Kehf Ehli'nin Kıssası Ve Ayrıntıda Boğulmadan Özü Yakalayabilmek
"Allah'ın Dilemesi"Ni Hatırlatmanın Önemi
"İnce İpek" (Sündüs) Ve "Kaim Atlas" (İstebrak)
Hakkında
İçlerinden Birisinin İki Bağı Olan İki Adam
"Dünya Hayatının Örneği, Gökten İndirdiğimiz Suya Benzer"
İblis'in Cinlerden Olduğu Hususu
Kafirleri Kınama Ve Aşağılama Üslûbu
Musa (A) Ve Salih Kul Kıssası Hakkında Açıklamalar
Zülkarneyn Yecuc Ve Mecuc Kıssaları Hakkında
Kur'an'daki Sırası :
18
Nüzul Sırası : 69
Ayet Sayısı : 110
İndiği Dönem : Mekke
Bu sûrede kafirlere
ağır bir şekilde yüklen il m ekle, inat ve inkarlarının şiddeti belirtilerek,
bunun Peygamber {s) üzerinde oluşturduğu etki açıklanmaktadır. Sûrede
kâfirlerin, müslü-manların
fakirlerini küçümseyip servet ve güçlerine güvenmelerine işaret edilmişfir. Kıyamet gününün dehşeti ve o günde kâfirler
ile mü'minlerin varacağı yer anlatılmıştır.
NebevT davet bahsinde ibretli kıssa ve öğütler sunulmuş;
dünyaya aldanmak, içindeki nimetlerle meşgul olup hayırlı ve faydalı işleri
yapmaktan geri durmak tenkit edilmiştir.
Sûredeki Kehf ehlinin, Musa ile Salih kulun ve Zülkarneyn'in
kıssaları birçok öğüt ve ibretler ihtiva etmektedir.
Sürenin ayetleri
birbiriyle uygunluk içerisindedir. Konularının çeşitliliğine rağmen aralarında
herhangi bir üslûp farklılığı yoktur. Bu durum ve ayetler arasındaki uygunluk, söre ayetlerinin tamamen art arda indiği görüşünü
kuvvetlendirmektedir.
28,
83 ve 101. ayetlerin Medine'de indiği rivayet edilmektedir. Ancak ayetlerin
akışı, üslûbu ve muhtevası bu rivayette şüphe uyandırmaktadır. [1]
Rahman ve Rahim Olan
Allah'ın Adıyla
1- Hamd, kitabı kulu
üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.
2- Onu dosdoğru (bir kitap) olarak'[2]
indirdi ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve iyi
işler yapan mü'minlere de kendileri için güzel
mükâfat bulunduğunu müjdelesin.
3- Onlar
orada ebedi olarak kalıcıdırlar.
4- (Bu Kur'an)
"Allah çocuk edindi" diyenleri uyarıp-korkutur.
5- Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının
hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar, yalandan
başka bir şey söylemiyorlar.
6- Herhalde
sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye peşlerinde üzüntüden kendini helak
edeceksin'[3].
7- Şüphesiz
biz yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha
güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.
8- Biz
elbette yeryüzü üzerinde olanları kupkuru bir toprak yaparız'[4]'.
Sûre Allah'a hamd ederek başlamıştır. Bu, sûre başlangıçlarındaki Kur'an nazmı-di-zimi
üslûplarından bir türdür. Bunun bazı örnekleri daha önce geçmişti.
İlk beş ayet şunları
ihtiva etmektedir: Hamd tek başına kendisine ait olan
Allah (c), içerisinde hiç bir çarpıklık bulunmayan dosdoğru Kur'an'i
Peygamber olan kulu Mu-hammed (s)'in üzerine, bütün
insanları O'nun azabı ve gücüyle uyarıp-korkutması, iyi işler yapan mü'minleri de sürekli faydalanıp zevklenecekleri güzel bir
mükâfatla müjdelemesi, Allah'ın kendisine çocuk edindiğini, ne kendilerinde ne
de geçmiş atalarında hiçbir bilgi ve delil olmaksızın iddia eden müşrikleri de
azabıyla korkutması için indirmiştir. Bu büyük yalan onların ağızlarından
bütün çirkinliğiyle çıkmaktadır.
Bu ayetleri takip eden
üç ayet Peygamber (s)'e yönelmiş, onun kendisini, insanların davetine icabet
etmemesi ve Allah'ın sözüne iman etmekten uzaklaşması nedeniyle üzüntü ve
kedere sokup helâka sürüklemesinin gereğinin
olmadığına dikkati çekmiştir. Allah, yeryüzünü üzerindeki bütün yaşama ve zevk
alma vasıtalarıyla birlikte sadece, insanların yapacağı işleri denemek için
süslediğini Peygamber (s)'e açıklamış ve çok yakında yeryüzünü üzerinde süs,
hayat, zevk vasıtaları, bitki ve ağaçlardan hiçbirisinin olmadığı, kupkuru bir çöle
çevireceğini bildirmiştir.
Bu iki kısım
birbiriyle bağlantılıdır. Şöyle ki: Birincisinde Peygamber'in görevi
açıklanmış, ikincisinde ise teskin edilip teselli edilmiştir. İlk bakışta
Allah'a çocuk nis-bet edenler için yapılan kınamanın
Arap müşriklerine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü onlar meleklerin
Allah'ın kızları olduğuna inanıyorlardı. Bundan dolayı Kur'an'ın
birçok ayetinde onlar şiddetle kınanmışlardır.4. ve 5. ayetten çıkardığımız
sonuç, buradaki kınama ve uyarının hristiyanlara
değil, Arap müşriklerine yönelik olduğunu tercih etmemize sebep olmuştur. Onlar
bu sûrede kınama ve uyarı konusu olmuşlardır.
Son iki ayet
Peygamber'in teskin edilmesine özellikle yardımcı olmaktadır. O, uyarıcıdan
başka bir şey değildir. Dünya insanların imtihan diyarıdır. Çok yakında bu dünya
yok olacak ve sonra insanlar Allah'a döneceklerdir.
Dikkat edilirse önceki
sûre Peygamber'in kafirlerin küfründen sorumlu olmadığım, onları inanmaya
zorlamakla yükümlü olmadığını ve onların dönüşünün Allah'a olacağını beyan
ederek bitmişti. Bu sûre ise bu mânâları takviye ederek başlamaktadır. Bunun,
nüzul tertibinin doğru olduğuna karine sayılması mümkündür.
"Onların
hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye" ifadesinde
Allah'ın insanlarda seçme ve kazanma kabiliyetini yarattığı, onlara hayr ve güzel amel yollan ile aksi olan kötü işlerin
yollarını beyan ettiği, sonra da onlara seçimlerinin sonucu işledikleri
amellerin sorumluluğunu yüklediği vurgulanmaktadır. Bu gerçeği başka birçok
ayet ortaya koymaktadır. Bazıları buna benzer ifadelerle gelmiş, bazıları da
farklı ifadelerle gelmiştir. Birçok örneği geçtiğinden,
bunun kesin Kur'an prensiplerinden biri olduğunu
söylemek doğru olacaktır. [5]
9- Sen yoksa Kehf[6] ve Rakîm[7]
ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
10- Mağaraya sığındıkları[8]
zaman, o gençler'[9] demişlerdi ki:
"Rabbimiz, katmdan bize bir rahmet ver ve bize
bir çıkış yolu ha2irla".
11- Böylelikle mağarada nice yıllar onların kulaklarına
ağırlık vurduk[10]' (derin bir uyku verdik).
12- Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha
iyi hesap ettiğini[11]
belirtmek için onları uyandırdık.
13- Biz sana onların haberlerini gerçek olarak
anlatıyoruz: Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetlerini
artırmıştık.
14- Onların kalpleri üstüne metanet bağlamıştık[12].
Kalktıklarında demişlerdi ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir;
İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız. Yoksa saçma sapan
konuşmuş oluruz[13]'.
15- Şunlar, bizim kavmimizdir. O'ndan başkasını ilah
edindiler. Onların ilah olduğuna açık bir delil getirmeleri gerekmez miydi?
Allah'a karşı yalan uydurandan daha za-İİm kim olabilir?
16- (İçlerinden biri şöyle demişti): Madem ki siz onlardan
ve onların Allah'ın dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştınız[14]', o
halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yaysın ve İşinizde sizin
için fayda ve kolay-lık[15]
sağlasın.
17- (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş
doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir'[16],
battığında onları sol yandan keser geçerdi'[17] ve
onlar da mağaranın geniş deh-Iİzİ içindeydiler[18]'.
Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan
odur. Kimi saptırırsa onun için asla yo! gösteren bir dost bulamazsın.
18- Sen onları uyanık[19]
sanırsın, oysa onlar uykudadırlar. Onları uykuda sağa sola çeviririz. Köpekleri
de iki kolunu uzatmış yatıyordu[20].
Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, içini korku kaplardı.
19- "Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar
diye onları dirilttik[21]
İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız" dedi. "Bir gün veya günün
birkaç saatlik kısmı kadar kaldık" dediler. "Ne kadar kaldığınızı
Rabbiniz daha iyi bilir" dediler. Birinizi şu gümüş para[22]' ile
şehre gönderin, baksın, hangi yiyecek[23] daha[24]
temiz ise ondan size bir rızık getirsin; fakat çok
dikkatli davransın, sakın sizi birisine sezdirmesin.
20- Çünkü
onlar sizi ellerine geçirirlerse[25]
taşlayarak öldürürler, yahut dinlerine döndürürler ki o takdirde asla iflah
olamazsınız.
21- Böylece (insanları) onlardan haberdar[26]
ettik ki, Allah'ın vadinin hak olduğunu, Kıyametin şüphe götürmez
olduğunu bilsinler.
Hani onlar aralarında Ashâb-ı Kehf'in
durumunu tartışıyorlardı. Dediler ki: "Üzerlerine bir bina yapın. Rableri
onları daha İyi bilir." Onların İşine galip gelen[27] (yetkili)ler: "Mutlaka onların üstüne bir mescid
yapacağız" dediler.
22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki:
"Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir", yine "Beştir,
altıncıları köpekleridir". (Bunlar) Bilinmeyen hakkında tahmin
yürütmektir. (Kimileri de): "Onlar yedidir, sekizincileri
köpekleridir" diyecekler. De ki: "Onların sayısını Rabbim daha iyi
bilir. Onları bilen azdır". Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir
tartışmadan başka tartışma[28]' ve
onlar hakkında hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiç bir
şey için "Ben bunu yarın yapacağım" deme.
24- Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun
zaman Rabbinİ an ve "Rabbimin beni bundan daha
doğru bir bilgiye ulaştıracağını umarım" de.
25- "Onlar mağaralarında üçyüz
yıl kaldılar. Dokuz (yıl) da ilave ettiler."
26- De ki:
"Onların ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bi-lir.
Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O ne güzel gören,
ne güzel İşitendir[29]'.
Onların, O'ndan başka bir yardımcısı yoktur. Ve O, kendi hükmüne kimseyi ortak
etmez."
Bu bölüm Kehf ve Rakîm ehlinin kıssası
ile, bunun hakkındaki yorumu ihtiva etmektedir. Ayetler kıssa hakkında şu
ifadeleri içermektedir:
Kehf ve Rakîm ehli, basiretleri
aydınlanmış, sırf Allah'a İman ederek doğru yolu bulmuş olan genç bir gruptur.
Kavimleri bu esnada doğru yoldan sapmış, Allah'tan başka birtakım ilahlara
ibadet eden bir toplumdu. Gençlerin Allah'a inanmaları üzerine, onlara
saldırmışlar ve kendi dinlerine döndürmek İstemişlerdi.
Gençler de Allah'a
rahmetiyle kendilerini kuşatması ve içinde bulunduktan zor durumdan kurtarması
için dua etmişlerdi.
Sonra
kendi aralarında, kavimlerini terk ederek bir mağaraya sığınmaya karar verdiler.
Bunu yaptıklarında Allah (c) çok uzun bir süre onlara uyku verdi. Mağaranın
geniş bir alanında bulunuyorlardı. Güneş doğarken ve batarken onlara bir zarar
vermeden, eğik bir şekilde, değmeden sapar geçerdi. Allah (c)'ın izniyle sağa-sola dönüyorlardı. İfadeden bunun, uzun
süre yatmaları nedeniyle yanlarının çürüyüp dökülmemesi için böyle olduğu
anlaşılmaktadır. Bu, gören kimsenin onları uyanık sanmasını sağlamak içindi.
Onların köpekleri de mağara kapısında ön ayaklarını öne doğru uzatmış vaziyette
yatmıştı. Görünüşleri kalplerde dehşet uyandıracak derecede korkunç olmuştu.
Sonra Allah uyanmalarını dilediğinde uyanıp birbirlerine uykuda geçirdikleri
süreyi sormaya başladılar. Bazısı bu sürenin bir gün veya günün bir bölümü
kadar olduğunu zannetti. Sonra içlerinden birisini gümüş bir parayla şehre
temiz yiyecek getirmesi için gönderdiler ve ona kavimlerinin gizlendikleri
yeri keşfetmemesi için dikkatli olup sakınmasını tembihlediler. Çünkü
kavimlerinin yerlerini öğrenip onları eski dinlerine dönmeye zorlamasından
veya öldürmesinden korkuyorlardı. Ancak Allah kavimlerinin onlann
durumlarını ortaya çıkarmasını diledi ve herkes Allahu
Teaîa'nın onlar üzerindeki mucizesini görmek için
mağaraya doğru akın etti. Böylece Allah'ın Kıyametin kopması ve son-rasıyla ilgili vaadinin gerçek olduğuna kesin olarak
inandılar. Sonra onlara karşı yapacaklarını aralarında istişare ettiler ve
ileri gelen yetki sahipleri onların üzerine mescid
yapmaya karar verdiler. Buradan, mağaradaki gençlerin durumlarının açığa
çıkmasının akabinde hemen Allah tarafından canlarının alındığı anlaşılmaktadır. [30]
1- Kıssayı işiten kimselerin onların sayısı
hususunda çeşitli görüşler belirtecekleri anlatılmaktadır. Bazısı; onlann üç kişi olup dördüncülerinin köpekleri olduğunu,
bazısı; beş kişi olup altıncılarının köpekleri olduğunu, bazıları da; onlann yedi kişi olup sekizincilerinin köpekleri olduğunu
söylemektedir.
2- Peygamber
(s)'e onlann durumunu bilme işini Allah'a bırakması,
onlar hakkında bilginin insanlardan çok azında bulunacağını söylemesi, bu
konuda tartışmaması veya haklarında şüpheye düşmemesi, yahut onlarla çok fazla
ilgilenmemesi, hatta kıssayı işitenlere onlar hakkında soru sormaması
emredilmiştir.
3- Ayette
gençlerin mağarada 309 sene kaldıkları bildirilmiştir.
4- Peygamber'e yönelik diğer bir emir de; onlann
mağarada ne kadar kaldıklarını en yi Alah'ın
bileceğini, göklerin ve yerin işlerinden gizli kalanları yalnız O'nun bileceğini,
O'nun çok iyi duyan ve gören olduğunu, hükmünde ortağı bulunmadığını, O'ndan
başka hiçbir gerçek dostun bulunmadığını söylemesi emridir. [31]
Kıssa hakkında
müfessirler[32] birçok rivayette
bulunmuştur. Bu rivayetler Kehf ehli hakkında birçok
açıklamalar içermektedir. Ancak aralarında farklılık, çelişki, mübalağa veya
birliktelik bulunabilmektedir. Bunlar Muhammed b. İshak,
İbn Humeyd ve Hakem b. Beşir gibi haber nakilcileri ve bazı tabiiler tarafından
rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerden, içerisinde bazı gerçeklerin de
olabileceği faydalı bir özet sunarsak şunları söyleyebiliriz: Bu gençler Ofsûs veya Tarsus şehrindendir. Sekiz kişi olup, isimleri: Mıksıl-miynâ, Mıhsiymîlînâ,
Yemlîha, Mertûs, Keşûtûş, Beyrûnus, Deynmûs ve Yutûnus Kâ-lûs[33] tur.
İsa (a)'nın havarilerinden birisi onların ülkelerine gelmiş,
Mesih'in mesajını müjdeleyip tebliğ etmiş, onlar da şehirlerinden bir grupla
iman etmişlerdi. Onların kralları veya ülkelerinin hükümranlığı altında
bulunduğu Rum kralı, putperest zalim bir kimseydi. İsmi Dakînûs
veya Dikyanûs olan bu kral, mü'minlere
zulmediyor, onlara şiddetle işkencede bulunuyordu. Bu şehre de geldi ve
inananlara aynı muameleyi yaptı, onlardan bir çoğunu öldürdü. Gençleri de
uyardı, onlara iyi muamelede bulunup mühlet verdi. Fakat onlar putperestliğe
dönmeyi kabul etmediler, işkence ve baskıdan da korktuklarından şehrin
dağlarından birindeki mağaraya sığındılar. Onlara köpeğiyle beraber bir çoban
da katılmıştı. İçlerinden birini ihtiyaçlannı
karşılamak ve haber toplamak için şehre gönderiyorlardı. Kral her yerde onlan aratmaya başlamıştı, nihayet mağarada Allah'ın
üzerlerine uzun bir uyku verdiği sırada onları buldu. Fakat onların öldüğünü
zannettiğinden, mağarayı üzerlerine kapattı. Allah uzun bir uykudan sonra
uyanmalarını diledi. Uyandıklannda uykuda ancak bir
gün veya daha az bir zaman kaldıklarını sandılar. Zira kendilerinde hiçbir
değişiklik görmemişlerdi. Sonra içlerinden birisini; Yemlîha'yı
şehre gönderdiler. Şehre indiğinde gördüğü yüzler ve manzaralar ona çok yabancı
geldi. İnsanların İsa (a)'yı hürmetle andıklarını
işitti. Hristiyanlık esaslarını özgürce, alenen
uyguladıklarını gördüğünde şaşkınlığı daha da çok arttı. Satıcılar da
kendilerine verdiği, üzerinden yüzlerce yıl geçmiş gümüş parayı kabul etmediler
ve gizli bir hazine bulduğunu sanarak onu şehrin ileri gelenlerine götürdüler
-onlar da hristiyandılar-. Genç, güvende olduğu
kanaatine vardı; kendisinin ve arkadaşlarının kıssasını onlara anlattı, çok
şaşırdılar ve bunu Allah'ın mucizelerinden biri olarak görüp Öldükten sonra
dirilmeye olan inançlarını arttırdılar. Yine hristİyan
dinine mensup olan Yendusîs ismindeki kralIarına bir haberci gönderdiler, o da Allah'ın
mucizesini görmek için geldi. Şehir halkıyla birlikte mağaraya yöneldiler.
Gençler onların geldiğini hissedince Allah'a hamd
edip teşbih etmeye başladılar, sonra da hemen Allah onların canlarını aldı.
