağırlayanların en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?'
60-
"Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir erzak alamazsınız
ve bana da artık yaklaşmayın."
61-
Kardeşleri "Babasını ikna etmeye çalışacağız ve her halde bunu
yaparız" dediler.
62-
Yusuf, erzakları ölçen adamlarına "Karşılık olarak getirdikleri gümüş dirhemleri
(erzak bedellerini) de yüklerine koyun. Belki ailelerinin yanına dönüp,
yüklerini açınca bunu anlarlar da bir daha dönerler" dedi.
"Kendisini
tanımadıkları halde o, onları tanıdı". Burada "tanıdı" ile
"tanımadı" kelimeleri arasında tezat sanatı vardır.
[103]
"Yusuf
un kardeşleri gelip..." Bünyamin dışındaki Yusuf (a.s.)'un onbir kardeşi
gelip "huzuruna girdiler." Onlar, Mısır Vezirinin para karşılığında
erzak verdiğini duymuşlardı. Dolayısıyla ailelerine nzık elde etmek için
gelmişlerdi.
"Onlar
onu tanımadığı halde..." Onlar, geçen uzun zaman sebebiyle ve öldüğünü
zannettiklerinden Yusufu tanımadılar, ama "o onları tanıdı." Yusuf,
onların kardeşleri olduğunu anladı. Bilmek ve bir şeyi tanımak, onun sonuçlarını
düşünmek demektir.
"Erzaklarını
hazırlayınca..." Almak için geldikleri buğdayı tam olarak hazırladığında...
"Cehaz" geldikleri Yol hazırlığı, yolculuk için gerekli olan eşya ve
gelin çeyizi demektir.
"Babanızdan
olan kardeşinizi..." Baba bir kardeşiniz Bünyamin'i "doğru
söylediğinizi bilmem için bana getirin" dedi.
"Ölçüyü
noksansız tam tuttuğumu ve benim misafir ağırlayanların da en hayırlısı
olduğumu görmüyor musunuz?" Yusuf (a.s.), onları iyi ağırlamış yedirmiş
ve içirmişti. Böylelikle onların kendisine güvenmelerini sağladı Tüm bunlara
rağmen bana Bünyamin'i getirmeyecek olursanız...
"Eğer
onu bana getirmezseniz... bana da yaklaşmayın." Mana şöyledir:
"Erzaktan men edilir ve bana yaklaşamazsınız... yani, bana artık
yaklaşmayın ve ülkeme girmeyin".
"Babasını
ikna etmeye çalışacağız" Onu babasından istemeye gayret edip, bu isteğin
gerçekleşmesi için yumuşaklıkla babamızın gönlünü almaya çalışacağız.
"Ve
herhalde bunu yaparız ve umursamazlık göstermeyiz "dediler."
"Yusuf adamlarına" yiyecek için "getirdikleri gümüş
dirhemleri" Yusuf (a.s.) bunu, biraz daha rahat etmelerini sağlamak,
onlara iyilik etmek ve erzak parasını onlardan almamak için yaptı,
"yüklerine... koyun. Belki...yüklerini açınca" onun geri verilme
hikmetini anlarlar da onun geri verilme hikmetini anlarlar da'geri
dönerler." Umulur ki paranın kendilerine geri verildiğini bilmeleri,
onları tekrar geri dönmeye sevkeder "dedi."
Kardeşlerin
İlk Karşılaşması:
İbn
Abbas (r.) ve diğer alimler[104]
şöyle der: "İnsanlar kıtlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalıp, bu durum
Ken'an topraklarını da etkileyince Yakub (a.s.), erzak almaları için
çocuklarını gönderdi. Yusuf (a.s.)'un yumuşaklığı, iyiliği, merhameti ve
adaleti sebebiyle ünü, bütün âleme yayılmıştı. O (a.s.), insanların o
sıkıntılı günlerinde satış sırasında bizzat kendisi bulunur ve kişi başına,
yiyecek verirdi. Herkesin hakkı bir vesk
[105] idi".
Suddî,
Muhammed bin İshâk ve diğer müfessirler şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın
kardeşleri, Mısır'a şu sebeple gelmişlerdi: Yusuf (a.s.), Mısır'da vezîr olmuş,
verimli yedi yıl geçmiş, arkasından kurak ve sıkıntılı yedi yıl gelmişti.
Kıtlık Mısır'ın tamamını kaplamış, Yakub (a.s.) ile çocuklarının yaşadığı
Kenan iline de ulaşmıştı. İşte bu sırada Yusuf (a.s.), insanların mahsûllerini
ihtiyatlı kullanmalarını sağladı. Mahsûllerin tamamını güzelce bir araya
getirdi. Böylece muazzam bir yekûn oluştu ve çeşitli hediyeler geldi. Diğer ülke
ve memleketlerden insanlar gelerek kendileri ve aileleri için erzak ve yiyecek
temin ettiler. Bir kişiye senelik bir deve yükünden fazlası verilmiyordu. Yusuf
(a.s.), kendisini bile doyurmuyordu. Yusuf (a.s.) da kral da askerler de,
insanlar yedi sene boyunca ellerindekilerle yetinebilsinler diye sadece öğlen
bir öğün yiyorlardı. Yusuf (a.s.), Mısır halkına Allah Tealâ'nın bir rahmetiydi."[106]
Bu
konuda, bunun dışındaki rivayetler, İsrâiliyyâttır.
[107]
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri, bugünkü Filistin topraklan olan Kenan ilinden, buğday
satın almak için Mısır'a geldiler. Çünkü kıtlık, Şam bölgesini ve Mısır'ı kasıp
kavuruyordu. Kardeşleri, Mısır Vezirinin parayla yiyecek ve erzak verdiğini
duymuşlardı.
Yusuf
(a.s.)'ın yüce makamına girdiklerinde Yusuf (a.s.), bakarbakmaz onları tanıdı.
Çünkü büyük insanların yüz hatları fazlaca değişmez. Onlar ise Yusuf (a.s.)'ı
tanımadılar. Çünkü Yusuf (a.s.)'dan ayrılıp onu kervana sattıklarında o
küçüktü. Küçük yaştakilerin yaşları ilerledikçe yüz hatları daha çok
değişmektedir. Ayrıca onlar, Yusuf (a.s.)'ın öldüğünü zannediyorlardı. Onun bu
duruma geleceği akıllarından bile geçmezdi. Bir de uzun zaman geçmesi sebebiyle
onu unutmuşlardı.
Süddî'nin
de bildirdiği gibi Yusuf (a.s.), onlarla konuşmaya başladı ve sanki onları
tanımıyormuş gibi "Sizi buraya getiren sebep nedir?" diye sordu.
-
Ey Azîz! Biz erzak ve yiyecek temin etmek için geldik.
-
Belki de siz casussunuz!
-
Allah korusun!
-
Siz neredensiniz
- Biz, Kenan diyarındanız ve babamız da
Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.)'dır
-
Onun sizden başka çocuğu var mı
- Evet, biz on iki kardeştik. En küçüğümüz
kırda telef oldu. Babamız en çok onu severdi. Geriye onun kardeşi kaldı. Babası
da onu kendisiyle teselli bulmak için hiç dışarı çıkarmaz
Yusuf
(a.s.) kardeşlerini casuslukla suçlaması uzak bir ihtimaldir. Çünkü o onların
bu suçlamadan uzak olduklarını biliyordu. Her durumda bu, doğruluğu
tartışılabilen bir sorudur
Yusuf
(a.s.), erzaklarını tam olarak ölçerek, buğday yüklerini taşıtıp, hazırlatınca
-ki bu yük, on deve yüküydü, Yusuf (a.s.), babası ve kardeşi için de iki deve
yükü daha ilâve etmişti şöyle dedi: "Bir dahaki sefere baba ile kardeşiniz
Bünyamin'i bana getirin. İstediğiniz erzakı eksiksiz tam olarak ölçtüğümü,
kardeşiniz için bir başka deve yükü daha verdiğimi ve benim misafir ağırlayanların
en hayırlısı olduğumu görmüyor musunuz?" Yusuf (a.s.), bu sözlerle, onları
tekrar gelmelerine teşvik etmek istiyordu. Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyaminin
durumunu sorma sebebi şuydu: Kardeşleri, yaşlı bir babaları ve babalarına
hizmet etmek için geride kalan bir kardeşlerinin olduğunu ve onlar için de bir
miktar yiyecek temin etmek zorunda olduklarını söylemişlerdi. Yusuf (a.s.) o
ikisi için de iki deve yükü yiyecek hazırlattı ve şöyle dedi: "Bu durum
göstermektedir ki babanız kardeşinizi sizden daha çok seviyor. Onu bana
getirin de bir göreyim".
Sonra
da "Eğer ikinci gelişinizde onu getirmezseniz bundan böyle benden hiçbir
erzak alamazsınız ve ülkeme giremezsiniz" diyerek onları korkuttu
"Kardeşleri:
Onu babasından istemek için gayret göstereceğiz ve yumuşaklıkla onu iknâya
çalışacağız. Çare yok, bunu mutlaka yaparız. Söylediklerimizin doğru olduğunu
anlaman için bütün imkânlarımızla onu sana getirmeye çalışacağız,
dediler."
Yusuf
(a.s.) adamlarına şöyle dedi: "Yiyecek ve erzak satın aldıkları parayı,
onlara hissettirmeden eşyalarının arasına koyun.
"Belki
bu bedelin geri verilmesinin ve bu şekildeki ikramımızın değerini bilirler de
ailelerinin yanma varıp, yüklerini açtıktan sonra tekrar bize dönerler.
[108]
Bu
ayetlerden anlaşılan hususlar şunlardır
1- Uzun zamanın geçmiş olması sebebiyle, özellikle de değişmenin fazla olduğu
durumlarda bir kardeş, diğer kardeşini tanımayabilir. Zira bu hallerde zihnin
böyle bir kimseyi hayalinde canlandırabilme ihtimali oldukça zayıftır
2- Hedefleri gerçekleştirebilmek için teşvik ve korkutma metotlarının her
ikisi birden beraberce kullanılabilir. Yusuf (a.s.) da kardeşi Bünyamin'in getirilmesi
için bu iki metodu birlikte kullanmıştır. Yusuf (a.s.) "Sizlere ölçüyü noksansız
olarak, tam tuttuğumu ve benim misafir ağırlayanların en hayırlısı olduğumu
görmüyor musunuz?" diyerek kardeşlerini teşvik etmiş ve "Eğer onu bana getirmezseniz bundan
böyle benden hiçbir erzak alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da"
sözüyle onları korkutmuştur. Zira kardeşlerinin yiyecek temin etmeye aşırı
derecede ihtiyaçları vardı ve bunu Yusuf (a.s.)'dan başkasından alma imkânları
da yoktu. İşte Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerine, kendisine gelmelerini yasaklaması,
korkutma ve sakındırmanın en etkili şekli oldu
3- Müfessirlerin pek çoğu, Yusuf (a.s.)'m kardeşlerinin, karşılık olarak
getirdikleri paranın tekrar yükleri arasına konulduğunu bilmedikleri hususunda
ittifak etmişlerdir
4- Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin yiyecek karşılığı getirdikleri paranın
eşyaları arasına konulmasını emretme sebebi, tekrar kendisine geri dönmelerini
teşvik etmektir. Onlar, Yusuf (a.s.)'ın cömertliği sayesinde paralarının geri
verildiğini anlayınca onunla alış veriş yapmaya aşırı istek duyacaklardı
5- Yusuf (a.s.), kardeşi Bünyamin'i istemesi sebebiyle babasının (a.s.)
üzülmesini caiz görmüştür. Zira belki de sevabını daha da arttırmak için Yakup
(a.s.)'ı imtihan etmek maksadıyla bunu Allah Tealâ emretmiş, Yusuf (a.s.) da bu
emre uymuş olabilir. Kurtubî'nin de zikrettiği gibi kuvvetli olan görüş budur,
bundan başka muhtemelen Yusuf (a.s.), babasını kendi durumundan haberdar etmek
veya iki çocuğunun dönmesi sebebiyle babasını daha da fazla sevindirmek ya da
ona sevgisi sebebiyle kardeşlerinden önce Bünyamin ile beraber olarak onu
üstün tutmak için böyle davranmış olabilir[109]
63-
Babalarına döndüklerinde, "Ey babamız! Bize ölçek yasak edildi, kardeşimizi
bizimle beraber gönder de ihtiyacımız olan yiyeceği ölçüp alalım. Onu elbette
koruruz" dediler
64-
"Yakup onlara "Daha önce kardeşinizi size emânet ettiğim gibi, şimdi
onu emânet eder miyim? Ama Allah, en iyi koruyandır, O merhametlilerin merhametlisidir"
dedi.
65-
Yüklerini açınca karşılık olarak götürdüklerinin (dirhemlerini) kendilerine
geri verilmiş olduğunu gördüler. "Ey babamız! Daha
ne isteriz; işte viaiLa.rvm.vz. da bize iade edilmiş;
ailemize onunla yine yiyecek getirir, kardeşimizi de gidiş ve dönüşteki
tehlikeli yerlerden korur ve kardeşimiz için de bir deve yükü artırmış oluruz;
esasen bu az bir şeydir" dediler.
66-
Babaları "Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dâir Allah'a
karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim" dedi. Söz verdiklerinde
"Sözümüze Allah vekildir" dedi.
"Bize
ölçek yasak edildi..." Eğer kardeşimiz Bünyamin'i göndermezsen bundan
sonra bize yiyecek yasak edildi.
"Onu
elbette koruruz" onun başına kötü bir şey gelmesine mutlaka mani oluruz,
"dediler."
"Yakub,
onlara" şöyle "dedi: Daha önce kardeşi Yusuf u size emanet ettiğim
gibi, şimdi onu emanet eder miyim?' Siz o zaman da Onu elbette koruruz demiştiniz
de sonradan yaptığınızı yapmıştınız.
"O,
merhametlilerin en merhametlisidir." Beni koruyarak merhamet etme-cini vp
hana iki musibeti birden tattırmamasını dilerim.
"İşte
mallarımız da bize iade edilmiş" kavli yeni bir cümle olup, "Daha ne
isteriz" kavlini açıklamaktadır. Mana şöyledir: "Kralın ikramından,
daha neyi isteriz?". Kardeşleri babalarına Yusuf (a.s.)'ın yaptığı ikramı
ve ihsanı anlatmışlardı.
"Ailemize
yine yiyecek getiririz..." İşte mallarımız da bize iade edilmiş, onlarla
kralın yanına tekrar dönerek ailemize yiyecek getiririz kardeşlerimizi de gidiş
ve dönüşteki tehlikeli yerlerden korur ve kardeşimiz için de bir deve yükü
artırmış oluruz.
"Esasen
bu," cömertliğinden dolayı kral için "az bir şeydir" veya
elindeki mahsulün çokluğu sebebiyle zor olmayan, kolay bir şeydir.
"Hepiniz
helak olmadıkça" Ölerek veya mağlûb olarak hepiniz helak olup da, onu
getirememeniz dışında. Buradaki istisna, bütün her tür ve durumdan istisna
edilmiştir. Takdiri şöyledir: Hepinizin helak olması dışında her durumda
"onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz
vermezseniz... göndermeyeceğim, dedi."
Bu
hususta babalarına "söz verdiklerinde..." Sağlam bir söz isteme ve bunun
yerine getirilmesi hususunda söylediklerimize "Sözümüze Allah
vekildir" "Allah şahittir, gözeticidir ve bilmektedir, "dedi."
[110]
Bu
ayetler, önceki ayetlerle sıkı bir irtibat halindedir. Allah Tealâ, Yusuf
(a.s.) kardeşlerinden, kardeşi Bünyamin'i getirmeleri talebini zikrettikten sonra
burada da kardeşlerin Yusuf un isteğini yerine getirmek için babalarıyla görüşmelerini
ve babalarının, oğullarının Yusuf (a.s.) huzur içinde yemek, içmek ve oynamak
maksadıyla çöle götürmek için plan hazırladıklarında ifade ettiği eski korkusu
gibi şimdi de Bünyamin için aynı endişelerini dile getirdiğini beyan etmiştir.
[111]
Yakup
(a.s.) oğullan, babalarının yanına dönünce ona şöyle dediler: "Eğer
bizimle kardeşimiz Bünyamin'i göndermezsen Mısır Veziri bize bundan sonra
yiyecek ve erzakı yasakladı. Eğer onu göndermezsen yiyecek alamıyacağız. Onu
bizimle beraber gönder de sayımız kadar yiyecek alalım. Muhakkak ki biz
giderken ve dönerken tüm kötülüklerden onu koruruz. Onun için endişelenme,
Bünyamin sana mutlaka dönecektir".
Yakup
(a.s.) şöyle dedi: "Daha önce kardeşinize yaptıklarınızı şimdi ona mı
yapacaksınız? Onu benden uzaklaştıracaksınız ve bir daha onu göremiyeceğim. Siz
Yusuf u acizliğinizden dolayı kaybettiniz. Nasıl olur da kardeşini size emânet
ederim?" Ama Allah, en iyi koruyandır. Dolayısıyla O, bana merhamet
edenlerin en merhametlisidir. Yaşlılığımda, zayıflığımda ve çocuğuma olan sevgimde
bana merhamet edecektir. Allah'dan beni koruyarak bana rahmet etmesini,
çocuğumu bana geri döndürmesini ve bizi bir araya getirmesini dilerim.
Zira
O, merhametlilerin en merhametlisidir".
Bu
sözler, Yakup (a.s.)'m Bünyamin'i kardeşleriyle göndermeye razı olduğunu
göstermektedir. Zira nafakaya son derece ihtiyaçları vardı. Bir de Yakup
(a.s.), Yusuf (a.s.)'ın aksine, kardeşleriyle Bünyamin arasında haset ve kin olduğunu
gösteren emarelerin olmadığını mülahaza etmişti.
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri yüklerini ve yiyecek kaplarını açınca yiyecek için
verdikleri bedellerin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüler. Zira Yusuf
(a.s.), adamlarına bunları kardeşlerinin yükleri arasına koymalarını
emretmişti.
Bu
yükleri içinde verdikleri bedelleri bulunca şöyle dediler: "Ey Babamız!
Biz sana da anlatmıştık ya.. Kralın bize bu ikram ve ihsanından daha fazla ne
istiyoruz. İşte bak dirhemlerimiz de bize geri verilmiş. Eğer kardeşimizi de
gö-türürsek onun gitmesiyle bir deve yükü daha fazla yiyecek alırız". Bu
mana "mâ nebgî" kavlindeki "mâ" nın soru edatı kabul
edilmesine göredir. Eğer "mâ" nefiy edatı kabul edilirse mâna
şöyledir: "Başka bir şey istemeyiz. İşte dirhemlerimiz de bize geri
verilmiş. Bu miktar, bundan sonraki yiyecekler için yeterlidir. Sonra erzak ve
diğer ihtiyaçlarımızın temini için şöyle şöyle yaparız. Eğer biz, ikinci sefer
kardeşimizle beraber gidersek, sen onu bizimle gönderirsen ailemize Mısır'dan
yiyecek ve erzak getiririz."
Biz,
kardeşimiz Bünyamin'i gözetir, koruruz. Onun için sakın endişelenme. Onun
yüzünden bir deve yükü fazla yiyecek alırız. Çünkü Mısır Veziri, tedbirli
davranarak herkese ne eksik, ne fazla sadece bir deve yükü veriyor. Bu fazla
yük, kardeşimizin alıkonulması karşılığında bu merhametli, cömert adam için az
bir şeydir, ya da zorluğu olmayan kolay bir iştir.
Yusuf
(a.s.)'ın geçmişini hatırlayan Yakub (a.s.) şöyle dedi: "Bana hangi halde
olursanız olun onu geri getireceğinize dair yemin ile kuvvetlendirilmiş bir söz
vermedikçe Bünyamin'i sizinle göndermeyeceğim. Ancak helak olmanız, ölmeniz ya
da mağlûb olup hepinizin perişan olması müstesnadır. Zaten bu durumda onu
kurtarmaya gücünüz de yetmez." Bilinmelidir ki yemin ile kuvvetlendirilen
söze yemin denir. Eğer verilen söz, yemin etmeksizin korunması için daha fazla
gayret ve vefayı gerektirecek şekilde kuvvetlendirilir ve sağlamlaş-tınlırsa
buna da mîsâk denir.
Çocukları,
babaları Hz. Yakub'a (a.s.) yemin ile sağlamlaştırılan sözü verince Yakub
(a.s.) şöyle dedi: "Allah, bütün söylediklerimize şahittir, hepsini
murakabe etmekte ve korumakta olup, tamamına muttalidir. İşlerimi Allah'a
havale ediyorum". Yakub (a.s.), Bünyamin'in gitmesine, ihtiyaç duydukları
erzak sebebiyle mecburiyyetten razı olmuştu.
[112]
Ayetler
şu hususlara işaret etmektedir:
1- Yakup (a.s.)'m çocuklarının, babalarına bildirdikleri, kardeşlerini
onlarla yollayana kadar erzakın yasaklandığ haberi doğruydu. Zira, bunu Mısır
Vezirine vaadetmişlerdi.
2- Yakup (a.s.)'ın oğulları, kardeşleri Bünyamin'i koruyacakrına dair
sağlam bir söz verdiler. Sanki onlar, Yusuf (a.s.)'ın trajedisinin tekrarını
istemediler. Zira Bünyamin'in aksine, Yusuf (a.s.)'a karşı içlerinde kin ve
nefret taşıyorlardı.
3- Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri çokça kazanıp, kâr etmeyi istiyorlardı.
Bir
dahaki sefere Mısır'dan para ödemeden yicek getirme hususunda aşırılığa
düştüler.
4- Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerine yapmış olduğu ikram ve yiyeceklerin
parasını geri vermesi, onların kardeşleri Bünyamin'i de yanlarına alarak
tekrar kendisine gelmelerine kuvvetli ve teşvik edici bir faktör oldu.
5- Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.), çocuklarıyla konuşurken Allah'ın korumasından
ve rahmetinden emindi. Allah, en güzel koruyandır, vekildir. O, kullarına
karşı, özellikle de Yakub (a.s.) gibi zayıflara ve yaşlılara karşı merhametlilerin
en merhametlisidir. Allah'ın onu koruması, sizin korumanızdan çok daha
hayırlıdır.
6- Yakup (a.s.), bu sefer çocuklarına, Yusuf (a.s.)'ın gitmesine izin
verdiği seferden daha çok diretti. Zira o zorlu tecrübeyi ve akabindeki
şiddetli üzüntü ve acıyı yaşamıştı. Onlardan kahredici bir mazeret ve helak
olmaları dışında Bünyamin'i getireceklerine dair yemin ile sağlamlaştırılmış
bir ahit istedi.
Mücâhid
bu hususta şöyle der: "Helak olmanız ya da ölmeniz dışında..."
"Şimdi
onu emânet eder miyim?.." kavli, Yakup (a.s.)'ın çocuklarının Bünyamin'in
kendileriyle gitmesi isteklerini kabul ettiğini göstermektedir.
7- Yakup (a.s.)'ın çocukları, "Daha ne isteriz; işte dirhemlerimiz
de bize geri verilmiş..." sözleriyle babalarını yatıştırıp teskin etmek
istediler. Onu ikna etmek ve yatıştırmak için bütün vesile ve maddî sebepleri
topladılar. Para ödemeksizin viyecek almak, ailen fakir olması ve bir deve
yükü daha fazla almak gibi aşırı ihtiyaçlarını istismar ettiler. Bütün bunlara
bir de Bünyamin'i koruyacaklarına ve gözeteceklerine dair söz vermeleri
eklenince Yakub (a.s.), Bünyamin'i onlarla göndermekten başka çare bulamadı.
8-
"Onu bana geri
getireceğinize dâir Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle
göndermeyeceğim" kavli, mala kefaletin ve nefse kefaletin caiz olduğuna
delildir. Bu konuda âlimler iki değişik görüş ileri sürmüşlerdir.
Cumhurun
görüşü şöyledir: Eğer kefalet edilen şey mal ise kefalet caizdir. Dört mezhebe
göre had ve kısaslara kefalet caiz değildir. Şafiîler, kul hakkı bulunması
sebebiyle kısasa, kazif haddine ve ta'zîre kefaleti caiz görmüşlerdir. Çünkü
kefalet olunan nefsin getirilmesi zordur demişlerdir. Ayrıca Yusuf (a.s.)
kıssasında Allah Tealâ, Vezirin dilinden şöyle buyurmuştur:
'Vezir
dedi ki: "Maazallah! Biz malımızı kimde bulmuşsak ancak u alıkoy arız,
yoksa haksızlık etmiş oluruz' dedi".[113]
67-
Babaları: "Oğullarım! Mısır'a tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan
girin. Ama Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam,
hüküm ancak Allah'ındır, Ben sadece O'na güvendim, güvenenler de yalnız O'na
güvenip dayansınlar." dedi.
68- Babalarının rettiği gibi şehrin ayrı ayrı
kapılarından girdiler. Esasen bu, Allah'ın haklarındaki takdiri karşısında
onlara hiçbir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu.
O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir fakat kâfirler bilmezler.
"Tek
bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin." Burada tezat (tıbak-ı
selb) ve ayrıca itnab vardır. İtnab, mânayı gönle iyice yerleştirmek ve te'kid
için aynı mânada birden fazla lafız kullanmaktır.
[114]
"Mısır'a
tek bir kapıdan değil ayrı ayrı kapılardan girin." Çünkü Yakup (a.s.)'m
oğullan yakışıklı ve gösterişli kimselerdi. Ayrıca Mısır'da vezirin katında
değerli ve itibarlı kimseler olarak biliniyorlardı. Yakup (a.s.), çocuklannın
şehre hep beraber girerek nazara gelmelerinden korktu. Muhtemelen Yakup (a.s.),
bu nasihati, ilk sefer yapmamıştı. Çünkü o zaman tanınmıyorlardı.
Ben,
bu tavsiyemle "Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden savamam."
Bu söylediklerim ancak size olan şefkatimin belirtisidir. Zira sakınmak,
kaderi önleyemez, "hüküm sadece Allah'ındır" eğer sizin için bir
kötülük takdir edildiyse, o mutlaka başınıza gelecektir. O zaman bu
söylediklerim, size fayda vermez.
"Ben
sadece O'na güvendim, güvenenler de yalnız O'na güvenip dayansınlar." (Fâ)
harfi, sebe kûma manasına gelir. Çünkü peygamberlerin davranışları, uyulmak
için birer sebeptir.
"Babalarının
emrettiği gibi şehrin ayrı ayrı kapılarından girdiler." Esasen Yakup'un
görüşü ve çocuklarının da buna uymaları, "Allah'ın haklarındaki takdiri
hiçbir fayda sağlamazdı.." Fayda vermedi de. Bünyamin'in yükü arasına su
kab kondu ve Yakub'un belâ ve sıkıntıları kat kat fazlalaştı.
"İllâ
haceten" Buradaki istisna, munkatı'dır. Mana şöyledir: Ancak Yakub,
çocuklarına olan şefkatini ve onlara nazar değmemesi hususundaki aşın isteğini
ortaya koymuş oldu ve bu tavsiyede bulundu.
"O
şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir." Yakub, hadiselerin hakikatini ve
nazarın Allah'ı izni olmadıkça hiçbir zarar veremeyeceğini bilir. Çünkü Biz,
ona bütün bunları vahiy ve delilleri göstererek öğrettik. Bu sebepten Yakub
(a.s.) "Ama Allah'ın hakkınızda kdir ettiği hiçbir yi sizden savamam"
demiş ve almış olduğu tedbire aldanmamıştır.
