Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Mekke'de inmiştir. 99
âyettir.
Hicr sûresi, Allah'ın birliği, peygamberlik, öldükten
sonra dirilme ve ceza gibi temel İslam inançlarını hedef alan Mekkî sûrelerdendir. Sûrenin ağırlık noktasını, çeşitli
zaman ve asırlarda peygamberleri yalanlayanların ve azgınların yıkılıp yok
olmaları teşkil eder. Dolayısıyla bu sûre, tehdit ve korkutma gölgesi içinde
uyarı ile başlar, ihtimal ki kafirler, müslüman olmuş
olmalarını arzu edeceklerdir. Onları bırak, yesinler, eğlesinler ve boş ümit
onları oyalayadursun. Yakında bilecekler.
Sûre, peygamberlerin
çağrısını arzeder ve yüce peygamberler karşısında
olan bedbaht ve sapıkların durumunu açıklar. Peygamberlerin şeyhi olan Nuh
(a.s)'dan son peygamberin gönderilişine kadar hangi peygamber gelmişse sapık
kavmi onunla alay etmiştir. Bu sûre, alay etmenin, yalanlayıcıların her zamanki
âdeti olduğunu açıklar. Andolsun senden önceki
milletler arasında da elçiler gönderdik. Onlara bir peygamber gelmeye dursun,
hemen onunla alay ederlerdi.
Bu sûre, bu enteresan
kainat kitabına serpiştirilmiş, olan açık mucizeleri gösterir. Bu kainat
icatçı bir elin eserlerini sergiler ve Yüce Yaratıcının büyüklüğüne şahitlik
eder. Önce göklerin yaratılmasından başlamak üzere sırasıyla yer, döllendiren
rüzgarlar, hayat ve ölüm, haşir ve neşir sahnelerini anlatır. Bunların hepsi
Allah'ın büyüklüğünü söyler; birliğine ve kudretine şahitlik eder. Andolsun biz gökte bir takım burçlar yarattık ve
seyredenler için onları süsledik. Onları, taşlanmış her şeytandan koruduk.
Sûre "Büyük
insanlık" kıssasını, hidâyet ve sapıklık kıssasim,
Âdem (a.s)'in yaratılışını, onun azgın düşmanı melun İblisi, meleklerin Âdem
(a.s)'e secde etmesini Tblis'in kibirlenip secde
etmemesini Allah'ın emrine karşı çıkmasını Âdem (a.s)'in zürriyetini tehdit
etmesi olayını da temsilî olarak anlatır, Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben
kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan bir insan yaratacağım.
Sûre Âdem (a.s)'in
kıssasından bazı peygamberlerin kıssalarına geçer. Maksat, Rasulullah
(s.a.v)'ı teselli etmek ve ümitsizliğe düşmesin diye mübarek kalbini
kuvvetlendirmektir. Sûre Hz. Lût,
Şuayb ve Salih (a.s)'ın ve
bunların yalanlayıcı kavimlerinin başlarına gelenlerden bahseder.
Bu mübarek sûre, mu'cizevî Kur'an'm indirilmesiyle
peygamber (s.a.v)'e verilen büyük nimeti ona hatırlatarak sona erer.
Müşriklerden gördüğü eziyetlere karşı sabretmesini ve gönlünü hoş tutmasını
emreder. Peygamber (s.a.v.) ve mü'minlcr için
gelecek yardımın yakın olduğunu müjdeler. Andolsun ki
biz sana, tekrarlanan yedi âyeti ve bu yüce Kur'an'ı
verdik..." Sûrenin sonuna kadar devam eder. [1]
Bu mübarek sûreye
"Hıcr sûresi" denildi. Çünkü bu sûrede Yüce
Allah Salih (a.s)'in kavminin başlarına gelenleri anlattı. Bunlar Semûd kabilesi-dir. Yurtları,
Medîne ile Şâm bölgesi arasındaki Hıcr'dedir. Bunlar
kuvvetli kimselerdi. Mesken edinmek için dağları yontarlardı. Sanki onlar bu
dünyada ebedî kalacaklardı, onlara ölüm ve yokluk gelmeyecekti. Onlar emniyet
ve huzur içersindeyken, onlara sabah vaktinde azab
gürültüsü geldi. Sabaha çıkarlarken
onları o korkunç ses yakaladı. Kazanmakta oldukları şeyler onlardan hiç bir
zararı defedemedi." [2]
Bismillahirrahmanirrahim
1.Elif, Lâm,
Ra! Bunlar kitabın ve apaçık bir Kur'an'ın
âyetleridir.
2. İhtimal
ki kafirler, dünyada iken İslama girmiş olmalarını
arzu edeceklerdir.
3. Onları
bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalayadursun. Yakında bilecekler!
4. Biz hangi
ülkeyi yok etmişsek, ancak hakkında bilinen bir yazı olduğu halde yok
etmişizdir.
5. Hiçbir
millet, ecelinin önüne geçemez, ve ondan geri
kalamaz.
6. Dediler
ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen! sen mutlaka
bir mecnunsun!"
7.
"Eğer doğru söyleyenlerdensen, bize melekleri getirmeliydin."
8. Biz
melekleri ancak hak ile indiririz. İşte o zaman onlara mühlet verilmez.
9. Kur'an'ı muhakkak biz indirdik; elbette onu yine biz
koruyacağız.
10. Andolsun, senden önceki milletler arasında da elçiler
gönderdik.
11. Onlara
bir peygamber gelmeyedursun, hemen onunla alay ederlerdi.
12. İşte
böylece biz onu, suçluların kalbine sokarız.
13. Eskiden
yaşamış kimselerin âdet ve kanunu geçtiği halde onlar
buna inanmazlar.
14,15.
Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de
"Gözlerimiz döndürüldü, daha doğrusu biz büyülenmiş bir milletiz"
derler.
16. Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve temâşâ
edenler için onu süsledik.
17. Onları,
taşlanmış her şeyden koruduk.
18. Ancak kulak
hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir ateş alevi düşmüştür.
19. Yeri
uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü
belli olan her çeşit nebatı bitirdik.
20. Orada
hem sizin için geçim vasıtaları ve rızık larını sizin vermediğiniz kimseleri yarattık.
21. Her
şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu, belli bir miktar ile
indiririz.
22. Biz,
rüzgârları, aşılamayı sağlayan vasıtalar olarak gönderdik ve gökten bir su
indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Siz o suyu saklayamazdınız.
23. Yalnız
biz diriltir ve biz öldürürüz! Ve her şeye biz varis oluruz.
24. Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz,
sizden sonra gelecekleri de biliriz.
25. Şüphesiz
onları toplayacak olan senin Rabbin-dir. Çünkü O,
hakimdir, alimdir.
26. Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık
bir balçıktan yarattık.
27. Cinleri
de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık.
28. Hani
Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık
bir balçıktan bir insan yaratacağım.
29. Ona
şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye
kapanın!"
30.
Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler.
31. Fakat
İblis hariç! O, secde edenlerle beRaber olmaktan
kaçındı.
32. Allah
"Ey İblis! Secde edenlerle beRaber olmayı terketmene sebep ne?" dedi.
33. İblis:
"Ben kuru çamurdan oluşan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana
secde edecek değilim" dedi.
34. Bunun
üzerine Allah buyurdu: "Öyle ise oradan çık! Artık sen kovuldun!
35. Muhakkak
ki kıyamet gününe kadar lanet senin üzerine olacaktır."
36. İblis,
"Ey Rabbitn! Öyle ise, varlıkların tekrar
dirileceği güne kadar bana mühlet ver" dedi.
