îsra suresinin büyük
bir bölümü bölümüyle Mekkede nazil olmuştur. Ve yüz on bir âyettür.
Bu sure-i Celile,
Allah tealayı teşbih ile başlıyor ve ona hamdederek sona eriyor. Bu sure-i
Celile de çoğunlukla inançla ilgili konulan bünyesinde toplamıştır.
Sure-i celilenin ilk
âyetinde Resululahın bir gece, Mekkeden, Kudüste bulunan Mescid-i Aksaya
götürüldüğü beyan ediliyor ve şöyle buyuruluyor:
"Kulu Muhammedi
geceleyin, delillerini göstermek için, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek
kıldığı Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.
Şüphesiz ki o, her şeyi çok iyi işiten, çok iyi görendir."
İsra, gece yolculuğu
anlamına gelmektedir. Miraç hadisesinin bir gece yolculuğu ile başladığını
ifade eden ÎSRA sureye de adını vermiştir.
Sure-i celilede ana
mevzu olarak Hz.Muhammed (s.a.v.) ile Mekke halkının ona karşı olan tutumu ele
alınmaktadır. Önce Resulullahın tsra ve Miracı beyan ediliyor. Sonra da tevhid
inancının temel kaideleri açıklanıyor. Sonra cahiliye putperestlerinin çirkin
davranışları reddediliyor. Ve diğer Peygamberlere verilen mucizelerle
Resulullaha verilen deliller beyan ediliyor. Sonra da müşriklerin, Hz. Muhammed
(s.a.v.) e karşı düşmanlıkları, ona inen âyetler üzerine fitne çıkarmaya
yeltenmeleri ve Resulullahı Mekkeden çıkarmaya çalışmaları bahse konu ediliyor.
Sure-i celile, Kur'anı
ve ondaki gerçek hakikati dile getirerek son buluyor. O Kur'an ki, Resulullah, yeri
geldikçe onu insanlara okusun, onlar da istifade etsinler diye parça parça
inmiştir. İşte bu Kur'anin surelerinden biri olan bu mübarek sure de, Hamd'in
Allaha mahsus olduğunu beyan ederek son buluyor.
"Hamd, çocuk
edinmeyen, mülkte ortağı bulunmayan, âciz olmayıp yardımcı da edinmeyen Allaha
mahsustur." de. Onu layık olduğu şekilde yücelt."
İşte bu âyet-i kerime
ile son bulan sure-i celilenin, hikmet dolu âyetlerinin teker teker izahına
gelelim.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allahın adıyla.
1- Kulu
Muhammedi geceleyin, delillerini göstermek için, Mescid-i Haramdan, çevresini
mübarek kıldığı Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.
O, herşeyi çok iyi işiten, çok iyi görendir.
Bu âyet-i Kerime,
Resulullah (s.a.v.)in, Mekkeden, Kudüste bulunan Mescid-i Aksâya, ilâhî bir
güçle götürüldüğünü beyan etmektedir. Bu hadiseye "İsra ve Miraç"
denilmektedir. Bu hususta zikredilen çeşitli Hadis-i Şerifler incelendiğinde,
özetle şunları söylemek mümkündür:'
Resulullah (s.a.v.)
uyanık bir haldeyken, geceleyin, Mekkeden Mescid-i. Aksâ'ya "Burak"
denilen bir bineğe bindirilerek götürüllmüş, Mescid-i Aksâya varınca bineğini
Mescidin kapısında bırakmış, içeri girip iki rekât mescid namazı kılmış sonra,
merdivene benzeyen ve "Miraç" denen ve günümüzde "Asansör"
diye adlandırabileceğimiz bir aracın yanına varmış, o araç vasıtasıyla Önce
dünya semasına çıkmış sonra göğün diğer katlarına gitmiştir. Her kata
vardığında, oranın ileri gelen sakinleri tarafından karşılanmıştır.
Resulullah (s.a.v.)
göklerin her katına vardığında, derecelerine göre oralarda bulunan
Peygamberlerle selamlaşmış, altıncı katta Hz. Musa ile yedinci katta da Hz.
İbrahim ile görüşmüş, daha sonra onların ve diğer Peygamberlerin makamlarını da
aşarak kaderleri yazan kalemlerin gıcırtısının işitildiği makama kadar ulaşmış
ve "Sidretül Müntehâ"y: görmüştür.
Aynca, altıyüz kanadi
bulunan Cebrail aleyhîsselami aslî suretiyle görmüş yine, bütün ufukları tutan
yeşil "Refref'i de görmüştür. Göğün Kâbesi olan Beytül Mamuru görmüş,
yeryüzündeki Kâbeyi yapan Hz. İbrahimin ona yaslandığına ve kıyamete kadar bir
daha dönmemek üzere hergün oraya yetmişbin Meleğin gelip Allaha ibadet ettikten
sonra ayrılıp gittiklerine şahit olmuştur.
Yine Resulullah o
makamda Cennet ve Cehennemi görmüş, Allah teala, günde elli vakit namaz
kılınmasını farz kılmış, daha sonra bir lütuf olarak bu elli vakti beş vakte
indirmiştir.
Tercih edilen görüşe
göre Resulullah "Sidretül Müntehâ"dan sonra bütün Peygamberlerle
birlikte Kudüse dönmüş orada imam olarak onlara namaz kildirmıştır. Sonra
Kudüsten tekrar Burak'a binmiş, gecenin karanlığında Mekkeye dönmüştür.
Yine tercih edilen
görüşe göre Resulullah Miraca ruh ve beden olarak çıkmıştır. Zira hadiseyi
anlatan bu Sûrenin ilk kelimesi "Sübhan"dır. Ve bu kelime, fevkalade
olayları anlatmak için kullanılır. Resulullahm cismen değil de sadece ruhen
gittiğini söylemek, bu kelimenin kullanılacağı nisbette fevkalede bir olay
değildir. Aynca âyet-i Kerîmede "Geceleyin kulunu yürüttü" ifadesi
yer almaktadır. Geceleyin yürümek, fiilen mesafe katetmektir. Bu da ancak
bedenle olur. "Kul" kelimesi de kişinin ruh ve bedeni için birlikte
kullanılır. İnsanın sadece ruhuna kul denilmez.
Diğer yandan, Buhari
de dahil sahih Hadis kitaplarında, Resulullahın "Burak" isimli bir
bineğe bindirildiği zikredilmektedir. Ruhun tek başına bineğe ihtiyacı olmadığı
muhakkaktır.
Kureyşliler,
Resulullahın İsra ve Miracını yalanlamışlardır. Şayet İsra ve Miraç bedenen
değil de ruhen ve uyku halinde' meydana gelmiş olsaydı. Kureyşlilerin bunu
yalanlamalarına gerek kalmazdı. Çünkü bilirlerdi ki, kişi uyku halindeyken
birçok harika olayları görebilir. İsra ve Miraç olayı ise ruhen ve bedenen
cereyan etmiştir.
Aynca Allah teala
"İsra"nın zamanını belirtmiş, geceleyin olduğunu söylemiş, yerini
zikretmiş, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya kadar yüründüğünü beyan etmiş ve
bunun hikmetinin de, âyetlerini ve kuderetini ortaya koyan delillerini,
göstermek olduğunu beyan etmiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, İsra ve
Miraç, sadece ruhen değil, hem ruh hem de beden ile meydana gelmiştir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.)in miracını anlatan çeşitli Hadis-i Şerifler mevcuttur. Biz burada,
Buharinin zikrettiği şu Hadis-i Şerifi veriyoruz:
Enes b. Mâlik diyor
ki: "Ebu Zer el-Ğifarî, Resulullaha şöyle buyurduğunu anlatıyordu:
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ben Mekkede iken evimin tavanı ansızın
yarıldı, oradan Cebrai aleyhisselam indi göğsümü yardı ve içini Zemzem suyu ile
yıkadı.,Sonra hikmet ve iman ile dolu bir altın leğen getirip içindekini
göğsümün içine boşalttı. Ve göğsümü kapayıp üzerini mühürledi. Sonra elimden
tutup beni semaya doğru çıkardı. Dünya semasına vardığımda Cebrail aleyhisselam o semanın bekçisine
— Aç" dedi.
— Kimdir o?
— Cebrail
— Yanında kimse var
mı?
— Evet, yanımda
Muhammed (s.a.v.) var.
— Peygamber olarak
gönderildi mi? (Veya buraya davet edildi mi?)
— Evet. dedi.
Kapı açılınca dünya
semasının üstüne çıktık. Bir de ne göreyim, orada bir kimse oturmuş, sağında
birtakım karaltılar var, solunda birtakım karaltılar var. O kimse sağ tarafına
baktığında gülüyor sol tarafına baktığında ise ağlıyordu. O zat bana "Hoş
geldin sefa geldin ey Salih Peygamber ey salih oğlum." dedi. Cebraile
"Bu kim?" diye sordum. "Âdem aleyhisselamdir. Sağında solunda
bulunan bu karaltılar da evladının ruhlarıdır. Sağında olanlar cennetlikler solunda
olanlar ise cehennemliklerdir. Sağına bakınca güler soluna bakınca ağlar."
dedi. Derken Cebrail beni ikinci semaya doğru çıkardı. Bekçisine "Aç"
dedi. Bekçisi de evvelkinin söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı."
Enes (r.a.) diyor ki:
"Ebu Zer, Resulullah (s.a.v.) in göklerde Âdem, İdris, Musa, İsa, İbrahim
hazretlerini gördüğünü söyledi. Fakat herbirerinin nerelerde olduklarını ayrı
ayrı söylemeyip yalnız Ademi, dünya semasında İbrahimi de altıncı semada
gördüğünü söyledi."
Buharinin, Mâlik b.
Sa'saa'dan rivayet ettiği diğer bir Hadis-i Şerifte ise Resulullahın, göklerin
her katında hangi Peygamberlerle görüştüğü zikredilmiş ve şu şekilde
sıralandıkları rivayet edilmiştir: Resululîah (s.a.v.)in dünya semasında Hz.
Âdem ile, ikinci gökte Hz. İsa ve Hz. Yahya ile, üçüncü gökte Hz. Yusuf ile,
dördüncü gökte Hz. İdris ile, beşinci gökte Hz. Harun ile, altıncı gökte Hz.
Musa ile yedinci gökte ise Hz. İbrahim ile görüşüp selamlaştığı rivayet
edilmektedir.[2]
Enes (r.a.) sözlerine
devamla şöyle diyor: "Cebrail aleyhisselam Resulullah ile birlikte îdris
aleyhisselama uğradıklarında idris aleyhisselam: "Hoş geldin sefa geldin
ey salih Peygamber, ey salih kardeş." demiş. Resulullah (s.a.v.) de demiş
ki: "Bu kim?" diye sordum. Cebrail "Bu İdristir" dedi. Sonra
Musaya uğradım o da "Hoş geldin, sefa geldin ey salih Peygamber, ey salih
kardeş." dedi. "Bu kim?" diye sordum Cebrail "Bu
Muşadır" dedi. Sonra İsaya uğradım. O da "Hoş geldin ey salih kardeş ey salih
Peygamber." dedi. "Bu kim?" dedim. Cebrail "Bu İsadır"
dedi. Sonra İbrahime uğradım. "Hoşgeldin sefa geldin ey salih Peygamber,
ey salih oğlum." dedi. "Bu kim?" dedim Cebrail "Bu
İbrahimdir." dedi.
(Muhammed b. Şihab-i
Zührî'nin, îbn-i Hazm tankından rivayetine nazaran) İbn-i Abbas ile Ebu Habbe
el-Ensafî (r.a.), Peygamber efendimizin: "Sonra Cebrail beni yukarıya
götüre götüre nihayet kalemlerin (Kaderi yazan kalemlerin) cızırtılarını
duyacak kadar yüksek bir yere çıktım." buyurduğunu söylerlerdi.
Yine İbn-i Hazm ile
Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle demişlerdir:
"Resulullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "O zaman Allah teala ümmetime elli vakit namaz farz
kıldı. Bu farziyeti yüklenerek döndüm. Derken Musaya rast geldim. "Allah
ümmetine neyi farz kıldı?" diye sordu. "Elli vakit namaz farz kıldı."
dedim. "Rabbins dön (Elli vaktin indirilmesini iste) zira ümmetin buna
güç yetiremez." dedi. (Allah
tealaya) müracaat ettim. Yansını indirdi. Ben de Musanın yanına dönüp
"Yansını indirdi." dedim. O yine "Rabbine müracaat et. zira
ümmetin buna güç yetiremez." dedi. Bir daha müracaat ettim. Yine yansını
indirdi. Musanın yanına döndüm. O yine "Rabbine dön. Zira ümmetin buna güç
yetiremez." dedi. Bir daha müracaat ettim. Allah teala "Namazlar beş
vakittir, fakat elli vakit sevabını haizdir. Benim katımda hüküm değişmez."
buyurdu. Musanın yanına döndüm, O yine "Rabbine dön" dedi.
"Artık rabbimden utanır oldum." dedim. Sonra Cebrail tâ Sidretül
Müntehâya vancaya kadar beni götürdü. Sidre'yi öyle acaip renkler kaplamıştı ki
onlar nedir bilemem. Sonra cennetin içine konuldum. Orada birçok inci yığını
vardı. Toprağı da misk kokulu idi. [3]
Taberi, İsra ve
Miraçla ilgili olarak uzun bir Hadis zikretmektedir. Fakat bu konuda Buharinin
rivayet ettiği Hadis tercih edilmiştir. îsra ve Miraçla ilgili olarak çeşitli Hadis
kitaplarında birçok sahabiden Hadis rivayet edilmiştir. Enes b. Mâlik, Mâlik b.
Sa'saa, Ebu Zer elTĞifarî, Übey b. Kâ'b, Huzeyfetül Yeman, Cabir b. Abdullah,
Ebu Saîd el-Hudrî, Şeddad b. Evs, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Ebu
Hureyre, Hz. Aişe, Ümmühânî gibi sahabiler, uzun ve kısalığı farklı şekillerde,
değişik Hadis kitaplarında bu konuyla ilgili Hadisler rivayet etmişlerdir. Bu
hususta Taberinin asıl metnine ve İbn-i Kesire baş vurularak bu sahabilerin
rivayetlerini görmek mümkündür. [4]
2- Biz,
Musaya Tevratı vermiştik. Onu, İsrailoğullarına hidayet rehberi yapmıştık.
Onlara: "Benden başkasını kendinize vekil edinmeyin." demiştik.
Allah tela, Hz.
Muhammed (s.a.v.) e verilen ve bir mucize olan İsra'yı zikrettikten sonra Hz.
Musaya verilen Tevratı bahse konu ediyor ve onun esasının, İsrailoğullarına
hidayeti göstermek olduğunu ve AHahtan başkasını dost ve yardımcı edinmemeleri
olduğunu beyan ediyor. [5]
3- Ey, Nuh
ile bareber gemide taşıdığımız insanların soyundan olanlar, (Nuh'u rehber
edinin) Çünkü o, çok şükreden bir kul'du.
Ey, Nuh ile beraber
gemide taşıdığımız insanların soyundan gelenler, sizler de, yemesinde,
içmesinde ve giyinmesinde rabbine şükreden atanız Nuh gibi olun. Allah
tarafından size Peygamber olarak gönderilmiş bir nimet olan Muhammed için
rabbinize şükredin. Onu yalanlayarak nankörlük etmeyin.
Ayet-i Celiîe, Hz.
Nuh'u "Rabbine çokça şükreden kul." olarak vasıflandırmiştır. Zira
Hz. Nuh, birşey yeyip içtikten sonra veya yeni bir elbise giydiğinde veya
herhangibir beşerî ihtiyacını giderdiğinde Allaha şükrederdi. [6]
4- Biz
kitapta İsrailoğullanna "Şüphesiz yeryüzünde iki defa bozgunculuk
çıkaracaksınız ve aşırı bir şekilde azgınlaşacaksımz." diye beyan ettik.
Ayet-i Kerimede
zikredilen "Kitap"tan maksat, "Levh-i Mahfuz"dur. denmişse
de tercih edilen görüşe göre, Hz. Musa'ya gönderilen Tevrattir. Allah teala,
Tevratta, İs railoğu Harının, yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaklarını ve aşın
derecede azgınlaşacaklannı, her ikisinin sonunda da mağlup olacaklarını beyan
etmektedir.
İsrailoğullannın ilk
bozgunculuklarının, Zekeriyya aleyhisselamı öldürmeleri, ilk mağlup oluşlarının
ise Buhtunnasr'ın onları öldürmesi ve Kudüsü tahrip etmesi olduğu rivayet
edilmektedir.
İkinci
bozgunculuklarının ise, Zekeriyya aleyhisselamın oğlu Yahya aleyhisselamı
öldürmeleri, mağlubiyetleri de, Allah tealanın, bir kısım insanları kendilerine
musallat etmesi, böylece onların bir kısmını öldürüp diğerlerini
memleketlerinden kovmaları, yetmişbin'den fazla Yahudiyi de esir etmeleri
hadisesi olduğu zikredilmektedir.
Bu hususta Taberi,
Huzeyfe b. el-Yeman'dan uzun bir Hadis rivayet etmişse de İbn-i Kesir bu
Hadisin mevzu olduğunu söylemiş ve ilimde üstün bir mertebesi olan Taberinin
böyle bir Hadisi nasıl naklettiğine şaştığım söylemiştir. [7]
5- Birinci
bozgunculuğunuzun cezalandırma vakti geldiğinde, güçlü, kuvvetli kullarımızı
üzerinize saldık. Ülkenizin her yerini didik didik ettiler. Bu, mutlaka yerine
gelen bir vaad idi.
Müfessirier, âyet-i
Kerimede zikredilen ve Yahudilere musallat edildiği beyan edilen güçlü,
kuvvetli kulların kimler olduğu hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
Abdullah b. Abbas ve
Katade'den nakledilen bir görüşe göre bunlar, Câlût ve ordusudur. Saîd b.
Cübeyr'den rivayet edilen bir görüşe göre ise bunlar, Bâbil Kralı Sencârip ve
ordusudur. Başka bir görüşe göre ise bunlar, Bâbil Kralı Buhtunnasr ve
ordusudur. Başka görüşler de vardır. [8]
6- Sonra
sizi, üzerinize saldıranlara galip getirdik. Size mallar ve oğullar verdik.
Sayınızı çoğalttık.
Bu âyet-i Kerimede,
İsrail oğullarının şımarmaları neticisende Allanın, kendilerine musallat ettiği
düşmanları tarafından ezildikten sonra tekrar toparlandıkları, düşmanlarına
galip gelerek mal ve esirlerini onlardan geri aldıkları, aynca Allanın, onlara
lütufta bulunarak mal ve evlatlarını artırdığı, savaşçılarını çoğalttığı beyan
ediliyor. Bu tarihi olayın nasıl meydana geldiğine dair bir kısım zayıf
rivayetler varsa da, güvenilir bir Nass bulunmadığı için bur rivayetlerlerin
buraya alınmaması tercih edilmiştir. [9]
7- İyilik
ederseniz, yaptığınız iyilik kendinizedir. Kötülük yaparsanız o da
kendinizedir. Yeryüzünde çıkardığınız ikinci bozgunculuğun cezalandırma vakti
gelince sizi, yüzlerinizden keder dökülür hale getirsinler, daha önce
girdikleri gibi Mescid-i Aksa'ya girsinler ve ellerine geçirdikleri yeri
yıksınlar diye, düşmanlarınızı üzerinize salıvereceğiz.
