TÂHÂ SURESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

Sûrenin İsimlendirilmesi 2

Kelimelerin İzahı 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 7

Faydalı Bilgiler. 7

Bir Uyarı 7

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 8

Kelimelerin İzahı 9

Âyetlerin Tefsiri 9

Edebî Sanatlar. 12

Bir Uyarı 13

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti: 14

Kelimelerin İzahı 14

Âyetlerin Tefsiri 14

Edebî Sanatlar. 16

Bir Uyarı 17

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 18

Kelimelerin İzahı 18

Âyetlerin Tefsiri 18

Edebî Sanatlar. 22

Bir Nükte. 22

Faydalı Bilgiler. 22


TÂHÂ SURESİ

 

Mekke'de inmiştir. 135 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Tâhâ sûresi Mekke'de inmiş olup, burada inen sûrelerin anlattığı ko­nulardan bahseder. Maksadı Allah'ın birliği, peygamberlik, Öldükten sonra dirilme ve haşir gibi dinin esaslarını kalplere yerleştirmektir.

Bu mübarek sûrede, Peygamberin (s.a.v.), kendisine karşı kurulan tu­zak, direnme, alay etme ve yalanlamalardan etkilenmemesi için maddî ve manevî bakımdan kuvvetlendirilmiş olan şahsiyeti ortaya çıkar. Aynı za­manda bu sûrede peygamberin, insanları iman etmeye zorlamaksızm teb­liğ, hatırlatma, uyarma ve müjdeleme gibi esas vazifesine yöneltilmiş olduğu da görülür.

Bu sûre Peygamber (s.a.v.)'ı teselli etmek ve onun mübarek kalbini yatıştırmak için peygamberlerin kıssalarını anlatır. Mesela, Mûsâ (a.s.) ve Harun (a.s.)'m azgın ve zorba Firavun ile olan kıssalarım genişçe ele alır. Hemen hemen sûrenin büyük kısmı bu olayı anlatmaktadır. Özellikle Musa'nın, Rabbi karşısında yalvarma ve yakarmasından, Yüce Allah'ın ona peygamberlik görevini vermesinden, Firavun ile aralarında geçen mücadele ve sihirbazlarla yaptığı yarışmadan bahsetmektedir. Bu kıssa anlatılırken, Yüce Allah'ın kendisiyle konuştuğu peygamberi Musa'yı koruduğu, kâfir ve suçlu düşmanlarını ise yok ettiği görülmektedir.

Yine bu sûre çok kısa bir şekilde Âdem (a.s.)'in kıssasını anlatır. Bu­rada Yüce Allah'ın, daha Önce hata etmiş olan Âdem'e rahmetiyle mua­mele ettiği, müjdeleyici ve uyarıcı peygamberler göndererek onun neslini hidayete erdirdiği, sonra da hayır ve şer yolunu tercih edebilmeleri için kendilerini serbest bıraktığı anlaşılmaktadır.

Yine bu mübarek sûrede bazı kıyamet sahneleri, kâinatı titretecek, korku ve heyecandan kalpleri sarsacak ifadelerle tasvir edilir. Bu esnada insanları bîr durgunluk ve sükûnet kaplar. "Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.[1]

Bu sûre, büyük toplantı gününü de anlatır. O gün âdil bir tarzda sorgu­ya çekme tamamlanır,  Allah'a itaat etmiş olanlar cennete, isyan etmiş olanlar cehenneme gider. Allah mü'minleri mükafatlandırıp, kâfirleri ceza­landırmak suretiyle, ve dini mutlaka yerine getireceğini göstermek için böyle yapar.

Sûre, Allah'ın yardımı gelinceye kadar, Rasulullah (s.a.v.)'ı, Allah yo­lunda sabretme ve eziyetlere katlanma hususunda bazı ilâhî yönlendirme­lerle son bulur.[2]

 

Sûrenin İsimlendirilmesi

 

Bu sûreye, karşılaştığı engeller ve direnmeler karşısında Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmek ve kalbim hoş tutmak için, onun değerli isimlerinden biri olan "Tâ Hâ" adı verildi. Bu sebeble sûre, Rasulullah (s.a.v.)'a iltifat ol­sun diye şu seslenme ile başladı: "Tâ Hâ, Biz Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye indirmedik." [3]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Tâ, Hâ.

2, 3. Biz, Kur'ân'ı Sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indir­dik.

4. Kur'ân yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tara­fından peyderpey indirilmiştir.

5. Rahman, Arş'a istiva etmiştir.

6. Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şey­ler ile toprağın altında olanlar hep O'nundur.

7. Sen, sözü açıktan da söylesen, gizli de söylesen bilesin ki, O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.

8. Allah, öyle bir ilâhtır ki, O'ndan başka ilâh yok­tur. En güzel isimler sırf O'na mahsustur.

9. Musa'nın haberi sana ulaştı mı?

10. Hani o, bir ateş görmüş ve ailesine: "Bekleyin!

Şüphesiz ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir parça ateş getiririm, veya ateşin yanında bîr rehber bu­lurum." demişti.

11. Oraya vardığında kendisine "Ey Musa!" diye seslenildi:

12. "Muhakkak ki Ben, evet Ben senin Rabbinim! Hemen   pabuçlarını   çıkar!   Çünkü   sen   kutsal   vâdî Tuvâ'dasın!

13. Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver.

14. Gerçekten Allah Benim, Ben. Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.

15. Kıyamet günü  mutlaka  gelecektir.  Herkes, peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye neredeyse onu kendimden gizleyeceğim.

16. Ona inanmayan ve nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan alıkoymasınlar; sonra mah­volursun!

17. Sağ elindeki nedir, ey Musa!?"

18. "O, benim asamdır, dedi. Ona dayanırım; o-nunla davarlarıma yaprak silkerinı; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır."

19. Allah: "Yere at onu, ey Musa!" dedi.

20. Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yılan değil mi!

21. Allah buyurdu:  "Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız.

22. Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mucize olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın.

23. Ta ki, Sana, en büyük âyetlerimizden bazıları­nı gösterelim.

24. Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı."

25. Musa şöyle dedi: "Rabbim! Göğsüme genişlik ver.

26. İşimi bana kolaylaştır.

27. Dilimden bağı çöz,

28. Ki sözümü anlasınlar.

29. Bana ailemden bir de vezir ver,

30. Kardeşim Harun'u.

31. Onun sayesinde arkamı kuvvetlendir.

32. Ve onu işime ortak kıl.

33. Böylece Seni bol bol teşbih edelim...

34. Ve çok çok analım Seni.

35. Şüphesiz Sen bizi görmektesin."

36. Allah: "Ey Musa! dedi, istediğin sana verildi.

37. Andolsun biz sana bir defa daha lütufta bulun­muştuk.

38. Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene şöyle vah-y etmiştik:

39. "Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize at; de­niz onu kıyıya atsın da, benim ve onun düşmanı olan biri onu  alsın."   Ve benim nezaretimde yetiştirilmen  için sana kendimden sevgi verdim.

40. Hani, kız kardeşin gidip "Ona bakacak birini size bulayım mı?"   diyordu. Böylece seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik. Ve sen birini Öldürdün de seni endişeden kurtardık. Seni iyiden iyiye imtihandan geçirdik. Bu yüzden Med-yen halkı arasında yıllarca kaldın. Sonra sen, takdir edilen bir zamanda geldin ey Musa!

 

Kelimelerin İzahı

 

Kabes, bir ateş parçası.

Mukaddes, temiz ve mübarek.

Tuvâ, bir vadinin adı.

Yok olursun. yok olmak demektir.

Yaprakları dökülsün diye onunla ağaçları silkelerim.

Meârib, ihtiyaç manasına gelen  'nin çoğuludur.

Cenah, yan manasınadır. İnsanın iki cenahı, iki yanı demektir, insanın elleri, kuşun kanatlarına benzer.

Ezr, kuvvet demektir. onu kuvvetlendirdi." Manasınadır. Onu kuvvetlendirdi ve o kalınlaştı[4]  mealindeki âyette de bu mânâya kullanılmıştır. Şâir şöyle der:

"Babamız Hâşim ona yardım etmemiş miydi? Oğullarına kılıç ve mızrakla dövüşmeyi emretmemiş miydi?[5] Yemm, deniz demektir.

Seninle karşılaştığına sevinsin diye. [6]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1,2. Sûre başındaki hurûfu mukattaa Kur'an'ın mucize olduğuna dikkat çekmek için inmiştir.[7]  İbn Abbas şöyle der: Ey Âdem demektir. Âyetin mânâsı şöyledir: Ey Muhammedi Biz sana Kur'an'ı zorluk çekesin diye indirmedik. Biz onu sadece, rahmet ve mutluluk olsun diye indirdik. Rivayete göre, Rasulullah (s.a.v.) kendisine Kur'an inince ar­kadaşları ile birlikte namaz kıldı. Namazda ayakta durmayı (kıyamı) uzattı. Bunu gören Kureyşliler: "Allah bu Kur'an'ı Muhammed'e sadece sıkıntı çeksin diye indirmiş" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.[8]

 

3. Biz onu Allah'tan korkan ve azabından çekinenler için sadece bir öğüt ve hatırlatma olsun diye indirdik. Allah'tan korkan ise, Kur'an nuruyla aydınlanmış mü'min kimsedir. [9]

 

4. Onu, yerleri yaratan, kainatı yoktan var eden, geniş ve yüce gökleri yükselten Allah indirdi. Bu âyet Allah'ın yüceliğini, güçlülüğünü ve büyüklüğünü haber vermektedir. Ebu Hayyân şöyle der: Göklerin, yüce sıfatıyle nitelenmesi, onları yaratanın gücünün üstünlüğünü gösterir. Çünkü Yüce Allah'tan başkasının, böyle yüce şeyleri meydana getirmesi mümkün değildir.[10]

 

5. İşte bu kemâl ve cemâl sıfatlanyle nitelenmiş olan Rab, azametine yakışır bir şekilde Arş'ı istiva eden Rahman'dır. O bir cisim değildir. Bir şeye benzemez. Sıfatları inkâr edilemez, misli yoktur. Nitekim Selef mezhebinin görüşü de budur.[11]

 

