Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Mekke'de inmiştir. 111
âyettir.
İsrâ sûresi inanç
yönüne önem veren Mekkî sûrelerdendir. Bu sûre diğer Mekkî sûreler gibi
Allah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme konularından ibaret
olan dinin esaslarına önem verir. Fakat bu mübarek sûrede görünen ana unsur,
Rasulullah (s.a.v.)'m şahsiyeti ve Allah'ın, peygamberini desteklemek ve
doğruluğunu göstermek üzere getirdiği açık mucizeler ve kesin delillerdir.
Bu mübarek sûre,
Nebilerin ve peygamberlerin sonuncusu olan Rasû-lullah (s.a.v.)'a ilâhî
lutuflardan bir lütuf ve Allah'ın, harikulade şeyler yaratma hususundaki
gücünü gösterme de açık bir delil olan İsrâ mucizesini anlatır.
Yine bu sûre
Isrâiloğullarmdan ve azgınlıkları, fesat çıkarmaları ve emirlerine isyan
etmeleri yüzünden Allah'ın kendileri için takdir ettiği iki sürgün cezasından
bahseder: Biz kitapta İsrâiloğullarma, "Sizler yeryüzünde iki defa fesat
çıkaracaksınız diye bildirdik.[1]
Bu sûre Allah'ın
birliğini ve büyüklüğünü gösteren varlık alemiyle ilgili delillerden, gece ve
gündüze hükmeden ve değişmeyen, sabit bir kanuna göre seyreden ince bir
nizamdan bahseder. Biz geceyi ve gündüzü birer âyet olarak yarattık... Gece
âyetim sildik.[2]
Bu sûre, Rabbiniz sadece
kendisine kulluk etmenizi... emretti.[3] âyetinden başlayarak bazı sosyal davranış
usulleri ve güzel ahlâktan bahseder.
Onlara teşvik eder;
erdemli, örnek bir toplum oluşması için bu kuralları yaşamaya çağırır.
Bu sûre aynı zamanda
müşriklerin sapıklıklarından söz eder. Çünkü onlar, Allah'ın eşi ve çocuğu
olduğunu söylerler. İşin garibi, kendileri kız çocuklarından hoşlanmadıkları
halde, eşi ve benzeri olmaktan münezzeh olan Yüce Allah'ın kızları olduğunu
söylerler: Rabbiniz erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden
kızlar mı edindi? Gerçekten siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz[4] Yine bu sûre, hakkında çokça münakaşa edilen
ve mümkün olduğuna dair delil ve burhanlar getirilen öldükten sonra dirilme,
haşir-neşir, sonuç ve hesaptan bahseder. Sonra Muhammed (s.a.v.)'in ebedî
mu'ci-zesi olan Kur'an'ı Kerim'i ve müşriklerin zor şeyleri teklif etmelereni
anlatır. Çünkü onlar, Kur'an'ın dışında başka bir mucize, yani kendileri için
nehirler fışkırtmasını, Mekke'yi bağlar ve bahçeler haline getirmesini istemişlerdi.
Onlar, "Sen, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla
inanmayacağız." dediler.[5]
Çocuk edinmeyen, hâkimiyette
ortağı bulunmayan, aczinden ötürü bir veliye ihtiyacı olmayan Allah'a hamd
ederim" de. Onun için gereği gibi tekbir getir.[6]
Yüce Allah'ın sadece,
değerli peygamberi Hz. Muhammed'e (a.s.m) nasip ettiği o büyük mu'cize, yani
İsrâ mu'cizesinden dolayı bu mübarek sûreye "İsrâ sûresi" adı
verilmiştir. [7]
Bismillahirrahmanirrahim
1. Bir gece
kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu Mescid-î
Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan
sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, gözetendir.
2. Biz,
Musa'ya Kitap verdik ve İsrâiloğullarına, "Benden başkasını, dayanılıp
güvenilen bir Rab edinmeyin." diyerek bu Kitab'ı bir hidâyet rehberi
yaptık.
3. Ey Nuh
ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli! Şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir
kul idi.
4. Biz,
Kitap'ta İsrâiloğullarına, "Sizler, yeryüzünde iki defa fesat
çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız." diye
bildirdik.
5.
Bunlardan ilkinin zamanı gelince,
üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında
dolaşarak sizi aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.
6. Sonra
onlara karşı size tekrar galibiyet ve zafer verdik; servet ve oğullarla
gücünüzü artırdık; sayınızı daba da çoğalttık.
7. Eğer
iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş
olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler,
daba önce girdikleri gibi yine Mescİd-i Aksâ'ya girsinler ve ellerine
geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler diye, başınıza yine
düşmanlarınızı musallat kıldık.
8. Belki
Rabbiniz size merhamet eder; fakat siz, dönersiniz, biz de döneriz. Biz,
cehennemi kâfirler için bir hapishane yaptık.
9. Şüphesiz
ki, bu Kur'an, en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan
mü'minlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.
10. Âhirette
inanmayanlara gelince, onlar için de elemli bir azap hazırlanıışızdır.
11. İnsan,
hayrı istediği gibi şerri de ister. İnsan, pek acelecidir!
12. Biz,
geceyi ve gündüzü birer âyet olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini
araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz'için gecenin
karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz, her şeyi
açık açık anlattık.
13. Her
insanın amel defterini boynuna astık.
İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
14. Kitabını
oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.
15. Kim
hidâyet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de
saparsa, kendi zararına sapmış
olur. Hiçbir günahkâr,
başkasının günah yükünü
üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz.
16. Bir
ülkeyi helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış
elebaşılarına iyilikleri emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler.
Böylece o ülke, helake müstehak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.
17. Nuh'dan
sonraki nesillerden nicelerini helak ettik. Kullarının günahlarını bilmek ve
görmekte Rab-bin kâfidir.
18. Her kim,
bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz
kadarını verir, sonra da onu, kınanmış ve mahrum bırakılmış olarak gireceği
cehenneme sokarız.
19. Kim de
âhıreti diler ve bir mü'min olarak kendine yaraşır bir çaba ile o gün için
çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.
20. Hepsine
dünyayı isteyenlere de âhıreti isteyenlere de, Rabbinin ihsanından,
ayırdetmeksizîn veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.
21. BAksâna,
biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır! Elbette ki âhiret,
derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür.
22. Allah
ile birlikte bir ilâh daha tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş
olarak kalırsın.
Sübhan, Allah'ı teşbih
etmenin ismi olup Allah'ı her türlü kötü ve noksan sıfatlardan uzak tutmak
manasınadır. Bu, sadece Yüce Allah'a mahsustur.
Geceleyin yürüdü.
İsra, geceleyin yürümek demektir, her ikisi de yanı mânâyadır. Şair şöyle der:
Ayın gece karanlığında yürüdüğü gibi, geceleyin bir Harem'den diğer Harem'e
gittin.
Dolaştılar. Zeccâc
şöyle der: Bu kelime, dolaştılar manasınadır. Cevs, geceleyin dolaşmak, gidip
gelmek ve iyice aramak demektir. Vahidi şöylek der: Cevs, gidip gelmek ve
araştırmak manasınadır.
Kerre, üstünlük ve
galibiyet.
Tetbir, helak ve yok
olma.
Sildik. Dilciler şöyle
der:, izi yok etmek demektir. Bir kimse bir şeyin izini silip de o iz
kaybolduğunda der.
Hakkında takdir olunan
ameli. Araplar, kuş ile fala bakıp kuşun sağa veya sola uçuşuna göre ondan uğur
veya uğursuzluk çıkardıkları için hayra ve şerre kuş mânâsına gelen adı
verildi.
Oranın şımarıkları.
Mütref, nimetin ve müreffeh hayatın şımarttığı zengin kimse.
Oraya girer ve
sıcağını tadar.
Medhûr, Allah'ın
rahmetinden kovulmuş, uzaklaştırılmış demektir. [8]
1. Kulu ve
peygamberi Muhammed (s.a.v.)'i gecenin bir kısmında yürüten Yüce Allah,
büyüklüğüne yakışmayan şeylerden uzak ve münezzehtir. Yani Mekke-i
Mükerreme'den Kudüs'e götüren Allah, noksanlıktan uzaktır. Mescid-i Aksa ile
Mescid-i Haram'ın arasındaki mesafe uzak olduğu için, Kudüs'teki mescide
Mescid-i Aksa denilmiştir. Tefsirciler şöyle der: Yürütme süresinin az olduğunu
ve kırk gecelik uzak bir mesafeyi gecenin kısa bir kısmında katet-tiğini ifade
etmek için üU lafzını nekre olarak getirdi. Bu olay, Allah'ın gücünü ve
mucizesini en iyi bir şekilde ifade eder. Bunun içindir ki Sûreye, O'nun kudretinin
mükemmelliğini, hikmetinin büyüklüğünü ve mahrukatın sıfatlarından son derece
uzak olduğunu gösteren kelimesiyle başlandı. İsrâ hadisesi uyku halinde değil,
uyanık olarak ve ruh ve bedenle birlikte gerçekleşmiştir. Orası, çevresini,
Allah'ın özellikle Şam bölgesine verdiği meyve ve nehirler gibi maddî ve
peygamberlerin karargâhı ve meleklerin iniş yeri olması sebebiyle de manevî
bereketlerle bereketlendirdiğimiz bir yerdir. Bunu, Muhammed (s.a.v.)'e
harikulade büyük âyetlerimizi göstermek ve onu, göklerin ve yerin melekûtundan
haberdar etmek için yaptık. Rasulullah (s.a.v.) bu yolculukta yüksek gökleri,
cenneti, cehennemi, sidre-i müntehâ'yı, melekleri, peygamberleri ve bunların
dışında Yüce Allah'ın kudretini gösteren âyetleri ve harikulade şeyleri gördü.
Şüphesiz Yüce Allah, Muhammed'in sözlerini işiten ve yaptıklarını görendir.
Onun içindir ki, bir lütuf ve ihsan olarak bu mu'ci-zeleri sadece ona
vermiştir. [9]
2.
İsrâiloğullanna bir hidâyet olsun diye Musa'ya Tevrat'ı verdik. Bu kitap
vasıtasıyla Musa onları cehalet ve inkâr karanlıklarından, ilim ve iman nuruna
çıkarıyordu, Sizi yaratan Allah'ı bırakıp da, işlerini kendisine havale
edeceğiniz başka bir Rab edinmeyin. Tefsirciler şöyle der: Allah'ın,
İsrâiloğullarını yerleştirdiği Mukaddes toprakların kalbi olan Mescid-i Aksa
anlatılınca, sûrenin akışı içersinde uygun bir yerde onlardan söz etemeye sıra
geldi. [10]
3. Ey, Nuh
ile birlikte gemide bulunan mü'minlerin nesli ve çocukları! Şüphesiz
atalarınızı boğulmaktan kurtarmıştık. O halde, lütfuna karşılık Allah'a
şükredin. Kuşkusuz Nuh çok şükre den idi. Her durumda Allah'a hamdederdi. Siz
de onun gibi yapın. Onlara bu şekilde nida edilmesi, merhametle muamele
edildiğini ve Allah'ın nimetlerinin hatırlatıldığını ifade eder. [11]
4. İsrâiloğullarma
Tevrat'ta şöyle vahy edip bildirdik ki: Şüphesiz siz, Filistin ve çevresinde iki
defa fesat çıkaracaksınız.[12] İbn
Abbas şöyle der: Birinci fesat Zekeriyya (a.s)'nın ikinci fesat Yahya (a.s)'nın
öldürülmesidir. Bu mukaddes diyarda zulüm, haddi aşmak ve Allah'ın haram
kıldığı şeyleri çiğnemek suretiyle büyük bir azgınlık göstereceksiniz. [13]
5. Birinci
fesat çıkarma zamanı geldiğinde üzerinize kullarımızı gönderdik. Yani, sizden
intikam almak için güçlü kullarımızı üzerinize musallat ettik. Onlar harpte
aşırı derecede güçlü ve kuvvetlidirler. Tefsirciler şöyle der: İsrâiloğullan haramları
helal sayıp kan dökünce, Allah onlara Babil kralı Buhtunnasr'ı musallat kıldı.
Buhtunnasr onlardan 70.000 kişi öldürdü. O ve orduları, nerdey-se
İsrâiloğullannı yok ediyorlardı. Bu, birinci fesattır. Onlar sizi arayıp bulmak
ve öldürmek, soymak ve yağmalamak suretiyle kökünü zü kesmek için sabah-akşam
evlerinizin içine giriyorlar, hiç
kimseden korkmuyorlardı. Buhtunnasr'ın musallat kılınması ve onlardan intikam
alınması olayı, bozulma ve değişme kabul etmeyen kesin bir hükümdür. [14]
6. Sonra siz
tevbe edip bana dönünce, düşmanlarınızı yok ettik ve o şiddetli beladan sonra
tekrar size üstünlük ve galibiyet verdik. Mallarınız yağma ve çocuklarınız da
esir edildikten sonra, tekrar size bolca mal ve çokça evlat verdik, Tekrar
gücünüze kavuşmanız ve devletinizi kurmanız için, sayınızı ve adamlarınızı
düşmanlarınızdan daha çok kıldık. [15]
7. Ey
İsrâiloğullan! Eğer iyi amel işlerseniz, bu ameliniz sizin içindir. Faydası
size aittir. Allah onlardan hiçbir şekilde yararlanmaz. Eğer kötü amel
işlerseniz, o da aleyhinizedir. Allah, onlardan hiçbir şekilde zarar görmez.
Onun, kullarına ihtiyacı yoktur. O'na, ne itaat fayda sağlar, ne de masiyet
zarar verir. Yahya (a.s)'yı öldürmek ve Allah'ın haram kıldığı şeyleri yaparak
fesat çıkarma zamanınız geldiğinde, tekrar üzerinize düşmanlarınızı gönderdik
ki, size hakaret etsinler ve sizi zelil kılmak ve ezmek suretiyle, kötülük ve
eziyetlerin izlerini yüzlerinizde görünür hale getirsinler. Beyt-i Makdis'e
girip ilk defa onu harap ettikleri gibi yine harap etsinler, Üstün geldikleri
her şeyi helak edip yok etsinler. Yüce Allah onlara, bu sefer İran
ateşperestlerini musallat etti. Ateşperestler onları yeryüzünde sürgün ettiler,
öldürdüler, yurtlarını da harap ettiler. [16]
8. Eğer
tevbe eder de Allah'a dönerseniz, umulur ki Rab biniz size acır ve affeder. Bu,
Allah'a döndükleri takdirde, azabın onlardan kaldırılacağına dair, Yüce
Allah'ın verdiği bir sözdür. Ümit ifade eden fiili, Allah için kullanıldığında
kesinlik ifade eder. Siz tekrar fesat çıkarır ve suç işlerseniz biz de tekrar ceza
verir ve intikam alırız.[17] Cehennemi, kâfirler için zindan ve hapishane
yaptık. Ebedî olarak oradan çıkamıyacaklar. Bundan sonra Yüce Allah Kur'an-ı
Kerim'in diğer semavî kitaplardan üstünlüğünü sağlayan meziyetini açıklayarak
şöyle buyurdu: [18]
9. Şüphesiz
bu Kur'an-ı Kerim yolların en doğrusu ve en açığını, en doğru ve en iyi şeyleri
gösterir. Onun gereği ile amel eden mü'minlere, Naîm cennetlerinde büyük mükâfatlar
müjdeler. [19]
10. Onlara,
âhirete inanmayan düşmanları için ise cehennemde elem verici azaplar olduğunu
müjdeler. Bu âyet, teşvik ile korkutmayı bir araya getirmiştir. [20]
11.
