İSRA SÛRES. 2

Sûrenin Tanıtımı 2

İsra Olayı 2

Kur'an'm Anlaşılmasında İlk Neslin Tavrı (Selef Mezhebi) 6

İlahi Tavsiyelerin Somutlaşması 8

Arap Geleneğinde Çocuk Öldürme. 8

İki Ayet Grubunun Belirttiği Talimatlar. 9

Yakın Olanlar Ve Fedek Arazisi 9

Göklerin Yedi Sayısıyla Tasviri 10

Muhammed (S)'Le Mucize Gösterilmemesinin Hikmeti 14

Peygamber (S) Fitneye Düştü Mü?. 17

Hz. Muhammed'e Yurdundan Çıkarılma Tehdidi 18

Ruhun Merak Edilmesi 19

Kur'an'ın İcazı Ve İnsanları Aciz Bırakışı 20

Kendilerine İlim Verilenler. 24

İsra Sûresinin Son İki Ayeti Hakkındaki Rivayetler. 24


İSRA SÛRESİ

 

Kur’an’daki Sırası    : 17

Nüzul Sırası              : 46

Ayet   Sayısı             : 111

İndiği Dönem           : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Bu sûrede Peygomber {sl'in yaşadığı İsra olayına; vasiyetler, emirler, nehiyler ve dini etimolojik ve sosyolojik hükümler bütününe işaret edilmekte; israiloğullan'nın tarihsel olay­larına, Adem ile iblis, Musa ile Firavun kıssasına değinilmekte; kafirlerin tutumları, inançla­rı, sözleri ve tartışmaları aktarılmakta, onların vahyi çağrıya engel olma girişimleri deşifre edilmekte, bir yandan Peygamber (s) teselli edilirken öte yandan uyarılmakta, bazı Ehl-i Ki­tap alimlerinin tutumları Kur'an'ı kabul edişleri bir çok konuda ona hayranlıkları dile getiril­mekte; ayrıca Kur'an'daki hak, hidayet, ruhaniyet, şifa ve icaza değinilmektedir.

Sûrenin bölümleri birbirleriyle irtibatlı olup, ayetleri ölçülü ve dengelidir. Ayrıca sûrenin bütün bölümleri sonuna kadar ardarda inmiştir.

Rivayete göre 26, 32, 33, 57, 73 ve 80. ayetler Medine'de inmiştir. Ne var ki, bunların genel akışı, içeriği, birbirleriyle uyumu ve dengeli oluşu rivayetin doğruluğu hakkında biz­de şüphe uyandırmaktadır. Bu yüzden biz ayetlerin Mekke'de indiği kanaatindeyiz.

Bu sûrenin bir başka adı da İsrailoğulları süresidir. Çünkü burada Onlar hakkında bir bölüm bulunmaktadır. [1]

 

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

1- Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulu­nu[2]' bir gece Mescid-i[3] Haram'dan[4] çevresini bereket­lendirdiğimiz[5] Mescid-i Aksa'ya[6] götüren'[7] O(Allah)-cedir'[8]. Gerçekten O, işitendir, görendir.

 

İsra Olayı

 

Müfessirler İsra olayı hakkında Peygamber (s)'den ve ashabından değişik senedler-ie birçok hadis rivayet etmişlerdir. Bu hadislerde îsra'nın oluşu ve Peygamber (s)'in bu olay esnasındaki durumu anlatılır. Hz. Aişe'den rivayet edilen hadise göre; İsra, sadık rüya şeklinde olmuştur. Peygamber (s)'in bedeni kaybolmamıştır. İsra gecesi Peygam­ber (s)'in evinde bulunan halası Ümmi Hani'den rivayet edilen hadise göre; Peygam-ber'in bedeni (gözden) kaybolmuş, kafirlerin bir eziyetine maruz kalmasından korkmuş; ancak Peygamber (s) kendisine yatsı namazını Mekke'de kıldığını sonrada Beytü'l-Makdis'e yürütüldüğünü ve dönüp sabah namazını Mekke'de kıldığını söylemiştir. Bazı hadislere ve rivayetlere göre İsra olayı, bi'setten sonra ve hicretten önce bir defa olarak gerçekleşmiştir. Bazı rivayetlere göre; İsra olayı iki defa vuku bulmuş, biri uyanıkken diğeri uykuda bi'setten sonra ve hicretten Önce olmuştur. Bazı rivayetlere göre de; üç defa vuku bulmuş, biri bi'setten önce, ikisi bi'setten sonra ve hicretten önce biri uyku­dayken diğeri uynıkken ve cismiylc birlikte gerçekleşmiştir.

Bazı rivayetlerde İsra olayının Rasulullah'm Mekke'den Beytül-Makdis'e yürümesi oradan tekrar Mekke'ye dönmesi olarak anlaşılmaktadır. Bazı rivayetlerde İsra olayını Miraçla birlikte zikretmekte ve Peygamber (s)in Beytü'l-Makdis'e döndüğünü, oradan da Mekke'ye döndüğünü belirtmektedir. Bir rivayete göre; İsra olayı uyanak bir halde ve cisimle gerçekleşmiştir. Miraç'ta uykuda vuku bulmuştur.

Ayet, görüldüğü gibi yalnızca Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya olan İsra'yı zikretmektedir. Ayetten Öyle anlaşılıyor ki İsra olayı uyanık bir halde ve bedeni olarak gerçekleşmiştir. Eğer uykuda olsaydı ayet, bu olayı bu açıklık ve kesinlikle zikretmesi­nin hikmeti olmazdı.

Bunu destekleyen Peygamber (s)'den rivayet edilen hadisler de vardır. Peygamber (s) İsra olayının gerçekleştiği gecenin sabahında insanlara İsra'dan bahsetmiştir. Daha Önce kendisine iman edip tasdik edenler (inançlarından) geri döndüler. Bunlar ve bera­berinde bazı kafir liderler olduğu halde Ebu Bekir'e gelmişler ve O'na "Senin arkadaşın gece Beytül-Makdise yürütüldüğünü sonra Mekke'de sabahladığı söylüyor" dediler. E-bu Bekir "Şayet O bunu diyorsa mutlaka doğru söylemiştir" dedi. Onlar da "Yani sen O'nun gece Beytü'l-Makdis'e gittiğini sonra aynı gece sabah olmadan Mekke'ye geldi­ğini tastik mi ediyorsun" deyince. Ebu Bekir "evet, ben O'nu bundan başka şeylerde de tasdik ediyorum. O'nun semadan akşam sabah haber getirdiğini tasdik ediyorum." dedi. Yİne rivayette geldiğine göre kafirler Peygamber (s)'i imtihana çekmişler ve demişler ki: "Ey Muhammed, falancaların kervanını gördün mü?" O da: "Evet onu falan yerde gördüm, onlar bir develerini kaybetmişlerdi. Kızıl bir deve onlardan ayrılmıştı. Üzerin­de bir su kırbası vardı ve ondan su içtim. O kervanın sahiplerinden falan falan kişiler vardır. Sabah gün doğumunda onlar gelecekler." dedi. Onlar da bunun üzerine tepeye doğru gidip gözetlemeye başladılar. Derken karşıdan kervanın geldiğini gördüler. Onla­ra "sizin bir deveniz kayboldu mu? Kızıl bir deve sizden ayrıldı mı ve üzerinde bir su kırbası var mıydı? diye sordular. Onlar da "eyet" dediler. Onlara çobanların isimlerini sordular. Onlar da aynen Peygamber (s)'in söylediği gibi haber verdiler. Sonra Pey­gamber (s)'den Beytü'l-Makdis'in bazı özelliklerini saymasını istediler. Peygamber (s)'de orayı doğru bir şekilde vasfetti. Daha Önce orayı ziyaret edenler bunun doğru ol­duğunu anladılar.

Birçok müfessir ve hadislere göre İsra olayı bir defa, bedensel olarak ve Peygamber (s) uyanıkken vuku bulmuştur. Semaya miraç da bununla birlikte zikredilmiştir. İsra olayının bir defa da bi'setten önce vuku bulduğunu söyleyen habere gelince; Kasas ve Şura Surelerindeki ayetler bunu çürütmektedir. Ve Peygamber (s)'in kendisine vahiy gelmeden önce kendisine nübüvvet verileceğini bilmediği belirtmekledir.

"Kitabın sana bırakılacağını umut etmezdin. Bu, senin Rabbinden bir rahmettir. Öy­leyse kafirlere sakın arka çıkma." (Kasas, 86).

"Böylece sana da biz kendi enirimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman ne­dir hilmiyordun. Biz onu bir nur kıldık; onunla kullar muzdan dilediğimizi hidayete erdi­ririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola iletiyorsun." (Şura, 52). İsra olayının bi'set-ten sonra biri uyanık haldeyken, biri de uykudayken olmak üzere iki defa gerçekleştiğini belirten haberi de müfessirlerin çoğu reddetmektedir.

Durum ne olursa olsun, ayetin ruhundan övle anlaşılmaktadır ki, bu olay Peygamber <s)'e Allah'ın ayetlerine ve melekutuna muttali olmak için verilmiş bir ikramdır. Bu o-lay sadece Peygamber (s)'in bilgisiyle sınırlıdır. Bir başkası bunu hissetmemiştir. Ve bu olay. peygamberlerin Allah ile olan ilişkisini ispat mahiyetinde olan ve peygamberlerîy-le gerçekleştirilen mucizelerden de değildir.

Peygamber (s)'in diğer özel manevi hususlarında olduğu gibi bu olayın da keyfiyyeti ve mahiyyeti üzerinde tedbirli davranmak gerekmektedir, Alak, Tekvir, Necm ve Kıya-me surelerinde dikkat çektiğimiz gibi bu olaya, tahminlerde bulunmaksızın, gereğince İmanı bir hakikat olarak iman etmek gerekir. Her ne kadar vahye İman gibi veya sahih nasslarda yer alan Peygamberin özel idraklerine iman gibi bu olayın gerçek mahiyeti idrak edilmiyorsa da Allah'ın herşeye kadir olduğuna yüreklen bağlanmak gerekir.

Birçok hadis ve rivayetlerde gelen açıklamalar genellikle miraç hakkındadır. İsra olayı hakkında şu anlatılır: Peygamber (s) uykudayken kendisine Cibril geldi. Onu dürttü, uyanınca kendisine katırdan küçük ve eşekten büyük ve ismi Burak olan bir bi­nek gelirdi. Elini altına koyarak Peygamber (s) bu bineğe bindi. Cibril onun yularından tutarak yürümeye başladılar. BeytüM-Makdis'e ulaştıklarında diğer peygmberler geidi. Cibril Peygamber (s)*i öne geçirdi ve onlara imamlık yaptı. Sonra O'nu göğe çıkardı. Ve yine rivayetlerde geldiğine göre; Cibril ve iki arkadaşı Peygamber (s)'İn göğsünü yardılar ve zemzem suyuyla yıkayıp iman ve hikmetle doldurdular. Ardından Cibril Bu-rak'la geldi ve Peygamber (s) bu bineğe bindi. Bu olayın vahiy gelmeden önce vuku bulduğu bildirildiği gibi vahiyden sonra vuku bulduğu da rivayet edilmiştir. Tüm bu bil­gilerin bulunduğu hadisler, meşhur sahih hadis kitaplarında yer almamaktadır.

Miraç ve Miraç'la ilgili olaylar hakkında da Necm Suresi'nin tefsirinde bilgi veril­miştir. Burada yeniden tekrar etme gereğini görmüyoruz. Ancak orada İsra Suresi'ndeki bu ayetin Miraç'ı belirtmeksizin açıkça İsra olayını zikretmektedir. Necm sûresinin ayetleri de Mirac'ı zikretmemektedir. Miraç olayı yalnızca hadislerde ve rivayetlerde y-er almaktadır. [9]

 

2-  "Biz Musa'ya kitap verdik ve or,u İsrailoğulları'na "ben­den başka bir vekil edinmeyin" diye bir kılavuz kıldık.

3-  Ey Nuh ile beraber taşıdıklarımızın çocukları[10]', doğru­su O, çok şükreden bir kuldu.

4-  Kitapta[11] İsrailoğulları'na şu hükmü verdik[12]. Siz ülke­de iki kere bozgunculuk yapacaksınız ve kibirli İle bir şe­kilde böbürlenip yükselceksiniz'[13].

5-  Birincisinin'[14]' zamanı gelince, üzerine çok güçlü kulla­rımızı gönderdik, evlerin arasına girip araştırdılar[15]'. Bu, yerine getirilmesi gereken bir sözdü.

6-  Sonra size tekrar onları yenme imkanı verdik ve çoğalttık.[16]

7- Eğer iyilik yaparsanız kendiniz için iyilik yapmış olursu­nuz. Kötülük yaparsanız o da sizin aleyhinizedir. Sonuncu vaad gelince, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar'[17]', ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler'[18]'.

8-  Umulur ki, Rabbiniz size merhamet eder. Ama siz dö­nersiniz biz de döneriz. Biz cehennemi kafirler İçin bir ku­şatma yeri kıldık."

 

Bu ayetlerde İsriloğulları'nın taşkınlıkları, bozgunculukları, döneklikleri ve aldatmalan sebebiyle başlarına gelen bir kısım tarihi olaylara işaret edilmekte, onlar hakkın­daki Allah'ın sosyolojik ve kozmolojik kanunu açıklanmaktadır:

1- Yüce Allah Musa (a)*ya kitap vermiş. O'nu îsrailoğüllan'ria hidayet rehberi kıl­mış onlara o kitaba tutunmalarını. Allah'tan başka vekil ve Rabb edinmemelerini vasi­yet etmiş, İsrai 1 oğul lan'nin Nuh'un ve O'nunla birlikte kurtarılanların soyundan oldu­ğunu hatırlatmıştır. O'nun şükreden halis bir kul olduğunu, O'nda kendileri için güzel bir örnek bulunduğunu belirtmiştir.

2- Fakat İsnıiioğullan Allah'ın kendilerine sunduğu vasiyetine karşı gelmiş, bozgun­culuk etmiş ve kibirlenmelerdir. Bunun üzerine Allah onalara iki kez ceza yazmış. Bi­rincisinde güçlü insanları onların başına musallat etmiş, o güçlü İnsanlar İsrailoğulla-n'nın yurtlarına girmiş, onlara her türlü işkenceyi reva görmüşlerdir. Ardından İ   ailo-ğulları tevbe etmişler, eski güçlerine dönmüşler, ülkelerini yeniden onarmişiardır. Allah onları peygamberleri diliyle: "Şayet durumlarını düzeltir, samimi olurlarsa faydaları kendilerinedir. Durumlarını düzeltmez, zulmeder ve yan çizerlerse bunun zararı kendi (erinedir. Çünkü bu durumda ikinci cezayı hakeîmişl erdir. O zaman savaşçılar yurtları­na girer, mescidlerini tarumar ederler, şan ve şereflerini çilerinden alırlar, başlarına ge­len bu azap ve kötülükten ötürü yüzleri kızarır." diyerek uyarmıştır.

3-  Yine Allah İsrailoğullan'na: Allah'ın rahmet kapısını kulların yüzüne kapatmaya­cağına, durumlarını düzeltip samimi oldukları sürece rahmetini kazanabileceklerine, fa­kat taşkınlık, zulüm ve inkar ederlerse o zaman Allah'ın dünyadaki azabı başlarına tek­rar geleceğine, ahirette ise cehennemin kafirlere ait olacağına dair haberleri peygamber­leri diliyle onlara tebliğ etmiştir.

Müfessirlerc göre[19] ayetler, Allah'ın ayetlerini göstermek için Muhammed (s)'i gece yürüttüğünü zikrettikten sonra İsrailoğullarrna yol göstermek için Musa'ya kitap verdi­ğini belirten yeni bir konuyu açıklamak için gelmiştir. Kur'an nazmının işaret ettiği üzere bu ayetlerin ilk ayette arasında bir bağ bulunmakladır.

Ayetler her ne kadar, Allah'ın İsrailoğullan'nı iki kez peşpeşe güçlendirip zayıflattı­ğını zikretse de, ibareye göre bu iki olayın son olduğunu belirtmek için değildir. Ayet­lerden kastedilenin, İsrailoğullarrnın başlarına gelen, en Önemli iki tarihi olaya değin­mek olabilir.

İsrailoğullarf nın güçlenip zayıfladıklarını, yan çizip ardından durumunu düzelttikle­rini, taşkınlık edip ardından tevbe ettiklerini ve defalarca azabı hak ettiklerini tarih bel­gelemiştir.

İsrailoğuliarı tarihinde belgelenen iki önemli olay daha vardır:

Birincisi; M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Asur Kralı'hin yahudilerle savaşarak Filistin bölgesinin geneline hükmeden İsrail devletine son vermesi; onları yurtlarından sürmesi, yerlerine dışarıdan getirdikleri grupların yerleşmesidir.

İkincisi; M. Ö. 6. asrın ilk çeyreğinde Babil kralı Nabukodanasır İsrailoğullan'yla savaşarak "yahudi" devletini ikinci kez yerle bir etmesi, başkentleri Orşilim'İ (Beyt-i Makdis) yakıp yıkması, tapınaklarını harabeye çevirmesi, halkın genelini Babil'e sür­mesidir.

Aynı şekilde tarihin belgelediği bir başka olay daha vardır: İsrailoğulları, bu iki önemli darbeden, başka bir diğer darbeyi de, M. Ö. 3. asırdan 1. aşıra kadar Şam bölge­sinde hüküm süren Yunan devletinden, ardından M. Ö. 1. asrın ilk yanlarında aynı böl­geyi hükmü allına alan Roma devletinden yediler. Filistin'e kadar Babil devletini yöne­timi altına alan Pers kralı Koriş, İsrailoğullan'na yeniden itibar kazandırdı. Bunun üze­rine başkent ve mabetlerini yeniden imar ettiler. Fakat yönetim Yunanlılar'ın eline ge­çince İsrailoğuüan taşkınlıkla bulundular ve zulme başladılar. Bunun üzerine Yunan devleti onlara tavır aldı ve onları yenilgiye uğrattı. Ardından yeniden güçlendiler. Yöne­tim Roma devletine geçince isyan ettiler ve taşkınlıkta bulundular. Bunun üzerine Roma onlara dersini verdi, onları yenilgiye uğrattı. Başkentlerini ve tapınaklarını yerle bir etti. M. S. i. asırda onlardan büyük bir topluluğu öldürdü. Geri kalan halkı darmadağın etti, mabetleri harap oldu. Bu ayetler ininceye dek durum böyle devam etti[20] .

Tevral'ın Ahbar (Laviyeler) bölümünün 26. Ishalvında İsrailoğulları'mn Allah'ın vasiyetlerine karşı geldiğine, hak yoldan saptıklarına, zulmedip taşkınlıkta bulundukları­na bunun üzerine düşmanlarının başlarına musallat olduğuna ve onları, işkenceye tabi tuttuklarına dair korkunç bir uyarı bulunmaktadır. Bu uyarı aynı şekilde Musa dönemin­den sonra Tevrat'ın bölümlerinde. Örneğin Kudat (kadılar), Eşiya ve Eramya'nm pey­gamberliği sıralarında defalarca tekrar tekrar edilmiştir. Bu bölümlerde anlatılan bir kı­sım olaylarla, ayetlerde anlatılan bazı olaylar arasında bir benzerlik bulunmaktadır.

Durum ne olursa olsun ayetlerin, bizzat tarihi olayları açıklama amacını gütmediği ancak İsriloğullarf nın başına gelen olayların sebebini ortaya koyduğu, farklı zaman ve mekanda yaşayan bütün insanlara örnek ve ibret olsun için toplumsal yasaları açıkladığı görülmektedir. Kur'an kıssalarının genel durumu bundan ibarettir.

Ayetler bunlara kısaca işarel etmekle yetinmiştir. Ayrıca örnek ve hatırlatma amaçlı olayların Kur'an'i dinleyenlerce meçhul olmadığına da delalet eder. [21]

 

9-  Gerçekten bu Kur'an, (insanı) en doğru yola'[22] iletir ve iyi işler yapan mü'minlere, kendileri için büyük bir ecir ol­duğunu müjdeler.

10- Ahirete inanmayanlara da acı bir azap hazırlanmıştır.

