NAHL SURESİ 2

Allah'ın Birliğinin Delilleri 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Allah'ın, Üzerimizdeki Nimetlerini Anlatmaya Devam.. 4

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Nimetler Bahşeden Yaratıcı İşte Budur! Hani Ortaklar Nerede?. 5

Açıklama: 5

Büyüklük Taslayanlar Ve Cezaları 6

Bazı Kelimeler: 6

Açıklama: 6

Allah'a  Karşı  Gelmekten  Sakınanlar  Ve Mükafatları: 7

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7

Kâfirlerin Sonu. 8

Açıklama: 8

İnkarcıların Bir Takım İçi Boş Delilleri 8

Bazı Kelimeler: 8

Açıklama: 8

Mü'minin Mükafatı Ve Ka'firlere Yapılan Tehdid. 9

Bazı Kelimeler: 10

Nüzul Sebebi: 10

Açıklama: 10

İtikadları Ve Amelleri Konusunda Müşriklerle Tartışma. 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11

Allah'ın Kudretinin Görüntüleri Ve Üzerimizdeki Nimetleri 12

Bazı Kelimeler: 13

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 13

Açıklama: 13

Allah'ın Kudretinin Hayret Verici  Yanları 14

Bazı Kelimeler: 15

Açıklama: 15

Putların Misali 16

Bazı Kelimeler: 16

Açıklama: 16

Allah'ın Üzerimizdeki Bazı Nimetleri 17

Bazı Kelimeler: 17

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 17

Açıklama: 17

Kıyamet Sahnelerinden Biri 18

Bazı Kelimeler: 18

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 18

Açıklama: 18

Hayır Ve Şerri En Derli Toplu Anlatan Ayet 19

Bazı Kelimeler: 20

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 20

Açıklama: 20

Kur’an Adabı Ve Yönlendirmesinden Örnekler. 21

Bazı Kelimeler: 21

Açıklama: 21

İslâmdan Dönenler. 22

Bazı Kelimeler: 22

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 22

Açıklama: 23

Nimeti İnkâr Edenin Sonu. 23

Açıklama: 24

İnançları Konusunda Müşriklerle Münakaşa. 24

Bazı Kelimeler: 25

Açıklama: 25

Öğütçü Ve Davetçilerin Metodu. 25

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 25

Açıklama: 26


NAHL SURESİ

 

İçinde bir takım nimetler sayıldığı İçin, bu sureye nimetler suresi'de de­nilmiştir. Sahih kavle göre Mekkİ'dir. Bu surede ana tema; ilahi nimetlerin anlatılması, kudret-i ilahiyenin görüntülerinin açıklanması, inançları konu­sunda müşriklerle tartışma etrafında dönmektedir. Ayrıca kıyametten ve kı­yamet gününün hallerinden söz edilmektedir.

Önceki surenin sonunda alaycı ve yalanlayıcılardan, ölümden söz edilmişti. Ve Cenab-ı Allah "Biz, mutlaka-onların hepsine soracağız" demişti. Bütün bunlar, bu surenin'baş tarafıyla uygunluk içindedir. Yüz yirmi sekiz ayettir. [1]

 

Allah'ın Birliğinin Delilleri

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

1- Allah'ın buyruğu gelecektir; acele gelmesini istemeyin, Allah, or­tak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir.

2- Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek için meleklerini vahiyle indirerek şöyle der: "İnsanları uyarın ki, Benden başka tanrı yoktur,' Benden sakının."

3- Gökleri ve yeri gereğince yaratmıştır. Onların eş koştukları şeyler­den yücedir.

4- insanı nutfeden yaratmıştır. Öyleyken o nasıl da açıkça karşı koy­maktadır.

5- Hayvanları da yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok fay­dalar vardır. Onların etlerini yersiniz.

6- Onları getirirken de, gönderirken de zevk alırsınız.

7- Kendi kendinize zor varacağınız memleketlere, yüklerinizi taşırlar.Doğrusu Rabbiniz şefkatlidir, merhametlidir.

8- Sizin için atları, katırları ve merkebleri binek ve süs hayvanı olarak yaratmıştır. Bilmediğiniz daha nice şeyleri de yaratır.

9- Yolun doğrusunu göstermek Allah'a aittir. Yolun eğri olanı da var­dır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

İnzâr: İnsanı, korkulu bir şeyden sakındırmak. Isıtan şey.Şekil ve yaratılış güzelliği.

Revâh: Akşamleyin davarın mer'adan dönüşü.

Serâh: Sabahleyin davarın mer'aya gidişi.Yükleriniz.Meşekkat ve zorlukla.Haktan sapan.

Deve, sığır, davar. [3]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah buyuruyor ki: Allah'ın emri-gel­di. Gelişi tahakkuk etti. Allah'ın geçmişe ve geleceğe dair haberleri aynıdır. Çünkü onun haberi haktır, gelecektir, içinde şüphe yoktur. Ayet-i kerimede geçen, "Allah'ın emri"nden kasıt; Allah'a ortak koşmakta ve Resulullah (s.a.v.)'ı yalanlamakta ısrar edenlere dokunacak olan azab-i ilahîdir. Mekke kâfirleri, Resulullah (s.a.v.)'in kendilerine va'dettiği azabın tez elden gelme­sini İstiyorlardı. Hatta Nadr bin Haris bir defasında şöyle demişti: "Allah-ım eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza gökten taş yağdır"[4]

"Allah'ın emrinden maksadın, kıyametin kopması ve ona bağlı olarak ölülerin diriltilmesi olduğunu söyleyenler de olmuştur. Allah'ın emri geldi, artık onu acele istemeyin. O, kâfirlerin kendisine ortak koştuklarından yücedir, aşkındır, mukaddestir. Noksanlıklardan arınmış olan yüce Allah, bir ve tektir. Ortağı veya çocuğu olmaktan uzaktır. O'nun üstün olan zatı ortaklardan yüksektir.

Kâfirler, peygamber efendimizi yalanladıkları, va'dini hafife aldıkları için; azabın gelişinin, kıyametin kopmasının tez elden olmasını istiyorlardı ki, bu da bir tür şirk ve bir çeşit küfürdür. İşte bu nedenledir ki azap ve kıyametin tez elden gelmesini istemenin yasaklanması, Allah'ın şirkten münezzeh ve or-takiardan yüce olduğunun ispatlanmasının hemen bitişiğinde anlatılmıştır.

Allah, melekleri kendi katından bir ruh ile indirir. Ayette geçen ruh, kalbleri dirilten vahiydir. Nitekim ruh ta, bedenlerin ölü olanlarını diriltir. Ruh­suz insan, kokuşmuş kara çamurdan bir parçadır. Kendisini doğru yola ilete­cek ruh olmadan insan, bedeninde hayat bulunmayan ölü gibidir. "Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu?"[5]

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın, kendi emriyle indirdiği ruh; nur ve hayat, hidayet ve Kur'an'dır ki, o, bunları, kullarından dilediğine verir. Allah, Peygamberliğini nereye bırakacağını çok iyi bilir.

Allah; kendi katından bir vahiy ile melekleri, kâfirleri; kendisinden baş­ka tanrı bulunmadığı, kendisine karşı gelmekten sakınmaları, azabından kork­maları, mükafatını kendisine karşı gelmekten sakınmaları, azabından kork­maları, mükafatını ümid etmeleri için uyarsınlar diye indirir.

"Melekleri vahiy ile indirir" mealindeki bu ayet, önceki ayeti destekle­mekte, ondaki mücmelliği açıklamakta ve ayrıntılara inmektedir. Bu nedenle İki ayetin arası tafsil edilmiştir. Bu ayet, ayrıca Allah'ın birliğinin delillerin­den ve ilâhî kudretin göriinümlerindendir. Cenab-ı Allah gökleri, göklerdeki alemleri, yerleri ve yerlerdeki alemleri yaratmıştır. Ulvî alem ile suflî alemi, içinde hiç şüphe bulunmayan hak ve hikmet ile yaratmıştır. Bu alemleri bo­şuna yaratmamıştır. "Kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel dav­rananları da güzellikle mükafatlandırsın"[6] diye bu alemleri yaratmıştır. Müşriklerin ortak koştuklarından yüce ve münezzehtir. Çünkü yaratan, sa­dece kendisidir. Kendisine ibadet edilen de yalnızca O'dur.

Sana gelince ey insan! Sen zayıf, basit ve önemsiz bir yaratıksın. Ha­kir bir spermadan yaratılmışsın. Sonun da, pis bir leştir. Değersiz bir su­dan yaratılmışsın. Nihayetin de ufalanmış bir kemiktir. Üstelik açık bir düşman olup çıktın. Rabbine karşı koyuyor, peygamberleriyle mücadele ediyorsun. "Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek"[7]. Übeyy bin Halef el Cümahî, Peygamber (s.a.v.)'e çürümüş bir kemik getirerek: "Ey Muhammedi Çürüdükten sonra bunu Allah diriltir mi dersin?" demişti. Ey ademoğlu, ne kadar cahilsin!!!

İnsan ve aslı anlatıldıktan sonra, kendisine ihsan edilen sayısız nimetler anlatılmış ve anlam olarak şöyle buyurulmuştur: Cenab-ı Allah, hayvanları da yarattı. Onlarda, ısınmanızı sağlayan yün, yapağı, kıl ve deri gibi şeyler vardır. Etleri ve iç yağlarında vücudunuzun faaliyetini,zindelediğini sağlamaya yetecek hararet meydana gelir. Hayvanlarda sizin için birçok faydalar vardır: Onlar, sizin için gıda ve beslenme unsurudurlar. İş aletlerinizdirler. Ekonomi alanında önemli bir yer tutarlar. Yolculukta size İtaat eden bineklerdirler. Süt­lerini, yağlarını, etlerini, iç yağlarını yersiniz. Sütleri, İyi ve yararlı bir gıda­dır. Akşamleyin mer'adan geldiklerinde, onlarda sizin için güzellik, zinet, se­vinç ve coşku vardır. Çünkü Mer'adan geldiklerinde güzel görünüşlü, yük­sek hörgüçlü ve çok sütlü olurlar. Evi böğürtü ve meleme İle doldururlar. Gözü güzellikle, gönlü kıvançla doldururlar. Bu nedenle de, hayvanların.mer'adan gelişleri mer'adan gidişlerinden önce anlatılmıştır. Bu hayvanlar sizin ağır yük­lerinizi, kendi başınıza çok zorlukla götürebileceğiniz yerlere taşırlar. Deve, çöl gemisi ve bedevi bineğidir. Herşeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Al­lah, deveyi çölde yürümesi İçin hazırlamıştır. Tabanlarının kuma gömülme-diğini, uzun süre, günlerce açlığa ve susuzluğa dayanabildiğin! görüyor(yada biliyorsunuz) değil mi? Doğrusu Rabbiniz çok şefkatli, çok merhametlidir. Atı, katırları ve merkepleri, binesiniz ve onunla bir yerden başka bir yere intikal edesiniz diye yaratmıştır. Bunları biniş ve ziâgt için alırsanız. Bisiklet­ler ve otomobiller ne kadar çoğalsa da at, katır ve merkepler, erbabı nezdindeki değerlerini ve önemlerini yitirmezler.

Cenab-ı Allah, bunlardan başka sizin bilmediğiniz hayvanları da yara­tır. Bu ayetler, Kur'an-ı Kerim'in mucizliğini ispatlamıyorlar mı? Bunların ya­ratıcısı olan Allah, olmuş ve olacak şeyleri bilir.

Bu ifade; bisiklet, otomobil, uçak ve gemi gibi halihazırda var olan ve ileride de var olacak diğer icatları kapsamaktadır. Her şeyi bilen, gören, kuvveüi ve muktedir olan Allah, noksanlıklardan münezzehtir, müşriklerin ortak koştukları şeylerden üstündür!

Bazı fıkıhçılar bu ayeti; at, katır ve merkeb eti yemenin caiz almayışına delil olarak İleri sürmektedirler. Çünkü bunlar, davarların tersine sadece bi­niş ve zinet için yaratılmışlardır.

Derler ki: Manaların çağrısının gereği olarak Cenab-ı Allah 9. ayette özel olarak yoldan bahsetmiştir. Bu da, Allah'ın bize bahşettiği nimetlerdendir. Hatta en değerli ve yüce nimetlerdendir. Allah'ın bizi dosdoğru yola İletme­si, O'nun bize lütfettiği nimetlerin en kıymetlilerindendir.

Peygamberleri ve kitapları aracılığıyla bizleri doğru yola, gerçek ve müs­takim yola iletmek, Allah'a aittir; O'nun yetkisindedir. ''Doğru yola iletmek bize aittir"[8]

"İşte benim doğru yolum bu, ona uyun. (Başka) yollara uymayın ki, si­zi O'nun yolundan ayırmasın"[9]

Haktan ve adaletten sapan yol da bir yoldur. Siz bu yola uymayın. Şey­tanın, nefsin ve hevslerinizin yoluna sapmayın.

Rabb" iniz diîeseydi zorla doğru yola iletirdi. Ama O, doğru yolla eğri yo­lu açıkladı. Seçimi size bıraktı ki, seçiminizden ve yaptığınız işlerden dolayı sizi cezalandırsın ya da mükafatlandırsın. "Rabbin isteseydi, yeryüzündeki-lerin hepsi mutlaka inanırdı"[10]

Hidayetin iki çeşid olduğunu da unutmamalıyız:

1- Yol gösterme anlamında hidayet: "Ona iki tepe (iki hedef: Hayır ve şer yolunu) gösterdik"[11]

2- Başarılı kılmak ve iletmek  anlamında hidayet "Bizi doğru yola ilet"[12]

"Allah dikseydi hepinizi doğru yola iletirdi"[13].

 

Allah'ın, Üzerimizdeki Nimetlerini Anlatmaya Devam

 

10- Yukarıdan size su indiren O'dur. Ondan içersiniz; hayvanları ot­lattığınız bitkiler de onunla biter.

11- Allah onunla size ekinler, zeylin ve hurma ağaçlım, üzümler w her türlü ürünü yetiştirir. Düşünen kimseler için bunda ders vardır.

12- Geceyi gündüzü, güneşi ay sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da O'nun buyruğuna boyun eğmiştir. Bunlarda, akleden kimseler İçin ders­ler vardır.

13- Yeryüzünde rengarenk şeyleri de sîzin için yaratmıştır. Bunda, öğüt alan kimseler için ibret vardır.

14- Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah 'm bol ni­metinden faydalanmanız için denize —ki, gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün— boyun eğdiren de O'dur. Artık belki şükredersiniz.

15-16- Yeryüzünde, sarsılmayısınız diye, sabit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir. Onlar yıl­dızlarla da yollarını bulurlar. [14]

 

Bazı Kelimeler:

 

Otlatırsınız.Yarattıklarını emrinize amade kıldı. Zürriyet kelimesi de Zeree kelimesinden türetilmiştir.

Zürriyet, cin ve insan nesli demektir.Şekil ve manzaraları.Suları sağdan ve soldan yara yara gidip gelirler.

Sabit dağlar. Sağa-sola kayıp sizi sarsmasınlar. Gündüzleyin, yollardaki işaretler. [15]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, bize nimet olarak verdiği hay­vanlarla davarları anlattıktan sonra, ihsanda bulunduğu yağmur ve bitki gi­bi nimetleri, buna bağlı olarak gökleri ve göklerdeki yıldızlan, denizleri ve denizlerdeki gemileri anlatmıştır. O Allah'ki size gökten içimi kolay, bol ve tatlı bir su indirdi. Tuzlu olmayan, aksine hoş, faydalı ve saf olan bu suyu rahatlıkla içersiniz. Çünkü bu suyun aslı, gökte yoğunlaşan bir buhardır. Bu buharları rüzgarlar, Allah'ın dilediği yere taşırlar. Sonra da yağmur olarak dünyaya indirir. Yağmur sularını canlılar içerler; yağmur suyu sebebiyle ekinler ve ağaçlar biterler. Yerden biten otlarla hayvanlar otlanır ve yayılırlar. "Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için"[16]

Gökten indirdiği su sebebiyle Rabbiniz sizin için, bütün çeşit ve şekille­riyle ekin bitirir. Onunla sizin için zeytin, hurma, üzüm ve bu ayete muhatap olan araplann daha önce bilmedikleri her türlü meyvaları bitirir. Düşünen bir toplum için bunda Allah'ın birliğine ve kudretine işaret eden deliller var­dır.

Evet, yağmurun yağmasında, buhar halinde tuzlu deniz suyundan çıkıp göğe yükselmesinde, oradan da su olarak Allah'ın dilediği yere İnmesinde, sonra yağmur sebebiyle muhtelif şekil ve türlerde ekinlerle ağaçların —Oysa

bunların içtikleri su İle bittikleri yer aynıdır— bitmesinde, düşünen bîr top­lum için ayet ve deliller vardır.

O Allah ki peşpeşe gelip birbirini izleyen geceyi ve gündüzü emrinize verdi. Gece; sükûnet, uyumak, dinlenmek ve İstirahat etmek içindir. Gündüz, ise çalışmak, hareket etmek ve rızık kazanmak içindir. Yüce Allah, Güneş'i ve Ay'ı emrinize verdi, hizmetinize tahsis etti. Bunların her biri uzayın boşlu­ğunda yüzerler. Bunları nur, aydınlık, hayat, ısı ve hararet için emrinize bo­yun eğdirdi. Ay ve Güneş'in seyriyle yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye onları hizmetinize verdi. Sayelerinde karada ve denizde yolunuzu bulaşınız diye yızdızlan da Allah kendi emriyle hizmetinize tahsis etmiştir. Bunda, içinde yaşamakta oldukları kâinattaki gerçekleri kavramak için akıllarını kullanan kimseler için (varlığına ve muktedirliğine işaret eden) alametler vardır.