İnsanoğlu, kendisi için hayır istediği gibi şer de ister. Hayır hususundaki duası
kabul olunduğu gibi, şer hususundaki de kabul olunsa, mutlaka helak olur. İbn
Abbas şöyle der: Bu, kişinin kabul olunmasjnı istemediği halde, sıkıntılı
anında: "Allah'ım onu helak et!" ve benzeri şekillerde kendisi ve
çocuğu için beddua etmesidir.[21] Aceleci
olmak, insanın tabiatındandır. Kendisine beddua etmekte acele eder ve sonunu
düşünmeden, hatırına gelen her şeyi hemen yapar. Bundan sonra Yüce Allah bu
varlıktaki, herbiri kendisinin birliğine parlak bir delil olan Kevnî âyetlere
işaret ederek şöyle buyurdu: [22]
12. Gece ve
gündüzü, birliğimize ve kudretimizin mükemmelliğine iki büyük alâmet kıldık. mi
Gece âyetini sildik ve geceyi karanlık kıldık ki, onda sükûnet bulaşınız,
Gündüz âyetini de nur ile aydınlatıcı kıldık ki, onun sayesinde görmek mümkün
olsun da, gündüzün geçim sebeplerini ara-yasınız. Gece ile gündüzün birbirini
takip etmesi sayesinde günlerin, ayların ve yılların sayısını bilesiniz. Gece,
dinlenme ve sükunet bulma için, gündüz ise çalışma ve kazanmak içindir, Din ve
dünya işlerinden her şeyi, biz en güzel şekilde açıkladık. Bu varlık âleminde
hiçbir şey tesadüfe bırakılmamış ve tedbirsiz yapılmamıştır. Her şey mutlaka
bir takdir ve hikmetli bir tedbir ile olmaktadır. [23]
13. Her
insanın amel defterini boynuna astık. Yani, İnsan amelinin karşılığında bir
rehindir, onun karşılığını görecektir. Ameli, gerdanlığın boyna bağlı olduğu
gibi ona bağlıdır, ebediyyen ondan ayrılmaz. Onun amel defterini âhirette, açık
olarak ona göstereceğiz. İyilikleri de kötülükleri de o defterde mevcuttur.
Amelini açıkça görecek, onu gizleyemeyecek veya bilmezlikten gelemeyecek. [24]
14. "Amel
defterini oku" denilecek. Bugün, yaptıklarına senin şahitliğin yeter;
başka bir şahide veya hesap sorucuya ihtiyacın olmaz. [25]
15. Kim
hidâyet yolunu se çerse, bu davranışının sevabı kendisi içindir. Kim de doğru
yoldan saparsa sapmasının ve inkârının cezası da kendine aittir. Hiç kimse,
başka birinin günahını yüklenmez. Günah işleyen herkes, kendi aleyhine günah
işler, Biz, kendilerine uyarıcı ve korkutucu peygamberler gönderip de
aleyhlerine hüccet olmadıkça mahlûkâttan hiçbirine azap etmedik. [26]
16. Biz,
kavimlerden bir kavmi yok etmek istediğimizde, onların içinde müreffeh
yaşayanlara, liderlere ve reislere, peygamberlerimizin diliyle, itaat
etmelerini emrederiz. Onlar emrimize isyan ederler, bize itaat etmezler, fasik
ve facir olurlar. Fasiklıkları ve azgınlıkları sebebiyle kendilerine azab farz
olur da onları korkunç bir şekilde yok ederiz. İbn Abbas şöyle der: âyetinin
mânâsı şudur: Onların kötülerini başa getiririz, onlar da o ülkede Allah'a
isyan ederler. Böyle yaptıkları zaman da Allah onları azap ile yok eder.[27]
17. Nuh'tan
sonra Ad, Semûd ve Firavun'un kavmi gibi peygamberleri yalanlayan azgın
ümmetlerden çoğunu helak ettik. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Kureyş kâfirleri
için bir uyandır. Yani, ey yalanlayıcılar! Şüphesiz siz Allah katında, onlardan
daha değerli değilsiniz. Siz, peygamberlerin en şereflisi ve mahlûkâtm en
değerlisini yalanladınız. Sizin cezalandırılmanız daha evlâ ve daha uygundur.[28] Ey
Muhammedi Rabbinin, kullarının amellerini gözetleyici olması kâfidir. Allah
onların gizlisini de açığını da bilir, karşılığını verir. [29]
18. Kim,
ameliyle sadece dünyayı ister ve onun için çalışır, gayret sarfeder, dünyadan
başka hiç bir şeyi düşünmezse, istediğinin hepsini değil de, dünya
nimetlerinden acele olarak verilmesini istediklerimizi dünyada hemen ona
veririz. Sonra da âhirette ona cehennemi veririz. Oraya, Allah'ın rahmetinden
kovulmuş, hakîr ve zelîl olarak girer. [30]
19. Kim de
âhireti ve oradaki devamlı nimetleri ister ve sadık bir mü'min olarak oraya
layık itaatleri yapar ve amel işlerse işte onlar ihlâs, salih amel ve iman gibi
güzel hasletleri kendilerinde toplayanlardır. Onların amelleri, Allah katında
en güzel şekilde kabul edilmiş ve karşılıkları verilmiştir. [31]
20. Dünyayı
ve âhireti isteyen iki gruptan her birine, bizden bir lütuf ve iyilik olarak
bolca ihsanda bulunuruz. Mü'mine de veririz, kâfire de; itaat edene de veririz,
ihsan edene de. Allah'ın ihsanı hiçbir kimseden esirgenmez.[32]
21. Ey
Muhammedi Bak, bu dünya hayatında onları rızıkta ve ahlâkta nasıl farklı
yaptık. Biri zengin, diğeri fakir; biri şerefli, diğeri hakîr. Âhiretteki
farklılıkları, bu dünyadaki farklılıklarından daha büyük olacaktır. Çünkü
âhiret, devamlı kalma yeridir. Orada hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın
işitmediği ve hiçbir kimsenin aklına gelmeyen şeyler vardır. [33]
22. Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşma ve ondan başka hiçbir ilâhı ma'bud edinme. Sonra Allah
katında kınanmış ve yardımsız bırakılmış olursun. Artık senin için ne bir dost,
ne de bir yardımcı vardır. [34]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsar. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Gece
yürüten Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. cümlesinde, berâat-i istihlâl
vardır. Çünkü İsrâ, harikulade bir şey olduğu için, ona, Allah'ın kudretinin
mükemmelliğine ve onun noksan sıfatlardan uzak olduğuna işaret eden lafızla
başladı.
2. kulunu
tamlaması, şereflendirme ve değer verme ifade eder.
3. üstün
geleceksiniz ile üstünlük ve yüklenir ile yüklenen kelimeleri arasında iştikak
cinası vardır.
4. iyilik
yaptınız ile kötülük yaptınız ve saptı ile i doğru yolu buldu" kelimeleri
arasında tıbak sanatı vardır.
5. kitabını
oku. Burada hazif yoluyla icaz vardır. "Kıyamet gününde ona, kitabını oku denilir"
demektir. Oranın varlıklı kişilerine emrederiz." Bu cümlede de hazif
yoluyla îcâz vardır. "Onlara Allah'ı itaati emrederiz de, onlar orada
isyan edip fasık olurlar" demektir.
6. Gündüz
âyetini görücü kıldık." Burada mecâz-ı aklî vardır. Çünkü "gündüz"
görmez. Aksine onda görülür. Bu, bir şeyin zamana isnadı kabilindendir.
7. Kuşunu
boynuna bağlarız". Burada latif bir istiare vardır. Kuş mânâsına gelen
tâir kelimesi, insanın ameli için müstear olarak kullanılmıştır. Araplar kuşun
uçuşundan uğurluluk veya uğursuzluk umdukları için, hayrın ve şerrin
kendisine, istiare yoluyla "kuş" ismini verdiler. [35]
Rasulullah (s.a.v.)'m
geceleyin Beyt-i Makdis'e götürülmesinden, sonra da oradan yüksek göklere
çıkmasındaki hikmet şudur: Beyt-i Makdis, peygamberlerin ruhlarının toplandığı
ve ilâhî vahyin yüce peygamberlere indiği bir yerdir. Bu yolculuk,
şereflendirme yolculuğu olduğu için, Yüce Allah, Hz.Muhammed (a.s)'in
ziyaretiyle diğer peygamberleri de şereflendirmek istedi. Bunun için
Rasulullah (s.a.v.) imam olarak peygamberlere namaz kıldırdı. Allah'ın salât ve
selâmı hepsinin üzerine olsun. [36]
Yüce Allah bu sûrede
Rasulullah (s.a.v.)'ı kulluk sıfatı ile niteleyerek, Geceleyin kulunu
yürüttü" diye buyurdu. Çünkü kulluk, makamlarının en şereflisi ve yüksek
mertebelerin en yücesidir. Nitekim vahy makamında da onu kulluk sıfatıyla
nitelemiştir: Kuluna, vahyettiğini vahyetti.[37] Ayrıca dua makamında da yine bu sıfatla niteledi:
" Allah'ın kulu ona yalvarmaya kalkınca.[38] Bunun içindir ki Kadı İyâd şöyle demiştir:
Senin, "Ey
kullarım!" sözünün kapsamına girmem ve Ahmed'i bana peygamber kılman benim
şerefimi ve hayranlığımı artıran şeylerdendir.
Neredeyse, ayağımla
Süreyya'ya basıyorum. [39]
23. Rabbin, sadece
kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya da iyi davranmayı kesin
bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,
kendilerine "Of" bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel söz
söyle.
24. Onlara
karşı aşırı şefkat ve merhametinden dolayı alçak gönüllü olmanın kanatlarını
indir ve "Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi
sen de onlara öyle rahmet et!" diyerek dua et.
25.
Rabbiniz, sizin kalblerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu
bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.
26. Bir de
akrabaya, fakire, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.
27. Zira, böylesine saçıp savuranlar, şeytanların
dostlarıdırlar. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür.
28. Eğer,
Rabbinden umduğun bir rahmet için onlardan yüzçeviriyorsan hiç olmazsa,
kendilerine güzel söz söyle.
29. Eli sıkı
olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini
çeker kalırsın.
30. Rabbin
rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir.
Şüphesiz ki O,
kullarından haberdardır. Onları çok iyi görür.
31. Geçim
endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin. Biz, onların da, sizin de rızkınızı
veririz. Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur.
32. Zinaya
yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.
33. Haklı
bir sebep olmadıkça Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Bir
kimse zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik. Ancak bu veli de kısasta
ileri gitmesin. Şüphesiz o, yardıma mazhar olmuştur.
34. Yetimin malına,
rüşdüne erinceye kadar, tam bir iyi niyet taşımaksızın yaklaşmayın. Verdiğiniz
sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.
35.
Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir
hem de neticesi bakımından daha güzeldir.
36.
Hakkında bilgin bulunmayan
şeyin ardına düşme. Çünkü kulak,
göz ve gönül, bunların hepsi bundan sorumludur.
37.
Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla
ululuk yarışına girebilirsin.
38. Bütün bu
sayılanları yapmak kötüdür. Rabbi-nin nezdinde hoş karşılanmaz.
39. İşte
bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Allah ile birlikte başka
ilâh edinme; sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.
40.
Rabbiniz, erkek çocukları sizin için ayırdı da, kendisi meleklerden kız
çocuklar mı edindi? Gerçekten siz, çok büyük bir söz söylüyorsunuz.
41. Biz,
onların akıllarını başlarına toplamaları için bu Kur'an'da ikaz ve ihtarları
türlü şekillerde tekrar ettik. Fakat bu, onlara, daha da kaçıp uzaklaşmaktan
başka bir şey sağlamıyor.
42. De ki:
"Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilâhlar da bulunsaydı, o
takdirde bu ilâhlar, Arş'ın sahibi olan Allah'a ulaşmak için çareler arayacaklardı.
43. Allah,
onların söyledikleri şeylerden münezzehtir; son derece yücedir ve uludur.
44. Yedi
gök, yer ve bunlarda bulunan herkes, O'nu teşbih eder. O'nu övgü ile teşbih
etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların teşbihini anlamazsınız. O,
halimdir, bağışlayıcıdır.
45. Biz,
Kur'an okuduğun zaman, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir örtü
çekeriz.
46. Ayrıca,
onu anlamamaları için kalblerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık
veririz. Sen, Kur'an'da Rabbinin birliğini yadettiğinde onlar, canları sıkılmış
bir vaziyette, gerisin geri dönüp giderler.
47. Biz,
onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında
fısıldaşırlarken de o zalimlerin, "Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına
uymuyorsunuz!" dediklerini çok iyi biliriz.
48. Baksana;
senin için ne türlü benzetmeler yaptılar! Bu yüzden öyle bir saptılar ki,
artık doğru yolu bulamayacaklardır.
Yüce Allah önceki
âyetlerde imanı ve iyi ameli, ebedî mutluluğu kazanmak için bir esas kıldı ve
ameli ile âhireti isteyen mü'minin durumunu açıkladı. Burada da erdemli
toplumun binasının temelleri olan emir ve nehiylerden bir gurubu anlattı. Daha
sonra da, bu Kur'an-j Kerim'i yalanlayan müşriklerin durumunu açıkladı. [40]
Üff sıkıntı ve darlık
ifade eden bir kelimedir. İbnu'l-A'rabî şöyle der: Üff, sıkıntı demektir. Bunun
aslı şudur: Toprak veya kül dökülüp de insan onu gidermek için üfiirdüğünde
meydana gelen sestir. Daha sonra Araplar kelimenin anlamını genişlettiler.
Nihayet hoşa gitmeyen her hususta söylenen bir kelime haline geldi.
Onları azarlama.
bağırmak ve kaba davranmak demektir.
Evvâbîn, çok tevbe
eden mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Dönmek mânâsına gelen kökündendır.
Mahsur, tasarruf ve
harcama yapamıyacak duruma gelen. Ferrâ şöyle der: Deve, yürüyemez hale
geldiğinde Araplar ona "mahsur" derler. Hayvanın kuvveti gidip de
yürüyemez duruma gelince, derler. Bütün malını harcayan kimsenin durumu,
bineğin yürüyemez hale gelmesinden dolayı yolculuk yapamayan kimsenin durumuna
benzetildi.[41]
İmlâk, fakirlik ve
yoksulluk demektir. Bir kimse fakirleştiğinde denilir.
Hıt1, kasten günah
işlemek demektir. Ezherî şöyle der: Bir kimse kasten günah işlediğinde denilir.
Muzârii mastarı gelir. Kasten yapmadığı zaman ise, denilir.[42]
Kıstas, ölçü demektir.
Adalet mânâsına gelen kökünden alınmıştır.
Ardına düşme. Bir
kimse birinin izini takip ettiğinde der. Bu kelime bundan alınmıştır. Aslı
iftira atmak ve batılla suçlamak demektir.
Merah, aşırı sevinç
manasınadır. Burada maksat, kibirlenmek ve gururlanmaktır.
Açıkladık.
Ekinne, bir şeyi örten
örtü mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Vakr, sağırlık ve
ağırlık demektir. [43]
23. Yüce
Allah, kendisinden başka bir ilâha ibadet etmemenizi emretti. Mücahid şöyle
der: Allah kendisine ibadet edilmesini ve kendisinin birlenmesini emretti
demektir. Ana babaya da iyi davranmayı emretti. Tefsirciler şöyle der: Yüce
Allah, ana-babanın evlat üzerindeki büyük haklarım açıklamak için, onlara
iyilik etmeyi, kendisine ibadetle beraber anlattı.
