HICR SURESİ
Kur'ân-ı
Kerîm'in 15. sûresi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. 99 âyettir. Bu
sûrede Allah'ın kudretine, akaide, ahlâka, cinlerin ve insanların yaratılışına,
Lût, İbrahim, Şuayb ve Salih (a.s.)'in menkıbelerine dair beyanat bulunmaktadır.
Sûre-i celîle HİCR adındaki ülkenin halkının başına gelen ilâhî azabı
bildirmekte olduğundan HICR adını almıştır.
Hicr,
Medine ile Şarn arasında bir-yerdir. Burası Semûd kavminin yaşadığı bir
vadidir. Sûredeki âyetler beşeriyeti bir takım fenalıklardan, kötülüklerden men
ettiği ve onları ikaz ederek himayede bulunduğu için Hıcr adını almış olması da
mümkündür.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceİîlesinde şöyle buyuruyor:
«Elif, Lâm, Râ. Bunlar kitabın ve apaçık olan
Kur'an'ın âyetleridir.»
Yüce
Allah şöyle buyuruyor: «Ey insanlar, ben sizin yaptıklarınızı gören,
söylediklerinizi işiten, bütün mevcudatı yoktan var eden Rabbinizim. Hiçbir şey
benim görüp ve işitmemden gizli değildir. Bunlar kitabın ve apaçık Kur'an'ın
âyetleridir. O Kur'an haramı helâlden, hakkı bâtıldan, hayrı serden, iyiyi
kötüden ayırır ve hidâyet yollarını gösterir.» Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın birçok
özelliklerinden bazılarını yukarıda sıraladık. Kur'an'ı okuyup emirlerine
ittiba edenler, yasaklarından sakınanlar dünya ve âhiret saâde-
(Cûz:
14. Ayet: 2-5) Hicr Sûresi 365
tine
kavuşurlar. Uzaklaşanlar ise, her ıkı cihan saadetinden mahrum olurlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kâfirler nice zaman Müslüman olmayı
isteyeceklerdir.»
Kâfirler,
kıyamet günü mü'minlerin cennetteki makamlarını, kendilerinin de cehennemdeki
azablarını gördükleri zaman «Keşke biz de, Müslüman olsaydık» diyeceklerdir. Veya kâfirler bu itirafta şu vakit
bulunacaklardır: Günahkâr mü'minler cehennemdeki cezalarını çekip, sonra oradan
çıkarılarak cennete götürüldükleri zaman kâfirler de azabtan kurtulmak için
cehennemden çıkmak isteyeceklerdir. Fakat cehennemin kapısı yüzlerine
kapanacak, o zaman «Keşke biz de, Müslüman olsaydık, cezamızı çeker, buradan
kurtulurduk» diyeceklerdir. Onlar için cehennemden kurtuluş yoktur. Çünkü
cehennem kâfirlerin, cennet ise mü'minlerin yeridir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde kâfirler için şöyle buyuruyor:
«Bırak onları, yesinler, eğlensinler. Onları emel
oyalayadursun, sonra Öğreneceklerdir.»
«Biz hiçbir kasabayı, onun ma'lûm bir yazısı
olmaksızın helak etmedik.»
«Hiçbir ümmet ne ecelinin önüne geçebilir, ne de
onlar bunu geciktirebilirler.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, kâfirleri kendi
hallerine bırak. Onlar dünyada diğer mahlûklar gibi yesinler, içsinler,
eğlensinler, arzu ve emelleri onları oyalayadursun. Başlarına ne geleceğini
bilmezler. Fakat kıyamet günü göreceklerdir, arzu ve emelleri onları Allah'a
iman ve itaatten alıkoyarak, ölümü de unutturmuştur. Kıyamet günü azabı
gördükleri zaman gerçeği anlayacaklardır. Biz hiçbir kasaba halkını muayyen bir
müddet yeryüzünde tutmadıkça helak etmedik. Ancak iman edip itaat etmeleri için
muayyen bir zamana kadar kendilerini te'hir ettik. Fakat yine onlar iman
etmediler, işte o zaman inkâr ve küfürlerinin cezası olarak helak ettik. Hiçbir
millet ecelini ne bir saat öne
alabilir ve ne de bir saat geciktirebilir. Belirlenen
366 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Ayet: 6-11)
vakit
geldiği zaman, göz açıp yumana kadar bile müsaade etmeyiz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Dediler ki: "Ey kendisine kitab indirilen
kimse, sen mutlaka delisin.»
«Doğru söyleyenlerden sen bize melekleri getirmeli
değil misin?"»
«Biz melekleri ancak hak ile indiririz. O zaman da
kendilerine mühlet verilmez.»
«Kur'an'ı biz indirdik, biz. Onun koruyucuları da,
şüphesiz ki biziz.»
Hz.
Muhammed (s.a.v.), Allah tarafından kendisine kitab gönderildiğini söyleyince,
kâfirler kendisini yalanlayıp şöyle demişlerdir: «Ey kendisine kitab indirilen
kimse, sen şüphesiz ki delisin. Eğer gerçekten doğru söylüyorsan azab
meleklerini getir, bize azab etsin, o zaman senin peygamber olduğuna inanırız.»
Yüce Allah onların bu bâtıl iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Biz
melekleri ancak vahiy ile peygamberlerimize indiririz veya bir kavmi helak
etmek için azab üe göndeririz. Azab ile gönderdiğimiz zaman asla o kavme mühlet
vermeyiz. Ey kâfirler, siz peygamber misiniz ki, size melek gelsin. Size ancak
azab ile melek göndeririz. O zaman size göz açıp yumacak kadar bile mühlet
vermeyiz. Kur'an'ı biz indirdik, onun koruyucusu da biziz, hiç kimse onun bir
harfini bile değiştiremez. «Kur'an, gönüllere huzur, okuyanlara saadet, okunan
evlere bereket, ölülere rahmet, hastalara şifa, dertlere deva, gözlere nur,
mü'minlere rahmet, kâfirlere azabtır. O. paslanmış kafaları, kararmış gönülleri
Allah'ın nuru ile aydınlatır. Çalışmayan kafaları çalıştırır, düşünemeyen
gönülleri düşündürür. Ümitsizliğe düşenleri ümitsizlikten kurtarır. Yolunu
sapıtanları hidâyete, felâkete düşenleri kurtuluşa, kâfirleri imana, iman
edenleri de Allah'a götürür. O, Allah kelâmıdır, ona dil uzatanların dili, el
uzatanların eli kurur,
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
[Cûz:
14. Âyet: 12-15) Hicr Sûresi 367
«Andolsun ki, senden önce geçen çeşitli milletlere
de peygamberler göndermiştik.»
«Onlara gelen her peygamberle istihza ediyorlardı.»
«Biz böylece o günahkârların kalblerine sokarız.» «Ama ona yine de inanmazlar.
Halbuki kendilerinden öncekilerin uğradıkları ortadadır.»
Hz.
Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderildiği zaman, müşrikler risaletini
yalanlamışlardı. Allah, buna çok üzülen Peygamberimizi teselli etmek için
yukarıdaki âyet-i celîleyi göndererek şöyle buyurmuştu: «Ey Muhammed! Senden
önceki gelip geçen nice ümmetlere de peygamberler gönderdik, onlar da kendilerine
gönderilen peygamberlerle alay ettiler. Biz o kâfirlerin kalblerine küfrü, öyle
yerleştiririz ki, onlar iman edip Hakk'a dönemezler. Çünkü âyetlerimizi ve
peygamberlerimizi yalanlamak onlara hoş görünür. Halbuki onlar kendilerinden
önce gelip geçen kavimlerin neden azaba uğradıklarını biliyorlardı. Onlar
inkârları ve küfürleri yüzünden helak olmuşlardı. Allah'ın âyetlerini ve
peygamberlerini yalanlayanlar, onların uğradıkları azaba uğrayacaklardır.»
