Allah'ın,
Üzerimizdeki Nimetlerini Anlatmaya Devam
Nimetler
Bahşeden Yaratıcı İşte Budur! Hani Ortaklar Nerede?
Büyüklük
Taslayanlar Ve Cezaları
Allah'a Karşı
Gelmekten Sakınanlar Ve Mükafatları:
İnkarcıların
Bir Takım İçi Boş Delilleri
Mü'minin
Mükafatı Ve Ka'firlere Yapılan Tehdid
İtikadları
Ve Amelleri Konusunda Müşriklerle Tartışma
Allah'ın
Kudretinin Görüntüleri Ve Üzerimizdeki Nimetleri
Allah'ın
Kudretinin Hayret Verici Yanları
Allah'ın
Üzerimizdeki Bazı Nimetleri
Hayır
Ve Şerri En Derli Toplu Anlatan Ayet
Kur’an
Adabı Ve Yönlendirmesinden Örnekler
İnançları
Konusunda Müşriklerle Münakaşa.
İçinde bir takım
nimetler sayıldığı İçin, bu sureye nimetler suresi'de
denilmiştir. Sahih kavle göre Mekkİ'dir. Bu surede
ana tema; ilahi nimetlerin anlatılması, kudret-i ilahiyenin
görüntülerinin açıklanması, inançları konusunda müşriklerle tartışma etrafında
dönmektedir. Ayrıca kıyametten ve kıyamet gününün hallerinden söz
edilmektedir.
Önceki surenin sonunda alaycı
ve yalanlayıcılardan, ölümden söz edilmişti. Ve Cenab-ı
Allah "Biz, mutlaka-onların hepsine soracağız" demişti. Bütün bunlar,
bu surenin'baş tarafıyla uygunluk içindedir. Yüz
yirmi sekiz ayettir. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla...
1- Allah'ın buyruğu gelecektir; acele gelmesini
istemeyin, Allah, ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir.
2- Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek
için meleklerini vahiyle indirerek şöyle der: "İnsanları uyarın ki, Benden
başka tanrı yoktur,' Benden sakının."
3- Gökleri ve yeri gereğince yaratmıştır. Onların eş
koştukları şeylerden yücedir.
4- insanı nutfeden
yaratmıştır. Öyleyken o nasıl da açıkça karşı koymaktadır.
5- Hayvanları da yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak
şeyler ve birçok faydalar vardır. Onların etlerini yersiniz.
6- Onları getirirken de, gönderirken de zevk alırsınız.
7- Kendi kendinize zor varacağınız memleketlere,
yüklerinizi taşırlar.Doğrusu Rabbiniz şefkatlidir, merhametlidir.
8- Sizin için atları, katırları ve merkebleri
binek ve süs hayvanı olarak yaratmıştır. Bilmediğiniz daha nice şeyleri de
yaratır.
9- Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğri
olanı da vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. [2]
İnzâr: İnsanı, korkulu bir şeyden sakındırmak. Isıtan şey.Şekil
ve yaratılış güzelliği.
Revâh: Akşamleyin davarın mer'adan
dönüşü.
Serâh: Sabahleyin davarın mer'aya
gidişi.Yükleriniz.Meşekkat ve zorlukla.Haktan sapan.
Deve, sığır, davar. [3]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah buyuruyor ki: Allah'ın emri-geldi. Gelişi tahakkuk etti.
Allah'ın geçmişe ve geleceğe dair haberleri aynıdır. Çünkü onun haberi haktır,
gelecektir, içinde şüphe yoktur. Ayet-i kerimede geçen, "Allah'ın
emri"nden kasıt; Allah'a ortak koşmakta ve Resulullah
(s.a.v.)'ı yalanlamakta ısrar edenlere dokunacak olan azab-i
ilahîdir. Mekke kâfirleri, Resulullah (s.a.v.)'in
kendilerine va'dettiği azabın tez elden gelmesini
İstiyorlardı. Hatta Nadr bin Haris bir defasında
şöyle demişti: "Allah-ım eğer bu, senin yanından
gelmiş gerçekse, başımıza gökten taş yağdır"[4]
"Allah'ın emrinden
maksadın, kıyametin kopması ve ona bağlı olarak ölülerin diriltilmesi olduğunu
söyleyenler de olmuştur. Allah'ın emri geldi, artık onu acele istemeyin. O,
kâfirlerin kendisine ortak koştuklarından yücedir, aşkındır, mukaddestir.
Noksanlıklardan arınmış olan yüce Allah, bir ve tektir. Ortağı veya çocuğu
olmaktan uzaktır. O'nun üstün olan zatı ortaklardan yüksektir.
Kâfirler, peygamber
efendimizi yalanladıkları, va'dini hafife aldıkları
için; azabın gelişinin, kıyametin kopmasının tez elden olmasını istiyorlardı
ki, bu da bir tür şirk ve bir çeşit küfürdür. İşte bu nedenledir ki azap ve
kıyametin tez elden gelmesini istemenin yasaklanması, Allah'ın şirkten münezzeh
ve or-takiardan yüce
olduğunun ispatlanmasının hemen bitişiğinde anlatılmıştır.
Allah, melekleri kendi
katından bir ruh ile indirir. Ayette geçen ruh, kalbleri
dirilten vahiydir. Nitekim ruh ta, bedenlerin ölü olanlarını diriltir. Ruhsuz
insan, kokuşmuş kara çamurdan bir parçadır. Kendisini doğru yola iletecek ruh
olmadan insan, bedeninde hayat bulunmayan ölü gibidir. "Ölü iken kendisini
dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz
kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu?"[5]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın, kendi emriyle indirdiği ruh; nur ve hayat, hidayet ve Kur'an'dır ki, o, bunları, kullarından dilediğine verir.
Allah, Peygamberliğini nereye bırakacağını çok iyi bilir.
Allah; kendi katından
bir vahiy ile melekleri, kâfirleri; kendisinden başka tanrı bulunmadığı,
kendisine karşı gelmekten sakınmaları, azabından korkmaları, mükafatını
kendisine karşı gelmekten sakınmaları, azabından korkmaları, mükafatını ümid etmeleri için uyarsınlar diye indirir.
"Melekleri vahiy
ile indirir" mealindeki bu ayet, önceki ayeti desteklemekte, ondaki
mücmelliği açıklamakta ve ayrıntılara inmektedir. Bu nedenle İki ayetin arası
tafsil edilmiştir. Bu ayet, ayrıca Allah'ın birliğinin delillerinden ve ilâhî
kudretin göriinümlerindendir. Cenab-ı
Allah gökleri, göklerdeki alemleri, yerleri ve yerlerdeki alemleri yaratmıştır.
Ulvî alem ile suflî alemi, içinde hiç şüphe
bulunmayan hak ve hikmet ile yaratmıştır. Bu alemleri boşuna yaratmamıştır.
"Kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da
güzellikle mükafatlandırsın"[6] diye
bu alemleri yaratmıştır. Müşriklerin ortak koştuklarından yüce ve münezzehtir.
Çünkü yaratan, sadece kendisidir. Kendisine ibadet edilen de yalnızca O'dur.
Sana gelince ey insan!
Sen zayıf, basit ve önemsiz bir yaratıksın. Hakir bir spermadan yaratılmışsın.
Sonun da, pis bir leştir. Değersiz bir sudan yaratılmışsın. Nihayetin de
ufalanmış bir kemiktir. Üstelik açık bir düşman olup çıktın. Rabbine karşı
koyuyor, peygamberleriyle mücadele ediyorsun. "Kendi yaratılışını unutarak
bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De
ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek"[7]. Übeyy bin Halef el Cümahî,
Peygamber (s.a.v.)'e çürümüş bir kemik getirerek: "Ey Muhammedi Çürüdükten
sonra bunu Allah diriltir mi dersin?" demişti. Ey ademoğlu, ne kadar
cahilsin!!!
İnsan ve aslı
anlatıldıktan sonra, kendisine ihsan edilen sayısız nimetler anlatılmış ve
anlam olarak şöyle buyurulmuştur: Cenab-ı
Allah, hayvanları da yarattı. Onlarda, ısınmanızı sağlayan yün, yapağı, kıl ve
deri gibi şeyler vardır. Etleri ve iç yağlarında vücudunuzun faaliyetini,zindelediğini sağlamaya yetecek hararet meydana gelir.
Hayvanlarda sizin için birçok faydalar vardır: Onlar, sizin için gıda ve
beslenme unsurudurlar. İş aletlerinizdirler. Ekonomi alanında önemli bir yer
tutarlar. Yolculukta size İtaat eden bineklerdirler. Sütlerini, yağlarını,
etlerini, iç yağlarını yersiniz. Sütleri, İyi ve yararlı bir gıdadır.
Akşamleyin mer'adan geldiklerinde, onlarda sizin için
güzellik, zinet, sevinç ve coşku vardır. Çünkü Mer'adan geldiklerinde güzel görünüşlü, yüksek hörgüçlü ve
çok sütlü olurlar. Evi böğürtü ve meleme İle doldururlar. Gözü güzellikle,
gönlü kıvançla doldururlar. Bu nedenle de, hayvanların.mer'adan
gelişleri mer'adan gidişlerinden önce anlatılmıştır.
Bu hayvanlar sizin ağır yüklerinizi, kendi başınıza çok zorlukla
götürebileceğiniz yerlere taşırlar. Deve, çöl gemisi ve bedevi bineğidir. Herşeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah, deveyi
çölde yürümesi İçin hazırlamıştır. Tabanlarının kuma gömülme-diğini, uzun süre, günlerce açlığa ve susuzluğa
dayanabildiğin! görüyor(yada biliyorsunuz) değil mi? Doğrusu Rabbiniz çok
şefkatli, çok merhametlidir. Atı, katırları ve merkepleri, binesiniz ve onunla
bir yerden başka bir yere intikal edesiniz diye yaratmıştır. Bunları biniş ve ziâgt için alırsanız. Bisikletler ve otomobiller ne kadar
çoğalsa da at, katır ve merkepler, erbabı nezdindeki
değerlerini ve önemlerini yitirmezler.
Cenab-ı Allah, bunlardan başka sizin bilmediğiniz hayvanları
da yaratır. Bu ayetler, Kur'an-ı Kerim'in mucizliğini ispatlamıyorlar mı? Bunların yaratıcısı olan
Allah, olmuş ve olacak şeyleri bilir.
Bu ifade; bisiklet,
otomobil, uçak ve gemi gibi halihazırda var olan ve ileride de var olacak diğer
icatları kapsamaktadır. Her şeyi bilen, gören, kuvveüi
ve muktedir olan Allah, noksanlıklardan münezzehtir, müşriklerin ortak
koştukları şeylerden üstündür!
Bazı fıkıhçılar bu
ayeti; at, katır ve merkeb eti yemenin caiz
almayışına delil olarak İleri sürmektedirler. Çünkü bunlar, davarların tersine
sadece biniş ve zinet için yaratılmışlardır.
Derler ki: Manaların
çağrısının gereği olarak Cenab-ı Allah 9. ayette özel
olarak yoldan bahsetmiştir. Bu da, Allah'ın bize bahşettiği nimetlerdendir.
Hatta en değerli ve yüce nimetlerdendir. Allah'ın bizi dosdoğru yola İletmesi,
O'nun bize lütfettiği nimetlerin en kıymetlilerindendir.
Peygamberleri ve
kitapları aracılığıyla bizleri doğru yola, gerçek ve müstakim yola iletmek,
Allah'a aittir; O'nun yetkisindedir. ''Doğru yola iletmek bize aittir"[8]
"İşte benim doğru
yolum bu, ona uyun. (Başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın"[9]
Haktan ve adaletten
sapan yol da bir yoldur. Siz bu yola uymayın. Şeytanın, nefsin ve hevslerinizin yoluna sapmayın.
Rabb" iniz diîeseydi zorla
doğru yola iletirdi. Ama O, doğru yolla eğri yolu açıkladı. Seçimi size
bıraktı ki, seçiminizden ve yaptığınız işlerden dolayı sizi cezalandırsın ya da mükafatlandırsın. "Rabbin isteseydi,
yeryüzündeki-lerin hepsi mutlaka inanırdı"[10]
Hidayetin iki çeşid olduğunu da unutmamalıyız:
1- Yol gösterme anlamında hidayet: "Ona iki tepe
(iki hedef: Hayır ve şer yolunu) gösterdik"[11]
2- Başarılı kılmak ve iletmek anlamında hidayet "Bizi doğru yola
ilet"[12]
"Allah dikseydi hepinizi
doğru yola iletirdi"[13].
10- Yukarıdan size su indiren O'dur. Ondan içersiniz;
hayvanları otlattığınız bitkiler de onunla biter.
11- Allah onunla size ekinler, zeylin ve hurma ağaçlım,
üzümler w her türlü ürünü yetiştirir. Düşünen kimseler için bunda ders vardır.
12- Geceyi gündüzü, güneşi ay sizin istifadenize
vermiştir. Yıldızlar da O'nun buyruğuna boyun eğmiştir. Bunlarda, akleden kimseler İçin dersler vardır.
13- Yeryüzünde rengarenk şeyleri de sîzin için
yaratmıştır. Bunda, öğüt alan kimseler için ibret vardır.
14- Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve
Allah 'm bol nimetinden faydalanmanız için denize —ki, gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün— boyun eğdiren de O'dur. Artık
belki şükredersiniz.
15-16- Yeryüzünde, sarsılmayısınız diye, sabit dağlar,
nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana
getirmiştir. Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar. [14]
Otlatırsınız.Yarattıklarını
emrinize amade kıldı. Zürriyet kelimesi de Zeree
kelimesinden türetilmiştir.
Zürriyet, cin ve insan
nesli demektir.Şekil ve manzaraları.Suları sağdan ve soldan yara yara gidip gelirler.
Sabit dağlar. Sağa-sola
kayıp sizi sarsmasınlar. Gündüzleyin, yollardaki
işaretler. [15]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, bize nimet olarak verdiği hayvanlarla davarları
anlattıktan sonra, ihsanda bulunduğu yağmur ve bitki gibi nimetleri, buna
bağlı olarak gökleri ve göklerdeki yıldızlan, denizleri ve denizlerdeki
gemileri anlatmıştır. O Allah'ki size gökten içimi
kolay, bol ve tatlı bir su indirdi. Tuzlu olmayan, aksine hoş, faydalı ve saf
olan bu suyu rahatlıkla içersiniz. Çünkü bu suyun aslı, gökte yoğunlaşan bir
buhardır. Bu buharları rüzgarlar, Allah'ın dilediği yere taşırlar. Sonra da
yağmur olarak dünyaya indirir. Yağmur sularını canlılar içerler; yağmur suyu
sebebiyle ekinler ve ağaçlar biterler. Yerden biten otlarla hayvanlar otlanır
ve yayılırlar. "Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için"[16]
Gökten indirdiği su
sebebiyle Rabbiniz sizin için, bütün çeşit ve şekilleriyle ekin bitirir.
Onunla sizin için zeytin, hurma, üzüm ve bu ayete muhatap olan araplann daha önce bilmedikleri her türlü meyvaları bitirir. Düşünen bir toplum için bunda Allah'ın
birliğine ve kudretine işaret eden deliller vardır.
Evet, yağmurun
yağmasında, buhar halinde tuzlu deniz suyundan çıkıp göğe yükselmesinde, oradan
da su olarak Allah'ın dilediği yere İnmesinde, sonra yağmur sebebiyle muhtelif
şekil ve türlerde ekinlerle ağaçların —Oysa
bunların içtikleri su
İle bittikleri yer aynıdır— bitmesinde, düşünen bîr toplum için ayet ve
deliller vardır.
O Allah ki peşpeşe gelip birbirini izleyen geceyi ve gündüzü emrinize
verdi. Gece; sükûnet, uyumak, dinlenmek ve İstirahat etmek içindir. Gündüz, ise
çalışmak, hareket etmek ve rızık kazanmak içindir.
Yüce Allah, Güneş'i ve Ay'ı emrinize verdi, hizmetinize tahsis etti. Bunların
her biri uzayın boşluğunda yüzerler. Bunları nur, aydınlık, hayat, ısı ve
hararet için emrinize boyun eğdirdi. Ay ve Güneş'in seyriyle yılların sayısını
ve hesabı bilesiniz diye onları hizmetinize verdi. Sayelerinde karada ve
denizde yolunuzu bulaşınız diye yızdızlan da Allah
kendi emriyle hizmetinize tahsis etmiştir. Bunda, içinde yaşamakta oldukları
kâinattaki gerçekleri kavramak için akıllarını kullanan kimseler için
(varlığına ve muktedirliğine işaret eden) alametler vardır.
O Allah ki —çeşitli
şekil ve renklerde de olsalar yeryüzünde mevcut bütün yaratikarı
hizmetinize vermiştir. "Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için
yarattı"[17]. Şüphesiz bunda öğüt alıp
düşünenler için bir ibret vardır.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'dir ki, denizi hizmetinize verdi,
emrine boyun eğdirdi ve size baş eğer hale getirdi. O, güç ve kuvvet sahibidir.
Denizi köprülerle bentlerle dizginledik. Bu köprüleri binek ve geçit edindik.
Kendimizi ve eşyalarımızı dilediğimiz yerlere taşımak için köprüleri yol
edindik. O yüce Allah bizim için denizde gemiler yarattı. Ve yine denizlere
etleri taze hayvanlar saldı, inci ve mercanı süs olarak yarattı.