Müfessirler,
İsrailoğullarını yeryüzünde yaptıkları ikinci bozgunculuğun, Yahya
aleyhisselamı öldürmeleri olduğunu, bunu cezasının da Allah tealamn onlara,
Buhtunnasr veya Büyük İskenderi yahut Bâbil Krallarından Hardos'u yahut da Rum
Krallarından birini musallat ettiğini, bu yolla onlardan birçoğunu öldürtmesi
ve Mescid-i Aksâ'yı yakıp yıkmaları olduğunu söylemişlerdir.
Bunlara göre
İsrailoğullannm iki kere bozgunculuk yapmaları da bunların cezalandırılmaları
da geçmişte cereyan etmiştir.
Yahudilerin bugünki
durumları gözönünde bulundurulacak olursa, ikinci bozgunculuk!annın cezasını
henüz görmedikleri söylenebilir. Ancak Allah tealamn bunlara kimi musallat
edeceğini şu anda söylemek mümkün değildir. Bununla beraber Hadis-i Şeriflerde,
Yahudilerin, Müslümanlar tarafından cezaiandınlacaklan ifade edilmektedir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Müslümanlar
Yahudileflerle savaşıp onları ö 1 dürmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Öyleki,
Yahudiler, taşların ve ağaçların arkalarına saklanacaklar, taş veya ağaçlar
"Ey Müslüman, ey Allanın kulu, işte Yahudi benim arkamdadır. Gel onu
öldür." diyecektir. Ancak "Ğarkat" ağacı hariç. Zira o, Yahudi
ağaçlanndandır. [10]
8- Belki
rabbiniz size merhamet eder. Eğer bozgunculuğa dönerseniz biz de cezalandırmaya
döneriz. Biz, cehennemi, inkarcılar için bir zindan kıldık.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Yahudileri uyararak, tevbe etmeleri halinde af kapısının kendileri
için açık olduğunu beyan ediyor. Peygamberleri Öîdürme ve yeryüzünde fitne ve
fesat çıkarma gibi bozgunculuklarına dönmeleri halinde, Allahın da onları
öldürterek, esir düşürerek, yerlerini yurtlarını tahrip ettirerek zelil
düşüreceğini, aynca âhirette kâfirler için kurtulamayacakları bir cehennem
ateşi hazırladığını bildiriyor ki herkes bundan ibret alsın ve Yahudilerin
durumuna düşmesin. [11]
9-10-
Şüphesiz bu Kur'an, insanları en doğru yola götürür. Salih ameller işleyen
müminlere büyük bir mükâfaat olduğunu, âhirete iman
etmeyenlere de, can yakıcı bir azap hazırladığımızı
müjdeler.
Şüphesiz ki bu Kur'an,
insanları, yolların en sağlamı olan İslam dinine götürür. Bu Kur'an, Allaha
itaat edip yasaklarından kaçınarak güzel amel işleyen iman sahiplerini büyük
bir mükâfaat olan cennetle müjdeler. Ahirete, iman etmeyen kâfirlere ise, Allah
tarafından, can yakıcı bir azap hazırladığım haber verir ki o da cehennemdir. [12]
11- İnsan,
iyiliği dilediği gibi, kötülüğü de diler. İnsan, çok acelecidir.
Allah teala bu âyet-İ
Kerimede, kullarına karşı nasıl lütufta bulunduğunu beyan ediyor ve kullarının,
bu lütuflar karşısında ona şükretmeleri gerektiğini bildiriyor.
Gerçekten insan,
kendisi için hayırlı olan bir kısım dileklerde bulunur. Allah da onlan kabul
edince kul'a lütufta bulunmuş olur. Fakat bu insan, kızıp öfkelendiği anlarda
en yakın akrabalarının bile aleyhine beddua etmeye kalkışır. Yüce mevla bu
yersiz duaları reddederek kuluna yine lütufta bulunur. [13]
12- Biz,
gece ve gündüzü, varlığımızı gösteren iki deli! kıldık. Gecenin alâmetini
sildik, gündüzün alâmetini ise aydınlatıcı kıldık. Böylece rabbinizin lütfundan
rızık arayasıniz, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz, herşeyi geniş
olarak açıkladık.
Biz, gece ve gündüzü,
kudretimizin kemalim gösteren iki delil kıldık. Geceye, kendisini tanıtan bir
alâmet verdik. Sonra bu alâmeti sildik. Gündüz için de bir alâmet yarattık,
onun alâmetim de aydınlatıcı kıldık. Böylece rabbinizin lütfundan rızık
arayasınız, yılların sayısını ve diğer hesaplan bilesiniz. Biz, herşeyi geniş
bir şekilde açıkladık.
Gece ve gündüzün, Allanın
varlığını gösteren birer delil olduklarında şüphe yoktur. Bunların herbirerinde
kendilerini tanıtan alâmetleri vardır. Gecenin alâmeti karanlık oluşu veya ay
ve yıldızlar gibi gezegenlerin .görülmeleridir. Gündüzün en belirgin alâmeti
ise güneştir. Güneşin, diğer yıldızlardan daha fazla aydınlatıcı olduğu
muhakkaktır. Bu sebeple Allah teala "Gecenin alâmetini sildik. Gündüzün
alâmetini ise aydınlatıcı kıldık." buyurmuştur.
Abdullah b. Abbbas ve
Hz. Ali gibi bazı sahabiler, âyet-i Kerimede zikredilen "Gecenin alâmetini
sildik" ifadesini izah ederlerken ay'in da daha Önce güneş gibi olduğunu
fakat Allah tealanın onu, silik bir hale getirdiğini söylemişlerdir. Bazıları
da ay'ın ilk yaratıldığında bu şekilde silik yaratıldığını söylemişlerdir.
Allah teala, Kur'an-i
Kerimin birçok yerinde, geceyi veya gündüzü devamlı kılmayıp, bunları,
birbirlerini takibeder şekilde yarattığını, zira dünyada yaşayacak olan
insanların ancak bu şekilde hayatlarım devam ettirebileceklerini beyan etmiş ve
bunların, kendisinin varlığını gösteren deliller olduklarını açıklamıştır. Bu
hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Ey Muhammed, de ki:
"Söyleyin bakalım, eğer Allah, geceyi kıyamet gününe kadar üzerinizde
uzatsa, Allahtan başka hangi ilah size bir ışık getirebilir? Hiç dinlemez
misiniz?" "Yine de ki: "Söyleyin bakalım, eğer Allah, gündüzü
kıyamet gününe kadar üzerinize uzatsa, Allahtan başka hangi ilah, içinde
dinlendiğiniz geceyi size getirebilir? Hiç görmez misiniz? [14]
13- Biz, her
insanın amelini kendi boynuna taktık. Kıyamet gününde onun için bir kitap
çıkaracağız. O, kitabını açık bulacak.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, insanoğlunun amelinin zaptedildiğini, gece gündüz bütün yaptıklarının
yazılıp tesbit edildiğini, bunların, kıyamet gününde bir kitap halinde önüne
serileceğini, böylece herhangibir itiraza imkân kalmayacağım beyan ediyor.
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle Duyuruluyor: "O gün, insana, yaptığı
ve yapmadığı herşey haber verilir. Daha
doğrusu insan, özürlerini ortaya koysa bile, kendi yaptığını gözüyle görür. [15]
14- O gün
insana "Kitabını oku. Bugün hesap görme bakımından sen, kendine
yetersin." denilir.
Kıyamet gününde
insana, "Dünyada işlemiş olduğun amellerin yazıldığı kitabı bizzat kendin
oku. Senin kendi hesabını yapman sana kâfirdir." denilir. [16]
15- Kim
doğru yola giderse, ancak kendisi için doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa
kendi aleyhinde sapmış olur. Hiçbir günahkâr kimse bir başkasının günahını
yüklenmez. Biz, bir Peygamber göndermedikçi kimseye azap etmeyiz.
Ayet-i Kerimede
zikredilen "Doğru yol" dan maksat, Allah tealanın, Hz. Muhammed
(s.a.v.) e gönderdiği İslam dinidir. Bu Hak dine iman edip, onun emirlerini
tutup yasaklarından kaçınan kimse, kendisini yaratan Allahin nzası donıltusunda
hareket etmiş olur. Müslüman olmasının faydası da kendisine ait olur. O halde
Müslüman olmasını başkasının başına kakmaya hakkı yoktur. Kim de bu emir ve
yasaklara uymayıp Allahı ve Peygamberini inkâr ederse o, cehennemi hak etmiş
olur. Böylece sapıklığının zararını kendisi çeker. Zira günahlar, ancak onları
işleyenleri sorumluluk altına sokar. Hiç kimse diğerinin günahından sorumlu
değildir.
Ayet-i Keriminin
sonunda "Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz."
buyurulmakta ve Allah tealanın, kullarına karşı adaletli davrandığı ve onlara
emirlerini ulaştırmadan azap etmediği beyan edilmektedir.
Alimler, bu âyet-i
Kerimenin hükmüne göre, kâfirlerin henüz küçük iken ölen çocuklarının,
delilerin, İslam dini geldiğinde çok yaşlılığı sebebiyle bunak durumda
olanların, dilsizlerin, kendilerine Peygamber ve ilahi emirlerin tebliği
ulaşmayan kimselerin ve vahyin kesildiği fetret dönemi insanlarının kıyamet
gününde durumlarının ne olacağı hakkında farklı görüşler beyan etmişlerdir.
Bazılarına göre bu
kimselere âhirette ne gibi bir muamele yapılacağı bilinemez. Bunlara ne muamele
yapılacağı Allanın bileceği bir iştir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu
Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir.
Resulullah
(s.a.v.)den, müşriklerin, küçük yaşta ölen çocuklarının âhirette durumlarının
ne olacağı sorulmuş Resulullah da:
"Onların
(Yaşasaydılar) ne gibi ameller yapacaklarını Allah daha iyi bilir. [17]
buyurmuştur.
Bazılarına göre ise bu
gibi insanlar, âhirette Allah teala tarafından imtihan edilecekler ve sonunda
herkes layık olduğu muameleye tabi tutulacaktır. Bunlar, görüşlerine delil
olarak şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir: "Resulullah (s.a.v.) buyuruyor
ki:
"Kıyamette dört
çeşit insan kendilerini savunacaklardır. Bunlar: Hiç işitmeyen sağır, deli,
bunak ve fetret döneminde Ölen kimselerdir. Sağır şöyle diyecektir: "Ey rabbim,
İslam gelmiş fakat ben ondan hiçbirşey işitmedim." Deli: "Ey rabbim,
İslam gelmiş fakat o sırada çocuklar benim üzerime deve dışkısı atıyorlardı.
(Ben, çocukların oyuncağı durumundaydım.) diyecektir. Bunak: "Ey rabbim,
İslam gelmiş fakat ben ondan hiçbirşey anlayamadım." diyecek. Fetret
dönemide ölen ise: "Ey rabbim* bana senin Peygamberin ulaşmadı,"
diyecektir. Bunun üzerine Allah teala onlardan, kendisine mutlaka itaat
edeceklerine dair söz alacak ve onlara, cehenneme girmelerini emreden bir elçi
gönderecektir. (Rablerinin bu emrine uyarak) oraya girenler için cehennem soğuk
ve selamet olacaktır. (Rablerinin emrine uymayarak) oraya girmeyenlen ise zorla
cehenneme sürükleneceklerdir. [18]Taberi
de bu görüşü tercih etmektedir.
Bu çeşit insanların
cehennemlik olduklarını söyleyenler olduğu gibi cennetlik olduklarını
söyleyenler de vardır. Ve herbirerinin ileri sürdükleri delilleri de vardır. Bu
hususta daha geniş bilgi için konuyla ilgili kaynaklara bakılabilir. [19]
16- Biz, bîr
ülkeyi yok etmeyi dilediğimizde, oranın zevk düşkünlerine, hakka uymayanlarını
emrederiz. Fakat onlar dinlemeyip yoldan çıkarlar. Artık o ülke yok olmayı hak
eder. Biz de orayı tamamen helak ederiz.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, fertleri suçsuz yere cezalandırmadığı gibi toplumları da suçsuz yere
cezalandırmadığını, bir ülkenin halkı isyana dalmadikça onlan helak etmediğini
beyan etmektedir. Ancak, zalimleri cezalandırması, adaletinin icabıdır. [20]
17- Nuh'tan
sonra nice nesilleri helak ettik. Kullarının günahlarını, rabbinin çok iyi
bilmesi ve çok iyi görmesi yeter.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Hz. Muhammed (s.a.v.) i yalanlayanları, daha önceki Peygamberleri
yalanlayanların akıbetlerine uğratmakla tehdit etmektedir. Zira Nuh kavmi ve
onlardan sonra gelen kavimlerden bir çoğu, Allanın âyetlerini ve
Peygamberlerini yalanladıkları için helak edilmişler ve daha sonra gelenlere
ibret olmuşlardır. Bu ibretleri görmeyenlerin de aynı akıbete uğrayacakları
muhakkaktır. Zira hiçbir kimsenin, Allah teala ile özel bir münasebeti yoktur.
Herkes veherşey onun mahlukudur. [21]
18- Kim,
geçici dünya hayatını isterse, bunlardan istediğimize dilediğimiz kadar
veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Oraya, perişan bir halde, Allanın
rahmetinden kovulmuş olarak girer.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, dünyayı ve dünyada bulunan nimetleri arzulayan herkesin, arzularına
ulaşamayacağını, ancak Allanın, bu nimetleri vermek istediği kişinin bu
nimetlere ulaşabileceğini beyan ediyor. Dünya nimetlerine dalarak Allahı
unutanlara ise cehennemi hazırladığını ve bu gafillerin, cehenneme, kınanmış
hakir bir durumda gireceklerini açıklıyor.
Bu hususta Peygamber
efendimiz şöyle buyuruyor:
"Dünya, yurdu
olmayanın yurdudur. O dünya için, aklı olmayan kişi malbiriktirir. [22]
19- Kim de
mümin olarak âhircti diler, onun için gerekeni yaparsa, işte onların amelleri
Allah katında makbuldür.
Her kim de âhiret
yurdunu, oradaki nimetleri ve sevindirici halleri diler, onun için gayret
sarfeder, ona davet eden Peygamberlere uyar ve de iman etmiş olursa işte
onların gayretlen Övgüye layık bir gayrettir. Allah, onların iyiliklerinin
mükâfaatını verecek ve kusurlarını bağışlayacaktır. [23]
20- Dünya ve
âhireti arzulayanlardan her ikisine de rabbinin nimetlerinden veririz. Rabbinin
nimetleri kimseye yasak edilmiş değildir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, sadece dünya hayatına inanan ve onun için çalışan kâfirlere de,
âehirete iman edip onun için çalışan müminlere de bu dünya hayatında
nimetlerini esirgemediğini, zira bu nimetlerin dünyada hiç kimseye yasak
olmadığım beyan ediyor ve dünyada kendilerine nimet verilen kâfirlerin,
şımararak hesaba çekilmeyeceklerini sanmamalarını ihtar ediyor.
Kâfirlerin, dünyada
nzıklandırılmalan, onların, bu rızıklan gerçek olarak hak etmelerinden değil,
Allanın, yaratıklarına karşı merhametli davranmasından ve dünyanın, Allah
nezdinde bir değer taşımamasındandir.
Resulullah (s.a.v.)
efendimiz bu hususta şöyle buyurmaktadır:
"Şayet dünya
Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değerli olsaydı orada bir kâfire
bir yudum su dahi iç irmezdi. [24]
Ayet-i Kerimeden şunu
anlamak mümkündür: Allah, dünyayı isteyene dünya nimetlerini, âhireti isteyene
de âhiret nimetlerin verir. Böylece herkesin isteğini yerine getirir,
nimetlerini kimseden esirgemez. Böylece geçici dünya nimetlerini isteyenler
onunla kalırlar. Bunların, âhiret nimetlerinden bir paylan yoktur. [25]
21-
İnsanlardan bir kısmım diğerlerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak. Şüphesiz
ki âhirette daha büyük dereceler ve daha yüce üstünlükler vardır.
Ey Muhammed, dünyada
insanların bir kısmını fakir, diğerlerini zengin, bazılarını zayıf diğerlerini
güçlü kuvvetli, bir kısmını uzun diğerlerini kısa Ömürlü olarak yaratmakla
birbirlerinden nasıl üstün kıldığımıza bir bak. İnsanların âhirette
birbirlerinden farklı oluşları ise dünyadakinden daha büyüktür. Orada bazıları
cehennemin en alt katında zincirlere vurulmuş bir şekilde yanarken, diğerleri,
cennetin en yüce makamlarında, arzuladıkları nimetler içinde yaşayacaklardır.
Ayrıca cehennemlikler de cennetlikler de bulundukları yerde kendi aralarında
farklı derecelere sahibolacaklardır.
Taberi bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah etmektedir: "Ey Muhammed, sadece bu geçici dünyayı
arzulayanlarla, ebedi olan âhireti isteyenleri birbirlerinden nasıl farklı
kıldık bir bak. Bunların âhiretteki derece ve üstünlükleri, dünyadakinden çok
daha farklıdır."
Ayet-i Kerimeden
anlaşıldığı gibi insanlar, yaratılış özellikleri ve yaşadıkları yer ve
toplumlar itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. Bunları her yönleriyle eşit
yapmak mümkün değildir. Zira böyle bir istek ve düşünce, yaratılışa aykırıdır.
Bu itibarla bazı beşeri sistemlerin, bütün insanları eşit hale getireceklerini
iddia etmeleri, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldir. Ancak, bir sınıf
insanın diğer bir sınıfı ezmesi, haklarını ellerinden alması ve bir sınıf farkı
meydana getirmesi de "İnsanları eşit yapacağız." iddiası da bir
zulümdür ve insanın yaratılışına aykırıdır. Bu sebepledir ki yüce dinimiz
İslamiyet, orta yolu emretmiş, özel kabiliyetlerin önündeki engelleri
kaldırmış, zayıfların ezilmesine de asla müsaade etmemiştir. [26]
22- Ey
insanoğlu, sakın Allah ile beraber başka ilah edinme. Aksi takdirde kınanmış ve
yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.