Yüce
Allah hiçbir topluma azab etmez. Önce o topluma peygamberler gönderir, emir ve
yasaklarını bildirir. Toplumlar ve fertler emirlere uymadığı, yasaklardan
kaçınmadığı takdirde üzerlerine azabım gönderir.
İman
etmeyenler için -Yüce Allah âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Onlara gökten bir kapı açsak da çıkmaya koyulsalar,
şöyle derler: "Gözlerimiz döndü, biz herhalde büyülendik".»
Yüce
Allah, kâfirler hakkında şöyle buyuruyor: «Biz onların üzerine gökten bir kapı
açsak, o kapıdan melekler inip çıksalar, onlar da meleklerin inip çıktığını
görseler yine iman etmezler ve şöyle derler: "Herhalde bize sihir yapıldı
ki, gözlerimiz yanlış görüyor".» İman etmeyen o kimseler ayın ikiye
bölündüğünü görmelerine rağmen inanmamışlardı.
368 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Ayet: 16-18)
Müşrikler
Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelirler ve «Ey Muhammed, eğer gerçek peygambersen ayı
ikiye böl, gözlerimizle görelim ve sana
inanalım» derler. Bunun üzerine Resûlüllah mübarek şehadet parmağıyla aya
işaret eder, ay ikiye bölünür, bir parçası doğuya, diğer parçası batıya gider.
Müşrikler bu açık mucizeyi kendi gözleriyle görürler. Ama yine inanmazlar ve
«Muhammed'in sihri göklere de te'sir etti» derler. Halbuki ayın ikiye bölünme
olayı bugün aya çıkan astronotlar tarafından bile müşahede edilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun ki biz gökte burçlar yarattık ve onları
bakanlar için
süsledik.»
«Biz onları kovulmuş her şeytandan koruduk.»
«Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa apaçık görülen
bir ateş
onu kovar.»
Allahü
Teâlâ gökleri ve yeri bir nizam içinde yaratmış, insanların ibret alması için
semayı yıldızlarla, burç ve gezegenlerle, ay ve güneşle süslemiştir. Yüce Allah
rahmetinden uzaklaştırılmış şeytanların yıldızlara yaklaşmalarına izin
vermemiş, yaklaşmak isteyenleri de açık bir ateşle kovmuştur. Haliyle o şeytanların
göğe çıkmaları hiçbir zaman mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah onları
rahmetinden uzaklaştırmıştır. İşte kâfirlerin yaptığı işler de böyledir, onlar
da hiçbir zaman Allah'ın katma yükselemezler. Allah indinde ancak iman
edenlerin ihlâslı amelleri makbuldür.
İbn
Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre cahiliye devrinde her taraf gaipten
haber veren kâhinlerle doluydu. Her kâhinin ise şeytandan bir arkadaşı
bulunuyordu. O şeytanlar göğe çıkıyor, meleklerin konuşmalarını dinliyor,
yerdekilerle ilgili olanları öğreniyorlar, kâhinlere gelip haber veriyorlardı.
Kâhinler de şeytanların kendilerine getirdiği haberleri insanlara bildiriyor,
bu haberlerin bazısı doğru, bazısı ise yalan çıkıyordu.
Hz.
Muhammed Cs.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden önce göğün katlarına çıkmaları
henüz yasaklanmamıştı. Daha önceki peygamberler Allah'tan aldıkları vahiyleri
kavimlerine bildirirken kâhinler araya girerler ve «Biz onları daha önceden
biliyorduk» derlerdi. Çünkü o zamana kadar şeytanların göklere çıkması henüz
(Cüz:
14. Âyet: 19-21) Hicr Sûresi ■ 369
yasaklanmamıştı.
Dolayısıyla şeytanlar öğrendikleri sırları kâhinlere haber verdikleri için
kâhinler peygamberlere gelen bazı hükümleri önceden biliyorlardı. Ancak Hz. İsa
Aleyhisselâm zamanında üçüncü kat semadan yukarısına çıkmaları yasaklanmıştır.
Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'in teşrifleriyle şeytanların birinci kat
semaya bile yaklaşmaları yasaklanmıştır.
Yüce
Allah bu hususu âyet-i celilesinde şöyle beyan ediyor: «An-dolsun ki, biz gökte
burçlar yarattık ve onları bakanlar için süsledik. Biz onları kovulmuş her
şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, apaçık bir ateş onu
kovar.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Yeri de döşeyip yaydık. Oraya sabit dağlar
yerleştirdik. Ve orada her şeyden ölçülü olarak yetiştirdik.»
«Orada hem sizin için, hem rızıklarım te'min
edemeyeceğiniz kimseler için birçok geçimlikler yarattık.»
Yüce
Allah önce göklerden haber verdi, içindekileri beyan etti, sonra vahdaniyetinin
delili olan yeryüzünden haber verdi ve şöyle buyurdu: «Biz yeri bir döşek gibi
suyun üzerine yaydık. Beşik gibi sallanmaması için üstüne koca koca dağlar
diktik. İnsanların istifadesi için içlerinde çeşit çeşit madenler yarattık.
Maişetlerini te'min etmeleri için türlü türlü mahsuller yarattık. Öyle ki
hiçbirinin tadı, rengi, kokusu, lezzeti birbirine benzemez. Ey insanlar,
Allah'ın vahdaniyetini kabul edip verdiği nimetlere şükretmeniz için, bütün bu
nimetler size ve beslenmesinden aciz olduğunuz hayvanlara verilmiştir.»
İnsan
o kadar nankör bir yaratıktır ki, bütün bu nimetlerden istifade ettiği halde
Allah'a şükretmez, küfran-ı nimette bulunur! Halbuki kendisinin bir zerre
yaratması mümkün olmadığı gibi, rızkını vermesi de söz konusu değildir. Nitekim
bu husus aşağıdaki âyet-i kerimeyle en güzel şekilde dile getirilmektedir:
Allahü
Teâlâ âyet-i celiîesinde şöyle buyuruyor;
C.
: III — F. : 24
370 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Âyet: 22-25)
«Hiçbir
şey yoktur ki hazinesi bizim yanımızda olmasın ve biz onu ancak belli bir
ölçüye göre indiririz.»
Bütün
yaratıkların rızkını veren Yüce Allah'tır. Çünkü O rez-zâk-ı âlemdir. Hiçbir
canlı gittiği yere rızkını sırtında taşımaz. Nereye giderse gitsin, rızkı orada
karşısına çıkar. Çünkü rızık hazinelerinin anahtarı Allah'ın katandadır. Bu
rızıklardan biri de yağmur olup Yüce Allah onu istediği mekâna, istediği
miktarda yağdırır. Yağmur büyük bir nizam ve intizâm içinde yağar, Allah'ın
izni olmadan bir damla bile yere düşmez. O, her damladan haberdardır.
İbn
Abbas (r.a.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
Ne
kadar yağdığını, kaç damladan ibaret olduğunu bu işe memur tayin edilen melek
bilir. Yağmurun yağışı tesadüfi değil, bilâkis ince ve hassas bir ölçünün
eseridir. Ancak Nûh tufanı müstesnadır. O zaman kırk giin, kırk gece
kâfirlerin helak olması için ölçüsüz yağmur yağmıştır. Öyle ki bütün yeryüzü
suların altında kalmış, küfür ehli cezasını bulmuş, iman ehli ise Nûh
Aleyhisse-lâm'm gemisine girmek suretiyle kurtulmuşlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Rüzgârları
da aşılayıcı olarak gönderdik. Gökten su indirip onunla sizi suladık. Yoksa siz
onu bıriktirenıezdiniz.»
