RA'D
SÛRESİ
Bu
sûre-i celile Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın on üçüncü sûresi olup, Mekke-i Mükerreme'de
nazil olmuştur. Kırk üç âyettir. Bu sûrede yıldırım ve şimşekten
bahsedildiğinden dolayı, yıldırım anlamına gelen «RA'D» ile isimlendirilmiştir.
Allaliü
Teâlâ bu sûrenin ilk âyetinde şöyle buyuruyor:
«Elif, Lâm, Mim, Râ. Bunlar kitabın âyetleridir.
Sana Rabbin-den indirilen haktır.. Fakat ^insanların çoğu inanmazlar.»
îbn
Abbas (r.a.)'a göre bu âyet-i celîlenin anlamı şudur: Alla-hü Teâlâ şöyle
buyuruyor: «Göklerin ve yerin Halikı benim. Göklerde, yerde ve bu ikisinin
arasında ne varsa, insanların bilmedikleri ve görmediklerini ben bilir ve
görürüm. Benim bilgimden hiçbir şey gizli kalmaz.» Bazı tefsircilere göre,
Elif, Lâm, Mim, Râ, bir kasemdir. Allahü Teâlâ bunlarla yemin etmiştir. Elif,
Allah'a; Lâm, Cebrail'e; Mîm, Muhammed (s.a.v.) üe Kur'an'a işarettir. Buna
göre mânâ şöyle olur: Allah, Cebrail'i Muhammed'e hak ile gönderdi. Bunlar
kitabın âyetleridir. Yâ Muhammed, sana Rabbinden indirilen haktır. Sen onunla amel
et ve hükümlerine tâbi ol. Fakat insanların çoğu bunun Allah kelâmı olduğunu
tasdik edip inanmazlar. Allahü Teâlâ, bundan sonra akıl sahiplerinin,
kendisinin Hâlik-ı Zülcelâl olduğunu anlayıp tasdik etmeleri için kudretine
delâlet eden delilleri zikretmiştir.
312 RAD Sûresi (Cûz: 13. Ayet: 2-3)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah O'dur ki, gökleri gördüğünüz gibi direksiz
yükseltmiştir. Sonra arşa hükmetmiş, güneşi ve ayı buyruğu altına almıştır.
Bunların herbiri belli bir süreye kadar hareket edecektir. İşleri yürütür,
Rabbinizle karşılaşacağınıza kesin olarak inanmanız için âyetleri uzun uzun
açıklar.»
Ey
insanlar, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratan. Allah'tır. O, semayı
direksiz yaratıp, yıldızlarla süslemiş, yeri döşek gibi yayıp her çeşit
nimetlerle bezemiştir. Sonra arşa hükmetmiştir. Güneşi ve ayı insanoğlunun
istifadesi için onlara müsahhar kılmıştır. Gündüz güneşin ziyasından, gece de
ayın nurundan istifade ederler. Bunların her biri belli bir zamana kadar kendilerine
tahsis edilen bölgede hareket ederler. Hiçbiri yörüngesinden ayrılmaz,
kendisine tahsis edilen istikamette hareket eder. Bu hareket neticesinde
mevsimler, gece ve gündüz meydana gelir. Ba-zan günler uzun, geceler kısa,
bazan da geceler uzun gündüz kısa olur. Bazı bölgelerde altı ay gece, altı ay
gündüz olur, bazı bölgelerde ise on iki saat gece, on iki saat gündüz olur.
Bazı bölgelerde ise güneş batmadan doğar. Bütün bunlar Allahü Teâlâ'nm
kudretine ve birliğine delâlet eder. Peygamberine vahiy ile Kur'an'da varlığına
ve birliğine delâlet eden alâmetleri ve hükümleri beyan etmiştir. Kıyamet günü
Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için âyetlerini uzun uzun size
açıklamıştır. Kudretine delâlet eden gökteki delilleri zikrettikten sonra, yerdeki
delilleri de beyan etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O'dur yeri düzenleyen ve orada dağlar, nehirler var
eden, her türlü mahsûlden çift çift yetiştiren ve gündüzü gece ile bürüyen.
Şüphesiz ki bunlarda düşünen kimseler için ibretler vardır.»
Allahü
Teâlâ, kullarının muayyen bir müddet yaşamaları için yeryüzünü düzenleyip orada
dağlar, ovalar, otlaklar, bağlar bah-
(Cûz:
13. Ayet: 4) RAD Sûresi ' 313
çeler,
ekinler, çeşit çeşit meyveler, sebzeler ve ırmaklar yaratmıştır. Bu ırmakların
kiminin suyu tatlı, kiminin acı, kiminin soğuk, kiminin sıcak, kiminin tuzlu,
kiminin şifalıdır, kimi de dertlere devadır. Meyveler de öyledir, kimi tatlı,
kimi ekşi, kimi acı, kimi siyah, kimi beyaz, kimi kırmızıdır. Hepsinin
renkleri, tatları ve kokuları başka başkadır, hiçbirinin tadı diğerine
benzemez, bunlardan kimi yaş, kimi kuru yenir, bazıları sıhhate zararlı,
bazıları ise devadır, bazılarında bol bol vitamin vardır. Her birinde ayrı ayrı
özellikler bulunur. Yine kullarının istifadesi için yeryüzünde çift çift
hayvanlar yaratmıştır. İnsanlar, bunların etinden, sütünden, derisinden,
yağından, gübresinden, boynuzlarından ve tırnaklarından istifade ederler.
Hepsinin renkleri, vücutları, derileri, tırnakları, boynuzları, etleri, sütleri
ve yağları birbirinden farklıdır. Hiçbiri diğerinin aynı değildir. İnsanların
maişetlerini te'-min ve istirahatlerini te'min için gece ile gündüzü
yaratmıştır. Gecenin birinin gelip, diğerinin gitmesinde hiç şüphesiz akıl
sahipleri için ibretler vardır. Bu sayılanların her biri Allahü Teâlâ'nm.
varlığına ve birliğine delildir. Bütün bunlar bir yaratıcının varlığını isbat
ederler. Daha sonra Yüce Allah, birliğini ve kudretini, isbat için birçok
deliller ve alâmetler beyan etmiştir.
Allahü
TeâJâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yeryüzünde birbirine kQjnşu toprak parçaları, tek
ve çok köklü üzüm bağları, ekinler ve hurma ağaçları vardır. Hepsi de aynı su
ile sulanır. Buna rağmen lezzetçe onları birbirinden farklı kıl-mışızdır.
Şüphesiz ki bunlarda düşünenler için ibretler vardır.»
