Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Mekke'de inmiştir. 128
ayettir.
Nahl sûresi ulûhiyyet,
vahy, öldükten sonra dirilme ve haşir gibi temel inanç konularını kapsayan
Mekkî sûrelerdendir. Bunun yanında bu geniş âlemde, göklerde, yerde,
denizlerde, dağlarda, ova ve vadilerde, sağ-nak yağmurda, yetişen bitkide,
denizlerde yüzen gemilerde, gece karanlıklarında yolculara yol gösteren
yıldızlarda ve insanın hayatında görüp de gözüyle ve kulağı ile idrak edeceği
daha nice sahnelerde Allah'ın birliğini ve kudretini gösteren delillerden
bahseder. İşte bunlar Allah'ın birliğini gösteren ve kainatı yoktan var ettiği
kudretinin eserlerini anlatan canlı görüntülerdir.
Bu mübarek sûre
başlangıçta, müşriklerin inkar ve alay konusu olan vahyi anlatır. Müşrikler
vahyi yalanladı ve kıyametin kopmasını uzak gördüler. Peygamber (s.a.v.)'den,
kendilerini korkuttuğu azabı çabucak getirmesini istediler. İstedikleri azap
geciktikçe onu daha fazla istediler, daha çok alay ettiler ve saçmaladılar.
Bu mübarek sûre
dikkatleri, her şeye gücü yeten tek Allah'ın kudretine çekerek Allah'ın
birliği ilkesini hedef alır. İnsanın, akliyle Allah'a yönelmesi yaptığı
eserleri görmekle onun büyüklüğüne yol bulması için ondaki bütün duygulara ve
beşer varlığındaki bütün azalara hitap eder.
Sonra bu mübarek sûre
devamlı olarak insanlara, Allah'ın nimetlerine nankörlük etmenin ve onlara
şükretmemenin neticesini anlatır. Onları her inatçı ve inkarcının varacağı
korkunç neticeden sakındırır.
Bu mübarek sûre Rasulullah
(s.a.v.)'a, Allah'ın kullarını hikmet, güzel öğüt, ve Allah'ın davetini tebliğ
uğrunda karşılacağı eziyetlere sabır ve hoşgörü ile Allah'a daveti emrederek
sona erer. [1]
Bu mübarek sûreye,
Yaratıcının harikulade san'atma işaret eden ve bununla O'nun ilâh olduğunu
gösteren, üstün bir ibret numunesi olan arıyı anlattığı için Nahl (an) Sûresi
adı verilmiştir. [2]
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Allah'ın
emri gelmiştir, artıkonu istemekte acele etmeyin. Allah, onların koştukları
ortaklardan uzak ve yücedir.
2. Allah
kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, "Benden
başka ilâh olmadığına dâir (kullarımı) uyarın ve benden korkun" diye gönderir.
3. Allah gökleri
ve yeri hak İle yarattı. Allah, onların koştukları ortaklardan yücedir.
4. O, insanı
bir damla meniden yarattı. Fakat bakarsın ki insan Rabbine apaçık bir hasım
olmuştur.
5.
Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı şeyler ve birçok faydalar
vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.
6. Sizin
için onlarda ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken, bir
güzellik vardır.
7. Bu
hayvanlar sizin ağırlıklarınızı ancak canlara eziyet ederek varabileceğiniz
bir memelekete taşırlar Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir.
8. Atları,
katırları ve eşekleri hem kendilerine bi-nesiniz, hem de bir zinet olsunlar
diye yarattı. Bilemeyeceğiniz daha nice şeyler yaratır.
9. Yolun
doğrusu Allah'ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru
yola iletirdi.
10. Gökten
suyu indiren O'dur. O sudan size hem içecekler vardır, hem de ondan bitki
meydana gelir ve orada hayvanlarınızı otlatırsınız.
11. Allah,
su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer
meyveleri hepsinden biti-rir. İşte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir
ibret vardır.
12. O,
geceyi, güzdüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah'ın
emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda, düşünen bir millet için pek
çok deliller vardır.
13. Yeryüzündesizin
için rengârenk yarattıklarında da öğüt alan bir toplum için gerçek bir ibret
vardır.
14. Allah,
içinden taze et yemeniz ve takacağınız bir süs çıkarmanız için, denizi emrinize
verendir. Gemilerin denizde suiarı yara yara gittiklerini de görüyorsun. Bütün
bunlar onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.
15. Sizi
sarsmaması için, yeryüzünde sağlam dağları; maksadınıza ulaşabilmeniz için de
ırmakları ve yolları meydana getirdi.
16. Daha
nice alâmetler yarattı. Onlar, yıldızlarla da yollarını tesbit ederler.
17. Bunları
yaratanla yaratmıyan bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?
18. Allah'ın
nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Hakikaten Rabbin çok bağışlayan,
pek esirgeyendir.
19. Allah,
gizlediğinizi de açıklıdığınızı da bilir.
20.
Allah'ı bırakıp da kendilerine taptıklarınız hiçbir şey
yaratamazlar. Onlar kendileri yaratılmışlardır.
21. Onlar,
ölüdürler. Canlı değildirler. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
22. Sizin
ilâhınız bir tek İlâh'dır. Fakat âhirete inanmayanlar var ya, onların kalbleri
inkarcı, böbürlenen kimselerdir.
23. Hiç
şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O,
büyüklük taslayanları asla sevmez.
24. Onlara,
"Rabbiniz ne indirdi?" denildiği zaman, "Öncekilerin
masallarını" derler.
25. Kıyamet
gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta
oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için öyle
derler. Bak ki yüklenecekleri şey ne kötü bir şey!
26. Onlardan
öncekiler de hile yapmışlardı, sonunda Allah, onların binalarını temellerinden
de yıktı, üstlerindeki tavan üzerlerine çöküverdi. Bu azap onlara,
farkedemekdikleri bir yerden gelmişti.
27. Sonra
Kıyamet gününde Allah, onları rezîl ve rüsvay eder ve der ki: "Kendileri
için mü'minlere karşı düşman kesildiğiniz ortaklarım nerede?" Kendilerine
ilim verilmiş olanlar da derler ki: "Şüphesiz bugün rezillik ve kötülük
kâfirleredir."
28. Kendi
nefislerine haksızlık ederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler
(azabı görünce), "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diyerek teslim
olurlar. Melekler de, "Hayır, Allah, sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi
bilendir" derler.
29. O halde,
içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne
kötüdür!
Nutfe, insanın
oluştuğu az su. "Su damladı" manasına gelen fiilinden alınmıştır.
Dif; insanın,
kendisiyle soğuktan korunduğu şeydir.
Akşamleyin
döndürüyorsunuz. Revâh, hayvanların akşamleyin otlaktan dönmesi manasınadır.
Salıveriyorsunuz. hayvanları
sabahleyin otlağa çıkarmak
demektir.
Eşkâl, kelimesinin
çoğulu olup "eşyalar" demektir. Bu eşya, ağır yük olduğu için,
"eşkâl" denildi.
Câir, haktan uzaklaşan
demektir.
Hayvanları
salıyorsunuz. Bir kimse, otlamak üzere hayvanını salıverdiği zaman denir.
Hayvan istediği yerde otladığında, böyle bir hayvana da denir. Yarattı, icat etti.
Mevâhir, denizi yaran
gemiler aslı, suyu sağa sola yarmaktır. Gemi, sesli bir şekilde suyu yararak
hareket ettiğinde denir.
Sarsılır. [3]
İbn Abbas şöyle der: Kıyamet
yaklaştı[4] âyeti
inince kâfirler birbirlerine dediler ki; Muhammed, kıyametin yaklaştığım iddia
ediyor. Yaptıklarınızın bazılarından vazgeçin de bekleyelim. Günler geçtikçe dediler
ki: Ey Muhammed! Bizi kendisiyle korkuttuğun şeyden bir alâmet görmüyoruz."
Bunun üzerine Yüce Allah Allah'ın
emri geldi. Onu
istemekte acele etmeyin.[5]
1. Kıyametin
kopması yaklaşmıştır. Artık Muhammed'in size vadettiği azabı istemekte acele
etmeyin. Kıyametin kopması ve yaklaşması kesin olduğu için geçmiş zaman kipi
ile ifade edildi. Fahr-ı Râzî şöyle der: Mutlaka kıyamet kopacağı için, geçmiş
zaman kipiyle ifade edildi. Nitekim yardım isteyen kimseye: Sana yardım geidi,
sabırsızlık etme denilir.[6] Allah
zâlimlerin kendisini niteledikleri şeyden ve putları kendisine ortak
koşmalarından uzaktır. [7]
2. Allah,
kendi iradesi ve emriyle, vahy ve peygamberliği meleklerle gönderir. Nebi ve rasullere
gönderir. Bedenler ruhlarla hayat bulduğu gibi, kalpleri de vahy ile hayat
bulacağı için vahye "Ruh" denildi. İnkarcıları, Allah'tan başka
ma'bûd olmadığına dair uyarın ve azabım ve intikamımdan korkun diye
peygamberler gönderdik. Bundan sonra Yüce Allah, kendisinin birliğini ve
kudretini gösteren delilleri anlattı ve şöyle buyurdu: [8]
3. Allah,
gökleri ve yeri boş ve lüzumsuz değil, hak ve üstün bir hikmetle yarattı, O,
benzeri ve ortağı olmaktan uzak ve yücedir. [9]
4. İnsanı,
meni denilen çok az bir sudun yarattı. Fakat o, insan olarak tekâmül ettikten
sonra, bir de bakarsınız ki, yaratıcısına apaçık bir düşman oluvermiştir. O'na
karşı kibirlenir ve inatçılık eder. Halbuki ona karşı gelmek için değil, kul
olmak için yaratılmıştır. İbnu'l-Cevzî şöyle der: İnsan azıcık bir sudan
yaratılmıştır. Bununla beraber o, Allah'ta zıtlaşır ve Öldükten sonra
dirilmeyi inkar eder. Yaratılışını öldükten sonra dirilmesine ve ilk defa onu
vücûda getirmeye gücü yetenin, ikinci defa onu yeniden yaratabileceğine delil
getirmiyor mu?[10]
5. Allah
deve, sığır ve koyun gibi hayvanları menfaatiniz için yarattı. O hayvanlarda
giyecek ve yatak olarak kullanıp soğuktan korunacağınız yünler vardır. Onlarda
sizin için üretme, sütünü alma ve sırtına binme gibi birçok yararlar vardır.
Onların etlerinden yersiniz. Bu, sizin için en büyük yarardır. [11]
6. Su
hayvanlar akşamleyin otlaktan dönerken ve sabahleyin otlamak için giderken
sizin için onlarda bir güzellik ve bir zinet vardır. Onların güzelliklerinden
faydalanmak sağlıklı, besili ve güzel yürüyüşlü manzaralarını seyretmekle olur. [12]
7. Ağır yükleklerinizi
ve taşıyamıyacağmız eşyalarınızı, ancak zorluk ve meşakkatle varacağınız uzak
ülkelere taşırlar. Ey insanlar! Şüphesiz bu hayvanları emrinize veren
rabbinizin size karşı şefkat ve merhameti büyüktür.[13]
8. Allah
atları, katırları ve eşekleri yük taşımanız ve binmeniz için yarattı. Bunlar da
aynı zamanda süs ve güzelliktir. Allah gelecekte; trenler, arabalar, jetler ve
zamanla keşfedilen diğer modern ulaşım araçları gibi, şimdi bilmediğiniz
şeyleri yaratır. Bu, Allah'ın insanlara öğrettiği şeylerdendir.[14]
9. İçine
girenleri naîm cennetlerine götürecek doğru yolu açıklamak Allah'a aittir. Bu
yoldan ayrılan başka bir başka yol vardır ki, o, haktan uzaklaşır ve sapar.
İçine gireni Allah'a götürmez. Bu, Yahudilik, Hristiyanlık ve Ateşperestlik
gibi sapıklık yoludur, Allah size inanmayı nasip etmek isteseydi hepinizi doğru
yola iletirdi. Fakat hikmeti, sevap ve ceza tahakkuk etsin diye, insana seçme
hürriyetini vermeyi gerektirdi. Artık dileyen i-nansın dileyen inkar etsin.[15] Yüce Allah insanlara verdiği hayvanları anlattıktan
sonra diğer büyük nimetleri ve kâinata serpiştirilmiş delilleri anlatmaya
başlayarak şöyle buyurur: [16]
10. Allah,
üstün gücüyle buluttan yağmuru yağdırandır. İçmeniz ve susuzluğunuzun gitmesi
için, onu tatlısu olarak indirdi. Sudan,
hayvanlarınızı otlatacağınız bitkiler bitirdi.
[17]
11. Bu
birtek suyla sizin için yerden, türleri, tatları ve renkleri farklı olan ekin,
zeytin, hurma ve üzümleri çıkarır, Bütün meyvelerden sizin için, tadı en güzel
olanları çıkarır, Şüphesiz o suyun indirilmesi ve meyvelerin çıkarılmasında
Allah'ın yaptıklarını düşünüp iman eden bir toplum için, Onun birliğini ve
gücünü gösteren açık deliller vardır. Ebu Hay yân şöyle der: Yüce Allah'ın,
âyeti düşünenler" lafzı ile sona erdirmesinin sebebi şudur: Allah'ın
yarattıklarını incelemek için derin düşünmeye ve fikir yürütmeye ihtiyaç
vardır. Görmüyor musun, bir tek tane yere atılıp da üzerinden belirli bir zaman
geçtiğinde toprağın nemini emer, onunla şişer, böylece üst tarafı çatlar ve
burdan yukarı doğru bitki olarak yükselir. Alttan da, yerin derinliklerine
doğru başka bir bitki gelişir ki, bunlara kökler denir. Sonra üst taraf
gelişir, kuvvetlenir, yapraklar ve çiçekler açar, tomurcuk ve meyveler çıkar.
Bunların özellikleri, renkleri, şekilleri ve faydalan farklı cisimleri vardır.
İşte bu, herşeye gücü yeten ve seçme yetkisi kendisinde olan bir varlığın
takdiriyle olmaktadır ki, o da Allah'tır (cellet kudretuhu ve azametuhu).[18]
12. Uykunuz
ve geçiminiz için, birbirini takip eden gece ile gündüzü; yararınız ve
menfaatiniz için dönen güneş ve ayı emrinize verdi. Karanın ve denizin
karanlıklarında kendileriyle yol bulmanız için, yıldızlar onun emriyle
yörüngelerinde yürür. Bu yaratma ve emre hazır kılma işinde, akl-ı selim
sahipleri için apaçık ve büyük deliller vardır. [19]
13. Renkleri,
şekilleri, özellikleri, farklı olarak yeryüzünde sizin için yarattığı o güzel
hayvanlar, bitkiler, madenler ve cansız varlıklar var ya, İşte bunlarda, öğüt
alan bir toplum için elbette büyük bir ibret vardır. [20]
14. O Yüce Allah,
kudreti ve rahmetiyle, üzerinde gemilere binmeniz ve derinliklerine dalmanız
için dalgalan birbirine vuran denizi sizin emrinize verdi ki, denizden
avlayacağınız taze balıklar yiyesiniz. Ve ondan inci ve mercan gibi değerli
mücevherler çıkarasmız. Eşya ve yiyecek yüklü büyük gemilerin denizin azgın
dalgalarını yararak yürüdüğünü görürsün. anlatılanlardan yararlanmanız ve
Allah'ın lütfundan ve rızkından ticaretle geçim yollarını aramanız için denizi
sizin emrinize verdi. Büyük ihsanı ve yüce lütfuna karşılık Rabbinize
şükretmeniz için bunları size verdi. [21]
15. sarsmaması
için yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Ebussuûd şöyle der: Üzerinde dağlar
yaratılmadan önce yeryüzü hafif bir küre idi. Gezegenler gibi, en basit sebeple
hareket edebilirdi. Dağlar yaratılınca, ağırlıklarıyle yerin merkezine doğru
yerleştiler ve yeryüzünün direkleri gibi oldular.[22]
Varacağınız yere varabilmeniz için yeryüzünde yollar ve nehirler yarattı. [23]
16. Dağlar
ve nehirler gibi, insanların bulacakları alâmetler yarattı. Yıldızlarla da,
karada ve denizde geceleyin yollarını bulurlar. İbn Abbas şöyle der:
"Alâmetler", gündüzleyin faydalanılacak yol işaretleridir.