 

Her iki ayet bilindiği üzere peşpeşe gelmiş olup Önceki ayetlerin bir neticesidir. Geçmiş ayetlerde, İsrailoğullan'na yol gösterici olarak Allah'ın Musa'ya kitap ermesi­ni zikrettikten sonra ve taşkınlıkları bozgunculukları sebebiyle îsrailoğullarf na yazılan dünyevi cezaya değinilmektedir. Sonra bu ayetler, salih mü'minleri büyük bir ecirle müjdelemek, kafirleri can yakıcı ahiret azabıyla uyarmak ve insanları dosdoğru yola ilelmek için Allah'ın Kur'an'ı indirdiğini vurgulamak amacıyla gelmiştir.

Bu ayetlerin içeriği ve Özü, görüldüğü kadarıyla Kur'an'm, insanları dosdoğru yola ileteceğini, dünya ve ahîrette saadet ve kurtuluşuna eriştireceğini ifade etmektedir.

Bir karşılaştırma yapacak olursak, durumun Önemli olduğunu görmekteyiz. Geçmiş ayetlerde Allah'ın sadece İsrailoğullan'nı doğru yola iletmek için kitap verdiği zikredi-lirken, bu iki ayette ise Kur'an'm bütün insanları doğru yola ilettiğinin, ancak bunlardan yanlızca salih mü'minlcrin ecirle, kafirlerin azapla müjdele ildiğinin belirtilmesi, Mu­hammedi risaletin genel oluşuyla lam bir uyum içindedir. [23]

 

11-  İnsan hayra dua eder gibi, şerre dua etmekte (hayrı is­ter gibi şerri istemekte) dir. İnsan pek acelecidir.

12-  Biz gece ve gündüzü, (kudretimizi gösteren) iki ayet yaptık. Gecenin ayetini sildik, yerine gündüzün ayetini ay­dınlatıcı'[24]" yaptık ki, hem (yaşamanız) için Rabbinizden bir lütuf arayasmız ve hem de yılların sayısını ve hesabını bilesiniz. Biz herşeyi açık açık anlattık.

 

İ!k iki ayetle insanların genelinin ahlakına eleştirel bir işaret bulunmaktadır; insan­lar, hayır veya şer olup olmadığına bakmadan işlerinde acele ediyorlar, hayırda acele et­tikleri gibi çerde de acele ediyorlar.

İkinci ayette, Allah'ın gece ile gündüzü tabiat kanunlarının hikmetine delil kıldığına dair rabbani açıklama bulunmaktadır: Allah, gündüzü yaşam ve geçimlerine vesile olan Allah'ın lütfunu aramaları ve çalışmaları için aydınlık kılmış, geceyi de istirahat edip dinlensinler diye karanlık haline getirmiştir. Buna ek olarak Allah gece ile gündüzü, se­nelerin ve günlerin hesabı bilinsin diye yaratmıştır. Allah insanlara Kur'an'da zatının üstün hikmetini ve geniş kudretini kavrasınlar diye herşeyi açıklamıştır.

Ayetlerin önceki ayetlerden kopuk olmadığı göze çarpmaktadır. Kafirler, önceki ayetlerin mü'minler için müjdenin, kafirler İçin azabın olduğunu haber vermesi üzerine Peygamber (s)'den azabın hemen gelmesini islemişler, bunun üzerine onlara cevap iste­dikleri gibi şerri ve azabı da acele istemeleri eleştirilmekte, ikinci ayette ise herşeyin vakti ve zamanı olduğu haber verilmektedir. Birşey, acele dua ve arzu ile ertelenmediği gibi ertelenmiş birşey de aynı şeylerle hemen olmaz. Ne gece gündüzü ne de seneler günleri geçebilir. Herşey tayin edilmiş bir vakitte olur. [25]

 

13-  Her insanın (amel) kuşunu[26]) boynuna doladık, kıya­met günü onun için, açılmış olarak[27]' bulacağı bir kitap çı­karıyoruz.

14-  "Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak ye­ter!" (deriz).

15- Kim yola gelirse kendisi için yoİa gelmiş olur, kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz (Herkes kendi günahını kendi çe­ker). Biz elçi göndermedikçe (hiçbir kavme) azap edecek değiliz.

 

Ayetlerde her insanın ahirette kendi ameliyle başbaşa kalacağına, ameli hayır ise ha­yır, şer ise şerle karşılaşacağına dair rabbani açıklama bulunmaktadır. Allah herkese amellerin açılıp gösterildiği bir kitap çıkaracak, oku kitabını, hesap görücü olarak bu­nun içindeki sana yeter, diycceklir. Doğru yolu bulan kendi çıkarına yola gelmiş, sapan ise kendi zararına sapmıştır. Hiç kimse bir başkasının amelini ve sorumluluğunu yük­lenmez. Allah'ın hikmeti ve adaleti gereği hiç kimseye önceden elçiler gönderip doğru­yu ve sapıklığı açıklatarak uyarmadıkça azap etmez. Herkes hakettiğini görür.

Ayetler de. bilindiği Üzere önceki ayetlerle bağlantılıdır. Bunlarda geçmiş ayetlerde yorumladığımız te'vilin doğruluğuna dair işaret bulunmakladır.

Yine ayetlerde; hesap sevap ve cezanın ahirette gerçek olacağına ve ona iman edil­mesi gerektiğine ek olarak, insanların dünyada işlediklerinden hesap göreceğine bu yüz­den küfür ve günahtan sakınıp Allah'a inanmaya ve salih amel işlemeye yönelmeleri gerektiğine dair karine bulunmaktadır.

Son ayette, kesin ve açık olarak insanın seçme kabiliyetinin olduğu vurgulanmakta­dır. Nimel veya azap olarak göreceği herşey bu seçimin bir sonucudur. Aynı şekilde bu ayette peygamberlerin gönderiliş hikmeti belirtilmektedir. Çünkü peygamberler insanla­ra akılları ve içtihatlarıyla bilemeyecekleri sınırları açıklıyorlar.

"Biz elçi göndermedikçe (hiçbir kavme) azap edecek değiliz" ayetindeki "elçi'" keli­mesini bir kısım müfessirler "insani akıl " olarak açıklamış; akıllı ve rüşde erişmiş insa­na, elçiler rabbani daveti ulaştırsın veya ulaştırmasın, iman ve salilı ameli gerekli (va­cip) görmüşlerdir[28]. Buna ilave olarak kelâm âlimleri arasında insanın seçme yetisi ol­ması ve bu yetiyle adilce cezayı haketmesi ve insanları doğru yola çağırmak için elçi göndermenin Allah'a vacip olması açısından ayetler etrafında tartışma çıkmıştır[29].

Bize göre bülün bunlar ayetlerin amacının dışında olup gereksiz zorlamadan ibaret-iir. Ayetler, caydırıcı, aktivite kazandırıcı ve hatırlatıcı olması için uyarı ve sakındırma bağlamında varid olmuştur. Bunlara kulak veren Allah ve Rasulü'nün yoluna gelir, kü­für ve günahlardan yüz çevirir, saiih amel işlemeye yönelir.

"Elçi" kelimesini akılla açıklamak, sözü konumundan başka alana kaydırmaktır. Söz kendi alanından başka alana kaydırılmaz, Elçiden maksat, Allah'ın insanları uyarmak ve kendilerine gerekli oian sınırları açıklamak için gönderdiği peygamberlerdir. Şuara Sû­resi'ndeki şu ayetler bu gerçeği destekler mahiyettedir:

"Bizim helak ettiğimiz her ülkenin mutlaka uyarıcıları vardı. Onlara öğüt verirlerdi. Biz zulmetmiş değiliz." (Şuara, 208-209).

İnsanlara elçi göndermek Allah'a vaciptir demek edep dışıdır. Elçilerin davetinin ulaşmadığı kimselere Allah azap etmez. Allah adaleti gereği insanlara amellerine uygun ceza verir. Bu yüzden yüce Allah yaratıklara "Adil" ve "Hakim" sıfatlarıyla muamele eder.

Sözkonusu olan, insanın doğru yol ve sapıklığı seçme gücünün olduğunu ifade eden ziyade bunun herşeyi yaratan Allah'tan olduğunu ifade etmektir. Allah dilemedikçe in­sanlar bir şeyi dileyemezler. Bunun için bu sınav, insan yaratılışında Allah'ın dilemesiy­le olmuştur.

Bütün bunlar, Kur'an'm beyanatlarıyla uyum içindedir. Birbiriyle çelişen çıkarımlar yapmak mümkün değildir. [30]

 

Kur'an'm Anlaşılmasında İlk Neslin Tavrı (Selef Mezhebi)

 

Bu münasebetle hatırlatılması yerinde oian bir husus ilk selef alimlerin Kur'an'ı ya­şanan atmosferdeki bilinen mefhumuyla almaları, başka bir anlama çekmemeleri, tah­min ve ilavede bulunmamaları, faraziye ve problemlere kapı aralamamalarıdır. Bütün bunlar fitne ve siyasi ihtilaflar baş gösterdikten sonra olmuştur. O zamanki siyasiler (po­litikacılar) Kur'an ayetlerini heva ve arzulunna uygun yorumlamışlar. Ardından Yunan mantık ve felsefe kitapları tercüme edilmiş. Bazı müslümanlar bunlarla meşgul olmuş­lar, bunları Kur'an metinlerine uyarlamaya başlamışlar. Aralarına şüphe tohumları sız­mış, sözler giderek kötüleşmiş, münakaşa kapısı açılmıştır. Halta Öyle olmuş ki, müslü­manlar her ayeti teker teker ele alıp tartışmaya başlamışlardır. Bütün bunlar, Kur'an tef­sirinde ve ayetlerinin yorumunda kargaşa ve karışlıklığa neden olmuş, şia ve kelam alimleri kitaplarında bunu yaygın I aştı rm ıslardır.

Kur'an'a bakma ve onu anlamada en değerli yol öncelikle selefin yolu, ardından Kur'an'm Kur'an'la yorumudur.

Kur'an'ı araştırıp üzerinde düşünen bir kimse orada apaçık bir mucize görür. Çünkü kendi iç dünyasında sorun olan yahut yanlış algıladığı yerlerdeki ibare için bir çözüm, bir açıklama ve tefsir bulur. Hatta bu kimse aynı ayetin ibaresinde yahut yakın siyak ve sibakında bu yorum ve tefsiri yakalayabilir.Geçmiş bölümlerde bunun birçok örnekleri görülmüştür. [31]

 

16-  Biz, bir ülkeyi helak etmek estecliğimiz zaman, onun varlıklılarına'[32]' emrederiz'[33]'. Orada fısk yaparlar[34]'. Böyle­ce o ülkeye (azap edeceğimiz hakkındaki) söz(ümüz) hak olur, biz de orayı darmadağın ederiz.

17-  Nuh'tan sonra nice nesilleri helak ettik. Kullarının gü­nahlarını haber alıcı, görücü olarak Rabbin yeter.

 

Ayetlerde Allah'ın toplumları veya beldeleri, liderlerin, makam sahiplerinin ve zen­ginlerin taşkınlığı sebebiyle helak edip yerle bir ettiğine dair Rabbani açıklama bulun­maktadır. Bir beldenin ileri gelenleri mal ve makam sahibi olunca Allah'ın nimetini in­kara kalkarak hak ve üstünlük yolundan saparlar. Allah, Nuh'tan sonra nice toplumları-ve şehirleri bu yüzden helak etmiştir. Çünkü Allah, kulların günahlarını ve hakettikleri azap ve cezayı en iyi haber alan ve bilendir.

Bilindiği üzere ayetler Önceki ayetlerle bağlantılıdırlar. Görülen o ki; ayetler söz ko­nusu olan kafirleri, özellikle de liderlerini uyarmaktadır. Bu tür Örnekler bir çok ayette geçmiştir. Kafir liderler, mallarına ve güçlerine güveniyorlardı. Mallarından, makamla­rından ve liderliklerinden korktukları için de nebevi davete karşı çıkıyorlardı. Diğer ka­firlerin uyarılmasına gelince bunlar, liderlerine ve ulularına itaat edip Allah'ın çağrısına kulak vermedikleri için, Allah'ın azabını ve helakini hak edecekleri uyarısını almışlar­dır. İlgili bölümlerde de açıkladığımız üzere, kafirler Allah'ın azap haberlerini önceki toplumlar aracılığıyla biliyorlardı.

Ayetler, zamansa] özelliği bir tarafa, daimi, genci bir telkini ifade etmektedir. Koz­mik ve toplumsal kanunlar, liderlerin bozgunculuk ederek toplumları ve beldelerini etki­si altında bıraktıkları da ortaya çıkmaktadır. Çünkü insanlar, onlardan etkilenerek, onları taklit ediyor ve onlara tabi oluyorlar. Bu da bu (abakanın beldelerinde ve tebalarında önemli rol oynadıklarını beyan ederken sorumluluklarının büyüklüğüne de işaret etmek­tedir. [35]

 

18-  Kim bu aceleciyi'[36] isterse orada ona, (evet) istediğimiz kimseye hemen çabucak dilediğimiz kadar veririz; ama sonra ona cehennemi (mekan) yaparız! Kınanmış ve (rah­metimizden) kovulmuş olarak'[37]' oraya girer.

19-  Kini de ahiretj ister ve inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, Öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.

20-  Hepsine, onlara da, onlara da Rabbi'nin ihsanından veririz. Rabbi'nin ihsanı, kesilmiş'[38] değildir.

21-  Bak (rızık bakımından) nasıl onların kimini kiminden üstün yaptık. Elbette ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür. Onun nimet ve ikramı daha büyüktür.

 

Ayetlerde Allah'ın sonunu düşünmeden yalnızca dünya malını ve süsünü isteyenler­den dilediği kimseye arzusunu gerçekleştireceğine, fakat öylesi kimselerin ahirette Al­lah'ın rahmetinden uzak, kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme sürüleceğine dair Rabbani açıklama bulunmaktadır. Ama ahireti düşünen, hesabının olacağına inanan, oranın sürekli olan hayrını, kısa yaşamın (dünya) metaına yeğleyen, Allah'a iman eden, salih amel işleyen kimselerin çalışma ve çabaları Allah katında karşılıksız kalmayacak­tır ve onlara sevap yazılır.

Yine ayetlerde, dünyada her iki tarafında Allah'ın çeşitli lütfundan faydalacağına, Allah'ın ahiretteki lütfunun ise daha büyük ve çok olacağına dair Rabbani açıklama bu­lunmaktadır.

Ayetler, önceki ayetlerle siyak yönüyle bağlantılıdır. Görüldüğü kadarıyla burada kafirler uyarılmış ve korkutulmuş, mü'minlere ise güven telkin edilmiştir. Kafirler, hele de onların azgın liderleri, mal ve makamdan haz alıp, onlarla avunarak ahireti unutunca gidecekleri y ir haliyle mertebeleri cehennem olacaktır. İman eden, salih amel işleyenler ise ahireti arzuladıkları ve orası için gayret gösterdikleri için onların mertebeleri ve du­rakları Allah katında daha büyük ve daha değerli olacaktır.

Bu ayetlerde kapsamlı bir telkin bulunmaktadır. Allah'ın hikmeti gereği dünya ma­lından ve metaından insanların engellenmemesi gerekmektedir. Allah bir kimseye nasi­bini kolaylaştırmak istemişse bunun anlamı ondan razı olması değil, ancak bunun bir deneme aracı olmasıdır. O kimsenin bununla yetinmemesi, sonunu düşünmesi, ahirele kafa yorması, kurtuluş yoluna çalışması, iman ve salih amelle Allah'ın rızasına ve ni­metine erişmek için gayret etmesi gerekir.

Kur'an'ın diğer metinlerinden ve ayetin ruhundan esinlenerek ayetlerin böyle açık­lanması, dünya hayatı ve süsünden faydalanmanın kötülüğüne delil teşkil etmez. Ancak insanlara ve Allah'a karşı yapılacak işleri unutarak, sonucu düşünmeden dünyaya dal­maktan sakındırır. [39]

 

22- Allah ile beraber başka bir tanrı edinme, yoksa kınan­mış ve yalnız başına bırakılmış olarak[40] oturup kalırsın!

23-  Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyiiik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yahut her ikisi, se­nin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara "öf" de­me, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle.

24-  Onlara acımadan dolayı, küçülme kanadını indir'[41] (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve "Ey Rabbirn! Bunlar beni küçükken naşı! (acıyıp) yetiştİrdilerse, sen de bunlara (Öy­le) acı" de.

25- Rabbîniz içlerinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz iyi kişi­ler olursanız, şüphesiz ki O, tevbe edenleri[42] bağışlayandır.

26- (Seninle) akrabalığı olana, yoksula, yolcuya hakkını ver, (malını gereksiz yere) saçıp savurma.

27- Çünkü {gereksiz yere mallarını) saçıp savuranlar, şey­tanların kardeşleri olmuşlardır, şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

28- Eğer (elin dar olduğu için) Rabbinden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan yüz çevirecekîonlara bir şey vermeyecek) olursan, bari onlara yumuşak söz söyle'[43].

29-  El(ler)ini boynuna bağlanmış yapma[44] tamamen de açma, sonra kınanır, hasret içinde kalırsın'[45]'.

30-  Rabbin dilediğine rızkı açar'[46]' (bol bol verir, dilediği­ne) kısar[47] (çünkü O, kulları-nın hali)ni haber alır, görür.

31-  Fakirlik korkusuyla'[48]' çocuklarınızı öldürmeyin. Onîa- da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek, büyük gü­nahtır'[49]'.

32- Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, açık bîr kötülüktür, çok kötü bîr yoldur.

33-  Allah'ın haram kıidiğı canı haksız yere öldürmeyin Kim zulmen öldürülürse, onun velisi (olan mİrasçısı)ne yetki vermişizdir. (O da) Öldürmede aşın gitmesin. (Katil yerine katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiştir'[50].

34-  Yetimin malına yaklaşmayın, ancak ergenlik çağına erişinceye kadar en güzel bir tarzda (onun malını kullanıp gözetebilirsiniz) Ahdi de yerine getirin, çünkü (insana) ahd (in)den sorulacaktır.

35-  Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın[51] doğru terazi iie tartın. Bu daha iyidir. Sonu da daha güzeldir[52].

36-  Bilmediğin bir şeyin ardına düşme'[53]! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

37-  Yeryüzünde kabara kabara yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara erişemessin.

38-  Bunların hepsi, kötü olan, Rabbinin katında hoş görül­meyen şeylerdir.

39-  Bunİar, Rabbinin sana vahyettİğİ hikmet(ler) dendir. Allah ile beraber başka tanrı edinme, sonra kınanmış ola­rak cehenneme atılırsın.

 

Ayetlerin anlam ve lafızları herhangi bir açıklamaya gerek duymayacak kadar açık­tır. Görüldüğü kadarıyla bu ayetler, ahireti arzulayan, iman ve salih amelle orası için ça­lışanla dünya yaşamıyla meşgul olan arasındaki farklardan söz eden ayetlerin peşi sıra gelmiştir. Sûrenin baş tarafındaki ayetlerle bu ayetler arasında bir ilişki göze çarpmakta­dır. Yine bu ayetlerle, Allah'ın Musa (a);ya kitap vermesinden, onu İsrailoğuüarı'na kı­lavuz kılmasından Ona tavsiye ve hikmetler vahyetmesinden ve aynı şeyleri Kur'an'da Muhammed (s)"e indirmesinden, Kur'an'ı bütün insanlar için kılavuz kılmasından vs. söz eden ayetler arasında bir bağ bulunmaktadır. [54]

 

İlahi Tavsiyelerin Somutlaşması

 

Ayetler, tevhid akidesine ilişkin vasiyetler ve hikmetler bütününü, insanın ana-baba-sına, yakınlarına, düşkünlere, yolculara, yetimlere karşı görevlerini, onlara iyilik etmeyi. güzel söz söylemeyi, haklarına riayet etmeyi, genişlik anında doğruluk ve adaletten ay­rılmamayı, hayalın genel seyrine kapılmamayı. zorluk ve fakirlik durumunda çok ço­cuktan ve dar geçimden yakınmamayı. insanların namuslarına, kanlarına, ahidlerine ve sırlarına hürmet etmeyi, günah işlemekten, kötülükten, taşkınlıktan, kibir ve böbürlen­meden sakınmayı bildirmekledir.