Ayet-i Kerimede, akıl
sahibi bütün varlıklara, Allahtan başka hiçbirşeyi ilah olarak kabul etmemeleri
emrediliyor. Böylece tevhid inancı dışında her türlü düşünce reddediliyor. Ve
bu inancın dışına çıkanların, sonunda mutlaka kınanacakları ve rezil
olacakları, Allaha ortak koştukları için putlanyla başbaşa bırakılacakları
beyan ediliyor. [27]
23-24-
Rabbin, kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibadet edin. Anne ve babaya
iyilik'edin. Anne ve babadan biri veya her ikisi, yanında yaşlanır ve
düşkünlesirse (Bezginliğini hissettirir bir şekilde) onlara "Ör* bile
deme. Onları azarlama. Onlara güzel ve tatlı sözler söyle. Onlara, merhametle
tevazu kanatlarını indir. Onlar için "Rabbim, onlar beni küçüklüğümde
yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, sen de onlara öylece merhamet
eyle." diye dua et.
Allah teala bu âyet-i
Kerimelerde, sadece kendisine ibadet edilmesini emrettikten sonra hemen
arkasından anneye babaya iyilikte bulunulmasını emrediyor. Anne babanın,
çocuklarının yanında ihtiyarlamaları halinde, çocuklarının onları söz ile dahi
incitmemelerini ve onlara tatlı sözler söylemelerini emrediyor. Bu da anne
babaya itaatin İslamda ne kadar Önem taşıdığını gösteriyor.
Bu hususta birçok
Hadis-i Şerif zikredilmiştir. Resulullah (s.a.v.) bu Hadis-i Şeriflerinin
birisinde buyuruyor kî:
"Burnu yere
sürülsün. Tekrar burnu yere sürülsün. Tekrara burnu yere sürülsün."
"Ey Allahın Resulü, kimin burnu yere sürülsün?" diye sorulduğunda
"Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlı oldukları halde
kavuşup ta kendisini cennete koy duramayanın." buyurdu. [28]
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Ben, Resulullaha
Allah katında "amellerin hangisi daha sevimlidir? diye sordum.
"Vaktinde kılman namazdır." dedi. "Sonra hangisidir?"
dedim. "Anneye babaya iyilikte bulunmaktır." buyurdu. "Ondan
sonra hangisi daha sevimlidir?" diye sordum "Allah yolunda cihad
etmektir." buyurdu. Sonra sustum. Eğer ben, sormaya devam edecek olsaydım
Resulullah da devam edecekti. [29]
Peygamber efendimiz,
annenin hakkının daha çok olduğunu başka bir Hadis-i Şerifinde şöyle beyan
ediyor:
"Bir adam
Resulullaha gelip "Kendisine güzel davranmama en layık olan insan kimdir?"
diye sordu. Resulullah da "Annendir." buyurdu. Adam "Ondan sonra
kimdir?" dedi. Resulullah yine "Annendir." buyurdu. Adam
"Ondan sonra kimdir?" dedi. Resulullah "Babandır." Buyurdu. [30]
25-
Rabbiniz, içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer salih kimseler olursanız,
şüphesiz Allah, tevbe edenleri affedicidir.
Ayet-i Kerimede geçen
"Tevbe edenler" ifadesinden kimlerin kastedildiği hususunda farklı
görüşler zikredilmiştir. Bu görüşler şunlardır:
Burada "Tevbe
edenler"den maksat, Allahi teşbih edenlerdir. Veya bunlar, Allaha itaat
eden ve iyilikte bulunanlardır. Yahut bunlar, akşam ile yatsı arasında nafile
namazı kılanlardır. Yahut da bunlar, kuşluk namazı kılanlardır.
Veya bunlar, günah
işleyip te tevbe eden, tekrar günah işleyip tekrar tevbe edenlerdir. Ya da
bunlar, yalnız başlarına kaldıklarında günahlarını hatırlayıp Allahtan af
dileyenlerdir.
Taberi, "Tevbe
edenler"den maksadın, genel anlamda tevbe edenler olduğunu, bu ifadenin,
günahlarından vazgeçip Allaha itaat eden herkesi kapsadığını söylemektedir. [31]
26-27-
Akrabaya, düşkünlere, yolda kalan yolcuya haklarını ver. Olur olmaz yere de
elindeki malını saçıp savurma. Şüphesiz malını saçıp savuranlar, şeytanların
kardeşleridir. Şeytan ise her zaman, rabbinin nimetlerine karşı çok nankördür.
Allah teala, anne
babaya itaati emreden âyetten sonra, akrabaya, yoksullara ve yolda kalmışlara
yardımda bulunulmasını emrediyor. Ve malların, Allanın emrettiği yolların
dışında harcanarak israf edilmesini yasaklıyor. İsrafın, Şeytanın dostlarına
yaraşır bir davranış olduğunu beyan ediyor. Böylece Müslümana, mallarım nereye
ve nasıl harcayacağını öğretmiş oluyor.
Enes b. Mâlik diyor
ki:
"Teinim
oğullarından bir adam gelip Resulullaha şöyle dedi: "Ey Allanın Resulü,
ben, çok malı olan, çoluk çocuğu bulunan ve gayr-i menkulü olan birisiyim.
Bana, bunları nasıl harcayacağımı ve ne yapacağımı söyle." Resulullah
şöyle buyurdu: "Şayet malın varsa zekâtını vereceksin. Zira zekât, seni
temizleyen bir temizleme vasıtasıdır. Akrabana iyilikte bulunacaksın,
dilencinin, komşunun ve yoksulun hakkını gözeteceksin." Adam: "Ey
Allanın Resulü .bunu benim için biraz azalt." dedi. Resulullah da bunun
üzerine "Akrabaya, düşküne, yoda kalan yolcuya hakkını ver. Olur olmaz
yere de elindeki malını saçıp savurma." âyetini okudu. Bunun üzerine adam:
"Ey Allanın Resulü, zekâtı senin memuruna verirsem, Allaha ve Peygambere
karşı onun sorumluluğundan kurtulabilirmiyim?" dedi. Resulullah:
"Evet, onu benim memuruma verirsen onun sorumluluğundan kurtulmuş olursun.
Senin için ondan dolayı sevap ta vardır. Onu senden alan, onda herhangibir
değişiklik yapacak olursa onun günahı ona aittir." buyurdu[32]
28-
Rabbinden (bunlara) yardımda bulunma imkânını dilediğin halde (durumun müsait
olmadığından) yardım edemiyor, yüzçevirme zorunda kalıyorsan, onlara tatlı ve yumuşak
söz söyle.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, akraba, yoksul ve yolda kalan yolcular gibi insanlara yardım etmeyi
arzulayan fakat buna gücü yetmeyen, bununla beraber ilerde, Allahm, kendisine,
harcayacağı mal vermesini bekleyen insanlara, kendilerinden birşeyler
isteyenlere güzel sözler söylemelerini emrediyor. Böylece imkânsızlıktan dolayı
fakire yardım edemeyen kişi mahcubiyet hissetmeyecek, kendisine yardım
edilemeyen kimseler de danlmayacakl ardır.
Bazı âlimler bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah etmişlerdir: "Şayet sen, akraba, yoksul ve yolda
kalmış insanlara verecek olduğun malı, Al I ah a isyan yolunda haraç
ayacaklarından çekinir de, Allahın nzasıni gözeterek bunlara malından vermezsen
yine de bunlara güzel söz söyle. Ve mesela: "Allah versin." diyerek
gönlünü al." [33]
29- Sakın
eli boynuna kelepçelenmiş gibi cimri olma. İsrafa dalarak ta elini tamamen
açma. Sonra kınanmış ve açıkta bırakılmış olarak oturup kalırsın.
Allah tela bu âyet-İ
Kerimede, malını, harcaması gereken yerlere harcamayan kimseyi, eljeri boynuna
kelepçelenmiş bir şahsa, malını saçıp savuranı ise, ellerini salıverin bir kişiye
benzetmektedir. Cimrinin, insanlar tarafından kınanacağını, müsrifin İse açıkta
kalacağını beyan etmektedir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), malını Allah yolunda harcamayan cimri ile, malını Allah yolunda
harcayan cömert hakkında şöyle buyuruyor:
"Cimri insanla
malını Allah yolunda harcayan insan, göğsü ile köprücük kemiği arasını tutan
bir demir cübbe giyen iki kişiye benzer. Malını harcayan kimse onu harcadıkça bu
demir cübbe genişler ve bütün vücudunu kaplar. Öyleki parmaklarını dahi örter
ve ayak izlerini kapatır. Cimri olan kimse ise hiçbirşey harcamak istemez. Her
harcamak istemediğinde üzerindeki bu demir cübbenin bir halkası vücuduna
yapışır. Cimri onu genişletmek ister fakat o genişlemez. [34]
30- Şüphesiz
ki rabbin, dilediğinin rızkını genişletir, dilediğini kısar. Muhakkak ki o,
kullarından haberdardır ve onları görür.
Şüphesiz ki rabbin,
yarattıklarından dilediğine bol nzık verir, dilediğinin rızkını daraltır. Zira
o, kullarından kimin rızkının genişletilmesine kimin de daraltılmasına lâyık
olduğunu bilir. Yarattıklarının hallerini görür ve herkese lâyık olduğu şeyi
verir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, kullarının tümüne bolca nzık vermediğini ve bunun, kendisinin bildiği
bir hikmete dayandığım ifade buyuruyor. Başka bir âyet-i Kerimede de bu hikmeti
şöyle açıklıyor: "Eğer Allah, kullarının rızkını bolca vermiş olsaydı,
yeryüzünde azgınlık çıkarırlardı. Fakat o, nzkı dilediği ölçüde indirir.
Şüphesiz o, kullarının ne yaptıklarından "haberdardır. O, herşeyi çok iyi
görür. [35]
31- Sakın
çocuklarınızı geçim korkusuyla öldürmeyin. Çünkü onları da sizi de nzıklandıran
biziz. Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, kulları için, kendi öz anne ve babalarından daha merhametli olduğunu
beyan etmektedir. Zira o, geçim korkusuyla çocukların öldürülmesini yasaklamaktadır. Anne ve babalan
ise onlan öldürebilmektedirler.
Cahiliye döneminde
bazı insanlar, çocuklarım geçindiremeyeceklerinden korkarak onlan öldürüyor,
hattâ diri diri toprağa gömdükleri oluyordu. Ayet-i Kerime, bu çirkin hadiseyi
yasaklıyor, çocuklan da babalannı da nzıkl andıranın kendisi olduğunu
bildiriyor.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) de, fakirlik korkusuyla çocuklarım Öldüren insanlan, en büyük
günahkârlar içinde saymıştır. Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"Ben, Resulullaha
"Ey Allanı Resulü Allah katında hangi günah daha büyüktür?" diye
sordum. Resulullah: "Seni yarattığı halde Allaha ortak koşmandır."
buyurdu. "Ondan sonra hangisidir?" dedim. Resulullah: "Seninle
birlikte yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu Öldürmendir." buyurdu.
"Ondan sonra hangisidir?" dedim. Resulullah: "Komşunun hanımıyla
zina etmendir." buyurdu[36]
32- Sakın
zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.
Zina açık bir
hayasızlık ve çirkin bir fiildir. Bu sebeple akl-i selim sahibi hiçbir kimse,
kendisine veya aile efradına böyle bir hayasızlığın yapılmasını istemez.
Ebu Ümame diyor ki:
"Bir genç,
Resulullaha geîdi ve ona "Ey Allahm Resulü, bana, zina etmem için izin
ver." dedi. Orada bulunanlar ona yönelip kendisini azarladılar ve ona
"Bırak şunu bırak" dediler. Resulullah (s.a.v.) "Onu bana
yaklaştırın." dedi. Genç, Resulullaha yaklaştı ve Resulullah ona: "Otur"
dedi. Ve oturdu. Resulullah ona: "Annem ı zina etmesini ister misin?"
dedi. Genç: "Allah beni sana feda kılsın. Hayır vallahi istemem."
dedi. Resulullah: " Diğer insanlar da anneleriniz zina etmesini
istemezler." buyurdu. Resulullah tekrar: "Kızının zina etmesini ister
misin?" buyurdu. Genç: "Allah beni sana feda kılsın. Hayır vallahi
istemem." dedi. Resulullah: " Diğer insanlar da kızlarının zina
etmesini istmezler." buyurdu. Yine Resulullah: "Kizkardeşinin zina
etmesini ister misin?" buyurdu. Genç: "Allc'n beni sana feda kılsın.
Hayır vallahi istemem." dedi, Resulullah:" Diğer İnsanîar da
kızkardeşierinin zina etmesini istemezler." buyurdu. Resulullah tekrar:
"Halanın zina etmesini ister misin?" buyurdu. Genç: "Allah beni
sana feda kılsın. Hayır vallahi istemem." dedi. Resulullah: " Diğer
insanîar da halalarının zina etmesini istemezler." buyurdu. Son olarak
Resulullah: "Teyzenin zina etmesini ister misin?" buyurdu. Genç:
"Allah beni sana feda kılsın. Hayır vallahi istemem." dedi.
Resulullah: "Diğer insanîar da teyzelerinin zina etmesini
istemezler." buyurdu. Sonra elini o gencin üzerine koydu ve: "Ey
Allahım, sen bunun günahını affet. Kalbini temizle ve namusunu koru." diye
dua etti. Bundan sonra o genç, artık herhangibir şeye bakmaz oldu. [37]
33- Allahm,
öldürülmesini haram kıldığı bir cana, haklı bir sebep olmadıkça sakın kıymayın.
Biz, haksız yere öldürülenin velisine bir yetki vermişizdir. O da öldürmede
haddi aşmasın. Çünkü ona yeterince yardım olunmuştur.
Ayet-i Kerimede, haklı
bir sebep olmadıkça bir müminin diğer bir mümini öldüremeyeceği beyan ediliyor.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) ise bir müminin kanını akıtmayı haklı kılan
sebepleri beyan ederek buyuruyor ki:
"Allahtan başka
hiçbir ilah olmadığına ve benim, Allahın Peygamberi olduğuma şehadet getiren
bir müslümanın öldürülmesi şu üç kimse dışındı helal değildir. Bunlar, haksız
yere birini öldüren, evli olduğu halde zina eden ve dinden çıkıp cemaati
terkedenlerdir. [38]
Hadis-i Şeriften
anlaşıldığı gibi, bir müslümanın öldürülmesini haklı kılacak sebepler: Kişinin,
haksız yere birini öldürmesi, evli olduğu halde zina etmesi ve müslüman
olduktan sonra dinden çıkmasıdır. Bu üç sebep dışında mümini Öldürmek çok büyük
bir günahtır.
Resulullah (s.a.v.) bu
hususta buyuruyor ki:
"Allah tealanın katında dünyanın yok
olması, bir müslümanın Öldürülmesinden daha ehvender. [39]
Ayet-i Kerimede:
"Biz, haksız yere öldürülenin velisine bir yetki vermişizdir."
buyurul m aktadır. Öldürülenin velisine verilen bu yetki: Katil hakkında kısas
istemesi veya onu bağışlaması yahut da kısası diyete çevirmesidir.
Allah teala Resululaha
Mekkenin fethini nasibedince Resululah ayağa kalkmış Allaha hamdaddip onu
övdükten sonra şöyle buyurmuştur:
"Kimin bir
akrabası öldürüldüyse o kimse öldüreni affetmekte veya onu Öldürmekte
serbesttir. [40]
Ayet-i Kerimede:
"O da öldürmede haddi aşmasın." Duyurulmaktadır. Burada, haddi
aşmaması istenen kişi, öldürülen kimsenin velisidir. Velinin haddi aşması,
katili bırakıp onun yerine başka birini öldürmesi veya bir kişi yerine birden
fazla kimseyi öldürmesi yahut katili öldürürken işkence ederek öldürmesi
şeklinde olabilir. Bunlar yasaklanmıştır.
Ayet-i Kerimenin
sonunda: "Çünkü ona, yeterince yardım olunmuştur." Duyurulmaktadır.
Burada, kendisine yardım olunan kişi, öldürülenin velisi veya öldürülenin
kendisi yahut Öldürülenin kanıdır. Veliye yardım olunması, Halifenin katili ona
teslim edip o katili öldürmekte veya affetmekte serbest bırakmasıdır. Öldürülen
kişiye yardım olunması ise, kendisini öldüren kişinin, İslam devleti tarafından
cezai andinlmasıdır. [41]
34- Yetimin
malına, rüşdünc erinceye kadar yaklaşmayın. Sadece en güzel bir şekilde
yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen sözden mes'uliyet
vardır.
Ayet-i Kerimede,
yetimlerin mallarına, en güzel şeklin dışında yaklaşılmaması, yetimler
rüştlerine ermedikçe, onlarla, mallan ilgilendiren hususlarda muamelede
bulunulmaması emrediliyor.
Yetimlerin mallarını
israf etmek, çabucak elden çıkarmak, onların mallarına kötü bir şekilde
yaklaşmak demektir. Buna mukabil onların mallarını artırmak, işlerini
düzenlemek ve gereken tedbirleri almak ise, onların mallarına güzel bir şekilde
yaklaşmaktır. Bu hususu izah eden diğer bir âyette de şöyle Duyurulmaktadır:
"Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer rüşde erdiklerini
açıkça görürseniz mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler de mallarına sahip
olacaklar endişesiyle onları israf ederek tez elden yemeyin. Zengin olan,
onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan ise, meşru surette yesin.
Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, verdiğinize dair şahit tutun. Hesap
görücü olarak Allah yeter[42]
Âyet-i kerimede " verdiğiniz sözü de yerine getirin." buyuruluyor.
Burada, verilen sözden maksat, herhangibir barış antlaşması, alışveriş, kira
akdi ve benzeri taahhütlerdir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) verilen sözden dönmeyi, münafıklığın üç alâmetinden biri olarak saymış
ve şöyle buyurmuştur.
"MUnafıkm alâmeti
üç'tür. Konuştuğunda yalan söyler, vaadettiğinde sözünden döner, kendisine
birşey emanet edildiğinde ona ihanet [43]
35- Birşeyi
ölçerken tam ölçün. (Tartarken de) doğru teraziyle tartın. Bu, sizin için daha
hayırlı, neticesi itibariyle daha güzeldir.
Ayet-i Kerimede» ölçü
ve tartıların, hakkaniyetle yapılması emrediliyor. Böyle yapmanın, hem veren
için hem de alan için daha hayırlı olduğu beyan ediliyor. Zira bu durum, ticarî
hayatta istikran sağlayacak ve insanların birbirlerine olan güvenlerini
artırmış olcaktır. Aynca hiç kimse hak etmediği bir şeyi elde edemeyecektir.
Allah teala, ölçü ve tartılarım eksik yapanları tehdit ederek, diğer âyetlerde
de şöyle buyuruyor: "İnsanlardan birşey ölçüp alırken tam alan, onlara bir
şeyi ölçüp veya tartarken de eksik tutan hilekârlarm vay haline. Yoksa onlar,
büyük bir gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O gün insanlar, âlemlerin
rabbi olan Allahın huzurunda dururlar. [44]
36- Ey
insanoğlu, bilmediğin birşcyin ardına düşme. Çünkü kıyamet gününde, kulak, göz
ve kalb, işte bütün bunlar, yaptıklarından mes'uldürler.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, insanın, kesin olarak bilmediği, işitmediği ve görmediği şeyler
hakkında herhangibir karara varmasını yasaklıyor. Aksi takdirde hesap
vereceğini beyan ediyor.
