Her Milletin Bir Süresi Vardır
Allah'ın Kudretinin Görünümleri Ve Nimetinin İzleri
Adem (A.S.)'In Yaratılışı Kıssası, Cinler Ve Meleklerle İlgisi
Takva Sahiplerinin Kıyamet
Günündeki Durumu
İbrahim'in Misafirlerinin Lût Kavmi İle Kıssası
Yüce Allah'ın Peygamber Efendimize Direktifleri
Mekkidir.
Bu surenin Mekke'de nazil olduğuna dair bir icma' mevcud olduğunu Kurtubî
aktarmaktadır. Doksan dokuz ayettir. İçinde Ashab'ül-Hİcr kıssası anlatıldığından dolayı "Hicr Suresi" adım almıştır. Diğer mekkİ
sureler gibi olup; inançları, düşünceleri konusunda müşriklerle münakaşa etme
noktası etrafında dönmektedir. Buna bağlı olarak ölüm sonrası dirilişi
İspatlamakta, Allah'ın kudret görüntülerini açıklamakta, insanın İlk
yaratılışını, cinlerle meleklerle olan ilgisini hatırlatmakta, sonra da bazı
peygamberlerin kıssalarını anlatmaktadır. Sure, Resulullah
(s.a.v.) ile yapılan bir konuşmayla sona ermektedir. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Elif. Lâm, Râ. Bunlar Kitab'm ve apaçık olan Kur'an'm
ayetleridir.
2- İnkâr edenler, keşke miislüman
olsaydık temennisinde bulunacaklardır.
3- Bırak onları yesinler, zevk alsınlar; ümid onları avundursun; ilerde öğrenecekler.
4- Yok ettiğimiz herhangi bir kasabanın elbette belli
bir yazısı vardır.
5- Hiçbir ümmet kendi süresini öne de alamaz,
geciktiremez de.
6-7- Onlar: "Ey kendisine Kitab
indirilen kimse! Sen mutlaka delisin.
Doğrulardan isen
melekleri bize getirsene" dediler.
8- Biz melekleri ancak gerekince indiririz, o takdirde
de ceza görecekler asla geri bırakılmazlar.
9- Doğrusu Kitab'ı Biz
İndirdik, onun koruyucusu elbette Biziz.
10- Ey Muhammedi And olsun ki,
senden önce çeşitli ümmetlere peygamber göndermiştik.
11- Onlara gelen her peygamberi alaya alıyorlardı.
12-13- Aynı şekilde biz de Kitab'ı,
suçluların kalblerine sokarız, nmn
onu yine de inan muzlar. Oysa kendilerinden öncekilerin uğradıkları meydandadır.
14-15- Onlara gökten bir kapı açsak da, oradan çıkmağa
koyulsalar. "Gözlerimiz döndü biz herhalde büyülendik" derler. [2]
Bazı kurralar bunu "Rübbema"
şeklinde okumuşlardır. Her iki şekilde de okunabilir. Hicazhlar
şeddesiz, yani "Rübema" şeklinde; Te-nıîn ve Rcbîa'lılarsa
şeddeli, yani "Rübbema" şeklinde okurlar.
Aslında bu kelime az şeyler ve bazı zamanlar anlamında kullanılır. Çok şeyler
ve çoğu zamanlar anlamında da kullanılabilmektedir. Kur'an-ı
Kerim, Peygamber (s.a.v.) efendimize nazil olmuştur. O da kendilerine
kolaylaştırmak ve ezberlemelerini kolaylaştırmak İçinKur'an'ı
arap lehçeleriyle okumuştur.
Bırak onları. Emel ve
arzulan onları meşgul etti. Hİlekâr istekler onları
aldattı....sene, ...sanaekİ gibi teşvik için kullanılır.
Tehir edilmişler, ertelenmişler.
"Şiat" kelimesinin çoğulu olup, "bir görüş
etrafında toplanan grub demektir. Onu girdiririz.Çıkmak
ve yükselmek, Görmekten alıkondu. Şaşkınlıktan
görmez oldu. Sağlıklı düşünemez oldu. [3]
Bu ayetle, Hicr sûresi başlamış oluyor. Bu, Mekkî
bir sûre olup huruf-u mukattaa
İle başlamış oluyor. Bu harflerle başlayan diğer sureler gibi hem Kur'an-ı Kerİm'den sözediliyor, hem bazı kıssaları anlatıyor, hem de kâfir ve
müşriklerle tartışılıyor. İşte bu noktaya dikkat edilince bu sure İle İbrahim
Suresi arasındaki
ilişki açıkça görülür. [4]
Bu surenin ayetleri,
her şeyde eksiksiz olan kitabın, beyanda mükemmel olan açıklayıcı Kur'an'ın ayetleridir. Görüldüğü gibi bu surenin ilk
ayetinde Kitap ve Kur'an kelimeleri birbirlerine
atfedilerek Kur'an-ı Kerİm'in
İki ismi bir araya getirilmiştir. Çünkü doğrudan kastedilenler, bunlardır. Kur'an lafzının ayette nekre, belirsiz olarak kullanılmış
olması, Kur'an'm şanını yüceltmek içindir. Bunda
tuhaf karşılanacak bir durum yoktur. Çünkü Kur'an,
noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'tan sadır olan hak bir sözdür ve gerçek
bir kelâmdır. Bu nedenledir ki kâfirlerin, Rablerinin kendilerine söz vermiş
olduğu azap sözünün gerçek olduğunu kıyamette gördüklerinde, "Keşke müs-lüman olsaydık"
dediklerini göreceksiniz.
Evet, müslümanlar nimet cennetlerindeyken kâfirler, üzerlerine
azabın dökülmekte olduğunu gördüklerinde çoğunlukla, "Keşke müslüman olsaydık" diyeceklerdir. Her yerde değil de —azabla meşgul oldukları için— bazı yerlerde müslüman olmayı arzulayacaklannı
söyleyenlerde olmuştur.
Ayet-İ kerimede geçen
(Rübema} kelimesi hem çokluk, hem de azlık İçin
kullanılır.
Sana gelince Ey
Muhammed, onları bırak, durumları seni tasalandırmasın. Onlar, emirlere asla
uymazlar. Bırak hayvanlar gibi yesinler, Geçici ve yok olmaya mahkum dünya
metaından yararlansınlar. Arzuları onları oyalasın. Emelleri onları aldatsın.
Allah'a, sağlam ve temiz kalb getiren kimse müstesna
olmak üzere hiç kimseye, mal ve oğulların fayda vermeyeceği kıyamet gününde,
yaptıkları işlerin sonucunu göreceklerdir.
Kur'an-ı Kerim'in peygamber lisanı ile onlara: "Bırak
onları yesinler, eğlensinler" demesi, onlar İçin tehdid've
kınamanın son noktasıdır. Bu ifade, onların kaîblerindeki
şeyleri gayet açık ve parlak bir şekilde tasvir ediyor.
Şair Hutay’e’nin:
"Bırak şu erdemi
ve güzel ahlakı Onları elde etmek için dolaşma. Otur oturduğun yerde, rahatına
bak! Giyen de sensin yiyen de"
bu hicvine hedef olan Zibrikan bin Bedr'in duyduğu acının
miktarım ve Peygamber efendimizin şairi Hassan bin Sabit'in, başka bir şair
tarafından şiddetle kınandığım itiraf ederken duyduğu elemin miktarım idrak
eden kimse; Kur'an-ı Kerim'in kâfirleri yermesindeki
ölçüyü ve onların bu yermeyi hak-ettiklerini anlar.
Cenab-ı Allah'ın, ümmetlere uyguladığı değişmez bir yasası
vardır. Bilinen bir yazısı ve belli bir süresi olmadan hiçbir kasabayı yok
etmez. Yok edilecek kasabalılar, belli ecelleri ve süreleri gelip çattığında
helakleri ertelenmeyeceği gibi, süreleri dolmadan da yok edilmezler.
"O'nun katında herşey bir ölçü iledir”[5].
"Her sürenin (yazıldığı) bir kitabı vardır"[6].
Kâfirler, doğruluktan
kaçarak İki şey söylemişler, bu iki sözlerinde de açıkça İftirada
bulunmuşlardır. Kur'an-ı Kerim, onların bu iki sözünü
de reddetmiştir.
Dediler ki: "Ey
kendisine Kur'an indirilmiş olan, muhakkak ki sen önlenmişsin".
Peygamber (S.A.V.)'e bu ifadelerle hitapta bulunmalarında alay vardır. Onların
bu sözlerinin anlamı şudur: "Allah'ın sana Kur'an'ı
indirdiğini iddia ederken sen, delirmiş kimseler gibi konuşuyorsun". Bu,
onların ilk ithamlarıydı.
İkinci sözleri de
şudur: "Eğer doğrulandansan bize melekleri getİrsene!".
Yani senin doğruluğuna tanıklık edecek ve söylediklerini destekleyecek melekleri
getirseneî
"Ona, kendisiyle
beraber uyarıcı olacak bir melek indirilmeli değil mi?"[7]
Bazıları, ayetin şu
manaya geldiğini söylemişlerdir: Eğer sen davanda doğru ve dürüst bir kimse
isen, senin davam yalanladığımız için bizi azaplandi-racak olan melekleri getirsene! "Allah'ım, eğer bu,
senin yanından gelmiş bir gerçekse, başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı
bîr azap ver"[8]. Cenab-ı
Allah onların bu isteklerini reddetti ve mana olarak şöyle buyurdu: Biz, melekleri
kendi katımızdan ancak hak ile, yine kendi bildiğimiz hikmet ve maslahat ile indiriz. Melekleri, Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğinin-gerçekliğine şehadet ederken ayan
beyan görmenizin bir yararı yoktur.