Furkan Sûresi'ndc de buna benzer tavsiyeler bütünü geçmiştir. Ne var ki orada Al­lah'ın salih kullarının ahlakına teşvik eden bir üslupla zikredilirken burada, buyruklar, yasaklar, tavsiyeler, gereklilikler, uyanlar şeklinde zikredilmekledir. Ayetler bu kap-samlılık yönüyle Allah'ın rızasını ve yardımını kazanmak için kişisel, sosyolojik ve dini ahlak bağlamında Kur'ani ilkelerin en güçlü ve en geniş olanlarıdır. Böyle olunca insan­lar serlerden ve afetlerden korunmuş, güven ve huzur içerisinde olmuş, aralarında yar­dımlaşma, acıma ve kardeşlik duygulan gelişmiş, davranış ve konum itibariyle insani bilinç ve keramete yakışmayan şeylerden sakınılmış olur.

Burada tavsiyeler Kur'ani üslûbun belirgin olduğu etkili bir üslupla, soyul olarak zikredilmiş, ardında aklen iyi ve kötü olan şeylere yer verilerek dikkatler çekilmiştir. Aynı şekilde buyrukların ve tavsiyelerin korkulma, sakındırma ve teşvik etme üslubuyla gelişine değinmek yararlı olur. Çünkü burada başlangıcından beri sergilenen I s kını i risa-Ietin ilkeleri ve temel sabitelerine değinilmekledir. Ancak bu tavsiyelerde bir somutlaş­ma üslubu sezilmekledir. Mekke döneminin başlangıç yıllarına nisbelle İslam'a ve pey­gamberine dil uzatan ve iftira edenlere cevap verilirken vurgulanıp daha gelişip değiş­mekledir. [55]

 

Arap Geleneğinde Çocuk Öldürme

 

31. ayet. Araplar'in yiyecek sıkıntısı dolayısıyla işledikleri yanlışlıkları içermekte­dir. Çünkü Araplar ailenin fazlalağından ve geçim darlığına sebep veren şeylerden kur­tulmak için çocuklarını öldürüyorlardı. Görüldüğü kadarıyla bu manzara Eri'am sûresi­nin 137. ayetinde ifade edildiği üzere pullarına ve ilahlarına yaklaşmak amacıyla çocuk­larını boğazlama adetinden farklıdır. En'am Sûresi'nin 137. ayetinde yüce Allah şöyle buyurmakladır:

"Yine ortaklan, müşriklerden çoğuna evlatlarım öldürmeyi süslü gösterdi ki, (böyle­ce) hem kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar- Allah dikseydi, bunu yapamazlardı. O halde onları uydurduklarımla haşhaşa bırak!"

Bu ayetle ifade edilen olay. tercih edilen görüşe göre; Nah! Sûresi'nin 58. ve 59. ayetlerinde vurgulanan; yeni doğan kız çocuklarını diri diri gömme olayından ayrıdır.

İleride açıklayacağımı;/ Nabl Sûresi'nde yüce Allah söyle buyurmaktadır.: "Onlardan birine kız (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi ne yapsın) onu; hakaretle (utsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hü­küm veriyorlar!" (Nah!; 58.59i

33. ayette yine aynı şekilde Araplar'ın öldürme hadisesini içermektedir. Çünkü Arap geleneğine göre ölünün yakınları öcünü aimak için uğraşır .sadece katili öldürmekle ye­tinmeyip katilin yakınlarını da Öldürür, öç ve intikamda bazen haddi aşarlardı. Hele de katilin sülalesinden daha güçlü olduklarında daha da ileri giderlerdi. Ayet ölünün velisi­ne kısas hakkı tanımış, bu hakkı kötüye kullanmaktan sakmdırmıştır. [56]

 

İki Ayet Grubunun Belirttiği Talimatlar

 

1-  Ayetler ilk grupta iki. sonunda bir olmak üzere lam üç kez Allah için samimi ol­mayı tavsiye etmektedir.

Muhammedi risaletin ana hedeflerine işaret etmenin yanı sıra. belki de bunun hik­meti yalnızca Allah'a inanmak, ibadet etmek, bunhın dünya ve abiret kurtuluşunun se­bebi ve başı kabul etmek demektir. Çünkü bunlar kalbe şuur ve huzur verir, sahibini başkasına boyun eğmekten korur. Buradaki Allah'ın buyrukları ve yasakları dünya ve ahirel saadetini ve yaşamın ayrılmaz bir parçasını gerekli kılmaktadır.

2- Ayetler, anne-babaya iyilik etmeyi vurgulamakta, Allah'ın hakkından sonra onu zikretmektedir. Burada Kur'ani desteğin insanın bu büyük görevine yönelik olduğuna İşaret bulunmaktadır. Bu. Kıır'aıVda çok tekrar edilmiştir. Çünkü kişinin kalbinin, ruhu­nun, karakterinin. Özünün, şükrünün ve gayretinin bir sınavıdır. Ana-babasmın hakkını tanımayan ve önem vermeyen kişi. ne Allah'ın hakkını ne de bir başkasının hakkını ta­nıyabilir. Ana-babasına katı ve sert davranan kimse bir başkasına daha sert ve daha katı davranır.

3- Ayet, yakın akrabaya, düşküne ve yolcuya "hakkım" vermekten söz etmektedir. Çünkü onlara yardım etmek bir minnet değil haktır. Burada özellikle yakın akrabaya yardım etmenin anılması, sıla-ı rahmi (akrabalık bağlarını) korumak için muhtaç olana ve olmaya yardımı telkin etmekte, akrabalar arasında hukukta taşkınlık etmeyi yasakla­maktadır.

4- Ayetler, mazeret anında muhtaca hemen yardım etmenin güzel bir rabbani öğreti olduğuna işaret etmektedir.

5- Ayetlerin kibir, gurur, büyüklenmeyi yasaklamasında etkileyici bir üslup bulun­maktadır. İnsanoğlu hangi mertebeye ulaşırsa ulaşsın, aslında diğer insanlardan farksız­dır, aynen onlar gibi bir insandır. Ne ayaklarıyla yeri delebilir, ne de boyca dağlara erişebilir. Bunun için haddini bilmesi ve başkalarının varlığını kabul etmesi gerekir.

6-  Ayetlerde ahde vefa gösterme emrediimekte ve insanların Allah'ın huzurunda ah­dinden sorumlu oiacağı belirtilmektedir. Bu tür emir Kur'an'm Mekki ve Medeni ayet­lerinde çokça tekrar edilmektedir. Hatta bu hususta, Enfal süresindeki şu ayet müslü-manlara, kafirlere karşı ahitlerini yerine getirmelerini emretmektedir:

''Onlar ki. inandılar, hicret ettiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaştılar ve onlar ki, {yurtlarına göçenleri) barındırdılar ve yardım ettiler. İşte onlar birbirlerinin ve-lisidirler. İnanıp da hicret etmeyenlere gelince; onlar hicret edinceye kadar onların vela­yetinden size birşey yoktur. Fakat onlar dinde yardım isterlerse (onlara) yardım etmeniz gerekir. Yalnız aranızda antlaşma (ahit) bulunan bir topluma karşı (yardım etmeniz) ol­maz. Allah, yaptıklarınızı görmektedir." (Enfal, 73).

7- Ayetler Allah'ın birliğinden sapmak, ana-babaya karşı gelmek, insanların kanları­nı, mallarını ve namuslarını hiçe saymak, zayıflara zulmetmek, sözünde durmamak, taş­kınlık ve şımarıklık içinde olmak gibi bütün yanlışları yasaklayan tavsiyeler içermekte­dir. Buna benzer tavsiyeler Furkan süresindeki dizide de göze çarpmaktadır. Bu, Araf Sûresi 31 ve 33. ayetlerin tefsiri bağlamında söylediğimiz şeyi destekler mahiyettedir. Kur'an, yalnızca yasak olanları açıklama planı gütmüş, onun dışında şirk, günah, savur­ganlık, taşkınlık, haksızlık ve zulüm oimayan herşeyi mubah saymıştır. [57]

 

Yakın Olanlar Ve Fedek Arazisi

 

Bir kısım müfess.irler "akraba" cümlesini Peygamber'İn yakınları olarak almış, gö­rüşlerini de, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'e dayandırılan hadis rivayetiyle desteklemişler­dir. Bu hususta bu görüşte olanların rivayet ettikleri bir başka hadis de; ayet inince Pey­gamber (s)'in kızı Fatıma'ya Fedck Köyü arazisini vermesi hadisidir[58].

Bu görüşü savunan ve hadis rivayetinde bulunanlar, ayetleri kendi arzularına göre yorumlayan, sağlam rivayet ve hadislere dayanmayan bir grup şia ve onların müfessirle-ridir.

Rivayetleri mesnetsiz ve yorumları ilginçtir. Çünkü ayetler Mekke'de inmiştir. Ayet­lerin indiği esnada Peygamber (s)'in akrabalarının geneli kafir idi ve Fedek Köyü de fethedilmemişti. Bu ancak hicretin 7. senesinde tamamlandı. İkinci olarak Peygamber (s)'in Fedek arazisini kızı Fatıma'ya verdiği sabit değildir. Müfessir İbn Kesir Özellikle bu olaya değinmiş, bu husustaki rivayeti kabul etmemiştir. Müfessirlerin geneli, "akra­ba" cümlesini genel olarak insanın akrabaları olarak anlamış ve böyle tercih etmişlerdir. Hatla kendisinden rivayet olunan tefsirde İbn Abbas da aynı görüştedir[59].

Bizim kendisini esas aldığımız mushaf 26, 32 ve 33. ayetlerin Medine'de indiğini zikretmiştir. Oysa bu ayetlerin, diziyle, tam bir uyum içinde olduğu, Medeni yasama üs­lubuna benzemeyip diğer ayetlerin üslubuyla aynı olduğu görünmektedir. Bunun için biz, bu rivayetin doğruluğunu kabul etmiyoruz. 26. ayetteki "akraba" cümlesine gelince biz, Şia yorumunu desteklemek için ortaya konan rivayetin Medeni olduğu görüşünü tercih ediyoruz[60].[61]

 

40- Rabbiniz, oğulları size seçti de'[62] kendisine melekler­den kadınlar mı edindi? Gerçekten siz büyük (çok tehlike­li) bir söz'[63]' söylüyorsunuz.

41- Bİz (bu manayı) Kur'an'da türlü şekillere çevirip anlat­tık ki, düşünüp anlasınlar. Fakat (bu anlatmamız) onlara (haktan) kaçmaktan'[64] başka bir katkıda bulunmuyor.

42- De ki: "Eğer dedikleri gibi onunla beraber (başka) tan­rılar olsaydı, o zaman (öteki tanrılar) Arşın sahibine (yak­laşmak için) bir yol ararlardı"'[65].

43-  Haşa, O, onların dediklerinden münezzehtir, çok -cedır, uludur.

44- Yedi sök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tes-bih ederler. Onu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yok­tur, ama siz onların teşbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.

 

Ayetlerde aynı zamanda lafızlar ve anlamlar gayet açıktır. Bu ayetlerle geçmiş ayet­ler arasında bir ilişki bulunmaktadır. Geçmiş ayetler Allah'la birlikte başka bir ilah edinmeyi yasaklayarak bilerken, bu ayetler, Allah'a gereksiz yere kızlar edindi diye iftİ-ra atanlara ve kendisine başka ilahları ortak koşanlara işaret ederek başlamaktadır.

Birinci ayatteki kötülenen ve kınanan muhatap zamirinin Kur'an'ı işiten Araplar'a yönelik olduğu aşikardır. Çünkü bu inanç ancak onların inancıdır. Bu Kur'an'da farklı üslûplarla tekrarlanmıştır-

Birinci ayet münakaşa için larlışma delili içermekledir. Çünkü böylesi bir inançta herhangi bir mantığın olmadığını ortaya koymakladır. Bu görüş sahipleri nasıl Allah'ın kızlar edindiğine inanabilirler? Oysa kızlar onlara göre erkeklerden daha aşağıdırlar. Olası birşey mi Allah erkekleri onlar için seçecek de kızları kendine bırakacak?

İkinci ayet bir başka tartışma delili içermektedir. Çünkü, şayet Allah'ın yarattığı şey­lerde bir ortağı olmuş olsaydı, o zaman o ortaklar en uzak bir merkezde olmayı kabul ederler ve herşeyde Allah'ın rakibi olurlardı.

Son iki ayet Allah'ı bir tür batıl aşırılıktan tenzih çimekte, rabliğinin tekliğinin, her-şeyin kendisine boyun eğdiğini ve teşbih elliğini, adını yücelttiğini vurgulamaktadır. Ardından gafur (bağışlayan) ve halim (hoşgörü sahibi) sıfatlarına değinmekte, adeta bu iki sıfatla Allah'ın, böylesi bir inanca sahip olanlara ve kendisini layıkı veçhile taktir et­meyenlere tevbe ettikleri sürece onlara {azap etmeyeceği) hoşgörülü olacağı, tevbe ve bağışlanma alanını genişlettiği murat edilmekledir.

Ayetlerin içeriği, Allah'a ortaklar koşanların ve meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyleyenlerin Allah'ın en büyük ilah olduğunu, evreni yaratan ve düzenleyenin o oldu­ğunu kabullendiklerine işaret etmektedir. İlgili bölümlerde açıkladığımız bir çok ayet­lerde bu gerçeğe değinilmiştir. Buradan hareketle delil kesin, eleştiri açık ve net olmuş­tur.

Bir kısım müfcssirler varlıkların Allah'ı sözle teşbih etliklerini zikrederek bu husus­ta garip ve zorlama rivayetler aktarmışlardır. Ne ki. kimi müfessirler de varlıkların Al­lah'ı teşbih etmelerinin hal lisanıyla olduğunu söylemişlerdir ve en doğru görüş de bu­dur[66].

Birinci ayetin işaret ettiğine göre ayetler Peygamber (s) ile kafirler arasında geçen karşılıklı tartışma sahnesinin ardından inmiştir. Kafirler;: "Biz Allah'a inanıyoruz, an­cak melekleri Allah katında şefaatçi (aracı)ler ediniyoruz. Çünkü bize göre melekler Al­lah'ın kızlarıdırlar" İddiasındadırlar. Bunun üzerine aksini ispat etmek, Allah'ı böylesi yakıştırmalardan yüceltmek için bu ayetler inmiştir. Bunu doğru kabul edersek geçmiş ayetlerle bu ayetler arasında işaret ettiğimiz üzere bir bağın bulunduğuna kimse itiraz edemez. [67]

 

Göklerin Yedi Sayısıyla Tasviri

 

Göklerin ''yedi" sayısıyla sınırlandınlışıyla ilgili bilgi, Mekki ve Medeni olmak üze­re bir çok sûrelerde geçmesine rağmen, ilk kez burada zikredilmektedir.

Tevrat'ın ilk bölümlerinde Allah'ın mevcudatı nasıl yaratmaya başladığı anlatılmış, orada tıpkı Kur'an'da birçok kez anlatıldığı Üzere, sayı verilmeksizin "gökler ve yL '" olarak zikredilmiştir.

Biz bu hususta Kasimi'nin "Mchasini't-Te'vil" adlı eserinin birinci cildi hariç, tefsir kitaplarında herhangi birşeye rastlamadık. Kasimi. kitabında bu konuyla ilgili şöyle açıklama yapmaktadır: Bir kısım astronomi bilginlerine göre. yedi gök evrendeki yedi gezegendir. Bir kısım dilbilimcilere göre ise. yedi, yetmiş, yediyüz sayısı bazen Arap­ça'da birler, onlar, yüzler makamında çokluk ifade etmektedir.

Her ne olursa olsun ayette sayının geçmesi Kur'aırı işitenlerin veya en azından bir kısmının göklerin sayısının yedi olarak bildiklerine işaret etmektedir. Ayetin sigasına ve içeriğine göre burada sayının zikredilmesi, bilimsel açıklama yapmak için değildir. Bu­rada zikredilmesinin asıl amacı. Allah'ın yarattığı herşeyin. O'nun tekliğini ve rablığını İtiraf ederek hal diliyle kendisini teşbih etliğine ve kendisine boyun eğdiğine değinmek­tir. Biz herhangi bir ekleme yapmaksızın ve tahminde bulunmaksızın bu kadarıyla yeti­niyoruz. [68]

 

45-  Kur'an okuduğun zaman seninle, ahirete inanmayanla-rın arasına kapalı bir perde çekeriz.

46- Kalplerine -onu anlamalarına engel olacak- kabuklar[69] kulaklarında da bir ağırlık[70] koyarız. Kur'an'da yalnız Rab-bini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.

47- Bİz onların seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini kendi aralarında gizli konuşurlarken de[71] o zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz." dediklerini gayet iyi biliyoruz.

48-  Bak nasıl misaller verdiler de saptılar. Artık bir daha yol bulamazlar.

 

Ayctlerdcki hitap Peygamber (s)'e yöneliktir. Burada kafirlerin durumları ve inatları vazedilmekte, bir kısım sözleri aktarılmaktadır. Ayetlerdeki bu durum geçmiş ayetlerle de doğrudan bağlantılıdır.

İlk bakışta ilk iki ayetle, Allah'ın ahirete ve hesabına inanmayan kafirlere Kur'an okununca anlamamaları için perde indirdiği, kulaklarını ve gönüllerini kapadığı anlaşıla­bilir. Ne var ki, sonradan gelen iki ayetle birlikte iyice düşünüldüğünde kafirlerin aşırı inatları, kalp katılıkları, bağnazlıkları ve kinleri gerçeği açıklamaktadır. Bu durumda ger­çekle kendi aralarına bir perde konulmuş gibidir. Kalbi perdeli olduğu için gerçeği göre­mez ve ondan etkifenemez ve .sağır gibi onu işitmez. Lokman Sûresi'ndeki şu ayet bu yo­rumun doğruluğuna bir delil teşkil etmektedir:

"Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç İşitmemiş, sanki kuîakll ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner. Onu, acı bir azap İle mı] (Lokman, 7).

İlk ayette kafirler, ahirete inanmayanlar olarak vasfedilirken, üçüncü ayette zail olarak vasfedümektedir. Dördüncü ayetle Peygamber (ş)'i büyülenmiş olarak niteleme­leri de müfessirlerin yorumuyla uygunluk arzed.cn bu görüşü desteklemektedir[72]. Buna benzer, geçmiş sûrelerde örneğin Yasin ve Araf sûrelerinde farklı üsluplarla vârid ol­muştur.

Aynı anda ibarede Peygamber (s)'in tescili edildiği göze çarpmaktadır: Kafirlerin sözlerine ve tutumlarına karşın Peygamber (s)'in üzülmemesi ve ümitsizliğe kapılma-masi gerekir. Çünkü kafirler, katı yürekli, basiretsiz, bozuk niyetli oldukları için Kur'an'i anlayamıyor ve ondan etkilenmiyorlar. Bu yüzden Peygamber (s) bununla ne yükümlü ne de bundan sorumludur. O ancak bir uyarıcı ve müjde ley içidir.

İkinci ayet, geçmiş ayetlerin yorumunda, kafirlerin Allah'a karşı cahil olmadıklarına ancak Allah'ı yalnız başına anmayıp ortak ve şefaatçilerimle birlikte, andıklarına dair söylediğimiz görüşü desteklemektedir.

Üçüncü ayet, Kur'an'i işitince kafirlerin mü'minlere söylediklerine ve aralarında bir etkileşimin bulunduğuna işaret etmektedir. Çünkü kafirler mü'minlere: "Siz büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." diyorlardı. Bu yüzden dördüncü ayet onları eleştirmekte ve sapık olarak nitelemektedir.

Üçüncü ve dördüncü ayet, kafirlerin Kur'an'ı işitince mü'minlere söyledikleri ve onlarla tartıştıkları şeye değinmekledir. Kafirler mü'minlere: "Siz büyülenmiş bir ada­ma uyuyorsunuz." diyorlardı. Her iki ayel de kafirleri zalim, sapık, delil sunmaktan aciz ve asılsız iftiracı olarak niteliyor. Bu. "Bak nasıl misaller verdiler de saptılar. Artık bir daha yol bulmazlar." cümlesinde ifade ediliyor.

Üçüncü ayet, kafirlerin müzminleri kınadığını ve onları asılsız olarak nitelediğini be­lirtme ihtimali vardı. Bu ihtimali ayetteki "tabi oluyorsunuz/uyuyorsunuz1' ibaresi des­teklemektedir. Burada, müzminlerle kafirler arasında karşılıklı bir iletişim ve tartışma­nın olduğuna dair bir belirli bulunmaktadır.

