MERYEM SÜRESİ 2

Giriş. 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Duada Riayet Etmesi Gereken. 4

Yakub Kimdir?. 4

Peygamberlerin Bıraktığı Mal Miras Mıdır?. 5

Mihrab Bid'at Mıdır?. 6

Meal 6

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 7

Temessül Meselesi 8

Hz. Cebrail'in Meryem'e Söyledikleri 9

Hz. Meryem Gebe Kaldığında Kaç Yaşında İdi?. 9

Hz. İsa Ana Rahminde Ne Kadar Durdu?. 9

Ölüm Ne Zaman Îstenebilîr?. 10

Meal 11

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 12

Meryem'in Kardeşi Harun Kimdir?. 13

Meal 16

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 16

Hz. İbrahim'in Babası 17

Kâfirin İmana Gelmesi İçin Dua Etmek Caizdir 18

Meal 19

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 20

Allah, Musa'ya Nasıl Seslendi?. 20

Hz. Harun'un Kimliği 20

Hz. İsmail'in Kimliği 22

Zemzem'in Bulunması 23

İlk Terzi, İlk Yazar, İlk Astronom Ve İlk Silah Mucidi 24

İlk Tefsir Ve Fıkıh Yazarı 25

Şehirciliği İlk Îcad Eden. 25

Kızın Çocukları Zürriyete Girer Mi?. 26

Meal 29

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 29

Herkes Şeytanı Île Haşr Olunur 30

Meal 34

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 34

Meal 37

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 37


MERYEM SÜRESİ

 

Giriş

 

Bu sure 98 veya 99 ayet olup Hicret'ten önce Mekke Dönemi'n-de nazil olmuştur. Bazı tefsircilere göre 58. ayeti, bazılarına göre de 71. ayeti Hicret'ten sonra Medine'de nazil olmuştur. Bu sure, birçok bahislerle beraber özellikle Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem' den ve oğlu Hz. İsa'yı dünyaya getirmesinden bahsetmesi sebebiy­le Meryem Suresi adını almıştır,

Bu sure 780 kelime, 3700 harften müteşekkildir. Bu surenin en meşhur ismi Meryem Suresi'dir. Bazıları bu sureye «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad» ismini vermişlerdir.

Tabarani, Ebu Meryem el-Gassani'nin dedesinden gelen bir ri­vayeti şöyle naklediyor:

«Ben Allah'ın Rasûlü'ne vardım: «Ey Allah'ın Rasûlü! Bu gece bir kız çocuğum oldu» dedim. Hz. Peygamber: «Bu gece benim üzerime de Meryem Suresi inmiştir» buyurdu.»

Bu rivayete bakılırsa bu ismi bu sureye Hz. Peygamber ver­miştir. Bu sure Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. Bunu Ayşe va­lidemizden, İbn Abbas ve İbn Zübeyr'den böyle rivayet etmişler­dir. Mukatil de «Bu sure Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. An­cak 58. ayet müstesnadır» demiştir. Bu surenin 98 ayet olduğu hu­susu Irak ve Şamlılar'dan naklediliyor. Mekkeliler'e göre 99 ayet­tir. Medıneliler'in sayımına göre iki görüş ortaya çıkmıştır. 98 ve­ya 99 ayet olduğunu söyleyenler vardır.[1]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad

2- Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini yâdet-mesidir.

3- Hani o gizli bir seslenişle Rabbine nida etmişti.

4- Demişti ki:  «Ey Rabbim!  Kemiklerim yıprandı. Başı­mı aklar kapladı. Rabbim sana dua etmekle hiçbir zaman bed­baht olmadım».

5- «Kuşkusuz ki ben ardımdan yerime geçecek olan ya­kınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından ba­na bir yardımcı ver».

6- «Bana da, Yakub hanedanına da varis olsun. Rabbim onu rızana mazhar kıl».

7- (Allah dedi ki): «Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeleriz. Daha önce kimseyi ona adaş yapmadık».          

8- (Zekeriyya):  «Ey Rabbim!   Karım kısır iken,  ben  de ihtiyarlığın son basamağına ulaşmışken benim nasıl bir oğlum olabilir?»

9- (Melek) «İşte öyledir». (Lâkin) Rabbin buyurdu: «O ba­na kolaydır. Daha önce sen hiçbir şey değilken seni de yaratmış­tım» dedi.

10- (Zekeriyya): «Ey Rabbim! Bana (oğlum olacağına da­ir) bir alâmet ver» dedi.  (Allah): «Senin alâmetin, sapasağlam     Fc olduğun halde üç gece  (ve gündüz)  kimseyle konuşmamalıdır» buyurdu.

11- Bunun üzerine   (Zekeriyya)   mâbedden  kavminin kar­şısına çıkarak onlara; «Sabah-akşam teşbih edin» diye işaret etti. [2]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1) «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad...» Bu Ayetin Tefsiri

Rivayet olunduğuna göre, bu ayet Kelbî'ye sorulduğunda, o şu hadisi rivayet etmiştir: «Allah kâfidir, hidayet edicidir. Alimdir, doğru söyleyendir».

İbn Abbas'tan gelen rivayet pek değişiktir. Bu rivayette «Kaf» kelimesi «kerim» isminin «fce/»idir. «Ha», «Hadi» isminin «tosı-dır. «He», «Hakim» isminin «He»sidir. «Ayn», «alim» isminin >. «Sad», «sadık»m «sadrıdır.

Başka bir rivayette ayet «O büyüktür, hidayet edicidir, emin­dir, azizdir ve doğru söyleyendir» şeklinde tefsir edilmiştir.. Başka bir rivayette İbn Abbas «Bu Allah tarafından yapılan bir and iç­medir, bir kasemdir. Ve Kaf, Ha, Yat Ayn, Sad Allah'ın isimlerin-dendir» derken, yine başka bir rivayette «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad ve Ha, Mim ve Ya, Sin ve benzerleri Allah'ın en büyük isimleridirler. İsmi azamdırlar» demiştir.

Osman bin Said ed-Darimi'nin, Hz. Ali'den «Ey Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad! Beni affet» şeklindeki rivayeti de bu görüşü tekid et­mektedir.

îbn Ebi Hatini'in İbn Mesud ve diğer sahabelerden naklettiğine göre, Kaf, Ha, Ya, Ayn ve Sad hece harfleridir. «Kaf» «Mülk» kelimesinden, «Ha», «Allah» kelimesinden, «Ya» ve «Ayn», «el-Aziz» kelimesinden, «Sad», «el-Musawir» kelimesinden alın­mıştır.

Bunun benzeri Muhammed bin Kâb'dan da rivayet edilmiş­tir. Ancak bu zat «ya»yı zikretmemiş, «Sad, «Samed» kelimesin-dendir» demiştir.

Bazıları Abdurrezzak'ın Katade'den rivayet ettiği hadise da­yanarak «Bu Kur'an'ın isimlerinden birisidir» demişlerdir. Bazı­ları da «Bu, surenin ismidir» demişlerdir ve bir cemaat da bu gö­rüşe katılmıştır. Bazıları da sayılar gibi serdedilen harfler oldu-ğunu söylemişlerdir.

Bazıları ise «Bunun hakikatini bilmek gaybın bilicisi olan Allah'a aittir» demişlerdir ki en doğrusu da budur. (Bu harflerle ilgili bahis Bakara Suresi'nin başında mufassal bir şekilde geç­miştir. Oraya müracaat edilebilir).

Bu ayet üzerinde Kurtubî şunları zikrediyor:

«Bedir Savaşı olduğunda ve orada Allah tarafından kâfirle­rin ileri gelenleri Öldürüldüğünde Kureyş kâfirleri şunları söyle­diler: «Sizin intikamınız Habeşistan arazisindedir. Necaşi'ye he­diye ile bizden akıllı iki kişiyi gönderelim. Onları geri getirip Be-dir'de öldürülen insanlarımızın yerine onları öldürelim».

Bunun üzerine Kureyş kâfirleri Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rabia'yı elçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber'in kulağına bu hadise geldiğinde o da elçi olarak Amr bin ümeyye ed-Demri'yi gönderdi ve Necaşi'ye bir mektup yazdı. Amr, Necasi'nin huzu­runa vardı. Allah Rasûlü'nün mektubunu okuduktan sonra Neca-şi, Cafer bin  Ebi Talib ile diğer muhacirleri   huzuruna çağırdı.

Rahipler ve kumandanlarını da biraraya getirdi. Sonra Cafer'e bunlar için Kur'an okumasını emretti. Cafer, Meryem Suresi'ni «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sadn diye okumaya başladığında cemaatta bu­lunanlar gözleri yaşlı olarak ayrıldılar. İşte «Andolsun, sevgi yö­nünden onların iman edenlere en yakınları, «Biz hıristiyanlarız» diyenlerdir» ayeti onlar hakkında nazil oldu (Bunu Ebu Davud zikretmiştir).

Siyerde geldiğine göre Necaşi, Hz. Cafer'e sordu: «Senin ya­nında Allah'tan gelen vahiyden herhangi bir şey var mı?» (Yani ezberinde bir şey bulunuyor mu?) dedi. Hz. Cafer «vardır» dedi. Necaşi «Bana onu oku» deyince Hz. Cafer; «Kaf, Ha, Ya, Ayn Sad» diye başlayan sureyi okudu. Necaşi sakalı ıslanacak derece­de ağladı. Onun kumandanları da Kur'an'ın azameti Önünde sa­kallarım ıslatacak derecede ağladılar. Necaşi «Bu Kur'an ile Hz. Musa'nın getirdiği Tevrat bir tek yerden çıkıyorlar. Ey Kureyş'in iki elçisi! Gidin. Allah'a yemin ederim, onları hiçbir zaman size teslim etmeyeceğim» dedi.

(2) «Bu, Rabbinin...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayette bahsi geçen Hz. Zekeriyya, Hz. Süleyman'ın torun-Ianndandir. Hakim, îbn Mesud'dan rivayet ve tashih ederek şöy­le dedi: «Zekeriyya, İsrailoğulları'nın en son peygamberidir. Azer'in, Müslim'in oğludur ve Hz. Yakub'un soyundan gelmekte-

îshak bin Bişr ve tbn Asakir, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyorlar: «Zekeriyya'mn babası Dan'dtr. Dan da Beytulmak&is' te vahy yazan peygamberlerin evlatlartndandrr».

îmam Ahmed ile Ebu Ya'la, Ebu Hüreyre'den merfu olarak şöyle rivayet ederler: «Hz. Zekeriyya marangozdu».

Ayetin mânâsı; «Allah rahmetini Zekeriyya kulunu hatırlata-. cak derecede kıldı veya Allah kuluna rahmetini hatırlattı» şek­lindedir. Yani kul onun rahmetini hatırlatacak duruma getirildi. Veya ayetin tevili şöyledir: «Kur'an insanlara Allah'ın kuluna rahmet ettiğini hatırlattı».

(3-5) «Hani o gizli bir...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu ayet tıpkı «Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz o, haddi aşanları sevmez» (A'raf: 55) ayeti gibidir.

Ayetin metnindeki «Nadan fiili dua ve rağbet mânâsına gelen «nida» kökünden alınmıştır. Yani Hz. Zekeriyya mihrabda iken bu dua ile niyazda bulunmuştur. Nitekim o mihrabda namaz kıl­makta iken melekler kendisine şöyle seslenir: «Allah sana Yah­ya'yı müjdeler. O Allah'tan olan kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan efendi, iffetli ve saühlerden bir peygamberdir». (Al-i îmran: 39)

Bu ayet duanın da namaz içinde olduğunu ve kabulün de yi­ne namaz içinde olduğunu ^ortaya koymaktadır. Hz. Zekeriyya' nın bu duayı gizlemesi konusunda ihtilaf vardır.    .

Bazüan «Kavminden gizledi ki bu yaşta, bu ihtiyarlık döne­minde çocuk istedi» diye kendisini kınamasınlar. Ayrıca çocuk istemek dünyevi bir işti. Bu sebeple Allah'tan gizlice istemiştir. Eğer Allah duasını kabul ederse zaten hedefine varmıştır, eğer vermezse hiç olmazsa kimse bunu bilmez diye gizlice dua etmiş­tir» demişlerdir. Bazı kimseler «Allah'tan başka hiç kimsenin muttali olmadığı bir tarzda, duasını ihlash olarak yaptı demektir»; bazıları da «Gizli ameller riyadan daha uşak ve diğer amellerden daha efdal olduğundan dolayı Hz. Zekeriyya bu duayı gizlice yap­tı» dediler. Bazıları ise «Kavminden gizleyerek bu duayı geceya-rısı yaptı» dediler.

A'raf Suresi'nde «Duanın gizlisi daha mustehabtır» şeklinde ifadeler geçmişti. Bu ayet te bunu kesinlikle ortaya koymakta­dır. Çünkü Cenab-i Hak bu gizli dua sebebiyle Zekeriyya*yı öv­mektedir. Zaten Peygamberimiz «Zikrin en hayırlısı gizli olanı, rızkın en hayırlısı kâfi gelenidir» demişlerdir.

Bazıları da «Gizlice dua etmesi sesinin yaşlılığı sebebiyle za­yıf olmasındandır» dediler. Hz. Zekeriyya bu duayı yaparken ba-zı rivayetlere göre 60, bazılarına göre 65, bazılarına göre 70, bâ­zılarına göre 75, bazılarına göre 80, bazılarına göre 85, ba­zılarına göre 90, bazılarına göre 99 ve bazılarına göre de 120 yaşındaydı. Fakat bu en son görüş ileride bahsi geçecek sebebe en uygun olanıdır.

«Kemiklerim yıprandı» dedi. Çünkü kemik bedenin direği sayılır. Beden ona dayanmaktadır. Kemiğe bir zafiyet ve gevşek­lik isabet ettiği takdirde diğer azalara da bu sirayet eder. Böyle­ce kuvvetten düşülmüş olur.

Hz. Zekeriyya'nın «Baş bembeyaz alev aldı» sözünden maksat, yaşlılık dolayısıyla saçının ağarmış olmasını, ateşin alevlenmesi­ne benzetmesindendir. Böylece artık kendisinden çocuk olmaya­cak kadar yaşlandığını hatırlatmaktadır.

«Ey Rabbim! Sana dua etmekle hiçbir zaman bedbaht olma­dım» cümlesinden maksat, sana her dua ettiğimde duamı kabul ettin. Beni mahrum bırakmadın, demektir. Bu ayet Allah'ın kereminin büyüklüğüne sığınmak ve onu vesile kılmak hükmünü ge­tiriyor.

Hikâye ediliyor ki Hatemi Tai'ye (bazı rivayetlerde Muan Bin Zaid) muhtaç bir kimse gelerek bir şeyler istedi ve «Ben o kim­seyim ki daha önce bana ihsanda bulunmuştun» dedi. Hatemi Ta-î'de; «Bizim vasıtamızla bize tevessül edene merhaba» dedi ve ona ihtiyacını verdi.

Bazılarına göre ayetin mânası, «Beni taate çağırmanda hiç şekavet sıfatına bürümnedim. Daima sana itaat ve ihlasla ibadet eden kimselerden oldum» şeklindedir. (Bu, İbn Abbas'tan da riva­yet edilmiştir). [3]

 

Duada Riayet Etmesi Gereken

 

Rivayet ediliyor ki Hz. Musa bir gün duasında «EyRabbimh dedi. Cenab-ı Hak da ona «Ey Musa, lebbeyk» diye cevap verdi. Hz. Musa: «Bu sadece benim için midir, yoksa umumi midir?» diye sorunca Cenab-ı Hak: «Bu umumidir. Rablığım ile beni ça­ğıran- herkese böyle derim» buyurdu.

Bazı kimseler de «Kul duasının kabul olmasını istediği za­man o duaya Allah'ın isim ve sıfatlarından en münasip düşenleri getirsin» demişlerdir.

5. ayette geçen «Mevali» kelimesi kişinin yakınları demektir. Nitekim bu durumu İbn Abbas ve Mücahid bu şekilde belirtmiş­lerdir. Esamm'dan gelen bir rivayete göre «amcazadeleri» demek, tir. Çünkü nesepte (soy bakımından) ona en yakın olan bunlar­dır.

Bazıları «Onun işine bakan mutlak akrabathn burada kastedilmîştir» dediler. O rivayetlere göre tsrailogullan'nın en şerli­leri idiler. Hz. Zekeriyya onların kendi yerine geçtiklerinde iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyordu.

«Karım da kısırdır»; yani gençliğinden bugüne (yani ihtiyar­lığına) kadar doğurmamıştır.

«Tarafından bana bir veli (yardımcı) ver»; yani katıksız ve geniş fazlından, her şeyi kapsamakta olan kudretinden adi sebep­ler araya girmeksizin senden bir varis diliyorum. Ayetin sonun­daki «Veliyyen» kelimesi zahire göre kişinin sulbünden gelen «er­kek evlat» demektir. Al-i İmran Suresi'nde Hz. Zekeriyya'nın «Ya. rab! Katından bana tayyib bir hürriyet ver» şeklindeki sözü de tekid etmektedir. [4]

 

Yakub Kimdir?

 

(6) «Bana da, Yakub hanedanına da varis...»Bu Ayetin Tefsiri

Bu cümle daha Önceki ayette geçen «Veliyyen» kelimesinin sıfatı olur. Yani öyle bir veli ki hem bana hem de Yakub haneda­nına varis olsun. Yakub'tan maksat Süddi'nin tefsirine göre İb­rahim oğlu İshak oğlu Yakub'tur. Çünkü Hz. Zekeriyya, Harun1 un çocuklanndandır. Harun da Lavi bin Yakub'un çocuklarından-dır. Aynı zamanda Zekeriyya, İmran'ın kızı ve Hz. İsa'nın annesi Meryem'in kızkardeşiyle evliydi. Onun hanımı da Süleyman bir. Davud'un zürriyetinden gelir. Hz. Davud, Yakub oğlu Yahud'ur evladıdır.

Kelbi ve Mukatil; «Bu Yakub, Musa'nın oğlu Yakub'tur. Mer­yem'in babası İmran'ın kardeşidir» demişlerdir. Bazıları «Bu Yakub, Hz. Zekeriyya'nın kardeşiydi» dediler. Verasetten maksat ilimdir. Yani benden de, Al-i Yakub'tan da ilmi miras olarak al­sın!

Kelbi der ki: «Musa'nın oğullan tsrailoğullan'mn krallarıy­dı. Zekeriyya da hahamların başıydı. Zekeriyya kendisine verilen varisin alimliği kendisinden, krallığı da Musa oğullarından miras olarak almasını kastediyordu. Böylece miras, değişik mânâlara gelmiş oluyor. Yani Hz. Zekeriyya'dan olan miras ilim mirasıdır. Ali Yakub'tan gelen miras ise kraliyet ve hakimiyet mirasıdır».

Bazıları birinci mirasın peygamberlik mirası, ikincisinin de krallık mirası olduğunu söylemişlerdir.

«Onu rızana mazhar toZ»; yani katında söz ve fiil bakımın­dan da makbul veya razı olunmuş kıl. Yani onu ameli salihte mu­vaffak kıl. Hz. Zekeriyya sanki çocuğun alim ve amil olmasını ta­lep etmektedir.

Veya onu kullarının arasında peşinden gidilir bir Önder kıl.

Sekkaki «Bu iki cümlenin de müste'nife cümlesi» olduğu gö­rüşünü tercih etmiştir. Çünkü bu iki cümle (daha önce söylediği­miz gibi) «veli» kelimesinin sıfatı olursa, o vakit Hz. Zekeriyya'nın istediği nitelikte bir evlat kendisine verilmemiştir. Çünkü Hz. Yah­ya onun öldürülmesinden önce öldürülmüştür.

Fakat Keşf sahibi bu görüşü reddeder. Ona göre rivayetler birbiriyle çelişmektedir ve rivayetlerin çoğu Hz. Zekeriyya'mn Hz. Yahya'dan önce öldürüldüğü görüşünü desteklemektedir.

Ayrıca Enbiya Suresi'nde geçen «onun duasını kabul ettik» ayeti Hz. Zkeriyya'nın her isteğinin kendisine verildiği mânâsını ortaya koymaktadır. Bu ayetin zahiriyle Hz. Yahya'nın Hz. Zekeriyya'dan Önce helak olduğu şeklindeki rivayetin zayıf olduğuna dair delil getirilebilir.

Bazıları, «Burada veraset ilim veraseti ise o vakit Hz. Yahya' nm babasından önce öldürülmüş olması duanın kabul edilmeme­sine delâlet etmez» derler. Çünkü o babasından ilmi almış ve et­kileri uzun zaman devam edecek şekilde onu başkalarına aktarmış­tır. Fakat maruf olan şudur ki varis, mirası bırakandan sonra ya­şar. [5]

 

Peygamberlerin Bıraktığı Mal Miras Mıdır?

 

Şülere göre, mal peygamberlerden miras olarak kalır. Çünkü veraset kelimesinin hakiki mânâsı mal verasetini bırakmaktır. Bu ayette de hakiki mânâdan mecaza, insanı zorlayan bir gereklilik yoktur.

Celaleddin Suyuti, «Ed->Durr'uLMensur» adlı kitabında tbn Ab. bas, Mücahid, İkrime ve Ebu Salih'ten bu ayetin mânâsını «Benim malıma mirasçı olsun» şeklinde rivayet etmiştir.

Abdurrezzak, Abd bin Humeyd, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim'in Hasan Basri'den rivayet ettiklerine göre, Hz. Peygamber şöyle bu­yurmuştur: «Allah kardeşim Zekeriyya'ya rahmet etsin. Verese­lerden gelen bir mesuliyet onun üzerinde değildir». Yani geride bı­raktığı malda mirasçıların tasarrufundan gelen mesuliyet ona ait değildir.

Başka bir rivayette «Malına mirasçı olan kimselerden sorumlu değildir» şeklinde gelmiştir.

Bazıları «Verasetin malda olması zahirdir. Ondan kaçıp da burada peygamberlik miraslığına hamletmek manasızdır. Çünkü Cenab-ı Hak «Onu razı kıl» diyor. İlmi verasete de hamletmek car iz değildir. Çünkü ilim kesbidir. Burada miras olarak kalan, kesb-siz hasıl olmuştur» dediler.

Ehl-i sünnetin mezhebi şudur: Bütün peygamberler ne kim­seden miras olarak mal alırlar, ne de kimse onlardan miras olarak mal alabilir. Çünkü ehli-i sünnet nezdınde bu hususta gelen haber­ler sahih bulunmuşlardır. Hatta bu Şüler'den de böyle gelmiştir. Nitekim Kuleyni «EUKâfi» isimli kitabında Ebu'l-Buhteri'den, Ebu Abdullah Cafer-i Sadık'tan şunu rivayet ediyor: «Alimler peygam. herlerin varisleridir.» Bunun mânâsı, peygamberlerin ne dinar ne de dirhem olarak miras bırakmamalarıdır. Ancak alimler onların hadislerinden bazılarını miras olarak almışlardır. Kim bu hadis­lerinden birine yapışırsa o dolgun bir paya sahip olmuş demek­tir.

(7) «(Allah dedi ki:) Ey Zekeriyya! Biz sana,..» Bu Ayetin Tefsiri

Meşhur olan görüşe göre bu söz Hz. Zekeriyya'nın duasının hemen akabinde olmuştur. Zira müjde ile doğum arasında ancak birkaç ay vardır. Bazıları «Doğum duadan kırk sene sonra olmuş­tur», bazıları «Altmış sene sonra» demişlerdir. Fakat bu iki görüş de zayıftır. Çünkü dayandıkları bir delil yoktur. Doğacak çocuğun ismini tayin etmekte sözün tekidi ve o çocuğun şerefi bahis konu­sudur. Ayetin metnindeki «Semiyyen» kelimesi «isimde ona bir ortak kılmayacağız» demektir. Zira «Yahya» ismini daha önce kim­se almamıştır. Nitekim bu durum Katade, Süddi, İbn Abbas ve îbn Eslem'den rivayet edilmiştir. Bu Hz. Yahya'ya daha fazla şe­ref vermek ve Allah tarafından onu tazim etmektir. Zemahseri'nin dediği gibi bu ayet, insanların kullanmadıkları nadir ve güzel mâ­naya delâlet eden isimlerin   kullanılmasının   daha   uygun olacagına delildir. Araplar isimleri seçerken bu durumu gözönünde bu­lundururlardı.

îmam Ahmed «Zühd»de, İbn'ul-Munzir ve bazı tefsirciler Mü-cahid'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Semiyyen» kelimesi benzer manasınadır (Ata ve Ibn Cübeyr'den de bunun benzen rivayet edil­miştir). Yani onun gibi bir benzer kılmadık. Zira o Allah'a isyan etmediği gibi isyana arzu da belirtmemiştir. Nitekim İmam Ah­med, Hakim Tirmizi, Hakim ve îbn Merduveyh, İbn Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir; «Ademoğulları'ndan hiç kimse yoktur ki hata etmesin veya hataya niyetlenmesin. Ancak Zekeriyya oğ­lu Yahya bu durumdan müstesnadır. Çünkü o ne hata işledi, ne de hataya niyetlendi».

Bu hususta birçok rivayet varid olmuştur.

Hz. Yahya'ya bu ismin verilmesi onun yaşayacağına işarettir ve bu da hayrı tefaul etmektir. Bunun için değişik yörelerde ço­cukları olup ta yaşamayan veya hiç çocuğu olmayan kimseler on­lara buna işaret edecek isimler verirler. Mesela Dursun ismini verirler. Aişe ismini veya Yahya ismini verirler. Bu isim Hz. Ze-keriyya'nın istediği şekilde Kz. Yahya'ma ona mirasçı olacağına işarettir.

Bazıları; «Bu ismi annesinin rahmi kendisiyle canlandığın­dan ötürü almıştır» derken bazıları da; «İhtiyar bir baba ile ih­tiyar bir anneden geldiği ve dirilik manasım ifade ettiğinden do­layı bu ismi almıştır» demiştir.

Bazılarına göre o, hikmet ve namus ile dirildiğinden ötürü bu ismi almıştır. Bazılarına göre halkı irşad etmekle diri kalaca­ğından ötürü bu ismi almıştır; Bazıları ise «Şehit olacağı için kendisine bu isim verilmiştir. Çünkü şehitler diridirler» demiş, lerdir.

Bütün bunlar ihtimallerdir. Hakikatini Allah daha iyi bilir.

(8) «(Zekeriyya): Ey Rabbim! Karım...»Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin metnindeki «Atiyyen» kelimesi kurumuş mafsal veiliği kalmamış kemik demektir. Rağıb «Müfredatıma^ «Atiyyen,Sİ ıslahı ve tedavisi mümkün olmayan bir durum demektir» der. Yani Hz. Zekeriyya «Ben ıslah edilmeyecek bir yaşa gelmişim. Hanımım da ihtiyar ve kısır olduğu halde bize nasıl bir evlat ve­receksin. Nereden gelecek bu evlat?» diyor. Ve bunu Cenab-ı Hakk'a niyaz etmek suretiyle arzediyor.

(9) «İşte öyledir, dedi...»  Bu Ayetin Tefsiri

Birinci «kâlearân yani fiilin faili, Hz. Zekeriyya'ya gelen me­lektir. Yani melek «iş sana söylenildiği gibidir» dedi ve devamla «Senin Rabbin dedi ki: Bu benim için kolaydır.» Yani ihtiyar bir baba ile ihtiyar bir anneden çocuk doğurup dünyaya getirmek benim için kolaydır. Yahya'dan önce seni halkettim. Oysa sen hiç-bir şeydin; yani mevcut değildin. Cenab-ı Hak seni yokken, hiç mevcut olmadığın halde seni mevcut kılması gibi Yahya'yı da ya­ratmaya muktedirdir.

(10) «(Zekeriyya): Ey RabUm...» ıBu Ayetin Tefsiri

Yani Hz. Zekeriyya meleğin kendisine çocuk  müjdesini vermeşinden ve Cenaba Hakk'm «Sen yokken seni varettim» deme­sinden sonra mutmain olmak için bir alâmet istemiştir. Yani «Bir alâmet kılmak suretiyle bu bahşettiğin nimeti tamamla» demek istemiştir»

Bazıları «Bu müjdenin şeytandan değil de Allah'tan olduğuna dair bir alâmet istedi» demişlerdir. Çünkü İblis ona bu vehmi vermişti. (Bu tefsir Dahhak'tan rivayet edilmiştir). Süddi de böy­le demiştir. Fakat burada dikkat edilecek bir nokta vardır: Çün­kü Cenab-ı Hak «melekler ona seslendiler» diye haber vermiştir. Bu durum Al-i îmran Suresi'nde geçmişti. Oraya müracaat edile­bilir.

Ebu Zeyd'den şöyle rivayet ediliyor: «Hz. Zekeriyya'nın ha­nımı gebe kaldığında Tevrat'ı okumasına rağmen hiç kimse ile konuşamaz hale geldi. Herhangi bir kimseyi çağırmak istese buna gücü yetmiyordu. Bu durum üç gün üç gece devam etti».

Ayetin sonundaki «seviyyen» kelimesi «Tukellime» fiilindeki zamire haldir; çünkü Hz. Zekeriyya'nın konuşamaması mucize tarikiyle olmuştur. Yoksa onun dilinde herhangi bir hastalık yok­tu. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «Seviyyen» kelimesi «geceler» kelimesine aittir. Yani o geceler tam ve eşittirler.

(11) «Bunun üzerine (Zekeriyya)...»Bu Ayetin Tefsin

Bu ayetteki «mihrab» kelimesi namazın kılındığı yer demek­tir. (Bu görüş İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir). Veya buradaki mihrab, oda demektir. Tabersî'nin dediği gibi mihrabın esas mâ­nâsı eşrafın meclisi demektir. Zira eşrafı korumak için kimse oraya yaklaştırılmaz. İbadet yerine de mihrab denilir. Çünkü iba­det eden insan tıpkı orada şeytanla savaşan bir kimse gibidir. [6]

 

Mihrab Bid'at Mıdır?

 

Bugün camilerde mihrab diye bilinen yer, Rasûlullah döne-minde yoktu. Sonradan icat edilmiştir. İmam Celaleddin Suyu-ti, bugün mescidlerde bulunan mihrabın bid'at olduğuna dair bir risale dahi yazmıştır.

Rivayet edildiğine göre, bir kavim mihrabın arkasında dur­muş, içeri girmek ve namaz kılmak için kapının açılmasını bek­liyordu. Onlar bu halde iken yanlarına beti benzi uçmuş bir va­ziyette Hz. Zekeriyya geldi. «Ne oldu sana?» dediler. İşte o zaman Yahya onlara: «Sabah ve akşam Allah'ı teşbih edin» diye imada bulundu. (Bu durum Katade, İbn Münebbih ve Kelbi'den böyle rivayet edilmiştir. Aynı zamanda Mücahid'den gelen iki rivayet­ten birisi de budur).

Başka bir ayette «İlla ramzen» denilmesinden de bu anlaşı­lıyor. İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Zekeriyya parmaklarıyla toprağa «Sabah-akşam Allah'ı teşbih edin» ibaresini yazdı. Onlar da bunu okudular. Bu rivayet aynı zamanda Mücahid'den de gel­miştir. Fakat Mücahid'de «Toprak üzerine yazdı» ibaresi vardır.

İkrime «Bu ibareyi bir kâğıt üzerine yazdı» diyor. Çünkü Arap lügatinde vahy, yazmak mânâsına da gelir.

