Peygamberlerin Bıraktığı Mal Miras Mıdır?
Hz. Cebrail'in Meryem'e Söyledikleri
Hz. Meryem Gebe Kaldığında Kaç Yaşında İdi?
Hz. İsa Ana Rahminde Ne Kadar Durdu?
Meryem'in Kardeşi Harun Kimdir?
Kâfirin İmana Gelmesi İçin Dua Etmek Caizdir
Allah, Musa'ya Nasıl Seslendi?
İlk Terzi, İlk Yazar, İlk Astronom Ve İlk Silah Mucidi
Kızın Çocukları Zürriyete Girer Mi?
Herkes Şeytanı Île Haşr Olunur
Bu sure 98 veya 99 ayet olup Hicret'ten önce Mekke Dönemi'n-de nazil olmuştur. Bazı tefsircilere göre 58. ayeti, bazılarına göre de 71. ayeti Hicret'ten sonra Medine'de nazil olmuştur. Bu sure, birçok bahislerle beraber özellikle Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem' den ve oğlu Hz. İsa'yı dünyaya getirmesinden bahsetmesi sebebiyle Meryem Suresi adını almıştır,
Bu sure 780 kelime, 3700 harften müteşekkildir. Bu surenin en meşhur ismi Meryem Suresi'dir. Bazıları bu sureye «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad» ismini vermişlerdir.
Tabarani, Ebu Meryem el-Gassani'nin dedesinden gelen bir rivayeti şöyle naklediyor:
«Ben Allah'ın Rasûlü'ne vardım: «Ey Allah'ın Rasûlü! Bu gece bir kız çocuğum oldu» dedim. Hz. Peygamber: «Bu gece benim üzerime de Meryem Suresi inmiştir» buyurdu.»
Bu rivayete bakılırsa bu ismi bu sureye Hz. Peygamber vermiştir. Bu sure Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. Bunu Ayşe validemizden, İbn Abbas ve İbn Zübeyr'den böyle rivayet etmişlerdir. Mukatil de «Bu sure Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. Ancak 58. ayet müstesnadır» demiştir. Bu surenin 98 ayet olduğu hususu Irak ve Şamlılar'dan naklediliyor. Mekkeliler'e göre 99 ayettir. Medıneliler'in sayımına göre iki görüş ortaya çıkmıştır. 98 veya 99 ayet olduğunu söyleyenler vardır.[1]
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1- Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad
2- Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini yâdet-mesidir.
3- Hani o gizli bir seslenişle Rabbine nida etmişti.
4- Demişti ki: «Ey Rabbim! Kemiklerim yıprandı. Başımı aklar kapladı. Rabbim sana dua etmekle hiçbir zaman bedbaht olmadım».
5- «Kuşkusuz ki ben ardımdan yerime geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir yardımcı ver».
6- «Bana da, Yakub hanedanına da varis olsun. Rabbim onu rızana mazhar kıl».
7- (Allah dedi ki): «Ey Zekeriyya! Biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeleriz. Daha önce kimseyi ona adaş yapmadık».
8- (Zekeriyya): «Ey Rabbim! Karım kısır iken, ben de ihtiyarlığın son basamağına ulaşmışken benim nasıl bir oğlum olabilir?»
9- (Melek) «İşte öyledir». (Lâkin) Rabbin buyurdu: «O bana kolaydır. Daha önce sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım» dedi.
10- (Zekeriyya): «Ey Rabbim! Bana (oğlum olacağına dair) bir alâmet ver» dedi. (Allah): «Senin alâmetin, sapasağlam Fc olduğun halde üç gece (ve gündüz) kimseyle konuşmamalıdır» buyurdu.
11- Bunun üzerine (Zekeriyya) mâbedden kavminin karşısına çıkarak onlara; «Sabah-akşam teşbih edin» diye işaret etti. [2]
(1) «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad...» Bu Ayetin Tefsiri
Rivayet olunduğuna göre, bu ayet Kelbî'ye sorulduğunda, o şu hadisi rivayet etmiştir: «Allah kâfidir, hidayet edicidir. Alimdir, doğru söyleyendir».
İbn Abbas'tan gelen rivayet pek değişiktir. Bu rivayette «Kaf» kelimesi «kerim» isminin «fce/»idir. «Ha», «Hadi» isminin «tosı-dır. «He», «Hakim» isminin «He»sidir. «Ayn», «alim» isminin >. «Sad», «sadık»m «sadrıdır.
Başka bir rivayette ayet «O büyüktür, hidayet edicidir, emindir, azizdir ve doğru söyleyendir» şeklinde tefsir edilmiştir.. Başka bir rivayette İbn Abbas «Bu Allah tarafından yapılan bir and içmedir, bir kasemdir. Ve Kaf, Ha, Yat Ayn, Sad Allah'ın isimlerin-dendir» derken, yine başka bir rivayette «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad ve Ha, Mim ve Ya, Sin ve benzerleri Allah'ın en büyük isimleridirler. İsmi azamdırlar» demiştir.
Osman bin Said ed-Darimi'nin, Hz. Ali'den «Ey Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad! Beni affet» şeklindeki rivayeti de bu görüşü tekid etmektedir.
îbn Ebi Hatini'in İbn Mesud ve diğer sahabelerden naklettiğine göre, Kaf, Ha, Ya, Ayn ve Sad hece harfleridir. «Kaf» «Mülk» kelimesinden, «Ha», «Allah» kelimesinden, «Ya» ve «Ayn», «el-Aziz» kelimesinden, «Sad», «el-Musawir» kelimesinden alınmıştır.
Bunun benzeri Muhammed bin Kâb'dan da rivayet edilmiştir. Ancak bu zat «ya»yı zikretmemiş, «Sad, «Samed» kelimesin-dendir» demiştir.
Bazıları Abdurrezzak'ın Katade'den rivayet ettiği hadise dayanarak «Bu Kur'an'ın isimlerinden birisidir» demişlerdir. Bazıları da «Bu, surenin ismidir» demişlerdir ve bir cemaat da bu görüşe katılmıştır. Bazıları da sayılar gibi serdedilen harfler oldu-ğunu söylemişlerdir.
Bazıları ise «Bunun hakikatini bilmek gaybın bilicisi olan Allah'a aittir» demişlerdir ki en doğrusu da budur. (Bu harflerle ilgili bahis Bakara Suresi'nin başında mufassal bir şekilde geçmiştir. Oraya müracaat edilebilir).
Bu ayet üzerinde Kurtubî şunları zikrediyor:
«Bedir Savaşı olduğunda ve orada Allah tarafından kâfirlerin ileri gelenleri Öldürüldüğünde Kureyş kâfirleri şunları söylediler: «Sizin intikamınız Habeşistan arazisindedir. Necaşi'ye hediye ile bizden akıllı iki kişiyi gönderelim. Onları geri getirip Be-dir'de öldürülen insanlarımızın yerine onları öldürelim».
Bunun üzerine Kureyş kâfirleri Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rabia'yı elçi olarak gönderdiler. Hz. Peygamber'in kulağına bu hadise geldiğinde o da elçi olarak Amr bin ümeyye ed-Demri'yi gönderdi ve Necaşi'ye bir mektup yazdı. Amr, Necasi'nin huzuruna vardı. Allah Rasûlü'nün mektubunu okuduktan sonra Neca-şi, Cafer bin Ebi Talib ile diğer muhacirleri huzuruna çağırdı.
Rahipler ve kumandanlarını da biraraya getirdi. Sonra Cafer'e bunlar için Kur'an okumasını emretti. Cafer, Meryem Suresi'ni «Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sadn diye okumaya başladığında cemaatta bulunanlar gözleri yaşlı olarak ayrıldılar. İşte «Andolsun, sevgi yönünden onların iman edenlere en yakınları, «Biz hıristiyanlarız» diyenlerdir» ayeti onlar hakkında nazil oldu (Bunu Ebu Davud zikretmiştir).
Siyerde geldiğine göre Necaşi, Hz. Cafer'e sordu: «Senin yanında Allah'tan gelen vahiyden herhangi bir şey var mı?» (Yani ezberinde bir şey bulunuyor mu?) dedi. Hz. Cafer «vardır» dedi. Necaşi «Bana onu oku» deyince Hz. Cafer; «Kaf, Ha, Ya, Ayn Sad» diye başlayan sureyi okudu. Necaşi sakalı ıslanacak derecede ağladı. Onun kumandanları da Kur'an'ın azameti Önünde sakallarım ıslatacak derecede ağladılar. Necaşi «Bu Kur'an ile Hz. Musa'nın getirdiği Tevrat bir tek yerden çıkıyorlar. Ey Kureyş'in iki elçisi! Gidin. Allah'a yemin ederim, onları hiçbir zaman size teslim etmeyeceğim» dedi.
(2) «Bu, Rabbinin...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayette bahsi geçen Hz. Zekeriyya, Hz. Süleyman'ın torun-Ianndandir. Hakim, îbn Mesud'dan rivayet ve tashih ederek şöyle dedi: «Zekeriyya, İsrailoğulları'nın en son peygamberidir. Azer'in, Müslim'in oğludur ve Hz. Yakub'un soyundan gelmekte-
îshak bin Bişr ve tbn Asakir, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyorlar: «Zekeriyya'mn babası Dan'dtr. Dan da Beytulmak&is' te vahy yazan peygamberlerin evlatlartndandrr».
îmam Ahmed ile Ebu Ya'la, Ebu Hüreyre'den merfu olarak şöyle rivayet ederler: «Hz. Zekeriyya marangozdu».
Ayetin mânâsı; «Allah rahmetini Zekeriyya kulunu hatırlata-. cak derecede kıldı veya Allah kuluna rahmetini hatırlattı» şeklindedir. Yani kul onun rahmetini hatırlatacak duruma getirildi. Veya ayetin tevili şöyledir: «Kur'an insanlara Allah'ın kuluna rahmet ettiğini hatırlattı».
(3-5) «Hani o gizli bir...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu ayet tıpkı «Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz o, haddi aşanları sevmez» (A'raf: 55) ayeti gibidir.
Ayetin metnindeki «Nadan fiili dua ve rağbet mânâsına gelen «nida» kökünden alınmıştır. Yani Hz. Zekeriyya mihrabda iken bu dua ile niyazda bulunmuştur. Nitekim o mihrabda namaz kılmakta iken melekler kendisine şöyle seslenir: «Allah sana Yahya'yı müjdeler. O Allah'tan olan kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan efendi, iffetli ve saühlerden bir peygamberdir». (Al-i îmran: 39)
Bu ayet duanın da namaz içinde olduğunu ve kabulün de yine namaz içinde olduğunu ^ortaya koymaktadır. Hz. Zekeriyya' nın bu duayı gizlemesi konusunda ihtilaf vardır. .
Bazüan «Kavminden gizledi ki bu yaşta, bu ihtiyarlık döneminde çocuk istedi» diye kendisini kınamasınlar. Ayrıca çocuk istemek dünyevi bir işti. Bu sebeple Allah'tan gizlice istemiştir. Eğer Allah duasını kabul ederse zaten hedefine varmıştır, eğer vermezse hiç olmazsa kimse bunu bilmez diye gizlice dua etmiştir» demişlerdir. Bazı kimseler «Allah'tan başka hiç kimsenin muttali olmadığı bir tarzda, duasını ihlash olarak yaptı demektir»; bazıları da «Gizli ameller riyadan daha uşak ve diğer amellerden daha efdal olduğundan dolayı Hz. Zekeriyya bu duayı gizlice yaptı» dediler. Bazıları ise «Kavminden gizleyerek bu duayı geceya-rısı yaptı» dediler.
A'raf Suresi'nde «Duanın gizlisi daha mustehabtır» şeklinde ifadeler geçmişti. Bu ayet te bunu kesinlikle ortaya koymaktadır. Çünkü Cenab-i Hak bu gizli dua sebebiyle Zekeriyya*yı övmektedir. Zaten Peygamberimiz «Zikrin en hayırlısı gizli olanı, rızkın en hayırlısı kâfi gelenidir» demişlerdir.
Bazıları da «Gizlice dua etmesi sesinin yaşlılığı sebebiyle zayıf olmasındandır» dediler. Hz. Zekeriyya bu duayı yaparken ba-zı rivayetlere göre 60, bazılarına göre 65, bazılarına göre 70, bâzılarına göre 75, bazılarına göre 80, bazılarına göre 85, bazılarına göre 90, bazılarına göre 99 ve bazılarına göre de 120 yaşındaydı. Fakat bu en son görüş ileride bahsi geçecek sebebe en uygun olanıdır.
«Kemiklerim yıprandı» dedi. Çünkü kemik bedenin direği sayılır. Beden ona dayanmaktadır. Kemiğe bir zafiyet ve gevşeklik isabet ettiği takdirde diğer azalara da bu sirayet eder. Böylece kuvvetten düşülmüş olur.
Hz. Zekeriyya'nın «Baş bembeyaz alev aldı» sözünden maksat, yaşlılık dolayısıyla saçının ağarmış olmasını, ateşin alevlenmesine benzetmesindendir. Böylece artık kendisinden çocuk olmayacak kadar yaşlandığını hatırlatmaktadır.
«Ey Rabbim! Sana dua etmekle hiçbir zaman bedbaht olmadım» cümlesinden maksat, sana her dua ettiğimde duamı kabul ettin. Beni mahrum bırakmadın, demektir. Bu ayet Allah'ın kereminin büyüklüğüne sığınmak ve onu vesile kılmak hükmünü getiriyor.
Hikâye ediliyor ki Hatemi Tai'ye (bazı rivayetlerde Muan Bin Zaid) muhtaç bir kimse gelerek bir şeyler istedi ve «Ben o kimseyim ki daha önce bana ihsanda bulunmuştun» dedi. Hatemi Ta-î'de; «Bizim vasıtamızla bize tevessül edene merhaba» dedi ve ona ihtiyacını verdi.
Bazılarına göre ayetin mânası, «Beni taate çağırmanda hiç şekavet sıfatına bürümnedim. Daima sana itaat ve ihlasla ibadet eden kimselerden oldum» şeklindedir. (Bu, İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir). [3]
Rivayet ediliyor ki Hz. Musa bir gün duasında «EyRabbimh dedi. Cenab-ı Hak da ona «Ey Musa, lebbeyk» diye cevap verdi. Hz. Musa: «Bu sadece benim için midir, yoksa umumi midir?» diye sorunca Cenab-ı Hak: «Bu umumidir. Rablığım ile beni çağıran- herkese böyle derim» buyurdu.
Bazı kimseler de «Kul duasının kabul olmasını istediği zaman o duaya Allah'ın isim ve sıfatlarından en münasip düşenleri getirsin» demişlerdir.
5. ayette geçen «Mevali» kelimesi kişinin yakınları demektir. Nitekim bu durumu İbn Abbas ve Mücahid bu şekilde belirtmişlerdir. Esamm'dan gelen bir rivayete göre «amcazadeleri» demek, tir. Çünkü nesepte (soy bakımından) ona en yakın olan bunlardır.
Bazıları «Onun işine bakan mutlak akrabathn burada kastedilmîştir» dediler. O rivayetlere göre tsrailogullan'nın en şerlileri idiler. Hz. Zekeriyya onların kendi yerine geçtiklerinde iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyordu.
«Karım da kısırdır»; yani gençliğinden bugüne (yani ihtiyarlığına) kadar doğurmamıştır.
«Tarafından bana bir veli (yardımcı) ver»; yani katıksız ve geniş fazlından, her şeyi kapsamakta olan kudretinden adi sebepler araya girmeksizin senden bir varis diliyorum. Ayetin sonundaki «Veliyyen» kelimesi zahire göre kişinin sulbünden gelen «erkek evlat» demektir. Al-i İmran Suresi'nde Hz. Zekeriyya'nın «Ya. rab! Katından bana tayyib bir hürriyet ver» şeklindeki sözü de tekid etmektedir. [4]
(6) «Bana da, Yakub hanedanına da varis...»Bu Ayetin Tefsiri
Bu cümle daha Önceki ayette geçen «Veliyyen» kelimesinin sıfatı olur. Yani öyle bir veli ki hem bana hem de Yakub hanedanına varis olsun. Yakub'tan maksat Süddi'nin tefsirine göre İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub'tur. Çünkü Hz. Zekeriyya, Harun1 un çocuklanndandır. Harun da Lavi bin Yakub'un çocuklarından-dır. Aynı zamanda Zekeriyya, İmran'ın kızı ve Hz. İsa'nın annesi Meryem'in kızkardeşiyle evliydi. Onun hanımı da Süleyman bir. Davud'un zürriyetinden gelir. Hz. Davud, Yakub oğlu Yahud'ur evladıdır.
Kelbi ve Mukatil; «Bu Yakub, Musa'nın oğlu Yakub'tur. Meryem'in babası İmran'ın kardeşidir» demişlerdir. Bazıları «Bu Yakub, Hz. Zekeriyya'nın kardeşiydi» dediler. Verasetten maksat ilimdir. Yani benden de, Al-i Yakub'tan da ilmi miras olarak alsın!
Kelbi der ki: «Musa'nın oğullan tsrailoğullan'mn krallarıydı. Zekeriyya da hahamların başıydı. Zekeriyya kendisine verilen varisin alimliği kendisinden, krallığı da Musa oğullarından miras olarak almasını kastediyordu. Böylece miras, değişik mânâlara gelmiş oluyor. Yani Hz. Zekeriyya'dan olan miras ilim mirasıdır. Ali Yakub'tan gelen miras ise kraliyet ve hakimiyet mirasıdır».
Bazıları birinci mirasın peygamberlik mirası, ikincisinin de krallık mirası olduğunu söylemişlerdir.
«Onu rızana mazhar toZ»; yani katında söz ve fiil bakımından da makbul veya razı olunmuş kıl. Yani onu ameli salihte muvaffak kıl. Hz. Zekeriyya sanki çocuğun alim ve amil olmasını talep etmektedir.
Veya onu kullarının arasında peşinden gidilir bir Önder kıl.
Sekkaki «Bu iki cümlenin de müste'nife cümlesi» olduğu görüşünü tercih etmiştir. Çünkü bu iki cümle (daha önce söylediğimiz gibi) «veli» kelimesinin sıfatı olursa, o vakit Hz. Zekeriyya'nın istediği nitelikte bir evlat kendisine verilmemiştir. Çünkü Hz. Yahya onun öldürülmesinden önce öldürülmüştür.
Fakat Keşf sahibi bu görüşü reddeder. Ona göre rivayetler birbiriyle çelişmektedir ve rivayetlerin çoğu Hz. Zekeriyya'mn Hz. Yahya'dan önce öldürüldüğü görüşünü desteklemektedir.
Ayrıca Enbiya Suresi'nde geçen «onun duasını kabul ettik» ayeti Hz. Zkeriyya'nın her isteğinin kendisine verildiği mânâsını ortaya koymaktadır. Bu ayetin zahiriyle Hz. Yahya'nın Hz. Zekeriyya'dan Önce helak olduğu şeklindeki rivayetin zayıf olduğuna dair delil getirilebilir.
Bazıları, «Burada veraset ilim veraseti ise o vakit Hz. Yahya' nm babasından önce öldürülmüş olması duanın kabul edilmemesine delâlet etmez» derler. Çünkü o babasından ilmi almış ve etkileri uzun zaman devam edecek şekilde onu başkalarına aktarmıştır. Fakat maruf olan şudur ki varis, mirası bırakandan sonra yaşar. [5]
Şülere göre, mal peygamberlerden miras olarak kalır. Çünkü veraset kelimesinin hakiki mânâsı mal verasetini bırakmaktır. Bu ayette de hakiki mânâdan mecaza, insanı zorlayan bir gereklilik yoktur.
Celaleddin Suyuti, «Ed->Durr'uLMensur» adlı kitabında tbn Ab. bas, Mücahid, İkrime ve Ebu Salih'ten bu ayetin mânâsını «Benim malıma mirasçı olsun» şeklinde rivayet etmiştir.
Abdurrezzak, Abd bin Humeyd, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim'in Hasan Basri'den rivayet ettiklerine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Allah kardeşim Zekeriyya'ya rahmet etsin. Vereselerden gelen bir mesuliyet onun üzerinde değildir». Yani geride bıraktığı malda mirasçıların tasarrufundan gelen mesuliyet ona ait değildir.
Başka bir rivayette «Malına mirasçı olan kimselerden sorumlu değildir» şeklinde gelmiştir.
Bazıları «Verasetin malda olması zahirdir. Ondan kaçıp da burada peygamberlik miraslığına hamletmek manasızdır. Çünkü Cenab-ı Hak «Onu razı kıl» diyor. İlmi verasete de hamletmek car iz değildir. Çünkü ilim kesbidir. Burada miras olarak kalan, kesb-siz hasıl olmuştur» dediler.
Ehl-i sünnetin mezhebi şudur: Bütün peygamberler ne kimseden miras olarak mal alırlar, ne de kimse onlardan miras olarak mal alabilir. Çünkü ehli-i sünnet nezdınde bu hususta gelen haberler sahih bulunmuşlardır. Hatta bu Şüler'den de böyle gelmiştir. Nitekim Kuleyni «EUKâfi» isimli kitabında Ebu'l-Buhteri'den, Ebu Abdullah Cafer-i Sadık'tan şunu rivayet ediyor: «Alimler peygam. herlerin varisleridir.» Bunun mânâsı, peygamberlerin ne dinar ne de dirhem olarak miras bırakmamalarıdır. Ancak alimler onların hadislerinden bazılarını miras olarak almışlardır. Kim bu hadislerinden birine yapışırsa o dolgun bir paya sahip olmuş demektir.
(7) «(Allah dedi ki:) Ey Zekeriyya! Biz sana,..» Bu Ayetin Tefsiri
Meşhur olan görüşe göre bu söz Hz. Zekeriyya'nın duasının hemen akabinde olmuştur. Zira müjde ile doğum arasında ancak birkaç ay vardır. Bazıları «Doğum duadan kırk sene sonra olmuştur», bazıları «Altmış sene sonra» demişlerdir. Fakat bu iki görüş de zayıftır. Çünkü dayandıkları bir delil yoktur. Doğacak çocuğun ismini tayin etmekte sözün tekidi ve o çocuğun şerefi bahis konusudur. Ayetin metnindeki «Semiyyen» kelimesi «isimde ona bir ortak kılmayacağız» demektir. Zira «Yahya» ismini daha önce kimse almamıştır. Nitekim bu durum Katade, Süddi, İbn Abbas ve îbn Eslem'den rivayet edilmiştir. Bu Hz. Yahya'ya daha fazla şeref vermek ve Allah tarafından onu tazim etmektir. Zemahseri'nin dediği gibi bu ayet, insanların kullanmadıkları nadir ve güzel mânaya delâlet eden isimlerin kullanılmasının daha uygun olacagına delildir. Araplar isimleri seçerken bu durumu gözönünde bulundururlardı.
îmam Ahmed «Zühd»de, İbn'ul-Munzir ve bazı tefsirciler Mü-cahid'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Semiyyen» kelimesi benzer manasınadır (Ata ve Ibn Cübeyr'den de bunun benzen rivayet edilmiştir). Yani onun gibi bir benzer kılmadık. Zira o Allah'a isyan etmediği gibi isyana arzu da belirtmemiştir. Nitekim İmam Ahmed, Hakim Tirmizi, Hakim ve îbn Merduveyh, İbn Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir; «Ademoğulları'ndan hiç kimse yoktur ki hata etmesin veya hataya niyetlenmesin. Ancak Zekeriyya oğlu Yahya bu durumdan müstesnadır. Çünkü o ne hata işledi, ne de hataya niyetlendi».
Bu hususta birçok rivayet varid olmuştur.
Hz. Yahya'ya bu ismin verilmesi onun yaşayacağına işarettir ve bu da hayrı tefaul etmektir. Bunun için değişik yörelerde çocukları olup ta yaşamayan veya hiç çocuğu olmayan kimseler onlara buna işaret edecek isimler verirler. Mesela Dursun ismini verirler. Aişe ismini veya Yahya ismini verirler. Bu isim Hz. Ze-keriyya'nın istediği şekilde Kz. Yahya'ma ona mirasçı olacağına işarettir.
Bazıları; «Bu ismi annesinin rahmi kendisiyle canlandığından ötürü almıştır» derken bazıları da; «İhtiyar bir baba ile ihtiyar bir anneden geldiği ve dirilik manasım ifade ettiğinden dolayı bu ismi almıştır» demiştir.
Bazılarına göre o, hikmet ve namus ile dirildiğinden ötürü bu ismi almıştır. Bazılarına göre halkı irşad etmekle diri kalacağından ötürü bu ismi almıştır; Bazıları ise «Şehit olacağı için kendisine bu isim verilmiştir. Çünkü şehitler diridirler» demiş, lerdir.
Bütün bunlar ihtimallerdir. Hakikatini Allah daha iyi bilir.
(8) «(Zekeriyya): Ey Rabbim! Karım...»Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin metnindeki «Atiyyen» kelimesi kurumuş mafsal veiliği kalmamış kemik demektir. Rağıb «Müfredatıma^ «Atiyyen,Sİ ıslahı ve tedavisi mümkün olmayan bir durum demektir» der. Yani Hz. Zekeriyya «Ben ıslah edilmeyecek bir yaşa gelmişim. Hanımım da ihtiyar ve kısır olduğu halde bize nasıl bir evlat vereceksin. Nereden gelecek bu evlat?» diyor. Ve bunu Cenab-ı Hakk'a niyaz etmek suretiyle arzediyor.
(9) «İşte öyledir, dedi...» Bu Ayetin Tefsiri
Birinci «kâlearân yani fiilin faili, Hz. Zekeriyya'ya gelen melektir. Yani melek «iş sana söylenildiği gibidir» dedi ve devamla «Senin Rabbin dedi ki: Bu benim için kolaydır.» Yani ihtiyar bir baba ile ihtiyar bir anneden çocuk doğurup dünyaya getirmek benim için kolaydır. Yahya'dan önce seni halkettim. Oysa sen hiç-bir şeydin; yani mevcut değildin. Cenab-ı Hak seni yokken, hiç mevcut olmadığın halde seni mevcut kılması gibi Yahya'yı da yaratmaya muktedirdir.
(10) «(Zekeriyya): Ey RabUm...» ıBu Ayetin Tefsiri
Yani Hz. Zekeriyya meleğin kendisine çocuk müjdesini vermeşinden ve Cenaba Hakk'm «Sen yokken seni varettim» demesinden sonra mutmain olmak için bir alâmet istemiştir. Yani «Bir alâmet kılmak suretiyle bu bahşettiğin nimeti tamamla» demek istemiştir»
Bazıları «Bu müjdenin şeytandan değil de Allah'tan olduğuna dair bir alâmet istedi» demişlerdir. Çünkü İblis ona bu vehmi vermişti. (Bu tefsir Dahhak'tan rivayet edilmiştir). Süddi de böyle demiştir. Fakat burada dikkat edilecek bir nokta vardır: Çünkü Cenab-ı Hak «melekler ona seslendiler» diye haber vermiştir. Bu durum Al-i îmran Suresi'nde geçmişti. Oraya müracaat edilebilir.
Ebu Zeyd'den şöyle rivayet ediliyor: «Hz. Zekeriyya'nın hanımı gebe kaldığında Tevrat'ı okumasına rağmen hiç kimse ile konuşamaz hale geldi. Herhangi bir kimseyi çağırmak istese buna gücü yetmiyordu. Bu durum üç gün üç gece devam etti».
Ayetin sonundaki «seviyyen» kelimesi «Tukellime» fiilindeki zamire haldir; çünkü Hz. Zekeriyya'nın konuşamaması mucize tarikiyle olmuştur. Yoksa onun dilinde herhangi bir hastalık yoktu. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «Seviyyen» kelimesi «geceler» kelimesine aittir. Yani o geceler tam ve eşittirler.
(11) «Bunun üzerine (Zekeriyya)...»Bu Ayetin Tefsin
Bu ayetteki «mihrab» kelimesi namazın kılındığı yer demektir. (Bu görüş İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir). Veya buradaki mihrab, oda demektir. Tabersî'nin dediği gibi mihrabın esas mânâsı eşrafın meclisi demektir. Zira eşrafı korumak için kimse oraya yaklaştırılmaz. İbadet yerine de mihrab denilir. Çünkü ibadet eden insan tıpkı orada şeytanla savaşan bir kimse gibidir. [6]
Bugün camilerde mihrab diye bilinen yer, Rasûlullah döne-minde yoktu. Sonradan icat edilmiştir. İmam Celaleddin Suyu-ti, bugün mescidlerde bulunan mihrabın bid'at olduğuna dair bir risale dahi yazmıştır.
Rivayet edildiğine göre, bir kavim mihrabın arkasında durmuş, içeri girmek ve namaz kılmak için kapının açılmasını bekliyordu. Onlar bu halde iken yanlarına beti benzi uçmuş bir vaziyette Hz. Zekeriyya geldi. «Ne oldu sana?» dediler. İşte o zaman Yahya onlara: «Sabah ve akşam Allah'ı teşbih edin» diye imada bulundu. (Bu durum Katade, İbn Münebbih ve Kelbi'den böyle rivayet edilmiştir. Aynı zamanda Mücahid'den gelen iki rivayetten birisi de budur).
Başka bir ayette «İlla ramzen» denilmesinden de bu anlaşılıyor. İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Zekeriyya parmaklarıyla toprağa «Sabah-akşam Allah'ı teşbih edin» ibaresini yazdı. Onlar da bunu okudular. Bu rivayet aynı zamanda Mücahid'den de gelmiştir. Fakat Mücahid'de «Toprak üzerine yazdı» ibaresi vardır.
İkrime «Bu ibareyi bir kâğıt üzerine yazdı» diyor. Çünkü Arap lügatinde vahy, yazmak mânâsına da gelir.
«Tahrir ve Tahbir» sahibi şunları söylüyor: «Hz. Zekeriyya onlara sabah ve akşam teşbih edin, dedi. Zira âdet şudur: Kişi kendisinde acaip bir durum görürse veya gördüğü acaiplikte garip bir sanatı, garip bir hikmeti müşahede ederse «Subhanallah» der. Hz. Zekeriyya da ihtiyar bir kişi ile kısır bir kadından bir çocuğun meydana geldiğini görünce hayret içinde kaldı, teşbihte bulundu ve halkın da teşbih etmesini istedi».
Bu ayetteki «tesbih»ten maksat namazdır. İbn Ebi Hatim, Ebu'l-Aliye'den rivayet ediyor: «Burada sabah ve ikindi namazı kastedilmiştir».