37,38.
Allah, "O halde sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet
verilenlerdensin." buyurdu.
39. İblis
dedi ki: "Ey Rabbim! Andolsun ki, beni
azdırmana karşılık ben
de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların
hepsini mutlaka azdıracağım.
40.
Ancak onlardan ihlasa
erdirilmiş kulların müstesna..."
41. Aliah buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur.
Onun gözetimi bana aittir.
42. Şüphesiz
kullarım benimdir. Onların aleyhine sana verilmiş bir hakimiyet yoktur. Ancak
azgınlardan sana uyanlar müstesna."
43. Muhakkat cehennem, onların hepsine va'dolu-nan yerdir.
44.
Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapıdan girecek gruplar
ayrılmıştır.
Belki. Bir şeyin az
olduğunu göstermek için kullanılır. nekre-i mevsufadır.
"Az bir şey" demektir.
Keşke. Bu, ve su gibi
teşvik edatıdır.
Siya' insanlardan bir
grup, tayfa manasına gelen kelimesinin çoğuludur.
Onu sokarız. Selk, bir şeyi bir şeye sokmaktır.
Yükselirler, yükseldi demektir. merdivenler, asansörler
manasına gelir.
Engellendi, geri
çevrildi.
Burçlar.gezegen
yıldızlarım yerleridir. Burcun aslı, görünmek demektir. Kadının zinetlerini göstermesi manasına gelen bundandır.
Levâkıh, yağmur yüklü bulut manasına gelen röV kelimesinin çoğuludur. Bunun, hayır getirmeyenine denir.
Veya levâkıh'ın manası, bitkileri dölleyendir. Yani,
bitkiler için tohum taşıyan manasınadır.
Salsâl, kurumuş
çamurdur. Kuruduğu zaman tın tın sesi duyulur.
Hame', siyah çamurdur.
Mesnûn, kokmuş ve değişmiş demektir. Ferrâ
şöyle der: Mes-nûn,
değişmiş manasınadır. Bu, aslında, Taşı taşa sürttüm" ifade-sinden
alınmıştır.
Semûm; öldürücü sıcak rüzgâr. [3]
İbn Abbas'ın şöyle dediği
rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Bazı
kimseler onu görmemek için ilk safa geçiyordu.
Bazıları da son safta olmak için geri kalıyorlar ve rükua eğildiklerinde koltuklarının altından bakıyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah şu
âyet-i kerimeyi indirdi: Andolsun biz sizden öne
geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.[4]
1.
Elif, Lam, Râ. Bu harfler,
Kur'an'ın
mucize olduğuna bir işarettir.
Yani, bu harikulade ve muciz olan kitap Allah'ın
kelamıdır. Elif, Lâm, Râ gibi alfabe harflerinin
benzerlerinden dizilmiştir. Bunlar, insan gücünün üstünde, fesahat ve belagatta
mükemmel olan kitabın âyetleridir. Şanı yüce, apaçık içinde herhangi bir
bozukluk ve sakatlık bulunmayan Kur'an'ın
âyetleridir. [5]
2. Zaman
olacak kafirler, keşke dünyada iken müs1uman olsaydık" diye temenni
edecekler. Bunu, âhiretin dehşet verici olaylarını
gördükleri zaman diyeceklerdir. [6]
3. Ey
Muhammedi Onları bırak, hayvanlar gibi yesinler; bu fani dünyalarından
yararlansınlar. Uzun yaşama arzusu, kendilerini Allah'ın azabından kurtaracak
şeyleri düşünmekten alıkoysun. Kıyameti gördükleri ve yaptıklarının vebalini
tattıkları zaman, işlerinin sonunun ne olduğunu bileceklerdir. Bu bir
tehdittir. [7]
4. Allah'ın peygamberlerini yalanlayan
zâlim ülkelerden hangisinin halkını helak ettikse, onun helak edilmesi
için belirlenen zamanda helak ettik. [8]
5. Zamanı
gelmeden önce hiç bir ümmet yok edilmez, Zamanından ertelenmezler de. Ibn Kesir şöyle der: Bu, Mekkeliler için bir uyarı, inat ve inkarlarından onları kurtaracak yolu
göstermektir. Zira onlar bu inkarları yüzünden yok olmaya müstehak
oluyorlardı.[9]
6. Kureyş kafirleri alaylı bir şekilde Hz.Muhammed
(s.a.v)'e dediler ki: Ey, kendisine Kur'an
indirildiğini iddia eden kişi! Sen gerçekten bir delisin. O yüce peygamberin
makamını daha fazla hafife almak ve alay etmek için ve edatlarıyla cümleyi pekiştirdiler. [10]
7. Sen,
Allah'ın rasulü olduğuna dair iddianda doğru isen,
peygamberliğine şahitlik etmesi için bize melekleri getirseneü
Yüce Allah onlara cevap olarak şöyie buyurur: [11]
8. Biz
meleklerimizi ancak, yok etmek istediğimiz kimselere azap etmek üzere
indiririz. O zaman ve o durumda, artık onlar için hiçbir mühlet ve erteleme
yoktur. Maksat şudur: Yüce Allah'ın yaratıkları hususunda âdeti şöyle cereyan
eder; Allah, melekleri ancak, kökünü kesip yok etmek istediği kimseler için
indirir.
Halbuki Allah
peygamber (s.a.v)'in ümmetine böyle bir şeyin gelmesini istemez. Çünkü o
biliyor ki, onların soyundan Allah'a kulluk edecek kimseler gelecektir. Burada
kafirlerin teklifleri reddedilmektedir. [12]
9. Ey
Muhammedi Biz şanımızın yüceliği ile Kur'an'ı sana
indirdik. Şüphesiz bu Kur'an'ı koruyacak olan da
biziz. Onu fazlalık, eksiklik, değiştirme ve bozmadan koruyacağız. Tefsirciler
şöyle der: Allah, bu Kur'an'ı korumayı üzerine aldı.
Onun için hiçkimse onu faz-lalaştıramaz
ve eksiltemez; değiştiremez ve bozamaz. Halbuki diğer kitaplarda bunlar
olmuştur. Zira, Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için...[13] âyetine göre onları koruma görevi Ehl-i kitaba verilmişti. Âyetine göre ise, Kur'an'm korunmasını Allah kendi üzerine almıştır.