Bu hususta başka bir
âyet-i Kerimede de şöyle buyuruluyor: "Ey iman edenler, zannın birçoğundan
sakının. Çünkü zannm bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın, birbirinizin
gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?
Ondan tiksinirsiniz. Allahtan korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri daima kabul
eder, çok merhametlidir. [45]
Resulullah (s.a.v.) de
bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Zan'dan kaçının.
Zira zan, (İle söylenen söz) sözlerin en yalanıdır. [46]
Peygamber efendimiz
bir diğer Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor:
"Görmediği bir
şeyi iki gözüyle görmüş gibi göstermek, iftiraların en büyüklerindendir. [47]
37-
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen, elbette yeri yaramazsın, Boyca da
dağlara ulaşamazsın.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, böbürlenmeyi, yürürken çalımlı yürümeyi yasaklıyor, bunları yapan bir
insanın, Allah tealanın, kâinata koymuş olduğu kanunlarda herhangibir değişiklik
yapamayacağını, dolayisiyle kendisini yormaktan ve günah işlemekten başka bir
iş yapmış olmayacağım beyan ediyor.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), böbürlenen insanlar için şöyle buyuruyor.
"Kalbinde zerre
kadar kibir bulunan kişi cennete giremez. "Resulullahın bu sözünü duyan
bir adam: "Kişi elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister."
deyince Resulullah: "Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Kibir,
hak yemek ve insanları hakir görmektir." cevabını verdi. [48]
38-
Bunlardan, kötülükleri sebebiyle yasaklananlar, rabbtnizin sevmediği
hususlardır.
Bundan evvelki
âyetlerde yasaklanan cimrilik, geçim korkusuyla çocukları Öldürme, zina yapma,
haksız yere bir Müslümanı öldürme, yetim malını yeme, bilmediği şeyi söyleme ve
yeryüzünde böbürlenerek yürüme gibi kötülükler, Allah katında sevilmeyen
şeylerdir. Allahı seven kimsenin bunları yapmaması gerekir. [49]
39- Bunlar,
rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah île beraber başka ilah
edinme. Aksi halde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.
Ey Muhammed, sana
emrettiğimiz bu güzel ahlak ve sana yasakladığımız bu çirkin davranışlar,
rabbinin sana vahyettiği ve insanlara bildirmeni emrettiği hikmetlerdendir.
Sakın Allaha ortak koşayım deme. Aksi takdirde hem kendi kendini kınamış hem de
Allah tarafından kınanmış olarak ve her türlü hayırdan uzaklaştırılmış olarak
cehenneme atılırsın.
Ayet-i Kerime,
Resulullaha hitabetmekte ise de asıl kastedilen, ümmettir. Zira Resuiullahın bu
çeşit günahları işlemeyeceği şüphesizdir. Allah teala, bizlere bildirdiği bu
emir ve yasakların başlangıcında sadece kendisine kulluk edilmesini emretmiş
sonunda da kendisine ortak koşulmasını yasaklamıştır. Böylece Allahı
birlemenin, dinin özü olduğunu beyan etmiş, bundan sonra gelen âyette de
müşrikler kınanarak buyurulmuştur ki: [50]
40-
Rabbiniz, erkek çocukları sizin için seçti de Melekleri kendisine kızlar mı
edindi? Doğrusu siz, büyük bir iftirada bulunuyorsunuz.
Müşrikler:
"Melekler Allahın kızlarıdır." diye iftirada bulunmuş, kendi kızları
doğunca da onları diri diri toprağa gömdükleri olmuştur. Allah teala bu âyet-i
Celilede müşriklere hitabederek, kendileri için sevmedikleri şeyleri Allaha
nasıl isnada kalkıştıklarını soruyor ve onların bu iftiralarının büyük bir
saygısızlık olduğunu beyan ediyor. [51]
41- Şüphesiz
kî biz, düşünüp ibret almaları için bu Kur'anda misâller verdik. Fakat bu
misaller onların ancak nefretini artırıyor.
Biz bu Kur'anda, bize
karşı çeşitli iftiralarda bulunan müşriklere, çeşitli misaller, çeşitli
deliller ve âyetler zikrettik. Bunları düşünüp öğüt alsınlar diye onlan
uyardık. Ne var ki onlar, bu misal ve ibretlerden öğüt almadılar. Aksine
inatlaştılar. Böylece bu âyetler onların ancak nefretini artırdı, haktan
uzaklaşmalarını hızlandırdı. [52]
42- Ey
Peygamber, şöyle de: "Eğer.iddia ettikleri gibi Allah ile beraber başka
ilahlar da olsaydı, o takdirde arşın sahibi olan Allaha üstün gelmenin
yollarını ararlardı.
Taberi bu âyet-i
Kerimeyi şöyle izah ediyor "Ey Muhammed, Allah ile birlikte başka ilahlar
bulunduğunu iddia eden o müşriklere de ki: "Şayet iddia ettiğiniz gibi
Allah ile baraber başka ilahlar olsaydı, onlar da Allahın yüceliğini ve
azametini takdir eder, ona yaklaşmak için bir yol ararlardı. O halde sizler,
aracı kıldığınız putları bıraksıp sadece Allaha yönelin. [53]
43- Allah
onların iddialarından münezzehtir, çok yücedir.
Allah teala kendisine
ortak koşanları tekzib ederek, kendisinden başka hiçbir ilahın bulunmadığını,
onun, böyle şeylerden münezzeh olduğunu ve herşeyin üstünde bir güç ve kudrete
sahibolduğunu beyan ediyor. İlahhğına gölge düşürecek olan her türlü iddiaları
reddediyor. [54]
44- Yedi
gök, yer ve onlarda bulunan varlıklar Allahı teşbih ve tenzih ederler. Aslında
hiçbirşey yoktur ki ha m d île Allahı tebih etmesin. Ne var ki siz onların
teşbih etmesini anlamazsınız. Şüphesiz ki Allah, çok yumuşak davranan ve çok
affedendir.
Bir kısım âlimler
burada, Allahı teşbih eden bütün varlıklardan maksadın, ruh sahibi varlıklar
olduklarını söylemişler, diğerleri ise canlı veya cansız bütün varlıkların
Allahı teşbih ettiklerini söylemişler ve delil olarak ta şunları
söylemişlerdir:
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Ben,
Resulullahın parmaklarının arasından su kaynadığını gördüm. Şüphesiz ki bizler,
yenirken yemeğin teşbih ettiğini işittik.'[55]
Cabir b. Abdullah
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) önceleri bir hurma kütüğünün üzerine çıkarak hutbe okuyordu. Ensardan
bir kadının, Resulluha bir minber yapılmasını teklif etmesi üzerine Resulullaha
minber yapıldı. Cuma günü olunca Resulullah minberin üzerine çıktı. Hurma
kütüğü, çocuğun ağlaması gibi ağlamaya başladı. Resulullah (s.a.v.) minberden
aşağı inip onu kucakladı. Kütük hâlâ çocuğun inlemesi gibi inliyordu. Resululah
ise onu teskin etmek istiyordu. [56]
Bu Hadis-i Şerif
birçok sahabi tarafından rivayet edilmiştir ve mütevatir hadislerdendir.
Bütün mevcudatın kendi
lisanlanyla ve kendi halleriyle Allahı teşbih ettikleri gibi hayvanlar da kendi
lisanlanyla Allahı teşbih ederler. [57]
45- Ey
Peygamber, Kur'ani okuduğun zaman, seninle âhirete iman etmeyenlerin arasına
gizli bir perde çekeriz.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede Resulullah (s.a.v.) e hitaben: "Ey Muhammed, Sen, Allaha ortak
koşan müşriklere, onların iddialarını çürüten
Kur'anı okuduğun zaman
biz, seninle onların arasına, sizleri birbirinizden ayıran bir perde
çekeriz." buyuruyor.
Katade ve İbn-i Zeyd,
bu perdenin, şu âyet-i Kerimede zikredilen perde olduğum söylemişlerdir:
"Kâfirler, Peygambere şöle dediler: "Bizi davet ettiğin dine karşı
kalblerimizde bir kapalılık, kulaklarımızda bir ağırlık ve bizimle senin arand
anlaşmamıza engel bir perde vardır. Sen, istediğini yap, biz de istediğimizi
yapacağız. [58]
Taberi, kâfirlerle
müminlerin arasına konan bu perdenin, gözle görülemeyen bir perde olduğunu
söylemiştir. Bundan sonra gelen âyette de bu husus şöyle beyan ediliyor: [59]
46- Bİz,
onların kalblerine. arılamalarını engelleyen perdeler gerdik ve kuîaklarına
ağırlık verdik. Kur'andâ rubbini tek GÎSrsk andığın zaman, arkalarını çevirip
kaçarlar.
Resulullah (s.a.v.)
Kur'an-i Kerimi okurken "Lailahe İllallah" deyince çevresinde bulunan
müşrikler, Allahın bir olduğu ifadesini duymayı gururlarına yediremiyorlar ve
oradan uzaklaşıyorlardı.
Bir kısım müfessirler
de Kur'an okunurken oradan kaçan varlıkların, Şeytanların olduğunu
söylemişlerdir. [60]
47- Biz
onların, seni dinlerken nasıl dinlediklerini, kendi aralarında ftsıldaşırlarken
de o zalimlerin: "Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına
uymuyorsunuz." dediklerini gayet iyi biliriz.
Müşrikler,
Dârünnedve'de toplanarak, gizlice, Resulullahm aleyhinde istişarede
bulunuyorlar, onun bir deli veya sihirbaz yaht şair olduğu iddisını ileri
sürüyorlardı, İşte âyet-i Kerime bunlara işaret etmektedir. [61]
48- Bak seni
nelere benzettiler de böylece (Doğru yoldan) saptılar. Bir daha yol bulamazlar.
Ey Muhammed, kalb
gözüyle bak ve ibret al. Onlar sana nasıl misaller verdiler. Seni nasıl,
sihirbaza, deliye ve şaire benzettiler. Böylece söyledikleri sözleriyle yoldan
saptılar. Artık ona bir daha yol bulamaz oldular. Onlar, içinde bulundukları
inkarcılıktan çıkıp iman etmeye muvaffak olamazlar. [62]
49-
Kıyamette dirilmeyi inkâr edenler: "Sahi biz, kemik ve ün ufak olup
çürüdükten sonra mı, biz mi yeniden yaratılıp dirileceğiz?" derler.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirlerin ne gibi iddialar ileri
sürdüklerini beyan ederek buyuruyor ki: "Müşrikler "Bizler öldükten
sonra etlerimiz çürüyüp kemik olduktan ve kemiklerimiz de çürüyüp toprağa
karıştıktan sonra tekrar yeni bir yaratık olarak nasıl diriltileceğiz? derler. [63]
50-51- Ey
Peygamber, onlara şöyle de: Taş veya demir de olsanız veya hayat verilmesi,
aklınızın kabul edemeyeceği başka bir varlık ta olsanız (Kıyamet gününde Allah
sizi mutlaka diriltcccktir) Onlar: "Bizi tekrar kim diriltecek?
diyecekler. Onlara: "Sizi ilk defa yaratan Allah dinletecek." de,
sana başlarını sallayacaklar ve alaylı alaylı: "Vaadettiğin dirilme ne
zaman? diyeceklerdir. Onlara: "Yakında olacağını ümit ediyorum." de.
Allah teala, bu âyet-i
Kerimede, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirleri susturuyor ve onlara,
isteseler de istemeseler de, çürüyüp toprağa kanşsalar da taş olsalar da demir
olsalar da, hatta gözlerinde büyüttükleri gökler ve yerler kadar bir varlık
olsalarda mutlaka diriltileceklerini bildiriyor. Kâfirlerin: "Peki bizi
kim tekrar aynı varlık olarak diriltecektir?" sorularına "Sizi Ük
defa yaratan diriltecektir." cevabım veriyor. Aceleci müşriklerin
"Peki bu ne zaman olacak, kıyamet ne zaman kopacak?" sorularına ise
bunun zamanının gizli olduğunu, ancak yakında gerçekleşeceğini beyan ediyor. [64]
52- Allah,
sizi kabirlerinizden çağırdığında ona hamdederek daventine uyarsınız
(Gördüğünüz dehşet karşısında) kabirde çok az bir zaman kaldığınızı sanırsınız.
Allah sizleri kıyamet
gününde kabirlerinizden kalkmaya çağıracak sizler de onu tanıyacak ve ona boyun
eğerek kabirlerinizden kalkacaksınız. Her halinizle Allaha hamdedeceksiniz. Ve
sizler, kıyamette gördüğünüz dehşetli manzara yüzünden, dünya hayatını ve
kabirde geçirdiğiniz vakti çok az bulacaksınız. Yeryüzünde kısa bir süre
yaşadığınızı zannedeceksiniz. [65]
53- Ey
Peygamber, kullanma söyle en güzel şekilde konuşsunlar. Çünkü Şeytan aralarını
açmak ister. Şüphesiz ki Şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Resulullaha, müminlerin birbirleriyle konuşurken "Allah senden
razı olsun" gibi engüzel şekilde konuşmalarını söylemesini emrediyor.
Şayet müminler bu şekilde davranmazlarsa Şeytanın, aralarına girmek için fırsat
bulacağını, böylece müminlerin, tartışma ve kavgalara sürüklenmiş olacaklarını
beyan ediyor.
Allah teala,
müminlerin tam bir kaynaşma içinde bulunmalarını, dostluklarına gölge düşürecek
hertürlü davranıştan kaçınmalarını emretmektedir. İşte bu nedenledir ki,
Resulullah (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Sizden biriniz
mümin kardeşine karşı silah doğrultmasın. Çünkü o bilemez. Belki Şeytan, onun
eline vurur da (O silahı mümin kardeşine karşı kullanır) böylece cehennemin
çukurlarından birine düşmüş olur. [66]
54- Rabbiniz
sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder» dilerse azap eder. Biz seni
onlara vekil olarak göndermedik.
Ey, öldükten sonra
dirilmeyi inkâr eden insanlar, rabbiniz sizleri çok iyi bilir. Dilerse size
merhamet eder. Sizler, inkârınızdan vazgeçip Allaha ve âhiret gününe iman
edersiniz. Dilerse sizi iman etmeye muvaffak kılmaz, inkâr üzere ölürsünüz. Ve
size kıyamet gününde azap eder.
Ey Muhammed, biz seni,
kendilerine gönderdiğimiz insanlar için bir tebliğci olarak seçtik. Seni,
onların denetleyicisi ve vekili yapmadık. [67]
55- Rabbîn,
göklerde ve yerdeki varlıkları çok iyi bilir. Şüphesiz ki biz, Peygamberlerin
bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Davud'a da Zeburu verdik.
Ey Muhammed, göklerde
ve yerde bulunanları ve onlar için neyin daha faydalı olduğunu rabbin daha iyi
bilir. Onlardan kimin tevbe edip Allanın lütfuna layık olduğunu, kimin de
inkârında ısrar edip gazaba müstahak olduğunu rabbin daha iyi bilir. Zira
onları yaratan, onları rızıklandıran, onları sevk ve idare eden O'dur.
İlmimizin gereği
olarak insanları birbirinden üstün kıldığımız gibi, Peygamberlerin de bir
kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Bu Peygamberlerden Davud'a da Zebur'u
verdik.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Peygamberlerin bir kısmının diğerlerinden üstün olduğunu açıkça beyan
etmektedir. "Üiül Azim" olan Peygamberler, diğerlerinden daha
üstündürler. Bunlar, Hz, Muhammed (s.a.v.), Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve
Hz. Nuh'tur. [68]
56- Ey
Peygamber, de ki: "Allahtan başka Hah olduğunu sandığınız şeyleri çağırın.
Onlar, ne sizi uğradığınız zarardan kurtarabilirler ne de onu sizden
uzaklaştırabilirler.
Ey Muhammed,
kavminden, Allahı bırakıp ta onun yarattığı varlıklara tapan müşriklere de ki:
"Allanın dışında rab ve ilahler olduklarını iddia ettiğiniz şeyleri,
başınıza bir felaket geldiğinde yardımınıza çağına Sonra bakın, o felaketi
sizden gidermeye veya sizden başkalarına yöneltmeye kadir olabilecekler mi?
Elbette ki onlar bunu sizden kaldırmaya veya başkalarına yöneltmeye kadir
değillerdir. Buna ancak, sizleri de onlan da yaratan Allah
kadirdir.
Ayet-i Kerimede geçen
"Allaha ortak koşanlar"dan maksat, Meleklere, Hz. İsaya, Hz. Üzeyire
ve bir kısım Cinlere tapan insanlardır. Bundan sonra gelen âyet-i Kerimede,
kendilerine tapılan bu varlıkların da Allaha yaklaşmak için bir yol aradıkları,
bu sebeple müşriklerin, Allahı bırakıp ta bunlardan şefaat beklemelerinin abes
olduğu beyan edilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: [69]
57- Onların,
taptıkları da rablerine bir yol arar. Herbİri, Allaha daha çok yaklaşmak için
çalışır. Onun rahmetini umarlar ve onun azabından korkarlar. Elbette rabbinin
azabı korkulan bir azaptır.
Ayet-i Kerimede,
Allaha ortak koşanların, büyük bir gaflet ve ahmaklık içinde oldukları ifade
edilmektedir. Zira oniar, Allanın yarattığı varlıkları ona denk tutmaya ve
ortak koşmaya çalışıyorlar. Halbuki Allaha ortak koştukları Cinler, Melekler,
Hz. İsa, onun annesi gibi varlıklar Allaha yaklaşmak için bir yol ararlar.
Allahın rahmetini umar azabından korkarlar.
Müfessirler, âyet-i
Kerimede zikredilen "Kendilerine tapını lamlar" dan kimin
kastedildiği hakkında değişik görüşler ileri sürmüşleridir. Taberinin de tercih
ettiği görüşlerden birisine göre, bunlardan maksat, Ginlerdir. Bazı insanlar
Cinlere taparlarmış. Cinler Müslüman olmuşlar, Allaha yaklaşmak için yol
aramaya başlamışlar. Fakat onlara tapan gafil insanlar yine tapınmalarına devam
etmişlerdir. İşte âyet-i Kerime bu hususu açıklamaktadır.
Bazılarına göre ise
burada "Kendilerinetapınılanlardan maksat, Meleklerdir. Bir kısım
insanlar Meleklere tapıyor ve onların, Allahın kızları olduklarını iddia
ediyorlardı. Âyet-i Kerime, müşriklerin bu davranışlarının tutarsız olduğunu,
zira kendilerine tapınılan Meleklerin de Allah'a daha fazla yaklaşmak için
yollar aradıklarını beyan ediyor.