Bazı alimler «Teşbih burada Allah'ı eksikliklerden uzaklaştırmak demektir» demişlerdir. [7]
12- «Ey Yahya! Kitab'ı (Tevrat'ı) kuvvetle tut» (dedik) ve daha çocuk iken ona hikmet verdik.
13- Katımızdan ona bir rahmet ve temizlik verdik. O (günahlardan) çok sakınan bir kimseydi.
14- Ana-babasına çok iyilik ederdi. O isyankâr bir zorba değildi.
15- Doğduğu günde, öleceği günde ve diri olarak (kabrinden) kaldırılacağı günde ona selâm olsun!
16- (Ey Muhammedi) Kitapta, Meryem'i de zikret. Hani o ailesinden ayrılarak (Kudüs'ün) doğu tarafında bir yere çekilmişti.
17- (Meryem) onlardan yana bir perde çekmişti. Biz de ona ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik. O da ona tam bir beşer şeklinde göründü.
18- (Meryem): «Ben senden, çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan korkan bir kimse isen (bana dokunma)» dedi.
19- (Ruh): «Ben sadece sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlayayım diye (gönderilmiş) Rabbinin bir elçisiyim» dedi.
20- (Meryem): «Bana bir erkek dokunmadığı ve iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl bir çocuğum olabilir?» dedi.
21- (Ruh): «İşte öyledir» dedi. Rabbin buyurdu: «O bana kolaydır. Biz onu insanlara bir delil ve tarafımızdan bir rahmet kılmak için (bunu yapacağız). Bu karara bağlanmış bir iş idi».
22- Böylece (Meryem) ona gebe kaldı. Bunun üzerine onunla (ailesinden) uzak bir yere çekildi.
23- Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunmaya sürükledi. (Meryem): «Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim» dedi.
24- Altından bir ses ona şöyle seslendi: «Tasalanma! Rabbin senin alt tarafında bir su arkı meydana getirdi».
25- «Hurma dalını kendine doğru silkele de üzerine olgun ve taze hurma dökülsün».[8]
(12) «Ey Yahya!.....Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin metnindeki «eLKitab» ya Tevrat veya Hz. Yahya'ya Özel olarak gönderilen bir kitap veya Hz. ibrahim'in sahifeleri yahut da Cenab-ı Hakk'in bütün kitapları demektir. Böylece anlaşılıyor ki İbn Atiyye'nin «Burada Kitap ile kastedilen Tevrat' tır, başka bir şey değildir» şeklindeki iddiası zayıftır.
Ebu Nuaym, İbn Merduveyh ve Deylemi, îbn Abbas kanalıyla Allah'ın Rasûlü'nden şöyle rivayet ederler: «Allah ona (yani Yahya'ya) yedi yaşında olmasına rağmen anlayış ve ibadet zevkini vermiştir».
İbn Abbas'tan merfu olarak başka bir rivayet daha gelmiştir:. Çocuklar Hz, Yahya'ya: «Gel, bizimle oyna» dediler. Yahya onlara sordu: «Biz oyun için mi yaradilmışız? Gidin, namaz kılın)), îşte «Ona çocuk iken hikmet verdik» cümlesinin mânâsı budur.
Zahire bakılırsa burada hüküm «hikmet» demektir. Bazıları «akıl» mânâsına geldiğini bazıları «hizmet edeplerini bilmek», bazıları «Doğru olan feraset», bazıları ise «peygamberlik» demek olduğunu söylemişlerdir. Bu sonuncusu birçok alimin paylaştığı bir görüştür.
Ona nübüvvet yedi yaşında iken veya iki veya üç yaşında iken verildi. Fakat peygamberlerin çoğuna, kırk yaşına gelmezden önce peygamberlik verilmemiştir.
(13-15) «Katımızdan ona bir rahmet ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Hanan» kelimesi rahmet manasınadır. Nitekim Cenab-i Hak hakkında bu mânâ ile «el-Hannan» ism-i celili kullanılmıştır. Rahmet mânâsına olduğunu Hasan Basri, Katade, Dahhak, İkrime ve Ferra söylemişlerdir. Ebu Ubeyde «İbn Abbas'tan da böyle bir rivayet vardır» demektedir.
Ayetin metninde geçen «Zekâien» kelimesi bereket demek-tir. Nitekim İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan böyle rivayet etmektedir. Hz. Yahya'ya bereketin verilmesinin mânâsı onun mübarek, yararlı ve hayrın öğreticisi kılınmasıdır. Bazıları «Burada zekât bilinen sadakadır ve Hz. Yahya'nın vermekte olduğu sadakalar kastedilmektedir» derler. Yani halka sadaka olarak verilecek şeyleri kendisine verdik.
Zeccac, «Zekât kelimesi günahlardan tertemiz olmak anlamındadır» demiştir.
Ayetin metnindeki «Takiyyen» kelimesi itaatkâr, günahlardan uzak duran demektir. Birçok hadiste Hz .Yahya'nın günah işlemediği gibi herhangi bir günaha teşebbüs de etmediği belirtilmiştir.
Yahya Allah'tan daima, korkardı. Eğer onun gözü üzerine katran, zift dahi konulmuş olsaydı gözyaşları onu delerdi. Gözyaşları onun mübarek yüzünde bir çukur yapmıştı.
Ayetin metnindeki «Berren» kelimesi çokça ihsan etmek de-mektir. Yani anne ve babasına karşı çokça ikram ediyordu.
«Cebbaren» kelimesi mutekebbir, hakkı kabul etmekten kaçman, hakka baş eğmeyen veya kendisini halktan daha büyük gören demektir.
Bazılarına göre, «Cebbar» hiç kimsenin kendisinde bir hakkı olmadığı düşüncesinde olan kişi demektir. İbn Abbas, «Cebbar o kimsedir ki öfke anında vurur ve öldürür» demiştir.
«Asiyyen» kelimesi Allah'ın emrine muhalefet eden demektir. Bazıları «Anne ve babasına karşı gelen» anlamına geldiğini de söylemişlerdir.
Taberî'nin görüşüne göre, «Selâm» kelimesi Allah'tan emin olmak demektir. Yani doğduğu günde onun üzerine selâm vardır. İnsanoğulları'nın şeytandan aldığı yaralan almamıştır. Öldüğü günde de üzerinde selâm vardır. Çünkü dünyadan ayrılmak vahşeti onun için daha kolaylaştırılmıştır. Kabir azabından da emindir. Ve dipdiri olarak haşredileceği günde de onun üzerine selâm vardır. Yani Kıyamet'in şiddetinden, ateşin adabından emindir.
Bu ayet-i celile hasrın ruhani değil cismani olduğuna işaret etmektedir.
(16-18) «Kitapta Meryem'i de zikret. Hani o...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu ayetler Hz. İsa'nın muhterem validesi olan Hz. Meryem hakkında gelen ayetlerdir. Bu ayetler, Hz. Yahya bahsinde geçen ayetlerden başka bir konuyu işlemektedir. Burada muhatab Hz. Peygamberdir. Cenab-ı Hak önce Hz. Zekeriyya ile Hz. Yahya' nin, sonra da Hz. Meryem'in kıssasını anmasını ona emretmiştir.
«EUKitab» kelimesi ile kastedilen, bu sure-i celiledir. Bütün Kur'an değüdir. Çünkü bu sure Hz. Zekeriyya'nın kıssasıyla başlamış, Hz, Meryem'in kıssası onun akabinde gelmiş ve böylece diğer peygamberlerin kıssaları da zikredilmiştir. Yani bu surede Hz. Meryem'in kıssasını halka söyle!
Meryem aile efradından uzaklaştı. Beytulmakdis'in doğuya düşen bir mekânına vardı (Veya evinden uzaklaştı ki bütün vaktini ibadete sarfetsin). Bazı görüşlere göre Hz. Meryem hayızdan temizlenmek için bir duvara (veya bir dağa) sığınarak yüksek bir yere oturdu veya bir elbise ile perde yaparak yüksek bir yere çıktı.
İbn Ebi Hatim, îbn Abbas'tan şöyle rivayet etmektedir: «EhH kitab üzerine de Kâbe-i Muazzama'ya gitmek ve haccetmek farz kıhndt. Onlan Kabe'ye gitmekten çeviren, Cenab-ı Hakk'ın bu ayetidir ve bunun için de onlar güneşin doğuş noktasına doğru durur, namazlarını eda ederler. Yani ibadetlerini yapar, istav. roz çıkarırlar».
Başka bir rivayette hırlstiyanlann doğuyu kıble edinmelerinin nedeni olarak Hz. Meryem'in aile efradından ayrılıp doğuya düşen bir mekâna gitmesi gösterilmiştir. Fakat bazıları «Hz. Musa döneminde Hıristiyanlar Beytulmakdis'e yönelirlerdi. Doğuya yönelmeleri ancak Hz. İsa'nın refedilmesinden sonradır ve onların azizlerinden bazılarına Hz. İsa'nın görünerek böyle emretti, ğini iddia ederler» demektedirler. Mümkündür ki doğuda olan bir mekânı Cenab-ı Hak, Meryem için seçmiştir. Çünkü doğu, aydınlığın çıkış noktasıdır. Cenab-ı Hak, Hz. İsa'nın nurunun zahir olacağı vaktin yakın olduğunu biliyordu ve böylece manevi nurun nur cihetinde meydana gelmesi daha uygun düşüyordu.
Bazıları da «Burada mescidin içinde, Hz. Meryem'e ait olan yer kastedilmektedir» dediler. Çünkü Meryem hayza girdiğinde teyzesinin evine giderdi. Temizlendikten sonra mescide gelirdi. Meryem abdest aldığı banyoda bulunduğu bir dönemde Hs. Cebrail tüysüz, saçı kıvrık, pırıl pırıl parlayan bir genç şeklinde ona göründü. Ayetteki «Ruh» kelimesinden Hz. Cebraü kastedilmektedir. Hz. Cebrail'e «Ruh» denilmesinin sebebi dinin onunla ve onun getirdiği vahyle dirilmesidir. «Bizim ruhumuz» denilmiş olması da onu şereflendirmek içindir. Tıpkı Kabe'ye «Allah'ın evi» denilmesi gibi. Melek, Meryem için tastamam bir beşer şekline girmişti. Bazıları «Beytulmakdis'in hizmetçilerinden ve Hz. Meryem'in de yakınlarından olan Yusuf'un suretine girdi» demişlerdir. Ta ki Meryem onun dediklerine kulak versin ve telkinlerini alsın. Zira melek, melek suretiyle Hz. Meryem'e görünmüş olsaydı ondan ürkerdi, konuşmasını dinlemesine imkân olmazdı. «Eğer Allah'ın emrinden sakınan birisi isen senin şerrinden Rahman'a stğını-rtm» sözü Hz. Meyrem'in kalbine görünen meleğe herhangi bir meyletmenin hutur etmemiş olduğunu ifade ediyor. Meleğin güzel surette görünmesi onun şehvetini tahrik için değil ancak meleklerin beşer suretine girdiklerinde güzel bir beşer suretine gir-melerindendir. Nitekim Cebrail, Rasûl-ü Ekrem'e Dihyeful-Kelbî adlı ve fizyonomisi çok güzel olan bir sahabinin şeklinde görün, müştür. Muteahhir alimlerinden bazıları «Hz. Meryem'in Allah'a sığınması, şehvetinin kabarmasından ve görünen zata doğal olarak meyletmesinden ileri geliyor» demişlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak, Hz Yusuf'tan hikâye ederek şöyle buyurmuştur: «Eğer o kadınların hilesini beden uzaklaştırmazsan onlara meyledebilirim»; yani tabiatın gereği olarak, şehevi kuvvetin bir isteği şek-ünde Hz. Yusuf'ta bu meyil mevcuttu. Ancak böyle bir meyil Hz. Meryem'in iffetsizliğine delâlet etmez. Bilakis onun afif olduğunu gösterir. Çünkü böyle bir meyil tabiidir, ihsanın zapt-u rabtı altında değildir. [9]
Cebrail'in bir beşer şekline girmesi (temessül etmesi) çözülmesi zor bir konudur. Çünkü Cebrail, birçok haberde varid olduğuna göre büyük bir cüsseye sahiptir. İnsan cüssesi miktarına girdiği zaman eğer insan cüssesinden fazla olan parçalan düşmüşse Cebrail olmaması lâzım gelir. Eğer parçalar birbirlerine girmişse ve onlardan herhangi bir şey düşmemişse bu muhal olur. Ayrıca temessül mümkün ise o vakit güven ortadan kalkar. Kesinlikle şu anda görülen «Zeyd'dir» denilemez. Çünkü temessül ihtimali yardır. Üstelik insanın suretine temessül caizse, başka bir surette temessül etmesi niçin caiz olmasın? Mesela sivrisinek ve benzerlerine temessül etmesi niçin caiz olmasın? Malûmdur ki buna çeken her görüş bâtıldır. Ayrıca eğer temessül mümkün ise Ra-sûlullah'm Bedir Günü'nde savaştığını bildiren haberler gibi müte-vatir haberlere güvenmek ortadan kalkar. Çünkü mümkündür ki savaşan o değil de ona temessül edendir.
Birinci itiraza şu cevap verilmiştir:
Cebrail'in az ve asli parçalarının ve fazla olan parçalarının olması mümteni değildir. Binaenaleyh asli parçalarıyla bir beşerde temessül edebilir. Tabii bu da «Cebrail cisimdir» diyenler katında böyledir. Cebrail'in ruhanî olduğunu söyleyenlere gelince, onun ba-zan büyük bir cisim şeklinde bazan da küçük bir cisim şeklinde görünmesi hiç te uzak bir ihtimal değildir.
îkinci itirazın cevabı:
Bu hepsinin arasında Müşterek'ul-îlzam'dir. Çünkü kadir olan yaratıcımı? varlığını ikrar eden bir kimseye göre, Cenab-ı Hakk'ın mesela Zeyd'in bir benzerini yaratması mümkündür. Bu imkânla beraber o zaman güven ortadan kalkar ve daha önce geçtiği gibi kesinliğin hükmü de olmaz olur. Yani kesinlik diye bir şey kalmaz. • Böylece Allah'ın varlığına inanmayıp da hadiseleri felekî teşekkül ve bileşimlere isnad eden kimseye de aynı itiraz yapılabilir. Çünkü öyle bir hadisenin benzerini isteyen bir birleşmenin oluşması mümkün olur. Eğer bu mümkün ise yine kesin diye bir hüküm ortada kalmaz. Umulur ki böyle bir şey nadir olduğu için, hisse dayanmakta olan normal ilimlerde bu herhangi bir zarar meydana getirmez. Binaenaleyh şu anda gördüğümüz Zeyd'in, Zeyd'in kendisi olduğu hususunda şüphe etmek gerekmez.
Üçüncü itirazın cevabı:
Bu tecvizin (yani imkânın) aslı akılda kaimdir. Bunun fasid olması ise sem'i delillerle bilinebilir. Bu üçüncü itirazın cevabı aynı zamanda dördüncüsüne de cevap demektir.
Fahreddin Razi böyle söylüyor. Alusi, Fahreddin Razi'den bunu naklettikten sonra «Benim nezdimde temessül meselesinin (eğer Cebrail cisimdir dersek) durumunu Allah'a havale etmek daha uygundur. Âkil burada kesin bir şey ortaya koyamaz» demektedir, [10]
Hz. Meryem, Allah'ın «Rahman» ismini zikretti ki Allah onun kendisini müdafaadan aciz olduğuna merhamet etsin.
Ayetin sonundaki «Takiyyen» kelimesi takva kökünden gelmektedir. «Bu kelime salih veya fasık bir kişinin adı idi» şeklindeki tefsir sahih değildir. [11]
(19) «(Ruh): Ben sadece sana tertemiz bir...» Bu Ayetin Tefsiri
Ben ancak senin emrine sahip olan, senin maslahatına bakan ve kendisine sığınılmakta olan Rabbinin elçisiyim. Kendisinden şerr gelecek sandığın bir kimse değilim.
İbn Abbas'tan gelen rivayet şöyledir: Meryem; «Senin şerrinden Rahman'a sığınıyorum», dediği zaman Cebrail tebessüm ederek: «Ben ancak senin Rabbinin elçisiyim. Tertemiz bir erkek çocuğun sana hibe edilmesine bir sebebim. Senin eteğine üfle-mek suretiyle sebep olmak için gönderildim» demiştir.
Ayetin sonundaki «Zekiyyen» kelimesi günahtan temiz olan demektir. Bazı görüşlere göre peygamber demektir. Bazılarına göre ise hayr yönünden birinden diğerine doğru terakki anlamına gelir. Binaenaleyh zekâ kelimesi manevi ve maddi artışı kapsayan bir mânâya gelmektedir. Bazı müfessirler Cebrail'in ona gönderilmesini Meryem'in peygamber olduğuna delil ittihaz etmiş-lerdir. Onlara cevap «Böyle bir şey için gönderilmek ille de peygamberliği gerektirmez!» şeklindedir.
(20-21) «(Meryem): Bana bir erkek dokunmadığı ve...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Meryem son derece hayrete düştüğünden ötürü sanki meleğin «Sana tertemiz bir oğlan hibe etmek için Rabbin beni gönderdi» sözünü işitmemiş gibi bu suali sormuştur.
Ayetin metnindeki «Kale» (dedi) fiilinin faili melektir. «Line-
calehu» fiiîinin başındaki «lam» harfi hazfedilmiş bir hükmün nedenidir. Yani bu erkek çocuğun sana hibe edilmesinin nedeni onu bütün insanlara veya müminlere ayet ve burhan ve ayrıca bizden (Cenab-ı Hakk'tan) gelen bir rahmet kılmak içindir.
İbn Abbas «İnsanlar ona bakıp da bizim kudretimizin kemâline vakıf olsunlar, onun getirdikleriyle hidayet olsunlar, ve onun irşadıyla yollarını bulsunlar diye bunu yaptık demektir» diyor.
Ayetin sonundaki «Makâiyyen» kelimesinin mânâsı muhkem veya takdir edilmiş ve Levh-i Mahfuz'a yazılmış demektir. Yani bizim ezeli hükmümüz buna bağlanmış ve Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır. Elbette bu erkek çocuk sana bir kimsenin dokunması bahis konusu olmaksızın gelecektir.
Bu kelime hakikî mânâsına da gelir. Bu cümle esasında ya bütün konuşmanın veya sadece son cümlenin bir zeylidir[12].
(22) «Böylece (Meryem) ona gebe kaldı...»Bu Ayetin Tefsiri
İbn Abbas'tan gelen rivayete göre Meryem meleğin sözüne inandı. Melek ona yaklaşıp üfledi. Meleğin nefesi onun içine girdikten sonra Hz. İsa'ya gebe kaldı.
Bazıları «Melek yaklaşmadı, ona vardıktan sonra o da Hz. İsa'ya gebe kaldın demişlerdir.
Bazıları «Melek yaklaşmadı, uzaktan üfledi. Meleğin nefesi
îbn Cüreyc'ten gelen rivayete göre melek onun koluna üfledi ve hadise böylece cereyan etti. Bazıları ağzına, bazıları eteklerine üflendiği şeklinde yorumlar getirmişlerdir.
O zaman Hz. Meryem'in kaç yaşında olduğu ihtilaflı bir noktadır. Bazılarına göre «13 yaşındaydı», Vehb ve Mücahid'den gelen rivayete göre «15 yaşındaydı». Bazıları «14», bazıları «13» ve bazıları da «20 yaşındaydı ve Hz. İsa'ya gebe kalmazdan önce de iki kez hayız görmüştü» dediler. Bazılarına göre Hz. Meryem hiç hayız görmemiştir. Hayızdan daima tertemiz kalmıştır. [13]
Hz. İsa'nın, annesinin karnında kaldığı müddet hususunda da ihtilaf vardır. İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre tıpkı diğer insanlar gibi annesinin karnında dokuz ay kalmıştır. (Bu görüş Muhammed el-Bakır'dan da rivayet edilmiştir). Çünkü eğer Hz. Meryem diğer kadınlara bu hususta muhalefet etmiş olsaydı bu kıssa içinde o da zikredilirdi. Madem ki zikredilmedi o da normal seyrini takib etmiş demektir. Bakır'dan gelen başka bir rivayete göre ise Hz. İsa, annesinin rahminde bir saat kalmıştır. Yani ona gebe kalır kalmaz Hz. İsa'yı doğurmuştur. Buna «Kesinlikle İsa'nın durumu Allah katında Adem'in durumu gibidir. Ce-nab-t Hak Adem'i topraktan yarattı. Sonra ona «Ol» dedi, o da oluverdi» ayetini delil getirmişlerdir. Yani bu ayet açıkça belirtiyor ki Cenab-ı Hak ona açıkça «Ol» demiş, o da oluvermiştir. Yani onda gebeliğin şu kadar devam etmesi tasavvur edilemez.
Ata, Ebu'l-Aliye ve Dahhak'tan gelen bir rivayete göre Hz. İsa Hz. Meryem'in karnında 7 ay durmuştur. Bazıları «6 ay», bazıları «bir saatte gebe kalmış, bir saatte sur etlendirilmiş, bir saatte de doğup dünyaya gelmiştir» demişlerdir. Rivayetlerin meşhuru annesinin karnında 8 ay kaldığıdır.
Alusi, Ruh'ul-Meani'de «Bu birbirleriyle çatışan sözlerin hiçbiri benim nezdimde doğruluk bulmamıştır. Ancak ben birinci görüşe meylediyorum. İkincisi için delil getirmek de düşünmekten hali değildir» demiştir.
Hz. İsa, Meryem'in karnında iken Meryem uzak bir mekâna gitti. Yani ailesinden uzak ve dağın arkasında bulunan bir yere gitti. Abdullah bin Ahmed «Zevaid-i Zühd» adlı eserinde Nevf'ten şöyle rivayet etmektedir: «Cebrail, Meryem'in eteğine üfledi. Meryem hamile kaldı. Ağırlaşıncaya kadar ve kadınların doğum anında hissettiklerini hissedinceye kadar kaldı. Kendisi peygamberlik ailesinde bulunuyor ve o kökten geliyordu. Utandı, kavminden kaçtı. Doğuya doğru yol aldı. Kavmi onu aramaya çıktı. Her rastladıkları kişiye «Şöyle şöyle bir kız gördünüz mü?» diye soruyorlardı. Hiç kimse onlara bir haber vermedi. Böylece Cenab-% Hakk'ın haber verdikleri tahakkuk etti».
(23) «Derken doğum sancısı...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başında gelen «Feeccaeha» fiili; onu zorladı, sürükledi demektir. İbn Abbas, Mücahid, Katade ve Sücidi'den gelen rivayete göre doğum sancıları onu orada bulunan bir hurma ağacına, doğum anında dayansın veya ona tütünsün diye sürükledi. Veya onunla başkasının gözünde kendisi kaybolsun diye hurma ağacına doğru sürüklendi. Ayetin metnindeki «Cizğ» keilmesi ağacın damarlarından dalların yayılıp dağıldığı noktaya kadar olan kısma denilir. Bazen dallar için de aynı kelime kullanılır. Bu hurma ya rastgele bir hurma ağacıydı veya belli bir hurmaydı. Bazen «Bu hurma ağacı Miraç Gecesi'nde Rasûlullah'a gösterilmişti ve onun nezdinde belliydin denilmiştir. Bazıları «O ağaç tâ bugüne kadar mevcuttur» derler. Meşhur olan görüş Meryem ona gelmezden önce onun var olduğu şeklindedir. Nitekim rivayetler de böyle ifade etmektedirler. Mesela İbn Abbas, «Meryem'in doğum sancılan şiddetlenince orada bir tepeciği gördü, süratle otaya çıktı. Orada çürümeye yüz tutan, üzerinde ne bir yaprak ne de bir meyve bulunmayan bir hurma ağacını gördü. Ona sırtım dayadı. Doğumu yaptıktan sonra o ağaç yeşillendi ve meyve tuttu. Cenab-ı Hak ona: «Dalı kendine doğru silkele. Meyve düşsün de ye, dedi» demiştir.
Bazıları «Bu hurma ağacı daha Önce yoktu. Allah onu o saman yarattı» demişlerse de bu görüş pek kuvvetli değildir. Doğum kış mevsimine rastlamıştı. Cenab-i Hakk'm Meryem'i o ağaca kadar gitmeye muvaffak kılmasının nedeni içindeki üzüntüyü biraz olsun hafifletmek içindi. Çünkü ağaçta meyve yoktu. Kış mevsiminde ağaçta meyve olması zaten beklenilemezdi. Fakat meyve tuttu. Bu da Meryem'den gelen çocuğun ölüleri dirütmeye kadir olacağına ve tatlı meyveler gibi insanlara nafi olacağma işaretti.
«(Meryem): Keşke bundan önce ölmüş olsaydım dedi»; yani bu yükü aldığım zamandan Önce ölseydim veya bu doğum meselesi gelmezden Önoe ölmüş olsaydım! [14]
Meryem'in kendisiyle Cebrail arasında geçen sözlere vakıf olmasına rağmen böyle söylemesinin nedeni halktan utanması, kınanmaktan korkması veya insanlar hakkında konuşarak günaha girmekten sakınmasıdır. Bu ayet işaret ediyor ki Meryem bir ses işitti: «Ey Allah'tan başka insanlar tarafından tapılacak olan kadın» diyordu o ses. Bundan ötürü Meryem üzüldü ve ölümü temenni etti. Böyle bir şey için Ölümü temenni etmek mekruh değildir. Fakat bir hastalık veya fakirlik veya meşakkatten, düşmanın sıkıştırmasından veya dünyanın herhangi bir felaketinden ötürü Ölümü temenni etmek mekruhtur. Sahih-i Müslim'de ve başka kaynaklarda Hz. Peygamber'in şöyle dediği yer almaktadır: «Sakın sizden herhangi bir kimse başına gelen bir zarardan ötürü ölümü temenni etmesin. Eğer ille de ölümü temenni etmesi gerekiyorsa şöyle desin: Yarab, hayat benim için hayırlı olduğu müddetçe beni diri bırak. Vefat benim için hayırlı olduğu müddet beni öldür».
«Nesyenn kelimesi unutulmuş demektir. Yani ben bir çaput gibi durumu kale alınmayan ve kendisine iltifat edilmeyen bir şey olsaydım.
Ayetin sonundaki «Mensiyyen» kelimesi hiç kimsenin kalbine gelmez, ona hiç kimse iltifat etmez, dönüp bakmaz olduğu şeydir.
(24) «Altından bir ses...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu, Meryem'in altından ona seslenen Cebrail'in sesidir. Nitekim bu durum İbn Abbas ve Nevf'ten rivayet edilmiştir. «Onun altından seslendiği»iûn mânâsı, kendisinin bulunduğu yerden daha alçak bir yerden seslenilmiş olması demektir. Zira Cebrail o tepenin altında durmuştu.
Ebu Hayyan «El Bahr» adlı tefsirinde Hasan Basri'den şunu nakletmektedir: «Cebrail, Meryem'in bulunduğu yerden daha alçak bir yerde durup ona seslendi. Cebrail'in böyle bir yerde durması Meryem'in durumunu tazim içindir. O anda Meryem'in huzurunda bulunmaktan sakınmak içindir».
«Cebrail onun altında durup, doğacak çocuğu almak için ona ebelik yapmak istiyordu» şeklindeki tefsir, Allah'ın vahyine emin olan bir zatın şanına lâyık değildir ve böyle bir tefsire iltifat etmemek gerekir.
Bazıları «Min tahtiha» ibaresindeki zamirin hurma ağacına raci olduğunu söylemişlerdir. Fakat Ebu Hayyan tefsirinde «Seslenen Hz. İsa idi, zamir de Meryem'e racidir. Yani Meryem erkek bir çocuk doğurdu. Cenab-ı Hak da o doğum anında o çocuğu konuşturdu. Çocuk annesinin altından annesine seslendi demektir» diyor. (Bu tefsir Mücahid'den, Vehb'den, İbn Cübeyr'den, İbn Ce-rir'den, İbn Zeyd el-Cübbai'den rivayet edilen bir tefsirdir). Ta-bersî de bu tefsirin aynısını Hasan Basri'den rivayet etmiştir.
«Ey Meryem, üzülme. Kesinlikle Allah senin altında bir su arkı kılmıştır»; yani senin bulunduğun yerden biraz aşağıda bir su arkı senir emrine verilmiştir. Sen ak dersen akar, dur dersen durur.
Ayetin sonundaki «Seriyyen» kelimesi su arkı demektir. Nitekim bu durumu Hakim «Mustedreksinde Bera' bin Azib'den rivayet etmiştir. Hakim, «Bu hadis Şeyheyn'in şartı üzerine sahihtir» demiştir. Buhari de hadisi mevkuf olarak zikretmiştir. Abdurrez-zak, İbn Cerir, İbn Merduveyh tefsirlerinde bu hadisi mevkuf olarak zikretmişlerdir. Bu hadisin merfu hadis olması sıhhat bulmamıştır. Nitekim Celaleddin Suyuti bunu izah etmiştir.
İbn Abbas'm rivayetine göre bu su arkı Ürdün'den akıp gelmekte idi. Cenab-ı Hak onu oradan akıttırdı, çünkü Meryem susamıştı. Rivayete göre Cebrail ayağını yere vurdu, tatlı bir su pınarı yerden fışkırdı. Böylece bir ark haline geldi.
Bazıları da «Hz. İsa bunu yaptı» derler. Nitekim bu Ebu Ca-ferv n böyle rivayet edilmiştir. Bazıları «Bu ark daha, önce mevcuttu. Ancak Cenab-ı Hak, Meryem'in dikkatini onun üzerine çektin dediler. Ark'a «Seriyyen» denilmesi, oradan suyun akıp gitme-sindendir. Hasan Basri, İbn Zeyd ve Cübbai'ye göre bu kelime ile kastedilen Hz. İsa'dır. O zaman bu kelime «serv» kökünden gelir ve büyüklük demektir. Yani Cenab-ı Hak senin altında şanı yüce, kıymeti çok âli olan bir oğlan çocuğu kılmıştır. Bu cümle üzüntünün yok olmasının nedenidir. Yani üzülme, çünkü bunları Cenab-ı Hak yapmıştır.
(25) «Hurma dalını kendine...» Bu Ayetin Tefsin
Ayetin başındaki «Huzzi» fiili sağa sola sallamak mânâsını ifade eder. Yani onu kendi yönüne çek, sağa sola silkele. O senin için olmuş, koparılmaya elverişli olan hurmaları dökecektir.