Bütün bu imkânları
bize bahşetti. Büyük ve ağır gemileri denizin sırtına yükledi. Bu gemiler,
seyyar şehirler gibi denizi ve büyük su kütlelerini yara yara
seyredip giderler. İçindeki taze etleri yiyesizin,
takınmak için süsleri çı-karasınız; ticaret, göç ve
sefer gibi imkânlarla nimetlerinden yararlan as iniz diye denizi emrinize ve
hizmetinize verdi. Faydalanmak ve üzerinizdeki şükür vecibesini edâ etmek için
Cenab-ı Allah bunca nimetlerle bize ihsanda bulundu.
O Allah ki, dünya sizi
sarsmasın.hareket ve dönüşü anında sizi depret-mesin diye yerküreyi sabitleştirici yüce dağlar yaratmış;
yeryüzünde Nil, Fırat ve Misisİpi
gibi nehirler vücuda getirmiştir. Bu nehirleri dünyanın kara parçalarını
birbirine bağlayan, ticaret maddelerini nakleden yollar, işaretler ve sınırlar
olarak hizmetinize vermiştir. Yeryüzünde tepeler, ırmaklar ve dağlar gibi
diğer bazı İşaretler de vardır. Gökte de yıldızlar vardır ki, karanlıklarda
onlar aracılığıyla yolumuzu ve yönümüzü buluruz. Allah, müşriklerin kendisine
ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir, münezzehtir. [18]
17- Hiç yaratan, yaratamayana benzer mi? İbret almaz
mısınız?
18- Allah'ın verdiği nimetleri sayacak olsanız
bitiremezsiniz; doğrusu Allah bağışlar, merhamet eder.
19- Allah, gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da
bilir.
20- Allah'ı bırakıp taptıkları şeyler, hiçbir şey
yaratamazlar; esasen kendileri yaratıktır;
21- Onlar cansız, ölüdürler. Ne zaman dirileceklerini de
bilemezler.
22- Tanrınız tek bir Tanrıdır. Ahirete
inanmayanların kalbîeri bunu İnkar eder; onlar
büyüklük taslarlar.
23- Onların gizlediklerini de, açığa vurduklarım da
Allah'ın bildiğinden şüphe yoktur. O, büyüklük taslayanları sevmez. [19]
"İşte Allah'ın
yarattıkları bu(nlar). Gösterin bana, O'ndan
başka(tanrı dcdik)lcri(niz) ne yarattı"[20]
"Bana gösterin
(bakayım), onlar yerden hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların, gökleri(in
yaratılmasında (Allah'a) ortaklıkları mı var?"[21]
Şaşıyorum size ey
müşrikler! Önceki satırlarda anlatılanları yaratan zat, hiçbir şeyi yaratamayan
gibi midir? Yoksa siz köreldiniz de öğüt ve ibret almıyor musunuz? Önceki
sayfalarda anlatılan türlü yaratıklar, Allah'ın bize bahşettiği bazı
nimetlerdir. Aslında bu anlatılanlar, O'nun nimetlerinin tümüne oranla
denizden bir damla gibidir. Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız, aşla
sayamazsınız. Onları belli bir .sayıda toplamaya gücünüz yetmez. Bu nimetlerin
hakkını Ödemek ve şükrünü eda etmek, nasıl mümkün olacaktır?
Bununla beraber Cenab-ı Allah sizi esirgeyendir, bağışlayandır. Allah için
her ne kadar iyi amel işlesen de, senin bu amelin, O'nun nimetlerinden bir
tanesinin bile karşılığı olamaz. Ayet-i kerimenin esirgeme ve bağışlama sözüyle
sona ermesindeki sırrı herhalde anlamış olacaksınız.
Allah, bildiğimiz ve
bilmediğimiz yaratıkların tümünün, sayılamayan ve bir adede sığdınlamayan
nimetlerin sahibidir. Esirgeyendir bağışlayandır. Gizlediklerinize ve açığa
vurduklarınızı bilir. Çünkü O, görülen ve görülmeyen alemleri bilir. Bilgisi herşeye nüfuz edendir, herşeyden
haberdardır. Allah'ı bırakıp ta kendilerine yalvardığmız
ve O'na ortak koştuğunuz varlıklar, hiçbir şeyi yaratamazlar. Zaten kendilerini
yaratılmaktadırlar. Onlar, diri olmayan ölüler ve cansız cesedlerdirler.
Onlarda asla hayat yoktur. Ayet-i kerimede "Diri değildirler" sözünün
fazladan söylenmesi bunların, kendilerinde hayat var olduktan sonra ölen cesedler gibi olmadıklarını, aksine kendilerinde hayatın
asla mevcud olmadığını açıklamak içindir. Kendileri
onlardan üstün oldukları halde onlara nasıl taparlar? Çünkü kendileri diri,
onlar ölüdürler. Doğrusu bu, çok tuhaftır.
Şu putlar, kendilerine
tapan kâfirlerin, öldükten sonra ne zaman dirileceklerini de bitmezler.
Bu sözle, onlara bir
nevi büyük hakarette bulunulmaktadır. Zira cansız varlıkların, duyulur olan
görünür şeyleri hissetmeleri imkânsızdır. Şu halde onların, Allah'tan
başkasının bilemeyeceği gizli İşleri duyup bilmeleri nasıl mümkün olacaktır?
Ey İnsanlar! Sizin
tanrınız bir tek tanrıdır. O'ndan başka tanrı yoktur. Gerçek ve hakiki mabud O'dur. Zira bu kainatı yaratıp düzene koyan, yalnızca
O'dur. O, gökleri ve yeri yaratandır. O'nun dışındaki taşlara, putlara ve
cansız varlıklara nasıl tapılır ve ibadet edilir?
İçinde hiç şüphe
bulunmayan hak bu olduğuna göre, ey kâfirler, Allah'a ortak koşmanızın sebebi
nedir?
Ahircte, ahiretteki şeylere,
Allah'ın birliğine inanmayanların kalbleri inkarcıdır.
Kalblcrine va'zın etkisi,
hatırlatmanın faydası olmaz. Oysa ki.onlar hakka karşı büyüklük ve doğruluğa
karşı üstünlük taslamakta, küfür ve inkar yolunda yürümeye devam
etmektedirler. Gerçekten de Rabbin, onların gizlediklerini de, açığa
vurduklarını da bilir. Yaptıkları işlerden ötürü onları cezalandıracaktır.
Büyüklenenleri asla sevmez. Küfür sebebinin; içine nur girmeyecek şekilde kalblerin kilitlenip mühürlenmesi olduğu hususunda ey okuyucu
sen de benimle hem fikir değil misin? Bunların kulakları varsa da işitmezler.
Gözleri varsa da görmezler. Kalbleri varsa da
anlamazlar. Çünkü ruhları kibir ve büyüklenm-c
hastalığıyla kararmış ve murdar hale gelmiştir. Efendileri ve dostları olan
şeytanın, Rabbinin emrine karşı gelmesinin bir tek sebebi vardı. O da
büyüklenmekti. (Şeytan) dedi: "Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın.
Onu çamurdan yarattın"[22].
"Ben çamur olarak yarattığın kimseye secde eder miyim"[23]
Cenab-i Allah ne doğru buyurmuş: "Kendilerine hiçbir
delil gelmiş olmadan Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar (yok mu), onların
göğüslerinde (hiç bir zaman) erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başkan
bir şey yoktur"[24]
24- Onlara:
"Rabbiniz ne indirdi?" diye sorulsa: "öncekilerin masalları" derler.
25- Böylece kıyamet günü kendi günahlarım tam olarak,
bilmeden saptırdıkları kimselerin günahlarım kısmen yüklenirler. Dikkat edin,
yüklendikleri yük ne kötüdür!
26- Onlardan öncekiler düzen kurmuşlardı. Bunun üzerine
Allah, binalarının temelini çökertti de tavanları başlarına yıkıldı. Azab, onlara far-ketmedikleri
yerden geldi,
27- Sonra kıyamet günü onları rezil eder ve:
"Haklarında tartıştığınız Benim ortaklarım nerede?" der. İlim
sahihleri şöyle derler: "Doğrusu bugün inkarcılara rezillik ve iğrençlik
vardır."
28- Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin
canlarını alırken: ' 'Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diyerek teslim
olurlar. Hayır; öyle değil; doğrusu Allah onların yaptıklarım bilmektedir.
29- Temelli kalacağınız Cehennemin kapılarından girin.
Büyü klenen-lerin durağı ne
kötüdür! [25]
Eskilerin uydurmaları
ve masalları, Günahları.Temeller.Bana koştuğunuz ortaklar sebebiyle, Peygamberlerimle
çekişip düşmanlık ediyorsunuz, Zillet ve aşâğılık Teslim oldular, Allah'ın rablığını ikrar ettiler. [26]
Ahirete inanmayanların kalbleri
inkarcıdır. Büyüklük taslarlar. Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiği
zaman. Bu soruyu soran kimdi? Bu, yanlarına dışarıdan gelen bir adam mıydı?
Müslümanlardan biri miydi? Yoksa Nadr bin Haris
miydi?Anlaşılıyor ki.bunu tahkir etmek ve horlamak için söylüyor. Buna cevaben
diyorlar ki: Ey Müslümanlar! Allah tarafından indirildiğini iddia ettiğiniz
şeyler, öncekilerin masal ve uydurmalarından başka şeyler değildirler. Hem
kendi günahlarını, hem de saptırdıkları ve körü körüne kendi peşlerinde
yürüttükleri kimselerin günahlarım tam ve eksiksiz olarak taşımak için böyle
dediler. Bunlar, avam tabakasıdırlar. Kötü bir adet ortaya koyan ve fena bir
çığır açan kimse, kıyamete kadar hem kendi günahını, hem de belirlediği
adetlere uyup açtığı çığırdan gidenlerin günahlarını omuzunda
taşır. Ne kötü bir şey taşıyorlar. Taşıdıkları şey ne pis bir şeydir!
Bunda bir gariplik
yoktur. Bu müşriklerden önce gelip geçmiş ümmetlerin durumlarını kutlu ve yüce
Allah şöyle anlatıyor: Onlardan öncekiler de tuzak kurdular. Allah'ın dinine
karşı kompla düzenlediler. Her türlü hile ve
desiselere başvurdular. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.
Halbuki, kafirler hoşlanmasada Allah, mutlaka nurunu
tamamlamak ister "[27]
Eskiden hile yapan bu tuzakçılara, Allahfın emri
binalarına temellerinden gelmiş, üstlerindeki tavan başlarına çökmüştü.
Bu bir temsildir. Yani
Cenab-i Allah onları yok etti. Evi, üzerine yıkılan
kimseler gibi oldular. Allah yaptıklarını boşa çıkardı. Tuzaklarını sonuçsuz
bıraktı. 26. ayetteki "üstlerindeki tavan" kelimelerinin
kullanılışındaki sırra dikkat etmeliyiz. Tavan, mutlaka üstte olur. Şu halde bu
ayetteki sır; Tavanın üzerlerine düşüşü ve onların da bu düşüş nedeniyle
tavanın altında kalıp ölmelerinin tekid edilmesidir.
Her taraftan ve de ummadıkları yerlerden onlara azab
gelmişti. Ey Mekkeiiler İbret alnı. Bu, onların
dünyada gördükleri azaptı. Ahirette görecekleri
azapsa şudur:
Sonra kıyamet gününde Cenab-ı Allah onları rezil rüsvay
edip alçalta-caktır. Onları kınayıp azaplandırarak, melekler aracılığıyla onlara şöyle diyecektir:
Hani bana ortak koştuğunuz ortaklarım? Beni bırakıp ta taptığınız tanrılarınız
nerede? Hani haklarında peygamberlerime düşmanlık ettiğiniz ve çekiştiğiniz
putlar nerede?! Kendilerine ilim verilmiş olan meleklerle mü'minler
derler ki: Bu gün rüsvaylık, aşağılık, horluk, hasret
ve kötülük sadece kâfirleredir.
Küfür ve masiyetle nefislerine zulmederken meleklerin canlarını
aldığı kimseler: ölümle karşı karşıya geldiklerini ve inkâr ettikleri şeylerle
yüz yüze geldiklerini gördüklerinde yelkenleri indirerek, Allah'ın hükmüne
teslim olurlar. Peygamberlerin söyledikleri sözlerin gerçek olduğuna,
Allah'tan başka tanrı bulunmadığına yakînen
inanırlar. Yanlış hesap ve zanna dayanarak söyleyecekleri şu sözlerin
kendilerine yarar sağlayacağını sanarak: "Biz, hiçbir kötülük
yapmıyorduk" derler. Cenab-ı Allah onların bu
sözlerini reddederek: Hayır, siz kötülük yaptınız. Doğrusu Allah, yapmakta
olduğunuz şeyleri bilir, diyecektir.
İçinde temelli kalmak
üzere Cehennemin kapılarına girin. Büyüklük taslayanların varacakları yer, ne
kötüdür? "Çünkü onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur" dendiği
zaman büyüklük taslarlardı"[28]
30- Sakınan kimselere: "Rabbiniz ne indirdi?"
denince, "iyilik" derler. Bu dünyada İyi davrananlara iyilik vardır.
Ahiret yurdu ise daha iyidir. Sakınanların yurdu ne
güzeldir?
31- İçlerinden ırmaklar akan Adn
cennetlerine girerler. Orada, diledikleri kendilerine verilir, Allah
sakınanları böyle mükafatlandırır.
32- Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken:
"Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin" derler. [29]
Müşriklerle,büyüklenenlerİn Kur'an hakkında
söyledikleri sözlerden sonra mü'minlerin, kendilerine
indirilen Kur'an hakkındaki sözleri ve inanışları işte
budur. Mü'minlerle müşriklerin bu konudaki sözleri peşpeşe aktarıldı ki, aradaki fark açıkça görülsün. [30]
Allah'ın azabından
korunanlara da: "Rabbiniz ne indirdi?" dendi. Bu soruyu soranlar, hac
mevsiminde ve panayırlarda müslümanlara gelen heyetlerdi.
Şöyle ki: Arap elçileri Mekke'ye gelirlerdi. Müşrik bir kimseyle karşılaştıklarında
müşrik, Hz. Peygamber ve Kur'an-ı
Kerim hakkında onlara şöyle derdi: Muhammed yalancıdır, büyücüdür. Kendisine
indirilen de, öncekilerin masallarıdır. Bu elçilik heyetleri, mü'min bir kimseyle karşılaştıklarında, o mü'min; onlara, Kur'an-ı Kerim'in
yukarıdaki ayetlerde aktardığı sözleri söylerdi. Takva sahibi kimseler,
kendilerine soru soran elçilere: "Rabbiniz hayır indirdi" derler.
Aziz okuyucu kardeşim,
müminlerin verdikleri cevapla müşriklerin verdiği cevaba dikkatle bak. Mü'minler: hayır indirdi, demişler. Müşrikler: Öncekilerin
masalları demişler. Kurtubî'nin de dediği gibi bunun
açıklaması şöyle olur: Müşrikler, Kur'an-ı Kerim'in
Allah tarafından indirildiğine inanmıyorlardı. Ve merfu
olarak ( jj/tfi jöncekilerin uydurması diyorlardı. Mü'-minlerse
Kur'an-ı Kerim'in devamlı inişine İnanıyorlardı ve
"Rabbiniz hayır indirdi" diyorlardı. Ayetteki İ'rabm
esası işte budur.
İman edip iyi ve güzel
işler işleyerek bu dünyada iyilik ve güzel iş yapanlara zafer, fetih, onur,
üstünlük ve egemenlik gibi güzel şeyler vardır. Ahiret
yurdu, ahiret nimetleri ve ahiretteki
diğer şeyler» onlar için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
Hoş ve iyi amelleri
karşılığında, dünya ve ahirette mükafat göreceklerdir.
"Ve Rabbinizden mağrifet diliyesiniz,
sonra O'na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bîr
süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem)ini
versin"[31].
Takva sahiplerinin
yurdu olan, altından ırmaklar akan Adn Cennetleri ne
güzeldir. Orada onlar için, diledikleri geçimlikler ve nimetler vardır. Takva
sahibi kimseleri Cenab-ı Allah işte böyle
mükafatlandırır. Melekler, şirkten ve kötü işlerden arınmış, hoş ve temiz,
güzel sözlü kimseler olarak canlarını aldığı kimselere de: "Selam size,
yaptıklarınıza karşılık Cennete girin" derler. Bütün bunlar, Allah'ın mü'minlere olan lutfudur. Çünkü
Cennete girebilmek için sadece amel yetmez. Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber
(s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: ",Hiç biriniz kendi ameliyle
cennete giremez?. "Sen de mi ya Resulullah?" dediler. "Ben de (giremem). Meğer ki
Allah, beni rahmetiyle örtsün" dedi. [32]
33- Onlar kendilerine yalnız meleklerin veya senin
Rabbinin buyruğunun gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle
yapmışlardı. Allah onlara zulmetmemişti, ama onlar kendilerine yazık
ediyorlardı.
34- Bu yüzden, işledikleri kötülüklere uğradılar ve alay
ettikleri şey onları kuşattı. [33]
Bu kafirler sadece
şunu bekliyorlar: Ruhlarını teslim almak, sonra da cezalarını bulmak için
meleklerin gelmesini veya dünyada azap ve ibret ile Rabbinin emrinin,
kendilerine gelmesini veyahut kıyamet vakasıyla ve kıyamette kendileri için
hazırlanmış azabla, Rabbinin emrinin kendilerine gelmesini
bekliyorlar.
Çünkü bu anılan
şeylerin kendilerine dokunmasına kendileri neden olmuşlardır. Bu anılan
şeylerin meydana gelmesini bekleyenlere benzetilmişlerdir. Bunlar böyle
yaptıkları gibi, öncekiler de böyle yapmışlardı. Yapılan bu işin cezası da hep
aynıdır. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Önceki ümmütler de bu inkarcıların yaptıkları işleri
yapmış ve işledikleri fiillerin zararları onlara dokunmuş; gerekli cezaya
çarptırılmışlardı. Alay ettikleri şeyin yol açtığı tehlike onları kuşatmıştı.