Allahü
Teâlâ yeryüzünde birbirine komşu toprak parçaları yaratmıştır. Bu toprak
parçalarından kimi ziraata elverişli, kimi değildir. Kimi bozkır, kimi
ormanlıktır, kimi çeşit çeşit meyvelerle donatılmıştır, kimi kayalıktır. Kimi
gül bahçesi, kimi dikenliktir. Kimi yer çoraktır, kimi yer münbittir. Bazı
yerler düz, bazı yer-îer yamaçtır, kimi yerlerin rengi siyah, kimi yerlerin
beyaz, kimi yerlerin kırmızıdır. Kimi yerden soğuk, kimi yerden sıcak, kimi
yerden tatlı, kimi yerden acı, kimi yerden de tuzlu su çıkar. Kimi yerde tek ve
çok köklü üzüm bağları, meyve bahçeleri, hurma ağaçları, ekin tarlaları, gül
bahçeleri, otlaklar vardır. Bunların hepsi de aynı su ile sulamr. Buna rağmen
Yüce Allah onları lezzetçe
314 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 5)
birbirinden
farklı kılmıştır. Bu meyvelerin, yemişlerin tatları, 'lezzetleri, renkleri
başka başkadır. Birinin tadı diğerine asla benzemez. Ağaçların bile şekli başka
başkadır, kimi meyve verir, kimi vermez, kimi uzundur, kimi bodur, kimi
serttir, kimi yumuşak, kiminden zinet eşyası olur, kiminden odun. Bütün
bunların birbirinden farklı oluşunda ne suyun ve ne de toprağın bir rolü
vardır. Su bunları niçin suladığını, yer niçin bitirdiğini bilmez. Bütün bunlar
Hâlik-ı Zülcelâl'in yaratmasıyla vücûda gelmiştir. Aklı olanlar bunların
Allah'ın kudretiyle meydana geldiğini anlar. Çünkü bunların hiçbiri tesadüfen
olmamıştır, herbiri bir yaratıcının varlığını isbat etmektedir. Bunlar Allah'ın
birliğine ve kudretine delildir. O, dilediğini yaratır, bir şeye ol dedi mi o şey olur. Âdemoğlu da tıpkı toprak
gibidir. Aslı bir olmasına rağmen renkleri, karakterleri, hareketleri,
şekilleri, konuşmaları, fiziksel görünümleri, .ahlâkları, ahlâksızlıkları,
cehaletleri, bilgileri, akılları, düşünceleri, becerileri beceriksizlikleri
birbirinden farklıdır. Yeryüzündeki insanların hepsi bir araya gelseler,
birbirinin aynı iki insan bulmak mümkün değildir. Çok küçük de olsa
birbirlerinden farklı yönleri mutlaka vardır. Bu insanların kimi kâfir, kimi
mü'min. Mü'min-lerin de kimi asi, kimi muti, kimi cahil, kimi âlim, kimi de
Salih'lerdendir. Bütün bunların farklı oluşu Allahü Teâlâ'nm varlığına ve
birliğine delâlet etmektedir. Düşünebilenler için bunlarda büyük ibretler
vardır. Aklı olanlar bunlardan ibret alıp Allah'ın varlığına ve birliğine iman
ederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Eğer
şaşıyorsan, asıl şaşılacak olan şey
onların "Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?" demelerine
şaşmak gerekir. İşte onlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir
halkalar vurulanlardır. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebediyyen
kalacaklardır.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, eğer kâfirlerin
Allah'ı inkâr etmesine ve seni yalanlamasına şaşıyorsan, asla şaşma, asıl
şaşılacak olan şey, onların "Biz toprak olduktan sonra yeniden mi
yaratılacağız» demeleridir. İşte onlar Rablerini inkâr ederler. İnkârlarının
cezası olarak kıyamet
(Cüz:
13. Âyet: 6-7) RAD Sûresi 315
günü
boyunlarına demirden halkalar vurulur, elleri de boyunlarına bağlanır. Onlar
cehennemliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.» Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Senden iyilikten önce çarçabuk kötülük isterler.
Halbuki onlardan önce nice ibret alınacak Örnekler geçmiştir. Doğrusu
insanların zulümlerine rağmen Rabbin mağfiret sahibidir. Şüphesiz ki Rabbinin
cezalandırması şiddetlidir.»
İbn
Abbas (r.a.), bu âyetin nüzulü hakkında şöyle demiştir: Kafirler Peygamberimiz
(s.a.v.)'e gelip istihza ederek «Yâ Muham-med, bize vaadettiğin azab ne zaman
gelecek?» diye sorarlar. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle
buyurmuşutr: «Yâ Muhammed, kâfirler senden iyilikten önce üzerlerine çarçabuk
azabın gelmesini isterler. Üzerlerine hemen azabımız gelmeyince onu inkâr
ederler. Halbuki kendilerinden önce nice ibret alınacak örnekler geçmiştir.
Nice kavimler inkâr ve küfürleri yüzünden helak olmuştur. Doğrusu insanların
zulümlerine rağmen senin Rabbin mağfiret sahibidir. Eğer onlar küfür ve
şirklerinden vazgeçip tev-be ederlerse, günahları bağışlanır. Şayet tevbe
etmezlerse hiç şüphesiz Rabbinin cezalandırması şiddetlidir.»*
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Küfredenler derler kî. "O'na Rabbinden bir
âyet indirilmeli değil miydi?" Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir
yol göstereni vardır.»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'e peygamberlik gelip, halkı imana davet edince kâfirler «Muhammed'in
peygamber olduğuna dair niçin bir nişan, bir alâmet indirilmedi?» derler. Yüce
Allah, kâfirlerin bu sözlerini reddederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur;
«Yâ Muhammed, sen uyarıcı ve onları sapıklıktan hidâyete, doğru yola, hayra
davet edensin. Onları sapıklıktan hidâyete, şirkten imana davet etmeleri için
biz her kavme bir yol gösterici ve bir uyarıcı gönderdik. Fakat hidâyete
erdiren biziz, kimi dilersek onu hidâyete erdiririz.» Peygamberler yol
gösterici ve uyarıcıdır. Allahü Teâlâ her kavme bir peygamber göndermiş,
peygamberleri vasıtasıyla onlara imanı, küfrü, helâl ve haramı, hakkı, bâtılı,
dala-
316 RAD Sûresi (Cüz: 13. Âyet: 8-11}
leti
ve hidâyeti, hayrı ve şerri, iyiyi, kötüyü bildirmiştir. Peygamberlere tâbi
olup iman edenler hidâyete, tâbi olmayanlar ise dalâlete düşmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
1
«Allah her dişinin rahminde ne taşıdığım,
rahimlerin ne düşürdüğünü ve ne alıkoyduğunu bilir. O'nun katında her şey bir
ölçüye göredir.»
«O, görüleni de, görülmeyeni de bilir. O, yücelerin
yücesidir.»
Allahü
Teâla her dişinin karnındakinin erkek veya dişi olduğunu, hilkatinin tam veya
noksan olduğunu ve ne zaman doğacağını bilir. Yüce Allah her şeyi bir ölçüye
göre yaratmıştır. Hiçbir şey kendiliğinden veya tesadüfen olmamıştır. Hepsi
Allah'ın takdir ve dilemesiyle olmuştur. Allah görüleni de, görülmeyeni de,
olmuşu da, olacağı da bilir. Hiçbir şey O'nun bilgisinden gizli kalmaz. O'nun
şeriki, ortağı olmadığı gibi, çoluk-çocuğu da yoktur. O, "bunlardan
münezzehtir. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. O,
yücelerin yücesidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa
vursun, ister geceye bürünerek gizlesin, ister gündüzün ortaya çıksın hiç fark
yoktur.»
«Ardından ve önünden onu takip edenler vardır.
Allah'ın emriyle onu gözetlerler. Şüphesiz ki, bir millet kendini
değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını
dileyince artık onun önüne geçilmez. Allah'tan başka onları koruyacak birisi de
bulunmaz.»
Allahü
Teâlâ, kullarının gizli ve aşikâr yapmış olduğu amelleri bilir. O'nun
bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. İçinizden biri-
(Cüz:
13. Âyet: 11) RAD Sûresi 317
si
ibadetlerini, dualarım ve diğer amellerini ister gizli yapsın, ister aşikar,
ister gecenin karanlığında yapsın, ister gündüzün aydınlığında, ister kendisini
birisi görsün, ister görmesin, hiç farkı yoktur. Allahü Teâlâ onların hepsini
bilir. Çünkü onu ardından ve önünden takip edenler vardır. Yüce Hâlik'm emriyle
kullarının yapmış olduklarını muhafaza edip, gözetlerler. İnsanların amelleri
vücûda gelince, onun cinsine göre ya amel-i sâlih defterine veya amel-i seyyie
defterine kayıt ederler. Bazı tefsirciler âyette geçen müakkı-bâtün kelimesine
hafaza melekleri demişlerdir. Bunların bir kısmı gece, bir kısmı gündüz görev
yaparlar. Gece görev yapanlar ikindi vakti gündüz görev yapanlardan vazifeyi
teslim alırlar, seher vaktine kadar devam ederler, seher vakti tekrar gündüz
görev yapanlara teslim ederler. Onlar görevi seher vakti alır, ikindi vaktine
kadar devam, ederler, ikindi vakti tekrar gece görev yapanlara teslim ederler.
Her biri kendi görevleri sırasında kulların yapmış oldukları amelleri, hayır ve
şerri muhafaza ederler. Görevleri bittikten sonra Yüce Allah'a arzederier. Bir
kısım tefsirciler ise, Mü-akkıbâtün'ün mü'minlerin amel-i sâlihleri olduğunu
söylemişlerdir. Bu ameller mü'minleri Allahü Teâlâ'nın azabından korur.