Ayet-i Kerime şu
anlama da gelebilir: Biz o kâfirlere azabı ancak hak İle ve belirlenmiş vakitte
indiriz. O vakitte melekleri indirirsek artık azablan bîr anlık bile ertelenmez.
Bu, onların ikinci
sözlerinin reddi idi. İlk sözlerİyse şu cümlelerle
reddedilmiştir. Zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz.
Noksanlıklardan arınmış yüce Allah onlara tekîdle
bildiriyor ki, Kur'an'ı indiren kesinlikle
kendisidir. Cebrail'i, Muhammed (s.a.v.)'e indiren de kendisidir. Kur'an'ın önünde, ardında gözcüler ve koruyucular vardır.
Bunlar Kur'an'ı Cebrail tarafından Peygamber
(s.a.v.)'e tam, eksiksiz, ilavesiz ve korunmuş olarak tebliğ edilinceye kadar
korurlar. Evet, "O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik
biz; ve önün koruyusucu da elbette biziz".
Kur'an'ın özelliğidir bu... Onu korumayı gökler ve yer durduğu müd-dclçe sadece Cenab-ı Allah tekeffül etmiştir. Bu nedenle hiçbir zaman ve
hiçbir mekanda Kur'an'da herhangi bir değişiklik,
tahrifat, fazlalık veya eksiklik görülmemiştir. Kur'an'dan
Önceki kitaplarsa böyle değildir. Cenab-ı Allah
onları korumayı din adamlarına ve hahamlara bırakmıştı, onlarda arai-rındaki çekememezlik
ve düşmanlık duygusundan ötürü anlaşmazlığa düşüp birbirlerinden ayrılmış;
Allah'ın ayetlerini az bir paha ve değersiz bir meta' karşılığında satmışlardı,
önceki kitapların herbir baskısı yapıldığında, tahrifat
ve değişiklikler apaçık bir biçimde görülüyodu.
"Gerçekten
Tevrat'ı biz indirdik. Onda yol gösterme ve nur vardır. İslam olmuş
peygamberler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi.
Kendilerini tanrıya vermiş zahidler ve alimler de
Allah'ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (Onunla hüküm verirlerdi)
ve onu gözleyip kollarlardı"[9].
Sana gelince Ey
Muhammed! Sen türedi bir peygamber değilsin. Öteden beri insanlar hep
böyledirler. Şu kâfirler güruhundan dolayı hüzünlenme. Senden önce de geçmiş
toplum ve topluluklara müjdeci ve korkutucu Peygamberler gönderdik. Senden
önce onlara hiçbir peygamber gelmedi ki, onunla alay etmesinler, ona
öfkelenmesinler ve onu inkâr etmesinler. Cenab-ı
Allah'ın, yaratıklarına uyguladığı yasası budur.
Geçmiş ümmetlerin kalblerine girdirilen bu küfür ve tekzibi, sana muasır olan
günahkârların da kalblerine sokacağız.
Bazıları ayetin şu
manaya da gelebileceğini söylemişlerdir. Yalanlanmış ve kendisiyle alay edilmiş
olarak Kur'an'ı günahkârların kalblerine
işte böylece girdirir. Fakat ne kadar uğraşıp çabalasan da onlar inanmazlar,
üzerlerine gökten bir kapı açsak ta, oradan göğün yüksek tabakalarına çıksalar
ve oralarda Rabbinin büyük ayetlerini, mucizelerini görseler, bütün bu söylediklerimiz
gün ortasında ve güneşin aydınlığı altında olsa bile yine de onlar, "Herhalde
gözlerimiz döndürüldü, görmekten alıkondu, biz şüphe
ve şaşkınlık içindeyiz" derler.
Onlar
bu ifadeleriyle sadece gözlerinin sarhoş kılındığını dile getirmiş
olmaktadırlar. Akıl ve vicdana gelince onlar, bu ikisinin de aynı sona uğradığına
inanmaktadırlar. "Biz büyülenmiş bir topluluğuz" "Gözlerimiz
döndürüldü" dedikten sonra, "Biz büyülenmiş bir topluluğuz"
diyorlar. Buna göre ayetin manası şöyle oluyor: Bu müşrikler İnadlarını o kadar İleriye götürdüler ki, kendilerine
göğün kapılarından bir kapı açılsa önlerine bir merdiven konulsa ve bu
merdivene basıp göğün yüksek tabakalarına çıksalar, oralarda ilahi ayetleri,
mucizeleri ayan-beyan görseler, yine de "Bu, aslı olmayan hayali
şeylerdir" derler. Hatta "Muhammed bizi büyüledi" derler. Ağızlarından
çıkan bu söz ne büyük bir sözdür. Bu asılsız davalarında onlar yalan
söylemişlerdir. [10]
16- And olsun ki, gökte
burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık.
17- Onları, kovulmuş her şeytandan koruduk.
18- Fakat kulak hırsızlığı yapan olursa, parlak bir ateş
onu kovalar.
19- Yeri yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, orada
her şeyi bir ölçüye göre bitirdik.
20- Orada sizin ve rızık
veremeyeceğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik.
21- Hazinesi Bizim katımızda olmayan hiçbir şey yoktur.
Biz onu ancak belli bir Ölçüye göre indiririz.
22- Rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik; yukarıdan su
İndirdik de sizi onunla suladık. Yoksa siz onu toplayamazdınız.
23- Doğrusu dirilten ve öldüren Biziz; hepsinin
gerisinde de Biz kalırız.
24- And olsun ki, sîzden önce
geçenleri biliriz; and olsun ki, geri kalanları da
biliriz.
25- Doğrusu Rabbin onları diriltip bir araya
getirecektir. Şüphesiz O Hâkim'dir. Herşeyi-bilendir. [11]
"Burç"
kelimesinin çoğulu olup, köşk ve konak anlamına gelir. Lügatte ise büruc kelimesi, ortaya çıkmak anlamına gelir. Kadın, süsünü
ve zinetini gösterdiğinde, kendisine "Teberrecet'il-Mer'etü"
denir. Ayet-i kerimede bürûc kelimesiyle güneş ay ve
diğer gezegenlerin uğradıkları burçlar kastedilmiştir.Taşlanmış.
Görünmekten sakınarak,
gizlice dinler.Yıldızlar. Veya gökte gördüğümüz alevlenen ateş. Onu kovalayıp
yakalar.Serip yaydık. Dağlar, Doğru bilgi ve hikmet terazisi ile tartılan,
ölçülü şey.
"Hizane" kelimesinin çoğulu olup depo manasına gelir.
Toprak ve bulut taşıyan. Ağaçları aşılayan! [12]
Önceki ayetlerde
kâfirlerin özellikleri, durumları anlatıldı. Allah'tan başka tanrıların
acizlikleri anlaşıldıktan ve gerçekler ortaya çıktıktan sonra kâfirlerin
temennileri ve söyledikleri sözler aktarıldı.Bu ayetlerdeyse, Allah'ın hayret
verici kudreti, eşsiz ve muhkem yaratışı, sayılamayacak derecede çok olan nimetleri
anlatılmıştır ki, bütün bunlar O'nun birliğine işaret etsinler. Sadece O'nun
gerçek mabûd olduğunu kanıtlasınlar. [13]
Ând olsun biz, gökte burçlar yaptık. Orada ay, güneş ve
yıldızlar için burçlar yarattık. Onu, bakıp düşünen ve araştırıp ibret alanlar
için süsledik. Bunda, düşünen bir kavim için ayetler vardır. "Yücedir O
(Allah) ki, gökte burçlar yaptı ve orada bîr kandil ve aydınlatıcı bir ay var
etti"[14]
îbn Abbas (R.A.)'ın bu konuda şöyle dediği rivayet edilir:
"Şeytanlar
göklerden men olunmazlardı. Göklere girer, oranın sakinlerinden haberleri dinlerlerdi.
Göğün haberlerini (bazı yalanlar) ekleyerek kahinlere aktarır, onlar da bu
haberleri (ve yalanları) dünyalılara aktarırlardı. Bir söz doğru, dokuz söz
yalan. İnsanlar, kahinlerin doğru bir şey söylediklerini duyduklarında,
onların getirdikler bütün haberleri doğrularlardı. Hz.
İsa (A.S.) doğduğunda şeytanlar, göğün üç katma girmekten sakındırıldılar.
Muhammed (s.a.v.) doğduğunda, bütün katlarından sakındırıldılar. Onlardan,
haber çalmak isteyen hiçbiri yoktur ki, ateş şu'lesi
ile kovulmasın".
"Biz yakın göğü
bir zinetle, yıldızlarla süsledik. Ve (göğü) itaat
dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için (yıldızlarla donattık.) Onlar (O
şeytanlar), mele-i âlâyı (yüce toplululuğu, yani
melekler topluluğunu dinleyemezler; her bir taraftan atılırlar. Kovulurlar.
Onlar için sürekli bir azap vardır. Yalnız (meleklerin konuşmalarından) bir
söz kapan olursa, onu da delici bir alev takıb
eder"[15]
"Biz göğe
dokunduk, onu kuvvetli bekçilerle ve alevlerle doldurmuş bulduk. Ve biz onun
dinlenmeğe mahsus olan oturma yerlerinde oturur (gayb
haberlerini dinlemeğe çahşır)dik. Artık şimdi kim
dinlemek istese, kendisini gözetleyen bir alev parçası bulur"[16]
Bütün bunlar, "Ve
onu, her recîm (taşlanmış) şeytandan koruduk. Ancak
kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş Şu'lesİ
kovalar"[17] ayet-i kerimesinin
manasını açıklamaktadır. Yani biz gökleri şeytandan koruduk. Göklere
çıkamazlar. Ancak haber kapmak isteyen olursa, gökleri onlara karsı koruduk.