Her taraftan tehlike ve azap onları çepeçevre kuşatmıştı. [34]
35- Allah'a eş koşanlar: "Allah dikseydi O'ndan
başka hiçbir şeye ne biz ve ne de babalarımız tapardı. O'nun buyruğu olmaksızın
hiçbir şeyi haram kılmazdık" dediler" dediler. Kendilerinden
öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife
düşer?
36- And olsun ki, her ümmete
"Allah'a kulluk edin, azdmcılardan kaçının'
diyen peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi,
kimi de sapıklığı haketü. Yeryüzünde gezin;
peygamberleri yalanlayanların sonlarının nasıl olduğunu görün.
37- Ey Muhammedi Onların doğru yolda olmalarına ne kadar
özen-sen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları
da olmaz.
38-39- Ölen kimseyi Allah'ın diriltmeyeceği üzerine bütün
güçleriyle Allah'a yemin ederler. Hayır, öyle değil, ayrılığa düştükleri şeyi
onlara açıklamayı, inkâr edenlerin kendilerinin yalancı olduklarını
bileceklerini, Allah gerçekten va'detmiştir, fakat
insanların çoğu bilmezler.
40- Bir şeyin olmasını istediğin zaman sözümüz sadece
ona "O!" de-memizdir ve hemen olur. [35]
Bırakın, terkedin. Allah'tan başka tapınılan.her şey. Yani islamın yasakladığı şeylere çağıranı terkedin.
Tağut kelimesi, haddi aşma anlamındaki tuğyan mastarından
alınmıştır.Küfürde ısrar ettiği için, üzerine azap vacip ve sabit oldu. [36]
Müşriklerin Önündeki
yolları kapanıp, kuvvetli delillerle susturulduktan sonra kaçmak istediler ve:
"Allah dikseydi şirk koşmaz ve asla haram fiiller işlemezdik",
dediler. Böyle derken Peygamberliğe taş atmak istemişlerdi. Şev-kânî, Feth'ül-Kadîr adlı eserinde der ki: Onlar, "Allah
dikseydi şirk koşmazdık...." demekle, peygamberliği taşlamak
istemişlerdi. Yani peygamberin; Allah'tan başkasına tapmanın ve Allah'ın haram
kılmadığım haram kılmanın yasaklığına ilişkin Allah'tan aktardığı sözler doğru
olsaydı, Allah'ın iradesine aykırı işler yapmazdık. Şu halde bunu Allah
dilemiştir.
O'nun dilediği olur;
dilemediği olmaz. Kendisinden başkasına taptığımıza, haram kıldığımıza göre,
bu yaptığımız işleri, O'nun muradına uygun ve dilemesine muvafık olduğuna
işaret eder. Bununla birlikte hakikatte onlar bunu itiraf etmez ve
kabullenmezler. Çünkü onlar böyle demekle, Peygamberlere dil uzatıp onları
taşlamak istemişlerdir.
Müşrikler dediler ki:
Şayet Allah dileseydi ne biz, ne de bizden önceki atalarımız, Allah'tan
başkasına tapmaz, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram kılmazdık. Yani biz
kendi başımıza bir şeyi haram kılmazdık.
Bu yapılanlar yeni
yapılmıyor. Bilakis, bunlardan önceki kafirler de peygamberlerini
yalanladılar, bu gibi yollara yeltendiler. Hakkı batılla kaydırmak için
peygamberleriyle mücadele ettiler. Peygamberlerin yegane görevleri, islamı ve hükümlerini açıklayan apaçık bîr tebliğdir.
Allah'ın ilim ve iradesine gelince o, apayrı bir şeydir. Kendilerine karşı
deliller ileri sürerek Allah'a hakkıyla ibadet etmelerini, şeytan, put, kahin
gibi Allah'tan başka ma-budları
bırakmalarını; sapıklığa, din ile akim sınırlarını aşmaya davet eden
saptırıcıları bırakmalarını sağlamaları için her ümmete bir peygamber gönderdik.
Bu ümmetlerden bazılarına Cenab-ı Allah hidayet ve
başarı nasİb eyledi de iman edip ilahi emirlere
uydular. Kimine de, günah işlemekte ısrar ettikleri için sapıklık indi ve
içlerine yerleşti. "Ona, bozukluğunu ve korunmasını (İsyanını ve
itaatini) ilham edene and olsunki,nefsinİ temizleyen iflah olmuş, onu kirletip örten ziyana
uğramıştır"[37]
Buradan öğreniyoruz ki
Cenab-ı Allah, peygamberler göndermiş; bu peygamberler
de insanları iyiliğe, Allah'ın emirlerine uymaya, putlara tapma ve haram
fiilleri işlemeyi bırakmaya çağırmışlardır, Hidayet ve sapıklığın anlamı işte
budur. Bundan sonra bazı kimseler iman etmiş, bazıları küfretmiştir.-Kimi said, kimi de şakî olmuştur. Bun nedenledir ki yüce Allah,
kendisinin emirlerine muhalefet edenleri cezalandırmış, itaat edenleri
mükafatlandırmıştır. Buda,yüce Allah'ın emirlerinin kendi iradesine uygun
olmasının gerekli olmadığını ispatlamaktadır. O, herkese, imana gelmelerini
emretmiştir. Ama ancak bazı kimselerin hidayete ermelerini dilemiştir. Bu da o
kafirlerin ileri sürdükleri delilleri boşa çıkarmakta, sözlerini çürütmektedir.
Sonra Cenab-ı Allah şöyle buyurmuş: Yeryüzünde yürüyün,
yalanlayanların sonlarının nice olduğunu görün. Size karşı bu boş delilleri
ileri sürenlerin ve batıl şeyleri ortaya koyarak sizinle tartışanların
sonlarının nasıl olduğunu müşahede edin.
Bundan sonra Cenab-ı Allah, önce söylediklerini desteklemek etmek için,
özel olarak Hz. Peygambere hitap ediyor: Sen onların
hidayete gelmelerini ne kadar jstesen de, senin
istemenin bir yararı olmaz. Zira hidayetin ve dil ile istemenin ardından
Allah'ın tevfik ve ilhamı vardır. Noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah; kaiblerî, gözleri, kulakları mühürlenmiş
olan yalanlayı-cılarla
sapıkları muvuffak kılmaz ve doğru yola iletmez.
Onlara hayretle bak.
Şiddetli bir tonla Allah adına yemin ederek, ölen kimseyi Allah'ın
diriltmeyeceğini söylemişlerdir. Hayır, hayır... Allah, ölen kimseyi diriltir.
Bunu yapacağını, gerçekten va'dediyor. Ama insanların
çoğu bilmezler.
Cenab-ı Allah; halkın anlaşmazlığa düştüğü ölüm sonrası
dirilişi açıklamak ve bunun gerçek olduğunu ortaya koymak için halkı
diriltecektir. "Rab-bimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk "[38]
Küfredenler, yalancı
olduklarını bilsin diye... Size ne oldu ki, ölüm sonrası dirilişe
inanmıyorsunuz? Çürümüş olan kemiklere kim hayat verir? diyorsunuz? Kainattaki
her şeyin, yüce Allah'ın emrine boyun eğmiş olduğunu bilmiyorsunuz. O, bir
şeyin olmasını dilediğinde, ona "ol" der, o da oluverir. "Biz
bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz, sadece ona
"ol" dememizdir. Derhal oluverir".[39]
41- Haksızlığa uğratıldıktan sonra, Allah yoluna hicret
eden kimseleri, and olsun ki, dünyada güzel bir
yerde yerleştiririz. Ahiret ecri ise daha büyüktür,
keşke bilseler!
42- Onlar sabreden ve yalnız Rablerine güvenen
kimselerdir.
43-44- Ey Muhammedi Doğrusu senden önce de kendilerine kitablar
ve belgelerle vahyettiğimiz bir takım adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız
ki-tablılara sorun. Sana da, insanlara gönderileni açıklayasm diye Kur'an'ı indirdik.
Belki düşünürler.
45- Kötü işler düzenleyenler Allah'ın kendilerini yere
batırmasından yahut farketmedikieri bir yerden onlara
azabın gelmesinden güvende midirler?
46-47- Veya hareket halindeîerken
—kî Allah'ı aciz barakamazlar— ya
da yok olmak endişesindeyken onlara azabın gelmesinden güvende midirler?
Doğrusu Rabbin şefkatlidir, merhametlidir.
48- Allah 'm yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola
vurarak, Allah 'a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?
49- Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler,
büyüklük taşla-maksızm Allah'a secde ederler.
50- Fevklerinde olan Rablerİnden
korkarlar ve emrolunduklan şeyleri yaparlar. [40]
Hicret; Allah uğrunda
yurdu, aileyi ve beldeyi terket-mektir.
Bundan başka hicret, kötü işleri terketme anlamına da
gelir.Onları dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Yerin dibine geçirir.İşlerinde
güçlerinde dönüp dolaşmalarında.Korku ve bela beklentisi üzerinde.Gölgesi bir
taraftan başka bir tarafa meyleder.
Şey, dönmek demektir, Zillet
ve aşağılık içinde. [41]
Bu ayetin; Bilâl, Suheyb, Habbab ve Ammar hakkında
nazil olduğunu söyleyenler vardır. Çünkü mekkeliler,
onlara çeşitli işkenceler çektirerek azab-landırmışlardi. Katade (R.A.), bu
ayetin Habeşistana hicret eden müslüman-lar hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bu ayeti genel
manada anlamak daha uygun olacaktır. Bu ayet Allah yolunda işkenceye uğrayan,
Allah rızası için göç eden herkesi kapsamaktadır. Hicreti, yasakları terketme biçiminde anlamamızı engelleyen bir şey de
yoktur. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle Duyurulmuştur: "Muhacir,
Allah'ın yasakladığı şeyi terkeden kimsedir!'[42]
Allah yolunda ve Allah
rızasını elde etmek uğrunda yurtlarını, beldelerini bırakıp göçen; mallarını,
evlatlarım terkeden; Allah'ın müşrik düşmanlarından
işkence çektikten, zulme uğradıktan sonra hicret edenler... Evet. Allah yolunda
hicret eden kimseleri, Allah dünyada güzel bir yere yerleştirecektir. Onlara
iyi bir bağışta bulunacaktır. Dünyada mutlu, zengin ve onurlu olacaklardır. Ahirette onlara verilecek sevap ve mükafatsa, daha büyüktür,
daha faziletlidir. Eğer bilirlerse ahiret, ceza ve
kalıcılık yurdudur. Şayet görmüş olsalardı, ahiretin,
dünyadan çok daha iyi ve faziletli olduğunu bileceklerdi. Bu muhacirler
sabredip mükafatlarını sadece Allah'tan bekleyen, yalnızca O'na dayanıp
tevekkül edenlerdir.
Kureyşliler; AİIah'm(bir insanı elçi olarak
göndermeyecek kadar yüce ve büyük olduğuna inanıyorlardı. "İçlerinden bir
adama": "insanları uyar ve inananlara, rableri katında kendileri için
(yüksek) bir doğruluk kademesi olduğunu müjdele! "diye vahyetmemiz,insanlara tuhaf mı geldi? "[43]
Cenab-ı Allah, kafirlerin, bir insanın peygamber olarak
kendilerine gönderilmesini tuhaf karşılamalarını şu sözle reddediyor: Senden
önce ey Muhammedi Ancak kendilerine vahyettiğimiz
erkekleri peygamber olarak gönderdik. O peygamberler de kasaba
halkındandı." Melekler gibi gök sakinlerinden değildiler. Cenab-ı Allah, Resulüne, sOyle
demesini emrediyor:
"De kî:
"Rabbimi tenzih edirim. Ben sadece elçi ol(orak
gönderil)en, bir insan değil miyim? "[44]
Bu konuda şüphe
ederseniz, ehl-i kitaptan zikir ve bilgi sahiplerine
sorun. Şayet bilmiyorsanız onlar, peygamberi sizden daha iyi bilir ye
tanırlar. Size derler ki: Peygamberlerin hepsi de insandır. Allah hiçbir
peygamber göndermedi ki o, kendi yaratıklarından bir insan olmasın. Allah ona,
zamanına uygun sahih bir din ile vahyetmiştir. Evet
senden önce Cenab-ı Allah, kendilerine apaçık
ayetlerle vahyettiği ve beraberlerinde kitap
indirdiği erkeklerden başkasını Peygamber olarak göndermedi.
Sana gelince ey Hesulullah! Allah seninle beraber Kur'an'ı
indirdi ki; Kendilerine indirilen, kitabı açıklayasın. İnsanların içinde, Kur'an'm sırlarını en iyi bilen sensin. İnsanların Kur'an'a en tutkun olanı sensin. İnsanların ona uymasını en
çok isteyen sensin. AHah, Kur'an'ı
sana indirdîki, onu insanlara açıklayasın. Böylece
düşünüp doğru yola erişirler belki.
Şu kafirler köreldiler
mi? Yaptıkları desiselerin ve kötü işlerin cezasından emin mi oldular? Allah* ın,Karun'u yerin dibine geçirmesi gibi,kendüeri-ni de yerin dibine geçirmesinden veya Lût
kavmine yapıldığı gibi gafletteyken azabın,ummadı klan bir taraftan kendilerine
geleceğinden emin mi oldular? İşlerinin peşinde dolaşıp durmakte
iken azabın kendilerini yakalayacağından emin mi oldular? Onlar Allah'ı aciz
bırakamaz ve azaptan kurtulamazlar! Kudret kabzasındayken onlar, Allah'ı aciz
bırakamazlar! korku ve azap beklentisi içindeyken azaba yakalanmaktan emin mi
oldular? Mal, evlad, ekin ve ürün eksilmesinden
korkmaktayken azaba yakalanmaktan emin mi oldular? Doğrusu Rabbİniz
elbetteki çok Şefkatli ve merhametlidir. Azabı çabuk vermez. Aksine tevbe edip hakka yöneleceğiniz umuduyla size süre tanır.
Şu kafirlere ne olmuş
ki, bunu inkâr ederler. Nefislerinin azaba yakalanmasından emin olurlar!
Allah'ın yarattığı şeylere bakmazlar mı? Gölgeleri nasıl sağdan, soldan
sürünerek, bir taraftan diğerine meylederek, secde ederek Allah'a döner, bunda
ilahi kudret ve azametin gizlenemeyecek görüntüleri vardır, yerin dönüp
hareket etmesinde, bir yönden diğer bir yöne dönmesinde, gölgenin bir hâlden
başka bir hale geçmesinde, Allah'ın azametine ve
kudretinin eksiksizliğine tanıklık eden deliller vardır. Eşyanın gölgesi
sağdan, soldan sürünerek, Allah'ın emrine secde eder. Onlar, zillet içerisinde
Allah'a boyun eğip teslim olurlar. Şüphesiz gölgenin bir halden başka bir hale geçmesinde, Allah'ın kudretinin eksiksizliğine tanıklık
eden bir delil vardır.
Bu deliller, cansız
varlıklarda bulunan delillerdi. Canlı varlıklara gelince, göklerde ve yerde mevcud olan bütün canlılar, sadece Allah'a secde ederler.
Melekler de yükümlü oldukları veya Allah'ın kendilerinden istediği işleri
yaparken, büyüklük taslamayarak Allah'a secde ederler. Gönüllü veya gönülsüz,
hepsi Allah'a secde ederler. Üzerlerindeki Rabblerinden
korkarlar. Üzerlerinde derken, Allah'ın mekan üstünlüğünü değil makam
üstünlüğünü amaçlıyoruz. Melekler, emrolundukları
işleri yaparlar. [45]
51- Allah, "îki tanrı edinmeyin, O ancak bir tek Tann'dır. Yalnız Ben'r den
korkun" dedi.
52- Göklerde ve yerde olan O'nundur. Kulluk da daima
O'nadır. Allah'tan başkasından mı sakınıyorsunuz?
53- Size gelen her nimet Allah'tandır. Sonra, birsıkmtıya uğradığınızda yalnız O'na sığınırsınız.
54-55- Sıkıntılarınızı giderince de, İçinizden bazıları
—kendilerine verdiğimize nankörlük ederek— Rablerine eş koşarlar. Geçinin
bakalım, yakında öğreneceksiniz.
56- Kendilerine verdiğimiz nzıktan,
onların ne olduğunu bilmeyen putlara pay ayırırlar.
Allah'a and olsun ki, uydurup durduğunuz şeylerden elbette
sorguya çekileceksiniz.
51- Beğendikleri erkek çocukları kendilerine; kızları da
Allah'a male^ diyorlar. O bundan münezzehtir.
58- Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği
zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir.
59- Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan
gizlenmeye çalışır; onu utana utana tutsun mu, yoksa
toprağa mı gömsün? Ne kötü hükmediyorlar.
60- Ahirete inanmayanlar
kötülük misalidirler. En üstün misali ise Allah verir. O güçlüdür, Hakimdir.
61- Allah insanları haksızlıklarından ötürü yakalayacak
olsaydı, yeryüzünde canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar
erteler. Süreleri dolunca onu ne bir saat geciktirebilirler ne de öne
alabilirler.
62- Beğenmediklerim Allah'a malederler.
Dilleri, güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere söyler durur.
