HICR SURESİ 3

Surenin İsmi: 3

Önceki Sure ile İlişkisi: 3

Surenin Muhtevası: 3

Kur’anın Tavsif Edilmesi, Kafir Ve İsyankârların Tehdid Edilmesi 4

Kelime ve İbareler: 4

Açıklaması 4

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 5

Müşriklerin Peygamberimiz (S.A.) Hakkındaki Bazı Sözleri Ve Bunlara Verilen Kesin Cevap. 6

Belagat: 6

Kelime ve İbareler: 6

Nüzul Sebebi 7

Ayetler Arası İlişki 7

Açıklaması 7

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 8

Allah Teala'nın Kudretinin Bazı Tecellileri 9

Belagat: 9

Kelime ve İbareler: 9

Ayetler Arası İlişki 10

Açıklaması 10

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 12

İnsanoğlunun İlk Yaratılışı, Meleklerin Secde Etmelerinin Emredilmesi, İblisin Yüz Çevirmesi Ve Ona Düşman Oluşu  13

Kelime ve İbareler: 13

Ayetler Arası İlişki 14

Açıklaması 14

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 16

Kıyamet Günü Müttakilerin Mükafatı 17

Belagat: 17

Kelime ve İbareler: 17

Nüzul Sebebi 17

Ayetler Arası İlişki 17

Açıklaması 18

Ayetlerden Çikan Hüküm Ve Hikmetler. 18

Mağfiret Ve Azap. 19

Belagat: 19

Kelime ve İbareler: 19

Nüzul Sebebi 19

Ayetler Arası İlişki 19

Açıklaması 19

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 20

Misafirlerin Hz. İbrahim (A.S.)'e Lut Kavminin Helakini Haber Vermeleri 20

Belagat: 21

Kelime ve İbareler: 21

Ayetler Arası İlişki 22

Açıklaması 22

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 25

Şuayb Kavmi (Eyke Halkı) Kıssası Ve Semûd Kavmi (Hicr Halkı) Kıssası 26

Belagat: 26

Kelime ve İbareler: 26

Ayetler Arası İlişki 27

Açıklaması 27

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 28

Allah Teala'nın Hz. Muhammed Mustafa (S.A.)'E Yaptığı Lütuflar. 29

İ'rab: 30

Belagat: 30

Kelime ve İbareler: 30

Nüzul Sebebi 31

Ayetler Arası İlişki 31

Açıklaması 31

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 34


Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

 

HICR SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu surede Hıcr Vadisi Ashabı olan Semûd Kavmi zikredildiği için "Hıcr suresi" ismi verilmiştir. Hıcr, Medine ile Şam arasında bir vadidir. [1]

 

Önceki Sure ile İlişkisi:

 

Bu sure ile bu sureden önceki İbrahim Suresi arasında başlangıç, muhteva ve sonuç yönünden tam bir uyum vardır.

Başlangıç yönünden: Her iki surede yer ve göklerin vasıfları yer almakta, daha önceki peygamberlerin karşılaştığı eziyetler ve Allah'ın bu peygamberlere yaptığı yardımı, kâfir ve müşriklerle yapılan münakaşaları hatırlatmak sure­tiyle kavminin yaptığı eziyetlere karşı Peygamberimiz (s.a.)' e teselli olmak üzere Hz. İbrahim (a.s.) kıssası ile bazı geçmiş peygamberlerin kıssaları anla­tılmaktadır.

Sonuç bölümünde: İbrahim Suresi'nde Cenab-ı Hak kâfirlerin kıyamet gü­nündeki durumlarını şu ayetle tavsif etmiştir: "... O gün bütün varlıklar bir olan ve her şeye hakim olan Allah'ın huzuruna çıkacaktır. O gün suçluların hep birlikte zincire vurulduklarını görürsün. Gömlekleri katrandandır. Yüzlerini ateş kaplar." (İbrahim, 14/48-50).

Hıcr Suresi'nin başında ise şöyle buyurmuştur: "Kâfirler: (kıyamet günü) keşke müslüman olsaydık, temennisinde bulunurlar" (Hicr, 2). Bu ayette zikre­dilen suçlular cehennemde uzun müddet bekleyince, müminlerden ve tevhid ehlinden asi olanların (cezalarını çektikten sonra) cehennemden çıkarıldıkları­nı görünce dünyada iken keşke müslüman olsaydık diye temenni edeceklerdir.

Ayrıca İbrahim Suresi'nin sonu kitabın tavsifi ile: "Bu (Kur'an) ... insanla­ra bir tebliğdir" (İbrahim, 14/52) ayeti ile sona ermekte, Hicr Suresi de kitabın tavsifi ile: "Bu ayetler kitabın ve apaçık olan Kur'anın ayetleridir." ayetiyle baş­lamaktadır.

Bu husus, bu iki surenin başlangıç ve sonuç kısımlarındaki benzerliği gös­termektedir. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Bu sure, Mekkî surelerde beyan olunan ana hedefleri; Allah'ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme, amellerin karşılığının verilmesi, Allah'ın yüce rasullerini yalanlayanların ve tağutların akıbetlerinin hatırlatılması ko­nularını paylaşır.

Bundan dolayı bu sure korkutma, tehdit, tedhiş ve ihtar ifadesiyle başla­maktadır: "Kâfirler kıyamet günü keşke (dünyada iken) müslüman olsaydık te­mennisinde bulunurlar (Ey peygamber!) Onları kendi hallerine bırak. Yesinler, eğlensinler ve boş umutları onları oyalaya dursun. Onlar (kötü sonucu) yakında bileceklerdir." (Hicr, 2-3).

Sure şu hususları ihtiva etmektedir:

1- İnsanlığın ikinci babası Hz. Nuh (a.s.)'dan başlayarak peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.)'e kadar peygamberleri ve peygamberle­rin getirdiği mucizeleri yalanlayan müşrik ve kâfirlerle yapılan münakaşa.

2- Yer ve göklerin yaratılması, insanın yaratılışı, aşı yapan rüzgârların du­rumu, hayat ve ölüm, haşir (mahşer yerinde toplanma) ve neşr (amel defterle­rinin dağıtılması) gibi Allah Tealâ'nm varlığına delâlet eden delil ve burhanla­rın ortaya konulması:

"Şüphesiz biz semada burçlar (yıldız kümeleri) yarattık. Bakıp ibret alan­lar için onu süsledik. "(Hicr, 16).

'Yeryüzünü düzgün bir şekilde yarattık." (Hicr, 19).

"Şüphesiz biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık." (Hicr, 26).

"Biz, rüzgârları aşılama vasıtaları olarak gönderdik." (Hicr, 22).

"Şüphesiz Rabbin onları mahşerde toplayacaktır. Çünkü O, hüküm ve hik­met sahibidir, her şeyi en iyi bilendir." (Hicr, 25).

Ayrıca varlıkların yaratılış hikmeti olan Allah'a kulluk, adaleti ikame et­mek, hayattaki nizamın ana sütunlarını yerli yerine koymak hususlarının be­yan edilmesi...

3- Peygamber (s.a.)'e gelen vahyin sadık olduğunun ispat edilmesi: "Biz melekleri ancak "Hak" ile göndeririz... Kuranı, biz indirdik biz. O'nun koruyu­cusu da şüphesiz ki biziz" (Hicr, 8-9).

4- Gökyüzünün karanlık olduğu şeklindeki teoriye işaret edilmesi: "Onla­ra gökten bir kapı açsak, oradan yukarı durmadan çıksalar, gözlerimiz perde­lendi, daha doğrusu büyülendik, derler." (Hicr, 14-15).

5- Allah'ın, Adem'e secde etmeleri ve ona ta'zimde bulunmaları emrine meleklerin uymak suretiyle itaat etmeleri, şeytana verdiği Âdem'e secde etme­si emrine şeytanın isyan etmek suretiyle isyan etmesini zikreden Hz. Âdem (a.s.) ve İblis kıssasının anlatılması: "Onun için secdeye kapanın (denildi). Bu­nun üzerine bütün melekler topluca secde ettiler. Ancak İblis secde edenlerle bir­likte olmaktan geri durdu." (Hicr, 29-31).

6- Bedbaht olan cehennem ehli ile saîd olan takva ve cennet ehlinin vasıflarının beyan edilmesi (Hicr, 42-48).

7- Rasulullah (s.a.)'a Hz. Lut, Şuayb ve Salih peygamberlerin Allah'ın he­lak ettiği kavimleriyle, ümitsizlik ve çaresizliğe düşmesini engellemek için te­selli verilmesi.

- Lut Ailesi Kıssası: Hicr, 58-77

- Eyke Ashabı (Şuayb Kavmi): Hicr, 78-79

- Hicr Vadisi Ashabı (Semud Kavmi): Hicr, 80-84

8- Allah'ın peygamberine ihsan ettiği Kur'anm indirilmesi lutfu (Hicr, 87). Kendisiyle alay eden düşmanlarını helak etmesi lutfu (Hicr, 95). Allah'ın ona kâfirlerin dünyadan istifade etmelerinden fitneye düşmemelerini emretmesi, ayrıca yine ona müminlere tevazu göstermesini emretmesi (Hicr, 88). Açıktan İslama davet edilmesi emri (Hicr, 94). Müşriklerin alay etmeleri şeklinde sıkın­tı vermelerine karşı sabır, teşbih ve ölünceye kadar ibadet etmekle emrolunma-sı (Hicr, 97-99).

Özetle: Hicr Suresi tevhidin delilleri, kıyamet ahvali, mutlu ve mutsuzla­rın sıfatları, bazı peygamberlerin kıssaları, Allah'ın peygamberi Mustafa (s.a.)'ya lütufları konularını ihtiva etmektedir. [3]

 

Kur’anın Tavsif Edilmesi, Kafir Ve İsyankârların Tehdid Edilmesi

 

1- Elif, Lâm, Râ. Bu ayetler kitabın ve apaçık Kur'anın ayetleridir.

2- İnkâr edenler keşke müslüman olsa- lardı diye nice kez temenni edecekler.

3. Onları bırak, yesinler, eğlensinler ve  koş eme^ onları oyalayadursun. (Kötü  sonucu) yakında bilecekler.

4- Kendisi hakkında (bizce) bilinen bir yazı olmaksızın> hiçbir kasabayı helâk

5- Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve bu eceli geciktiremez.

 

Kelime ve İbareler:

 

"Elif, Lâm, Râ" Kur'anın beyan ve ifade yönünden mucize oluşu ile Arap­lara karşı meydan okuma işaretidir. Yani bu kitap Arap dili alfabesindeki Elif, Lâm, Mim gibi harflerden meydana gelen Allah kelâmıdır.

"Bunlar" Bu ayetler, bu surenin ihtiva ettiği ayetlere işarettir. "Kitabın" tam bir fesahat ve mükemmel bir beyan ile farklılık arzeden yüce kitabın ve "Kur'an-ı Mübin" yani her şeyi tam bir şekilde ifade eden, gayet açık olan "Kur'anın ayetleridir". Kur'anda hiçbir eksiklik yoktur. Hakkı batıldan ayırde-den bir kitaptır. Kitap ve Kur'an-ı Mübin Allah Tealâ'nın Hz. Muhammed Mus­tafa'ya (s.a.) vaadettiği kitaptır.

Kur'amn nekre olarak zikredilmesi sânını yüceltmek içindir. Buna göre mana: Bu ayetler "Kitap" ve "Kur'an" olması sebebiyle bütün herşeyi içinde toplayan kitabın ayetleridir, O "kitap" olması dolayısıyla mükemmeldir, "Kur'an" olması dolayısıyla açık ifadeler manzumesidir.

"İnkâr edenler" kıyamet günü kendi durumlarını ve müslümanların du­rumlarını gördükleri zaman "keşke müslüman olsalardı diye nice kez temenni edeceklerdir".

"Rubbemâ: Nice" kelimesi bundan sonraki şeyin az meydana geleceğine delâlet etmektedir. Bazan da burada olduğu gibi çokluk için kullanılır. Çünkü onlar müslüman olmayı çokça temenni ederler. Bir başka görüşe göre "azlık" için kullanılmıştır. Çünkü korkunç hadiseler onlara dehşet verir. Baygın halde düşerler. Nihayet ayıldıklan zaman bunu pek az bir zaman temenni ederler.

"Onları bırak" Ey Muhammed! Onları terket "yesinler" ve dünyalarıyla "eğlensinler" Uzun müddet yaşama şeklindeki "boş emel onları" imandan "oya-layadursun" onları meşgul etsin. Onlar kötü sonucu yaptıklarının karşılığını gördükleri zaman yaptıklarının kötülüğünü "Pek yakında bilecekler".

Bundan maksat Rasulullah (s.a.)'ın onların yola geleceği ümidini kesmek, onların rezil-rüsvay olacaklarını Rasulullah'a (s.a.) bildirmek ve onlara nasihat etmenin faydasız bir şeyle meşgul olmak sayılacağını bildirmek idi. Bu ifadede hüccetle susturmak, insanları refah içerisine dalıp eğlenme yolunu tercih et­mekten ve bunun sebep olduğu "Tul-i Emel"den sakındırmak manası vardı.

"Kendisi hakkında" bizce "bilinen" helak olması için tahdid edilen "bir ya­zı" bir ecel, yani Levh-i Mahfuz'da yazılı olan mukadder bir ecel "olmaksızın, hiçbir kasabayı" hiçbir kasaba halkını "helak etmedik."

"Hiçbir millet ecelinin önüne geçemez ve bu eceli geciktiremez." Ümmet ke­limesine raci olan bu fiil bu manaya hamledildiği için müennes yerine müzek-ker sigası kullanılmıştır. [4]

 

Açıklaması

 

"Elif, Lam, Ra" Bu mukattaa harfleriyle Araplara Kur'anın beyan yönün­den mucize oluşunun bildirilmesi ve bu Kur'anın en kısa suresi gibi bir sure ge­tirmekle meydan okuma kasdı gözetilmektedir. Çünkü Kur'an onların diliyle nazil olmuş, Arap dilinde kelimelerin meydana geldiği harflerden meydana gel­miştir.

"Bunlar kitabın ve apaçık Kur'anın ayetleridir." Yani bu suredeki ayetler her yönden kâmil olan kitabın ayetleridir, bu ve diğer surelerde her şeyi tam bir şekilde açıklayan Kur'an'ın ayetleridir.

Kur'an kelimesinin nekre olarak kullanılması Kur'anın şanını yüceltmek içindir. Zemahşerînin dediği gibi hem (kitab) hem de (Kur'an-ı Mübîn) vasıfla­rının birlikte zikredilmesi Kur'an'ın her şeyi mükemmel manada bir arada top­layan, eşsiz ve benzersiz bir ifade tarzını ihtiva eden bir kitap olduğuna delâlet etmesi içindir.

Fakat kâfirler kıyamet günü içinde bulundukları küfürden dolayı pişman olacaklar ve keşke dünyada iken müslüman olsaydık, diye temennide buluna­caklardır.

(Rubbema) kelimesi her ne kadar "azlık" ifade etse de tehdid hususunda gayet beliğ bir tabirdir.

İbni Abbas, İbni Mes'ud ve sahabeden başka zatların anlattıklarına göre Kureyş kâfirleri ateşe atıldıkları zaman keşke dünyada iken müslüman olsa idik, diye temenni edeceklerdir.

Zeccac diyor ki: Kâfir azab durumlarından bir durumu yahut müslümanın (nimet) durumlarından birini görünce keşke müslüman olsaydı diye temennide bulunacaklardır.

Bu ayetin benzeri şu ayettir: "Ateşin üzerinde durduruldukları zaman: Ne olurdu tekrar dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasay-dık da müminlerden olsaydık dediklerini bir görsen!" (En'am, 6/27).

Taberani'nin Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet ettiği hadis-i şerifte Peygam­berimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Cehennemlikler yanlarında Allah'ın dilediği ehl-i kıbleden olan kimselerle birlikte Cehennem'de toplanırlar. Kâfirler (Ce-hennem'e giren) müslümanlara:

- Siz müslüman değil miydiniz? diye sorarlar. Müslümanlar:

- Evet, derler. Kâfirler:

- Peki, müslümanlığın size ne faydası oldu. Siz de bizimle birlikte cehen-nem'e girdiniz, derler. Müslümanlar:

-  Bizim günahlarımız vardı. Bu günahlarımız sebebiyle cezalandırıldık, derler.

Cenab-ı Hak bunların söylediklerini duydu. Ehl-i Kıbleden olan cehen­nemliklerin cehennemden çıkarılmasını emretti. Onlar da cehennemden çıka­rıldılar. Cehennem'de geride kalan kâfirler bu durumu görünce: Keşke bizler de müslüman olsaydık da, onların cehennemden çıktığı gibi biz de çıksak! der­ler. Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.) şu ayeti okudu: "Elif, Lam, Ra. Bu ayetler kitabın ve her şeyi açıkça beyan eden Kuranın ayetleridir. Kâfirler (kıya­met günü) keşke biz de müslüman olsaydık, temennisinde bulunurlar." (Hicr, 1-2).

Bu ayetten sonra Cenab-ı Hak kâfirleri tehdit etti, onları şiddetli bir teh­dit ve kuvvetli bir ihtarla korkuttu ve şöyle buyurdu:

"Ey Muhammed! Kâfirleri eğlencelerinde ve dünya lezzetlerinden yarar­lanma hususunda kendi hallerine bırak, hayvanların yediği gibi yesinler. Boş ümitler onları tevbeden ve Allah'a yönelmekten, ahiretten ve ölümü düşün­mekten alıkoyup oyalayadursun. Onlar amellerinin akıbetini ve gelecekteki durumlarını gayet iyi bilecekler."

Bu ayet şu ayetler gibidir: "De ki: Yaşayın bakalım. Ama en son varacağı­nız yer cehennem 'dir. "(İbrahim, 14/30).

"(Ey kâfirler!) Dünyada az bir müddet yiyin ve eğlenin bakalım. Siz şüphe­siz suçlu kimselersiniz." (Mürselât, 77/46).

Görüldüğü gibi bu üç ayette kâfirlerin dünyadaki ihmalkârlarının sebeple­ri beyan edilmektedir. Artık onların ahirette hiçbir nasipleri bulanmayacaktır.

Cenab-ı Hak bundan sonra da kâfirlerin azabının kıyamet gününe tehir edilmesinin sebebini zikretmektedir: Allah Tealâ'nın bütün ümmetler hakkın­daki sünneti, kanunu aynıdır. Bu da bir kavme bir hüccet (peygamber) gönder­meden kendilerine hidayet ve Hak yolu tebliğ etmeden, Levh-i Mahfuzda belir­lenen ve takdir edilen ecelleri bitmeden önce hiçbir kavmi helak etmemesi ve helak olma vakti gelen hiçbir kavmin azabını tayin edilen vaktinden sonraya bırakmaması ve müddetleri bitmeden öne almamasıdır: "Her ümmetin (belli) bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman onu ne bir an geri bırakabilirler ne de ileri alabilirler." (Araf, 7/ 34).

Bu ayetlerden maksat şudur: Allah dileseydi kâfirlere azabı acilen verirdi. Fakat ilâhî hikmet tevbe ederler ümidiyle onlara mühlet verilmesini gerekli kıldı. Çünkü her ümmetin belirli bir eceli vardır. Bu ecelde ne gecikme, ne öne alma olabilir Allah mühlet verir ama ihmal etmez.

Bu ayet -İbni Kesir'in dediği gibi- Mekke halkına ve benzerlerine içinde bulundukları ve bu sebeple helak olmaya müstahak oldukları şirk, inatçılık ve dinsizlikten vazgeçmeleri hususunda bir tenbih ve irşattır. [5]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kur'an-ı Kerim her yönüyle mükemmel olma, gayet açık ve edebî ifade­ler ihtiva etme özelliklerini birarada toplayan bir kitaptır. Kur'anda hiçbir ek­siklik ve noksanlık yoktur. Hiçbir kapalılık ve karışıklık yoktur. O sadece her insana Hakk'ı Batıl'dan ayırdeder.

2- Kâfirler kıyamet günü küfür üzerinde olduklarına pişman olacaklar ve keşke müslüman olsalardı, temennisinde bulunacaklardır.

Çünkü (Rubbema) aslında "azlık" için kullanılsa da bazan "çokluk" için de kullanılmaktadır. Arapların âdetlerinden biri de çokluğu zikrettikleri zaman azlık için kullanılan bir lafzı kullanmalarıdır. Aynı zamanda bu azlık ifadesi tehdit noktasında daha beliğ bir ifadedir.

3- Kâfirler normal olarak maddî hususlara çok önem vermektedirler. Kâ­firlerin şehvetler, nefsî arzular, maddî lezzetlere iyice daldıklarını, ballandırıl­mış tatlı emellere dayandıklarını, içi boş temennilerle kendilerini aldattıkları­nı, ibadet-taat ve ahiret için çalışma yerine dünya ile meşgul olduklarını görür­sün. Allah onları yeme, içme ve eğlenme hususunda kendi hallerine bırakın di­yerek tehditte bulundu ve onların yaptıklarının acı sonucundan sakınmalarını ihtar etti.

Ayet sadece zevklerini tatmin etmek, eğlence peşinde koşmak ve bunun sebep olduğu tûl-i emel (geleceğe yönelik boş ümitler)in müminlerin güzel ahlâ­kından olmadığına delâlet etmektedir.

Efendimiz (s.a.)in sünnetinde boş emeller taşımayı kötüleyen pek çok ha-dis-i şerifler vardır.

Bu hadis-i şeriflerden biri Ahmed b. Hanbel, Buharî, Müslim ve Nesâî'nin Enes (r.a.)den rivayet ettikleri şu hadis-i şeriftir: "Adem oğlu yaşlanır. Onunla birlikte iki arzu devamlı kalır: Hırs ve Emel"

Bezzar'ın Müsnedinde Enes (r.a.)in Peygamberimiz (s.a.)'den şu hadis-i şe­rifi rivayet ettiği nakledilmektedir: Dört şey bedbahtlığa sebeptir: Gözlerin ku­ruması, kalbin katılaşması, tûl-i emel (geleceğe yönelik boş uzun emeller) dün­yayı elde etme hırsı.

Ahmed b. Hanbel, Taberanî ve Beyhakî'nin Amr b. Şuayb kanalıyla Efen­dimiz (s.a.)'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Bu ümmetin ilk nesli, zühd (dünyaya önem vermeme) ve yakîn (gerçek bir iman) ile salih kimseler oldular. Bu ümmetin sonu da cimrilik ve boş emel ile helak ola­caklardır. "

4- Peygamberleri yalanlayan kâfir ümmetlerin helak olmasında hiçbir zu­lüm ve haksızlık yoktur. Onların helaki sadece inkârları, nankörlükleri, Al­lah'ın ayetlerini ve peygamberlerini yalanlama sebebiyle olmuştur.

5- Ümmetlerin helak oluşu rastgele ve insanların arzularına göre olan keyfî bir olay değildir. Bu belirli bir tarih ile takdir edilmiş, muayyen bir ecel ile belirlenmiştir. Bu hususta hiçbir gecikme ve öne alma olamaz. [6]

 

Müşriklerin Peygamberimiz (S.A.) Hakkındaki Bazı Sözleri Ve Bunlara Verilen Kesin Cevap

 

6-  (Kâfirler) dediler ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen! Sen mutlaka bir mec­nunsun.

7- Eğer doğru söyliyen kişilerden olsay­dın, bize melekleri getirmeliydin" dedi­ler.

8- Biz melekleri ancak hak ile indiririz. İşte o zaman onlara mühlet verilmez.

9- Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu biz koruyacağız.

10- Andolsun ki, senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik.

11-  Onlara bir peygamber gelince, he­men onunla alay ederlerdi.

12-  İşte böylece biz onu mücrimlerin kalplerine sokarız.

13-  Onlar buna (Kur'an'a) inanmazlar. Halbuki eskiden yaşamış kimselerin ta­bi oldukları ilâhî âdet bellidir.

14-  Onlara gökten Jbir kapı açsak da, oradan yukarı çıksalar;

15- Yine de gözlerimiz perdelendi. Bilâ­kis biz büyülenmiş bir milletiz! derlerdi

 

Belagat:

 

"Mücrimin", "Evvelin" ve "Münzarin" kelimeleri arasında seci vardır. Aynı şekilde Ya'rucûn ve Meşhurun kelimeleri arasında da seci vardır. [7]

 

Kelime ve İbareler:

 

Kâfirler "Dediler ki: Ey kendisine" öğüt "Kur'an indirilen kimse!" Peygam­berimiz (s.a.) e alaylı bir şekilde bu ifadeyle hitapta bulundular. "Sen mutlaka bir mecnunsun!" Yani sen delilerin sözünü söylüyorsun. Hatta Allah'ın sana öğüt verici bir kitap yani Kur'an indirdiğini iddia ediyorsun.

"Sen eğer" Bu Kur'anın Allah tarafından olduğu ve senin de peygamber ol­duğun şeklindeki sözünde yahut iddianda samimi ve "doğru söyleyen kişilerden olsaydın bize melekleri getirmeliydin, dediler."

