Meryem Suresi doksan
sekiz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûre-i Celite'de de çok hikmetli
kıssalar bulunmaktadır.
Bu kıssalardan biri,
Zekeriyya (a.s.) ile ilgilidir. Bu hususta buyuruluyor ki: "Ey Muhammed,
bu, Rabbinin kulu ve Peygamberi Zekeriyya'ya lütuf ve ihsanın
kissasıdır." Bunu takibeden âyetlerde, Zekeriyya (a.s.)ın, çok yaşlandığı
bir zamanda, kendisinden sonra yerine geçecek bir oğul vermesini Allah'tan dilediği,
Allah Teala'nın da kendisine, yaşlı olmasına rağmen, bir oğul müjdelediği
beyan ediliyor. Ve Zekeriyya (a.s.)a, yumuşak kalbli, muttaki, anne ve babasına
karşı itaatkâr bir evlat olan Yahya aleyhisselamın verildiği açıklanıyor.
Sûre-i Celile'de daha
sonra Meryem kıssası zikrediliyor. Meryem'in, ailesinden ayrılıp oturdukları
yerin doğu tarafına çekildiği bir sırada Meleğin gelip ona, Allah Teala
tarafından, babasız olarak bir çocuk verileceğini müjdelediği, Meryem'in ise bu
haber karşsında dehşetle irkildiği, fakat Meleğin, Allah Teala'nın bu işi
böyle takdir ettiğini söylediği ve Cenab-ı Hakkın takdiriyle Hz. Meryem'in Hz.
Musa'ya hamile kaldığı beyan ediliyor. Yine Hz. Meryem'in, günü gelince Hz.
İsa'yı dünyaya getirdiği ve bu olaydan sonra kavmi karşısında çok müşkül
durumda kaldığı fakat henüz kucaktaki bir çocuk olan Hz. İsa'nın bizzat
konuşarak, Allah'ın kedisini Peygamber seçtiğini söylediği açıklanıyor.
Daha sonra Hz.
İbrahim'in kıssası beyan ediliyor, Hz. İbrahim'in babasını, putlara tapmaktan
vazgeçip Allah'a ibadet etmeye çağırdığı ifade ediliyor. Babasının ona karşı
çıkışı, sonunda Hz. ibrahim'in onlardan ayrılarak oradan uzaklaştığı
açıklanıyor. Hz. İbrahim'in, kavminden uzaklaşmasından sonra Allah Te-ala'nın
ona oğlu İshak'ı, İshak'a da oğlu Yakub'u ihsan ettiği ifade ediliyor.
Sûre-i Celilede daha
sonra Hz. Musa'nın kıssasına kısaca temas ediliyor. Cenab-ı Hakkın Hz. Musa'ya
Sina dağmın sağ tarafından nidada bulunduğu ve kardeşi Harun'un da ona yardımcı
olarak Peygamber seçildiği beyan ediliyor.
Daha sonra ve yine
kısaca İsmail aley hissel amin kıssası zikrediliyor. Hz. ismail'in, vaadine
sadık ve kendisine kitap verilen bir Peygamber olduğu, ümmetine namaz kılmayı,
zekât vermeyi emreden ve rabbinîn rızasını kazanmış bir kul olduğu beyan
ediliyor.
Bundan sonra da yine
kısa olarak İdris aleyhisselamın kıssası zikrediliyor. Onun da özü sözü doğru
bir Peygamber olduğu ve kendisine yüce makamlar verildiği açıklanıyor. Ve daha
sonra da bu Peygamberlerin ardından, namazı terke-den, heva ve heveslerine uyan
insanların geldiği ve onların da yaptıkları sebebiyle cezalarını görecekleri,
tevbe edip iman ederek salih amel işleyenlerin ise cennete girecekleri ve bir
haksızlığa uğratılmayacaklan zikrediliyor.
Sûre-i Celile'de daha
sonra, alaylı bir §ekilde: "Bana âhirette mal ve evlat verilecek."
diyen kâfirin haline dikkat çekiliyor. Bu gibi kâfirlerin, iftihar ettikleri
mallarının ellerinden alınacağı ve bunların hemen cezaya uğratı İm alarmın
istenmemesi ihtar ediliyor.
Daha sona, "Allah
çocuk edindi." diyen kâfirlerin bu çirkin ve bâtıl iddialarına dikkat
çekiliyor. Ve bu korkunç iddiaların tesirinden neredeyse dağların bile
çatlayacağı ve rahman olan Allah'a çocuk edinmenin asla yakışmayacağı beyan
ediliyor.
Kıyamet gününde bütün
yaratıkların, Allah'ın huzurunda hesap vermek üzere toplanacakları ve herkesin
orada dünyada yapmış olduğu ameliyle başbaşa kalacağı beyan ediliyor ve
buyuruluyor ki: "Ey Muhammed, bu Kur'an'la takva sahiplerini müjdelemen,
inatlaşıp düşmanlık besleyen bir kavmi de uyarman için onu senin diline
kolaylaştırdık. (Senin lisanınla indirdik.) Biz onlardan önce nice nesilleri
helak ettik. Şimdi onlardan herhangi birini görüyor veya sesini işitiyor
musun?
Sûre-i Celile bu
âyet-i kerimelerle sona eriyor. Şimdi gelelim âeyetlerin teker teker izahına:[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla,
1- Kâf, Hâ,
Yâ, Ayn, Sâd.
Mukatta'a harfleri
hakkında Bakara Sûresi'nin başında açıklamalar yapılmıştır. Burada geçen
mukatta'a harfleri hakkında da özellikle şunlar zikredilmektedir.
Bazı âlimler buradaki
Kâf harfinin, Allah Teala'mn "Kebir" yani, büyük sıfatının birinci
harfi olduğunu bazıları da bu harfin "Kerim" yani, cömert sıfatının
birinci harfi olduğunu söylemişlerdir. "Hâ" harfinin ise
"Hâdî" yani, hidayete erdiren sıfatının birinci harfi olduğunu
söylemişlerdir. "Yâ" harfinin ise "Yemin" yani, bereket
veren, kuvvetli olan sıfatının birinci harfi olduğunu veya "Hâkim"
sıfatının sondan ikinci harfi yahut "Yâ men Yücîru" yani, "Ey
yardıma koşan" duasının birinci harfi olduğunu söylemişlerdir.
"Ayn" harfinin ise "Alîm" yani, "Bilen" sıfatının
veya "Aziz" yani, "Güçlü" sıfatının yahut "Âdil"
yani, "Adaletli" sıfatının birinci hari olduğunu söylemişlerdir.
"Sâd" harfinin de "Sâdık" yani, "Sözünde doğru
olan" sıfatının birinci harfi olduğunu söylemişlerdir.
Diğer bir kısım
âlimler ise "Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd" harflerinin hepsinin, Allah
tealanın yalnız bir ismi olduğunu söylemişlerdir.
Bazıları ise,
"Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd" harflerinin Kur'an-ı Kerim'in isimlerinden
biri olduğunu söylemişlerdir. [2]
2- (Ey
Muhammed, bu,) Rabbinin kulu Zckcriyya'ya lütuf ve ihsanının kıssası dır.
Zekeriyya
aleyhisselam, îsrailoğullanna gönderilen büyük Peygamberlerden birisiydi.
Resulullah (s.a.v.) onun hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Zekeriyya
marangozluk yapardı" (elinin emeğiyle geçinirdi.)[3]
3- Hani bir
zaman Zekeriyya rabbine gizlice niyaz etmişti.
Zekeriyya aleyhisselam
in, Allah Teala'dan kendisine çocuk vermesini niyaz ederken duasını gizlice
yapması, riyadan korunması veya gizli duanın Allah nezdinde daha makbul olması
yahut yaşlılığına rağmen çocuk istediği İçin "Saçmalamakla"
suçlanacağından korkmasmdandır. [4]
4- Şöyle
demişti: "Rabbim, kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Ey rabbim,
şimdiye kadar sana dua edip te hiç mahzun ve mahrum olmadım. [5]
5- Doğrusu
ben, kendimden sonra yerime geçecek yakınlarımdan endişelendim. Hanımımın da
çocuğu olmuyor. Bana, yerime geçecek bir oğul lütfet. [6]
6- Bana ve Yakuboğullarına vâris olsun. Rabbim,
onu, rızanı kazananlardan eyle."
Zekeriyya
aleyhisselam, Yakub aleyhisselanun soyundandır. Bu itibarla Allah'tan istediği
çocuğun, kendilerine ve Yakub aleyhisselamın ailesine mirasçı olmasını
istemektedir Ancak burada söz konusu olan mirasçılık malda değil ilimde ve
Peygamberliktedir. Zira Peygamberlerin bıraktıkları mal'a mirasçı olunmaz. Bu
mallar sadakadır. [7]
7- Ey
Zekeriyya, biz sana Yahya adında bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce de bu
adı kimseye vermiş değiliz,
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, Zekeriyya aleyhisselamın duasını kabul ederek kendisine, ismini
"Yahya" koyacağı bir erkek çocuk vereceğini beyan ediyor.
Müfessirler:
"Daha Önce de bu adı kimseye vermiş değiliz." ifadesini "Daha
önce bu çocuğun bir benzerini yaratmamıştık." veya "Daha önce, kısır
olan bir kadından böyle bir çocuk meydana getirmemiştik." şekillerinde
izah etmişlerdir. Taberi ise mealde verilen mânâyı tercih etmiştir.
Âyet-i Kerirne'de adı
geçen Yahya aleyhisselam, Allah'ın gönderdiği Peygamberlerden biridir. Onun
hakkında diğer âyetlerde de şöyle buyuru İm aktadır: "İşte orada Zekeriyya
rabbine dua etti. "Ey rabbim, bana kendi katından temiz bir nesil ihsan
et. Şüphesiz sen, duayı işitensin." dedi." "Zekeriyya, mabedde
kalkıp namaz kılarken Melekler ona şöyle seslendiler: "Allah sana, kendi
sözüyle meydana gelen İsa'yı tasdik eden, efendi, iffetli ve salihlerden bir
Peygamber olan Yahya'yı müjdeliyor. [8]
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) Miraç'ta gördüğü Yahya aleyhisselami şöyle anlatıyor:
"Sonra yukan
çıkıp ikinci kat göğe vardık. Cebrail göğün kapısının açılmasını istedi.
"Kim o?" diye soruldu. O da "Cebrail" dedi. "Yanında
kim var?" diye soruldu. O da "Muhammed var." dedi. "Ona
peyamberlik verildi mi?" diye soruldu. Cebrail "Evet" dedi. İş
bitince (Kapı açılıp içeri girdiğimde) bir de ne göreyim, iki teyze çocuğu
Yahya ve İsa oradalar. Cebrail bana "Bunlar Yalıya ve İsa'dır. Bunlara
selam ver." dedi. Ben de onlara selam verdim. Selamımı aldılar ve bana
"Merhaba salih kardeş, merhaba salih Peygamber" dediler. [9]
8-
Zekeriyya: "Rabbim, hanımım kısır ben de iyice ihtiyariamışkcn nasıl oğlum
olabilir?" dedi.
Allah Teala, Zekeriyya
aleyhisselama "Yahya" isimli bir oğul vereceğini müjdeleyince,
Zekeriyya aleyhisselam: "Ey rabbim, benim nasıl çocuğum olabilir ki?