«Tahrir ve Tahbir» sahibi şunları söylüyor: «Hz. Zekeriyya onlara sabah ve akşam teşbih edin, dedi. Zira âdet şudur: Kişi kendisinde acaip bir durum görürse veya gördüğü acaiplikte ga­rip bir sanatı, garip bir hikmeti müşahede ederse «Subhanallah» der. Hz. Zekeriyya da ihtiyar bir kişi ile kısır bir kadından bir ço­cuğun meydana geldiğini görünce hayret içinde kaldı, teşbihte bu­lundu ve halkın da teşbih etmesini istedi».

Bu ayetteki «tesbih»ten maksat namazdır. İbn Ebi Hatim, Ebu'l-Aliye'den rivayet ediyor: «Burada sabah ve ikindi namazı kastedilmiştir».

Bazı alimler «Teşbih burada Allah'ı eksikliklerden uzaklaştır­mak demektir» demişlerdir. [7]

 

Meal

 

12- «Ey Yahya! Kitab'ı (Tevrat'ı) kuvvetle tut» (dedik) ve daha çocuk iken ona hikmet verdik.

13- Katımızdan ona bir rahmet ve temizlik verdik. O (gü­nahlardan)   çok sakınan bir kimseydi.

14- Ana-babasına çok iyilik ederdi. O isyankâr bir zorba de­ğildi.

15- Doğduğu günde, öleceği günde ve diri olarak  (kabrin­den)   kaldırılacağı  günde ona selâm olsun!

16- (Ey Muhammedi)  Kitapta, Meryem'i de zikret.  Hani o ailesinden ayrılarak (Kudüs'ün) doğu tarafında bir yere çekil­mişti.

17- (Meryem)   onlardan  yana bir perde  çekmişti.  Biz  de ona ruhumuzu   (Cebrail'i)  gönderdik. O da ona tam bir beşer şeklinde göründü.

18- (Meryem): «Ben senden, çok esirgeyici olan Allah'a sı­ğınırım.  Eğer  Allah'tan korkan  bir kimse  isen   (bana  dokun­ma)» dedi.

19- (Ruh): «Ben sadece sana tertemiz bir erkek çocuk ba­ğışlayayım diye   (gönderilmiş)   Rabbinin bir elçisiyim»  dedi.

20- (Meryem): «Bana bir erkek dokunmadığı ve iffetsiz de olmadığım halde  benim nasıl bir çocuğum olabilir?» dedi.

21- (Ruh): «İşte öyledir» dedi. Rabbin buyurdu:  «O bana kolaydır. Biz onu insanlara bir delil  ve tarafımızdan bir rah­met kılmak için (bunu yapacağız). Bu karara bağlanmış bir iş idi».

22- Böylece (Meryem) ona gebe kaldı. Bunun üzerine onun­la   (ailesinden)   uzak bir yere çekildi.

23- Derken  doğum  sancısı  onu  bir hurma  dalına  tutun­maya  sürükledi.   (Meryem):   «Keşke  bundan  önce  ölseydim  de unutulup  gitseydim»  dedi.

24- Altından bir ses ona şöyle seslendi: «Tasalanma! Rab­bin senin alt tarafında bir su arkı meydana getirdi».

25- «Hurma  dalını  kendine   doğru  silkele  de   üzerine  ol­gun  ve  taze  hurma  dökülsün».[8]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(12) «Ey Yahya!.....Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin metnindeki «eLKitab» ya Tevrat veya Hz. Yahya'ya Özel olarak gönderilen bir kitap veya Hz. ibrahim'in sahifeleri yahut da Cenab-ı Hakk'in bütün kitapları demektir. Böylece an­laşılıyor ki İbn Atiyye'nin «Burada Kitap ile kastedilen Tevrat' tır, başka bir şey değildir» şeklindeki iddiası zayıftır.

Ebu Nuaym, İbn Merduveyh ve Deylemi, îbn Abbas kanalıy­la Allah'ın Rasûlü'nden şöyle rivayet ederler: «Allah ona (yani Yahya'ya) yedi yaşında olmasına rağmen anlayış ve ibadet zev­kini vermiştir».

İbn Abbas'tan merfu olarak başka bir rivayet daha gelmiş­tir:. Çocuklar Hz, Yahya'ya: «Gel, bizimle oyna» dediler. Yahya onlara sordu: «Biz oyun için mi yaradilmışız? Gidin, namaz kı­lın)), îşte «Ona çocuk iken hikmet verdik» cümlesinin mânâsı bu­dur.

Zahire bakılırsa burada hüküm «hikmet» demektir. Bazıları «akıl» mânâsına geldiğini bazıları «hizmet edeplerini bilmek», bazıları «Doğru olan feraset», bazıları ise «peygamberlik» demek olduğunu söylemişlerdir. Bu sonuncusu birçok alimin paylaştığı bir görüştür.

Ona nübüvvet yedi   yaşında iken veya iki   veya üç  yaşında iken verildi. Fakat peygamberlerin çoğuna, kırk yaşına gelmez­den önce peygamberlik verilmemiştir.

(13-15) «Katımızdan ona bir rahmet ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Hanan» kelimesi rahmet manasınadır. Nitekim Cenab-i Hak hakkında bu mânâ ile «el-Hannan» ism-i celili kullanılmıştır. Rah­met mânâsına olduğunu Hasan Basri, Katade, Dahhak, İkrime ve Ferra söylemişlerdir. Ebu Ubeyde «İbn Abbas'tan da böyle bir ri­vayet vardır» demektedir.

Ayetin metninde geçen «Zekâien» kelimesi bereket demek-tir. Nitekim İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan böyle rivayet etmek­tedir. Hz. Yahya'ya bereketin verilmesinin mânâsı onun müba­rek, yararlı ve hayrın öğreticisi kılınmasıdır. Bazıları «Burada zekât bilinen sadakadır ve Hz. Yahya'nın vermekte olduğu sada­kalar kastedilmektedir» derler. Yani halka sadaka olarak verile­cek şeyleri kendisine verdik.

Zeccac, «Zekât kelimesi günahlardan tertemiz olmak anla­mındadır» demiştir.

Ayetin metnindeki «Takiyyen» kelimesi itaatkâr, günahlar­dan uzak duran demektir. Birçok hadiste Hz .Yahya'nın günah iş­lemediği gibi herhangi bir günaha teşebbüs de etmediği belirtil­miştir.

Yahya Allah'tan daima, korkardı. Eğer onun gözü üzerine katran, zift dahi konulmuş olsaydı gözyaşları onu delerdi. Gözyaş­ları onun mübarek yüzünde bir çukur yapmıştı.

Ayetin metnindeki «Berren» kelimesi çokça ihsan etmek de-mektir. Yani anne ve babasına karşı çokça ikram ediyordu.

«Cebbaren» kelimesi mutekebbir, hakkı kabul etmekten ka­çman, hakka baş eğmeyen veya kendisini halktan daha büyük gö­ren demektir.

Bazılarına göre, «Cebbar» hiç kimsenin kendisinde bir hakkı olmadığı düşüncesinde olan kişi demektir. İbn Abbas, «Cebbar o kimsedir ki öfke anında vurur ve öldürür» demiştir.

«Asiyyen» kelimesi Allah'ın emrine muhalefet eden demek­tir. Bazıları «Anne ve babasına karşı gelen» anlamına geldiğini de söylemişlerdir.

Taberî'nin görüşüne göre, «Selâm» kelimesi Allah'tan emin olmak demektir. Yani doğduğu günde onun üzerine selâm var­dır. İnsanoğulları'nın şeytandan aldığı yaralan almamıştır. Öldü­ğü günde de üzerinde selâm vardır. Çünkü dünyadan ayrılmak vahşeti onun için daha kolaylaştırılmıştır. Kabir azabından da emindir. Ve dipdiri olarak haşredileceği günde de onun üzerine selâm vardır. Yani Kıyamet'in şiddetinden, ateşin adabından emin­dir.

Bu ayet-i celile hasrın ruhani değil cismani olduğuna işaret etmektedir.

(16-18) «Kitapta Meryem'i de zikret. Hani o...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu ayetler Hz. İsa'nın muhterem validesi olan Hz. Meryem hakkında gelen ayetlerdir. Bu ayetler, Hz. Yahya bahsinde geçen ayetlerden başka bir konuyu işlemektedir. Burada muhatab Hz. Peygamberdir. Cenab-ı Hak önce Hz. Zekeriyya ile Hz. Yahya' nin, sonra da Hz. Meryem'in kıssasını anmasını ona emretmiştir.

«EUKitab» kelimesi ile kastedilen, bu sure-i celiledir. Bütün Kur'an değüdir. Çünkü bu sure Hz. Zekeriyya'nın kıssasıyla baş­lamış, Hz, Meryem'in kıssası onun akabinde gelmiş ve böylece diğer peygamberlerin kıssaları da zikredilmiştir. Yani bu surede Hz. Meryem'in kıssasını halka söyle!

Meryem aile efradından uzaklaştı. Beytulmakdis'in doğuya düşen bir mekânına vardı (Veya evinden uzaklaştı ki bütün vak­tini ibadete sarfetsin). Bazı görüşlere göre Hz. Meryem hayızdan temizlenmek için bir duvara (veya bir dağa) sığınarak yüksek bir yere oturdu veya bir elbise ile perde yaparak yüksek bir yere çıktı.

İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir: «EhH kitab üzerine de Kâbe-i Muazzama'ya gitmek ve haccetmek farz kıhndt. Onlan Kabe'ye gitmekten çeviren, Cenab-ı Hakk'ın bu ayetidir ve bunun için de onlar güneşin doğuş noktasına doğ­ru durur, namazlarını eda ederler. Yani ibadetlerini yapar, istav. roz çıkarırlar».

Başka bir rivayette hırlstiyanlann doğuyu kıble edinmeleri­nin nedeni olarak Hz. Meryem'in aile efradından ayrılıp doğuya düşen bir mekâna gitmesi gösterilmiştir. Fakat bazıları «Hz. Mu­sa döneminde Hıristiyanlar Beytulmakdis'e yönelirlerdi. Doğuya yönelmeleri ancak Hz. İsa'nın refedilmesinden sonradır ve onla­rın azizlerinden bazılarına Hz. İsa'nın görünerek böyle emretti, ğini iddia ederler» demektedirler. Mümkündür ki doğuda olan bir mekânı Cenab-ı Hak, Meryem için seçmiştir. Çünkü doğu, ay­dınlığın çıkış noktasıdır. Cenab-ı Hak, Hz. İsa'nın nurunun zahir olacağı vaktin yakın olduğunu biliyordu ve böylece manevi nu­run nur cihetinde meydana gelmesi daha uygun düşüyordu.

Bazıları da «Burada mescidin içinde, Hz. Meryem'e ait olan yer kastedilmektedir» dediler. Çünkü Meryem hayza girdiğinde teyzesinin evine giderdi. Temizlendikten sonra mescide gelirdi. Meryem abdest aldığı banyoda bulunduğu bir dönemde Hs. Ceb­rail tüysüz, saçı kıvrık, pırıl pırıl parlayan bir genç şeklinde ona göründü. Ayetteki «Ruh» kelimesinden Hz. Cebraü kastedilmek­tedir. Hz. Cebrail'e «Ruh» denilmesinin sebebi dinin onunla ve onun getirdiği vahyle dirilmesidir. «Bizim ruhumuz» denilmiş olması da onu şereflendirmek içindir. Tıpkı Kabe'ye «Allah'ın evi» denil­mesi gibi. Melek, Meryem için tastamam bir beşer şekline girmiş­ti. Bazıları «Beytulmakdis'in hizmetçilerinden ve Hz. Meryem'in de yakınlarından olan Yusuf'un suretine girdi» demişlerdir. Ta ki Meryem onun dediklerine kulak versin ve telkinlerini alsın. Zi­ra melek, melek suretiyle Hz. Meryem'e görünmüş olsaydı ondan ürkerdi, konuşmasını dinlemesine imkân olmazdı. «Eğer Allah'ın emrinden sakınan birisi isen senin şerrinden Rahman'a stğını-rtm» sözü Hz. Meyrem'in kalbine görünen meleğe herhangi bir meyletmenin hutur etmemiş olduğunu ifade ediyor. Meleğin gü­zel surette görünmesi onun şehvetini tahrik için değil ancak me­leklerin beşer suretine girdiklerinde güzel bir beşer suretine gir-melerindendir. Nitekim Cebrail, Rasûl-ü Ekrem'e Dihyeful-Kelbî adlı ve fizyonomisi çok güzel olan bir sahabinin şeklinde görün, müştür. Muteahhir alimlerinden bazıları «Hz. Meryem'in Allah'a sığınması, şehvetinin kabarmasından ve görünen zata doğal ola­rak meyletmesinden ileri geliyor» demişlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak, Hz Yusuf'tan hikâye ederek şöyle buyurmuştur: «Eğer o kadınların hilesini beden uzaklaştırmazsan onlara meyledebili­rim»; yani tabiatın gereği olarak, şehevi kuvvetin bir isteği şek-ünde Hz. Yusuf'ta bu meyil mevcuttu. Ancak böyle bir meyil Hz. Meryem'in iffetsizliğine delâlet etmez. Bilakis onun afif olduğunu gösterir. Çünkü böyle bir meyil tabiidir, ihsanın zapt-u rabtı al­tında değildir. [9]

 

Temessül Meselesi

 

Cebrail'in bir beşer şekline girmesi (temessül etmesi) çözül­mesi zor bir konudur. Çünkü Cebrail, birçok haberde varid oldu­ğuna göre büyük bir cüsseye sahiptir. İnsan cüssesi miktarına girdiği zaman eğer insan cüssesinden fazla olan parçalan düş­müşse Cebrail olmaması lâzım gelir. Eğer parçalar birbirlerine girmişse ve onlardan herhangi bir şey düşmemişse bu muhal olur. Ayrıca temessül mümkün ise o vakit güven ortadan kalkar. Ke­sinlikle şu anda görülen «Zeyd'dir» denilemez. Çünkü temessül ih­timali yardır. Üstelik insanın suretine temessül caizse, başka bir surette temessül etmesi niçin caiz olmasın? Mesela sivrisinek ve benzerlerine temessül etmesi niçin caiz olmasın? Malûmdur ki bu­na çeken her görüş bâtıldır. Ayrıca eğer temessül mümkün ise Ra-sûlullah'm Bedir Günü'nde savaştığını bildiren haberler gibi müte-vatir haberlere güvenmek ortadan kalkar. Çünkü mümkündür ki savaşan o değil de ona temessül edendir.

Birinci itiraza şu cevap verilmiştir:

Cebrail'in az ve asli parçalarının ve fazla olan parçalarının ol­ması mümteni değildir. Binaenaleyh asli parçalarıyla bir beşerde temessül edebilir. Tabii bu da «Cebrail cisimdir» diyenler katında böyledir. Cebrail'in ruhanî olduğunu söyleyenlere gelince, onun ba-zan büyük bir cisim şeklinde bazan da küçük bir cisim şeklinde görünmesi hiç te uzak bir ihtimal değildir.

îkinci itirazın cevabı:

Bu hepsinin arasında Müşterek'ul-îlzam'dir. Çünkü kadir olan yaratıcımı? varlığını ikrar eden bir kimseye göre, Cenab-ı Hakk'ın mesela Zeyd'in bir benzerini yaratması mümkündür. Bu imkânla beraber o zaman güven ortadan kalkar ve daha önce geçtiği gibi kesinliğin hükmü de olmaz olur. Yani kesinlik diye bir şey kalmaz. • Böylece Allah'ın varlığına inanmayıp da hadiseleri felekî teşekkül ve bileşimlere isnad eden kimseye de aynı itiraz yapılabilir. Çün­kü öyle bir hadisenin benzerini isteyen bir birleşmenin oluşması mümkün olur. Eğer bu mümkün ise yine kesin diye bir hüküm or­tada kalmaz. Umulur ki böyle bir şey nadir olduğu için, hisse da­yanmakta olan normal ilimlerde bu herhangi bir zarar meydana getirmez. Binaenaleyh şu anda gördüğümüz Zeyd'in, Zeyd'in ken­disi olduğu hususunda şüphe etmek gerekmez.

Üçüncü itirazın cevabı:

Bu tecvizin (yani imkânın) aslı akılda kaimdir. Bunun fasid olması ise sem'i delillerle bilinebilir. Bu üçüncü itirazın cevabı ay­nı zamanda dördüncüsüne de cevap demektir.

Fahreddin Razi böyle söylüyor. Alusi, Fahreddin Razi'den bu­nu naklettikten sonra «Benim nezdimde temessül meselesinin (eğer Cebrail cisimdir dersek) durumunu Allah'a havale etmek da­ha uygundur. Âkil burada kesin bir şey ortaya koyamaz» demekte­dir, [10]

Hz. Meryem, Allah'ın «Rahman» ismini zikretti ki Allah onun kendisini müdafaadan aciz olduğuna merhamet etsin.

Ayetin sonundaki «Takiyyen» kelimesi takva kökünden gelmek­tedir. «Bu kelime salih veya fasık bir kişinin adı idi» şeklindeki tefsir sahih değildir. [11]

 

Hz. Cebrail'in Meryem'e Söyledikleri

 

(19) «(Ruh): Ben sadece sana tertemiz bir...» Bu Ayetin Tefsiri

Ben ancak senin emrine sahip olan, senin maslahatına bakan ve kendisine sığınılmakta olan Rabbinin elçisiyim. Kendisinden şerr gelecek sandığın bir kimse değilim.

İbn Abbas'tan gelen rivayet şöyledir: Meryem; «Senin şer­rinden Rahman'a sığınıyorum», dediği zaman Cebrail tebessüm ederek: «Ben ancak senin Rabbinin elçisiyim. Tertemiz bir erkek çocuğun sana hibe edilmesine bir sebebim. Senin eteğine üfle-mek suretiyle sebep olmak için gönderildim» demiştir.

Ayetin sonundaki «Zekiyyen» kelimesi günahtan temiz olan demektir. Bazı görüşlere göre peygamber demektir. Bazılarına göre ise hayr yönünden birinden diğerine doğru terakki anlamına gelir. Binaenaleyh zekâ kelimesi manevi ve maddi artışı kapsa­yan bir mânâya gelmektedir. Bazı müfessirler Cebrail'in ona gön­derilmesini Meryem'in peygamber olduğuna delil ittihaz etmiş-lerdir. Onlara cevap «Böyle bir şey için gönderilmek ille de pey­gamberliği gerektirmez!» şeklindedir.

(20-21) «(Meryem): Bana bir erkek dokunmadığı ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Meryem son derece hayrete düştüğünden ötürü sanki mele­ğin «Sana tertemiz bir oğlan hibe etmek için Rabbin beni gön­derdi» sözünü işitmemiş gibi bu suali sormuştur.

Ayetin metnindeki «Kale» (dedi) fiilinin faili melektir. «Line-

calehu» fiiîinin başındaki «lam» harfi hazfedilmiş bir hükmün nedenidir. Yani bu erkek çocuğun sana hibe edilmesinin nedeni onu bütün insanlara veya müminlere ayet ve burhan ve ayrıca bizden (Cenab-ı Hakk'tan) gelen bir rahmet kılmak içindir.

İbn Abbas «İnsanlar ona bakıp da bizim kudretimizin kemâ­line vakıf olsunlar, onun getirdikleriyle hidayet olsunlar, ve onun irşadıyla yollarını bulsunlar diye bunu yaptık demektir» diyor.

Ayetin sonundaki «Makâiyyen» kelimesinin mânâsı muhkem veya takdir edilmiş ve Levh-i Mahfuz'a yazılmış demektir. Yani bizim ezeli hükmümüz buna bağlanmış ve Levh-i Mahfuz'da yazıl­mıştır. Elbette bu erkek çocuk sana bir kimsenin dokunması ba­his konusu olmaksızın gelecektir.

Bu kelime hakikî mânâsına da gelir. Bu cümle esasında ya bütün konuşmanın veya sadece son cümlenin bir zeylidir[12].

 

Hz. Meryem Gebe Kaldığında Kaç Yaşında İdi?

 

(22) «Böylece (Meryem) ona gebe kaldı...»Bu Ayetin Tefsiri

İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Meryem meleğin sözüne inandı. Melek ona yaklaşıp üfledi. Meleğin nefesi onun içine gir­dikten sonra Hz. İsa'ya gebe kaldı.

Bazıları   «Melek   yaklaşmadı,  ona vardıktan sonra o da Hz. İsa'ya gebe kaldın demişlerdir.

Bazıları   «Melek   yaklaşmadı, uzaktan üfledi. Meleğin nefesi

îbn Cüreyc'ten gelen rivayete göre melek onun koluna üfledi ve hadise böylece cereyan etti. Bazıları ağzına, bazıları etekle­rine üflendiği şeklinde yorumlar getirmişlerdir.

O zaman Hz. Meryem'in kaç yaşında olduğu ihtilaflı bir nok­tadır. Bazılarına göre «13 yaşındaydı», Vehb ve Mücahid'den ge­len rivayete göre «15 yaşındaydı». Bazıları «14», bazıları «13» ve bazıları da «20 yaşındaydı ve Hz. İsa'ya gebe kalmazdan önce de iki kez hayız görmüştü» dediler. Bazılarına göre Hz. Meryem hiç hayız görmemiştir. Hayızdan daima tertemiz kalmıştır. [13]

 

Hz. İsa Ana Rahminde Ne Kadar Durdu?

 

Hz. İsa'nın, annesinin karnında kaldığı müddet hususunda da ihtilaf vardır. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre tıpkı diğer in­sanlar gibi annesinin karnında dokuz ay kalmıştır. (Bu görüş Muhammed el-Bakır'dan da rivayet edilmiştir). Çünkü eğer Hz. Meryem diğer kadınlara bu hususta muhalefet etmiş olsaydı bu kıssa içinde o da zikredilirdi. Madem ki zikredilmedi o da nor­mal seyrini takib etmiş demektir. Bakır'dan gelen başka bir riva­yete göre ise Hz. İsa, annesinin rahminde bir saat kalmıştır. Ya­ni ona gebe kalır kalmaz Hz. İsa'yı doğurmuştur. Buna «Kesin­likle İsa'nın durumu Allah katında Adem'in durumu gibidir. Ce-nab-t Hak Adem'i topraktan yarattı. Sonra ona «Ol» dedi, o da oluverdi» ayetini delil getirmişlerdir. Yani bu ayet açıkça belirti­yor ki Cenab-ı Hak ona açıkça «Ol» demiş, o da oluvermiştir. Yani onda gebeliğin şu kadar devam etmesi tasavvur edilemez.

Ata, Ebu'l-Aliye ve Dahhak'tan gelen bir rivayete göre Hz. İsa Hz. Meryem'in karnında 7 ay durmuştur. Bazıları «6 ay», ba­zıları «bir saatte gebe kalmış, bir saatte sur etlendirilmiş, bir sa­atte de doğup dünyaya gelmiştir» demişlerdir. Rivayetlerin meş­huru annesinin karnında 8 ay kaldığıdır.

Alusi, Ruh'ul-Meani'de «Bu birbirleriyle çatışan sözlerin hiç­biri benim nezdimde doğruluk bulmamıştır. Ancak ben birinci görüşe meylediyorum. İkincisi için delil getirmek de düşünmek­ten hali değildir» demiştir.

Hz. İsa, Meryem'in karnında iken Meryem uzak bir mekâna gitti. Yani ailesinden uzak ve dağın arkasında bulunan bir yere gitti. Abdullah bin Ahmed «Zevaid-i Zühd» adlı eserinde Nevf'ten şöyle rivayet etmektedir: «Cebrail, Meryem'in eteğine üfledi. Meryem hamile kaldı. Ağırlaşıncaya kadar ve kadınların doğum anında hissettiklerini hissedinceye kadar kaldı. Kendisi peygam­berlik ailesinde bulunuyor ve o kökten geliyordu. Utandı, kavmin­den kaçtı. Doğuya doğru yol aldı. Kavmi onu aramaya çıktı. Her rastladıkları kişiye «Şöyle şöyle bir kız gördünüz mü?» diye so­ruyorlardı. Hiç kimse onlara bir haber vermedi. Böylece Cenab-% Hakk'ın haber verdikleri tahakkuk etti».

(23) «Derken doğum sancısı...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başında gelen «Feeccaeha» fiili; onu zorladı, sürükledi demektir. İbn Abbas, Mücahid, Katade ve Sücidi'den gelen riva­yete göre doğum sancıları onu orada bulunan bir hurma ağacına, doğum anında dayansın veya ona tütünsün diye sürükledi. Veya onunla başkasının gözünde kendisi kaybolsun diye hurma ağacı­na doğru sürüklendi. Ayetin metnindeki «Cizğ» keilmesi ağacın damarlarından dalların yayılıp dağıldığı noktaya kadar olan kıs­ma denilir. Bazen dallar için de aynı kelime kullanılır. Bu hur­ma ya rastgele bir hurma ağacıydı veya belli bir hurmaydı. Ba­zen «Bu hurma ağacı Miraç Gecesi'nde Rasûlullah'a gösterilmişti ve onun nezdinde belliydin denilmiştir. Bazıları «O ağaç tâ bugüne kadar mevcuttur» derler. Meşhur olan görüş Meryem ona gel­mezden önce onun var olduğu şeklindedir. Nitekim rivayetler de böyle ifade etmektedirler. Mesela İbn Abbas, «Meryem'in doğum sancılan şiddetlenince orada bir tepeciği gördü, süratle otaya çıktı. Orada çürümeye yüz tutan, üzerinde ne bir yaprak ne de bir meyve bulunmayan bir hurma ağacını gördü. Ona sırtım dayadı. Doğu­mu yaptıktan sonra o ağaç yeşillendi ve meyve tuttu. Cenab-ı Hak ona: «Dalı kendine doğru silkele. Meyve düşsün de ye, dedi» demiştir.

Bazıları «Bu hurma ağacı daha Önce yoktu. Allah onu o sa­man yarattı» demişlerse de bu görüş pek kuvvetli değildir. Doğum kış mevsimine rastlamıştı. Cenab-i Hakk'm Meryem'i o ağaca ka­dar gitmeye muvaffak kılmasının nedeni içindeki üzüntüyü bi­raz olsun hafifletmek içindi. Çünkü ağaçta meyve yoktu. Kış mev­siminde ağaçta meyve olması zaten beklenilemezdi. Fakat meyve tuttu. Bu da Meryem'den gelen çocuğun ölüleri dirütmeye kadir olacağına ve tatlı meyveler gibi insanlara nafi olacağma işaretti.

«(Meryem): Keşke bundan önce ölmüş olsaydım dedi»; ya­ni bu yükü aldığım zamandan Önce ölseydim veya bu doğum me­selesi gelmezden Önoe ölmüş olsaydım! [14]

 

Ölüm Ne Zaman Îstenebilîr?

 

Meryem'in kendisiyle Cebrail arasında geçen sözlere vakıf ol­masına rağmen böyle söylemesinin nedeni halktan utanması, kı­nanmaktan korkması veya insanlar hakkında konuşarak günaha girmekten sakınmasıdır. Bu ayet işaret ediyor ki Meryem bir ses işitti: «Ey Allah'tan başka insanlar tarafından tapılacak olan kadın» diyordu o ses. Bundan ötürü Meryem üzüldü ve ölümü te­menni etti. Böyle bir şey için Ölümü temenni etmek mekruh de­ğildir. Fakat bir hastalık veya fakirlik veya meşakkatten, düşmanın sıkıştırmasından veya dünyanın herhangi bir felaketinden ötürü Ölümü temenni etmek mekruhtur. Sahih-i Müslim'de ve başka kaynaklarda Hz. Peygamber'in şöyle dediği yer almakta­dır: «Sakın sizden herhangi bir kimse başına gelen bir zarardan ötürü ölümü temenni etmesin. Eğer ille de ölümü temenni etme­si gerekiyorsa şöyle desin: Yarab, hayat benim için hayırlı oldu­ğu müddetçe beni diri bırak. Vefat benim için hayırlı olduğu müd­det beni öldür».

«Nesyenn kelimesi unutulmuş demektir. Yani ben bir çaput gibi durumu kale alınmayan ve kendisine iltifat edilmeyen bir şey olsaydım.

Ayetin sonundaki «Mensiyyen» kelimesi hiç kimsenin kalbine gelmez, ona hiç kimse iltifat etmez, dönüp bakmaz olduğu şey­dir.

(24) «Altından bir ses...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu, Meryem'in altından ona seslenen Cebrail'in sesidir. Nite­kim bu durum İbn Abbas ve Nevf'ten rivayet edilmiştir. «Onun al­tından seslendiği»iûn mânâsı, kendisinin bulunduğu yerden daha alçak bir yerden seslenilmiş olması demektir. Zira Cebrail o tepe­nin altında durmuştu.

Ebu Hayyan «El Bahr» adlı tefsirinde Hasan Basri'den şunu nakletmektedir: «Cebrail, Meryem'in bulunduğu yerden daha alçak bir yerde durup ona seslendi. Cebrail'in böyle bir yerde durması Meryem'in durumunu tazim içindir. O anda Meryem'in huzurunda bulunmaktan sakınmak içindir».

«Cebrail onun altında durup, doğacak çocuğu almak için ona ebelik yapmak istiyordu» şeklindeki tefsir, Allah'ın vahyine emin olan bir zatın şanına lâyık değildir ve böyle bir tefsire iltifat et­memek gerekir.

Bazıları «Min tahtiha» ibaresindeki zamirin hurma ağacına raci olduğunu söylemişlerdir. Fakat Ebu Hayyan tefsirinde «Ses­lenen Hz. İsa idi, zamir de Meryem'e racidir. Yani Meryem erkek bir çocuk doğurdu. Cenab-ı Hak da o doğum anında o çocuğu ko­nuşturdu. Çocuk annesinin altından annesine seslendi demektir» diyor. (Bu tefsir Mücahid'den, Vehb'den, İbn Cübeyr'den, İbn Ce-rir'den, İbn Zeyd el-Cübbai'den rivayet edilen bir tefsirdir). Ta-bersî de bu tefsirin aynısını Hasan Basri'den rivayet etmiştir.

«Ey Meryem, üzülme. Kesinlikle Allah senin altında bir su ar­kı kılmıştır»; yani senin bulunduğun yerden biraz aşağıda bir su arkı senir emrine verilmiştir. Sen ak dersen akar, dur dersen du­rur.

Ayetin sonundaki «Seriyyen» kelimesi su arkı demektir. Nite­kim bu durumu Hakim «Mustedreksinde Bera' bin Azib'den riva­yet etmiştir. Hakim, «Bu hadis Şeyheyn'in şartı üzerine sahihtir» demiştir. Buhari de hadisi mevkuf olarak zikretmiştir. Abdurrez-zak, İbn Cerir, İbn Merduveyh tefsirlerinde bu hadisi mevkuf ola­rak zikretmişlerdir. Bu hadisin merfu hadis olması sıhhat bulma­mıştır. Nitekim Celaleddin Suyuti bunu izah etmiştir.

İbn Abbas'm rivayetine göre bu su arkı Ürdün'den akıp gel­mekte idi. Cenab-ı Hak onu oradan akıttırdı, çünkü Meryem su­samıştı. Rivayete göre Cebrail ayağını yere vurdu, tatlı bir su pı­narı yerden fışkırdı. Böylece bir ark haline geldi.