"Biz melekleri ancak hak ile" yani Allah'ın takdir ettiği ve hikmetinin ge­rektirdiği şekilde "indiririz." Zira meleklerin gördüğünüz şekilde gelmelerinde hiçbir hikmet yoktur. Çünkü bu durum sizin gerçeği daha fazla karıştırmanıza sebep olur. Cezanın âcil olarak gelmesini istemeniz de hikmetli bir hareket de­ğildir. Çünkü içinizden bir kısmınız ve bir kısmınızın zürriyeti iman edecektir.

Bir görüşe göre "Hak ile indirdik" yani vahiyle yahut azabla indirdik, de­mektir.

"İşte o zaman" yani meleklerin azabla indirildikleri zaman "onlara mühlet verilmez" onlar geciktirilmez.

"Kur anı biz indirdik." Bu ifade onların inkârları ve alay etmelerine karşı red ifadesidir. Biz Kur1 anı insan kelâmından çok farklı ve benzerini getirmek­ten âciz bırakan nazmını mucize olan bir kitap kılmak suretiyle üzerinde deği­şiklik ve tahrif yapılmasından, Kur'an'a ilâve ve eksiltme yapılmasından "Onu elbette biz koruyacağız. Yahut Kur'an baki kaldığı müddetçe O'nu koruma ga­rantisi altına alarak ona herhangi bir noksanlığın gelmeyeceği gerçeğine işaret edilmektedir.

"Andolsun ki, Biz senden önceki milletler arasında da elçiler gönderdik" Ayette geçen şia kelimesi aynı inanç, aynı mezheb, aynı görüş etrafında birle­şen fırka veya cemaattır.

"Onlara bir peygamber gelince, hemen onunla alay ederlerdi. Tıpkı senin kavminin de seninle alay ettikleri gibi... Bu Peygamberimiz (s.a.)e bir tesellidir.

"İşte böylece biz" onların kalplerine bu yalanlamayı soktuğumuz gibi "onu da mücrimlerin" Mekke kâfirlerinin "kalplerine sokarız."

"Onlar ona" Peygamber'e (s.a.) "inanmazlar" Halbuki eskiden yaşamış kimselerin tabi oldukları ilâhî yalanlamaları sebebiyle azaba uğramaları gibi ilâhî kanunu bellidir.

"Onlara" bu teklifte bulunanlara "gökten bir kapı açsak da oradan" o kapı­dan "yukarı çıksalar" göğe yükselseler; 'Yine de" onlar: "gözlerimizperdelendi." görmemiz engellendi. "Bilâkis biz büyülenmiş bir milletiz" Muhammed bizi bü­yüledi. Bize öyle geliyor ki biz büyülendik "derlerdi." [8]

 

Nüzul Sebebi       

 

Katade diyor ki: (6. ve 7. ayette) belirtilen bu sözleri söyleyenler Kureyşin ileri gelenlerinden Abdullah b. Ümeyye, Nadr b. Haris, Nevfel b. Huveylid, Ve-lid b. Mugîre idi. [9]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenab-ı Hak kâfirleri son derece ağır bir şekilde tehdit ettikten sonra, on­ların Hz. Muhammed (s.a.)in peygamberliğini inkâr hususundaki şüphelerini ve Peygamberimiz (s.a.) i beyinsizlik ve delilikle suçlamak suretiyle yaptıkları edepsizliklerini beyan etti. Sonra da bu cahillerin bütün peygamberlere karşı tavrının daima aynı şekilde olduğunu zikretti. Dolayısıyla Ya Muhammed kâ­firlerin beyinsizlikleri ve bilgisizliklerine karşı sabretmek hususunda önceki peygamberlerde senin için örnek vardır. [10]

 

Açıklaması

 

Allah Tealâ bu ayetlerde müşriklerin inkarcılıkları ve inatçılıklarından do­ğan bazı sözleri ve şüphelerini haber vermektedir: Müşrikler alaylı bir şekilde ve hafife alarak: Ey Kur'anın kendisine indiğini iddia eden kişi! Sen bizi sana uymaya ve babalarımızı üzerinde bulduğumuz inançları terketmeye davet etti­ğine göre sen cinnet geçirmiş birisisin. Dolayısıyla senin davetini kabul etmeyiz.

Eğer iddia ettiğin şeyde doğru sözlü olsaydın, senin doğruluğuna ve getir­diğin kitabın gerçek olduğuna şahitlik eden, senin korkuttuğun hususlarda se­ni te'yid eden melekleri bize getirmeliydin değil mi? dediler.

Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmuştu: "(Kâfirler) ken­disine bir melek indirilip de onunla birlikte uyarıcı olsaydı ya! dediler." (Furkan, 25/7).

Bir başka ayette de: "(Bir gün) bize kavuşacaklarını ummayanlar: Bize melekler indirilse veya Rabbimizi görsek ya! derler. Yemin olsun ki, onlar kendi kendilerine büyüklenmişler ve azgınlıkta çok ileri gitmişlerdir." (Furkan, 251) buyurulmuştu.

Cenab-ı Hak, Hz. Musa (a.s.) hakkında Firavun'un söylediği şu sözü nak­letti: "Ona (gökten) altın bilezikler atılsa veya beraberinde melekler gelip onu destekleseler ya!" (Zuhruf, 43/53).

Kâfirlerin ikinci sözüne karşılık Cenab-ı Hak şu ayetle cevap verdi: Biz me­lekleri ancak hak, hikmet ve bildiğimiz umumî menfaatlerle göndeririz. Pey­gamberin (s.a.) doğruluğu hususunda size şahit olacak ve sizin kendilerini göre­ceğiniz şekilde meleklerin size açıktan gelmesi hikmete uygun değildir. Çünkü o zaman siz mecburen tasdik eden insanlar olursunuz. Halbuki onlar sizin cinsi­nizden ve sizin şeklinizden ayrı olup bu durumda size karışıklık gelebilir. Çün­kü her cinsin kendi cinsinden davetçisi vardır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyu­ruyor: "Eğer peygamberi melek cinsinden gönderseydik onu (yine) insan şeklinde kılardık. Onları yine de düştükleri şüpheye düşürürdük." (Enam, 6/9).

"İşte o zaman onlara hiç mühlet verilmez." Yani biz melekleri indirmiş ol­saydık bu helak etme ve azap için yapılan bir indirme olur, onlara gelecek aza­bı bir an bile geciktirmezdi. Çünkü bizim sünnetimiz, kanunumuz insanların teklif ettiği şekliyle bir mucize indirdiğimizde insanlar buna inanmazlarsa bu mucizenin peşinde helak edici bir azab göndermemizdir. Bu sebeple meleklerin indirilmesinde onlar için fayda değil mutlak bir azab vardır.

Bundan sonra Cenab-ı Hak kâfirlerin ilk sözlerine "Bu Kur'anı biz indir­dik. Onun koruyucusu da şüphesiz ki biziz" ayetiyle cevap verdi.

Yani peygamberine zikri -Kur'anı- indiren Allah Tealâ'dır. Kur'anı değiştirme ve bozulmadan koruyan O'dur. Siz: O peygamber delidir! deyin. Biz de: Bu Kur'anı indiren ve onu koruyacak olan biziz, diyoruz. Bu Kur'anın özelliği­dir. Çünkü Cenab-ı Hakkın bizzat kendisi bütün zaman boyunca onu muhafa­za etme ve korumaya kefil olmuştur. Halbuki önceki kitapların rahibler ve din adamları tarafından korunmaları emredilmiş, onlar da bu kitaplarla oynamış, tahrif ve değişiklikler yapmışlardır. Hatta kitapların asıl nüshaları kaybolmuş ve zayi olmuş, asıllarının hiçbir izine rastlanılmamıştır.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Şüphesiz biz içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Allah'a teslim olan peygamber yahudilere onunla hükmeder­lerdi. Rablerine samimi olarak kulluk edenler ve âlimler de Allah'ın kitabından kendilerinden korunması istenilenle hükmederlerdi. Onlar Tevrat'ın hak oldu­ğuna şahit idiler." (Maide, 5/44).

Allah Tealâ daha sonra Kureyş kâfirlerinin bazılarının yalanlamaları hu­susunda Rasulünü (s.a.) teselli ederek şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki biz senden önceki ümmetlere, milletlere kabilelere, guruplara da peygamberler gönderdik. Fakat onlara bir peygamber gelir gelmez hemen onu yalanladılar onunla alay ettiler ve onun peygamberliğini inkâr ettiler."

"Onlara bir peygamber gelince..." cümlesi geçmiş ümmetlerin durumunu hikâye etmektedir. Çünkü "ma" kelimesi müzari fiil üzerine gelince mutlaka hal manası ifade eder, mazi fiilden önce gelirse hale yakın bir mana ifade eder.

Daha sonra Yüce Allah inatçılık yapan ve hidayete tabi olmaktan yüzçevi-rip kibirlenen mücrimlerin kalplerine yalanlama hasletinin nüfuz ettiğini ha­ber verdi. Zira geçmişteki mücrimlerin kalplerine sokulan bu çeşit yalanlama ve inkarcılığı yeni mücrimlerin kalplerine de sokarız.

"Onu mücrimlerin", günahkârların "kalplerine sokarız" cümlesindeki (Onu=hû) zamiri şirke aittir. Bu zamirin zikre yani Kur'ana râci olması da mümkündür. Buna göre mana: Böylece biz günahkârların kalplerine Kur'an'ı sokarız. Onu yalanlanarak, alay edilerek, makbul olmaksızın, ona ebediyyen iman etmeyecekleri bir halde günahkârların kalbine sokarız.

"Halbuki eskiden yaşamış kimselerin tabi oldukları ilahî âdet bellidir" Ya­ni geçmiş insanların zamanında takip edilen ilâhî âdet geçmişte bellidir. Bu ilâhî âdet, Allah'ın peygamberlerini yalanlayan herkesi helak edip yok etmesi, peygamberleri ve onlara tabi olanları dünya ve ahirette kurtuluşa erdirmesi-dir. Ya Muhammedi Senden önceki peygamberler kendilerini yalanlayan ka­vimleriyle yaptığı mücadelelerde senin için örnektirler. Diğer bir ifade ile: Biz yeni günahkârlara eski günahkâr kavimlere yaptığımız muameleyi yapacağız, peygamberlere ve müminlere yardım edeceğiz.

Cenab-ı Hak bundan sonra kâfirlerin son derece inatçı olduklarını ve in­karcılıklarının gönüllerinde yer ettiğini Hakk'a karşı böbürlendiklerini haber vererek şöyle buyurdu:

Bu inatçılara gökten bir kapı açsak oradan durmadan yukarı çıksalar ya­hut bu kapıdan melekler yukarı doğru çıksalar onlar yine bunu tasdik etmezlerdi. Bilâkis onlar: Gözlerimiz perdelendi, görmemiz engellendi bize öyle gös­terildi, zihinlerimizdeki işler birbirine karıştı. Artık sadece hayal görür olduk. Büyülenmiş kişiler gibi Muhammed bizi ayetleriyle büyüledi, derler.

Bir başka ayette Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "(Ey Muhammed!) Sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o kâ­firler: Muhakkak ki bu apaçık bir sihirdir, derlerdi." (En'am, 6/7).

Ayetin manası şöyledir: Müşriklerin inatçılığı o dereceye ulaşmıştır ki, on­lar gerçekten göğe çıksalar ve görecekleri ulvî manzaraları görseler yine de: Bütün bunlar evham ve hayallerdir. Her hangi bir vesile ile Muhammed bizi büyüledi, derler.

Ayet-i kerimede dünya dışındaki fezada karanlığın bulunduğuna delil vardır. [11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayet-i şerifeler şu hususlara işaret etmektedir.

1- Allah Tealâ, Kur'an-ı Kerim'in değiştirme ve tahrif, fazlalık ve noksan­lıktan korunması hususunda kıyamete kadar kefil olmuştur. Bu müşriklerin yalan yere ve iftira olarak yaptıkları: "Bu Kur'anın indirildiği Muhammed, mecnundur" ithamlarına karşı bir reddiyedir.

2- Peygamberimiz (s.a.) in peygamberlik dâvasında doğru olduğuna dair şahitlik edecek meleklerin indirilmesinde karışıklığa sebep olacağı için insan­lara hiçbir fayda yoktur, bilâkis bunun onlara zararı dokunur. Bu da o durum­da inkâr ettikleri zaman azab ve helak gelecek ve bu hususta onlara mühlet verilmeyecektir.

3- Peygamberlerin yalanlanması ve onlarla alay edilmesi eski ümmetlerde yaygın olan bir olay ve eski bir âdettir. Müşriklerin Peygamberimiz (s.a.) e dav­randıkları gibi önceki kavimler de peygamberlerine aynı şekilde davranmışlar­dır.

4- Allah eski kavimlerdeki mücrimlerin, günahkârların kalplerine sapık­lık, küfür, alay etme ve şirk hasletlerini soktuğu gibi Arap müşriklerin kalple­rine de aynı duyguları sokacak, önceki kavimlerin peygamberlerine iman etme­dikleri gibi onlar da Muhammed (s.a.) 'e iman etmeyeceklerdir.

Diğer bir görüşe göre şöyle denilmiştir: Onların kalplerine Kur'an'ı soka­rız, onlar da Kur'anı yalanlarlar. Bir gurup âlim bu görüşün müfessirlerin ço­ğunluğunun görüşü olduğunu zikretmektedirler.

5- Allanın kanunu, geçmişte kâfirleri helak etmek üzere gerçekleşmiştir. Şu, müşrikler helake ne kadar yakındırlar!

6- Müşrikler inatçıdırlar. Perdeler kaldırılıp da onlara gökten kapılar açıl­sa, meleklerin çıkıp indiklerini görseler, bizler gözlerimizle gerçek olmayan şeyleri gördük derler. [12]

 

Allah Teala'nın Kudretinin Bazı Tecellileri

 

16-  Andolsun ki biz gökte bir takım burçlar (yıldız kümeleri) yarattık ve ba­kıp temâşâ edenler için gökyüzünü süs­ledik.

17-  Gökyüzünü taşlanmış (kovulmuş) her Şeytan'dan koruduk.

18- Ancak kulak hırsızlığı yapan (Şey­tan) müstesna. Onun da peşine açık bir ateş alevi düşmüştür.

19- Yeryüzünü uzatıp yaydık, yeryüzün­de ulu dağlar yerleştirdik ve tartılan her şeyden nice bitkiler yeşerttik.

20- Yeryüzünde hem sizin için, hem de sizin kendisine rızık vermediğiniz var­lıklar için geçim vasıtaları yarattık.

21-  (Kâinatta var olan) hiçbir şey yok­tur ki bizim yanımızda o varlıktan hazi­neler dolusu bulunmasın. Ancak biz onu belli bir miktarda indiririz.

22-  Biz, rüzgârları aşılama vasıtaları olarak gönderdik. Gökten bir su indir­dik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz o suyu saklayamazdınız.

23- Şüphesiz biz diriltiriz ve biz öldürü­rüz. Ve sonunda her şeye biz varis olu­ruz.

24- Andolsun ki, biz sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da bi­liriz.

25-  Şüphesiz Rabbin onları mahşerde toplayacaktır. Çünkü O hüküm ve hik­met sahibidir, her şeyi en iyi bilendir.

 

Belagat:

 

"Her şeyin hazineleri bizim yanımızdadır" Burada istiare-i tahyiliyye ile Allah'ın kâmil kudretine temsil yapılmaktadır. Allah Tealâ kudretini içinde eşya konulan hazinelere benzetmektedir. Bu hazinelerden her şey Allah'ın hik­metine uygun olarak çıkmaktadır.

"Biz diriltiriz", "Biz öldürürüz" kelimeleri arasında "sizden önce gelip ge­çenler" ve "sizden sonra gelecekler" arasında tezat sanatı vardır.

21. ayetteki "Hazâinühû" kelimesi ile "Bi-Hâzinîn" kelimeleri arasında cinas-ı iştikak vardır. [13]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Andolsun ki biz gökte bir takım burçlar (yıldız kümeleri) yarattık." Burûc: Burçlar, köşkler, menziller. Burûcun asıl manâsı, zuhur etmek, ortaya çıkmak­tır. Buradaki burçlardan murad büyük yıldızlar ve bilinen 12 yıldızdır. Yani ay ve güneşin menzilleri ve diğer gezegenlerdir. Bunlar da gökyüzünün genişliğiy-le birlikte rasad işleri ve tecrübelerin delâlet ettiği şekliyle değişik şekilleri ve özellikleri bulunan 12 burçtur.

Bunların isimleri şu şekildedir: Hamel (Koç), Sevr (Boğa), Cevza (İkizler), Seratan (Yengeç), Esed (Arslan), Sünbüle (Başak), Mizan (Terazi), Akreb (Ak­rep), Kavs (Yay), Cedy (Oğlak), Delv (Kova) ve Hût (Balık).

Araplar, yıldızları ve bunların bölümlerini bilmeyi en değerli ilimlerden sayıyorlardı. Yol bulmada ve vakit tayininde hatta verimlilik ve kuraklık konu­larında yıldızlardan yararlanıyorlardı.

Merih (Mars'ın) burçları: Koç ve Akrep

Zühre (Venüs'ün) burçları: Boğa ve Terazi

Utarid (Uranüs'ün) burçları: ikizler ve Başak

Ay'ın burcu: Yengeç

Güneş'in burcu: Arslan

Müşteri (Jüpiter 'in) burçları: Yay ve Balık

Zühal (Satürn'ün) burçları: Oğlak ve Kova[14]

"Bakıp temaşa edenler" düşünenler, ibret alanlar ve yaratıcısının kudreti­ne ve eşsiz sanatkârının birliğine delil olarak kabul edenler "için gökyüzünü" yıldızlarla "süsledik."

"Gökyüzünü" yıldız kaymalarıyla "taşlanmış her şeytandan koruduk" gök­yüzüne çıkmalarına engel olduk.

"Ancak kulak hırsızlığı yapan" gizlice haber almaya çalışan, haber kaçıran Şeytan "müstesna." Burada Şeytanın mele-i aladan meleklerden az bir şey duymak istemeleri hırsızlığa benzetilmiştir. Kulak hırsızlığı yaptı: Gizlice ve dikkatlice bir şeyi duymaya çalıştı, demektir.

"Onun" şeytanın "peşine de açık bir ateş alevi düşmüştür." Işık veren ve yakıcı bir yıldız parçası yahut ateşten parlayan bir şule o şeytanı izlemiş ve ona göre erişmiştir.

Bakan kimsenin seviyesine göre ve orada yaşayan insanlara göre "yeryü­zünü uzatıp yaydık."

"Yeryüzünde" yaşayanların dengesi bozulmasın, yeryüzü sarsılmasın diye sabit "ulu dağlar yerleştirdik. Tartılan" hikmet ve maslahata uygun olarak be­lirli bir miktar takdir edilen "her şeyden nice bitkiler yeşerttik."

"Yeryüzünde hem sizin için" yani çoluk çocuğunuz, hizmetçiler ve köleler için "hem de sizin kendisine rızık vermediğiniz" bizim rızıklandırdığımız "var­lıklar için" yiyecek, giyecek gibi yaşayışınızı temin edeceğiniz "geçim vasıtaları yarattık."

Bu ayetten maksat yeryüzünün belirli bir ölçüde ve belirli bir şekilde, par­çaları birbirinden farklı, yaratılış ve tabiat itibariyle çeşitli bitki ve hayvanları ihtiva edici tarzda uzatılıp yayılması ile; Allah'ın kudretinin mükemmel oluşu­na, O'nun hikmetinin sonsuzluğuna, "ilâhlık" vasfında tek oluşuna, kullarının kendisini tek kabul etmeleri ve yalnız kendisine kulluk etmeleri için kullarına ikram ve ihsanda bulunduğuna delil getirmektir.

Kâinatta var olan "hiçbir şey yoktur ki bizde o varlıktan hazineler dolusu bulunmasın." Hiçbir şey yoktur ki, biz onu dünyada bulunduğu miktardan kat kat fazlasıyla varetmeye, meydana getirmeye muktedir olmayalım. Hazinelerle misal verilmesi O'nun kudretine işarettir. Yahut kudretinin ölçüsü bunu mey­dana getirmek için külfete, zorluğa ve gayrete ihtiyaç duyulmayan hazineler dolusu eşyaya benzetilmiştir. Hazâin; Hazine kelimesinin çoğuludur.

"Ancak biz onu belli bir miktarda indiririz." Biz hikmete uygun olarak her şeyin ölçüsü belirli bir miktarda inmesine müsaade ederiz.

"Biz rüzgârları aşılama vasıtaları olarak gönderdik." Bu rüzgârlar yağ­mur bulutlarını, yahut toprak veya ağaçlan aşılama tohumları taşıyan rüzgâr­lardır. Ayrıca hamile deve için (Nâkatün Lâkıh) denilmiştir. Burada hayır geti­ren, yağmur yüklü bulutu taşıyan rüzgâr hâmile kadına benzetilmiştir. Bu şe­kilde olmayan da kısır kadına benzetilmiştir.

"Gökten" buluttan "bir su" yağmur "indirdik de onunla su ihtiyacınızı kar­şıladık. " bahçeleriniz ve hayvanlarınıza sulama imkânı verdik.

Biz bunları yapmasaydık "siz o suyu saklayamazdınız." O suyun hazinele­ri sizin elinizde değildir.

"Şüphesiz biz diriltiriz ve öldürürüz. Ve sonunda her şeye biz varis oluruz." Bütün mahlûkatın varisçisi biziz. Yani en geriye kalan biziz.

"Andolsun ki biz sizden önce gelip geçenleri de" Âdem (a.s.) zürriyetinden ölenleri "biliriz, geri kalanları" şu anda hayatta olanları "da biliriz."

"Şüphesiz Rabbin" amellerinin karşılığını vermek için "onları mahşerde toplayacaktır." onları başkası değil sadece Allah toplamaya muktedirdir. Onla­rın toplanmasını sadece O, üstlenmektedir.

"Çünkü O, hakimdir" sanatında hikmeti gayet açık, yaptığı fiilleri sağlam­dır, "alimdir." ilmi her şeyi kaplamıştır.[15]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenab-ı Hak, kâfirlerin küfrünü ve putlarının acizliğini belirttikten sonra, sonsuz kudretini, birliğine delâlet eden yer ve gökteki delilleri: Yani gökteki burçları (yıldız kümelerini) parlak yıldızları; alabildiğine uzanan yeryüzündeki ulu dağlan insan ve hayvanlarının hayatını devam ettirmesine vesile olan ilim ve hikmet terazisiyle tartılmış, bilinen kudret ölçüleriyle takdir edilen bitkileri zikretti.

Nitekim bir başka surede şöyle buyuruluyor: "Yakînen inanan kimseler için yeryüzünde nice kudret delilleri vardır. Ayrıca kendi nefsinizde de... Gör­mek istemez misiniz? Rızıklarınız da vaad olunduğunuz şeyler de semadadır. Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, bu vaad olunduğunuz şeyler tıpkı şu konuşmanız gibi gerçektir." (Zariyat, 51/20-23).

Yeryüzündeki kudret delilleri 7 tanedir: Yerin yaygın hale getirilmesi, dimdik duran sabit dağlar, bitkilerin yeşertilmesi, kudret hazinelerinden rızık-larla yapılan yardım, rüzgârların aşılayıcı olarak gönderilmesi, hayvanların di­riltilmesi, öldürülmesi, insanın yaratılışı. [16]

 

Açıklaması

 

Allah'a yemin olsun ki gökyüzünde sabit veya gezegen büyük yıldızları va-rettik. Gökyüzüne tekrar tekrar bakıp gökyüzündeki gayet açık acaip nizamı, bakıp inceleyeni hayrette bırakan göz kamaştırıcı kudret ayetlerini inceden in­ceye düşünen kimseler için gökyüzünü yıldızlarla süsledik.

"Biz dünya semasını eşsiz birzînetle, yıldızlarla süsledik." (Saffat, 37/ 6).

"Gökyüzünde burçlar (yıldız kümeleri) yaratan (Allah) yüceler yücesidir." (Furkan, 25/61).

Bir gurup âlim; burçlar, ay ve güneşin menzilleridir demişlerdir.

"Gökleri, Allah'ın rahmetinden kovulan bütün şeytanlardan koruduk" Rahmetten kovulan şeytanların gökyüzüne yaklaşmasına mani olduk. Bir baş­ka ayette ise: "Biz gökyüzünü inatçı bütün şeytanlardan koruduk." (Saffat, 37/7) buyurulmuştur.

"Racîm: Kovulan, taşlanan" yani kendilerine (yıldız kaymalarında) küçük yıldızlar atılan, yahut çirkin ifadelere lâyık olan, yahut lanete uğrayan, Al­lah'ın rahmetinden kovulan demektir.

"Ancak kulak hırsızlığı yapanlar müstesna..." cümlesi istisna-i munka-tı'dır. Yani ancak kelâm hırsızlığı yapan, yahut meleklerin kendi aralarında ko­nuştuğu gayba ait bilgilerden birşeyler çalmak isteyen şeytanı bir yıldız parça­sı kovalar, o ateş parçası ona erişir. Yani yıldızlardan kopan, ayrılan bir parça -ki bu da alevli bir ateştir- o şeytanı yakar. "Şihab" parlayan bir ateş alevidir. Yıldıza da "şihab" adı verilmiştir.