"Fakat
kâfirler" kaderin sırrını, sakınmanın kadere engel olamayacağını ve hükmün
sadece Allah'ın olduğunu "bilmezler." Burada Allah, Yakub (a.s.)'a
meth u sena etmiştir.
[115]
Allah
Ttealâ, önceki ayetlerde Yakub (a.s.)'ın Bünyamin'i kardeşleriyle beraber
Mısır'a göndermeyi uygun bulduğunu beyan etmişti. Burada ise Mısır'a gitmeye
karar verdiklerinde Yakub (a.s.)'ın, çocuklarına ayrı ayrı kapılardan girmeleri
şeklindeki ta iyesini z retmiştir. Zira Yakub (a.s.), Yusuf (a.s.)'ın kardeşi
Bünyamin görüldüğünde herbirine ne kadar değer verilip, nasıl karşılandıklarını
görmeleri için ya da hasetçiler haset edip de hepsine birden nazar değmesin
diye onlara bu nasihati yapmıştı.
[116]
Yakub
(a.s.), çocuklarına, kardeşleri Bünyamin ile beraber Mısır'a gitmek için
hazırlanmaya başladıklarında onlara, şehre hep bareber tek bir kapıdan değil, ayrı
ayrı kapılardan girmelerini emretti. Çünkü oğulları yakışıklı ve görkemliydiler.
Müfessirlerin çoğunluğuna göre kendilerine nazar değmesin diye onlara bu
şekilde emretmişti. Zira onlara nazar değmesinden korkuyordu. Nazar haktır ve
görünüşte kişiye zarar verebilir. Fakat nazarın zararı sadece Allah'ın izni ve
iradesi e gerçekleşir. Bundan sonraki "Ama Allah'ın hakkınızda takdir
ettiği hiçbir şeyi sizden savamam" ayeti, buna delildir. Ya da Yakub
(a.s.), Vezirin kendileriyle kardeşleri Bünyamin'i nasıl farklı karşıladığını
görmeleri için çocuklarına böyle emretmiştir.
"Ben
bu tedbirim ve tavsiyemle Allah'ın hakkınızdaki takdirinden hiçbir şeyi sizden
savamam. Öyle ki sakınmak kaderi engelleyemez. Benim bu sakınmam da Allah'ın
takdirine mâni olamaz. Zira Allah, bir şeyi dilediği zaman ona karşı durulamaz.
Fakat bizlere ihtiyatlı olmamız ve sa nmamız emredilmiştir." Böylece
kişi, Allah'ın izni ve yardımı olmadan gerçekte hiçbir şeye tesir etm en
görülen sebeplere sarılır ve Allah'ın takdirinden yine O'nun takdirine sığınır.
Bütün bunlar, kaderi engelleyemez ve ona meydan okumak değildir. İn-san,
kendisiyle ilgili hiçbir şeye sahip değildir. Eğer Allah size Vır kötülük
dîle-diyse, size gösterdiğim ayrı ayrı kapılardan girme tedbiri fayda vermez ve
sizden o kötülük uzaklaşmaz. O mutlaka başınıza gelecektir.
Hükümleri
infaz ve işl i idare etmek sadece Allah'a mahsustur. Sadece O'na tevekkül ettim
ve sadece O'na güvendim. Kuvvet ve kudretim bulunmaksızın bütün işlerimi
sadece O'na havale ettim. Güvenenler de kendilerine ya da diğer insanlara değil
yalnız Allah Tealâ'ya güvensinler.
Yakub
(a.s.)'m oğulları dört kapısı bulunan Mısır'a babalarının (a.s.) emrettiği
gibi ayrı ayrı kapılardan girdilerse de Yakub (a.s.)'m bu görüşü ve çocuklarının
bu tedbiri onlara ke nlikle hiçbir şekilde yarar sağlamadı. Zira bu tedbire
rağmen başlarına kötü hal geldi. Hırsızlıkla suçlandılar ve böylece rezil
rüsvay oldular. Su kabı, erzak yükü arasında bulunan kardeşleri alıkondu ve
babalarının belâ. ve musibeti kat kat fazlalaştı.
Fakat
Yakub (a.s.), sırf içindeki şefkat duygu nu, sözleri ve tavsiyeleriyle ortaya
koymuş oldu. Yoksa, vahiyle öğrettiğimiz için Yakub, sakınma ve tedbirin,
kaderi engelleyemeyeceğini bilir. Katâde ve Sevrî "Şüphesiz Yakub (a.s.),
ilmiyle amel eder" derler. Allah burada Yakub (a.s.)'m methetmiştir.
Fakat
müşrik ya da kâfir olan pek çok insan Yakub (a.s.)'ın ilmine sahip değildir. Ya
da Yakub (a.s.)' bu özellik ve ilime sahip olduğunu ilmezler. Zira onlar,
Allah'ın, dostla na dünyada ve ahirette onlara fayda sağlayacak ilimleri nasıl
öğrettiğini bilmezler. Görünen sebeplere sarılmak ve işleri Allah Tealâ'ya
havale etmek de bu ilimlerden bazılarıdır.
[117]
Ayetler
şu hususlara işa t etmektedir:
1- Müfessirlerin cumhuruna göre Yakub (a.s.)'m çocuklarına söylediği.
"Tek bir kapıdan girmeyin" sözü, nazardan sakınmak içindir. Nazar ise
haktır. Hakikatte neticeyi geri döndürmek sadece Allah'a aittir. O halde nazar
mücerred bir sebeptir.
Rasulullah
(s.a.) İmam Ahmed'in sahih bir senedle rivayet ettiği hadiste "Nazar
haktır" buyurmuştur. Yani, Nazar'ın eseri insanlarda görülür. Nesefî şöyle
demiştir: "Nazar, kişiyi mezara, deveyi kazana sokar.
Rasulullah
(s.a.), kötülüklerden Allah'a sığınır ve şöyle derdi: "Allah'ın yüce kelamıyla,
şüpheye düşüren her şeytanın şerrinden, nazarlı her gözün afatından Allah'a
sığınırim".Aynı şekilde Hasan ve Hüseyin (r.a.)'i de Allah'a sığın rır ve
şöyle derdi: "Allah'ın yüce kelamıyla, şüpheye düşüren her şeytanın şerrinden,
nazarlı her gözün kötülüklerinden ikinizi Allah'a sığındırırım". Yine
Rasulullah (a.s.) "İbrahim, İsmail ve İshak (a.s.) da böylece Allah'a
sığınırlardı" buyurmuştur.
Ubâde
bin Sâmit (r.a.) şöyle der: "Sabahleyin Rasulullah (a.s.)'ın huzuruna
girdim. Şiddetli ağrısı vardı. Akşam uğradığımda ise iyileştiğini gördüm. Bana şöyle
dedi: 'Cibril (a.s.) gelerek dedi ki: 'Seni, sana eziyet veren her şeyden, nazarı
değen her gözden ve kasetçiden Allah'ın ismiyle O'nun korumasına havale ederim.
Allah, sana şifalar versin.
Her
müslümanm hoşuna gidip beğendiği şeyler için bereketli olmasını isteyerek dua
etmesi gerekir. Zira dua edilirse kesinlikle zarar dokunmaz. Çünkü Rasulullah
(s.a.) , Âmir'e "Bereketli olmasını isteyerek dua etmiyor musun?"
diye sormuştur. Bu da nazarı değen kimsenin, dua ettiği zaman nazarın zarar
vermediğini göstermektedir. Tebrik yani bereketle dua etmek, "Yaratanların
en güzeli olan Allah ne yücedir! Allah'ım! Bunu mübarek kıl" demektir.
Nazarın, büyüklere göre küçüklere daha çabuk değdiği söylenmiştir.
Bir
kimsenin nazarı deyip de "mübarek olsun", demediyse ona gusül
ab-desti alması emredilir. Eğer kabul etmezse buna zorlanır. Çünkü bu husustaki
emir, vücûb ve kesinlik ifade eder. Ebû Umâme (r.a.)'nin rivayet ettiği hadiste
Rasulullah (s.a.), nazarı değen kimseye, nazardan etkilenen kişi sebebiyle gusül
abdesti almasını ve Nazar ayetlerinin okunmasını emretmiştir.
Nazarının
değmesiyle tanınan kimsenin, zararını önlemek için insanların arasına girmesi
yasaklanır.
2- "Ama Allah'ın hakkınızda takdir ettiği hiçbir şeyi sizden
savamam" ayeti, sakınmanın takdir karşısında yarar sağlamadığını
göstermektedir. Yakub (a.s.)'ın oğullarının Mısır'a ayrı ayrı kapılardan
girmeleri, Allah'ın takdir ettiği hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. İbni Abbâs (r.)
şöyle der: "Ayrı ayrı kapılardan girmeleri, Allah'ın takdirini ve takdir
ettiği hiçbir hususu geri çeviremedi."
3- Hüküm, Allah'ındır. Bütün işlerin takdiri yalnız Allah'a aittir. Mümin
kişinin, işlerini Allah'a havale ederek sadece O'na bağlanıp güvenmesi gerekir.
Çünkü bütün hayır ve iyilikleri Allah Tealâ nasîb eder ve bütün belâ ve musibetleri
de yine O, uzaklaştırır.
4- Yakub (a.s.)'ın çocuklarına ayrı ayrı kapılardan girmelerini tavsiye
etmesi, sırf aklına gelen bir fikir ve görünüşteki bir tedbirdir. Bütün
bunlara rağmen o. vahiy yoluyla dinini biliyordu. İnsanların çoğu, Yakub
(a.s.)'un sahip olduğu dinî ilmini bilmezler. Buradaki ilimden maksadın
"amel etmek" olduğu da söylenmiştir: "Yakub (a.s.), ilmiyle amel
eder", demektir. Zira ilim, amel etmenin ilk sebebidir. Dolayısıyla
burada sebep olan ilim, amel etme yerine kullanılmıştır.
5- Ayet, müslümanm kardeşini korkulacak şeylerden sakındırması ve ona
selâmet ve kurtuluş yollarını göstermesi gerektiğine dikkati çekmektedir. Çünkü
din, nasihattir ve müslüman müslümanm kardeşidir.
[118]
69-
Yusuf un yanına girdiklerinde, kardeşini yanına alarak bağrına bastı ve
"Ben senin kardeşinim, onların bize haset etmelerine artık üzülme"
dedi.
70-
Yusuf onların yüklerini yükletirken, bir erzak ölçeğini kardeşinin yüküne
koydurdu. Sonra bir tellal şöyle bağırdı: "Ey kafile! Siz
hırsızsınız!"
71-
Geri dönerek "Ne kaybettiniz?" dediler.
72-
"Hükümdarın yiyecek ölçeğim kaybettik, onu getirene bir deve yükü erzak
mükâfat verilecek, buna ben kefil oluyorum" dediler.
73-
"Allah'a yemin ederiz ki memleketi ifsat etmeye gelmediğimizi ve hırsız da
olmadığımızı biliyorsunuz" dediler.
74-
Siz yalancı iseniz bunun cezası ne-
yükünde
bulunursa, konulur. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.
76-
Yusuf kardeşinin yükünden önce on-lannkini aramaya başladı. Sonra kardeşinin
yükünden ölçeği çıkardı. İşte Biz Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini
vahyettik. Çünkü Allah'ın dilemesi dışında hükümdarın kanunlarına göre
kardeşini alıkoyamazdı. Dilediğimizi ilim sahibi yaparak yükseltiriz. Her ilim
sahibinin üstünde bir bilen bulunur.
'Yusuf,
onların yüklerini yükletirken..." Burada iştikak cinası vardır.
"Bir
tellal şöyle bağırdı" Aynı şekilde bu ayetteki kelimeler arasında iştikak
cinası vardır.
[119]
"Onların
bize haset etmelerine artık üzülme" Yusuf (a.s.), Bünyamin'e bu durumu
kardeşlerine söylememesini tenbih etti. Onunla yanında kalmasını sağlayacak bir
hile üzerinde anlaştı.
'Yusuf,
bir erzak ölçeğini..." "Sıkaye": lügatte su kabı demektir.
Burada ise "insanlara yiyecek ölçülen ölçek" anlamındadır. Bu, kralın
su kabıydı. Sonra ölçek yapıldı. 1/12 irdeb miktarındaydı. (1 irdeb, 198 litre
veya 156 kg. dır) Bu kabın gümüşten ya da altından olduğu, söylenmiştir,
"kardeşi Bünyamin'in yüküne koydurdu."
"Bir
tellal şöyle bağırdı" ya da bildirip haber verdi. Bu ifade, çokluk ve tekrar
manası taşımaktadır. "Ey kafile!" ya da ey yiyecek taşıyan develer!
Maksat deve sahipleridir. "Siz hırsızsınız".
"Geri
dönerek, ne kaybettiniz1? dediler" "Bir şeyin yeri bilinmeyecek
şekilde yok olması anlamında sordular".
"Onu
getirene mükâfat olarak bir deve yükü erzak verilecektir". Ben, bu
mükâfata kefil oluyorum. O kabı getirene vereceğim.
"Allah'a
yemin ederiz ki.." kavli, şaşkınlık manası taşıyan bir yemin ifadesidir.
"Memleketi ifsad etmeye gelmediğimizi...biliyor sunuz" Yakup
(a.s.)'ın oğulları, Yusuf (a.s.)'ın adamlarının kendilerinin masumiyetini
bildiklerini öne sürdüler. Çünkü ikinci defa Mısır'a gelmişler ve yüklerine
konan paralan geri getirerek emânete ne kadar önem verdiklerini göstermişlerdi.
Tellal
ve arkadaşları sözünüzde yalancı olup da kap sizde bulunursa "bunun cezası
nedir1? dediler.
"
'Hırsızın cezası, kimin yükünde bulunursa, onun köle olarak alıkonması-dır'
dediler. 'Fehüve cezaühü' kavli, önceki manayı kuvvetlendirmektedir. "Çalmana
karşılık başkası değil, onu çalan alıkonur" demektir. Bu usul, Yakub
(a.s.) ailesinin sünneti ve yoluydu.
"İşte
biz, hırsızlık yapan zalimleri böyle cezalandırırız". Yakub (a.s.)'m
oğullan yüklerini kontrol etmesi için Yusuf (a.s.)'a bu açıklamayı yaptılar.
"Yusuf,"
töhmet altında kalmamak için kardeşi Bünyamin'in yükünden "önce
onlarınkini aramaya başladı. Sonra kardeşinin yükünden ölçeği çıkardı.
"İşte
Biz, Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini" kardeşini yanında alıkoyacak
bir planı "vahyettik".
Çünkü
Yusuf, Mısır kralının kanunlanna göre kardeşini hırsızlıktan dolayı köle
olarak alıkoyamazdı. Zira bu sistemde hırsızın cezası köle olarak alıkoymak
değil dövmek ve çalınan eşyanın iki katı para cezasına çarptırmaktı.
"Ancak,
Allah'ın," Yusuf un, kardeşini babasının hükmüyle "alıkoymasını"
kralın hükmü gibi kılarak bunu böylece "dilemes müstesnadır." Yani,
Allah Yusuf a kardeşlerine kendi ülkelerinde hırsıza verilen cezayı sormayı
ilham et iş, onlar da kendi kanun ve sünnetlerini söylemişlerdir. İşte Allah,
bütün bunlan dilemeseydi Yusuf, Bünyamin'i yanında alıkoyamazdı. Buradaki
istis-na, bütün hallerden muttasıl i isnadır. Munkatı' o ası da mümkündür. Bu
durumda mana "Fakat Bünyamin'i Allah'ın dilemesi ve izniyle
alıkoymuştur" şeklindedir.
"Her
ilim sahibinin üstünde" ondan daha iyi bilen birisi vardır ve bu silsile
Allah Tealâ'ya kadar ulaşır "bir bilen bulunur".[120]
Buradaki
ayetler arasındaki bağ, gayet açıktır. Öyle ki bu ayetler, peşpeşe halkalara
sahip bir kıssanın bölümlerini sunmaktadırlar. Yakub (a.s.)'ın oğullan,
babalarının tavsiyelerine kulak vererek erzak almak için Mısır'a hareket
ettikten sonra insanlara yiyecek satışını deruhte eden Vezirin bulunduğu yere
vardılar. Yusuf (a.s.)'m huzuruna girince o kardeşini tanıdı ve bağrına bastı.
[121]
Yakub
(a.s.)'ın oğulları, saraya ayrı ayrı kapılardan girdikten sonra yanlarında
Yusuf (a.s.)'ın kardeşi Bünyamin olduğu halde Yakub (a.s.)'m özel meclisine ve
ziyafet salonuna alındılar. Yusuf (a.s.), burada kardeşini bağrına astı ve
onunla yalnız kaldı. Durumunu ona açtı ve kardeşi olduğunu bildirdi. Ona
"Bana yaptıklarına üzülme" diyerek, bütün bunları kardeşlerine
söylememesini tenbih etti. Onunla, şerefli bir şekilde yanında kalmasını
sağlayacak bir plan üzerinde anlaştı.
Rivayet
edildiğine göre, kardeşleri Yusuf (a.s.)'a "İşte kardeşimiz. Sana onu
getirdik" dediler. Yusuf (a.s.) da onlara şöyle karşılık verdi:
"Aferin, isabetli bir iş yaptınız. Bunun karşılığını katımda
göreceksiniz." Böylece onları ağırlayarak, ikramda bulundu. Sonra onları
misafir etti ve her iki kardeşi bir masaya oturttu. Bünyamin tek başına
kalmıştı. Buna üzülerek ağladı ve "Eğer kardeşim Yusuf hayatta olsaydı
Vezîr beni onunla oturturdu" dedi. Yusuf (a.s.) "Kardeşiniz tek
kaldı" diyerek onu masasına oturttu ve konuşmaya başladılar. Yine Yusuf
(a.s.), "Siz on kişisiniz. Her iki kişi bir eve yerleşsin. Bunun arkadaşı
yok. O, benimle kalsın" dedi. Yusuf (a.s.), gece boyunca sabaha kadar
kardeşini bağrına bastı ve kokusunu soludu. Yusuf (a.s.) Bünyamin'e çocuğunun
olup olmadığını sordu. Bünyamin:
-
Benim on çocuğum var. İsimlerini, ölen bir kardeşimin isminden türettim.
-
Ölen kardeşin yerine kardeşin olmamı ister misin?
- Senin gibi kardeşi nerden bulabilirim! Ama,
seni Yakub (a.s.) ve Râhîl dünyaya getirmediler ki!
Yusuf
.s.) ağlamaya başlad kalkıp onu
kucakladı ve "Ben, senin kardeşin Yusuf um. Kardeşlerimizin geçmişte bize
yapt larına üzülme. Doğrusu Allah, bize nimetlerini ihsan etti ve bizi güzelce
buluşturdu. Sana söylediklerimi sakın onlara bildirme"
[122]
Yusuf,
onlara erzak hazırlatıp, develerine yükletirken bazı adamlarına erzak (veya su
kabını) hiçkimse görmeden kardeşi Bünyamin'in yükü arasına koymalarını emretti.
Bu erzak ölçeği rçok müfessire göre
gümüşten bir kaptı. Altın olduğu da söylenmiştir.
Sonra
Yusuf un kardeşleri tam yola çıkarken bir tellal şöyle bağırdı: Ey Kervan
Sahipleri! Siz hırsızsınız, durun bakalım! Yakub'un çocukları şaşırıp kaldılar
ve kendilerinden geçtiler.
Bir
anlık şaşkınlıktan sonra tellala dönerek ona ve yanındakilere "Ne kaybettiniz?"
diye sordular. Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle dedi: "Kralın yiyecek ölçülen
ölçeğini kaybettik. Onu bulana bir deve yükü daha buğday vereceğiz." Bu
söz, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kervanının, deve kervanı olduğunu göstermektedir.
Yusuf (a.s.)'ın adamları şöyle devam ettiler: "Buna ben, kefil
oluyorum." Bu bir ödüllendirme ve kefalet demekti.
Hırsızlıkla
suçlandıktan sonra Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri şöyle dediler: "Muhakkak ki
siz bize ilk gelişimizde ve geri vermiş olduğunuz paramızı tekrar size
getirmek için geldiğimizde tecrübe ettiniz ve biliyorsunuz. Bizi tanıdığınızdan
beri işin hakikatini anladınız ve bizlerin iyi ve doğru insanlar olduğunu da
gördünüz. Allah'a yemin ederiz ki biz, ne hırsızlık ne de insanların haklarına
tecâvüz ederek ülkeyi ifsâd etmeğe geldik. "Hiçbir gün de hırsızlık
yapmadık. Böyle bir özellik, asla bizim seciyemize uygun değildir."
Yusuf
(a.s.)'ın adamları şöyle dediler: "Eğer hırsız içinizdeyse ve masum
olduğunuzu söylerken yalancıysanız hırsızın cezası nedir?"
Yakub
(a.s.)'ın çocukları şöyle cevap verdiler: "Cezası, çalınan şey kimin
yükünde bulunursa o alıkonur. Mallarını çalarak insanlara zulmedenleri, şeriatımızda
biz böylece, köle olarak alıkoyarak cezalandırırız." İbrahim ve Yakub
(a.s.)'m şeriatlanndaki hüküm böyleydi. Hırsız, malı çalana verilir ve onun kölesi
olurdu. Yusuf (a.s.)'ın istediği de buydu.
Bu
sebepten Yusuf (a.s.), gizlemek ve töhmet altında kalmamak için kardeşinin
yükünden önce onlannkini kontrol etmeye başladı. Sonra ölçeği, kardeşi
Bünyamin'in yükünden çıkardı. Böylece itiraf ettikleri ve gerekli gördükleri
hüküm sebebiyle, bir de onları inandıkları ve hükmettikleri kanun karşısında
mecbur bırakarak Bünyamin'i ellerinden aldı.
"Ceza
olarak....." kavli, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının kendilerine güvendiklerini
ve masum olduklarını ifade eden mâna ile birlikte geçen hükmü tekit etmektedir.
"İşte
Biz, Yusuf a böyle bir planı tatbik etmesini bildirdik". Gizlice ona bu
tedbiri öğrettik ve böyle davranmasını vahyettik. Bu, Allah'ın sevip razı olduğu,
sevilen istenen hiledir. Çünkü onda hikmet ve a u edilen maslahat vardır. Bu
durum, meşru hedeflere, serî bir nassa ya da ka r verilmiş bir hükme zıt
olmadığı müddetçe görünüşte hile zannedilen şeylerle ulaşmanın caiz olduğunu
göstermektedir. İşte bu yasak ve mahzurlu olan hile değil, bilâkis caiz ve meşru
olan hiledir. Zira bu hileyle kimseye zarar verilmemiş, aksine hayra ve maslahata
vesile olmuştur. Diğer taraftan kardeşi Yusuf (a.s.) ile yaptığı anlaşma
sebebiyle de Bünyamin'in, kendi masumiyeti hususunda en ufak bir şüphesi bile
yoktu.
Bu
gizli plan Yusuf (a.s.), hırsızı köle olarak alıkoymayı kabul etmeyen Mısır
kralının kanunlarına göre kardeşini yanında tutamayacağı için gerçekleşti.
Fakat Allah, kardeşlerinin kanunlarıyla hükmetmesini takdir etti ki bu da hırsızın
köle olarak alıkonmasıydı. Yusuf (a.s.), bu durumu şeriatlarından biliyordu.
Bu sebepten Allah Tealâ, "Dilediğimizi ilimle yükseltiriz" buyurarak
Yusuf (a.s.)'ı methetmiştir. Yine Allah Tealâ şöyle buyurur: "Allah,
içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle
yükseltsin" (Mücadile, 58/11).
İllâ
en-yeşâ Allah "Allah'ın dilemesi hariç" kavli, bütün hallerden
istisnadır. Mana şöyledir: "Yusuf, kardeşini Allah'ın dilemesi dışında
hiçbir şekilde kralın kanunlarına göre yanında tutamazdı. O, bu işi Allah'ın
izni ve vahyiyle yaptı. Bütün olanlar göstermektedir ki bu hîle ve plan
şeriatın ikrarı ile olmuştur ve Allah Tealâ'nın vahyidir.
"Her
âlimin üstünde ondan daha bilgili bir âlim vardır". Hasan Basrî şöyle der:
"Kendisinden daha bilgili bir kimsenin bulunmadığı hiçbir âlim yoktur. Bu
silsile, Allah Tealâ'ya kadar uzanıp gider". Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri
bilgili kimseler olsalar da Yusuf (a.s.), onlardan daha bilgiliydi.
[123]
Ayetler şu hususlara ışık tutmaktadır:
1- Yusuf (a.s.) ve Bünyamin'in buluşmaları, müthiş bir sevinç anıydı. Yusuf
(a.s.), kardeşini kolları arasına aldı. 25 yıldan fazla süren bir ayrılıktan
sonra onu tekrar tanımıştı, beraberce yanında kalması için bir plan yaptılar.
2- Yusuf (a.s.)'ın kardeşine söylediği "Onların bize haset
etmelerine artık üzülme" sözü, onun affetme ve müsamahalı olma
sıfatlarıyla bezendiğini, kardeşlerine sevgisini belirttiğini ve geçmişi
unutarak küçükken kendisine yaptıklarına göz yumduğunu göstermektedir.
3- Ölçek olarak kullanılan kap, Allah'ın öğretmesi, ilhamı ve vahyi
neticesinde Yusuf (a.s.)'m emriyle Bünyamin'in yükü arasına konmuştur. Yusuf
(a.s.), İbrahim ve Yakub (a.s.)'m şeriatıyla amel ederek ve kardeşlerini kendi
kanunları karşısında mecbur bırakarak Bünyamin'in yanında kalmasını
sağlamıştır.
4- Yakub (a.s.)'m oğulları, Yusuf (a.s.) tarafından yalan yere
hırsızlıkla suçlanmadılar. Maksat şudur: "Ey Kafile! Hâliniz, hırsızlarmki
gibidir", mâna ise "Başkasına ait bir şey, kralın rızası ve bilgisi
dışında sizde bulunmaktadır" şeklindedir. Veya bu durum, kardeşini yanında
tutabilmek ve onlardan ayırabilmek için bir hileden ibaretti. Ya da onlar,
Yusuf (a.s.)'u babalarından alıp, kuyuya attıkları zamanki durumlarına göre
hırsızdırlar.
5- "Onu getirene bir deve yükü erzak mükâfat verilecek" kavli,
mükâfatın (ödül vermenin) ve işi yapmadan önce ya da iş tamamlanmadan önce
mükâfatı garanti etmenin caiz olduğunu göstermektedir. Mükâfatlandırma, zaruret
sebebiyle caiz görülmüştür. Başka durumlarda caiz olmayan mükâfatlandırma, bu
durumda caizdir. Bu şekildeki mükâfatlandırma, iki taraf için feshin caiz olduğu
anlaşmalardandır. Ancak, kendisine mükâfat sözü verilen kimsenin hakkında vaz
geçtiği takdirde işe başlamadan önce ve sonra akdi feshetmesi caizken,
mükâfatı verenin, kendisine mükâfat sözü verilen kimsenin işe başlamasıyla
fesih hakkı ortadan kalkar, mükâfat verme akdine, diğer akitlerde olduğu gibi
iki tarafın hazır bulunması şart değildir. Çünkü Allah Tealâ, "Onu getirene..."
diye buyurmuştur. Bütün bunlar İmam Şafiî'nin görüşüdür. Maliki ve Hanbelî
mezhepleri de bu görüştedir. Hanefi mezhebi ise, bilinmemesi sebebiyle
mükâfatı caiz görmemiştir.