Cehennemin onların olduğunda ve önceden oraya gideceklerinde şüphe yoktur. [46]
Taat ve ihias.Devamlı, vacib, halis.Yüksek sesle yalvarıp yakanısınız. Rengi değişip
karararak. Yani üzülerek. Keder ve üzüntüyle dolu. Fazlaca elem ve üzüntü
dolayısıyla ağzını kapatıp konuşmayan.Gizlenir.Hakaret ve bela. Toprağa gömüp
gizler,
Kötü sıfatlar.Bırakılır
ve ateşe sürüklenirler. [47]
Kainattaki her
varlığın, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'a boyun eğip emrine teslim olduğu
belirlendikten sonra, bunun hemen ardından hakka ve doğru yola dönerler
umuduyla, müşrik araplarm bazı rezillikleri açıklanarak
insanlar, Allah'a ortak koşmaktan yasaklanıyorlar. Noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah buyurdu ki: "İki tanrı tutmayın. Allah, ancak tek tanrıdır.
Tanrılık, sadeceO şanı yüce mukaddes Zat'a özgüdür.
Denebilir ki: Ayet-i kerimede (iki tanrı) kelimesi söylendikten sonra fazladan
(İki) kelimesini kullanmanın ne yararı vardır? (tek tanrı) kelimesinin kullandıktan
sonra (Bir) kelimesini kullanmanın ne
yarar vardır?
Bu soruya şöyle bir
cevap verilmiştir. Bu fazlalık, başka varlıkları Allah'a karşı ortak tutmaktan
nefret ettirmede mübalağa İçindir. Bu nedenle "İki tanrı" denilmiştir. "Vahidün" kelimesinin cümleye eklenmesi de, Allah'ın
birliğinden çok, tanrılığın mevcud olduğunu
ispatlamak gibi yanlış bir anlayışı engellemek içindir. Müşriklerin ihtilafı,
tanrılığın birliği esası üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Ey müşrikler!.Kainatta
herhangi bir şeyden korkuyorsanız, sadece benden korkun.
Bu nasıl böyle olmasın
kî? Göklerde ve yerde ne varsa hepsi; mülkiyet, yaratılış, kulluk ve tasarruf
bakımından Allah'a aittir. Dîn ve taat, iman ve ihlâs; her zaman vacip olarak O'nun için sabittir. Zira
emri geçerli olan hiçbir kimse yoktur ki, bu hükümranlığı, kendisinin Ölümü
veya mülkünün, otoritesinin ortada kalkması ile sona ermesin. Ancak yüce Allah
bu kuralın dışındadır. O'na taatte bulunmak, sabit
ve devamlıdır.
Bütün bunlardan sonra,
Allah'tan başkasından mı sakınıp korkuyorsunuz?
Rengi, türü ve cinsi
ne olursa olsun, size ulaşan nimetler, sadece Allah'tandır. Akıllı kimsenin
Allah'a ortak koşmaması, yalnızca Allah'a ibadet etmesi, sadece Allah'tan
sakınması gerekir.
Ama insan renkten
renge ve kılıktan kılığa girer. Doğru yola girmez. Nimetler denizinde boğulmuştur.
Bu nedenle Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Sağlık, mal
ve evlat gibi nimetlerden sonra size bir zarar dokunursa; üzerinizdeki zarar
ve sıkıntıyı açıp gidermesi için Cenab-ı .Allah'a
yalvarıp-yakanrsımz. Çünkü sıkıntıları açıp gideren
ancak O'dur. Üzerinizdeki zarar ve sıkıntıyı açıp-giderince, üzerinize inen
ağırlığı kaldırınca bazı insanlar, yine eski tabiatlarına ve huylarına
dönerler. Ey ademoğullan! Bîr de bakarsınız ki,
sizden bazıları Rablerine ortak koşarlar.
Ey okuyucu kardeşim!
Bunların yaptıklarına sen de şaşmıyor musun?! Çünkü bunlar, kendilerine her
türlü nimeti bahşeden, üzerlerine çöken zarar ve sıkıntıyı gideren Allah'a
şükredecekleri yerde, O'na ortak koşarlar. Kendilerine bahşettiğimiz nimete
karşı nankörlük etmek için böyle yaptılar. Öyle ki, üzerlerine vacip olan
şükrün yerine koydukları bu nankörlükleri, hedefleri haline gelmiş gibidir.
"Nankörlük etsinler" ifadesine dikkat etmeliyiz. Bu, ileri derecede
zorbalık ve bozgunculuktur. Sonra rabferİ, tchdid yoluyla kendilerine şöyle buyurdu: İçinde
bulunduğunuz halde eğlenin bakalım. İşinizin akıbetini ve amellerinizin
sonucunu yakında göreceksiniz.
Sonra noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, müşriklerin bir başka suçlarını anlatıyor. Şöyle ki:
Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerin bir kısmını,
hakikat ve mahiyetlerini bilmedikleri putlara ayırıyorlardı.
Kendilerine sıkıntı ve zarar dokunduğunda Allah'a yalvarıp yakaran bu
müşriklerin, sıkıntı ve zararları Allah tarafından giderilince, başka
varlıkları O'na ortak koşmaları tuhaf değil mi?
Bununla beraber,
hakikat ve mahiyetlerini bilmedikleri bazı cansız varlıklara, ya da kendi elleriyle yaptıkları putlara, kendilerine rızık olarak verdiğimiz mallardan pay ayırıyorlar.
Ve ayırdıkları bu paylarla, putlarına yaklaşıyorlar(!)
Allah'ın zatına yemin olsun ki, uydurmakta olduğunuz yalan, iftira ve
sapıklıklardan dolayı sorguya çekileceksiniz.
Şu müşrikler, kızları
Allah'a ait kılıyorlar. Huzaa ve Kinane
kabileleri; meleklerin, Allah'ın kızları olduğunu söylüyorlardı. Allah, onların
bu söylediklerinden çok yüce ve münezzehtir. Hoşlandıkları erkek çocuklarıysa
kendilerine mal ediyorlar.
"Demek erkek
size, kadın Allah'a mı (onun için mi meleklere Allah'ın kızları diyorsunuz)? O
halde bu, insafsızca bir taksim!"[48]
"îyi bilin onlar iftiraları
yüzünden diyorlar ki: "Allah doğurdu" Onlar, elbette yalancıdırlar
"[49].
Bu, çok tuhaf bir
durum. Kızlar Allah'a, erkeklerse onlara! Kızlardan tiksiniyorlar. Onlardan
birine kız çocuğu doğduğu müjdelendeğinde; yüzü
kapkara kesilir, üzülür, gamlanır. Çünkü bir kızı doğduğu, kendisine müjde-lenmiştir. Ne yapacağını bilemez hale gelmiştir, şaşkındır.
Doğan kız çocuğunu utanç, horluk, ayıp ve fakirlik üzerine tutacak mı? Yoksa
toprağa mı gömecek? Araplar cahiliye devrinde
kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bu kadar
hoşlanmadıkları ve kendilerine ait saymaktan tiksindiklerini kızları Allah'a
mı ait sayıyorlar?! Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar! Ahiret
hayatına ve oradaki şeylere inanmayan bu kimseler için, daha kötüsü düşünülmeyecek
kötü sıfatlar vardır. Üstün sıfatlar ve mutlak kemal, yüce Allah'a aittir. O
güçlüdür, hikmet sahibidir. Esirgeyendir, bağışlayandır. Kerem, ve cömertliği
geniş, hilmi çoktur. Yumuşak huyludur. Onları çabuk
cezalandırmaz. Şayet zulümleri sebebiyle Allah onları derhal cezalandırsaydi ve suçlan nedeniyle onları hemen azablandırsaydı, yer yüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Ama
azameti yüce. Allah yumuşak huyludur, günahlari
örtendir, çok bağışlayandır, esirgeyendir.
O, onları belli bir
süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ne bir an geri kalırlar, ne de
ileri giderler. Ecelleri geldiği zaman, kötülük yapmış olanlar herhangi bir
erteleme olmaksızın cezalarını mutlak surette çekerler.
Bunları anlattıktan
sonra kutlu ve yüce Allah, cahillerin amellerinden sözetmeye
yönelmiş ve şöyle buyurmuştur. Hoşlanmadıkları kız çocuklarını Allah'a ait
kılıyor; O'na kendisinin kullan olan varlıkları ortak koşuyorlar. Üstelik te dilleri; bu yaptıkları işlerden dolayı en güzel sonuç
kendilerinin olacak, diye yalan söylüyorlar. Hayır... Bu iş sizin iddia
ettiğiniz gibi değildir.
Gerçekten de onlar
için Cehennem ateşi vardır. Onlar bu eteşe sürülecek,
içine bırakılacak ve orada bırakılıp unutulacaklardır. [50]
63- Ey Muhammedi Allah'a and
olsun ki, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Şeytan yaptıklarım
onlara hep güzel gösterdi: Bugün de dostları odur. Onlara can yakıcı azab vardır.
64- Sana Kitab'ı, ayrılığa
düştükleri şeyleri onlara açıklaman için, inanan kimselere de doğru yol
rehberi ve rahmet olarak indirdik.
65- Allah gökten su indirir ve ölümünden sonra yeryüzünü
diriltir. Kulak veren kimseler için bunda ibretler vardır.
66- Hayvanlarda da size ibret vardır. Bağırsaklanndakİler ile kan arasından, içenlere halis ve
içimi kolay süt içiririz.
67- Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden
şerbet, şıra ve güzel nzık elde edersiniz. Düşünen
millet için bunda ibret vardır. .
68-69- Rabbin bal ansına: "Dağlarda, ağaçlarda ve
hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinm işlemen için gösterdiği yollardan yürü'' diye
Öğretti. Karınlarından İnsanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen
bir millet için bunda ibret vardır. [51]
Erkeğiyle, dişisİyle deve, sığır, koyun ve keçi.Karşılaştırma yoluyla
hakikati ve İçyüzü bilinsin diye bir şeyi başka bir şeyle temsil etmek.
Hayvanın işkembesine inen, yarı sindirilmiş gıda.
İçki, sarhoş edici
şarap, Hurma ve üzüm ağaçlarından elde edilen yiyecekler.
Vahy; ilham manasında da kullanılır. îlham, kalbe doğan
şey. Hayvandaki güdüler gibi insanların, elleriyle yaptıkları çardaklar.
Çamurdan ve orman ürünlerinden yapılan hücreler. Ağaçtan ve camdan yapılan
hücreler gibi. [52]
Cahili dönemlerinde arapların yaptıkları işler ve islam
daveti karşısında takındıkları inatçı ve müşrikçe tutumlar anlatıldıktan sonra,
onların bu tutum ve davranışlarının öteden beri insanlarda görülen bir huy ve
tabiat olduğu anlatıldı ki; Peygamber (s.a.v.) efendimiz, türedi bir Peygamber
olmadığını ve azgınlık yapıp büyüklük taslayanların, sadece kendi kavmi
olmadığını anlasın. Bundan sonra Cenab-ı Allah,
üzerimizdeki çeşitli nimetlerini sayarak anlatmaktadır. [53]
Cenab-ı Allah, kendi zatına yemin ederek şöyle buyruyor: Kudret sahibi yüce Allah'a and
olsun ki, senden önce gelip geçen ümmetlere de peygamberler gönderdik. O
ümmetlerde, senin kavminin sana karşı takındığı tavırlar gibi, Peygamberlerine
karşı olumsuz tavırlar sergilediler. Şeytan, yaptıkları kötü amelleri, onlara
süsledi. Bu ifadelerde, bütün peygamberlerin hep hayır tarafına ve İnsandaki
ruha çağrıda bulunduklarına, şeytanın da, onlara karşı olumsuz ve inatçı
tutumlar sergilediğine, ihsandaki madde tarafını sömürdüğüne, kötü işleri ve
peygamberlerle zıtlaşmayı onlara süslediğine işaret vardır. Kötü davranışlarını
şeytan onlara süslemiştir. Bu gün de şeytan onların dostudur. Dünyada onların
arkadaşıdır. Ayet şu manaya da gelebilir: Şeytan bugün de, yani kıyamet gününde
onların dostu ve yardımcısıdır.
Bununla da, kıyamet
gününde onların asla yardımcılarının bulunmayacağı, en beliğ bir şekilde
bildirilmiş olmaktadır.
Ayetin şu anlama
gelebileceğini de söyleyenler olmuştur:
.
Bu gün de şeytan, şu
kafirlerin dostudur. Ahirette bunlar için acı verici
bir azap vardır. Ümmetler, kendilerine karşı deliller ileri sürüldükten sonra
yok edilip azaba uğratılırlar.
Ey Muhammedi Sen de
ümmetinle beraber böyle bir durum içerisinde bulunmaktasın. Kur'an-ı
Kerim'i, herhangi bir hal ve sebepten ötürü değil, sadece onu insanlara,
anlaşmazlığa düştükleri itikad ve ibadetler konusunda
açıklayasın diye sana indirdik.
Daha önce de
söylediğimiz gibi insanlar maddi dürtülerle ruhi dürtüler arasında
bulunmaktadırlar. Maddi ve beşeri dürtüler, şeytanın dürtükleme-sinden ibarettir.
Hoş ve temiz ruhi dürtüler, Allah'tan gelir. İki dürtü arasında ve insanların
ihtilaf ettikleri yönelimler konusunda hüküm vermek için peygamberler
gelmişlerdir. Kur'an-ı Kerim ve onun ihtilaflı
şeyleri açıklaması, insanları doğru yola iletmesi, Allah'ın bir rahmeti oluşu,
nimetlerin en yücesi olduğunu göstermiyor mu?
Kur'an-ı Kerim'in kainattaki en büyük nimet olduğu
açıklandıktan sonra — Çünkü Kur'an-ı Kerim hidayet, irşad, hak yoluna girmekle ilgilidir.— Söz, Allah'ın bize
vermiş olduğu nimetlerin açıklanmasına dönüyor.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, gökten bir su İndirdi. Ölümünden sonra yeryüzünü o su İle
diriltti. Yeryüzüne bakmadın mı ki, o kurudur. Cenab-ı
Allah, üzerine su indirince titreşir, kabarır, şişer ve her güzel çiftten bitirir.
Bunlar, içinde su bulunan topraktan çıkan, olgun ve yeşil bitkilerdir. Nemli
toprağa konulan yabancı bir unsur (tohum)'un kokuşması gerekirken, bakanlara
güzellikler saçan bitkiler filizlenip yeşeriyor. Şüphesiz bunda Allah'ın
kelâmını İşiten ve anlamım kavrayıp düşünen bir kavim için Allah'ın kudretine
işaretler vardır.
Evet, davarlarda ve
diğer hayvanlarda sizin için ibret ve Öğüt vardır; Allah'ın kudret, birlik ve
ululuğuna işaret vardır. Ebu Bekir el-Verrak demiş ki: Hayvanlardaki ibret, onları sahiplerinin
emrine boyun eğdirmektir. Bu hayvanların sahiplerine itaat etmeleridir. Ey
ademoğlu ı Hayvanlarda sizin için ibret ve öğütler vardır. Çünkü onların
karınlarından çıkardığımız; saflıklarını bulandıran şeylerden arınmış, içimi
kolay, lezzetli, şifalı, diğer yiyecek ve içeceklere hemen hemen
hiç İhtiyaç bırakmayacak olan tam gıdalı, halis bir sütü size içiriyoruz. Bu
süt, küçük çocuğu belli bir süre besliyor. Bu süre zarfında o küçük çocuk,
başka gıdalara ihtiyaç duymamaktadır. Sütün diğer gıda maddeleri arasındaki
yerini Peygamber (s.a.v.) şöyle açıklamıştır: Peygamber (s.a.v.) efendimiz, et
bile olsa sütten başka bir şey yediğinde şöyle dua ederdi: "Allah'ım, bu
yediğimizi bizim için bereketli kıl. Bundan daha hayırlısını bizim için arttır".
Süt içtiğinde ise şöyle dua ederdi: "Allah'ım, bunu bizim için bereketli
kıl. Bunu bizim için art tır". Modern tıp ta sütün ne kadar önemli bir
gıda maddesi olduğunu takdir etmiş ve Peygamber (s.a.v.)'in yukarıdaki
sözlerini uygulamalı bir şekilde bize açıklamıştır.
Süt, yan sindirilmiş
gıdalarla kan arasından çıkmaktadır. Ey Allah'ım sen ne yücesin! Süt, hayvanın
gıdasından çıkıyor. Hayvanın, ağzı ile aldığı gıdalar ezilip parçalanarak yarı
sindirilmiş gıdalara dönüşüyor. Bu da kana dönüşüyor. O kan da, sindirim
cihazlarındaki dokuların çevresinde bulunan incecik kılcal damarlar
aracılığıyla süte dönüşüyor. Ey Allah'ım sen ne yücesin! Kudret ve hikmet
sahibi sensin. Bu bilgileri, daha önce hiçbir şey bilmemiş olan, cahil ve ümmi
bir çevrede yetişmiş, okur yazar olmayan şu adama (Resulullah'a)
öğreten kimdir? Ayetleri sağlamlaştırılmış bir kitap olarak Kur'an'ı O'na indiren Allah bu bilgileri O'»»a.öğretmiştir.
Hurma ve üzümden
kendiniz için içki, şarap ve güzel rızık edinirsiniz.
Hurma, üzüm ve benzerlerinden şarap şırası, yiyecek maddesi ve güzel rızık elde edersiniz.
İçkinin haram
kılınmasıyla ilgili olarak nazil olan ilk ayetin bu olduğunu söylüyorlar.
Çünkü bu ayet, Mekke de nazil olmuştur. Zaten bu sûre de Mekkîdir.
Şarabın haram kıhnmasıysa Medine'de olmuştur.