İbn Abbas'tan gelen rivayete göre o hurma ağacının önce kökü vardı, başı yoktu. Meryem onu salladığı zaman tomurcuklar çıkmaya başladı. Sonra Meryem tomurcuğa baktı. O kabuklar arasından çıkıyordu. Sonra yeşillenip Belh denüen hâle geldi. Sonra kırmızılaşarak zevh haline geldi. Sonra yaş hurmaya dönüştü. Bütün bunlar gözün açıp kapanması zamanına sığdırıldı. Böylece olgun hurmalar onun yanma düşürülüyordu.
Zahire bakılırsa bu ağaç ancak hurma vermiştir. Fakat bazıları «hurma ile beraber muz da yetiştirdi» demişlerdir. Sadece hurma vermesi lohusa kadınlara yararlı olmasındandır. Muham-med Bakır'dan gelen bir rivayete göre yaş hurma gibi lohusa kadınlara şifa veren hiçbir şey yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak lohusa halinde olan Meryem'e onu yedirmiştir. «Lohusalar ve hasta olanlar için baldan daha hayırlısı yoktur» denilmiştir.
Bazıları «Kadın zor doğum yaptığı zaman kendisi için yaş hurma yemesinden daha hayırlı bir şey yoktur» demişlerdir. [15]
26- Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen; «Ben Rahman için oruç adadım. Bugün hiç kimse île konuşmayacağım» de!
27- Böylece (Meryem) onu taşıyarak kavmine getirdi. Onlar, «Ey Meryem! Gerçekten sen çok şaşırtıcı bir iş yapmışsın» dediler.
28- «Ey Harun'un lazkardeşi! Baban kötü bir insan değildi. Annen de fahişe değildi».
29- (Bu itirazlar üzerine Meryem) ona (çocuğa) işaret etti. Onlar: «Biz beşikteki bir çocukla hasıl konuşuruz?» dediler.
30- (Çocuk) şöyle dedi: «Ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitap verdi, beni peygamber yaptı».
31- «Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Hayatta kaldığım sürece bana namaz ve zekâtı emretti».
32- «Anneme saygılı olmamı da (emretti). Beni başkaldı-ran bir zorba kılmadı».
33- «Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak (kabir-. den) çıkacağım gün selâm üzerimdedir».
34- İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsa hak söz olarak budur.
35- Allah'a evlat edinmek yaraşmaz. O (bundan) münezzehtir. O bir işe hükmettiği zaman ona sadece, «ol» der. O da hemen oluverir.
36- Muhakkak ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O halde sadece ona kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur!
37- Sonra gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten dolayı vay kâfirlerin haline!
38- Onlar huzurumuza çıkacakları gün, neler duyacaklar, neler görecekler! Fakat o zalimler bugün açık bir sapıklık içindedirler. [16]
(26) «Ye, iç...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani; «Ey Meryem! O yaş hurmadan ye. Yanından akıp gitmekte olan sudan iç.» Kur'an'ın buradaki ifadeleri ne güzeldir, Önce Cenab-ı Hak suyu hazır kılmakta, sonra ikinci etapta yemeği, üçüncü etapta o yemekten yemesini, dördüncüsünde de o sudan içmesini hazır kılmaktadır. Zira suya olan ihtiyaç yemeğe olandan daha fazladır. Hele hararet verici ve katı olan şeyler gibi insanı suya muhtaç kılan maddelerden yemek, suyun Önemini daha da belirginleştirmektedir. Ayrıca âdet, yemenin içmeden önce olmasını gerektirir. Bundan dolayı da Cenab-ı Hak önce «yemenyi, sonra «içme»yi zikretmiştir. Bazı kimseler «Suyu Öne almasının nedeni yararda asil olmasındandır. Onun yararı temizleme ve sair şeyleri kapsadığı için geneldir. Bazen suyun akması insandan üzüntüyü silmek hususu da bilinen bir nedendir. İçmeyi tehir etmesi âdetin böyle olmasındandır. Ayetteki emir ya vücubu ifade eder veya nedbi. O duruma bağlıdır.» Bazı kimseler de «Bu emir ibaha içindir» dediler. Yani Cenab-ı Hak o hurmadan yemeyi, akan sudan içmeyi Hz. Meryem'e mubah kıldı. Veya böyle yap. masını vacib veya mendub kıldı.
«De ki: Ben Rahman için oruç adadım» cümlesine gelince, oruç burada «susmak» manasınadır. Nitekim İbn Abbas'm (veya İbn Mesud'un) mushafında «savm» (oruç) yerine «simten» kelimesi konulmuştur. Enes tbn Malik bu «Simten» kelimesiyle ayeti okumuştur. Binaenaleyh oruçtan maksat kendisini tutmak ve susmak demektir. Bazıları «Oruç burada orucu bozucu nesneler-den uzak durma mânâsını ifade ettiği gibi, bir de konuşmaktan uzak durma mânâsını ifade ediyor» demişlerdir. Çünkü o günkü müslümanlar oruçlu iken konuşmazlardı. Ve onların dininde oruçlu iken konuşmamak Allah'a yaklaştırıcı bir durum olurdu. Fakat Hz. Peygamber oruçlu iken konuşmamayı yasak kılmıştır. Binaenaleyh konuşmamak bizim şeriatımızda neshedilmiş bir durumdur. Nitekim Cessas, tefsirinde bu hususu zikretmektedir.
Hz. Ebu Bekir'den gelen bir rivayete göre bir kadın konuşmamayı adamıştı. Halife ona varıp şunları söyledi: «İslâm böyle bir durumu yıkmıştır. Binaenaleyh konuş».
Buhari şerhinde İbn Hacer Askalani, İbn Kuddame'den şöyle naklediyor: «Oruçlu iken konuşmamak İslâm şeriatından bir durum değildir». Haberlerin zahirine bakılırsa bu haramdır. Zira bir kimse oruçlu iken konuşmamayı nezrederse (adarsa) onu yerine getirmek boynuna vacib olmaz. Bu noktada Şafiiler ile Ha-nefiler aynı fikirdedirler. Zira böyle yapmakta nefsi daraltma bahis konusudur. Nefsi daraltmak ve ona olmayan sorumluluklar yüklemek bizim şeriatımızda yoktur. Her ne kadar bizden önce-kilerin şeriatında böyle bir durum caiz ise de bizde bu durum yoktur. Bazı rivayetlerden anlaşılıyor ki oruçlu iken konuşmamayı nezretmek sadece Hz. Meryem'in bir özelliğidir. Nitekim îbn Ebi Hatim, Harise bin Müderrib'den şöyle rivayet ediyor:
«İbn Mesud'un yanında bulunuyordum. İki kişi geldi. Birisi seîâm verdi, diğeri vermedi. Sonra ikisi de oturdu. Orada bulunanlar: «Arkadaşın niçin selâm vermedi?» diye sordular. Selâm veren kişi: «Arkadaşım oruç ile bugün hiçbir insanla konuşmamayı nezretmiştir» deyince İbn Mesud ona: «Sen çok kötü bir şey söyledin. Ancak o kadın (Hz. Meryem) onu kendisine mazeret olsun diye söylemiştir. Çünkü o dönemdeki yahudiler kocasız bir kadının çocuk doğurmasını kerih telakki ederler, zina olduğunu söylerlerdi Binaenaleyh, ey konuşmamayı nezreden kişi! Konuş, marufu emret. Münkerden insanları sakındır. Böyle bir hareket senin için konuşmamaktan daha hayırlıdır» dedi».
«Artık bugün hiçbir kimse ile konuşmayacağım», cümlesine gelince; Hz. Meryem, konuşmamayı nezrettiğini haber verdikten sonra, «Artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım» demiştir. Yani Meryem bu haberi iletmekten başka konuşmayacağına dair nezirde bulunmuştur. Binaenaleyh haberi iletmek için konuşması nezrini iptal etmez. Çünkü haberi iletmek nezredilmiş bir durum değildir. Bir grup, «Hz. Meryem nezrini işaret yoluyla haber vermekle emrolundu» demiştir. Ferra, «Araplar hangi yoldan ge. lirse gelsin insanoğluna varan her şeye konuşma ismini verirler» dedi. Tabii bu da konuşma fiili mastarla iekid edilmediği takdirde böyledir. Eğer tekid edilirse mutlaka kelâmın hakiki mânâsı kastedilmektedir.
Ayetin sonunda gelen «İnsiyyen» kelimesini Cenab-ı Hak «Ahadan» yerine kullanmıştır. Bundan anlaşılıyor ki Meryem bugün herhangi bir insanla konuşmayacaktır. Fakat «melekle konuşacağım ve Rabbime münacaatta bulunacağım» demek istemiştir. Hz. Meryem'in böyle bir duruma maruz kalması birçok tefsirci-lerin de ifade ettiği gibi sefihlerle mücadele etmenin mekruh olmasından kaynaklanmaktadır. Hz. İsa'nın konuşmasıyla iktifa etmek durumundaydı. Çünkü Hz. İsa'nın konuşması kınamaların temelini yıkmak hususunda kesin bir nass idi.
(27) «Böylece (Meryem) onu taşıyarak kavmine...» Bu Ayetin Tefsiri
Hz. Meryem çocuğu kucağında iken kavminin yanma vardı. Said bin Mansur ve İbn Asakir'in İbn Abbas'tan naklettiklerine göre bu geliş doğumdan kırk gün sonra olmuştur. Yani Meryem lohusa kanından kesildikten sonra çocuğunu alıp kavminin yanına gitti. Bazı rivayetlere göre Hz. Meryem vatanım Özledi ve biliyordu ki İsa'nın durumu onu kurtaracaktır. Böylece İsa ile beraber geldi. Yanlarına girdiğinde ağlaşmaya başladılar. Ve Hz. Meryem'i recmetmek istediler. Fakat Hz. İsa'nın konuşması durumu tamamen değiştirdi.
İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «Meryem hamlini bırakmak üzere ehlinden uzaklaşıp dağın arkasına gittikten sonra bunlar Meryem'i mihrabta bulamadılar. Meryem'in hâlini Yusuf tan sordular. O da: «Ben ondan habersizim. Onun mihrabının anahtarı Zekeriyya'nın yanındadır» dedi ve sonra Zekeriyya'yı aradılar, buldular. Kapıyı açtılar ve Meryem'in orada olmadığını gördüler. Hz. Zekeriyya'yı itham ettiler. Yakasına yapışıp kendisini kınadılar. O meyanda bir kişi «Ben Meryem'i falan yerde gördüm» dedi. Ve onlar da Meryem'i getirmek üzere yola çıktılar. Meryem'in altında bulunduğu hurma ağacının üstünde saksağan kuşunun Ötüşünü dinlediler. Oraya vardıklarında Meryem onla* nn kendisine doğru geldiklerini görünce çocuğu alıp kendilerini karşıladı ve bu karş laşmadan sonra hadise malûm olduğu üzere cereyan etti. Bu ayetin zahiri ve haberler, Meryem'in çocuğu onların istekleri olmaksızın onlara getirdiğini ortaya koymaktadır. Fakat bazı tefsirdlere göre onlar Meryem'e «çocuğunu bize getir» diye haber göndermişlerdir. Çocuğun dünyaya gelmesinden onları haberdar eden şeytandı. Böylece Hz. Meryem çocuğuyla beraber onların huzuruna vardı. Meryem ile çocuğu gördüklerinde: «Ey Meryem! Sen çirkin bir şey yaptın» dediler.
Katade, «Ayetin sonundaki «Feriyyen» kelimesi büyük demektir» diyor. Bazıları da «acaib» demek olduğunu söylediler.
Ebu Hayyan tefsirinde «İster şer olsun ister, hayr, ister söz olsun, isterse hareket, bu kelime onun büyüklüğü mânâsında kullanılır» diyor.
(28-30) «Ey Harun'un kızkardeşi...» Bu Ayetlerin Tefsin
Buradaki Harun, Hz. Musa'nın kardeşi ve İmran'm oğlu Harun değildir. Çünkü İmam Ahmed, Müslim, Tirmizi, İbn Seyyid, Tabarani ve İbn Hibban, Muğire bin ŞuTae'den şunları rivayet ediyorlar: «Hz, Peygamber Necran ahalisine elçi olarak beni gönderdi. Onlar: «Siz «Ey Harun'un Jazkardeşi...» ayetini görmüyor musunuz? Oysa Musa, isa'dan şu kadar zaman da öncedir» diyerek Kur'an'a itiraz etmek istediler. Ben de döndükten sonra bu durumu Easûlullah'a söyledim. Güldü ve: «Niçin onlara, «Siz daha Önceki peygamber ve salih insanların isimlerini niye ahyorsu-nuz?» diye ikazda bulunmadın?» dedi.» [17]
Harun'un maksat Kelbi'den gelen rivayete göre Hz. Meryem' in baba bir kardeşidir, anneleri ayrıdır.
Abdurrezzak ve Abd bin Humeyd, Katade'den şöyle rivayet ediyorlar: «Buradaki Harun, İsraüoğultarı arasında salih bir ki-siydi».
Yine Katade'den şöyle rivayet ediliyor: «Bana denildi ki Harun vefat ettiği gün cenazesinde Harun ismini taşıyan ktrkbin kişi vardı».
«Kızkardeşi» mânâsına gelen «Uht» kelimesi benzeşme mânâsınadır. Yani bu salih insanı Meryem'e benzettiler ve onunla istihzaya kalkıştılar. Veyahut da daha Önceki güzel halinden Ötürü bu durumu gördüklerinde böyle söylediler.
İbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr'den şöyle rivayet ediyor: gı «Ayette bahsi geçen Harun, asi bir kişiydi. Hz. Meryem'e küfretmek için ona benzettiler».
Bazıları da «Buradaki Harun, Hz. Musa'nın kardeşi olan Harun'dur» demişlerdir. Bu durum İbn Ebi Hatim tankıyla hem Süddi'den hem de Ali bin Talha'dan rivayet edilmiştir. Yani Meryem Hz. Harun'un neslinde, kardeşi mesabesinde olan bir zatın soyundan gelmektedir. Bunun için «Harun'un kızkardeşi» denilmiştir. Çünkü bu kardeşlik onun esaslı vasfıdır. Mümkündür ki Harun kelimesi burada Hz. Harun'un soyu mânâsında kullanılmış olsun. Nitekim Haşim, Temim kelimeleri soylar mânâsına kullanılmıştır. O zaman «kızkardeş »ten maksat o soydan olan jg| birisidir. Nitekim «Arap kardeşin denildiğinde Araplardan biri mânâsı kastedilir. Bu görüş Süddi'den rivayet edilmiştir.
«Baban kötü bir insan, kötü bir kişi değildi. Annen de iffetsiz değildi» cümleleri salih insanların evlatlarından gelen günahların daha çirkin olduğuna delâlet eder. Ve bu ayette salih insanların dallan mesabesinde olan evlatların çoğu kez temiz olarak geldiklerinin delili vardır. Yani asıl temiz oldu mu onun fidesi de temiz demektir. Eğer şalinin evladı bunun tersini yaparsa o zaman kınanır.
Hz. Meryem oğlu isa'ya işaret ederek «Onunla konuşun» dedi. Onlar bu işaretten sonra «Bu kadının bizimle alay etmesi (hâşa) zina etmesinden daha şiddetlidir» dediler, sonra «Beşikte sabi olan bir kimse ile nasıl konuşacağız?» diye hayretlerini ortaya döktüler.
Ayetin metninde geçmekte olan «Mehd» kelimesi Katade'ye göre «anne kucağı», İkrime'ye göre «beşik»tir. Bazıları «çocuğun üzerinde bulunduğu taht» bazıları «çocuğun üzerinde bulunduğu yer» demişlerdir.
Rivayete göre Hz. îsa, annesine bu şekilde itiraz yapıldığı zaman sütünü içmekteydi. Bu sözleri dinledikten sonra süt içmeyi bırakarak İsrailoğullan'na yönelmiş, sol tarafı üzerinde durup, şehadet parmağıyla işaret ederek «Ben Allah'ın kuluyum. Bana kitap vermiştir. Beni peygamber kılmıştır» dedi.
Bazı görüşlere göre Hz. Zekeriyya, Hz. İsa'ya yönelerek «konuş» dedi. Hz. İsa da «Ben Allah'ın kuluyum. Bana kitap vermiş, beni peygamber kılmıştır» dedi. Yani önce Allalî'a kul olduğunu söyledi. Çünkü Allah'a kulluğunu itiraf etmesi salihlerin makamlarının ilkidir. Bu ayet Hz. İsa'nın Rab olduğunu iddia edenlerin aleyhinde bir delildir. Çünkü îsa burada «Ben Rabbim» demiyor, «Ben Allah'ın kuluyum)) diyor Hz. İsa'nın bu cümlelerinde annesinin zinadan uzak olduğuna, tertemiz bulunduğuna dikkatleri çekme mânâsı vardır. Çünkü bu, Hz. İsa'nın Allah tarafından seçildiğine delâlet eder. Cenab-ı Hak zinadan gelen bir kimseyi seçmekten yücedir. Bu durum da Hz. İsa'nın muhatapları nezdinde teslim edilecek bir durumdu. Annesini bu cümlelerle o derece büyütüyor, öyle yükseltiyordu ki sarahaten «annem şunu yapmamıştır» sözü bile onu bu kadar yüceltemezdi.
Burada insanın aklına şu geliyor: Acaba Hz. İsa bunları söyledikten sonra artık baliğ ve erginlik çağına gelmiş insanlar gibi mi konuştu? Yoksa bu konuşmadan sonra tekrar çocukluk haline dönerek geliştikten sonra mı konuştu? İşte Hz. İsa'nın beşikte konuşup sonra âdet vaktine kadar konuşmayanlar arasında sayılması ikinci şıkkı açıkça tercih ettirmektedir. Yani bir defasında konuştu, artık daha sonra gelişinceye kadar konuşmadı.
Kitaptan maksat İncil'dir. Bazıları «Hz. İsa'ya verilen kitap' tan maksat Tevrat'tır», bazıları da «Burada hem İncil hem de Tevrat kastedilmektedir» demişlerdir.
(31) «Nerede olursam olayım...»Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin metninde geçmekte olan «mübareken» kelimesi Mü-cahid'e göre «çok yararU» demektir. Onun yararlı olması, gözü görmeyen, kulağı sağır, dili konuşmayan ve bedeninde hastalık olana dokunduğu zaman Allah'ın şifa vermesidir.
Süfyan «Bu ibarenin mânâsı, marufu emreden, insanları münkerden alıkoymaya çalışan ve hayrın muallimi olan bir kimse kıldı, demektir» dedi. Dahhak'a göre «Bu kelimenin manâsı, beni İhtiyaçları yerine getiren zat olarak kıldı» demektir. Bazıları da ayeti «Cenabı Hak onu akıi yönünden kemale erdirdi. Küçükken ona peygamberlik verdi» şeklinde yorumlamışlar ve bu yorumu Hasan Basri'den rivayet ettiklerini iddia etmişlerdir.
îbn Ebi Hatim, Enes'ten rivayet ediyor:
«Hz. İsa daha annesinin rahminde iken İncil'i okudu ve onu kuvvetli bir şekilde ezberledi». Bu mânâ «Bana Kitab-ı verdi» cümlesinden anlaşılıyor. Yani ben nerede olursam olayım, isterse annemin rahminde olayım, Cenab-ı Hak beni mübarek kılmış, peygamber kılmış ve bana kitap vermiştir.
«Bana namaz kılmayı ve zekât vermeyi emretti». Zahire bakılırsa namaz ve zekâttan maksat, beden ve mal ile özel şekilcle icra edilen ibadetler demektir. Bazıları «zekâttan maksat fıtrat temizliğidir» demişlerdir. Bazıları da «Namazdan maksat dua, zekâttan maksat nefsi rezaletlerden temiz kılmak demektir» demişlerdir.
ibn Atiyye'den gelen nakle göre burada zekâttan maksat mal zekâtıdır. Fakat bu rivayette nazar vardır. Çünkü peygamberler üzerinde zekât yoktur. Cenab-i Hak onları dünyada tertemiz kılmıştır. Onların elindeki her şey Allah'ındır. Bunun için onlar öldükten sonra varis bırakmazlar.
Veya zekât temizleyicidir. Zaten peygamberlerin kazandıkları şeyler temizdir. Hz. İsa'nın «hayatta kaldığım sürece» demesinden maksat, dünya hayatında kaldığım sürece demektir. Bu süre Hz. İsa'nın gökte olduğunu ihtiva etmemektedir.
(32) «Anneme saygılı..,» Bu Ayetin Tefsiri
Hz. İsa'nın bu sözü sanki açıkça «benim babam yok» demeye delâlet eder ve bu cümle annesinin zinadan tertemiz olduğuna işaret eden cümlelerin hepsinden daha belirgindir.
«Beni başkaldıran bir zorba kılmadı»; yani ezeli ilminde benim hakkımda böyle bir hüküm vermedi. Rivayete göre Hz. İsa tevazuun en âlâsında bulunuyordu, mütevaziydi. Ağaçlardan meyveler koparıp yer, kıl elbiseler giyer, toprağa otururdu. Dünyada bir mesken edinmemişti. Ve daima şöyle derdi: «Ben kalbi yumuşak ve böbürlenmeyen bir kimseyim.»
(33) «Doğduğum gün, öleceğim gün...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu cümlenin benzeri daha önce geçmişti. En açık ve en sahih görüş şudur: «Es-Selâm» kelimesinin başındaki eliflâm cins içindir. Hz. İsa bunu annesi Meryem'i zina ile itham eden ve yahu-dilerden annesine düşman olanların lanetlenmelerine tariz olarak söylemiştir. Çünkü o özel olarak «selâmın cinsi benim üze-rimdedir» demekle muhataplarına «Bu selâmın tersi de sizin iize-rinizdedir» demek istemiştir. Tıpkı «selâm hidayete tâbi olanların üzerinedir» ayetinde olduğu gibi. Yani hidayete tâbi olmayanların üzerine de azap vardır, demektir. Bu makam inkâr etme ve inad gösterme makamı olduğundan böyle bir tarizin bulunmasına yardım edicidir.
(34) «İşte hakkında şüpheye düştükleri...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin başındaki «Zalike» daha önceki sıfatlarla sıfatlı bulunan Hz. İsa'ya işaret etmektedir. Bu işarette Hz. İsa'nın rütbesinin yüceliğine, mertebesinin enginliğine ve bahsi geçen sıfatlara özel olarak sahip olmasına ikinci bir işaret vardır. Sanki Kur'an indiği anda Hz. İsa gözler önündeymiş gibi, Kur'an ona işareti ifade buyurmuştur. Bu kelime mubtedadır, «İsa» kelimesi de onun haberidir. «Meryem'in oğlu» mânâsını ifade eden «İbn Meryem» İsa'nm sıfatıdır. Ayetten maksat «İşte o, geçen sıfatlara sahip olan Meryem'in oğlu İsa'dır. Hıristiyanların vasıflandırdığı İsa değildir» şeklindedir. Bu ayet hıristiyanlan en beliğ bir şekilde yalanlamaktadır. Zira Cenab-ı Hak burada hıristiyanların Hz. İsa'ya yakıştırdıkları sıfatın tam tersiyle onu sıfatlandırmaktadır. Mesela «İsa Rabbine, yaradanına ibadet ediyor» sıfatını Cenab-ı Hak ona veriyor. Bu İsa'nın ilâh olduğuna, hâşâ Allah'ın oğlu olduğu iddiasına tam zıddır. «İsa ancak Meryem'in oğludur,» mânâsı kelâmın hulâsasından anlaşılıyor. Hasr açıkça yoksa da kelâmın hulâsasından bu anlaşılmaktadır.
Ayetin metnindeki «Kavi» kelimesi mukadder bir fiilin mef'u-lüdür. Burada «hak»ta,n maksat Cenab-ı Hak'tır. «Onun kavlimden maksat da Hz. İsa'dır. Hz. İsa'ya «Allah'ın kavli» denilmesinin sebebi, Cenab-ı Hakk'ın onu babasız olduğu halde «ol» sözüyle yaratmış olmasıdır. Bazılarına göre kavi kelimesi kendi kökeninden gelen bir fiilin mef'ulüdür. Yani ben hakkin sözünü söylüyorum.
Ayetin sonunda gelen «Yemterun» fiili şek ederler, hakkında mücadele ederler mânâsını ifade eder. Yani yahudiler «O bir sihirbazdır», hıristiyanlar da «O Allah'ın oğludur» derler. Hz. İsa' yi hem yahudilerin hem de hıristiyanların sözünden tenzih ederiz.
(35) «Allah'a evlat edinmek...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani Cenab-ı Hak için evlat edinmek sıhhatli değildir. Ve böyle bir evlat edinmek de doğru değildir. Bu cümle hıristiyan-lan yalanlamakta ve Cenab-ı Hakk'ı onların iftiralarından tenzih etmektedir.
«O bir işe hükmettiği zaman ona sadece «ol» der, o da hemen oluverir» cümlesi ise ona evlat isnad edenlerin susturulması için getirilmiştir. Çünkü bu cümlede Cenab-ı Hakk'ın bir işe hükmettiği zaman o işin süratli bir şekilde olduğu bildiriliyor. Şanı böyle yüce olan Allah, ihtiyaç ve eksiklik alâmetlerinden olan evlat edinmekle nasıl itham edilebilir? Onun ne ihtiyacı ve ne eksikliği vardır ki evlat edinmiş olsun?
(36) «Muhakkak ki Allah benim de...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu söz ubudiyyet yani kulluk mânâsını yerleştirmek için Hz. İsa'nın sözlerinin mütemmimidir. Bu ayetle Hz. İsa'nın sözünden ibaret olan diğeri arasına muterize olarak iki ayet girmiş oluyor. Bu sözün Hz. İsa'nın sözünden bir parça olduğunu îbn Abbas'tan gelen bir rivayet tekid etmektedir. Ayetin zahirine bakılırsa burada hitap Hz, Muhammed'edir. Yani «Ey Muhammedi De ki: Muhakkak ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz-dir. Öyle ise ona kulluk edin. İşte bu doğru yoldur».
Yani bu, tevhidden zikredilen dosdoğru yoldur. O yoldan giden sapıtmaz demektir.
(37) «Sonra kendi aralarında,:.»
Bu ayetteki gruplardan maksat yahudi ve hıristiyanlardır. Bu tefsir Kelbi'den rivayet edilmiştir. Yani o gruplar ittifakı gerektiren noktayı ihtilaf menşei yapmışlardır. Hz. İsa'nın nakledilen sözleri onun Allah'ın kulu ve peygamberi olduğu hususunda kesin nasslar olmasına rağmen hıristiyanlar ifrat, yahudiler de onun hakkında tefritte bulunmuşlardır. Yani hıristiyanlar «O Allah'ın oğludur, Allah'tır, üçün biridir» demişler; Yahudiler de «O sihirbazdır, (hâşâ) zina evladıdır» şeklinde iftirada bulunmuşlardır. Bir grup Hz. İsa'yı Allah telakki edecek derecede ifrat, bir M grup da onu sihirbazlık ve zina evladı olmakla itham edecek de-g| recede tefrit etmişlerdir. «Kendi aralarında» tabirinden anlaşılıyor ki ihtilaf onlardan çıkmamış, aksine onlar bizzat ihtilaf etmiş olanlardır. Bazıları «Gruplardan maksat Hıristiyanların gruplarıdır. Çünkü Hz. İsa'nın refinden sonra Hıristiyanlar ihtilafa düştüler. Nastur; «İsa Allah'ın oğludur -hâşâ- Allah onu dünyaya gönderdikten sonra göklere kaldırıp katına götürdü» dedi. Ya-kub, « O Allah'ın ta kendisidir. Evvela yere indi, sonra göklere çıktı» dedi. Melka, «İsa Allah'ın kulu ve peygamberidir» dedi. Şehristani, El-Milel ve'n-Nihal adlı kitabında melkânilerin şöyle söylediklerini ifade ediyor: «Kelime yani ilim uknumu Hz. İsa ile birleşti ve onun nasutiyeti bir elbise bedenine giydirildi.»
Hıristiyanlar şunu da iddia etmişlerdir: «Mesih cüz'i değil külli bir nasuttur, kadimdir. Meryem kadim ve ezeli olan bir ilâhı doğurmuştur. Dünyadaki öldürme ve çarmıha germe hadisesi hem Hz. İsa'nın nasut (beşerî) hem de lahut (ilahî) tarafına bağlıdır».
Bazıları «Buradaki gruplardan maksat müslümanlar, yahudi-ter ve hıristiyanlardır» dediler. Hasan Basri'den gelen bir rivayete göre müslümanlar, Hıristiyanlar ve yahudiler Hz. İsa'nın kıssası ortaya geldiğinde onun hakkında ihtilaf ettiler. Çünkü rnüs-lümanlara göre Hz. İsa Allah'ın peygamberi ve kuludur. Her şeye kadir olan Cenab-ı Hak, Meryem'in rahminde onu yaratmıştır. Hıristiyanlar «ilâhtır, mabuddur»; Yahudiler ise «sahirdir, zani bir kadının evladıdır» dediler.
Bazılarına göre burada gruplardan mutlak kefirler kastedilmektedir. Böylece yahudi ve hıristiyanları kapsadığı gibi peygamberimizin dönemindeki putperestleri ve diğer grupları da kapsamaktadır. İmam Fahreddin Razi bu yorumu tercih etmiş ve «Zira ayette herhangi bir grubu tahsis eden bir durum bahis konusu değildir» demiştir.
«Bu gruplardan maksat ehl-i kitaptım şeklindeki yoruma göre, bu hadisenin Hz. İsa'nın kıssasından sonra zikredilmesi bunu iktiza etmektedir. Cenab-ı Hakk'ın «Büyük bir günü görmekten dolayı vay o kâfirlerin haline» cümlesi de bu görüşü takviye etmektedir. Kâfirlerden maksat ihtilafa düşen gruplardır. Cenab-ı Hak hepsinin kâfir olduğunu ilân etmek ve cezalarının nedeninin de küfürleri olduğunu açığa vurmak için bu tabiri kullanmıştır.
«Büyük bir günün meşhedimden maksat dehşeti, hesabı ve cezası büyük olan bir günün görünmesi demektir. Bu da Kıyamet Günü veya onun görüldüğü vakit veya onun görüldüğü mekân veya o günün onlar aleyhinde şahitlik etmesi demektir. Zira melekler, peygamberler onların aleyhinde şahitlik ettikleri gibi dilleri ve diğer asaları da fasıklıklarmı ilân eder.
