MERYEM     SÛRESİ 4

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 4

Meali: 4

İlgili Hadîsler. 5

İlâhî Şifre. 5

Zekeriya Peygamber (A.S.) 5

Zekeriya Kıssasından Öğütler Ve İbretler. 6

Yahya Peygamber (A.S.) 6

Tarihi   Bir   Olay. 7

Âyetler Arasında Bağlantı 7

Meali: 8

İlgili Hadîs. 8

Yahya Peygamber Küçük Yaşta Tevrat'ı Okuyup Öğrendi 8

Her İnsanın Üç Tehlikeli Devresi Vardır. 9

Âyetler Arasında Bağlantı 9

M E Â L I : 9

Babasız Dünyaya Gelen Çocuk. 10

Bu Olayda Tecelli Eden  Mu'cizeler. 10

Melek Cebrail'in  Üflemesi 10

Meleğin İnsan Suretinde Görünmesi 10

Allah'tan Korkandan Zarar Gelmez. 11

Meryem'in Kendisine İnsan Suretinde Görünen Meleğin Sözüne Güvenmesi 11

İsa Peygamber'in İki Önemli Vasfı 11

İsa Peygamber'in Mu'cize Düzeyinde Dünyaya Gelmesi İki Ayrı Hikmeti Yansıtıyordu  11

İsa Peygamber'in Babasız Dünyaya Geldiğini Gösteren Deliller. 12

İncil'de Bu Konuyla İlgili Belgeler. 12

Allah İnsan Kudretinin Yeteceğini, İnsana Bırakır. 12

Âyetler Arasında Bağlantı 12

Meali: 13

İlgili Hadîsler. 13

Doğum Yapan Kadının Hurma Veya Tatlı Yemesi 13

Beşikteki Çocuğun Konuşması 14

Kıssanın Tekrarı 14

Meryem Ve İsa (A.S.) Kıssasından Alinacak Öğütler. 15

Âyetler Arasında Bağlantı 16

Meali: 16

İlgili Hadîsler. 16

Kitap Ehlinin İsa (A.S.) Hakkında İhtilâfa Düşmesi 16

Dünyada İken Hakkı İşitmeyenler Ve Görmeyenler. 17

Mülkün Hakiki Sahibi Ona Varis Olur. 17

Âyetler Arasında Bağlantı 17

Meali: 17

İlgili Hadîsler. 18

Canlı Ve Cansız İlâhlar. 18

İBRAHİM PEYGAMBER'İN İRŞAT METODU.. 19

Babasının Tepkisi, İbrahim'in (A.S.) Hilmi 19

Peygamber İle Allah Arasındaki Çizgi 19

Babasını Terketmek Zorunda Kalan İbrahim  Peygamber (A.S.) 20

İbrahim (A.S.) Kıssası Neyi Tasvir Ediyor?. 20

Âyetler Arasında Bağlantı 20

Meali: 20

Tevhid Dinini Yaşatan Peygamberler. 20

Resul Ve  Nebî 21

Allah Kelâmının Surette Tecelli Etmesi 21

İrşad İçin Konuşmasını İyi Beceren Yardımcıya İhtiyaç Vardır. 21

Musa Peygamber'in (A.S.) Üc Önemli Vasfı 21

Âyetler Arasında Bağlantı 22

Meali: 22

İlgili Hadîsler. 22

Arapların Atası İsmail (A.S.) 22

Toplumun Manevî Ve Sosyal Dengesini Sağlayan İlkeler. 23

Kıssanın Teselli Ve Tebşir Özelliği 23

Âyetler Arasında Bağlantı 23

Meali: 23

İlgili Hadîs. 23

İdris Peygamber Kimdir?. 23

İdris Peygamber'in (A.S.) Yüce Bir Yere Yükseltilmesi 24

Kıssadan Mesajlar Ve Öğütler. 24

Âyetler Arasında Bağlanti 25

Meali: 25

İlgili Hadîsler. 25

«Günahtan tevbe eden, günahı olmayan kimse gibidir.» 25

Allah'ın Kendilerine Nimetler Verdiği    Peygamberler. 25

Allah'ın Ayetlerini İşitince Secdeye Kapananlar. 25

Secde Âyeti 26

Namaz Ve Şehvet                                                                                 - 26

Cennet'te Boş, Anlamsız Söz Yoktur. 26

Âyetler Arasında Bağlantı 27

Meali: 27

İniş Sebebi 27

İlgili Hadîs. 27

Kâinat Belli Bir Plâna Göre Yönetilmektedir. 27

Allah Göklerin Ve Yerin Rabbıdır. 28

İbadette Sabır. 28

Âyetler Arasında Bağlantı 28

M E Â L İ : 28

İlgili Hadîsler. 28

Öldükten Sonra Dirilmeyi Ret Ve İnkâr Edenler. 29

Her İnsan Cehennem'e Uğrar. 30

Âyetler Arasinda Bağlantı 30

Meali: 30

İniş Sebebi 31

İlgili Hadîs. 31

İnkârla İmânı Maddî Değerlerle Ölçme Gafleti 31

Rahman Olan Allah Bazı İnkarcı Milletlerin İpini Uzatır Da Uzatır. 32

Âyetler Arasında Bağlantı 32

Meali: 32

İniş Sebebi 33

İlgili Hadîsler. 33

Putperestler Ve Putlar. 33

Şefaat Yetkisi 33

Şeytanların Kâfirler Üzerine Gönderilmesi 34

İçini Küfürle Dolduranlar Hakkında Tecelli Safhalarından Yedisi 34

Âyetler Arasında Bağlantı 34

Meâli : 34

İlgili Hadîsler. 34

Rahmân'ın Eşi, Oğlu, Dengi Ve Benzeri Yoktur. 35

Varlıkta Ne Varsa, Hepsi De Kul Olarak Allah'a Gelirler. 35

Rahman İsminin Tekrarlanması 35

Rahman Sıfatının Tekrarlanmasının Hikmeti 35

Âyetler Arasında Bağlantı 36

Meali: 36

İlgili Hadîs. 36

Allah Sevgisinin Sebebi 37

Kur'ân'ın İki Ana Amacı 37

Allah Sözünün Peygamber Diliyle Kolaylaştırılması 37


MERYEM     SÛRESİ

 

 

Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. Ancak bazı müfessirlere göre, 58 ve 71. âyetler Medine'de inmiştir. Allah daha iyisini bilir.

İsa Peygamberin (A.S.) annesi Hz. Meryem'den söz edildiği ve ona geniş yer verildiği için buna «Meryem Sûresi» denilmiştir.

Âyet sayısı       :     98

Ketime    »        ,,:    780

Harf        »         ': 3700 [1]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1—  Zekeriya Peygamberin (A.S.) duasına yer verilir ve Allah'ın daha önce hiç kimseye isim olarak konulmayan «Yahya» adında bir erkek evlât­la onu müjdelediği açıklanır.

2—  Yaşlı bir baba, kısır bir anadan çocuk dünyaya gelir mi, şeklinde bir sorunun ortaya atıldığına dikkatler çekiiir.

3—  Yahya Peygamberden, ona verilen nübüvvet payesinden ve ken­disine açılan hikmet kapısından söz edilir.

4—  Hz. Meryem'in Melek Cibril'in nefesiyle gebe kaldığı ve o sebep­le bilhassa doğum günlerinde kendini halktan devamlı uzak tutmaya ça­lıştığı anlatılır.

5—  Hz. Meryem'e yönelen ilâhî ilhamlara atıflar yapılarak kadri yüce bir anne olduğuna işaret edilir.

6—  Hz. İsa'nın (A.S.) kundakta iken konuşması, kendisine peygam­berlik verileceğini ta o günlerde söylemesi bir mu'cize çerçevesi içinde ifade edilerek İsa Peygamber'in Allah yanında birçok kerametlere nail kı­lındığı dolaylı bir şekilde işlenir.

7—  İbrahim Peygamber'in (A.S.) babası Azer ile olan ilgisinden önem­li bir safhaya yer verilir. Sonra da İshak ve Yakub'un ona birer ilâhî mev-hibe olarak sunulduğu belirtilir.

8—  Musa Peygamber (A.S.) ve Tevrat'taki münacatı ve Harun'un ona vezir olarak verilmesi üzerinde durularak öğüt alınacak bazı safhalar nak­ledilir,

9—  İsmail ve İdris peygamberlere dikkatler çekilir. Birinin va'dinde sadık olduğu, namaz ve zekâtla emrolunduğu; diğerinin ise, kadri yüce bir zat olduğu duyarlı bir ifadeyle açıklanır.

10—  Tevbe edip iyi, yararlı amellerde bulunanlara va'dedilen mükâ­fatlar çekici bir tablo halinde gözler önüne serilir,

11—  Müşriklerin ikinci hayatı ret ve inkâr etmelerine parmak basıla­rak, kıyametin mutlaka gerçekleşeceğiyle ilgili deliller getirilir ve insan aklına malzeme verilir.

12—  Hakk'ı ret ve inkâr eden kâfirlerin kendi dost ve yakınları olan şeytanlarla birlikte haşredilecekleri, Cehennem'in etrafında öbek öbek yer­lerini alacakları ilâhî uyan olarak hatırlatılır.

13—  Kur'ân okununca müşriklerin tutum ve davranışları üzerinde du­rulur. Daha duyarlı bir uyarı ile ilâhî rahmete geniş kapı açılır.

14—  Allah'tan  korkup  kötülüklerden  sakınanlara  verilecek   keramet yurdunun ana vasıfları  ortaya  konurken,  suçlu  günahkârların  rüsvaylık yurduna sevkedilecekleri haber verilir.

15—  Allah'a çocuk isnat edenler şiddetle kınanır.

16—  Kur'ân'ın çok açık ve net bir Arapça ile indirildiği bildirilerek sû­re noktalanır. [2]

 

Meali:

 

1—  Kâf - Hâ - - Ayn - Sâd.

2—  Bu, Rabbın rahmetini kulu Zekeriya'ya anmasıdır.

3—  Hani bir vakit o, Rabbine gizli bir seslenişle seslenmişti de,

4—  «Ey Rabbim! demişti, kemiklerim gerçekten iyice zayıfladı ve ba­sımdaki saçlarım da aklaşıp alev alev tutuşurcasına ağardı. Rabbim! sa­na yalvarıp yakarmakla hiç de bedbaht olmadım.

5-6— Ve doğrusu arkamdan yerime geçecek yakınlarımdan endişe­liyim. Karım da kısır bulunuyor. Artık sen kendi katından bana da, Yâkub ailesine de vâris olacak bir velî (işleri senin adına yürütecek bir erkek ev­lât) bağışla. Hem Rabbim! onu rızana lâyık gör.»

7—  (Allah), «Ey Zekeriyâ! doğrusu biz seni Yahya isminde bir oğlan­la müjdeliyoruz ki ondan önce bu adı kimseye vermedik.»

8—  Zekeriyâ dedi ki: «Rabbim! benim nasıl oğlum olabilir ki karım kısırdır, ben de yaşlılığın son kertesine gelmiş bulunuyorum?!»

9—  Allah ona: «Bu böyledir. Rabbin buyurdu, o bana göre çok ko­laydır; sen hiçbir şey değil iken bundan önce seni yarattım,» dedi.

10—  Zekeriyâ, «Rabbim! o halde bana bir alâmet lütfet» dedi. Allah ona: «Sağlığın tam yerindeyken insanlarla üç gece konuşamaman (senin için alâmet)dir» buyurdu.

11—  Bunun üzerine Zekeriyâ, mihrâbdan çıkıp kavmine, «sabah ak­şam tesbîh edin!» diye işarette bulundu.

 

İlgili Hadîsler

 

«Zekeriyâ Peygamber dülger idi. O, dülgerlik yapıp elinin emeğiyle geçinirdi.» [3]

«Biz peygamberler mîras bırakmayız. Geriye bıraktığımız şeyler sada­ka olarak dağıtılır.» [4]

 

İlâhî Şifre

 

Kâf-Hâ--Ayn-Sâd. Bunlar Allah ile Peygamberi arasında bir şifre­dir. Aynı zamanda sûrenin özeti, ondaki hikmetlerin işaretidir. Gerçek ma­nalarını ise, ancak Allah bilir. [5]

 

Zekeriya Peygamber (A.S.)               

 

Davud Peygamber'in (A.S.) torunlanndandır. Hz. İsa'dan hemen ön­ce nübüvvet göreviyle İsrail oğulları'na gönderilmiştir. Aynı zamanda Tev­rat ahkâmını teblîğ ve uygulatmakla emrolunmuştur. O bakımdan Tev­rat'ın birçok hükümleriyle amel etmiyen Yahudilerle çetin mücadele et­miş ve sonra da bu uğurda onlar tarafından öldürülmüştür.

Bir ara yaşının ilerlemesine bakıp kendisinden sonra dinî. hizmeti sür­dürecek güvenilir bir kimseyi geride bırakmadığını düşünerek, hem ken­disine, hem Yakub ailesine verilen ilim ve hikmete vâris olacak bir oğlan evlâdı dileğinde bulunmuştu. Cenâb-ı Hak onun bu dileğini kabul buyura­rak ona Yahya adında tertemiz bir evlât ihsan etmiştir.

Onun istediği vâris, mal ve mülke sahip çıkacak anlamda değil, öte­den beri Yakub soyundan gelen peygamberlerin neşrettiği ilim, irfan, ah­lâk ve fazîlete, aynı zamanda peygamberlik nîmetine vâris olacak bir ev­lâttır. Nitekim Hz. Yahya'ya (A.S.) bu anlamda veraset intikal etmiş ve böylece o da babası gibi peygamberlik payesiyle şereflendirilmiştir.

Zekeriya Peygamber'in Davud Peygamber'in torunlarından sayıldığı gibi, Harun Peygamber'in soyundan geldiğini kabul edenler de olmuştur. İkincilerin tesbiti daha çok Tevrat'a dayanmaktadır. Çünkü Davud Pey­gamber iyiae yaşlanınca kutsal dine ve mabede kimlerin nasıl hizmet ede­ceğini belirleyip düzenlemek istemiş ve böylece o, İsrail'in bütün reisle­rini ve Levilileri toplamış. Otuz yaşından yukarı olan Levıliler sayılınca otuz sekiz bin erkek tesbit edilmiş, onlardan yirmi dört bini Rabb'ın evine bakmak için görevlendirilmiş.. Böylece bu kutsal görev ta Zekeriya (A.S.) zamanına kadar sürüp gelmiş, kendisinden sonra aynı soydan bir pey­gamberin bu işin başına geçmesini ve Leviiileri aynı hizmete yöneltip sür­dürmelerini sağlamasını gönülden arzu etmişti. [6]

Böylece Yahya Peygamber'in neye vâris olacağı daha iyi anlaşılmış oluyor.

Ayrıca Kitab-ı Mukaddes'in son bölümlerinde Zekeriya (A.S.) ile ilgili özel bir böfüm ayrılmıştır. Tamamı on dört babdır.

Diğer bir rivayet:

Kutsal mabede hizmet edenlerin, genellikle Harun Peygamber soyun­dan gelen din adamları olduğunu müfessir Aleaddin Ali kendi tefsirinde belirtirken şu olayı nakleder:

«Hanne, Meryem'i doğurunca onu bir bez parçasına sardı ve alıp ma­bede götürerek oradaki Harun Peygamber soyundan olan din hizmetlileri­nin önüne koydu. Çünkü o gün için de Beytü'l-Makdis'e onlar bakıyorlar­dı. Hanne, «İşte adanılan kız ve işte siz» deyince, hepsi de ona rağbet edip istekli çıktılar. Zira Meryem, onların imamlarının (lider ve önderleri­nin) kızı idi. Bunun üzerine Zekeriya (A.S.), «Ona bakmaya, onu himaye etmeye ben daha haklıyımdır. Çünkü onun teyzesi benim yanımdadır!» de­yince, din hizmetlileri ona : «Eğer Meryem'in en haklı olana bırakılması gerekiyorsa, şüphesiz onu doğuran annesine bırakılması gerekir. Ama madem ki öyle diyorsun, aramızda kura çekelim. Kura kime çıkarsa, Mer­yem'i o himaye edip büyütsün» diye öneride bulundular. Kura Zekeriya'ya (A.S.) çıktı ve böylece Meryem onun himayesine verildi.» [7]

Bu rivayetten, Zekeriya'nın Harun Peygamber soyundan değil de Da­vud Peygamber soyundan olduğu anlaşılıyor. Allah daha iyisini bilir.

Nitekim adı geçen müfessir konunun son kısmında şöyle açıklamada bulunmuştur: «Zekeriya (A.S.) Ezen'in oğludur. O da Müslim'in, o da Sa-duk'un oğludur ki, Saduk, Davud oğlu Süleyman'ın evlâdındandır.» [8]

 

Zekeriya Kıssasından Öğütler Ve İbretler

 

1—  Allah'ın rahmeti sâlih kullarından yanadır. Bu rahmet onların yer­yüzünde de, göklerde de anılmasını sağlar.

2—  Önemli istek ve ihtiyaçlarımızı,  kimselerin duymadığı  bir yerde hafif bir seslenişle Allah'a arzetmemiz, duamızın daha çok kabul olunma­sına ortam hazırlar. Ancak duâ ve seslenişi tam bir ümit ve imân atmos­feri İçinde yapmamız gerekmektedir.

3— Allah'tan dine, ülkeye ve insanlığa güzel, yararlı hizmetlerde bu­lunacak hayırlı evlât istemek, ilâhî rahmet ve inayeti harekete geçirmeye vesîle olur.

Yaşlılıktan, hormonlardaki arızadan veya eşinin kısırlığından do­layı çocuğu olmayan çiftlerin, maddî ve zahirî sebeplere baş vurup umut­ları kesilince, erkeğin oruç tutup bir köşeye çekilerek Allah'a yalvarıp ya­karması, O'nun geniş rahmet ve lûtfunu dilemesi, o konuda sebepleri ko­laylaştırır, hayırlı bir evlâdın ihsan edilmesi umulur. [9]

CenâbHakk'ın bu hususta Zekeriya Peygamber'i (A.S.) bize misal verdiğini unutmamamız gereken önemli bir olaydır. Çünkü Kur'ân, mü'min-lere hiç bir yararı olmayan bir konu veya kıssayı anlatıp nakletmez.

Ayrıca ev halkının da bir süre sabah ve akşam Allah'ı tesbîh etmeleri tavsiye edilmektedir. [10]

 

Yahya Peygamber (A.S.)

 

«(Allah), Ey Zekeriya! doğrusu biz seni Yahya isminde bir oğlanla müjdeliyoruz ki ondan ön­ce bu adı kimseye vermedik..»

Yahya Peygamber, Zekeriya Peygamber'in (A.S.) oğludur. İncil ondan «Vaftizci Yahya» diye bahseder. Kitab-ı Mukaddes'te anasının adının EIi-zabeth olduğu belirtilir. Sahih hadîslerden ise, Meryem ile Yahya'nın ana­sının kardeş oldukları anlaşılıyor. Nitekim Mi'rac olayı anlatılırken Resû-lüllah (A.S.) Efendimiz, ikinci gökte teyze oğullan İsa ve Yahya (salât ve selâm ikisine de olsun) ile karşılaştığını beyân buyurmuştur.

Yahya Peygamber henüz çocuk iken kendisine hikmet verilmiştir. Ay­rıca kalp yufkalığı, gönül açıklığı ile tam bir safiyete mazhar kılınmış; if­fet ve ağır başlılığın simgesi sayılmıştır. İsa Peygamber (A.S.) onun hak­kında şu övgü dolu sözü kullanmıştır: «Doğrusu size derim: Kadınların do­ğurdukları arasında Vaftizci Yahya'dan daha büyüğü çıkmamıştır. Fakat göklerin melekûtunda daha küçük olan, ondan daha büyüktür.» [11]

Kur'ân'ın tam beş yerinde bu peygamberden değişik ifadeler ve hü­kümlerle bahsedilir. Daha çok genç bekârlar için örnek bir genç olarak gösterilir. Hadîslerde ise, Allah yolunda, O'nun rızası doğrultusunda iş­kencelere mâruz kaldığı ve zindanlara atıldığı anlatılır.

Gerek babasının, gerekse kendisinin Yahudiler tarafından feci şekil­de öldürüldüğü olayı halk arasında yaygınsa da Kur'ân'da bu konuda isim belirtilerek bir açıklama yapılmamıştır. İncil'de ise, bu üç yerde konu edi­lerek nasîl öldürüldüğü şöyle yazılıdır:

«Çünkü Hirodes, Yahya'yı tutmuştu ve kardeşi Filipus'un karısı Hi-rodias'tan ötürü, onu bağlayıp zindana atmıştı. Çünkü Yahya Hirodes'e; O kadını almak senin için caiz değildir, diyordu. Ve Hirodes, Yahya'yı öl­dürmek istedi ise de, halktan korktu; çünkü onlar Yahya'yı bir peygamber olarak tanıyorlardı. Fakaî Hirodes'in doğum günü gelince, Hirodias'ın kızı ortada oynadı ve Hirodes'in hoşuna gitti. Bunun üzerine Hirodes, her ne isterse vereceğini and edip ona vadetti. Ve kız, anası tarafından kışkırtıl­mış olarak dedi; Bana Vaftizci Yahya'nın başını burada bir tepsi içinde ver. İmdi kral kederlendi, fakat andları ve kendisiyle beraber sofrada otu­ranlardan ötürü, verilsin diye emretti. Ve gönderip zindanda Yahya'nın başını kestirdi ve onun başı bir tepsi içinde getirildi kıza verildi, o da ana­sına götürdü. Yahya'nın şakirtleri gelip cesedi kaldırdılar, onu gömdüler ve gelip İsa'ya haber verdiler,» [12]

«Zira Yahya, Hirodes'e : Kardeşinin karısını almak sana caiz değildir, dedi. Hirodias ise, ona kin bağlayıp, onu öldürmek istiyor, fakat yapamı­yordu. Çünkü Hirodes, salih ve mukaddes bir adam olduğunu bilerek, Yah­ya'dan korkar ve onu korurdu. Onu dinlediği zaman çok şaşırırdı...... Galile'nin ileri gelenlerine ziyafet verdiği münasip gün gelince, Hirodias'ın kızı girip oynadığı vakit, Hirodes'in ve kendisiyle sofrada oturanların ho­şuna gitti ve kral kıza dedi: «Dile benden, ne istersen sana vereceğim.....»

Kız da çıkıp anasına: «Ne diyeyim?» dedi. Anası : «Vaftizci Yahya'nın ba­şını, dedi......» Kral da muhafız askerlerinden birini gönderip onun başını

getirmesini emretti. O da gidip zindanda onun başını kesti......» [13]

Luka İncil'inde de aynı olay az değişik bir anlatımla belirtilmekte­dir. [14] Ancak Hirodes tarafından zindana atılan Yahya Peygamber'in zin­danda öldürüldüğüne temas edilmemiştir.

Şeyh Muhyiddin Arabî (K.S.) kendi manevî seyahatine temas ederken Yahya Peygamberle buluştuğunu şöyle anlatır:

«İkinci gökte Yahya Peygamber'i İsa Peygamber'in yanında gördüm. Aramızda şu konuşma geçti :

  Öğrendiğimize göre, kıyamet gününde Allah ölümü bir koç şek­linde getirip Cennet ile Cehennem arasında tutarak onu Cennet ve Cehen­nem ehline gösterecek ve sen o koçu boğazlıyacakmışsın; öyle midir?

  Evet, bu ancak bana lâyıktır. Çünkü ben Yahya ismini taşıyorum, benim ismimin karşıtı olan ölüm, benimle birlikte kalamaz, O bakımdan ortadan kaldırılması gerekir. Onu benden başka gideren olmaz.

  Doğru söylüyorsun, ama şu âlemde Yahya adında olanlar hayli çoktur.

  Öyle ama, benim bu isimle öncelik mertebem vardır. Benden ön­ce Allah bu ismi kimseye vermemiştir. O bakımdan bütün Yahyalar bana tabidirler. Benim ortaya çıkmamla onların hükmü kalmaz.»

Şeyh Muhyiddin (K.S.) onun bu cevabını naklettikten sonra diyor ki ; «Sonra Yahya Peygamber beni öyle bir hususta uyardı ki, o hususta hiç bir bilgim yoktu. Kendisine Allah'tan mükâfatlar dilerim.» [15]

 

Tarihi   Bir   Olay

 

Habeşistan'a hicret edip kral Necaşi'ye sığınan ilk müslümanların Ku-reyş'in azgın ve sapık müşriklerinden gördükleri eza ve cefa, işkence ve hakareti anlatmaya gerek görmüyorum. Bu cefakâr mü'minleri, Habeşis­tan'da da rahat bırakmamak için Mekke'nin ileri gelenleri birtakım hedi­yelerle birlikte Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebî Rebi'a'yı kral Necaşi'ye gön­derdiler. Götürdükleri hediyelerin bir bölümünü patriklere verip onların yar­dımını sağlamaya çalıştılar. Ama kral, önce ülkesine iltica eden Müslü­manları görmek ve dinlemek istedi. Huzura alındılar. Kral sordu:

  Sizi eski dininizden ve ülkenizden ayıran yeni dininiz nedir? Mülteciler adına Cafer b. Ebî Talip (R.A.} cevap verdi:

  Ey hükümdar! Biz cahil ve kaba bir millettik. Putlara tapar, ölü hay­van etini yerdik. Kötülüğün de her çeşidini işler, hısımlık bağlarını keser­dik. Komşu komşuya saygı göstermez, elinden geldiğince fenalıkta bulun­maktan çekinmezdi. Bizde güçlüler güçsüzleri ezer, hak ve hukuk tanın­mazdı. Hal böyle iken Allah içimizden soyunu bildiğimiz, doğruluğuna inan­dığımız bir zatı seçip bize peygamber olarak gönderdi. O da bizi Allah'ın varlığına, birliğine çağırdı. Putların anlamsız bâtıl şeyler olduğunu söyle­di. Kısaoa bize sözün doğrusunu söylemeyi, emâneti yerine ulaştırmayı, yakınlarımızla sıcak ilgi kurmamızı, komşu haklarına saygılı olmamızı emret­ti. Kötülüklerden kaçınmamızı, kan dökmememizi, yetim malına haksız ye­re el dokundurmamamızı, namus ve iffeti korumamızı tavsiye etti. Bir olan, eşi, ortağı olmayan Allah'a tapmamızı buyurdu. Biz de ona inandık ve uyduk. Bu yüzden işkenceye uğratıldık, her türlü hak ve hürriyetlerimize tecavüz edildi ve o yüzden size sığınmak zorunda kaldık. Ülkenizde hak­sızlığa uğramıyacağırnızı umarak sizi seçip geldik.