Bazıları şarabın haram kılınmasıyla ilgili olaraki
ilk nazil olan ayetin, nasıl bu ayet olabileceğini soruyorlar. Bu ayet,
kökleri derinlere varan, arapların yanında kökleşmiş
olan içkinin haram kılınmasıyla ilgili olarak nazil olan ilk ayettir. Bu ayette
içkinin haramhğma yapılan İşaret, kökü derinlere
varan bir İşarettir. Çünkü burma ağacının meyvesinden ve üzümden içki ve güzel nzık elde ediliyor. Rızkın (güzel) kelimesiyle
nitelenmesi, içkininse yalm bırakılarak güzel kelimesiyle
nitelenmemesi, içkinin güzel olmadığına işaret ediyor. İçkinin haram kılınmasıyla
ilgili olarak nazil olan ayette, içkinin zararı ve tehlikesi açıkanı-yor. Tefsirini yapmaya çalıştığımız bu ayet-i
kerimede,Allah’in kudret ve azametine delil vardır.
Aklını kullanan bir kavim için bunda ayetler vardır.
Rabbin bal ansına
ilham etti ve bunu onun bir iç güdüsü ve tabiatı haline getirdi. Evet ona,
dağlardan evler ve mağaralar, ağaçlardan oyuklar ve insan oğlunun yaptığı
çardaklardan edin, diye Rabbin ilham etti. İnsanların, senin için yapıp hazirladığı eski ve yeni tipten kovanlar edin. Cenab-ı Allah, bu sayılan şeylerden evler (kovanlar)
edinmesini ve böylece oralarda üretim yapmasını bal ansına ilham etti. Bütün
meyvelerin özlerini toplamasını ilham etti. Ey Allah'ım sen ne büyüksün! Bu
kainat, bölünmez bir bütündür. Kainattaki bu düzenin tesadüfi olması mümkün
değildir. Hikmetli, güçlü ve muktedir bir tanrısının bulunması zorunludur.
Meyveleri yemesi, çiçeklerin tomurcuklarına girmesi, kendisine ilham edilen
bal ansı, gıdasını araştırmaktadır. Kanatlan üzerinde taşıdığı özlerle erkek ve
dişi bitki organları arasında; farkında olmadan, aşılama yapmaktadır.
Kainattaki her varlığın bir görevle yükümlü olduğunu, ve bilse de, bilmese de
bu görevini yerine getirmekte ol -duğunu ortaya
koymaktadır.
Cenab-ı Allah, bal arısına: Her türlü meyvelerden ve ürünlerden
ye, boyun eğmiş bir itaatkâr olarak Rabbinİn
yollarına gir. Karınlarından değişik renklerde bir İçki çıkmaktadır ki o da
baldır. Ey Allah'ım sen ne yücesin. Şu aşağıdaki sözleri söyleyen, ne doğru
söylemiştir!: Dut yaprağını böcek yer, ondan ipek çıkar; geyik yer, ondan misk
çıkar; balansı yer, ondan bal çıkar; keçi yer, ondan dışkı çıkar..
Şu balda insanlar için
şifa vardır. Evet balda, bir çok hastalıklar için şifa vardır. Bunda, düşünen
ve öğüt alan bir toplum için (Allah'ın kudretine) işaret vardır. [54]
70- Allah sizi yaratmıştır, sonra öldürecektir,
içinizden bir kısmı da ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bilmez
olurlar. Doğrusu Allah bilendir, her şeye kadir'dir.
71- Allah nzık da kiminizi
diğerlerine üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, emirleri altında bulunanların nziklannı vermezler. Oysa nzıkta
hepsi eşittir. Allah'ın nimetini bile bile inkar mı
ediyorlar?
72- Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden
de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden nzık
verir. Öyleyken batıla inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?
73- Allah'ı bırakıp, göklerden ve yerden kendilerine
verecek nzıklan olmayan ve vermeye güç yetiremiyen şeylere mi tapıyorlar?
74- Allah'a benzerler koşmaya kalkmayın. Şüphesiz Allah
bilir, siz bilmezsiniz. [55]
Ömrün en rezili Küfrederler,
inkâr ederler. "Hafid" kelimesinin çoğulu
olup torunlar demektir. [56]
Bu da Allah'ın,
insandaki hayret verici sanatının çeşitlerinden bir başkası, O'nun kudret ve
tanrılığının görünümlerinden bir diğeridir. Yağmur, bitki örtüsünde ve hayvan
türlerinde görülen ilahi kudret belirtileri anlatıldıktan sonra, söz dönüp
buraya geldi.
Ey-ademoğlu, siz hiç
bir şey değilken Allah sizi yarattı. Sonra aceüniz
tamamlandığında sizi öldürür. İçinizden kimi de ömrün en reziline itilir.
"Biz insanı en
güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağmısa
çevirdik"[57]
"(O) Allah'dır ki sizi za'fdan
yarattı. (Pek zayıf bir kök'ten spermadan yarattı). Sonra zayıflığın ardından
(size) bir kuvvet verdi. (Güçlü kuvvetli delikanlılar oldunuz). Sonra kuvvetin
ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi.”[58]
Yaşı ilerleyip ömrün
en reziline ulaşan kimse, genel duyum ve bilinç gücünü yitirir. Algılama gücü
ve nefsinin arzuladığı şeyi gerçekleştirmeye olan rağbeti bakımından küçük
çocuk gibi olur. Cenab-ı Allah, onun ömrün en
reziline ulaşmasının gerekçesini açıklarken ne de doğru buyurmuştur: Elde etmiş
olduğu az bir bilgiden sonra artık ne az ne çok hiç bir şeyi bilemez bir hale
gelsin diye... Ömrün en rezilinin hangi yaşlarda olduğunu belirtmeye gelince,
bu, her ne kadar çoğunlukla altmış beş yaşından sonra olmaktaysa da, insamn içinde bulunduğu ortama göre değişebilir. Bu, genel
olarak verilen bir hükümdür. Bir hadis-i şerifte anlam olarak şöyle buyurulmuştur: "îmanların en hayırlısı, ömrü uzun ve
ameli güzel olandır. İnsanların en kötüsü, ömrü uzun ve ameli kötü
olandır".
Allah, nzıkta kiminizi kiminize üstün kıldı. Derece itibariyle
kiminizi kiminizden üstün tuttu ki, kiminiz kiminize iş gördürebilsİn.
Cenab-i Alİah zengini,
kendi malıyla dilediği gibi oynaması için serbest bırakmamıştır. Tersine onun
malında fakir için belirli bir hak koymuştur. Müslüman hakimin şahsında
temessül eden devletin de şartlara göre zenginin malında hakkı vardır.
Bununla beraber, Cenab-ı Allah'ın rızik bolluğu
bakımından başkalarına üstün kıldığı kimseler, Allah'ın kendilerine doğrudan
vermiş olduğu nzıklarını başkalarına vermezler. Üstün
kılınanlar, azıklarını ellerinde bulunan köle ve cariyelere vermiyorlar.
Halbuki kölelerle efendiler Allah katında rızık
bakımından eşittirler. Çünkü zenginler; Allah'ın kendilerini, üzerinde
mutasarrıf kıldığı maldan infakta bulunmuşlardır.
Ayet-i Kerimeyi geniş
anlamıyla şöyle açıklayabiliriz; Cenab-ı Allah, rızık bakımından kimimizi kimimize üstün kılmıştır.
Zengine, fakire yardımda bulunmasını farz kılmıştır. Efendinin, eli altında
bulunanlara malî destekte bulunmasını emretmiştir. Bununla beraber yüce Allah,
zenginle eşit seviyeye gelsin diye fakire, efendiye müsavi olsun diye onun eli
altında bulunana mal ve servet vermemiştir. Zenginler bazı zamanlarda
fakirlere, efendiler de, elleri altında bulunanlara az miktarda mal
vermektedirler. Bu yüce Allah'ın insanlara şu anlamda verdiği bir meseldir:
Hizmetçilerinizle kölelerinizin sizinle aynı zenginlikte olmalarına,
akrabalarınız ve müdafileriniz olan fakirlerin.servetçe sizinle aynı seviyede
olmalarına razı olmadığınıza göre,na-sıl olur da ey insanlar! kullarımı benimle aynı seviyede
görmek istersiniz ve tanrılıkta onları bana ortak koşarsınız?!! Siz ve
hizmetçileriniz insan olma bakımından eşitsiniz. Siz, üzerinde geçici olarak
mutasarrıf kılındığınız mallardan infakta bulunuyorsunuz. Buna rağmen,
fakirlerle aynı seviyede bulunmaya razı olmadınız. Gökleri ve yeri yoktan var
eden yaratıcıyla şu putları nasıl olur da aynı seviyede görürsünüz?!!
Allah'a ortak mı
koşuyorsunuz? Sadece bir bölümü bu sûrede anlatılan, üzerinizdeki ilâhi
nimetleri inkâr mı ediyorsunuz? Allah, size kendi nefsinizden ve cinsinizden
eşler yarattı. Onlar aracılığıyla sükûnet bulursunuz. Aranızda dostluk, sevgi
ve merhamet tesis etti. Eşlerinizden, sizin için oğullar ve torunlar yarattı.
Dünyada hoşunuza giden helâl ve temiz rızıklar
yarattı. Bütün bu nimetler karşısında köreldiniz mi? Ortaklar ve putlar gibi
sadece batıl şeylere inanıyorlar. Allah'ın daha önce anlatılan ve sayılamayacak
derecede çok olan nimetlerini inkâr ediyorlar. Kendilerine gökten ve yerden n-zıklar sağlayamayan, bu işi asla beceremeyen şeylere
tapıyorlar da, Allah'ı bırakıyorlar. Dikkat edin o ortaklar, kendilerine
tapanlara ne nzık veriyor, ne de verebiliyorlar.
Böyleyken Allah'a emsal ve benzerler göstermeyin. En büyük sıfatlar
Allah'ındır. Her ne olursa olsun, yaratıklarından hiç birine benzemez. Hem
bilin ki, Allah'ın zatının hakikati üzerinde araştırma yapmak, şirktir. O'nun
yarattığı güzel şeyler üzerinde düşünmekse idrâktir.
Allah'a ortak koşanlar
şöyle diyorlardı: Hükümdarlara kodamanlar hizmet eder. Kodamanlara ise köleler
hizmet ederler. Şu putlara, yüce ve ulu Allah'a yaklaşmamıza vasıta olsunlar
diye tapıyoruz.
Bu, fahiş bir hatadır
Sakat bir anlayıştır. Yaratılmışı yaratıcıya kıyaslamaktır.
Ey müslüman!
Seninle Allah arasında perde yoktur. O'nun veziri ve mabeyincisi yoktur.
Bilâkis O, bize şahdamanmizdan daha yakındır. Zira O
buyuruyor ki: "Kullarım, sana benden sorar(lar)
sa(söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana dua edenin
duasına karşılık veririm. O halde onlarda bana karşılık versin (benim çağrıma
uysun)Iar. Bana inansınlar ki, doğru yolu
bulsunlar"[59]
Allah bilir. Siz hiç
bir şey bilmezsiniz. Dinleyin ve itaat edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve
sizi belli bir süreye kadar ertelesin." [60]
75- Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı
olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misâl gösterir: Hiç bunlar eşit olur mu? Övüîmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.
76- Allah iki adamı misal veriyor: Biri hiçbir şeye gücü
yetmeyen bîr dilsiz — ki efendisine yüktür, nereye gönderse bir hayır çıkmaz —
bu, doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?
77- Göklerin ve yerin gaybı
Allah'a aittir. Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk
bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye kadir'dir.
78- Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez
halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir.
79- Göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna boyun eğerek
uçan kuşlara bakmıyorlar mı? Onları Allah'tan başka tutan kimse yoktur. İnanan
millet için bunda dersler vardır. [61]
Dilsiz olarak doğan.
"Ebkem"in, işitmeyen ve görmeyen kimse
olduğunu söyleyenler de olmuştur. Velisine ve yakınlarına yük olan.
Sahibine.amcası oğlunun üzerine vebal olan kimse. Kendisini tekeffül edciı kimsenin omuzuna yük olduğu
için yetime de keli denmiştir.
Süratle göz atmak,
demektir, Yüce Allah'ın emrine boyun eğenler. Dünyayı çepeçevre kuşatan sonsuz
uzay. [62]
Cenab-i Allah; fayda ve zarar veremeyen, ama yine de
tapınılan putlarla; gökleri ve yeri yoktan var edip yaratan, bir ve tek
yaratıcıya, varlıkları yaratan, var olan bütün nimetleri varlık alanına getiren
Allah'a şu misali vermiş: Sahibine mülk olan ve hiç bir şeye muktedir
olamayan; ne kendi şahsına, ne de başkasına yarar sağlamayan köle ile,
kendisine Allah katından güzel rızık ve bol mal
verilip bu malını hayır ve iyilik yolunda gizli, açık harcayan hür kimseyi
örnek vermiştir. Kendisinde hiçbir iyilik ve fayda olmayan bu köle ile, malım
hayır ve iyilik alanında harcayan zengin hür bir tutulabilir mi? Zararlıyla,
faydalı bir olur mu, biç? Bununla diğeri asla eşit olamazlar. Üzerine konan
bir sineği bile kovamayan, taştan veya tahtadan yapılan put ile ismi mübarek,
şanı yüce, kudret, lütuf ve nimet sahibi, göklerle yerin mülküne sahip, eli
açık olup, dilediği gibi harcayan mevlâyı kim eşit
tutabilir?!
Hamd Allah'adır. Güzel Övgüler O'nadır. Bol şükürler;
kahredici güce sahip, aynı zamanda en büyük nimetleri bahşeden, incelikli ve
hikmetli lutfa sahip olan Allah'adır. Verdiğini
alıkoyacak, alıkoyduğunu verecek kimse yoktur. Yalnız O, hamda ve övgüye
müstahaktır. O'ndan başka tanrı yoktur. Ama insanların çoğu hakkı bilmezler ki,
ona uysunlar. Kendilerine büyük nimetleri bahşedeni tanımazlar ki, sadece O'nu
kutsayıp tenzih etsinler.
Sonra Cenab-ı Allah kendi zatı, kullarına bahşettiği dînî ve
dünyevî nimetler ile daha önce kendilerine hiç hayat verilmemiş olan, yarar ve
zarar veremeyen ölü putlar için ikinci bir misal vermiş ve şöyle buyurmuştur:
Allah iki adamı misal
verdi: bunlardan biri dilsiz, suskun, dili kesik, konuşmaktan aciz, kavrama
kabiliyeti olmadığı için hiçbir şey beceremeyen, ihtiyacını gideremeyen, kendi
işini göremeyen; dostuna, velisine, yakınlarına yük olan, hiçbir şey elde
etmeye muktedir olamayan şu dilsiz ve sağır kimse, dostuna ve efendisine yük
olur. Onu hangi tarafa yöneltse, hiçbir hayır ve fayda getiremez. Çünkü
kendisine söylenenleri anlayıp kavrayamaz.
Bu eksikliklerle
nitelediğimiz kimse ile; adaleti emreden, adalet yolunda yürüyen, adaletle
hükmeden, en mükemmel ve eksizsiz bir şekilde
tasarrufta bulunup konuşan ve anlayan kimse bir olur mu hiç?! Bu kimse kendi
nefsinde dosdoğru yolu izler, dimdik islam yolunu
tutar, uygun bir yön izler. İfrat ve tefrite sapmaz. Şu ikinci misaldeki iki
kişinin niteliklerini şöyle özetleyebiliriz. Birinci şahıs, hiçbir şeyi haketmez. İkincisi, en mükemmel vasıfları hakeder. Amaç, bu zıt niteliklere sahip iki kimsenin eşit
olamayacaklarını söyleyerek, Allah(C.C.)'ın ve
kendisine ortak koşulan varlıkların eşit tutulamayacaklarına delil
getirmektir.
Yüce Allah bu iki
misali anlatıp tamamladıktan sonra, kendi zatından sözetmeye
başlamış ve şöyle buyurmuştur: Göklerin ve yerin gaybını
sadece yüce Allah bilir. Bu gaybî bilgileri sadece
kendisi bilir. Bu bilgi hususunda,
yaratıklarından hiç
biri kendisine ortak olamaz. Ölüm sonrası dirilişe ve kıyamet gününe
inananlarla, inkâr edenler arasındaki münakaşanın odak noktası olan kıyametin
kopması işi bîr göz açıp yumma gibi veya daha yakın (kısa) dır.
Bu, Cenab-ı Allah'ın kıyameti çok süratli koparmaya muktedir
olduğunu anlatmak için verilen bir misaldir. Zira Cenab-ı
Allah bir şeyin olmasını dilediğinde ona "ol" der ve o şey hemen
oluverir. Şüphesiz Allah, her şeye muktedirdir.
Allah, sizi
analarınızın karnından çıkardı. Siz, o zaman hiç bir şey bilmiyordunuz. Sizin
için göz kulak, kalb gibi ilim ve idrâkin yollarını
yarattı ki, içinde bulunduğunuz çevreyi algılayasınız ve sırlarına vakıf
olasınız. Allah bütün bunları yarattı ki, bütün duyu organlarını
yaratılış,amaçlarına uygun olarak kullanasınız. Belki bu sayede, size bu
nimetleri bahşetmiş olan Rabbüıize şükredersiniz.
Göğün boşluğundaki kuşları görmüyorlar mı? Fezanın kenarlarında Rabblerinin emrine boyun eğmiş itaatkârlar olarak uçmaya
hazır ve uçmakta oîan kuşlara bakmıyorlar mı? Bu
kuşları uçmaktayken semâda tutan, Allah'tan başkası mıdır? Kanadını .açmış ve
yummuş vaziyette kuşun gökte uçmakta olduğunu görmüyorlar mı? Ağır bir cisim
olan kuşiı havada tutan kimdir? Kuştaki uçma
sevgisini yaratan kimdir? Onu itaatkâr kılan, gökte nasıl uçacağını öğreten,
yüce Allah'tır. [63]
80- Allah size evlerinizi dinlenme yeri kıldı.