Onları gözetleyen alev parçalan hazırladık. Attığımız bu alev parçaları onlara
isabet eder.
Bazıları, ayet-i
kerimenin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: "Biz, onu (göğü) her
kovulmuş şeytandan koruduk. Ama haber kapmak isteyen olursa, onun için de
gözetleyici alev parçası hazırladık. Onlar, vahiy dışında haberler kaparlar.
Vahye gelince onu hiçbir zaman kapamazlar. Zira Cenab-i
Allah buyurmuş ki: "Bizim helak ettiğimiz her ülkenin mutlaka uyarıcıları
vardı. (Onlar) ihtar (ederler, gidişlerinin nereye varacağını hatırlatırlardı).
Bİz zulmetmiş değiliz, O (Kur'an)ı
şeytanlar (cinler) indirmedi. Bu, onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da. Çünkü
onlar,-(m elekler in sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır"[18]
Şeytanların (ve
cinlerin) gökten kapıp dinledikleri şeyler vahiy değildir.
Denilmiş ki: Şeytanfar bu haberleri kendi yardımcıları aracılığıyla kâhinlere
çabucak aktarırlar. Sonra da peşlerinden gelen alev parçalan onları öldürür, ya da onlara kötü bir darbe vurur. Bu, akıl dışı bir
yorumdur. Doğrusu şu ki; kaptıkları haberleri kâhinlere ulaştırmadan Önce,
alev parçaları onları yakalayıp öldürür, böylece de göğün haberleri yere
ulaşmamış olur. Gökteki haberler ancak vahiy yoluyla ve peygamberler
aracılığıyla yere ulaşır.
Bu nedenledir ki,
Peygamber (Ş.A.V.) efendimizin dünyaya gönderilmesiyle kâhinlik müessesesi
ortadan kalkmıştır. "Artık şimdi kim dinlemek istese, kendisini
gözetleyen bir alev parçası bulur?' Benim taraftar olduğum görüş te budur.
Bu anlattıklarımız,
göğe ve gökteki alemlere kısa bir bakıştan ibaretti. Bundan sonraKur'an-ı Kerim, insanları sırtında taşımakta olan
yeryüzünü ele alıyor ve şöyle diyor: Yeri serip yaydık. Onu yerleşmeye ve
üzerinde yaşamaya uygun bir zemin haline getirdik. Oraya sağlam ve yüksek
dağlar attık ki, sarsılıp sizi kaydırmasın. Yer küre, hem kendi ekseni üzerinde,
hem de güneşin etrafında dönmektedir. Ayet-i kerimede, dünyanın küre şeklinde
olmadığını gösteren bir delil yoktur. Bilakis dünya, Allah'ın kudretinin eksİksizIİğine ve yüceliğinin tamamlığma
işaret eden en kuvvetli bir delildir. Çünkü hepimiz, yusyuvarlak durulmuş
olmasına rağmen yerin döşek gibi serili olduğunu; hareket halinde olmasına
rağmen durgun gibi göründüğünü görmekteyiz. Ey Allah'ım, sen ne yücesin!
Yeryüzünün küre biçiminde olduğu şüphe götürmez bir biçimde sabit olmuş;
bununla beraber kuzey kutbunda bir kimse ile güney kutbundaki bir kimseyi
düşünün.
Bunların ikisi de
bulundukları yerin sergi gibi yayılı vaziyette
olduğunu görürler. Üzerinde durdukları toprak parçası kendilerini taşımakta,
üzerlerindeki gök onları gölgclcndirmckte, çevrelerindeki
su, sabit ve sakin halde durmaktadır. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, güç
ve hikmet sahibidir! "Yeri biz döşedik. (Biz) ne güzel döşeyiçiyiz![19].
Yeryüzüne sağlam dağlar attık. Orada hikmet ve takdir terazisiyle Ölçülü fıer çeşit bitkiyi bitirdik. Bütün genişliğine rağmen
yeryüzünde ölçülü ve yararlı olmayan hiç bir bitki yoktur. Aksine hcrşcy, bir hikmet ve maslahat içindir. Bu hikmetler çoğumuza
görünmeyebilirler. Modern tıp her gün bitkiler ve otlarla ilgili bir sırrı açıklıyor.
Cenab-ı Allah bu dünyada bizim için geçimlikler ve nzık yaratmıştır. (Beslediğinizi zannettiğiniz halde
aslında) rızkını vermediğiniz hayvanları, hizmetçileri, çocukları da sizin
için yarattı. "Şüphesiz nzık veren, sağlam
kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır"[20]
Bu kâinatta hiçbir şey
yoktur ki onu icâd etmeye ve insanları onunla ni-metlendirmeye muktedir
olmayalım. Verdiğimiz nimetleri de hikmete ve kapsamlı ilmimize göre veririz.
Ayet-i kerimede hazinelerden söz edilmiş olması, hakikat kabilinden değil de
temsil kabİlindendir. Yine de doğruyu en iyi bilen
Allah'tır. Rüzgarları da aşılayıcı, yani taşıyıcı olarak görevlendirdik. Evet,
rüzgarlar bulutları ve gemileri taşır, toprağı savurur ve taşır, hatta dağlan
bile yerlerinden oynatır, bitkileri ve ağaçlan aşılar. Ağaçları aşılamak,
modern ilmin ortaya koyduğu bir konudur. İlim bize şunu keşfetti ki; her
çiçekte veya her bitkide aşılanmaya-muhtaç erkek ve dişi organlar vardır. Bu
aşılamayı rüzgar ve bazı hayvanlar üstlenir. Gökten rüzgarlar aracılığıyla
sizin için sular İndirdik. O suları İçersiniz. Bu su ile sizleri suladık.
Yoksa siz suyu depo edemezdiniz. Mesela taşma zamanında Nil'in
sularım durdurabilir miyiz? Veya yağmur sularım durdurabilir misiniz?
Bundan
sonra Kur'an-ı Kerim kalblerimizde
engin ve derin bir etkisi bulunan ölüm ve hayat hikayesine değinmektedir. Herşeye muktedir olan yüce mevlâ,
tek başına bütün yaratıkları dirilten ve öldürendir. "O'nun (Allah'ın)
yüzü (zatı)ndan başka herşey
helak olacaktır'[21]. And
olsun, hayatta ve ölümde sizden Önce geçenleri de bildik. Yine and olsun, hayatta, ölümde ve amelde sizden sonra gelenleri
de bildik. Rabbin katında herşey bir kitapta (levh-i mahfuzda) kayıtlıdır. Bu kitap, küçük-büyük hiçbir
şeyi bırakmamış, tümünü kayda geçirmiştir. Şüphesiz senin Rabbin, insanları
huzurunda toplayacak, onları hesaba çekecektir. Herşeyi
hikmetle yapandır. Herşeyi bilendir. Noksanlıklardan
münezzeh ve yücedir... [22]
26- And olsun ki, insanı kuru
balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık.
27- Cinleri de, daha önce, dumansız ateşten yarattık.
28-29- Rabbin meleklere: "Ben balçıktan, işlenebilen
kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona
secdeye kapanın" demişti.
30-31- Bunun üzerine, iblis'in dışında bütün melekler hemen
secde ettiler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi..
32- Allah: "Ey îblis! Secde edenlerle beraber
olmaktan seni alıkoyan nedir?" dedi.
33- O: "Balçıktan, işlenebilen kara topraktan
yarattığın insana secde edemem" dedi.
34-35- "Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş
birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır" dedi.
36- "Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri
güne kadar ertele" dedi.
37- 38- Allah: "Sen, bilinen gün gelene kadar
bırakılanlardansın" dedi.
39-40- "Rabbim! Beni saptırdığın için, and olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel
göstereceğim; halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini
saptıracağım" dedi.
41-42- Allah şöyle dedi: "Benim gerekli kıldığım
dosdoğru yol budur; "Kullarımın üzerinde senin bir nüfûfzun
olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunu dışındadır".
43- "Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı
yerdir".
44- O cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların
girecekleri, ayrılmış bir kısım vardır. [23]
Üzerine birşeyle vurulduğunda ses çıkaran kuru çamur. Kara
çamurdan. Değişken.Kurtubi,bu kelimenin tefsirini
yaparken şöyle denÖnceleri cüzleri birbirinden ayrı
topraktı. Sonra ıslanıp çamura dünmüştü. Kokuşuncaya
kadar öylece bırakıldı ve kokusu değişik bir balçık haline geldi. Sonra kurudu
ve salsala (kuru, pişmemiş çamura) dünüştü.
Ayet-i.kerimedeki lıamc' kelimesi, salsaiın cinsini tefsir etmektedir. İblis'in adıdır.
Gözlere görünmediği için bu adı almıştır.Dumansız ateş. Se-mumun,
öldürücü olan sıcak rüzgar olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü bu rüzgar,
insanın derisindeki gözeneklere etki ve nüfuz eder, onları öldürür. ,Bana süre
tanı. Beni azdırdığın için. Gühahları onlara güzel
göstereceğim.Allah'ın, kendilerini kurtarıp İhlash
kıldığı kimseler. Bu kelimeyi "muhlisin" şeklinde okuyanlarda
olmuştur.