Yıldızlarla da geceleyin yollarını bulurlar.[24]
17. Bu soru
inkar ifade eder. Yani, bu büyük şeyleri ve yüce nimetleri yaratan ile, bırakın
başkasına, kendisine bile bir fayda ve zarar sağlayamayanları bir mi
tutuyorsunuz? Bu âdi putları, Yüce Yaratıcıya ortak mı koşuyorsunuz? Bu
inkarcıları susturmak ve onların putlara yaptıkları ibadeti boşa çıkarmaktır. Halâ düşünüp de
Allah'tan başkasına
ibadet etmekle hata ettiğinizi anlayamıyor musunuz? Bu da başka bir kınamadır. [25]
18. Allah'ın
size bol bol verdiği nimetlerini saymaya kalkışsanız, onların sayısını
bilemezsiniz. Nerde kaldı onların şükrünü eda edebilmeniz! Şüphesiz Allah
sizden çıkacak kusurları bağışlayıcı ve kullarına acıyandır. Zira kusurlarına
ve isyanlarına rağmen onlara nimet vermektedir. [26]
19. Allah
niyet ve amellerinizden gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir. Size
onların karşılığını verecektir.[27]
20. Allah'ı
bırakıp da taptıkları putlar asla birşey yaratamazlar. Onlar insanların,
elleriyle yaptıkları mahlûklardır. Allah'ı bırakıp da ibâdet edilecek ilâh
nasıl olurdu?! [28]
21. O putlar
ruhsuz ölülerdir. Onlar ne işitir, ne de görürler. Çünkü onlar cansız
varlıklardır, onlarda hayat yoktur. Siz onlardan üstün olduğunuz halde onlara
nasıl tapıyorsunuz? Çünkü sizde hayat var. O putlar, kendilerine ibadet
edenlerin ne zaman diriltileceklerini bilmezler, burada müşriklerle alay
edilmektedir. Çünkü onlar hissiz ve şuursuz cansız varlıklara ibadet ettiler. [29]
22. Sizin
ibadete lâyık ilâhınız tek bir ilâhtır, onun ortağı yoktur. Öldükten sonra
dirilmeye ve cezaya inanmayanlar var ya, onların kalpleri Allah'ın birliğini
inkar eder. Onlar, hakkın delilileri apaçık ortaya çıktıktan sonra kibirlenip
böbürlenerek onu kabul etmeyenlerdir. [30]
23.
Gerçek,şu ki, onların hallerinden hiçbir şey Yüce Allah'a gizli kalmaz. Allah
onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir, Şüphesiz Allah
kibirlenip de kendisine iman etmeyenleri ve birlemeyenleri sevmez. [31]
24. O
inkarcılara, "Rabbiniz rasûlüne ne indirdi?" diye sorulduğunda alay
yoluyla derler ki: "Onun indirdiği sadece geçmiş milletlerin hurafeleri
ve batıllarıdır; Âlemlerin Rabbi-nin sözü değildir." Tefsirciler şöyle
der: Müşrikler, Mekke girişlerinde oturur; halkı Rasulullah (s.a.v)'tan nefret
ettirmeye çalışırlardı. Hacı kafileleri, "Muhammed'e ne indirildi?"
diye onlara sorduklarında, "Öncekilerin hurafeleri ve bâtıl sözleri"
diye cevap verirlerdi.[32]
25. Kıyamet
gününde günahlarından hiçbir şey bağışlanmamış olarak onları tam bir şekilde
yüklenmeleri için bu yalanları söylerler. Delilsiz ve bürhansız olarak
saptırmış oldukları tâbilerinin günahlarını yüklenmeleri için böyle derler. Onlar
sapıklıkta kendilerine uyulan reisler idi. Bundan dolayı, hem kendi
günahlarını, hem de saptırmış oldukları kimselerin günahlarım yüklenirler.
Buradaki dikkat çekmek içindir. Yani, Ey kavim! dikkat ediniz. Sırtlarına
yüklenmiş oldukları şey ne kötü bir yüktür. Burada maksat, bu işten şiddetle
men etmektir. [33]
26. Mekke
kâfirlerinden önceki günahkarlar da peygamberlerine tuzak kurmuşlar ve Allah'ın
nurunu söndürmek istemişlerdi. Bu
bölüm, peygamber (s.a.v.) için bir tesellidir. Allah da onların binalarını
temellerinden söktü. Bu, müşriklerin peygamberler için kurdukları sağlam
tuzakların bozulacağına dair bir temsildir, Binalarının tavam üzerlerine
çöktü, binaları yıkıldı ve öldüler. Helak ve yok olma onlara, akıllarından
geçmeyen bir taraftan geldi. Âyet helak ve yok olmayı, tuzak kuranların tuzağı
ve gizli gizli planlar yapanların bu planlarıyle alay etmeyi mükemmel bir
şekilde sergiler. O tuzak kuranlar. Allah'ın davetine karşı duranlar ve
kurdukları tuzakların, aldıkları tedbirlerin boşa gitmeyeceğini sananlardır.
Halbuki Allah onları arkadan kuşatmıştır. [34]
27. Sonra,
kıyamet gününde Yüce Allah onları azap ile rezil, zelil ve hor kılacaktır, Yüce
Allah onlara kınama ve azarlama yoluyla şöyle diyecek: "Uğurlarında peygamberlerle
münakaşa ve mücadele ettiğiniz o ortaklar nerede? Onları getirin de size
şefaat etsinler." Bu üslup alay ve eğlence üslubudur, Allah yoluna davet
eden kişiler ve âlimler o bedbahtların durumlarına sevinerek şöyle derler:
"Bugün zillet, horluk ve azap Allah'ı inkar edrenleri kuşatmıştır. [35]
28. Onlar
Allah'ı inkâr ve O'na ortak koşmak suretiyle kendilerine zulmederken, pis
ruhları, melekler tarafından alman ve dünyadaki inatçı ve kibirli âdetlerinin
tersine ölüm anında teslim olup boyun eğenler ve : "Biz Allah'a ne ortak
koştuk, ne de isyan
ettik diyen kimselerdir.
Nitekim onlar kıyamet
gününde, Rabbimiz! Allah hakkı için, biz
ortak koşanlar olmadık[36] derler. Yüce Allah onları yalanlar ve şöyle der:
Hayır, daha önce siz yalanlamış, isyan
etmiş ve suçlulardan olmuştunuz. [37]
29. İçinde
ebedî kalıcılar olarak cehenneme girin. Allah'a itaati kibirlerine
yediremiyenler için cehennem ne kötü bir karargah ve ne kötü bir kalacak
yerdir. [38]
Bu mübarek âyetler
aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. Benden korkun"
cümlesinde iltifat sanatı vardır. Bu, azabı acele isteyenlere, üçüncü şahıstan
birinci şahsa dönüş yoluyla hitaptır.
2. Onlar
ölülerdir, diri değillerdir." Burada, putlara tapanların
beyinsizliklerini vurgulamak için itnâb yapılmıştır. Onlar bir şey
yaratamazlar. Onların kendileri yaratılır" âyeti de bunun gibidir.
3.
Gizliyorlar ile açığa vuruyorlar ve akşam çeviriyorsunuz ile sabahleyin salıveriyorsunuz" kelimeleri
arasında tıbak sanatı vardır.
4. Apaçık
aşırı düşman ve Çok bağışlayan, çok merhamet eden lafızları aşırılık ifâde eden
kiplerdir.
5. yaratan"
yaratmayan gibi olur mu?" cümlesinde tıbâk-ı selb sanatı vardır.
6.
yaratmazlar ile kendileri yaratılırlar." arasında cinas-ı nakıs vardır.
7. Onlardan
öncekiler de hile yapmışlardı. Tavan, üstlerinden, üzerlerine çöküverdi.
âyetinde istiâre-i temsiliyye vardır. O tuzak kuranların hali, istiare-i
temsiliyye yoluyla, sütunları sağlam binalar yapan kavmin haline benzetildi
ki, bu binalar yıkılmış, Üzerlerine çökmüş ve onları helak etmiştir. Vech-i şebeh şudur: Onların, devamlı kalmaları için
sebep saydıkları şey, yok olmalarına sebep olmuştur. Bu, Arapların şu sözüne
benzer: Kim kardeşine bir kuyu kazarsa, ona kendisi düşer. [39]
Kurtubî şöyle der:
Nahl sûresine Niam sûresi (nimetler sûresi) de denir. Zira bu sûrede Allah,
kullarına birçok nimetleri sayıp dökmüştür.[40]
30. Kötülüklerden
sakınanlara, "Rabbiniz ne indirdi?" denildiğinde, "Hayır
indirdi" derler. Bu dünyada güzel davrananlara, güzel mükâfaat vardır.
Âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva
sahiplerinin yurdu gerçekten güzeldir!
31. (O
yurt), onların girecekleri, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada
diledikleri her şey vardır. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatlandırır.
32. Onlar,
meleklerin, "Selâm sizin üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz iyi işlere
karşılık cennete girin" diyerek iyilikle canlarını aldıkları kimselerdir.
33. Kâfirler
kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rablerinin emrinin gelmesinden başka
bir şey mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara
zulmetmedi, fakat, onlar kendilerine zulmediyorlardı.
34. Sonunda
yaptıklarının cezası onlara ulaştı ve alay etmekte oldukları şey, onları
çepeçevre kuşativer-di.
35. Ortak
koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız ondan
başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık!"
Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberin üzerine açık-seçik
tebliğden başka bir şey düşer mi?
36. Andolsun
ki, biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâ-ğut'tan sakının" diye her
millete, bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola
iletti. Onlardan bir kısmı için de sapıklığa düşmek hak oldu. Yeryüzünde gezin
de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur!
37. Her ne
kadar sen, onların hidâyete ermelerine düşkün isen de şüphesiz Allah,
saptırdığı kimseyi hidâyete erdirmez. Ve onların yardımcıları da yoktur.
38. Onlar,
"Allah Ölen bir kimseyi takrar diriltmez" diye olanca yeminleriyle
Allah'a and içtiler. Aksine! Bu O'nun bizzat kendisinin üzerine aldığı gerçek
bir va'didir. Fakat insanların büyük kısmı bunu bilmezler.
39. Hakkında
ihtilâf ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir olanların da yalancılar
olduklarını bilmeleri için Allah onları diriltir.
40. Biz, bir
şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona söyleyecek sözümüz sâdece, "Ol"
dememizdir. Hemen oluverir.
41. Zulme
uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel
bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfaatı elbette daha
büyüktür.
42. Onlar,
sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.
43. Senden
önce de, kendilerine vahyetttiğîmiz erkeklerden başkasını peygamber olarak
göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.
44.
Peygamberleri, apaçık mucizeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine
indirileni açıklaman için ve ola ki, düşünüp anlarlar diye sana da bu Kur'-an'ı
indirdik.
45. 46. Kötü
tuzaklar kuranlar, Allah'ın, kendilerini yere geçirmeyeceğinden veya
kendilerine bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden veya, onlar
dönüp dolaşırlarken Allah'ın kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular?
Onlar Allah'ı âciz bırakacak değillerdir.
47. Yoksa
Allah'ın kendilerini, onlar korku içindeyken yakalayacağından emin mi oldunuz?
Kuşkusuz Rabbin, çok şefkatli, pek merhametlidir.
48. Allah'ın
yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah'a
secde ederek sağa sola döner.
49. Göklerde
bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a
secde ederler,
50. Onlar,
üstlerimden Rablerinin korkusunu duyarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu
yaparlar.
Yüce Allah önceki
âyetlerde nimetini inkar eden, Kur'an'a dil uzatan ve onun, öncekilerin
hurafeleri olduğunu iddia eden bedbahtların durumunu anlattı. Onların ahirette
başlarına gelecek rezillik, zillet ve horluğu açıkladı. Burada da naîm
cennetinde takva sahibi kullan için hazırladığı çeşitli ikramları anlattı ki
mutlu kimselerle bedbahtların ve iyi kimselerle kötülerin durumu arasındaki
fark anlaşılsın. Bunu, Kur'an'ı iki grubu mukayese etme hususundaki üslubu ile
açıklamıştır. [41]
Zübür, kelimesinin
çoğulu olup "semavî kitaplar" demektir. Bir kimse kitap yazdığında
der. Zebur, bundan alınmıştır.
Batar. Bir yer çökerek
kaybolup gittiğinde denir.
Bir taraftan diğer
tarafa meyleder. Gölgeye y denilmesi bundandır. Çünkü gölge de, bir yönden
diğer yöne döner.
Zelil ve aşağılık
kimseler, zillet ve aşağılık demektir. Zü'r-Rumme şöyle der:
Senin yardunun dışında
hapiste bir zelil ve inde bir hayvandan başka bir şey kalmadı.[42]
30. Takva ve
iman sahibi olan ikinci guruba denir ki: Rabbiniz peygambererine ne indirdi?
Onlar, "hayır indirdi" derler. Tefsirciler şöyle der: Bu, hacc
günlerinde olurdu. Kişi Mekke'ye gelir, müşriklere Hz. Muhammed'i ve onun
durumunu sorardı. Onlar da, o, kâhin, sihirbaz ve yalancıdır, derlerdi.
Mü'minlere gelir, aynı şeyi sorarlar. Onlar ise : "Allah ona hayrı,
hidayeti ve Kur'an'ı indirdi" derlerdi.[43] Yüce Allah, onlara verilecek güzel karşılığı
açıklayarak şöyle buyurdu: O güzel amel işleyenler için dünyada, güzel amellerine
karşılık bir mükâfaat verilecektir. Âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Yani,
âhirette elde edecekleri cennet sevabı ise, dünya yurdundan daha büyük ve daha
hayırlıdır. Çünkü dünya fani, âhiret bakidir, Takva sahiplerinin yurdu olan
âhiret yurdu ne güzeldir. [44]
31. O, Adn
cennetleridir. Ağaçlan ve köşkleri arasında nehirler akan o cennetlere
girerler. O cennetlerde onlar için, hiç yorulmadan, meşakkat çekmeden,
kesintisiz olarak istedikleri şeyler vardır. İşte Allah, haramlarından sakınan
ve emirlerini yerine getiren kullarını, bu şekilde güzel bir mükâ-faatla
mükâfaatlandır. [45]
32. Onlar
şöyle kimselerdir ki, şirk ve masiyet kirlerinden temizlenmiş iyi ve Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmış kimseler olarak melekler onların canlarını alır. Melekler onlara
selâm verir ve onları cennetle müjdelerler. İbn Abbas şöyle der: Melekler Allah'tan
onlara selâm getirirler ve amel defterleri sağından verilen mutlu kişiler
olduklarını kendilerine bildirirler.[46] Cennete girin. Dünyada sunduğunuz iyi
amellerden dolayı cennet size afiyet olsun. [47]
33. Bâtılda
devam etmeleri ve dünyaya aldanmaları yüzünden, söz tekrar müşrikleri kınamaya
ve azarlamaya geldi. Yani onlar sadece iki şeyeden birini bekliyorlar.