Hanımım kısırdır. Ben ise yaşlılığın son haddine ulaşmış durumdayım. Sen beni
kuvvetlendirerek, kısır olan hanımımı da çocuk doğuracak duruma getirerek mi
onu bana vereceksin? Yoksa beni başka bir hanımla evlendirerek mi vereceksin?
Şüphesiz ki, sen herşeye kadirsin." dedi.
Buradan
anlaşılmaktadır ki Zekeriyya aleyhisselam kendisine çocuk verilmesini garip
karşılamıyor fakat çocuğun ne şekilde verileceğini merak ediyor. Zira kendisine
çocuk verilmesini isterken de, ihtiyar olduğunu, hanımının da kısır olduğunu
bilmekte ve bunu zikretmektedir. Bu itibarla kendisine çocuk verileceği
müjdesini garip karşılaması mümkün değildir. [10]
9- Allah
Zekeriyya'ya: "Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır. Çünkü seni de daha
önce hiç yokken var eden benim." dedi.
Allah Teala Zekeriyya
aleyhisselama ceva]ben buyuruyor ki: "Evet durum böyledir. Sen
ihtiyarsın, hanımın da kısır. Fakat rabbin der ki: "Bu haldeyken de sana
çocuk vermek benim için çok kolaydır. Çünkü seni de daha önce hiç yokken ben
yarattım. Bu halinde sana çocuk vermem, sen hiç ortada yokken seni var
etmemden daha zor değildir. [11]
10-
Zekeriyya: "Rabbim, öyleyse bana (Çocuğum olacağına dair) bir alâmet
ver." dedi. Allah: "Senin alâmetin, sapasağlamken insanlarla üç gün
konuş m a man dır." dedi.
Zekeriyya
aleyhisselam, kalbinin mutmain olması için, çocuğunun olacağına dair kendisine
bir alâmet verilmesini istedi. Allah Teala da ona alâmet olarak, üç gün dilinin
tutulup konuşamayacağını ancak işaretle konuşabileceğini beyan etti.
Bu hususta başka bir
âyette de şöyle Duyurulmaktadır: "Zekeriyya: "Rabbim, o halde bana
bir alâmet ver." dedi, Allah da "Senin alametin, insanlarla işaretle
konuşman dışında, üç gün konuşmamandır. Rabbini çokça an. Akşam sabah onu
teşbih et." dedi[12]Bu
âyetten de anlaşıldığı gibi Zekeriyya aleyhisselam o üç gün içinde rabbini
zikredip onu teşbih edebiliyor fakat insanlarla işaretleşmenin dışında
konuşamıyordu. [13]
11-
Zekeriyya mabetten kavminin önüne çıktı. Onlara: "Sabah akşam Allah'ı
teşbih edin" diye işarette bulundu.
Zekeriyya
aleyhisselara, kendisine oğul verileceğinin işareti olarak üç-gün dili
tutulunca ibadet ettiği namazgahından dışan çıkmış ve konuşamadığı için eliyle
veya yazı yazarak kavmine, sabah akşam Allah'a ibadette bulunmala-. nnı, onu
zikretmelerini emretmiştir. [14]
12- (Yahya
dünyaya gelince): "Ey Yahya, kitaba sımsıkı sarıl.diyc vahycttik. Biz ona
daha çocukken hikmet ve hüküm verdik.
Yahya doğup büyüyünce
biz ona: "Zamanının şeriatı olan Tevrat'a sımsıkı sani. Ona ciddiyetle
eğil." dedik ve ona daha çocukken hikmeti yani, kitabı anlamayı, ilmi,
ciddiyeti, kararlılığı ve hayra yönelmeyi verdik. [15]
13- Ayrıca
biz ona yumuşak kalblilik ve safiyet verdik. O, muttaki idi. [16]
14- Anne ve
babasına karşı itaatkârdı. Zalim ve isyankâr değildi.
Taberi bu âyetlerin
tefsirinde çeşitli izah şekilleri nakletmiştir. Bu izah şekillerini şöylece
ifade etmek mümkündür.
"Biz Yahya'ya
veya babası Zekeriyya'ya lütufta bulunarak yahut Yahya'ya acıyarak veya onu
severek yahut onun kıymetini yükselterek daha çocukken ona hikmet verdik. Biz
Yahya'ya günahlardan arınıp temiz olmayı yahut sa-lih amel işlemeyi yahut
bereketi verdik. O da takva sahibi bir kimseydi. Allah'ın farz kıldığı emirleri
yerine getirip yasaklarından kaçınarak ondan korkardı."
"Yahya, ailesine,
babasına iyilikte bulunan, rabbine ve anne babasına itaat hususunda
böbürlenmeyen ve onlara isyan etmeyen bir kimseydi." [17]
15- Doğduğu
gün, öleceği gün ve dirileceği gün selam Yahya'ya
Süfyan b. Uyeyne diyor
ki: "Kişi yabancılığı en çok üç yerde hisseder. Doğduğu günde, öldüğü
günde, birde dirileceği günde. Zira kişi doğduğu gün kendisini daha önce
bulunduğu ortamın dışında bulur. Öldüğü gün ise daha önce hiç görmediği
varlıklarla karşılaşır. Diriltildiği günde ise kendisini büyük bir mahşerin
içinde bulur. İşte Allah Teala Yahya aleyhisselama bu üç günde ikramda
bulunmuş ve onun bu üç günde güven içinde olacağını bildirmiş ve "Doğduğu
gün, Öleceği gün ve dirileceği günde selam Yahya'ya." buyurmuştur.
Zekeriyya
aleyhisselamin kıssası burada bitiyor ve bundan sonra Hz. Âdem'in ilk olarak
topraktan yaratılışım hatırlatmak için Hz. Meryem'e, babasız olarak bir çocuk
verildiği beyan ediliyor ve Hz. Meryem'in oğlu İsa aleyhissela-mın dünyaya
gelişi bahse konu ediliyor. [18]
16- Ey
Muhammcd, sen insanlara, Kur'an'daki Meryem kıssasını anlat. Bir zaman Meryem,
ailesinin bulunduğu yerin doğu tarafına çekilmişti. [19]
17-
Ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona Meleğimiz Cebrail'i
gönderdik te ona tam bir insan şeklinde göründü.
Ey Muhammed, sen,
Allah'ın sana indirdiği hak kitap olan Kur'an'da, İm-ran'ın kızı Meryem'in
hadisesini anlat. Bir zaman Meryem, ailesinden ayrılıp onların doğu tarafında
bulunan bir yerde yaşamaya başladı. Ailesiyle kendisi arasına, birbirlerini
gömelerini engelleyecek bir perde koyduk. Biz ona, Ruhul Emin olan Cebrail'i gönderdik.
Cebrail ona normal bir insan şeklinde göründü.
Burada Hz. İsa'nın
annesi olan Hz. Meryem'den bahsediliyor. Hz. Meryem, Hz. Davud'un soyundan ve
İsrailoğullan'nın temiz bir ailesinden meydana gelmiştir. Babasının adı
"İmran"dir. Hz. Meryem'in annesi hamileyken, doğuracağı çocuğu
Kudüs'teki Beytül Makdisin hizmetine adamıştır. Hz. Meryem doğunca,
kızkardeşinin kocası olan Zekeriyya aleyhi ssel amin himayesine verildi.
Ve onun bakımında
büyüdü. Hz. Meryem, saliha, ibadetiyle meşhur, kendisini Allah'a vermiş bir
hanımdı. Hz. İsa'yı babasız olarak dünyaya getirmesinden önce zekeriyya
aleyhisselam onun birçok olağanüstü hadiselerini görmüştü. Buna işaret eden şu
âyette Duyurulmaktadır ki: "Rabbi onu güzel bir şekilde kabul etti. Ve onu
güzel bir şekilde yetiştirdi. Ve Zekeriyya'yı onun bakımına memur etti.
Zekeriyya Meryem'in bulunduğu mihraba her girdiğinde onun yanında yiyecek nzık
buldu. "Bu sana nereden geldi Ey Meryem?" dedi. Meryem" "O,
Allah ta-rafındandır. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız bir şekilde
nzıklandmr." dedi. (Âl-i tmran, 37)
Alan Teala, Hz.
Meryem'den, babasız olarak Hz. İsa'yı dünyaya getirmeyi dileyince, Hz. Meryem,
ailesinin bulunduğu yerden ayrılarak Beytül Maksisin doğusundaki bir yerde
inzivaya çekilmiştir.
Müfessirler, Hz. Meryem'in,
ailesinden uzaklaşarak onların doğu taraflarına çekilmesinin ve kendisiyle
ailesinin arasına birbirlerini görmelerine engel olacak bir perde çekmesinin
hikmeti hakkında çeşitli aıklamalarda bulunmuşlardır.
Bazılarına göre Hz.
Meryem'in böyle yapması, ilk defa âdet görmesinden olmuştur. Böylece Hz.
Meryem, her zamanki bulunduğu yerden uzaklaşmış, temizleninceye kadar uzak bir
yerde durmayı tercih etmiş, âdetinin bitiminden sonra da temizlenip ailesine
dönmeyi düşünmüştür. Fakat âdeti biter bitmez kendisine Melek gelmiş ve ona,
Hz. İsa'yı doğuracağını haber vermiştir.
Bazılarına göre, Hz.
Meryem'in ailesinden uzaklaşması Allah'a ibadet etmek maksadıyla olmuştur.
Diğer bazılarına göre
ise de, Hz. Meryem'in, uzaklaşma sebebi, sona eren âdetinden dolayı temizlenmek
istemesidir. Perdeyi de bunun için çekmiştir.
Bazılarına göre de Hz.
Meryem su almak için ailesinden uzaklaşmış ve temizlenmek için kendisiyle
ailesi arasına perde germiştir. [20]
18- Meryem:
"Ben senden, rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan korkuyorsan
bana dokunma." dedi.
Hz, Meryem, Allah
tarafından kendisine gönderilen ve normal bir insan şeklinde görülen Cebrail'i
karşısında görünce, ondan kendisine bir zarar geleceğinden korkmuş ve Allah
Teala'nın merhamet edici sıfatını anarak Allah'a sığındığını söylemiş ve
Cebrail'e: "Eğer Allah'tan korkan biriysen bana dokunma." demiştir.
Bunun üzerine Cebrail de ona şu cevabı vermiştir: [21]
19- Melek:
"Ben sana, nezih ve kabiliyetli bir erkek çocuk bağışlamak için rabbinin
gönderdiği elçiden başkası değilim" dedi.
Cebrail aleyhisselam,
Hz. Meryem'e "Ben ancak rabbinin gönderdiği bir elçiyim. Ben sana,
tertemiz, zeki bir çocuk bağışlamak için gönderildim. Benden sana hiçbir
kötülük dokunmaz." demiş ve korkan Hz. Meryem'e güven telkin etmiştir.
Bundan sonra Hz. Meryem yine hayretle sormuştur: [22]
20- Meryem:
"Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer do-kunmamıştir. Ben,
iffetsiz de değilim" dedi.