6. Bütün varlıklar onun­dur. Yedi gök, yerler, bu ikisi arasındaki yaratıklar, toprak altında bulunan madenler ve diğer gizli kıymetler, hepsi O'nun mülküdür. O'nun idaresi, gücü ve hâkimiyeti altındadır. [12]

 

7. Ey Muhammed! Sen açıktan söyle­sen de, içinde gizlesen de, Rabbinin katında birdir. Şüphesiz. O gizli olanı da, vesvese, fısıltı ve hatıra gelen   şeyler gibi daha daha gizli olanları da bilir. Bu âyetin maksadı, Allah'ın Rasulullah (s.a.v.)'la beraber olduğunu, onu işittiğini ve kafirler karşısında desteksiz, tek başına bırakmıyacağını bildirerek kalbini yatıştırmaktır. Rasulullah (s.a.v.) Allah'a açıktan dua ettiğinde bilmelidir ki Yüce Aiiah, sırrı ve ondan daha gizlisini bilir. Kalp, Al­lah'ın kendisine yakın olduğunu, sırrını ve gizlisini bildiğini hissettiğinde, bu güzel yakınlık dolayısıyle yatışır, olaylara razı olur ve yalnızlığını giderir. [13]

 

8. Rabbınız tek olan Allah'tır. Ondan başka gerçek mabut yoktur. Son derece güzel isimlerin sahibidir.

Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Allah'ın 99 adı vardır. Kim bunları sa­yarsa cennete girer.[14]

 

9. Ey Muhammed! Musa'nın haberi ve onun ente­resan kıssası sana ulaştı mı? Bu soru takrir yani konuyu açıklamak içindir. Maksat, söylenecekleri öğrenmeye teşviktir. [15]

 

10. Hani, Hz. Musa bir ateş gördü­ğünde karısına şöyle demişti: "Sen yerinde kal. Ben bir ateş gördüm." İbn Abbas şöyle der: Bu olay, Musa (a.s.)'mn daha Önce Şuayb (a.s.) ile yaptığı anlaşmanın müddeti bitip de, ailesini Mısır'a götürmek üzere Medyen'den yola çıkardığında meydana gelmişti. Musa, yolu şaşırmıştı. Soğuk ve karanlık bir geceydi. İki odunu birbirine sürterek ateş yakmaya çalışıyor, fa­kat ağaçtan kıvılcım çıkmıyordu. O bu şekilde uğraşırken, ansızın yolun so­lunda uzakta bir ateş gördü. Gördüğü, Allah'ın nuru olduğu halde onu ateş sanmıştı. Belki size, ısınabileceğiniz bir miktar ateş ge­tiririm." Ya da, bana yolu gösterecek birini bulurum dedi.[16]

 

11,12. Musa (a.s.) ateşin yanma geldiğinde onu yeşil bir ağaç içinde yanan beyaz bir ateş olarak bul­du. Rabbi ona: Ey Musa, dedi.[17]  Şüphesiz Ben. seninle konuşan Rabbinim. Edebe uygun davranman için, ayaklarından naünlerini çıkart da gel. Şüphesiz sen Tuvâ adında temiz ve mübarek bir vadide bu­lunuyorsun. [18]

 

13. Ben, peygamberliğe seni seçtim. Sana vah-yedeceklerimi dinle. Fahreddin Razi şöyle der:  "Burada son derece heybet ve azamet vardır. Sanki Yüce Allah şöyle demiştir: "Sana korkunç ve büyük bir emir eeldi. Onun için hazırlan, aklını ve fikrini tamamen ona çevir."[19]

 

14. Ben ibadete layık olan Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Sadece Bana ibadet et ve Beni birle. Beni

hatırlaman için namazı kıl.

Mücâhid şöyle der: "Bir kimse namaz kıldığında Rabbini zikretmiş olur. Çünkü namaz bütün zikirleri kapsar."[20]   Savı de şöyle der: "Her ne ka­dar namaz, ibadetlerin içinde ise de, sânının büyüklüğünden yüceliğinden ve zikri kapsadığından, kalb, dil ve azalarla yapıldığından Yüce Allah onu Özellikle zikretti. Allah'ı birlemeden sonra dinin en üstün rüknü na­mazdır."[21]

 

15. Şüphesiz kıyamet mutlaka kopacaktır, bun­dan kurtuluş yoktur. Neredeyse ben onu kendimden gizliyorum. Onu size nasıl bildireyim?[22] Müberrid şöyle der: Bu, Arapların âdetindendir. Çünkü onlar, bir şeyi son derece gizledikleri zaman: "Onu kendimden bile gizledim yani, "onu kimseye bildirmedim" derler. Her nefisin, hayır veya serden ne yapmışsa karşılığını alması için bunlar olacaktır.

Tefsirciler şöyle der: "Kıyametin kopması ile Ölüm zamanının gizli tutulmasındaki hikmet şudur: Yüce Allah kıyamet koparken ve ölmek üzere iken yapılan tevbelerin kabul edilmeyeceğine hükmetmiştir. İnsan­lar, kıyametin ne zaman kopacağını veya ne zaman öleceklerini bilseler, mutlaka kötülük işlerler, sonra da kıyamet kopmadan ve ölmeden tevbe ederler, böylece azaptan kurtulmuş olurlardı. Fakat Yüce Allah bu işi giz­ledi ki, insanlar devamlı olarak kötülüklerden sakınsınlar ve kıyametin veya ölümün, kendilerine ansızın gelmesine karşılık, devamlı bir hazırlık içinde olsunlar."[23]

 

16. Ey Musa! Kıyametin kopacağına inan­mayanlar onu tasdik etmek ve ona hazırlanmaktan seni alıkoymasınlar, Kendi arzularına meyleden, lezzet ve şehvetlere yönelen ve ahireti için herhangi bir hesabı olmayan kimse de seni ondan alıkoymasın. ıSijfi Sonra yok olursun. Çünkü âhiretten gafil kalmak yok olmayı gerektirir. [24]

 

17. Ey Musa! Sağ elindeki o şey nedir? Âsâ değil mi? Bu sorudan maksat, konuyu daha iyi anlatmak ve kuru ağacın yılana çevrilmesiyle meydana gelecek, Allah'ın harikulade sanatına dikkat çekmek ve uyarıda bulunmaktır. Ta ki, o engin kudret ve ezici mucize Musa'ya apaçık görünsün. İbn Kesir şöyle der: "Yüce Allah bunu Musa'ya açıklama yoluyla söyledi. Yani, sağ elinde bulunan o şey, bildiğin bastonun değil mi? Şimdi onunla ne yapacağız, göreceksin."[25]

 

18. O benim bastonumdur, yürürken ona dayanı­rım. Onunla ağaçları silkeler ve yapraklarının dökülmesi için ağacın dallarına vururum ki düşen yaprakları koyunlarım yesin.  Benim onda, bundan başka fayda ve istifadem de vardır. Onunla diğer ihtiyaçlarımı da gideririm.

Tefsirciler şöyle der: Musa'nın,"O, bastonumdur"demesi yeterli idi. Fakat o cevabı uzattı. Çünkü bu makam bast [26]makamıdır. Çünkü Rabbi onunla vasıtasız olarak konuşmaktadır. Allah'ın hitabından aldığı zevkin artması için cevabı uzatmak istedi. Sevgilinin sözü ruhu dinlendirici ve zorlukları gidericidir. [27]

 

19. Allah buyurdu ki, Ey Musa! Elindeki âsânı at ki, göreceğin özelliklerini göresin. [28]

 

20. Musa (a.s.) âsâyı atınca, baston, derhal son derece hızlı hareket eden ve yer değiştiren büyük bir yılan haline geldi. İbn. Abbâs şöyle der: Kaya ve ağaçlan yutan erkek bir ejderhaya dönüştü. Musa onun her şeyi yuttuğunu görünce, ondan korktu ve kaçıp uzaklaştı.[29]  Tefsirciler şöyle der: Musa, bu korkunç ve harikulade, akılları gideren hadiseyi görünce, korkunç şeyler gördüğünde insana gelen şeyler ona da gelmiştir: Yüce Allah bu mucizeyi   Musa'ya, yakarışı anında verdi ki, bu korkutucu mucizeye onu ısındırsın da Firavun'un huzurunda onu attığında ondan korkmasın. Çünkü Musa buna alışmış ve daha önce denemesini yapmış olacaktı. [30]

 

21. Kabbı ona dedi ki: Musa! Onu korkma. Onu daha önce ki, âsâ haline çevireceğiz. Bunun üzerine. Musa onu tuttu ve o âsâ haline geldi. [31]

 

22. Elini koltuğunun altına sok. Sonra çıkar. Kendisinde bir ayıp ve alaca hastalığı olmadığı halde güneş ve ay ışığı gibi parlak bir şekilde çıkar. İbn Kesir şöyle der: "Musa elini cebine sokup çıkardığında herhangi bir kusur ve alaca hastalığı ol­madığı halde ay ışığı gibi parlayarak çıkardı."[32]  Âsâ, mucizesinin yanısıra bu da ikinci bir mucizedir. [33]

 

23. Sana bazı mucizelerimizi gösterelim diye böyle yaptık. Allah, Musa'ya "âsâ" ve "el" mucizelerini gösterdi. Bunlar, Yüce Allah'ın Musa'yı desteklediği açık mucizelerden bazılarıdır. Bundan sonra ona, inkâr ve azgınlığın başı olan Firavun'a yönelmesini emretti. [34]

 

24. Elindeki mucizelerle Firavun'a git. Kuşkusuz o kibirlendi, zorba oldu ve ılâhlık  iddia edecek kadar azgınlıkta sınırı geçti. [35]

 

25. Musa dedi ki: Ey Rabbım! Kalbimi iman ve peygamberlik nuruyla aydınlat ve onu genişlet. [36]

 

26. Bana yüklediğin peygamberlik ve davet sorumlu­luğunu yerine getirmemi kolaylaştır. [37]

 

27,28. Dilimde meydana gelen şu kekeme­liği gider ki sözümü anlasınlar. Tefsirciler şöyle der: Musa Firavun'un evinde büyüdü. O küçükken bir defa Firavun onu kucağına aldı. Hz. Musa eliyle onun sakalını çekti. Bunun üzerine Firavun, Musa'yı öldürmek istedi. Eşi Âsiye dedi ki: Şüphesiz onun aklı ermez. Bunu sana izah edeceğim. Onun önüne iki ateş parçası ile iki inci koy. Eğer inciyi alırsa, aklının erdiğini, Eğer ateş parçalarını alırsa, onun aklı ermez bir çocuk olduğunu anlarsın. Firavun bunları Musa'nın önüne koydu. O da ateş parçasını aldı ve ağzına koydu; dolayısıyle dilinde tu­tukluk meydana geldi.[38]

 

29,30. Bana, ailemden yardım edecek birini, kardeşim Harun'u ver. [39]

 

31. Ey Rabbim! Onunla arkamı kuvvetlendirmen için beni destekle. [40]

 

32. Peygamberlik ve risâleti tebliğ hususunda onu bana ortak kıl. [41]

 

33,34. yakışmayan vasıflardan Seni uzak luiınak hususunda yardımlaşalım D u ve sena ik-Soni analım. [42]

 

35. Şüphesiz  sen. hi/im bütün hallerimizi biliyorsun. Yaptıklarımızdan hiç bir se\ Sana nizlı kalmaz.