Bazı kimseler «Bu ibareden maksat, onların Hz. İsa ve annesi hakkında söyledikleri gündür» dediler. Bu günün «büyük» olduğunu Cenab-ı hak söylüyor. Çünkü bu günde yapılan iftira çok büyük ve çok korkunçtur.
Bazıları «Bu günden maksat Medine'yi saran gruplar arasın, da ihtilaf çıktığı zaman müslümanların savaşmasıdır» demişlerdir. Fakat hak olan, bu günden Kıyamet Günü'nün kastedilmesi-dir.
(38) «Onlar huzurumuza çıkacakları gün, neler...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu ayet onların o gündeki görüş ve duyuşlarının hiddetinden bir taaccübtür. Ayetin mânâsı, «Onların kulak ve gözleri o günde (yani hesap ve ceza gününde) hayret edilmeye değer bir du* rumdadır. Halbuki dünyada sağır ve kör idiler» şeklinde anlaşılır. (Bu tefsir Hasan Basri ve Katade'den rivayet edilmiştir).
Ali bin İsa «Bu ayet te'dibür» dedi. Yani onlar kalplerini paramparça eden şeyi işittiklerinde, yüzlerinin simsiyah kesilmesine sebep olan şeyi gördüklerinde hayret verici bir şekilde işitir ve görürler.
Ebu'l-ÂHye'ye göre, bu emir gerçekten Hz. Peygamber'e verilen bir emirdir. O güne dair, vaade dilenleri ve o kâfirlerin başına gelenleri dinle ve gör! Eğer «esmi7» ve «ebsir» kelimeleri taaccüb fiili iseler o zaman harf-i cer ile onun mecruru olan zamir mahallen merfudur. Eğer Rasûl-ü Ekrem'e yönelik bir emir ise o vakit faili gizlidir.
Bazıları «Bu iki fiil taaccüb fiilleri olsa dahi yine failleri mastarlarına raci olan bir zamirdim demişlerdir. Zalimler bugün de (yani dünyada) apaçık bir sapıklık içerisindedirler. Yani sonu idrak edilmeyecek derin bir sapıklık içerisindedirler. Çünkü onlar dinlemek ve bakmaktan tamamen gafil olmuşlardır. [18]
39- (Ey Muhâmmed!) Onları hasret (pişmanlık/üzüntü) gününün (dehşetinden) uyar. Onlar bir gafletin içinde iken ve henüz iman etmemişken iş olup bitmiştir.
40- Yeryüzüne de, onun üzerindekilere de ancak biz varis oluruz. Ve onlar ancak bize döndürülürler.
41- (Ey Muhâmmed!) Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Zira sidkı bütün bir peygamberdi.
42- Hani (İbrahim) babasına; «Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda vermeyen bir şeye niçin tapıyorsun?» dedi.
43- «Ey babacığım! Bana sana gelmeyen bir ilim geldi. Bana uy ki seni düzgün bir yola. ileteyim.»
44- «Ey babacığım! Şeytana kulluk etme. Çünkü şeytan Rahman'a âsi oldu.»
45- «Ey babacığım! Ben sana Rahman'dan bir azap dokunup da, şeytanın yakım olmandan korkuyorum».
46- (Azer): «Ey İbrahim! Sen benim mabudlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bundan) vazgeçmezsen andolsun seni taşlarım. Uzun bir süre benden ayrıl, git» dedi.
47- (İbrahim): «Selâm sana! Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana çok lütufkârdır» dedi.
48- «Sizden de Allah'tan başka taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yalvarıyorum. Umulur ki Rabbime dua etmekle bedbaht olmam.»
49- Ne zaman ki (İbrahim) onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından uzaklaşıp bir tarafa çekildi, o zaman biz ona İs-hak'ı ve Yakub'u bağışladık ve hepsini peygamber kıldık.
50- Onlara rahmetimizden bağışladık ve kendilerine yüce bir lisan-ı sıdk verdik.
51- (Ey Muhâmmed!) Kitap'ta Musa'yı da zikret. Gerçekte o, muhlis ve gönderilmiş bir peygamberdi. [19]
(39) «(Ey Muhâmmed!) Onları...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet üzerinde îmam Suyuti «Celaleyn» adlı tefsirinde «Ey Muhâmmed! Mekke kâfirlerini korkut» diyor. Hasret gününden maksat Kıyamet Günü'dür. Çünkü o günde kötülük yapan «Niçin dünyada iyiliği bıraktım» diye üzüntü duyar. O zaman onların hakkındaki durum hükme bağlanmıştır ve orada onlara azap tatbik edilecektir. Halbuki onlar dünyada iken bundan gafil idiler ve buna iman etmiyorlardı.
Müfessir Mekkeliler'i tahsis ediyor. Çünkü bu ayetin nüzul sebebi Mekkeliler'dir. Ama burada «lâfzın umumuna bakılır, sebebin hususiyetine bakılmaz» kaidesi unutulmamalıdır.
Kıyamet Günü'nün birçok isimleri vardır. Onlardan bazıları şunlardır: Yevmuddin, Yevm'ul-Ceza, Yevm'ul-Hisab, el-Hakka, el-Karia, el-Yevm'ul-Mevrud, vs.
(40) «Yeryüzüne de, onun üzerindekilere de...» Bu Ayetin Tefsiri
Cenab-ı Hak bu ayette yeryüzü üzerinde bulunan akıllı ve akılsa bütün canlıları helak etmek suretiyle onların mirasçılan olacaktır.«Onlar o günde ceza ve mükâfatlarım almak üzere bize döndürüleceklerdir»; Yani herkese takdim ettiği ameline göre cezası veya azabı verilecektir. Eğer hayır işlemişse hayır, şer işlemişse şer verilir.
(41) «(Ey Muhammedi) Kitap'ta İbrahim'i de...» Bu Ayetin Tefsiri
«Kitap'ta ibrahim'in haberini zikret» ibaresindeki «Kitap» tan maksat Kur'an'dır. Bu ayet Mekkeliler'e Hz. İbrahim'in haberini, belki ibret alır, iman ederler diye anlatmaktadır. Bu cümle daha önceki «Kitap'ta Meryem'i zikret» cümlesi üzerine atıftır. İbrahim «sıddık»tı. Yani çok doğru söyleyendi. Sözlerinde, fiillerinde ve hallerinde doğruydu. Ve peygamberdi. Sıddıklık Hz. İbrahim için özel bir vasıftır. Her peygamber sıddıktır, fakat her sıddık peygamber değildir. Velayet ile sıddıkiyyet arasında umum ve husus meselesi vardır. Zira her sıddık velidir, fakat her veli sıddık değildir. Çünkü sıddıkiyet mertebesi peygamberlik mertebesinin altındadır. Terkib bakımından «Nebiyyen» kelimesi «sıd-dik» kelimesinin bedelidir. [20]
(42) «Hani (İbrahim) babasına...» Bu Ayetin Tefsiri
Celaleyn, «İbrahim'in babası Azer'dir» diyor. Savi, «Azer onun hakiki babasıdır diyenler vardır» der. Suyuti de En'am Su-resi'nde «Azer İbrahim'in babasıdır» denildiği için burada aynı ifadeyi kullanıyor. Bu, peygamberliklerine zarar vermez. Çünkü Cenab-ı Hak diriyi ölüden çıkarır. Aynı zamanda Rasûlullah'm «Ben tertemiz bellerden şayana iftihar olan anne rahimlerine naklolundum» hadisi de buna ters düşmez. Çünkü «tertemiz beller» den maksat cahiliye zinasından temiz olmak demektir. Velev kâfir de olsalar.,.
«Azer'in kâfirliği ancak Hz. İbrahim'in peygamberliğinden sonra tahakkuk etmiştir» de denilebilir. İşte bu ikinci ihtimale binaen Rasûl-u Ekrem'in nuru Azer'den, fıtrat halindeyken İbrahim'e nakledilmiştir demek oluyor.
Bazı müfessirler de «Azer, İbrahim'in amcasıdır. Babasının asıl ismi Tarih'tir» derler. «Amca»ya «baba» denilmesi büyüklerin âdetlerine binaendir. Çünkü büyükler «amca»ya «baba» derler. Bu yoruma binaen bahsi geçen hadis itiraz olarak burada bahis konusu olamaz.
Bu iki görüş de tefsir alimlerine aittir.
Hz. İbrahim'in babası putlara tapıyordu. Bu yüzden ona; «Dinlemeyen, görmeyen, sana hiçbir fayda vermeyen, sana yarar sağlamayan veya zararı defetmeyen bir şeye niçin ibadet ediyorsun?» diye sordu.
Bu sorudan anlaşılıyor ki Cenab-ı Hak semi* ve basar sıfatlarına sahiptir ve kullarına zarar da yarar da verebilir.
«Onlar işitmezler»; yani onlara ibadet ederken kendileri için okuduğun senaları duymazlar. Onlara yalvarırken senin sesini işitmezler. Onların huzurunda eğildiğini, korkuya büründüğünü görmüyorlar. Veyahut da işitilenlerin hiçbir şeyini işitmezler, görülenlerin de hiçbir şeyini görmezler!
«Onlar seni herhangi bir şeyden müstağni kılmaya da güç yetiremezler.»
(43) «Ey babacığım! Bana sana gelmeyen...» Bu Ayetin Tefsiri
Hz. İbrahim cehaletin doruğunda bulunan babasını ifrat derecedeki cehaletle isimlendirmediği gibi nefsini de üstün bir ilimle sıfatlandırmadı. Belki nefsini böyle ince bir surette, ikisinin yolunun hallerini daha iyi bilmekle vasıflandırdı ve böylece babasının şefkatini celbetmek istedi.
«Bana tabi ol. Seni dosdoğru bir yola götüreyim. Hedeflerin en yücesine götüren, felaketlere yol açan, dalâletten uzak bulunan bir yola hidayet edeyim» demek istedi.
Hz. İbrahim'e gelen ilim-Savi'ye göre tevhid ve üm-i hâl il-. midir. Yani akaid ve ahkâm-ı şeriyyenin ilmidir.
Ayetin sonundaki «Seviyyen», kelimesi dosdoğru mânâsını ifade eder. Hz. İbrahim'e verilen ilim, Alusi'ye göre, Allah hakkında vacib, mümteni ve caiz olan şeyleri bilme ilmidir. Bazıları «Ahiret sevabına-ikabına bağlı olan ilim burada kastedilmiştir» derken, bazıları da «Tüm bunları kapsayıcı ilim kastedilmektedir» demişlerdir.
(44) «Ey babacığım! Şeytana kulluk etme...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani putlara tapmak hususunda ona itaat etmekle ona kulluk yapma. Zira putların taatine insanı iteleyen şeytandır. Hz. İbrahim babasının üzerinde bulunduğu küfrü her akıl sahibinin nefret ettiği bir kalıba sokarak onun tamamen menfaatten âri, bütün' bir zararı getirici olan niteliğini ortaya dökerek bu hitabı yapmaştır. Putlara tapmak hakikatte şeytana tapmaktır. Çünkü onlara tapmayı şeytan emretmektedir.
«Kesinlikle şeytan Allah'a âsidir» cümlesi şeytanın ibadetine yönelmenin nedenidir. Yani rahmeti hepimizi kapsamakta olan, nimeti hepimizi içine alan Zat-ı Kibriya'ya düşmanlık yapan, isyan eden bir şeytana nasıl ibadet edersin? Şüphesiz ki asi bir kimseye itaat eden de asidir. Asi olan herkesten nimetlerin geri alınması ve ondan intikamın alınması uygundur. Cenab-ı Hak buna işaret etmek için «rahman» kelimesini kullanmıştır. Yani şeytanın, merhametin sonsuzluğuna sahip olan Cenab-ı Hak'ka isyan etmesi, isyanın en şenüdir. Şeytanın burada sadece Allah'a jjl isyanı zikredilmiştir. Diğer cürümleri söz konusu edilmemiştir. Çünkü bütün bu cürümlerin temeli isyandır. Veya Adem'e olan düşmanlığının bir neticesidir. Böylece Hz. İbrahim babasını şeytanın dostluk ve taatinden uzaklaştırmak istemişti.
(45) «Ey babacığım! Ben sana Rahman'dan...»Bu Ayetin Tefsiri
Hz. İbrahim burada «korkarım» diyor. «Kesinlikle bilirim» demiyor. Çünkü Azer'in küfür üzerinde Ölmesi kesin değildi. İman etmesi de umulabilirdi. Bazıları da «Buradaki korku ilim mânâsı-g| nadir» demişlerdir. Fakat en uygun tefsir korkunun gerçek mânâsında olması ve Azer'in küfür üzerinde öleceğini kesinlikle bilmediği için bu ifadeyi kullanmasıdır.
«Veliyyen» kelimesi yardımcı ve ateşte onun arkadaşı demektir. Yani eğer şeytana ibadet edersen Rahman olan Allah'tan bir azabın gelip seni yakalamasından ve şeytana ateşte arkadaş olmandan korkuyorum. [21]
(46) «(AzerJ; Ey İbrahim! Sen benim mabudlanmdan yüz mü...»Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet mukadder bir suale cevaptır. Sanki şöyle soruluyor: Hz. İbrahim babasına bunları söyledikten sonra acaba o bu na-sihata nasıl karşılık verdi?
Cevap olarak babası inadına ısrar etti. Şefkat ve merhamet dolu ifadelere karşı mütekebbirane ve kabalıkla dolu sözlerle ortaya atılıp: «Ey İbrahim! Sen benim mabudlanmdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen seni recmederim» dedi. Bu cümle Hz. İbrahim'e karşı savrulan- bir tehdiddir ve vaz-u nasihatından onu korkutmaktır. Yani Allah'a yemin ederim, eğer sen vaz-u nasihati bırakmazsan, putlara ibadeti yasaklamaya devam edersen, seni recmederim (Bu Hasan Basri'nin yorumudur).
Bazılarına göre «Dille seni recmedeceğim yani sana küfredeceğim» dedi. Bu da İbn Abbas'ın, Süddi, Dahhak ve îbn Cü-reyc'in tefsiridir.
Ayetin sonunda gelen «Meliyyen» kelimesi Hasan Basri ile Mü-cahid'in tefsirine göre uzun bir zaman demektir. Süddi «ebediy-yet» mânâsını ifade ettiğini, «Bana artık hiçbir zaman yaklaşma» anlamına geldiğini söylemiştir.
İbn'ul-Enbari, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor:
«İbn Abbas «meliyyen:> kelimesini sadece uzun anlamıyla tefsir etmiştin>, yani uzun bir terketmek veya uzun bir zaman şeklinde söylememiştir. Yine İbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayete göre sağlam ve dosdoğru mânâsını ifade etmektedir. Yani hicret etmeye gücü yeter bir şekilde beni bırak. Yani hicrete kadir olduğun halde, benden uzaklaştığın halde beni bırak. Bunu da sana vurmadan ve seni yaralamadan önce yap.
(47) «(İbrahim): Selâm sana...m Bu Ayetin Tefsiri
Bu selâm veda etmek mânâsını belirten ve kötülüğü iyilikle karşılamak şeklinde mütareke ifade eden bir selâmdır. Çünkü kötüye kötülüğü terkettirmek ihsandır. Yani benden bundan sonra sana herhangi bir nahoş hadise isabet etmeyecektir ve seni ezi-jj yete sokacak bir şey hakkında da seninle konuşmayacağım. Bu | tıpkı «Bizim amellerimiz bizim, sizinkiler sizindir. Selâm sizin üzerinize olsun. Biz cahilleri istemiyoruz» ayetinin bir benzeridir.
Bazıları «Bu, ayrılmak tahiyyesidir» demişler ve bu tefsiri ıleri sürenler, bir kâfire de tahiyye yapılabilir, selâm verilir demişlerdir. (Bu aynı zamanda Süfyan bin Uyeyne'nin de görüşüdür).Delil «Sizinle savaşmay anlar dan Cenab-i Hak sizi yasaklamaz» ayetidir. Bir de «Sizin için İbrahim'de güzel bir numune-i imtisal vardır» ayetidir. Fakat Süfyan es-Sevrî'nin bu delili Sahih-i Müslim'dsabit olan şu hadisle çürütülmektedir: «Yahudi ve hıristiyanlara Önce selâm verici olmayınız.» «Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim» cümlesine gelince, Hz. İbrahim, «seni tevbeye muvaffak kılması için, imana hidayet etmesi için Rabbime yalvaracak, af talebinde bulunacağım»dedi. Hz. İbrahim bu vaadini Şuara Suresi'nde geldiği gibi «Benim babamı affet» demek suretiyle yerine getirmiştir. Hz. İbrahim'in bu af talebi Azer'ih Allah'ın düşmanı olduğu hususu kendisine malûm olmazdan evveldir. Nitekim bu Tevbe Suresi'nde açıklanmış [22]
«Yarabbi babamı affet. Çünkü o sapıtanlardandım sözü delâlet eder ki Hz. İbrahim, Allah'tan onu imana muvaffak etmesini, hidayetini istemiştir. O, onun halinden haberdar bulunmuyordu. Onun af talebinde bulunması «Yarab, onu imana hidayet et, sapıklıktan çıkar» mânâsını ifade ediyor. Bu mânâ ile kâfir bir kişiye küfür üzere öleceği bilinmezden önce bağışlama talep etmek caizdir. Fakat kâfir olacağım bildikten sonra istiğfar caiz değildir. Çünkü bu, muhali istemektir. Muhali istemek ise haramdır. Bunun için Hz. İbrahim'e vahy yoluyla Tevbe Suresi'nde geldiği gibi Azer'in durumu açıklanınca ve onun da iman etmeyeceği bildirilince kendisini şiddetli bir şekilde terketti. Demek ki Hz. İbrahim'in malûm sözü ve bunu yerine getirmesi bu açıklamadan önceydi. Böylece Hz. İbrahim'in babası için af talep etmesiyle müminlerin müşrik yakınları hakkında af talep etmeleri arasında fark vardır. Çünkü müminlerin af talebi açıklamadan sonradır. Bunun için de Hz. İbrahim'e af talebinde bulunması için izin verilmemiştir.
«Sizin için İbrahim'de ve İbrahim'le beraber olanlarda güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: «Biz sizden uzağız. Allah'tan başka taptıklarınızdan da uzağız, sizi inkâr ediyoruz» demişlerdi.» Bu ayetin devamı ilgili meseleyi açıklamaktadır. (Bkz. Mümtahine; 4).
(48) «Sizden de Allah'tan başka taptığınız şeylerden de...» Bu Ayetin Tefsiri
Hz. İbrahim, «Sizden uzaklaşacağım. Allah'tan başka taptıklarınızdan da uzaklaşacağım. Dinimin uğrunda sizin yurdunuzdan hicret edeceğim. Çünkü nasihatlanm size hiçbir fayda vermedi» dedi.
Rivayete göre İbrahim, Şam'a hicret etti. Bazıları Harran'a hicret ettiğini söylemişlerdir. Harran oraya yakındı. Çünkü onlar «Kûsâ» [23] arazisinde bulunuyorlardı. Hz. İbrahim bu hicret esnasında Sare ile evlendi. Hacer'i Sare'ye cariye olarak veren kralla karşılaştı.
Hz. İbrahim'in bu uzaklaşması kalbi bir uzaklaşma da olabilir. İnanç uzaklaşmasıdır. Fakat bu tevil, rivayetlere ters düşmektedir.
«Rabbimi çağıracağım» demek sadece ona ibadet edeceğim demektir. Umulur ki ben Rabbimin ibadetiyle çalışması boşa geçmiş ve mahrum kalmış bir kimse olmayacağım. Bu cümlede onlara tariz ve tenkit vardır. Zira Hz. İbrahim onların putlarına ibadet etmeleri durumunda helak olacaklarını söylüyordu.
Bu konuşmanın başında «umulur» anlamına gelen «asa» kelimesinin kullanılması tevazuu izhar etmek içindir.
İtibar neticeye bağlıdır. Netice ise Cenab-ı Hakk'm özelliği olan gaybi işlerdendir.
(49) «Ne zaman ki (İbrahim) onlardan ve...» Bu Ayetin Tefsiri
Hicret etmek suretiyle hem onlardan hem de Allah'tan başka taptıklarından uzaklaştı. O zaman Cenab-ı Hak kendisine İshak ile Yakub'u lütfetti. Yani O, Allah için babasını ve kâfir kavmini bıraktığından dolayı Cenab-ı Hak ona îshak'ı ve onun oğlu olan Yakub'u hibe etmiştir. Bu hibe, hemen hicretin arkası da değildir. Meşhur rivayete göre Hz. İbrahim'e ilk hibe edilen İsmail'dir. Çünkü Cenab-ı Hak başka bir ayette «Ona halim bir çocuğun müjdesini verdik» buyurmaktadır. Yani o «Ya Rab, salihlerden bana bir evlat hibe et» duasını yapar yapmaz ona halim bir erkek çocuk müjdelenmiştir.
Celaleyn «İbrahim, mukaddes araziye hicret etti» diyor. Babil şehrinden Arz-ı Mukaddes'e gittiğini söylüyor. İsmail, Hacer'den-di. Sare, İsmail'in doğumundan sonra Hacer'i kıskandı. O da İs-hak'a hamile kaldı. İbrahim yaşlandığı zaman da Hz. Yakub dünyaya geldi.
Diğer bir rivayete göre Hz. İbrahim, Şam'a gitmek istediğinde evvela Harran'a geldi. Burada Sare ile evlendi. Sare'den îshak dünyaya geldi. İshak oğlu olarak da Yakub dünyaya geldi. Yani bu ikinci rivayete göre Yakub, İshak'm oğlu, birinci rivayete göre ise Hz. İbrahim'in oğludur. Alusi «Birinci rivayet daha açık, gerçeğe daha yakındır» diyor.
Savi, «Celaleyn'in ibaresinden anlaşılıyor ki Hz. ibrahim kub'u da görmüştür. Ve gerçek te budur. Çünkü kendisine İshak müjdelendi, İshak'tan sonra da Yakub'un müjdesi verildi» diyor.
Hz. İbrahim 175 sene yaşadı. Onunla Adem arasında ikibin, Nuh'la ise bin senelik bir zaman vardı. (Hakikati Allah daha iyi bilir).
Beyzavi; «Hz. İbrahim, Şam'a müteveccihen yola çıktığında Önce Harran'a varmış, orada Sare ile evlenmiş ve bu evlilikten Hz. İshak dünyaya gelmiştir. Hz. Yakub ise Hz. İshak'm oğlu ve Hz. İbrahim'in torunudur» diyor.
(50) «Onlara rahmetimizden...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani İbrahim'e, İshak'a ve Yakub'a rahmetimizden peygamberlik verdik. Daha önce Cenab-ı Hak «Onların her birisini peygamber kıldık» demişti. Bu tefsire göre bu kelâm tekrarlanmıştır. Sebebi de Cenab-ı Hak ilân ediyor ki peygamberlik rahmet babın-dandır. Allah dilediğini onunla tahsis eder.
Kelbi'ye göre «Rahmet'ten maksat mal ve çocuktur». Bazıları da «Rahmet'ten maksadın-Kitap olduğunu» söylemişlerdir. Fakat en belirgin tefsire göre rahmet «amm»dır. Dini ve dünyevi bütün hayırları kapsamaktadır. Zira onların üçüne öyle bir şey verildi ki başka alimlerin hiçbirine verilmemiştir.
«Ve kendilerine yüce bir lisan-ı sıdk verdik» cümlesinden onların bütün dil sahipleri tarafından övülmekte oldukları anlaşılmaktadır. Bu da Hz. İbrahim'in «Başkaları arasında bana doğruluk dili ver» duasının kabulüne dikkati çekmektedir.
(51) «(Ey Muhammedi) Kitap'ta Musa'yı da...» Bu Ayetin Tefsiri
Burada Hz. Musa, Hz.
İsmail'den önce zikredilmiştir. Ki onun
Hz. Musa ihlas sahibiydi. Allah'ı birlemiş, ibadetini şirk ve riyadan kurtarmış, özünü Allah'a adamış, Allah'tan başkasını bırakmıştı.
Bazı kıraatlerde «Muhlisen» kelimesi «Muhlesen» şeklinde okunmuştur. Bu da «Allah onu ihlas sahibi kılmıştır» demek olur. O Allah tarafından, Allah'ın dilediği hükümleri tebliğ etmek üzere gönderilen bir peygamberdir, Nebidir. Onun derecesi peygamberlerin çoğundan veya diğer insanlardan daha üstündür. O diğer insanlara gönderilmiştir. Çünkü «Nebi» kelimesi büyüklük, yücelik mânâsına gelen «Nebvet»ten veya haber veren anlamına gelen «?zebe»den gelmektedir. Yani Cenab-ı Hakk'm tevhid ve şeriatları insanlara haber vermektedir.
Savi, «O Rasûl ve nebi idi» diyor. Yani ezelde, Allah'ın ilminde onun peygamberliği ve risaleti sabit olmuştur. Aksi takdirde onun risaleti insanlara nisbetle daha sonra meydana gelmiştir. [24]
52- Ona Tur'un sağ tarafından seslendik ve konuşmak için onu yaklaştırdık.
53- Rahmetimizden dolayı kardeşi Harun'u ona bir peygamber ve Rasûl olarak bağışladık.
54- (Ey Muhammedi) Kitap'ta İsmail'i de zikret. Gerçekten o sözünde sadık bir kimseydi ve gönderilmiş bir peygamberdi.
55- Halkına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin katında kendisinden razı olunmuş bir kimseydi.
56- Kitap'ta İdris'i de zikret. Kuşkusuz o da Sıddik (dosdoğru) ve peygamberdi.
57- Onu yüce bir yere yücelttik.
58- İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem'in zürriyetinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail (Yakub) soyundan, hidayete ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara Rahmanın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Dikkat secde ayetidir secde et.)
59- Onlardan sonra yerlerine bir nesil geldi. Namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden onlar da (azgınlıklarının cezası olarak) Gayya'yı boylayacaklar.
60- Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amelde bulunan kimseler bunun dişındadırlar. Onlar hiçbir haksızlığa uğratıl-maksizın Cennet'e gireceklerdir.
61- Rahman'ın kullarına gıyaben vaade t ti ği Adn cennetlerine (gireceklerdir). Kuşkusuz O'nun vaadi yerini bulacaktır.
62- Orada boş söz değil, sadece selâm işitirler. Orada sa-bah-akşam nzıkları da hazırdır.
63- Kullarımızdan takva sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur.
64- (Cebrail): «Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey ancak O'na aittir. Rabbin asla unutkan değildir.» [25]
(52) «Ona Tur'un sağ tarafından...» Bu Ayetin Tefsiri
Tur, Mısır ile Medyen arasında bir dağdır. «El-Eymen» kelimesi Tur'un sağ tarafı demektir. Yani Tur'un sağ tarafından ona seslendik. Sağdan maksat Hz. Musa'nın sağıdır. Yani Hz. Musa' mn sağ tarafına gelen kısımdan ona seslendik. Zira dağın sağı ve solu olmaz. [26]
Cenab-i Hakk'ın seslenmesinden maksat Allah'ın kelâmının o cihetten Hz. Musa'ya görünmesi demektir. Zahire göre Hz. Musa lâfzî kelâmı dinlemiştir. Bazıları «Hz. Musa'nın dinlediği, harfsiz ve sessiz idi. Hz. Musa bütün cihetlerden, bütün azalarıyla dinliyordu» demişlerdir. İşte bununla seslenenin kesinlikle Cenab-ı Allah olduğu tahakkuk etmiş oluyor. Bu noktadan hareket edilerek şöyle denilmiştir:
Hz. Musa'nın hâli hükümdara yaklaştırılmış, aradan vasıtalar kaldırılmış ve özel sohbete nail olmuş bir kimsenin hâline benzetilmektedir.
«Neciyyen» kelimesi gizlice konuşmak mânâsına gelen «münacaat» kökünden gelir ve terkibde hal bildirilir. Yani «Musa'ya seslendik» veya «Musa'yı münacaat ettiği halde yaklaştırdık». Birçok müfessire göre bu kelime yükseklik mânâsına gelen «necv» kökünden gelmektedir. Bu hususta îmam Suyuti'nin «Ed-Durr'ul-Men-sur»unda naklettiğine göre, Abdurrezzak, «Doğruluğundan kurtulmuş olarak onu yaklaştırdık» anlamını vermiştir.
(53) «Rahmetimizden dolayı kardeşi Harun'u...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani ona olan rahmetimizden dolayı onun kardeşi olan Harun'un yardımını, vezirliğini ona hibe ettik. Bu da «Yarabbi, ehlimden kardeşim olan Harun'u bana vezir kıl» duasının kabulü idi. Cenab-ı Hak burada Hz. Harun'un vezirliğini, yardımcılığını, peygamberliğini Hz. Musa'ya hibe etmiştir. Kendisini değil. Çünkü o yaşça Hz. Musa'dan daha büyüktü.
Ayetin sonunda gelen «Nebiyken» kelimesi Hz. Harun'un hâlidir. Yani «Peygamber olduğu halde onun yardımını Musa'ya hibe ettik».[27]
Hz. Harun'a gelince, onun nesebi ile Hz. Musa'nın nesebi birdir. Çünkü o Hz. Musa'nın ağabeyidir. Fakat hiçbir kitapta müstakil olarak Hz. Harun hakkında bir bölüm bulunmamaktadır ve Hz. Musa bahsinde onun da bahsi geçmektedir. Peygamberliğin ilk noktasından itibaren Hz. Musa ile beraber oldu. Sonra Cenab-ı Hak, Hz. Harun'la beraber Hz. Musa'ya Tur Dağı'na gitmelerini emretmiştir. İkisi de oraya gitmişler ve Harun orada vefat etmiştir. Hz. Musa onu defnettikten sonra İsrailoğulları'na dönerek Hz. Harun'un öldüğünü haber vermiştir. Tefsir âlimlerine göre, İsrailoğulları «sen Harun'u öldürdün» diye Hz. Musa'yı itham etmişler ve ona karşı çıkmışlardır. Bu hadise Hz. Harun bir taht üzerinde oturduğu halde, yer ile gök arasında Allah tarafından onlara gösterilmesi zamanına kadar devam etmiştir. İşte o zaman Hz. Harun'un Öldürüldüğüne dair herhangi bir alâmet olmadığım görmüşlerdir. Cenab-ı Hak Hz. Musa'ya «Nebu» dağına gitmesini, oradan Arz-ı Mukaddes'e bakmasını, fakat oraya girmemesini söylemiştir. Hz. Musa da orada vefat etmiş, Kızıltepe mânâsına gelen Fesce'nin üzerine defriedilmiştir.