O Allah ki —çeşitli şekil ve renklerde de olsalar yeryüzünde mevcut bü­tün yaratikarı hizmetinize vermiştir. "Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı"[17]. Şüphesiz bunda öğüt alıp düşünenler için bir ibret vardır.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'dir ki, denizi hizmetinize verdi, emrine boyun eğdirdi ve size baş eğer hale getirdi. O, güç ve kuvvet sahibidir. Denizi köprülerle bentlerle dizginledik. Bu köprüleri binek ve geçit edin­dik. Kendimizi ve eşyalarımızı dilediğimiz yerlere taşımak için köprüleri yol edindik. O yüce Allah bizim için denizde gemiler yarattı. Ve yine de­nizlere etleri taze hayvanlar saldı, inci ve mercanı süs olarak yarattı.

Bütün bu imkânları bize bahşetti. Büyük ve ağır gemileri denizin sırtına yükledi. Bu gemiler, seyyar şehirler gibi denizi ve büyük su kütlelerini yara yara seyredip giderler. İçindeki taze etleri yiyesizin, takınmak için süsleri çı-karasınız; ticaret, göç ve sefer gibi imkânlarla nimetlerinden yararlan as iniz diye denizi emrinize ve hizmetinize verdi. Faydalanmak ve üzerinizdeki şü­kür vecibesini edâ etmek için Cenab-ı Allah bunca nimetlerle bize ihsanda bulundu.

O Allah ki, dünya sizi sarsmasın.hareket ve dönüşü anında sizi depret-mesin diye yerküreyi sabitleştirici yüce dağlar yaratmış; yeryüzünde Nil, Fı­rat ve Misisİpi gibi nehirler vücuda getirmiştir. Bu nehirleri dünyanın kara parçalarını birbirine bağlayan, ticaret maddelerini nakleden yollar, işaretler ve sınırlar olarak hizmetinize vermiştir. Yeryüzünde tepeler, ırmaklar ve dağ­lar gibi diğer bazı İşaretler de vardır. Gökte de yıldızlar vardır ki, karanlık­larda onlar aracılığıyla yolumuzu ve yönümüzü buluruz. Allah, müşriklerin kendisine ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir, münezzehtir. [18]

 

Nimetler Bahşeden Yaratıcı İşte Budur! Hani Ortaklar Nerede?

 

17- Hiç yaratan, yaratamayana benzer mi? İbret almaz mısınız?

18- Allah'ın verdiği nimetleri sayacak olsanız bitiremezsiniz; doğrusu Allah bağışlar, merhamet eder.

19- Allah, gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir.

20- Allah'ı bırakıp taptıkları şeyler, hiçbir şey yaratamazlar; esasen ken­dileri yaratıktır;

21- Onlar cansız, ölüdürler. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.

22- Tanrınız tek bir Tanrıdır. Ahirete inanmayanların kalbîeri bunu İnkar eder; onlar büyüklük taslarlar.

23- Onların gizlediklerini de, açığa vurduklarım da Allah'ın bildiğin­den şüphe yoktur. O, büyüklük taslayanları sevmez. [19]

 

Açıklama:

 

"İşte Allah'ın yarattıkları bu(nlar). Gösterin bana, O'ndan başka(tanrı dcdik)lcri(niz) ne yarattı"[20]

"Bana gösterin (bakayım), onlar yerden hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların, gökleri(in yaratılmasında (Allah'a) ortaklıkları mı var?"[21]

Şaşıyorum size ey müşrikler! Önceki satırlarda anlatılanları yaratan zat, hiçbir şeyi yaratamayan gibi midir? Yoksa siz köreldiniz de öğüt ve ibret al­mıyor musunuz? Önceki sayfalarda anlatılan türlü yaratıklar, Allah'ın bize bahşettiği bazı nimetlerdir. Aslında bu anlatılanlar, O'nun nimetlerinin tü­müne oranla denizden bir damla gibidir. Allah'ın nimetlerini saymaya kalk­sanız, aşla sayamazsınız. Onları belli bir .sayıda toplamaya gücünüz yetmez. Bu nimetlerin hakkını Ödemek ve şükrünü eda etmek, nasıl mümkün olacaktır?

Bununla beraber Cenab-ı Allah sizi esirgeyendir, bağışlayandır. Allah için her ne kadar iyi amel işlesen de, senin bu amelin, O'nun nimetlerinden bir tanesinin bile karşılığı olamaz. Ayet-i kerimenin esirgeme ve bağışlama sö­züyle sona ermesindeki sırrı herhalde anlamış olacaksınız.

Allah, bildiğimiz ve bilmediğimiz yaratıkların tümünün, sayılamayan ve bir adede sığdınlamayan nimetlerin sahibidir. Esirgeyendir bağışlayandır. Gizle­diklerinize ve açığa vurduklarınızı bilir. Çünkü O, görülen ve görülmeyen alem­leri bilir. Bilgisi herşeye nüfuz edendir, herşeyden haberdardır. Allah'ı bıra­kıp ta kendilerine yalvardığmız ve O'na ortak koştuğunuz varlıklar, hiçbir şeyi yaratamazlar. Zaten kendilerini yaratılmaktadırlar. Onlar, diri olmayan ölü­ler ve cansız cesedlerdirler. Onlarda asla hayat yoktur. Ayet-i kerimede "Diri değildirler" sözünün fazladan söylenmesi bunların, kendilerinde hayat var olduktan sonra ölen cesedler gibi olmadıklarını, aksine kendilerinde haya­tın asla mevcud olmadığını açıklamak içindir. Kendileri onlardan üstün oldukları halde onlara nasıl taparlar? Çünkü kendileri diri, onlar ölüdür­ler. Doğrusu bu, çok tuhaftır.

Şu putlar, kendilerine tapan kâfirlerin, öldükten sonra ne zaman dirile­ceklerini de bitmezler.

Bu sözle, onlara bir nevi büyük hakarette bulunulmaktadır. Zira cansız varlıkların, duyulur olan görünür şeyleri hissetmeleri imkânsızdır. Şu halde onların, Allah'tan başkasının bilemeyeceği gizli İşleri duyup bilmeleri nasıl mümkün olacaktır?

Ey İnsanlar! Sizin tanrınız bir tek tanrıdır. O'ndan başka tanrı yoktur. Gerçek ve hakiki mabud O'dur. Zira bu kainatı yaratıp düzene koyan, yal­nızca O'dur. O, gökleri ve yeri yaratandır. O'nun dışındaki taşlara, putlara ve cansız varlıklara nasıl tapılır ve ibadet edilir?

İçinde hiç şüphe bulunmayan hak bu olduğuna göre, ey kâfirler, Allah'a ortak koşmanızın sebebi nedir?

Ahircte, ahiretteki şeylere, Allah'ın birliğine inanmayanların kalbleri in­karcıdır. Kalblcrine va'zın etkisi, hatırlatmanın faydası olmaz. Oysa ki.onlar hakka karşı büyüklük ve doğruluğa karşı üstünlük taslamakta, küfür ve in­kar yolunda yürümeye devam etmektedirler. Gerçekten de Rabbin, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. Yaptıkları işlerden ötürü onları cezalandıracaktır. Büyüklenenleri asla sevmez. Küfür sebebinin; içine nur gir­meyecek şekilde kalblerin kilitlenip mühürlenmesi olduğu hususunda ey oku­yucu sen de benimle hem fikir değil misin? Bunların kulakları varsa da işit­mezler. Gözleri varsa da görmezler. Kalbleri varsa da anlamazlar. Çünkü ruhları kibir ve büyüklenm-c hastalığıyla kararmış ve murdar hale gelmiştir. Efendi­leri ve dostları olan şeytanın, Rabbinin emrine karşı gelmesinin bir tek sebebi vardı. O da büyüklenmekti. (Şeytan) dedi: "Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın. Onu çamurdan yarattın"[22]. "Ben çamur olarak yarattığın kimse­ye secde eder miyim"[23]

Cenab-i Allah ne doğru buyurmuş: "Kendilerine hiçbir delil gelmiş ol­madan Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar (yok mu), onların göğüslerinde (hiç bir zaman) erişemeyecekleri bir büyüklük taslamaktan başkan bir şey yoktur"[24]

 

Büyüklük Taslayanlar Ve Cezaları

 

24- Onlara:  "Rabbiniz ne indirdi?" diye sorulsa:  "öncekilerin masalları" derler.

25- Böylece kıyamet günü kendi günahlarım tam olarak, bilmeden sap­tırdıkları kimselerin günahlarım kısmen yüklenirler. Dikkat edin, yüklendikleri yük ne kötüdür!

26- Onlardan öncekiler düzen kurmuşlardı. Bunun üzerine Allah, bi­nalarının temelini çökertti de tavanları başlarına yıkıldı. Azab, onlara far-ketmedikleri yerden geldi,

27- Sonra kıyamet günü onları rezil eder ve: "Haklarında tartıştığınız Benim ortaklarım nerede?" der. İlim sahihleri şöyle derler: "Doğrusu bugün inkarcılara rezillik ve iğrençlik vardır."

28- Melekler kendilerine yazık etmiş kimselerin canlarını alırken: ' 'Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diyerek teslim olurlar. Hayır; öyle değil; doğ­rusu Allah onların yaptıklarım bilmektedir.

29- Temelli kalacağınız Cehennemin kapılarından girin. Büyü klenen-lerin durağı ne kötüdür! [25]

 

Bazı Kelimeler:

 

Eskilerin uydurmaları ve masalları, Günahları.Temeller.Bana koştuğunuz ortaklar sebebiyle, Peygamber­lerimle çekişip düşmanlık ediyorsunuz, Zillet ve aşâğılık Teslim oldular, Allah'ın rablığını ikrar ettiler. [26]

 

Açıklama:

 

Ahirete inanmayanların kalbleri inkarcıdır. Büyüklük taslarlar. Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiği zaman. Bu soruyu soran kimdi? Bu, yanla­rına dışarıdan gelen bir adam mıydı? Müslümanlardan biri miydi? Yoksa Nadr bin Haris miydi?Anlaşılıyor ki.bunu tahkir etmek ve horlamak için söylüyor. Buna cevaben diyorlar ki: Ey Müslümanlar! Allah tarafından indirildiğini iddia ettiğiniz şeyler, öncekilerin masal ve uydurmalarından başka şeyler değildir­ler. Hem kendi günahlarını, hem de saptırdıkları ve körü körüne kendi peşle­rinde yürüttükleri kimselerin günahlarım tam ve eksiksiz olarak taşımak için böyle dediler. Bunlar, avam tabakasıdırlar. Kötü bir adet ortaya koyan ve fe­na bir çığır açan kimse, kıyamete kadar hem kendi günahını, hem de belirle­diği adetlere uyup açtığı çığırdan gidenlerin günahlarını omuzunda taşır. Ne kötü bir şey taşıyorlar. Taşıdıkları şey ne pis bir şeydir!

Bunda bir gariplik yoktur. Bu müşriklerden önce gelip geçmiş ümmetle­rin durumlarını kutlu ve yüce Allah şöyle anlatıyor: Onlardan öncekiler de tuzak kurdular. Allah'ın dinine karşı kompla düzenlediler. Her türlü hile ve desiselere başvurdular. "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hal­buki, kafirler hoşlanmasada Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister "[27] Eskiden hile yapan bu tuzakçılara, Allahfın emri binalarına temellerinden gelmiş, üstlerindeki tavan başlarına çökmüştü.

Bu bir temsildir. Yani Cenab-i Allah onları yok etti. Evi, üzerine yıkılan kimseler gibi oldular. Allah yaptıklarını boşa çıkardı. Tuzaklarını sonuçsuz bıraktı. 26. ayetteki "üstlerindeki tavan" kelimelerinin kullanılışındaki sırra dikkat etmeliyiz. Tavan, mutlaka üstte olur. Şu halde bu ayetteki sır; Tavanın üzerlerine düşüşü ve onların da bu düşüş nedeniyle tavanın altında kalıp öl­melerinin tekid edilmesidir. Her taraftan ve de ummadıkları yerlerden onlara azab gelmişti. Ey Mekkeiiler İbret alnı. Bu, onların dünyada gördükleri azaptı. Ahirette görecekleri azapsa şudur:

Sonra kıyamet gününde Cenab-ı Allah onları rezil rüsvay edip alçalta-caktır. Onları kınayıp azaplandırarak, melekler aracılığıyla onlara şöyle di­yecektir: Hani bana ortak koştuğunuz ortaklarım? Beni bırakıp ta taptığınız tanrılarınız nerede? Hani haklarında peygamberlerime düşmanlık ettiğiniz ve çekiştiğiniz putlar nerede?! Kendilerine ilim verilmiş olan meleklerle mü'minler derler ki: Bu gün rüsvaylık, aşağılık, horluk, hasret ve kötülük sadece kâfir­leredir.

Küfür ve masiyetle nefislerine zulmederken meleklerin canlarını aldığı kimseler: ölümle karşı karşıya geldiklerini ve inkâr ettikleri şeylerle yüz yüze geldiklerini gördüklerinde yelkenleri indirerek, Allah'ın hükmüne teslim olur­lar. Peygamberlerin söyledikleri sözlerin gerçek olduğuna, Allah'tan başka tanrı bulunmadığına yakînen inanırlar. Yanlış hesap ve zanna dayanarak söy­leyecekleri şu sözlerin kendilerine yarar sağlayacağını sanarak: "Biz, hiçbir kötülük yapmıyorduk" derler. Cenab-ı Allah onların bu sözlerini reddede­rek: Hayır, siz kötülük yaptınız. Doğrusu Allah, yapmakta olduğunuz şeyle­ri bilir, diyecektir.

İçinde temelli kalmak üzere Cehennemin kapılarına girin. Büyüklük taslayanların varacakları yer, ne kötüdür? "Çünkü onlara: "Allah'tan başka tanrı yoktur" dendiği zaman büyüklük taslarlardı"[28]

 

Allah'a  Karşı  Gelmekten  Sakınanlar  Ve Mükafatları:

 

30- Sakınan kimselere: "Rabbiniz ne indirdi?" denince, "iyilik" der­ler. Bu dünyada İyi davrananlara iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha iyidir. Sakınanların yurdu ne güzeldir?

31- İçlerinden ırmaklar akan Adn cennetlerine girerler. Orada, dile­dikleri kendilerine verilir, Allah sakınanları böyle mükafatlandırır.

32- Melekler onların canını temizlenmiş olarak alırken: "Selam size; yaptıklarınıza karşılık haydi cennete girin" derler. [29]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Müşriklerle,büyüklenenlerİn Kur'an hakkında söyledikleri sözlerden sonra mü'minlerin, kendilerine indirilen Kur'an hakkındaki sözleri ve inanışları iş­te budur. Mü'minlerle müşriklerin bu konudaki sözleri peşpeşe aktarıldı ki, aradaki fark açıkça görülsün. [30]

 

Açıklama:

 

Allah'ın azabından korunanlara da: "Rabbiniz ne indirdi?" dendi. Bu soruyu soranlar, hac mevsiminde ve panayırlarda müslümanlara gelen heyet­lerdi. Şöyle ki: Arap elçileri Mekke'ye gelirlerdi. Müşrik bir kimseyle karşı­laştıklarında müşrik, Hz. Peygamber ve Kur'an-ı Kerim hakkında onlara şöyle derdi: Muhammed yalancıdır, büyücüdür. Kendisine indirilen de, öncekile­rin masallarıdır. Bu elçilik heyetleri, mü'min bir kimseyle karşılaştıklarında, o mü'min; onlara, Kur'an-ı Kerim'in yukarıdaki ayetlerde aktardığı sözleri söylerdi. Takva sahibi kimseler, kendilerine soru soran elçilere: "Rabbiniz hayır indirdi" derler.

Aziz okuyucu kardeşim, müminlerin verdikleri cevapla müşriklerin ver­diği cevaba dikkatle bak. Mü'minler: hayır indirdi, demişler. Müşrikler: Ön­cekilerin masalları demişler. Kurtubî'nin de dediği gibi bunun açıklaması şöyle olur: Müşrikler, Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından indirildiğine inanmıyor­lardı. Ve merfu olarak ( jj/tfi jöncekilerin uydurması diyorlardı. Mü'-minlerse Kur'an-ı Kerim'in devamlı inişine İnanıyorlardı ve "Rabbiniz hayır indirdi" diyorlardı. Ayetteki İ'rabm esası işte budur.

İman edip iyi ve güzel işler işleyerek bu dünyada iyilik ve güzel iş yapan­lara zafer, fetih, onur, üstünlük ve egemenlik gibi güzel şeyler vardır. Ahiret yurdu, ahiret nimetleri ve ahiretteki diğer şeyler» onlar için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

Hoş ve iyi amelleri karşılığında, dünya ve ahirette mükafat görecekler­dir. "Ve Rabbinizden mağrifet diliyesiniz, sonra O'na tevbe edesiniz ki, sizi belirtilmiş bîr süreye kadar güzelce yaşatsın ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem)ini versin"[31].

Takva sahiplerinin yurdu olan, altından ırmaklar akan Adn Cennetleri ne güzeldir. Orada onlar için, diledikleri geçimlikler ve nimetler vardır. Takva sahibi kimseleri Cenab-ı Allah işte böyle mükafatlandırır. Melekler, şirkten ve kötü işlerden arınmış, hoş ve temiz, güzel sözlü kimseler olarak canlarını aldığı kimselere de: "Selam size, yaptıklarınıza karşılık Cennete girin" der­ler. Bütün bunlar, Allah'ın mü'minlere olan lutfudur. Çünkü Cennete gire­bilmek için sadece amel yetmez. Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: ",Hiç biriniz kendi ameliyle cennete giremez?. "Sen de mi ya Resulullah?" dediler. "Ben de (giremem). Meğer ki Allah, beni rahmetiyle örtsün" dedi. [32]

 

Kâfirlerin Sonu

 

33- Onlar kendilerine yalnız meleklerin veya senin Rabbinin buyruğu­nun gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Al­lah onlara zulmetmemişti, ama onlar kendilerine yazık ediyorlardı.