Kral insanlarla birlikte mağaraya girdiğinde onları ölmüş olarak buldular.
Aralarında yaptıkları istişare sonucunda, kral, üzerlerine mescid
bina etmeye karar verdi.Üzerinde kıssaları yazılı olan Rakîm'e
gelince; rivayetler şunu kaydetmektedir: Dik-liyânus
ailesinden inanmış iki adam veya onun kölesi ile cariyesi Allah onları uykuya
daldırdıktan sonra mağaraya uğramış, onları tanıyıp kıssalarını da
bildiklerinden gelecek nesillerdeki insanların onları tanımaları için
isimlerini ve kıssalarını kurşundan iki levha üzerine yazıp bir kutu içerisinde
başuçlarına koymuşlar.
Durum ne olursa olsun
ayetlerin muhtevası ve ruhu, birinci olarak kıssanın Peygamber (s)'in yaşadığı
çevrede bilindiğini ortaya koymaktadır. İkinci olarak, bu kıssanın konuşulduğunu,
acayip karşılanıp sorgulandığını göstermektedir. Haber nakilcilerinin ve
müfessirlerin naklettiği belgelerin incelenmesi halinde bu sonuç çıkmaktadır.
Bunlar, Romalıların hükmettiği, özellikle de putperest oldukları M.S. 4.
asırdan önceki dönemde Şam bölgesindeki hristiyan
tarihinin hikayeleridir. Bunlar Peygamber (s)'in çevresinde Mekke'de bulunan hristiyanlar vasıtasıyla veya Arapların seferleri esnasında
ilişki kurdukları hristiyanlar yoluyla tanınmıştır.
Tarih, putperest Roma İmparatorlarından imparator Dikliyanus'u
zikretmektedir. 284-305 yılları arasında hükmetmiştir. Hristiyanlar
ve onların izinden giden, çoğunluğu Şam ve Mısır ülkelerinin halkları üzerinde
şiddetli baskı uygulamıştır. Onun elinden çok şiddetli işkencelere maruz
kalmışlardır. Sonra 4. asrın başlarında hristiyanlık
Roma devletinin dini olmuş ve bu şekilde devam etmiştir. Putperestlik ise
kovulup, kökü kazınmıştır. Böylece hristiyanlar genel
olarak huzur ve güvene kavuşmuşlardır[34].
Bizim tercihimize göre
bu Kur'an açıklaması Peygamber (s)'e yöneltilen bir
soruya binaen inmiştir. Nitekim ayetlerde buna işaret edilmektedir. Biz bu
sorunun Mekke'de bulunan bazı hristiyanlara, sözkonusu kıssayı işitmelerinden sonra, açıklama istemek ve
kesin bilgiye ulaşmak maksadıyla bazı müslümanlar
tarafından yöneltildiği görüşüne meylediyoruz.
Dikkat edilmesi
gereken bir nokta da kıssa ile ilgili ayetler ve açıklamaların Kur'an kıssalarının belirgin üslubuyla verilmiş olmasıdır.
Bu üslubun temel özelliklerini taşıdığı gibi, ayetler öğüt vermeyi,
hatırlatmayı ve nebevi daveti ön planda tutmuştur.
İnanan gençler ve
müşrik kavimleriyle. Peygamber (s) ve ona inananlar arasında sıkı bir benzerlik
bulunmaktadır. Pcygamber'e inananların büyük
çoğunluğunu Kureyşli gençler oluşturuyordu. Ve
onların babaları müşrik olup Muhammedî davete düşmanlık besliyorlardı. Bu
gençler imandan sonra şirke geri dönmeleri için babalarının işkence ve ziyetine maruz kalıyorlardı. Öldükten sonra dirilmek, haşir
ve ahiret cezası, Peygamber ile müşrikler arasında
cereyan eden tartışmaların en önemlilerini oluşturuyordu. Sözkonusu
kıssa da Allah'ın (c) mucizelerinden birini ihtiva etmektedir. Bu mucizede,
öldükten sonra dirilme manzaralarından bazısıyla bağlantı bulunmaktadır. Bu da
çok büyük bir insan topluluğunun şahit olduğu bu hadisede gerçekleşmiş ve
haberleri asırlar boyu nakledilmiştir.
Bütün bunlarda ibret
alınacak, tatmin olunacak, örnek alınacak, uyarı olacak, yerler vardır, bu çok
açıktır. Özellikle dikkatler 21. ayet üzerine çekilmeli, zira gençlerin
uyandıktan sonra bulunması ve akabinde hemen Ölmeleri, insanların Allah'ın
vaadinin gerçek olduğuna, Kıyametin de şüphesiz gelmekte olduğuna yakinen İnanmalarına vesile olmuştur. İşte ayet bizim de
burada vurgulamaya çalıştığımız gibi buna işaret etmektedir.
Sûrenin ilk ayetlerine
de dikkat çekilmelidir. Bu ayetler "Allah'ın çocuğu vardır" diyenlere
ağır bir şekilde yüklenmiştir. Hemen bunun akabinde gelen bu hristiyan kıssası gençlerin tek bir Allah'a inanmalarını
ortaya koymaktadır. Zaten onları Allah'ın korumasına ve rahmetine layık kılan
etken de bu imanları olmuştur. Bu da kıssa ayetleriylc
sûre girişi arasında bir bağ bulunduğunu ve bu ayetlerin nebevi davete,
özellikle de kendisinde hiçbir şüphe ve yoruma yer olmayan tevhid
inancına destek oluşturmayı hedeflediğin i göstermektedir.
Kayda değer bir husus
da, miladi asrın başından beri hristiyan grupları
arasında Mesih hakkındaki ihtilafın çok büyük olmasıdır. Onlardan bazısı Allah
ile Mesihi eşit tutmuyor, onun Allah'ın oğlu
olduğunu diğer bazı grupların mantığı gibi kabul etmiyorlardı. Bazıları, O'nu
Allah tarafından gönderilmiş mucizeyle doğan bir insan olarak görüyordu.
Bazıları da O'nu Allah'ın bir sembolü olarak görüyordu. Meryem sûresinde bununla
ilgili örnek ve kaynakları geniş açıklamalarıyla verdik; oraya müracaat
edilebilir[35].
Ondaki Allah'ın
gücünün tezahürünü ve insanlara çok garip gelen bu hadisenin Allah'ın
mucizelerinden birisi olduğu gerçeğini kapsamıştır. Sanki şöyle söylenilmek İstenmiştir:
Arap kafirlerine acayip gözüken bu hadisenin oluşu, onları uyarıldıkları ve
Allah'ın kudretiyle gerçekleştirilmesi mümkün olan hususlarda ikna etmelidir.
Bunda da destek mânâsında olan gerçek vardır.
Kıssa ile ilgili
ayetlerin vahycdilmesiyle, birinci derecede, destek
oluşturma hedefinin amaçlandığı görülmektedir. Zira insanlar gençlerin sayısı
hakkında aralarında tartışıyorlardı. Peygamber bu tartışmaya önem vermemekle
ve ancak açık bir delile dayandığı takdirde konuşmakla em rolün m aktadır.
Diğer taraftan kaldıkları sene miktarı üzerinde tartışıyorlar, Peygamber ise
bunu göklerin ve yerin bilinmezlerini bilen, en mükemmel işitme ve görme
sıfatlarına sahip olan Allah'a havale etmekle emrolunuyor.
O'ndan başka hiçbir
gerçek dost yoktur. Mülkünde ve hükümdarlığında O'na ortak yoktur. Yİne Peygamber (s) konuyu derinlemesine araştırmamak ve
kimseye bu hususta soru sormamakla emrolunmakladır.
Tabiîn
âlimlerinden olan Katade'den Zemahşeri'nin
naklettiğine göre; "Onlar mağaralarında üçyüz yü kaldılar, dokuz (yıl) da ilave ettiler" ifadesi
kitap ehlinden nakledilen sözdür. Nitekim Peygamber de onların orada ne kadar
kaldıklarını en iyi bilenin Allah olduğunu söyleyerek onların İddiasını
reddetmekle emrolundu. Bunda doğruluk payı vardır.
Zira bu, kıssanın hedefleri ve naklcdilmesindeki
maksatla da biraz önce kaydettiğimiz gibi uygun düşmektedir. [36]
Burada son ayetlerden
iki ayetin kıssa ile ilişkisi açıkça gözükmemektedir. Bu iki ayet; 23 ve 24.
ayetlerdir. Müfessirler bu iki ayetin tefsirinde şunu nakletmişlerdir[37]
Müşriklerin liderlerinden ve ileri gelenlerinden bazısı Peygamber'e Kehf ehlinin kıssasını, Zülkarneyn'in
haberini ve Ruh'u sormuşlardı. Peygamberimiz (s) de "yarın cevap
vereceğim" diye söz vermiş, ancak "inşaallah"
dememişti. Günlerce vahiy beklemesine rağmen vahiy gelmiyordu. Bu sürenin ne
kadar uzadığı hususu ihtilaflıdır ama 12 gün ile 40 gün arasında olduğu
söylenmektedir. Her sabah Peygamber'e gelip soruyorlar, o da onlara "henüz
bana vahiy gelmedi" şeklinde cevap veriyordu. Artık alay etmeye başlamışlardı.
Peygamber de üzülüp kederlenmişti. Sonra vahiy ilk olarak bu iki ayetle geldi,
ikinci olarak da sorularına cevap teşkil eden ayetlerle indi. Rivayetlerde Ruh
hakkındaki sorunun Medine'de yahudiler tarafından
sorulduğuna dair nakil olduğu gibi, sözkonusu üç
sorunun Mekke'de müşrikler tarafından Medine yahudilerinin
İsteği üzerine sorulduğuna dair nakil bulunmaktadır. Çünkü müşrikler Medine yahudilerine Peygamber hakkında sormuşlar, onlar da bu üç
soruyu sormalarını, eğer cevap verebilirse O'nun Peygamber olduğunu kabul
edeceklerini söylemişlerdir.
İsra sûresinin tefsirini yaparken, "Sana Ruh hakkında
soruyorlar..." ayetinin tefsirinde nakledilen bu rivayetler üzerine
yorumumuzu yapmıştık. Ve orada rivayetler arasındaki kopukluğa ve zayıf
noktalara değinmiştik; burada tekrar etmeye lüzum görmüyoruz. Ancak bu iki
ayetin sözkonusu kısa ayetlerin arasına, henüz kıssa
ile alakalı konular tamamlanmadan gelmiş olması -zira bu iki ayetten sonraki
ayetlerde kıssayı tamamlayıcı ifadeler yer almaktadır-; bu iki ayetin de kıssa
ile bir tür ilişkisinin olduğunu ve bu ilişki ile ilgili bu rivayetlerde bir
gerçeğin bulunabileceğini akla getirmektedir.
Bizim aklımıza gelen
iki ayetin sadece bu kıssa konusuyla ilgili olarak veya hem bu kıssa hem de
yine bu sûrede yer alan Zülkarneyn kıssasıyla ilgili
olarak indiğidir. Şu da ihtimal dahilindedir: Peygamberimiz (s) soru
soranlardan mühlet istemiş, ama bunu Allah'ın dilemesine bağlamayı unutmuştu.
Bunun üzerine Allah (c) ona bunu hatırlatmayı,yasaklamayı ve kıssa esnasında
sıralanan Öğretici ayetleri vahyetmiştir. Allah daha
iyi bilir.
Bu iki ayet bütün müslümanlara her halükarda telkinde bulunmaktadır. Müslümamn görevi sürekli olarak gelecek hakkında bir şeye
malik olmadığını hatırlayıp, kendisini yerine getirmekten aciz kalabileceği
veya kusurda bulunabileceği veya bilemediği birtakım zarar ve tehlikelerle yüzyüze gelebileceği yükümlülüklerin altına sokmaması ve azmini,
kararım da Allah'ın dilemesiyle bağlaması gerekir.
Kaldı
ki bu, müslüman üzerine dini bir vecibedir. Onun
görüneni de görünmeyeni de en iyi bilen, herşeyin
kudreti altında bulunduğu ve herşeyİn kendisine
döneceği Allah'a olan imanının bir parçasıdır. Böyle yapmakla her kötü işin,
tehlikenin veya zararın sorumluluğuyla kendisini yükümlü tutmaktan kurtulur.
Sonra Allah'tan yardım istemesinde, O'nu her kusurunda ve unutmasında
hatırlamasında, O'ndan en doğru ve en üstününü yapmak için hidayet istemesinde
manevi bir tedavi vardır; bu onun gücünü, hidayetini ve doğruluğunu arttırır. [38]
27- Rabbinİn Kİtabı'ndan sana vahyedİleni oku;[39]
sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O'ndan başka sığınılacak bir kimse de
bulamazsın.
28- Sen de sabah-akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerİ-ne dua edenlerle birlikte sabret. Gözlerin, dünya
hayatının süsünü isteyerek'[40]
onlardan başka yana sapmasın[41]. Kalbini
bizi anmaktan alıkoyduğumuz; keyfine uyan ve işi hep aşırılık'[42]'
olan kişiye itaat etme.
Birinci Ayette:
1) Peygamber
(s)'e kendisine Rabbinden vahyolımanlan insanlara
okuması emredil-m ıştır.
2) Gerçek ve
doğru olan hiçbir şeyin değiştirilip, bozulmayacağı le'yid
edilmiştir.
3)
Peygamberin Allah'tan başka sığınmaya layık, korumasına gücü yetecek kimseyi
bulamayacağı vurgulanmıştır.
İkinci Ayette:
Peygamber tebliğine
inanan, Allah'a yönelip bütün zamanlarını O'na kulluğa adayan ve sadece O'nun
rızasını isteyen kimselerle tam bir dayanışma içerisinde olması emredilmiştir.
Onlara büyük önem vermesi, dikkat ve ilgisini dünya hayalının süsüne, şatafatlı
dış görünüşüne rağbet ederek başka yöne çevirmemesi, Allah'ın zikrinden gafil
olana, arzu ve isteklerinin peşine düşerek sapıtıp hüsrana uğrayanlara itaat
etmemesi, onlara kulak vermemesi önemle istenmiştir.
İki ayet de atıf
harfiyle başladığından, her iki ayetin önceki ayetleri tamamlayıcı, öğüt ve
ibret konularında muhtevalarını destekleyici olarak geldiğini düşündürtmektedir.
Bunun, önceki ayetlerin sırf nebevi daveti desteklemek amacıyla indirildiğine
alamet olması da mümkündür.
İkinci ayetteki
"...Dünya hayalının süsü" ifadesiyle, bu süsün sahipleri olan zengin
ve liderler ilk olarak akla gelmektedir. Ayetin diğer bölümü de onlardan kafir
olanlara işaret ederek bunu göstermektedir. Ayet, iman edenlerin, ne kadar
fakır olurlarsa olsunlar, sosyal konumları da ne olursa olsun korunup himaye
edilmelerinin gereğini; kafirlere de, servet ve güç yönünden durumları ne
olursa olsun önem verilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Nakledildiğine göre[43] bazı
kafir liderleri Peygamber'i fakir tâbilerinden dolayı ayıplıyor ve ona, onları
huzurundan uzaklaştırmasını, kendilerinin ancak bu şekilde meclisine gelerek
onu dinleyebileceklerini söylüyorlardı. Ayetin içeriği bu nakle uygundur.
Onların bu tavrı, önceden açıklaması geçtiği gibi
açık olarak En'am sûresinde de anlatılmıştı. Bütün
bunlar bu tavrın sık sık tekrarlandığını, vahyin de
Peygamber'i güçlendirmek için uyarı ve eğitimi tekrarlamasının gereğini
göstermektedir. Çünkü Peygamberimizde liderleri kendisine çekmek hususunda
aşırı bir arzu vardı. Bu arzusu bazen onu, ayetlerin İşaret ettiği gibi
liderlerin bazı teklifleri üzerinde olumlu düşünmeye sevkedi-yordu.
Mü'minlerc Allah katındaki mevkilerinin yüce olduğunu
belirtmek için, iman etme ve salih amel işleme
faziletinin en büyük şeref olmasından ve tüm güzel ahlâklara sahip
bulunduklarından dolayı Allah katında daha üstün oldukları hatırlatılmıştır.
Aynı şekilde Peygamber (s)'in, İslam toplumunun nezdinde
de böyle üstün bir konumda olmaları gerekir.
Peygamber bu tavrında
vahiy kendisine gelmeden önce içtihatta bulunmuş, ancak içtihadı, yapılması
evlâ olanın aksi yönünde tecelli etmiş, bunun sonucunda Abese sûresinde de
izah ettiğimiz gibi uyarılmıştır. Bütün bu olaylar, Allah'ın telkininin sürekli
olarak devam ettiğini, hikmetli Kur'an
prensiplerinden birinin varlığım apaçık ortaya çıkarmakta, aynı zamanda da
sosyal farklılıkların ayırım olarak kabul edilmemesinin İslam toplumunda
korunması gereken bir gerçek olduğunu göstermektedir. Dikkatle incelersek, bu
gerçeğin Peygamber döneminde farklı olarak da olsa milletlerin yaşamında ve
geleneklerinde çok büyük faydalarının olduğunu görürüz. Bu da Kur'an gayesinin ve bu gayede var olan hikmetli prensibin
yüce telkininin şaheserliğini ortaya koymaktadır. İşte bunda, Kur'an'ın hak ve hikmetle Allah katından inen bir vahiy
olduğuna ihtiyacı olan kimse için açık delil bulunmaktadır. Öyle vahiy ki;
Peygamber'den, belirtilen arzusundan dolayı yapılması evlâ olanın aksine bir
işin sâdır olmasını dahi düzeltmektedir. Bu mükemmellik, Kur'an
vahyinin tekrarlanmasında da bulunmaktadır. Zira bu, doğru yolu göstermek,
içerisindeki hikmetli prensibi ve kıymetli telkini açıklamak için inen ayetlerin
üçüncüsünü oluşturmaktadır.
Bizim
kendisine dayandığımız mushaf, bu ayetin Medine'de
indiğini kaydetmektedir. Bu rivayetin yanısıra müfessirler
şunu nakletmektedirler[44] Beni
Fezara kabilesinin lideri olan Uyeyne
b. Hisn, Medine'de Peygambere gelerek çevresinde
toplanmış olan fakir müslümanların nefret ettirici
bir görünüm oluşturduklarım söyleyip onları meclisinden kovmasını istemiştir.
Ancak ayet, siyakıyla ve ayet dizimiylc tam bir uyum
içerisindedir. Sonra aynı tablo Mekke'de indiği konusunda ihtilaf bulunmayan
ayetlerde de geçmiştir. Bu ayet de zaten Mckki
ayetlerin özelliğini taşımaktadır. Bütün bunlar yukarıdaki rivayette şüphe
uyandırmaktadır. Aşağıdaki ayetlerde de bu tavrın Mekke kafirleri tarafından
konulduğunu gösteren kuvvetli deliller bulunmaktadır. [45]
29- De ki: "Bu gerçek Rabbinizdendir. Artık
dileyen inansın, dileyen İnkar etsin. Çünkü biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık
ki, onun duvarları'[46]
kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Feryad edip
yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine
yardım edilir. O ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir destektir[47].
