İBRAHİM SURESİ 2

 


İBRAHİM SURESİ

 

Kur'an-ı Kerim'in baştan 14. suresi olup 52 ayettir içinde (35-41. ayetlerinde) İbrahim (a.s.)'in hayatından ve Onun duasından bahset­tiği için İbrahim Sûresi denmiştir. 28. ve 29. ayetleri Medine'de diğer ayetleri de Mekke'de nazil olmuştur.

Bu sure de yine Hurufu Mukattâ diye isimlendirdiğimiz harflerle başlamaktadır. Bu harflerle ilgili açıklama, Bakara Suresi ve diğer Hurufu Mukattâ ile başlayan surelerde yeri geldikçe yapılmıştır.[1]

 

1- Elif, Lam, Ra, Rablerinin izni ile insanları karanlıklardan (kafirlikden) Nura, (îman) herşeye gücü yeten övgüye layık olanın (Allah'ın) yoluna çıkarman için bu sana indirdiğimiz bir kitaptır.

Sure "Elif, lâm, ," diye başlamış, bu harflerle başlamasının hik­meti ise bilhassa Arapçayı bilen Arap müşriklerine "Eğer Hz. Muhammed (s.a.v.) Kur'an'ı kendi uydurdu diyorsanız; İşte Arap harf­leri, Kur'an'ın bir benzerini de siz yapın. Onun gibi bir sure ortaya siz de koyun bakalım, gücünüz yeterse" diyor. Tabii bu meydan okuma sadece Arap müşriklerine değil, Kur'an'a dil uzatan bütün dünya insanı-nadır. Bir Türk itirazcısına da belki; "Sen Arapça'yı iyi bilmezsin ama Bakara Suresinde ifade edildiği gibi.- senin gibi Kur'an'a itiraz eden di­ğer Arap devletlerindeki Arap edebiyatını da iyi bilenleri- şahidlerinizi çağırınız."

Bu harflerle başlayan surelerde Allah (c.c.) hemen Kur'an'ın yüce­liğinden veya Kur'an'ın nasıl bir kitap olduğu, niçin indirildiği gibi konu­lar üzerinde durmaktadır. Kısaca Kur'an'dan, onun inceliklerinden ve Allah'ın kelamı oluşundan bahsetmektedir.

Allah (c.c.) "Biz Onu Rablerinin izniyle küfrün karanlığından imanın nuruna -aydınlığına- çıkarasın diye indirdik" buyuruyor. Kur'an: harfle­rinden tılsım ve büyü gibi şeyler yapmak için indirilmemiştir. Mezarlıkta (insanlara) ölmüşlere okunmak için de indirilmemiştir. Kur'an dirilere okunur. O okumadan meydana gelecek, hasıl olacak se­vap ise ölen insanların ruhuna bağışlanır.

"O nur ki.; Kendisine hamd edilen, övülen, herşeye gücü yeten Allah (c.c.)'ın yoluna çıkarmak için, Onu Sana indirdik. Ayetten şunu anlıyoruz ki; Allah'ın sirat-i müstakiminden başka yolları da var.

İbni Mace; kitabının başında, anlatıyor: "Hz. Peygamber(S.A.V.) birgün bir Sahabesiyle otururken eliyle kumun üzerine bir çizgi çizdi, sonra o çizginin sağ tarafına iki çizgi çizdi, sol tarafına da iki çizgi daha çizdi. Sonra ortadaki çizginin üzerine elini basıp, "İşte benim dosdoğru yolum. Bu yola uyunuz, şu diğer yollara sakın..! uymayınız. Yoksa sizi param parça eder" buyurdu. Hidayet yolu tektir, o da "İslamdır." Allah'ın koymuş olduğu yoldur. Onun dışında ise insan adedi kadar da yollar vardır. Fakat bazılarının etki alanı daha çok olduğu için diğerlerini de etkileyip, küfürde bazı ekoller ve felsefi sistemler kurabilirler.

Sırat-ı Müstakim yolu üzerinde olabilmek için müslümanın Kur'an'ı okurken Ona iyi kulak verip, ailesi ve etrafındaki diğer insanlarla mü­nasebetler de Kur'an'ın emir ve yasakları doğrultusunda hareket etme­lidir.[2]

 

2- Öyle bir Allah ki göklerde ve yerdekilerin hepsi onundur. Çetin azapdan dolayı vay kafirlerin haline!

Kur'an bizi öyle bir ilaha davet ediyorki; yerde ve gökte her ne varsa Onundur.  Yani yerde ve gökte her ne varsa onları Sırat-ı Müstakim'a götürmek için indirilmiştir. İnsanlar bu Kur'an'a uydukları zaman Allah'a ulaşırlar. Fakat falanca, filânca adamın peşinden giden-lerse onun gibi ölümlü bir yolun neticesinde, onun gittiği yere gider. Avcının kar da iz peşine düşüp avına ulaştığı gibi.

Şiddetli azabdan dolayı kafirlerin vay haline veya diğer bir anlamı şiddetli azab olarak kafirlere "Veyil deresi" vardır.[3]

 

3- Onlarki dünya hayatını ahiret hayatından daha çok severler, Allah'ın yolundan ahkoyarlar ve onun eğrilmesini isterler. İşte onlar çok uzak bir sapıklığın içindedirler.

Bu ayette kafirlerin özelliklerinden bahsedilmekte ve denilmektedir ki: "Onlar dünya hayatını ahirete karşı severler. Hakikaten günümüz­deki imansızlarında inanmama sebeblerinden biri de dünya hayatını sevip dünyaya olan bağlılığıdır." Bu dünyadaki cazibeler onu ahiret ha­yatını inkara sürüklemekte yalan, içki kumar ve faiz, gıybet gibi şeyler sanki serçe eti gibi geliyor ona ki serçe eti çok lezizdir ama küçük ol­duğu için karın doyurmaz.

Gıybet; Hucurat Suresi'nde de bahsedildiği gibi, kardeşinin ölü etini yeme gibidir. Gıybet eden insan kardeşinin şahsiyetini yemiş demek­tir.

İşte İslâm'ı yaşamak, kafiri bazı bedeni zevklerden mahrum bırak­tığı için, Onu inkara yöneliveriyor.

Böylelikle de ebedi bir hayatı 60-70 yıllık bir ömre tercih edip küçük tüccarlar sınıfına giriveriyor. Bunu Hz. Peygamber, şu hadisi ile çok güzel bir şekilde açıklıyor; "Çölde açlık ve susuzluktan baygınlık geçir­mekte olan bir kafileye bir adam gelir ve onlara derki; "Bakın buraya kadar gelmişsiniz, biraz daha gayret ederseniz şu tepenin arkasında köy var, orada su var, yiyecek var ve diğer ihtiyacınız olan herşey var" Oraya kadar gelirler. Hakikaten adamın dediği gibi orada hertürlü yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaçları olan herşeyi bulurlar. Ve O adam onlara burada durmayın, şu dağın arkasında bir köy daha var, orasının arazisi daha münbit ve orası daha güzeldir. O kafilenin içinden bir kısmı bu adam çölde bize geldi söylediği çıktı, bize yalan söylemedi. Burada da yalan söylemez deyip arkasından giderler. Bir kısmı da, hazır biz bu nimeti bulmuşuz oradaki ya var, ya da yoktur oraya git­meyiz derler."[4]

İşte bu çöldeki adam, Peygamberdir. Onun arkasından gidenler Ona inananlar, hazır nimetlerin içinde kalacağız diyenler de bu dünyaya sıkı sıkıya sarılan inançsız kafirlerdir.

Bu kafirler de, nasıl ki; hırsız adamın, bütün insanların hırsız olma­sını istediği veya ahlaksız kadının, bütün kadınların ahlaksız olmasını istediği gibi davranıyorlar. Zira herkes hırsız veya bütün kadınlar da ahlaksız olunca onlara kimse hırsız veya ahlaksız demiyeceği gibi kâ­firler de; "Mü'minleri Allah yolundan alıkoyarlar ve O Allah yolunun da eğri büğrü olmasını isterler."

Bu şekilde açıkça engelledikleri gibi, bazen de; "Bu yol ortaçağ zihniyetinin yoludur. Fundamantalistlerin yoludur, gericilerin yoludur" şeklinde İslamı tam bilmeyenlere de, Onu kötü birşeymiş gibi göster­mek suretiyle engelliyorlar. Engellemelerin sebebi de Hak ve adalet­ten ayrılmayan insanların çoğalıp yönetimi elde etmeleri, çıkar çevre­lerinin işine gelmiyeceğinden m et al anam ayacaklarından dolayıdır.