Hz. Meryem, Cebrail
aleyhisselama şöyle sormuştur: "Acaba benim nasıl çocuğum olacak? Bana
hiçbir insan dokunmamıştır. Zira ben evlenmedim. Ben, gayr-i Meşru bir iş de
yapmadım. Acaba ben evleneceğim de, Allah bana o yolla mı çocuk verecek, yoksa
evlenmeden mi çocuğum olacak?" [23]
21- Melek:
Bu böyle olacaktır. Çünkü rabbin buyurdu ki: "Babasız çocuk vermek bana
pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden İnsanlara bir mucize ve rahmet kılacağız.
Bu, kesinleşmiş bir hükümdür. (Ezelde böyle takdir etmişizdir) dedi.
Cebrail aleyhisselam
Hz. Meryem'e şu cevabı vermiştir: "Evet sana kimse dokunrr.anııştır. Sen,
iffetli bir kimsesin. Fakat buna rağmen senin çocuğun olacaktır. Çünkü rabbin
buyurdu ki: "Hiç evlenmediğin halde sana çocuk vermek benim için pek
kolaydır. Bir de biz, sana vereceğimiz bu çocuğu, istediğimiz şeklide var
edebileceğimizi gösteren bir alâmet kılacağız ve o çocuğu hem senin için hem de
ona iman edenler için bir rahmet yapacağız. Senden böyle bir çocuğun doğacağı
bizim kesinleşmiş bir hükmümüzdür." [24]
22- (Nihayet Allah'ın emri gerçekleşti) Meryem
İsa'ya gebe kaldı. Hamileyken insanlardan
ayrılıp uzak bir yere çekildi. [25]
23- Doğum sancısı onu hurma ağacına yaslanmaya
zorladı. (Haline üzülerek) "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup
gitseydi m.n dedi.
Cebrail aîeyhisselamın
bu sözleri üzerine Hz. Meryem ilahi emre boyun eğdi. Ve Cebrail aleyhisselam,
Hz, Meryem'in entarisinin arasından üfledi. Meryem, Allah'ın izniyle hamile
kaldı. Bundan sonra, Hz. Meryem çok zor durumlar yaşadı. İnsanlara ne
söyleyeceğini bilemez oldu. Zira o, insanların kendisine ne söyleyeceklerini
biliyordu. Nihayet Hz. Meryem durumunu, Zekeriyya aleyhisseîamm hanımı olan
kizkardeşine anlattı. Hz. Meryem Hz. İsa'ya hamile iken kızkardeşi de Hz.
Yahya'ya hamile idi.
Hz. İsa'nın, annesinin
karnında ne kadar zaman kaldığı âyet-i Kerimede belirtilmemektedir. Müfessirlerin
çoğunluğu, Hz. İsa'nın da normal çocuklar gibi annesinin karnında dokuz ay
kaldığını söylemişlerdir.
Hz. Meryemin hamile
olduğu anlaşılınca dedikodular çıktı ve bunun için Hz. Meryem, kavminden
ayrılarak uzak bir yere çekildi. Âyette, gittiği yerin neresi olduğu
belirtilmemektedir. Bununla beraber bu yerin "Beytül Lahm" olduğu
rivayet edilmektedir.
Nihayet Hz. Meryemi
doğum sancısı yakaladı ve bu durumda bir hurma ağacının gövdesine yaslanmak
zorunda kaldı ve orada doğum yaptı. Bu doğumdan sonra çok sıkıntılara
düşeceğini düşünerek şöyle dedi: "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup
gitseydim." [26]
24- Melek,
Meryem'in aşağı tarafndan şöyle nida etti: "Sakın üzülme. Rabbin, alt
tarafından bir ırmak akıttı. [27]
25- Hurma
ağacını kendine doğru silkele, üzerine taze ve olgun hurmalar dökülsün. [28]
26- Ye, iç,
gözün aydın olsun. Eğer birini görürsen, "Rahman olan Allah'a konuşmama
orucu adadım. Bugün kimseyle konuşmayacağım." de.
Hz. Meryem'in doğum
yapmasından sonra, aşağı taraftan ona seslenenin kim olduğu hakkında İki görüş
zikredilmektedir.
Said b. Cübeyr,
Dehhak, Amr b. Meymun, Süddî, Katade ve İbn-i Abbas, burada Hz. Meryem'e
seslenenin, Cebrail aleyhisselam olduğunu ve Meryem'e vadinin alt tarafından
seslendiğini söylemişlerdir.
Mücahid ve Hasan-ı
Basrî'den nakledilen diğer bir rivayete göre ise burada Hz. Meyem'e seslenen
Hz. İsa'dır. Taberi bu görüşü tercih etmiştir.
Bazı müfessirler:
"Rabbin alt tarafından bir ırmak akıttı." ifadesini: "Rabbin
sana şerefli bir çocuk bahşetti." şeklinde izah etmişlerdir. Taber ise:
"Rabbin alt tarafından bir ırmak akıttı." şeklindeki izahı tercih
etmiştir.
Allah Teala, Hz.
Meryem'e, yakınından akan bir su ve kuru bir hurma ağacından hurma vermiş, ona,
yeyip içmesini ve çocuğuna iyi bakmasını emretmiş, insanların dedikodusuna
üzülmemesi için de "Konuşmama orucu tuttuğunu" söylemesini
emretmiştir. [29]
27- Meryem
İsa'yı yüklenerek kavmine getirdi. Kavmi hayretler içinde şöyle dediler:
"Ey Meryem, doğrusu sen görülmemiş bir iş yaptın." [30]
28- Ey
Harun'un kizkardcşi Meryem, senin ne baban ahlaksız, Hje de annen iffetsizdi.
Allah Teala, Hz.
Meryem'e verdiği nzıklardan yeyip içmesini, kendisine verdiği çocuktan dolayı
sevinmesini ve kendisini kınayacak olanlara cevap vermemesini bildirdikten
sonra, Hz. Meryem bu ilahi emirlere boyun eğmiş ve çocuğunu alarak kavminin
yanına dönmüştür. Fakat onu gören kavmi, bekâr bir kızın, karşılarına bir
çocukla çıkmasını çok garip karşılamışlar ve ona "Ey Meryem, doğrusu sen
çok tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kızkardeşi sen, temiz bir ailedensin. Ne
baban kötü bir kimseydi, ne de annen iffetsizdi. Şimdi senin bu halin
nedir?" diye ona sorular sormaya başladılar.
Âyet-i Kerime'de Hz.
Meryem'in kavminin ona: "Harun'un kızkardeşi" diye hitabettiği beyan
edilmektedir.
Bazı âlimlere göre
İsrailoğullan, her saliha kadına "Harunun kızkardeşi" şeklinde
hitabederlermiş. Bazılarına göre, burada kastedilen Harun, Hz. Musa'nın
kardeşi olan Hanın değildir.
Bazılarına göre de,
buradaki Harun'dan maksat, Hz. Musa'nın kardeşi olan Harun'dur. Hz. Meryem Hz.
Harun'un soyundan geldiği için ona "Harun'un kızkardeşi" denmiştir. [31]
29- Bunun
üzerine Meryem çocuğu gösterdi. "Biz, beşikteki bir çocukla nasıl
konuşuruz?" dediler.
Kavmi Meryem'e bu
sözleri söyleyince Meryem onlara, "Konuşmama orucu tuttuğunu ve
dolayisiyle kendileriyle konuşamayacağını beyan etmiş buna
rağmen kavmi onu konuşturmakta ısrar
etmiş Meryem de henüz kucağında bir çocuk olan Hz İsa'ya işaret ederek onunla
konuşmalarını istemiş, onlar ise Hz. Meryem'in kendilerini alaya aldığını sanmışlar
ve "Biz, beşikteki bir çocukla nasıl konuşabiliriz?" demişlerdir.
Hz. Meryem,
kucağındaki bebeğin kavmiyle konuşabileceğini, Allah Teala'mn kendisine ilham
etmesiyle veya yolda gelirken Hz. İsa'nın konuşmasıyla yahut Cebrail'in onun
konuşabilceğini haber vermesiyle bilmişti. [32]
30- İsa
(Allah'ın kudretiyle dile gelerek) şöyle dedi: "Şüphesiz ben, Allah'ın bir
kuluyum, O bana kitap verdi. Ve benî Peygamber yaptı. [33]
31-Beni,
bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Hayatını boyunca namaz kılmamı
ve zekât vermemi emretti. [34]
32- Benî
anneme itaatkâr kıldı. Beni asla zorba ve isyankâr yapmadı. [35]
33- Doğduğum
gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün Allah bana selam ve emniyet
vermiştir."
Hz. Meryem'in işareti
üzerine dile gelen Hz. İsa, ilk olarak kendisinin, Allah'ın kulu olduğunu, ona,
ilahi bir kitap olan İncil'in verildiğini, kendisinin Peygamber kılındığım ve
bulunduğu her yerde insanlara fayda temin eden bir kimse kılındığını namaz
ibadetiyle ve zekât vermekle mükellef olduğunu, babası olmadığı için sadece
annesine itaat etmekle mükellef olduğunu, kimseye zulmetmeyeceğini ve isyankâr
bir kimse olmayacağını söyledi ve doğduğu, Öldüğü ve dirileceği günlerde Allah
tarafından verilen bir emniyet içinde olacağını beyan etti.
Hz. İsa henüz kucaktaki
bir bebek olduğu halde kendisine kitap verildiğini ve Peygamber kılındığını
beyan etmektedir. Bu ifadeden şunlann anlaşılabileceği yorumu yapılmaktadır:
Ya Hz. İsa henüz
çocukken kendisine Peygamberlik verilmiş ve kitap verileceği beyan edilmiştir.
Bunun içindir ki "Allah bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı."
denmiştir.
Yahut da Hz. İsa'ya
kitap verileceği ve Peygamber kılınacağı bildirilmiş o da bunların muhakkak
olarak gerçekleşeceğine inandığı için, henüz tahakkuk etmeyen şeyleri tahakkuk
etmiş gibi söylemiştir.
Hz. İsa, bulundğu her
yerde insanlar için faydalı olacağını ifade etmiştir. Bu faydadan maksat ya
umumî olarak faydalı olmak veya iyiliği emredip kötülüğe mani olarak faydalı
olmak yahut da hayırı öğretici olarak faydalı olmaktır.
Âyet-i Kerimede ifade
edilen zekât'tan maksat, kendisini günîıhlardan arındırmak ve temizlemektir.
Bununla beraber bu ifade, malının zekâtını vermekle yükümlü olduğunu
söylediğini anlamaya da mâni değildir.
Hz, isa, doğduğunda ve
öleceğinde şeytanın ve taraftarlarının şerrinden korunmuş olduğunu, kıyamet
gününün dehşetinden de güven içinde olacağını bildirmektedir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde Hz İsa'nın ve annesi Meryem'in, doğduklarında
Şeytanın dokunmasından korunduklarını beyan ederek buyuruyor ki:
"Doğan hiçbir
çocuk yoktur ki annesinden doğduğu anda Şeytan ona dokunmuş olmasın. Çocuk,
şeytanın bu dokunmasında dolayı ilk defa ağlar. Ancak Meryem ve oğlu İsa bundan
müstesnadır. [36]
34- İşte
Mcrycmoğlu İsa budur. Hakkında ihtilaf edilen bu meselede gerçek söz de budur.