Allah'ın, Kur'an'm korunmasını kendi üzerine aldığnı bildiren bu âyetle, kitaplarını koruma görevini Ehl-i kitaba bıraktığını bildiren yukardaki
âyet arasındaki farka bak. Ehl-i kitab
kendilerine indirilen kitabı değiştirmiş ve bozmuştur. [14]
10. Ey
Muhammedi Senden önce de, evvelki ümmetlerin grup ve tayfaları için de
peygamberler göndermiştik. [15]
11. Onlara
bir peygamber gelmeye-dursun, onunla hemen alay etmeye başlarlardı. Bu,
Peygamber (s.a.v)'i tesellî etmektedir. Yani, bu müşriklerin sana yaptıkları
gibi, bundan önceki peygamberlere de aynı şey yapıldı. Sen üzülme. [16]
12. Bu alay
edenlerin kalplerine soktuğumuz gibi, bâtılı, sapıklığı ve Allah'ın
peygamberleri ile alay etmeyi suçluların kalplerine sokarız. [17]
13. Onlar bu
Kur'an'a inanmazlar. Halbuki Allah'ın, inanmayanları
helak etme âdeti uygulanmıştır. Bunlar helak ve yok olmaya ne kadar
yakındırlar. Bundan sonra Yüce Allah, inanmaları için çokça delil
getirmenin inatlarından bir
şey eksiltmeyeceğini açıkladı. Çünkü
onlar inatçı ve kibirli idiler. Sapıklıkları ve inatları içersinde devam
etmekte idiler. [18]
14. Diyelim
ki onları göklere yük-selttik, göklerin kapılarından
birini açtık, ordan yukarı çıkmaya devam ettiler ve
nihayet melekleri ve ğayb alemini gördüler. [19]
15. Aşırı
inat ve kibirlerinden dolayı diyecekleri şudur: Bu kadar yükselmek suretiyle
gözlerimiz boyandı ve aldatıldı. Hattâ, Muhammed bizi büyüledi ve bunları bize
gerçekmiş gibi gösterdi. Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir. Râzî şöyle der: Eğer müşrikler bu yüksekliklere çıkmaya
devam etseler ve Allah'ın ğayb alemini, gücünü ve
kuvvetini ve Allah korkusundan titreyerek ibâdet eden meleklerin ibâdetini görselirdi, mutlaka bu görmenin gerçek olduğunda şüpheye
düşecekler, inkar ve inatlarında ısrar edeceklerdi. Nitekim ayın yarılması,
cinlerin ve insanların benzerini getiremediği mu'ciz Kur'an gibi diğer mucizeleri de inkar etmişlerdi.[20]
Bundan sonra Yüce
Allah kendisinin birliğini ve kudretini gösteren delilleri açıklayarak şöyle
buyurdu: [21]
16. Gökte,
yıldızların ve gezegenlerin yürüdüğü burçlar yarattık.Göğü, ona bakanların
neşelenmeleri için yıldızlarla süsledik. [22]
17. Yere en
yakın olan göğü, lanetlenmiş ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olan her türlü
şeytandan koruduk. [23]
18. Ancak
gök haberlerinden bir şeyi kapıp alanlar hariç. Onu da parlak ve yakıcı bir yıldız
yakalar ve yakar. [24]
19.
Yeryüzünü yaydık ve genişlettik. Orada sabit dağlar yarattık.[25]
Yeryüzünde, hikmet terazisinde sağlam bir şekilde, dikkat ve ölçü ile
tartılmış olan her türlü ekin ve meyve bitirdik. [26]
20. Orada,
yaşamanıza elverişli, yiyecek ve içecek şeyler yarattık. Size, rızıklarım vennediğiniz çolukçocuk, köleler ve hayvanlar verdik. Onların yedikleri
ve İçtikleri şeyleri siz değil, biz yaratırız. [27]
21. Mahlûkâtın
ve kulların azıklarından ve faydalanacakları şeylerden ne varsa, hepsinin
hazineleri ve konuldukları yerler bizim katımızdadır. Fakat biz onu ancak
mahlûkâtın ihtiyacına ve menfaatine göre istediğimiz ve dilediğimiz şekilde
indiririz. [28]
22. Biz
rüzgarları aşılayıcılar olarak gönderdik. Rüzgâr bulutu aşılar, bulut yağmur
yağdırır; bitkiyi aşılar, böylece bitkinin yaprakları ve kapçıkları açılır.
Rüzgar, bulutlar ve bitkiler için damızlık erkek hayvan gibidir. Bulutlardan
tatlı su indirdik. O suyu içmeniz ve topraklarınızı ve hayvanlarınızı sulamanız
için verdik, Siz onu biriktirmeye kadir
değilsiniz. Aksine biz kudretimizle, onu sizin için gözelerde, kuyularda ve
nehirlerde koruruz. Dile-sek onu yerin içine çekeriz de, susuzluktan helak
olursunuz. Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur.
De ki, suyunuz çekilecek olsa söyleyin bakalım, size kim bir akarsu
getirebilir?[29]
23. Hayat ve
ölüm bizim elimizdedir. Mahlûkât yok olduktan sonra biz ebedî kalacağız.
Yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara biz vâris olacağız. Onlar sadece bize
döndürülecekler. [30]
24.
İlmimizle mahlûkâtm tümünü ölülerini ve dirilerini
kuşattık. İbn Abbas şöyle
der: Âyette geçen, "öncekiler"den maksat,
Âdem (a.s)'den bu zamana kadar yok olanların tümüdür. "Geri kalanlar"dan maksat ise, bu anda hayatta olan ve
kıyamete kadar gelecek olanların tümüdür.[31] Mücâhid şöyle der: "Öncekiler" geçmiş ümmetler;
"sonra gelenler" ise, Hz.Muhammed (a.s)'in
ümmetidir. Ayetten maksat şudur: Yüce Allah, öncekileri de sonrakileri de ilmi
ile kuşatmıştır. Kullarının hallerinden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Bu, daha
önce kudretinin mükemmelliğine delil
getirdikten sonra, ilminin
mükemmelliğini açıklamaktır. [32]
25. Ey
Muhammedi Rabbin, hesap ve ceza için onları toplayacaktır. Şüphesiz senin
Rabbin yaptığında hikmet sahibidir, yarattıklarını bilir.
Yüce Allah Ölümü, yok
olmayı, öldükten son dirilmeyi ve hesabı anlattıktan sonra, insanların
dikkatini asıllarının ne olduğuna ve bir tek nefisten yaratılmış olduklarına
çekti ki, yaratmaya gücü yeten Allah'ın, yok etmeye ve tekrar yaratmaya gücü
yettiğini göstersin. İnsanları İblis'ten sakındırmak için onun, babaları Âdem'e
olan düşmanlığını hatırlattı ve şöyle buyurdu: [33]
27. Andolsun biz Âdem'i
kuru bir çamurdan yarattık. O çamura
vurulduğunda ondan bir ses işitilir. Değişken siyah bir çamurdan yarattık.
Âdem'den önce cinleri, yani şeytanları ve onların reisi İblis'i, yakıcı
ateşten yarattık. Bu ateş kıl deliklerine nüfuz edici ve sıcağıyla öldürücü
bir ateştir. Tefsirciler şöyle der:
Burada "cânn" dan maksat, cinlerin babası olan İblis'tir.
Çünkü cinler, ondan türemiştir. Âdem (a.s) insanların aslı olduğu gibi, o da
cinlerin aslıdır. [34]
28. Ey
Muhammed! Rabbinin, meleklere, "Ben kuru, siyah, değişken bir çamurdan bir
insan yaratacağım" dediği zamanı hatırla. İbn
Kesir şöyle der: Burada, Âdem fa. s) yaratılmadan, meleklerin ona secde
etmesini emretmek suretiyle onu şereflendirmeden, haset ve inkarından dolayı
düşmanı İblis'in ona secde etmekten kaçınmasından önce, melekler içersinde
Âdem'in şanının yüceliği ifade edilmiştir.[35]
29. Âdem'in
hilkatini ve suretini şekillendirdiğim ve onu âzâları düzgün kâmil bir insan
olarak yarattığım, Benim mahlûkâtımdan biri olan ruhu ona üfürdüğüm ve onun da
canlı bir insan olduğu zaman onun için secdeye kapandılar. Bu secde ibâdet
secdesi değil, saygı ve hürmet secdesi idi. Tefsirciler şöyle der: Burada Yüce
Allah, ruhu şereflendirme ve değerlendirme yoluyla ruhum dedi. Nitekim bazı
âyetlerde de Allah'ın evi Allah'ın devesi" ve Allah'ın ayı"
denilmiştir. Bu, mülkün sahibine, sanatın sanatkâra izafeti kabilindendir. [36]
30. Bütün
melekler Âdem'e secde etti. Hiçbiri bundan kaçınmadı. [37]
31. Ancak
İblis hariç. O, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı. Bu istisna, munkatı'dır. Çünkü İblis, meleklerden başka bir mahluktur.[38] İblis ateşten, melekler ise nurdandır.
