Kur'an'm Anlaşılmasında İlk Neslin Tavrı (Selef Mezhebi)
İlahi Tavsiyelerin Somutlaşması
Arap Geleneğinde Çocuk Öldürme
İki Ayet Grubunun Belirttiği Talimatlar
Yakın Olanlar Ve Fedek Arazisi
Göklerin Yedi Sayısıyla Tasviri
Muhammed (S)'Le Mucize Gösterilmemesinin Hikmeti
Peygamber (S) Fitneye Düştü Mü?
Hz. Muhammed'e Yurdundan Çıkarılma Tehdidi
Kur'an'ın İcazı Ve İnsanları Aciz Bırakışı
İsra Sûresinin Son İki Ayeti Hakkındaki Rivayetler
Kur’an’daki Sırası : 17
Nüzul Sırası : 46
Ayet Sayısı : 111
İndiği Dönem : Mekke
Bu sûrede Peygomber {sl'in yaşadığı İsra olayına; vasiyetler, emirler, nehiyler
ve dini etimolojik ve sosyolojik hükümler bütününe işaret edilmekte; israiloğullan'nın tarihsel olaylarına, Adem ile iblis,
Musa ile Firavun kıssasına değinilmekte; kafirlerin tutumları, inançları,
sözleri ve tartışmaları aktarılmakta, onların vahyi çağrıya engel olma
girişimleri deşifre edilmekte, bir yandan Peygamber (s) teselli edilirken öte
yandan uyarılmakta, bazı Ehl-i Kitap alimlerinin
tutumları Kur'an'ı kabul edişleri bir çok konuda ona
hayranlıkları dile getirilmekte; ayrıca Kur'an'daki
hak, hidayet, ruhaniyet, şifa ve icaza
değinilmektedir.
Sûrenin bölümleri
birbirleriyle irtibatlı olup, ayetleri ölçülü ve dengelidir. Ayrıca sûrenin
bütün bölümleri sonuna kadar ardarda inmiştir.
Rivayete göre 26, 32,
33, 57, 73 ve 80. ayetler Medine'de inmiştir. Ne var ki, bunların genel akışı,
içeriği, birbirleriyle uyumu ve dengeli oluşu rivayetin doğruluğu hakkında bizde
şüphe uyandırmaktadır. Bu yüzden biz ayetlerin Mekke'de indiği kanaatindeyiz.
Bu
sûrenin bir başka adı da İsrailoğulları süresidir.
Çünkü burada Onlar hakkında bir bölüm bulunmaktadır. [1]
Rahman ve Rahim Olan
Allah'ın Adıyla
1- Bir kısım
ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu[2]' bir
gece Mescid-i[3]
Haram'dan[4] çevresini
bereketlendirdiğimiz[5] Mescid-i Aksa'ya[6]
götüren'[7]
O(Allah)yü-cedir'[8].
Gerçekten O, işitendir, görendir.
Müfessirler İsra olayı hakkında Peygamber (s)'den ve ashabından değişik
senedler-ie birçok hadis
rivayet etmişlerdir. Bu hadislerde îsra'nın oluşu ve
Peygamber (s)'in bu olay esnasındaki durumu anlatılır. Hz.
Aişe'den rivayet edilen hadise göre; İsra, sadık rüya şeklinde olmuştur. Peygamber (s)'in bedeni
kaybolmamıştır. İsra gecesi Peygamber (s)'in evinde
bulunan halası Ümmi Hani'den rivayet edilen hadise göre; Peygam-ber'in bedeni (gözden) kaybolmuş, kafirlerin bir eziyetine
maruz kalmasından korkmuş; ancak Peygamber (s) kendisine yatsı namazını
Mekke'de kıldığını sonrada Beytü'l-Makdis'e yürütüldüğünü ve dönüp sabah namazını Mekke'de
kıldığını söylemiştir. Bazı hadislere ve rivayetlere göre İsra
olayı, bi'setten sonra ve hicretten önce bir defa
olarak gerçekleşmiştir. Bazı rivayetlere göre; İsra
olayı iki defa vuku bulmuş, biri uyanıkken diğeri uykuda bi'setten
sonra ve hicretten Önce olmuştur. Bazı rivayetlere göre de; üç defa vuku
bulmuş, biri bi'setten önce, ikisi bi'setten sonra ve hicretten önce biri uykudayken diğeri uynıkken ve cismiylc birlikte
gerçekleşmiştir.
Bazı rivayetlerde İsra olayının Rasulullah'm
Mekke'den Beytül-Makdis'e
yürümesi oradan tekrar Mekke'ye dönmesi olarak anlaşılmaktadır. Bazı
rivayetlerde İsra olayını Miraçla birlikte
zikretmekte ve Peygamber (s)in Beytü'l-Makdis'e döndüğünü, oradan da Mekke'ye döndüğünü
belirtmektedir. Bir rivayete göre; İsra olayı uyanak bir halde ve cisimle gerçekleşmiştir. Miraç'ta
uykuda vuku bulmuştur.
Ayet, görüldüğü gibi
yalnızca Mescid-i Haram'dan Mescid-i
Aksa'ya olan İsra'yı
zikretmektedir. Ayetten Öyle anlaşılıyor ki İsra
olayı uyanık bir halde ve bedeni olarak gerçekleşmiştir. Eğer uykuda olsaydı
ayet, bu olayı bu açıklık ve kesinlikle zikretmesinin hikmeti olmazdı.
Bunu destekleyen
Peygamber (s)'den rivayet edilen hadisler de vardır. Peygamber (s) İsra olayının gerçekleştiği gecenin sabahında insanlara İsra'dan bahsetmiştir. Daha Önce kendisine iman edip tasdik
edenler (inançlarından) geri döndüler. Bunlar ve beraberinde bazı kafir
liderler olduğu halde Ebu Bekir'e gelmişler ve O'na
"Senin arkadaşın gece Beytül-Makdise
yürütüldüğünü sonra Mekke'de sabahladığı söylüyor" dediler. E-bu Bekir
"Şayet O bunu diyorsa mutlaka doğru söylemiştir" dedi. Onlar da
"Yani sen O'nun gece Beytü'l-Makdis'e
gittiğini sonra aynı gece sabah olmadan Mekke'ye geldiğini tastik
mi ediyorsun" deyince. Ebu Bekir "evet, ben
O'nu bundan başka şeylerde de tasdik ediyorum. O'nun semadan akşam sabah haber
getirdiğini tasdik ediyorum." dedi. Yİne
rivayette geldiğine göre kafirler Peygamber (s)'i imtihana çekmişler ve
demişler ki: "Ey Muhammed, falancaların kervanını gördün mü?" O da:
"Evet onu falan yerde gördüm, onlar bir develerini kaybetmişlerdi. Kızıl
bir deve onlardan ayrılmıştı. Üzerinde bir su kırbası vardı ve ondan su içtim.
O kervanın sahiplerinden falan falan kişiler vardır.
Sabah gün doğumunda onlar gelecekler." dedi. Onlar da bunun üzerine tepeye
doğru gidip gözetlemeye başladılar. Derken karşıdan kervanın geldiğini
gördüler. Onlara "sizin bir deveniz kayboldu mu? Kızıl bir deve sizden
ayrıldı mı ve üzerinde bir su kırbası var mıydı? diye sordular. Onlar da "eyet" dediler. Onlara çobanların isimlerini sordular.
Onlar da aynen Peygamber (s)'in söylediği gibi haber verdiler. Sonra Peygamber
(s)'den Beytü'l-Makdis'in
bazı özelliklerini saymasını istediler. Peygamber (s)'de orayı doğru bir
şekilde vasfetti. Daha Önce orayı ziyaret edenler
bunun doğru olduğunu anladılar.
Birçok müfessir ve
hadislere göre İsra olayı bir defa, bedensel olarak
ve Peygamber (s) uyanıkken vuku bulmuştur. Semaya miraç da bununla birlikte
zikredilmiştir. İsra olayının bir defa da bi'setten önce vuku bulduğunu söyleyen habere gelince; Kasas ve Şura Surelerindeki ayetler bunu çürütmektedir. Ve
Peygamber (s)'in kendisine vahiy gelmeden önce kendisine nübüvvet verileceğini
bilmediği belirtmekledir.
"Kitabın sana
bırakılacağını umut etmezdin. Bu, senin Rabbinden bir rahmettir. Öyleyse
kafirlere sakın arka çıkma." (Kasas, 86).
"Böylece sana da
biz kendi enirimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap
nedir, iman nedir hilmiyordun. Biz onu bir nur
kıldık; onunla kullar muzdan dilediğimizi hidayete erdiririz. Şüphesiz sen,
dosdoğru olan bir yola iletiyorsun." (Şura, 52). İsra
olayının bi'set-ten sonra biri uyanık haldeyken, biri
de uykudayken olmak üzere iki defa gerçekleştiğini belirten haberi de
müfessirlerin çoğu reddetmektedir.
Durum ne olursa olsun,
ayetin ruhundan övle anlaşılmaktadır ki, bu olay
Peygamber <s)'e Allah'ın ayetlerine ve melekutuna
muttali olmak için verilmiş bir ikramdır. Bu o-lay
sadece Peygamber (s)'in bilgisiyle sınırlıdır. Bir başkası bunu hissetmemiştir.
Ve bu olay. peygamberlerin Allah ile olan ilişkisini ispat mahiyetinde olan ve peygamberlerîy-le
gerçekleştirilen mucizelerden de değildir.
Peygamber (s)'in diğer
özel manevi hususlarında olduğu gibi bu olayın da keyfiyyeti
ve mahiyyeti üzerinde tedbirli davranmak
gerekmektedir, Alak, Tekvir,
Necm ve Kıya-me surelerinde
dikkat çektiğimiz gibi bu olaya, tahminlerde bulunmaksızın, gereğince İmanı bir
hakikat olarak iman etmek gerekir. Her ne kadar vahye İman gibi veya sahih nasslarda yer alan Peygamberin özel idraklerine iman gibi
bu olayın gerçek mahiyeti idrak edilmiyorsa da Allah'ın herşeye
kadir olduğuna yüreklen bağlanmak gerekir.
Birçok hadis ve
rivayetlerde gelen açıklamalar genellikle miraç hakkındadır. İsra olayı hakkında şu anlatılır: Peygamber (s) uykudayken
kendisine Cibril geldi. Onu dürttü, uyanınca kendisine katırdan küçük ve
eşekten büyük ve ismi Burak olan bir binek gelirdi. Elini altına koyarak
Peygamber (s) bu bineğe bindi. Cibril onun yularından tutarak yürümeye
başladılar. BeytüM-Makdis'e
ulaştıklarında diğer peygmberler geidi.
Cibril Peygamber (s)*i öne geçirdi ve onlara imamlık yaptı. Sonra O'nu göğe
çıkardı. Ve yine rivayetlerde geldiğine göre; Cibril ve iki arkadaşı Peygamber
(s)'İn göğsünü yardılar ve zemzem suyuyla yıkayıp iman ve hikmetle doldurdular.
Ardından Cibril Bu-rak'la geldi ve Peygamber (s) bu
bineğe bindi. Bu olayın vahiy gelmeden önce vuku bulduğu bildirildiği gibi
vahiyden sonra vuku bulduğu da rivayet edilmiştir. Tüm bu bilgilerin bulunduğu
hadisler, meşhur sahih hadis kitaplarında yer almamaktadır.
Miraç
ve Miraç'la ilgili olaylar hakkında da Necm
Suresi'nin tefsirinde bilgi verilmiştir. Burada yeniden tekrar etme gereğini
görmüyoruz. Ancak orada İsra Suresi'ndeki bu ayetin
Miraç'ı belirtmeksizin açıkça İsra olayını
zikretmektedir. Necm sûresinin ayetleri de Mirac'ı zikretmemektedir. Miraç olayı yalnızca hadislerde
ve rivayetlerde y-er almaktadır. [9]
2- "Biz Musa'ya kitap verdik ve or,u İsrailoğulları'na "benden
başka bir vekil edinmeyin" diye bir kılavuz kıldık.
3- Ey Nuh ile beraber taşıdıklarımızın çocukları[10]',
doğrusu O, çok şükreden bir kuldu.
4- Kitapta[11] İsrailoğulları'na şu hükmü verdik[12]. Siz
ülkede iki kere bozgunculuk yapacaksınız ve kibirli İle bir şekilde
böbürlenip yükselceksiniz'[13].
5- Birincisinin'[14]'
zamanı gelince, üzerine çok güçlü kullarımızı gönderdik, evlerin arasına girip
araştırdılar[15]'. Bu, yerine getirilmesi
gereken bir sözdü.
6- Sonra size tekrar onları yenme imkanı verdik
ve çoğalttık.[16]
7- Eğer
iyilik yaparsanız kendiniz için iyilik yapmış olursunuz. Kötülük yaparsanız o
da sizin aleyhinizedir. Sonuncu vaad gelince, yüzlerinizi
kötü duruma soksunlar'[17]',
ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e girsinler ve ele
geçirdiklerini mahvetsinler'[18]'.
8- Umulur ki, Rabbiniz size merhamet eder. Ama
siz dönersiniz biz de döneriz. Biz cehennemi kafirler İçin bir kuşatma yeri
kıldık."
Bu ayetlerde İsriloğulları'nın taşkınlıkları, bozgunculukları,
döneklikleri ve aldatmalan sebebiyle başlarına gelen
bir kısım tarihi olaylara işaret edilmekte, onlar hakkındaki Allah'ın
sosyolojik ve kozmolojik kanunu açıklanmaktadır:
1- Yüce Allah
Musa (a)*ya kitap vermiş. O'nu îsrailoğüllan'ria
hidayet rehberi kılmış onlara o kitaba tutunmalarını. Allah'tan başka vekil ve
Rabb edinmemelerini vasiyet etmiş, İsrai 1 oğul lan'nin Nuh'un ve O'nunla birlikte kurtarılanların soyundan olduğunu hatırlatmıştır.
O'nun şükreden halis bir kul olduğunu, O'nda kendileri için güzel bir örnek
bulunduğunu belirtmiştir.
2- Fakat İsnıiioğullan Allah'ın kendilerine sunduğu vasiyetine karşı
gelmiş, bozgunculuk etmiş ve kibirlenmelerdir. Bunun üzerine Allah onalara iki kez ceza yazmış. Birincisinde güçlü insanları
onların başına musallat etmiş, o güçlü İnsanlar İsrailoğulla-n'nın yurtlarına girmiş, onlara her türlü işkenceyi reva
görmüşlerdir. Ardından İ ailo-ğulları tevbe
etmişler, eski güçlerine dönmüşler, ülkelerini yeniden onarmişiardır.
Allah onları peygamberleri diliyle: "Şayet durumlarını düzeltir, samimi
olurlarsa faydaları kendilerinedir. Durumlarını düzeltmez, zulmeder ve yan
çizerlerse bunun zararı kendi (erinedir. Çünkü bu durumda ikinci cezayı hakeîmişl erdir. O zaman savaşçılar yurtlarına girer, mescidlerini tarumar ederler, şan ve şereflerini çilerinden
alırlar, başlarına gelen bu azap ve kötülükten ötürü yüzleri kızarır."
diyerek uyarmıştır.
3- Yine Allah İsrailoğullan'na:
Allah'ın rahmet kapısını kulların yüzüne kapatmayacağına, durumlarını düzeltip
samimi oldukları sürece rahmetini kazanabileceklerine, fakat taşkınlık, zulüm
ve inkar ederlerse o zaman Allah'ın dünyadaki azabı başlarına tekrar
geleceğine, ahirette ise cehennemin kafirlere ait
olacağına dair haberleri peygamberleri diliyle onlara tebliğ etmiştir.
Müfessirlerc göre[19]
ayetler, Allah'ın ayetlerini göstermek için Muhammed (s)'i gece yürüttüğünü
zikrettikten sonra İsrailoğullarrna yol göstermek
için Musa'ya kitap verdiğini belirten yeni bir konuyu açıklamak için
gelmiştir. Kur'an nazmının işaret ettiği üzere bu
ayetlerin ilk ayette arasında bir bağ bulunmakladır.
Ayetler her ne kadar,
Allah'ın İsrailoğullan'nı iki kez peşpeşe
güçlendirip zayıflattığını zikretse de, ibareye göre bu iki olayın son
olduğunu belirtmek için değildir. Ayetlerden kastedilenin, İsrailoğullarrnın
başlarına gelen, en Önemli iki tarihi olaya değinmek olabilir.
İsrailoğullarf nın güçlenip
zayıfladıklarını, yan çizip ardından durumunu düzelttiklerini, taşkınlık edip
ardından tevbe ettiklerini ve defalarca azabı hak
ettiklerini tarih belgelemiştir.
İsrailoğuliarı tarihinde belgelenen iki önemli olay daha vardır:
Birincisi;
M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Asur Kralı'hin yahudilerle savaşarak Filistin bölgesinin geneline hükmeden
İsrail devletine son vermesi; onları yurtlarından sürmesi, yerlerine dışarıdan
getirdikleri grupların yerleşmesidir.
İkincisi; M.
Ö. 6. asrın ilk çeyreğinde Babil kralı Nabukodanasır İsrailoğullan'yla
savaşarak "yahudi" devletini ikinci kez
yerle bir etmesi, başkentleri Orşilim'İ (Beyt-i Makdis) yakıp yıkması,
tapınaklarını harabeye çevirmesi, halkın genelini Babil'e
sürmesidir.
Aynı şekilde tarihin
belgelediği bir başka olay daha vardır: İsrailoğulları,
bu iki önemli darbeden, başka bir diğer darbeyi de, M. Ö. 3. asırdan 1. aşıra
kadar Şam bölgesinde hüküm süren Yunan devletinden, ardından M. Ö. 1. asrın
ilk yanlarında aynı bölgeyi hükmü allına alan Roma devletinden yediler.
Filistin'e kadar Babil devletini yönetimi altına
alan Pers kralı Koriş, İsrailoğullan'na
yeniden itibar kazandırdı. Bunun üzerine başkent ve mabetlerini yeniden imar
ettiler. Fakat yönetim Yunanlılar'ın eline geçince İsrailoğuüan taşkınlıkla bulundular ve zulme başladılar.
Bunun üzerine Yunan devleti onlara tavır aldı ve onları yenilgiye uğrattı.
Ardından yeniden güçlendiler. Yönetim Roma devletine geçince isyan ettiler ve
taşkınlıkta bulundular. Bunun üzerine Roma onlara dersini verdi, onları
yenilgiye uğrattı. Başkentlerini ve tapınaklarını yerle bir etti. M. S. i.
asırda onlardan büyük bir topluluğu öldürdü. Geri kalan halkı darmadağın etti,
mabetleri harap oldu. Bu ayetler ininceye dek durum böyle devam etti[20] .
Tevral'ın Ahbar (Laviyeler)
bölümünün 26. Ishalvında İsrailoğulları'mn
Allah'ın vasiyetlerine karşı geldiğine, hak yoldan saptıklarına, zulmedip
taşkınlıkta bulunduklarına bunun üzerine düşmanlarının başlarına musallat
olduğuna ve onları, işkenceye tabi tuttuklarına dair korkunç bir uyarı
bulunmaktadır. Bu uyarı aynı şekilde Musa döneminden sonra Tevrat'ın
bölümlerinde. Örneğin Kudat (kadılar), Eşiya ve Eramya'nm peygamberliği
sıralarında defalarca tekrar tekrar edilmiştir. Bu
bölümlerde anlatılan bir kısım olaylarla, ayetlerde anlatılan bazı olaylar
arasında bir benzerlik bulunmaktadır.
Durum ne olursa olsun
ayetlerin, bizzat tarihi olayları açıklama amacını gütmediği ancak İsriloğullarf nın başına gelen
olayların sebebini ortaya koyduğu, farklı zaman ve mekanda yaşayan bütün
insanlara örnek ve ibret olsun için toplumsal yasaları açıkladığı görülmektedir.
Kur'an kıssalarının genel durumu bundan ibarettir.
Ayetler
bunlara kısaca işarel etmekle yetinmiştir. Ayrıca
örnek ve hatırlatma amaçlı olayların Kur'an'i
dinleyenlerce meçhul olmadığına da delalet eder. [21]
9- Gerçekten bu Kur'an,
(insanı) en doğru yola'[22]
iletir ve iyi işler yapan mü'minlere, kendileri için
büyük bir ecir olduğunu müjdeler.
10- Ahirete inanmayanlara da acı bir azap hazırlanmıştır.
Her iki ayet bilindiği
üzere peşpeşe gelmiş olup Önceki ayetlerin bir
neticesidir. Geçmiş ayetlerde, İsrailoğullan'na yol
gösterici olarak Allah'ın Musa'ya kitap ermesini zikrettikten sonra ve
taşkınlıkları bozgunculukları sebebiyle îsrailoğullarf
na yazılan dünyevi cezaya değinilmektedir. Sonra bu
ayetler, salih mü'minleri
büyük bir ecirle müjdelemek, kafirleri can yakıcı ahiret
azabıyla uyarmak ve insanları dosdoğru yola ilelmek
için Allah'ın Kur'an'ı indirdiğini vurgulamak
amacıyla gelmiştir.