Bir başka ayette ise: "Doğrusu biz daha önce gökte olup bitenlerin işitilebi-leceği bir yerde oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinlemek istese kendisini gözetle­yen bir ateş parçasıyla karşılaşıyor" (Cin, 72/9) buyurulmaktadır.

Yine Cenab-ı Hak: "Biz dünya semasını kandillerle (kandil gibi parlayan yıldızlarla) süsledik. Onlarla (haddi aşan) şeytanların taşlanmasını sağladık" (Mülk, 67/5).

İbni Abbas (r.a.) diyor ki: Önceleri şeytanların gökyüzüne çıkmalarına en­gel olunmuyordu. Gökyüzüne çıkıyorlar, meleklerden gayba dair haberleri du­yuyorlar, sonra da bu bilgileri kâhinlere aktarıyorlardı. Hz. İsa (a.s.) dünyaya gelince son üç semaya çıkmalarına mani olundu. Rasulullah (s.a.) dünyaya ge­lince de gökyüzünün bütün katlarına çıkmalarına engel olundu. Onlardan her­hangi biri kulak hırsızlığı yapmak isterse kendisine bir yıldız parçası atılır.[17]

Sahih olan şudur ki yıldız haberlerin kendilerine ulaşmasından önce şey­tanları öldürür. Dolayısıyla gökyüzünün haberleri yeryüzüne peygamberler ve vahiy melekleri olmaksızın kesinlikle ulaşamaz. Bunun için Peygamberimiz (s.a.) in gönderilmesiyle kâhinlik sona ermişti.

Allah Tealâ bunun ardından Allah'ın birliğine delâlet eden semavî deliller­den sonra yeryüzündeki delilleri beyan etti:

Yeryüzünü uzunluğuna ve genişliğine uzun bir şekilde, gözün alabildiğine görebileceği ve istifadeye hazır bir şekilde, üstünde yaşayan insana göre yarat­tık. Nitekim bir ayette: "Biz yeryüzünü (yaşamaya uygun şekilde) döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz!" (Zariyat, 51/48).

Bu ifade yeryüzünün "küresel" oluşunu inkâr etmek manasında değildir. Çünkü büyük kürenin parçaları bu parçalardan birine bakan kimseye sanki (tepsi gibi) dümdüz bir arazi şeklinde görünür. Bu durum, Allah Tealâ'nm kud­retinin ve azametinin mükemmel olduğuna açık bir delildir. Zira bu dünyadan yararlanan insan, küresel olduğu halde onu dümdüz görür, hareket ettiği halde onu sabit zanneder.

'Yeryüzünde" insanların dengesinin bozulmaması için "sabit dağlar yerleş­tirdik." Bir başka ayette de: "Allah, yeryüzü sizi sarsmasın diye oraya sabit dağlar yerleştirdi" (Nahl, 16/15). Bu ayetler yeryüzünü Allah'ın yarattığına, yeryüzünü yayıp genişlettiğine ve yeryüzünde sabit dağlar, vadiler yerleştirdi­ğine delâlet etmektedir.

Yeryüzünde belirli bir miktar, belirli bir ölçü ile takdir edilen hikmet ve maslahata uygun münasip bitki ve meyveler bitirdik. Her bitkinin unsurları öl­çülmüş, muhtaç olduğu her şey takdir edilmiştir.

"Her şeyi belli bir ölçüde ..." ifadesi belirli bir miktar ile takdir edilmiş, hikmet terazisiyle tartılmış, yani hikmet ve maslahata uygun olarak... demek­tir. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette: "Allah katında her şey bir ölçüye ta­bidir" (Ra'd, 13/8).

"Yeryüzünde size ... geçim yolları yarattık" Yani yeryüzünde sizin için gıda, ilâç, giyecek, su gibi münasip bir hayat ve geçim vasıtaları hazırladık.

"Sizin kendilerine rızık vermediklerinize de ... " Yani yine yeryüzünde sizin için hizmetçiler, köleler, binek hayvanları ve diğer hayvanlar gibi sizin kendilerine nzık vermediğiniz varlıklara da geçim vasıtaları yarattık. Yani Allah size de onlara da rızık vermektedir.

Bu ayetlerden maksat Allah Tealânın insanlara yeryüzünde geçim ve ka­zanç vasıtaları ihsan etmek, üzerine binilen ve eti yenilen hayvanları, hizmet için kullandıkları hizmetçileri insanların emrine vermek suretiyle lütufta bu­lunduğu beyan etmesidir. Yaratıcı olan Allah Tealâ onların rızıklarına kefil ol­muştur. Onların rızıklan kendileri üzerine değil, yaratıcıları üzerinedir. Onlar için istifade etme hakkı vardır. Rızık vermek ve her şeyi insanın emrine ver­mek Allah'ın üzerinedir.

Bundan sonra Allah Tealâ kendisinin her şeyin maliki olduğunu ve bitki­ler, madenler ve sayılması mümkün olmayan çeşitli yaratıkların her sınıfından kendisi nezdinde hazineler bulunduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:

"Bu kâinatta insanların yararlandığı hiçbir şey yoktur ki, biz onu yoktan var etmeye, meydana getirmeye ve onunla ikramda bulunmaya muktedir olma­yalım. Biz, bunun ancak faydalı olduğunu bilerek belirli bir ölçüde veririz."

Cenab-ı Hak "hazine" derken gerçek değil, temsil maksadı gözetmektedir. Bunun manası Allah'ın imkân dışı olmayan her şeye kadir olmasıdır.

Cenab-ı Hak bundan sonra da nimetlerin elde edilmesinin sebeplerini açıklayarak şöyle buyurdu: Biz yağmur indirmek için rutubetle dolu bulutları taşıyan hayırlı rüzgarları gönderdik.

Nitekim bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır: "Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allah'tır. O rüzgarlar yağmur yüklü bulut­ları yüklenince onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. İşte biz ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki düşünür, ibret alırsınız" (A'raf, 7/57).

Aynı şekilde rüzgârları meyvenin meydana gelmesi için çiçeklerdeki erkek tohumları dişi tohumlara nakledip döllenme meydana getiren rüzgârları ağaç­ların aşılanması vasıtası kıldık.

Ayrıca gıdanın yerine ulaşması için rüzgârları ağaçlardan tozu giderme vasıtaları kıldık. İbni Abbas diyor ki: Rüzgârlar ağaçları ve bulutları aşılama vasıtalarıdır.

"Gökten su indirdik ..." Yani buluttan yağmur indirdik, onunla sizi sula­dık. Yani bu sudan sizin içmeniz de mümkündür, onunla bitkilerinizi ve hay­vanlarınızı da suladık.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Her canlıyı sudan yarattık" (Enbiya, 21/30).

"Söyleyin bakalım! İçtiğiniz suyu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? İsteseydik onu acı ve tuzlu yapabilirdik. Hâlâ şükretmez misiniz?" (Vakıa, 56/68-70).

"Size semadan su indiren O'dur. Siz ondan içersiniz. Hayvanlarınızı otlat­tığınız bitkiler de o su ile yetişir." (Nahl, 16/10).

"... Yoksa siz onu biriktiremezdiniz." Yani onu muhafaza edemezdiniz. Bilâ­kis onu biz indiririz, biz muhafaza ederiz, onu yeryüzünde kaynaklar haline ge­tiririz. Allah dileseydi o suyu alır götürür, yerin dibine batırırdı. Fakat Allah rahmetiyle insanların içmesi; bitki, meyve ve hayvanların sulanması için suyu yıl boyunca saklar. Bu saklama bulutlarda ve yerin boşluklarında olur.

Daha sonra Allah Tealâ yaratılışın başlangıcına ve tekrar diriltmeye kadir olduğunu haber vererek şöyle buyurdu:

Biz mahlûkatı yoktan varederiz, sonra onları öldürürüz. Sonra hepsini mahşer günü toplanmaları için diriltiriz. Yeryüzü ve üzerinde bulunanlara biz varis oluruz. Onlar bize döndürüleceklerdir: "O'ndan başka her şey yok olacak­tır" (Kasas, 28/88).

Sonra Cenab-ı Hak, ilk ve son bütün mahlûkatı tam manasıyla bildiğini bize bildirdi: "Allah'a yemin olsun ki Âdem (a.s.) den şu ana gelip geçen ve yok olan kimseleri, şu anda canlı olanları ve kıyamet gününe kadar gelecek kimse­leri biz biliriz."

Şüphesiz onların hepsini ilkleri sonuncuları, Allah'a itaat edenle isyan edenleri toplayacak olan senin Rabbindir. Her nefse yaptığı amelinin karşılığı­nı verecektir. Şüphesiz Allah Tealâ hüküm ve hikmet sahibidir, yaptığı sana­tında açık hikmet sahibidir, işlerini çok sağlam yapmaktadır, ilmi geniştir. Onun ilmi her şeyi kaplamıştır. O hikmeti ve her şeyi ihata eden ilim gereği di­lediğini yapar. [18]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler, tevhidin yerdeki ve gökteki delillerini zikretmektedir. Önce se­mavî delillerle başlanmış ardından da yeryüzündeki deliller zikredilmiştir:

1- Sabit ve gezegen olan büyük yıldızların yaratılması, yıldızlar için burç­lar (yıldız kümeleri) ve menziller yaratılması. Astronomi ilminde bilinen 12 ta­ne burç vardır. Bunlar ayetlerin manaları kelime kelime açıklanırken beyan edilmiştir.

2- Gökyüzünün taşlanan, Allanın rahmetinden kovulan şeytanların yak­laşmasından korunması. Recm: Taşlanmak yahut dille sövüp saymaya muha­tap olmak demektir. Lanete uğramak ve kovulmak manalarına da gelir.

Kisai diyor ki; Kur'andaki her "racim" kelimesi ayıplanan, sövülen, tenkit edilen manasındadır.

Kim gayb ilminden bir takım şeyleri alıp kaçmaya kalkarsa yıldızdan ko­pan alevli ateş parçalarıyla taşlanır. Bu alev kulak hırsızlığıyla elde ettiği şeyi başkasına nakledemeden onu yakar ve öldürür.

3- Yeryüzü üzerinde beşerî hayatın mümkün olacağı tarzda dümdüz dö­şenmiştir. Üzerindeki insanlarla sarsılmasın diye sabit dağlarla takviye edil­miştir. Yeryüzünde hikmet ve maslahata uygun olarak belli miktarlarla tayin edilen çeşitli nebatat bulunmaktadır. Yine yeryüzünde insanların ve diğer canlı varlıkların yaşamasını temin eden yiyecek ve içecekler, çeşitli yararlan bulu­nan hayvanlar bulunmaktadır. Bunlara rızık veren de Allahtır.

4- Allah her şeyin sahibidir. Her şeyi yoktan vareder, meydana getirir. Mahlûkatının o canlıya muhtaç olduğu kadar belirli bir miktarla dilediğine gö­re o canlıya nimet verir. Mahlûkatının nzıklanndan ve onların yararlanacağı şeylerden Allah katında hazineler vardır. Meselâ her şeyi bitiren gökten indiri­len yağmur gibi. Fakat Allah o yağmuru ihtiyaç miktarı ve dilediği kadar indi­rir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Eğer Allah kullarına rızkı bolca vermiş olsaydı yeryüzünde azgınlık çıkarırlardı. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir." (Şûra, 42/27).

5- Allah, kâinatta rızık ve yoMan var etme sebeplerini hazırladı. Rüzgâr­ları bulut ve ağaçları aşılama vesilesi kılması bu sebeplerden biridir. Bu rüz­gârlarla insanların su içmesi, ekin meyve ağaç ve hayvanların sulanması için yağmurları indirmiştir. Allah, yağmur sularını bulutlarda ve yerin boşluğunda saklar. Hayat veren, öldüren ve kâinata varis olacak olan O'dur. Kâinatta hiç­bir kimse kalmayacaktır.

6- Allah Tealâ daha önce geçen ve kıyamete kadar gelecek bütün mahlûka-tı gayet iyi bilir. Allah Tealâ bütün insanların hesabını görmek ve amellerinin karşılığını vermek üzere mahşer yerinde toplayacaktır.

Fakihler "Şüphesiz biz, sizden önce gelenleri de sizden sonra gelecekleri de biliriz." (Hicr,24) ayetinden şu iki fıkhî hükmü çıkarmışlardır:

Birincisi: Namazda ilk vaktin fazileti ve cemaatle namazda ilk safın fazi­leti: Ahmed b. Hanbel, Buharî, Müslim ve Nesaî'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ezan okuma ve ilk safta bulunmanın faziletini bilseler sonra da kur'a çekmekten baş­ka çare bulamasalar, kur'a çekerlerdi."

Birinci safta imama yakınlık vardır. Fakat imama yakınlık herkesin hakkı değildir. Bu ancak büyük şahsiyetlerin hakkıdır. Müslim ve diğer dört Sünen sahibinin Ebî Mes'ud'dan rivayet ettiği hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.) şöyle bu­yurmaktadırlar: "İçinizdeki olgun akıl ve isabetli görüş sahipleri benim hemen arkamda namaza dursun." Bu şeriat sahibinin emriyle bu kimseler için sabit bir haktır.

İkincisi: Savaşta birinci safin fazileti: Zira savaşta öne atılan, nefsini Alla-ha satmış demektir. Rasulullah (s.a.)'ın huzurunda savaşta ondan öne atılan hiç kimse olmazdı. Çünkü O insanların en cesuru idi.

Bera diyor ki: Vallahi savaş kızıştığı zaman ona sığınırdık, içimizden ce­sur olanlar onunla -yani Peygamberimiz (s.a.) ile- aynı hizada olurlardı. [19]

 

İnsanoğlunun İlk Yaratılışı, Meleklerin Secde Etmelerinin Emredilmesi, İblisin Yüz Çevirmesi Ve Ona Düşman Oluşu

 

26- Andolsun ki biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir bal­çıktan yarattık.

27- Cinleri de daha önce zehirli bir ateş­ten yaratmıştık.

28- Hani Rabbin meleklere: "Ben kupku­ru bir çamurdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan bir insan yaratacağım.

29-  Ona şekil verdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanın." demişti.

30-  Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde ettiler.

31- Ancak İblis, secde edenlerle beraber secde etmekten imtina etti.

32- (Allah): "Ey İblis! Secde edenlerle be­raber olmamana sebep ne?" dedi.

33- (İblis): "Ben kuru bir çamurdan olu­şan şekillenmiş balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim," dedi.

34- Bunun üzerine Allah: "Öyle ise ora­dan çık! Çünkü artık kovuldun.

35- Muhakkak ki, kıyamet gününe ka­dar lanet senin üzerine olacaktır." dedi.

36- (İblis:) "Ey Rabbim! Öyle ise (varlık­ların) tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver." dedi.

37- "O halde sen kendilerine mühlet ve­rilenlerdensin.

38- Belirli bir vakte kadar." dedi.

39- (İblis) dedi ki: "Ey Rabbim! Beni sap­tırdığın için mutlaka ben de yeryüzün­de Ademoğullarına kötülükleri güzel göstereceğim ve onların hepsini azdıra­cağım.

40- Ancak kullarından ihlâslı olanlar müstesnadır."

41- Allah da şöyle buyurdu: "Bu, bana ulaşan dosdoğru bir yoldur.

42- Kullarımın üzerinde hiçbri nüfuzun yoktur. Ancak sana uyan azgınlar hariç.

43- Onların hepsine vaadedilen yer Cehennem'dir."

44-  Cehennem'in yedi kapısı vardır. O kapıların her birinden girecek belirli bir zümre vardır.

 

Kelime ve İbareler:

 

"Andolsun ki biz insanı" Hz. Adem (a.s.)ı yahut insan cinsini vurulduğu zaman ses çıkaran "kuru bir çamurdan" kokusu değişmiş ve su ile beraber bu­lunmaktan dolayı siyahlaşan "şekillenmiş cıvık bir balçıktan yarattık." Pişmiş çamura ise (Fahhar) adı verilir.

"Cinleri" Cinlerin babası olan İblis'i yahut cin cinsini "de daha önce" Hz. Adem (a.s.) yaratılmadan önce dumanı olmayan, harareti son derece şiddetli olan insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen "güçlü bir ateşten yarattık."

"Hani Rabbin meleklere şöyle demişti:" O günü hatırla. "Ben kuru bir ça­murdan, şekillenmiş cıvık bir balçıktan bir beşer" yani bir insan "yaratacağım." İnsana beşeresinin yani cildinin farklı olması sebebiyle "beşer" adı verilmiştir.

"Ona şekil verdiğim" yaratılışını tamamladığım ona ruhun üflenmesine hazır hale getirdiğim ve "ona ruhumdan üflediğim zaman" hayat unsurunu ka­bul edecek maddeye ilâve ettiğim zaman hayat bulunca "siz" ey meleklerim "hemen onun için secdeye kapanın, demişti." O'na huzurunda eğilmek üzere saygı secdesi yapın. Burada ruhun Allah'a nisbet edilerek Cenab-ı Hakkın "Ru­humdan üflediğim" demesi Hz. Âdem'e şeref vermektedir.

"Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan" Hz. Adem'e "secde ettiler." Bura­daki (hepsi) ve (toptan) kelimeleri umumîlik ifade etmekte mübalağa etmek üzere te'kid ifade eder.

"Ancak" meleklerin arasında bulunan cinlerin babası "İblis, secde edenlerle beraber" ona "secde etmekten imtina etti."

Burada istisna ya munkatı'dır. Yani: Fakat İblis imtina etti demektir. Ya­hut yeni bir cümle başı olarak istisna muttasıldır. Bu durumda secde etmeliy­di, değil mi? diye soru soran birine cevap mahiyetindedir.

Allah lealâ: "Ey İblis! secde edenlerle beraber olmamana sebep ne?" Yani secde edenlerle beraber olmamakta maksadın nedir? Sana ne oluyor da secde etmiyorsun? Secde etmene engel olan nedir? "dedi"

İblis, maddelerin en şereflisi olan ateşten yarattığın "Ben, kuru bir çamur­dan oluşan şekillenmiş bir balçıktan yarattığın" maddelerin en düşüğü olan ça­murdan yoğun bir cisim olarak yarattığın "bir insana secde edecek değilim" be­nim ona secde etmem gerekmez, ona secde etmem doğru olmaz, "dedi."

"Bunun üzerine Allah: Öyle ise oradan" yani Cennetten yahut gökyüzün­den veyahut melekler zümresi içinden "çık. Çünkü artık" hayırdan ve yüce mertebeden "kovuldun." Bu ifade bu şüpheye cevap ihtiva eden bir tehdittir.

"Muhakkak ki" ceza gününe "kıyamet gününe kadar lanet" rahmetten ko­vulmak ve uzaklaştırılmak cezası "senin üzerine olacaktır." dedi.

İblis: "Ey Rabbim! Öyle ise" insanların "tekrar dirilecekleri güne kadar ba­na mühlet ver," bana müddet tanı, beni öldürme, "dedi.

"O halde sen kendilerine mühlet verilenlerdensin."

"Belirli bir vakte kadar" Allah katında ecelinin belirlendiği vakte, bütün insanların helak olduğu vakte kadar mühlet verilmiştir. Bu vakit- İbni Ab-bas'm dediği gibi- bütün mahlûkatm öldüğü sûra ilk üfürüldüğü andır. Ceza günü, Baas günü, Malûm gün ifadeleriyle murad edilen Kıyamet günüdür. Beyzavi'nin dediği gibi ibarelerin farklı farklı oluşu itibar edilen şeyin farklılığı sebebiyledir. Kıyamet günü "Amellerinin karşılığının verilmesi" günüdür, baas "öldükten sonra dirilme" günüdür. Meydana gelmesi insanların bilgisiyle kesin, Allah katında vuku bulacağı vakti belirli "malum" gündür.

İblis dedi ki: "Ey Rabbim! Beni saptırdığın için" beni saptırman mukabi­linde "mutlaka ben de yeryüzünde" Âdemoğullanna "kötülükleri güzel göstere­ceğim" Yani yemin ederim ki senin beni saptırmana karşılık mutlaka ben de al­danma yeri olan dünyada insanlara masiyetleri güzel göstereceğim. "Ve onların hepsini azdıracağım."

"Ancak kullarından ihlâslı olanlar" Allah'ın kendine taati için seçtiği ve manevî lekelerden temizlediği müminler "müstesnadır." (el-Muhlasîn) kelimesi (el-Muhlîsîn) şeklinde lâmm kesre harekesi ile de okunmuştur. Buna göre: Sa­na riyadan ve fesaddan uzak ihlâslı ibadet eden kişiler demektir.

"Allah da şöyle buyurdu: Bu, bana ulaşan" benim gözetimime tabi olan, hiçbir sapma ve hiçbir ters eğilim olmayan "dosdoğru bir yoldur."

41. ayette "bu" diye işaret edilen şey, önceki ayette istisnanın ihtiva ettiği manadır. Yani ihlâslı kulların Şeytan'ın aldatmasından uzak kalması yahut sa­dece ihlâs yolu demektir.

Mümin "kullarımın üzerinde" senin "hiçbir nüfuzun yoktur." Bu ifade, İb­lis'in istisna ettiği hususu aynen doğrulamaktadır. Bundan maksat Şeytan'ın onlara tesir etmesinden kurtulduklarını beyan etmektir. Sultan; burada saptır­ma suretiyle nüfuz ve hâkimiyet kurmak demektir.

"Ancak sana" şeytan'a "uyan azgınlar" kâfirler "hariç!"

"Onların hepsine" azgınlara yahut Şeytan'a tabi olanlara "vaadedilen yer Cehennem 'dir." (Ecmaîn) kelimesi zamiri tekid etmektedir, yahut haldir. Bura­da amel eden şibh-i fiil (mav'ıd) kelimesidir. Bu durumda muzaf takdirinde mastardır. İsm-i mekân sayılırsa amel etmez.

"Cehennemin yedi kapısı vardır." Sayılarının çokluğu sebebiyle bu kapı­lardan cehennem'e girerler. Yahut Şeytan'a uymadaki mertebelerine göre gire­cekleri cehennem'in yedi tabakası vardır. Bunlar da: Cehennem, Lezâ, Huta-me, Saıyr, Sekar, Cahıym, Hâviye tabakalarıdır. Belki de burada sayının özel­likle belirtilmesi bütün helak edici hatalara şamil olması sebebiyledir. Yahut Cehennem ehli yedi guruptur. "O kapıların herbirinden girecek" Şeytana tabi olanlardan "belirli bir zümre" ayrılmış belirli bir gurup "vardır".[20]

 

Ayetler Arası İlişki

 

"m (ayetlerde belirtilen) delil, Allah'ın varlığı, kudreti ve birliğine dair yedinci delildir. Cenab-ı Hak önceki 20. ayette Allah'ın birliğinin doğruluğuna de­lil olarak hayvanları yaratmayı zikredince burada aynı hususta delil olarak in­sanın yaratılmasını zikretti.

Delil şudur: İlki olmayan hadiselerin varlığının imkânsız olduğu kesin de­lillerle sabit olduğuna göre, bütün hadiseler neticede ilk hadiseye dayanır. Do­layısıyla bütün insanlar neticede bir insana yani ilk insana dayanır. Bu ilk in­san da ana-babadan yaratılan kişi değildir. Dolayısıyla hiç şüphesiz Allah'ın kudretiyle yaratılmış demektir.

Allah Tealâ ilk insanın yaratılışını zikrettikten sonra meleklerin ve cinle­rin onun hakkındaki sözlerini zikretti. [21]

 

Açıklaması

 

Allah, ilk insan beşeriyetin babası Hz. Âdem (a.s.)'ı çamurdan ve kuru top­raktan yarattı.

Cenab-ı Hak ilk defa insanı yaratırken önce topraktan başladı, sonra ça­mur, sonra da kuru topraktan yarattı. Bu durum ilâhî kudrete daha açık bir delil olmuştur.

Biz "cin" taifesini ateş alevinden yani isabet edeni öldüren, zehirli yılanın dilinin ucu gibi insanı yalayan sımsıcak rüzgârın ateşinden yarattık.

İbni Mes'ud diyor ki: Bu zehirler, cinlerin yaratıldığı zehirli ateşin zehri­nin yetmişte bir parçasıdır. Sonra bu ayeti okudu. "Biz cinleri de daha önce ze­hirli bir ateşten yaratmıştık" (Hicr, 27).

Müslim'in Sahihinde ve Ahmed b. Hanbel'in Müsnedinde Hz. Âişe (r. a)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte: "Melekler nurdan, cinler ateş alevinden yaratılmıştır. Adem de size tarif edilen şeyden yaratılmıştır" buyurulmaktadır.

Bu ayetin benzeri şu ayettir: "Allah insanı vurulduğunda testi gibi ses çı­karan kuru bir balçıktan yarattı. Cinleri de dumansız saf ateşten yarattı" (Rah­man, 55/14-15)

Burada insan tabiatının soğukluğuna ve cin tabiatının sıcaklığına işaret vardır. Bu ayette, Hz. Âdem (a.s.)'ın şerefli oluşuna, ana unsurunun güzelliği­ne, ana maddesinin temizliğine işaret edilmektedir. Bütün bunlar Allah Te-alâ'nın kudretine delildir.