Melekler, Allah'ın kendilerine emrettiği şeyde O'na isyan etmezler, halbuki
Şeytan başkaldırmış ve isyan etmiştir. O, kesinlikle meleklerden değildir.
Fakat meleklerin safları içinde idi. Dolayısıyla ona da hitap edilmiş oldu.
Yani, bütün melekler secde ettiler. Fakat İblis, kendisine ilâhi emir geldikten
sonra secde etmekten sakındı. [39]
32. Ey
İblis! Seni secde etmekten alıkoyan nedir? Seni baş kaldırmaya ve sakınmaya sevkeden sebep nedir? Bu azarlama ve susturma sorusudur. [40]
33. İblis
dedi ki: Benim gibisinin kuru ve değişken bir çamurdan yaratılmış olan Âdem'e
secde etmesi yakışmaz ve lâyık olmaz. O çamurdan, ben ise ateştenim. Yüce olan
hakir olana ve üstün olan üstün olmayana nasıl secde eder? Allah'ın düşmanı,
kendisini Âdem'e secde etmeyecek kadar büyük gördü. Onun kibri ve kıskançlığı,
Allah'ın emrine boyun eğmekten alıkoydu. [41]
34. Yüce
Allah buyurdu ki: Göklerden çık, çünkü sen rahmetimden kovuldun. [42]
35. Hesap ve
ceza gününe kadar lanetim senin üzerine olsun. [43]
36. Mel'ûn İblis dedi ki: Öldükten sonra dirilme gününe kadar
bana izin ve mühlet ver. [44]
37. Yüce
Allah ona şöyle de: [45]
38. Sen,
bütün mahlûkâtın öleceği zamana kadar mühlet verilenlerdensin. Kurtubî şöyle der: İblis, "öldükten sonra dirilecekleri
güne kadar bana mühlet ver" demekle ölmemeyi istedi. Çünkü ondan sonra
ölüm yoktur. Yüce Allah ona, "malum zamanın geleceği gün"e yani bütün
mahlukatın öleceği güne kadar mühlet verdiğini bildirerek cevap verdi. O zaman
İblis de ölecek, sonra yeniden diriltilecek.[46]
39. İblis:
Ey Rabbim! Beni saptırman ve azdırmandan dolayı, Mutlaka Adem'in soyuna masiyet ve günahları süsleyeceğim. Onların hepsini doğru
yoldan mutlaka saptıracağım. [47]
40. Ancak
kullarından itaatin ve rızan için seçtiklerin hariç. Benim, onları azdıracak
gücüm yoktur. [48]
41. Yüce
Allah şöyle buyurdu: Bu, dosdoğru ve açık bir yoldur. Değişmeyen ezelî bir
kanundur. [49]
42. Yani,
senin, benim mü'min kullarımı saptıracak gücün
yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna. Bu, bir munkatı'
istisnadır. Çünkü azgınlar, Allah'ın halis kullarından değillerdir. Yani,
ancak kafirlerden azgın ve sapkınlara gücün yeter. Çünkü Şeytan, Allah'ın
huzurundan kovulmuş olanlara ancak güç yetirir. Nitekim kurt da sürüden
ayrılanlara ancak güç yetirir. [50]
43. Şüphesiz
cehennem İblis'in ve ona tabi olanların tümüne va'dolunan
yerdir. [51]
44. Cehennemin
yedi kapısı vardır. Onlar çok oldukları için, ancak bu kapılardan girerler. Hz.Ali'den rivayet edildiğine göre cehennem üst üste
konmuş yedi kattır. Cehennem gittikçe alçalan derekelerdir. İblis'e tabi
olanlardan herbir grubun belirli bir kapısı vardır. İbn Kesir şöyle der: Herkes ameline göre bir kapıdan girer.
Yine amel derecesine göre bir derekeye yerleşir.[52]
Bu mübarek âyetler,
aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Biz hangi
şehri helak ettiysek... âyetinde mecâz-ı mürsel
vardır. Şehirden maksat, oranın halkıdır. Bu mecaz, mahallin söylenmesi ve
fakat o mahalde oturanın kastedilmesi kabil indendir.
2. Onun
hazineleri bizim katımızdadır." cümlesi, istiâre-i tahyîliyyedir.
Bu, Allah'ın kudretinin mükemmelliğine bir misaldir. Yüce Allah istiare
yoluyla, her şeye gücünün yetmesini, içine eşyalar konulan hazinelere ve
hikmetinin gerektirdiği şekilde bu
hazinelerden her şeyi çıkarmaya benzetti.
3. diriltiriz
ile öldürürüz ve öncekiler ile sonra gelenler arasında tıbâk
vardır.
4. Onun
hazineleri ile biriktirenler arasında iştikak cinası vardır.
5. suçlular evvelkiler
kendilerine mühlet verilenler" gibi kelimelerde, kulağı etkileyen seci'
vardır. [53]
Anlatıldığına göre bir
adam, dinleyenlerin hangisinin daha doğru ve daha güzel olduğunu denemek
istedi. Tevrat, İncil ve Kur'an'ı aldı, kendisi
hattat idi, her kitaptan güzel bir yazıyla bir nüsha yazdı. Bazı arttırma ve
eksiltmeler yaptı. Sonra Tevrat'ı yahudi âlimlerine
gösterdi. Yahudiler onu kabul edip incelediler ve ona mal ikramında bulundular.
Sonra eliyle yazdığı İncil'i papazlara gösterdi. Onu yüksek bir fiatla aldılar ve ona ikramda bulundular. Sonra Kur'an nüshasını müslüman
âlimlere verdi. Müslümanlar onu incelediler. Onda bazı fazlalık ve eksiklik
bulunca adamı tuttular ve dövdüler. Sonra onun bu işini hükümdara bildirdiler.
Hükümdar, adamın öldürülmesine hükmetti. Hükümdar onu Öldürmek isteyince, İslamı kabul ettiğini açıkladı. Hikayesini onlara anlattı
ve dinleri denediğini ve neticede Islâmın hak din
olduğunu anladığını bildirdi.[54]
45. Takva
sahipleri, mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar.
46. "Oraya
emniyet ve selametle girin!"
47. Biz,
onların göğüslerindeki kini söküp attık; onlar
artık, köşkler üzerinde
karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.
48. Onlara
orada hiçbir yorgunluk dokunmayacak ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.
49. Kullarıma,
benim, çok bağışlayıcı ve pek merhametli olduğumu haber ver.
50. Acıklı
azabın da benim azabım olduğunu bildir.
51. Onlara
İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
52. Onun
yanına girdikleri zaman, "selam" dediler. İbrahim: "Biz sizden
çekiniyoruz" dedi.
53. Dediler
ki: "Korkma; biz sana bilgili bir oğul müjdeliyoruz."
54. İbrahim,
"bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile
müjdeliyorsunuz!" dedi.
55.
"Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümit kesenlerden olma!" dediler.
56. İbrahim dedi
ki:"Rabbinin rahmetinden,
sapıklardan başka kim ümit keser?"
57. "Ey
elçiler niçin geldiniz?" dedi.
58,59.
Dediler ki: "Biz, Lut ailesi hariç, suçlu bir
topluma gönderildik.