Hayvanların derilerinden, yolculukta ve ikâmet zamanlarınızda kolayca
taşıyacağınız evler; yün, tüy ve kıllarından bir süre kullanacağınız
giyimlikler ve geçimlikler var etmiştir.
81- Allah yarattıklarından size gölgeler yapmış,
dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak
elbiseler, harpte sizi koruyacak zırhlar vermiştir. Size olan nimetini müslüman olasınız diye işte bu şekilde tamamlamaktadır.
82- Eğer yüz çevirirlerse, ey Muhammedi Sana düşenin
sadece açıkça tebliğ olduğunu bil.
83- Allah'ın nimetini hem bilirler hem de inkâr ederler.
Zaten çoğu kâfir kimselerdir. [64]
İçinde barınıp sükûnet
bulduğunuz yer. Taşınması size hafif gelir.
Zk'n; Çölde yaşayanların bir yerden başka bir yere göçmek
için yaptıkları yürüyüş,Ev eşyası. Çokluk manasına da gelir.
"Kinn" kelimesinin çoğulu olup yağmurdan korunmak için,
insanın içine girdiği yer, mağara. Güneşin sıcağından ve insanların
gürültüsünden kaçıp sığındığı yer. "Sİrbal"
kelimesinin çoğulu olup gömlek veya giyilen her çeşit elbise. [65]
Bu ayetlerde, Allah'ın
kullarına bahşetmiş olduğu nimetlerin açıklanmasına devam ediliyor. Taptıkları
tanrıların fayda ve zarar veremedikleri sabit olduktan sonra, Allah'ın, kullan
üzerindeki nimetleri sayılıyor. Bu ayetlerle insanlar, Allah'a ortak koşmaktan
nefret ettiriliyor, tevhid tohumlan gönüllere
ekiliyor, Allah'ın, üzerimizdeki nimetleri ve kudreti açıklanıyor. [66]
Allah, size
evlerinizden, içinde barınıp istirahat edeceğiniz ve dinleneceğiniz yerler
yaptı. Buralarda huzur ve sükun bulursunuz. Size hayvan derilerinden; deve,
sığır ve koyun derilerinden, yolculuların edinip içinde barınabileceği,
taşınması hafif çadırlar ve portatif evler yaptı. Yolculuk ve ikamet zamanlarında
bu portatif evlerde ve çadırlarda barınırsınız.
Hayvanların, yarıi koyunun yününden, devenin yapağısından, keçinin kılından
evleriniz için eşyalar yaptı. Allah'ın bileceği bir zamana kadar yararlanacağınız
geçimlikleri bu hayvanlardan yarattı. Bugün üzerimizdeki giysilerimizin ve
evlerdeki eşyalarımızın hammaddesi bazen bunlardan başka şeyler de olmaktadır.
Allah yarattığı hayvanlardan, evlerden ve dağlardan sizler için gölgeler yaptı.
Güneşin yakmasından ve soğuğun dondurmasından buralara sığınırsınız. Allah
sizin için dağlarda oturulacak yerler, yarattı. Düşmanlarınızdan veya güneşin
hararetinden veyahut İnsanların verdikleri izdihamdan kurtulmak için buralara
sığınırsınız. Allah, sizin için giymekte olduğunuz elbiseler ve gemlerler
yarattı. Bunlarla, sıcaktan ve soğuktan korunursunuz. Savaşta ve zorluklarda
gücünüzü koruyacak elbiseler, zırhlar yarattı, Peygamber (s.a.v.) efendimiz,
düşmanla karşılaşmaya hazırlanmak için savaş elbiselerini ve zırhlarını
giymiştir. Allah, dilediğini yapar.
Son noktasına ulaşan
bu tamamlama gibi Cenab-ı Allah, dünya ve ahirette size olan dinî ve dünyevi nimetini tamamlar ki,
O'na teslim olasınız; bu nimetlerin sahibinin emrine boyun eğesiniz; putlara
tapmayı, şeytana ve heveslerinize uymayı bırakıp terkedesiniz.
Ey Muhammed! Bu
müşrikler çağrına kulak vermeyip senden yüz çevirirlerse, artık sana düşen,
yalnızca apaçık bir tebliğdir, duyurudur. Hesaba çekip cezalandırmaksa, bize
aittir.
Şu insanlar, Allah'ın
nimetlerini dilleriyle ikrar ediyorlar. Bu nimetlerin sahibinin kim olduğunu
kendilerine sorarsan, "Allah'tır" derler. Sonra da bu nimetlerin
sahibi olan Allah'tan başkasına taparak bunu fiilleriyle inkâr ederler.
Çokları, inkarcı kâfirlerdir. Pekazı sadık mü'minlerdir. [67]
84- Kıyamet günü her ümmetten bir şahid
getiririz; inkâr edenlere itiraz için izin de verilmez, onların özürleri de
dinlenmez.
85- Zulmedenler azab görürler,
azablan hafifletilmez de geciktirilmez de. .
86- Allah'a ortak koşanlar, koştukları ortaklan
gördüklerinde: "Rabbimiz! Seni bırakıp yalvardığımız ortaklarımız
bunlardır" derler. Koştukları ortaklar, onlara: "Doğrusu siz
yalancısınız" diye söz atarlar.
81- Puta tapanlar o gün Allah'ın hükmüne teslim olurlar;
uydurdukları şeyler onlardan uzaklaşırlar.
88- İnkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyanlara,
bozgunculuklarına karşılık azab üstüne azab veririz.
89- O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahid tutarız. Seni de ey Muhammedi Ümmetine şahid getiririz. Sana her şeyi açıklayan ve müslümanla-ra doğruyu gösteren
bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur'an'ı indirdik. [68]
Bu kelime kınamak ve
azarlamak anlamındaki "Atb" kökünden
türemiştir. îsta'tebe, rızasını istemek manasınadır. Utbâ kelimesi İse kınanan kimsenin, kınayanı hoşnud edecek ve kınanmasına neden olan suçtan vazgeçmesi
anlamını ifade eder. Bir hadis-i şerifte buyurulmuş
ki: "Ya Rab, sen razı oluncaya kadar hoşnutluk
sanadır". Cahiliye devri şairlerinden Nabiğe, Nu'man bin Münzir'den özür dilerken şöyle demiş:
"Eğer sen
mazlumsan, bu,
Bir kula zulmetmenden
dolayıdır.
Eğer kınanıyorsan,
senin gibi,
Kınanan bir başkası da
vardır"..
Ayette anlatılmak
istenen şudur: Ahirette onların özür dilemeleri kabul
edilmez. Rablerini hoşnud edecek işler yapmaları da ahirette artık kendilerinden istenmez. Allah'ın azabına
teslim olmak. Her şeyi tam açıklamak. [69]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın, katıksız tevhid yolunu gösteren
ayetleri, insanlar üzerindeki nimetleri, insanların bazısının mü'min, ama çoğunun kafir olduğu açıklandıktan sonra Kur'an-ı Kerim, insanların ibret ve öğüt almaları umuduyla
kıyamet sahnelerini anlatmaya başladı. [70]
Ey Muhammedi Her
ümmetten imân, küfür, tebliğ ve risaiet konusunda her
ümmetten bir şahit getirdiğimiz gün... Şu ayet-i kerimeye de dikkat etmeliyiz:
"Her ümmetten bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman (halleri)
nice olur"[71]. Evet, o zaman şu
kafirlere, özür dileyip kendilerini savunmaları için şu kâfirlere izin
verilmez. Çünkü bunların delilleri yoktur.
84. ayetteki "sümme" kelimesinin kullanılması, bu kâfirlerin
konuşup. özür dilemekten alıkonmalarımn, peygamberler
tarafından aleyhlerinde tanıklık yapılmasından daha şiddetli olduğunu ifade
etmek içindir.
Özür dilemeleri de
istenmez... Çünkü öfkelenmeye ve razı olmamaya azmetme durumu söz konusu
olunca, özür dileme isteğinde bulunmanın yaran olmaz. Rablerini razı edecek
amelleri işlemeleri de ahirete kendilerinden istenmez.
Çünkü ahiret, teklif ve amel yeri değildir.
Allah'a ortak
koşanlar, kıyamet gününde ortaklarını gördüklerinde, ^~ Rablerinin kendilerine va'dettiği azabın hak olduğunu gözleriyle açıkça görürler—
derler ki: Ey Rabbimiz! Bunlar, seni bırakıp kendilerine yalvarıp ibadet
ettiğimiz ortaklanmızdır. Allah'ın yanında O'na
kullukta kusur edişimizden dolayı vah bize.
Böyle demekle bunlar,
işledikleri günahların ve suçların, ortakların in üzerine yıkılmasını
isterler. Bu, yolunu şaşıran, körler gibi yürüyen ve ne yapacağını bilemez
hale gelen kimselerin yapacağı bir iştir.
Ortaklara gelince
onlar, bunlara sözü iade ederler, iddialarını en kötü biçimde reddederler.
Onlara derler ki: Siz
ey ortaklar! İddia ettiğiniz şeylerde yalan söylüyorsunuz. Kendinizi teselli
edip avutuyorsunuz.
Ortak koşanlar, o
günde Allah'a teslim olur. İstemeye istemeye O'nun
yargısına boyun eğer, şiddetli, azabına boyunlarını uzatırlar. "Allah'ın
ortakları var; bunlar bizim için şefaat edecek ve kötülükleri bizden
savacaktır" anlamında uydurdukları şeyler, kendilerinden uzaklaşıp
kaybolur.
Küfredip Allah'ın
yolundan, hak ve islâm yolundan insanları geri çeviren
kimselere, azap üstüne azap arttırırız. Yaptıkları bozgunculuk dolayısıyla
onlara acı üstüne acı çektireceğiz. Kıyamet gününde her ümmetten, aleyhlerinde
tanıklık eden, mazeret beyan etmelerinin yolunu kesen ve öncekileri destekleyen
birer şahit göndeririz.
Ey Muhammedi Senide şu
Peygamberlerin üzerine şahit gönderdik. Sen, ümmetlerle peygamberleri arasında
âdilce hüküm verecek olan bir hakemsin. Sana indirilen kitabın, Önceki
kitaplara hâkimdir. Onların risaletlerine şahittir.
Ey Muhammed! Sana her şeyi açıklayan Kitabı indirdik. Kitabında Sadra Şifâ
açıklamalar vardır. Küçük, büyük hiçbir şeyi bırakmamış, hepsini açıklamıştır.
Birer birer saymıştır, "kitapta hiçbir şeyi
(eksik) bırakmadık (hepsini açıkladık)". Kur'an-ı
Kerim, insanlık için bir hidayet rehberidir. Rahatlıktır. Özellikle müslümanlar için tam bîr müjdedir. Zemahşeri'nin
Keşşaf adlı eserinde bü ayetin tefsiriyle ilgili
olarak şöyle denmektedir. Eğer desen ki: Kur'an-ı
Kerim, nasıl her şeyin açıklaması olmuştur?.Sana cevaben derim kî; bu ayetin
manası şudur: Kur*an-ı Kerim dinî işlerle ilgili her şeyi açıklamıştır. Bu
açıklamalar, dinî işlerin bazısı için nass yoluyla, ya da Resulul-lah'a
uyup itaat etmeyi emreden ayetlere havale etmek suretiyle. Şöyle ki: "Kim
Resule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur"[72].
"O, havadan konuşmaz. O(na inen Kur'an veya O'nun söylediği sözler), kendisine vahyedi-îenden başka bir şey
değildir"[73]. Yahut ta, icmaî teşvik ederek gerçekleşmiştir. Şu ayet-i kerimede
olduğu gibi: "Her kim, mü'minîerin yolundan
başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız'.'[74]
Resulullah (s.a.v.); ümmetinin, sahabîlerine
uymalarını, onların izinden yürümelerini istemiştir: "Ashabım yıldızlar
gibidirler. Hangisine uyarsanız doğru yolu.bulursunuz". Onlar ictİhad etmiş, kıyas yapmış, kıyas ve icti-had
yolunda yürümüşlerdir. Sünnet, icmâ, kıyas ve ictihad, Kur'an'a dayanmıştır.
Bu nedenle Kur'an, her şeyin açıklayıcısı olmuştur. Kur'an-ı Kerim ve çatısının direkleri durumundaki sünnet, iûma' ve kıyas; hayatın; dinî, dünyevî, yönetim ve ibadet
gibi bütün yönlerini kapsayan ince İslâm nizamım açıklamıştır. Her zaman ve
mekâna uygun, iktisadî, siyasî, askerî, içtimaî ve diğer sistemler bu ilâhî
kaynakta mevcuttur. Daha öz ve elastikî bir ifadeyle diyebiliriz ki: İslâm, en modern
bilimsel teorilerle de uyum içindedir. Yaratıklarının durumunu bilen ve
onlardan haberdar olan tanrının koyduğu düzen işte budur. Ey müslümanlar! Islama gelin. Allah sizi doğruluk yolunda
başarılı kılsın. [75]
90- Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara
bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız'diye size öğüt verir.
91- Ahidleştiğiniz zaman
Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak sağlama bağladığınız
yeminleri bozmayın. Allah yaptıklarınızı şüphesiz bilir.
92- Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü,
aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğitip katladıktan sonra bozan
kadın gibi olmayın. Allah onunla sizi dener. And
olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size kıyamet günü açıklar.
93- Allah diieseydi, sizi tek birümmet yapardı. Ama, O, istediğini saptırır, İstediğini
doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden,- and olsun
ki, sorumlu, tutulacaksınız.
94- Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin ki, bu
yüzden sağlamca yere basmakta olan ayak sürçebilir; Allah yolundan alıkoymanıza
karşılık kötü bir azab tadarsınız ve (ahirette) de size büyük bir azab
vardır.
95- Allah'ın ahdini hiçbir değere değişmeyin. Eğer
bilirseniz. Allah katında olan sizin için daha iyidir.
96- Sizde olanlar tükenir ama, Allah katında olanlar
sonsuzdur, tükenmez. Sabredenlere ecirlerini, yaptıklarından daha güzeli ile
ödeyeceğiz. [76]
İnsaf ve orta yoldan
gitmek, insanlara eşit davranmakla.
İşi sağlam yapmak, İyiliğe
fazlasıyla, kötülüğe ise daha azı ile karşılık vermek.
Fuhş:Aşırı derecede kötülük ve çirkin İş. İslâmın çirkin gördüğü ve akl-ı
selimin uygun görmediği işleri gitmek, zulüm, haddi aşmak.
Yemini bozmak;
gereğini yerine getirmemek, demektir.
Şahit ve gözeten.Bozdu.
Sağlamlaştırdıktan sonra.Menkûs anlamındaki
Nİks'in çoğulu olup bozulmuş şey demektir, Fesad ve hile Güvenlik sa-hİlİne yerleştikten sonra ayak kayar. [77]
Bu ayetler; "Sana
kitabı, her şeyi açıklayan olarak indirdik" mealindeki ayet-i kerimenin
tefsiridir. Şüphesiz genel anlamda adalet ve İhsan, akrabaya yardım ederek
sağlanan gönül birliği, bütün bireylerin fahşâdan,
edepsizlikten, fenalıktan, zulüm ve taşkınlıktan uzak durmasını, ahde vefa,
sözleşmeleri bozmamak; bütün ıslahatçıların, filozofların emeli olan güçlü,
onurlu, an bir îslâm toplumunu meydana getirmenin
temel taşları ve sütunlarıdır.,. Bu da îslâmın her
zaman ve mekana uygun olmadığı anlayışında olanlara karşı bir reddiyedir. [78]
Ey Muhammedi Allah
sana indirdiği kitapta adalet, İnsaf, ifrata ve tefrite kaçmadan orta yolda
yürümeyi emrediyor. Adalet kelimesi, veciz ve kısa olmakla beraber her hakkı,
adaleti, fazileti, dînî ve dünyevî vecibeleri kapsamıyor mu? Allah iyiliği,
tam ve eksiksiz İhsanı, Allah'ı görür gibi ibadet etmeyi emrediyor. Siz O'nu
görmeseniz de O sizi görüyor. Ey yüce Rabbim, senin bu emir ve direktiflerin
ilâhî bir terbiyedir. Rabbanî bir eğitimdir. Allah'ın her şeyi kontrol ve
murakabe ettiği duygusunu kalblere yerleştirmektir.
Bu da bütün insanlar için bir hayır ve iyiliktir.
Allah, akrabaya
yardımda bulunmayı emrediyor. Muhtaçlara vermek, yardım elini uzatmak, dinin mendup gördüğü bir şeydir. Özellikle akrabalara vermeyi,
İslâmiyet bize sevdirmiştir. Bu, insanların kalblerindeki
kini söküp atar, kalbleri bİrbin'ne
kaynaştırır. Müslümanları, bir binanın taşları gibi tek saf haline getirir. Ey müslüman! Yakınların senden yardım görmeyi özellikle ümid ederler. Muhtaç oldukları halde onlara vermezsen, sana
karşı kötü ve şerli kimseler olurlar. Allah, terbiyesizlikleri ve fuhşu, çizmiş
olduğu hududu aşmayı ve işaret taşlarım çiğnemeyi yasaklamıştır. Her kim bu
hududu aşarsa helak olur. Apaçık bir kayba uğrar.
Münker'e gelince Bu: akl-ı selimin,
düzgün tabiatın ve haktan batıla mey-letmemiş olan
dinin çirkin gördüğü işlerdir. Ey müslüman! İçinde
büyük bir belâ ve tehlike bulunan münker'i sen nasıl
işlersin?!
Düşünüp ibret
alasınız, azgınlıklarınızdan ve sapıklıklarınızdan vazgeçesiniz, doğru yolu
bulaşınız diye Allah size bu öğütlerde bulunmaktadır. Şüphesiz inanan bir
kavim için bunda Allah'ın kudretine işaretler vardır.