Allahü
Teâlâ bir kavme, bir'millete ve bir topluma vermiş olduğu nimeti alıp, yerine
azab vermez. Ancak insanlar Allah'ın vermiş olduğu nimetlere şükretmez,
nankörlük ederlerse o zaman Allahü Teâlâ nimetini alır, azabını gönderir. Bir
millet değişmedikçe Allah, onları değiştirmez. Nitekim Yüce Allah Mekke halkına
Hz. Muhammed (s.a.v.)'i kendi içlerinden seçip peygamber olarak göndermiştir.
Mekke halkı onun bereketiyle açlıktan kurtulmuş, korkudan emin olmuşlardır.
Buna rağmen o nimetin kıymetini bilme-mişler, nankörlük etmişlerdir. Allahü
Teâlâ da, bu nimeti Mekke halkının elinden alıp Medine halkına ihsan etmiştir.
Medineliler Allah'ın Resulü ile şereflenmişler, nimetlerine nail olmuşlar ve
iki cihan saadetine kavuşmuşlardır.
Bu
âyet-i celilede Allahü Teâlâ'nın" vermiş olduğu nimetlere karşı bütün
insanların şükretmesi için tembih vardır. Eğer insanlar Allah'ın vermiş olduğu
nimetlere karşı şükretmezlerse, Yüce Allah vermiş olduğu nimetleri
kendilerinden alır, lâyık oldukları cezayı verir. Şayet şükrederlerse onların
üzerindeki nimetini artırır. Allah bir milleti helak edip, azab etmek istedi
mi, O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Çünkü Allah'tan başka onları koruyacak
kimse yoktur. Ancak Allah'a sığınanlar azabından kurtulur. Aklı olanlar
bunlardan ibret alıp, küfürden imana, masiyetten ita-
318 RAD Sûresi (Cüz: 13. Âyet: 12-13)
ate,
serden hayra sığmmalıdırlar. İşte o zaman iki cihan saadetine kavuşurlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Size korku ve ümit içinde şimşek gösteren, yağmur
yüklü bulutları meydana getiren O'dur.»
«Gök gürültüsü, Allah'a hamd ile, Melekler de,
Allah'dan korkarak teşbih ederler. Allah yıldırımlar gönderip onunla dilediğini
çarpar. Böyle iken o kâfirler, hadlerini bilmezler de Allah hakkında mücadele
ederler. Halbuki Allah'ın karşılık darbesi pek şiddetlidir.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celîlede azametini haber verip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar,
size korku ve ümid salarak gökteki yıldırımı ve şimşeği gösteren Allah'tır.
Yağmurla yüklü bulutları meydana getiren, o yağmuru bu bulutlar vasıtasıyla
istediği beldeye sevk edip orada yağdıran O'dur. O'nun emri olmadan bir damla
düşmez, ancak Allah'ın emriyle yağar. Bu yağmur vasıtasıyla ölü arazi dirilir,
bağ-bahçe ve mahsûl olgunlaşır, kaynaklar oluşur. Su bütün canlıların hayat damarıdır, onsuz hayat1
olmaz.
Ra'd
adındaki melek, Allahü Teâlâ'yı hamd ve teşbih eder, bir an bile O'nun
zikrinden hâli olmaz. Sahâbe-i kiram, Peygamberimiz (s.a.v.)'e Ra'd'm ne
olduğunu sorarlar, o da şöyle cevap verin Ra'd, gökte bir meleğin -adıdır. Onun
sesi işitilir, yağmur yüklü bulutları bir yerden emrolunan diğer yere götürür.
Melekler korku ile Allahü Teâlâ'yı hamd ve teşbih ederler. Yüce Allah, gökten
dumansız ateş (yıldırım) indirerek varlığını ve birliğini kabul etmeyen, yeryüzünde
fesad çıkarıp, Allah'a asi olanları yakıp helak etmiştir. Çünkü Allahü Teâlâ'nm
azabı çok şiddetli, kuvvetli ve
çok muhkemdir. Kimi tutarsa-o asla kurtulmaz.
İmanı-ı
Mücâhid (r.a.)'in rivayetine göre, Peygamberimiz (s. a.v.)'e bir Yahudi gelerek
«Yâ Muhammed, senin Rabbin nedendir, inciden mi, yoksa cevherden mi?» der. Yüce
Allah onun vasfettik-lerinden münezzehtir, beridir. Yahudi bu suali
Peygamberimize sorduktan sonra Allahü Teâlâ bir saika (yıldırım) gönderip onu
helak eder.
(Cüz:
13. Ayet: 14) RAD Sûresi 319
îmam-ı
Mukatil (r.a.) de şöyle demiştir: Âmir bin Tufeyl, Peygamberimiz (s.a.v.)'e
gelerek «Ben Müslüman olacağım, fakat şartım var, o da şudur: Bu şehrin valisi
sen ol, diğer şehirlerin valisi ben olayım, bu şartımı kabul edersen Müslüman
olacağım» der. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) ona şöyle cevap verir: «Sen
Müslüman olursan diğer Müslümanların istifade etmiş olduğu bütün nimet ve
haklardan istifade edersin. Onlardan hiçbir üstünlüğün olamaz.» Âmir tekrar
«Sen büyükleri idare et, ben de gençleri ve küçükleri idare edeyim» der.
Peygamberimiz ona aynı cevabı verir. Âmir Müslümanların arasında fitne çıkarmak
için tekrar şöyle der: «Yâ Muhammed, senden sonra ben vali olayım, eğer bu
şartımı kabul edersen Müslüman olacağım» der. Peygamberimiz (s.a.v.) yine aynı
cevabı verir. Bunun üzerine Âmir büyük bir terbiyesizlikle «Ben senin saçlı,
sakallı bin adamına ve bin gencine bedelim. Onlarla başa baş dövüşürüm» der ve
Peygamberimizin yanından ayrılır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber
onun bu sözlerine hiç aldırış etmez. Yolda giderken yandaşlarından Erid bin
Kays'a rastlar ve ona şöyle der: «Sen gel Mu-hammed'i lâfa tut, ben onu
öldüreyim.» Erid «Hayır, sen onu lâfa tut, ben öldüreyim» der. İkisi birlikte
tekrar Peygamberimizin yanına gelirler. Âmir, Peygamberimize «Senin Rabbin
altından mıdır, yoksa gümüşten midir?» diye sorar. Bu münasebetsiz sözlerden
sonra tekrar Peygamberimizin yanından ikisi birlikte çıkarlar.. Âmir «Neden
Muhammedi öldürmedin» der. Erid «Ne kadar öldürmek istedimse, her defasında sen
aramıza girdin» der. Cebrail, Peygamberimize gelip onların bu durumunu haber
verir. Peygamberimiz Cs.a.v.) de onlara beddua eder, o anda Âmir'e bir yıldırım
çarpar ve helak eder. Bu âyet o zaman nazil olmuş ve bu olay zikredilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hak olan davet, ancak Allah'adır. O'ndan başka
taptıkları kendilerine hiçbir cevap veremezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye
suya doğru iki avucunu açan adam gibidir ki o, buna asla ulaşıcı değildir. Kâfirlerin
yalvarışı da böyle boşunadır.»
Bu
âyet-i celîlede akıl sahipleri için büyük bir teşbih vardır. Kâfirlerin
taptıkları kendilerine hiçbir cevap veremezler.
Yüce Al-
320 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 15)
lah,
onları suya doğru iki avucunu açıp ağzına suyun gelmesini bekleyen adama
benzetmiştir. Elini suya doğru uzatmakla ebediy-yen ağzına su gelecek değildir.
İşte kâfirlerin yalvarışı da böyledir, asla onlara fayda vermez. Bu bir
misâldir, Araplar, elde edemeyeceği bir şeyi isteyen adam hakkında bu deyimi
kullanmışlardır. ■
Hak
kelime: Lâ ilahe illâllah'dır. Allahü Teâlâ kullarını kendine bununla davet
eder. Bu davete icabet edenler hidâyete erip kurtulurlar, icabet etmeyenler ise
sapıklığa düşüp helak olurlar. Kâfirlerin putlarına yapmış oldukları ibadetler
boşadır. Kıyamet günü bu ibadetlerinden kendilerine asla fayda yoktur.
Çünkü onlar ilâhi davete icabet etmeyip, Allah'a eş koşmuşlardır. Bu bakımdan
bütün amelleri boşadır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hak olan davet
ancak Allah içindir. O'ndan başka taptıkları kendilerine hiçbir cevap
veremezler. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan adam
gibidir ki o, buna asla ulaşamaz. İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle boşadır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de
sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler.»