Diğer bazılarına göre
de burada "Kendilerine tapıl ani ar'dan maksat, Hz. İsa, annesi Meryem ve
Hz. Üzeyir'dir. Yahudi ve Hıristiyanlar bunları Allah'a ortak koşmuşlar ve Allah'ın
oğlu olduklarını söylemişlerdir. Âyet-i kerime Hz. İsa ve Üzeyir'in Allahın
kullan olduklarını ve ona daha fazla yaklaşmak için yollar aradıklarını beyan
ediyor ve kullara kul olmayı bırakıp Allah'a kul olmayı emrediyor. [70]
58- Hiçbir
ülke yoktur ki biz onu, kıyamet gününden önce yok etmiş veya şiddetli bir azaba
uğratmış olmayalım. Bu, Lcvh-i Mahfuzda böyle yazılıdır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, kıyamet kopmadan önce bütün Ülkeleri helak edeceğini veya azaba
uğratacağını beyan ediyor. Şüphesiz ki Allah'ın, herhangi bir ülke halkına
azabetmesi, onların hak etmiş oldukları bir cezadır. Zira Allah, hiçbir kimseye
zulmetmez.
Abdurrahman b.
Abdullah diyor ki: "Bir ülke halkında zina ve faiz ortaya çıktığında
Allah, o ülkenin helak edilmesine izin Verir".[71]
59- Onlara
mucizeler gördermeyişimizin sebibi, ancak önceki kavimlerin, kendilerine
gönderilen mucizeleri yalanlamalarıdır. Biz, Semud'a apaçık bir mucize olarak
dişi bir deve verdik. Ne var ki onlar buna zulmettiler (Yaptıklarının cezasını
da gördüler). Biz, mucize ve delillerimizi, ancak, insanları sakındırmak için
göndeririz.
Ey Muhammed, kavminin
senden istediği mucizeleri göndermeyişimizin sebEbi, senden önceki ümmetlerin,
Peygamberlerinden mucize isteyip, mucize gönderildikten sonra da iman etmemeleri
ve heiâk edilmeleridir. Nitekim biz,. Semud kavmine bir dişi deveyi apaçık bir
mucize olarak göndermiştik. Onlar, deveyi kestiler ve helak edildiler. Biz,
mucizelerimizi ancak, insanları korkutmak için göndeririz.
Abdullah b. Abbas
diyor ki:
"Mekkeli
müşrikler, Resul ullah'tan, Safa tepesini kendileri için altın yapmasını ve
dağlan düzleyerek ekecekleri bir arazi haline getirmesini istediler. Bunun
üzerine Resulullaha şöyle vahyedildi: "Dilersen onların isteklerini
ertele, dilersen onlann istekleri yerine getirilsin. Fakat istedikleri yerine
geldiği halde iman etmezlerse, daha önceki ümmetlerin helak edildikleri gibi
onlar da helak edilirler". Bunun üzerine Resûlullah: "Hayır, onlann
istedikleri olmasın. Ben,
onlan ertelemiş
olayım" buyurdu. Bunun üzerine de bu âyet-i Kerime nazil oldu. [72]
Ayet-i Kerime, Semud
kavmini, helak olan ümmetlere bir misal olarak zikretmektedir. Bunlar,
Peygamberleri Salih aleyhisselamdan, kendilerine bir mucize getirmesini
istemişler bunun üzerine Salih aleyhisselam onlara, süt ihtiyaçlarım
karşılayacak olan bir dişi deveyi mucize olarak getirmiş fakat onlar,
içecekleri suya ortak olan deveye tahammül edememiş ve onu öldürmüşler Allah
teala da onlan, bir çığlık ve yer sarsmtısıyla gelen büyük bir felaketle helak
etmiştir. [73]
60- Ey
Peygamber, hani bir zaman sana şoyje demiştik; Şüphesiz ki rabbin insanları
çepeçevre kuşatmıştır. Biz, miraç gecesi o manzaraları sana ancak, insanları
imtihan etmek için gösterdik, Kur'an'da lanetlenen ağaçla da onları imtihan
ettik. Biz, kâfirleri korkuturuz. Fakat bu, ancak onların aşırı taşkınlıklarını
artırır.
1 Ey Muhammed,
hatırla, bir zaman, sana: Şüphesiz ki biz, insanları çepeçevre kuş atmış
izdir. Seni onlardan koruruz. Peygamberliği tebliğ ederken onlardan
çekinme" demiştik. Miraç gecesinde sana gösterdiğimiz çeşitli ibret ve deliller
ise ancak insanları imtihan etmek içindi. Zira bir kısım insanlar, dinlerinden
çıkıp mürted oldular. Müşrikler de seninle alay etmeye kalktılar. Kur'anda
zikredilen ve lanetlendiği ifade edilen Zakkum ağacını da insanları imtihan etmek
için bir vasıta yaptık. Zira kâfirler: "Odunları yakıp bitiren ateşin içinde
nasıl ağaç bitecektir?" diyerek alay etmeye başladılar.
Âyet-i Kerime,
Peygamber efendimizin Miraç hadisesinin ve Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Zakkum
ağacının, insanlar için bir imtihan olduğunu beyan ediyor. Zalimlerin bu
imtihandan ibret almaları yerine, azgınlıklarını daha da artıracağım beyan
ediyor.
İsra ve Miraç
hadisesi, sûrenin başında izah edilmiştir. Zakkum ağacı hakkında ise şu âyetler
bizi aydınlatmaktadır: "İkram olarak bu mu daha hayırlıdır? Yoksa Zakkum
ağacı mı?". Şüphesiz biz onu zalimler için bir belâ kıldık. O, cehennem
dibinden çıkan bir ağaçtır. Onun tomurcuklan Şeytanların başlan gibidir.
Cehennemlikler bunlardan yerler ve karınlarını bunlarla doldururlar. Sonra
onlara, Zakkum ağacının üzerine içecekleri kaynar su karıştırılmış içkiler
vardır. Sonra onların dönüp varacakları yer, mutlaka cehennemdir. [74]
61- Bİr
zaman biz, Meleklere: "Âdeme secde edin" demiştik. Onlar hemen secde
etmişler fakat İblis secde etmemişti". Balçıktan yarattığına mı secde
edeyim?" demişti.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Hz. Âdemi yarattıktan sonra, Meleklerin ona saygı secdesinde
bulunmalarını emrettiğini, Meleklerin, Allah'ın emrine itaat
ederek Hz. Ademe saygı secdesinde bulunduklarını fakat îblis'in kibirlenerek
ve Hz. Ademi kıskanarak ona secde etmediğini: "Çamurdan yarattığın bir
varlığa mı secde edeceğim?" dediğini beyan ediyor. Böylece, inkârlarında
inat eden müşriklerin, İblis'e benzediklerine ve ona uyduklarına işaret ediyor. [75]
62- İblis
şöyle dedi: "Söyle bana, benden üstün kıldığın kimse bu mu? Yemin olsun ki
eğer beni kıyamet gününe kadar yaşatırsan, onun soyunu vesvese ile helak
edeceğim. Ancak az bir kısmı hariç".
İblis, Allah tealanın
emrine boyun eğmesi gerekirken onunla tartışmaya kalkışıyor ve Ademin soyunu
saptırarak Âdeme karşı olan kıskançlığını devam ettirmek istiyor. Bunun üzerine
Allah teala ona şu cevabı veriyor:
63- Allah
şöyle dedi: "Haydi git. Âdemin soyundan sana kim uyarsa, cezanız
cehennemdir. Bu, yeterli bir cezadır.
Allah teala îblis'e
"Haydi git. Seni kıyamete kadar erteledim. Sana kim itaat ederse kendisine
zarar vermiş olur. Zira senin de onların da cezanız cehennem olacaktır.
Cehennem azabı yeterli bir azaptır. Bundan başka bir azaba gerek yoktur"
buyurdu. [76]
64-
Onlardan, gücünün yettiklerini, vesvesenle bana karşı tahrik edip yoldan çıkar.
Atiı veya yayalarını toplayarak bütün oyunlarını ortaya koy. Onlara, mal ve ço
cılklarında ortak ol, vaadlerde bulun. Aslında Şeytan, kendisine uyanlara
aldatıcı vaadlerde bulunmaktan başka bir şey yapmaz.
Ey İblis, insanlardan,
kendilerine güç yetirebildiklerini bana isyan etmeye çağırarak kışkırt. Onları
yoldan çıkarmak için elinden geleni yap. Binekli olan veya yaya olan bütün
askerlerini de yardımına çağır. Onların, haram yollardan kazandıkları mallarına
ve zina mahsulü olan çocuklarına ortak ol. Sen onlara, düşmanlarına galip
geleceklerine dair vaadlerde bulun. Sen, sana uyanlara ancak bâtıl ve aldatıcı
şeyleri vaadedersin. Bundan başka bir şey yapamazsın.
Şeytanın, kendisine
tâbi olanların mallarma nasıl ortak olacağı hususunda şu görüşler
zikredilmektedir:
Şeytan, kendisine
uyarılan, mallarını Allah'a isyan yolunda kullandırır ve onlara haram yollardan
mal kazandırır. Böylece onların mallarına ortak olmuş olur.
Allah'a isyan yolunda
kullanılan mallar, müşriklerin putlara adadıkları veya, Şeytana uyarak
kendilerine haram kıldıkları yahut günah işleme yolunda harcadıkları mallardır.
Haram yoldan kazandıkları mallar ise faizden elde ettikleri, gasbettikleri,
başkalarını kandırarak aldıkları mallardır. Şeytanların,,kendilerine uyanların
çocuklarına ortak olmaları ise, zina mahsulü olan çocuklara, diri diri toprağa
gömdükleri veya geçim korkusuyla Öldürdükleri çocuklara, putlara nisbet
edilerek kendilerine ad takılan çocuklara ve kâfir olrak yetiştirilen çocuklara
ortak olmalarıdır. [77]
65- Şüphesiz
ki senin, salih kullarım üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur. Rabbin vekil olarak
yeter.
Allah teala îblis'e
diyor ki: "Ey İblis, bana itaat eden, benim emrimi tutan ve sana uymayan
kullarım üzerinde senin hiçbir otoriten yoktur".
Ey Muahmmed, rabbin,
sana emrettiği hususlarda senin için kâfidir. O, sana yeter. O halde sen onun
emrine boyun eğ ve Peygamberliğini şu müşriklere tebliğ et. Onların
hiçbirisinden korkma. [78]
66- Lütfuyla
nimetler elde etmeniz için denizde gemileri yüzdüren rabbinizdir. Şüphesiz ki
o, size merhametlidir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, kullarına verdiği nimetlerden biri olan, gemileri denizde yürütme
lütfunu beyan etmekte, bundan sonra gelen âyet-i Kerimede de insanların, bu
nimetin kadrini bilmediklerini, ancak denizde bir tehlike geçirince Allah'a
yönelip ona yalvarmak mecburi yelinde kaldıklarını beyan ediyor, insanın
nankörlükte çok ileri gittiğini açıklıyor. [79]
67- Denizde
herhangi bîr tehlikeye maruz kaldığınızda, Allah'tan başka, yardımını istediğiniz
bütün putlar hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya
çıkarınca da, yüz çevirirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür.
İnsan, başka herhangi
bir kimsenin yardımını temin edemeyeceği durumlarda sıkışıp kalınca hemen
Allah'a yalvarmaya başlar, ona sığınır. Denizde fırtınaya yakalanan insanlar da
bunun bir misalidir. Denizde ölüm tehlikesiyle karşılaşan insan, Allah'a
yalvarır fakat oradan kurtulup karaya çıkınca geçirmiş olduğu tehlikeyi
unutarak, kendisini kurtaran rabbinden yüzçevirir. Bu haliyle insan, gerçekten
nankör bir varlıktır. [80]
68- Sizi,
karada yerin dibine batırmayacağından veya başınıza taş yağdırmayacağından emin
misiniz? Sonra kendinize bir yardımcı da bulamazsınız.
Ey insanlar denizde
geçirmiş olduğunuz tehlikeden uzaklaşıp karaya çıkınca size başka bir
felaketin gelmeyeceğinden emin misiniz? Allah'ın sizi, karada olduğunuz halde
yerin dibine geç irmeyeceğinden veya üzerinize gökten taş yağdırmayacağından
emin misiniz? Bundan emin olmayın ve bilin ki sizi Allah'ın azabından
kurtaracak bir yardımcı da bulamazsınız. [81]
69- Yoksa
sizi tekrar denize döndürerek üzerinize kasırgalar göndermemesinden, inkârınız
sebebiyle sizleri bağlamamasından emin misiniz? Sonra bizden, yaptıklarımızın
hesabını soracak birini de bulamazsınız.
Denizde tehlikeyle
karşılaştığınızda Allah'ın birliğini ikrar edip sonra karaya çıkınca da ondan
yüzçeviren insanlar, Allah'ın, kendilerini tekrar denize döndürüp üzerlerine
helak edici rüzgârlar göndermeyeceğinden ve onları, inkârları yüzünden denizde
boğmayacağından emin midirler? Allah bunu yaparsa onu hesaba çekecek biri mi
bulunacaktır? Elbette ki hayır. Böyle bir kimsenin bulunması mümkün değildir.
O halde bu insanlar, Şeytanın aldatmasından nelere güvenip te Allah'a isyan
ederler? [82]
70- Şühhesiz
ki biz, Âdemoğlunu şerefli kıldık. Karada ve denizde onları taşıttık. Helâl ve
temiz şeylerle rızıklandırdik. Onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün
kıldık.
Şüphesiz ki biz,
Âdemoğlunu, diğer varlıklara hakim kılarak, diğer varlıkları onun hizmetine
vererek şerefli bir varlık kıldık. Biz onları karada ve denizde çeşitli
binekler üzerine bindirerek taşıttık. Diğer canlılar için böyle bir
imkân vermedik ve
onları temiz ve helâl yiyecek ve içeceklerle nzıkl and irdik. Biz onlan,
yarattıklarımızın birçoğundan pek üstün kıldık.
İnsanın diğer
varlıklardan farklı ve üstün olan tarafları, akıl sahibi olması,
konuşabilmesi, iyiyi kötüden seçebilme yeteneğine sahibolması, şeklinin güzel
olması, boyca uzun olması, işlerini elleriyle görüp diğer ihtiyaçlarını onlarla
gidermesi gibi meziyetlerdir. [83]
71- Kıyamet
günü, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Amel defteri sağından
verilenler, işte onlar kitaplarını okurlar. Kıl kadar haksızlığa
uğratılmazlar.
Âyet-i Kerimede geçen
"Önderler"in kimler ve neler oldukları hakkında şunlar
zikredilmiştir: Burada zikredilen önderler, her ümmetin kendilerine gönderilmiş
olan Peygamberleri veya her ümmetin Peygamberlerine verilen kitap yahut amel
defterleri ya da her ümmetin, dUnyada kendilerine önder kabul ettiği
liderleridir.
Taberi bu görüşü
tercih etmektedir. [84]
72- Bu
dünyada manen kör olan, âhir ette de kördür. Hatta daha da sapıktır.
Kim bu dünya
hayatında, Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetlere karşı kör olursa ve
dünyada Allah'ın kuvvet ve kudretini gösteren delil ve alâmetleri görmeyip kör
gibi yaşarsa, elbette o, âhirette de kör muamelesi görecek ve bu kimse
âhirette daha da kötü bir durumda bulanacaktır Zira oradaki yeri cehennem
olacaktır. [85]
73- Ey
Muhammed, müşrikler, sana vahyettiğimizin dışında başka şeyleri bize karşı
iftira etmen için, nerdeyse seni, vahyettiğmiz hakkında şüpheye düşüreceklerdi.
İşte o zaman seni dost edinirlerdi.
Müşrikler, Resulullah
(s.a.v.)i dâvasından alıkoymak ve onu, üzerinde bulunduğu hak yoldan saptırmak
için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bazen, Resûlullah'tan, müslüman olmaları
için kendilerine mühlet vermesini ve bu sırada da putlarına tapmalarına ses
çıkarmamasını istemişler, bazen, Resulullahın, onlara ait putları eleştirmekten
vazgeçmesini, böylece İslâm'a ısınabileceklerini söylemişler, zaman olmuş,
Resulullahm, kendi putlarına tapması halinde kendilerinin de Allah'a ibadet
edeceklerini teklif etmişler, hattâ, maî ve kadın teklif ederek Peygamberlik
iddiasından vazgeçmesini istemişler bazen de, Allah'a iman eden zayıf insanları
yanından kovması halinde iman edeceklerini söylemişlerdir.
Bütün bu teklifler
karşısında Allah teala Peygamberini uyarmak için âyetler indirmiştir. Bu
hususta diğer âyetlerde şöyle Duyuruluyor. "De ki: Ey kâfirler, ben, sizin
taptıklarınıza ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime tapacak değilsiniz.. [86]"Kâfirlerden
bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimetlerine heveslenip göz dikeyim deme.
Onların akıbetlerine üzülme. [87]
"Sırf Allah'ın nzasını dileyerek sabah akşam rablerine dua edenleri
huzurundan kovma... [88]
74-75- Eğer
seni, azimli ve sebatlı kılmasaydık, nerede ise onlara az da olsa
meyledecektin. Eğer onlara biraz olsun mcyletseydin, dünya ve âhiretin azabını
sana kat kat (attırırdık. Sonra kendin için bize karşı bir yardımcı da
bulamazdın.
Ey Muhammed, şayet
seni, müşriklerin davet ettikleri fitneden koruyup hak yolda kararlı
kılmasaydık onlara neredeyse az da olsa meyledecektin. Eğer onlara, az da olsa
meyledecek olsaydın, o takdirde sana, dünyanın da âhiretin de kat kat azabını
tattınrdik. Bu takdirde seni, bizim azabımıza karşı savunacak hiçbir kimse de
bulamazdın.
Katade diyor ki:
"Bu âyet-i Celile inince Resulullah (s.a.v.) şöyle demiştir: "Ey
Allah'ım, sen beni, bir an bile olsa kendi halime bırakma".[89]
76-77-
Kâfirler, ncrdeyse seni yurdundan çıkarmak için tedirgin etmeye çahşirlar:
Şayet onlar bunu başarsalar bile senden sonra onlar orada ancak az bir zaman
kalacaklardır. Bizim, senden önce gönderdiğimiz Peygamberlere de uygulaya gel
d iği m iz kanunumuz budur. Ey Peygamber, sen bizim kanunlarımızda bir eksiklik
bulamazsın.
Resulullah (s.a.v.)m,
kimler tarafından rahatsız edildiği ve nereden çıkarılması istendiği hususunda
farklı görüşler zikredilmektedir:
Bazılarına göre,
Yahudiler, Resulullah'm Medine'den çıkarılarak Şam'a göstmesini istemişler ve
ona: "Şam topraklan Peygamberler toprağıdır. Medine Peygamberler toprağı
değildir. Sen orya gidersen sana iman edenler artar" demişlerdir.
Taberi ve İbn-i
Kesir'in tercih ettikleri görüşe göre ise, Resulullah'i yurdundan çıkarmak
isteyenler, Kureyş müşrikleridir. Çıkarılması istenen yer de Mekke'dir. Katade
ve Mücahid de bu görüştedirler.