Allahü
Teâlâ bulutları rüzgârlar vasıtasıyla bir yerden başka bir yere sevkedip
taşıdıkları yağmuru yeryüzüne indirmiştir. Bu yağmur vasıtasıyla mahlûkatın
ihtiyacını gidermiş, bağları, bahçeleri, meyva ve sebzeleri" sulamıştır.
Yağmur yağmasaydı hiçbir canlı yaşayamaz, yeşillik namına bir şey olmazdı. Eğer
Allahü Teâlâ yağmuru yağdırın asaydı, hiçbir kuvvet onu yere indiremezdi. Zira
yağmurun hazinesinin anahtarı insanların değil, Allahü Te-âlâ'nm elindedir. O
her şeye kadirdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:-
«Doğrusu
biz hem diriltiriz, hem Öldürürüz. Hepsinin gerisinde de biz kalırız.»
(Cûz:
14. Ayet: 25) Hicr Sûresi 371
«Andolsun ki sizden önce geçenleri de biz biliriz,
geri kalanları da biz biliriz.»
«Şüphe yok ki, Rabbin onları toplayacaktır. Hakikat
o, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Hakkıyla bilendir.»
AllahüTeâlâ
şöyle buyuruyor: «Yeryüzünü yağmurlarla diriltip çeşitli bitkilerle,
sebzelerle, meyvalarla, çiçeklerle süsleyen biziz. Bütün bunları insanların
ibret almaları için kışın öldüren yine biziz. Tıpkı bunun gibi bütün canlıları
da öldürüp kıyamet günü tekrar dirilteceğiz. Bütün mevcudatın mâliki ve halikı
biziz. Göklerde ve yerdekilerin yaratıcısı biziz. Ve onlar bizim emrimize
âmâ-de yaratıklardır. Sonunda onların hepsi bize döndürülecektir. Yerler ve
gökler hiç kimseye baki kalmayacaktır. Çünkü onların gerçek sahibi ve mâliki
biziz. Bütün canlıları mahşer günü toplayacağız, amellerine göre mükâfat veya
mücâzat vereceğiz. Mü'minlere imanlarının karşılığı olmak üzere cenneti,
kâfirlere ise inkârlarının cezası olarak cehennemi vereceğiz. Böylece iman
edenler mükâfata, inkâr edenler ise mücâzata kavuşmuş olacaktır. Çünkü Allah
hakimdir. Ne dilerse onu hükmeder; alimdir, kullarının yaptığı her şeyi bilir,
ona göre mükâfat veya mücâzat verir.»
Bazı
tefsircilere göre bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şöyledir: Peygamberimiz Hz.
Muhammed Cs.a.v.) sahabelerine cemaatle kılman namazlarda ön safta bulunanların
diğer saftakilere göre daha çok sevap kazandıklarını söyler. Evi mescide yakın
olan sahabeler bunu duyduktan sonra erkenden gelip ön safı dolduruyor-lardı.
Evi mescide uzak olanlar ise haliyle arka saflarda kalıyorlardı. Evi mescide
uzak olanlar da ön safta yer almak için uzaktaki evlerini satıp mescide yakın
bir yerde ev almak için karar verirler. Ve mescide uzak olanlar evlerini
terkederler, daha yakın yerlerde kendilerine mesken edinirler. Böylece uzak
bölgedeki evler boş kalmış olur. Durumu gören Peygamberimiz şöyle buyururlar:
«İbadet maksadıyla camiye gelen mü'minlerin adımları sayısınca kendilerine
sevap verilir ve cennetteki dereceleri yükseltilir. Resûlül-lah'ın ağzından bu
müjdeyi duyanlar, uzaktaki evlerini yeniden satın alırlar ve oradan mescide gelmeye
başlarlar. Bu hâdise üzerine Yüce Allah yukarıdaki âyeti inzal ederek şöyle
buyurmuştur: «Andolsun ki sizden önce geçenleri de biz biliriz. Geri kalanları
da biz biliriz. Şüphe yok ki, Rabbin onları toplayacaktır. Hakikat O, tam bir
hüküm ve hikmet sahibidir. Hakkıyla bilendir. Hiçbir şey Allah'ın bilgisinden
gizli değildir. O, kullarının niyetlerini ve amellerini en iyi bilendir.
Kıyamet günü ona göre mükâfat ve mücâzat verecek olan da O'dur.»
Allahü Teâlâ
âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan,
şekillenmiş bir balçıktan yarattık.»
«Daha Önce de cinleri alevli ateşten yarattık.»
Yüce
Allah bu âyet-i celilede Âdem Aleyhisselâm'm neden yaratıldığını beyan ediyor
ve şöyle buyuruyor:
«Biz
Âdem'i ateş görmemiş kuru bir balçıktan yarattık. Ona şekil verip insan haline getirdik. Ondan önce cinlerin atası
olan Cân'ı da alevli ateşten yarattık.»
Cinlerin
yaratılışı insanların yaratılışından çok öncedir. Yeryüzü daha ateş halindeyken
Yüce Mevlâ cinleri - o ortamda yaşayacak şekilde- alevli ateşten yaratmış,
onlar da Hz. Âdem ta.s.)'in yaratılışına kadar uzun süre yeryüzünde hüküm
sürmüşlerdir. Ne zaman ki, yer küre soğumaya başlamış ve insan neslinin
yaşamasına elverişli hale gelmiş, işte o zaman Yüce Allah halifem diye vasıflandırdığı
Hz. Âdem Aleyhisselâm'ı balçıktan yaratmıştır. Bu iki varlığı Yüce Allah ancak
kendisine ibadet etmekle mükellef kılmıştır. Cinler öyle varlıklardır ki,
dumansız ateşten yaratıldıkları için insandan başka her şekle girerler. Ancak
bazı insanların cinleri gördüğü de bir gerçektir. Cinler hakkında Kur'ân-ı
Kerim'de başlıbaşma bir sürenin bulunduğu ise bir vakıadır. Yüce Allah
gündüzleri insanlara, geceleri ise cinlere tahsis etmiştir. Onlar da insanlar
gibi dünyanın sonuna kadar nesillerini sürdüreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hani Rabbin meleklere demişti ki, ben, kuru bir
çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir insan yaratacağım.»
«Onu yapıp ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun
için secdeye kapanın.»
«Bunun üzerine meleklerin hepsi birden secde
ettiler.» «Ancak İblis secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek dayattı.»
Yüce
Allah, meleklerine «Ben yeryüzünde bana kulluk yapacak, emirlerimi yerine
getirecek, yasaklarımdan kaçınacak, kuru balçıktan bir insan yaratacağım»
demişti. Allahü Teâlâ, Âdem Aley-hisselâm'ı balçıktan insan şekline getirmiş,
kendi ruhundan ona üfürerek hayat vermiş ve meleklere, Adem'e secde etmelerini
emretmiştir. Bu emre muhatab olan melekler, derhal secde etmişler, ancak İblis
secdeden kaçınmıştır. Meleklerin Âdem'e yapmış olduğu bu secde tahiyat secdesi
olup onun şahsında Allah'a secde edilmiştir. Âdem'e secde etmekten kaçınan
İblis'e Yüce Allah bunun sebebini sorar.
Allahü
Teâlâ bu hâdiseyi âyet-i celîlesinde şöyle beyan ediyor:
*Allah: "Ey iblis, sen neden secde
edenlerle beraber değildin?" dedi.»
«Ben; "Kuru bir çamurdan,
şekillenmiş bir balçıktan yarattığın insana secde edemem" dedi.»
«Allah buyurdu ki öyle ise oradan çık. Sen artık
kovulmuş birisin.»