Çünkü ana ve baba, kişinin
varlığının ve hayatının görünen sebebidir. Ana-babanın çocuğa iyiliği son
derece fazla olduğu için, evladın da aynı şekilde onlara iyilik etmesi farz
oldu. Özellikle ana-babadan her ikisi veya biri ihtiyarladığında onlara iyi
davranmanı sana emrettik. Ana-baba ihtiyarlık anında zayıf oldukları ve iyiliğe
ve haklarının yerine getirilmesine daha çok muhtaç bulunduklarından dolayı,
Yüce Allah, ihtiyarlık halini özellikle zikretti, Senin korumanda ve
kefaletinde demektir. Ana-babaya "öf" kelimesi gibi, darlık gösteren
en ufak bir söz söyleme. Öf kelimesi ile de olsa, onlara kötü bir söz
işittirme. Onlardan hoşuna gitmeyen şeyler hususunda, kaba davranarak onları
azarlama. Onlara edeple vakarla ve saygıyla güzel, yumuşak ve iyi söz söyle. [44]
24. Onlara
karşı aşırı şefkat ve merhametinden dolayı alçak gönüllü davranmak ve boyun
eğmek suretiyle onlara tevazulu ve yumuşak muamele et. Onlara merhamet edilmesi
için dua et ve duanda şöyle de: Ey Rabbım! Küçüklüğümde annem ve babam beni
terbiye ederken nasıl bana iyilik ettilerse, sen de onlara geniş rahmetinle
merhamet et. [45]
25. Ey
insanlar! Rabbiniz, kalplerinizde bulunan ana-babaya iyilik veya onlara isyan
niyetinizi daha iyi bilir. Niyetiniz
isyan ve fesat değil de, iyilik ve salah olursa şüphesiz Yüce Allah
günahlarınızdan vazgeçer ve tevbe edenleri bağışlar. Bunlar, her hata ettikçe
Rablerine dönüp istiğfar edenlerdir. Râzî şöyle der: Bu âyetten maksat şudur:
Birinci âyet ana-babaya saygının farz olduğunu gösterip sonra da evlattan, ana-babaya
saygıyı ihlâl edecek şeyler zuhur edebileceğini ifade etti. Hal böyle olunca,
eğer bu hata isyan etmek maksadıyla değil de, insanlık tabiatı gereği meydana
gelirse bağışlanacak hatalar içersine girer[46] Anne ve babaya iyilik münâsebetiyle Yüce
Allah akrabaya, zayıflara ve yoksullara da iyiliği emreder. [47]
26. Sana
yakınlığı olan herkese, iyilik ve ihsandan hakkını ver. Muhtaç yoksula ve yolda
kalmış garibe de hakkını ver. Malını, Allah'a itaatin dışında harcama, yoksa malını
saçıp savurmuş olursun. Tebzîr, malı yersiz harcamak demektir. Mücahid şöyle
der: Eğer insan bütün malım hak yolda harcasa saçıp savuran olmaz. Ama haksız
yere bir ölçek harcasa onu saçıp savurmuş olur. Katade de şöyle der: Tebzîr;
malı, Allah'a isyan, haksızlık ve fesat çıkarma uğruna harcamaktır.[48]
27. âyet,
saçıp savurmayı yasaklamanın gerekçesini açıklar. Son derece kınama ve
ayıplama ifade eder. Yani saçıp savuranlar, fesat çıkarmada şeytanların
benzerleridirler. Çünkü onlar malı bâtıl, şer ve masiyet yoluna harcarlar. Dolayısıyla
onlar şeytanların benzerleridir. Şeytan, Allah'ın nimetlerini aşırı derecede
inkar edicidir. Nimetin hakkını vermez. Saçıp savuran kardeşleri de böyledir.
Onlar da nimetin hakkını ödemezler. Nimetin hakkı, saçıp savurmadan ve haddi
aşmadan onu itaat ve hak uğrunda harcamaktır. [49]
28.
Kendilerine verecek bir şey bulamadığında akrabalar, yoksullar ve yolculardan
yüz çevirirsen onlara tatlı söz söyle ve güzel vaatte bulun. [50]
29. Bu âyet,
cimrilik için bir misaldir. Yani harcamaması için eli tutulan ve boynuna
bağlanan kimse gibi, hiçkimseye bir şey vermeyen cimri olma. Bu da saçıp
savurmak için bir misaldir. Yani, elinde hiçbir şey kalmayacak şekilde aşırı
harcama yapma. Ayetten maksat şudur: Cimri de olma, müsrif de olma. Sonra, hem
insanlar ve hem de Allah tarafından kınanan ve bineği yürüyemediği için yoluna
devam edemeyen kimse gibi, geçim vasıtan olan maldan yoksun kalırsın. [51]
30. Şüphesiz
Rabbin, dilediğine bol rızık verir, dilediğinin rızkını da daraltır. Daraltan
da odur, genişleten de odur. O, yarattıklarında, hikmeti gereği dilediği
şekilde tasarruf sahibidir. Şüphesiz Allah, kulların faydalarına olan şeyleri
bilir. Rızıklardaki farklılık onun cimriliğinden değildir. Aksine, kulların
menfaatini gözetmesinden dolayıdır. Yüce Allah kulların bilmediği fakat
onların faydalarına olan şeyleri bilir. [52]
31. Fakirlik
korkusuyla, çocuklarınızı öldürmeye kalkışmayın. Onların rızıkları size değil,
bize aittir. Onların rızkını da, sizin rızkınızı da biz veririz. Onlardan
dolayı fakirlikten korkmayın. Onları öldürmek büyük bir günah ve korkunç bir
suçtur. Tefsirciler şöyle der: Câhiliyye halkı fakirlik korkusu veya
utançlarından kızları diri diri gömüyorlardı. Allah bunu onlara yasakladı ve
çocukların rızkını garanti etti. [53]
32. Zinaya
yaklaşmayın. Bu ifade, Zina etmeyin ifadesinden
daha beliğdir. Çünkü bu dokunma, öpme, bakma, göz işareti ve zinaya götüren
diğer hareketlerin yasaklandığını ifade eder. Yaklaşmayı yasaklamak, yapmayı
yasaklamaktan daha vurguludur. Zina, son derece çirkin bir fiildir. Cehenneme
götüren kötü bir yoldur. [54]
33. Dinden
dönenin, kasten adam öldürenin ve evli olduğu halde zina edenin öldürülmesi
gibi, adamı öldürmeyi gerektiren şer'î bir hak olmadan, Allah'ın öldürülmesini
haram kıldığı herhangi bir nefsi öldürmeyin. Kim, öldürülmesini gerektiren bir
hak olmaksızın haksız yere zulüm ile öldürülürse, onun varisi için, katile
kısas uygulama veya ondan diyet alma veya onu affetme yetkisi verdik. Veli,
katilden başkasını Öldürmek, veya azalarını keserek öldürmek veya Câhiliyye halkının
yaptığı gibi bir kişiye karşılık İki kişi öldürmek suretiyle meşru sınırı
aşmasın. Allah'ın, hasmına karşı ona yardım etmiş olması onun için yeter.
Öyleyse kısasında adil olsun. [55]
34. Yetimin
malında en güzel şekilde tasarrufta bulunun. Bu da onu korumak ve artırmaktır.
Yetim, rüşd çağına erinceye ve malında güzel tasarrufta bulununcaya kadar böyle
yapın. İster Allah ile, ister insanlarla olsun, yapmış olduğunuz ahitleri
yerine getirin. Çünkü kıyamet gününde onlardan sorumlu olacaksınız. [56]
35. Başkaları
için ölçtüğünüz zaman eksik ve noksan olmadan, Ölçüyü tam yapın. Hile ve aldatma yapmadan düzgün ve doğru bir
terazi ile tartın. Ölçüyü tam, tartıyı doğru yapmak dünyada daha iyi, sonuç
bakımından âhirette daha güzeldir. [57]
36. Bilmediğin
ve seni ilgilendirmeyen şeyin ardına düşme. Bilakis her haberi iyice araştır.
Katâde şöyle der: Görmediğin halde gördüm; işitmediğin halde
"işittim" bilmediğin halde "bildim" deme. Çünkü Allah
bunların hepsini soracaktır.[58] Şüphesiz insan kıyamet gününde duyu organlarından
yani kulağından, gözünden, kalbinden ve azalarının yaptıklarından sorumlu olacaktır. [59]
37. Yeryüzünde,
gururlu ve kibirli kimselerin yürüyüşü gibi yürüme. Burası, kibirlenmeyi
yasaklamanın gerekçesini gösterir. Yani, ey insan! Şüphesiz sen zayıf ve güçsüz
bir varlıksın. Kibirlenmek sana yakışmaz. Sen, yer yüzünde nasıl kibirlenirsin.
Halbuki sen orada ne bir yarık açabalir, ne de bir çatlak meydana
getirebilirsin. Dağların boyuna ulaşamadığın halde, onların üzerinde nasıl
kendini büyük görüyor ve böbürleniyorsun? Sen, bu iki cansız varlığın
herbirinden daha hakir ve daha zayıfsın. Öyleyse nasıl kibirleniyor, ululuk
taslıyor ve böbürleniyorsun. Halbuki sen onlardan daha zayıfsın. Burada, kibirlenenler
için bir azarlama ve alay vardır. [60]
38. Allah'ın
yasaklamış olduğunu, anlatılan bu şeyleri yapmak onun katında çirkin ve
haramdır. [61]
39. Ey
Muhammedi İşte yukarda anlatılan ahlâk kuralları, kıssalar ve hükümler, Rabbının
sana vahyettiğİ etkin nasihatlar ve eşsiz hikmetlerden bazılarıdır. Allah'a,
put olsun, insan olsun, başkalarını ortak koşma. Sonra bütün hayırlardan mahrum
ve kınanmış olarak cehenneme atılırsın. Sen kendini kınarsın, Allah ve mahlukat
da seni kınar. Sâvî şöyle der: Yüce Allah,
kendini birlemenin, işlerin başı ve sonu olduğuna ve herşeyin aslı ve
esası olduğuna işaret etmek için, hükümlere kendini birleme
emriyle başladığı gibi, yine onunla sona erdirdi. Allah'ı birlemeden
yapılan ameller boştur, hiçbir şey ifade etmez.[62]
40. Bu âyet,
"Melekler, Allah'ın kızlarıdır" diyen Arapları kınayarak yapılmış bir
hitaptır. Yani, Rabbiniz erkekleri size tahsis etti de, iddianıza göre
kendisine kızları mı tercih etti? İddianıza göre, nasıl neslin üstününü size
verir de, kötüsünü kendisine ayırır!!... Doğrusu siz, son derece adi ve çirkin
bir söz söylüyorsunuz. Çünkü Allah'ın kızları olduğunu söylüyor ve hoşunuza gitmeyen
şeyleri ona veriyorsunuz. [63]
41. Bu
Kur'an-ı Kerim'de insanlara misalleri, öğütleri, vaadi ve tehdidi açıkladık
ki, onda olan parlak ve açık delilleri hatırlasınlar da, yapmakta oldukları
şirk ve sapıklıktan sakınsınlar. Ancak bu açıklama ve hatırlatma, sadece
onların haktan uzaklaşmalarını ve düşünüp ibret alma yerine gafletlerini
artırır. [64]
42. O
müşriklerin iddia ettiği gibi, Allah'la birlikte başka ilâhlar olduğunu
farzetsek, o takdirde, o ilâhlar mülkünü elinden almak için izzet ve celal
sahibi Allah'a galip gelmeye yol ararlar. Nitekim dünya kralları birbirlerine
böyle yaparlar.[65]
43. Yüce
Allah, o zâlimlerin söylediklerinden uzaktır. Rabbimiz, onların yakıştırdıkları
yalan ve iftiradan çok yücedir. Bu tür iftiralar, Allah'ın yüce makamının uzak
olduğu şeylerdendir. Şihâb şöyle der: Arş'ın sahibi" unvanından sonra,
yüceliği zikretmek belagatın en yüksek mertebelerindendir. Çünkü o azamet ve
celâla münâsip olan odur. [66]
44. Kâinat
onu teşbih eder. Yer, gök ve bunlarda bulunan mahluklar onu teşbih, takdis ve
tenzih eder. Bu varlık aleminde ne varsa, hepsi Allah'ın büyüklüğünü söyler
onun birliğine şahitlik eder.[67] Maviliği ile gökler, yeşilliği ile tarlalar,
göz alıcı ile bağlar, hışırtıları ile ağaçlar, şırıltıları ile sular,
nağmeleriyle kuşlar, doğması ve batması ile güneş, yağmur yağdırmasıyla
bulutlar, evet bütün bunlar, Allah'ı teşbih eder ve onun birliğine şahitlik
eder:
Her şeyde onun
birliğini gösteren bir delil vardır.
Fakat siz bunların
teşbihini anlayamazsınız. Çünkü onlar sizin dilinizle teşbih etmezler. Şüphesiz
Yüce Allah kullarına karşı halimdir. Yani kendisine isyan edenleri
cezalandırmakta acele etmez. Tevbe edip kendisine dönenleri de bağışlayıcıdır.
Allah'ın hilmi ve bağışlaması olmasaydı, insanı tutup güçlü kuvvetli bir
kimsenin cezalandırması gibi cezalandırırdı. [68]
45. Ey Muhammed!
Âhirete inanmayan o müşriklere Kur'an okuduğunda seninle onların arasına gizli
bir perde çekeriz. Bu perde onların Kur'an'ı anlamalarını ve onun sır ve
hikmetlerini kavramalarını engeller. [69]
46. Kur'an'ı
anlamamaları için o kafirlerin kalplerine perde çekeriz. Kulaklarına da
Kur'an'ı işitmelerini engelleyecek sağırlık veririz. Sen Kur'an'ı okurken
Allah'ı birlediğin zaman o müşrikler Allah'ı birlediğini işitmemek için kaçıp
giderler. [70]
47. Onların
Kur'an'ı ne maksatla dinlediklerim biz çok iyi biliriz. Maksatları alay etmek ve
eğlenceye almaktır. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler, gerçekte alay etmek
istedikleri halde, dinliyormuş görünerek Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında otururlardı.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli ve müşrikleri tehdit etmek için bu
âyet indi.
Ey Muhammed! Senin
okumanı dinlediklerinde ve kendi aralarında gizli gizli konuştuklarında maksatlarının
ne olduğunu biliriz. O kafirlerden, "Siz büyülenmiş, delirmiş ve
saçmalayan bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini de çok iyi
biliriz. [71]
48. Ey
Muhammed! Bak da hayret et. Bazan sana nasıl "sen bir sihirbazsın"
bazan "bir şâirsin" bazan da "sen bir delisin" diyorlar.
Bu yalan ve iftira yüzünden sapmışlardır. Hidâyete ve apaçık gerçeğe herhangi
bir yol bulamazlar. [72]
Bu mübarek âyetler,
aşağıdaki edebî sanatları kapsar:
1. Onlar
için zillet kanadını alçalt ifadesinde istiâre-i mekniyye vardır. Zillet,
kanatlı kuşa benzetilmiş, kuş hazfedilmiş ve istiâre-i mekniyye yoluyla, kuşa,
levazımından biri olan "kanat"la işaret edilmiştir.
2. Elini,
boynuna bağlı kılma; onu büsbütün de açma" cümlesinde istiâre-i temsiliyye
vardır. Cimri kimse, temsilî olarak eli vermekten men olunmuş ve uzatamayacak
şekilde boynuna bağlanmış bir kimseye benzetildi. İsraf da, hiçbir şey tutamıyacak
şekilde eli açmaya benzetildi.
3. Kınanmış
olur ve mahrum kalırsın" ifadesinde leff-u neşr-i müretteb sanatı vardır.
Lafzı cimriliğe, lafzı ise israfa aittir. Yani cimrilik edersen insanlar seni
kınar, israf edersen malsız kalırsın.
4. bol
verir" ile daraltır" lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.
5. Kur'an
okudun" cümlesinde iştikak cinası vardır.
6. Rabbiniz,
sizin için erkek çocukları mı ayırdı?" cümlesi kınama ifade eder.
7. Onların
dediği gibi, Allah ile birlikte ilâhlar olsaydı" cümlesi, farzetme ve
varsayım ifade eder. [73]
Burada, harikulade
Kur'anî ifadenin inceliklerini gösteren bir meselin önünde duralım. Bu sûrede
Yüce Allah, çocuklara rızık vermeyi, babalara rızık vermeden önce zikrederek
Onların rızkını da, sizinkini de biz veririz" buyurdu. En'âm sûresinde
ise babaların rızkını önce zikrederek. Sizin rızkınızı da, onlarınkini de biz
veririz" buyurdu. Bundaki sır şudur: Burada, çocukların öldürülmesi,
onların yüzünden fakirliğe düşme
korkusundandır. Dolayısıyla Yüce
Allah, onların rızkını vereceğini önce
zikretti. En'âm sûresinde ise, onların öldürülmeleri, babaların fiilen fakirliği
yüzündendir. Dolayısıyla Yüce Allah orada, babalarının rızkını vereceğini önce
zikretti. Allahım! Bu Kur'an ne üstün belagata, ne yüce sırlara sahip! [74]
49. Bir de
onlar dediler ki: "Sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olmuş
iken yepyeni bir hilkatte diriltileceğiz, öyle mi?"