Şüphesiz biz, Lut ailesinin hepsini kurtaracağız."
60. Ancak Lut'un karısı müstesna, biz onun, geri kalanlardan olmasını
takdir ettik.
61,62.
Elçiler Lut ailesine gelince, Lut
onlara, "Hakikaten siz tanınmayan kimselersiniz." dedi.
63. Dediler
ki: "Bilakis, biz sana, onların şüphe etmekte oldukları şeyi getirdik.
64. Sana
gerçeği getirdik; biz, hakikaten doğru söyleyenleriz.
65. Gecenin
bir bölümünde aile fertlerini yola çıkar, sen de arkalarından yürü. Sizden hiç
kimse, sakın dönüp de ardına bakmasın, istenen yere gidin."
66. Ona, şu
kesin emri vahyettik: "Sabaha çıkarlarken
mutlaka onların ardı kesilmiş olacaktır."
67. Şehir
halkı, birbirlerini kutlayarak, geldiler.
68,69. Lut onlara Bunlar benim misafirlerimdir. Sakın beni
utandırmayın, Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin!" dedi,
70.
"Biz sana başkalarını misafir etmeyi yasaklamamış mıydık?" dediler.
71. Lut "Şayet siz dediğinizi yapmakta kararlı iseniz,
işte bunlar kızlarımdir" dedi.
72. Hayatın
hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.
73. Güneşin
doğma zamanına girerlerken, onları, o korkunç ses yakaladı.
74. Böylece ülkelerinin,
üstünü altına getirdik.
Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
75. İşte
bunda düşünen ferasetli kimseler için ibretler vardır.
76. Onun
harabeleri bir yol üzerinde halâ durmaktadır.
77.
Hakikaten bunda iman edenler için bir ibret vardır.
78. Eyke halkı da gerçekten zalim idiler.
79. Bİz, onlardan da intikam aldık. Bu yerlerin ikisi de açık
bir yol üzerindedir.
80. Andolsun, Hicr halkı da
peygamberleri yalanlamıştı.
81. Biz,
onlara mucizelerimizi vermiştik, fakat onlardan yüzçevirmişlerdi.
82. Onlar,
emin olarak dağlardan evler yontarlardı.
83. Onları
da sabaha çıkarlarken, o korkunaç ses yakaladı.
84. Kazanmakta
oldukları şeyler, onlardan hiçbir zararı savmadı.
85. Biz
gökleri, yeri ve ikisinin arasındakiler!, ancak hak ile yarattık. O saaat mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele
et.
86. Şüphesiz
Rabbin, hakkıyla yaratan, pek iyi bilendir.
87. Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve büyük Kur'an'i verdik.
88. Sakın
onlardan bazılarına verdiğimiz dünya malına gözlerini dikme, onların karşısında
üzülme ve mü'minlere kanat ger!
89. De ki:
"Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcıyım."
90. Nitekim Kur'an'ı kısımlara ayıranlara
azabımızı indirmiştik.
91. Onlar, Kur'an'ı parçalayanlardır.
92,93. Rabbin
hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı, hesaba çekeceğiz.
94. Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüzçevir!
95. Alay
edenlere karşı biz sana yeteriz.
96. Onlar
Allah ile beraber başka bir ilâh edinenlerdir. Yakında bilecekler.
97. Andolsun, onların söylemekte oldukları şeyler yüzünden,
senin canının sıkıldığını biliyoruz.
98. Sen
şimdi Rabbini hamd ile teşbih et ve secde edenlerden
ol!
99. Ve sana
ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!
Yüce Allah cehennemlik
bedbahtların durumlarını anlattıktan sonra, ardından cennetlik bahtiyar
kimselerin durumlarını anlattı. Sonra da Lût, Salih
ve Şuayb (a.s) gibi bazı peygamberlerin, kavimleriyle
olan kıssalarını açıkladı. Bunları Rasulullah
(s.a.v)'ı teselli için anlattı ki, Rasulullah
(s.a.v.) sabır hususunda onlara uysun. Bundan sonra da âlemlerin Rabbinin
birliğini gösteren delil ve burhanları anlattı. Sûreyi Rasulullah
(s.a.v.) ile alay eden düşmanlarının yok edileceğini müjdeleyerek sona erdirdi.
[55]
Nasab, yorgunluk demektir.
Vecilûn, korkanlar.
Gâbirîn, azabta devamlı kalanlar.
Kânitîn, ümidlerini yitirenler iyi
tamamen ümitsiz olmak demektir.
Beni rezil etmeyin
birisinin, kişinin ayıplanacağı bir şeyi ortaya çıkarmasıdır. Sabah aydınlığı,
bir kimseyi, insanların göreceği duruma getirdiğinde denilir. Şâir şöyle der:
Hilâlin aydınlığı,
nerdeyse bizi gösterecek şekilde ortaya çıktı. Bu hilâl, tırnaktan kesilen
parça gibiydi.[56]
Senin hayatına yemin
ederim. Bu, Hz.Muhammed (s.a.v)'in hayatına bir
yemindir.
Onların sarhoşluğu. Sekre, sapıklık ve azgınlık. Bocalıyorlar. Veya "doğruyu
göremiyorlar" demektir. Gözün körlüğünü ifade etmek için kullanıldığı
gibi, kalbin körlüğü için de kullanılır.
Mütevessimîn, alametlenmiş kimseler
kelimesi, kökündendir. Vesm, aranılan şeye,
kendisiyle yol bulunan alâmettir. Bir kimse birisinde hayır alâmeti gördüğünde
denilir. Abdullah b. Revana Rasulullah (s.a.v.)
hakkında şöyle demiştir:
Şüphesiz ben sende
bildiğim bir hayır alâmeti görüyorum. Allah biliyor ki ben iyi görürüm.[57] Bunun aslı, gibi, derin düşünmek demektir.
Hadiste şöyle gelmiştir: "Müminin ferasetinden sakınınız. Çünkü o,
Allah'ın nuru ile bakar.[58]
Eyke, birbirine girmiş ağaç. Çoğulu gelir. Hıcr, Semûd kavminin yerleşmiş olduğu vadinin adı bölmek ve
parçalamak manasına gelen ta'dıye kelimesinden
türemiş olup dağınık parçalar manasınadır.
cttîjll: Yakın, ölüm demektir. Çünkü o, kesin olarak bilinen
bir iştir. [59]
Rivayete göre
Peygamber (s.a.v), Ashâb (r.a.) gülüşürken onların
yanına geldi "Önünüzde cennet ve cehennem bulunduğu halde gülüyor musunuz?"
dedi. Yaptıkları bu iş onlara ağır geldi. Bunun üzerine şu âyet indi:
Kullarıma, benim, çok oağışlayı-cı
ve pek merhametli olduğumu haber ver. Elem verici azabın da, benim azabım
olduğunu bildir.[60]
45. Kötülüklerden
ve şirkten sakınanlar var ya, işte onlar için âhirette güzel bahçeler ve su, selsebil
denilen içki, şarap ve' bal fışkırtan gözeler vardır. [61]
46. Onlara:
"Her türlü afetlerden korunmuş, ölümden ve bu nimetlerin yok olma
korkusundan emîn olarak cennete girin" denilir. [62]
47. Cennet
ehlinin kalplerindekj kin, buğz
ve nefreti yok ettik. Onlar birbirlerini seven kardeşler olarak, yüz yüze,
koltuklar üzerinde otururlar. Onların ruhî temizliklerini hiçbir şey kirletmez.