Görüldüğü kadarıyla kafirler Peygamber (s)'i büyülenmiş olarak nitelerken şunu de­mek istiyorlardı: "Peygamber (s)'in kendilerini ahirct, hesap, cennet ve cehennemle uyarması, aslı olmayan, bir vehimden ibaret olan büyülenmiş bir duruma benziyor; akla, mantığa ve realiteye uymayan bir şeyle bizi korkuluyor." Bundan sonraki ayetler bu gerçeği destekler mahiyettedir. [73]

 

49- Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan'[74]' sonra mı, sahiden biz mi yeni bir yaratı­lışla diriltileceğiz?"

50- De kİ: "İster taş olun, ister demir!"

51- İster gönlünüzde büyüyen, herhangi bir yaratık (ne olursanız olun, Allah sizi mutlaka çürütecektir)- "Bizi kim tekrar (hayata) döndürebilir?" diyecekler. De kî: "Sizi ilk defa yaratan." Sana alaylı alaylı başlarını sallayacaklar[75] ve: "Ne zaman o" diyecekler. De ki: "Yakın olması umu-lur."

52- Sizi çağıracağı gün ona hamdederek çağrısına uyarsı nız[76] ve sanırsınız ki (kabirlerde yahut dünyada) pek az kaldınız.başlarını sallarlar.

 

Ayetler, kafirlerin konumlarını ve inkar durumlarını aktarma yönünden diğer geçmiş ayetlerle bağlantılıdır. Burada ayetler, kafirlerin, çürümüş kemik olduktan sonra yeniden dirilmelerinin mümkün olmayacağı, onun için Peygamber (s) Öldükten sonra yeniden dirilme uyarısının yanlış olacağı vs. şeklindeki sözlerini aktarmakla ve Peygamber (s)'in kafirlerin bu sözlerine şöyle cevap vermesini emretmekledir: "İster tas olun, ister demir yahut eski haline dönmesi bunlardan daha zor olan başka birşey. ne olursanız olun yeniden diriltileceksiniz. Uzak sandığınız bu yeniden dirilme çok yakındır ve Allah'ın olma­sı gereken bir vaadidir."

Kafirler ölümle yeniden dirilme arasında çok az bir zamanın olduğunu sanacaklar. O zaman inkarlarına rağmen Allah'ın kudretini ve yüceliğini itiraf edip, hamdederek sec­deye kapanacaklar.

Yine aynı ayetler kafirlere kendilerini ilk kez yaratan Allah'ın ikinci kc^ yeniden "di­riltmeye kadir olduğu söylenince alaylı alaylı başlarını sallayıp onların inkar ve yalanla­maya devam ettiklerini aktarmaktadır.

Ayetlerde, kafirlerle Peygamber (s) arasında geçen özellikle de hesap ve yeniden di­rilme ile ilgili tartışma pasajları ve farklı konumlara sahip olan münakaşa metotları bu­lunmaktadır.

Bu tartışma kafirlerin, Kur'an'da bir çok kez tekrarlandığı ve örnekleri geçtiği üze­re. Allah'ın yaratıcı ve yeniden var edici olduğuna dair inançlarının bir devamı niteli­ğindedir. [77]

 

53- Kullarıma[78] söyle: En güzel sözü söylesinler (puta ta­panlara sert davranmasıniar). Çünkü şeytan aralarına gi­rer1[79]; zira şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.

 

Ayetle, Peygamber (s)'e Allah'ın müslüman kullarına; en güzel sözü söylemelerini yahut en güzel şekilde tartışmalarını, sert davranmaktan kaçınmalarını, şeytanın arala­rındaki vesvese ve dürUiicrinc aldırmamalarını kaçınmalarını, çünkü insan için en azıl! düşmanın o olduğunu bildirmesi emrokınnı aktadır:

Kullanımı söyle; En güzel sözü söylesinler" ayeti ve bu ayetin telkin ve iniş koşul­ları hakkında ınüfessirlerin iki önemli yaklaşımı vardır:

Zamahşeri'mh Keşşafında rivayetine göre ayet. Hz. Ömer ile kafirlerden biri ara sinda geçen tartışma, nahoş söz ve H/.. Ömer'in onu edcplcndİnne girişimi üzerine inmistir. Taberi'nin Mecmeu'l Beyan'da aktardığına göre müşriklerle savaşma izni iste­meleri üzerine inmiştir. Her iki rivayetin doğruluğuna engel teşkil eden hiçbir durum yoktur. Ancak önceki ayetlerin Üslubu işaret ettiği ve kafirlerle miislümanlar arasında çıkan geçmiş tartışmayı aktarmayı devam ettirdiği mey anındadır. Bu yüzden Peygamber (s)'e müslümanlain en güzel şekilde tartışmaları, şiddetten sakınmaları gerektiğini, aksi taktirde şeytanın akıllarını karıştırabileceğini onlara bildirmesini emretmiştir. Bunun asıl amacı ise şeytana açılan kapıları kapamak, kalpleri birleştirmek, inatlaşmayı hafif­letmek, doğruya yönelmeye teşvik etmektir.

Bir kısım müfessirlere göre ayetteki tavsiye müslümanların kendi aralarındaki uygu­lamayla ilgilidir[80]. Bununla birlikte, ileride açıklayacağımız üzere bu husus Kur'an'in bir çok yerindeki tavsiyeyle uyum içinde olup geçen olaya sarfedilmesi en doğru bir gö­rüştür. Ayetin içeriği ve siyakı da buna işaret etmektedir. Bir çok müfessir de aynı şeyi söylemektedir[81]'.

Casiye Sûresi 14. ayet bu olayı destekler mahiyettedir: "İnananlara söyle: Allah'ın (kafirlere ceza vereceği) günlerin geleceğini ummayanlan affetsinler ki (Allah'ın kendi­si) bir toplumu, yaptıklarıyla cezalandırsın." Bu ayet, müfessirlerin aktardığına göre ko­nu hakkında inmiştir[82].

Ayette müslümanların iyilik ve yumuşak sözle, en güzel bir söylemle, en hoş bir tar­tışmayla muamele etmeleri telkin edilmektedir. Çünkü sert davranma ve inat, tartışma ortamını genişletir, düşmanlık ve kine sebep olur, insanı böbürlenmeye, hak ve hakikati gizlemeye götürür. [83]

 

54- Rabbiniz sîzi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder. Biz seni, onların üzerine vekil göndermedik.

 

Bir çok müfessirin görüşüne göre[84] ayette geçen ikinci çoğul zamiri (siz), önceki ayetlerde sözkonusu olan kafirlere yöneliktir. Bazı müfessirlere göre[85] ise bu zamir,müslümaniara yahut mutlak olarak Kur'an'a kulak verenlere aittir. Birinci görüş, siyak­tan ve ayetlerden esinlendiği için daha doğrudur. Bu görüştekiler ayeti şöyle yorumla­maktadırlar:

"Ey Peygamber (s), kafirlere söyle: Sizin işiniz Allah'ın elindedir. O sizi daha iyi bilir. Dilerse acır. Böylece tevbenizi kabul eder, sizi doğru yola iletir. Dilerse sizi rezil ve kepaze eder. Küfrünüz üzere bırakır."

Ayetin sonuç bölümüne gelince burada Allah, Peygamber (s)'e, kafirlerin hidayet ve küfürlerinden sorumlu ve onlar üzerine vekil olarak gönderilmediğini söyleyerek ona il­tifat etmektedir. Peygamber (s)'in davetine karşı gelen kafirlerin inat ve diretmelerine karşılık Peygamber (s)'i teselli etmektedir.

Ayetin önceki siyak bağlamından kopuk olmadığı gayet açıktır. Burada bilindiği üzere Allah'ın kafirler hakkında dilemesinin sebebi anlatılmaktadır. Çünkü Allah kafir­lerin gönüllerindekini daha iyi bilir; hayra ve hidayete arzulu olanı doğru yola iletir. Onu rahmeti içine alır. Bu durumda olmayanı rezil eder. Ra'd Sûresi'nin şu ayetinde de belirtildiği üzere o kimsenin gidiş yeri azap olur: "İnkar edenler: 'Ona Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?' diyorlar. De ki: 'Allah dilediğini saptırır, (hakka) yönele­ni de kendisine iletir." (Ra'd, 27).

İbrahim Sûresi'nde: "Allah. İnsanları dünya hayatında da, ahirette de sağlam sözle tespit eder. Allah zalimleri saptırır ve Allah dilediğini yapar." (ibrahim. 27). Ayetin ibaresinin zahirinde okuyucu gönlünde oluşan şüphe böylece ortadan kaldırılmış olur.

55- Rabbin, göklerde ve yerde olan kimseleri daha iyi bi­lir. {O, peygamber olmaya kimi layık görürse onu seçer). Andolsun ki, biz peygamberlerin kimini kimine üstün kıl­dık, Davud'a da Zebur'u verdik.

 

Müfessirler bu ayete uygun herhangi bir rivayette bulunmamışlardır. Ayet geçmiş ayetler üzerine affolunmaktadır ve önceki ayetler gibi konuya girmektedir. Dolasıyısıyla bu da bizi siyakın devamı olduğu kanısına götürür. Bu ayet, Allah'ın kafirlerin kalple­rinde olanları daha iyi bildiğini, dilerse rahmetine ehil olan kişileri bağışlayıp, azabı ha-kedenlere azap edeceğini, aynı şekilde göklerde ve yerde olan herşeyi de bildiğini açıkkırnaktadır. Bunun bir neticesi olarak Allah bir kısım peygamberleri diğerleri üzerine üstün kılmış ve Davud'a Zebur'u vermiştir. Bu açıklama Taberi'nin açıklamasıyla uy­gunluk arzetmektedir. Bu da gösteriyor ki. bu ayet. konu olarak geçmiş ayetlerle arala­rında bir bağ bulunmakladır.

Bir kısım müfcssirlere göre bu ayetle. Hz. Muhammed'in diğer peygamberlere üs­tünlüğünü inkar edenlere bir cevap bulunmakladır. Çünkü Hz. Muhammed'in üstünlü­ğünü birçok ayetler vurgulamaktadır. Kur'an diğer geçmiş kitaplara egemendir. Allah elçisini hidayetle ve hak dinle göndermiş, ona dininin diğer dinlere baskın çıkacağını vadetmişlir. Bu yüzden biz müfessirlcrin bu husustaki görüşünü benimsiyoruz. Zebur; tercih edilen görüşe göre Ahd-i Kadim {TevraO'deki Mezamir bölümü olup Davud'a dayandırılan ilahiler bütününden ibarettir.

Zebur; yapı ve anlam olarak Allah'a yapılan tesbihat ve Övgülerdir. İçinde birçok hikmetler, öğütler ve veciz sözler bulunmaktadır. Zebur, anlaşıldığı kadarıyla Davud ta­rafından inşa edilmiştir (Yani lafız Davud'a aittir). Bu. "Biz Davud'a Zebur verdik" cümlesiyle çelişmez. Bilindiği üzere bu da Allah'ın bir vahyi ve ilhamıdır. [86] [87]

 

56-  De ki: "Ondan başka (tanrı) sandığınız şeyleri çağırın, onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de (onu) başka bir yana çevirebilirler."

57-  O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en yakın olan(lar)ı da rablerine yaklaşmak için vesile[88]' ararlar; onun merha­metini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbİnin aza­bı cidden korkunçtur[89].

 

Her iki ayette de kafirlerin meydan okumalarına ve Allah'a ortak koşma alçaklıklarına işaret edilmektedir. Ayetlerdeki her iki durumun siyakla bir bağlantısı bulunmakta­dır.

Ayetlerde Peygamber (s)'in, kafirleri uyararak, meydan okuyarak onlara; Allah'tan gayrı yal vardı ki arı şeylerin kendilerinden hiçbir zararı gideremeyeceği, oysa yalvardık-ları .şeylerin Allah'a kavuşmak için yol aradıklarını, onun rahmetini umup azabından sa­kındıklarını söylemesi emrediimektedir.

Görüldüğü kadarıyla burada zikredilen ortaklardan kasıt, önceki ayetlerin birinde zikredilen meleklerdir. Çünkü Araplar, meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanıyor­lar. Bir çok ayetlerde Arapkir'in melekleri şefaatçiler edindikleri zikrolunmaktadır. -mer Sûresi'ndcki şu ayetler bu gerçeği ifade etmektedir:[90]

'"İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. Ondan başka veliler edinerek: "Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." diyenler (e gelince); şüphesiz ki Allah onlar arasında, ayrılığa düştükleri şeyde hükmünü vercektir. Allah yalancı, nankör olan kimseyi doğru yola iletmez. Eğer Allah çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dile­diğini seçerdi. O yücedir. O tek ve kahredici Allah'tır." (Zünıer, 3,4)

Yunus Sûrcsi'nde de şöyle buyrulmakladır:

"Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar, ne de yarar veremeyen şeylere tapıyorlar ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!' diyorlar. De ki: 'Allah'ın göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz?' O onların koştukları ortaklar­dan uzak ve yücedir." (Yunus, 18)

Esas aldığımız mushafın zikrettiğine göre ikinci ayet Medine'de inmiştir. Bu şüphe taşıyan hatla inkar edilmesi gereken ilginç bir görüştür. Bu ayet. ilk ayetle irtibatlı olup tam bir uyum içindedir. Onu tamamlamakta ve açıklamaktadır. [91]

 

58- Hiçbir ülke yoktur ki, biz kıyamet gününden Önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli bir şekilde azab edecek ol­mayalım. Bu kitapta yazılmıştır.

59- Bizi ayetler (mu'cizeler) göndermekten alıkoyan şey, evvelkilerin, (onları) yalanlamış olmasıdır. Semucl (kavmi-nel'a acık bir mucize olarak'[92] dişi deveyi verdik, o yüzden kendilerine zulmettiler[93]. Haibukİ biz o mu'cizeleri, yalnız korkutmak için göndeririz.

 

Birinci ayette, kıyamet gününden Önce helak edilecek herbir ülke veya millet, ister tabiat kanunuyla helak edilsin, ister Rabbani bir azapla farketmcz. bunun bir Allah ka­nunu olduğuna ve bunun Allah'ın ezeli ve kuşatıcı ilminde bilindiğine dair rabbani bir açıklama bulunmaktadır.

İkinci ayette, Allah'ı Muhammed (s) eliyle mucizeler serdetmekten alıkoyan şeyin önceki milletlerin peygamberlerini yalanlamaları, kendilerine gösterilen mucizelerden etkilenmemeleri olduğuna dair rabbani açıklama bulunmaktadır. Örneğin Allah Semud kavmine açık bir mucize olarak dişi deveyi vermiş, onlar inkar etmiş ve zulmedenlerden olmuşlar. Allah mucizelerini ancak insanları korkulmak ve uyarmak için gönderir. Ola ki. bu yüzden sapıklıklarını ve taşkınlıklarını terkedip doğru yola gelirler. [94]

 

Muhammed (S)'Le Mucize Gösterilmemesinin Hikmeti

 

Bu iki ayetin tefsiri bağlamında Taberi'nin, Tabii'nin ileri gelenlerinden Said b. -beyr'den rivayet ettiğine göre; müşrikler Peygamber (s)'e şöyle diyorlardı: "Safa Tepe­si'ni altın yapmak için Allah'a dua et, o zaman seni doğrulayacağız ve sana inanacağız." Bunun üzerine Allah. Peygamberi'ne vahyetti: "Eğer istersen onların dediklerini yapa­rız. Ama o zaman inanmazlarsa azap başlarına iner. Böylece mucize indikten sonra tar­tışma olmaz. İstersen de onlara mühlet verirsin." Bunun üzerine Peygamber (s): "Ey Al­lah'ım onlara süre tanıyorum.'1" dedi.

Geçmiş ve gelecek ayetlerle bu ayetler arasında bir konu bütünlüğü ve bir İlişki bu­lunmaktadır. Çünkü önceki ayetler, Allah'ın bu azabıyla korkutarak noktalanmış, bu

ayetler ise Allah'ın bu azabı indirmeye gücü yettiğini vurgulamak için gelmiştir. Bu da gösteriyor ki, ayetler siyak yönüyle birbiriyle bağlantılı olup, bu iki ayet müşriklerin Peygamber (s)'den mucize istemesi üzerine inmemiştir.

Birçok ayetlerin vurguladığı kadarıyla kafirler, yeniden dirilmeyi inkar etmeye, Kur an'm Allah'ın azabıyla uyarısını hafife almaya, Peygamber (s)'den mucize veyahut azabı hemencecik getirmesini istemeye devam etmişlerdir. Bunun üzerine ayetler inmiş­tir.

Burada Said b. Cübeyr'in rivayetlerinde bulunan birşeye cevap verilmektedir: Allah Peygamber (s) eliyle mucize göstermemiş, çünkü Allah, geçmiş milletlerde olduğu gibi kafirlerin de inanmayacaklarını bilmiştir. Mucize geldikten sonra ise Allah'ın kanunu gereği o milletler yerle bir olmuşlardır. Bu yüzden Allah'ın hikmeti gereği onlar üzerine azap hemen gelmemektedir.

Görebildiğimiz kadarıyla her iki ayette de karşılaştığı inat, inkar ve acziyet karşısın­da Peygamber (s) teselli edilmektedir.

İkinci ayet, kafirlerin meydan okumalarına karşın, Allah'ın hikmeti gereği Peygam­ber (s) eliyle mucizeler indirmediğini açıklamaktadır. Bilindiği üzere burada Allah'ın hikmeti, Peygamberi'nin ve Kur'an'ın doğruluğuna dair kafirleri ikna için mucize gös­termeyi gerektirmemiştir. Çünkü davet (çağrı), ancak Allah'ın birliğine olup dünya ahi-ret saadetinin garantisi olan üstün değerler bütününe ve ahlaka sarılmak, günah, kötü­lük, taşkınlık ve şirkten sakınmak yönündedir. Bunların doğruluğunun veya yanlışlığı­nın isbatı için mucizeye gerek yoktur. Bu çağrının temel ilkelerini oluşturan Kur'an, Al­lah'ın en büyük en yeterli bir mucizesidir. Kur'an'da bir çok ayetler bu anlamı destekle­mektedir. Ankebut Sûresi'ndeki şu ayetler buna bir Örnektir:

"Dediler ki: "Ona Rabhinden ayetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler (mucizeler) Allah'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."

"Kendilerine okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır." (Ankebut, 50, 51)

Burada ayetler, Kur'an'da iman ve hidayette gerçeği arzulayanlar için öğüt, rahmet, yeterlilik ve zenginlik olduğunu belirtmektedir. [95]

 

60- Bir zaman sana: "Rabbin insanları kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'an'da lanetlenmiş ağacı, İnsanları (n imanını) sınama (aracı) yaptık. Biz onları (çeşitli şekillerde) korkutuyoruz. Fakat bu, onlara, sadece büyük bir azgınlık artırmaktan başka bir katkıda bulunmu­yor.

 

Bu ayet bir önceki iki ayet üzerine atfedilmiş olup, siyak yönüyle her ikisiyle de bağlantılıdır. Burada hitap Peygamber (s)'e yöneltilmiştir. Birinci paragrafta. Peygam­ber (s)'e teselli edilmiştir. Taberi. Tabiin ve Tebau't-Tabiin'in görüşlerine dayanarak; Allah kendini kafirlerden koruduğuna dair Peygamberi (s) teselli ettiğini söylemektedir. İkinci paragrafta ise Allah. Peygamberi'ne gösterdiği rüyayı kafirlere göstermeyerek, Kur'an'da lanetlenmiş ağacı onlar için bir sınama ve korkutma aracı kılarak, bunu da ancak onların azgınlıklarını artırmalarına vesile kılarak onları eleştirmektedir.

Ağaç ve rüyadan neyin kasdedildiği hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşlerden biri de Şia'nın görüşüdür. Onlara göre: Ağaçtan amaç Ümeyyeoğullarfdir. Rüyadan amaç da Peygamber (s)'in onları minberine sıçrayan maymunlar olarak gördü­ğü rüyadır. Şiilere göre bunlar Ümcyycoğullarf dır[96]. Bu, Kur'an'ı yorumlama hususun­da onların çok ilginç yorumlarıdır.

Cumhur müfessirlerjnİn, Tabiin ve Tebau't-Tabiin'e dayandırılarak[97] katıldıkları en meşhur görüşe göre; rüya sûrenin baş taraflarında zikredilen İsra olayıdır.

Bir kısım müfessirlere göre rüya, yalnızca uykuda görülen rüya olmayıp aynı za­manda uyanıkken Peygamber (s)'in gördüğü müşahedelerdir.