•i
Göklerdeki ve yerdeki bütün" mahlûkat Allahü Teâlâ'ya secde
ve
ibadet ederler. Onların kimisi isteyerek itaatle, kimisi istemeyerek ibadet
ederler. Mü'minler, Allah'ın emirlerine itaat ederek, kendi arzularıyla
'Rablerine secde ve ibadet ederler. Bunu gönül hoşluğu ve huzur içinde-
yaparlar. Yüce Allah secdeyi umumi kılmıştır, göklerde ve yerde bulunan bütün
mahlûkat O'na secde ederler. Bu âyet bütün mahlûkatın Allahü Teâlâ'ya secde
ettiğine delildir. Hiçbir yaratık yoktur ki O'na secde etmesin. Yerde ve
gökte-kilerin hepsi O'na secde eder. Zira bütün bunlar O'nun yaratma-sıyla
meydana gelmiştir. Kâfirlerin aya, güneşe, putlara ve diğer şeylere taptıkları
görülür. Ancak bu zahirde böyledir, Hak Teâlâ'ya secde etmezler. Fakat onların
da Allahü Teâlâ'ya yalvardıkları, boyun eğdikleri bilinmektedir. İlim ehline
göre buradaki secde, Allah'a boyun eğmek, yalvarmak ve tevazu göstermek
anlammadır. Zira Arap lisanında secde çoğu kez bu mânâda kullanılmıştır.
K'ir'-ân-ı Azîmüşşân da Arap lisanı üzere indiği için onların kullanmış
oldukları bazı tabirleri kullanmıştır. Bu da, Kur'ân-ı Kerîm'in Allah kelâmı
olduğunu gösterir. Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur:
(Cûz:
13. Âyet: 16) RAD Sûresi 321
Göklerdeki
ve yerdeki bütün rnahlûkat kulluk yönünden Allahü Te-âlâ'ya boyun eğerler.
Onlar isteseler de, istemeseler de yaratık oldukları için Rablerine tevazu ile
boyun eğerler. Bütün bunlar bir şekle göre yaratılmıştır. Her birinin ayrı ayrı
bir şekil alması, bir yaratıcının varlığını isbat eder. İşte O yaratıcı
bunların Mevlâsı'-dır, bunlar O'nun kuludur. Her ne kadar kâfirler dil ile O'nu
inkâr etseler bile, yaratılışları Allahü Teâlâ'yı isbat ediyor ve O'na tevazu
ile boyun eğiyor. Çünkü kâfirler de, diğer varlıklar gibi mahlûktur ve mahlûk
oluşları Allahü Teâlâ'nın vahdaniyetini isbat eder, O'na tevazu ile boyun eğer,
kendi acziyetini ortaya koyar. Kâfirlere yerleri ve gökleri kim yarattı diye
sorulsa, hiç şüphesiz Allah yarattı diyeceklerdir. O'nun kudreti karşısında her
an acizliklerini ortaya koyacaklardır. Nasıl koymasınlar? Yer ve gök ehli bir
araya gelseler, bir zerreyi bile yaratamazlar, buna güçleri yetmez. İnsanlar
ister aya, ister güneşe, ister yıldızlara, ister diğer varlıklara ve ister
putlara tapsınlar, neye taparlarsa tapsınlar gönülleri Allahü Teâlâ iledir.
Bütün bu tapınmalar kendilerinden üstün bir varlığın mevcudiyetine
inandıklarından dolayıdır. İşte O da, Yüce Allah'tır.
Bazı
tefsirciler, âyette geçen gölgenin secdesinin de tevazu olduğunu
söylemişlerdir. Secdenin sabah ve akşam vakitlerine tahsis edilmesinin sebebi,
bu iki vaktin günün tamamına şamil olduğundan dolayıdır. Diğer bir görüşe göre
ise, insanların bu iki vakitte daha fazla dünyaya tamah ettikleri içindir.
İnsanlar dünyaya tamah ettikçe Rablerini unuturlar, Rablerini unutmamaları için
bu iki vakit zikredilerek O'na secde etmeleri emredilmiştir. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Göklerde ve yerde kim varsa onlar da, gölgeleri de sabah
akşam ister istemez Allah'a secde ederler.» (Bu secde âyetidir, okuyanların ve
dinleyenlerin secde etmesi gerekir.)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«De
ki: "Göklerin ve yerin RaJ*bi kimdir?" "Allah'tır" de. "Yoksa O'nu bırakıp kendilerine bir fayda
ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz," de. De ki: "Hiç körle gören
bir olur mu? Yahut karanlık ile aydınlık bir midir?" Yoksa Allah gibi
yaratması olan ortaklar buldular da yaratmaları birbirine mi benzettiler? De
ki: "Her şeyi yaratan Allah'tır, O, birdir, kâinatın yegâne hâJrim ve
sahibidir".»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, yerleri ve gökleri
kimin yarattığım kâfirlere sor. Eğei doğru cevap verirlerse ne âlâ, vermezlerse
onlara yerleri ve gökleri Allahü Teâlâ'nın yarattığını söyle. Ey kâfirler, siz
Allah'ı bırakıp da kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz1?
Sizin taptıklarınızın kendilerine bir faydası yoktur ki, size naşı] faydası
olsun? Kendisine faydası olmayanın hiç başkasına faydası olur mu? Ey kâfirler,
hiç görenle kör, karanlıkla aydınlık bir olui mu? Elbette görenle görmeyen,
karanlıkla aydınlık bir değildir.» Tıpkı iman edenlerle, iman etmeyenlerin bir
olmadığı gibi. Allahü Teâlâ bu âyette kâfirleri kör ve geceye, iman edenleri de
gören insana ve aydınlığa benzetiyor. Kör ile gören, karanlıkla aydınlık bir
olmadığı gibi, iman edenle iman etmeyen de bir değildir. İman edenler gündüz ve
gören gibi, iman etmeyenler de kör ve karanlık gibidir. Eğer kâfirler kör
olmasalardı Allah'ın davetine icabel eder, körlükten kurtulurlardı. Bilenlerle
bilmeyenler de böyledir Bilenler gören ve gündüz gibidir, cahiller ise kör ve
gece gibidirler. Kâinatın inceliklerini ve Allah'ın kudretini bilenle, hiçbir
şeyden haberi olmayan elbette bir değildir.
Kâfirler,
- taptıklarının Allah gibi yaratmaya muktedir olduklarını mı zannediyorlar da,
onları Allah'a ortak koşuyorlar? Onla rm taptıkları acaba bir şey yaratmaya
veya bir varlığı yok etmeye muktedir midirler? Yüce Allah, sevgili Peygamberine
şöyle buyu ruyor: «Yâ Muhammed, bütün mevcudatın Halikı ve Rabbi yalnıs
Allah'tır. O, birdir, şeriki benzeri yoktur. İnkarcıları ve nimetleri ne karşı
nankörlük yapanları kahhar sıfatı ile dünyada kahreder âhirette de ebedî azaba
mübtelâ eder.» Bundan sonra Yüce Allat hak ile bâtılı birbirinden ayırt etmek
için misâller vermiştir. Arap lar, bir mes'eleyi anlatmak istedikleri zaman ona
bir de misâl ge tirirlerdi. Yüce Allah, onların âdeti üzere hak ile bâtılı
kendilerim açıklamıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
13. Âyet: 17) RAD Sûresi 323
«O, gökten suyu indirir. Dereler ve vadiler onunla
dolar taşar. Üste çıkan köpüğü sel alır götürür. Süslenmek veya istifade etmek
için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer köpük vardır. Allah hak
ile bâtıl için böyle misâl verir. Köpük, uçar gider. İnsanlara fayda veren ise
yerde kalır. İşte böyle, Allah daha nice misâller verir.»