Kendilerine ölümün inmesini veya dünya azabının gelmesini bekliyorlar. Onlardan önceki yalanlayanların başlarına
gelenlerden ibret almıyorlar mı? Bu onlara yetmiyor mu? Onlardan önceki
suçlular da böyle yaptı da, başlarına belâ geldi. Onları cezalandırmak ve yok
etmek suretiyle Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar Allah'a ortak koşmak ve
günah işlemekle kendilerine zulmettiler. [48]
34. İnkarlarının
ve pis amellerinin cezası başlarına geldi. Alay etmelerinin cezası inip onları
kuşattı. Bu ceza, cehennemin aşağı tabakalarında çekecekleri elem verici
azaptır. [49]
35. Allah'a
ortak koşan ve onu inkâr eden Kureyş kâfirleri dediler ki: Allah dileseydi, ne
bizi ne de babalarımız kesinlikle putlara tapmazdık. Bahîre, sâibe ve diğer
hayvanlardan haram kıldıklarımızı da
haram kılmazdık. Bunu, öyle inanarak değil de alay yoluyla söylediler.
Maksatları, Allah'a ortak koşmaları ve bazı hayvan yiyecekleri haram
kılmalarının Allah'ın rıza ve dilemesiyle olduğunu, ve bunun hak ve doğru
olduğunu bildirmekti.[50] Onlardan önceki suçlular da buna benzer
yalanlamalarda bulunmuş ve alay etmişlerdi. Bunların bâtıl delilleri gibi
deliller getirdiler ve inkârlarını ve masiyetlerini kendilerinin kazandığını
unutmuş güründüler. Bunların tümünün, peygamberleri kendilerini Allah'ın
gazabına ve cehennem azabına karşı uyardığı halde sırf kendi tercihleriyle
olduğunu unuttular. Peygamberlerin görevi, tebliğden başka bir şey değildir.
Doğru yola iletme ve iman nasip etme işi Allah'a aittir. [51]
36. Andolsun
biz bütün mahlukata, Allah'a kulluk edin ve onu birleyin; Allah'tan başka,
şeytan'a, kâhine, putlara ve sapıklığa çağıran her ma'budu bırakın diye
peygamberler gönderdik, Onlardan öylesi vardır ki, Allah ona, dinine ve
kendisine ibadete giden yolu göstermiş, o da iman etmiştir. Onlardan öylesi de
vardır ki, bedbahtlık ve sapıklığa düşmek hak olmuş, o da inkâra saplanmıştır.
Yüce Allah şunu bildirdi ki, Allah'ın davetini insanlara ulaştırmak için
peygamberler gönderdi. Bazıları bu daveti kabul etti, Allah da onu hidayete
iletti. Bazıları ise kabul etmeyip inkâr etti, Allah da onu saptırdı. Ey Kureyş
topluluğu! Yeryüzünün etrafım gezin. Sonra yalanlayan toplumların başlarına
gelenlere bir bakın. Belki ibret alırsınız. [52]
37. Bu hitap
Rasulullah (s.a.v)' adır. Yani, Ey Muhammedi O kafirlerin hidâyete ermelerine
düşkünlük gösteriyorsan bil ki Yüce Allah, kötü tercihi sebebiyle bir insan
hakkında sapıklık takdir etmişse, zorla ve kahren onun hakkında hidayet
yaratmaz. Onları Allah'ın azabından kurtaracak kimseleri yoktur. [53]
38.
Müşrikler, Allah'ın ölen kimseyi tekrar diriltmeyeceğine dair olanca güçleri
ile yemin ettiler. Öldükten sonra dirilmeyi uzak buldular, çürüyüp zerreler
halinde dağıldıktan sonra bunun zor bir iş olduğuna inandılar. Yüce Allah
onları reddetmek üzere şöyle buyurdu: Hayır, onları mutlaka diriltecek. Bunu
kesin bir şekilde va'detmiştir. Katiyetle gerçekleşecektir. Fakat insanların
çoğu, Allah'ın kudretini bilmez, dolayısıyle öldükten sonra dirilmeyi ve haşri
inkâr ederler. [54]
39. Allah,
onlann yeniden dirilmeyi inkârları hususundaki sapıklıklarını ortaya çıkarmak
ihtilafa düştükleri konuda gerçeği göstermek ve itaatkar ile isyan eden, hak
yolda gidenle bâtıl yolda giden ve zalim ile mazlum arasında adaleti
gerçekleştirmek için onları diriltecek. Yeniden dirilmeyi inkar edenlerin ve
Allah'ın gerçek va'dini yalanlayanların, söyledikleri sözlerde yalancı
olduklarını bilmeleri için onları dirilteceğiz. [55]
40. Biz bir
şeyin olmasını istediğimiz zaman ona söyleyecek sözümüz sadece "ol"
ç'ememizdir. Hemen oluverir. Yani bu iş için büyük bir gayret ve meşakkate
ihtiyaç yoktur. Biz bir şeye ol deriz, o da olur. Tefsirciler şöyle der: Yüce
Allah'ın bu ifadesi olayı zihinlere yaklaştırmaktır. Yoksa şu bir gerçek ki,
Yüce Allah bir şeyin olmasını istediğinde kelimesine ihtiyaç olmaksızın o şey
mutlaka olur. [56]
41. Allah
uğrunda çeşitli işkencelere katlandıktan sonra yine onun uğrunda ve onun
rızasını kazanmak için vatanlarını ve çoluk çocuklarını bırakıp da göç edenler
var ya, onları bu dünyada iyi bir yurda yerleştireceğiz. Kurtubi şöyle der:
Onlar Suheyb, Bilâl, Hab-bâb ve Ammâr'dır. Mekkeliler bunlara istediklerini
söyletinceye kadar işkence ettiler. Serbest bıraktıklarında Medine'ye göç
ettiler.[57] İşte onlan dünyada, kaybettiklerinden daha
güzel ve daha iyi bir yurda yerleştireceğiz. İbn Abbas şöyle der: Allah onları
Medine'ye yerleştirdi ve orasını onlar için hicret yurdu kıldı, Ahiret sevabı
ise daha büyük ve daha şereflidir. Keşke insanlar bunu bilseler. [58]
42. Onlar
sıkıntı ve güçlüklere sabredip vatanlarından göç eden, kardeşlerinden ayrılan,
Allah'ın ecir ve sevabını dileyerek sadece ona dayananlardır. [59]
43. Ey
Muhammedi Senden önce de geçmiş milletlere insandan başka peygamber
göndermedik. Sana vahyet-tiğimiz gibi onlara da vahyediyorduk. Tefsirciler
şöyle der: Kureyş müşrikleri Rasulullah (s.a.v.)'m peygamberliğini inkar etti
ve : "Allah, bir insanı peygamber göndermekten yücedir. Bize bir melek
gönderse ya" dediler. Bunun üzerine yukardaki âyet indi.[60] Ey Kureyş topluluğu! Eğer siz bunu
bilmiyorsanız Tevrat ve İncil'i bilenlere sorun. Onlar, bütün peygamberlerin
insan olduğunu size bildireceklerdir. [61]
44. Onları,
kendilerinin doğruluğunu gösteren hüccet, kesin delillerle ve mukaddes
kitaplarla gönderdik. Sana da, gafil kalpleri uyarıcı ve hatırlatjcı Kur'an'ı
indirdik ki, İnsanlara Allah'ın hükümlerini, helal ve haramı bildiresin. Umulur
ki bu Kur'an üzerinde düşünür ve öğüt alırlar.
[62]
45. Dâru'n-nedve'de
Rasulullah (s.a.v.)'a tuzak kuran ve onu öldürme yollarını arayan o kâfirler...
emin mi oldular? Allah, Karun'a yaptığı gibi, onları da yurtlarıyle birlikte
yere batırmayacağından emin mi oldular? Veya onlar emniyet ve sükun içersinde
iken, akıllarına gelmeyecek ve bilemiyecekleri bir taraftan ansızın kendilerine
azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular? [63]
46. Yahut
onlar ticâret için yolculuk yaparken ve alış-veriş ile meşgul iken onları
helak etmeyeceğinden emin mi oldular. Her hâlü kârda onlar Allah'ı âciz
bırakamazlar. [64]
47. Ya da
onlar azabın inmesinden korkar ve onu beklerken Allah'ın kendilerini helak
etmeyeceğinden emin mi oldular? İbn Kesir şöyle der: Bu son ifade daha vurgulu
ve daha şiddetlidir.[65] Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, çok
merhemetlidir. Zira sizi hernen cezalandırmaz.
[66]
48. O
kâfirler Allah'ın kudretinin eserlerini görüp de ibret almıyorlar mı? Dağlar,
taşlar, ağaçlar ve Allah'ın yarattığı diğer şeylerin hepsinin gölgeleri Allah'a
secde ederek bir taraftan diğer tarafa döner. Onların bu secdesi, Allah'ın dilemesine
boyun eğme şeklindedir. Onun irâdesi ve dilemesinden dışarı çıkmazlar, Onlar
Allah'a boyun eğmiş ve karşısında küçülmüş olarak böyle yaparlar. Bu şeylerin
hepsi Allah'ın kudretine ve iradesine boyun eğmiş oldukları halde o kâfirler
nasıl kibirlenip böbürlenerek ona itaat etmiyorlar. [67]
49. Melekler dahil bütün mahlûkât tek olan Yüce
Allah'a boyun eğer itaat ederler. Ona ibadeti küçümsemezler.[68]
50. Onlar Allah'ın büyüklüğünden ve azametinden
korkarlar, sürekli olarak onun emirlerine sarılırlar. [69]
Bu âyet-i kerimeler
aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır:
1. İyilik,
dediler" cümlesinde hazif yoluyla icaz vardır. "İyilik indirdi,
dediler" manasınadır.
2. Ondan
başka hiçkimseye ibadet etmezdik. Onun haram kıldığından başka hiç bir şeyi
haram kılmızdık âyetinde itnâb vardır.
3. Allah
doğru yola iletti ile Sapıklık ona hak oldu doğru yola iletmez ile saptırdığı
kimse ve sağ ile sol taraflar kelimeleri
arasında tıbâk sanatı vardır.
4. Çok
şefkatli, çok merhametli" kelimeleri, mübalağa sıygalarıdır. Çünkü
vevezinleri mübalağa ifade eden kiplerdendir.
5. Göklerde
ve yerde bulunanlar., ve melekler secde eder". Burada umûmiden sonra
husûsî olan zikredilmiştir. Bu, temiz melekleri daha çok büyütmek ve
şereflendirmek içindir.
6. düşünürler,
küçülerek boyun eğenler ve bilirler kelimelerinde seci' vardır. [70]
Bazı âlimler, Senden
önce de; erkeklerden başka peygamber göndermedik âyetinden, peygamberliğin
erkeklere ait olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Kadınlardan peygamber yoktur
demişlerdir. Bu, ince bir hüküm çıkarmadır.[71]
İbn Teymiyye,
Minhâcu's-sunne adlı eserinde şöyle der: Kaderi delil göstermek, bâtıl bir
delildir. Bu hususta bütün âlemlerde bulunan akıl ve din sahipleri ittifak
etmişlerdir. Bunun içindir ki müşrikler, Allah dileseydi, ne biz ortak koşardık,
ne de babalarımız[72] deyince, Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi:
De ki, elinizde bize açıklayacağınız bir bilgi mi var? Siz zandan başka bir
şeye uymuyorsunuz? Siz sadece yalan söylüyorsunuz [73] Müşrikler akıllarıyle ve fıtrî duygularıyle,
bu delilin batıl olduğunu biliyorlardı. Çünkü onlardan biri diğerine zulmetse,
veya çocuğunu öldürmek ya da eşiyle zina etmek istese, yahut ısrarla zulüm
etse de insanlar ona "böyle yapma" deseler, o da: "Allah
dileseydi yapmazdım" dese, ne onlar onun bu delilini kabul eder, ne de o
başkasının böyle bir delilini kabul eder. Bu delili ancak kınamayı kendinden
defetmek için tutarsız delil getiren kimse kullanır.[74]
51. Allah
buyurdu ki: "İki ilâh edinmeyin! O ancak bir İlâh'dır. O halde yalnız
benden korkun!"
52. Göklerde
ve yerde ne varsa, O'nundur, din de yalnız O'nundur. Allah'tan başkasından mı
korkuyorsunuz?
53. Nimet
olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğu
zaman da yalnız O'na yalvarırsınız.
54. Sonra da
sizden o zararı giderdiğinde, içinizden bir zümre, hemen Rablerine ortak
koşarlar!
55. Kendilerine
verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük ettikleri için öyle yaparlar. O halde bir
müddet daha faydalanın, fakat yakında hakikati bileceksiniz!
56. Bir de
kendine rızık olarak verdiklerimizden, mahiyetini bilmedikleri putlara pay
ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka
sorguya çekileceksiniz!
57. Onlar, kızları Allah'a veriyor, ki Allah bundan
münezzehtir, beğenip hoşlandıklarını da kendilerine alıyorlar.
58. Kendilerinden biri kız ile müjdelendiği zaman,
öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir.
59.
Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu,
aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın ki,
verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!
60. Kötü
sıfat, âhirete inanmayanlar içindir. En yüce sıfatlar ise Allah'a aittir. O,
her şeyden üstün ve hikmet sahibidir. .
61. Eğer
Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı. Fakat, onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor.
Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne
geçebilirler.
62.
Kendilerinin hoşlarına gitmeyen Şeyleri Allah'a isnâd ediyorlar. En güzel
sonucun kendilerinin olduğunu anlatan dilleri de yalanın örneğini veriyor. Hiç
şüphesiz onlar için, sâdece ateş vardır ve onlar, ateşe hemen götürüleceklerdir.
63. Allah'a
andolsun, senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermişizdir. Fakat şeytan,
onlara işlerini süslü gösterdi. İşte o, bugün onların velisidir. Ve onlar için
elem verici bir azap vardır.
64. Biz, bu
Kitâb'ı sana sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın diye
ve îman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olması için indirdik.
65. Allah
gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz
ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.
66. Kuşkusuz
sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların
karınlarındaki fışkı ile kan
arasından gelen, içenlerin
boğazından kolayca geçen hâlis
bir süt içiriyoruz.
67. Hurma ve
üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler
için büyük bir ibret vardır.
68. 69.
Rabbin bal arısına: dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan
kendine evler edin. Sonra meyvelerin herbirinden ye ve Rabbinin sana
kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarjndan
renkleri çeşitli bir şerbet çıkar, onda insanlar için şifa vardır. Elbette
bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.
70. Sizi
Allah yarattı, sonra sizi öldürecek. Bilgili olduktan sonra hiçbir şeyi
bitmesin diye sizden bazı kimseler ömrün erzeline kadar yaşatılır. Şüphesiz ki
Allah herşeyi bilen, kudretlidir.
71. Allah,
kiminize kiminden daha bol rızık verdi. Bol nzık verilenler, rızıklarını
ellerinin altındakilere vermiyorlar ki rızikta hepsi eşit olsunlar. Yoksa
Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
72. Allah,
size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve
torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı. Onlar hâlâ bâtıla inanıp Allah'ın nimetine
nankörlük mü ediyorlar?
73.
Müşrikler Allah'ı bırakıp da kendilerine göklerde ve yerde olan rızıktan
hiçbir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen şeylere tapıyorlar.
74. Allah'a
birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah, her şeyi bilir, siz ise
bilemezsiniz.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, kâinatta ne varsa Allah'ın emrine itaat ettiğini, onun kudretine
boyun eğdiğini anlattı. Burada da sadece kendisine ibadet edilmesini emretti.