Ağaca gelince; cumhurun da katıldığı görüşe göre, zakkum ağacıdır[98]. Bu ağacın, bu sûreden bir müddet Önce inen Vakıa sûresinde zikri geçmiştir.

Rivayetlerde zikrolunduğuna göre Ebu Cehil'in de içinde bulunduğu bir kısım kafir liderler, İsra kıssasını duyunca bunu Peygamber (s)'e karşı olay ve propaganda aracı görmüşler, insanları ondan yüz çevirmeye çalışmışlar, hatta bir kısım imanı zayıf müs-lümanlar onların sözlerine kanarak dinden dönmüşlerdir[99]. Bu kimseler aynı şekilde zakkum ağacını da alaya almışlar, Muhammed'in ateşinde biten ağaç olarak nitelemiş­lerdir.[100]

Burada adeta ayetle nebevi haberleri doğrulamak için iki meseleyi Allah'ın sınav meselesi kılması kasdedilmiş, bunları tasdik etmeyenlerin ise mucizeleri inkar ettikleri ortaya çıkmıştır. Bunun için de bu tür kişiler fiilen kafirlerden olmuştur. [101]

 

61-  Meleklere: "Adem'e secde edin!" demiştik. Secde etti-ler, yalnız İblis etmedi: "Ben, çamur olarak yarattığın kim-şeye secde ed&r miyim? dedi.

62-  "Şu benden üstün yaptığını[102]' gördün mü? Andolsun,

eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun zürriyetİ-ni, pek azı hariç, kökünden koparıp sürükleyeceğim![103] dedi.

63-  (Allah): "(Defo!) Git!   dedi. Onlardan kirn sana uyarsa cezanız cehennemdir, mükemmel bîr ceza (size)!"

64-  Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden oynat[104] atlıların ve yayanlarınla onların üzerine yaygarayı bas[105], mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol; onlara (çeşitli) va-adier yap. Kuşkusuz şeytan onlara aldatmadan başka bir-şey vaadetmez.

65-  Benim kullarım (a gelince) senin onlara gücün yet­mez[106]. Vekil olarak Rabbin yeter.

 

Ayetlerde İblis'İn durumu, inadı, Allah'a itaat etmekten ve Adem'e secde etmekten yüz çevirip büyüklük taslaması hatırlatılmakta, İbiis'le Allah arasında cerayan eden ko­nuşma aktarılmakta, İblis'İn gücü yettiği oranda insanları Allah'a imandan yüz çevirme çabası anlatılmakla, İblis'İn Allah'ın kullarından iyi ve salih olanlara dokunamayacağı vurgulanmakta, İblis'İn ve ona uyanların cezasının cehennem olacağı vadedilmekte, şeytanın insanlar için süslediği ve vadettiği şeylerin bir aldatmadan ve göz boyamadan başka birşey olmadığı beyan edilmektedir.

Ayetler, siyakla bağlantılı olup aynı zamanda onun bir devamı niteliğindedir. Bu ayetler Peygamber (s) ve mü'minler, kafirlerin konumlarına, yalanlamalarına ve inatla­rına karşılık tescili edilmekte, kafirler ise kınanmaktadır. Çünkü bunlar şeytana uyuyor­lar, onun süslemesine ve vesveselerine aldanıyorlar. Şeytanın ve kafirlerin gideceği yer cehennemdir. Şeytan ancak fıtratı bozuk ve kalpleri katılaşmış kimseleri etkisi altına alabilir. Allah'ın nıü'min kullarına gelince; şeytan onlara dokunamaz. Çünkü onlar Sa'd Sûresi'nde de açıkladığımız üzere İblis'i ve O'nun aldatmasını tanıyorlar.

Ayetlerde kullanılan İblis'e yönelik tabirler mecazidir. Ancak gördüğümüz kadarıyla bir kısım müfessirler, İblis'İn savaş araçları, tahrikçi piyade ve süvarileri olduğunu söy­lemişlerdir. İblis'İn yoldan çıkmış insanların yemelerine, içmelerine ve cinsi birleşmele­rine ortak olduğu söylenir[107]. Burada bir yönüyle zorlama, başka bir yönüyle de gereksiz gaybi alanlara müdahale vardır. [108]

 

66-  (Ey insanlar), Rabbiniz O'dur ki, nimetinden (payınızı) aramanız için'[109] gemileri denizde yürütür'[110]. Doğrusu O, size karşı cok merhametlidir.

67-  Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu)[111]' dokun­duğu zaman O'ndan başka bütün yalvardıklarımz kaybo­lur[112]'. Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allah'ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankör­dür![113]

68-  (Allah'ın), üzerinde bulunduğunuz kara tarafını ters çevirmeyeceğinden, üzerinize taşlar savuran[114] bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? (Ki bunlar olduktan) sonra kendinize bir koruyucu bulamazsınız[115].

69-  Yoksa O'nun sizi bir kez daha denize gönderip, üstü­nüze, kırıp geçiveren bir rüzgar[116] salarak inkar ettiğiniz­den doİayı sizi boğmayacağından emin misiniz? (Bunlar olduktan sonra) kendiniz için bize karşı peşinizi takip e-den birini bulamazsınız![117]

 

Ayetler, anlamları ve lafızları çok açık olup önceki ayetlerle bağlantılıdır. Görüldü­ğü üzere bu ayetlerde Kur'an'ın davet, ilzam (zorunlu tutma) ve sözü ağza tıkama me­totlarından bir diğeri bulunmaktadır. O da; muhataplara, Allah'ın en büyük lütfü oldu­ğunun hatırlatılmasıdır. Burada tehlike anında ancak Allah'a yalvaran ardından ortak tutmaya geri dönen, Allah'ın nimetini ve lütfunu inkar eden müşrikler kınanmakta, böy­lesi kimselerin ancak Allah'ın karada yahut denizde üzerlerine taşlar savuran bir kasırga gönderip onlardan intikam alınca inanacakları vurgulanmaktadır. [118]

 

70- Andolsun biz Ademoğulları'na çok ikram ettik, onları karada ve denizde taşıdık. Onları güzel rızıklarİa besledik ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.

 

Bu ayet geçmiş ayetlerin peşinden gelmiştir. Yüce Allah Ademoğullanna ikramda bulunmuş, onlara teiniz rızıklar vermiş, deıiizde ve karada yolculuk yapmalarını kolay­laştırmış, onları diğer yaratıklarına üstün kılmıştır. Bu yüzden Ademoğulları samimi olarak yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, ondan gaynsmdan uzaklaşmaları, Özel ve genel gidişatlarında Allah'ın kendilerine bahşettiği ikramları takdir etmeleri lazımdır.

Ayette geçen övgü gerçekten çok büyüktür. Allah'ın Ademoğullanna ikramlarının başında, ademi kendi etiyle yaratması, ona ruhundan üflemesi, meleklerin ona secde et­mesini emretmesidir. Sa'd Sûresi'ndeki ve Bakara Sûresrndcki şu ayetler bunun için bir örnektir:

"Rabbin meleklerine demişti ki: "Onu (n şeklini) düzeltip, ona ruhundan üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın!" Meleklerin hepsi tamamen secde etliler. Yalnız İb­lis etmedi, büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (Rabbin ona) dedi ki: "Ey İblis, iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasiadın, yoksa yücelerden mi oldun?" (Sa'd, 71 -75)

"Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek lesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz." dediler. (Rabbin): "Ben sizin bil­mediklerinizi bilirim." dedi. {Bakara, 30)

Allah'ın Ademoğullanna ikramından biri de gökleri ve yeri onun emrine amade kıl­masıdır. Bu Lokman Sûresi'nde şöyle belirtilmektedir:

"Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde bulunan herşeyi size boyun eğdirdi ve size zahir ve batın (dış ve iç, görünen ve görünmeyen, bildiğiniz ve bilmediğiniz) nimetleri­ni bol bol verdi. Yinede insanlardan kimi varkİ ne bilgisi, ne yol göstereni nede aydın­latıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır (durur)." (Lokman, 20) Ayrıca örnekleri geçmiş birçok ayetlerde bu noktaya değinilmiştir. [119]

 

71-  Her milletin önderini'1* çağırdığımız gün kimlerin kita­bı sağından verilirse işte onlar, kitaplarını okurlar ve en u-fak'[120] bir haksızlığa uğratılamazlar.[121]

72- Şu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür (hatta o) yol bakımından daha da sapıktır.

İmamihim Bir görüşe göre "peygamberini", başka bir görüşe göre "amel defterini", bir diğer görüşe göre, "alametlerini" anlamındadır.

 

Her iki ayetle de Allah'ın insanları çağıracağına ve herkese amel kitaplarını verece­ğine dair rabbani direktif bulunmaktadır. O gün kimilerine kitapları sağından verilir. Bunlar doğru yolu bulmuş kimselerdir. Kitaplarını sevinerek ve birbirleriyle müjdeleşe-rek okurlar. Bunlar eksik de yapsalar Allah bunların amellerinden hiçbir şey eksiltmez. Dünyada iken kör ve sapık olanlara gelince ahirette daha kör daha sapık olacak, ahi fi­gan edeceklerdir.

Bilindiği üzere kitabın sağdan ve soldan verilmesi, insanların bunun için çağrılması ritmik ve dramatik bir söylemdir. Bu söylem, insanların amellerinin neticesi olarak ceza ve hüküm meclisine toplandıklarında dünyada birbirleriyle konuştukları söylemle ben­zerlik arzetmektedir. "Kör" ifadesi mecazi olup dosdoğru yolu göremeyen sapık yerine kullanılmıştır. [122]

 

73-  Az daha onlar, seni sana vahyettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşürecek­ti[123]'. İşte o zaman seni dost[124] edinirlerdi.

74-  Eğer biz seni sağlamlaştırmamiş olsaydık, onlara bir parça meyledecektin.

75- O takdirde de sana, hayatın da, ölümün de kat kat (âz-ab)ını tattırırdık[125]'. Sonra bize karşı bir yardımcı da bula­mazdın.

 

Ayetlerde, Peygamber (s) için şöyle bir rabbani uyarı bulunmaktadır; Kafirler Pey­gamber (s)'i Allah'ın kendisine vahyettiği şeyden yüz çevirtmek ve başkalarını Allah'a iftira ettirmek istemektedirler. Onlar işte o zaman kendisini dost edinebilirler. Allah peygamberinin kalbini sabitleştirmemiş olsaydı Allah hem dünyada hem de öldükten sonra kendisine azabı kat kat tattırırdı.

İlk bakışta ayetlerin önceki konulardan kopuk olduğu göze çarpmaktadır. Ayetler, kafirlerle Peygamber (s) arasında geçen çok önemli bir duruma ve peygamberi siretin manzaralarına işaret etmektedir.

Görebildiğimiz kadarıyla geçmiş ayetlerle bu ayetler arasında bir konu bütünlüğü vardır. Ayetin inmesine sebeb olan bu durum hemen oluşmamış, öteden beri devam edegelmiştir. Bu yüzden ayetler, kafirlere Allah'ın ayetleri hatırlatılınca büyüklük tasla­dıklarına ve taşkınlık ettiklerine değinmiş ve bilindiği üzere siyaktan kopuk olmamıştır. [126]

 

Peygamber (S) Fitneye Düştü Mü?

 

"Âz daha onlar, seni sana yahyettiğimizden ayırarak, Ondan başkasını bize iftira et­men için fitneye düşüreceklerdi" ayeliyle ilgili olarak müfessirlerin aktardığı rivayetlere göre, bir grup kafirler, Rasulullah'a bir müddet, bir kısım geleneklerine ve kutsamaları­na devam etme önerisinde bulunmuşlardır. Kimilerine göre de, bu grup, Pepgamber (s)'den biraz, ilahlarını yüceltmelerine tolerans tanımasını istemektedirler. Kimilerine göre; bu grup, Peygamber (s)'in kınamaması, onlara göz yumması önerisinde bulun-muşlardır.

İkinci ve üçüncü rivayette aktarıldığı üzere, bu grup, Peygamber (s) böyle yaparsa kendisine inanacakları vadinde bulunmaktadır. Dördüncü rivayette aktarıldığı üzere; ay­nı grup, Peygamber (s)'in, Kabe'nin avlusunda bulunan ilahlarına yani putlarına ses çı­karmazsa, tavaftan O'nu engellememek istemektedir[127]. Burada İbn Sad'ın Taba-kal'ının[128]   birinci cildinde aktarılan beşinci bir rivayet daha vardır. Bu rivayete göre:

Peygamber (s) bir gün Kabe'nin etrafında oturup Necm Sûresi'nin ilk ayetlerini; "Gör­dünüz mü haber verin: "Lat ve Uzza'yı ve üçüncü put olan Menat'ı" ayetine kadar oku­du. Şeytan bu ayetin ardından Peygamber (s)'in okuyuşuna "O yüce Garaniktir. Onların şefaatleri umulmaktadır.'' cümlelerini ekler. Peygamber (s) sûrenin geri kalan kısmını tamamlayınca secdeye kapandı. Kafirler: "Muhammed (s) bizim ilahlarımızı hayırla ya-detti." dediler. Haber bölgeye yayıldı. Habeşistan'daki muhacirlere kadar ulaştı. Üzerine ilaveler yapıldı. Mekke halkı nebevi daveti kabul ettiler denince muhacirler Mekke'ye geri döndüler. Bu o!ay peygamberliğin beşinci yılında vuku buldu.

Daha sonra muhacirler anladılar ki; kendilerine ulaşan haber bir abartıdan ibarettir, kafirler küfürlerine devam etmekledirler, yeniden Habeşistan'a geri döndüler. Ayetler, bu olay üzerine inmiştir.

Ayetlerin içeriği ve özü rivayetlerden ilk dördü ile uygunluk arzetmektedir. Ayetle­rin ibaresine göre olay, Peygamber (s)'in zihnine gelmiş bîr düşünceden İbarettir. Fiili­yata geçmemiştir. Bu gayet açıktır.

Son beşinci rivayete gelince müfessir ve siyer alimlerinin geneli onu kabul etme­miş[129] Buradaki yanlışlığı ve bir kısım İslam düşmanlarının Peygamber1 (s)e yaptıkları iftirayı açıklamışlardır. Bu alimlerden kimilerine göre: "Bu yüce Garaniktir, şüphesiz hepsinin şefaati umulur." cümleleriyle bir kısım kafirler, Necm Sûresi'ni okuyunca Pey­gamber (s)'e cevap vermişlerdir. Kimilerine göre ise, şeytan kargaşa çıkarmak için bu cümleleri fısıldamıştır. Ayetlerin özü, sigası ve iniş koşullan rivayetin yanlışlığını orta­ya koymaktadır. Rivayet Peygamber (s)'in söz söylediği, yani ayetler "Onlar neredeyse seni fitneye düşüreceklerdi" dediğinde bizzat bunun vuku bulduğunu hatırlatmaktadır. Necm sûresi ayetlerinin siyakı bunun öyle olamıyacağını isbatlıyor, Çünkü ayetlerdeki bu genci akış. kafirleri, bu Üç putu edindikleri ve onlara dişi isimleri verdikleri, onları Allah'ın kızları olarak gördükleri yahut onların Allah'ın kızları olan meleklerin bir sem­bolü kabul ettikleri için akılsız olarak nitelemektedir. İsra sûresinin ilk yarısı. Mekke döneminde inmiş, muhacirler ise bu sûrenin yarısı henüz inmeden Habeşistan'a göçme-yip daha sonra göçmüşlerdir. Biz bunu tartışma yönünden kabul etmiştik. Çünkü Pey­gamber (s)'in putları övmesû imkansız olan şefaatlerinin faydasını ikrar etmesi anlamı­na gelmekledir. Bu ise her akıl ve insaf sahibi için mümkün olmayan bir şeydir.

Ayellerin içeriği, iniş koşullan ve Peygamber'in karakteri Garanik rivayeti ile çeliş­mektedir. Aynı şekilde bütün bunlar Peygamber'in levhid inancını ve davetin esasını kolaylaştırmaya yöneldi sözüyle de çelişmektedir. Ayetlerin içeriğinin ve özünün değin­diği üzere her koşulda, kafirlerin içinde bulunduğu konumu değiştirme arzusu güden ve bu durum için çok üzülen Peygamber'in bir an bîr grup mutedil kafirin bazı önerileri karşısında psikolojik çalkantılarla karşılaşması, onların davete kulak vermeleri ve onu kabul etmeleri için iç dünyasında böylesi bir duyguyu beslemesi gayet doğaldır. Bu psi­kolojik bir durumdur. Beşer karakteri yönüyle olması imkansız değildir. Bu durumlar karşısında Peygamber de diğer beşerler gibi bir beşerdir. Kur'an kafirlerin inat ve işken­ceci tutumları karşısında Peygamber'in psikolojik çalkantılarını bir çok kez aktarmıştır.

Allah başka durumlarda olduğu gibi, bu durumda da Peygamber'i sağlamlaştırmış­tır. Çünkü Peygamberini dini yalnızca O'na has kılması ve şirkin bütün çeşitleriyle sa­vaşması için göndermiştir. Burada bu hususta açık bir talimat bulunmaktadır.

Kendisini eksen aldığımız mushaf, ayetlerin Medine inişli olduğunu zikretmiştir. Bir kısım müfessirler ise ayetlerin Mekke'nin fethinden sonra Taif halkının Önerdiği öneri­ler bağlamında indiğini aktarmışlardır[130]. Taif halkının Peygamber'e getirdiği öneriler­den kimileri: Namaz, zekat yahut faizden kendilerinin muaf tutulmaları veya yaşadıkları bölgelerin aynen Mekke gibi güvenli harem kılınması yönündedir. Bununla birlikte ri­vayetin kesin olarak doğru olup olmadığını söylemek mümkün değildir. Bu ayetlerin Mekki sûrelerde yer alması, kafirlerin inat ve tartışma durumları aktarmaktadır. Bu hu­susta birçok rivayetlerin bulunması, bir kısım Mekke ileri gelenlerinin Peygamber (s)'in kendilerine tolerans tanıması için Peygamber (sVe çeşitli öneriler sunmaları Kur'an'ın işaretlerini destekler mahiyettedir. Ayetlerin, önceki ayetlerle konu bütünlüğünün olma­sı, bunların Mekke'de indiğini göstermektedir. Bütün bunlar ayetlerin Medine inişli ol­duğu hususunda bizlerde şüphe uyandırmaktadır. [131]

 

76-  Nerdeyse seni yurdundan çıkarmak İçin tedirgin ed(İp yerinde duramaz hale getireceklerdir'[132]. O taktirde kendi­leri de senin ardından'[133] pek az (bir süre) kalabilirler.

77-  (Bu), senden önce gönderdiğimiz peygamberimizin de konumudur. Bizim konumumuzda bir değişiklik bulamazsın.

 

Bu iki ayette, kafirlerin Peygamber (s)'i üzen sözler söylediğine, onu Mekke'den çı­karmak istediklerine dair rabbani işaret, kafirlerin böyle yaptıkları takdirde azabı kendi­leri için acele istediklerine ve peygamber (s)'den sonra pek uzun kalmayacaklarına dair Peygamber (s)'i teselli eden pekiştirme bulunmaktadır. Çünkü bu Allah'ın Peygamber (s) ve toplumlarına uyguladığı bir sünneti(kanunu)dir. Bu sünnette herhangi bir değişme bulunmamaktadır. [134]

Hz. Muhammed'e Yurdundan Çıkarılma Tehdidi

 

"Neredeyse seni yurdundan çıkarmak için tedirgin edeceklerdi" ayetinin özü ve içeriği, Peygamber (s) ile kafirler arasında geçen bir durumu zikretmek için indiğini çağrıştırmaktadır. Ancak ayetlerin siyak ve sibak ilişkisi, aralarında bir konu bütünlüğü olduğunu ve bunların hemen inmeyip bir süre sonra indiğini ortaya koymaktadır. Birinci ayette kafirlerin davranışları zikredilmektedir. Bu da gösteriyor ki ayetler bağlamdan kopuk değildir.