«Muhakkak ki ceza gününe kadar lanet sanadır.»
İblis,
Âdem Aleyhisselâm'a secde etmekten kaçınınca, Allahü Teâlâ bunun sebebini sorar
ve şöyle buyurur: «Ey İblis, sana ne oldu ki, meleklerle beraber Âdem'e secde
etmedin?» İblis de Yüce Allah'a secde etmeyişini şöyle açıklar: «Sen onu kuru
bir balçıktan, beni ise ateşten yarattın. Yaratılış itibariyle ondan üstün
olduğum için secde etmedim.»
İblis,
Âdem Aleyhisselâm'a secde etmemek suretiyle Allah'ın emrine karşı geldiği için
Yüce Mevlâ ona şöyle buyurmuştur:
«Öyle
ise oradan çık. Zira sen artık kovulmuş birisin. Kıyamet gününe kadar Allah'ın
laneti senin üzerinedir.»
Allah'ın
rahmetinden kovulan İblis, dünyanın sonuna kadar,
Âdem'in
zürriyetini de Allah'a secde ettirmemek için mühlet ister. Yüce Allah da
istediği mühleti kendine verir.
Allahü
Teâlâ bunu âyet-i celîlesinde şöyle beyan ediyor;
«"Rabbim, hiç olmazsa tekrar dirilecekleri güne
kadar bana mühlet ver" dedi.»
«Allah "Şüphesiz sen mühlet
verilenlerdensin" dedi.»
«Bilinen gün gelene kadar.»
«Dedi ki, "Rabbim, beni saptırdığın için
andolsun ki, ben de onlara yeryüzündeki fenalıkları güzel göstereceğim. Ve
onların hepsini saptıracağım.»
«Ancak hâlis kıldığın kulların müstesnadır".»
îblis,
Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılınca dünyanın sonuna kadar kendisine mühlet
verilmesini ister. Maksadı, Âdem Aleyhis-selâm'm zürriyetini de kendisi gibi
Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmaktır. Çünkü Âdem Aleyhisselâm'ın yüzünden
ilâhi rahmetten uzaklaşmıştı. İşte mühlet istemesinin sebebi, Âdem
Aleyhisselâm'ın zürriyetinden intikam almaktı. Yüce Allah da isteğini kabul
eder ve kendisine kıyamete kadar mühlet verir. Bunun üzerine Yüce Mevlâ'ya
şöyle der:'
«Ey
Rabbim, beni Âdem'in yüzünden rahmetinden kovup dala' lette bıraktığın gibi ben
de yemin ederim ki onun zürriyetini senir yolundan alıkoyup dalâlete sevkedeceğim.
Onlara yeryüzündeki şen vetleri, lezzetleri, yasakladıklarını güzel gösterip
hepsini azdıraca ğım ve sana isyan ettireceğim. Ancak amellerini ihlâslı yapan
kul larını sapıklığa düşüremeyeceğim. Çünkü onlar ihlâs ve samimi yetle sana
kulluk yapıyorlar.»
Hasan-ı
Basri'den şöyle rivayet edilmiştir: Peygamberimiz şöy le buyurmuştur:
«îblis,
Allah'ın rahmetinden kovulmak suretiyle lânetlendiğ; zaman şöyle demiştir-.
"Ey
Rabbim, senin izzetin hakkı için Âdemoğullarım sana is
yan
ettirinceye kadar kalblerinden vesveseyi çıkarmayacağım".» Bunun üzerine
Yüce Allah şöyle buyurur:
«Ey
meüun, ben de kullarım ruhlarını teslim edene kadar tev-belerini kabul eder,
günahlarını bağışlarım.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah buyurdu ki: "İşte benim taahhüt ettiğim
dosdoğru yol budur.»
«Muhakkak ki, kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun
olmaz. Ancak sana uyan sapıklar müstesnadır.»
«Şüphesiz onların hepsine vaat olunan yer
cehennemdir.»
«Onun yedi kapısı vardır ve her kapıdan onların
gidecekleri bir kısım vardır".»
İblis,
Âdem Aleyhisselâm'm zürriyetini hak yolundan sapıtmak için dünyanın sonuna
kadar mühlet ister. Yüce Allah da istediği mühleti verir ve şöyle buyurur:
«Benim doğru yolum İslâm'dır. Ona girenler hidâyete erip rahmete nail olurlar. Hidâyete
erdirmek senin değil, benim elimdedir. Hidâyet verdiğim kullarımı asla dalâlete
düşüremezsin. Zira senin onların üzerinde bir saltanatın ve bir hükümranlığın
yoktur. Sana ancak iman etmeyenler tâbi olurlar ve yolundan giderler. Sen
onlardan başkasına vesvese verip kandıramazsın. Senin ve onların gidecekleri
yer cehennemdir.»
Cehennemin
yedi kapısı vardır ve hepsinden ayrı ayrı yerlere gidilir. Her mekânda ayrı bir
grub azab görür. Cehennemin yedi kapılı oluşunun hikmeti şudur: Kâfirler ve
günahkârlar durumlarına göre cehennemin değişik kapılarından gireceklerdir.
Merhum müellif Ebû'1-Leys Semerkandî Hazretleri cehennemin tabakalarını şöyle
sıralamaktadır:
1
— Haviye: Cehennemin en aşağı tabakasıdır. Firavun ve benzerleri, Hz. İsa
Aleyhisselâm'a Allah'ın oğlu diyenler, münafıklar burada azab göreceklerdir.
376 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Ayet: 45-48)
—
Lâza: Ateşe tapanların ve Yüce Allah'ın iki olduğunu söyley eni erin yeridir.
—
Bakar: Müşriklerin ve puta tapanların cezalandırılacaklan kısımdır.
—
Canim: Allah'ın peygamberlerini yalanlayan ve kendilerine gönderilen
peygamberleri öldüren Yahudilerin mekânıdır.
4
— Hutame: Âhirzaman Nebisi Hz. Muhammed Cs.a.v.)'i ya İşınlayan ve iftira eden
Nasranîlerin azab görecekleri kısımdır.
—
Saîr: Sabülerin, yani yıldızlara ve diğer varlıklara tapanların yeridir.
—
Cehennem: Dünyadayken büyük günah işleyip tevbe etmeden ölen mü'minlerin azab
görecekleri yerdir. Onlar orada günahlanmn karşılığı olan cezalarım çekecekler,
daha sonra Allah'm lütfuyla cennete gireceklerdir.
İsimleri
bu şekilde sıralanan cehennemin tabakalarının kapıları ayrı ayrıdır. Nitekim
Yüce Allah bunu şöyle beyan etmiştir «Onun yedi kapısı vardır ve her kapıdan
onların girecekleri bir kısım vardır.»
Allahü
Teâlâ iman eden kulları için de şu müjdeyi veriyor:
«Müttakiler ise muhakkak ki, cennetlerde pınar
başındadırlar." «Selâmetle ve korkusuz korkusuz girin oraya.» «Biz onların
gönüllerindeki kini çıkardık. Artık onlar kardeş olarak sedirler üzerinde
karşılıklı otururlar.»
«Onlara orada hiçbir yorgunluk ve zahmet değmez.
Oradan çıkarılacak da değillerdir.»
Yüce
Allah iman etmeyenlere vereceği cezaları beyan ettikten sonra mü'minlere
hazırladığı mükafatları da bu âyet-i kerîmelerle bildirmektedir:
«îman
edip güzel amel işleyenler Ailah'm kendilerine vaad ettiği cennetlere girip
içindeki bütün nimetlerden istifade edeceklerdir. Kıyamet günü onlar için
hiçbir korku ve hüzün yoktur. Onlar selâmet idinde Allah'ın cennetlerine
gireceklerdir. Aralarında
(Cüz:
14. Ayet: 49-50) Hicr Sûresi 377
en
küçük bir düşmanlık olmayacak, kalblerinde zerre kadar kin bulunmayacaktır.