34- Bu yüzden, işledikleri kötülüklere uğradılar ve alay ettikleri şey onları kuşattı. [33]

 

 

Açıklama:

 

Bu kafirler sadece şunu bekliyorlar: Ruhlarını teslim almak, sonra da cezalarını bulmak için meleklerin gelmesini veya dünyada azap ve ibret ile Rabbinin emrinin, kendilerine gelmesini veyahut kıyamet vakasıyla ve kıya­mette kendileri için hazırlanmış azabla, Rabbinin emrinin kendilerine gel­mesini bekliyorlar.

Çünkü bu anılan şeylerin kendilerine dokunmasına kendileri neden ol­muşlardır. Bu anılan şeylerin meydana gelmesini bekleyenlere benzetilmişlerdir. Bunlar böyle yaptıkları gibi, öncekiler de böyle yapmışlardı. Yapılan bu işin cezası da hep aynıdır. Allah onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendi kendileri­ne zulmettiler. Önceki ümmütler de bu inkarcıların yaptıkları işleri yapmış ve işledikleri fiillerin zararları onlara dokunmuş; gerekli cezaya çarptırılmış­lardı. Alay ettikleri şeyin yol açtığı tehlike onları kuşatmıştı. Her taraftan tehlike ve azap onları çepeçevre kuşatmıştı. [34]

 

İnkarcıların Bir Takım İçi Boş Delilleri

 

35- Allah'a eş koşanlar: "Allah dikseydi O'ndan başka hiçbir şeye ne biz ve ne de babalarımız tapardı. O'nun buyruğu olmaksızın hiçbir şeyi ha­ram kılmazdık" dediler" dediler. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmış­tı. Peygamberlere apaçık tebliğden başka ne vazife düşer?

36- And olsun ki, her ümmete "Allah'a kulluk edin, azdmcılardan kaçının' diyen peygamber göndermişizdir. Allah içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimi de sapıklığı haketü. Yeryüzünde gezin; peygamberleri yalan­layanların sonlarının nasıl olduğunu görün.

37- Ey Muhammedi Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özen-sen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz.

38-39- Ölen kimseyi Allah'ın diriltmeyeceği üzerine bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. Hayır, öyle değil, ayrılığa düştükleri şeyi onlara açık­lamayı, inkâr edenlerin kendilerinin yalancı olduklarını bileceklerini, Allah gerçekten va'detmiştir, fakat insanların çoğu bilmezler.

40- Bir şeyin olmasını istediğin zaman sözümüz sadece ona "O!" de-memizdir ve hemen olur. [35]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bırakın, terkedin. Allah'tan başka tapınılan.her şey. Yani islamın yasakladığı şeylere çağıranı terkedin.

Tağut kelimesi, haddi aş­ma anlamındaki tuğyan mastarından alınmıştır.Küfürde ısrar etti­ği için, üzerine azap vacip ve sabit oldu. [36]

 

Açıklama:

 

Müşriklerin Önündeki yolları kapanıp, kuvvetli delillerle susturulduktan sonra kaçmak istediler ve: "Allah dikseydi şirk koşmaz ve asla haram fiiller işlemezdik", dediler. Böyle derken Peygamberliğe taş atmak istemişlerdi. Şev-kânî, Feth'ül-Kadîr adlı eserinde der ki: Onlar, "Allah dikseydi şirk koşmaz­dık...." demekle, peygamberliği taşlamak istemişlerdi. Yani peygamberin; Al­lah'tan başkasına tapmanın ve Allah'ın haram kılmadığım haram kıl­manın yasaklığına ilişkin Allah'tan aktardığı sözler doğru olsaydı, Allah'ın iradesine aykırı işler yapmazdık. Şu halde bunu Allah dilemiştir.

O'nun dilediği olur; dilemediği olmaz. Kendisinden başkasına taptığı­mıza, haram kıldığımıza göre, bu yaptığımız işleri, O'nun muradına uygun ve dilemesine muvafık olduğuna işaret eder. Bununla birlikte hakikatte on­lar bunu itiraf etmez ve kabullenmezler. Çünkü onlar böyle demekle, Pey­gamberlere dil uzatıp onları taşlamak istemişlerdir.

Müşrikler dediler ki: Şayet Allah dileseydi ne biz, ne de bizden önceki atalarımız, Allah'tan başkasına tapmaz, Allah'ın haram kılmadığı şeyleri ha­ram kılmazdık. Yani biz kendi başımıza bir şeyi haram kılmazdık.

Bu yapılanlar yeni yapılmıyor. Bilakis, bunlardan önceki kafirler de pey­gamberlerini yalanladılar, bu gibi yollara yeltendiler. Hakkı batılla kaydır­mak için peygamberleriyle mücadele ettiler. Peygamberlerin yegane görevle­ri, islamı ve hükümlerini açıklayan apaçık bîr tebliğdir. Allah'ın ilim ve ira­desine gelince o, apayrı bir şeydir. Kendilerine karşı deliller ileri sürerek Allah'a hakkıyla ibadet etmelerini, şeytan, put, kahin gibi Allah'tan başka ma-budları bırakmalarını; sapıklığa, din ile akim sınırlarını aşmaya davet eden saptırıcıları bırakmalarını sağlamaları için her ümmete bir peygamber gön­derdik. Bu ümmetlerden bazılarına Cenab-ı Allah hidayet ve başarı nasİb ey­ledi de iman edip ilahi emirlere uydular. Kimine de, günah işlemekte ısrar ettikleri için sapıklık indi ve içlerine yerleşti. "Ona, bozukluğunu ve korun­masını (İsyanını ve itaatini) ilham edene and olsunki,nefsinİ temizleyen iflah olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır"[37]

Buradan öğreniyoruz ki Cenab-ı Allah, peygamberler göndermiş; bu pey­gamberler de insanları iyiliğe, Allah'ın emirlerine uymaya, putlara tapma ve haram fiilleri işlemeyi bırakmaya çağırmışlardır, Hidayet ve sapıklığın anla­mı işte budur. Bundan sonra bazı kimseler iman etmiş, bazıları küfretmiştir.-Kimi said, kimi de şakî olmuştur. Bun nedenledir ki yüce Allah, kendisinin emirlerine muhalefet edenleri cezalandırmış, itaat edenleri mükafatlandırmıştır. Buda,yüce Allah'ın emirlerinin kendi iradesine uygun olmasının gerekli ol­madığını ispatlamaktadır. O, herkese, imana gelmelerini emretmiştir. Ama ancak bazı kimselerin hidayete ermelerini dilemiştir. Bu da o kafirlerin ileri sürdükleri delilleri boşa çıkarmakta, sözlerini çürütmektedir.

Sonra Cenab-ı Allah şöyle buyurmuş: Yeryüzünde yürüyün, yalanlayan­ların sonlarının nice olduğunu görün. Size karşı bu boş delilleri ileri sürenle­rin ve batıl şeyleri ortaya koyarak sizinle tartışanların sonlarının nasıl oldu­ğunu müşahede edin.

Bundan sonra Cenab-ı Allah, önce söylediklerini desteklemek etmek için, özel olarak Hz. Peygambere hitap ediyor: Sen onların hidayete gelmelerini ne kadar jstesen de, senin istemenin bir yararı olmaz. Zira hidayetin ve dil ile istemenin ardından Allah'ın tevfik ve ilhamı vardır. Noksanlıklardan mü­nezzeh yüce Allah; kaiblerî, gözleri, kulakları mühürlenmiş olan yalanlayı-cılarla sapıkları muvuffak kılmaz ve doğru yola iletmez.

Onlara hayretle bak. Şiddetli bir tonla Allah adına yemin ederek, ölen kimseyi Allah'ın diriltmeyeceğini söylemişlerdir. Hayır, hayır... Allah, ölen kimseyi diriltir. Bunu yapacağını, gerçekten va'dediyor. Ama insanların ço­ğu bilmezler.

Cenab-ı Allah; halkın anlaşmazlığa düştüğü ölüm sonrası dirilişi açık­lamak ve bunun gerçek olduğunu ortaya koymak için halkı diriltecektir. "Rab-bimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk "[38]

Küfredenler, yalancı olduklarını bilsin diye... Size ne oldu ki, ölüm son­rası dirilişe inanmıyorsunuz? Çürümüş olan kemiklere kim hayat verir? di­yorsunuz? Kainattaki her şeyin, yüce Allah'ın emrine boyun eğmiş olduğunu bilmiyorsunuz. O, bir şeyin olmasını dilediğinde, ona "ol" der, o da olu­verir. "Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz, sadece ona "ol" dememizdir. Derhal oluverir".[39]

 

Mü'minin Mükafatı Ve Ka'firlere Yapılan Tehdid

 

41- Haksızlığa uğratıldıktan sonra, Allah yoluna hicret eden kimsele­ri, and olsun ki, dünyada güzel bir yerde yerleştiririz. Ahiret ecri ise daha büyüktür, keşke bilseler!

42- Onlar sabreden ve yalnız Rablerine güvenen kimselerdir.

43-44- Ey Muhammedi Doğrusu senden önce de kendilerine kitablar

ve belgelerle vahyettiğimiz bir takım adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız ki-tablılara sorun. Sana da, insanlara gönderileni açıklayasm diye Kur'an'ı in­dirdik. Belki düşünürler.

45- Kötü işler düzenleyenler Allah'ın kendilerini yere batırmasından yahut farketmedikieri bir yerden onlara azabın gelmesinden güvende midir­ler?

46-47- Veya hareket halindeîerken —kî Allah'ı aciz barakamazlarya da yok olmak endişesindeyken onlara azabın gelmesinden güvende midir­ler? Doğrusu Rabbin şefkatlidir, merhametlidir.

48- Allah 'm yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah 'a bo­yun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?

49- Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, büyüklük taşla-maksızm Allah'a secde ederler.

50- Fevklerinde olan Rablerİnden korkarlar ve emrolunduklan şeyleri yaparlar. [40]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hicret; Allah uğrunda yurdu, aileyi ve beldeyi terket-mektir. Bundan başka hicret, kötü işleri terketme anlamına da gelir.Onları dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Yerin dibine geçirir.İşlerinde güçlerinde dönüp dolaşmalarında.Korku ve bela beklentisi üzerinde.Gölgesi bir taraftan başka bir tarafa meyleder.

Şey, dönmek demektir, Zillet ve aşağılık içinde. [41]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayetin; Bilâl, Suheyb, Habbab ve Ammar hakkında nazil olduğunu söyleyenler vardır. Çünkü mekkeliler, onlara çeşitli işkenceler çektirerek azab-landırmışlardi. Katade (R.A.), bu ayetin Habeşistana hicret eden müslüman-lar hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bu ayeti genel manada anlamak daha uygun olacaktır. Bu ayet Allah yolunda işkenceye uğrayan, Allah rızası için göç eden herkesi kapsamaktadır. Hicreti, yasakları terketme bi­çiminde anlamamızı engelleyen bir şey de yoktur. Nitekim bir hadis-i şerif­te şöyle Duyurulmuştur: "Muhacir, Allah'ın yasakladığı şeyi terkeden kim­sedir!'[42]

 

Açıklama:

 

Allah yolunda ve Allah rızasını elde etmek uğrunda yurtlarını, beldele­rini bırakıp göçen; mallarını, evlatlarım terkeden; Allah'ın müşrik düşman­larından işkence çektikten, zulme uğradıktan sonra hicret edenler... Evet. Allah yolunda hicret eden kimseleri, Allah dünyada güzel bir yere yer­leştirecektir. Onlara iyi bir bağışta bulunacaktır. Dünyada mutlu, zengin ve onurlu olacaklardır. Ahirette onlara verilecek sevap ve mükafatsa, daha bü­yüktür, daha faziletlidir. Eğer bilirlerse ahiret, ceza ve kalıcılık yurdudur. Şa­yet görmüş olsalardı, ahiretin, dünyadan çok daha iyi ve faziletli olduğunu bileceklerdi. Bu muhacirler sabredip mükafatlarını sadece Allah'tan bekle­yen, yalnızca O'na dayanıp tevekkül edenlerdir.

Kureyşliler; AİIah'm(bir insanı elçi olarak göndermeyecek kadar yüce ve büyük olduğuna inanıyorlardı. "İçlerinden bir adama": "insanları uyar ve inananlara, rableri katında kendileri için (yüksek) bir doğruluk kademesi ol­duğunu müjdele! "diye vahyetmemiz,insanlara tuhaf mı geldi? "[43]

Cenab-ı Allah, kafirlerin, bir insanın peygamber olarak kendilerine gön­derilmesini tuhaf karşılamalarını şu sözle reddediyor: Senden önce ey Mu­hammedi Ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri peygamber olarak gön­derdik. O peygamberler de kasaba halkındandı." Melekler gibi gök sakinlerin­den değildiler. Cenab-ı Allah, Resulüne, sOyle demesini emrediyor:

"De kî: "Rabbimi tenzih edirim. Ben sadece elçi ol(orak gönderil)en, bir insan değil miyim? "[44]

Bu konuda şüphe ederseniz, ehl-i kitaptan zikir ve bilgi sahiplerine so­run. Şayet bilmiyorsanız onlar, peygamberi sizden daha iyi bilir ye tanırlar. Size derler ki: Peygamberlerin hepsi de insandır. Allah hiçbir peygamber gön­dermedi ki o, kendi yaratıklarından bir insan olmasın. Allah ona, zamanına uygun sahih bir din ile vahyetmiştir. Evet senden önce Cenab-ı Allah, kendi­lerine apaçık ayetlerle vahyettiği ve beraberlerinde kitap indirdiği erkekler­den başkasını Peygamber olarak göndermedi.

Sana gelince ey Hesulullah! Allah seninle beraber Kur'an'ı indirdi ki; Ken­dilerine indirilen, kitabı açıklayasın. İnsanların içinde, Kur'an'm sırlarını en iyi bilen sensin. İnsanların Kur'an'a en tutkun olanı sensin. İnsanların ona uymasını en çok isteyen sensin. AHah, Kur'an'ı sana indirdîki, onu insanlara açıklayasın. Böylece düşünüp doğru yola erişirler belki.

Şu kafirler köreldiler mi? Yaptıkları desiselerin ve kötü işlerin cezasın­dan emin mi oldular? Allah* ın,Karun'u yerin dibine geçirmesi gibi,kendüeri-ni de yerin dibine geçirmesinden veya Lût kavmine yapıldığı gibi gafletteyken azabın,ummadı klan bir taraftan kendilerine geleceğinden emin mi oldular? İşlerinin peşinde dolaşıp durmakte iken azabın kendilerini yakalayacağından emin mi oldular? Onlar Allah'ı aciz bırakamaz ve azaptan kurtulamazlar! Kudret kabzasındayken onlar, Allah'ı aciz bırakamazlar! korku ve azap bek­lentisi içindeyken azaba yakalanmaktan emin mi oldular? Mal, evlad, ekin ve ürün eksilmesinden korkmaktayken azaba yakalanmaktan emin mi oldu­lar? Doğrusu Rabbİniz elbetteki çok Şefkatli ve merhametlidir. Azabı çabuk vermez. Aksine tevbe edip hakka yöneleceğiniz umuduyla size süre tanır.

Şu kafirlere ne olmuş ki, bunu inkâr ederler. Nefislerinin azaba yaka­lanmasından emin olurlar! Allah'ın yarattığı şeylere bakmazlar mı? Gölgele­ri nasıl sağdan, soldan sürünerek, bir taraftan diğerine meylederek, secde ede­rek Allah'a döner, bunda ilahi kudret ve azametin gizlenemeyecek görüntü­leri vardır, yerin dönüp hareket etmesinde, bir yönden diğer bir yöne dönme­sinde, gölgenin bir hâlden başka bir hale geçmesinde, Allah'ın azametine ve kudretinin eksiksizliğine tanıklık eden deliller vardır. Eşyanın gölgesi sağdan, soldan sürünerek, Allah'ın emrine secde eder. Onlar, zillet içerisinde Allah'a boyun eğip teslim olurlar. Şüphesiz gölgenin bir halden başka bir hale geç­mesinde, Allah'ın kudretinin eksiksizliğine tanıklık eden bir delil vardır.

Bu deliller, cansız varlıklarda bulunan delillerdi. Canlı varlıklara gelin­ce, göklerde ve yerde mevcud olan bütün canlılar, sadece Allah'a secde eder­ler. Melekler de yükümlü oldukları veya Allah'ın kendilerinden istediği işleri yaparken, büyüklük taslamayarak Allah'a secde ederler. Gönüllü veya gönül­süz, hepsi Allah'a secde ederler. Üzerlerindeki Rabblerinden korkarlar. Üzer­lerinde derken, Allah'ın mekan üstünlüğünü değil makam üstünlüğünü amaç­lıyoruz. Melekler, emrolundukları işleri yaparlar. [45]

 

İtikadları Ve Amelleri Konusunda Müşriklerle Tartışma

 

51- Allah, "îki tanrı edinmeyin, O ancak bir tek Tann'dır. Yalnız Ben'r den korkun" dedi.

52- Göklerde ve yerde olan O'nundur. Kulluk da daima O'nadır. Al­lah'tan başkasından mı sakınıyorsunuz?

53- Size gelen her nimet Allah'tandır. Sonra, birsıkmtıya uğradığınız­da yalnız O'na sığınırsınız.

54-55- Sıkıntılarınızı giderince de, İçinizden bazıları —kendilerine ver­diğimize nankörlük ederek— Rablerine eş koşarlar. Geçinin bakalım, yakın­da öğreneceksiniz.

56- Kendilerine verdiğimiz nzıktan, onların ne olduğunu bilmeyen putlara pay ayırırlar. Allah'a and olsun ki, uydurup durduğunuz şeylerden el­bette sorguya çekileceksiniz.

51- Beğendikleri erkek çocukları kendilerine; kızları da Allah'a male^ diyorlar. O bundan münezzehtir.

58- Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir.

59- Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalı­şır; onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Ne kötü hükme­diyorlar.

60- Ahirete inanmayanlar kötülük misalidirler. En üstün misali ise Allah verir. O güçlüdür, Hakimdir.

61- Allah insanları haksızlıklarından ötürü yakalayacak olsaydı, yer­yüzünde canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Süre­leri dolunca onu ne bir saat geciktirebilirler ne de öne alabilirler.

62- Beğenmediklerim Allah'a malederler. Dilleri, güzel şeylerin kendi­lerine ait olduğunu yalan yere söyler durur. Cehennemin onların olduğunda ve önceden oraya gideceklerinde şüphe yoktur. [46]

 

Bazı Kelimeler:

 

Taat ve ihias.Devamlı, vacib, halis.Yüksek sesle yalvarıp yakanısınız. Rengi değişip karararak. Yani üzülerek. Keder ve üzüntüyle dolu. Fazlaca elem ve üzüntü dolayısıyla ağzını kapatıp konuşmayan.Gizlenir.Hakaret ve bela. Toprağa gömüp gizler,

Kötü sıfatlar.Bırakılır ve ateşe sürüklenirler. [47]

 

Açıklama:

 

Kainattaki her varlığın, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'a boyun eğip emrine teslim olduğu belirlendikten sonra, bunun hemen ardından hak­ka ve doğru yola dönerler umuduyla, müşrik araplarm bazı rezillikleri açık­lanarak insanlar, Allah'a ortak koşmaktan yasaklanıyorlar. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah buyurdu ki: "İki tanrı tutmayın. Allah, ancak tek tan­rıdır. Tanrılık, sadeceO şanı yüce mukaddes Zat'a özgüdür. Denebilir ki: Ayet-i kerimede (iki tanrı) kelimesi söylendikten sonra fazladan (İki) kelimesini kullanmanın ne yararı vardır?  (tek tanrı) kelimesinin kullan­dıktan sonra  (Bir) kelimesini kullanmanın ne yarar vardır?

Bu soruya şöyle bir cevap verilmiştir. Bu fazlalık, başka varlıkları Al­lah'a karşı ortak tutmaktan nefret ettirmede mübalağa İçindir. Bu nedenle  "İki tanrı" denilmiştir. "Vahidün" kelimesinin cümleye ek­lenmesi de, Allah'ın birliğinden çok, tanrılığın mevcud olduğunu ispatlamak gibi yanlış bir anlayışı engellemek içindir. Müşriklerin ihtilafı, tanrılığın birliği esası üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Ey müşrikler!.Kainatta herhangi bir şeyden korkuyorsanız, sadece ben­den korkun.

Bu nasıl böyle olmasın kî? Göklerde ve yerde ne varsa hepsi; mülkiyet, yaratılış, kulluk ve tasarruf bakımından Allah'a aittir. Dîn ve taat, iman ve ihlâs; her zaman vacip olarak O'nun için sabittir. Zira emri geçerli olan hiç­bir kimse yoktur ki, bu hükümranlığı, kendisinin Ölümü veya mülkünün, oto­ritesinin ortada kalkması ile sona ermesin. Ancak yüce Allah bu kuralın dı­şındadır. O'na taatte bulunmak, sabit ve devamlıdır.

Bütün bunlardan sonra, Allah'tan başkasından mı sakınıp korkuyorsu­nuz?

Rengi, türü ve cinsi ne olursa olsun, size ulaşan nimetler, sadece Allah'­tandır. Akıllı kimsenin Allah'a ortak koşmaması, yalnızca Allah'a ibadet et­mesi, sadece Allah'tan sakınması gerekir.

Ama insan renkten renge ve kılıktan kılığa girer. Doğru yola girmez. Ni­metler denizinde boğulmuştur. Bu nedenle Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Sağ­lık, mal ve evlat gibi nimetlerden sonra size bir zarar dokunursa; üzerinizde­ki zarar ve sıkıntıyı açıp gidermesi için Cenab-ı .Allah'a yalvarıp-yakanrsımz. Çünkü sıkıntıları açıp gideren ancak O'dur. Üzerinizdeki zarar ve sıkıntıyı açıp-giderince, üzerinize inen ağırlığı kaldırınca bazı insanlar, yine eski tabi­atlarına ve huylarına dönerler. Ey ademoğullan! Bîr de bakarsınız ki, sizden bazıları Rablerine ortak koşarlar.

Ey okuyucu kardeşim! Bunların yaptıklarına sen de şaşmıyor musun?! Çünkü bunlar, kendilerine her türlü nimeti bahşeden, üzerlerine çöken zarar ve sıkıntıyı gideren Allah'a şükredecekleri yerde, O'na ortak koşarlar. Kendi­lerine bahşettiğimiz nimete karşı nankörlük etmek için böyle yaptılar. Öyle ki, üzerlerine vacip olan şükrün yerine koydukları bu nankörlükleri, hedef­leri haline gelmiş gibidir. "Nankörlük etsinler" ifadesine dikkat etmeliyiz. Bu, ileri derecede zorbalık ve bozgunculuktur. Sonra rabferİ, tchdid yoluyla kendilerine şöyle buyurdu: İçinde bulunduğunuz halde eğlenin bakalım. İşi­nizin akıbetini ve amellerinizin sonucunu yakında göreceksiniz.

Sonra noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, müşriklerin bir başka suç­larını anlatıyor. Şöyle ki: Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerin bir kıs­mını, hakikat ve mahiyetlerini bilmedikleri putlara ayırıyorlardı. Kendilerine sıkıntı ve zarar dokunduğunda Allah'a yalvarıp yakaran bu müşriklerin, sı­kıntı ve zararları Allah tarafından giderilince, başka varlıkları O'na ortak koş­maları tuhaf değil mi?

Bununla beraber, hakikat ve mahiyetlerini bilmedikleri bazı cansız var­lıklara, ya da kendi elleriyle yaptıkları putlara, kendilerine rızık olarak verdi­ğimiz mallardan pay ayırıyorlar. Ve ayırdıkları bu paylarla, putlarına yaklaşıyorlar(!) Allah'ın zatına yemin olsun ki, uydurmakta olduğunuz yalan, if­tira ve sapıklıklardan dolayı sorguya çekileceksiniz.

Şu müşrikler, kızları Allah'a ait kılıyorlar. Huzaa ve Kinane kabileleri; meleklerin, Allah'ın kızları olduğunu söylüyorlardı. Allah, onların bu söyle­diklerinden çok yüce ve münezzehtir. Hoşlandıkları erkek çocuklarıysa ken­dilerine mal ediyorlar.

"Demek erkek size, kadın Allah'a mı (onun için mi meleklere Allah'ın kızları diyorsunuz)? O halde bu, insafsızca bir taksim!"[48]

"îyi bilin onlar iftiraları yüzünden diyorlar ki: "Allah doğurdu" Onlar, elbette yalancıdırlar "[49].

Bu, çok tuhaf bir durum. Kızlar Allah'a, erkeklerse onlara! Kızlardan tiksiniyorlar. Onlardan birine kız çocuğu doğduğu müjdelendeğinde; yüzü kapkara kesilir, üzülür, gamlanır. Çünkü bir kızı doğduğu, kendisine müjde-lenmiştir. Ne yapacağını bilemez hale gelmiştir, şaşkındır. Doğan kız çocu­ğunu utanç, horluk, ayıp ve fakirlik üzerine tutacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Araplar cahiliye devrinde kızlarını diri diri toprağa gömerlerdi. Bu kadar hoşlanmadıkları ve kendilerine ait saymaktan tiksindiklerini kızları Al­lah'a mı ait sayıyorlar?! Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar! Ahiret hayatına ve oradaki şeylere inanmayan bu kimseler için, daha kötüsü düşünülmeye­cek kötü sıfatlar vardır. Üstün sıfatlar ve mutlak kemal, yüce Allah'a aittir. O güçlüdür, hikmet sahibidir. Esirgeyendir, bağışlayandır. Kerem, ve cömert­liği geniş, hilmi çoktur. Yumuşak huyludur. Onları çabuk cezalandırmaz. Şayet zulümleri sebebiyle Allah onları derhal cezalandırsaydi ve suçlan nedeniyle onları hemen azablandırsaydı, yer yüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Ama aza­meti yüce. Allah yumuşak huyludur, günahlari örtendir, çok bağışlayandır, esirgeyendir.

O, onları belli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ne bir an geri kalırlar, ne de ileri giderler. Ecelleri geldiği zaman, kötülük yapmış olan­lar herhangi bir erteleme olmaksızın cezalarını mutlak surette çekerler.

Bunları anlattıktan sonra kutlu ve yüce Allah, cahillerin amellerinden sözetmeye yönelmiş ve şöyle buyurmuştur. Hoşlanmadıkları kız çocuklarını Allah'a ait kılıyor; O'na kendisinin kullan olan varlıkları ortak koşuyorlar. Üstelik te dilleri; bu yaptıkları işlerden dolayı en güzel sonuç kendilerinin ola­cak, diye yalan söylüyorlar. Hayır... Bu iş sizin iddia ettiğiniz gibi değildir.

Gerçekten de onlar için Cehennem ateşi vardır. Onlar bu eteşe sürüle­cek, içine bırakılacak ve orada bırakılıp unutulacaklardır. [50]

 

Allah'ın Kudretinin Görüntüleri Ve Üzerimizdeki Nimetleri

 

63- Ey Muhammedi Allah'a and olsun ki, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Şeytan yaptıklarım onlara hep güzel gösterdi: Bu­gün de dostları odur. Onlara can yakıcı azab vardır.

64- Sana Kitab'ı, ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için, ina­nan kimselere de doğru yol rehberi ve rahmet olarak indirdik.

65- Allah gökten su indirir ve ölümünden sonra yeryüzünü diriltir. Kulak veren kimseler için bunda ibretler vardır.

66- Hayvanlarda da size ibret vardır. Bağırsaklanndakİler ile kan ara­sından, içenlere halis ve içimi kolay süt içiririz.

67- Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden şerbet, şıra ve güzel nzık elde edersiniz. Düşünen millet için bunda ibret vardır.   .

68-69- Rabbin bal ansına: "Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış ko­vanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye; sonra da Rabbinm işlemen için gösterdiği yollardan yürü'' diye Öğretti. Karınlarından İnsanlara şifa olan çeşitli renklerde bal çıkar. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır. [51]

 

 

Bazı Kelimeler:

 

Erkeğiyle, dişisİyle deve, sığır, koyun ve keçi.Karşı­laştırma yoluyla hakikati ve İçyüzü bilinsin diye bir şeyi başka bir şeyle tem­sil etmek. Hayvanın işkembesine inen, yarı sindirilmiş gıda.

İçki, sarhoş edici şarap, Hurma ve üzüm ağaçlarından elde edi­len yiyecekler.

Vahy; ilham manasında da kullanılır. îlham, kalbe doğan şey. Hayvandaki güdüler gibi insanların, elleriyle yaptıkları çardaklar. Çamurdan ve orman ürünlerinden yapılan hücreler. Ağaçtan ve camdan yapılan hücreler gibi. [52]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cahili dönemlerinde arapların yaptıkları işler ve islam daveti karşısında takındıkları inatçı ve müşrikçe tutumlar anlatıldıktan sonra, onların bu tu­tum ve davranışlarının öteden beri insanlarda görülen bir huy ve tabiat oldu­ğu anlatıldı ki; Peygamber (s.a.v.) efendimiz, türedi bir Peygamber olmadı­ğını ve azgınlık yapıp büyüklük taslayanların, sadece kendi kavmi olmadığını anlasın. Bundan sonra Cenab-ı Allah, üzerimizdeki çeşitli nimetlerini saya­rak anlatmaktadır. [53]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, kendi zatına yemin ederek şöyle buyruyor: Kudret sahibi yüce Allah'a and olsun ki, senden önce gelip geçen ümmetlere de peygam­berler gönderdik. O ümmetlerde, senin kavminin sana karşı takındığı tavır­lar gibi, Peygamberlerine karşı olumsuz tavırlar sergilediler. Şeytan, yaptıkla­rı kötü amelleri, onlara süsledi. Bu ifadelerde, bütün peygamberlerin hep ha­yır tarafına ve İnsandaki ruha çağrıda bulunduklarına, şeytanın da, onlara karşı olumsuz ve inatçı tutumlar sergilediğine, ihsandaki madde tarafını sö­mürdüğüne, kötü işleri ve peygamberlerle zıtlaşmayı onlara süslediğine işaret vardır. Kötü davranışlarını şeytan onlara süslemiştir. Bu gün de şeytan onla­rın dostudur. Dünyada onların arkadaşıdır. Ayet şu manaya da gelebilir: Şeytan bugün de, yani kıyamet gününde onların dostu ve yardımcısıdır.

Bununla da, kıyamet gününde onların asla yardımcılarının bulunmaya­cağı, en beliğ bir şekilde bildirilmiş olmaktadır.

Ayetin şu anlama gelebileceğini de söyleyenler olmuştur:   .

Bu gün de şeytan, şu kafirlerin dostudur. Ahirette bunlar için acı verici bir azap vardır. Ümmetler, kendilerine karşı deliller ileri sürüldükten sonra yok edilip azaba uğratılırlar.

Ey Muhammedi Sen de ümmetinle beraber böyle bir durum içerisinde bulunmaktasın. Kur'an-ı Kerim'i, herhangi bir hal ve sebepten ötürü değil, sadece onu insanlara, anlaşmazlığa düştükleri itikad ve ibadetler konusun­da açıklayasın diye sana indirdik.

Daha önce de söylediğimiz gibi insanlar maddi dürtülerle ruhi dürtüler arasında bulunmaktadırlar. Maddi ve beşeri dürtüler, şeytanın dürtükleme-sinden ibarettir. Hoş ve temiz ruhi dürtüler, Allah'tan gelir. İki dürtü arasın­da ve insanların ihtilaf ettikleri yönelimler konusunda hüküm vermek için peygamberler gelmişlerdir. Kur'an-ı Kerim ve onun ihtilaflı şeyleri açıklama­sı, insanları doğru yola iletmesi, Allah'ın bir rahmeti oluşu, nimetlerin en yücesi olduğunu göstermiyor mu?

Kur'an-ı Kerim'in kainattaki en büyük nimet olduğu açıklandıktan son­ra — Çünkü Kur'an-ı Kerim hidayet, irşad, hak yoluna girmekle ilgilidir.— Söz, Allah'ın bize vermiş olduğu nimetlerin açıklanmasına dönüyor.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, gökten bir su İndirdi. Ölümün­den sonra yeryüzünü o su İle diriltti. Yeryüzüne bakmadın mı ki, o kurudur. Cenab-ı Allah, üzerine su indirince titreşir, kabarır, şişer ve her güzel çiftten bitirir. Bunlar, içinde su bulunan topraktan çıkan, olgun ve yeşil bitkilerdir. Nemli toprağa konulan yabancı bir unsur (tohum)'un kokuşması gerekirken, bakanlara güzellikler saçan bitkiler filizlenip yeşeriyor. Şüphesiz bunda Al­lah'ın kelâmını İşiten ve anlamım kavrayıp düşünen bir kavim için Allah'ın kudretine işaretler vardır.

Evet, davarlarda ve diğer hayvanlarda sizin için ibret ve Öğüt vardır; Al­lah'ın kudret, birlik ve ululuğuna işaret vardır. Ebu Bekir el-Verrak demiş ki: Hayvanlardaki ibret, onları sahiplerinin emrine boyun eğdirmektir. Bu hay­vanların sahiplerine itaat etmeleridir. Ey ademoğlu ı Hayvanlarda sizin için ibret ve öğütler vardır. Çünkü onların karınlarından çıkardığımız; saflıkları­nı bulandıran şeylerden arınmış, içimi kolay, lezzetli, şifalı, diğer yiyecek ve içeceklere hemen hemen hiç İhtiyaç bırakmayacak olan tam gıdalı, halis bir sütü size içiriyoruz. Bu süt, küçük çocuğu belli bir süre besliyor. Bu süre zar­fında o küçük çocuk, başka gıdalara ihtiyaç duymamaktadır. Sütün diğer gı­da maddeleri arasındaki yerini Peygamber (s.a.v.) şöyle açıklamıştır: Peygamber (s.a.v.) efendimiz, et bile olsa sütten başka bir şey yediğinde şöyle dua ederdi: "Allah'ım, bu yediğimizi bizim için bereketli kıl. Bundan daha hayırlısını bizim için arttır". Süt içtiğinde ise şöyle dua ederdi: "Allah'ım, bunu bizim için bereketli kıl. Bunu bizim için art tır". Modern tıp ta sütün ne kadar önemli bir gıda maddesi olduğunu takdir etmiş ve Peygamber (s.a.v.)'in yukarıdaki sözlerini uygulamalı bir şekilde bize açıklamıştır.

Süt, yan sindirilmiş gıdalarla kan arasından çıkmaktadır. Ey Allah'ım sen ne yücesin! Süt, hayvanın gıdasından çıkıyor. Hayvanın, ağzı ile aldığı gıdalar ezilip parçalanarak yarı sindirilmiş gıdalara dönüşüyor. Bu da kana dönüşüyor. O kan da, sindirim cihazlarındaki dokuların çevresinde bulunan incecik kılcal damarlar aracılığıyla süte dönüşüyor. Ey Allah'ım sen ne yücesin! Kudret ve hikmet sahibi sensin. Bu bilgileri, daha önce hiçbir şey bilmemiş olan, cahil ve ümmi bir çevrede yetişmiş, okur yazar olmayan şu adama (Resulullah'a) öğreten kimdir? Ayetleri sağlamlaştırılmış bir ki­tap olarak Kur'an'ı O'na indiren Allah bu bilgileri O'»»a.öğretmiştir.

Hurma ve üzümden kendiniz için içki, şarap ve güzel rızık edinirsiniz. Hurma, üzüm ve benzerlerinden şarap şırası, yiyecek maddesi ve güzel rızık elde edersiniz.