50. De ki:
"İster taş olun, ister demir,
51. İsterse
aklınızca (yeniden dirilmesi) imkansız gibi
görünen herhangi bir yaratık!" Diyecekler
ki: "Bizi tekrar hayata kim döndürecek?" De ki: "Sizi ilk
defa yaratan." Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını
sallayacak ve "Ne zamanmış o?" diyecekler. De ki: "Yakın olması
gerek!"
52. Allah
sizi çağıracağı gün, kendisine hamdederek çağrısına uyarsınız ve dünyada çok az
kaldığınızı sanırsınız.
53. Kullarıma
söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü
şeytan, insanın apaçık düşmadır.
54.
Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi
cezalandırır. Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.
55. Rabbin,
göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz, peygamberlerin
kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik.
56. De ki:
"Allah'ı bırakıp da ilâh olduğunu ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki
onlar, si/in sıkıntınızı ne giderebilir, ne de değiştirebilirler."
57. Onların
yalvardıkları bu varlıkların Rableri-ne en yakın olanı O'na vesile arar, O'nun
rahmetini u-mar, ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabından sakınılması
gerekir.
58. Ne kadar
ülke varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edecek veya en çetin bir
şekilde azap-landıracağız. Bu, Kitap'ta yazılıdır.
59.
Bizi, mucizeler göndermekten
alıkoyan tek şey, öncekilerin bu
âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semud kavmine açık bir mucize olmak
üzere bir dişi deve vermiştik de
bu yüzden zalim
olmuşlardı. Oysa biz âyetleri anacak korkutmak için göndeririz.
60. Hani
sana "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana
gönderdiğimiz o manzarayı ve Kur'an'da lanetlenen ağacı, ancak insanları
sınamak için meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir
azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.
61. Hatırla
ki, meleklere, "Âdem'e secde edin!" demiştik. İblis'in
dışında hepsi secde
ettiler. İblis, "Ben,
çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ede-rim?Mdedi.
62. Dedi ki:
"Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete
kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini saptıracağım."
63. Allah
buyurdu: "Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası
cehennemdir. Eksiksiz ve tam bir ceza!
64.
Onlardan, gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; atlıların ve yayalarınla
onları kendine çekmeğe çalış; mallarına, evlatlarına ortak ol; kendilerine
vaad-lerde bulun." Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey va'detmez.
65.
"Şurası muhakkak ki, benim ihlaslı kullarım üzerinde senin hiçbir
ağırlığın olmayacaktır. Koruyucu olarak Rabbin yeter."
66.
Rabbiniz, lütfuna nail olmanız için denizde gemileri sizin için yüzdürendir.
Doğrusu O, sizin için çok merhametlidir.
67. Denizde
başınıza bir musibet geldiğinde, O'ndan başka bütün yalvardıklarmız kaybolup
gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, ondan yüzçevirirsi-niz. Zaten
insanoğlu nankördür.
68. O'nun,
sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut başınıza taş
yağdırmayacağından emin misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.
69. Yahut
O'nun, sizi bir kere daha gönderip bir kasırga yollayarak, inkâr etmiş olmanız
sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? Sonra, bundan dolayı bizi takip
edip intikam alacak birini de bulamazsınız.
Yüce Allah Önceki
âyetlerde müşriklerin Kur'an-ı Kerim karşısındaki tutumlarını ve onun açık
âyetlerini anlamazlıktan geldiklerini anlattıktan sonra, ardından onların
öldükten sonra dirilmeyi ve haşir-neşiri inkâr ederek şüpheye düşmelerini
anlattı ve yaptıkları işin batıl olduğunu tekrar tekrar belirtti ve onları
kınadı. Sonra ibret ve öğüt alınması için Âdem (a.s) ile İblis'in kıssasını
anlattı. Bunun ardından da kullarına verdiği büyük nimetlerinden bahsetti.
Daha sonra, inkârda ısrar ettikleri takdirde azaba uğrayacaklarım bildirerek
onları tehdit etti. [75]
Rufât, parçalanan ve
çürüyen her şeydir. Parçalanmış şeyler, çörçöp ve ufak taş kırıntıları gibi
şeylerdir.
Başlarını sallarlar.
Ferrâ şöyle der: Bir kimse bir şeye hayret etmiş kimse gibi, başım aşağı-yukarı
hareket ettirdiğinde denir.[76] Recez bahrinden şiir okuyan birisi şöyle der:
"Başını bana doğru eğdi ve kaldırdı."
Fesat çıkarır ve
kötülüğünü artırır, fesat çıkarmak ve aldatmak demektir.
Yakalayıp mutlaka
kökünü keseceğim, tamamen ele geçirmek ve kökünü kesmek. Çekirge, bütün ekini
yok ettiğinde denilir.
Aldat, alay et. Bir
kimseyi korku ve rahatsız ettiğinde ve onu küçük duruma düşürdüğünde veya
denilir.
Bağır aslı, sürücünün
bağırarak sevketmesidir. "sesler" mânâsına gelir.
Recil, yaya mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur. Sevkeder.
Hâsıb ve hasbâ, küçük
taşlar demektir.
Kâsıf, bir şeyi kıran
manasınadır. Bir şeyi şiddetle devirip kıran kuvvetli rüzgar da kaşiftir. Bir
şey başka bir şeyi şiddetle kırdığında denilir. Muzârii gelir. İşte bu kelime,
bundan alınmıştır. Sesi şiddetli olan gök gürültüsüne denir.
Tebi; yardımcı,
destekçi demektir. Buna denildiği gibi de denilir. [77]
a. İbn
Abbas'tan rivayet edildiğine göre Mekkeliler, Rasulullah (s.a.v.)'tan Safâ'yı
altın haline getirmesini ve ziraat yapmaları için dağları bir tarafa atmasını
istediler. Rasulullah (s.a.v.)'a denildi ki: İstersen onlar hakkında acele
etme. Belki aralarında bazılarını ayırırız. İstersen, istediklerini onlara
veririz. Ama inkâr ederlerse yok edilirler. Rasulullah (s.a.v.): Hayır, ben
onlar hakkında acele etmem" dedi. Bunun üzerine şu âyet indi:
Bizi âyetler
göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır.[78]
b. Yüce
Allah Kur'an-ı Kerim'de Zakkum ağacını anlatınca Ebu Cehil şöyle dedi: Ey
Kureyş topluluğu! Muhammed sizi zakkum ağacıyla korkutuyor. Siz bilmiyor
musunuz ki, ateş ağacı yakar. Halbuki Muhammed ateşin ağaç bitirdiğini iddia
ediyor. Siz zakkum'un ne olduğunu biliyor musunuz? O hurma ve kaymak. Ey
Cariye bize hurma ve kaymak getir." Cariye onları getirdi. Ebu Cehil:
"Muhammed'in sizi korkuttuğu bu zakkumu yeyin" dedi. Bunun üzerine
Yüce Allah şu âyeti indirdi. Kur'an'da lanetlenen ağacı, insanları sınamak için
meydana getirdik. Biz onları korkuturuz da, bu onların azgınlığını artırmaktan
başka bir şey yapmaz.[79]
49. Bu,
hayret ve inkâr ifade eden bir sorudur. Yani, öldükten sonra dirilmeyi
yalanlayan müşrikler dediler ki: Biz çürü-müş kemikler, toprak gibi dağılmış
zerreler olduktan sonra mı? Çürüyüp yok olduktan sonra mı, yeniden diriltilip
yaratılacağız. [80]
50. Ey
Muhammed! Onlara de ki: Taş da olsanız, demir de olsanız, Allah mutlaka sizi
yeniden diriltmeye ve size can vermeye kadirdir. Nerde kaldı ki, kemik ve ufalanmış çörçöp olduğunuz da
diriltemesin. Şüphesiz hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. Taş ve demir hayata
daha uzaktır. Onlar en sert şeylerdir. Eğer sizin bedenleriniz onlardan
olsaydı, Alfan mutlaka onu tekrar diriltirdi. Öyleyse, siz kemik ve çürümüş
çörçöp olduğunuz da, sizi yeniden diriltebilir. [81]
51. islimi
Veya başka bir yaratık olun. Öyle bir yaratık ki, hayata taşlardan ve
demirlerden daha uzak olsun. Akıllarınız, onda hayat olduğunu tasavvur
edemesin. İşte öyle bir yaratık da olsanız Allah sizi diriltecektir. Mücâhid
şöyle der: İstediğinizi olun, yeniden diriltileceksiniz, Yok olduktan sonra
bizi tekrar hayata kim çevirir? diyecekler. Onlara de ki: Sizi ilk defa yoktan
yaratıp geliştiren Yüce Allah tekrar diriltecek, Onlar hayretle ve alay ederek
başlarını sallar ve o günü inkâr ederek ve uzak görerek; "Öldükten sonra
dirilme ne zaman olacak?" derler. De ki, her halde yakında olacak. Zira
her gelecek olan yakındır. [82]
52. Sizin
diriltmeniz büyük haşir gününde olacak. O gün Allah, sizi mahşer yerine
toplanmanız için çağıracak, siz de onun emrine icabet edeceksiniz. Gördüğünüz
şeyin şiddetinden dolayı, dünyada az bir zaman kaldığınızı zannedeceksiniz. [83]
53. Mü'min
kullanma de: Birbirlerine hitap ederlerken ve konuşurlarken güzel söz
söylesinler, sözün en tatlısını tercih etsinler ve daima güzel konuşsunlar. Şüphesiz
şeytan insanlar arasında fesat çıkarır, aralarında kötülüğü artırır ve dilin
söyleyebileceği sert kelimelerle fitne ateşini alevlendirir. Şüphesiz şeytan,
öteden beri insanın açık düşmanıdır. Dil hatalarını araştırır ki, onunla, kişi
ve kardeşi arasında düşmanlık ve kin meydana getirsin. [84]
54. Ey
İnsanlar! Kalplerinizin içini en iyi bilen Rabbinizdir. Dilerse, iman nasip
ederek size acır; dilerse, inkâr ve isyan üzere Öldürerek size azap eder. Ey
Muhammedi Seni, kâfirlerin amellerini koruyucu ve onları imâna zorlayıcı bir
kefil kılmadık. Biz seni sadece bir uyarıcı olarak gönderdik. Sana itaat eden
cennete, isyan eden de cehenneme girer. [85]
55. Bu, özelden
genele bir geçiştir. Yani, senin Rabbin kullarını bütün halleriyle ve
miktarlarıyla bilir. Yarattıklarından dilediğine peygamberlik tahsis eder.
Bahtiyarları da bedbahtları da en iyi bilen O'dur. Bu âyet, Rasulullah
(s.a.v.)'ın peygamberliğini uzak gören müşriklere cevaptır. Onlar şöyle
demişlerdi: Ebu Talib'in yetimi nasıl peygamber olur? Nasıl olur da ileri
gelen büyükler ve liderler değil de, fakirler ve zayıflar onun arkadaşı olur?
İlmimiz ve hikmetimiz gereği, peygamberlerin bir kısmım diğer bir kısmına
üstün kıldık ve onlara bazı özel meziyetler tahsis ettik. Dostluğu İbrahim'e
kendisiyle konuşmayı Musa'ya, büyük hükümdarlığı Süleyman'a, İsra ve Miracı da
Mu-hammed (s.a.v.)'e tahsis ettik ve onu öncekilerin ve sonrakilerin efendisi
kıldık. Bunların hepsi, her şey hikmeti gereği meydana gelen bilgili ve hikmet
sahibi zatın işidir. Davud'a da hikmeti ve hak ile batılı ayırt eden bir hitap
özelliğini kapsayan Zebur'u indirdik. [86]
56. Ey
Muhammedi O müşriklere de ki: Yüce Allah'ı bırakıp da ilah olduğunuz şeylere
dua edin. Hasan-ı Basri şöyle der: Yani meleklere, Hz.İsa'ya, Hz.Üzeyr'e
yalvarırı, dua edin demektir. Müşrikler: "Onlar, Allah katında bizim için
şefaatçi olacak diyorlardı."O ilahlar, ne sizden belayı kaldırabilirler ne
de onu başkasına çevirebilirler.[87]
57. Allah'ı
bırakıp da yalvardıkları o ilahların kendileri Allah'a yaklaşmak isterler.
İtaat ve ibadet etmek suretiyle ona yol ararlar. Durum böyleyken, siz Allah'la
beraber onlara nasıl ibadet edersiniz?!
İbadetleriyle Yüce Allah'ın rahmetini umarlar, azabından korkarlar,
rızasını kazanmak için yarışırlar. Şüphesiz Yüce Allah'ın azabı şiddetlidir.
Ondan sakınılması ve meydana gelmesinden korkulması gerekir. [88]
58. Allah'ın
emrine isyan eden ve peygamberleri yalanlayan kafir şehirlerden hiçbir şehir
yoktur ki, kıyamet günü gelmeden Allah onları helak etmiş olmasın. Bu helak
etme, ya tamamen yok etmek veya halkına şiddetli azap etmek suretiyle olur. Bu,
Levh-i Mahfuz'da yazılı bir hükümdür, değişmez. [89]
59. Tefsirciler
şöyle der: Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'a büyük mucizeler getirmesini teklif
ettiler. Bunlar, Safa tepesini kendileri
için altına çevirmesi ve dağlan oradan uzaklaştırması gibi şeylerdi. Yüce Allah
peygamberine bildirdi ki, Allah onların istediklerini verir de sonra da iman
etmezlerse, köklerinin kesileceği bir azaba müstehak olacaklardır. Yüce
Allah'ın hikmeti, onlara mühlet vermeyi gerektirmiştir. Çünkü o, içlerinden
bazılarının iman edeceğini ve nesillerinden iman edeceklerin bulunduğunu
biliyordu. Bundan dolayı, isteklerini yerine getirmedi.[90] Veya mânâ şöyledir: Kavminin teklif ettiği harikulade
şeyleri ve mucizeleri göndermekten bizleri alıkoyan, sadece, onlardan önceki
ümmetlerin yalanlamasıdır. Çünkü onlar, mucize istediler, sonra da
yalanladılar. Dolayısıyla Allah onları helak etti. Salih'in kavmine de apaçık
bir âyet ve mucize olarak deveyi verdik. Onlar, daha önce mucize istedikleri
halde onu inkâr ettiler ve kafir oldular. Neticede de Allah onları helak etti.
Biz deprem, gök gürültüsü, ayın ve güneşin tutulması gibi kevnî âyetleri,
sadece kulları masiyetlerden korkutmak için göndeririz. Katâde şöyle der: Yüce
Allah ibret alsınlar da hakka dönsünler diye insanları dilediği âyetlerle korkutur.[91]
60. Ey
Muhammedi Allah'ın insanları geçmişte, şimdi ve gelecekte ilmiyle kuşatmış
olduğunu sana haber verdiğimiz zamanı hatırla. Onların hallerinden hiç bir şey
Yüce Allah'a gizli kalmaz. O, onlara istedikleri âyet ve mucizeleri getirsen de
iman etmeyeceklerini bilir. Göğün ve yerin harikulade şeylerinden sana Miraç
gecesi açıkça gösterdiğimiz şeyleri Mekkeliler için bir imtihan ve deneme
kıldık. Rasulullah (s.a.v.) bu olayı haber verdiğinde onlar bunu yalanlamış,
inkâr etmişler ve bazı kimseler de dinlerinden dönmüşlerdi. Buhârî, İbn
Abbas'tan şöyle rivayet eder: O, İsrâ gecesinde Rasulullah (s.a.v.)'a
gösterilen gözle görmedir.[92] Uykuda görülen rüya değildir.[93]
Kur'an'da lanetlenmiş
olan Zakkum ağacını da, insanlar için bir imtihandan başka bir şey kılmadık.