Suçlu insan daima kendini güçsüz hisseder. Kafir de Rabbine karşı kendini suçlu hissettiği için; "bir mü'min 10 kafire bedeldir."[5] Onların üstesinden gelir. Fakat bugün rnüslümanlar işi o kadar pısırık­lığa vermiş ki; kafirler hem suçlu hem de güçlü durumda. İşte onlar çok uzak bir sapıklığın içindedir.[6]

 

4- Biz her peygamberi kavminin diliyle gönderdik ki; onlara açıkla­sın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayette kılar. O, Azizdir, Hakimdir.

Biz, gönderdiğimiz her peygamberi kendi kavminin lisanı üzerine gönderdik. Musa (a.s.), kavmi hangi lisanı kullanıyorsa o lisan üze­rine, Hz. Peygamber de Arap bir kavme gönderildiği için Arapça lisanı ile gönderilmiştir. Onlara açıklaması için. Kur'an niye Türkçe değil de Arapça diye itiraz edenlere şöyle demek lazım; eğer Peygamber Türk ırkından birisi olsaydı Kur'an'da Türkçe lisanı üzerine gönderilirdi. Zira ilk gönderilen insanlar dini iyi Öğrenmeli ki; ondan sonra diğer kavim ve milletlere onlar sayesinde yayılabilsin.

"Kendilerine açıklansın beyan edilsin diye" Duyurulan bu ayet, Kur'an'ın diğer dillere de tercüme ve tefsir edilmesi gerektiğine, bu tefsir ve tercümenin yapılabileceğine bir delildir. Bazı alimler; "Kur'an'ın Arapça'dan başka hiçbir dile tefsir ve tercümesi yapılmaz. Müslüman Kur'an'ı anlamak istiyorsa Arapçayı öğrensin" derken bazı alimler de bu ayeti delil göstererek "Kur'an'ın tercüme ve tefsiri yapılmalıdır." fetvasını vermişlerdir. Kaşgarlı Mahmut'un lügati da bu amaçla yazılmış ilk lügattir.[7]

 

5- Biz Musa'yı kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve Allah'ın günlerini hatırlat diye peygamber olarak ayetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda sabreden ve çok şükreden herkes için ayetler vardır.

Andolsun ki biz Musa'yı da; ayetlerimizle ve Tevrat ile, kavmini küfür karanlığından nura çıkarması için gönderdik. Yukarıda birinci ayette Kur'an'ı açıklamıştı, aynı emirlerin Tevrat'ta da olduğunu açıklı­yor. Yani Tevrat ile Kur'an'ın gönderiliş gayesinin aynı olduğunu ve bu ayetin emrinin her iki kutsal kitapda da bulunduğunu belirtiyor. Onun için fıkıh kitaplarımızda tahrif edilmiş bile olsalar diğer kutsal kitaplara da abdessiz dokunulamayacağı hususunda fetva vardır.[8] Evet tahrif edilmişlerdir ama, içinde yine tahrif edilmeyen, bozulmayan ayetlerin bulunabileceğinden dolayıdır. Mevdûdî tefsirinde, bu konuda uyum sağlayan yerler ile, uyum sağlamayan yerler hakkında hayli örnekler vermiştir. "O insanlara da, Allah'ın geçmişteki günlerini hatırlat diye Tevratı gönderdik." Allah'ın günlerinden kasıt; İbrahim (a.s.)'e, Nuh (a.s.)'a inanmayan insanların akıbeti, yani başlarından geçen olaylardır.

Kur'an moral dolu bir kitaptır. Hakikaten inananlar Kur'an'ı dikkatli okusalar moral kazanacaklardır. Zira İbrahim (a.s.) Nuh (a.s.), Salih (a.s.), Hud (a.s.), Musa (a.s.), gibi Peygamberlerin mücadeleleri ve bunun neticesinde ulaştıkları zaferlerden bahsediyor. Biz müminlere de; sizler de bunlara uyacak olursanız siz de o ümmetler gibi zafere ulaşırsınız" diye moral veriyor bize. En güzel kıssalar Kur'an'dadır. İşte bu kıssaları dikkatli okuyanlar için ibretler vardır.[9]

 

6- Hani Musa, kavmine: "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. O sizi firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar size azabın en kötüsünü tat­tırıyorlar, oğullarınızı kesiyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda Rabbinizden size büyük bir imtihan vardır." demişti.

Hani bir zamanlar Musa (a.s.) kavmine demişti ki: (tabii ki Mısır'dan çıktıktan, Firavun'un zulmünden kurtulduktan sonra) "Allah'ın size olan nimetini hatırlayın, O nimetler ki; Allah sizi Firavun ve Onun hanedanının zulmünden kurtardı, onlar işkencelerin en kötüsü ile işkence ediyorlardı. Nesliniz çoğalmasın diye erkek çocukları bo­ğazlıyorlardı. Kadınlarınızı da kızlarınızı da sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardır." Bakara suresinde de geçtiği gibi Firavun İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürür Musa (a.s.)'da dünyaya gelince Allah'ın (cc) annesine vahyetmesi ile bir sandık içine koyup Nil nehrine ulaşır oradan Firavun'un adamları alır ve böylece Musa (a.s.) O'nun sarayında büyür.

Bazı müfessirler, Firavun'un adamları yani müneccimler; "işte İsrailoğullarından bir erkek çocuk çıkacak senin saltanatına son verecek şeklinde yorum yaparlar. Ama bu diğer çoğu müfessirler tarafın­dan kabul edilmeyen bir görüştür. Firavun; İsrailoğullarının çoğalma­ması gerektiğini ve bir de daha önceden onların soyundan peygamber­lerin geldiğini biliyor. Yakub (a.s.)'ın neslinden bir peygamberin daha geleceğini bildiği için bunu yapmıştı. Bugün ise, çocukların boğazlan­masına gerek kalmadan, doğum kontrolü ile bu boğazlama işi kendiliğinden  yapılmaktadır.[10]

 

7- Yine hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: "Eğer şükreder­seniz bende size (nimetimi) artıracağım. Eğer inkar ederseniz, şüphesiz azabım şiddetlidir."

Rabbiniz size ilan eder ve derki: "Eğer siz şükrederseniz mutlaka ben de sizin nimetinizi artırırım." Bu nimetten kasıt başta İslam nimeti, ibadet nimeti ve de dünya devleti de bir nimettir. Ayet şunlara, şunlara diye bir kayıt koymayıp serbest bırakmış ve de umumilik ar-zetmektedir. Sıhhate şükredenin sıhhati artar. Servete şükrederseniz servetiniz artar. İbadet nimetine şükredenin ibadeti artar. Yani öğleyi kılana, ikindi namazını kılma kolaylığı sağlanır. Nafile oruç tutana farz orucu tutma, kolaylığı sağlanır. İslami devlet kuruldu ise onun da gücünü artırır.

"Eğer nankörlük yaparsanız, o zaman benim azabım gayet şiddetli ve de çetindir." buyruluyor.[11]

 

8- Musa dedi ki: "Siz ve yeryüzündekilerin hepsi inkâr etseniz şüp­hesiz Allah zengindir (sizin şükrünüze ihtiyacı yoktur) öğülmüştür. (sizin hamdinize ihtiyacı yoktur).

Musa (a.s.) dedi ki: "Siz ve yeryüzündekilerin tamamı Allah'ı inkar edecek olursanız, Allah'a hiç bir zarar veremezsiniz. Allah herşeyden zengindir. Ve de Hamd'a layıktır." Müminlerin ibadet edip, Allah'a hamd etmesine, Allah'ın ihtiyacı yoktur. Müminin ibadete ve itaata ih­tiyacı vardır.

"Allah için namaz kılıyorum" veya diğer ibadetleri yapıyorum derken; "Allah için" lafzının anlamı, "Allah'a vereceğim" anlamında değil de "Allah'a ibadet ediyorum, başka ilahlara ibadet etmiyorum" anlamındadır.[12]

 

9- Sizden önceki Nuh Kavminin, Ad'ın ve Semud'un, onlardan son­rakilerin haberi size gelmedi mi? Onları AHah'dan başka kimse bilmez. Onlara peygamberleri delillerle geldiler de onlar (öfkelerinden) ellerini ağızlarına götürdüler ve: "Biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi in­kar ettik ve biz sizin, bizi kendisine çağırdığınız şeyden şüphe içindeyiz" dediler.