Kral bu sözleri dikkatle dinledikten sonra duygulandı ve sordu:

  O peygamberin Allah'tan getirdiği sözlerden bana okuyabilir mi­siniz? Aranızda ondan bazı bölümleri bileniniz var mı? Varsa okumasını arzu ediyorum.

Hz. Cafer (R.A.) rahatladı ve cevap verdi:

  Biliyoruz.. Sonra da Meryem sûresinin baş kısmından hayli parça­lar okudu.

İlâhî kelâmın ruhlara gıda veren nağmesi yükselince patriklerin hoşu­na gitti ve: «Bu sözler Mesîh İsa'nın sözlerine benziyor; aynı kaynaktan süzülüp geldiğini sanıyoruz» dediler. Kral Necaşi de, «Bununla Musa'nın getirdiği din aynı kandilden yansımaktadır» diyerek nemlenen gözlerini gelen o iki elçiye çevirip: «Geldiğiniz gibi geri dönünüz. Bu masum in­sanları size teslim etmiyeceğim. Hem bunlar bana ve ülkeme umut bağla­yarak kendi öz yurtlarını terkedip buralara kadar gelmişler ve bize iltica etmişlerdir. Onları korumak ve himaye etmek bizim görevimizdir» şeklin­de konuşarak kesin kararını bildirdi.

Kral ikinci gün tekrar Hz. Cafer'i (R.A.) çağırarak, İsa Peygamber hak­kında ne düşündüklerini sordu. O da Meryem sûresinin 16-35. âyetlerini okudu. Bir diğer tesblte göre : «Meryem oğlu Mesîh İsa, ancak Allah'ın peygamberi, Meryem'e ilka olunan kelimesi ve Allah'tan gelme bir ruh­tur» mealindeki Nisa sûresi 171. âyetin bir bölümünü okudu.

Kral Neoaşi bu cevabı alınca gözlerinin içi güldü ve elindeki çubukla yere bir çizgi çizerek şöyle dedi: «Dininiz ile dinimiz arasındaki fark, bu çizgi  kadardır.»

Sonra da bu kral Hz. Muhammed'i (A.S.) görmediği halde Ona imân etti. Vefat edince de Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Melek Cebrail'in işareti üzerine onun cenaze namazını gıyaben kıldı. [16]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, hayli yaşlanmış olan Zekeriya Peygamber'in Al­lah'ın dinine hizmet edecek bir oğlan evlâdı istemesi konu edildi ve duası­nın kabul edilerek kendisine Yahya adında bir erkek evlât ihsan edildiği belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Yahya Peygamber'in yedi kadar özelliği üzerinde durularak gençlere en güzel misal veriliyor. [17]

 

Meali:

 

12-13-14— «Ey Yahya! kitaba bütün gücünle sarıl» dedik. Biz ona he­nüz çocuk iken hikmet (ilim ve irfan) verdik. Ayrıca kendi katımızdan bir ince kalplilik, yufka yüreklilik ve paklık sunduk. O zaten (günah ve fena­lıktan) sakınan, ana-babasmd çok iyi davranan idi; o zorba ve isyankâr değildi.

15— Ona (Allah katından) hem doğduğu gün, hem öleceği gün, hem de dirilip kalkacağı gün selâm olsun!.

 

İlgili Hadîs

 

«Hiçbir kimse yok ki kıyamet gününde günahkâr olarak Allah'a kavuş­muş olmasın. Ancak Zekeriya oğlu Yahya müstesna..» [18]

Açıklama :

Peygamberler genellikle günah işlemezler. Cenâb-ı Hak onları isme gölgesi altına alıp fenalık işlemekten korumuştur. Hz. Yahya da peygam berlerden biridir. Anoak genç yaşında kendini Allah'a verip ahlâksızlark mücadele etmesi ve her hususta nefsine hâkim olup çevresine en güze misal teşkil etmesi bakımından bir özellik arzetmekte ve hiçbir gencin ken dini bu derece günah ve kötülüklerden koruyabileceğinin düşünülemiye-ceğine işaret edilmektedir. [19]

 

Yahya Peygamber Küçük Yaşta Tevrat'ı Okuyup Öğrendi

 

Bilindiği gibi, peygamberlik tahsil, çalışma, gayret ve içtihatla elde edilen bir meslek değildir. O, Allah'ın büyük bir lûtfudur ki dilediğini seçip ona verir. Öyle ki, peygamber olacak kimse o özellik ve yetenekte doğar, yani peygamberliğe namzet olarak dünyaya gözlerini açar.

İşte Kur'ân ilgili âyetlerle bu hakikate dikkatlerimizi çekiyor. Zekeriya Peygamber'in, peygamberlik ilmine, ahlâkına vâris olacak bir evlât isteği, Yahya Peygamber gibi günah ve kötülükten ve her türlü manevî kirlerden uzak, tertemiz bir kişi hakkında kabul ediliyor.

Yahya Peygamber, kıyamete kadar bütün gençlerin örnek edineceği bir düzeyde bulunuyordu. Kur'ân bu pak nebinin yedi önemli sıfatını sıra­layıp, ilâhî selâmla onu selâmlıyor:

1—  Henüz çocuk sayılacak yaşta Tevrat'ı okuyup öğrenmiş ve ona Kur'ân'ın tabiriyle sımsıkı sarılma ilhamına mazhar olmuştur.

Bu, çocuklara küçük yaşta iken Allah'ın bitabını öğretmeyi ilham et­mekte, ileride topluma kazandırılmak istenen çocuğun böylece kalbinde ve kafasında sağlam bir temel oluşturmayı öğütlemektedir.

2—  Yine küçük yaşlarda ona ledünnî ilim ve hikmet verilmiş; o da az konuşan, öz konuşan fakat ilim ve hikmet incileri saçan seçkin bir genç hüviyetiyle ortaya çıkma imkânına eriştirilmiştir.

Bu, çocuğa küçük yaşlarında güzel konuşmayı, doğru düşünmeyi öğ­retmemizi ilham etmekte, anne ve babaların çocuklarının yanında çok dik­katli konuşmalarını ve davranmalarını hatırlatmaktadır. Günkü çocuk daha çok anne ve babasının kopyası sayılır.

3—  Şefkat, merhamet, yufka yüreklilik Hz. Yahya'nın değişmeyen hu­yu, insanların doğru yolu bulmalarını yürekten istemek onun karakteri idi.

Bu, çocuğu küçük yaşta insanlık sevgisiyle donatmayı, hayırhah bir duyguyla yetiştirmeyi; her vesileyle onu kabalıktan, hırçınlıktan, şuna buna eza ve cefa etmekten uzak tutmayı ve devamlı merhamet duygularını ge­liştirip daha iyiye, daha güzele yönlendirmeyi ilham etmektedir.

4—  İçi dışına, dışı içine uyan; günah ve isyandan kendini korumasını bilen, iffet ve namus perdesini her türlü kir ve lekeden uzak tutan bahti­yarlar safına katılmaya lâyık bir özellikte yaratılmıştır.

Bu, çocuğa ve gençlere her vesileyle namuslu ve iffetli olmanın sağ­layacağı ve böyle olup hayatını tertemiz tutanlara sağladığı feyizli haya­tın nimetlerini tanıtmamızı ilham etmekte; kaybedilen para ve makamın bir şey olmadığını, ama kaybedilen namus ve iffetin çok şey olduğunu mi­sallerle telkine çalışmamızı hatırlatmaktadır.

5—  Allah'tan her an korkan, O'na ümit bağiayan ve bu inanç içinde kötülüklerden kaçınan mutlu ve kâmil kişilerden biri olma bahtiyarlığına erişmiştir.

Bu, çocuklara ve gençlere, henüz dinî ve ahlâkî potada şekillendiril-meleri mümkün iken, onlara dinî kültürü vermeyi, güzel ve yararlı bilgiler­le kendilerini donatmayı telkin etmektedir.

6—  Ana-babasına hep iyi davranmış, onları kırmamak için bütün ti­tizliğini ortaya koymuş ve hayırlı dualarını almıştır.

Bu, çocukla ana-babası arasında kopmaz bağların bulunduğuna, ço­cuğu ana-baba sevgisiyle yetiştirmenin ve ona bu konuda saygılı olmanın yollarını öğretmenin lüzumuna dikkatlerimizi çekmektedir.

7—  Zorbalık, baş kaldırma gibi kaba söz ve hareketler onun semtine uğramamıştır.

Bu, çocuğu her vesileyle edepli, terbiyeli, nezaketli ve zarif duygulu, İnce düşünceli yetiştirmemizi telkin etmekte; ana-babanın zarif davranış­larının, nezih sözlerinin çocuk için en güzel model ve örnek teşkil ettiğini kafalara işlemektedir.

Görüldüğü gibi, Yahya Peygamberin (A.S.) hayatının birkaç safhası anlatılırken, mü'minlere yönlendirici birçok mesajlar verilmekte ve öğüt alınacak birçok misaller sergilenmektedir. [20]

 

Her İnsanın Üç Tehlikeli Devresi Vardır

 

1—  Doğup dünyaya gözlerini açtığı an,

2—  Dost, arkadaş ve yakınlarına veda edip öldüğü gün,

3—  Kabrinden kalkacağı gün,.

O bakımdan diyebiliriz ki, dünyaya adım atan her insanı bir oka ben­zetebiliriz. Ana-babanın yayına yerleştirilir ve bir hedefe, ya da rastgele bir yere atılır. Unutmayalım ki, çocuk nereye atılırsa, oranın rengini ve karakterini alır. İşte dünyaya gözünü açan her çocuk böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Ana-baba şuurlu olurlar da o oku, faydalı bir hedefe yö­neltip atarlarsa, tehlike atlatılmış olur. Rastgele atarlarsa, çocuk çok kötü ellere düşüp onların rezilet potasında değiştirilmesi zor bir şekil alır.

Yahya Peygamber doğarken Cenâb-ı Hak ona selâmet havası estirip kendi katından onu selâmlamış, böylece onu fazilet burcuna yükseltmiş­tir. Çünkü onun ana-babası da böyle bir idrâk içinde idiler..

Ölüm ikinci devredir ki, her insan yaşadığı hal üzere ölür. Allah'ın korudukları müstesna.. Yahya Peygamber de o müstesnalardan biridir. Ölürken ilâhî selâm sıfatına mazhar kılınmış, meleklerin selâmet dilekleri arasında ruhunu âlemlerin Rabbına teslim etmiştir.

İşte bu devre oldukça önemlidir. Ecelin ne zaman yakamıza yapışa­cağını veya ensemizden bizi yakalayacağını bilemiyoruz. O bakımdan her an ölüme hazır btr düşünce içinde âhiret nevalemiz önümüzde bulunmalı­dır,

Kabirlerden kalkıldığında da her insan şaşkın ve tedirgin olur. Allah'­ın koruyup güven duygusu verdikleri müstesna.. Yahya Peygamber de o müstesnalardan biridir. Çünkü CenâbHakk'ın esenlik va'deden Selâm sıfatı onun hem dünyada, hem kabirde, hem de âhirette tek desteğidir. Bu ilâhî desteğe lâyık görülebilmek için, ölmeden Allah'ın Selâm sıfatının ışı­ğı altında mü'minlerie kaynaşıp onlara selâm vermemiz ve her din karde­şimizin selâmette kalması için elimizden gelen hizmeti esirgemememiz ge­rekmektedir. [21]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, inanan bütün gençlere örnek ve misal olan Yah­ya Peygamber'in yedi kadar özelliği açıklandı ve yönlendirici bilgiler ve­rildi.

Aşağıdaki âyetlerle, takva ve iffet timsali Hz, Meryem'den ve Cebra­il'in nefhasıyla. İsa'ya gebe kalmasından söz ediliyor. Böylece peygamber­lerin hep soylu, iffetli, takva sahibi ailelerden seçildiğine işaret ediliyor. Sonra da Allah'a dosdoğru imân eden kadınların kendi hayatlarını terte­miz havaya kavuşturmaları için Hz. Meryem'i örnek edinmeleri ilham edi­lerek birtakım misaller veriliyor. Böylece gençlere gereken ölçü ve örnek verildikten sonra bu âyetlerle de kadınlara öğüt ve örnek verilmeye geçi­liyor. [22]

 

M E Â L I :

 

16—  Kitapta Meryem'i de ân; hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafına çekilmişti.

17—  Sonra da onlardan tarafa bir perde tutup germişti. Biz de ona ruhumuzu (Melek Cebrail'i) göndermiştik de O, ona endamlı, yakışıklı bir insan şeklinde temessül edip görünmüştü.

18—  Meryem, «eğer (Allah'tan) korkup sakınan bir kimse isen, sen­den herhalde Allah'a sığınırım» demişti.

19—  Cibril ona : «Ben ancak sana tertemiz-pak bir oğlan bağışlamak için Rabbinin elçisiyim,» demişti.

20—  Meryem de, «bana bir insan dokunmamışken bir oğlum nasıl olur? Ben kötü ahlâklı bir kadın da değilim» demişti.

21—  Cibril ona; «Öyle de olsa, Rabbin buyurdu: Bu bana göre pek kolaydır; hem onu insanlara (kudretimizin yüceliğine delâlet eden müs­tesna) bir belge ve bizden bir rahmet olarak sunacağız. Ve artık bu hük­medilmiş bir iştir ki olup bitmiştir.» demişti.

22—  Meryem, oğluno-gebe kaldı ve bu haliyle uzak bir yere çekildi.

23—  Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına çekip götürdü. «Ah keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydi m, (bu iş başıma gel­meseydi!) dedi.

24-25— Altından bir ses, şöyle dedi ona: «Üzülme, Rabbin senin al­tında bir su arkı meydana getirdi, hurma dalını kendine doğru çekip silke­le, üzerine taze hurma dökülsün.»

 

Babasız Dünyaya Gelen Çocuk

 

Dünya saltanatına ve maddeye karşı aşırı düşkün olan İsrail oğulları, Tevrat ile amel etmez olmuşlardı. Kendilerine ilâhî rahmetin birer eseri olan her peygambere karşı geliyor, azgınlıklarını sürdürüyorlardı. Çünkü ilâhı düzen ile onların kendi arzularına göre kurdukları düzen birbiriyle uyum sağlamıyor, bir bakıma çatışıyordu. Onun için Tevrat'ın hükümleri­ni yeniden ihya edip ona geçerlilik kazandırmak için gönderilen peygam­berlere uymadılar ve bir kısmını öldürdüler, bir kısmını da ülkelerinden kovdular. Cenâb-ı Hak, önce çok yaşlı bir baba ile onun kısır eşinden bir peygamber dünyaya getirerek kudretinin yüceliğini onlara hatırlatmayı di­ledi. Bunun hemen arkasından kendini bütünüyle mabede veren iffet ve namus timsali Meryem'e, Melek Cebrail'i, yakışıklı bir insan şeklinde gön­dererek onun İsa Peygamber'e (A.S.) gebe kalmasını sağladı. Böylece ikin­ci, fakat daha büyük bir mu'cizeyle İsrail oğullarını uyardı. Aynı zaman­da gönderdiği Zekeriya, Yahya ve arkalarından irşat alanına çıkardığı İsa Peygamber (salât-ü selâm hepsine olsun), zühd ve takvanın doruğunda bulunuyorlardı. Amaç, âhiretten yüzlerini tamamıyla dünyaya çeviren Ya­hudilerin hayatında dünya ile âhiret arasında sağlam bir köprü oluştur­mak ve Tevrat'ın hükümlerine işlerlik kazandırmaktı. [23]

 

Bu Olayda Tecelli Eden  Mu'cizeler

 

Melek Cebrail'e «ruhumuz» denilerek onun taşıdığı ilâhî kudretin te­cellilerinden birine dikkatler çekilmiştir. Çünkü Melek Cebrail gerçekten ilâhî kudretten kaynaklanan büyük bir ruh ve hayattır ve her bakımdan enerji ve güç simgesidir. Onun için uzaklık, yakınlık pek söz konusu de­ğildir.

İlâhî kudreti yansıtan bu büyük ruh, ölüye üflese dirilir, hastaya do-kunsa iyileşir, marize dokunsa şifa bulur, bakire kıza üflese gebe kalır. Kuru ağaca dokunsa yeşerir. Gerçekten bu bizim alışageldiğimiz sebep­leri ve kanunları iptal etmekte, doğrudan hayat ve hareket sağlamaktadır.

Ne var ki bu, câri bir kanun değildir. Sırf ilâhî kudretin her şeyde na­fiz olduğunu, kudretinin her konuda mutlak netice alıcı bulunduğunu ha­tırlatmaya, bütün sebep ve illetlerin yine ilâhî kudret elinde bulunduğuna dilediği zaman sebepsiz, illetsiz olay meydana getireceğine yönelik bir mu'cizedir.

Spermayı, topraktan çıkan gıda maddelerinden meydana getiren, onu erkeğin sulbünde hayvani hayatla oluşturan Yüce Kudret, Melek Cebrail'­in üflemesiyle ana rahminde bir anda sebepleri oluşturamaz mı? Ne vor ki biz birisini belli biyolojik yollardan bildiğimiz için yadırgamıyoruz. İkin­cisinin bağlı bulunduğu fizikötesi kanun ve sebepleri bilmediğimiz için şa­şırıp kalıyoruz. [24]

 

Melek Cebrail'in  Üflemesi

 

«Biz de ona ruhumuzu (Melek Cebrail'i) göndermiştik de o, ona endamlı, yakışıklı bir insan şeklinde te­messül edip görünmüştü.»

Bu, bizim anlamamızı kolaylaştırmaya yönelik bir anlatım tarzıdır. As­lında meleğin ne havaya, ne de suya ihtiyacı vardır. Bizdeki iç organlar da onlarda mevcut değildir. O haide Meryem'e üflemesi, yüee ruhtan Mer­yem'e geçen manevî cereyandır ki keyfiyetini fiziksel yollarla bilmemiz mümkün değildir. [25] Nitekim Melek Cebrail vahiy ile indiğinde getirdiği ilâhî kelâmı Peygamber (A.S,) Efendimiz'in kalbine ilka etmesi de bu ce­reyanın ayrı bir tezahürü ile gerçekleşiyor, onu sadece Peygamber'in (A.S.) ruhu duyup anlıyordu.

Gerçi burada «nefh» tabiri geçmemekte, sadece büyük ruh olan me­lek Cebrail'in insan suretine girerek Meryem'e görünmesi anlatılmaktadır. Ama Enbiyâ Sûresinde adı geçen meleğin ona nefh ettiği, yani üflediği açıklanmaktadır. O bakımdan ruhun beşer suretinde temessül edip görün­mesinden yine İsa'ya (A.S.) hamile kalması için üflemede bulunduğunu an­lıyoruz. Âdem Peygamber'in de bedeni teşekkül ettikten sonra yine buna benzer bir nefh olayı meydana gelmiş ve öylece kurumuş balçık; et, kan, kemik ve sinirlere dönüşmüştür. [26]

 

Meleğin İnsan Suretinde Görünmesi

 

Kur'ân bunu «temessül» kelimesiyle açıklıyor. Bu, bir şekil ve surete girme, cisimleşme, benzeşme gibi manalara gelir.

Neden temessül?

Melek Cebrail, insan suretine girmeden asıl hüviyetiyle inip Meryem'e hitap etmiş olsaydı, ruhu bu hitaba hazır duruma gelmediği için Meryem bir anda kendini kaybeder, ölümle burun buruna gelir, saatlerce baygın kalırdı. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in ruhu çok güçlü olmasına rağmen altı ay rüya ile bir eğitimden geçirildikten sonra meleğin getirdiği ilâhî vahyi alabilme kudretine erişebildi.

Bunu daha iyi kavrayabilmerniz için şöyle bir misalle değerlendirebi­liriz: Cok yüksek voltajlı bir elektrik akımını, ancak ona uygun hazırlanan bir aygıt alabilir. Aksi halde bağlantı yaptığı cihazı yakıp işlemez duruma sokar.

Allah'ın hitabının önce bir surette tezahür etmesi ve ancak o suret­ten Musa Peygamber'e (A.S.) seslenmesinin de izahı budur. Melek Ceb­rail'in insan suretine girip öylece Meryem'e seslenmesi buna yakın bir anlam taşır. Aynı zamanda Meryem, peygamber değildir. Böylece Cebrail'­in sesleniş ve nefhasına ruhu müsait bulunmuyordu. Bu sesleniş ve nefha önce surette tecelli etmiş, sonra suretten surete geçiş yapmıştır.

Aynı zamanda Melek Cebrail büyük ruh olduğundan bütünüyle ha­yat ve kudrettir. Dokunduğu yerde hayat başlar. Meryem'e görünüp ma­nevî bir üflemede bulunmasıyla İsa (A.S.) vücut bulmuştur. [27]

 

Allah'tan Korkandan Zarar Gelmez

 

Düşünce ve duyguları en iyi şekilde arındırıp berraklaştıran, ic disip­lini sağlayan, kalp ve kafayı iyiye, güzele ve doğruya yönlendiren ve so­rumluluk duygusunu en yüksek dozajda aşılayan tek faktör, Allah korku­su ve âhiretteki hesaptır. Aslında insan bu iki manevî müeyyidenin ma­yasını kendinde taşıyarak gözlerini dünyaya acar. Sonra aile, çevre ve okul ya bu mayayı geliştirip amacına uygun düzeye getirir, ya da onu körel­tip belirsiz duruma sokar,

Hz. Meryem doğduğu günden itibaren mabede adanıp verilmiş ve o hava içinde ciddi dinî eğitim görerek gelişmişti. Hattâ daha anasının kar­nında iken mabede hizmet için adandığını yine Kur'ân'dan öğreniyoruz. Zekeriya Peygamber'in (A.S.) terbiye ve himayesinde yetiştirilmesi ise, ayrı bir mutluluktur. O bakımdan kimlerden kötülük gelebileceğini, kim­lerden gelmiyeceğini çok iyi biliyordu. Melek Cebrail yakışıklı bir adam suretine girip görününce, Meryem bir anda korkup irkilmiş ve hemen ar­kasından şöyle demişti: «Eğer Allah'tan korkup sakınan bir kimse isen, senden Allah'a sığınırım.» Bununla Allah'tan korkup sorumluluk duygusu taşıyan insandan zarar gelmeyeceği hatırlatılıyor, aynı zamanda böyle bir inançta olan kimsenin kalbine bir an için birtakım vesvese ve kötü duygu havası doğabileceğini düşünerek de «Senden Allah'a sığınırım» dediği nak­ledilerek, Meryem'in dinî kültürünün ne kadar geniş olduğuna dikkatler çekiliyor. [28]

 

Meryem'in Kendisine İnsan Suretinde Görünen Meleğin Sözüne Güvenmesi

 

«Cibril ona : Ben ancak sa­na tertemiz-pâk bir oğlan bağışlamak için Rabbının elçisiyim, demişti.»

İnsan suretinde görünen Melek Cebrail, Meryem'in Allah'a sığınması üzerine, ona güven vererek şöyle diyor: «Ben ancak sana tertemiz pâk bir oğlan bağışlamak için Rabbının elçisiyim.» Bu söz, Meryem'i sakinleştiri­yor ve korkusu kalkıyor. Anlaşılan Hz. Meryem, Melek Cebrail'in sesleniş tarzından ve üslûbundan onun bir saldırgan olmadığını, ilâhî emirle gön­derilen bir melek olduğunu farkedecek bir olgunlukta ve kulağına gelen sesin ona hep güven verdiğini çarçabuk kavrayabilmekteydi.

Bu olaydan Hz. Meryem'in peygamber değilse de, o mertebeye çok yakın bulunan büyük bir veliye olduğu anlaşılıyor.

Zira Melek Cebrail'in sesi, bütünüyle rahmet, bereket, inayet ve gü­ven havası estirir bir özellikteydi. Başka bir sesin bu özelliği taşıması pek mümkün değildi. Aynı zamanda alışılagelmiş bir tonda da bulunmuyordu. Hz. Meryem velayet mertebesinden kaynaklanan seziş ve anlayışıyla bu­nu çok çabuk fark edebilmişti, [29]

 

İsa Peygamber'in İki Önemli Vasfı

 

1—  Allah'ın yüce kudretini isbat eden belgelerden biri olması, bu ne­denle mevcut biyolojik kanunların üstünde bir mu'cizeyle vücut bulması,

2—  Melek  Cebrail'in  üflemesi  ile  Meryem gibi  dindarlık ve  iffetin; soyluluk ve takvanın simgesi bir anneden doğması..

Ezelde ilâhî irâde, İsa'nın (A.S.) bu ölçü ve özellikte babasız doğaca­ğını belirlemiştir. Günü, saati gelince ilâhî plân aynen uygulanmış, hüküm yerine getirilmiş ve bakire bir kız, bir erkekle birleşmeksizin İsâ Peygam­bere gebe kalmıştır. Bunun reddi mümkün değildir. O nedenle Melek Ceb­rail, Meryem'e: «Gereksiz yere sıkılıp üzülme. Bu hükmedilmiş bir iştir ki olup bitmiştir.» uyarısında bulunmuş, bunun üzerine Meryem sakinleşip ilâhî takdire rıza gösterme basîretini ortaya koymuştur. [30]

 

İsa Peygamber'in Mu'cize Düzeyinde Dünyaya Gelmesi İki Ayrı Hikmeti Yansıtıyordu                       

 

<<Hem onu insanlara Cü­retimizin yüceliğine delâlet eden müstesna) bir belge ve bizden rahmet olarak sunacağız. Ve artık bu hükmedilmiş bir iştir ki olup bitmiştir.»

İlgili âyetle İsa Peygamber'in insanlıktan yana yönlendirici ve düşün­dürücü mahiyette iki hikmet yansıttığına dikkatler çekilmektedir. Birincisi, onun ilâhî kudrete delâlet eden acık bir belge olması; diğeri ise berabe­rinde ilâhî feyiz ve gufranı insanların kalp ve kafalarına yansıtan bir rah­met getirmesidir.