"Bir
deve yükü erzak" kavliyle, bilinmeyen bir şey garanti edilmemiştir. Çünkü
veskl) gibi bir deve yükü de onlarca bilinen muayyen bir miktardı. Dolayısıyla
garanti edilmesi sahihtir. Ayrıca o, çalınan şeye karşılıktı ve zorunlu olmayan
bir şeye kefaletti, çünkü hırsızın çaldığı şeyi geri vermesi karşılığında bir
şey alması helâl değildir. Belki de bu, onların şeriatlarında sahihti ya da
mükâfat kabilindendi.
6- "Buna ben kefil oluyorum" kavli, kefaletin iki çeşidiyle
caiz olduğuna delildir ki bunlar, mala kefalet ve nefse kefalettir. Aynı
zamanda bu, Ebu Da-vud, Tirmizî ve İbni Hıbban'da geçen Ebû Umâme el-Bâhilî ve
diğerlerinden rivayet edilen şu hadise de uygundur: "Kefil, garanti ettiği
borcu bizzat yüklenmiştir". Ayrıca dört mezhep de bu görüştedir. Ancak
bazı fakihler, kefilin, şahsına kefil olunan kimseyi getirmekten âciz olması
sebebiyle, nefse kefaleti caiz görmemişlerdir.
Nefse
kefil olan kimse bedeli (parayı) garanti eder mi etmez mi?
Hanefiler
şöyle demiştir: Eğer şahsına kefil olunan kimse ölürse kefil bedeli garanti
etmez. Çünkü o, mala değil ancak nefse kefil olmuştur ve kefil olmadığı bir
şeyin icâbetmesi mümkün değildir.
Malikîlerin,
Leys ve Evzâî'nin görüşü ise şöyledir: Kefil, zimmetine edası gereken bedeli
öder ve istek yerine gelmiş olur. Çünkü kefil, şahsın garanti edildiği kimsenin
(madmûn binefsihi) sadece bedeli istediğini bilmektedir. Şahsı getirmeye kefil
olup da onu getiremezse karşısındakini mağdur etmiş olur ki böylece bedeli
ödemesi gerekir.
Kefalet
anlaşması yapılınca, alimlerin cumhuruna göre alacaklı olan şahsın, asıl
borçlu ya da kefilden dilediğinden bedeli veya borcu istemesi caizdir.
İmam
Mâlik'in bu konudaki son görüşü şudur: Borçlunun iflas etmesi ya da kaybolması
dışında kefilden bedel istenmez. Çünkü asıl olan, hakkın bulunduğu kimseden
istemeye başlamaktır. Ancak asıl borçlu yoksa, borç kefilden alınır. Çünkü bu
durumda garanti verilen kimse, borcunu kefilden almakta mazurdur.
1-
Vesk: 60 sa'adır. Bir sa'a ise 3900 gr.dır.
Kefalet,
başkasının yerine geçmenin caiz olduğu haklar dışında sahih değildir. Zimmete
bağlı olan mallardan olması gerekir. Borç, sabit ve devamlıdır. Ama efendinin
kölesiyle hür olabilmesi için belli bir parayı ödemesi üzerine yaptığı
anlaşmada kefalet sahih değildir. Çünkü bu, devamlı ve sabit bir borç değildir.
Yine birçok alime göre hadler gibi kişinin, diğer bir kimsenin yerini tutmadığı
haklarda kefalet yoktur. Çünkü mümkün olduğu kadar bu hadleri yerine getirmek icabeder.
Aleyhinde had iddia edilen kimse, durumuna bakılması için hapsedilir.
Ebû
Yusuf ve Muhammed, nefse kefaletin caiz olması sebebiyle had ve kı-saslardaki
kefaleti caiz görmüşlerdir.
Şafiîler
de kısas, kazif haddi ve tazir gibi insanlara mahsus hadlerde şahsın teslim
kefaletini caiz görmüşlerdir. Çünkü bunlar, insanlara ait haklardır ve
insanların diğer malî hakları gibi kefalet sahih olur.
7- Hırsızların köle olarak alıkonması, Yakub (a.s.)'m dini ve
kanunlarında geçerliydi. Bu, çocuklarının "Cezası, kimin yükünde bulunursa
ceza olarak ona elkonulur" şeklindeki cevabından anlaşılmaktadır. Bu
cümlede te'kid (pekiştirme) vardır. "Hırsızlığın cezası el kesmektir.
İşte bu onun cezasıdır" sözü buna misaldir. Çünkü Yakub (a.s.)'ın
çocukları, yükünde çalman şey bulunan kimsenin köle olarak alıkonmasını zarurî
görüyorladı.
Mısırlılara
göre ise hırsız, çaldığının iki katını ödemek zorundaydı.
İslam
dinindeki hırsızın elinin kesil
esi
hükmü, bütün şeriatları da Yakub (a.s.)'ın şeriatındaki hırsızın köle olarak
alıkonması hükmünü de kaldırmıştır.
8- Şeriata karşı olmadığı, dinden bir esası yıkmadığı müddetçe hedeflere
varmak ve meşru hakları elde etmek için tedbirler almak caizdir.
Hanefîler
ve Şafiîler, mubah bir şey ve hakkı almak için hilenin caiz olduğu görüşünü
ileri sürmüşlerdir. Çünkü Yusuf (a.s.), ölçeği kardeşinin yüküne koyması ve
Eyyûb (a.s.)'e, hanımına şu şekilde davranması emredilmişti: " 'Ey Eyyûb!
Eline bir demet sap alıp onunla vur. Yeminini bozma' demiştir." (Sad,
38/44). Ayrıca Rasulullah (s.a.), kötü hurmaları dirhemle satmayı, sonra iyi
cins hurmayı da yine dirhemle satın almayı emretmiştir.
Âlimler
şu hususta icma etmişlerdir: Kişi, sadakadan kaçmaya niyet etmediği müddetçe
bir yıl tamamlanmadan önce malını satarak ve hibe ederek tasarrufta
bulunabilir. Ama bir yıl tamamlanınca bu kişinin işlerini görürken hile
yapması, malını eksiltmesi, toplu olan malları birbirinden ayırması ve ayrı
ayrı olanları da bir arada hesab etmesi helâl değildir
İmam
Malik şöyle der: Eğer kişi, bir yıl tamamlanmadan birkaç ay önce zekâttan
kaçmaya niyet ederek malından bir miktarını eksiltirse bir yıl tamamlanınca
zekât kendisine farz olur. Çünkü Rasulullah (s.a.), "Zekât artar veya
eksilir korkusuyla..." buyurmuştur.
İmam
Ebû Hanîfe de şu görüştedir: Kişi bir yıl tamamlanmadan bir gün dahi evvel
toplu olan mallarını zekâttan kaçmaya niyet ederek ayırsa bu zarar vermez.
Çünkü zekât, ancak bir yılın tamamlanmasıyla farz olur. Geçen "Zekât artar
veya eksilir korkusuyla..." hadisi ancak o zaman bu kişiyi bağlar.
9- Kralın kanunlarına göre hırsızın cezası dövmek ve çalınanın iki katını
ödemek olmasına rağmen Allah, Yakub (a.s.)'ın çocuklarının İsrailoğullan'nm
hükmünü söylemelerini dilemiştiha âlimdir. Allah ise bütün âlimlerin
üstündedir". Yine İbni Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: "Allah, her şeyi
bilir ve bütün âlimlerin üstündedir". Bu ayet, ilmin en şerefli makam ve
en üstün derece olduğunu göstermektedir.
[124]
77-
"Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı" dediler. Yusuf bunu içinde
sakladı, onlara belli etmedi. İçinden "Durumunuz pek kötüdür. Allah,
gerçeğin anlattığınız gibi olmadığını bilir" dedi
78- Kardeşleri: "Ey Azîz! Onun yaşlanmış,
kocamış bir babası vardır. Onun yerine bizden birini köle olarak alıkoy.
Doğrusu biz, senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz" dediler
79-
"Maazallah! Biz, malımızı kimde bul-muşsak ancak onu alıkoruz, yoksa zulmetmiş
oluruz" dedi
80-
Ondan son derece ümitsizliğe düşünce konuşmak üzere bir kenara çekildiler.
Büyükleri şöyle dedi: "Babanızın Allah'a karşı sizden bir söz aldığını,
daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor musunuz? Artık babam
bana dönüş izni verene veya Allah hakkımda, kardeşimin kurtulması şeklinde
hüküm verene kadar -ki O, hükmedenlerin en âdilidir- bu yerden ayrılmayacağım
81- Siz dönün babanıza gidin ve deyin ki 'Ey
Babamız! Senin oğlun hırsızlık yaptı, bu bildiğimizden başka bir şey görmedik;
görülmeyeni de bilmeyiz.
82- Bulunduğumuz kasabanın halkına ve beraberinde
olduğumuz kervana sor. Biz şüphesiz doğru söylüyoruz".
83-
Yakup "Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi. Benim sabrım, güzel
bir sabırdır. Belki Allah, Yusuf ve iki kardeşini birden bana getirecektir.
Çünkü O, durumumu bilir, hikmet sahibidir" dedi.
84-
Onlardan yüz çevirdi, "Ey benim Yusuf için olan üzüntüm!" dedi ve
üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.
85- "Allah'a yemin ederiz ki Yusuf u anıp durman seni bitkin düşürecek ve- ya
helak olacaksın" dediler.
86-
Yakup "Ben üzüntü ve tasamı yalnız
Allah'a açarım. Allah katından, sizin
bihnediklerinizi bilirim" dedi.
87-
"Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden
ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmez.
"Bunu
içinde sakladı" ile "Onlara açmadı" lafızları arasında tezat
sanatı vardır.
"Yaşlanmış,
kocamış....." burada Yusuf (a.s.)'uı merhametini celbetmek için itnab
yapılmıştır.
"Kasabaya
sorabilirsin". Burada mecâz-ı mürsel vardır. Alâkası mahalli-yettir. Yani
"Kasabanın halkına sorabilirsin" demektir
"Ey
benim Yusuf için olan üzüntüm!" Burada da Esefâ ve Yusuf lafızları
arasında iştikak cinası vardır.
"Allah'ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyin". Burada istiare vardır. Rüzgârın hoş bir
koku ile hafif hafif esmesi mânasına gelen nesîm, sıkıntıdan sonra meydana
gelen ferahlık ve darlıktan sonra vuku bulan rahatlık mânasına istiare olarak
kullanılmıştır[125]
Bünyamin
"çalmışsa daha önce kardeşi de çalmıştı." Denilmiştir ki: Yusuf
a.s.)'m halasına, babasından İbrahim (a.s.)'in kuşağı miras kalmıştı. Halası
Yusuf (a.s.)'ı büyütmüştü ve onu çok seviyordu. Yusuf (a.s.) delikanlı olunca
Yakub (a.s.), onu halasının elinden almak istedi. Bunun üzerine halası, İbrahim
(a.s.)'in kuşağını Yusuf (a.s.)'ın beline doladı. Sonra kaybolduğunu ilan
ederek aramaya başladı ve Yusuf (a.s.) da bulundu. Böylece kanunlarına göre
Yusuf (a.s.)'ı alıkoyma hakkına sahip oldu
Yine
denilmiştir ki: Yusuf (a.s.)'ın anne tarafından dedesinin altından yapılmış
bir putu vardı. Yusuf (a.s.), dedesi tapmasın diye onu habersizce alıp, kırmış
ve tenha bir yere atmıştı. [Yusuf un hırsızlık hikâyesi budur]
"Yusuf
bunu içinde sakladı, onlara belli etmedi." "Ha" zamiri, "İçinden,
durumunuz pek kötüdür' dedi" kavlindeki kelime yada cümleye râcîdir. Mana
Yusuf, (siz ondan daha kötüsünüz) kavli olan cümle ya da kelimeyi içinde sakladı"
şeklindedir
"İçinden"
Sizin kardeşinizi babanızdan çalmanız ve ona zulmetmeniz sebebiyle Yusuf ve
kardeşi karşısındaki "durumunuz pek kötüdür, Allah," beni ve kardeşim
için iddia ettiğiniz hırsızlıkla ilgili "gerçeğin, anlattığınız gibi olmadığını
bilir, dedi".
"Onun
yaşlanmış kocamış "ya da takattan düşmüş" bir babası vardır".
Onu bizden daha çok sever ve ölen çocuğu yerine onunla teselli bulur. Ayrılığı
babamızı çok üzer. Burada kardeşleri, Yusuf (a.s.)'ın babalarına karşı merhametini
celbetmek istemişlerdir.
"Otvutv
^eHne bizden birim köle olarak al\koy". ÇJam&ü Vttfc^s>\
<2T£y& %&yş!Ü&.-tır".
"Biz
iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz.." Bu tumunu sonuna kadar devam
ettir. Ya da iyi davranmayı adet haline getirenlerden görüyoruz. Bu adetini
değiştirme.
"Biz,
alıkoymaktan Allah'a sığınırız". Yusuf (a.s.), yalandan kaçınmak için
"malımızı çalanı" dememiştir.
'Yoksa"
eğer yerine başkasını alıkoyarsak sizin uygulamanıza göre "zulmetmiş
oluruz".
"Ondan"
Yusuf un ve cevabından "son derece ümitsizliğe düşünce..." sin ve te,
ümitsizlikteki mübalağayı ifade eder.
"Konuşmak
üzere" fısıldaşıp, birbirleriyle gizlice istişare etmek için insanlardan
ayrılarak tenha "bir köşeye çekildiler".
Yaşça
büyük olan Rûbîl veya Yahûza ya da en isabetli düşünenlerin Şem'ûn "şöyle
dedi: "... Daha önce Yusuf meselesinde de ileri gittiğinizi bilmiyor
musunuz?"
"Artık
babam bana dönüş izni verene" veya Allah hakkımda kardeşimin kurtulması
şeklinde hüküm verene "kadar" Mısır'dan "ayrılmayacağım"1?
"O,
hükmedenlerin en âdilidir. "Çünkü O, sadece hak ile hükmeder.
"Biz",
Allah'a karşı söz verirken gizli olan "görülmeyeni de bilemezdik". Yani,
onun hırsızlık yapıp yapmadığını bilemeyiz. Ya da biz, başımıza gelecek musibetleri
bilemezdik. Sana söz verirken onun hırsızlık yapacağını nasıl bilebilirdik."
"Bulunduğumuz
kasabanın halkına" Mısır halkına "ve beraberinde olduğumuz",
Kenan ilinden bir grup insandan teşekkül eden "kervana, sor. Biz şüphesiz
doğru söylüyoruz". Kardeşleri babalarının (a.s.) yanına döndüler ve bütün
bunları ona (a.s.) söylediler.
"Yakub:
Size nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi ve siz de onu yaptınız." Yakub
(a.s.), onları daha önce Yusuf (a.s.)'a yaptıklarından dolayı suçladı.
"Benim
sabrım, güzel bir sabırdır." Belki Allah "Yusuf ve iki kardeşini bana
getirecektir". "Çünkü O, durumumu bilir, ve bütün yaptıklarında
"hikmet sahibidir" Onlarla konuşmayı bırakarak "onlardan yüz
çevirdi".
"Allah'ayemin
ederiz ki" sızlanarak "Yusuf u anıp durman seni," hastalığının
uzaması sebebiyle helâkına neden olacak şekilde "bitkin düşürecek"
veya helak olacaksın. Öleceksin "dediler."
"Yakup"
onlara şöyle dedi: "Ben üzüntümü" Bu, üzüntüsüne sabredemeye-rek onu
insanlara yayan şiddetli üzüntüdür, "ve tasamı" başkasına değil
"sadece Allah'a açarım." Dertlerin açılıp kesin netice alınacağı tek
varlık O'dur. Bana ve derdimi Allah'a açmaya karışmayın.
"Allah
katından," Yusuf un rüyasının doğru olması ve onun hayatta olması gibi
"sizin bilmediklerinizi bilirim" Ben, Allah'ın işleri nasıl idare
ettiğini ve Onun rahmetini bilirim. O, kendisine dua edenlerin ümitlerini boşa
çıkarmaz. "Gidin, Yusuf ve kardeşini" sorup soruşturun
"arayın." "Allah'ın rahmetinden" ve feraha erdirmesinden
"ümidinizi kesmeyin".[126]
Hırsızlık
olayı, Yakup (a.s.)'ın çocuklarının gönüllerini derinden sarstı. Bundan dolayı
iki kardeşleri olmadan babalarının (a.s.) yanına dönmek konusunda kendi
aralarında, kendileriyle Yusuf (a.s.) ve babaları (a.s.) arasında sert
tartışmalar ve ağır konuşmalar oldu. Bu iki kardeş, en büyük oğlu Rûbîl ya da
Yehûzâ ile en küçük oğlu Bünyamin idi. Yakup (a.s.)'ın oğulları kendilerini
mü-dafa için basit bir delilden başka çare bulamadılar. Bu çare de
kardeşlerinin hırsız olduğunu onaylamalarıydı. Zira onlara göre Yusuf (a.s.) da
hırsızlık yapmıştı. Onlar şöyle dediler: "Bu çok garip bir durum. Râhîl,
iki hırsız doğurmuş". Sonra devam ederek "Ey Râhîl'in oğlu! Sizin
yüzünüzden başımıza ne çok belâ geldi!" dediler. Bünyamin:
-
Asıl sizin yüzünüzden başımıza ne çok belâ geldi! Kardeşimi götürüp çölde
kaybettiniz. Sonra da bana bu lafı mı söylüyorsunuz!
-
Peki, ölçek yükünden nasıl çıktı?
-
Onu yüküme, dirhemleri yüklerinize koyan koydu,[127]
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri, kesinlikle hırsız olamayacaklarını söyleyip, kendilerine
göre yükünde çalınan şey bulunanın köle olarak alıkonmasının zorunlu olduğunu
bildirdikten sonra ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarıldığını görünce şöyle
dediler: "Bünyamin hırsızlık yaptıysa daha önce kardeşi Yusuf (a.s.) da
hırsızlık yapmıştı. İkisinin hamuru da aynı mayadan". Onlar bu sözlerle
Vezire kendilerinin bu iki kardeşe benzemediklerini göstermeyi ve yaptığına
karşılık Bünyamin'e serzenişte bulunmayı hedefliyorlardı.
En
sahih rivayette hırsızlığın Yusuf (a.s.)'a nisbet edilmesi şöyle geçer:
İbni
Mürdeveyh rivayet ediyor: İbni Abbâs (r.a.) der ki: "Yusuf (a.s.), annesi
tarafından dedesinin altın ve gümüşten yapılmış bir putunu almıştı. Onu kırarak
yolun kenarına attı. Bu yüzden kardeşleri ona suç isnad ettiler"
Katâde
şöyle der: "Yusuf (a.s.), dedesinin bir putunu alıp onu kırdı."
Mücâhid de şöyle anlatır: "Bildiğim kadarıyla Yusuf (a.s.)'ın başına gelen
ilk imtihan ve bela şudur: Yusuf (a.s.)'ın halası, İshak (a.s.)'ın kızı olup,
aynı zamanda en büyük çocuğuydu. İshak'ın kuşağı, bu halanın yanındaydı. Onlara
büyüklük sırasına göre miras kalıyordu. Kuşağı kim, sahibinden alıp gizlerse
tartışmasız o kişinin kölesi olur, sahibi de ona dilediğini yapardı. Yusuf
(a.s.) dünyaya gelince bakımını halası üstlendi. Ona karşı şefkat ve sevgi
hissediyor ve kimseyi onun kadar sevmiyordu. Nihayet Yusuf (a.s.) yetişip
büyüyünce Yakup (a.s.) oğlunu özledi. Kardeşine gelerek kardeşim! Artık Yûsuf
umu bana geri ver. Allah'a yemin ederim ki onun yokluğuna bir saat bile
dayanamıyorum' dedi. Kızkardeşi ise 'Andolsun ki onu bırakamam' dedi ve şöyle
devam etti: 'Birkaç gün daha yanımda kalsın. Ona bakıp sükûnete kavuşayım.
Böylece belki biraz teselli olurum'.
İbni
İshak, İbni Cerîr ve İbni Ebî Hatim'in naklettiğine göre; Yakup (a.s.) yanından
çıkar çıkmaz. İshak (a.s.)'m kuşağım alarak elbisesinin altından Yusuf
(a.s.)'ın beline doladı. Sonra da 'İshak (a.s.)'ın kuşağını kaybettim. Kim onu
alıp da eline geçirmiş, arayın bakalım' dedi. Aramaya başlayınca Yusuf (a.s.)
da buldular, bunun üzerine halası şöyle dedi: "Vallahi! Yusuf artık benim
kölemdir. Ona dilediğimi yaparım'. Yakup (a.s.), gelince kardeşi olanları anlattı.
Yakup (a.s.), ona şöyle dedi: 'Öyle ha! Eğer dediğin gibi yaptıysa o, senin
kö-lendir. Bundan başkasına benim gücüm yetmez'. Halası Yusuf (a.s.)'u yanında
alıkoydu. Kardeşi ölene kadar Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.)'u yanına almayı başaramadı.
İşte Yusuf (a.s.)'un kardeşini yanında alıkoymak için Bünyamin ile beraberce
oynadığı oyun esnasında kardeşlerinin dediği; "Çalmışsa daha önce kardeşi
de çalmıştı" sözü budur.
'Yusuf,"
onların bu sözünü içinde sakladı ya da bundan sonraki "Durumunuz pek
kötüdür...' cümlesini veya sözünü içinde sakladı".
İçinden
onları bu sözleriyle hesaba çekerken bunu onlara belli etmedi ve onları
bağışladı. Onlara belli etmeden içinden şöyle dedi: Bünyamin'i hırsızlıkla
suçladığınızdan dolayı durumunuz pek kötüdür. Oysa siz, babanızdan kardeşinizi
çalıp, ölsün de kurullasınız diye onu kuyuya attınız.
Allah,
söylediğiniz ve anlattığınız şeyleri bilir.
Bu
ifade açıkça bildirmeden önce zamir kullanma üslûbu olup, Arap Dili Kuran ve
hadis'de sıkça geçer.
Bundan
sonra Yakup (a.s.)'un oğulları, Yusuf (a.s.)'un merhametine sığınıp belki
Bünyamin'in yerine içlerinden birini alıkoyar diye ondan şefaat dilediler. Yine
onların şeriatlarında esiri kurtarmak için bedel verilmesi ve affedilmesi
caizdi.
Kardeşleri
şöyle dediler: Ey Vezir! Onun kendisine son derece bağlı yaşlanmış kocamış bir
babası vardır.Bünyamin'i aşın derecede sever ve kaybettiği çocuğunun yerine
onunla teselli bulur. Ya da babası kadri yüce, gözetilmeye, güzel muamele
edilmeye ve yardıma layık bir zattır.
Bu
sebepten onun yerine bizden birini al, yanında ona karşılık rehin olsun.
Doğrusu biz, senin hem erzak hem de bizzat ikram hususunda bize iyi davrananlardan
olduğunu görüyoruz. Veya insaflı adil ve iyiliğe kefil olan kimselerden ya da
iyilik etmeyi âdet haline getirmiş kimselerden olduğunu görüyoruz. Bu sebepten
bize iyi davranmaya devam et.
Yusuf,
onlara şöyle cevap verdi: "Sizin de söyleyip, itiraf ettiğiniz gibi ölçeği
yanında bulduğumuzdan başkasını alıkoymaktan kesinlikle Allah'a sığınırız".
Yusuf (a.s.), yalandan korkarak "Hırsızlık yapanın dışında"
dememiştir. Yusuf (a.s.) şöyle devam eder: "Eğer biz, başkasını
alıkoyarsak bu, sizin kanunlarınıza göre zulümdür. Çünkü suçlunun yerine masum
olanı alıkoymuş oluruz. Bu sebepten haksızlık olduğunu bildiğiniz şeyi niçin
istiyorsunuz?". Bu sözün asıl gayesi şu hususu açıklamaktır: "Allah,
bana bu husustaki maslahat sebebiyle Bünyamin'i alıkoymamı emredip, vahyetti.
Eğer Allah'ın emrettiği kimseden başkasını ahkorsam zâlim olur ve vahyin aksine
amel etmiş olurum ". Bu ifade, onların isteklerini kuvvetli bir şekilde
reddetmekte ve Rableri-ne sığınma manası taşımaktadır. Çünkü istenen şey,
haksızlık ve zulümdür. Bundan sonra sıra aralarında konuşmaya gelmiştir
Yusuf
un kardeşleri, babalarına götürmek zorunda oldukları ve bunun için söz verdikleri
kardeşleri Bünyamin'in salıverilmesinden ümitlerini kesince insanlardan
uzaklaşarak aralarında fısıldaşmaya ve durumlarını istişare etmeye başladılar.
Kardeşleri Yusuf u öldürmeye karar verdiklerinde kuyuya atılması fikrini öne
süren ve yaşça en büyükleri ya da en isabetli düşünenleri olan Rûbîl ya da
Yehûzâ şöyle dedi: 'Muhakkak ki bu, çok önemli bir olaydır. Siz, babanızın
helak olmamz dışında Bünyamin'i geri götüreceğinize dair sizden söz aldığını
hatırlamıyor musunuz? Yine geçmişte kardeşiniz Yusuf meselesinde ileri
gittiğinizi ve onu babamzdan ayırdığınızı bilmiyor musunuz? Bu sebeple babanızı
üzüntü ve keder sahibi yapmıştınız
"Artık
babam bana dönmem için izin verene ya da Allah hakkımızda" kardeşimi
almama veya Mısır'dan çıkmamıza imkân verecek şekilde "hüküm verene
kadar" Mısır'dan asla "ayrılmayacağım" ve Bünyamin'i orada
bırakmayacağım. Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır. O, sadece hak ve
adaletle hükmeder.
Bu
onun şahsî kararıydı. Babalarına söyleyecekleri şeyler hususundaki görüşü ise
şuydu: "Siz babamza dönün ve ona şöyle söyleyin: "Ey Babamız! Oğlun,
kralın erzak ölçeğini çaldı. Mısır'da yönetimi elinde bulunduran Vezir, bizim
ona bildirdiğimiz şeriatımıza uygun olarak onu köle edindi. Biz, bildiğimiz ve
gördüğümüz üzere ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarılması dışında onun
hırsızlığına şâhid olmadık. Biz, sana söz verirken onun hırsızlık yapıp, köle
olarak alıkonacağını bilemezdik. Ya da Yusuf ile başına bir musibetin geldiği
gibi yine bir belâ ile karşılaşacağını bilemezdik. Netice olarak, biz gerçeği
bilmiyoruz. Çünkü gaybı, Allah Tealâ'dan başka hiç kimse bilmez.
Ey
Babamız! Olanları, Mısırlı kervan halkına sor. Hırsızlık, haberi orada
yayılmıştır. Ayrıca bizimle beraber erzak getiren kervandakilere de sor. Onlar
bu sözleriyle töhmeti kendilerinden uzaklaştırmak için mübalağa ediyorlardı.