Çünkü yaratan da rızık veren de O'dur.. Daha sonra Câhiliyye halkının
sapıklıkları hususunda misaller verdi, kendisine ibadet ve şükür etsinler diye,
insanlara yüce nimetlerini hatırlattı. [75]
Vâsib; devamlı,
sürekli demektir. Cevheri şöyle der: Birşey devam ettiğinde denir. Mastarı
dur. Onlar için
devamlı bir azap
vardır[76] âyetinde bu manada kullanmıştır. Şair şöyle
der:
Bol yağmur yağdıran
bulutun gürültüsü devamlıdır.[77]
Yalvarırsınız. dua ve
yalvarmada sesi yükseltmek demektir. Bir kimse bağırdığında, denir. Sığın
anlatırken A'şa şöyle der:
Gece ile güdüz
arasında üç tur attı. Hoş olmayan şey onun tur atması ve bağırmasıydı.[78]
Kezîm, keder ve öfke
dolu. Öfkeden ağzı kapatıp konuşmamaktır.
Gizlenir.
Hûn; horluk ve
zelillik. Fers, işkembe veya bağırsağa inen pisliktir. Sâiğ, lezzetli ve içimi
kolay.
Zulel, çoğuludur.
Zelûl, meşakkatsiz olarak emir altına alınan ve boyun eğen demektir.
Ezherî şöyle der:
Hafede, oğulllarm oğullan manasınadır. Ha-fede, hizmetçiler ve yardımcılar
mânasına da gelir.[79]
51. Yüce
Allah buyurdu ki: İki ilâha ibadet etmeyin. Çünkü gerçek ilah birden fazla
olmaz. Sizin ilahınız birdir, tektir, eşi yoktur, herşey O'na muhtaçtır, O
hiçbir şeye muhtaç değildir, Sadece Ben'den korkun, başkasından değil. [80]
52. Göklerde
ve yerde rie varsa, hepsi Allah'ın mülkü, mahluku ve kullarıdır. O'na itaat ve
boyun eğmek vacip ve sabittir. O gerçek ilâhtır. Samimi itaat sadece O'na
mahsustur. Bu hemze, inkar ve kınama ifade eder. Yani Allah'tan başkasından
nasıl korkarsınız? Menfaat vermek de, zarar vermek de onun elindedir. [81]
53. Ey
insanlar, size verilen rızık, nimet, afiyet ve yardım Allah'ın lutfu ve
ihsanıdır, Sonra size fakirlik, hastalık ve kıtlık gibi bir zarar geldiğinde,
sadece ona dua ederek seslerinizi yükseltirsiniz. Yani sıkıntı ve darlık anında
sadece O'na sığınırsınız. Ortaklara değil sadece O'na yönelirsiniz. [82]
54. Sonra
Allah sizden belâyı kaldırınca, bir grup hemen tekrar Allah'a koşar. Kurtubî
şöyle der: Bu âyet, helak olmaktan kurtulduktan sonra Allah'a ortak koşmanın
şaşılacak bir şey olduğunu ifade eder.[83]
55. Allah'ın
sıkıntı ve belâyı kaldırma gibi nimetlerini inkar etmek için ortak koşarlar. Bu
fani dünyadan faydalanın. İlerde, yaptıklarınızın sonucunu ve başaniza inecek olan azabı göreceksiniz. Bu, tehdit ve azap ifade
eden bir emirdir. [84]
56. İlah
olduklarını hüccet ve delil-lerle bilmedikleri putlara, ekinlerden ve hayvanlardan
bir pay ayırırlar.[85] Bunu, onlara yaklaşmak gayesiyle yaparlar, Ey
Müşrikler! Vallahi, Allah hakkında uydurduğunuz yalanlardan mutlaka sorguya
çekileceksiniz. Maksat, azarlama ve kınama sorusu sormaktır. [86]
57.
Melekleri, Allah'ın kızları saymaları da, bu müşriklerin cehalet ve
beyinsizliklerindendir. Kızları Allah'a nisbet ettiler, erkekleri kendilerine
aldılar. Allah bu iftira ve bühtandan uzak ve yücedir. Kız çocuklarından
tiksinti duydukları için hoşlanmayarak kendilerine, hoşlandıkları erkek
çocukları seçtiler. [87]
58. Onlardan
birine bir kızı olduğu haber verildiğinde keder ve üzüntüden yüzü değişip
kararır. Kurtubî şöyle der: Yüzün kararması üzüntü ve kederden kinayedir. Yoksa
Allah, bununla onun yüzünün siyahlığını kastetmiş değildir. Araplar,
hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşan herkes için, yüzü karadı" derler.[88]
Üzüntü ve Öfke dolu olduğu halde yüzü değişir.
[89]
59. Kızından
dolayı kendisinin ayıplanmasından korkarak kavminden gizlenir. Sanki kız
çocuğu, ilâhî bir lütuf değil de bir belâ imiş. Sonra ne yapacağını düşünür.
O kızı, zillet ve
horluk içinde yanında alı mı koysun, yoksa diri diri; toprağa mı gömsün! Bakın
yaptıkları şey ve verdikleri hüküm ne kötü! Zira, kendileri katında bu derece
hor ve hakir olan kızları yaratıcılarına nisbet ediyorlar, oğlanları
ise kendilerine.. Allah onların söylediklerinden son derece yücedir. [90]
60. Çirkinlikte
örnek olacak çirkin ve kötü sıfatı âhirete inanmayan ve cehalet ve beyinsizlik
yüzünden kızları Allah'a nisbet olunur. Sânı yüce olan sıfat, mutlak üstünlük
ve yaratılmışların sıfatlarından uzak olmak. Ancak Allah'ın vasfıdır. Allah
mülkünde azîz ve güçlü, tedbirinde hikmet sahibidir.
Bundan sonra Yüce
Allah, zulümlerine karşı kullarını çabuk cezalandırmayacağını anlatarak şöyle
buyurur: [91]
61. Allah
insanları, inkârları ve günahları yüzünden hemen cezaladırsaydı, yeryüzünde
yürüyen insan ve hayvan diye bir şey bırakmazdı. Fakat onları hikmetin
gerektirdiği belirli bir zamana kadar erteler. Onların yok olmaları için tesbit
edilen vakit geldiğinde bir an olsun geri kalmazlar, o anı geçemezlerdi.
Nitekim bir başka âyette Onları helak etmek için de belli bir zaman tayin
etmiştik[92] buyrulmuştur.
[93]
62.
Kendileri kızlardan hoşlanmadıkları halde, kızları Allah'a verdiler. Bu âyet,
kınama ve azarlamak maksadıyle Önceki âyeti tekit etmektedir. Allah hakkında
yaptıkları iftirayı yapıyorlar ve bununla beraber Allah katında güzel sonun
kendilerine ait ve kendilerinin cennetlik olduğunu iddia ediyorlar. Şüphesiz
işledikleri güzel sonuç yerine onlar için cehennem ateşi vardır. Orası öyle bir
yerdir ki, onun azabından öte daha şiddetli bir azap yoktur. Onlar oraya acele
olarak, öncelikle gönderilirler.[94] Bundan sonra Yüce Allah peygamberler
göndermek suretiyle verdiği nimeti hatırlattı ki, peygamber (s.a.v.) eziyetlere
katlanarak sabretmek hususunda onlara uysun.[95]
63. Ey
Muhammedi Vallahi senden Önce de kavimlerine peygamberler gönderdik. Şeytan
onlara çirkin amellerini güzel gösterdi de peygamberleri yalanladılar ve
kendilerine getirdikleri mucizeleri kabul etmediler. Şeytan bugün dünyada
onların yardımcısı dır. O ne kötü yardımcıdır, Ahirette onlar için elem verici
bir azap vardır. [96]
64. Ey
Muhammedi Kur'an'ı sana sadece insanlara din ve ahkâm hususunda ihtilafa
düştükleri şeyleri açıklayasın diye indirdik ki, onların aleyhine bir delil
olsun. Kur'an'ı kalpler için bir hidayet, inananlar için bir rahmet ve şifa olarak
indirdik. Bundan sonra Yüce Allah, birliğine delâlet eden kudretinin
büyüklüğünü anlatarak şöyle buyurdu: [97]
65. Allah,
kudretiyle bulutlardan su indirdi. Yeryüzü kurumuş ve çoraklaşmışken, o suyla bitkileri
ve ekinleri diriltti. Şüphesiz bu diriltmede, nasihati dinleyen ve düşünüp
anlayan bir kavim için, Allah'ın kudretinin büyüklüğüne apaçık bir delil
vardır. [98]
66. Ey
insanlar! Sizin için bu hayvanlarda yani deve, sığır, koyun ve keçide,
akıllıların anlayacağı büyük bir ibret ve öğüt vardır. Onların yaratılması ve
emre boyun eğdirilmesi, Allah'ın birliğini, büyüklüğünü ve kudretini gösterir.
Bu hayvanların karınlarında bulunan şeylerin bazılarından size içiririz.[99] Pislik ve kan arasından bu saf sütü ve faydalı
ayranı içririz. içenlerin gırtlağından kolayca geçer, lezzetli ve içimi
kolaydır. [100]
67. Allah'ın
size lütfettiği hurma ve üzüm meyvelerinden sizin için, içki, yapacağınız
şeyler vardır. Ta-berî şöyle der: Bu âyet, içki haram kılınmadan evvel nazil
olmuştur. İçki daha sonra haram kılınmıştır.[101] Onlardan hurma ve kuru üzüm gibi güzel rızık
da edinirsiniz. İbn Abbas şöyle der: Güzel rızik, o meyvelerden Allah'ın helal
kıldıklarıdır. Sekr (sarhoşluk) ise, onların meyvelerinden haram kılınanlardır,
İşte bunlarda, akıllarını kullanarak düşünen bir kavim için Allah'ın birliğini
gösteren güçlü ve apaçık bir delil vardır. İbn Kesir şöyle der: Akıl insanda
bulunan en şerefli bir varlık olduğu için
burada zikredilmesi uygun düştü.
Bunun içindir ki, Allah akıllarını korumak için bu ümmete sarhoşluk
veren içkileri haram kıldı.[102] Yüce Allah önceki âyetlerde, pislik ve kan
arasından süt, hurma ve üzüm meyvelerinden güzel rızık çıkarma gibi kudretinin
sonsuzluğunu ve hikmetinin yüceliğini gösteren şeyleri anlattıktan sonra
arıdan, insanlar için şifa olarak yarattığı balı çıkarını yi anlattı. Arı,
zayıf ve küçük bir hayvandır. Onda harikulade ve enteresan özellikler vardır.
Bunların hepsi Yaratıcının birliğini, kudretini ve büyüklüğünü gösterir. [103]
68. Rabbin bal
arısına vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan
kendine evler edin. Burada vahyden maksat, ilham ve yol göstermektir. Yani
Allah arıya onun faydalarını ilham etti ve ona güzel altıgen evler yapma
yolunu gösterdi. An üç yerde bu evlerde barınır: Dağlarda, ağaçlarda ve
insanların yaptığı kovanlarda.. [104]
69. Sonra
arzu ettiğin tatlı, ekşi ve acı her türlü çiçek ve meyvelerden ye, diye ilhanı
ettik. Şüphesiz Allah kudretiyle onları bala çevirir. Otlak aramada Senin için
hazırlanmış olan yollara gir ki gelip giderken yolunu şaşırmayasın. Arının
karnından kırmızı, beyaz ve sarı çeşitli renklerde bal çıkar. Bu balda,
insanların birçok hastalıkları için şifa vardır. Râzi şöyle der: Eğer derlerse:
"Bal insanlar için nasıl şifa olur? Halbuki o safra için zararlıdır."
Buna şöyle cevap veririz: "Yüce Allah bütün insanlar için, bütün
hastalıklar için ve her türlü halde şifadır, demedi. Bilakis bazı kimselere ve
bazı hastalıklara şifa olduğu için, "onda şifa vardır." Şeklinde
nitelenmesi uygun oldu.[105] Bunda Allah'ın kudretinin büyüklüğünü ve
sanatının güzelliğini düşünen bir kavim için elbette bir ibret vardır. [106]
70. Siz
hiçbir şey değilken Allah kudretiyle sizi yarattı, sonra takdir edilen süreniz
sona erince sizi öldürecek. Sizden bazıları, ömrünün en zayıf çağına kadar
yaşatılır. Bu da ihtiyarlık ve bunaklık çağıdır. Bildiğini unutsun diye. Bu
durumda insan kuvvetinin ve aklının noksanlığı hususunda çocuğa benzer, Allah,
yarattıklarını idare etmesini pek iyi bilir, istediğini de yapabilir. İnsanı
bilgili durumdan Câhil duruma getirmeye gücü yettiği gibi, onu öldürdükten
sonra diriltmeye de gücü yeter. İkrime şöyle der: "Kim Kur'an okursa
ömründe bu derece zayıf duruma düşürülmez.[107]
71. Allah
rızıkları aranızda farklı taksim etti. Bu zengindir, öteki fakir. Biri efendi,
diğeri köledir. O zenginler, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği mallara
kölelerini ortak etmiyorlar ki,
zenginlikte kuleleriyle eşit olsunlar. Bu, Allah'ın müşrikler hakkında
getirdiği bir meseldir. İbn Abbas şöyle der: Onlar kölelerini mal ve
kadınlarına ortak et-mezken, kullarımı benim saltanatıma nasıl ortak ediyorlar.[108] Bu soru inkâr ifade eder. Yani onlara nimet
veren Allah olduğu, halde başkalarını O'na ortak mı koşuyorlar? [109]
72. Yüce
Allah kudretiyle, kadınları sizin cinsinizde ve şeklinizde yarattı ki, aranızda
sevgi, merhamet ve uyum meydana gelsin. Sizin için o eşlerden çocuklar ve
torunlar yarattı. Torunlar, dedelerine hizmet ve itaat ettikleri için onlara
Meyveler, tahıllar ve hayvanlar gibi lezzetleri çeşitli şeylerden size rızık
verdi, Allah'ın bu anlatılan nimetleri gerçekleştikten sonra hâlâ putlara
inanıp Rahman'ı inkâr mı ediyorlar? Bu soru, kınama ve azarlama ifade eder. [110]
73. O
müşrikler ne yağmur yağdırmaya, ne ekin veya bitki bitirmeye, ne de onlara az
veya çok bir rızık vermeye gücü yeten putlara tapıyorlar, Bu, onların yapacağı
iş değildir. İsteseler de bunu yapamazlar. [111]
74. Allah'a
misaller getirmeyin. Bazı şeyleri onlara benzetmeyin. Çünkü Allah'ın benzeri ve
eşi yoktur. Allah bütün hakikatleri bilir. Siz ise, yaratanın ne kadar büyük
olduğunu bilemezsiniz. [112]
Bu âyet-i kerimeler
aşağıdaki edebî sanatları ihtiva etmektedir.
1. Yalnız
benden korkun". Bu âyette, üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Bu
heybet ve korkuyu kalplere yerleştirmek içindir. Aynı zamanda kasr ifade eder. Yani,
"Benden başkasından korkmayın".
2. İleri
geçiyorlar ile Geri kalıyorlar, Yeri diriltti ile Ölümünden sonra ve İnanıyorlar
ile inkâr ediyorlar kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
3. ile
hepsinden" arasında cinas-ı nakıs vardır.
4. Allah'a
kızları veriyorlar bundan münezzehtir kendilerine de istediklerini alıyorlar
cümlesinde1 lafzı ara cümlesidir. Halkı, bu çirkin cehalete karşı hayrete
düşürmek için gelmiştir.
5. Mutlak
kudret, kuvvet ve hikmet sahibidir, şeyi bilendir, herşeye gücü yeter
kelimeleri mübalağa ifade eden ki
6. Düşünüyorlar,
Çardak yapıyorlar, inkâr ediyorlar cümlelerinde seci sanatı vardır.