Havarilerin üstün gayretiyle bu iki hikmet insanlığa mal edilmiş ve kitleleri, milletleri harekete geçirip en azından putperestliğin daha çok ya­yılmasına engel teşkil etmiştir. Ne yazık ki, İsa (A.S.)in bu mu'cizevî yanı­nı yanlış anlayanlar zamanla onu «Allah'ın biricik oğlu» diye tanıtma gay­retine düştüler; İncil nüshalarında hatalı çeviriler yaparak «Rab» sıfatını «baba» şeklinde yorumladılar ve içinden çıkılmaz, dinî esaslarla, Tevhîd İnancı ile bağdaşmaz hükümlerin ortaya çıkmasına sebep oldular. Böyle­ce ilâhî mu'cizelerden biri olan İsa Peygamber'in dünyaya gelişindeki yük­sek hikmeti kavrama yollarını kapadılar. O rahmeti gerçek ölçüsünün di- -sına çıkartıp İsa'nın tek kurtarıcı olduğunu savunarak, Onun geleceğini müjdelediği son nebi Hz. Muhammed'i (A.S.) ret ve inkâr edecek kadar hakikata sırt çevirdiler.   [31]                                                                                   ,

 

İsa Peygamber'in Babasız Dünyaya Geldiğini Gösteren Deliller

 

4—  Melek Cebrail'in ona : «Artık bu hükmedilmiş bir iştir ki, olup bit­miştir» diyerek ilâhî takdirin tecelli gününün geldiğini haber vermesi,

5—  İsa Peygambere hamile kalan Meryem'in halka görünmemek için uzak bir yere çekilmesi,

6—  Doğum sancıları çekerken halka ne söyleyebileceğini düşündük­çe sıkılması ve «Ah keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim» diye temennide bulunması..

Eğer Hz. Meryem biriyle evli olmuş olsaydı, bu altı maddede belirtilen­lerin hiç birine lüzum kalmaz, normal doğumunu yapar ve çekinmeden halk arasında bulunurdu. [32]

 

İncil'de Bu Konuyla İlgili Belgeler

 

Âl-i İmrân Sûresi 45-48. âyetlerin tefsîrinde de belirttiğimiz gibi, İn­cil'de İsâ (A.S.)ın doğum olayı Kur'ân'a yakın bir anlam ve muhtevada an­latılır. Ancak Matta ile Luka İncil'lerinde farklı bir ifade kullanılmış, biri diğerini açıklar şekilde konuya yer verilmiştir.

Matta İncil'inde :

«Yakub Meryem'in kocası Yusuf'un babası olup Meryem'den de Me-sîh denilen İsa doğdu.» [33]

Bölümün alt kısmında bu kapalı ifade açıklanarak şöyle deniliyor: «Yusuf, Meryem'i kendine karı olarak almaktan korkma. Çünkü kendisin­den doğmuş olan Ruhulkudüs'tendir ve bir oğul doğuracaktır.»

Bu cümlelerden Meryem'in Yusuf adında bir gençle nişanlı olduğu an­laşılıyor. Nitekim Lûka İncil'inde buna açıklık getirilerek şöyle deniliyor: «Altıncı ayda Allah tarafından Cebrail melek Galile'de Nasıra deniien şeh­re, Davud evinden Yusuf adındaki adama nişanlı olan kıza gönderildi. Kı­zın adı Meryem idi..» [34]

Kur'ân-ı Kerîm'de konunun pek detayına inilmiyor. Sadece İsa Pey­gamber'in doğumunun bir mu'cize olduğu, Meryem'in bakire iken böyle bir tecelliye mazhar kılındığı ve sonra da İsa Peygamber'in insanlara bir rahmet olarak gönderildiği belirtiliyor. Ayrıca Meryem'in doğum safhaların­dan önemli bir kaç tanesi nakledilerek üzerinde ciddi şekilde durup mü'-minlere ne gibi mesajlar verilmek istendiğini bulup çıkarmamız ilham edi­liyor. [35]

 

Allah İnsan Kudretinin Yeteceğini, İnsana Bırakır

 

«Hurma dalını kendine doğru çekip silkele, üzerine taze hurma dökülsün..»

Yirmi beşinci âyet, bize ilâhî sünnetin bir başka yönünü öğretmekte; bu hususta az-çok bilgisi olanlara ip ucu verip iyice düşünmelerini istemektedir. Şöyle ki : Hayatımızın her dönem ve safhasında insan kud­retinin yetmiyeceğini Allah, vücuda getirmekte, onun kudretinin yetece­ğini ona bırakmaktadır. Bu, CenâbHakk'ın değişmeyen sünnetlerinden biridir, pek az istisnası olabilir. Soğuk bir mevsimde hurma ağacında taze hurmaları bitirmek ve bulunduğu yerin altında da bir su akıtmak in­san kudretinin dışında kaldığından, Ailah kendi kudretini harekete geçirip onları hemen vücuda getirmiştir. Böylece çok üzülen ve sıkılan Hz. Mer­yem'i teselli etmek ve maneviyatını yükseltmek için Cenâb-ı Hak ardarda iki mu'cizeyle, Meryem'e nisbetle kerametle tecelli etmiştir. Ama mevsimi dışında yeşerttiği taze hurmaları Meryem'in üzerine dökmemiş; ona, onun kudretinin yeteceğini emretmiştir: «Hurma dalını kendine doğru çekip sil­kele, üzerine taze hurma dökülsün.»

Allah'ın bu emri, ya ilham şeklinde, ya da Melek Cebrail'in haber ver­mesiyle gerçekleşmiştir.

Şüphesiz bu bir ölçüdür ki, birçok işlerimizde ve karşılaşacağımız olaylarda bize rehber olur; neleri yapabileceğimizi, neleri yapamıyacağı-mızı ve ne zaman Allah'tan yardım dilememizin makul olacağını öğretir. Öyle ki; Gücümüzün yettiğini herhalde yapmalıyız. Ama karşılaştığımız iş ve olay beşer kudretini, onun irâde ve ölçüsünü aştığı takdirde, aşan kıs­mı Allah'a bırakmamız gerekir. Özetliyecek olursak, şöyle diyebiliriz: Biz bize düşeni yaptığımız ve irâdemizi kullanıp belli sınıra kendimizi getirdi­ğimiz takdirde Allah da kendisine düşeni yapar. [36]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Cenâb-ı Hak, sebep ve illetleri.ortadan kaldırıp kudretini izhar ederek, Meryem'in bir erkekle evlenmediği, temas kurma­dığı halde Melek Cebrail'in nefhasıyla gebe kaldığını açıklıyor ve Meryem'in doğum safhalarından ibretli yanlan belirterek mü'minlere birtakım mesaj­lar veriyor.

Aşağıdaki âyetlerle, aynı kıssanın diğer safhaları anlatılıyor. İsa Peygamber'in bir diğer mu'cize anlamında beşikte iken konuştuğu ve birtakım dinî esaslardan söz ettiği açıklanıyor Sonra da İsa'nın Allah'ın oğlu değil, yarattığı kullarından bir kul olduğuna dikkatler çekilerek Hıristiyan din adamlarının yanlış inançları tashih ediliyor. [37]

 

Meali:     

 

26—  Ye, iç; (doğuracağın oğlunla) gözün aydın olsun. İnsanlardan bi­rini görürsen de ki: «Doğrusu ben Rahmân'a oruç (susup konuşmamayı) adadım; o bakımdan bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım.»

27—  Onu alıp kavmine getirdi. Dediler ki: «A Meryem! and olsun ki çok şaşılacak bir şey getirdin!

28—  Ey Harun'un kız kardeşi! senin baban fena bir kişi değildi, anan da iffetsiz ve hayâsız bir kadın değildi.»

29—  Bunun üzerine Meryem çocuğa işaret ederek onu gösterdi. On­lar: «Henüz beşikteki bir çocukla nasıl konuşalım?» dediler.

30—  İsâ, «şüphesiz ki ben Allah'ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni peygamber kıldı;

31—  Ve nerede olursam olayım beni mübarek eyledi. Yaşadığım sü­rece bana namaz kılmamı ve zekât vermemi tavsiye etti.

32—  Anama iyilikte bulunmamı emretti; O beni bedbaht bir zorba yapmadı.

33—  Doğduğum gün de, öleceğim gün de, dirilip kaldırılacağım gün de selâm (esenlik ve mutluluk) bana olsun!» dedi.

34—  İşte hakkında şüpheye düştükleri Meryem oğlu İsâ, gerçek (ya­nıyla ve yönüyle) budur. (Veya O, hakkın kelimesidir, kün emriyle vücut bulmuştur).

35—  Allah'ın çocuk edinmesi olur şey değildir. O, (bu gibi beşerî sı­fatlardan) çok yüce ve münezzehtir. O, bir şeyin olup yerine gelmesini irâ­de edince, ona ancak «ol!» der, o da oluverir.

36—  Ve doğrusu Allah, benim de Rabbîmdir, sizin de Rabbinizdir; ar­tık O'na ibâdet ediniz. Dosdoğru yol budur!

 

İlgili Hadîsler

 

«Şüphesiz ki Allah'ın Meryem'e: «Rabbın senin altında seriy meydana getirdi» buyurdu. Seriy, Meryem'in (doğum esnasında) su içmesi (ve ge­rekli temizliği yapması) için Allah'ın ortaya çıkardığı bir ırmaktır.» [38]

«Halânıza hurma ile ikramda bulunun. Çünkü gerçekten o, Âdem'in çamurundan arta kalanından yaratılmıştır. Allah yanında İmran kızı Mer­yem'in, altında doğum yaptığı ağaçtan daha mükerrem bir ağaç yoktur. O bakımdan doğum yapmakta olan kadınlarınıza taze hurma yedirin. Ta­ze olmadığı takdirde, kuru hurma yedirin.» [39]

«Ben herkesten daha çok Meryem'in oğluna yakınım ve dostum. Çün­kü benimle onun arasında peygamber yoktur.» [40]

AshabKirâm'dan Muğîre b. Şu'be (R.A.) anlatıyor:

«Peygamber (A.S.) Efendimiz beni, Necran kabilesine gönderdi. On­lar bana: «Siz Meryem için Ey Harun'un kız kardeşi, diye söylüyorsunuz. Oysa Musa Peygamber, İsa Peygamber'den çok öncedir.» dediler. Bunun üzerine döndüğümde duyduklarımı Peygamber (A.S.) Efendimiz'e anlat­tım. Bana şöyle buyurdu : «Deseydin ya, onların da kendilerini, kendile­rinden önceki peygamber ve salihlere nisbet ettiklerini..» [41]

 

Doğum Yapan Kadının Hurma Veya Tatlı Yemesi

 

«Ye, iç; (doğuracağın oğlunla) gözün aydın olsun.»

İlgili âyetle koruyucu hekimliğe dikkatler çekiliyor. Şöyle ki: Doğum yapan kadına taze hurma, yoksa kuru hurma, bu da yoksa tatlı bir mad­de verilmesi, kendini toparliyabilmesi bakımından uygun olur. Nitekim gü­nümüzde gelişen koruyucu hekimlikte de buna yer verilmekte ve birtakım tavsiyeler önerilmektedir. Doğum sırasında büyük bir güc harcamış, ter­lemiş, yorulmuş olan anneye, çoğunlukla doğumdan hemen sonra, kuvvetii bir titreme gelir, bazan ateşinin bile yükseldiği görülür. İlk tedbir ola­rak anne rahat bir yatağa alınarak üzeri iyice örtülür. Arkasından şekerli sıcak çay, ıhlamur gibi sıvılar; muhallebi, komposto gibi yumuşak tatlı ye­mekler verilir.

Güzel âdetlerimizden biri de, loğusa şerbetinin hazırlanmasıdır. Ger­çi bu eski yaygınlığını kaybetmişse de Anadolumuzun bazı bölgelerinde hâ­lâ uygulanmaktadır. Şöyle ki, loğusa evine gözaydına gelenlere de hoş kokulu, sıcak bir şerbet verilirdi. Aynı zamanda doğum yapan anneye bu şerbetten içirilirdi.

Kur'ân-i   Kerîm'de, loğusa   durumuna   gelen   Hz.   Meryem'e   CenâbHakk'ın taze hurma sunması elbetteki çok anlamlıdır ve üzerinde uzman-arın dikkatle duracakları bir olaydır. Aynı zamanda Resûlüllah (A.S.) Efen­dimizin de bununla ilgili birtakım tavsiyeleri olmuştur. [42]

 

Beşikteki Çocuğun Konuşması

 

«Bunun üzerine Meryem çocuğa işaret ederek onu gösterdi. Onlar: «Henüz beşikteki bir çocukla na­sıl konuşalım?» dediler.»

Hz. Meryem'in iffeti, Allah'ın kudreti, dedikodunun kesilmesi, İsa'nın da (A.S,) ileride peygamber olacağının haber verilmesi tam anlamıyla teza­hür ve tecelli etsin diye, şüphecilere karşı Meryem'in susup cevap verme­mesi, sorulanlara beşikteki (kundaktaki) İsa'nın cevap vermesi, Allah'ın hazırladığı kusursuz bir plân olarak ortaya konmuştur.

Nitekim Meryem doğurduğu İsa'yı kundağa sarıp kucağına alarak kendi kavmine gelince, birtakım yerli-yersiz sorularla karşılaşıyor ve kun­daktaki İsa (A.S.) bir mu'cize veya keramet olarak konuşmaya başlıyor. Daha çok İsrail oğullan'nın öteden beri terkettikleri dört önemli hususu açıklıyor:

1—  Peygamberler de Allah'ın kullarıdır.

Aynı zamanda İsa (A.S.), ileride kendisini ilâhlaştıranlara ve «Allah'ın biricik oğlu» diyen şaşkınlara susturucu bir cevap vermiş oluyor.

2—  Namaz her peygambere farz kılınmıştır..

3—  Zekât da her peygambere ve ümmetlerine farz kılınmıştır.

4—  Anne-babaya iyilikte bulunmak da farzdır.

Sonra da Hz. İsa (A.S.) Yahudilerin kabalıktan vaz geçmelerini ima ederek CenâbHakk'ın onu mübarek kılıp bedbaht bir zorba yapmadığı­na dikkatleri çekiyor.

Birinci madde, babasız dünyaya geldiğine bakılarak ilâhlaştırılmama-sınt hatırlatmaya ve bunun sadece ilâhî kudretin bir tezahürü olduğunu hatırdan çıkarmamaya.

İkinci madde, namazsız, niyazsız bir hak din olamıyacağını açıklamaya.

Üçüncü madde, mü'minler arasında yardımlaşma ve dayanışmanın mayasını teşkil eden zekâtın da her peygambere ve ümmetlerine farz kı­lındığına,

Dördüncü madde, her dinde ana-babaya iyiliğin önemli bir yer tuttu­ğunu bildirmeye yöneliktir.

İşte İsa Peygamber budur. Onun hakkında söylenen, onu gerçek yö­nüyle ve hüviyetiyle tanıtan en doğru ve hakka en uygun söz bunlardır. Gerisi zan ve tahmindir.

Kur'ân-ı Kerîm bu açıklamasıyla hem İncil'deki yanlışları tashih ediyor, hem de Hıristiyanların çok yanlış «teslis akidesi»ni düzeltiyor. [43]

 

Kıssanın Tekrarı

 

Meryem ile İsa olayı Kur'ân'ın daha çok üç yerinde anılmıştır. İlk ha­zarda tekrar gibi görünmekteyse de, gerçek anlamda bir tekrar söz konu­su değildir. Olayın hafızalarda bırakacağı izin derinleşmesi önemlidir. O bakımdan kıssanın birçok safhaları ve taşıdığı mesajlar, hükümler üçe bölünerek üç ayrı sûreye serpiştirilmiştir. Bunlar arasındaki farkı kısaca belirtmemizde yarar vardır.

Âl-i İmrân Sûresinde :

1—  İsa Peygamberin Allah'ın bir kelimesi olduğu,

2—  Dünya ve âhirette şerefli kılındığı,

3—  Hem beşikte iken, hem de yetişkin çağında  (Hakk'ın emirlerini tebliğ için)  konuşacağı,

4— İyi ve yararlı kişilerden olduğu,.

5— Kendisine okuma-yazma, ilim ve hikmet, Tevrat ve İncil öğretil­diği konu edilir.

Sonra da Meryem'in durumuna değinilerek şu safhalar anlatılın

1—  Meryem'in hiçbir erkekle evlenmediği halde nasıl çocuğunun ola­bileceğine hayret ettiği konu edilmekte,

2—  Ona : Öyle de olsa Allah'ın dilediğinin mutlaka yerine geleceği hatırlatılmakta,

3—  Allah'ın bir şeyi yaratmayı, vücuda getirmeyi dilediğinde sadece ona «ol» demesinin yeterli olduğu anlatılmaktadır.

Sonra da İsa Peygamber'in (A.S,) özellikleri şöyle sıralanmaktadır:

a)  O, İsrail oğullarına peygamber olarak gönderilmiştir.

b)  Allah'tan bir mu'cizeyle gelmiştir: Çamurdan kuş yapıp üfleyince Allah'ın izniyle canlanıp uçacağı; körleri ve alatenlileri iyileştireceği, ge­rekirse ölüleri diriltebileceği, insanların evlerinin kilerlerinde neler bulun­durduklarını haber verebileceği açıklanmıştır.

c)  İsa Peygamber kendisine suikast hazırlandığını hissedince, «Allah yolunda yardımcılarım kim?» diye sorduğu belirtilmiştir.

Meryem Sûresinde :

1—  Meryem'in kendi ailesinden ayrılıp doğu cihetine çekilmesi,

2—  Melek Cebrail'in insan suretine girip ona görünmesi,

3—  Meryem'in ondan endişe etmesi ve Allah'a sığınması,

4—  Melek Cebrail'in kendini ona tanıtması ve bir erkek çocuğu ba­ğışlamaya geldiğini  açıklaması,

5—  Meryem'in bir erkekle evlenmemişken nasıl hamile kalabileceğini belirtmesi,

6—  Melek Cebrail'in bunun Allah'a göre pek koiay olduğunu ve ilâhî takdir ile belirlendiğini haber vermesi,

7—  O sebeple Meryem'in gebe kaldığı için halktan uzak bir yere çe­kilmesi,

8—  Sonra da doğum yapması ve üzerinde taze hurma bitirilmesi, al­tından su akıtılması,

9—  Kendisinden bu hususta soru soranlara cevap vermemesi;  ku­cağındaki İsa'yı göstererek ne sorulacaksa ondan sorulmasını belirtmesi,

10—  Kundakta bulunan İsa Peygamber'in altı önemli hususa değinerek gerekli açıklamada bulunması.,

Böylece aynı konu ve olay değişik yanları ve safhalarıyla iki sûrede

işlenir.

Enbiya Sûresinde :

1—  Hz. Meryem'in iffet ve namus timsali olduğu anlatılır .

2—  Allah'ın kendi ruhundan, yani büyük ruh olan Melek Cebrail'in ona manevî bir nefh (üfleme)de bulunduğuna dikkatler çekilir.

3—  Hem Hz. Meryem'in, hem de oğlu İsa'nın (A.S.) insanlar için -Al­lah'ın kudretinin yüceliğine ve sınırsızlığına- delâlet eden  birer âyet ve mu'cize kılındıkları açıklanarak konu noktalanır.

Böylece gerek Âl-i İmrân Sûresi 59. âyet, gerekse Enbiya Sûresi 91. âyet, hem Âl-i İmrân Sûresi 45-52. âyetlerle, hem de Meryem Sûresi 16-32. ^âyetlerle açıklanmaktadır.

Görüldüğü gibi, tekrar gibi sanılan aynı konu değişik bilgiler, farklı hükümler, başka başka mesajlar taşımakta ve biri diğerini açıklamaktadır. [44]

 

Meryem Ve İsa (A.S.) Kıssasından Alinacak Öğütler

 

Kur'ân-ı Kerîm'de izlenen ilâhî metot gereği, anlatılan her konu ve kıssada mutlaka mü'minleri teselli eden birçok mesajlar vardır. Ayrıca geç­mişten ders alarak geleceği ona göre hazırlama uyarısı söz konusudur. O bakımdan Meryem ile İsa (A.S.) kıssasında bizlere yönlendirici, düşünce ufkumuzu genişletici, Hakk'ın kuvvet ve kudretini daha iyi anlamamızı sağ­layıcı birtakım safhalar vardır. Onları şöyle sıralayabiliriz :

1—  Hıristiyanların doğu cihetine yönelip ibâdet etmelerinin sebeple­rinden biri, belki de başta geleni, Hz. Meryem'in ailesinden ayrılıp doğu cihetine çekilerek İsa Peygamber'e gebe kalmasıdır.

2—  Allah'tan saygı ile korkup fenalıklardan sakınan kimseden zarar gelmez,  Kötülüklerin temelinde imansızlık, Allah ve âhiret korkusuzluğu yatmaktadır.

3—  Büyük ruh ve hayat kaynağı olan Melek Cebrail'in bir insana hi­tap etmesi gerekirse, herhalde insan suretine girmesi gerekir. Çünkü o ru­hun ve kudretin kendi hüviyetiyle ve mahiyetiyle seslenmesine, peygamber­ler dışında başkalarının tahammül etmesi cok zor, hatta mümkün değildir.

4— Her peygamber, peygamber adayı olarak, her velî de velî adayı olarak doğar. Bu Levh-i Mahfuz'da yazılıp neticeye bağlanmış bir hüküm­dür. Sonra aile, çevre ve mürşitlerin birtakım olumlu veya olumsuz katkı­ları olabilir; ama bu, peygamber veya velî olarak doğan zatta pek olum­suz neticeler doğurmaz.

5—  Her şeye rağmen Meryem, yüksek ahlâkına, lekesiz iffetine rağ­men babasız bir çocuk doğurmak istememişti. Bu takva derecesinde ken­dini Allah'a veren bir kadının terbiye ve iffetinin ölçüsünü simgeler.

6—  Cenâb-ı Hak, insan gücünün yettiğini insana bırakır, Bu ilâhî sün­netlerden biridir, pek az istisnası olabilir.

7—  İrsî kusurlar nesilden nesile geçebilir. Bu genel bir kural olma­makla beraber, genetik bir olaydır. Meryem'in babasının fena bir adam, anasının da hayasız ve iffetsiz olmadığının belirtilmesi buna işarettir. Zi­ra soylu ağaç tatlı meyva verir. Diken tohumundan da ancak diken yeşerir.

O halde dosdoğru inanan kişilerin evlenmek için seçecekleri kızların birtakım vasıfları ve özellikleri yanında daha çok ana ve babalarının ka­rakter ve ahlâklarına dikkat etmeleri de gerekir.

8—  Doğum sonrası, sindirimi kolay tatlı besin maddesine ihtiyaç var­dır. Hurma da hem sindirimi kolay, hem besleyici özelliktedir.

9—  Her insanın çok muhtaç olduğu üç selâmet dönemi söz konusu­dur: Doğduğu gün, öleceği gün ve dirilip kalkacağı gün.. Bu dönemlerde Allah'ın selâm sıfatından tecelli edecek selâmete  lâyık olmanın yol ve çarelerini önceden düşünüp ona göre hazırlanmak, hem aileye, hem de kişilerin kendilerine vaciptir.

Anne ne kadar dindar, Allah'ına bağlı olursa, o nisbette ailesini aydın­latan bir lamba olabilir. Aynı zamanda doğuracağı çocuk o oranda ilâhî

selâmete erişme şansını elde edebilir. [45]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Meryem ve İsa Peygamber (A.S.) kıssasından önemli bir kaç safha anlatılarak ilâhî kudretin eşsizliğine dikkatler çekildi. Aynı zamanda İsa Peygamberi Allah'ın biricik oğlu diye tanıtmaya çalışan Hıristiyan din adamları hem uyarıldı, hem de aydınlatıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, İsa Peygamber'in gerçek kişiliğini anlamayıp o konuda görüş ayrılığına düşenler, gerçeklerin ortaya konacağı, hiçbir şeyin gizli, kapalı kalmayacağı âhiret günüyle uyarılıyorlar. Ölüm olayı meyda­na gelmeden daldıkları gafletten uyanmaları istenilerek dünyadaki her şe­yin yine dünyada kalacağı, onların gerçek vârisinin ancak Allah olduğu hatırlatılıyor. Böylece hem mü'minlere hayatlarını en sağlam, en doğru inanç düzeyinde değerlendirmeleri ilham ediliyor, hem de dünya ile âhiret arasında esaslı ilgi kuramayanlar uyarılıyor. [46]

 

Meali:

 

37—  (İsâ hakkında)  kendi aralarında  gruplaşanlar görüş ayrılığına düştüler. Artık o büyük güne şahit olacak o inkarcıların vay hâline!

38—  Bize gelecekleri gün neler işitecekler, neler görecekler? Ama o zâlimler çok açık bir sapıklık içindedirler.

39—  Onlar gafletteyken ve onlar imân etmezken işin bitirilmiş olduğu o hasret günü ile kendilerini uyar.

40—  Şüphesiz ki biz, yeryüzüne de, onda bulunanlara da vâris olaca­ğız ve onlar ancak bize döndürüleceklerdir.