Çünkü kendileri, hâlâ şüpheli kimselerdi ve Yusuf (a.s.) ile ilgili hadiseden
dolayı töhmet altındaydılar sonra Yakup (a.s.)'m oğulları, doğru olduklarını şu
kaville desteklediler: "Biz, sana onun hırsızlık yaptığını ve bu sebeple
köle olarak alıkonduğunu bildirirken tamamen doğru söylüyoruz." Buraya
kadar bütün söylenenler, Yakup (a.s.)'ın en büyük çocuğunun sözleriydi. Bundan
sonra Allah Ttealâ, babalarını zikretmeye başlamıştır
Babaları
çocuklarının doğru söylemediklerini gösteren bir tarzda onlara cevap vermiştir.
Onlar yalancı bir kana buladıkları Yusuf (a.s.)'ın gömleğiyle geldiklerinde de
Yakup (a.s.) onlara aynı şekilde cevap vermişti. Yakup (a.s.) şöyle
diyordu:Size nefsiniz arzu ettiğiniz başka bir işi, tatbik ettiğiniz yeni bir
hileyi güzel gösterdi. Yoksa siz fetva verip, öğretmeseydiniz, bilmiyorum bu
adam çaldığı için hırsızı alıkormuydu
Şu
anda yapabileceğim tek şey güzelce sabretmekdir. Böylece ne telaşlanarak
hüzünlenir ne de kimseye şikâyette bulunurum. Ben, Allah'ın takdirine razıyım.
Sadece O'na derdimi açarım. Böylece , Yakup (a.s.), Allah'dan üç çocuğunu
kendisine geri döndürmesini ümit etmeye başladı. Bunlar, Yusuf (a.s.), Bünyamin
ve Mısır'da kalarak Allah'ın takdirini bekleyen, diğer bir ifadeyle babasının
kendisinden razı olup dönmesini emretmesini veya gizlice kardeşini kaçırmayı
bekleyen Rûbîl idi. Yakup (a.s.) şöyle dedi: "Belki kendisinden üç çocuğumu
bana geri döndürmesini istediğim Allah, onları hep beraber bana kavuşturacaktır".
Yakup (a.s.)'a Yusuf (a.s.)'ın ölmediği ilham edilmişti. Yakup (a.s.) şöyle
devam eder: "Benim ne kadar yaşlı ve üzüntülü olduğumu sadece en iyi O
bilir ve bütün her şeyi hikmetle yapar ve takdir eder. Zira zorluktan sonra
kolaylık ve sıkıntıdan sonra ferahlık vardır"
"Yakup"
çocuklarının anlattıklarını hoş görmeyerek "onlardan yüz çevirdi" ve
Yusuf için çektiği eski üzüntüsünü hatırlayarak "Ey benim Yusuf için üzüntüm"
ve kederim! "dedi.
Dolayısıyla
iki çocuğunun üzüntüsü, kalbine gömdüğü eski üzüntüsünü depreştirmişti. Bu da
göstermektedir ki Yusuf (a.s.)'a karşı olan üzüntüsü, bitmek tükenmek bilmeyen
bir üzüntüydü ve yarası durmadan kanıyor, zamanın geçmesiyle bu dert
unutulmuyordu
"Bu
üzüntü sebebiyle Yakup'un gözlerine ak düştü, gözleri görmez oldu. Artık
kimseyle konuşmuyor, derdini hiç kimseye açmıyor ve çocuklarına karşı içindeki
öfkeyi saklıyordu". Denilmiştir ki: "Yakup (a.s.)'ın gözleri, Yusuf
(a.s.)'dan ayrılıp ona kavuşana kadar 80 yıl hiç kuru kalmayıp, devamlı göz yaşı
akıttı. Yeryüzünde Yakup (a.s.)'dan daha çok Allah'a hürmet ve tazim gösteren
hiç kimse yoktur.
Zorluklar
ve belâlar karşısında aşırı umutsuzluk ve şiddetli üzüntü ve keder insanoğlu
için tabîi bir haldir. Şeriatta da sabır ve nefse hakim olmak şartıyla beraber
olduğu müddetçe bu hal kınanmamıştır. Zira sabır ve nefse hakimiyet, iyi
davranışlara yakışmayacak hareketlere engel olur
Buharî
ve Müslim'de geçen hadiste Rasulullah (s.a) de oğlu İbrahim'in vefatı için
gözyaşı dökmüş ve şöyle buyurmuştur: "Göz ağlar, kalp üzülür. Biz
Rabbimizin razı olduğundan başka şey söylemeyiz. Yâ İbrahim! Senin ayrılığınla
biz mahzunuz.
Bazı
cahillerin kendilerini frenlemeyip aşırı üzüldükleri zaman yaptığı gibi feryad
u figân ederek ağlamaları, bağırıp çağırmaları, dövünüp yüzlerine vurmaları ve
elbiselerini paralamaları ise İslâm dininde kınanmıştır.
Rasulullah
(s.a.) bazı torunları vefat etmek üzereyken gözyaşı dökmüştü. Kendisine
"Ya Rasulullah! Bize ağlamayı yasakladığın halde sen mi ağlıyorsun?"
denildiğinde o şöyle buyurdu: "Ben, ağlamanızı yasaklamadım. Sadece iki
ahmak sesi size yasakladım. Bunlar ferahlık ve hüzün anındaki seslerdir.
Hasan
Basrî, bir çocuk ya da başkası için ağladığında şöyle derdi: "Allah'ın
Yakup (a.s.)'ın üzüntüsünü kusur olarak saydığını hiç bilmem.
"Babalarına
olanları görünce Yakup (a.s.)'ın çocuklarının kalpleri yumuşadı ve ona
acıyarak ve yumuşaklıkla: Yusuf u anıp duruyorsun. Böyle giderse hastalanıp
kuvvetsiz düşecek ya da öleceksin. Yani, bu hal böyle devam ederse senin
ölmenden ve helak olmandan korkuyoruz, dediler.
Yakup
(a.s.), onların bu sözlerine şöyle cevap verdi: "Ben üzüntümü sizden
birine veya bir başkasına açmam. Ancak onu ve içinde bulunduğum durumu, dua
ederek ve sığınarak Allah'a açarım. Benimle ve dertlerimle uğraşmayın. Allah
katından sizin bilmediklerinizi bilirim. O'ndan her iyiliği umuyorum. Çünkü
ben, O'nun ihsanından, rahmetinden ve O'na karşı beslediğim güzel zandan
biliyorum ki O, ummadığım şekilde beni feraha çıkaracaktır." Rivayet
edilmiştir ki Yakup (a.s.), Azrail (a.s.)'i rüyasında görür ve ona "Yusuf
un canını aldın mı?" diye sorar. Bunun üzerine Azrail "Vallahi,
almadım. O hayattadır, onu iste" der
İbni
Abbâs (r.a.) 86. ayetini şöyle tefsir eder: "Ben, Yusuf un rüyasının doğru
olduğunu ve Allah'ın mutlaka onu gerçekleştireceğini bilirim.
"Ey
Oğullarım!" Mısır'a "gidin, Yusuf ve kardeşini" Bünyamin'in
haberlerini "arayın" öğrenin. "Tehassur" Aramak hayırlı iş
için "Tecessüs" (Araştırmak) ise kötü işler için kullanılır. Yakup
(a.s.) da çocuklarına kardeşlerini aramaları için Mısır'a gitmelerini teklif
edip onlara Allah'ın kendilerini feraha çıkaracağından ve üzüntülerini
gidereceğinden ümitlerini kesmemelerini ve amaçladıkları işte hiçbir zaman
Allah'dan ye'se düşmemelerini tavsiye etti. Zira bilerek Allah'ın kudret ve
rahmetini inkâr eden ve Allah'ın kullan hususundaki hikmetinden câhil olan
kâfirlerden başka hiç kimse Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez. Müminler ise
Allah'ın rahmetinden, sıkıntılardan kurtaracağından ve zorlukları
gidereceğinden asla ümitlerini kesmezler
İbni
Abbâs (r.a.) şöyle der "Muhakkak ki müminler, Allah'dan devamlı hayır
üzeredirler. Sıkıntıdayken rahmetini umar, ferah içindeyken O'na hamdederler.
[128]
Ayetler,
şu hususlara işaret etmektedir
1- Yakup (a.s.)'ın on oğlunun tavrı küçükken olduğu gibi devam etmiş ve
kardeşleri Yusuf (a.s.) ve Bünyamin'e karşı kin, hased ve çirkince davranışlarını
sürdürmüşlerdir. Bu durum, kendi hayat tarzı ve meşreplerinin Yusuf (a.s.) ve
Bünyamin'inkinden farklı olduğunu söyleyerek kendilerini temize çıkarma
gayretlerinden anlaşılmaktadır. Çünkü onlara göre kardeşleri farklı yolu seçip,
hırsızlığı meslek edinmişlerdi. Zira onların anneleri, başka bir kadındı
Gerçek
şu ki Yusuf (a.s.)'ın yapmış olduğu hırsızlık Allah'ın rızasına uygundu ve
görünen o ki küçükken yapılmış bir işti. Oysa küçükler, mükellef değildir.
Ayrıca ölçeği de Bünyamin'in yüküne o koymamış, başkası koymuştu
2- Yusuf (a.s.) kardeşlerine kötü bir şekilde ve içindeki duyguları
onlara söyleyerek karşılık vermedi. Aksine söylediklerini ve özellikle de
"Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı" sözlerini içinde sakladı.
Denilmiştir
ki: Yusuf (a.s.) "Durumunuz pek kötüdür!" kavlini; söylemeden önce
idmar (gizleme) üslubuyla içinde saklamış, sonra, "Allah, gerçeğin anlattığınız
gibi olmadığını bilir" diyerek açığa vurmuştur.
3- Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, Bünyamin'in salıverilmesi, ya da yerine
içlerinden birinin alınarak fidye kabul edilmesi için babasının güçsüz,
kuvvetsiz ve kocamış olduğunu ileri sürerek Yusuf (a.s.)'ın merhametine
sığınmak istediler. Onlar babalarının yaşlı olduğunu kasdetmiyorlardı. Çünkü
bu, kocamış olduğundan belliydi. Yine onlar, Yusuf (a.s.)'ın kendilerine karşı
bütün davranışlarında büyük iyilikler gördüklerini söyleyerek onun merhametini
celbetmek istediler.
Bünyamin'in
yerine içlerinden birisinin alınmasını teklif etmeleri mecazen olabilir. Çünkü
onlar, suçlunun yerine suçsuz bir kimsenin köle olarak alıkon-masının doğru
olmadığını biliyorlardı. Bu olsa olsa Yusuf (a.s.)'ı bu işten vaz geçirmek için
mübalağa ifade etmektedir. Meselâ, çirkin bir iş yapan kimseye "Canımı al,
ama böyle yapma" denir. Böyle diyen kişi, dediği kimsenin kendisini
öldürmesini istemez. Sadece onu vazgeçirmek için mübalağa eder.
Veya
"Onun yerine bizden birini köle olarak alıkoy" şeklindeki teklifleri,
şahsa kefalet babından gerçek olabilir. Çünkü onlar, Bünyamin'in babalarına
gitmesini ve babalarının da durumun vahametini bilmesini arzu ediyorlardı.
Şahsa kefalet, dört mezhebe göre caizdir. Hatta, İmam Şafiî'ye göre tercih edilen
görüş budur.
Herhâlükârda
İshâk ve Yakup (a.s.)'m şeriatlarında nasıl ki hırsızın köle olarak alıkonması
caiz ise aynı şekilde affedilmesi ve yerine başkasının alınması da caizdi.
4- Yusuf (a.s.), Bünyamin'in yerine başkasını alıkoymayı reddetmiş ve bunun
zulüm olduğunu söylemiştir.
5- Yakup (a.s.)'ın çocukları, babalarının kendilerinden Allah'a yemin
ettirerek aldığı söz karşısında ne yapacaklannı istişare ettiler. Ayrıca
geçmişte Yusuf (a.s.) meselelerinde de ileri gittiklerini hatırladılar. Yaşça
en büyükleri veya en isabetli görüşe sahip olan Şemûn veya Yehûze ya da Rûbîl
Mısır'da kalmaya karar verdi. Bu bekleyiş, babasından utandığı için babası
kendisine dönüş izni verene ya da Allah hakkında kardeşiyle beraber babasına gitmesine
hükmedene kadar devam edecekti. Bütün bunlar göstermektedir ki her hususta,
gizlice fikir alış verişinde bulunmak ve istişare etmek şer'an doğru bir iştir.
Kâdî
İyâd Şifâ adlı eserinde şöyle anlatır: Bedevi bir adamın "Ondan son derece
ümitsizliğe düşünce konuşmak üzere bir kenara çekildiler" ayetini okuduğunu
işitince şöyle dedi: "Ben şehadet ederim ki hiçbir mahluk böyle söz söyleyemez."
Çünkü bu cümle pek çok mânayı ihtiva etmektedir. Bugün bunlar, gizli bir
toplantı yapmak, istişarede bulunmak, babalarına söyleyecekleri sözleri
tasarlamak ve olayın nasıl cereyan ettiğini anlatmak gibi pek çok cümleyle
ifade edilebilir.
6- Yakup (a.s)'ın oğullan, Mısır'da kalan en büyük ağabeylerinin
delaletiyle babalarına şu hususları izah etmek için anlaştılar: Bir hırsızlık
olayı meydana gelmişti. Ölçeğin Bünyamin'in yükünden çıkarıldığını gözleriyle
görmüşlerdi. Gaybı bilemezlerdi. Ayrıca babalarına söz verirken Bünyamin'in
hırsızlık yapacağını ve şeriatlarında karar kılınmış olan cezaya uyularak neticenin
köle yapılmaya kadar varacağını da bilemezlerdi.
Neticede
en doğru karara varabilmek için düşünürken, en isabetli olanın babalarına dönüp
hadiseyi olduğu gibi ona anlatmak olduğunu anladılar.
7- 'Bu bildiğimizden başka bir şey görmedik' diye ayeti olayın bilinmesi
hangi şekilde gerçekleşirse onunla şahitliğin caiz olduğu mânasını taşımaktadır.
Eğer olayın belirtilerini anlarlarsa duyanın, görenin, âmânın ve dilsizin şahitlikleri
sahihtir. Aynı şekilde eğer şahit, yazının kâtibin ya da falancanın yazısı
olduğundan kesin olarak emin olursa yazı için şahitlik yapılan kimse şahitlik
yaptırmasa da bu bilgiyle şehâdette bulunması caizdir. Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur: "Ancak hakkı bilip ona şahitlik edenler bunun
dışındadır." (Zuh-ruf, 86).
Müslim,
Zeyd b. Hâlid el-Cühenî (r.a.)'dan Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Size şahitlerin en hayırlısını haber vereyim mi? En
hayırlı şâhid, kendisine sorulmadan şehâdette bulunan kimsedir."
Yakup
(a.s.)'ın oğullan erzak ölçeği kardeşlerinin yükünden çıkanldığı zaman ne
gördülerse ona şahitlik etmişler ve zann-ı galipleriyle ölçeği onun çaldığına
hükmetmişlerdi.
Birine
uğrayan bir kimsenin "Falancaya uğradım ve şöyle şöyle dediğini
işittim" diyerek şehâdette bulunması, eğer sözün tamamını anlayıp idrak etmişse
sahih olup bu husustaki şehâdeti caizdir.
Eğer
bir kimse yaşının ihtimal vermediği bir şahitliği iddia ederse reddedilir.
Çünkü bu iddiası batıldır ve gözle görülen durum açık bir şekilde onu yalanlamaktadır.
Netice
olarak duyulara itimat edilerek şehâdette bulunulur. Ama gaybın gerçeğini
sadece Allah Tealâ bilir.
8- Yakup (a.s)'ın çocukları babalarını kendilerinin doğru söylediklerine
ikna etmek için ondan bu olanları Mısır halkına ve kendilerinin de içinde
bulunduğu Kenanlılardan oluşan kervana sormasını istediler. Bütün bunlar
göstermektedir ki hak üzere olan ve töhmet altında kaldığını bilen herkes, bu
töhmet ve her türlü şüpheyi kendisinden bertaraf etmeli ve kimseye konuşacak
laf kalmaması için hak bildiğini açıklamalıdır.
Peygamberimiz
(s.a.) de bunu Buharî ve Müslim'in rivayet ettiği gibi Sa-fiyye (r.a.) ile
Mescidden dönerken yanından geçen iki kişiye şöyle diyerek tatbik etmiştir:
"Yavaş olun. Bu yanındaki kadın hanımımdır". Yoldan
geçen-ler:Subhânallah!" dediler. Rasulullah (s.a.)'ın bu tavrı zorlarına
gitmişti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki
şeytan insanın damarlarına kadar girer. Ben, kalplerinize bir vesvese
vermesinden korktum".
Yakup
(a.s)'ın çocukları, bu kadarla yetinmeyip söylediklerinin doğruluğunu daha çok
te'kid ederek şöyle dediler: "Sen bizi töhmet altında görsen de gör-mesen
de biz doğru söylüyoruz".
9- Her müslümanın; canına, çocuklarına ya da malına bir kötülük geldiği
zaman, bu musibeti güzelce sabrederek, rıza göstererek ve Allah'a teslim olarak
karşılaması ve Allah'ın peygamberi Yakup'a ve diğer peygamberlere uyması
gerekir. Yakup (a.s.), Yusuf (a.s.) ve Bünyamin hadiselerinde "Size
nefsiniz bir iş yapmayı güzel gösterdi. Benim sabrım, güzel bir sabırdır"
demişti. Ancak Yusuf (a.s) hadisesinde "Anlattıklarınıza ancak Allah'tan
yardım istenir" derken, Bünyamin hadisesinde ise "Belki Allah, Yusuf
ve iki kardeşini bana getirecektir" demiştir.
10- Yakup (a.s.)'ın belki Allah, Yusuf ve iki kardeşini bana
getirecektir" sözü, vahyi bilmesînrien veya ilham- edilmesirrden ya da
Azrail'e Yusuf (a.s.)'u sorup ölmediğini öğrenmesinden kaynaklanmaktadır.
Ancak Yusuf (a.s.)'dan haberdar değildi. Yakup (a.s.)'ın geleceklerini ümit
ettiği üç çocuğu, en büyükleri Rûbîl, Yusuf (a.s.) ve Bünyamin idi.
11- Yusuf (a.s.)'dan sonra en büyük ve en küçük çocuklarının yok olmalarıyla
Yakup (a.s.)'ın yaralan ve üzüntüsü tazelenerek, şiddetle arttı. "el-Esef'
"Geçenlere çok fazla üzülmek" demektir. Gözleri kapandı ve üzüntü
sebebiyle altı yıl ağlamaktan dolayı göremedi.
Fakat
Allah herşeyin hakikatini bilir ve bu hususlarda bütün aile için hazırladığı
fazl-ı kereme, ihsana, rahmete ve maslahata uygun bir şekilde hikmet sahibidir.
12- Üzüntü, eğer sabır ve Allah'ın kaza ve kaderine rıza ve teslimiyet göstermekle
yanyana olursa mahzurlu değildir. Çünkü üzüntü, insan tabiatından ve
hissindendir. Ancak Allah'ın takdirine karşı gelmek, ah vah ederek ağlamak,
üstü başı yırtmak ve gereksiz laflar etmek sakıncalıdır. Rasulullah (s.a.)
-Buharî ve Müslim'in rivayet ettiği üzere- böyle buyurmuştur: "Göz ağlar,
kalp üzülür. Biz, Rabbimizi kızdıracak bir şey söylemeyiz."
Böylece,
çocuklarının söylediklerini duyunca Yakub (a.s.)'ın kalbi çok daraldı,
onlardan yüz çevirip yanlarından ayrıldı. Sonra tekrar onları çağırarak görüştü
13- Yakup (a.s.)'m oğulları, babalarına karşı şefkat göstererek, yumuşak
davranmaya başladılar. Ona bu şekilde üzülmeye devam ederse bunun tehlikeli
olacağını, ya hastalanıp kuvvetsiz düşeceğini ya da helak olup öleceğini hatırlattılar.
Bütün bunlar, insanın yapısına uygun gerçeklerdi
14- Yakup (a.s.), insanlara değil, sadece Allah'a derdini ve üzüntüsünü
açarak, O'na dua edip sığındı. Sıkıntı ve üzüntü içinde olan herkesin şer'an
yapması gereken de budur
15- Allah'ın peygamberi Yakup (a.s.), Allah katından, diğer insanlardan
bilmediği Allah'ın merhametini, ihsanını ve sıkıntılardan feraha çıkaracağını
biliyordu. Yine o, Yusuf (a.s.)'ın rüyasının doğru olduğunu ve küçükken gördüğü
rüyayı tasdik ederek kendisi, hanımı ve çocuklarının Yusuf (a.s.)'a secde
edeceklerini biliyordu
16- Yakup (a.s.), oğlu Yusuf (a.s.)'ın hayatta olduğunu yakînen biliyordu.
Bu bilgi ya rüya ya da Azrail'in ona Yusuf (a.s.)'ın canını almadığını
bildirmesi neticesinde gerçekleşmişti. İkinci ihtimal daha kuvvetlidir. Bir
müddet sonra Yakup (a.s.), tekrar çocuklarıyla yumuşak bir uslubla konuşarak,
onlardan Yusuf (a.s.) ve kardeşini aramak için Mısır'a gitmelerini istedi
17- Allah'ın sıkıntıdan feraha çıkaracağından ancak kâfirler ümitlerini keserler.
Bu da göstermektedir ki kâfir, sıkıntı esnasında ümidini keser. Ayrıca
Allah'tan ümit kesmek, büyük günahlardandır. Mümin ise, devamlı surette Allah
Tealâ'nın kendisini feraha çıkaracağını ümit eder.
Râzî
şöyle der: "Bilinmelidir ki kişi, Allah'ın mükemmelliğe gücü yetmediğine,
herşeyi bilmediğine ve cömert olmayıp, cimri olduğuna inanmadığı müddetçe
Allah Tealâ'nın rahmetinden ümidini kesmiş olmaz. Eğer bu üç konudan birinde
aksi şekilde düşünürse bu durum küfrü gerektirir. Eğer ümitsizlik, ancak bu
üçünden birinin tahakkuk etmesiyle gerçekleşebiliyorsa o zaman bunlardan
herbiri küfürdür. Kâfir olandan başkasının Allah'dan ümidini kesmeyeceği
sabittir."
[129]
88-
Kardeşleri Azîz'in yanına vardıklarında "Ey Azîz! Biz ve çoluk
çocuğumuz Şiddetli açlık içindeyiz, pek
az bir pa- ray!a geldik. Ölçeği bize tam olarak ver ve avrıca sadaka da ver. Allah, sadaka verenl değiştirmeden hatasız olarak har verm i,
karşısındakini âciz bırakmaktan başka bir şey değildir.
Allah
Tealâ Meryem kıasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil olacak diye
kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44). Ayrıeri
şüphesiz mükâfatlandırır" dediler"
89- "Siz Yusuf ve kardeşine bilmeden eler
yaptığınızın farkında mısınız?" dedi.
90-
"Yoksa sen Yusuf musun?" dediler. "Ben Yusuf um, bu da kardeşim.
A ah bize iyilikte bulundu, doğrusu kim Al-lah'dan korkar ve sabrederse bilsin
ki Allah iyi davrananla n ecrini kesinlikle zayi etmez" dedi.
91-
Kardeşleri: "Allah'a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üst tut u tur, doğrusu
biz ç işlemiştik" dediler.
92-
Yusuf "Bugün size ayıplama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O, merhametl erin
en merhametlisidir.
93-
Bu gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeğe başlar. Bütün ailenizi de
bana getirin, dedi.
"...
pek az bir parayla geldik." Tüccarların kabul etmiyecekleri düşük değerli
dirhemlerle geldik.
"Ölçeği
bize tam olarak ver." Paramızın değersizliğine göz yumarak veya
kardeşimizi geri vererek "bize sadaka da ver. Allah sadaka verenleri
şüphesiz mükafatlandırır." En güzel şekilde sevaba nail eder. Tasadduk;
mutlak mânada ihsan etme bağışlamak demektir. Fakat örfte sadece Allah
Tealâ'dan sevab umularak yapılan işlere denil eye başladı.
Sonra
serzenişte bulunarak onlara şöyle "dedi: Siz Yusuf ve kardeşine bilmeden
neler yaptığınızın" yaptıklarınızın çirkinliğini ya da sonucunu bilme-den
Yusuf u dövdüğünüzün, başkalarına sattığınızın ve daha nice eziyetler yaptığınızın
ve kardeşini de Yusuf dan ayırdığınızın ve ancak acziyet ve zillet içinde
konuşabilsin diye onu aşağıladığınızın "farkında mısınız?". Yusuf
(a.s.) bütün bu sözleri, kardeşlerini kınamak ya da azarlamak için değil,
acziyet ve miskinliklerini gördüğünden onları tevbe etmeye teşvik etmek ve
onlara şefkatini göstermek için söyledi.
Yusuf
un şekil ve şemailinden onu tanıyınca şöyle dediler: "Yoksa sen Yusuf
musun?" Buradaki soru, açıklama ve ispat manası taşır.
"Ben
Yusuf um. Bu da" ana baba bir "kardeşim". Yusuf (a.s.),
Bünyamin'i kendisiyle olan bağını te'kid etmek ve ona verdiği değeri göstermek
için zikretmiştir.
Bizi
bir araya getirerek, esenlik ve şeref bahşederek "Allah" bize
nimetlerini ihsan etti".
"Kim
Allah'dan korkar" ve başına gelen belâlara veya Allah'a itaata ya da
günahlara "sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini kesinlikle
zayi etmez". Muhsin (iyi davranan)'in hem Allah'dan korkan hem de sabreden
kimse olduğuna dikkati çekmek için "hüm" zamirinin yerine
"Muhsinîn" ismi getirilmiştir.
"Allah
seni," yakışıklı ve güzel ahlâklı kılarak, sana mülk ve hâkimiyet vererek
ve daha nice nimetler ihsan ederek "bizden üstün tutmuş ve
seçmiştir".
"Bugün
kınanacak ve azarlanacak değilsiniz." O gün, azarlanacaklarını
zannettikleri zaman olduğu için özellikle zikredilmiştir. Bu kavlin takdiri
"Sizin için gerçekleşecek bir azarlama yoktur" şeklindedir.
"Allah
sizi bağışlar". Çünkü Yusuf (a.s.), o anda itiraf ettikleri suçlarını
affetmişti.
"O
merhametlilerin en merhametlisidir." Çünkü küçük günahları da büyük
günahları da affeder ve tevbe edenlere ihsanda bulunur.
"Bu
gömleğimi götürün... görmeğe başlar." Bu gömlek, ateşe atıldığı zaman
İbrahim (a.s.)'in giydiği gömlekti. Kuyuya atıldığında da Yusuf (a.s.)'ın üstündeydi
ve babadan oğula miras kalıyordu. Veya bu, sadece Yusuf (a.s.)'un üzerindeki
gömleğiydi.
[130]
Söz,
bir mahzûfun takdiriyle önceki ayete bağlıdır. Şöyleki Yakub (a.s.), çocuklarına,
"Gidin, Yusuf u ve kardeşini arayın" deyince onlar babalarının bu
nasihatini kabul ettiler ve üçüncü kez Mısır'a dönerek ümitlerini kesmeden
hatta büyük bir umut ve ciddiyetle Yusuf (a.s.) ve kardeşini aramaya başladılar.
Mısır Veziri Yusuf (a.s.) ile karşılaşınca, kardeşlerinin merhametine sığınmalarından
Yusuf (a.s.)'un kalbi yumuşadı, onlara kendisini tanıttı ve böylece 12 kardeş
bir araya gelmiş oldu.