Hepsi birbiriyle kardeş olacak, en küçük bir yorgunluk hissetmeyeceklerdir.
Orada ebedi olarak kalacaklardır. Dünyada iken iman edip sâlih amel işleyenlere
kıyamet günü verilecek olan mükâfatlar işte bunlardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kullarıma bildir ki, muhakkak ben gafur, rahîm
olanım.» «Ve muhakkak ki, benim azabım can yakıcı bir azabtır.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, tevbe eden kullarıma
benim esirgeyici ve bağışlayıcı olduğumu haber ver. Çünkü ben afvedici ve
bağışlayıcıyım. Şirki ve küfrü bırakıp iman etmeyenler için ise can yakıcı bir
azabım vardır.»
Görülüyor
ki, Yüce Allah iman edenleri ve işledikleri günahlar için tevbe edenleri
afvediyor, iman etmeyenleri ise küfürlerinin, karşılığı olarak elim bir azaba
uğratıyor. Demek ki, Yüce Allah kullarından hiç kimseye azab etmiyor, ancak
kul, Rabbine şirk koşar ve nimetlerine karşı nankörlük ederse cezaya müstehak
oluyor.
Atâ
(r.a.)'dan şöyle rivayet edilmiştir;
Bir
gün Benî Şeybe kapısına yakın bir yerde oturmuş, arkadaşlarla konuşup
gülüşüyorduk. Tam bu sırada Resûlüllah yanımıza geldi, «Ne oldu size ki böyle
gülüyorsunuz? Keşke ben sizi bu vaziyette görmeseydim» dedi ve Hacerü'l-Esved'in
bulunduğu yere gitti. Bu arada başımızın üzerinde gök gürlemesi gibi bir ses
duyduk. Hz. Peygamber'in bize doğru geldiğini gördük. Yanımıza yaklaştı ve dedi
ki: «Cebrail şimdi bana geldi ve şunları söyledi: "Yâ 'Muhanımad, Allahü
Teâlâ'nm sana selâmı var. Niçin kullarımı ümitsizliğe düşürüp korkutuyorsun?
Onlar ne kadar günah işlerlerse işlesinler, eğer samimi bir şekilde tevbe
ederlerse günahlarını bağışlar, kendilerini afvederim. Onlar rahmetimden
ümitlerini kesip azabımdan korkmasınlar. Ancak tevbeyi terk etmek suretiyle
azabımdan emin olmasınlar, zira azabım kafidir".* Bu âyet-i celî-le,
mü'minin Allah'ın rahmetini ümit ederek ibadet etmesine, azabından korkarak
günahlardan uzak durmasına delâlet eder. İnsanların ibret alması için Yüce
Allah, İbrahim ve Lût kıssalarını haber veriyor.
378 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Ayet: 51-56)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara İbrahim'in misafirlerinden haber ver.»
«Onun yanına girip "Selâm" demişlerdi. O
da, "Doğrusu biz, sizden endişe ediyoruz" demişti.»
«Onlar da: "Korkma, biz sana bilgin bir oğlun
olacağım müjdelemeye geldik" demişlerdi.»
Allahü
Teâlâ insanların ibret alması için geçmiş peygamberlerden ve kavimlerinden
kıssalar beyan etmiştir. Bu âyet-i celilede de İbrahim Aleyhisselâm'm kıssasından
haber verip sevgili Pey-.gamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, İbrahim'e
misafir olarak Cebrail ile birlikte on melek gönderdiğimizi bildir.»
Cebrail
ile birlikte gelen on melek İbrahim Aleyhisselâm'm yanma girerler, selam
verirler. İbrahim Aleyhisselâm da selâmlarını alır ve heybetlerinden korkar.
Çünkü onların melek olduğunu bilmiyordu, zira onlar insan suretinde
gelmişlerdi. Beklenmedik misafirler karşısında dehşete kapılan İbrahim
Aleyhisselâm şöyle konuşur: «Ey kavmim, biz sizden endişe ediyoruz.» Onlar da
îb-rahim Aleyhisselâm'm endişeye kapılmâması için şöyle derler-. «Biz--den
korkma. Biz sana bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik.» Meleklerin
insan suretine girip İbrahim Aleyhisselâm'a gelerek müjdelemiş oldukları oğlan
Sâre Validemizden doğan îshak -Aleyhisselâm'dır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Ben kocamışken mi bana müjde veriyorsunuz? O halde
neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?»
«Dediler ki: "Seni gerçekten müjdeliyoruz. Öyle
ise ümidini kesenlerden olma".»
«"Zaten sapıklardan başka Rabbinin rahmetinden
kim ümidini keser?" dedi.»
[Cûz:
14. Âyet: 57-64) Hicr Sûresi 379
Melekler
İbrahim Aleyhisselâm'ı bir oğlan çocuğuyla müjdeleyince İbrahim Aleyhisselâm
şöyle der: «Ben yaşlanmış, güçsüz kalmış, zayıflamış bir haldeyken nasıl bir
çocuğum, olabilir? Bana böyle bir müjdeyi nasıl verebilirsiniz?» Melekler ise
şöyle cevap verirler: «Biz gerçekten seni bir oğlan çocuğuyla müjdeliyoruz.
Sözümüz haktır. Sen Yüce Allah'tan ümidini kesenlerden olma. Çünkü Allahü
Teâlâ'nm rahmeti çok geniştir. Neyi dilerse ona kudreti yeter.» İbrahim Aleyhisselâm meleklerin bu cevabı
karşısında Rabbi-ne şöyle niyazda bulunur: «Rabbim, rahmetinden ümidimi asla
kesmem. Rahmetinden ancak kâfirler ümidini keser.>
İbrahim
Aleyhisselâm onları Allahü Teâlâ'nm elçileri zannedip niçin geldiklerini sorar.
Allahü
Teâlâ bunu âyet-i celîlesinde şöyle beyan ediyor:
«"Ey elçiler, işiniz nedir?" dedi.»
«Dediler ki, "Biz günahkâr bir kavme
gönderildik.»
«Şu kadar ki, Lût ailesi bunların dışındadır. Biz
onların hepsini behemehal kurtaracağız.»
«Karısı müstesna. Karısının geride kalanlar arasında
bulunmasını gerekli bulduk".»
İbrahim
Aleyhisselâm meleklere niçin geldiklerini ve maksatlarının ne olduğunu sorar.
Onlar ,da cevaben «Biz müşrik ve mücrim olan Lût'un kavmini helak etmeye
geldik» derler. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm «Lût'un da içinde bulunduğu
kavmi mi helak edeceksiniz?» diye sorar. Cebrail Aleyhisselâm, şöyle cevap
verir: «Lût, kızları, iman eden karısı ve mü'minler müstesna olmak üzere bütün
kavmini ve-iman etmeyen karısını helak edeceğiz.» Cebrail Aleyhisselâm, İbrahim
Aleyhisselâm'a bu haberi verdikten sonra yanından ayrılır ve Lût
Aleyhisselâm'ın bulunduğu beldeye gelir. Nitekim Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor:
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
380 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Âyet: 65-67)
«Elçiler Lût ailesine varınca»
«Lût "Doğrusu siz tanınmamış
kimselersiniz" dedi.>
«Onlar da "Hayır, biz sana, onların hakkında
şüphe edip durdukları azabı getirdik" dediler.»
«Sana hak ile geldik. Biz şüphesiz doğru
söyleyenleriz.»
Melekler
Lût Aleyhisselâm'a insan şeklinde gelince Hz. Lût görür görmez dehşete kapılır.