Bazıları da «Hz. İsa bunu yaptı» derler. Nitekim bu Ebu Ca-ferv n böyle rivayet edilmiştir. Bazıları «Bu ark daha, önce mev­cuttu. Ancak Cenab-ı Hak, Meryem'in dikkatini onun üzerine çektin dediler. Ark'a «Seriyyen» denilmesi, oradan suyun akıp gitme-sindendir. Hasan Basri, İbn Zeyd ve Cübbai'ye göre bu kelime ile kastedilen Hz. İsa'dır. O zaman bu kelime «serv» kökünden gelir ve büyüklük demektir. Yani Cenab-ı Hak senin altında şanı yüce, kıymeti çok âli olan bir oğlan çocuğu kılmıştır. Bu cümle üzüntü­nün yok olmasının nedenidir. Yani üzülme, çünkü bunları Cenab-ı Hak yapmıştır.

(25) «Hurma dalını kendine...» Bu Ayetin Tefsin

Ayetin başındaki «Huzzi» fiili sağa sola sallamak mânâsını ifade eder. Yani onu kendi yönüne çek, sağa sola silkele. O senin için olmuş, koparılmaya elverişli olan hurmaları dökecektir.

İbn Abbas'tan gelen rivayete göre o hurma ağacının önce kö­kü vardı, başı yoktu. Meryem onu salladığı zaman tomurcuklar çıkmaya başladı. Sonra Meryem tomurcuğa baktı. O kabuklar ara­sından çıkıyordu. Sonra yeşillenip Belh denüen hâle geldi. Sonra kırmızılaşarak zevh haline geldi. Sonra yaş hurmaya dönüştü. Bü­tün bunlar gözün açıp kapanması zamanına sığdırıldı. Böylece ol­gun hurmalar onun yanma düşürülüyordu.

Zahire bakılırsa bu ağaç ancak hurma vermiştir. Fakat bazı­ları «hurma ile beraber muz da yetiştirdi» demişlerdir. Sadece hurma vermesi lohusa kadınlara yararlı olmasındandır. Muham-med Bakır'dan gelen bir rivayete göre yaş hurma gibi lohusa ka­dınlara şifa veren hiçbir şey yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak lohusa halinde olan Meryem'e onu yedirmiştir. «Lohusalar ve hasta olan­lar için baldan daha hayırlısı yoktur» denilmiştir.

Bazıları «Kadın zor doğum yaptığı zaman kendisi için yaş hurma yemesinden daha hayırlı bir şey yoktur» demişlerdir. [15]

 

Meal

 

26- Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini gö­rürsen;  «Ben Rahman için oruç adadım. Bugün hiç kimse île  konuşmayacağım» de!

27- Böylece (Meryem)  onu taşıyarak kavmine getirdi. On­lar, «Ey Meryem! Gerçekten sen çok şaşırtıcı bir iş yapmışsın» dediler.

28- «Ey Harun'un lazkardeşi! Baban kötü bir insan değil­di. Annen de fahişe değildi».

29- (Bu itirazlar üzerine Meryem) ona (çocuğa) işaret etti. Onlar: «Biz beşikteki bir çocukla hasıl konuşuruz?» dediler.

30- (Çocuk)  şöyle dedi: «Ben Allah'ın kuluyum. Bana Ki­tap verdi, beni peygamber yaptı».

31- «Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Hayatta kaldığım sürece bana namaz ve zekâtı emretti».

32- «Anneme saygılı olmamı da (emretti). Beni başkaldı-ran bir zorba kılmadı».

33- «Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak  (kabir-.      den) çıkacağım gün selâm üzerimdedir».

34- İşte hakkında  şüpheye   düştükleri   Meryem oğlu İsa hak söz olarak budur.

35- Allah'a evlat edinmek yaraşmaz. O  (bundan)   münez­zehtir. O bir işe hükmettiği zaman ona sadece, «ol» der. O da hemen oluverir.

36- Muhakkak ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O halde sadece ona kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur!

37- Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten dolayı vay kâfirlerin haline!

38- Onlar huzurumuza çıkacakları gün, neler duyacaklar, neler görecekler! Fakat o zalimler bugün açık bir sapıklık için­dedirler. [16]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(26) «Ye, iç...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani; «Ey Meryem! O yaş hurmadan ye. Yanından akıp git­mekte olan sudan iç.» Kur'an'ın buradaki ifadeleri ne güzeldir, Önce Cenab-ı Hak suyu hazır kılmakta, sonra ikinci etapta ye­meği, üçüncü etapta o yemekten yemesini, dördüncüsünde de o sudan içmesini hazır kılmaktadır. Zira suya olan ihtiyaç yemeğe olandan daha fazladır. Hele hararet verici ve katı olan şeyler gibi insanı suya muhtaç kılan maddelerden yemek, suyun Önemini daha da belirginleştirmektedir. Ayrıca âdet, yemenin içmeden önce ol­masını gerektirir. Bundan dolayı da Cenab-ı Hak önce «yemenyi, sonra «içme»yi zikretmiştir. Bazı kimseler «Suyu Öne almasının nedeni yararda asil olmasındandır. Onun yararı temizleme ve sa­ir şeyleri kapsadığı için geneldir. Bazen suyun akması insandan üzüntüyü silmek hususu da bilinen bir nedendir. İçmeyi tehir et­mesi âdetin böyle olmasındandır. Ayetteki emir ya vücubu ifade eder veya nedbi. O duruma bağlıdır.» Bazı kimseler de «Bu emir ibaha içindir» dediler. Yani Cenab-ı Hak o hurmadan yemeyi, akan sudan içmeyi Hz. Meryem'e mubah kıldı. Veya böyle yap. masını vacib veya mendub kıldı.

«De ki: Ben Rahman için oruç adadım» cümlesine gelince, oruç burada «susmak» manasınadır. Nitekim İbn Abbas'm (veya İbn Mesud'un) mushafında «savm» (oruç) yerine «simten» kelimesi konulmuştur. Enes tbn Malik bu «Simten» kelimesiyle ayeti okumuştur. Binaenaleyh oruçtan maksat kendisini tutmak ve susmak demektir. Bazıları «Oruç burada orucu bozucu nesneler-den uzak durma mânâsını ifade ettiği gibi, bir de konuşmaktan uzak durma mânâsını ifade ediyor» demişlerdir. Çünkü o günkü müslümanlar oruçlu iken konuşmazlardı. Ve onların dininde oruçlu iken konuşmamak Allah'a yaklaştırıcı bir durum olurdu. Fakat Hz. Peygamber oruçlu iken konuşmamayı yasak kılmıştır. Binaenaleyh konuşmamak bizim şeriatımızda neshedilmiş bir du­rumdur. Nitekim Cessas, tefsirinde bu hususu zikretmektedir.

Hz. Ebu Bekir'den gelen bir rivayete göre bir kadın konuş­mamayı adamıştı. Halife ona varıp şunları söyledi: «İslâm böyle bir durumu yıkmıştır. Binaenaleyh konuş».

Buhari şerhinde İbn Hacer Askalani, İbn Kuddame'den şöy­le naklediyor: «Oruçlu iken konuşmamak İslâm şeriatından bir durum değildir». Haberlerin zahirine bakılırsa bu haramdır. Zira bir kimse oruçlu iken konuşmamayı nezrederse (adarsa) onu ye­rine getirmek boynuna vacib olmaz. Bu noktada Şafiiler ile Ha-nefiler aynı fikirdedirler. Zira böyle yapmakta nefsi daraltma ba­his konusudur. Nefsi daraltmak ve ona olmayan sorumluluklar yüklemek bizim şeriatımızda yoktur. Her ne kadar bizden önce-kilerin şeriatında böyle bir durum caiz ise de bizde bu durum yoktur. Bazı rivayetlerden anlaşılıyor ki oruçlu iken konuşmama­yı nezretmek sadece Hz. Meryem'in bir özelliğidir. Nitekim îbn Ebi Hatim, Harise bin Müderrib'den şöyle rivayet ediyor:

«İbn Mesud'un yanında bulunuyordum. İki kişi geldi. Birisi seîâm verdi, diğeri vermedi. Sonra ikisi de oturdu. Orada bulu­nanlar: «Arkadaşın niçin selâm vermedi?» diye sordular. Se­lâm veren kişi: «Arkadaşım oruç ile bugün hiçbir insanla konuş­mamayı nezretmiştir» deyince İbn Mesud ona: «Sen çok kötü bir şey söyledin. Ancak o kadın (Hz. Meryem) onu kendisine mazeret olsun diye söylemiştir. Çünkü o dönemdeki yahudiler kocasız bir kadının çocuk doğurmasını kerih telakki ederler, zina olduğunu söylerlerdi Binaenaleyh, ey konuşmamayı nezreden kişi! Konuş, marufu emret. Münkerden insanları sakındır. Böyle bir hareket senin için konuşmamaktan daha hayırlıdır» dedi».

«Artık bugün hiçbir kimse ile konuşmayacağım», cümlesine gelince; Hz. Meryem, konuşmamayı nezrettiğini haber verdikten sonra, «Artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım» demiştir. Yani Meryem bu haberi iletmekten başka konuşmayacağına dair nezirde bulunmuştur. Binaenaleyh haberi iletmek için konuşma­sı nezrini iptal etmez. Çünkü haberi iletmek nezredilmiş bir du­rum değildir. Bir grup, «Hz. Meryem nezrini işaret yoluyla haber vermekle emrolundu» demiştir. Ferra, «Araplar hangi yoldan ge. lirse gelsin insanoğluna varan her şeye konuşma ismini verirler» dedi. Tabii bu da konuşma fiili mastarla iekid edilmediği takdir­de böyledir. Eğer tekid edilirse mutlaka kelâmın hakiki mânâsı kastedilmektedir.

Ayetin sonunda gelen «İnsiyyen» kelimesini Cenab-ı Hak «Ahadan» yerine kullanmıştır. Bundan anlaşılıyor ki Meryem bu­gün herhangi bir insanla konuşmayacaktır. Fakat «melekle konu­şacağım ve Rabbime münacaatta bulunacağım» demek istemiştir. Hz. Meryem'in böyle bir duruma maruz kalması birçok tefsirci-lerin de ifade ettiği gibi sefihlerle mücadele etmenin mekruh ol­masından kaynaklanmaktadır. Hz. İsa'nın konuşmasıyla iktifa et­mek durumundaydı. Çünkü Hz. İsa'nın konuşması kınamaların temelini yıkmak hususunda kesin bir nass idi.

(27) «Böylece (Meryem) onu taşıyarak kavmine...» Bu Ayetin Tefsiri

Hz. Meryem çocuğu kucağında iken kavminin yanma vardı. Said bin Mansur ve İbn Asakir'in İbn Abbas'tan naklettiklerine göre bu geliş doğumdan kırk gün sonra olmuştur. Yani Meryem lohusa kanından kesildikten sonra çocuğunu alıp kavminin yanı­na gitti. Bazı rivayetlere göre Hz. Meryem vatanım Özledi ve bili­yordu ki İsa'nın durumu onu kurtaracaktır. Böylece İsa ile bera­ber geldi. Yanlarına girdiğinde ağlaşmaya başladılar. Ve Hz. Meryem'i recmetmek istediler. Fakat Hz. İsa'nın konuşması du­rumu tamamen değiştirdi.

İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «Meryem hamlini bı­rakmak üzere ehlinden uzaklaşıp dağın arkasına gittikten sonra bunlar Meryem'i mihrabta bulamadılar. Meryem'in hâlini Yusuf tan sordular. O da: «Ben ondan habersizim. Onun mihrabının anahtarı Zekeriyya'nın yanındadır» dedi ve sonra Zekeriyya'yı aradılar, buldular. Kapıyı açtılar ve Meryem'in orada olmadığını gördüler. Hz. Zekeriyya'yı itham ettiler. Yakasına yapışıp kendi­sini kınadılar. O meyanda bir kişi «Ben Meryem'i falan yerde gör­düm» dedi. Ve onlar da Meryem'i getirmek üzere yola çıktılar. Meryem'in altında bulunduğu hurma ağacının üstünde saksağan kuşunun Ötüşünü dinlediler. Oraya vardıklarında Meryem onla* nn kendisine doğru geldiklerini görünce çocuğu alıp kendilerini karşıladı ve bu karş laşmadan sonra hadise malûm olduğu üzere cereyan etti. Bu ayetin zahiri ve haberler, Meryem'in çocuğu on­ların istekleri olmaksızın onlara getirdiğini ortaya koymaktadır. Fakat bazı tefsirdlere göre onlar Meryem'e «çocuğunu bize getir» diye haber göndermişlerdir. Çocuğun dünyaya gelmesinden onla­rı haberdar eden şeytandı. Böylece Hz. Meryem çocuğuyla bera­ber onların huzuruna vardı. Meryem ile çocuğu gördüklerinde: «Ey Meryem! Sen çirkin bir şey yaptın» dediler.

Katade, «Ayetin sonundaki   «Feriyyen»   kelimesi büyük de­mektir» diyor. Bazıları da   «acaib»   demek olduğunu söylediler.

Ebu Hayyan tefsirinde «İster şer olsun ister, hayr, ister söz ol­sun, isterse hareket, bu kelime onun büyüklüğü mânâsında kulla­nılır» diyor.

(28-30) «Ey Harun'un kızkardeşi...» Bu Ayetlerin Tefsin

Buradaki Harun, Hz. Musa'nın kardeşi ve İmran'm oğlu Ha­run değildir. Çünkü İmam Ahmed, Müslim, Tirmizi, İbn Seyyid, Tabarani ve İbn Hibban, Muğire bin ŞuTae'den şunları rivayet edi­yorlar: «Hz, Peygamber Necran ahalisine elçi olarak beni gön­derdi. Onlar: «Siz «Ey Harun'un Jazkardeşi...» ayetini görmüyor musunuz? Oysa Musa, isa'dan şu kadar zaman da öncedir» diye­rek Kur'an'a itiraz etmek istediler. Ben de döndükten sonra bu durumu Easûlullah'a söyledim. Güldü ve: «Niçin onlara, «Siz da­ha Önceki peygamber ve salih insanların isimlerini niye ahyorsu-nuz?» diye ikazda bulunmadın?» dedi.» [17]

 

Meryem'in Kardeşi Harun Kimdir?

 

Harun'un maksat Kelbi'den gelen rivayete göre Hz. Meryem' in baba bir kardeşidir, anneleri ayrıdır.

Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: «Buradaki Harun, İsraüoğultarı arasında salih bir ki-siydi».

Yine Katade'den şöyle rivayet ediliyor: «Bana denildi ki Ha­run vefat ettiği gün cenazesinde Harun ismini taşıyan ktrkbin ki­şi vardı».

«Kızkardeşi» mânâsına gelen «Uht» kelimesi benzeşme mânâsınadır. Yani bu salih insanı Meryem'e benzettiler ve onunla is­tihzaya kalkıştılar. Veyahut da daha Önceki güzel halinden Ötürü bu durumu gördüklerinde böyle söylediler.

İbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr'den   şöyle   rivayet   ediyor: gı     «Ayette bahsi geçen Harun, asi bir kişiydi. Hz. Meryem'e küfret­mek için ona benzettiler».

Bazıları da «Buradaki Harun, Hz. Musa'nın kardeşi olan Ha­run'dur» demişlerdir. Bu durum İbn Ebi Hatim tankıyla hem Süddi'den hem de Ali bin Talha'dan rivayet edilmiştir. Yani Mer­yem Hz. Harun'un neslinde, kardeşi mesabesinde olan bir zatın soyundan gelmektedir. Bunun için «Harun'un kızkardeşi» denil­miştir. Çünkü bu kardeşlik onun esaslı vasfıdır. Mümkündür ki Harun kelimesi burada Hz. Harun'un soyu mânâsında kullanıl­mış olsun. Nitekim Haşim, Temim kelimeleri soylar mânâsına kullanılmıştır. O zaman «kızkardeş »ten maksat o soydan olan jg| birisidir. Nitekim «Arap kardeşin denildiğinde Araplardan biri mânâsı kastedilir. Bu görüş Süddi'den rivayet edilmiştir.

«Baban kötü bir insan, kötü bir kişi değildi. Annen de iffetsiz değildi» cümleleri salih insanların evlatlarından gelen günah­ların daha çirkin olduğuna delâlet eder. Ve bu ayette salih insan­ların dallan mesabesinde olan evlatların çoğu kez temiz olarak geldiklerinin delili vardır. Yani asıl temiz oldu mu onun fidesi de temiz demektir. Eğer şalinin evladı bunun tersini yaparsa o zaman kınanır.

Hz. Meryem oğlu isa'ya işaret ederek «Onunla konuşun» dedi. Onlar bu işaretten sonra «Bu kadının bizimle alay etmesi (hâşa) zina etmesinden daha şiddetlidir» dediler, sonra «Beşikte sa­bi olan bir kimse ile nasıl konuşacağız?» diye hayretlerini ortaya döktüler.

Ayetin metninde geçmekte olan «Mehd» kelimesi Katade'ye göre «anne kucağı», İkrime'ye göre «beşik»tir. Bazıları «çocuğun üzerinde bulunduğu taht» bazıları «çocuğun üzerinde bulunduğu yer» demişlerdir.

Rivayete göre Hz. îsa, annesine bu şekilde itiraz yapıldığı zaman sütünü içmekteydi. Bu sözleri dinledikten sonra süt içme­yi bırakarak İsrailoğullan'na yönelmiş, sol tarafı üzerinde durup, şehadet parmağıyla işaret ederek «Ben Allah'ın kuluyum. Bana kitap vermiştir. Beni peygamber kılmıştır» dedi.

Bazı görüşlere göre Hz. Zekeriyya, Hz. İsa'ya yönelerek «ko­nuş» dedi. Hz. İsa da «Ben Allah'ın kuluyum. Bana kitap vermiş, beni peygamber kılmıştır» dedi. Yani önce Allalî'a kul olduğunu söyledi. Çünkü Allah'a kulluğunu itiraf etmesi salihlerin makam­larının ilkidir. Bu ayet Hz. İsa'nın Rab olduğunu iddia edenlerin aleyhinde bir delildir. Çünkü îsa burada «Ben Rabbim» demiyor, «Ben Allah'ın kuluyum)) diyor Hz. İsa'nın bu cümlelerinde anne­sinin zinadan uzak olduğuna, tertemiz bulunduğuna dikkatleri çekme mânâsı vardır. Çünkü bu, Hz. İsa'nın Allah tarafından se­çildiğine delâlet eder. Cenab-ı Hak zinadan gelen bir kimseyi seç­mekten yücedir. Bu durum da Hz. İsa'nın muhatapları nezdinde teslim edilecek bir durumdu. Annesini bu cümlelerle o derece büyütüyor, öyle yükseltiyordu ki sarahaten «annem şunu yapma­mıştır» sözü bile onu bu kadar yüceltemezdi.

Burada insanın aklına şu geliyor: Acaba Hz. İsa bunları söy­ledikten sonra artık baliğ ve erginlik çağına gelmiş insanlar gibi mi konuştu? Yoksa bu konuşmadan sonra tekrar çocukluk hali­ne dönerek geliştikten sonra mı konuştu? İşte Hz. İsa'nın beşikte konuşup sonra âdet vaktine kadar konuşmayanlar ara­sında sayılması ikinci şıkkı açıkça tercih ettirmektedir. Yani bir defasında konuştu, artık daha sonra gelişinceye kadar konuş­madı.

Kitaptan maksat İncil'dir. Bazıları «Hz. İsa'ya verilen kitap' tan maksat Tevrat'tır», bazıları da «Burada hem İncil hem de Tevrat kastedilmektedir» demişlerdir.

 (31) «Nerede olursam olayım...»Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin metninde geçmekte olan «mübareken» kelimesi Mü-cahid'e göre «çok yararU» demektir. Onun yararlı olması, gözü görmeyen, kulağı sağır, dili konuşmayan ve bedeninde hastalık olana dokunduğu zaman Allah'ın şifa vermesidir.

Süfyan «Bu ibarenin mânâsı, marufu emreden, insanları münkerden alıkoymaya çalışan ve hayrın muallimi olan bir kim­se kıldı, demektir» dedi. Dahhak'a göre «Bu kelimenin manâsı, beni İhtiyaçları yerine getiren zat olarak kıldı» demektir. Bazıları da ayeti «Cenabı Hak onu akıi yönünden kemale erdirdi. Küçük­ken ona peygamberlik verdi» şeklinde yorumlamışlar ve bu yo­rumu Hasan Basri'den rivayet ettiklerini iddia etmişlerdir.

îbn Ebi Hatim, Enes'ten rivayet ediyor:

«Hz. İsa daha annesinin rahminde iken İncil'i okudu ve onu kuvvetli bir şekilde ezberledi». Bu mânâ «Bana Kitab-ı verdi» cümlesinden anlaşılıyor. Yani ben nerede olursam olayım, ister­se annemin rahminde olayım, Cenab-ı Hak beni mübarek kılmış, peygamber kılmış ve bana kitap vermiştir.

«Bana namaz kılmayı ve zekât vermeyi emretti». Zahire ba­kılırsa namaz ve zekâttan maksat, beden ve mal ile özel şekilcle icra edilen ibadetler demektir. Bazıları «zekâttan maksat fıtrat temizliğidir»   demişlerdir. Bazıları da   «Namazdan maksat dua, zekâttan maksat nefsi rezaletlerden temiz kılmak demektir» de­mişlerdir.

ibn Atiyye'den gelen nakle göre burada zekâttan maksat mal zekâtıdır. Fakat bu rivayette nazar vardır. Çünkü peygamberler üzerinde zekât yoktur. Cenab-i Hak onları dünyada tertemiz kıl­mıştır. Onların elindeki her şey Allah'ındır. Bunun için onlar öl­dükten sonra varis bırakmazlar.

Veya zekât temizleyicidir. Zaten peygamberlerin kazandıkları şeyler temizdir. Hz. İsa'nın «hayatta kaldığım sürece» demesinden maksat, dünya hayatında kaldığım sürece demektir. Bu süre Hz. İsa'nın gökte olduğunu ihtiva etmemektedir.

(32) «Anneme saygılı..,» Bu Ayetin Tefsiri

Hz. İsa'nın bu sözü sanki açıkça «benim babam yok» deme­ye delâlet eder ve bu cümle annesinin zinadan tertemiz olduğuna işaret eden cümlelerin hepsinden daha belirgindir.

«Beni başkaldıran bir zorba kılmadı»; yani ezeli ilminde be­nim hakkımda böyle bir hüküm vermedi. Rivayete göre Hz. İsa tevazuun en âlâsında bulunuyordu, mütevaziydi. Ağaçlardan mey­veler koparıp yer, kıl elbiseler giyer, toprağa otururdu. Dünya­da bir mesken edinmemişti. Ve daima şöyle derdi: «Ben kalbi yu­muşak ve böbürlenmeyen bir kimseyim.»

(33) «Doğduğum gün, öleceğim gün...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu cümlenin benzeri daha önce geçmişti. En açık ve en sahih görüş şudur: «Es-Selâm» kelimesinin başındaki eliflâm cins için­dir. Hz. İsa bunu annesi Meryem'i zina ile itham eden ve yahu-dilerden annesine düşman olanların lanetlenmelerine tariz ola­rak söylemiştir. Çünkü o özel olarak «selâmın cinsi benim üze-rimdedir» demekle muhataplarına «Bu selâmın tersi de sizin iize-rinizdedir» demek istemiştir. Tıpkı «selâm hidayete tâbi olanla­rın üzerinedir» ayetinde olduğu gibi. Yani hidayete tâbi olmayan­ların üzerine de azap vardır, demektir. Bu makam inkâr etme ve inad gösterme makamı olduğundan böyle bir tarizin bulun­masına yardım edicidir.

(34)    «İşte hakkında şüpheye düştükleri...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin başındaki «Zalike» daha önceki sıfatlarla sıfatlı bulunan Hz. İsa'ya işaret etmektedir. Bu işarette Hz. İsa'nın rüt­besinin yüceliğine, mertebesinin enginliğine ve bahsi geçen sıfat­lara özel olarak sahip olmasına ikinci bir işaret vardır. Sanki Kur'an indiği anda Hz. İsa gözler önündeymiş gibi, Kur'an ona işareti ifade buyurmuştur. Bu kelime mubtedadır, «İsa» kelimesi de onun haberidir.   «Meryem'in oğlu»   mânâsını ifade eden «İbn Meryem» İsa'nm sıfatıdır. Ayetten maksat «İşte o, geçen sıfatlara sahip olan Meryem'in oğlu İsa'dır. Hıristiyanların vasıflandırdı­ğı İsa değildir» şeklindedir. Bu ayet hıristiyanlan en beliğ bir şe­kilde yalanlamaktadır.  Zira Cenab-ı Hak burada hıristiyanların Hz. İsa'ya yakıştırdıkları sıfatın tam tersiyle onu sıfatlandırmak­tadır. Mesela «İsa Rabbine, yaradanına ibadet ediyor»    sıfatını Cenab-ı Hak ona veriyor. Bu İsa'nın ilâh olduğuna, hâşâ Allah'ın oğlu olduğu iddiasına tam zıddır. «İsa ancak Meryem'in oğludur,» mânâsı kelâmın hulâsasından anlaşılıyor. Hasr açıkça yoksa da kelâmın hulâsasından bu anlaşılmaktadır.

Ayetin metnindeki «Kavi» kelimesi mukadder bir fiilin mef'u-lüdür. Burada «hak»ta,n maksat Cenab-ı Hak'tır. «Onun kavlim­den maksat da Hz. İsa'dır. Hz. İsa'ya «Allah'ın kavli» denilmesi­nin sebebi, Cenab-ı Hakk'ın onu babasız olduğu halde «ol» sö­züyle yaratmış olmasıdır. Bazılarına göre kavi kelimesi kendi kö­keninden gelen bir fiilin mef'ulüdür. Yani ben hakkin sözünü söy­lüyorum.

Ayetin sonunda gelen «Yemterun» fiili şek ederler, hakkında mücadele ederler mânâsını ifade eder. Yani yahudiler «O bir si­hirbazdır», hıristiyanlar da «O Allah'ın oğludur» derler. Hz. İsa' yi hem yahudilerin hem de hıristiyanların sözünden tenzih ede­riz.

(35) «Allah'a evlat edinmek...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani Cenab-ı Hak için evlat edinmek sıhhatli değildir. Ve böyle bir evlat edinmek de doğru değildir. Bu cümle hıristiyan-lan yalanlamakta ve Cenab-ı Hakk'ı onların iftiralarından tenzih etmektedir.

«O bir işe hükmettiği zaman ona sadece «ol» der, o da he­men oluverir» cümlesi ise ona evlat isnad edenlerin susturulma­sı için getirilmiştir. Çünkü bu cümlede Cenab-ı Hakk'ın bir işe hükmettiği zaman o işin süratli bir şekilde olduğu bildiriliyor. Şanı böyle yüce olan Allah, ihtiyaç ve eksiklik alâmetlerinden olan evlat edinmekle nasıl itham edilebilir? Onun ne ihtiyacı ve ne eksikliği vardır ki evlat edinmiş olsun?

 (36) «Muhakkak ki Allah benim de...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu söz ubudiyyet yani kulluk mânâsını yerleştirmek için Hz. İsa'nın sözlerinin mütemmimidir. Bu ayetle Hz. İsa'nın sözün­den ibaret olan diğeri arasına muterize olarak iki ayet girmiş oluyor. Bu sözün Hz. İsa'nın sözünden bir parça olduğunu îbn Abbas'tan gelen bir rivayet tekid etmektedir. Ayetin zahirine ba­kılırsa burada hitap Hz, Muhammed'edir. Yani «Ey Muhammedi De ki: Muhakkak ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz-dir. Öyle ise ona kulluk edin. İşte bu doğru yoldur».

Yani bu, tevhidden zikredilen dosdoğru yoldur. O yoldan gi­den sapıtmaz demektir.

(37) «Sonra kendi aralarında,:.»

Bu ayetteki gruplardan maksat yahudi ve hıristiyanlardır. Bu tefsir Kelbi'den rivayet edilmiştir. Yani o gruplar ittifakı gerek­tiren noktayı ihtilaf menşei yapmışlardır. Hz. İsa'nın nakledilen sözleri onun Allah'ın kulu ve peygamberi olduğu hususunda ke­sin nasslar olmasına rağmen hıristiyanlar ifrat, yahudiler de onun hakkında tefritte bulunmuşlardır. Yani hıristiyanlar «O Al­lah'ın oğludur, Allah'tır, üçün biridir» demişler; Yahudiler de «O sihirbazdır, (hâşâ) zina evladıdır» şeklinde iftirada bulunmuşlar­dır. Bir grup Hz. İsa'yı Allah telakki edecek derecede ifrat, bir M grup da onu sihirbazlık ve zina evladı olmakla itham edecek de-g| recede tefrit etmişlerdir. «Kendi aralarında» tabirinden anlaşı­lıyor ki ihtilaf onlardan çıkmamış, aksine onlar bizzat ihtilaf et­miş olanlardır. Bazıları «Gruplardan maksat Hıristiyanların gruplarıdır. Çünkü Hz. İsa'nın refinden sonra Hıristiyanlar ihtilafa düştüler. Nastur; «İsa Allah'ın oğludur -hâşâ- Allah onu dünya­ya gönderdikten sonra göklere kaldırıp katına götürdü» dedi. Ya-kub, « O Allah'ın ta kendisidir. Evvela yere indi, sonra göklere çıktı» dedi. Melka, «İsa Allah'ın kulu ve peygamberidir» dedi. Şehristani, El-Milel ve'n-Nihal adlı kitabında melkânilerin şöyle söylediklerini ifade ediyor: «Kelime yani ilim uknumu Hz. İsa ile birleşti ve onun nasutiyeti bir elbise bedenine giydirildi.»

Hıristiyanlar şunu da iddia etmişlerdir: «Mesih cüz'i değil külli bir nasuttur, kadimdir. Meryem kadim ve ezeli olan bir ilâ­hı doğurmuştur. Dünyadaki öldürme ve çarmıha germe hadisesi hem Hz. İsa'nın nasut (beşerî) hem de lahut (ilahî) tarafına bağ­lıdır».

Bazıları «Buradaki gruplardan maksat müslümanlar, yahudi-ter ve hıristiyanlardır» dediler. Hasan Basri'den gelen bir riva­yete göre müslümanlar, Hıristiyanlar ve yahudiler Hz. İsa'nın kıs­sası ortaya geldiğinde onun hakkında ihtilaf ettiler. Çünkü rnüs-lümanlara göre Hz. İsa Allah'ın peygamberi ve kuludur. Her şeye kadir olan Cenab-ı Hak, Meryem'in rahminde onu yaratmıştır. Hıristiyanlar «ilâhtır, mabuddur»; Yahudiler ise «sahirdir, zani bir kadının evladıdır» dediler.

Bazılarına göre burada gruplardan mutlak kefirler kastedil­mektedir. Böylece yahudi ve hıristiyanları kapsadığı gibi peygam­berimizin dönemindeki putperestleri ve diğer grupları da kap­samaktadır. İmam Fahreddin Razi bu yorumu tercih etmiş ve «Zira ayette herhangi bir grubu tahsis eden bir durum bahis konusu değildir» demiştir.

«Bu gruplardan maksat ehl-i kitaptım şeklindeki yoruma gö­re, bu hadisenin Hz. İsa'nın kıssasından sonra zikredilmesi bunu iktiza etmektedir. Cenab-ı Hakk'ın «Büyük bir günü görmekten dolayı vay o kâfirlerin haline» cümlesi de bu görüşü takviye et­mektedir. Kâfirlerden maksat ihtilafa düşen gruplardır. Cenab-ı Hak hepsinin kâfir olduğunu ilân etmek ve cezalarının nedeninin de küfürleri olduğunu açığa vurmak için bu tabiri kullanmış­tır.