Mücâhid şöyle der: Aşırı dostluk ve ikramdan dolayı
birbirlerinin arkasından bakmazlar. İbn Abbas şöyle der: İnci, yakut ve zebercetle süslenmiş altın
koltuklar üzerinde otururlar.[63]
48. Orada
onlara herhangi bir yorgunluk gelmez. Onlar oradan ne çıkarılır, ne de
kovulurlar. Nimetleri ebedîdir. Onlar devamlı kalıcıdırlar. Çünkü orası safa ve
sevinç yurdudur. [64]
49. Ey
Muhammedi Mü'min kullanma, tevbe
edenler için mağfiret ve rahmetimin geniş olduğunu bildir. [65]
50. Masiyet ve günahta ısrar edenler için de azabınım şiddetli
olduğunu haber ver. Ebu Hayyan
şöyle der: İfadesi son derece güzel gelmiştir. Zira Yüce Allah, karşılık olarak
Ben, işkence eden ve elem verenim" demedi. Bütün bunlar, Allah'ın afu ve merhameti tercih ettiğini gösterir.[66]
51. Onlara,
İbrahim (a.s)'in misafirlerinin kıssasını anlat. Misafirler, Allah'ın Lût kavmini yok etmek için gönderdiği meleklerdir. Bunlar,
güzel oğlan suretinde on melek idi. Cebrâîl (a.s)'de bunlarla beraberdi. [67]
52. Hani
onlar, İbrahim'in yanma girdiler ve ona selam verdiler, İbrahim dedi ki,
"Biz sizden korkuyoruz." Hz. İbrahim onlara
yemek getirip de yemediklerini görünce böyle söyledi. [68]
53. Melekler
dediler ki: Korkma, biz sana ilmi derin, üstün zekâlı bir oğlanı yani İshak'ı müjdeliyoruz. [69]
54. İbralıim dedi ki: Bu ihtiyarlık ve yaşlılık halimde bana
çocuk mu müjdeliyorsunuz. Beni ne ile müjdeliyorsunuz?!! Hz.İbrahim
bunu hayretle ve olmasını uzak görerek söyledi. [70]
55. Dediler
ki: Sana kesin bir bilgiyle müjde veriyoruz. Bunu uzak görme ve Allah'ın
rahmetinden ümit kesme.[71]
56. Bu soru
inkar ifade eder. Yani ilim ve doğruluk yolunu şaşıranlardan ve Rablerin
Rabbini bilmeyenlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. İmar ile
onarılmış, Allah'a bağlı kalp ise, ümitsizliğe düşmez. Beyzâvî
şöyle der: İbrahim (a.s)'in hayreti, Allah'ın kudreti açısından değil, âdet
itibariyle idi. Çünkü Yüce Allah'ın babasız da insan yaratmaya kadirdir. Yaşlı
bir ihtiyar ile kısır bir yaşlı kadından nasıl yaratamaz?!! Bundan dolayı
meleklere böyle cevap verdi.[72]
57. İbrahim
dedi ki: Ey değerli melekler! Mesele nedir? Buraya niçin geldiniz? [73]
58. Lût kavmini kastederek dediler ki: Rabbimiz bizi, sapık ve
müşrik bir kavmi yok etmek için gönderdi. [74]
59. Ancak, Lût'un mü'min olan aile efradı
ile ona uyanlar hâriç. Onların hepsini bu azaptan kurtaracağız. [75]
60. Lût'un karısı hâriç. Çünkü Allah onun helak olan
kafirlerle birlikte azap içinde kalmasını takdir etti. Kurtubî
şöyle der: Lût (a.s)'un karısı onun aile efradından
hariç tutuldu.[76]
61. Allah'ın
elçileri Lût (a.s)'a geldiklerinde, [77]
62. Lût onlara dedi ki: Siz benim tanımadığım kimselersiniz,
ne istiyorsunuz? [78]
63. Melekler
ona dediler ki: Bilakis biz Allah'ın elçileriyiz. Sana kavminin şüphe ettiği
şeyi getirdik. O da, senin onlara va'dettiğin azabın
inmesidir. [79]
64. Sana
onların azab edileceğine dair kesin haberi getirdik.
Biz söylediklerimizde doğruyuz. [80]
65. Gecenin
bir kısmında aileni götür. Sen arkalarından git ki, onlar, hakkında endişen
olmasın. Sizden hiçbiri arkasına dönmesin ki, onların başına gelen azabın büyüklüğünü
görüp de korkmasın. Allah'ın size emrettiği yere gidin. İbn
Abbas : "Yani, Şam bölgesine gidin" der. [81]
66. Lût'a şu büyük emri vahyettik:
O suçluların kökleri kesilecek. Hattâ onlardan bir tanesi kalmayacak. Sabah
olduğunda onların helaki tamamlanmış ve kökleri kesilmiş olacak. [82]
67. Sedum şehrinin halkı yani Lût
(a.s)'un kavmi, misafirlerine kendileri gibi insan sanarak zina yapmak
ümidiyle sevinçle koşarak geldiler. Tefsirciler şöyle der: O beyinsizler, Lût (a.s)'un evinde güzel tüysüz delikanlılar olduğunu
haber aldılar ve sevinçle, birbirlerine Lût'un
misafirlerini müjdeleyerek koştular.[83]
68. Lût dedi ki: Bunlar, benim misafirlerimdir. Onlara kötülük
yapıp da beni onların Önünde mahcup ve rezil etmeyin. [84]
69. Başınıza
Allah'ın azabının gelmesinden korkun, onlara kötülük yaparak beni küçük düşürmeyin.
[85]
70. Dediler
ki : Biz, herhangi birisini misafir etmeyi sana yasaklamadık mı? Râzî şöyle der: Biz, herhangi bir insanla zina etmek
istediğimiz zaman, o hususta bize herhangi bir şey söylemekten seni
yasaklamadık mı?[86]
71. Lut dedi ki: İşte kadınlar, eğer arzularınız) tatmin etmek
istiyorsanız onlarla evlenin, harama meyletmeyin. Tefsirciler şöyle der: Ayette
geçen kızlarım dan maksat, ümmetinin kızlarıdır. Çünkü her peygamber kavminin
babası sayılır. [87]
72. Ey
Muhammedi Senin hayatına yemin ederim ki, Lût kavmi
sapıklık ve cahillikleri içersinde bocalıyorlardı. Bu bir ara cümlesidir. Rasulullah (s.a.v)'ın şerefini ve
değerini göstermek için onun hayatına yemin etmek üzere, Lût
(a.s)'un kıssası içersinde gelmiştir. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, kendisi katında Muhammed
(a.s)'den daha değerli bir kimse yaratmamıştır. Allah'ın, ondan başka herhangi
birinin hayatına yemin ettiğini işitmedim.[88]
73. üneş doğarken helak ve yok edici azabın gürültüsü onları
yakaladı. [89]
74. Onlarla
birlikte yurtlarını alt üst ettik. Tefsirciler şöyle der: Cebrail (a.s) onların
yurtlarını kökünden kaldırıp o derece yükseltti ki, yıldızları gördüler. Göklerdeki varlıkların teşbihlerini
işittiler. Sonra, onlarla birlikte yurtlarının altını üstüne getirdi.