İçkinin haram kılınmasıyla ilgili olarak nazil olan ilk ayetin bu olduğu­nu söylüyorlar. Çünkü bu ayet, Mekke de nazil olmuştur. Zaten bu sûre de Mekkîdir. Şarabın haram kıhnmasıysa Medine'de olmuştur. Bazıları şarabın haram kılınmasıyla ilgili olaraki ilk nazil olan ayetin, nasıl bu ayet olabilece­ğini soruyorlar. Bu ayet, kökleri derinlere varan, arapların yanında kökleş­miş olan içkinin haram kılınmasıyla ilgili olarak nazil olan ilk ayettir. Bu ayette içkinin haramhğma yapılan İşaret, kökü derinlere varan bir İşarettir. Çünkü burma ağacının meyvesinden ve üzümden içki ve güzel nzık elde ediliyor. Rız­kın (güzel) kelimesiyle nitelenmesi, içkininse yalm bırakılarak güzel kelime­siyle nitelenmemesi, içkinin güzel olmadığına işaret ediyor. İçkinin haram kı­lınmasıyla ilgili olarak nazil olan ayette, içkinin zararı ve tehlikesi açıkanı-yor. Tefsirini yapmaya çalıştığımız bu ayet-i kerimede,Allah’in kudret ve aza­metine delil vardır. Aklını kullanan bir kavim için bunda ayetler vardır.

Rabbin bal ansına ilham etti ve bunu onun bir iç güdüsü ve tabiatı hali­ne getirdi. Evet ona, dağlardan evler ve mağaralar, ağaçlardan oyuklar ve in­san oğlunun yaptığı çardaklardan edin, diye Rabbin ilham etti. İnsanların, senin için yapıp hazirladığı eski ve yeni tipten kovanlar edin. Cenab-ı Allah, bu sayılan şeylerden evler (kovanlar) edinmesini ve böylece oralarda üretim yapmasını bal ansına ilham etti. Bütün meyvelerin özlerini toplamasını il­ham etti. Ey Allah'ım sen ne büyüksün! Bu kainat, bölünmez bir bütündür. Kainattaki bu düzenin tesadüfi olması mümkün değildir. Hikmetli, güçlü ve muktedir bir tanrısının bulunması zorunludur. Meyveleri yemesi, çiçeklerin  tomurcuklarına girmesi, kendisine ilham edilen bal ansı, gıdasını araştırmaktadır. Kanatlan üzerinde taşıdığı özlerle erkek ve dişi bitki organları arasında; farkında olmadan, aşılama yapmaktadır. Kainattaki her varlığın bir görevle yükümlü olduğunu, ve bilse de, bilmese de bu görevini yerine getirmekte ol -duğunu ortaya koymaktadır.

Cenab-ı Allah, bal arısına: Her türlü meyvelerden ve ürün­lerden ye, boyun eğmiş bir itaatkâr olarak Rabbinİn yollarına gir. Karınların­dan değişik renklerde bir İçki çıkmaktadır ki o da baldır. Ey Allah'ım sen ne yücesin. Şu aşağıdaki sözleri söyleyen, ne doğru söylemiştir!: Dut yapra­ğını böcek yer, ondan ipek çıkar; geyik yer, ondan misk çıkar; balansı yer, ondan bal çıkar; keçi yer, ondan dışkı çıkar..

Şu balda insanlar için şifa vardır. Evet balda, bir çok hastalıklar için şi­fa vardır. Bunda, düşünen ve öğüt alan bir toplum için (Allah'ın kudretine) işaret vardır. [54]

 

Allah'ın Kudretinin Hayret Verici  Yanları

 

70- Allah sizi yaratmıştır, sonra öldürecektir, içinizden bir kısmı da ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bilmez olurlar. Doğrusu Allah bilendir, her şeye kadir'dir.

71- Allah nzık da kiminizi diğerlerine üstün tutmuştur. Üstün kılınanlar, emirleri altında bulunanların nziklannı vermezler. Oysa nzıkta hepsi eşittir. Allah'ın nimetini bile bile inkar mı ediyorlar?

72- Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden nzık verir. Öyleyken batıla inanıyor­lar ve Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?

73- Allah'ı bırakıp, göklerden ve yerden kendilerine verecek nzıklan olmayan ve vermeye güç yetiremiyen şeylere mi tapıyorlar?

74- Allah'a benzerler koşmaya kalkmayın. Şüphesiz Allah bilir, siz bil­mezsiniz. [55]

 

 

Bazı Kelimeler:

 

Ömrün en rezili Küfrederler, inkâr ederler. "Hafid" kelimesinin çoğulu olup torunlar demektir. [56]

 

 

Açıklama:

 

Bu da Allah'ın, insandaki hayret verici sanatının çeşitlerinden bir baş­kası, O'nun kudret ve tanrılığının görünümlerinden bir diğeridir. Yağmur, bitki örtüsünde ve hayvan türlerinde görülen ilahi kudret belirtileri anlatıldıktan sonra, söz dönüp buraya geldi.

Ey-ademoğlu, siz hiç bir şey değilken Allah sizi yarattı. Sonra aceüniz tamamlandığında sizi öldürür. İçinizden kimi de ömrün en reziline itilir.

"Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağmısa çevirdik"[57]

"(O) Allah'dır ki sizi za'fdan yarattı. (Pek zayıf bir kök'ten spermadan yarattı). Sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet verdi. (Güçlü kuvvetli de­likanlılar oldunuz). Sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi.”[58]

Yaşı ilerleyip ömrün en reziline ulaşan kimse, genel duyum ve bilinç gü­cünü yitirir. Algılama gücü ve nefsinin arzuladığı şeyi gerçekleştirmeye olan rağbeti bakımından küçük çocuk gibi olur. Cenab-ı Allah, onun ömrün en reziline ulaşmasının gerekçesini açıklarken ne de doğru buyurmuştur: Elde etmiş olduğu az bir bilgiden sonra artık ne az ne çok hiç bir şeyi bilemez bir hale gelsin diye... Ömrün en rezilinin hangi yaşlarda olduğunu belirtmeye ge­lince, bu, her ne kadar çoğunlukla altmış beş yaşından sonra olmaktaysa da, insamn içinde bulunduğu ortama göre değişebilir. Bu, genel olarak verilen bir hükümdür. Bir hadis-i şerifte anlam olarak şöyle buyurulmuştur: "îmanla­rın en hayırlısı, ömrü uzun ve ameli güzel olandır. İnsanların en kötüsü, öm­rü uzun ve ameli kötü olandır".

Allah, nzıkta kiminizi kiminize üstün kıldı. Derece itibariyle kiminizi kiminizden üstün tuttu ki, kiminiz kiminize iş gördürebilsİn. Cenab-i Alİah zengini, kendi malıyla dilediği gibi oynaması için serbest bırakmamıştır. Ter­sine onun malında fakir için belirli bir hak koymuştur. Müslüman hakimin şahsında temessül eden devletin de şartlara göre zenginin malında hakkı var­dır.

Bununla beraber, Cenab-ı Allah'ın rızik bolluğu bakımından başkala­rına üstün kıldığı kimseler, Allah'ın kendilerine doğrudan vermiş olduğu nzıklarını başkalarına vermezler. Üstün kılınanlar, azıklarını ellerinde bu­lunan köle ve cariyelere vermiyorlar. Halbuki kölelerle efendiler Allah ka­tında rızık bakımından eşittirler. Çünkü zenginler; Allah'ın kendilerini, üzerinde mutasarrıf kıldığı maldan infakta bulunmuşlardır.

Ayet-i Kerimeyi geniş anlamıyla şöyle açıklayabiliriz; Cenab-ı Allah, rı­zık bakımından kimimizi kimimize üstün kılmıştır. Zengine, fakire yardım­da bulunmasını farz kılmıştır. Efendinin, eli altında bulunanlara malî des­tekte bulunmasını emretmiştir. Bununla beraber yüce Allah, zenginle eşit se­viyeye gelsin diye fakire, efendiye müsavi olsun diye onun eli altında buluna­na mal ve servet vermemiştir. Zenginler bazı zamanlarda fakirlere, efendiler de, elleri altında bulunanlara az miktarda mal vermektedirler. Bu yüce Al­lah'ın insanlara şu anlamda verdiği bir meseldir: Hizmetçilerinizle kölelerini­zin sizinle aynı zenginlikte olmalarına, akrabalarınız ve müdafileriniz olan fakirlerin.servetçe sizinle aynı seviyede olmalarına razı olmadığınıza göre,na-sıl olur da ey insanlar! kullarımı benimle aynı seviyede görmek istersiniz ve tanrılıkta onları bana ortak koşarsınız?!! Siz ve hizmetçileriniz insan olma bakımından eşitsiniz. Siz, üzerinde geçici olarak mutasarrıf kılındığınız mal­lardan infakta bulunuyorsunuz. Buna rağmen, fakirlerle aynı seviyede bu­lunmaya razı olmadınız. Gökleri ve yeri yoktan var eden yaratıcıyla şu putla­rı nasıl olur da aynı seviyede görürsünüz?!!

Allah'a ortak mı koşuyorsunuz? Sadece bir bölümü bu sûrede anlatılan, üzerinizdeki ilâhi nimetleri inkâr mı ediyorsunuz? Allah, size kendi nefsiniz­den ve cinsinizden eşler yarattı. Onlar aracılığıyla sükûnet bulursunuz. Ara­nızda dostluk, sevgi ve merhamet tesis etti. Eşlerinizden, sizin için oğullar ve torunlar yarattı. Dünyada hoşunuza giden helâl ve temiz rızıklar yarattı. Bütün bu nimetler karşısında köreldiniz mi? Ortaklar ve putlar gibi sadece batıl şeylere inanıyorlar. Allah'ın daha önce anlatılan ve sayılamayacak derecede çok olan nimetlerini inkâr ediyorlar. Kendilerine gökten ve yerden n-zıklar sağlayamayan, bu işi asla beceremeyen şeylere tapıyorlar da, Allah'ı bırakıyorlar. Dikkat edin o ortaklar, kendilerine tapanlara ne nzık veriyor, ne de verebiliyorlar. Böyleyken Allah'a emsal ve benzerler göstermeyin. En bü­yük sıfatlar Allah'ındır. Her ne olursa olsun, yaratıklarından hiç birine ben­zemez. Hem bilin ki, Allah'ın zatının hakikati üzerinde araştırma yapmak, şirktir. O'nun yarattığı güzel şeyler üzerinde düşünmekse idrâktir.

Allah'a ortak koşanlar şöyle diyorlardı: Hükümdarlara kodamanlar hiz­met eder. Kodamanlara ise köleler hizmet ederler. Şu putlara, yüce ve ulu Al­lah'a yaklaşmamıza vasıta olsunlar diye tapıyoruz.

Bu, fahiş bir hatadır Sakat bir anlayıştır. Yaratılmışı yaratıcıya kıyasla­maktır.

Ey müslüman! Seninle Allah arasında perde yoktur. O'nun veziri ve ma­beyincisi yoktur. Bilâkis O, bize şahdamanmizdan daha yakındır. Zira O bu­yuruyor ki: "Kullarım, sana benden sorar(lar) sa(söyle): Ben (onlara) yakı­nım. Bana dua edenin duasına karşılık veririm. O halde onlarda bana karşı­lık versin (benim çağrıma uysun)Iar. Bana inansınlar ki, doğru yolu bulsunlar"[59]

Allah bilir. Siz hiç bir şey bilmezsiniz. Dinleyin ve itaat edin ki, günah­larınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin." [60]

 

Putların Misali

 

75- Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misâl gösterir: Hiç bunlar eşit olur mu? Övüîmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.

76- Allah iki adamı misal veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmeyen bîr dilsiz — ki efendisine yüktür, nereye gönderse bir hayır çıkmaz — bu, doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?

77- Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Al­lah her şeye kadir'dir.

78- Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmış­tır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir.

79- Göğün boşluğunda Allah'ın buyruğuna boyun eğerek uçan kuşla­ra bakmıyorlar mı? Onları Allah'tan başka tutan kimse yoktur. İnanan mil­let için bunda dersler vardır. [61]

 

Bazı Kelimeler:

 

Dilsiz olarak doğan. "Ebkem"in, işitmeyen ve görmeyen kim­se olduğunu söyleyenler de olmuştur. Velisine ve yakınlarına yük olan. Sahibine.amcası oğlunun üzerine vebal olan kimse. Kendisini tekeffül edciı kimsenin omuzuna yük olduğu için yetime de keli denmiştir.

Süratle göz atmak, demektir, Yüce Allah'ın emrine boyun eğenler. Dünyayı çepeçevre kuşatan sonsuz uzay. [62]

 

Açıklama:

 

Cenab-i Allah; fayda ve zarar veremeyen, ama yine de tapınılan putlarla; gökleri ve yeri yoktan var edip yaratan, bir ve tek yaratıcıya, varlıkları yaratan, var olan bütün nimetleri varlık alanına getiren Allah'a şu misali vermiş: Sa­hibine mülk olan ve hiç bir şeye muktedir olamayan; ne kendi şahsına, ne de başkasına yarar sağlamayan köle ile, kendisine Allah katından güzel rızık ve bol mal verilip bu malını hayır ve iyilik yolunda gizli, açık harcayan hür kimseyi örnek vermiştir. Kendisinde hiçbir iyilik ve fayda olmayan bu köle ile, malım hayır ve iyilik alanında harcayan zengin hür bir tutulabilir mi? Za­rarlıyla, faydalı bir olur mu, biç? Bununla diğeri asla eşit olamazlar. Üze­rine konan bir sineği bile kovamayan, taştan veya tahtadan yapılan put ile ismi mübarek, şanı yüce, kudret, lütuf ve nimet sahibi, göklerle yerin mülküne sahip, eli açık olup, dilediği gibi harcayan mevlâyı kim eşit tutabilir?!

Hamd Allah'adır. Güzel Övgüler O'nadır. Bol şükürler; kahredici güce sahip, aynı zamanda en büyük nimetleri bahşeden, incelikli ve hikmetli lutfa sahip olan Allah'adır. Verdiğini alıkoyacak, alıkoyduğunu verecek kimse yok­tur. Yalnız O, hamda ve övgüye müstahaktır. O'ndan başka tanrı yoktur. Ama insanların çoğu hakkı bilmezler ki, ona uysunlar. Kendilerine büyük nimet­leri bahşedeni tanımazlar ki, sadece O'nu kutsayıp tenzih etsinler.

Sonra Cenab-ı Allah kendi zatı, kullarına bahşettiği dînî ve dünyevî ni­metler ile daha önce kendilerine hiç hayat verilmemiş olan, yarar ve zarar ve­remeyen ölü putlar için ikinci bir misal vermiş ve şöyle buyurmuştur:

Allah iki adamı misal verdi: bunlardan biri dilsiz, suskun, dili kesik, ko­nuşmaktan aciz, kavrama kabiliyeti olmadığı için hiçbir şey beceremeyen, ih­tiyacını gideremeyen, kendi işini göremeyen; dostuna, velisine, yakınlarına yük olan, hiçbir şey elde etmeye muktedir olamayan şu dilsiz ve sağır kimse, dos­tuna ve efendisine yük olur. Onu hangi tarafa yöneltse, hiçbir hayır ve fayda getiremez. Çünkü kendisine söylenenleri anlayıp kavrayamaz.

Bu eksikliklerle nitelediğimiz kimse ile; adaleti emreden, adalet yolunda yürüyen, adaletle hükmeden, en mükemmel ve eksizsiz bir şekilde tasarrufta bulunup konuşan ve anlayan kimse bir olur mu hiç?! Bu kimse kendi nefsin­de dosdoğru yolu izler, dimdik islam yolunu tutar, uygun bir yön izler. İfrat ve tefrite sapmaz. Şu ikinci misaldeki iki kişinin niteliklerini şöyle özetleye­biliriz. Birinci şahıs, hiçbir şeyi haketmez. İkincisi, en mükemmel vasıfları hakeder. Amaç, bu zıt niteliklere sahip iki kimsenin eşit olamayacaklarını söyleyerek, Allah(C.C.)'ın ve kendisine ortak koşulan varlıkların eşit tutula­mayacaklarına delil getirmektir.

Yüce Allah bu iki misali anlatıp tamamladıktan sonra, kendi zatından sözetmeye başlamış ve şöyle buyurmuştur: Göklerin ve yerin gaybını sadece yüce Allah bilir. Bu gaybî bilgileri sadece kendisi bilir. Bu bilgi hususunda,

yaratıklarından hiç biri kendisine ortak olamaz. Ölüm sonrası dirilişe ve kıyamet gününe inananlarla, inkâr edenler arasındaki münakaşanın odak noktası olan kıyametin kopması işi bîr göz açıp yumma gibi veya daha yakın (kısa) dır.

Bu, Cenab-ı Allah'ın kıyameti çok süratli koparmaya muktedir olduğu­nu anlatmak için verilen bir misaldir. Zira Cenab-ı Allah bir şeyin olmasını dilediğinde ona "ol" der ve o şey hemen oluverir. Şüphesiz Allah, her şeye muktedirdir.

Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı. Siz, o zaman hiç bir şey bil­miyordunuz. Sizin için göz kulak, kalb gibi ilim ve idrâkin yollarını yarattı ki, içinde bulunduğunuz çevreyi algılayasınız ve sırlarına vakıf olasınız. Al­lah bütün bunları yarattı ki, bütün duyu organlarını yaratılış,amaçlarına uy­gun olarak kullanasınız. Belki bu sayede, size bu nimetleri bahşetmiş olan Rabbüıize şükredersiniz. Göğün boşluğundaki kuşları görmüyorlar mı? Feza­nın kenarlarında Rabblerinin emrine boyun eğmiş itaatkârlar olarak uçmaya hazır ve uçmakta oîan kuşlara bakmıyorlar mı? Bu kuşları uçmaktayken se­mâda tutan, Allah'tan başkası mıdır? Kanadını .açmış ve yummuş vaziyette kuşun gökte uçmakta olduğunu görmüyorlar mı? Ağır bir cisim olan kuşiı havada tutan kimdir? Kuştaki uçma sevgisini yaratan kimdir? Onu itaatkâr kılan, gökte nasıl uçacağını öğreten, yüce Allah'tır. [63]

 

Allah'ın Üzerimizdeki Bazı Nimetleri

 

80- Allah size evlerinizi dinlenme yeri kıldı. Hayvanların derilerinden, yolculukta ve ikâmet zamanlarınızda kolayca taşıyacağınız evler; yün, tüy ve kıllarından bir süre kullanacağınız giyimlikler ve geçimlikler var etmiştir.