Bu ayetlerin içeriği
ve Özü, görüldüğü kadarıyla Kur'an'm, insanları
dosdoğru yola ileteceğini, dünya ve ahîrette saadet
ve kurtuluşuna eriştireceğini ifade etmektedir.
Bir
karşılaştırma yapacak olursak, durumun Önemli olduğunu görmekteyiz. Geçmiş
ayetlerde Allah'ın sadece İsrailoğullan'nı doğru yola
iletmek için kitap verdiği zikredi-lirken, bu iki
ayette ise Kur'an'm bütün insanları doğru yola
ilettiğinin, ancak bunlardan yanlızca salih mü'minlcrin ecirle,
kafirlerin azapla müjdele ildiğinin belirtilmesi, Muhammedi risaletin genel oluşuyla lam bir uyum içindedir. [23]
11- İnsan hayra dua eder gibi, şerre dua etmekte
(hayrı ister gibi şerri istemekte) dir. İnsan pek
acelecidir.
12- Biz gece ve gündüzü, (kudretimizi gösteren)
iki ayet yaptık. Gecenin ayetini sildik, yerine gündüzün ayetini aydınlatıcı'[24]"
yaptık ki, hem (yaşamanız) için Rabbinizden bir lütuf arayasmız
ve hem de yılların sayısını ve hesabını bilesiniz. Biz herşeyi
açık açık anlattık.
İ!k iki ayetle
insanların genelinin ahlakına eleştirel bir işaret bulunmaktadır; insanlar,
hayır veya şer olup olmadığına bakmadan işlerinde acele ediyorlar, hayırda acele
ettikleri gibi çerde de acele ediyorlar.
İkinci ayette,
Allah'ın gece ile gündüzü tabiat kanunlarının hikmetine delil kıldığına dair
rabbani açıklama bulunmaktadır: Allah, gündüzü yaşam ve geçimlerine vesile olan
Allah'ın lütfunu aramaları ve çalışmaları için
aydınlık kılmış, geceyi de istirahat edip dinlensinler diye karanlık haline
getirmiştir. Buna ek olarak Allah gece ile gündüzü, senelerin ve günlerin
hesabı bilinsin diye yaratmıştır. Allah insanlara Kur'an'da
zatının üstün hikmetini ve geniş kudretini kavrasınlar diye herşeyi
açıklamıştır.
Ayetlerin
önceki ayetlerden kopuk olmadığı göze çarpmaktadır. Kafirler, önceki ayetlerin mü'minler için müjdenin, kafirler İçin azabın olduğunu
haber vermesi üzerine Peygamber (s)'den azabın hemen gelmesini islemişler,
bunun üzerine onlara cevap istedikleri gibi şerri ve azabı da acele istemeleri
eleştirilmekte, ikinci ayette ise herşeyin vakti ve
zamanı olduğu haber verilmektedir. Birşey, acele dua
ve arzu ile ertelenmediği gibi ertelenmiş birşey de
aynı şeylerle hemen olmaz. Ne gece gündüzü ne de seneler günleri geçebilir. Herşey tayin edilmiş
bir vakitte olur. [25]
13- Her insanın (amel) kuşunu[26])
boynuna doladık, kıyamet günü onun için, açılmış olarak[27]'
bulacağı bir kitap çıkarıyoruz.
14- "Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı
olarak yeter!" (deriz).
15- Kim yola
gelirse kendisi için yoİa gelmiş olur, kim de saparsa
kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz (Herkes
kendi günahını kendi çeker). Biz elçi göndermedikçe (hiçbir kavme) azap edecek
değiliz.
Ayetlerde her insanın ahirette kendi ameliyle başbaşa
kalacağına, ameli hayır ise hayır, şer ise şerle karşılaşacağına dair rabbani
açıklama bulunmaktadır. Allah herkese amellerin açılıp gösterildiği bir kitap
çıkaracak, oku kitabını, hesap görücü olarak bunun içindeki sana yeter, diycceklir. Doğru yolu bulan kendi çıkarına yola gelmiş,
sapan ise kendi zararına sapmıştır. Hiç kimse bir başkasının amelini ve
sorumluluğunu yüklenmez. Allah'ın hikmeti ve adaleti gereği hiç kimseye
önceden elçiler gönderip doğruyu ve sapıklığı açıklatarak uyarmadıkça azap
etmez. Herkes hakettiğini görür.
Ayetler de. bilindiği
Üzere önceki ayetlerle bağlantılıdır. Bunlarda geçmiş ayetlerde yorumladığımız te'vilin doğruluğuna dair işaret bulunmakladır.
Yine ayetlerde; hesap
sevap ve cezanın ahirette gerçek olacağına ve ona
iman edilmesi gerektiğine ek olarak, insanların dünyada işlediklerinden hesap
göreceğine bu yüzden küfür ve günahtan sakınıp Allah'a inanmaya ve salih amel işlemeye yönelmeleri gerektiğine dair karine
bulunmaktadır.
Son ayette, kesin ve
açık olarak insanın seçme kabiliyetinin olduğu vurgulanmaktadır. Nimel veya azap olarak göreceği herşey
bu seçimin bir sonucudur. Aynı şekilde bu ayette peygamberlerin gönderiliş
hikmeti belirtilmektedir. Çünkü peygamberler insanlara akılları ve
içtihatlarıyla bilemeyecekleri sınırları açıklıyorlar.
"Biz elçi
göndermedikçe (hiçbir kavme) azap edecek değiliz" ayetindeki
"elçi'" kelimesini bir kısım müfessirler "insani akıl "
olarak açıklamış; akıllı ve rüşde erişmiş insana,
elçiler rabbani daveti ulaştırsın veya ulaştırmasın, iman ve salilı ameli gerekli (vacip) görmüşlerdir[28].
Buna ilave olarak kelâm âlimleri arasında insanın seçme yetisi olması ve bu
yetiyle adilce cezayı haketmesi ve insanları doğru
yola çağırmak için elçi göndermenin Allah'a vacip olması açısından ayetler
etrafında tartışma çıkmıştır[29].
Bize göre bülün bunlar ayetlerin amacının dışında olup gereksiz
zorlamadan ibaret-iir. Ayetler, caydırıcı, aktivite
kazandırıcı ve hatırlatıcı olması için uyarı ve sakındırma bağlamında varid olmuştur. Bunlara kulak veren Allah ve Rasulü'nün yoluna gelir, küfür ve günahlardan yüz çevirir,
saiih amel işlemeye yönelir.
"Elçi"
kelimesini akılla açıklamak, sözü konumundan başka alana kaydırmaktır. Söz
kendi alanından başka alana kaydırılmaz, Elçiden maksat, Allah'ın insanları
uyarmak ve kendilerine gerekli oian sınırları
açıklamak için gönderdiği peygamberlerdir. Şuara Sûresi'ndeki
şu ayetler bu gerçeği destekler mahiyettedir:
"Bizim helak
ettiğimiz her ülkenin mutlaka uyarıcıları vardı. Onlara öğüt verirlerdi. Biz
zulmetmiş değiliz." (Şuara, 208-209).
İnsanlara elçi
göndermek Allah'a vaciptir demek edep dışıdır. Elçilerin davetinin ulaşmadığı
kimselere Allah azap etmez. Allah adaleti gereği insanlara amellerine uygun
ceza verir. Bu yüzden yüce Allah yaratıklara "Adil" ve
"Hakim" sıfatlarıyla muamele eder.
Sözkonusu olan, insanın doğru yol ve sapıklığı seçme gücünün
olduğunu ifade eden ziyade bunun herşeyi yaratan
Allah'tan olduğunu ifade etmektir. Allah dilemedikçe insanlar bir şeyi
dileyemezler. Bunun için bu sınav, insan yaratılışında Allah'ın dilemesiyle
olmuştur.
Bütün
bunlar, Kur'an'm beyanatlarıyla uyum içindedir.
Birbiriyle çelişen çıkarımlar yapmak mümkün değildir. [30]
Bu münasebetle
hatırlatılması yerinde oian bir husus ilk selef
alimlerin Kur'an'ı yaşanan atmosferdeki bilinen
mefhumuyla almaları, başka bir anlama çekmemeleri, tahmin ve ilavede
bulunmamaları, faraziye ve problemlere kapı aralamamalarıdır. Bütün bunlar
fitne ve siyasi ihtilaflar baş gösterdikten sonra olmuştur. O zamanki siyasiler
(politikacılar) Kur'an ayetlerini heva ve arzulunna uygun
yorumlamışlar. Ardından Yunan mantık ve felsefe kitapları tercüme edilmiş. Bazı
müslümanlar bunlarla meşgul olmuşlar, bunları Kur'an metinlerine uyarlamaya başlamışlar. Aralarına şüphe
tohumları sızmış, sözler giderek kötüleşmiş, münakaşa kapısı açılmıştır. Halta
Öyle olmuş ki, müslümanlar her ayeti teker teker ele alıp tartışmaya başlamışlardır. Bütün bunlar, Kur'an tefsirinde ve ayetlerinin yorumunda kargaşa ve karışlıklığa neden olmuş, şia ve kelam alimleri
kitaplarında bunu yaygın I aştı rm ıslardır.
Kur'an'a bakma ve onu anlamada en değerli yol öncelikle
selefin yolu, ardından Kur'an'm Kur'an'la
yorumudur.
Kur'an'ı
araştırıp üzerinde düşünen bir kimse orada apaçık bir mucize görür. Çünkü kendi
iç dünyasında sorun olan yahut yanlış algıladığı yerlerdeki ibare için bir
çözüm, bir açıklama ve tefsir bulur. Hatta bu kimse aynı ayetin ibaresinde
yahut yakın siyak ve sibakında bu yorum ve tefsiri yakalayabilir.Geçmiş
bölümlerde bunun birçok örnekleri görülmüştür.
[31]
16- Biz, bir ülkeyi helak etmek estecliğimiz zaman, onun varlıklılarına'[32]'
emrederiz'[33]'. Orada fısk yaparlar[34]'.
Böylece o ülkeye (azap edeceğimiz hakkındaki) söz(ümüz)
hak olur, biz de orayı darmadağın ederiz.
17- Nuh'tan sonra nice nesilleri helak ettik.
Kullarının günahlarını haber alıcı, görücü olarak Rabbin yeter.
Ayetlerde Allah'ın
toplumları veya beldeleri, liderlerin, makam sahiplerinin ve zenginlerin
taşkınlığı sebebiyle helak edip yerle bir ettiğine dair Rabbani açıklama bulunmaktadır.
Bir beldenin ileri gelenleri mal ve makam sahibi olunca Allah'ın nimetini inkara
kalkarak hak ve üstünlük yolundan saparlar. Allah, Nuh'tan sonra nice
toplumları-ve şehirleri bu yüzden helak etmiştir. Çünkü Allah, kulların
günahlarını ve hakettikleri azap ve cezayı en iyi
haber alan ve bilendir.
Bilindiği üzere
ayetler Önceki ayetlerle bağlantılıdırlar. Görülen o ki; ayetler söz konusu
olan kafirleri, özellikle de liderlerini uyarmaktadır. Bu tür Örnekler bir çok
ayette geçmiştir. Kafir liderler, mallarına ve güçlerine güveniyorlardı.
Mallarından, makamlarından ve liderliklerinden korktukları için de nebevi
davete karşı çıkıyorlardı. Diğer kafirlerin uyarılmasına gelince bunlar,
liderlerine ve ulularına itaat edip Allah'ın çağrısına kulak vermedikleri için,
Allah'ın azabını ve helakini hak edecekleri uyarısını almışlardır. İlgili
bölümlerde de açıkladığımız üzere, kafirler Allah'ın azap haberlerini önceki
toplumlar aracılığıyla biliyorlardı.
Ayetler,
zamansa] özelliği bir tarafa, daimi, genci bir telkini ifade etmektedir. Kozmik
ve toplumsal kanunlar, liderlerin bozgunculuk ederek toplumları ve beldelerini
etkisi altında bıraktıkları da ortaya çıkmaktadır. Çünkü insanlar, onlardan
etkilenerek, onları taklit ediyor ve onlara tabi oluyorlar. Bu da bu (abakanın beldelerinde ve tebalarında
önemli rol oynadıklarını beyan ederken sorumluluklarının büyüklüğüne de işaret
etmektedir. [35]
18- Kim bu aceleciyi'[36]
isterse orada ona, (evet) istediğimiz kimseye hemen çabucak dilediğimiz kadar
veririz; ama sonra ona cehennemi (mekan) yaparız! Kınanmış ve (rahmetimizden)
kovulmuş olarak'[37]' oraya girer.
19- Kini de ahiretj ister ve
inanarak ona yaraşır biçimde çalışırsa, Öylelerinin çalışmalarının karşılığı
verilir.
20- Hepsine, onlara da, onlara da Rabbi'nin ihsanından
veririz. Rabbi'nin ihsanı, kesilmiş'[38]
değildir.
21- Bak (rızık
bakımından) nasıl onların kimini kiminden üstün yaptık. Elbette ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür. Onun nimet ve
ikramı daha büyüktür.
Ayetlerde Allah'ın
sonunu düşünmeden yalnızca dünya malını ve süsünü isteyenlerden dilediği
kimseye arzusunu gerçekleştireceğine, fakat öylesi kimselerin ahirette Allah'ın rahmetinden uzak, kınanmış ve kovulmuş
olarak cehenneme sürüleceğine dair Rabbani açıklama bulunmaktadır. Ama ahireti düşünen, hesabının olacağına inanan, oranın sürekli
olan hayrını, kısa yaşamın (dünya) metaına yeğleyen, Allah'a iman eden, salih amel işleyen kimselerin çalışma ve çabaları Allah
katında karşılıksız kalmayacaktır ve onlara sevap yazılır.
Yine ayetlerde,
dünyada her iki tarafında Allah'ın çeşitli lütfundan faydalacağına, Allah'ın ahiretteki
lütfunun ise daha büyük ve çok olacağına dair Rabbani
açıklama bulunmaktadır.
Ayetler, önceki
ayetlerle siyak yönüyle bağlantılıdır. Görüldüğü kadarıyla burada kafirler
uyarılmış ve korkutulmuş, mü'minlere ise güven telkin
edilmiştir. Kafirler, hele de onların azgın liderleri, mal ve makamdan haz
alıp, onlarla avunarak ahireti unutunca gidecekleri y
ir haliyle mertebeleri cehennem olacaktır. İman eden, salih
amel işleyenler ise ahireti arzuladıkları ve orası
için gayret gösterdikleri için onların mertebeleri ve durakları Allah katında
daha büyük ve daha değerli olacaktır.
Bu ayetlerde kapsamlı
bir telkin bulunmaktadır. Allah'ın hikmeti gereği dünya malından ve metaından
insanların engellenmemesi gerekmektedir. Allah bir kimseye nasibini
kolaylaştırmak istemişse bunun anlamı ondan razı olması değil, ancak bunun bir
deneme aracı olmasıdır. O kimsenin bununla yetinmemesi, sonunu düşünmesi, ahirele kafa yorması, kurtuluş yoluna çalışması, iman ve salih amelle Allah'ın rızasına ve nimetine erişmek için
gayret etmesi gerekir.
Kur'an'ın
diğer metinlerinden ve ayetin ruhundan esinlenerek ayetlerin böyle açıklanması,
dünya hayatı ve süsünden faydalanmanın kötülüğüne delil teşkil etmez. Ancak insanlara
ve Allah'a karşı yapılacak işleri unutarak, sonucu düşünmeden dünyaya dalmaktan
sakındırır. [39]
22- Allah
ile beraber başka bir tanrı edinme, yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış
olarak[40]
oturup kalırsın!
23- Rabbin yalnız kendisine tapmanızı ve anaya
babaya iyiiik etmenizi emretti. İkisinden birisi,
yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara
"öf" deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle.
24- Onlara acımadan dolayı, küçülme kanadını indir'[41]
(onlara karşı alçak gönüllü ol) ve "Ey Rabbirn!
Bunlar beni küçükken naşı! (acıyıp) yetiştİrdilerse,
sen de bunlara (Öyle) acı" de.
25- Rabbîniz
içlerinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz iyi kişiler olursanız, şüphesiz ki O,
tevbe edenleri[42]
bağışlayandır.
26-
(Seninle) akrabalığı olana, yoksula, yolcuya hakkını ver, (malını gereksiz
yere) saçıp savurma.
27- Çünkü
{gereksiz yere mallarını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri
olmuşlardır, şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.
28- Eğer
(elin dar olduğu için) Rabbinden umduğun bir rahmeti bekleyerek onlardan yüz çevirecekîonlara bir şey vermeyecek) olursan, bari onlara
yumuşak söz söyle'[43].
29- El(ler)ini boynuna
bağlanmış yapma[44] tamamen de açma, sonra
kınanır, hasret içinde kalırsın'[45]'.
30- Rabbin dilediğine rızkı açar'[46]'
(bol bol verir, dilediğine) kısar[47]
(çünkü O, kulları-nın hali)ni
haber alır, görür.
31- Fakirlik korkusuyla'[48]'
çocuklarınızı öldürmeyin. Onîa-rı
da sizi de biz besliyoruz. Onları öldürmek, büyük günahtır'[49]'.
32- Zinaya
yaklaşmayın, çünkü o, açık bîr kötülüktür, çok kötü bîr yoldur.
33- Allah'ın haram kıidiğı
canı haksız yere öldürmeyin Kim zulmen öldürülürse,
onun velisi (olan mİrasçısı)ne yetki vermişizdir. (O
da) Öldürmede aşın gitmesin. (Katil yerine katilin akrabasını veya katille
beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü kendisine yardım edilmiştir'[50].
34- Yetimin malına yaklaşmayın, ancak ergenlik
çağına erişinceye kadar en güzel bir tarzda (onun malını kullanıp
gözetebilirsiniz) Ahdi de yerine getirin, çünkü (insana) ahd
(in)den sorulacaktır.
35- Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın[51]
doğru terazi iie tartın. Bu daha iyidir. Sonu da daha
güzeldir[52].
36- Bilmediğin bir şeyin ardına düşme'[53]!
Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
37- Yeryüzünde kabara kabara
yürüme. Çünkü sen yeri yırtamazsın, boyca da dağlara erişemessin.
38- Bunların hepsi, kötü olan, Rabbinin katında
hoş görülmeyen şeylerdir.
39- Bunİar, Rabbinin
sana vahyettİğİ hikmet(ler)
dendir. Allah ile beraber başka tanrı edinme, sonra kınanmış olarak cehenneme
atılırsın.
Ayetlerin
anlam ve lafızları herhangi bir açıklamaya gerek duymayacak kadar açıktır.
Görüldüğü kadarıyla bu ayetler, ahireti arzulayan,
iman ve salih amelle orası için çalışanla dünya
yaşamıyla meşgul olan arasındaki farklardan söz eden ayetlerin peşi sıra
gelmiştir. Sûrenin baş tarafındaki ayetlerle bu ayetler arasında bir ilişki
göze çarpmaktadır. Yine bu ayetlerle, Allah'ın Musa (a);ya
kitap vermesinden, onu İsrailoğuüarı'na kılavuz
kılmasından Ona tavsiye ve hikmetler vahyetmesinden
ve aynı şeyleri Kur'an'da Muhammed (s)"e
indirmesinden, Kur'an'ı bütün insanlar için kılavuz
kılmasından vs. söz eden ayetler arasında bir bağ bulunmaktadır. [54]
Ayetler, tevhid akidesine ilişkin vasiyetler ve hikmetler bütününü,
insanın ana-baba-sına, yakınlarına, düşkünlere, yolculara, yetimlere karşı
görevlerini, onlara iyilik etmeyi. güzel söz söylemeyi, haklarına riayet
etmeyi, genişlik anında doğruluk ve adaletten ayrılmamayı, hayalın genel
seyrine kapılmamayı. zorluk ve fakirlik durumunda çok çocuktan ve dar geçimden
yakınmamayı. insanların namuslarına, kanlarına, ahidlerine
ve sırlarına hürmet etmeyi, günah işlemekten, kötülükten, taşkınlıktan, kibir
ve böbürlenmeden sakınmayı bildirmekledir.
Furkan Sûresi'ndc de buna benzer
tavsiyeler bütünü geçmiştir. Ne var ki orada Allah'ın salih
kullarının ahlakına teşvik eden bir üslupla zikredilirken burada, buyruklar,
yasaklar, tavsiyeler, gereklilikler, uyanlar şeklinde zikredilmekledir. Ayetler
bu kap-samlılık yönüyle Allah'ın rızasını ve yardımını kazanmak için kişisel,
sosyolojik ve dini ahlak bağlamında Kur'ani ilkelerin
en güçlü ve en geniş olanlarıdır. Böyle olunca insanlar serlerden ve
afetlerden korunmuş, güven ve huzur içerisinde olmuş, aralarında yardımlaşma,
acıma ve kardeşlik duygulan gelişmiş, davranış ve konum itibariyle insani
bilinç ve keramete yakışmayan şeylerden sakınılmış olur.