Bundan sonra Cenab-ı Hak meleklere Hz. Adem (a.s.)'a secde etmelerini emretmek suretiyle O'nu şerefli kıldığını ve Hz. Adem (a.s.)'ın düşmanı İblis'in diğer meleklerden farklı olarak kıskançlık, inkarcılık, inatçılık böbürlenmek ve batılla gururlanmak sebebiyle Hz. Adem (a.s)'a secde etmekten geri durduğunu beyan ederek şöyle buyurdu: "Hani Rabbin meleklere şöyle demişti..."

Yani ey peygamber! Meleklere Adem'in yaratılışı tamamlandıktan sonra Adem'e secde edeceksiniz diye emrettiğimde Adem'in düşmanı olan İblis'in di­ğer meleklerden ayrılarak "Ben kara topraktan oluşmuş kuru balçıktan yarattı­ğın bir insana secde edecek değilim" (Hicr, 33) diyerek ve "Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise balçıktan yarattın" (Sad, 38/76) diye ma­zeret uydurarak ve "Benden üstün kıldığın kimse bu mu?" (İsra, 17/62) diyerek secde etmekten imtina ettiğini kavmine anlat.

İblisin kendini savunması; kendisinin Hz. Adem (a.s.)'den daha hayırlı ol­duğunu, zira kendisinin ateşten Hz. Adem (a.s.)'in ise topraktan yaratıldığını, ateşte yükseklik ve yücelik unsurunun, toprakta ise düşüklük ve durgunluk unsurunun bulunduğunu, dolayısıyla ateşin çamurdan daha şerefli olduğunu, yüksek olanın alçak olana ta'zim edemiyeceğini söyleyerek Hz. Adem (a.s.)'e secde etmekten imtina etmesini ihtiva etmektedir.

Bu fasid (geçersiz) bir kıyastır. Çünkü maddenin hayırlı ve üstün oluşu un­surun hayırlı ve üstün oluşu manasına gelmez. Meleklerin nurdan, nurun da ateşten daha hayırlı olması buna delildir. Ayrıca bu yaratıcının emrine isyan­kârlıktır ve Hz. Adem (a.s.)'ın verilecek vazifeleri almaya ve kâinatın ilerlemesi­ne ilmî ve amelî olarak hazır olma hususiyetine sahip olduğunu bilmemektir.

Bunun için Allah, İblisi şu sözüyle cezalandırdı. İçinde bulunduğun "Me-le-i A'lâ" mertebesinden dışarı çık. Çünkü sen artık lanete hem de kıyamet gü­nüne kadar durmadan devam edecek bir lanete uğramış, Allah'ın rahmetinden kovulmuş birisin.

İblis, Hz. Adem (a.s.)'a tuzak kurmakta daha ileri gitmek için, ona ve zür-riyetine olan kıskançlığından dolayı insanların kabirlerden çıkıp hesap saha­sında toplanma gününe kadar Cenab-ı Hak'tan mühlet istedi. Allah da ona be­lirli bir vakte -yani mahlûkatın tamamımn can verdiği surun birinci defa üf­lenmesine- kadar ona mühlet tanıdı.

İblis bu güne kadar bekleme garantisi alınca isyankâr ve inatçı bir eda ile şöyle dedi: Ya Rabbi! Senin beni şaşırtman ve saptırman sebebiyle dünyada Hz. Adem (a.s.) zürriyetine nefsî arzularını süsleyeceğim, onlara günahları sevdire­cek ve teşvik edeceğim. Ancak sana ibadet ve taatte ihlaslı olan kendilerine ih-lâs verilen kulların müstesna. (Bunlara dokunamam).

"Kendilerine ihlâs verilen kulları" müstesna etti. Çünkü İblis kendi tuzağı­nın onlara işlemeyeceğini ve bunu kabul etmeyeceklerini gayet iyi bilmektedir.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak İblis'e tehditte bulundu ve şu sözüyle ihtar et­ti: Kulluk veya ihlâs hususunda şu yol doğru bir yoldur. Bunun sonu bana dö­ner. Ben herkese kendi ameliyle karşılık vereceğim; hayırsa hayır, serse şer karşılık vereceğim.

"Şüphesiz Rabbin, her an gözetlemektedir" (Fecr, 89/14).

"Bu bana ulaşan dosdoğru bir yoldur." (Hicr, 41) Yani bu ihlâs benim ikra­mıma ve sevabıma ulaştıran bir yoldur. Yahut kullukta bu yol dosdoğru bir yol­dur. Yahut bu yol isbatı ve te'kidi bana ait olan bir yoldur. Bu yol doğrudur: Haktır ve gerçektir. Bu ifadenin neticesi: Benden kaçabilecek kimse var mı? de­mektir. Tıpkı tehdit edip korkuttuğu kimseye: Yolun benden geçer, demek gibi. "Müstakim" kelimesi hiçbir eğrilik ve sapma olmayan doğru demektir. Bu ayet İblis'in:

"... Senin doğru yolunda kullarının önünü keseceğim. Sonra onlara önle­rinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Böylece (kul­larının) çoğunu şükredenler olarak bulamayacaksın" şeklindeki sözüne reddi­yedir.

"Kullarımın üzerinde hiç bir nüfuzun yoktur" (Hicr, 42). İhlâslı olan veya ihlâslı olmayan yahut kendilerine hidayet takdir ettiğim mümin kullarımın hiçbirinin üzerinde senin hâkimiyetin yoktur. Senin için onlara erişecek hiçbir yol yoktur, onlara ulaşma imkânın yoktur.

"... Ancak sana uyan azgınlar hariç." (Hicr, 43) Buradaki istisna munkatı-dır. Yani sana kendi isteğiyle tabi olan sapık müşrikler hariç. Emir ve yasak­larda sana boyun eğmeleri sebebiyle, senin onlar üzerinde hâkimiyetin vardır. Bunun ayrı bir delili ise "Şeytan'ın nüfuzu sadece onu dost edinenler ve onun vesvesesiyle Allah'a ortak koşanlar üzerinde vardır." (Nahl, 16/100).

"Onların hepsine vaadedilen yer cehennem'dir." (Hicr, 43) Şüphesiz İblis'e tabi olanların hepsinin varacağı yer cehennem'dir. Nitekim bir başka ayette şöyle buyuruluyor: "Fırkalardan kim bunu inkâr ederse ona vaadedilen ateştir." (Hûd, 11/17).

Cenab-ı Hak bundan sonra cehennem'in yedi kapısı olduğunu haber verdi: "Cehennemin yedi kapısı vardır. O kapıların herbirinden girecek belirli bir zümre vardır." Bu yedi kapının herbiri için İblis'e tabi olanlardan payedilmiş bir parça, belirli bir sayı tahsis edilmiştir. O kapıdan girerler, bundan kaçacak­ları bir yer yoktur. Herkes ameline göre bir kapıdan girer. Ameli miktarınca bir çukura yerleşir.

Bu "yedi kapı" hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Bunlar birbiri üzerinde "yedi tabaka"dır. Bu tabakalara "Dereke" ismi verilir. "Şüphesiz münafıklar cehennem ateşinin en alt tabakasındadırlar" (Nisa, 41/145) ayeti buna delildir. Bunun sebebi de sudun Küfür mertebeleri şiddetli ve hafif oluşuna göre çeşitlidir. Dolayısıyla azab mertebeleri de farklı olmuştur.

İkinci görüş: Bunlar "yedi kısım"dır. Her kısmın ayrı bir kapısı vardır. İbni Cüreyc'in dediği gibi bu yedi kısım şunlardır: Cehennem, Lezâ, Hutame, Saıyr, Sekar, Cahıym, Hâviye.

Dahhâk'ın belirttiği şekliyle:

Birinci kapı (Cehennem): İsyankâr olan tevhid ehline

İkincisi (Lezâ): Yahudilere

Üçüncüsü (Hutame): Hrıstiyanlara

Dördüncüsü (Saıyr): Sabiîlere

Beşincisi (Sekar): Mecûsîlere

Altıncısı (Cahıym): Müşriklere

Yedincisi (Hâviye): Münafıklara aittir. [22]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususları ifade etmektedir:

1- Allah, ilk insan Hz. Adem (a.s.)'ı ilâhî kudretine delil olması için kuru çamurdan yaratmıştır. Cinleri ise, Hz. Adem (a.s.)'ı yaratmadan önce cehen­nem ateşinden, yahut öldürücü sıcaklıktaki rüzgârdan yahut dumanı olmayan bir ateşten yaratmıştır.

Sahih-i Müslimde Enes (r. a)'den Peygamberimiz (s.a.v)'in şöyle buyurdu­ğu nakledilmektedir: "Allah Hz. Adem (a.s.)'a cennette şekil verdiği zaman onu dilediği kadar bir müddet olduğu gibi bıraktı. İblis onun etrafında dolaşmaya ve ne olduğunu incelemeye başladı. Onun içini boş olarak görünce onun kendine sahip olamayacak (Yani kendini şehvetlerden koruyamayacak, kendini tutama­yacak, vesveseyi engelleyemeyecek) yeni bir yaratık olduğunu anladı."

2- Allah, "İnsan" denilen varlığı şerefli kılmıştır, bundan dolayı meleklere ilk insana ibadet secdesi değil, bir saygı ve değer verme ifadesi olarak secde et­melerini emretmiştir; dilediğini üstün kılmak Allah'ın hakkıdır. Allah peygam­berleri meleklerden üstün kılmış onları bol sevaba nail olmaları için, ilk pey­gambere secde etmekle imtihan etmiştir.

3- Meleklerin hepsi Hz. Adem (a.s.)'e secde ettiler. Ancak İblis secde etme­yi reddedip ayak diretti. İblis meleklerden değildi: "İblis müstesna. O cinlerden biriydi" (Kehf, 18/50).

Bu istisna İmam Şafiî'nin kabul gördüğü istisna kuralının delilidir. "Bir cins kendi cinsinden olmayan şeylerle de istisna edilebilir" Meselâ: Falanın benden bir elbise hariç bir dinar alacağı var. Veya bir rıtl miktarında buğday hariç on elbise alacağı var diyebilir. Bu ister litre ile ölçülebiler veya tartıyla öl­çülen yahut da kıymet tayin edilebilen şeylerle olsun istisna edilebilir.

İmam Malik ve İmam Ebu Hanife (Allah kendilerinden razı olsun) tartılan şeylerden litre ile ölçülen şeylerin, litre ile ölçülen şeylerin tartılan şeylerden istisna edilmesini meselâ dirhemlerin buğdaydan, buğdayın dirhemlerden is­tisna edilmesini caiz görmüşlerdir.

Bu iki imam, İmam Şafii'nin görüşünü beyan ederken zikredilen misaller­de olduğu gibi kıymetle takdir edilen şeylerin ölçülen ve tartılan şeylerden is­tisna edilmesini caiz görmemişlerdir. Bunu kabul edene bütün meblağın öden­mesi gerekir.

4- İblis'e secde etmekten imtina etme sebebi sorulmuş, o da kendisinin topraktan daha şerefli bir unsurdan -ateşten- yaratıldığı şeklinde cevap ver­miştir.

5- İblis'in cezası semalardan yahut Adn Cenneti'nden veyahut meleklerin arasından kovulması ve kıyamet gününe kadar devamlı lanete uğraması oldu.

6- İblis, kurtulmaktan ümidi olmayan bir kişi gibi belâsına ziyade olarak azabının geciktirilmesini istedi. Dirilecekleri güne kadar mühlet verilmesini (yani ölmemeyi) istedi. Çünkü diriliş gününde veya ondan sonra ölüm yoktur.

Allah belirli bir vakte kadar (Mahlukatın tamamının Öleceği surun ilk üfürül-mesine kadar) ona mühlet verdi.

7- İblis, hayatı boyunca Adem oğullarını kandırmaya ve onları hidayet yo­lundan saptırmaya kesin kararlıydı. Ancak ister ihlâslı olsun, isterse ihlâslı ol­masın Allah'ın affına engel olacak bir günah içerisine düşürmek hususunda müminler üzerinde Şeytan'ın nüfuzu olamayacaktı. Müminler Allah'ın kendi­lerine hidayeti ihsan ettiği, seçtiği ve razı olduğu kullar idi.

8- Allah'ın "Bu yol, bana ulaşan dosdoğru bir yoldur" ayeti tehdit ve ihtar şeklindedir. Bu ifade tehdit ettiğin kimseye "Senin yolun benden geçer. Nihayet bana gelirsin" demen gibidir. Bu ayetin manası: Bu yol, kulluk yolu, sonu ben­de biten bir yoldur. Bu sebeple herkese yaptığı ameline göre karşılık vereceğim.

9- "İçlerinden kendilerine ihlâs verilen kullar hariç" veya "Sana uyan az­gınlar hariç" şeklindeki istisna, azlığın çoğunluktan veya çoğunluğun azlıktan istisna edilebileceğine delildir. Bu tıpkı biri hariç on dirhem borcum var, yahut dokuzu hariç on dirhem borcum var sözü gibidir.

Ahmed ibni Hanbel diyor ki: Miktarın yarısı ve yarısından daha azının tümden istisna edilmesi hariç istisna etmek caiz değildir. Çoğunluğun bu tüm­den istisna edilmesi ise sahih değildir.

10- Cehennem, İblis ve ona uyanların varacağı yerdir. Cehennemin üst üs­te 7 tabakası vardır. Her tabakanın belirli bir nasibi vardır. Cehennem bu ta­bakaların en üstte olanıdır. Bu tabaka Hz. Muhammed (s.a.) ümmetinden is­yankâr olanlara mahsustur. Münafıklar ise ateşin en alt tabakasındadırlar. [23]

 

Kıyamet Günü Müttakilerin Mükafatı

 

45- Müttakîler (Allah'tan gerçekten korkanlar) ise cennetlerde ve pınarla­rın başındadır.

46- Allah'tan korkanlara: Selâmetle ve emniyet içinde girin cennetlere, denilir.

47- Biz, onların kalplerinden kini çıkardık. Kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar.

48- Cennette onlar hiçbir yorgunluk hissetmezler. Oradan çıkarılacak da değildirler.

 

Belagat:

 

"Selâmetle girin" ifadesinde hazif yapmak suretiyle îcaz yapılmıştır. Yani: "Onlara denilir ki: Selâmetle girin." [24]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Müttakîiler" küfür ve çirkin davranışlardan sakınanlar "cennetlerde" bah­çelerde "vepınarların" akan nehirlerin "başındadır"..

Onlara: "Selâmetle" korkulardan ve belâlardan salim olarak her türlü kor­kudan "emin olarak girin cennetlere denilir."

"Biz onların kalplerinden kini" kalplerde gömülü olan intikam ve kıskanç­lık duygusunu "çıkardık. Kardeşler olarak sevinç içinde, karşılıklı koltuklara" yerden yüksekte olan tahtlara "otururlar." Koltuklar döndüğü için hep birbiri­nin yüzlerine bakarlar.

"Cennette onlar hiçbir yorgunluk" yorulma ve acizlik "hissetmezler." Onlar "oradan" ebedî olarak "çıkarılacak da değildirler." [25]

 

Nüzul Sebebi

 

45. ayetin indiriliş sebebi ile ilgili olarak Sa'lebî'nin Selman-ı Farisî'den naklettiğine göre Selman "Onların hepsine vaadedilen yer cehennemdir" (Hicr, 43) ayetini duyunca korkudan üç gün müddetle kaçtı. (Aklı başında değildi.) Selman nihayet Peygamberimiz'e getirildi. Efendimiz (s.a.) ona bu durumun sebebini sordu. Selman: Ya Rasulallah! "Onların hepsine vaadedilen yer cehen­nemdir. " ayeti nazil oldu. Seni hak kitapla gönderen Allah'a yemin ederim ki bu ayet kalbimi paramparça etti, dedi. Bunun üzerine "Allah'tan gerçekten kor­kanlar cennette ve pınarlardadır." (Hicr, 45) ayeti nazil oldu.

"Biz onların kalblerinden kini çıkardık." 47. ayetin indiriliş sebebi hususunda İbni Ebî Hatim, Ali b. Hüseyn'den bu ayetin Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (r. a) hakkında nazil olduğunu rivayet etti. Denildi ki: Hangi kin? Ali b. Hüseyn: Cahiliyet kini dedi. Temim Oğulları, Adıy Oğulları ve Haşini Oğulları arasında cahiliyette düşmanlık vardı. Bu kabileler müslüman olunca birbirini seven kabileler oldular. [26]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenab-ı Hak cehennemlik olan bedbaht insanların durumunu zikrettikten sonra, İblis'in üzerlerinde hiçbir nüfuzu bulunmayan devamlı cennet nimetleri­nin içinde olan mes'ud ve bahtiyar insanların yani müttakilerin durumunu an­lattı. [27]

 

Açıklaması

 

Allah'ın azabından ve O'na isyan etmekten sakınan, Allah'ın emirlerine itaat eden, nehiylerinden kaçınan, dolayısıyla İblis'in nüfuzu ve vesveselerinin tesirinde kalmayan "Müttakî'ler, Cennetler yani daimî meyveleri ve geniş göl­geli ağaçlan bulunan bahçeler içindedir. Etraflarında ise dört çeşit pınar fışkır­mıştır. Bunlar su, süt, sarhoş edici olmayan Cennet şarabı ve süzülmüş bal ne­hirleridir. Bunlar hiç çekişmesiz ve yanşmasız onlara yahut bütün Cennetlikle­re aittir. Nitekim Cenab-ı Hak birbaşka ayette şöyle buyurmaktadır: "Müttekî-lere vaad edilen Cennetin vasfı şudur: Orada hiç bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren Cennet şarabı nehirleri ve süzül­müş bal nehirleri vardır. Ayrıca onlar için orada her çeşit meyveleri ve Rableri tarafından büyük bir mağfiret vardır." (Muhammed, 47/15).

"Selâmetle ve emniyet içinde girin cennetlere!" Onlara: Belâlardan salim olarak, size selâm verilerek her türlü korku ve dehşetten uzak kalarak girin cennetlere denilir. Cennetten çıkarılmaktan, nimetin kesilmesinden yok olma­sından korkmayın.

"Biz onların kalplerinden kini çıkardık." Dünyadaki onların kalplerinde olan kin, düşmanlık, intikam ve kıskançlık duygularını çıkardık. Böylece onlar birbirlerini seven, aynı duygulan paylaşan, karşılıklı koltuklar üzerinde otu­ran kimseler olarak herbiri diğerinin yüzüne bakıyor ve arkalanna bakmıyor­lardı. Onlar yüce ve değerli bir makamdaydılar.

Burada anlatılmak istenen husus şudur: Allah onlann kalplerini dünya­nın bulanık ve kirli duygulanndan temizledi. Orada birbirini kıskanma, birbi­rine kin duyma, birbirine sırt çevirme, başkasını arkasından çekiştirme, laf ta­şıma ve münakaşa etme yoktur. Onlann kalplerine karşılıklı sevgi, muhabbet ve samimiyet tohumlan atılmıştı. Zira dünyadaki ölümle birlikte maddenin özellikleri ortadan kalkmıştı.

Sahih bir hadis-i şerifte, Ebu Said el-Hudrî'den Efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Günahkâr müminler cehennem'den kurtulur, cennet ile cehennem arasında bir köprüde hapsedilirler. Dünyada aralarında olan bazı haksızlıklar birbirinden kısas olarak alınır. Nihayet tertemiz olup arındıkları zaman onların cennet'e girmelerine izin verilir."

İbni Cerir ve İbni Münzir, Talha hazretlerinin azatlı kölesi Ebû Habî-be'den rivayet ediyorlar: İmran b. Talha, Cemel Olayından sonra Hz. Ali'nin huzuruna girdi. Hz. Ali (r. a) onu güleryüzle karşıladı ve şöyle dedi: Ümit ede­rim ki Allah beni ve babanı (Hz. Talha'yı) Allah'ın kendileri hakkında: "Biz on­ların kalplerinden kini çıkardık. Kardeşler olarak (sevinç içinde) karşılıklı kol­tuklara otururlar" buyurduğu kimselerden kılacaktır. Halının bir kenarında oturan iki kişi:

"Allah bundan daha âdildir. Sen dün onları öldüreceksin, sonra da kardeş olacaksınız, öyle mi?" dedi.

Bunun üzerine Hz. Ali (r. a):

"Siz kalkın, en uzak ve en kötü yere gidin. Ben ve Talha böyle kardeş ol­mazsak, o halde kim böyle olacak", dedi.

"Cennette onlar hiçbir yorgunluk hissetmezler" Yani onlara bu cennetlerde yorgunluk, meşakkat ve eziyet isabet etmez. Zira her arzu ettiklerine hiçbir gayret sarfetmeden önlerinde kolayca bulacakları için cennettekiler hiçbir gay­ret ve mücadeleye ihtiyaç duymayacaklardır.

Buharî ve Müslim'in Sa/uMerindeki bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuş-tur: "Allah bana Hatice'ye cennette içi boş çok değerli inciden yapılmış bir köşk verileceğini müjdelememi emretti. Orada ne gürültü vardır, ne de yorgunluk."

"Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir." Yani orada ebediyyen kalacak­lardır. Oradan çıkarılmayacak ve yerleri değiştirilmeyecektir.

Sabit (yani sahih) bir hadis-i şerifte şu ifade yer almaktadır: "Denilir ki: Ey Cennet ehli artık devamlı sıhhat içinde olacak, hiç hasta olmayacaksınız. Devamlı yaşayacak, hiç ölmeyeceksiniz. Devamlı cennette kalacak, hiç azgınlık yapmayacaksınız" Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklar, oradan hiç ayrılmayacaklardır" (Kehf, 18/108).

- Özetle: Cennet nimetleri, sevabı ve menfaatlerinin ââtc üç tanedir:

1- Huzur içinde bulunmak. Bunu şu ayette görüyoruz: "Selâmetle ve emni­yet içinde girin cennete." (Hicr, 46).

2- Kin. ve kıskançlık gibi ruhî kirliliklerden, yorgunluk ve meşakkat gibi bedenî sıkıntılardan, zararlı şeylerden uzak kalmak. Bunu şu ayetten anlıyo­ruz: "Biz onların kalplerinden kini çıkardık." (Hicr, 47), "Cennette onlar hiçbir yorgunluk hissetmezler" (Hicr, 48).

3- Zeval olmaksızın devamlılık ve ebedîlik. Bunu da şu ayetten anlıyoruz: "Onlar cennetten çıkarılacak da değildirler." (Hicr, 48). [28]

 

Ayetlerden Çikan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetlerden şu hususlar çıkarılmaktadır:

1- Her türlü çirkinliklerden, haramlardan ve şirkten sakınan takva sahip­lerinin mükâfatı; Cennet bahçeleri ile su, cennet şarabı, süt ve baldan dört ne­hirdir. Onlara her türlü dert ve belâdan, ölüm ve azaptan uzak ve sona ermek­ten emin olarak girin Cennete denilir. Onlar hürmet ve ta'zim makammdadır-lar. Sahabe ve tabiînin çoğunluğunun görüşü olan doğru ve hak olan görüşe gö­re "MüttakTlerden murad edilen mana Allah'a şirk koşmaktan ve Onu inkâr etmekten sakınan kimselerdir. Mu'tezile'ye göre ise: Müttakîler bütün günah­lardan sakınan kimselerdir.

2- Cennetlikler zararlı ve eziyet verici hiçbir şeyle karşılaşmazlar. Onlar kin vs. gibi ruhanî, yorgunluk ve hastalık gibi cismanî arızalardan uzaktırlar. Onlar nimet ve ikram içindedir. Sıla ve muhabbet sebebiyle birbirinin arkasına bakmazlar.

3- Cennet nimeti daimîdir, yok olmaz. Cennet ehli de bakidirler. "Onlar Cennetten çıkarılacak değildirler." (Hicr, 48), "Meyveleri de gölgeleri de devam­lıdır." (Ra'd, 13/35), "Bu bizim rızkımızdır. Bu bizim tükenmez-bitmez rızkımız-dır" (Sad, 38/54).

4- Cennetler dört tanedir. Pınarlar da dört tanedir: Cennetlerin sayısına gelince ayette "Rabbinin azametinden korkanlar için iki cennet vardır" (Rah­man, 55/46), "Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır" (Rahman, 55/62).

Cennet nehirleri de dört tanedir. Daha önce zikri geçen ayette (Muham-med, 47/15) belirtilen su, cennet şarabı, süt ve bal nehirleridir. [29]

 

Mağfiret Ve Azap

 

49- Ey peygamber) kullarıma haber ver ki Ben Gafur (son derece bağışlayıcı) ve Rahimim (çok merhametliyim).

50- Azabım da gerçekten can yakıcı bir azaptır.

 

Belagat:

 

Bu iki ayette "Gafur" ile "Azab" kelimeleri ve "Rahim" ile "Elim" kelimele­ri arasında mukabele yapılmıştır. [30]

 

Kelime ve İbareler:

 

Ey Muhammed "kullarıma haber ver" bildir "ki, Ben" mü'minler için "son derece bağışlayıcı ve çok merhametliyim".