81- Allah yarattıklarından size gölgeler yapmış, dağlarda sığınacağı­nız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, harpte sizi koru­yacak zırhlar vermiştir. Size olan nimetini müslüman olasınız diye işte bu şe­kilde tamamlamaktadır.

82- Eğer yüz çevirirlerse, ey Muhammedi Sana düşenin sadece açıkça tebliğ olduğunu bil.

83- Allah'ın nimetini hem bilirler hem de inkâr ederler. Zaten çoğu kâfir kimselerdir. [64]

 

 

Bazı Kelimeler:

 

İçinde barınıp sükûnet bulduğunuz yer. Taşınması si­ze hafif gelir.

Zk'n; Çölde yaşayanların bir yerden başka bir yere göç­mek için yaptıkları yürüyüş,Ev eşyası. Çokluk manasına da gelir.

"Kinn" kelimesinin çoğulu olup yağmurdan korunmak için, insanın içine gir­diği yer, mağara. Güneşin sıcağından ve insanların gürültüsünden kaçıp sı­ğındığı yer. "Sİrbal" kelimesinin çoğulu olup gömlek veya giyilen her çeşit elbise. [65]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayetlerde, Allah'ın kullarına bahşetmiş olduğu nimetlerin açıklan­masına devam ediliyor. Taptıkları tanrıların fayda ve zarar veremedikleri sabit olduktan sonra, Allah'ın, kullan üzerindeki nimetleri sayılıyor. Bu ayetlerle insanlar, Allah'a ortak koşmaktan nefret ettiriliyor, tevhid tohum­lan gönüllere ekiliyor, Allah'ın, üzerimizdeki nimetleri ve kudreti açıklanı­yor. [66]

 

Açıklama:

 

Allah, size evlerinizden, içinde barınıp istirahat edeceğiniz ve dinlenece­ğiniz yerler yaptı. Buralarda huzur ve sükun bulursunuz. Size hayvan derile­rinden; deve, sığır ve koyun derilerinden, yolculuların edinip içinde barınabi­leceği, taşınması hafif çadırlar ve portatif evler yaptı. Yolculuk ve ikamet zamanlarında bu portatif evlerde ve çadırlarda barınırsınız.

Hayvanların, yarıi koyunun yününden, devenin yapağısından, keçinin kı­lından evleriniz için eşyalar yaptı. Allah'ın bileceği bir zamana kadar yarar­lanacağınız geçimlikleri bu hayvanlardan yarattı. Bugün üzerimizdeki giysi­lerimizin ve evlerdeki eşyalarımızın hammaddesi bazen bunlardan başka şey­ler de olmaktadır. Allah yarattığı hayvanlardan, evlerden ve dağlardan sizler için gölgeler yaptı. Güneşin yakmasından ve soğuğun dondurmasından bu­ralara sığınırsınız. Allah sizin için dağlarda oturulacak yerler, yarattı. Düş­manlarınızdan veya güneşin hararetinden veyahut İnsanların verdikleri izdi­hamdan kurtulmak için buralara sığınırsınız. Allah, sizin için giymekte ol­duğunuz elbiseler ve gemlerler yarattı. Bunlarla, sıcaktan ve soğuktan koru­nursunuz. Savaşta ve zorluklarda gücünüzü koruyacak elbiseler, zırhlar ya­rattı, Peygamber (s.a.v.) efendimiz, düşmanla karşılaşmaya hazırlanmak için savaş elbiselerini ve zırhlarını giymiştir. Allah, dilediğini yapar.

Son noktasına ulaşan bu tamamlama gibi Cenab-ı Allah, dünya ve ahirette size olan dinî ve dünyevi nimetini tamamlar ki, O'na teslim olasınız; bu nimetlerin sahibinin emrine boyun eğesiniz; putlara tapmayı, şeytana ve heveslerinize uymayı bırakıp terkedesiniz.

Ey Muhammed! Bu müşrikler çağrına kulak vermeyip senden yüz çevi­rirlerse, artık sana düşen, yalnızca apaçık bir tebliğdir, duyurudur. Hesaba çekip cezalandırmaksa, bize aittir.

Şu insanlar, Allah'ın nimetlerini dilleriyle ikrar ediyorlar. Bu nimetlerin sahibinin kim olduğunu kendilerine sorarsan, "Allah'tır" derler. Sonra da bu nimetlerin sahibi olan Allah'tan başkasına taparak bunu fiilleriyle inkâr ederler. Çokları, inkarcı kâfirlerdir. Pekazı sadık mü'minlerdir. [67]

 

Kıyamet Sahnelerinden Biri

 

84- Kıyamet günü her ümmetten bir şahid getiririz; inkâr edenlere iti­raz için izin de verilmez, onların özürleri de dinlenmez.

85- Zulmedenler azab görürler, azablan hafifletilmez de geciktirilmez de.                                    .

86- Allah'a ortak koşanlar, koştukları ortaklan gördüklerinde: "Rabbimiz! Seni bırakıp yalvardığımız ortaklarımız bunlardır" derler. Koştukları ortaklar, onlara: "Doğrusu siz yalancısınız" diye söz atarlar.

81- Puta tapanlar o gün Allah'ın hükmüne teslim olurlar; uydurduk­ları şeyler onlardan uzaklaşırlar.

88- İnkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuklarına karşılık azab üstüne azab veririz.

89- O gün her ümmetten bir kişiyi onlara şahid tutarız. Seni de ey Mu­hammedi Ümmetine şahid getiririz. Sana her şeyi açıklayan ve müslümanla-ra doğruyu gösteren bir rehber, rahmet ve müjde olarak Kur'an'ı indirdik. [68]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bu kelime kınamak ve azarlamak anlamındaki "Atb" kökün­den türemiştir. îsta'tebe, rızasını istemek manasınadır. Utbâ kelimesi İse kınanan kimsenin, kınayanı hoşnud edecek ve kınanmasına neden olan suçtan vazgeçmesi anlamını ifade eder. Bir hadis-i şerifte buyurulmuş ki: "Ya Rab, sen razı oluncaya kadar hoşnutluk sanadır". Cahiliye devri şa­irlerinden Nabiğe, Nu'man bin Münzir'den özür dilerken şöyle demiş:

"Eğer sen mazlumsan, bu,

Bir kula zulmetmenden dolayıdır.

Eğer kınanıyorsan, senin gibi,

Kınanan bir başkası da vardır"..

Ayette anlatılmak istenen şudur: Ahirette onların özür dilemeleri ka­bul edilmez. Rablerini hoşnud edecek işler yapmaları da ahirette artık kendi­lerinden istenmez. Allah'ın azabına teslim olmak. Her şe­yi tam açıklamak. [69]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın, katıksız tevhid yolunu göste­ren ayetleri, insanlar üzerindeki nimetleri, insanların bazısının mü'min, ama çoğunun kafir olduğu açıklandıktan sonra Kur'an-ı Kerim, insanların ib­ret ve öğüt almaları umuduyla kıyamet sahnelerini anlatmaya başladı. [70]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Her ümmetten imân, küfür, tebliğ ve risaiet konusunda her ümmetten bir şahit getirdiğimiz gün... Şu ayet-i kerimeye de dikkat etme­liyiz: "Her ümmetten bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman (hal­leri) nice olur"[71]. Evet, o zaman şu kafirlere, özür dileyip kendilerini savun­maları için şu kâfirlere izin verilmez. Çünkü bunların delilleri yoktur.

84. ayetteki "sümme" kelimesinin kullanılması, bu kâfirlerin konuşup. özür dilemekten alıkonmalarımn, peygamberler tarafından aleyhlerinde ta­nıklık yapılmasından daha şiddetli olduğunu ifade etmek içindir.

Özür dilemeleri de istenmez... Çünkü öfkelenmeye ve razı olmamaya az­metme durumu söz konusu olunca, özür dileme isteğinde bulunmanın yaran olmaz. Rablerini razı edecek amelleri işlemeleri de ahirete kendilerinden is­tenmez. Çünkü ahiret, teklif ve amel yeri değildir.

Allah'a ortak koşanlar, kıyamet gününde ortaklarını gördüklerinde, ^~ Rablerinin kendilerine va'dettiği azabın hak olduğunu gözleriyle açıkça gö­rürler— derler ki: Ey Rabbimiz! Bunlar, seni bırakıp kendilerine yalvarıp ibadet ettiğimiz ortaklanmızdır. Allah'ın yanında O'na kullukta kusur edişimizden dolayı vah bize.

Böyle demekle bunlar, işledikleri günahların ve suçların, ortakların in üze­rine yıkılmasını isterler. Bu, yolunu şaşıran, körler gibi yürüyen ve ne yapa­cağını bilemez hale gelen kimselerin yapacağı bir iştir.

Ortaklara gelince onlar, bunlara sözü iade ederler, iddialarını en kötü biçimde reddederler.

Onlara derler ki: Siz ey ortaklar! İddia ettiğiniz şeylerde yalan söylüyor­sunuz. Kendinizi teselli edip avutuyorsunuz.

Ortak koşanlar, o günde Allah'a teslim olur. İstemeye istemeye O'nun yargısına boyun eğer, şiddetli, azabına boyunlarını uzatırlar. "Allah'ın ortak­ları var; bunlar bizim için şefaat edecek ve kötülükleri bizden savacaktır" anlamında uydurdukları şeyler, kendilerinden uzaklaşıp kaybolur.

Küfredip Allah'ın yolundan, hak ve islâm yolundan insanları geri çevi­ren kimselere, azap üstüne azap arttırırız. Yaptıkları bozgunculuk dolayısıy­la onlara acı üstüne acı çektireceğiz. Kıyamet gününde her ümmetten, aleyh­lerinde tanıklık eden, mazeret beyan etmelerinin yolunu kesen ve öncekileri destekleyen birer şahit göndeririz.

Ey Muhammedi Senide şu Peygamberlerin üzerine şahit gönderdik. Sen, ümmetlerle peygamberleri arasında âdilce hüküm verecek olan bir hakem­sin. Sana indirilen kitabın, Önceki kitaplara hâkimdir. Onların risaletlerine şahittir. Ey Muhammed! Sana her şeyi açıklayan Kitabı indirdik. Kitabında Sadra Şifâ açıklamalar vardır. Küçük, büyük hiçbir şeyi bırakmamış, hepsini açıklamıştır. Birer birer saymıştır, "kitapta hiçbir şeyi (eksik) bırakmadık (hep­sini açıkladık)". Kur'an-ı Kerim, insanlık için bir hidayet rehberidir. Rahat­lıktır. Özellikle müslümanlar için tam bîr müjdedir. Zemahşeri'nin Keşşaf adlı eserinde ayetin tefsiriyle ilgili olarak şöyle denmektedir. Eğer desen ki: Kur'an-ı Kerim, nasıl her şeyin açıklaması olmuştur?.Sana cevaben derim kî; bu ayetin manası şudur: Kur*an-ı Kerim dinî işlerle ilgili her şeyi açıkla­mıştır. Bu açıklamalar, dinî işlerin bazısı için nass yoluyla, ya da Resulul-lah'a uyup itaat etmeyi emreden ayetlere havale etmek suretiyle. Şöyle ki: "Kim Resule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur"[72]. "O, havadan ko­nuşmaz. O(na inen Kur'an veya O'nun söylediği sözler), kendisine vahyedi-îenden başka bir şey değildir"[73]. Yahut ta, icmaî teşvik ederek gerçekleş­miştir. Şu ayet-i kerimede olduğu gibi: "Her kim, mü'minîerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yolda bırakırız'.'[74]

Resulullah (s.a.v.); ümmetinin, sahabîlerine uymalarını, onların izin­den yürümelerini istemiştir: "Ashabım yıldızlar gibidirler. Hangisine uyarsa­nız doğru yolu.bulursunuz". Onlar ictİhad etmiş, kıyas yapmış, kıyas ve icti-had yolunda yürümüşlerdir. Sünnet, icmâ, kıyas ve ictihad, Kur'an'a da­yanmıştır. Bu nedenle Kur'an, her şeyin açıklayıcısı olmuştur. Kur'an-ı Ke­rim ve çatısının direkleri durumundaki sünnet, iûma' ve kıyas; hayatın; dinî, dünyevî, yönetim ve ibadet gibi bütün yönlerini kapsayan ince İslâm nizamım açıklamıştır. Her zaman ve mekâna uygun, iktisadî, siyasî, aske­rî, içtimaî ve diğer sistemler bu ilâhî kaynakta mevcuttur. Daha öz ve elastikî bir ifadeyle diyebiliriz ki: İslâm, en modern bilimsel teorilerle de uyum içindedir. Yaratıklarının durumunu bilen ve onlardan haberdar olan tanrının koyduğu düzen işte budur. Ey müslümanlar! Islama gelin. Allah sizi doğruluk yolunda başarılı kılsın. [75]

 

Hayır Ve Şerri En Derli Toplu Anlatan Ayet

 

90- Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emre­der; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız'diye size öğüt verir.

91- Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah'ı kendi­nize kefil kılarak sağlama bağladığınız yeminleri bozmayın. Allah yaptıkla­rınızı şüphesiz bilir.

92- Bir ümmetin diğerinden daha çok olmasından ötürü, aranızdaki yeminleri bozarak, ipliğini iyice eğitip katladıktan sonra bozan kadın gibi ol­mayın. Allah onunla sizi dener. And olsun ki, ayrılığa düştüğünüz şeyleri si­ze kıyamet günü açıklar.

93- Allah diieseydi, sizi tek birümmet yapardı. Ama, O, istediğini sap­tırır, İstediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden,- and olsun ki, sorumlu, tutulacaksınız.

94- Birbirinizi aldatmak için yemin etmeyin ki, bu yüzden sağlamca yere basmakta olan ayak sürçebilir; Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız ve (ahirette) de size büyük bir azab vardır.

95- Allah'ın ahdini hiçbir değere değişmeyin. Eğer bilirseniz. Allah katında olan sizin için daha iyidir.

96- Sizde olanlar tükenir ama, Allah katında olanlar sonsuzdur, tü­kenmez. Sabredenlere ecirlerini, yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz. [76]

 

Bazı Kelimeler:

 

İnsaf ve orta yoldan gitmek, insanlara eşit davranmakla.

İşi sağlam yapmak, İyiliğe fazlasıyla, kötülüğe ise daha azı ile karşılık vermek.

Fuhş:Aşırı derecede kötülük ve çirkin İş. İslâmın çirkin gördüğü ve akl-ı selimin uygun görmediği işleri gitmek, zulüm, haddi aşmak.

Yemini bozmak; gereğini yerine getir­memek, demektir.

Şahit ve gözeten.Bozdu. Sağlamlaştırdıktan sonra.Menkûs anlamındaki

Nİks'in çoğulu olup bozulmuş şey demektir, Fesad ve hile Güvenlik sa-hİlİne yerleştikten sonra ayak kayar. [77]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayetler; "Sana kitabı, her şeyi açıklayan olarak indirdik" mealin­deki ayet-i kerimenin tefsiridir. Şüphesiz genel anlamda adalet ve İhsan, akrabaya yardım ederek sağlanan gönül birliği, bütün bireylerin fahşâdan, edepsizlikten, fenalıktan, zulüm ve taşkınlıktan uzak durmasını, ahde ve­fa, sözleşmeleri bozmamak; bütün ıslahatçıların, filozofların emeli olan güçlü, onurlu, an bir îslâm toplumunu meydana getirmenin temel taşları ve sütunlarıdır.,. Bu da îslâmın her zaman ve mekana uygun olmadığı anlayışında olanlara karşı bir reddiyedir. [78]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Allah sana indirdiği kitapta adalet, İnsaf, ifrata ve tef­rite kaçmadan orta yolda yürümeyi emrediyor. Adalet kelimesi, veciz ve kısa olmakla beraber her hakkı, adaleti, fazileti, dînî ve dünyevî vecibeleri kapsa­mıyor mu? Allah iyiliği, tam ve eksiksiz İhsanı, Allah'ı görür gibi ibadet et­meyi emrediyor. Siz O'nu görmeseniz de O sizi görüyor. Ey yüce Rabbim, senin bu emir ve direktiflerin ilâhî bir terbiyedir. Rabbanî bir eğitimdir. Al­lah'ın her şeyi kontrol ve murakabe ettiği duygusunu kalblere yerleştirmek­tir. Bu da bütün insanlar için bir hayır ve iyiliktir.

Allah, akrabaya yardımda bulunmayı emrediyor. Muhtaçlara vermek, yar­dım elini uzatmak, dinin mendup gördüğü bir şeydir. Özellikle akrabalara vermeyi, İslâmiyet bize sevdirmiştir. Bu, insanların kalblerindeki kini söküp atar, kalbleri bİrbin'ne kaynaştırır. Müslümanları, bir binanın taşları gibi tek saf haline getirir. Ey müslüman! Yakınların senden yardım görmeyi özellikle ümid ederler. Muhtaç oldukları halde onlara vermezsen, sana karşı kötü ve şerli kimseler olurlar. Allah, terbiyesizlikleri ve fuhşu, çizmiş olduğu hudu­du aşmayı ve işaret taşlarım çiğnemeyi yasaklamıştır. Her kim bu hududu aşarsa helak olur. Apaçık bir kayba uğrar.