"Size, sizden öncekilerin haberi gelmedi mi? Nuh'un, Ad ve Semud kavimlerinin haberi gelmedi mi?, Allah'ı inkar ettiler de, Allah'ın salta­natına zarar mı verdiler.? Biz de 20-30 yıl önceki meşhur kafirleri biliyoruz o kadar gavurluk yaptılar, Allah'ın mülküne bir zarar verdiler mi..!!! Ahiretteki cehennemleri için bu dünyadan ateş toplayıp gittiler. Nuh Kavmi, Ad kavmi, Semud ve onlardan önceki kavimlerin ki; sayısını Allah'tan başka kimse bilmez. Onlara delil, ayet ve mucizelerle peygamberler gönderildi. Onlar; "Ellerimiz mesaja karşı, biz Allah'ı inkar ettik. Ve sizin bize çağırdığınız o kitap var ya o konuda da şüphe içindeyiz" dediler.[13]

 

10- Peygamberleri dediler ki: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkın­da mı şüphe? O sizin günahlarınızı affetmek ve sizi belirli bir zamana kadar tehir etmek için çağırıyor." (kafirler) dedilerki: "Siz bizim gibi bir insansınız, babalarımızın tapındıklarından bizi alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin."

Peygamberleri dedi ki: Yeri ve göğü yaratan Allah (c.c.) hakkında mı şüphe ediyorsunuz? O Allah sizi günahlarınızı af etmeye çağırıyor. Gelin dine sanlın, İslam'a sarılın, kitaba uyun böylelikle de günahlarınız af edilsin diye af etmeye çağırıyor.

Sizi belirli bir zamana kadar tehir etmeye çağırıyor. Dediler ki; "Sen de bizim gibi bir insansın. Sen bizi atalarımızın ibadet ettiklerinden alıkoymak istiyorsun. Biz atamızın izinden gitmek istiyoruz. Sen ise bizi onun izinden alıkoymak istiyorsun." Bakın aynı şeyi yirminci asrın modern insanları da söylüyor. " İzindeyiz."[14]

 

11- Peygamberleri onlara dediler ki: "Biz de sizin gibi insanız. Ancak, Allah kullarından dilediğine iyilik yapar. Allah'ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. İman edenler yalnız Allah'ı tevekkül etsinler."

Onların Peygamberleri, onlara dediler ki; "evet biz de sizin gibi adamız fakat Allah (c.c.) kulları arasından dilediğine nimet lütuf eder yani peygamberlik verir. Biz de onlardan başkası değil, Onlardan biri­yiz. Allah'ın izni olmadan, size bir ayet ve mucize getirmeye bizim gü­cümüz yetmez. Biz peygamberiz ama Allah dilemezse ayet getiremez, mucize de gösteremeyiz. Bunu peygamberler söylüyor. Bazı tasavvufcu kardeşlerimiz şeyhini överken, çok aşırı gidip peygamberin de üstüne çıkarıveriyorlar. Şeyhim; benim yatağımda sağımdan soluma döndüğümü bilir diyor. Bunu peygamber bilemez, peygamber; "Biz, bize bildirileni size bildiririz" diyor. Vahiy gelmeyen konularda biz de sizin gibiyiz diyorlar.

Müminler yalnız ve yalnız Allah'a güvenip ona tevekkül etsinler. Allah'dan sonra en çok sevmemiz gereken Hz. Peygamber'dir. Ananızdan babanızdan eş ve çocuklarınızdan fazla sevmedikçe tam iman etmiş olmazsınız" buyuran Hz. Peygamber'e; Hamd etmek, te­vekkül etmek yoktur. Hamd ve tevekkül yalnız Allah'a yapılır.

Fakat büyük zatların kabirleri ziyaret edilerek, dilediğimizi Allah'dan istemek şartıyla, bu büyük zaatlarında aracı olması dileğiyle, onların yüzü suyu hürmetine diye dua edilebilir. "Yusuf suresinde Yakub (a.s.)'un çocukları, hatalarının af edilmesi için Yakub (a.s.)'a; dua etmesini Allah'dan onların bağışlanmalarını istemesini söylemeleri"[15] buna bir delildir. Yakub (a.s.) bir peygamber ve salih bir insandır.[16]

 

12- "O bize yollarımızı gösterdiği halde biz niçin Allah'a tevekkül etmeyelim? Elbette biz sizin bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler."

Hem bize ne oluyor da, biz Allah'a tevekkül etmeyelim. O bizim yolumuzu düzeltti, İslam gibi bir nimeti bize verdi. Böyle bir İlaha biz niye tevekkül etmeyelim. Onların bize vermiş olduğu eziyete elbette biz sabır edeceğiz. Yukarıdaki ayeti teyid eder bir şekilde tevekkül edenler ancak Allah'a tevekkül etsinler.

Fakat bugün bazı insanlar bunu yanlış anlayıp, tevekkülün kişiyi miskinliğe sürüklediğini öne sürüyorlar. Safahatında Akif; "Rizık mı kazanılacak.? Allah vekil, denizde gemi mi yüzdürülecek.? Allah vekil, dağda koyua mu güdülecek.? Allah vekil" diyenlere "sen kim oluyor­sun, Hâşâ Allah'ı kendine ırgat mı tuttun.? diyor" Tevekkül şudur; Sebeblere sarıldıktan sonra, işin gerisini Allah'a bırakmaktır. Yani tar­lasını sürüp, tohumu, gübreyi atıp gerisini de Allah'a bırakmak, Ondan yardım beklemektir.

İnançsız diyor ki: Ben tarlayı sürüp, gübre attıktan sonra o bana vermek mecburiyetindedir, tevekküle gerek yok diyor. Ama Allah (cc) eğer vermemeyi irade etmişse, ekin çıkar, olgunlaşır, tam hasat zamanı geldi mi, bir dolu ile o başaktaki tanelerin hepsini toprağa geri indiriverir.[17]

 

13- Kafirler, Peygamberlerine dediler ki; "Elbette sizi yurdumuzdan çıkaracağız veya siz bizim dinimize geri döneceksiniz." Rableri onlara (Peygambere) şöyle vahyetti; "Elbette biz zalimleri helak edeceğiz."

14- "Onlardan (kafirlerden) sonra bu yurda elbette sizi yerleştire­ceğiz. İşte bu benim makamımdan korkan ve vaâd (azab)ımdan korkanlar içindir."

Kafir olanlar peygamberlerine dedilerki: "Elbette biz, sizi toprakla­rımızdan, ülkemizden sürüp çıkaracağız veyahutta bizim dinimize döneceksiniz," yani dinsizliğimize dönün. Günümüzde de dine olan hizmetlerinden dolayı tutuklanıp hapse atılanlara da aynı takdik uygulanıyor. "Ya bu söylediklerini inkar eder bizim gibi olursun veya seni hapse atarız, Orada çürür gidersin." Onun için her zaman ve heryerde yeri geldikçe söylediğimiz şey Adem (a.s.)'dan bugüne kadar küfür cephesinde de değişen birşey yok.

Rableri onlara; "Bu sözü söyleyen; yani sizi ya buradan süreriz veya bizim dinimize girersiniz, diyen zalimleri" helak edeceğiz diye vahyetti.

Ve (ey iman edenler) onlardan sonra sizi o yerde yerleştirir, ha­kimiyeti size veririz.

İşte bu benim makamımdan korkan ve benim tehdidimden, cehen­nemimden korkanlara mahsustur. İşte kafirler müslümana zulmetti mi; müslüman da Allah'tan korkup, hiç eğilmeden hak ve hakikati söyler, zulümüne de sabr ederse, Allah(cc) onları helak edip onların yerine müslümanları yerleştirir. Bunun örneklen önceki peygamberlerde, Hz. Peygamberin hayatında ve Ondan sonra günümüze kadar olan müslü-manlarda görülmüştür. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tek şart müslümanın Allah'tan korkmasıdır. İnsan ne kadar eza ve cefa üretirse üret­sin Allah'ın azabının üstüne çıkamaz.[18]

 

15- (kafirlere karşı) Fetih istediler, (sonunda) her inatçı zorba za­rara uğradı.