30- Şüphesiz
İman edip salih amellerde bulunanlar ise; biz
gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini zayi etmeyiz.
31- Onlar öyle kimselerdir ki kendileri İçin Adn cennetleri vardır. Altlarından ırmaklar akar. Orada altın
bileziklerle süslenirler[48].
Hafif ipekten ve ağır İşlenmiş atiastan[49]
yeşil elbiseler giyerek tahtlar[50]
üzerine yaslanırlar. (Bu) ne güzel mükâfat ve ne güzel destektir.
Ayetler Öncekilere
bağlıdır, onların devamı ve tamamlayıcısı mahiyetindedir. Bu,ifadelerden açıkça
anlaşılmaktadır. Sanki Peygamber ilgisini sadece kendisine tâbi olanlara
tahsis etmek hususunda te'yid edilmiş ve insanlara Rabîerinden kendilerine gelenin hak ve gerçek olduğunu
bildirmekle iktifa etmeleri istenmiştir. Bundan sonra isteyen inanıp kendisine
menfaat sağlasın, isteyen de inkar ederek sadece kendisine zarar vermiş olsun.
Çünkü Allah (c) her iki grup için de, seçimlerine uygun düşen şiddetli azab ve dehşetini, büyük nimet ve türlerini hazırlamıştır.
Ayetler
Peygamberi takviye edip teskin etmekte, mü'minleri de
müjdelemekte kafirleri ise uyarıp korkutmaktadır. Birçok ayetin de içerdiği
gibi bu ayetler de, insanların kendi seçeneklerine göre iman edip inkar ettiklerini,
bunun sonucu olarak da mükâfat ve azabı adalet gereği doğru olarak hak
ettiklerini ifade eden hikmetli prensibi te'yid etmektedir. [51]
Zuhruf
sûresinde olsun, diğer benzer ayetlerin tefsirinde olsun, ahiretteki
nimet türlerini vasfederken söylediklerimiz, bu
ayetlerdeki vasfa da uygun düşmektedir. İlave edilecek birşey
varsa o da; İstebrak ve Sündüs'ün Farsça veya Romanca'dan değişik görüşlere göre Arapça'ya nakledilip
Arapçalaştırırmış kelimeler oluşudur. Ayetler ipek kumaşın Peygamber'in
yaşadığı toplumda ve asırda tanındığını, hatta kullanıldığını göstermektedir.
Bu da ticari olsun veya olmasın Peygamber'in yaşadığı çevredeki kimselerle
Arap yarımadasına komşu diğer bölgeler arasında ilişkilerin bulunduğu ve
onların diğer bölge halklarının istifade ettiği birçok yaşam nimetlerinden de
faydalandıkları sonucuna götürmektedir. [52]
32- Onlara
şu iki adamı misal olarak anlat. İkisinden birine iki üzüm bacı vermiş, onların
etrafını hurmalarla çevir-mişil[53],
ortalarında da ekin bitirmiştik.
33- Her iki
bağ da yemişini vermiş, ondan hiçbir şeyi eksik etmemişti'[54].
Aralarından bir de ırmak akıtmıştık.
34- Bu adamın başka gelin[55] de
vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: "Ben, servetçe
senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçfü-yüm[56].
35- Böylece kendisine yazık ederek bağına girdi.
"Bunun yok olacağını'[57] hiç
sanmam" dedi.
36- "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum.
Şayet Rabbi-min huzuruna götürülürsem, şüphesiz
bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım" dedi.
37- Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi
ki: "Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün
bir adam kılan Allah'ı inkar mı ettin?"
38- "Fakat o Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime
hiç kimseyi ortak koşmam".
39- "Bağına girdiğin zaman, 'Maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez
miydi? Eğer beni ma! ve çocuk bakımından senden daha
az görüyorsan".
40- "Rabbim bana, senin bağından daha
iyisini verebilir. Ve o (senin bağı)nın üzerine de
gökten yakıp-yıkan bir âfet[58]'
gönderir de bağın kupkuru bir toprak'[59]'
kesilir".
41 - Veya
suyu dibe çekilir'[60] de
bir daha su arayamazsın. 42- Derken onun serveti kuşatılıp[61] yok
edildi. Böylece bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü.
"Ah" diyordu, "keşke ben Rabbime hiç bir ortak koşmamış
olsaydım."
43- Allah'ın
dışında ona yardım edecek bîr topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.
44- işte burada yardım ve dostluk Hak olan
Allah'a aittir. O, mükâfat bakımından hayırlı, sonuç bakımından da ha-yirlıdır'[62].
Ayetlerin ifadeleri
gayet açıktır. Peygamber'i inkar edenlere, birisi mii'min;
diğeri kafir iki adamın örneğini anlatması emredilmiştir. Bunlardan
birincisinin, ürünüyle, ağaçlarıyla, suyuyla, artıp-çoğalmasıyla çok güzel iki
bağı vardı. Bunun neticesinde de bol serveti, gücü, çocukları ve dostları
olmuştu. Sonunda mü'rain arkadaşının önünde
kibirlenip övünmeye başladı. Ona şöyle söylüyordu: "İçinde bulunduğum
bütün bunların yok olacağını sanmam". Daha kibirlenerek şöyle diyordu:
"Kıyametin kopacağını da sanmam ve Allah katında bunlardan, şu anda sahip
olduklarımdan daha hayırlısını elde ederim". Mü'min
arkadaşı ise onun büyüklenip kibirlenmesine, Allah'ı ve gücünü inkar etmesine
tepki gösterdi ve böyle davranması yerine, Allah'ın kendisine bahşettiği nimetlerin
devamlı olmalarını sağlamak için şükretmesinin daha doğru olacağını hatırlattı.
Kendisinin de imana olan bağlılığım, durumunu onun sahip olduğu servet ve
bağlardan daha üstün bir hale getirebileceği hususunda Allah'a olan güvenini
bildirerek, onu sahip olduğu bağlarının üzerine musibet verme, suyunu yok edip
toprağını kupkuru çorak hale getirme konusunda Allah'ın kadir olduğu hususunda
da uyardı. Sonra çok geçmeden bağlara Allah'ın belası
indi, kafir de mü'minin uyarısının doğruluğunu
gözleriyle gördü ve sahip olduğu şeylerin boşa gitmesi karşısındaki üzüntüsünü,
Allah'a karşı ortak koştukları konusunda da pişmanlığını açığa vurdu ama bu
ona hiçbir surette fayda vermedi. Allah katındaki konumu hususunda da kendisine
hiçbir kimse yardımcı olamadı.
Son
ayet de bu gibi durumlarda gerçek yardımın ancak Allah'ın yardımı olabileceğini,
O'nun katındakilerin mükâfat ve hayırlı son yönünden daha üstün olduğuna dair
apaçık delillerin belirgin bir şekilde ortaya çıktığına dikkat çekmek için
gelmiştir. [63]
Nakledildiğine göre[64] bu
örnek; Kureyş'ten Mahzümoğullanndan
olan iki adamın kıssasidır. Bunlardan birisi fakir mü'min, diğeri ise zengin kafirdir. Diğer bir nakle göre,
bu İsrailoğullanndan iki adamın hikayesidir. Bazı
müfessirler[65] ise bunun bir mü'min ve kafir üzerinde varsayılarak tasvirî olarak
sunulmuş bir Örnek olduğu ihtimali üzerinde durmuştur.
Bizim ayetlerin ifade
ve muhtevasından algılayarak çıkardığınız sonuca göre Örnek, ilk başta daha
önce var olup meydana gelmiş bir hadise hakkındadır. İkinci olarak da Peygamber
toplumunda vuku bulmuştur. Bu ne eski bir İsrailiyat kissasıdır, ne de sadece varsayılarak tasvir edilmiş bir
hikayedir. Çünkü içerdiği portre ister bağlar ve içerisindeki hurmalık ve
üzümler hakkında, ister bunlar etrafında geçen konuşmalar hakkında olsun,
isterse de hadisenin şahıslan hakkında olsun; Arap Hicaz portresidir.
Bu
ayetlerle Önceki ayetler arasında irtibat vardır. "Onlara misal olarak
anlat" cümlesindeki zamir, tercih olunan görüşe göı^
kafirlere yönelmektedir. Önceki ayetler, mevkileriyle, mallarıyla ve güçleriyle
övünüp müslümanlarm fakirlerini küçümseyen liderler
ve asiller sınıfını kınamış; bu ayetler de onlar tarafından bilinen daha önce
vuku bulmuş bir hadiseyi anlatmıştır. Bununla, üstünlüğün ve en güzel akibetin iman ve salih amel ile
olacağım, kafirlerin mallarına ve güçlerine güvenmelerinin Allah katında onlara
hiçbir fayda vermeyeceği gerçeğini vurgulayıp kanıtlamak hedeflenmiştir.
Ayetler mü'minlerin fakirlerinin kalplerinde huzur ve
umudu yaymaktadır. Müfessirlerin çoğunun ifade ettiğine göre, sözkonusu örnek, mallarına ve güçlerine olan güven ve
itimadı apaçık ortaya koyup, mü'minlerin
fakirlerinden tiksinen, küçümseyen zengin kafirler için anlatılmıştır. [66]
45- Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten
indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı[67]
böylece rüzgarların savurduğu çalı-çırpı'[68]olu-verdi'[69]'.
Allah, her şeyin üzerinde güç yetı'rendir.
46- Mal ve
çocuklar, dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan güzel işler ise Rabbinin katında
sevapça da daha hayırlıdır, umutça da daha hayırlıdır.
Birinci ayette:
Peygamber'e dünya hayatı hakkında başka bir misal daha vermesi için emir
vardır. Dünya hayatı, göğün yağmurunun besleyip bitirdiği bitki gibidir, sonra
çok geçmez, az bir zaman sonra kırılıp dağılır,
rüzgar da onu kaldırıp savurur. Aynı zamanda Allah'ın her şeyi yapmaya gücünün
yeteceği konusunda da onları uyarmasını emretmiştir.
İkinci ayette; Mal ve
çocukların örnekte belirtilen dünya hayatının süslerinden olduğu, bunların da
çok geçmeden yok olacağı, ancak sadece salih amellerin baki kalıp Allah'ın rızasını
kazandıracağı, O'nun katında ümit ve güzel mükâfat vesilesi olacağı açıklanmıştır.
İkinci
ayet birinci ayetin tamamlayıcısı ve sonucu mesabesinde gelmiştir. İki ayetin
de önceki ayetlerle bağı vardır ve önceki ayetlerde verilen ilk örneğin
hedefini gerçekleştirmektedir. [70]
Şuna dikkat çekmemiz
gerekiyor: Kesinlikle ne bu ayetlerde, ne de önceki ayetlerde mü'minleri ne dünya hayatından, süsünden ve
güzelliklerinden uzaklaştırma, ne de önemini düşürme maksadı vardır. Ayetler
kafirleri kibirlenmelerinden, övünmelerinden ve mü'minlerin
fakirlerini hakir görmelerinden dolayı kınama maksadıyla gelmiştir. İmanın ve salih amelin üstünlüğünü vurgulayarak bunlara teşvik
etmiştir. Her ne kadar dünya hayalının, malın, servetin ve gücün geîip-gcçici, yok olup gidici,
ömrü kısa şeyler olduğu hatırlatılıp öğüt verilmiş ise de, bu, önceki ifade
ettiğimiz kınama, teşvik etme ve açıklama çerçevesinde olmuştur. Gerçekten bu,
dünya hayatı ve buradaki insanın ömrüyle alakalı vakıayı açığa vurmaktadır. Bu
konuda net kural Araf süresindeki şu ayettir: "De ki: Allah'ın kulları
için çıkardığı süsü ve temiz nzıkiarı kim haram
kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, Özellikle Kıyamet gününde mü'minlerindir. İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri
böyle açıklıyoruz". Bir ilavede bulunmak gerekirse, o da bu ayetten
önceki ayette verilmiştir; israf etmeyip orta yolu tutmak; Allah'a inanıp, salih amelde bulunmak.
"Kalıcı olan
güzel işler ise Rabbinin katında sevapça da daha hayırlıdır, umutça da daha
hayırlıdır" ayetinin açıklamasında müfessirler[71],
Allah Resulünün sahabelerine ve tâbilere dayandırılan birçok rivayetler nakletmişlerdİr. Bu nakillerde, kalıcı olan güzel işlerin,
beş vakit namaz olduğu veya teşbih ve takdiste bulunmak olduğu, yahut şu cümleyi
söylemek olduğu belirtilmiştir:
"Subhanallahi vc'1-hamdü lillahi ve lâ ilahe illallahu vaîfahu ekber".
"Allah'ı tüm noksan sıfatlardan tenzih ederim, hamd
ancak Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ibadete lâyık ilah yoktur. Allah en
büyüktür". Bir rivayette şu ilave edilmiştir: "Ve lâ havle ve lâ
kuvvete illa billah". "Güç ve kuvvet ancak Allah tarafindandır."
Hatta bu hususla
ilgili Peygamberimizden birtakım hadisler nakfetmişlerdir.
Ebî Sa-iyd
el-Hudrî'den nakledilen bir hadiste Peygamber (s)
şöyle buyurmuştur: "Kalıcı olangüzel işleri
çokça yapınız." Allah'ın elçisi bunlar nelerdir? denildiğinde:
"Tekbir getirmek, keiime-i tevhidi söylemek,
teşbih etmek, hamd etmek, lâ havle velâ kuvvete illa billah demektir" buyurmuştur.
Ensardan Nu'man bin Beşîr ailesinden bir adamın naklettiği bir hadiste, Nu'man şöyle demiştir: Yatsı namazından sonra mescidde bulunduğumuz bir zamanda Allah'ın elçisi (s)
yanımıza geldi ve gözlerini göğe kaldırdı, sonra indirdi, biz gökte bir şey
olduğunu zannettik; sonra şöyle buyurdu: "Dikkat edin benden sonra
birtakım yalan söyleyen, zulmeden liderler geleceklerdir. Kim yalanlarında
onları tasdik ederse, zulümlerinde onlara yardakçılık ederse, o benden
değildir, ben de ondan değilim. Dikkat edin; kuşkusuz ki, sübhanallah,
elhamdülillah, la ilahe illallahu vallahu
ekber sözleri kalıcı güzel işlerdendir".
Bu garip
gözükmektedir. Zira imana alamet sayılıp onu ortaya çıkarmaya vesile sayılmış
güzel-iyi işlerin, salih amellerin, sırf teşbih ve
takdisten, Allah'ı zikretmekten ibaret sayılması makul değildir. Makul olan;
bunları kapsayan, bunlardan başka da birinci derecede ibadet olan her
ameli-işi, hayrı, iyiliği, güzelliği, adaleti, ihsanı, görevleri yerine
getirmeyi, cihadı, İslah edip düzeltmeyi, iyiliği
emredip-kötülükten men etmeyi vs. kapsamasıdır. Yoksa bunu sadece teşbih ve
takdisten ibaret saymak, müslümanların çoğunun,
dünyada ahirelleri için hazırlayıp gönderecekleri salih-iyi amellerin hepsinin bundan ibaret olduğunu
sanmalarına neden oîur. Bu da çok kötü bir
hafifletme, rehavete uğratma ve iyi olmayan bir telkindir.
Bu rivayetlerin yanısıra müfessirler Ebu Hureyre'den şu hadisi naklctmişlerdir:
Peygamber Efendimiz (s) şöyle buyurdu: "Sübhanallah,
Elhamdülillah, La ilahe illallahu vallahu
ekber kalıcı güzel işlerdendir."
İbn Abbas'tan nakledilen hadiste de, kalıcı güzel işler:
Allah'ı zikretmek, O'na istiğfarda bulunmak, Peygamberine salat
getirmek, oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek, sadaka vermek, köle azad etmek, cihad etmek, akrabayı
ziyaret etmek ve bütün güzel ameller olarak zikredilmiştir. Makul olan da
budur. [72]
47- Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak[73]
görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiç birini dışarıda
bırakmamışızdır[74]'.
48- Onlar senin Rabbİne
sıra sıra sunulmuşlardır. Andol-sun,
siz ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş oldunuz. Hayır, bizim size bir
kavuşma zamanı tesbit etmediğimizi sanmıştınız değil
mi?
49- Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda
yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. "Vay halimize!" derler,
bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın)
hepsini sayıp dökmüş!" Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır.
Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez'[75].
Ayetlerde, Kıyamet
gününün ve daha önce şüphe duydukları Allah'ın vaadinin gerçekleşmesinden
korkan kafirlerin tasviri yapılmaktadır. Ayetlerin ifadeleri oldukça açıktır.
Tasvir gerçekten ürkütücü ve korkutucudur. Bu tasvirde; dinleyenleri, özellikle
de suçlu kafirleri uyarma, onlarda korku ve dehşet uyandırarak yapmakta olduklarından
vazgeçirmenin hedeflendiği anlaşılmaktadır.
Bu ayetlerin önceki
ayetleri tamamlamak için geldiği anlaşılmaktadır. Zira önceki ayetler sadece salih amelin kalıcı faydası olduğunu; malın, çocukların
ancak kısa bir süre için süs olduğunu, sonra bunların yok olacağım açıklamış,
bu ayetler de Kıyamet ve o günün dehşetim uyarıcı olarak gelmiş, övünüp
durdukları değerlerden soyutlanmış olarak ateşe arzolunacaklannı
ve yapmış oldukları herşeyi sayıp dökmüş, kaydedip
önlerine koymuş olan amel kitaplarıyla nasıl karşı karşıya geleceklerini
açıklamıştır.
İnsanların
toplanmasının, amellerinin zaptedildiği kitaplarının
önlerine konup Rabbani mahkeme meclisine arzolunmalannm
tasviri, bir yönüyle zihinlere yaklaştırma, diğer yönüyle de tesirinin
kuvvetli olması maksadıyla dünyada insanların alışık oldukları hadiselere
dayanmaktadır. Buna ilave olarak da, benzer münasebetlerde tekrarlanıp var elan
iman gerçeğini kaydedebiliriz,
"Sizi ilk defa
yarattığımız gibi..." ifadesiyle, insanların Kıyamet günü dünyada övünüp
durdukları bütün mal, çocuklar ve yardımcılardan soyutlanmış bir vaziyette, suç
teşkil eden amellerinin sorumluluğunu bizzat kendileri yüklenmek için
toplanmalarının izahı kastedilmiştir. Birçok örnekte geçtiği
gibi, her ortamda sahip oldukları servet, çocuk ve yardımcılarla övünmeye
devam ettiklerinden, ayetteki ifade onlara cevap olması ve uyarması maksadıyla
son derece net ve kuvvetli olarak kullanılmıştır.