Musa Rabbinden, kendisini desteklemek üzere, kardeşini yardımcı olarak vermesini istedi. Zira kardeşinin dili fasih, yüreğinin sağlam olduğunu biliyordu. Firavun'un azgınlığım, kibrini ve zorbalığını da bildiği için, bu önemli görevde, Allah'ın, kardeşini kendisine ortak kılmasını iste­di. [43]

 

36. Ey Musa! İstediklerin ve dilediklerin sana verildi. Bundan sonra Yüce Allah, Musa'ya vermiş olduğu büyük nimetleri hatırlatarak şöyle buyurdu : [44]

 

37. Ey Musa! Şüphesiz biz sana, bundan başka bir nimet daha vermiştik. [45]

 

38. Hani  senin kurtuluşuna sebep olacak şeylerden bazılarını annene vahyetmiştik. [46]

 

39. Ona, bu çocuğu sandığa koy, sonra da. onu Nil nehrine at diye ilham etmiştik. Peki, bundan sonra ne olacak? Onu nehirden kim alacak? Nehir onu kıyısına atacak ve onu Benim ve onun düşmanı olan Firavun alacak.

Ebû Hayyân şöyle der: "onu atsın." Bu, haber mânâsına emirdir. Vurgulu olması için, emir kipiyle gelmiştir. Çünkü emir, fiillerin en kesini ve yapılması en gerekli olanıdır."[47]  Senin sevgini kalp­lere öylesine yerleştirdim ki, seni bir gören bir daha görmeden duramaz. Firavun bile seni sevmiştir. İbn Abbas şöyle der: "Allah onu sevdi ve mahrukatına da sevdirdi."Benim korumam ve gözetimim altında büyütülmen için sana kendimden sevgi verdim. [48]

 

40. Hatırla ki, kızkardeşin yürüyüp, seni izlerken Firavun ailesi sana süt anneler aradığında onlara şöyle diyordu: Sizin için onun beslenmesini ve emzirilmesini üzerine ala­cak birini size göstereyim mi? Tefsirciler şöyle der: Firavun ailesi onu yi­tik çocuk olarak Nehir'den alınca, hiçbir kadının memesini emmez oldu. Çünkü Allah ona, bütün süt anneleri haram kılmıştı. Annesi onu nehre attıktan sonra kederli olarak duruyordu. Kizkardeşine, onunla ilgili bilgileri izlemesini emretti.  Kızkardeşi Firavun'un evine varıp da onu görünce: "Sizin için bu çocuğun emzirilmesini üstlenecek güvenilir ve ahlâklı bir 'kadını göstereyim mi?" dedi. Bunun üzerine onlar, kızkardesinden kadını getirmesini istediler. O da Musa'nın annesini getirdi. Memesini çıkarınca, Musa onu hemen ağzına aldı. Bunu gören Firavun'un karısı çok sevindi ve ona dedi ki: Sen sarayda benim yanımda kal. Kadın: "Evimi ve çocuklarımı bırakamam. Fakat çocuğu yanıma alır ve onu her zaman sana getiririm" dedi' Firavun'un karısı "olur" dedi ve ona çok çok ihsan ve ikramda bulundu. işte Yüce Allah bunu şöyle anlatıyor: Seni annene geri verdik ki, sana kavuşması sebebiyle sevinsin ve senin kurtuluş ve   esenliğe   ermenden   dolayı   gönlü   rahat  olsun   ve   senin   ayrılığına üzülmesin. Hani sen genç bir çocukken Kıbtîyi öldürmüştün de, biz seni adam öldürme üzüntüsünden kurtarmış ve Firavun ve askerlerinin kötülüklerinden korumuştuk. Sahih-i Müslim'de, Musa'nın adam Öldürmesinin hata ile olduğu bildirilmiştir.[49] Biz seni çeşitli belâlarla büyük bir imtihana çektik. Medyen'de Şuayb (a.s.)'m yanında yıllarca kaldın. Ey Musa! Sen, peygamberlik ve nübüvvet için takdir ve tayin olunan zamanda geldin. [50]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler çeşitli edebî sanatları kapsamaktadır. Bunları aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür:

1. Sana Musa'nın haberi geldi mi?" âyetinde, anlatılacaklara kulak vermeye teşvik ve tahrik vardır.

2. Mûsa dedi ki: Bu benim asanıdır. Ona dayanır ve onunla koyunlarıma yaprak silkelerim" âyetinde

ıtnâb sanatı vardır. Çünkü, "Bu, benim âsâmdır" demesi yeterdi. Fakat o, konuşmadan daha çok zevk almak için cevabı geniş ve uzun verdi.

3. Elini yanma sok" cümlesinde istiare-i tasrî-hiyye vardır. Zira cenah (kanat) aslında kuş için kullanılır. Daha sonra is­tiare yoluyla "insanın yanı" için kullanıldı. Çünkü her yan, kuşun kanadı hükmündedir. Böylece "iki yöne" istiare yoluyla "iki cenah" adı verildi.

4. Kusursuz olarak, bembeyaz cümlesinde ihtiras vardır.  Edebiyatçılara  göre  ihtiras,  maksadın dışındaki  vehmi  ortadan kaldırmak üzere bir açıklık getirmektir. Meselâ, bu âyette, sadece " bembeyaz" denilseydi, bunun bir alaca hastalığı veya benzeri bir cilt has­talığından ileri geldiği düşünülebilirdi. Bundan dolayı, " kusur­suz olarak" sözüyle, bu yalnış anlama engellenmiş olur.

5. Gözümün önünde yetiştirilmen için" cümlesinde is­tiare-i temsiliyye vardır. Aşırı derecede korunma ve gözetlenme, bakanın gözü Önünde yetiştirilen kimseye benzetildi. Çünkü bir şeyi koruyan, genel­likle  sürekli bir  şekilde  ona bakar. İşte bu,  başkasının  gözü  önünde yetiştirilen kimseye benzetilmiştir.

6. Güçlük çekesin diye, korkar, "ondan daha giz­li", çalışır" v.b. âyetlerin sonlarında kelamın güzellik ve değerim artıran güzel seci' vardır. [51]

 

Faydalı Bilgiler

 

Âlimler şöyle der: "Musa (a.s.)'nın Harun'a sağladığı bir fayda gibi, hiçbir kimse kardeşine fayda sağlamamıştır. Zira Musa, Rabbinden karde­şini kendisine vezir kılmasını ve ona peygamberlik vermesini istedi. Yüce Allah da duasını kabul ederek onu peygamber yaptı." [52]

 

Bir Uyarı

 

Yüce Allah Musa (a.s.)'ya verdiği bazı nimetleri anlattı ve onlardan 6'sını saydı.

1. Firavun'un evinde yetiştirilmesi için annesine, bir sandık yap­masını ve onu Nil'e atmasını ilham etmesi: "Bir zaman, vahyedilecek şeyi şöyle vahyetmîştik. Musa'yı sandığa koy, sonra onu Nil'e at."

2. Kendisini gören herkesin seveceği şekilde, Yüce Allah'ın ona sevgi vermesi: "Sana kendimden bir sevgi verdim."

3. Allah'ın onu itina ile gözetmesi ve koruması: "Gözümün önünde yetiştirilmen için..."

4. Onu, ihsan ve ikramla annesine geri vermesi: "Gözü aydın olsun diye seni annene geri verdik."

5. Kıbtî'yi öldürdükten sonra onu ölümden kurtarması: "Seni kederden kurtardık."

6. Medyen'den döndükten sonra Allah'ın onunla konuşması ve ona peygamberlik görevini vermesi: "Sonra sen takdire göre, bu makama gel­din, ey Musa!" [53]

 

41. Seni, kendim için seçtim.

42. Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimi götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.

43. Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı.

44. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, öğüt alır veya korkar.

45. Dediler ki: "Rabbimiz! Doğrusu biz, onun bize aşırı derecede kötü davranmasından yahut iyice az­masından endişe ediyoruz."

46. Buyurdu ki, "Korkmayın, çünkü Ben sizinle beraberim: İşitir ve görürüm.

47. Haydi, gidin de ona deyin ki: "Biz, senin Rab-binin  elçileriyiz.  İsrâiloğullarını hemen  bizimle  bir­likte bırak; onlara eziyet etme! Biz, sana Rabbinden bir mucize getirdik. Kurtuluş, hidâyete uyanlarındır.

48. Hakikaten bize vahyolundu ki: Azap, yalanla­yan ve yüzçevirenleredir."

49. Firavun, "Rabbiniz de kimmiş, ey Musa?" de­di.

50. O da: "Bizim Rabbimiz, her şeyi yaratan, son­ra da doğru yolu gösterendir." dedi.

51. "Öyle ise, önceki milletlerin hali ne olacak?" dedi.

52. Musa şöyle dedi:  "Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimın yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne ya­nılır, ne de unutur.

53. O, yeri size beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir." Onunla biz çeşitli bitki­lerden çiftler çıkardık.