16- Arkasından cehennem vardır. İrin suyundan sulanır.

Onlar fetih isterler, açılmayı isterler fakat bütün inatçı zorbaların emelleri boşa gider. O inatçı zorbaları arkalarından Cehennem kuşatır ve onlara Cehennemde yanmış insanların akan irinini su yerine içmek vardır. Bunlar; Cehennem azabının şiddetinin ne denli büyük olduğunu ifade etmek için, dünyada bilinen şeyler ile izaha çalışmaktır.[19]

 

17- Onu zorla yudumlamaya çalışır, fakat neredeyse boğazından geçiremeyecek. Her yandan ona ölüm gelecek fakat o ölmeyecek. Onun arkasından da büyük bir azap vardır.

Onu yudumlar ama boğazından geçmez, yutmakta zorluk çeker, bir başkasının kanından canından yanmış pislikleri, ateş halinde yutmaya çalışır ve ölüm her taraftan gelir. Her taraftan öldürücü azab gelir ama ölüm yoktur, ölecek değildir. Bu azablarm arkasından daha şiddetli azab gelip toslar, gelen darbeler ve azaplar bir önce gelenden daha şiddetlidir.Yani katbekat azablarla azab edilirler.[20]

 

18- Kafirlerin amelleri, fırtınalı bîr günde rüzgarın savurduğu kül'e benzer. Kazandıklarından hiçbir şeye güçleri yetmez. İşte bu uzak bir sapıklığın ta kendisidir.

Rablerini inkar edenlerin durumu, amelleri çok şiddetli rüzgarın es­tiği bir gündeki küle benzer. Yani Allah(cc), bu dünyada iken; hem Allah'ı inkar edip hemde iyilik yapma, fakir çocuklara yardım etmek, kanserli hastalar için hastahaneler yapmak gibi, kişilerin iyi amellerini rüzgar önünde ki bir küle benzetiyor. Nasıl ki rüzgarlı havada o uçup giderse, ahirette de onların bu amelleri aynı şekilde yok olup onlara bir fayda vermeyecekler ve o yaptıkları iyiliklerden hiçbir şeye güçleri yetmeyecektir. İşte bu çok uzak bir sapıklıktır.

Diyelim ki elektriği bulan insan için "Allah onu hiç mi Cennetine koymayacak?" diyorlar. Cennet Allah'ındır dilediğini oraya koyar. Ama hesap günü, mahşer yerinde ona sorar; "niçin bu elektriği buldun.?" in­sanlık için "öyle ise işte bütün insanlar burada, karşılığını onlardan al" diyecek. Eğer "Yarabbi senin rızan için" derse, zaten o kişi Allah'ı ka­bul etmiş demektir. Onun için yapılan en küçük işi bile Allah rızası için yapmak gerekir.

Şeyh Şirazi öyle diyor; Adamın biri, rüyasında ölmüş olan bir tanı­dığını görür, Cennetteymiş; "ne yaptın da Cennete gittin" demiş. O da; "filan zaman garibin birinin ayağına diken batmıştı, ben de Allah rızası için çekivermişdim, Allah'da o dikenden bana güller bitirmiş" der. Elbette bizim inancımıza göre kişinin müslüman olması gerekir.[21]

 

19- Görmedin mi ki, Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı. Dilerse sizi götürür ve yepyeni bir halk getirir.

Allah (c.c.) yeri ve göğü yine kendisinin yarattığına dikkatimizi çe­kerek derki: Görmedin mi? yeri ve göğü Allah (c.c.) hak üzere yarattı. Gerçek olarak yarattı. Hukuk üzerine bir ölçü ve sistem dahilinde ya­rattı, batıl üzerine ölçüsüz hukuksuz sistemsiz ve de boş bir gaye için yaratmadı.[22] ayette; "Ey Rabbimiz bu yer ve göğü batıl üzere yaratmadın" şeklinde tefsiri geçmişti. Dilerse Allah(cc) sizi giderir ve sizin yerinize yeni bir toplum getirir. Maide Suresi'nde de "Sizden kim dininden dönerse Allah o toplumu giderir onun yerine yeni bir toplum getirir. O toplum Allah'ı sever" Allah'da o toplumu sever" buyurulmuştur.[23]

Bu surede de bunun başka bir ifade tarzı geçti. 18. ayette geçen "kafirlerin amellerinin tamamının yanmış ateşin külleri gibi şiddetli bir rüzgarda nasıl yok olup gidiyorsa kafirlerin de amellerinin yok olup gi­deceğini" belirtmişti. İşte yeri ve göğü yaratan Allah herşeye kadirdir. Allah dilerse; onların amellerini değil, kendilerini bile yok eder ve on­ların yerine yeni bir kavim getirir.[24]

 

20- Bu, Allah için zor değildir.

Bütün bunlar, yani yeni bir kavim getirme ve diğer şeyler; Aziz olan Allah için zor bir şey değildir.[25]

 

21- (Ahirette) Hepsi Allah'ın huzuruna çıkarlar. Zayıflar, ımistek­bir (önder)'lere: "Biz size uymuştuk. Şimdi Allah'ın azabından birşeyi bizden giderebilir misiniz?" derler.

Onlar (önderler) derlerki: "Eğer Allah bize bir yol gösterseydi biz de size gösterirdik. Şimdi sizlansakda sabretsekde aynıdır. Sığınıp kurtulacak bir yerimiz yoktur."

Hepsi Allah'ın huzurunda toplanırlar. Bir filim şeridi gibi mahşer­deki insanların halini anlamadan meydana gelmeden nasıl olacağını gözler Önüne seriyor. Orada yöneticilere uyan zayıf insanlar yönetici durumunda olan büyüklük taslayanlara; "Dünyada iken biz sizin teba-nızdık. Size uymuş sizin peşinizden gitmiştik. Siz bugün Allah'ın aza­bından herhangi birşeyi bizden gidermeye gücünüz yeter mi? Bizi koru-sanız ya" diye temenni de bulunurlar. O büyüklenen yöneticiler derlerki; "şayet Allah bize doğru yolu gösterirse biz de size gösteri­riz" derler. İbni Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle anlatıyor: Orada bu kafirler "Ya Rabbi bizi kurtar" diye dua ederler. Dünyada müslümanların dua ettiklerini hatırlayarak gözyaşı dökerler. Bunlar da fayda vermeyince müstekbirler, büyüklenen yöneticiler; "bağırsak da, sessiz kalsak da bizim için eşittir, bir çıkış yolu yoktur. Beraber Cehenneme gideceğiz, son pişmanlık artık bize fayda vermeyecek" derler.

Bunlara uyanların insanlar olduğunu görmekteyiz, "Mekke müşrik­leri puta taparlardı" derken bizde onların taşlara taptıkları şeklinde bir imaj uyandırdılar veya öyle ?maj verilmekte. Aslında onlar; "kendi yö­neticilerine taparlardı. Yöneticiler açıkgöz insanlar olduğu için, Adam evinin Önünde tapsa, adamı rahatsız edecekler. Onun için belirli bir yere bir taş dikip onun önünde ibadetlerini, bayramlarını yapmalarını istiyorlardı. İbrahim (a.s.)'da o puta tapanlara; "Şu putları siz ancak kendi aranızda bir sevgi bağı ve birliği oluşturmak için ilah edindiniz. Siz de bu ağaç ve taşlardan bir fayda gelmiyeceğini biliyorsunuz" diyordu.[26] 20. y.yılda da aynı şekilde devletleri yöneten çeteler, insanların bir yerde birleşmesi, inandıkları bir şey etrafında

toplanabilmeleri için; lenin'lerin, Kari Marx'ların heykellerini diktiler. İşte ahirette kendisine tabi olan insanların tabi olduğu şey, taş değil, "yönetici" olan kişilerdir.[27]

 

22- İş olup bitince şeytan derki: "Allah size hakkı va'dettî, ben de size va'dettim ve sizeyalanciçıktım.Benim sizin üzerinizde otoritem yoktu. Ancak ben sizi davet ettim siz de hemen çağrımı kabul ettiniz. O halde beni ayıplamayın kendinizi ayıplayın. Ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni, daha Önce Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim. Şübhesiz o zalimler için acıklı bir azap vardır.