İsrailoğulları'nm durumuna bakan, Kur'an'ı ve İsrailoğullan' nın kitaplarını okuyan bir kimse görür ki Allah İsrailoğulları'nın nazlarım çekmiş, ailenin çocuğa karşı hükmü ne ise o tavırda kendilerine muamele etmiş, onlara olağanüstü nimetler vermiş, onlara zulmeden kitlelere çeşitli azaplar ve musibetler göndermiş, hamakat ve tuğyanlarını adeta karşılıksız bırakarak tahammül göstermiş, onları razı etmek için ne lazımsa hepsini yapmıştır. Tüm bunlara rağmen onlar inad yönünden daha fazla israr etmişler ve emrine muhalefette bulunmuşlardır. Hz. Musa, İsrailoğullan'na şunları söylemektedir: ((Zannetmeyin ki Allah mukaddes ve tahir olduğunuzdan ve taatinde bütün insanlara üstün bulunduğunuzdan Ötürü size mukaddes araziler verecektir. Hayır, bundan değil. Cenab-ı Hak pislikte, düşük ahlâkta son noktaya varmış kitleleri oradan uzaklaştıracak onlardan daha iyi olan sizleri oraya yerleştirecektir» (Tevrat).
Allah Teâlâ, Kur'an'ın birçok yerinde, İs railoğulları'na nasıl ihsanda bulunduğunu, Firavun ve kavminin esaretinden onları nasıl kurtardığını bahis konusu etmektedir.
«(Ey Muhammedi) Kitap'ta İsmail'i de...»
Zahire göre İsmail, İbrahim'in oğludur. Cumhur bu noktada ittifak etmektedir. Hakikat de budur. Hz. İsmail'i babası ve kardeşi İshak'tan ayrı zikretmenin nedeni, Cenab-ı Hakk'ın onun şanına, Hz. Muhammed'in dedesi olmak hasebiyle, daha fazla önem vermesinden ileri gelmektedir.
Bazılarına göre bu İsmail, Haskı'mn oğludur. Allah onu kendi kavmine peygamber olarak göndermiş, onlar onun başının derisini yüzmüşler, Cenab-ı Hak onlara vereceği azap noktasında İsmail'i muhayyer kılmıştır. İsmail onların affını dilemiş, Allah'ın sevabına razı olmuştur. Onlara azap edilmesi veya affedilmeleri konusundaki işlerini Allah'a havale etmiştir.
Bu görüşü İmamîler, Ebu Abdullah'tan da rivayet etmişlerdir. Fakat zannı galibe göre böyle bir rivayetin sahih olmadığı ortadadır.
«O sözünde dosdoğru idi» cümlesi Hz. İsmail'i Kitap'ta anmanın nedenidir. Cenab-ı Hak onu bu vasıfla zikrediyor, çünkü o, sonunda doğrulukla şöhret bulmuştur. Bu konuda İmam Suyuti şu rivayeti nakleder: «îbn Cüreyc'e göre İsmail, Rabbine vermiş olduğu her sözü harfiyyen yerine getiriyordu.»
İbn Ebi Hatim, Süfyani Sevri'den şöyle rivayet eder:
«Hz. İsmail ile arkadaşı bir köye geldiler. Arkadaşı, «ya ben oturayım, sen köye git, bize azık getir veya ben gideyim, o azığı alıp getireyim» dedi. Hz. İsmail «Sen git» dedi ve orada oturdu. «Seni beklerim» dedi. Kişi oraya girdi, Hz. İsmail'i unuttu-. Sonra köyden çıkıp gitti. İsmail o noktadan bir sene kadar ayrılmadı. Kişi bir sene sonra oradan geçerken Hz. İsmail'e: «Şen şu ana kadar burada mı bekliyorsun?» dedi. Hz. İsmail cevap olarak: «Sana burada seni bekleyeceğime dair söz vermiştim» dedi.
İmam Suyuti'den naklettiğimiz bu hadis başkaları tarafından «oniki gün bekledi», Mukatil'e göre «üç gün bekledi», Sehi bin Sa'd'a göre «bir gün bir gece bekledi» şeklinde yorumlanmış veya bu şekilde rivayet edilmiştir. Ama birinci görüş daha fazla şöhret bulmuştur. (Allah hakikati daha iyi bilir). Fakat Hz. İsmail'in bir sene orada beklemesi yani bir sene daima o noktayı gözetlemesi demektir. Yoksa yemeden, içmeden, çalışmadan, istirahat etmeden orada bir sene boyunca beklemiş demek değildir (İmami'ler bu hadisi Ebu Abdullah'tan rivayet etmektedirler).
Hz. İsmail sözünde dosdoğru idi. Mesela babasına «beni kurban etmek için teşebbüse geçtiğin zaman Allah dilerse beni sabredenlerden göreceksin» dedi ve sözünde durdu.
«O, gönderilmiş bir peygamber idi» cümlesi üzerinde tefsir alimleri böyle söylemişlerdir. Rasûl, mutlaka müstakil bir şeriata sahip olan peygamber demek değildir. Çünkü İbrahim'in bütün çocukları onun şeriatı üzerindeydiler ve bu şeriatı tebliğ ediyorlardı. Fakat bu yorumun tam tersi şöhret bulmuştur. Hatta bazı müfessirler «Rasûl, mutlaka kitap sahibi olan bir peygamberdim demişlerdir. Fakat hakikate bakılırsa «Rasûle mutlak kitap lâzımdır» şeklindeki yorumun yerinde olmadığı görülür.
Bazılarına göre «Onun bir kitap sahibi olduğu»nxm. mânâsı gönderilen kimselere nisbeten böyle olmasındandır. Hz. İsmail babasının şeriatıyla Cürhüm kabilesine gönderildi. Çünkü Hz. İbrahim onlara peygamber olarak gönderilmiş değildi.
(55) «Halkına namazı ve zekâtı...» Bu Ayetin Tefsiri
Hz. İsmail en mühim bir vazife ile meşguldü. O da kişinin nefsini tedbir ettikten sonra insanlardan kendisine en yakın olanın tedbirine yönelmesidir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «En yakın olan aşiretini korkut», bir diğerinde «Aile efradına namazı emret», başka bir ayette ise «Nefsinizi ve aile efradınızı ateşten koruyun» demektedir. Hz. İsmail bu emri iîe aile efradının tekmil olmasıyla hepsinin tekmil olmasını kastetmektedir. Çünkü aile efradı diğer insanlara numunedir.
Hasan Basri'ye göre «Burada ehilden maksat, Hz. İsmail'in ümmetidir. Çünkü peygamber, ümmeti için baba yerindedir.»
Abdullah bin Mesud'un mushafindaki durum da bunu takviye etmektedir. Ki orada «İsmail kavmine emrediyor» şeklinde geçmektedir.
Burada «namaz ve zefc⣻tan maksat ya bizim bildiğimiz ibadetlerdir veya zekâttan maksat mutlak sadakadır. Çünkü Hz. İsmail geceleyin namaz kılmayı, gündüzleri sadaka vermeyi aile efil radına emrediyordu.
Bazıları da «Zekattan maksat nefsin tezkiyesi ve arındırılma-sidir» demiştir.
O Rabbinin katında beğenilen bir kimse idi. Çünkü sözlerinde ve fiillerinde müstakimdi.
Müslim, Vaü'den şöyle rivayet ediyor:
«Allah'ın Rasûlü buyurdu ki: «Cenab-ı Hak İbrahim'in çocukları arasından İsmail'i seçti. İsmail'in çocuklarından da Kenanî kabilesini seçti».
Ebu Nuaym «Delaihinde Ebu Hureyre'den şu hadisi naklediyor: «Kıyamet Günü'nde oniki peygamber arasında ben mahlûkatın efendisiyim. İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub da bu peygamberlerdendir».
İbn Sa'd, Ukbe bin Beşr'den şöyle rivayet ediyor. «Bu zat Muhammed bin Ali'den sordu: «İlk Arapça konuşan kimdir?» Cevap olarak: «İbrahim'in oğlu İsmail'dir. Arapça'yı konuştuğu saman 13 yaşındaydı» dedi. Bunun üzerine soran: «O halde Arapça'dan önce halk hangi dili konuşuyordu?» diye sordu. Muhammed bin Ali: «İbranice konuşuyorlardı» şeklinde cevap verdi.»
İbn Sa'd, Vakıdi'den şunları naklediyor: «İsmail annesinden doğduğu gün Arapça dili kendisine ilham edildi. Oysa Hz. İbrahim'in bütün çocukları babalarının dili olan İbranice'yi konuşuyorlardı.»
İbn Sa'd, Ali bin Ribah'il-Lahmrden şöyle rivayet ediyor: «RasûUü Ekrem «Bütün Araplar İsmail'in çocuklarındandır» buyurmuştur».
Yine İbn Sa'd, İshak bin Abdullah'tan şöyle rivayet ediyor: «İsmail'in annesinin kabri Kabe'nin rüknü ile İsmail hicri arasında bulunan su oluğunun altındadır.» [28]
Hz, İsmail'in kıssası, babası Hz. İbrahim'in kıssasının bir parçası olduğundan dolayı Öyle pek uzun bir şekilde kitaplarda yer almamıştır. Kur'an'da İbrahim'in çocuğunu kesmesi ve Cenab-ı Hak tarafından «kâfidir» deyinceye kadar bunu icra etmeye yönelik hareketi ve çocuğunun yerine kesilmek üzere bir koçun gelmesi kıssası yer almaktadır. Salih kişilerin katında rüyalar, vahiy ve bilfiil verilen emirler yerine geçer. Hz. İbrahim rüyasında oğlunu Allah'a kurban etmesi ve o zamanda adet olduğu üzere kesildikten sonra yakılması emrini almıştı. Bu ismi zikredilmeyen çocuktan maksat Hz. İsmail'dir. Çünkü Hz. İbrahim bu çocuktan sonra Hz. îshak'Ia müjdelenmiştir. Bu durum kesilmesi istenilenin kesinlikle Hz. İsmail olduğunu ispat eder. Hz. İbrahim bu rüyada gelen emri çocuğuna arzetti. Böylece çocuk onun yanında koşabilecek çağa erişince İbrahim çocuğa: «Oğlum, gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm, sen ne düşünüyorsun?» dedi. (Oğlu İsmail) dedi ki: «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın».
Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine) teslim oldular ve Hz. İbrahim Hz. İsmail'i kurban etmek için onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: «Ey ibrahim!» diye seslendik; «Gerçekten sen rüyayı doğru-ladin. Hiç şüphesiz biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Doğrusu bu apaçık bir imtihandır. Ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik» (Saffat: 102-107).
Bu boğazlam hadisesi Tevrat'ta (Tekvin-22. Bölüm) zikredilmektedir. Fakat Tevrat «Bu hadisenin kahramanı İshak'tır» diyor. Ancak Kur'an'ın beyanına göre bu hadisenin kahramanı Hz, îsma. il'dir. Çünkü ondan sonra Cenab-ı Hak, Hz. İshak'm müjdesini Hz. İbrahim'e vermiştir. Hem zamirin İshak'a raci olması, hem de İs-hak'ın isminin ayette açıkça zikredilmesi, kesilmesi istenilenle İshak'm ayrı şahsiyetler olduğunu ifade eder. Tevrat bizzat kesilmesi istenen zatın Hz. İshak olduğunu söylemektedir. Zebih, İbrahim'in biricik oğlu olmakla nitelendirilmiştir. Zira İbrahim'in tek çocuğunu Allah'ın emrini yerine getirmek üzere kesmesi Allah'a ne denli itaat ettiğinin en bariz delüidir. Bu da İslâm'ın tâ kendisidir. Çünkü İslâm itaat ve imtisaldir. Allah'ın geçmiş ve gelecekler için vazettiği dindir. Biz İshak'a dönüş yaptığımızda deriz ki, o, Hz. İbrahim'in hiçbir zaman biricik evladı olmamıştır. Çünkü İshak dünyaya geldiğinde ismail 14 yaşındaydı. Nitekim Tevrat bunu açıkça belirtmektedir. Ve İsmail, babası İbrahim vefat edinceye kadar yaşadı, babasının vefatında ve defninde bulundu. Ayrica İshak'm kurban edilmesi Hz. İbrahim'e verilen ve «İshak' m soyu olacaktır» sözüne ters düşmektedir. Kesilmesi istenenin hadisesi Mekke'de vuku bulmuştur. Çünkü Buhari'nin hadisinden de anlaşıldığı gibi daha süt emerken babası onu Mekke'ye getirmiştir. Cenab-ı Hak, Kur'an'mda Hz. İsmail ile annesi Hacer'in Mekke'ye hicret etmelerini mufassal bir şekilde zikretmemiştir. Sadece Hz. İbrahim'in dili üzerine şu gelmiştir:
«Ey Rabbimiz! Gerçekten ben çocuklarımdan bir kısmını Beyti Haram'ın (kutlu ve korunmuş ev) yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye böyle yaptım. Böylelikle sen insanların bir kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerle rızıklandır. Umulur ki şükrederler.» (İbrahim: 37)
Benim kanaatime göre Hz. İbrahim, Kabe'yi bina ettikten sonra bu duayı yapmıştır. Ziraatsiz vadiden maksat, bugün Mekke' nin üzerinde kurulu olduğu vadidir. Beyt'in yapımından ve İslâm' dan önce ikinci nesilde Kusay bin Kilab zamanında Mekke kurulmuştur. Çünkü Kusay, Dar'un-Nedve'yi (millet meclisi demlen evi) bina etti. Kureyşliler de ona tâbi olarak mescidin etrafında evler yaptılar. Mescid bir sahaydı. Onlar bu saha etrafında evlerini yapmışlardır. Bu da İslâm gelmezden 150 sene Önceydi. [29]
Buhari'de İbn Abbas'tan gelen şu hadis yer almaktadır:
«Hz. İbrahim, Hacer ile oğlu İsmail'i daha süt emerken getirip Kabe'nin yanına bıraktı. Orada Zemzem kuyusu üzerinde ve mescidin en yüksek yerinde bir ağaç vardı. O gün Mekke'de hiç kimse bulunmuyordu. Orada su yoktu. İbrahim, oğlu ile hanımını orada bıraktı. Yanlarında içinde biraz hurma olan bir dağarcık ile su olan bir kabı da bıraktı. Sonra onların yanından ayrılıp yoluna devam etti. İsmail'in annesi Hz. İbrahim'in arkasından koşarak: «Ey İbrahim, nereye gidiyorsun? Bizi bu insansız ve içinde herhangi bir şey bulunmayan vadide nasıl terkediyorsun.»
Bu sözü Hacer birkaç defa tekrar etti. Hz. İbrahim ise ona dönüp bakmıyordu. Sonunda Hacer: «Acaba Allah mı sana böyle emretti?» diye sordu. İbrahim: «Evet, Allah emretti» dedi. Hacer: «Allah emretmişse bizi şayi etmez» dedi ve çocuğunun yanına döndü. İbrahim yoluna devam etti. Sariyyenin yanına varınca artık İbrahim'i görmüyorlardı. O noktada durdu. Yüzünü Kabe'ye çevirdi. Sonra şu kelimelerle, ellerini kaldırarak dua etti: «Ey Rab-bimiz! Ben çocuklarımdan kimini namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yantnda, ziraate elverişsiz bir vadiye yerleştirdim, Rabbimiz! İnsanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretmeleri için onları ürünlerle nzıklandır» (İbrahim: 37).
Hz. Hacer, Hz. İsmail'i emzirir, mevcut olan sudan içirirdi. Su bittikten sonra hem kendisi hem de oğlu susamıştı. Çocuğunun susuzluktan ağzını açıp kapadığım, can çekiştiğini gören Hacer ona bakmamak için sağa sola koşuyordu. Yeryüzünde kendisine en yakın yer olarak Safa'yı buldu. Safa tepesine çıktı. Acaba bir kimseyi görebilir miyim diye vadiye baktı. Hiç kimseyi göremedi. Safa'dan inerek vadinin ortasına geldi eteklerini kaldırdı. Yorgun veya felakete maruz kalan bir insanın koşuşmasıyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Sonra Merve'ye vardı. NTerve üzerine çıktı. Herhangi bir kimseyi bulabilir miyim diye baktı. Fakat hiç kimseyi bulamadı. Bunu yedi defa tekrar etti. Yani Safa'dan Merve'ye, Mer-ve'den Safa'ya yedi defa gidip geldi. [30]
îbn Abbas der ki: «Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdular: «işte Safa ile Merve arasında hacıların sa'yetmesi Hacer'in sünnetini ihya etmektir».
Hacer, Merve'ye çıktığında bir ses işitti ve kendi kendine «sus» dedi. Sonra kulak kabartarak aynı sesi tekrar duydu ve «bana seslendi» dedi. Bir meleğin Zemzem yerinde olduğunu gördü. Melek topuğuyla (veya kanadıyla) yeri eşiyordu. Sonunda su çıktı. Hacer suya dalıyor, elleriyle su avuçluyordu. Sudan alıp su kabına dolduruyordu. Su kaynar halde çıkıyordu. Hacer avuçla-dıktan sonra su kaynıyordu.
İbn Abbas der ki: «Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdular: «Allah İsmail'in annesinden razı olsun. Keşke Zemzem'i serbest bıraksay-dı, yani «dur!» demeseydi veya onun sağa sola yayılmasına engel olmasaydı. Eğer o sudan avuçlamasaydı, Zemzem, akan bir pınar olacaktı»,
Hacer çocuğunu emzirdi. Melek ona «Zayi olmaktan korkmayın. Çünkü burada Cenab-i Hakk'ın evi yani Kabe vardır. Bu çocuk ile babası o Kabe'yi bina edecektir. Cenab-ı Hak bu çocuğu ve aile efradını zayi etmez» dedi.
Kabe bir tepecik gibi yerden yüksek duruyordu. Seller sat v© solundan kayar giderdi. Hacer ile oğlu bu durumda iken Cürhtim kabilesinden bazı kimseler yanlarından geçtiler. Onlar «Kuda» yoluyla geliyorlardı. Mekke'nin alt kısmına (yani bugün Mesfele denilen yerlere) yerleştiler. Uçup kalkan bir kuş gördüler. Kendi kendilerine «Bu kuş su üzerinde dolaşıyor, fakat bizim bildiğimi ze göre bu vadide su yoktur» dediler. Bunun üzerine iki kişiyi gönderdiler. Onlar su ile karşılaştılar. Ve dönüp arkadaşlarına su bul-duklannı haber verdiler. Hepsi yönelerek suya geldiler. İsmail'in annesi suyun yanındaydı. Ona: «Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?)) dediler. O da: «Evet, fakat sizin su hususunda herhangi bir hakkınız yoktur» dedi. Onlar da «evet», dediler.
İbn Abbas der ki: «Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu: «Onların buraya gelmeleri İsmail'in annesinden tenhalığın vahşetini uzak-laştırmtştır. Çünkü o ünsiyeti severdi».
Onlar oraya konakladılar. Ve aile efradına da haber verdiler. Onlar da gelerek hep beraber orada konakladılar. Böylece su üzerinde onlardan birkaç hanenin aile efradı biraraya geldi. Hz. İsmail büyüdü. Onlardan Arapça öğrendi. Büyüdüğü zaman onların en yetişkini ve en sevimlisiydi. Erkeklik çağına vardığında^ onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. İsmail'in annesi vefat etti. İsmail evlendikten sonra Hz. İbrahim geldi. Terkettiklerının durumunu kontrol ediyordu. İsmail'i evde bulamadı. İsmail'in hanımından onun durumunu sordu. Kadın : «O bize nzık getirmek için çıkmıştım dedi. Sonra Hz. İbrahim onların yaşantılarını, durumlarını sordu; kadın: «Biz beşeriz. Darlık ve şiddet içerisindeyiz)) diyerek İbrahim'e şikâyette bulundu. İbrahim: «Kocan geldiği zaman ona selâm söyle ve kendisine de ki: «Kapısının eşiğini değiştirsin» dedi. İsmail geldiğinde sanki bir şeye ünsiyeti varmış gibi bir hisse kapıldı. Ve sordu: «Size herhangi bir kimse geldi mi?» Hanımı:" «Evet, bize şöyle şöyle bir ihtiyar geldi. Seni sordu ve ben de kendisine senin durumunu haber verdim. Bizim yaşantımızın nasıl olduğunu sordu. Ben de kendisine sıkıntı ve darlık içerisinde olduğumuzu haber verdim» dedi. Hz. İsmail hanımına: «Acaba o herhangi bir tavsiyede bulundu mu?» diye sordu. Kadın: «Evet, sana selâm söylememi emretti ve dedi ki: «İsmail kapısının eşiğini değiştirsin».
Hz. İsmail, hanımına: «İşte o ihtiyar benim babamdır. Seni boşamamı, senden ayrılmamı emretmiştir. Aile efradına git» dedi. Ve kadını boşadı, başka bir kadınla evlendi. Allah'ın dilediği bir zamana kadar Hz. İbrahim onlara gelmedi. Sonra geldi. Yine İsmail'i evinde bulamadı. Hanımının bulunduğu yere gitti. İsmail'in durumunu hanımından sordu. Hanım: «O bize nzık getirmek için çıktı» dedi. İbrahim: «Siz nasılsınız?» diyerek onların yaşantı ve durumlarını sordu. Kadın: «Biz hayr ve genişlik içerisindeyiz. AL lah'a şükürler olsun» dedi. Hz. İbrahim: «Sizin yemeğiniz nedir?» diye sordu. Kadın: «et» dedi. İbrahim yine sordu: «Ne içiyorsunuz?» Kadın: «su» dedi. Hz. İbrahim ellerini kaldırarak: «Yarab, onlar için et ve suda bereket ihsan et» diye dua etti.
Allah'ın Rasûlü şöyle buyurdu: «O gün onlarda bir dane bile yoktu».
Hz. İbrahim oğlunun hanımına: «Kocan geldiği zaman benden kendisine selâm söyle. Ona de ki, «Kapısının eşiğini kuvvetlendirsin» dedi ve ayrıldı.
İsmail geldiğinde bir şeyler hissetti ve sordu «Size herhangi bir kimse geldi mi?» Kadın: «Evet, bize güzel kıyafetli bir ihtiyar geldi» dedi ve böylece kadın gelen misafiri övdü. Ve o misafir senin durumunu benden sordu. Kendisine haber verdim. Bizim yaşantımızı sordu. Ben de «biz iyi bir şekilde yaşıyoruz» dedim, deyince Hz. İsmail: «Sana herhangi bir şey tavsiye etti mi?» diye sordu. Kadın: «Evet, onun selâmı vardır. Ve sana «kapının eşiğini kuvvetlendir» diye emrediyor, deyince Hz. İsmail: «İşte o benim babamdır. Kapının eşiği de sensin. Senden ayrılmamamı emretmiştir» dedi. Sonra Hz. İbrahim, Allah'ın dilediği kadar durduktan sonra yine geldi. İsmail o anda Zemzem kuyusuna yakın bir yerde oturmuş ok yapıyordu. Babasını görünce ona hürmeten ayağa kalktı. Babasının elini öptü, boynuna sarıldı. Sonra İbrahim: «Cenab.ı Hak bana bir şey emretmiştir» dedi. İsmail: «Allah'ın emri neyse onu yerine getir» dedi. İbrahim «Sen bana yardımcı olur musun?» diye sordu. İsmail: «Sana yardımcı olurum» dedi. İbrahim buyurdu: «Cenab-ı Hah burada bir beyt (yani ev) bina etmemi emretti».
Hz. İbrahim etrafındaki tepeciklerden daha yüksek olan bir tepeyi göstererek «işte burası» dedi. İşte o zaman Hz. İbrahim ile Hz. İsmail Kabe'nin temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş taşıyor, Hz. İbrahim binayı yapıyordu. Bina yükselince İsmail Ha-cer'ul-Esved'i getirdi. Ve onu, İbrahim üzerine çıksın diye koydu. İbrahim de o taşın üzerine çıktı. Ve duvarı bina etti. İkisi de şöyle dua ediyorlardı: «Ey Rabbimiz, bizden kabul eyle. Kesinlikle sen dinleyen ve bilensin».
İkisi de binayı yapmaya devam ettiler ve Kabe'nin etrafında dönüp durarak: «Ey Rabbimiz bizden kabul et Kesinlikle sen dinleyen ve bilensin» dediler.
Bu hadisten anlaşılan bazı nüktelere dikkati çekmek istiyoruz:
1- Hz. İbrahim hanımı ile çocuğunu Kabe'nin yanında bıraktıktan sonra zaman zaman onları ziyaret ediyordu. Bu ziyaretler esnasında Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'e Kabe'yi bina etmelerini emretti.
2- Bu rivayetlerden anlaşılıyor ki, Kabe'yi ilk bina eden Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'dir. Yani bazı rivayetlerde «daha önce Kabe Hz. Adem tarafından inşa edilmişti» şeklindeki rivayetler zayıftır.
3- Kabe binası tamamlandıktan sonra Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim'e bütün insanlara Allah'ın ibadeti için bir ev bina ettiğini haber vermesini emretti ve onların da ibadet için oraya gelmelerini emir buyurdu.
4- Hz. İbrahim ile Hz. İsmail, Cenab-ı Hak'ka hac ibadetlerinin nasıl ifa edildiğini kendilerine göstermesini istediler.
5- Kabe'yi bina ettikten sonra uzun bir zaman Hz. İbrahim hayatta kaldı.
6- Kabe insanların Allah'a ibadet etmeleri için kurulmuş ilk evdir. Bu zamana kadar bütün kabileler putlara, heykellere ma-bed yaparak onlara tapmaktaydı. Mısırlılar değişik mabudlara, güneşten tutun da öküze kadar bâtıl olan her şeye tapmaktaydılar. Ezoris, îzibes ve oğullan Horis'e taparlardı. Bunlarla Allah'ın sıfatlarına yemin ederlerdi. O remzler için heykeller inşa ederlerdi. Asuriler «Ba'le Şems»; yani güneş tanrısına taparlardı. Ebu'l Hevl şeklinde temsüen ona bir put inşa ettiler. Onun başı insan başıydı. Cesedi arslan şeklindeydi ve kanatlan vardı. Ken'aniler Baal'e taparlardı. Bu da Ba'ale Şems yani güneş tannsı şeklindeydi. Fakat kanatlan yoktu. Bu heykeli Baalebek müzesinde gördüm. Gazze' nin etrafında bulunanlar Dacun'a (yani balığa) ibadet ederlerdi. Onu bir insan şeklinde yapmışlardı, fakat bedeni balık şeklindeydi. [31]
Tevrat'a göre Hz. İsmail 137 sene yaşamış ve Filistin'de vefat etmiştir. Fakat Arap tarihçilerine göre Hz. İsmail, Mekke'de vefat etmiştir. İddia edildiğine göre Kabe'nin yanında İsmail'in Hicri diye bilinen yerde hem kendisinin hem de annesinin mezarı vardır. [32]
(56-57) «Kitap'ta İdris'i de zikret...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Tefsir alimlerinin dikkat çektiklerine göre Hz. İdris'in esas ismi Uhnuh'tur. Hz. Nuh'un üçüncü batından dedesidir. Kendisinden önce insanlar hayvan postları giydiği halde o elbise dikmeyi icat etmiştir. Ayrıca ilk defa kalem kullanan, yıldızlar ve hesap ilmi üzerinde düşünen insan olmuştur. Kendisine otuz sahife vah-yedilmiştir.
Hakim'in El Mustedrek'inde İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre Nuh ile İdris arasında bin senelik bir zaman vardır. Adı Uh-nuh, babası Yart, dedesi Mehlayir, onun babası Emuş, onun babası Kaynan, onun babası Şit, onun babası Hz. Adem'dir.
Vehb bin Munebbih der ki: «İdris, Hz. Nuh'un dedesidir». Fakat şöhret bulmuş rivayete göre babasının dedesidir. Çünkü Nuh, Lemek'in o Muteveşli'nin, o da Uhnuf'un oğludur. Daha önce de söylediğimiz gibi Hz. îdris'in mucizesi olarak yıldızlara bakmış, hesabı icad etmiştir. İlk kalemle yazan, ilk elbise diken odur. İlk dikilmiş elbiseyi giyen de Hz. İdris'tir. Kendisi terziydi. Ondan önce herkes hayvan derilerini giyerdi. Adem'den sonra ikinci peygamber olarak o gönderilmişti. İlk teraziyi, ölçekleri ve silahlan icad eden de odur. O silahlarla Kabil'in çocuklarıyla savaşmıştır.
îbn Mesud «İdris'in esas ismi İlyas'tır. Kavmine sadece «Lâ ilahe illallah» desinler ve istedikleri işlesin diye Allah onu peygamber olarak gönderdi. Fakat buna rağmen kavmi «Lâ ilahe ülâllah»a yanaşmadı ve helak oldular» demiştir. Fakat güvenilir görüş İdris'in İlyas olmadığıdır. Her ne kadar onun İİyas olduğunu İbn
Ebi Hatim sağlam bir senedle îbn Mesud'dan rivayet ediyorsa da sahih olanı İlyas olmadığıdır. İdris Süryanice bir kelimedir. «Ders» kökünden müştak değildir. Çünkü Arapça olmayan bir kelimeden iştikak yapmak hiç kimse tarafından tasvip görmemiş bir usuldür. Arapça olup «ders» kökünden geldiği görüşüne gayrı munsa-rif olması mânidir. Fakat Süryanice mânasının Arapça'nın «ders» kökünden gelen mânâya yakın olması muhtemeldir. Bu isim çokça okuduğu için ona verilmiştir.
«Onu yüce bir mekâna yiikselttik»ten maksat, peygamberlik ve Allah'a yakınlıktır. Bu durum Hasan Basri'den rivayet edilmiş, Cübbai ve Ebu Müslim de bu görüşe katılmışlardır. Enes, Ebu Said el-Hudri, Kâ'b ve Mücahid'den de gelen rivayete göre bu «yüce mekâmdan maksat dördüncü göktür. İbn Abbas ve Dahhak' tan gelen rivayete göre altıncı göktür. Hasan Basri'den gelen ikinci bir rivayete göre bu yüce mekândan maksat cennettir. Çünkü cennetten daha yücesi yoktur. [33]
îbn Kesir «El-Bidaye ve'n-Nihaye» adlı eserinde «İdris, Adem^ den ve Şiften sonra ilk peygamberlik vazifesini aUn insandır» diyor. İdris, Hz. Adem'in hayatmdan sonra 308 senelik bir döneme yetişmiştir. îbn Kesir, «tefsir alimlerinden ve fakihlerden çok kimseler, ilk tefsir yazan ve fıkıh tedvin eden kişinin Hz. İdris olduğunu söylemişlerdir» der.