Burada
tavsiyeler Kur'ani üslûbun belirgin olduğu etkili bir
üslupla, soyul olarak zikredilmiş, ardında aklen iyi
ve kötü olan şeylere yer verilerek dikkatler çekilmiştir. Aynı şekilde
buyrukların ve tavsiyelerin korkulma, sakındırma ve teşvik etme üslubuyla
gelişine değinmek yararlı olur. Çünkü burada başlangıcından beri sergilenen I s
kını i risa-Ietin ilkeleri
ve temel sabitelerine değinilmekledir. Ancak bu tavsiyelerde bir somutlaşma
üslubu sezilmekledir. Mekke döneminin başlangıç yıllarına nisbelle
İslam'a ve peygamberine dil uzatan ve iftira edenlere cevap verilirken
vurgulanıp daha gelişip değişmekledir. [55]
31. ayet. Araplar'in yiyecek sıkıntısı dolayısıyla işledikleri
yanlışlıkları içermektedir. Çünkü Araplar ailenin fazlalağından
ve geçim darlığına sebep veren şeylerden kurtulmak için çocuklarını
öldürüyorlardı. Görüldüğü kadarıyla bu manzara Eri'am
sûresinin 137. ayetinde ifade edildiği üzere pullarına ve ilahlarına yaklaşmak
amacıyla çocuklarını boğazlama adetinden farklıdır. En'am
Sûresi'nin 137. ayetinde yüce Allah şöyle buyurmakladır:
"Yine ortaklan,
müşriklerden çoğuna evlatlarım öldürmeyi süslü gösterdi ki, (böylece) hem
kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar- Allah dikseydi,
bunu yapamazlardı. O halde onları uydurduklarımla haşhaşa bırak!"
Bu ayetle ifade edilen
olay. tercih edilen görüşe göre; Nah! Sûresi'nin 58. ve 59. ayetlerinde
vurgulanan; yeni doğan kız çocuklarını diri diri
gömme olayından ayrıdır.
İleride açıklayacağımı;/
Nabl Sûresi'nde yüce Allah söyle buyurmaktadır.:
"Onlardan birine kız (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle
dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı
kavminden gizlenir. (Şimdi ne yapsın) onu; hakaretle (utsun mu, yoksa toprağa
mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar!" (Nah!; 58.59i
33.
ayette yine aynı şekilde Araplar'ın öldürme
hadisesini içermektedir. Çünkü Arap geleneğine göre ölünün yakınları öcünü aimak için uğraşır .sadece katili öldürmekle yetinmeyip
katilin yakınlarını da Öldürür, öç ve intikamda bazen haddi aşarlardı. Hele de
katilin sülalesinden daha güçlü olduklarında daha da ileri giderlerdi. Ayet
ölünün velisine kısas hakkı tanımış, bu hakkı kötüye kullanmaktan sakmdırmıştır. [56]
1- Ayetler ilk grupta iki. sonunda bir olmak
üzere lam üç kez Allah için samimi olmayı tavsiye etmektedir.
Muhammedi risaletin ana hedeflerine işaret etmenin yanı sıra. belki
de bunun hikmeti yalnızca Allah'a inanmak, ibadet etmek, bunhın
dünya ve abiret kurtuluşunun sebebi ve başı kabul
etmek demektir. Çünkü bunlar kalbe şuur ve huzur verir, sahibini başkasına
boyun eğmekten korur. Buradaki Allah'ın buyrukları ve yasakları dünya ve ahirel saadetini ve yaşamın ayrılmaz bir parçasını gerekli
kılmaktadır.
2- Ayetler,
anne-babaya iyilik etmeyi vurgulamakta, Allah'ın hakkından sonra onu
zikretmektedir. Burada Kur'ani desteğin insanın bu
büyük görevine yönelik olduğuna İşaret bulunmaktadır. Bu. Kıır'aıVda
çok tekrar edilmiştir. Çünkü kişinin kalbinin, ruhunun, karakterinin. Özünün,
şükrünün ve gayretinin bir sınavıdır. Ana-babasmın
hakkını tanımayan ve önem vermeyen kişi. ne Allah'ın hakkını ne de bir
başkasının hakkını tanıyabilir. Ana-babasına katı ve sert davranan kimse bir
başkasına daha sert ve daha katı davranır.
3- Ayet,
yakın akrabaya, düşküne ve yolcuya "hakkım" vermekten söz etmektedir.
Çünkü onlara yardım etmek bir minnet değil haktır. Burada özellikle yakın
akrabaya yardım etmenin anılması, sıla-ı rahmi (akrabalık bağlarını) korumak
için muhtaç olana ve olmaya yardımı telkin etmekte, akrabalar arasında hukukta
taşkınlık etmeyi yasaklamaktadır.
4- Ayetler,
mazeret anında muhtaca hemen yardım etmenin güzel bir rabbani öğreti olduğuna
işaret etmektedir.
5- Ayetlerin
kibir, gurur, büyüklenmeyi yasaklamasında etkileyici bir üslup bulunmaktadır.
İnsanoğlu hangi mertebeye ulaşırsa ulaşsın, aslında diğer insanlardan farksızdır,
aynen onlar gibi bir insandır. Ne ayaklarıyla yeri delebilir, ne de boyca
dağlara erişebilir. Bunun için haddini bilmesi ve başkalarının varlığını kabul
etmesi gerekir.
6- Ayetlerde ahde vefa gösterme emrediimekte ve insanların Allah'ın huzurunda ahdinden
sorumlu oiacağı belirtilmektedir. Bu tür emir Kur'an'm Mekki ve Medeni ayetlerinde
çokça tekrar edilmektedir. Hatta bu hususta, Enfal
süresindeki şu ayet müslü-manlara,
kafirlere karşı ahitlerini yerine getirmelerini emretmektedir:
''Onlar ki. inandılar,
hicret ettiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaştılar ve onlar ki,
{yurtlarına göçenleri) barındırdılar ve yardım ettiler. İşte onlar
birbirlerinin ve-lisidirler. İnanıp da hicret
etmeyenlere gelince; onlar hicret edinceye kadar onların velayetinden size birşey yoktur. Fakat onlar dinde yardım isterlerse (onlara)
yardım etmeniz gerekir. Yalnız aranızda antlaşma (ahit) bulunan bir topluma
karşı (yardım etmeniz) olmaz. Allah, yaptıklarınızı görmektedir." (Enfal, 73).
7- Ayetler Allah'ın birliğinden sapmak, ana-babaya karşı gelmek,
insanların kanlarını, mallarını ve namuslarını hiçe saymak, zayıflara
zulmetmek, sözünde durmamak, taşkınlık ve şımarıklık içinde olmak gibi bütün
yanlışları yasaklayan tavsiyeler içermektedir. Buna benzer tavsiyeler Furkan süresindeki dizide de göze çarpmaktadır. Bu, Araf
Sûresi 31 ve 33. ayetlerin tefsiri bağlamında söylediğimiz şeyi destekler
mahiyettedir. Kur'an, yalnızca yasak olanları
açıklama planı gütmüş, onun dışında şirk, günah, savurganlık, taşkınlık,
haksızlık ve zulüm oimayan herşeyi
mubah saymıştır. [57]
Bir kısım müfess.irler "akraba"
cümlesini Peygamber'İn yakınları olarak almış, görüşlerini
de, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'e dayandırılan hadis
rivayetiyle desteklemişlerdir. Bu hususta bu görüşte olanların rivayet
ettikleri bir başka hadis de; ayet inince Peygamber (s)'in kızı Fatıma'ya Fedck Köyü arazisini
vermesi hadisidir[58].
Bu görüşü savunan ve
hadis rivayetinde bulunanlar, ayetleri kendi arzularına göre yorumlayan, sağlam
rivayet ve hadislere dayanmayan bir grup şia ve onların müfessirle-ridir.
Rivayetleri mesnetsiz
ve yorumları ilginçtir. Çünkü ayetler Mekke'de inmiştir. Ayetlerin indiği
esnada Peygamber (s)'in akrabalarının geneli kafir idi ve Fedek
Köyü de fethedilmemişti. Bu ancak hicretin 7. senesinde tamamlandı. İkinci
olarak Peygamber (s)'in Fedek arazisini kızı Fatıma'ya verdiği sabit değildir. Müfessir İbn Kesir Özellikle bu olaya değinmiş, bu husustaki
rivayeti kabul etmemiştir. Müfessirlerin geneli, "akraba" cümlesini
genel olarak insanın akrabaları olarak anlamış ve böyle tercih etmişlerdir.
Hatla kendisinden rivayet olunan tefsirde İbn Abbas da aynı görüştedir[59].
Bizim
kendisini esas aldığımız mushaf 26, 32 ve 33.
ayetlerin Medine'de indiğini zikretmiştir. Oysa bu ayetlerin, diziyle, tam bir
uyum içinde olduğu, Medeni yasama üslubuna benzemeyip diğer ayetlerin
üslubuyla aynı olduğu görünmektedir. Bunun için biz, bu rivayetin doğruluğunu
kabul etmiyoruz. 26. ayetteki "akraba" cümlesine gelince biz, Şia
yorumunu desteklemek için ortaya konan rivayetin Medeni olduğu görüşünü tercih
ediyoruz[60].[61]
40- Rabbiniz,
oğulları size seçti de'[62]
kendisine meleklerden kadınlar mı edindi? Gerçekten siz büyük (çok tehlikeli)
bir söz'[63]' söylüyorsunuz.
41- Bİz (bu manayı) Kur'an'da türlü
şekillere çevirip anlattık ki, düşünüp anlasınlar. Fakat (bu anlatmamız)
onlara (haktan) kaçmaktan'[64]
başka bir katkıda bulunmuyor.
42- De ki:
"Eğer dedikleri gibi onunla beraber (başka) tanrılar olsaydı, o zaman
(öteki tanrılar) Arşın sahibine (yaklaşmak için) bir yol ararlardı"'[65].
43- Haşa, O, onların dediklerinden münezzehtir,
çok yü-cedır, uludur.
44- Yedi
sök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O'nu tes-bih ederler. Onu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur,
ama siz onların teşbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.
Ayetlerde aynı zamanda
lafızlar ve anlamlar gayet açıktır. Bu ayetlerle geçmiş ayetler arasında bir
ilişki bulunmaktadır. Geçmiş ayetler Allah'la birlikte başka bir ilah edinmeyi
yasaklayarak bilerken, bu ayetler, Allah'a gereksiz yere kızlar edindi diye iftİ-ra atanlara ve kendisine
başka ilahları ortak koşanlara işaret ederek başlamaktadır.
Birinci ayatteki kötülenen ve kınanan muhatap zamirinin Kur'an'ı işiten Araplar'a yönelik
olduğu aşikardır. Çünkü bu inanç ancak onların inancıdır. Bu Kur'an'da farklı üslûplarla tekrarlanmıştır-
Birinci ayet münakaşa
için larlışma delili içermekledir. Çünkü böylesi bir
inançta herhangi bir mantığın olmadığını ortaya koymakladır. Bu görüş sahipleri
nasıl Allah'ın kızlar edindiğine inanabilirler? Oysa kızlar onlara göre
erkeklerden daha aşağıdırlar. Olası birşey mi Allah
erkekleri onlar için seçecek de kızları kendine bırakacak?
İkinci ayet bir başka
tartışma delili içermektedir. Çünkü, şayet Allah'ın yarattığı şeylerde bir
ortağı olmuş olsaydı, o zaman o ortaklar en uzak bir merkezde olmayı kabul
ederler ve herşeyde Allah'ın rakibi olurlardı.
Son iki ayet Allah'ı
bir tür batıl aşırılıktan tenzih çimekte, rabliğinin tekliğinin, her-şeyin
kendisine boyun eğdiğini ve teşbih elliğini, adını yücelttiğini
vurgulamaktadır. Ardından gafur (bağışlayan) ve halim (hoşgörü sahibi)
sıfatlarına değinmekte, adeta bu iki sıfatla Allah'ın, böylesi bir inanca sahip
olanlara ve kendisini layıkı veçhile taktir etmeyenlere
tevbe ettikleri sürece onlara {azap etmeyeceği)
hoşgörülü olacağı, tevbe ve bağışlanma alanını
genişlettiği murat edilmekledir.
Ayetlerin içeriği,
Allah'a ortaklar koşanların ve meleklerin Allah'ın kızları olduğunu
söyleyenlerin Allah'ın en büyük ilah olduğunu, evreni yaratan ve düzenleyenin o
olduğunu kabullendiklerine işaret etmektedir. İlgili bölümlerde açıkladığımız
bir çok ayetlerde bu gerçeğe değinilmiştir. Buradan hareketle delil kesin,
eleştiri açık ve net olmuştur.
Bir kısım müfcssirler varlıkların Allah'ı sözle teşbih etliklerini
zikrederek bu hususta garip ve zorlama rivayetler aktarmışlardır. Ne ki. kimi
müfessirler de varlıkların Allah'ı teşbih etmelerinin hal lisanıyla olduğunu
söylemişlerdir ve en doğru görüş de budur[66].
Birinci
ayetin işaret ettiğine göre ayetler Peygamber (s) ile kafirler arasında geçen
karşılıklı tartışma sahnesinin ardından inmiştir. Kafirler;: "Biz Allah'a
inanıyoruz, ancak melekleri Allah katında şefaatçi (aracı)ler
ediniyoruz. Çünkü bize göre melekler Allah'ın kızlarıdırlar"
İddiasındadırlar. Bunun üzerine aksini ispat etmek, Allah'ı böylesi
yakıştırmalardan yüceltmek için bu ayetler inmiştir. Bunu doğru kabul edersek
geçmiş ayetlerle bu ayetler arasında işaret ettiğimiz üzere bir bağın
bulunduğuna kimse itiraz edemez. [67]
Göklerin ''yedi"
sayısıyla sınırlandınlışıyla ilgili bilgi, Mekki ve Medeni olmak üzere bir çok sûrelerde geçmesine rağmen, ilk kez burada zikredilmektedir.
Tevrat'ın ilk
bölümlerinde Allah'ın mevcudatı nasıl yaratmaya başladığı anlatılmış, orada
tıpkı Kur'an'da birçok kez anlatıldığı Üzere, sayı
verilmeksizin "gökler ve yL '" olarak
zikredilmiştir.
Biz bu hususta Kasimi'nin "Mchasini't-Te'vil" adlı eserinin birinci cildi hariç, tefsir
kitaplarında herhangi birşeye rastlamadık. Kasimi. kitabında bu konuyla ilgili şöyle açıklama
yapmaktadır: Bir kısım astronomi bilginlerine göre. yedi gök evrendeki yedi
gezegendir. Bir kısım dilbilimcilere göre ise. yedi, yetmiş, yediyüz sayısı bazen Arapça'da birler, onlar, yüzler
makamında çokluk ifade etmektedir.
Her
ne olursa olsun ayette sayının geçmesi Kur'aırı işitenlerin veya en azından bir kısmının göklerin
sayısının yedi olarak bildiklerine işaret etmektedir. Ayetin sigasına ve içeriğine göre burada sayının zikredilmesi,
bilimsel açıklama yapmak için değildir. Burada zikredilmesinin asıl amacı.
Allah'ın yarattığı herşeyin. O'nun tekliğini ve rablığını İtiraf ederek hal diliyle kendisini teşbih
etliğine ve kendisine boyun eğdiğine değinmektir. Biz herhangi bir ekleme
yapmaksızın ve tahminde bulunmaksızın bu kadarıyla yetiniyoruz. [68]
45- Kur'an okuduğun
zaman seninle, ahirete inanmayanla-rın arasına kapalı bir perde çekeriz.
46-
Kalplerine -onu anlamalarına engel olacak- kabuklar[69]
kulaklarında da bir ağırlık[70]
koyarız. Kur'an'da yalnız Rab-bini andığın zaman
arkalarına dönüp kaçarlar.
47- Bİz onların seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini kendi
aralarında gizli konuşurlarken de[71] o
zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz."
dediklerini gayet iyi biliyoruz.
48- Bak nasıl misaller verdiler de saptılar.
Artık bir daha yol bulamazlar.
Ayctlerdcki hitap Peygamber (s)'e yöneliktir. Burada kafirlerin
durumları ve inatları vazedilmekte, bir kısım sözleri aktarılmaktadır.
Ayetlerdeki bu durum geçmiş ayetlerle de doğrudan bağlantılıdır.
İlk bakışta ilk iki
ayetle, Allah'ın ahirete ve hesabına inanmayan
kafirlere Kur'an okununca anlamamaları için perde
indirdiği, kulaklarını ve gönüllerini kapadığı anlaşılabilir. Ne var ki,
sonradan gelen iki ayetle birlikte iyice düşünüldüğünde kafirlerin aşırı
inatları, kalp katılıkları, bağnazlıkları ve kinleri gerçeği açıklamaktadır. Bu
durumda gerçekle kendi aralarına bir perde konulmuş gibidir. Kalbi perdeli
olduğu için gerçeği göremez ve ondan etkifenemez ve
.sağır gibi onu işitmez. Lokman Sûresi'ndeki şu ayet bu yorumun doğruluğuna
bir delil teşkil etmektedir:
"Ona ayetlerimiz
okunduğu zaman sanki onları hiç İşitmemiş, sanki kuîakll
ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner. Onu, acı bir azap İle
mı] (Lokman, 7).
İlk ayette kafirler, ahirete inanmayanlar olarak vasfedilirken,
üçüncü ayette zail olarak vasfedümektedir. Dördüncü
ayetle Peygamber (ş)'i büyülenmiş olarak nitelemeleri de müfessirlerin
yorumuyla uygunluk arzed.cn
bu görüşü desteklemektedir[72].
Buna benzer, geçmiş sûrelerde örneğin Yasin ve Araf sûrelerinde farklı
üsluplarla vârid olmuştur.
Aynı anda ibarede
Peygamber (s)'in tescili edildiği göze çarpmaktadır: Kafirlerin sözlerine ve
tutumlarına karşın Peygamber (s)'in üzülmemesi ve ümitsizliğe kapılma-masi gerekir. Çünkü kafirler, katı yürekli, basiretsiz,
bozuk niyetli oldukları için Kur'an'i anlayamıyor ve
ondan etkilenmiyorlar. Bu yüzden Peygamber (s) bununla ne yükümlü ne de bundan
sorumludur. O ancak bir uyarıcı ve müjde ley içidir.
İkinci ayet, geçmiş
ayetlerin yorumunda, kafirlerin Allah'a karşı cahil olmadıklarına ancak Allah'ı
yalnız başına anmayıp ortak ve şefaatçilerimle birlikte, andıklarına dair
söylediğimiz görüşü desteklemektedir.
Üçüncü ayet, Kur'an'i işitince kafirlerin mü'minlere
söylediklerine ve aralarında bir etkileşimin bulunduğuna işaret etmektedir.
Çünkü kafirler mü'minlere: "Siz büyülenmiş bir
adama uyuyorsunuz." diyorlardı. Bu yüzden dördüncü ayet onları
eleştirmekte ve sapık olarak nitelemektedir.
Üçüncü ve dördüncü
ayet, kafirlerin Kur'an'ı işitince mü'minlere söyledikleri ve onlarla tartıştıkları şeye
değinmekledir. Kafirler mü'minlere: "Siz
büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." diyorlardı. Her iki ayel de kafirleri zalim, sapık, delil sunmaktan aciz ve
asılsız iftiracı olarak niteliyor. Bu. "Bak nasıl misaller verdiler de
saptılar. Artık bir daha yol bulmazlar." cümlesinde ifade ediliyor.
Üçüncü ayet,
kafirlerin müzminleri kınadığını ve onları asılsız olarak nitelediğini belirtme
ihtimali vardı. Bu ihtimali ayetteki "tabi oluyorsunuz/uyuyorsunuz1'
ibaresi desteklemektedir. Burada, müzminlerle kafirler arasında karşılıklı bir
iletişim ve tartışmanın olduğuna dair bir belirli bulunmaktadır.
Görüldüğü
kadarıyla kafirler Peygamber (s)'i büyülenmiş olarak nitelerken şunu demek
istiyorlardı: "Peygamber (s)'in kendilerini ahirct,
hesap, cennet ve cehennemle uyarması, aslı olmayan, bir vehimden ibaret olan
büyülenmiş bir duruma benziyor; akla, mantığa ve realiteye uymayan bir şeyle
bizi korkuluyor." Bundan sonraki ayetler bu gerçeği destekler
mahiyettedir. [73]
49- Dediler
ki: "Biz kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan'[74]' sonra
mı, sahiden biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?"
50- De kİ:
"İster taş olun, ister demir!"
51- İster
gönlünüzde büyüyen, herhangi bir yaratık (ne olursanız olun, Allah sizi mutlaka
çürütecektir)- "Bizi kim tekrar (hayata) döndürebilir?" diyecekler.