Allahü Teâlâ,
bu âyet-i celîlede bâtıl ibadetleri ve puta tapanların amellerini su üzerindeki
köpüğe benzetiyor. Bu köpükler nasıl hiçbir işe yaramıyorsa, bâtıl ameller de
böyledir, hiçbir işe yaramaz ve sahibine asla faydası dokunmaz. Gökten bulutlar
vasıtasıyla yağmuru indiren Allah'tır. Dereler ve vadiler onunla dolar. Suyun
akmasıyle meydana gelen köpüğü sel alır götürür. O köpükten bir- fayda elde
edilmez ve bir işe de yaramaz. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'i yağmura, gönlü
derelere ve vadiye, nefs-i nevayı da köpüğe benzetmiştir. Nefs-i hevâ köpük
gibidir, gönülde durmaz, fakat orada bulunur. Gönül dere gibidir, derenin suyu
ne kadar çok olursa, köpüğü de o kadar fazla olur. Gönlün de hevâ ve arzuları
ne kadar çok olursa, o kadar da bâtıl fiil ve sözleri çok olur. Tıpkı dere
misâli. Çünkü köpüğün çokluğu suyun çokluğuna bağlıdır. Su ne kadar çok olursa
köpüK de o nisbette artar. Gönlün neva ve arzulan arttıkça ondan meydana gelen
bâtıl fiiller ve sözler de artar. Derenin suyu arttıkça etrafındaki çöpleri ve
diğer maddeleri alır götürür. Gönül de böyledir, arzuları çoğaldıkça haram,
helâl dinlemez alır götürür. İnsanların nazarında köpüğün bir değeri ve bir
ağırlığı olmadığı gibi, Allah katında da bâtıl amellerin hiçbir değeri yoktur.
Köpüğün yok olduğu gibi, o ameller de yok
olur gider.
Allahü
Teâlâ bundan sonra altın ve gümüşü misâl vermiştir.' Allah, kullarının
istifadesi için altın ve gümüşü yaratmıştır. Onları ateşte eritip diğer
maddelerden ayırarak zinet olarak kullansınlar diye. Bunların karışımındaki
diğer maddeler ayrılıp altın, gümüş, bakır, demir, kalay ve diğerleri saf hale
gelmedikçe kendilerinden istifade edilemez. Ancak bunlar diğerlerinden ayrılır,
saf hale gelirse o zaman kimi zinet eşyası, kimi de diğer ihtiyaçlarda
kullanılır. Tıpkı bunlar gibi karışık ve bâtıl olan ameller Allah katında asla
makbul değildir. Sahibine fayda vermez ve istifade edilmez. Ancak iman edip,
ihlâsla amel edenlerin ibadetleri Allah katanda
RAD
Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 18-19)
makbuldür.
Diğerlerinin amelleri ise köpük gibi yok olup gidecektir. Allah böyle misâl
verip hak ile bâtılı beyan etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:
«Rablerine icabet edenlere en güzel karşılık vardır.
O'na icabet etmeyenler ise, şayet yeryüzünde bulunan her şey ve daha bir katı
onların olsa kurtulmak için onu fidye verirlerdi. İşte hesabın kötüsü
onlarındır. Varacakları yer cehennemdir ve ne kötü konaktır.»
Allahü
Teâlâ, kullarını imana, hakka ve kurtuluşa davet ediyor. Bu davete icabet
edenlere en güzel karşılık ve ebedî mükâfat vardır. Onların mükâfatı
altlarından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Bu davete
icabet etmeyenler ise, Allah'ı inkâr ettikleri ve şirk koştukları için içinde
kalacakları yer, ebedi cehennemdir. Bu onların inkâr ve şirklerinin cezasıdır.
Onlar bu azabtan kurtulmak için,
dünyayı ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa da fidye olarak verseler yine
azabtan kurtulamazlar. Kıyamet. günü kendilerine hiçbir şey fayda
vermeyecektir. İşte en kötü hesap onlarındır ve varacakları yer cehennemdir. Ne
kötü konaktır orası. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Rablerine icabet
edenlere en güzel karşılık vardır. O'na icabet etmeyenler ise, şayet yeryüzünde
bulunan her şey ve daha bir katı onların olsa kurtulmak için onu fidye
'verirlerdi. îşte onlarındır hesabın kötüsü. Varacakları yer cehennemdir ve ne
kötü konaktır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:
«Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen
hiç köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alır.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, Rabbinden sana
indirilenlerin hak olduğunu kabul edip iman edenlerle, haktan yüz çevirip
gönülleri kör olanlar bir olur mu? Elbette bir olmazlar, iman edenler Allah'ın
davetine icabet ettikleri için mükâfatlarını, iman etmeyenler de Allah'ın
davetine icabet etmedikleri için, inkâr ve küfürlerinin cezasını göreceklerdir.
Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır ve Allah'ın davetine
{Cûz:
13. Ayet: 20-22) RAD Sûresi 325
icabet
eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sana Rabbinden indirilenlerin gerçek
olduğunu bilen hiç köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alır.»
Allahü
Teâlâ davetine icabet edenler için şöyle buyuruyor:
«Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler ve
misâkı bozmazlar.»
«Onlar ki Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi
birleştirirler. Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan ürkerler.»
«Ve onlar ki, Rablerinin rızasını dileyerek
sabrederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan, gizli ve aşikâr
harcarlar. İyilik yaparak kötülüğü ortadan kaldırırlar. İşte onlar için
dünyanın bir sonucu vardır.»
Allahü
Teâlâ Kur'an ile öğütlenen akıl sahiplerinin kimler olduğunu beyan edip şöyle
buyurmuştur: «Onlar Allah ile aralarındaki ahdi bozmadılar ve misâk günü Allahü
Teâlâ'nm Rubûbiyye-tini ve Hâlik-ı Mutlak olduğunu tasdik ettijer. Kendilerinin
de O -nun kulu olduğunu izhar için emirlerine itaat edip yasaklarından
kaçındılar. Rablerine asi olmadılar, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi
birleştirdiler. Namazlarını kıldılar, ibadetlerini yaptılar, ilim meclislerinde
ve sâlihlerin sohbetlerinde bulundular, Allah'ın rızık olarak kendilerine
verdiği şeylerden gizli ve aşikâr tasadduk ederler, zekâtlarını verirler,
hısım-akrabalarını ziyaret ederler, dünya ve âhiret için en hayırlı olanı
tercih ederler. Kimse,için kötülük düşünmezler, kendilerine yapılan kötülüğü
iyilikle giderirler. Haramdan kaçarlar, kimsenin hakkına göz dikmezler,
Allah'tan korkarlar. Kıyametin dehşetinden ve orada hesap vermekten korkarlar,
her şeyi Allah rızası için yaparlar, kötü amellerden sakınırlar. Müslümanları
hakka davet ederler. İşte onların varacakları yer cennettir. Bu, onların
dünyada yaptıkları amellerin karşılığıdır. Orası ne güzel bir yurttur.
Allahü
Teâlâ bu kulları için şöyle buyuruyor:
326 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 23-25}
«Adn cennetleridir. Oraya girerler. Babalarından,
eşlerinden, çocuklarından iyi olanlar da oraya girerler. Melekler her kapıdan
yanlarına girip.»
«"Sabrettiğiniz için selâm size. Burası
dünyanın ne güzel karşılığıdır" derler.»
Yukarda
vasıfları zikredilen akıl sahipleri, Peygamberimiz Cs. a.vJ'in sahabesi ve
onların yolunu takip eden mü'minlerdlr. Onlar dinleri uğruna mallarını ve
canlarını feda etmekten çekinmemişlsr-dir. Allah için birbirlerini sevmişler,
Allah için birbirlerine buğz etmişlerdir. Dinleri uğrunda seve seve canlarım ve
mallarını feda etmişlerdir. İşte bunların Allah katındaki mükâfatları Adn
cennetleridir. Onların yolundan giden mü'minlerin de Allah katındaki mükâfatı
budur. Onlar bu mükâfata nail oldukları gibi, babalarından, eşlerinden ve
çocuklarından iyi amel sahipleri de o nimete nail olacaklardır. Yani kendileri
gibi, Adn cennetine gireceklerdir. Melekler cennetin her kapısından yanlarına
girip, kendilerine Allahü Teâlâ'dan hediye getirir ve «Selâm olsun, size ki,
selâmet evine girdiniz. Allah'ın rahmetine nail oldunuz. Siz dünyada iman edip,
her türlü musibetlere sabrettiniz, nefs-i hevânıza uymadınız. Allah'ın
emirlerini yerine getirip, yasaklarından* sakındınız. İşte bu sizin imanınızın,
güzel amellerinizin, sabrınızın ve Allah'ın, emirlerine itaatinizin
karşılığıdır. Burası dünyanın ne güzel karşılığıdır. Yüce Allah davetine icabet
edip, emirlerine itaat edenleri böyle mükâfatlandırır.» Allahü Teâlâ davetine
icabet edenlerin mükâfatım beyan ettikten sonra, davetine icabet etmeyenlerin
uğrayacakları musibetleri ve cezala*rı zikretmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar için şöyle buyuruyor:
«Allah'a verdikleri sözü kuvvetli teminat ile de
destekledikten sonra bozanlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiğini ve ayıranlar
ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara. Ve yurtların en kötüsü
onlarındır.»