Hz. îdris adına birçok yalanlar uydurulmuştur. Nitekim diğer peygamber, alim, hakim ve evliyaların adına da birçok yalanlar uydurulduğu gibi...
îbn Kesir bu tür rivayetleri naklettikten sonra «Bunlar İsrailiyattandır. Bunların bir kısmında nekâret vardır. En sağlamı onun ilmini Allah'a havale etmektir» demiştir [34]
Hakimler, İdris'in doğum yeri, yetişme yeri ve peygamberlikten önce ilim öğrendiği hocasının kimliği konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bir gruba göre Mısır'da doğmuştur. Doğum yeri Mısır'ın Menfis şehridir ve hakimler; «İdris Yunanca İrmiş ismini almış, sonra Uris şeklinde Arapçalaştırılımştır. İrmis'in mânâsı Utarit yıldızı demektir» derler.
Başkaları da «Onun Yunanca ismi Termis'tir, İbraniler'e göre Hanuh'tur, Araplara göre Ahnuf'tur» demişlerdir.
Cenab-ı Hak apaçık Arapça olarak indirdiği kitabında ona «İdris» ismini vermiştir.
Başka bir gruba göre İdris, Babil'de doğmuş, orada büyümüştür. Hayatının ilk bölümünde Adem'in oğlu Şiften ders almıştır. Üçüncü Şit onun dedesinin babasıdır.
Cenab-ı Hak İdris'e büyüdükten sonra peygamberlik vermiştir. O da yeryüzünde fesad çıkaranlara Adem ve Şifin şeriatına aykırı gitmemelerini tavsiye etti. Onların arasında az bir grup kendisine itaat etti. Fakat çoğu karşı çıktı. Böylece onların yanından ayrılmak istedi. Kendisine itaat edenlere de hicreti emretti. Vatanlarından ayrılmak onlara gayet ağır geldi. Hz. İdris'e «Biz buradan gidersek Babil'in bir benzerini nerede bulacağız?» dediler. Babil kelimesi Süryanice «nehir» demektir. Onlar Dicle ve Fırat (yani Mezopotamya) bölgesini kastediyorlardı. Hz. İdris «Biz Allah için hicret ettiğimizde Cenab-ı Hak ondan başkasını bize rızık olarak verir» dedi ve çıktı. Onlar da kendisini takib ettiler Babilyon denilen yere vardılar, Nil nehrini ve sakinlerden boş olan bir yeri gördüler. Hz. İdris Nil'in yanında durup Allah'a ibadet etti, cemaatine Babilyon dedi. Bu kelime hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları «Bizim daha önceki nehrimiz gibi bir nehir demektir» dediler. Bazıları da «Sizin nehriniz gibi bir nehirdir,» bazıları da «Mübarek bir nehirdir» dedi. Bütün milletlerce Mısır bölgesine Babilyon ismi verilmektedir. Ancak Araplar ona Ham oğlu Mısır'a nisbet etmek üzere Mısır derler. Çünkü tufandan sonra Ham' in oğlu Mısır oraya geldi ve orayı imar etti. [35]
îdris ve beraberindekiler Mısır'da halkı Allah'a itaate davet ederlerdi. Onun zamanında halk 72 dil konuşuyordu. Cenab-ı Hak bütün bu dilleri İdris'e öğretti ki her gruba kendi dilleriyle tavsiyede bulunabilsin. İdris onlara şehir plânlan çizdi. Her şehirde Hz. İdris'in meclislerinde ilim talipleri vardı. Onlara şehircilik siyasetini öğretti. Şehirciliğin temellerni kendilerine açıkladı. Her grup yeryüzünde kendi bölgesinde bir şehir kurdu. Onun zamanında kurulan şehirler 188 idi. Bunların en küçüğü UrfaMır. Onlara bazı ilimleri öğretti. İlk hikmeti ve yıldızlar ilmini icad eden de O'dur. Çünkü Cenab-ı Hak feleklerin terkiblerinin esrannı ona öğretmişti. Yıldızların derlenme noktasını, senelerin ve hesabın adedini ona öğretmişti. Eğer Cenab-ı Hak öğretmeseydi akıllar teftiş suretiyle buna varamazlardı. Böylece İdris her millet için her iklimde o iklime uygun sistemler tavsiye etti. Yeryüzünü dört parçaya ayırdı, her parçanın başına bir kral getirdi. Bu kral oranın idaresiyle sorumluydu.
Hz. İdris insanları durmadan Allah'ın birliğine davet ederdi. Yaratan'a kulluk yapmalarını, nefislerini Ahiret azabından kurtarmalarını, dünyada salih amelde bulunmalarını, böylece bu durumları elde etmelerini sağlamaya çalışırdı. Dünyaya aşın derecede talip olmamayı, her yaptığını ibadete uygun yapmayı emrediyordu. Onlara o günkü şekle göre namaz kılmayı ve oruç tutmayı emrediyordu, Allah'ın dinine düşman olanlara karşı cihada teşvik edü yordu. Mallarının zekâtlarını fakirlere yardım olsun diye dağıtıyordu. Cenabetten, domuz ve köpekten arınmak ve temizlenmek hususunda şiddetliydi. Her şeyin her meşrubatın sekr veren, sarhoşluk veren kısımlarını haram kıldı. Onlara belli vakitlerde bayramlar koydu, kurbanlar icad etti. Meselâ güneş burçların basma girdiğinde, hilâl göründüğünde, yıldızlar yörüngelerine girdiğinde ve diğer yıldızlarla münazara ettiklerinde, bu vakitleri tayin ederek kurban kesilmesini, bayram yapılmasını kararlaştırdı. [36]
(58) «İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimetler..,» Bu Ayetin Tefsiri
«ülaike» ismi işarettir ve bu surede sözü geçen peygamberlere işaret etmektedir. Bu kelime her ne kadar uzak şeylere işaret için kullanılıyorsa da, peygamberlerin mertebelerinin yüceliğine, fazilette uzak menzillerde bulunduklarına işaret için kullanılmıştır.
Bu kelime mübtedadır. Onu takip eden cümle onun haberidir. Allah'ın nimetlerinden maksat, dinî ve dünyevî nimetlerin hepsidir. «Adem'in zürriyetvmden maksat sadece Hz. İdris'tir. Hz. Nuh' un zürriyetinden maksat sadece Hz. İbrahim'dir. Hz. İbrahim'in zürriyetinden maksat İsmail, İshak ve Yakub'tur. İsrail (yani Ya-kub) zürriyetinden maksat da Yunus, Harun, Zekeriyya, Yahya ve İsa'dır. Hz. İdris ile Hz. Nuh'un Hz. Adem'e yakınlık şerefi vardır. Hz. İbrahim'in Hz. Nuh'a, Hz. İsmail, Hz. İshak ve Hz. Ya-kub'un da Hz. İbrahim'e yakınlık şerefi vardır.
«Rahmanın ayetlerimden maksat Kur'an ayetleridir ve bu ayetler kalplerde tesir icra ederler. El-Esamm'a göre «Rahman'm ayetlerinden maksat Allah'ın tevhidine dair delilleri kapsayan kitaplar» demektir. Onlara bu kitaplar okunduğu zaman Allah'a secde eder ve ağlarlardı. [37]
îbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre «Rahman'ın ayetlerinn-den maksat sadece Kur'an'dır. Onlar Kur'an okunduğunda secde eder ve ağlarlardı. Bu ayet kızın çocuklarının zürriyete dahil olduklarının en bariz delillerinden birisidir. Çünkü Hz. İsa burada Hz. Yakub'un zürriyetinden sayılmıştır. Oysa onun babası yoktur, sadece annesi bu soydandır.
Ayetin zahirine bakılırsa secdeden maksat namazdaki secde gibi bir secdedir. Ayetlerden maksat —orada secdelerin zikri olsun olmasın, kâfirlerin başına inen azabı derlesin derlemesin— semavî kitapların kapsadığı ayetlerdir. Buradan hareket ederek Kur'an okunduğu zaman secde etmenin ve ağlamanın müstehab olduğu delili çıkarılmıştır. İbn Mace, İshak bin Rehaveyh ve Bez-zar, Sa'd bin Ebi Vakkas'tan merfu olarak şu hadisi rivayet ederler: «Kur'an'ı okuyun ve ağlayın. Eğer ağlamanız gelmezse ağlar gibi yapın».
Bazıları «Buradaki secde tilavet secdesidir. Çünkü biz Kur'-an'ın bazı ayetlerini dinlediğimizde tilavet secdesi yaparız» demişlerdir. O zaman «Rahman'ın ayetlerimden maksat da secde bahsini derleyen özel ayetler demektir. Bazıları «Secde ve ağlamaktan maksat hudû ve huşudur. Ayetlerden maksat da kâfirlerin başına inen azabı içeren ayetlerdir» dediler.
Celaleddin Suyuti, Ebu Bekr Razi'den «Bu ayet tilavet secdesinin farz olduğuna delildir» rivayetini, nakletmiştir. Fakat bu rivayet uzaktır. Tilavet secdesinde o secdeyi içeren ayetin kapsamına göre dualarda bulunmak en uygun harekettir. Meselâ bu ayeti okuyan insan secdeye vardı ma «Ey Allahım, btni nimetlerine mazhar olan, hidayet bulan ve senin için secde edip de ayetlerinin tilaveti anında ağlayan kullarından eyle» demelidir. İsra'daki secdenin tilavet secdesini yaparken de «Yarabbi, sana ağlayarak sığınan ve senden korkan kullarından beni eyle» denir. Tenzil secdesinin içinde de «Yarab, beni sana secde edenlerden, hamdin ve rahmetinle teşbih eden kullarından eyle. Emrinden çıkmış kimselerden olmaktan sana sığınıyorum» duasının okunması uygundur. [38]
(59-63) «Onlardan sonra yerlerine bir nesil...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Ayetin metninde geçmekte olan «Halfun» kelimesi kötü evlat demektir. «Halef» kelimesi ise hayırlı evlatlar demektir. Ebu Hatim «Half kelimesi hem çoğul hem de tekil olarak kullanılır. Evlatlar, zürriyetler demektir» diyor. Halef şeklinde okunursa —ister evladı, isterse başkası olsun— daha öncekinin yerine gelen demektir. Nadr bin Semih «Halef veya half kötü zürriyet ve soy demektir. Salih zürriyet ise sadece halef şeklinde gelir» demiştir.
«Onlar namazı zayi ettiler». Namazı zayi etmekten maksat onu . vaktinden tehir etmek demektir, Bu rivayet îbn Mesud'dan, Ne-hai, Kasım bin Muhaymer, Mücahid, İbrahim, Ömer bin Abdula-ziz'den gelmiştir. İmamiler de aynı tefsiri Ebu Abdullah'tan rivayet ediyorlar. Zeccac «Namazın zayi edilmesinden maksat şartlarını karıştırmaktır. Vaktinde olsun veya vaktin gayrisinde olsun» diyor.
Bazıları «Cemaatsız kılınması demektir» dediler. İbn Ebi Hatim, Muhammed bin Kâb'ul-Kurezi'den «Namazın zayi edilmesinden maksat terkedilmişidir» diye rivayet etmiştir. Bazılarına göre, namazın zayi edilmesinden maksat onun farz olduğuna inanmamaktır. Bu son tefsire binaen ayet kâfirler hakkında gelmiş oluyor. Diğer tefsirlere binaen kesin olarak herhangi bir grup hakkında değil bütün gruplar için gelmiştir. İbn Abbas ve Mukatil'den gelen en meşhur rivayete göre ise bu ayet yahudiler hakkında nazil olmuştur. Süddi'den gelen rivayete göre ise bu ayet hem yahudiler hem de hıristiyanlar hakkında gelmiştir. «Bu ümmetin bir grubu hakkında geldiği» hususu ise Mücahid, Katade ve Ata'dan rivayet edilmiştir. Onlar derler ki: «Bu ümmetin salihleri githk-t.en sonra halk süratle zinaya dalacaktır. İnsanlarda utanma diye bir şey kalmayacaktır. Allah'tan korkmak da kalmayacaktır».
Ayetin metnindeki «şehevat»tan maksat değişik günahlardır. Ebu Hayyan tefsirinde «Şehvetlerden maksat insanı namazdan ve Allah'ın zikrinden alıkoyan, nefsin hoşuna giden her şeydir» diyor.
59. ayetin sonunda gelen «Gayyen» kelimesi İbn Cerir ve Ta-barani'nin Ebi Umame'den rivayet ettikleri hadise göre cehennemin altında bir nehirdir. Cehennem ehlinin irinleri oraya akar. Hadiste «Büyük bir taş oraya atılırsa yetmiş sene sonra onun derinliğine varır» denilmiştir. «Gayyen» cehennemde bazı kuyulardır. Cehennem ehlinden akan irinler, kanlar oraya toplanırlar. İbn Ebi Hatim'in Katade'den rivayet ettiğine göre «ğay» kötülük demektir. İbn Zeyd «sapıklık ve dalâlet demektir» diyor. İbn Zeyd'in bu rivayeti Dahhak'tan da gelmiştir ve Zeccac da bunu tercih etmiştir.
«Ancak iman eden ve salih amelde bulunan» cümlesi ayetin kâfirler hakkında geldiğini desteklemektedir. Çünkü ancak kâfir-
ler için «iman etti» denilir. Ayeti burada (âmândan maksat kâmil imandır» şeklinde tefsir etmek zahire ters düşmektedir.
Bazıları «imandan maksat namazdır» demişlerdir. Çünkü Cenab-i Hak «Allah sisin imanınızı zayi edici değildir» ayetinde ima m namaz yerine kullanmıştır. İşte tevbe eden, iman eden, salih amelde bulunanlar cennete girerler veya gönderilirler. Onlara zulüm de yapılmaz. Yani amellerinin karşılığında hiçbir şey eksiltilmez.
Mutezile bu ayete dayanarak «cennete girmenin şartı ameldir» kaidesini çıkarmaktadır. Mutezile'ye cevap olarak «Hemen cennete girerler» denilmiştir. Amel, Adn cennetine girmenin şartıdır, mutlak cennetin değil. Veya amellerin sevabından hiçbir şey eksik olmamasının şartıdır. Bu ayet onların daha Önce fiillerinin kendilerine zarar vermeyeceğini, ecirlerinden herhangi bir eksiltme olmayacağını dikkate sunmaktadır.
Ayetin metnindeki «Adn cenneti» tabiri bazı rivayetlere göre sekiz cennetten birisinin özel ismidir.
Ayetin metnindeki «Bi'LGayb» tabiri iki mânâya gelmektedir. Yani gayb halinde Cenab-ı Hakk'a kulluk yapan, onun ahdini koruyan kimseler için Cenab-ı Hak Adn cennetlerini vaadetmiştir. Veya cenneti görmedikleri halde cennete iman eden kişiler için Cenab-ı Hak cenneti vaadetmiştir.
Üçüncü bir mânâ daha vardır: Cenab-ı Hak gayb âleminde kullarına cenneti veya Adn cennetlerini vaadetmiştir. [39]
«Lağven» kelimesi bâtıl konuşma, fahiş sözler ve yararsız laflar demektir.
Yani cennetlikler orada böyle bir konuşma işitmeyeceklerdir. İbn Abbas der ki; «Lağv, içinde Allah'ın zikri olmayan konuşma demektir». Yani onların cennette konuşmaları Allah'ı hamd ve teşbihtir, başka bir şey değildir.
«Onlar ancak selâm işitirler»; yani bir kısmı diğerine selâm verir. Veya melekler onlara selâm verir. Selâm bütün hayrı kapsayan bir isimdir. Yani onlar ancak sevdikleri ve bütün hayırları kapsayan konuşmaları dinlerler (Bu, Mukatil'den gelen bir yorumdur).
«Onlar için sabah akşam rızıklar vardır» cümlesinden maksat sabah ve akşam kadar olan iki vakitte istedikleri yiyecek ve içecek maddeleri hazır demektir. Zira gerçek olarak sabah ve akşam cennette yoktur. Çünkü orada ne gün ne de gece vardır. Yani ayette «kadar» kelimesi takdir edilir (Bu yorum İbn Abbas ve İbn Cü-reyc'ten rivayet edilmiştir).
Bazı tefsir alimleri bu cümlenin «Onların rızıkları kesilmez anlamına geldiğini söylemişlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «Ne kesilir ne de başkası tarafından menedilir» buyurmuştur. Tıpkı «Ben sabah ve akşam seni anmaktayım»; yani daimi şekilde anmaktayım denildiği gibi.
Zübeyr bin Bekkar, İsmail bin Ebi Uveys'ten, o da Enes İbn Malik'ten naklediyor: «Müslümanların yemeği günde iki defadır» dedi ve bu ayeti okudu. Sonra devamla: Cenab-ı Hak oruçta sahuru gıda yemeği yerine koymuş ki müslümanlar onunla ibadete güç yetirsinler» dedi.
Hakim-i Tirmizi «Nevadir'uLUsûl» adlı kitabında Eban'ın hadisinden rivayet ediyor. O da Hasan'dan ve Ebi Kilabe'den nakletmektedir:
«Bir kişi: «Ey Allah'ın Rasûlü! Acaba cennette gece ve gündüz var mıdır? diye sordu. Hz. Peygamber cevap olarak: «Bu suali sana sorduran durum nedir?» diye buyuranca: «Ey Allah'ın Rasûlü! Kur'an'da Cenab-ı Hak «Onlar için sabah akşam rızıklar vardır» buyurmaktadır. Ben de gece, sabah ile akşam arasında olur diye düşündüm ve bunun için sana sordum» dedi. Hz. Peygamber cevap olarak: «Orada gece yok. O ancak bir ışık ve nurdur. Sabah akşamların, akşamlar da sabahların üzerine gelir. Onlara hediyelerin en kıymetlileri Allah tarafından namaz vakitlerinde gelir. O namazlar ki onlar dünyada kılınırlar. Melekler onlara selâm verirler» buyurmuştur. Bu hadis, ayetin mânâsını açıklamaktadır.
Alimler «Cennette gece ve gündüz yoktur. Cennet ehli ebedi bir nur içindedirler. Gecenin gündüzden ayırımı ancak perdelerin sarkması ve kapıların kapanmasından anlaşılır. Perdelerin kaldı-nlması ve kapıların açılmasıyla da gündüzün miktarı anlaşılır» demişlerdir. Bunu Ebu'l Ferec'il-Cevzi ile Mehdevi, muhaddisler-den rivayet etmişlerdir. [40]
«İşte durumları zikredilen cennet, kullarımızdan muttaki' olan kimseye vereceğimiz cennettir. Kim benim azabımdan korkar, ta-atimle amel ederse, ona miras olarak o cenneti veririz.»
(64) «(Cebrail): Biz ancak...» Bu Ayetin Tefsiri
İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre Allah'ın Rasûlü, Cebrail'e; «Ey Cebrail! Bizi niçin sık sık ziyaret etmiyorsun? Seni, bizi sık sık ziyaret etmekten meneden bir şey mi vardır?» diyerek Cebrail'in kendisini daha fazla ziyaret etmesini istemişti.
Başka bir rivayete göre inanmayanlar Hz. Peygamber'e bazı konularda sual sormuşlardı. Hz. Peygamber kendilerine yakında bilgi vereceğini söylemişti. Fakat Cebrail'i beklediği zamanda gelmediği için gerekli bilgiyi edinmekte gecikmişti. Bu fırsatı kaçırmayan müşrikler «Muhammed'in Rabbi kendisini unuttu» gibi ters konuşmalar yaptılar. Bu durum haliyle Rasûlullah'ı üzmüştü. Bunun üzerine Cebrail'e «Niçin bizi sık sık ziyaret etmiyorsun?» şeklinde sual sordu ve Cebrail de ayette ifade edilen cevabı verdi.
Mücahid, İkrime, Katade, Dahhak, Mukatil ve Kelbi'den ikinci bir görüş rivayet ediliyor ki o da şöyledir: «Rasûl-ü Ekrem'den Ashab-ı Kehf, Zü'1-karneyn kıssası ve Ruh'un hakikati sorulduğunda ne cevap vereceğini bilemedi. Cebrail'in bu suallerin cevaplarını getireceğini umarak «Size yakında cevap vereceğim» demişti. (İkri-me'nin rivayetine göre) aradan kırk gün geçtiği halde Cebrail gelmedi. (Mücahidin rivayetine göre ise oniki gece sonra geldi. Bazı kimselere göre onbeş, bazılarına göre onüç, bazı kimselere göre de üç gün sonra geldi). Hz. Peygamber: «Niçin bana gelmedin? Geciktin. Benim zannım kötüleşti. Seni görmeye iştiyakım, arzum kabardı» dedi. Cebrail: «Ben sana karşı daha arzuluyum. Fakat ben emir alan bir kulum. Gönderildiğim zaman gelirim, hapsedildiğim zaman ise gelemem» diye cevap verdi. Bunun üzerine bu ayet-i celüe nazil oldu. Aynı zamanda «Duha Suresi» de «Rabbin sana buğzetmedi» ayetine kadar indi (Bu rivayeti Salebi, Vahidi ve Kuşeyri zikretmişlerdir).
Kıraat alimlerinden El-A'rac, «Netenezzelu» fiilini «yetenezze-lu» şeklinde okumuş, zamiri vahye irca etmiştir. Yani vahy ancak Allah'ın izniyle iner. Gelecek zaman, geçmiş zaman ve bu iki zaman arasında bulunan şimdiki zamanın hepsi Allah'ın mülküdür. Yani biz- ancak onun emrettiği bir zamanda iner, onun meşetiyle başka bir zamanda inmeyiz. İbn Cüreyc «Elimizin arasındaki» tabirinden maksadın icad etmezden önce geçen zaman olduğunu söylemiştir. «Arkamızda olannd&n maksat ise ölümlerinden Kiyamet'e kadar olan zamandır. Bu iki zamanın arasında ise hayat müddeti kastedilmektedir.
Ebu'l-Aliye; «Ellerin önünde geleniden maksat dünyadır. «Ondan sonra geleniden maksat haşrden başlamak şartıyla Ahiret hayatıdır. Bu iki zamanın arasında bulunan ise iki nefhanın yani sura üfürülüş arasındaki vakittir ki bu da kırk senedir» dedi.
Tahrir kitabında «Ellerin önündekinden maksat Ahiret'tir. Arkada kalandan maksat dünyadır» denilmektedir. El-Ufi bu yorumu İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Katade, İbn Cübeyr, Muka-til ve Süfyan da bu yorumu desteklemişlerdir.
Ahfeş'e göre eller önündeki zamandan maksat yaratılıştan önceki, arkadaki zaman ise yok olduktan sonraki zamandır. Onların ikisinin arasındaki zaman ise dünya ve Ahiret'tir. Binaenaleyh ayette geçmekte olan «ma» edatı bütün bu yorumlara binaen zamandan kinayedir.
Bazıları ayeti, «Unutkanlık burada gerçek mânâsında kullanılmamıştır. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın ilmi ve mülkü kapsayıcı olduğundan gaflet ve unutkanlık onun için bahis konusu değildir. Senden gafil olmaz, sana vahyetmeyi unutmaz. Vahyetmenin gecikmesi onun bildiği bir hikmetten dolayıdır» şeklinde yorumlamışlardır.
Bazı yorumlara göre «Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında bulunan her şey ona aittir» sözü Cebrail'e aittir. Bazı yorumlara göre ise cennete girenlere aittir. Bazı yorumlara göre de bu söz doğrudan Cenab-ı Hakk'a aittir. Nitekim Ebu Müslim «Bu kelâm cennete giren muttakilerin kelâmıdır» demiştir.
İnmekten maksat mekâna inmektir. Yani biz cennete inmeyiz, onu konak edinmeyiz. Ancak Rabbinin emriyle iner, onu konak ediniriz. Bu, ancak O'nun lûtfuyla olur. O bütün işlerin, geçmişlerin, geleceklerin, mevcudun sahibidir, Biz ne bulmuşsak, ne bulacaksak hepsi onun lûtfundan ve fazlındandır.
«Rabbin unutkan değildir»; yani amel edenlerin sevabını ter-kediçi değildir. Veyahut da amellerini ve onlara karşılık olan sevapları unutan değildir. Çünkü böyle vaadetmiştir.
Bu yoruma «Fakat inmeyi bu şekildeki bir inişe hamletmek zahirin hilafınadır, ancak zaruret varsa zahirin hilafına gidilir. Oyca burada bir zaruret yoktur» şeklinde itiraz edilmiştir. Ayrıca «Eğer bunlar bu sözü söyleyen muttakiler olsaydı «Senin Rabbinin emriyle» tabiri yerine «Rabbimizin emriyle» tabirini kullanmak gerekecekti». Çünkü bu hitap Hz. Peygamber'edir. Muttakilerin cennete girdikleri zaman Peygamber'e böyle hitap etmeleri zahire muhalif düşmektedir. Ancak bu Cenab-ı Hakk'm bunu onların sözleri olarak Hz. Peygamber'e hikâye ettiği şeklinde yorumlanabilir. Eğer Allah bunu onların lâfzı üzerine ifade etseydi «Rabbin» tabiri yerine «Rabbimiz» tabirini kullanacaktı.
«Bu hitab muttakiler cemaatinin kendilerinden birisine oUm hitaplarıdır» şeklindeki yorum da uzak bir yorumdur. «Senin Rabbin unutkan değildir» cümlesi de bu yorumun uzaklığını sergilemektedir. Çünkü bu yoruma göre «Onların Rabbi unutkan değildir» demesi gerekirdi. Ayrıca bu yorum ayetin nüzul sebebine uygun düşmemektedir. [41]
65- O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rab-bidir. O halde O'na kulluk et ve O'na kullukta sabırlı ol. O'nun hiçbir adaşı olmadığını biliyor musun?
66- İnsan; «öldüğüm zaman gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım?» demektedir.
67- İnsan daha önce o hiçbir şey değilken kendisini yaratmış olduğumuzu hiç düşünmüyor mu?
68- Rabbine an dolsun ki, biz onları ve (uydukları) şeytanları biraraya toplayacağız. Sonra onları dizüstü çökmüş bir vaziyette cehennemin çevresinde hazır bulunduracağız!
69- Sonra her gruptan Rahman'a en asi olanları çekip ayıracağız.
70- Sonra, biz oraya girmeye kimlerin daha müstehak olduklarım elbette daha iyi biliriz.
71- İçinizden oraya (cehenneme) uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hükümdür.
72- Sonra biz, sakınanları kurtarır, zalimleri de dizüstü çökmüş olarak orada (ateşte) bırakırız.
73- Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenler, iman edenlere: «İki topluluktan hangisi makam olarak daha hayırlı ve toplulukça daha güzeldim dediler.
74- Onlardan önce de, eşya ve görünüş bakımından kendilerinden daha güzel olan nice nesiller helak ettik.
75- De ki: «Kim sapıklık içinde ise Rahman ona mühlet versin. (Fakat faydası olmaz). Nihayet kendilerine vaadolunan şeyi ya azabı veya Kıyamet'i gördükleri zaman, makam bakımından daha kötü ve toplulukça daha zayii olanın kim olduğunu bileceklerdir.
76- Allah doğru yola gelenlerin hidayetini artırır. Sürekli kalan salih ameller, Rabbinin nezdinde hem mükâfat bakımından hem de akibet bakımından daha hayırlıdır. [42]
(65) «O göklerin, yerin ve ikisi...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet unutkanlığın Allah için muhal olduğunu açıklamaktadır. Çünkü elinde göklerin, yerin, gök ile yer arasında bulunan her şeyin mülkiyeti bulunan Zat-ı Kibriya nasıl olur da herhangi bir işten gafil bulunur veya onu unutur? Bu ayet aynı zamanda Hz. Peygamber'i terketmemenin, buğzetmemenin nedenini ortaya koymaktadır. Yani bu azamete sahip olan Zat-ı Kibriya, peygamber olarak seçtiği bir inşam na^ıl terkeder?
«O'na kulluk et ve O'na kullukta sabır göster». O'nun ibadete lâyık olması; göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbi olmasından veya peygamber olarak seçtiği kimseyi terket-memesinden ötürüdür. Yani, onu bu kâinatın Rabbi olarak tanıdıktan sonra O'na ibadet et ve O'na ibadette sabır göster. İbadetlerden gelen zahmetlere katlan. Vahyin gecikmesinden ötürü üzülme. Kâfirlerin konuşmalarına önem verme. Çünkü Cenab-ı Hak seni gözetmekte, hem dünyada hem de Ahiret'te sana lütufta bulunmaktadır.
«İbadette sabır ve sebat gösterme»nin mânâsı ibadetten.gelen şiddet ve meşakkatlere tahammül göstermek demektir. Bu ayette nefisle olan mücadelenin zorluklarına işaret vardır. Bu ayet bu sahada müstakim olan bir kimsenin sebat gösterip, sarsılmayacağına işaret etmektedir.
Ayetin sonunda gelen «Semiyyen» kelimesi, adaş veya benzer mânâsını ifade eder. Yani onun hiçbir benzeri olduğunu biliyor musun? Bu rivayet îbn Abbas'tan, Mücahid, İbn Cübeyr ve Katade' den gelmiştir. Fakat bu kelime esasında «isimde ortak olmak» mânâsını da ifade eder. Ama «benzer» mânâsına gelmesi, aynı isme ortak olanların o isimde ortak yönleri olmasındandır. Bu yüzden benzerdirler.
Bazı müfessirlere göre, burada «Allah» ve «er-Rahman» kelimesi gibi Cenab-ı Hakk'm özelliği olan isimlerde ortaklık olmadı-ğı anlatılmak istenmiştir (Bu rivayet İbn Abbas'tan gelmektedir). Nitekim müşrik olan Araplar «Allah» ismini sadece en büyük yaratıcı olan Cenab-ı Hakk'a verirlerdi. Bunun dışında taptıkları putlara «Allah» değil «ilâh» derlerdi.
Tusti, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor; Nafi' bin Ezrak, İbn Abbas'tan «semiyyen» kelimesinin mânâsını sordu. İbn Abbas «Çocuk demektir» dedi. Ve bu kelimenin çocuk mânâsına geldiğine dair bir şiir okudu. (Bu yorum aynı zamanda Dahhak'tan da rivayet edilmiştir).