De kî: "Sizi ilk defa yaratan." Sana alaylı alaylı
başlarını sallayacaklar[75] ve:
"Ne zaman o" diyecekler. De ki: "Yakın olması umu-lur."
52- Sizi
çağıracağı gün ona hamdederek çağrısına uyarsı nız[76] ve
sanırsınız ki (kabirlerde yahut dünyada) pek az kaldınız.başlarını sallarlar.
Ayetler, kafirlerin
konumlarını ve inkar durumlarını aktarma yönünden diğer geçmiş ayetlerle
bağlantılıdır. Burada ayetler, kafirlerin, çürümüş kemik olduktan sonra yeniden
dirilmelerinin mümkün olmayacağı, onun için Peygamber (s) Öldükten sonra
yeniden dirilme uyarısının yanlış olacağı vs. şeklindeki sözlerini aktarmakla
ve Peygamber (s)'in kafirlerin bu sözlerine şöyle cevap vermesini
emretmekledir: "İster tas olun, ister demir yahut eski haline dönmesi
bunlardan daha zor olan başka birşey. ne olursanız
olun yeniden diriltileceksiniz. Uzak sandığınız bu yeniden dirilme çok yakındır
ve Allah'ın olması gereken bir vaadidir."
Kafirler ölümle
yeniden dirilme arasında çok az bir zamanın olduğunu sanacaklar. O zaman
inkarlarına rağmen Allah'ın kudretini ve yüceliğini itiraf edip, hamdederek secdeye kapanacaklar.
Yine aynı ayetler
kafirlere kendilerini ilk kez yaratan Allah'ın ikinci kc^
yeniden "diriltmeye kadir olduğu söylenince alaylı alaylı
başlarını sallayıp onların inkar ve yalanlamaya devam ettiklerini
aktarmaktadır.
Ayetlerde, kafirlerle
Peygamber (s) arasında geçen özellikle de hesap ve yeniden dirilme ile ilgili
tartışma pasajları ve farklı konumlara sahip olan münakaşa metotları bulunmaktadır.
Bu
tartışma kafirlerin, Kur'an'da bir çok kez
tekrarlandığı ve örnekleri geçtiği üzere. Allah'ın
yaratıcı ve yeniden var edici olduğuna dair inançlarının bir devamı niteliğindedir. [77]
53-
Kullarıma[78] söyle: En güzel sözü
söylesinler (puta tapanlara sert davranmasıniar). Çünkü
şeytan aralarına girer1[79];
zira şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.
Ayetle, Peygamber
(s)'e Allah'ın müslüman kullarına; en güzel sözü
söylemelerini yahut en güzel şekilde tartışmalarını, sert davranmaktan
kaçınmalarını, şeytanın aralarındaki vesvese ve dürUiicrinc
aldırmamalarını kaçınmalarını, çünkü insan için en azıl! düşmanın o olduğunu
bildirmesi emrokınnı aktadır:
Kullanımı söyle; En
güzel sözü söylesinler" ayeti ve bu ayetin telkin ve iniş koşulları
hakkında ınüfessirlerin iki önemli yaklaşımı vardır:
Zamahşeri'mh Keşşafında rivayetine göre ayet. Hz.
Ömer ile kafirlerden biri ara sinda geçen tartışma,
nahoş söz ve H/.. Ömer'in onu edcplcndİnne girişimi
üzerine inmistir. Taberi'nin
Mecmeu'l Beyan'da aktardığına göre müşriklerle
savaşma izni istemeleri üzerine inmiştir. Her iki rivayetin doğruluğuna engel
teşkil eden hiçbir durum yoktur. Ancak önceki ayetlerin Üslubu işaret ettiği ve
kafirlerle miislümanlar arasında çıkan geçmiş
tartışmayı aktarmayı devam ettirdiği mey anındadır. Bu yüzden Peygamber (s)'e müslümanlain en güzel şekilde tartışmaları, şiddetten
sakınmaları gerektiğini, aksi taktirde şeytanın akıllarını karıştırabileceğini
onlara bildirmesini emretmiştir. Bunun asıl amacı ise şeytana açılan kapıları
kapamak, kalpleri birleştirmek, inatlaşmayı hafifletmek, doğruya yönelmeye
teşvik etmektir.
Bir kısım müfessirlere
göre ayetteki tavsiye müslümanların kendi aralarındaki
uygulamayla ilgilidir[80].
Bununla birlikte, ileride açıklayacağımız üzere bu husus Kur'an'in
bir çok yerindeki tavsiyeyle uyum içinde olup geçen olaya sarfedilmesi
en doğru bir görüştür. Ayetin içeriği ve siyakı da buna işaret etmektedir. Bir
çok müfessir de aynı şeyi söylemektedir[81]'.
Casiye Sûresi 14. ayet bu olayı destekler mahiyettedir:
"İnananlara söyle: Allah'ın (kafirlere ceza vereceği) günlerin geleceğini ummayanlan affetsinler ki (Allah'ın kendisi) bir toplumu,
yaptıklarıyla cezalandırsın." Bu ayet, müfessirlerin aktardığına göre konu
hakkında inmiştir[82].
Ayette
müslümanların iyilik ve yumuşak sözle, en güzel bir
söylemle, en hoş bir tartışmayla muamele etmeleri telkin edilmektedir. Çünkü
sert davranma ve inat, tartışma ortamını genişletir, düşmanlık ve kine sebep
olur, insanı böbürlenmeye, hak ve hakikati gizlemeye götürür. [83]
54- Rabbiniz
sîzi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder. Biz seni,
onların üzerine vekil göndermedik.
Bir çok müfessirin
görüşüne göre[84] ayette geçen ikinci çoğul
zamiri (siz), önceki ayetlerde sözkonusu olan
kafirlere yöneliktir. Bazı müfessirlere göre[85] ise
bu zamir,müslümaniara yahut mutlak olarak Kur'an'a kulak verenlere aittir. Birinci görüş, siyaktan
ve ayetlerden esinlendiği için daha doğrudur. Bu görüştekiler ayeti şöyle
yorumlamaktadırlar:
"Ey Peygamber
(s), kafirlere söyle: Sizin işiniz Allah'ın elindedir. O sizi daha iyi bilir.
Dilerse acır. Böylece tevbenizi kabul eder, sizi
doğru yola iletir. Dilerse sizi rezil ve kepaze eder. Küfrünüz üzere
bırakır."
Ayetin sonuç bölümüne
gelince burada Allah, Peygamber (s)'e, kafirlerin hidayet ve küfürlerinden
sorumlu ve onlar üzerine vekil olarak gönderilmediğini söyleyerek ona iltifat
etmektedir. Peygamber (s)'in davetine karşı gelen kafirlerin inat ve
diretmelerine karşılık Peygamber (s)'i teselli etmektedir.
Ayetin önceki siyak
bağlamından kopuk olmadığı gayet açıktır. Burada bilindiği üzere Allah'ın
kafirler hakkında dilemesinin sebebi anlatılmaktadır. Çünkü Allah kafirlerin
gönüllerindekini daha iyi bilir; hayra ve hidayete arzulu olanı doğru yola
iletir. Onu rahmeti içine alır. Bu durumda olmayanı rezil eder. Ra'd Sûresi'nin şu ayetinde de belirtildiği üzere o
kimsenin gidiş yeri azap olur: "İnkar edenler: 'Ona Rabbinden bir ayet
indirilmeli değil miydi?' diyorlar. De ki: 'Allah dilediğini saptırır, (hakka)
yöneleni de kendisine iletir." (Ra'd, 27).
İbrahim Sûresi'nde: "Allah.
İnsanları dünya hayatında da, ahirette de sağlam
sözle tespit eder. Allah zalimleri saptırır ve Allah dilediğini yapar."
(ibrahim. 27). Ayetin ibaresinin zahirinde okuyucu gönlünde oluşan şüphe
böylece ortadan kaldırılmış olur.
55- Rabbin,
göklerde ve yerde olan kimseleri daha iyi bilir. {O, peygamber olmaya kimi
layık görürse onu seçer). Andolsun ki, biz
peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık, Davud'a
da Zebur'u verdik.
Müfessirler bu ayete
uygun herhangi bir rivayette bulunmamışlardır. Ayet geçmiş ayetler üzerine
affolunmaktadır ve önceki ayetler gibi konuya girmektedir. Dolasıyısıyla
bu da bizi siyakın devamı olduğu kanısına götürür. Bu ayet, Allah'ın kafirlerin
kalplerinde olanları daha iyi bildiğini, dilerse rahmetine ehil olan kişileri
bağışlayıp, azabı ha-kedenlere azap edeceğini, aynı
şekilde göklerde ve yerde olan herşeyi de bildiğini açıkkırnaktadır. Bunun bir neticesi olarak Allah bir kısım
peygamberleri diğerleri üzerine üstün kılmış ve Davud'a
Zebur'u vermiştir. Bu açıklama Taberi'nin
açıklamasıyla uygunluk arzetmektedir. Bu da
gösteriyor ki. bu ayet. konu olarak geçmiş ayetlerle aralarında bir bağ
bulunmakladır.
Bir kısım müfcssirlere göre bu ayetle. Hz.
Muhammed'in diğer peygamberlere üstünlüğünü inkar edenlere bir cevap bulunmakladır.
Çünkü Hz. Muhammed'in üstünlüğünü birçok ayetler
vurgulamaktadır. Kur'an diğer geçmiş kitaplara
egemendir. Allah elçisini hidayetle ve hak dinle göndermiş, ona dininin diğer
dinlere baskın çıkacağını vadetmişlir. Bu yüzden biz müfessirlcrin bu husustaki görüşünü benimsiyoruz. Zebur;
tercih edilen görüşe göre Ahd-i Kadim {TevraO'deki Mezamir bölümü olup Davud'a
dayandırılan ilahiler bütününden ibarettir.
Zebur;
yapı ve anlam olarak Allah'a yapılan tesbihat ve
Övgülerdir. İçinde birçok hikmetler, öğütler ve veciz sözler bulunmaktadır.
Zebur, anlaşıldığı kadarıyla Davud tarafından inşa
edilmiştir (Yani lafız Davud'a aittir). Bu. "Biz
Davud'a Zebur verdik" cümlesiyle çelişmez.
Bilindiği üzere bu da Allah'ın bir vahyi ve ilhamıdır. [86] [87]
56- De ki: "Ondan başka (tanrı) sandığınız
şeyleri çağırın, onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de (onu) başka
bir yana çevirebilirler."
57- O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en
yakın olan(lar)ı da rablerine yaklaşmak için vesile[88]'
ararlar; onun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbİnin azabı cidden korkunçtur[89].
Her iki ayette de
kafirlerin meydan okumalarına ve Allah'a ortak koşma alçaklıklarına işaret
edilmektedir. Ayetlerdeki her iki durumun siyakla bir bağlantısı bulunmaktadır.
Ayetlerde Peygamber
(s)'in, kafirleri uyararak, meydan okuyarak onlara; Allah'tan gayrı yal vardı
ki arı şeylerin kendilerinden hiçbir zararı gideremeyeceği, oysa yalvardık-ları .şeylerin Allah'a kavuşmak için yol aradıklarını, onun
rahmetini umup azabından sakındıklarını söylemesi emrediimektedir.
Görüldüğü kadarıyla
burada zikredilen ortaklardan kasıt, önceki ayetlerin birinde zikredilen
meleklerdir. Çünkü Araplar, meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanıyorlar.
Bir çok ayetlerde Arapkir'in melekleri şefaatçiler edindikleri zikrolunmaktadır. Zü-mer Sûresi'ndcki şu ayetler bu
gerçeği ifade etmektedir:[90]
'"İyi bil ki,
halis din yalnız Allah'ındır. Ondan başka veliler edinerek: "Biz bunlara,
sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." diyenler (e gelince);
şüphesiz ki Allah onlar arasında, ayrılığa düştükleri şeyde hükmünü vercektir. Allah yalancı, nankör olan kimseyi doğru yola
iletmez. Eğer Allah çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini
seçerdi. O yücedir. O tek ve kahredici Allah'tır." (Zünıer,
3,4)
Yunus Sûrcsi'nde de şöyle buyrulmakladır:
"Allah'ı bırakıp
kendilerine ne zarar, ne de yarar veremeyen şeylere tapıyorlar ve: 'Bunlar
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir!' diyorlar. De ki: 'Allah'ın göklerde ve
yerde bilmediği bir şeyi mi Allah'a haber veriyorsunuz?' O onların koştukları
ortaklardan uzak ve yücedir." (Yunus, 18)
Esas
aldığımız mushafın zikrettiğine göre ikinci ayet
Medine'de inmiştir. Bu şüphe taşıyan hatla inkar edilmesi gereken ilginç bir
görüştür. Bu ayet. ilk ayetle irtibatlı olup tam bir uyum içindedir. Onu
tamamlamakta ve açıklamaktadır. [91]
58- Hiçbir
ülke yoktur ki, biz kıyamet gününden Önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli
bir şekilde azab edecek olmayalım. Bu kitapta
yazılmıştır.
59- Bizi
ayetler (mu'cizeler) göndermekten alıkoyan şey,
evvelkilerin, (onları) yalanlamış olmasıdır. Semucl
(kavmi-nel'a acık bir mucize olarak'[92] dişi
deveyi verdik, o yüzden kendilerine zulmettiler[93]. Haibukİ biz o mu'cizeleri, yalnız
korkutmak için göndeririz.
Birinci ayette,
kıyamet gününden Önce helak edilecek herbir ülke veya
millet, ister tabiat kanunuyla helak edilsin, ister Rabbani bir azapla farketmcz. bunun bir Allah kanunu olduğuna ve bunun
Allah'ın ezeli ve kuşatıcı ilminde bilindiğine dair rabbani bir açıklama
bulunmaktadır.
İkinci
ayette, Allah'ı Muhammed (s) eliyle mucizeler serdetmekten
alıkoyan şeyin önceki milletlerin peygamberlerini yalanlamaları, kendilerine
gösterilen mucizelerden etkilenmemeleri olduğuna dair rabbani açıklama
bulunmaktadır. Örneğin Allah Semud kavmine açık bir
mucize olarak dişi deveyi vermiş, onlar inkar etmiş ve zulmedenlerden olmuşlar.
Allah mucizelerini ancak insanları korkulmak ve uyarmak için gönderir. Ola ki.
bu yüzden sapıklıklarını ve taşkınlıklarını terkedip
doğru yola gelirler. [94]
Bu iki ayetin tefsiri
bağlamında Taberi'nin, Tabii'nin ileri gelenlerinden Said b. Cü-beyr'den
rivayet ettiğine göre; müşrikler Peygamber (s)'e şöyle diyorlardı: "Safa
Tepesi'ni altın yapmak için Allah'a dua et, o zaman seni doğrulayacağız ve
sana inanacağız." Bunun üzerine Allah. Peygamberi'ne vahyetti:
"Eğer istersen onların dediklerini yaparız. Ama o zaman inanmazlarsa azap
başlarına iner. Böylece mucize indikten sonra tartışma olmaz. İstersen de
onlara mühlet verirsin." Bunun üzerine Peygamber (s): "Ey Allah'ım
onlara süre tanıyorum.'1" dedi.
Geçmiş ve gelecek
ayetlerle bu ayetler arasında bir konu bütünlüğü ve bir İlişki bulunmaktadır.
Çünkü önceki ayetler, Allah'ın bu azabıyla korkutarak noktalanmış, bu
ayetler ise Allah'ın
bu azabı indirmeye gücü yettiğini vurgulamak için gelmiştir. Bu da gösteriyor
ki, ayetler siyak yönüyle birbiriyle bağlantılı olup, bu iki ayet müşriklerin
Peygamber (s)'den mucize istemesi üzerine inmemiştir.
Birçok ayetlerin
vurguladığı kadarıyla kafirler, yeniden dirilmeyi inkar etmeye, Kur an'm Allah'ın azabıyla uyarısını hafife almaya, Peygamber
(s)'den mucize veyahut azabı hemencecik getirmesini istemeye devam etmişlerdir.
Bunun üzerine ayetler inmiştir.
Burada Said b. Cübeyr'in rivayetlerinde
bulunan birşeye cevap verilmektedir: Allah Peygamber
(s) eliyle mucize göstermemiş, çünkü Allah, geçmiş milletlerde olduğu gibi
kafirlerin de inanmayacaklarını bilmiştir. Mucize geldikten sonra ise Allah'ın
kanunu gereği o milletler yerle bir olmuşlardır. Bu yüzden Allah'ın hikmeti
gereği onlar üzerine azap hemen gelmemektedir.
Görebildiğimiz
kadarıyla her iki ayette de karşılaştığı inat, inkar ve acziyet
karşısında Peygamber (s) teselli edilmektedir.
İkinci ayet,
kafirlerin meydan okumalarına karşın, Allah'ın hikmeti gereği Peygamber (s)
eliyle mucizeler indirmediğini açıklamaktadır. Bilindiği üzere burada Allah'ın
hikmeti, Peygamberi'nin ve Kur'an'ın doğruluğuna dair
kafirleri ikna için mucize göstermeyi gerektirmemiştir. Çünkü davet (çağrı),
ancak Allah'ın birliğine olup dünya ahi-ret saadetinin garantisi olan üstün
değerler bütününe ve ahlaka sarılmak, günah, kötülük, taşkınlık ve şirkten
sakınmak yönündedir. Bunların doğruluğunun veya yanlışlığının isbatı için mucizeye gerek yoktur. Bu çağrının temel
ilkelerini oluşturan Kur'an, Allah'ın en büyük en
yeterli bir mucizesidir. Kur'an'da bir çok ayetler bu
anlamı desteklemektedir. Ankebut Sûresi'ndeki şu
ayetler buna bir Örnektir:
"Dediler ki:
"Ona Rabhinden ayetler (mucizeler) indirilmeli
değil miydi?" De ki: "Ayetler (mucizeler) Allah'ın yanındadır. Ben
ancak apaçık bir uyarıcıyım."
"Kendilerine
okunan kitabı sana indirmemiz, onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum
için bunda bir rahmet ve öğüt vardır." (Ankebut,
50, 51)
Burada
ayetler, Kur'an'da iman ve hidayette gerçeği
arzulayanlar için öğüt, rahmet, yeterlilik ve zenginlik olduğunu
belirtmektedir. [95]
60- Bir
zaman sana: "Rabbin insanları kuşatmıştır." demiştik. Sana
gösterdiğimiz rüyayı ve Kur'an'da lanetlenmiş ağacı,
İnsanları (n imanını) sınama (aracı) yaptık. Biz onları (çeşitli şekillerde)
korkutuyoruz. Fakat bu, onlara, sadece büyük bir azgınlık artırmaktan başka bir
katkıda bulunmuyor.
Bu ayet bir önceki iki
ayet üzerine atfedilmiş olup, siyak yönüyle her ikisiyle de bağlantılıdır.
Burada hitap Peygamber (s)'e yöneltilmiştir. Birinci paragrafta. Peygamber
(s)'e teselli edilmiştir. Taberi. Tabiin ve Tebau't-Tabiin'in görüşlerine
dayanarak; Allah kendini kafirlerden koruduğuna dair Peygamberi (s) teselli
ettiğini söylemektedir. İkinci paragrafta ise Allah. Peygamberi'ne gösterdiği
rüyayı kafirlere göstermeyerek, Kur'an'da lanetlenmiş
ağacı onlar için bir sınama ve korkutma aracı kılarak, bunu da ancak onların
azgınlıklarını artırmalarına vesile kılarak onları eleştirmektedir.
Ağaç ve rüyadan neyin kasdedildiği hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu
görüşlerden biri de Şia'nın görüşüdür. Onlara göre: Ağaçtan amaç Ümeyyeoğullarfdir. Rüyadan amaç da Peygamber (s)'in onları
minberine sıçrayan maymunlar olarak gördüğü rüyadır. Şiilere göre bunlar Ümcyycoğullarf dır[96]. Bu,
Kur'an'ı yorumlama hususunda onların çok ilginç
yorumlarıdır.
Cumhur müfessirlerjnİn, Tabiin ve Tebau't-Tabiin'e dayandırılarak[97]
katıldıkları en meşhur görüşe göre; rüya sûrenin baş taraflarında zikredilen İsra olayıdır.
Bir kısım müfessirlere
göre rüya, yalnızca uykuda görülen rüya olmayıp aynı zamanda uyanıkken
Peygamber (s)'in gördüğü müşahedelerdir.
Ağaca gelince;
cumhurun da katıldığı görüşe göre, zakkum ağacıdır[98]. Bu
ağacın, bu sûreden bir müddet Önce inen Vakıa sûresinde zikri geçmiştir.