7. Faydalanın
ilerde göreceksiniz" cümlesi tehdit ifade eder.
8. Dilleri
yalan söylüyor". Şihâb şöyle der: Bu, belîğ ve bedî' kelamdandır. Yani
onların dilleri yalancıdır. Bu, Arapların, O'nun gözleri sihir anlatır"
cümlesine benzer. Yani, gözleri büyüleyicidir. Beli, inceliği anlatır yani
beli incedir. [113]
75. Allah,
hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan
kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir
kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur.
Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
76. Allah,
şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve
efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi,
bu adanı ile, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?
77. Göklerin
ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyâ-met'in kopma işi, göz açıp kapama gibi veya
daha az bir zamandan başkası değildir. Allah, her şeye kadirdir.
78.
Siz, hiçbir şey
bilmezken Allah, sizi
analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar,
gözler ve kalbler verdi.
79. Göğün
boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak
uçuşan kuşları görmediler
mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz
bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.
80. Allah,
evlerinizden sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve sizin için davar
derilerinden gerek göç gününüzde gerekse konaklama gününüzde, kolayca
taşıyacağınız evler; yünlerinden,
yapağılarından ve kıllarından bir
süreye kadar faydalanacağnız bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.
81. Allah, yarattıklarından sizin
için gölgeler yaptı. Dağlarda da
sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi
koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize
nimetini tamamlıyor.
82. Yine de
yüzçevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.
83. Onlar,
Allah'ın nimetini bilirler. Sonra da onu inkâr ederler. Onların çoğu kâfirdir.
84. Her
ümmetten bir şahit göndereceğimiz gün, artık ne kâfir olanlara izin verilir, ne
de onların özür dilemeleri istenir.
85. O
zulmedenler, azabı gördüklerinde, artık onlardan azap hafifletilmez, onlara
mühlet de verilmez.
86. Allah'a
ortak koşanlar, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman, derler ki:
"Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da tapmış olduğumuz ortaklarımızdır.
Onlar da bunlara, "Siz mutlaka yalancılarsınız" diye söz atarlar.
87. O gün
Allah'a teslim olurlar ve uydurmakta oldukları şeyler onlardan kaybolup gider.
88. Kâfir
olup da insanları Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta
oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız.
89. O gün
her ümmetin içinden kendilerinin üzerine birer şahit göndereceğiz. Ayrıca,
seni de onların üzerine tam bir şahit olarak getirdik. Bu Kitab'ı da sana, her
şey için bir açıklama, bir hidâyet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için de
bir müjdeci olarak indirdik.
90. Muhakkak
ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emrdeder, çirkin işleri,
fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp Hıkısınız diye size öğüt veriyor.
Yüce Allah Önceki
âyetlerde müşriklerin, Allah'tan başkasına ibadet etmeleri hususundaki
beyinsizliklerini anlattıktan sonra ardından, ne zarar ne de menfaat veren,
işitmeyen ve cevap vermeyen putlara ibadet etmenin bâtıl olduğunu açıklamak
için iki misal getirdi. Daha sonra da, kendisine ibadet ve şükretsinler, boyun
eğerek ve yönelerek samimiyetle ibadet etsinler diye, verdiği bazı nimetleri
insanlara hatırlattı. [114]
Ebkem; konuşamayan,
dilsiz.
Keli, başkasına yük
olan ağır şey. Yetim, kendisine bakana ağırlık verdiği için, ona da denir. Şair
şöyle der:
O, yetimin kemikleri
sertleşip genç olmadan önce, yetim malını çok yiyendir.[115]
Lemh, kapmak gibi
süratle bakmaktır. Bir kimse bir şeye süratle baktığında od denir. Mastarı ve
gelir.
Yolculuğunuz. Ot
aramak maksadıyle yolculuk yapmak demektir. Yolcu kadına da denir.
Yünleri. Evbâr, in
çoğuludur. Koyunun yününe denildiği gibi, devenin yününe de veber denilir.
Zil âl, ev ve ağaç
gibi, kendisiyle gölgelenilen her şey.
Eknân, çoğuludur. in
çoğulu Juki 'e benzer. Rüzgar, yağmur ve benzeri şeylerden koruyan her şeye
kenn denilir.
Serâbil, çoğuludur.
Zeccâc şöyle der: Her türlü giyindiğin gömlek veya zırha sirbâl denir.[116]
75. Bu, Yüce
Allah'ın kendisi ve kendisine ortak koştukları putlarla ilgili getirmiş olduğu
bir meseldir. Yani onların ortak koşmalarındaki durumları, tasarruftan âciz bir
köle ile, işinde dilediği gibi tasarrufta bulunan efendiyi eşit kabul eden
kimsenin durumuna benzer. Üstelik her ikisi de insan ve Allah'ın mahluku olma
hususunda eşittirler. Bunlar böyle olduğu halde Âlemlerin Rabbı olan Allah'ı ne
sanıyorlar ki O'na en âciz mahlukları ortak koşuyorlar?
Efendi, Allah rızası
için malım açıktan ve gizli olarak harcar. İşte, haklarında darb-ı mesel
getirilen köleler ve hürler eşit olur mu? putlar, hiçbir şey yapamayan köleye
benzer. Yüce Allah'a gelince, mülk onundur, rızk onun elindedir, kainatta
istediği gibi tasarruf eder. Buna göre, nasıl ölür da Allah ile putlar bir
tutulur? Bu misalin açıklanması ve hakkın ortaya çıkması dolayısıyle Allah'a
hamdolsun. Delil, her tarafı aydınlatan güneş gibi ortaya çıkmıştır. Fakat
müşrikler beyinsizlikleri ve cahillikleri yüzünden yaratıcı ile yaratılanları
ve efendi ile köleyi eşit tutarlar. [117]
76. Bu, hak
Allah, birisi dilsiz hiçbir şeye gücü yetmeyen, diğeri sağlam iki adamı misal
getirdi. Bu, hak ilahla batıl putların arasını ayırmak için getirilmiş ikinci
meseldir. Mücâhid şöyle der: "Bu, putlar ve Yüce Allah hakkında getirilmiş
bir darb-ı meseldir.[118] Put dilsizdir, hayrı söyleyemez ve hiçbir şey
yapamaz. Çünkü o ya taştır veya ağaçtır. Efendisi veya velisi üzerine ağır bir
yüktür. Efendisi onu ne tarafa gönderirse gönderisin işinde başarılı olamaz,
çünkü o dilsizdir, aptaldır, zayıftır. Bu dilsiz ile şu apaçık konuşan adam bir
olur mu? O, hak ve istikamet üzere olan ve Kur'an'ın nuruyla nurlanmış kimsedir.
Aklı başında olan bir kimse bu iki şahsı eşit tutmadığı halde, put veya taşla,
herşeyi bilen, her şeye gücü yeten ve doğru yola ileten Yüce Allah'ı eşit
tutmak nasıl mümkün olur?[119]
77. Gaybın
ilmini sadece Yüce Allah bilir. Göklerde ve yerde gözlerin göremediğini o
bilir, Kıyametin gelmedeki hızı, göz açıp kapayacak kadar hızlı bakmaya benzer.
Hattâ o daha kısa bir zamanda olur. Bu kıyametin çabuk kopmasına bir temsildir.
Bundan dolayıdır ki Yüce Allah şöyle buyurur: Allah, her şeye gücü yetendir.
Kâfirlerin inkâr ettiği kıyameti koparmak da bu cümledendir. [120]
78. Hiçbir
şeyi bilmediğiniz halde iken, Allah sizi analarınızın rahimlerinden çıkardı.
Allah sizin için işiteceğiniz, göreceğiniz, düşüneceğiniz duyu organları yarattı
ki, nimetlerine karşı şükredesiniz ve O'na hamdedesiniz. [121]
79. Bu,
Allah'ın kudretini ve birliğini gösteren delillerdendir. Yani, bu göklerle yer
arasındaki geniş fezada emre boyun eğerek uçuşan kuşları görmediler mi? Kanatlarını
açıp kaparken, onların düşmesini önleyen sadece Allah'tır. Bu anlatılanlarda,
Allah'ın resullerinin getirdiklerine inanan bir kavim için, onun birliğini
gösteren apaçık deliller ve alâmetler vardır. [122]
80. Allah'ın,
kullarına verdiği nimetleri saymasıdır. Yani, O sizin için taş ve çamurdan
evler yarattı ki, yurtlarınızda kaldığınız sürece onlar içinde olmasınız. Ve
sizin için diğer evler yarattı ki, onlar da kıl, koyun ve deve yününden
yapılmış kubbeli ve kubbesiz çadırlardır. Yolculuklarınızda onları kolayca
yüklüyor ve taşıyorsunuz. Yolculuk ânında da, ikamet ânında da onlar sizin
için hafiftir. Koyun ile devenin yününden ve keçinin kılından giyineceğiniz ve
evlerinizi döşeyeceğiniz şeyler yarattı. Ölme zamanına kadar onlardan
faydalanırsınız.[123]
81. Allah
sizin için ağaçlar, dağlar, binalar ve diğer şeylerden gölgeler yarattı. Onlar
sayesinde güneşin sıcağından korunursunuz. Dağlarda sizin için mağara ve
kaleler gibi içinde barınacağınız yerler yarattı. Râzî şöyle der: Arap ülkeleri
çok sıcak olduğu ve onların gölgeye ve sıcaktan korunmaya şiddetle ihtiyaçları
olduğu için Yüce Allah bu manaları büyük nimetler içinde anlattı.[124] Sizi sıcak ve soğuktan koruması için pamuk,
yün ve ketenden elbiseler yarattı. Savaşta, düşmanlarınızın şerrinden
korunacağınız, elbiseye benzer zırhlar yarattı. İşte sizin için bu şeyleri
yarattığı ve ihsan ettiği gibi, din ve dünya nimetini de sizin için
tamamlayacaktır. Bunları, samimi bir şekilde, Allah'ın Rab olduğunu kabul
edesiniz ve bu nimetleri ondan başka kimsenin veremeyeceğini bilesiniz diye
yarattı. [125]
82. Ey
Muhammedi Eğer imandan yüz çevirir de kendilerine getirdiğin şeye iman
etmezlerse sana bir zarar yoktur. Çünkü senin görevin sadece tebliğ etmektir.
Sen, risâleti tebliğ ettin ve emâneti yerine getirdin. [126]
83. O
müşrikler, Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri bilir ve onların Allah
katından olduğunu itiraf ederler. Sonra da, nimeti verenden başkasına ibadet
etmek suretiyle o nimetleri inkâr ederler. Süddî şöyle der: Allah'ın nimeti
Muhammed (a.s)'dir. Onun peygamber olduğunu bildiler, sonra da yalanlayıp
inkâr ettiler.[127]
Onların çoğu kâfir olarak ölürler. Burada onlardan bazılarının müslüman
olacağına işaret vardır. Fakat çoğu inkâr ve sapıklıkta ısrar edeceklerdir. [128]
84. Kıyamet
gününde, hesap için bütün mahlu-kati
toplarız. Her ümmete kendi peygamberini
göndeririz de, onların mümin ve kâfir olduklarına şahitlik
eder. Sonra, özür beyan etme hususunda kâfirlere izin verilmez. Zira onlar
hesabın bâtıl ve yalan olduğuna inanıyorlardı. Rablarını söz veya amelle razı
etmeleri onlardan istenmez. Razı etme zamanı geçmiş, hesap ve ceza zamanı
gelmiştir. Kurtubî şöyle der: Utbâ, kendisine sitem edilenin, sitem edenin razı
olacağı şeye dönmesidir. Bu kelimenin aslı, öfkelenmek manasına gelen 'tendir.
Bir kimse birisine kazdığı zaman u-it denilir. Sonra seni sevindirecek bir şey
yaptığında denilir.[129]
85. Müşrikler
cehennem azabını gördüklerinde onların cezası, bir saat bile hafifletilmez.
Onlara mühlet de verilmez, ertelenmezlerde. [130]
86. Müşrikler,
dünyada kendilerine ibadet ettikleri ve tanrılık hususunda Allah'a ortak
olduklarına inandıkları varlıkları gördükleri zaman derler ki: Ey Rabbimiz!
Bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptıklarımızdır. Beyzâvî şöyle der: Bu,
onların, bu hususta hata ettiklerini itiraf ve azabın hafifletilmesini
taleptir.[131] Onlar da bunlara, vurgulu
bir şekilde, söylediklerini yalanlayarak cevap verirler. Bu da, kalplerin-deki
üzüntü ve kederin artmasını gerektiren sebeplerdendir. [132]
87. O
zalimler dünyada kibirlenip karşı çıkmışken o gün Allah'ın hükmüne teslim
olacaklardır. İlâhlarının, Allah katında kendilerine şefaat edeceklerine dair
ümitleri de boşa çıkmıştır. Yüce Allah, onların hallerini bildirdikten sonra,
varacakları yeri de bildirerek şöyle buyurdu: [133]
88. Allah'ı
inkâr eden ve İslam dinine girmekten insanları alıkoyanlar var ya, onlara
cehennem de, inkârlarının cezasından daha fazla ceza veririz. Çünkü onlar,
inkâr suçundan fazla olarak, insanları doğru yoldan alıkoyma suçunu da
işlediler. onların suçlarına uygun olarak cezalan kal kat verilir. İnkâr ve
masiyetleri sebebiyle dünyada fesat çıkarmalarından dolayı cezalan kat kat
verilir. [134]
89. İnsanlara
öyle bir günü ve şiddetini hatırlat ki o gün, her ümmetin peygamberlerini aleyhlerinde
şahitlik etsin diye göndeririz. Ey Muhammedi Seni de ümmetin hakkında şahit
olarak getiririz. Sana, bu nurlu Kur'an'ı, insanların din hususunda muhtaç
oldukları her şeyi güzel ve yeterli derecede açıklayıcı olarak indirdik ki,
onların bir delil ve mazeretleri kalmasın. İbn Mes'ud şöyle der: Bu Kur'an'da
her ilim ve herşey bize açıklandı.[135] Bu
Kur'an'ı kalpler için bir hidâyet, kullar için bir rahmet ve doğru yola ermiş
müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. [136]
90. Allah,
güzel ahlâkı, insanlar arasında adaletli davranmayı ve bütün mahlûkâta iyilik
etmeyi emreder.
Önemine binaen burada
özel olarak akrabayı zikretti. Allah, çirkin olan her türlü söz, fiil ve ameli
yasaklar. İbn Mes'ud şöyle der: Bu âyet, Kur'an'da, yapılacak hayrı ve
kaçınılacak şerri kendisinde en çok taplayan âyettir.[137]
Fahşâ, zina ve şirk gibi, son derece çirkin olan her şey demektir. Münker:
İnsan tabiatının hoşuna gitmeyen her şey. Bağy; zulüm ve hakka ve adalete
tecavüz demektir. Allah, gönderdiği emir ve yasaklarla sizi terbiye ediyor ki,
onun kelâmından öğüt alasınız. [138]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı ihtiva eder kapsamaktadır. Bunlar aşağıda sıralanmıştır.
1. Allah,
biri dilsiz iki adamı misal getirdi" âyetinde istiâre-i temsiliyye
vardır. Bu âyet, putu, kendisinden asla faydalanılmayan dilsize benzetir. Sonra
bu putu, herşeye gücü yeten, herşeyi işiten ve gören ile mukayese eder. Rab
nerde, put nerde!
2. Göz açıp
kapamak gibi". Burada mürsel mücmel teşbih vardır.
3. gizlice
ile açkıca, bilirler ile inkar ederler ve yolculuğunuzda ile ikametenizde,
kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır.