«Büyük bir günün meşhedimden maksat dehşeti, hesabı ve cezası büyük olan bir günün görünmesi demektir. Bu da Kıyamet Günü veya onun görüldüğü vakit veya onun görüldüğü mekân ve­ya o günün onlar aleyhinde şahitlik etmesi demektir. Zira melek­ler, peygamberler onların aleyhinde şahitlik ettikleri gibi dilleri ve diğer asaları da fasıklıklarmı ilân eder.

Bazı kimseler «Bu ibareden maksat, onların Hz. İsa ve anne­si hakkında söyledikleri gündür» dediler. Bu günün «büyük» ol­duğunu Cenab-ı hak söylüyor. Çünkü bu günde yapılan iftira çok büyük ve çok korkunçtur.

Bazıları «Bu günden maksat Medine'yi saran gruplar arasın, da ihtilaf çıktığı zaman müslümanların savaşmasıdır» demişler­dir. Fakat hak olan, bu günden Kıyamet Günü'nün kastedilmesi-dir.

(38) «Onlar huzurumuza çıkacakları gün, neler...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu ayet onların o gündeki görüş ve duyuşlarının hiddetinden bir taaccübtür. Ayetin mânâsı, «Onların kulak ve gözleri o gün­de (yani hesap ve ceza gününde) hayret edilmeye değer bir du* rumdadır. Halbuki dünyada sağır ve kör idiler» şeklinde anlaşı­lır. (Bu tefsir Hasan Basri ve Katade'den rivayet edilmiştir).

Ali bin İsa «Bu ayet te'dibür» dedi. Yani onlar kalplerini paramparça eden şeyi işittiklerinde, yüzlerinin simsiyah kesilmesi­ne sebep olan şeyi gördüklerinde hayret verici bir şekilde işitir ve görürler.

Ebu'l-ÂHye'ye göre, bu emir gerçekten Hz. Peygamber'e veri­len bir emirdir. O güne dair, vaade dilenleri ve o kâfirlerin başına gelenleri dinle ve gör! Eğer «esmi7» ve «ebsir» kelimeleri taaccüb fiili iseler o zaman harf-i cer ile onun mecruru olan zamir mahal­len merfudur. Eğer Rasûl-ü Ekrem'e yönelik bir emir ise o va­kit faili gizlidir.

Bazıları «Bu iki fiil taaccüb fiilleri olsa dahi yine failleri mastarlarına raci olan bir zamirdim demişlerdir. Zalimler bugün de (yani dünyada) apaçık bir sapıklık içerisindedirler. Yani sonu idrak edilmeyecek derin bir sapıklık içerisindedirler. Çünkü on­lar dinlemek ve bakmaktan tamamen gafil olmuşlardır. [18]

 

Meal

 

39- (Ey  Muhâmmed!)    Onları hasret    (pişmanlık/üzüntü) gününün   (dehşetinden)   uyar. Onlar bir gafletin içinde iken ve henüz  iman  etmemişken iş  olup  bitmiştir.

40- Yeryüzüne de, onun üzerindekilere de ancak biz varis oluruz.  Ve onlar ancak bize döndürülürler.

41- (Ey   Muhâmmed!)   Kitap'ta  İbrahim'i  de   zikret.   Zira sidkı bütün bir peygamberdi.

42- Hani (İbrahim) babasına; «Babacığım! Duymayan, gör­meyen ve sana hiçbir fayda vermeyen bir şeye niçin tapıyorsun?» dedi.

43- «Ey babacığım! Bana sana gelmeyen bir ilim geldi. Ba­na uy ki seni düzgün bir yola. ileteyim.»

44- «Ey babacığım!  Şeytana kulluk   etme.   Çünkü   şeytan Rahman'a âsi oldu.»

45- «Ey babacığım!  Ben sana Rahman'dan bir azap doku­nup da, şeytanın yakım olmandan korkuyorum».

46- (Azer):   «Ey İbrahim!  Sen benim mabudlarımdan yüz mü   çeviriyorsun?   Eğer   (bundan)   vazgeçmezsen   andolsun   seni taşlarım. Uzun bir süre benden ayrıl, git» dedi.

47- (İbrahim):  «Selâm sana!  Rabbimden senin  için mağ­firet dileyeceğim. Çünkü O bana çok lütufkârdır» dedi.

48- «Sizden de Allah'tan başka taptığınız şeylerden de uzak­laşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki   Rabbime dua et­mekle bedbaht olmam.»

49- Ne zaman ki   (İbrahim)   onlardan  ve  Allah'tan  başka taptıklarından uzaklaşıp bir tarafa çekildi, o zaman biz ona İs-hak'ı ve Yakub'u bağışladık ve hepsini peygamber kıldık.

50- Onlara  rahmetimizden bağışladık   ve  kendilerine  yüce bir lisan-ı sıdk verdik.

51- (Ey Muhâmmed!)  Kitap'ta Musa'yı da zikret. Gerçek­te  o,   muhlis  ve  gönderilmiş bir peygamberdi. [19]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(39) «(Ey Muhâmmed!) Onları...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet üzerinde îmam Suyuti «Celaleyn» adlı tefsirinde «Ey Muhâmmed! Mekke kâfirlerini korkut» diyor. Hasret gününden maksat Kıyamet Günü'dür. Çünkü o günde kötülük yapan «Niçin dünyada iyiliği bıraktım» diye üzüntü duyar. O zaman onların hakkındaki durum hükme bağlanmıştır ve orada onlara azap tat­bik edilecektir. Halbuki onlar dünyada iken bundan gafil idiler ve buna iman etmiyorlardı.

Müfessir Mekkeliler'i tahsis ediyor. Çünkü bu ayetin nüzul se­bebi Mekkeliler'dir. Ama burada «lâfzın umumuna bakılır, sebe­bin hususiyetine bakılmaz» kaidesi unutulmamalıdır.

Kıyamet Günü'nün birçok isimleri vardır. Onlardan bazıları şunlardır: Yevmuddin, Yevm'ul-Ceza, Yevm'ul-Hisab, el-Hakka, el-Karia, el-Yevm'ul-Mevrud, vs.

(40) «Yeryüzüne de, onun üzerindekilere de...» Bu Ayetin Tefsiri

Cenab-ı Hak bu ayette yeryüzü üzerinde bulunan akıllı ve akılsa bütün canlıları helak   etmek suretiyle onların mirasçılan olacaktır.«Onlar o günde ceza ve mükâfatlarım almak üzere bize döndürüleceklerdir»; Yani herkese takdim ettiği ameline gö­re cezası veya azabı verilecektir. Eğer hayır işlemişse hayır, şer işlemişse şer verilir.

(41) «(Ey Muhammedi) Kitap'ta İbrahim'i de...» Bu Ayetin Tefsiri

«Kitap'ta ibrahim'in haberini zikret» ibaresindeki «Kitap» tan maksat Kur'an'dır. Bu ayet Mekkeliler'e Hz. İbrahim'in habe­rini, belki ibret alır, iman ederler diye anlatmaktadır. Bu cümle daha önceki «Kitap'ta Meryem'i zikret» cümlesi üzerine atıftır. İbrahim «sıddık»tı. Yani çok doğru söyleyendi. Sözlerinde, fiille­rinde ve hallerinde doğruydu. Ve peygamberdi. Sıddıklık Hz. İb­rahim için özel bir vasıftır. Her peygamber sıddıktır, fakat her sıddık peygamber değildir. Velayet ile sıddıkiyyet arasında umum ve husus meselesi vardır. Zira her sıddık velidir, fakat her veli sıddık değildir. Çünkü sıddıkiyet mertebesi peygamberlik merte­besinin altındadır. Terkib bakımından «Nebiyyen» kelimesi «sıd-dik» kelimesinin bedelidir. [20]

 

Hz. İbrahim'in Babası

 

(42) «Hani (İbrahim) babasına...» Bu Ayetin Tefsiri

Celaleyn, «İbrahim'in babası Azer'dir» diyor. Savi, «Azer onun hakiki babasıdır diyenler vardır» der. Suyuti de En'am Su-resi'nde «Azer İbrahim'in babasıdır» denildiği için burada aynı ifadeyi kullanıyor. Bu, peygamberliklerine zarar vermez. Çünkü Cenab-ı Hak diriyi ölüden çıkarır. Aynı zamanda Rasûlullah'm «Ben tertemiz bellerden şayana iftihar olan anne rahimlerine nak­lolundum» hadisi de buna ters düşmez. Çünkü «tertemiz beller» den maksat cahiliye zinasından temiz olmak demektir. Velev kâ­fir de olsalar.,.

«Azer'in kâfirliği ancak Hz. İbrahim'in peygamberliğinden sonra tahakkuk etmiştir» de denilebilir. İşte bu ikinci ihtimale binaen Rasûl-u Ekrem'in nuru Azer'den, fıtrat halindeyken İbra­him'e nakledilmiştir demek oluyor.

Bazı müfessirler de «Azer, İbrahim'in amcasıdır. Babasının asıl ismi Tarih'tir» derler. «Amca»ya «baba» denilmesi büyük­lerin âdetlerine binaendir. Çünkü büyükler «amca»ya «baba» der­ler. Bu yoruma binaen bahsi geçen hadis itiraz olarak burada ba­his konusu olamaz.

Bu iki görüş de tefsir alimlerine aittir.

Hz. İbrahim'in babası putlara tapıyordu. Bu yüzden ona; «Dinlemeyen, görmeyen, sana hiçbir fayda vermeyen, sana yarar sağlamayan veya zararı defetmeyen bir şeye niçin ibadet ediyor­sun?» diye sordu.

Bu sorudan anlaşılıyor ki Cenab-ı Hak semi* ve basar sıfat­larına sahiptir ve kullarına zarar da yarar da verebilir.

«Onlar işitmezler»; yani onlara ibadet ederken kendileri için okuduğun senaları duymazlar. Onlara yalvarırken senin sesini işitmezler. Onların huzurunda eğildiğini, korkuya büründüğünü görmüyorlar. Veyahut da işitilenlerin hiçbir şeyini işitmezler, gö­rülenlerin de hiçbir şeyini görmezler!

«Onlar seni herhangi bir şeyden müstağni kılmaya da güç yetiremezler.»

(43)    «Ey babacığım! Bana sana gelmeyen...» Bu Ayetin Tefsiri

Hz. İbrahim cehaletin doruğunda bulunan babasını ifrat de­recedeki cehaletle isimlendirmediği gibi nefsini de üstün bir ilim­le sıfatlandırmadı. Belki nefsini böyle ince bir surette, ikisinin yolunun hallerini daha iyi bilmekle vasıflandırdı ve böylece ba­basının şefkatini celbetmek istedi.

«Bana tabi ol. Seni dosdoğru bir yola götüreyim. Hedeflerin en yücesine götüren, felaketlere yol açan, dalâletten uzak bulunan bir yola hidayet edeyim» demek istedi.

Hz. İbrahim'e gelen ilim-Savi'ye göre tevhid ve üm-i hâl il-. midir. Yani akaid ve ahkâm-ı şeriyyenin ilmidir.

Ayetin sonundaki «Seviyyen», kelimesi dosdoğru mânâsını ifade eder. Hz. İbrahim'e verilen ilim, Alusi'ye göre, Allah hak­kında vacib, mümteni ve caiz olan şeyleri bilme ilmidir. Bazıları «Ahiret sevabına-ikabına bağlı olan ilim burada kastedilmiştir» derken, bazıları da «Tüm bunları kapsayıcı ilim kastedilmektedir» demişlerdir.

(44) «Ey babacığım! Şeytana kulluk etme...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani putlara tapmak hususunda ona itaat etmekle ona kulluk yapma. Zira putların taatine insanı iteleyen şeytandır. Hz. İbra­him babasının üzerinde bulunduğu küfrü her akıl sahibinin nefret ettiği bir kalıba sokarak onun tamamen menfaatten âri, bütün' bir zararı getirici olan niteliğini ortaya dökerek bu hitabı yapmaştır. Putlara tapmak hakikatte şeytana tapmaktır. Çünkü on­lara tapmayı şeytan emretmektedir.

«Kesinlikle şeytan Allah'a âsidir» cümlesi şeytanın ibadetine yönelmenin nedenidir. Yani rahmeti hepimizi kapsamakta olan, nimeti hepimizi içine alan Zat-ı Kibriya'ya düşmanlık yapan, is­yan eden bir şeytana nasıl ibadet edersin? Şüphesiz ki asi bir kimseye itaat eden de asidir. Asi olan herkesten nimetlerin geri alınması ve ondan intikamın alınması uygundur. Cenab-ı Hak bu­na işaret etmek için «rahman» kelimesini kullanmıştır. Yani şey­tanın, merhametin sonsuzluğuna sahip olan Cenab-ı Hak'ka is­yan etmesi, isyanın en şenüdir. Şeytanın burada sadece Allah'a jjl isyanı zikredilmiştir. Diğer cürümleri söz konusu edilmemiştir. Çünkü bütün bu cürümlerin temeli isyandır. Veya Adem'e olan düşmanlığının bir neticesidir. Böylece Hz. İbrahim babasını şey­tanın dostluk ve taatinden uzaklaştırmak istemişti.

(45) «Ey babacığım! Ben sana Rahman'dan...»Bu Ayetin Tefsiri

Hz. İbrahim burada «korkarım» diyor. «Kesinlikle bilirim» demiyor. Çünkü Azer'in küfür üzerinde Ölmesi kesin değildi. İman etmesi de umulabilirdi. Bazıları da «Buradaki korku ilim mânâsı-g| nadir» demişlerdir. Fakat en uygun tefsir korkunun gerçek mânâ­sında olması ve Azer'in küfür üzerinde öleceğini kesinlikle bil­mediği için bu ifadeyi kullanmasıdır.

«Veliyyen» kelimesi yardımcı ve ateşte onun arkadaşı de­mektir. Yani eğer şeytana ibadet edersen Rahman olan Allah'tan bir azabın gelip seni yakalamasından ve şeytana ateşte arkadaş olmandan korkuyorum.  [21]

(46) «(AzerJ; Ey İbrahim! Sen benim mabudlanmdan yüz mü...»Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet mukadder bir suale cevaptır. Sanki şöyle soruluyor: Hz. İbrahim babasına bunları söyledikten sonra acaba o bu na-sihata nasıl karşılık verdi?

Cevap olarak babası inadına ısrar etti. Şefkat ve merhamet dolu ifadelere karşı mütekebbirane ve kabalıkla dolu sözlerle or­taya atılıp: «Ey İbrahim! Sen benim mabudlanmdan yüz mü çe­viriyorsun? Eğer vazgeçmezsen seni recmederim» dedi. Bu cüm­le Hz. İbrahim'e karşı savrulan- bir tehdiddir ve vaz-u nasihatından onu korkutmaktır. Yani Allah'a yemin ederim, eğer sen vaz-u na­sihati bırakmazsan, putlara ibadeti yasaklamaya devam edersen, seni recmederim (Bu Hasan Basri'nin yorumudur).

Bazılarına göre «Dille seni recmedeceğim yani sana küfrede­ceğim» dedi. Bu da İbn Abbas'ın, Süddi, Dahhak ve îbn Cü-reyc'in tefsiridir.

Ayetin sonunda gelen «Meliyyen» kelimesi Hasan Basri ile Mü-cahid'in tefsirine göre uzun bir zaman demektir. Süddi «ebediy-yet» mânâsını ifade ettiğini, «Bana artık hiçbir zaman yaklaşma» anlamına geldiğini söylemiştir.

İbn'ul-Enbari, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor:

«İbn Abbas «meliyyen:> kelimesini sadece uzun anlamıyla tef­sir etmiştin>, yani uzun bir terketmek veya uzun bir zaman şek­linde söylememiştir. Yine İbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayete göre sağlam ve dosdoğru mânâsını ifade etmektedir. Yani hicret etmeye gücü yeter bir şekilde beni bırak. Yani hicrete kadir olduğun halde, benden uzaklaştığın halde beni bırak. Bunu da sana vurmadan ve seni yaralamadan önce yap.

(47) «(İbrahim): Selâm sana...m Bu Ayetin Tefsiri

Bu selâm veda etmek mânâsını belirten ve kötülüğü iyilikle karşılamak şeklinde mütareke ifade eden bir selâmdır. Çünkü kö­tüye kötülüğü terkettirmek ihsandır. Yani benden bundan sonra sana herhangi bir nahoş hadise isabet etmeyecektir ve seni ezi-jj yete sokacak bir şey hakkında da seninle konuşmayacağım. Bu | tıpkı «Bizim amellerimiz bizim, sizinkiler sizindir. Selâm sizin üzerinize olsun. Biz cahilleri istemiyoruz» ayetinin bir benzeridir.

Bazıları «Bu, ayrılmak tahiyyesidir» demişler ve bu tefsiri ıleri sürenler, bir kâfire de tahiyye yapılabilir, selâm verilir demişlerdir. (Bu aynı zamanda Süfyan bin Uyeyne'nin de görüşüdür).Delil «Sizinle savaşmay anlar dan Cenab-i Hak sizi yasaklamaz» ayetidir. Bir de «Sizin için İbrahim'de güzel bir numune-i imtisal vardır» ayetidir. Fakat Süfyan es-Sevrî'nin bu delili Sahih-i Müslim'dsabit olan şu hadisle çürütülmektedir: «Yahudi ve hıristiyanlara Önce selâm verici olmayınız.» «Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim» cümlesine gelince, Hz. İbrahim, «seni tevbeye muvaffak kılması için, imana hidayet etmesi için Rabbime yalvaracak, af talebinde bulunacağım»dedi. Hz. İbrahim bu vaadini Şuara Suresi'nde geldiği gibi «Benim babamı affet» demek suretiyle yerine getirmiştir. Hz. İbrahim'in bu af talebi Azer'ih Allah'ın düşmanı olduğu hususu kendisine malûm olmazdan evveldir. Nitekim bu Tevbe Suresi'nde açıklanmış [22]

 

Kâfirin İmana Gelmesi İçin Dua Etmek Caizdir

 

«Yarabbi babamı affet. Çünkü o sapıtanlardandım sözü delâ­let eder ki Hz. İbrahim, Allah'tan onu imana muvaffak etmesini, hidayetini istemiştir. O, onun halinden haberdar bulunmuyordu. Onun af talebinde bulunması «Yarab, onu imana hidayet et, sa­pıklıktan çıkar» mânâsını ifade ediyor. Bu mânâ ile kâfir bir kişi­ye küfür üzere öleceği bilinmezden önce bağışlama talep etmek ca­izdir. Fakat kâfir olacağım bildikten sonra istiğfar caiz değildir. Çünkü bu, muhali istemektir. Muhali istemek ise haramdır. Bu­nun için Hz. İbrahim'e vahy yoluyla Tevbe Suresi'nde geldiği gibi Azer'in durumu açıklanınca ve onun da iman etmeyeceği bildiri­lince kendisini şiddetli bir şekilde terketti. Demek ki Hz. İbra­him'in malûm sözü ve bunu yerine getirmesi bu açıklamadan ön­ceydi. Böylece Hz. İbrahim'in babası için af talep etmesiyle mü­minlerin müşrik yakınları hakkında af talep etmeleri arasında fark vardır. Çünkü müminlerin af talebi açıklamadan sonradır. Bunun için de Hz. İbrahim'e af talebinde bulunması için izin ve­rilmemiştir.

«Sizin için İbrahim'de ve İbrahim'le beraber olanlarda güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: «Biz sizden uzağız. Al­lah'tan başka taptıklarınızdan da uzağız, sizi inkâr ediyoruz» de­mişlerdi.» Bu ayetin devamı ilgili meseleyi açıklamaktadır. (Bkz. Mümtahine; 4).

(48) «Sizden de Allah'tan başka taptığınız şeylerden de...» Bu Ayetin Tefsiri

Hz. İbrahim, «Sizden uzaklaşacağım. Allah'tan başka taptık­larınızdan da uzaklaşacağım. Dinimin uğrunda sizin yurdunuzdan hicret edeceğim. Çünkü nasihatlanm size hiçbir fayda vermedi» dedi.

Rivayete göre İbrahim, Şam'a hicret etti. Bazıları Harran'a hicret ettiğini söylemişlerdir. Harran oraya yakındı. Çünkü onlar «Kûsâ»  [23] arazisinde bulunuyorlardı. Hz. İbrahim bu hicret es­nasında Sare ile evlendi. Hacer'i Sare'ye cariye olarak veren kral­la karşılaştı.

Hz. İbrahim'in bu uzaklaşması kalbi bir uzaklaşma da olabi­lir. İnanç uzaklaşmasıdır. Fakat bu tevil, rivayetlere ters düşmek­tedir.

«Rabbimi çağıracağım» demek sadece ona ibadet edeceğim de­mektir. Umulur ki ben Rabbimin ibadetiyle çalışması boşa geçmiş ve mahrum kalmış bir kimse olmayacağım. Bu cümlede onlara ta­riz ve tenkit vardır. Zira Hz. İbrahim onların putlarına ibadet et­meleri durumunda helak olacaklarını söylüyordu.

Bu konuşmanın başında «umulur» anlamına gelen «asa» keli­mesinin kullanılması tevazuu izhar etmek içindir.

İtibar neticeye bağlıdır. Netice ise Cenab-ı Hakk'm özelliği olan gaybi işlerdendir.

(49) «Ne zaman ki (İbrahim) onlardan ve...» Bu Ayetin Tefsiri

Hicret etmek suretiyle hem onlardan hem de Allah'tan başka taptıklarından uzaklaştı. O zaman Cenab-ı Hak kendisine İshak ile Yakub'u lütfetti. Yani O, Allah için babasını ve kâfir kavmini bı­raktığından dolayı Cenab-ı Hak ona îshak'ı ve onun oğlu olan Ya­kub'u hibe etmiştir. Bu hibe, hemen hicretin arkası da değildir. Meşhur rivayete göre Hz. İbrahim'e ilk hibe edilen İsmail'dir. Çünkü Cenab-ı Hak başka bir ayette «Ona halim bir çocuğun müj­desini verdik» buyurmaktadır. Yani o «Ya Rab, salihlerden bana bir evlat hibe et» duasını yapar yapmaz ona halim bir erkek çocuk müjdelenmiştir.

Celaleyn «İbrahim, mukaddes araziye hicret etti» diyor. Babil şehrinden Arz-ı Mukaddes'e gittiğini söylüyor. İsmail, Hacer'den-di. Sare, İsmail'in doğumundan sonra Hacer'i kıskandı. O da İs-hak'a hamile kaldı. İbrahim yaşlandığı zaman da Hz. Yakub dün­yaya geldi.

Diğer bir rivayete göre Hz. İbrahim, Şam'a gitmek istediğinde evvela Harran'a geldi. Burada Sare ile evlendi. Sare'den îshak dün­yaya geldi. İshak oğlu olarak da Yakub dünyaya geldi. Yani bu ikinci rivayete göre Yakub, İshak'm oğlu, birinci rivayete göre ise Hz. İbrahim'in oğludur. Alusi «Birinci rivayet daha açık, gerçeğe daha yakındır» diyor.

Savi, «Celaleyn'in ibaresinden anlaşılıyor ki Hz. ibrahim kub'u da görmüştür. Ve gerçek te budur. Çünkü kendisine İshak müjdelendi, İshak'tan sonra da Yakub'un müjdesi verildi» diyor.

Hz. İbrahim 175 sene yaşadı. Onunla Adem arasında ikibin, Nuh'la ise bin senelik bir zaman vardı. (Hakikati Allah daha iyi bilir).

Beyzavi; «Hz. İbrahim, Şam'a müteveccihen yola çıktığında Önce Harran'a varmış, orada Sare ile evlenmiş ve bu evlilikten Hz. İshak dünyaya gelmiştir. Hz. Yakub ise Hz. İshak'm oğlu ve Hz. İbrahim'in torunudur» diyor.

(50) «Onlara rahmetimizden...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani İbrahim'e, İshak'a ve Yakub'a rahmetimizden peygam­berlik verdik. Daha önce Cenab-ı Hak «Onların her birisini pey­gamber kıldık» demişti. Bu tefsire göre bu kelâm tekrarlanmıştır. Sebebi de Cenab-ı Hak ilân ediyor ki peygamberlik rahmet babın-dandır. Allah dilediğini onunla tahsis eder.

Kelbi'ye göre «Rahmet'ten maksat mal ve çocuktur». Bazıla­rı da «Rahmet'ten maksadın-Kitap olduğunu» söylemişlerdir. Fa­kat en belirgin tefsire göre rahmet «amm»dır. Dini ve dünyevi bü­tün hayırları kapsamaktadır. Zira onların üçüne öyle bir şey ve­rildi ki başka alimlerin hiçbirine verilmemiştir.

«Ve kendilerine yüce bir lisan-ı sıdk verdik» cümlesinden on­ların bütün dil sahipleri tarafından övülmekte oldukları anlaşıl­maktadır. Bu da Hz. İbrahim'in «Başkaları arasında bana doğru­luk dili ver» duasının kabulüne dikkati çekmektedir.

(51) «(Ey Muhammedi) Kitap'ta Musa'yı da...» Bu Ayetin Tefsiri

Burada Hz. Musa, Hz. İsmail'den önce zikredilmiştir. Ki onun­la Hz. Yakub arasına fasıla girmesin. Bazıları da «Ehl-i kitabın kalbini celbetmek için Musa önce zikredilmiştin* diyorlar. Cenab-ı Hak burada on peygamberin ismini saymaktadır: Zekeriya, Yahya, İsa, İbrahim, İshak, Yakub, İsmail, Musa, Harun ve İdris... Bu peygamberlerin her birisi.için özel vasıflar zikredilmektedir. Ve onlara iman edilmesini gerektiren menkıbeler serdedilmektedir. Bununla şanlarının büyüklüğüne işaret edildiği gibi Ümmet-i Mu-hammed'e de onlara uyulması gerektiği öğretilmiş olmaktadır. Kur'an'da zikredilen bütün peygamberlerin kıssalarının ardında bu mânâ yatmaktadır.

Hz. Musa ihlas sahibiydi. Allah'ı birlemiş, ibadetini şirk ve riyadan kurtarmış, özünü Allah'a adamış, Allah'tan başkasını bı­rakmıştı.

Bazı kıraatlerde «Muhlisen» kelimesi «Muhlesen» şeklinde okunmuştur. Bu da «Allah onu ihlas sahibi kılmıştır» demek olur. O Allah tarafından, Allah'ın dilediği hükümleri tebliğ etmek üzere gönderilen bir peygamberdir, Nebidir. Onun derecesi peygamber­lerin çoğundan veya diğer insanlardan daha üstündür. O diğer in­sanlara gönderilmiştir. Çünkü «Nebi» kelimesi büyüklük, yücelik mânâsına gelen «Nebvet»ten veya haber veren anlamına gelen «?zebe»den gelmektedir. Yani Cenab-ı Hakk'm tevhid ve şeriatları insanlara haber vermektedir.

Savi, «O Rasûl ve nebi idi» diyor. Yani ezelde, Allah'ın ilmin­de onun peygamberliği ve risaleti sabit olmuştur. Aksi takdirde onun risaleti insanlara nisbetle daha sonra meydana gelmiştir. [24]

 

Meal

 

52- Ona Tur'un sağ tarafından seslendik ve konuşmak için onu yaklaştırdık.

53- Rahmetimizden dolayı kardeşi   Harun'u  ona  bir pey­gamber ve Rasûl olarak bağışladık.

54- (Ey Muhammedi)  Kitap'ta İsmail'i de zikret. Gerçek­ten  o  sözünde  sadık bir kimseydi ve gönderilmiş  bir peygam­berdi.

55- Halkına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin katında kendisinden razı olunmuş bir kimseydi.

56- Kitap'ta  İdris'i de zikret. Kuşkusuz o da Sıddik  (dos­doğru) ve peygamberdi.

57- Onu yüce bir yere yücelttik.

58- İşte onlar,  Allah'ın kendilerine   nimetler  verdiği  pey­gamberlerden,   Adem'in  zürriyetinden,  Nuh  ile  beraber  gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail (Yakub)  soyundan, hidayete ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. On­lara Rahmanın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapa­nırlardı.  (Dikkat secde ayetidir secde et.)

59- Onlardan sonra yerlerine bir nesil geldi. Namazı bırak­tılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden onlar da  (azgınlıklarının cezası olarak) Gayya'yı boylayacaklar.

60- Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amelde bulunan kimseler   bunun   dişındadırlar.  Onlar  hiçbir  haksızlığa  uğratıl-maksizın Cennet'e gireceklerdir.

61- Rahman'ın kullarına gıyaben vaade t ti ği Adn cennetle­rine  (gireceklerdir). Kuşkusuz O'nun vaadi yerini bulacaktır.

62- Orada boş söz değil, sadece selâm işitirler. Orada sa-bah-akşam nzıkları da hazırdır.

63- Kullarımızdan takva sahibi kimselere verdiğimiz  cen­net işte budur.

64- (Cebrail):   «Biz ancak Rabbinin   emriyle   ineriz.  Önü­müzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey ancak O'na aittir. Rabbin asla unutkan değildir.» [25]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(52) «Ona Tur'un sağ tarafından...» Bu Ayetin Tefsiri

Tur, Mısır ile Medyen arasında bir dağdır. «El-Eymen» keli­mesi Tur'un sağ tarafı demektir. Yani Tur'un sağ tarafından ona seslendik. Sağdan maksat Hz. Musa'nın sağıdır. Yani Hz. Musa' mn sağ tarafına gelen kısımdan ona seslendik. Zira dağın sağı ve solu olmaz. [26]

 

Allah, Musa'ya Nasıl Seslendi?

 

Cenab-i Hakk'ın seslenmesinden maksat Allah'ın kelâmının o cihetten Hz. Musa'ya görünmesi demektir. Zahire göre Hz. Musa lâfzî kelâmı dinlemiştir. Bazıları «Hz. Musa'nın dinlediği, harfsiz ve sessiz idi. Hz. Musa bütün cihetlerden, bütün azalarıyla dinli­yordu» demişlerdir. İşte bununla seslenenin kesinlikle Cenab-ı Al­lah olduğu tahakkuk etmiş oluyor. Bu noktadan hareket edilerek şöyle denilmiştir:

Hz. Musa'nın hâli hükümdara yaklaştırılmış, aradan vasıta­lar kaldırılmış ve özel sohbete nail olmuş bir kimsenin hâline ben­zetilmektedir.

«Neciyyen» kelimesi gizlice konuşmak mânâsına gelen «münacaat» kökünden gelir ve terkibde hal bildirilir. Yani «Musa'ya ses­lendik» veya «Musa'yı münacaat ettiği halde yaklaştırdık». Birçok müfessire göre bu kelime yükseklik mânâsına gelen «necv» kökün­den gelmektedir. Bu hususta îmam Suyuti'nin «Ed-Durr'ul-Men-sur»unda naklettiğine göre, Abdurrezzak, «Doğruluğundan kurtul­muş olarak onu yaklaştırdık» anlamını vermiştir.

(53) «Rahmetimizden dolayı kardeşi Harun'u...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani ona olan rahmetimizden dolayı onun kardeşi olan Ha­run'un yardımını, vezirliğini ona hibe ettik. Bu da «Yarabbi, eh­limden kardeşim olan Harun'u bana vezir kıl» duasının kabulü idi. Cenab-ı Hak burada Hz. Harun'un vezirliğini, yardımcılığını, peygamberliğini Hz. Musa'ya hibe etmiştir. Kendisini değil. Çün­kü o yaşça Hz. Musa'dan daha büyüktü.