İsyankârlar için "azabım da gerçekten can yakıcı" acıklı bir "azaptır." [31]

 

Nüzul Sebebi

 

Taberanî'nin Abdullah b. Zübeyr'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) ashabından gülmekte olan bir guruba uğradı ve şöyle buyurdu: "Cennet ve ce­hennem önünüzde olduğu halde gülebiliyor musunuz? Bunun üzerine bu ayet indi: "Kullarıma haber ver ki: Ben son derece bağışlayıcı ve çok merhametliyim. Azabım da gerçekten can yakıcı bir azaptır."

İbni Merduveyh, Peygamberimiz (s.a.)'in ashabından bir zattan şu hadis-i şerifi rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) Şeybe oğuları'nın girdiği kapıdan çı-kageldi ve şöyle dedi: "Sizi gülerken görmiyeyim. Sonra döndü, geri gitti, geldi ve şöyle buyurdu: Ben evden çıktım. Nihayet Hıcr-i İsmail'e gelince Cebrail gel­di, bana: Ya Muhammed! Şüphesiz ki Allah buyuruyor ki: Niçin kullarıma ümitsizlik veriyorsun? "Kullarıma haber ver ki ben son derece bağışlayıcı ve çok merhametliyim. Azabım da gerçekten can yakıcı bir azaptır." [32]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ önceki ayette takva sahiplerinin durumlarını zikrettikten son­ra bu ayette de takva sahibi olmayan kullarının durumlarını zikrederek şöyle buyurdu: "Kullarıma haber ver..." Bu ifade Allah'ın kulları hakkındaki sünneti­nin Rablerine yönelen, tevbe edenlerin günahlarını affedici, günahları üzerinde ısrar edip tevbe etmeyen kullarına acıklı bir azap ile azap verici olduğunu bil­dirmektir. [33]

 

Açıklaması

 

"Ya Muhammedi Kullanma benim mağfiret ve rahmet sahibi ve aynı za­manda acıklı bir azab sahibi olduğumu haber ver."

Bu ifade ümit ve korku makamlarına delâlet etmektedir. Allah Tealâ ken­disine yönelip tevbe edenlerin günahlarını örter, böylelerini rezil etmez ve ceza­landırmaz. Onları rahmetine nail kılar, tevbe ettikten sonra onlara azab ver­mez. Bu durum itaatkâr mümine de, isyankâr mümine de şamildir.

"Yine onlara haber ver ki küfür ve masiyet üzerinde ısrar edip tevbe etme­yen kimselere vereceğim azabım acıklı, can yakıcı bir azaptır."

Bu ifade de masiyet işleyenlere tehdit ve ihtar mahiyetindedir.

Bu iki ayette diğer pek çok ayetlerde olduğu gibi müjde ile ihtar, teşvik ile korkutma birlikte zikredilmiş böylece insanların korku ile ümit arasında olma­ları istenmiştir.

Said b. Mansûr ve Abd b. Humeyd'in Katade'den bu ayet hakkında naklet­tikleri hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyuruyor: "Kul Allah'ın affı­nın derecesini bilseydi haramdan çekinmezdi. Kul Allah'ın azabının derecesini bilseydi kendini hiçe sayardı."

Buharı, Müslim ve başka zatların Ebû Hureyre'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.) şöyle buyururlar: "Cenab-ı Hak rahmeti yarattığı za­man 100 parça yarattı. Yanında 99 parçasını alıkoydu. Bütün mahlûkatına ka­lan bir parçayı gönderdi. Kâfir Allah nezdindeki bütün rahmetin ne olduğunu bilse rahmetten hiç ümidini kesmez. Mümin Allah nezdindeki bütün azabı bilse ateşten emin olamaz."

Müslim'in rivayeti şu şekildedir: "Mümin Allah katındaki cezayı bilse hiç­bir kimse O'nun cennetini arzu edemez. Kâfir Allah katındaki rahmeti bilse hiç­bir kimse O'nun rahmetinden ümidini kesmez." [34]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu iki ayet, İslâmın orta yolu tuttuğuna delildir. O halde insanın hem kendi nefsini hem de başkalarını uyarıp hem korkutucu hem de ümit verici ol­ması gerekir. Sağlık anında ümit, hastalık anından daha fazla olur. İnsan da­ima korku ile ümit arasında bulunmalıdır. Çünkü ümitsizlik çaresizliktir. Aşırı ümit ise ihmalkârlıktır. Her şeyin en hayırlısı ise ortasıdır.

Allah Tealânın rahmeti her şeyi kaplamıştır. O kendisine yönelip tevbe edeni çok bağışlayıcıdır. Fakat o aynı zamanda dengeyi temin etmek, fuhuş ve haramları, şirki engellemek için kendisine isyan etmekte ısrar eden, kendisine yönelme ve tevbe etmeden önce ölen kimseye de azabı şiddetlidir. İşte bu mut­lak adaletin ta kendisidir.

Kulluğu itiraf eden herkes için Allanın gafur ve rahim oluşu hak olur. Bu­nu inkâr eden kimse ise acıklı bir cezaya müstehak olur. Çünkü usul âlimleri­nin ifade ettikleri gibi bir sıfata verilen hüküm, bu sıfatın o hükmün illeti (sebebi) olduğunu gösterir. Allah onları kendisinin kullan olarak tavsif etmiş son­ra da bu vasfın hemen peşinden Gafur (son derece bağışlayıcı) ve Rahim (çok merhametli) olduğu hükmünü zikretmiştir.

Fahreddin Razî diyor ki: Bu iki ayet-i kerimede bazı latîf işaretler bulun­maktadır:

Birincisi: Allah kullarını kendi nefsine izafe ederek "Benim kullarım" de­di. Bu büyük bir şereftir.

İkincisi: Cenab-ı Hak rahmet ve mağfireti zikredince üç ayrı lâfızla bunu mübalağalı bir şekilde te'kid etti.

1- (İnnî) Şüphesiz ki ben;

2- (Ene) Bizzat ben;

3- (Gafur) ve (Rahim) kelimelerindeki elif-lâm: "Şüphesiz ki ben gafur (son derece bağışlayıcı) ve rahîmim (çok merhametliyim)."

Ama azabı zikrederken "Şüphesiz ki ben azab ediciyim" demedi. Kendini bu vasıfta tavsif etmedi. Sadece: "Benim azabım gerçekten acıklı bir azaptır" dedi.

Üçüncüsü: Allah Tealâ, Peygamberine onlara bu manayı tebliğ etmesini emretti. Sanki Cenab-ı Hak bu ayetle mağfiret ve rahmet edeceğine dair Rasulünü şahid kılmış olmaktadır.

Dördüncüsü: Cenab-ı Hak "Kullarıma haber ver." deyince bunun manası: Bana kul olduğunu itiraf eden herkese haber ver, demektir. Bu ifadeye itaatkâr mümin de isyankâr mümin de girmektedir. Bütün bunlar Cenab-ı Hakkın rah­met tarafının daha ağır geleceğine delildir.[35]

 

Misafirlerin Hz. İbrahim (A.S.)'e Lut Kavminin Helakini Haber Vermeleri

 

51-  (Ey Peygamber!) Sen İbrahim'in misafirlerini onlara anlat."

52- Hani melekler İbrahim'in evine gir­dikleri zaman: Selâm olsun, demişlerdi, İbrahim de onlara: Doğrusu biz sizden korkuyoruz, demişti.

53- Bunun üzerine melekler İbrahim'e: Korkma! Biz seni büyük ilim sahibi bir evlâtla müjdeliyoruz, dediler.

54- İbrahim: 'İhtiyarlığıma rağmen mi bana bu müjdeyi veriyorsunuz? Neye göre bana müjde veriyorsunuz?" dedi.

55- Melekler: "Seni gerçekle (kesin ola­cak bir şeyle) müjdeliyoruz. Sakın (Al­lah'ın rahmetinden) ümidini kesenler­den olma", dediler.

56- Bunun üzerine İbrahim: "Sapıklar­dan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser?" dedi.

57-  İbrahim: "Ey Allah'ın elçileri! Peki, meseleniz nedir?" dedi.

58- Melekler şöyle dediler: "Biz, suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.

59- Ancak Lut ailesi hariç. Biz Lut aile­sinin tamamını kurtaracağız."

60-  (Lut ailesinden) Sadece karısı kur­tulmayacak. Çünkü onun helak olacak­lar arasında olmasını takdir ettik.

61-  Gönderilen melekler Lut ailesine

62- Lut onlara: "Doğrusu siz tanınma- yan kişilersiniz'" dedi.

63- Melekler de: "Hayır! Biz, sana kav- minin şüphe ettiği şeyi (azabı) getir­dik." dediler.

64- "Biz, sana gerçek bir emri getirdik. Biz elbette doğru sözlü kimseleriz.

65- Geceleyin bir ara aileni yola çıkar. Sen de peşlerinden yürü. Sizden hiçbir kim­se arkasına bakmasın. Emrolunduğunuz yere doğru yola devam edin" dediler.

66- İşte biz Lut'a: Suçluların sabaha karşı kökleri kesilecektir şeklindeki bu emri bildirdik.

67- Şehir halkı sevinç içerisinde Lut'a geldiler.

68- Lut, kavmine şöyle dedi: "Bu gençler benim misafirlerimdir. Beni rezil etmeyin.

69- Allah'tan korkun! Beni rüsvay etmeyin."

70- Bunun üzerine Lut kavmi, şöyle dediler: "Biz seni başkalarıyla ilgilenmekten menetmemiş miydik?"

71- Lut: "Eğer nikâhlayacaksanız işte kızlarım!" dedi.

72- (Ey Peygamber!) Ömrün hakkı için onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duru­yorlardı.

73- Şafak vakti onları korkunç bir çığlık yakaladı.

74- Biz onların kasabalarının üstünü altına çevirdik. Üzerlerine kızgın taşlar yağ­dırdık.

75- Şüphesiz ki, bunda ince düşünenler için nice ibretler vardır.

76- O ülkenin harabeleri yolunuz üzerinde dimdik ayakta durmaktadır.

77- Şüphesiz ki, bunda müminler için mutlaka ibret vardır.

 

Belagat:

 

"Onun helak olacaklardan olmasını takdir ettik" (Hicr, 60) ayetinde (tak­dir etme) fiili, Allah'a olan yakınlıkları sebebiyle mecazî olarak meleklere nis-bet edilmiştir. Gerçekte ise takdir etme sadece Allah'a aittir.

"Suçluların sabaha karşı kökleri kesilecektir." Tamamen helak edici azap­tan kinayedir.

"Üstünü altına çevirdik." Bu iki kelime arasında tezat sanatı vardır.

"Kanitıyn", "Gâbiriyn", "Ecmeıyn", "Musbihıyn", "Müşrikıyn", "Mütevessi-miyn" kelimelerinde seci' vardır. "Dâllûn", "Murselûn" ve "Sâdikûn" kelimeleri de böyledir. [36]

 

Kelime ve İbareler:

 

(Ey Peygamber!) "Sen İbrahim'in misafirlerini onlara anlat" Onlara haber ver. Bu cümle daha önce geçen "Kullarıma haber ver." (Hicr, 49) ayetine matuf­tur. Atıfta bunun gerçek olduğuna işaret vardır.

"İbrahim'in misafirleri" melekler idi. Sayıları 12 veya 10 yahut 3 idi. Ara­larında Cebrail de vardı. Melekler Hz. İbrahim (a.s.)'e evlâdı olacağı ve Lut kavminin helak olacağı müjdesini verdiler. (Dayf: misafir) kelimesi tekil, ikil, çoğul, erkek ve dişi için aynı şekilde kullanılır.

"Hani melekler İbrahim'in evine girdikleri zaman: Selâm olsun" Senin üzerine selâm veriyoruz "demişlerdi. İbrahim de onlara: Doğrusu biz sizden korkuyoruz" endişeliyiz, korku içindeyiz, "demişti."

"Bunun üzerine melekler İbrahim'e: Korkma! biz" Rabbinin elçileri, "seni" ileride "büyük ilim sahibi" olacak "bir evlâtla müjdeliyoruz, dediler." Bu evlât O'na İshakı müjdeledik" (Hûd, 11/71) ayetinin delaletiyle İshak (a.s.) idi. Bu cümle korkmaktan nehyetmenin sebebini beyan etme manasında yeni bir cüm­ledir.

"İbrahim: İhtiyarlığıma rağmen mi bana bu müjdeyi" evlât müjdesini "ve­riyorsunuz? Neye göre" ne ile "bana müjde veriyorsunuz? Burada sual taaccüp sualidir.

"Melekler: Seni gerçekle" şüphe olmayan kesin olacak bir şeyle, doğru ve yakîn bir haberle "müjdeliyoruz. Sakın" Allah'ın rahmetinden "ümidini kesen­lerden" yaşlılık sebebiyle evlâd sahibi olmaktan ümit kesenlerden "olma, dedi­ler.

"Bunun üzerine İbrahim: Sapıklardan" Allah Tealânın kudretinin mükem­melliğini ve rahmetinin genişliğim bilmeyen kâfirlerden Hakdan uzak olanlar­dan "başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini keser." Yani bunlardan başka kimse ümidini kesmez, "dedi."

"İbrahim: Ey Allah'ın elçileri! Peki meseleniz nedir?" durumunuz, görevi­niz nedir? "dedi."

"Melekler şöyle dediler: Biz suçlu" kafir "bir kavmi" Lut kavmini "cezalan­dırmak" helak etmek "içingönderildik."

"Ancak Lut ailesi hariç. Biz Lut ailesinin tamamını" mümin olmaları sebe­biyle, bu gelecek azaptan "kurtaracağız."

Lut ailesinden "Sadece karısı kurtulmayacak. Çünkü onu helak olacaklar arasında takdir ettik," böylece hükmettik ve yazdık. Takdir: Bir şeyi belirli bir ölçüde kılmak demektir. Melekler Allah'a olan yakınlıkları sebebiyle ve onun yanındaki özel durumları sebebiyle takdir etmek Allah Tealâ'ya ait bir fiil oldu­ğu halde melekler takdir etmeyi kendilerine isnad ettiler.

(Gabirîn) azapta kalacak kimseler demektir. Lut'un karısı inkâr etmesi se­bebiyle azapta kaldı.

"Gönderilen melekler Lut ailesine" yani Lut'a "gelince" "Lut onlara:Doğrusu siz tanınmayan kişilersiniz." Sizi tanımıyorum "dedi" "Melekler de: Hayır! Biz sana kavminin şüphe ettikleri şeyi" yani azabı "ge­tirdik"

"Biz sana gerçek bir emri getirdik. Biz elbette doğru" sözlü "kimseleriz."

"Geceleyin bir ara aileni çıkar. Sen de" onların izinden, onların arkasından "peşlerinden yürü. Sizden hiçbir kimse" kavmine inen azabın büyüklüğünü gör­memeleri için yahut onların durumlarına muttali olup ta takat getiremiyecek-leri dehşetli olayları görmemeleri için, yahut kavimlerinin başına gelen azap onların da başına gelmemesi için "arkasına dönüp bakmasın."

"Emrolunduğunuz yere doğru" Allah'ın emrettiği yere doğru Şam'a veya Mısır'a doğru yola "devam edin, dediler."

"İşte biz Lut'a: Suçluların sabaha karşı kökleri kesilecektir" onların tama­men helak oluşları sabah vakti tamamlanacaktır" şeklindeki bu emri bildirdik" vahyettik.

"Şehir halkı" Lut kavminin şehri olan Sedûm şehri ahalisi Lut (a.s.)'ın evinde yakışıklı gençlerin -meleklerin- bulunduğunu haber alınca "sevinç içeri­sinde" onları arzulayarak "Lut'a geldiler."

"Lut kavmine şöyle dedi: Bu gençler benim misafırlerimdir". Misafirlerime dokunarak "Beni rezil etmeyin" Fazîha, utanılacak birşeyin ortaya konulması demektir. Zira bir kimsenin misafirine kötülük etmek ona kötülük etmektir.

"Allah'tan korkun" Fuhuş işlemeyin, "beni rüsvay etmeyin." Onların sebe­biyle beni zillete düşürmeyin. Hızy, zillet ve horlanma demektir. Yani onlarla fuhuş yapmak suretiyle onlara kastederek beni zillete düşürmeyin, beni utan­dırmayın.

"Bunun üzerine Lut kavmi şöyle dediler: Biz başkalarıyla ilgilenmekten" yani onları misafir etmekten yahut onlardan birini korumaktan "seni menetmemiş miydik?" Niçin bizimle onlar arasında engel oluyorsun? dediler. Zira Lut kavmi gelen her yabancıya tasallutta bulunuyorlardı. Lut (a.s.) elinden geldiği kadar onlara engel oluyordu.

"Lut: Eğer nikâhlayacaksanız" şehvetinizi normal yoldan tatmin etmek is­tiyorsanız "işte kızlarım!" yani kavminin kadınları! Zira her ümmetin peygam­beri o kavmin babaları yerindedir. Yahut bunlar kızlarım, buyurun nikahlayın "dedi".

Ey peygamber! "Ömrün hakkı için" Bu ifade Allah tarafından muhatabı­nın -yani Peygamber (s.a.)'in hayatına yemindir, "onlar sarhoşlukları" sapıklık­ları "içinde bocalayıp duruyorlardı" yuvarlanıyorlardı.

"Şafak vakti" Güneş doğarken "onları korkunç bir çığlık" Cebrail'in çığlığı yahut gökgürültüsü "yakaladı" İbni Cerir diyor ki: Bir kavmi helak eden her şey "Sayha"dır.

"Biz onların" kasabalarının "üstünü altına çevirdik." Cebrail bu kasabala­rı semaya kaldırıp ters olarak yere vurdu. Böylece ters-yüz oldular. "Üzerleri­ne" ateşte pişirilmiş taşlaşmış çamurdan "kızgın taşlar yağdırdık."

"Şüphesiz ki bunda" bu zikredilen azapta "ince düşünenler" bakıp ibret alanlar "için" Allah'ın birliğine delâlet eden "nice ibretler vardır."

"Bunlar" Lut kavmine ait kasabaların harabeleri "yolunuz üzerinde" kav­min olan Kureyşlilerin Şam yolu üzerinde henüz kalıntıları silinmemiş açık bir şekilde "dimdik ayaktadır." İnsanlar buradan geçiyor ve bu eserleri, bu kalıntı­ları görüyorlar. Hâlâ bunlardan ibret almıyorlar mı?

"Şüphesiz ki bunda" Allah'a ve peygamberlerine "iman edenler için mutla­ka ibret vardır." [37]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Cenab-ı Hak tevhidin delillerini, kıyamet ahvalini, cennetlik ve cehennemliklerin vasıflarını zikrettikten sonra bunun ardından peygamberlerin kıssala­rını zikretti. Bu kıssalar peygamberlerin derecelerini kazanmak için gerekli ta-ata teşvik edici ve bedbahtların düşüklüğüne sebep olacak ma'siyetten sakmdı-rıcı olmaktadır.

Bu kıssaların zikri vaad ve vaîdi (mükafat ve cezayı) birlikte ihtiva etmek­tedir. Önce Hz. İbrahim (a.s.)'a bilgili bir evlad müjdesi verilmesi kıssası ile başlamış, sonra da dünyada daha önce hiç kimsenin işlemediği iğrenç suçu iş­lemesi sebebiyle Lut kavminin helak edilmesini zikretmiştir. [38]

 

Açıklaması

 

Ya Muhammed! İbrahim (a.s.)'ın misafirlerinden haber ver. Bunlar Al­lah'ın Lut kavmini helak etmek için gönderdiği melekler idi.

Hz. İbrahim (a.s.)'ın yanına girdiklerinde, selam dediler. Yani belâlardan, acılardan, korkulu şeylerden selâmette olasın. Hz. İbrahim (a.s.), Ebûd-Dîfan (misafir babası) künyesi ile anılırdı.

Hz. İbrahim (a.s.) misafirler eve izinsiz girdikleri için yahut kendilerine takdim ettiği yemeğe (kızgın ateşte kızartılmış yağlı danaya) el uzatmadıkları için misafirlere "Doğrusu biz sizden korkuyoruz" dedi.

Bu ifade gelenlerin kötülük kasdı güttükleri manasına gelir. Nitekim Ce-nab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce du­rumları hoşuna gitmedi ve içine bir korku düşdü" (Hûd, 11/70).

Misafir melekler: Korkma! diye cevap verdiler. Hûd Suresi'nde ise "kork­ma, biz Lut kavmine gönderildik" (Hûd, 11/70) dedikleri yer almaktadır. Hud Suresi'ndeki bu ayet bu suredeki "Korkma" ifadesinin sebebini beyan etmekte­dir.

Burada ise bunun sebebini "Biz seni büyük ilim sahibi bir evlâtla müjdeli­yoruz diyerek" ifade ettiler. Yani biz Allah'ın dinini gayet iyi anlayan, zeki ve ilim sahibi, ileride peygamber olacak bir evlâtla müjdelemek için sana geldik. Bu evlât Hûd Suresi'nde (71. ayette) geçtiği gibi İshak (a.s.) idi. Saffat Sure­si'nde ise "Biz onu salihlerden, bir peygamberlerden olan İshak ile müjdeledik." (Saffat, 37/112) buyurulmaktadır.

İbrahim (a.s.) kendisinin ve hanımının yaşlılığı sebebiyle çocuğun gelişini hayretle karşılayarak ve verilen vaadin mutlaka gerçekleşeceğini bilerek şöyle dedi: Bana yaşlılık isabet ettikten sonra böyle bir müjde mi veriyorsun? Hangi garib şeyle bana müjde veriyorsun? Yahut siz beni normal olarak tasavvur edi­lemeyen bir şeyle bana müjde veriyorsunuz. Bana neyi müjdeliyorsun? Yani siz bana gerçekte hiçbir şeyi müjdelemiyorsunuz. Çünkü bu gibi bir şeyle müjde vermek hiç müjde vermemek demektir.

Misafir melekler verdikleri müjdeyi te'kid ederek cevap verdiler. Hz. İbra­him'in misafirleri ona şöyle dediler: "Sana gerçek ve sabit olan bir şeyi müjdeli­yoruz. Zira bu Allah'ın kudreti ve şaşmaz vaadidir. O halde sen ümitsizliğe ve çaresizliğe düşen kimselerden olma. İnsanı topraktan anasız, babasız vareden

Allah, onu başka herhangi bir şeyden, meselâ iki yaşlı ana-babadan da yarat­maya kadirdir". Yani İbrahim (a.s.) normal olarak alışılmamış bir vakitte Al­lah'ın kendisine verdiği bu nimeti çok büyük bir nimet olarak kabul etmişti.

İbrahim (a.s.) misafirlere ümidini kesmediği şeklinde cevap verdi. Çünkü Allah'ın kudretinin ve rahmetinin bundan daha üstün olduğunu, Allah'ın rah­metinden ancak sapıkların -yani doğru yolu şaşıranların- ümit kestiğini bili­yordu. Nitekim Yakup (a.s.) da: "Şüphesiz ki Allah'ın rahmetinden ancak kâfir­ler topluluğu ümidini keser." (Yusuf, 121/87) demişti.

İbrahim Halilullah (a.s.) bu müjdenin kesinliğini, gelen misafirlerin me­lekler olduğunu anlayıp da korku ve endişesi gidince, onlara böyle gizlice gel­melerinin sebebini sordu: Ey elçi olarak gelen melekler! Bu müjdeden başka si­zin gönderilmenize sebep nedir? Asıl meseleniz nedir?

İbrahim (a.s.) sanki gelenlerin durumundan onların müjdeden başka asıl bir vazifeleri olduğunu anladı. Çünkü Hz. Zekeriya ve Hz. Meryem (a.s.)'a ol­duğu gibi bir müjdeci yeterliydi.

Misafir melekler İbrahim (a.s.)'e şu cevabı verdiler: Biz mücrim, ve müşrik bir kavim olan, haramları işleyen kadınları bırakıp da erkeklere şehvetle yak­laşan Lut kavmini helak etmek için gönderildik.

Sonra da Lut kavmi içinde Lut (a.s.) ailesini kurtaracaklarını ancak kav-miyle gizli anlaşma içerisinde bulunan Lut'un karısının helak olan kâfirlerle birlikte helak olup gideceğini haber verdi. Biz Lut (a.s.) ailesinin hepsini bu azaptan, tamamen yok olma azabından kurtaracağız. Ancak Cenab-ı Hak, Lut'un karısının kavminin pis emellerine yardım etmesi sebebiyle, helak olan­larla birlikte helak olmasını takdir etmiştir.

Takdir eden bizzat Cenab-ı Hak olduğu halde, meleklerin Allah'a olan ya­kınlıkları ve özel durumları sebebiyle, melekler "Takdir ettik" ifadelerinde tak­dir etmeyi kendilerine nispet ettiler. Tıpkı emreden kralın bizzat kendisi oldu­ğu halde kralın imtiyazlılarının "şöyle yaptık, böyle emrettik" demeleri gibi.

Bundan sonra helak ve azab kıssası, meleklerin Lut (a.s.)'a gelişleri kıssa­sı başladı: Meleklerin İbrahim (a.s.) ile olan vazifeleri sona erince, İbrahim (a.s.)'e evlâd müjdesi verip kendilerinin mücrim, suçlu bir kavme azap vermek için gönderildiklerini haber verince, bundan sonra güzel yüzlü gençler şeklinde Sodom kasabasında bulunan Lut (a.s.) ve ailesine gittiler.