4. Sizi
sıcaktan koruyacak gömlekler". Burada hazif yoluyla îcâz vardır.
"Sıcaktan ve soğuktan koruyacak" demektir. Birincisini söylemekle
ikincisine ihiyaç kalmadığı için hazfedildi.
5. Allah
adaleti, iyiliği ve akrabaya yardımı emreder; çirkin işleri, fenalığı ve
azgınlığı yasaklar", âyetinde Allah üç şeyi emrettiği, üç şeyi de yasakladığı
için, latif mukabele sanatı vardır. Bu, edebî sanatlardandır.
6. Akrabaya
yardımı" bölümünde, önemine binâen umumdan sonra husus zikredilmiştir.
Umum ifade eden ihsan lafzından sonra, husus ifade eden lafzı gelmiştir. [139]
Anlatıldığına göre,
Rasulullah (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderildiği haberi Eksem b. Sayfî'ye
ulaşınca ona iki adam gönderdi. Adamlar Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle
dediler: "Kimsin ve nesin?" Rasulullah (s.a.v.): "Ben, Abdullah
oğlu Muhammedim. Ve ben Allah'ın Rasülüyüm" dedi ve sonra şu âyeti okudu.
Adamlar Eksem'e döndüler. Bu âyeti ona okuduklarında Eksem şöyle dedi:
Görüyorum ki o, güzel ahlâkı emrediyor, kötü ahlâkı yasaklıyor. Bu işte siz baş
olun, kuyruk olmayın.[140]
91. Andlaşma
yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit
tutarak yeminleri pekiştirdikten sonra bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız
şeyleri pek iyi bilir.
92. İpliğini
sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan gibi olmayın. Bir toplum diğer bir
toplumdan daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat âleti
edinmeyin. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilâfa düşmekte
olduğunuz şeyi, Kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.
93. Allah
dileseydi, hepinizi bir tek ümmet kılardı, fakat O, dilediğini saptırır,
dilediğini de doğru yola iletir. Yaptığınız işlerden mutlaka sorumlu
tutulacaksınız.
94. Yeminlerinizi
aranızda fesada âlet edinmeyin, aksi halde bir ayak, sebat etmişken, kayar da,
bu kayma sonunda insanları Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle dünyada kötü
azabı tadarsınız. Ayrıca size âhirette de büyük bir azap verilir.
95. Allah'ın
ahdini az bir karşılığa değişmeyin! Şayet anlayan kimseler iseniz, şüphesiz
Allah katında olan, sizin için daha hayırlıdır.
96. Sizin
yanınızdaki tükenir, Allah katındaki ise bakidir, yapmakta olduklarının en
güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.
97. Erkek
veya kadın, kim mü'min olarak iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile
yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını, elbette ki, yapmakta olduklarının en
güzeli ile veririz.
98. Kur'an
okuduğun zaman, o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!
99. Gerçek
şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde şeytanın bir
hâkimiyeti yoktur.
100. Onun
hâkimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve Allah'a ortak koşanlaradır.
101. Biz bir
âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz zaman ki Allah, neyi
indireceğini çok İyi bilir-"Sen ancak
bir iftiracısın." dedüer.
Hayır, onların çoğu bilmezler.
102. De ki:
"Cebrail Onu, îman edenlere sebat vermek, müslümanları doğru yola iletmek
ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi."
103. Şüphesiz
biz onların, "Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Öğrettiğini iddia
ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu Kur'an, apaçık bir Arapçadır.
104.
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, kuşkusuz Allah onları doğru yola
iletmez ve onlar için acıklı bir azap vardır.
105.
Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar,
yalancıların kendileridir.
106. Kalbi
iman ile dolu olduğu halde inkâra zorlanan hâriç, kim îman ettikten sonra
Allah'ı inkâr eder ve kalbini kâfirliğe açarsa işte Allah'ın azabı bunlaradır;
onlar için büyük bir azap vardır.
107. Bu
(azap), onların dünya hayatını âhirete tercih etmelerinden ve Allah'ın
kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmemesinden ötürüdür.
108. İşte,
onlar Allah'ın, kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir.
Ve onlar gafillerin kendileridir.
109. Hiç
şüphesiz onlar âhirette ziyana uğrayanların ta kendileridir.
110. Sonra
şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek
cihâd edenlerin yardımcısıdır. Bütün bunlardan sonra Rabbin elbette çok
bağışlayan, pek merhamet edendir.
Yüce Allah Önceki
âyetlerde vaad ve tehdit, teşvik ve korkutmaya genişçe yer verdikten ve bütün
İyilik ve faziletleri anlattıktan sonra burada da ahitlerı ve yeminleri
bozmaktan ve Allah'ın emirlerine isyan etmekten sakındırdı. Çünkü isyan belâ ve
mahrumiyetlerin sebebidir. Bundan sonra Yüce Allah, inananlar için hazırlanmış
olduğu güzel hayatı anlattı. [141]
Bozmayınız, ipi bükmek
manasına gelen İbram kelimesinin zıddı olup birşeyin parçalarını birbirinden
ayırmak demektir.
Onu pekiştirmek,
sağlamlaştırmak. Tevkîd ile te'kit aynı manayadır.
Enkâs, çözülmüş ipler,
dio , bükülmüş ipi çözmek demektir.
Dehal, aldatma ve hile
manasınadır. Ebu Ubeyde şöyle der: Sahih olmayan her şey dehal'dir. Yok olur,
biter.
A'cemî, Arapça
konuşmayan (ana dili Arapça olmayan). Ferrâ şöyle der: A'cem Araplardan dahi
olsa, Arapçayı iyi konuşamıyan kimse demektir. Acemî ise, aslen Arap
olmayandır.
Meylediyorlar. İlhad,
meyletmek demektir. Bir kimse doğru yoldan ayrıldığında veya denilir. [142]
a. Rivayete
göre Rasulullah (s.a.v.) Merve'de Cebr adında hristiyan bir kölenin yanında
oturuyordu. Cebr ise kitap okuyordu. Müşrikler dediler ki: Vallahi Muhammed'in getirdiğini
ona Rum asıllı Cebr'den başkası
öğretmiyor. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: Şüphesiz biz onların,
"Ona bir beşer öğretiyor.." dediklerini biliyoruz.[143]
b. İbn
Abbas'tan rivayet edildiğine göre müşrikler Ammar b. Yasir, babası Yâsir, annesi
Sümeyye, Suheyb ve Bilâl'ı yakalayıp işkence ettiler. Sümeyye iki ayrı deveye
bağlandı, ön tarafına harbe ile vurularak öldürüldü. Kocası Yâsir de
öldürüldü. Bunlar İslam'ın ilk şehitleridir. Ammar ise onların arzularını,
istemeyerek diliyle söyledi. Bu durumu gidip Rasulul-lah'a bildirdi. Rasulullah (s.a.v.) ona: Kalbin nasıl? diye sordu. O da: İmanla
dolu," diye cevap verdi. Rasulullah (s.a.v.) : Sana tekrar işkence
ederlerse, sen onların istediklerini yine yerine getir, dedi. Bunun üzerine
Yüce Allah şu âyeti indirdi: Kalbi iman ile dolu olduğu halde inkâra
zorlanandan başka kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse…[144]
91. Peygambere
veya insanlara verdiğiniz sözleri koruyun. Onları tam bir şekilde yerine
getirin. Allah adına sağlam bir şekilde yemin ettikten sonra biat yeminini
bozmayın, Bu biata Allah'ı da şahit ve gözlemci kıldınız. Şüphesiz Allah
yaptıklarınızı pek iyi bilir ve size onların karşılığını verir. [145]
92. İpliğini
sağlamca büktükten sonra çözüp bozan kadın gibi olmayın. Bu, yemini bozanlar
için Allah'ın getirdiği bir misaldir.[146] Bu
âyet, sağlam bir şekilde yemin edip ant içtikten sonra onu bozan kimseyi,
ipliğini sağlamca büytükten sonra onu çözen ve söküntü haline getiren kadına
benzetti. Tefsirciler şöyle der: Mekke'de ahmak bir kadın vardı, ipliğini büker
sonra onu çözerdi. Halk, "bu kadın ne ahmak!" derdi. Yeminlerinizi
tuzak ve aldatma vesilesi edinip İnsanları onlarla aldatıyorsunuz, Bir toplum
diğer toplumdan sayıca daha çok ve malı daha fazla diye yeminlerinizi hile
aracı edinmeyin. Mücâhid şöyle der: Araplar dostlarıyle anlaşır sonra onlardan
sayıca daha çok ve daha güçlülerini bulduklarında onlarla yapmış oldukları
antlaşmayı bozar ve diğerleriyle anlaşırlardı.[147]
Allah size ahdi yerine getirmeyi emretmek suretiyle sizi imtihan ediyor ki,
itaat eden ile isyan edeni görsün. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi
kıyamet gününde mutlaka size açıklayacak ki herkese iyi veya kötü amelinin
karşılığını versin. [148]
93. Allah
dileseydi insanları aynı kabiliyette yaratır ve onları tek millet kılardı. Böylece
onlar ihtilafa ve ayrılığa
düşmezlerdi. Fakat onun hikmeti, insanları kendi tercihleri ile başbaşa
bırakmayı gerektirdi. İnsanlığın bir kısmı mutluluğu, bir kısmı da bedbahtlığı
tercih eder. Dolayısıyle Yüce Allah adaleti gereği, yardımsız bırakmak
suretiyle dilediğini saptırır, lütfü gereği, muvaffak olmalarını sağlamak
suretiyle dilediklerini de doğru yola
iletir. Sonra kıyamet gününde, bütün yaptıklarınızdan sizi sorguya çekecek ve
en küçük bir amelinizin dahi karşılığını size verecektir. [149]
94. Yeminlerin
önemine binâen, onların önemini vurgulamak ve kuvvetle ifade etmek için Yüce
Allah âyeti takrarladı. Yani, yemin edip de bazı geçici dünya menfaatleri elde
etmek maksadıyle insanları aldatmak için onları bir hile ve1 tuzak aracı
yapmayın.[150] Ayaklarınız doğru ve hak
yola tam anlamıyle yerleşmişken ordan kayar. İbn Kesir şöyle der: Bu, doğru yol
üzerinde olup da ondan uzaklaşan, bozulan ve Allah yolundan dönmeye sebeb olan
yeminler yüzünden doğru yoldan ayrılan kimse için bir misâldir. Çünkü kâfir,
müminin, kendisiyle anlaşma yapıp da onu bozduğunu görünce dine güveni kalmaz.
Bu yüzden, kâfirin İslama girmesine engel olunmuş olur.[151] Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu:
Yeminlerinizi bozmak suretiyle başkalarının İslama girmesine engel olduğunuz
için, başınıza sizi üzecek dünyevî ceza gelir. Ahirette de sizin için cehennem
ateşinde büyük bir azap vardır. [152]
95. Allah'a
ve Rasulüne verdiğiniz ahitleri, geçici dünya malı ile değiştirmeyin. Eğer gerçeği
biliyorsanız, Allah katında bulunan sevap ve mükafat sizin için, dünya
menfaatinden daha hayırlıdır. Sonra Yüce Allah bunun sebebini bildirerek şöyle
buyurdu: [153]
96. Ey
insanlar, sizin elinizde bulunanlar geçici ve yok olucudur. Allan katında bulunan
ise bakî ve dâimidir. O kesintisizdir, bitmez de. öyleyse siz, sonsuz olanı
geçici olana tercih edin. sabredenleri en güzel şekilde mükafatlandıracak ve
günahlarından vaz geçip güzel amellerinin karşılığını tam olarak vereceğiz. Bu,
güzel amellerin karşılığında güzel mükafatlar verileceğine dâir iyi bir
vaaddir. Güzel amelin karşılığı, güzel mükafattan başkası olmasın diye
verilmiştir. Bunların hepsi Allah'ın lutfuy ladır. [154]
97. İman
etmek şartıyle, erkek veya kadın, kim Salih amel işlerse, biz dünyada kanaat,
güzel rızık ve Sâlİh amelleri yapabilmeyi nasip etmek suretiyle onu güzel bir
hayat ile yaşatırız. Hasan-ı Basrî şöyle der: Cennetin dışında, hiç kimseye
hayat güzel gelmez. Çünkü cennet hayatı ölümsüz bir hayat, fakirliği olmayan
bir zenginlik, hastalığı olmayan bir sıhhat ve bedbahtlığı olmayan bir
mutluluktur.[155] Güzel amellerinin
karşılığını ahirette mutlaka onlara vereceğiz. Bu, ne güzel mükâfat! [156]
98. Kur'ân
okumak istediğin zaman Allah'tan seni, şeytanın vesveselerinden ve hatıra
getirdiği kötü şeylerden korumasını iste ki, okurken şeytan sana vesvese verip
seni Kur'an'ı düşünmekten ve onunla amel etmekten alıkoymasın. [157]
99. Gerçek
şu ki, şeytanın mü'minleri saptırma ve inkara sürükleme gücü ve kuvveti yoktur.
Çünkü onlar, Allah'ın korumasındadır. Müminler, başlarına gelen belâlarda
yalnız Allah'a güvenirler. [158]
100. Onun
gücü ve hakimiyeti ancak, kendisine itaat eden ve onu dost edinenlere yeter.
Bir de, Şeytan'm aldatması sebebiyle ibadetlerinde, kestikleri hayvanlarda,
yeme ve içmelerinde müşrik olanlara gücü yeter. [159]
101. Biz bir
âyetin yerine başka bir âyet indirip de, öncekinin okunmasını veya hükmünü
kaldırarak ikincisini onun yerine koyduğumuzda, Bu, bir ara cümlesidir, kınama
maksadıyle getirilmiştir. Yani Allah, kullan için en uygun ve en hayırlı olanı
daha iyi bilir. Çünkü bu kitabın âyetleri ilaca benzer. O ilaçtan hastaya,
iyileşmeye yüz tutuncaya kadar yudum yudum verilir. Sonra, durumuna uygun olan
diğer yiyecek türleriyle değiştirilir, Câhil kâfirler dediler ki: Ey Muhammed,
Sen, sadece Allah'a karşı yalan söyleyen ve söz uyduransın. Aksine onların çoğu
cahildir, Allah'ın hikmetini bilemezler. Beyinsizlikleri ve cahillikleri
yüzünden böyle derler. İbn Abbas şöyle der: İçinde zorluk bulunan bir âyet inip
daha sonra o âyetin hükmü kaldırıldığında Kureyş kafirleri şöyle derdi:
Vallahi Muhammed, arkadaşları ile alay etmekten başka bir şey yapmıyor. Onlara
bugün bir emir veriyor, yarın onu yasaklıyor. O bunu sadece kendiliğinden
söylüyor. Bunun üzerine şu âyet indi.[160]
102. Ey Muhammed!
Onlara de ki: Kur'an'ı ancak, doğruluk ve adaletle hükmeden hâkimler hâkimi
Allah katından Cebrail (a.s.) indirdi, ki,
onda bulunan hüccet ve deliller sayesinde mü'minleri imanlarında sabit
kılsın ve imanlarını artırsın. Yüce Allah'ın hükmüne boyun eğen müslümanlar
İçin bir hidâyet ve müjde kaynağı olsun. Burada Allah'a teslim olmayan kafirlere
tariz vardır. [161]
103. Şüphesiz
biz, müşriklerin âdî sözlerini ve "Bu Kur'an'ı Rum asıllı Cebr
öğretti" şeklindeki iddialarını biliyoruz. Yüce Allah onlara şu sözüyle
cevap verdi: Kur'an'ı öğrettiğini iddia ettiğiniz ve "O öğretiyor"
dediğiniz kimse Arap değildir. Bu Kur'an ise, son derece fasih Arapçadır. Dili
Arapça olmayan kimsenin, Muhammed (s.a.v.)'e, bu apaçık Arapça olan Kur'an'ı öğretmesi
nasıl mümkün olur.