Ayetin sonunda gelen «Nebiyken» kelimesi Hz. Harun'un hâ­lidir. Yani «Peygamber olduğu halde onun yardımını Musa'ya hi­be ettik».[27]

 

Hz. Harun'un Kimliği

 

Hz. Harun'a gelince, onun nesebi ile Hz. Musa'nın nesebi bir­dir. Çünkü o Hz. Musa'nın ağabeyidir. Fakat hiçbir kitapta müs­takil olarak Hz. Harun hakkında bir bölüm bulunmamaktadır ve Hz. Musa bahsinde onun da bahsi geçmektedir. Peygamberliğin ilk noktasından itibaren Hz. Musa ile beraber oldu. Sonra Cenab-ı Hak, Hz. Harun'la beraber Hz. Musa'ya Tur Dağı'na gitmelerini emretmiştir. İkisi de oraya gitmişler ve Harun orada vefat etmiş­tir. Hz. Musa onu defnettikten sonra İsrailoğulları'na dönerek Hz. Harun'un öldüğünü haber vermiştir. Tefsir âlimlerine göre, İsrailoğulları «sen Harun'u öldürdün» diye Hz. Musa'yı itham etmiş­ler ve ona karşı çıkmışlardır. Bu hadise Hz. Harun bir taht üzerin­de oturduğu halde, yer ile gök arasında Allah tarafından onlara gösterilmesi zamanına kadar devam etmiştir. İşte o zaman Hz. Harun'un Öldürüldüğüne dair herhangi bir alâmet olmadığım gör­müşlerdir. Cenab-ı Hak Hz. Musa'ya «Nebu» dağına gitmesini, ora­dan Arz-ı Mukaddes'e bakmasını, fakat oraya girmemesini söyle­miştir. Hz. Musa da orada vefat etmiş, Kızıltepe mânâsına gelen Fesce'nin üzerine defriedilmiştir.

İsrailoğulları'nm durumuna bakan, Kur'an'ı ve İsrailoğullan' nın kitaplarını okuyan bir kimse görür ki Allah İsrailoğulları'nın nazlarım çekmiş, ailenin çocuğa karşı hükmü ne ise o tavırda ken­dilerine muamele etmiş, onlara olağanüstü nimetler vermiş, onla­ra zulmeden kitlelere çeşitli azaplar ve musibetler göndermiş, ha­makat ve tuğyanlarını adeta karşılıksız bırakarak tahammül gös­termiş, onları razı etmek için ne lazımsa hepsini yapmıştır. Tüm bunlara rağmen onlar inad yönünden daha fazla israr etmişler ve emrine muhalefette bulunmuşlardır. Hz. Musa, İsrailoğullan'na şunları söylemektedir: ((Zannetmeyin ki Allah mukaddes ve tahir olduğunuzdan ve taatinde bütün insanlara üstün bulunduğunuzdan Ötürü size mukaddes araziler verecektir. Hayır, bundan değil. Ce­nab-ı Hak pislikte, düşük ahlâkta son noktaya varmış kitleleri ora­dan uzaklaştıracak onlardan daha iyi olan sizleri oraya yerleştire­cektir» (Tevrat).

Allah Teâlâ, Kur'an'ın birçok yerinde, İs railoğulları'na nasıl ihsanda bulunduğunu, Firavun ve kavminin esaretinden onları nasıl kurtardığını bahis konusu etmektedir.

«(Ey Muhammedi) Kitap'ta İsmail'i de...»

Zahire göre İsmail, İbrahim'in oğludur. Cumhur bu noktada ittifak etmektedir. Hakikat de budur. Hz. İsmail'i babası ve kar­deşi İshak'tan ayrı zikretmenin nedeni, Cenab-ı Hakk'ın onun şa­nına, Hz. Muhammed'in dedesi olmak hasebiyle, daha fazla önem vermesinden ileri gelmektedir.

Bazılarına göre bu İsmail, Haskı'mn oğludur. Allah onu kendi kavmine peygamber olarak göndermiş, onlar onun başının derisi­ni yüzmüşler, Cenab-ı Hak onlara vereceği azap noktasında İsma­il'i muhayyer kılmıştır. İsmail onların affını dilemiş, Allah'ın seva­bına razı olmuştur. Onlara azap edilmesi veya affedilmeleri ko­nusundaki işlerini Allah'a havale etmiştir.

Bu görüşü İmamîler, Ebu Abdullah'tan da rivayet etmişlerdir. Fakat zannı galibe göre böyle bir rivayetin sahih olmadığı ortada­dır.

«O sözünde dosdoğru idi» cümlesi Hz. İsmail'i Kitap'ta anma­nın nedenidir. Cenab-ı Hak onu bu vasıfla zikrediyor, çünkü o, so­nunda doğrulukla şöhret bulmuştur. Bu konuda İmam Suyuti şu rivayeti nakleder: «îbn Cüreyc'e göre İsmail, Rabbine vermiş ol­duğu her sözü harfiyyen yerine getiriyordu.»

İbn Ebi Hatim, Süfyani Sevri'den şöyle rivayet eder:

«Hz. İsmail ile arkadaşı bir köye geldiler. Arkadaşı, «ya ben oturayım, sen köye git, bize azık getir veya ben gideyim, o azığı alıp getireyim» dedi. Hz. İsmail «Sen git» dedi ve orada oturdu. «Seni beklerim» dedi. Kişi oraya girdi, Hz. İsmail'i unuttu-. Sonra köyden çıkıp gitti. İsmail o noktadan bir sene kadar ayrılmadı. Kişi bir sene sonra oradan geçerken Hz. İsmail'e: «Şen şu ana ka­dar burada mı bekliyorsun?» dedi. Hz. İsmail cevap olarak: «Sana burada seni bekleyeceğime dair söz vermiştim» dedi.

İmam Suyuti'den naklettiğimiz bu hadis başkaları tarafından «oniki gün bekledi», Mukatil'e göre «üç gün bekledi», Sehi bin Sa'd'a göre «bir gün bir gece bekledi» şeklinde yorumlanmış ve­ya bu şekilde rivayet edilmiştir. Ama birinci görüş daha fazla şöh­ret bulmuştur. (Allah hakikati daha iyi bilir). Fakat Hz. İsmail'in bir sene orada beklemesi yani bir sene daima o noktayı gözetleme­si demektir. Yoksa yemeden, içmeden, çalışmadan, istirahat etme­den orada bir sene boyunca beklemiş demek değildir (İmami'ler bu hadisi Ebu Abdullah'tan rivayet etmektedirler).

Hz. İsmail sözünde dosdoğru idi. Mesela babasına «beni kur­ban etmek için teşebbüse geçtiğin zaman Allah dilerse beni sab­redenlerden göreceksin» dedi ve sözünde durdu.

«O, gönderilmiş bir peygamber idi» cümlesi üzerinde tefsir alimleri böyle söylemişlerdir. Rasûl, mutlaka müstakil bir şeriata sahip olan peygamber demek değildir. Çünkü İbrahim'in bütün çocukları onun şeriatı üzerindeydiler ve bu şeriatı tebliğ ediyor­lardı. Fakat bu yorumun tam tersi şöhret bulmuştur. Hatta bazı müfessirler «Rasûl, mutlaka kitap sahibi olan bir peygamberdim demişlerdir. Fakat hakikate bakılırsa «Rasûle mutlak kitap lâzım­dır» şeklindeki yorumun yerinde olmadığı görülür.

Bazılarına göre «Onun bir kitap sahibi olduğu»nxm. mânâsı gönderilen kimselere nisbeten böyle olmasındandır. Hz. İsmail babasının şeriatıyla Cürhüm kabilesine gönderildi. Çünkü Hz. İb­rahim onlara peygamber olarak gönderilmiş değildi.

(55) «Halkına namazı ve zekâtı...» Bu Ayetin Tefsiri

Hz. İsmail en mühim bir vazife ile meşguldü. O da kişinin nefsini tedbir ettikten sonra insanlardan kendisine en yakın olanın tedbirine yönelmesidir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «En yakın olan aşiretini korkut», bir diğerinde «Aile efradına na­mazı emret», başka bir ayette ise «Nefsinizi ve aile efradınızı ateş­ten koruyun» demektedir. Hz. İsmail bu emri iîe aile efradının tek­mil olmasıyla hepsinin tekmil olmasını kastetmektedir. Çünkü aile efradı diğer insanlara numunedir.

Hasan Basri'ye göre «Burada ehilden maksat, Hz. İsmail'in ümmetidir. Çünkü peygamber, ümmeti için baba yerindedir.»

Abdullah bin Mesud'un mushafindaki durum da bunu takvi­ye etmektedir. Ki orada «İsmail kavmine emrediyor» şeklinde geçmektedir.

Burada «namaz ve zefc⣻tan maksat ya bizim bildiğimiz iba­detlerdir veya zekâttan maksat mutlak sadakadır. Çünkü Hz. İs­mail geceleyin namaz kılmayı, gündüzleri sadaka vermeyi aile ef­il     radına emrediyordu.

Bazıları da «Zekattan maksat nefsin tezkiyesi ve arındırılma-sidir» demiştir.

O Rabbinin katında beğenilen bir kimse idi. Çünkü sözlerinde ve fiillerinde müstakimdi.

Müslim, Vaü'den şöyle rivayet ediyor:

«Allah'ın Rasûlü buyurdu ki: «Cenab-ı Hak İbrahim'in çocuk­ları arasından İsmail'i seçti. İsmail'in çocuklarından da Kenanî kabilesini seçti».

Ebu Nuaym «Delaihinde Ebu Hureyre'den şu hadisi nakledi­yor: «Kıyamet Günü'nde oniki peygamber arasında ben mahlûkatın efendisiyim. İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub da bu peygam­berlerdendir».

İbn Sa'd, Ukbe bin Beşr'den şöyle rivayet ediyor. «Bu zat Muhammed bin Ali'den sordu: «İlk Arapça konuşan kimdir?» Ce­vap olarak: «İbrahim'in oğlu İsmail'dir. Arapça'yı konuştuğu sa­man 13 yaşındaydı» dedi. Bunun üzerine soran: «O halde Arap­ça'dan önce halk hangi dili konuşuyordu?» diye sordu. Muham­med bin Ali: «İbranice konuşuyorlardı» şeklinde cevap verdi.»

İbn Sa'd, Vakıdi'den şunları naklediyor: «İsmail annesinden doğduğu gün Arapça dili kendisine ilham edildi. Oysa Hz. İbra­him'in bütün çocukları babalarının dili olan İbranice'yi konuşu­yorlardı.»

İbn Sa'd, Ali bin Ribah'il-Lahmrden şöyle rivayet ediyor: «RasûUü Ekrem «Bütün Araplar İsmail'in çocuklarındandır» bu­yurmuştur».

Yine İbn Sa'd, İshak bin Abdullah'tan şöyle rivayet ediyor: «İsmail'in annesinin kabri Kabe'nin rüknü ile İsmail hicri arasın­da bulunan su oluğunun altındadır.» [28]

 

Hz. İsmail'in Kimliği

 

Hz, İsmail'in kıssası, babası Hz. İbrahim'in kıssasının bir parçası olduğundan dolayı Öyle pek uzun bir şekilde kitaplarda yer almamıştır. Kur'an'da İbrahim'in çocuğunu kesmesi ve Cenab-ı Hak tarafından «kâfidir» deyinceye kadar bunu icra etmeye yöne­lik hareketi ve çocuğunun yerine kesilmek üzere bir koçun gel­mesi kıssası yer almaktadır. Salih kişilerin katında rüyalar, vahiy ve bilfiil verilen emirler yerine geçer. Hz. İbrahim rüyasında oğ­lunu Allah'a kurban etmesi ve o zamanda adet olduğu üzere kesildikten sonra yakılması emrini almıştı. Bu ismi zikredilmeyen çocuktan maksat Hz. İsmail'dir. Çünkü Hz. İbrahim bu çocuktan sonra Hz. îshak'Ia müjdelenmiştir. Bu durum kesilmesi istenile­nin kesinlikle Hz. İsmail olduğunu ispat eder. Hz. İbrahim bu rüyada gelen emri çocuğuna arzetti. Böylece çocuk onun yanında koşabilecek çağa erişince İbrahim çocuğa: «Oğlum, gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm, sen ne düşünüyorsun?» de­di. (Oğlu İsmail) dedi ki: «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın».

Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine) teslim oldular ve Hz. İb­rahim Hz. İsmail'i kurban etmek için onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: «Ey ibrahim!» diye seslendik; «Gerçekten sen rüyayı doğru-ladin. Hiç şüphesiz biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Doğrusu bu apaçık bir imtihandır. Ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik» (Saffat: 102-107).

Bu boğazlam   hadisesi Tevrat'ta (Tekvin-22. Bölüm) zikredil­mektedir. Fakat Tevrat «Bu hadisenin kahramanı İshak'tır» diyor. Ancak Kur'an'ın beyanına göre bu hadisenin kahramanı Hz, îsma. il'dir. Çünkü ondan sonra Cenab-ı Hak, Hz. İshak'm müjdesini Hz. İbrahim'e vermiştir. Hem zamirin İshak'a raci olması, hem de İs-hak'ın isminin ayette açıkça zikredilmesi, kesilmesi istenilenle İs­hak'm ayrı şahsiyetler olduğunu ifade eder. Tevrat bizzat kesilmesi istenen zatın Hz. İshak olduğunu söylemektedir. Zebih, İbrahim'in biricik oğlu olmakla nitelendirilmiştir. Zira İbrahim'in tek çocu­ğunu Allah'ın emrini yerine getirmek üzere kesmesi Allah'a ne denli itaat ettiğinin en bariz delüidir. Bu da İslâm'ın tâ kendisi­dir. Çünkü İslâm itaat ve imtisaldir. Allah'ın geçmiş ve gelecek­ler için vazettiği dindir. Biz İshak'a dönüş yaptığımızda deriz ki, o, Hz. İbrahim'in hiçbir zaman biricik evladı olmamıştır. Çünkü İshak dünyaya geldiğinde ismail 14 yaşındaydı. Nitekim Tevrat bunu açıkça belirtmektedir. Ve İsmail, babası İbrahim vefat edin­ceye kadar yaşadı, babasının vefatında ve defninde bulundu. Ayrica İshak'm kurban edilmesi Hz. İbrahim'e verilen ve «İshak' m soyu olacaktır» sözüne ters düşmektedir. Kesilmesi istenenin hadisesi Mekke'de vuku bulmuştur. Çünkü Buhari'nin hadisinden de anlaşıldığı gibi daha süt emerken babası onu Mekke'ye getir­miştir. Cenab-ı Hak, Kur'an'mda Hz. İsmail ile annesi Hacer'in Mekke'ye hicret etmelerini mufassal bir şekilde zikretmemiştir. Sadece Hz. İbrahim'in dili üzerine şu gelmiştir:

«Ey Rabbimiz! Gerçekten ben çocuklarımdan bir kısmını Bey­ti Haram'ın (kutlu ve korunmuş ev) yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye böyle yaptım. Böylelikle sen insanların bir kısmının kalplerini on­lara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerle rızıklandır. Umu­lur ki şükrederler.» (İbrahim: 37)

Benim kanaatime göre Hz. İbrahim, Kabe'yi bina ettikten son­ra bu duayı yapmıştır. Ziraatsiz vadiden maksat, bugün Mekke' nin üzerinde kurulu olduğu vadidir. Beyt'in yapımından ve İslâm' dan önce ikinci nesilde Kusay bin Kilab zamanında Mekke kurul­muştur. Çünkü Kusay, Dar'un-Nedve'yi (millet meclisi demlen evi) bina etti. Kureyşliler de ona tâbi olarak mescidin etrafında evler yaptılar. Mescid bir sahaydı. Onlar bu saha etrafında evlerini yapmışlardır. Bu da İslâm gelmezden 150 sene Önceydi. [29]

Buhari'de İbn Abbas'tan gelen şu hadis yer almaktadır:

«Hz. İbrahim, Hacer ile oğlu İsmail'i daha süt emerken geti­rip Kabe'nin yanına bıraktı. Orada Zemzem kuyusu üzerinde ve mescidin en yüksek yerinde bir ağaç vardı. O gün Mekke'de hiç kimse bulunmuyordu. Orada su yoktu. İbrahim, oğlu ile hanımını orada bıraktı. Yanlarında içinde biraz hurma olan bir dağarcık ile su olan bir kabı da bıraktı. Sonra onların yanından ayrılıp yoluna devam etti. İsmail'in annesi Hz. İbrahim'in arkasından koşarak: «Ey İbrahim, nereye gidiyorsun? Bizi bu insansız ve içinde her­hangi bir şey bulunmayan vadide nasıl terkediyorsun.»

Bu sözü Hacer birkaç defa tekrar etti. Hz. İbrahim ise ona dönüp bakmıyordu. Sonunda Hacer: «Acaba Allah mı sana böyle emretti?» diye sordu. İbrahim: «Evet, Allah emretti» dedi. Hacer: «Allah emretmişse bizi şayi etmez» dedi ve çocuğunun yanına dön­dü. İbrahim yoluna devam etti. Sariyyenin yanına varınca artık İbrahim'i görmüyorlardı. O noktada durdu. Yüzünü Kabe'ye çe­virdi. Sonra şu kelimelerle, ellerini kaldırarak dua etti: «Ey Rab-bimiz! Ben çocuklarımdan kimini namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yantnda, ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim, Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları ürünlerle nzıklandır» (İbrahim: 37).

Hz. Hacer, Hz. İsmail'i emzirir, mevcut olan sudan içirirdi. Su bittikten sonra hem kendisi hem de oğlu susamıştı. Çocuğunun susuzluktan ağzını açıp kapadığım, can çekiştiğini gören Hacer ona bakmamak için sağa sola koşuyordu. Yeryüzünde kendisine en yakın yer olarak Safa'yı buldu. Safa tepesine çıktı. Acaba bir kimseyi görebilir miyim diye vadiye baktı. Hiç kimseyi göremedi. Safa'dan inerek vadinin ortasına geldi eteklerini kaldırdı. Yorgun veya felakete maruz kalan bir insanın koşuşmasıyla koşmaya baş­ladı. Vadiyi geçti. Sonra Merve'ye vardı. NTerve üzerine çıktı. Her­hangi bir kimseyi bulabilir miyim diye baktı. Fakat hiç kimseyi bulamadı. Bunu yedi defa tekrar etti. Yani Safa'dan Merve'ye, Mer-ve'den Safa'ya yedi defa gidip geldi. [30]

 

Zemzem'in Bulunması

 

îbn Abbas der ki: «Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdular: «işte Safa ile Merve arasında hacıların sa'yetmesi Hacer'in sünnetini ihya etmektir».

Hacer, Merve'ye çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine «sus» dedi. Sonra kulak kabartarak aynı sesi tekrar duydu ve «bana seslendi» dedi. Bir meleğin Zemzem yerinde olduğunu gör­dü. Melek topuğuyla (veya kanadıyla) yeri eşiyordu. Sonunda su çıktı. Hacer suya dalıyor, elleriyle su avuçluyordu. Sudan alıp su kabına dolduruyordu. Su kaynar halde çıkıyordu. Hacer avuçla-dıktan sonra su kaynıyordu.

İbn Abbas der ki: «Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdular: «Allah İsmail'in annesinden razı olsun. Keşke Zemzem'i serbest bıraksay-dı, yani «dur!» demeseydi veya onun sağa sola yayılmasına engel olmasaydı. Eğer o sudan avuçlamasaydı, Zemzem, akan bir pınar olacaktı»,

Hacer çocuğunu emzirdi. Melek ona «Zayi olmaktan korkma­yın. Çünkü burada Cenab-i Hakk'ın evi yani Kabe vardır. Bu ço­cuk ile babası o Kabe'yi bina edecektir. Cenab-ı Hak bu çocuğu ve aile efradını zayi etmez» dedi.

Kabe bir tepecik gibi yerden yüksek duruyordu. Seller sat v© solundan kayar giderdi. Hacer ile oğlu bu durumda iken Cürhtim kabilesinden bazı kimseler yanlarından geçtiler. Onlar «Kuda» yoluyla geliyorlardı. Mekke'nin alt kısmına (yani bugün Mesfele denilen yerlere) yerleştiler. Uçup kalkan bir kuş gördüler. Kendi kendilerine «Bu kuş su üzerinde dolaşıyor, fakat bizim bildiğimi ze göre bu vadide su yoktur» dediler. Bunun üzerine iki kişiyi gönderdiler. Onlar su ile karşılaştılar. Ve dönüp arkadaşlarına su bul-duklannı haber verdiler. Hepsi yönelerek suya geldiler. İsmail'in annesi suyun yanındaydı. Ona: «Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?)) dediler. O da: «Evet, fakat sizin su hususunda herhangi bir hakkınız yoktur» dedi. Onlar da «evet», dediler.

İbn Abbas der ki: «Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu: «Onların buraya gelmeleri İsmail'in annesinden tenhalığın vahşetini uzak-laştırmtştır. Çünkü o ünsiyeti severdi».

Onlar oraya konakladılar. Ve aile efradına da haber verdiler. Onlar da gelerek hep beraber orada konakladılar. Böylece su üze­rinde onlardan birkaç hanenin aile efradı biraraya geldi. Hz. İs­mail büyüdü. Onlardan Arapça öğrendi. Büyüdüğü zaman onların en yetişkini ve en sevimlisiydi. Erkeklik çağına vardığında^ onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. İsmail'in annesi vefat etti. İsmail evlendikten sonra Hz. İbrahim geldi. Terkettiklerının du­rumunu kontrol ediyordu. İsmail'i evde bulamadı. İsmail'in hanı­mından onun durumunu sordu. Kadın : «O bize nzık getirmek için çıkmıştım dedi. Sonra Hz. İbrahim onların yaşantılarını, du­rumlarını sordu; kadın: «Biz beşeriz. Darlık ve şiddet içerisinde­yiz)) diyerek İbrahim'e şikâyette bulundu. İbrahim: «Kocan gel­diği zaman ona selâm söyle ve kendisine de ki: «Kapısının eşiğini değiştirsin» dedi. İsmail geldiğinde sanki bir şeye ünsiyeti varmış gibi bir hisse kapıldı. Ve sordu: «Size herhangi bir kimse geldi mi?» Hanımı:" «Evet, bize şöyle şöyle bir ihtiyar geldi. Seni sordu ve ben de kendisine senin durumunu haber verdim. Bizim yaşan­tımızın nasıl olduğunu sordu. Ben de kendisine sıkıntı ve darlık içerisinde olduğumuzu haber verdim» dedi. Hz. İsmail hanımına: «Acaba o herhangi bir tavsiyede bulundu mu?» diye sordu. Ka­dın: «Evet, sana selâm söylememi emretti ve dedi ki: «İsmail ka­pısının eşiğini değiştirsin».

Hz. İsmail, hanımına: «İşte o ihtiyar benim babamdır. Seni boşamamı, senden ayrılmamı emretmiştir. Aile efradına git» dedi. Ve kadını boşadı, başka bir kadınla evlendi. Allah'ın dilediği bir zamana kadar Hz. İbrahim onlara gelmedi. Sonra geldi. Yine İs­mail'i evinde bulamadı. Hanımının bulunduğu yere gitti. İsmail'in durumunu hanımından sordu. Hanım: «O bize nzık getirmek için çıktı» dedi. İbrahim: «Siz nasılsınız?» diyerek onların yaşantı ve durumlarını sordu. Kadın: «Biz hayr ve genişlik içerisindeyiz. AL lah'a şükürler olsun» dedi. Hz. İbrahim: «Sizin yemeğiniz nedir?» diye sordu. Kadın: «et» dedi. İbrahim yine sordu: «Ne içiyorsu­nuz?» Kadın: «su» dedi. Hz. İbrahim ellerini kaldırarak: «Yarab, onlar için et ve suda bereket ihsan et» diye dua etti.

Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu: «O gün onlarda bir dane bile yoktu».

Hz. İbrahim oğlunun hanımına: «Kocan geldiği zaman benden kendisine selâm söyle. Ona de ki, «Kapısının eşiğini kuvvetlendir­sin» dedi ve ayrıldı.

İsmail geldiğinde bir şeyler hissetti ve sordu «Size herhangi bir kimse geldi mi?» Kadın: «Evet, bize güzel kıyafetli bir ihtiyar geldi» dedi ve böylece kadın gelen misafiri övdü. Ve o misafir se­nin durumunu benden sordu. Kendisine haber verdim. Bizim ya­şantımızı sordu. Ben de «biz iyi bir şekilde yaşıyoruz» dedim, de­yince Hz. İsmail: «Sana herhangi bir şey tavsiye etti mi?» diye sordu. Kadın: «Evet, onun selâmı vardır. Ve sana «kapının eşiğini kuvvetlendir» diye emrediyor, deyince Hz. İsmail: «İşte o benim babamdır. Kapının eşiği de sensin. Senden ayrılmamamı emret­miştir» dedi. Sonra Hz. İbrahim, Allah'ın dilediği kadar durduk­tan sonra yine geldi. İsmail o anda Zemzem kuyusuna yakın bir yerde oturmuş ok yapıyordu. Babasını görünce ona hürmeten aya­ğa kalktı. Babasının elini öptü, boynuna sarıldı. Sonra İbrahim: «Cenab.ı Hak bana bir şey emretmiştir» dedi. İsmail: «Allah'ın emri neyse onu yerine getir» dedi. İbrahim «Sen bana yardımcı olur musun?» diye sordu. İsmail: «Sana yardımcı olurum» dedi. İbrahim buyurdu: «Cenab-ı Hah burada bir beyt (yani ev) bina etmemi emretti».

Hz. İbrahim etrafındaki tepeciklerden daha yüksek olan bir tepeyi göstererek «işte burası» dedi. İşte o zaman Hz. İbrahim ile Hz. İsmail Kabe'nin temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş taşı­yor, Hz. İbrahim binayı yapıyordu. Bina yükselince İsmail Ha-cer'ul-Esved'i getirdi. Ve onu, İbrahim üzerine çıksın diye koydu. İbrahim de o taşın üzerine çıktı. Ve duvarı bina etti. İkisi de şöyle dua ediyorlardı: «Ey Rabbimiz, bizden kabul eyle. Kesinlikle sen dinleyen ve bilensin».

İkisi de binayı yapmaya devam ettiler ve Kabe'nin etrafında dönüp durarak: «Ey Rabbimiz bizden kabul et Kesinlikle sen din­leyen ve bilensin» dediler.

Bu hadisten anlaşılan bazı nüktelere dikkati çekmek istiyoruz:

1- Hz. İbrahim hanımı ile çocuğunu Kabe'nin yanında bı­raktıktan sonra zaman zaman onları ziyaret ediyordu. Bu ziyaret­ler esnasında Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'e Kabe'yi bina etmelerini emretti.

2- Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, Kabe'yi ilk bina eden Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'dir. Yani bazı rivayetlerde «daha önce Ka­be Hz. Adem tarafından inşa edilmişti» şeklindeki rivayetler zayıf­tır.

3- Kabe binası tamamlandıktan  sonra Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim'e bütün insanlara Allah'ın ibadeti için bir ev bina ettiğini haber vermesini emretti ve onların da ibadet için oraya gelmele­rini emir buyurdu.

4- Hz. İbrahim ile Hz. İsmail, Cenab-ı Hak'ka hac ibadet­lerinin nasıl ifa edildiğini kendilerine göstermesini istediler.

5- Kabe'yi bina ettikten sonra uzun bir zaman Hz. İbrahim hayatta kaldı.

6- Kabe insanların   Allah'a ibadet etmeleri için kurulmuş ilk evdir. Bu zamana kadar bütün kabileler putlara, heykellere ma-bed yaparak  onlara tapmaktaydı. Mısırlılar değişik mabudlara, güneşten tutun da öküze kadar bâtıl olan her şeye tapmaktaydılar. Ezoris, îzibes ve oğullan Horis'e taparlardı. Bunlarla Allah'ın sı­fatlarına yemin ederlerdi. O remzler için heykeller inşa ederlerdi. Asuriler «Ba'le Şems»; yani güneş tanrısına taparlardı. Ebu'l Hevl şeklinde temsüen ona bir put inşa ettiler. Onun başı insan başıydı. Cesedi arslan şeklindeydi ve kanatlan vardı. Ken'aniler Baal'e ta­parlardı. Bu da Ba'ale Şems yani güneş tannsı şeklindeydi. Fakat kanatlan yoktu. Bu heykeli Baalebek müzesinde gördüm. Gazze' nin etrafında bulunanlar Dacun'a (yani balığa) ibadet ederlerdi. Onu bir insan şeklinde yapmışlardı, fakat bedeni balık şeklindey­di.  [31]

Tevrat'a göre Hz. İsmail 137 sene yaşamış ve Filistin'de vefat etmiştir. Fakat Arap tarihçilerine göre Hz. İsmail, Mekke'de vefat etmiştir. İddia edildiğine göre Kabe'nin yanında İsmail'in Hicri diye bilinen yerde hem kendisinin hem de annesinin mezarı var­dır. [32]

 

İlk Terzi, İlk Yazar, İlk Astronom Ve İlk Silah Mucidi

 

(56-57) «Kitap'ta İdris'i de zikret...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Tefsir alimlerinin dikkat çektiklerine göre Hz. İdris'in esas ismi Uhnuh'tur. Hz. Nuh'un üçüncü batından dedesidir. Kendisin­den önce insanlar hayvan postları giydiği halde o elbise dikmeyi icat etmiştir. Ayrıca ilk defa kalem kullanan, yıldızlar ve hesap il­mi üzerinde düşünen insan olmuştur. Kendisine otuz sahife vah-yedilmiştir.

Hakim'in El Mustedrek'inde İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre Nuh ile İdris arasında bin senelik bir zaman vardır. Adı Uh-nuh, babası Yart, dedesi Mehlayir, onun babası Emuş, onun baba­sı Kaynan, onun babası Şit, onun babası Hz. Adem'dir.

Vehb bin Munebbih der ki: «İdris, Hz. Nuh'un dedesidir». Fa­kat şöhret bulmuş rivayete göre babasının dedesidir. Çünkü Nuh, Lemek'in o Muteveşli'nin, o da Uhnuf'un oğludur. Daha önce de söylediğimiz gibi Hz. îdris'in mucizesi olarak yıldızlara bakmış, hesabı icad etmiştir. İlk kalemle yazan, ilk elbise diken odur. İlk dikilmiş elbiseyi giyen de Hz. İdris'tir. Kendisi terziydi. Ondan ön­ce herkes hayvan derilerini giyerdi. Adem'den sonra ikinci pey­gamber olarak o gönderilmişti. İlk teraziyi, ölçekleri ve silahlan icad eden de odur. O silahlarla Kabil'in çocuklarıyla savaşmıştır.

îbn Mesud «İdris'in esas ismi İlyas'tır. Kavmine sadece «Lâ ilahe illallah» desinler ve istedikleri işlesin diye Allah onu peygam­ber olarak gönderdi. Fakat buna rağmen kavmi «Lâ ilahe ülâllah»a yanaşmadı ve helak oldular» demiştir. Fakat güvenilir görüş İd­ris'in İlyas olmadığıdır. Her ne kadar onun İİyas olduğunu İbn

Ebi Hatim sağlam bir senedle îbn Mesud'dan rivayet ediyorsa da sahih olanı İlyas olmadığıdır. İdris Süryanice bir kelimedir. «Ders» kökünden müştak değildir. Çünkü Arapça olmayan bir kelimeden iştikak yapmak hiç kimse tarafından tasvip görmemiş bir usul­dür. Arapça olup «ders» kökünden geldiği görüşüne gayrı munsa-rif olması mânidir. Fakat Süryanice mânasının Arapça'nın «ders» kökünden gelen mânâya yakın olması muhtemeldir. Bu isim çok­ça okuduğu için ona verilmiştir.