Muhlisin: Amellerini ihlâsla yaparak fesad ve
gösterişten arınmış bir şekilde Allah'a ibadet edenler. [24]
Bu ayette de Allah'ın
kudret1 ve azametinin görüntüleri sergilenmektedir. Allah'ın, Adem (A.S.)'e ve
soyuna ihsanı ve ikramı açıklanmaktadır. Zira meleklere, Adem (A.S.)'e secde
etmelerini emretmiş; Allah'a muhalefetin sonucu açıklanmış,, şeytandan ve onun
vesvesesinden sakmdırılmiştır. [25]
İlk insan, yani
İnsanlığın babası olan Adem (A.S.), aslı. pis ve değişik kokulu kara balçık
olan kuru bir çamurdan yaratılmıştır. İçimizden insanlar, Allah'ın kelâmının
sırlan ve incelikleri Önünde hayret ve şaşkınlık içinde durmaktadırlar. Cenab-i Allah ne doğru buyurmuş: "De ki: "And olsun, eğer insan(lar) ve cİn(ler) şu Kur'an'm
bir benzerini getirmek üzere toplansaîar, , yine onun
benzerini getiremezler. Birbirlerine arka ol(up
yardım et)seler de (bunu yapamazlar)'[26]
Evet Çenab-ı Allah, bizleri, üzerine bir şeyle vurulduğunda ses
çıkaran kuru bir çamurdan yarattı. Bunun da aslı, pis kokulu, değişken, kara
bir çamurdur.
Bu sözde, içimizdeki
huylara, ahlâk ve karektere işaret vardır. Bir hadİs-i şerifte buyurulmuştur:
"Onur ve üstünlük sahibi Cenab-ı Allah, adem (A.S.)'İ,
yeryüzünün tamamından almış olduğu bir avuç (toprak) tan yarattı. Ademoğulları
da topraklarına göre (dünyaya) geldiler. Kimi kızıl, kimi siyah, kimi de kızıl
ve siyah (renkleri) arasında, kimi yumuşak, kimi sert, kimi hoş ve temiz, kimi
de murdar olarak (dünyaya) geldi".
Kardeşlerim! Pis
kokulu kara bir çamurdan yaratıldığımızı öğrendiğimize göre, günahlar çukuruna
düşmemizin ve insanların çoğunun rezaletlerin kucağına atılmalarının sırrını da
anlarız. Araştıracak olursak bedenimizin, burunları düşürecek ve İnsanlara
yollarını değiştirttirecek kadar çok kötü bîr kokusu
olduğunu görürüz. Ey okuyucu kardeşim, belki de "oluşumumuzun mayası bu
çamurdaki karalık nedir? diye bir soru sorabilirsin. Aslında bu karalık, nefsin
karanlıklığına, bulanıklığına ve açık olmayan eğri yola sapmasına bir
işarettir.
"Allah,
inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır"[27] Onların,
semavi kitaplar sebebiyle aydınlığa kavuşturur
Salsalın ne anlama
geldiğini bilir inisiniz? O, ateşte pişirilmeyen kuru çamurdan yapılmış bir kabdir. Ona bir şeyle vurduğunuzda ses verir. Böyle bir kap
sağlam ve dayanıklı olur mu? Bu; içi boş, zayıf ve dayanıksız bir kap değil
midir? işte insan da dünyanın aldatıcı metaı ve dürtülerin ayaklanması
karşısında böylesine zayıf ve dayanıksızdır.
Cinne gelince, Cenab-ı Allah onu,
vücudunun gözeneklerine nüfuz eden çok sıcak bir ateşten yaratmıştır. Cinler de
Allah'ın yaratıklarıdırlar. İyileri olduğu gibi kötüleri de vardır. "Biz,
bizden iyiler de var ve bizden bunun dışında olan (kötüler)de var. Biz çeşitli
yollara ayrıldık "[28]
Onlar da bizim gibi
mükelleftirler. Çoğalırlar. Onlar bizi görürler, ama biz onları göremeyiz.
"Doğrusu o (şeytan) ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi
görürler"[29]. Onların bir kısmına da
ezelde güzellik geçmiş ve mutluluk takdir edilmiştir. Bunlar, Rablerine iman
etmişlerdir. Kimi de bedbahtlık ve şekavete yenik
düşmüş, İblis ve dostları olan diğer şeytanlar gibi asi ve günahkârlardan
olmuşlardır.
Cenab-ı Allah, cinlerin, vücudun gözeneklerine nüfuz eden
çok sıcak bir ateşten yaratılmış olduklarını bildirmiştir. Bu ateşin nasıl
olduğunu ancak Allah bilir. Ama bunda cinlerin bazı özelliklerine İşaret
edilmektedir. Ateş, yukarılara doğru yükselir. Çoğunlukla eziyet verir. Onda
sürat, acele ve kuvvetli öfke anlamı vardır. İblisin de, Adem (A.S.)'e secde
etmekle emrolunduğunu gördüğümüz zaman büyüklenip
isyan ettiğini ve öfkelendiğini görüyoruz.
"Bir zaman Rabbin
meleklere demişti ki: "Ben kupkuru çamurdan, değişken balçıktan bir insan
yaratacağım! Onu düzenle(yip insan şekline koy-du)ğum ve ona ruhumdan üflediğim
zaman hemen ona secdeye kapanın". Bu ayetten anlaşıldığına göre insan,
aslı kara ve pis kokulu bir çamur olan madde ile ruhtan oluşmuştur. Ruh ta
Allah'ın ruhundandır. "Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin
emrindendir"[30]
Evet, ruh, Rabbin
sırlarından biridir. Onun aslını ve mahiyetini ancak Allah bilir. Ama o,
insandaki bir kuvvettir. İnsanın gidişatında ve hayattaki yönelimlerinde etkin
rolü vardır. İyilik hidayet, tavka ve kurtuluşun
kaynağıdır. Doğruluk, iman, başkalarını kendi nefsine tercih etme,
yardımlaşma, dayanışma ve Allah için kardeşlik gibi güzel sıfatların
kaynağıdır. Mü'min ruhu; hak, hayır, hidayet ve nur
gibi erdemlerin pınarıdır. Öz ifadeyle, Kur'an-ınöngördüğü hayatın ta kendisidir. "Ölü iken kendisini
dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz
kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu?"[31]
Madde ve ruhtan oluşan
bu insanı, Cenab-ı Allah kendine dünyada halife
kılmak istemiştir, zira yeryüzünü şenlendirip İmar edecek olan, insandır. Çünkü
o topraktan yaratılmış, tekrar toprağa dönmüştür. İnsanda hem iyilik
dürtüleri, hem kötülük dürtüleri vardır. Hayatın devamı, dünyanın bayındırlığı
bu iki şey üzerinde yürür. "Adem'e isimlerin tümünü öğretti"[32] Cenab-ı Allah'ın halis nurdan yarattığı kimsedeyse kötülük
istidadı yoktur. Cenab-ı Aliah,
yaratıklarının durumunu başkalarından çok daha iyi bilir. Bu sebeple
meleklerin, Adem'in yaratılmasına ilişkin itirazını yüce Allah şu sözüyle
reddetmiştir: "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim"[33]
Yüce Allah, meleklere
çamurdan ve ruhtan yaratılmış olan bu insana secde etmelerini, emir buyurdu.
İbadet ve kutsama için değil de saygı ve ikram için secde etmelerini emir
buyurdu. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, dilediği kulunu dilediği kuluna
üstün kılar. Çünkü bütün yetki O'nun elindedir.
İblis dışında bütün
melekler Adem'e secde ettiler. Ancak İblis, secde edenlerden olmak istemedi.
Ey İblis, seni secde etmekten alıkoyan neydi? Oysa ki Rabbin ve yaratıcın, sana
secde etmeni emretti. İblis'i; büyüklenmesi, üstünlük taslaması, çabuk
öfkelenip infiale kapılması onu secde etmekten alıkoydu. O ateşten
yaratılmamış mıydı? Ateşte üstünlük ve yücelik taslama, sürat ve infial özellikleri
yok mudur?! Allah buyurdu: Ey îblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni
alıkoyan nedir?
Hayra muvaffak
olmayan, aldatılmış ve mağrur-İblis dedi ki: Pişmemiş çamurdan ve değişken
balçıktan yarattığın bir İnsana secde edecek değilim.
Kendisinden daha
hayırlı ve daha iyi bir konumda olduğum bir insana secde edecek değilim! Beni
ateşten, onu ise çamurdan yarattın.
İblis'in bu cevab verişinde onun en belirgin nitelikleri olan kibir,
acelecilik ve öfkeyi apaçık bir surette görmekteyiz.
Onun bu tutumuna karşı
Cenab-ı Allah şu cevabı verdi: Göklerden veya
cennetten veyahut melekler arasından çık. Sen taşlanmış ve rahmetimden kovulmuşsun.
Kıyamete kadar Allah'ın laneti senin üzerinedir. İblis dedi ki: Ey Rabbim! İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar
bana süre tanı.
Bu dileğiyle, haşre kadar ölmemeyi istedi. Cenab-ı
Allah onun bu isteğini şöyle yanıtladı: İnsanların tekrar diriltileeceklerİ
güne kadar ertelenmişlerdensin ölmeyeceksin. Ama sonra mutlaka ölecek ve
hesaba çekileceksin. "(Yer) üzerinde bulunan her şey yok olacaktır"[34]
İblis dedi ki: Rabbim!
Beni azdırman, bana lanetle hükmetmen, beni rahmetinden kovman dolayısıyla
yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim.