Rivayetlerde zikrolunduğuna göre Ebu Cehil'in
de içinde bulunduğu bir kısım kafir liderler, İsra
kıssasını duyunca bunu Peygamber (s)'e karşı olay ve propaganda aracı
görmüşler, insanları ondan yüz çevirmeye çalışmışlar, hatta bir kısım imanı
zayıf müs-lümanlar onların
sözlerine kanarak dinden dönmüşlerdir[99]. Bu
kimseler aynı şekilde zakkum ağacını da alaya almışlar, Muhammed'in ateşinde
biten ağaç olarak nitelemişlerdir.[100]
Burada
adeta ayetle nebevi haberleri doğrulamak için iki meseleyi Allah'ın sınav
meselesi kılması kasdedilmiş, bunları tasdik
etmeyenlerin ise mucizeleri inkar ettikleri ortaya çıkmıştır. Bunun için de bu
tür kişiler fiilen kafirlerden olmuştur. [101]
61- Meleklere: "Adem'e secde edin!"
demiştik. Secde etti-ler, yalnız İblis etmedi:
"Ben, çamur olarak yarattığın kim-şeye secde ed&r
miyim? dedi.
62- "Şu benden üstün yaptığını[102]'
gördün mü? Andolsun,
eğer beni kıyamet
gününe kadar ertelersen, onun zürriyetİ-ni, pek azı
hariç, kökünden koparıp sürükleyeceğim![103]
dedi.
63- (Allah): "(Defo!) Git! dedi. Onlardan kirn
sana uyarsa cezanız cehennemdir, mükemmel bîr ceza (size)!"
64- Onlardan gücünün yettiğini sesinle yerinden
oynat[104] atlıların ve
yayanlarınla onların üzerine yaygarayı bas[105],
mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol; onlara (çeşitli) va-adier yap. Kuşkusuz şeytan onlara aldatmadan başka bir-şey vaadetmez.
65- Benim kullarım (a gelince) senin onlara gücün
yetmez[106]. Vekil olarak Rabbin
yeter.
Ayetlerde İblis'İn durumu, inadı, Allah'a itaat etmekten ve Adem'e
secde etmekten yüz çevirip büyüklük taslaması hatırlatılmakta, İbiis'le Allah arasında cerayan
eden konuşma aktarılmakta, İblis'İn gücü yettiği
oranda insanları Allah'a imandan yüz çevirme çabası anlatılmakla, İblis'İn Allah'ın kullarından iyi ve salih
olanlara dokunamayacağı vurgulanmakta, İblis'İn ve
ona uyanların cezasının cehennem olacağı vadedilmekte,
şeytanın insanlar için süslediği ve vadettiği
şeylerin bir aldatmadan ve göz boyamadan başka birşey
olmadığı beyan edilmektedir.
Ayetler, siyakla
bağlantılı olup aynı zamanda onun bir devamı niteliğindedir. Bu ayetler
Peygamber (s) ve mü'minler, kafirlerin konumlarına,
yalanlamalarına ve inatlarına karşılık tescili edilmekte, kafirler ise
kınanmaktadır. Çünkü bunlar şeytana uyuyorlar, onun süslemesine ve
vesveselerine aldanıyorlar. Şeytanın ve kafirlerin gideceği yer cehennemdir.
Şeytan ancak fıtratı bozuk ve kalpleri katılaşmış kimseleri etkisi altına
alabilir. Allah'ın nıü'min kullarına gelince; şeytan
onlara dokunamaz. Çünkü onlar Sa'd Sûresi'nde de
açıkladığımız üzere İblis'i ve O'nun aldatmasını tanıyorlar.
Ayetlerde
kullanılan İblis'e yönelik tabirler mecazidir. Ancak gördüğümüz kadarıyla bir
kısım müfessirler, İblis'İn savaş araçları, tahrikçi
piyade ve süvarileri olduğunu söylemişlerdir. İblis'İn
yoldan çıkmış insanların yemelerine, içmelerine ve cinsi birleşmelerine ortak
olduğu söylenir[107].
Burada bir yönüyle zorlama, başka bir yönüyle de gereksiz gaybi
alanlara müdahale vardır. [108]
66- (Ey insanlar), Rabbiniz O'dur ki, nimetinden
(payınızı) aramanız için'[109]
gemileri denizde yürütür'[110].
Doğrusu O, size karşı cok merhametlidir.
67- Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu)[111]'
dokunduğu zaman O'ndan başka bütün yalvardıklarımz
kaybolur[112]'. Fakat (O) sizi
kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allah'ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz.
Gerçekten insan nankördür![113]
68- (Allah'ın), üzerinde bulunduğunuz kara
tarafını ters çevirmeyeceğinden, üzerinize taşlar savuran[114] bir
kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? (Ki bunlar olduktan) sonra kendinize
bir koruyucu bulamazsınız[115].
69- Yoksa O'nun sizi bir kez daha denize
gönderip, üstünüze, kırıp geçiveren bir rüzgar[116]
salarak inkar ettiğinizden doİayı sizi
boğmayacağından emin misiniz? (Bunlar olduktan sonra) kendiniz için bize karşı
peşinizi takip e-den birini bulamazsınız![117]
Ayetler,
anlamları ve lafızları çok açık olup önceki ayetlerle bağlantılıdır. Görüldüğü
üzere bu ayetlerde Kur'an'ın davet, ilzam (zorunlu
tutma) ve sözü ağza tıkama metotlarından bir diğeri bulunmaktadır. O da;
muhataplara, Allah'ın en büyük lütfü olduğunun hatırlatılmasıdır. Burada
tehlike anında ancak Allah'a yalvaran ardından ortak tutmaya geri dönen,
Allah'ın nimetini ve lütfunu inkar eden müşrikler
kınanmakta, böylesi kimselerin ancak Allah'ın karada yahut denizde üzerlerine
taşlar savuran bir kasırga gönderip onlardan intikam alınca inanacakları
vurgulanmaktadır. [118]
70- Andolsun biz Ademoğulları'na çok
ikram ettik, onları karada ve denizde taşıdık. Onları güzel rızıklarİa
besledik ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.
Bu ayet geçmiş
ayetlerin peşinden gelmiştir. Yüce Allah Ademoğullanna
ikramda bulunmuş, onlara teiniz rızıklar vermiş, deıiizde ve karada yolculuk yapmalarını kolaylaştırmış,
onları diğer yaratıklarına üstün kılmıştır. Bu yüzden Ademoğulları samimi
olarak yalnızca Allah'a ibadet etmeleri, ondan gaynsmdan
uzaklaşmaları, Özel ve genel gidişatlarında Allah'ın kendilerine bahşettiği
ikramları takdir etmeleri lazımdır.
Ayette geçen övgü
gerçekten çok büyüktür. Allah'ın Ademoğullanna
ikramlarının başında, ademi kendi etiyle yaratması, ona ruhundan üflemesi,
meleklerin ona secde etmesini emretmesidir. Sa'd
Sûresi'ndeki ve Bakara Sûresrndcki şu ayetler bunun
için bir örnektir:
"Rabbin
meleklerine demişti ki: "Onu (n şeklini) düzeltip, ona ruhundan üflediğim
zaman derhal ona secdeye kapanın!" Meleklerin hepsi tamamen secde etliler.
Yalnız İblis etmedi, büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu. (Rabbin ona) dedi
ki: "Ey İblis, iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten
seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasiadın, yoksa
yücelerden mi oldun?" (Sa'd, 71 -75)
"Bir zamanlar
Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti.
(Melekler): "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi
yaratacaksın? Oysa biz seni överek lesbih ediyor ve
seni takdis ediyoruz." dediler. (Rabbin): "Ben sizin bilmediklerinizi
bilirim." dedi. {Bakara, 30)
Allah'ın Ademoğullanna ikramından biri de gökleri ve yeri onun
emrine amade kılmasıdır. Bu Lokman Sûresi'nde şöyle belirtilmektedir:
"Görmediniz
mi Allah, göklerde ve yerde bulunan herşeyi size
boyun eğdirdi ve size zahir ve batın (dış ve iç, görünen ve görünmeyen,
bildiğiniz ve bilmediğiniz) nimetlerini bol bol
verdi. Yinede insanlardan kimi varkİ ne bilgisi, ne
yol göstereni nede aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır
(durur)." (Lokman, 20) Ayrıca örnekleri geçmiş birçok ayetlerde bu noktaya
değinilmiştir. [119]
71- Her milletin önderini'1* çağırdığımız gün
kimlerin kitabı sağından verilirse işte onlar, kitaplarını okurlar ve en
u-fak'[120] bir haksızlığa
uğratılamazlar.[121]
72- Şu
dünyada kör olan kimse ahirette de kördür (hatta o)
yol bakımından daha da sapıktır.
İmamihim Bir görüşe göre "peygamberini", başka bir
görüşe göre "amel defterini", bir diğer görüşe göre,
"alametlerini" anlamındadır.
Her iki ayetle de
Allah'ın insanları çağıracağına ve herkese amel kitaplarını vereceğine dair
rabbani direktif bulunmaktadır. O gün kimilerine kitapları sağından verilir.
Bunlar doğru yolu bulmuş kimselerdir. Kitaplarını sevinerek ve birbirleriyle
müjdeleşe-rek okurlar. Bunlar eksik de yapsalar Allah
bunların amellerinden hiçbir şey eksiltmez. Dünyada iken kör ve sapık olanlara
gelince ahirette daha kör daha sapık olacak, ahi figan
edeceklerdir.
Bilindiği
üzere kitabın sağdan ve soldan verilmesi, insanların bunun için çağrılması
ritmik ve dramatik bir söylemdir. Bu söylem, insanların amellerinin neticesi
olarak ceza ve hüküm meclisine toplandıklarında dünyada birbirleriyle
konuştukları söylemle benzerlik arzetmektedir.
"Kör" ifadesi mecazi olup dosdoğru yolu göremeyen sapık yerine
kullanılmıştır. [122]
73- Az daha onlar, seni sana vahyettiğimizden
ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için
fitneye düşürecekti[123]'.
İşte o zaman seni dost[124]
edinirlerdi.
74- Eğer biz seni sağlamlaştırmamiş
olsaydık, onlara bir parça meyledecektin.
75- O
takdirde de sana, hayatın da, ölümün de kat kat
(âz-ab)ını tattırırdık[125]'.
Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.
Ayetlerde, Peygamber
(s) için şöyle bir rabbani uyarı bulunmaktadır; Kafirler Peygamber (s)'i
Allah'ın kendisine vahyettiği şeyden yüz çevirtmek ve
başkalarını Allah'a iftira ettirmek istemektedirler. Onlar işte o zaman
kendisini dost edinebilirler. Allah peygamberinin kalbini sabitleştirmemiş
olsaydı Allah hem dünyada hem de öldükten sonra kendisine azabı kat kat tattırırdı.
İlk bakışta ayetlerin
önceki konulardan kopuk olduğu göze çarpmaktadır. Ayetler, kafirlerle Peygamber
(s) arasında geçen çok önemli bir duruma ve peygamberi siretin
manzaralarına işaret etmektedir.
Görebildiğimiz
kadarıyla geçmiş ayetlerle bu ayetler arasında bir konu bütünlüğü vardır.
Ayetin inmesine sebeb olan bu durum hemen oluşmamış,
öteden beri devam edegelmiştir. Bu yüzden ayetler,
kafirlere Allah'ın ayetleri hatırlatılınca büyüklük tasladıklarına ve
taşkınlık ettiklerine değinmiş ve bilindiği üzere siyaktan kopuk olmamıştır. [126]
"Âz daha onlar,
seni sana yahyettiğimizden ayırarak,
Ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşüreceklerdi" ayeliyle ilgili olarak müfessirlerin aktardığı rivayetlere
göre, bir grup kafirler, Rasulullah'a bir müddet, bir
kısım geleneklerine ve kutsamalarına devam etme önerisinde bulunmuşlardır.
Kimilerine göre de, bu grup, Pepgamber (s)'den biraz,
ilahlarını yüceltmelerine tolerans tanımasını istemektedirler. Kimilerine göre;
bu grup, Peygamber (s)'in kınamaması, onlara göz yumması önerisinde
bulun-muşlardır.
İkinci ve üçüncü
rivayette aktarıldığı üzere, bu grup, Peygamber (s) böyle yaparsa kendisine
inanacakları vadinde bulunmaktadır. Dördüncü rivayette aktarıldığı üzere; aynı
grup, Peygamber (s)'in, Kabe'nin avlusunda bulunan ilahlarına yani putlarına
ses çıkarmazsa, tavaftan O'nu engellememek istemektedir[127]. Burada
İbn Sad'ın Taba-kal'ının[128] birinci cildinde aktarılan beşinci bir
rivayet daha vardır. Bu rivayete göre:
Peygamber (s) bir gün
Kabe'nin etrafında oturup Necm Sûresi'nin ilk
ayetlerini; "Gördünüz mü haber verin: "Lat
ve Uzza'yı ve üçüncü put olan Menat'ı"
ayetine kadar okudu. Şeytan bu ayetin ardından Peygamber (s)'in okuyuşuna
"O yüce Garaniktir. Onların şefaatleri
umulmaktadır.'' cümlelerini ekler. Peygamber (s) sûrenin geri kalan kısmını
tamamlayınca secdeye kapandı. Kafirler: "Muhammed (s) bizim ilahlarımızı
hayırla ya-detti."
dediler. Haber bölgeye yayıldı. Habeşistan'daki muhacirlere kadar ulaştı.
Üzerine ilaveler yapıldı. Mekke halkı nebevi daveti kabul ettiler denince
muhacirler Mekke'ye geri döndüler. Bu o!ay peygamberliğin beşinci yılında vuku
buldu.
Daha sonra muhacirler
anladılar ki; kendilerine ulaşan haber bir abartıdan ibarettir, kafirler
küfürlerine devam etmekledirler, yeniden Habeşistan'a geri döndüler. Ayetler,
bu olay üzerine inmiştir.
Ayetlerin içeriği ve
özü rivayetlerden ilk dördü ile uygunluk arzetmektedir.
Ayetlerin ibaresine göre olay, Peygamber (s)'in zihnine gelmiş bîr düşünceden
İbarettir. Fiiliyata geçmemiştir. Bu gayet açıktır.
Son beşinci rivayete
gelince müfessir ve siyer alimlerinin geneli onu kabul etmemiş[129]
Buradaki yanlışlığı ve bir kısım İslam düşmanlarının Peygamber1 (s)e yaptıkları
iftirayı açıklamışlardır. Bu alimlerden kimilerine göre: "Bu yüce Garaniktir, şüphesiz hepsinin şefaati umulur."
cümleleriyle bir kısım kafirler, Necm Sûresi'ni
okuyunca Peygamber (s)'e cevap vermişlerdir. Kimilerine göre ise, şeytan
kargaşa çıkarmak için bu cümleleri fısıldamıştır. Ayetlerin özü, sigası ve iniş koşullan rivayetin yanlışlığını ortaya
koymaktadır. Rivayet Peygamber (s)'in söz söylediği, yani ayetler "Onlar
neredeyse seni fitneye düşüreceklerdi" dediğinde bizzat bunun vuku
bulduğunu hatırlatmaktadır. Necm sûresi ayetlerinin
siyakı bunun öyle olamıyacağını isbatlıyor,
Çünkü ayetlerdeki bu genci akış. kafirleri, bu Üç putu edindikleri ve onlara
dişi isimleri verdikleri, onları Allah'ın kızları olarak gördükleri yahut onların
Allah'ın kızları olan meleklerin bir sembolü kabul ettikleri için akılsız
olarak nitelemektedir. İsra sûresinin ilk yarısı.
Mekke döneminde inmiş, muhacirler ise bu sûrenin yarısı henüz inmeden
Habeşistan'a göçme-yip daha sonra göçmüşlerdir. Biz
bunu tartışma yönünden kabul etmiştik. Çünkü Peygamber (s)'in putları övmesû imkansız olan şefaatlerinin faydasını ikrar etmesi
anlamına gelmekledir. Bu ise her akıl ve insaf sahibi için mümkün olmayan bir
şeydir.
Ayellerin içeriği, iniş koşullan ve Peygamber'in karakteri Garanik rivayeti ile çelişmektedir. Aynı şekilde bütün
bunlar Peygamber'in levhid inancını ve davetin
esasını kolaylaştırmaya yöneldi sözüyle de çelişmektedir. Ayetlerin içeriğinin
ve özünün değindiği üzere her koşulda, kafirlerin içinde bulunduğu konumu
değiştirme arzusu güden ve bu durum için çok üzülen Peygamber'in bir an bîr
grup mutedil kafirin bazı önerileri karşısında psikolojik çalkantılarla
karşılaşması, onların davete kulak vermeleri ve onu kabul etmeleri için iç
dünyasında böylesi bir duyguyu beslemesi gayet doğaldır. Bu psikolojik bir
durumdur. Beşer karakteri yönüyle olması imkansız değildir. Bu durumlar
karşısında Peygamber de diğer beşerler gibi bir beşerdir. Kur'an
kafirlerin inat ve işkenceci tutumları karşısında Peygamber'in psikolojik
çalkantılarını bir çok kez aktarmıştır.
Allah başka durumlarda
olduğu gibi, bu durumda da Peygamber'i sağlamlaştırmıştır. Çünkü Peygamberini
dini yalnızca O'na has kılması ve şirkin bütün çeşitleriyle savaşması için
göndermiştir. Burada bu hususta açık bir talimat bulunmaktadır.
Kendisini
eksen aldığımız mushaf, ayetlerin Medine inişli
olduğunu zikretmiştir. Bir kısım müfessirler ise ayetlerin Mekke'nin fethinden
sonra Taif halkının Önerdiği öneriler bağlamında
indiğini aktarmışlardır[130]. Taif halkının Peygamber'e getirdiği önerilerden kimileri:
Namaz, zekat yahut faizden kendilerinin muaf tutulmaları veya yaşadıkları
bölgelerin aynen Mekke gibi güvenli harem kılınması yönündedir. Bununla
birlikte rivayetin kesin olarak doğru olup olmadığını söylemek mümkün
değildir. Bu ayetlerin Mekki sûrelerde yer alması,
kafirlerin inat ve tartışma durumları aktarmaktadır. Bu hususta birçok
rivayetlerin bulunması, bir kısım Mekke ileri gelenlerinin Peygamber (s)'in
kendilerine tolerans tanıması için Peygamber (sVe
çeşitli öneriler sunmaları Kur'an'ın işaretlerini
destekler mahiyettedir. Ayetlerin, önceki ayetlerle konu bütünlüğünün olması,
bunların Mekke'de indiğini göstermektedir. Bütün bunlar ayetlerin Medine inişli
olduğu hususunda bizlerde şüphe uyandırmaktadır. [131]
76- Nerdeyse seni yurdundan çıkarmak İçin
tedirgin ed(İp yerinde duramaz hale getireceklerdir'[132]. O
taktirde kendileri de senin ardından'[133] pek
az (bir süre) kalabilirler.
77- (Bu), senden önce gönderdiğimiz
peygamberimizin de konumudur. Bizim konumumuzda bir değişiklik bulamazsın.
Bu
iki ayette, kafirlerin Peygamber (s)'i üzen sözler söylediğine, onu Mekke'den
çıkarmak istediklerine dair rabbani işaret, kafirlerin böyle yaptıkları
takdirde azabı kendileri için acele istediklerine ve peygamber (s)'den sonra
pek uzun kalmayacaklarına dair Peygamber (s)'i teselli eden pekiştirme
bulunmaktadır. Çünkü bu Allah'ın Peygamber (s) ve toplumlarına uyguladığı bir
sünneti(kanunu)dir. Bu sünnette herhangi bir değişme
bulunmamaktadır. [134]
"Neredeyse seni
yurdundan çıkarmak için tedirgin edeceklerdi" ayetinin özü ve içeriği,
Peygamber (s) ile kafirler arasında geçen bir durumu zikretmek için indiğini
çağrıştırmaktadır. Ancak ayetlerin siyak ve sibak ilişkisi, aralarında bir konu
bütünlüğü olduğunu ve bunların hemen inmeyip bir süre sonra indiğini ortaya
koymaktadır. Birinci ayette kafirlerin davranışları zikredilmektedir. Bu da
gösteriyor ki ayetler bağlamdan kopuk değildir.
Kendisini eksen
aldığımız mushaf her iki ayetin de Medine inişli
olduğunu rivayet etmektedir. Müfessirlcr[135] de
aynı görüştedir. Bu iki ayet Medine'deki yahudilerin
Peygamber (s)'e; "bütün peygamberler Şam diyarına gönderilmişlerdir.
Senin de oraya gitmen iyi olur' şeklinde söylemeleri ve ona tuzak kurmaları
nedeniyle indiği ileri sürülür. Öyle ki, bu olay üzerine Peygamber (s)'in Tebük'e savaşa çıktığı esnada bu olayın gerçekleştiği
söylenir. Oysa her iki ayetin üslubu dengeli ve uyum içindedir. Bu ayetler,
Mekke'deki kafirlerin durumunu zikreden ayetler üzerine atfolunmustur.