«Onu yüce bir mekâna yiikselttik»ten maksat, peygamberlik ve Allah'a yakınlıktır. Bu durum Hasan Basri'den rivayet edilmiş, Cübbai ve Ebu Müslim de bu görüşe katılmışlardır. Enes, Ebu Said el-Hudri, Kâ'b ve Mücahid'den de gelen rivayete göre bu «yü­ce mekâmdan maksat dördüncü göktür. İbn Abbas ve Dahhak' tan gelen rivayete göre altıncı göktür. Hasan Basri'den gelen ikin­ci bir rivayete göre bu yüce mekândan maksat cennettir. Çünkü cennetten daha yücesi yoktur. [33]

 

İlk Tefsir Ve Fıkıh Yazarı

 

îbn Kesir «El-Bidaye ve'n-Nihaye» adlı eserinde «İdris, Adem^ den ve Şiften sonra ilk peygamberlik vazifesini aUn insandır» di­yor. İdris, Hz. Adem'in hayatmdan sonra 308 senelik bir döneme yetişmiştir. îbn Kesir, «tefsir alimlerinden ve fakihlerden çok kim­seler, ilk tefsir yazan ve fıkıh tedvin eden kişinin Hz. İdris oldu­ğunu söylemişlerdir» der.

Hz. îdris adına birçok yalanlar uydurulmuştur. Nitekim diğer peygamber, alim, hakim ve evliyaların adına da birçok yalanlar uydurulduğu gibi...

îbn Kesir bu tür rivayetleri naklettikten sonra «Bunlar İsrailiyattandır. Bunların bir kısmında nekâret vardır. En sağlamı onun ilmini Allah'a havale etmektir» demiştir [34]

Hakimler, İdris'in doğum yeri, yetişme yeri ve peygamberlik­ten önce ilim öğrendiği hocasının kimliği konusunda ihtilafa düş­müşlerdir. Bir gruba göre Mısır'da doğmuştur. Doğum yeri Mı­sır'ın Menfis şehridir ve hakimler; «İdris Yunanca İrmiş ismini almış, sonra Uris şeklinde Arapçalaştırılımştır. İrmis'in mânâsı Utarit yıldızı demektir» derler.

Başkaları da «Onun Yunanca ismi Termis'tir, İbraniler'e gö­re Hanuh'tur, Araplara göre Ahnuf'tur» demişlerdir.

Cenab-ı Hak apaçık Arapça olarak indirdiği kitabında ona «İd­ris» ismini vermiştir.

Başka bir gruba göre İdris, Babil'de doğmuş, orada büyümüş­tür. Hayatının ilk bölümünde Adem'in oğlu Şiften ders almıştır. Üçüncü Şit onun dedesinin babasıdır.

Cenab-ı Hak İdris'e büyüdükten sonra peygamberlik vermiş­tir. O da yeryüzünde fesad çıkaranlara Adem ve Şifin şeriatına aykırı gitmemelerini tavsiye etti. Onların arasında az bir grup ken­disine itaat etti. Fakat çoğu karşı çıktı. Böylece onların yanından ayrılmak istedi. Kendisine itaat edenlere de hicreti emretti. Va­tanlarından ayrılmak onlara gayet ağır geldi. Hz. İdris'e «Biz bu­radan gidersek Babil'in bir benzerini nerede bulacağız?» dediler. Babil kelimesi Süryanice «nehir» demektir. Onlar Dicle ve Fırat (yani Mezopotamya) bölgesini kastediyorlardı. Hz. İdris «Biz Al­lah için hicret ettiğimizde Cenab-ı Hak ondan başkasını bize rızık olarak verir»   dedi ve çıktı. Onlar da kendisini takib ettiler Babilyon denilen yere vardılar, Nil nehrini ve sakinlerden boş olan bir yeri gördüler. Hz. İdris Nil'in yanında durup Allah'a ibadet etti, cemaatine Babilyon dedi. Bu kelime hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları «Bizim daha önceki nehrimiz gibi bir nehir demektir» de­diler. Bazıları da «Sizin nehriniz gibi bir nehirdir,» bazıları da «Mübarek bir nehirdir» dedi. Bütün milletlerce Mısır bölgesine Babilyon ismi verilmektedir. Ancak Araplar ona Ham oğlu Mı­sır'a nisbet etmek üzere Mısır derler. Çünkü tufandan sonra Ham' in oğlu Mısır oraya geldi ve orayı imar etti. [35]

 

Şehirciliği İlk Îcad Eden

 

îdris ve beraberindekiler Mısır'da halkı Allah'a itaate davet ederlerdi. Onun zamanında halk 72 dil konuşuyordu. Cenab-ı Hak bütün bu dilleri İdris'e öğretti ki her gruba kendi dilleriyle tav­siyede bulunabilsin. İdris onlara şehir plânlan çizdi.   Her şehirde Hz. İdris'in meclislerinde ilim talipleri vardı. Onlara şehircilik si­yasetini öğretti. Şehirciliğin temellerni kendilerine açıkladı. Her grup yeryüzünde kendi bölgesinde bir şehir kurdu. Onun zamanın­da kurulan şehirler 188 idi. Bunların en küçüğü UrfaMır. Onlara bazı ilimleri öğretti. İlk hikmeti ve yıldızlar ilmini icad eden de O'dur. Çünkü   Cenab-ı Hak   feleklerin terkiblerinin   esrannı ona öğretmişti. Yıldızların derlenme noktasını, senelerin ve hesabın adedini ona öğretmişti. Eğer Cenab-ı Hak öğretmeseydi akıllar tef­tiş suretiyle buna varamazlardı. Böylece İdris her millet için her iklimde o iklime uygun sistemler tavsiye etti. Yeryüzünü dört par­çaya ayırdı, her parçanın başına bir kral getirdi. Bu kral oranın idaresiyle sorumluydu.

Hz. İdris insanları durmadan Allah'ın birliğine davet ederdi. Yaratan'a kulluk yapmalarını, nefislerini Ahiret azabından kurtar­malarını, dünyada salih amelde bulunmalarını, böylece bu durum­ları elde etmelerini sağlamaya çalışırdı. Dünyaya aşın derecede talip olmamayı, her yaptığını ibadete uygun yapmayı emrediyordu. Onlara o günkü şekle göre namaz kılmayı ve oruç tutmayı emre­diyordu, Allah'ın dinine düşman olanlara karşı cihada teşvik edü yordu. Mallarının zekâtlarını fakirlere yardım olsun diye dağıtı­yordu. Cenabetten, domuz ve köpekten arınmak ve temizlenmek hususunda şiddetliydi. Her şeyin her meşrubatın sekr veren, sar­hoşluk veren kısımlarını haram kıldı. Onlara belli vakitlerde bay­ramlar koydu, kurbanlar icad etti. Meselâ güneş burçların basma girdiğinde, hilâl göründüğünde, yıldızlar yörüngelerine girdiğinde ve diğer yıldızlarla münazara ettiklerinde, bu vakitleri tayin ede­rek kurban kesilmesini, bayram yapılmasını kararlaştırdı. [36]

(58) «İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimetler..,» Bu Ayetin Tefsiri           

«ülaike» ismi işarettir ve bu surede sözü geçen peygamberlere işaret etmektedir. Bu kelime her ne kadar uzak şeylere işaret için kullanılıyorsa da, peygamberlerin mertebelerinin yüceliğine, fa­zilette uzak menzillerde bulunduklarına işaret için kullanılmıştır.

Bu kelime mübtedadır. Onu takip eden cümle onun haberidir. Allah'ın nimetlerinden maksat, dinî ve dünyevî nimetlerin hepsi­dir. «Adem'in zürriyetvmden maksat sadece Hz. İdris'tir. Hz. Nuh' un zürriyetinden maksat sadece Hz. İbrahim'dir. Hz. İbrahim'in zürriyetinden maksat İsmail, İshak ve Yakub'tur. İsrail (yani Ya-kub) zürriyetinden maksat da Yunus, Harun, Zekeriyya, Yahya ve İsa'dır. Hz. İdris ile Hz. Nuh'un Hz. Adem'e yakınlık şerefi var­dır. Hz. İbrahim'in Hz. Nuh'a, Hz. İsmail, Hz. İshak ve Hz. Ya-kub'un da Hz. İbrahim'e yakınlık şerefi vardır.

«Rahmanın ayetlerimden maksat Kur'an ayetleridir ve bu ayetler kalplerde tesir icra ederler. El-Esamm'a göre «Rahman'm ayetlerinden maksat Allah'ın tevhidine dair delilleri kapsayan ki­taplar» demektir. Onlara bu kitaplar okunduğu zaman Allah'a sec­de eder ve ağlarlardı. [37]

 

Kızın Çocukları Zürriyete Girer Mi?

 

îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «Rahman'ın ayetlerinn-den maksat sadece Kur'an'dır. Onlar Kur'an okunduğunda secde eder ve ağlarlardı. Bu ayet kızın çocuklarının zürriyete dahil olduk­larının en bariz delillerinden birisidir. Çünkü Hz. İsa burada Hz. Yakub'un zürriyetinden sayılmıştır. Oysa onun babası yoktur, sa­dece annesi bu soydandır.

Ayetin zahirine bakılırsa secdeden maksat namazdaki secde gibi bir secdedir. Ayetlerden maksat —orada secdelerin zikri ol­sun olmasın, kâfirlerin başına inen azabı derlesin derlemesin— semavî kitapların kapsadığı ayetlerdir. Buradan hareket ederek Kur'an okunduğu zaman secde etmenin ve ağlamanın müstehab olduğu delili çıkarılmıştır. İbn Mace, İshak bin Rehaveyh ve Bez-zar, Sa'd bin Ebi Vakkas'tan merfu olarak şu hadisi rivayet eder­ler: «Kur'an'ı okuyun ve ağlayın. Eğer ağlamanız gelmezse ağlar gibi yapın».

Bazıları «Buradaki secde tilavet secdesidir. Çünkü biz Kur'-an'ın bazı ayetlerini dinlediğimizde tilavet secdesi yaparız» demiş­lerdir. O zaman «Rahman'ın ayetlerimden maksat da secde bah­sini derleyen özel ayetler demektir. Bazıları «Secde ve ağlamak­tan maksat hudû ve huşudur. Ayetlerden maksat da kâfirlerin ba­şına inen azabı içeren ayetlerdir» dediler.

Celaleddin Suyuti, Ebu Bekr Razi'den «Bu ayet tilavet secdesinin farz olduğuna delildir» rivayetini, nakletmiştir. Fakat bu riva­yet uzaktır. Tilavet secdesinde o secdeyi içeren ayetin kapsamına göre dualarda bulunmak en uygun harekettir. Meselâ bu ayeti oku­yan insan secdeye vardı ma «Ey Allahım, btni nimetlerine mazhar olan, hidayet bulan ve senin için secde edip de ayetlerinin tilaveti anında ağlayan kullarından eyle» demelidir. İsra'daki secdenin ti­lavet secdesini yaparken de «Yarabbi, sana ağlayarak sığınan ve senden korkan kullarından beni eyle» denir. Tenzil secdesinin için­de de «Yarab, beni sana secde edenlerden, hamdin ve rahmetinle teşbih eden kullarından eyle. Emrinden çıkmış kimselerden olmak­tan sana sığınıyorum» duasının okunması uygundur.  [38]

(59-63) «Onlardan sonra yerlerine bir nesil...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Ayetin metninde geçmekte olan «Halfun» kelimesi kötü evlat demektir. «Halef» kelimesi ise hayırlı evlatlar demektir. Ebu Ha­tim «Half kelimesi hem çoğul hem de tekil olarak kullanılır. Ev­latlar, zürriyetler demektir» diyor. Halef şeklinde okunursa —is­ter evladı, isterse başkası olsun— daha öncekinin yerine gelen de­mektir. Nadr bin Semih «Halef veya half kötü zürriyet ve soy de­mektir. Salih zürriyet ise sadece halef şeklinde gelir» demiştir.

«Onlar namazı zayi ettiler». Namazı zayi etmekten maksat onu . vaktinden tehir etmek demektir, Bu rivayet îbn Mesud'dan, Ne-hai, Kasım bin Muhaymer, Mücahid, İbrahim, Ömer bin Abdula-ziz'den gelmiştir. İmamiler de aynı tefsiri Ebu Abdullah'tan riva­yet ediyorlar. Zeccac «Namazın zayi edilmesinden maksat şart­larını karıştırmaktır. Vaktinde olsun veya vaktin gayrisinde ol­sun» diyor.

Bazıları «Cemaatsız kılınması demektir» dediler. İbn Ebi Ha­tim, Muhammed bin Kâb'ul-Kurezi'den «Namazın zayi edilmesin­den maksat terkedilmişidir» diye rivayet etmiştir. Bazılarına göre, namazın zayi edilmesinden maksat onun farz olduğuna inanma­maktır. Bu son tefsire binaen ayet kâfirler hakkında gelmiş olu­yor. Diğer tefsirlere binaen kesin olarak herhangi bir grup hakkın­da değil bütün gruplar için gelmiştir. İbn Abbas ve Mukatil'den gelen en meşhur rivayete göre ise bu ayet yahudiler hakkında na­zil olmuştur. Süddi'den gelen rivayete göre ise bu ayet hem yahu­diler hem de hıristiyanlar hakkında gelmiştir. «Bu ümmetin bir grubu hakkında geldiği» hususu ise Mücahid, Katade ve Ata'dan rivayet edilmiştir. Onlar derler ki: «Bu ümmetin salihleri githk-t.en sonra halk süratle zinaya dalacaktır. İnsanlarda utanma diye bir şey kalmayacaktır. Allah'tan korkmak da kalmayacaktır».

Ayetin metnindeki «şehevat»tan maksat değişik günahlardır. Ebu Hayyan tefsirinde «Şehvetlerden maksat insanı namazdan ve Allah'ın zikrinden alıkoyan, nefsin hoşuna giden her şeydir» di­yor.

59. ayetin sonunda gelen «Gayyen» kelimesi İbn Cerir ve Ta-barani'nin Ebi Umame'den rivayet ettikleri hadise göre cehenne­min altında bir nehirdir. Cehennem ehlinin irinleri oraya akar. Hadiste «Büyük bir taş oraya atılırsa yetmiş sene sonra onun de­rinliğine varır» denilmiştir. «Gayyen» cehennemde bazı kuyular­dır. Cehennem ehlinden akan irinler, kanlar oraya toplanırlar. İbn Ebi Hatim'in Katade'den rivayet ettiğine göre «ğay» kötülük de­mektir. İbn Zeyd «sapıklık ve dalâlet demektir» diyor. İbn Zeyd'in bu rivayeti Dahhak'tan da gelmiştir ve Zeccac da bunu tercih et­miştir.

«Ancak iman eden ve salih amelde bulunan» cümlesi ayetin kâfirler hakkında geldiğini desteklemektedir. Çünkü ancak kâfir-

ler için «iman etti» denilir. Ayeti burada (âmândan maksat kâmil imandır» şeklinde tefsir etmek zahire ters düşmektedir.

Bazıları «imandan maksat namazdır» demişlerdir. Çünkü Cenab-i Hak «Allah sisin imanınızı zayi edici değildir» ayetinde ima m namaz yerine kullanmıştır. İşte tevbe eden, iman eden, salih amelde bulunanlar cennete girerler veya gönderilirler. Onlara zu­lüm de yapılmaz. Yani amellerinin karşılığında hiçbir şey eksiltil­mez.

Mutezile bu ayete dayanarak «cennete girmenin şartı ameldir» kaidesini çıkarmaktadır. Mutezile'ye cevap olarak «Hemen cen­nete girerler» denilmiştir. Amel, Adn cennetine girmenin şartıdır, mutlak cennetin değil. Veya amellerin sevabından hiçbir şey ek­sik olmamasının şartıdır. Bu ayet onların daha Önce fiillerinin ken­dilerine zarar vermeyeceğini, ecirlerinden herhangi bir eksiltme olmayacağını dikkate sunmaktadır.

Ayetin metnindeki «Adn cenneti» tabiri bazı rivayetlere göre sekiz cennetten birisinin özel ismidir.

Ayetin metnindeki «Bi'LGayb» tabiri iki mânâya gelmekte­dir. Yani gayb halinde Cenab-ı Hakk'a kulluk yapan, onun ahdini koruyan kimseler için Cenab-ı Hak Adn cennetlerini vaadetmiştir. Veya cenneti görmedikleri halde cennete iman eden kişiler için Cenab-ı Hak cenneti vaadetmiştir.

Üçüncü bir mânâ daha vardır: Cenab-ı Hak gayb âleminde kullarına cenneti veya Adn cennetlerini vaadetmiştir. [39]

«Lağven» kelimesi bâtıl konuşma, fahiş sözler ve yararsız laf­lar demektir.

Yani cennetlikler orada böyle bir konuşma işitmeyeceklerdir. İbn Abbas der ki; «Lağv, içinde Allah'ın zikri olmayan konuşma demektir». Yani onların cennette konuşmaları Allah'ı hamd ve teşbihtir, başka bir şey değildir.

«Onlar ancak selâm işitirler»; yani bir kısmı diğerine selâm verir. Veya melekler onlara selâm verir. Selâm bütün hayrı kap­sayan bir isimdir. Yani onlar ancak sevdikleri ve bütün hayırları kapsayan konuşmaları dinlerler (Bu, Mukatil'den gelen bir yo­rumdur).

«Onlar için sabah akşam rızıklar vardır» cümlesinden maksat sabah ve akşam kadar olan iki vakitte istedikleri yiyecek ve içe­cek maddeleri hazır demektir. Zira gerçek olarak sabah ve akşam cennette yoktur. Çünkü orada ne gün ne de gece vardır. Yani ayet­te «kadar» kelimesi takdir edilir (Bu yorum İbn Abbas ve İbn Cü-reyc'ten rivayet edilmiştir).

Bazı tefsir alimleri bu cümlenin «Onların rızıkları kesilmez anlamına geldiğini söylemişlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Ne kesilir ne de başkası tarafından menedilir» buyurmuş­tur. Tıpkı «Ben sabah ve akşam seni anmaktayım»; yani daimi şe­kilde anmaktayım denildiği gibi.

Zübeyr bin Bekkar, İsmail bin Ebi Uveys'ten, o da Enes İbn Malik'ten naklediyor: «Müslümanların yemeği günde iki defadır» dedi ve bu ayeti okudu. Sonra devamla: Cenab-ı Hak oruçta sa­huru gıda yemeği yerine koymuş ki müslümanlar onunla ibadete güç yetirsinler» dedi.

Hakim-i Tirmizi «Nevadir'uLUsûl» adlı kitabında Eban'ın ha­disinden rivayet ediyor. O da Hasan'dan ve Ebi Kilabe'den naklet­mektedir:

«Bir kişi: «Ey Allah'ın Rasûlü! Acaba cennette gece ve gündüz var mıdır? diye sordu. Hz. Peygamber cevap olarak: «Bu suali sana sorduran durum nedir?» diye buyuranca: «Ey Allah'ın Rasûlü! Kur'an'da Cenab-ı Hak «Onlar için sabah akşam rızıklar vardır» buyurmaktadır. Ben de gece, sabah ile akşam arasında olur diye düşündüm ve bunun için sana sordum» dedi. Hz. Peygamber cevap olarak: «Orada gece yok. O ancak bir ışık ve nurdur. Sabah akşam­ların, akşamlar da sabahların üzerine gelir. Onlara hediyelerin en kıymetlileri Allah tarafından namaz vakitlerinde gelir. O namaz­lar ki onlar dünyada kılınırlar. Melekler onlara selâm verirler» buyurmuştur. Bu hadis, ayetin mânâsını açıklamaktadır.

Alimler «Cennette gece ve gündüz yoktur. Cennet ehli ebedi bir nur içindedirler. Gecenin gündüzden ayırımı ancak perdelerin sarkması ve kapıların kapanmasından anlaşılır. Perdelerin kaldı-nlması ve kapıların açılmasıyla da gündüzün miktarı anlaşılır» demişlerdir. Bunu Ebu'l Ferec'il-Cevzi ile Mehdevi, muhaddisler-den rivayet etmişlerdir. [40]

«İşte durumları zikredilen cennet, kullarımızdan muttaki' olan kimseye vereceğimiz cennettir. Kim benim azabımdan korkar, ta-atimle amel ederse, ona miras olarak o cenneti veririz.»

(64) «(Cebrail): Biz ancak...» Bu Ayetin Tefsiri

İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre Allah'ın Rasûlü, Ceb­rail'e; «Ey Cebrail! Bizi niçin sık sık ziyaret etmiyorsun? Seni, bi­zi sık sık ziyaret etmekten meneden bir şey mi vardır?» diyerek Cebrail'in kendisini daha fazla ziyaret etmesini istemişti.

Başka bir rivayete göre inanmayanlar Hz. Peygamber'e bazı konularda sual sormuşlardı. Hz. Peygamber kendilerine yakında bilgi vereceğini söylemişti. Fakat Cebrail'i beklediği zamanda gel­mediği için gerekli bilgiyi edinmekte gecikmişti. Bu fırsatı kaçır­mayan müşrikler «Muhammed'in Rabbi kendisini unuttu» gibi ters konuşmalar yaptılar. Bu durum haliyle Rasûlullah'ı üzmüştü. Bunun üzerine Cebrail'e «Niçin bizi sık sık ziyaret etmiyorsun?» şeklinde sual sordu ve Cebrail de ayette ifade edilen cevabı ver­di.

Mücahid, İkrime, Katade, Dahhak, Mukatil ve Kelbi'den ikin­ci bir görüş rivayet ediliyor ki o da şöyledir: «Rasûl-ü Ekrem'den Ashab-ı Kehf, Zü'1-karneyn kıssası ve Ruh'un hakikati sorulduğun­da ne cevap vereceğini bilemedi. Cebrail'in bu suallerin cevaplarını getireceğini umarak «Size yakında cevap vereceğim» demişti. (İkri-me'nin rivayetine göre) aradan kırk gün geçtiği halde Cebrail gel­medi. (Mücahidin rivayetine göre ise oniki gece sonra geldi. Bazı kimselere göre onbeş, bazılarına göre onüç, bazı kimselere göre de üç gün sonra geldi). Hz. Peygamber: «Niçin bana gelmedin? Ge­ciktin. Benim zannım kötüleşti. Seni görmeye iştiyakım, arzum kabardı» dedi. Cebrail: «Ben sana karşı daha arzuluyum. Fakat ben emir alan bir kulum. Gönderildiğim zaman gelirim, hapsedil­diğim zaman ise gelemem» diye cevap verdi. Bunun üzerine bu ayet-i celüe nazil oldu. Aynı zamanda «Duha Suresi» de «Rabbin sana buğzetmedi» ayetine kadar indi (Bu rivayeti Salebi, Vahidi ve Kuşeyri zikretmişlerdir).

Kıraat alimlerinden El-A'rac, «Netenezzelu» fiilini «yetenezze-lu» şeklinde okumuş, zamiri vahye irca etmiştir. Yani vahy ancak Allah'ın izniyle iner. Gelecek zaman, geçmiş zaman ve bu iki za­man arasında bulunan şimdiki zamanın hepsi Allah'ın mülküdür. Yani biz- ancak onun emrettiği bir zamanda iner, onun meşetiyle başka bir zamanda inmeyiz. İbn Cüreyc «Elimizin arasındaki» ta­birinden maksadın icad etmezden önce geçen zaman olduğunu söy­lemiştir. «Arkamızda olannd&n maksat ise ölümlerinden Kiyamet'e kadar olan zamandır. Bu iki zamanın arasında ise hayat müddeti kastedilmektedir.

Ebu'l-Aliye; «Ellerin önünde geleniden maksat dünyadır. «On­dan sonra geleniden maksat haşrden başlamak şartıyla Ahiret ha­yatıdır. Bu iki zamanın arasında bulunan ise iki nefhanın yani su­ra üfürülüş arasındaki vakittir ki bu da kırk senedir» dedi.

Tahrir kitabında «Ellerin önündekinden maksat Ahiret'tir. Arkada kalandan maksat dünyadır» denilmektedir. El-Ufi bu yo­rumu İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Katade, İbn Cübeyr, Muka-til ve Süfyan da bu yorumu desteklemişlerdir.

Ahfeş'e göre eller önündeki zamandan maksat yaratılıştan önceki, arkadaki zaman ise yok olduktan sonraki zamandır. On­ların ikisinin arasındaki zaman ise dünya ve Ahiret'tir. Binaena­leyh ayette geçmekte olan «ma» edatı bütün bu yorumlara binaen zamandan kinayedir.

Bazıları ayeti, «Unutkanlık burada gerçek mânâsında kulla­nılmamıştır. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın ilmi ve mülkü kapsayıcı ol­duğundan gaflet ve unutkanlık onun için bahis konusu değildir. Senden gafil olmaz, sana vahyetmeyi unutmaz. Vahyetmenin ge­cikmesi onun bildiği bir hikmetten dolayıdır» şeklinde yorumla­mışlardır.

Bazı yorumlara göre «Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önü­müzde, arkamızda ve bunlar arasında bulunan her şey ona aittir» sözü Cebrail'e aittir. Bazı yorumlara göre ise cennete girenlere aittir. Bazı yorumlara göre de bu söz doğrudan Cenab-ı Hakk'a aittir. Nitekim Ebu Müslim «Bu kelâm cennete giren muttakilerin kelâmıdır» demiştir.

İnmekten maksat mekâna inmektir. Yani biz cennete inme­yiz, onu konak edinmeyiz. Ancak Rabbinin emriyle iner, onu ko­nak ediniriz. Bu, ancak O'nun lûtfuyla olur. O bütün işlerin, geç­mişlerin, geleceklerin, mevcudun sahibidir, Biz ne bulmuşsak, ne bulacaksak hepsi onun lûtfundan ve fazlındandır.

«Rabbin unutkan değildir»; yani amel edenlerin sevabını ter-kediçi değildir. Veyahut da amellerini ve onlara karşılık olan se­vapları unutan değildir. Çünkü böyle vaadetmiştir.

Bu yoruma «Fakat inmeyi bu şekildeki bir inişe hamletmek zahirin hilafınadır, ancak zaruret varsa zahirin hilafına gidilir. Oyca burada bir zaruret yoktur» şeklinde itiraz edilmiştir. Ayrıca «Eğer bunlar bu sözü söyleyen muttakiler olsaydı «Senin Rabbi­nin emriyle» tabiri yerine «Rabbimizin emriyle» tabirini kullanmak gerekecekti». Çünkü bu hitap Hz. Peygamber'edir. Muttakilerin cennete girdikleri zaman Peygamber'e böyle hitap etmeleri zahi­re muhalif düşmektedir. Ancak bu Cenab-ı Hakk'm bunu onların sözleri olarak Hz. Peygamber'e hikâye ettiği şeklinde yorumlana­bilir. Eğer Allah bunu onların lâfzı üzerine ifade etseydi «Rabbin» tabiri yerine «Rabbimiz» tabirini kullanacaktı.

«Bu hitab muttakiler cemaatinin kendilerinden birisine oUm hitaplarıdır» şeklindeki yorum da uzak bir yorumdur. «Senin Rab­bin unutkan değildir» cümlesi de bu yorumun uzaklığını sergile­mektedir. Çünkü bu yoruma göre «Onların Rabbi unutkan değil­dir» demesi gerekirdi. Ayrıca bu yorum ayetin nüzul sebebine uy­gun düşmemektedir. [41]

 

Meal

 

65- O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rab-bidir. O halde O'na kulluk et ve O'na kullukta sabırlı ol. O'nun hiçbir adaşı olmadığını biliyor musun?

66- İnsan; «öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarıla­cak mıyım?» demektedir.

67- İnsan daha önce o hiçbir şey değilken kendisini yarat­mış olduğumuzu hiç düşünmüyor mu?

68- Rabbine an dolsun ki, biz onları ve  (uydukları) şeytan­ları biraraya toplayacağız. Sonra onları dizüstü çökmüş bir va­ziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız!

69- Sonra her gruptan Rahman'a en asi olanları çekip ayı­racağız.

70- Sonra, biz oraya girmeye kimlerin daha müstehak ol­duklarım elbette daha iyi biliriz.

71- İçinizden oraya  (cehenneme)  uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hü­kümdür.

72- Sonra  biz,  sakınanları   kurtarır,  zalimleri  de  dizüstü çökmüş olarak orada (ateşte) bırakırız.

73- Onlara açık açık ayetlerimiz  okunduğu zaman, inkâr edenler, iman edenlere:  «İki topluluktan hangisi makam olarak daha hayırlı ve toplulukça daha güzeldim dediler.

74- Onlardan önce  de, eşya ve görünüş bakımından  ken­dilerinden daha güzel olan nice nesiller helak ettik.

75- De ki:  «Kim sapıklık içinde ise Rahman ona  mühlet versin.  (Fakat faydası olmaz). Nihayet   kendilerine   vaadolunan şeyi   ya  azabı  veya  Kıyamet'i  gördükleri  zaman,  makam bakımından daha kötü ve toplulukça daha zayii olanın kim ol­duğunu bileceklerdir.

76- Allah doğru yola gelenlerin  hidayetini artırır.  Sürekli kalan salih ameller, Rabbinin nezdinde hem mükâfat bakımın­dan hem de akibet bakımından daha hayırlıdır. [42]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(65) «O göklerin, yerin ve ikisi...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet unutkanlığın Allah için muhal olduğunu açıklamak­tadır. Çünkü elinde göklerin, yerin, gök ile yer arasında bulunan her şeyin mülkiyeti bulunan Zat-ı Kibriya nasıl olur da herhangi bir işten gafil bulunur veya onu unutur? Bu ayet aynı zamanda Hz. Peygamber'i terketmemenin, buğzetmemenin nedenini ortaya koymaktadır. Yani bu azamete sahip olan Zat-ı Kibriya, peygam­ber olarak seçtiği bir inşam na^ıl terkeder?

«O'na kulluk et ve O'na kullukta sabır göster». O'nun ibadete lâyık olması; göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbi olmasından veya peygamber olarak seçtiği kimseyi terket-memesinden ötürüdür. Yani, onu bu kâinatın Rabbi olarak tanı­dıktan sonra O'na ibadet et ve O'na ibadette sabır göster. İbadet­lerden gelen zahmetlere katlan. Vahyin gecikmesinden ötürü üzül­me. Kâfirlerin konuşmalarına önem verme. Çünkü Cenab-ı Hak seni gözetmekte, hem dünyada hem de Ahiret'te sana lütufta bu­lunmaktadır.

«İbadette sabır ve sebat gösterme»nin mânâsı ibadetten.gelen şiddet ve meşakkatlere tahammül göstermek demektir. Bu ayette nefisle olan mücadelenin zorluklarına işaret vardır. Bu ayet bu sahada müstakim olan bir kimsenin sebat gösterip, sarsılmayaca­ğına işaret etmektedir.

Ayetin sonunda gelen «Semiyyen» kelimesi, adaş veya benzer mânâsını ifade eder. Yani onun hiçbir benzeri olduğunu biliyor musun? Bu rivayet îbn Abbas'tan, Mücahid, İbn Cübeyr ve Katade' den gelmiştir. Fakat bu kelime esasında «isimde ortak olmak» mâ­nâsını da ifade eder. Ama «benzer» mânâsına gelmesi, aynı isme ortak olanların o isimde ortak yönleri olmasındandır. Bu yüz­den benzerdirler.