 

İlgili Hadîsler

 

«Hiç kimse duyduğu eziyete karşı Allah kadar sabırlı değildir. İnsan­lar O'na evlât isnat ederler; O ise, onlara hem rızık, hem de afiyet verir.» [47]

«Kim bir olan, ortağı bulunmayan Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed'in de Allah'ın kulu ve resulü olduğuna ve İsa'nın da Allah'ın kulu ve resulü, Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve kendisinden bir ruh bulun­duğuna; Cennet'in hak, Cehennem'in de hak olduğuna şehadet ederse, Allah onu -üzerinde bulunduğu amel ne olursa olsun- Cennet'e koyar.» [48]

«Hiçbir kimse yok ki, ölünce pişmanlık duymasın.» Bunun üzerine soruldu:                                                  ''

— Ey Allah'ın Peygamberi! Neye pişmanlık duyar? Cevap verdi:

— «İyi bir insan ise, iyiliğini artırmadığına pişman olur. Fena bir insan ise, fenalıktan kopup ayrılmadığına pişmanlık duyar.» [49]

«Kıyamet gününde ölüm, semiz bir koç şeklinde getirilir. Sonra bir çağ­rıcı «Ey Cennet ehli!» diye seslenir. Bunun üzerine onlar o sese doğru dö­nüp bakarlar. O çağrıcı onlara: «Bu koçu tanır mısınız?» diye sorar. Onlar da : «Evet, bu ölümdür» derler ve hepsi de onu açık şekilde görürler. Son­ra diğer bir çağrıcı seslenir : «Ey Cehennem ehli!» der. Bunun üzerine on­lar dönüp bakarlar. Çağrıcı: «Bunu tanıyor musunuz?» diye sorar. Onlar da: «Evet...» diye cevap verirler ve hepsi de onu açıkça görürler. Böylece ölüm Cennet ile Cehennem arasında boğazlanır. Sonra o çağrıcı, Cennet ehline: «Ölümsüz ebedî hayat..» der. Cehennem ehline de: «Ölümsüz bir cehennem» der.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz böyle buyurduktan sonra: «Onlar gaflet­teyken ve onlar iman etmezken işin bitirilmiş olduğu o hasret günü ile uyar» mealindeki âyeti okudu ve eliyle dünyaya işaret etti.» [50]

 

Kitap Ehlinin İsa (A.S.) Hakkında İhtilâfa Düşmesi

 

kendi aralarında gruplaşanlar görüş ayrılığına düştüler. Artık o büyük gü­ne şahit olacak o inkarcıların vay hâline!»

İsa Peygamber (A.S.) hakkında en doğru bilgiyi Kur'ân vermektedir. Çünkü İncil'in ilk inen nüshası kaybolmuş, İsa (A.S.)ın göğe yükseltilme­sinden 50-70 yıl sonra havariler bulabildikleri kısımları ve hafızalarında olanları biraraya getirip yazmışlardır. Ondan sonra da birçok farklı İn-ciller yazılmak suretiyle Allah tarafından indirileni ile insanların yazdıkla­rı birbirine karışıp belirsiz hale gelmiştir.

O bakımdan hem bu peygamber hakkında Yahudilerle Hıristiyanlar arasında, hem de bizzat Hıristiyanlar arasında çok farklı görüş ve yakış­tırmalar söz konusudur. Yahudiler, hâşâ İsâ Peygamber'i gayr-i meşru, yani nesebi gayr-i sahîh tanıtmaya çalışırken, Hıristİyanlardan bir kısmı onu «Allah'ın biricik oğlu»,bir kısmı «üç ilâh inanoı» ortaya koymuşlar ve İsa'nın çarmıha gerildikten üç gün sonra dirilip geldiğine ve sonra ayrıl­dığına inanmışlardır. İncil'de de bu son olayla ilgili birtakım kayıtlar mev­cuttur.

Özetini vermeğe çalıştığımız yukarıdaki görüş ve iddiaların hepsi de «Tevhîd İnancı» temelinden yıkmakta ve ilâhî dini tanınmaz hale sok­maktadır.

Kitap ehli sayılan bu iki ayrı millet, Kur'ân'a inanmadıkları ve Hz. Mu-hammed'i (A.S.) son peygamber kabul etmedikleri için, ortaya attıkları yan­lış akidelerini düzeltmeyi düşünmemişler ve asırlarca bunun savunmasını yapmış, hâlâ da yapmaktadırlar. O bakımdan Cenâb-ı-Hak ilgili 37. âyetle kitap ehlini ve özellikle Hıristiyanları uyarmakta, gerçeği araştırmadıkları ve Kur'ân'ın beyânını kabul etmedikleri takdirde âhiret gününde hakikatin ortaya konulacağını ve o yüzden elim bir azap göreceklerini haber ver­mektedir.

Bu konuda bazı ilim adamlarımız bir açıklama yaparak Hıristiyanların İsa Peygamber hakkında ihtilâfa düşmelerini şöyle belirtmişlerdir:

Hıristiyanlar İsa Peygamber'den sonra onun hakkında üç gruba ayrıl­dılar: Yakubiyye, Nesturiyye, Melkâniyye..

Birincilere göre: Allah İsa'nın suretine girip yeryüzüne inmiştir. Bir süre sonra da tekrar göğe çıkmıştır.

İkincilere göre : İsa Allah'ın oğludur. Allah onunla dilediği hususları ortaya koyduktan sonra onu kendi yanına yükseltmiştir.

Üçüncülere göre : İsa (A.S.) da diğer insanlar gibi Allah'ın kuludur. Bunlar en mutedil ve en makul düşünenleridir. [51]

 

Dünyada İken Hakkı İşitmeyenler Ve Görmeyenler

 

“Bize gelecekferi gün neler işitecekler, neler görecekler?! Ama o zâlimler çok açık bir sapıklık içindedirler.»

Kulak daha çok hakkı ve gerçeği duyup anlamak; göz bu ikisini görüp idrâk etmek için insana verilmiş iki büyük nîmettir. Bu ilâhî nîmetleri, di­ğer bir tabirle armağanları, yaratıldıkları amaca ters düşecek yollarda kul­lananlar, âhiret gününde çok şeyler işitip, çok şeyler göreceklerdir. Açık bir sapıklık içinde olanlar kendilerine nasıl büyük bir haksızlığı reva gör­düklerini o gün çok daha iyi anlayıp derin bir pişmanlık ve derunî bir ta­hassür duyup kalacaklardır.

Unutmayalım ki, insana verilen o kadar çok nimet \/ar ki, onları bir di­zi halinde sayıp ortaya koymamız mümkün değildir. Ama ona en yakın olan birtakım öyle değerli nîmetler de vardır ki, elden gitmediği sürece in­san onların kıymetini pek anlayamaz ve onları kudret kalemiyle plânlayıp ilâhî tezgâhında şekillendiren yegâne yaratıcıyı hatirlayamaz. Gözlerini kaybeden kimse, onların ne kadar faydalı ve lüzumlu olduğunu; kulakları­nı, yani işitme duygusunu kaybeden de onun ne kadar işe yaradığını, on­suz dünyanın pek tadının olmadığını çok daha iyi anlar, ama neden sonra. O bakımdan her organı, ilâhî plân ve programa uygun amacına çevirerek kullanmak, adalettir, bunun aksini yapmak ise, büyük bir haksızlıktır. [52]

 

Mülkün Hakiki Sahibi Ona Varis Olur

 

«Şüphesiz ki biz, yeryüzüne defonda bulunanlara da vâris olacağız ve onlar ancak bize döndürülecekler­dir.»

Mülkün gerçek sahibi Allah'tır. İnsanlar O'nun mülkünde eğreti olarak bulunurlar. Ama ne var ki, imân cevherinden yoksun olanlar kendilerini bu­lundukları mülkün hakiki sahibi sanıp büyük bir gaflet içinde ömür serma­yelerini tüketirler. Sonunda onlar da, sahibi olduklarını iddia ettikleri şeyler do mülkün gerçek sahibine döndürülürler.

Yunus Emre bu gerçeği ne güzel dile getirmiştir:

«Mal sahibi, mülk sahibi. Hani bunun ilk sahibi? O da yalan, bu da yalan, Gel biraz da sen oyalan..» [53]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, İsa Peygamber hakkında farklı görüş ortaya ko­yup Kur'ân'm getirdiği en doğru bilgilere inanmayan Hıristiyanlara, âhiret gününde ilâhî adaletin tecellisiyle bütün ihtilâfların çözüleceği hatırlatı­larak bir defa daha uyarıldılar. Ölüm olayı meydana gelmeden dönüş yap­malarının kendileri için çok faydalı sonuçlar doğuracağına işaret edilerek dünya nimetlerine aldanmamaları tenbıh edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, dünya hayatını tek amaç seçip Allah'ı inkâr eden putperestlerden İbrahim Peygamberin babası konu ediliyor ve İbrahim Peygamber (A.S.) ile babası arasında geçen söyleşinin önemli kısımları, ibretli yanları açıklanarak mü'minlere aydınlatıcı bilgiler veriliyor. [54]

 

Meali:

 

41—  Kitapta İbrahim'i de an. Şüphesiz ki o doğruluk timsalidir; o pey­gamberdir.

42—  Hani bir zaman o babasına (şöyle) demişti: «Babacığım, hiç işit­meyen, görmeyen ve sana hiç yararı olmayan şeylere niçin tapıyorsun?

43—  Babacığım, şüphen olmasın ki ilimden sana gelmiyen bana gel­miştir; onun için bana uy ki seni dosdoğru bir yola götüreyim..

44—  Babacığım, şeytana tapma; çünkü gerçekten şeytan Rahmân'a baş kaldırıp karşı gelmiştir.

45—  Babacığım, doğrusu ben, Rahmân'dan sana dokunacak bir azâp-dan korkarım; o takdirde şeytana dost ve arkadaş olursun.»

46—  Babası ona : «Ey İbrahim! sen benim tanrılarımdan yüz mü çe­viriyorsun? And olsun ki, bundan vazgeçmezsen herhalde seni taşlarım. Uzun bir süre beni terkedip uzaklaş» dedi.

47—  İbrahim babasına: «Selâm sana, senin için Rabbimden bağış­lanma dileyeceğim. Şüphesiz ki O benim hakkımda (sizden çok) lütuf ve kerem sahibidir.

48—  Sizi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime duâ ederim; umulur ki Rabbima yapacağım duâ ile bedbaht olmam» dedi.

49—  İbrahim onları Allah'tan başka taptıkları şeyle başbaşa bırakıp çekilince, biz ona İshâk iie Yâkub'u bağışladık ve onların herbirini pey­gamber kıldık.

50—  Onlara rahmetimizden sunduk ve onlar için çok yüce bir doğru­luk dili verdik.

 

İlgili Hadîsler

 

«Peygamber (A.S.) Efendimiz'e soruldu:

  İnsanların hayırlısı kimdir? Cevap verdi :

  Allah'ın dostu İbrahim, onun oğlu peygamber İshak, onun oğlu peygamber Yakub, onun oğlu peygamber Yusuf..»[55]

«Doğrusu kerim oğlu kerim oğlu kerim : İbrahim oğlu İshak oğlu Ya­kub oğlu Yusuf'tur.» [56]

Açıklama :

Her peygamber mutlaka kendi çağının en üstün insanı ve en hayırlı olanıdır. Ne var ki, İbrahim Peygamber ve oğlu İshak, onun oğlu Yakub ve onun oğlu Yusuf kendi çağlarında insanlara en hayırlı hizmetlerde bu­lunanların başında gelirler. Yeryüzünde Tevhîd İnancı'nı yeniden ihya edip insanların önemli bir kısmını putperestlikten kurtardıkları kesindir. O ba­kımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onları saygı ile övmekte ve en hayırlı insanlar olarak vasıflandırmaktadır.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e gelince: O âlemlere rahmet olarak gön-derilen Allah'ın en son peygamberidir, aynı zamanda insanların en hayır­lısı kabul edilen İbrahim Peygamber'in soyundandır. Soru soran sahabiye cevap verirken tevazu gösterip kendinden söz etmemiştir. Zira Cenâb-ı Hak Onu Kur'ân'da övmekte ve âlemlere rahmet olarak gönderildiğini açık­lamaktadır. Onun için başka şahit ve belge aramaya gerek kalmıyor ki.. [57]

 

Canlı Ve Cansız İlâhlar

 

Kur'ân-ı Kerîm, Tevhîd'in ruhiarı serinletici mânasını gönüllere işler­ken iki değişik (canlı ve cansız) putperestlikle mücadele eder. Aynı za­manda bu konuda geniş çapta malzeme verip insan aklını harekete ge­çirir.

Bundan önceki âyetlerle, Allah'ın bir «kelimesi», Hakk'ın «kün» em­rinden tecelli edip gelen bir sözü ve O'nun kudretinden kaynaklanan bir ruhu olarak tanıtılan İsa Peygamberi (A.S.) ilâhlaştıranlar, onu «Allah'ın biricik oğlu» diye tarif edenler yerildi. Doğup büyüyen, yiyip içen, gezip dolaşan, yaşlanıp ölen bir canlının tanrı olduğunu iddia etmek, Allah'ın da sonradan bir başka tanrı tarafından yaratıldığına yol açar ve bu bir zin­cirin halkaları gibi, illet-mâlûl doğrultusunda sürüp gider. Bilimsel olarak bu sonu gelmeyen illet-mâlûl zincirlemesi mümkün kabul edilemez. Ya­ratanla yaratılanı aynı ölçüde kabul etmek ise, muhaldir.

O halde İsa Peygamber bedeniyle insan, ruhuyla melektir. Zaten bu iki sıfat her insanda mevcuttur; ancak İsa Peygamber'de daha çok belir­gindir..Çünkü ara yerde Melek Cebrail'in nefhası söz konusudur. Hem ruh­lar daha çok Melekût Âlemine yakındırlar. İsa Peygamber'in ruhu ise Me-lekût Âlem'inin başı Melek Cebrail'in nefesiyle birleşip öylece cismanî âle­me intikal sağlamıştır. Diğer ruhlar ise, Melek Cebrail'in nefesiyle birles-memiştir. Bu, İsa (A.S.)ın ruhunu çok güçlü kılmış, taşıdığı kudreti mutad ölçülerin dışına çıkarmıştır. Onun için İsa Peygamber'e «Allah'tan bir ruh», «Allah'ın kelimesi», «Hakk'ın kün emrinden kaynaklanan sözü» denilmiş­tir.

Unutmamak gerekir ki, ruhların hepsi de Allah'tandır, yani O'nun yü­ce kudretinin fizikötesinde tecelli eden tezahürleridir; ne var ki, İsa (A.S.)ın ruhu, Allah'ın yarattığı en büyük ruh olan Melek Cebrail'in, mahiyeti ve keyfiyeti bizce meçhul üflemesiyle birleşip ana rahmine intikal sağlamış­tır. Biyolojik kanunlarla spermanın yumurtalığa geçmesiyle oluşan cenin, bu defa Allah'ın «ol emrbyle Cibril'in nefhasının tezahürüyle oluşuyor. O sebeple İsa {A.S.) «Hakk'ın sözü» oluyor.

Sonuç olarak İsa (A.S.), değişik bir sünnetle yaratılıyor ve Allah'ın kul­larından bir kuldur, aynı zamanda insandır. Aşırı derecede maddeye eği­limi olan İsrail oğulları'nı dünya ile âhiret arasında bir sınıra getirip den­gede tutmak için ilâhî kudretin yüceliğini daha ayrı ve daha belirgin an­lamda kendinde taşıyan bir peygambere ihtiyaç vardı, İsa Peygamber hem o kudreti, hem o ihtiyacı yansıtır.

Yukarıdaki âyetlerle ikinci kademede ilâhlaştırılan putlara ve putperest­lere dikkatler çekiliyor; Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrikler tarafından se­vilen İbrahim Peygamber'in (A.S.) putlarla ve putperestlerle, aynı zaman­da putperest olan babasıyla seviyeli mücadelesi konu ediliyor. Böylece canlı ve cansız tanrılar inancı kökünden çürütülüp yıkılıyor ve insan ruhu­nun tek devası ve gıdası olan «Tevhîd İnancı» getiriliyor. [58]

 

İbrahim Peygamber'in İrşat Metodu

 

«Kitapta İbrahim'i de an. Şüphe­siz ki o doğruluk timsalidir; o peygamberdir.»

Doğruluğun timsali ve Allah dostluğunun önde gelen bahtiyar insanı, risâlet bağının sevilen ve sayılan gülü İbrahim Peygamber (A.S.), putpe­restlerle seviyeli ve örnek alınacak bir mücadele sürdürebilmek için önce putperest olan babasını Allah'ın varlığına ve birliğine inandırması gereki­yordu. Burada dört basamaklı bir irşat metodu uygulamıştır.

1—  Önce ilâhlık vasfıyla bağdaşamayan sıfatları getirdi ve «Hiç bir şeyi işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir yarar sağlamayan bu cisimlere neden taparsın?»  sorusunu yöneltti.

Sıradan bir hayvan kadar olsun işitmeyen, görmeyen ve hiçbir yarar vermeyen, insan eliyle şekillendirilen taşlara ilâh deyip tapmanın hiçbir makul ve mantıklı yanı yoktur. Heie iyice bir düşün, böyle bir inanç ve bağ­lanış sana ve başkalarına ne kazandıracak veya ne kazandırmıştır?

2—  Bir olan, dengi ve benzeri bulunmayan Allah hakkında sana gel­meyen, ama bana gelen sağlam bir bilgi vardır. Onunla ben hakkı bâtıl­dan ayırt ediyor, en doğru yolu görüp gösterebiliyorum. Bu hususta benim maddî olarak hiçbir çıkarım yoktur, belki çok kaybım vardır. Ama gerçeği bulmak, hakkı anlayıp inanmak her insanın değişmeyen gıdası ve ilk-son amacıdır.

3—  İnsanı bu gibi yanlış yollara iten ve durmadan verdiği sinyallerle, fısıltılarla kafa ve kalplerimizi bulandıran gizli bir kuvvet vardır ki o, şey­tandır. Onun işi, hep hakkı unutturmaya, bâtılı çekici kılmaya yöneliktir, yani hep bunu gerçekleştirmekle uğraşır. Çünkü o, ilâhî plândaki yeri ge­reği, insanların ebedî düşmanıdır. O halde ona uymak bir bakıma ona ta­pınmak demektir. Aklı ve idrâki olan hiç kimse, kendisine ebedî düşman olan İblîs'e tapmaz.

Rahman olan Allah'a baş kaldıran, isyan eden bu sinsi ve gizli güçten merhamet ve yardım beklemek çok gülünç olur.

4—  Aklın kabul ettiği doğru yola girilmediği takdirde, bu varlık âlemi­ni sonsuz ve sınırsız kudretiyle düzenleyip tedbiriyle idare eden Allah'ın âdet ve sünnetine ters düşülmüş olur ki, bu kanun kendisine ters düşenleri affetmez; çünkü şaşmaz.

Böylece İbrahim Peygamber (A.S.) önoe söze : «Babacığım,» diyerek sevgi ve saygısını, aynı zamanda bağlılığını dile getiriyor. Sonra onu, so­nu hüsran olan bir yoldan uzaklaştırmak istediğini söylüyor. Sonra da in­sana yakışanın Allah'a imân etmesi olduğunu hatırlatıyor. Bu açıdan ha­reketle onu şeytanın tuzağından kurtarmaya çalışıyor. Olumlu sonuç ala­mayınca da ilâhî sünnetin vuracağı elim tokatı hatırlatıyor. [59]

 

Babasının Tepkisi, İbrahim'in (A.S.) Hilmi

 

(Babası ona:«Ey İbrahim! sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? And olsun ki bundan vazgeçmezsen elbette seni taşlarım. Uzun bir süre beni terkedip uzaklaş» dedi.»

İbrahim, babasına: «Selâm sana, senin için Rabbımdan bağışlanma di­leyeceğim. Şüphesiz ki O benim hakkımda (sizden çok) lütuf ve kerem sa­hibidir» diyerek hilm sıfatından kaynaklanan irşadının devam edeceğine işaret etti.

İrşat ve tebiîğ olumlu sonuç vermeyince, İbrahim Peygamber daha fazla ısrar etmenin yararlı olmayacağını düşünüp babasının son olarak ne diyeceğini bekliyor. O da aşırı tepki gösterip bir süre kendisinden uzak kalmasını söylüyor ve bir bakıma onu buna mecbur tutuyordu.

Her şeye rağmen İbrahim Peygamber büyük bir terbiye ve nezaketle babasının kalbine girmeğe çalışıyor ve bu arada uzaklaşacağını, ama yi­ne de onun için Allah'tan bağışlanma dileyeceğini -sevgi ve saygının güzel bir örneği olarak- söylüyor. Sonra da selâm dileğinde bulunarak ay­rılıyor. Çünkü İbrahim Peygamber kendine düşeni yapmış, imân kıvılcımını kalp ve kafalara attıktan sonra onları putlarıyla başbaşa bırakmayı uygun görmüştür.

Neden? Çünkü İbrahim Peygamber gereken irşadı yapmış, hakkın se­sini duyurmuş, bir olan Allah'a imân etmenin tohumunu atmıştı. Gerisini Allah'a bırakıp uzaklaşmıştır. Çünkü taşlanarak öldürülme tehdidiyle burun buruna gelmiş bir ortam söz konusuydu. [60]

 

Peygamber İle Allah Arasındaki Çizgi

 

Peygamberlik görevi, doğru yola irşat, Allah'ın emirlerini kusursuz teb­iîğ etmektir. Öyle ki, peygamberin yetki alanı bu çizgiye kadar uzanır ve son bulur. Ondan sonrası Allah'a aittir; irşat edilenleri dilerse doğru yola iletir, dilerse sapıklıkları içinde bırakır. Şöyle ki: İrşat edilen kimse içinde­ki cevheri, yani Allah ve din duygusuyla ilgili mayayı doğru yola döndür­mek isterse, Cenâb-ı Hak onu buna lâyık gördüğü takdirde doğru yolun kapısını açar ve kuluna yardımcı olur. Ehil ve lâyık görmediği takdirde ken­di haline bırakır ve lâyık olma düzeyine gelmesini bekler. Bu da sünnetul-lah gereğidir. Ona «hidâyet sünneti» de denilebilir.

İşte İbrahim Peygamber de irşat görevini belirli çizgiye getirdikten sonra -babasına olan sevgi ve saygısı sebebiyle- senin için Rabbımdan ba­ğışlanma dileyeceğim, diyerek hidâyeti Allah'a bırakıp aradan çekilmiştir.

Tebiîğ ve irşat görevini yerine getirirken öfkelenmek, kabalık göster­mek, kızmak, incitmek yoktur. İncelik, nezaket, edep, terbiye ve ağır başlılık önde gelir. İbrahim Peygamber de bunu en güzel şekilde sergilemiş ve bizlere güzel örnekler bırakmıştır. [61]

 

Babasını Terketmek Zorunda Kalan İbrahim  Peygamber (A.S.)                                                                                    

 

«Sızi Allah'tan başka taptıklarınızla bırakıp çekilir, Rabbime dua ederim. Umu­lur ki Rabbıma yapacağım duâ ile bedbaht olmam..»

İnsan için hiçbir nîmet, dîn ve Allah'a dosdoğru imân kadar aziz ve lüzumlu değildir. Ana-babaya, bizi Allah'a karşı isyana ve günaha çağır­madıkları sürece itaat edilir. Ana-babaya itaat ile Allah'a imân ve O'na kulluk arasında bir tercihte bulunma durumuyla karşılaşılınca, elbetteki Allah'a iman tercîh edilir. Çünkü Allah'ın hatırı daha yüksek, bize olan lûtfu ve keremi çok daha büyüktür.

İbrahim Peygamber (A.S.)ın hayatının bir bölümü bu tercihin misalini oluşturur. Allah için, O'nun rızası doğrultusunda kararını vererek babasını terketîi, aile bağları bir bakıma koptu. Allah da İbrahim'e (A.S.) daha ha­yırlısını verdi; ona İshak'ı ve ardından da Yakub'u bağışladı. Küfür üzere kalan babasının yerine peygamberlik payelerine yükselen bir oğul, bir de torun lütuf ve ihsan etti.

Böylece o, şerri atıp uzaklaşınca, Cenâb-ı Hak hayrın kapısını açtı. Bu da Allah'ın sünnetlerinden biridir. O halde kişi saplandığı şerri atmadıkça hayra erişemez. Hızır (A.S.)ın ileride tam şer ve fitne olacak çocuğu öl­dürmesi, bunun gaybe dayalı açık misallerinden biridir. İbrahim Peygam-ber'in (A.S.) şer olan babasını terketmesi bize bu güzel sünneti ve ilâhî hikmeti hatırlatmaktadır. Artık o ailede doğruluğu ifade eden dil birbirini izledi de, İshak'tan Yakub'a; Yakub'dan Yusuf'a miras kaldı.. [62]

 

İbrahim (A.S.) Kıssası Neyi Tasvir Ediyor?

 

Bu âyetler indiği günlerde, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Mekke'de çok sıkıntılı anlar ve dakikalar geçirmekteydi. Yakın hısımları ona sırt çevirmiş, akrabalık bağlarını koparmışlardı. Kureyş'in ileri gelenleri Hz. Muhammed'-in (A.S.) vücudunu ortadan kaldırmanın yollarını ve çarelerini aramakla meşgul bulunuyorlardı. Ortada tam bir zulüm ve terör havası hakim idi. Yapılacak fazla bir şey kalmamıştı. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz teblîğ ve irşat görevini kusursuz sürdürmüş, belli bir çizgiye gelip dayanmıştı. Ge­risi Allah'ın yüksek takdirine bağlıydı. O bakımdan İbrahim Peygamber'in (A.S.} Allah ve din uğrunda babasını ve ülkesini terketmek zorunda kaldı­ğı gibi, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in de bir gün Mekke'yi terketmesi ge­rekiyor ve bunun için ilâhî emri bekliyordu. İşte böylesine netameli ve sı­kıntılı bir dönemde İbrahim (A.S.) kıssasıyla ilgili âyetler indirilerek mü'min-lere hem teselli verildi, hem de hicretin pek yakın olduğuna işarette bulu­nuldu.

Sonuç olarak bu âyetler mü'minlere şu gerçeği ilham etmektedir; Din ve vicdan hürriyetine kilit vurulan bir ülkede başka çare kalmayınca mü1-minlerin başka bir ülkeye hicret etmesi caizdir, hattâ bazı hallerde vacip­tir. [63]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıda geçen âyetlerle, Mekke'de büyük sıkıntılar içinde kıvranan mü'minleri teselli etmek için İbrahim (A.S.) kısasının öğüt ve ibret alına­cak safhaları anlatıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, yine mü'minlerin moralini yükseltmek ve her sı­kıntıdan sonra mutlaka bir genişliğin ve ferahlığın başlayacağını müjdele­mek için Musa (A.S.) kıssasından beş önemli madde zikrediliyor. [64]

 

Meali:

 

51—  Kitapta Musa'yı da an. Şüphesiz ki o, (Tevhîd Dininde) samimi ve katıksız idi ve o bir resul, bir nebî idi.