Dağların
yürütülmesine işaret edilmekle, ayetlerin vermek İstediği anlam olan Kıyamet
gününün ve hadiselerinin dehşetinin tasvir edilmesi kastedilmiştir. Dağların
Kıyamet günündeki akibeti konusunda zikredilenlerin
çeşitliliği de bu maksada delil teşkil etmektedir. Dağların çok büyük ve yüksek
olmalarından, dinleyenlerin zihinlerinde bu sebepten dolayı bir yer teşkil
edeceği için bahsedilmektedir. Ahirette akibetlerinin izahı hususunda, bunun güçlü olan Allah'a çok
kolay geleceği hakkındaki hatırlatmalar vahyin hikmeti gereği tekrarlanmıştır. [76]
50-
Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. Secde ettiler, yalnız İblis
etmedi. O cinlerdendi, Rabbinin buyruğu dışına çıktı[77].
Şimdi siz benden ayrı olarak onu ve onun neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Oysa
onlar, sizin düşma-nımzdır.
Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir.
Ayette seri olarak İblis'in
kıssasına, Allah'ın Adem'e secde etme emrine karşı olan isyanına işaret vardır.
Ayetteki soru, Allah'ı bırakıp da İblis'i ve onun soyunu, onlannen
şiddetli düşmanları olduğu halde dost edinmelerinden dolayı kafirlere yönelik
kınama, red türündendir.
Ayet, felaket
tehdidini içeren bir bölümle bitmiştir. Allah'ın dostluğunu, İblis ve o-nun soyunun dostluğuyla değiştiren zalimlerin yaptıkları bu
iş ne kadar kötüdür.
Ayet, öncekileriyle
kuvvetli bir bağ içerisindedir. Önceki ayetler kafirleri korkutup uyarmış, bu
ayet de onlara inkar etmeleriyle ancak düşmanları olan İblis'i dost edinip
itaat ettiklerini, dikkat çekerek haber vermektedir.
Buradaki İblis'in
kıssasına yapılan işaret Kur'an'daki en kısa
işarettir. Bundan, ayetin birinci yarısında yer alan kıssadan daha çok, ikinci
yarısındaki tezhib ve uyarıyı yapmak maksadını
taşıdığı anlaşılmaktadır. Ayette dayanılan delil güçlü, bağlayıcı; uyarı da net
ve yakıcıdır.
"Allah'ı
bırakıp İblis ve soyunu dost edinme'7 ifadesinden maksadın, süslü gösterdikleri
sapıklık ve günahlarda onlara boyun eğmek olduğu anlaşılmaktadır. İnsanların aldamp da yaptıkları bu tür davranışlar. İblis'in vesvese
ve süslemelerinden kaynaklanmaktadır. Ayetlerin sürekli olarak tekrarlayıp
vurguladıkları da bu gerçektir. Sâd sûresinin
tefsirinde de belirttiğimiz gibi bu anlayış Peygamber çevresinde var olup
biliniyordu. [78]
Görüldüğü gibi
buradaki ayet açık bir şekilde İblis'in cinlerden olduğunu belirtmektedir.
Adem (a) ile İblis'in kıssalarım anlatan diğer ayetler ise sadece, İblis'in
ateşten yaratıldığına, bunun için de çamur ve topraktan yaratılan Adem (a)'dcn üstün olduğuna dair olan sözlerinin hikayesi yer
almaktadır.
Müfessirler[79] bu
ayetin izahında çeşitli rivayet ve sözler nakletmişlerdir. Ancak bunlardan
hiçbirisi sahih kabul edilen kitaplarda yer almamakladır. Bu nakillerden
bazıları şunlardır: Cinler meleklerden bir nesildir. Cin kelimesi sözlükte
melek yerine kullanılabilir, çünkü "cin" kelimesi "ietinan" kökündendir; bu da saklanıp gizlenmek
anlamlarına gelir. Bunu söyleyenler Kur'an'ın bu
kavramlarında çatışma vehmelmişlerdir. Zira diğer
sûrelerde de kıssanın bütününden İblis'in meleklerden olduğu anlayışı
çıkarılmıştır. Çünkü İblis onlardan istisna edilmiştir. Ayette ifade şu şekildedir:
"Biz meleklere Adem'e secde edin demiştik, onİar
da hemen secde ettiler. Ancak İblis müstesna; o secde etmedi". Biz bu
iddiayı zikretmede fayda ve gerek görmüyoruz. Çünkü ayet İblis ile meleklerin
ayrı ayrı şeyler olduğu konusunda gayet açıktır. Cinlerin
meleklerden bir nesil olduğunu, cin kelimesinin melekler için de
kullanılmasının doğru olacağını, dolayısıyla da "İblis
meleklerdendir" diyenler, cinlerin ateşten yaratıldığı hususunda, İblis'in
aleşten yaratıldığına dair olan sözünün hikayesi ile ilgili
apaçık diğer ayetlerin açıklamasından anladığımız mânâları farkedememişlerdir.
Bu İblis'in ateşten yaratılmış cinlerden olduğu açıklaması sözkonusu
iddiayı yok etmektedir. Onlar aynı zamanda cinler ile meleklerin beraberce ayrı
isimlerle Sebe sûresinin şu ayetlerinde
zikredilmelerine de dikkat etmemişlerdir:
"O gün, onların
hepsini bir arada toplayacak, sonra meleklere diyecek ki: "Size tapanlar
bunlar mıydı? (Melekler) Derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz sensin,
onlar değil. Hayır, onlar cinlere tapıyordu ve çoğu onlara iman
etmişlerdi." Burada da gözüktüğü gibi cinler meleklerden kesin olarak
ayrıdır.
Müslim'in Aişe validemizden naklettiği bir hadiste Peygamber (s)
şöyle buyurmuştur: "Melekler nurdan yaratılmıştır. İblis dumansız halis
ateşten yaratılmıştır. Adem ise size anlatılan şeyden yaratılmıştır." Kur'an'm genel ifadelerle kullanıp, kapalı bıraktığı veya
sükût edip değinmediği konularda itimat edilecek açıklama mercii elbette ki,
Peygamber'dir.
Zamahşeri şöyle demiştir: "Fe feseka" kelimesindeki "fa" nedenlik ifade
etmektedir: Yani, İblis meleklerden olmayıp cinlerden olduğundan dolayı isyan
edip başkaldırın ıştır.
Müfessirler[80]
İblis hakkında, nesli, evlenmesi, çoğalması, çocukları ve torunlarının
isimleri, davranışlarının usulü ve görevlerinin taksimi vs. konularında senedsiz olarak ve bu gibi hususlarda tek dayanak olan Hz. Muhammed'in aktardığı sahih bir bilgi olmaksızın
birçok açıklamalar nakletmişlerdir. Bunları nakletmenin ne bir faydası ne de
gereği vardır. Çoğu da hayal mahsûlü olup hurafe türündendir. Bu gibi konularda
yapılması gereken, Kur'an'ın durduğu sınırdan daha
ileri gitmeden, tahminde bulunmadan durmaktır. Çünkü bu, bilinmeyen, imani gerçeklerdendir. Bununla beraber önceki münasebetlerde,
özellikle de Sâd sûresinin tefsirinde dikkat
çektiğimiz Kur'an hedeflerini gözetleyip özümsemek
gerekmektedir. [81]
51- Ben
onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ne de kendilerinin yaratılmasında
hazır bulundurmadım[82],
yoldan saptırıcıları yardımcı tutmuş da değilim.
52- O gün (Allah
kafirlere): "Benim ortaklarım olduklarını andığınız şeyleri çağırın!"
buyurur. Çağırmışlardır onları;fakat kendilerine cevap vermemişlerdir. Bİz onların arasına tehlikeli bir uçurum'[83]
koyduk.
53- Suçlular
ateşi görür görmez, oraya konulacaklarını iyice anladılar; (ancak) ondan
kurtuluş yolu da bulamadılar[84].
1- Allah'ın, kafirlerin O'nu bırakıp da dost
edindikleri İblis ve nesliyle ne yer ve göklerin yaratılmasında, ne de
kendilerinin yaratılmasında istişarede bulunup yardım almadığı, kınama
ifadesiyle açıklanmıştır. Aynı şekilde Allah'ın, doğru yoldan saptıran,
insanlara sapıklığı ve şirki süslü gösteren kimseleri de yardımcı olarak
tutması aklen doğru değildir. Böyle olduğu takdirde
bu, kafirlerin kendilerine sapdt dostlar ve ortaklar
edinmelerine bahane olurkî, bu mümkün değildir.
2- Allah'ın
Kıyamet gününde müşriklere hitabı anlatılmıştır; öyle ki onlara kendilerine
yardım etmeleri için ortak koştukları şeyleri çağırma hususunda meydan okumuş,
çağırdıklarında çağrılarına hiç kimse icabet edememiştir. Çünkü Allah,
aralarında engelleyici bir uçurum kılmıştır.
3- Ateşe
götürüldüklerinde durumlarının ne olacağına işaret edilmiştir. O zaman kesinlikle
oraya gireceklerini anlayacaklardır. Onları oradan çıkartıp kurtaracak kimse de
yoktur.
Ayetlerin
kafirleri kınama ve aşağılama üslubunu devam ettirdiği açıkça gözükmektedir.
"Onları hazır bulundurmadım" ifadesindeki zamiri İblis ve zümyetine döndürdük ve birinci ayeti de, yukarıdaki ifadeyi
ayetlerin üslûp ve ruhundan ilham alarak açıkladığımız gibi izah ettik.
Müfessirler de zaten böyle yapmışlardır. [85]
54- Andolsun biz bu Kur'an'da insanlara her çeşit misali türlü biçimlerde
anlattık. Ama insan, tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.
55- Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları
inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak
evvelkilerin sünnetinin kendilerine de geimesi veya
azabın açıkça karşılarına gelmesi[86] (ni beklemeleredir.
56- Biz elçileri sadece müjdeleyİcİler
ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkar edenler, hakkı bâtılla gidermek için mücadele
ediyorlar. Onlar ayetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır.
57- Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da
ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim
vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık,
kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onlan hidayete
çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeye-ceklerdir.
58- Senin, bağışı bol oian
Rabbin merhamet sahibidir; şayet onları yaptıklarıyla hemen cezalandıracak
olsaydı, onların azabını çabuklaştırırdı. Fakat onlar için va'dedilen
bir zaman vardır ki, ondan (kaçıp) sığınacak?[87] bir
yer bulamayacaklardır.
59- İşte şu ülkeler; zulmetmeye başlayınca onları
helak ettik. Onları helak etmek için de bir süre belirlemiştik.
Birinci ayette,
insanın tartışmacı ve mücadeleci tabiatına yönelik kınayıcı bir açıklama
vardı. Allah (c) Kur'an'da birçok misâl verdi ve
türlü söz kalıplarıyla insanlara öğüt verip onları uyardı. Fakat insandaki
baskın olan ccdclci tabiatı, onu etkisi altına
aldığından, tartışmadan vazgeçip öğüt almasına engel olmakladır.
Bu
ayetin Önceki ayetleri tamamlayıcı olması mümkün olduğu gibi, kendisinden sonra
gelen ayetler için de mukaddime teşkil etmektedir. Biz bunu tercih ediyoruz.
Çünkü kendisinden sonra gelen ayetler kafirlerin inatla, kibirle, bâtıla
dayanarak hakkı yok etmek için mücadele ettiklerini anlatmıştır. Bunun için bu
ayetleri de onlarla beraber kabul ettik. [88]
1- Kafirler kınanmaktadır. Onlara hidayet
gelmişti; bunun akabinde kendilerine yakışan, iman edip doğru yola girmeleri;
Allah'a yönelip yaptıkları kusur ve günahlarından dolayı bağışlanma
dilemeleridir. Fakat bunu yapmaktan sakındılar. Sanki onlar i-man etmek için apaçık olarak Allah'ın azabının kendilerine
gelmesini veya önceki inkarcı milletler hakkında Allah'ın değişmez kanunu olan
yok edici azabın, belanın kendilerine gelmesini beklemektedirler. Onların bu
tavırlarındaki ahmaklık ve aşırılık açıkça ortadadır.
2- Kafirlerin tavrına kınanarak işaret
edilmiştir. Zira onlar doğru yola girerek hidayetten faydalanacakları yerde
hakkı yok etmek, üzerini örtmek için bâtıl bir tartışmaya tevessül etmişler ve
Allah'ın ayetlerini, uyarısını eğlence ve alay konusu haline getirmişlerdir.
3- Kınayıcı
bir sorgulama vardır; Allah'ın ayetleri kendisine hatırlatılıp hakka davet
edildikten sonra yüz çeviren, duymamazhktan gelen,
akıbetinin kötü olacağını önemsemeden günahlar işleyen kimseden daha zalim,
daha ahmak ve daha sapık kim olabilirdi.
4- Kafirlerin içinde bulundukları bu
durumlarının sebebinin belirtilmesi: Bu tarzda tavır takınanların kesinlikle
kalpleri katılaşmış olduğundan hak daveti anlamazlar, kulakları
sağırlaştığından hak sözü işitmezler. Dolayısıyla hidayete çağrıldıklarında
elbette doğru yolu bulamayacaklardır.
5- Allah'ın onlara mühlet vermesinin hikmetinin
açıklanması: Allah bağışlama ve rahmet etme sıfatlarına sahiptir. Bir açıdan;
bu tür yoldan sapmaları, duymam azlıktan gelmeleri, sonunda hakka dönerler ve
bâtıl tavırlarından belki vazgeçerler diye affetmektedir. Diğer bir açıdan ise
Allah'ın sonsuz ilminde belirli bir süreye kadar kendilerine mühlet verilmesi,
bu tavırlarında ısrar etmelerinin neticesinde çarptırılacakları Allah'ın
azabından, hiçbir sığınacak, kaçacak yer bulamayacaklarından ötürüdür. Şayet
Allah'ın bu sıfatlarıyla hikmeti olmamış olsaydı onlara azabını hemen verirdi.
6- Bunu
önceki milletlerin hallerinden örneklerle delillendirme:
Önceki milletler de zulmedip doğru yoldan saptıklarında Allah onlan belirlediği bir zamanda helak etmiştir.
Görüldüğü gibi
ayetler, önceki üslubun devamı niteliğindedir. Akıllara ve kalplere kuvvetle
nüfuz eden bir üslûpla yönelmiştir.
"Biz
onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık
verdik" ifadesi, örnekleri Yasin ve başka sûrelerde geçen, kafirlerin
körlüklerinin, hakkı duymaktaki sağırlıklarının şiddetini açıklama maksadını
taşıyan bir üslûp ifadesidir. Biz bu üslubu, daha öncekilerde yaptığımız
şekilde yorumladık. Çünkü bunu, gerek kınama esnasında, gerek tehdit esnasında,
gerekse uyarma esnasında olsun ayetler ilham etmektedir. Diğer yönden, önceki
benzer münasebetlerde üzerine dikkat çektiğimiz gibi, genel Kur'an
açıklamaları da buna uygunluk arzetmektedir. Ancak
ayetlerden hemen anlaşılan şudur ki, bu onların o gün ayetin indiği zamanki
durumlarının tescilidir. Nitekim çoklarının kalplerinin hidayete açılmasıyla,
iman etmeleri de bunu göstermektedir. Bu durum şu ayetin yorumu için de
söylenebilir: "Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve
Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin
sünnetinin kendilerine de gelmesi veya azabın açıkça karşılarına gelmesi(ni beklemelerindir." [89]
60- Hani Musa genç yardımcısına demişti ki:
"İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar gideceğim veya uzun bir zaman
yürüyeceğim.
61- Her ikisi, iki denizin birleştiği yere
varınca balıklarını unuttular. Balık denizde bir yol tutup gitmişti.
62- Orayı geçip gittiklerinde Musa genç yardımcısına: "Yemeğimizi
getir bize, andolsun, bu yaptığımız yolculuktan
gerçekten yorulduk."
63- (Genç adam) "Gördün mü?" dedi,
"kayaya sığındısı-mız
sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı Seylan'dan başkası bana unutturmadı; o
şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti".
64- (Musa) Dedi ki: "Bizim de aradığımız'[90]
buydu." Böylelikle ikisi, izleri üzerinde geriye doğru gittiler[91]'.
65- Derken, katımızdan kendisine bir rahmet
verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir İlim öğrettiğimiz[92]'
kulları-mızdan bir kulu buldular.
66- Musa
ona: "Sana öğretilenden, bana da bir bilgi öğretmen için sana tâbi
olabilir miyim?" dedi.
67- (O da): "Doğrusu sen benimle beraberliğe
sabrede-mezsİn" dedi.
68-
"Sana bildirilmeyen bir şeye nasıl sabredebilirsin?"
69- Musa:
"İnşaallah" dedi, "sen beni sabreder
bulacaksın. Senin emirine de karşı gelmem".
70- (O kul): "Eğer bana tâbi olursan, sana o
konuda bilgiverilinceye kadar[93]
hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" dedi.
71- Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye
bindikleri zaman gemiyi deliverdi. (Musa): "Halkını boğmak İçin mi gemiyi
deldin? Gerçekten sen, çok tehlikeli bir iş[94] yaptın!"
dedi.
72- (O kul): "Ben sana, benimle beraber
olmaya sabrede-mezsin demedim mi?" dedi.
73- (Musa): "Unuttuğum şeyden ötürü beni
kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma[95]"
dedi.
74- Yine yürüdüler. Nihayet bir oğlan çocuğuna
rastladılar. (O kul) hemen onu öldürdü. (Musa): "Bİr
can karşılığı olmadan temiz bir cana[96] kıydın
ha? Doğrusu sen çirkin'[97] bir
iş yaptın" dedi.
75- (O kul): "Ben sana benimle beraber
bulunmaya sabre-demezsin demedim mi?" dedi.
76- (Musa): "Bundan sonra sana bir şey
soracak olursam artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış
olursun[98]
dedi.
77- Yine yürüdüler. Nihayet bir kasabaya varıp
halkından yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuk etmekten kaçındı.
Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular; hemen onu doğrulttu.
(Musa): "İsteseydin elbette buna karşılık bir ücret alırdın[99]"
dedi.
78- "İşte" dedi, "bu benimle senin
aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemedİğin
şeylerin İçyüzünü haber vereceğim".
79- "Gemi, denizde çalışan yoksullarındı,
onu kusurlu yapmak istedim, çünkü, onların ilerisinde her gemiyi zorbalıkla ele
geçiren bir kral vardı". yükleme veya benî şiddetle kınama.
80- Çocuğa
gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi.
Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu[100]
kullanmasından korktuk.
81- Böylece istedik ki Rabbleri
onun yerine kendilerine, ondan daha temiz[101] ve
daha merhametlisini[102]versin.
82- Duvar ise şehirde iki yetim çocuğun idi.
Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin
istedi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini
çıkarsınlar. Bunları ben kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemedİğin şeylerin içti yüzü budur.