Kısacası bu kelime hangi mânâya gelirse gelsin, bilmenin in-kân bilinenin inkârını iktiza eder. Bu cümle Cenab-ı Hakk'a ibadetin vacib olduğunu takrir etmektedir.
(66 ) «İnsan; «Öldüğüm zaman...» Bu Ayetin Tefsiri
İbn'ul-Munzir, İbn Cüreyc'ten şöyle rivayet ediyor: «Btt ayet As bin Vail hakkında nasıl olmuştur».
Ata, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Bu ayet Velid bin Muğire hakkında nazil olmuştur».
Başka bir müfessir «Bu ayet Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur» derken, Kelbî de «Bu ayet Rasûlullah'ın düşmanı Ubey ibn Halef hakkında nazil oldu» demiştir. Ubey denilen kâfir, eline çürümüş bir kemik alır, ufalar, havaya üfleyerek bırakır ve: «Falan adam (Rasûlullah'ı kastediyor) iddia ediyor ki biz öldükten sonra haşrolacağız ve bunun gibi olacağız. Bu iddia hiçbir zaman tahakkuk etmeyecektir» der. Bu yoruma göre «El-însan» kelimesindeki «elif-lâm» bilinen insanı ifade etmektedir. Binaenaleyh insandan maksat bu kişilerden birisidir, Bazilraı «Hasrı inkâr eden bütün kâfirler «el-insan» kelimesi içine girer» demişlerdir. Yani elif-lâm cins ifade etmektedir.
(67) «İnsan daha önce o hiçbir şey değilken...» Bu Ayetin Tefsiri
Biz onu daha önce; (yani içinde bulunduğu hayat halinden veya onu haşretmezden daha önce) hiçbir şey değilken yarattık. Yani mevcut değilken varettik. Madem ki onu bu durmda yarattık —ki bu durum yaratmaya tamamen uzak ve elverişsiz bir durumdur— o halde niçin ölümden sonra onları tekrar yaratacağımıza inanmıyorlar? Biz onun olan ve sonra da yok olan azalarını ölümden sonra iade edeceğiz. Ondan ayrılan bütün maddeleri iade etmek, arazları geri vermek suretiyle onu hasredip, yaratacağız.
Ayetin özü şudur: İnsan hasrı inkâr eder de bu durumu ha^ tirlamaz olur mu? Bu durumları hatırlayan bir insan hasrı inkâr etmemelidir.
(68) «Rabbine andolsun ki, biz onları...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin başında gelen «Rab» kelimesi üzerine Cenab-ı Hak yemin etmektedir. Bunu Hz. Muhammed'e raci olan zamire izafe etmektedir. Yani hasrın nedeni, Allah'ın Rab sıfatına bağlanmakla beraber Hz, Muhammed'in mertebesinin de yüceltilmesi istenmektedir. Yani senin ve onların Rabbi olan Zat-ı Kibriya için haşr zor değildir. Onların hepsini biraraya getireceğiz. Onları mezarlarından diri olarak çıkarttıktan sonra haşrolunacaklan bir yere sevkedeceğiz. [43]
«Veş-şeyatine» kelimesi ya meful düşen zamire atıfdır veya mef'ulu mea'dır. Yani onları ve şeytanları hasredeceğiz veya onları şeytanlarla beraber hasredeceğiz. Rivayete göre şeytanlar benzerleriyle beraber haşr olunurlar. Yani hangi şeytan hangi kâfiri id-lâl etmişse, onunla beraber haşrolunur. Aynı zincire vurularak haşre getirilirler.
Bazı kimseler; «Kâfir-müslüman herkes şeytanı ile beraber haşre gelir. Bu husus sadece kâfirlerin bir Özelliği değildim demişlerdir. Müslim ve Buhari'nin îbn Mesud'dan rivayet ettikleri şu merfu hadis bu görüşü desteklemektedir: «Sizden hiç kimse yoktur ki cinden olan arkadaşı onunla beraber hasredilmesin». Saha-biler: «Ey Allah'ın Rasûlü! Sen de mi?» dediler. Rasûl-ü Ekrem: «Evet, ben de böyleyim. Ancak Cenab-ı Hak benim şeytanıma karşı bana yardımcı olmuş, şeytanım bana teslim olmuştur. Bana hayırdan başkasını emredemez» buyurdu.
Cenab-ı Hak onları dizleri üzerinde durdukları halde cehennem etrafında oturtur, hazır eder. Bazı tefsir alimleri; «Hesap cehennem etrafında oturduktan halde yapılacaktır. Onlar o şekilde oturduktan halde birbirlerinden haklarını ister, dururlar. Sonra biri diğerinden uzaklaşır» demişlerdir.
Süddi; «Haşr yeri onlara dar geldiğinden dizleri üzerinde otururlar» demiştir.
Zamir, eğer hem kâfirlere hem de müsîümanlara raci ise ayetin mânâsı şu olur: Said insanlar da şakiler de cehennem etrafın. da dizleri üzerinde oturtulurlar ki saidler hangi felaketten Allah' m kendilerini kurtarmış olduğunu bilsinler ve daha fazla sevinsinler. Şakiler da hasredilenlere Cenab-ı Hak neler hazır etmiştir gör. sünler de daha fazla üzülsünler. Bu diz üstü oturma ya mahşerde görülen korkunç manzaralardan veya daha önce de ifade edildiği gibi mekânın darlığından veya hesap için durdurulmanın bunu gerektirmesinden ötürüdür. Bu, insanlar sevap ve ikaba varmazdan önceki manzaradır.
Bazıları da «Onlar zilletlerini bu büyük yerde izhar etmek suretiyle Allah'ın merhametini celbetmek için dizüstü çökerler» demişlerdir. Bütün mahşer ehlinin diz üstünde çökeceğine «Her ümmeti dis üstü çökmüş olarak görürsün» ayeti delâlet etmektedir. Fakat rivayetlerden bütün ehli mahşerin bu şekilde olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bir rivayete göre İbn Abbas, «Cisiyyen» kelimesini cemaatler şeklinde tefsir etmiştir. Zira bu kelime toprak ve taşlardan biraraya gelen «cesue»nin çoğuludur. Yani biz onları cemaatler halinde cehennem etrafında toplayacağız.
(69) «Sonra her gruptan...»Bu Ayetin Tefsiri
Sonra ayrılmış olan ve bâtıl üzere yardımlaşmış bulunan her gruptan veya din bakımından ayrılığa düşen her cemaatten, Rahman olan Allah'a karşı en asi olanları, Allah'ın taatinden en çok uzaklaşanları ayıracağız.
İbn Abbas «İtiyyen» kelimesini cüret göstermek şeklinde yogi rumlamaktadır. Yani Rahman'a karşı hangisi daha cüretkâr ise onu ayıracağız. Mücahid «Bu kelime küfür manasınadır» diyor.
Yani küfür yönünden kim daha şiddetli ise onu ayıracağız.
Bazıları «Bu kelime Beni Temim lügatinde «iftira» mânâsına geliyor» demişlerdir. Yani Rahman'm adına kimler daha fazla yalan uydurmuşsa onları ayıracağız. Ayırmaktan maksat onları o cemaatin içinden çıkarmaktır. Yani biz kâfirlerin cemaatlerinin her birisinden en asilerini çıkaracağız ki isyanları daha şiddetli olanı cehenneme atalım. İsyanı daha hafif ve durumu uygun olanlar ise bağışlanacaklardır. Ancak eğer ayet bütünüyle kâfir-|j lere dair ise o takdirde bu ayırma, herkesin isyan ve inkâr derecelerine göre çeşitli gruplara ayrılması demektir ki buna göre her grup sırasıyla cehennemde durumuna uygun bir yere atılacaktır.
(70) «Sonra biz oraya...» Bu Ayetin Tefsiri
«Cehenneme girmeye daha elverişli olanlar»daxı maksat ya her
gruptan seçilen kimselerdir veya bütün gruplar kastedilmektedir.Sanki şöyle denilmiştir: Sonra biz bunların cehenneme gireceğini daha iyi biliriz. Onlar girenler arasında girmeye en elverişli kimselerdir. Onların derekeleri daha aşağıdadır ve azapları daha şiddetlidir.
Bazılarına göre ayetin metnindeki «lenenzianne» kelimesinden maksat «atmaJcntır. Bu görüşe binaen ayetin mânâsı şöyle olur: Andolsun biz cehenneme her taifeden en asi olanları atacağız. Biz onların cehenneme elverişli olup olmadıklarını daha iyi biliriz. Yani şiddet bakımından önde olanlardan başlar, sonra onları takib edenleri oraya atarız. (Bu yorum İbn Mesut'tan rivayet edilmiştir).
Bazı tefsircilere göre «İsyan bakımından en şedidleri»nden maksat o grupların Önderleridir. Çünkü onların günahları iki kattır. Çünkü onlar hem sapıtmış hem de saptırmışlardır. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «İnkâr eden, Allah'ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuklarına karşılık azap üstüne azap veririz» (Nalıl: 88) buyurmuştur. (Bu yorum İbn Ebi Hatim tarafından Katade'den rivayet edilmiştir. Bu yoruma binaen bu konuda devamlılık ve kapsamlı olmak vacib değildir).
(71) «içinizden oraya..,»' Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet istisna etmeksizin herkesin cehenneme gireceğini ifade ediyor. Hitap bütün insanlaradır. Hitap edilen konu mühim olduğundan dolayı Cenab-ı Hak bütün insanlara ayetin başında «Kutu» zamiriyle hitap etmiştir. Ayetteki «Vurud» kelimesinden maksat cehenneme girmek veya oraya yaklaşmaktır. Birinci tefsir selefin bir çoğundan ve ehl-i sünnetten gelmiştir. Bu tefsire göre Cenab-ı Hak'kin ((Tartışmasız siz de Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, hepiniz oraya varacaksınız» (Enbiya: 98) ve «O, Kıyamet Günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıktan yer ne kötü bir yerdir» (Hud :98) ayetleri bu mânâya hamledilmektedir.
İbn Abbas «Vurud»u «Duhul» ile yani cehenneme girmekle tefsir ederken bu görüşü kabul etmeyen İbn'ul-Ezrak'a karşı bu ayetleri delil getirmiştir. Bu umum ifadeden anlaşılıyor ki mümin de cehenneme girecek, fakat cehennem (denildiği gibi) mimine zarar vermeyecektir. Zira İmam Ahmed, Tirmizi, İbn*ul-Munzir ve Hakim, şöyle rivayet etmektedirler: «Biz vurud kelimesinin tefsirinde ihtilaf ettik. Bir kısmımız «mümin hiçbir zaman cehenneme girmez» bir kısmımız ise «bütün müminler girecek fakat Allah'ın yasaklarından sakınanlar Allah tarafından kurtarılacaktır» dedik. Bunun üzerine sahabi olan Abdullah bin Cabir'e rastladım ve meseleyi ondan sordum. İki parmağıyla iki kulağına işaret ederek şöyle dedi: «Eğer ben söyleyeceklerimi Ra~ sûlullah'tan işitmemiş isem iki kulağım sağır olsun» dedi ve devam etti: «Hiçbir doğru mümin ve hiçbir fasık insan yoktur ki cehenneme girmesin. Cehennem müminin üzerine, Hz. İbrahim'e olduğu gibi, serinlik ve selâmet olur. Hatta cehennem müminlerden gelen serinlikten Allah'a sığınır (Yani bu serinlikten kurtarması için Cenab-ı Hak'tan bunu ister). Sonra Cenab-ı Hak ıttika edenleri '(sakınanları) cehennemden kurtarır»,
Abd bin Humeyd ve İbn'ul-Enbari, Hasan Basri'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Vurud, cehenneme girmeksizin üzerinden geçip gitmek demektir» (Bu yorum aynı zamanda Katade'den de rivayet edilmiştir).
Bu, cehennem üzerinde kurulan köprünün üzerinden geçmek demektir. Nitekim bir cemaat bu yorumu İbn Mesud'dan böyle rivayet etmiştir. Mümin köprünün üzerinden, cehennemin sırtından geçerken cehennemden haberdar bile olmaz. Bu yorum İbn Ebi Şeybe'nin, Abd bin Humeyd'in ve Hakim'in Halid bin Madan' dan rivayet ettikleri şu hadise dayandırılmaktadır: «Cennet ehli, cennete girdiklerinde:
«Ey Rabbimiz! Sen bize cehenneme varacağımızı vaadetmemiş miydin?» diye sorarlar. Cenab-ı Hak: «Evet, vaadetmiştim ve sis oraya vardınız. Fakat cehennem sönmüş bir haldeyken siz üzerinden geçip gittiniz» cevabını verir.»
Bu yorum Tirmizi, Tabarani ve başka muhaddislerin Ya'Ia bin Umeyye'den rivayet ettikleri şu hadisle çelişmemektedir: «Ateş, mümine Kıyamet Günü'nde şunu söyler: «Ey mümin! Geç, senin nurun benim alevlerimi söndürdü.»
Evet, bu hadisle o yorum çelişmemektedir. Çünkü müminler Allah'a o suali sorarken ateşin bu sözünü unutmuş veya meşgul oldukları için işitmemiş olabilirler.
İbn Ebi Hatim, îbn Zeyd'den ayetin tefsiri konusunda şöyle rivayet eder: «Müslümanların cehenneme varid olmaları onun üzerine kurulan köprüden geçmeleri demektir. Müşriklerin cehenneme varid olmaları ise oraya girmeleri demektir».
Aynı lâfzın iki mânâda kullanılmasını caiz görmeyen kimselerin katında ayette umumi mecaz vardır. Yani bu kelimenin aynı anda hem müminler için cehennemde kurulan köprüden geçmek, hem de kâfirler için cehenneme girmek anlamında kullanılması genel bir mecazı gerektirir.
Kur'an'da hakiki mânânın kastedilmesi imkân dahilinde bulunmadığı, başka tevil yollan olmadığı yerlerde ancak mecaza gidilebilir.
Mücahid «Müminlerin cehenneme varid olmalarımı dünyadaki sıtma hastalığıyla tevil etmiştir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem'in «Sıtma, cehennem nefesindendir» hadisi sahihtir. Fakat bu hadisle, sözkonusu ayeti bu şekilde tefsir etmek pek açık bir tevil sayılamaz.
Bazıları «cehenneme varid olmak»ta.n maksadın sıtma hastalığına tutulmak olduğuna dair İbn Cerir'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadisi delil göstermişlerdir:
«Allah Rasûlü, Ashaba Kiram'dan hasta olan bir sahabeyi zU yaret etmeye gitti. Ben de beraberindeydim, Hz. Peygamber (s.a): «Kesinlikle Cenab-ı Hak buyurmuştur ki, sıtma hastalığı benim ateşimdir. Onu mümin kulumun üzerine musallat kılarım ki Ahi-ret'teki ateş payı olsun» dedi.»
Fakat bu istidlalde de yine kapalılık vardır. Gerçek şudur ki bu ve daha önceki hadiste dünyada sıtma hastalığına tutulan kimsenin Ahiret'te ateşe varmayacağına delâlet edecek hiçbir nokta yoktur. En zorlayıcı bir teville dahi bu hadisle, «O, Kıyamet Gü-nü'nde ateş eleminden korunur» mânâsı kastedilmiş olabilir.[44]
«Bu (onların cehenneme varid olmaları), Rabbinin üzerine kesinleşmiş bir hükümdür.» Çünkü «Hatmen» kelimesi vücubiyet ifade eder. Nitekim bu görüş İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Allah için herhangi bir şey vacip konusu olmadığından —çünkü ondan daha yüksek bir makam yoktur— vacibin yerine getirilmedeki keyfiyeti ne ise bu o derecededir. Ayetin sonunda gelen «Mak-diyyen» kelimesi kesinlik mânâsını ifade etmektedir. Elbette bu durum Rabbinin üzerine vacip bir emirdir. Yani böyle olması mutlaktır, kesin bir emirdir.
Hatib, İkrime'den şöyle rivayet ediyor: «Bu cümlenin mânâsı; böyle olmak Rabbinin üzerine vacib olan bir yemindir demektir» (Bu yorum aynı zamanda İbn Mesud, Hasan Basri ve Katade' den de rivayet edilmiştir)-
Bazıları «Burada kasemin inşası kastedilmektedir» demişlerdir. Yani Allah bu olacaktır diye yemin etmektedir.
Bazıları «Ala Rabbike ile yemin kastedilir» demişlerdir. Nitekim «Alâ» kelimesi Arap dilinde ve şiirlerinde çok yerde kasem mânâsına gelir.
Hülasa olarak denilir ki, iyi veya kötü her insan cehenneme bir defa uğrayacaktır. Bu uğrayısın mahiyeti hususunda çeşitli rivayetler ileri sürülmüştür. Nitekim bunların bir çoğuna temas ettik. İyilerin oradan çıkıp cennete gitmeleri —eğer küfür üzerindey-seler— kötülerin de orada ebedî kalmaları rivayetlerin özüdür.
(72) «Sonra biz sakınanları kurtarır...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Yani sakınan kimseleri cehennemden çıkarmak suretiyle kurtarırız. Zalimleri de orada dizüstü çökmüş olarak bırakırız. (Bu görüş İbn Abbas, Mücahid, Katade ve İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir). Bu ayet, açıkça cehenneme varid olmanın ona girmek olduğunu sergileyen delillerden birisidir.
Bazıları «Bu ayet cehenneme varid olma, cehennem ateşinin etrafında dizüstü çöküp kalma mânâsını ifade ediyor» demişler, dir. Bu ayetin başında «gecikme» mânâsını ifade eden «Summe» kelimesi kullanılmıştır. Bu işaret eder ki insanların fiili olan cehenneme varmak ile Allah'ın fiili olan kurtarma ve helak etme arasında zaman ve rütbe bakımından fark vardır. Cenab-ı Hak kurtarılanlar hususunda «ittika edenler» mânâsını ifade eden «it-tekav» tabirini, cehennemde bırakılan kâfir ve müşrikler hususunda da «zalimler» mânâsını ifade eden «ez-Zalimin» kelimesini kullanmıştır. Böylece rahmet tarafının daha ağır bastığı, kurtarıcının tevhid, helak edicinin Allah'a şirk koşmak olduğu ilân edilmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: Şirkten korunmak mânâsını ifade eden takvanın azı dahi bir insanda bulunsa onu kurtarırız. Şirkle ve şirk mânâsına olan zulümle sıfatlanan bir kimseyi de, eğer bu sıfat son nefesine kadar devam etmişse, helak ederiz. «Kurtarırız»mânâsını ifade eden «Nunecci» fiilinin karşısında «helak ederiz» demek olan «Nezeru» fiili yine bu noktayı ilân etmek için kullanılmıştır.
Asi müminler hakkında gelen hadislerin ifade ettikleri şudur: Ateşten kurtulmak defaten değil, peyderpeydir. Yani takvanın kuvvetli ve zayıf oluşuna göredir. Hatta kalbinde hayırdan bir zerre dahi olan, imandan bir zerre taşıyan da cehennemden çıkacaktır. Fakat bu günahlarının karşılığını çektikten sonradır. «Ateş müminlere zarar vermez» şeklindeki hadislere gelince, bunlar tevil gerektiren hadislerdir. Buradaki «mümin»den maksat kâmil mümindir. Çünkü bazı müminlerin azap göreceğine dair birçok hadis vardır. Onları bir tarafa itmek asla ve kafa uygun bir hareket değildir.
İşte bu noktadan hareketle bazı alimler duada şöyle denilmesinin mahzurlu olduğunu söylemişlerdir: «Yarab, bütün Ümmet-i Muhammed'i affet» veya «Yarab, Ümmet-i Muhammed'den hiç kimseyi azaba duçar etme».
Mutezîlîler «İttika sahipleri büyük günah işlemeyen kimse' lerdir» diyerek büyük günah işleyenleri zalimler kategorisine dahii etmektedirler. Onlar, «Bu ayet büyük günah işleyenlerin ebediy-yen cehennemde kalacaklarının delilidir» derler. Fakat aslında onlar bu yorumlarıyla zulmederek, kendileri zalimler sınıfına girmiş oluyorlar.
Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Mesud, Ubey, El-Cehderi» Muaviye bin Kurre ve Yakub ayetin başındaki «summe» kelimesini «Semme» şeklinde okumuşlardır ki mânâsı «orada» demektir. Bu kıraate göre ayetin mânâsı «Biz sakınanları kurtarırız. Zalimleri de dizüstü çökmüş olarak orada bırakırız» demek olur.
(73) «Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet, müşriklerin, kendi akıbetlerini ortaya koyan ve azaptan bahseden ayetleri dinledikleri zaman aldıkları tavırları sergilemektedir. Yani müşriklere mueiz oldukları apaçık olan ve onlara meydan okuyan ayetler okunduğunda onlar o ayetlere muaraza etmekten aciz kalırlar ve acizliklerinin bir ifadesi olarak iman edenlere hitaben: «İki topluluktan hangisi makaraca daha hayırlı ve toplulukça daha güzeldir?» derler. Bu ayet onların o hallerinin korkunçluğunu, son varacakları noktanın tehlikesini ortaya koymaktadır.
Bu ayet Nadr bin Haris ve etbaı hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar meydan okuyan ayetleri dinlediklerinde küfürlerinde ısrar eder, inatlarına devam edip giderlerdi.
Ayetin sonunda gelen «Nediyyen» kelimesi meclis ve toplantı yeri demektir. Ebu Hayyan «Bir hadiseyi müzakere etmek veya istişarede bulunmak için toplanılan meclis demektir» dedi. Burada önderlerin ve ileri gelenlerin meclisi kastedilmektedir. Yani «hangi topluluk meclis yönünden daha güzeldir?» diye sorarlardı. Rivayete göre müşrikler toplantıya katılmazdan önce saçlarını tarar, boyar, çeşitli kokular sürer, en güzel elbiselerini ""giyerek giderlerdi. Sonra böyle giyinip kuşanmaya iktidarı olmayan müminlere; «Hangimiz topluluk bakımından daha güzeldir?» derlerdi. Onların maksadı müminlerle muaraza etmekti. Sanki müminlere şöyle derlerdi: «Eğer siz hak biz de bâtıl üzerinde olsaydık dünyada sizin haliniz bizim halimizden daha güzel olurdu. Çünkü hakim olan bir zâta (Allah'ı kastediyorlar) muhlis dostlarını azap ve zillete, muarız düşmanlarını da izzet ve istirahata sokmak uygun düşmez.»
Onlar bu sözü söylediklerinde nimet içinde, istirahat halindeydiler ve müminler de bu hayatın tam aksini yaşıyorlardı. Böylece onların felsefesine göre hakkın müminlerle beraber olmadığı anlaşılıyordu. Fakat bu, yanlış fikirden doğmuş bir mukayesedir. Cenab-ı Hak bu mukayeseyi iptal ederek şöyle buyurdu:
(74) «Onlardan önce de eşya ve görünüş bakımından...»Bu Ayetin Tefsiri
Yani ey müşrikler! Ey bu çarpık felsefeyi güdenler! Nimet bakımından sizden daha üstün olan nice kimseleri, Ad, Semud gibi nice kavimleri helak ettik. Eğer dünya nimeti insanın Allah katında müşerref olduğuna delâlet etseydi o dünyada nimet ve zenginlik sahibi olan kimselerin hiçbirisinin helak olmaması gerekirdi. Bu ayet müşrikler için büyük bir tehdiddir.
Ayetin başında gelen «Kem» kelimesi çokluk mânâsım ifade eder. «Ehlekna» fiilinin mef'ulu olmasına rağmen daha önce getirilmiştir. Çünkü daima önce gelmeyi gerektiren bir kelimedir. Bazıları «istifham harfidir» demişlerse de birinci yorum daha uygundur.
Ayetin metnindeki «Kam» kelimesinden maksat, bir asır yani bir nesil demektir.
Ayetin metnindeki «Esasen» kelimesi eşya, yani sergiler, elbiseler ve diğer eşyalar demektir.
Ayet metnindeki «Riyen» kelimesi manzara, görünüş anlamındadır. Rüyet kökünden gelmektedir. Kıraat alimlerinin bazıları «Ri'en» bazıları da «Riyaen» şeklinde okumuşlardır. Bazıları da İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre «Reyyen» şeklinde okumuşlardır. Hatta bazı insanlar cesaret gösterip «Re'yen» tarzında okumanın yanlış olduğunu söylemişlerdir. Fakat onlar bu yanlışlık iddialarında yanlıştırlar.
(75) «Be ki: Kim sapıklık içinde ise...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu emir Hz. Muhammed'edir. Cenab-ı Hak, peygamberine dünya mallarına, servetlerine dalıp fani ve geçici dünya lezzetlerine girip müminlere karşı böbürlenen müşriklere bu cevabı vermesini emrediyor. Kısaca ayetin mânâsı şudur: Sapıklık içinde bulunan bir kimse için herhangi bir Özür dilemek artık yoktur. Zira Cenab-ı Hak ona dünyada mühlet vermiştir. Onun için uzun bir zaman ayırmıştır. O eğer >rçekten fikrini iyi kullanan kimselerden olsaydı sapıklıkta olduğunu görebilirdi. Cenab-ı Hakk'ın sapık bir kimseye mühlet vermesi istidrac için olabilir. Nitekim başka bir ayette Cenab-ı Hak:
«İnkâr edenler kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azap onlaradır» (Al-i İmran, 178) buyurmaktadır.
Hulâsa sapıklık içinde olan bir kimse için mühlet vermek ve günahı artsın diye ona süre tanımak ilâhî bir âdettir. Bazıları «Rahman ona mühlet versin» şeklindeki cümlenin dua mânâsı ifade ettiğim söylemişlerse de birinci tefsir makama daha uygundur. Bu ayette «Rahman» kelimesinin getirilmesi mühlet vermenin rahmetin hükümlerinden olduğuna delâlet etmesi içindir. Ayetteki azaptan maksat dünyevi azaptır. Müminleri onlara galip getirmek, onların yerlerini, mallarını, hatta özlerini müminlerin istilası altına sokmak şeklindeki azab kastedilmektedir. Saat ile maksat Kıyamet Günü'dü Bazıları «Saatten maksat ölüm anıdır.
Çünkü mühlet müddeti Kıyamet'e değil ölüm haline bitişiktir» demişlerdir.
Ayetin maksadı şudur: Bu mühlet, kendilerine Allah tarafından vaadedilmiş dünyevî veya uhrevî azabı gördükleri ana kadar uzanır. İşte o anda mekânca daha şerir, yardımca daha zayıf olanın kim olduğunu bileceklerdir. Yani dünyada kâfirlerin, müşriklerin iddia ettiklerinin tam tersi orada görülecektir. Ve onlar orada mekânca daha şerli, makamca daha düşük olduklarını anlayacaklardır.
Bu ayette «mekân», 73. ayette «makam» tabiri onların kötü hallerini belirtmek için kullanılmıştır.
' Ayetin sonundaki «Cunden» kelimesi yardımcılar deme.kt>. Ebu Hayyan, «Ayetin metnindeki «men,» istifham kelimesidir. Daha önce. geçen uya'lemune» fiili ise hakiki ilim mânâsım ifade eder» eler. Bu cümle bu fiilin iki mef'ulünün yerine geçmiştir ve bu tevile binaen ayetin mânâsı şudur: Acaba mekân yönünden kim daha şerlidir? Yardımcılar yönünden kim daha zayıftır? İşte onlar bunu bileceklerdir.
(76) «Allah doğru yola gelenlerin...» Bu Ayetin Tefsiri
Büyük müfessir Beyzavi burada özet olarak şunları söylüyor: «Bu cümle «kula emrinden sonra gelen şart cümlesi üzerine atıftır. Sanki Cenabı-Hak «kâfire verilen mühlet ve dünya nimet-leri onun iyiliği için değildir» şeklinde açıklama yaptıktan sonra mümine az verilen dünyalığın da onun eksikliğinden olmadığını belirtmektedir. Belki Cenab-ı Hak onun yerine daha hayırlısını verecektir.»
Bazı müfessirlere göre bu cümle, «Rahman ona mühlet ver-sin» cümlesi üzerine atıftır. Çünkü o cümle her ne kadar şeklen inşai (yani emir ifade eden) bir cümleyse de manen haberi bir cümledir. Sanki şöyle denilmiştir: Dalâlette olan bir kimsenin dalâletini Cenab-ı Hak artırır. Onun tam karşıtı olanın da hidayetini artırır.
Ayetin metninde geçmekte olan «el~Bakiyat'us-Salihat»tan maksat sevapları ebediyyen kalan saatlerdir. Buna (denildiği gibi), beş vakit namaz, sübhanallah demek, elhamdülillah, Iâ ilahe illallah, Allah-u Ekber de dahildir.[45]
Nesefi bu ayet hakkında şunları söyler: «Ahiret amellerinin tamamı veya beş vakit namaz veya Subhanallahı ve'l-hamdulülahi veîa ilâheillallah Allah-u Ekber. kastedilmektedir».
Hazin'e göre bu ifadeden maksat zikirler ve salih amellerdir ki bunlar sahipleri için daimi bir şekilde kalıcıdırlar.
Tenvir'ul-Mikbas'da «Bunlardan maksat beş vakit namazdır» denilmektedir. Alusi; «Faydalan daimî bir şekilde olan taatlerin tamamı kastedilmektedir» diyor. Ayetin sonunda gelen «Mered-den» kelimesi, dönüş noktası, netice mânâsım ifade eder. Çünkü bu taatlerin neticesi ebedî bir sevinçtir, daimî bir nimettir. Küfrün neticesi ise ebedî bir üzüntü ve elem verici bir azaptır. Cenab-ı Hak burada «Rab» kelimesini zikretmiş ve Hz. Peygamber'e raci olan zamire izafe buyurmuştur. Böylece onun hakkında ne denli lütuf ve şeref bahşettiğine dikkati çekmiş olmaktadır.
«Hayr» kelimesi şanının yüceliği sebebiyle tekrarlanmıştır. Zemahşeri, «Ayette kâfirlerle bir çeşit alay vardır. Zira Cenab-ı Hak onların cezalarına da «sevaptır» demiştir» diyor.
Bazı müdekkikler «Ayette gelen ismi tafdil (hayr kelimesi/ sadece hadese ve mutlak artışa delâlet eder. Yoksa ısm-i tafdilin mânâsı kastedümemektedir. Zira ifade, «salih ameller Allah katında sevap bakımından daha hayırlıdır» tarzında alınırsa «onların dışında kalanlarla da hayır vardır» mânâsı ortaya çıkar. Oysa onların dışında kalanlarda hiç hayır yoktur» demişlerdir.