Ve şöyle der: «Siz nasıl bir kavimsiniz ki, ben bugüne kadar sizi görmedim?
Doğrusu sizden çekindim.» Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm «Biz korkulacak
bir kavim değiliz. Kavminin kâfirleri üzerine Allah'ın azabını getirdik. Çünkü
onlar Allah'ın azabına inanmıyorlardı, tşte inanmadıkları azabı onlara
getirdik. Sana hak ile geldik. Biz onları şüphesiz helak edeceğiz. Ancak sana
iman edenler müstesnadır» şeklinde cevap verir Aralarında geçen bu konuşmadan
sonra Cebrail, Lût Aleyhisselâm'a şu tenbihatta bulunur:
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«"O halde geceleyin bir ara, aileni yola çıkar.
Sen de arkalarından git. Hiçbiriniz arkaya bakmasın. Ve emrolunduğunuz yere
doğru yürüyün" demişlerdi.»
«Böylece ona, bunların sonlarının sabaha çıkarken
kesilmiş olacaklarını bildirdik.»
«Şehir halkı sevinerek geldiler.»
Cebrail,
Lût Aleyhisselâm'a gelir, «Ey Lût, iman edenleri, kızlarını, mü'mine olan
karını gecenin bir kısmında kâfirlerin içinden çıkar, sana emredilen istikamete
gönder. Sen de arkalarından git Hiçbiriniz geriye dönüp bakmasın» der.
Lût
Aleyhi s sel âm'ın, Zağra denilen şehre gitmesi istenilmektedir. Arkanıza
bakmayın diye ikaz edilmelerinin sebebi, geride vuku bulan azabın kendilerine
isabet etmemesi veya onu görmemeleridir. Yüce Allah bu hususu şöyle beyan
ediyor: «Biz ona şu kafi emri vahyettik. Sabaha çıkarlarken onların arkası
behemehal kesilmiş olacaktır.»
Cebrail
Aleyhisselâm ve beraberindeki melekler Lût Aleyhisselâm'a insan şeklinde
geldikleri zaman, kendilerini gören kavminin
(Cüz:
14. Ayet: 68-77) Hicr Sûresi 381
sapıkları
kötü fiillerini icra etmek maksadıyla sevinç içinde Hz. Lût'un evine gelirler.
Sapıkların misafirlerine bir zarar vermemesi için Allah'ın Nebisi kendileriyle
mücadele eder. Fakat sapıklar güruhunun gözü o kadar dönmüştü ki, Lüt
Aleyhisselâm'm bütün ısrarlarına rağmen o şen'i fiillerinden ve kötü
emellerinden vazgeçmezler. Onlar çirkin işlerine devam ededursunlar, sabaha
doğru ilâhî azab kendilerini yakalar ve hepsini yerle bir eder. O kadar ki
içinde bulundukları belde üzerinde hiçbir canlının yaşamadığı bir görünüme
bürünür. Sapık kavmi, Lüt Aleyhisselâm'm evine gelip misafirlerine sarkıntılık
etmeye yeltenince kendilerine şöyle der.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Dedi ki: "Hakikat bunlar benim
misafirlerimdir. Onlara karşı benî mahcup etmeyin.»
«Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin".»
«"Biz seni elâleme karışmaktan men etmedik
mi?" dediler.»
«"Alacaksanız işte bunlar benim
kızlanmdır" dedi.»
Lût Aleyhisselâm
kavmine şöyle der: «Bunlar benim misafirle-rimdir, yanlarında beni mahcup
etmeyin. Allah'tan korkun. Bu kötü fiilinizden vazgeçin.» Bunun üzerine onlar
Lût Aleyhisselâm'a şöyle derler: «Biz seni yabancıları misafir etmekten men
etmedik mi? Bunları niçin misafir ettin?» Lût Aleyhisselâm onlara şöyle cevap
verir: «Eğer siz gerçekten evlenmek istiyorsanız bu kavmin kızlarını size
nikâhhyayım. Allahü Teâlâ size kadınları helâl, erkekleri haram kıldı. Siz
kadınlar için, kadınlar da sizin için yaratılmıştır.»
Lût
Aleyhisselâm'm evinin etrafında toplanan sapık kavmi, yapılan bütün ikazları
dinlemeyerek içeri girmeye zorlarlar. Tam o sırada Cebrail kanadıyla yüzlerine
vurur, hepsinin gözü kör olur. Bu konuda daha çok bilgi edinmek isteyenler Hûd
sûresine bakmalıdırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
382 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Âyet: 78-81)
«Senin yâdı cemiline yemin ederim ki, onlar
sarhoşlukları içinde muhakkak serseri bir halde idiler.»
«Tan yeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi.»
«Ülkelerinin üstünü altına getirdik. Üzerlerine sert taş yağdırdık.»
«Bunda görebilenler için ibretler vardır.»
«O yerler işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadırlar.»
«Bunda iman edenler için muhakkak ibretler vardır.»
Allahü Teâlâ,
sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammedi Senin yâd-ı cemiline yemin
ederim ki, Mekke halkı cehaletleri yüzünden sapılmışlardır. Onlar kendilerinden
önce meydana gelen olaylardan ibret alıp Hakk'a dönmezler, kendilerini helak
ettiğimiz kavimler gibi küfürlerinde ısrar ederler.»
Yüce
Allah daha sonra Lût Aleyhisselâm'ın kavminin başına gelenleri haber vermiş ve
şöyle buyurmuştur: «Onlar çirkin fiillerini kendilerine yapılan bütün uyarılara
rağmen terk etmediler. Bunun neticesi olmak üzere Cebrail bizim emrimizle tan
yeri ağarırken beldelerinin altını üstüne getirdi. Biz de üzerlerine taş
yağdırdık.» Âyet-i celîlede ifade edildiği gibi, Cebrail onları helak edeceği
zaman korkunç bir çığlık atar, beldelerinin altını üstüne getirir, üzerlerine
taş yağar.
Düşünebilen
kimseler için Lût Aleyhisselâm'ın kıssasında birçok ibret vardır. Yüce Allah'ın
halkını-helak ettiği beldelerin izleri birer ibret numunesi olarak bugün bile
görülmektedir. Onlar inkâr ettikleri ve sapıklığa düştükleri için helak
oldular. Allah tarafından kendilerine gönderilen peygamberlerin emirlerini
dinlemeyen, inkârda ve sapıklıkta ısrar eden her kavim onların akıbetine
uğramaya mahkûmdur. Nitekim Kur'ân-ı Azîmüşşân bunların örnekleriyle doludur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ormanlık yerde oturanlar da gerçekten zâlim
kimselerdi.»
«Bunun için onlardan intikam aldık. Her ikisi de
hâlâ işlek bir yol üzerindedir.»
«Andolsun ki, Hicr ahalisi de peygamberleri
yalanlamışlardı.» «Onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde yüz çevirmişlerdi.»
(Cûz:
14. Âyet: 82-84) Hicr Sûresi 383
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celîlelerde de Şuayb Aleyhisselâm'm kavminin kıssasını beyan
etmektedir.
Şuayb
Aleyhisselâm'm kavmi Medyen'de sık ve gür ormanlarla kaplı bir beldede
yaşıyorlardı. Onlar da Lût Aleyhisselâm'm kavmi gibi peygamberlerini
dinlememişler, küfre dalmışlardı. Şuayb Aleyhisselâm'm bütün ikazlarına rağmen
iman etmemişlerdi. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Biz o iman etmeyen
kavimden intikamımızı aldık. Üzerlerine azabımızı.gönderip onları helak ettik.
O kavmini helak ettiğimiz yerler, işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Gelip
geçenler kendilerini nasıl helak ettiğimizi gördükleri halde ibret almazlar.»