52—  Ona Tûr dağının sağ tarafından seslenmiş, konuşmak için onu yaklaştırmıştık.

53—  Ve rahmetimizden kardeşi Harun'u peygamber olarak ona (bir rahmet bağışı olarak) verdik.

 

Tevhid Dinini Yaşatan Peygamberler

 

«Kitapta Musa'yı da an.

Şüphesiz ki o, (Tevhîd Dininde) samîmi ve katıksız idi ve o bir resul, bir nebî idi.»

Bilindiği gibi, her peygamber Tevhîd esaslarına bağlı olmakla ve onu insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmiştir. Kimine kitap ve şeriat, kimine yalnız bazı öğütleri ve ahlâkî kuralları içeren sahifeler; kimine önceki ki-taplan tebliğ edip uygulama verilmiştir. Bunlardan beş tanesi «Ulu'l-azm» yani büyük azim ve irâde sahibidir: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muham-med (Salât-ü selâm hepsine olsun). Meryem Sûresinde bunlardan dördü­nün kıssası çeşitli yönleriyle misal ve öğüt mahiyetinde anlatılıyor. Hepsi de kendilerine verilen ilâhî bilgilerle, Allah'ın varlığını, birliğini, ilim ve kud­retinin sınırsızlığını, gönderildiği kavim ve milletlere tebliğ etmeğe çalış­mış ve bu uğurda çetin mücadeleler vermişlerdir. Şüphesiz ki, hepsi de aynı kaynaktan beslenmiş, aynı ışığı yansıtmışlardır.

Allah'ın peygamberlere olan lûtf-u ihsanı hem kademeli, hem de farklı özellikte olmuştur. Peygamberlik ilâhî mevhibe olduğuna göre, her uyarıcı nebinin, bulunduğu şartlara, ortama ve gönderildiği kavim veya milletinin ekonomik, kültürel ortamına ve inancına göre, birtakım bilgilerle donatıl-, dığı kesindir. O bakımdan peygamberler «tevhîd esasında» birleşmekle be­raber, şer'î esas ve kurallar bakımından farklı derecededirler. [65]

 

Resul Ve  Nebî

 

Musa (A.S.) hakkında bu iki sıfat birden kullanılmıştır. Bu iki sıfatla donatılan peygamberlerin 313 tane olduğu, onlardan 5 tanesinin de yuka­rıda belirttiğimiz gibi «Ulû'l-azm» sayıldığı söylenir.

Resul : Kendisine şeriat verilen ve onu tebliğ ile görevlendirilen pey­gamberdir,

Nebî: Kendisine şeriat verilmeyen, ancak önceki şeriatı uygulayıp yaymakla görevlendirilen peygamberdir, Bu tarife göre, her resul aynı za­manda nebidir de; ama her nebî resul olmayabilir. [66]

 

Allah Kelâmının Surette Tecelli Etmesi

 

«Ona Tûr dağının sağ tarafından seslenmiş, konuşmak için onu yaklaştırmıştık,.»

Soğuk bir mevsimde Musa (A.S,) ailesiyle birlikte Medyen'den çıkıp Mısır'a giderken, ailesini ısıtmak için ateş aramaya başlamıştı. Derken CenâbHakk'ın kelâm sıfatı, nur veya ateş görünümünde bir ağaçta te­celli etti. Musa, ateş sandığı o nuru görünce, ona doğru ilerliyor. Bu ara­da o nurdan ses geldi: «Ey Musa! şüphesiz ki ben senin Rabbınım...» [67] Arkasından edeb makamında olduğu, kutsal Tûvâ vadisinde bulunduğu hatırlatılarak ayakkaplarını çıkarması emredildi. Böylece ilâhî vahiy suret­te tecelli edip öylece Musa'nın (A.S.) kulağına, oradan da kalbine intikal sağladı.

Ne \/ar ki, Musa Peygamber, arada Melek Cebrail olmadığı halde ağaç­ta tecelli eden ve öylece suretten intikal eden vahyi alırken bayılmıyor ve kendinden geçmiyordu. Oysa Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, inen vahyi alın­ca kendinden geçiyor, bedeni bir bakıma ruhlaşıyordu.

Bu iki peygamber ve tecelli bakımından iki farklı vahiy arasındaki nüans nedir? Bunun cevabını en güzel şekilde Şeyh Muhyiddin Arabî (K.S.) Fütuhat-i-Mekkiyye adlı eserinde, özetle şöyle vermiştir:

«Musa Peygambere gelen vahiy ağaçta tecelli eden suretten geliyor ve o da bu sesi kulağıyla işitiyordu. Bu bakımdan ne bedeniyle ruhlaşmaya İhtiyacı vardı, ne de fazla bir ağırlık hissediyordu. Çünkü suretten surete gelen vahiy söz konusu idi.

Hz. Muhammed'e (A.S.) gelen vahiy, surette tecelli etmeden Melek Cebrail vasıtasıyla doğrudan kalbe ilka ediliyordu. Öyle ki, o, suret sınırı­nı aşıyor, ruha inerek gerçekleşiyordu ki bu, kaldırılması çok zor manevî bir ağırlık arzediyordu. 0 kadar ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimizi terletip bedenî yapısını bir bakıma muattal duruma getiriyordu.»

Bundan anlaşılan odur ki : Kalbe ilka edilmeden surette tecelli eden vahiy hafifliyor ve suretten surete geçişte fazla bir ağırlık hissettirmiyordu. Ama doğrudan büyük ruh Melek Cebrail vasıtasıyla indirilen vahiy kalbe ilka edilince, tahammülü zor bir durum meydana geliyor, beden bir bakıma hareketsiz kalıp ruh bütünüyle faal duruma geçiyordu. [68]

 

İrşad İçin Konuşmasını İyi Beceren Yardımcıya İhtiyaç Vardır

 

«Ve rahmetimizden kardeşi Harun'u peygamber olarak ona {bir rahmet bağışı olarak) verdik.»

Harun Peygamberin Musa'ya (A.S.) yardımcı verildiğinin anlatılması, sadece tarihî bir olayı anmak değil, bu olaydan bizden yana olumlu bir sonuç çıkarmamızı ilham etmektir. Kur'ân'ın öğüt metodlarından biri de budur. Tarihî bir olayın önemli safhalarından bir kaçını nakleder; her saf­hayı bir amaca ve hikmete yönelik biçimde âyetler arasına serpiştirir; ge­risini mü'minlerin anlayış ve irfanına bırakır.

Harun Peygamber'in burada Musa Peygamber'e yardımcı verilmesi bu ölçü ve hikmet çerçevesindedir. Bize, Allah'ın dinini yaymaya ve insanları irşada çalışırken yanımıza bilgili, fakat konuşma tekniğini iyi bilen ve bece­ren kişileri yardımcı almamızı öğütler. Nitekim Kur'ân'ın bir diğer yerinde, Harun Peygamber'in Musa Peygamber'den daha fasih konuştuğu, yani söz söyleme sanatında ileri olduğu, ses tonunun ve ağız yapısının buna daha elverişli bulunduğu açıklanmaktadır. [69]

 

Musa Peygamber'in (A.S.) Üc Önemli Vasfı

 

Kur'ân-ı Kerîm ilgili âyetlerle, Mekke'de zor günler geçirmekte olan mü'minleri teselli ederken ve kurtuluş günlerinin çok yakın olduğuna işa­rette bulunurken iki önemli hususa dikkatleri çekmektedir. Birincisi, hic­retin yakın olduğu; ikincisi hicret esnasında Hz. Muhammed'e, irâdesi ye­rinde bir arkadaşının yardımcı olacağıdır. Zira böyle bir dönemde Harun Peygamber'in Musa Peygamber'e yardımcı verilmesinden söz edilmesi çok anlamlıdır.

Diğer önemli bir husus da şudur: Musa Peygamber küfür diyarında risâlet göreviyle ortaya çıkarken üç önemli vasfı kendinde taşıyordu: İhlâs, resûllük ve nebîlik.. Bu ücü de önüne geçilmesi zor bir azim ve irâde doğur­makta, engelleri aşacak bir kudret meydana getirmektedir. Nitekim Musa Peygamber bu kudretle Fir'avn ve yandaşlarının karşısına çıkmış, bununla Mısır'ı terkedip Kızıldeniz'i geçmiş ve yine bununla çölü aşmıştır.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'de bu üç sıfat, bütün insanlara kıyamete kadar yol açacak, ışık tutacak bir genişlikteydi. O bakımdan Mekkeli müş­riklerin bütün plânlarını, hile ve düzenlerini neticesiz bırakacak ve salimen Medine'ye hicret edecekti. Nitekim öyle oldu. [70]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Mekke'de zor günler geçiren AshabKirâm'ı te­selli etmek ve kurtuluş günlerinin yakın olduğunu ilhamda bulunmak için Musa Peygamber'in kıssasından önemli bir parça anlatıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, İsmail Peygamber'in (A.S.) altı kadar özelliği be­lirtilerek yakında ilâhî emirleri tebliğ edip u/gulama imkânlarına erişile­ceğine işaret ediliyor. Sonra da bütün mü'minlere, din bilgisini önce ken­di aile fertlerine ve yakınlarına öğretmeleri isteniliyor. [71]

 

Meali:

 

54—  Kitapta İsmail'i de an. Doğrusu o sözünde sâdık bir kimse; (aynı zamanda) bir resul ve nebî idi.

55—  Ailesine ve yakınlarına namaz ve zekât ile emrederdi ve o, Rab-binin yanında beğenilmiş, hoşnutluğa erişmişti.

 

İlgili Hadîsler

 

«Münafığın alâmeti üçtür:          

1—  Konuştuğu zaman yalan söyler,

2—  Söz verdiği zaman onu yerine getirmez,

3—  Kendisine bir şey emanet edildiğinde, hıyanet eder.» [72]

«Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, İbrahim'in evlâdından İsmail'i seçip beğen­miştir......» [73]

«Gece kalkıp namaz kılan ve eşini de uyandıran; eşi uyanıp kalkmak istemediğinde onun yüzüne su serpen adama Allah rahmetini ihsan buyur­sun. Ve gece kalkıp namaz kılan, bu arada kocasını uyandıran, uyanmadı­ğında onun yüzüne su serpen kadına da Allah rahmetini ihsan eylesin.» [74]

«Adam gece uyanır, karısını da uyandırarak namaz kılarlarsa, Allah'ı çokça ananlardan yazılırlar.» [75]

 

Arapların Atası İsmail (A.S.)

 

Kur'ân-ı Kerîm'de, Arapların atası kabul edilen ve Peygamberimizin (A.S.) soyunun ulaştığı İsmail Peygamber'e özel bir yer verilmiştir. O, an­nesiyle beraber ilk Mekke vadisine getirilip yerleştirilen bir peygamberdir. Arkalarından Cürhüm kabilesi gelip Mekke'ye yerleşmiş ve İsmail Peygam­ber hem onları Allah'ın birliğine dâveî ile görevlendirilmiş, hem de o kabi­leden bir kız ile evlenmiştir.

İsmail Peygamber'in (A.S.) bazı özellikleri:

1— Sözünde duran, va'dini yerine getiren sadık bir kimseydi.

2—  Babası İbrahim Peygamber'e (A.S.) indirilen 10 sahifeyi teblîğ ile görevliydi; o bakımdan hem nebî, hem de resul idi.

3—  Ailesine ve kabilesine namaz ve zekât gibi iki önemli ibâdeti em­retmiştir.

4—  Bu bakımdan Allah katında seçkin bir yeri, rıza mertebesine yük­selen bir makamı vardır. [76]

 

Toplumun Manevî Ve Sosyal Dengesini Sağlayan İlkeler

 

İsmail Peygamber'in (A.S.) dört önemli vasfı, toplumun manevî ve sosyal dengesini sağlayan faktörlerdir. Şöyle ki : Toplum eğitimiyle yakın­dan ilgili bulunan kişilerin önce söz ve davranışlarıyla güven telkin etme­leri ve örnek hareketlerde bulunmaları şarttır. Şüphesiz ki bu, kendini ve düşüncelerini topluma kabul ettirmenin ilk basamağıdır. İkinci basamak ise, her olayın, her bilginin en doğrusunu vermeye çalışmaktır. Bu, güveni ve istikrarı daha da artırır. Toplumu saptırmak isteyen kötü niyetlilere fır­sat bırakmaz ve alanı onlara terketmez.

Namaz ve zekât ibâdetini, ciddi bir müfredat ve yöntemli bir program­la kalplere işlemek üçüncü basamağı teşkil eder. Namaz, inanan toplumda cemaatleştirmeyi, kaynaştırıp bütünleştirmeyi sağlar. Zekât, sosyal denge­yi ayakta tutar.

İşte CenâbHakk'ın hoşnutluğuna erişmenin basamakları, imândan sonra özet olarak belirttiğimiz bu faktörlerdir. [77]

 

Kıssanın Teselli Ve Tebşir Özelliği

 

İsmail (A.S.) kıssası, iki önemli husus daha yansıtmaktadır. Birincisi: Mekke'de ekonomik abluka altında bulunup rahat ibâdet edemiyen mü'min-lere, yakında ortaya koydukları doğruluk, güvenilirlik havasının Arap Ya-rımadası'na yayılacağı ve haklara tecavüze son verileceği teselli mahiye­tinde anlatılıyor. İkincisi: Yine yakın bir zamanda İslâm ahkâmının rahat­lıkla tebliğ edilebileceği bir ülkeye hicret edileceği kapalı şekilde müjde­leniyor. Sonra da İbrahim (A.S.)ın soyundan gelen Resûlüllah (A.S.) Efen-dimiz'in sıradan bir kimse olmadığı, en soylu ailelerden seçilip bu düzeye getirildiği  hatırlatılıyor.   [78]                                                                          

 

Âyetler Arasında Bağlantı                                                  

 

Yukarıdaki âyetlerle, İsmail Peygamber'in bazı önemli özellikleri an­latılarak toplumu yönlendirme ölçü ve kıstasları veriliyor. Sonra da çok sıkıntılı günler geçirmekte olan mü'minlerin yakında Mekke'deki küfür çemberini aşıp selâmete erişecekleri ve ilâhî ahkâmı rahat tebliğ edebile­cekleri bir ülkeye göç edecekleri kapalı şekilde haber veriliyor.

Aşağıdaki âyetlerle, doğruluğun timsali olan İdris Peygamber'e.dik­katler çekiliyor ve doğruların eninde sonunda kurtulup selâmete erişecek­leri müjdeleniyor. [79]

 

Meali:

 

56—  Kitapta İdris'i de an. Doğrusu o, doğruluğun timsali bir peygam­berdi.

57—  Biz onu yüce bir yere yükselttik.

 

İlgili Hadîs

 

Sahîh hadîslerde, Mi'rae gecesi Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in İdris Peygamberle dördüncü semada buluşup görüştüğü belirtilmektedir, [80]

 

İdris Peygamber Kimdir?

 

Müfessirlerin tesbitine göre, asıl adı Ahnuh'tur. Nitekim Tevrat'ta da buna az yakın bir isimle anılmıştır. Nuh Peygamber'in (A.S.) babasının de­desi olarak bilinir. Müfessirlerden bir kısmına göre, asıl adı Hanok'tur. On­lar bu hususta Tevrat'ın şu kayıtlarını dikkate almışlardır:

«Ve Hanok altmış beş yaşında, Metuşelah'ın babası oldu ve Metuşe-lah'ın babası olduktan sonra, Hanok üç yüz yıl Allah ile yürüdü ve oğul­lar ve kızlar babası oldu ve Hanok'un bütün günleri üç yüz altmış beş yıl oldu ve Hanok Allah ile yürüdü ve gözden kayboldu; çünkü onu Allah al­dı.» [81]

Tevrat'ın aynı bölümüne göre, Hanok beşinci babada Adem'e ulaş­maktadır. Böylece Nuh Peygamber'den çok önce geldiği anlaşılıyor, [82]

Yine aynı kayıtlarda, Nuh Peygamber'in üçüncü batında İdris'e, yani Hanok'a ulaştığı zikredilmektedir.

İdris'in asıl adının Ahnuh olduğunu söyleyenlerden biri de Lübabu't-te'vîl sahibi Alâeddin Ali'dir. Oysa Tevrat'ta böyle bir isme rastlayamadık. İhtimal, onlar Hanok'u Ahnuh şeklinde telâffuz etmişlerdir.

Kesin olmayan rivayetlere göre, kalemle ilk yazı yazan, ilk elbise di­ken, ilk dikili elbise giyen, ilk silâh yapıp kullanan ve ilk hesap ilmiyle meş­gul olan peygamber, İdris (A.S.)dır. [83]

Kendisine 30 sahife indirildiği rivayet edilir.

İdris Peygamber hakkında senedi olmayan birtakım gayr-i sahîh riva­yetler, kıssalar anlatılmıştır. Müfessir Kurtubî bile, bunların sahîh olmadı­ğını bildiği halde tefsirinde bu kabil rivayetlere çeşni olsun diye yer ver­miştir. [84]

Yapılan ciddi tesbitlere göre, hadîs bölümünde belirttiğimiz gibi, İdris Peygamber'in dördüncü semada olduğu ve Mi'rac gecesinde Resûlüllah'ın (A.S.) onunla görüştüğü anlaşılmıştır. Müslim ve Ahmed b. Hanbel bu ri­vayeti sahîh görüp nakletmişlerdir. [85]

Kur'ân-ı Kerîm'de İdris Peygamber'den iki yerde bahsedilmektedir. Birincisi, konumuzu oluşturan 56. âyette, ikincisi Enbiya sûresi 85. âyette.. Meryem sûresinde İdris (A.S.)ın hem sıddîk, hem nebî olduğuna temas edi­lerek, her iki mertebeye lâyık görüldüğü açıklanır. Sonra da bu iki özelli­ğiyle yüksek bir mekâna yükseltildiğine dikkatler çekilir. Enbiyâ sûresinde ise, onun Allah yolunda, Hakk'ın emirlerini tebliğde, inkarcı sapıklarla mü­cadelede ve ibâdeti kâmil anlamda yerine getirmede sabreden bir pey­gamber olduğu belirtilir. Arkasından her peygamber gibi, onun da iyi, ya­rarlı bir kişi olduğu eklenerek iki ayrı özelliği yansıtılır. [86]

 

İdris Peygamber'in (A.S.) Yüce Bir Yere Yükseltilmesi

 

Ashab, Tabiîn ve diğer ilim adamlarının bu yükseltilmeyle ilgili görüş ve yorumları farklıdır. Onları özetleyip şöyle sıralayabiliriz:

1—  Ashabtan Enes b. Mâlik (R.A.) ile Ebû Saîd el-Hudrî'ye (R.A.) gö­re, dördüncü semaya yükseltilmesidir.

2—  İbn Abbas ve Tabiîn'den Dahhak'a göre, altıncı semaya yükseltil­mesidir. [87]

Sahîh-i Müslim'in Sabit el-Bünanî'den,onuri da Enes b. Mâlik (R.A.)den yaptığı rivayet birincilerin yorumunun daha sıhhatli olduğunu göstermek­tedir.

3— el-Hasen ve arkadaşlarına göre, bundan maksat, Cennet'e yük­seltilmesidir, [88]

Bu yükseliş ruhen mi, yoksa hem ruhen, hem de bedenen mi gerçek­leşmiştir? Bu konuda elimizde kesin delil yoktur. Bir takım sahih olmayan ve çoğu İsrâiliyat kapsamına giren rivayetler vardır ki, ilim adamlan on­ları hiçbir zaman delil seçmemişlerdir.

Bize göre, iki yorum söz konusudur:

1—  Peygamberlerin ruhî yapıları çok daha gelişmiş kabul edilir. O bakımdan Cenab-ı Hak, İdris Peygamber'i bir süre mâna âlemine yüksel­terek kudretini izhar etmeyi dilemişse, o takdirde, onun bedeni ruhuna dö­nüşmüş ve öylece maddî kayıtlardan sıyrılıp beşerî ihtiyaçlardan arınarak yükselmiştir. Tıpkı İsâ Peygamber'in göğe yükseltilme olayında olduğu gi­bi..

2—  İdris Peygamber birçok ilâhî inayetlere mazhar kılındığı ve Tev­rat'ın beyânı veçhile üç yüz yıldan fazla yaşadığı için, Cenâb-ı-Hak onun ruhunu yüce bir makama yükselterek ayrı bir iltifatta bulunmuş demektir. Öyle ki, onun ruhuna bir özellik tanımış, ruhlar ve mefekûî âlemlerinde ona özel bir yer ayırmıştır.

Şeyh Muhyiddin Arabî (K.S.), Füsûsü'l-Hikem adlı kıymetli eserinde İdris bahsinde keşif yoluyla mekân ve mekânet kavramları üzerinde dura­rak hayli geniş açıklamalarda bulunmuş ve meraklıları doyuracak ölçüde bilgi vermiştir. Biz burada konunun detayına girmek istemediğimizden, İbn Arabi'nin açıklamasını nakletmeye gerek görmedik. [89]

 

Kıssadan Mesajlar Ve Öğütler

 

1— İmân temeli üzerinde filizlenen doğruluk ağacı, elbetteki hem dün­yada, hem de âhirette çok yukarılara doğru dal budak salıp yükselir. O bakımdan Cenâb-ı Hak, doğruluğu kendine virt ve rehber edinen İdris Pey­gamber'i hem dünyada, hem de âhirette yüce makamlara yükseltmiştir. Dünyada yükseltilmesi, isminin hem Tevrat, hem de Kur'ân'da baki kılın­masıdır. Ayrıca kendi çağında da saygıdeğer manevî bir makamda bulunu­yordu.

O halde hayat çarkını doğruluktan yana çalıştıran ve hayatı boyun­ca doğruluktan ayrılmayan mü'minlerin hem dünyada iyi bir isim ve unu­tulmaz bir çığır bırakacakları, hem de âhirette yüce makamlara yükseltile­cekleri müjdelenmektedir.

2—  Salih amel, imânın en güzel ürünüdür. Böylece imânla sâlih ame­li birleştirip bütünleştiren İdris Peygamber, ilâhî iltifata lâyık görülmüştür. Onun gibi, bu ikisini birleştirip birlikte yürüten mü'minlerin de hem dünya­da, hem de âhirette ilâhî iltifata lâyık görüleceklerinden şüphe etmemek gerekir.

3—  İdris Peygamber sıdk-u selâmetle görevini yerine getirdiğinden Cenâb-ı Hak onu lâyık olduğu güven makamına yükseltmiştir. Mekke'de teblîğ ve irşat hizmetini sürdüren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'i fazlasıyla üzen müşriklerin saldırıları artık son kertesine gelip dayanmıştı. O bakım­dan Cenâb-ı Hak İdris (A.S.) kıssasını anarak pek yakında kendi Resulünü güvenli bir yere ulaştıracağını ilham ediyor ve bunun için kâfirlerin son­larının yaklaştığına işarette bulunuyor. Nitekim çok geçmeden o üzüntülü günler gerilerde kaldı. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz lâyık olan bir toplumu irşada me'mur edildi ve böylece Medine'ye hicret emri indi. [90]

 

Âyetler Arasında Bağlanti

 

Yukarıda geçen âyetlerle, Mekke'de iyiee bunalan mü'minlere tesel­lide bulunmak ve kurtulup yükselmenin pek yakın olduğunu haber vermek için İdris Peygamber'in kıssasından iki önemli safha anlatıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, isimleri anılan peygamberlere dikkatler çekiliyor. Onlardan sonra gelen kavim ve milletlerin çoğunun namazı bırakıp şehvet­lerine uymak suretiyle peygamberlerin yolundan ayrıldıkları açıklanıyor. O bakımdan azgınlıklarının cezasız kalmayacağına dikkatler çekilerek ya­şamakta olanlar uyarılıyor. Sonra da Ashab-ı Kiram gibi iyi-yararlı amel­lerde bulunanlara hazırlanan sonsuz mükâfatlar konu ediliyor. [91]

 

Meali:

 

58—  İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler; Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ile İsrail'in (Yakub) neslinden; doğru yola erdirdiğimizden ve seçtiklerîmizdendirler. Rahmân'ın âyetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanır­lardı.

59—  Bunların ardından (bozuk) bir nesil geldi, namazı bıraktılar, şeh­vetlerine uydular. Onlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.

60—  Ancak tevbe edip imân eden ve iyi-yararlı  işlerde bulunanlar müstesna.. Bunlar Cennet'e girecekler ve hiçbir haksızlığa uğramıyacak-lar,

61—  Rahmân'ın kullarına gıyaben va'dettiği ÂDN Cennetlerine gire­cekler. Şüphesiz ki O'nun va'di yerine gelecektir.

62—  Orada boş-anlamsiz bir söz değil, sadece «selâm» işitecekler. Onların orada sabah akşam rızıkları hazırdır.

63—  İşte bu Cennetlere kullarımızdan (Allah'tan) korkup (fenalıklar­dan) sakınanları vâris kılacağız.

 

İlgili Hadîsler

 

«Bizimle müşrikler arasındaki koruyucu fasıla, namazdır. Kim onu ter-kederse, inkâra sapmış olur.» [92]

«Günahtan tevbe eden, günahı olmayan kimse gibidir.» [93]

 

Allah'ın Kendilerine Nimetler Verdiği    Peygamberler

 

İşte bunlar Allah'ın kendilerine ni­metler verdiği peygamberlerdir...»

İdris Peygamber (A.S.), Âdem'in (A.S.) yakın soyundandır. İbrahim Peygamber (A.S.), Nuh (A.S.) ile birlikte gemiye binen oğlu Sam'm soyun­dandır. İsmail, İshak ve Yakub (sa!ât-u selâm hepsine olsun), İbrahim Pey-gamber'in (A.S.) soyundandırlar. Musa, Harun, Zekeriya, Yahya ve İsa (salât-u selâm hepsine olsun), İsrail Peygamber'in (Yakub) soyundandtrlar.

Şüphesiz ki bunlar peygamberlik payesiyle yüce mertebelere eriştiril-dikleri gibi, soy cihetiyle de asil ailelerdendirler.