Kendisini eksen aldığımız mushaf her iki ayetin de Medine inişli olduğunu rivayet etmektedir. Müfessirlcr[135] de aynı görüştedir. Bu iki ayet Medine'deki yahudilerin Pey­gamber (s)'e; "bütün peygamberler Şam diyarına gönderilmişlerdir. Senin de oraya git­men iyi olur' şeklinde söylemeleri ve ona tuzak kurmaları nedeniyle indiği ileri sürülür. Öyle ki, bu olay üzerine Peygamber (s)'in Tebük'e savaşa çıktığı esnada bu olayın ger­çekleştiği söylenir. Oysa her iki ayetin üslubu dengeli ve uyum içindedir. Bu ayetler, Mekke'deki kafirlerin durumunu zikreden ayetler üzerine atfolunmustur. "Nerdeyse se­ni buradan sürüp çıkaracaklardı" cümlesindeki cemi gaib (üçüncü çoğul) zamiri, bilindi­ği üzere Mekke'deki kafirlere dönmektedir. Bütün bunlar, ayetlerin Medine inişli oldu­ğu rivayetinde şüphe uyandırmaktadır, hatta bunun doğru olmadığını ortaya koymakta­dır. Medine'de ki yahudilerle Peygamber (s) arasında geçen şeylerin konularında da farklılıklar vardı. Böylece bütün bu işaretler, bu ayetlerin, Mekki sûrelerde bulunduğunu ve Kureyş kafirleri konusunda indiğini vurgulamaktadır. Bir grup müslümanın Mekke kafirlerinin işkencesi sebebiyle Mekke'den Habeşistan'a göçmeleri kesin ve sabittir. Bunun için bu iki ayetin Mekke inişli olduğunu tercih ediyoruz, hatta kesin olarak inanı­yoruz. Birçok müfessiıier de[136]ayetlerin Medine de indiği rivayetini kabul etmeyip ayet­te zikrolunan yerin Mekke olduğunu söylemekledir. Müslümanların Habeşistan'a hicreti İsra sûresinin iniş koşullarında olmuştur. Kuşkusuz bu hicret olayı tatbik edilmeden ön­ce uzun süre gündem konusu olmuştur. Peygamber (s)'in de Habeşistan'a hicret eden-

lerle birlikte göçme düşüncesinde olması pek de uzak bir ihtimal değildir. Sonra Allah, Peygamber (s)'ini sağlamlaştırmış, bu fikirden O'nu vazgeçilmiş, yalnızca Kureyş ka­firlerinin eza ve işkencelerine maruz kalan arkadaşlarından çaresizlerin göçmesiyle ye-tinilmişti. Belki de muhacirlerin hicretin ardından, azılı kafirlerin, Peygamber (s)'i sür­me, yurdundan çıkarma düşünceleri ağırlık kazanmış, bu yüzden peygamber, Habeşis­tan'a hicret eden muhacirlere katılmayı düşünmüş ama Allah bu düşüncesinden vazge-çirerek onu sağlamlaştırmıştır. Belki de bu durum, kafirlerin, Peygamber (s)'i önerile­riyle zor durumda bıraktıklarını aktaran ayetlerdeki durumdan sonra vuku bulmuştur. Allah onu sağlam 1 aştın ne a bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Bu da bize bu görüşün doğ­ru olduğunu göstermektedir. Çünkü bu iki konum peşpeşe aktarılmıştır. [137]

 

78-  Güneşin (ufukta aşağı) kaymasından[138] gecenin karar-masınatyatsı vaktine[139]kadar namaz kıl ve sabahın Kur'an'ını da (unutma), çünkü sabah namazı(melekler tarafından) görülür.

79-  Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile[140] namaz kılmak üzere uyan[141]Belki böylece Rabbin seni, övülmüş bir makama ulaştırır

80-  De ki: "Rabbim, beni(girdireceğin yere) doğruluk gir-dirilişiyle girdir, beni çıkararacağın yerden doğruluk çıka-rılışıyla[142] çıkar bana katından bir delil ver".

81-  De ki: "Hak geldi, bâtıl gitti [143] Zaten batı! yok olmaya mahkumdur".

 

Ayetlerin siyaktan kopuk olmadığı, geçmiş ayetlerin ardından geldiği ve Peygamber (s)'İn, kafirlerin inat. hile, aldatma ve üzmelerinden dolayı üzülmemesi için teselli ettiği göze çarpmaktadır. Bu yüzden Peygamber (s)'in gece-gündüz Allah'a ibadet etmesi, na­maz kılması, zikretmesi gerekir. Farz olan namazları ve teheccüdü tam vaktinde kılmalı ve giriş çıkışlarında, tasarruflarında kendisini desteklemesi ve yardım etmesi için Rabbi-ne yakarmahdır. Çünkü böyle arzusuna kavuşabilir. İnsanlara hakkın geldiğini, batılın kaybolduğunu, çünkü hakkın Önünde batılın yok olmaya mahkum olduğunu bildirmekte­dir.

Ayetlerde güçlü bir teselli ve telkin bulunmaktadır. Ayetlerin amacı gönüllere güç ve rahatlık vermektir. Bir çok müfessirlere göre; 79. ayette anılan makam-i mahmud (Övül­müş makam), ahiretleki şefaat makamıdır. Bunlar bu hususta, bir çok hadis rivayetinde bulunmuşlardır.[144] Bu konuyu tartışmak yerine biz de mü'minler olarak, Peygamber (s)'in şahsi meziyetleri, Kuf an'ın kendisine inmesi, davet ettiği dinin bütün dinlere üstün kılın­ması sebebiyle ahirette en yüce övülmüş makama sahip olacağını, hayatın sonuna ilişkin Peygamber (s)'in teselli edildiğini ve 80. ayette buna işaret bulunduğunu söylüyoruz.

Kendisini esas aldığımız mushâf, 5. ayetle birlikte 78-80. ayetlerin Medine inişli ol­duğunu rivayet etmekledir. Biz ise hepsinin de Mekke inişli olduğu kanısındayız. [145]

 

82- Bİz Kur'an'dan mü'minlere şifa'[146] ve rahmet olan şey­ler indiriyoruz. (Ama Kur'an) zalimlere ziyan artırmaktan başka bîr katkıda bulunmaz.

83-  İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip yan çizer-ler'[147] Ona zarar dokununca da umutsuzluğa düşer.

84-  De ki: "Herkes kendi (hali) ne uygun bir yolda'[148] hare­ket eder. Rabbiniz, kimin en doğru yolda olduğunu iyi bilir.

 

Ayetler bir öncekiler Üzerine alfolunmuştur. 84. ayetin baş taraflarındaki "De ki" emrinin Peygamber (s)'e yöneltilmesi bir önceki ayetlerin alakasının olduğunu ve adeta onların bir devamı sayıldığını ortaya koymaktadır.

Ayetler, Kur'an'ın mü'minlerin gönüllerine şifa olduğunu, gönüllerini huzura erdir­diğini, bir rahmet olduğunu, bütünüyle kayıtlardan kurtardığını belirtmek için indiğine dair rabbani bir açıklama içermektedir.

Kur'an kötü karakterli, inatçı zalimler için bir şifa değil hüsrandır. Ne var ki insanla­rın geneli onların arzularına meyletmek için çaba şarfetmektedirler. Bu tür insanların genci karakterleri bir nimete kavuşunca büyüklük taslayıp haktan uzaklaşmak, bir bela­ya duçar olunca ümitlerini kesip küfre dalmaktır. Peygamber (s)'e düşen; kafirlere aldı­rış etmeyip, Allah'a güvenmektir. Çünkü Allah kimin doğru yolda olduğunu daha iyi bilir.

Ayetlerde bir öncekiler gibi güçlü bir telkin ve teselli bulunmaktadır. Ayetler, Kur'an'ın etkisiyle hak ve hidayeti arzulayan salih nefislerde ortaya çıkan sosyolojik ve imani ilkeler içermektedir. [149]

 

85-  Sana ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh, Rabbimin emrinde­dir. Size ilimden pek az birşey verilmiştir."

86-  Andolsun, biz dilesek, sana vahyettiğimiz ayetleri ta­mamen gideririz; sonra onun (geri alınması) için bize karşı (sana yardım eden) bir vekil bulamazsın.

87-  Ancak Rabbi'nİn (sana) rahmeti (onu sende bırakmak­tadır). Çünkü onun sana olan lütfü cidden büyüktür.

 

Birinci ayette Peygamber (s)'e sorulan ruh ile ilgili bir soru anlatılmaktadır. Pey­gamber bu soruya, "ruh"un Allahü Teala'nm İşleri cümlesinden ve ilmi kapsamında bir mesele olduğu; beşerin bunu idrak etmesine imkan bulunmadığını; Allah'ın ilmine ve kainatındaki ayetlerine nazaran insanların bilgisinin kıt olduğu şeklinde cevap vermekle memur kılınmıştır. [150]

 

Ruhun Merak Edilmesi

 

"Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emridedir" ayetiyle ilgili birden fazla rivayet vardır. Biri Peygamber (s)'e soru soranların Medine'de yahudiler olduğudur. Di­ğer bir rivayet de Kureyş Kafirlerinin Medine yahudileriyle Peygamber (s)'in işi husu­sunda istişare ettikleri, onların da bir takım sualler tevcih etmeyi önerdikleri şeklindedir. Bu suallerden biri budur; diğeri "AshabKehf' hakkında bir diğeri de Zülkarneyn hak­kındadır. Peygamber (s) inşaallah demeksizin yarına kadar mühlet istemektedir. Vahiy gecikmiş, hatta Rasulullah (s) korkmuştur. Nihayet vahiy bir parça aralamayla birlikte gelmiş: Kehf sûresi'nde AshabKehf ve Zülkarneyn'e cevap, bu ayetle de ruha cevap verilmiştir. Diğer bir rivayet ise, sualin Mekke'deki bir kısım Kitap Ehli veya bir kısım müslüman, veya bir kısım kafirler tarafından tevcih edildiğidir[151]. Birinci rivayet hakkında şunları söyleyebiliriz: Bu rivayet ayetlerin Medeni olmasını gerektirir. Oysa hiç kimse Medeni olduklarını rivayet etmemiştir. Bazı müfessirler bu itirazı öne sürmüşlerdir. Bazıları da Medine'de ikinci kez inmiş olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır. Bir yahudinin, cevabı Mekki bir sûrede verilen soruları Pcygam-ber(s)'e yeniden yöneltmiş olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Kaldı ki Medeni sûrelerde Peygamber ile yahudiler arasında cereyan eden soru cevap, meydan okuma ve tacizler uzun bölümler olarak yer almaktadır.

İkinci rivayet de bize tutarsız gözükmekledir. Aynı ortamda, birlikte sorulmuş bu soru ikisinin bir sûrede, birinin (bu sûrede ikisinin Kehf Sûresi'nde yer almasının) görü­nen bir hikmeti yoktur.

Bizim tercih etliğimiz görüşe göre bu sûre Mekke'de Rasulullah'a müstakil olarak tevcih edilmiştir. Taciz ve meydan okuma kabilinden bir kısım Ehl-i Kitap veya kafirler de sormuş olabilirler; öğrenmek maksadıyla müslümanlar da sormuş olabilirler. Soru ve cevap sigası her iki ihtimale de açıktır. Sorulan ruhun mahiyeti hakkında da a) hayatı te­min eden can ve b) Peygamber (s)'e Kur'an-ı Kerim'i indiren vahiydir denmiştir. Cevap her iki manaya da ihtimal vermekle beraber bizim tercihimiz sualin Kur'an'ı indiren va­hiyle ilgili olduğudur. Bu sûreden Önce nazil olan Şuara Sûresi'nde bu bahis geçmiştir. Dolayısıyla, sorunun bu ilgiyle sorulmuş olması İhtimali vardır.

Önceki ayetlerde Kur'an'ın nüzulü ve şifa oluşu, sonraki ayetlerde de Kur'an'ın ica-?.ı zikrolunmuştur. 86. ayet ise Peygamber (s)'e, Allah dilerse vahyettiklerini giderece­ğini bildirmektedir ki bütün bunlar bu tercihimizde etkili olan karinelerdir. Ayrıca ayet-lerdeki ve sİyakındaki mükemmel uyum öncelikle bu İhtimali öne çıkarmakta, ancak su­alin hayat kaynağı olan can ile ilgili olabileceği faraziyesini hatıra getirmektedir.

Bu cevap ve onu takip eden ayetler güçlü ve muhkemdir. İnsan aklının Allah'ın sır­rına ve Allah'ın sırrıyla bağlantılı olan Kur'ani vahyine ermesi mümkün değildir.

İnsanların, Kur'an'ın kendisi olan bu sırrın ortaya çıkan gerçeğe gönülleri rahatla-ması, ona inanması ve onunla yetinmesi gereklidir. [152]

 

88- De ki: "Andolsun, eğer insan(lar) ve cin(ler) şu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansınlar, yine o-nun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka ol(up yardım et)selerde (bunu yapamazlar).

89-Andolsun biz bu Kur'an'da İnsanlara her çeşit misali turlu biçimlerde anlattiK, ama insanlardan çoğu, inkarda direttiler.

 

Ayetlerin meydan okuması ve eleştirisi güçlü, ibaresi ise açıktır. İnsanlardan ve cin­lerden oluşan bütün yaratıklar bir araya gelseler ve birbirlerine yardım etseler Kur'an'ın bir benzerini getirmekten aciz kalırlar. Çünkü Kur'an Allah'ın vahyi ve sırrının göster­gesidir. Kur'an'da insanları ikna edecek bütün delil ve gerçekler bulunmaktadır. İnsan­ların geneli eleştiriyi lıaketmektedir. Çünkü inat ve inkara yeltenmektedirler.

Bir kısım müfessirler[153] İbn Abbas'tan rivayet ederek bu iki ayetin, Medine'deki bir grup yahudi hakkında İndiğini söylemişlerdir. Bu yahudiicr, Allah rasulüne Kur'an'ın benzerini getireceklerini söylemeleri üzerine inmiştir. Aynı şekilde bazı müfessiıiere göre bu ayetler: "Biz istersek Kur'an'ın benzerini getiririz." diyen Kureyş liderlerinden Nadr b. Haris'in yalanlaması üzere inmiştir.[154] Birinci rivayet her iki ayetin de Medi­ne'de indiğini ortaya koymaktadır. Bunu ise hiç kimse rivayet etmemiştir. Rivayeti ak­taran îbn-i Kesir bu kanaatta olup buna binaen bu rivayeti kabul etmemektedir. Enfal Sûresi'ndeki "Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman: "İşittik" dediler. İstersek de biz bu­nun bir benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir." (Enfal, 31) ayeti hicretten önce Mekke kafirlerinin sözlerini ve konumlarını aktarmaktadır. Bu­rada ayetlerin yalanlama ve reddiye için geldiğini söylemek mümkün. Ayetlerin siyak -sibak ve konu bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde Enfal sûresi 31. ayetinde aktarılan müşriklerin bu sözü hemen ve ilk olarak söylemedikleri anlaşılmaktadır. Bu sözü Nadr b. Haris, bu ayetler inmeden bir müddet önce söylemiştir. Bu ayetler, Kur'an'ın rnü'minler için şifa ve rahmet olduğunu belirten önceki ayetlerin peşinden gelmiştir. [155]

 

Kur'an'ın İcazı Ve İnsanları Aciz Bırakışı

 

Ayetler, insanların Kur'an'ın bir benzerini getirmekten aciz olduklarına işareti yine­lemiştir. Aynı şekilde bir çok ayetler. Peygamber (s)'e iftira eden kafirlerden bir veya birkaç sûre getirmelerini isteyerek onlara meydan okumaktadır. Örneğin;

''Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu mu diyorlar? De ki: "Bunun bir benze­ri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüler iseniz, Allah'tan başka çağıra-biiçliklerinizi çağırın." (Yunus, 38)

"'Yoksa: "Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De kî: "Haydi siz yalan üzere uydu­rulmuş olarak onun benzeri on sûre getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz. Allah'tan baş­ka çağırabildiklerinizİ çağırın." (Hud, 13)

"Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur'an) den şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bu­nun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz, Allah'tan başka, şahitle­rinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın."

"Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakınınız" (Bakara, 33.34). Bakara Sûresi'niri bu ayetleri Medine'de indirilmiştir. Bu tür meydan okuma Mekke ve Medine döneminde çok tekrarlanmıştır. Bakara Sûresi'ndeki ayetler geçmiş ve gelecek meydan okumalara açıkça cevap vermekledir.

Müfessirler Kur'an'ın icazı ve insanların benzer bir Kur'an'ı getirmekten aciz kalış­ları konusunda çok söz söylemişlerdir.[156] Kimi müfessirlere göre belagat ve fesahat sahi­bi olan Araplar Kur'an'ın benzeri birkaç sûre getirebilirler. Fakat Allah bunu onlardan men etmiş böylece onların aciz oldukları ortaya çıkmıştır.

Biz, Allah'ın insanların Kur'an'ın benzerini getirmelerine güçleri yettiği halde geti­remeyeceklerine dair meydan okuma hikmetini anlamıyoruz. Müfessirlcrden kimilerine göre; Kur'an dilî Arapların anlayış ve üsluplarından çok yücedir. Bunun için Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kalmışlardır. Bu görüş görebildiğimiz kadarıyla Kur'an'ın, Arapların diline ve üslubuna benzer olduğuna dair açık ayetler bulunmaktadır. Örneğin; "(Bu Kur'an) ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri Öğüt alsınlar diye sana vahyettiğimiz mübarek bir kitaptır." {Sa'd, 29)

'"Andolsun, biz bu Kur'an'da belki Öğüt alıp düşünürler diye, insanlar için her bir ör­nekten verdik'".

"İçerisinde eğrilik/pürüz olmayan Arapça bir Kurandır (bu). Umulur ki, korkup sa­kınırlar." (Zümer; 27,28)

"Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) fasıllar halinde açıkla­mış, Arapça Kur'an (veya okunan) kitaptır." (Fussilel, 3)

"Gerçekten biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur'an kıldık." (Zuhruf, 3)

Kur'an Araplar'ın bir çok sözünü aktarmıştır. Bu yüzden ayetler nazım ve lügatıyla lam bir uyum içersindedir. Bu hususta Kur'an'da bir çok örnekler geçmiştir. Örneğin;

"Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman; "İşittik" dediler." İstesek biz de bunun bir benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir."

Bir de, "Ey Allah'ımız, eğer bu (Kuran) bir gerçek olarak senin katından ise, gök yüzünden üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azap getir (bakalım) demişlerdi." (Enfal, 3 1.32)

"Hani. münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Aliah ve Rasulü, bize boş bir aldanıştan başka birşey vadetmedi.'" diyorlardı. Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün. Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" dediler. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı'". (Ahzap, 12,13)

"Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda: "Bu, sizi babalarınızın tapmakta oldukları (ilahlar) dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir." dediler. Ve dediler ki: "Bu dürülüp uydurulmuş bir yalan (iftira) dan başka birşey de değildir." Küfre sapanlar da kendilerine geldiği zaman hak için: "Bu apaçık bir büyüden başka birşey değildir." dediler. (Sebe. 43)

Kimi müfeSsirler de, Kur'an üslubunun belagatı, nazım ve uyumunun yüceliğiyle, her zaman ve her mekanda alemlere rahmet ve hidayet olan Kur'an'ın ihtiva ettiği, ilke, esas ve telkinler arasını birleştirmiş ve aralarında bir çelişki görmemiştir.[157] Doğru ve gerçek olan da budur.

Böylece Kur'an, Mııhammed (s) için en büyük mucize olmuştur. Kur'an'da bu hu­susta birçok ayetler bulunmaktadır. Ankebul Sûresi'ndeki şu ayetler bunun için bir ör­nektir: "Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Hiç şüphe yok. bunda iman etmekte olan bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zi­kir) vardır. De ki; "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah'ı inkar edip küfredenler ise işte onlar hüsrana uğraya­caklardır." (Ankebul, 51-52) [158]

 

90-  Dediler ki: "Yerden bize bir göze fışkırtmadikça sana inanmayız."

91-  "Yahut senin hurmalarından ve üzümlerinden oluşan bir bahçen olmalı, aralarından ırmakİar fışkırtmalısın!"

92-  "Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar'[159] düşürmelİsİn, yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getir­melisin."

93-  "Yahut altından'[160] bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalı­sın. Mamafih sen, bizim üzerimize, okuyacağımız bir ki­tap İndirmedikçe senin (tek başına) göğe çıkmana da inan­mayız." De kî: "Rabbimİ tenzih ederim! Ben, sadece bir elçi olan bir İnsan değil miyim?"