Münker'e gelince Bu: akl-ı selimin, düzgün tabiatın ve haktan batıla mey-letmemiş olan dinin çirkin gördüğü işlerdir. Ey müslüman! İçinde büyük bir belâ ve tehlike bulunan münker'i sen nasıl işlersin?!

Düşünüp ibret alasınız, azgınlıklarınızdan ve sapıklıklarınızdan vazge­çesiniz, doğru yolu bulaşınız diye Allah size bu öğütlerde bulunmaktadır. Şüp­hesiz inanan bir kavim için bunda Allah'ın kudretine işaretler vardır.

Ahde vefa edin, verdiğiniz sözü yerine getirin. Zira kişi, verdiği sözden sorumludur. Andlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini tam yerine getirin. Allah'ın ahdi; seninle Allah arasında, seninle kendi nefsin, seninle başkaları arasında verilmiş olan söz ve ahidleri kapsar. Bütün bunlar, Allah'ın ahdidir. însan, Allah'a verdiği sözünden ve ahdinden sorumludur. Pekiştirip kesin-. leştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Bu yasak, sadece pekiştirilip ke­sinleştirilmiş olan değil, bütün yeminleri kapsamaktadır. Yalnız pekiştirilip kesinleştirilmiş olan yeminleri bozmanın günahı daha büyüktür. Bu büyük günah, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan yemin bozmaya mahsus­tur. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurmuş ki: "Bîr kimse, bir işe ye­min eder de o işten başka bir işi daha hayırlı görürse, (yemini bozarak) o ha­yırlı olan işi yapsın ve yemininin keffaredni versin". Allah'ı üzerine kefil, şa-hid ve güvence kıldığınız halde siz, yeminlerinizi nasıl bozarsınız? Allah, yap­makta olduğunuz işleri bilir.

Sonra Cenab-ı Allah, yeminin gereğini yapmanın vacipliğini, yemini boz­manın haramhğmı vurgulayarak şöyle buyurmuştur: Yapmakta olduğunuz ye­min bozma İşinde; çok çaba ve gayret sarfederek büküp sağlamlaştirdıktan sonra, örgüsünü çözüp darmadağın eden kadın gibi olmayın. Bir topluluk diğer bîr topluluktan sayıca ve malca daha çok olduğu"için yeminlerinizi, ara­nızda bozucu bir vasıta yapmayın. Bir grup diğerinden daha güçlü olduğu için yeminlerinizi İnsanlara yönelik hilekarhklığın ve bozguncu eğilimlerini­zin vasıtası yapmayın. Basit çıkarlar uğruna yeminlerinizi bozmayın.

Allah sizi bununla sınıyor. Üzerinde anlaşmazlığa düştüğünüz şeyi kı­yamet gününde size açıklayacaktır. Birbirlerine iş gördürmeleri için insanları çeşitli sınıflar halinde yaratması da Allah'ın insanları smamasmdandır. Rabbin dileseydi;- insanları, aralarında anlaşmazlık ve ayrılık bulunmayan tek bir ümmet halinde yaratırdı. Ama bildiği bir hikmetten dolayı, kullarının bazı­sını sapıklığa düşürür. Ezeli ilminde gördüğü gibi bu kimseleri kendi başları­na bırakacak olsaydı, yine de bunlar sapıklık ve iftiradan başka bir şey yap­mazlardı. Cenab-ı Allah, kullarının bazısını doğru yoia iletir. Kendi ezeli il­minde bu kimselerin, hayır ve iyiliğe meylettiklerini görmüştür. Bunlar ken­di başlarına bırakacak olursa, bunlar yine de hayır ve iyilikten başka bir şey yapmazlar.

Yapmakta olduğunuz işlerden sorulacaksınız. Rabbine gelince O, yaptı­ğı işlerden sorumlu değildir. Noksanlıklardan münezzehtir, yücedir. Doğru­yu Allah bilir ya, görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim; yeminleri fesad ve bozgun­culuk vasıtası yapma yasağını ikinci kez hatırlatıyor. Çünkü bunlar, Peygam­ber (S. A V.) İle yapılan bîate özgü yeminlerdir. Çünkü şu sözlerdeki mübala­ğa buna işaret ediyor: Yeminlerizini aranızı bozan bİrşey yapmayın. Sonra sağlam basmış olan ayak kayar. "Sağlam basmış olan ayak"sÖzü, doğru ve düzgün yoldaki kimse için bir istiaredir. Yeminlerinizi fesad ve hile vasıtası yapmayın. Sonra sağlam basmış olan ayak kayar, büyük bir şerrin ve pek çok musibetin içine düşer. Ayağı kayıp ta tehlikeli yere düşen kimse gibi olürAl-lah'ın yoluna engel olmanızdan dolayı kötü ve şiddetli azabı tadarsınız. Zira peygambere biat edip dine giren, sonra da dinden çıkan kimsenin dine girişi ve dinden çıkışı, başkalarına cesaret verir, fesada ve bozgunculuğa yol açar, genel inancı sarsar. O zaman sizin için büyük bir azab vardır.

Allah'ın ahdini've yeminlerini bozmakla onları az bir para, basit ve de­ğersiz bir meta' karşılığında satmayın. Şayet biliyorsanız en hayırlı mükafat ve en güzel karşılık Allah kalındadır. Sizin yanınızdaki şeyler kesinlikle tüke­nir. Gelecek olan her şey yakındır. Her şey yok olacaktır. Karşılaştığımız şey­ler, zamanının sona ermesiyle yok olacaktır. Allah katındaki şeyler kalıcıdır. Çünkü sevabı fayda veren ve mükafatı ahirete bırakan O'dur. Allah için sab­reden, O'nun uğrunda hakkıyla cihâd eden kimseleri, yaptıkları işler dolayı­sıyla en güzel ve en görkemli bir şekilde mükafatlandınlacaktır. "Kim iyilik getirirse, ona O (getirdiğinin on katı vardır"[79]

 

Kur’an Adabı Ve Yönlendirmesinden Örnekler

 

97- Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, c a hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.

98- Kur'an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

99- Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üze­rinde bir nüfuzu yoktur.

100- Onun nufüzu sadece. Onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşan­lar üzerindedir,

101- Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, —ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir— onlar, Muhammed'e: "Sen sadece uymuyorsun" derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler.

102- Ey Muhammedi De ki: "Kur'an'ı; Rûhü'l-Kudüs (Cebrail) Rab-binin katından, inananların inançlarım pekiştirmek, müslümanlara doğru­luk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmişür".

103- And olsun ki: "Muhammed'e elbette bir insan öğretiyor" dedik­lerini biliyoruz. Kasd ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kur'an ise fasih arab-cadır.

104- Allah'ın'ayetlerine inanmayanları Allah doğru yola eriştirmez, onlara can yakıcı azab vardır.

105- Yalan uyduranlar ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlardır. Ya­lancılar işte onlardır. [80]

 

Bazı Kelimeler:

 

Güç ve tasallut. Bir ayeti kaldırıp yerine bir başka ayet koyduk... Cebrail. Yönelip işaret ederler. Arap dilinde bu kelime, dili tutuk oîup düzgün konuşamayan kimse anlamına gelir. [81]

 

Açıklama:

 

Erkek veya kadından her kim, hangi sıfatla olursa olsun Allah'a ve ahi-ret gününe inanmış olarak Peygamber (s.a.v.)'i doğrulamış olarak iyi bir iş yaparsa, onu dünyâda hoş bir hayatla yaşatırız. Başkalarına muhtaç olmaya­cak şekilde mutluluk, kanaat ve nimet içinde yaşatırız. Noksanlıklardan mü­nezzeh yüce Allah'ın tevfikine mazhar ve O'na yönelmiş olarak, zahmet ve yorgunluk çektirmeden yaşatırız. Abdullah Tüsterî der ki: "Hoş hayat, ku­lun elinden tedbirin alınmasıdır. Tedbirinin Hakk'a bırakılmasıdır". Hoş ha­yatın, halka muhtaç olmamak, sadece Hakk'a muhtaç olmak manasına gel­diğini söyleyenler de olmuştur. Nitekim en beliğ bir ifadeyle Kur'an-i Kerim de bunun hoş bir hayat olduğunu söylemiştir. Bu, mü'inlerin dünyadaki mü­kafatlarıdır, Ahirette ise, onları yaptıklarının en güzeîiyle ve eksiksiz bir şe­kilde Ödüllendireceğiz.

Okunmak istendiğinde "Euzü billahimin'eş şeytanir-recim" demek Kur'-an adabındandir. Bundan da öğreniyoruz ki, peygamberden başkaları da Kur'an okumak istediklerinde "Euzubillahi min'eş-Şeytanirrecim" deme ihtiya-ci'ndadırlar. Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu emre muhatap kılındıktan sonra, başkaları haydi haydi bununla yükümlü olurlar. Zira Peygamber (s.a.v.) efen­dimiz, şeytanın vesvese ve azdırmasından korunmuştur, masumdur. Kur'an okumak istediğin zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Allah'a sığın­mak, sağlam bir şekilde.O'na dehalet etmektir ki, kovulmuş şeytan ve onun vesvesesi, kişinin kalbinden uzaklaştırılsın; kalbi ve ameli sırf Allah'ın olsun.

Allah'a dayanan mü'minler üzerinde şeytanın gücü ve kuvveti yoktur. Onun gücü ve kuvveti, ancak kendilerini dost edinen, kalblerinde madde ve dünya sevgisi yerleşen, yaratıkları, Rablerine ortak koşan kimselere etki eder. "Benim (halis) kullanma karşı senin bir gücün yoktur. Ancak sana uyan az­gınları azdirabilİrsin sen)'[82]

Şu gelen ayette, müşriklerin boş bir şüphesi anlatılıyor: Bİr ayeti başka bir ayetle değiştirdiğimiz, bir ayet kaldırıp yerine başka bir ayeti koyduğu­muz zaman veya Allah'ın bildiği bir hikmetten dolayı- Çünkü indirdiği Kur'-an'ı en iyi bilen O'dur.— bir hükmü indirip yerine bir başka hüküm koydu­ğumuz zaman şu müşrikler derler ki: "Sen bunları kendi yanından uyduran yalancı bîrisin.'". Hayır, hayır onların çoğu bunu bilmiyorlar.

Ey Muhammed! Onlara de ki: Kur'an'ı, hak ve hikmet ile Rabbinin ka­tından Cebrail İndirdi ki, mü'minlerin gönlüne sebat versin. Cebrail, onu müs-lümanlar için bir hidayet rehberi ve rahmet müjdesi olarak indirdi.

Fakih bin muğire'nin Cebr isminde hiristiyan bir kölesi vardı. Bu köle müslüman oldu. Müşrikler, yukarıda aktardığımız ve aşağıya alacağımız sözleri Peygamber (s.a.v.)'den işittiklerinde, okur-yazar olmamasına rağmen yine de .dediler ki: "Bunları ona Cebr öğretiyor.." Halbuki Cebr arap değildi. Dili de fasih ve açık değildi. Bunun üzerine Cenab-ı Allah şöyle buyurdu: Hayret size! Bunları Peygambere Öğrettiğini iddia ettiğiniz kimsenin dili açık değil­dir, lisanı acemidir, arapça değildir. Peygambere indirilen şu Kur'an ise, apa­çık bir arapçadır.

Onların bu iftiralarına şaşmamalıyız. Onlar, Allah'ın tevfikinden her za­man mahrumdurlar. Allah'ın ayetlerine inanmayan kimseleri Rableri asla doğ­ru yola iletmez; onlar için elem verici bir azap vardır. Muhammed (S. A.V.J'e gelince O'nun yalan uydurması mümkün değildir. O, doğru sözlü bir güveni­lir bir şahsiyettir. Allah'ın ayetlerine inanmayanlar, küfür ve sapıklıkta pek İleri giden yalancı ve sapıklardır. [83]

 

İslâmdan Dönenler

 

106- Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstes­na, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah ka­tından bir gazab varır; büyük azab da onlar içindir.

107- Bu, dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allah'ın da, in­karcı milleti doğru yola eriştirmemesinden ötürü böyledir.

108- İşte Allah'ın,kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kim­seler bunlardır. Gafiller de işte bunlardır.

109- Ahirette zarara uğrayacakların bunlar olduğuna şüphe yoktur.

110- Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, s'onra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder,

111- O gün, herkesin kendi derdine düşüp çabalayacağı ve herkesin iş­lediğinin haksızlığa uğratılmadan kendisine ödeneceği bir giindür. [84]

 

Bazı Kelimeler:

 

Küfre göğsünü açtı.

Öfke: Bu, Allah'ın, rahmetinden kovulmak anlamına gelen lanetten daha şiddetlidir.Seçip tercih ettiler.Azabla imtihan edildiler. [85]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Söz, hâlâ ahid ve biati bozmak üzerine devam ediyor. îslamdan dönmekse, en büyük biati bozmaktır. [86]

 

Açıklama:

 

İnandıktan sonra Allah'ı ve Resulünü İnkar ve —Allah korusun— islam-dart çıkan kimsenin üzerine Allah'ın lanet ve gazabı iner. Onun için elem ve­rici bir azap vardır.Ancak kalbi imanla yatışmış,yakin ile şenlenmiş olduğuhal. deküfre zorfanankimseye azap yoktur.Ancak küfre göğüs açan;nefsi hoşnud ve kalbi mutmainn olarak küfürle gönlü yatışan ve küfür dalgaları arasına giren kimsenin üzerine Allah'ın gazap ve laneti vardır. Onun için büyük bir azab vardır.

Bu eksiksiz ve tam cezanın veriliş sebebi şudur: îslamdan dönenler, dünyayı ahirete yeğlediler, peşin olanı (dünyayı) kalıcı olana (ahirete) tercih etti­ler. Allah, kafirler güruhunu, özellikle imânın tadını tattıktan sonra Allah'a ortak koşmanın murdarlığına, mürtedlİğin pisliğine dönen şu kimseleri doğ­ru yola iletmez. İşte bunlar sapıklıkta pek ileri giden, kalbleri Allah tara­fından mühürlenen, dolayısıyla yakîn ve nur yolunu bulamayan kimselerdir. Bunların gözleri ve kulakları da mühürlenmiştir. Dolayısıyla hayrı ve ilahi nuru algılayamazlar. Şüphesiz dünyayı ahirete önceleyen kimsenin ne kalbi vardır, ne de aklı. Bunlar kendi gerçek çıkarlarından habersiz olan kimseler­dir. Allah'ı unuttuklarından dolayı,Allah ta onlara kendi nefislerini unuttur­muştur. Doğrusu bunlar, ahirette tam bir ziyana ve kayba uğrayacaklardır.

İbn Abbas (R.A.)'dan rivayet! Müşrikler Ammar'ı, babası Yasîr'i, Am-mar'ın anası Sümeyye'yi, Bilali, Suhayb'i, Habbab'ı ve Salim'i yakaladılar. Onlara işkence ettiler. Sümmeyye'yi iki deve arasına bağladılar, ön tarafına geldiler ve mızrakla çatalına vurdular. Ve kendisine: "Sen, erkekler için roüs^ lüman oldun'' dediler. Kendisine bu sözü söyleyenin ve bu işi yapanın Ebu Cehil olduğu, gelen rivayetler arasındadır. Sümeyye (R.A.) İşte bu sebeple öl­dürüldü. Kocası Yasİr (R.A.) de öldürüldü. İslam tarihinde ve islam için öl-dürülan ilk şehitler bunlar, oldu, Ammar (R.A.)'a gelince. O, müşriklerin is­tedikleri sözü, istemeye İstemeye sadece ağzıyla söyledi. Sonra da bu durumu Resulullah (s.a.v.)'a şikayet etti. ResuhıİIah, ona: "Kalbim nasıl bulunuyor­sun?" diye sordu; Oda, "îmanla dopdolu!" deyince Resulullah (s.a.v.): "On­lar (sana işkence etmeye) dönerlerse, sen de (aynı sözü söylemeye) dön” dedi.

Bu noktadan hareketle Kurtubî, Tefsir inde şöyle der:

"Öldürülmekten korkacak kadar küfre zorlanan kimse, kalbi imanla dop­dolu olarak (sadece dili ile) küfrederse günahkar olmaz, karısı boşanmaz; kafir olduğuna,hükmedilmez". Bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Yanılma, unutma ve üzerine zorlandıkları şeyler (i yapma­nın günahı) ümmetimin üzerinden kaldırıldı". Zorlanan kimsenin hükmü hak­kında fıkıhçilarm sözleri ve ayrıntıları vardır. Fıkıh kitaplarının konuyla ilgili kısımlarına bakmak iyi olur kanaatindeyim.

Sonra hicret edip, cİhad eden ve sabreden kimselere Rabbin yardım edip zafer verecek ve onları kâfirlerin işkenceleriyle imtihan edildikten sonra des­tekleyecektir. Bundan sonra Cihad edip sabredenleri Allah bağışlayıp esirge-yecektir. Bu mealdeki ayetin manasî şudur: Dinînden dolayı işkenceye uğra­tılan kimseler, kalbîeri imanla dopdolu oîup, salîh amel işledikleri halde, kal­bi küfre açık olmayarak ve istemeye istemeye küfür kelimesini söyleyen, son­ra Allah yolunda cihad edip zorluklara karşı sabreden kimseleri Allah bağış­layacak ve esirgeyecektir. Ayet-i kerimedeki "Rümme" (sonra) kelimesi; di­ninden dolayı işkenceye uğratihp sabreden ve küfür kelimesini telaffuz etme­yen kimselerin mertebelerinin, işkenceye uğratılıp, istemeye istemeye küfür kelimesini telaffuz eden kimselerin mertebesinden çok yüksek olduğunu açık­lamak için kullanılmıştır.