Âyet-i kerîmede geçen «Hicr» halkından maksat, Salih Aleyhisselâm'm kavmidir.
Salih Aleyhisselâm'm kavmi de diğer peygamberlerin kavimleri gibi, kendisini
yalanlamışlarda.
Salih
Aleyhisselâm'm kavmi kendisinin hak peygamber olduğunu isbat etmek için büyük
bir kayadan deve çıkarmasını isterler. Bunun üzerine Salih Aleyhisselâm,
Rabbine yalvarır. Allahü Teâlâ duasını kabul eder ve Salih Aleyhisselâm'm
işaretiyle kaya ikiye ayrılır, gözlerinin önünde içinden on bir aylık hamile
bir deve çıkar. Salih Aleyhisselâm kavmini ikaz eder ve der ki: «Bu deve,
Allah'ın devesidir. Sakın dokunmayınız. Aksi takdirde Allah'ın azabı sizi
yakalar.» Bu inkarcı toplum peygamberlerinin kendilerine yaptığı nasihati
dinlemez, pusuya düşürmek suretiyle deveyi öldürürler. Bunun üzerine ilâhi azab
kendilerini helak eder. Böylece inkârlarının cezasım görürler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde" şöyle buyuruyor:
«Onlar
dağlardan emin evler yontup oyarlardı.» «Sabaha karşı çığlık onları da
yakalayıverdi.» «Yaptıkları da kendilerine bir fayda vermedi.»
Semûd
kavmi, Allah'ın azabı kendilerine geldiği zaman içlerine girip kurtulmak için
dağların ve kayaların içine sağlam ve emin evler yapmışlardı. Onlar Allahü
Teâlâ'nm kendilerine verdiği nimetlerin kıymetini bilmeyerek küfran-ı nimette
bulunmuşlar, peygamberlerini yalanlamışlar, Allah'ın devesini öldürüp etini
aralarında taksim edip yemişlerdir. Halbuki peygamberleri kendilerine
384 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Âyet: 85-88)
«Bu
Allah'ın devesidir, sakın onu öldürmeyin. Eğer öldürecek olursanız ilâhi azab
sizi helak eder» demişti. O azgın ve sapık kavim peygamberlerini dinlemeyerek
deveyi öldürürler. Yüce Allah deve ile onları tecrübe etmiş, ona dokunulmam a
sim emretmiştir. Fakat onlar bu yasağı dinlemeyerek Allah'ın emrine isyan edip
deveyi öldürmüşlerdir. Allah'ın emrine muhalefet ettiklerinden dolayı Yüce
Allah, Cebrail'i onları helak etmek için gönderir. Cebrail gelir, sabaha karşı
korkunç bir çığlık atar, bir anda hepsi helak olur. Yaptıkları kendilerine bir
fayda vermez. Böylece isyan ve küfürlerinin cezasını görürler. Küfredenler
cezasını, iman edenler de mükâfatını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Gökleri, yeri ve aralarmdakini ancak hak ile
yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. O halde sen yumuşak ve iyi davran.»
«Şüphesiz ki, senin Rabbin hakkıyla yaratanın,
kemâliyle bilenin kendisidir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl bu âyet-i ceîüede gökleri, yeri ve bu ikisiriin arasındaki her şeyi
yoktan var ettiğini bir kez daha vurguluyor. Gökleri, yeri ve ikisinin
arasındaki her şeyi O yaratmıştır. Bunları yarattığı gibi kendi haline
bırakmamış, akıllara durgunluk verecek şekilde bir nizam ve intizam, halinde
yerleştirmiştir. Bir gün yine Allah'ın iradesiyle bu nizam bozulacak, kıyamet
vuku bulacaktır. Ey inanmayanlar, kıyametin kopacağından şüphe mi ediyorsunuz?
Siz bunlardan ibret alıp Allah'ın kudretini anlamaz mısınız? Kıyamet kopacak,
mahşer kurulacak, bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen yumuşak ve iyi
.davran. Şüphesiz ki, senin Rabbin hakkıyla yaratanın, kemâliyle bilenin
kendisidir.» O, kullarının ne yaptığını ve kıyametin ne zaman kopacağını bilir.
Zira bütün mevcudat O'nun mülküdür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
14. Âyet: 89-93} Hicr Sûresi 385
«Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yediyi ve şu
büyük Kur'an'ı verdik.»
«Sakın bir takımlarını fâidelendirdiğimiz şeylere
iki gözünü dikip uzatma. Onların karşısında tasalanma. Mü'minler için de şefkat
kanadını indir.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-med, andolsun ki, biz
sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'an'ı verdik. Sakın bir takımlarını
fâidelendirdiğimiz şeylere iki gözünü dikip uzatma ve onların karşısında
tasalanma. Mü'minler için de şefkat kanadını indir.» Yedi âyet Fâtiha-i şerif
olup, sünnet namazların bütün rekâtlarında, farz namazların da birinci ve
ikinci rekâtlarında okunmaktadır. Allahü Teâlâ, bu sûre ile sevgili
Peygamberine lütufta bulunmuş, ihsanını zikretmiştir. Nitekim bu sûrenin
faziletini açıklamak için Kur'an ile ihsanda bulunduğu gibi. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: *Yâ Muhammed, andolsun ki, biz sana bu sûrenin faziletini
bildirmek için, Kur'an'ı bir nimet olarak indirdik. Onun bir harfi dünyadan ve
içindekilerden daha üstündür. Sakın kâfirlere verdiğimiz şeylere göz açıp
yumacak kadar bir zaman bile meyletme. Onlar birkaç gün dünyada bunlardan
istifade edip oyalanadursunlar. Sonunda onları, bırakıp bize
döndürüleceklerdir. Bizim katımızda kendilerini azabtan kurtaracak hiçbir delil
yoktur. Halbuki sana verdiğimiz ilim ve din onların hepsinden çok daha
hayırlıdır. Kâfirlerin imandan yüz çevirmesine üzülüp tasalanma. Çünkü onların
kalbleri mühürlenmiştir, asla iman etmezler. Fakat sana iman edenlere şefkat
kanatlarını aç, onlara tevazu ve yumuşaklıkla muamele et.»
Allahü
Teâîâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
*De ki: "Ben apaçık bir uyarıcıyım".»
«Nitekim bölüşenlere de indirmiştik.» «Onlar ki Kur'an'ı parçalara
ayırmışlardı.» «Rabbine andolsun ki, onların topuna yapmakta oldukları şeyleri
soracağız.»
Yüce
Allah, sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: *Yâ Muhammed, kâfirlere de M: «B?n
sît.i, bana indirilen Kur'an ile apaçık bir uyarıcıyım. Allah tarafından Tevrat
Musa'ya, İncil İsa'ya indirildiği gibi, Kur'an da bana indirilmiştir.» Yahudiler
ve Hıristiyanlar, Peygamberimizden bahseden âyetleri Tevrat'tan ve İncil'den
kaldırmışlardır. Böylece kitablârının bir kısmını inkâr edip, bir kısmını kabul
etmişlerdir. Mekke müşrikleri de onlar gibi, Kur'ân-ı Kerîm'e, kimi sihir, kimi
şiir, kimi de geçmiş kavimlerin kıssalarıdır demişlerdir. Müşriklerin ileri
gelenleri kendileri iman etmedikleri gibi, iman etmek isteyenlere de mani
olmuşlardır. Allahü Teâlâ bunu Peygamberine şöyle haber veriyor: «Yâ Muhammed,
Rabbine andolsun ki, onların topuna yapmakta oldukları şeyleri soracağız. Küfür
ve şirklerinin cezasını kıyamet günü mutlaka kendilerine vereceğiz.» Yüce Allah
iman edenlere mükâfatını, iman etmeyenlere de cezasını verecektir. Hiç kimsenin
ameli karşılıksız kalmayacaktır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Sana
buyurulanı açıktan açığa bildir. Ve müşriklere aldırış etme.»