Müfessirler bu âyet-i
Kerimeyi çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bu izahları şöylece Özetlemek
mümkündür:
"Size sıfatlarını
anlattığım ve haberlerini naklettiğim bu çocuk, Merye-moğlu İsa'dır. Size
anlattığım bu haber de gerçek haberdir. Bunda şüphe yoktur. Fakat Yahudi ve
Hıristiyanlar bu hususta şüphe içindedirler."
"Bu anlatılan,
Meryemoğlu İsa'dır. Kâfirlerin, hakkınd şüpheye düştükleri İsa ise Allah'ın
Meryem'e ulaştırdığı kelimesidir. Yani Allah Teala, Hz, îsa'yı babasız olarak
sadece "ol" demekle meydana getirmiştir. Bu sebeple Hz. İsa'ya
"Allah'ın kelimesi" denmiştir."
"Bu, Meryemoğlu
İsa'dır. Bunu söyleyen de Hak olan Allah'tır. Fakat Yahudi ve Hıristiyanlar;
İsa hakkında şüpheye düşmüşlerdir,"
Yahudiler, Hz. İsa'nın
bir sihirbaz, bir yalancı olduğunu iddia etmişler Hıristiyanlar ise onun,
Allah'ın oğlu olduğunu ve üç ilahtan birini teşkil ettiğini iddia etmişlerdir.
Onlann hepsi de yalancıdır. İsa Allah'ın kulu ve Peygamberidir. Meryem'e
ulaştırdığı sözüdür ve Allah'ın sırrıdır. [37]
35- Çocuk
edinmek Allah'a asla yakışmaz. O, bundan münezzehtir. O, birşeyin olmasına
hükmedince ona sadece "Ol" der o da oluverir.
Şüphesiz ki İsa'ya
"Allah'ın oğlu" diyenler kâfir olmuşlar ve Allah'a iftira
etmişlerdir. Allah'ın çocuk edinmesi ona yakışmaz. Zira o, herşeyin
yaratıcısıdır. Yarattıkları onun oğlu olamaz. Allah, kafirlerin bu
iddialarından münezzehtir, beridir. Allah birşeyin olmasına hükmedince ona
"01" der o da hemen oluverir. İsa'yı babasız oharak yaratması da böyledir.
Hz. Âdem'i anasız babasız yaratan Allah, Hz. İsa'yı da babasız olarak yaratmaya
elbette ki kadirdir.
Bu hususta diğer bir
âyette de şöyle Duyuruluyor: "Allah katında İsa'nın durumu da Âdem'in
durumu gibidir. Allah, Âdem'i topraktan yarattı sonra da ona "Ol"
dedi ve o da oluverdi. [38]
36-
"Şüphesiz benim de rabbim sizin de rabbiniz Allah'tır. O halde ona ibadet
edin. İşte doğru yol budur."
Hz. İsa şöyle demişti:
"Şüphesiz ki benim de rabbim, sizin de rabbiniz Allah'tır. O halde sadece
ona kulluk edin. İşte dosdoğru yol budur. Bu yola uyan hakka erişir. Bundan
ayrılan ise sapıklığa düşer. [39]
37- Ne var
ki kâfirler aralarında İsa hakkında ihtilafa düştüler. O dehşetli günü görecek
kâfirerin vay haline.
Hz. İsa hakkında
çeşitli fırkalar ve ehl-i kitap ihtilafa düştüler. Bazıları onun Allah
olduğunu, bazıları da üç ilahın biri olduğunu diğer bazıları da Allah'ın oğlu
olduğunu söylediler. İşte bu saçma" sapan iddialarından dolayı, kıyamette,
layık oldukları cezaya çarpılacaklardır. [40]
38-
Kâfirler, huzurumuza çıktıkları gün öyle işitecekler, öyle görecekler ki...
Fakat bugün zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler.
Allah Teala, kendisini
inkâr eden, ortaklar koşan ve Hz. İsa'nın onun oğlu olduğunu iddia eden
kâfirlerin halini beyan ederek buyuruyor ki: "Dünyada iken hakka ve
Allah'ın varlık ve birliğini gösteren delillere karşı kör olanlar,
Peygamberlerin davetlerine ve okudukları ilahi kitapların davetlerine karşı
sağır olanlar, Allah'ın huzuruna çıkarıldıklarında öyle bir işitecek ve göreceklerdir
ki... Ne var ki onların o gün işitip
görmeleri kendilerine fayda vermeyecektir. Allah'a yakışmayan şeyleri ona isnad
eden kafirler, apaçık bir sapıklık içindedirler. Hallerinin nereye varacağını
da hesap etmemektedirler. [41]
39- Ey
Muhammcd, insanların pişmanlık duyacakları kıyamet günü ile kâfirleri uyar. O
gün her şey bitmiş, iş işten geçmiş olacaktır. Oysa kâfirler gaflet
içindedirler iman etmezler.
Ey Muhammed, sen,
Allah'a ortak koşan müşrikleri, suçlarından ve bu sebeple cehenneme girdirilip
orada ebedi olarak kalacaklarını anlamalarından sonra kıyamet gününde nasıl
pişman olacaklarını izah ederek uyar. O gün Allah, yarattıklarını yargılayıp
aralarında hükmü verecektir. Bir kısım insanlar cennete girecek, diğerleri
cehenneme sürükleneceklerdir. Bugün ise müşrikler, kıyamet gününün bu dehşetli
allerinden gafildirler, Allah'a ve âhiret gününe iman etmezler.
Evet, âhiret günü,
kâfirler için en büyük pişmanlık günüdür. Zira o gün artık ölüm oradan
kaldırılacak, kâfirler, lâyık oldukları azabın içinde ebedî olarak
kalacaklardır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor ki:
"Kıyamette ölüm,
güzel bir koç şeklinde getirilecek ve bir çağına cennetliklere "Ey cennet
ehli." diye çağıracaktır. Cennetlikler başlarını uzatıp bakacaklar ve o
çağına kendilerine "Siz bunu tanıyor musunuz?" diye soracak. Onlar
da: "Evet, o ölümdür." diyeceklerdir. Zaten hepsi onu görmüştür.
Sonra o çağın-cı: "Ey cehennem halkı." diye çağıracak onlar da
başlarını uzatıp bakacaklar ve çağına onlara: "Siz bunu tanıyor
musunuz?" diye soracaktır. Onlar da "Evet, bu ölümdür"
diyeceklerdir. Zaten bunların hepsi de onu görmüşlerdir. Bunun üzerine koç
şeklinde olan ölüm boğazlanır. Sonra çağına "Ey cennet eh^ artık ebedîlik
vardır. Ölüm yoktur. Ey cehennem halkı artık ebedilik vardır. Ölüm
yoktur." diyecektir." Resulullah (s.a.v.) bu sözünden sonra "Ey
Muhammed, in-sanlann pişmanlık duyacaklan kıyamet günü ile kâfirleri uyar. O
gün her şey bitmiş iş işten geçmiş olacaktır. Oysa kâfirler gaglet içindedirler.
îman etmez-ler."âyetini okudu ve "İşte bunlar gaflet içindedirler.
Bunlar dünya halkıdır. Bunlar iman etmezler." buyurdu. [42]
40- Şüphesiz
yere ve üzerindekilere biz vâris olacağız biz. Onlar mutlaka bize
döndürüleceklerdir.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, kendisini yalanlayan müşriklere karşı Resulullahı teselli etmekte,
onlann davranışlarına üzühnemesini beyan etmektedir. Zira onlann hepsi bir gün
gelecek yok olacaklardır. Bütün yeryüzü ve orada bulunanlara tek vâris olarak
Allah kalacaktır. Herkes Allah'ın huzuruna döndürülecek ve yaptıklarından
hesap verecektir. [43]
41- Ey
Muhammed, insanlara, Kur'an'daki İbrahim kıssasını anlat. Şüphesiz ki o, özü
sözü doğru olandı ve bir Peygamberdi.
Ey Muhammed, sen,
Kur'an'da geçen İbrahim kıssasını müşriklere anlat. Şüphesiz ki İbrahim,
sözünde, verdiği haberlerde ve uyarılarında doğru söyleyendi, yalancı değildi.
Allah ona vahiy göndererek onu Peygamber yaptı. [44]
42- O, bir
zaman babasına şöyle demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiç
faydası dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun?
Bir zaman İbrahim,
babasına şöyle demişti. "Ey babacığım, hiçbir şeyi işitmeyen, hiçbir şeyi
görmeyen ve sana hiçbir faydası dokunmayan şu putlara niçin tapıyorsun? Bunlara
tapmakla ne kazandığını zannediyorsun? Sen, bunları bırak ta duanı işiten, her
halini görüp seni kuşatan, senden bütün zararları uzaklaştırmaya gücü yeten
Allah'a kulluk et. [45]
43-
Babacığım, (İlâhî vahiy yoluyla) bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Bana uy
da sana, doğru yolu göstereyim.
Babacığım, Allah
tarafından bana, sana verilmeyen bir ilim geldi. Benim öğüdümü kabul et ki
sana, sapmayacağın, doğru yolu göstereyim. O da, Allah'ın, kendisinde hiçbir
eğrilik bulunmayan dinidir,
Görüldüğü gibi Hz.
İbrahim, babasına arşı nezaketle konuşuyor, onu cehaletle suçlamıyor, kendisinin
de çok üstün bir ilme sahip olduğunu söylemiyor. Bu tavır bizim için de bir
örnektir. [46]
44-
Babacığım, Şeytana tapma. Şüphesiz ki şeytan, rahman olan Allah'a çok âsi oldu.
Ey babacığım, putlara
taparak Şeytana uyma. Zira şeytan, Âdeme secde etmeyerek rahman olan Allah'a
karşı isyan etmiştir.
Hz. İbrahim babasına
yaptığı bu Öğüdüyle de, Rahman olan Allah'ın varlık ve birliğini ve Şeytanın da
insanın düşmanı olduğunu veciz bir şekilde ifade ediyor. [47]
45-
Babacığım (İnkârda ısrar etmen halinde) seni, rahman olan Allah tarafından bir
azabın yakalamasından ve böylece şeytanın dostu olmandan korkarım."
Hz. İbrahim, babasına,
rahman olan Allah tarafından bir azap dokunacağından korktuğunu bildiriyor.
Allah'ın azabına
uğrayan bir kişinin bu azaptan sonra nasıl olup Şeytan'm dostu olacağı şöyle
izah edilmektedir:
Allah'ın azabını hak
eden kişi cehenneme girer. Böylece Şeytanla beraber olur. Bu beraberlik
şeytanla dostluk demektir.
Yahut, buradaki ilahi
azaptan maksat, Allah'ın, bu çeşit kullarından yardımını tamamen kesmesidir.
Böyle bir insanın, şeytandan başka hiçbir dostu yoktur.
Ya da burada
zikredilen şeytanın dostluğundan maksat, onun peşini taki-betmektir. Böylece
rahman olan Allah'ın azabına uğrayan kimse cezalandırılmakta şeytanı takib
etmiş olur.