Bazı müfessirlere göre, burada «Allah» ve «er-Rahman» keli­mesi gibi Cenab-ı Hakk'm özelliği olan isimlerde ortaklık olmadı-ğı anlatılmak istenmiştir (Bu rivayet İbn Abbas'tan gelmektedir). Nitekim müşrik olan Araplar «Allah» ismini sadece en büyük ya­ratıcı olan Cenab-ı Hakk'a verirlerdi. Bunun dışında taptıkları put­lara «Allah» değil «ilâh» derlerdi.

Tusti, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor; Nafi' bin Ezrak, İbn Abbas'tan «semiyyen» kelimesinin mânâsını sordu. İbn Abbas «Çocuk demektir» dedi. Ve bu kelimenin çocuk mânâsına geldiği­ne dair bir şiir okudu. (Bu yorum aynı zamanda Dahhak'tan da ri­vayet edilmiştir).

Kısacası bu kelime hangi mânâya gelirse gelsin, bilmenin in-kân bilinenin inkârını iktiza eder. Bu cümle Cenab-ı Hakk'a iba­detin vacib olduğunu takrir etmektedir.

(66 ) «İnsan; «Öldüğüm zaman...» Bu Ayetin Tefsiri

İbn'ul-Munzir, İbn Cüreyc'ten şöyle rivayet ediyor: «Btt ayet As bin Vail hakkında nasıl olmuştur».

Ata, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Bu ayet Velid bin Muğire hakkında nazil olmuştur».

Başka bir müfessir «Bu ayet Ebu Cehil hakkında nazil olmuş­tur» derken, Kelbî de «Bu ayet Rasûlullah'ın düşmanı Ubey ibn Ha­lef hakkında nazil oldu» demiştir. Ubey denilen kâfir, eline çürü­müş bir kemik alır, ufalar, havaya üfleyerek bırakır ve: «Fa­lan adam (Rasûlullah'ı kastediyor) iddia ediyor ki biz öldükten sonra haşrolacağız ve bunun gibi olacağız. Bu iddia hiçbir zaman ta­hakkuk etmeyecektir» der. Bu yoruma göre «El-însan» kelimesin­deki «elif-lâm» bilinen insanı ifade etmektedir. Binaenaleyh insan­dan maksat bu kişilerden birisidir, Bazilraı «Hasrı inkâr eden bü­tün kâfirler «el-insan» kelimesi içine girer» demişlerdir. Yani elif-lâm cins ifade etmektedir.

(67) «İnsan daha önce o hiçbir şey değilken...» Bu Ayetin Tefsiri

Biz onu daha önce; (yani içinde bulunduğu hayat halinden veya onu haşretmezden daha önce) hiçbir şey değilken yarattık. Yani mevcut değilken varettik. Madem ki onu bu durmda yarattık —ki bu durum yaratmaya tamamen uzak ve elverişsiz bir durum­dur— o halde niçin ölümden sonra onları tekrar yaratacağımıza inanmıyorlar? Biz onun olan ve sonra da yok olan azalarını ölüm­den sonra iade edeceğiz. Ondan ayrılan bütün maddeleri iade et­mek, arazları geri vermek suretiyle onu hasredip, yaratacağız.

Ayetin özü şudur: İnsan hasrı inkâr eder de bu durumu ha^ tirlamaz olur mu? Bu durumları hatırlayan bir insan hasrı inkâr etmemelidir.

(68) «Rabbine andolsun ki, biz onları...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin başında gelen «Rab» kelimesi üzerine Cenab-ı Hak yemin etmektedir. Bunu Hz. Muhammed'e raci olan zamire izafe etmektedir. Yani hasrın nedeni, Allah'ın Rab sıfatına bağlanmak­la beraber Hz, Muhammed'in mertebesinin de yüceltilmesi isten­mektedir. Yani senin ve onların Rabbi olan Zat-ı Kibriya için haşr zor değildir. Onların hepsini biraraya getireceğiz. Onları mezarla­rından diri olarak çıkarttıktan sonra haşrolunacaklan bir yere sevkedeceğiz. [43]

 

Herkes Şeytanı Île Haşr Olunur

 

«Veş-şeyatine» kelimesi ya meful düşen zamire atıfdır veya mef'ulu mea'dır. Yani onları ve şeytanları hasredeceğiz veya onları şeytanlarla beraber hasredeceğiz. Rivayete göre şeytanlar benzer­leriyle beraber haşr olunurlar. Yani hangi şeytan hangi kâfiri id-lâl etmişse, onunla beraber haşrolunur. Aynı zincire vurularak haşre getirilirler.

Bazı kimseler; «Kâfir-müslüman herkes şeytanı ile beraber haşre gelir. Bu husus sadece kâfirlerin bir Özelliği değildim demiş­lerdir. Müslim ve Buhari'nin îbn Mesud'dan rivayet ettikleri şu merfu hadis bu görüşü desteklemektedir: «Sizden hiç kimse yok­tur ki cinden olan arkadaşı onunla beraber hasredilmesin». Saha-biler: «Ey Allah'ın Rasûlü! Sen de mi?» dediler. Rasûl-ü Ekrem: «Evet, ben de böyleyim. Ancak Cenab-ı Hak benim şeytanıma kar­şı bana yardımcı olmuş, şeytanım bana teslim olmuştur. Bana hayırdan başkasını emredemez» buyurdu.

Cenab-ı Hak onları dizleri üzerinde durdukları halde cehennem etrafında oturtur, hazır eder. Bazı tefsir alimleri; «Hesap ce­hennem etrafında oturduktan halde yapılacaktır. Onlar o şekilde oturduktan halde birbirlerinden haklarını ister, dururlar. Sonra biri diğerinden uzaklaşır» demişlerdir.

Süddi; «Haşr yeri onlara dar geldiğinden dizleri üzerinde otu­rurlar» demiştir.

Zamir, eğer hem kâfirlere hem de müsîümanlara raci ise aye­tin mânâsı şu olur: Said insanlar da şakiler de cehennem etrafın. da dizleri üzerinde oturtulurlar ki saidler hangi felaketten Allah' m kendilerini kurtarmış olduğunu bilsinler ve daha fazla sevinsin­ler. Şakiler da hasredilenlere Cenab-ı Hak neler hazır etmiştir gör. sünler de daha fazla üzülsünler. Bu diz üstü oturma ya mahşerde görülen korkunç manzaralardan veya daha önce de ifade edildiği gibi mekânın darlığından veya hesap için durdurulmanın bunu ge­rektirmesinden ötürüdür. Bu, insanlar sevap ve ikaba varmazdan önceki manzaradır.

Bazıları da «Onlar zilletlerini bu büyük yerde izhar etmek su­retiyle Allah'ın merhametini celbetmek için dizüstü çökerler» de­mişlerdir. Bütün mahşer ehlinin diz üstünde çökeceğine «Her üm­meti dis üstü çökmüş olarak görürsün» ayeti delâlet etmektedir. Fakat rivayetlerden bütün ehli mahşerin bu şekilde olmadığı açık­ça anlaşılmaktadır. Bir rivayete göre İbn Abbas, «Cisiyyen» keli­mesini cemaatler şeklinde tefsir etmiştir. Zira bu kelime toprak ve taşlardan biraraya gelen «cesue»nin çoğuludur. Yani biz onları cemaatler halinde cehennem etrafında toplayacağız.

(69) «Sonra her gruptan...»Bu Ayetin Tefsiri

Sonra ayrılmış olan ve bâtıl üzere yardımlaşmış bulunan her gruptan veya din bakımından ayrılığa düşen her cemaatten, Rah­man olan Allah'a karşı en asi olanları, Allah'ın taatinden en çok uzaklaşanları ayıracağız.

İbn Abbas «İtiyyen» kelimesini cüret göstermek şeklinde yo­gi rumlamaktadır. Yani Rahman'a karşı hangisi daha cüretkâr ise onu ayıracağız. Mücahid   «Bu kelime küfür manasınadır»   diyor.

Yani küfür yönünden kim daha şiddetli ise onu ayıracağız.

Bazıları «Bu kelime Beni Temim lügatinde «iftira» mânâsına geliyor» demişlerdir. Yani Rahman'm adına kimler daha fazla ya­lan uydurmuşsa onları ayıracağız. Ayırmaktan maksat onları o cemaatin içinden çıkarmaktır. Yani biz kâfirlerin cemaatlerinin her birisinden en asilerini çıkaracağız ki isyanları daha şiddetli olanı cehenneme atalım. İsyanı daha hafif ve durumu uygun olanlar ise bağışlanacaklardır. Ancak eğer ayet bütünüyle kâfir-|j lere dair ise o takdirde bu ayırma, herkesin isyan ve inkâr dere­celerine göre çeşitli gruplara ayrılması demektir ki buna göre her grup sırasıyla cehennemde durumuna uygun bir yere atılacaktır.

(70) «Sonra biz oraya...» Bu Ayetin Tefsiri

«Cehenneme girmeye daha elverişli olanlar»daxı maksat ya her

gruptan seçilen kimselerdir veya bütün gruplar kastedilmektedir.Sanki şöyle denilmiştir: Sonra biz bunların cehenneme gireceğini  daha iyi biliriz. Onlar girenler arasında girmeye en elverişli kim­selerdir. Onların derekeleri daha aşağıdadır ve azapları daha şiddetlidir.

Bazılarına göre ayetin metnindeki «lenenzianne» kelimesin­den maksat «atmaJcntır. Bu görüşe binaen ayetin mânâsı şöyle olur: Andolsun biz cehenneme her taifeden en asi olanları atacağız. Biz onların cehenneme elverişli olup olmadıklarını daha iyi biliriz. Yani şiddet bakımından önde olanlardan başlar, sonra on­ları takib edenleri oraya atarız. (Bu yorum İbn Mesut'tan rivayet edilmiştir).

Bazı tefsircilere göre «İsyan bakımından en şedidleri»nden maksat o grupların Önderleridir. Çünkü onların günahları iki kat­tır. Çünkü onlar hem sapıtmış hem de saptırmışlardır. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «İnkâr eden, Allah'ın yolundan alı­koyanlara, bozgunculuklarına karşılık azap üstüne azap veririz» (Nalıl: 88) buyurmuştur. (Bu yorum İbn Ebi Hatim tarafından Katade'den rivayet edilmiştir. Bu yoruma binaen bu konuda de­vamlılık ve kapsamlı olmak vacib değildir).

(71) «içinizden oraya..,»' Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet istisna etmeksizin herkesin cehenneme gireceğini ifa­de ediyor. Hitap bütün insanlaradır. Hitap edilen konu mühim olduğundan dolayı Cenab-ı Hak bütün insanlara ayetin başında «Kutu» zamiriyle hitap etmiştir. Ayetteki «Vurud» kelimesinden maksat cehenneme girmek veya oraya yaklaşmaktır. Birinci tefsir selefin bir çoğundan ve ehl-i sünnetten gelmiştir. Bu tefsire göre Cenab-ı Hak'kin ((Tartışmasız siz de Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, hepiniz oraya varacaksınız» (Enbiya: 98) ve «O, Kıyamet Günü kavminin önderliğine geçer, böylece on­ları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıktan yer ne kötü bir yer­dir» (Hud :98) ayetleri bu mânâya hamledilmektedir.

İbn Abbas «Vurud»u «Duhul» ile yani cehenneme girmekle tefsir ederken bu görüşü kabul etmeyen İbn'ul-Ezrak'a karşı bu ayetleri delil getirmiştir. Bu umum ifadeden anlaşılıyor ki mü­min de cehenneme girecek, fakat cehennem (denildiği gibi) mimine zarar  vermeyecektir.  Zira İmam  Ahmed,  Tirmizi,  İbn*ul-Munzir   ve   Hakim,   şöyle   rivayet   etmektedirler:   «Biz   vurud kelimesinin tefsirinde ihtilaf ettik. Bir kısmımız «mümin hiçbir zaman cehenneme girmez»   bir kısmımız  ise   «bütün  müminler girecek fakat Allah'ın yasaklarından sakınanlar Allah tarafından kurtarılacaktır» dedik. Bunun üzerine sahabi olan Abdullah bin Cabir'e rastladım ve meseleyi ondan sordum. İki parmağıyla iki kulağına işaret ederek şöyle dedi: «Eğer ben söyleyeceklerimi Ra~ sûlullah'tan işitmemiş isem iki kulağım sağır olsun» dedi ve de­vam etti: «Hiçbir doğru mümin ve hiçbir fasık insan yoktur ki cehenneme girmesin. Cehennem müminin üzerine, Hz. İbrahim'e ol­duğu gibi, serinlik ve selâmet olur. Hatta cehennem müminlerden gelen serinlikten Allah'a sığınır (Yani bu serinlikten kurtarması için Cenab-ı Hak'tan bunu ister). Sonra Cenab-ı Hak ıttika eden­leri '(sakınanları) cehennemden kurtarır»,

Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Enbari, Hasan Basri'den şöyle ri­vayet etmişlerdir: «Vurud, cehenneme girmeksizin üzerinden geçip gitmek demektir» (Bu yorum aynı zamanda Katade'den de rivayet edilmiştir).

Bu, cehennem üzerinde kurulan köprünün üzerinden geçmek demektir. Nitekim bir cemaat bu yorumu İbn Mesud'dan böyle rivayet etmiştir. Mümin köprünün üzerinden, cehennemin sırtın­dan geçerken cehennemden haberdar bile olmaz. Bu yorum İbn Ebi Şeybe'nin, Abd bin Humeyd'in ve Hakim'in Halid bin Madan' dan rivayet ettikleri şu hadise dayandırılmaktadır: «Cennet ehli, cennete girdiklerinde:

«Ey Rabbimiz! Sen bize cehenneme varacağımızı vaadetmemiş miydin?» diye sorarlar. Cenab-ı Hak: «Evet, vaadetmiştim ve sis oraya vardınız. Fakat cehennem sönmüş bir haldeyken siz üzerin­den geçip gittiniz» cevabını verir.»

Bu yorum Tirmizi, Tabarani ve başka muhaddislerin Ya'Ia bin Umeyye'den rivayet ettikleri şu hadisle çelişmemektedir: «Ateş, mü­mine Kıyamet Günü'nde şunu söyler: «Ey mümin! Geç, senin nu­run benim alevlerimi söndürdü.»

Evet, bu hadisle o yorum çelişmemektedir. Çünkü müminler Allah'a o suali sorarken ateşin bu sözünü unutmuş veya meşgul oldukları için işitmemiş olabilirler.

İbn Ebi Hatim, îbn Zeyd'den ayetin tefsiri konusunda şöyle rivayet eder: «Müslümanların cehenneme varid olmaları onun üze­rine kurulan köprüden geçmeleri demektir. Müşriklerin cehenne­me varid olmaları ise oraya girmeleri demektir».

Aynı lâfzın iki mânâda kullanılmasını caiz görmeyen kimse­lerin katında ayette umumi mecaz vardır. Yani bu kelimenin aynı anda hem müminler için cehennemde kurulan köprüden geçmek, hem de kâfirler için cehenneme girmek anlamında kullanılması genel bir mecazı gerektirir.

Kur'an'da hakiki mânânın kastedilmesi imkân dahilinde bu­lunmadığı, başka tevil yollan olmadığı yerlerde ancak mecaza gi­dilebilir.

Mücahid «Müminlerin cehenneme varid olmalarımı dünyada­ki sıtma hastalığıyla tevil etmiştir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem'in «Sıt­ma, cehennem nefesindendir» hadisi sahihtir. Fakat bu hadisle, sözkonusu ayeti bu şekilde tefsir etmek pek açık bir tevil sayıla­maz.

Bazıları «cehenneme varid olmak»ta.n maksadın sıtma hasta­lığına tutulmak olduğuna dair İbn Cerir'in Ebu Hureyre'den riva­yet ettiği şu hadisi delil göstermişlerdir:

«Allah Rasûlü, Ashaba Kiram'dan hasta olan bir sahabeyi zU yaret etmeye gitti. Ben de beraberindeydim, Hz. Peygamber (s.a): «Kesinlikle Cenab-ı Hak buyurmuştur ki, sıtma hastalığı benim ateşimdir. Onu mümin kulumun üzerine musallat kılarım ki Ahi-ret'teki ateş payı olsun» dedi.»

Fakat bu istidlalde de yine kapalılık vardır. Gerçek şudur ki bu ve daha önceki hadiste dünyada sıtma hastalığına tutulan kim­senin Ahiret'te ateşe varmayacağına delâlet edecek hiçbir nokta yoktur. En zorlayıcı bir teville dahi bu hadisle, «O, Kıyamet Gü-nü'nde ateş eleminden korunur» mânâsı kastedilmiş olabilir.[44]  

«Bu (onların cehenneme varid olmaları), Rabbinin üzerine kesinleşmiş bir hükümdür.» Çünkü «Hatmen» kelimesi vücubiyet ifade eder. Nitekim bu görüş İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Allah için herhangi bir şey vacip konusu olmadığından —çünkü ondan daha yüksek bir makam yoktur— vacibin yerine getirilme­deki keyfiyeti ne ise bu o derecededir. Ayetin sonunda gelen «Mak-diyyen» kelimesi kesinlik mânâsını ifade etmektedir. Elbette bu durum Rabbinin üzerine vacip bir emirdir. Yani böyle olması mut­laktır, kesin bir emirdir.

Hatib, İkrime'den şöyle rivayet ediyor: «Bu cümlenin mânâ­sı; böyle olmak Rabbinin üzerine vacib olan bir yemindir demek­tir» (Bu yorum aynı zamanda İbn Mesud, Hasan Basri ve Katade' den de rivayet edilmiştir)-

Bazıları «Burada kasemin inşası kastedilmektedir» demişler­dir. Yani Allah bu olacaktır diye yemin etmektedir.

Bazıları «Ala Rabbike ile yemin kastedilir» demişlerdir. Nitekim «Alâ» kelimesi Arap dilinde ve şiirlerinde çok yerde kasem mânâsına gelir.

Hülasa olarak denilir ki, iyi veya kötü her insan cehenneme bir defa uğrayacaktır. Bu uğrayısın mahiyeti hususunda çeşitli ri­vayetler ileri sürülmüştür. Nitekim bunların bir çoğuna temas et­tik. İyilerin oradan çıkıp cennete gitmeleri —eğer küfür üzerindey-seler— kötülerin de orada ebedî kalmaları rivayetlerin özüdür.

(72) «Sonra biz sakınanları kurtarır...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Yani sakınan kimseleri cehennemden çıkarmak suretiyle kur­tarırız. Zalimleri de orada dizüstü çökmüş olarak bırakırız. (Bu görüş İbn Abbas, Mücahid, Katade ve İbn Zeyd'den rivayet edil­miştir). Bu ayet, açıkça cehenneme varid olmanın ona girmek ol­duğunu sergileyen delillerden birisidir.

Bazıları «Bu ayet cehenneme varid olma,   cehennem ateşinin etrafında dizüstü çöküp kalma mânâsını ifade ediyor» demişler, dir. Bu ayetin başında «gecikme» mânâsını ifade eden «Summe» kelimesi kullanılmıştır. Bu işaret eder ki insanların fiili olan ce­henneme varmak ile Allah'ın fiili olan   kurtarma ve   helak etme arasında zaman ve rütbe bakımından fark vardır. Cenab-ı Hak kurtarılanlar hususunda «ittika edenler» mânâsını ifade eden «it-tekav» tabirini, cehennemde bırakılan kâfir ve müşrikler husu­sunda da «zalimler» mânâsını ifade eden «ez-Zalimin» kelimesini kullanmıştır. Böylece rahmet tarafının daha ağır bastığı, kurtarı­cının tevhid, helak edicinin Allah'a şirk koşmak olduğu ilân edil­miştir. Sanki şöyle denilmiştir: Şirkten korunmak mânâsını ifade eden takvanın azı dahi bir insanda bulunsa onu kurtarırız. Şirkle ve şirk mânâsına olan zulümle sıfatlanan bir kimseyi de, eğer bu sıfat son nefesine kadar devam etmişse, helak ederiz. «Kurtarırız»mânâsını ifade eden «Nunecci» fiilinin karşısında «helak ederiz» demek olan «Nezeru» fiili yine bu noktayı ilân etmek için kulla­nılmıştır.

Asi müminler hakkında gelen hadislerin ifade ettikleri şudur: Ateşten kurtulmak defaten değil, peyderpeydir. Yani takvanın kuvvetli ve zayıf oluşuna göredir. Hatta kalbinde hayırdan bir zer­re dahi olan, imandan bir zerre taşıyan da cehennemden çıkacak­tır. Fakat bu günahlarının karşılığını çektikten sonradır. «Ateş müminlere zarar vermez» şeklindeki hadislere gelince, bunlar te­vil gerektiren hadislerdir. Buradaki «mümin»den maksat kâmil mümindir. Çünkü bazı müminlerin azap göreceğine dair birçok hadis vardır. Onları bir tarafa itmek asla ve kafa uygun bir hare­ket değildir.

İşte bu noktadan hareketle bazı alimler duada şöyle denilme­sinin mahzurlu olduğunu söylemişlerdir: «Yarab, bütün Ümmet-i Muhammed'i affet» veya «Yarab, Ümmet-i Muhammed'den hiç kimseyi azaba duçar etme».

Mutezîlîler «İttika sahipleri büyük günah işlemeyen kimse' lerdir» diyerek büyük günah işleyenleri zalimler kategorisine dahii etmektedirler. Onlar, «Bu ayet büyük günah işleyenlerin ebediy-yen cehennemde kalacaklarının delilidir» derler. Fakat aslında on­lar bu yorumlarıyla zulmederek, kendileri zalimler sınıfına gir­miş oluyorlar.

Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Mesud, Ubey, El-Cehderi» Muaviye bin Kurre ve Yakub ayetin başındaki «summe» kelimesini «Semme» şeklinde okumuşlardır ki mânâsı «orada» demektir. Bu kıraate göre ayetin mânâsı «Biz sakınanları kurtarırız. Zalimleri de diz­üstü çökmüş olarak orada bırakırız» demek olur.

(73) «Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet, müşriklerin, kendi akıbetlerini ortaya koyan ve azap­tan bahseden ayetleri dinledikleri zaman aldıkları tavırları sergi­lemektedir. Yani müşriklere mueiz oldukları apaçık olan ve onla­ra meydan okuyan ayetler okunduğunda onlar o ayetlere muaraza etmekten aciz kalırlar ve acizliklerinin bir ifadesi olarak iman edenlere hitaben: «İki topluluktan hangisi makaraca daha hayır­lı ve toplulukça daha güzeldir?» derler. Bu ayet onların o halleri­nin korkunçluğunu, son varacakları noktanın tehlikesini ortaya koymaktadır.

Bu ayet Nadr bin Haris ve etbaı hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar meydan okuyan ayetleri dinlediklerinde küfürlerinde ısrar eder, inatlarına devam edip giderlerdi.

Ayetin sonunda gelen «Nediyyen» kelimesi meclis ve toplantı yeri demektir. Ebu Hayyan «Bir hadiseyi müzakere etmek veya istişarede bulunmak için toplanılan meclis demektir» dedi. Bura­da önderlerin ve ileri gelenlerin meclisi kastedilmektedir. Yani «hangi topluluk meclis yönünden daha güzeldir?» diye sorarlar­dı. Rivayete göre müşrikler toplantıya katılmazdan önce saçlarını tarar, boyar, çeşitli kokular sürer, en güzel elbiselerini ""giyerek gi­derlerdi. Sonra böyle giyinip kuşanmaya iktidarı olmayan mümin­lere; «Hangimiz topluluk bakımından daha güzeldir?» derlerdi. Onların maksadı müminlerle muaraza etmekti. Sanki müminlere şöyle derlerdi: «Eğer siz hak biz de bâtıl üzerinde olsaydık dün­yada sizin haliniz bizim halimizden daha güzel olurdu. Çünkü hakim olan bir zâta (Allah'ı kastediyorlar) muhlis dostlarını azap ve zillete, muarız düşmanlarını da izzet ve istirahata sokmak uy­gun düşmez.»

Onlar bu sözü söylediklerinde nimet içinde, istirahat halin­deydiler ve müminler de bu hayatın tam aksini yaşıyorlardı. Böy­lece onların felsefesine göre hakkın müminlerle beraber olmadığı anlaşılıyordu. Fakat bu, yanlış fikirden doğmuş bir mukayese­dir. Cenab-ı Hak bu mukayeseyi iptal ederek şöyle buyurdu:

(74) «Onlardan önce de eşya ve görünüş bakımından...»Bu Ayetin Tefsiri

Yani ey müşrikler! Ey bu çarpık felsefeyi güdenler! Nimet bakımından sizden daha üstün olan nice kimseleri, Ad, Semud gibi nice kavimleri helak ettik. Eğer dünya nimeti insanın Allah ka­tında müşerref olduğuna delâlet etseydi o dünyada nimet ve zen­ginlik sahibi olan kimselerin hiçbirisinin helak olmaması gerekir­di. Bu ayet müşrikler için büyük bir tehdiddir.

Ayetin başında gelen «Kem» kelimesi çokluk mânâsım ifade eder. «Ehlekna» fiilinin mef'ulu olmasına rağmen daha önce ge­tirilmiştir. Çünkü daima önce gelmeyi gerektiren bir kelimedir. Bazıları «istifham harfidir» demişlerse de birinci yorum daha uy­gundur.

Ayetin metnindeki «Kam» kelimesinden maksat, bir asır yani bir nesil demektir.

Ayetin metnindeki «Esasen» kelimesi eşya, yani sergiler, elbi­seler ve diğer eşyalar demektir.

Ayet metnindeki «Riyen» kelimesi manzara, görünüş anla­mındadır. Rüyet kökünden gelmektedir. Kıraat alimlerinin bazı­ları «Ri'en» bazıları da «Riyaen» şeklinde okumuşlardır. Bazıları da İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre «Reyyen» şeklinde oku­muşlardır. Hatta bazı insanlar cesaret gösterip «Re'yen» tarzında okumanın yanlış olduğunu söylemişlerdir. Fakat onlar bu yanlış­lık iddialarında yanlıştırlar.

(75) «Be ki: Kim sapıklık içinde ise...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu emir Hz. Muhammed'edir. Cenab-ı Hak, peygamberine dünya mallarına, servetlerine dalıp fani ve geçici dünya lezzetle­rine girip müminlere karşı böbürlenen müşriklere bu cevabı ver­mesini emrediyor. Kısaca ayetin mânâsı şudur: Sapıklık içinde bulunan bir kimse için herhangi bir Özür dilemek artık yoktur. Zira Cenab-ı Hak ona dünyada mühlet vermiştir. Onun için uzun bir zaman ayırmıştır. O eğer >rçekten fikrini iyi kullanan kimse­lerden olsaydı sapıklıkta olduğunu görebilirdi. Cenab-ı Hakk'ın sa­pık bir kimseye mühlet vermesi istidrac için olabilir. Nitekim baş­ka bir ayette Cenab-ı Hak:

«İnkâr edenler kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak gü­nahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azap onlara­dır» (Al-i İmran, 178) buyurmaktadır.

Hulâsa sapıklık içinde olan bir kimse için mühlet vermek ve günahı artsın diye ona süre tanımak ilâhî bir âdettir. Bazıları «Rahman ona mühlet versin» şeklindeki cümlenin dua mânâsı ifa­de ettiğim söylemişlerse de birinci tefsir makama daha uygundur. Bu ayette «Rahman» kelimesinin getirilmesi mühlet vermenin rah­metin hükümlerinden olduğuna delâlet etmesi içindir. Ayetteki azaptan maksat dünyevi azaptır. Müminleri onlara galip getir­mek, onların yerlerini, mallarını, hatta özlerini müminlerin istila­sı altına sokmak şeklindeki azab kastedilmektedir. Saat ile mak­sat   Kıyamet Günü'dü Bazıları   «Saatten maksat ölüm anıdır.

Çünkü mühlet müddeti Kıyamet'e değil ölüm haline bitişiktir» de­mişlerdir.

Ayetin maksadı şudur: Bu mühlet, kendilerine Allah tarafın­dan vaadedilmiş dünyevî veya uhrevî azabı gördükleri ana kadar uzanır. İşte o anda mekânca daha şerir, yardımca daha zayıf ola­nın kim olduğunu bileceklerdir. Yani dünyada kâfirlerin, müşrik­lerin iddia ettiklerinin tam tersi orada görülecektir. Ve onlar ora­da mekânca daha şerli, makamca daha düşük olduklarını anlaya­caklardır.

Bu ayette «mekân», 73. ayette «makam» tabiri onların kötü hallerini belirtmek için kullanılmıştır.

' Ayetin sonundaki «Cunden» kelimesi yardımcılar deme.kt>. Ebu Hayyan, «Ayetin metnindeki «men,» istifham kelimesidir. Da­ha önce. geçen uya'lemune» fiili ise hakiki ilim mânâsım ifade eder» eler. Bu cümle bu fiilin iki mef'ulünün yerine geçmiştir ve bu te­vile binaen ayetin mânâsı şudur: Acaba mekân yönünden kim da­ha şerlidir? Yardımcılar yönünden kim daha zayıftır? İşte onlar bunu bileceklerdir.

(76) «Allah doğru yola gelenlerin...» Bu Ayetin Tefsiri

Büyük müfessir Beyzavi burada özet olarak şunları söylü­yor: «Bu cümle «kula emrinden sonra gelen şart cümlesi üzerine atıftır. Sanki Cenabı-Hak «kâfire verilen mühlet ve dünya nimet-leri onun iyiliği için değildir» şeklinde açıklama yaptıktan sonra mümine az verilen dünyalığın da onun eksikliğinden olmadığını belirtmektedir. Belki Cenab-ı Hak onun yerine daha hayırlısını ve­recektir.»

Bazı müfessirlere göre bu cümle, «Rahman ona mühlet ver-sin» cümlesi üzerine atıftır. Çünkü o cümle her ne kadar şeklen inşai (yani emir ifade eden) bir cümleyse de manen haberi bir cümledir. Sanki şöyle denilmiştir: Dalâlette olan bir kimsenin da­lâletini Cenab-ı Hak artırır. Onun tam karşıtı olanın da hidayetini artırır.

Ayetin metninde geçmekte olan «el~Bakiyat'us-Salihat»tan maksat sevapları ebediyyen kalan saatlerdir. Buna (denildiği gibi), beş vakit namaz, sübhanallah demek, elhamdülillah, Iâ ilahe illal­lah, Allah-u Ekber de dahildir.[45]

Nesefi bu ayet hakkında şunları söyler: «Ahiret amellerinin tamamı veya beş vakit namaz veya Subhanallahı ve'l-hamdulülahi veîa ilâheillallah Allah-u Ekber. kastedilmektedir».

Hazin'e göre bu ifadeden maksat zikirler ve salih amellerdir ki bunlar sahipleri için daimi bir şekilde kalıcıdırlar.

Tenvir'ul-Mikbas'da «Bunlardan maksat beş vakit namazdır» denilmektedir. Alusi; «Faydalan daimî bir şekilde olan taatlerin tamamı kastedilmektedir» diyor. Ayetin sonunda gelen «Mered-den» kelimesi, dönüş noktası, netice mânâsım ifade eder. Çünkü bu taatlerin neticesi ebedî bir sevinçtir, daimî bir nimettir. Küf­rün neticesi ise ebedî bir üzüntü ve elem verici bir azaptır. Ce­nab-ı Hak burada «Rab» kelimesini zikretmiş ve Hz. Peygamber'e raci olan zamire izafe buyurmuştur. Böylece onun hakkında ne denli lütuf ve şeref bahşettiğine dikkati çekmiş olmaktadır.