Resuîullahı Mekke'den
hicret etmeye zorlayan müş;riklerin liderleri, Resulullah'm oradan hicret
ederek ayrılmasından sonra Bedir savaşında öldürülmüşler ve böylece, âyet-i
Kerimenin ifade ettiği gibi onlar da orada az bir zaman kalabilmişler ve Allah
tealanın, Peygamberlerine karşı gelenleri cezalandırma kanunu tahakkuk
etmiştir. [90]
78- Güneşin
batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar geçen vakitler içinde namazı kıl.
Sabah namazını da kıl. Doğrusu, sabah namazında melekler hazır bulunur.
Müfessirlerin izahına
göre bu âyet-i Kerime, namazın beş vaktini de açıklamaktadır. Güneşin tam tepe
noktasından batıya doğru kaymasından başlayıp batması zamanına kadar Öğle ve
ikindi namazları kılınmaktadır. Güneşin batışından sabaha kadar ise akşam ve
yatsı namazları kılınmaktadır. Sabah namazı da ayrıca zikredilmektedir. Sabah
namazının şahitli olduğu, yani Meleklerin onda hazır bulunduğu ifade
edilmektedir. Sabah namazının şahitli olması, müfessirlerin beyanına göre,
gündüz Melekleri ile gece Meleklerinin nöbet değiştirirken bu namaza şahit
olmalarıdır. [91]
79- Ey
Muhammed, gecenin bir bölümünde, sadece sana mahsus nafile namazı kıl. Muhakkak
rabbin seni, öğülmüş bir makama erdirecektir.
Âyet-i Kerimede,
Resulullaha, gece namazı kılması emrediliyor. Mü-fessirler bu namazın, sadece
Resulullaha mahsus olduğunu, ümmetinin ise bu namazı kılmakla mükellef
olmadığını söylemişler. Bazı müfessirler ise "Burada Resulullahtan,
kılması istenen gece namazı, onun için, günahlarının affına bir vasıta
değildir" demişlerdir. Bu itibarla "Şana mahsus nafile namazı"
ifadesi kullanılmıştır. Zira Resulullahın geçmiş ve gelecek bütün günahlarının
affedildiği belirtilmiştir. Halbuki ümmeti için bu namazlar, günahlarının
affına vesiİe-dir. Ümmetinden her kim gece kılman teheccüd namazı gibi nafile
namazları kılmaya devam ederse günahları affolunur.
Âyet-i Kerimede,
Resulullahın, "Öğülecek bir makama erdirileceği" zikrediliyor.
Müfessirler bu makamın, Resulullahın, ümmetine şefaat edeceği makam olduğunu
söylemektedirler. Resulullah bu makama erişince o makamıyla Öğülecek ve
Peygamberlerin en efdali olduğu ortaya çıkacaktır.
Resulullahın, âhirette
ümmetine şefaat edeceğini beyan eden çeşitli Ha-dis-i Şerifler mevcuttur. Şu
Hadis-i Şeriflerinde buyuruyor ki: Ebu Hureyre (r.a.)den şöyle rivayet
olunmuştur: "Bir gün Resulullah (s.a.v.)ın sofrasına et yemeği getirildi.
Ve kol tarafından bir parça aynlıp önüne kondu. Çünkü Resu-luliah etin bu
kısmını severdi. Ondan, ön dişleriyle bir lokma kopardı. Sonra şöyle buyurdu:
"Ben, kıyamet gününde bütün insanların efendisiyim. Bu neden bilir
misiniz?" diyerek şöyle izah etti: "Dünyada önce ve sonra gelmiş ne
kadar insan varsa bunların hepsini Allah teala kıyamet gününde düz ve geniş bir
sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş bir meydan ki orada bir çağına seslenince
sesini herkes duyabilecek ve bakan bir kişinin gözü mahşer halkını bir bakışta
görebilecek. Bir de güneş yaklaşacak. Artık insanların sıkıntısı ve kederi
dayanılmaz ve tahammül olunmaz bir dereceye varapak. Bu sırada insanlar birbirlerine:
"Size erişen şu faciayı görmüyor musunuz? Rabbiniz katında size şefaatçi
olacak birini niçin aramıyorsunuz?" diyecekler. Bunun üzerine mahşer
halkının bazısı bazısına: "Haydi Âdem'e gidiniz" diyecek. Mahşer
halkı Âdem aleyhisselama gelecek ve ona:
Ey insan neslinin
babası, Alah teala seni kudret eliyle yarattı, sana kendi ruhundan hayat verdi.
Sonra Meleklere emredip onlar da sana secde ettiler. Rabbinden bizim için
şefaat dile. Ey atamız, içinde bulunduğumuz şu müşkül vaziyeti görmüyor musun?
Başımıza gelen şu musibeti bilmiyor musun?" diyecekler. Âdem de:
Rabbim bugün
gazaplıdır. O derecede ki, ne bundan önce böyle bir gazap etmiştir ne de bundan
sonra bu türlü gazap eder. Hem, Cenab-ı Hak, bana, cennetteki ağacın
meyvasmdan yemeyi yasaklamış iken ben âsî olup yemiştim (Artık size şefaat
edemem. Şimdi ben kendimi düşünüyorum). Vay nefsim, nefsim, nefsim. Siz, benden
başka bir şefaatçi bulunuz. Nuh'a gidiniz" diyecek. Onlar da Nuh'a
varacaklar ve:
Ey Nuh, sen,
yeryüzünde Allah'tan başka şeylere tapan insanlara Peygamber olarak
gönderilenlerin ilkisin. Allah sana Kur'anda "Çok şükreden kul" adını
verdi. Hakkımızda rabbine şefaatçi ol. Ne acıklı vaziyette olduğumuzu görmüyor
musun?" diyecekler. Nuh Peygamber de:
Aziz ve Celil olan
rabbim bugün gazaplıdır. Öyle ki ne şimdiye kadar böyle gazaplarımıştır ne de
bundan sonra böyle gazaplanır. Hem de ben, vaktiyle kavmimin helaki için dua
etmiştim (Bu cihetle kendimi düşünüyorum). Vay nefsim, nefsim, nefsim. Şimdi siz başka bir şefaatçi
arayınız. İbrahim'e gidiniz" diyecek. Onlar da ibrahim aleyhisselama vanp:
Ey İbrahim, sen,
yeryüzündeki insanlardan, Allah'ın Peygamberi ve Allah'ın dostu bir zatsın.
Rabbin tealaya hakkımızda şefaat dile. Şu acıklı halimizi görmüyor musun"
diyecekler. İbrahim Peygamber de onlara:
Bugün rabbim
gazaplıdır. Öyle ki ne bundan evvel böyle gazap etmiştir. Ne de bundan sonra
böyle gazaplamr. Hem de ben, üç kere yalan söylemiştim [92]
(Şimdi kendimi düşünüyorum). Vay nefsim, nefsim, nefsim. Artık siz başka bir
şefaatçi arayınız. Musa'ya gidiniz" diyecektir. Onlar da Musa aleyhisselama
vanp:
Ey Musa, sen, Alîah'm
Peygamberisin, Allah seni Peygamber seçerek ve seninle konuşarak seni, diğer
insanlardan üstün kıldı, Rabbin teala katında bize şefaatçi ol. Ne kadar
ızdirap içinde olduğumuzu görmüyor musun?" diyecekler. Musa Peygamber de
onlara:
Rabbim bugün
gazaplıdır. Öyle ki ne şimdiye kadar bu kadar gazaplı görülmüş ne de bundan
sonra bu kadar gazaplı görülecektir. Hem de ben, öldürmekle emredilmediğim
halde bir adam öldürdüm[93]
(Şimdi ben, nefsimi düşünüyorum) Vay nefsim, nefsim. Şimdi siz, başka bir
şefaatçi arayınız. İsa'ya gidiniz" diyecek, onlar da İsa aleyhisselama
vanp:
Ey İsa, sen, Allah'ın
Resulüsün ve Allah tarafından Meryem'e konulan bir söz ve ondan bir ruh'sun.
Sen, beşikte bir çocuk iken insanlarla konuştun. Rabbine hakkımızda şefaatçi
ol. Nasıl bir ızdırap içinde olduğumuzu görmüyor musun?" diyecekler. İsa
Peygamber de onlara:
Rabbim bugün
gazaplıdır. Öyle ki ne bundan evvel böyle gazaplan-mıştır, ne de bundan sonra
böyle gazaplanacaktır" diyecek ve hiçbir günah zikretmeyecek, "Vay
nefsim, nefsim" diyerek endişesini izhar edecek ve "Benden başka bir
şefaatçi bulunuz, Muhammed (s.a.v.)e gidiniz" diyecek, onlar da Mu-hammed
(s.a.v.)e gelerek:
Ey Muhammed, sen,
Allah'ın Peygamberisin ve Peygamberlerin so-nuncususun. Allah, geçmişte ve
gelecekteki bütün günahlarını affetmiştir. Rab-bin tealaya hakkımızda şefaatçi
ol. Nasıl bir elem ve ızdirap içinde olduğumuzu görmüyor musun?"
diyecekler.
Bunun üzerine ben
hemen gidip Arş'ın altına varacağım ve Aziz ve Celil olan rabbime secdeye
kapanacağım. Allah bana, benden önce hiçbir kimseye ilham etmediği hamdetmeyi
ve kendisini en güzel şekilde övmeyi bana ilham edecek (Ben de ona
hamdedeceğim). Ben, bana ilham edildiği şekilde Allah'a hamdü senadan sonra,
Allah tarafından:
Ey Muhammed, başını
kaldır iste. Dileğin verilecektir, şefaat et, şefaatin kabul edilecektir"
buyurulacak ben de secdeden başımı kaldırıp:
Ya Rab, ümmetim! Ya
rab, ümmetim! Ya Rab, ümmetim! diye ümmetim hakkında şefaat edeceğim. Bunun
üzerine:
Ey Muhammed,
ümmetinden, hesap ve suale lüzumu olmayanları Cennet kapılarından, sağ kapıdan
Cennete koy. Onlar, Cennetin öbür kapılarından da diğer insanlarla beraber
girebileceklerdir" buyurulacaktır.
Sonra Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Hayatım, kudret
elinde olan Allah tealaya yemin ederim ki, Cennetin kapısının kanatlarından iki
kanadın arası, Mekke ile Himyer yahut Mekke ile Busra arası kadar geniştir. [94]
* Peygamber efendimiz
diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor:
"Kim, namaza
daveti (Ezan ve Kameti) işitince: "Ey Allah'ım, ey bu tam davetin ve
kılınmaya başlanan namazın rabbi, sen Muhammed'e cennetteki yüce makamı ve
üstün dereceyi ver ve onu, vaadettiğin övülecek makama eriştir" diyecek
olursa kıyamet gününde şefaatim ona gerekli [95]
80- Şöyle
de: "Rabbim beni (Girdirdiğine) hoşnutlukla girdir. (Çıkardığından)
hoşnutlukla çıkar. Sen bana, nczdindcn yardımcı bir kuvvet
ver.
Müfessirler, Allah
tealanın, Resulullaha hoşnutlukla girmeyi ve hoşnutlukla çıkmayı dilemesini
emrettiği şeyin ne olduğu hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
Bazılarına göre,
hoşnutlukla girdirilmesi istenen Medine şehri, hoşnutlukla çıkarılması istenen
ise Mekke şehridir. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Abdullah b. Abbas bu
âyetin nüzul sebebi hakkında şöyle demektedir:
"Resulullah
(s.a.v.) Mekke'de bulunuyordu. Sonra ona hicret etmesi emredildi. Bunun üzerine
"Ey Muhammed, şöyle de: "Rabbim beni (Girdirdiğine) hoşnutlukla
girdir. (Çıkardığından) hoşnutlukla çıkar. Sen bana, nezdinden yardımcı bir
kuvvet ver" âyeti nazil oldu[96]
Bazılarına göre ise,
hoşnutlukla girdirilmesi istenen ölüm, hoşnutlukla çıkarılması istenen de
kıyamet gününde kabirdir.
Bazılarına göre de,
hoşnutlukla girdirilmesi istenen, Peygamberliktir. Hoşnutlukla çıkarılması
istenen de Peygamberlik görevinin yerine getirilmesidir.
Yine bazılarına göre,
hoşnutlukla girdirilmesi ve çıkarılması istenen, namazdır.
Âyet-i Kerimenin
sonunda ifade edilen "Yardımcı kuvvetin ne olduğu hususunda şu görüşler
zikredilmiştir.
Bazılarına göre
istenilen bu yardımcı kuvvet, maddi bakımdan güçlenmedir. Resulullah (s.a.v.)
rabbinden, maddi bakımdan güçlendirilmesini ve böylece o zamanın iki süper
Devleti olan Bizans ve Fars imparatorluklarını yenebilmesini istemiştir. Taberi
bu görüşü desteklemektedir.
Bazılarına göre ise bu
yardımcı kuvvet, manevî kuvvettir. O da, Allah te-alanın, Peygamberine karşı
çıkacak olanları mağlup edeceği delilleri vermesidir. [97]
81- Ey
Muhammed, de ki: "Hak geldi bâtıl yok oldu. Şüphesiz ki bâtıl yok olmaya
mahkûmdur.
Müfessirler, bu âyet-i
Kerimede zikredilen Hak ve Bâtü'dan neyin kastedildiği hususunda şu görüşleri
zikretmişlerdir:
Bazılarına göre
Hak'tan maksat, Kur'an-ı Kerim, Bâtıl'dan maksat ise Şeytandır. Buna göre
âyet-i Kerimenin nânâsi "De ki: Hak geldi Şeytanın gücü yok oldu"
şeklindedir. Bazılarına göre ise Hak'tan maksat, kâfirlere karşı Cihad etmek,
bâtıldan maksat ise Allah'a ortak koşmak ve inkârda bulunmaktır. Buna göre
âyetin mânâsı "De ki: Cihad emri geldi artık Allah'a ortak koşmak ve
kâfirlik sona erdi" şeklindedir.
Taberi: "Buradaki
Hak'tan maksat, Allah tealayı razı edecek her davranış ve itaattir. Bâtıldan maksat
ise, Allah tealanın rızasına ters düşecek ve Şeytanı razı edecek
davranıştır" demektedir.
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) Mekke'yi fethettiğinde Kabe'nin çevresinde üç yüz altmış tane put
vardı. Resulullah (s.a.v.) elindeki sopa ile onları dürtüyor ve "Hak geldi
bâtıl yok oldu. Şüphesiz ki bâtıl yok olmaya mahkûmdur" "...Hak geldi
bâtıldan bir eser kalmadı. Bir daha geri dÖnmez[98]âyetlerini
okuyor[99]
82- Biz
Kur'anı, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olarak indiriyoruz. Kur'an,
zalimlerin ise ancak zararını artırır.
Kur'an-ı Kerim, manevî
hastalıkların şifasıdır. İnsanları cehalet ve sapıklık karanlık! annd an
kî.larmak için tedavi eder. Hakkı görmeyen kör gözleri açar. A.ynca Kur'an-ı
Kerim, müminler için bir rahmet kaynağıdır. Zira ona iman eden müminler, onun
hükümleriyle amel edip cenneti kazanırlar ve cehennemin azabından uzaklaşmış
olurlar. Bundan daha büyük bir rahmet düşünülebilir mi? Kur'an, onu hJcâr eden
kâfirlerin ise ancak zararlarını artırır. Zira kâfirler, onu inkâr ederek
emirlerini tutmazlar, yasaklarından kaçınmazlar. Böylece cehennemin azabını
hak ederler.
Bir kısım âlimler,
Kur'an-ı Kerimin, manevî hastalıklarla birlikte maddî hastalıklar için de şifa
olduğunu söylemiş ve delil olarak da şu Hadisa-i Şerifi zikretmişlerdir:
Abdullah b. Mes'ud
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu; Siz, iki şifayı elden bırakmayın. Bal'ı ve Kur'anı. [100]
Hz. Ali (r.a.) diyor
ki: "Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"İlaçların en
hayırlısı Kur'andır. [101]
Dârimî, Abdülmelik b.
Umeyr'in şöyle söylediğini rivayet ediyor:
"Resulullah
(s.a.v.) "Fatiha da her hastalığa şifa vardır" buyurdu[102]
83- İnsanı
nimetlendirdiğimizdc (Bizi hatırlamaktan) yüzçevirir. (Verdiklerimizin şükrünü
eda etmekten) uzaklaşır. Bir sıkıntıya düştüğü zaman da ümitsizliğe kapılır.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, kendisinin himayesine mazhar olan insanların nankörlük ettiklerini,
kendilerine mal, sıhhat ve zafer gibi nimetler verildiğinde Allah'a itaat ve
ibadetten yüzçevird iki erini ve yan çizdiklerini, buna mukabil, herhangi bir
sıkıntıya düştüklerinde de ümitsizliğe kapıldıklarını, zira ümidin asıl
kaynağının inanç olduğunu, inançsızın tutunacağı bir dal bulunmadığını beyan
ediyor.
Bu hususta başka
âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Yemin olsun ki biz insana katımızdan bir
rahmet verip sonra onu kendisinden alırsak şüphesiz ki insan, ümitsizliğe düşer
ve nankörleşir" "Yemin olsun ki biz insana, uğradığı zarardan sonra
tekrar nimetler tanırsak "Kötülükler başımdan gitti" der. Şüphesiz ki
insan, çok sevinen ve çok öğünendir." "Ancak sabredenler ve iyi amel
işleyenler bundan müstesnadır. İşte onlara, günahlarından bağışlanma ve büyük
mükâfaat [103]
84- Ey
Peygamber de ki: "Herkes kendi yolunda yürür. Kimin yolunun daha doğru
olduğunu rabbin daha iyi bilir.
Bu âyet-i Kerime şu
şekilde izah edlimiştir: "Herkes tuttuğu yola göre amel eder. Kimin
yolunun daha doğru olduğunu ise rabbin daha iyi bilir".
"Herkes kendi
dinine göre amel eder. Kimin yolunun daha doğru olduğunu ise rabbin daha iyi
bilir".
"Herkes kendi
niyetine göre hareket eder. Kimin yolunun daha doğru olduğunu ise rabbin daha
iyi bilir".
"Herkes kendi
mizaç ve tabiatına göre hareket eder. Kimin yolunun daha doğru olduğunu ise
rabbin daha iyi bilir".[104]
85- Ey
Muhammcd, sana ruh'tan soruyorlar. De ki: "Ruh, rabbimin bileceği bir
şeydir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.
Abdullah b. Mes'ud, bu
âyet-i Kerimenin nüzul sebebi hakkında şöyle diyor:
"Bir gün ben,
Resulullah (s.a.v.) ile birlikte ekinlerin içinde bulunuyordum. Resulullah,
hurma dalından olan değneğine dayanıyordu. O anda oradan Yahudiler geçti.
Birbirlerine: "Ona ruh'un ne olduğunu sorun" dediler. Resulullah
(s.a.v.) "Bu hususta sizi şüpheye düşüren nedir?" diye sordu.
Yahudilerden bazıları diğerlerine şöyle dediler: "Sonra o size, istemediğiniz
bir cevapla karşılık vermiş olmasın". Sonra (Kendi aralarında
kararlaştırıp) "Ona ruh'un ne olduğunu sorun" dediler. Ve sordular.