Bu
bölüm Musa (a) ile Allah'ın katından kendisine özel bir ilim vererek seçtiği salih kullarından birisi arasında geçen görüşme ve
karşılıklı konuşmanın kıssasını içermektedir. Ayetlerin ifadesi gayet açık
olup herhangi bir izaha ihtiyaç yoktur. [103]
Müfessİrlcrin bu kıssa ile ilgili naklettikleri hadis ve rivayetler
gayet çoktur. Bu nakillerden herhangi bir ihtilaf olmaksızın anlaşıldığına
göre Musa (a) İsrailoğullarının meşhur peygamberi, salih kul ise (Hızır); Musa'nın (a) genç arkadaşı Yuşa b. Nûn'dur.
Buhari ve Müslim'in sahihinin, Tirmizi'nin
süneninin tefsir bölümünde yer alan uzun bir hadiste[104], Said b. Cübeyr, İbn Abbas'a şöyle dedi:
"Ncvf cl-Bükâlî,
Hızır'a arkadaşlık yapan Musa'nın, İsrailoğuliarına
gönderilen Musa olmadığını iddia etmektedir." İbn
Abbas da şöyle dedi; "Allah'ın düşmanı! Yalan
söyledi[105]. Übey
b. Ka'b bana Peygamber (s) şöyle söylerken işittiğini
haber verdi: "Musa İsrai[oğullarına birgün konuşma yaptı, kendisine, insanların en bilgilisi
kimdir? diye soruldu. O da: Benim dedi. Bunun üzerine Allah O'nu azarladı, zira
bu konuda kendisine bilgi veriimemişti ve O'na şöyle
vahyelti: İki denizin buluştuğu yerde benim bir kulum
vardır, o senden daha bilgilidir. Musa dedi ki: Ey Rabbim O'na nasıl
ulaşabilirim? Allah (c) şöyle buyurdu: Beraberinde bir balık af ve torba içine
koy, balığı kaybcitiğin yerde onu bulursun. Musa (a),
bir balık alıp torbaya koydu; sonra da genç arkadaşı Yuşa
b. Nûn ile yola koyuldu. Nihayet büyükçe bir kayanın
yanına geldiklerinde başlarını yere koyup uyudular. Bu esnada torbadaki balık
çırpınıp dışarı çıktı ve denize düştü, yolunu tutup kaybolup gitti. Allah,
torbadayken balığın su kaybını önlemiş, onu adeta sudan bir halka içerisinde
korumuştu. Bir rivayette ise: Kayanın dibinde hayat suyu denilen bir pınar
bulunuyordu. Suyu kime değerse ona canlılık kazandırıyordu. Balığa da bu sudan
değince sıçradı; torbadan dışarı çıktı ve denize atladı. Musa (a) uyandığında
arkadaşı O'na balığın durumunu haber vermeyi unuttu. Böylece yola koyuldular,
kalan günlerini ve gecelerini de yürüyerek geçirdiler. Ertesi gün öğle üzeri
Musa (a) genç arkadaşına,öğle yemeklerini getirmesini, zira bu yolculuklarından
çok yorgun düştüklerini söyledi. Peygamber (s) şöyle buyurdu: "Allah'ın
varmasını emrettiği yeri geçinceye kadar bir
yorgunluk hissetmemişti." Genç arkadaşı O'na: "Gördün mü kayanın
yanında konakladığımız yerde balığı unuttum. Onu unutup hatırlamamama sebep
ancak Seylan'dır. O da denize atlayıp acayip bir şekilde yol tutup gitti. -
Peygamber (s) şöyle buyurdu: "Balık yol tutup gitmişti, Musa ile genç
arkadaşı da şaşırıp kalmışlardı." Musa da: "İşte bu aradığımız haldir"
dedi ve kayanın yanına varıncaya kadar izlerini sürerek gerisin geriye
geldiler.
Orada elbiseye
bürünmüş bir adam buldular. Musa ona selam verdi. Hızır selamını aldı ve sen
kimsin, neredensin? dedi: O da: Ben Musa'yım dedi. Hızır: îsrailoğullarının
Musa'sı mı? dedi. O da: Evet, bana hakikatleri öğretmen için sana geldim.
Hızır: Ey Musa senin benimle beraber olup sabretmeye gücün yetmez. Ben Allah'ın
sonsuz İlminden bir ilme sahibim; onu bana öğretti, sen ise onu bilmiyorsun.
Musa da ona dedi ki: İnşaallah beni sabırlı
bulacaksın, senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim. Bunun üzerine Hızır şöyle
dedi: Şayet bana tâbi olursan ben sana onu anlalıncaya
kadar bana hiçbir şey hakkında soru sorma. Böylece oradan deniz sahilinde
yürüyerek ayrıldılar. Bir gemi geçerken onları da gemiye almalarını istediler.
Gemidekiler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücret almadan gemiye aldılar. Gemiye
bindiklerinde, bir süre sonra aniden Hızır'ın, geminin Ön tarafındaki taban
levhalarından birisini söktüğü görüldü. Musa ona şöyle dedi: Bu insanlar
ücretsiz olarak bizi gemilerine aldılar, sen ise onların gemilerini deliyorsun,
yolcularının boğulmasına neden olacaksın, ne kadar kötü bir iş yaptın! Hızır
dedi ki: Ben sana, sen benimle beraber olmaya sabredemezsin demedim mi? Musa:
Unuttuğum bir hususta beni sorumlu tutma ve bu konuda bana güçlük çıkarma dedi.
Peygamber şöyle buyurdu: Bu Musa'nın birinci unutkanlığıydı. Râvi devam etti: Bu esnada geminin kenarına bir serçe kuşu
gelip kondu ve denizden gagasıyla su aldı. Hızır Musa'ya dönerek şöyle dedi:
Benim ilmim de, senin ilmin de Allah'ın ilmi karşısında ancak şu serçe kuşunun
denizden alıp eksilttiği kadardır. Sonra gemiden ayrıldılar. Sahilde yürürlerken
Hızır çocuklarla beraber oynayan bir çocuk gördü ve hemen onun kafasını kopararak
öldürdü. Musa bunun üzerine ona dedi ki: Sen tertemiz, suçsuz bir cana kıyarak
nasıl öldürdün? Çok kötü bir iş yaptın. Hızır: Ben sana benimle bulunmaya
sabrede-mezsin demedim mi? dedi. Peygamber şöyle
buyurdu; Bu itiraz, birincisinden daha şiddetli olmuştu? Musa şöyle dedi:
Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme, zira benim
tarafımdan, ileri süreceğin yeterince mazerete sahip oldun. Yine yola
koyuldular. Nihayet bir kasaba halkına geldiler ve yiyecek istediler, onlar da
onları konuk etmekten sakındılar. O kasabada yıkılmak üzere olan bir duvar
gördüler, Hızır hemen onu eliyle doğrulttu. Bunun üzerine Musa şöyle dedi: Bu
insanlara geldik; bize ne yiyecek verdiler ne de misafir ettiler, eğer
isteseydin bu yaptığın işe karşılık onlardan ücret talep edebilirdin. Hızır: Bu
benimle senin aranda yolun ayrılmasıdır. Sana sabrcdemediğin
şeylerin açıklamasını yapacağım, dedi. Allah'ın Rasulü
"Keşke Musa sabret-seydi de Allah bize onların
haberlerini anlatsaydı" buyurdu. Said b. Cübcyr dedi:[106] İbn Abbas şu ayetleri okuyordu:
"Çünkü onların önlerinde (ilerisinde) her sağlam-yeni gemiyi zorbalıkla
alan bir kral vardı" "Çocuğa gelince, o kafirdi, anne ve babası ise mü'min kimselerdi.."
Tirmizi bu hadise benzer bir rivayeti Übey
b. Ka'b tarafından nakletti[107]
"Hızır'ın öldürdüğü çocuğun kaibi küfürle
mühürlenmişti." Bunu Ebu Davud
da rivayet etti ve şunu ilave etti[108]:
"Şayet çocuk yaşasaydı, anne ve babasını zorla azgınlık ve küfre sev-kedecekti." Tirmizi bununla
ilgili Ebu Hurcyre tarafından
Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletti[109]
"Hızır" diye isimlenmesinin nedeni, beyaz tüylü derinin üzerine oturması
ve onun hemen allında yeşil oluvermesiydi".
Görüldüğü gibi bu uzun
hadis, Nevf'in "Hızır, Musa'nın arkadaşı
değildir" iddiasını yalanlamak maksadıyla anlatılmıştır. Bu naklin yanisıra müfessirler başka bir nakilde de bulunmuşlardır[110] İbn Abbas bu hadisi sözkonusu Nevf isimli şahsın,
Musa'nın İsrailo-ğullan'nın
peygamberi olan meşhur Musa değil de Musa b. Yüşâ
olduğu yolunda iddiası üzerine anlatmıştır. Bunda bir tezatlık yoktur. Çünkü Nevf her iki iddiada da bulunmuş olabilir ve bu iddialar
farklı yerlerde İbn Abbas'a
ulaşmış olabilir. Ancak müfessir-İcrin naklettiği
hadisin ifade yönünden Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde nakledilen hadisten biraz farklı olduğuna dikkat çekelim.
Bu iki rivayetten
başka, Musa ile Hızır'ın buluşmalarının sebebi hakkında iki rivayet daha vardır[111].
Bunların birisinde, İbn Abbas'tan
nakledildiğine göre: Musa'nın Rabbine sorduğu sorular arasında;
"kullarından hangisinin daha bilgili olduğu" sorusu da vardı. Allah
(c) şöyle buyurdu: "İnsanların bilgisini kendi bilgisine katmak, dosdoğru
yola ulaştıracak veya benim gazabımdan koruyacak bilgiye ulaşmak için
araştırandır". Musa dedi: "Ey Rabbim yeryüzünde böyle biri var
mı?" Allah (c): "Evet" buyurdu. Musa dedi ki: "Kim
bu"? Allah (c): "Hızır" buyurdu. Sonra rivayet, ayetler ve uzun
hadiste geldiği şekilde bazı ziyade ve noksanlıklarla devam ediyor. Diğer
ikinci rivayette ise; Musa kendi kendine, yeryüzünde kendisinden daha bilgili
kimsenin bulunmadığını söyledi. Onu böyle düşünmeye Allah sevketmişti.
Böylece yeryüzünde kulları arasında ondan daha bilgili birisinin olduğunu ona
öğretmek, bilmediği bir konuda böyle kesin olarak konuşmak yerine bunu, bilen
kişiye havale etmesinin gereğini bildirmek istemişti. Bu rivayet tabii
alimlerinden birisi olan Katade'den nakledilmiştir.
Burada, kıssanın
Tevrat'ta eski afıid bölümlerinde zikrcdilmediğine
dikkat çekelim. Fakat bu bize ulaşmamış yahudilcrc
ait Tevrat bölümlerinde zikredilmiş olmasına engel eğildir.
Madem ki Musa (a) meşhur peygamberdir; bu o kadar önemli değildir. Kur'an'da bir surette işaret olunan birçok İsrailiyat kıssaları da aynı şekilde -daha Önceki
münasebetlerde de dikkat çektiğimiz gibi- bugün elimizde bulunan Tevrat bölümlerinde
yer almamaktadır. Kıssa hakkında içerisinde ayetlerde mevcut olan bilgiden daha
fazla açıklama veya ziyade olduğu halde nakledilen birçok rivayetler[112] de
kıssanın Peygamber'in toplumunda bilindiğini göstermektedir. Bu konuda müracaat
edilen kaynak da yahudiler ve Tevrat bölümleri
olmaktadır.
Biz genel olarak Kur'an kıssalarını incelerken, bunların, muhtevalarında
ibret, öğüt, misal ve hatırlatma konuları bulunduğundan nebevi daveti
desteklemek amacıyla anlatıldığına inanmaktayız.
Kanaatimize göre bu
durum; her ne kadar bu kıssa önceki üslûptan farklı, başlı başına müstakil bir
kıssa gibi gözükse de bu kıssayı da kapsamaktadır.
Bazı müfessirler bu
kıssadaki birçok ibret, öğüt ve hatırlatma konularına dikkat çekmişlerdir.
Müfessir Kâsimî birçok kaynaklardan naklederek
bunların bazısını şu şekilde aktarm ıştır:
İlim talebi için
yolculuğa çıkmak ve bu uğurda güçlüğe göğüs germek, alimin ilmini arttırmaya
çalışması, talebenin mevki olarak kendisindan aşağı
olsa da ilim öğrendiği kişiye karşı rnütevazi olması müstehaptır. Kıssada kişi, bilgisiyle böbürlenmekten sa-kındırılmiştır. Başkasının
malının bir kısmını, kalanı kurtarmak için itlaf etmek veya ayıplamak, büyük
zararı Önlemek için hafif zararı işlemek caizdir. Bina veya yiyecek olsun,
bozulmaya ve yıkılmaya terkedilmesi, bunu önlemek
için herhangi bir çaba göstermeden caiz değildir. Kişinin hoş görmediği veya
nedenlerini bilmeden yapılan bir şeye hemen karşı çıkarak tenkil etmesi uygun
değildir. Koşulan şarllara uymak, verilen sözleri
yerine getirmek gereklidir. Unutmadan ve hatadan dolayı özür dilemek gerekir.
Ataların ve salih kimselerin, geride bıraktıkları
zürriyetleri üzerinde Allah'ın rahmet ve koruması sürekli vardır.
Uzun hadise dayanarak
bunlara şunu ilave elmek de uygun olur. İnsanın
kendisine nekadar çok ilim ve nimetten nasip
verilirse verilsin, Allah karşısında mütevazi-alçak
gönüllü olması ve daima başkasının kendisinden daha üstün, daha bilgili, Allah
katında daha nasipli olabileceğini düşünmesi gerekir.
Uzun hadis bunlara
ilave olarak, bu kıssayla Kehf ayetleri arasında yer
alan 23 ve 24. ayetler arasında uygunluk olduğunu göstermektedir. Sözkonusu iki ayet Peygamber (s)'e hiçbir şey için "inşaallah" demeden bunu yarın yapacağım dememesi
emrini içermektedir. Bu emirde, herhangi bir şeyi Allah'ın dilemesine
bağlamadan yapmayı vadet-me
durumunda -nakillerin de belirttiği gibi- azarlama sözkonusu
olmaktadır. Belki de söylentilerin, garipseyerek soru sormaların olmasına böyle
bir davranış neden olmuş ve bunun neticesinde de Allah, bilinen kıssanın
ayetlerini, önceki bazı peygamberlerin de insan tabiatının bir tezahürü olarak
affedilen türden bazı hatalara düşebileceklerini açıklamak için vahyetti. Bunun doğru olması sonucunda, bu bölüm ile önceki
sûrenin bölümleri arasında bir tür alakanın olduğu anlaşılmaktadır.Tefsir
kitaplarında kıssanın bazı noktalarıyla ilgili açıklamalar bulunmaktadır.
Tabcrî'nin naklettiğine göre, birçok müfessir de onun görüşüne
katılmıştır. İki denizin buluştuğu yer, Basra körfezinin doğu tarafındaki Faris deniziyle, batı tarafındaki Rum denizinin kavuştuğu
(Dicle nehrinin denize döküldüğü) yerdir. Veya Fas'ın (Mağ-rib'in)
en batısında kalan Tanca sahilidir. Tabrusî'nin
dediğine göre, ayetlerde geçen kasaba Antakya'dır. Bazıları Eyle'dir (Kizıldeniz sahilinde
Ürdün sınırlarında kalan bir yer) demiştir. Bazıları da, deniz kıyısında kalan
Nasıra kasabasıdır (Filistin'de) demişlerdir. Burasının Nasıra diye
isimlendirilin esinin nedeni halkının hristiyan
olmasındandır. Tabrusî Hızır'ın isminin Belya b. Melkân olduğunu
söylemiştir. Hızır adıyla anılmasının sebebi ise, bir yerde namaz kıldığında
çevresinin yeşillenmesinden dolayıdır. Onun kral olduğu, peygamber olduğu
söylendiği gibi, Allah tarafından kendisine ledün-nî gayb ilmi verilmiş bir veli olduğu da söylenmiştir.
Müfessir Hâzin'in aktardığına göre alimlerin çoğu ve tasavvuf şeyhleri ile
doğruluk ve ma'rifet ehli arasında ittifakla ön-görüicn görüşe göre Hızır yaşamaktadır. Görüldüğüne,
kendisiyle biraraya gelindiğine, şerefli mekanlarla,
hayır yerlerinde bulunduğuna dair nakledilen hikayeler sayılamayacak kadar
çoktur. Halen hayatta olmasının sebebi ise, anlatıldığına göre, hayat pınarından
içmiş olmasıdır. Rivayete göre Hızır Zülkarneyn'in
veziriydi. Zülkarncyn hayal pınarını bulmak
istiyordu. Birden karanlık bir bölgeye girdiler; Hızır onun önündeydi, pınara
ulaştı ve suyundan içerek yıkandı. Bununla beraber Hâzin onun ölmüş olduğunu
söyleyenlerin de bulunduğunu kaydetmiştir. Görüldüğü gibi nakledilenlerin çoğu
arasında çelişkiler bulunmaktadır ve herhangi ciddi ve kesin bir bilgiye
dayanmamaktadır. Kasimî'nin, Buhari,
Ebi Hayyan, İbn Teymiye vb. naklettiğine göre
Hızır ölmüştür. Yaşadığına dair yapılan rivayetler doğru değildir ve bunu
sadece gafiller söylemekledir.
Kasımı tefsirinde,
ayetlerde aşağıdaki ifadelerin yer almasıyla ilgili çeşitli değinmelerde
bulunulmuştur. Bu ifadeler: "Nihayet bir kasabaya varıp halkından yemek
istediler." Burada "onlardan yemek istediler" ifadesi
kullanılmakla yetinilmemişlir. Yine, 78. ayette yer
alan "sabretmeye güç yetiremediğin" ifadesiyle, 82. ayetteki
"sabredemedi-gin" ifadesi arasındaki farka
değinilmiş. Hızır'ın davranışlarının nedeninin izahı "Onu kusurlu yapmak
istedim", "Böylece istedik ki Rablcri onun
yerine kendilerine... versin", "Rabbin istedi ki, onlar ergenlik
çağına ersinler" kullanılan ifadeler çevresinde, yaptığı işlerin,
özellikle de çocuğun öldürülmesiyle ilgili hususların caiz olduğu hakkında açıklamalarda
bulunmuştur.
Bunları
nakletmeye gerek ve İhtiyaç görmüyoruz. Ancak Kur'an'da
yer alan her ifade ve kelime yaygın olarak kullanılan açık fasih Arapça lügatındandır. Diğer noktalarise
kıssayla ilgili anlatımlardır. Bunların da bu çerçevede değerlendirilmesi,
içerdiği öğüt ve ibretlerden ilham alınması gerekir. Kıssa ve Hızır hakkında
söyleyeceklerimiz bundan ibarettir. Biz en doğru olanın, Kur'an
ve doğru olarak aktarılmış nebevi hadisin bu gibi konularda durduğu sınırda
durmak olduğu görüşündeyiz. Allah daha iyi bilir. [113]
83- (Rasulüm) sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki: "Size ondan
bir hatıra okuyacağım."