 

Ayetler lafız ve anlam yönüyle açık olup, müfessirlerin rivayetine göre; bir kısım Kureyş liderlerinin Peygamber (s)'in yanında toplanmaları sebebiyle inmiştir. Kureyş liderleri koşarak Peygamber (s)'in yanına gelmiş, ilahlarına dokunmadığı sürece istedi­ği şeyi kendisine verecekleri teklifinde bulunmuşlardır. Peygamber (s) onlarla tartışma­mış, onların hidayete girmelerini şiddetle arzulamıştır. Bu esnada liderler Peygamber (s)'den ayetlerin aktardığı mucize ve deliller istemeye başlamışlardır.[161]

Rivayetin doğru olması ihtimali olmakla birlikte ayetler arası siyak, sibak ve nazım bütünİüğü ayetlerin birbirlerinin devamı olduğunu göstermektedir. Bir önceki ayetin doğrudan zikrettiğine göre. Kur'an'da misaller verilmesine rağmen insanların birçoğu küfre yönelmişlerdir. Bu ayetler, kafirlerin sözlerini ve mucize istemelerini aktarmak için gelişen ayetlerin birbirlerinin bir devamı olduğunu ve aralarında bir bağ bulundu­ğunu göstermektedir. Çünkü ayetler, kafirlerin sözleriyle hemen inmeyip bir müddet sonra yavaş yavaş indiği göze çarpmaktadır. Bu yüzden ayetler, kafirlerin durumlarını ve aciz bırakmışlarını hatırlatma bağlamında zikrolunmuştur.

Ayetteki son cümle, Peygamber (s)'e kafirler için cevap vermesini, onların istekleri­ni reddetmesini. Allah'ın kendisini ancak onlara davetini ulaştırmak için gönderdiğini beşer olduğunu vurgulamasını emretmektedir. Ayetlerin üslubu çok güçlüdür. Burada Peygamber (s)'in kainatta hiçbir tabiat kuralına gücü yetmediği vurgulanmaktadır. [162]

 

94- Zaten kendilerine hidayet geldiği zaman insanları doğ­ru yola gelmekten alıkoyan şey, hep: "Allah, bir insanı eiçi mi gönderdi?" demeleridir.

95-  De ki: "Eğer yer yüzünde (insanlar gibi) uslu uslu yürü­yen melekler olsaydı elbette onlara gökten bir meleği elçi gönderirdik."

96-  De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, kullarını haber alır, görür.

 

Ayetler, bir öncekilerle bağlantılı olup onları takip etmekte ve insanların genelinin, iman etmeme nedenlerine değinmektedir. İnsanların genelinin peygamberlerine gelen hidayeti kabul etmeyiş nedeni ilk ayete göre peygamberlerin tıpkı kendileri gibi bir be­şer olmalarıdır. İkinci ayet. Allah'ın hikmetini ve sünnetini açıklamaktadır. Çünkü Al­lah'ın hikmeti ve sünneti, elçinin gönderilenler cinsinden olmasını gerektirir. Şayet yer yüzünde melekler yerleşmiş olsaydı. Allah onlara meleklerden elçiler gönderirdi. Allah insanlara elçi olarak bir beşer göndermiş, çünkü insanlar da o elçi gibi bir beşerdir. Bun­da şaşılacak ve inkar edilecek bir durum yoktur. Üçüncü ayel, Allah'ın, insanlarla pey­gamberi arasında şahit ve hakem okluğunu Peygamber (s);in belirtmesini emretmekte­dir. Çünkü Allah kullarını en iyi bilir. Doğru kılan da batıl kılan da O'dur. Ayet, Al­lah'ın tantklığıyla güven telkin eden bir üslup ortaya koymaktadır. Bu üslup, Peygamber (s)'in hak ve hidayete çağıran ve doğru olduğunu belirtmekledir. Bu aktif ve güçlü üslup kafirlerle birlikte tartışma alanında çok tekrarlanmıştır.

Birinci ayet geneldir. Peygamber (s) döneminde yaşayan insanları da, önceki miilel-leri de kapsamakladır. Ki onlar; Allah'ın, ayetlerini beşer olan peygamberle gönderme­sine şaşmış ve onu yalanlamışlardı. Mü'rninun Sûresi'nin şu ayetleri aynı gerçeğe de­ğinmektedir:

"Andolsun biz Nuh'u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik. Böylece kav­mine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yok­tur, yine de korkup sakınmayacak mısınız?"

Bunun üzerine, kavminden küfre sapmış önde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benze­riniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Al­lah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler gönderirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmiş değiliz."

"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gö­zetleyin'' (Mü'minun. 23-25).

Kuşkusuz Kur'an'i dinleyenler geçmiş milletlerin peygamberleriyîe olan kıssalarını ve Allah'ın onları, inkarları sebebiyle helak ettiğini biliyorlardı. Ayetler deliliyle onları işte böyle mahkum ediyor. [163]

 

97- Allah kime hidayet ederse, işte doğru yolu bulan odur. Kimi de sapıklıkta bırakırsa artık onlar için ondan başka veliler bulamazsın. Kıyamet günü onları, yüzü koyun, kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz. Varacakları yer cehen­nemdir. (Kükremiş) ateş her dindikçe[164] onlara ateşin alevî-ni artırırız.

98-  İşte cezaları, budur. Çünkü onlar, ayetlerimizi inkar et­tiler ve : "Biz kemik ve ufalanmış toprak haline geldikten sonra mı, biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" dediler.

99- Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendi­lerinin benzerini yaratmaya da kadirdir? Kendileri için bir süre koymuştur. Onda hiç şüphe yoktur. Ama zalimler in­karda direttiler.

 

Ayetler, bir önceki ayetlerle bağlantılı olup, ibaresi açıktır. Ayetin birinci paragrafı, her ne kadar Allah'ın saptırmasına ve hidayetine uygun olsa da, bir sonraki ayetle birlik­le düşünüldüğünde sapıklık ve hidayetin ezelde insanların kendi çalışmasıyla olduğu an­layışını ortaya koymakladır. Çünkü ayet, küfür, inkar ve sapıklığı sahibine nisbet et­mekte, insanların azabı hak etmesi de kendi seçimleriyle olduğunu belirtmektedir.

Bu hususta birçok açıklama yapıldı. Biz de yeterince izahta bulunduk. Ayetlerin ayetlerle yorumunun gerekliliğine değindik. Çünkü sorun bu yolda çözülmektedir.

Kıyamet gününde insanları toplamak imani bir hakikat olmakla birlikte, birinci ayet­te zikredilen kafirlerin o gün kör. sağır ve dilsiz olarak toplanmasını belirten vasıf, ka­firleri korkutma amacına yöneliktir.

İkinci ayet. kafirleri; yeniden dirilmeyi inkar ettikleri için eleştirirken, üçüncü ayet bu hususta onlara gerekli delili sunmaktadır. Çünkü kafirler, yerlerin ve göklerin yaratı­cısının Allah olduğunu bilmektedirler. Ancak Allah'ın herşeye gücü yettiğini bilmeleri gerekir. Bu durum onların yeniden yaratılacağının bir kanıtıdır. Ayet, böbürlenen, inat-laşan ve küfre dalan zalimleri eleştiriyle noktalanmaktadır.

Allah, kafirlere gelmesi kaçınılmaz olan bir süre vermiştir. O an gelince küfür ve zu­lümlerinin sonunu göreceklerdir. [165]

 

100- De kh "Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, sarfetmek(le tükenir) korkusuyla (onu) tutardı­nız. Hakikaten insan çok cimridir."

 

Ayet. insanın karakterlerinden birine değinmektedir. O da, tükenir korkusuyla eiin-dekini tutup harcamamasıdır. Ayet, Allah'ın böyle bir hisse kapılmadığını, çünkü rah­met hazinelerinin bitimsiz olduğunu belirtmektedir.

Ayetin, cemi muhatap (ikinci çoğul) zamiriyle birlikte '.'de ki1' emriyle başlaması geçmiş ayetlerle bir bağlantısının bulunduğuna delildir. Belki de bu ayet kafirlerin orta­ya koyduğu bir soruya meydan okuyarak cevap vermekte, onların Peygamber (s) ve ahi­re! gününü yalanlayarak dünya nimetlerinden ve süslerinden yararlandıklarını söyleinekledir. Allah'ın kendilerine verdiği süre mutlaka gelecektir ve onun insanlara tahdit ettiği süre boyunca onları rızıklandırması rahmetinin bir gereğidir. Hazinelerinde tıpkı bir beşer gibi hareket etmesine ve cimrileşmesine gerek yoktur.

Görüldüğü kadarıyla kafirlere verilen cevap, beşer karakterleri ve adetleriyle uygun­luk arze im ektedir.

Ayetteki nazım bütünlüğü ve uygunluk, kafirlerin sorusunun hemen akabinde in­mediğini göstermekledir. Ayet. kafirlerin konumu ve durumlarını aktarmak maksadıy­la inen ayetlerin bir cevabı niteliğindedir. [166]

 

101-  Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz ayet (muci­ze) vermiştik. İşte İsrailoğulları'na sor: "O (Musa) onlara gelmiş, Firavun O'na: "Ey Musa, ben seni büyülenmiş sa­nıyorum." demişti.

102-  (Musa) dedi ki: "Ey Firavun bunları, ancak göklerin ve yerin Rabbinin, (benim doğruluğumu gösteren) deliller olarak insanlara indirdiğini pekala bildin. Ey Firavun, ben de seni mahvolmuş [167]görüyorum.

103-  (Firavun) onları, o ülkeden sürüp çıkarmak istedi, biz de onu, yamndakİlerie birlikte toptan boğduk.

104-  Onun ardından İsrailoğulları'na: "O ülkede oturun, ahiret zamanı gelince hepinizi[168] toplayıp bir araya getire­ceğiz." dedik.

 

Ayetler siyaktan kopuk değildir. Çünkü önceki ayetler de kafirlerin durumlarını ak­taran uyan ve hatırlatma içerikli ayetlerin peşinden gelmiştir. Allah Musa'yı Firavun'a göndermiş, O'nu da dokuz ayetiylc (mucizesiyle) desteklemiştir. Firavun ise Musa'yı si­hirbaz olarak nitelemiştir. Bunun üzerine Musa kendisine verilenlerin, insanlara da gös­terilmesi için Allah'ın ayetleri olduğunu vurgulamış ve Firavun'u taşkınlığına devam et­tiği sürece helak olmakla uyarmıştır. Ne ki, Firavun bu sözlere aldırış etmeden taşkınlı­ğına devam etmiş, İsrailoğuilan üzerine baskısını artırmıştır. Allah da kendisini ve bera­berindekileri suda boğmuş, ardından İsrailoğuNarf belli bir süre o yere yerleştirmiştir. Bütün insanlar dirilecek ve yaptıklarının karşılığını görecektir.

Bununla Peygamber (s)'e karşı İsyancı tulumlarından ötürü kafirler uyarılmaktadır. Çünkü Firavun Musa'ya karşı tutumu, kafirlerin Peygamber (s)'e tutumunun aynısıdır. Allah Firavun ve yanındakileri helak etliği gibi onları da helak etmeye gücü yeter. Aynı zamanda bu olayla Peygamber (s) teselli edilmekte ve kafirler (helakla) müjdelenmekte-dir. Firavun'u helak edip İsrailoğullan'ni onun ardından o bölgeye yerleştiren Allah, o kafirleri de helak etmeye ve yerlerine başkalarını yerleştirmeye gücü yeter.

İlk ayette bulunan İsrailoğullaırna soru sorma emri, bu realiteleri ve neticeleri des­teklemektedir. Arap bölgelerinde yaşayan İsrailoğuilan belki de bunlara tanıktırlar. Bu üslup Kur'an'da çok tekrarlanmaktadır. Çünkü Araplar Ehl-i Kitab'a özellikle de yahu-dilere güvenmekledirler.

Ayetlerde başında ve sonunda İsrailoğulları'nı zikreden sûrenin baştarafına gönder­me yaptığı aşikar olup bu Kur'an nazmının bir portresidir.

Biz Nemi Sûresi'nde Musa (a)'a verilen dokuz mucizeden söz ettik ve onları açıkla­dık. Burada onlara yeniden değinmeye gerek duymuyoruz. [169]

 

105-  Biz O (Kur'an)ı hak olarak indirdik ve hak iie İnmiş­tir. Seni de ancak bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gön­derdik.

106- Onu bir Kur'an (okunacak bir kitap) olarak (ayet ayet) ayırdık [170] ki onu İnsanlara dura dura (ara vererek)[171] oku­yasın ve onu (insanların ihtiyaçlarına göre) parça parça in­dirdik.

107-  De ki: "Siz İster ona İnanın, ister inanmayın. O, daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar, derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar."

108-  Rabbimizin şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin sözü mutlaka yerine getirilmiştir." dediler.

109-  Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve (Kur'an'ı di­lemek) onların derin saygısını artırır.

 

Musa'yı, onun Firavun'a gönderilişini, Firavun'un suda buğulusunu, ondan sonra Is-railoğuHarfnın o bölgeye yerleştirilişini hatırlatan ayetlerden sonra, inzal olan bu ayet­ler siyak zincirleriyle bağ kurmakta ve Peygamber (s) ile kafirler arasında tartışma ko­numlarını sonuca bağlamakladır. Çünkü bunun siyakla bir bağlantısı olduğu göze çarp­makladır. Bu ayetler, bir yönden Hakkı yüceltmek için Peygamber (s)'e inen Kur'an'i vahyin doğruluğunu kesin ve güçlü bir uslubla vurgularken, öte yandan Peygamber i, insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderildiği ve onlara Kur'an'm, içindeki ger­çek ve doğru ilkeleri düşünsünler diye yavaş yavaş okuması için bölüm bölüm indirildi­ği cihetiylc teselli etmekte, bir diğer yönden Peygamberin, kafirlerin durumlarına ve inkarlarına aldırmamasını, önceden kendilerine ilim verilenlerin durumlarını kafirlere hatırlatarak ilan etmesini emretmektedir. Çünkü kendisine İlim verilenler Allah'ın ayet­leri okununca Allah'a imana koşuyorlar, ağlayıp sızlanarak secdeye kapanıp üzülüyor. Allah'ın va'dine ve doğruluğuna yakinen inandıklarını belirtiyorlar.

Ayetlerin üslubu, açık ve güçlü olduğu gibi bütün hedefleri içermekle, öte yandan Kur'an'ın yüceliğine ve içeriğine değinmektedir. Bu üslup Kur'an'da çok tekrarlanmış­tır. Çünkü bu, peygamberliğin yüceliğini ve güçlülüğünü belirtmekte, Peygamber'in işi­nin davet ve tebliğden ibaret olduğunu açıklamaktadır. Peygamber'in işi insanları zorla­ma ve durumlarından sorumlu olma değildir. Aynı şekilde bu da Kur'an'da çok tekrar­lanmıştır. [172]

 

Kendilerine İlim Verilenler

 

"Kendilerine ilm verilenlerdin durumlarını aktaran ayetler, meydan okuyan ve delil sunan bir tarzda gelmiş olup genel olarak tartışmacı üslubla uygunluk arzetmektedir. Ayetler, Ehli Kitab'm, -kendilerine ilim verilenlerden maksat bunlardır-. Kur'an ve Mu­hammedi davete karsı görüntülerinden reei bir görüntüyü içermektedir. Bu teyid edici, Kur'aıVı ve daveti doğrulayıcı. Allah'la bağ kurucu, aynı zamanda, ayetlerin anlamları­nın işaret ettiği üzere müslümanıyla müşrikiyle Mekke'de etkisini gösteren bir görüntü­dür.....

"Kendilerine bilgi vcrilenler"den kasıt Ehli Kitap'tan, onların bilginlerinden ve din adamlarından oluşan bir gruptur. Bu Mekke atmosferini etkileyen büyük olaylardan -zeden ayetlerle örtüşmektedir. Bu manzara, Mekke'de yerleşen yahut Peygamber (s)'in geleceği haberini bilen Ehli Kitap'tan bir grubun olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu reel durum üzerine müfesirlerden hiç bir rivayet aktarılmamıştır. Müfessirlerin bu hususta söyledikleri; ayetlerin Ehli Kitap'lan bir grubun Muhammedi risalete inandı­ğını belirtmesinden ibarettir. Kasas sûresi 52, 55. ayetler, bir grup Ehli Kitab'ın kendile­rine okunan Kuran'ı kabul ettiklerine değinmekledir.

Biz buna yelerince değindik. Kanatimize göre bu manzara başka bir olay içindir Çünkü .sıfat ile açıklama farklıdır. Burada, nebevi siretin Mckki görüntülerinden olarak, olaydan etkilenen, hevalanna uymayıp Kur'an'a inanan ilim sahibi bir grup ehli kitabın peygamberlik müessesinden etkinenisleri aklanlmaktadır. [173]

 

110-  De ki: İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye ça­ğırın. Hangisiyle çağırısamz, nihayet en güzel isimler O'nundur. Namazında pek bağırma, pek de (sesini) gizle­me[174]' bu ikisinin arasında bir yol tut.

111-  "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlik­ten ötürü bir yardımcısı da bulunmayan'[175] Allah'a hamdol-sun" de ve O'nu gereği gibi tekbir et.

 

Görüldüğü kadarıyla ayetler siyaktan kopuk değildir. Bir önceki ayetler, Kur'an'ın önemini ve Peygamber'in işini belirtip Kur'an ve Peygamber'e inanan Ehli Kitap'tan, kendilerine ilim verilen bir grubun durumunu aktardıktan sonra, peşinden gelen ayetler Peygamber (s)'in şöyle söylemesini emretmektedir: "İster Allah diye çağırın ister Rah­man diye çağırın farketmez. En güzel isimler O'nundur. Namazda, açık ve gizli arası kı­raat okuyarak huşulu ve vakarlı bir şekilde ol. Çocuk edinmeyen, mülkle ortağı olma­yan acizlikten ötürü bir yardımcısı bulunmayan Allah'a hamdet, ve O'nun birliğini ilan et."Ayetler aynı zamanda sûrenin güçlü bir hatimesidir. [176]

 

İsra Sûresinin Son İki Ayeti Hakkındaki Rivayetler

 

İlk ayetlerin birinci bölümü hususunda, (mütessirler) ayelin inişiyle ilgili iki rivayet aktarmışlardır. Müfessirlerin rivayetine göre; Ehli kitap'tan bir grup Peygamber (s)'e gelerek: Rahman adı Tevrat'ta çok geçmesine rağmen sen bu ismi Kur'an'da az zikredi­yorsun, itirazında bulunmuşlardır.[177] Yine müfessirlcre göre; Ebu Cehil'in de içinde bu­lunduğu bir kısım kafir liderler; Peygamber'in Allah'ı ve Rahman'ı zikrettiğini duyun­ca, Muhammcd bizi tek ilaha çağırdığı halde kendisi iki ilaha çağnyor iddiasında bulun-muşJardır.[178]

Müfessirler ikinci paragraf hususunda rivayet ettiklerine göre; kafirler Peygam-

ber'den Kur'an'ı dinliyorlardı. Peygamber ise mü'minlerle gizli/sırrı namaz kılarken Kur'an'a ve O'nu indirene dil uzatıyorlardı. Bunun üzerine Peygamber orta yollu oku­yarak namaz kıldırması emfolundu. Çünkü açıklan olursa kafirler duyuyorlardı. Giz-li/sırrî okursa da mü'minler duyamıyor! ardı[179]. Yine müfessirlere göre bu paragraf, dua esnasında seslerini yükselten Temim oğullan hakkında inmiştir[180]. Hz. Aişe'nin aktardı­ğına göre bu, dua hakkında nazil olmuştur. Müfcssirlerin İbn Abbas'tan aktardığına gö­re bu; insanların kuşkusu olmasın diye de gizli okumayı yasaklamak için inmiştir[181].

Rivayetler, her paragrafın farklı bir nüzul sebebi olduğunu yahut ayetin siyak ve si­baktan kopuk olarak indiğini belirtmektedir. Buna ek olarak birinci paragraf huşunda zikredilen rivayet bir zorlamanın hatta bir garipliğin ürünüdür. Kur'an'ın açıktan okun­masını kafirlerin dil uzatma sebebi olarak gösteren rivayet, pek makul değildir. Çünkü Peygamber (s) davetin gereği her durumda kafirlere Kuran okuyordu. Bu onun temel göreviydi. Nemi süresindeki şu ayetler bu gerçeğe değinmektedir; ı:(De ki) Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki, O, burasını kutlu ve saygıdeğer kıldı. Hcrşey O'nundur. Ve müslümanlardan olmakla emrolundum.'" Ve Kur'an'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi hidayete gelmiştir; kim de ka­pacak olursa, Sen de ki: "Ben yalnızca Uyarıcı/korkutuculardanım''(Nem I i 91,92)

Kur'an'da, Peygamber'in kafirlere Kur'an okuduğunu, kafirlerin de Peygamber'e. iftira atıp bu sihirdir, eskilerin efsaneleridir...vs dediklerini zikreden birçok ayet bulun­makladır. İşin ilginç yönü müfessirlerin bu tür rivayetlerde bulunmalarıdır. Bir önceki ayetlerde bu ayetler için doğrudan kesin deliller bulunmaktadır. Çünkü Allah Kur'an'ı Peygamber'e insanlara okusun diye indirmiştir.