Lut (a.s.) ve kavmi gelen misafirlerin melek olduğunu İbrahim (a.s.)'in he­men tanıdığı gibi tanımamışlardı. Lut (a.s.) onlara: Doğrusu siz tanınmayan kişilersiniz. Yani siz benim tarafımdan tanınmayan, gönlüme endişe veren kişi­lersiniz. Bana insanların ansızın hücum etmesinden korkarım. Siz hangi ka­vimdensiniz? dedi.

Nitekim bir başka ayette: "Elçilerimiz Lut'a gelince hoşuna gitmedi. Sıkın­tıya düştü ve işte bugün zor bir gündür, dedi." (Hûd, 11/77).

Denilmiştir ki: Lut (a.s.) onların bu yakışıklı, güzel hallerinden hoşlanma­dı. Onları parlak, güzel yüzlü delikanlılar olarak görünce kavminin onlara kö­tülük yapmasından korktu.

Misafir melekler, Lut (a.s.)'a: "Biz" seni memnun edecek bir görevle "kav­minin meydana geleceğini şüphe ile karşıladıkları" seni yalanladıkları "azab" etme, ve yok etme görevi "ile geldik, dediler."

Sonra da bu zikrettiklerini: "Biz sana gerçeği getirdik". Yani muhakkak olacak bir emri, meydana geleceğinde hiç şüphe bulunmayan değişmez bir emri yani Lut kavmine azap edilmesi emrini getirdik sözleriyle te'kid ettiler. Bu ayet tıpkı "Biz melekleri ancak Hak ile göndeririz" (Hicr, 8) ayeti gibidir.

"Biz elbette doğru sözlü kimseleriz" Bu, diğer bir te'kiddir. Yani sana haber verdiğimiz şekilde kavminin helak edilmesi ve sana tabi olan müminlerle bir­likte senin kurtulman hususunda biz doğru sözlü kimseleriz.

Melekler azabın mutlaka gerçekleşeceğini ve Hz. Lut (a.s.)'ın yaptığı dine davette doğru sözlü olduğunu ispat etmek için sadece vazifelerini tavsif ettiler, onlara azap edecekleri hususunda açık bir ifade kullanmadılar.

Bundan sonra Lut (a.s.) ile ona tabi olanlara kurtuluş planını bildirme ve "infaz" merhalesi başladı.

Hz. Lut (a.s.)'a: "Geceleyin bir ara aileni yola çıkar." Gecenin bir kısmı geç­tikten sonra sadece iki kızından ibaret olan aileni yola çıkar. Sen de onları ko­ruyucu olmak üzere ailenin peşinden yürü.

"Sizden hiçbir kimse arkasına bakmasın" Yani kavminize gelen çığlığı duy­duğunuz zaman onlara dönüp bakmayın. Onları kendilerine isabet eden azab ve işkence içinde olduğu gibi bırakın, kalbiniz onlar için duygulanmasın, şefkat beslemesin.

Bu yasaklamayı "Emrolunduğunuz yere doğru yola devam edin" sözüyle te'kid ettiler. Yani hiç ardınıza dönüp bakmadan Rabbinizin emriyle -İbni Ab-bas'ın dediği gibi- Şam'a doğru yürüyün. Yahut Lut kavminin amelini yapma­yan belirli bir kasabaya gitmelerini emreden Cebrail'in yönelttiği şekilde yürü­yün.

Allah, Lut (a.s.)'a bu infazın sür'atle meydana geleceğini vahyederek şöyle buyurdu: "İşte biz Lut'a bu emri kesin bir hüküm olarak bildirdik." Ona kavmi­nin helak oluşunun artık kesin olarak verilmiş bir hüküm olduğunu ve kavmi­nin ilk kişiden son kişiye kadar sabah vakti tamamen helak olacağını vahyet-tik, bu durumu bu şekilde takdim ettik. Başka bir ayeti kerimede buyurulduğu gibi: "Onlara vaad edilen helak vakti bu sabahtır. Sabah da yakın değil mi?" (Hûd, 11/81).

"Onların kökü kesilecektir" tabiri yani son nefere kadar yok edilecek, on­lardan hiçbir kimse kalmayacaktır demektir.

Bundan sonra Allah Tealâ bu olay esnasında Lut kavminin gelen bu misa­firleri lekelemeye kararlı olduğunu zikrederek şöyle buyurdu.

"Şehir halkı sevinç içerisinde Lut'a geldiler" Yani Lut kavmi olan Sodom halkı Lut (a.s.)'ın misafirlerini ve onların yüzlerinin güzelliğini görünce onlarla iğrenç işlerini yapabileceklerini ümit ederek sevinç içerisinde ve şımarık tavır­larla Lut (a.s.)'a geldiler.

Bu Lûtîlik (homoseksüellik), gelen yabancı misafire ikramda bulunmak, iyilik yapmak gibi güzel örflere ve selim zevklere taban tabana zıt gayet feci bir suç, iğrenç bir durumdur.

Denilmiştir ki: Misafir melekler son derece güzellik içerisinde olunca on­ların haberi meşhur olup Lut kavmine ulaşmıştı. Yine denilmiştir ki: Lut'un karısı kavmine bu durumu bildirmişti. Hangi şekilde olursa olsun Lut kavmi: "Lut'a misafir olarak üç oğlan gelmiş, kendilerinden daha güzel yüzlü, fizikî şekli daha güzel hiç kimse görmedik", dediler. Hemen Lut (a.s.)'ın evine gittiler.

Lut (a.s.) kavmine iki tesirli cümle söyledi: Birincisi: "Bu gençler benim misaftrlerimdir" onların yanında utanca sebep olacak şeyi işlemek suretiyle "Beni rezil etmeyin." Misafiri ağırlamak mecburiyeti vardır. Onlara bir kötülük yapmaya kalkışırsanız bu, beni hiçe saymak demektir.

İkinci cümle birincisini te'kid ediyordu: "Allah'tan korkun" Allah'ın aza­bından korkun "Beni rüsvay etmeyin." Yani misafirlerimi zelil etmek, küçük düşürmek suretiyle beni küçük düşürmeyin. Onları lekelemek suretiyle beni rezil-rüsvay olma horlanma ve utanç içerisine düşürmeyin.

Lut kavmi ona şöyle cevap verdiler: "Biz seni başkalarıyla ilgilenmekten menetmemiş miydik? "Biz fuhuş yapmak istediğimiz her hangi bir kişi hakkın­da konuşmanı, onu korumayı sana yasaklamamış mıydık? Bir kimseyi misafir etmekten menetmemiş miydik?

Lut (a.s.) kavmini irşad etmek üzere şu cevabı verdi: "Eğer nikâhlayacak-sanız işte kızlarım!" Eğer size emrettiğim şeyi yapacaksanız, benim görüşümü kabul edecekseniz Allah'ın size helâl kıldığı kadınlarla evlenin, erkeklerle iliş­ki kurmaktan sakının.

Burada "kızlarım" derken, kavminin kadınlarını kasdetmiştir. Çünkü bir ümmetin rasulü onların babası yerindedir. Nitekim Cenab-ı Hak peygamberi­miz hakkında "Peygamber müminlere kendi öz nefislerinden daha evlâdır. Pey­gamber hanımları da müminlerin anneleridir." (Ahzab, 33/6) buyurmaktadır. Übeyy b. Ka'b kıraatinde peygamber onların babasıdır, şeklinde ifade de vardır. Denilmiştir ki: Kızlarından murad, sulbünden olan kızlarıdır, yani onlarla ev­lenmeyi teşvik etmiştir.

Bütün bunlar olurken, onlar kendileri için murad edilen şeyden, etrafları­nı kuşatan belâdan ve kararlaştırılan azaptan başlarına ne geleceğinden ha­bersiz ve gafil bir durumdaydılar.

Bunun için Allah Tealâ Muhammed (s.a.)'e yahut melekler Lut (a.s.)'a şöy­le dedi: "(Ey Peygamber!) Ömrün hakkı için onlar sarhoşlukları içinde bocala­yıp duruyorlardı." (Hicr: 72). Yani Ey Rasulüm! Senin hayatına, ömrüne ve dünyada kalmana yemin ederim. Bu ifadede büyük bir şereflendirme ve yüce bir makam tayini vardır. Onlar sapıklıkları için şaşkınlık içinde bulunuyorlar­dı. Onlar senin nasihatlerine aldırış etmezler, doğru ile yanlışı birbirinden ayı­ramazlar.

İbni Abbas diyor ki: Allah, Muhammed (s. a.)'den daha değerli hiçbir kimseyi yaratmamıştır. Allah'ın ondan başka hiçbir kimsenin hayatına yemin etti­ğini duymadım.

Bundan sonra Allah Tealâ onların azabının cinsini bildirmek üzere şöyle buyurdu: "Şafak vakti onları korkunç bir çığlık yakaladı" Onlara Cebrail (a.s.)'ın korkunç derecede yüksek, dehşetli sesi inmişti. Bu çığlık güneş doğar­ken onlara gelen helak edici korkunç sesti.

(Müşrikıyn) Şafak vaktine girdikleri halde demektir. Başlangıcı sabah na­mazı vakti, sonu güneşin doğduğu zamandır. Bu sebeple önce (Musbıhıyn): Sa­bah vaktine girdikleri halde denmiş, daha sonra (Müşrikıyn): Şafak vaktine girdikleri halde denmiştir.

"Çığlığın yakalanması" onları kahretmesi ve tamamen hâkim olmasıdır. Bu ses kasabalarının ta göklere kadar yükseltilip sonradan da altüst edilmesi­ne ve üzerilerine pişmiş taşların gönderilmesine sebep olmuştur. Sayha, gökyü­zünden gelen helâkedici şiddetli sestir.

"Biz onların kasabalarının üstünü altına çevirdik. Üzerilerine kızgın taş­lar yağdırdık" ayetinin ihtiva ettiği mana budur. Yani biz şehrin üstünü, yerüs­tünde bulunan kısmını yerin dibine derinliklerine geçirdik. Ters-yüz ettik. On­ların üzerlerine ateşte pişirilmiş kızgın, taşlaşmış çamurdan taşlar indirdik.

Geçen ifadelerden anlaşılmaktadır ki bu ayet Allah'ın onlara üç çeşit azap­la azabettiğini bildirmektedir.

1- Korkunç şiddetli ses

2- Kasabaların ters-yüz edilmesi

3- Üzerlerine kızgın taşların yağdırılması.

Bundan sonra bu kıssadan alınacak ibreti zikrederek şöyle buyurdu: "Şüp­hesiz bunda ince düşünenler için nice ibretler vardır" Yani Lut kavmine gelen bu azab hakkında olaylardan ibret alan, küfür ve fuhuş ehline gelecek acıklı cezayı anlayan ince düşünceli ve feraset sahibi kimseler için nice ibretler var­dır.

Bu münasebetle şunu ilâve edebiliriz: Buharî'nin et-Tarih el-Kebîr kitabın­da, Tirmizî, İbni Cerir, İbni Ebî Hatim, Ebû Nuaym ve İbni Merdüveyh'in Ebu Said el-Hudrî'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmektedir: "Müminin ferasetinden korkun. Çünkü o Al­lah'ın nuruyla bakar." Bundan sonra Efendimiz (s.a.) şu ayeti okudu: "Şüphesiz bunda ince düşünenler için nice ibretler vardır."

Bundan sonra Cenab-ı Hak Mekke halkı ve benzerlerini olanlardan ibret almaya yöneltti ve şöyle buyurdu: "O ülkenin harabeleri yolunuz üzerinde dim­dik ayakta durmaktadır." Yani bu azabın isabet ettiği Sodom şehri bilinen bir yol üzerindedir. Oradan gelip geçen yolculara gizli-kapah değildir. Kalıntıları günümüze kadar ayakta kalmıştır. Hicaz-Şam yolu üzerindedir. Bir başka ayette ise şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz sizler sabah-akşam onların memle­ketlerinden geçiyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?" (Saffat, 37/137-138).

"Şüphesiz ki bunda müminler için ibret vardır" Yani Lut kavmine yaptığı­mız bu helak ve yok etme, Lut'u ve ailesini kurtarmamız hususunda Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için açık bir delil vardır. Yani bu kıssanın hede­finden gerçekten yararlananlar bu azabın Allah'ın peygamberlerinin intikamı­nı almak olduğunu idrak eden müminlerdir. Allah'a inanmayanlara gelince bu helaki tabiatın yaptığını ve yeryüzündeki bazı değişikliklerden kaynaklandığı­nı iddia etmektedirler. [39]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu kıssa aşağıdaki hususlara işaret etmektedir:

1- Başkalarının yanına girdiği zaman selâm vermek gibi misafir edebinin öğretilmesi.

2- Misafirine yemek takdim edip misafiri yemek yemediği takdirde ev sa­hibinin hissiyatının ve endişelerinin tavsif edilmesi.

3- Meleklerin Hz. İbrahim (a.s.)'a Hz. İshak'ı müjdelemeleri korkularının gitmesine sebep olup huzur ve güven telkin etmiştir.

4- İbrahim Halil (a.s.)'m suali olağanüstü durumdan ana-babanın her iki­sinin yaşlılık durumunda evlâdın meydana gelmesinden hayret eden birinin suali idi. Onun suali yaşlılık zamanında evlad yaratmaktan Allah Tealâ'nın kudretini uzak görmek değildi.

5- Melekler kendilerinin müjdeci ve bu müjdenin dönüşü olmayan değiş­mez bir gerçek olduğunu, evlâdın mutlaka meydana geleceğini te'kid ettiler, sonra da ümitsizlik ve çaresizlikten nehyettiler.

Buradan ayrıca insanın bir şeyi yapmaktan nehy edilmesi nehyedilen kişi­nin o nehyedilen işi yaptığına delil olmadığı anlaşılmaktadır. Meselâ yine Ce-nab-ı Hak peygamberine "Kâfirlere ve münafıklara itaat etme" (Ahzab, 33/48) diye nehiyde bulunmaktadır.

Hz. İbrahim (a.s.): "Sapıklardan (Hakkı yalanlayanlardan ve doğru yol­dan ayrılanlardan) başka kim Rabbinin rahmetinden ümit kesebilir? dedi". Bu söz onun yaşlılığı sebebiyle evlâdı olmasını uzak gördüğü ama Allah Tealâ'nın rahmetinden ümit kesmediği manasına gelir.

6- Arap dilinde olumsuz cümleden yapılan istisnanın olumsuz manasına geldiği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Cenab-ı Hakkın: "Biz suçlu bir kavme gönderildik. Ancak Lut ailesi hariç. Bu ailenin hepsini kurtaracağız. Sadece Lut'un karısı müstesna." ayetinde Lut ailesini suçlu kavimden istisna etti. Son­ra da Lut ailesinden Lut'un karısını istisna etti. O helak olacaktı.

7- Lut (a.s.) ve ailesi gelen misafirlerin melek olduklarını anlamamışlardı. Aynı şekilde İbrahim (a.s.) da onları tanımamıştı.

Rivayete göre: Melekler genç yaşta idiler. Hz. Lut (a.s.) güzelliklerini gö­rünce kavminin fitnesinin onları lekeleyeceğinden korktu. "Siz tanınmayan bir topluluksunuz" sözündeki tanınmamanın manası budur.

8- Allah'ın helak ettiği kavmin kalıntılarına uzun müddet bakıp incelemek hoş bir tavır değildir. Bu diyardan hızlı bir şekilde geçmek sünnettir. Çünkü buraları gazap ve lanet yeridir.

9- Allah Tealâ, Hz. Lut (a.s.) ve ona tabi olanları kavimlerine karşı şefkat duymamaları, daha hızlı yürümeleri ve ansızın sabah olmadan önce kasabadan uzaklaşmaları için; Lut kavmine azab yağarken arkalarına bakmaktan nehyet-ti.

10- Lut kavminin gelen misafirlerle iğrenç fiili işlemeye kararlı olmaları, onların fuhuş, küfür ve sapıklıklarına diğer maddî bir delil idi.

11- Hz. Lut (a.s.)'ın: "Eğer nikâhlayacaksanız işte benim kızlarım! ifadesi ister kendi sulbünden olan kızları olsun, isterse kendi manevî kızları sayılan-kavminin kadınları olsun haram olmayan helâl olan nikâh ve evliliğe irşad et­mektedir. Yani onlarla evlenin, harama düşmeyin demektir. Bundan başka bir mana anlayan küfre düşmüş olur. Çünkü zina bütün dinlerde ve şeriatlerde haramdır. Zaruret için bile olsa zinayı hiçbir peygamber kabul edemez.

12- Cenab-ı Hakkın "Senin ömrüne yemin olsun ki" ayeti hakkında Kadî Iyaz ve İbnü'l-Arabî diyorlar ki: Tefsir ehli âlimleri bu yeminin Allah tarafın­dan Hz. Muhammed (s. a.)'in şerefli olduğunu beyan etmek için onun hayatının müddetine yapılan bir yemin olup onun kavmi olan Kureyş'in sarhoşluklarında yani sapıklıklarında bocalayıp durdukları ve şaşkınlık içinde yuvarlandıkları manasında ittifak etmişlerdir.

Bu yeminin Lut Kavmine râci olması ve Lut Kavmi'nin sarhoşluklarında bocalayıp durdukları ve bu sözü onlara Meleklerin söyledikleri şeklindeki mana da doğru olabilir.

Alimlerin pek çoğuna göre insanın (Le-amrî=ömrüme yemin olsun ki) de­mesi mekruhtur. Çünkü bu insanın kendi hayatına yemin etmesi demektir. Bu ise basit insanların sözlerindendir. İmam Ahmed diyor ki: Kim "Peygamberi­miz (s.a.)'e yemin olsun ki" derse o kimseye keffaret cezası lâzım gelir.

13- Lut kavminin cezası korkunç çığlık ve kasabalarının alt-üst olması ve üzerlerine ateşte pişirilmiş taşlaşmış çamur yani kızgın taşlar atılması şeklin­deydi.

14- Bu kıssada, sadık müminlere ders ve ibretler vardır. Lut kavminin di­yarında Şam yolunda (Bugün Ürdün'de bulunan Lut gölü civarında) bulunan maddî eserler, kalıntılar en hayırlı şahid ve ibret alacaklar için en doğru delil­dir.

Ayrıca Malikîler feraset, ince anlayış ve sezgi ile hüküm vermeyi caiz gör­memişlerdi. Çünkü bu kesin (yakinî) olmayan bir delildir. Bunun üzerine hü­küm bina edilemez. [40]

 

Şuayb Kavmi (Eyke Halkı) Kıssası Ve Semûd Kavmi (Hicr Halkı) Kıssası

 

78- Şüphesiz ki Eyke halkı zalim kimse­lerdi.

79-  Biz onlardan da intikam aldık. Lut kavminin ve Eyke halkının harabeleri hâlâ işlek bir yol üzerindedir.

80-  Şüphesiz Hicr halkı da peygamber­leri yalanladılar.

81- Biz, onlara ayetlerimizi gönderdik. Ne var ki, onlar ayetlerimizden yüzçe-virdiler.

82-  Onlar dağları oyarak, kendilerine emniyet içinde yaşayacakları evler ya­pıyorlardı.

83- "abahleyin onları korkunç bir çığlık yakalayıverdi.

84- Yaptıkları işler onları kurtaramadı.

85- Biz gökleri, yeri ve aralarındaki var­lıkları yerli yerince yarattık. Kıyamet elbette kopacaktır. (Ey peygamber!) o halde güzel bir şekilde davran (Hoşgö­rülü ol.)

86-  Şüphesiz ki her şeyi yaratan ve bi­len ancak Rabbindir.

 

Belagat:

 

"el-Hallâku'l-Aliym" Her şeyi yaratan, her şeyi en iyi şekilde bilen anla­mında mübalağa sigalarıdır. [41]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Şüphesiz ki Eyke halkı" Hz. Şuayb (a.s.) kavmi idiler. Eyke: Birbirine sa­rılmış bol ağaçları olan orman demektir. Eyke, Medyen şehri yakınında bir ka­sabadır. Bu kasaba halkı, Hz. Şuayb (a.s.)'ı yalanlamaları sebebiyle "zalim kimselerdi."

"Biz" şiddetli bir sıcaklıkla helak etmek suretiyle "onlardan da intikam al­dık." Bu iki kavim "Lut kavmi ve Eyke halkının harabeleri" hâlâ "işlek bir yol üzerindedir." İmam: Uyulan izlenen demektir. İzlendiği, takip edilip uyulduğu için yola da imam denilmiştir.

"Şüphesiz Hicr halkı da" Semûd kavmi diye bilinmektedir. Hicr: Medine ile Şam arasındaki bir vadidir. Semud kavmi bu vadiye yerleşmişlerdi. Ayrıca taşla çevrili her yere de "Hicr" ismi verilmektedir. Kabe'deki "Hicr" da bu kök­ten gelmektedir. Hicr Vadisi halkı "peygamberleri yalanladılar" Yani Hz. Salih (a.s.)'ı yalanladılar. Burada tek bir şahsiyeti, cemi sığası ile ifade etti. Bütün peygamberler tevhidi getirmek noktasında birleştikleri için Hz. Salih (a.s.)'ı ya­lanlamak, diğer peygamberleri de yalanlamak demekti.

"Biz onlara ayetlerimizi gönderdik." Bu "deve" mucizesi olup büyük bir bünyesi olması, sütünün çokluğu ve çok su içmesi gibi pek çok ibretli yönü var­dı. Yahut ayetlerden murad peygamberleri Hz. Salih (a.s.)'e indirilen kitabın ayetleridir.

"Ne var ki onlar ayetlerimizden yüzçevirdiler." Ayetlerimizi tefekkür edip düşünmediler.

"Sabahleyin" sabah vakti "onları korkunç bir çığlık yakalayıverdi." Sağlam binalar, kaleler yapmaları, dünya malı toplamaları gibi "Yaptıkları işler onları kurtaramadı." azaba engel olamadı.

"Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları yerli yerince" Hakka uyacak, Hakka sarılacak, fesadın devam etmesine serlerin ayakta kalmasına müsait ol­mayan mahlûkat olarak "yarattık. Kıyamet elbette" şüphesiz "kopacaktır." Her­kes amelinin karşılığını görecektir. Ey Muhammedi "O halde" kavmine karşı "güzel bir şekilde davran." Onlardan şikayet etmeksizin uzak dur. Onlardan in­tikam almakta acele etme. Onlara hoşgörülü ve yumuşak huylu birinin mu-amelesiyle muamele et.

"Şüphesiz ki" seni de onları da her şeyi "yaratan" senin de onların da ha­yatını elinde tutan ve senin durumunu da onların durumunu da gayet iyi "bi­len ancak Rabbindir." Her şeyin kendisine havale edilmesine lâyık olan Odur.[42]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Bu kıssalar bu surede zikredilen üçüncü ve dördüncü kıssalardır. Birinci kıssa: Hz. Adem (a.s.) ve İblis kıssalarıdır. İkinci kıssa: Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz. Lut (a.s.) kıssalarıdır.

Üçüncü kıssa: Eyke halkı kıssasıdır. Eyke halkı Hz. Şuayb (a.s.)'ın kavmi­dir. Bunlar ormanlık (birbirine sarmaş dolaş olmuş bol ağaçların bulunduğu) bir bölge halkıydılar. Hz. Şuayb (a.s.)'ı yalanladılar. Allah da onların Allah'a şirk koşmaları, ölçü ve tartıda hile yapmaları sebebiyle (Yevmü'z-Zulle) azabı ile yani sabah vakti korkunç bir çığlıkla helak etti.

Dördüncü kıssa: Hz. Salih (a.s.) ile kavmi kıssasıdır. Mucize olarak gönde­rilen "dişi deve" de kaya parçasından çıkmış olması, bünyesinin büyüklüğü, çı­kar çıkmaz süt vermesi ve bol sütlü oluşu gibi pek çok ibretler vardı.

Bu kıssaları anlatmaktan fayda-daha önce de beyan ettiğimiz gibi- Cen­netleri kazanmaya vesile olacak ibadet ve taati teşvik etmek ve Cehennem azabına götüren isyandan sakındırmak, kavminin kendisini yalanlamasına karşı­lık peygamberimiz (s.a.)'i teselli etmektir.

Bu arada "Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları yerli yerince yarattık" ayetinin ilişkisine gelince: Allah Tealâ kâfirleri helak ettiğini zikredince sanki helak etme ve azab etme nasıl Rahim: (çok merhamet edici) olan Allah'a yakı­şır, gibi bir sual sorulmuş farzediliyor ve bu suale karşı şu şekilde bir cevap ve­riliyor: Ben mahlûkatı ibadet ve taatle meşgul olsunlar, diye yarattım. Onlar bunu terkedip bundan yüzçevirdikleri zaman onları helak etmek ve yeryüzünü onlardan temizlemek hikmetin gereği olarak gerekli olmaktadır. Yahut bu ayetten murad kavminin beyinsizliğine karşı Hz. Muhammed (s. a.)'e sabır tav­siye etmektir. Çünkü geçmiş peygamberlere ümmetlerinin bu gibi seviyesiz muamelelerle muamele ettiklerini bilirse Peygamberimiz (s.a.)'in de kavminin beyinsizliklerine karşı tahammül etmesi kolaylaşır. [43]

 

Açıklaması

 

Eyke halkı -Hz. Şuayb (a.s.) kavmi- Allah'ı şirk koşmaları yolkesicilik yap­maları, ölçü ve tartıda hile yapmaları sebebiyle zalim kimselerdi. Korkunç bir çığlık, şiddetli bir yer sarsıntısı ve (Yevmü'z-Zulle: Bulutlu gün) azabı ile Allah da onlardan intikam aldı. Halbuki onlar Hz. Lut (a.s.) kavminden sonra ama ona yakın bir zamanda ve yer olarak da onların kasabalarına yakın bir yerde yaşamışlardı. Bunun için Hz. Şuayb (a.s.) onları: "Lut kavmi sizden uzak değil­dir" (Hûd, 11/89) diyerek uyarmıştı.