Üzerlerine, cehennem ateşinde pişirilmiş çamurdan yağmur gibi taş yağdırdık. [90]
75. Onların
başına gelen bu yok edici azapta, ibret gözüyle bakıp düşünenler için alâmet ve
deliller vardır. [91]
76. Yok
edilen bu şehirler ve Allah'ın kahır ve gazabının eserlerinden burada
görünenler gayıp olmayan işlek bir yol üzerindedir. Ordan geçen yolcular onu görürler. Hâlâ ibret almıyorlar
mı? [92]
77. Kuşkusuz
bunda, inananlar için ibret vardır. [93]
78. Gerçek
şu ki, Şuayb (a.s)'m kavmi de zâlimler idi. Çünkü Şuayb'ı yalanlıyor, yol kesiyor, ölçü ve tartıyı eksik yapıyorlardı.
Bunlar Eyke halkıdır. Eyke,
içice girmiş çok ağaçlı yer. [94]
79. Onları
da deprem ve gölge gününün azabıyle helak ettik.
Tefsirciler şöyle der: Yedi gün sıcak o derece şiddetlendi ki nerdeyse helak
olacaklardı. Bundan sonra Allah üzerlerine gölgelik olarak bir bulut gönderdi.
Gölgesine sığındılar ve gölgelenmek için onun altında toplandılar. Allah o
buluttan onların üzerine bir ateş gönderdi ve hepsini yaktı. Lût ve Şuayb (a.s)'ın toplumlarının yurtlan açık bir yol üzerindedir. Ey Mekke
halkı! onlardan ibret almıyor musunuz? [95]
80. Bu,
dördüncü kıssadır. Salih (a.s)'in kıssası. Yani Semûd
kavmi de, peygamberleri Salih'i yalanladı. Ayette geçen Hıcr,
Medine ile Şam bölgesi arasında bir vadinin adıdır. Kalıntıları halâ vardır.
Yolcular oradan geçerler. Beyzâvî şöyle der: Kim, peygamberlerden birini yalanlarsa,
bütün peygamberleri yalanlamış gibidir. Bunun içindir ki Yüce Allah, âyet-i
kerimede çoğul olarak peygamberlerini" buyurdu.[96]
81. Onlara
deve ve onda bulanan şeyler gibi, kudretimize delâlet eden mucizelerimizi
gösterdik. Onlar bu mucizelerden öğüt ve ibret almadılar. İbn
Abbas şöyle der: Devede birçok mucize vardı: Kayadan
çıkması, çıktığı anda doğumunun yaklaşması büyük cüsseli olup hiçbir deveye
benzememesi ve hepsine yetecek kadar, sütünün çokluğu. Buna rağmen onun
hakkında düşünmediler ve onunla Allah'ın kudretine yol bulmadılar.[97]
82. Dağlan
deliyor, oralarda sağlam evler yapıyorlardı. Bu evlerin, onları Allah'ın
azabından koruyacağını sanarak kendilerini emniyet içinde hissediyorlardı. [98]
83. Sabaha
çıkarlarken, onları helak gürültüsü yakaladı. [99]
84. Yaptıkları
sağlam kaleler, Allah'ın azabından onları kurtaramadı. [100]
85. Biz
bütün mahlûkâtı, göğünü, yerini ve aralarında bulananları ancak hak ile yarattık.
Dolayısıyle, bozgunculuğun yaygınlaşmam ası için bu
tür yalanlayanların yok edilmesi hikmet gereğidir. Kıyamet, kesinlikle gelecektir,
bunda şüphe yoktur. İyilik yapana
iyiliğinin, kötülük yapana da kötülüğünün karşılığı
verilecektir. Ey
Muhammedi O beyinsizlerden yüzçevir
ve onlara yumuşak davran. [101]
86. Şüphesiz
senin Rabbin, herşeyi yaratandır ve kulların halini
bilendir. [102]
87. Ey
Muhammedi andolsun biz sana yedi âyet yani Fâtiha'yı
verdik. Fıâtiha, namazda tekrar tekrar
okunduğu için ona "mesâııı" denilmiştir.
Hadiste şöyle buyrulur: yani Fatiha sûresi o ve bana
verilen Kur'an-ı Kerim'dir.[103] Bir görüşe göre, yedi uzun sûredir. Birinci
görüş tercihe daha layıktır. Sana, oütün semavî
kitapların üstünlüklerini kendinde toplayan Kur'ân-ı
Kerim'i verdik. [104]
88. O
kafirlerden bazılarına verdiğimiz nimetlere bakma. Çünkü sana verdiklerimiz
onlardan daha büyük, daha değerli ve daha şereflidir. Sana Kur'an'm
indirilmesi, nimet olarak yeter. Onların iman etmemelerine üzülme. Sonra inanan
mü'minlere ve onların zayıflarına karşı alçak gönüllü
ol. [105]
89. Ey
Muhammedi Onlara de ki, "Ben, Allah'ın azabından korkutucuyum. Cebbar olan
Allah'ın emrine isyan edenleri açık bir şekilde uyarırım." [106]
90. Buradaki
d! benzetme içindir. Mânâ şöyle-dir : Ehl-i kitab'a indirdiğimiz gibi,
sana da Kur'an'ı indirdik. Ehl-i
kitaptan maksat, kitaplarının bir kısmına inanan, bir kısmını inkar eden ve
böylece ikiye ayrılan yahudiler ve hristiyanlardır. [107]
91. Onlar Kur'an-ı Kerim'i parçalara ayırdılar
ve onun hakkında farklı görüşler ileri sürdüler. İbn Abbas şöyle der: Bir kısmına inandılar, bir kısmını inkâr
ettiler. Bu, Rasulullah (s.a.v) için, kavminin Kur'ân'a yaptıkları ve ona sinip, şiir ve eskilerin
uydurmaları diyerek onu yalanlamalarına karşı bir tesellidir. Şöyle ki, diğer
kâfirler de diğer kitaplara Mekke kâfirlerinin yaptıklarının benzerini
yapmışlardı. [108]
92,93. Ey
Muhammedi Rabbine yemin ederim ki, bütün mahlukatı dünyada yaptıklarından
sorguya çekeceğiz.[109]
94. Rabbinin
emrini açıkça tebliğ et. Müşriklerin söylediklerine kulak asma. [110]
95. Seninle
alay eden düşmanlarını yok etmek suretiyle onların kötülüklerine karşı biz
sana yeteriz. Bunlar, Kureyş'in ileri gelenlerinden
beş kişi idi. [111]
96. Onlar,
putları Allah'a ortak koşup, onunla birlikte başka ilah edinenlerdir. Bu bir
tehdit ve korkutmadır. Yani, yaptıklarının cezasını dünyada da, âhirette de göreceklerdir. [112]
97. Onların
alay etmeleri ve yalanlamaları yüzünden senin canının sıkıldığı biliyoruz. [113]
98. Onlardan
karşılaştığın kötülükten teşbihe, namaza ve Allah'ı çokça zikretmeye sığın ve
bunlardan yardım iste. [114]
99. Ey
Muhammedi Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. Ölümün gelmesi kesin
olduğu için ona yakîn ismi verildi. [115]
Bu mübarek âyetler,
aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Oraya
selametle girin" cümlesinde hazif yoluyla îcâz
vardır. "Onlara, oraya selametle girin denilir" demektir.
2. Kullarıma,
benim çok bağışlayıcı ve merhamet edici olduğumu haber ver" âyeti ile
bundan sonra gelen, Benim azabımın, acıklı azap olduğunu da söyle âyeti
arasında güzel bir mukabele sanatı vardır. Burada Yüce Allah mağfirete karşılık
da elem verici azabı getirdi. Bu, güzel edebî sanatlardandır.
3. Onların
ardı kesilmiştir Cümlesinde kinaye vardır. Ardı kesilmiştir ifadesi, kökünü
kesme azabı"ndan kinaye edilmiştir.