Kâfirler,
Allah'a verdikleri sözü kuvvetli teminat ile de destek-
(Cûz:
13. Âyet: 26-27) RAD Sûresi 327
ledikten
sonra bozmuşlar, vahdaniyetini inkâr edip, O'na eş koşmuşlardır. Allah'ın
emirlerine itaat etmeyip, peygamberlerini yalanlamışlar, yasaklarına tâbi
olmuşlar ve putlara tapınışlardır. Bununla da kalmayarak yeryüzünde fesat
çıkarıp, bozgunculuk yapmışlardır. İşte Allah'ın laneti bunların üzerinedir.
Onların gidecekleri yer ebedî cehennemdir. Orası ne kötü bir yurttur. Bu
onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Onlar Allah'a verdikleri sözü bozup
küfre dalmışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'a verdikleri
sözü kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozanlar, Allah'ın
birleştirilmesini emrettiğim ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte
lanet onlara. Ve yurtların en kötüsü onlarındır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah kimi dilerse onun rızkını genişletir,
daraltır. Onlar dünya hayata ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin
yanında sadece değersiz bir meta'dan ibarettir.»
Allahü
Teâlâ yaratmış olduğu bütün mahlûkatm rızkını verir, hiçbir varlık gitmiş
olduğu yere rızkım sırtında götürmez. Gittiği her yerde Yüce Halik onun rızkını
halk eder. Kullarından kimisinin rızkını genişletir, kimisininkmi daraltır. Bir
bakarsınız ki, kâfire haddinden aşkın dünyalık vermiş, miTmin ihtiyaç içinde
kıvranır. Bu, O'nun hikmetinin gereğidir, insanoğlu onu idrakten acizdir. Fakat
kâfirler dünya hayatı ile böbürlendiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin yanında
sadece değersiz bir meta'dan ibarettir. Böyleyken onlar âhireti unutup dünyayı
tercih ettiler. İşte onlar için elîm bir azab vardır. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Allah kimi dilerse onun rızkını genişletir, daraltır. Onlar
dünya hayatı ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin yanında sadece
değersiz bir meta'dan ibarettir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor-.
«Küfredenler dediler ki: "Rabbinden kendisine
bir âyet indirilmeli değil miydi?" De ki: "Allah dileyeni sapıtır ve
kendisine yöneleni doğru yola eriştirir".»
Kâfirler,
Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında şöyle demişlerdir: «Muhammed'in peygamber
olduğuna dair Rabbinden bir âyet ve
328 RAD Sûresi (Cüz: 13. Âyet: 28-29)
bir
alâmet indirilmeli değil miydi?» Halbuki Peygamberimizin peygamber olduğuna
dair bir değil, binlerle alâmet ve âyet indirilmiştir. Bunun üzerine Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki:
"Allah dileyeni sapıtır, kendisine yöneleni de doğru yola iletir. Kul,
Rabbinden neyi isterse Rabbi ona istediğüıi verir. Haktan yüz çevirenleri
sapıklığa, hakka yönelenleri hidâyete erdirir".- Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Küfredenler dediler ki: "Rabbinden kendisine bir âyet
indirilmeli değil miydi?" De ki: "Allah dileyeni sapıtır ve kendisine
yöneleni doğru yola eriştirir".»
Allahü
Teâlâ davetine icabet edenler için şöyle buyuruyor;
«Bunlar, iman edenlerdir ve Allah'ı anmakla kalbleri
huzura kavuşmuştur. Dikkatli olun, kalbler ancak Allah'ı anmakla huzura
kavuşur.»
«İman edip de sâlih ameller işleyenler için hoş bir
hayat ve güzel bir istikbal vardır.»
îman
edenler ancak hidâyete ererler. İman etmeyenler ise asla hidâyete eremezler.
Çünkü hidâyetin kapısı imandan geçer. îman insanı Allah'a götürür, kalbi huzura
kavuşturur. Kalbler ancak Allah'ı anmakla ve zikirle huzura kavuşur, Allah'ı
anmayan kalb ölüdür, huzur bulamaz ve ondan hayır-hasenât beklenmez. Kalbi
huzura kavuşmayanlar düayada da, âhirette de ebedi huzur ve saadete eremezler.
îman edip sâlih amel işleyenler dünyada da, âhirette de huzur ve saadete
kavuşurlar. Onlar iki cihanda da me-sud ve bahtiyar olacaklardır. Çünkü Allah'ı
zikir bütün ibadetlerin, iyiliklerin, hayırların, mânevi güzelliklerin başıdır.
Bu zikir insanı huzura, saadete, rahmete, iyiliğe, hayra götürür. Serden,
kötülüklerden, mâsiyetten, küfürden, haramdan ve Allah'ın yasaklamış olduğu
şeylerden uzaklaştırır. Ruhu olgunlaştırır, nefsi terbiye eder, ahlâkı
güzelleştirir. îşte onlar için hoş bir hayat ve güzel bir istikbal vardır.
Cennet onlarındır, orada Tuba ağacının gölgesinde gölgeleneceklerdir. Bazı
tefsircilere göre, Tuba'dan mak-sad, hayır ve saadet cennete girenlerindir.
Tuba'yı hayır ve saadet mânâsında kullanmışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
(Cüz:
13. Âyet: 30-31) RAD Sûresi 329
«İşte böyle, sana vahyettiğimizi okuman için seni de
onlardan önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik. Onlar
Rahmân'ı inkâr ederler. De ki: "O, benim Rabbimdir. O'ndan başka hiçbir
Tanrı yoktur. Ben ancak O'na dayanıp güvendim. En son dönüşüm de yalnız
O'nadır".»
Allahü
Teâlâ önceki ümmetlere peygamberler gönderdiği gibi, Hz. Muhammet! (s.a.v.)'i
de son Peygamber olarak bütün insanlığa göndermiştir. İnsanları hakka davet
için kendisine Cebrail vasıtasıyla Kur'an'ı indirmiştir. Buna rağmen kâfirler
Allah'ın rahman sıfatını inkâr etmişlerdir. Abdullah bin Übey ve arkadaşları
«Biz Müseyleme'den başka rahman tanımıyoruz» demişlerdir. Mü-seyleme, Yemenli
olup kendisinin peygamber olduğunu söyleyen bir yalancıdır. Yüce Allah
kâfirlerin bu iddialarını ve sözlerini reddetmek için sevgili Peygamberine
şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhanv med, kâfirlere de ki: «O, benim Rabbimdir. O'ndan
başka hiçbir Tanrı yoktur. Ben ancak O'na dayanıp güvendim. En son dönüşüm de
yalnız O'nadır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Şayet Kur'an ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü
parçalanmış, yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı kâfirler yine inanmazlardı.