54. Yeyiniz;  hayvanlarınızı  otlatınız.  Şüphesiz bunda akıl sahipleri için işaretler yardır.

55. Sizi ondan yarattık; yine oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.

56. Andolsun Biz ona bütün delillerimizi göster­dik; yine de yalanladı ve diretti.

57. Dedi ki: "Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?"

58. Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyük getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin ne de bizim muhalefet etmeye­ceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla."

59. Musa: "Buluşma zamanınız, bayram günü, in­sanların toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.

60. Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Çevireceği bü­tün dolapları hazırlayıp topladı.. Sonra çok geçmeden geldi.

61. Musa onlara; "Yazık size! dedi, Allah hakkın­da yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan olur."

62. Bunun üzerine onlar, işlerini aralarında tar­tıştılar; gizli gizli fısıldaştılar.

63. Şöyle dediler: "Muhakkak bu ikisi, muhakkak ki,   sihirleriyle   sizi  yurdunuzdan   çıkarmak  ve   sizin ideal  yolunuzu  ortadan  kaldırmak  isteyen  iki  sihir­bazdırlar sadece."

64. "Öyle ise hilenizi hazırlayın; sonra sıra ha­linde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kurtul­muştur."

65. Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım.

66. "Hayır, siz atın." dedi. Bir de baktı ki, ipleri ve sopaları, kendisine, gerçekten koşuyor gibi görünü­yor.

67. Musa, birden içinde bir korku hissetti.

68. "Korkma!" dedik, üstün gelecek olan kesinlik­le sensin.

69. Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yut­sun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa iflah olmaz."

70. Bunun   üzerine   sihirbazlar   secdeye   ka­pandılar. "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik." dediler.

71. Firavun şöyle dedi: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma ağaçlarına   asacağım!   Böylece,   hangimizin   azabının daha şiddetli ve sürekli olduğun iyice anlayacaksınız."

72. Dediler ki: "Seni, bize gelen açık açık nıûcizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapaca­ğını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçi­rebilirsin.

73. Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdı­ğın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Al­lah, mükâfatı en hayırlı ve cezası en sürekli olandır."

74. Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, onun için cehennem vardır. O ise orada ne ölür, ne de yaşar.

75. Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mü'-min olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bun­lar içindir.

76. İçinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri! İşte tertemiz arınanların mükâ­fatı budur.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah daha Önce Musa'ya duasını kabul etmek ve istediklerini de vermek suretiyle lütfettiği nimetini anlattıktan sonra, burada da özel olarak onu seçtiğini ve kardeşi Harun'la birlikte Allah'ın davetini tebliğ et­mek için Firavun'a gitmesini emrettiğini anlattı. Bundan sonra da Musa ile Firavun arasında yapılan diyalogu, sihirbazların durumlarını ve onların, âlemlerin Rabbi olan Allah'a secde ettiklerini anlattı. [54]

 

Kelimelerin İzahı

 

Seni seçtim, seni tercih ettim. aslında, iyilik yap­maktır, insana yaptığın hayra, denir.

Gevşeklik yapmayın. zaaf ve gevşeklik manasınadır. Accâc

şöyle der:

Allah, Muhammed'in geçmiş günahlarını bağışlamasından itibaren o bir gevşeklik göstermedi.[55]

Çabuk cezalandırır. Suya, topluluğun önünde acele ile giden

kimseye, denilmesi de bundandır.

Kökünüzü kazır, sizi yok eder. Bunun aslı, saçı dibinden traş etmek manasınadır. Ferazdak şöyle der:

Ey Mervan oğlu! Zamanın ısırması, telef olan veya helak olandan başka, hiçbir mal bırakmadı.[56]

Daha sonraları bu kelime, yok etme manasında kullanıldı. ha­ram mal demektir. Çünkü böyle bir mal insanı yıkar ve helak eder.  : Necvâ, gizli söylemek. Gizledi ve içinde korku hissetti. [57]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

41. Peygamberlik ve vahyimi göndermek için seni seçtim. [58]

 

42. Hüccetlerim, delillerim ve mucizelerimle kardeşin Harun'la birlikte gidin. Tefsirciler şöyle der; Burada âyetlerden maksat, Allah'ın kendileriyle Musa'yı desteklediği; "beyaz el" ve "âsâ"dır. Allah'ı zikir ve teşbih etme hususunda gevşek davranıp kusur­lu hareket etmeyin. İbn Kesir şöyle der: "Bundan maksat, Firavun'la karşılaştıkları anda, Allah'ı anmakta gevşeklik göstermemeleri, aksine Onu anmalarıdır ki Allah'ı anmaları Firavun'a karşı onlara bir kuvvet, yardımcı ve Fkavun'u da ezecek bir güç olsun.[59]

 

43. Firavun'a gidin. Çünkü o kibirlendi ve zorba oldu. Azgınlık ve taşkınlıkta aşırı gitti. [60]

 

44. Ona güzel ve tatlı söz söyleyin, Umulur ki Allah'ın büyüklüğünü hatırlar veya Onun azabından korkar da, azgınlığı bırakır. [61]

 

45. Musa ile Harun dediler ki: Ey Rabbimiz! Onu  imana çağırdığımız taktirde bizi hemen ceza­landıracağından ve bize aşırı derecede kötülük edeceğinden korkuyoruz. [62]

 

46. Allah buyurdu ki: Onun gücünden korkmayın. Şüphesiz Ben, yardım ve zaferimle yanınızdayım. Onun size ve­receği cevabı işitir, size yapacağını görürüm. [63]

 

47. Ona gidin ve:  "Biz Rabbinin katından gönderilmiş peygamberleriz, bizi sana O gönderdi" deyin. Burada  Senin Rabbin" lafzının özellikle zikredilmesi, Firavun'un, Allah'ın kulu ve kölesi olduğunu bildirmek içindir. Çünkü o ilahlık iddia ediyordu. İsrailoğuHarım bizimle birlikte bırak. Zor işlerde çalıştı­rarak onlara işkence etme. Sana, Rabbinden doğruluğumuzu gösteren bir mucize getirdik, Allah'ın azabından kurtuluş, doğru yolu bulanlar ve Allah'a iman edenler içindir. Tefsirciler şöyle der: Burada "selam" dan maksat selam vermek değildir. Çünkü bu söz, konuşmanın başında söylenmemiştir. Maksat, Allah'ın azab ve Öfkesinden kurtuluştur. [64]

 

48. Yüce Allah, vahyettiği âyet­lerle bize bildirdi ki, Allah'ın peygamberlerini  yalanlayan ve imandan yüzçevirenler için elem verici azap vardır. [65]

 

49. Firavun dedi ki: "Ey Musa! Beni kendisine iman etmeye çağırdığınız bu Rabb da kim? Ben Onu tanımıyorum." Firavun aşın azgınlık ve taşkınlığından dolayı, "Rabbim kim" demeyip bilakis onu Musa ve Harun'a nisbet ederek, "Rabbiniz kim?" diye sordu." [66]

 

50. Musa: "Rabbimiz, her şeyi yok­tan yaratan, sonra da onu, menfaatli ve yararlı şeylere sevkedendir. Bu ce­vap kısa ve fakat bütün varlıkları göstermesi sebebiyle son derece edebî bir cevaptır. Göze, eşyayı görebilecek, kulağa işitebilecek şekli vermiştir. Aynı şekilde el, ayak, burun ve dile görevlerine uygun şekilleri vermiştir. Zemahşerî şöyle der: Bu, ne kadar güzel bir cevaptır. Düşünen ve insaf gözüyle bakan kimse için ne kadar kısa, ne kadar açık ve manâlıdır. [67]

 

51. Firavun dedi ki: Geçmiş asırlarda yok olan­ların halini bana söyle. Eğer doğru söylüyorsan, onlar niçin diriltilip hesaba çekilmediler? İbn Kesir şöyle der:  "Musa, kendisini gönderen Rabbinin herşeyi yaratan, rızık veren, takdir eden ve sevkeden Allah olduğunu bildi­rince Firavun geçmiş asırlarda yaşayanları delil getirmeye başladı. O, san­ki şöyle demek İstiyordu: Durum senin dediğin gibiyse, onların hali ne? On­lar da senin Rabbine ibadet etmediler, aksine başkasına ibadet ettiler."[68]

 

52. Musa dedi ki: Onların durumları ve işleriyle ilgili bilgi Rabbimin katmdadir. Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır, Rabbim hata etmez. Onlarla ilgili herhangi birşey Rabbi­min bilgisinin dışında değildir... Bundan sonra   Musa, Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretinin delillerini açıklamaya başlayarak şöyle dedi: [69]

 

53. O, size bir rahmet olarak yeryüzünü, üzerinde yaşayıp yerleşebileceğiniz bir yer yaptı. Orada, ihtiyaçlarını gi­dermek üzere sizin için, yürüyeceğiniz yollar yarattı. Sizin için bulutlardan tatlı su indirdi. O su ile tadı, şekli ve kokusu farklı bitki türleri bitirdi. O bitkilerin her türü çifttir. Bu âyette, Allah'ın büyüklüğüne dikkat çekmek için üçüncü şahıs kipinden birinci şahıs kipine dönüş vardır. [70]

 

54. Bu bitki ve meyvelerden yiyin. Hayvanlarınızı serbest bırakın. Allah'ın bitirdiği otlardan yesinler. Bu emir, serbest.bırak­mayı ifade eder. Onlara Allah'ın nimetini hatırlatmak için söylenmiştir. Bu anlatılanlarda, akl-ı selim sahipleri için, Allah'ın varlığına ve birliğine açık alametler vardır. [71]

 

55. Ey insanlar sizi topraktan yarattık. Öldükten sonra da tekrar ona dönüp yine toprak olacaksınız, Di­riltip hesaba çekmek için sizi bir kez daha topraktan çıkaracağız... Bundan sonra Yüce Allah, Firavun'un kibir ve inadını bildirerek şöyle buyurdu: [72]

 

56. Andolsun ki Biz Firavun'a. Musa'nın peygamber­liğini gösteren bütün mucizeleri yani baston, beyaz el, tufan, çekirge ve do­kuz mucizeden diğerlerini gösterdik, Açık olmalarına rağmen on­ları yalanladı, bir büyü olduğunu iddia etti de kibir ve gururundan dolayı imana gelip itaat etmedi. [73]

 