«Hayr» kelimesi şanının yüceliği sebebiyle tekrarlanmıştır. Zemahşeri, «Ayette kâfirlerle bir çeşit alay vardır. Zira Cenab-ı Hak onların cezalarına da «sevaptır» demiştir» diyor.

Bazı müdekkikler «Ayette gelen ismi tafdil (hayr kelimesi/ sadece hadese ve mutlak artışa delâlet eder. Yoksa ısm-i tafdilin mânâsı kastedümemektedir. Zira ifade, «salih ameller Allah katında sevap bakımından daha hayırlıdır» tarzında alınırsa «onların dı­şında kalanlarla da hayır vardır» mânâsı ortaya çıkar. Oysa on­ların dışında kalanlarda hiç hayır yoktur» demişlerdir.

Ayetin ikinci cümlesi birinci cümlenin tamamlayıcısıdır ve ay­nı zamanda müslümanlarm kalbine teselli vermeyi içermektedir. Belki onlara karşı dünyalarıyla böbürlenen kâfirlerin bu hare­ketleri kalplerinde bir etki oluşturur diye Cenab-ı Hak bu cümleyi getirmiştir. Nitekim 75. ayetteki «Nihayet kendilerine vaadolunan şeyi (ya azabı veya Kıyamet'i), gördükleri zaman makamca daha kötü ve toplulukça daha zayıf olanın kim olduğunu çok geçmeden göreceklerdir» cümlesi de bir öncekinin tamamlayıcısıdır. [46]

 

Meal

 

77- Ayetlerimizi inkâr eden ve «Andolsun bana mal ve ev­lat verilecektir»  diyeni gördün  mü?

78- O gayba muttali mi oldu, yoksa Rahman'ın katından bir ahid mi aldı?

79- Hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve onun için aza-bı uzattıkça uzatacağız.

80- Onun dediğine biz varis olacağız. O bize yapayalnız gelecektir.

81- Onlar kendilerine itibar ve kuvvet kazandırsın diye Al­lah'tan bi ka mabudlar edindiler.

82- Hayır!  O mabudlan onların ibadetlerini inkâr edecek­ler ve onlara hasım olacaklardır.

83- Görmedin mi? Biz şeytanları kâfirlerin üzerine sevkedi-yoruz,  (Şeytanlar) onlan var güçleriyle kışkırtıp (isyana) sürük­lüyorlar.

84- Onlar hakkında acele etme. Biz onların (günlerini) say­dıkça sayıyoruz.

85- Takva sahiplerini bir heyet olarak Rahman'ın huzurun­da topladığımız gün!

86- Günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz (gün)!

87- (İşte o gün) Rahman'ın nezdinde ahid alan kimseler­den başkası şefaat edemez.

88- «Rahman çocuk edindi»  dediler.

89- Andolsun siz, pek çirkin bir şey getirdiniz.

90- Bu sözünüzden dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp parçalanacaktır.

91- Rahman'a   çocuk   isnadında   bulunmalarından   ötürü (böyle olacaktır).

92- Oysa Rahmana çocuk edinmek yaraşmaz.

93- Çünkü göklerde ve yerde bulunan her şey, Rahman'a kul olarak gelecektir.

94- Andolsun, o bunların hepsini ayırmış, sayılarını tesbit etmiştir.

95- Onların hepsi, Kıyamet Günü'nde O'nun huzuruna tek başına gelecektir. [47]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(77-78) «Ayetlerimizi inkâr eden...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Buharl, Müslim, Tirmizi, Tabaranî ve İbn Hibban, Habbab bin Eret'ten şöyle rivayet ederler: «Ben demircilik yapan bir ki­şiydim. As bin Vail'den alacağım vardı. Ona varıp alacağımı iste­dim. Bana, «Hayır! Allah'a yemin ederim, sen Muhammed'i inkâr etmedikçe senin alacağım vermem» dedi. Ben de «Hayır! Allah'a yemin ederim, sen ölüp haşre gönderildikten sonraya kadar dahi Muhammed'i inkâr etmeyeceğim» dedim. O bana, «Ben ölüp haşre gönderildiğim zaman bana gelirsin. Nasıl olsa o zaman da malım ve çocuğum olacak. Sana hakkını o zaman veririm» dedi ve bu­nun üzerine bu ayet indi».

Başka bir rivayete göre sahabilerden bir grup As bin Vail'e vardılar. Boynundaki borçlarım istediler. EI-As, onlara: «Siz cen­nette altın, gümüş-, ipekliler ve bütün meyveler vardır demiyor musunuz?» dedi. Sahabiler «Evet, vardır» dediler. El-As, «Sizinle bizim ödeme zamanımız Ahiret olsun. Allah'a yemin ederim, bana nasıl olsa orada da mal ve çocuklar île sizin kitabınız gibi bir ki­tap verilecektir» dedi ve bu hadise üzerine bu ayet indi.

Bazıları «Bu ayet Velid bin Muğire hakkında inmiştir» diyor lar. Onun da EI-As'ın sözlerine benzer sözleri vardı.Ebu Müslim «Bu ayet bu sıfatı taşıyan her kâfir hakkında in­miştir» dedi. Fakat birinci rivayet, sahih kitaplarda sabit olan ri­vayettir. Ayetin başındaki «hemze» taaccüp içindir. Yani o kâfirin halinden, onun belirttiğinin garip ve şeni olması sebebiyle insanı hayrete düşürmektedir. Hemzeden sonra gelen «f» harfi bu cümle­yi mukadder bir cümle üzerine atıf yapmaktadır. Yani sen bizim apaçık ve herkesin iman etmesi gereken ayetlerimizi inkâr edeni gördün mü? O haşr ayetlerini istihzaya alarak «Allah'a yemin ede­rim, AhireVte bana mal ve evlad verilecektir» diyor.

Ayetteki «Raeyte» fiili «bana haber ver» mânâsı taşır. Yani «Bu kâfirin olayını bana haber ver» demektir. «Rüyet» kökünden gelen bu fiilin haber mânâsında kullanılmasının sebebi, bir şeyi görmenin ondan doğru haber vermenin sebepleri arasında bulun­masıdır.

Ayetin metnindeki «Ayat» kelimesi, Kur'an'm bütün ayetlerini içermektedir. Haşr ayetleri bunlardan sadece bir bölümdür.

«Leûteyenne» kelimesinin başındaki «lam»t kasem cevabıdır. Sanki o, Ahiret'te bana mal ve çocuk verilecektir diye Allah'a yemin etmiştir. Yani «Ey Muhammedi Ve dolayısıyla ey müslümânlar! Bu kâfirin haline bakın, onun konuşmasına hayret edin. Kâfirliğine ve ayetleri inkâr etmesine rağmen Cenab-z Hak'ka adeta emir verir­cesine yemin etmesine dikkat edin!»

«Acaba o, gayba muttali mi olmuştur?»; yani kendisine gayb olan şeyi mi bilmiştir? Ki cennette olduğunu bilmiş olsun. Veya bu hususta Allah'tan ahid mi almıştır? Çünkü böyle bir şeyi bil­mek, ya gaybı bilme yoluyla veya Allah'tan bir ahid almakla müm­kün olabilir.

Bazı müfessirler «O, gayba muttali mi olmuştur?» ibaresini. «Yani Levh-i Mahfuz'a mı bakmıştır?» şeklinde tefsir etmişlerdir.

«Rahman'vn katında bir ahid mi edinmiştir?» sözünün mânâ­sı; yoksa o, lâ üâhe illallah demiş de bu kelimeden dolayı Allah ona rahmet mi etmiştir? Veya salih bir amel mi işlemiştir ki onu ummaktadır?

Bazı müfessirler, «Andolsun, bana mal ve çocuk verilecektir» cümlesinden «dünyada verilecektir» mânâsım çıkarmışlardır.

Bazıları da ayeti «cennette verilecektir» şeklinde yorumlamış­lardır. Bazıları «Bu inkarcı kişi «Eğer ben ecdadımın dini üzerin­de durursam kesinlikle bana mal ve evlad verilecektir» demek is­temiştir» diyorlar. Bazıları ise «Eğer ben bâtılın üzerinde olsay­dım kesinlikle bana mal ve evlad verilmezdi. Madem ki verilmiş­tir, öyleyse benim mesleğim doğrudur» demek istiyor demişler­dir.

(79) «Hayır! Biz onun söylediğini yazacağız...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin başındaki «Kella» kelimesi   «zecr harfi»dir.   Yani durum onun dediği gibi değildir demek oluyor. «Onun söyleyeceklerini yazacağız» sözünden maksat, bütün söylediklerini kayd ede-    > ceğiz, Ahiret'te ona göre kendisini cezalan ıracağız veya yarın Ahi-ret'te onun bütün söylediklerini gözünün önüne sereceğiz demek­tir. Veya günahları yazıp da intikam alan bir kimse gibi ondan in­tikam alacağız.

«Onun için azabı uzattıkça uzatacağız» cümlesi onun iddia et­tiği mal ve evlat yerine onun azabına azap ekleyeceğiz, demektir. Veya, azaptan ona müstehak olduğunu vereceğiz ki bu da küfür ile, hakla istihza etmeyi biraraya getiren kimsenin azabı gibi­dir.

(80) «Onun dediğine biz varis...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani biz onu öldürüp, kendisine verileceğini iddia ettiği mal ve çocuğa mirasçı olacağız. Yani mal ve çocuğun mânâsına miras­çı olacağız. Veya ayetin mânâsı; biz onu temenni ettiğinden mah­rum bırakacağız, kendisine başka şey vereceğiz şeklinde de ola­bilir.

«Bize tek olarak gelecektir» cümlesinden maksat, Kıyamet Günü'nde malı ve çocuğu olmadığı halde bize gelecektir, demektir. Yani Kıyamet'te biz mal ve çocuğu kendisinden alacağız. Acaba o, Kıyamet'te kendisine mal ve çocuk vereceğimizi nasıl umabilir? O bu sözü diri oldukça söyler; onu Öldürdüğümüz zaman onunla söylediğinin arasına girmiş oluruz ve o da iddia ettiklerini atarak tek başına bize gelir.

«Yoksa Rahman'ın katında bir ahid mi edinmiştir?» cümlesi, hakkında İbn Ebi Hatim'in İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, «O ahid, lâ üâhe illallah demesidir». İbn-ul-Munzir ve İbn Ebi Ha­tim, yine İbn Abbas'tan «Onun dediğine biz mirasçı olacağız» cüm­lesinin anlamını «Onun malına ve çocuğuna biz mirasçı olacağız» şeklinde rivayet etmiştir.

(81) «Onlar kendilerine itibar ve kuvvet...»Bu Ayetin Tefsiri

Cenab-ı Hak bu ayette o kâfirlerin müstehak olmadıkları ni­metleri Allah'tan nasıl temenni ettiklerini ortaya koymakta ve Al­lah katında asi olsunlar diye nasıl bâtıl mabudlar edindiklerini açıklamaktadır.

Herevi'ye göre ayetin metnindeki «izzen» kelimesi «yardımcı­lar» mânâsını ifade eder. Ferra'ya göre ise bu kelime «Ahiret'te şefaatçılar» demektir. Yani o bâtıl ilâhları, onlara Ahiret'te yar­dımcı olsunlar (veya şefaatçi) diye edinmişlerdir. Bazı müfessir-ler; «O bâtıl mabudlar sayesinde Allah'ın azabından kurtulabil­mek için onları kendilerine ilâh edinmişlerdir» derler.

(82) «Hayır! O mabudlan..m Bu Ayetin Tefsiri

Yani durum onların zannettikleri gibi değildir. Bilakis o ma­budlar, onların ibadetlerini inkâr edeceklerdir.

Fiildeki zamir «bâtıl mabudlar»^ raci olduğu takdirde ayetin mânâsı;  «Şu bâtıl mabudlan Allah konuşturduğu gün onlar, bu kâfirlerin kendilerine taptıklarını inkâr edeceklerdir» demek olur. Çünkü onlara tapıldığı zamanda akılsız cemadat idiler. Tapılmak-tan haberleri yoktu. Fiildeki zamir müşriklere raci olduğu tak­dirde mânâ;  «müşrikler putlara taptıklarını inkâr edeceklerdir» demek olur. Birinci yorumun delili «Onlar bize ibadet etmiyorlar­dı» ayetiyle «Onlara söz attılar. Kesinlikle siz yalancılarsınız, de­diler» ayeti takviye etmektedir. İkinci yorumu ise«Rabbimiz olan Allah'a yemin ederiz, biz müşrik değildik» ayeti takviye etmekte­dir. Bazı rivayetlerde «Kella» kelimesi    «kullen»   şeklinde okun­muştur. Bu takdirde mastardır ve fiil-i mukadder olur. Takdir şöyledir: «Bu fikir oldukça ağır ve yorucudur».

Fakat cumhurun kıraati daha doğrudur. Yani «kella» okuyup harf-i red olmak, «kullen» okuyup mastar olmaktan daha doğru­dur.

«Onlar, onlara hasım olacaklardır»   cümlesinden maksat şu­dur:   «Bu bâtıl mabudlar —ki müşrikler tarafından bunlar kendilerinin yardımcıları sanılmaktaydı— onların aleyhinde hasım ola­caklardır»; yani «izzet»in tersi gerçekleşecektir ki bu da «zillet» tir. O müşrikler Kıyamet Günü'nde ö bâtıl mabudların düşmanı olacaklar, onları inkâr edeceklerdir. Halbuki dünyada onları sev­mişler ve kendilerine iman etmişlerdi.

(83) «Görmedin mi? Biz şeytanları kâfirlerin...»Bu Ayetin Tefsiri

Zeccac, bu ayetin mânâsı hakkında iki vecih zikretmiştir:

1- Biz kâfirler ile şeytanlar arasından çekildik. Kâfirleri şeytanlardan korumadık. Fakat müminlere tam tersini yaptık. Zi. ra Ceriab-ı Hak başka bir ayette «Kesinlikle benim kullarımın üze­rinde senin bir hakimiyetin olmayacaktır» buyuruyor.

2- Şeytanlar onlara musallat kılındı, küfürlerinden dolayı onları etkileri altına aldılar. Nitekim Cenab-ı Hak, «Kim Rahman' m zikrinden gafil olursa ona bir şeytanı musallat kılanz» buyur­muştur. Böylece «göndermek» mânâsına olan «irsal» tabirinin bu­rada «musallat kılmak» mânâsına geldiği ortaya çıkmış olmakta­dır. Bu ikinci yorumu ayetin mütemmimi olan cümle desteklemek­tedir. Ayetin metninde geçmekte olan «teuzzu» fiili «harekete ge­çirmek», «heyecana kaptırmak» demektir.   Cenab-i Hak   burada şeytanların kâfirleri harekete geçirdiklerini, heyecana düşürdük­lerini ve dalâlete götürdüklerini haber vermiş olmaktadır. Ki bu da şeytanların kâfirlere musallat kılınması demektir.

Bazı kimselere göre «£eu22U»nun mânâsı acele etmektir. Çün­kü acele etmek de harekete geçirmek, heyecan vermek, ürkütmek demektir. Bu ayetin şevki, Rasûl-ü Ekrem'in kâfirlerin halinden hayret etmesinden ötürüdür. Ayrıca bu ayet Rasûl-ü Ekrem'in dik­katini, o kâfirlerin bütün yaptıklarının şeytanların saptırması ve kandırmasından ileri geldiğine çekmek istemektedir. Ayetin son cümlesi onlara «hâl» olmaktadır. Bu, müste'nife bir cümle, mu­kadder bir sualin cevabı olarak da anlaşılabilir. Sanki şöyle denil­mektedir: «Şeytanlar ne yaparlar?». Cenab-ı Hak; «Onları isyana var kuvvetleriyle teşvik ederler» diye cevap vermektedir.

(84) «Onlar hakkında acele etme...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani o kâfirlerin Allah tarafından onları imana davet eden sana karşı çıkmaları, hakka karşı temerrüd etmeleri, küfür üze­rinde ısrar etmeleri dolayısıyla Allah'tan hemen onları helak et­mesini isteme. Çünkü biz gün ve geceleri, ayları ve seneleri sayı­yoruz. Ecellerinin son noktasına kadar... Veya onların alıp verdiği nefesleri veya attıkları adımları, veya onların her anlarını kaydedi­yoruz.

Bu ayetin başındaki «Yevm» kelimesi mukadder bir fiilin mektir» diyenler olduğu gibi; «Onların aleyhinde acele etme. Çün­kü onları, günahları artsın diye geciktiriyoruz» şeklinde yorum yapanlar da olmuştur. Cenab-ı Hak hasrın durumunu ortaya ko­yup, hasrı inkâr edenlerin şüphelerine cevap verdikten sonra haşr-de mükelleflerin halini izah etmek üzere şöyle buyurmuştur.

(85) «Takva sahiplerini...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin mânâsı hakkında, «Onların amellerini sayıyoruz de-mef'ulüdür. Yani «Ey Muhammedi Haşr Günü'nü hatırla».

Onların Rahman'ın katında hasrolunmalarından maksat, Rahman'ın ikram yurdu olan cennette hasrolunmaları demektir. Nite­kim «Kesinlikle ben Rabbime gidiciyim» ayeti de böyledir.

Ayetin metninde gelen «Vefd» kelimesi «Vafıd» kelimesinin çoğuludur. Mânâsı, bir padişaha mühim bir iş için giden heyet de­mektir.

(86) «Günahkârları da susuz olarak...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayette geçmekte olan «Nesuku» kelimesi «yürümeye teş­vik» mânâsına gelen «şavk» kökünden gelmektedir. «Vird» keli­mesi ise susamış, susuzluktan ciğerleri çatlayacak hale gelmiş de­mektir. Ferra ve İbn'ul-Arabi ibareyi «Onlar yaya giden kimseler­dir» şeklinde yorumlamışlardır. El-Ezheri «Bunlar suya varmak üzere giden deve gibi susamış yayalardır» demiştir. Bazıları da ayetin mânâsı «Onları su almak için cehenneme sevkederiz» de­mektir dediler. Bu yorumların hepsi sahihtir. Çünkü onlar hem teker teker, hem de susuz ve yaya oldukları halde cehenneme doğ­ru sevkedileceklerdir. «Vird» kelimesi suya varan kuş topluluğu, Ai deve veya herhangi bir hayvan sürüsü mânâsını ifade etmekte­kidir.

(87) «(İşte o gün) Rahman'ın nezdinde..,» Bu Ayetin Tefsiri

Bu, Kıyamet Günü'nde olan hadiselerin bir kısmını ihtiva eden bir ayettir.«Yemlikune» fiilindeki zamir ya iki gruba, ya sadece takva ehline veya sadece mücrimlere racidir. Fakat birinci yorum daha evla ve uygundur.

«Onlar şefaate malik değildir» ifadesinin mânâsı «Onlar baş­kasına şefaat etmeye yetkili değildir» demektir. «Başkası onlara şefaat etmeye yetkili değildir» şeklinde de anlaşılabilir. Fakat bi­rinci yorum daha uygundur.

«Allah'tan ahid alan bir kimse ancak şefaat eder» ifadesinin. .  mânâsı, şefaat edeceklerin kategorisine girmek için var kuvvetiyle çalışan kimse demektir. Yani muttaki bir mümin şefaat etme sö­zünü Allah'tan almıştır.

Bazı kimseler «Allah'tan söz almanın mânâsı, Cenab-ı Hak ona şefaat etmesini emretmiştir demektir» dediler. Bazıları da «Bu ahdin edinilmesi Lâ ilahe illallah kelimesinin söylenmesidir» demişlerdir. Başka yorumlar varsa da zayıf olduklarından nakle­dilmelerinde bir yarar görmemekteyiz.

(88-95) «Rahman çocuk edindi, dediler...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu sekiz ayetin konusu; yahudilerin Üzeyr, hıristiyanların Hz. İsa, Arap müşriklerin de meleklerin Allah'ın evlatları olduklarına dair iddialarını açıklamak ve bunlara cevap vermektir.

Ayetin metnindeki «idden» kelimesi, el-Cevheri'ye göre felaket ve korkunç bir iş demektir. Yani siz «Rahman olan Allah çocuk edindi» demek suretiyle büyük bir felaketi getirdiniz, korkunç bir işi ortaya koydunuz. Yani siz çok büyük ve çok korkunç bir söz söylediniz.

90. ayetin metninde geçmekte olan  «Tehirru»  füli düşer, paramparça olur, yıkılır demektir. «Hedden» kelimesi de düşmek ve     S yıkılmak mânâsına geldiği için «Tehirru» fiiline mef'uiu mutlak olur veya mukadder bir fülin mef'ulüdür.   Veya hâl olur.   Yani «Dağlar paramparça oldukları halde düşer, yıkılırlar». Veya mef-ululehtir. Yani dağların düşüşü için dağlar paramparça olurlar.

91. ayetin metninde geçen «Deav» kelimesi nisbet manasına­dır. Yani onlar Rahman'a çocuk nisbet ettiklerinden dolayı nere­deyse dağlar düşüp parçalanacak gökler çatlayacaktır .

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi, Kıyamet Günü'nde, kullu­ğunu ikrar etmek üzere, başı eğik, zillet içinde Allah'a gelecektir. î| Nitekim başka bir ayette «Onların tamamı zelil oldukları halde | Allah'a varacaklardır» denilmektedir. Ayetin mânâsı; «Mahlûka-tın tamamı Allah'ın kullarıdır. Kulu olan bir mahluku Allah na­sıl çocuk edinir?y> demektir. 94. ayetin metninde geçmekte olan «Ahsa» fiili onları saymak ve sayılarını bilmektir. Yani Cenab-ı Hak onları saymış ve sayılarını bilmiştir. Onları bildikten sonra da şahıslarını saymıştır. Onlardan hiç kimse Allah'a gizli değildir. Onlar Kıyamet Günü'nde Allah'a tek başına geleceklerdir. Yani yardımcıları ve malları beraberlerinde olmadığı halde gelecekler­dir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «O gün mal ve evlat fayda vermez» buyurmuştur.

Îbn'ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim'in İbn Abbas'tan rivayet etti­ğine göre «İdden» korkunç söz demektir. [48]

 

Meal

 

96- Kuşkusuz ki iman edip de satih amellerde bulunanlar için, Rahman bir sevgi kılacaktır.

97- Biz onu  (Kur'an'ı), sadece onunla sakınanları müjde-leyesin ve inat edenleri uyarasm diye senin dilinle (indirip) ko­laylaştırdık.

98- Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Şimdi on­lardan birinin  (varlık alâmetini) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun? [49]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(96) «Kuşkusuz ki iman edip de...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet iman eden ve salih amellerde bulunan kimselerin Al­lah tarafından kılınmış bir sevgilerinin olduğunu haber vermek­tedir. Bu sevgiyi Cenab-ı Hak iman ve salih amelleri sebebiyle in-sanların kalplerine yerleştirmiştir. Meşhur görüşe göre bu sevgi dünyadadır. Zira Buharı, Müslim ve Tirmizi, Ebu Hureyre tari­kiyle şöyle rivayet ediyorlar:

«Allah bir kulu sevdiği zaman «ben falanı severim» diye Ceb* rail'e nidada bulunur. Allah «Ey Cebrail! Sen de onu sev» buyurur. Cebrail de onu sever. Böylece Cebrail, Önce bunu gök ehline ilân eder; sonra o kimsenin sevgisi yeryüzüne iner.» Hz. Peygamber bunun, bu ayetin mânâsı olduğunu söylemiştir.

Zikre dil di ğine göre bu ayet Ebu Talib'in oğlu Cafer'le beraber Habeşistan'a hicret edenler hakkında nazil olmuştur. Cenab-ı Hak bu ayette onların sevgisini Necaşi'nin kalbine yerleştireceğini vaa-detmektedir.

İbn Cerir, İbn'ul-Munzir ve İbn Merduveyh, Abdurrahman bin Avf'tan şöyle rivayet ettiler: Abdurrahman, Medine'ye hicret etti­ği zaman Mekke'den arkadaşları olan Şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ümeyye bin Halef için de nefsinde üzüntü duymaktaydı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.

Bu rivayete binaen bu ayet Medine'de, hicretten sonra nazil. olmuştur.

îbn Merduveyh ve Deylemî, Berra'dan şöyle rivayet ediyor­lar:

Rasûl-ü Ekrem, Hz. Ali'ye «Şunları söyle! dedi: «Ey Allah'ım! Benim için katında bir ahıd kıl! Müminlerin göğsünde benim için bir sevgi kıl». Bu dua üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.

Muhammed bin El-Hanefiyye (Bu zat Hz. Ali'nin Beni Hanif» kabilesinden olan hanımından.doğan oğludur), şunları söylüyordu: «Hiç bir mümin yoktur ki Ali'yi ve Ali'nin ehli beytini sevmesin».

İmamiye mezhebi uleması bu ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu İbn Abbas'tan ve Muhammed Bakır'dan rivayet ediyor­lar. Bu görüşlerini ehli sünnetin değil de onların nezdinde sahih olan Hz. Ali'nin şu sözüyle teyid ederler: «Eğer ben mümin bir ki' sinin boynuna, kılıcımla, benden buğzetsin diye vursam bile yine benden buğzetmez. Bütün dünyayı beni sevsin diye bir münafık üzerine döksem (ikram etsem) yine beni sevmez. Zira bu bir hü­kümdür. Peygamber diliyle verilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber ba­na «senden hiçbir mümin buğzetmez ve hiçbir münafık da seni sevmez» buyurdu».

Buradaki sevgiden maksat ifratsız ve tefritsiz (yani şer'i) bir sevgidir. Şej'i sevgi de bütün ehl-i sünnetin kalbinde vardır. Ama ehl-i sünnette guluv yoktur. Allah imanımızı aşırı gitmekten mu­hafaza etsin.

«Bazı hıristiyanlar dahi Hz. Ali'yi sevmiştir. Hatta Hz. Ali'nin sevgisi bütün hayvanların kalbine yerleştirilmiştir» şeklindeki ri­vayetler asılsızdır. Zira Sünniler'in de Şia'nın da nezdinde (.{Her­hangi bir mümin senden buğzetmez, herhangi bir münafık da seni sevmez» hadisi sabittir.

Cübbai «Bu sevgi Ahiret'tedir. Müslümanlar cennette oldukla­rında karşı karşıya gelip tahtlar üzerinde bağdaş kuracaklar ve birbirlerini seveceklerdir» demiştir.

Bazıları, «Şahidler huzurunda hayırlar arzedildiği zaman bu sevgi gerçekleşecektir» demişlerdir. Bu sevginin hem dünyada hem de Ahiret'te vuku bulması da mümkündür. Zira her ne kadar er-Rahman tabiri dünya için kullanılmışsa da umumi bir mânâda is-timal edildiği de rivayetlerde gelmiştir: «Ey dünya ve Ahiret'in Rahmanı! Ey dünya ve Ahiret'in Rahimi!» hadisi bu yorumu des­teklemektedir.

(97) «Biz onu (Kur'an'ı), sadece...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin başındaki «/» harfi ayetin siyakından anlaşıldığı gi­bi emrin nedenini teşkil eder. Sanki bu sure vahyedil dikten sonra Rasûl-ü Ekrem'e şöyle hitab ediliyor: «Bu indirileni tebliğ et. Bu­nunla müjde ver ve korkut Çünkü biz bunu, takva sıfatlarına sa~ hip olanlara bununla müjde vermen için senin dilin olan apaçık Arapça île indirmişizdir». Çünkü takva sahipleri Kur'an'daki emir­leri tatbik ederler, yasaklarından sakınırlar.

Ayetin sonundaki «Ludden» kelimesi ,inad ve kindarlıkların­dan dolayı iman etmeyen kişiler demektir. Çünkü bu kelime «eled» kelimesinin çoğuludur. Rağıb, «Bunun mânâsı, şiddetli ve amansız hasım demektir» diyor. Katade, «Bunun mânâsı bâtıl He cedeU leşip kendisini haklı çıkarmak için her tarafa baş vuran insan demektir» dedi. İbn Abbas ise bu kelimeyi «zalimlik»\e tefsir etmiş­tir.- Mücahid «facirliknle, Hasan Basri «sağırhk»\&, Ebu Salih de «topalhk»la tefsir etmiştir. Bütün bu mânâlar esas mânâdan kay-naklanmaktadır.

Bu fftozm»den maksat Mekkeliler'dir. Bunu Katade söylemiştir.

(98) «Biz onlardan önce nice nesilleri...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet Mekke müşriklerine helak olma tehdidini taşıdığı gibi Hz. Peygamber'e de «zafer» vaadi vermekte ve aynı zamanda Hz. Peygamber'i tebliğe devam etmesi hususunda teşvik etmektedir. Yani «Şu inad gösteren müşriklerden önce peygamberlere karşı gelen nice nesilleri biz helak ettik. Onlar bundan ibret almalıdır­lar. Çünkü o nesillerin hiç birisinden bir iz dahi kalmamıştır.»

Bu ayetteki «Rikz» kelimesi gizli ses demektir. Ayetin genel mânâsı şöyle olur: Onları tamamen helak ettik. Köklerini kazıdık. Onlardan herhangi bir kimseyi göremezsin ve kendilerinden gizli bir ses dahi işitemezsin.

Bazılarına göre ayetin mânâsı «Onları tamamen helak ettik. Ne kendilerinden bir kimseyi görebilir, ne de onlardan haber ve. ren bir kimseyi dinleyebilirsin. Onları gizli bir sesle zikreden dahi yoktur» şeklindedir. Buradaki hitap ya muhatapların efendisi olan Hz. Muhammed Mustafa'ya veya Allah'ın hitabına elverişli olan herkesedir. [50]

MERYEM SÛRESİ'NİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/51.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/53.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/54-59.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/59-60.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/60-62.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/62-66.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/67-68.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/70.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/71-76.

[10] Alusî, Ruh'ul-Meanî, cilt: 16, sh: 76

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/76-77.

[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/78-79.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/79-80.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/80-82.

[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/82-85.

[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/87.

[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/88-92.

[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/92-102.

[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/104.

[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/102-106.

[21] Savi, Celaleyn Haşiyesi, cilt: 3, sh; 38-39.

[22] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/106-111.

[23] Kûsâ, Babil'de bir yerin adıdır. Hz. İbrahim'in annesinden dedesi olan Kûsâ tarafından FIRAT'tan alınan bir nehrin de adıdır. Irak'tadır. (Mü'cemul-Buldan)

[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/112-116.

[25] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/118.

[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/119.

[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/119-120.

[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/120-125.

[29] Subh'ul-Aşa, cilt: 4. sh: 250

[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/125-128.

[31] AbdUlvehhab Neccar, Kisas'ul-Enbiya, sh: 105, vd.

[32] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/129-133.

[33] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/134-135.

[34] Abdulvehhab Neccar, Kısas'ul-Enbiya, sh: 24, vd

[35] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/135-137.

[36] Abdulvehhab Neccar, Kısas'ul-Enbiya, sh; 24, vd

[37] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/137-139.

[38] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 11, sh; 120 vd

[39] Kurtubi, Ahkâm'ul-Kur'an, cilt: 11, sh: 126, vd.

[40] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 11, sh: 127, vd

[41] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/139-147.

[42] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/149.

[43] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/150-153.

[44] Alusi, Ruh'ul-Meanî, cilt: 16, sh: 122.

[45] Kadı Beyzavi, Mecma'ut-Tefasir, cilt: 4, sh: 178-179

[46] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/153-167.

[47] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/169.

[48] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/170-179.

[49] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/181.

[50] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/182-185.