Halbuki bütün işler Allah'a aittir. Allah dileseydi bütün insanları doğru yola
eriştirirdi. Gerçeğini inananların aklı kesmedi mi? Ve hâlâ işlediklerinden
dolayı küfredenlerin ya başına veya evlerinin yakınına Allah'ın vaadi yerine
gelene kadar bir belâ gelir. Şüphesiz Allah vaadinden dönmez.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Abdullah bin Übey ve arkadaşları,
Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelerek «Yâ Muhammed, gerçek peygamber isen, Musa'nın
dağı yürüttüğü gibi, sen de Mekke dağlarından birini yürüt. Ya da Süleyman gibi
uzak mesafeyi ya-
330 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 32)
kına
getir veyahut İsa gibi ölüleri konuştur» demişlerdir. O zaman Allahü Teâlâ bu
âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Mu-hammed, şayet Kur'an ile dağlar
yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış, yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı
kâfirler yine inanmazlardı. Çünkü bunların istediklerini kendilerinden önce
geçen kavimlere yaptık, onlar yine inanmadılar. Aynısını bunlara da yapsak
bunlar da inanmazlardı. Bütün işler Allah'a aittir, hüküm O'-nundur. O, hidâyete
lâyık olana iman nasip eder, olmayana etmez. Allahü Teâlâ dileseydi bütün
insanları doğru yola eriştirirdi. O zaman bu iman zoraki olurdu. İman edenler
hâlâ bu gerçeği anlamadılar mı? Küfredenlerin başına veya evlerinin yakınına Al
lah'm vaadi yerine gelene kadar bir belâ gelir. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi
haktır, Allah vaadinden asla dönmez. Nitekim Yüce Allah Mekke'nin fethini
sevgili Peygamberine vaadetmişti. Zamanı gelince Mekke fethedildi, Allahü
Teâlâ'nın vaadi vuku buldu. Peygamberimiz (s.a.v.) ordusu ile Mekke üzerine
yürüyüp Kasfan denen mevkiye gelince, öncü olarak iki yüz süvari gönderir.
Onlar Mekke'nin yakınına geldikleri zaman bu âyet nazil olur. Mekkeli müşrikler
iki yüz kişilik öncü birliği görünce telâşa kapılmışlardır. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: «....Allah dileseydi bütün insanları doğru yola
eriştirirdi. Gerçeğini inananların aklı kesmedi mi? Ve hâlâ işlediklerinden
dolayı küfredenlerin ya başına veya evlerinin yakınma Allah'ın vaadi yerine
gelene kadar bir belâ gelir. Şüphesiz Allajı vaadinden dönmez.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun ki, senden Önce de nice peygamberlerle
istihza edilmiştir. Küfredenlere önce mühlet verdim, sonra onları yakaladım.
Cezalandırmam nasıldı?»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, kavmin seninle
istihza ettiği gibi, senden önceki nne peygamberlerle de kavimleri istihza
etmişlerdi. Sen onların istihzalarına aldırma. Peygamberleri yalanlamalarından
ve istihzalarından ötürü hemen cezalarını vermedik, belki iman ederler diye bir
müddet te'hir ettik. Sonra istihza ve yalanlarından dolayı onları azabımız ile
yakaladık. Onları nasıl cezai andırdığımızı görmedin mi?» Peygamberimiz
(s.a.v.), Allahü Teâlâ'nın onları nasıl cezalandırdığını görmedi, fakat Kur'ân-ı
Kerîm'de onları nasıl cezalandırdığını bildirdi. İşte bu onların nasıl
cezalandırıldığını görmüş
(Cûz:
13. Âyet: 33-34) RAD Sûresi 331
gibidir.
Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Andolsun ki, senden önce de nice
peygamberlerle istihza edilmiştir. Küfredenlere önce mühlet verdim, sonra
onları yakaladım. Cezalandırmam nasıldı?»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Her nefsin bütün kazandığına nazır olan Allah
(böyle olmayan gibi midir?). Onlar Allah'a ortak koştular. De ki: "Bunlara
bir ad bulun bakalım. Yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber
veriyorsunuz? Yoksa kuru sözlere mi aldanıyorsunuz? Küfredenlere kurdukları
düzenler güzel gösterildi. Ve doğru yoldan alı-konuldular. Allah kimi sapıtırsa
ona doğru yolu gösteren bulunmaz.»
«Onlara dünya hayatında azab vardır. Âhiret azabı
ise daha zorludur. Allah'a karşı onları koruyacak kimse de yoktur.»
Bütün
mevcudatı yoktan var eden, onları besleyen, rızıklandı-ran, büyüten, koruyan,
vardan yok, yoktan var eden Hâlik-ı Zül-celâl ile, hiçbir şeye gücü yetmeyen
bir midir? Elbette bir değildir. Zira Hâlik-ı1 Mutlak her şeye
kadirdir. Buna rağmen kafirler putlarını Allah'a ortak koşmuşlardır. Ey
kafirler, hiçbir şeye muktedir olmayan putlara mı tapmak daha hayırlıdır, yoksa
her şeyi yoktan var eden Allah'a mı ibadet daha hayırlıdır? Yüce Allah, sevgili
Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Taptığınız
putlara bir ad bulun bakalım. Bunların ilâh olduklarına deliliniz nedir? Yoksa
yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz? Halbuki sizin
taptıklarınız her şeyden habersizdir. Yoksa siz boş sözlere mi
aldanıyorsunuz?"» Kâfirlere taptıkları, şeytan tarafından hoş gösterildi.
Bundan dolayı bâtıl dinlerini bırakıp hak dine giremediler. Allah kimi saptırırsa
onu kimse doğru yola iletemez. Allah hidâyete lâyık olanları doğru yola iletir,
lâyık olmayanları da saptırır, zelil ve hakir kılar.
Allahü
Teâlâ âyet-i■ celüesinde şöyle buyuruyor:
332 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 35-36)
«Müttekilere
vaadolunan cennetin içinden ırmaklar akar.
Yemişleri ve gölgeleri daimîdir.
Bu, Allah'tan sakınanların mükâfatıdır. Kâfirlerin cezası ise ateştir.»
Allahü
Teâlâ iman edip sâlih ameller işleyen mütteki kullarına vaadettiği nimetleri
beyan etmiştir. Müttekilere vaadolunan cennetin köşklerinin altından ırmaklar
akar. Yemişleri ve gölgeleri dâimidir. Bu, Allah'tan sakınanların mükâfatıdır.
Kâfirlerin cezası ise cehennemdir, onlar orada ebedi kalacaklardır. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Müttekilere vaad olunan cennetin içinden ırmaklar
akar. Yemişleri ve gölgeleri dâimidir. Bu, Allah'tan sakınanların mükâfatıdır.
Kâfirlerin cezası ise ateştir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kendilerine
kitab verdiğimiz kimseler sana indirilen
ile sevinirler. Fakat karşı gurublar içinde de onun bir kısmını inkâr edenler
vardır. De ki: "Ben ancak Allah'a kulluk etmek ve ona şirk koşmamakla
emrolundum. Hepinizi O'na çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-Muhammed, kendilerine Tevrat
verdiğimiz ve ona iman edenler, sana indirdiğimiz ile de sevinirler. Fakat
Mekke halkının bir kısmı Allah'ın Rahman sıfatını inkâr ederler.» Abdullah bin
Übey ve arkadaşları Allah'ın Rahman sıfatını inkâr ederek, Yemenli
Müsey-lemetü'l-Kezzâb'a «Rahman» demişlerdir. Müseyleme yukarda da ifade
edildiği gibi, kendisinin peygamber olduğunu ilân eden yalancı bir kâfirdir.
Yüce Allah, onların bu iddialarını reddederek sevgili Peygamberine şöyle
buyuruyor: «Yâ Muhammed, onlara de ki: "Ben ancak Allah'a kulluk etmek ve
O'na eş koşmamakla emrolundum. Hepinizi O'na imana çağırıyorum ve dönüşüm
O'nadır, sizin dönüşünüz de O'nadır. Hepiniz O'na döndürüleceksiniz".»
İman
edenler de, iman etmeyenler de kıyamet günü Allah'a döndürülecektir. Her fert
bu dünyada yaptığından hesaba çekilecektir.
(Cûz:
13. Âyet: 37-39) RAD Sûresi 333
îman
edip sâlih ameller işleyenler mükâfatını, iman etmeyenler de inkâr ve
küfürlerinin cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İşte biz onu böylece Arapça bir hüküm olarak
indirdik. Andol-sun ki, sana gelen ilimden sonra onların nevalarına uyarsan,
Allah'tan senin için ne bir yardımcı, ne de bir koruyucu vardır.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Mu-hammed, biz sana Kur'an'ı
Arapça bir hüküm olarak indirdik ve onu bütün kitablar üzerine muhkem kıldık.
Kimse onun hükümlerini değiştiremez. Onların anlaması kolay olsun diye Arapça
olarak indirdik. Sana gelen ilimden sonra eğer onların dinine ve kıblesine
uyarsan Allah tarafından senin için bir yardımcı ve bir koruyucu yoktur.» Bu
hitap Peygamberimizin şahsında mü'minle-redir. Eğer mü'minler, kâfirlerin
davetine uyarlarsa, Allah'ın yardımı üzerlerinden kalkar, Allah tarafından bir
yardımcı ve bir koruyucu bulamazlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun ki, senden önce nice peygamberler
gönderdik. Onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir
peygamber bir âyet getiremez. Her zamanın yazılmış hükmü vardır.»