Ey Allah'ım, sen ne
yücesin! Bu İfadelerde büyük bir sır vardır. İblis, bu cevabında yeryüzünden sözediyor. Çünkü o lanetli varlık, bize ancak yerden taraf
gelir. Oluşturulduğumuz madde olan topraktan taraf bize saldırır. Onun ruha
tasallutta bulunma gücü yoktur. Çünkü ruh, Allah'ın ermindendir. O'nun
saltanatındandır. İblis, ancak mülk edinme ve dünyada baki kalma sevgisi gibi
güdülerimizi alet ederek bize saldırır. Babamız Adem'e günahı şirin gösterip
baştan çıkararak dememişmiydi ki: "Sana ebedilik
ağacını ve yok olmayacak bir hükümranlığı göstereyim mî?"[35]
Resülullah (s.a.v.) efendimiz müslümanlarm
zayıflayıp güç ve onurlarını yitirmelerinin, ecnebilerin onlara karşı birleşip
çokluk meydana getirmelerinin sebebini kısaca şöyle açıklamıştır: "Dünya
sevgisi ve ölümden hoşlanmamak".
îblis diyor ki:
"Adem'e ve evladına, yeryüzünde dünya sevgisini ve ölümden hoşlanmamayı
süsleyeceğim, güzel göstereceğim". İşte belanın temeli de budur.
"Onların hepsini azdıracağım".
"Beni azdırmış
olmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı
saptırmak) için senin doğru yolunun üstünde oturacağım. Sonra (onların)
önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve
çoklarını şük-redenlerden
bulmayacaksın "[36]
Şeytandan ve
vesvesesinden taraf hissettiğimiz şeyler, Cenab-ı
Allah'ın şu sözündeki sırrı bize anlatıyor: "Onların hepsini azdıracağım.
Ancak içlerinden kendilerine ihlâs verilen kulların
hariç. (Benim azdırmam onları etkilemez). Sana yaptıkları İbadete fesad ve gösteriş karıştırmayarak ihlâslı
olan, insanlar tarafından övülmekten hoşlanmayan, sadece Allah için iş yapan
kimseleri azdiramam.
Yüce Allah buyurdu ki:
İşte bu, benim dosdoğru yolumdur. Kendi nefsime hükmettiğim kesin yargımdır..
Sen ey İblis! îman edip rablerine dayananlara güç yetiremezsin. Ancak halis
iman sahibi olmayan, kalblerini ruh nuruyla
şenlendirmeyen, Allah sırrı kendilerine sağlam bir şekilde ulaşmamış olanlara
güç yetirebilirsin, "Benim (halis) kullanma karşı senin bir gücün yoktur.
Ancak sana uyan azgmlar(ı azdırabilirsin sen}".
İnsanlar iki
sınıftırlar:
1- Şehvetlerine, dürtülerine, maddîliklerine,
tabiatlarına, güdülerine teslim olanlar. Bunlar, kendilerine musallat olan
İblis'in taraftarlarıdırlar.
2- Allah'ın azabından korunan, ruhu arınmış, seçkin, nefsi
üstün, Allah'la bağlantısı güçlü olanlar. İblis, bunlara güç yetiremez.
"Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtüklcrse,
Allah'a sığın.”[37]
Genel hüküm budur: Ey
İblis! Sana uyan ve senin peşinde yürüyenlerin
buluşma
yeri cehennemdir. Cehennemin, her giren için hazır ve açık vaziyetle yedi
kapısı vardır. Günahkârlar ve isyankârları içine alacak kadar geniştir. Her
kapı İçin ayrılmış belli sayıda asiler grubu vardır. [38]
45- Allah 'a karşı gelmekten sakınanlar ise,
cennetlerde, pınar başları ndadırlar.
46- "Oraya güven içinde, esenlikle girin,"
denilir.
47- Biz onların gönüîîerindeki
olan kini çıkardık; artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan
kardeşlerdir.
48- Onlar orada bir yorgunluk hissetmezler. Oradan
çıkarılacak da değillerdir.
49-50- Ey Muhammedi Kullarıma Benim bağışlayan, merhamet
eden olduğumu, azabımın can yakıcı bir azab olduğunu
haber ver. [39]
"Ayn" kelimesinin çoğulu olup şu aşağıdaki ayette geçen
cennet nehirleridir.
"(Şirkten,
günahlardan uzak durup, Allah'ın azabından) korunanlara söz verilen cennetin
durumu şudur: İçinde bozulmayan sudan ne-lıirlcr, tndı değişmeyen sütten nehirler, içenlere lezzet veren
şuruptun nehirler ve süzme baldan nehirler vardır"[40]. 45.
ayette geçen pınarların her ferde özgü pınarlar veya herkesin yararlandığı
umumî pınarlar olduğu söylenmiştir.Gizli kin ve hased.Yorgunluk
ve meşakkat. [41]
Yukarıdaki ayet-i
kerimeler, şeytanın güç yetiremeyeceği takva sahibi kimselerden
bahsetmektedir.
Allah'a karşı
gelmekten sakınarak azabından korunan, emirlerine uyan, fuhşun ve pisliklerin
gizlisini, açığını terkedenler, yemişleri ve gölgesi
devamlı bulunan Cennetlerde ve bahçelerde olacaklardır. Bu, Allah'a karşı
gelmekten sakınanların sonudur. Onlar için sudan, şaraptan, sütten ve süzülmüş
bat-dan pınarlar vardır. Bu pınarlar sadece onların şahıslarına mahsus, ya da herkese açıktır. Bu konuda aralarında çekişme ve
kargaşa olmaz. Çünkü Cenab-i Allah, onların saklı
bulunan kin ve çekememezlik duygularını çıkarıp atmıştır.
Onlara: "Güvenlik
ve selâmet içinde Cennete girin, sİziniçin korku
yoktur, artık üzülmeyeceksiniz" denilir. Dünyadaki insanın maddi
tabiatından olan kin ve çekemememezliği onların kalblerinden çıkarıp'attık. Artık
bunlar cennette birbirini seven, birbirlerine sadakat bağıyla bağlanan ve
dayanışma içinde bulunan kardeşler olurlar. Allah için kardeş olmanın, Allah
için sevişmenin anlamı İşte budur. Bunlar, cennette, karşılıklı koltuklar
üzerinde otururlar. Yalnızca birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Birbirlerinin
arkalarına bakmazlar.
Bu sözlerle, Cennete
gıybet "ve koğuculuk, çekişme ve zahmet verme
gibi nahoş hallerin görülmeyeceğine işaret edilmektedir. Zira maddenin
özellikleri, dünyada ölümle sona ermiştir. Mü'minler,
Cennette zahmet, elem, yorgunluk ve zorluklarla karşılaşmayacaklardır. Buharî ve Müslim'in sahihlerinde yer alan bir hadisi
şerifte Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Allah tealâ bana emretti kî, Hatice'ye Cennette inciden oyulmuş
bir evi müjdeleyeyim. Orada gürültü patırtı, meşakkat ve yorgunluk
yoktur". MüL minler,
cennetten çıkarılacak da değillerdir. Onlara şöyle denilecektir. Ey Cennetlikler!
Sıhhatte olacak, asla hastalanmayacaksınız. Yaşayacaksınız, asla ölmeyeceksiniz.
Genç kalacaksınız, asla yaşlanmayacaksınız. İkamet edeceksiniz, aşla göçüp
gitmeyeceksiniz... "Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak
istemezler"[42]
. Cennetliklerle
cehennemlikler için hazırlanan şeyler böylece anlatılmış oldu. Hadis-i şerifte buyurulmuş ki: "Mü'min,
Allah katındaki azabı bilseydi,; O'nun cennetine hiç kimse tamah etmez(Cennete
girmeyi ümid etmez)di. Kafir, Allah kntmdn rahmeti bilseydi, O'nun rahmetinden hiç kimse
ümidini kesmezdi".
"(Ey
Muhammed), kullanma haber ver: îşte ben öyle bağışlayan, öyle esirgeyenim"
Tevbe edip bana yönelen ve İyi işler yapanları
bağışlarım. "Fakat benim azabım da çok acı bir azabdır".
Küfreden veya isyan edip tevbe etmeyen, fesadından ve
kötülüğünden vazgeçmeyen kimse için azabım şiddetlidir. [43]
51- Onlara İbrahim'in konukların da anlat:
52-53- İbrahim 'in yanma girdiklerinde selam vermişlerdi.
O: ' 'Doğrusu biz sizden korkuyoruz" demişti de: "Korkma, bîz sana,
bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik" demişlerdi.
54- "Ben kocamişken bana
müjde mi veriyorsunuz? Neye dayanarak müjdeliyorsunuz?" deyince:
55- "Senigerçekten
müjdeliyoruz, umutsuzlardan olma" demişlerdi.
56-57- "Zaten sapıklardan başka kim Rabbinin
rahmetinden umudunu keser!" diyerek sormuştu: "Ey elçiler! İşiniz
nedir?"
58-60- Şöyle cevap vermişlerdi: "Bİz
şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un
ailesi bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini kurtaracağız. Karısının geride
kalanlardan olmasını gerekli bulduk."
61-62- Elçiler Lût'un ailesine
gelince, Lût: "Doğrusu siz tanınmayan
kimselersiniz" dedî.
63-65- "Biz sana sadece şüphe edip durdukları azabı
getirdik. Sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz. Artık,
geceleyin bir ara. itileni yola çıkar, sen de urkıünnndan
git; hiç biriniz arkııyıı bakımısın; cınro-lunduğıınuz yere
yürüyün" dediler.
66- Böylece Lût'a bunların
sonlarının kesilmiş olarak sabahlayıcaklarını
bildirdik.
67- Şehir halkı, sevinerek geldiler.
68-69- Lût; "Bunlar benim
konuklamadır, onlara karşı beni rüsvay etmeyin,
Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi.
70- "Biz sana kimseyi misafir kabul etmeyi yasak
etmemiş miydik?" dediler.
71- Lût: "Alacaksanız,
işte benim kızlarım" dedi.