Ayetin ikinci cümlesi birinci cümlenin tamamlayıcısıdır ve aynı zamanda müslümanlarm kalbine teselli vermeyi içermektedir. Belki onlara karşı dünyalarıyla böbürlenen kâfirlerin bu hareketleri kalplerinde bir etki oluşturur diye Cenab-ı Hak bu cümleyi getirmiştir. Nitekim 75. ayetteki «Nihayet kendilerine vaadolunan şeyi (ya azabı veya Kıyamet'i), gördükleri zaman makamca daha kötü ve toplulukça daha zayıf olanın kim olduğunu çok geçmeden göreceklerdir» cümlesi de bir öncekinin tamamlayıcısıdır. [46]
77- Ayetlerimizi inkâr eden ve «Andolsun bana mal ve evlat verilecektir» diyeni gördün mü?
78- O gayba muttali mi oldu, yoksa Rahman'ın katından bir ahid mi aldı?
79- Hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve onun için aza-bı uzattıkça uzatacağız.
80- Onun dediğine biz varis olacağız. O bize yapayalnız gelecektir.
81- Onlar kendilerine itibar ve kuvvet kazandırsın diye Allah'tan bi ka mabudlar edindiler.
82- Hayır! O mabudlan onların ibadetlerini inkâr edecekler ve onlara hasım olacaklardır.
83- Görmedin mi? Biz şeytanları kâfirlerin üzerine sevkedi-yoruz, (Şeytanlar) onlan var güçleriyle kışkırtıp (isyana) sürüklüyorlar.
84- Onlar hakkında acele etme. Biz onların (günlerini) saydıkça sayıyoruz.
85- Takva sahiplerini bir heyet olarak Rahman'ın huzurunda topladığımız gün!
86- Günahkârları da susuz olarak cehenneme sürdüğümüz (gün)!
87- (İşte o gün) Rahman'ın nezdinde ahid alan kimselerden başkası şefaat edemez.
88- «Rahman çocuk edindi» dediler.
89- Andolsun siz, pek çirkin bir şey getirdiniz.
90- Bu sözünüzden dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp parçalanacaktır.
91- Rahman'a çocuk isnadında bulunmalarından ötürü (böyle olacaktır).
92- Oysa Rahmana çocuk edinmek yaraşmaz.
93- Çünkü göklerde ve yerde bulunan her şey, Rahman'a kul olarak gelecektir.
94- Andolsun, o bunların hepsini ayırmış, sayılarını tesbit etmiştir.
95- Onların hepsi, Kıyamet Günü'nde O'nun huzuruna tek başına gelecektir. [47]
(77-78) «Ayetlerimizi inkâr eden...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Buharl, Müslim, Tirmizi, Tabaranî ve İbn Hibban, Habbab bin Eret'ten şöyle rivayet ederler: «Ben demircilik yapan bir kişiydim. As bin Vail'den alacağım vardı. Ona varıp alacağımı istedim. Bana, «Hayır! Allah'a yemin ederim, sen Muhammed'i inkâr etmedikçe senin alacağım vermem» dedi. Ben de «Hayır! Allah'a yemin ederim, sen ölüp haşre gönderildikten sonraya kadar dahi Muhammed'i inkâr etmeyeceğim» dedim. O bana, «Ben ölüp haşre gönderildiğim zaman bana gelirsin. Nasıl olsa o zaman da malım ve çocuğum olacak. Sana hakkını o zaman veririm» dedi ve bunun üzerine bu ayet indi».
Başka bir rivayete göre sahabilerden bir grup As bin Vail'e vardılar. Boynundaki borçlarım istediler. EI-As, onlara: «Siz cennette altın, gümüş-, ipekliler ve bütün meyveler vardır demiyor musunuz?» dedi. Sahabiler «Evet, vardır» dediler. El-As, «Sizinle bizim ödeme zamanımız Ahiret olsun. Allah'a yemin ederim, bana nasıl olsa orada da mal ve çocuklar île sizin kitabınız gibi bir kitap verilecektir» dedi ve bu hadise üzerine bu ayet indi.
Bazıları «Bu ayet Velid bin Muğire hakkında inmiştir» diyor lar. Onun da EI-As'ın sözlerine benzer sözleri vardı.Ebu Müslim «Bu ayet bu sıfatı taşıyan her kâfir hakkında inmiştir» dedi. Fakat birinci rivayet, sahih kitaplarda sabit olan rivayettir. Ayetin başındaki «hemze» taaccüp içindir. Yani o kâfirin halinden, onun belirttiğinin garip ve şeni olması sebebiyle insanı hayrete düşürmektedir. Hemzeden sonra gelen «f» harfi bu cümleyi mukadder bir cümle üzerine atıf yapmaktadır. Yani sen bizim apaçık ve herkesin iman etmesi gereken ayetlerimizi inkâr edeni gördün mü? O haşr ayetlerini istihzaya alarak «Allah'a yemin ederim, AhireVte bana mal ve evlad verilecektir» diyor.
Ayetteki «Raeyte» fiili «bana haber ver» mânâsı taşır. Yani «Bu kâfirin olayını bana haber ver» demektir. «Rüyet» kökünden gelen bu fiilin haber mânâsında kullanılmasının sebebi, bir şeyi görmenin ondan doğru haber vermenin sebepleri arasında bulunmasıdır.
Ayetin metnindeki «Ayat» kelimesi, Kur'an'm bütün ayetlerini içermektedir. Haşr ayetleri bunlardan sadece bir bölümdür.
«Leûteyenne» kelimesinin başındaki «lam»t kasem cevabıdır. Sanki o, Ahiret'te bana mal ve çocuk verilecektir diye Allah'a yemin etmiştir. Yani «Ey Muhammedi Ve dolayısıyla ey müslümânlar! Bu kâfirin haline bakın, onun konuşmasına hayret edin. Kâfirliğine ve ayetleri inkâr etmesine rağmen Cenab-z Hak'ka adeta emir verircesine yemin etmesine dikkat edin!»
«Acaba o, gayba muttali mi olmuştur?»; yani kendisine gayb olan şeyi mi bilmiştir? Ki cennette olduğunu bilmiş olsun. Veya bu hususta Allah'tan ahid mi almıştır? Çünkü böyle bir şeyi bilmek, ya gaybı bilme yoluyla veya Allah'tan bir ahid almakla mümkün olabilir.
Bazı müfessirler «O, gayba muttali mi olmuştur?» ibaresini. «Yani Levh-i Mahfuz'a mı bakmıştır?» şeklinde tefsir etmişlerdir.
«Rahman'vn katında bir ahid mi edinmiştir?» sözünün mânâsı; yoksa o, lâ üâhe illallah demiş de bu kelimeden dolayı Allah ona rahmet mi etmiştir? Veya salih bir amel mi işlemiştir ki onu ummaktadır?
Bazı müfessirler, «Andolsun, bana mal ve çocuk verilecektir» cümlesinden «dünyada verilecektir» mânâsım çıkarmışlardır.
Bazıları da ayeti «cennette verilecektir» şeklinde yorumlamışlardır. Bazıları «Bu inkarcı kişi «Eğer ben ecdadımın dini üzerinde durursam kesinlikle bana mal ve evlad verilecektir» demek istemiştir» diyorlar. Bazıları ise «Eğer ben bâtılın üzerinde olsaydım kesinlikle bana mal ve evlad verilmezdi. Madem ki verilmiştir, öyleyse benim mesleğim doğrudur» demek istiyor demişlerdir.
(79) «Hayır! Biz onun söylediğini yazacağız...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin başındaki «Kella» kelimesi «zecr harfi»dir. Yani durum onun dediği gibi değildir demek oluyor. «Onun söyleyeceklerini yazacağız» sözünden maksat, bütün söylediklerini kayd ede- > ceğiz, Ahiret'te ona göre kendisini cezalan ıracağız veya yarın Ahi-ret'te onun bütün söylediklerini gözünün önüne sereceğiz demektir. Veya günahları yazıp da intikam alan bir kimse gibi ondan intikam alacağız.
«Onun için azabı uzattıkça uzatacağız» cümlesi onun iddia ettiği mal ve evlat yerine onun azabına azap ekleyeceğiz, demektir. Veya, azaptan ona müstehak olduğunu vereceğiz ki bu da küfür ile, hakla istihza etmeyi biraraya getiren kimsenin azabı gibidir.
(80) «Onun dediğine biz varis...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani biz onu öldürüp, kendisine verileceğini iddia ettiği mal ve çocuğa mirasçı olacağız. Yani mal ve çocuğun mânâsına mirasçı olacağız. Veya ayetin mânâsı; biz onu temenni ettiğinden mahrum bırakacağız, kendisine başka şey vereceğiz şeklinde de olabilir.
«Bize tek olarak gelecektir» cümlesinden maksat, Kıyamet Günü'nde malı ve çocuğu olmadığı halde bize gelecektir, demektir. Yani Kıyamet'te biz mal ve çocuğu kendisinden alacağız. Acaba o, Kıyamet'te kendisine mal ve çocuk vereceğimizi nasıl umabilir? O bu sözü diri oldukça söyler; onu Öldürdüğümüz zaman onunla söylediğinin arasına girmiş oluruz ve o da iddia ettiklerini atarak tek başına bize gelir.
«Yoksa Rahman'ın katında bir ahid mi edinmiştir?» cümlesi, hakkında İbn Ebi Hatim'in İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre, «O ahid, lâ üâhe illallah demesidir». İbn-ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim, yine İbn Abbas'tan «Onun dediğine biz mirasçı olacağız» cümlesinin anlamını «Onun malına ve çocuğuna biz mirasçı olacağız» şeklinde rivayet etmiştir.
(81) «Onlar kendilerine itibar ve kuvvet...»Bu Ayetin Tefsiri
Cenab-ı Hak bu ayette o kâfirlerin müstehak olmadıkları nimetleri Allah'tan nasıl temenni ettiklerini ortaya koymakta ve Allah katında asi olsunlar diye nasıl bâtıl mabudlar edindiklerini açıklamaktadır.
Herevi'ye göre ayetin metnindeki «izzen» kelimesi «yardımcılar» mânâsını ifade eder. Ferra'ya göre ise bu kelime «Ahiret'te şefaatçılar» demektir. Yani o bâtıl ilâhları, onlara Ahiret'te yardımcı olsunlar (veya şefaatçi) diye edinmişlerdir. Bazı müfessir-ler; «O bâtıl mabudlar sayesinde Allah'ın azabından kurtulabilmek için onları kendilerine ilâh edinmişlerdir» derler.
(82) «Hayır! O mabudlan..m Bu Ayetin Tefsiri
Yani durum onların zannettikleri gibi değildir. Bilakis o mabudlar, onların ibadetlerini inkâr edeceklerdir.
Fiildeki zamir «bâtıl mabudlar»^ raci olduğu takdirde ayetin mânâsı; «Şu bâtıl mabudlan Allah konuşturduğu gün onlar, bu kâfirlerin kendilerine taptıklarını inkâr edeceklerdir» demek olur. Çünkü onlara tapıldığı zamanda akılsız cemadat idiler. Tapılmak-tan haberleri yoktu. Fiildeki zamir müşriklere raci olduğu takdirde mânâ; «müşrikler putlara taptıklarını inkâr edeceklerdir» demek olur. Birinci yorumun delili «Onlar bize ibadet etmiyorlardı» ayetiyle «Onlara söz attılar. Kesinlikle siz yalancılarsınız, dediler» ayeti takviye etmektedir. İkinci yorumu ise«Rabbimiz olan Allah'a yemin ederiz, biz müşrik değildik» ayeti takviye etmektedir. Bazı rivayetlerde «Kella» kelimesi «kullen» şeklinde okunmuştur. Bu takdirde mastardır ve fiil-i mukadder olur. Takdir şöyledir: «Bu fikir oldukça ağır ve yorucudur».
Fakat cumhurun kıraati daha doğrudur. Yani «kella» okuyup harf-i red olmak, «kullen» okuyup mastar olmaktan daha doğrudur.
«Onlar, onlara hasım olacaklardır» cümlesinden maksat şudur: «Bu bâtıl mabudlar —ki müşrikler tarafından bunlar kendilerinin yardımcıları sanılmaktaydı— onların aleyhinde hasım olacaklardır»; yani «izzet»in tersi gerçekleşecektir ki bu da «zillet» tir. O müşrikler Kıyamet Günü'nde ö bâtıl mabudların düşmanı olacaklar, onları inkâr edeceklerdir. Halbuki dünyada onları sevmişler ve kendilerine iman etmişlerdi.
(83) «Görmedin mi? Biz şeytanları kâfirlerin...»Bu Ayetin Tefsiri
Zeccac, bu ayetin mânâsı hakkında iki vecih zikretmiştir:
1- Biz kâfirler ile şeytanlar arasından çekildik. Kâfirleri şeytanlardan korumadık. Fakat müminlere tam tersini yaptık. Zi. ra Ceriab-ı Hak başka bir ayette «Kesinlikle benim kullarımın üzerinde senin bir hakimiyetin olmayacaktır» buyuruyor.
2- Şeytanlar onlara musallat kılındı, küfürlerinden dolayı onları etkileri altına aldılar. Nitekim Cenab-ı Hak, «Kim Rahman' m zikrinden gafil olursa ona bir şeytanı musallat kılanz» buyurmuştur. Böylece «göndermek» mânâsına olan «irsal» tabirinin burada «musallat kılmak» mânâsına geldiği ortaya çıkmış olmaktadır. Bu ikinci yorumu ayetin mütemmimi olan cümle desteklemektedir. Ayetin metninde geçmekte olan «teuzzu» fiili «harekete geçirmek», «heyecana kaptırmak» demektir. Cenab-i Hak burada şeytanların kâfirleri harekete geçirdiklerini, heyecana düşürdüklerini ve dalâlete götürdüklerini haber vermiş olmaktadır. Ki bu da şeytanların kâfirlere musallat kılınması demektir.
Bazı kimselere göre «£eu22U»nun mânâsı acele etmektir. Çünkü acele etmek de harekete geçirmek, heyecan vermek, ürkütmek demektir. Bu ayetin şevki, Rasûl-ü Ekrem'in kâfirlerin halinden hayret etmesinden ötürüdür. Ayrıca bu ayet Rasûl-ü Ekrem'in dikkatini, o kâfirlerin bütün yaptıklarının şeytanların saptırması ve kandırmasından ileri geldiğine çekmek istemektedir. Ayetin son cümlesi onlara «hâl» olmaktadır. Bu, müste'nife bir cümle, mukadder bir sualin cevabı olarak da anlaşılabilir. Sanki şöyle denilmektedir: «Şeytanlar ne yaparlar?». Cenab-ı Hak; «Onları isyana var kuvvetleriyle teşvik ederler» diye cevap vermektedir.
(84) «Onlar hakkında acele etme...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani o kâfirlerin Allah tarafından onları imana davet eden sana karşı çıkmaları, hakka karşı temerrüd etmeleri, küfür üzerinde ısrar etmeleri dolayısıyla Allah'tan hemen onları helak etmesini isteme. Çünkü biz gün ve geceleri, ayları ve seneleri sayıyoruz. Ecellerinin son noktasına kadar... Veya onların alıp verdiği nefesleri veya attıkları adımları, veya onların her anlarını kaydediyoruz.
Bu ayetin başındaki «Yevm» kelimesi mukadder bir fiilin mektir» diyenler olduğu gibi; «Onların aleyhinde acele etme. Çünkü onları, günahları artsın diye geciktiriyoruz» şeklinde yorum yapanlar da olmuştur. Cenab-ı Hak hasrın durumunu ortaya koyup, hasrı inkâr edenlerin şüphelerine cevap verdikten sonra haşr-de mükelleflerin halini izah etmek üzere şöyle buyurmuştur.
(85) «Takva sahiplerini...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin mânâsı hakkında, «Onların amellerini sayıyoruz de-mef'ulüdür. Yani «Ey Muhammedi Haşr Günü'nü hatırla».
Onların Rahman'ın katında hasrolunmalarından maksat, Rahman'ın ikram yurdu olan cennette hasrolunmaları demektir. Nitekim «Kesinlikle ben Rabbime gidiciyim» ayeti de böyledir.
Ayetin metninde gelen «Vefd» kelimesi «Vafıd» kelimesinin çoğuludur. Mânâsı, bir padişaha mühim bir iş için giden heyet demektir.
(86) «Günahkârları da susuz olarak...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayette geçmekte olan «Nesuku» kelimesi «yürümeye teşvik» mânâsına gelen «şavk» kökünden gelmektedir. «Vird» kelimesi ise susamış, susuzluktan ciğerleri çatlayacak hale gelmiş demektir. Ferra ve İbn'ul-Arabi ibareyi «Onlar yaya giden kimselerdir» şeklinde yorumlamışlardır. El-Ezheri «Bunlar suya varmak üzere giden deve gibi susamış yayalardır» demiştir. Bazıları da ayetin mânâsı «Onları su almak için cehenneme sevkederiz» demektir dediler. Bu yorumların hepsi sahihtir. Çünkü onlar hem teker teker, hem de susuz ve yaya oldukları halde cehenneme doğru sevkedileceklerdir. «Vird» kelimesi suya varan kuş topluluğu, Ai deve veya herhangi bir hayvan sürüsü mânâsını ifade etmektekidir.
(87) «(İşte o gün) Rahman'ın nezdinde..,» Bu Ayetin Tefsiri
Bu, Kıyamet Günü'nde olan hadiselerin bir kısmını ihtiva eden bir ayettir.«Yemlikune» fiilindeki zamir ya iki gruba, ya sadece takva ehline veya sadece mücrimlere racidir. Fakat birinci yorum daha evla ve uygundur.
«Onlar şefaate malik değildir» ifadesinin mânâsı «Onlar başkasına şefaat etmeye yetkili değildir» demektir. «Başkası onlara şefaat etmeye yetkili değildir» şeklinde de anlaşılabilir. Fakat birinci yorum daha uygundur.
«Allah'tan ahid alan bir kimse ancak şefaat eder» ifadesinin. . mânâsı, şefaat edeceklerin kategorisine girmek için var kuvvetiyle çalışan kimse demektir. Yani muttaki bir mümin şefaat etme sözünü Allah'tan almıştır.
Bazı kimseler «Allah'tan söz almanın mânâsı, Cenab-ı Hak ona şefaat etmesini emretmiştir demektir» dediler. Bazıları da «Bu ahdin edinilmesi Lâ ilahe illallah kelimesinin söylenmesidir» demişlerdir. Başka yorumlar varsa da zayıf olduklarından nakledilmelerinde bir yarar görmemekteyiz.
(88-95) «Rahman çocuk edindi, dediler...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Bu sekiz ayetin konusu; yahudilerin Üzeyr, hıristiyanların Hz. İsa, Arap müşriklerin de meleklerin Allah'ın evlatları olduklarına dair iddialarını açıklamak ve bunlara cevap vermektir.
Ayetin metnindeki «idden» kelimesi, el-Cevheri'ye göre felaket ve korkunç bir iş demektir. Yani siz «Rahman olan Allah çocuk edindi» demek suretiyle büyük bir felaketi getirdiniz, korkunç bir işi ortaya koydunuz. Yani siz çok büyük ve çok korkunç bir söz söylediniz.
90. ayetin metninde geçmekte olan «Tehirru» füli düşer, paramparça olur, yıkılır demektir. «Hedden» kelimesi de düşmek ve S yıkılmak mânâsına geldiği için «Tehirru» fiiline mef'uiu mutlak olur veya mukadder bir fülin mef'ulüdür. Veya hâl olur. Yani «Dağlar paramparça oldukları halde düşer, yıkılırlar». Veya mef-ululehtir. Yani dağların düşüşü için dağlar paramparça olurlar.
91. ayetin metninde geçen «Deav» kelimesi nisbet manasınadır. Yani onlar Rahman'a çocuk nisbet ettiklerinden dolayı neredeyse dağlar düşüp parçalanacak gökler çatlayacaktır .
Göklerde ve yerde ne varsa hepsi, Kıyamet Günü'nde, kulluğunu ikrar etmek üzere, başı eğik, zillet içinde Allah'a gelecektir. î| Nitekim başka bir ayette «Onların tamamı zelil oldukları halde | Allah'a varacaklardır» denilmektedir. Ayetin mânâsı; «Mahlûka-tın tamamı Allah'ın kullarıdır. Kulu olan bir mahluku Allah nasıl çocuk edinir?y> demektir. 94. ayetin metninde geçmekte olan «Ahsa» fiili onları saymak ve sayılarını bilmektir. Yani Cenab-ı Hak onları saymış ve sayılarını bilmiştir. Onları bildikten sonra da şahıslarını saymıştır. Onlardan hiç kimse Allah'a gizli değildir. Onlar Kıyamet Günü'nde Allah'a tek başına geleceklerdir. Yani yardımcıları ve malları beraberlerinde olmadığı halde geleceklerdir. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir ayette «O gün mal ve evlat fayda vermez» buyurmuştur.
Îbn'ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim'in İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre «İdden» korkunç söz demektir. [48]
96- Kuşkusuz ki iman edip de satih amellerde bulunanlar için, Rahman bir sevgi kılacaktır.
97- Biz onu (Kur'an'ı), sadece onunla sakınanları müjde-leyesin ve inat edenleri uyarasm diye senin dilinle (indirip) kolaylaştırdık.
98- Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Şimdi onlardan birinin (varlık alâmetini) hissediyor veya onlara ait cılız bir ses işitiyor musun? [49]
(96) «Kuşkusuz ki iman edip de...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet iman eden ve salih amellerde bulunan kimselerin Allah tarafından kılınmış bir sevgilerinin olduğunu haber vermektedir. Bu sevgiyi Cenab-ı Hak iman ve salih amelleri sebebiyle in-sanların kalplerine yerleştirmiştir. Meşhur görüşe göre bu sevgi dünyadadır. Zira Buharı, Müslim ve Tirmizi, Ebu Hureyre tarikiyle şöyle rivayet ediyorlar:
«Allah bir kulu sevdiği zaman «ben falanı severim» diye Ceb* rail'e nidada bulunur. Allah «Ey Cebrail! Sen de onu sev» buyurur. Cebrail de onu sever. Böylece Cebrail, Önce bunu gök ehline ilân eder; sonra o kimsenin sevgisi yeryüzüne iner.» Hz. Peygamber bunun, bu ayetin mânâsı olduğunu söylemiştir.
Zikre dil di ğine göre bu ayet Ebu Talib'in oğlu Cafer'le beraber Habeşistan'a hicret edenler hakkında nazil olmuştur. Cenab-ı Hak bu ayette onların sevgisini Necaşi'nin kalbine yerleştireceğini vaa-detmektedir.
İbn Cerir, İbn'ul-Munzir ve İbn Merduveyh, Abdurrahman bin Avf'tan şöyle rivayet ettiler: Abdurrahman, Medine'ye hicret ettiği zaman Mekke'den arkadaşları olan Şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ümeyye bin Halef için de nefsinde üzüntü duymaktaydı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.
Bu rivayete binaen bu ayet Medine'de, hicretten sonra nazil. olmuştur.
îbn Merduveyh ve Deylemî, Berra'dan şöyle rivayet ediyorlar:
Rasûl-ü Ekrem, Hz. Ali'ye «Şunları söyle! dedi: «Ey Allah'ım! Benim için katında bir ahıd kıl! Müminlerin göğsünde benim için bir sevgi kıl». Bu dua üzerine Cenab-ı Hak bu ayeti indirdi.
Muhammed bin El-Hanefiyye (Bu zat Hz. Ali'nin Beni Hanif» kabilesinden olan hanımından.doğan oğludur), şunları söylüyordu: «Hiç bir mümin yoktur ki Ali'yi ve Ali'nin ehli beytini sevmesin».
İmamiye mezhebi uleması bu ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğunu İbn Abbas'tan ve Muhammed Bakır'dan rivayet ediyorlar. Bu görüşlerini ehli sünnetin değil de onların nezdinde sahih olan Hz. Ali'nin şu sözüyle teyid ederler: «Eğer ben mümin bir ki' sinin boynuna, kılıcımla, benden buğzetsin diye vursam bile yine benden buğzetmez. Bütün dünyayı beni sevsin diye bir münafık üzerine döksem (ikram etsem) yine beni sevmez. Zira bu bir hükümdür. Peygamber diliyle verilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber bana «senden hiçbir mümin buğzetmez ve hiçbir münafık da seni sevmez» buyurdu».
Buradaki sevgiden maksat ifratsız ve tefritsiz (yani şer'i) bir sevgidir. Şej'i sevgi de bütün ehl-i sünnetin kalbinde vardır. Ama ehl-i sünnette guluv yoktur. Allah imanımızı aşırı gitmekten muhafaza etsin.
«Bazı hıristiyanlar dahi Hz. Ali'yi sevmiştir. Hatta Hz. Ali'nin sevgisi bütün hayvanların kalbine yerleştirilmiştir» şeklindeki rivayetler asılsızdır. Zira Sünniler'in de Şia'nın da nezdinde (.{Herhangi bir mümin senden buğzetmez, herhangi bir münafık da seni sevmez» hadisi sabittir.
Cübbai «Bu sevgi Ahiret'tedir. Müslümanlar cennette olduklarında karşı karşıya gelip tahtlar üzerinde bağdaş kuracaklar ve birbirlerini seveceklerdir» demiştir.
Bazıları, «Şahidler huzurunda hayırlar arzedildiği zaman bu sevgi gerçekleşecektir» demişlerdir. Bu sevginin hem dünyada hem de Ahiret'te vuku bulması da mümkündür. Zira her ne kadar er-Rahman tabiri dünya için kullanılmışsa da umumi bir mânâda is-timal edildiği de rivayetlerde gelmiştir: «Ey dünya ve Ahiret'in Rahmanı! Ey dünya ve Ahiret'in Rahimi!» hadisi bu yorumu desteklemektedir.
(97) «Biz onu (Kur'an'ı), sadece...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin başındaki «/» harfi ayetin siyakından anlaşıldığı gibi emrin nedenini teşkil eder. Sanki bu sure vahyedil dikten sonra Rasûl-ü Ekrem'e şöyle hitab ediliyor: «Bu indirileni tebliğ et. Bununla müjde ver ve korkut Çünkü biz bunu, takva sıfatlarına sa~ hip olanlara bununla müjde vermen için senin dilin olan apaçık Arapça île indirmişizdir». Çünkü takva sahipleri Kur'an'daki emirleri tatbik ederler, yasaklarından sakınırlar.
Ayetin sonundaki «Ludden» kelimesi ,inad ve kindarlıklarından dolayı iman etmeyen kişiler demektir. Çünkü bu kelime «eled» kelimesinin çoğuludur. Rağıb, «Bunun mânâsı, şiddetli ve amansız hasım demektir» diyor. Katade, «Bunun mânâsı bâtıl He cedeU leşip kendisini haklı çıkarmak için her tarafa baş vuran insan demektir» dedi. İbn Abbas ise bu kelimeyi «zalimlik»\e tefsir etmiştir.- Mücahid «facirliknle, Hasan Basri «sağırhk»\&, Ebu Salih de «topalhk»la tefsir etmiştir. Bütün bu mânâlar esas mânâdan kay-naklanmaktadır.
Bu fftozm»den maksat Mekkeliler'dir. Bunu Katade söylemiştir.
(98) «Biz onlardan önce nice nesilleri...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet Mekke müşriklerine helak olma tehdidini taşıdığı gibi Hz. Peygamber'e de «zafer» vaadi vermekte ve aynı zamanda Hz. Peygamber'i tebliğe devam etmesi hususunda teşvik etmektedir. Yani «Şu inad gösteren müşriklerden önce peygamberlere karşı gelen nice nesilleri biz helak ettik. Onlar bundan ibret almalıdırlar. Çünkü o nesillerin hiç birisinden bir iz dahi kalmamıştır.»
Bu ayetteki «Rikz» kelimesi gizli ses demektir. Ayetin genel mânâsı şöyle olur: Onları tamamen helak ettik. Köklerini kazıdık. Onlardan herhangi bir kimseyi göremezsin ve kendilerinden gizli bir ses dahi işitemezsin.
Bazılarına göre ayetin mânâsı «Onları tamamen helak ettik. Ne kendilerinden bir kimseyi görebilir, ne de onlardan haber ve. ren bir kimseyi dinleyebilirsin. Onları gizli bir sesle zikreden dahi yoktur» şeklindedir. Buradaki hitap ya muhatapların efendisi olan Hz. Muhammed Mustafa'ya veya Allah'ın hitabına elverişli olan herkesedir. [50]
MERYEM SÛRESİ'NİN SONU
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/51.
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 11/53.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/54-59.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/59-60.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/60-62.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/62-66.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/67-68.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/70.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/71-76.
[10] Alusî, Ruh'ul-Meanî, cilt: 16, sh: 76
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/76-77.
[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/78-79.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/79-80.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/80-82.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/82-85.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/87.
[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/88-92.
[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/92-102.
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/104.
[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/102-106.
[21] Savi, Celaleyn Haşiyesi, cilt: 3, sh; 38-39.
[22] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/106-111.
[23] Kûsâ, Babil'de bir yerin adıdır. Hz. İbrahim'in
annesinden dedesi olan Kûsâ tarafından FIRAT'tan alınan bir nehrin de adıdır.
Irak'tadır. (Mü'cemul-Buldan)
[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/112-116.
[25] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/118.
[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/119.
[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/119-120.
[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/120-125.
[29] Subh'ul-Aşa, cilt: 4. sh: 250
[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/125-128.
[31] AbdUlvehhab Neccar, Kisas'ul-Enbiya, sh: 105, vd.
[32] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/129-133.
[33] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/134-135.
[34] Abdulvehhab Neccar, Kısas'ul-Enbiya, sh: 24, vd
[35] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/135-137.
[36] Abdulvehhab Neccar, Kısas'ul-Enbiya, sh; 24, vd
[37] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/137-139.
[38] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 11, sh; 120 vd
[39] Kurtubi, Ahkâm'ul-Kur'an, cilt: 11, sh: 126, vd.
[40] Kurtubi, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 11, sh: 127, vd
[41] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/139-147.
[42] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/149.
[43] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/150-153.
[44] Alusi, Ruh'ul-Meanî, cilt: 16, sh: 122.
[45] Kadı Beyzavi, Mecma'ut-Tefasir, cilt: 4, sh: 178-179
[46] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/153-167.
[47] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/169.
[48] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/170-179.
[49] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/181.
[50] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
11/182-185.