[131]
Yakub
(a.s.)'ın çocukları, üçüncü kere Mısır'a gidip Yusuf (a.s.)'ın huzuruna
girdiler. Durumlarını anlatıp Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığındılar. Kalpleri
yumuşatan bir üslupla hallerinin perişanlığını, malların azlığını gerektiği gibi
şikâyet ederek ona şöyle dediler: "Ey Vezir!" -Babalan bu Vezirin
Yusuf (a.s.) olduğunu kuvvetle zannediyordu.- "Biz ve ailemiz, kuraklık,
kıtlık, açlık ve yiyecek bulunamamasından dolayı şiddetli zarara uğradık.
Erzak almak için yanımızda olan parayı sana getirdik. Ancak bu, pazarda
tüccarların iltifat etmeyeceği kadar az ya da önemsiz değersiz bir meblağdır.
Bu sebepten bizi cömertçe davranmana alıştırdığın gibi ölçeği tam olarak ver.
Bu değersiz paraları kabul ederek bize tasaddukta bulunup, paranın azlığını ya
da değersiz oluşunu görmezden gelerek bize müsamaha et. Zira Allah, sadaka
verenleri en güzel şekilde mükâfatlandırır ve harcadıklarının karşılığını
onlara ihsan ederek, kat kat fazlalaştırır."
Böylece
Yakub (a.s.)'ın çocukları Yusuf (a.s.)'a, başlarına gelen meşakkat ve zorluğu,
yiyecek sıkıntısını ve iki çocuğunu kaybetmesi sebebiyle babalarının ne kadar
üzüldüğünü anlatmış oldular. Bütün bunlarla Vezirin durumunu gereği gibi
bilebilmek, yani kalbinin yumuşayıp yumuşamayacağını, kendisini belli edip
etmeyeceğini ve kim olduğunu açıklayıp açıklamayacağını anlamak için onun
kalbini yumuşatmayı, ona yalvarıp boyun eğmeyi hedefliyorlardı.
Gerçekten
Yusuf (a.s.)'ın merhametine sığınmada başarılı oldular. Yusuf (a.s.), mülk ve
hâkimiyet sahibiydi ve bolluk içindeydi. Babasına ve kardeşlerine karşı kalbi
yumuşadı ve merhamet duyguları kabardı. Onlara; daha önce Yusuf (a.s.)'a
yaptıklarını çirkin bulup bulmadıklarım sorarak şöyle cevap verdi: "Siz,
ana babaya âsi olmak, akrabalık bağlarını kesmek gibi yaptıklarınızın ne kadar
çirkin davranışlar olduğunu bilmeden -Yusuf ve kardeşi Bünyamin'e ne kötülükler
yaptığınızın farkında mısınız? Yusuf u kuyuya atıp, ölüme ter-kettiniz. Onu
kardeşinden ayırdınız ve kardeşine duygusuz ve sert şekilde davrandınız".
Bu konuyla ilgili olarak bazı selef alimleri "Allah'a isyan eden herkes
câhildir, bunu bilgisizliğinden dolayı yapar" diyerek şu ayeti
okumuşlardır "Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyenlere...
"(Nahl, 16/119).
Bu
sorunun maksadı kınamak ve azarlamaktır. Yusuf (a.s.) ise soruyu sormakla
olayın ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermek istemiş, yani "Yusuf a
karşı yaptıklarınız ne kadar muazzam bir iştir" demiştir. "Kime isyan
ettiğini biliyor musun?" denmesi de bu kabildendir. Doğru olan; Yusuf
(a.s.)'ın kardeşlerinin kalplerini cana yakın kılmak ve mazeretlerini açıklamak
için "Bilmeden" demiş olmasıdır. Sanki o (a.s.) "Bu çirkin işe
sizi, çocukluk cehaletiniz ya da kibriniz sevketmiştir" demek istemiş ve
onlara bu çirkin davranışlarının gerekçesini söylemiştir. Allah Tealâ da şöyle
buyurmuştur: "Çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?"
(İnfitar, 82/6).
Yusuf
(a.s.), bu sözleriyle kardeşlerini azarlamak ya da kınamak istememiş; bilâkis
onları, kendini tanıtmaya hazırlayarak yumuşak bir şekilde işledikleri
günahları hatırlatmıştır. Zira artık kardeşleriyle karşılaştığı bu üçüncü seferde
kendini tanıtma vakti gelmişti. Bundan önceki iki seferde Allah'ın takdiri ve
emriyle kendini onlardan gizlemişti. İşte Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:
"Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber vereceksin,
diye vahyettik." (Yusuf, 15).
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşleri, bu hatırlatmayı ve durumlarından haberdar olan bu şahsın
sorularını fırsatbilerek Yusuf a hayret ve gariplik ifadesi taşıyan, itiraf
edici ve onun kardeşleri Yusuf (a.s.) olduğunu te'kid eden şu soruyu sordular:
'Yoksa sen, Yusuf musun?' Yani, onlar bu şahsın durumuna şaşırarak gerçeği
öğrenmek istediler. Zira iki seneden fazla bir müddetten beri Yusuf (a.s.)'a
gidip geliyorlardı. Onun kim olduğunu bilmedikleri halde onları tanıyor ve
kendisini gizliyordu. Fakat bu sefer bu sözleriyle tanımışlar ve gerçekten
Yusuf (a.s.) olduğunu anlamışlardı. Sordukları sorular, tanımak için yeterli
sorulardı. Ayetteki soru; açıklayıcı ve te'yid edici bir soru şeklidir,
denilmiştir ki bana göre de bu görüş daha uygundur. Çünkü kardeşleri Yusuf
(a.s.)'ı alâmetlerinden tanımışlardı.
İbni
Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.), başından tacı çıkarana kadar kardeşleri
onu (a.s.) tanımadı. Yusuf (a.s.)'ın başının üstünde bene benzeyen bir alâmet
vardı ki aynısı Yakup (a.s.) da da mevcuttu. Yusuf (a.s.) onlara 'Siz, Yusuf a
neler yaptığınızın farkında mısınız?' deyince başındaki tacı çıkardı. Böylece
kardeşleri onu (a.s.) tanıyarak kendilerinden emin bir vaziyette " 'Muhakkak
ki sen, Yusuf sun' dediler".
Yusuf
şöyle dedi: 'Evet, ben âciz ve haksızlığa uğrayan Yûsufum. Allah, bana yardım
etti, kuvvetlendirdi ve şu gördüğünüz nimetlere mazhar oldum. Bu da benden
ayırdığınız kardeşim Bünyamin'di." Yusuf (a.s.)'ın maksadı şuydu: "O
da benim gibi zulme uğramıştı. Şimdi gördüğünüz gibi Allah Tealâ ona da
nimetlerini ihsan etmiştir."
"Allah
uzun müddet ayırdıktan sonra bir araya getirerek bize nimetlerini ihsan etmiş
ve dünyada ve ahirette bizi azîz kılmıştır". Bu a'yet, "Bünyamin benim
kardeşimdir. Onu istemenize bir neden yoktur" şeklindeki bir mânaya işaret
etmektedir.
"Muhakkak
ki Allah'dan; emir ve yasakları hususunda hakkıyla korkan ve Allah'a itaatda ve
karşısına çıkan belâ ve musibetlere sabreden herkese Allah yeter. O bütün
kötülükler karşısında ona kâfidir ve bütün sıkıntılardan onu kurtarır. Allah,
güzel ve sâlih amel işleyenlerin ecrini, dünya ve ahirette kesinlikle zâyî
etmez". Bu ayette Allah Yusuf (a.s.)'un sabreden ve güzel amel işleyen
müttakilerden olduğuna şehâdet etmektedir.
"Yusuf
un kardeşleri hakkı dile getirip Yusuf un daha üstün olduğunu itiraf ederek
şöyle cevap verdiler: "Allah'a yemin ederiz ki Allah seni ilimle, yumuşak
huylu, güzel ahlâkla, mülkle, bollukla, yetkiyle ve peygamberlikle bizden
üstün kılmıştır". Kardeşleri, Yusuf (a.s.)'a kötülük yapıp, hakkını
yediklerini ikrar ederek mazeret ileri sürmeden günahkâr ve hatalı olduklarını
bildirdiler.
Böylece
özür dileyip tevbekâr olduklarını bildirdikten sonra Yusuf (a.s.) kardeşlerini
affederek şöyle dedi: "Yaptıklarınızdan dolayı ne bugün ne de daha sonra
katımda kınanmayacak, kabahatiniz yüzünüze vurulmayacak ve azarlanmayacaksınız"
Bugün, azarlanma ve ayıplanmanın zannedildiği zaman olduğu için özellikle
zikredilmiştir.
Yusuf
(a.s.), kardeşlerinin affedilmeleri için daha da dua ederek şöyle demişler:
"Allah, sizin günahlarınızı ve zulmünüzü bağışlar. O, tevbe edenler ve
kendisine ibadete dönenler için merhametlilerin en merhametlisidir."
Yusuf
(a.s.) kendisini kardeşlerine tanıtıp, onlara babasını (a.s.) sorduğunda
kardeşleri "Çok ağlamaktan gözlerini yitirdi" dediler. Bunun üzerine
Yusuf (a.s.), vahiy bilgisiyle onlara şöyle dedi: "Üzerindeki ya da
dedelerim ve babam İbrahim, İshak ve Yakub (a.s.)'dan mîras kalan bu gömleği
götürün ve varır varmaz onu babamın yüzüne sürün, eskisi gibi görmeye başlar.
Çünkü gözüne inen perde Allah'ın fazl-ı keremiyle sevinç ve müjde sebebiyle yok
olur. Ailenin bütün erkek, kadın ve çocuklarını bana getirin". Rivayet
edildiğine göre Yusuf (a.s.)'ın ailesi erkek, kadın ve çocuk 70 kişiydi.
[132]
Ayetler
şu hususlara işaret etmektedir:
1- Kişinin açken hâlini bildirmesi caizdir. Bilâkis fakirlik ve benzeri
sebeplerden dolayı kişi, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa durumunu
kendisine yardım edebilecek bir kimseye açması gerekir. Aynı şekilde
hastalandığı zaman da tedavi için doktora gitmesi gerekir. Böyle yapması,
tevekküle ters bir şey değildir.
Tabii
ki bütün bunlar; nahoş görmek şeklinde bir şikâyet olmamasıyla meşrudur.
Musibetler karşısında zor olana sabretmek en güzeli ve istemekten mümkün olduğu
kadar kaçınmak en üstün olanıdır. Allah'dan belâları defetmesini istemek,
kişinin en güzel biçimde derdini aç şeklidir. Zira Yakub (a.s.) da şöyle
demişti: "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım. Allah katından;
O'nun işleri en güzel şekilde yapması, insanları garip bir biçimde koruyup himaye
etmesi ve kullarına ihsanı gibi sizin bilmediklerinizi bilirim".
Derdine
çâre bulamayacak bi kimseye halini açması ise üzüntüsünü dağıtmak ve teselli
bulmak dışında abes bir iştir.
2- Sadaka olarak hak edilenden fazlasını istemek caizdir. Mücâhidin de
belirttiği gibi sadaka, Peygamberimiz Muhammed (s.a) dışında hiç kimseye haram
kılınmamıştır.
İbni
Cerir rivayet ediyor, Sufyân b. Uyeyne (r.a.)'ye "Rasulullah (s.a.)'dan
önce hiçbir peygambere sadaka haram kılındı mı?" diye sorulunca o şöyle
cevap vermiştir: "Sen, 'Ölçeği bize tam olarak ver ve ayrıca sadaka da
ver. Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır' ayetini işitmedin
mi?"
3- İmam Mâlik ve diğer âlimler, ölçme ücretinin satıcıya ait olduğunu
ileri sürmüşlerdir. Çünkü Yusuf (a.s.)'un kardeşleri ona "Ölçeği bize tam
olarak ver" demişlerdir ve ölçen de Yusuf (a.s. )'dır. Tartan, sayan ve
benzerî meslek erbabınm durumu da böyledir. Çünkü belirli bir şeyi ya da
ölçmeye, tartmaya veya saymaya gerek duyulmayan bir şeyi satması dışında malı
teslim etmek ve diğerlerinden ayırmak satıcının görevidir. Yine satıcı ancak
ölçerek ya da tar rak hakkı tam olarak verdikten sonra paraya hak kazanır.
Aynı
şekilde malın bedeli olan parayı araştırmak da yine satıcının görevidir. Çünkü
değersiz olduğunu iddia eden kendisidir. Ayrıca faydalanacak olan da dur.
Dolayısıyla araştırmak da ona aittir.
Dua
ederken "Yâ Rabbi! Bana sadaka ver" denilmesi mekruhtur. Çünkü
sadakayı, ancak sevab kazanmayı uman bir kimse verebilir. Allah Tealâ ise hem
bütün nimetleri hem de sevabı ihsan eder ve O'ndan başka Rab yoktur.
4- Sözün anlamından ve belirtilerinden hüküm çıkartabilir. Zira Yusuf
(a.s.), "Siz, Yusuf ve kardeşine neler yaptığınızın farkında
mısınız?" diyerek kardeşlerine hatırlatma ve azarlama mânası taşıyan bir
soru yöneltmişti. Böylece onlar da onun Yusuf (a.s.) olduğunu anlamışlar ve
onaylayan ve isbat eden bir soru sorarak "Yoksa sen Yusuf musun?"
demişlerdi.
"Bilmeden...."
kavli, kardeşlerinin, Yusuf (a.s.)'u sahraya götürdükleri zaman küçük
olduklarını ve bunların peygamber olmadıklarım göstermektedir. Çünkü ancak bu
kötü özelliklere sahip olanlar câhil olarak adlandırılırlar. Yine bu ayet, şu
anda hallerinin düzeldiğine işaret etmektedir. Yani "Siz bu kötülükleri,
küçükken bilmeden yaptınız".
Yusuf
(a.s.)'un kardeşleri, onun Yusuf (a.s.) olduğunu anladılar. Yusuf (a.s.) da
kendisini tanıtarak şöyle dedi: "Ben, zulme uğrayan Yusuf um!".
İbni
Abbas (r.a.) şöyle der: "Yakub (a.s.), Yusuf (a.s.)'a oğlunun geri verilmesini
istediği bir mektup yazdı. Mektup şöyleydi:
"Allah'ın
dostu İbrahim oğlu Allah'ın kurbanlığı oğlu İshak, Allah'ın seçilmiş dostu
Yakub'dan Mısır Vezirine!
Ben,
imtihan ve musibetlere garkolmuş bir ailenin mensubuyum. All
,
dedem İbrahim (a.s.)'i, Nemrut ve ateşle, babam İshâk (a.s.)'ı kurban olmakla
ve beni de oğlumla imtihan etti. O, benim en çok sevdiğim yavrumdu. Öyle ki
ağlamaktan gözlerimi kaybettim. Ben asla hırsızlık yapmadım ve hırsız babası da
olmadım. Vesselam."
Yusuf
(a.s.) mektubu okuyunca titremeye başladı ve tüyleri diken diken oldu. Gözlerinden
sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Artık sabrı kalmamıştı ve sırrını kardeşl
ine
söyledi."
Yusuf
(a.s.), Allah'ın kendisine ne kadar çok nimetler ihsan ettiğini bildirerek
şöyle demiştir: "Allah, ayrıldıktan sonra bizi bir araya getirerek, zelîl
kıldıktan sonra şereflendirerek, kurtuluş ve mülk nasibederek bize lütufta
bulundu".
5- Kim Allah'ın emirlerine sarılıp yasaklarından kaçarak Allah'dan sakınır,
belâlara ve günahlara sabrederse Allah, o kimsenin bu güzel amellerinin
sevabını muhafaza ederek, asla boşa çıkarmaz.
6- Günah ve hatalarını itiraf etmek, bağışlanmaya nail olma vesilesidir.
Zira Yusuf (a.s.)'ın kardeşlerinin "Doğrusu biz, günaha girmiştik"
sözü, Yusuf (a.s.) tarafından bağışlanma arzusunu ihtiva etmektedir. Neticede
buna muvaffak da olmuşlardır. Bilebile kasden yapılmış dahi olsa hataları
affetmeye bir engel yoktur. Hata işleyen şekli nasıl olursa olsun Hakka tecavüz
etmiştir. Günah işleyen Mmse Hak nizamını aşmış, şüphe ve isyana düşmüş oYut.
7- Allah Tealâ, Peygamberi Yusuf (a.s.)'ın; sabreden ve güzel amel
işleyen muttakîlerin sıfatlarına sâhib olduğuna şehâdet etmektedir. Hakk'ın
şehâdeti övünmek için yeter de artar bile. Bu bizim için bir eğitim ve
alıştırma olup, amelî bir örnektir.
8- Yusuf (a.s.)'un "Bugün azarlanacak değilsiniz" şeklindeki
ifâdesi teamül ve affedip bağışlanmak için mükemmel bir örnektir. Zira o,
kınamak ve ayıpla-maksızın bir affetme, cezalandırmaya muktedir olunduğu halde
bir bağışlama ve herçeşit kin ve intikamdan uzak tüm haklardan feragat etmedir.
Bütün bunlara ilâveten bir de Yusuf (a.s.) kardeşlerinin günahlarının
bağışlanması ve affedilmesi için dua etmiş ve ahiret yurdunda merhametlilerin
en merhametlisi Allah'ın huzurunda rahmete nail olmalarını istemiştir. Bu
davranış sadece vahiyden kaynaklanabilir ve nihayet fazl-ı kerem ve ihsanın
asıl sahibi, Allah, Tealâ'dır.
Peygamberimiz
(s.a.) de Mekke'nin fethedildiği gün Kureyş'i affederek kardeşi Yusuf (a.s.)'m
bu eşsiz sözünü tekrarlamıştır.
İbni
Merdüveyh, İbn Abbâs (r.a.)'dan ve Beyhakî, Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet
eder: Rasulullah (s.a.), Mekke'nin fethedildiği gün Kâ'be kapısının iki yan
halkasından tutmuştu. İnsanlar Kâ'be'ye sığınmışlardı. Rasulullah (s.a) şöyle
buyurdu: "Vadi doğru çıkan, kuluna yardım eden ve tek başına küfür ve şirk
guruplarını hezimete uğratan Allah’a hamd ederim.” Sonra şöyle devam etti: “Ey
Kureyş halkı! Size ne yapacağımı zannediyorsunuz?” Onlar, “Musamahakar kardeşin
oğlu, sen değerli bir kardeşimizsin, şu anda güç ve kuvvet senin elinde”
dediler. Rasulullah (s.a) şöyle buyurdu: "Ben de kardeşim Yusuf un
söylediğini söylüyorum. " 'Bugün azarlanacak değilsiniz!" Bunun
üzerine Kureyş, sanki kabirlerinden dirilmiş gibi Kâ'be'den çıkıverdil
Atâ
el-Horâsânî şöyle der: İhtiyaçların giderilmesini gençlerden istemek; yaşlılara
nisbetle daha kolaydır. Bakınız, Yakub (a.s.), "Rabbimden bağışlanmanızı
dileyeceğim" derken Yusuf (a.s.), "Bugün azarlanacak değilsiniz.
Allah sizi bağışlar" demiştir.
9- Yakub (a.s.)'un oğulları, Yusuf (a.s.)'un gömleğini babalarının (a.s.)
yüzüne sürünce, Yakub (a.s.) görmeye başladı ve hep beraber büyük bir sevinç
yaşadılar. Kuşeyrî'nin de belirttiği gibi, Enes (r.a.)'in Rasulullah
(a.s.)'den merfû olarak rivayet ettiği en sahih görüşe göre bu gömlek, Allah'ın
ateşe atıldığı sırada İbrahim (a.s.)'a giydirdiği cennet ipeğinden yapılmış
gömlekti. İbrahim (a.s.) onu İshak (a.s.)'a o da Yakub (a.s.)'a giydirmişti.
Yakub (a.s.) ise nazar değmesinden korktuğu için onu Yusuf (a.s.)'ın boynuna smıştı.
Cebrail (a.s.), Yusuf (a.s.)'a gömleğini babasına göndermesini, çünkü onda
cennet koku olduğunu haber vermişti. Zira cennet kokusu bir hasta ya da başına
musibet gelen bir kimseye isabet ettiği zaman onu hemen iyileştirir, tabi ki
bütün bunla-
rın hepsi Allah'ın Yusuf (a.s.)'a
bildirmesiyle gerçekleşmişti. Denilmiştir ki: Bu gömlek, Yusuf (a.s.)'ın
üzerinden çıkardığı gömlektir. O, babasının (a.s.) yüz e sürülünce onun gönlü
ferahlamış ve son derece neşelenmiştir. Neşe ve sevinç, insanın ruhunu
kuvvetlendirir ve duyularındaki zayıflığı giderir. Böylece Yakub (a.s.)'ın
görme duyusu da uvvetlenmiş ve ağlama sebebiyle gözlerinde oluşan perde yok
olmuştur.
10- Yusuf (a.s.)'ın, kardeşlerinden yur edinmeleri için bütün ailesini Mısır'a
getir lerini istemesiyle daha büyük sevinç de ger kleşmişti. Ailesi kadın erkek,
70 ya da 93 kişiydi.
[133]
94- Kervan, memleke erine dönmek üzere
ayrıldığında babaları yanında bulunan torunlarına ve diğer insanlara "Bana
bunak demezseniz, inanın ki ben Yusuf un kokusunu duyuyorum" dedi.
95- Çevresindekiler "Allah'a yemin ederiz
ki sen, hâlâ eski hatanı sürdürüyorsun" dediler.
96-
Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca hemen gözleri görmeye
başladı". Bunun üzerine Yakub "Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi
biliyorum, dememiş miydim?" dedi.
97- Oğulları "Ey Babamız! Suçlarımızın
bağışlanmasını dile. Bizler hiç şüphesiz suçluyuz" dediler.
98-
Yakub "Rabbimden bağışlanmanızı dileyeceğim; şüphesiz O bağışlayıcı ve
merhamet edicidir" dedi.
"Allah'a
yemin ederiz ki sen, h â eski hatanı sürdürüyorsun." Bu ifâdeye edebiyatta
"haber-i inkârı" denir. Yakub (a.s.)'un, Yusuf (a.s.)'un sağ olduğunu
haber verdiği çevresindeki sanlar, bu haberi hoş görmemişlerdir. Onlar sözlerini,
yemin, Tallahi ve lâm edatlarıyla pekiştirdiler.
[134]
"Kervan
memleketlerine dönmek üzere" Mısır'dan "ayrıldığında..." babalan
yanında bulunan torunlanna ve diğer insa ara şöyle dedi:
"Doğrusu
ben, Yusuf un kokusunu duyuyorum." Allah, ona; Yehûzâ 80 fer-sah^
uzaktayken gömleğin kokusunu hissettirdi. Yani, Allah'ın izniyle ona, üç, sekiz
ya da daha fazla günlük mesafeden Yusuf (a.s.)'ın delikanlılık kokusu
hissettirildi.
"Bana
bunak demezseniz ...", ayette geçen el-fened, ihtiyarlıktan dolayı kişinin
akıl gücünün zayıflaması (bunama) demektir.
"Çevresindekiler
ona şöyle dediler: Sen, hala eski hatanı sürdürüyorsun" hatanda veya Yusuf
a aşırı sevginde, onu çokça anmakta ve bu kadar zamandan sonra hâlâ ona kavuşma
ümidindesin.
"Müjdeci"
Yehûzâ "gelip..." Rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: Yusuf
(a.s.)'ın kan lekeli gömleğini getirerek babamı (a.s.) üzdüğüm gibi şimdi bunu
getirerek onu sevindireceğim. "Gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca" sevinç
ve surûr sebebiyle canlanarak "gözleri görmeye başladı."
[135]
Kardeşlerini
bulduktan sonra Yakub (a.s.)'ın çocukları Mısır'da sevince garkoldular. Mısır'a
üçüncü kez gittikten sonra mutluluk içinde dönerken bu sevincin izleri Kenan
iline intikal etmeye başladı. Allah, Yusuf (a.s. )'ın kokusunu hissettirerek
Yakup (a.s.)'ın eliyle mucizesini gösterdi. Allah, bu hissi müjdecinin
müjdesiyle pekiştirdi. Bu müjdeci, kardeşi Bünyamin kaldıktan sonra babası
dönme izni verene kadar Mısır'da kalıp Allah'a sığınan en büyük oğluydu.
Enes
b. Mâlik (r.a.)'dan Vahidî, Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: 'Bu gömleği götürün, babamın yüzüne sürün, görmeye başlar' kavline
gelince: Zalim Nemrut İbrahim'i ateşe atınca Cebrail (a.s.), cennetten bir
gömlek ve bir halıyla İbrahim'e geldi. Gömleği giydirip İbrahim (a.s.)'i halının
üzerine oturttu. Kendisi de yanına oturarak sohbet etmeye başladılar. İbrahim
(a.s.), bu gömleği İshak'a; İshak Yakub'a; Yakub da Yusuf a giydirdi. Yakub
gömleği gümüş bir boru içine koyup Yusuf un boynuna astı. Yusuf kuyuya atıldığında
bu gömlek boynundaydı.
[136]
Yakup
(a.s.)'ın çocuklarının kervanı Mısır hududundan çıkıp Şam bölgesindeki bugünkü
Filistin toprakları olan Kenan diyarına doğru yol almaya başlayınca Yakup
(a.s.), etrafında bulunan torunlarına ve diğer insanlara şöyle dedi:
"Ben, Yusuf un ve gömleğinin kokusunu duyuyorum. Eğer bana bunak ve
ihtiyar demezseniz beni doğrularsınız".
Abdürkup
(a.s.), bu kokuyu sekiz günlük mesafeden duymuştu.
Râzî
der ki: "Şöyle demek daha doğrudur: Allah Tealâ, bu kokuyu Yakup (a.s.)'a
mucizeleri göstermek kabilinden duyurtmuştur. Çünkü kokunun bu kadar uzak
mesafeden duyulması alışılagelmişin dışında bir olaydır. Dolayısıyla en doğru
ya da en yakın görüşe göre bu hadise Yakup (a.s.)'m bir mucizesidir.[137]
Yakup'un
etrafında bulunanlar ona şöyle dediler: "Allah'a yemin ederiz ki, sen
Yusuf un hayatta olduğunu, bir gün ona kavuşacağını zannetmen sebebiyle uzun
bir süreden beri eski hatanı sürdürüyorsun."
Katâde
şöyle der: "Mâna şöyledir: 'Yusuf un sevgisinden hâlâ eski hatanı
sürdürüyor, onu bir türlü unutamayıp avunamıyorsun'. Onlar, dedelerine ve
büyüklerine, dedelerine ve bir peygambere söylememeleri gereken kaba sözler
söylediler".
Haberci,
-ki Yusuf un gömleğini taşıyan, Yakub'un oğlu Yehûzâ idi.-Yusuf un ve kardeşi
Bünyamin'in hayatta olduklarını müjdeleyerek, gömleği Yakub (a.s.)'ın yüzüne
sürdü. Yakup (a.s.) sevincinden hemen eskisi gibi görmeye başladı.
Süddî
şöyle der: "Yusuf (a.s.)'ın gömleğini Yakup (a.s.)'m oğlu Yehûzâ getirmişti.