4. Biz, onun
geri kalanlardan olmasını takdir ettik" âyetinde mecaz vardır. Melekler,
mecaz olarak, takdir etme fiilini kendilerinin yaptığını söylediler. Halbuki
takdir etmek, sadece tek olan Allah'a mahsustur. Melekler, Allah'a yakınlıkları
ve onun has kulları olmalarından dolayı böyle dediler. Çünkü onlar, Allah'ın
elçileri olup onun emriyle gönderilmişlerdir.
5.
kelimeleri arasında nakıs cinas, kelimeleri arasında da iştikak cinası vardır.
6. Çok bağışlayan,
çok merhamet eden" ve Çok yaratan, çok bilen" ifadeleri mübalağa
kipleridir.
7. üstünü
ile altını kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
8. Gibi,
birçok yerde zorlama olmaksızın tabiî seci vardır.
9.
Tekrarlanan yedi âyet ile Kur'an-ı Kerim" arasında,
umumun hususa atfı vardır.
10. Mü'minlere karşı kanadını alçalt" âyetinde istiâre-i tebaiyye vardır. Zira her birinde şefkat ve merhamet
bulunduğu için, yumuşak huyluluk kanat alçatmaya
benzetilmiş ve müşebbehûn bihin
ismi mûşebbeh için müsteâr olarak kullanılmıştır. Bu,
beliğ istiarelerdendir. Çünkü kuş uçmadığı zaman kanatlarını indirir. [116]
Rabbine andolsun ki, onların hepsini sorguya çekeceğiz[117] âyeti ile Günahkarlardan günahları sorulmaz[118] ve İşte
§un msana da cinne de günahı sorulmaz[119] âyetlerinin arası şu şekilde
birleştirilebilir. Kıyamet merhaledir. Bir merhale vardır ki, orada sual de
vardır, konuşma da vardır. Bir başka merhalede ise ne suâl vardır, ne konuşma.
Bu, İkrime'nin görüşüdür. İbn
Abbas ise şöyle der: Yüce Allah, onlardan bilgi ve
haber almak için "şöyle şöyle yaptınız mı?"
diye sormaz. Çünkü Allah her şeyi bilir. Fakat azarlamak ve kınamak maksadıyle sorar ve onlara şöyle der: Niçin Kur'an'a isyan ettiniz? Bu hususta deliliniz nedir?[120]
Yüce Allah'ın yardımıyle Hicr sûresinin tefsiri
bitti. [121]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/267-268.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/268.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/273.
[4] Esbâbu'n-ııüzûl,
158. Kurlubî, 10/19. kelimeleri ile ilgili Kurlubî'de sekîz görüş belirtmiştir. Bu, onlardan sadece
biridir. Nitekim müellif de, bu âyeti tefsir ederken bu görüşlerden bazılarına
yer vermiştir." (Mütercimler).
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/273-274.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[9] Muhlasar-i İbn Kesir, 2/308
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/274-275.
[13] Mâide sûresi, 5/44
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275.
[20] Fahr-i Râzî,
19/167
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/275-276.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276.
[25] Fahr-i Râzî
şöyle der: Yeryüzü, son derece büyük bir yuvarlaktır. Bu büyük kürenin herbİr küçük parçasına bakıldığı zaman düz bir alan gibi
görünür. Yeryüzünün küre olması, onun herhangi bir bölümünün düz olmasına mani
değildir. Dolayısıyla "yeryüzünü uzattık" tabirinde bir problem
yoktur. "Dağları, kazıklar kıldık" (Nebe
sûresi 78/7) âyeti de bunun delilidir. Çünkü, bunların üzerinde, büyük ve düz
alanlar olduğu halde bunlara yani "kazıklar" denilmiştir. Burada da
durum aynıdır. (Râzî, 19/170)
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/276.
[29] Mülk sûresi, 68/30
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/276-277.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/277.
[31] Bu, Taberî'ııin tercihidir. Ebu Hayyan'ın, el-Bahru'1-Muhîl
adındaki tefsirinde anlallığına göre bu âyet sekiz türiü tefsir edilmiştir. Ebu Hayyan bu tefsirleri verdikten sonra der ki: En iyisi, bu
görüşlerin misal olarak verildiğini kabul etmek ve âyetin manasını sınırlamamaklır. el-Bahr, 5/451
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/277.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/277.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/277.
[35] Muhtasar-ı Ibn Kesir, 2/311
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/277-278.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278.
[38] Bakara ve A'raf sûrelerinde
biz bu konuyu tahkik ettik. Hasan-ı Basri'nİn şu sözü
de daha önce geçmişti: "Vallahi İblis, bir an olsun meleklerden
olmamıştır." Bu hususta, "en-Nübüvve velenbiya" adlı kitabımıza bakınız, s. 128.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/278-279.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[46] Kurtubî, 10/27
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[52] Muhtasar-! İbn Kesir, 2/312
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/279-280.
[54] Kurlubî, 10/6
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/280.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/285.
[56] el-Bahr, 5/457
[57] Kurtubî, 10/43
[58] Tirmizî, Tefsîru'[-Kuran,
XVI, 3127
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/285-286.
[60] Kurtubî, 10/34
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/286.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/286.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/286.
[63] Ibnu'l-Cevzî,
Zâdu'l-Mesîr, 4/404
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[66] el-Bahm'l-Muhîl, 5/457
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[72] Beyzâvî, 286
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/287.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[76] Kurtubî, 10/36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[83] Merhum Seyyİd Kutub şöyle der: Toplum Lûl
(a.s.)'un evinde güze] yüzlü gençler bulunduğunu birbirinden işitti. Orada bir
av var diye sevindiler. Şehir halkı birbirlerini müjdelİyerek
geldi". Olayın bu şekilde ifâde edilmesi, toplumun, kötülük ve
ahlaksızlıkta ulaşmış olduğu adilik ve çirkeflik derecesini gösterir. Onların
adîlikte ve seviyelerini, şöyle bir sahnede açıklıyor: Şehir halkı,
açıkça ve alenî olarak tecavüz edecekleri gençler hakkındaki bilgi edindiklerini
birbirlerine müjdeleyerek toplu halde gelmektedirler. Bu açık durumdan
hayvanlar bile utanırken o zâlim kavim bu işi açıktan yapıyor ve ağızları
sulanıp yalanıyorlardı. Bu, benzeri görülmemiş, bir bataklığa düşme halidir. Lût (a.s)'a gelince o, üzgün bir halde misafirlerini ve
şerefini savunmaya çalışıyor, onlardaki insanî hamaset duygularını tahrik
etmeye ve Allah'tan korkma duygularını harekete geçirmeye çalışıyordu. Halbuki
o, bu bataklığa düşmüş kör nefislerde, ne bir hamaset ve ne de bir insanî şuur
olmadığını biliyordu. Fakat o üzüntüsü ve sıkıntısı içersinde elinden geleni
yapmaya çalışıyordu. (Zilâl 14/31)
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/288.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[86] Fahr-i Râzî,
19/202
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[88] Taberî, 14/44
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/289-290.
[96] Beyzavî, 286
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[97] İbnu'l-Cevzî,
Zâdü'l-Mesir, 4/411
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290.
[103] Buhârî, Tefsîra'l-Kur'ân, 1, 1; XV, 3; Fezâilu'l-Kur'ân, 9. Bu görüş Taberî'nin
tercihidir.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/290-291.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/291.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/292.
[117] Hıcr sûresi, 15/92
[118] Kasas sûresi, 28/78
[119] Rahman sûresi, 55/39
[120] Kurtubî, 10/61
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/292-293.