Zemahşeri diyor ki:
"Âyet-i Kerime'de, şeytanın dostu olmak, rahman olan Allah'ın azabına
uğramaktan sonra zikredilmektedir. Bu da, şeytanın dostu omanın, Allah'ın
azabına uğramaktan daha beter olduğunu gösermektedir. Zira şeytanın dostu olma,
Allah'ın rızasına erişmenin zıddıdır. Allah'ın rızası herşe-yin üstünde olduğu
gibi, şeytanın dostluğu da her şeyden kötüdür.
[48]
46- Babası:
"Ey İbrahim, ilahlarıma karşı çıkıp yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan
vazgeçmezsen yemin olsun ki seni taşlarım. Haydi uzun müddet benden uzak
ol." dedi.
Babası, İbrahim'in
nasihati üzerine ona şu cevabı verdi: "Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan
yüz çeviriyor, onlara dil mi uzatıyorsun? Sen bu il ahi an sövüp saymaktan ve
bunlara dil uzatmaktan vazgeç. Eğer bundan vazgeçmezsen yemin olsun ki ben de
seni sözle taşlarım. Sana ağır şeyler söyler, hakaret ederim. Haydi benden
uzun bir müddet uzak ol.
Taberi bu âyetin son
bölümünün şu şekilde izah edilmesinin tercihe şâyân olduğunu söylemektedir.
"Haydi sen benden sağ salim bir şekilde uzak ol. Seni cezalandırmış
olmayalım." [49]
47- İbrahim
şöyle dedi: "Selam sana. Rabbimdcn bağışlanmanı dileyeceğim. Çünkü o,
bana çok lütufkârdır,
İbrahim, babasına şu
cevabı verdi: "Selam sana, benim tarafımdan güven içinde ol. Senin
sevmediğin şeyleri sana anlatmayacağım. Ancak rabbimden, senin günahlarım
affetmesini dileyeceğim, zira o bana çok lütufkârdır. Benim yaptığım duaları
kabul etmektedir.
Hz. İbrahim'in, babası
için af dilemesi; daha önce ona vermiş olduğu bir vaadi yerine getirmek içindi.
Fakat daha sonra babasının, Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca önün için dua
etmekten vazgeçmiş ve ondan uzaklaşmıştır. Bu husus Tevbe Sûresi'nin yüz
ondördüncü âyetinde de izah edilmektedir. [50]
48- İşte
sizden ve Allah'tan ba§ka taptığınız şeylerden ayrılıyor ve sadece rabbime
ibadet ediyorum. Umarım ki rabbime dua edip te mahrum ve
mahzun oimam."
Artık ben sizden ve
Allah'ı bırakıp ta taptığınız putlardan uzaklaşıyorum.Sadece rabbime ibadet
ediyor ve onun rabhğmi kabul ediyorum. Umarım ki rab-bim, dualarımda beni
ümitsiz çikannaz. Dualarımı kabul edip dileğimi bana verir."
Rivayete göre, Hz.
İbrahim, babasına bu sözleri söyledikten sonra bulunduğu yerden ayrılarak Şarn
taraflarına gitmiştir. Allah Teala orada ona oğlu ismail'i ve İshak'ı vermiştir. [51]
49- İbrahim kavminden ve onların, Allah'tan başka
ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca biz ona İshak'ı ve (İshak'ın oğlu)
Yakub'u ihsan ettik. Hepsini de Peygamber yaptık. [52]
50- Biz
onlara, rahmetimizden lütufiarda bulunduk. Biz onları iyilikle dillerde
yâdettirdik.
İbrahim, kavminden ve
onların tapmış oldukları putlardan uzaklaşınca biz onun yurdundan ayrılık
hasretini, kendisine oğlu İshak'ı ve torunu Yakub'u vererek giderdik. Biz,
İbrahim'in oğlu İshak'ı ve onun oğlu Yakub'u peygamber yaptık. Biz onlann
hepsine bu dünya hayatında bol nzıklar verip rahmetimizi bahsettik. Ve onlan
bütün dillerde övdük. [53]
51- Ey
Muhammet!, İnsanlara Kur'an'dakİ Musa'nın kıssasını anlat. Şüphesiz ki o,
ihlash bir kul'du, kitap verilen bir Peygamberdi.
Ey Muhammed, sen, sana
indirdiğimiz Kur'an'da, İmran oğlu Musa'yı zikret ve onun kıssasını kavmine
anlat. Şüphesiz ki Musa, ibadeti sadece Allah'a tahsis eden ihlash bir kul idi.
Veya Allah tarafından arındırılmış ve ihlasa erdirilmiş bir kul idi. O, hem
Nebi hem de Resul idi. O, Peygamberdi hem de kendisine kitap indirilmişti. [54]
52- Bİz Musa'ya Tûr-i Sina'da sağ taraftan
nida'da bulunduk. Biz onu, hususi bir konuşmada bulunmak üzere kendimize
yaklaştırdık[55]
53- Biz ona,
rahmetimizden kardeşi Harun'u Peygamber olarak lütfettik.
Allah Teala bu âyet-i
Kerime'de, I iz. Musa'nın Şam taraflarında Şuayb aleyhisselamm yanında uzun
süre kaldıktan sonra kendi ülkesi olan Mısır'a dönerken Sina Çölü'nde bulunan
Tur dağına varınca ona Peygamberlik verdiğini ve Peygamberliğinin, kendisine
nida olunarak başladığını beyan ediyor. Ayrıca Hz. Musa'nın isteği üzerine
kardeşi Harun'u da Peygamber yaptığını ve ona yardımcı kıldığım beyan ediyor. [56]
54- Ey
Muammed, insanlara, Kur'an'daki İsmail kıssasını anlat. Şüphesiz ki o, vaadine
sadık bir kuldu. Kitap verilen bir Peygamberdi. [57]
55- İsmail,
ümmetine namaz kılmayı ve zekât vermeyi emrederdi. O, rabbinin rızasını
kazanmış bir kuldu.
Allah Teala bu
âyetlerde de, Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'in kıssasının insanlara anlatılmasını
emrediyor. Ve onun, vaadinde duran ve kendisine kitap verilmiş bir Peygamber
olduğunu beyan ediyor. Hz. İsmail'in, aile fertlerine namaz kılmalarım» zekât
vermelerini emrettiğini ve Allah katında kendisinden razı olunan bir kul
olduğunu beyan ediyor.
Allah Teala Hz.
İsmail'i "Vaadine sadık" olarak övüyor. Kişinin^erdiği söze sadakat
göstermesi, îmanında samimi olduğunu gösteren Ölçüleden biridir. Nitekim
Peyamber Efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde:
"Münafikin
alâmeti üçtür. Konuştuğunda yalan söyler, vaadettiğinde dinden döner, kendisine
bir şey emanet edildiğinde emanetine hıyanet eder" buyurmuştur[58]
Yine Allah Teala, Hz.
İsmail'i, aile fertlerine namaz kılmayı ve zekât vermeyi emretmekle övüyor. Bu
da kişinin, aynı zamanda aile fertlerinden de sorumlu olduğunu ifade
etmektedir. Nitekim bu hususta diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır:
"Ey iman edenler, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden
kendinizi ve ailenizi koruyun. Ateşin başında sert ve şiddetli, Allah emrine
karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerin getiren Melekler vardır. [59]"Ailene
namazı emret Sen de namaz kılmakta sabret. Biz senden nzik istemiyoruz. Sana
nzık veren biziz. Güzel akıbet takva sahiplerinindir.
Peygamber efendimiz
de'bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: [60]
"Hepiniz
çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Halife bir çobandır,
güttüklerinden sorumludur. Erkek ailenin çobanıdır, güttüklerinden sorumludur.
Kadın kocasının, evinin çobanıdır, güttüklerinden sorumludur. Hizmetçi
efendisinin malının çobanıdır ve güttüklerinden sorumludur. Evet, hepiniz
çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz. [61]
56- Ey
Muhammed, insanlara, Kur'an'daki İdris kıssasını anlat. Şüphesiz ki İdris, özü
sözü doğru olandı ve bir Peygamberdi. [62]
57- Biz onu
yüce bir makama yükselttik.
Allah Teala bu âyette
İdris aleyhisselamı yüce bir makama yükselttiğini beyan ediyor. Bu yüce makamın
ne olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.
Bazı müfessirlere göre
idris aleyhisselam hayattayken bir Melek tarafından altıncı göğe kadar
yükseltilmiş ve ruhu orada kabzedilmiştir. Bazılarına göre ise İdris
aleyhiselam bir Melek tarafından dördüncü göğe kadar çıkarılmış ve Azrail canını
orada almıştır. İşte zikredilen yüce makam burasıdır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) miraca çıkarken İdris aleyhisselam ile dördüncü katta görüştüğünü
beyan etmektedir. Bu da ikinci görüşün daha isabetli olduğunu ifade eder. [63]
58- İşte
bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerdir. Bu Peygamberler
Âdem'in ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın soyundan, İbrahim ve
İsrail'in neslinden ve hidayet verip seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara, rahman
olan Allah'ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Siiddî diyor ki;
"Bu Peygamberlerin hepsinin, Hz. Âdem'in soyundan gelmelerine rağmen her
birinin yakın soyları belirtilmiş ve İdris aleyhisselamın, Adem'in soyundan
geldiğine Hz. İbrahim Nuh ile beraber gemide taşınanların soyundan geldiğine
Hz. İshak, Yakub ve İsmail'in de Hz. İbrahim'in soyundan geldiklerine Hz. Musa,
Harun, Zekeriyya, Yahya ve İsarunda Hz. İsrailin yani Hz. Yakub'un soyundan
geldiklerine işaret edilmişin[64]
59- Sonra bu
Peygamberlerin ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve
heveslerine uydular. Onlar, bu taşkınlıklarının cezasını yakında göreceklerdir.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, Peygamberlerin ardından, ibadetlerin en devamlısı olan namazı zayi
eden ve şehvaniarzulanna uyan nesillerin ortaya çıktığını ve bunların âhirette,
yaptıklarının cezasını göreceklerini beyan ediyor.
Âyet~i Kerimede
zikredilen "Namazı terkettiler" ifadesi "Namazı bıraktılar veya
zamanını geçirdiler." şeklinde izah edilmektedir. Âyette geçen ve
"Taşkınlık." diye tercüme edilen "Gayyen" kelimesinin
taşkınlık, zarara uğramak kötülük yahut cehennemde kan ve irinlerin aküğı bir
vadi olduğu zikredilmektedir. Yani, şehvani arzularına uyan bu insanlar hüsrana
uğrayacaklar veya yaptıklarının kakarşıhği olan kötülük bulacaklar yahut
cehennemdeki gayya kuyusuna atılacaklardır." demektir. [65]
60- Fakat
tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen bunun dışındadır. İşte onlar
cennete girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklar dır.