Çünkü yalancı bir kana bulanmış gömleği getiren de oydu. O, böylece işlediği
suçu affettirmek istemişti. Gömleği getirerek babasının yüzüne bıraktı. Yakub
(a.s.)'ın hemen gözleri açıldı".
Yakup
(a.s.), etrafındaki çocuklarına, torunlarına ve diğer insanlara şöyle dedi:
"Ben, siz Mısır'a giderken Yusuf u aramanızı ve Allah'ın rahmetinden
kesmemenizi istediğimde size 'Doğrusu ben, Allah Tealâ'dan gelen vahiyle O'nun
katından sizin bilmediğiniz şeyleri ve Allah'ın Yusuf u bana kavuşturacağını
biliyorum' dememişmiydim." "Ben.... biliyorum" kavli, yeni bir
cümle olup, başka bir sözle alâkası olmayan bir mübtedadır. Yakup (a.s.)'ın
daha önce onlara söylediği "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım.
Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim" sözünün, bu lafızla
ilgisinin olması da mümkündür.
İşte
o anda çocukları, babalan Yakub'a arkalarını dayayarak, O'nu yücelterek ve
ondan istirham ederek şöyle dediler: "Suçlarımızın bağışlanmasını dile.
Zira biz, günah işledik, Allah'a âsi olduk. Şimdi ise tevbe edip Allah'a döndük.
Sana ve kardeşlerimiz Yusuf ve Bünyamin'e yaptıklarımıza pişmanız."
Babalan
Yakup (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: "Gelecekte Rabbimden bağışlanmanızı
dileyeceğim. Çünkü Rabbim, günahları affedip örter, kullanna merhamet
eder."
[138]
Ayetlerden
şu hususlar anlaşılmaktadır:
1- Allah Tealâ'nm kendileri vasıtasıyla harikulade, alışılmışın dışında
mucizeler göstermesi sebebiyle peygamberler, diğer insanlardan ayrılırlar.
İşte bu mucize sebebiyle Yakub (a.s.), çocuklannın, Yusuf (a.s.) ile sıcak
karşılaşması müjdesiyle gelmeden önce, Yusuf (a.s.)'ın ve gömleğinin kokusunu
haber verebilmiştir.
İbni
Abbâs (r.a.) şöyle der: "Bir rüzgâr esti ve Yusuf (a.s.)'ın gömleğinin kokusunu
Yakub (a.s.)'a taşıdı. Arada sekiz günlük mesafe vardı". Bu görüşe göre de
kokunun duyulması için ancak derin bir idrak ile anlaşılabilen Rabbânî bir
yardıma ve rûhânî bir desteğe ihtiyaç vardır.
2- Yine Allah Tealâ'nın irâdesi ve yardımıyla; gömleğin yüzüne konulmasıyla
Yakub (a.s.) şifa bulmuş ve böylece başka bir mucize gerçekleşmiştir. Zira
Allah, bir şeyi dilediği zaman ona sadece "01" der, o da oluverir.
3- Yakub (a.s.)'ın yanında bulunanların söyleyecekleri sözlere husûmet ve
kibir karışmıştı. Bu sözleri, bir peygambere söylemek kesinlikle yakışık almaz.
Hele ki bu sözü torunları ve çocukları söylerse büyüklerine ve babalarına daha
fazla isyan etmiş olurlar.
4- Yakub (a.s.) müjdeciye mükâfat olarak verebileceği hiçbir şey
bulamadı. Ancak "Allah, sana ölüm sarhoşluğunu kolaylaştırsın"
diyerek dua etti. Bu dua, en büyük hediyelerden ve en faziletli ihsanlardandır.
Ayet, müjde esnasında hediye vermenin caiz olduğuna delildir.
Ka'b
b. Mâlik (r.a.) şöyle der: "Bana müjde vermek için bir kimse geldiğinde
elbisemi çıkardım ve müjdesi sebebiyle ona giydirdim."
Yine
ayet, keder ve sıkıntı geçtikten sonra sevinci göstermenin caiz olduğuna
delildir. Bu durumda çocuklar sevindirilir, ziyafet verilir ve benzeri güzel
işler yapılır.
Ömer
(r.a.), Bakara suresini ezberledikten sonra bir deve kesmiştir.
5- Allah, yolun sonunda ve neticede peygamber-i kirâmma yardım ettiği
gibi çocuklarına ve etrafındaki tüm insanlara karşı peygamberi Yakub (a.s.)'a
da yardım etmiştir. Bundan da anlaşılmaktadır ki peygamberler karşısındaki
insanlar, devler karşısındaki cüceler gibidir. Yakub (a.s.)'ın çocukları,
babalarından özür dilemekten başka çare bulamadılar. Ondan kendilerinin
bağışlanması için Allah'a dua etmesini istediler. Çünkü onlar babalarını,
ancak sorumlu tutmamasıyla, müsamaha etmesiyle ve kardeşleri Yusuf (a.s.)'ın
affettiği gibi bağışlamasıyla günahın kalkacağı, ya da suçun düşeceği bir
biçimde üzmüşlerdi.
Bu
hüküm, bir müslümanın canına, malına veya diğer sahip olduğu şeylere,
zulmederek eziyet eden herkes için sabittir. Bu şekilde haksızlık eden bir
kimsenin, karşısındakinden helâllik dilemesi, bağışlamasını ve müsamaha etmesini
istemesi ve yaptığı haksızlığı ve miktarını bildirmesi gerekir. Doğru olan,
sebebini açıklamadan sırf helallik dilemenin fayda vermeyeceğini bilmektir.
Zira kişi, karşısındakine mühim ve kayda değer bir haksızlık yaptığını söylese,
belki de haksızlığa uğrayan hakkını helâl etmeye gönlü razı olmaz.
Ebû
Hüreyre (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim, kardeşinin ırzına veya herhangi bir şeyine haksızlık edip,
zulmettiyse dinar ve dirhemlerin yok olmasından önce o gün ondan helâllik
dilesin. Eğer haksızlık edenin sâlih bir ameli varsa zulmü kadar ondan alınır.
Eğer iyilik ve sevapları yoksa bu sefer mazlumun günahlarından alınıp haksızlık
edene verilir."
Rasulullah
(s.a.)'ın "Zulmü kadar ondan alınır" sözü, yapılan haksızlığın
miktarının bilinmesini, işaret edilmiş ve açık olmasını gerekli kılmaktadır.[139]
6- Yakub (a.s.), çocuklarının bağışlanma istekleri ve onlara dua için
acele etmedi, İbni Abbâs (r.a.)'ın da dediği gibi seher vaktine kadar bekledi
Tavus
şöyle der: "Cuma gecesinin seher vaktine kadar geciktirdi. Bu da
Muharrem'in onuncu gününün gecesine denk geliyordu". Birçok müfessir bu
görüştedir
Yakub
(a.s.)'ın bu tutumu, Yusuf (a.s.)'ınkinden farklıydı. Çünkü birinci dua hemen
yapılmış, ikincisi ise daha sonraya kalmıştı. Bunun sebebi şuydu: Baba, aynı
zamanda bir eğitimci gibi davranmalı idi. Yakub (a.s.) çocuklarının işledikleri
günahı küçümsememelerini istiyordu. Ayrıca onlar doğrudan Yakub (a.s.)'a karşı
değil, bilâkis Yusuf (a.s.) ve kardeşine karşı suç işlemişlerdi. Dahası
onların hataları, pek çok zarara neden olan büyük bir günahtı ve hâlis bir
tevbeyi, aşın bir pişmanlığı gerektiriyordu. Sırf affedilmeyi istemekle
geçiştirilebilecek bir şey değildi. Buna mukabil Yusuf (a.s.), kardeşlerini
cezalandırmaya muktedirdi, kardeşleri ise güçsüzdü. Bu sebepten Yusuf (a.s.),
kendilerinden intikam alacak şeklindeki korkularını yenmeleri ve sükûnete
kavuşmaları için hemen onlara emniyet içinde olduklarını söyledi. Ayrıca Yusuf
(a.s.) ansızın kendisinin kardeşleri olduğunu öğrenmelerinin akabinde sevincini
belli etti ve insanların, güçlüyken affetmenin faziletini görmelerini
sağlayarak, insanlar için güzel bir örnek olmak istedi[140]
99-
Yusuf un yanına geldiklerinde o, anasını babasını bağrına bastı,
"İnşâal-lah emniyet içinde Mısır'a girin" dedi.
100-
Ana babasını tahtın üzerine oturttu. Hepsi ona secde ettiler. O zaman Yusuf
"Babacağım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın neticesidir. Rabbim onu
gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni
hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu.
Doğrusu Rabbim dilediği hususlarda lütufkârdır, O şüphesiz (herşeyi) en iyi
bilendir, hakimdir" dedi.
"Allah
dilerse" ifadesi dua cümlesi olup bereket isteğiyle getirilmiş ve emîn
olmaları Allah Tealâ'nın iradesine bağlanmıştır. Ayette takdim ve tehir vardır,
takdiri "inşâallah, emîn olarak Mısır'da yerleşin" şeklindedir.
"Ana
babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun için secdeye kapandılar".
Burada "Ebeveyhi" kelimesinden maksat babası, annesi ya da tağlîb
kabîlin-den teyzedir. Zira burada tağlîb sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade
eden "Ra-fea" kelimesi, ana babaya gösterilecek saygının önemine
binâen, her ne kadar lafız bakımından secdeye kapanma manasına gelen
"Sücud" kelimesinden önce gelmişse de mana itibarıyla ondan sonradır.
"Hepsi onun için secdeye kapandılar, sonra ana babasını tahtın üzerine
oturttu" demektir.
[141]
"Yusuf
un yanına geldiklerinde" Sözde hazif olup takdiri şöyledir: Yakub (a.s.)
bütün aile halkıyla yola çıktı. Yolculuğun sonunda Yusuf (a.s.)'la karşılaştılar
o, babasını, annesini "veya teyzesini" bağrına bastı," Teyze
manası, onun anne yerine kullanılmasıyla verilebilir. Şu ayette de amca, baba
manasında kullanılmıştır: "...Ve babaların İbrahim, İsmail, İshak'ın ilâhı
olan tek ilâha kulluk edeceğiz" (Bakara, 2/133). Aslında İsmail, Yusuf
(a.s.)'un amcasıydı.
"Hepsi
ona secde ettiler." Ana babası ve onbir kardeşi onun için secdeye kapandılar.
Bu, ibadet için ya da alnı yere koyarak yapılan bir secde olmayıp, selâm,
hürmet ve ta'zim için ve eğilerek yapılan bir secdedir. Çünkü o devirde onlar
birbirlerini bu şekilde selamlarlardı. "îşte bu vaktiyle gördüğüm rüyamın
neticesi..." onun tabiri buydu.
"Beni
hapisten çıkaran...." Yusuf (a.s.), kardeşleri utanmasın diye uygunsuz
bir davranıştan kaçınarak 'kuyudan' dememiştir. "Rabbim bana pek çok
iyilikte bulundu".
"Doğrusu
Rabbim dilediği şeylerde lütufkârdır". Öyle ki bütün zorluklar, Allah'ın
iradesiyle kesin sonuca varırlar.
"O,
şüphesiz" "yarattıklarını, maslahat ve işleri idare şekillerini
"bilendir," yaptıklarında "hikmet sahibidir." Her şeyi
vakti gelince ve hikmetinin gerektirdiği şekilde yapar.
[142]
Yusuf
(a.s.), kardeşlerinden bütün ailesini getirmelerini istedikten sonra... şimdi
burada Yakup (a.s.) ailesinin, Kenan ilinden Mısır'a doğru yola çıktığı haber
verilmiştir. Yusuf (a.s.), onları karşılamaya çıkar, beraberinde ise kralın
emriyle devlet erkânı da bulunmaktadır.
Yakup
(a.s.)'ın çocuklarının Mısır'a yaptıkları yolculukların dördüncüsünde artık
aile hep beraber bir araya gelmiştir. Onlar, Yusuf (a.s.)'ı izzet ve azamet
sahibi olarak görmüşlerdir. Böylece onbir kardeşinin, babalan Yakub (a.s.),
anne ya da teyzeleriyle beraber secde etmeleriyle Yusuf (a.s.)'un rüyası
gerçekleşti. Nihayet ayrılıktan sonra biraraya gelmişler ve mutsuzken sevince
garkolmuşlardı.
Rivayet
edildiğine göre Yusuf (a.s.), yol hazırlığı için babasına gerekli malzemeleri
ve 200 binek göndermişti. Yine Yusuf (a.s.) ve Mısır kralı 4 bin asker, ülkenin
ileri gelenleri ve Mısır halkıyla beraber Allah'ın peygamberi Yakub (a.s.)'ı karşılamaya
çıktılar.
Denilmiştir
ki Yakup (a.s.) ve çocukları, kadın ve erkek 72 kişi Mısır'a girdiler. Oradan
Musa (a.s.) ile birlikte çıktılar ve sayıları, (çoluk çocuk, yaşlılar hariç)
600570 küsur asker kadardı.
Yakup
(a.s.), oğlu Yusuf (a.s.)'ın yanında 24 ya da 17 sene kaldı Yusuf (a.s.)'dan 18
veya 40 ya da 80 sene ayrı kalmıştı. Ölümü yaklaşınca Yusuf (a.s.)'a, vasiyeti
yerine getirerek cenazeyle bizzat kendisi ilgilendi ve Yakup (a.s.)'ı oraya
defnetti.
Daha
sonra Mısır'a dönerek babasının (a.s.) ardından 23 yıl daha orada yaşadı.
[143]
Yusuf
(a.s.)'ın kardeşlerinden, kendisiyle beraber Mısır'da kalmaları için bütün
ailesini Kenan diyarından Mısır'a getirmelerini istemesi üzerine babası,
teyzesi, kardeşleri ve aileleri geldiler. Yusuf (a.s.), yaklaştıkları haberini
alınca onları karşılamaya çıktı. Mısır kralı, Allah'ın peygamberi Yakup
(a.s.)'ı karşılamaları için erkânına ve ülkenin ileri gelenlerine Yusuf (a.s.)
ile gitmelerini emretti. Yusuf (a.s.) ailesini büyük bir kalabalıkla karşıladı.
Ailesi, görkemli bir saltanat içinde bulunan Yusuf (a.s.)'ın yanına girdiler.
Yusuf (a.s.) ana babasını bağrına basıp onları kucakladı. Ebeveyni, İbni
Cerîr'in de tercih ettiği görüşe göre annesi ve babasıydı. Zira annesi
hayattaydı. Veya Yusuf (a.s.), babasını ve teyzesini bağrına basmıştı. Çünkü
annesi vefat etmiş, babası da teyzesiyle evlenmişti.
Yusuf
(a.s.), ailesinin bütün fertlerine şöyle dedi: "İnşaallah, canlarınızdan,
mallarınızdan ve ailelerinizden emin olarak Mısır'da yerleşin. Sizin için bir
korku yoktur, artık asla üzülmeyeceksiniz de."
Yusuf
(a.s.), hürmet ve tazim göstererek anne ve babasını kendisiyle beraber tahtına
oturtarak, onları yüceltti. Onbir kardeşi ve anne babası, Yusuf a t a.s.)
ibadet ve ta'zim maksadıyla değil, bilâkis selâm vermek ve hürmet göstermek
için secde ettiler. O devirde krallar ve ileri gelen şahsiyetler, bu şekilde
eğilerek selâmlanırlardı.
Görülmektedir
ki ayetin başında bir hazif vardır. Takdiri: "Yakub (a.s.) ve ailesi
Mısır'a geldiler" şeklindedir. Yine "İnşaallah" kavli ile ifade
edilen Allah'ın meşîeti, "emin olarak..." kavlinden önce
zikredilmiştir. Çünkü maksat, onların Mısır'a emniyet ve selâmet içinde
girmelerini ifade etmektir. Ayette, yine tahta oturtmakla secde etmek arasında
da bir takdim ve te'hir vardır. Aslında onlar önce secde edip sonra krallık
tahtına oturtmuşlardır. Fakat ayette, anne babayı yüceltmenin önemine binâen
tahta oturmaları önce zikredilmiştir.
İşte
o anda Yusuf (a.s.)'ın hatırına küçükken gördüğü eski rüyası geldi. Anne ve
babasının ve kardeşlerinin secde ettiklerini görmesi sebebiyle Yusuf a.s.)
şöyle dedi: "Ey Babacığım! İşte bu secde küçükken gördüğüm 'Rüyamda onbir
yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm' şeklindeki eski rüyamın
neticesidir".
Muhakkak
ki o görülen rüya, gerçek, doğru ve sâdıka çıkmıştı. Çünkü peygamberlerin
rüyaları haktır, sabittir. Meselâ: ibrahim (a.s.)'in rüyasında oğlunu
kestiğini görmesi, gerçek hayatta onu kesmesinin farz olmasına sebep olmuştur.
Aynı şekilde Yusuf (a.s.)'un görüp, daha önce babasına anlattığı bu rüya da bu
secdenin gerekliliğine sebep olmuştur.
"Beni
hapisten kurtaran, bana mülk veren ve sizi çölden getirip, şehrin rahatlığına
kavuşturan Allah Tealâ, bana pek çok iyilikte bulunup, nimetlerini ihsan
etti." Yakup (a.s.)'m ailesi, çölde yaşıyor, hayvancılıkla uğraşıyor ve
zorluk ve sıkıntı içinde hayatlarını sürdürüyorlardı.
Yakup
(a.s.), kardeşlerini kınamamak, onlara hürmet göstermek ve hayalarım
zedelememek için kuyudan çıkarılışından bahsetmedi. Ayrıca hapishane, başına
gelen en son ve kuyuya atılmaktan daha tehlikeli bir musibetti. Çünkü kadın
konusunda itham edilmişti. Yine, kuyudan çıktıktan sonra hükmeden değil köle
olmuşken, hapisten çıkınca bakan oldu. Böylece hapisten kurtulması, tam
manasıyla nimetlere garkolunmasına daha yakındı.
"Bütün
bunlar, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozup, onlara vesvese verdikten
sonra oldu." Yusuf (a.s.) kardeşleriyle arasının bozulmasını şeytana
nisbet etmiştir. Çünkü şeytan bozgunculuk sebebidir. Ayrıca bu ifade ile kardeşlerine
değer verdiğini göstermek istemiştir.
Rabbim
bir şeyi dilediği zaman, onun için sebepler kılar, onu takdir eder ve
kolaylaştırır. O, şüphesiz kullarının maslahatlarım bilen, sözünde, fiillerinde,
kaza ve kaderinde, seçtiği ve dilediği şeylerde hikmet sahibidir.
[144]
Ayetlerden
aşağıdaki hususlar anlaşılmaktadır:
1- Çocukla, anne babası arasındaki merhamet bağları yaratılıştan gelen
bir histir. Bu sebepten Yusuf (a.s.)'m ebeveynine gösterdiği hürmet,
kardeşleri-ninkine nisbetle çok daha fazlaydı. Yusuf (a.s.) anne ve babasını
kucaklayarak, bağrına bastı ve onları kendisiyle beraber tahta oturttu. Buna
karşılık ailenin diğer fertlerine sadece, "İnşâallah, emniyet içinde
Mısır'a girin." dedi.
2- "İnşâallah, emniyet içinde Mısır'a girin." kavli, devlet
başkanının başka bir ülkeden kendi memleketine gelenlerin emniyetlerini
sağlamak zorunda olduğuna delildir. Bu emniyet, can, aile ve mal emniyetini
ihtiva etmektedir.
Bu
ifadeden maksat, İbni Abbâs'ın da bildirdiği gibi "Emniyet içinde orada
yerleşin" dir. Her iki lafız da birbirine mana bakımından yakın olduğu
için, "kalmak, yerleşmek" yerine "girmek" lafzı
kullanılmıştır.
Ama
gerçek emniyet sadece Allah'ın dilemesiyle olur. Bu sebepten Yusuf (a.s.),
"Eğer Allah dilerse.." kavliyle bu durumu belirtmiştir. "Ey
Müminler! Siz, Allah dilerse güven içinde... Mescid-i Haram'a
gireceksiniz" (Fetih, 38/27) ayeti de bu kabildendir.
3- Müfessirler şu konuda icma etmişlerdir: Yusuf (a.s.)'ın ailesi, ona
secde ederken bunun gayesi ibadet etmek, ya da yere kapanmak değil; bilâkis
selâm vermek için adetleri olduğu şekilde onun önünde eğilmekti. Allah Tealâ,
bizim şeriatımızda bütün bunların hepsini neshetmiş, kaldırmıştır.
Selâm
verirken iki büklüm olmanın neshedümesine rağmen üzüntüyle belirtelim ki bazı
müslümanlar buna dikkat etmiyorlar ve şu anda batılıların yaptığı gibi selâm
verirken iki büklüm olup, insanların önünde eğiliyorlar.
İbni
Abdilberr Temhîd'te Enes b. Malik'ten şöyle dediğini rivayet eder: "Biz,
'Yâ Rasulullah (s.a.)! karşılaştığımızda birbirimizin önünde eğilelim mi?' diye
sorunca Rasulullah (s.a.) 'Hayır' dedi. Yine biz 'Birbirimizin boynuna sarılalım
mı?' diye sorduk. Rasulullah (s.a.) 'Hayır' dedi. Bu sefer 'Musafaha yapabilir
miyiz?' diye sorunca Rasulullah (s.a.) 'Evet, yapabilirsiniz' buyurdu".
Gelen
kimse için ayağa kalkmaya gelince, Rasulullah (s.a.)'ın şu sahih hadisinde bir
grup Evsliye emrettiği gibi eğer ayağa kalkılamn, bu iş nefsine hoş gelmiyorsa
caizdir: Ebu Davud, Ebû Saîd (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Efendiniz ve en hayırlınız için ayağa kalkın" Gelen
Sa'd b. Muaz (r.a.) dır. Fakat nefsine hoş gelir ve bundan kendine bir pay çıkartırsa,
bu hususta ona yardım etmek caiz değildir.
Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurmuştur: "İnsanların, önünde ayakta durmasından hoşlanan
kimse cehennemde oturacak yerini hazırlasın."
Yakında
olmayıp uzaktaki bir kimseye el ile işaret etmek caizdir. Kişi selâm verirken
öne doğru eğilmez. İki büklüm olarak öne doğru eğilmek, boyun eğmek manasına
geldiğinden sadece Allah için olur. El öpmek ise Arapların dışındaki
kavimlerin (Acemlerin) yaptığı bir âdettir.
Musafaha
yapmakta bir beis yoktur. Zira Rasulullah (s.a.), Habeşistan'dan gelen Cafer b.
Ebî Talib (r.a.) ile musafaha yapmış, yapılmasını emretmiş ve bunu mendup kabul
etmiştir.
İbn
Adiyy, İbn Ömer (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: "Musafaha yapın ki düşmanlık ve gizli kinler yok olsun." Bu
hadis zayıftır.
Galib
et-Temmar, Şa'bî, Rasulullah (s.a.)'ın ashabının birbirleriyle karşılaştıkları
zaman musafaha ettiklerini rivayet etmiştir
4- Yusuf (a.s.), Allah'ın kendisine ve ailesine ihsan ettiği bazı
nimetleri saymıştır. Hapisten kurtulması, ailesinin Kenan ilindeki çölden
gelmesi ve Allah'ın kullarını muvaffak kılması, koruyup himaye etmesi ya da
onlara yumuşak davranması, bu nimetlere birer misaldir. Öyle ki Allah, şeytan
kendisiyle kardeşleri arasına kıskançlık soktuktan sonra ailesini görkemli ve
sevindirici bir şekilde bir araya toplamıştı. Üstelik hepsi Allah Tealâ'nın
sayesinde ve O'nun insanıyla güzel sona ulaşmıştı
5- Yusuf (a.s.)'ın küçükken gördüğü rüya gerçekleşmiştir. Rüyanın görülmesiyle
gerçekleşmesi arasındaki müddet hakkında alimler farklı görüşler ileri
sürmüşlerdir: Bu müddet, 80, 70 veya 40 senedir. Alimlerin çoğunluğu son görüşü
desteklemişler ve bu sebepten "Rüyanın neticesi ancak 40 yıl sonra belli
oldu" demişlerdir
6- Eğer Allah Tealâ, bir şeyi dilerse onun sebeplerini hazırlayıp, o işi
kolaylaştırır. Yusuf (a.s.)'m babası ve kardeşleriyle, sevgi ve muhabbet
içinde bir araya gelmeleri, iyi bir hayat sürmek ve mutlu olmak, kulların
kolayca elde edemeyeceği hedeflerdir. Ancak, Allah Tealâ, kullarına yumuşaklık
ve lütufla iyilik ve merhamet eder. Çünkü O, sonu olmayan ve mümkün olan bütün
tecrübeleri bilir, bütün işlerinde hikmet sahibidir. Ayrıca asla hükmüne karşı
gelinmez ve abes ve batıl olan herşeyden uzaktır.
[145]
Yusuf
(a.s.), bu duasında Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri zikreder ve
Rab-binden kendisine güzel bir akıbet nasib etmesini ister
101-
"Rabbim! Bana mülkün bir kısmını verdin, ilâhi kitapların te'vilini ve
rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve
yerin yar adanı! Dünya ve ahiret işlerinıi yoluna koyan sensin. Benim
canımı müslüman olarak al ve beni salih kimselerle beraber kıl.
"Mülkün
bir kısmı" olan Mısır ülkesini "verdin"
"İlâhi
kitapların te'vilini ve rüya tabirini öğrettin". Bu kavildeki (min) teb'îz
için olup, "bazı, bir kısım" manası taşır. Çünkü Yusuf (a.s.)'a bütün
te'vil ve tabirler öğretilmemişti
"Ey
göklerin ve yerin yaradanı! Dünya ve ahiret işlerimi yoluna koyan" ya da
bana nimetler veren "Sensin"
"Ve
beni" atalarımdan "sâlih olanlarla" ya da diğer sâlih kimselerle
"beraber kıl." Yusuf (a.s.), bu duasından sonra bir hafta ya da daha
fazla yaşadı ve 120 veya 107 yaşında vefat etti.
Mısırlılar,
Yusuf (a.s.)'ın defnedilmesi hususunda fikir ayrılığına düştüler ve nihayet onu
mermer bir lahite koyarak, her iki taraf da teberrük etsin diye Nü'in en yüksek
noktasına defnettiler. Daha sonra Musa (a.s.), Yusufu (a.s.) Filistin'deki
atalarının mezarlığına nakletti. Yakub (a.s.) ise Yusuf (a.s.) ile beraber 24
yıl Mısır'da ikamet ettikten sonra vefat etti. Şam'da babasının yanma
defnedilmeyi vasiyet etmişti. Yusuf (a.s.), babasını oraya götürerek oraya defnetti.
Daha sonra Mısır'a dönerek 23 yıl daha yaşadı
Yusuf
(a.s.) Allah'ın kendisini, babası ve kardeşleriyle bir araya getirmesi,
peygamberlik ve hâkimiyet ihsan etmesi sebebiyle Onun lütuf ve ihsanına
hamdetmişti. Bundan sonra, bu duayı yaparak Rabbinden, dünyada kendisine
nimetlerini tamamladığı gibi ahirette de bu nimetlerini devam ettirmesini,
kendisini müslüman olarak öldürmesini ve sâlih insanlarla beraber kılmasını
istemiştir[146]
Yusuf
(a.s.), babası ve kardeşleriyle buluştuktan sonra şöyle dedi: "Rab-bim!
Bana Mısır'ın hakimiyetini verdin ve beni onda mutlak tasarruf sahibi kıldın.