84- Gerçekten, biz ona yeryüzünde sapasağlam bir
iktidar verdik ve ona her şeyden bir yol (sebep)'1[114]
verdik.
85-O da, bir
yol tutup gitti.
86- Nihayet
güneşin battığı yere varınca, onu kara balçıklı ir gözede'[115]
batar buldu. Onun yanında da bir kavme
rastladı. Dedik ki:
"Ey Zülkarneyn! Onlara ya
azap edecek veya haklarında iyilik etme yolunu seçeceksin."
87- Dedi ki: "Kim haksizlik ederse, ona azab edeceğiz; sonra o Rabbine döndürülecektir. O da ona
görülmemiş bir azab edecektir."
88- Kim iman eder ve salİh
amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan
kolay olanını söyleyeceğiz.
89- Sonra
yine bir yol tuttu.
90- Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca onu,
güneşe karşı kendilerine siper yapmadığımız'[116] bir
kavim üzerine doğar buldu.
91- İşte böylece onunla ilgili her şeyden
haberdardık'[117].
92- Sonra
yine bir yol tuttu.
93-Nihayet
iki sed arasına ulaşınca onların önünde hemen hiç söz
anlamayan bir kavim buldu.
94- Dediler ki: "Ey Zülkarneyn,
gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc
yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?"
95- Dedi ki: "Rabbimin beni içinde
bulundurduğu imkanlar daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da,
sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.
96- "Bana demir kütleleri'[118]
getirin", iki dağın arası'[119] eşit
düzeye gelince "üfleyin"[120]
dedi. Artık onu bir ateş haline sokunca, "getirin bana, üzerine erimiş
katran[121]' dökeyim" dedi.
97- Böylece ne onu aşabildiler, ne de delmeye güç
yetire-bi İdiler.
98- Dedi ki: "Bu Rabbimin bir rahmetidir.
Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu yerle bir eder.
Rabbimin va'di haktır."
99- O gün
biz onları, birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmışızdır'[122].
Sûr'a da üfürülmüştür ve onları hep bir araya toplamışızdır.
100- O gün cehenemmi kâfirlere açıkça göstermişizdir.
101- Onlar ki beni anmaya karşı gözleri perde
içinde idi ve (Kur'an'ı) dinlemeye tahammül
edemezlerdi.
Bu bolüm Zülkarncyn kıssası hakkındadır. Kıssayla ilgili birinci
ayet, onun Peygamberimize (s) yöneltilen bir soruya cevap olarak indirildiğini
ortaya koymaktadır. Ayet, kıssada anlatılanın Zülkamcyn
ile ilgili haberlerin bir kısmını teşkil ettiğini göstermekledir. Gerçekten de
bu bölüm sadece seri işaretleri kapsamaktadır. Ancak bu işaretler bile Zülkarncyn'in hükümdarlığını ve fetihlerinin ne kadar büyük
ve geniş olduğunu apaçık gözler önüne sermektedir.
Ayederin ifadeleri gayet açık olduğundan, başka bir izaha
gerek yoktur. Ayetler Kıyamet gününe işaret ederek, kafirleri sanki
görmüyorlar ve duymuyorlarmış gibi büyük-lenmelerinden,
inatçı bir tavır takınmalarından dolayı tehdit ederek ve uyararak sona ermiştir.
Ayetler Zülkarneyn ile haberleri ve fetihlerinin Peygamber (s)'in
yaşadığı toplumda ve çağda anlatıldığını, şahsının da tanındığını ima
etmekledir. Bu sebepten de konu çevresinde tartışmalar meydana geliyor,
şaşkınlık ve sorgulamaya neden olacak derecede aşın. abartılı şeyler
anlatılıyordu. İşte soru olarak sorulmasının sebebi de buydu.
Bizim itimat ettiğimiz
mushafa göre bu ayetler Medine'de inmiştir. Müfessirlcrin ve nakileilerin,
sorunun kaynağı ve sorulduğu yer hakkındaki görüşleri farklıdır. Bazıları
kaynağının yahudiler, yerin de, Medine olduğunu
söylemiştir; bazıları da Mekke'de Arap müşrikleri tarafından Medine yahudilerinin telkinleriyle Peygamber'i denemek maksadıyla
sorulduğunu söylemiştir. Nitekim biz İsra sûresinin
tefsirinde bir rivayet nakletmiştik. O rivayette, Pcygamber'c
Medine'de yahudiler tarafından veya Mekke'de yahudilcrİn telkiniyle müşrikler tarafından yöneltilen üç
sorudan birisinin bu soru olduğu ifade edilmektedir,
Ancak biz bu ayetlerin
Medine'de indiğini ifade eden rivayetin doğruluğundan şüphe ediyoruz. Kıssa
bölümünün ayetlerinden olan son ayetten başlamak üzere kafirlere karşı ağır
eleştiri yapılmakladır ve bu, aşağıdaki ayetlerde de devam etmekledir. Bu da
böyle bir şüphenin haklılığına alamettir. Çünkü bu üslûp Medine dönemine ait
olmaktan çok, Mekke dönemine aittir.
İsra sûresinin tefsirinde, sozkonusu
sorunun müşrikler veya yahudiler tarafından yöneltilen
üç sorudan birisi olduğuna dair yeterli miktarda açıklama yaptık; tekrar etmeye
gerek yoktur. Bizim tatmin olduğumuz görüş, sozkonusu
sorunun diğer Kchf ve Rakîm
ehli ile ilgili soru ile birlikte Mekke'de sorulduğudur. Kchf
ve Rakîm ehli hakkındaki sorunun müsliimanlar
tarafından sorulduğunu daha Önce tercih ettiğimiz gibi bu sorunun da onlar
tarafından sorulduğunu tercih etmekteyiz.
Kıssa konusunda ve
ihtiva ettiği ifadelerin taşıdığı anlamlar hususunda müfessirlcrin
görüşleri ile rivayetlerin adedi çok olmuştur[123].
İster Zülkarneyn'tn şahsı konusunda olsun, ister Ye'cuc ile Mc'cuc'un mahiyeti
konusunda olsun, isler şeddin yapıldığı yer konusunda olsun veya Zülkarneyn'in ulaştığı Ülkeler konusunda olsun, yahut kara
balçıktan göze hakkında olsun görüş ve rivayetler çok olmuştur. Bunların çoğu
da sağlam veya doğru bir senede dayanmamaktadır. Bazısı hakikatten daha çok
hayal ürünüdür. Bazısı da birbiriyle çelişki içerisindedir. Herhâlukârda
bu nakiller Zülkarneyn hikayeleri ve onun şöhretinin
Pcygambcr'in yaşadığı çevrede bilindiğini
göstermektedir. Zaten ayetler de az önce söylediğimiz gibi bunu
vurgulamaktadır.
Zülkarncyn'in şahsı hakkında Bcgavi'dc
yer alan haberi aktardım. Bazıları onun peygamber olduğunu söylemiş, bazısı da
onun Allah'ı seven, Allah'ın da kendisini sevdiği salih
bir kul olduğunu söylemiştir. Çoğunluk onun adaletli bir kral olduğu görüşündedir.
Zülkarneyn diye adlandırılmasının sebebi ise, güneşin
doğusunda ve batısında ilk doğan kısmı ile son balan kısmına ulaşmış
olmasındandır. Veya Rum ve Farislcrin (İranlıların)
kralı olmasından, yahul hem aydınlığa hem de
karanlığa girmiş olmasından veya rüyasında güneşin iki uç kısmını
yakalamasından veya sarkan iki örgülü saçı olmasından dolayıdır. Veya kavmine
Allah'tan korkmalarını emrettiğinde, başının sağ örgü taralına vurmuşlar ve
ölmüştü. Sonra Allah O'nu tekrar dirillli. Yeniden
kavmine Allah'tan korkup sakınmalarını emretti; bu sefer de başının sol ör«ü
yanına vurup öldürdüler. Allah da O'nu tekrar dirilttiğinden Zülkarneyn diye isimlendirilmiştir. Gerçek ismi, Mirzcbân b. Mirzcban Yunanîdir. Yunan b. Yafcs b.
Nuh'un çocuklarındandır veya İskender b. Fcylekûs b.
Yâmilûs Rumî'dir. Müfcssir
o ve yaptıkları hakkında şunları da naklctmiştir: O
Rumlardan salih bir kuldu, Allah ona şöyle demişti:
"Ben seni çeşitli dillere sahip milletlere göndereceğim. Bunlar arasında
iki ümmel vardır. Aralarında yeryüzü uzunluğu kadar
mesafe vardır; birisi güneşin battığı Nasik denilen
yerde, diğeri ise güneşin doğduğu Mcnsek denilen
yerdedir. İki ümmet daha vardır ki, bunlar arasında yeryüzünün genişliği kadar
mesafe vardır. Birisi kuzey bölgesinde bulunup, kendilerine Hâvîl denir. Diğeri
ise güney tarafta bulunup, kendilerine Navîl
denilmekledir. Bazı milletler de yeryüzünün ortasındadır. Bunlar arasında
cinler, insanlar, Ye'cuc ve Me'cuc
vardır. Zülkarneyn dedi ki: Ey Rabbim ben onları
hangi güçle boyun eğdireceğim ve hangi dille onlarla konuşup anlaşacağım.
Allah (c) şöyle buyurdu: "Ben seni güçlendireceğim, dilini genişleteceğim
-Bazı müfcsirlcrin dediğine göre O hangi milletin
yanına vardıysa onların dilleriyle konuşabilmiştir[124]
-Cesaretini arttıracağım. Seni hiçbir şey korkutamayacak, heybetini
arttıracağını; hiçbir şeyden çekinmeyeceksin, ışık ve karanlığı senin enirine
vereceğim, onlar senin ordularından olacaklar, ışık önünü aydınlatacak,
karanlık ise arkandan seni kuşatarak ortccckıir.
Allah bulutlan da ona boyuneğdirmiş; üzerlerinde onu
taşıyorlardı, ışığı onun için yaymıştı. Gece ve gündüz artık ona eşit olmuştu,
yeryüzünde yürümeyi ona kolaylaştırmıştı, yollar onun için katlanıp
kısalıyordu.
"Nihayet güneşin
battığı yere varınca, onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. O-nun yanında da bir kavme rastladı" cümlesiyle ilgili
şu rivayet nakledilmiştir: Bu kavmin şehrinin oniki
bin kapısı vardı. Eğer bu şehrin halkının gürültüsü olmamış olsaydı, güneşin
batarken çıkardığı ses duyulacaktı. -Bundan anlaşıldığına göre onların bulunduğu
yer güneşin battığı yere çok yakındı.- Kara balçıklı göze veya sıcak suyun
anlamı, Muaviye, Ka'bü'l-Ahbar'a sordu: "Tevrat'ta güneşin batışını nasıl
buluyorsun?" O da şöyle dedi: "Onun su ve çamurda battığının
anlatıldığını buluyoruz."
"Nihayet güneşin
doğduğu yere varınca onu, güneşe karşı kendilerine siper yapmadığımız bir
kavim üzerine doğar buldu" ifadesi hakkında da şu rivayet aktarılmıştır:
Onlar, üzerine bina yapılamayan bir arazide bulunuyorlar; yerin altındaki
mağaralarında, izbelerinde barınıp gölgeleniyorlardı. Güneş batınca da
geçimlerini temin etmek için tarlalarına çıkıyorlardı. Yahut güneş batincaya kadar suya giriyorlardı veya onlar çıplak
vaziyette bulunuyorlardı.
Ye'cuc ve Me'cuc hakkında yaptığı
nakilde ise şunlar bulunmaktadır. Bazıları "Ye'cuc"
ve "Me'cuc" kelimelerinin Arapça asıldan
geldiğini, ateşin tutuşup alevlenmesi anlamında olduğunu söylemiştir. Veya
bunlar, yabancı kelimeler olup Arapçalaştı-rılmıştır.
Bu iki kavim Yafes b. Nuh'un çocuklarından olup
Türklerden bir nesildir. Yahut Türkler onlardan bir grup olup, Zülkarneyn şeddi inşa etmeden oradan çıkmışlar ve dışarda kalmışlardır. Sonra da Türk diye adlandırılın
ıslardır. 22 kabile olup Ademoğul-lannm
onda dokuzunu oluşturmaktadırlar. Onlar iki millet olup her millet de dörtbin millettir[125].
Erkeklerinin her biri, neslinden bin kişinin yetişip silah kullanabilecek duruma
geldiğini görmeden ölmez. Bunlar Adem (s)'in çocuklarından olup, dünyayı tahrip
etmek için dolaşırlar. Onlar hakkında anlatılanlara göre, bunlar üç sınıftır.
Bir sınıf Şam'daki çamlar gibidir; boylan göğe doğru 120 zira'dır (Bir zira'
yaklaşık 70 cm uzunluğundadır). Diğer bir sınıf, genişliği ve uzunluğu eşit
olarak 120 zira'dır, bunların karşısında ne dağ ne de demir duramaz. Üçüncü
sınıf ise, bir kulağını yere yayıp üzerine yatar, öbür kulağıylada
sarınıp örtünür. Bunlar, karşılaştıkları her türlü vahşi hayvanı, fili, domuzu,
köpeği hatta kendilerinden öleni bile yerler. Önleri Şam'da arkaları Horasan'dadır,
doğu nehirlerinin hepsini içerler. Bununla beraber bunlardan bir karış uzunluğunda
olanlar da vardır. Zülkarneyn onlardan, boyu orta
boylu adamın yansı kadar olanlar da buldu, onların ellerinde pençeler vardı.
Dişleri vahşi hayvanların dişleri gibiydi, kendilerini sıcak ve soğuktan
koruyan cesetlerinde kıllar vardı ve hayvanlar gibi çiftle-şirlerdi.
Adem (s) bir gece ihtilam olmuş, menisi toprakla karışmış, Allah da bu sudan Ye'cuc ve Me'cuc'u yaratmıştır.
Onlar Ademoğullarryla baba cihetinden
birleşmektedirler. Onlar yırtıcılara benzeyip hayvanları, yırtıcıları
parçalarlar; yılan, akrep ve her türlü canlıyı yerler. İlkbaharda ülkelerinden
çıkıyorlar ve yaş, yeşil olan herşeyi yiyor; kuru
olanları ise beraberlerinde götürüyorlardı,
îbn Kesir tefsirinde Zülkarneyn
hakkında nakledilene göre, o İbrahim (a) zamanında yaşamış salİh
bir kimseydi. O'nunla beraber Ka'beyi
tavaf etmiş, Allah'a kurban sunmuştu. Hâzin tefsirinde yapılan bir rivayette
O'nun meleklerden olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bazıları O'nun Humeyr kabilesine mensup, ismi Ebu
Küreb olan bir kral olduğunu söylemiştir. Nitekim Humeyr kabilesine mensup bir şair de onunla şöyle iftihar
etmektedir:
Dedem Zülkarneyn müslümandı;
Yenilmeyen, yeryüzünde
hakim melikti.
Doğulara ve batılara
ulaştı arayarak,
Hükümdarlık
vasıtalarını, cömert mürşitten.
Battığı yerde yuvasını
gördü güneşin,
Sürekli karanlık
pençeli gözeye dalıyordu.
Bazıları da O'nun
İskenderiye'yi kuran Rum kralı olduğunu söylemiştir. Tercih olunan da bu
görüştür. -Bu söz Hâzin'e aittir.- Şam bölgesini, Mısır'ı, Kudüs'ü fethetmiş, ma'bedinde kurban kesmişti. Sonra Irak bölgesini, Enbât'ı (Basra civarı), İran'ı ve Ermenistan'ı fethetmiş,
Hindistan'a, Çin'e ve Türkistan'a ulaşmıştı. Ömrü 1030 seneydi, veziri Musa'nın
arkadaşı olan Hızır'dı. Hayat suyunu keşfetmek istediğinde, O'nunla
beraber karanlığa girmiş, fakat hayat suyuna Hızır ulaşmış, o bulamamıştı ve o
sudan içip yıkanmış, böylece kendisine Kıyamete kadar hayat takdir edilmişti.
Bu anlatılanların çoğu
ölçüsüz sözlerdir. Herhangi bir bilimsel ve tarihi gerçeğe uymamaktadır.
Sadece Hâzin'in naklettiği meşhur Yunanlı İskender'in tarihine benzeyen kısım
içerisindeki ömrü, Hızır'ın ona vezirlik yaptığı, Hızır'ın içtiği iddia edilen
hayat suyu hurafelerini çıkarırsak kabul edilebilir niteliktedir. Ancak burada
çok önemli bir boşluk kalmasına rağmen kapatılmaya çalışılmamıştır. O da,
Makedonyalı iskender'in putperest oluşudur. Oysa
ayetler Zülkarneyn'in mü'min,
muvahhİd, ahirete yakinen inanan bir kimse olup, Allah'ın kendisine
peygamberlerden birisi gibi vahyedip konuştuğunu
ortaya koymaktadır.
Az önce adı geçen müfessirlerin
hiçbirisi Zülkarneyn'in inşa ettiği şeddin nerede
olduğunu belirtmemişlerdir. Ancak İbn Kesir'in
naklettiğine göre, Abbasi Halifesi el-Vasık; şeddin
yerini aramak için seriyye göndermiş, iki sene haber
alınamamış ve sonra dolaştıkları ülkelerde art arda birçok korkunç, acaip olaylarla karşılaşarak dönmüşlerdi. Anlatıldığına
göre seriyye, demir ve bakırdan inşa edilmiş büyük kapısı
olan, üzerinde de büyük anahtarların bulunduğu bir bina görmüştür. Ve orada
tuğlalarla Örülmüş, çevresindeki dağların bile seviyesine ulaşamadığı oldukça
yüksek bir burç-kulc gördüler, üzerinde çevresini
nöbetçilerin sardığı kralları vardı.
Çağdaş tefsirlerden
olan Kasimî'nin tefsirinde "bazı
araştırmacılara" nisbet ederek ayetlerin
tefsirinde şunlar nakledilmiştir; Dağıstan bölgesinde Araplar arasında Kal'dağı diye bilinen Kafkas dağlarından birisinin
arkasında iki kabile bulunmaktadır. Birisinin ismi Âkûk,
diğerinin İse Mâkuk'dur. Araplar bunları Ye'cuc ve Me'cuc diye Arapçaya çevirmişlerdir. Bu iki kabile, birçok millet
tarafından bilinmekte ve ehli kitabın kitaplarında da anlatılmaktadırlar. Bu
iki kabileden Rusya ve Asya'daki birçok kuzey ve doğu milletleri üremiştir.