Kur'ân-ı Kerim böylece ilâhî risâleti hâmil olan peygamberlerin yine çoğunun peygamber soyundan geldiğine dikkatleri çekerek, hepsinin de mayasında asalet, şeref, iyilik, hakseverlik, doğruluk ve adalet bulundu­ğuna işaret etmekte; aynı zamanda «gen» denilen harika mikron (milimet­renin binde biri) modelle, irsî meziyetlerin peygamberden peygambere ak­tarıldığını haber vermektedir.

Ayrıca ilgili âyetle bir diğer önemli hususa parmak basılarak araştırı­cılara ön bilgi veriliyor. Şöyle ki : Her peygamber anasından bu ruh ve me­ziyetle doğar. Sonra belli bir yaşa gelince, peygamberlik payesi mâna­dan zahire çıkar. O bakımdan her peygamber doğuştan Allah'ın bu üstün nimetine mazhar kılınmıştır. Çünkü peygamberlik sonradan elde edilebile­cek bir meslek değildir. [94]

 

Allah'ın Ayetlerini İşitince Secdeye Kapananlar

 

«Rahmân'ın âyetleri onlara okun­duğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.»

Allah'ı en çok bilen, O'nun kudretinin sınırsızlığını en iyi idrâk eden kimseler, O'ndan daha çok korkarlar ve O'na karşı daha çok sevgi ve say­gı duyarlar. Şöyle ki: Allah'a olan sevgi ve saygı O'nu bilmek ve idrâk et­mekle orantılıdır. Buna işaretle Resûlüllah (A.S.) Efendimiz: «Şüphesiz si­zin Allah'tan en çok korkanınız ve O'nu en çok bileniniz benim.» [95] buyur­muştur.

Peygamberlerin hemen hepsi de bu özelliktedirler. İlgili âyet onların takvasını, imân Ve irfanlarını yansıtırken «Rahmân'ın âyetleri onlara okun­duğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlar.» ifadesiyle, Allah'a olan üstün saygılarını özetliyor.

Zira nereye gittiğini bilen kişiye yol vermek için, dünya bile bir yana çekilir. Allah'a giden kimseye birçok canlı cansız saygı gösterir. Allah'ın celâl makamını bilenler, O'na karşı teslimiyetin en anlamlısını gösterirler. İşte Peygamberlerin üstün saygı, takva ve teslimiyetleri bu bilgiden kay­naklanmaktadır. [96]

 

Secde Âyeti

 

Meryem süresindeki secde âyeti, uyulması en çok önemli olanıdır. Çünkü peygamberlerin hepsinin Rahman olan Allah'a ağlayarak secde et­tikleri tasvîr edilmektedir. O sebeple ilim adamları bu konuda şunu tav­siye etmişlerdir: «Secde âyetini okuyan, ya da işiten kimse secde eder ve secdede o âyetin mânasına uygun gelen bir duada bulunur.»

Meselâ, İsrâ süresindeki secde âyetini okuyan veya işiten kimse, secdesinde, «Allahım! beni, kendilerine nimetlerini bolca verdiğin, ağlayarak sana secde eden kullarından eyle..» diye duâ eder.

Elif-Lâm-Mim- Secde sûresinde secde âyetini okuyan veya işiten kimse şöyle duâ eder: «Allahım! beni, senin hoşnutluğunu dileyerek sana secde edenlerden, senin hamdin ile sana tesbîhte bulunanlardan eyle,. Se­nin emirlerine karşı büyüklük taslayanlardan biri olmaktan sana sığını­rım,.» [97]

 

Namaz Ve Şehvet                                                                                 -

 

«Bunların ardından (boziık) bir nesil geldi, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular.,»

Namaz, imânla küfür arasında bir sınırdır. Aynı zamanda imânın açık belirtisidir. Dinin direği, ruhun gıdası, Allah'a yakın olmanın yolu ve rah­metin kapısıdır.

Namaz, günlük hayatı Allah korkusuyla disipline eden benzersiz bir ibâdettir. Nefsin aşırılıklarını frenler, şehvet ve azgınlığın önüne set çeker. İhtirası meşru sınırlar içine aiır. Hayasızlık ve fenalıklardan da alıkoyan

Namaz, ruha neşe, bedene tazelik, zihine açıklık, kalbe rahatlık, vic­dana serinlik verir. Kısacası hikmet ve amacı bilinerek kılınan namaz ha­yatımızı en güzel şekilde düzenleyip programa bağlayan bir ibâdettir.

Şüphesiz ki, belirtilen anlam ve düzeyde kılınan namaz insanı şehvet bataklığından kurtarıp, fazilet ve rahmet; kulluk ve teslimiyet mertebesine yükseltir. O bakımdan Âdem'den son peygambere kadar gelip geçen bü­tün peygamberlere namaz emredilmiştir. Yani namazsız bir din yoktur. Peygamberlerden sonra gelenler bu ibâdeti terkedince, şehvetlerinin uy­dusu haline gelmişler. O yüzden ortada ne ahlâk, ne gerçek din, ne de fa-zîlet kalmıştır.

Günümüzde de gerek Hıristiyan âleminde, gerekse İslâm âleminde birçok kesimlerde ve ailelerde namaz terkedildiği, hattâ unutulduğu için, büyük bir ahlâkî çöküntü başlamış; babayla oğlu, anneyle kızı arasında ciddi bir bağ kalmamıştır. Tekniğin ve refahın getirdiği sayısız imkânlar içinde kapatılması zor gayr-i ahlâkî bataklıklar meydana gelmiş; uyuşturu­cu mübtefâlarından tutun da, homoseksüellere kadar sapıklığın en şeni ve en kötüsünü mubah sayan kuşaklar bu bataklıklarda her şeylerini kay­betmişlerdir. Kur'ân, «Onlar bu azgınlıklarının cezasını bulacaklardır» bu­yurarak uyarısını yapıyor. O bakımdan, çağın bu amansız hastalıkları an­cak Kur'ân'ın manevî eczanesinden alınacak ilâçlarla tedavi edilebilir. [98]

 

Cennet'te Boş, Anlamsız Söz Yoktur

 

«Orada boş-anlamsız bir söz değil, sadece «selâm» işitecekler..»

İlgili âyetle, Cennet'teki beşerî münasebetlere küçük bir kapı açılıyor ve bu konuda bizlere bir ölçü ve ipucu veriliyor. Cennet hayatı sonsuz ol­masına, ölümsüz, elemsiz ve kedersiz olmasına rağmen, orada boş ve an­lamsız söz olmayacak; kırıcı, üzücü, küçük düşürücü hiçbir söz ve davranış ortaya konmayacak. Oranın güzelliğine göre, hep güzel sözler söylenecek, ilâhî tecellilerin sonsuz tezahürlerine göre, yeni yeni konular birbirini iz­leyecek; Allah'ın cemal sıfatıyla tecelli etmesi karşısında tatlı, çekici, ok­şayıcı ve doyurucu sohbetler tertiplenecek; Hz. Muhammed'in (A.S.) za­man zaman Cennet ehline görünüp iltifatta bulunması sebebiyle çok tatlı kaynaşmalar ve iltifatlar birbirini izleyecek. Her görüşme, karşı­lama ve sohbete başlamada karşılıklı selâmlar birbirini takip edecek; me­lekler de cennetliklerin hizmetine koşarken her defasında selâm vererek hazır olacaklar.

Cennet'te boş ve anlamsız söz ve davranış söz konusu olmadığına göre, ona nisbetle göz açıp kapayacak kadar kısa olan dünya hayatını boş ve anlamsız şeylerle oyalamanın, kavga, sürtüşme, vuruşma, gürültü ve haklara tecavüzle geçirmenin makul bir yanı var mıdır? Bir hiç uğruna ömrünü tüketenler, kendilerine nasıl yazık ettiklerinin farkında mıdırlar? Oysa bu kısa hayat, âhirete gereği gibi hazırlanmak, o büyük günde imâ­nın çok renkli ve yararlı ürünleriyle bulunabilmek dönemidir. Onu berbat etmeye hakkımız yoktur.

Selâm, çok yönlü ve geniş manalar taşıyan bir kavramdır. Selâmet, mutluluk, hoşgörü, güven, rahmet gibi anlamlan içerir. Onun için dünyada birbirimize selâm vermekle emrolunduk. Cennet'te de bunu devam ettire­ceğiz.. [99]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, peygamberlerden sonra gelen kuşakların şehvet­lerine uyup namazı terkettikleri konu edildi. Bunun çok elim sonuçlar do­ğuracağına dikkatler çekilerek, ümmet-i Muhammed (A.S.) uyarıldı. Arka­sından iyi-yararlı amellerde buiunan mü'minler için hazırlanan ebedî ni­metler belirtilerek inananlar teşvîk edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, görevli meleklerin ancak Allah'ın emriyle yeryü­züne inecekleri ve ona göre hizmetlerini yerine getirecekleri bilgi mahiye­tinde verilerek, söz ve davranışlarımızı ona göre ayarlamamız isteniliyor. Böylece CenâbHakk'ın bizi her tarafımızdan kuşattığına dikkatler çekili­yor. O bakımdan Allah'a ibâdetin önemi üzerinde durularak küfür ve şirk­ten kaçınmamız emrediliyor, [100]

 

Meali:

 

64—  Biz görevli melekler ancak Rabbın buyruğuyla ineriz. Önünüzde, arkanızda ve bunun arasındaki her şey O'nuhdur. Senin Rabbin unutkan değildir.

65—  O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidır. Artık O'na ibâdet et ve O'na ibâdetinde sabırlı olmaya çalış. O'na denk ve benzer olacak hiçbir şey bilir misin?

 

İniş Sebebi

 

Ibn Abbas (R.A.)dan yapılan sahîh rivayete göre : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Melek Cebrail'e : Bizi daha çok ziyaret etmenize engel olan ne­dir?» diye soruyor. O da cevap olarak yukarıdaki âyeti okuyor. [101]

Diğer bir rivayete göre : Melek Cebrail bir süre gecikip gelmedi. O se­beple Peygamber (A.S.) üzüldü. Sonra Cebrail gelince. Peygamberimiz (A.S.) onun gecikmesinin sebebini sordu. O da yukarıdaki âyeti okudu. [102]

Başka bir rivayette ise, şöyle belirtilmektedir: Cebrail'in gelmesi hayli gecikti. Sonra gelince, Peygamber (A.S.) bunun sebebini sordu. O da şu cevabı verdi: «Nasıl geleyim ki, aranızda tırnaklarını kesmeyenler, koltuk ve etek traşı yapmayanlar, bıyıklarını (dudakları görünecek şekilde düzelt-meyenler ve dişlerini misvak (fırça) ile temizlemiyenler var.,»

Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi. [103]

 

İlgili Hadîs

 

«Allah kendi kitabında neyi helâl kılmışsa, o helâldir; neyi de haram kıtmışsa, o haramdır. Neden sözetmemiş (peygamberlerinin diliyle açıkla-mamış)sa, o da afiyettir. O halde Allah'ın afiyetini kabul edin. Çünkü Allah hiçbir şeyi unutmaz.» [104]

 

Kâinat Belli Bir Plâna Göre Yönetilmektedir

 

<<BÎZ görevli melekler ancak Rabbın buyruğuyla ineriz..»

Gelişigüzel, başıboş hiçbir şey yaratılmadığı gibi; amaçsız, hikmetsiz de bir varlık yoktur. Her şey değişmeyen bir plânda yerini almış ve kendi türünün özelliğine, bağîı bulunduğu sünnetullaha göre hizmetini sürdürmek­tedir.

Gökler meleklerle doludur. İki parmaklık boş bir yer yoktur ki, orada Allah'ın buyruğuna hazır', O'na ibâdet eden bir melek bulunmasın. Yeryü­züne inmekle görevli olan melekler de ancak ilâhî programa göre inmek­tedirler. CenâbHakk'ın ilim ve kudreti her zerreye nüfuz etmiş, bütün kâinatı kapsayıp kuşatmıştır. Varlıkta O'nun kurduğu nizamın dışında baş­ka bir şey düşünülemez. Her şey O'na aittir. O, hiçbir şeyi unutmaz ve ih­mal de etmez.

Her canlı kendi hilkatinin gayesi doğrultusunda hizmetini sürdürmek­tedir. Bu içgüdü doğuştan onlarda mevcuttur. Her biri için çizilen bir ha­yat düzeni söz konusudur. İçgüdüleri bütünüyle o düzene bağlı ve bir saat gibi çalışmaktadır.

İlmî araştırmalar bunlardan bir kısmının yarar ve mevcut olma hikme­tini tesbit edebilmiştir. [105]

 

Allah Göklerin Ve Yerin Rabbıdır

 

<<O' göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbıdır..»

Allah her şeyin yaratıp terbiye edeni, eğitip olgunlaştıranı, plânlayıp amacına yönlendirenidir. O bakımdan her şey Rab sıfatının tezgâhında şe­killenmekte ve hedefine döndürülmektedir. Çünkü Rab: Her şeyi türünün özelliğine bağlamakta, mayasındaki ana cevherin sınır ve ölçüsünde tut­maktadır.

O halde her şey, Rab sıfatının düzenlediği plâna ister istemez uymak­ta, bu mânayla O'na ibâdet ve tesbîh etmektedir, İnsan ise var kılınan şey­lerin en mükerremi ve ilâhî sanatın en müstesna eseridir. Rab sıfatına iki yönden bağlıdır: Biri, isteyerek, diğeri elinde olmayarak. Örneğin, sper­manın teşekkülü, ana rahmine intikali, yumurtalıkta belli vasatta oluşma­sı ve tedricen şekillenmesi, elinde olmayarak Rab sıfatının tezgâhında in­sanlaşma basamaklarında yükselmesidir. Doğup büyüdükten sonra mevcut yeteneklerini kullanarak fıtratındaki boyun eğmeye paralel Rabb'a ibâdet etmesi ise, irâdesine bırakılmıştır.

Kur'ân, Rabb'ın ibâdete lâyık olduğunu belirtirken insandan iradî bir inkıyat ve ibâdet istemektedir. Asıl mükâfat gören ibâdet budur. Çünkü kulun irâdesine bırakılmıştır, ıztırarî değildir.

Bu manayla Rahman ve Rabb'a bir adaş, bir benzer bulmak ve bilmek mümkün değildir. Çünkü bu sıfatlar hem noksanlıktan münezzeh, hem de kemal mertebesindedir. O bakımdan yaratılan değil, yaratıcı; eğitilen değil eğiticidir. Buyruğu geçerli, plânı kusursuz, yönetmesi benzersizdir. [106]

 

İbadette Sabır

 

Bir çok konularda olduğu gibi, Allah'a ibâdette de sabra ve dayanma güoünü kullanmaya; iradeli ve azimli olmaya mutlaka ihtiyaç vardır. Günlük hayatın akışı, ister istemez insanı kendi doğrultusuna çekmektedir. Na­maz vakti girince, kendini o akıntıdan kurtarıp ibâdete çevirmek sağlam imâna bağlı olmakla beraber bir sabır konusudur da.. Yılda bir ay oruç tut­maya azmetmek, hayatın günlük akışını bir bakıma tersine çevirip nefsin aşırılıklarını durdurmak da büyük bir sabır istemektedir. Malın kırkta biri­nin zekâtını çıkarıp vermek de sabırla içice bir meseledir. Kısacası her ibâdet sabırla gerçekleşmekte ve yine sabırla kendi hedefine ulaşmakta­dır. O bakımdan Cenâb-ı Hak kâinatı sabırla yaratmış ve eşyada tekâmül kanununu hâkim kılmıştır. Bunun sebeplerinden biri, insana sabırlı çalış­mayı, olaylar karşısında sabırlı olmayı ve taat-ü ibâdeti sabırla yürütmeyi öğretmektir. [107]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, kâinatta yer alan eşyanın çok mükemmel ve ku­sursuz bir plân ve programa göre yaratılıp hizmete sevkedildiği; görevli meleklerin de ancak ilâhî emir çerçevesinde belli bir statüye göre yeryü­züne indikleri belirtildi. Hiçbir şeyin boş ve gayesiz yaratılmadığına işaret edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, kâinatta hâkim olan mutlak plân ve onun gereği olan mükemmel düzeni görmeyenlerin öldükten sorcra dirilmeye bir türlü inanmamakta ısrar edip durdukları konu ediliyor. Hiç yok iken yaratıldık­larına göre, öldükten sonra yaratılmalarının çok daha mümkün ve kolay olacağı belirtilerek akıllarına ışık tutuluyor. Sonra âhiret âleminde meyda­na gelecek önemli olaylardan bir kısmına dikkatler çekilerek, daldıkları gafletten uyanmaları isteniliyor. [108]

 

Meâli :

 

66—  İnsan der ki:«Ben öldüğümde mi bir süre sonra diri olarak (kab­rimden) çıkarılacağım?!»

67—  6u insan daha önce hiçbir şey değilken kendisini yarattığımızı düşünüp hatırlamaz mı?

68— Rabbına and olsun ki, onları şeytanlarla beraber mutlaka diril­tip kaldıracağız ve biraraya getirip toplayacağız. Sonra da onları Cehen­nemin etrafında d iz üstü hazır bulunduracağız.

69—  Sonra da her topluluktan Rahmân'a karşı en çok küstahlık ya­pıp başkaldıranlara çekip (Cehennem'e atacağız).

70—  Sonra, şüphesiz biz o Cehennem'e girip yaslanmaya en lâyık olanları da daha iyi biliriz.

71—  Hem sizden hiçbir kimse yoktur ki Cehennem'e uğramış olmasın. Bu, Rabbin yanında kesin hükme bağlanmıştır.

72— Sonra da Allah'tan korkup fenalıklardan sakınanları kurtaraca­ğız. Zâlimleri ise dizleri üstü Cehennem'de bırakacağız.

 

İlgili Hadîsler

 

Kutsî Hadîs :

«Âdemoğlu beni yalanladı. Oysa beni yalanlamaya hakkı yoktur. Ademoğlu bana eziyet etti. Oysa bana eziyet etmeğe de hakkı yoktur. Onun beni yalanlaması, «Allah beni ilk yaratıp var kıldığı gibi, (öldüğümden son­ra) geri çeviremiyecektir» demesidir. Oysa ilk yaratmak, sonra tekrar ya­ratmaktan daha kolay değildir. Onun bana eziyet etmesi ise, benim evlât edindiğimi iddia etmesidir. Oysa ben birim, hiçbir şeye muhtaç değilim, her şey bana muhtaçtır. Doğurmadım, doğurulmadım ve hiçbir şey dengini ve benzerim değildir.» [109]

«İnsanların hepsi Cehennem'e uğrar. Sonra da amelleriyle ondan çı­karlar.» [110]

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir gün ashabına şöyle buyurdu :

«Şüphesiz ki ben, Bedir savaşına ve Hudeybiye an d laş m a sına hazır olan hiçbir mü'minin -inşaallah- Cehennem'e | girmiyeceğini ümit etmek­teyim.»

Bunun üzerine Hz. Hafsa (R.A.) dedi ki:

Ya Resûleliah! Allah Kur'ân'da : «Sizden hiçbir kimse yoktur ki Ce­hennem'e uğramış olmasın» buyurmadı mı?

Resûlüllah (A.S.) ona şu âyeti okudu: «Sonra da Allah'tan korkup fe­nalıklardan sakınanları kurtaracağız.» [111]

«La ilahe illallah deyip de kalbinde arpa ağırlığınca hayır bulunan kim­se Cehennem'den çıkacaktır. Lâ ilahe illallah deyip de kalbinde buğday ağırlığınca hayır bulunan kimse de Cehnnem'den çıkarılacaktır. Lâ ilahe il­lallah deyip de kalbinde zerre ağırlığınca hayır bulunan kimse de Cehen­nem'den çıkarılacaktır.» [112]

 

Öldükten Sonra Dirilmeyi Ret Ve İnkâr Edenler

 

«İnsan der ki: Ben öldüğümde mi bir süre sonra diri olarak (kabrimden) çıkarılacağım?!»

Öldükten sonra dirilip kalkma konusu her insanın kafasını meşgul et­mektedir. Aslında bu herkesin özlemidir. Ne var ki, örneği olmayan ve han­gi kanunla gerçekleştirileceği, insanların çoğu tarafından bilinmeyen bu olay, insanların çoğuna göre bir muamma olmaktan kurtulamamıştır.

İlim bize pek az şeylerin sırrını çözebilmiştir. Daha doğrusu gözlem ve deney kapsamına giren konularla uğraşıp bazı sonuçlar elde edebil­miş ve edebilmektedir. Ama «öldükten sonra dirilme» olayı, şüphesiz ki gözlem ve deneyin dışında kalan konulardan biridir. Daha çok sağlam imâna ve geniş dinî kültüre dayanmaktadır. Nitekim bu konuyu en güzel ve en doyurucu şekilde anlatıp açıklayan da hak dindir.

İlim, insanın veya bir canlının nasıl oluşup meydana geldiğini biliyor; ama onun canlılık vasfını bilemiyor. Belli elementlerin belli oranda, belli soylar ve türlerden bir araya gelmesiyle canlılık vasfına veya cevherine ortam hazırlanıyor.'Eğer ilim bu ortamla canlılık vasfı arasındaki ilgiyi ve bu vasfın oluş ve intikalini çözebilseydi; öldükten sonra dirilmenin mümkün olabileceğine az da olsa bir kapı açmış olurdu. Ne yazık ki ilim, canlılık vasfı hakkında henüz kayda değer bir şey bilmemektedir.

Kur'ân-ı Kerîm ilgili âyetle bu hususta bir ipucu veriyor; «İnsan daha önce hiçbir şey değilken kendisini yarattığımızı düşünüp hatırlamaz mı?»

Eğer var olan eşya (canlı, cansız) tesadüflerin oluşturduğu bir dizi ve­ya yığın ise, tesadüfler neden bu diziye, ya da yığına yeni yeni şeyler ilâ­ve edememektedir? Yeryüzünde türü, adı, sanı bulunmayan çok değişik bir canlı neden oluşturmamaktadır?

Görülüyor ki, varlık âlemi kör ve şuursuz tesadüflerin peşpeşe sırala­dığı, maksatsız, amaçsız rastgele şeyler değil, her biri bir kanuna göre, bir amaca yönelik olarak yaratılmış ve kâinat plânında lâyık olduğu yeri al­mıştır. Hazırlanan ezelî plân şaşmadan son noktasına doğru uzanıp git­mektedir.

Canlılar âleminde nasıl yepyeni bir türü akletmek mümkün değilse, kâinat düzenine yeni bir düzen getirmek de öylece mümkün değildir. Bu, yüce kudretin uyguladığı sünnetin değişme kabul etmez bir özellik taşı­dığını kanıtlar. Kurulan düzen böylece hedefine doğru ilerlemekte ve mevcut plâna göre, hükmünü yerine getirmektedir. Şüphesiz bu plân ve sün­netin ucunda kıyamet vardır. Bütün canlıların yok olması, mevcut sistem­lerin bozulması ve sonra yeniden dirilip kalkması ve ikinci bir düzenin mü­kemmel bir plânla yeniden kurulması, «kıyamet» ve «âhiret» olarak isimlendirilmektedir.

Birinci düzene inanıyorsak, ikinci düzene niçin inanmayalım? Birinci düzende belli oranda, belli türlerde canlı yaratıldığına inanıyorsak, ikinci düzen ve plânda canlıların yeniden aynı oranda, sayıda ve ilk aldığı bi-Cimde yaratılacağını neden kabul etmiyelim?

O halde hiçbir şey değil iken insanı, belli kanunlarla ve belli şartlara göre yaratan kudret, örnek ve modeli mevcut olan bizleri öldüğümüzden sonra yaratmaya kadir değil midir? Birinei yaratmaya kudretinin yettiğine inanıyorsak, ikinci yaratmaya niçin inanmayalım? Bu ikinci yaratma yoksa O'na daha mı ağır gelecek? Canlılık vasfını, bizim bilmediğimiz bir sünnet­le gerçekleştirip maddeye sokan Yüce Yaratan'ın bu sünneti hep faal du­rumda değil midir? Öldükten sonra aynı sünnet belli elementleri biraraya getirip canlılık vasfını neden vermesin? Oysa verdiklerinin milyonlarca, milyarlarca misallerini her gün görmekteyiz.

Bütün bunları bir türlü idrâk etmeyen inkarcı müşrikler, kıyamet günü dirilip kalkınca, gerçeği bütün açıklığıyla görecek, ama neden sonra. Hakk'ın varlığı karşısında baş eğip O.'nu tesbîh eden bütün eşyanın hak­kına tecavüz eden maddecilere verilecek ceza da o nisbette büyük olacak­tır. Kur'ân'da bu cezanın çizilen tablosunun bir ucu bize uzatılarak iyi dü­şünmemiz isteniliyor. Aynı zamanda inkarcılar uyarılarak ölüm olayı mey­dana gelmeden hakikati anlayıp idrâk etmelerinin yol ve yöntemi gösterili­yor: «Sonra onları Cehennemin etrafında dizüstü hazır bulunduracağız. Sonra da her topluluktan Rahmân'a karşı en çok küstahlık yapıp baş kal-ranları çekip (Cehennem'e atacağız).» [113]

 

Her İnsan Cehennem'e Uğrar

 

“Hem Sİ2den hiçbir kimse yoktur ki, Cehennem'e uğramış olmasın. Bu, Rabbın yanında kesin hük­me bağlanmıştır.»

Âyetin ve ilgili hadîslerin açık anlatım ve delâletinden anlaşılıyor ki, kıyamet gününde, -cennetlik olsun, cehennemlik olsun- her insan önce Cehennem'e uğrar. Sonra ameline ve niyetine göre yerini ve makamını alır.

Ancak bu uğramanın nasiliığı ve niceliği hakkında farklı yorumlar ve rivayetler yapılmıştır:

a)  İbn Abbas'a göre, Cehennem'in içine girerler. İyiler ve kötüler önce o felâket yurduna uğrayıp ilâhî adaletin anlamını ve tecellisini gördükten sonra, iyiler Cennet'e gider, kötüler Cehenem'de kalır.

b)  Mü'minlerin önce Cehennem'e girmesi, elemsiz ve acısızdır. Ateş onları yakmaz. İbrahim Peygamberi yakmadığı gibi..

c)  Cehenem'e girip oradaki azabın dehşet ve şiddetini gören mü'min­lerin, Cennet'teki yüksek nimetlerin kıymetini daha çok anlayıp takdir et­melerini sağlar. Böylece Cennet'in ne kadar büyük bir mutluluk yurdu ol­duğu daha iyi anlaşılmış olur.

d)  İnkarcı sapıklar, mü'minlerin oradan çıkarılıp Cennet'e sevkedil-diklerini görünce, üzüntüleri büsbütün artar ve hayıflanıp kalırlar. Dünya1-da kaçırdıkları fırsatları düşündükçe kahrolurlar.

e)  Bu uğrama, Cehennem'e uğrama şeklinde değil, onun kenarına ge­lip içindeki manzarayı görmek şeklinde tezahür edecektir.