"Nerdeyse seni buradan sürüp çıkaracaklardı" cümlesindeki cemi gaib (üçüncü çoğul) zamiri, bilindiği üzere Mekke'deki
kafirlere dönmektedir. Bütün bunlar, ayetlerin Medine inişli olduğu
rivayetinde şüphe uyandırmaktadır, hatta bunun doğru olmadığını ortaya koymaktadır.
Medine'de ki yahudilerle Peygamber (s) arasında geçen
şeylerin konularında da farklılıklar vardı. Böylece bütün bu işaretler, bu
ayetlerin, Mekki sûrelerde bulunduğunu ve Kureyş kafirleri konusunda indiğini vurgulamaktadır. Bir
grup müslümanın Mekke kafirlerinin işkencesi
sebebiyle Mekke'den Habeşistan'a göçmeleri kesin ve sabittir. Bunun için bu iki
ayetin Mekke inişli olduğunu tercih ediyoruz, hatta kesin olarak inanıyoruz.
Birçok müfessiıier de[136]ayetlerin
Medine de indiği rivayetini kabul etmeyip ayette zikrolunan
yerin Mekke olduğunu söylemekledir. Müslümanların Habeşistan'a hicreti İsra sûresinin iniş koşullarında olmuştur. Kuşkusuz bu
hicret olayı tatbik edilmeden önce uzun süre gündem konusu olmuştur. Peygamber
(s)'in de Habeşistan'a hicret eden-
lerle
birlikte göçme düşüncesinde olması pek de uzak bir ihtimal değildir. Sonra
Allah, Peygamber (s)'ini sağlamlaştırmış, bu fikirden O'nu vazgeçilmiş,
yalnızca Kureyş kafirlerinin eza ve işkencelerine
maruz kalan arkadaşlarından çaresizlerin göçmesiyle ye-tinilmişti.
Belki de muhacirlerin hicretin ardından, azılı kafirlerin, Peygamber (s)'i sürme,
yurdundan çıkarma düşünceleri ağırlık kazanmış, bu yüzden peygamber, Habeşistan'a
hicret eden muhacirlere katılmayı düşünmüş ama Allah bu düşüncesinden vazge-çirerek onu
sağlamlaştırmıştır. Belki de bu durum, kafirlerin, Peygamber (s)'i önerileriyle
zor durumda bıraktıklarını aktaran ayetlerdeki durumdan sonra vuku bulmuştur.
Allah onu sağlam 1 aştın ne a bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Bu da bize bu
görüşün doğru olduğunu göstermektedir. Çünkü bu iki konum peşpeşe
aktarılmıştır. [137]
78- Güneşin (ufukta aşağı) kaymasından[138]
gecenin karar-masınatyatsı vaktine[139]kadar
namaz kıl ve sabahın Kur'an'ını da (unutma), çünkü
sabah namazı(melekler tarafından) görülür.
79- Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile[140]
namaz kılmak üzere uyan[141]Belki
böylece Rabbin seni, övülmüş bir makama ulaştırır
80- De ki: "Rabbim, beni(girdireceğin yere)
doğruluk gir-dirilişiyle girdir, beni çıkararacağın
yerden doğruluk çıka-rılışıyla[142] çıkar
bana katından bir delil ver".
81- De ki: "Hak geldi, bâtıl gitti [143]
Zaten batı! yok olmaya mahkumdur".
Ayetlerin siyaktan
kopuk olmadığı, geçmiş ayetlerin ardından geldiği ve Peygamber (s)'İn, kafirlerin
inat. hile, aldatma ve üzmelerinden dolayı üzülmemesi için teselli ettiği göze
çarpmaktadır. Bu yüzden Peygamber (s)'in gece-gündüz Allah'a ibadet etmesi, namaz
kılması, zikretmesi gerekir. Farz olan namazları ve teheccüdü
tam vaktinde kılmalı ve giriş çıkışlarında, tasarruflarında kendisini
desteklemesi ve yardım etmesi için Rabbi-ne yakarmahdır.
Çünkü böyle arzusuna kavuşabilir. İnsanlara hakkın geldiğini, batılın
kaybolduğunu, çünkü hakkın Önünde batılın yok olmaya mahkum olduğunu
bildirmektedir.
Ayetlerde güçlü bir
teselli ve telkin bulunmaktadır. Ayetlerin amacı gönüllere güç ve rahatlık
vermektir. Bir çok müfessirlere göre; 79. ayette anılan makam-i mahmud (Övülmüş makam), ahiretleki
şefaat makamıdır. Bunlar bu hususta, bir çok hadis rivayetinde bulunmuşlardır.[144] Bu
konuyu tartışmak yerine biz de mü'minler olarak,
Peygamber (s)'in şahsi meziyetleri, Kuf an'ın
kendisine inmesi, davet ettiği dinin bütün dinlere üstün kılınması sebebiyle ahirette en yüce övülmüş makama sahip olacağını, hayatın
sonuna ilişkin Peygamber (s)'in teselli edildiğini ve 80. ayette buna işaret
bulunduğunu söylüyoruz.
Kendisini
esas aldığımız mushâf, 5. ayetle birlikte 78-80.
ayetlerin Medine inişli olduğunu rivayet etmekledir. Biz ise hepsinin de Mekke
inişli olduğu kanısındayız. [145]
82- Bİz Kur'an'dan mü'minlere şifa'[146] ve
rahmet olan şeyler indiriyoruz. (Ama Kur'an)
zalimlere ziyan artırmaktan başka bîr katkıda bulunmaz.
83- İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip
yan çizer-ler'[147] Ona
zarar dokununca da umutsuzluğa düşer.
84- De ki: "Herkes kendi (hali) ne uygun bir
yolda'[148] hareket eder. Rabbiniz,
kimin en doğru yolda olduğunu iyi bilir.
Ayetler bir öncekiler
Üzerine alfolunmuştur. 84. ayetin baş taraflarındaki
"De ki" emrinin Peygamber (s)'e yöneltilmesi bir önceki ayetlerin
alakasının olduğunu ve adeta onların bir devamı sayıldığını ortaya koymaktadır.
Ayetler, Kur'an'ın mü'minlerin gönüllerine
şifa olduğunu, gönüllerini huzura erdirdiğini, bir rahmet olduğunu, bütünüyle
kayıtlardan kurtardığını belirtmek için indiğine dair rabbani bir açıklama
içermektedir.
Kur'an kötü karakterli, inatçı zalimler için bir şifa değil
hüsrandır. Ne var ki insanların geneli onların arzularına meyletmek için çaba şarfetmektedirler. Bu tür insanların genci karakterleri bir
nimete kavuşunca büyüklük taslayıp haktan uzaklaşmak, bir belaya duçar olunca
ümitlerini kesip küfre dalmaktır. Peygamber (s)'e düşen; kafirlere aldırış
etmeyip, Allah'a güvenmektir. Çünkü Allah kimin doğru yolda olduğunu daha iyi
bilir.
Ayetlerde
bir öncekiler gibi güçlü bir telkin ve teselli bulunmaktadır. Ayetler, Kur'an'ın etkisiyle hak ve hidayeti arzulayan salih nefislerde ortaya çıkan sosyolojik ve imani ilkeler içermektedir. [149]
85- Sana ruhtan sorarlar. De ki: "Ruh,
Rabbimin emrindedir. Size ilimden pek az birşey
verilmiştir."
86- Andolsun, biz
dilesek, sana vahyettiğimiz ayetleri tamamen
gideririz; sonra onun (geri alınması) için bize karşı (sana yardım eden) bir
vekil bulamazsın.
87- Ancak Rabbi'nİn
(sana) rahmeti (onu sende bırakmaktadır). Çünkü onun sana olan lütfü cidden
büyüktür.
Birinci
ayette Peygamber (s)'e sorulan ruh ile ilgili bir soru anlatılmaktadır. Peygamber
bu soruya, "ruh"un Allahü Teala'nm İşleri cümlesinden ve ilmi kapsamında bir mesele
olduğu; beşerin bunu idrak etmesine imkan bulunmadığını; Allah'ın ilmine ve
kainatındaki ayetlerine nazaran insanların bilgisinin kıt olduğu şeklinde cevap
vermekle memur kılınmıştır. [150]
"Sana ruhtan
sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emridedir"
ayetiyle ilgili birden fazla rivayet vardır. Biri Peygamber (s)'e soru
soranların Medine'de yahudiler olduğudur. Diğer bir
rivayet de Kureyş Kafirlerinin Medine yahudileriyle Peygamber (s)'in işi hususunda istişare
ettikleri, onların da bir takım sualler tevcih etmeyi önerdikleri şeklindedir.
Bu suallerden biri budur; diğeri "Ashab-ı Kehf' hakkında bir diğeri de Zülkarneyn
hakkındadır. Peygamber (s) inşaallah demeksizin
yarına kadar mühlet istemektedir. Vahiy gecikmiş, hatta Rasulullah
(s) korkmuştur. Nihayet vahiy bir parça aralamayla birlikte gelmiş: Kehf sûresi'nde Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn'e cevap, bu
ayetle de ruha cevap verilmiştir. Diğer bir rivayet ise, sualin Mekke'deki bir
kısım Kitap Ehli veya bir kısım müslüman, veya bir
kısım kafirler tarafından tevcih edildiğidir[151].
Birinci rivayet hakkında şunları söyleyebiliriz: Bu rivayet ayetlerin Medeni
olmasını gerektirir. Oysa hiç kimse Medeni olduklarını rivayet etmemiştir. Bazı
müfessirler bu itirazı öne sürmüşlerdir. Bazıları da Medine'de ikinci kez inmiş
olabileceği ihtimali üzerinde durmuşlardır. Bir yahudinin,
cevabı Mekki bir sûrede verilen soruları Pcygam-ber(s)'e yeniden yöneltmiş
olabileceğine ihtimal vermiyoruz. Kaldı ki Medeni sûrelerde Peygamber ile yahudiler arasında cereyan eden soru cevap, meydan okuma ve
tacizler uzun bölümler olarak yer almaktadır.
İkinci rivayet de bize
tutarsız gözükmekledir. Aynı ortamda, birlikte sorulmuş bu soru ikisinin bir
sûrede, birinin (bu sûrede ikisinin Kehf Sûresi'nde
yer almasının) görünen bir hikmeti yoktur.
Bizim tercih etliğimiz
görüşe göre bu sûre Mekke'de Rasulullah'a müstakil
olarak tevcih edilmiştir. Taciz ve meydan okuma kabilinden bir kısım Ehl-i Kitap veya kafirler de sormuş olabilirler; öğrenmek
maksadıyla müslümanlar da sormuş olabilirler. Soru ve
cevap sigası her iki ihtimale de açıktır. Sorulan
ruhun mahiyeti hakkında da a) hayatı temin eden can ve b) Peygamber (s)'e Kur'an-ı Kerim'i indiren vahiydir denmiştir. Cevap her iki
manaya da ihtimal vermekle beraber bizim tercihimiz sualin Kur'an'ı
indiren vahiyle ilgili olduğudur. Bu sûreden Önce nazil olan Şuara Sûresi'nde bu bahis geçmiştir. Dolayısıyla, sorunun
bu ilgiyle sorulmuş olması İhtimali vardır.
Önceki ayetlerde Kur'an'ın nüzulü ve şifa oluşu, sonraki ayetlerde de Kur'an'ın ica-?.ı zikrolunmuştur. 86. ayet ise Peygamber (s)'e, Allah dilerse
vahyettiklerini gidereceğini bildirmektedir ki bütün
bunlar bu tercihimizde etkili olan karinelerdir. Ayrıca ayet-lerdeki ve sİyakındaki mükemmel
uyum öncelikle bu İhtimali öne çıkarmakta, ancak sualin hayat kaynağı olan can
ile ilgili olabileceği faraziyesini hatıra getirmektedir.
Bu cevap ve onu takip
eden ayetler güçlü ve muhkemdir. İnsan aklının Allah'ın sırrına ve Allah'ın
sırrıyla bağlantılı olan Kur'ani vahyine ermesi
mümkün değildir.
İnsanların,
Kur'an'ın kendisi olan bu sırrın ortaya çıkan gerçeğe
gönülleri rahatla-ması, ona inanması ve onunla
yetinmesi gereklidir. [152]
88- De ki:
"Andolsun, eğer insan(lar)
ve cin(ler) şu Kur'an'ın
bir benzerini getirmek üzere toplansınlar, yine o-nun
benzerini getiremezler. Birbirlerine arka ol(up
yardım et)selerde (bunu yapamazlar).
89-Andolsun
biz bu Kur'an'da İnsanlara her çeşit misali turlu
biçimlerde anlattiK, ama insanlardan çoğu, inkarda
direttiler.
Ayetlerin meydan
okuması ve eleştirisi güçlü, ibaresi ise açıktır. İnsanlardan ve cinlerden
oluşan bütün yaratıklar bir araya gelseler ve birbirlerine yardım etseler Kur'an'ın bir benzerini getirmekten aciz kalırlar. Çünkü Kur'an Allah'ın vahyi ve sırrının göstergesidir. Kur'an'da insanları ikna edecek bütün delil ve gerçekler
bulunmaktadır. İnsanların geneli eleştiriyi lıaketmektedir.
Çünkü inat ve inkara yeltenmektedirler.
Bir
kısım müfessirler[153] İbn Abbas'tan rivayet ederek bu
iki ayetin, Medine'deki bir grup yahudi hakkında
İndiğini söylemişlerdir. Bu yahudiicr, Allah rasulüne Kur'an'ın benzerini
getireceklerini söylemeleri üzerine inmiştir. Aynı şekilde bazı müfessiıiere göre bu ayetler: "Biz istersek Kur'an'ın benzerini getiririz." diyen Kureyş liderlerinden Nadr b.
Haris'in yalanlaması üzere inmiştir.[154]
Birinci rivayet her iki ayetin de Medine'de indiğini ortaya koymaktadır. Bunu
ise hiç kimse rivayet etmemiştir. Rivayeti aktaran îbn-i
Kesir bu kanaatta olup buna binaen bu rivayeti kabul
etmemektedir. Enfal Sûresi'ndeki "Ayetlerimiz
onlara okunduğu zaman: "İşittik" dediler. İstersek de biz bunun bir
benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir."
(Enfal, 31) ayeti hicretten önce Mekke kafirlerinin
sözlerini ve konumlarını aktarmaktadır. Burada ayetlerin yalanlama ve reddiye
için geldiğini söylemek mümkün. Ayetlerin siyak -sibak ve konu bütünlüğü içinde
değerlendirildiğinde Enfal sûresi 31. ayetinde
aktarılan müşriklerin bu sözü hemen ve ilk olarak söylemedikleri
anlaşılmaktadır. Bu sözü Nadr b. Haris, bu ayetler
inmeden bir müddet önce söylemiştir. Bu ayetler, Kur'an'ın
rnü'minler için şifa ve rahmet olduğunu belirten
önceki ayetlerin peşinden gelmiştir. [155]
Ayetler, insanların Kur'an'ın bir benzerini getirmekten aciz olduklarına
işareti yinelemiştir. Aynı şekilde bir çok ayetler. Peygamber (s)'e iftira
eden kafirlerden bir veya birkaç sûre getirmelerini isteyerek onlara meydan
okumaktadır. Örneğin;
''Yoksa: "Bunu
kendisi yalan olarak uydurdu mu diyorlar? De ki: "Bunun bir benzeri olan
bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüler iseniz, Allah'tan başka
çağıra-biiçliklerinizi çağırın." (Yunus, 38)
"'Yoksa:
"Onu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De kî: "Haydi siz yalan üzere
uydurulmuş olarak onun benzeri on sûre getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz.
Allah'tan başka çağırabildiklerinizİ çağırın."
(Hud, 13)
"Eğer kulumuza
indirdiğimiz (Kur'an) den şüphedeyseniz, bu durumda,
siz de bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz,
Allah'tan başka, şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı)
çağırın."
"Ama yapamazsanız
-ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve
yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakınınız" (Bakara, 33.34). Bakara Sûresi'niri bu ayetleri Medine'de indirilmiştir. Bu tür
meydan okuma Mekke ve Medine döneminde çok tekrarlanmıştır. Bakara Sûresi'ndeki
ayetler geçmiş ve gelecek meydan okumalara açıkça cevap vermekledir.
Müfessirler Kur'an'ın icazı ve insanların benzer bir Kur'an'ı getirmekten aciz kalışları konusunda çok söz
söylemişlerdir.[156]
Kimi müfessirlere göre belagat ve fesahat sahibi olan Araplar Kur'an'ın benzeri birkaç sûre getirebilirler. Fakat Allah
bunu onlardan men etmiş böylece onların aciz oldukları ortaya çıkmıştır.
Biz, Allah'ın
insanların Kur'an'ın benzerini getirmelerine güçleri
yettiği halde getiremeyeceklerine dair meydan okuma hikmetini anlamıyoruz. Müfessirlcrden kimilerine göre; Kur'an
dilî Arapların anlayış ve üsluplarından çok yücedir. Bunun için Kur'an'ın benzerini getirmekten aciz kalmışlardır. Bu görüş
görebildiğimiz kadarıyla Kur'an'ın, Arapların diline
ve üslubuna benzer olduğuna dair açık ayetler bulunmaktadır. Örneğin; "(Bu
Kur'an) ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz
akıl sahipleri Öğüt alsınlar diye sana vahyettiğimiz
mübarek bir kitaptır." {Sa'd, 29)
'"Andolsun, biz bu Kur'an'da belki
Öğüt alıp düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik'".
"İçerisinde
eğrilik/pürüz olmayan Arapça bir Kurandır (bu). Umulur ki, korkup sakınırlar."
(Zümer; 27,28)
"Bilen bir kavim
için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer)
fasıllar halinde açıklamış, Arapça Kur'an (veya
okunan) kitaptır." (Fussilel, 3)
"Gerçekten biz
onu, belki aklınızı kullanırsınız diye Arapça bir Kur'an
kıldık." (Zuhruf, 3)
Kur'an Araplar'ın bir çok sözünü
aktarmıştır. Bu yüzden ayetler nazım ve lügatıyla lam
bir uyum içersindedir. Bu hususta Kur'an'da bir çok
örnekler geçmiştir. Örneğin;
"Ayetlerimiz
onlara okunduğu zaman; "İşittik" dediler." İstesek biz de bunun
bir benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası
değildir."
Bir de, "Ey
Allah'ımız, eğer bu (Kuran) bir gerçek olarak senin katından ise, gök yüzünden
üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azap getir (bakalım) demişlerdi." (Enfal, 3 1.32)
"Hani. münafık
olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Aliah
ve Rasulü, bize boş bir aldanıştan başka birşey vadetmedi.'"
diyorlardı. Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak
yer yok, şu halde dönün. Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz
açıktır" dediler. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı'". (Ahzap, 12,13)
"Onlara apaçık
ayetlerimiz okunduğunda: "Bu, sizi babalarınızın tapmakta oldukları
(ilahlar) dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir." dediler. Ve
dediler ki: "Bu dürülüp uydurulmuş bir yalan (iftira) dan başka birşey de değildir." Küfre sapanlar da kendilerine
geldiği zaman hak için: "Bu apaçık bir büyüden başka birşey
değildir." dediler. (Sebe. 43)
Kimi müfeSsirler de, Kur'an üslubunun
belagatı, nazım ve uyumunun yüceliğiyle, her zaman ve her mekanda alemlere
rahmet ve hidayet olan Kur'an'ın ihtiva ettiği, ilke,
esas ve telkinler arasını birleştirmiş ve aralarında bir çelişki görmemiştir.[157]
Doğru ve gerçek olan da budur.
Böylece
Kur'an, Mııhammed (s) için
en büyük mucize olmuştur. Kur'an'da bu hususta
birçok ayetler bulunmaktadır. Ankebul Sûresi'ndeki şu
ayetler bunun için bir örnektir: "Kendilerine okunmakta olan kitabı sana
indirmemiz onlara yetmiyor mu? Hiç şüphe yok. bunda iman etmekte olan bir kavim
için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. De ki; "Benimle
sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir.
Batıla inanan ve Allah'ı inkar edip küfredenler ise işte onlar hüsrana uğrayacaklardır."
(Ankebul, 51-52) [158]
90- Dediler ki: "Yerden bize bir göze fışkırtmadikça sana inanmayız."
91- "Yahut senin hurmalarından ve
üzümlerinden oluşan bir bahçen olmalı, aralarından ırmakİar
fışkırtmalısın!"
92- "Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten
parçalar'[159] düşürmelİsİn,
yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin."
93- "Yahut altından'[160] bir
evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Mamafih sen,
bizim üzerimize, okuyacağımız bir kitap İndirmedikçe senin (tek başına) göğe
çıkmana da inanmayız." De kî: "Rabbimİ
tenzih ederim! Ben, sadece bir elçi olan bir İnsan değil miyim?"