"scd1" ise Dağıstan bölgesinde Dcrbcnd ile
Hazar şehirleri arasındaki dar boğazda bulunmakta ve şimdi demir kapı, Scd adıyla anılmaktadır. Bu iki dağ arasındaki dar boğazda
eski demirden şeddin İzleri bulunmaktadır.
"SalVcUri-Alıbar" kitabından
nakledilerek anlatıldığına göre, Abbasi Halifesi Va-sık'ın
gönderdiği seriyyenin ulaştığı sed,
Çin şeddidir. Bu surların uzunluğu yaklaşık 1250 mile, kalınlığı alttan 25
adıma, yukarıdan ise 15 adıma, yüksekliği ise 15 adım ile 25 adıma
ulaşmaktadır. Bazı yerlerinde ise yüksekliği 40 adıma ulaşan kuleler bulunmaktadır.
Bu surları İskender inşa etmemiştir. İskender'in inşa etliği scd, Dcrbend şeddidir. Bu
müfessirin İfade ettiğine göre Zülkarncyn, meşhur
Makedonyalı İskender'dir. Müfcssir Makedonyalı
İskender'in bilinen putperest inancıyla Kur'an
ayetlerinin ifade ettiği inanç arasım bulmaya çalışarak şöyle demiştir;
Yunanlıların inancının putperestlik olmasından, O'nun da putperest olması
gerekmez. Onun hocaları olan Aristotolis ve PcysagurıiN da Allah'a inanıyorlardı. Ancak onun bu çabası
İkna edici değildir. Onun sözünden anlaşıldığına göre o, sözkonusu
şeddi Mâkûk ve Âkuk
kabilelerin saldırılarını engellemek İçin inşa etmiştir.
Diğer taraftan, çağdaş
müslüman iki Hindli bilgin,
Şibli Nu'mânî ve Ebu Kelam Azad, Kur'an'ın değişik bölümlerinde anlatılan konular hakkında
bilimsel ölçülere uygun, birçok kaynaklara ve önemli tarihi belgelere dayanan
araştırmalarda bulunmuşlardır. Birinci bilginin araştırması sonucunda tercih
ettiğine göre, Zülkarncyn M.Ö. 5. asırda yaşamış
Fars (İran) kralı Dârâ cl-Kebîr'dir. Ye'cuc ve Me'cuc, Kafkas
dağlarının ardında Doğuda yerleşmiş Talar İskîı kabilclerindendir. İnşa ettiği scd
ise, Hazar denizinin balı yakasında yer alan Dcrbcnd
şehrine yakın Derbend seddi
diye bilinen yerdir. İkinci bilginin araştırması sonucu da tercih elliğine göre
Zülkarneyn, M.Ö. 6. asırda yaşamış Fars (İnin) kralı
Melik Kurş'dur. Bu kral Dârâ cf-Kcbîr'den önce hükümdarlık yapmış. Babil
memleketini yıkmış, Babil ülkesinden sürülen yahudilcrin Filistin'e dönmelerine ve Urşelhim
(Bcyltfl Makdis) ile ma'bcdinin M.Ö. 538 yılında yeniden inşa edilmesine izin
vermiştir. İnşa edilen sed İse Derbend
seddi olmayıp, Vîladi Kuyuköz
ve Tiflis şehirleri arasında yer alan Kafkas dağlarından birisinin iki
tarafında, adlarından birisi olan Kurs boğazı ismiyle tanınan yerdeki sedclir. Bu scd hâlâ mevcut olup
demir ve bakır karışımıdır. Ye'cuc ve Me'cuc ise Moğol kabilelerinden olup, yeryüzünde bozgunculuk
yapıyorlardı. Kurs seddi de onları engellemek için
bina edilmiştir.
Her iki bilgin de
söyledikleri kişinin Zülkarncyn olduğunu,
fetihlerinin çokluğu, hükümdarlıklarının genişliği nedeniyle ispatlamaya
çalıştılar. Diğer yönden, her iki kral da mensup bulundukları Zerdüşizm dininde de Allah'ın birliğine, hayrın emredilip,
ahire -tin varlığına inanıldığını ispat etmeye çalışmışlardır. Bununla beraber,
bizim onların bu çabalarını övmemiz gerekir. Ancak gerçeği söylemek gerekirse
bize göre onların söyledikleri ikna edici değildir[126].
Söyledikleri genellikle yorum, tahmin ve uzlaştırma lürün-dendir.
Kayda değer bir husus
da bu iki alimin araş ti nn al arın da eski ahdin
cüzlerinden Dân-yâl Pcygamber'in cüz'üne dayanmış
olmalarıdır. Sözkonusu eski ahit bu yahudi peygamberinin gördüğü rüyayı içermektedir. Bu
Peygamber, Babil krah Nebûhaz Nasr'ın Bcytü'l-Makdis'c saldırıp ma'bediyle birlikte onu yıkmasına, İsrailoğullarını
da kendisiyle birlikle Babil'e esir olarak
götürmesine şahit olmuştur. İşte bu peygamber anlatılan rüyasında iki boynuzlu
bir koç görmüştü, boynuzlarıyla batıya, kuzeye, güneye vuruyordu, hiçbir
hayvan önünde duramamıştı. Aniden batıdan gelen, iki gözü arasında bir boynıızu bulunan bir keçi, koça doğru yaklaştı ve ona
vurarak iki boynuzunu da kırdı. Cebrail (a) ona bu rüyasını Allah'ın emriyle
yorumladı; koç Fars (İran) kralı, keçi ise Yunan kralıydı. Eski tarihi yahudi kaynaklarının[127]
anlattığına göre yahudi hahamları Makedonya (Yunan)
kralı Urîşelem'c (Beytü'l-Makdis'c-Kudüs'c) geldiğinde
huzuruna çıkarak ona Dânyâl'ın rüyasını anlattılar ve
tek boynuzuyla iki boynuzlu Fars (İran) kralına vurarak boynuzlarını kıran
keçiden maksadın, kendisi olduğunu bildirdiler ve böylece ona yakınlaşıp
katında mevki elde etmeyi hedeflediler. Ancak bu cüz'ün Dânyâl'ın
vefatından bir müddet sonra yazılmış olduğu, içerisine bazı ziyade ve noksanlıklar
sokularak tahrif edilmiş olduğu, ihtimalden uzak değildir.
Hcrhâlükarda biz Zülkarncyn iii sahsım ortaya çıkarmak için çaba göstermede bir fayda
görmüyoruz. Çünkü kanaatimizce, üne sürülen her inceleme, ilmi belgeye dayanmayacak
ve Kur'an kıssasında anlatılanla araştırma sonunda
ulaşılan netice arasında bir uzlaşma yapılamayacaktır. En doğru olanın, Kur'an'ın durduğu sınırda kalmak olduğunu görüyor ve
ayetlerin kapsadığı işaretlerden kesinlikle. Peygamber (s) döneminde herhangi
bir şekilde Zülkarneyn adıyla tanınmış şahsiydin
kastedildiğini ve bunu soran dinleyicilere doyurucu bir cevap niteliği
taşıdığını söylemekle iktifa ediyoruz.
Unutmadan, müfessirlcrin kıssanın ayetlerinde seri olarak işaret
edilen Zülkar-neyn'in
şahsiyeti ve seferleri hakkında Pcygamber'in
hadislerinden nakletmemelerine dikkat çekmeliyiz. Naklettiklerimizi Rcsululialrın ashabın ve tabiilerden bazılarına nis-bel etmeleri de mesnetsizdir. Bu konuda sahih hadisleri
ihtiva eden kitaplarda birşey bulunmamakladır.
Müfessirler Zülkarneyn'İn şahsiyeti İle ilgili peygamber hadisleri
nakletmemelerine rağmen, Ye'cuc ve Me'cuc hakkında çeşitli derecelerde birçok Peygamber
hadisleri nakletmişlerdir. Ebu Hureyre'den
nakledilen uzun bir hadiste şu ifadeler yer almıştır: "Peygamber Kıyamete
yakın Deccal'ın çıkacağını, İsa (a)'nın ineceğini, sonra Ye'cuc ve Me'cuc'un her tepeden akıp geleceklerini, hatta onların
önden gidenlerinin Filistin'deki Taberiye gölüne
gelip suyunun hepsini içeceklerini, arkalarından gelenlerin de burada daha önce
su vardı diyecekleririni" bildirmiştir. İsa
Allah'a onları helak etmesi için dua edecek, Allah da boyunlarına kurt musallat
edecek ve tek bir kişi gibi öleceklerdir, kokuşmuş leşleri, cesetleri
yeryüzünün her karışını dolduracaktır. İsa yine Allah'a dua edecek, Allah da
deve boynu gibi kuşlar gönderecek ve onları taşıyıp dilediği yere alacaklar,
sonra da yağmur gönderip yeryüzünü onunla yıkayacaktır."
Bu hadisi Begavi ayetlerin tefsiri sırasında nakletmiştir. Müslim, Tirmizi ve Ebu Da-vud da uzun bir hadis rivayet etmişlerdir. Bu hadiste
Kıyamet'e yakın Deccal ve fitnesinin ortaya çıkması,
İsa'nın inmesi ve Deccal'ı öldürmesi, Ye'cuc ve Me'cuc'un çıkması ile Begavi'nin Nuvâs b. Semân'dan
rivayet olarak nakledip zikrettiği hadiste yer alan hadiselerin çoğu
anlatılmıştır. Tirmizi de hasen
olduğunu söyleyip Ebu Hureyre'den
rivayet ettiği hadiste Peygamber, Zürkarneyn'in inşa
ettiği sed hakkında şöyle buyurmuştur: "Ye'cuc ve Me'cuc her gün onu
kazarlar, delinip yıkılmasına az bir mesafe kaldığında başlarında bulunan: Bu
kadar yeter, dönün, yarın gelip kalanını delersiniz, der. Allah da onu öncekinden
daha sağlam bir şekilde eski vaziyetine döndürür. Nihayet Allah onları
insanların üzerine göndermeyi dilediğinde, başlarındaki kimse: Bugün dönün,
yarın gelip inşaallah kalanını delersiniz der.
Döndüklerinde onu bıraktıkları vaziyette bulurlar, delmesini tamamlayarak
insanların arasına çıkarlar, suları içerler ve insanlar onlardan kaçar.
Oklarını göğe atarlar; kana bulanmış olarak geri gelir, bunun üzerine şöyle
derler: Yeryüzünde olanları da, gökte olanları da zorla, baskıyla mağlup ettik.
Allah da üzerlerine boyunlarından çıkan kurtlar göndererek onları
öldürecektir. Canım kudreti elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, yeryüzünün
hayvanları onların etlerini yemekten şişmanlayacaklar, bayram yaparak bolca
şükredeceklerdir. "Bu hadisi İbn Kesir de
nakletmiştir. Bundan başka Abdullah b. Amr'dan
Peygamber'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ye'cuc
ve Me'cuc Adem (a)'in soyundandır. Şayet gönderiliri
erse insanların yaşamlarını bozacaklardır. Onlardan bir adam, soyundan bin
kişiyi, hata daha fazlasını geride bırakmadan ölmeyecektir. Arkalarından üç
millet bulunmaktadır: Tâvîl, Tâyes
ve Mensek". İbn Kesir, Evs'den
merfu olarak nakledilen şu hadisi de nakletmiştir.
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ye'cuc ve Me'cuc'un sahip oldukları birçok kadınları vardır,
diledikleri kadar cinsi münasebette bulunurlar. Birçok ağaçları vardır, diledikleri
kadar aşı yaparlar. Onların erkekleri, ardında soyundan bin kişi, hatta daha
fazla bırakmadan ölmez."
Ye'cuc ve Me'cuc Kur'an'da bir de Enbiya sûresinde anlatılmıştır:
"Nihayet Ye'cuc ve Me'cuc'un
Önü açıldığı ve onlar her tepeden akın etmeye başladıkları zaman... Ve gerçek va'd (Kıyamet) yaklaşınca, birden inkar edenlerin gözleri
donakalır! Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta
biz zalim kimselermişiz (derler)" ( 96-97). Görüldüğü gibi ayetler açık
bir şekilde onların zuhur etmelerini, biraz geniş olarak aktardığımız
hadislerin de ifade ettiği gibi, dünyanın sonunun alametlerinden birisi
olduğunu anlatmaktadır.
Onlarla ilgili Önemli
bir konuya temas edelim; onlar eski ve yeni ahid
kitaplarının cüz'lerinde anlatılmıştır. Tekvin cüzünün onuncu kısmında (Me'cuc) isminin Yâfes b. Nuh'un Cevmer, Mâdây, Yâvân, Tevbel, Maşek ve Tîrâs çocuklarıyla birlikte geçtiği
yazılıdır. Cuc kelimesi de Me'cuc'un
bulunduğu yer olarak zikredilmektedir. Rûş, Maşek ve Tevbel'in reisi, Hazkayâl peygamberin cüzünde 38. ve 39. bölümde genişçe anlatılmaktadır.
Bu lider, yahudİleri Babil'e
esir edip sürmüş ve Haskayâl'in de esirler arasında
olduğunu farketmiştir. Adı geçen iki bölümde de
Allah'ın Kıyamet'e yakın, doğudan Cuc tarafından Me'cuc ve birçok topluluğu Filistin'e göndereceği ifade
edilmektedir. Bu, Allah'ın gazabını gösteren büyük bir istiladır. Yeryüzündeki
insanlar arasında büyük bir kargaşa ve felaket olacaktır. Dağlan yaracaklar,
kaleleri ve surları yıkacaklardır. Sonra Nihayet Filistin toprağında ölecekler
ve yırtıcı kuşlarla, çölün yırtıcı hayvanlarına yiyecek olacaklardır.
Eski ahdin cüzlerinden
olan Aziz Yuhanna'mn rüyasının yer aldığı cüz'ün 20.
kısmında Cuc ve Me'cuc
ismi zikredilmiş ve onların yeryüzünün dört bir yanını kaplayacak deniz kumlan
gibi çok büyük bir millet olduğu, Kıyamet'e yakın çıkıp, şehirdeki azizlerin
ikametgâhını kuşatarak istila edecekleri, sonra da gökten bir ateşin düşüp, onları
yok edeceği anlatılmaktadır.
Herhâlükarda müslümanın görevi,
(isimleri Arapçalaştınlmış) Ye'cuc
ve Me'cuc isminde iki kabilenin varlığına
inanmaktır. Bunlar Ademoğullanndan Allah'ın yarattığı
acaip mahluklardır. Kıyamet'e yakın her tepeden akın
ederek çıkacaklardır. Bütün bunlar Kur'an'da apaçık
ve kesin olarak yer almıştır. Sahih hadis kitaplarında bulunan birçok
hadislerde de genişçe anlatılmıştır. Onların halini aklımızla tam olarak
anlayamasak da. Kur'an ve sahih olan Peygamber
hadislerinin ifade ettiği ölçü ve sınırda durarak inanmamız gerekir. Diğer
taraftan onların hikayesi, Peygamber döneminde yahudi
ve hristiyanlann ellerinde mevcut olan eski ve yeni ahid cüzlerinde anlatılmaktaydı ve bu anlatılanlar ile
Peygamber'in onlar hakkında buyurduğu hadisler arasında bazı yönlerden
benzerlik bulunmaktaydı. Bunun bir sonucu olarak bu iki kabilenin haberleri Peygamber'in
çevresinde ve döneminde meçhul değildi. Bilinmesi gereken bir husus da, Enbiya
sûresinde onlardan, Kıyamet günü ve o günün dehşetli hallerini haber veren Allah'ın
uyarılanndan bîr uyan niteliğinde bahsedilmiştir. Bu
hikâye Kehf sûresinde amaçları arasında öğüt ve
destek verme olan kıssayla birlikte anlatılmıştır. Her ne kadar müstakil olarak
Peygamber'e yöneltilen bir soru üzerine gelmiş olsa da, kıssanın üslubu enel olarak Kur'an kıssalarının
üslûp ve hedefleriyle uyum içerisindedir. Bu kıssanın içerdiği öğütlerden
bazısını şu şekilde sıralayabiliriz:
Birincisi: Allah ile Zülkarneyn arasında geçen karşılıklı konuşma. Bu Zülkarncyn'in imana davet eden, salih
işler yapan mü'minlerc güzel muamelede bulunan,
zorbalara da azap eden bir mü'min olduğu açıklamasını
içermektedir.
İkineisi: Ayet, Zülkarneyn'in
Allah'ın vaadinin geleceğini, onun şüphesiz hak olduğunu, bu vaadin de öldükten
sonra diriltip bir araya toplamak olduğunu kesin bir ifadeyle ani alnı
aktadır.
Üçüncüsü: Kıssa şu
açıklamayı da bünyesinde barındırmaktadır. Bu büyük kral; hükümdarlığı,
yaptığı fetihler ve bu dereceye ulaşan önemi nedeniyle neredeyse yeryüzünün
doğusu ve batısının; Allah'a iman eden, ahiret gününe
inanan, Allah'a davet eden .salih mü'minlerc
güzel davranıp mükâfatlandıran, inkar eden kafirleri de cezalandıran bir
efendisi olmuştur. Öyle ki davetteki metoduyla Peygambcr'in
davet ederken izlediği ve Kuran ayetlerinin de içerdiği metod
arasında uygunluk bulunmaktadır.
Dördüncüsü:
98-101. ayetler kıssayı tamamlayıcı hususlar ihtiva etmektedir. Kıya-rrie't'in kesinlikle kopacağı bildirilerek, Allah'ın
ayetlerini duymam azlıktan gelip hatırlamayan ve Peygamber kendilerine
cehennem ateşinin varlığını haber verdiği halde hidayete ulaştıran nuru görmemezlikten gelen kafirlere uyarıda bulunulmuştur. [128]
102- İnkar
edenler, beni bırakıp kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Gerçekten
biz cehennemi kafirler için bir konak olarak hazırladık.
103- De ki:
"Size işleri bakımından en çok ziyana uğrayacak olanları haber vereyim
mi?"
104- Dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş
olan'[129] ve kendileri de iyi iş
yaptıklarını sanan kimseleri...
105- işte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na
kavuşmayı inkar eden, bu yüzden amelleri boşa çıkan kimselerdir. Kıyamet günü
onlar için bir terazi tutmayız.
106- İnkar ettikleri, ayetlerimi ve elçilerimi
eğlence yerine koydukları için onların cezası cehennemdir.
107- İnanıp iyi İşler yapanlara gelince, onların
konağı da firdevs'[130]
cennetleridir.
108- Orada sürekli kalacaklardır. Oradan hiç
ayrılmak istemezler[131].
Ayetlerin ifadesi
gayet açık olup, önceki bölümün sonunda Zülkarneyn
kıssası vesile kılınarak başlatılan, İnkar edenlere yönelik yüklenmenin devamı
ve tamamlayıcısı ni-leliğindedir.