Birinci yorum ve tesbit daha sahîh kabul edilmiştir. Çünkü sahîh ha­disler o yorumu daha çok kuvvetlendirmektedir.

f)  Sırat denilen köprü, Cennet ile Cehennem arasında kuruludur. Her insan mutlaka bu köprüye uğramak zorundadır. O halde Cennet'e gidecek olanlar da bu köprüden, yani Cehennem üzerinden geçmek zorundadırlar. Cennetlikler böylece Cehennem'i ve içindeki azabı gözleriyle görüp geçer­ler; Cehennemlikler ise, geçme imkânı bulamayıp aşağı düşerler.

Şüphesiz ki bu, -Kur'ân'ın beyanıyla- Allah yanında belirlenmiş kesin bir hükümdür ki olup bitmiştir. Günü gelince aynen gerçekleşecektir. [114]

 

Âyetler Arasinda Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, öldükten sonra dirilip kalkmaya inanmayanların düşünce ve akıllarına seslenilerek temel bilgiler verildi. Kurulan düzenin mutlaka vakti saati gelince bozulacağına ve hemen arkasından yeni bir düzenin kurulacağına ve ölülerin diriltilip kaldırılacağına dikkatler çekildi. Sonra da her insanın mutlaka Cehennem'e uğrayacağı hatırlatılarak, ora­dan kurtulmanın ancak imân ve sâlih amelle mümkün olabileceğine işaret edildi.

Aşağıdaki ayetlerle, her türlü saadeti ve mutlu sonucu dünyaya ve ondaki mal ve makama bağlayanlar konu ediliyor. Sonra da mal ve makam­ca ne kadar üst düzeyde olanlar gelip geçti ki, hiç birini mal ve makamı­nın kurtaramadığı, ilâhî hükmün inmesiyle hepsinin yok edildiği haber ve­rilerek, inkarcı sapıkların, bugün yeryüzünde boynu bükük duran kâfir ka­vimlerin kalıntılarına bakıp ibret ve öğüt almaları dolaylı şekilde hatırlatı­lıyor. Küfür ve ahlâksızlıkta ısrar edenlerin iplerinin salıverileceği ve fakat bunun sonunun çok elim bir azapla noktalanacağı haber veriliyor. Arka­sından doğru yolda olanların Allah yanındaki makam ve dereceleri övü­lerek mü'minler daha çok teşvik ediliyor. [115]

 

Meali:

 

73—  Âyetlerimiz kendilerine açık-seçik okunduğu zaman o inkâr eden­ler, imân edenlere derler ki, «bu iki topluluktan hangisinin makamı daha iyi, meclis ve mahfilce daha güzeldir?»

74—  Oysa onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki malca da, göste­rişçe de daha (güçlü ve) güzel idiler.

75—  De ki: kim sapıklıkta bulunursa, Rahman (olan Allah) onun ipi­ni uzattıkça uzatsın (ama) sonunda onlar kendilerine va'dolunan azabı ya da Kıyâmet'i görünce, kimin makamca daha fena, askere© daha zayıf ol­duğunu bileceklerdir.

76—  Allah ise doğru yolu bulanların doğruyu bulma yeteneğini artırır. Bakî kalacak iyi-yararlı ameller ise Rabbın katında hem sevapça daha ha­yırlıdır, hem sonuçça daha hayırlıdır.

 

İniş Sebebi

 

Mekkeli putperest müşriklerin ileri gelenleri, Kur'ân âyetleri okunun­ca, Allah" ve Peygamberine dosdoğru inanıp yırtık, yamalı elbise giyinen mü'minlere: «Bir bizim topluluğumuza, bir de kendi topluluğunuza bakın; hangisi mevki, makam ve imkân bakımından daha hayırlıdır?» diyerek on­ları durmadan küçümsemeye çalışırlardı. Bunun üzerine yukarıdaki âyet­ler indi. [116]

Diğer bir rivayete göre : AshabKirâm'dan Habbab b. Eret (R.A.) şöy­le anlatmıştır: «Müşriklerden Âs b. Vâil'e bir kılıç yaptım. Sonra İslâm'a girdim. Bir süre sonra üoretimi almak için kendisine uğradığımda küstahlık etti: «Muhammed'i inkâr etmedikçe ücretini vermem» dedi. Ben de: «İnkâr benim yolum değildir. Bu hakkı, öldükten sonra Allah seni dirilteceği güne bırakıyorum» dedim. O da : «O halde bırak da ben ölüp dirildikten, tekrar mal ve evlât sahibi olduktan sonra senin bu hakkını öderim» diyerek be­nimle alay etti. Bunun üzerine yukarıdaki âyetler indi.» [117]

 

İlgili Hadîs

 

Selmân b. Abdurrahmân (R.A.) anlatıyor:

«Bir gün Resûlüllah (A.S.) Efendimiz oturuyordu. Dalından yeni kop­muş bir çubuğu alıp eliyle onun yapraklarını sıyırdıktan sonra şöyle buyur­du: «Şüphesiz ki, Lâ ilahe illâllahu vallahü ekber ve Sübhanellahi ve'l-ham-du lillahi, sözü, rüzgar bu ağacın yapraklarını nasıl düşürüyorsa, o da öy­lece hatâları döküp düşürür.» Sonra da : «Ya Ebâ Derdâ! Bunları, aranıza bir engel girmeden al ki, bunlar baki kalan iyi, yararlı amellerdir ve bunlar Cennet hazinelerindendir,.» diye ekledi. [118]

 

İnkârla İmânı Maddî Değerlerle Ölçme Gafleti

 

<<Bu îki topluluktan hanesinin makamı daha iyi, meclis ve mahfilce daha güzeldir?»

Birkaç günlük sonu belli olmayan refahı görünce şımaran ve bununla kendilerini üstün sayan Mekkeli putperestler, inkâr ile imân arasında çok yanlış bir kıyas yaptılar: İnkârın refah ve bolluğa, imânın açlık ve sıkıntıya sebep olduğunu belirterek şuursuzca yanlış bir değer ölçüsü ortaya koy­dular, bunun ilerisini görmediler. Çok geçmeden fakir, aç ve çıplak diye küçümsedikleri o insanlar ilmin, medeniyetin, ahlâk ve faziletin kurucusu ve koruyucusu oldular. İddialı müşrikler ise, hakkın karşısında baş aşağı gelip zillete uğradılar.

Günümüzde de batı ülkelerinin göz kamaştıran teknik ve refahını, de­mir perde gerisi Rusya'nın kaba vurucu gücünü gören bazı aydınlar, bun­larla İslâm ülkeleri arasında fasit bir kıyaslamaya yöneldiler. Bir an düşün­müyorlar ki, düne kadar dünyanın efendisi Müslümanlardı. Üç kıta üzerin­de ilim ve medeniyetin temelini atarak yabancıların kıskançlık ve gıpta­larını (kin ve düşmanlık havası içinde) kendi üzerlerine çekmişlerdi. Ama her yükselişin mutlaka bir düşüşü vardır. Sonra batı ülkelerinin ekonomik ve teknik yönden kalkınmaları, Hıristiyan oldukları için, keza İslâm ülkele­rinin çoğunun geri kalmışlığı da Müslüman oldukları için değildir. Aksine, İslâm âlemi Kur'ân kültüründen uzaklaştığı, insana çalışma azmini ve gay­retini veren ilâhî beyânlara kulaklarını tıkadıkları için geri kaldılar.

Bugün batı âlemi, Amerika ve Rusya ekonomik bir üstünlük sağlamış­larsa, bu yükselmelerinin bir süre sonra mutlaka alçalma dönemi başla­yacaktır. Hattâ bazı batı ülkelerinde bunun belirtileri yer yer kendini his­settirmeye başlamıştır. Her şeyden önce, gençlik dejenere olmuş, uyuştu-rueu madde kurbanları milyonları aşmış, homoseksüeler çoğalmış, ailetemelinden sarsıntı geçirme felâketine uğramıştır. Bunun önüne geçemedik­leri takdirde, gelecekleri son derece karanlıktır. Dünya tarihinde hiçbir mil­leti, ahlâktan, faziletten, hakseverlikten yoksun, dinsiz, imansız, zalimler ayakta tutamamışlardır. Bunların oluştuğu bir ülkenin zevali pek yakın ol­muştur.

Yirminci asrın son yarısında geri kalmış İslâm ülkeleri bir silkinme içinde toparlanma dönemine girmiş bulunuyorlar. Kendi öz değerlerine dönme, maddî ve manevî güçleri birarada yürütme gayreti içindeler. Daha da şuurlu davrandıkları, birlik sağlayıp, büyük bir ekonomik güç de oluş­turdukları takdirde kendi meselelerini kendi aralarında çözmüş olacaklar, Sanırım ki, o günler pek uzak değildir. O bakımdan bir keramet olarak de­ğil, sünnetullah'ı bilerek, tarihin seyrinden misaller alarak diyoruz ki: Yakın gelecekte dünya nizamı değişecek, İslâm âlemi yukarıya doğru tır­manırken, diğer ülkeler aşağıya doğru inmeye yüz tutacaklar..

O halde gerçek hayır ve iyilik yalnız maddî refahta değil, iman, irfan, güzel ahlâk, fazilet ve hakseverlikle birleşen sağlam ekonomik yapıdadır. Kur'ân bu iki değerin birarada yürütülmesini emrediyor.

Görülüyor ki, yalnız mal, evlât ve makamı hayatın tek amacı ve güçlü bir millet olmanın tek yolu sayan, ya da kabul eden kavim ve milletlerin ömrü pek uzun olmamıştır. Yıkılıp silinen birçok imparatorlukların haya­tını incelediğimizde, karşımıza hep bu yanlış tutum ve anlayış çıkmakta; maddeyle mana, dünya ile âhiret arasında sağlam bir köprü kurmayan­ların âkibeti hüsranla noktalanmaktadır.

Ünlü Şâir Salih b. Şerif bu gerçeği ne güzel dile getirmiştir:

Nerede, de bana, o taçlı hükümdarların Yemen'i?

De bana, onların taçlar içinde bile taç olan taçlan ne oldu?

Şeddad'ın cennet diyerek kurduğu saraylar ülkesi, Sasamlerin ebedî sanılan devleti ne oldu?

Altınları yığdı yığdı da bir dağ yaptı Karun.

Hani Âd, hani Adnan, hani Kahtan, dünya nimetlerinin köpüren yurdu?

Reddi mümkün olmayan bir hâle uğradılar.

Bir masal onlar. Bir varmış bir yokmuş. Bir toz toprak bulutu.

O taçlar, o devletler, o mülkler saltanatlar, bir rüya artık. Her biri hayalden geçen gölge gibi, zamandan geçip durdu.

Gün oldu, zaman denen er, sağa döndü Darâ'yı uçurdu bir vuruşta, Sola döndü Kisra'yı, Kisra'yı ne takı, ne sarayı kurtarabildi korudu. [119]

 

Rahman Olan Allah Bazı İnkarcı Milletlerin İpini Uzatır Da Uzatır

 

«De ki: Kim sapıklıkta bu­lunursa, Rahman (olan Allah) onun ipini uzattıkça uzatsın, (ama) sonunda onlar kendilerine va'dolunan azabı, ya da kıyameti görünce, kimin makam­ca daha fena, askerce daha zayıf olduğunu bileceklerdir.»

Bunun iki önemli hikmeti vardır. Birincisi, Müslümanların kendilerine gelip toparlanmasını sağlamak; ikincisi, inkarcı sapıkların azgınlık ve kü­fürlerini artırmak içindir. Günümüzde de bunun bazı örnekleri vardır. Ama uzatHan bu ip bir gün mutlaka kopacaktır. Çünkü inkâr, azgınlık ve zulüm bir noktaya kadar devam edebilir, ama başarılı olması ve hep ayakta kal­ması mümkün, değildir.

O halde-bugün Allah'ı inkâr hastalığıyla mübtelâ olup dünyayı fitne ve fesada boğmak isteyen komünist ülkelerin ve ateistlerin hâlâ ayakta durmaları hiç kimseye umut vermesin ve biz Allah'a imân edenleri de ümit­sizliğe düşürmesin. Onlardan yana uzatılan ip kopmak üzeredir. Dönüş yapmadıkları takdirde ilâhî hükmün tecellisinden kendilerini kurtarmaları söz konusu değildir. Zira bu ilâhî bir kanundur ki sırası gelince hükmünü mutlaka yürütür.

Şüphesiz ki CenâbHakk'ın âdet-i nahiyesinden biri de, doğru yolu seçip yürüyenlerin doğruluğunu artırmaktır. Baki kalacak olan ne taç, ne de saltanattır; imân temeli üzerinde yükselen salih amellerdir. [120]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, her türlü saadeti dünyada ve dünyadaki mal ve makamda arayanlar konu edildi. Dinden, imândan ve güzel ahlâktan uzak bir maddî refahın kurtarıcı olamıyacağına dikkatler çekildi. Küfür ve ah­lâksızlıkta ısrar eden milletlerden yana uzatılan ipin bir gün kopmasının mukadder olduğu belirtilerek, yaşamakta olan milletler uyarıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, kafa ve kalplerini yalnız dünyalıkla doldurup bun­ların ötesinde başka bir kıymet ve kurtuluş düşünemiyen şaşkınların tu­tarsız sözleri üzerinde duruluyor. Sonra da dönüş yapmadıkları takdirde kendilerine hazırlanan uhrevî cezaların bazı safhaları anlatılarak düşünce ve duyguları yönlendirilmek isteniyor. [121]

 

Meali:

 

77—  Âyetlerimizi inkâr edip, «bana herhalde mal ve çocuk verilecek­tir» diyeni gördün mü?

78—  Gaybı mı biliyor, yoksa Rahmân'ın katından bir söz mü almış­tır?

79—  Hayır, onun söylediğini yazacağız ve azabı ondan yana uzattık­ça uzatacağız.

80—  Onun söyledikleri şeye biz mîrasçı olacağız ve o yalnız başına biz© gelecektir,

81—  Kendilerine azizlik ve şeref (vesilesi) olsunlar diye Allah'tan baş­ka birtakım ilâhlar edindiler,

82—  Hayır, o ilâhlar, onların ibâdetlerini inkâr edecekler ve onlara karşı düşman olacaklar.

83—  Kâfirlerin üzerine onları sürükleyip canlarını sıkan şeytanları gön­derdiğimizi görmedin mi?

84—  O halde aleyhlerine acele etme; biz onların (günlerini) sayıyoruz.

85—  O gün Allah'tan korkup kötülüklerden sakınanları Rahmân'a gön­derilen konuk heyet olarak toplarız.

86—  Suçlu günahkârları ise susuz bir vaziyette Cehennem'e sürüp götüreceğiz.

87—  Rahmân'ın yanında bir söz almış olandan başkası şefaate yet­kili olmayacak.

 

İniş Sebebi

 

AshabKirâm'dan birkaç zatın, putperest olan Âs b. Vâil'de alacak­ları vardı. Onu istemeye gittiler. O da onlara: «Siz Cennet'te altın, gümüş, ipek ve her çeşit nadide ürün bulunduğunu söylemiyor musunuz?» diye sordu. Onlar da : «Evet, öyle diyoruz.» diye cevap verdiler. Âs b. Vâil, «O halde buluşmamız ve ödeşmemiz âhirete kalsın. Vallahi eğer öyle bir ikin­ci hayat gerçekleşirse, bana yine mal ye evlât verilecek ve size indirilen kitabın da bir benzeri bana indirilecek..»

Bunun üzerine yukarıdaki âyetler indi. [122]

 

İlgili Hadîsler

 

«Kıyamet gününde insanlar umutlu olarak, korkarak ve endişe duya­rak üc yol üzerinde toplanırlar. İki kişi bir deve üstünde, üç kişi de bir baş­ka deve üstünde, dört kişi de bir diğer deve üstünde, on kişi de bir başka deve üstünde bulunur. Onlarla beraber ateş de haşrolunur Onlar nerede sıcaktan bunalıp dinlenmek isteseler, ateş beraberlerinde olur. Nerede ak­şamlarlarsa, ateş de onlarla beraber aynı yerde akşamlar. Nerede sabah­larlarsa, ateş de onlarla beraber o yerde sabahlar ve nerede gecelerlerse, ateş de onlarla beraber orada geceler.» [123]

Açıklama : Âhiret'te gece-gündüz olmadığına, sadece aydınlığın de­vam edeceğine göre, hadîste anılan gece-gündüz, sabah-akşam sözleri, ateşin onlardan hiç ayrılmayacağına işarettir.

«Kıyamet gününde insanlar üc sınıf halinde haşrolunurlar: Yaya, sü­vari ve yüzükoyun..

Bunun üzerine soruldu:

  Ey Allah'ın Resulü! Onlar yüzükoyun nasıl yürüyebilirler? 1     Cevap verdi:

  Onları iki ayak üzerine yürüten Yüce Kudret, yüzükoyun da yürüt­meğe kadirdir.» [124]

 

Putperestler Ve Putlar

 

Putperestler, ya kendileri gibi insanlara, ya kendilerinden bir derece aşağı olan diğer bir canlıya, ya kendilerinden çok aşağı olan Güneş, Ay gibi parlak cisimlere, ya da kendi elleriyle yontup şekillendirdikleri mer­mer ve taş parçalarına taparlar; onları en büyük şefaatçi ve kurtarıcı ka­bul ederler. Böylece Yaratan ile yaratılanı birbirine karıştırıp tam bir şuur­suzluk içinde, kendilerini içinden çıkılmaz bir muammaya sokarlar. Ne Gü­neş, ne Ay, ne hayvan, ne de taş onlardan kulluk ve ibâdet bekler. Hepsi de hilkat kanununa bağlı kalıp Hakk'ın buyruğuna râm olarak tesbîh eder­ler.

İnsanın insana tapması ise, bütün bu sahte ilâhlardan da ötede bir sahtelik; şuursuzluktan da ileri bir bönlük ve adiliktir. Tapanla tapılan, iiâhlaştırania ilâhlaştırılanlar arasında fark yoktur.

Kıyamet gününde adaletini bütün incelik ve hikmetiyle sergilemek için her şeyi konuşturacak olan Yüce Kudret, sahte ve bâtıl ilâhları da konuş­turacak; hepsi de böyle bir sahtelikten irkilip kendilerine ibâdet edenlere kin ve nefretle bakacak.

İşte putperestin bütün ömrü bu kin ve nefreti, sonra da ilâhî gazabı kazanma yolunda harcanmış, bir hiç uğruna gelecek olan ebedî hayatı ber­bat etmiştir. [125]

 

Şefaat Yetkisi

 

«Kendilerine azizlik ve şeref (ve­silesi) olsunlar diye Allah'tan başka birtakım ilâhlar edinirler.»

Şefaat: Birine yardımcı olmak için angaje olmak; biri adına bağışlan­ma dilemek; aşağı mertebede olan kimse için yukarı mertebede olandan yardım, af ve benzeri bir istekte bulunmak gibi mânalara delâlet eden bir kavramdır.

Dinî terim olarak : Kıyamet gününde günahkâr suçlu mü'minler için -yine Allah'ın müsaadesiyle- bağışlanma dilemektir.

İlgili âyetle, bir kimsenin şefaat edebilmesi için Allah yanında bir söz almış olmasının şart olduğu belirtilmektedir. Öyle ki, O, kime izin verirse şefaat edebilir. Çünkü bu şerefli görev ancak lâyık olanlara verilecektir. Putların azizlik ve şerefi olmadığı gibi, şefaat yetkileri de yoktur.

Kur'ân bu açıklama ile, dosdoğru inanan bir mü'minin kime, hangi kudrete güvenmesi gerektiğini hatırlatarak bilgi veriyor. Dünyadaki makam, servet, saltanat ve şatafatın Allah yanında bir değeri olmadığına işaret edilerek, bunları amaç değil, birer araç olarak salîh ameller düzeyinde de­ğerlendirmemiz isteniliyor. O kadar ki, bu nîmetler Hakk'ın hoşnutluğuna yöneltilirlerse bir değer taşırlar. O halde mü'minin değer ölçüsü, sadece Hakk'ın rızasıdır. Sevdiğini de, saydığını da, yardım ettiğini de, yardımını umduğunu da ancak bu rıza için sever, sayar, yardım eder, yardım bekler.. [126]

 

Şeytanların Kâfirler Üzerine Gönderilmesi

 

<Kâfirierin üzeHne °nlan sürükleyip canlarını sıkan şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi?»

Küfrü mıknatısa benzetecek olursak, şeytanlar ona nisbetle demir özelliğini taşırlar. O bakımdan küfür durmadan şeytanları kendine doğru çeker. Küfür mıknatısının iki kutbu var: Biri nefsi, diğeri şeytanı gösterir.

Allah bu gerçeği hatırlatarak ilâhî sünnet gereği, «Kâfirlerin üzerine onları sürükleyip canlarını sıkan şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi?» buyuruyor. Öyle. ki, insan inkârı benimser, ahlâksızlığı huy edinirse, kalbi­ni ve dimağını istilâ eden inkâr kutuplarını nefis ve şeytana çevirmiş olur. Böylece şeytanlar da kendilerine yönelik bulunan kutba doğru koşarak gi­derler. [127]

 

İçini Küfürle Dolduranlar Hakkında Tecelli Safhalarından Yedisi

 

1—  İnkarcı sapıkların ağızlarından çıkan her hezeyan ve inkâr yazılır ve o sebeple her geçen gün azap biraz daha onlara doğru uzatılır. Böyleee inkarcı nankör aldığı her nefesle, attığı her adımla cehenneme biraz daha yaklaşmış olur. Dönüş yapmadığı takdirde, ölmesiyle birlikte kendini ce­hennem kenarında bulur.

2—  Güvendikleri ve gurur duyup böbürlendikleri dünyalıktan ne var­sa, bir gün hepsi çekilip alınır. Hakiki vâris Allah olur. Onlar da eli boş, yüzü kara olarak Allah'a dönmek zorunda kalırlar.

3—  Kalpleri imân ve irfandan boş, her türlü nîmet ve azizlikten uzak bir halde Allah'a döndürülürler.

4—  Taptıkları putlar ne dünyada, ne de âhirette onlara azizlik ve şe­ref verir; bilâkis zillet ve rüsvaylık getirir.

5—  Kendilerine yardımcı ve şefaatçi saydıkları putlar, âhirette onlara kin ve nefret duyarlar; Allah'ı bırakıp başkasına tapmanın insana yakışma­dığını söyleyerek uzaklaşırlar.

6—  Küfürle işbirliği halinde olan şeytanlar, durmadan kâfirleri ebedî meskenet ve zillete sürükleyip aşkla, şevkle götürürler.

7—  Şatafat içinde yaşayıp mü'minlere tepeden bakıp alay eden kâfirlerin günleri sayılıdır. Ömür çok kısa, yapılacak işler de o kadar çoktur. Zaman durmadan ömrü törpülemektedir. Bir de bakarsın ki, lüks ve şata­fatın, böbürlenme ve gururun yerinde yeller esiyor.

Kur'ân-ı Kerîm ilgili âyetlerle bu hakikatleri beşer düşüncesinin önü­ne serip daha etraflı düşünmelerine imkân veriyor. Sonra da âhiretten bir diğer düşündürücü safhayı açıklayarak kâfirleri şöyle uyarıyor: «Suçlu gü­nahkârları ise, susuz bir vaziyette Cehennem'e sürüp götüreceğiz. Rah-mön'ın yanında bir söz almış olandan başkası şefaate yetkili olmayacak..» [128]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıda geçen âyetlerle, kafa ve kalplerini dünyalıktan yana çevirip Allah'ı ve âhireti inkâr eden sapıklar hakkında ilâhî hükümden tecelli ede­cek yedi kadar önemli safhaya dikkatler çekildi ve böylece inkarcıların dal­dıkları gafletten uyanmalarına fırsat verilerek tevbe kapısının açık bulun­duğuna işaret edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, küfrün bir başka ölçüsüzlüğü konu ediliyor: Al­lah'a evlât isnat edenlerin çok çirkin bir yakıştırmada bulundukları üzerin­de duruluyor. Canlı-cansız ne varsa hepsinin de Allah'ın yarattığı nesne­ler olduğu belirtilerek, Allah'a ortak koşanlar uyarılıyor. [129]

 

Meâli :

 

88—  Rahman çocuk edindi, dediler.

89—  And olsun ki, çok çirkin ve de büyük bir söz ortaya getirip attınız.

90-91— Neredeyse Rahmân'a çocuk isnat etmelerinden dolayı gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp çökecek.

92—  Oysa Rahmân'a çocuk edinmek yakışmaz, (O'nun ilâhlık vasfı­na uygun düşmez).

93—  Göklerde ve yerde her kim ve ne varsa mutlaka Rahmân'a kul olarak gelirler,

94—  And olsun ki, O, onları birer birer sayıp hesaplamıştır.

95—  ve hepsi de Kıyamet günü O'na yalnız başına gelecektir.

 

İlgili Hadîsler

 

«Duyduğu eziyete karşı Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. O'na ortak koşuluyor, evlât isnat ediliyor. Oysa O, o iftira ve isnatçıların hem rl-zıklarını verir, hem de onlara afiyet bahşeder.» [130]

«Ölülerinize Lâ ilahe illallah şehadetini telkin ediniz. Kim ölüm vaktin­de bunu söylerse, Cennet ona vacip olur.»