Resulullah (s.a.v:) bir müddet sustu, onlara cevap vermedi. Ben anladım ki o
anda vahiy geliyor. Olduğum yerde kaldım. Vahiy gelince Resulullah (s.a.v.)
"Ey Muhammed, sana ruhtan soruyorlar. De ki: "Ruh, rabbimin bileceği
bir şeydir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir" âyetini okudur. [105]
Müfessirîer, bu âyet-i
Kerimede zikredilen Ruh'tan neyin kastedildiği hakkında çeşitli görüşler
zikretmişlerdir.
Bir görüşe göre
buradaki Ruh'tan maksat, İnsanoğlunun bedenindeki Ruh'tur. Yahudiler,
Resulullaha, "Allah tarafından, insanın bedenine konan Ruh'a nasıl azap
edilir?" şeklinde bir soru sormuşlar bunun üzerine bu âyet-i Kerime onlara
cevap olarak nazil olmuştur.
Diğer bir görüşe göre
ise buradaki Ruh'tan maksat, Cebrail aleyhisselam-dır. Başka bir görüşe göre de
buradaki Ruh'tan maksat, çok büyük bir Melektir.
Âyet-i Kerimenin
sonunda "Size ancak az bir bilgi verilmiştir" buyurulmaktadır.
Buradan anlaşılmaktadır ki, insanoğlu ilimden ne kadar payını alırsa alsın onun
ilmi, her şeyi bilen Allah'ın ilmi yanında pek az bir şeydir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) Hz. Musanın, Hızır aleyhisselam ile birlikte yaptıkları yolculuğu anlatırken
şunu da zikretmektedir:
"...Musa Hızır'a
'Sana öğretilen hikmetli ilimden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir
miyim? dedi. Hızır da Musa'ya 'Ey Musa, sen benimle arkadaşlık etmeye
sabredemezsin. Zira ben, Allah'ın bana Öğrettiği ve senin bilmediğin bir ilme
sahibim. Sen de, Allah'ın sana öğrettiği ve benim bilmediğim bir ilme
sahihpsin" dedi. Musa da "İnşallah beni sabredenlerden ve herhangi
bir hususta sana karşı gelmeyenlerden bulacaksın" dedi. Her kişi de
denizin kenarında yürümeye başladılar. Binecekleri bir gemi yoktu. O sırada bir
gemi geldi. Gemicilerden, kendilerini de almalarını istediler. Orada Hızır'ı
tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. Bir ara bir serçe gelip
geminin kenarına kondu ve denizden gagasıyla bir veya iki defa su aldı. Bunu
gören Hızır aleyhisselam dedi ki: "Ey Musa, bu serçenin gagasıyla aldığı
su denize nisbetle ne kadarsa senin ve benim ilmim de Allah'ın ilmine göre o
kadardır. [106]
86-87- Yemin
olsun ki, dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız. Sonra İme
karşı sana yardım edecek bir vekil de bulamazsın.
Fakat rabbindcn bir
rahmet olarak biz bunu yapmadık. Gerçekten rabbinin lütfü çok büyüktür.
Ey Muhammed, yemin
olsun ki, eğer dileyecek olursak, Kur'an'da sana vahyetüğimiz bilgileri yok
ederiz de artık bir şey bilemez olursun. Sonra da bize karşı kendini savunacak
bir vekil bulamazsın. Fakat biz, katımızdan bir rahmet olarak bunu böyle
yapmadık. Verdiğimiz bilgileri sende bıraktık ki ümmetine öğretesin, onlar da
doğru yolu bulmuş olsunlar. -Şüphesiz ki rabbinin sana olan lütfü pek büyüktür.
Zira seni insanlar arasından Peygamber seçmiş, sana kitap vermiş ve
Peygamberlerin sonuncusu kılmıştır. Bununla birlikte sana daha nice nimetler
ihsan etmiştir. [107]
88- Ey
Muhammed, de ki: "Yemin olsun ki insanlar ve Cinler, Kur'anın bir
benzerini meydana getirmek için biraraya gelseler de, hiçbir zaman onun bir
benzerini meydana getiremeyeceklerdir. Hattâ birbirlerine yardımcı olsalar
bile.
Taberî bu âyet-i
Kerimenin nüzul sebebi hakkında şunu zikretmektedir: "Bir kısım Yahudiler
Resulullah'a gelerek Kur'an-ı Kerim hakkında onunla tartışmışlar ve ondan,
kendisinin Peygamberliğini gösteren delillerden, Kur'an-ı Kerimin dışında bir
delil getirmesini istemişler, kendilerinin de Kur'an gibi bir kitap
getirebileceklerini iddia etmişler ve bunun üzerine de bu âyet-i Kerime nazil
olmuş ve onlara meydan okumuştur. [108]
89- Şüphesiz
ki bu Kur'anda insanlara her çeşit misali vermişizdir. Fakat insanların çoğu
yine de inkârlarında ısrar ederler.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde, insanlar için her çeşit misali
zikrettiğini, bununla beraber, insanların çoğunun hakkı inkârda ısrar
ettiklerini beyan ediyor. Bu da, insanların çoğunun,
akıllarını
kullanmadıklarını, hakkı düşünüp nasihatlerden pay almadıklarım göstermektedir. [109]
90-91-92-93-
Kâfirler şöyle dediler: "Bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça asla
iman etmeyeceğiz. Veya içinde hurma ve üzüm bulunan bir bahçen olsun,
ortasından ırmaklar fışkırt. Yahut, sandığın gibi göğü başımıza parça parça
düşür veya Allah'ı ve Melekleri karşımıza getir. Yahut altından bir evin olmalı
veya göğe çıkmalısın. Allah'tan, Peygamber olduğunu yazan, okuyabileceğimiz bir
kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız". Ey Muhammed, sen onlara
şöyle de: "Rabbimi tenzih ederim. Nihayet ben de, Peygamber olan bir
insandan başka bir şey değilim".
Bu âyet-i Kerimelerin
nüzul sebebi hakkında şunlar anlatılıyor: Mekke'de yaşayan Utbe b. Rebia, Şeybe
b. Rebia, Ebu Cehil, Velid b. Muğire gibi kâfirler bir gün biraraya toplanarak
Resulullahı yanlarına davet ettiler ve ondan, yerden pınarlar fışkırtmasını
veya nehirler akıtmasını, yahut göğü parça parça edip üzerlerine düşürmesini
veya Allah'ı ve Melekleri göstererek. Peygamberliğinin doğru olduğuna şahit
göstermesini istediler. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu ve müşriklere,
Resulullahm da onlar gibi bir insan olduğunu, bunları yapmanın ise ancak
Allah'ın elinde olduğunu beyan etti. Böylece Resulullahı, müşriklerin iman
etmemelerine karşılık teselli etmiş oldu. [110]
94-
İnsanlara hidayet geldiği zaman, onların iman etmelerine engel olan sebep
sadece: "Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?" demeleridir.
Ey Muhammed, insanlara
senin peygamber olduğunu gösteren açık deliller geldiği halde, onların inkâr
etmelerine sebep oîan şey, bir insanın, Peygamber olarak gönderilmesini garip
karşılamalarıdır.
Müşrikler, bir insanın
Peygamber olarak gönderilemeyeceğini iddia ediyor ve Peygamberlik gibi bir
vazifenin, insan gücünün üstünde bir güce sahip olan Melek gibi bir varlığa verilmesi
lâzım geldiğini iddia ediyorlardı. Allah teala bunlara cevaben buyuruyor ki: [111]
95- Ey
Peygamber, de ki: "Yeryüzünde huzur içinde dolaşan Melekler olsaydı
elbette biz onlara, Peygamber olarak gökten bir Melek gönderirdik.
Her varlık, kendi
cinsinden olan varlıkları bilir ve onların halinden anlar. Yeryüzündeki
insanlara, yemeyen, içmeyen ve beşeri herhangi bir ihtiyacı bulunmayan bir
Melek, Peygamber olarak gönderilecek olsaydı elbette ki o Melek, insanların
halinden anlamayacak, o insanlar için neyin uygun olduğunu takdir edemeyecek ve
her hususta onlara örnek olamayacaktı. Bu itibarla Allah tealanm, insanlara,
kendi cinslerinden birini Peygamber olarak göndermesi onun bir lütfü ve
merhametinin ifadesidir. [112]
96- De ki:
"Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Çünkü o, kullarından
haberdardır. (Yaptıklarını) çok iyi görendir.
Ey Muhammed, de ki:
"Benimle sizin aranızda. Peygamberliğimin doğruluğuna dair. şahit olarak
Allah yeter. Zira Allah, kullarının işinden haberdardır ve yaptıklarını çok iyi
görendir. [113]
97-
Allah'ın, doğru yola scvkcttiği kimse hidayettedir. Kimi de saptırırsa, sen,
Allah'tan başka onlar için dostlar bulamazsın. Biz onları kıyamet gününde
yüzükoyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak toplayacağız. Sığınacakları yer
cehennemdir. Cehennemin ateşi her hafifledikçe onun ateşini artırırız.
Ey Muharnmed, Allah,
kimi imana, seni tasdik etmeye ve sana gönderilenleri kabul etmeye muvaffak
kılarsa işte doğru yola erişen ve olgunluğa ulaşanlar onlardır. Allah, her kimi
de hak'tan saptırır, kendisine iman etmeye ve Peygamberini tasdik etmeye
muvaffak kılmazsa iyi bil ki onlar için Allah'tan başka herhangi bir dost ve
yardımcı bulunmayacaktır. Biz onları, kıyamet gününde yüzleri üzerinde
süründürerek bir araya getireceğiz. Onlar, kendilerine zevk verecek şeyleri
görmekten kör, sevindirecek şeyleri işitmekten sağır, ve delil getirmekten
dilsiz olacaklardır. Buna mukabil onlar, cehennemliklerin nasü yandıkların
görecekler, onun uğultusunu işitecekler ve: "Keşke dünyada iken toprak
olsaydık" diye konuşacaklardır. Onların varacağı yer, cehennemdir. Onun
ateşi her sakinleştikçe biz onun alevini artıracağız.
Enes b. Mâlik diyor
ki:
"Bir adam gelip
Resulullaha şöyle dedi: "Ey Allah'ın peygamberi, kâfir olan bir insan,
kıyamet gününde yüzüstü yürüyerek mi haşrolacaktır?". Resulullah:
"Dünyada iken onu ayaklan üzerine yürüten Allah, kıyamet gününde yüzüstü
yürütmeye kadir olamaz mı?" buyurdu. [114]
98- Bu,
âyetlerimizi inkâr etmelerinin ve "Sahi biz, kemik ve unufak olduktan
sonra mı biz mi yeniden yaratılıp diriltileceğiz?" demelerinin cezasıdır.
Kâfirlerin, âhirette
bu şekilde cezalandırılmalarının sebebi, onlann, Peygamberlerimizin doğruluğunu
gösteren delilleri inkâr etmeleri ve öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyerek
alaylı bir şekilde: "Çürüyüp kemik ve toprak olduktan sonra mı bizler mi
yeniden yaratılarak diriltileceğiz?" demeleridir. [115]
99-
Görmezler mi ki, gökleri ve yeri yoktan var eden Allah, onlann benzerlerini
yaratmaya da kadirdir. Allah onlar için şüphe edilmeyen bir vâde takdir etmiştir.
Fakat zalimler, inkârlarında yine de ısrar ederler.
"Biz, kemik ve un
ufak olduktan sonra mı tekrar yaratılıp diriltileceğiz?" diyen kâfirler
görmezler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerlerini de
yaratmaya elbette kadirdir. Allah, bu müşrikleri öldürmek ve onlara cehennemde
azap etmek için bir süre tayin etmiştir. Onda asla şüphe yoktur. Ne.var ki
zalimler bu gerçekleri inkâr etmekte ısrar etmişler, Allah'ın vaadettiği
şeyleri yalanlamaya devam etmişlerdir. [116]
100- Ey
Peygamber, de ki: "Eğer siz, rabbimin rahmet hazinelerine
sahip olsaydınız yine de harcamaktan kork
af onu elinizde tutardınız. Doğrusu insan çok cimridir.
Allah teala bu âyet-i
Kerimede, kâfirlerin, dünyaya ne kadar düşkün olduklarını beyan ediyor,
biriktirmiş oldukları mallan, ebediyyen yaşayacakmış gibi ellerinde
tuttuklarını açıklıyor. Öyle ki bunlar, Allah tealanm rızık hazineleri
ellerinde bulunsa dahi "Fakirleşiriz" korkusuyla onu harcamaktan
kaçınırlar.
Allah teala bu âyet-i
Kerimenin sonunda, insanoğlunun bir sıfatını beyan ederek: "Doğrusu insan
çok cimridir" buyuruyor. Anlaşılıyor ki cimrilik, mal biriktirme ve onu
gerektiği" yerlere harcamaktan kaçınma hastalığı insanın mayasında var
olan bir durumdur. O halde bu hususa dikkat etmeli ve bizi o istikamete çekmek
isteyen bu duyguyu her an yenmeye çalışmalıyız. [117]
101-
Şüphesiz kî biz Musa'ya, apaçık dokuz mucize vermiştik. Ey Peygamber»
İsrailoğullarına sor. Musa kendilerine geldiğinde Firavun: "Ey Musa, öyle
sanıyorum ki sen, büyülenmiş bîrisin" demişti.
Âyet-i Kerimede, Hz.
Musa'ya verilen apaçık dokuz mucizeden bahsedilmektedir. Bu mucizeler, Hz.
Musa'nın, Firavun ve taraftarlarına göstermiş olduğu mucizelerdir. Bu
mucizelerin bazılarının neler oldukları hakkında farklı görüşler vardır.
Çoğunluğun görüşüne
göre bu dokuz mucize şunlardır:
1- ÂSÂ: Hz.
Musa'nın âsâ mucizesini âyet-i Kerime şöyle beyan ediyor: "Bunun üzerine
Mûsâ, asasını yere attı. O, hemen apaçık bir yılan oluverdii[118]
"Mûsâ da asasını bırakıverdi. Bir de ne görsünler, âsâ, onların
uydurdukları şeyleri hep yutuyor. [119]
2- PARLAYAN EL: Bu mucizeye de âyet-i Kerimede
şöyle işaret ediliyor: "Elini çıkardı. Bir de ne görsünler, bakanlara,
pırıl pırıl paralayan bembeyaz bir [120]
3- TUFAN
4- ÇEKİRGE
5- HAŞERAT
6- KURBAĞA
7- KAN: Hz.
Musa'ya verilen bu
mucizeler de âyet-i Kerimede şöyle beyan ediliyor: "Bunun üzerine onlara
(Firavun ve taraftarlarına) açık mucizeler olarak, Tufan, Çekirge, Haşerat,
Kurbağa ve Kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim
oldular. [121]
8- KITLIK
YILLARI
9- ÜRÜN EKSİKLİĞİ:
Bu mucizeler de şöyle açıklanıyor: "Şüphesiz biz, ders alsınlar diye
Firavun kavmini, kıtlık yıllan ve ürün eksikliği ile cezalandırdık, [122]
Çoğunluğun dışında
kalan bazı âlimler ise bu mucizelerden, Kıtlık Yıllan ve Ürün eksikliği yerine,
Denizin yarılması ve Hz. Mûsâ'nm dilindeki kekemeliğin düzelmesi mucizesini
zikretmişlerdir.
Bazıları da Kıtlık
Yıllan ve Ürün eksikliği mucizelerinin yerine, Taştan su fışkırması ve
canlıların ve bitkilerin taş kesilmesi mucizelerini zikretmişlerdir.
Hz. Musa'nın, Firavun
ve taraftarlarının dışında, İsraiîoğullanna getirdiği birçok mucize daha
vardır. Âsâsim taşa vurarak su fışkırtması, çölde İs rai loğull arını bulutla
gölgelendirmesi, gökten üzerlerine bıldırcın eti ve kudret helvası inmesi bu
mucizelerdendir.
Aynca, Hz. Mûsâya,
Allah teala tarafından, Tevrat'ta on emir verilmiştir. Hadis kitaplarında bu on
emrin, âyette zikredilen dokuz mucizeyi soran Yahudilere, Resulullah'ıri vermiş
olduğu bir cevap zikredilmişse de, bunlar, dokuz mucize değil, Tevratta Hz. Musa'ya
verilen on emirdir. Peygamber efendimiz, bunların neler olduklarını kendisinden
soran iki Yahudiye buyurmuştur ki:
"Bunlar şu
emirlerdir: Hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmayın, hırsızlık yapmayın, zina
etmeyin, Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı can'a, haksız yere kıymayın.
Suçsuz bir insanı, idarecilere şikâyet etmeyin. Sihir yapmayın. Faiz yemeyin.
Numuslu kadınlara "Zina etti" diye iftirada bulunmayın. Savaştan
kaçmayın. Özellikle siz Yahudiler, cumartesi yasağım ihlal etmeyin. [123]
102- Mûsâ
dedi ki: "Ey Firavun, biliyorsun ki, bu mucizeleri, göklerin ve yerin
rabbi olan Allah'tan başkası indirmemiştir. Onlar, benim doğruluğumu açıkça
ortaya koymaktadır. Ben de sanıyorum ki, ey Firavun, sen hclâk olacaksın".
Hz. Mûsâ, Firavun ve
kavmine mucizeleri getirince onlar: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.
"Vicdanları doğruluğuna kanaat getirdiği halde, sırf zulümleri ve
büyüklenmeleri yüzünden o mucizeleri inkâr ettiler.'[124]Bunun
üzerine Hz. Mûsâ, Firavuna dedi ki: "Ey Firavun, sana gösterdiğim bu dokuz
mucize, ancak, göklerin ve yerin rabbinin indirdiği mucizelerdir. Bunları,
ondan başka kimse getiremez. Bu mucizeler, gerçeği görmek isteyenlere yol
gösterirler. Sanıyorum ki ey Firavun sen, bu tutumunla helak olacaksın".
Âyet-i Kerimenin
sonunda geçen ve "Helak olacaksın" diye tercüme edilen
"Meşhur" kelimesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah
edilmiştir.
Bazılarına göre bu
kelimenin mânâsı: "Sen, mel'unsun". Bazılarına göre: "Sen,
mağlup olacaksın". Bazılarına göre: "Sen, hayırdan uzak kalacaksın".
Bazılarına göre: "Sen, değiştirileceksin". Bazılarına göre:
"Sen, çıldırmışsın". Bazılarına göre: "Sen, helak
olacaksın" demektir. Mealde bu görüş tercih edilmiştir. [125]
103-104-
Firavun, Musa'yı ve İsrailoğullarını Mısır'dan sürmek istedi. 8İz de onu ve
beraberindekilerin hepsini suda boğduk. Bundan sonra İsrailoğullarma şöyle
dedik: "Buraya siz yerleşin. Vaadedilen kıyamet günü gelince, sizleri
biraraya toplarız".