Görebildiğimiz kadarıyla îsra sûresinin sondan ikinci ayetiyle ilgili rivayet, Allah'a yapılan dua hususunda bir kısım mü'minlerin gönlünde şüphe oluşturmaktadır. Ayetler­de amaçlanan temel vurgu, Allah için samimi olmak, yalnızca ona yönelmektir. En gü­ze] isimler O'nundur. samimi olarak sadece O'na dua etmek gerekir. Görebildiğimiz ka­darıyla ikinci paragrafa oranla Peygamber, Araf süresindeki "'Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara ve İçin için zikret. Gaflete kapılanlardan oIma"(Araf; 205) ayetine uyarak okuyuşunu kısmıştır. Müslü­manlar Peygamber (s)'den Kur'an'ı duyamamaktan şikayet edince bu ayetler, Peygam­ber'e açıkla gizlilik arası, orta yolla okumayı emretmiştir. Kanaatimize göre bu iki ayet birlikte inmiş olup geçmiş ayetlerin bir devamıdır. Her halükârda bunların müsümanla-

rın isteğine cevap içerdisi daha doğru olanıdır. En iyisini Allah bilir. [182]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/325.

[2] Abdihi "Kulunu" kelimesi Peygamber (s)'den kinaye olarak kul­lanılmıştır.

[3] el-Mescidi Mescid, genel olarak ibadet ve secde mekanıdır.

[4] el-Mescidi'l Haram Mekke Mescidi. Bu cümle, indiği esnada Kabe'nin etrafında namaz kılınan yeri yahut namaz kılınmak için ha­zırlık yapılan alanı kasdetmektedir.

[5] Ellezi barekna havlehü "Havlehü= Etrafını" cümle­sindeki zamir, Mescid-i Aksa'ya dönmektedir. Kelime, içinde Mescid'in bu­lunduğu Filistin diyarını kasdetmektedir. Araf Süresi 137., Enbiya Sûresi 71. ayetleri de Allah'ın burasını bereketli kıldığını zikretmektedir.

[6] el-Mcscidil-Aksa Çok uzak, ırak demektir. Cümlede Beyt-i Makdis'le Allah'a ibadet edilen mekan kasdolunmaktadir. "el-Aksa" kelimesi. Mekke ile Beyt-i Makdis arasında uzak bir mesafenin bulunduğuna işaret etmektedir. "el-Mescidü'l-Aksa" ifadesi İslam'dan sonra Kur'ani vasıf­tan iktibas edilerek Beyt-i Makdis mescidine özel isim olmuştur. İslam öncesi Süleyman (a)'ın inşa ettiği mabedin yeri burası olup ayetin inişi esnasında harabe halindeydi.

[7] Esra İ.sra mastanndandır. Gece yürüyüşü demektir.

[8] Sübhane Tercih olunan görüşe göre bu kelime (sebbehe) keli­mesinin mastarı olup "Tesbihen liliah" anlamındadır. Teşbih ise takdis et­mek, yüceltmek ve övmektir.

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/327-329.

[10] Zürriyyete men hamelna maa Nuhin Kendilerine seslenilen kimseler. Yani, ey Nuh'la beraber taşıdıklarımızın çocukları.

[11] fi'l-Kilap Allah'ın ilmi anlamındadır.

[12] Kadayna Hüküm verdik, haber verdik, takdir ettik anlamların­dadır.

[13] Vek'ta'îünne uluvven kebiran Büyük bir kibirle ki­birleneceksiniz. Burada onların yapacağı taşkınlığa ve böbürlenmeye işaret edilmiştir.

[14] Va'du ulahuma Birinci cezalandırmanın zamanı.

[15] Câsu Kalıp karıştırmak veya ilerlemek ya da katetmek anla­mındadır.

[16] Eksera nefiran Sayı ve ordu bakımından çok olmak.

[17] Liyesüıt vücüheküm Üzüntü ve perişanlık sebebiyle sizin yüzlerinizi kötü duruma soksunlar, suratlarınızın asıimasına sebep ol­sunlar.

[18] Liyütehhivü ma alev): İnşa ettiklerini ve yükselttiklerini yıksınlar, yerle bir etsinler.

[19] Ayetlerin yorumu için bkz: Taben, İbn Kesir. Hazin Tefsirleri.

[20] Bkz: "İsrailoğuliarı Tarihi" adlı kitabımızın Tevrat'tan alıntılanan 150,179-235,296. sayfaları iie 82-90, 179-196.sayfaları...

[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/330-332.

[22] Elleti hiye ekvamü İnsan yaşamının mutluluğu ve ölçüsü bulunan en geçerli ve en üstün yola...

[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/333.

[24] Mubsıraten Parlatıcı, aydınlatıcı, ışıtıcı...

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/334.

[26] Tairahü Amelinden yahut mutlu ve mutsuz olduğunu araştırma işaretinden kinayedir.

[27] Meıışuren Açılmış, bildirilmiş, açıklanmış...

[28] Taberi, Keşşaf, İbn Kesir tefsirleri.

[29] Taberi, Keşşaf, İbn Kesir tefsirleri.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/335-336.

[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/336-337.

[32] Mutrefiha Kelime, burada liderler, ileri gelenler ve zenginler­den kinayedir. Çünkü bunlar yaşamlarını nimet ve bolluk içinde geçiren kim­selerdir.

[33] Emerna Kelimenin yorumu çeşitli olduğu gibi, okunuşu da çeşit­lidir. Çoğalttık anlamında; "âmema". onları lider ve başkanlar yaptık anla­mında " Emmerna ", Onlardan talep ettik anlamında "Emerna" şeklinde okunmuştur. Bazıları " Şehrin ileri gelen varlıklarına emrederiz, orada fısk yaparlar" cümlesini, onlara itaati emrederiz Onlar da döneklikleri ve aşırılık­ları sebebiyle fısk yaparlar şeklinde yorumlarken, bir kısmı da nimetlerimizi onlara bol bol veririz bu yüzden aşırı gider, azarlar şeklinde yorumlanmasını kabul etmemişlerdir. Çünkü Araf Sûrcsi'nin 28. ayetinde dediği gibi Allah kötülüğü emretmez.

[34] Feseku İsyan ederler, taşkınlıkta bulunurlar.

[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/338.

[36] el-Acilete Dünya ve dünyanın süsünden kinayedir.

[37] Medhuren Kovulmuş, uzaklaştırılmış, sürülmüş...

[38] Mahzuren Engellenmiş...

[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/339-340.

[40] Mahzulen Destekleyicisi ve yardımcısı olmayan (olursun).

[41] Ve'hfid ieluıma cenahe-z zülli minerah-meti Onlara acıdığından dolayı rahmet ve tevazu kanatlarını ger, İndir.

[42] el-evvabine Allah'a dönenleri, tevbe edenleri.

[43] İmma tu tu'radenne anhüm u'b-ligane rahmetimmi'nabhike lercühafe kul lehum kavicn mey sûren): Onlara hemen yardım etmeye gücün yetmezse, Al­lah'tan bir genişlik ve kolaylık bekleyerek bunu geciktir. Bu durumda sözle onların gönüllerini yatıştırman gerekir.

[44] Mağlûleten ila unukıke Boynuna bağlı... Cümle aşırı  cimrilikten kinayedir.

[45] Mahsûren Hasrin asıl anlamı keşiftir. Hasret ise tasaya manı olan şeyi ortadan kaldırmak istemek. Ah çekmek. Başka bir söylentiye göre hasr; acz ve bitkinlik demektir. Cümle her halükarda, eldekilcri kaybetmek bundan Ötürü hayıflanıp acze düşmek anlamına gelmektedir.

[46] Yebsetu): Açar, genişletir.

[47] Yakdiru Kısan,.daraltır, fakirleştirir.

[48] el- imlak Geçimden aciz ve fakir düşme...

[49] Hıt'en Günah ve suç.

[50] İnnehu kâne mansûren Kendisi için kısas ve yardım hakkı vardır. İntikamda aşırıya gitme hakkı yoktur.

[51] -hstasü-müstekim Ölçüyü hileye başvurmaksızın dosdoğru yapınız.

[52] Ahsenü te'vilen Burada akibeti en güzeldir anlamındadır.

[53] Ve la takfü ma leyse leke hihi Umun "Tak-fu" peşe takılma, iz sürme anlamında "el-kıyafc" mastarından türemiştir. Cümlenin anlamı; hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeye müdahele etme, demektir.

[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/343.

[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/344

[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/344-345.

[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/345-346.

[58] Bkz: Taberi ve İbn Kesir tefsirleri

[59] Bkz: Taberi, Keşşaf ve Beğavi tefsirleri

[60] Bkz: ibn Kesir tefsiri

[61] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/

[62] Efeesfûküm Size özge kılıp, size seçti mi?

[63] Kavlen azimen Çirkeflik ve iftirada büyük bir süz...

[64] Nufuran Uzaklaşmak ve sıvışmak..,

[65] Lebteğav Arşın sahibine erişmek islerlerdi, ona kavuşma giri-simlerinde bulunurlardı.

[66] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, ibn-i Kesir, Beğavi, Tabersi, Keşşaf.

[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/348-349.

[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/349.

[69] Ekinneten Kinan kelimesinin çoğulu olup; güneşlik, örtü anla­mına gelmektedir.

[70] e'l-Vakru Sağırlık anlamındadır.

[71] İzhüm necva Yalnız başlarına fısıldarken de, gizli konu­şurlarken de...

[72] Bkz: Taberi, İbn-i Kesir, Zamahşeri. Tabersi tefsirleri

[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/350-351.

[74] Rüfaken Toz toprak, zerreler,

[75] Yünğıdune ruüsehüm Alay ya da inkar ederek sana

[76] Testecibüne hi hamdihi Bir görüşe göre onun emrine uyarsınız. Başka bir görüşe göre ise; isteğinizin aksine ona hamdedip teşbih ederek çağrısına kulak verirsiniz.

[77] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/352-353.

[78] ibadi  'Kullarıma" kelimesiyle tercih olunan görüşe göre müslü-manlar kastolunmaktadır.

[79] Yenziu Desise ve vesvese verir, aralarını bozar.

[80] Bkz: Ayetin yorumu için Mecmeu'i-Beyan- Taberi. Bu müfessirin müslümanlara işkence eden müş­riklerle savaşma arzuları sebebiyle bu ayetin indiği rivayetinde bulunması ilginçtir.

[81] Bkz: Keşşaf-Zamahşeri, İbn Kesir, Taberi tefsirleri.

[82] Ayetin yorumu için örneğin bkz. İbn Kesir, Keşşaf tefsirleri.

[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/353-354.

[84] Bkz: Ayetin yorumu için örneğin İbn Kesir, Keşşaf.

[85] Bkz: İbn-i Kesir,

[86] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/354-355.

[87] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/

[88] el-Vesİlete Allah'a yaklaşmaya bir yol.

[89] Mahzuran Sakınılması ve korkulması gereken.

[90] Kane zalike fi'l~kitabi mesturan Bu cümlenin geçtiği ayetin belirttiği anlam; Allah'ın kendi ilminde ezelden beri uyguladığı kesin ve sürekli olan sünneti (kanunu)dur.

[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/356-357.

[92] Miibsıraten Apaçık bir ayet olarak...

[93] Fezalemu biha İnkar ettiler, Allah'a karşı geldiler, sonunda

deveyi boğazladılar.

[94] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/358.

[95] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/358-359.

[96] Bkz: Ayetin yorumu için Taberi, Tabersi, ibn-i Kesir Tefsirleri.

[97] Taberi, ibn-i Kesir, Beğavi, Hazin, Keşşaf Tefsirleri.

[98] Taberi, İbn-i Kesir, Beğavi, Hazin, Keşşaf tefsirleri.

[99] Bkz: Ayetin ve ilk İsra ayetinin yorumu İçin age.

[100] Bkz.Ayetinin yorumu için Taberi tefsiri.

[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/360.

[102] Keıramet aleyyc Benim üzerime faziletli ve saygın kıldığım...

[103] Leahtenikenne Şüphesiz onları engelleyip alıkoyacağım. Başka bir görüşe göre; onları kökünden koparacağım.

[104] Istefziz Vesvese ve bozgunculuğun etkisiyle sars, yerinden oynat.

[105] Ftiift ayehim bi haylike ve racilike İclab: Şiddet ve gürültü ile hücum etmek yahut sevketmek. Haylike: Atınla; atlıla­rınla, Racilike: ayaklarınla; piyadelerinle anlamındadır. Cümlenin anlamı: Onların üstüne piyade ve atlı birliklerinle nasıl dilersen öyle saldır (farket-mez).

[106] Leyse leke aleyhim sultanım Senin onlar üstünde etkin ve gücün yoktur.

[107] Bkz: Keşşaf, İbn Kesir, Hazin tefsirleri.

[108] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/362.

[109] Litebteğıt minfadlihi Deniz nzıklarından ve kazancın­dan kinayedir.

[110] Yuzhi Yürütür, yüzdürür.

[111] ed-Durru Burada denizin tehlikesi ve kasırgası anlamındadır.

[112] Dalle men ted'une illa iyyahu Tıpkı tehlike anında olduğunuz gibi Allah'tan başka kendisini çağırdığınız her bir ilahınız sıvışıp gider.

[113] Kefiıran Nimeti, fazileti ve güzelliği inkar edendir.

[114] Hasiheft Taşlar savuran

[115] La tecidu leküm vekilen  Kendinize koruyucu ve yardımcı bulamazsınız.

[116] Kasıfen mmŞerrihj Önünü kırıp geçiren fırtına.

[117] Tebian İzinizi sürüp onu bize kadar ulaştıran kimse.

[118] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/364.

[119] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/364-365.

[120] Fet'ten İnce iplik, fitil demektir. Burada çok basit ve küçük şev-den kinayedir.

[121] La yuzlamune Amellerinden hiçbir şey eksilmez, orada asla

aldatılmazlar.

[122] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/366.

[123] Leyeftününeke Burada "Sana yüz çevireceklerdi yahut seni

döndüreceklerdi." anlamındadır.

[124] Haliien Yaran, arkadaş.     .

[125] Le ezeknake dı'fe'l-hayati ve dı'fe'l-memaîi Müfessirlerin açıkladıklarına göre; "Şüphesiz sana dünyada İken de öldükten sonrada kat kat azabı tattırırdık" anlamındadır.

[126] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/367.

[127] Taberi, ibni Kesir, Hazin, Begavi. Zemahşerijabersi Tefsirleri.

[128] Sh: 189, 191 Sekafe İsiamiyye (islam Kültürü) yayınları-Kahire- Bu ayetler bağlamında aktarılan

rivayetler Tefsir kitaplarında bulunmamakladır. Ancak Hacc Suresinin şu ayetlerinin tefsiri bağlamında nakledilmiştir:

"Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar onlarda alevli ateşin halkıdır. Biz senden önce hiçbir Rasul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, O bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dileği­ne (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp bırakmalarını gide­rir..."

[129] Bkz; Hacc suresinde üste zikredilen ayetlerin yorumu için İbni Kesir, Taberi, Hazin, Begavi, Tabersi, Zemahşeri Tefsirleri. Bkz: Hasaneyn Heykel'in Muhammed'in Hayatı adlı eserin 157 sh vd(2. baskı)

[130] Hazin, Tabersi, Begavi Tefsirleri

[131] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/367-369.

[132] Lcyestefizzııneke Seni tedirgin, rahatsız edeceklerdi, endi­şeye sokacaklardı.

[133]  Mılafeke Senden sonra yahut senin peşinden...

[134] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/370.

[135] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, İbni Kesir, Tabersi, Zemahşeri, Begavi Tefsirleri.

[136] Bkz. A.g.e.

[137] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/370-371.

[138] Dulukişşemsi Güneşin kayması günün tam ortası demek­tir. Bir söylentiye göre; bunun böyle isimlendiriliş sebebi güneşe bakınca ışığm şiddetinden ötürü gözün kamaşmasıdır. Başka bir söylentiye göre; güne­şin batmasıdır. Böyle isimlendiriliş sebebi; bakanın gözü onu görsün... Ço­ğunluğun görüşüne göre bu zevaldir. "İla gasaki;Sleyli:" "Gece karanlığına kadar cümlesi ise bunun böyle olduğuna delildir.

[139] Gasaki'Ueyli Gece,karanlığı.

[140] Nafik'ten Farz ve vacipten fazlalık olarak

[141] et-teheccüd Uyku ve dinlenmeyi terketmek demektir. Kelime gece namaz için kalkmadan kinayedir.

 

[142] Mudhaîc Sidkİn ve muhvece sıdkin): "Sıdk"; burada istikamet, keramet, şeref ve rıza anlamındadır.

[143] Zehaka Giderek kaybolup yok oldu, boşa çıktı...

[144] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, İbn-i Kesir, Tabersi, Beğavi, Hazin Tefsirleri

[145] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/372.

[146] Şifaiin Şifa burada manevi anlamdadır. Yani gönüllere şifa olan, huzur veren, gönülleri vesvese, şüphe, şaşkınlık ve engellerden kurtaran.

[147]

[148] Şakiletih'i Gidişat, ruh ve karakter olarak herkes kendi yoluna...

[149] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/373-374.

[150] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/374.

[151] Taberi, İbn-i Kesir Tabersi

ve Hazin Tefsirleri

[152] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/374-375.

[153] İbn Kesir, Taberi Tefsirleri.

[154] Tahurci'nin MprmBill Bevan'l.

[155] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/376.

[156] Bkz- "Kur'anMecid" adlı eserimizin 148 ve devamındaki sahifeleri (Türkçe Çevirisi, s. 130-131 Ekin Yayınları İstanbul 1997), Suyuti'nin İtkan" adlı eserinin 2. cildi. Yukarıda zikredilen ayetlerin yorumu inin Menar. Taberi. Kasimi. ibn-i Kesir, Hazin, Beğavi. Zemahşeri, Tabersi Tefsirleri,

[157] Bakara sûresi 23 ve 24. ayetlerin yorumu için, bkz. Hazin, Kasimi Tefsiri.

[158] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/376-378.

[159] Kisefen Parçalar

[160] Zuhrufin Müfessirlerin görüşüne göre zuhruf burda altın anla­mındadır.

[161] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, İbn-i Kesir. Beğavi, Hazin Tefsirleri.

[162] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/379-380.

[163] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/380-381.

[164] Mabet Ateşin şiddeti hafifledikçe yahut yancını azaldıkça...

[165] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/382.

[166] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/382-383.

[167] Mesburan Helak olmuş, başka bir görüşe göre; seni hayırdan yüz çevirmiş (görüyorum) anlamındadır. Çünkü "sebure"; ölmek, yok olmak anla-

mina geldiği gibi, aynı şekilde yüz çevirip gitmek anlamına da gelmektedir.

[168] Lefi fen İhtilafları üzerine bütün insan cemaatlerini, hepsini...

[169] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/384.

[170] Fcraknahfi Cüz ve parçalara ayırdık.

[171] Ala maksin Yavaş yavaş, mühlet vererek.

[172] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/385-386.

[173] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/386.

[174] La tuhafit biha Namazda sesini, tamamen gizleme, kısma...

[175] Lem yekun lehu veliyyun minezzulli Her neka-dar aciz kalınca insan Allah'a muhtaç olsa da O hiçbir yardımcıya muhtaç

değildir.

[176] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/387.

[177] Taberi, İbrıi Kesir, Hazin, Begavi, Nefesi Tefsirleri.

[178] Ayetlerin yorumu için bkz. Taberi, İbni Kesir, Hazin, Begavi, Nesefi Tefsirleri.

[179] Bkz. a.g.e.

[180] Bkz. a.g.e.

[181] Bkz. a.g.e.

[182] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/387-388.