72- Ey Muhammedi Senin hayatına and
olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı,
73- Tanyeri ağarırken, çığlık onları yakalayıverdi.
74- Memleketlerini al üst ettik, üzerlerine sert taş
yağdırdık,
75- Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır.
76- O şehrin kalıntıları işlek yollar üzerinde hâlâ
durmaktadır.
77- Bunda inananlar için ibret vardır. [44]
İbrahim'in konuklan.
Bunlar bir çocuğun doğacağını, Lût kavminin helak
olacağını ona müjdeleyen meleklerdir. Korkup ürkenler. Yaşlı oldukları için,
çocuklarının doğmasından umut kesmiş olanlar.Hak yolundan uzak olanlar.İşinizve durumunuz nedir? Onları, içinde bulundukları
halden kurtaracağız. Hükmettik, Azapta kalanlar.Tanınmamışlar. Şüphe ederler.
Ona (Lût'a) vahyettik. Şunlann arkalan kesilecek, kökleri kazılacak, hiçbirisi
hayatta kalmayacaktır. Sabahlayanlar Beni mahçub
etmeyin. Hayatına and olsun.
Korkunç ses, çığlık.
Bu ses ve çığlıkla birlikte ülkeleri semaya yükseltilmiş, sonra ters
çevrilerek altı üstüne getirilmiştir. Çamurdan.Bakıp düşünen ve ibret alanlar.Ey
Muhammed, o şehir, senin kavminin Şam'a giderken yollan üzerindedir. [45]
Bu kıssada; Cenab-ı Allah'ın, asi ve günahkârlara elem verici inen
azabı ve İtaatkârları kapsayan geniş rahmeti pratik olarak açıklanmaktadır.
İbret alırlar umuduyla Cenab-ı Allah, Hz. Peygambere; Lût kavmine inen
azabı, Allah'ın cezasının elem verici azabın ta kendisi olduğunu, Lût'a ve peşinde yürüyenlere inen rahmeti, yegane
bağışlayan ve esirgeyenin Allah olduğunu müşriklere haber vermesini emretti. [46]
Ey Muhammedi Onlara
haber ver: Bağışlayan ve esirgeyen benim ben. Ve elem verici azap benim
azabımdır. Onlara, İbrahim'in şerefli konuklarını haber ver. Hani,
"selâm" diyerek İbrahim'in" yanına girmişlerdi.
İbrahim dedi ki: Biz,
sizden ürküp korkmaktayız. Selâmlarına daha güzel bir şekilde karşılık
verdikten sonra da, kızartılmış, tavlı bir danayı kendilerine takdim etti.
Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, durumlarını beğenmedi ve onlardan
taraf içine bir korku düştü. "Ey İbrahim korkma. Biz, senin Rabbinin
elçileriyiz: Sana, bilgin bir çocuk müjdeliyoruz" dediler. İbrahim:
"Yaşlılık bana dokunduktan sonra mı bunu müjdeliyorsunuz? Ne tuhaf bir
müjde veriyorsunuz?" dedi. Meleklerse kendisine şu cevabı verdiler:
"Ey İbrahim! Biz sana, sabit bir gerçeği müjdeliyoruz. Çünkü bu, Allah'ın
şaşmaz va'didir. Umud
kesenlerden olma. "Zira kâfir kavimlerden başkası Allah'ın rahmetinden
ümit kesmez"[47].
Bunda bir tuhaflık yoktur. Anasız-babasiz bir çocuk
dünyaya getirebilen Allah, ihtiyar bir ana-babadan da çocuk dünyaya
getirebilir!.
İbrahim dedi ki:
Sapıklar, yolunu şaşırmışlar, hakkı yalanlayanlar, gerçek ve doğruluk yolundan
uzak duranlardan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. Hz.
İbrahim, kendisine, çocuğunun olacağını müjdelemeleri gibi fevkalade bir işi
haber verdikleri için, konuklarının insan değil, melek olduklarını anlayınca:
"Ey elçiler, işiniz nedir? diye kendilerine sordu. Dediler ki: Biz,
Allah'a başka varlıkları ortak koşan, sapık vd
günahkâr bir topluma gön-derüdik. Bu toplum,
meclislerinde kötü fiiller işliyor, kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere
yanaşıyorlar! Biz, Lût kavmine gönderildik.
Azap ile yok etmek
için bunlara gönderildik. Ancak Lût ailesi, Lût'a tabi olanlar ve Lût'un
dindaşları bunun dışındadır. Bunların hepsini şu azaptan kurtaracağız. Yalnız Lût'un karısını bırakacağız. O, azapta kalanlardan olacaktır.
Cenab-ı Allah, onun azapta kalanlardan ve helak
olanlardan olmasına hükmetti. Çünkü o da Lût
kavminin fiilini işliyor ve maksatlarını gerçekleştirmelerine yardım ediyordu.
İbrahim'in konukları
olan elçi melekler Lût ailesine ve beldeleri olan Sodom şehrine geldiklerinde Lût
(A.S.): "Siz, ey gelenler! Tanımadığım kimselersiniz" dedi. Denilir
ki, Lût (A.S.) onların durumlarını beğenmedi. Onları
tüysüz ve güzel yüzlü gençler olarak görünce, kavminin onlara kötülük
yapmalarından korktu. Elçi melekler dediler ki: "Hayır, hayır.. Biz, kavmine
azab indirip onları yok etmek için geldik. Onlar,
azabın geleceğinden şüphe ediyor, verdiğin haberlerde seni doğrulamıyorlardı.
Biz, sana hak ve doğru bir emirle geldik, eksiklerden arınmış ve yüce olan Hakk'm katından gönderildik. İddia ettiğimiz bütün şeyler
doğrudur.
Sonra iş, ilahî hükmü
uygulama aşamasına geldi. Ona dediler ki: Kasabanın sınırını aşıp,
uzaklaşmanıza yetecek kadar, gecenin kalan son kısmında, mü'min
olan aile bireylerini alıp götür. Herhangi biri arkada kalmasın diye peşîeri sıra yürü. Kalbini onlarla meşgul etme. Aksine,
seni ve aileni azaptan kurtardığı için, Allah'ı anan ve O'na şükreden ol. azap
o kâfirlere inmekteyken hiç biriniz dönüp arkasına bakmasın ki arkadaki azabı
görmesin. Görmesin ki, onlar için kalbiniz yumuşamasın. Fakat göçüp yürümekte
acele edin, ardınızdakilere bakmayın. Emrolunduğunuz
yere gidin.
Lût'a şu emri vahyettik:
"Sabaha girerlerken şanların arkalan kesilecektir". Onlara şu hükmü
bildirdik. Nedir bu hüküm? İşte açıklıyor: Onların sonu kesilecek ve kökleri
kazılacaktır. Hiçbiri hayatta kalmayacaktır. Sabaha girerlerken üzerlerine azab İnecektir.
Bu sûrede Lût kavminin, fiilleri anlatılmadan önce azapları ve
helakleri anlatılmıştır. Zira "Şehir halkı sevinç içinde geldiler"
ayetinin başında (vav) harfi, sıra ve tertibi zorunlu
kılmaz. Evet, Sodom şehrinin ahalisi, Lût'un misafirlerine tamahlanarak,
onlarla fuhuş yapmayı umarak geldiler. Lût, onların
bu halini görünce, şöyle dedi: "Bunlar benim ko-nuklarımdır. Berii mahcup
etmeyin' Allah'tan korkun, beni rezil etmeyin. İçinizde erdemi savunacak hiç
mi bir akıllı adam yok?" Dediler ki: Ey Lût! Herhangi
bir kimseyi evine konuk etmemeni sana bildirmemişmiydik?
Zira onlarla fuhuş yapmamak için nefsimizi dizginlememiz mümkün değildir.
Bazıları ayetin şu
anlama geldiğini söylemişlerdir: Kendisiyle fuhuş yapmaya kasdettiğimiz
herhangi bir kimse hakkında bize bir şey söylemekten seni alıkoymamış mıydık? dediler.
Lût (A.S.) dedi ki: Ey kavmim! İşte kızlarım. Bunlarla
evlenin. Bunlar, sizin için erkeklerden daha temizdirler. Eğer yapacaksanız
bunlar daha iyidirler.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'in hayatına yemin ederek şu kâfirlerin;
şaşkınlık, sarhoşluk ve sapıklıkları içinde bocalamakta olduklarını,
kendilerini beklemekte olan azaptan gafil olduklarını, yokluk yolunda
olduklarını bilmediklerini haber vermiştir. İbret alın, ey Mekkeliler!
Bu azgınlıklarının
hemen ardından Lût kavmini korkunç bir ses ve çığlık
yakaladı. Güneş doğarken müthiş bir görültüyle
yakalandılar. "Onlara va'dedilen (azab) zaman(ı), sabah (vakti) dİr.
Sabah da yakın değil mi?"[48] Ülkelerinin
altını üstüne getirdik. "Üzerine de taş yağdırdık: Çamurdan taşlaşmış,
(onlara azab için hazırlanmış, istif edilmiş, Rabbİn katında İşaretlenmiş (taşlar). Bu, zalimlerden uzak
değildir.[49]
Bunda,
ibret nazarıyla bakıp düşünenler için ayetler vardır. Ey Muhammedi Helak olan Lût kavminin diyarı, senin kavminin Şam'a giderden yolu
Üzerindedir. Orayı görmektedirler. Bunu düşünüp ibret alan yok mudur? Bunda,
sadık ve dürüst mü'minler İçin ayetler vardır, [50]
78- Eyke'liler de, şüphesiz
zalim kimselerdi.
79- Bunun için onlardan da öcaldık.