Bunun üzerine Ashab-ı Kiram sordu:

  Ya bunu sağlıklı zamanında söyleyen kimse?.. Cevap verdi:

  Ona da (Cennet) vacip olur. Canımı kudret elinde tutan zata ye­min ederim ki: Gökleri, yeri ve bunlarda, aralarında olan bütün şeyleri ge­tirip terazinin bir kefesine, Lâ ilahe illâllah'ı da diğer kefesine koysalar, elbette bu kelime ağır gelir.» [131]          

 

Rahmân'ın Eşi, Oğlu, Dengi Ve Benzeri Yoktur

 

«Rahman çocuk edindi, dediler. And olsun ki, çok çirkin ve de büyük bir söz ortaya getirip attınız..»

Kâinat düzeninde yer alan her şey, düzenin bir parçası olduğunu, bel­li bir plâna bağlı bulunduğunu, çok yüce bir kudretin tezgâhında şekillen­diğini ve mutlak bir hikmete göre var kılındığını yansıtmaktadır.

Çocuk neslin devamı, ailenin tamamlayıcı parçasıdır. Allah'ın oğlu varsa, o halde neslini devam ettirmeğe muhtaçtır. İhtiyacı varsa, sonradan yaratılmadır. Sonradan yaratılmış ise, bir yaratıcının varlığı zorunludur. O takdirde de Allah yaratıcı olamaz, yaratılmış olabilir. Bu da her yönüyle ulûhiyete ve onunla içice olan Tevhîd İnancı'na ters düşmekte ve teme­linden yıkıp bir fasit daire meydana getirmektedir.

Rahmân'a çocuk isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler çatlaya­cak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp çökecek, mealindeki âyeti dört ayrı yo­rumla açıklamak mümkündür:

1— Böylesine çirkin, ölçüsüz bir iddiayı göklerin ve yerin yaratılışı, kuruluşu, plânı ve mükemmel düzeni reddeder. Çünkü bunları böyle ya­ratanın mutlaka her şeyden müstağni olması gerekir. Aynı zamanda öncesi'z ve~sonrasızlığının zarureti ortaya çıkar. Zira başlangıcı ve sonu olan bir şey, mutlaka sonradan yaratılmadır. Sonradan yaratılan ise, ilâh ola­maz.

2—  Allah'ın insanlara karşı rahmet ve hilmi olmasaydı, bu sözün deh­şetinden gökler parçalanır, yer yarılır ve dağlar yerinden kayardı. Öyle ki, düzeni sağlayan ilâhî kanun kaldırılır ve öylece her şey altüst olurdu,

3—  Bu gibi deyimler daha cok sözün ölçüsüzlüğünü, ilimden uzaklı­ğını, ölçülüp tartılmadan şuursuzca söylendiğini belirtmek içindir.

4—  Gökler, yer ve dağlar, eğer akledebilselerdi,    böylesine    Tevhîd İnanci'na ters düşen çirkin bir iddiadan dolayı parçalanırlardı. [132]

 

Varlıkta Ne Varsa, Hepsi De Kul Olarak Allah'a Gelirler

 

«Göklerde ve yerde her kim ve ne varsa mutlaka Rahmân'a kul olarak gelir.»

İnsanlar isteseler de, istemeseler de ilâhî plâna uymak, O'nun koy­duğu esasa göre bir sonuca erişmek zorundadırlar. İnsanlar Hakk'ı tasdik de etseler, inkâra do sapsalar, kâinatta her şey O'nu anlamakta ve O'nun hilkat damgasını taşımaktadır. Kimi hal, kimi de kal diliyle teşbihini sür­dürmekte, varlığını O'na bağlayıp baş eğmektedir. Allah'a baş eğmeyen in­sanlara gelince: Ölüm olayı ile ilk baş eğme devresine girerler ve tam bir inkıyat ve kulluk doğrultusunda Allah'a döndürülürler.

Gerçek bu olunca, baş eğmeler sürüp gider ve sonunda insan aczini anlayıp gerçeği öğrenir ama neden sonra.. [133]

 

Rahman İsminin Tekrarlanması

 

Meryem sûresinin son bölümlerinde Rahman ismi ondan fazla yerde anılmaktadır. Önce bu ismin delâlet ettiği manayı özetleyip sunalım; sonra da sebep ve hikmetini açıklamaya çalışalım.

Rahman : Rahmet kökünden gelen bir sıfattır. Kök mana olarak, rah­met ve iyiliği gerektiren kalp yufkalığı demektir. Ancak bu kavram bazan sadece kalp yufkalığı, bazan da sadece iyilikte bulunma mânalarında kul­lanılır. O halde Allah'a nisbet edilip kullanılınca, ikinci manaya; insanlara nisbet edilince -ki edilmesi doğru değildir- birinci manaya delâlet eder.

Rahman sıfatı, Allah'a has bir isim olarak tevkifi isimler arasında yer alır. Başkası hakkında kullanılması caiz değildir. Çünkü bu sıfat, varlık âlemini kapsayıp kuşatan bir rahmettir ki her şey kendi özelliğine ve yete­neğine göre bu rahmetten payını alır. Bu manayla dünyada mü'mini de, kâfiri de, putperesti de Rahmet sıfatının ihsanından ve tecellilerinden ya­rarlanırlar. Yani bu sıfat hepsini kapsayıp kuşatmıştır. Su, hava, güneş, toprak, ürünler ve yeryüzündeki canlılar bütünüyle Rahman sıfatının in­sanlığa takdim ettiği nimetlerdir. Herkes bu nimetlerden yararlanmaktadır. Aynı zamanda aslan ve kaplan gibi yırtıcı vahşi hayvanlar bile, bu rahme­tin birer tezahürü olarak kendi yavrularını yememekte, bir yerden başka bir yere taşırken incitmeden itina ile onları taşımaktadırlar. Âhiret'te ise, bu rahmet, Rahîm sıfatının tecellileriyle sadece mü'minlerden yana yöne­lir. Her mü'min imân ve irfanı, sahih amel ve hizmeti oranında ondan na­sibini alır. [134]

 

Rahman Sıfatının Tekrarlanmasının Hikmeti

 

1—  İbrahim Peygamber'in (A.S.) putperest olan babasına Rahmân'dan dokunacak azap, âhirette ilâhî rahmetten mahrum kalacağına işarettir.

2—  Şeytan'ın Rahmân'a başkaldırması, kendisine bu sıfattan yansı­yan rahmetin nasıl büyük bir nîmet olduğunu idrâk etmemesinden kaynak­lanmıştır. Oysa Cenâb-ı Hak ona da hep bu sıfatla nazar kılmıştı.

3—  Rahman sıfatının aralıksız tecellilerine mazhar olan ve bu sıfatın varlık âlemine nasıl yöneldiğini  cok  iyi  bilen  peygamberler,  Rahmân'ın âyetleri okununca ağlayarak secdeye kapanmışlardır.

4—  Gıyaplarında mü'min kullarına va'dedilen Adn Cennet'i, Rahmân'­ın sonsuz rahmetinin âhirette Rahîm sıfatıyla tecelli etmesinin eseridir.

5—  Rahmân'a en cok başkaldıranların, topluluk arasından çıkarılıp ayrılmaları sağlanacak. Kendilerini bu rahmete lâyık düzeye getirmeyen nankörlerin kıyamette bu rahmetten   mahrum   kalmaları, bu tutum ve an­layışlarının cezası olacaktır.

6—  Rahman olan Allah, rahmeti gereği, sapıklık içinde kalmak iste­yenleri de bir süre erteler, onlara hemen azap etmez, bunu daha cok âhi-rete bırakır. Aynı zamanda ölmeden önce dönüş yapıp Rahmân'a dosdoğru kul olurlar diye onlara mühlet verir.

7—  Allah'tan korkup kötülüklerden sakınanlar, dünyada Rahman sı­fatından nasiplerini, alacakları gibi, âhirette de bu sıfatın tecellisiyle kal­kıp O'nun rahmetiyle ebediyen mutlu olacaklardır.

8—  Rahmân'ın rahmetine lâyık olup canlılara karşı kalpleri yufkala-şanlar, kıyamette bu sıfatın havasına kavuşup şefaat etmeye lâyık görüle­cekler.

9—  Rahmân'ın rahmeti, iyilik ve ihsanıdır. İnsanların rahmeti, kalp in­celiğinden doğan sıcak ilgi ve yardımdır. Bunun için Rahmân'a evlât edin­mek yaraşmaz. İnsana ise, hem hayatın mey vasi, hem neslin devamı ba­kımından lüzumludur.

10—  Göklerde ve yerde kim ve ne varsa, hepsi de Rahmân'ın rahme­tinin eseridir; O'nun kudretinden gelmişlerdir ve yine kul olarak O'na dö­neceklerdir. O rahmete göre salih amellerde bulunup düzenli bir hayat sü­renler, kıyamette yine ona ehil olacaklardır. [135]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Allah'a evlât isnat edenlerin çok çirkin ve aynı zamanda büyük bir söz ortaya attıkları, Tevhîd İnaneı'nı temelindn yıkma­ya yöneldikleri belirtildi. Oysa varlıkta ne varsa hepsinin Rahmân'a kul olarak geleceklerinde hiç şüphe olmadığına dikkatler çekilerek Allah'ın evlât edinmekten pak ve münezzeh olduğu açıklandı.

Aşağıdaki âyetlerle, imân temeli üzerinde salih amellerde bulunanla­rın Rahman olan Allah ile dostluk kurma mertebesine eriştirilecekleri müj­deleniyor. Kur'ân'ın indirilmesinin birçok sebeplerinden iki önemli kısmı üzerinde duruluyor. Sonra da Hakk'a başkaldırıp inkârlarında ısrar eden­lerin silinip belirsiz hale getirildikleri bildirilerek yaşamakta olan sapık in-kârçıların bu hususu iyi düşünmeleri ihtar ediliyor. [136]

 

Meali:

 

96—  İmân edip iyi-yararlı amellerde bulunanları elbette Rahman (olan Allah) sevgili kılar.

97—  Biz bu Kur'ân'ı Allah'tan korkup fenalıklardan sakınanları müj­delemen ve inatçı bir topluluğu onunla uyarman için senin dilinle kolay­laştırdık.

98—  Ve onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Onlardan birini olsun hissediyor musun veya onların bir fısıltısını duyuyor musun?

 

İlgili Hadîs

 

«Allah bir kulunu sevince, Cibril'i çağırıp şöyle buyurur; «Şüphesiz ki (ben) Allah, falan kimseyi seviyorum. Sen de onu sev.» Bunun üzerine Ceb­rail (A.S.) da onu sever ve gök ehline şöyle seslenir: «Doğrusu Allah falan kimseyi seviyor, siz de onu seviniz.» Gök ehli de onu sevmeye başlar. Son­ra da o kimse için yeryüzüne (sevilip) hüsn-ü-kabul görme (duyguları ge­liştirilip) konulur.» [137]

Diğer bir rivayet:

«Allah bir kulunu sevdiği zaman Cebrail'i çağırıp, «Ben falan kulumu seviyorum, sen de onu sev» buyurur. Cebrail de o kulu sever, sonra da gökte şöyle seslenir: «Şüphesiz ki Allah falan kulunu seviyor, siz de onu sevin.» Böylece gök ehli de o kulu sevmeye başlar. Sonra da o kul için yeryüzüne (sevilip) hüsn-ü kabul görme (duygusu) bırakılır.

Allah bir kuluna gazap ettiği zaman, Cebrail'i çağırır ve: «Ben falan kulumu sevmiyorum, sen de onu sevme» buyurur. Cebrail de o kula gazap eder. Sonra gök ehline seslenir ve: «Allah falan kulu sevmiyor, gazap edi­yor, siz de onu sevmeyin» der. Sonra da onun için yeryüzüne sevilmeme (duygusu) konulur.» [138]

 

Allah Sevgisinin Sebebi

 

<İmân şdip iyi' varaHl ameller" de bulunanları elbette Rahman (olan Allah) sevgili kılar.»

Kur'ân-ı Kerîm ilgili âyetle, Allah sevgisinin iki ana sebebini açıklıyor: Dosdoğru imân ve onun gereği, tabii ürünü olan sâlih amel.

Buna şöyle misâl verebiliriz: Elektrik akımından yararlanmak için iki İletici kabloya ihtiyaç vardır: Biri pozitif, diğeri negatif ölçüdedir. Allah sev­gisinin akımını gönüllerimize indirebilmek için imana ve amel-i saliha mut­laka ihtiyaç söz konusudur. Biri diğersiz arzulanan olumlu neticeyi vermez. Ancak ilâve edelim ki, yalnız başına imân da bir bakıma kurtarıcı olabilir. Ama bunun, en azından emirlerinin tutulmasından dolayı bir süre azap gördükten sonra tesiri görülebilir, [139]

 

Kur'ân'ın İki Ana Amacı

 

«Biz bu Kur'ân'ı Allah'tan korkup fenalıklardan sakınanları müjdelemen ve inatçı bir topluluğu onun­la uyarman için senin dilinle kolaylaştırdık.»

Kur'ân'ın bütün hükümleri, prensipleri, tavsiye ve kıssalan; va'd ve vaîdleri, öğüt, ibret ve hikmetleriyle iki ana amaca yönelik bulunuyor;

1—  Allah'tan korkup fenalıklardan sakınan mü'minleri ilâhî rahmetin eseri olan sonsuz saadetle müjdelemek,

2—  İnkâr ve sapıklıkta ısrar edip her şeye rağmen bu inadından vaz-geçmiyenleri -kendilerini bekleyen büyük ve elim bir azaba karşı- uyar­mak..

Birincisi, imânı bütün şubeleriyle; ahlâkı bütün yanlarıyla; ilâhî ahkâ­ma bağlılığı bütün kapsamıyla; sosyal ve aile hayatını bütün kademele-riyle içine almaktadır.

İkincisi, ilâhî adaleti bütün inceliğiyle, uhrevî mükâfat ve rnucazatı bütün dehşetiyle; bâtılı bütün çeşitleriyle; kulluk ve ilâhlık mertebesini bü­tün açıklığıyla kapsamaktadır.

Sonra da bu iki ana amacın gerçekleşmesi, kafa ve kalplerde yer edip" silinmez izler bırakabilmesi için, ciddi ve düzenli bir eğitim ve öğretimin şart olduğu dolaylı şekilde anlatılmakta ve böylece Kur'ân'ın insan haya­tının her bölümüyle içice olduğu; her iki hayatı hikmetiyle ortaya koydu­ğu kendiliğinden anlaşılmaktadır.

O halde 97. âyet, öz anlatım olarak çok geniş ve kapsamlı bir özellik taşımakta, bir bakıma ilâhî kelâmın insanlıktan yana olan şümulünü özet­lemektedir. [140]

 

Allah Sözünün Peygamber Diliyle Kolaylaştırılması

 

Allah kendi sözünü en tesirli ölçü ve anlamda kullarına ulaştırmak için Hz. Muhammed'i (A.S.) seçip beğendi. Onu küçük yaşlarında buna ha­zırlamak için gereken ortam ve şartları kolaylaştırdı. Çok fasîh Arapça ko­nuşan bedeviler arasında bir süre kalmasını sağladı. Çölde Benî Sa'd ka­bilesinde vahanın tertemiz havası içinde geçirdiği beş yıl, Hz. Muham-med'in (A.S.) acık, pürüzsüz bir Arapcayı öğrenmesine yardımcı oldu. Za­ten doğuştan da kendisi bu özellikte yaratılmıştı; ses tonu, ağız yapısı, üs­tün zekâ ve yetenekleri biraraya gelince Onu aynı zamanda güzel söz söy­lemenin doruğuna yükseltmiş bulunuyordu.

Nitekim O, bir hadîslerinde: «Ben (hem soy, hem dil bakımından) Arab'ın en ileri düzeyinde bulunuyorum. Kureyş kabilesinde doğdum; Benî Sa'd b. Bekir kabilesinde yetişip geliştim. Artık bu durumda hatalı ve ku­rala aykırı konuşma bana nereden gelip yaklaşabilir?» [141] buyurmuştur.

Diğer bir hadîslerinde buna yakın bir anlamda şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir: «Ben (gerek soy, gerekse dil bakımından) siz Arapların en ileri düzeyinde bulunanızım. Ben Kureyş'tenim ve dilim de Benî Sa'd b. Bekir kabilesinin dilidir.» [142]

İşte Cenâb-ı Hak, Kur'ân için en uygun dil olarak Arapcayı seçerken, bu dili en pürüzsüz ve kuralına uygun şekilde konuşan Hz. Muhammed'in (A.S.) telaffuzunu ve Kureyş kabilesinin lehçesini benimsiyordu.

O bakımdan Arapların edebiyatta zirveye yükselen şâir ve edipleri.

Kur'ân'in fesahat ve belağati ve ilâhî ahengi karşısında çok sönük kaldı­lar.

Taşıdığı o yüksek ve ledünnî manasını da buna ekliyecek olursak Kur'ân'ın erişilmesi imkânsız bir anlatım özelliği getirdiği kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu ilâhî hakikat karşısında hâlâ inat edenlere Kur'ân şunu hatırlatıyor: «Onlardan önce nice nesilleri yok ettik. Onlardan birini olsun hissediyor musun veya onların bir fısıltısını duyuyor musun?» Onlar da sizler gibi şu dünyaya geldiler, yediler, içtiler, eğlendiler, zulmettiler, zulme uğradılar. Çoğu Hakk'a yönelmedi; küfür ve azgınlıkta ısrar edip hayatını amacından saptırarak kendilerine yazık ettiler. Sonunda sünnetullah gereği silinip yok oldular.

Meryem Sûresine ilâhî şifre ile başlandı. Zekeriya Peygambere sunu­lan nîmetler ve ilâhî inayetler anıldı. Allah'ın kudretinin yüceliği dile geti­rilerek erişilmez olduğuna dikkatler çekildi. Bu kudreti idrak etmiyen in­karcı milletlerin nasıl yok edildikleri çok duyarlı bir anlatımla açıklanarak sûre noktalandı.

Bizi bu sûrenin de tefsirine muvaffak kılan Yüce Rabbımıza canlıların nefesleri sayısınca hamd-u senalar olsun. Her zaman bize güc ve gayretli çalışma hevesini bahşetmesini dileriz. Rahmet Peygamberi Hz. Muham-med'i {A.S.) salât-ü selâm ile anar; âl ve ashabını rahmet ve gufran ile yâd ederiz. [143]

 



[1] LÜbabu't-te'vîl :   3/214

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3692.

[2] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3692-3693.

[3] Müslim/fezâil:   169- İbn Mâce/ticarat:  5- Ahmed:   2/296, 405, 485

[4] Sahîh-i Müslim - Sahîh-i Buharî

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3695-3696.

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3696.

[6] Geniş bilgi için bak : Tevrat/I. Tarihler:  23/1-6

[7] Lübabu't-te'vîl : 1/225 - Ayrıca bilgi için bak : Âl-i îmrân: 34-41. âyet­lerin tefsîri

[8] Lübabu't-te'vil :   1/225

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3696-3697.

[9] Böyle bir duâ ve oruç İslâm'da sünnet kılınmamıştır; sadece Kur'ân'dan mülhem bir temennidir.

[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3697-3698.

[11] İncil/Matta:  11/1

[12] İncil/Matta:   14/3-12

[13] tncII/Markos :   6/21-28

[14] Luka/3/18-22

[15] Fütuhat-i  Mekkiyye :   3/346

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3698-3700.

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3700-3701.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3702.

[18] İbn Cerîr et-Taberî - Abdurrezzak : Katade'den

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3702-3703.

[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3703-3704.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3705.

[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3705-3706.

[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3707-3708.

[24] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3708.

[25] Bilgi  için  bak:   Enbiyâ Sûresi:   91

[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3709.

[27] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3709-3710.

[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3710.

[29] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3711.

[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3711.

[31] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3712.

[32] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3712-3713.

[33] Matta İncil'i:  1/16

[34] Luka        »      :  1/26-29

[35] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3713.

[36] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3714.

[37] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3714-3715.

[38] Taberânî: İbn Ömer (R.A.)dan (Hadîs gariptir).

[39] Müsned-i Ebû Ya'lâ - Feyzü'l-Kadîr :  2/94 - 1432 nolu hadîs. Süyûtî ve Münavî bu hadîsin zayıf olduğunu tesbit etmişlerdir.

[40] Buharî/enbiyâ:  48- Müslim/fezâil:  143, 144- Ebû Dâvud/sünnet:  13 Ah-med:  2/319, 427, 463, 482, 541

[41] Müslim - Nesâî - Tirmizî :  Hadîs sahihtir.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3717.

[42] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3717-3718.

[43] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3718-3719.

[44] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3719-3721.

[45] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/37213722.

[46] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3722-3723.

[47] Buhari/edeb:   71, tevhîd:   3-  Müslim/münafıkîn:   49,  50-  Ahmed:   4/395, 401, 405

[48] Buharî/tefsîr : 6/2, 2/14, imân:  17

[49] Tirmizî/zühd :   59

[50] Buharî/tefsîr:  19- Müslim/Cennet : 4- Tirnıizî/tef sîr:  19- Dâremî/rikak: 90- Ahmed:  2/377, 422, 513

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3724.

[51] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3725-3726.

[52] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3726.

[53] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3726-3727.

[54] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3727.

[55] Ahmed :   3/16

[56] Buharî/enbiyâ: 19, menakıb: 13, tefsir: 1/12- Tirmizî/tefsir: 12- Ahmed: 2/332, 416

[57] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3729-3730.

[58] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3730-3731.

[59] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3731-3732.

[60] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3732-3733.

[61] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3733-3734.

[62] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3734.

[63] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3734-3735.

[64] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3735.

[65] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3736-3737.

[66] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3737.

[67] Bilgi için bak:  Tâ-Hâ Sûresi:   11-12. âyetlerin tefsirine

[68] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3737-3738.

[69] Bilgi için bak: Kasas Sûresi:  34

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3738.

[70] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3739.

[71] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3739.

[72] Buharî/şehadat :   28-  Müslim/imân:   107,  109-  Tirmizî/imân:   14

[73] Sahîh-i Müslim

[74] Buharî/büyû1:  16- Ebû Dâvud/vitir:   13- Tirmizî/kıyâmet:  2- îbn Mâce/ ikamet: 175- Ahmed:  1/463- 2/247, 250, 436

[75] Ebû Dâvud- Nesâî- İbn Mâce

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3740.

[76] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3741.

[77] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3741.

[78] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3742.

[79] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3742.

[80] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3743.

[81] Tevrat/Tekvin : 5/21-24

[82]       »      /     »        ;  5/1-20

[83] Lübabu't-te'Vîl:   3/224

[84] Bilgi için bak : Tefsîr-i Kurtubî:   11/118, 119

[85] »      »        »   : Müslim/imân:   259, 263- Ahmed:   3/224

[86] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3743-3744.

[87] TeMr-i Kurtubî :   11/117,  118

[88] Tefsîr-i îbn Kesîr :  3/126

[89] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3744-3745.

[90] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3745-3746.

[91] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3746.

[92] Tlrmizî/imân : 9- Nesâî/salât: 8- İbn Mâce/ikamet: 77- Ahmed: 5/346

[93] îtm Mâce/zühd :  30

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3748.

[94] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3748-3749.

[95] Buhari/imân :   13-  Ahmed:  2/61,  122-  Taberânî/siyam:   13

[96] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3749.

[97] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3749-3750.

[98] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3750.

[99] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3751.

[100] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3751-3752.

[101]  Buharî-Tirmizî-Ahmed

[102] Tefsîr-i îbn Kesir : 3/130

[103] tbn Ebî Hatim - Kurtubî :  11/128

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3752-3753.

[104] »      »        s        -  Geniş bilgi için bak :  Dâremî/mukaddeme:   39, Tirmi-/libas: 4, 6- Ahmed:  3/12- İbn Mâce/et'ime :  60

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3753.

[105] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3753-3754.

[106] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3754.

[107] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3754-3755.

[108] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3755.

[109] Buhari/tefsîr :  8/2-  1, 2/112- Nesâi/cenâiz:   117- Ahmed:  2/317, 350

[110] Tirmizî/tefsîr:   19- Dâremî/rikaK :   89-  Ahmed:   5/111-  6/395

[111] MÜsned-i Ahmed :  Hz. Hafsa  (R.A.)dan

[112] Sahîh-i Buharı ; Enes b. Mâlik (R.A.)den

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3757.

[113] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3758-3759.

[114] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3759-3760.

[115] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3760-3761.

[116] Tefsîr-i İbn Kesîr :   3/134- Lübabu't-te'vîl :   3/230

[117] Lübabu't-te'vîl:  3/230 - Buharı-Müslim

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3762.

[118] Abdürrezzak :  Seleme b. Abdurrahman'dan  -  Değişik elfazla İbn Mace..

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3762-3763.

[119] Salih b. Şerîf, milâdî 15. asırda yaşayan ve meşhur «Endülüs Mersiyesini dile getiren değerli bir şâirdir. Aslen Endülüslü olduğu söylenir.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3763-3765.

[120] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3765.

[121] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3765-3766.

[122] Tefsîr-i Kurtubî :  11/145 - Tefsîr-i İbn Kesir :  3/135

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3767-3768.

[123] Buharî/rikak : 45- Müslim/cennet: 59- Nesâî/cenâiz :  118

[124]  Müsned-i Ahmed: '4/446-5/3,5

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3768.

[125] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3768-3769.

[126] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3769.

[127] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3770.

[128] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3770-3771.

[129] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3771.

[130] Buharî/edeb:   71,  tevhîd:   3-  Müslim/münafikin:   49,  50-  Ahmed;   4/395, 401, 405

[131] Müslim/cenâiz:   1, 2~ Ebû Dâvud/cenâiz :   16- Tirmİzî/cenâiz:  7- Nesâî/ cenâiz: 4- îbn Mâce/cenâiz: 3- Ahmed: 3/3

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3772-3773.

[132] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3773-3774.

[133] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3774.

[134] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3774-3775.

[135] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3775-3776.

[136] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3776.

[137] Euharî/edeb :   41, bed-i halk :   6

[138] Müslim/birr:  107^ Tirmizî/tefsîr; 7/19- Taberânî/şiir:  15- Ahmed: 5/263

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3777-3778.

[139] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3778.

[140] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3778-3779.

[141] Tâberânî ; Ebû Saîd (R.A.)dan (Süyûtî ve Münavî'ye göre hadîs zayıftır.)

[142] îbn Sa'd:   1/71- (Yine Süyûtî ve Münavî'ye göre, hadîs sahihtir,)

[143] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3779-3780.