Arap olmayan, bu,
fesahat ve beyânda mu'ciz kitabın belagatım nerden bilecek? [162]
104. Bu
Kur'an'a inanmayanlara, Yüce Allah doğruyu bulmayı nasip etmez. Onları kurtuluş
ve mutluluk yoluna iletmez. Onlar için, âhirette elem ve ağrı verici bir azap
vardır. Bu, onların inkâr ve iftiralarına karşı bir tehdit ve azap duyurusudur. [163]
105. Allah'a
ve âyetlerine inanmı-yanlardan başkası ona karşı yalan söylemez. Çünkü onlar,
kendilerine engel olacak bir azaptan korkmazlar. Yalan çirkin bir suçtur, mü'min
ona cür'et edemez. Bu, kafirlerin, Sen, sadece bir yalancısın" sözlerine
bir cevaptır. İşte gerçek yalancılar kendileridir, yalancı olan, Peygamber
Muhammedu'1-Emîn değildir. [164]
106. Kim,
İslam dinine girdikten sonra küfür kelimesini söyler de dinden çıkarsa
Allah'ın gazabına uğrar. Ancak kalbi iman ve kesin inanç ile dolu olduğu halde,
başkası tarafından zorlanarak inkâr kelimesini söyleyen müstesna. Bu âyet,
dinden dönenin suçunun ağır olduğunu göserir. Çünkü o imana grip tadını
aldıktan sonra, dünya hayatını âhiret hayatına tercih ederek dinden dönmüştür.
Tef-sircîler şöyle der: Bu âyet, Ammâr b. Yâsir hakkında indi. Müşrikler onu
yakalayıp işkence ettiler, sonunda onlarm zoruyla istediklerini söyledi.
İnsanlar: "Ammâr kâfir oldu" dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Ammâr tepeden tırnağa iman ile doludur. İman onun etine ve kanına
işlemiştir. Daha sonra Ammâr ağlayarak Rasulullah (s.a.v.)'a geldi. Rasulullah
(s.a.v.) ona, "Kalbini nasıl buluyorsun?" diye sordu. O da :
"İman dolu" diye cevap verdi. Rasulullah (s.a.v.): Tekrar işkence
ederlerse, yine istediklerini söyle.[165]
buyurdu. Fakat kimin kalbi inkara açılır ve ona razı olursa, onlar için, cehennem
azabıyla birlikte, Allah'ın şiddetli gazabı vardır. Çünkü onların suçundan daha
büyük suç yoktur. [166]
107. Bu
azap, onların dünyayı âhirete tercih etmeleri ve onu üstün tutmaları
yüzündendir. Allah onlara iman nasip etmez ve onları kaymaktan ve sapmaktan
korumaz. [167]
108. Allah
onların kalplerine, kulaklarına ve gözlerine mühür vurdu. Onların üzerine o
şekilde perde çekti ki artık onlar hakkı anlayamaz, işitemez ve göremez. Onlar
tam bir gaflet içindedirler. Çünkü dünya onların, akıbetlerini düşünmelerini
engelledi. [168]
109. Gerçek
şu ki, onlar ahirette kesinlikle ziyana uğrayanlardır. Bunda hiçbir kuşku
yoktur. Çünkü onlar ömürlerini, faydasız şeylerde harcadılar. Tefsirciler şöyle
der: Yüce Allah onları altı sıfatla niteledi. Bunlar Allah'ın gazabı, büyük
azap, dünyayı ahirete tercih etmeleri, hidâyetten mahrum olmaları,
kalplerinin mühürlenmesi ve gafillerden kılınmalarıdır.[169]
110. Ey
Muhammedi Şüphesiz Rabbin, azgın müşrikler tarafından işkence
ile dinlerinden döndürülmeye çalışılan sonra Aüah yolunda hicret eden,
Sonra da Allah yolunda cihad ederek cihadın zorluklarına katlanan kimseleri,
Evet Rabbin hicret, cihat ve sabırdan sonra bu kimseleri bağışlayacak ve
onlara merhamet edecektir.[170]
Bu âyet-i kerimeler,
aşağıdaki edebî sanatları kapsar:
1. Büktüğü
ipi bozaıı kadın gibi olmayın" âyetinde teşbih-i temsilî vardır. Yüce
Allah, yemin edip de sözünde durmayan kimseyi, ipi büküp de bozan kadına
benzetti.
2. Yerleştikten
sonra ayak kayar" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah dinde yerleşme için,
"kadem" yani ayak kelimesini istiare olarak kullandı. Çünkü sebatın
aslı ayakla olur. Hak yoldan kayma, ayağın kaymasına benzediği için, onu
istiare yoluyla maddî kaymakla ifade etti.
3. Dilediğini
saptırır ile Dilediğini doğru yola iletir, Arap olmayan ile Arapça ve tükenir ile
devamlı kelimeleri arasında tibâk sanatı vardır.
4. Kur'an
okudun cümlesinde iştikak cinası vardır. Aynı zamanda burada mecâz-ı mürsel de
vardır. Müsebbeb, sebep yerinde kullanılmıştır. Yani, "Kur'ân okumak
istediğin zaman" demektir.
5. Allah ne
indireceğini daha iyi bilir" cümlesi, ara cümlesi olup nesih'teki ilâhî
hikmeti açıklamak için gelmiştir. Burada, birinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş
sanatı da vardır. Allah lafzının söylenmesi ise, kalplere korkuyu yerleştirmek
içindir.
6. Kendisine
nisbet ettikleri kimsenin dili Arapça değildir" âyetinde latif bir istiare
vardır. Yüce Allah lisan (dil) kelimesini, lügat ve söz için miisteâr olarak
kullandı. Nitekim şâir şöyle demiştir:
Kötü lisanı bize ithaf
ediyorsun. Hainlik ettin, senin hainlik edeceğini sanmıyordum.[171]
Araplar, lisan kelimesini lügat manasında kullanır. Nitekim âyet-i kerimede,
Biz gönderdiğimiz her peygamberi, kendi kavminin lisanıyla gönderdik[172] buyrulumuştur. [173]
Kur'an okumadan Önce
Allah'a sığınmanın sırrı şudur: Kur'an, hikmetli bir zikirdir. Apaçık bir
gerçektir. Şeytan vesveseleriyle şüpheleri tahrik ettiği ve desiseleri ile
kalpleri bozduğu için, Rasulullah (s.a.v)'a, Kur'an o-kumak istediği zaman
Allah'a sığınması emrolundu. Çünkü insan kuvveti, şeytanı kolaylıkla defedemez.
Dolayısı ile büyük ve Yüce olan Allah'tan yardım istemeye muhtaç olur. [174]
111. O gün,
herkes gelip kendi canını kurtarmak için
uğraşır ve herkese
yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir, onlara asla zulmadilmez.
112. Allah,
şöyle bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; rızkı her yerden
bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler.
Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı.
113.
Andolsun ki, onlara kendilerinden peygamber geldi de onu yalanladılar. Onlar
zulmederlerken azap onları yakalayıverdi.
114. Artık,
Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin, eğer
yalnız Allah'a ibâdet ediyorsanız, O'nun nimetine şükredin.
115. Allah
size, ancak ölü hayvanı, akan kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına
kesilen hayvanı
haranı kıldı. Artık
kim mecbur kalırsa taşkınlık yapmadan, sının da aşmadan bunlardan yiyebilir.
Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, pek merhamet edendir.
116.
Dillerimin, "Bu helâldir, şu haramdır" diye yalan olarak vasıflandırdığı şeyi
söylemeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a
karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.
117.
(Kazandıkları) pek az bir menfaattir. Halbuki onlar için elem verici bir azap
vardır.
118. Sana
anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara
zulmetmedik, fakat, onlar kendilerine haksızlık ediyorlardı.
119. Sonra,
şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından
tevbe edip durumunu düzeltenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin de elbet
çok bağışlayan, pek merhamet edendir.
120.
İbrahim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a
ortak koşanlardan değildi.
121.
Allah'ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola
iletmişti.
122. Ona
dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, âhirette de sâlihlerdendir.
123.
Sonra da sana,
"Doğru yola yönelerek İbrahim'in dinine uy!
O müşriklerden değildi" diye
vah yettik.
124.
Cumartesi tatili, ancak onda İhtilaf edenlere (farz) kılınmıştı. Kıyamet günü
Rabbin, muhakkak onların ihtilâfa düştükleri
şey hakkında aralıranda hüküm verecektir.
125. Sen,
Rabbinin yoluna hikmet ve güzel Öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde
mücâdele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O hidâyete
erenleri de en iyi bilendir.
126. Eğer
ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama
sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.
127. Sabret!
Senin sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı kederlenme;
kurmakta oldukları tuzaktan kaygı duyma!
128.
Şüphesiz Allah, sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, diliyle inkâr edenin durumu ile hem dili hem kalbiyle inkar edenin
durumunu açıkladıktan sonra, burada da her insanın âhirette göreceği âdil
karşılığı ve dünyada bazı yalanlayanlar için hazırlamış olduğu azabı anlattı.
Daha sonra da, çok içli ve itaatkar olan İbrahim'in (a.s.) kıssasını anlattı ve
Rasulullah (s.a.v.)'a da onun yüce yolundan gitmesini emretti. [175]
Mücâdele eder,
uğraşır.
Rağad: bol, rahat,
yorulmadan, meşakkat çekmeden. En'um, iLojû 'in çoğuludur. Yapı bakımından,
çoğlu olan benzer.
Ümmet, iyi hasletleri
kendinde toplayan önder.
Kânit, itaatkar, boyun
eğen. İtaat ve boyun eğmek manasına gelen kökündendir.
Onu seçti, tercih
etti.
Hanîf, bâtıl dinleri
bırakıp İslam dinine dönen demektir. Meyil manâsına gelen kökündendir. [176]
Hz. Hamza Uhud
savaşında şehit olup müşrikler tarafından azaları parçalanınca, onu gören
Rasulullah (s.a.v,) şöyle buyurdu: Vallahi senin yerine onlardan yetmişinin
azalarını parçalayacağım. Bunun üzerine şu âyet indi: Eğer ceza verecekseniz,
size yapılanın misliyle ceza verin.[177]
111. Kıyamet
gününü onlara hatırlat, o gün her nefis kendini kurtarmaya çalışır, başkasının
durumuyla ilgilenemez. Herkese, yaptığının karşılığı eksiksiz ve noksansız
verilir. Onların mükafatları eksiltilmez, aksine tam olarak verilir. [178]
112. Bu,
Allah'ın Mekkelilere ve diğerlerine verdiği bir misaldir. Allah onlara,
kendilerine nimet verip de bu nimetin şımarttığı, dolayasıyle âsi olup azan bir
kavmi misal verdi. Allah, bu kavme verdiği nimeti azaba çevirmişti, O belde
halkı emniyet, sükûn, mutluluk ne nimetler içinde idi. Onların rızkı her taraftan
çok ve bol geliyordu. Allah'ın kendilerine verdiği iyilik ve bağışladığı rızığa
karşı ona şükretmediler. Allah onlardan emniyet ve sükûn nimetini soyup aldı ve
onlara korku, açlık ve mahrumiyet acılarını tattırdı. Bunu, inkarları ve
masiyetleri sebebiyle yaptı. Râzî şöyle der: Bu, Mekke halkına ait misaldir.
Çünkü onlar emniyet, sükun ve bolluk içinde idiler. Sonra Allah onlara büyük nimeti
verdi. Bu nimet, Muhammed (a.s.)'dı. Fakat onlar onu inkar ettiler, ona çok
eziyetlerde bulundular. Allah da onları yedi sene kıtlık ve açlıkla
ceza-landırdı. O kadar ki leş ve kemik yediler.[179]
113. Muhammed
(a.s) onlara açık âyetler ve parlak mucizeler getirdi. O, içlerinden bir
peygamberdi. Onun soyunu ve sopunu biliyorlardı. Buna rağmen onu tasdik
etmediler, peygamberliğine inanmadılar. Bu âyet gösteriyor ki, yukarda anlatılanlardan
murat Mekke halkıdır. Bu İbn Abbas'ın görüşüdür. Onlar günah ve masiyet
işleyerek zulmederken sıkıntı ve musibetler onlara geldi. [180]
114. Allah'ın
size mubah kıldığı nimetlerden helâl ve temiz olarak yiyin, Eğer siz ondan
başkasına ibadet etmeyecek şekilde imanınızda samimi iseniz, o yüce nimetlere
karşılık Allah'a şükredin. Bundan sonra Yüce Allah insanlar için zararlı olan
şeylerden onlara haram kıldıklarını açıklıyarak şöyle buyurdu: [181]
115. Ey
insanlar! Rabbiniz size ancak ölmüş hayvan, kan ve domuz eti gibi, zarar veren
şeyleri haram kıldı. Bir de, Allah'tan başkasının adına kesilen hayvanı haram
kıldı. Çünkü onda hem nefse hem de inanca zarar vardır, Kim, Allah'ın haram
kıldığı anlatınlan bu şeylerden yemeğe mecbur kalır da haddi aşmadan, sınırlı
bir şekilde yerse, şüphesiz Allah'ın rahmeti geniş, mağfireti boldur. Mecbur
kalanı sorumlu tutmaz. Bundan sonra Yüce Allah kendiliklerinden helal veya
haram koyan müşrikleri kınayarak şöyle buyurdu; [182]
116. Ey
müşrikler! Dillerinizin vasfettiği yalanlar hakkında delilsiz ve burhansız,
"Bu helaldir, bu haramdır" demeyin. Bunları Allah'a nisbet etmek
suretiyle O'na karşı yalan uydurmak
için böyle yapmayın Allah'a karşı yalan uyduranlar var ya, işte onlar ne
dünyada ne de âhirette kurtuluşa ererler, istediklerini de elde edemezler. [183]
117. Onların
dünyaya fayda ve istifadeleri az o-lacaktır. Çünkü dünya geçicidir. Âhirette ise,
onlar için elem verici bir azap vardır. Bundan sonra Yüce Allah, yahudilere
haram kıldığı şeyleri anlatarak şöyle buyurdu: [184]
118. Ey
Muhammed! Sana antattıklarımızı husûsî olarak Yahudilere haram kıldık.
Yahudilere haram kılınan bu şeyler, En'âm sûresinde anlatılmıştır. Bunlar sığır
ve koyunun iç yağı ile bütün tırnaklı hayvanlardır. Biz bunları haram kılmakla
onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmettiler, dolayısıyle bu cezaya
hak kazandılar. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur: Yahudilerin zulmü
sebebiyle daha önce kendilerine helâl kılman temiz ve helâl şeyleri onlara
haram kıldık.[185]
119. Ey
Muhammedi Cehalet ve akılsızlık yüzünden
bu çirkin fiilleri işleyip de, bu hatalardan sonra tevbe edip Rablerine dönen
ve iyi amel işleyenler var ya, İşte bundan sonra senin Rabbinin onlar için
mağfireti geniş ve rahmeti boldur. Bu âyet bütün insanlar için tevbe ve huzur
kapısını açmaktadır. [186]
120.