Hükmümü kimse tartışamaz, bana karşı gelemez ve hiçkimse bana haset edemez
oldu
Rivayet
edilmiştir ki, Yusuf (a.s.), Yakup (a.s.)'ın elinden tutarak onu hazine
dairesinde dolaştırmış, altın ve gümüş, zinet eşyaları, giyecek ve silâh depolarına
sokmuştu. Kırtasiye malzemelerinin bulunduğu depoya girince Yakub (a.s.)
"Yavrucuğum! Bu kadar yazı malzemesine sahipsin. Bana sekiz konak
mesafeden bir mektub bile yazmadın" Seni alıkoyan neydi? dedi. Yusuf
(a.s.) "Bana Cibril (a.s.) mâni oldu" deyince Yakup (a.s.)
"Sebebini sor bakalım" dedi. Yusuf (a.s.) "Bu, senin için daha
kolay" diye cevap verdi. Bunun üzerine Yakup (a.s.), Cibril (a.s.)'e
sebebini sorunca Cibril (a.s.) şöyle dedi: "Sen, 'Onu kurdun yemesinden
korkuyorum' dediğin için Allah Tealâ, bana böyle emretti. Ondan korkmalıydın,
değil mi? buyurdu
"Mülkün
bir kısmını..." ve "bazı rüyaların tabirini..." kavillerindeki
"Min" tebîz (bazı, bir kısım) içindir. Çünkü Yusuf (a.s.)'a sadece
dünya mülkünün bir kısmı olan Mısır topraklan verilmiş ve bazı tabirler öğretilmişti
"Sen,
göklerin ve yerin yaradanısın.
Dünya
ve ahirette bana yardım eden ve bütün işlerimi yoluna koyan Sensin. Çünkü
dünyada nimetlerine garkoldum. Bu nimetleri ahirette de devam ettir.
"Benim
canımı" boyun eğmiş ve emirlerine uyar vaziyette, "İslâm üzere
al" îbni Abbâs (r.a.) şöyle der: "Yusuf (a.s.)'dan önce kesinlikle
hiçbir peygamber ölümü temenni etmemişti."
"Ve
beni salih kimselerle kıl." Ve beni, genel olarak nebilerle ve rasûllerle
beraber, husûsî olarak da atalarım İbrahim, İsmail, İshak-ve Yakub ile beraber
kıl. Allah, Yusuf (a.s.)'ı tertemiz olarak Mısır'da vefat ettirdi. Nil'de
mermerden bir lahit içine defnedildi. Fakat 400 sene sonra Musa (a.s.), lahiti
Beyt-i Mak-dis'e naklettirdi ve atalarıyla beraber oraya defnedildi.
[147]
Bu
ayet, peygamberlerin sîretinin ne kadar yüce örneklerle dolu olduğunu
göstermektedir. Zira Allah Tealâ'nın Yusuf (a.s.)'a dünyada ihsan ettiği hâkimiyet
ve rüya tabir etme gibi nimetleri, onun ahirette Allah Tealâ'nın rızasını istemesine
engel olamamıştır. Çünkü asıl olan, son nefesi güzel bir şekilde verebilmek ve
müminin ahirette karşılaşacağı ebedî nimetlerdir. Ayrıca ahiret yurdu daha
hayırlı ve ebedîdir. Yusuf (a.s.), peygamberlerin makamından ve şereflerinden
daha azını istemeyen bir peygamber olması hasebiyle, Allah'dan, kendisini
nebiler ve rasûller olan salihlerle aynı sevap, makam ve derecede kılmasını
istemiştir.
Ölümü
temenni etme meselesine gelince, Yusuf (a.s.), ölümü istememiş, bilâkis
müslüman olarak ölmeyi arzu etmiştir. Mâna "Ecelim geldiği zaman beni
müslüman olarak vefat ettir." şeklindedir. Alimlerin çoğunluğu bu
görüştedir. Yâ Rabbi! Bizim de canımızı mümin olarak al
Dinimizde
ölmeyi istemek caiz değildir. Müslim Ahmed b. Hanbel, Enes (r.a.)'dan
Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sizden biriniz
başına gelen bir musibetten dolayı ölümü temenni etmesin. Bunu yapmak
zorundaysa şöyle desin: 'Allah'ım! Yaşamak benim için hayırlıysa hayatımı devam
ettir. Eğer ölmek daha hayırlıysa beni öldür."
Müslim,
Ahmed b. Hanbel, Ebû Hüreyre (r.a.)'den de Rasulullah (s.a.)'ın şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Sizden biriniz ölümü arzu etmesin ve ölüm
gelmeden önce onun için dua etmesin. Zira öldüğünüz zaman ameliniz kesilir ve
ömrü, müminin sadece hayrını arttırır."
[148]
Gaybe
ait haberlerin verilmesi ve Peygamberimiz (s.a.)'in tevhîd akidesine daveti
102-
Ey Muhammedi Sana vahyettikleri-miz gıyabında cereyan eden olayların
haberleridir. Onlar Yusuf u kuyuya atmaya azmedip düzen kurdukları zaman
yanlarında değildin
103-
Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu iman etmezler
104- Oysa sen Kur'an'ı tebliğ etmene karşılık
onlardan bir ücret de istemiyorsun. Kur'an, alemler için sadece bir öğüttür
105-
Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, bunları görürler de onlar hakkında
tefekkür etmezler
106- Onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a iman
etmezler
107-
Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına
varmadan kıyamet saatinin ansızın gelmesinden emin inidirler
108- Ey Muhammed! De ki: "Benim yolum budur.
Ben ve bana uyanlar bilerek, insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı bütün
ortaklardan tenzih ederim. Ben asla Allah'a şirk koşanlardan değilim.
"Sen
ne kadar yürekten istersen iste..." ara cümlesi, Hicaz lügatindeki
"Mâ" nm ismi ile haberi arasına girmiştir. Bu ara cümlesi hidayetin
sadece Allah'ın elinde olduğunu ifade eder
"Oysa
sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun". Burada mu-raf
hazfedilmiştir. "Oysa sen Kur'an-ı Kerim'in tebliğine karşılık onlardan
bir de istemiyorsun" demektir[149]
"Ey
Muhammedi sana vahyettiklerimiz gıyabında cereyan eden olayların
haberleridir". Daha önce anlatılan Yusuf (a.s.) ile ilgili habere işaret
etmektedir. Muhatap, Rasulullah (s.a.)'dır
"Onlar,
Yusuf'u kuyuya atmaya azmedip düzen kurdukları zaman" Yusuf un
kardeşlerinin "yanlarında değildin.." Yani, orada hazır değildin ki
onların kıssalarını bilip haber veresin. Bu, sadece Allah Tealâ'nm sana
öğretmesinden başka bir şey değildir ayeti, senin gıyabında cereyan eden
olaylarla ilgili verdiğin haberlerin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.
Mana şöyledir: "Bu haber, gaybla ilgilidir. Onu ancak vahiy yoluyla
bilebilirsin. Çünkü sen, Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri, Yusuf (a.s.)'a ve onu
kendileriyle göndermesi için babalarına hile ve desiseler yaparak Yusuf
(a.s.)'u bir kuyunun derinliklerine bırakmaya karar verdikleri zaman onların
yanlarında değildin. Seni yalanlayanların da bildikleri kesin bir gerçek
vardır ki sen, bu kıssayı duyan hiç kimseyle karşılaşmadın ki bunu ondan
öğrenebilesin." Bu söz, bu kıssanın dışında başka yerlerde de sadece
zikriyle yetinilerek hazfedilmiştir Allah Tealâ şöyle buyurur: "Sen de
kavmin de daha önce bunları bilmezdiniz" (Hud, 11/49).
"Sen,
ne kadar iman etmelerini yürekten istersen iste" onlara mucize ve
delilleri göstermek için çabala, Mekke halkı, hakkı bilerek reddetmeleri ve küfürdeki
ısrarları sebebiyle "iman etmezler."
"Oysa
sen" verdiğin bu haberlere veya Kur'an-ı Kerim'i "tebliğ etmene karşılık
onlardan" hahamların yaptığı gibi bir ücret de istemiyorsun."
"Göklerde
ve yerde nice deliller vardır ki...". Bundan maksat, yaratanın varlığını,
hikmetini, kudretinin mükemmelliğini ve birliğini gösteren birçok delil ve
işaretlerdir.
"Bunları"
bu delilleri "görürler de" onlar hakkında düşünüp tefekkür etmezler
"ibret almazlar.
"Onların
çoğu," putlara ibadet ederek "şirk koşmadan" Allah'ın varlığını,
O'nun yaratan ve nzıklandıran olduğunu ikrar edip "iman etmezler."
Yani onlar, hem putlara ibadet ederler hem de Allah'ın yaratıcı ve rızık
verici olduğunu söylerler. Müşrikler, telbiyelerinde şöyle derlerdi:
"Lebbeyk, Senin hiç ortağın yoktur. Lebbeyk, ancak bir ortağın vardır ki
o Senindir. Sen, hem onun hem de sahib olduğu şeylerin sahibisin". Veya
onlar Allah'ı bırakıp, hahamları rab-leri olarak kabul ederek, Allah'ın çocuk
edindiğini söyleyerek ya da nûr ve karanlık sözleriyle şirk koşuyorlardı
Denilmiştir
ki: "Bu ayet, Mekke müşrikleri hakkındadır". Münafıklar veya Kitap
Ehli hakkında olduğu görüşleri de mevcuttur. Ayeti, genel manasıyla anlamak
daha doğrudur.
"Onları
kuşatacak bir azaba" onları kaplayan bir azab veya kuşatan bir cezaya
"uğramalarından veya" geliş vaktinin "farkına varmadan kıyamet
saatinin ansızın gelmesinden emin midirler?"
"Allah'ı,
bütün ortaklardan tenzih ederim."
"Ben,
asla Allah'a şirk koşanlardan değilim.1' Müşrik olmamak da, yine Rasulullah
(s.a.)'ın yoluna uymak cümlesindendir.
[150]
Allah
Tealâ, Yusuf (a.s.)'ın kıssasını beyan ettikten sonra, bu kıssayla; Mu-hammed
(s.a)'in peygamberliğini ispat etmeyi dilemiştir. Bunun için de şu usûlü
kullanmıştır. Yusuf (a.s.) kıssası, gayba ait haberleri bildirmektir. Gaybı ise
sadece Allah Tealâ bilir. Bu hadiseyi ne Rasulullah (s.a.) ne de kabilesi
görmüştür. Bütün bunların hepsi, Kur'an'ın Allah kelâmı ve Rasulullah (s.a.)'m
peygamberliğinin hak ve doğru olduğunu göstermektedir.
Bundan
sonra Allah Tealâ, müşriklerin Allah Tealâ'ya iman hususundaki kusurlarını ve
ayıplarını dile getirerek, onları rezil etmiştir. Etraflarında yara-danın
varlığını ve birliğini gösteren pek çok delil varken, bu müşrikler bir ke-recik
bile olsun bunlara dönüp bakmamışlar, bilâkis hepsinden yüz çevirmişlerdir.
Allah
Tealâ, böyle davranmayı yasak ederek, Rasulullah (s.a.)'m davet yolunun,
Tevhîd akidesine davet etmek olduğunu bildirmiş ve bütün şekil ve çeşitleriyle
şirki reddetmiştir.
[151]
Yusuf
(a.s.)'ın gördüğü rüyadan ve kuyuya atılmasından başlayarak Mısır'ın gerçek
hâkimi olmasına kadar bu kıssanın zikredilmesi, kardeşlerinin ona karşı
tutumunun ve babalan Yakup (a.s.)'ın durumunun açıklanması gaybî haberlerdir.
Öyleki bu haberlere, Rasulullah (s.a.) muttali olmamış, onun kavmi de bunları
göstermemiştir. Ayet, Rasulullah (s.a.)'a hitap etmektedir. Bütün bunlar,
kavminin eziyetlerine ve davetinden yüz çevirmelerine karşı Efendimizin
kalbini ve sabrını teskin etmek için Allah Tealâ'nın Peygamberimize bir
vahyidir.
Hedef;
gaybdan haber vermektir. Bu ise bir mucizedir. Çünkü Rasulullah ı s.a.), kitap
okumamış, kimsenin önüne diz çöküp ilim tahsil etmemiş ve kıssanın
kahramanları yanında hazır bulunmamıştır. Dolayısıyla bu uzun kıssayı
değiştirmeden hatasız olarak haber vermesi, karşısındakini aciz bırakmaktan
başka bir şey değildir.
Allah
Tealâ Meryem kıssasında şöyle buyurur: "Meryem'e hangisi kefil olacak
diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin" (Âl-i İmran, 3/44).
Ayrıca yine şöyle buyurmaktadır: "Ey Muhammedi Musa'ya hükmümüzü bildirdiğimiz
zaman, sen batı yönünde değildin, onu görenler arasında da yoktun... Ey
Muhammedi Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun...
Sen, Musa'ya hitabettiğimiz zaman Tûr'un yanında da değildin" (Kasas,
28/44-46).
İçinde
ibret ve öğüt bulunan bu mucizevî haberlere rağmen Allah
Tealâ'nın
da beyan ettiği gibi insanların pek çoğu iman etmezler: "Sen ne kadar
yürekten istersen iste, mümin olmaları için kendini yiyip bitir, küfürdeki
kesin kararlılıkları ve inatları sebebiyle pek çok insan senin davetini ve peygamberliğini
tasdik etmez." Bu ayette, genel olarak insanlar kastedilmiştir. Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur: "Fakat insanların çoğu inanmazlar." (Ra'd,
13/1). İbni Abbâs (r.a.) "Maksat, Mekke halkıdır" demiştir. İbni
Abbâs (r.a.)'ın görüşüne göre bu ayetin, öncekilerle alâkası şudur: Kureyşli
kâfirler ve bir grup Yahudi, Rasulullah (s.a.)'ı üzmek ve hatasını anlatmasını
istediler. Rasulullah (s.a.), bu kıssayı anlattığında onların belki iman
edebileceklerini zannetti. Fakat anlattıktan sonra da bu insanlar küfürlerinde
ısrar ettiler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Sanki bu kavil, şu ayete
işaret etmektedir: "Ey Muhammedi Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin,
ama Allah dilediğini doğru yola erişti-rcr."(Kasas, 28/56).[152]
"Sen
ne kadar istersen iste ..."deki hırs, bir şeyi mümkün olan bütün gayret
ve çabayı sarfederek istemek demektir. Lev'in cevabı mahzuftur. Çünkü cevabın
Lev'den önce gelmesi mümkün değildir.
Bundan
sonra Allah Tealâ, müşriklerin Rasulullah (s.a.)'ın davetine iman etmemeleri
için bir mazeretlerinin olamayacağını bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey
Muhammed! Bu nasihatlerin, hayra ve olgunluğa davetin için peygamberliğini
inkâr edenlerden bir mükâfat ya da ücret istemiyorum. Bilâkis bu görevi
Allah'ın rızasını kazanmak ve yarattıklarına nasihat olsun diye yerine
ge-tiriyorsun.Onlann tek yapacakları şey senin davetine icabet etmektir. Çünkü
sen, sadece Rabbinin emrine uymayı ve sırf onlara nasihat etmeyi hedefliyorsun."
Rabbinin
seninle gönderdiği bu Kur'an, insanlara ve cinlere sadece bir hatırlatma ve
bir öğüttür. O Kur'an ile gerçekleri hatırlar ve onunla hidayete sadece ona
uyarak kurtulurlar." Bu da göstermektedir ki Rasulullah (s.a.)'ın peygamberliği
umumidir, insan ve cin herkese şamildir.
İnsanların
çoğunun iman etmemesinin sebebi şudur: Onlar, Yaradanın varlığını ve birliğini
gösteren deliller ve alâmetler hakkında düşünüp tefekkür etmekten gafildirler.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Göklerde ve yerde Allah'ın birliğini,
ilminin mükemmelliğini ve kudretini gösteren; duran ve hareket eden yıldızlar,
dağlar, denizler, bitkiler ve çiçekler, ağaçlar, hayvanlar, canlı ve cansızlar,
tat, koku, renk ve özellik bakımından birbirine benzeyen ve benzemeyen
meyvalar gibi nice deliller ve ayetler vardır ki insanların çoğu bu delillerin
yanlarından geçip onları görürler de yine de gaflet içinde bulunup, bunlardaki
ibret ve öğütleri düşünerek, tefekkür etmezler. Bu delillerin tamamı Allah
Tealâ'nın varlığına ve birliğine şahittirler."
Her
şeyde, Allah'ın bir olduğunu gösteren bir emare ve bir ayet (delil) vardır.
Burada Ayet, Allah Tealâ'nın varlığını ve birliğini gösteren delil demektir.
Astronomi
ile uğraşan bilim adamları ise uzayı rasat aletleriyle gözleyip bilimsel
kanunlar ortaya koymakla meşgul olmalarına rağmen genellikle mû-cid olan
Yaratan ve işleri idare edip takdir eden yüce varlığın azameti hakkında
düşünmezler.
Allah'dan
başka kime olursa olsun ona yapılan ibadet -onu kutsallaştırmak ve yüceltmek-
şirktir.
Allah
Tealâ şöyle buyurmuştur: "And olsun ki onlara gökleri ve yeri yaratan
kimdir?' diye sorsan Allah'tır derler." (Lokman, 31/25). İbadet ederken Allah
ile birlikte putları ortak koşarlar. Onların şirke düştüklerini görürsün.
Müslim,
Ebû Hüreyre (r.a.), Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah buyurdu ki 'Ben, şirkten en uzak olan zâtım. Kim bir amel işleyip,
onda başkasını bana ortak koşarsa onu da şirkini de terkederim'."
Ahmed
b. Hanbel, Ebû Saîd b. Ebî Fedâle (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle
buyurduğunu işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hiçbir şüphenin bulunmadığı
bir günde insanlığın başını ve sonunu bir araya topladığı zaman birisi şöyle
seslenir: 'Kim Allah için yaptığı bir işte O'na şirk koştuysa o amelin sevabını
Allah'dan başkasından istesin. Zira Allah, şirk koşulmaktan beridir."
İbni
Ömer (r.a.) öyle demiştir: (Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş ve hadis hasendir,
demiştir.)"Kim Allah'dan başkasının adına, yemin ederse şirk koşmuştur.
" Bu ifade Allah'dan başkasının adına,onu Allah gibi yüceltmeyi kastederek
yemin ederse şirk koşmuş olur demektir.
Ahmed
b. Hanbel, Mahmûd b. Lebîd (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Sizin için en çok, küçük şirkten korkuyorum". Sahabe
"Yâ Rasulullah (s.a.)! En kük şirk nedir?" deyince Rasulullah (s.a.)
şöyle buyurmuştur: "Bu riyadır. Allah Tealâ, kıyamet gününde insanların
amellerinin karşılıklarını verirken şöyle buyurur: Dünyada riya yaptıklarınıza
gidin. Bakın bakalım, onlardan mükâfat alabilecek misiniz?'"
İmam
Ahmed, Ebû Musa el-Eş'arî (r.a.)'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Şu şirkten sakının. Zira o, karıncanın ayak
sesinden dah gizlidir". Sonra Rasulullah (s.a.), sahabeye gizli şirkten
nasıl sakınacaklarını açıklamış ve şöyle buyurmuştur: "Şu şekilde dua
edin: Allahım! Biz, bildiğimiz bir şeyi sana ortak koşmaktan, sana sığınırız.
Bilmediklerimizden de bizi affetmeni isteriz'."
Bütün
bunlardan sonra Allah Tealâ, müşrikleri ceza ile tehdit ede k şöyle
buyurmuştur: "O Allah'a şirk koşanlar, kendilerini kuşatan bir cezaya
çarptırılmaktan veya onlar hissetmeden ve farkına varmadan kıyamet gününün
ansızın gelmesinden güvende midirler?". "Farkına varmadan"
kavli, "Ansızın" kavlini pekiştirmektedir.
Şu
ayetler de mana bakımından bu ayete benz ektedir: "Kötü işler düzenleyenler
Allah 'm kendilerini yere geçirmesinden yahut farketmedikleri bir yerden nlara
azabın gelmesinden güvende midirler? Veya hareket halindeler-ken -ki Allah'ı
aciz bıraka zlar- ya da yok olmak endişesindeyken onlara aza-bin gelmesinden
güvende midirler? Doğrusu Rabbin şefkatlidir, merhametlidir." (Nahl,
16/45-47).
"Kasabaların
halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine lmesinden güvende miydiler?
Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine
gelmesinden güvende miydiler? Onlar Allah'ın d
eninden
güvende miydiler? Allah'ın düzeninden ancak mahvolacak millet güvende
olur." (A'raf, 7/97-99).
Kıyamet
gününün gizli tutulması, görünen bir teşvik ya da benzeri bir şey olmaksızın
Allah katından bir heybet ve korkunun oluşmasına sebep olmaktadır.
Allah
Tealâ, bu delillerden sonra Rasulullah (s.a.)'ın davetinin hedefini ve onun
davetine olan güvenini açıklayarak şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed! İnsan
ve cin topluluklarına de ki: Muhakkak ki yürüdüğüm yol ve kendisine çağırdığım
davet -ki bu, Allah'dan başka ilâhın olmadığına, O'nun tek olup ortağının
bulunmadığına şehadet etmek demektir- işte budur." Ben ve bana iman edip
peygamberliğini tasdik eden herkes yakînen bilerek ve açık kesin delillere
sahip olarak bu davet metoduyla insanları Allah'ın dinine çağırırız. Allah'ı bütün
ortaklardan, denklerden, eşlerden, benzerlerden, çocuklardan, babalardan,
hanımlardan, yardımcılardan ya da yol gösterenlerden tenzih eder, yüceltir,
ta'zim eder ve takdis ederim. Allah, bü
n
bunlardan yücedir, münezzehtir ve mukaddestir."Yedi gök, yer ve bunlarda
bulunanlar O'nu teşbih eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur.
Fakat siz onların teşbihlerini anlamazsınız. Doğrusu, O, Halim olandır,
bağışlayandır." (İsra, 17/44).
Rasulullah
(s.a.), Allah'ın birliğini ispat et
kten
sonra, Allah'ın varlığını ikrar edip sonra başka ilâhlara ibadet edere
O'na
ortak koşan müşriklerin görüşlerini reddetmek için şirki kesin bir şekilde
bertaraf etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ben, her ne çeşit olursa olsun
bütün müşriklerden uzağım."
[153]
Ayetler,
şu hususlara işaret etmektedir:
1- Yusuf (a.s.) ve diğer peygamberlerin milletleriyle aralarında geçen
olayları haber vermek, gaybî haberlerden olup, birer mucizedirler. Bu mucize,
Kur'an'ın Allah kelâmı olmasıdır. Rasulullah (s.a.)'ın davetindeki doğruluğu
ise kendisine ait bir mucizedir.
2- Sen ne kadar yürekten istersen iste" hatta onlara Yusuf kıssasını
haber ver, yine de insanların çoğu "iman etmezler." Yani, sen,
hidayetini istediğin kimseyi hidayete erdirmeye güç yetiremezsin, ayeti
Rasulullah (s.a.)'ı teselli etmek için nazil olmuştur.
3- Bütün peygamberlerin vazifesi, ihlasla ve Allah Tealâ'dan sevap kazanmak
için kendilerine indirilen vahyi insanlara tebliğ etmektir.
4- Kur'an ve vahiy, sadece Araplara mahsus olmayıp, bütün âlemler için
öğüt ve hatırlatmadır. Kur'an, insanlara ve cinle re, tevhid, adalet, peygamberlik,
ahiret, kıssalar, mükellefiyet ve ibadetler hususunda birer hatırlatmadır. Onda
çok büyük faydalar vardır.
5- Göklerde ve yerlerde Allah Tealâ'nın varlığını, birliğini, kudretini,
hikmetini, ilmini ve rahmetini gösteren; yıızlar, denizler, nehirler, dağlar,
bitki, sebze ve çiçekler, ağaçlar, uzak çöller, canlı ve cansızlar, hayvanlar
ve tat, koku, renk ve özellikli farklı meyvalar gibi ne kadar çok delil ve
alâmetler vardır. Bunların hepsi de hissedilebilen delillerdir.
6- Müşriklerin imanı, değersiz ve batıldır. Onlar, kendilerini ve her
şeyi yaratan Allah'ın varlığını ikrar ederler de yine de putlara taparlar.
İbni
Abbâs (r.a.) şöyle der: "Bu ayet, Arap müşriklerinin söyledikleri telbi-ye
hakkında nazil olmuştur: 'Lebbeyk, Senin hiç ortağın yoktur. Ancak bir ortağın
vardır ki o Senindir. Sen hem onun hem de onun sahip olduğu şeylerin de
sahibisin". Ayrıca İbni Abbâs (r.a.) şu görüşleri de ileri sürmüştür:
"Bunlar, Hristiyanlar veya Allah'ı yarattıklarına benzeten, mücmel olarak
iman edip, tafsilen şirk koşan Müşebbihe' r". Bu ayetin, münafıklar
hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Doğru olan ayeti nel manasıyla ele
almaktır. Hasen'in de dediği gibi "106. ayetin" manası şöyledir:
"Onların çoğu dilleriyle mümin olduklarını söylerler de ancak içlerinden
kâfirdirler".
7- Allah'ın azabı, cezası ve kıyamet günü, insanlar farkında olmadan ansızın
gelir.
8- Rasulullah (s.a.)'ın yolu, sünneti ve programı, yine kendisine iman
ederek tâbi olanları açık seçik yolları, yakînen ve hak olduğunu bilerek
cennete ulaştıracak prensiplere davet etmektir. Müminin devamlı şiarı ise
şudur: "Sübhânellah! Allah'ı bütün ortaklar n tenzih ederim ve ben Allah'ı
bırakarak O'na eş ve ortaklar edinenlerden değilim."
Din,
sevap kazanmaya götü n bir yol olduğu için, "yol" olarak a andırılmıştır.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Rabbinin yoluna.....çağır."
(Nahi, 16/125).
[154]
109-
Senden önce şehirlerin halkından üphesiz kendilerine vahiy indirdiğimiz
birtakım insanlar gönderdik. Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendilerinden
önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler? Ahiret yurdu Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar için hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz?
110-
Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp yalanladıklarını sandıkları bir sırada
onlara yardımımız gelmiştir. Böylece istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu
milletten geri çevrilemeyecektir.
111-
And olsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır.
Kur'an uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tasdik
eden, inanan millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve
rahmettir.
"Şehirlerin
halkından" Çünkü onlar, çölde yaşayanların sertlik, kabalık ve
bilgisizliklerine karşılık daha bilgili ve daha yumuşak huyludurlar,
"şüphesiz birtakım insanlar" yani melekler değil
"gönderdik".
'Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı? ki" Mekke halkı peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle
"kendilerinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu görsünler."
"Ahiret yurdu" Gelecek hâlin veya son vaktin ya da ahiret hayatının
yurdu -ki bu cennettir- Allah'dan korkup, şirkten ve O'na isyandan
"sakınanlar için", yani, Allah'a şirk koşmayıp, O'na isyan etmeyenler
için "daha hayırlıdır."
"Hiç
düşünmez misiniz?" Mekke halkı! Akledip de iman etmez misiniz?
"Öyle
ki peygamberler ümitsizliğe düşüp ..." Bu ayetin izahı ileride
yapılacaktır.