Emir yerine gelip, Allah'ın azabı o insanlara gösterilince, şeytan onlara: "Allah size gerçeği vaad etti. Yani dünyada Sıratı-mustakim üzerine olun, haram yemeyin, zina etmeyin, Allah'ın dininde yüz çevir­meyin, peygamberlerini inkâr etmeyin, bunlara uyarsanız cennete gi­dersiniz" dedi. "Ama siz Allah'ın dediğini tutmadınız, benim bütün ya­lanlarıma inandınız. Ben sizi çağırdım siz de koşup geldiniz, bana uy-mayıp, gelmemiş olsaydınız ben sizi peşimde sürükleyebilecek güçte değildim. Sizin vücudunuzda Allah'ın dediği olur da benim dediğim ol­maz. Siz benim vaadlerime kandınız. Onun için kendinizi ayıplayın da, beni ayıplamayın. Kendinizi kötüleyin, ben sizi kurtaramam siz de beni kurtaramazsınız,"

Aynı şeyi yöneticiler de demişti. Bizim için kurtuluş yoktur. Beni, kendisine ortak koştuğunuz Allah (c.c.)'a karşı ben de inkar da bulunmuştum. Hz. Adem'in yaratılışında dikkat edilirse şeytan Allah'ı inkar etmez, ama orada Adem'e secde etmeden kaçınır. Sebep olarak "beni ateşten yarattın onu topraktan yarattın. Ben ondan üstünüm, üstün olan daha alçak olan toprağa secde edemez" diyor. Onun için "secde," bizim için önemli bir husustur ki, günde 40 rekat namaz kılan insan 80 defa secde etmektedir.

Bazıları islamın namazına itiraz ederken, onu bir spor olarak te­lakki ettiklerinden; o günün çöl insanı spor yapması gerekirdi, bunu da namaz ile karşılıyorlardı ama bugün sporun her türlüsü gelişmiştir, buna ihtiyaç yok demekteler. Ama işin temelinde sadece spor yatmaz. Namaz başîıbaşına bir ibadettir. Onun hikmet ve faydalarını saymak burada mümkün değildir. Şunu da iyi bilsinler ki namaza dil uzatanlar; günde kırk rekât namaz kılan 80 adet secde yapıyor demektir. Ve de namazlarını usulüne tadili erkanına uygun olarak kılan insana, spor dediğiniz bazı hareketleri yapmakdan daha çok faydası vardır.

Müslüman namazını Allah'ın emri olduğu için kılar, şeytan ise Allah'ın emrini beğenmeyip kendi aklını Allah'ın emrinin önüne koyarak küfrünü açıklıyor.

"Zalimlere yakıcı elem verici bir azab vardır." Zalim deyince insan­lara eziyet edenler gelir, çeşitli işkenceler yapanlar akla gelir. Bunlar da bir zulümdür ama en büyük zulüm ve zâlim şirktir. Zalimde şirk ko­şandır. İşte hertürlü işkence ve eziyet bu şirkten kaynaklanır, insanda iman ve vicdan yoksa her türlü eziyeti yapar.[28]

 

23- İman edip ameli salih işleyenler Rablerinin izniyle orada ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Orada se­lamlaşmaları "selam" (sözü) iledir.

İman yeterli değil, iman edip ve de imanı doğrultusunda ameli salih yapanlar. Ameli salih ki, yürüyüşü, bakışı, konuşması ve işitmesi gibi herşeyi güzel olana, İslama uygun olana ayarlamaktır. İşte bu iman ve iyi ameli birleştiren uyum içinde yapanlara, "altından ırmaklar akan Cennetler" vardır. Irmak sıkça zikrediliyor, zira böyle akan bir ırmak; insana ferahlık, rahat ve huzur verir. Her türlü yiyeceğin ve de güller gibi, çiçekler gibi bitkilerin de tadını getirir.

Orada müminlerin selamlaşmaları da SELÂM dır. Yani melekler insanlarla karşılaştıklarında, müminler birbirleriyle karşılaştıklarında selam diyeceklerdir. Yani esenlik içinde olun, huzur içinde olun anla­mına geldiği gibi selam Allah (c.c.)'m bir ismidir. Her sabah namazla­rından sonra okuduğumuz "haşir" suresinin son üç ayetinde geçmektedir. Ve bu üç ayette Allah (c.c.)'in 18 esma-i hüsnâsı vardır. Kişi bu üç ayeti okuduğunda aynı zamanda Allah'ı bu 18 ismi ile de zikretmiş olmaktadır.[29]

 

24-25- Görmedinmi Allah nasıl bir benzetme yaptı? Güzel bir ke­lime, kökü (yerde) sabit dalları gökte bir ağaca benzer.

Rabbinin izniyle meyvesini her zaman verir. Öğüt alırlar diye Allah insanlara misaller verir.

Görmedin mi? Allah (c.c), güzel bir kelimeyi, nasıl bir misal getire­rek anlatıyor: Güzel bir söz, kökleri yerin tabanında sabit, dalları da gök yüzüne doğru çıkmış, bir güzel ağaç gibidir. Yani hergün söylenen, "Lailahe illallah Muhammedün Rasulullah" kelimeyi tayyibesi diyoruz ya; işte bu ayetten alınan bir ifadedir. Kelimeyi tayyibeden kasıt ta; insan, gönlüne giren "kelimeyi tevhid" veya "kelimeyi şehadettir." Ki bu güzel bir ağaç gibidir. İnsanın yüreğine kök salar. Ağacın güzel dallar saldığı gibi bu kelimeyi tayyibe de insanın elinden gözünden kulağından ve diğer organlarından dışa doğru ameli salih çiçekleri açar.

İşte bu ağacın güzel dallar oluşturabilmesi için nasıl gıdaya ihtiyacı varsa, işte bu gıda da ameli salihdir. Salih amel olmadığı zaman artık imanın üzeri küf bağlar. Salih amelin devam etmesi, imanın da küf bağ­lamaması için kişinin çevresindeki insanları iyi seçmesi, iyi insanlarla oturup kalkması, onlarla alışveriş yapması gerekir. Fakat bu söyledik­lerimizin tam tersi insanlarla haşir neşir olursa, öyle bir zaman gelir ki salih amel de gider, iman da gider böylece o kişinin durumu şuna ben­zer.[30]

 

26- Kötü kelimenin durumu da; toprakdan koparılmış, kararı olma­yan kötü ağaç gibidir.

Kötü söz, kötü kelime ve inkarcılık ise, kötü bir ağaç gibidir. Kökleri yerin üzerinde, onun için ayakta duracak bir derman da kal­mamıştır. İmansızların durumu kökü toprağın yüzünde olan ve de meyve veremeyen bir ağaç gibidir. Halbuki iman ise güzel ağaçlar gi­bidir. Kökleri sağlamdır. Tâ Hz. Adem (a.s.)'a kadar gider ve meyve­sini de her an verir. Günümüzde de müslümanlar meyvesini vermek­tedir. Hz. Peygamber hadisinde; "Nasıl ki elbise eskir mü'minin gön­lündeki iman da eskir zamanla, imanlarınızı yemleyin" buyuruyor.

İmanı yenilemek; "kelimeyi tevhidi!1 söylemek ve amele hız vermektir. Kelimeyi tevhid Hz. Adem (a.s.)'den bugüne kadar hep tek olarak ve de değişmeden gelmiştir. Bize kadar ulaşmasında emeği geçenlerde bir öncekilerini tasdik edici olarak gelmiştir. Ama kelimeyi küfür ise; günümüze kadar hep birbirini tekzib ederek gelmiş ve de bu felsefecilerin yazmış olduğu eserlerin, söylemiş olduğu sözlerin hesabını tutmak mümkün değildir.[31]

 

27- Allah iman edenleri dünya hayatında da, ahirette de sabit bir söz üzerinde tutar. Zalimleri sapıtır ve Allah dilediğini yapar.

Allah müminleri sabit bir söz üzerinde tutar. Bu dünyada olduğu gibi ahirette de aynıdır. O sabit sözde; "Kelimeyi Tevhiddir." Ahiretin kapısı olan kabir hayatında Münker ve Nekir melekleri kişiye; Rabbin kim? Nebin kim? Dinin nedir? gibi sorular soracak, işte orada kişi Kelimeyi Tevhid'in ifade ettiği cevaplan verecektir.