İbni Merdüveyh ve İbni Asakir'in Abdullah b. Amr'dan rivayet ettikleri \iad\s-\ şerifte Çe^gamberinviı la.a.^ şöy\e. b\\y\iYmu%\a.Yd\r. "Medyetv ve Eyke halkı iki ümmet olup Allah bunlara Hz. Şuayb (a.s.)'ı peygamber olarak gön­dermişti."

"Biz Eyke halkından da intikam aldık..." Yani küfürlerine ve isyankârlık­larına karşılık olarak onları cezalandırdık.

Eyke halkını "Bulutlu günle cezalandırdık. O zaman onlara hiç gölge bu­lunmaksızın yedi gün şiddetli bir sıcaklık isabet etmişti. Sonra onlara bulut gönderdi. Bu bulutun gölgesine oturdular. Allah da onların üzerlerine ateş gön­derip bu ateş de onları yakıp helak etti. Medyen halkını ise sayha (korkunç çığ­lık) ile cezalandırdık.

"Bu iki kavmin harabeleri hâlâ işlek bir yol üzerindedir." Yani Lut kavmi­ne ait kasabalar ile Eyke halkının toprakları halkın Hicaz-Şam yolculuğu ya­parken izledikleri işlek bir yol üzerindedir.

İmam: İzlenen, uyulan demektir. "Yol"a imam adı verilmiştir. Çünkü kişi­nin arzu ettiği yere varıncaya kadar izlediği ve uyduğu hafta yol denilmiştir.

Bundan sonra Cenab-ı Hak, Hicr Vadisinin halkı olan Semûd Kavmini zik­rederek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Hicr halkı da peygamberleri yalanladılar." Yani Semûd Kavmi peygamberleri Hz. Salih (a.s.)'i yalanladılar. Bütün pey­gamberler tevhid, Allah'a kulluk ve temel faziletli ameller hakkında aynı noktada ittifak ettikleri için, kim bir peygamberi yalanlarsa bütün peygamberleri yalanlamış olur.

"Biz onlara ayetlerimizi gönderdik..." Biz Hicr Vadisi halkına peygamber­leri Hz. Salih (a.s.)'in duasıyla kupkuru bir kaya parçasından Allah'ın çıkardığı Dişi Deve" mucizesi gibi, Hz. Salih (a.s.)'in peygamberliğinin doğruluğuna de­lâlet eden mucizeler, deliller, ayetler verdik. Ancak onlar ayetlerimizden yüzçe-virdiler, mucize deveyi kestiler ve bundan ibret almadılar. Deve bu beldede do­laşıyor, o civarda bulunan küçük bir nehirden bir gün bu deve su içiyor, ertesi gün de vadi halkı bu nehirden su içiyorlardı. Devenin bu kabileye (Semûd Kav­mine) yetecek kadar bol sütü vardı.

Semud Kavminin dağlardaki taşlan yontarak yaptıkları evleri vardı. Bu evlerin sağlamlığı sebebiyle korkusuz bir şekilde düşmanlardan emin olarak yaşıyorlardı. Bu evler Tebuk'e giderken Peygamberimiz (s.a.)'in uğradığı Hicr Vadisinde (Bugün Suudi Arabistan'da Medainü Salih denilen yerde) hâlâ mü­şahede edilmektedir. Efendimiz (s.a.) buraya gelince başını örtmüş, bineğini hızlandırmış, Buharî'nin ve başkalarının İbni Ömer'den rivayet ettiğine göre ashabına: "Azaba uğrayan kavimlerin evlerine ağlayarak girin. Ağlamazsanız, onlara isabet eden belâlar size isabet eder korkusuyla ağlamaya çalışın, ağlar gibi görünün."

"Sabahleyin onları korkunç bir çığlık yakalayıverdi. Semud Kavmi azgm-laşıp haddi aşıp da mucize deveyi kestiklerinde azabın kendilerine vaadedüen dördüncü gününde sabah vakti helak edici korkunç çığlık onları yakalamıştı. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Salih dedi ki: Evlerinizde üç gün daha yaşayın. Bu yalanlanamayacak bir tehdittir." (Hûd, 11/65)

"Yaptıkları işler onları kurtaramadı." Rabbinin emri gelince bu mallarının onlara faydası dokunmadı. Edindikleri mallar bu azaba engel olamadı. Dağlar­da kayaları yontup ev yapmaları, kendilerine (bahçeleri sulamada kullandıkla­rı) su hususunda sıkıntı çekmemeleri için devenin bol su içmesine göz dikip ni­hayet deveyi kesmelerine sebep olan ekin ve meyvalardan istifade etmeleri gibi kazançlardan yeteri kadar yararlanamadılar. Bilâkis oldukları yerde helak ol­dular.

Allah Tealâ kâfirlere helak etmeyi haber verince sanki bir şahıs: Çok mer­hametli ve çok ikramsever olan Allah'a kullarına azab etmek ve onları helak etmek nasıl yaraşır? diye sormuş farzedilmektedir. İşte buna Cenab-ı Hak şu ayetle cevap veriyor: "Biz gökleri, yeri ve aralarındaki varlıkları" Hak ile yani adalet ve hikmetle "yarattık." Zulmederek yahut batıl olarak, boş yere yarat­madık. Bunun sebebi yaradılanlann ibadet ve taat etmeleri içindir. Bu ibadet ve taati bırakır, bundan yüzçevirirlerse adalet ve hikmetin gereği olarak onları helak etmek ve yeryüzünü onlardan temizlemek gerekli olmaktadır. Burada Peygamberimiz (s.a.)'i yalanlayanların ahirette azab görmelerinin hak, adalet hikmet ve bizzat beşer için maslahat olduğuna işaret edilmektedir.

"Kıyamet elbette kopacaktır." Yani kötülük işleyenleri yaptıklarına karşılık cezalandırmak, güzel amel işleyenlere de güzellikle mükâfat vermek için kıya­met günü şüphe yok ki gelecektir. Bu ayette isyankârlar için tehdit, itaatkârlar için teşvik vardır.

"O halde güzel bir şekilde davran" Yani Ya Muhammed, müşriklerden yüz-çevir. Onlardan karşılaştığın eziyetlere karşı yumuşak huyluluk ve müsamaha ile güzel bir şekilde yüzçevirerek tahammül et.

Bu emir insanlara güzel bir ahlâkla davranmaya çalışmaktır. Bu neshedil-memiş, hükmü devam eden bir emirdir. Her ne kadar "Güzel bir şekilde yüzçe-vir" emri, savaş emri geldikten sonra neshedilmiş kanaati yaygın olsa da.

Fahreddin Razî diyor ki: Müsamahakârlığın kılıç kullanma ayetiyle nes­hedilmiş olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü bundan maksat güzel ahlâk, af ve müsamaha gösterilmesidir. Bu nasıl neshedilmiş olabilir![44]

"Şüphesiz ki her şeyi yaratan ve bilen ancak Rabbindir" Yani Rabbin çok çok yaratandır, her şeyi o yaratmıştır. İlmi çok geniştir. Her şeyi bilir.

Bu ayet öldükten sonra dirilmeyi, Allah Tealâ'nm kıyameti meydana getir­meye kadir olduğunu ispat etmektedir. Çünkü o hiçbir şeyi yaratmaktan âciz olmayan yüce yaratıcı ve parça parça olan ve yeryüzünün çeşitli bölgelerine da­ğılan cesetleri bilendir. Herkes ona dönecek, huzurunda hesaba çekilecektir. [45]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Beşeriyeti sarsan, duygularını tahrik eden mecburî uyanışa, iman ve salih ameller sahasına koşmaya teşvik eden bu iki kıssa peygamberlerini yalanla­yan, haksızlık yapan ve sonunda tamamen helak olan ümmetlerin kıssalann-dandır.

Eyke halkı (Hz. Şuayb kavmi) çeşitli hayırlar ve nimetler içinde oldukları, meyveli ağaçlarla dolu bağlar, bahçeler ve ormanların sahipleri oldukları halde peygamberleri olan Hz. Şuayb (a.s.)'ı yalanladılar.

Allah Tealâ'nın hikmeti olarak Lut kavmin şehrinin ve Eyke kasabasının kalıntıları bugüne kadar ayakta kalmış oradan gelip geçenlerin ibret almaları için hâlâ müşahede edilmekdedir.

Aynı şekilde (Medine ile Tebûk arasındaki Semud Kavmi diyarı olan) Hicr Vadisi halkı, peygamberleri Hz. Salih (a.s.)'ı yalanlamışlar, onun risaletine iman etmemişlerdir. Bir peygamberi yalanlayan bütün peygamberleri yalanla­mış olur. Çünkü bütün peygamberler temel esaslarda aynı din üzerindedirler. Aralarını ayırmak caiz değildir.

Bu yalanlayanların cezası ibret alacaklara ibret olması, düşünenlere ders ve tefekkür vesilesi olması için tam bir helak olma, yok olma ve yerle bir olma cezasıdır. Mallan, dağlardaki kaleleri ve vücutlarının kuvvetli olmasının onla­ra faydası dokunmadı. Gökleri ve yeri yaratan Allah mahlûkatı arasında adaleti ortaya koymak ve bütün insanların hesabım görmek üzere öldükten sonra diriltmeye, ahiret hayatına ve kıyamete kadirdir.

Âlimler, bu ayetlerden Sünnet-i Seniyye ışığında aşağıdaki hükümleri çıkarmışlardır:

1- Azab bölgelerine girmenin mekruh oluşu. Kâfirlerin mezarlıklarına gir­mek de böyledir. İnsan eğer böyle yerlere ve mezarlıklara girerse daha önce zikredildiği gibi peygamberimizin irşad ettiği şekilde ibret alma, korku içeri­sinde bulunma ve oradan süratle geçme vasıfları üzerinde olmalıdır.

Nitekim peygamberimiz (s.a.): Babil şehrine girmeyin. Çünkü orası lanet­lenmiştir. " buyurmuştur.

Buharî'deki İbni Ömer hadisinin diğer rivayetleri de vardır. Buna göre: Rasulullah (s.a.) Tebuk Gazvesi esnasında Hıcr Vadisi'nde konaklayınca asha­bına bu bölgedeki kuyulardan su içmemelerini, hayvanları sulamamalarını em­retti. Sahabe-i Kiram: Bu su ile hamur yoğurduk ve hayvanlarımıza ise su al­dık dediler. Efendimiz (s.a.) suların dökülmesini ve bu hamurun atılmasını em­retti.

Hadisin bir başka rivayetinde: Ashab-ı Kiram, Rasulullah (s.a.) ile birlikte Hicr Vadisinde (Semûd Kavmi topraklarında) konakladılar. Kuyulardan su al­dılar, bu su ile hamur yaptılar. Rasulullah (s.a.) aldıkları suyu dökmelerini, ha­muru develere yedirmelerini emretti. Onlara develerin su içtikleri diğer kuyu­lardan su almalarını emretti.

2- Allah'ın gazabından kaçmak için gazaplı yerin suyundan istifade etme­nin caiz olmaması: Zira peygamberimiz (s.a.) Semud kuyularının suyunun dö­külmesini ve bu su ile yapılan hamurların atılmasını ve develere yem olarak vermelerini emretti. Bu emir pis suyun içilmemesi ve onunla hamur yapılma­ması emrine uygunluk arzetmektedir.

3- İmam Malik diyor ki: kullanılması caiz olmayan yiyecek ve içeceklerin develere ve diğer hayvanlara yedirilmesi caizdir. Zira hayvanların mükellefiye­ti yoktur. Pislenen bal da böyledir. Arılara yedirilir.

4- Rasulullah (s.a.) bu sularla yapılan hamurun develere yedirilmesini em­retti, Hayber'deki ehlî eşeklerin eti gibi atılmasını emretmedi. Bu durum ehlî eşek etinin haram olma yönünden daha şiddetli, necislik yönünden daha necis olduğuna delâlet etmektedir.

5- Peygamberimiz (s.a.) necis hamurun develere yedirilmesini emretmesi sebebiyle, kişinin necis bir şeyi köpeklerine yedirmesi caizdir.

6- Peygamberimiz (s.a.)'in mucize devenin kuyusundan su almalarını em­retmesi sebebiyle, peygamberler ve salihler çok önceki asırlarda yaşamış olsa­lar da, izleri silinse de onların eserleriyle teberrük etmek (bu eserlerden Al­lah'ın izniyle bereket geleceğini ummak) caizdir.

7- Bazı âlimler azap yerinde namaz kılmayı caiz görmemekte ve şöyle de­mektedirler: Böyle yerde namaz caiz değildir. Çünkü burası ilâhî öfke yeri, gazap bölgesidir. Bu yerin toprağıyla teyemmüm etmek, suyuyla abdest almak caiz değildir, burada namaz kalmak da caiz değildir.

Tirmizî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şu yedi yerde namaz kılmaktan nehyetti.

a) Çöplük

b) Mezbaha

c) Mezarlık

d) Yol ağzı

e) Banyo

f) Deve ahırı

g) Beytullah'm üstü

Malikîler bunlara şu yerleri de ilâve ettiler: Gaspedilen ev, kilise ve havra, içinde heykel bulunan ev, gaspedilen arazi, uyuyan kimseye veya bir insanın yüzüne dönülecek yer, üzerinde necaset bulunan duvar. (Malikîlere göre bura­larda da namaz kılmak nehyedilmiştir.)

Fakat âlimler müşriklerin mezarlığındaki temiz bir yerde teyemmüm et­menin, kilise veya havrada temiz bir yerde namaz kılmanın caiz olduğunda it­tifak etmişlerdir. İmam Malik: Zaruret olmadıkça üzerinde resimler bulunan yaygı ve seccade üzerinde namaz kılınamaz, demiştir.

Namaz kılınması yasak olan yerler Buharî, Müslim ve Nesaî'nin Cabir (r. a)'den rivayet ettikleri: "Bana yeryüzü mescid ve (teyemmüm etmek üzere) te­miz kılındı" hadis-i şerifinden istisna edilmiştir.

8- İçine tarıma elverişli hale getirilmek üzere gübre veya pis kokulu şeyler atılan bahçede de üç defa sulanmadıkça namaz kılınamaz.

Bunun delili Darakutnî'nin İbni Abbas'dan rivayet ettiği, içine gübre veya pis kokulu şeyler atılan bahçe hakkında Efendimiz (s.a.)'in: "Üç defa sulandığı zaman orada namaz kıl" buyurduğu hadis-i şeriftir. [46]

 

Allah Teala'nın Hz. Muhammed Mustafa (S.A.)'E Yaptığı Lütuflar

 

87-  Şüphesiz ki biz, sana namazlarda tekrar tekrar okunan yedi ayeti (Fati-ha'yı) ve yüce Kur'anı verdik.

88- Sakın kâfirlerden bir kısmına verdi­ğimiz çeşitli dünya nimetlerine (heves- lenip) göz dikme. Onların âkibetlerine  üzülme. Müminlere, merhamet kanatla- nm indir.

89. De ki: ,,Şüphesiz ki ben apaçık bir uyarıcıyım.»

90- Nitekim biz, bölücülere de emrimizi  indirmiştik.

91- "Onlar Kur'an'ı (bir kısmına iman  edip bir kısmına iman etmeyerek) parçalara böldüler"

92-93- Yapmış oldukları amellerden do- lay!» Rabbine yemin olsun ki, onların  hepsini hesaba çekeceğiz.

94- (Ey peygamber!) Emrolunduğun şeyi  açıkça tebliğ et. Müşriklerden yüzçevir.

95- Alay edenlere karşı biz sana yeteriz.

96-  Onlar Allah'la beraber bir ilâh edi­nirler. Yakında bileceklerdir.

97- Şüphesiz ki biz, onların söyledikle­rinden senin canının sıkıldığını çok iyi biliyoruz.

98- Sen, Rabbini hamd ile teşbih et. Sec­de edenlerden ol.

99- Sana ecel gelinceye kadar, Rabbine ibadet et.

 

İ'rab:

 

90. ayetteki "Nitekim biz indirmiştik..." cümlesindeki kâf harfinin müteal-lakı 87. ayettir. Buna göre: "Bölücülere emrimizi indirdiğimiz gibi, sana da yedi ayet olan ve namazlarda tekrar edilen Fâtiha'yı... indirmiştik", şeklinde mana verilmektedir.

Yahut kâf harfinin müteallakı 89. ayettir. Buna göre mana: Bölücülere emrimizi indirdiğimiz gibi sizi de azapla uyarırım, demektir. Bölücüler Mekke yol­larını ve ilk müslümanlara yapılan cezaları aralarında bölüşenler, insanların Peygamberimiz (s.a.)'in sözünü dinlemesine engel olanlardır. [47]

 

Belagat:

 

"Biz sana namazlarda tekrar tekrar okunan yedi ayeti (Fatihayı) ve yüce Kur'an'ı verdik" ayetinde umumî olan Kur'an hâs olan Fatihaya atfedilmiştir.

"Müminlere merhamet kanatlarını indir." ayetinde istiare-i tebaıyye var­dır. Bir kenarı eğmek kanadı indirmeye teşbih edilmiştir. Her ikisinde de şef­kat ve incelik vardır. Müşebbehûn bih (benzetilen) müşebbeh'e (benzeyene) isti­are edilmiştir. [48]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Biz sana namazlarda tekrar tekrar okunan" Buradaki (el-Mesani) kelime­si (müsenna) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime de tekrar ve iade etmek mana-sındaki tesniye kelimesinden gelmektedir. (es-Seb'ul-Mesânî: Namazlarda tek­rar tekrar okunan yedi ayet) Buharî ve Müslim'de rivayet edilen bir hadis-i şe­rifte Peygamberimiz (s.a.)'in buyurduğu gibi Fatiha Suresi'dir. Çünkü bu sure namazda her rek'atte okunmaktadır ve ayetleri de yedi tanedir."yedi ayeti" Fa-tiha'yı "ve Yüce Kur'an'ı verdik"

"Onlardan bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimetlerine göz dikme." Başkasının yanındaki dünya çer-çöpüne bakarak heveslenme. Ezvâcen: Çeşit çeşit demekdir.

İman etmezlerse "Onların âkibetlerine üzülme. Müminlere merhamet ka­nadını indir." Yumuşak davran. Burada murad edilen alçakgönüllülük ve yu­muşaklıktır. Bu ifade, yavrularını bağrına basan ve kanatlarıyla örten mana­sında "kuş yavrularına kanatlarını indirdi" ifadesine mutabıktır.

"De ki: Şüphesiz ki ben apaçık" uyarısı gayet açık olan, Allah'ın azabının size inmesini bildiren "bir uyarıcıyım." İman etmeyen kimseyi Allah'ın cezasın­dan korkutucuyum. Yani, iman etmezseniz Allah'ın azabının size ineceğini a£ık bir şekilde ve burhan ile sizi uyarıyorum.

"Nitekim biz" azabımızı "bölücülere de emrimizi indirmiştik." Bölücüler Hac Mevsimi günlerinde, Mekke girişlerini aralarında bölüşen 12 kişi olup in­sanları Rasulullah (s.a.)'a iman etmekten engellemeye çalışıyorlardı. Allah Te-alâ da bunları Bedir günü helak etti. Bir başka görüşe göre: Bölücüler Ehl-i Ki­tap (Yahudi ve Hristiyanlar)dır.

"Onlar Kur'anı parça parça böldüler." Müşrikler inatçılık yaparak şöyle dediler: Kur'an'ın bir kısmı haktır, Tevrat ve İncil'e muvafıktır. Bir kısmı batıl­dır, Tevrat ve İncil'e aykırıdır. Yahut Kur'anı şiir, büyücülük, kâhinlik ve eski­lerin masalları kısımlarına ayırdılar. Burada Kur'an'dan Ehl-i Kitab'ın mak­sadı kendilerine inen kitapları ise; Ehl-i Kitap kitaplarının bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr ettiler. Dolayısıyla bu durum Peygamberimiz (s.a.)'e te­selli olmaktadır.

"Parça parça böldüler" Yani Kur'anı uydurma saydılar. Yahut bir kısmına iman ettiler, bir kısmını inkâr ettiler.

"Rabbine yemin olsun ki, onların hepsine soracağız." (Onları hesaba çekece­ğiz). Hepsine soracağız ifadesi Kur'anın bölünmesine veya onun "sihirbazlık" di­ye nitelendirilmesine karşı ihtar manasındadır. Allah onları buna karşı cezalan­dıracaktır. Yahut bu ifade onların yaptıkları küfür ve isyankârlık gibi bütün amelleri için umumî bir ifadedir. Buradaki sormaktan maksat haber alma yahut bilgi edinme manasında değildir. Çünkü Allah her şeyi bilmektedir. Fakat onlara ihtar manasında soracak ve niçin Kur'ana isyan ettiniz? Bu konuda hüccetiniz nedir? diyecektir. Bu İbni Abbas'ın görüşüdür. Ikrime ise şöyle der: Kıyametin çe­şit çeşit sahneleri vardır. Bazan bu ayette olduğu gibi hem soru hem de cevap olur. Bazan da "O gün hiçbir insana ve hiçbir cinniye günahından sorulmaz" (Rahman, 55/39) ayetinde olduğu gibi ne soru sorulur ne de söz hakkı verilir.

Ey Muhammed "Emrolunduğun şeyi" insanlara "açıkça tebliğ et" ve bunu yerine getir. Bu ayet bir şeyi açıkça anlattı, ifadesinden alınmıştır. "Müşrikler­den yüz çevir."

"Alay edenlere karşı" onların herbirini bir belâ ile helak etmek suretiyle "Biz sana yeteriz." Bu alay edenler Velid b. Mugîre, Âs b. Vâil, Adiyy b. Kays, Esved b. Abdilmuttalib, Esved b. Abdi-Yegûs idi.

"Onlar Allah'la beraber bir ilâh edinirler." Yaptıklarının dünya ve ahiret-teki âkibetini "yakında bileceklerdir."

"Şüphesiz ki biz" alay etme ve yalanlama gibi "onların söylediklerinden se­nin canının sıkıldığını" üzüntü ve sıkıntıdan dolayı kalbinin daraldığını "çok iyi biliyoruz."

"Sen Rabbini hamd ile" birlikte "teşbih et" Yani (Sübhanallahi ve bi-ham-dihî) de. "Secde edenlerden" namaz kılanlardan "ol."

"Sana ecel" ölüm "gelinceye kadar Rabbine ibadet et." Rivayet edildiğine göre peygamberimiz (s.a.), herhangi bir iş sebebiyle endişelenir üzülürse derhal namaza koşardı. [49]

 

Nüzul Sebebi

 

95. Ayetin indiriliş sebebi ile ilgili olarak, Bezzar ve Taberanî'nin, Enes b. Malik (r. a)'den rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.) Mekke'de bir ta­kım kimselerin yanından geçti. "Kendisini peygamber zanneden kişi budur," di­yerek onun arkasından kaş-göz işareti yapmaya başladılar. O sırada Efendimiz (s.a.)'in yanında Cebrail (a.s.) da vardır. Cebrail de eliyle işaret yaptı. Bu işaret onların cesetlerinde tırnak gibi çıktı. Sonra çıban oldu, nihayet kokmaya başla­dılar. Hiç kimse bunlara yaklaşamıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hak "Alay edenlere karşı biz sana yeteriz" (Hicr, 95) ayetini indirdi. [50]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Ceban-ı Hak kavminin eziyetlerine karşı Hz. Muhammed (s. a.)'e sabır tavsiye edip ona hoşgörü ile davranmasını emredince bunun ardından Allah Tealâ'nın Hz. Muhammed (s. a.)'e tahsis ettiği büyük nimetleri zikretti. Çünkü insan kendi üzerindeki Allah'ın nimetlerini hatırlayınca müsamahakâr ve affe­dici oluşu kolaylaşır. [51]

 

Açıklaması

 

"Allah'a yemin olsun ki, Ey peygamber! Biz sana Seb'ul-Mesanî'yi; namaz­larda tekrar tekrar okunan yedi ayeti ve yüce Kur'anı indirdik."

1- "es-Seb'ul-Mesanî": Yedi ayeti olan ve namazın her rek'atında tekrarla­nan Fatiha Suresi'dir. Besmele bu surenin yedinci ayetidir. Allah bu sureyi sa­dece size indirdi.