«O
islihzacılara karşı muhakkak ki biz sana yeteriz.»
*OnIar
ki Allah'la beraber başka bir tanrı tanırlar. Onlar yakında bileceklerdir.»
Hz.
Peygamber (s.a.v.), Allah tarafından kendisine gelen vahiyleri halka tebliğ
ederken, kâfirler kendisi ile alay etmişlerdir. Bununla da kalmayarak iman
etmek isteyenlere mani olup, imandan alıkoymaya çalışmışlardır.- Onların iman
etmeyişlerine ve yaptıklarına Peygamberimiz çok üzülür. Bunun üzerine Yüce
Allah, sevgili Peygamberini teselli için bu âyeti inzal edip şöyle buyurur: «Yâ
Muhammed, sana bildirileni açıktan açığa bildir. Müşriklerin sözlerine aldırış
etme, onları kendi haline bırak.' O istihzacılara karşı muhakkak ki biz sana
yeteriz. Onlar ki Allah'la beraber başka bir tanrı tanırlar. Onlar yakında
azabımızı görecek ve bileceklerdir.»
Mekkeli
müşrikler içinde Peygamberimiz Cs.a.v.) ile en çok alay eden ve iman etmek
isteyenleri imandan alıkoymaya çalışan beş kişi vardır. Allahü Teâlâ bunların
hepsini bir gün ve bir gecede helak etmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hac
mevsiminde halkı İslâm'a davet için çıkar. O beş müşrik, âlemlere rahmet ola-
(Cüz:
14. Ayet: 96) Hicr Sûresi 387
rak
gönderilen cihan Peygamberi ile alay ederler ve bütün yolları keserler, kimseyi
onun yanma yaklaştırmazlar. Küfürlerini bütün şiddetiyle sergilerler. Cihan
Peygamberine bir şey sormak isteyenlere de «Bu sihirbazdır, kâhindir, sakın
söylediklerine inanmayın» diyerek iman etmek isteyenlere mani olurlardı. Hz.
Muhammed onların yaptıklarına çok üzülür, üzüntülü bir halde iken Cebrail
gelir, Velid bin Mugire ile arasının nasıl olduğunu sorar. O beş kişiden biri
Velid bin Mugire idi. Peygamberimiz onun çok şerir birisi olduğunu söyler.
Cebrail «Onun şerrini ben yok ederim» der. Tam o sırada Velid de hırkasını
eline almış, sall-ana sallana gider. Yolda ok yapan birine uğrar, onunla
muhabbet ederken hırkasının koluna bir ok takılır, farkına varmadan hırkayı
giyerken ok koluna saplanır bir damarı keser. Kesilen damardan kan fışkırır,
kanı bir türlü dindiremezler, bütün uğranmaları boşa çıkar, kan kesilmez. Büyük
bir ızdırap içinde bağıra bağıra kısa zamanda can
verir.
Onlardan
biri de Vâil oğlu Âs'dır. Cebrail, Peygamberimize «Yâ Muhammed, Âs bin Vâil ile
aran nasıldır?» der. Peygamberimiz, Mugire gibi onun da çok şerir birisi
olduğunu söyler. Cebrail «Ben onun şerrine mani olurum» der ve gider. O sırada
Âs da bir yere gitmek için yola koyulur. Giderken ayağına bir diken batar,
dikenin battığı yer hemen yara olur ve oradan başlayarak bütün gövdesi şişer,
etleri lime lime çürüyüp dökülür. O da, Mugîre gibi büyük bir ızdırap içinde
helak olur. Onlardan biri de Haris bin Gaytala'dır. Onun da yolda giderken ayak
topuğuna bir şey batar, gövdesi şişer, derdine kimse çare bulamaz, ızdırabı
gittikçe artar, öylece geberip gider." Cihan Peygamberinin amansız
düşmanlarından biri de Esved bin Abdiyegûs'dur, onu da çok şiddetli bir hararet
basar, ne kadar su içerse harareti bir türlü kesilmez, gittikçe artar, o da
durmadan su içer ve aşırı su içtiğinden dolayı karnı patlar, böylece lâyık
olduğu cezayı bulur. Onlardan biri de Abdülmuttalib'in oğlu Esved'dir. Kölesi
ile bir gün yolculuğa çıkar, bir müddet gittikten sonra yoldaki bir ağacın
altında otururlar. Cebrail gelip kafasını ağaca çarpar, yüzünü dikenlere
batırır, bütün şiddetiyle bağırmaya başlar. Kölesinden kendisini kurtarmasını
ister, kölesi «Seni kimden kurtaracağım, yanında kimse yok» der. Canı çıkana
kadar Cebrail onun kafasını ağaca vurmaya devam eder. Ölürken «Beni Muhammed'in
Tanrısı öldürdü» der. Böylece onlar lâyık oldukları cezayı görürler. O zaman
Yüce Allah, bu âyet-i celüeyi inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, o
istihzacılara karşı muhakkak ki biz sana yeteriz. Onlar ki Allah'la beraber
başka bir tanrı tanırlar ve onlar yakında bileceklerdir.»
388 Hicr Sûresi (Cûz: 14. Ayet: 97-99)
Bu
ilâhi kelâm bütün kâfirlere ve zâlimlere ta vâiddir. Bundan ibret alıp
öğütlenmeyenîeri ve imandan yüz çevirenleri mutlaka Allah'ın azabı yakalayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun
ki, onların dediklerinden göğsünün daraldığını biliyoruz.»
«Sen
hemen Rabbini hamd ile teşbih et ve secde edenlerden ol.»
«Sana
ölüm gelinceye kadar da Rabbine ibadet et.»
Mekkeli
müşrikler Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Peygamberliğini kabul etmeyerek hakkında
olur-olmaz konuşurlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr ederler. Onların bu
hareketine çok üzülen Peygamberimiz, Yüce Allah teselli için bu âyetleri inzal
ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, andolsun ki, onların dediklerinden göğsünün
daraldığını biliyoruz. Onların inkâr ve seni yalanlamalarına aldırma. Onların
bu hareketi seni meşgul edip üzmesin. Hemen Rabbini hamd ile teşbih et ve secde
edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar da Rabbine ihlâsla ibadet et.» Yücen
Allah, sevgili Peygamberine dünya işlerinin kendisini meşgul etmememesini ve
ölene kadar Rabbine ibadet etmesini emrediyor. Bu emir onun şahsında bütün
mü'-mmleredir. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allahü
Teâlâ, bana hamd ve teşbih ile kendisine secde ve ibadet edenlerden olmamı
vahyetti. Mal biriktirip tacirlerden olmamı emretmedi.» Yüce Halik,
Peygamberine, mal biriktirip tacir olmasını emretmemiş, İslâm'ın özü ve imanın
sembolü olan hamd jle teşbih edip secde edenlerden olmasını emretmiştir. Hz.
Peygam-ber'in ümmetine yakışan da odur. Allah'ın emirlerine itaat edip,
.yasaklarından kaçınarak, Peygamberine tâbi olmaktır. Resûlüllah'-.m şefaatine
ancak böyle nail olunur. Onun yolundan gitmeyenler şefaatine nail olamadıkları
gibi, Allah'ın rahmetinden de istifade edemezler. Allah'ın rahmetine ve
Peyğamber'in şefaatine nailiyet ancak Peygamber'e tâbi olup, yolundan gitmekle
mümkün olur. Onun yolundan gidenler, ebedi saadete ve mutluluğa kavuşurlar.
Hıcr
Sûresi'nin sonu.