Allah, zalimlerin yolunu sapıtır ve dilediğini de yapar. Başka bir ayette de; "dilediğine hidayet eder dilediğini sapıtır" buyruluyor.[32] Kur'an'ı Kur'an'la tefsir etmediniz mi?, bir ayete de takılıpta kalmıhrsa; "Allah dilediğini hidayete ulaştırıyor, dilediğini de sapıttırıyormuş" gibi bir mana çıkar. Buna göre de Allah dilediğini müslüman, dilediğini de kafir yapıyor olur. Ama bu İbrahim Suresi 27. ayette ise "zalimleri sapıtır" diyor. Yani insanın kendisi zulmü tercih ediyor, Rabbimiz de onun o kanununu yürürlükte kılıyor.[33]

 

28- Allah'ın nimetini (imanı) küfürle değiştiren, kavimlerini de helak yurduna yerleştirenleri görmedin mi?

Allah'ın nimetini küfre değiştirenleri görmedin mi? yani İsîamı bıra­kıp küfrü tercih edenleri görmedin mi? ve kendilerine tabi olan insanları helak yurduna, Cehenneme götüren adamları görmedin mi.? Bugün bu insanları biz de görüyoruz. İnsanlar arasından bazı zalim ve cebbar in­sanlar diğerlerini de etkisi altına alarak, Allah'a değil bana ibadet edin, bana uyun diyor. Üstelik Allah'ın mülkünde, onun vermiş olduğu nimet­lerle fırsatlarla bunu yapıyor ve de topladığı insanları cehenneme sü­rüklüyor.

Bu ayetler nazil olduğunda hitab Hz. Peygambere idi. Bugün ise bu ayeti okuyup ona muhatap olan herkesedir. Bize; "görmediniz mi.?" yani bu olayı ben size haber veriyorum. 'Onu siz görmüş gibi bilin, kesin ve de doğru bir bilgidir.' demektedir.[34]

 

29- Yaslanacakları cehenneme (yerleştirdiler) O ne kötü bir durak-dır.

Onlar Cehenneme atılırlar. Cehenneme yaslanırlar. O cehennem ne kötü bir durak yeridir.[35]

 

30- Onun yolundan saptırmak için Allah'a ortak koştular. Deki: "Faydalanın (bakalım), sonunda dönüş yeriniz ateşedir.

İnsanları Allah'ın yolundan sapıtmaları için Allah'a ortak koştular. "Endâd"; birşeyin diğerinin benzeri demektir. Yani Allah'a ortak edindiler, onun bir benzen vardır dediler. Amaç insanları saprtmak için: Deki; onlara faydalanın bakalım bu dünya nimetlerinden, sizin dönüp dolaşacağınız yer cehennemdir. Ömrünüzün yettiği kadar dünyadan faydalanın, sonunda dönüp dolaşıp varacağınız yer ateştir.[36]

 

31- İman eden kullarıma söyle: "Kendisinde alışverişin ve dostlu­ğun olmadığı (ahiret) günü gelmeden önce namazı kılsınlar, kendile­rine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık olarak infak etsinler."

İman eden kullarıma deki; namazlarını dosdoğru kılsınlar. Kendilerine vermiş olduğumuz rızıktan Allah için gizli ve açık olarak infakta bulunsunlar. Bu konu ile ilgili bir açıklamayı da Bakara Suresi 3. ayetinde yapmıştık. Ayette kazandıklarınızdan demiyor, "bizim size verdiğimiz rızıklardan" şeklinde ifade edilmekte, insan nedir ki, kimin mülkünde ne kazanacak.? O Allah'ın mülkünde onun verdiği akıl, güç ve kuvvetle birşeyler yapar. Bir de gizli ve açık olarak verilmesi isten­mekte, açıkta verilmesinin hikmet ve sebebi başkalarına örnek ve de onlara teşvik olsun diye, gizli verilmesi ise riya olmaması için. Biz ge­nelde gizli vermeye çalışırız ama açıktanda verip diğer insanları da hayra teşvik etmeli.

Bugün müslümanların "Karzhasen" yani Allah rızası için borç para verme müessesesi, bankalar yüzünden ortadan kalkmış durum­dadır, Bu banka öyle bir pislik ki tam köşe başına oturup gelenin gi­denin parasını alıp, yine diğer bir .müslüman esnaf veya tüccara, iş adamına veriyor. Böylece müslümanların sırtmdanda geçinip gitmekte. Bu Karz- hasen müessesesinin tekrar canlandırılıp hayata geçirilmesi gerekir.

Müslümanlar zekatlarını , kendisinde ne alış verişin, ne de dostlu­ğun olmadığı ^gün gelmeden Önce vermelidirler. O günün ne zaman geleceği belirlî\değildir, her an gelebilir. Sabah gelebilir, akşam ge­lebilir gece gelebilir. Her an ibadet üzere bulunmalıyız. Öbür dünyada alış veriş yok, oradaki insanlara rüşvet verilmez, dostluk ta yoktur. Herkes kendi nefsini düşünüp kendi başının çaresine bakacak.[37]

 

32- Allah; gökleri ve yeri yaratan, gökyüzünden su indiren, o su ile size rizık olması için meyveler çıkaran, Allah'ın emriyle denizde akıp gitmesi için gemiyi emrinize veren, ırmakları emrinize verendir.

O Allah ki; yeri ve göğü yaratan Odur. Gökyüzünden de yağmuru indiren Odur. O yağmur sebebiyle yer yüzünden meyveler çıkaran Odur. Onun izni ile gemiyi denizde yüzmesi için emrinizde kılan O'dur. Sizin emrinizde hizmet etmesi için nehirleri emrinize veren odur. Nehirleri gemileri emrimize veren ve de Gökyüzününden yağmuru in­dirdikten sonra yeryüzünden meyveleri çıkarıp insanın emrine veren Allah (c.c.)'dır.

İşte insanoğlu bunları alıp kullandıktan, faydalandıktan sonra teşekkür edeceği yerde isyan ediveriyor. İşte bu isyan eden insan bü­tün yaratılmışlara saygısızlık yapıyor demektir. İşte çevre kirliliği ola­yının temeli imansız kafir insanların çoğalmasıdır. İnançlı insan temiz­liğine de dikkat eder imanın gereği olarak ta diğer yaratıklara zararlı olacak iş ve fabrika ile uğraşmaz.[38]

 

33- (Görevlerini) sürekli olarak yerine getiren güneşi ve ayı emri­nize veren, geceyle gündüzü emrinize amade kılandır (Allah).

Adetleri üzere ikisi de hareket eder olduğu halde, ayı ve güneşi de sizin emrinize kılan Allah (c.c.)'dır. Her ikisi bize ışıklarım vermek su­retiyle faydalı oldukları gibi, bu Astronomi ile uğraşanlar, ay ve güne­şin bize binlerce faydası olduğunu ifade etmektedir." Ay ve güneşi em­rimize verdiği gibi, gece ile gündüzü de istifademize veren Allah (c.c.)'dır.[39]

 

34- Ondan istediğiniz herşeyin bir kısmını size verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymak isteseniz sayamazsınız. İnsan çok zulmeden, çok inkar edendir.

Allah'tan istediğiniz herşeyi Allah (c.c.) size vermiştir. Yani sizin ihtiyacınız olan herşey dünyada ve sizin vücudunuzda mevcuttur. Bize o kadar yerli yerinde organ ve uzuvlar vermiş ki; birinin yerinin başka yerde olması veya birinin eksik olmasını düşünmekle bunların ne kadar

isabetli olduğu daha iyi ortaya çıkar. Mesala iç organlarımızın da kol­lar, bacaklar ve burnumuz gibi dışarıda olduğunu düşünsek... dehşete düşeriz.

Allah'ın size olan nimetlerini saymaya kalkarsanız onu sayamaz­sınız, gücünüz yetmez. İnsanlık ne kadar ilerleme kaydederse etsin, teknolojisini ne kadar geliştirirse geliştirsin, bir göz nimetini bile say­maya kalkamaz. İşte buna rağmen bir kısım insan gayet zulümkâr ve de nankördür. Bu kadar nimeti gördüğü, bunları yaratması değil kendisi sayamadığı halde, üstelik faydalandığı halde Allah'a şükretmez Onun nimetlerine karşı nankördür.[40]

 

35- Hani İbrahim şöyle demişti: "Rabbim, şu beldeyi (Mekke'yi) gü­venli kıl. Beni veçocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut."