Ey Muhammedi Hatırla o günü ki, her nefis gelecek ve kendini kurtarma­ya çalışacaktır. Herkese, kazandığının karşılığı tam olarak verilecektir. Hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır. Bu söz, kıyamet gününü tam olarak tes-vir etmektedir. [87]

 

Nimeti İnkâr Edenin Sonu

 

112- Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir: Her taraftan oraya bolca nzık geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankör­lük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku bela­sını taddırdı.

113- And olsun ki, aralarından kendilerine bir peygamber gelmişti, onu yalancı saydılar. Haksızlık ederlerken azaba uğradılar.

114- Yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız. Allah'ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. O'nun nimetine şükredin.

115- Allah size ancak leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasının adına kesilenleri haram etmiştir. Darda kalan, aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle bunun dışındadır. Allah şüphesiz bağışlar, mer­hamet eder.

116- Diliniz yalana alışmış olduğu için, "Şu haram, bu helaldir" de­meyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uy­duranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.

117- Az bir geçim  ve   ardından can yakıcı bir azab onlaradır. [88]

 

Açıklama:

 

Bu, Cenab-ı Allah'ın, içinde insanların toplum halinde yaşamakta ol­dukları her kent ve kasaba için verdiği bir misaldir. Cenab-ı Allah, güven ve huzur içinde, rızkı her taraftan bol bol gelen bir kenti misal, verdi. Bu du­rumdaki bir kenti; Allah'ın kendilerine çeşitli nimetlerle ihsanda bulunduğu, bu nimetlerden dolayı şımarıp küfreden ve haktan yüz çeviren her topluma misal gösterdi. Küfürleri nedeniyie bu kavmin üzerine azap indirdi; nimetle­rini fenalığa, sevinçlerini tasaya dönüştürdü. Cenab-ı Allah bu kenti, azan bütün kentlere, özellikle Mekke'ye misal verdi.

Misaldeki kentin tasvirine dikkat edin: Huzur ve güvenlik içinde.. Kor­ku ve tedirginlikle rahatsız edilmiyorlar.. Sonra bol ve geniş nzikla nzıklam-yorlar. Bununla beraber huzur ve güvenlik nimeti, nzık nimetinden önce an­latılıyor ki, insanlar bundan ibret alsınlar ve hakimiyetin, sükun ve huzurda olduğunu anlasınlar. Misaldeki kenti, Allah kendi feyzi ile örtüp gölgelen­dirmiş... Fakat Allah'ın nimetlerine küfrettikleri, şükretmedikleri, bilakis bun­lara nankörlükle karşılık verdikleri için, bu kent halkına, yaptıkları fenalık­lar sonucunda çok şiddetli acılar taddırdı.

Ayet-i kerimede geçen "Açık elbisesi"ne gelince; Libas, "elbise", kelimesinde istiare sanatı vardır. Çünkü korku ve açlık durumu içi-de bulunan kimseyi kuşatan hal, elbiseye benzetilmiştir. Zira bu hal, o insanı etkilemektedir.

Evet, bu kent halkına Peygamberleri geldi. O peygamberi yalanladılar. Bu nedenle azaba yakalandılar. Onlar kendi nefislerine zulmettiler. Rabbleri onlara asla zulmetmedi.

Size gelince ey Mekkeliler! Bu misal size tamamen uyuyor. Sizce tanı­nan ve kendisinin de sizi tanıdığı, kendi cinsinizden bir Peygamber size geldi. Size fayda verecek şeyleri emretti. Ama O'nu yalanladınız. Dolayısıyla sizi azap yakaladı. Siz, zalimlersiniz.

Hal böyleyken, yapmakta olduğunuz cahiliyet işlerini terkedin. Allah'ın size rızık olarak verdiği hoş ve temiz, helal şeyleri afiyetle yeyin. Allah'ın size bahşettiği nimetlere şükredin. Eğer sadece O'na kulluk ediyorsanız. Allah'ın size helal kıldığı şeylerin hiç birisini haram saymayın. O, sadece leşi, kam, domuz etini ve kendisinden başkasının adına boğazlanan hayvanları haram kıldı. Kendi nefsinize haram kıldığınız Bahira, Şaibe ve Vasile (Bunlarla ilgili açıklama Maide suresinin 103. ayetinin tefsirinde verilmiştir), asla iltifat edil­meyecek şeylerdir. Başkasının hukukuna tecavüz etmeyerek ve haddi aşma­yarak mecburiyet ve zaruret karşısında kalan bir kimsenin, zarureti gidere­cek kadar bu haramlardan yemesine engel yoktur. Şüphesiz Allah, yaratıkla­rını bağışlayandır, günahlarını örtendir, esirgeyendir, kerem sahibidir.

. Kullara Allah'ın haram kıldığı şeyler sayıldıktan sonra, kulların islamî hükümlere uymaksızın kendi cehalet ve heveslerine uyarak bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri haram saymaları yasaklandı. Cenab-j Allah, anlam olarak şöyle buyurdu: Dillerinizin yalan yere, şu helâldir, şu da haramdır diyerek nitele­mesi dolayısıyla, Allah'ın vahyine, kıyasa veya şer'î bir mesnede dayanmak­sızın: "Şu hayvanların kannlarmdakiler sadece erkeklerimize aittir. Zevcele­rimize haram kılınmıştır" diyerek yalan söylemeyin. Şu helaldir, şu da ha­ramdır, demeyin. Delilsiz ve belgesiz, ağızlarınızda dolaşan, yalan ve iftira gi­bi dillerinizin söylediği bir sözden dolayı bazı şeyleri helal, bazı şeyleri ha­ram saymayın. Allah'a karşı yalan uydurup iftira etmek için şu helal, şu ha­ramdır, demeyin. Allah'a karşı yalan uydurup iftira edenler asla İflah olmazlar.

Şu müşriklerin dünyadayken içinde bulundukları refah ve konfor, ge­çici bir durumdur.. Geri verilecek iğreti bir şeydir.. Az bir geçimliktir. Ahirette ise onlar İçin gerçekten çok acı verici bir azap vardır. Dünyadaki az olan bü­tün geçimlikler, o azabın yanında çok küçük kalır. [89]

 

İnançları Konusunda Müşriklerle Münakaşa

 

118- Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahûdi olanlara da haram kıl­mıştık; biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı.

119- Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip ardından tev-be eden ve ıslah olanlardan yanadır. Rabbin bundan sonra da bağışlar ve mer­hamet eder.

120- İbrahim, şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir ön­derdi; puta tapanlardan değildi.

121- Rabbinin nimetlerine şükrederdi; Rabbİ de onu seçti ve doğru yo­la eriştirdi.

122- Dünyada ona iyilik verdi, doğrusu o ahirette de iyilerdendir.

123- Şimdi ey Muhammed! Sana, "Doğruya yönelen, puta tapanlar­dan olmayan İbrahim'in dinine uy" diye vahyettik.

124 — Cumartesi ibadeti, ancak o gün üzerinde çekişenlere farz kılındı. Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyamet günü aralarında hükmedecek­tir. [90]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bir çok manâları vardır. Burada, yani ayet-i kerimede geçen ümmet kelimesinden maksat, her hayrı ve iyiliği şahsında toplayan ve insanlara hayrı öğreten adamdır. İtaat ederek. Onu tercih edip seçti.

Hasene: Evlad nimeti veya güzel övgü veya peygamberlik. Şirkten ve batıldan, hakka meylederek.. [91]

 

 

Açıklama:

 

Ey araplar! Size ne olmuş ki, kendi yanınızdan uydurarak bazı şeyleri he­lâl, bazı şeyleri de haram sayıyorsunuz? Hak dine veya Allah'ın hükmüne başvurmadan böylesine kararlar veriyorsunuz? Kendilerine haram kılman şey­ler hususunda Yahudileri taklid etmeniz doğru olmaz. Ey Muhammed! Sade­ce daha önce En'am sûresinde sana anlattıklarımız, Yahudilere haram kılın­dı, irtikab ettikleri zulüm dolayısıyla o şeyler yahudilere haram kılındı. Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlardı.

Ey müşrikler! Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Eğer tevbe ederse­niz, Allah amellerinizi kabul buyurur. Sizi bağışlar ve size sevap verir, müka­fatlandırır. Sonra cahillikleri nedeniyle kötülük işleyen, yani Allah'ı ve aza­bını bilmeyerek, şehvet ve arzularmın etkisine kapıldıkları için işin sonunu düşünmeyerek kötülük işleyen, sonra da tevbe edip kendilerini düzelten ve iyi işler.yapan kimseler için Rabbİn elbette bağışlayandır, esirgeyendir.

Siz, ey araplar! Atanız İbrahim'in yolunda olduğunuzu iddia ediyorsu­nuz, ama bunu iddia ederken, yalan söylüyorsunuz. Zira İbrahim; bütün iyi­likleri şahsında toplayan, bilen, öğreten, olgunluk ve güzel ahlak gibi nitelik­leri taşıyan bir ümmetti. Yani bir ümmette bulunan şeyleri, tek başına kendi şahsında toplayan bir önderdi. Allah'a itaatkardı. Şirkten tevhide meyletmişti. Putlara tapmaktansa Rahman olan Allah'a kulluk ediyordu. Allah'a ortak koşanlardan değildi. Allah'ın kendisine bahsetmiş olduğu nimetlere şükredi-ci idi. Rabbİ onu seçip beğendi. İçinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru yola iletti.

Sonra, ey Muhammed! Sana, "Batıldan uzak olarak İbrahim'in yoluna uy" diye vahyettik. Senin getirdiğin şeriat, İbrahim'in şeriatından uzak de­ğildir. Dahası, her ikiniz tevhide ve güzel ahlaka davet hususunda müttefik­siniz. Ayrıntılara gelince, sizden her bir peygamber için, kendi pozisyonuna ve içinde bulunduğu ortama, bölgeye uygun bir yol ve şeriat verdik.

Sebtİn (Cumartesinin) günahı ve vebali —ki o da İnsanların maymuna dönüştürülmesidir—, Cumartesi konusunda anlaşmazlığa düşenlerin üzeri­ne oldu. Yahudiler, Cumartesi konusunda anlaşmazlığa düştüler. Bazıları ona saygı gösterdiler. Cumartesi günü avlanma yasağı konusundaki ilahî emre uy­dular.

Bazılarıysa bu emre muhalefet ettiler. Cumartesi gününe saygı gösterme konusunda anlaşmazlığa düştükleri rivayet olunur. Musa (A.S.), onlara, Cumartesi gününe saygı göstermelerini emretmişti.

Şüphesiz senin Rabbin, anlaşmazlığa düştükleri konuda kıyamet gününde aralarında hüküm verecektir. İyilik yapana iyiliğinin mükafatını, kötülük ya­pana da kötülüğünün cezasını verecektir. [92]

 

Öğütçü Ve Davetçilerin Metodu

 

125- Ey Muhammedi Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.

126- Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz and olsun ki bu, sabredenler için daha iyidir.

127- Sabret, senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır; onlara üzül­me, kurdukları düzenlerden de endişe etme.

128- Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir. [93]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu âyetler, dâvetçî ve irşâdçılar için bir uyarıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın, onlar için koyduğu bir kanundur. [94]

 

Açıklama:

 

Kâinattaki her hayır İçin dâvetçikrin ve savunucuların bulunması gerekir. Bu davetçi ve müdafaacılar; o hayrın hakikatini açıklayacak, gayelerini, ortaya koyacaklardır. Çünkü hak, tek başına dünyanın kasırgaları, şeytanın; oyunları ve insanın çözüntüye davet eden fıtrî huylanyla dürtüleri karşısında ayakta duramaz. İslâmın davet, vaaz, her cuma bir veya iki defa okunan hut­be, her sene bayramlarda ve hac mevsiminde okunan hutbelerdekî irşâd yön­temini görüyorsunuz değil mi? Dâvetcilerin; sevgili liderleri Mustafa (s.a.v.) efendimizin izinden gitmeleri, Allah'ın emrine uymaları gerek­mektedir. Onlar bunu yapmaya daha lâyıktırlar ve bu işte daha fazla hak sa­hibidirler. Resulullah (s.a.v.)'in hikmet ve güzel öğütle Rabbin yoluna ça­ğırmakla emrolunmasi, sırf bu gayenin yüceliğinden ve bu maksadın şerefli oluşundan dolayıdır'

Karşılaştığın herkesi Rabbinin yoluna çağır. İslâm daveti geneldir. Resu­lullah (s.a.v.)'de bütün insanlığa gönderilmiştir. Ama sen hikmetle ikna edici, nefsi harekete getirici, kalbe hakim olup kötülüklerin damarını sökücü, kalı­tım yoluyla gelen fena alışkanlıkların kökünü söküp atıcı sağlam sözlerle insanları Allah'ın yoluna çağır. O'nun yoluna hikmetle; selîm akılların güzel gördüğü, düzgün tabiatların alışık olduğu güzel öğütlerle çağır. Davet yolun­da bazı şeylerle karşılaşırsan, en güzel bir şekilde mücadele et. "(Onların) Allah'tan başka yalvardıkianna-sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sının aşıp Allah'a sövmesinler!"[95] .Nefislerini ve akıllarını senin sözünü kabule hazır hale getirmeden önce, batıl inançları konusunda bir kavimle tartışmaktan sa­kın. Aksi takdirde bozgunculuğa ve bölünmeye çağıran bir dâvetçİ olursun.

Şunu iyi bil: Öyle nefisler vardır ki, va'z ile yumuşamaz ve akla kulak -vermezler. Bunlar öyle kimselerdir ki, Cenab-ı Allah gözlerini köreltmiş, ken­dilerini de sapıklığa düşürmüştür. Allah, onları çok İyi bilir. Böyleleri ile kar­şılaşacak olursan, artık bütün İş Allah'a kalmıştır. Senin yapacağın hiçbir şey yoktur. Sana düşen, yalnızca tebliğ etmektir. İstediğinin gerçekleşmesine za­man kefildir.

Bundan sonra ikinci adımın, sözlü tartışmadan sonra fiilî adımın, yani tatbikî çekişmenin tahakkuk etmesi gerekiyor.

Başkalarına azap edeceksiniz —ne fazla ne eksik— size yapılan azabın eşiyle azap edin. Yani zaman size müsamaha gösterir de size türlü türlü zor­luklar taddıran düşmanlarınıza karşı sizi güçlü kılarsa, onlardan kısas alın ve onlara, size yaptıkları azabın eşiyle azab edin. Fazla ileri gitmeyin. Hoşu­nuza gitmeyen şeylere ve zorluklara karşı sabreder ve işi Allah'a bırakırsanız, tabii ki bu sizin İçin daha hayırlı olur. Sabnn her çeşidi sizin için hayırlıdır, tşleri Allah'a havale edin. Sabır!... Ne güzel şeydir. İnsanı kurtuluşa kavuşturan bir binektir. Mü'minin, hatta zafer isteyen herkesin silahıdır. Özel ve genel hayatında başarılı olmak isteyen her mü'min için sabır gereklidir.

Başarının ve kurtuluşun sabırdan doğduğunu tecrübeler ispatlamıştır. Sab­reden kurtulur ve başarıya ulaşır. Acele edense, yok olup kayba uğrar. Senin sabretmen, Allah'ın yardım ve tevfiki iledir. Onlardan ötürü üzülme ey.Mu-haramed! işlerin hepsi Allah'a bırakılmıştır. Bunun böyle olmasını Cenab-i Allah dilemiştir. Şayet Rabbin dileseydİ, insanları tek ümmet yapardı. Ey Mu-hammed! Onların hile ve desiselerinden dolayı sıkıntıya düşmez. Onları, yara­tıcılarına bırak. O, onların haklarından gelir. Doğrusu Allah seninle bera­berdir, sana yardımcıdır, seni koruyucudur. Zira Allah, kendisine karşı gel­mekten sakınanlarla beraberdir. Sen de onların önderisin. Allah, iyi iş ya­panlarla beraberdir... Sen de onların liderisin.

Cenab-ı Allah bizleri hayra, doğru yola iletsin; Kur'an öğütlerine uyma­ya bizleri muvaffak kılsın. Amin. [96]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/333.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/333-334.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/334-335.

[4] Enfal: 12.

[5] En'am: 122.

[6] Necm: 31.

[7] Yasin: 78-79.

[8] Leyl: 12.

[9] En'am: 153.

[10] Yûnus: 99.

[11] Beled: 10.

[12] Fatiha: 6.

[13] Nahl: 9.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/335-337.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/338-339

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/339.

[16] Abese: 32.

[17] Bakara: 29.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/339-340.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/341.

[20] Lokman: 11.

[21] Fatır: 40.

[22] Sâd: 76.

[23] İsrâ: 61.

[24] Mü’min: 56.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/341-343.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/343-344.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/344.

[27] Tevbe: 32.

[28] Saffat: 35.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/344-346.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/346.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/346.

[31] Hûd: 3.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/347.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/348.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/348.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/349-350.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/350.

[37] Şems: 8-10.

[38] A’raf: 44.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/350-352.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/352-353.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/353.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/353.

[43] Yunus: 2.

[44] İsrâ: 93.

[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/354-355.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/355-357.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/357.

[48] Necm: 21-22.

[49] Saffat: 151-152.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/357-359.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/360-361.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/361.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/361.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/361-364.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/364-365.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/365.

[57] Tîn: 4-5.

[58] Rûm: 54.

[59] Bakara: 186.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/365-367.

[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/367-368.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/368.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/369.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/370-371.

[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/371.

[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/371.

[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/371-372.

[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/372-373.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/373-374.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/374.

[71] Nisa: 41.

[72] Nisa: 80.

[73] Necm: 3-4.

[74] Nisa: 115.

[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/374-376.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/376-377.

[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/377-378.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/378.

[79] En’am: 160. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/378-380.

[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/380-381.

[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/381.

[82] Hicr: 42.

[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/382-383.

[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/383-384.

[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/384.

[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/384.

[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/384-386.

[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/386-387.

[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/387-388.

[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/388-389.

[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/389-390.

[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/390-391.

[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/391.

[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/391.

[95] En'am: 108.

[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 3/391-393.