İbn Kesir şöyle der: Rasulul-lah (s.a.v.) müşriklere, cenneti, cehennemi ve
zakkum ağacını gördüğünü haber verince bunu yalanladılar. Hattâ Ebu Cehil alay
ederek, "Bana hurma ve kaymak getirin" dedi ve hurma ile kaymaktan
yemeye başladı. Şöyle diyordu: Biz, bundan başka zakkum bilmiyoruz. Bundan
yiyin.[94] O müşrikleri, çeşitli azaplar ve yasaklayıcı
âyetlerle korkuturuz. Ancak bizim korkutmamız, onların inkâr ve sapıklıkta
devam etmelerinden ve azgınlıklarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı. Şu
halde, harikulade şeylerin onlara ne faydası olacak? İsrâ ve Mirâc mu'cizesi de
zakkum ağacı iie korkutma harikası onların alay etmelerini ve sapıklığa iyice
dalmalarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Bundan sonra yüce
Allah, bu taşkınlığın sebebinin; şeytanın aldatması olduğuna İşaret etti,
dolayısıyla onun ardından şeytan kıssasını anlattı ve şöyle dedi: [95]
61. Ey
Muhammedi Hatırla o zamanı ki, biz meleklere, Adem'e saygı ve hürmet secdesi
yapın demiştik. Hepsi secde etti, ancak İblis gururlandı, Adem'e karşı övünerek
ve onu küçük görerek secde etmekten çekindi. Bu, inkâr ifade eden bir sorudur.
Yani, büyük ve yüce olan ben, şu topraktan yarattığın hakir ve zayıf kimseye mi
secde edeceğim? Üstün olanın, aşağı olana secde etmesi nasıl doğru olur? [96]
62. Mel'un
İblis Rabbine karşı cü'ret göstermek ve onu inkâr etmek için şöyle dedi: Bana tercih ettiğin ve katında benden üstün
tuttuğun mahluk bu mu?!! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar sağ bırakır
ve bana mühlet verirsen, aldatmak ve sapıklığa düşürmek suretiyle onun neslinin
kökünü keseceğim. Taberî şöyle der: Allah düşmanı, yeminle Rabbine şöyle dedi:
Andolsun, eğer benim öldürülmemi kıyamete kadar ertelersen, mutlaka onların kökünü
keser, bâtıla meylettirir ve azı hariç onları saptınnm.[97]
63. Yüce
Allah buyurdu ki: Git, sana mühlet verdim. Onlar hakkında elinden geleni yap.
Adem'in soyundan kim sana itaat ederse, senin de onların da cezası tam bir
şekilde cehennem ateşidir. O cezadan size hiçbir şey eksiltemez. Kurtubî şöyle
der: emri, hor düşürücü bir emirdir. Yani, elinden geleni yap, sana mühlet
verdik.[98]
64. Küçümseyip
de, fesada çağırmak suretiyle aldatmak istediğini küçümse ve oynai. İbn Abbas
şöyle der: Allah'a masiyete çağıran her davetçi "onun sesi" dir.
Mücâhid şöyle der: Onun sesi şarkı, çalgı aletleri ve oyunlardır.[99] binekli ve yaya orduların ve yardımcılarınla
onlara bağır. Taberî şöyle der: Yani ordunun, siivârî ve yayalarını onlara
karşı topla. Sana itaata çağırmak ve bana itaatten vazgeçirmek üzere onlara
seslenecek adamlarını topla. İbn Abbas şöyle der: Onun atlıları ve yayalarından
maksat, Allah'a isyan huşusunda çalışan her türlü atlı ve yaya demektir.[100] Zemahşerî söyle der: Söz, temsil yerinde
gelmiştir. Aldatacağı kimseye musallat olması hususunda şeytanın hali, bir
kavme saldıran yağmacı bir atlıya benzetilmiştir ki, bu atlı, onları
yerlerinden oynatacak ve merkezlerinden sarsacak bir şekilde nâra atar, atlı ve
yaya ordusunu onların başına toplar da köklerini keser.[101] Mallarında
ve çocuklarında onlara ortak ol." Mallarında ortak olması, onların
haramdan kazanılması ve günahlarda harcanmasıyla olur. Çocuklara ortak
olmasına gelince, erkeklerin kadınlara karışmasını güzel göstermesiyle olur.
Nihayet kötülükler ve veled-i zinalar çoğalır. Putların şefaat edeceği, haram
malla zengin olacakları, af, mağfiret ve Allah'ın rahmetinin genişliği, haram
olan şeyleri yapmanın zevkli ve neşeli olacağı gibi, aldatıcı vaadleri ve
yalancı kuruntuları onlara va'det. Nitekim şâir şöyle der:
Neşeden ve lezzetten
nasibinizi alın. Bunlann her biri, süresi uzasa da, sona erecektir. [102]
65. Samimi
kullarım üzerinde, senin aldatacak şekilde hakimiyetin yoktur. Çünkü onlar benim
korumam ve emniyetimdedir. Senin tuzağından ve şerrinden onları koruyucu olarak
Allah yeter. Bundan sonra Yüce Allah kullarına verdiği nimetleri ve
lütuflarını, kudretinin ve birliğinin alâmetlerini hatırlatarak şöyle buyurdu: [103]
66. Ey
insanlar! Yolculuklarınızda ve ticaretinizde onun vereceği rızkı arayasınız
diye, denizde sizin için gemiler yürüten Rabbiniz'dir. Yüce Allah, kullarına
karşı çok merhametlidir, Dolayısıyla onlar için rızık yollarını kolaylaştırmıştır. [104]
67. Denizde,
başınıza üzüntü ve sıkıntı geldiğinde ve boğulmaktan korktuğunuzda kendilerine
taptığınız ilâhlar hatırınızdan çıkıp gider. Allah'tan başka size yardım edecek
birini bulamazsınız. İnsan bu durumda ne puta, ne meleğe, ne de feleğe
yalvarır. Sadece Allah'a yalvarır. Sizi boğulmaktan kurtarıp karaya çıkarınca
İman ve ihlâstan yüzçevirdiniz. Allah'ın nimetlerini inkâr etmek insanın
huyudur. Bundan sonra Yüce Allah büyük kudretiyle onları korkutarak şöyle
buyurdu: [105]
68. Ey
insanlar! Denizde boğulmaktan kurtulduğunuzda Allah'ın sizi yere batırmayacağından
ve yerin derinliklerine gömmeyeceğinden emin mi oldunuz? Şüphesiz siz her an
Allah'ın dindesiniz. Öyleyse Allah'ın sizi yakalamasından, sarsıntı, deprem
veya yanardağdan lavlar püskürtmekle intikam almasından nasıl emin oluyorsunuz?! Veya gökten
üzerinize taş yağdırıp Lût kavmine yaptığı gibi sizi de öldürmesinden emin mi
oldunuz?! Sonra işinizi halledecek ve sizi Yüce Allah'ın azabından koruyacak
birini bulamazsınız. [106]
69. Yoksa
sizi tekrar denize gönderip de siz denizde iken, helak edici, rastladığı her
şeyi kırıp yok eden şiddetli bir rüzgârı üzerinize göndermeyeceğinden ve
inkârınız sebebiyle bizi boğmayacağından emin mi oldunuz? Sonra bizden, sizin
intikamınızı alacak veya sizi boğmamız sebebiyle, kötülük yapmak üzere peşimize
düşecek birini bulamazsınız. [107]
Bu mübarek âyetler,
aşağıdaki edebi sanatları kapsamaktadır:
1. Kemikler
olduğumuz zaman mı?" soru cümlesi inkâr ifade eder. Biz gerçekten
diriltilecek miyiz?" cümlesinde soru edatı olan hemzenin tekrarı inkârı
pekiştirmek içindir. Aynı şekilde ve lâm edatlarıyla pekiştirilmesi de, olayın
şiddetle inkâr edildiğine işarettir.
2. De ki,
"ister taş olun, ister demir olun". Burada "olun" emri,
aciz bırakma ve horlama ifade eder.
3. Size
merhamet eder ile size azap eder" ve kara" ile deniz" kelimeleri arasında
tıbak sanatı vardır.
4. Ne de
değiştirmeye. Burada hazif yoluyla îcâz vardır. "Ne de sizden zararı
değiştirmeye güçleri yeter" demektir. Önceki kısmın delaletiyle, buradan
bu ilaveler kaldırılmıştır.
5. rahmetini
umarlar ile azabından korkarlar" cümlesi arasında güzel mukabele sanatı
vardır.
6. Bizi
mucizeler göndermekten alıkoyan sadece... Burada mecazî isnad vardır. Yüce
Allah'ı bir şeyden alıkoymak imkansızdır. Çünkü hiçbir şey Allah'ı, istediği
şeyi yapmaktan alıkoyamaz. Burada "alıkoymak", bırakmak mânâsına
mecazdır. Yani Allah'ın mu'ci-zeler göndermemesinin sebebi, öncekilerin
yalanlamalarıdır.
7. Deveyi
açık bir mucize olarak verdik." cümlesinde aklî mecaz vardır. Deve hakkı
ve doğru yolu görmeye sebeb olduğu için, görmek mânâsına gelen ona nisbet
olundu. Burada, alâkası sebebiyet olan mecâz-ı aklî vardır.
8. Onlara
süvarilerin ve yayalarınla nara atarak saldır." âyetinde temsîli istiare
vardır. Şeytanın, aldatacağı kimselere tasallut ederken ki durumu, kökünü
kesmek için düşmana saldırmak üzere askerlerine komut veren komutuna
benzetildi.
9. Şüphesiz
o, sizin için çok merhametlidir" cümlesi, önceki kısmın tamamlayıcısıdır.
Çünkü gemileri denizde yürütmek ve onları insanların emrine vermek fiillerinin
sebebi mahiyetindedir. [108]
Rüya kelimesi genelde,
uykuda görülen düş için kullanılır. Gözle görmek mânâsında, sonu ta'lı olan,
rü'yet" kelimesi kullanılır. Fakat, Sana gösterdiğimiz o temaşayı, sadece
insanları sınamak için yaptık âyetinde rüya kelimesi, bu genel kullanılışın
dışında gelmiştir. Çünkü burada görmekten maksat, gözle görmektir. Rasulullah
(s.a.v.)'ı İsrâ ve Mi'râcta böyle görmüştür. Bu hususta, îbn Abbas'ın söylediği
şu söz daha önce geçti: "O, gözle görmedir. Onlar, İsra gecesi Rasulullah
(s.a.v.)'a gösterilmiştir" Eğer uykuda görülen rüya olsaydı, insanlar
için elbette bir fitne olmaz ve bazı kimseler İslamdan dönmezlerdi. [109]
70. Biz,
hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, karada ve denizde
taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar
verdik; yine onları,
yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.
71. Her insan
topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağı/.
O gün kimlere amel defterleri sağından verilirse, onlar
kitaplarını okuyacaklar, en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklar.
72. Bu
dünyada kör olan kimse ise âhirette de kördür; ve yolu daha sapıktır.
73.
Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen
için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde
seni candan dost kabul edeceklerdi.
74. Eğer
seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.
75. O zaman,
hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat taddırırdık; sonra
bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.
76. Yine
onlar seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O
takdirde senin ardından kendileri de fazla kalamazlar.
77. Senden
önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun da budur. Bizim kanunumuzda
hiçbir değişiklik bulamazsın.
78.
Gündüzün güneş dönüp
gecenin karanlığı bastırıncaya
kadar namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.
79. Gecenin
bir kısmında uyanarak, sana muhsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Rabbinin,
seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur.
80. Ve şöyle
niyaz et: "Rabbim! Gireceğim yere güzelce girmemi sağla; çıkacağım yerden de güzelce çıkmamı sağla. Bana, tarafından,
hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver."
81. Yine de
ki: "Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya
mahkumdur."
82. Biz,
Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifa ve rahmettir;
zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.
83. İnsana
nimet verdiğimiz zaman yüzçevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak
olsa, iyice karamsarlığa düşer.
84. De ki:
"Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru
bir yol tuttuğunu, Rabbiniz en iyi bilendir."
85. Sana ruh
hakkında soru sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin işlerindendir. Size, ancak
az bir bilgi verilmiştir."
86.
Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bu durumda
sen de bize karşı hiçbir koruyucu bulamazsın.
87.
Ancak Rabbinin rahmeti sayesinde Kur'an
baki kalmıştır. Şüphesiz O'nun sana lütufkârlığı çok büyüktür.
88. De ki:
"Bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere ins ü cin bir araya
gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya
getiremezler."
89. Muhakkak
ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık.
Yine de insanların çoğu, inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, denizlerde gemileri yürütme ve insanları boğulmaktan kurtarma gibi,
onlara verdiği nimetleri saydıktan sonra bu âyetlerde de, insan nev'ine ihsan
ettiği ikramları, rızıkları ve onları diğer mahluklar üzerine üstün kılması
gibi nimetlerini saydı. Bundan sonra da insanların ahiretteki hal ve
derecelerini anlattı. Daha sonra, Rasulullah (s.a.v.)'i müşriklerin arzularına
uymaktan sakındırdı. [110]
İmamları ile. Lügatte
imam, ister doğru yolda olsun, ister sapıklıkta olsun, başkalarının kendisine
uyduğu herkestir. Amel defterine de imam denilir. Çünkü insan kendisini cennete
veya cehenneme götürecek olan amel defterinin peşinden gider.
Fetîl, çekirdeğin
yarığında bulunan zar. Az ve değersiz bir şey için darb-ı mesel olarak
kullanılır, ve de bunun gibidir.
Meyledersin.
Seni, çıkmaya
zorlarlar. birinin, herhangi bir sebeple, vatanından veya herhangi bir yerden
çıkmasını sağlamak için rahatsız etmek.
Tahvîl; değiştirmek,
tebdil etmek demektir.
Dülûk, batmak
demektir. Güneş battığında, denilir. Ebû Ubeyd ve İbnu Kuteybe şöyle derler:
Dülûk, batmak demektir. Zu'r-Rumme şöyle demiştir:
Onlar kandillerdir.
Onlar ne, yıldızların sevkettiği şeyler, ne de batıp giden şeylerdir.
Ezherî şöyle der:
Dülûk, aslında meyi manasınadır. Güneş, zevale meylettiğinde batmaya
meylettiğinde de denir.
Karardı. gecenin
karanlığı demektir. Gecenin karanlığı şiddetlendiğinde denir.
Teheccüd namazı kıl.
Teheccüd; gece, uykudan uyandıktan sonra kılınan namazdır. Nücûd, uyumak
demektir. Şair şöyle der:
Arkadaşlar uykuda iken
kapımızı çalıp da geceyi bol nimetlerle geçirdi.[111]
Yok oldu, boşa gitti.
Uzak oldu. Ne'y,
uzaklık demektir.