Allah Teala önceki
âyet-i Kerimede, Peygamberlerden sonra gelen kötü nesillerin namazlarını
terketmeleri ve şehvani arzularına uymaları yüzünden ha-kettikleri şekilde
cezai andı nlacaklanru beyan ettikten sonra bu âyette de bu kötü nesilden tevbe
edenlerin, Allah'a ve Peygambere iman edenlerin ve salih amel işleyenlerin bu
tür cezalandırmadan kurtulmuş olacaklarını beyan ediyor ve bun-lann cennete
gireceklerini ve kendilerine hiçbir haksızlık yapılmayacağını vaa-dediyor. [66]
61- O cennet, rahman olan Allah'ın, kullarına,
görmedikleri halde vaadettiği "Adn" cennetleridir. Şüphesiz onun
vaadi mutlaka yerini bulacaktır. [67]
62- onlar
orada boş bir söz işitmezler. Ancak "Selam" işitirler. Orada sabah
akşam rızıkları da hazırdır. [68]
63- İşte
kullarımızdan takva sahibi olanlara vereceğimiz cennet budur.
Tevbe edip salih amel
işleyenler cennetlere gireceklerdir. Bu cennetler, Adn cennetleridir. Rahman
olan Allah, bunlara, ScuUanna görmedikleri halde vaödetmiştir. Allah'ın vaadi
ise mutlaka gerçekleşir. O cennetlerde boş bir söz işitilmez. Orada ancak
selamlaşmalar işitilir. Cennetliklere sabah akşam, yani bu iki vakit kadar
zamalarda yemekleri verilir. Zira orada gece diye bir şey yoktur. Devamlı
aydınlık vardır. İşte dünyada takva üzere yaşayan kullara verilecek olan cennet
budur.
Burada ifade edilen
cennetlere layık olan takva sahiplerinin kimler olduğu başka bir âyet-i
Kerimede şöyle izah edilmektedir. "Rabbinizin mağfiretine ve genişliği
göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. O cennet, Allah'tan korkanlar için
hazırlanmıştır." "O takva sahibi olanlar, bollukta ve darlıkta Allah
yolunda harcarlar. Öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını bağışlarlar.
Allah, iyilik yapanları sever. [69]
64- (Vahyin
niçin geciktiğini soran Muhammcdc Cebrail şöyle dedi:) "Biz ancak rabbinin
emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve arasındakiler hep ona aittir.
Rabbin asla unutkan değildir.
Abdullah b. Abbas
diyor ki:
"Resulullah
(s.a.v.) Cebrail'e "Senin, bizi ziyaretinden daha fazla ziyaret etmene
engel olan nedir?" dedi. Bunun üzerine "Biz ancak rabbinin emriyle
ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve arasındakiler hep ona aittir." âyeti
nazil olmuştur[70]
Ayet-i Kerimede
zikredilen "Geçmişimiz, geleceğimiz ve arasındakiler" ifadesi şu
şekilde izah edilmiştir. "Önümüzde bulunan, arkamızda olan ve bunlann
ikisi arasındakiler hep ona aittir." "Önümüzde bulunan, arkamızda
olan ve bunların ikisi arasindekiler."den neyin kastedildiği hakkında ise
üç görüş zikredilmektedir.
Birincisine göre:
"Önümüzde bulunân'dan maksat, dünya, "Arkamızda olan"dan maksat,
âhiret ve "Bu ikisi arasındakiler" den maksat da, İsrafil tarafından
üflenecek olan iki sur arasındaki zamandır. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir:
"Dünyada âhiret de, bu ikisi arasındaki "Berzah" âlmi de ancak
rabbine aittir." demektir.
İkincisine göre:
"Önümüzde bulunan"dan maksat, âhiret, "Arkamızda olan"dan
maksat, dünya, "Bu ikisi arasındaki"lerden maksat ise dünya ve ahiret
arasıdır. Buna göre âyetin mânâsı "Âhiret de dünya da ve onların
aralarında bulunan da ancak rabbine aittir." demektir.
Üçüncüsüne göre ise:
"Önümüde bulunan"dan maksat, dünyanın bizden geçen zamanıdır.
"Arkamızda olan"dan maksat, dünyanın bizden sonra kalan za-manıve
âhirettir. "Bu ikisi arasındakiler"den maksat ise, geçirmiş olduğumuz
zaman ile önümüzde bulunan zaman arasıdır. Taberi'ye göre ise "Önümüzde
bulunan" âhirettir. "Arkamızda olan." dünyadır. "Bu ikisi
arasındakiler" ise dünyanın henüz geçmemiş olan zamanıdır. [71]
65- O,
göklerin, yerin ve aralarındakinin rabbİdir. O halde sen ona ibadet et ve ona
ibadetinde sabırlı ol. Zaten onun benzeri bir ilah bilir misin ki?
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, Hz. Muhammed'e Cebrail'i gönderen rabbinin, göklerin, yerin ve o
ikisi arasında bulunan herşeyin rabbi olduğunu, böyle bir rabbin, herhangi bir
şeyi unutmasının mümkün olamayacağını beyan ediyor, Hz. Muhammed (s.a.v.)e ve
dolayısiyle bilere, böyle bir rabbejoılluk etmemizi ve ona yaptığımız
ibadetlerde sabırlı olmamızı emrediyor. Ayetin sonunda da Allah'ın hiçbir
benzerinin bulunmayacağı bildiriliyor.
Bazı müfessirler,
burada zikredilen "Benzeri" ifadesinden maksadın, onun, isminde
benzeri olmadığını söylemişlerse de bu ifadeye genel anlamda almanın ve
Allah'ın zat ve sıfatlarında benzeri olmadığı şeklinde yorumlamanın daha uygun
olacağı muhakkaktır. Taberi de bu kanaattedir.
[72]
66- İnsan:
"Öldükten sonra mı diril ip çıkarılacağım?" der.
Öldükten sonra
dirileceklerine inanmayan kâfirler: "Bizler, ölüp toprak olduktan sonra mt
tekrar dirilip kabirlerden çıkarılacağız?" derler.
Allah Teala bu tür
insanlara, hiç yoktan yaratılışlarını hatırlatarak şöyle cevap veriyor: [73]
67- O insan,
daha önce hiçbir şey değilken kendisini yoktan varettiği-mizi hatırlamaz mı?
Öldükten sonra tekrar
dirilmeyi aklına sığdıramayan insan, Allah'ın, kendisini, hiç yokken yaratma
kudretini dşünemez mi? Onu, hiç yokken var eden Allanın öldükten sonra
diriltmesine neden şaşar?
Bu hususta diğer
âyetlerde şöyle buyuruluyor: "İnsan, kendisini bir damla sudan
yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir? Yaratışımızı
unutarak bize misal getirir ve "Çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş?"
der. "Ey Muhammed, sen şöyle de: "Onları ilk defa yaratan
dirütecektir. O, bütün yaratılanları çok iyi bilir. [74]
68- Rabbİne yemin olsun ki, biz o insanları
şeytanlarla beraber bir araya toplayacağız. Sonra cehennemin etrafında dizıistü
çökmüş olarak hazır bulunduracağız. [75]
69- Sonra
her topluluğun, rahman olan Allah'a en çok karşı gelip isyan edenlerini
ayıracağız. [76]
70- Sonra,
kimlerin cehenneme girmeye dala layık olduğunu biz çok iyi biliriz.
Ey Muhammed, rabbine
yemin olsun ki, "Biz, öldükten sonra çık ani ac ağız?" diyenleri kıyamette,
dostları olan şeytanlarla beraber bir araya toplayacağız. Sonra onları,
cehennemin etrafında diz çökmüş vaziyette ve oraya girmek üzere hazır
bulunduracağız. Sonra her gurubun, Allah'a en çok isyan edenlerini ayıracağız
ve hesaba çekmeye onlardan başlayacağız. Biz, bu gruplardan hangisinin daha
şiddetli azaba layık olduğunu çok iyi biliriz ve herkesi cehennemin layık
olduğu derecesine koyarız,
Abdullah b.Mes'ud
diyor ki: "Cehennemlikler, en baştakinden en sonuncusuna kadar bir yere
hapsedilirler. Sayı tamamlanınca onların en büyük günahkârlarından başlanarak
sırayla cehenneme konulurlar." [77]
71- Sizden,
cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin, üzerine aldığı değişmez
bir hükümdür.
Âyet-i Kerimede
zikredilen "Cehenneme uğramak"tan maksadın ne olduğu hususunda
müfessirler farklı izahlarda bulunmuşlardır.
Abdullah b.Abbas, Ebu
Meysere ve Abdullah b.Revaha'dan nakledilen bir görüşe göre âyetteki
"Cehenneme uğramak"tan maksat, Mümin ve kâfir olan herkesin onun
içine girmesidir. Müminler, içine girdikleri o cehennemden kurtarılacaklar
kâfirler ise orada kalacaklardır. Müminlerin uğradıkları yerin, cehennemin
sönmüş yeri olacağı rivayet edimektedir.
Abdullah b.Abbas'tan
nakledilen bu görüşe delil olarak, Kuran-ı Kerim'de dört yerde zikredilen
"Cehenneme uğramak" ifadesinden üçünün "Cehenneme girme"
anlamına gelmesidir. Dördüncüsü ise bu âyettir. Bu âyet de yorumda onlara
tâbidir. Zikredilen üç âyet şunlardır; "Siz de Allah'tan başka taptığınız
putlar da cehennem odunudur. Siz oraya, suya koşarcasına gireceksiniz. [78]
"Suçluları ise susuz olarak cehenneme süreceğiz[79]"Firavun
kıyamet gününde kavminin önüne düşecekve onlan ateşe götürecektir. Varılacak o
yer, ne kötü bir yerdir. [80]
Ayrıca sahabe-i Kiram:
"Ey Allahım sen beni cehennemden sağ salim çıkar ve beni nimetlerle
cennete koy." diye dua etmişlerdir.
Bazı âlimlere göre ise
buradaki "Cehenneme uğramak"tan maksat, cehenneme girmektir. Ancak
bu giriş sadece kâfirler için söz konusudur. Ayette geçen "Siz"
zamirinden, kâfirler kastedilmektedir.
Diğer bir kısım
âlimlere göre ise buradaki "Cehenneme uğramaktan maksat, Müminlerin sırat
köprüsünden geçmeleri kâfirlerin ise cehenneme düşmeleridir.
Başka bir kısım
âlimlere göre de buradaki "Cehenneme uğramak"tan maksat, Müminlerin,
dünyada iken, cehennemden geldiği belirtilen âfet ve felaketlere uğramaları
kâfirlerin ise cehenneme girmeleridir.
Taberi bu ayette
zikredilen "Cehenneme uğramak"tan maksadın "Sırat köprüsünün
üzerinden geçmek olduğunu, müminlerin bu köprüden geçecekleri, kâfirlerin ise
ondan geçemeyip cehenneme düşecekleri anlamına geldiğini söylemiş ve sırat
köprüsüyle ilgili Hadis-i Şerifleri zikretmiştir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde buyuruyor ki:
"... Cehennemin
üzerine sırat köprüsü kurulacak. Ben ve ümmetim, oradan ilk geçenler olacağız.
O gün sadece Peygamberler konuşacak onların o gün ki duaları da: "Ey
Allahım esenlik ver, ey Allahım esenlik ver." olacaktır. Cehennemde
Sa'dan dikeni gibi kancalar bulunmaktadır. Sizler Sa'dan dikenini gördünüz mü?