Hani İbrahim (a.s.) demişti ki; "Ey Rabbim şu beldeyi yani Mekke'yi emniyette kıl, beni ve benim zürriyetimden gelecek olanları putlara tapınmaktan ve ibadet etmekten uzak tut!" Bu bir peygamber duasıdır. Allah (c.c.) Peygamberin lisanı ile bize nasıl dua edeceğimizi öğretiyor. Bizde yarabbi evimizi yurdumuzu emin kıl çoluk çocuğumuzu zürriyetimizi puta tapmaktan uzak tut diye dua edebiliriz. Evimiz, yur­dumuz emniyette olmadı mı, islami yaşantının da olması dinin yaşan­ması da pek mümkün olmaz.

Bugünün aydını ABD hayranı ama, amerika'yı gidip görenler; "gece şu saatten sonra sokağa çıkmak mümkün değil" diyorlar, zira adamlarda ahiret inancı yok, ahirete inanmayan insan da bu dünyada yiyip içtiği, yaşadığı kâr düşüncesinden hareket edeceğinden, mutlu olabilmesi için ençok neyin yapılması gerekiyorsa onu yapıyor. Paraya mı ihtiyacı var.? gidip adamın midesini deşip paralarını alıyor, canı kadın mı istiyor.? rastgele birinin namusuna tecavüz ederek bu ihtiyacını gideriyor.

Namusuna tecavüz harammış, başkasının parasını gasb etmek -nahdır, inancı olmadığı gibi ahiret inancı da olmadığından-, nasıl olsa bunları bana ahirette kimse sormaz düşüncesiyle hareket etmektedir.[41]

 

36- "Rabbim, onlar insanlardan bir çoğunu sapıttılar. Kim bana uyarsa bendendir. Kimde bana isyan ederse şüphesiz sen bağışlayan­sın, esirgeyensin."

Çünkü bu put adamlar insanlardan bir çoğunu sapıttırdı. Cennete giden yolunu Cehenneme giden yol yaptı. "Yarabbi bu insanlardan bana uyanlar bendendir. Kim de bana uymayıp isyan ederse -cehennemine at demiyor bir peygamber- sen af edicisin, merhamet edicisin" Hz. Peygamber bu ayeti okur ve kardeşim Halil İbrahim böyle dua etmiş buyurur. İsa (a.s.)'da "Ya Rabbi bu inanmayanlara azab edersen, senin kulların" der. Biz de O imansızların hidayete gelmesi için dua etmemiz gerekecektir. Hz. Peygamber de "Allah'ım ümmetimi, Allah'ım ümmetimi isterim" şeklinde dua etmiş ve de ağlamıştır. Allah (c.c.) Cebrail (a.s.)'i gönderir "ümmetin konu­sunda seni hoşnut kılacağız" der.[42]

 

37- "Rabbimiz, ben neslimden bir kısmını korunmuş eviyin (Ka'be'nin) yanında ekin bitmeyen bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (oraya yerleştirdim). Sende insanlardan bir kıs­mının gönüllerini onlara meyleder kıl. Onları meyvelerle rizıklaridır, umulurki şükrederler.

'Yarabbi Namazlarım dosdoğru kılmaları için şu hareminin yanma, Kabeyi muazzamanın yanında, toprağında ziraat bitmeyen yere çocuk­larımdan yerleştirdim diyor.' Tarihçilerin ifadesine göre İbrahim (a.s.) Babil'de Nemrut'un karşısında idi. Babası Nemrut'un put bakanı idi. Peygamberlik verilince Mekke'de ziraata bile elverişli suyu olmayan bir yere geliyor ve çocuklarının Nemrut'a ibadet etmesini engellemek, onların cehennemlik olmasını önlemek için Onları Mekke'ye yerleştiri­yor.

Bugün Müslümanlarda; maaşımız iyi de olsa, geçimimiz iyi de olsa, dinimizi daha iyi yaşayabilecek yerlere hicret etmemiz veya o mekanı terketmemiz gerekir. Zira bizim yolumuz İbrahim (a.s.)'in yoludur. Biz onun milletinden, Muhammed ümmetindeniz.

İnsanların bir kısmının gönlünü de onlara meylettir. Onlara meyve­lerden rızık olarak ver. İşte bu duanın bereketidir ki hâlâ daha orada ot bitmeyen o yerde binlerce Müslüman bulunmakta, binlercesi de orayı ziyaret edip memleketlerine dönmektedir. 20. yüzyılda bile daha mo­dern şehirler varken oralara değil, insanlar bu kutsal topraklara yö­nelmekte orayı ziyaret etmekte. Dini yönden denilecek olsa; Vatikan da bir din merkezidir. Ama Dünyanın dört bir yanında yetişen her türlü sebze ve meyve bu kutsal topraklarda, hemde hemen hemen ilk defa orada bulunur. Aradığınız herşeyi orada bulabilirsiniz. Avrupa modern olarak geçinir ama Hollanda'ya ve diğer bazı Avrupa devletlerine karpuz, patlıcan, vs. Türkler sayesinde gitmiştir. Ondan önce adamlar patetes ve de domuz etinden başka birşey bilmiyorlardı.[43]

 

38- "Rabbimiz, sen bizim gizlediğimizi de açıkladığımızı da bilirsin. Yeryüzünde ve göklerde hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz."

Yarabbi  açıktan yaptığımı da,  gizli yaptığımı  da sen bilirsin. Yeryüzünde de, gökyüzünde de Allah'a gizli kalan hiçbir şey yoktur.[44]

 

39- "İhtiyarlığıma rağmen bana İsmail'i ve İshak'ı hediye eden Allah'a hamdolsıın" şüphesiz Rabbim duayı işitendir (kabul edendir).

"Benim ihtiyarlığıma rağmen İsmail ve de İshakı bana veren Allah'a hamd olsun." İsmail (a.s.) ile İshak (a.s.), İbrahim (a.s.)'in ih­tiyarlık zamanında dünyaya gelmiştir. "Bu halimde iken bunları bana lütfeden Allah'a hamd olsun" diyor. "Şüphesiz ki benim Rabbim duaları işitendir."[45]

 

40- "Rabbim, beni ve neslimden olanları namazı dosdoğru kılanlar­dan eyle. Rabbimiz, duamı kabul eyle.

İbrahim (A.S.),"Yarabbi beni de benden sonra gelecek olan neslimi de namaz kılanlardan eyle."diye duada bulunmuştur. Namaz çok önemli bir ibadettir. Savaş anında dahi namazın nasıl kılınacağı Kur'an'da izah edilmiş, yine Kur'an, namazı; "şüphesiz ki namaz kişiyi fuhşuyat ve münkerattan alıkor" (Ankebut 145) diye ifade etmektedir.

İbrahim (a.s.)'da kendisinden sonra gelecek zürriyeti için; putlara tapınmakdan uzak durmaları, namazı kılmaları ve o beldenin güvenli olması için dua ediyor. Onun için evlatlarımızın iyi yetişmesine, okul­larda nasıl bir tahsil gördüklerine dikkat etmemiz gerekir. M. Akif Safahatında; Konya'da bir öğretmeni okuldan kovan köy halkım anlat­makta. (Köy halkından evinde misafir olduğu kişi; "oğlumun cahil kal­masına ben razıyım ama o şekilde dinsiz, imansız yetişmesine razı değilim" der.).[46]

 

41- Rabbimiz, hesabın görüleceği günde beni, anne ve babamı ve bütün müminleri bağışla.

"Yarabbi dualarımı kabul buyur. Ey bizim rabbimiz beni affet, an-memi ve babamı da affet" Babası kafir olduğu için daha sonra İbrahim (a.s.)'in babası için dua etmemesi istenir bu duası böyle bir yasakla­madan önceki yaptığı bir duadır. Kişi kafir olan babasının bağışlanması için dua edemez, fakat hidayete gelmesi için dua edebilir. O hesap gü­nünde Müminleri de affet Ya Rabbi. O mü'minler ki, Hz. Adem (a.s.)'den bugüne kadar Allah'a, peygamberlere inanan ve onun yolun­dan giden insanlardır. Yani Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya, Hz. Nuh'a inananlar,   salih   amel  işleyenlerdir.   Biz  bunlara  da  iman   (dua) ediyoruz.

En hayırlı din bizim dinimizdir. Her ne kadar bugünkü Hrıstiyan ve Yahudiler bizi kabul etmese de[47]

 

42- Zalimlerin yaptığından Allah'ı gafil zannetme. Ancak onları (n azabım) gözlerin belerip kalacağı bir güne erteliyor.