Zahir; yardımcı,
destekçi. [112]
İbn Abbas'ın şöyle
dediği rivayet olunur: Kureyşliler Yahudilere dediler ki: Bize, bu adama
soracağımız bir şey söyleyin. Yahudiler: "Ona ruhu sorun" dediler,
bunun üzerine Yüce Allah: Sana ruhu soruyorlar. De ki, "Ruh, Rabbımın
emrindedir..." âyetini indirdi.[113]
70. Akıl,
ilim, konuşma ve kainattaki her şeyi emirlerine vermek suretiyle, Adem'in
soyunu bütün mahlukattan üstün kıldık. Onları karada hayvanların sırtında,
denizde gemilerde taşıdık. Onlara leziz yiyecek ve içecekler verdik. Mukâtil
şöyle der: Yağ, bal, kaymak, hurma ve helva verdik. Hayvanlara da rizık oIarak
saman, kemik ve diğer şeyleri verdik. Onları, yarattığımız diğer bütün
canlılardan; cin, vahşi ve evcil hayvanlar, kuşlar ve benzeri yaratıklardan
üstün kıldık: [114]
71. Hatırla
o haşir gününü ki, biz o gün, her insanı amel defteri ile çağırırız ki,
defteri ona teslim olunsun ve amelinin karşılığını alsın. Ayette geçen imam,
insanın amelinin yazılmış olduğu kitaptır. Şu âyet de, bu manayı destekler:
Herşeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.[115] İbn Abbas şöyle der: İmam; içinde, yapılan
amellerin yazılı bulunduğu kitaptır. Kim Allah'tan korkmuş olarak diriltilirse
kitabı sağ tarafından verilir, onu okur ve sevinir.[116]
Kimin amel defteri sağ tarafından verilirse, ki bunlar mutlu, akıl ve basiret
sahibi, Allah'tan korkan kimselerdir,
işte onlar, sevinç ve neşeyle yaptıkları iyilikleri okurlar. Çünkü
onlar, amel defterlerini sağ taraftarıyla almışlardır. Onların amellerinin
karşılığında, çekirdek zarı kadar da olsa, hiçbir şey eksiltilmez. Fetîl,
çekirdeğin yangındaki iplikçik ve zardır. [117]
72. Bu dünyada
kimin kalp gözü kör ise, o kimse ne hakka yol bulabilir, ne de hayra. kimse
âhirette daha kör ve mutluluk ve kurtuluş yolundan daha çok sapmıştır.[118] Katâde şöyle der: Kim bu dünyada kör olursa,
yani Allah'ın nimetlerini, yarattıklarını ve harikulade varlıklarını gözüyle
gördüğü halde görmezlikten gelirse, o kimse âhiretle ilgili olup da gözüyle
göremediği şeyler hakkında daha kör ve yolunu daha çok şaşırmıştır. [119]
73. Ey
Muhammedi Durum şu ki, müşrikler, neredeyse sana vahyeltiğimiz bazı emir ve yasaklardan
seni çevireceklerdi. Allah'ın sana vahyettiğinden başkasını getirmen ve
direktiflerine aykırı davranman için böyle yapıyorlar. Eğer istediklerin
yaparsan elbette seni dost ve arkadaş edinirler. Tefsirciler şöyle der:
Müşrikler, Rasulullah (s.a.v.)'ı davetine devam etmekten vazgeçirmek için çok
çaba sarf ettiler. Bunlar Rasulullah (s.a.v.)'ın, onların ilahlarını ve
babalarının yapmış olduklarını ayıplamayı
bırakmasına karşılık onun ilahına ibadet etmeleri; Allah'ın, Beytullah'ı
haram bölge kıldı gibi, bazılarının kendi topraklarını haram bölge kılmaları ve
bazı ileri gelenlerin kendileri için, fakirlerin meclisinden başka bir meclis
istemeleri gibi tekliflerdi. Allah, Rasulünü onların şerrinden korudu ve onu,
mahlû-katından hiçkimsenin eline bırakmayacağını kendisine bildirdi. Bilakis
onun dostu, koruyucusu ve yardımcısı olduğunu haber verdi.[120]
74. Korumamızla
seni hak üzerinde sabit kılmasaydık, nerdeyse onlara meyledecek ve istedikleri
gibi hareket edecektin. [121]
75. Eğer
onlara meyletseydin, dünya ve ahiret azabını sana kat kat tattırırdık. Çünkü
büyük kimsenin günah işlemesi, azabın kat kat olmasını gerektiren büyük bir
suçtur. Ayetten maksat, Allah'ın Rasulünü hak üzerinde sabit kılması ve onu
fitneden koruması hususundaki lütuf unu açıklamaktadır. Eğer Allah
korumasaydı, az da olsa onlara meylederdi. bir şeyin olmasının imkânsızlığını
ifade eden bir harftir. Yani, Allah, Rasulünü koruduğu ve onu hak üzerinde
sabit kıldığı için, Rasulullah (s.a.v.)'m müşriklere meyletmesi imkansızlaştı.
Âyette, Rasulullah (s.a.v.)'ın kadrini düşüren bir şey yoktur. Âyet sadece
Allah'ın, Rasulüne lütfunu açıklamaktadır. Sonra, bize karşı sana yardım
edecek, veya azabımızı senden savacak kimseyi bulamazsın. [122]
76. Ey
Muhammedi Yine o müşrikler tuzak kurmak ve Mekke'den seni çıkarmak için
neredeyse dünyayı başına dar getireceklerdi. Eğer onlar seni çıkarırlarsa,
senin çıkışından sonra, Allah'ın sünnetine uygun olarak sadece az bir zaman
dururlar. Allah'ın bu sünneti, peygamberlerini yurtlarından çıkaranlar hakkında
değişmez. Katâde şöyle der: Mekkeliler, Rasulullah (s.a.v.)'ı Mekke'den
çıkarmaya niyet ettiler. Ancak bunu yapsalardı onlar mühlet verilmezdi. Fakat
Yüce Allah, kendisi çıkmasını emredinceye kadar onların çıkarmasına engel
oldu.[123]
77. Bu,
Allah'ın, peygamberlerini aralarından çıkaran her ümmetin helaki hususundaki
adetidir. Sen onun için bir tebdil veya değiştirme bulamazsın. [124]
78. Ey
Muhammedi Namaza vakitlerinde devam et. Öğleyin güneşin zevale erdiği
zamandan, gece karanlığına kadar namaz kıl. Sabah namazını da kıl. Sabah
namazında kıraatin uzun olması istendiği için, sabah namazına "Kur'ane'l
fecr" denildi, Şüphesiz sabah namazında, hadiste de buyrulduğu gibi gece
ve gündüzün melekleri hazır bulunur: "Sizi, bir grup gece meleği ile, bir
grup gündüz meleği takip eder. Bunlar ikindi ve sabah namazlarında bir araya
gelirler.[125] Tefsirciler şöyle der: Bu âyet-i kerimede farz
namazlara işaret vardır. Güneşin dülûkü, onun zeval bulması demektir. Bu, öğle
ve İkindi namazlarına işarettir. Gecenin gasekı ise, kararması demektir. Bu da
akşam ve yatsı namazlarına işarettir. Kur'an'm fecri ise, sabah namazına
işarettir. Âyet 5 vakit namaza bir rumuzdur.[126]
79. Uyuduktan
sonra, gecenin bir kısmında uyanarak kalkıp sana mahsus olmak üzere Kur'an ile
nafile namaz kıl. Ey Muhammedi Umulur ki Rabbin, kıyamet gününde seni Makâm-j
Mahmûd (övülen makam)'a yerleştirir. Orada seni öncekiler de, sonrakiler de
över. Orası, büyük şefaat makamıdır. Tefsirciler şöyle der: fiili, Allah
kelâmında kullanıldığında kesinlik ifade eder.
[127]
80. "Ey
Rabbim! Beni, kabrime güzel bir şekilde sok. Kıyamet gününde de kabrimden güzel
bir şekilde çıkart." Bu, Ibn Abbas'ın görüşüdür. Hasan-ı Basrî ve Dahhak
şöyle der: Bundan maksat Rasulullah (s.a.v.)'ın Medine-i Münevvere'ye girmesi,
Meklce-i Mükerreme'den çıkmasıdır. Bu dua, müşriklerin, Rasulullah (s.a.v.)'ı
öldürmek üzere komplo hazırlayıf onu Mekke'den çıkardıkları zaman emredildi.[128] Katından
bana kuvvet ve güç ver ki, onunla beni düşmanlarına galip ve onunla dinini
üstün lalasın. Yüce Allah Rasulünün duasını kabul etti ve onu düşmanlarına
galip getirdi, dinini de diğer dinlerden üstün kıldı. De ki, "Hakkın nuru
ve ışığı yani İslam yayıldı. Batıl ve yardımcıları yani inkar ve putlara ibadet
yok oldu. İman nuru parladıktan sonra artık ne şirk kalır, ne de putperestlik,
Şüphesiz batıl yok olucudur. Onun kalması ve subutü söz konusu değildir. Çünkü
dağılıp yok olacaktır. Her ne kadar onun gücü ve saldırısı olsa da, saman alevi
gibi çabucak yok olur. Saman alevi önce parlar, sonra sönüp gider. Rivayete
göre Rasulullah (s.a.v.), fetih yılında Mekke'ye girdiğinde Kabe'nin etrafında
360 put vardı. Rasulullah (s.a.v.) elindeki bir ağaçla onları devirip şöyle
diyordu: "Hak geldi, batıl yok oldu. Batıl yok olmaya mahkumdur.[129] Yüzü koyun devrilmeyen hiçbir put kalmadı.
Sonra Rasulullah (s.a.v.) emretti, putlar kırdırıldı.[130]
82. Kur'an-ı
Kerim'in âyetlerinden, kalpleri cehalet ve sapıklık hastalıklarından
kurtaracak, nefsi heva ve heves, günah kiri, cimrilik ve kıskançlık gibi
paslardan arındıracak şeyler indiririz. Bu Kur'an, kendisine inanmayanlar onu
dinlediğinde, onların yok ve helak olmalarından başka bir şeylerini artırmaz.
Çünkü onlar Kur'an'a inanmıyorlar, böylece inkarları ve sapıklıkları artıyor. [131]
83. İnsana
sağlık, güven ve zenginlik gibi çeşitli nimetler verdiğimizde Allah'a itaat ve
ibadetten yüzçevirir; gurur ve kibrinden dolayı Rabbinden uzaklaşır. Ona
sıkıntı ve musibetler geldiğinde Allah'ın rahmetinden ümidini keser. Âyet,
insanlığının azgınlığını ifade eden bir temsildir. Eğer ona nimet verilirse
şımarıp kibirlenir. Sıkıntıya uğrarsa ümitsizliğe düşer. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmuştur:
Gerçekten insan pek
hırslı yaratılmıştır; kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryad eder;
iyilik dokunduğunda ise pinti kesilir.[132]
84. De ki,
"herkes hidâyet ve sapıklık hususunda kendi yoluna göre çalışır. İnsanın
nefsi saf ve nurlu ise, ondan güzel ve yüce fiiller meydana gelir. Yok eğer
insanın nefsi inkarcı ve günahkar ise ondan kötü ve âdi fiiller meydana gelir.
Rabbiniz kimin doğru yolda olduğunu ve kimin doğru yoldan çıktığını daha iyi
bilir. Herkesin amelinin karşılığı verilecektir. [133]
85. Ey
Muhammed! Kâfirler sana "Ruh nedir? Onun hakikati nedir?" diye
soruyorlar. Onlara de ki: Ruh, gizli sırlardandır. Onu ancak mahlûkâtın Rabbi
bilir." Ey insanlar! Size az bir ilim verildi. Çünkü Allah'ın ilmine göre
sizin ilminiz azdır. [134]
86. Ey
Muhammed! Biz istesek, Allah'ın lutfu olan bu Kur'an'ı senin kalbinden elbette
sileriz. Bu bizim gücümüz dahilindedir. Sonra bize dayanarak onu geri alacak
ve yok olduktan sonra sana onu iade edecek bir kimseyi bulamazsın. [135]
87. Fakat
Rabbinden bir rahmet olarak onu senin ve Ashabının kalplerinde korunmuş olarak
bıraktır. Allah'ın sana olan lütfü büyüktür. Çünkü o sana Kur'an'ı indirdi ve
Makam-ı Mah-mud'u verdi, seni peygamberlerin sonuncusu, öncekilerin ve
sonrakilerin efendisi kıldı. Ayetten maksat, Peygambere (s.a.s.) Kur'an gibi
bir nimetin verildiğini bildirmek, Kur'an hakkında kusur işlemekten ona
sakmdırmak-tır. Hitap, Peygamber (a.s)'e olmakla birlikte maksat ümmetidir. [136]
88. De ki,
"Eğer insanlar ve cinlerden, fesahat ve belagat erbabı toplansalar ve bu
Kur'an'ın benzerini getirmek isteseler, bu hususta hepsi birbirine yardım etse,
elbette bunu yapamazlar. Çünkü bu güç yetirilemeyecek bir iştir. Hiç kimsenin
buna gücü yetmez. [137]
89. Şüphesiz
biz onlara kesin delilleri ve hüccetleri açıkladık. Mucizeler ve ibret
alınacak şeylerle, korkutma ve teşvik etmekle hakkı onlara izah ettik.
Getirilen bu deliller ve açık hüccetlere rağmen insanların çoğu hakkı inkar
etmek, Allah ve Rasulünü yalanlamaktan başka bir şey kabul etmedi. [138]
Bu mübarek âyetler,
aşağıdaki edebî sanatları kapsar:
1. Her
insanı imarm ile çağırırız. İmam, namazda insanların önüne geçip onlara namaz
kıldırandır. Burada "amel defteri" için müstear olarak
kullanılmıştır. Çünkü amel defteri, kıyamet gününde insanla beraber olacak ve
onun önüne geçecektir.
2. İplik
kadar haksızlığa uğramazlar." Bu cümlede istiare-i temsiliyye vardır.
Fetîl, azlık için darb-ı mesel olarak kullanılır. Yani onların sevapları
eksilmez. Hattâ, çekirdeğin yangındaki iplik kadar bile eksiltilmez.
3. Hayatta
da ölümde de kat kat..." Burada tıbak sanatı vardır.
4. Sabah'ın
Kur'an'ı."Burada mecâz-ı mürsel vardır. Cüz', küll manasında kullanılmıştır.
Sabah namazının kıraati demek olup, sabah namazı kastedilmiştir. Çünkü kıraat,
namazda bir cüz'dür. Burada cüz'iyyet alakası vardır.
5. Şüphesiz
sabah namazı şahitlidir. Burada, sabah namazının önemine binâen, daha önce
gelmiş olmasına rağmen, daha sonraki cümle de onun için zamir yerine zahir isim
kullanılmıştır.
6. Kime amel
defteri sağından verilirse... kim bu dünyada kör olursa..." Cümlesinde
özet bilgi verdikten sonra açıklama yapılmıştır. Çünkü daha önce "amel
defteri" zikredilmiş, sonra da bunun hakkında bilgi verilmiştir.
7. Beni
güzel bir şekilde sok ile Beni güzel bir şekilde çıkart ve ile " Batıl yok
oldu" arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
8. İnsana
lütfettiğimiz zaman Ona kötülük dokunduğunda" Burada Allah'a karşı edepli
olmayı öğretmek için hayır Allah'a, kötülük başkasına isnad edilmiştir. [139]
Anlatıldığına göre,
Kur'an-ı Kerim'de mecaz ve istiarenin varlığını inkar eden bir âlim,
"Kur'an'da mecaz yoktur" diyerek faziletli büyük bir âlimin yanma
geldi. Mecazı inkar eden bu kişi kör idi. Alim ona şöyle bir soru sordu: Yüce
Allah'ın şu sözü hakkında ne dersin?: Kim bu dünyada kör ise, âbirette de kör
ve yolunu en çok şaşırmıştır." Bundan maksat, göz körlüğü olan hakiki
körlük müdür, yoksa maksat, mecazî manada kalp gözü körlüğü müdür?" Bunun
üzerine mecazı reddeden âlim delil getiremeyerek apışıp kaldı. [140]
90. Onlar,
şöyle dediler: "Sen, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadikça sana asla
inanmayacağız.
91. Veya,
senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle kî, içlerinden gürül gürül
ırmaklar akıtmalısın.
92. Yahut,
iddia ettiğin gibi, üzerimize göğü parçalar halinde veya Allah'ı ve
melekleri indirmelisin, şahit
getirmelisin.
93. Yahut da
altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap
indirmediğin sürece göğe çıktığına da asla inanmayız." De ki:
"Rab-bimi tenzih ederim. Ben, sadece elçi olarak gelen bir insanım."
94. Zaten,
kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların inanmalarını sırf,
"Allah, peygamber olarak bir insanı mı gönderdi?" demeleri
engellemiştir.
95. Şunu
söyle: "Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette
onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.
96. De ki:
"Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah kâfidir. Şüphesiz O, kullarını
hakikaten bilip görmektedir."