57. Firavun şöyle dedi: Ey Mu­sa! Bu büyü ile sen bizi Mısır topraklarından çıkarmak için mi geldin? [74]

 

58. İnsanların senin bir peygamber değil de bir büyücü olduğunu anlamaları için, getirdiğin büyünün benzeri ile sana karşılık ve­receğiz. Buluşmak için aramızda bir vakit belirle. Bu kararlaştırılacak vakit, ne senin tarafından bo­zulacak, ne de bizim tarafımızdan. Bu, muayyen bir yer ve belirli bir za­man olacak.[75]

 

59. Musa şöyle dedi: Buluşmak için belirleyeceğimiz vakit, onların bayramlarından bir bayram günü ve öğleden önce insanların toplanacağı bir vakit olsun. Tefsirciler şöyle der: "Musa buluşmak için böyle bir gün seçti ki, herkesin gözü önünde hak or­taya çıkıp bâtıl yok olsun ve mucizesini insanların görmesiyle, bu durum her tarafa yayılsın." [76]

 

60. Firavun hemen dönüp büyücülerini top­ladı. Sonra büyücüler, malzemeleri ve hazırlamış olduğu tuzağı ile birlikte, Allah'ın nurunu söndürmek için kararlaştırdıkları yere geldi. İbn Abbas şöyle der: "Büyücüler 72 kişiydi. Herbirinin ipleri ve asaları vardı.[77]

 

61. Firavun büyücüleri getirince Musa onlara şöyle dedi: Yazık size! Allah'a karşı yalan uydurmayınız. Sonra şiddetli bir azap ile sizi yok eder ve kökünüzü ka­zır. Allah'a karşı yalan uyduranlar ziyana uğramış ve yok olmuşlardır. Doğru yolu bulurlar ümidiyle Hz. Musa önce onlara nasihat etti ve uyardı. Büyücüler Hz. Musa'nın bu sözlerini işittiklerinde içlerine olayın korkusu düştü ve hakkında tartışmaya başladılar. [78]

 

62. Musa'nın durumu hakkında görüş ayrılığına düştüler. Bazıları: "Bu bir büyücü sözü değil" dedilerse de yine de bu durumu halktan saklıyarak gizli gizli konuşmaya devam ettiler. [79]

 

63. İstişare ve tartışmadan sonra dediler ki: Bunlar, büyücüden başka birşey değillerdir. Bu büyü ile Mısır topraklarım ele geçirmek ve sizi oradan çıkarmak is­tiyorlar. Onların maksadı bağlı bulunduğunuz ve bütün din ve mezheplerin en üstünü olan dininizi bozmaktır. Zemahşerî şöyle der: Açık olan şudur ki, onlar gizlice istişare edip tartıştılar, sonra da kuşkusuz bunlar iki büyücüdür dediler. Onların söz birliği ederken ve yalan uydurur­ken gizli hareket etmeleri, Musa ile Harun'u kendilerine galip gelmelerin­den korktukları ve halkın, onların peşinden gitmesini engellemek içindi."[80]

 

64. Kesin karar verin, işinizi sağlam yapın, tartışmaya girmgyin, hepiniz söz birliği edin. Sonra seyircilerin kalplerine daha fazla korku salmak için meydana düzgün bir sıra halinde gelin, Bugün üstün ve galip gelen kazanacaktır. Tefsirciler şöyle der: Büyücüler, "kazanacaktır" sözüyle, Firavun'un kendilerine vadettiği büyük nimetler ile bol hediyeleri elde etmeyi ve onun yakınlarından olup ik­ramına kavuşmayı kasdettiler.  Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi, dediler, Firavun: Evet, o takdirde şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız, dedi."[81]

 

65. Büyücüler Musa'ya de­diler ki: Önce sen mi atmaya başlayacaksın, yoksa biz mi atalım? Kendi­lerinin Musaya galip geleceklerine inandıkları için ona seçme hakkı tanıdı­lar. Çünkü onlar bu alanda hiçbir kimsenin kendilerine karşı koyamaya­cağına inanıyorlardı. [82]

 

66. Musa onlara: "Önce siz atın" dedi. Ebussuûd der ki: Musa, onların önce atmasını kesin olarak söylemek suretiyle gösterdikleri nezakete daha nazik bir şekilde karşılık vermek ve imkanlarını ortaya koy­malarını ve bütün güç ve kuvvetlerini seferber etmelerini sağlamak maksadıyla büyülerine aldırış etmediğini göstermek, neticede Yüce Allah kudretini göstersin de, hakkı bâtılın üzerine atarak onu yok etsin diye böyle dedi.[83]  Bu âyette hafif vardır. Âyetin mânâsı bunu göstermektedir. Yani: Onlar ip ve asalarını attılar. Bir de ne görsün, sihrin büyüklüpnden dolayı, ipler ve âsâlar, Musa'ya hareket eden ve karnı üzerinde sürünen yılanlar gibi görünür. Bu ifade sihrin, Musa'nın korkup titreyeceği ka­dar büyük olduğunu gösterir. [84]

 

67. Musa insan olması itibariyle, içinde bir korku hissetti. Çünkü o korkunç bir şey görmüştü. [85]

 

68. Musa'ya dedik ki: Gerçek sandığın bu şeylerden korkma.[86] Şüphesiz galip gelecek ve zaferi kazanacak olan sen­sin. [87]

 

69. Sağ elinde bulunan âsâm at. Asâ, onların yaptıklarını  ağzıyla   yutacaktır. Onların  icat edip yaptıkları, ancak büyü ve göz boyama kabilinden birşeydir. Büyücü nerde olursa olsun iflah olamaz. İstediğini elde edemez. Çünkü o, yalancı ve saptırıcıdır. [88]

 

70. Musa âsâsmı attı. Asâ on­ların yaptıklarının tümünü yuttu. O zaman büyücüler, gördükleri bu açık mucizeden dolayı, alemlerin Rabbi olan Allah'a secde etmek üzere yere kapandılar. İbn Kesir şöyle der: "Musa âsâyı atınca, âsâ büyük ve korkunç bir yılan haline geldi. Ayakları, boynu, başı ve dişleri vardı. İplerin ve Asaların peşinden gitmeye başladı. Neticede hepsini yuttu, hiçbir şey kal­madı. Halk bunu gündüz gözüyle açıkça seyrediyordu. Büyücüler bunu müşahade edip gözleriyle görünce, kesin olarak anladılar ki, bu, sihir ve hile kabilinden birşey değil, kuşkusuz bir gerçektir. İşte o zaman Allah'a secdeye kapandılar.  Mucize göründü, delil  apaçık ortaya çıktı.  Gerçek anlaşıldı, büyü yok olup gitti." İbn Abbas der ki: "Onlar sabahleyin büyücü .diler, akşamleyin Allah'ın iyi ve şehit kulları oldular."[89]

 

71. Firavun büyücülere şöyle dedi: Benden izin steyip de ben izin vermeden Musa'ya inanıp getirdiklerini tasdik mi etti­niz? O, size büyüyü öğreten başkanınızdır. Benim mülkümü yok etmek için onunla anlaştınız. Kurtubî şöyle der: Firavun bu sözüyle halk da onlara uyup onlar gibi iman etmesinler diye, zihinlerini arıştırmak istedi.[90]  Sonra onları öldürme ve işkenci ile tehdit ederek şöyle dedi: Andolsun, elleriniz ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Yani sağ el ile sol ayağı vea sol el ile sağ ayağı kesmek suretiyle cezalandıracağım. ağaçlarına asıp en kötü bir şekilde Öldüreceğim. Ey büyücüler! Ben mi, yoksa kendisine inanıp tasdik ettiğiniz Musa'nın Rabbi mi, hangimiz daha şiddetli ve devamlı azap edecek, göreceksiniz. [91]

 

72. Büyücüler de şöyle dediler: Musa aracılığıyla Allah'tan bize gelen iman ve hidayete seni tercih etmeyeceğiz. Bu hususta yok olacağımızı bilsek de fark etmez. Bizi yaratan Allah'a andolsun ki seni tercih etmeyeceğiz. Sen yapacağını yap. Senin sözün bu dünya hayatında geçerlidir. Dünya itmekteyiz yap. Senin sözü  hayatı ise fani ve geçicidir. Halbuki biz ebedî nimetleri istemekteyiz. İkrime şöyle der: Büyücüler secdeye kapandıklarında, Allah onlara cennet­teki makamlarını gösterdi. Onun için bu sözleri söylediler.[92]

 

73. Allah'a iman ettik kî, işlediğimiz günahlar ve yaptığımız kötülük ve inkarları bağışlasın. Allah'ın nurunu söndürmek için yaptığımız büyüleri de affetsin. Allah'ın sevabı  seninkinden daha hayırlı, azabı da daha  süreklidir.  Bu cümle, "Hangimizin daha şiddetli ve sürekli azap edeceğini göreceksiniz" sözünün cevabıdır. [93]

 

74. Bu cümle, büyücülerin Firavun'a yaptıkları nasihatin devamıdır. Yani, kim kötülükleri işler ve inkarcı olarak ölür de kıyamet günü Rabbinin huzuruna suçlu bir şekilde gelirse, ona ce­hennem ateşi vardır. Orada ölmez ki, azabı son bulsun. Ra­hat bir hayat da süremez.[94]

 

75. Kim Allah'a itaat etmiş ve yasaklan bırakmış bir mü'rnin ve Allah'ı birleyici olarak gelirse,  İşte bu iyi işler yapan mü'minler için de Allah katında yüksek makamlar vardır. [95]

 

76. Bu kısım "yüksek makan'ların açıklamasıdır. Yani, on­lar için yüksek dereceleri, emin odaları ve güzel yerleşim yerleri bulunan cennetler vardır. Cennetin odaları ve divanları altından çeşitli içecekler, bal, süt ve su nehirleri akar. Orada insanlar sürekli kalırlar, asla çıkmazlar. İşte bu, inkar ve günah kirlerinden arman kimselere verilecek sevaptır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: Cennet yüz derecedir. Her iki derece arası, gök ile yer arası kadardır. Firdevs cenneti., derece bakımından bunların en yükseğidir. Allah'tan iste­diğinizde Firdevs'i isteyin.[96]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsar. Bunları aşağıda özetliyoruz.