"Böylece
istediğimizi" peygamber ve müminleri "kurtarırız."
"Kur'an...kendinden
önceki kitapları tasdik eden" onu tasdik eden insanlara, dinde gerekli
olan her şeyi açıklayan, sapıklığı yok edip "inanan millete her şeyi
açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber" dünya ve ahirette hayırlı
olanların erişebildiği "bir rahmettir." Başkaları değil, sadece
müminler Kur'an'dan yararlandıkları için özellikle zikredilmişlerdir.
[155]
Kur'an-ı
Kerim, Muhammed (s.a)'in peygamberliğini, onun gıyabında olan olayları haber
vermesini delil getirerek ispat ettikten sonra Allah, peygamberliği inkâr
edenleri sert bir şekilde eleştirmiştir. Rasulullah (s.a.)'m peygamberliğini
inkâr edenlerin şüphelerinden biri de, eğer Allah, bir peygamber göndermeyi
dileyecek olsa bir meleği peygamber olarak göndereceği, şeklindeki görüşleriydi.
Kur'an, bu görüşlerini şöylece dile getirir: "Eğer Rabbimiz böyle bir şey
dileseydi melekler indirirdi." (Fussilet; 41/14).
Bundan
sonra Allah, eğer iman etmezlerse Kureyşli kâfirleri ve diğerlerini
cezalandırıp, azap edeceğini bildirerek korkutmuştur. Çünkü Allah'ın kulları
için yolu ve sünneti tektir. İman etmedikleri takdirde başlarına gelecek bir
şey vardır, o da azaptır.
Hemen
arkasından ise Yusuf (a.s.)'ın babası ve kardeşleriyle arasında geçen kıssanın
akıllı ve düşünebilen insanlar için bir ibret olduğunu beyan etmiştir.
[156]
Yusuf
suresi, Kenan diyanyla Mısır arasında meydana gelen birçok yönü bulunan ve
ruhlara tesir eden Yusuf (a.s.)'ın kıssasından öğüt ve ibret almayı zorunlu
hale getiren bu sonuç bölümüyle neticelenmektedir. Öyleki bu kıssa, kuyuya
atılmasıyla başlayarak, Vezirin evine yerleşmesi, hapise girmesi ve Mısır'da
mutlak hüküm sahibi olması şeklinde gelişir. Yine bu kıssada kardeşlerinin
tuzak ve hasetleri, kadınların hile ve aldatmacaları, Yusuf (a.s.)'m sabrı,
hikmeti, idarecilikteki mahareti, ahlâkı, kardeşlerine karşı müsamahası ve anne
babasını nasıl yücelttiği anlatılmıştır.
Ayetin
manası şöyledir: "Ey Muhammed! Senden önce melekleri, kadınları değil,
sadece erkekleri peygamber olarak gönderdik. Onlar çöl ehlinden değil, bilâkis
şehir halkındandı. Biz onlara vahiy ve kanunlar indiriyorduk."
Bu
da göstermektedir ki Allah, peygamberleri kadınlardan değil erkeklerden
göndermiştir. Hiçbir kadın kesinlikle ne nebî, ne de rasûl olmuştur. Peygamberlerin
şehir halkından seçilmesiyle Allah, çöl ehlinden peygamber göndermemiştir.
Çünkü bu peygamberlere diğer şehirlerin halkı da uyacaktır. Ayrıca çölde
yaşayanların cahil, kaba ve sert olmalarına karşılık şehirli insanlar daha ince
ve yumuşak tabiatlıdırlar. Bu sebepten Allah Tealâ şöyle buyurmuştur:
"Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha ileridir" (Tevbe,
9/97).
İbni
Kesîr şöyle der: Bazı kimseler, Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'in hanımı
Sârra'nın, Musa (a.s.)'nın annesinin ve İsa (a.s.)'nın annesi İmrân kızı Meryem'in
peygamber olduklarını iddia etmişlerdir. Yine bunlar, meleklerin Sâ-ra'ya İshak
(a.s.)'ı, ardından da Yakub (a.s.)'u müjdelemelerini " 'Musa'nın annesine:
'Çocuğu emzir...' diye bildirmiştik' (Kasas; 28/7) ayetini, meleğin Meryem'e
gelip ona İsa (a.s.)'yı müjdelemesini ve "Melekler şöyle demişti: 'Ey Meryem!
Allah seni seçip temizledi, dünyaların kadınlarından seni üstün tuttu. Ey
Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rükû edenlerle birlikte rükû et'. (Âl-i
İmran, 3/42-43) ayetini delil getirmişlerdir. Onlara bütün bunlar olmuştur.
Fakat hiçbiri peygamber olmalarını gerektirmez."[157]
Allah,
Rasulullah (s.a.)'ı yalanladıkları için müşrikleri tehdit ederek hayret
ifadesiyle şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Seni yalanlayan o yalancılar
yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki peygamberlerini yalanlayan milletlerin
sonlarının nasıl olduğunu, Allah'ın Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerini nasıl
yerlebir ettiğini, kâfirler için de akıbetin aynı olduğunu ve kâfirlerin
sonunun helak, müminlerin sonunun ise kurtuluş olduğunu görsünler."
Bundan
sonra Allah Tealâ, ahiret yurdu için amel etmeye, ona hazırlanmaya ve helake
sebep olan şeylerden sakınmaya teşvik ederek şöyle buyurmuştur: "Muhakkak
ki ahiret yurdu Allah'dan korkup O'na şirk koşmayan, isyan etmeyenler için daha
hayırlıdır." Orası, peygamberleri yalanlayan müşrikler için de bu
dünyadan daha üstündür. Yani, biz müminleri dünyada kurtardığımız gibi aynı
şekilde ahiret yurdunda da onlara kurtuluşu nasib ederiz. Orası müminler için
dünyadan çok daha hayırlıdır. Zira ahiret nimetleri, dünyadaki nimetlerden
daha mükemmel ve ebedîdir.
Siz
cahil misiniz? Ey ahireti yalanlayanlar "Hiç düşünmez misiniz?" Zaten
buna aklınız erseydi iman ederdiniz.
Allah,
Muhammed (s.a)'e yardımının, peygamberlerine sıkıntı anında, zorlukta ve Allah
Tealâ'dan ferahlığın beklendiği darlık anlarında ulaştığını haber vererek
yardımını müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur: "Öyle ki ümitsizliğe
düşüp..." Yani "Senden önce şüphesiz kendilerine vahiy indirdiğimiz
erkekler gönderdik. Onlar, Allah'ı bir kabul etmeye ve O'na ihlâsla ibadet
etmeye çağıran mesajlarını kavimlerine tebliğ ettiler, kavimleri ise onları
yalanladılar ve sapıklık, küfür ve inatla bu çirkin davranışlarını sürdürdüler.
Allah'ın yardımına peygamberlere gelmesi gecikti. Öyle ki peygamberler,
küfürdeki ısrarları sebebiyle kavimlerinin imanından veya Allah'ın yardımından
ümitsizliğe düştüler. Ümmetleri ise peygamberlerin va'dettikleri yardım
hususunda aldatıldıklarına kesin kanaat getirip, onların Allah katından
bildirdikleri yardım vaadini yalanladılar. Allah'ın yardımı aniden
peygamberlere geliverdi. Böylece biz, peygamber ve müminleri kurtardık.
Yalanlayan kâfirler ise cezalandırıldılar. Allah'ın cezası ve azabı,suç
işleyip, Allah'ı inkâr eden ve peygamberlerini yalanlayan milletten geri
çevrilemez" demektir.
"Teşdid"
kıraatine göre mana şöyledir: "Peygamberler, kavimlerinin kendilerini
onları uyardıkları konulara bir daha iman etmeyecek şekilde yalanladıklarını
zannettiler."
Bu
ayet, Kureyşli ve diğer kâfirleri, Rasulullah (s.a.)'a iman etmedikleri için
tehdit etmekte ve korkutmaktadır.
Kur'an-ı
Kerim'de bu ayete benzer pek çok ayet vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Allah, peygamberlerine yardım ve galibiyet vadetmiştir:
"Doğrusu
Biz, peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında.... yardım ederiz"
(Gafir, 40/51). "Allah, 'Andolsun ki Ben ve peygamberlerim üstün
geleceğiz' diye yazmıştır. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür" (Mücadile,
58/21). Peygamber, Allah'dan yardımını göndermesini istemiştir.
"Peygamber
ve onunla beraber müminler: 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyecek kadar....
sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır." (Bakara,
2/214).
Cezanın
sebebi olarak zulüm ve küfür açıklanmıştır:
"Kendilerinde
önce olan Nuh, Ad, Semûd milletlerinin, İbrahim milletinin, Medyen ve altüst
olan şehirler halkının haberleri onlara gelmedi mi? Peygamberleri onlara
belgeler getirmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine yazık
etmişlerdir." (Tevbe, 9/70).
Allah'ın
kulları için geçerli olan bir tek sünnetinin olduğu açıklanmış, bu sünnetin
benzerleri ise örneklerle değerlendirilmiştir. Bu sünnette zulüm ve helak
yoktur. Kureyşli kâfirler de, azaba sebep olan küfrü benimsedikleri için
kendilerinden önceki kâfirler gibi azabı hak etmişlerdir: "Ey Mekke
putperestleri! Sizin inkarcılarınız bunlardan daha mı üstündür? Yoksa
Kitaplarda size bir kurtuluş belgesi mi var?" (Kamer, 54/43).
"Teşdid"
ile okunması halinde bu ayetin tefsiri, biraz önce belirtildiği şekilde Aişe
(r.a.)'den nakledilmiştir: Buhari, Aişe (r.a.), kızkardeşinin oğlu Urve b.
Zübeyr (r.a.) kendisine "Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp..."
ayetinin manasını sorunca ona (r.a.) şöyle demiştir: "Allah korusun!
Peygamberler asla Rableri hakkında bu şekilde zanda bulunmazlar." Peygamberlerin,
Rablerine iman edip, kendilerini tasdik eden etbâı vardır. Bu kimselerin
imtihanı uzar, onlara Allah'ın yardımı gecikir. Öyle ki peygamberler,
milletlerinden kendilerini yalanlayanlardan ümitsizliğe düşüp, kendilerine
uyanların da onları yalanladıklarını zannederler. İşte bu sırada Allah'ın
yardımı gelir" Aişe (r.a), "Tahfif kıraatine göre verilen manayı
kabul etmemiştir. Râzî, Aişe (r.a.)'nin tevili hakkında şöyle der: "Bu
te'vil, ayet hakkında zikredilen vecihlerin en güzelidir."
"Tahfif
kıraatine göre ayetin tefsiri ise İbn Abbas ve İbn Mes'ud (r.a.)'dan nakledilmiştir.
İbn Abbas (r.a.) şöyle der: "Peygamberler, milletlerinin, davetlerini
kabulü hususunda ümitsizliğe düşüp, milletleri de peygamberlerin kendilerine
yalan söylediklerini zannedince, bütün bunlara karşı peygamberlere Allah'ın
yardımı geldi".
İbni
Mes'ud (r.a.)'da, "110." ayet hakkında şöyle der: "Öyle ki
peygamberler milletlerinin kendilerine iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp,
milletleri de Allah'ın azabı gecikince onların yalan söylediklerini sandıklan
sırada..." bu görüş, alimlerin çoğunluğunun kabul ettiği meşhur olan
manadır.[158]
Netice
olarak, "Küzibü" kıraatine göre 'Ve zannû" kavlindeki zamir,
kendilerine peygamber gönderilenlere râcîdir. Çünkü onlar, "Yeryüzünde
dolaşmıyorlar mı ki kendilerinden önce yaşayanların sonlarının ne olduğunu
görsünler?" ayetinde daha önce zikredilmişlerdir. Böylece zamir, Mekkeli
müşriklerden önce yaşayan ve peygamberlerini yalanlayanlara râcîdir. Ayetteki
"Zann" "Hayal etmek, sanmak" demektir. Mana şöyledir:
"Kendilerine peygamber gönderilenler, peygamberlerin, peygamberlik
iddiaları ve kendilerine iman etmeyenleri azapla tehdit ederken onlara yalan
söylediklerini sandılar". Bu görüş, İbn Ab-bas (r.a.)'ın meşhur olan
görüşü ve Abdullah b. Mes'ud (r.a.), Said b. Cübeyre Mücahid'in ayeti
te'villeridir. Bu ıraate göre zamirlerin peygamberlere râcî olması caiz
değildir. Çünkü peygamberler masumdur. Bu sebepten hiçbir peygamberin,
Allah'dan kendisine vahiy getiren kimsenin ona yalan söylediğini sanması mümkün
değildir.[159]
"Teşdid"
kıraatinde iki görüş vardır:
1- Zann yakînen bilmek demektir. Mana şöyledir: "Peygamberler,
milletlerin kendilerini bir daha iman etme cek şekilde yalanladıklarını
yakînen anladılar. İşte o zaman onlar için beddua ettiler. Allah Tealâ da
onlara azabını indirerek köklerim kazıdı. "Zann" lafzı Kur'an-ı
Kerim'de "Bilmek" manasına pek çok kere kullanılmıştır. Allah Tealâ
şöyle buyurmuştur:
"Rablerine
kavuşacaklarını yakînen bilirler..." (Bakara, 2/46).
2- Zann; "sanmak" manasınadır. Takdiri şöyledir:
"Öyle
ki peygamberler milletlerinin iman etmelerinden ümitsizliğe düşüp, iman
edenlerin de kendilerini yalanladıklarını sandıkları bir sırada" Bu
te'vil, Aişe (r.a.)'den nakledilmiştir. Râzî şöyle der: "Aişe (r.a.)'nin
görüşü, ayet hakkında zikredilen en güzel vecihtir"
[160]
Zemahşerî
de 110. ayetteki "Küzıbû" kıraati hakkında şöyle der: Mana şöyledir:
Kendilerine yardımın geleceğini söylerken nefisleri onlara yalan söyledi. Veya
onlar ümit ederken kendilerini kandırdıklarını sandılar. Meselâ doğru ümit,
yalancı ümit (hayal)' denir. Yani, kafirlerin yalanlama rı düşmanlıkları,
Allah'dan yardım bekleme ve ümit etme müddeti uzadı ve gecikti. Öyle ki onlar
ümitsizliğe ve dünyada Allah'ın yardımına nail olamayacakları vehmine kapandılar.
İşte o anda aniden beklemedikleri bir şekilde yardımımız geldi, demektir.
[161]
Ayrıca
Allah Tealâ, Kur'an'daki kıssaların genel hedefini beyan ederek şöyle
buyurmuştur: "And olsun ki peygamberlerin kavimleriyle aralarında geçen
olayların haber verilmesinde ve müminleri nasıl kurtarıp, kâfirleri ne şekilde
helak ettiğimizin anlatılmasında akıl sahipleri ve doğru düşünenler için ibret,
öğüt ve hatırlatma vardır." Akılsız ve ahmaklar ise olaylar hakkında düşünmez,
tarihten ders almazlar. Ayrıca bunlara nasihat da fayda vermez.
Bundan
sonra Allah Tealâ, Kur'an'ın muhtevasından bahsederek şöyle buyurmuştur:
"İçinde kıssalar ve diğer şeyler bulunan bu Kur'an (veya bu kıssalar ve
Kur'an'ın içindeki sözler) Allah'dan başkalarının uydurup yalan söyledikleri sözler
değildir. Çünkü Kur'an, haber nakledenleri ve söz aktaranları acze düşüren bir
kelamdır. O ancak vahyedilen, Allah katından indirilen ve Tevrat, İncil ve
Zebur gibi kendisinden öneeki semavî kitapları tasdik eden Allah kelâmıdır.
Yani, Kur'an, eski semavî kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şeyleri tasdik
eder, fakat onlarda yapılan tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî
kitaplarda bulunan doğru ve hak olan şeyleri tasdik ed, fakat onlarda yapılan
tahrifatı ve değiştirmeleri reddeder. O, semavî kitaplara daha sonra sokulan
ve akl-ı selimin kabul edemiyeceği masal, efsane ve hurafeleri değil, onlardaki
doğru esasları tasdik eder. Ayrıca onları gözetir, korur ve himaye eder.
Yine
Kur'an'da helâl ve haram, sevilen ve hoş görülmeyen şeyler, emir ve yasaklar,
va'd ve tehdit, Allah'ın güzel sıfatları ve peygamberlerin kıssaları gibi her
şey tahrif edilmeden, aslını bozup güzelleştirmeden olduğu gibi açıklanmıştır.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Kitap'da Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık"
(Enam, 6/38).
Kur'an
emler için hidayet kaynağıdır, insanları dosdoğru yola ve doğruluğa ulaştırır.
Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp, batıldan hakka, sapıklıktan doğruluğa
yükseltir. Kur'an, insanları hem dünya hem de din işlerinde hakka, hayra ve iyiliğe
kavuşturur.
Aynı
zamanda o, dünya ve ahirette Alemlerin Rabbi'nden müminlere kapsamlı bir
rahmettir.
[162]
Ayetler,
aşağıdaki şu hükümleri ihtiva etmektedir:
1- Peygamberler daima erkeklerden gönderilmiştir. Ne bir kadın, ne bir
cin ve ne de bir melek peygamber olarak gelmemiştir. Bu görüşle, Rasulullah
s.a.)'dan
rivayet edilen şu sabit olmayan hadis reddedilmiştir: Rasulullah s.a.), bir
hadiste şöyle buyurmuştur: "Kadınlardan dört nebî vardır. Bunlar Havva,
Âsiye, Musa'nın annesi ve Meryem'dir".
2- Peygamberler şehir halkından gönderilmiştir. Genelde bedevîler sert ve
katı insanlar olduklarından Allah çöl ehlinden hiç peygamber göndermemiştir.
Ayrıca köy ve şehir insanı daha akıllı, daha yumuşak, daha faziletli ve daha
bilgilidir.
Hasan
el-Basrî şöyle der: "Allah, kesin olarak bedevîlerden, kadın ve cinlerden
hiç peygamber göndermemiştir." bazı alimler şöyle demiştir: "Peygamber
olabilmenin şartlarından biri de erkek insan ve şehirli olmaktır." Bu alimler,
"cinlerin erkeklerine sığınırlardı da..." (Cin, 72/6) ayetindeki
'erkek cinler' manasından sakınarak 'insan' demişlerdir.
3- Bütün insanların, peygamberlerini yalanlayan milletlerin akıbetlerine
bakıp, ders almaları gerekir.
4- 110. ayetinde peygamberler, kendilerine lâyık ve uygun olmayan her-
heri ve masumdurlar.
Cumhur
alimlerin görüşünde "Tahfif kıraatine göre mana ya da hüküm şöyledir:
"Milletler, azabı haber verirken peygamberlerin kendilerine yalan
söyleyip, doğru söylemediklerini zannettiler. Veya ümmetler, Allah'ın yardımını
va'dederken peygamberlerin kendilerine yalan söylediklerini zannettiler."
"Teşdid"
kıraatine göre ise mana şöyledir: "Peygamberler kavimlerinin kendilerini
yalanladıklarını yakînen anladılar. Veya kavimlerinin değil bilâkis kavimlerinden
kendilerine iman edenlerin onları yalanladıklarını sandılar."
5- Yusuf (a.s.)'m babası ve kardeşleriyle arasında geçen kıssası da
dahil, geçmiş ümmetlerin kıssalarında akıl sahibi insanlar için bir fikir,
hatırlatma ve öğüt vardır.
6- Kur'an, Allah'dan başkalarının uydurdukları ve yalan yere söyledikleri
bir söz değildir. O, peygamber bile olsa hiçbir insanın benzerini getirmeye güç
yetiremeyeceği mucize bir sözdür. Aynı şekilde Yusuf (a.s.) kıssası da Allah
Tealâ'nm hikaye ettiği kıssa olmanın dışında uydurulmuş bir hikâye değildir.
7- Kur'an-ı Kerim; Tevrat, İncil ve Allah Tealâ'nın indirdiği diğer
kitaplar gibi, kendisinden önceki semavî kitapları tasdik eder, onları gözetip
himaye eder.
8-
Kur'an-ı Kerimde kulların
ihtiyaç duydukları helâl-haram, kanun ve hükümler gibi herşey açıklanmıştır.
Yine
Kur'an, Allah Tealâ'dan kullarına ve gaybe inanan müminlere bir hidayet ve
rahmet, ayrıca insanlığı sapıklıktan nura, bozgunculuk ve terörden, ^ıizam ve
intizama, doğruluk ve iyiliğe yükselten bir kurtarma vesiledir: Bu, doğruluğu
şüphe götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren
Kitap'tır". (Bakara, 2/2).
9- Ayette zikri geçen hususlarla sadece Yusuf kıssası arasında bağ kurmak
da mümkündür. Dolayısıyla Allah Tealâ, bu kıssanın şu beş özelliğini zikretmiş
olur:
a) Yusuf (a.s.) kıssası, düşünebilen akıl sahipleri için ibrettir.
b) Onu Rasulullah (s.a.) uydurmamıştır. Çünkü Rasulullah (s.a.), ne kitap
okumuş, ne bir hocanın önünde diz çökmüş, ne de alimlerle ilmî müzâkerelerde
bulunmuştur. O asla yalan söylemez. Çünkü bu imkânsızdır. Allah Tealâ, bunun
uydurulmadığını pekiştirerek şöyle buyurmuştur: "Fakat bu kıssa, Tevrat ve
diğer ilâhi kitaplardaki bilgilere uygun olarak anlatılmıştır."
c) Yusuf (a.s.)'m babası ve kardeşleriyle arasında geçen olay her yönüyle
açıklanmıştır.
d) Bu kıssa, dünya hayatında örnek teşkil edip, hidayet vesilesidir.
e) Son olarak kıyamet gününde iman eden müminler için rahmetin gerçekleşmesine
sebeptir. "Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren..." (Bakara,
2/2) kavlinde de görüldüğü gibi sadece müminler ondan istifade ettikleri için
özellikle zikredilmişlerdir.
[163]
[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/427.
[2] Kurtubî, K/118.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/427-428.
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/428-429.
[4] Kısasu'l-Enbiya, Abdülvehhab Neccar, s. 120 v.d.
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/429.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/429.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/429-430.
[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/430.
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/430-431.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/431.
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/431.
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/431-432.
[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/432.
[14] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/432.
[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/433.
[16] Razî, XVIII/116.
[17] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/433-435.
[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/436.
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/436-437.
[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/437.
[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/437-438.
[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/438.
[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/440.
[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/440.
[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/440-441.
[26] İbni Kesir, 11/469-470.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/441-442.
[27] Hadis "zayıftır. Bu hadis-i şerifi Beyhakî
Delail'de Hakem b. Zuheyr'den rivayet etmektedir. Ayrıca Ebu Ya'la el-Mavsimî
ve Ebu Bekr el-Bezzar Müs«edlerinde ve İbni Ebi Hatim Tefsirinde rivayet
etmektedir, (bkz. İbni Kesir, 11/468) Fakat Hakem b. Züheyr zayıf bir ravidir.
[28] Bu hadis-i şerifi Buharî, Ebu Sele (r.a.)'den rivayet
etmiştir.
[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/442-444.
[30] Yalan rüyalara "edgas" isminin verilmesi
birbirine zıt şeylerin bir arada görülmesi sebebiyledir. Bu çeşit rüya
şeytandandır.
[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/444-446.
[32] Zemahşerî, 11/124.
[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/447-448.
[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/448.
[35] el-Bahru'l-Muhit, V/282.
[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/448-450.
[37] İbni Kesir, 11/470.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/450-451.
[39] 1- Bir görüşe göre "Davâll" bulunan hayvan
demektir. "Lukâta" ise bulunan eşya demektir. Ebu Ubeyd Kasım b.
Sellam ise bu ayrımı kabul etmemektedir.
[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/451-453.
[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/455.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/455.
[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/455-456.
[44] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/456.
[45] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/456-458.
[46] İbnü'l-Arabî, Ahkamu'l-Kur'an, III/1063.
[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/458-462.
[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/463.
[49] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/463-464.
[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/464.
[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/464-465.
[52] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/466.
[53] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/467-468.
[54] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/468.
[55] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/468-470.
[56] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/470-471.
[57] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/473.
[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/473-475.
[59] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/475.
[60] Razî, XVIII/123.
[61] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/475-479.
[62] Nahhas diyor ki: "Heyte" kelimesinde 8
kıraat vardır: "Heyte, Heytu, Heyti, Hîte, Hiyte, Hi'tü, Hi'te."
[63] Razî, XVIII/115.
[64] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/479-482.
[65] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/484.
[66] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/484.
[67] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/484-485.
[68] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/485.
[69] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/485-490.
[70] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/490-491.
[71] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/492.
[72] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/492-494.
[73] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/494.
[74] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/494-496.
[75] Razî, XVIII/140.
[76] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/497-499.
[77] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/500.
[78] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/500.
[79] Razî, XVIII/142.
[80] Müellif bu hadisin sahih olmadığını ilerki sayfalarda
ifade etmektedir. [Çeviren].
[81] Kurtubî, DC/195-196.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/500-502.
[82] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/502-503.
[83] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/504-505.
[84] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/505-506.
[85] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/506.
[86] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/506-508.
[87] Kurtubî, K/203. 2- a.e., DC/ 204.
[88] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/508-509.
[89] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/510-511.
[90] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/511.
[91] Zemahşerî, 11/142.
[92] el-Bahrul-Muhit, V/ 317.
[93] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/511-513.
[94] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
6/513-514.
[95] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/7.
[96] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale
Yayınları:7/7-8.
[97] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/8.
[98] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/8-9.
[99] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/10.
[100] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/10-11.
[101] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/11-12.
[102] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/12-14.
[103] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/15.
[104] Kurtubî, IX/220.
[105] Vesk; 60 sa'dır. Bir Sa' ise (3900 gr) dır.
[106] îbni Kesir, 1/483
[107] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/15-17.
[108] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/17-18.
[109] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/18-19.
[110] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/20-21.
[111] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/21.
[112] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/21-22.
[113] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/22-23.
[114] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/24.
[115] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/24-25.
[116] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/25.
[117] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/25-26.
[118] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/26-27.
[119] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/28.
[120] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/29-30.
[121] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/30.
[122] Zemahşerî; 11/147.
[123] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/30-32.
[124] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/32-35.
[125] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/36.
[126] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/36-38.
[127] Razî, XVIII/183.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/38.
[128] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/39-43.
[129] Razî, XVIII/199.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/44-47.
[130] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/48-49.
[131] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/49.
[132] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/50-52.
[133] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/52-55.
[134] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/56.
[135] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/56-57.
[136] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/57.
[137] Fersah: 5544 metredir. 80 Fersah; 80X5544=443,520 m.=
44.352 km.
[138] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/57-58.
[139] Kurtubî; Di/ 262
[140] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/58-60.
[141] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/61.
[142] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/61-62.
[143] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/62.
[144] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/62-64.
[145] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/64-65.
[146] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/66.
[147] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/67.
[148] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/67-68.
[149] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/69.
[150] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/70-71
[151] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/71.
[152] Razî, XVIII/ 223.
[153] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/71-74.
[154] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/74-75.
[155] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/76.
[156] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/77.
[157] İbni Kesir, 11/496.
[158] İbni Kesir, 11/1497, 498; Kurtubî, K/275.
[159] Bahru 'l-Muhit, V/35.
[160] Razî, XVIII/226.
[161] Zemahşerî, 11/157.
[162] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/77-81.
[163] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları:
7/81-82.