97. Allah
kime hidâyet verirse, işte doğru yolu bulan odur; kimi de hidayetten uzak
tutarsa, artık onlara, Allah'tan başka dostlar bulamazsın. Kıyamet gününde
onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzü koyun hasrederiz. Onların varacağı
ve kalacağı yer cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça onun alevini artırırız.
98. Cezalan
işte budur! Çünkü onlar, âyetlerimizi inkar etmişler ve "Sahi bizler bir
kemik yığını ve kokuşmuş toprak olunca yeni bir yaratılışla diriltilmiş mi
olacağız?" demişlerdir.
99.
Düşünmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, kendilerinin benzerini
yaratmaya da kadirdir. Allah, onlar için bir vade takdir etti. Bunda şüphe
yoktur. Ama zalimler, inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
100. De ki:
"Eğer Rabbimin rahmet hazinesine siz sahip olsaydınız harcanır korkusuyla
kıstıkça kısardınız. İnsan oğlu, pek eli sıkıdır!"
101.
Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. İsraüoğullarina sor: Musa
onlara geldiğinde Firavun ona, "Ey Musa! senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!"
dedi.
102. Musa
Firavun'a: "Pek ala biliyorsun ki, dede, bunları birer ibret olmak üzere
ancak, göklerin ve yerin Rabbi
indirdi. Ey Firavun! Ben de senin hakikaten vahvolduğua kesinkes
inanıyorum."
103. Derken,
Firavun onları ülkeden çıkarmak istedi. Bu yüzden biz onu maiyetindekilerin
hepsini boğduk.
104. Bundan
sonra da İsrailoğullarına, "O topraklarda oturun! Âhiret va'di tahakkuk
edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz" dedi.
105. Biz,
Kur'an'ı hak olarak indirdik; o, hak olarak inmiştir. Seni de ancak
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
106. Biz
onu, Kur'an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye ayırdık; ve onu peyderpey
indirdik.
107. De ki:
"Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki bundan önce
kendilerine ilim verilen kimselere o Kur'an okununca, derhal yüzüstü secdeye
kapanırlar.
108. Ve
derlerdi ki: "Rabbimizi teşbih
ederiz. Rabbimizin va'di mutlaka yerine getirilir."
109.
Ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Kur'an okumak onların saygısını
artırır.
110. De ki:
"İster "Allah" deyin, ister "Rahman" deyin...
Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler
O'na hastır.
"Namazında yüksek sesle okuma; sesini
fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut."
111.
"Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir
dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamdederim" de ve O'nun şanını gerektiği
şekilde yücelt!
Yüce Allah, Kur'an'ı
ve onda bulunan, Ümmî Peygamber'in doğruluğunu gösteren açık ve kesin
delilleri anlattı ve Kur'an'ın benzerini getirmeleri hususunda müşriklere
meydan okudu. Kur'an'm açık i'câzı karşısında onların acizlikleri ortaya çıktı.
Burada da Yüce Allah kâfirlerin, Kur'an-ı Kerim'den başka maddî harikalar
isteyerek zorluk çıkarmalarından ve sapıklıklarından örnekler verdi. Bundan
sonra da Yüce Allah, Rasulullah (s.a.v.)'ı müşriklerin yalanlamalarına karşı
teselli etmek için, elinde çokça harikulade şeyler ve mucizeler zuhur etmesine
rağmen Firavun tarafından yalanlanan Hz. Musa'nın kıssasını anlattı. Daha sonra
bu mübarek sûreyi, birliğini ve kudretini gösteren delilleri anlatarak sona
erdirdi. [141]
Kisef, parçalar
demektir. kelimesinin çoğuludur. Çöplük manasına gelen İuj çoğulu veznindedir.
Bir kimse elbiseyi parça parça ettiğinde, der. Muzâriinde, der. Ferra şöyle
der: Bir bedevinin bir manifaturacıdan bir parça isteyerek dediğini duydum.[142]
Kabîl; açıkça,
karşımıza. Yükselirsin.
Söndü. Ateşin alevi azaldığında
denir. Ateşin koru azaldığında denir. Tamamen söndüğünde de denir.[143]
Katur, cimri demektir.
Mesbûr, helak olmuş.
helak manasınadır. Allah, düşmanı helak etti manasına, denir.
Lefîf, çeşitli
soylardan meydana gelmiş insan topluluğu manasınadır. Cevheri şöyle der:
Lefîf, muhtelif kabilelerden bir araya gelmiş insan topluluğudur. Kavim bütün
kabileleriyle geldiğinde denir.
Müks, sürenin uzun
olması. Bir kimse, ikametini uzattığında denir.
Gizleme. Bir kimse,
herhangi bir kimsenin işitemiyeceği şekilde gizli konuştuğunda denir.
Ezkân, çene manasına
gelen kelimesinin çoğuludur. Zekan, iki
sakalın birleştiği yerdir. Şair şöyle der:
Onlar yüzü koyun yere
kapandılar. Saldırgan yırtıcı kuşlar onları yakalıyor ve didikliyor. [144]
a. İbn Abbas'tan
rivayet olunduğuna göre Kureyş'in ileri gelenleri Ka'-be'nin etrafında
toplanarak şöyle dediler. Muhammed'e adam gönderin, onunla konuşun ve tartışın
ki, ona yapacaklarınız hususunda mazur olasınız.
"Kavminin ileri
gelenleri seninle konuşma üzere toplandılar" diyerek Rasu-lullah
(s.a.v.)'a haber gönderdiler. Rasulullah (s.a.v.) hemen onların yanma geldi.
Hidayete ermelerini çok istiyordu. Dediler ki: "Ey Muhammed! Vallahi biz,
Araplardan herhangi birinin, senin karıştırdığın kadar, kendi kavminin işini
karıştırdığını bilmiyoruz. Sen atalarımıza sövdün, dinimizi ayıpladın, halim
kişileri beyinsizlikle itham ettin, cemaatı parçaladın. Eğer bunu mal istemek
için getirdinse, sana mallarımızdan o kadar verelim ki, en zenginimiz sen
olasın. Eğer şeref peşindeysen seni başımıza reis yapalım. Eğer bu sana gelen
bir cin işi ise, seni bu hastalıktan kurtarıncaya veya senin hakkında mazur
sayılmcaya kadar seni te'dâvî uğrunda mallarımızı harcayalım". Rasulullah
(s.a.v.) onlara şöyle cevap verdi: "Söyledikleriniz bende yok. Ben ne
sizin mallarınızı, ne de aranızda şerefli olmayı ve ne de başınıza reis olmayı
istemek üzere geldim. Fakat Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Size
getirdiğimi kabul ederseniz, bu dünyada da âhirette de sizin nasibinizdir. Eğer
kabul etmezseniz, benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar Allah'ın
emrine sabredeceğim". Dediler ki: "Ey Muhammed! Eğer bizim
tekliflerimizi kabul etmezsen, biliyorsun ki, insanlar içinde ülkesi bizden
daha dar, geçimi bizden daha zor hiçkimse yok. Rabbinden iste de bizim için şu
dağları yürütsün, bizim için nehirler akıtsın ve ölmüş babalarımızı tekrar
diriltsin de, senin dediklerinin doğru olup olmadığını onlara soralım. Sen de
kendin için Rabbinden seni bize muhtaç etmeyecek bahçeler, hazineler, altın ve
gümüşten köşkler vermesini iste. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi:
Sen, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız"[145] dediler.
b. İbn
Abbas'm şöyle dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.) Mekke'de gizli okurdu.
Arkadaşlarına namaz kıldırdığı zaman Kur'an'ı yüksek sesle okurdu. Müşrikler
bunu işitince Kur'an'a, onu indirene ve getirene söverlerdi. Bunun üzerine Yüce
Allah şu âyeti indirdi: Namazında yüksek sesle okuma, onda sesini fazla da
kısma, ikisinin arasında bir yol tut.[146]
90. Kur'an'm
i'câzı anlaşılıp da bu delil onları susturduğunda ve mağlup olduklarında,
mucizeler ve harikulade şeyler teklif etmek suretiyle inkarlarına gerekçe
hazırlamaya başladılar. Yani, müşrikler dediler ki, "Ey Muhammed! Bizim
için Mekke arazisini yarıp hiç kesilmeyecek şekilde bolca su fışkırtmadıkça
sana asla inanmayacağız. [147]
91. Veya
senin, içinde her türlü hurma ve üzüm bulunan bir bahçen olsun da o bahçeden
nehirler fışkırtasın ve bahçenin ortasından kuvvetli ve bolca ak]tasın. [148]
92. Bu,
üçüncü tekliftir. Yani, sana inanmadığımız takdirde bizi korkuttuğun ve
Allah'ın bize azap edeceğini iddia ettiğin gibi gökleri parça parça üzerimize
düşür. Tefsirciler şöyle der: Müşrikler bu sözleriyle Yüce Allah'ın şu
sözlerine işaret ettiler. Dilersek onları yere batırır, ya da üzerlerine gökten
parçalar düşürürüz.[149] Yahut da Allah'ı ve melekleri karşımıza ve
gözümüzün Önüne getirirsin de onları görürüz. Bunları yapmadıkça sana
inanmayacağız. [150]
93. Veya
senin taş veya çamurdan değil de, altından yapılmış büyük bir köşkün olsun. Bu,
altıncı ve son teklifleridir. Bunların hepsi Allah'ın mahlûkâtı hakkındaki
sünnetini, hikmetini ve onun azametini bilmemeyi ve büyük bir beyinsizliği
ifade eder. Yani, Ey Muhammed! Yahut sen bir merdivenle göklere yükselirsin,
sadece göklere yükselmenden dolayı da sana inanmayız. Ta ki dönerken
beraberinde bizzat kendimizin okuyacağı, içinde senin Allah'ın kulu ve Rasûlü
olduğunu yazan bir kitap getirceksin. Ey Muhammed! Onların aşırı inkar ve inatlarından
duyduğun hayreti ifade ederek onlara de ki: "Allah'ı noksan sıfatlardan
tenzih ederim. Ben bir ilâh mıyım ki, bana böyle tekliflerde bulunuyorsunuz!
Ben sadece insanoğlundaıı bir peygamberim. Allah beni size peygamber olarak
gönderdi. Bu inat ve inkâr neden?! [151]
94. Açık
mucizeler geldikten sonra, müşrikleri
iman etmekten alıkoyan
sebep, Allah'ın insanlara beşerden bir peygamber göndermesini uzak
görmeleridir. Niçin beşer oluyor da, melek olmuyor? demeleridir. Yüce Allah şu
sözüyle onların iddialarını reddeder. [152]
95.
Muhammed! Onlara de ki: Eğer insanların yeryüzünde yerleşip yürüdükleri gibi,
yeryüzü halkı, ayakları üzerinde yürüyen melekler olsaydı elbette onlara
meleklerden bir peygamber gönderirdik. Fakat yeryüzündekiler insandır. Onlara
gönderilen peygamber de kendi cinslerinden bir peygamberdir. Çünkü Allah'ın
hikmeti, her kavme kendi cinsinden bir peygamber göndermek şeklinde cereyan
etti ki, kavmi onu anlayabilsin ve onunla konuşabilsin. İşte bu, müşriklerin
beyinsizce ve cahilce mantık yürüttüklerini gösterir. [153]
96. De ki,
"benim doğruluğuma şahit olarak Allah yeter. Şüphesiz o, kulların
hallerini bilir ve amellerinin karşılığını verir. [154]
97. Allah,
kimi hakka iletirse, işte o doğru yolu bulmuş mutlu kişidir. Allah, kötü
tercihi yüzünden kimi haktan saptırırsa, onlar için, kendilerini Allah'ın
azabından koruyacak yardımcılar asla bulamazsın, Kıyamet günü biz onları
hasrederiz. Yüzleri üzeri sürüklenirler, zebaniler onları a-yaklarından Lutarak
cehenneme çekerler. Nitekim dünyada da, kendisine aşırı derecede
işkence edilmek ve
horlanmak istenen kimseye böyle yapılır. Onlar, kör, dilsiz ve sağır
olarak yani duyu organlarını yitirmiş, göremez, konuşamaz ve işitemez bir
halde haşrolunurlar. Sonra Allah onlara gözlerini, kulaklarını ve dillerini
geri verir. Cehennemi görürler, sesini işitirler ve Allah'ın âyette onlar
hakkında söylediklerini konuşurlar. Hz.Enes'ten (r.a.) rivayet edilmiştir:
Rasulullah (s.a.v.)'a şöyle denildi: "Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlar nasıl yüzleri
üzerine haşr olunurlar?" Rasulullah
(s.a.v) şöyle cevap verdi:
Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerine de
yürütebilir.[155] Onların varıp
karar kılacakları yer
cehennemdir. Onun alevi azalıp
ateşi söndükçe, onların alevini, ateşini ve korunu artırırız.[156]
98. Bu azap,
onların, Allah'ın âyetlerini inkar etmeleri, öldükten sonra dirilmeyi ve neşri
yalanlamaları ve çürümüş kemikler olduktan, dağılmış zerreler haline geldikten
sonra mı yaratılacak ve tekrar diriltileceğiz?" demelerinin cezasıdır.
Yüce Allah, onlara şu sözüyle cevap verdi:[157]
99. O
müşrikler görmediler mi ki, gökleri ve yeri ile bu büyük kainatı yaratmış olan
Yüce Allah, yok olduktan sonra insan bedenin' tekrar yaratmaya kadirdir.
Yaratmaya gücü yetenin, onu yeniden yaratmaya haydi haydi gücü yeter. Ebu
Hayyan şöyle der: Yüce Allah, Görmediler mi?"sözüyle kudretine ve engin
hikmetine dikkatlerini çekti. Bu, onların tekrar dirilmeyi uzak görmelerini
kınayan ve inkar eden bir Allah'ın, beşeri de kapsayan bu büyük kainatı
yaratmaya kadir olduğunu gördüler. Nasıl oluyor da bu büyük varlığın
yaratıldığını ikrar ediyorlar, sonra da, onun yeniden yaratılacağını inkar
ediyorlar.[158] Allah, o müşriklerin
ölmesi ve tekrar dirilmeleri için belirli bir vakit tayin etmiştir. Bu vaktin
geleceğinde şek ve şüphe yoktur. Hakkın açıklığı ve parlaklığına rağmen o zalim
kafirler, inkar, küfür ve sapıklıkta devam etmekten başka bir şey yapmadılar. [159]
100. Ey
Muhammedi O, harikulade şeyler ve mucizeler teklif eden inatçı ve kibirlilere
de ki, "Allah'ın kullarına vermiş
olduğu nimetlerin ve rızıklann hazinelerine sahip
olsaydınız o zaman, elbette bitmesinden korktuğunuz için cimrilik
gösterip Allah yolunda harcamaktan kaçınırdınız. Doğrusu insan son derece
cimridir. İbn Abbas: cimri ve eli sıkı kimsedir" der. Zemahşerî şöyle der:
Bu vasıf cimrilikte o dereceye ulaşmıştır ki, hayal bile edilemez.[160]
Bundan sonra Yüce Allah harikulade şeylerin çokluğunun, inkarcı kalplere imanı
sokmayacağını açıkladı. İşte Hz.Musa (a.s.)'ın kendisine dokuz adet apaçık
mucize verildi. Sonra Firavun ve taraftarları bu mucizeleri yalanladılar da
hepsi helak olup gitti. [161]
101. Andolsun
ki biz Musa'ya, onun peygamber olduğunu ve Allah tarafından getirdiklerinin
doğruluğunu gösteren dokuz mucize verdik. Bunlar asâ, beyaz el, tufan, çekirge,
bit, kurbağa, kan, denizin yarılması ve kıtlık yıllarıdır. Bunlardan beşi A'raf
sûresinde anlatıldı: Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan
çekirge, bit, kurbağa ve kan gönderdik.[162]
Diğer mucizeler muhtelif âyetlerdedir. Ey Muhammed! İsrail oğullarına Musa ile
Firavun arasında geçen olayları sor. Çünkü onlar, ellerinde bulunan Tevrat'taki
âyetlerden bunları bilirler. Râzî şöyle der: Burada İsrailoğullarına sormaktan
maksat, onlardan bu bilgiyi almak değildir. Bilakis maksat Rasulullah
(s.a.v.)'ın anlattıklarının doğruluğunu bütün yahudilere ve âlimlerine göstermektir.