Şüphesiz İbrahim, iyi hasletleri kendisinde toplayan önder ve örnek bir
kimseydi. Bundan dolayı Yüce Allah onu kendisine dost seçti. O, Rabbine
itaatkar, onun emirlerini yerine getiren idi. Bütün bâtıl dinleri bırakıp, hak
din olan İslam'a yönelendi, Müşriklerden değildi. Bu bölüm, öncekileri pekiştirmekte
ve Yahudi ve Hristiyanların, Hz. İbrahim'in Yahudi veya Hristiyan olduğuna
dair iddialarım reddetmektedir. [187]
121. Allah'ın
nimetlerine şükreden idi. Yüce Allah onu peygamber seçti. Onu İslam'a ve bir
olan Allah'a ibadete iletti. [188]
122. Ona
dünyada'güzel anılmayı nasip ettik. Şüphesiz o âhirette de, yüksek dereceyi
elde edenlerden ve Salihlerin makamlarının en yücesindedir. [189]
123. Yüce
Allah Hz. ibrahim'i bu şerefli sıfatlarla anlattıktan sonra peygamberi Muhammed
(s.a.v.)'e, onun dinine tabi olmasını emretti. Yani, ey Muhammed! Sonra sana
İbrahim'in yüce hanif dinine uymanı emrettik.[190]
İbrahim, Yahudî ve Hristiyan değildi. O ancak hanif bir müslümandı. Bu, Yahudi
ve Hristiyanların, İbrahim'in dini üzerinde olduklarına dair iddialarını
reddeden ikinci bir tekittir. [191]
124. Cumartesi
gününe hürmet ve o gün işi bırakmak Hz. İbrahim'in ne şeriatının ne de dininin
alametlerindendi. Bugüne saygı, din hususundaki ihtilafları ve Allah'ın
emirlerine isyanları yüzünden Yahudilere ağır bir hüküm olarak getirildi. Zira
Allah cumartesi günü avlanmayı onlara yasaklamıştı. Onlar ise o gün avlandılar,
Allah da onları maymunlara ve domuzlara çevirdi. Kıyamet günü Rabbm, muhakkak
ihtilafa düştükleri şey hakkında aralarında hüküm verecektir. Yani, Yüce Allah
o gün aralarında hüküm edecek ve herbirine müstehak olduğu sevabı ve cezayı
verecektir. [192]
125. Ey
Muhammedi İnsanları Allah'ın dinine ve mukaddes
şeriatına hikmetli üslupla, yumuşaklık ve tatlılıkla ve tesir edici
sözlerle çağır. Kınayarak, zorla, katılık ve şiddetle çağırma, Muhaliflere
karşı münazara ve mücâdele yollarının en güzeli ile, hüccet ve delilerle,
yumuşaklık ve tatlılıkla mücâdele et. Ey Muhammedi Şüphesiz Rabbin,
sapıklarında, doğru yola erenlerinde durumunu bilir. Onları davet ve onlarla
mücadele hususunda hikmetli bir yol tutmalısın. Onların doğru yola ermesi sana
ait değildir. Sen sadece tebliğ etmekle görevlisin. Hesaba çekmek bize aittir. [193]
126. Ey
müminler! Size zulüm ve haksızlık edenlere ceza verecekseniz, onlara karşı
misliyle ceza verin, fazlasını yapmayın. Tefsirciler şöyle der: Bu âyet Hamza
b. Abdülmuttalib (r.a.) hakkında indi. Uhud savaşında müşrikler onun karnını
yarınca Rasulullah (s.a.v) şöyle dedi: Eğer Allah, onlara karşı bana zafer
nasip ederse yetmişini aynı şekilde cezalandıracağım" Bunun üzerine bu
âyet indi. Eğer af eder ve kısas istemezseniz bu sizin için daha hayırlı ve
daha sevaptır. Bu sabretmeye ve kötülük edene ceza vermemeye teşviktir. Çünkü
cezalandırmak mubah, onu terk ise daha iyidir.
[194]
127. Ey
Muhammedi Allah yolunda başına gelen eziyetlere sabret. Bu yüksek dereceye,
ancak Allah'ın yardımı ve başarı nasip etmesiyle ulaşırsın. İman etmezlerse, Kafirler için üzülme, Onların beyinsizce ve
cahilce söyledikleri sözlerden ve kurdukları tuzaklardan dolayı üzülme. [195]
128. Allah
yardımı ve zaferiyle takva sahiplerinin, koruması ve gözetimiyle de güzel amel
işleyenlerin yanındadır. Allah kiminle beraber olursa, tuzak kuranların tuzağı
ona zarar veremez. [196]
Bu âyet-i kerimeler,
aşağıdaki edebî sanatları muhtevîdir:
1. Allah
onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı cümlesinde istiâre-i mekniyye
vardır. Bu elbise, çirkinlik bakımından acı ve çirkin bir tada benzetildi.
Müşebbehün bih hazfedildi ve onun levazımından olan "tattırmak" ile
ona işaret edildi. Bu teşbih istiare-i mekniyye yoluyla yapıldı.
2. Kelimeleri
arasında tıbak sanatı vardır.
3. Dünyada
ona güzel bir şey verdik. Burada da iltifat sanatı vardır. Hz. İbrahim'in
şanının yüceliğine ve fazla itina gösterildiğine işaret için üçüncü şahıstan
birinci şahsa dönüldü.
4. O bir
önderdi cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. O, bütün mahlukata dağılmış olan
olgunluk sıfatlarını kendisinde topladığı için tek başına bir ümmet ve büyük
bir cemaat gibiydi.
Nitekim şâir şöyle
der:
Allah'ın âlemleri bir
tek kişide toplaması garip değildir. [197]
Yüce Allah'ın, Onlarla
en güzel şekilde mücadele et sözü, münazarada insafa, hakka uymaya,
yumuşaklığa ve geçimli olmaya teşvik eder. Münazara o şekilde yapılmalıdır ki
ondan kendi görüşünü galip, diğer görüşü mağlup etmek değil, maksadın, hakkı
isbat etmek ve batılı yok etmek olduğu ortaya çıksın.
Nahl sûresinin tefsiri
bitti. Hamd ve Minnet Allah'adır. [198]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/297.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/297.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/302.
[4] Kamer sûresi, 54/1
[5] İbnul-Cevzî, Zâdü'l-mesir, 4/426
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/302.
[6] Râzî, 9/218
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/303.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/303.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/303.
[10] Zâdü'l-Mesîr, 4/429
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/303.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/303.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/303.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/303-304.
[14] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Geçmiş insanların
bilmediği yeni yük ve binme vasıtaları keşfedildi. Kur'an, bunları inkar
etmeden ve yasaklama koymadan "bümediklenizi de yaratır" diyerek
kalpleri ve zihinleri bunlara hazırlar kî, insanlar, "babalarımız sadece
at, katır ve eşek kullanırlardı. Bİz bunlardan başkasını kullanmayız"
demesinler. Bundan dolayı kalpleri ve zihinleri ilmin ve geleceğin ortaya
çıkaracağı yenilikleri karşılamaya hazırlar. (Fî Zılali'l-Kur-'an, 14/48)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/304.
[15] Kehf sûresi, 18/29
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/304.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/304.
[18] el-Bahr, 5/479
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/304-305.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/305.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/305.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/305.
[22] Ebussuûd, 3/167
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/305.
[24] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr, 4/436
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/305.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/305-306.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306.
[32] Ebu Hayyan, el-Bahr, 5/484
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/306.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/306-307.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/307.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/307.
[36] En'am sûresi, 6/23
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/307.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/307.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/308.
[40] Kurtubî, 10/36
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/308.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/312.
[42] Taberî, 14/116
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/313.
[43] er-Râzî, 20/23
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/313.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/313.
[46] Taberî, 14/101
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/313.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/314.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/314.
[50] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Bu, müşriklerin Allah'a
ortak koşmalarının gerekçeleri hususunda ileri sürdükleri saçmalıklarından yeni
bir saçmalıktır. Allah'a ortak koşmalarını, bazı hayvan ve yiyecekleri haram
kılmalarını Allah'ın iradesi ve dilemesine bağladılar. Batıl İddialarına göre,
eğer Allah bunlardan herhangi birini yapmamalarını dileseydi, elbette onu
yapmalarına engel olurdu. İşte bu, ilâhî irâdenin manasını anlama hususunda bir
vehim ve hatâdır. Zira Yüce Allah kullarının şirke düşmelerini istemez, onlar
için helal kıldığı temiz şeyleri haram kılmalarına razı olamaz. Allah'ın bu
iradesi açıktır ve tebliğ ile görevlendirilen peygamberlerin kitaplarındaki
şeriatlerde nass ile sabittir. Bunun içindir ki Yüce Allah bundan sonra şöyle
buyurmuştur: "Andolsun ki biz, Allah'a kulluk edin ve putlardan sakının
diye her millete bir peygamber gönderdik". İşle Allah'ın emri budur.
Kulları için iradesi de budur. Hikmet Sahibi olan yaratıcının iradesi, insanı
hidayete ve sapıklığa müsait olarak yaratmayı ve seçme iradesini kendilerine
bırakmayı dilemiştir. (Fi zılâli'l-Kur'ân, 14/61)
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/314.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/314-315.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/315.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/315.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/315.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/315.
[57] Kurtubî, 10/107
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/315-316.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316.
[60] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'I-mesîr, 4/449
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316.
[65] Muhlasar-i İbn Kesir, 2/333
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/316-317.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/317.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/317.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/317.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/317.
[72] En'âm sûresi, 6/148
[73] "
" 6/148
[74] Kasımı, Mehasİnu't-tev'il, c.10 (özet olarak
alınmıştır)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/317-318.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/323.
[76] Saffât sûresi, 37/9
[77] Bu beyit Hassân'ındir. bol yağmur yağdıran bulut
demektir. Taberi'de böyle yazılıdır. (14/118).
[78] Kurtubî, 10/115
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/323.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/323.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/323-324.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/324.
[83] Kurtubî, 10/115
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/324.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/324.
[85] Bir görüşe göre mana şöyledir: Cansız oldukları için
bir şey bilmeyen ilahlarına, Allah'ın kendilerine verdiği şeyden pay
ayırırlar.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/324.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/324.
[88] Kuriubî, 10/116
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/324.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/324-325.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/325.
[92] Kehf sûresi, 18/59
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/3325.
[94] Bu Katade ve Hasan-ı Basrî'nin görüşüdür. Buna göre
kökünden olup su aramak için önden giden"manasınadır. Mucâhid ateşte
terkedilmiş ve unutulmuşlar manasınadır der.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/325.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/325.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/325-326.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/326.
[99] Zemahşerî şöyle der: Bu âyet ibreti açıklamaktadır.
Zira Yüce Allah sütü pislikie kan arasında ortada yaratır. Bu ikisi onu
kuşatırlar. Sütle bunların arasından Allattın kudretinden bir engel vardır,
onlardan herhangi birisi sülün rengini tadını ve kokusunu bozmaz. Allah noksan
sıfatlardan yücedir. Düşünenler için Onun kudreti ne büyük, hikmeti ne İncedir.
(Keşşaf, 2/615)
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/326.
[101] Taberî, 14/134
[102] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/336
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/326.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/326-327.
[105] Tefsir-i Kebir, 20/72
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/327.
[107] İbnu'l-Cevzî Zâdü'I-mesir, 4/468
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/327.
[108] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/338
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/327.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/327-328.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/328.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/328.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/328.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/332.
[115] Ebu Hayyan, el-Bahr, 5/518
[116] er-Râzî, 20/93
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/332-333.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/333.
[118] İmam İbnu'l-kayyim el-Cevziyye şöyle der: Yüce AUah
iki misal getirdi. Birincisini, kendisi ve putlar hakkında getirdi. Allah her
şeyin sahibidir. Kullarına açıktan ve gizli olarak, gece ve güzdüz verir.
Putlar ise, hiçbir şey yapamıyan âciz ve başkasının malıdır. Nasıl .oluyor da.
onları bana ortak koşuyorlar, aramızda çok büyük fark olmasına rağmen beni
bırakıp onlara ibadet ediyorlar? İkinci misale gelince, Allah bırakılıp da
kendisine ibadet ediyorlar? Kendisine ibadet edilen pul diisiz bir adam
gibidir. Ne düşünür ne de konuşabilir? Onun ne düşünecek kalbi, ne konuşacak
dili vardır. Ayrıca, asla hiçbir şeye gücü de yetmez. Nereye göndersen sana bir
iyilik getirmez, senin bir ihtiyacını gidermez..Yüce AUah ise dirilir,
kadirdir, konuşandır, adaleti emreder ve Onun yolu doğrudur. Bu, onu, son
derece: övmektir. (İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye, İ'Iamu'l-muvakkiîn)
[119] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/340
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/333-334.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/334.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/334.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/334.
[123] Bu, İbn Abbas ve Mücâhid'in görüşüdür. Mukâtil şöyle
der: "Eskiyene kadar oniardan faydalanırsınız.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/334.
[124] et-Tefsiru'l-Kebir, 20/93
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/334-335.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/335.
[127] Bu, Taberî'nin tercihidir.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/335.
[129] Kurtubî, 10/163
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/335.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/335.
[131] Beyzâvî. 296
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/335-336.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/336.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/336.
[135] Muhlasar-ı ibn Kesir, 2/343
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/336.
[137] KurtubL 10/165
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/336-337.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/337.
[140] Muhtasar-ı Ibn Kesir, 2/344
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/337.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/341.
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/341-342.
[143] Kurtubî, 10/177
[144] Kurtubî, 10/180; Vahidî, Esbabu'n-nüzül, 162
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/342.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/342.
[146] Bu, Mücâhid ve Katâde'nin görüşüdür. Kurtubî, 10/171
[147] Muhıasar-ı İbn Kesir, 2/345
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/342-343.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/343.
[150] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Yeminleri, hile ve
aldatma aracı kılmak kişinin kalbindeki imanı sarsar ve diğerlerinin
kalelerinde de yemini çirkin bir şey olarak göslerir. Yemininde hilekâr
olduğunu bilerek yemin eden kimsenin, inancının olması mümkün değildir. İnanç
yolu üzerinde olması da mümkün değildir. Bu kişi aynı zamanda, yemin edip
bozmak suretiyle muhatapları nezdinde de inancı çirkini eştiriyor. Onlar
biliyorlar ki, onun yeminleri aldatma ve hile içindir. Böylece yemin eden
kimse, İnananlara zarar vereceği bu kötü örnekle insanları Allah yolundan
alıkor. (Fi Zılâli'l-Kur'an, 14/96)
[151] Muhtasar- İbn Kesir, 2/345
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/343-344.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/344.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/344.
[155] Sâvî Haşiyesi, 2/327
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/344.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/344.
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/344.
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/344.
[160] Razî, 20/116
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/344-345
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/345.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/345.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/345.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/345.
[165] Tefsir-i Kebir, 20/121; Taberi, 14/122.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/345-346.
[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/346.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/346.
[169] Sâvi Haşiyesi, 2/329
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/346.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/346.
[171] Kurtubî, 10/179
[172] İbrâhîm sûresi, 14/4
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/347.
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/347.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/351.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/351.
[177] Ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesir, 4/504
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/351.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/351.
[179] Tefsir-i Kebir, 20/128
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/351-352.
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/352.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/352.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/352.
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/352.
[184] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/352.
[185] Nisa sûresi 4/160
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/352-353.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/353.
[187] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/353.
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/353.
[189] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/353.
[190] Tefsirciler şöyle der: Sonra sana vahyettik"
âyetinde ile atıf yapılması Ra-sulullah (s.a.v.)'ın makamının yüceliğini ve
mevkiinin büyüklüğünü gösterir. Sanki Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in
menkıbelerini saydıktan sonra şöyle buyurmuş oluyor: İşte size bütün bunlardan
daha üstün, daha yüce birisi! O da, insanlığın efendisi, İbrahim'in dinine
uyan, onun şeriatına sarılan Ümmî Peygamber! Şeref olarak bu yeter.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/353.
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/353-354.
[193] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/354.
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/354.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/354.
[196] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/354.
[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/354-355.
[198] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/355.