Hâlâ her iki memleket de İşlek bîr yol üzerindedirlet.
80- And olsun ki, Hicr halkı peygamberlerini yalanlamışlardı.
81- Onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde, yüz
çevirmişlerdi.
82- Dağlarda, güven İçinde olarak evler yontuluyorlardı,
83- Sabaha karşı çığlık onları yakalayıverdi.
84- Yaptıkları kendilerine bir fayda sağlamadı.
85- Biz, gökleri, yeri ve her İkisi arasında
bulunanları, gereğince yanıttık. Kıyamet günü şüphesiz gelecektir. O halde
yumuşak ve iyi davran.
86- Doğrusu yaratan ve bilen ancak Rabbindir. [51]
Şuayb kavmi. "Eyke"
kelimesi, birbirine sarılmış sık ağaçlık ve ormanlık anlamına gelir.Apaçık bir
yoldadır. Ashab'ül-Hicr, Semûd diyarıdır. Onları affet, kötülüklerini unut. [52]
Sık ağaçlık
ormanlıklara sahip Medyen halkı; Allah'a ortak
koştukları, yol kestikleri, eksik Ölçüp eksik tarttıkları için zalimlerden
oldular. Allah'ta deprem ve korkunç bir çığlıkla onlardan İntikam aldı.
Bunların beldeleri, Lût kavminin beldesine yakındı.
Her iki belde de, insanların gelip geçmekte oldukları
yol üzerinde apaçık vaziyette görülmektedir. Bu beldelerin izleri henüz
ortadan kalkmamıştır. İnsanlar, kendi aleyhlerine birer tanık olan bu kalıntıları
görüp müşahede etmektedirler.
Bu sözler, Kureyşlilerc bir uyarı mahiyetindeydi. "Siz onların
yanlarından geçip gidiyorsunuz: Sabahleyin ve
geceleyin. Düşünmüyor musunuz?"[53]
Hicr halkı (Semûd kavmi),
peygamberleri yalanladılar. Zira bunlar, peygamberleri Salih'i yalanladılar.
Bir, Peygamberi yalanlayan, bütün peygamberleri yalanlamış sayılır. Çünkü onlar,
esasta müttefiktirler.
Peygamberimiz Salih'in
doğruluğuna işaret eden ayetlerimizi onlara verdik. Bu ayetlerden biri,
Allah'ın sert bir kayadan çıkardığı devedir. Bu deve, beldelerinde dolaşıyor,
suyu bir gün kendisi, bir gün de Salih Peygamberin kavmi içiyordu. Deve, iri
cüsseliydi. Sütü, kabilenin tümüne yetiyordu. Salih peygamberin kavmi olan Semûd kavminin dağda yontmuş oldukları evleri vardı.
Düşmanlarına karşı güvenlik içinde ve üzerlerine gidince ve deveye saldırınca,
sabah vakti korkunç bir çığlık kendilerini yakaladı. Kazandıkları mallar ve
diyarlar, bu azabı onlardan savamaz. Allah'ın yaratıklarına uyguladığı yasası
budur. "Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlemek için
yaratmadık! Onları sadece gerçek bir sebeple (ve adeletle)
yarattık"[54], ki ' 'Kötülük edenleri,
yaptıklarıyla cezalandırsın. Güzel davrananları da güzellikle
mükafatlandırsın"[55]
Allah'ın onlardan
intikam alacağı o saat, mutlaka gelecektir. Bunda şüphe yoktur. Öyleyse ey
Muhammedi Onlara güzel bir hoşgörü ile muamele et. Sana kötülük edenlerden yüz
çevir.
Bu savaş emrinin
nüzulünden önce verilmiş bir direktiftir.
Ey Muhammedi Bu
durumdan ötürü şaşırıp hayrette kalma, "Çünkü yaratan, bilen ancak
Rabbindir". O, toplumun çıkarlarını bilir. Sorunlarının çözümünü de
bilir. Çünkü her şeyi yaratan O'dur. "Yaratan bilmez mi? O latiftir.
(Bilgisi her şeyin içine giren her şeyi) haber alandır.[56]
Cenab-ı AIIah'ın.Mekkedeyken Hz. Peygambere, bağışlayıcı ve müsamahakâr olmayı, sonra
da Medine'de cihad etmeyi ve savaşta sert olmayı
emretmesi, hiç tuhaf karşılanmamalıdır. [57]
87- And olsun ki, sana daima
tekrarlanan yedi ayetli Fatİha'yı ve Kur'an-ı Azim'i verdik.
88- Kafirler içinde bazı kimselere verdiğimiz kat kat servete gözünü dikme; onlara üzülme; inananları
kanatların altına al
89- De ki: Doğrusu ben apaçık bir uyarıcıyım."
90-93- Kur'an'ı işlerine geldiği
gibi bölenlerede, kendi Kitablannm
bir kısmına inanıp bir kısmını kabul etmeyen yahudi
ve hıristİyanlara da nitekim Kitab
indirmiştik; Rabbine and olsun ki hepsini,
yaptıklarından sorumlu tutacağız,
94- Ey Muhammedi Artık sana buyrulam
açıkça ortaya koy, puta tapanlara aldırış etme.
95-96- Allah'la beraber başka bir tanrının bulunduğunu
kabul eden alaycılara karşı şüphesiz Biz sana kafiyiz. Yakında ne olduğunu
öğreneceklerdir.
97- And olsun ki, söyledikleri
şeylerden senin gönlünün daraldığını biliyoruz.
98-99- Rabbini hamd ile an, secde
edenlerden o! ve Ölünceye kadar Rabbine kulluk et. [58]
Başkasının yanındaki dünya
malına göz dikme. Çifticr.Onlara karşı alçak gönüllü
ol.Bölücüler. Bunlar, Kureyşten bir grup olup,
insanları Allah'ın yolundan geri çevirmek için yolları paylaşmışlardı..
Bazıları demişler ki:
Bunlar Kur'an-ı bölümlemişler; kimi, o sihirlidir,
kimi, o şiirdir, kimi o, kehanettir, demişlerdir. Böyle diyenlerin ehl-i kitab olduğunu söyleyenler
vardır. "İda" kelimesinin çoğuludur. Kur'an'ı parçalara ayırdılar,
bazı kısımlarına inandılar, bazı kısımlarını inkâr ettiler. Kur'an
hakkında çelişkili görüşler ileri sürdüler. Emrolun-dıığun şeyi açıkla. Peygamberliği herkese tebliğ et. Dinini
açığa vur. Hiç kimseden korkma. Göğsün daralır, yani acı çeker ve sıkıntı
duyarsın. Ölüm. [59]
işte böyle. Hece
harfleriyle başlayan Mekkî sureler. Çoğunlukla
Kur*-an'ı Kerim'den ve peygamber (s.a.v.)'den sözederek
başlarlar.. Yine bu ikisinden sözederek sona ererler.
Bu husus; Hûd Yusuf ve İbrahim surelerinde
görülmektedir. [60]
Ey Peygamber! And olsun ki, sana ikişerlerden yedi ayeti (Seb-i Mesanî-yî) ve büyük Kur'an'ı indirdik. Seb-i Mesanî'nin ne olduğu hususunda alimler farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Bazıları bunun fatiha suresi olduğunu, her namazın bütün rekatlerinde bu sureyle Allah'a hamd-ü
senada bulunulduğu için fatiha'nın seb-i mesanî^adını aldığını söyleyenler de olmuştur.
Bazı kimseler, Seb-İ Mesanî'nin şu yedi uzun
sure olduğunu söylemişlerdir: 1 - Bakara, 2 - ÂI-i İmrân,
3 - Nisa, 4 - Maide, 5 - En'am,
6 - A'raf 7 - Enfal ve Tevbe. Bu sondaki iki sure bir tek sure olarak gösterildi.
Çünkü ikisi de birdir. Mesanî (İkişerli) denildi.
Çünkü bu surelerdeki kıssalar, ahkâm ve hudûd peşpeşe tekrarlanarak gelmiştir.
Seb-i Mesanî ile Kur'an-ı Kerim'in tamamının kastedildiğini söyleyenler de
olmuştur. Şu halde; "And olsun ki, sana
ikişerlerden yedi (Seb-i Mesanî) ve büyük Kur'an'ı verdik"[61]
ayetinde Kur-an'm, Seb-i Mesanî üzerine atfedilmesi, eş anlamlı kelimelerin
birbirlerine atfedilmeleri türündendir. Ya da sıfat
ile mevsuf'un birbirleri üzerine affedilmeleridir
ki, bu da birdir. "Allah, sözün en güzelini (Kur'an'm
ayetleri güzellikte) birbirine benzer, ikişerli bir kitab
halinde indirirdi. Rablerindeh korkanların ondan
derileri ürperir"[62]
Ey Muhammedi Sana seb-i mesâni ve büyük Kur'an'ı verdik. Bu da büyük bir şereftir, muazzam bir
lütuftur. Engin bir itibardır. Kendisine böyle bir lütuf, şeref ve itibar
verilen kimsenin gözü, kâfirlerden bazı sınıflara kat kat
verilen dünyalığa dikilmez, tamah etmez. Kendisine Kur'an-ı
Kerim verildiği halde, geçici dünyalığa nasıl tamah eder ki?...
Hz. Ebu Bekir (R.A.)'in şöyle
dediği rivayet edilir: "Kur'an-i Kerim gibi
büyük bir nimete sahip olan bir kimse, kendisine dünyalık verilen kimsenin
sahip olduğu nimetin kendisine bahşedilen nimetten daha üstün olduğunu görürse,
büyük bir şeyi küçültmüş olur; küçük şeyi de büyültmüş olur".