1. Seni kendim için seçtim" cümlesinde istiare vardır. Yüce Allah Musa'yı kendisine yakın kılmasını ve seçmesini, hükümdarın, kendisinde bulunan güzel huylardan dolayı değer vermeye ve yakınma al­maya layık görüp kendisi için seçtiği, dostluğuna tercih ettiği ve önemli işleri için görevlendirdiği, kimsenin haline benzetti. Bunun için ke­limesini müstear olarak kullandı. Bu, istiare-i tebeiyyedir.

2. Sizi  ondan yarattık,  tekrar ona iade edeceğiz." cümlesinde, güzel bir mukabele sanatı vardır. Zira ya karşılık ya karşılık yi kullanmıştır. Bu da, süsleyici edebî sanatlardandır.

3. "Siz atın, bir de baktı ki ipleri..." cümlesinde hazif yoluyla icaz vardır. "Onlar attılar, Bir de baktı ki ipleri.." takdirindendir. Mânâ delâlet ettiği için bu cümle hazf edilmiştir. Sağ elinde kini at" cümlesinden sonra gelen Büyücüler secdeye ka­pandılar." cümlesinde de durum aynıdır. Buradan uzun bir ibare hazf edil­miştir. Takdiri şöyledir: "Musa asasını attı. Âsâ, onların büyü olarak yap­tıklarını yuttu. Bunun üzerine büyücüler secdeye kapandılar." Ayetin ma­nası bu hazf edilen ibareye delâlet ettiği için bu hazif güzel olmuştur. Buna hazif yoluyla icaz denilir.

4. Ölür ile yaşar ve döndüreceğiz" ile " çıkaracağız" kelimeleri arasında tıbak vardır.

5. Şurası bir gerçek ki, kim günahkar olarak Rab-bine gelirse..." cümlesi ile Kim de iyi dav­ranışlarda bulunmuş bir kimse olarak Ona gelirse..." cümlesi arasında mu­kabele sanatı vardır. Mukabele İki veya daha çok mânânın getirilmesi, sonra da bunların karşıtının getirilmesi demektir.

6. kelimeleri arasında zorlama ol­maksızın güzel seci vardır.

7. Kesinlikle üstün olacak sensin" cümlesinde pekiştir­me unsurları vardır. Şöyle ki, haber, pekiştirme ifade eden ol edatı, muhatap âmirinin ile tekrar edilmesi en üstün" haberinin belirli olması, liplik ifade eden kelimesi ve en üstünlük ifade eden kip gibi pekiştir­me edatl arıyla pekiştirilmiştir. Kur'an-ı Kerim ne kadar güzel ve beliğ bir İfade gücüne sahiptir.

İşte bunlar Maanî ilminin özelliklerindendir. [97]

 

Bir Uyarı

 

Âyet-i kerimeler, Firavun'un büyücüleri tehdit ettiği şeyi onlara uygu­layıp uygulamadığını bildirmemektedir. Tefsirciler, onun tehdidini uygu­ladığım bildirmişlerdir. O, büyücülerin ellerini ve ayaklarım kesip kendile­rini asmış, böylece onlar mü'min olarak ölmüşlerdir. Ibn Abbas şöyle der: "Onlar, sabahleyin büyücü idiler, akşamleyin iyi şehitlerden oldular. [98]

 

77. Andolsun ki biz Musa'ya» "Kullarımla birlikte geceleyin  yola çık  da yetişilmekten  korkmaksızın ve endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç." diye vahyetmiştik.

78. Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Onları denize gömen gömdü.

79. Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevket-medi.

80. Ey îsrâiloğulları! Sizi düşmanınızdan kurtar­dık ;Tûr'un sağ tarafında sizinle sözleştik ve size, kudret helvası ile bıldırcın eti indirdik.

81. Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanla­rından yeyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de et­meyiniz; sonra sizi gazabını çarpar. Her kimi gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir.

82. Şu da muhakkak ki Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağış­larım.

83. "Kavmin den önce niçin acele geldin? Ey Mu­sa!"

84. "İşte, dedi, onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye Sana acele ile geldim Rabbim."

85. Allah buyurdu: "Senden sonra Biz, kavmini imtihan eftik ve Sâmiri onları yoldan çıkardı."

86. Bunun üzerine Musa, öflkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. "Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vâ'adde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının in­mesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden döndü­nüz?"

87. Dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden, kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin zînet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı."

88. Bu adam, onlar için böğürme kabiliyeti olan bir buzağı icad etti. Bunun üzerine "işte, dediler, bu si­zin de, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat Musa, onu unut­tu."

89. O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar, ne de bir fay­da vermek gücünde olmadığını görmezler mi?

90. Hakikaten Harun, onlara daha önce, "Ey kav­mim! demişti, siz, bununla sadece imtihan edildiniz. Si­zin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz."

91. "Biz, dediler, Musa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz!"

92,93. "Ey Harun! dedi sana ne engel oldu da, bunları sapıklığa düştüklerini gördüğün vakit peşim­den gelmedin? Emrime âsi mi oldun?"

94. Harun: "Ey annemin oğlu! dedi. Sakalımı, saçı­mı tutma! Ben, senin: İsrâiloğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözünü tutmadın! demenden korktum."

95. "Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî?" dedi.

96. O da, "Ben onların görmediklerini gördüm. O elçinin izinden bir avuç alıp onu attım. Bunu böyle nef­sim bana hoş gösterdi." dedi.

97. Musa, "Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: Bana dokunmayın! diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtu­lamayacağın  bir  ceza  günü  var.  Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!"

98. "Sizin ilahınız, yalnızca kendisinden başka ilah olmayan Allah'tır. O'nun ilmi, herşeyi kuşatmış­tır."

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti:

 

Bu mübarek ayetler Hz. Musa ile Firavun'un kıssasını anlatmaya de­vam eder. Bu bölümdeki âyetler, Yüce Allah'ın Hz. Musa ve kavmine yardım ettiğine, onları kurtarıp düşmanlarını yok ettiğine işaret eder. İsrâtloğullarina Allah'ın vermiş olduğu büyük nimet ve ihsanlarını hatırlatır. Nimetle­rin şükrüne devam etmeleriyle ilgili emirlerini nimetlere nankörlük ederek Allah'ın gazabına maruz kalmaktan sakınmaları ile ilgili yasaklarını zik­reder. Daha sonra bu âyetler İsrâiloğullarının buzağıya tapmaları sebebiyle bozulmalarını açıklar. Yüce Allah, diğer âyetlerde genişçe açıkladığı ko­nuyu burada özet olarak anlatmıştır. [99]

 

Kelimelerin İzahı

 

Derek, arkadan yetişip katılmak mânâsına gelen fiilinin mastarıdır.

Taşkınlık etmeyin. hakkı olmayan yere kadar sınırı geçmek.

ye girdi. Hâviye, cehennem çukuru demektir. Bir kimse

yüksekten aşağı düştüğü zaman denir. Geniş zamanı şeklindedir.

Melk, mim'in üstünü ve lam'ın sükûnu ile okunur. Güç ve kuvvet demektir. Âyetteki mânâsı, "elimizde olan bir sebeple" demektir.

Evzâr, ağırlıklar manasınadır. Günah insana ağırlık verdiği için ona da "vizr" denilmiştir.

Huvar; sığır sesi, böğürtü demektir.

Ey annemin oğlu! Bu ibare, şefkat dilemeyi ifade eder.

Güzel leş tirdi, süsledi. [100]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

77. Firavun taşkınlığa devam edince Musa'ya: "Geceleyin İsrailoğullarını Mısır topraklarından götür." Diye vahyettik. Asanla denize vur da, onlar için, gerçecekleri kupkuru bir yol olsun. Firavun ve ordu­larının yetişmesinden korkmayacak, denizde boğulmaktan endişe etmeye­ceksin. [101]

 

78. Firavun öldürmek için ordu­su İle birlikte onlara yetişti. Ancak denizde başlarına gelen geldi. Mâhiye­tini Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği korkunç şeyler başlarına geldi. Bu tabir, boğulurken başlarına gelen felâketin korkunçluğunu ifade eder. [102]

 

79. Firavun kavmini doğru yoldan saptırdı; on­ları ne doğruya iletti, ne de kurtuluşa. Firavun'un: "Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.[103]  şeklindeki sözüne karşı, burada ona alay yoluyla cevap verilmektedir. [104]

 

80. Bu âyet, İsrailoğullarının denizden çıkmaları ve Firavun ile ordusunun boğulmasından sonra onlara yapılan bir hitaptır. Yani: Ey İsrailoğulları! Size en kötü işkenceleri yapan Firavun ve kavminin elinden sizi kurtardığım zaman verdiğim büyük nimetimi hatırla­yın. Musa ile yalvarması, ve kendisine Tevrat'ın in­dirilmesi  için  Tûr-u   Sina'nın sağ  tarafına gel diye  sözleştik. Burada "sözleşme" fiili İsrailoğulları'na nisbet edilmiştir. Zira bu sözleşmeden on­lar yararlanacaktır. Çünkü Tevrat'ın inmesinde hem dinî, hem de dünyevî yönden yararları vardır. Siz Tîh topraklarında iken, size rızık olarak Menn ve Selvâ'yı verdik. Menn, bala benzer kudret hel­vası, Selva ise eti en güzel kuşlardan olan bıldırcındır. Bunlar Bizim size bir lütfûmuzdur.  Burada nimetlerin  sıralanmasında son derece güzellik vardır. Şöyle ki, önce onları kurtarma nimetini, daha sonra dini, sonra da dünyevî nimetini hatırlattı. [105]

 

81. Size dedik ki: Verdiğim lezzetli helâl nimetlerd­en yeyiniz. Zenginlik ve esenlik, sizi emirlerime karşı gelmeye sevk etmesin, sonra azabım başınıza iner. Kime hışmım ve azabım inerse, o yok olup cehenneme girer.[106]

 

82. Şüphesiz, şirkten tevbe eden, güzel bir şekilde iman edip amel işleyen, sonra da hidayet ve iman üzerinde dosdoğru yürüyen kimseler İçin Benim bağışlamam büyüktür. Bu âyette, isyan bataklığına düşen kimselerin ümitsizliğe kapılmamalan için, bir çıkış yolu bulunduğu açıklanarak imana teşvik edilmektedir. [107]