Sakınha..! zalimlerin yaptıklarından, Allah'ı gafil bilgisiz habersiz zannetme. Allah bütün bu yapılanları görmektedir. Dünyada müslüman kanının aktığını da kafir toplumların rahat ve bolluk içinde olduklarını da, müslümanlarm horlandığını da görmektedir. Kainatta olmuş ve ola­cak herşeyden haberdardır olmaktadır.

O zalimlerin cezasını öyle bir güne geciktirir ki, gözlerin şaşkınlık­tan bakakalacağı, gözlerin belerip kaldığı bir güne bırakır.[48]

 

43- (O gün) başlarını dikerek koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez. Kalbleri ise bomboştur.

Azablarmı tatmak üzere koşturulacaklar, başları öne eğilmiş ve de yukarıya doğru kamıtmış olarak. Korkudan fırlayan gözleri kendine döndürülmeyecek kalbleri de bomboştur. Tek düşüncesi ve gördüğü şey cehennem azabıdır. Annesini, babasını, evladım, hanımını düşü­necek, onlara bakacak durumda değiller.[49]

 

44- İnsanları kendilerine gelecek günün azabından sakındır ki, (o gün) zalimler şöyle derler: "Rabbimiz, bizi yakın bir zamana kadar ge­ciktir de senin da'vetine katılalım ve peygamberlere uyalım." (onlara) "Daha önce, sizin için zeval yoktur diye yemin etmiyormuydunuz"(denir).

İnsanları öyle bir günden sakındır ki, o gün geldiğinde zalimler; "Ya Rabbi bizim zamanımızı biraz daha tehir et, senin davetine icabet edelim peygamberlerine uyalım" derler. Ama kendilerine; "Daha önce, yok olmayız, böylece devam ederiz diye yemin eden siz değilmiydiniz.?" denilir.[50]

 

45- Kendilerine zulmedenlerin yurtlarına yerleştiniz. Onlara neler yaptığımız, sizin için ortaya çıktı. Sizin için örnekler verdik.

Siz daha önce helak olmuş kavimlerin yurdu üzerinde değilmiydi­niz. Yani onların sonunun ne olduğunu, Ad kavminin, Semud kavminin, Lut kavminin akıbetini gördünüz. O nefislerine zulüm eden insanların mekanları meskenleri üzerinde siz de oturdunuz. Onlara nasıl işlem yaptığımız size apaçık belli olmuştur. Ve size birçok misaller de ver­miştik. Bütün bunlara rağmen hak yola gelmemişseniz şimdi belli bir süreye kadar ertelemekle mi doğru yolu bulacaksınız? Halâ mı akıl­lanmadınız?[51]

 

46- Onlar tuzaklarını kurmuşlardı. Onların tuzakları dağları yerin­den oynatacak olsa bile onların tuzakları Allah'ın kalındadır.

Onlar hilelerini yaptılar ama Allah'da onların hilelerini boşa çıkardı. Diğer bir anlamı onların hileleri Allah katında yazılı ve de saklı tutulmakta. Her ne kadar onların tuzakları hileleri dağları yerinden oynatsa bile, yani bu imansız kesimin gücü ne kadar büyük olursa olsun, dağlan yerinden oynatabilecek kadar güce sahib olsalar bile ahirette bir faydası olmaz. Müminin de gözünü korkutmaz "Onlar bütün tuzaklarım yaparlar, Allah'da onların tuzaklarını boşa çıkarır. Allah tu­zak kuranların en hayırlısıdır."[52]

 

47- Sakın Allah'ı Peygamberlerine olan va'dinden döner sanma. Şüphesiz Allah azizdir, intikam sahibidir.

"O halde sakın ha..! Allah'ın peygamberlerine verdiği vaadinden, sözünden döndüğünü zannetme" vaadettikleri zamanında ve yerinde söz verdiği gibi gerçekleşmiştir. Şüphesiz ki, Allah güçlüdür. Ve intikam sahibidir. İnançsızlardan da intikamını alır.[53]

 

48- O gün yer başka bir yere, göklerde (başka göklere) değiştirilir. Herşeye galip gelen bir Allah'ın huzurunda toplanırlar.

O günde arz (yer) başka bir arza (yere), gök de başka bir gökyü­züne değiştirilir. Yani bu alemdeki herşey başka birşeye dönüştürülür. Ortaya yeni bir alem çıkar. Bütün alemde bulunan herşey, Herşeye gücü yeten Allah (c.c.)'m huzurunda toplanırlar.[54]

 

49- Suçluları o gün, birbirlerine yaklaştırılmış olarak zincire vurul­muş görürsün.

O zaman bütün suçluları o günde birbirine yaklaştırılarak, zincire bağlanmış olarak görürsün. Yani insanlar suç guruplarına göre, içki içenler, faiz yiyenler, zina edenler hep biraraya toplanıp zincirlere vu­rulacak. İnsanların dünyada suçlarına göre hapishanelere konulduğu gibi muameleye tabi tutulacaklar.[55]

 

50- Gömlekleri (kaynamış) katrandandır. Yüzlerini de ateş bürü­müştür.

Onlara öyle bir gömlek giydirilir ki, ateşte kaynatılmış "katran" gibi. Katran denilen madde simsiyah çam ağacından elde edilen bir maddedir. Nasıl ki; sıvı maddelerin yoğunluğu farklı olduğu gibi onların ısınma ve dışa ısı vermesi de farklıdır. Onun için katranın yakması da sudan farklıdır. Tabiki bu bizim dünyada bildiğimiz katran...! ahiretin katranı nasıldır? Allah bilir. Katran bir de arabın dilinde eriyik bakıra da denilmekte ki; bakır yüzeylerini de ateş bürümektedir.[56]

 

51- Allah herkese kazandığının karşılığını vermek için (böyle yapar) şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.

Herkesin yaptıklarının karşılığını vermek için yani katranı kişi ken­disi giyiyor. Cennetin ipeklerini giyen de bu dünyada yaptığı iyiliklerin karşılığı olarak giyecektir. Yani kişi giyeceğini de, yiyeceğini de bu dünyadan götürmekte, kötü şey götüren, ahirette kötü azablar giyecek salih ameller götüren de iyi şeyler yiyip ve de giyecekler.

Şüphesiz ki; Allah Hesabı çabuk görendir. "Hz. Ademden bu güne kadar, şu kadar milyar veya tirilyon insan gelip geçti bunların hesabı ne zaman görülüp de bana sıra gelecek.?" demeyin. Allah (c.c), hesabı çabuk görendir.[57]

 

52- İşte bu (Kur'an) insanlara bir tebliğdir. Bununla sakındırılsın­lar, ancak Onun birtek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar için (indirilmiş) dir.

işte bu insanlara, tehlikelere karşı bir uyarıdır. Bir tebliğdir.!. Ahirette insanlara dünyadaki yaptıklarına göre böyle muamele edile­cek diye tebliğdir. Onunla insanları ahiretin azabından sakındırmak için, O Allah'ın kendisinden başka hiç bir ilahın olmadığını bildirmek içindir. Ve de akıl sahiplerinin iyice düşünüp nasihat alması içindir. Gerçekten akıl sahibi kişiler, Kur'an'a, Onun emir ve yasaklanna uyar.[58]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/241.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/241-242.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/242-243.

[4] Müsned-i Ahmet 1/267

[5] Enfal 67

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/243244.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/244-245.

[8] Fetevayı Hindiyye kenarında,Fetevayı Kadıhan 1/163

 

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/245.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/246.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/246-247.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/247.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/247-248.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/248.

[15] Yusuf  97

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/249.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/250.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/250-251.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/251.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/252.

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/252-253.

[22] Al-i Imran Suresi' 191.

[23] Maide 154

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/253

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/253.

[26] Ankebut 25

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/254-255.

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/255-256.

[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/256-257.

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/257.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/257-258.

[32] Ra'd 127

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/258.

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/259.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/260.

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/260-261.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/261.

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/261-262.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/262.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/263.

  Buharı tevhid 136, Müslim iman 1326, Tirmizi kıyamet 110, Darimi mukaddime 18

[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/263-264.

[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/264.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/265.

[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/265.

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266.

[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/266-267.

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/267.

[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/267.

    Al-i İmran 154

[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/267-268.

[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.

[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.

[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268.

[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/268-269.

[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/269.