Firavun, Hz. Musa'yı
ve İsrailoğullannı Mısır topraklarından çıkarmak istedi. Allah teala da onu ve
kendisine yardım edenleri Kızildenizde boğarak cezalandırdı. Firavun ve ona
tâbi olanlar helak olduktan sonra, Allah teala, Hz. Musa'nın ve ona tabi olan
İsraüoğullarının, Şam topraklarına yerleşmelerini emretti ve kıyamet gününde
mahşer meydanında, Firavun ve taraftarlarıyla Hz. Musa'yı ve ona tabi olanları
bir araya getireceğni vaadetti. [126]
105- Biz,
Kur'anı hak olarak indirdik. Bütün hakikatleri içinde toplayarak indi. Ey
Peygamber, biz seni, ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.
* Müfessirler bu
âyet-i Kerimeyi şu şekillerde izah etmişlerdir,
"Biz Kur'anı,
gerçekleri ihtiva eden bir kitap olarak indirdik. O da hak bir kitap olarak
indi. Kimse ona bir şey karıştıramadı".
"Biz Kur'anı,
içinde hak'tan başka bir şey olmayan bir kitap olarak indirdik. Biz onda
adaletli davranmayı, insaflı olmayı, güzel ahlâkla yaşamayı ve güzel işler
yapmayı emrettik. Biz onda, zulmü, çirkin şeyler yapmayı, kötü ahlâka düşmeyi
yasakladık. Kur'an da katımızdan bu şekilde indi. Kimse ona bir şey karıştıranı
adı".
"Biz Kür'anı,
indirilmesini gerektiren bir hikmete binaen indirdik. O da o hikmete binaen
indi".
"Biz Kur'anı,
gökten, Melekler tarafından korunmuş olarak ve gerçek bir kitap olarak
indirdik. O da böylece indi".
"Biz Kur'anı,
değişmeyen bir kitap olarak indirdik. O da hiç değişmedi".[127]
106-
İnsanlara, smdire sindire okuyasın diye biz Kur'anı kısımlara ayırdık. Onu
peyderpey indirdik.
Âyet-i Kerimeden
anlaşıldığı gibi, Allah teala Kur'an-i Kerimi, Resulullah'a toptan indirmemiş,
onu bölümlere ayırarak peyderpay indirmiştir ki Resulullah onu kolayca
ezberlesin, iman eden mü'minlere de, âyetler indikçe tebliğ etmiş olsun. [128]
107-108-109-
Kâfirlere şöyle de: "Kur'ana ister iman edin ister iman etmeyin, O daha
önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstüne hemen
secdeye kapanırlar". Rabbimizi tenzih ederiz. Şüphesiz ki rabbimizin vaadi
gerçekleşir" derler. Ağlayarak bir kere daha secdeye kapanırlar. Kur'an
onların, Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır.
Ey Muhammed, senden mucizeler
isteyen ve istediklerini gerçekleştirmediğin takdirde sana iman etmeyeceklerini
belirten müşriklere de ki: "Bu Kur'ana iman edip etmemeniz, Kur'an için
bir fark ortaya koymaz. Zira, ne Kur'ana iman etmeniz, Allah'ın rahmet
hazinelerini artırır ne depnu inkâr etmeniz o hazinelerde bir eksiklik meydana
getirir. Kur'an inmeden önce, kendilerine ilim verilen kitap ehline bu Kur'an
okunduğu zaman, çenelerinin üstüne yere kapanır secde ederler. Ve rablerini
tenzih ederek: "RabbimU kendisi için uydurulan eksik sıfatlardan beridir. Şüphesiz ki
rabbimizin vaadettiği sevap ve cezalar, mutlaka gerçekleşecektir. Bunlar,
çeneleri üzerine yere kapanıp secde ederken gözlerinden yaşlar dökerler. Kur'an
da onlann huşûlanm artırır. [129]
110- Sen o
müşriklere şöyle de; "İster 'Allah1 deyin ister 'Rahman' deyin. Nasıl
çağırırsanız çağırın» isimlerin en güzeli onundur. Namazda sesini fazla
yükseltme. Çok da gizli okuma. Orta yolu seç.
Âyet-i Kerimenin
birinci bölümünde: "Sen o müşriklere şöyle de: "İster Allah deyin
ister rahman deyin" buyuruluyor: "Abdullah b. Abbas bu kısmı izah
ederken diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) Mekke'de iken secdeye kapanır ve
Allah'a yalvararak: "Ya Allah, ya rahman" derdi. Bunu gören
müşrikler, "Bu adam tek bir ilaha ibadet ettiğini iddia ediyor halbuki iki
ilaha dua ediyor" dediler. Bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil oldu ve
Allah ve Rahmanın aynı olduğunu beyan etti".
Ayet-i Kerimenin
ikinci bölümünde: "Nasıl çağırırsanız çağırın, isimlerin en güzeli
onundur" buyuruluyor. Bu isimler hakkında Peygamber efendimizden şu
Hadis-i Şerif rivayet ediliyor:
"Şüphesiz ki
Allah'ın doksandokuz ismi vardır, yüz'den bir eksiktir. Kim onlan sayarsa
(Zikrederse) cennete girer. [130]
Allah tealanın doksan
dokuz Esma-i Hüsnâsı, A'raf sûresinin yüz sekseninci âyetinin izahında
zikredilmiştir. Oraya bakılabilir.
Âyet-i Kerimenin son
bölümünde: "Namazda sesini fazla yükseltme. Çok da gizli okuma. Orta yolu
seç" buyurulmaktadır.
Sahabiler ve tabiîler,
âyet-i Kerimenin bu bölümünde, kılınan namazın mı yoksa namaz esnasında okunan
âyet ve duaların mı orta yolla yapılmasını emrettiği hususlarında çeşitli
izahlarda bulunmuşlardır.
Hz. Aişe (r.anh) ise
burada ifade edilen namaz'dan maksadın dua olduğunu söylemiştir. Sahabi ve
tabiîlerin çeşitli izahlarına gelince, onlan şöyle özetlemek mümkündür.
a- Abdullah
b. Abbas bu âyet-i Kerimenin nüzul sebebi hakkında şöyle demiştir:
"Bu âyet-i Kerime
nazil olduğunda Resulullah (s.a.v.) Mekke'de gizleniyordu. Sahabilerine namaz
kıldırdığında Kur'an okurken sesini yükseltiyordu. Müşrikler bunu işitince,
Kur'ana, onu gönderene ve onu getirene sövüyorlardı. Bunun üzerine Allah teala»
Peygamber (s.a.v.)e "Namazda sesini, yani namaz esnasında Kur'an okurken
sesini yükseltme ki müşrikler duyup Kur'ana sövmesinler. Onu ashabından da
gizleme ki, okuduğunu işitemez duruma düşmesinler. Bu ikisi arasında bir yol
tut[131]
âyetini indirdi. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.
Burada, ikisinin
arasında bir yol tutmaktan maksat, kişinin, okuduğu şeyi kendisinin duyacağı
şekilde okumasıdır.
b- İkrime ve
Hasan-ı Basrî diyorlar ki: "Resulullah (s.a.v.) Mekke'de iken açıkça namaz
kılıyordu. Müşrikler ise hırçınlaşıyor ve müslümanlara saldırıyorlardı. Bu
sebeple Resuiullah ve sahabîleri namazı gizli kılmaya başlamışlardı. Bunun
üzerine bu âyet-i Kerime indi ye: "Namazı ne tam açıkça kıl ne de tamamen
gizle. İkisinin ortasını tut" anlamındaki bu âyet-i Kerime nazil oldu.
c- Abdullah
b. Abbas ve Hasan-ı Basrî'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu âyet-i
Kerime, namazın, gösteriş için kılınmasını korkudan dolayı da gizlenmemesini
emretmektedir. .
d- İbn-i
Zeyd ise âyetin bu kısmını şöyle izah etmektedir: "Ehl-i Kitap ibadet
ederlerken seslerini kısıyorlardı. İçlerinden birisi aniden sesini yükseltiyor
bunu üzerine diğerleri de ona katılarak bağ iriyorlardı. Allah teala bu âyeti
göndererek Müslümanların, onlar gibi bağırmamalarını ve okuyuşlarını tam olarak
ta gizlememelerini emretti.
e- Hz. Âişe
(r.anh.)nm, bu âyette zikredilen "Namaz"dan maksadın dua olduğunu
söylediğini zikretmiştik. Ümmül MiTminîn, Müslümanların, dua ederlerken
bağırmamalarını ve okuyuşlarını tam olarak ta gizlememelerini ve âyet-i
Kerimenin bunu emrettiğini zikretmektedir. Yine Hz. Âişe'den nakledilen diğer
bir rivayete göre buradaki duadan maksat, namazın içinde okunan, tahiyyattır.
Müminlerin, bunu okurken açıkça okumamaları, tam olarak da gizlememeleri
gerekir.
Taberî bu görüşleri
zikrettikten sonra özetle şöyle diyor: "Eğer, dışına taşmayı caiz
görmediğim bu görüşler olmasaydı-ben bu âyet-i Kerimeyi: "Gündüz
namazlarını kılarken açıkça okuma, gece namazlarını kılarken de gizli
okuma" şeklinde anlardım".[132]
111- De ki:
"Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı bulunmayan, Acizlikten dolayı bir
yardımcı da edinmeyen Allah'a mahsustur". Onu lâyık olduğu şekilde yücelt.
Ey Muhammed, de ki:
"Tam övgü, çocuk edinmeyen, bütün mevcudata sahibolmakta hiçbir ortağı
bulunmayan, acizlikten dolayı herhangi bir dost edinmeyen Allah'a mahsustur. Ey Muhammed, sen rabbini
yücelt ve tekbir getir.
Allah teala bundan
Önceki âyette, en güzel isimlerin kendisine ait olduğunu beyan ettikten sonra
bu âyet-i Kerimede de, yaratanla yaratılanları birbirine karıştırmamak ve
kendisini noksan sıfatlardan tenzih etmek için buyuruyor ki: "Tam övgü
ancak Allah'a mahsustur. O, asla çocuk edinmemiştir. O, tektir, her şey ona
muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamıştır, doğurulmamiştır. Onun
hiçbir benzeri de yoktur. Onun, mülkte herhangi bir ortağı da yoktur. Zira
böyle bir ortağı olan kimse âcizdir. Âciz olan ise Allah olamaz. Onun,
acizlikten dolayı yardımcı edinmeye ihtiyacı yoktur. Zira o, her şeye yardım
edendir, hiçbir şeyin yardımına muhtaç değildir. O halde ey Muhammed, sen,
sözünde ve amelinde rabbini yücelt".
Katade diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.)ın, ailesinden oian küçük büyük herkese bu âyeti
öğrettiği rivayet edilmektedir".
Hıristiyanlar ve
Yahudiler, Allah tealanm çocuk edindiğini,-müşrikler, Allah'ın ortakları
olduğunu, Sâbiîler ve Mecûsîler, Allah'ın, acizlikten dolayı yardımcılar
edindiğini iddia etmişler, Allah teala da bu âyette, o iddiaların tümüne cevap
vermiştir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bu âyet-i Kerimeyi okuyarak: "Bu âyet, izzet (Allah tealanın
şerefini zikreden) âyetidir" buyurmuştur.
[133]
Bu Sûre-i Ceîüe,
Allah'ı teşbih ile başlamış, Allah'ı tekbir ile bitmiştir. Bundan sonra gelen
Kehf Sûresi de Allaha Hamd ile başlamaktadır ki bu da Her iki sûre arasındaki
güzel ahengi göstermektedir. [134]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/253.
[2] Bkz. Buharı, K. Bed'ül Halk, bab: 6
[3] Buhari, K. es-Salah, bab: 1, K. el-Enbiya, bab: 5, K.
et-Tevhid, bab: 37
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/254-258.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/258.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/259.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/259-260.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/260.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/260.
[10] Müslim K. el-Fiten, bab: 82, Hadis No: 2922 / Ahmed b.
Hanbcl. C: 2 S: 417
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/261-262.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/262.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/262-263.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/263.
[14] Kasas Suresi, âyet: 71-72
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/263-264.
[15] Kıyamet Suresi, âyet: 13-15
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/264-265.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/265.
[17] Buhari, K. el-Cenaiz, bab: 93, K. el-Kader, bab: 3 /
Müslim, K.el-Kader, bab: 23-24, Hadis No: 2658
[18] Ahmed b. Hanbcl, Müsned, C: 4, S: 24
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/265-267.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/267-268.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/268.
[22] Ahmed b, Hanbel, Müsned, C: 6, S: 71
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/268-269.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/269.
[24] Tirmizî, K. ez-Zühd, bab: 13, Hadis No: 2320 / İbn-i
Mâce, K. ez-Zühd, bab: 3 Hadis No: 4110
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/269-270.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/270-271.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/271.
[28] Müslim. K. el-Bin-, bab: 9 Hadis No: 2551 / Ahmed b.
Hanbel, Müsned, C: 2, S: 346
[29] Buhari, K. MevakıtUssalah, bab: 5, K. el-Cihad, bab: 1
/ Müslim, K. el-lman, bab: 137-139 Hadis No: 85
[30] Müslim, K. el-Biir, bab: 1-2, Hadis No: 2548
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/272-273.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/273-274.
[32] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 3, S: 136
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/274-275.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/275-276.
[34] Buhari, K. ez-Zekât, bab: 28
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/276-277.
[35] ŞÛrâ Sûresi, âyet: 27
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/277.
[36] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure, 25, bab: 2 /
Müslim, K. «îl-İman, bab: 141-142 Hadis
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/277-278.
[37] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C:5, S: 256.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/278-279.
[38] Buharı, K. ed-Diyât, bab: 6 / Müslim, K. el-Kasame,
bab: 25-26, Hadis No: 1676
[39] Tirmizî, K. ed-Diyât. bab: 13, Hadis No: 1405
[40] Tirmizî, K. ed-Diyât, bab: 7, Hadis No: 1395 /lbn-i
MSce, K. ed-Diyât, bab: 1 Hadis No: 2619.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/280-281.
[42] Nisa Suresi, âyet: 6
[43] Buhari. K. el-Iman, bab: 24 / Müslim K. el-îman, bab:
107 Hadis No: 59
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/282.
[44] Mutaffıfin Suresi, âyet: 1-6
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/282-283.
[45] Hucuntt Suresi, âyet 12
[46] Buharî, K. el-Vasâyâ, bab: 8, K. en-Nikah, bab: 45 /
Müslim, K. el-Birr. bab: UN: 2563
[47] Buharî, K. et-Ta'ber, bab: 45
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/283-284.
[48] Müslim, K. el-İman, bab: 147, HN: 91 / Ebu DâvÛd, K.
el-Libas, bab: 29 HN: 4091
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/284.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/285.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/285.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/286.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/286.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/286.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/287.
[55] Buhari, K. el-Menakıb, bab: 25 / Ahmed b. Hanbel,
Müsned, Ç: 1, S: 460
[56] Buhari, K. el-Menakıb, bab: 25 /Tirmizî, K. el-Cuma
bab: 10, Hadis No: 5005
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/287-288.
[58] Fus^üet Suresi, âyet: 5
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/288-289.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/289.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/289-290.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/290.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/290.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/291.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/291.
[66] Buhari K. el-Fiten, bab: 7 / Müslim, K. el-Binr bab:
126, Hadis No: 2617
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/291-292.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/292.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/293.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/293-294.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/294.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/295.
[72] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: İ, S: 258
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/295-296.
[74] Sâffât Suresi, Syet: 62-68
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/297.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/297-298.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/298.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/298.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/299.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/300.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/300.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/301.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/301.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/301-302.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/302.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/302.
[86] KâfirÛn Suresi, âyet; 1-2
[87] Hicr Suresi, âyet: 88
[88] En'ara Suresi, âyet: 52
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/303.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/304.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/304-305.
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/305.
[92] İbrahim aleyhisselamin söylediği üç yalan şunlardır:
a) Putları kırmak için hasta olmadığı halde
kavminin insanlarına "Hastayım" diyerek puthanede kalmış onlar
gidince de putları kırmıştı.
b) Putları kendisi
kırdığı halde, "Bunları kim kırdı?" diye sorulduğunda "Büyük put
kırmıştır." demiştir.
c) Zalim birhükümdarla
karşılaştığında, çok güzel olan karısı Sare'yi o hükümdarın tasallutundan
korumak için "Bu benim kız kardeşimdir." demiştir.
[93] Mısırda, Firavunun adamları bir Kıptî Ht. Musa'nın
kavminden bir adamla dövüşürken adam Hz. Musa'dan yardım istemiş ve Hz. Musa da
öldürmek kastıyla olmaksızın bir yumruk vurmuş. Fakat adam ölmüştü.
[94] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure, 17, bab: 5 /Müslim,
K. el-ttnan, bab: 326-327 Hadis No: 193-195
[95] Tirmm, K. Tefsir el-Kur'an Sure: 17, Hadis No: 3139
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/305-309.
[96] Buhari, K? Tefsir el-Kur'an Sure: 17, bab: 11
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/309-310.
[98] Sebe1 Suresi, âyet: 49
[99] Buhari, K. TefsİF el-Kur'an, Sure: 17, bab: 12 /
Müslim, K. el-Cihad, bab: 87, HN: 1781.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/310-311.
[100] tbn-i Mâce, K. el-Tıb, bab: 7, Hadis No: 3452
[101] İbn-i Mâce, K. et-Tıb, bab: 28, Hadis No: 3501-3533
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/311-312.
[102] Dârînıi, K. Fadâii cl-Kur'an, bab: 12.
[103] Hüd suresi, ayet: 9-11
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/312-313.
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/313.
[105] Buhari, K. Tevsirel_ Kur’an sure, 17 bab: 13/ Müslim,
K. el-Münafıkın, bab: 32, HN: 2794
[106] Buharı, K. el-tman. bab: 44
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/313-315.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/315-316.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/316.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/316-317.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/317.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/318.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/318.
[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/319.
[114] Buhari, K.
Tefsir el-Kur'an, Sure, 25, bab: 1 / Müslim, K.el-MÜnafıkîn, bab: 54, Hadis No:
2086
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/319
[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/320
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/320.
[117] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/320-321.
[118] A'raf Suresi, âyet: 107
[119] Şuarâ Suresi, âyet: 54
[120] Şuarâ Suresi, âyet: 33
[121] A'raf Suresi, âyet: 133
[122] A'raf Suresi, âyet: 130
[123] Nesâî, K. Tahrim ed-Dem, bab: 18 /Tirmizî, K. Tefsir
el-Kur'an, sure, 17 HN: 3144
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/321-323.
[124] Nemi Suresi, âyet: 13-14
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/323.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/324.
[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/324-325.
[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/325.
[129] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/325-326.
[130] Buharı, K. eş-Şurût, bab: 18, K, et-Tevhid, bab: 12
/Tirmizî K. ed-Da'vât bab: 83, Hadis No: 3506
[131] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Süre: 17, bab: M /
Müslim, K. es-Salah, feab: 145, Hadis '
No: 446 Nesin, K. el-lftitah, bab: 80 / Tirmizî, K. Tefsir el-Kur'an,
Sure: 17, HN: 3146
[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/326-328.
[133] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3 SK. 439.
[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/328-329