Ayetlerde ortak koşan
kafirlere karşı tehdit, aşağılama ve bir uyarı bulunmaktadır. Onlara ahircltekİ varacakları yer açıklanmış, sonra da Kur'an üslubuna uygun olarak kafirlerin varacakları yere
mukabil iyi-salih işler yapan mü'mİnlcrin
varacakları yerin açıklamasına geçilmiştir.
Ayetlerde,
iman ve küfrün insanların yaptıkları işlerdeki tesiri, önceki münasebetlerde
tekrar edilen izahtan daha fazla bir şekilde ve değişik bir üslûpta
açıklanmıştır. Ahirdi yalanlayıp Allah'a ortak koşan kafirin yaptığı güzel
işler, onun imani ve vicdani endişesinden
kaynaklanmamaktadır. Yapılan iyi işlerin, sahibinin ortak koşması ve inkarı
sebebiyle Allah katında boşa gitmesinin yanısıra, bu
tür ameller aniden ortaya çıkabilecek en ufak bir vesvese ve dünyevi menfaat
nedeniyle hemen değiştirilmeye, altüst olmaya ve terk edilmeye maruz kalabilir.
Halbuki Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse yaptığı
iyi işler üzerinde sürekli sabit kalmaya devam eder. Çünkü o, yaptığı bu
işlerle Allah'ın rızasına, sevgisine ulaşıp O'na yakınlaşmayı ve ahiret mükâfatım elde etmeyi ümit etmektedir. Bu üslûpta da
Peygamber davetine katkıda bulunmak suretiyle sürekli bir destekleme anlamı
bulunmaktadır. [132]
109- De ki: "Rabbimin sözleri (ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir o
kadar da getirsek dahi, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeni-verirdi".
110- De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir
insanım; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir İlah olduğu vahyolunmaktadır.
Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi
ortak tutmasın".
Ayetlerde Peygamberimİz(s)'e yönelik, Alah'ın
ayetlerinin yüceliğine delalet eden hadise ve delillerin sayılamayacak kadar
çok ve geniş olduğunu insanlara açıklaması emri vardır. Hatta o derece ki,
şayet bu ayetler, olaylar, deliller yazılmak istense, deniz de mürekkeple dolu
olsa, bir o kadar deniz dolusu mürekkep daha olsa bunlar bitmeden mürekkep
biterdi. Yine Peygamberimize, kendisinin onlar gibi bir insan olduğunu, ayrıcalık
olarak bütün sahip olduğu şeyin kendisine vahyolunan,
ilahlarının tek bir ilah olduğu ve O'nun hiçbir ortağı bulunmadığı gerçeğini
açıklaması, Allah'a kavuşmayı ve O'nun katındaki güzel mükâfatlan elde etmeyi
arzulayanların da O'na inanarak salih amellerde
bulunmalarını ve O'na hiçbir kimseyi ortak etmemelerini söylemesi emredilmiştir.
İki ayet de önceki
ayetleri tamamlamakta ve aynı zamanda da sûre için kuvvetli bir sonuç teşkil
etmektedir.
Ayetler peygamberin
görevinin sadece insanları uyarmak olduğunu, bundan sonra da tercihin onlara
ait olduğunu, kim kurtuluşu arzu ederse iman edip salih
işlerde bulunması gerektiğini, kimin de bunu yapmaktan sakınırsa akibetinin helak olacağını açıklamaktadır. İkinci ayetin
son kısmında, önceki ayetlerin içerdiği telkine destek ifadesi bulunmaktadır.
Dikkat
edilirse buradaki birinci ayet ile Lokman süresindeki 27. ayet arasında bir tür
farklılık ve değişiklik göze çarpmaktadır: "Şayet yeryüzündeki ağaçlar
kalem; deniz de arkasından yedi deniz daha katılarak (mürekkep olsa) yine
Allah'ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak galip ve hikmet
sahibidir." Ancak bunu söylemek doğru değildir. Çünkü burada da, orada da
maksat, Allah'ın ilminin ve sözlerinin miktarının büyüklüğünü göstermektir ve bunlann anlatılmakla yahut kaydedilerek yazılmakla
tüketilemeyecek kadar büyük olduğu, her iki yerde de hikmetle sunulan vahyin
gerektirdiği ifadelerle açıklanmıştır. [133]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/475.
[2] Kayyimen Bazıları; anlamı,
kendisinde hiçbir tezat bulunmayıp dosdoğru olan şeydir, dedi. Bazıları; din
işlerini koruyup düzenleyen anlamındadır, demiştir. Bazıları da; diğer semavi
kitapları koruyup gözeten anlamındadır, demiştir. En uygun anlam "...
onda hiç bir çarpıklık kılmadı..." cümlesinin de gösterdiği gibi
birincisidir. Nitekim bu cümle sözkonusu anlamı
açıklamaktadır.
Vezni muhafaza etmek
için ayette takdim-te'hir yapılmıştır. Ayetin esas
takdiri şu şekildedir: Hamd, dosdoğru olarak kitabı
kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.
[3] Bâhiun nefseke
Kendini hasta etmek, yani helak etmek. Üzüntü, öfke, keder anlamında olan ayet
sonundaki "esefen" kelimesi, "kendini
helak edeceksin" cümlesine dönmektedir. Ama ayet sonundaki vezni korumak
için sona getirilmiştir. Başta takdir olunduğunda mânâ; herhalde sen onlar
Allah'ın sözüne inanmıyorlar diye üzüntü ve kederden kendini helak
edeceksin, şeklinde
olmaktadır.
[4] Saldan cüruzan) Kupkuru
toprak. "Saıyd': Yeryüzü veya toprak
anlamındadır. "Cüruz": Canlılık veya bitki
bulunmayan kuru, çorak yer demektir.
[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/477-478.
[6] Kehf Mağara.
[7] er-Rakîm Bunun bir dağ veya
bir vadinin ismi olduğu söylendiği gibi; harflerden bir "yazma"
anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre Kehf
ehlinin kabrinde bulunmuş bir levha olup üzerinde onların isimleri ve
hikayeleri yazılıdır. Bu yaklaşım daha doğrudur.
[8] Evâ Girdi, sığındı
anlamındadır.
[9] Fityetü Gençler
anlamındadır.
[10] Darabnâ ala âzânİhim Kulaklarına ağırlık vurduk, onları bilinçlerini
kaybedip işitcmcycceklcri bir hale soktuk.
[11] Ahsa Daha çok sayıp, en iyi bir şekilde hesap ederek
bilen.
[12] Rabetna ala kulubihim Kalpleri üstüne metanet bağlamıştık, onları
sabit ve çok sabredici yaptık.
[13] Şatatan Doğrudan uzak söz.
[14] İz i'tezeltümûhum Onlardan
uzaklaştınız. Gaib çoğul zamir, gençlere
dönmektedir. Cümle gençlerle kavimleri arasında geçen konuşmanın hikayesidir.
[15] Mirfakan Kolaylık, çıkış
yolu, ferahlık veya kurtuluş anlamındadır.
[16] Tezâvâru. Meyleder, yönelir.
[17] Tekruzuhum Onlara değmeden
sapar, pas geçer.
[18] Fi fecveti minh Mağaranın içinde bir alanda veya geniş oşluğundaydilar.
[19] Ve tahsebuhum eykâzan ve hum nıkûd Onlar sağsola
dönerlerken, sen onları uyanık zannedersin ama onlar uykudadırlar.
[20] Bi'l-vesîd
Kapıda yatıyordu.
[21] Be'asnâhûm Dirilttik; yani
uyandırdık
[22] Verikiküm Gümüş paranızla...
[23] Ezkâ ta'âmen
Hangi yiyecek daha temiz ve lezzetliyse,
[24] Ve'l-yetelettaf
Dikkatli davransın. Kendisini korusun ve insanlara bizi sezdirmekten sakınsın.
[25] Inyezherû'aleyküm Sİzİn durumunuzu ortaya çıkarırlarsa...
[26] E'sernâ aleyhim Kaimlerinin
onları bulmasını sağladık.
[27] Ellezîne galebû
ala emrihim Bu cümle, yönetim e hüküm sahiplerinden
kinayedir.
[28] Felâ tümâri
fîhim Onlar hakkında münakaşa etme veya onların
durumu hakkında herhangi bir şüpheye kapılma.
[29] Ebsır biht
ve esmi Yani O'nun gözü ve kulağı ne kadar çok
keskindir. (Veya o çok iyi işiten ve görendir).
[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/483-484.
[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/484-485.
[32] Bkz. Taberr,
Bagavî, Hâzin, İbn Kesir, Tabresii ve Zamahşerî Tefsirleri.
[33] Taberi Tefsiri.
[34] Bkz. Tarih-i'l-Matrân ed-Dibs, cüz. 2 cilt: 3; cüz 2, cilt:4.
[35] Bkz. Tarihi'l-Matrân ed-dıbs,
zikri geçen iki cildi.
[36] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/485-488.
[37] Önceki adı geçen tefsir kitaplarına bakınız.
[38] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/488-489.
[39] Mültehadan Sığınak veya
meyledilecek yer. İlhad ve iltihad;
birşeye meyletmek anlamındadır.
[40] Turîdü zînetel-hayati'd-dünya Dünya hayatının süsünü isteyerek, servet ve
makam sahiplerini onlardan üstün tutmak.
[41] Veîâ te'du'aynâke
anhüm) Gözlerini onlardan sap-lırma.
Onlardan ayrılma, onları ihmal etme.
[42] FurtanAşırılık; bâtıl, sapıklık
veya hüsran.
[43] Bkz. İlgili ayetin tefsiri
için Taberi tefsiri ve diğerleri.
[44] Bkz., Taberi
tefsiri.
[45] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/490-491.
[46] Suradıkuha Dört tarafı
çepeçevre kuşatılmış olan herşey. Burada, ateşin
şiddetini arttırdığı ve alevlerin her tarafı sardığı kastedilmektedir.
[47] Mürtefakan Destek, yardım
istenip faydalanılacak yer veya buna benzer bir şey.
[48] Yuhallevne Zînet eşyalarıyla süslenirler.
[49] Sündüs ve istebrak Her ikisi
de ipekten kumaşlardır. İki lafız da dil yönünden mu'rabdır,
i'rab edilir.
[50] el-Erâik Erîkc
kelimesinin çoğuludur; yatak, koltuk anlamındadır.
[51] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/492-493.
[52] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/493.
[53] Hafefııahuma Bütün çevrelerinden
onları kuşatmış, sarmıştık.
[54] e ıem tuzlimu
minhu şey'en Ona hiçbir
şekilde haksızlık etmemiş, her türlü meyvesini boi
bol vermişti.
[55] Ve kâne lehti, semeru Sahibine kazanç, gelir sağlayan birçok malı vardı.
[56] E"azû tı&fefah Cemaat yönünden daha'
güçlüyüm".
[57] Tebiyd Helak olacağını,
tükeneceğini...
[58] Husbânân Her lüriü bela, yıldırım.
[59] Saiydan zelikan
Ayakların kayacağı kuru çıplak toprak. Burada toprağın son derece kuru ve çorak
olduğu kinaye yoluyla ifade edilmiştir.
[60] Gavran Yerin derinliklerine
batıp kaybolur.
[61] Ahîtu bisemerehu
Bağların ve meyvalarının başına gelen âfet kinaye
yoluyla anlatılmıştır.
[62] Hayrun'ukbanYani, akıbet
yönünden daha hayırlıdır.
[63] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/496.
[64] BkzTaberi tefsiri
[65] Bkz. Begavi
tefsiri.
[66] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/496-497.
[67] Ihtalata bihî
nebbâtü'l-arz Yani; su ve bitkiye doydu. Bunun
sonucunda da yoğun-sik bitki bitip büyümüştür.
[68] Heşîmâ kuru kırık bir
şekilde yeryüzüne atılmış, rüzgarın savurduğu bitki.
[69] F£ esbahaYani, sonra böyle
oluverdi.
[70] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/497-498.
[71] Taberi, Begavi
ve İbn Kesir
[72] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/498-499.
[73] Bârizetün Apaçık.
[74] Felem nugâdİr
mİnhum ahada Hasredip toplamadi-ğımız, ihmal edilmiş
hiçbir kimse bırakmadık.
[75] Ve la yazlimu rahbuke ahada Rabbin hiç kimseye ulmetmez, amelleri fazla ve noksan olmaksızın tam olarak
sayıp kaydetmiş ve onlara bunun karşılığında son derece adalet ve hakkaniyetle
muamele etmiştir.
[76] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/500-501.
[77] Feseka Asi oldu,
başkaldırdı.
[78] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/501-502.
[79] Ayetin I aberi, Begavi, İbn Kesir, Hazin
kitaplarındaki tefsirine bk?.
[80] Bkz. Yukarıda adı geçen
tefsir kitapları
[81] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/502-503.
[82] Mâ eşhedîııhum
Onian şahid tutmadım. Yani,
onlarla istişarede bulunmadım, onlardan yardım da istemedim.
[83] Mevbikan Helak edici bir
uçurum veya birbirlerine ulaşmalarını engelleyen bir uçurum.
[84] Mesrifan Çıkış yolu, başka
bir yere gidecekleri bir yol da bulamadılar.
[85] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/504.
[86] KubulanOnların önlerine
apaçık görebilecekleri bir şekilde gelmesidir.
[87] Mev'iîan Sığınak.
[88] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/506.
[89] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/506-507.
[90] Zâlike mâ
künnâ neb' Bu o ulaşmayı
arzu ettiğimiz yerin alametidir.
[91] Ferteddâ ala âsârihimâ kasasan Yolu kaybetmemek
için ayak izlerini takip ederek aradıkları yere ulaşıncaya kadar geri dönüp
yürüdüler.
[92] Ve âteynâhu nün ledünna ilmen Ona katımızdan özel olarak bir ilim verdik.
[93] Hatta uhdise leke minini zikran Senden soru gelmeden yaptığım işin sebebini sana
haber verinceye kadar...
[94] İmran Büyük bir iş.
[95] Ve lâ turhiknî mln emrîusran Bana zorluk
[96] Nefsen zekîyyeten
Hiçbir günah işlememiş, suçsuz bir cana kıydın ha!
[97] Şükran Kötü bir iş.
[98] Ka'd belagte
min ledünnî viran Bütün bu olanlardan sonra, benimle
beraber yolculuk etmeme hususunda bana göre mazur sayılırsın.
[99] Le'ttehaztc aleyhi ecran Buna karşılık pazarlık yapıp ücret isterdin.
[100] En Yürhikahümâ tıığyânen ve küfran Onlarıda
azgınlığının ve inkarının peşine sürüklemesinden veya isyanıyla onları şerre
sürüklemesinden korktuk.
[101] Hayran minhu zekâten Ondan daha temiz, suçsuz vedosdoğru
olan.
[102] Ekrabe ruhman
Ondan daha çok akraba ile ilişkileri gözeten.
[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/512.
[104] Bkz. Tacül-Cami'
Li üsuli Ehadisi'r-Recûl. c.4, s.148-151.
[105] İfadeden adamın müslüman
olmadığı anlaşılmakladır. Tefsir kitaplarında adamın yahudi
asıllı Ka'bu'l-Ahbâr'ın
karısının oğlu olduğu geçmektedir. (Bkz: Taberi ve Begavi tefsirleri)
[106] Bkz. A.g.e., et-Tâc. c.4, s.151.
[107] Bkz. A.g.e., et-Tâc. c.4, s.151.
[108] Bkz.A.g.e., et-Tâc. c-4, s.151.
[109] Bkz.A.g.e., et-Tâc. c-4, s.151.
[110] Bkz. Taberi
ve Begavi Tefsirleri.
[111] Bkz. Taberi
ve Begavi Tetirleri.
Bkz. Taberi ve Begavi Tetirleri.
[112] Bkz. Taberi
Tefsin.
[113] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/512-517.
[114] âteynâhu min
külli şey'în sebe-benfeetbea
seheben Sebep-yol kelimesi; maksada ulaştıran araç
anlamındadır. İkinci olarak ise, hedefe giden yol veya iz anlamındadır.
[115] Fî aynin hamietin Sıcak su
gözesinde veya siyah balçıklı çamur yer.
[116] Leın nec'al
lehüm min dûnihâ sitran Onlar medeniyet ve
araçlarına, nimetlerine sahip değillerdir. Onların bulunduğuyerde
ne dağlar, ne ağaç, ne de bina; hiçbirisi yoktur.
[117] Ahatnâ bimâ
ledeyhi hubran Yaptığı herşeyi biliyorduk veya yaptığı, yanında olup biten herşeyi biliyorduk, gözetimimiz altındaydı.
[118] Zubere'l hadîd Demir
parçalan.
[119] Beyne's-sadafeyn
Karşılıklı her iki taraf arası düzlenince...
[120] Kalen fuhû Kinaye yoluyla,
demirin ateşte kızdırılması anlatılmıştır.
[121] Kıtran Erimiş bakır veya
katran; yahut erimiş zift. Bu daha çok tercih edilmektedir.
[122] Ve îereknâ ba'dehum yevmeizin yemûcu fi ba'd Çalkalanır:
Dalgalanır, yani titreyerek, sallanarak hareket
eder. Cümlenin anlamı
ise: Onları birbirleriyle çarpışarak, sarsılır ve karışırvaziyette
bıraktık.
[123] Bkz. Taberi,
Begavi, Hazin, İbn Kesir, Tabresii, Zamahşeri tefsirleri; herbirinde kıssayla ilgili bazı fazlalık,
değişiklik ve
benzerlikle beraber geniş açıklama vardır.
[124] Bkz. İbn
Kesir tefsiri.
Bkz. İbn Kesir tefsiri.
[125] Kasimî'nin rivayetine göre
her millet dörtyüzbin millettir.
[126] Bkz. "Saadet Asrı"
kitabının Türkçe Tere, Telif Şiblî Nu'manî. Mtitrc. Ömer Tuğrul, s.
1725 v.d.; "Şahsiyet tü zi'l-Karneyn fi'l-Kur'arf
(Kur'an'da Zülkarneyn'in
Şahsiyeti) Ebu Kelam Âzâd.
[127] Bkz. Yahudi Yusneyûs Tarihi, Beyrut, s.24.
[128] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/520-528.
[129] Dalle sağyııhum
Yaptıkları işler mahvolmuş, zayi olmuştur.
[130] El-Firdevs Firdevs. Söylendiğine göre, firdevs,
Rumca bir kelime olup Arapçalaştırılmıştır. Anlamı ise, içerisi hurmalık ve
çiçeklerle dolu bir bahçedir. Yahut her türlü bahçenin güzelliklerini toplayan
yer anlamında veya cennet bahçelerinin ortasında en Üstün özelliklere sahip
olan yer anlamındadır. Her halükârda kelime Arapçalaştırılarak fasih dile
kazandırılmış olup, daha Kur'an inmeden önce ifade
ettiği anlam anlaşılmaktaydı.
[131] Hivelan Oradan başka bir
yere gitmek istemezler.
[132] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/529-530.
[133] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 3/530-531.