Peygamber (s.a.v.)
efendimizin de şöyle dediği rivayet edilir: "Kur'an
ile istiğna etmeyen bizden değildir".
Bu, yüce Allah'ın, mü'min kullarına bahşettiği yüksek bir ahlak, üstün bir
yönlendirme ve derin etkili bir ruh eğitimidir İnsan için, dünyevi bakımdan
kendisinden üst olanlara ve dünya metama tamah etmesi
kadar zararlı bir şey yoktur. Tam tersine ey insan, dünyevi bakımdan senden
aşağı olanlara bak ki, müsterih olasın. Bununla beraber sana Kur'an verilirse, bu, şeref olarak sana yeter. Bu ayet-i
kerime, insanı çalışmamaya davet etmiyor. Hayır. Dinimizde tembellik ve
ruhbanlık yoktur. Bilakis islamiyet, çalışma ve güzel
amaç peşinde koşma dinidir. Ayet-i kerime de, Kur'an'daki
şeylerin hayır ve felah olduğuna işaret edilmektedir. Küfredenlerin ülkelerde
gezip dolaşmaları, seni aldatmasın, ey Muhammedi Aksine o, az bir
geçimliliktir. Onların dönüş yeri Cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!
İman etmezlerse, müşrikler için tasalanma! Kurtubî
diyor ki: Ey Muhammed! Dünyada o kâfirlere verilen dünyalıklar dolayısıyla
üzülme. Ahirette senin için, ondan daha iyisi
vardır.
Mü'minler için kanadını indir... Onlara yumuşak davran. Onlara karşıı alçak gönüllü ol. "Eğer kaba, katı yürekli olsaydın,
çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ih kusurlann)dan geç, onlar için magrifet
dile. (Yapacağın) iş(ler) hakkında onlara
danış"[63]
Ey Allah'ım sen ne
yücesin. Bu anlatılanlar, büyük bir ahlak Üzerinde bulunduğuna Kur'an-ı Kerim tarafından tanıklık edilen Hz. Peygambere verdiğin direktiflerdir. Cemaatinin kalblerinin kendisi etrafında kenetlenmesini isteyen her
yönetici, bu direktiflere uymalıdır. Yönetici durumunda bulunanlar, Kur'an-ı Kerim'in direktiflerini dikkate almalıdırlar.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Ben sadece apaçık bir uyanayım. Benim bundan başka bir işim yoktur. Görevim
sadece duyurmak, müjdelemek ve uyarıp korkutmaktır. Bundan sonra işrAllah'a kalıyor.
Ehl-i kitaba kitap indirdiğimiz giBi
sana da Kur'an'i indirdik. Onlar, Kur1 an'ı parçalara
ayırdılar. Evet, ehl-i kİtab, Kur'an'ı bölümlere ayırdılar. Kendi heveslerine uyan kısımlarının hak, uymayan
kısımlarının batıl olduğunu söylediler. Bazıları; bu sure benim, ötekileri de,
şu sure benimdir, dediler. Görüyorsunuz ki, Kur'an'ı kısımlara
ayırdılar. Kur'an
kelimesiyle, okumakta oldukla"rı kitapları da
kastedilmiş olabilir. Kitabın bazısına iman ettiler, bazısını da inkâr ettiler.
Bu sözlerle Peygamber (S.A.y.) efendimiz teselli edilmektedir. Çünkü kavmi, Kur'an'ın büyü, şiir veya kehanet olduğunu söylemişlerdi.
Kimi dedi ki:
Bölücülerden (yani 90. ayette geçen "muktesimin"
kelimesinden) kasıt, yollan paylaşıp her biri bir kapı önünde duran, insanları
Hz. Peygambere uymaktan sakındıran, Kur'an'ın sihir olduğunu ve sahibinin sihirbaz olduğunu; Kur'an'ın yalan olduğunu ve sahibinin yalancı olduğunu; Kur'an'ın şiir olduğunu ve sahibinin de şair olduğunu
söyleyen Kureyşliler-dir.
Ayet-i kerime şu
anlama da gelebilir: Kur'an-ı Kerim'i parçalara ayırarak bölenlere azap indirdiğimiz gibi size de azap
indirileceğini söyleyerek sizi açıkça uyaran, benim. Ey Muhammed! Senin Rabbine
and olsun ki, mal ve oğulların fayda vermeyeceği
günde onların hepsini sorguya çekerek, işledikleri amelleri soracağız.
Yaptıkları İşlerin cezasını tam olarak vereceğiz. Öyle ki kafir kimse, keşke
ben de toprak olsaydım, diyecektir. Öyle olunca Peygamber (s.a.v.) efendimiz
bütün ilahi direktifleri uygulamış ve gereğince muamele etmiştir.
Ey Peygamber! Emrolunduğun şeyleri açıkla. Resulullah
(s.a.v.) peygamberliği artık herkese alenen duyurmakla emrolunmuştu.
Daveti gizli yapma aşaması artık gerilerde kalmıştı.
Emrolunduğun şeyleri açıkla. Bununla, onların birliklerini
parçala. Davetini açığa vur. Böylece duvarları üzerlerine yıkılacaktır.
Müşriklerden yüz çevir, onlara aldırış etme. Allah, seni onlardan koruyacaktır.
Kendi katından bir ruh ile seni destekleyecektir. Sana karşı açıkça kin ve
düşmanlık güden ve seninle alay edenlerin kötülüklerini savacaktır.
Allah, va'dini yerine getirdi, kuluna yardım etti. Şirkin
liderleri ve batılın önderleri, Bedir gazasında ve sonraki gazalarda yüzüstü
düşüp belâlarını buldular.
Seninle alay eden şu
kimseler, bundan daha fazlasına müstahak olurlar. Çünkü onlardır ki,Allah'ın
yanında başka bir ilahı da ortaya koyarlar. Ve yarar vermeyen varlıkları
Allah'a ortak koşarlar. Bunlar işlerinin sonunu ve ortak koşuşlannm
sonucunu göreceklerdir. "And olsun biliyoruz,
onların söylediklerine senin göğsün daralıyor (Canın sıkılıyor)".
Yaptıkları işlerden dolayı nefsin sıkıntı duyuyor. Ama kalbierin
rahat bulup, nefislerin sakinleşmesi, hatta Allah yolunda karşılaşacağı
işkenceleri tatlı karşılaması, bunu en büyük nimetlerden biri sayması, böylece
kendini tam temizlenmiş olarak kabul etmesi için sadre
şifa olan ilaç; Allah'ı teşbih ve takdis etmek, huzurunda rük'û
ve sücûda varmak, fazlaca ibadet etmek, Allah'a bağlantılı olmaktır. Çünkü bu
saydıklarımız, nefsi temizler, ruhu takviye eder. Ruh takviye edilince de;
Allah yolunda çalıştığı takdirde, duyacağı sıkıntı, elem ve yorgunlukla maddî
nefis zayıflar. Bu, Allah yolunda çalışan ve Allah'a davet eden her davetçi-nin kullanması gereken çok kıymetli bir ilaçtır.
Kızı Fatıma'mn (R.A.), el değirmeni çevirerek çektiği zahmet ve
acıları; teşbih, tahmid ve tekbir ilacıyla tedavi
eden Resulullah (s.a.v.) efendimiz ne kadar da doğru
bir iş yapmış ve ne kadar da doğru konuşmuştur! [64]
"Ey
Muhammed, ölüm sana gelinceye ve Rabbinin huzuruna çıkıncaya kadar ibadete
devam et". Cenab-ı Allah, geçmiş ve gelecek
bütün günahları bağışlanmış olan Peygamber
(s.a.v.) efendimize böyle bir direktif verdiğine 'göre, bizim halimiz nice
olacaktır?! Bizim durumumuz nice olacaktır?!! Allah'ım sen bizi doğru yola
eriştir ve doğru yolda gitmekte bizlere muvaffakiyet ;nasib
eyle... [65]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/301.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/301-302.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/303.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/303.
[5] Ra'd: 8.
[6] Ra'd: 38.
[7] Furkan: 7.
[8] Enfal: 32.
[9] Maîde: 44.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/303-306.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/306-307.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/307.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/308.
[14] Furkan: 61.
[15] Saffat: 6-10.
[16] Cin: 8-9.
[17] Hicr: 17.
[18] Şuarâ: 208-212.
[19] Zariyât: 48.
[20] Zariyât: 58.
[21] Kasas: 88.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/308-310.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/311-312.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/312-313.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/313.
[26] İsrâ: 88. .
[27] Bakara: 257.
[28] Cinn: 11.
[29] A'râf: 27.
[30] İsrâ: 85.
[31] En'am: 122.
[32] Bakara: 31.
[33] Bakara: 30.
[34] Rahman: 26.
[35] Tâhâ: 120.
[36] A'râf: 15-17.
[37] A'râf: 199.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/313-317.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/317.
[40] Muhammed: 15.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/317-318.
[42] Kehf: 108.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/318-319.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/319-321.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/321.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/321.
[47] Yusuf: 87.
[48] Hûd: 81.
[49] Hûd: 82-83.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/322-324.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/324-325.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/325.
[53] Saffât: 137-138.
[54] Duhân: 38-39.
[55] Necm: 31.
[56] Mülk: 14.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/325-326.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/326-327.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/327.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/327.
[61] Hicr: 87.
[62] Zümer: 23.
[63] Al-i İmrân: 159.
[64] Değirmen çevirmekten elleri nasırlanan Fatima Validemiz, Hz. Peygamberden
hizmetçi talep edince efendimiz ona, yatmadan önce 33, teşbih, 33 tahmid, 34 tekbir getirmesini tavsiye etmişti (Danışman).
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/328-330.