 

83. Ey Musa! Seni kavminden ayrılmaya jacele ettiren nedir? Zemahşerî şöyle der: Musa kavminden seçtiği ileri gelenlerle birlikte, kararlaştırılan vakitte Tur dağına gitmişti. Sonra Allah ile konuşma arzusuyla onları geride bırakarak öne geçti.[108]

 

84. O da şöyle cevap verdi: Kavmim yakınımdadır. Onları çok az ileri geçtim. Arkamdan geliyorlar. Ben, gelmemi emrettiğin yere hemen geldim ki, benden daha çok razı olasın. Musa önce özrünü beyan etti, sonra da kavminden önce acele olarak gelme sebebini açıkladı. Bu sebep, Allah'ın rızasını elde etmek için Ona yalvarıp yakarma arzusudur. [109]

 

85. Allah da şöyle buyurdu: Sen aralarından ayrıldıktan sonra kavmini, buzağıya ibadet etme fitnesine düşürdük." Sâmirî, buzağıya ibadeti güzel göstererek onları sapıklığa düşürdü. Sâmirî buzağıya tapan bir kavimden olup münafık bir büyücü idi. Tefsirci-ler şöyle der: Musa Rabbine yalvarmaya geldiği zaman, yerine kardeşi Ha­run'u İsrailoğullarının başına bırakmış ve ona Allah'a itaate devam etmele­rini  sağlamasını emretmişti.  Musa  (a.s.)'nın yokluğunda,  Sâmirî,  zinet eşyalarını toplayıp onlarla bir buzağı yaptı ve İsrailoğullannı ona ibadete çağırdı.   Onlar da ibadet ettiler.  Bu  fitne,     Musa  onların  aralarından çıktıktan 20 gün sonra meydana gelmiştir. [110]

 

86. Musa 40 gün bitip de Tevrat'ı aldıktan sonra, kavminin buzağıya tapmasından dolayı kızgın ve çok üzüntülü bir şekilde Tur Dağı'ndan döndü. Musa dedi ki: Ey kavmim! Rabbiniz size, içinde hidayet ve nur bulunan Tevrat'ı indir­meyi va'detmedi mi? Bu soru kınama ifade eder. Üzerinizden uzun zaman mı geçti ki ver­diğiniz sözü unuttunuz. Yoksa böyle yaparak üzerinize Allah'ın gazabı ve hışmının inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz sözde durmadınız. Ebu Hayyan şöyle der: İsrailoğulları Allah'ın dinine ve Musa'nın sünnetine sarılacaklarına ve Allah'ın emrine asla aykırı iş yapmayacaklarına dair ona söz vermişlerdi. Fakat buzağıya ibadet ederek verdikleri sözü tutmadılar.[111]

 

87. Dediler ki: Sana verdiğimiz sözden kendi gücümüz, irademiz ve tercihimizle dönmedik. Aksine böyle yapmaya zorlandık. Fakat bize Firavun hanedanının süs eşyalarından birçok ağırlık yüklenmişti. Sâmirî'nin emriyle onları ateşe attık. Mücâhid: "Evzâr, ağırlıklardır" der. Bunlar İsrailoğullarının Firavun Sâattık. Mücâhid:   Evzâr, ağırk hanedanından emanet olarak aldıkları süs eşyalarıdır. mirî de böyle yaptı. O da kavmin,  yanında bulunan süs eşyalarını ateşe attı. Tefsirciler şöyle der: İsrailoğulları Mısır'dan çıkmadan, Kıptîler'den emanet olarak süs eşyaları almışlardı. Musa'nın dönmesi gecikince Sâmirî onlara dedi ki: Yanınızda süs eşyaları bulunduğu için Musa'nın size gelme­si engellendi. Bunun üzerine onları toplayıp Sâmirî'ye verdiler. Sâmirî süs eşyalarını ateşe attı ve onlardan bir buzağı yaptı. Sonra Cebrail (a.s.)'in kısrağının izinden bir avuç toprak alıp onun üzerine attı. Bundan sonra buzağı böğürmeye başladı.[112]  Yüce Allah'ın şu âyeti bunu ifade eder. [113]

 

88. Sâmirî, bu eritilmiş süs eşyalarından on­lara bir buzağı yaptı. Bu buzağı ruhsuz bir cesetten ibaretti. Sığır sesine benzer bir ses çıkarıyordu.[114]  Sâmirî ve taraftarla­rı: Bu buzağı sizin de Musa'nın da ilâhıdır. Fakat Musa İlâhını burada unu­tup Tûr'da aramaya gitti. Katâde şöyle der: Musa, Rabbini yanınızda unut­tu. Bunun üzerine İsrailoğulları ona tapmaya koyuldular. Yüce Allah on­ların bu tutumlarını reddetmek ve buzağıya ibadet ederek akılsızca dav­randıklarını açıklamak için şöyle buyurdu: [115]

 

89. İlahları olduğunu iddia ettikleri o buzağının kendilerine cevap vermediğini ve onlardan bir zararı sayamadığını veya onlara bir yarar sağlayamadığını görmüyorlar mı? O nasıl ilah olur? Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. [116]

 

90. Musa dönmeden önce Harun onlara nasihafederek ve hatırlatarak dedi ki: Bu buzağı ile siz fitneye düşürülüp saptırıldınız. Şüphesiz, ibadete layjk olan buzağı değil, Rahman olan Allah'tır. Sizi çağırmış olduğum Al­lah'a ibadet hususunda bana uyun. Buzağıya tapmayı bırakarak emrime itaat edin. [117]

 

91. İsrailoğulları dediler ki, Musa dönünceye kadar buzağıya ibadete devam edeceğiz. Bakalım ne ola­cak?![118]

 

92,93. Bu âyette hazif vardır. Takdiri şöyledir: Musa geri dönüp onların buzağıya taptıklarını görünce, kalbi Allah için öfkeyle doldu ve kardeşi Harun'u başından tutup kendisine doğru çekmeye başladı ve ona şöyle dedi: "Bunların, Allah'ı inkar ettikleri­ni gördüğünde Allah için kızmada, onları kınamada ve bu sapıklıktan men etmede benim gibi davranmaktan seni alıkoyan nedir? Bana karşı çıkıp emrimi ve vasiyetimi terk mi ettin?" Tefsirciler şöyle der: Musa'nın ona emri, Yüce Allah'ın şu âyette anlattığı, onun kardeşine yaptı­ğı tavsiyelerdir: "Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: Kavmim içinde benim ye-rime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.[119]

 

94. Harun, şefkat ve merhamet dileye­rek Musa'ya dedi ki: "Ey Annemin oğlu, ey kardeşim! Ne sakalımdan tut, ne saçımdan." İbn Abbas der ki: Şiddetli öfkesi ve aşırı kızgınlığından do­layı sağ eliyle saçlarından, sol eliyle de sakalından tuttu. Çünkü Allah yo-lunda galeyan duygusu ona hakim olmuştu. Onlara zorla engel olduğum taktirde, aralarında savaş çıkmasından korktum. O taktirde beni kınar ve: "aralarında fitneyi alevlendirdin." Onlar hakkında emrimi beklemedin" derdin. Bundan dolayı sen dönünceye kadar onlara birşey dememeyi uygun gördüm ki, işi kendi elinle yapaşın. İbn Abbas der ki: Harun Musa'dan korkar ve ona itaat ederdi. [120]

 

95. Musa Sâmirî'ye: "Ey Sâmirî! Nedir bu yaptığın? Seni böyle yapmaya sevkeden nedir? [121]

 

96. Sâmirî dedi ki:. Ben, onların görmediklerini gördüm. Bu da şöyle oldu: Cebrail, hayat atı üzerinde sana gelmişti. Onun atının bastığı yerlerden bir avuç almak aklıma düştü. Onu neyin üzerine attırnsa onda bir canlılık meydana geldi. Ceb­rail'in atının izinden biraz alıp buzağının üzerine attım. Böylece buzağının böğürtüsü çıktı.    İşte böylece nefsim bana bunu süsledi ve güzel gösterdi. [122]

 

97. Musa Sâmirî'ye dedi ki: Git, dünyada senin cezan hiç kimseye dokunmaman, hiç kimsenin de sana do-kunmamasıdır. Hasan-ı Basrî şöyle der: Allah Sâmirî'nin dünyadaki ce­zasını, onun insanlara, insanların da ona dokunmaması şeklinde verdi. Yüce Allah, dünyada onun sıkıntısını artırdı. Senin için âhirette tayin edilmiş bir azap vakti vardır. O asla değişmez. Sürekli olarak taptığın şu buzağıya bak. Onu mutlaka ateşte yakacak, sonra da kül olarak denize uçuracağız. Ne kendisi, ne izi kalacak. [123]

 

98. Musa, İsrailoğullarına şöyle der: Sizin ibadete layık ma'budunuz, kendisinden başka Rab bulunmayan Allah'tır. Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Yerlerde ve göklerde hiçbir şey Ona gizli kalmaz. [124]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler, aşağıdaki ebedî sanatları kapsamaktadır.

1. "Deniz onları öyle bir kapladı ki" âyeti, olayın korkunçluğunu ifade eder.

2. "saptırdı." ile doğruyu gösterdi" kelimeleri arasmda tıbâk vardır.

3. "helak oldu." cümlesinde istiare vardır. Yüksekten aşağıya düşmek anlamına gelen kelimesi, "yok olma ve helak olma" manasında müsteâr olarak kullanılmıştır.

4. "Ben günahları çok bağışlayıcıyım" cümlesinde mübalağa sanatı yardır.

5. "zarar" ile "yarar" kelimeleri arasında tıbak vardır.