Ayetler lafız ve anlam
yönüyle açık olup, müfessirlerin rivayetine göre; bir kısım Kureyş
liderlerinin Peygamber (s)'in yanında toplanmaları sebebiyle inmiştir. Kureyş liderleri koşarak Peygamber (s)'in yanına gelmiş,
ilahlarına dokunmadığı sürece istediği şeyi kendisine verecekleri teklifinde
bulunmuşlardır. Peygamber (s) onlarla tartışmamış, onların hidayete
girmelerini şiddetle arzulamıştır. Bu esnada liderler Peygamber (s)'den
ayetlerin aktardığı mucize ve deliller istemeye başlamışlardır.[161]
Rivayetin doğru olması
ihtimali olmakla birlikte ayetler arası siyak, sibak ve nazım bütünİüğü ayetlerin birbirlerinin devamı olduğunu
göstermektedir. Bir önceki ayetin doğrudan zikrettiğine göre. Kur'an'da misaller verilmesine rağmen insanların birçoğu
küfre yönelmişlerdir. Bu ayetler, kafirlerin sözlerini ve mucize istemelerini
aktarmak için gelişen ayetlerin birbirlerinin bir devamı olduğunu ve aralarında
bir bağ bulunduğunu göstermektedir. Çünkü ayetler, kafirlerin sözleriyle hemen
inmeyip bir müddet sonra yavaş yavaş indiği göze
çarpmaktadır. Bu yüzden ayetler, kafirlerin durumlarını ve aciz bırakmışlarını
hatırlatma bağlamında zikrolunmuştur.
Ayetteki
son cümle, Peygamber (s)'e kafirler için cevap vermesini, onların isteklerini
reddetmesini. Allah'ın kendisini ancak onlara davetini ulaştırmak için
gönderdiğini beşer olduğunu vurgulamasını emretmektedir. Ayetlerin üslubu çok
güçlüdür. Burada Peygamber (s)'in kainatta hiçbir tabiat kuralına gücü
yetmediği vurgulanmaktadır. [162]
94- Zaten
kendilerine hidayet geldiği zaman insanları doğru yola gelmekten alıkoyan şey,
hep: "Allah, bir insanı eiçi mi gönderdi?"
demeleridir.
95- De ki: "Eğer yer yüzünde (insanlar gibi)
uslu uslu yürüyen melekler olsaydı elbette onlara
gökten bir meleği elçi gönderirdik."
96- De ki: "Benimle sizin aranızda şahit
olarak Allah yeter. O, kullarını haber alır, görür.
Ayetler, bir
öncekilerle bağlantılı olup onları takip etmekte ve insanların genelinin, iman
etmeme nedenlerine değinmektedir. İnsanların genelinin peygamberlerine gelen
hidayeti kabul etmeyiş nedeni ilk ayete göre peygamberlerin tıpkı kendileri
gibi bir beşer olmalarıdır. İkinci ayet. Allah'ın hikmetini ve sünnetini
açıklamaktadır. Çünkü Allah'ın hikmeti ve sünneti, elçinin gönderilenler
cinsinden olmasını gerektirir. Şayet yer yüzünde melekler yerleşmiş olsaydı.
Allah onlara meleklerden elçiler gönderirdi. Allah insanlara elçi olarak bir
beşer göndermiş, çünkü insanlar da o elçi gibi bir beşerdir. Bunda şaşılacak
ve inkar edilecek bir durum yoktur. Üçüncü ayel,
Allah'ın, insanlarla peygamberi arasında şahit ve hakem okluğunu Peygamber
(s);in belirtmesini emretmektedir. Çünkü Allah kullarını en iyi bilir. Doğru
kılan da batıl kılan da O'dur. Ayet, Allah'ın tantklığıyla
güven telkin eden bir üslup ortaya koymaktadır. Bu üslup, Peygamber (s)'in hak
ve hidayete çağıran ve doğru olduğunu belirtmekledir. Bu aktif ve güçlü üslup
kafirlerle birlikte tartışma alanında çok tekrarlanmıştır.
Birinci ayet geneldir.
Peygamber (s) döneminde yaşayan insanları da, önceki miilel-leri de kapsamakladır. Ki onlar; Allah'ın, ayetlerini beşer
olan peygamberle göndermesine şaşmış ve onu yalanlamışlardı. Mü'rninun Sûresi'nin şu ayetleri aynı gerçeğe değinmektedir:
"Andolsun biz Nuh'u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik.
Böylece kavmine dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'nun dışında
sizin başka ilahınız yoktur, yine de korkup sakınmayacak mısınız?"
Bunun üzerine,
kavminden küfre sapmış önde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz
olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor.
Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler gönderirdi.
Hem biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmiş değiliz."
"O, kendisinde
delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin''
(Mü'minun. 23-25).
Kuşkusuz
Kur'an'i dinleyenler geçmiş milletlerin peygamberleriyîe olan kıssalarını ve Allah'ın onları,
inkarları sebebiyle helak ettiğini biliyorlardı. Ayetler deliliyle onları işte
böyle mahkum ediyor. [163]
97- Allah
kime hidayet ederse, işte doğru yolu bulan odur. Kimi de sapıklıkta bırakırsa
artık onlar için ondan başka veliler bulamazsın. Kıyamet günü onları, yüzü
koyun, kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz. Varacakları yer cehennemdir.
(Kükremiş) ateş her dindikçe[164]
onlara ateşin alevî-ni artırırız.
98- İşte cezaları, budur. Çünkü onlar,
ayetlerimizi inkar ettiler ve : "Biz kemik ve ufalanmış toprak haline
geldikten sonra mı, biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" dediler.
99-
Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini
yaratmaya da kadirdir? Kendileri için bir süre koymuştur. Onda hiç şüphe
yoktur. Ama zalimler inkarda direttiler.
Ayetler, bir önceki
ayetlerle bağlantılı olup, ibaresi açıktır. Ayetin birinci paragrafı, her ne
kadar Allah'ın saptırmasına ve hidayetine uygun olsa da, bir sonraki ayetle
birlikle düşünüldüğünde sapıklık ve hidayetin ezelde insanların kendi
çalışmasıyla olduğu anlayışını ortaya koymakladır. Çünkü ayet, küfür, inkar ve
sapıklığı sahibine nisbet etmekte, insanların azabı
hak etmesi de kendi seçimleriyle olduğunu belirtmektedir.
Bu hususta birçok
açıklama yapıldı. Biz de yeterince izahta bulunduk. Ayetlerin ayetlerle
yorumunun gerekliliğine değindik. Çünkü sorun bu yolda çözülmektedir.
Kıyamet gününde
insanları toplamak imani bir hakikat olmakla
birlikte, birinci ayette zikredilen kafirlerin o gün kör. sağır ve dilsiz
olarak toplanmasını belirten vasıf, kafirleri korkutma amacına yöneliktir.
İkinci ayet.
kafirleri; yeniden dirilmeyi inkar ettikleri için eleştirirken, üçüncü ayet bu
hususta onlara gerekli delili sunmaktadır. Çünkü kafirler, yerlerin ve göklerin
yaratıcısının Allah olduğunu bilmektedirler. Ancak Allah'ın herşeye gücü yettiğini bilmeleri gerekir. Bu durum onların
yeniden yaratılacağının bir kanıtıdır. Ayet, böbürlenen, inat-laşan ve küfre dalan zalimleri eleştiriyle
noktalanmaktadır.
Allah,
kafirlere gelmesi kaçınılmaz olan bir süre vermiştir. O an gelince küfür ve zulümlerinin
sonunu göreceklerdir. [165]
100- De kh "Eğer Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip
olsaydınız, sarfetmek(le
tükenir) korkusuyla (onu) tutardınız. Hakikaten insan çok cimridir."
Ayet. insanın
karakterlerinden birine değinmektedir. O da, tükenir korkusuyla eiin-dekini tutup harcamamasıdır. Ayet, Allah'ın böyle bir
hisse kapılmadığını, çünkü rahmet hazinelerinin bitimsiz olduğunu
belirtmektedir.
Ayetin, cemi muhatap
(ikinci çoğul) zamiriyle birlikte '.'de ki1' emriyle başlaması geçmiş ayetlerle
bir bağlantısının bulunduğuna delildir. Belki de bu ayet kafirlerin ortaya
koyduğu bir soruya meydan okuyarak cevap vermekte, onların Peygamber (s) ve ahire!
gününü yalanlayarak dünya nimetlerinden ve süslerinden yararlandıklarını söyleinekledir. Allah'ın kendilerine verdiği süre mutlaka
gelecektir ve onun insanlara tahdit ettiği süre boyunca onları rızıklandırması rahmetinin bir gereğidir. Hazinelerinde
tıpkı bir beşer gibi hareket etmesine ve cimrileşmesine gerek yoktur.
Görüldüğü kadarıyla
kafirlere verilen cevap, beşer karakterleri ve adetleriyle uygunluk arze im ektedir.
Ayetteki
nazım bütünlüğü ve uygunluk, kafirlerin sorusunun hemen akabinde inmediğini
göstermekledir. Ayet. kafirlerin konumu ve durumlarını aktarmak maksadıyla
inen ayetlerin bir cevabı niteliğindedir. [166]
101- Andolsun biz,
Musa'ya açık açık dokuz ayet (mucize) vermiştik.
İşte İsrailoğulları'na sor: "O (Musa) onlara
gelmiş, Firavun O'na: "Ey Musa, ben seni büyülenmiş sanıyorum."
demişti.
102- (Musa) dedi ki: "Ey Firavun bunları,
ancak göklerin ve yerin Rabbinin, (benim doğruluğumu gösteren) deliller olarak
insanlara indirdiğini pekala bildin. Ey Firavun, ben de seni mahvolmuş [167]görüyorum.
103- (Firavun) onları, o ülkeden sürüp çıkarmak
istedi, biz de onu, yamndakİlerie birlikte toptan
boğduk.
104- Onun ardından İsrailoğulları'na:
"O ülkede oturun, ahiret zamanı gelince hepinizi[168]
toplayıp bir araya getireceğiz." dedik.
Ayetler siyaktan kopuk
değildir. Çünkü önceki ayetler de kafirlerin durumlarını aktaran uyan ve
hatırlatma içerikli ayetlerin peşinden gelmiştir. Allah Musa'yı Firavun'a göndermiş,
O'nu da dokuz ayetiylc (mucizesiyle) desteklemiştir.
Firavun ise Musa'yı sihirbaz olarak nitelemiştir. Bunun üzerine Musa kendisine
verilenlerin, insanlara da gösterilmesi için Allah'ın ayetleri olduğunu
vurgulamış ve Firavun'u taşkınlığına devam ettiği sürece helak olmakla
uyarmıştır. Ne ki, Firavun bu sözlere aldırış etmeden taşkınlığına devam
etmiş, İsrailoğuilan üzerine baskısını artırmıştır.
Allah da kendisini ve beraberindekileri suda boğmuş, ardından İsrailoğuNarf nı belli bir süre o
yere yerleştirmiştir. Bütün insanlar dirilecek ve yaptıklarının karşılığını
görecektir.
Bununla Peygamber
(s)'e karşı İsyancı tulumlarından ötürü kafirler uyarılmaktadır. Çünkü Firavun
Musa'ya karşı tutumu, kafirlerin Peygamber (s)'e tutumunun aynısıdır. Allah
Firavun ve yanındakileri helak etliği gibi onları da helak etmeye gücü yeter.
Aynı zamanda bu olayla Peygamber (s) teselli edilmekte ve kafirler (helakla) müjdelenmekte-dir.
Firavun'u helak edip İsrailoğullan'ni onun ardından o
bölgeye yerleştiren Allah, o kafirleri de helak etmeye ve yerlerine başkalarını
yerleştirmeye gücü yeter.
İlk ayette bulunan İsrailoğullaırna soru sorma emri, bu realiteleri ve
neticeleri desteklemektedir. Arap bölgelerinde yaşayan İsrailoğuilan
belki de bunlara tanıktırlar. Bu üslup Kur'an'da çok
tekrarlanmaktadır. Çünkü Araplar Ehl-i Kitab'a özellikle de yahu-dilere güvenmekledirler.
Ayetlerde başında ve
sonunda İsrailoğulları'nı zikreden sûrenin baştarafına gönderme yaptığı aşikar olup bu Kur'an nazmının bir portresidir.
Biz
Nemi Sûresi'nde Musa (a)'a verilen dokuz mucizeden söz ettik ve onları açıkladık.
Burada onlara yeniden değinmeye gerek duymuyoruz. [169]
105- Biz O (Kur'an)ı hak
olarak indirdik ve hak iie İnmiştir. Seni de ancak
bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
106- Onu bir
Kur'an (okunacak bir kitap) olarak (ayet ayet) ayırdık [170] ki
onu İnsanlara dura dura (ara vererek)[171] okuyasın
ve onu (insanların ihtiyaçlarına göre) parça parça indirdik.
107- De ki: "Siz İster ona İnanın, ister
inanmayın. O, daha önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğu zaman onlar,
derhal çeneleri üstüne secdeye kapanırlar."
108- Rabbimizin şanı yücedir, gerçekten Rabbimizin
sözü mutlaka yerine getirilmiştir." dediler.
109- Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve (Kur'an'ı dilemek) onların derin saygısını artırır.
Musa'yı, onun
Firavun'a gönderilişini, Firavun'un suda buğulusunu, ondan sonra Is-railoğuHarfnın o bölgeye yerleştirilişini hatırlatan
ayetlerden sonra, inzal olan bu ayetler siyak zincirleriyle bağ kurmakta ve
Peygamber (s) ile kafirler arasında tartışma konumlarını sonuca bağlamakladır.
Çünkü bunun siyakla bir bağlantısı olduğu göze çarpmakladır. Bu ayetler, bir
yönden Hakkı yüceltmek için Peygamber (s)'e inen Kur'an'i
vahyin doğruluğunu kesin ve güçlü bir uslubla vurgularken,
öte yandan Peygamber i, insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderildiği ve
onlara Kur'an'm, içindeki gerçek ve doğru ilkeleri
düşünsünler diye yavaş yavaş okuması için bölüm bölüm indirildiği cihetiylc
teselli etmekte, bir diğer yönden Peygamberin, kafirlerin durumlarına ve
inkarlarına aldırmamasını, önceden kendilerine ilim verilenlerin durumlarını
kafirlere hatırlatarak ilan etmesini emretmektedir. Çünkü kendisine İlim
verilenler Allah'ın ayetleri okununca Allah'a imana koşuyorlar, ağlayıp
sızlanarak secdeye kapanıp üzülüyor. Allah'ın va'dine
ve doğruluğuna yakinen inandıklarını belirtiyorlar.
Ayetlerin
üslubu, açık ve güçlü olduğu gibi bütün hedefleri içermekle, öte yandan Kur'an'ın yüceliğine ve içeriğine değinmektedir. Bu üslup Kur'an'da çok tekrarlanmıştır. Çünkü bu, peygamberliğin
yüceliğini ve güçlülüğünü belirtmekte, Peygamber'in işinin davet ve tebliğden
ibaret olduğunu açıklamaktadır. Peygamber'in işi insanları zorlama ve
durumlarından sorumlu olma değildir. Aynı şekilde bu da Kur'an'da
çok tekrarlanmıştır. [172]
"Kendilerine ilm verilenlerdin durumlarını aktaran ayetler, meydan
okuyan ve delil sunan bir tarzda gelmiş olup genel olarak tartışmacı üslubla uygunluk arzetmektedir.
Ayetler, Ehli Kitab'm, -kendilerine ilim
verilenlerden maksat bunlardır-. Kur'an ve Muhammedi
davete karsı görüntülerinden reei bir görüntüyü
içermektedir. Bu teyid edici, Kur'aıVı
ve daveti doğrulayıcı. Allah'la bağ kurucu, aynı zamanda, ayetlerin anlamlarının
işaret ettiği üzere müslümanıyla müşrikiyle Mekke'de
etkisini gösteren bir görüntüdür.....
"Kendilerine
bilgi vcrilenler"den kasıt Ehli Kitap'tan,
onların bilginlerinden ve din adamlarından oluşan bir gruptur. Bu Mekke
atmosferini etkileyen büyük olaylardan sö-zeden ayetlerle örtüşmektedir. Bu manzara, Mekke'de
yerleşen yahut Peygamber (s)'in geleceği haberini bilen Ehli Kitap'tan bir
grubun olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu reel
durum üzerine müfesirlerden hiç bir rivayet
aktarılmamıştır. Müfessirlerin bu hususta söyledikleri; ayetlerin Ehli Kitap'lan bir grubun Muhammedi risalete
inandığını belirtmesinden ibarettir. Kasas sûresi
52, 55. ayetler, bir grup Ehli Kitab'ın kendilerine
okunan Kuran'ı kabul ettiklerine değinmekledir.
Biz
buna yelerince değindik. Kanatimize göre bu manzara
başka bir olay içindir Çünkü .sıfat ile açıklama farklıdır. Burada, nebevi siretin Mckki görüntülerinden
olarak, olaydan etkilenen, hevalanna uymayıp Kur'an'a inanan ilim sahibi bir grup ehli kitabın
peygamberlik müessesinden etkinenisleri aklanlmaktadır. [173]
110- De ki: İster Allah diye çağırın, ister Rahman
diye çağırın. Hangisiyle çağırısamz, nihayet en
güzel isimler O'nundur. Namazında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme[174]' bu
ikisinin arasında bir yol tut.
111- "Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan,
acizlikten ötürü bir yardımcısı da bulunmayan'[175]
Allah'a hamdol-sun" de ve O'nu gereği gibi
tekbir et.
Görüldüğü
kadarıyla ayetler siyaktan kopuk değildir. Bir önceki ayetler, Kur'an'ın önemini ve Peygamber'in işini belirtip Kur'an ve Peygamber'e inanan Ehli Kitap'tan, kendilerine
ilim verilen bir grubun durumunu aktardıktan sonra, peşinden gelen ayetler
Peygamber (s)'in şöyle söylemesini emretmektedir: "İster Allah diye
çağırın ister Rahman diye çağırın farketmez. En
güzel isimler O'nundur. Namazda, açık ve gizli arası kıraat okuyarak huşulu ve
vakarlı bir şekilde ol. Çocuk edinmeyen, mülkle ortağı olmayan acizlikten
ötürü bir yardımcısı bulunmayan Allah'a hamdet, ve
O'nun birliğini ilan et."Ayetler aynı zamanda sûrenin güçlü bir hatimesidir. [176]
İlk ayetlerin birinci
bölümü hususunda, (mütessirler) ayelin
inişiyle ilgili iki rivayet aktarmışlardır. Müfessirlerin rivayetine göre; Ehli
kitap'tan bir grup Peygamber (s)'e gelerek: Rahman adı Tevrat'ta çok geçmesine rağmen sen bu ismi Kur'an'da
az zikrediyorsun, itirazında bulunmuşlardır.[177]
Yine müfessirlcre göre; Ebu
Cehil'in de içinde bulunduğu bir kısım kafir liderler; Peygamber'in Allah'ı ve
Rahman'ı zikrettiğini duyunca, Muhammcd bizi tek
ilaha çağırdığı halde kendisi iki ilaha çağnyor
iddiasında bulun-muşJardır.[178]
Müfessirler ikinci
paragraf hususunda rivayet ettiklerine göre; kafirler Peygam-
ber'den Kur'an'ı dinliyorlardı.
Peygamber ise mü'minlerle gizli/sırrı namaz kılarken Kur'an'a ve O'nu indirene dil uzatıyorlardı. Bunun üzerine
Peygamber orta yollu okuyarak namaz kıldırması emfolundu.
Çünkü açıklan olursa kafirler duyuyorlardı. Giz-li/sırrî okursa da mü'minler
duyamıyor! ardı[179].
Yine müfessirlere göre bu paragraf, dua esnasında seslerini yükselten Temim
oğullan hakkında inmiştir[180]. Hz. Aişe'nin aktardığına göre
bu, dua hakkında nazil olmuştur. Müfcssirlerin İbn Abbas'tan aktardığına göre
bu; insanların kuşkusu olmasın diye de gizli okumayı yasaklamak için inmiştir[181].
Rivayetler, her
paragrafın farklı bir nüzul sebebi olduğunu yahut ayetin siyak ve sibaktan
kopuk olarak indiğini belirtmektedir. Buna ek olarak birinci paragraf huşunda
zikredilen rivayet bir zorlamanın hatta bir garipliğin ürünüdür. Kur'an'ın açıktan okunmasını kafirlerin dil uzatma sebebi
olarak gösteren rivayet, pek makul değildir. Çünkü Peygamber (s) davetin gereği
her durumda kafirlere Kuran okuyordu. Bu onun temel göreviydi. Nemi süresindeki
şu ayetler bu gerçeğe değinmektedir; ı:(De ki) Ben, ancak bu şehrin Rabbine
ibadet etmekle emrolundum ki, O, burasını kutlu ve
saygıdeğer kıldı. Hcrşey O'nundur. Ve müslümanlardan olmakla emrolundum.'"
Ve Kur'an'ı okumakla da (emrolundum).
Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi hidayete gelmiştir; kim de kapacak
olursa, Sen de ki: "Ben yalnızca Uyarıcı/korkutuculardanım''(Nem I i
91,92)
Kur'an'da, Peygamber'in kafirlere Kur'an
okuduğunu, kafirlerin de Peygamber'e. iftira atıp bu sihirdir, eskilerin
efsaneleridir...vs dediklerini zikreden birçok ayet bulunmakladır. İşin ilginç
yönü müfessirlerin bu tür rivayetlerde bulunmalarıdır. Bir önceki ayetlerde bu
ayetler için doğrudan kesin deliller bulunmaktadır. Çünkü Allah Kur'an'ı Peygamber'e insanlara okusun diye indirmiştir.
Görebildiğimiz
kadarıyla îsra sûresinin sondan ikinci ayetiyle
ilgili rivayet, Allah'a yapılan dua hususunda bir kısım mü'minlerin
gönlünde şüphe oluşturmaktadır. Ayetlerde amaçlanan temel vurgu, Allah için
samimi olmak, yalnızca ona yönelmektir. En güze] isimler O'nundur. samimi
olarak sadece O'na dua etmek gerekir. Görebildiğimiz kadarıyla ikinci
paragrafa oranla Peygamber, Araf süresindeki "'Rabbini, sabah akşam,
yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle yalvara yalvara
ve İçin için zikret. Gaflete kapılanlardan oIma"(Araf; 205) ayetine uyarak okuyuşunu kısmıştır.
Müslümanlar Peygamber (s)'den Kur'an'ı duyamamaktan
şikayet edince bu ayetler, Peygamber'e açıkla gizlilik arası, orta yolla
okumayı emretmiştir. Kanaatimize göre bu iki ayet birlikte inmiş olup geçmiş
ayetlerin bir devamıdır. Her halükârda bunların müsümanla-
rın
isteğine cevap içerdisi daha doğru olanıdır. En
iyisini Allah bilir. [182]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/325.
[2] Abdihi "Kulunu"
kelimesi Peygamber (s)'den kinaye olarak kullanılmıştır.
[3] el-Mescidi Mescid, genel
olarak ibadet ve secde mekanıdır.
[4] el-Mescidi'l Haram Mekke
Mescidi. Bu cümle, indiği esnada Kabe'nin etrafında namaz kılınan yeri yahut
namaz kılınmak için hazırlık yapılan alanı kasdetmektedir.
[5] Ellezi barekna
havlehü "Havlehü=
Etrafını" cümlesindeki zamir, Mescid-i Aksa'ya dönmektedir. Kelime, içinde Mescid'in
bulunduğu Filistin diyarını kasdetmektedir. Araf
Süresi 137., Enbiya Sûresi 71. ayetleri de Allah'ın burasını bereketli
kıldığını zikretmektedir.
[6] el-Mcscidil-Aksa Çok uzak,
ırak demektir. Cümlede Beyt-i Makdis'le
Allah'a ibadet edilen mekan kasdolunmaktadir.
"el-Aksa" kelimesi. Mekke ile Beyt-i Makdis arasında uzak bir mesafenin bulunduğuna işaret
etmektedir. "el-Mescidü'l-Aksa" ifadesi
İslam'dan sonra Kur'ani vasıftan iktibas edilerek Beyt-i Makdis mescidine özel isim
olmuştur. İslam öncesi Süleyman (a)'ın inşa ettiği
mabedin yeri burası olup ayetin inişi esnasında harabe halindeydi.
[7] Esra İ.sra mastanndandır. Gece yürüyüşü demektir.
[8] Sübhane Tercih olunan görüşe
göre bu kelime (sebbehe) kelimesinin mastarı olup
"Tesbihen liliah"
anlamındadır. Teşbih ise takdis etmek, yüceltmek ve övmektir.
[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/327-329.
[10] Zürriyyete men hamelna maa Nuhin
Kendilerine seslenilen kimseler. Yani, ey Nuh'la beraber taşıdıklarımızın
çocukları.
[11] fi'l-Kilap
Allah'ın ilmi anlamındadır.
[12] Kadayna Hüküm verdik, haber
verdik, takdir ettik anlamlarındadır.
[13] Vek'ta'îünne uluvven kebiran Büyük bir kibirle
kibirleneceksiniz. Burada onların yapacağı taşkınlığa ve böbürlenmeye işaret
edilmiştir.
[14] Va'du ulahuma
Birinci cezalandırmanın zamanı.
[15] Câsu Kalıp karıştırmak veya
ilerlemek ya da katetmek
anlamındadır.
[16] Eksera nefiran
Sayı ve ordu bakımından çok olmak.
[17] Liyesüıt vücüheküm
Üzüntü ve perişanlık sebebiyle sizin yüzlerinizi kötü duruma soksunlar,
suratlarınızın asıimasına sebep olsunlar.
[18] Liyütehhivü ma alev): İnşa ettiklerini ve yükselttiklerini yıksınlar,
yerle bir etsinler.
[19] Ayetlerin yorumu için bkz: Taben, İbn Kesir. Hazin
Tefsirleri.
[20] Bkz: "İsrailoğuliarı Tarihi" adlı kitabımızın Tevrat'tan
alıntılanan 150,179-235,296. sayfaları iie 82-90,
179-196.sayfaları...
[21] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/330-332.
[22] Elleti hiye
ekvamü İnsan yaşamının mutluluğu ve ölçüsü bulunan en
geçerli ve en üstün yola...
[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/333.
[24] Mubsıraten Parlatıcı,
aydınlatıcı, ışıtıcı...
[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/334.
[26] Tairahü Amelinden yahut
mutlu ve mutsuz olduğunu araştırma işaretinden kinayedir.
[27] Meıışuren Açılmış,
bildirilmiş, açıklanmış...
[28] Taberi, Keşşaf, İbn Kesir tefsirleri.
[29] Taberi, Keşşaf, İbn Kesir tefsirleri.
[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/335-336.
[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/336-337.
[32] Mutrefiha Kelime, burada
liderler, ileri gelenler ve zenginlerden kinayedir. Çünkü bunlar yaşamlarını
nimet ve bolluk içinde geçiren kimselerdir.
[33] Emerna Kelimenin yorumu
çeşitli olduğu gibi, okunuşu da çeşitlidir. Çoğalttık anlamında; "âmema". onları lider ve başkanlar yaptık anlamında
" Emmerna ", Onlardan talep ettik anlamında
"Emerna" şeklinde okunmuştur. Bazıları
" Şehrin ileri gelen varlıklarına emrederiz, orada fısk
yaparlar" cümlesini, onlara itaati emrederiz Onlar da döneklikleri ve
aşırılıkları sebebiyle fısk yaparlar şeklinde
yorumlarken, bir kısmı da nimetlerimizi onlara bol bol
veririz bu yüzden aşırı gider, azarlar şeklinde yorumlanmasını kabul
etmemişlerdir. Çünkü Araf Sûrcsi'nin 28. ayetinde
dediği gibi Allah kötülüğü emretmez.
[34] Feseku İsyan ederler,
taşkınlıkta bulunurlar.
[35] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/338.
[36] el-Acilete Dünya ve dünyanın
süsünden kinayedir.
[37] Medhuren Kovulmuş,
uzaklaştırılmış, sürülmüş...
[38] Mahzuren Engellenmiş...
[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/339-340.
[40] Mahzulen Destekleyicisi ve
yardımcısı olmayan (olursun).
[41] Ve'hfid ieluıma
cenahe-z zülli minerah-meti Onlara acıdığından
dolayı rahmet ve tevazu kanatlarını ger, İndir.
[42] el-evvabine Allah'a dönenleri,
tevbe edenleri.
[43] İmma tu tu'radenne
anhüm u'b-ligane rahmetimmi'nabhike lercühafe kul lehum kavicn mey sûren): Onlara hemen yardım etmeye gücün
yetmezse, Allah'tan bir genişlik ve kolaylık bekleyerek bunu geciktir. Bu
durumda sözle onların gönüllerini yatıştırman gerekir.
[44] Mağlûleten ila unukıke Boynuna bağlı... Cümle aşırı cimrilikten kinayedir.
[45] Mahsûren Hasrin
asıl anlamı keşiftir. Hasret ise tasaya manı olan
şeyi ortadan kaldırmak istemek. Ah çekmek. Başka bir söylentiye göre hasr; acz ve bitkinlik demektir.
Cümle her halükarda, eldekilcri kaybetmek bundan
Ötürü hayıflanıp acze düşmek anlamına gelmektedir.
[46] Yebsetu): Açar, genişletir.
[47] Yakdiru Kısan,.daraltır,
fakirleştirir.
[48] el- imlak Geçimden aciz ve
fakir düşme...
[49] Hıt'en Günah ve suç.
[50] İnnehu kâne
mansûren Kendisi için kısas ve yardım hakkı vardır.
İntikamda aşırıya gitme hakkı yoktur.
[51] eİ-hstasü-müstekim Ölçüyü hileye başvurmaksızın dosdoğru yapınız.
[52] Ahsenü te'vilen
Burada akibeti en güzeldir anlamındadır.
[53] Ve la takfü ma leyse leke hihi Umun
"Tak-fu" peşe takılma, iz sürme anlamında "el-kıyafc" mastarından türemiştir. Cümlenin anlamı;
hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeye müdahele etme, demektir.
[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/343.
[55] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/344
[56] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/344-345.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/345-346.
[58] Bkz: Taberi
ve İbn Kesir tefsirleri
[59] Bkz: Taberi,
Keşşaf ve Beğavi tefsirleri
[60] Bkz: ibn
Kesir tefsiri
[61] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/
[62] Efeesfûküm Size özge kılıp,
size seçti mi?
[63] Kavlen azimen
Çirkeflik ve iftirada büyük bir süz...
[64] Nufuran Uzaklaşmak ve
sıvışmak..,
[65] Lebteğav Arşın sahibine
erişmek islerlerdi, ona kavuşma giri-simlerinde
bulunurlardı.
[66] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, ibn-i Kesir, Beğavi, Tabersi, Keşşaf.
[67] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/348-349.
[68] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/349.
[69] Ekinneten Kinan kelimesinin çoğulu olup; güneşlik, örtü anlamına
gelmektedir.
[70] e'l-Vakru
Sağırlık anlamındadır.
[71] İzhüm necva
Yalnız başlarına fısıldarken de, gizli konuşurlarken de...
[72] Bkz: Taberi,
İbn-i Kesir, Zamahşeri. Tabersi tefsirleri
[73] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/350-351.
[74] Rüfaken Toz toprak,
zerreler,
[75] Yünğıdune ruüsehüm Alay ya da inkar ederek
sana
[76] Testecibüne hi hamdihi Bir görüşe göre onun
emrine uyarsınız. Başka bir görüşe göre ise; isteğinizin aksine ona hamdedip teşbih ederek çağrısına kulak verirsiniz.
[77] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/352-353.
[78] ibadi 'Kullarıma" kelimesiyle tercih olunan
görüşe göre müslü-manlar kastolunmaktadır.
[79] Yenziu Desise ve vesvese
verir, aralarını bozar.
[80] Bkz: Ayetin yorumu için Mecmeu'i-Beyan- Taberi. Bu
müfessirin müslümanlara işkence eden müşriklerle
savaşma arzuları sebebiyle bu ayetin indiği rivayetinde bulunması ilginçtir.
[81] Bkz: Keşşaf-Zamahşeri, İbn Kesir, Taberi tefsirleri.
[82] Ayetin yorumu için örneğin bkz.
İbn Kesir, Keşşaf tefsirleri.
[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/353-354.
[84] Bkz: Ayetin yorumu için
örneğin İbn Kesir, Keşşaf.
[85] Bkz: İbn-i
Kesir,
[86] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/354-355.
[87] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/
[88] el-Vesİlete Allah'a
yaklaşmaya bir yol.
[89] Mahzuran Sakınılması ve
korkulması gereken.
[90] Kane zalike
fi'l~kitabi mesturan Bu
cümlenin geçtiği ayetin belirttiği anlam; Allah'ın
kendi ilminde ezelden beri uyguladığı kesin ve sürekli olan sünneti
(kanunu)dur.
[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/356-357.
[92] Miibsıraten Apaçık bir ayet
olarak...
[93] Fezalemu biha
İnkar ettiler, Allah'a karşı geldiler, sonunda
deveyi boğazladılar.
[94] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/358.
[95] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/358-359.
[96] Bkz: Ayetin yorumu için Taberi, Tabersi, ibn-i Kesir Tefsirleri.
[97] Taberi, ibn-i
Kesir, Beğavi, Hazin, Keşşaf Tefsirleri.
[98] Taberi, İbn-i
Kesir, Beğavi, Hazin, Keşşaf tefsirleri.
[99] Bkz: Ayetin ve ilk İsra ayetinin yorumu İçin age.
[100] Bkz.Ayetinin yorumu için Taberi tefsiri.
[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/360.
[102] Keıramet aleyyc
Benim üzerime faziletli ve saygın kıldığım...
[103] Leahtenikenne Şüphesiz
onları engelleyip alıkoyacağım. Başka bir görüşe göre; onları kökünden
koparacağım.
[104] Istefziz Vesvese ve
bozgunculuğun etkisiyle sars, yerinden oynat.
[105] Ftiift ayehim
bi haylike ve racilike İclab: Şiddet ve gürültü
ile hücum etmek yahut sevketmek. Haylike:
Atınla; atlılarınla, Racilike: ayaklarınla;
piyadelerinle anlamındadır. Cümlenin anlamı: Onların üstüne piyade ve atlı
birliklerinle nasıl dilersen öyle saldır (farket-mez).
[106] Leyse leke aleyhim sultanım Senin onlar üstünde etkin
ve gücün yoktur.
[107] Bkz: Keşşaf, İbn Kesir, Hazin tefsirleri.
[108] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/362.
[109] Litebteğıt minfadlihi Deniz nzıklarından ve
kazancından kinayedir.
[110] Yuzhi Yürütür, yüzdürür.
[111] ed-Durru
Burada denizin tehlikesi ve kasırgası anlamındadır.
[112] Dalle men ted'une illa iyyahu Tıpkı tehlike
anında olduğunuz gibi Allah'tan başka kendisini çağırdığınız her bir ilahınız
sıvışıp gider.
[113] Kefiıran Nimeti, fazileti ve
güzelliği inkar edendir.
[114] Hasiheft Taşlar savuran
[115] La tecidu leküm vekilen Kendinize koruyucu ve yardımcı bulamazsınız.
[116] Kasıfen mmŞerrihj
Önünü kırıp geçiren fırtına.
[117] Tebian İzinizi sürüp onu
bize kadar ulaştıran kimse.
[118] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/364.
[119] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/364-365.
[120] Fet'ten İnce iplik, fitil
demektir. Burada çok basit ve küçük şev-den kinayedir.
[121] La yuzlamune Amellerinden
hiçbir şey eksilmez, orada asla
aldatılmazlar.
[122] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/366.
[123] Leyeftününeke Burada
"Sana yüz çevireceklerdi yahut seni
döndüreceklerdi."
anlamındadır.
[124] Haliien Yaran, arkadaş. .
[125] Le ezeknake
dı'fe'l-hayati ve dı'fe'l-memaîi Müfessirlerin açıkladıklarına göre; "Şüphesiz
sana dünyada İken de öldükten sonrada kat kat azabı
tattırırdık" anlamındadır.
[126] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/367.
[127] Taberi, ibni
Kesir, Hazin, Begavi. Zemahşerijabersi
Tefsirleri.
[128] Sh: 189, 191 Sekafe İsiamiyye (islam Kültürü) yayınları-Kahire- Bu ayetler bağlamında
aktarılan
rivayetler Tefsir
kitaplarında bulunmamakladır. Ancak Hacc Suresinin şu
ayetlerinin tefsiri bağlamında nakledilmiştir:
"Ayetlerimiz
konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar onlarda alevli ateşin halkıdır. Biz
senden önce hiçbir Rasul ve Nebi göndermiş olmayalım
ki, O bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dileğine (bir kuşku veya sapma
unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp bırakmalarını giderir..."
[129] Bkz; Hacc
suresinde üste zikredilen ayetlerin yorumu için İbni
Kesir, Taberi, Hazin, Begavi,
Tabersi, Zemahşeri
Tefsirleri. Bkz: Hasaneyn
Heykel'in Muhammed'in Hayatı adlı eserin 157 sh vd(2. baskı)
[130] Hazin, Tabersi, Begavi Tefsirleri
[131] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/367-369.
[132] Lcyestefizzııneke Seni
tedirgin, rahatsız edeceklerdi, endişeye sokacaklardı.
[133] Mılafeke Senden sonra yahut senin peşinden...
[134] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/370.
[135] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, İbni Kesir, Tabersi, Zemahşeri, Begavi Tefsirleri.
[136] Bkz. A.g.e.
[137] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/370-371.
[138] Dulukişşemsi Güneşin kayması
günün tam ortası demektir. Bir söylentiye göre; bunun böyle isimlendiriliş
sebebi güneşe bakınca ışığm şiddetinden ötürü gözün
kamaşmasıdır. Başka bir söylentiye göre; güneşin batmasıdır. Böyle
isimlendiriliş sebebi; bakanın gözü onu görsün... Çoğunluğun görüşüne göre bu
zevaldir. "İla gasaki;Sleyli:"
"Gece karanlığına kadar cümlesi ise bunun böyle olduğuna delildir.
[139] Gasaki'Ueyli Gece,karanlığı.
[140] Nafik'ten Farz ve vacipten
fazlalık olarak
[141] et-teheccüd Uyku ve
dinlenmeyi terketmek demektir. Kelime gece namaz için
kalkmadan kinayedir.
[142] Mudhaîc Sidkİn
ve muhvece sıdkin): "Sıdk"; burada istikamet, keramet, şeref ve rıza
anlamındadır.
[143] Zehaka Giderek kaybolup yok
oldu, boşa çıktı...
[144] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, İbn-i Kesir, Tabersi, Beğavi, Hazin Tefsirleri
[145] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/372.
[146] Şifaiin Şifa burada manevi
anlamdadır. Yani gönüllere şifa olan, huzur veren, gönülleri vesvese, şüphe,
şaşkınlık ve engellerden kurtaran.
[148] Şakiletih'i Gidişat, ruh ve
karakter olarak herkes kendi yoluna...
[149] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/373-374.
[150] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/374.
[151] Taberi, İbn-i
Kesir Tabersi
ve Hazin Tefsirleri
[152] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/374-375.
[153] İbn Kesir, Taberi Tefsirleri.
[154] Tahurci'nin MprmBill Bevan'l.
[155] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/376.
[156] Bkz- "Kur'an-ı Mecid" adlı
eserimizin 148 ve devamındaki sahifeleri (Türkçe
Çevirisi, s. 130-131 Ekin Yayınları İstanbul 1997), Suyuti'nin
İtkan" adlı eserinin 2. cildi. Yukarıda
zikredilen ayetlerin yorumu inin Menar. Taberi. Kasimi. ibn-i Kesir, Hazin, Beğavi. Zemahşeri, Tabersi Tefsirleri,
[157] Bakara sûresi 23 ve 24. ayetlerin yorumu için, bkz. Hazin, Kasimi Tefsiri.
[158] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/376-378.
[159] Kisefen Parçalar
[160] Zuhrufin Müfessirlerin
görüşüne göre zuhruf burda
altın anlamındadır.
[161] Bkz: Ayetlerin yorumu için Taberi, İbn-i Kesir. Beğavi, Hazin Tefsirleri.
[162] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/379-380.
[163] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/380-381.
[164] Mabet Ateşin şiddeti hafifledikçe yahut yancını
azaldıkça...
[165] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/382.
[166] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/382-383.
[167] Mesburan Helak olmuş, başka
bir görüşe göre; seni hayırdan yüz çevirmiş (görüyorum) anlamındadır. Çünkü
"sebure"; ölmek, yok olmak anla-
mina
geldiği gibi, aynı şekilde yüz çevirip gitmek anlamına da gelmektedir.
[168] Lefi fen İhtilafları üzerine
bütün insan cemaatlerini, hepsini...
[169] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/384.
[170] Fcraknahfi Cüz ve parçalara ayırdık.
[171] Ala maksin Yavaş yavaş, mühlet
vererek.
[172] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/385-386.
[173] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/386.
[174] La tuhafit biha Namazda sesini, tamamen gizleme, kısma...
[175] Lem yekun lehu veliyyun minezzulli
Her neka-dar aciz kalınca insan Allah'a muhtaç olsa
da O hiçbir yardımcıya muhtaç
değildir.
[176] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/387.
[177] Taberi, İbrıi
Kesir, Hazin, Begavi, Nefesi Tefsirleri.
[178] Ayetlerin yorumu için bkz. Taberi, İbni Kesir, Hazin, Begavi, Nesefi Tefsirleri.
[179] Bkz. a.g.e.
[180] Bkz. a.g.e.
[181] Bkz. a.g.e.
[182] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 2/387-388.