"Evet ya Resulallah" dediler. Resulullah buyurdu ki "İşte o kancalar
Sa'dan dikeni gibidir. Ancak onların ne kadar büyük olduklarını sadece Allah
bilir. İnsanlar amellerine göre o kancalarla çekilirler. İnsanlardan bazıları
yaptıkları ameller yüzünden helak olurlar. Bazıları da hardal tanesi kadar
parçalara ayrılırlar sonra kurtulurlar. Allah Teala, cehenneme girenlerden
kime merhamet etmeyi dilerse meleklerine, kendisine kulluk edenleri
cehennemden çıkarmalarını emreder. Melekler de onları çıkarırlar. Melekler
onları secde izlerinden tanırlar. Allah, secde izlerini yemeyi cehenneme haram
kılmıştır. [81]
Peygamber efendimiz
diğer bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyuruyor:
"...Sonra
cehennem üzerine köprü kurulur. Şefaat etme zamanı gelir. İnsanlar "Ey
Allahım, esenlik ver, esenlik ver" derler. "Ey Allah'ın Resulü, köprü
nedir?" diye sorulunca Resululîah: "Pek kaygan bir yerdir. Orada
çengeller, kancalar ve dikenler vardır. Bu dikenler, Necid bölesinde biten
Sa'dan dikenleri gibidir. Müminler, amellerine göre sırat köprüsünün üzerinden
göz açıp kapayıncaya kadar veya şimşek gibi yahut rüzgâr gibi veya kuş gibi
yahut rahvan at ve develer gibi geçecekler. Bazıları sağ salim kurtulacak,
bazıları çiviler yırtmış olarak kurtulacaklar, bazıları ise yaralı olarak
cehenneme itileceklerdir. [82]
72- Sonra
takva sahiplerini cehennemden kurtaracağız. Zulmedenleri de d iz üstü çökmüş
olarak cehennemde bırakacağız.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, bütün insanların cehenneme uğramasından sonra, emirlerini tutup
yasaklarından kaçınanları cehennem ateşinden kurtaracağını, Allah'tan başkasına
ibadet ederek veya rablerinin emir ve yasaklarına uymayarak kendilerine
zulmedenleri ise cehennem ateşinin içinde dizüstü çökmüş bir halde bırakacağını
beyan ediyor. [83]
73- Onlara
apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman kâfirler, iman edenlere "Mümin ve kâfir
iki guruptan hangisi mevki yönünden daha hayırlı ve çevre yönünden daha
güzeldir?" derler.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede de, kâfirlere apaçık ayetleri okunduğunda onların, âyetlerden nasıl
yüz çevirdiklerini, müminlere karşı böbürlenerek üstünlük tasladıklarını beyan
ediyor ve bundan sonra gelen âyette de onlar gibi nice şımarıkları helak
ettiğini bildiriyor. [84]
74- Biz
onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onlar, servet ve gösteriş yönünden
kendilerinden daha iyiydiler.
Evet, Allah Teala,
geçmişteki şımarıkları, emrine uymadıkları için helak etmiş köşklerini,
yurtlarını, bağlarım, bahçelerini sahipsiz bırakmıştır.
Bu hususta Firavun ve
kavminin nasıl cezalandırıldığım beyan eden âyetlerde şöyle buyuruluyor:
"Âsânı vurarak açtığın denizi o sakin halinde bırak. Çünkü onlar,
boğulmaya mahkum bir ordudur." "Onlar, geride nice bahçeler, akan
pınarlar, çeşitli bitkiler, güzel konaklar ve zevk ve sefa ile içinde yaşadıkları
nimetler bıraktılar." "Böylece biz, onlara verdiğimiz nimetleri başka
bir kavme miras bıraktık, [85]"Biz
nice zalim ülkeleri helak ettik. Onlar, duvarları, damlan üstüne yıkılıp
ıpıssız kaldılar. Biz, nice kuyuları muattal, nice muhteşem sarayları bomboş
bıraktık. [86]
75- Ey
Muhammed, sen şöyle de: "Rahman olan Allah, sapıklıkta olana daha da
mühlet verir. Onlar, vaadcdildikleri şeyi görünce, ki o da ya dünyada
cezalandırılmaları veya kıyametin başlarına kopmasıdır. Kimin mevkiinin daha
kötü, kimin arkasının daha az olduğunu bileceklerdir.
Müfessirler bu âyet-i
Kerimeyi iki türlü izah etmişlerdir. Birinci izah şekli, mealde verildiği
gibidir. Taberi'nin de zikrettiği ikinci izah şekli ise şöyledir: "Ey
Muhammed, de ki; "Kim, sapıklık içinde bulunuyorsa rahman olan Allah,
onun sapıklığını daha da artırsın ve ona mühlet versin Fakat bu sapıklar,
kendilerine vaadedilen ceza veya kıyamet gelirse işte o zaman kimin mevkiinin
daha kötü kimin arkasının daha az olduğunu bilecekler ve yaptıklarına pişman
olacaklardır. Fakat bu pişmanlık kendilerine fayda vermeyecektir."
Âyet-i Kerimenin bu
şekilde yorumlanması, Âl-i imran suresinin altmış-birinci âyetinin ifadesine
benzemektedir. "Mübahale" âyeti denen bu âyette şöyle buyurulmaktadır:
"Sana ilim geldikten sonra kim seninle mücadele ederse ona şöyşle de:
"Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kacjinlanmızı ve kadınlarınızı,
kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra yalvaralım da yalancıları Allah'ın
lanetiyle lanetleyelim. [87]
76- Allah, doğru
yolda olanların hidayetini daha da artırır. Devamlı kalacak salih ameller,
rabbin katında sevap bakımından daha da hayırlıdır. Akıbet bakımından da daha
hayırlıdır.
Allah Teala, iman
ederek ve gönderdiği âyetleri tasdik ederek doğru yol üzerinde bulunanların
imanlarını güçlendirir. Salih amellerini artırarak hidayetlerini pekiştirir.
Zira kötülükler insanı daha da beterine götürür, tyilikler ise onu daha
hayırlısına sevkeder. Devamlı kalıcı olan salih ameller, rabbinin katında,
sevap bakımından da daha hayırlıdır netice bakımından da daha hayırlıdır.
Ayet-i Kerimede
zikredilen "Devamlı kalacak olan salih ameller"den neyin
kastedildiği, Kehf suresinin kırkaltınci âyetinde izah edilmiştir. Bu amellerin,
beş vakit namaz veya Allah'ı zikretme yahut Allah'a itaat etme veya güzel söz
söyleme yahut da bütün iyi ameller demek olduğu beyan edilmiştir. [88]
77- Ey Muhamcd, âyetlerimizi inkâr edip (Alaylı
alaylı) "Bana (âhirette) mal ve evlat verilecek" diyen o kâfiri
gördün mü?" [89]
78- O kâfir
"Gaybı"mı bildi, yoksa rahman olan Allah'tan bir söz mü aldı?
Bu âyetlerin, el-Âs
b.Vâil hakkında nazil olduğu rivayet edilmektedir Habbab b.el-Eret diyor ki:
Ben, Âs b.Vâile gittim
ondaki alacağımı istedim. Bana şöyle dedi; "Sen Muhammed'i inkâr etmedikçe
onu sana vermem." Ben de ona "Sen ölüp tekrar dirilmedikçe ben bunu
yapmam." dedim. O da: "Ben ölüp de tekrar diriltilecek miyim?"
dedi. "Evet" dedim. Âs b.Vâil: "Benim orada da malım ve çocuğum
var. Hakkını sana orada veririm." dedi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu. [90]
79- Hayır,
asla! Biz onun söylediklerini yazıp kaydedeceğiz. Biz azabını artırdıkça
artıracağız. [91]
80- Biz o
kâfirin, dünyada iftihar edip durduğu şeyleri elinden alacağız. Huzurumuza
yapayalnız çıkacaktır.
Hayır, böyle bir şey
yoktur. O kâfir, gaybi bilemez. Söylediğinin doğru olduğunu iddia edemez.
Rahman olan Allah'tan bir söz de almış değildir. Bilakis o yalan söylüyor ve
inkârda bulunuyor. Biz bu kâfirin söylediklerini yazacağız. Yalan ve bâtıl
iddialarından dolayı âhirette onun azabını artırdıkça artıracağız.
"Ahirette bana mutlaka mal ve çocuk verilecek." diyen bu kâfirin
malını da evladını da elinden alacağız. Ve kıyamet gününde o, bizim huzurumuza
tek başına çıkacaktır. [92]
81-
Kâfirler, kendilerine destek olmalar» için Allah'tan başka ilahlar edindiler. [93]
82- Hayır!
Bilakis, tapındıkları ilahlar, ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine
dönüp düşman olacaklardır.
Ey Muhammed, kavminin
müşrikleri, Allah'ı bırakıp birtakım pullan ilahlar edindiler ki kendileri
için destek olsunlar. Onlan Allah'ın azabından kurtarıp ona yaklaştırsınlar.
Hayır, bu böyle değildir. Putlar, Allah katında onlara destek olmayacaklar ve
müşriklerin, kendilerine tapmalarını kabul etmeyecekler ve onların aleyhlerine
döneceklerdir.
Yani, putlar,
kendilerine tapan müşriklerin aleyhinde bulunacaklar veya cehennemde onlara
arkadaş olarak onlarla çekişecekler yahut onların düşmanları olacaklardır. [94]
83- Ey
Muhammed, kâfirlere, kendilerini kışkırtan şeytanları musallat ettiğimizi
görmez misin? [95]
84- Ey
Muhammed, kâfirlerin hemen azaba uğratılmalarını isteme. Biz onların
yaptıklarını ve günlerini mutlaka sayıyoruz.
Ey Muhammed, görmez
misin? Biz, şeytanları, inkarcıların üzerine nasıl salmışızdır. Şeytanlar
onları azdırmak için tahrik eder, onlan, Allah'a karşı gelmeye teşvik ederler
ve nihayet onları bu günaha düşürürler. Sen onlara azabın
derhal gelmesini ve helak olmalarını
isteme. Zira biz onların amellerini ve alıp verdikleri nefeslerini hesap
etmekteyiz. Helak olma zamanlan gelince onlan derhal helak edeceğiz. [96]
85-86-
Kıyamet günü takva sahiplerini, rahman olan Allahtn huzurunda heyetler halinde
toplayacağız. Suçluları ise susuz olarak cehenneme süreceğiz.
Dünyada Allah'ın
emirlerini tutup yasaklarından kaçarak ondan korkanları âhirette bineklere
binmiş vaziyette ve heyetler halinde, rahman olan Allah'ın hzrunda
mükâfatlandırmak için toplayacağız. Allah'ı inkâr eden suçluları ise susuz
olarak cehennem ateşine süreceğiz. Böylece herkes, lâyık olduğu karşılığı,
bulmuş olacaktır. [97]
87- O gün,
rahman olan Allah'tan izin alan'dan başka kimse şefaaat-te bulunamayacaktır.
Kâfirler, Allah'ın
huzurunda birbirlerine şefaatçi olamayacaklardır. Ancak dünyada iken Allah'a
iman ederek şefaat etme selahiyetine erişenler müstesnadır.
Bu âyet-i Kerimeden
kâfirlerin aksine müminlerin birbirlerine şefaatçi olacakları anlaşılmaktadır.