Buharî "es-Seb'ul-Mesanî" hakkında biri Ebû Said b. Muallâ'dan, diğeri Ebû Hureyre'den olmak üzere iki hadis-i şerif rivayet etmiştir:

a) Ebû Said b. Muallâ'nın hadisi şöyledir: Namaz kılarken Peygamberimiz (s.a.) yanıma uğradı. Beni çağırdı. Namazı bitirmeden onun yanına gitmedim Sonra gittim. Bana:

— Senin bana gelmene engel olan nedir? dedi. Ben de:

— Namaz kılıyordum, dedim Peygamberimiz (s.a.)

— Allah: "Ey iman edenler! Allah'ın rasulü sizi, kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman hemen Allah'ın ve rasulünün davetine icabet edin" (Enfal, 8/24) buyurmadı mı? Sana mescidden çıkmadan önce Kur'an'daki en büyük sureyi öğreteyim mi? Peygamberimiz (s.a.) Mescidden çıkmaya kalkınca ona sözünü hatırlattım. Şöyle buyurdu: "Elhamdülillahi Rabbil-Âlimîn, bana verilen es-Seb'ul-Mesanî ve yüce Kur'andır."

b) Ebû Hureyre'nin hadisi şöyledir: Peygamberimiz (s.a.) buyuruyor ki: "Kur'anın anası 'es-Seb'ul-Mesanî' Fatiha süresidir."

2- Bir başka görüşe göre es-Seb'ul-Mesanî yedi uzun sure: Kıssalar, hü­kümler ve cezaların tekrar edildiği; Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf, Enfal sureleridir.

3- Bir diğer görüşe göre: "es-Seb'ul-Mesanî"den maksat: Bütün Kur'andır. Buradaki atıf müteradif (eşanlamlı) iki kelimenin birbirine atfedilmesidir. Ni­tekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Allah sözlerin en güzeli olan Kur'anı müteşabih (ayetleri birbirine benzeyen) mesani (karşılıklı hükümleri zikreden) bir kitap olarak indirmiştir." (Zümer, 39/23) Kur'an bir yönden müteşabih, di­ğer yönden mesanidir.

Tercih edilecek görüş Buharî'nin açıklamasının Fâtiha'nın es-Seb'ul-Mesa-ni olduğu hakkında kesin nass olmasıdır. Ancak İbni Kesir'in dediği gibi Fâti-ha'dan başkasında bu vasıf olduğunda ona bu vasfın verilmesine engel yoktur. Kur'an'ın tamamının da bu vasıfla anılması gerçeğe aykırı değildir. Ayet Küba Mescidi'nde nazil olmuştur. Bu hususta hiçbir çelişki yoktur. Bir şeyin bir isimle zikredilmesi aynı ortak vasfi taşıyan bir başka şeyin de aynı isimle anılması­na engel değildir.[52]

Bu büyük lütuftan sonra Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Ey Rasulüm! -Hi­tap aslında ümmetinedir- Zenginlere verdiğimiz dünya hayatının zinetine he-zeslenme." Zira bunun ardından şiddetli bir ceza vardır.

"Onların içinde bulundukları dünya metaı ve geçici zevkleri bırakıp Al­lah'ın sana verdiği Yüce Kur'an ile iktifa et." mana şudur: Allah'ın sana yaptığı vahiyle iftihar et. O'nun nimetinin azametini takdir et. Dünyaya ve dünyanın zinetine ve dünya ehlini imtihan etmek için kendilerine verdiğimiz geçici süsle­re bakma. Onların içinde bulundukları duruma imrenme. Onların seni yalanla­malarına ve senin dinine muhalif olmalarına kırılma. Sen büyük bir nimet içe­risinde olduğun zaman bu nimete göre diğer nimetler basit gelir, önemsiz sayı­lır. Bu ifade Kur'an'ın büyük bir servet, hayır ve kurtuluş yolu olduğuna delil­dir. Bu ayetin bir benzeri de: "(Ey Muhammedi) Bir kısım kâfirler, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya hayatının süsünde sakın gözün olmasın." Tâ-Hâ, 20/131).

Hz. Ebubekir (r.a.) diyorki: "Kime Kur'an verilir de, başkasına kendisine verilen bu nimetten daha üstün bir nimetin dünyada verildiğini zannederse büyük nimeti küçültmüş, küçük nimeti büyültmüş olur."

"Onların durumuna üzülme" İslâm'ın kuvvet bulması müslümanlarm iz­zet bulması için, müşrikler iman etmiyorlar diye üzülme. Denilmiştir ki: Ayetin manası şöyledir: Onlara verilen bu dünya nimetine bakıp üzülme. Senin için ahirette daha üstün nimetler vardır.

Kafirlerin zenginlerine bakmaktan nehyettikten sonra Rasulüne müslü­manlarm fakirlerine karşı alçakgönüllü olmayı emrederek şöyle buyurdu:

"Müminlere merhamet kanatlarını indir." Yani müminlere yumuşak dav­ran. Tevazu ile davran. Onlara sert ve katı davranma. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır: "Allah tarafından verilen rahmet sebe­biyle onlara yumuşak davrandın. Eğer sen sert ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Öyleyse onları affet ve onlar için Al­lah'tan mağfiret dile. İşlerinde onlarla istişare et. (Âl-i İmran, 3/159).

Bundan sonra Allah onu "uyarma" vazifesine yönelterek şöyle buyurdu: Ey Muhammedi De ki! Yalanlama ve dalâlette devam etmek sebebiyle peygam­berlerini yalanlayan önceki ümmetlere gelen ve onları kuşatan intikam ve azab gibi acıklı bir azaptan uyarıcı ve kurtarıcıyım."

Buharî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebû Musa el-Eş'arî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Benim ve Allah'ın, benimle gönderdiği kitabın misali şu adam gibidir: Adam kavmine gelir ve şöy­le der: Ey kavmim! Ben düşman ordusunu gördüm. Ben gerçekten açık bir uya­rıcıyım. Yetişin! Yetişin! Kavminden bir gurup ona itaat eder. Derhal yola çıkar, yürümeye devam eder ve kurtulurlar. Kavminden diğer gurup da onu yalanlarlar, yerlerinde dururlar. Düşman ordusu ansızın çıkagelir. Hepsini helak eder, yok eder. İşte bana itaat edip de benim getirdiğim kitaba uyan ile bana isyan edip benim getirdiğim Hak kitabı yalanlayan kimselerin misali budur."

"Nitekim biz bölücülere de emrimizi indirmiştik. Onlar Kur'an 'ı (bir kısmı­na iman edip bir kısmına iman etmeyerek)parçalara böldüler." (Hicr, 90-91).

(Ke-mâ enzelnâ) kelimesindeki kâfin müteallakı hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Kâfin müteallakı 87. ayettir. Yani senden önceki ehl-i kitaba (Ya­hudi ve Hristiyanlara) Tevrat ve İncili indirdiğimiz gibi sana da Kur'an'ı indir­dik. Yahudi ve Hristiyanlar Kur'an'ı kısımlara ayırdılar. Tevrat ve İncil'e uygun olan kısmına iman ettiler. Bu iki kitaba aykırı olan kısmını inkâr ettiler. Kur'an'ı (kendi zanlarınca) Hak ve Batıl diye iki kısma ayırdılar.

Bu görüş Buharî, Said b. Mansur, Hakim ve İbni Merdüveyh'in İbni Ab-bas'dan rivayet ettikleri görüştür.

İkinci Görüş: Kâfin müteallakı 89. ayettir. Yani bu bölücülere -Yahudi ve Hristiyanlara- indirdiğimiz azab gibi Kureyş'i de azabın geleceği uyarısı ile uyar.

Bu durum, Kureyza ve Nadiroğulları'na uygulanan husustur. Beklenen şey olmuş gibi telakki edilmiştir. Bu mucizedir. Olacak bir şeyi haber vermek­tir. Bu da olmuştur, gerçekleşmiştir.

Bu iki görüşten herbiri bölücüleri Ehl-i Kitaptan saymaktadır. Bölünen yani kısım kısım telakki edilen Kur'an'dır. Burada Kur'an'la kastedilen oku­dukları kitaplardır. Bunlar bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr ettiler. Bu Peygamberimiz (s.a.)'i teselli babından olmaktadır. Zira onun kavmi (Kureyşli-ler) Kur'an hakkında sihirdir, şiirdir yahut kâhinliktir, demişlerdir.

Burada bir üçüncü görüş daha vardır ki, bu da İbni Abbas'dan rivayet edil­miştir. Fahreddin Razî bunu birinci görüş olarak saymıştır. İbni Abbas bu riva­yette şöyle demiştir: Bunlar Mekke yollarını aralarında taksim eden kimseler­dir. İnsanları, Rasulullah (s.a.)'a iman etmekten menetmektedirler. Sayılan 40 kadardı.

Mukatil b. Süleyman: Sayıları 16 kişiydi. Bunları Velid b. Mugire Hac Mevsiminde görevlendirmişti. Bunlar aralarında Mekke'nin tepelerini ve yolla­rını bölüşmüşlerdi. Buradan Mekke'ye gelenlere: İçimizden çıkıp da peygam­berlik iddia eden kişiye aldanmayın. Çünkü bu adam mecnundur, diyorlar. İn­sanları o sihirbazdır, kâhindir veya şairdir diye Peygamberimiz (s.a.)'den nef­ret ettirmeye çalışıyorlardı. Allah da onlara rezil-rüsvay edici bir hastalık gön­derdi, en kötü bir ölümle öldüler. Ayetin manası: Ben sizi bu bölücülere inen belâ gibi bir belânın gelmesine karşı uyarıyorum, şeklindedir.[53] Bu durumda bölücüler Kureyşlilerdir.

Bu uyarıdan sonra Cenab-ı Hak amellerinin hesabı görüleceğine dair yüce zatına yemin ederek şöyle buyurdu: "Rabbine yemin olsun ki hepsine soracağız" Yani Allah'a yemin olsun ki, bütün kâfirlere ihtar ve azarlama suali olarak söz ve hareketlerinden soracağız. Onlara bunun karşılığını tam olarak vereceğiz.

Ebu'l-Âliye, bu ayeti şöyle tefsir etti: Allah, kıyamet günü bütün kullara şu iki şeyi soracak: neye kulluk ettiklerini ve peygamberlere ne şekilde cevap verdiklerini soracak.

İbni Ebî Hatim, Muaz b. Cebel'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Pey­gamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: Ya Muaz! Kişi kıyamet günü bütün dav­ranışlarından sorulacak: Hatta gözlerinin sürmesinden, parmağındaki çamur artıklarından bile sorulacaktır. Sakın kıyamet günü senden başkasının Al­lah'ın sana verdiği nimetle senden daha mesud olduğunu görmiyeyim. (Sen kı­yamette en mes'ud insan olmaya çalış.)

Ey Peygamber! Senin görevin uyarıcı olmak ve amellerinin hesabının gö­rülmesi mutlak bir hakikat ise senin üzerine düşen sadece açıktan davette bu­lunmaktır. Artık davette gizlilik merhalesi sona ermiştir. Cenab-ı Hak buyurdu ki: "Emrolunduğun şeyi insanlara açıkça tebliğ et" Yani davetinin tebliğini her­kese açıkça yap. Bununla müşriklerin karşısına çık. Onlara aldırış etme. Şüp­hesiz ki Allah seni koruyacak ve onların şerrinden muhafaza edecektir. Müş­riklerden yüz çevir. Yani Rabbinden sana inen hususları tebliğ et. Seni Allah'ın ayetlerinden menetmek isteyen müşriklere aldırma.

"May edenlere karşı biz sana yeteriz." Bu Rabbani bir teminat ve koruma­dır. Biz seninle alay edenlerin, sana düşmanlık edenlerin gayretlerine, seni ve Kur'an'ı alaya alanların şerrine karşı sana yeteriz. Bunlar müşriklerden güç-kuvvet sahibi bir topluluktu. Bunlar beş kişiydi: Velid b. Mugire, Âs b. Vail, Adiy b. Kays, Esved b. Muttalib ve Esved b. Abdi-Yegûs.

Cebrail Rasulullah (s.a.)'a, ben onlara karşı sana yardımcı olmakla emro-lundum, dedi.

Velid'in topuğuna işaret etti. Elbisesine bir ok ilişti. Kibrinden onu çıkar­maktan imtina etti. Bu ok topuğundaki bir damara isabet etti ve öldü.

Âs b. Vail'in dizine işaret etti. Âs b. Vail dizine giren bir diken sebebiyle öldü. Esved b. Muttalib'in gözlerine işaret etti. Esved'in gözleri kör oldu. Adiy b. Kays'ın burnuna işaret etti. Adiy irin sümkürdü ve öldü.

Esved b. Abdi-Yegûs'e işaret etti. Esved o sırada bir ağacın dalında oturu­yordu. Hemen bir derde tutuldu. Başını ağaca toslamaya, yüzünü dikenle yara­lamaya başladı. Nihayet öldü.[54]

Bu alay edenler müşrik idiler. Bunun için Allah bu kişileri "Onlar Allah'la beraber bir ilâh edinirler" Allah'a faydası ve zararı dokunmayan kimseleri şirk koşarlar. Onlar işlerinin âkibetini, şirklerinin sonunu, küfürlerinin neticesini "Pek yakında bileceklerdir." Bu ifade onların sonuçlarının kötü olacağı şekilde bir tehdit ve ihtardır.

Bundan sonra Cenab-ı Hak müşriklerden karşılaştığı eziyete karşı pey­gamberini teselli ederek şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki biz onların söylediklerinden senin canının sıkıldığını çok iyi biliyoruz." Ya Muhammedi Biz müşriklerin alaylarından ve şirklerinden senin eziyet çektiğini gönlünün daraldığını gayet iyi biliyoruz. Bu durum seni Allah'ın dâvasını tebliğ etmekten uzaklaştırmasın. Sadece O'na tevekkül et. Çünkü O sana yeter, onlara karşı O sana yardımcıdır. Daralmayı ve endişeyi gidermek için O'na iltica et. "Sen Rabbini hamd ile teş­bih et. Secde edenlerden ol. Sana ecel gelinceye kadar Rabbine ibadet et."

Yani Allah'ın zikriyle, O'na hamdetmekle, O'na teşbih etmekle, O'na iba­det etmekle (namazla) meşgul ol. Sana ölüm gelinceye kadar buna devam et.

Burada ölüm "yakın" kelimesiyle adlandırılmıştır. Çünkü o yakînen olacak bir olaydır. Bu tefsirin delili Allah Tealâ'nın Cehennemliklerden naklettiği şu sözleridir: "Cehennemlikler dediler ki: Biz namaz kılanlardan değildik. Yok­sullara bir şey yedirmezdik. Batıla dalanlarla beraber biz de dalardık. Ceza gü­nünü yalanlardık. Ölüm (yakîn) gelene kadar bu halde devam ettik." (Müddes-sir, 74/43-47).

Bu ayet gönül darlığının ilâcının teşbih, takdis, tahmid ve çokça namaz kılmak olduğuna ve namaz gibi ibadetin aklı sabit olduğu müddetçe her insana farz olduğuna işaret ediyor. Kişi durumuna göre namaz kılacaktır.

Nitekim Buharî'nin Sahihinde İmran b. Husayn (r. a)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmekte­dir: "Namazı ayakta kıl. Gücün yetmezse oturarak, ona da gücün yetmezse yata­rak kıl."

Bu ifadeler ayette zikredilen "Yakîn" kelimesinin "Ma'rifet" manasında ol­duğunu iddia eden bazı dinsizlerin ne büyük bir yanlışlık içinde bulunduğuna delildir. Onlara göre onlardan biri marifete ulaşınca ondan mükellefiyet sakıt olur. Bu inanç -İbni Kesir'in dediği gibi- küfür, sapıklık ve cehalettir. Çünkü peygamberler ve onların ashabı insanlar içerisinde Allah'ı en iyi bilen, O'nun haklarını ve sıfatlarını ve O'nun lâyık olduğu ta'zimi en iyi bilen kimseler idi­ler. Bunun yanında insanların en çok ibadet edenleri ve vefat anına kadar ha­yır işlemeye devam edenleri idiler.

Peygamberimiz (s.a.) bir sıkıntı olduğu zaman, bir iş zorlaştığı zaman der­hal namaza koşardı.

Ahmed b. Hanbel, İbni Ammar'ın Peygamberimiz (s.a.)'den şu hadis-i kudsî-yi duyduğunu nakleder: Allah Tealâ şöyle buyuruyor: Ey Ademoğlu! Günün ilk saatlerinden dört rekat kılmaktan âciz olma ki, sonunda senin yardımcın ola­yım." [55]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Bu ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Kur'an-ı Azim, Peygamberimiz (s.a.)'e ve müslümanlara mal ve servet gibi başka hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek kadar büyük bir nimettir.

2- Fatiha Suresi, İslâmın temel esaslarını ihtiva ettiği için fazileti ve mezi­yeti için özellikle zikredilen Kur'an'ın bir süresidir.

Hatta bu sure şu iki sebeple Kur'an'ın en faziletli süresidir:

Birincisi: Kur'an1 dan bir parça olduğu halde çok şerefli ve faziletli olduğu­na delâlet etmek üzere hususî bir şekilde zikredilmiştir.

İkincisi: Cenab-ı Hak, bu sureyi iki defa indirmiştir. Bu da son derece fazi­letli ve şerefli olduğuna delildir. Fatiha Suresi ilk defa Mekke'de Kur'an'da ilk defa inen sureler arasında bir defa da Medine'de indi.

3- Müminin yanında Mevlânın bilgisi olduğu müddetçe O'nun gözü dünya­nın süslerine heveslenmemelidir.

Peygamberimiz (s.a.) Buharî'nin Ebû Hureyre'den rivayet ettiği hadis-i şe­rifte şöyle buyurmaktadır: "Kur'anla müstağni olmayan bizden değildir."

4- Bazıları der ki: Bu ayet devamlı bir şekilde dünya metaına göz dikmek­ten menetmekte ve kulu mevlâsına yöneltmektedir.

Gerçek şudur ki Muhammed Mustafa'nın (s.a.) dininde, Hz. İsa (a.s.)'ın di­ninde olduğu gibi ruhbanlık yani dünyayı tamamen terkedip sadece salih amellere yönelmek yoktur. İslâm, ruh ile maddeyi, hem dünya hem de ahiret hayatı için çalışmayı, Allah'a huzurlu bir kalp ile yönelmenin yanında vücudun mubah olan arzularını yerine getirmeyi birarada toplayan; müsamahakâr tev-hid dini, fıtrat dini ve orta yol dinidir.

5- Mümin müşriklerden uzak olmalı, iman etmezlerse üzülmemeli. Müminlere yakın, onlara karşı alçakgönüllü olmalı ve fakir olsalar bile mümin­leri sevmelidir.

6- Peygamberimiz (s.a.)'in ve ondan sonra İslâmı bilen her müminin vazi­fesi: Allah'ın dâvasını bütün insanlığa tebliğ etmek, küfür ve isyana karşı azapla uyarmaktır. Peygamberimiz (s.a.)'in daveti ilk anda gizli bir davet idi. Sonra "Emrolunduğunu insanlara açıkça tebliğ et. Müşriklerden yüzçevir." (Hicr, 94) ayetiyle bu davet açığa vuruldu.

7- Allah'ın kitabının bir kısmına iman edip diğer kısmına inanmayarak Allah'ın kitabını parça parça bölenlere, ister Ehl-i Kitap'tan (Yahudi ve Hristi-yanlardan) olsunlar, isterse Kureyş müşriklerinden olsunlar, azaba uğramaları kararlaştırılmıştır.

8- "Rabbine yemin olsun ki onları sorguya çekeceğiz" ayeti umumî mana­sıyla, Cennete hesapsız girenler hariç mümin olsun, kâfir olsun bütün insanla­rın sorgu-suale tabi tutulacağına delâlet etmektedir.

Anlaşılan şudur ki: "Onları huzurumuzda durdurun, çünkü onlar hesaba çekileceklerdir." (Saffat, 37/24) ve "Şüphesiz ki onların dönüşü bizedir. Onları hesaba çekmek de bize aittir" (Gâşiye, 88/25-26) ayetlerinin delaletiyle kâfirler sorguya çekileceklerdir.

Ancak "Suçlulara günahları sorulmaz." (Kasas, 28/78) "İşte o gün insanla­ra da, cinlere de günahları sorulmayacaktır. (Rahman, 55/39) "Allah (kıyamet günü) onlarla konuşmayacaktır." (Bakara, 2/174) "O gün onlar Rablerinden uzaktırlar, mahrumdurlar" (Mutaffifîn, 83/15) gibi ayetler kıyamet günü bazı özel durumlar hakkındadır. Çünkü kıyametin çeşitli sahneleri vardır. Bir yerde hem soru ve söz hakkı bulunurken; diğer bir yerde ise ne soru ne de söz hakkı bulunmamaktadır.

İkrime diyor ki: Kıyemet sahne sahnedir. Birinde soru sorulurken, diğerin­de soru sorulmayabilir.

İbni Abbas (r. a) diyor ki: Allah, onlara haber alma ve bilgi alma için: Şunu şunu yaptınız mı? diye, sormayacaktır. Çünkü Allah her şeyi bilmektedir. Fa­kat onlara ihtar ve azarlama şeklinde soru soracak, onlara: Niçin Kur'an'a is­yan ettiniz, bu konuda hüccetiniz nedir? Diyecektir.[56]

9- Allah'ın yardımı ve gözetimi Peygamberimiz (s.a.)'i korumayı ve onu müşriklerin eziyetlerinden himaye etmeyi kefaleti altına almıştır. Ayet-i keri­mede "Müşriklerden yüzçevir" yani onların alaylarına önem vermekten ve söz­lerine aldırış etmekten yüz çevir. Allah seni onların bütün söylediklerinden uzak kılmıştır, denmektedir.

Bazıları diyor ki: Bu hüküm "kıtal" ayetiyle neshedilmiştir. Fahreddin Ra-zî şöyle demektedir: Bu görüş zayıftır. Çünkü bu yüzçevirmenin manası: Onla­ra aldırış etmemesidir. Bu da neshedilecek bir şey değildir.[57]

Daha sonra Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Alay edenlere karşı Biz sana yeteriz." Yani emrolunduğun şeyi insanlara açıkça tebliğ et. Allah'tan başkasın­dan korkma. Çünkü Allah, alay edenlere karşı sana yettiği gibi, sana eziyet edene karşı Allah sana yetecektir, seni koruyacaktır. Alay edenlerin ortak sıfat­lan şirktir. Nitekim Cenab-ı Hak "Onlar Allah'la beraber bir ilâh edinirler." buyurmuştur.

10- Teşbih, tahmid ve namaz endişe ve üzüntülerin ilacı; kriz, bunalım ve dertlerden kurtuluşun yoludur. Allah Tealâ'ya en yakın olunan yer "secde" hali­dir.

Nitekim Peygamberimiz (s.a.), Müslim, Ebu Davud ve Nesaî'nin Ebû Hu-reyre'den rivayet ettikleri hadis-i şerifinde: "Kulun Rabbine en yakın olduğu yer, secdede olduğu andır. İhlâslı bir şekilde dua edin." Bu sebeple "Secde eden­lerden ol" ayetiyle burada özellikle "secde" zikredilmiştir.

11- Müslüman farz olan ibadeti -yani namazı- baygınlık yahut hafızayı kaybetmek gibi bir kusur olmadıkça ölüm gelinceye kadar devamlı bir şekilde yerine getirmek mecburiyetindedir. İslâm müsamahakârdır, kolaydır. Müslü­man hangi şekilde olursa olsun namazı eda etmek zorundadır. Hafızasını kay­betmek durumu hariç üzerinden namaz sakıt olmaz. Terkettiği ve kasden ih­mal ettiği her farzdan hesaba çekilir.

Nitekim Allah'ın salih kulu Hz. İsa (a.s.) da: "Rabbim bana hayatta oldu­ğum müddetçe namazı ve zekâtı tavsiye etti" (Meryem, 19/31) demiştir. [58]

 



[1] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/235.

[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/235.

[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/235-237.

[4] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/238-239.

[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/239-241.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/241-242.

[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/243.

[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/243-244.

[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/244.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/244-245.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/245-247.

[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/247.

[13] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/248-249.

[14] Bugün medyada bu burçlara ait yayınlanan fal tahminlerine inanmak haramdır. Yazar bu hususları bilgi kabilinden vermektedir. [Çeviren].

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/249-250.

[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/251.

[17] Razî, XIX/169; Zemahşerî, 11/188.

[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/251-254.

[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/254-255.

[20] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/257-258.

[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/258-259.

[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/259-261.

[23] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/262-263.

[24] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/264.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/264.

[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/264-265.

[27] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/265.

[28] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/265-266.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/267.

[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/268.

[31] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/268.

[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/268.

[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/268.

[34] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/269.

[35] Razî, XIX/194-195.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/269-270.

[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/272.

[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/272-274.

[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/274-275.

[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/275-280.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/280-281.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/282.

[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/282-283.

[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/283-284.

[44] Razî, XIX/206.

[45] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/284-286.

[46] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/286-288.

[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/289-290.

[48] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/290.

[49] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/290-291.

[50] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/291.

[51] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/291-292.

[52] İbn Kesir, 11/557.

[53] Razî,XIX/211.

[54] Razî, XIX/215; Kurtubî, X/62; İbni Kesir, 11/559.

[55] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/292-296.

[56] Kurtubî, X/61.

[57] Razî, XK/215.

[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/296-298.