Ahde vefa edin,
verdiğiniz sözü yerine getirin. Zira kişi, verdiği sözden sorumludur. Andlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini tam yerine
getirin. Allah'ın ahdi; seninle Allah arasında, seninle kendi nefsin, seninle
başkaları arasında verilmiş olan söz ve ahidleri
kapsar. Bütün bunlar, Allah'ın ahdidir. însan, Allah'a verdiği sözünden ve
ahdinden sorumludur. Pekiştirip kesin-. leştirdikten
sonra yeminlerinizi bozmayın. Bu yasak, sadece pekiştirilip kesinleştirilmiş
olan değil, bütün yeminleri kapsamaktadır. Yalnız pekiştirilip kesinleştirilmiş
olan yeminleri bozmanın günahı daha büyüktür. Bu büyük günah, Buharı ve
Müslim'in sahihlerinde sabit olan yemin bozmaya mahsustur. Peygamber (s.a.v.)
efendimiz buyurmuş ki: "Bîr kimse, bir işe yemin eder de o işten başka
bir işi daha hayırlı görürse, (yemini bozarak) o hayırlı olan işi yapsın ve
yemininin keffaredni versin". Allah'ı üzerine kefil,
şa-hid ve güvence
kıldığınız halde siz, yeminlerinizi nasıl bozarsınız? Allah, yapmakta
olduğunuz işleri bilir.
Sonra Cenab-ı Allah, yeminin gereğini yapmanın vacipliğini,
yemini bozmanın haramhğmı vurgulayarak şöyle
buyurmuştur: Yapmakta olduğunuz yemin bozma İşinde; çok çaba ve gayret sarfederek büküp sağlamlaştirdıktan
sonra, örgüsünü çözüp darmadağın eden kadın gibi olmayın. Bir topluluk diğer
bîr topluluktan sayıca ve malca daha çok olduğu"için
yeminlerinizi, aranızda bozucu bir vasıta yapmayın. Bir grup diğerinden daha
güçlü olduğu için yeminlerinizi İnsanlara yönelik hilekarhklığın
ve bozguncu eğilimlerinizin vasıtası yapmayın. Basit çıkarlar uğruna
yeminlerinizi bozmayın.
Allah sizi bununla
sınıyor. Üzerinde anlaşmazlığa düştüğünüz şeyi kıyamet gününde size
açıklayacaktır. Birbirlerine iş gördürmeleri için insanları çeşitli sınıflar
halinde yaratması da Allah'ın insanları smamasmdandır.
Rabbin dileseydi;- insanları, aralarında anlaşmazlık ve ayrılık bulunmayan tek
bir ümmet halinde yaratırdı. Ama bildiği bir hikmetten dolayı, kullarının bazısını
sapıklığa düşürür. Ezeli ilminde gördüğü gibi bu kimseleri kendi başlarına
bırakacak olsaydı, yine de bunlar sapıklık ve iftiradan başka bir şey yapmazlardı.
Cenab-ı Allah, kullarının bazısını doğru yoia iletir. Kendi ezeli ilminde bu kimselerin, hayır ve
iyiliğe meylettiklerini görmüştür. Bunlar kendi başlarına bırakacak olursa,
bunlar yine de hayır ve iyilikten başka bir şey yapmazlar.
Yapmakta olduğunuz
işlerden sorulacaksınız. Rabbine gelince O, yaptığı işlerden sorumlu değildir.
Noksanlıklardan münezzehtir, yücedir. Doğruyu Allah bilir ya,
görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim; yeminleri fesad ve bozgunculuk vasıtası yapma yasağını ikinci kez
hatırlatıyor. Çünkü bunlar, Peygamber (S. A V.) İle yapılan bîate özgü
yeminlerdir. Çünkü şu sözlerdeki mübalağa buna işaret ediyor: Yeminlerizini aranızı bozan bİrşey
yapmayın. Sonra sağlam basmış olan ayak kayar. "Sağlam basmış olan ayak"sÖzü, doğru ve düzgün yoldaki kimse için bir
istiaredir. Yeminlerinizi fesad ve hile vasıtası
yapmayın. Sonra sağlam basmış olan ayak kayar, büyük bir şerrin ve pek çok
musibetin içine düşer. Ayağı kayıp ta tehlikeli yere düşen kimse gibi olürAl-lah'ın yoluna engel
olmanızdan dolayı kötü ve şiddetli azabı tadarsınız. Zira peygambere biat edip
dine giren, sonra da dinden çıkan kimsenin dine girişi ve dinden çıkışı,
başkalarına cesaret verir, fesada ve bozgunculuğa yol açar, genel inancı
sarsar. O zaman sizin için büyük bir azab vardır.
Allah'ın ahdini've yeminlerini bozmakla onları az bir para, basit ve
değersiz bir meta' karşılığında satmayın. Şayet biliyorsanız en hayırlı
mükafat ve en güzel karşılık Allah kalındadır. Sizin yanınızdaki şeyler
kesinlikle tükenir. Gelecek olan her şey yakındır. Her şey yok olacaktır.
Karşılaştığımız şeyler, zamanının sona ermesiyle yok olacaktır. Allah
katındaki şeyler kalıcıdır. Çünkü sevabı fayda veren ve mükafatı ahirete bırakan O'dur. Allah için sabreden, O'nun uğrunda
hakkıyla cihâd eden kimseleri, yaptıkları işler
dolayısıyla en güzel ve en görkemli bir şekilde mükafatlandınlacaktır.
"Kim iyilik getirirse, ona O (getirdiğinin on katı vardır"[79]
97- Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, c a
hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile
ödeyeceğiz.
98- Kur'an okuyacağın zaman,
kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
99- Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine
güvenenler üzerinde bir nüfuzu yoktur.
100- Onun nufüzu sadece. Onu dost
edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir,
101- Bir ayetin yerini başka bir ayetle
değiştirdiğimizde, —ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir— onlar, Muhammed'e:
"Sen sadece uymuyorsun" derler. Hayır, öyle değildir, ama onların
çoğu bunu bilmezler.
102- Ey Muhammedi De ki: "Kur'an'ı;
Rûhü'l-Kudüs (Cebrail) Rab-binin katından,
inananların inançlarım pekiştirmek, müslümanlara
doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmişür".
103- And olsun ki:
"Muhammed'e elbette bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kasd ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kur'an ise fasih arab-cadır.
104- Allah'ın'ayetlerine
inanmayanları Allah doğru yola eriştirmez, onlara can yakıcı azab vardır.
105- Yalan uyduranlar ancak Allah'ın ayetlerine
inanmayanlardır. Yalancılar işte onlardır. [80]
Güç ve tasallut. Bir
ayeti kaldırıp yerine bir başka ayet koyduk... Cebrail. Yönelip işaret ederler.
Arap dilinde bu kelime, dili tutuk oîup düzgün
konuşamayan kimse anlamına gelir. [81]
Erkek veya kadından
her kim, hangi sıfatla olursa olsun Allah'a ve ahi-ret gününe inanmış olarak
Peygamber (s.a.v.)'i doğrulamış olarak iyi bir iş yaparsa, onu dünyâda hoş bir
hayatla yaşatırız. Başkalarına muhtaç olmayacak şekilde mutluluk, kanaat ve
nimet içinde yaşatırız. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın tevfikine mazhar ve O'na yönelmiş
olarak, zahmet ve yorgunluk çektirmeden yaşatırız. Abdullah Tüsterî
der ki: "Hoş hayat, kulun elinden tedbirin alınmasıdır. Tedbirinin Hakk'a bırakılmasıdır". Hoş hayatın, halka muhtaç
olmamak, sadece Hakk'a muhtaç olmak manasına geldiğini
söyleyenler de olmuştur. Nitekim en beliğ bir ifadeyle Kur'an-i
Kerim de bunun hoş bir hayat olduğunu söylemiştir. Bu, mü'inlerin
dünyadaki mükafatlarıdır, Ahirette ise, onları
yaptıklarının en güzeîiyle ve eksiksiz bir şekilde
Ödüllendireceğiz.
Okunmak istendiğinde
"Euzü billahimin'eş şeytanir-recim" demek
Kur'-an adabındandir. Bundan da öğreniyoruz ki,
peygamberden başkaları da Kur'an okumak
istediklerinde "Euzubillahi min'eş-Şeytanirrecim" deme ihtiya-ci'ndadırlar. Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu emre muhatap
kılındıktan sonra, başkaları haydi haydi bununla
yükümlü olurlar. Zira Peygamber (s.a.v.) efendimiz, şeytanın vesvese ve
azdırmasından korunmuştur, masumdur. Kur'an okumak
istediğin zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Allah'a sığınmak, sağlam
bir şekilde.O'na dehalet etmektir ki, kovulmuş şeytan ve onun vesvesesi,
kişinin kalbinden uzaklaştırılsın; kalbi ve ameli sırf Allah'ın olsun.
Allah'a dayanan mü'minler üzerinde şeytanın gücü ve kuvveti yoktur. Onun
gücü ve kuvveti, ancak kendilerini dost edinen, kalblerinde
madde ve dünya sevgisi yerleşen, yaratıkları, Rablerine ortak koşan kimselere
etki eder. "Benim (halis) kullanma karşı senin bir gücün yoktur. Ancak
sana uyan azgınları azdirabilİrsin sen)'[82]
Şu gelen ayette,
müşriklerin boş bir şüphesi anlatılıyor: Bİr ayeti
başka bir ayetle değiştirdiğimiz, bir ayet kaldırıp yerine başka bir ayeti
koyduğumuz zaman veya Allah'ın bildiği bir hikmetten dolayı- Çünkü indirdiği
Kur'-an'ı en iyi bilen O'dur.— bir hükmü indirip yerine bir başka hüküm koyduğumuz
zaman şu müşrikler derler ki: "Sen bunları kendi yanından uyduran yalancı
bîrisin.'". Hayır, hayır onların çoğu bunu bilmiyorlar.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Kur'an'ı, hak ve hikmet ile Rabbinin katından
Cebrail İndirdi ki, mü'minlerin gönlüne sebat versin.
Cebrail, onu müs-lümanlar
için bir hidayet rehberi ve rahmet müjdesi olarak indirdi.
Fakih bin muğire'nin Cebr isminde hiristiyan bir
kölesi vardı. Bu köle müslüman oldu. Müşrikler,
yukarıda aktardığımız ve aşağıya alacağımız sözleri Peygamber (s.a.v.)'den
işittiklerinde, okur-yazar olmamasına rağmen yine de .dediler ki: "Bunları
ona Cebr öğretiyor.." Halbuki Cebr arap değildi. Dili de fasih
ve açık değildi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah şöyle
buyurdu: Hayret size! Bunları Peygambere Öğrettiğini iddia ettiğiniz kimsenin
dili açık değildir, lisanı acemidir, arapça
değildir. Peygambere indirilen şu Kur'an ise, apaçık
bir arapçadır.
Onların bu
iftiralarına şaşmamalıyız. Onlar, Allah'ın tevfikinden
her zaman mahrumdurlar. Allah'ın ayetlerine inanmayan kimseleri Rableri asla
doğru yola iletmez; onlar için elem verici bir azap vardır. Muhammed (S. A.V.J'e gelince O'nun yalan uydurması mümkün değildir. O, doğru
sözlü bir güvenilir bir şahsiyettir. Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, küfür
ve sapıklıkta pek İleri giden yalancı ve sapıklardır. [83]
106- Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan
kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe
açanlara Allah katından bir gazab varır; büyük azab da onlar içindir.
107- Bu, dünya hayatını ahirete
tercih etmelerinden ve Allah'ın da, inkarcı milleti doğru yola
eriştirmemesinden ötürü böyledir.
108- İşte Allah'ın,kalblerini,
kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır. Gafiller de işte
bunlardır.
109- Ahirette zarara
uğrayacakların bunlar olduğuna şüphe yoktur.
110- Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret
eden, s'onra Allah uğrunda savaşan ve sabreden
kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder,
111- O gün, herkesin kendi derdine düşüp çabalayacağı ve
herkesin işlediğinin haksızlığa uğratılmadan kendisine ödeneceği bir giindür. [84]
Küfre göğsünü açtı.
Öfke: Bu, Allah'ın,
rahmetinden kovulmak anlamına gelen lanetten daha şiddetlidir.Seçip tercih
ettiler.Azabla imtihan edildiler. [85]
Söz, hâlâ ahid ve biati bozmak üzerine devam ediyor. îslamdan dönmekse, en büyük biati bozmaktır. [86]
İnandıktan sonra
Allah'ı ve Resulünü İnkar ve —Allah korusun— islam-dart
çıkan kimsenin üzerine Allah'ın lanet ve gazabı iner. Onun için elem verici
bir azap vardır.Ancak kalbi imanla yatışmış,yakin ile
şenlenmiş olduğuhal. deküfre
zorfanankimseye azap yoktur.Ancak küfre göğüs
açan;nefsi hoşnud ve kalbi mutmainn
olarak küfürle gönlü yatışan ve küfür dalgaları arasına giren kimsenin üzerine
Allah'ın gazap ve laneti vardır. Onun için büyük bir azab
vardır.
Bu eksiksiz ve tam
cezanın veriliş sebebi şudur: îslamdan dönenler, dünyayı
ahirete yeğlediler, peşin olanı (dünyayı) kalıcı
olana (ahirete) tercih ettiler. Allah, kafirler
güruhunu, özellikle imânın tadını tattıktan sonra Allah'a ortak koşmanın
murdarlığına, mürtedlİğin pisliğine dönen şu
kimseleri doğru yola iletmez. İşte bunlar sapıklıkta pek ileri giden, kalbleri Allah tarafından mühürlenen, dolayısıyla yakîn ve nur yolunu bulamayan kimselerdir. Bunların gözleri
ve kulakları da mühürlenmiştir. Dolayısıyla hayrı ve ilahi nuru algılayamazlar.
Şüphesiz dünyayı ahirete önceleyen kimsenin ne kalbi
vardır, ne de aklı. Bunlar kendi gerçek çıkarlarından habersiz olan kimselerdir.
Allah'ı unuttuklarından dolayı,Allah ta onlara kendi nefislerini unutturmuştur.
Doğrusu bunlar, ahirette tam bir ziyana ve kayba
uğrayacaklardır.
İbn Abbas (R.A.)'dan rivayet!
Müşrikler Ammar'ı, babası Yasîr'i,
Am-mar'ın anası Sümeyye'yi, Bilali, Suhayb'i, Habbab'ı ve Salim'i
yakaladılar. Onlara işkence ettiler. Sümmeyye'yi iki
deve arasına bağladılar, ön tarafına geldiler ve mızrakla çatalına vurdular. Ve
kendisine: "Sen, erkekler için roüs^ lüman oldun'' dediler. Kendisine bu sözü söyleyenin ve bu
işi yapanın Ebu Cehil olduğu, gelen rivayetler
arasındadır. Sümeyye (R.A.) İşte bu sebeple öldürüldü.
Kocası Yasİr (R.A.) de öldürüldü. İslam tarihinde ve islam için öl-dürülan ilk
şehitler bunlar, oldu, Ammar (R.A.)'a gelince. O, müşriklerin istedikleri
sözü, istemeye İstemeye sadece ağzıyla söyledi. Sonra
da bu durumu Resulullah (s.a.v.)'a şikayet etti. ResuhıİIah, ona: "Kalbim nasıl bulunuyorsun?"
diye sordu; Oda, "îmanla dopdolu!" deyince Resulullah
(s.a.v.): "Onlar (sana işkence etmeye) dönerlerse, sen de (aynı sözü söylemeye)
dön” dedi.
Bu noktadan hareketle Kurtubî, Tefsir inde şöyle der:
"Öldürülmekten
korkacak kadar küfre zorlanan kimse, kalbi imanla dopdolu olarak (sadece dili
ile) küfrederse günahkar olmaz, karısı boşanmaz; kafir
olduğuna,hükmedilmez". Bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) efendimiz
şöyle buyurmuşlardır: "Yanılma, unutma ve üzerine zorlandıkları şeyler (i
yapmanın günahı) ümmetimin üzerinden kaldırıldı". Zorlanan kimsenin hükmü
hakkında fıkıhçilarm sözleri ve ayrıntıları vardır.
Fıkıh kitaplarının konuyla ilgili kısımlarına bakmak iyi olur kanaatindeyim.
Sonra hicret edip, cİhad eden ve sabreden kimselere Rabbin yardım edip zafer
verecek ve onları kâfirlerin işkenceleriyle imtihan edildikten sonra destekleyecektir.
Bundan sonra Cihad edip sabredenleri Allah bağışlayıp
esirge-yecektir. Bu mealdeki ayetin manasî şudur: Dinînden dolayı işkenceye uğratılan
kimseler, kalbîeri imanla dopdolu oîup,
salîh amel işledikleri halde, kalbi küfre açık
olmayarak ve istemeye istemeye küfür kelimesini
söyleyen, sonra Allah yolunda cihad edip zorluklara
karşı sabreden kimseleri Allah bağışlayacak ve esirgeyecektir. Ayet-i
kerimedeki "Rümme" (sonra) kelimesi; dininden
dolayı işkenceye uğratihp sabreden ve küfür
kelimesini telaffuz etmeyen kimselerin mertebelerinin, işkenceye uğratılıp,
istemeye istemeye küfür kelimesini telaffuz eden
kimselerin mertebesinden çok yüksek olduğunu açıklamak için kullanılmıştır.
Ey Muhammedi Hatırla o
günü ki, her nefis gelecek ve kendini kurtarmaya çalışacaktır. Herkese,
kazandığının karşılığı tam olarak verilecektir. Hiç kimse haksızlığa
uğratılmayacaktır. Bu söz, kıyamet gününü tam olarak tes-vir etmektedir. [87]
112- Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı
misal verir: Her taraftan oraya bolca nzık geliyordu.
Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara
yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını taddırdı.
113- And olsun ki, aralarından
kendilerine bir peygamber gelmişti, onu yalancı saydılar. Haksızlık ederlerken
azaba uğradılar.
114- Yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız. Allah'ın size
helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin.
O'nun nimetine şükredin.
115- Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve
Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı
gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle
bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
116- Diliniz yalana alışmış olduğu için, "Şu haram,
bu helaldir" demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz.
Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.
117- Az bir geçim
ve ardından can yakıcı bir azab onlaradır. [88]
Bu, Cenab-ı Allah'ın, içinde insanların toplum halinde
yaşamakta oldukları her kent ve kasaba için verdiği bir misaldir. Cenab-ı Allah, güven ve huzur içinde, rızkı her taraftan
bol bol gelen bir kenti misal, verdi. Bu durumdaki
bir kenti; Allah'ın kendilerine çeşitli nimetlerle ihsanda bulunduğu, bu
nimetlerden dolayı şımarıp küfreden ve haktan yüz çeviren her topluma misal
gösterdi. Küfürleri nedeniyie bu kavmin üzerine azap
indirdi; nimetlerini fenalığa, sevinçlerini tasaya dönüştürdü. Cenab-ı Allah bu kenti, azan bütün kentlere, özellikle
Mekke'ye misal verdi.
Misaldeki kentin
tasvirine dikkat edin: Huzur ve güvenlik içinde.. Korku ve tedirginlikle
rahatsız edilmiyorlar.. Sonra bol ve geniş nzikla nzıklam-yorlar. Bununla beraber
huzur ve güvenlik nimeti, nzık nimetinden önce anlatılıyor
ki, insanlar bundan ibret alsınlar ve hakimiyetin, sükun ve huzurda olduğunu
anlasınlar. Misaldeki kenti, Allah kendi feyzi ile örtüp gölgelendirmiş...
Fakat Allah'ın nimetlerine küfrettikleri, şükretmedikleri, bilakis bunlara
nankörlükle karşılık verdikleri için, bu kent halkına, yaptıkları fenalıklar
sonucunda çok şiddetli acılar taddırdı.
Ayet-i kerimede geçen
"Açık elbisesi"ne gelince; Libas, "elbise", kelimesinde
istiare sanatı vardır. Çünkü korku ve açlık durumu içi-de bulunan kimseyi kuşatan
hal, elbiseye benzetilmiştir. Zira bu hal, o insanı etkilemektedir.
Evet, bu kent halkına
Peygamberleri geldi. O peygamberi yalanladılar. Bu nedenle azaba yakalandılar.
Onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbleri onlara
asla zulmetmedi.
Size gelince ey
Mekkeliler! Bu misal size tamamen uyuyor. Sizce tanınan ve kendisinin de sizi
tanıdığı, kendi cinsinizden bir Peygamber size geldi. Size fayda verecek
şeyleri emretti. Ama O'nu yalanladınız. Dolayısıyla sizi azap yakaladı. Siz,
zalimlersiniz.
Hal böyleyken,
yapmakta olduğunuz cahiliyet işlerini terkedin. Allah'ın size rızık
olarak verdiği hoş ve temiz, helal şeyleri afiyetle yeyin. Allah'ın size
bahşettiği nimetlere şükredin. Eğer sadece O'na kulluk ediyorsanız. Allah'ın
size helal kıldığı şeylerin hiç birisini haram saymayın. O, sadece leşi, kam,
domuz etini ve kendisinden başkasının adına boğazlanan hayvanları haram kıldı.
Kendi nefsinize haram kıldığınız Bahira, Şaibe ve
Vasile (Bunlarla ilgili açıklama Maide suresinin 103.
ayetinin tefsirinde verilmiştir), asla iltifat edilmeyecek şeylerdir.
Başkasının hukukuna tecavüz etmeyerek ve haddi aşmayarak mecburiyet ve zaruret
karşısında kalan bir kimsenin, zarureti giderecek kadar bu haramlardan
yemesine engel yoktur. Şüphesiz Allah, yaratıklarını bağışlayandır,
günahlarını örtendir, esirgeyendir, kerem sahibidir.
. Kullara Allah'ın
haram kıldığı şeyler sayıldıktan sonra, kulların islamî
hükümlere uymaksızın kendi cehalet ve heveslerine uyarak bazı şeyleri helâl,
bazı şeyleri haram saymaları yasaklandı. Cenab-j
Allah, anlam olarak şöyle buyurdu: Dillerinizin yalan yere, şu helâldir, şu da
haramdır diyerek nitelemesi dolayısıyla, Allah'ın vahyine, kıyasa veya şer'î
bir mesnede dayanmaksızın: "Şu hayvanların kannlarmdakiler
sadece erkeklerimize aittir. Zevcelerimize haram kılınmıştır" diyerek
yalan söylemeyin. Şu helaldir, şu da haramdır, demeyin. Delilsiz ve belgesiz,
ağızlarınızda dolaşan, yalan ve iftira gibi dillerinizin söylediği bir sözden
dolayı bazı şeyleri helal, bazı şeyleri haram saymayın. Allah'a karşı yalan
uydurup iftira etmek için şu helal, şu haramdır, demeyin. Allah'a karşı yalan
uydurup iftira edenler asla İflah olmazlar.
Şu müşriklerin
dünyadayken içinde bulundukları refah ve konfor, geçici bir durumdur.. Geri
verilecek iğreti bir şeydir.. Az bir geçimliktir. Ahirette
ise onlar İçin gerçekten çok acı verici bir azap vardır. Dünyadaki az olan bütün
geçimlikler, o azabın yanında çok küçük kalır.
[89]
118- Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahûdi olanlara da haram kılmıştık; biz onlara
zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı.
119- Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip
ardından tev-be eden ve ıslah olanlardan yanadır.
Rabbin bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.
120- İbrahim, şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen
bir önderdi; puta tapanlardan değildi.
121- Rabbinin nimetlerine şükrederdi; Rabbİ
de onu seçti ve doğru yola eriştirdi.
122- Dünyada ona iyilik verdi, doğrusu o ahirette de iyilerdendir.
123- Şimdi ey Muhammed! Sana, "Doğruya yönelen, puta
tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine uy" diye vahyettik.
124 — Cumartesi ibadeti, ancak o gün üzerinde çekişenlere
farz kılındı. Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyamet günü aralarında
hükmedecektir. [90]
Bir çok manâları
vardır. Burada, yani ayet-i kerimede geçen ümmet kelimesinden maksat, her hayrı
ve iyiliği şahsında toplayan ve insanlara hayrı öğreten adamdır. İtaat ederek.
Onu tercih edip seçti.
Hasene: Evlad nimeti veya güzel
övgü veya peygamberlik. Şirkten ve batıldan, hakka meylederek.. [91]
Ey araplar!
Size ne olmuş ki, kendi yanınızdan uydurarak bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri
de haram sayıyorsunuz? Hak dine veya Allah'ın hükmüne başvurmadan böylesine
kararlar veriyorsunuz? Kendilerine haram kılman şeyler hususunda Yahudileri taklid etmeniz doğru olmaz. Ey Muhammed! Sadece daha önce En'am sûresinde sana anlattıklarımız, Yahudilere haram
kılındı, irtikab ettikleri zulüm dolayısıyla o
şeyler yahudilere haram kılındı. Biz onlara
zulmetmedik. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Ey müşrikler! Allah'ın
rahmetinden umut kesmeyin. Eğer tevbe ederseniz,
Allah amellerinizi kabul buyurur. Sizi bağışlar ve size sevap verir, mükafatlandırır.
Sonra cahillikleri nedeniyle kötülük işleyen, yani Allah'ı ve azabını
bilmeyerek, şehvet ve arzularmın etkisine
kapıldıkları için işin sonunu düşünmeyerek kötülük işleyen, sonra da tevbe edip kendilerini düzelten ve iyi işler.yapan kimseler
için Rabbİn elbette bağışlayandır, esirgeyendir.
Siz, ey araplar! Atanız İbrahim'in yolunda olduğunuzu iddia
ediyorsunuz, ama bunu iddia ederken, yalan söylüyorsunuz. Zira İbrahim; bütün
iyilikleri şahsında toplayan, bilen, öğreten, olgunluk ve güzel ahlak gibi
nitelikleri taşıyan bir ümmetti. Yani bir ümmette bulunan şeyleri, tek başına
kendi şahsında toplayan bir önderdi. Allah'a itaatkardı. Şirkten tevhide
meyletmişti. Putlara tapmaktansa Rahman olan Allah'a kulluk ediyordu. Allah'a
ortak koşanlardan değildi. Allah'ın kendisine bahsetmiş olduğu nimetlere şükredi-ci idi. Rabbİ onu seçip beğendi. İçinde hiçbir eğrilik bulunmayan
dosdoğru yola iletti.
Sonra, ey Muhammed!
Sana, "Batıldan uzak olarak İbrahim'in yoluna uy" diye vahyettik. Senin getirdiğin şeriat, İbrahim'in şeriatından
uzak değildir. Dahası, her ikiniz tevhide ve güzel ahlaka davet hususunda
müttefiksiniz. Ayrıntılara gelince, sizden her bir peygamber için, kendi
pozisyonuna ve içinde bulunduğu ortama, bölgeye uygun bir yol ve şeriat verdik.
Sebtİn (Cumartesinin) günahı ve vebali —ki o da İnsanların
maymuna dönüştürülmesidir—, Cumartesi konusunda anlaşmazlığa düşenlerin üzerine
oldu. Yahudiler, Cumartesi konusunda anlaşmazlığa düştüler. Bazıları ona saygı
gösterdiler. Cumartesi günü avlanma yasağı konusundaki ilahî emre uydular.
Bazılarıysa bu emre
muhalefet ettiler. Cumartesi gününe saygı gösterme konusunda anlaşmazlığa
düştükleri rivayet olunur. Musa (A.S.), onlara, Cumartesi gününe saygı
göstermelerini emretmişti.
Şüphesiz senin Rabbin,
anlaşmazlığa düştükleri konuda kıyamet gününde aralarında hüküm verecektir.
İyilik yapana iyiliğinin mükafatını, kötülük yapana da kötülüğünün cezasını
verecektir. [92]
125- Ey Muhammedi Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle
çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan
sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.
126- Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle
mukabele edin. Sabrederseniz and olsun ki bu,
sabredenler için daha iyidir.
127- Sabret, senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır;
onlara üzülme, kurdukları düzenlerden de endişe etme.
128- Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla
beraberdir. [93]
Bu âyetler, dâvetçî ve
irşâdçılar için bir uyarıdır. Alemlerin Rabbi olan
Allah'ın, onlar için koyduğu bir kanundur. [94]
Kâinattaki her hayır
İçin dâvetçikrin ve savunucuların bulunması gerekir.
Bu davetçi ve müdafaacılar; o hayrın hakikatini açıklayacak, gayelerini, ortaya
koyacaklardır. Çünkü hak, tek başına dünyanın kasırgaları, şeytanın; oyunları
ve insanın çözüntüye davet eden fıtrî huylanyla
dürtüleri karşısında ayakta duramaz. İslâmın davet,
vaaz, her cuma bir veya iki defa okunan hutbe, her sene bayramlarda ve hac
mevsiminde okunan hutbelerdekî irşâd yöntemini görüyorsunuz
değil mi? Dâvetcilerin; sevgili liderleri Mustafa
(s.a.v.) efendimizin izinden gitmeleri, Allah'ın emrine uymaları gerekmektedir.
Onlar bunu yapmaya daha lâyıktırlar ve bu işte daha fazla hak sahibidirler. Resulullah (s.a.v.)'in hikmet ve güzel öğütle Rabbin yoluna
çağırmakla emrolunmasi, sırf bu gayenin yüceliğinden
ve bu maksadın şerefli oluşundan dolayıdır'
Karşılaştığın herkesi
Rabbinin yoluna çağır. İslâm daveti geneldir. Resulullah
(s.a.v.)'de bütün insanlığa gönderilmiştir. Ama sen hikmetle ikna edici, nefsi
harekete getirici, kalbe hakim olup kötülüklerin damarını sökücü, kalıtım
yoluyla gelen fena alışkanlıkların kökünü söküp atıcı sağlam sözlerle insanları
Allah'ın yoluna çağır. O'nun yoluna hikmetle; selîm akılların güzel gördüğü, düzgün
tabiatların alışık olduğu güzel öğütlerle çağır. Davet yolunda bazı şeylerle
karşılaşırsan, en güzel bir şekilde mücadele et. "(Onların) Allah'tan
başka yalvardıkianna-sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek
sının aşıp Allah'a sövmesinler!"[95] .Nefislerini
ve akıllarını senin sözünü kabule hazır hale getirmeden önce, batıl inançları
konusunda bir kavimle tartışmaktan sakın. Aksi takdirde bozgunculuğa ve
bölünmeye çağıran bir dâvetçİ olursun.
Şunu iyi bil: Öyle
nefisler vardır ki, va'z ile yumuşamaz ve akla kulak
-vermezler. Bunlar öyle kimselerdir ki, Cenab-ı Allah
gözlerini köreltmiş, kendilerini de sapıklığa düşürmüştür. Allah, onları çok
İyi bilir. Böyleleri ile karşılaşacak olursan, artık
bütün İş Allah'a kalmıştır. Senin yapacağın hiçbir şey yoktur. Sana düşen,
yalnızca tebliğ etmektir. İstediğinin gerçekleşmesine zaman kefildir.
Bundan sonra ikinci
adımın, sözlü tartışmadan sonra fiilî adımın, yani tatbikî çekişmenin tahakkuk
etmesi gerekiyor.
Başkalarına azap
edeceksiniz —ne fazla ne eksik— size yapılan azabın eşiyle azap edin. Yani
zaman size müsamaha gösterir de size türlü türlü zorluklar
taddıran düşmanlarınıza karşı sizi güçlü kılarsa,
onlardan kısas alın ve onlara, size yaptıkları azabın eşiyle azab edin. Fazla ileri gitmeyin. Hoşunuza gitmeyen şeylere
ve zorluklara karşı sabreder ve işi Allah'a bırakırsanız, tabii ki bu sizin
İçin daha hayırlı olur. Sabnn her çeşidi sizin için
hayırlıdır, tşleri Allah'a havale edin. Sabır!... Ne
güzel şeydir. İnsanı kurtuluşa kavuşturan bir binektir. Mü'minin,
hatta zafer isteyen herkesin silahıdır. Özel ve genel hayatında başarılı olmak
isteyen her mü'min için sabır gereklidir.
Başarının ve
kurtuluşun sabırdan doğduğunu tecrübeler ispatlamıştır. Sabreden kurtulur ve
başarıya ulaşır. Acele edense, yok olup kayba uğrar. Senin sabretmen, Allah'ın
yardım ve tevfiki iledir. Onlardan ötürü üzülme
ey.Mu-haramed! işlerin hepsi Allah'a bırakılmıştır.
Bunun böyle olmasını Cenab-i Allah dilemiştir. Şayet
Rabbin dileseydİ, insanları tek ümmet yapardı. Ey Mu-hammed! Onların hile ve desiselerinden dolayı sıkıntıya
düşmez. Onları, yaratıcılarına bırak. O, onların haklarından gelir. Doğrusu
Allah seninle beraberdir, sana yardımcıdır, seni koruyucudur. Zira Allah,
kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir. Sen de onların önderisin.
Allah, iyi iş yapanlarla beraberdir... Sen de onların liderisin.
Cenab-ı Allah bizleri hayra, doğru yola iletsin; Kur'an öğütlerine uymaya bizleri muvaffak kılsın. Amin. [96]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/333.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/333-334.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/334-335.
[4] Enfal: 12.
[5] En'am: 122.
[6] Necm: 31.
[7] Yasin: 78-79.
[8] Leyl: 12.
[9] En'am: 153.
[10] Yûnus: 99.
[11] Beled: 10.
[12] Fatiha: 6.
[13] Nahl: 9.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/335-337.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/338-339
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/339.
[16] Abese: 32.
[17] Bakara: 29.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/339-340.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/341.
[20] Lokman: 11.
[21] Fatır: 40.
[22] Sâd: 76.
[23] İsrâ: 61.
[24] Mü’min: 56.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/341-343.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/343-344.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/344.
[27] Tevbe: 32.
[28] Saffat: 35.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/344-346.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/346.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/346.
[31] Hûd: 3.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/347.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/348.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/348.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/349-350.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/350.
[37] Şems: 8-10.
[38] A’raf: 44.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/350-352.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/352-353.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/353.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/353.
[43] Yunus: 2.
[44] İsrâ: 93.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/354-355.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/355-357.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/357.
[48] Necm: 21-22.
[49] Saffat: 151-152.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/357-359.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/360-361.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/361.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/361.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/361-364.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/364-365.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/365.
[57] Tîn: 4-5.
[58] Rûm: 54.
[59] Bakara: 186.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/365-367.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/367-368.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/368.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/369.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/370-371.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/371.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/371.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/371-372.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/372-373.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/373-374.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/374.
[71] Nisa: 41.
[72] Nisa: 80.
[73] Necm: 3-4.
[74] Nisa: 115.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/374-376.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/376-377.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/377-378.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/378.
[79] En’am: 160. Prof. Dr.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 3/378-380.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/380-381.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/381.
[82] Hicr: 42.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/382-383.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/383-384.
[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/384.
[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/384.
[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/384-386.
[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/386-387.
[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/387-388.
[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/388-389.
[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/389-390.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/390-391.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/391.
[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/391.
[95] En'am: 108.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/391-393.