Ancak bir müminin diğerine şefaatçi olması için Allah'tan izin alması
gerekmektedir. Bu hususta diğer bir âyette şöyle Duyurulmaktadır: "O gün,
rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına nza gösterdiği kimseden
başkasının şefaati fayda vermeyecektir. [98]
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde:
"Şehit,
ailesinden yetmiş kişiye şefaatçi olacaktır. [99]
buyurmuştur. Diğer bir Hadis-i Şerifı'nde de şöyle buyurmaktadır:
"Kıyamet gününde
üç sınıf insan şefaatçi olacaktır. Bunlar, Peygamberler, sonra âlimler, sonra
şehitlerdir. [100]Peygamber efendimiz başka
bir Hadis-i Şerifinde de şöyle buyurmaktadır:
"Kıyamet gününde
şefaatçi olmam için insanlar bana gelirler. Ben de kalkar rabbimden izin
isterim. Ve bana şefaat etme izni verilir. Ben rabbimi görünce hemen secdeye
kapanırım. O beni dilediği kadar secdede bırakır. Sonra bana şöyle denir:
"Ey Muhammed, başım kaldır, söyleyeceğini söyle sözün dinlenecek.
İstediğini dile istediğin verilecek. Şefaatçi ol şefaatin kabul
edilecek.." Bunun üzerine ben rabbime.bana öğrettiği şeklide hamdedeceğim.
Sonra şefaatçi olacağım. Bana belli bir sınır tayin edilecek. Ben onların
cennete girmesini sağlayacağım." Peygamber efendimiz bu sözlerini üç kere
tekrarlamış, sonunda da şöyle buyurmuştur: "Sonra 'Lâilahe İllallah"
diyen ve kalbinden zerre kadar hayır bulunanlar cehennem ateşinden
çıkarılacaklardır. [101]
Hadİs-i Şeriflerde
ayrıca, Meleklerin, Müslümanların küçükken ölen çocuklarının, Kur'an-ı
Kerim'in ve bazı insanların da şefaatçi olacakları zikredilmiştir. [102]
88- (İman etmeyen bazı kimseler) "Rahman
olan Allah çocuk edindi." dediler. [103]
89- Vmcin
olsun ki, siz ortaya çok çirkin birşey attınız. [104]
90- Bunların
korkunçluğundan nerdeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar parçalanıp
dağılacaktır. [105]
91- Çünkü
onlar, rahman olan Allah'a çocuk isnad ettiler. [106]
92- Oysa
rahman olan Allah'ın, çocuk edinmesi asla şanına yakışmaz.
Allah Teala bu surede,
Hz İsa'yı nasıl babasız olarak yarattığını ve Hz. İsa'nın, kendisinin kulu
olduğunu beyan ettikten sonra bu âyetlerde, kendisine çocuk isnad edenlerin
nasıl büyük bir iftira içinde bulunduklarını, bu çeşit iftiralara gökler ve
yer gibi cansız varlıkların bile tahammül edemeyeceğini beyan ediyor,
insanoğlunun ne kadar haddini aştığını açıklıyor.
Taberi, bu âyet-i
Kerimeleri izah ederken şöyle diyor: "Gökler, yeryüzü, dağlar ve bütün
yaratıklar Allah'a ortak koşmaktan şiddetle kaçınırlar. Ancak cinler ve
insanlar hariç. Bunların bu cür'et ve şımarıklığı karşısında gökler ve yer
neredeyse çatlayacak duruma gelirler.
Bu hususta Peygamber
efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifi'nde şöyle buyuruyor:
"İşittiği kötü
söz karşısında Allah'tan daha fazla sabreden hiçbir kimse yoktur. Ona ortak
koşarlar ve onun çocuğu olduğunu söylerler. Buna rağmen Allah, böyle diyenleri
rızıklandınr, afiyet verir ve çeşitli nimetler ihsan eder. [107]
93 -
Göklerde ve yerde bulunan hiçbir kimse yoktur ki (Kıyamet günü) rahman olan
Allah'ın huzuruna bir kul olarak çıkmasın, [108]
94- Şüphesiz
Allah, onları ilmiyle kuşatmış, kendilerini ve yaptıklarını bir bir saymıştır. [109]
95- Kıyamet
günü onların her biri Allah'ın huzuruna tek başına çıkacaktır.
Melekler gibi göklerde
bulunan, insan ve cinler gibi yeryüzünde bulunan hiçbir kimse yoktur ki kıyamet
gününde boyun eğmiş, zelil bir kul olarak rahman olan Allah'ın huzuruna çıkmış
olmasın. Rahman olan Allah, bütün yaratıklarını saymış ve zaptetmiştir.
Onlardan hiçbiri ondan kaçıp kurtulamaz. Hepsi kıyamet gününde rahman olan
Allah'ın huzuruna teker teker çıkacaklar ve Allah, herkes hakkında hükmünü
verecektir. [110]
96- İman
edip salih amel işleyenler var ya, şüphesiz rahman olan
Alah, onları sevdirecektir.
Şüphesiz ki Allah'a,
peygamberlerine ve rabîeri katında kendilerine gelen emir ve yasaklara iman
eden ve helalleri işleyip haramlardan kaçınarak salih amel işleyen kullan
rahman olan Aİlah, dünyada mümin kullarına sevdirecektir. Mümin kullarının
kalbine, onları sevme duygusunu yerleştirecektir.
Allah Teala, kendi
rızasını kazanan kulunu diğer mümin kullarına sevdirir. Onu, diğer mümin
kardeşleri arasında mutlu kılar, huzura kavuşturur. Gazabına uğrayan kullarını
ise göklerde ve yerde sevilmeyen biri yapar ve onu mutsuz kılar.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bu hususta bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah bir
kulunu sevdiği zaman Cebrail'i çağırır ve ona: "Ben falanı seviyorum, sen
de onu sev." der. Cebrail onu sever. Sonra göklerde "Şüphesiz ki
Allah falanı seviyor siz de onu sevin." diye seslenir. Gök halkı da onu
sever. Sonra o kişi, yeryüzünde de kabul görür (sevilir). Allah, bir kul'a da
buğuz ettiği zaman Cebrail'i çağırır ve ona: "Ben falana buğuz ediyorum
sen de ona buğuz et." der. Sonra Cebrail gök halkına: "Şüphesiz ki
Allah falana buğuz ediyor, siz de ona buğuz edin."' diye seslenir. Gök
halkı da ona buğuz eder olur. Sonra yer-yüünde de onun hali bu olur. (Kendisine
buğuz edilir) [111]
97- Ey
Muhammcd, bu Kur'an'Ia takva sahiplerini müjdelemen, inatlaşıp düşmanlık
besleyen bir kavmi de uyarman için onu senin diline kolaylaştırdık. (Senin
lisanınla indirdik).
Ey Muhammed, biz bu
Kur'anı Arap lisanıyla indirerek senin okumanı kolaylaştırdık ki onunla
Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkanları cennetle
müjdeleyesin ve onunla, müminlere karşı şiddetli düşmanlık besleyen insanları
uyarasın. [112]
98- Biz
onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Şimdi onlardan herhangi birini
görüyor veya sesini işitiyor musun?
Allah Teala bu âyet-i
Kerime'de, Resulullahı yalanlayan müşrikleri ve onların izinde gidenleri
uyarmaktadır. Zira Peygamberlerine ve kendilerine Allah tarafından gönderilen
dine karşı çıkanlar, Allah'ın süregelen kanununa göre helak edilmişler, geriye
harabelerinden başka bir şey kalmamıştır. Onların yolunda gidenlerin de aynı
akıbete uğrayacakları muhakkaktır. [113]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/393-394.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/395.
[3] Müslim, K. el-Fadaİl, bab: 169, Hadis No: 2379 / îbn-i
Mâce, K. et- Ticar bab: 5, Hadis No: 2150.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/396.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/396.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/396.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/396.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/396-367.
[8] Âl-i İmran Suresi, âyet: 38-39
[9] Buhari, K. el-Enbiya, bab: 43
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/397-398.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/398.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/399.
[12] Âl-i İmran Suresi, âyet: 41
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/399.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/399-400.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/400.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/400.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/400.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/401.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/401.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/401-402.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/402-403.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/403.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/403.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/403-404.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/404.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/404.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/405.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/405.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/405.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/406.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/406.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/406-407.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/407.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/407.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/407
[36] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sure; 3, bab: 2 / Ahmed
b. Hanbel, Milsned, C: 2, S: 275
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/407-408.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/409.
[38] Âl-i İtnran Suresi, âyet 59
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/409.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/410.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/410.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/410-411.
[42] Buharı, K. Tefsir ûl-Kur'an, sure; 19, bab; I /
Müslim. K. el-Cenne bab: 40IIN: 2849
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/411-412.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/412.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/412-413.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/413.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/413.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/414.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/414.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/415.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/415.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/416.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/416.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/416-417.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/417.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/417.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/417.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/418.
[58] Buhari, K. el-lman, bab: 24 / Müslim, el-lman, bab:
107, Hadis No: 59
[59] Tahrim Suresi, âyet
[60] Tâhâ Suresi, âyet: 132
[61] Buhari, K.el-Cum.a, bab: 11/Müslim K. el-tmara, bab:
20, Hadis No: 1829
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/418-419
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/419.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/419.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/420.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/420-421.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/421.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/421.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/421.
[69] Al-i İmran Suresi, âyet: 133-134
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/421-422.
[70] Buharı, K- Tefsir el-Kur'an, sure 19, bab: 2 /
Tilmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sure: 19 Hadis No:3158
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/422-423.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/423.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/424.
[74] Yasin Suresi, âyet: 77-79
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/424.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/425.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/425.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/425.
[78] Enbiya Suresi âyet: 98
[79] Meryem Suresi, âyet: 86
[80] Hûd Suresi, âyet: 98
[81] Buhari, K. el- Ezan, bab: 129 K. et-Tevhid, bab: 24/
Müslim, K. el-lman, bab: 299, Hadis No: 182
[82] Müslim, K. el-lman, bab: 302, Hadis No; 183
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/425-428.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/428.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/428.
[85] Duhan Suresi, âyet: 24-28
[86] Hacc Suresi, âyet: 45
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/429.
[87] Âl-i İmran suresi, âyet: 61
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/429-430.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/430.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/430.
[90] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 19, bab: 3 /
Müslim, K. el-Münafıkîn, bab: 35, Hadis No: 2795 /Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an,
sure: 19 Bab: 8, Hadis No: 3162
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/430-431.
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/431.
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/431.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/432.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/432.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/432.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/432-433.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/433.
[98] Tâhâ Suresi, âyet: 109
[99] Eb DSvÛd, K. el-Cihad, bab: 26, Hadis No: 2522
[100] İbn-i Mâce K. ez-Zühd, bab: 37, Hadis No: 4313.
[101] Buhari, K. et-Tevhid, bab: 19 /Müslim, K. el-İman,
bab: 3222, Hadi sNo: 193
[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/433-435.
[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/436.
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/436.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/436.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/436.
[107] Müslim, K. el-Münâfıkîn, bab: 49-50 Hadis No: 2804
/Buharı K. cl-Edeb, bab: 71 K. et-Tevhid, bab:3
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/436-436.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/437.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/437.
[110] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/437.
[111] DİPNOT EKSİK YAZILACAK
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/437-438.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/438.
[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/439.