«Allah dilediğini siler. Dilediğini bırakır. Ana
kitab O'nun ka-tındadır.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında
hayâsızca lâflar edip şöyle demişlerdir: «Mu-hammed gerçekten peygamber ise
niçin kadınlarla evleniyor?» Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek
şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, andolsun ki, biz senden önce de peygamberler
gönderdik ve onlara da eşler, çocuklar verdik.» Hiçbir peygamber melek
değildir, insandır. İnsan olduğuna göre onun da diğer insanlar gibi, tabiî
ihtiyaçları vardır, o ihtiyaçlarım
karşılamak zo-
334 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 40)
randadır.
Yemek, içmek, uyumak, evlenmek, gezmek, çalışmak, istirahat etmek bunlardan
bazılarıdır.
İmam-ı
Kelbi (r.a.), Hz. Süleyman Ca.s.)'m üçyüz nikâhlı hanımı, yüz cariyesi olduğunu
ve nübüvvet kuvveti ile bunların hepsine eriştiğini, babası Dâvud (a.s.)'un da
yüz nikâhlı hanımı olduğunu söylemiştir. Her peygamber, Allah'ın izniyle
ümmetine birçok alâmet getirmiştir. Hiçbir peygamber kendiliğinden Allah'ın
izni olmadan ümmetine bir şey getirmemiştir.
Allahü
Teâlâ her insanın ecelini takdir etmiş, onu Levh-i Mah-fûz'daki kitaba
yazmıştır. Bu bakımdan insanın ömrü ne uzar, ne de kısalır, vakti gelince son
bulur. Allah dilediğini mahv u perişan eder, dilediğini de. bırakır.
Bu
âyetin nüzul sebebi şudur: Kâfirler Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelerek «Yâ
Muhammed, biz senin bir şeye mâlik olmadığını görüyoruz» demişlerdir. Bunun
üzerine Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey kâfirler, biz
dilediğimizi. siler, mahvederiz, dilediğimizi de bırakırız.» Eğer bir insanın
amel defterinin başında ve sonunda sâlih ameller bulunursa, Allahü Teâlâ bu
ikisi arasındaki kötü amelleri, siler yok eder. Şayet amel defterinin başında
ve sonunda kötü ameller bulunursa bu defa ikisi arasındaki iyi amelleri siler
yok eder. Böylece sâlih ameli kötü amele tebdil eder.
Bazı
tefsirciler de şöyle demişlerdir: Allahü Teâlâ dilediğinin gönlünden marifet
nurunu siler, onu imansız gönderir. Dilediğinin gönlünde de sabit kılar onu
iman ile gönderir. Kitabın aslı Allah ka-tmdadır
ki, olmuş ve olacak her şey onda yazılmıştır, mahfuzdur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara vaad ettiğimizin bir kısmım sana göstersek
de, yahut seni öldürsek de, senin vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesap
gör-mekse bize aittir.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, seni yalanlayanlara
vaadettiğimiz azablardan, zelzelelerden ve musibetlerden onlara dünyada
erişecektir. Bu azablarm bir kısmını onların üzerine gönderip sana gösteririz.
Yahut senden sonra onlara azabımızı veririz görmezsin. Onların iman
etmediklerine üzülme, senin vazifen sadece bizim emirlerimizi onlara tebliğ
etmektir. Hesapları ve cezaları bize aittir, lâyık oldukları cezayı kendilerine
veririz.»
(Cûz:
13. Âyet: 41) RAD Sûresi 335
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O kâfirler görmüyorlar mı ki, biz arazîlerini
etrafından azaltıp duruyoruz. Allah öyle hüküm verir ki, onun hükmünü takip
edecek yoktur. Allah hesabı çok çabuk görendir.»
İslâm'ın
intişâriyle kâfirlerin ellerindeki araziler yavaş yavaş Müslümanların eline
geçmeye başladı, her geçen gün ümitsizliğe düşen kâfirler kurtuluş çareleri
arıyorlardı. Yüce Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan etmiştir: «Yâ
Muhammed, kâfirler görmüyorlar mı? Biz onların arazilerini, bağ-bahçelerini,
yerlerini, yurtlarını, mallarını, köylerini ellerinden alıp senin sahabene
veriyoruz. Bunu görmüyorlar mı? Onlar galip olduklarını zannediyorlar, mağlûp
olduklarını hiç görmüyorlar mı?»
Bazıları
yerin eksilmesini, o beldedeki âlimlerin, vakfiyelerin ve sâlih kimselerin
azalması olarak ifade etmişlerdir. Çünkü bir yerin eksilmesi içindeki âlim ve
sâlihlerin eksilmesiyle olur. Yoksa bir toprak parçası önce neyse, sonra da
odur, cüz'î bir değişiklik olsa bile bu önemli sayılmaz.
Maneviyat
ehli de şöyle demişlerdir: Allahü Teâlâ'mn «yer» dediği, Âdemoğlunun cismidir,
etrafı onun azalarıdır. Eksilmekten maksat o azaların zayıflaması ve iş görmez*
hale gelmesidir. İnsan yaşlandıkça azaları zayıflar, kuvvetten düşer, son
anlarına doğru hiçbir şey yapmaya mecali kalmaz. Yemeden, içmeden, gezip,
yürümeden kesilir. Hiçbir şey bitirmeyen çorak ve virane arazi gibi olur.
Allahü
Teâlâ Hakim'dir, dilediğini hükmeder. Kimse O'nun hükmüne mani olamaz ve
değiştiremez. O, kullarından dilediğine nus-retiyle, dilediğine de hezimetiyle
hükmeder. Kime afiyet dilerse o sıhhat bulur, afiyet dilemedikleri sıhhat
bulamaz. O, hesabı pek çabuk görendir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Görmüyorlar mı ki yeryüzünün etrafından gitgide eksiltmekteyiz. Allah hükmünü verir.
O'nun hükmünü bozacak yoktur. O, hesabı pek çabuk görendir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
336 RAD Sûresi (Cûz: 13. Âyet: 42-43)
«Onlardan öncekiler de tuzaklar kurmuştu. Fakat
binnetice bütün tuzaklar Allah'ındır. Herkesin ne kazanacağım O bilir. Dünyanın
sonunun kimin olduğunu yakında kâfirler bilecektir.»
«Küfredenler: "Sen peygamber değilsin"
derler. De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Ve
kitabın bilgisi yanında olanlar".»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, kâfirler sana
kurdukları tuzakları, senden önceki peygamberlere de kurmuşlardı. Allah onların
tuzaklarının cezasını kendi başlarına verdi. Peygamberlere yardım edip,
kâfirlerin tuzaklarını boşa çıkarmıştır. Allah kullarının hayır ve serden neler
yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. Kâfirler de yakında kimin cennete, kimin
cehenneme gireceklerini bileceklerdir.»
Yahudiler,
bir peygamberin geleceğini biliyorlardı, fakat bu peygamberi kendi soylarından
bekliyorlardı. Son peygamber kendi soylarından gelmeyince onun peygamberliğini
kabul etmemişler ve Peygamberimiz (s.a.v.)'e «Sen-peygamber değilsin»
demişlerdir. Yüce Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muham-med,
kâfirlere de ki: "Benimle sizin aranızda şâhid olarak Allah yeter. O,
benim peygamber olduğumu, sizin de yalan söylediğinizi biliyor. Ve Tevrat'ı
okuyanlar da benim peygamber olduğumu biliyor".» Kâ'b bin Eşref, Hay bin
Ahtab ve arkadaşları, Peygamberimizi yalanlamışlardır. Fakat Yahudilerden
Abdullah bin Selâm ve arkadaşları, Tevrat'ta Peygamberimizin sıfatlarını
okumuşlar, hak Peygamber olduğunu kabul edip iman etmişlerdir. Diğerleri ise
Peygamberimizin sıfatlarım Tevrat'tan çıkarmışlar, küfür ve inatlarında ısrar
etmişlerdir.
Ra'd
Sûresi'nin sonu.