Buna göre bu soru şahit getirme sorusudur.[163] Firavun ona dedi ki: Ey Musa! Ben senin
kesinlikle büyülendiğini ve aklının bozulduğunu zannediyorum. [164]
102. Musa,
kınamak ve susturmak maksadıyla ona dedi ki: Ey Firavun! Sen de kesin olarak biliyorsun
ki, bu dokuz mucizeyi, benim doğruluğuna şahit olarak, göklerin ve yerin
Rabbinden başkası indirmedi. Bunlar insanlara Allah'ın kudretini ve büyüklüğünü
gösteriyor. Fakat sen kibirleniyor ve inat ediyorsun. Ey Firavun! Ben de senin
helak olacağına ve zarara uğrayacağına inanıyorum. [165]
103. Firavun
Musa'yı ve kavmini Mısır topraklanndan çıkarmak istedi. Biz firavun'u ve
ordusunun tamamım denizde boğduk. [166]
104. Firavunu
ve ordusunu denizde boğduktan sonra İsrailoğullarına Mısır topraklarında
yerleşin dedik. Kıyamet günü geldiğinde, sizi mü'min kâfir, iyi kötü karışık
olarak kabirlerinizden toplayıp mahşer yerine getireceğiz. Sonra da aranızda
hükmedecek, mutlu ve bedbahtları birbirinden ayıracağız. Bundan sonra Yüce
Allah, Kur'an-ı Kerim'in şanının ve kaderinin yüceliğini tekrarlayarak şöyle
buyurdu: [167]
105. Biz bu
Kur'an'ı hak ile indirdik. Ona herhangi bir şek veya şüphe arız olamaz. Onda
hikmetler, öğütler ve Kur'an'da bulunan darb-ı meseller vardır. İşte Kur'an
Allah katından böyle indirildi. Ey Muhammedi Seni, itaat edenler için cennetle
müjdeleyici, isyan edenler için de cehennemle korkutucu olarak gönderdik. [168]
106. Kolayca
ezberlenmesi ve incelikleri kolayca
anlaşılması için, insanlara yavaş yavaş
okuyasın diye Kur'an'ı biz parça
parça indirdik. Biz onu, ihtiyaç ve
duruma göre azar azar indirdik. [169]
107. Bu,
mucizeler teklif eden müşrikler için tehdit yollu bir hitaptır. Yani: Bu Kur'an'a
ister inanın, ister inanmayın. Sizin ona iman etmeniz onun kemalini artırmaz.
Onu yalanlamanız da ona bir eksiklik getirmez. Ehli Kitab'm salihlerinden olup
da eski kitapları okuyan âlimler, Kur'an'ı dinlediklerinde etkilenirler ve
alemlerin Rabbı olan Allah için secdeye kapanırlar. Bu cümle, öncekinin
sebebini açıklar. Yani, siz Kur'an'a inanmazsınız, bilesiniz ki, sizden daha
hayırlı ve daha bilgili olanlar ona inanmıştı.
[170]
108. Onlar
şöyle derler: Allah, va' dinden dönmekten münezzehtir. Kuşkusuz onun va'di
kesinlikle yerine gelecektir. [171]
109. Onlar
Kur'an'ı dinlediklerinde ağlayarak yüzüstü secdeye kapanırlar. Kur'an onların
Allah için tevazu-1 arını artırır. Râzî şöyle der: Bu tekrarın faydası, iki
durumun farklı olmasıdır. O da Kur'an'ı dinlediklerinde secdeye kapanmaları ve
ağlar durumda olmalarıdır.[172]
110. Yüce
Rabbinize ister "Allah," ister "Rahman" adıyla dua edin. Bu
iki isimden hangisiyle O'na seslenirseniz seslenin, o isim güzeldir. Çünkü
O'nun bütün isimleri güzeldir. Bu ikisi de o güzel isimlerdendir. Tefsirciler
şöyle der: Bu âyetin nüzul sebebi şudur: Kâfirler Rasulullah (s.a.v.)'ın Ya
Allah! Ya Rahman! diye dua ettiğini işittiler. Dediler ki: Muhammed, bize bir
tek ilâha dua etmemizi emrediyor. İşte kendisi iki ilâha dua ediyor. Bunun
üzerine bu âyet, bu iki ismin bir tek varlığın isimleri olduğunu açıklayıcı
mahiyette indi. Ey Muhammedi Namazda sesli okuma. Sonra müşrikler onu işitir
de Kur'an'a ve onu indirene söverler. Arkandakilerin işitemiyeceği kadar sessiz
de okuma. Sesli ile sessiz arasında orta bir yol tut. İbn Abbas şöyle der:
Rasuluflah (s.a.v.) Kur'an'ı yüksek sesle okurdu. Müşrikler onu işitince
Kur'an'a ve onu indirene söverlerdi. Bunun üzerine bu ayet indi.[173]
111. De ki,
çocuk edinmekten uzak olan Allah'a hamd olsun. İlâhlıkta O'nun bir ortağı
yoktur. Zelil değildir ki, dosta ve yardımcıya muhtaç olsun, Rabbini, tam bir
şekilde yücelt. Onu izzet, cemal, azamet ve kemal sıfatlarıyla an.
Bu sûre, başladığı
gibi Allah'a hamd, çocuksuz ve ortaksız olarak birliğini ikrar ve onu dost ve
yardımcıya muhtaç olmaktan uzak tutmak suretiyle son buldu. O büyüktür,
yücedir. [174]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Allah
peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" Bu soru inkar ifade eder.
2. Kıyamet
gününde onları toplayacağız." Burada, haşrin önemine binaen, üçüncü şahıs
kipinden birinci şahıs kipine dönülmüştür.
3. Kimi
hidayete erdirirse ile kimi saptırırsa müjdeleyici ile korkutucu ve açıktan
okursun ile Sessiz okursun arasında tıbak sanatı vardır.
4.
büyülenmiş ile helak olmuş" kelimeleri arasında ci-nas-ı nakıs vardır.
Zira bazı harfler değişmiştir.
5. Firavun'un
Ey Musa! Seni büyülenmiş bir kimse olarak görüyorum" sözüne karşılık Musa
(a.s)'nm Ey Firavun! Ben de senin helak olmuş bir kimse olduğuna
inanıyorum." sözü arasında güzel mukabele sanatı vardır.
6. O
bahçenin ortasından gürül gürül ırmaklar akıtasm." müjdeleylici ve
uyarıcı" Ey Musa! Seni büyülenmiş bir kimse olarak görüyorum" ve
" Ey firavun! Senin helak olmuş bir
kimse olduğuna inanıyorum" âyetlerinde, üslubun güzelliğini artıran hoş
bir seci' sanatı vardır.
Elhamdülillah İsrâ
Sûresi'nin tefsiri bitti. [175]
[1] İsrâ sûresi, 17/4
[2] " " 17/12
[3] " " 17/23
[4] İsrâ sûresi, 17/40
[5] Isrâ sûresi, 17/90
[6] İsrâ sûresi, 17/111
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/359-360.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/360.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/364-365.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/365.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/365.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/366.
[12] Allah'ın, İsrâiloğullannin iki defa fesat çıkaracaklarına
hükmetmesi, mecburi ve zorunlu bir hüküm değildir. O ancak, Yüce Allah'ın ilâhî
ve ezelî ilmiyle, onların yapacaklarını bildiği şeyi onlara haber vermesidir.
Buna dikkat edilmelidir.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/366.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/366.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/366.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/366-367.
[17] Merhum Seyyid Kutub şöyle der: İsrâiloğıülan tekrar
fesat çıkardılar. Allah da müslumanları onlara musallat etti. Müslümanlar
onları bütün yarımadadan çıkardılar. Sonra tekrar fesat çıkardılar. Allah
onlara başka kulları musallat etti. Son olarak bu asırda Allah onların başına
Hkler'i belâ etli. Bugün onlar "İsrail" adı altında tekrar fesat
çıkardılar. Allah, değişmeyen sünnetine uygun olarak, kesin sözünü doğrulamak
için onlara en kötü azabı tattıracak kimseleri, mutlaka başlarına musallat
edecektir. Bekleyen için "yarın" yakındır.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/367.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/367.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/367.
[21] Kurtubî, 10/225
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/367.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/367-368.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/368.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/368.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/368.
[27] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 2/371
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/368.
[28] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/371
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/368-369.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/369.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/369.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/369.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/369.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/369.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/369-370.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/370.
[37] Necm sûresi, 53/10
[38] Cin sûresi, 72/19
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/370.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/375.
[41] Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 20/195
[42] Kurtubî, 10/252
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/375.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/376.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/376.
[46] Tefsîr-i Kebîr, 20/192
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/376.
[48] Muhtasar-ı Ibn Kesir, 2/375
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/376-377.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/377.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/377.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/377.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/377.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/377.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/377-378.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/378.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/378.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/378.
[58] Muhtasar-i Ibn Kesir, 2/377
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/378.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/378-379.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/379.
[62] Sâvî Haşiyesi, 2/350
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/379.
[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/379.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/379.
[65] Bu mânâ, bu âyetin tefsirindekİ iki mânâdan biridir.
İkinci mânâ şöyledir: Eğer durum sizin dediğiniz gibi
olsaydı, o ma'budlar
Allah'a ibadet ve itaat etmek suretiyle ona yaklaşmaya yol ararlar ve ona
yakın olmayı isterlerdi. İbn Cerir ile İbn Kesir'in tercihi budur. Büyük âlim
Ebussuûd'un da dediği gibi, birinci mânâ daha açıktır, âyete münâsib olan da
odur. Zira, daha sonra gelen "O, noksan sıfatlardan uzaktır" ifadesi,
inkar konusunda açıktır. Onların bu görüşlerinde, büyük bir sakınca vardır.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/379.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/379-380.
[67] Merhum Seyyİd Kutub şöyle der: Şüphesiz bu, kainatla
ilgili eşsiz bir sahnedir. Kalp bütün çakılları ve taşlan, bütün tane ve
yapraklan, her türlü çiçek ve meyveleri, her türlü bitki ve ağaçlan, her türlü
haşere ve sürüngenleri bütün hayvnlar ve insanları, yeryüzünde yürüyen bütün
canlılar, suda yüzen ve göklerin sakinleri ile birlikte havada uçan bütün
canlıları, işle bütün bunların Allah'ı teşbih ettiğini ve o yüce makama
yöneldiğini tasavvur ettiği ve ruhunun saflaşıp berraklaştığı zaman, bu varlık
aleminin sırlarından, gafillerin anlayamayacağı şeyleri anlar. (Fî
zılâli'l-Kur'ân, 15/39)
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/380.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/380.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/380.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/380-381.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/381.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/381.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/381-382.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/386-387.
[76] Râzî, Tefsir-i Kebir, 20/226
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/387.
[78] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, s.166
[79] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'I-mesîr, 5/55
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/387-388.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/388.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/388.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/388.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/388-389.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/389.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/389.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/389.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/389.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/389-390.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/390.
[90] Bkz. Nüzul sebebi, Madde (a).
[91] TaberL 15/109
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/390.
[92] Buhârî. Menâkibu'l-ensâr, 42; Tefsirû'l-Kur'ân, XVII,9
[93] Taberî. 15/110
[94] Muhtasar-ı İbn kesir, 2/386
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/390-391.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/391.
[97] Taberi, 15/116. Burada azdan maksat, Allah'ın koruduğu
İhlaslı kimselerdir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/391.
[98] Kurtubî, 10/288
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/391.
[99] Kurtubî, 10/288
[100] Taberî, 15/118
[101] Keşşaf, 2/678. Merhum Seyyid Kutub şöyle der: Bu
aidatına, kuşatma; kalpleri, duygulan ve akıllan istila etme vesilelerinin
müşahhas olarak anlatımıdır. Bu öyle gürültülü bir savaştır ki. onda sesler,
allar ve piyadeler bir savaş tekniği ile kullanılır. Düşmanı, gizlendiği yerden
ortaya çıkarmak İçin ona bazı haykırışlarda bulunulup rahatsız edilir. Kademe
kademe, hazırlanmış tuzaklara çekilir, ortaya çıktıklarında atlılar onları
yakalar ve piyadeler onları kuşatır. (Fî zılali'l-Kur'an 15/51)
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/392.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/392.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/392.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/393.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/393.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/393.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/393-394.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/394.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/398.
[111] Kurtubî, 10/308
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/398.
[113] Vahidî, Esbâbu'n-nüzul, s. 168
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/399.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/399.
[115] Yasin sûresi, 36/12
[116] Taberî, 15/126. Bu, İbni Kesir'İn tercihidir. Bir
görüşe göre hidâyet veya sapıklık önderi manasınadır. Bir başka görüşe göre
İse, "onların peygamberleri" manasınadır.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/399.
[118] Bunların hepsi kalp gözünün körlüğünden ileri gelir.
Bir görüşe göre de bundan maksat, " o kimse, kıyamet gününde gözleri kör
olarak haşrolunur" demektir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Kıyamet
gününde onları kör, dilsiz ve sağır bir halde yüzü koyun hasrederiz."
(İsrâ sûresi, 17/97)
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/399-400.
[120] İbn Abbas şöyle der: Rasulullab (s.a.v) ma'sum idi.
Fakat bu, mü'minlerden herhangi birinin, Allah'ın hüküm ve şeriatlarında
müşriklere meyletmemesi için. konuyu ümmete öğretmektir. (Kurtubî, 10/300)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/400.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/400.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/400.
[123] Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 21/23
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/400-401.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/401.
[125] Buhârî, Mevakit, 16; Tevhid, 23,33; Müslim, Mesâcid,
210
[126] Kurtubî şöyle der: Bu âyet, tefsircilerin icmasına
göre beş vakii namaza işaret etmektedir. (Kurtubî, 10/202)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/401.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/401.
[128] Taberî bu görüşü tercih etti. Meşhur olan da budur.
Birinci mana daha zahirdir. Çünkü daha önce, öldükten sonra diriltme manasına
gelen ba's kelimesi geçmişti. Maksat iman üzere ölmek ve iman üzere diriltilmek
için dua etmektir.
[129] Buhârî, Mezâlim, 32, Megâzî, 48; Müslim, Cihâd, 87
[130] Râzî, Tefsir-i Kebir, 21/23
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/401-402.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/402.
[132] Meâric sûresi, 70/19-21
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/402.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/402.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/402.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/402-403.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/403.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/403.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/403.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/403-404.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/404.
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/408-409.
[142] Râzî, Tcfsir-i Kebir, 21/56
[143] Ebu Hayyan, el-Bahr, 6/68
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/409.
[145] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 5/85
[146] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 170
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/409-410.
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/410-411.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/411.
[149] Sebe1 sûresi, 34/9
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/411.
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/411.
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/411.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
3/411.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/412.
[155] Hadis az farklı lafızlarla Buhârî, Tefsiru'l-Kur'an,
XXV, Müslim, Münafikûn, 54 ve Tirmizî, Tefsiru'l-Kur'an. XVIII, 3142 de rivayet
edilmiştir,
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/412.
[157] Ibnu'I Cüzeyy şöyle der: Maksat şudur: Ateş onların
etlerini yiyip ateşin alevi dindikçe, bedenleri başka bir bedene çevrilir.
Sonra da, öncekinden daha alevli olarak yanar. (ei-Tes-hil, 11,178)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/412.
[158] el-Bahr, 6/82
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/412-413.
[160] Keşşaf, 2/696
[161] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/413.
[162] A'raf sûresi, 7/133
[163] Tefsir-i Kebir, 21/65
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/413.
[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/413.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/413-414.
[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/414.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/414.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/414.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/414.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/414.
[172] Tefsir-İ Kebir, 21/69
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/414.
[173] Râzî, Tefsir-i Kebir, 21/70
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/414-415.
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/415.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 3/415.