6. Birçok yerde hazif yoluyla icaz vardır. Bunları tefsir kısmında açıkladık.

7. kelimeleri ile gibi kelimelerde ve başka kelimelerde akıcı güzel bir seci vardır. [125]

 

Bir Uyarı

 

İsrailoğulları buzağıya Samirî'nin fitnesi sebebiyle taptılar. Puta tapıcılık tohumları onların kalplerine iyice işlemişti. Dolayısıyla Allah on­ları Firavun'un zulmünden kurtarınca, Musa'dan, kendisine ibadet etmeleri için bir heykel yapmasını istediler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyur­muştur: İsrail oğullarını denizden geçirdik. Yolda, kendilerine ait bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine, "Ey Musa, onların tanrıları gibi, bizim için de bir tanrı yap" dediler. Musa: "Gerçekten siz ca­hil bir toplumsunuz." dedi.[126] Öyleyse onların altından yapılmış, böğürtüsü olan bir buzağıya tapmamalarına şaşmamalı. [127]

 

99. İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana  anlatıyoruz.  Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik.

100. Kim ondan yüzçevirirse. şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yüklenecektir.

101. Bu kimseler o yükün altında ebedî kalırlar. Onlar için, kıyamet gününde bu, ne kötü bir yüktür!

102. O günde sûra üflenir ve Biz o zaman günah­kârları gözleri gömgök bir halde mahşerde toplarız.

103. Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle der­ler: "Dünyada sadece on gün kaldınız."

104. Aralarında konuştukları konuyu Biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanı o zaman, "Bir günden fazla kalmadınız." der.

105. Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rab-bim onları ufalayıp savuracak.

106. Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bıraka­caktır.

107. Orada ne bir iniş, ne de bir yokuş görebile­ceksin.

108. O gün insanlar, davetçiye uyacaklar; O'na karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan baş­ka birses işitemezsin.

109. O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.

110. O, insanların geçmişlerini de, geleceklerini de bilir. Onların ilmi ise, bunu kapsayamaz.

111. Bütün yüzler diri ve her şeye hakim olan Al­lah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.

112. Her kim, mü'min olarak iyi olan işlerden ya­parsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenme-sinden korkar.

113. Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak in­dirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umu­lur ki onlar korunurlar; yahut da o Kur'an kendileri için bir ibret ortaya koyar.

114. Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'ı okumakta acele etme ve "Rabbinı, benim ilmimi artır." de.

115. Andolsun Biz, daha önce de Âdem'e alıid ver­miştik. Ne var ki o unuttu. Onda azim de bulamadık.

116. Bir  zaman  biz. meleklere,   "Âdem'e  secde edin!" demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.

117. Bunun üzerine, "Ey Âdem! dedik, bu senin için ve eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cen­netten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz!

118. Şimdi burada senin için, ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.

119. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sı­caktan da bunalmayacaksın."

120. Derken şeytan  onun aklını karıştırıp "Ey Adem! dedi, sana ebedîlik ve sonu gelmez bir saltanatı sağlayacak bir ağacı göstereyim mi?

121. Bunun üzerine ondan yediler. Yeyince kendi­lerine kötü yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. Âdem Rabbinin sözünü tutmamış oldu, bu sebeple de işi bozuldu.

122. Sonra Rabbi, onu seçkin kıldı; tevbesini ka­bul etti ve doğru yola yöneltti.

123. Dedi ki: Bazınız bazınıza düşman olarak ora­dan inin! Artık Benden size hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, o sapmaz ve bedbaht olmaz.

124. Kim de Beni anmaktan yüzçevirirse şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve Biz onu, kıyamet günü kör olarak hasrederiz.

125. O, "Rabbim! Beni niçin kör olarak hasrettin? Oysa   ben, hakikaten görür idim" der.

126. Allah buyurur ki: "İşte böyle. Çünkü sana â-yetlerinıiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun."

127. İsrafa sapanı ve Rabbinin âyetlerine inanma­yanı işte böyle cezalandırırız. Âhiret azabı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir.

128. Bizim, onlardan önce nice nesilleri helak et­miş olmamız kendilerini yola getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar. Bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır.

129. Eğer daha önce Rabbinin söylemiş olduğu bir söz ve tayin edilmiş bir vâde olmasaydı, (ceza.onlar için de dünyada) kaçınılmaz olurdu.

130. Sen, onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini öv-gü ile teşbih et; gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün iki tarafında da teşbih et. Umulur ki sen hoşnut olur­sun.

131. Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne göz­lerini dikme! Rabbinin nzkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.

132. Ailene namazı emret; ve ona sabır ile devam et. Biz, senden rızık istemiyoruz; Biz seni rızıklandırı-yoruz. Güzel sonuç, takva sahipleri içindir.

133. Onlar "Muhammed bize bir ayet getirmeli değil miydi?" dediler. Önce gelen kitaplardakinin apa­çık delili onlara gelmedi mi?

134. Eğer Biz, bundan önce onları helak etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: "Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşme­den önce âyetlerine uysaydık!"

135. De ki: "Herkes beklemektedir : Öyle ise siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yo­lun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş!?"

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Musa'nın (a.s.) kıssasını genişçe anlattıktan sonra, ardından bu kıssanın Allah'tan bir vahiy olduğunu ve Allah, kendisine vah-ye,tmemiş olsaydı, Muhammed (s.a.v.)'in bu enteresan haberleri bilemeye­ceğini haber verdi. İşte bu, peygamberliğin doğruluğunu gösteren en büyük delililerdendir. [128]

 

Kelimelerin İzahı

 

Kal içinde bitki ve yapı bulunmayan düz ve sert yer.  Safsaf, düz yer. Sanki o yer, düzgün bir sıra halindedir.  gibi yüksek yer.  Hems, gizli ses.

Boyun eğdi. itaat etti. Ümeyye şöyle der: Yüzler onun izzetine boyun eğer ve secde eder." Cevheri şöyle der: fiili, boyun eğdi, itaat etti. manasınadır. ise başkasına boyun eğdirdi demek­tir. " Yüzler boyun eğdi."[129]  âyetinde de bu manâya kullanılmıştır. Hadm, eksiltmek demektir. Bir kimse birinin hakkım eksik verdiğinde denilir. ile arasındaki fark şudur: Zulüm, hakkını hiç vermemek, hadm ise, bir kısmını vermemektir.[130]

Sıcaklık duymayacaksın. "Güneşte ortaya çıkıp onun sıcaklığına.maruz kaldı" manâsında denilir. İbn Ebî Rabîa şöyle der:

Kadın, bekâr bir adam gördü. Adam, güneş çıkınca ısınır, akşam olunca da evine çekilir.[131]

Dank, darlık ve sıkıntı. Dar eve, sıkıntılı hayata da  denilir.

Avret yerleri. Bekleyiniz. Doğru yol. [132]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

99. Ey Muhammed! Musa ile Fira-vun'un kıssasını ve bunda bulunan enteresan haberleri sana anlattığımız gibi, geçmiş milletlerin haberlerini de anlatacağız, Sana katımızdan okunan ve sonsuz mucizeleri kapsayan bir Kur'an verdik. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah, peygamberimize verilen mu'cizelere delâlet eden ve geçmiş milletlerin haber ve kıssalarım kapsayan Kur'an'ı İndirmek suretiyle ihsanda bulunmuştur.[133]

 

100. Kur'an'dan yüzçevirir, ona inanmaz ve ondaki emirlere uymazsa kuşkusuz o, kıyamet gününde ağır bir yük ve cehennemde omuzlarına binen büyük bir günah taşıyacaktır. [134]

 

101. Günahları yüzünden devamlı ola­rak bu azap içinde kalacaklardır. Bu ağır yük, onlar için ne kötü bir yüktür. Ağırlığı sebebiyle günah, yüke benzetildi. [135]

 

102. İsrafil'in sûr'a ikinci defa üfürdüğü ve suçluları gözleri mavi yüzleri siyah olarak mahşer yerine top­ladığımız gün, [136]

 

103. Aralarında birbirlerine, gizlice şöyle söylerler: Dünyada sadece on gece kaldınız. Kurtubî şöyle der: Gözlerinin maviliği ve yüzlerinin siyahlığı ile suçluların yaratılışı çirkinleştirilir.[137] Ebussuud şöyle der: Sıkıntıları ve korkuları görünce, dünyada kaldıkları za­manı az bulurlar.[138]

 

104. Aralarındaki gizli konuşmaları biz çok iyi biliriz. O zaman onların en akıllı ve en dengeli konuşanı, "Siz bir günden fazla kalmadınız" der. [139]

 

105. Sana kıyamet gününde dağların nasıl olacağını soruyorlar. De ki: Rabbim onları kum gibi ufalaya­cak, sonra da rüzgar gönderip uçuracak. [140]

 

106. Onları yapışız ve bitkisiz dümdüz bir yer haline getirecek. [141]

 

107. Orada ne bir iniş, ne de bir çıkış görebile­ceksin. [142]

 

108. O zor günde insanlar kendilerini mahşer yerine çağıran, Allah'ın davetçisinin peşinden giderler. Sağa sola sapmadan oraya hızla gelirler. Allah korkusuyla mahlukatın ses­leri kısılır. Neredeyse hiç duyulamıyacak kadar hafif bir fısıltıdan başka bir şey duyamazsyı. İbn Abbas: "Bu ses, mahşer yerine doğru yürürken ayakların çıkardığı hafif sestir" der.[143]

 

109. O korkunç günde hiçkimseye şefaat fayda vermez. Ancak Allah'ın, kendisine şefaat edilme­sine izin verdiği ve şefaatçinin şefaat etmesine razı olduğu kimseye şefaat edilir. Kendisine şefaat edilecek kimse, dünyada iken "Lâ ilahe illallah" diyenlerden olandır. Bunu İbn Abbas söylemiştir. [144]

 

110. Yüce Allah bütün mahlukatın hallerini bilir. Dünya ve âhiret işlerinden hiçbir şey Ona gizli kalmaz, Mahlukat, Allah'ın bildiklerini bilmez.[145]

 

111. Mahlukatın yüzleri bir olan üstün güç sahibi, göklerin ve yerin hakimi, ölmeyen Allah'a boyun eğmiştir. Zemahşerî şöyle der: Buradaki yüzlerden maksat, günahkârların yüzleridir. Onlar kıyamet gününde sonucunun kötü olduğunu açıkça görünce, yüzleri, esirlerin yüzleri gibi zelil olur. Nitekim âyet-i kerime de şöyle buyrulmuştur: "Onu   yakın­dan görünce, inkâr  edenlerin yüzleri kötüleşir.[146] Allah'a ortak koşan ziyana uğramış, başaramamış ve istediğini elde edememiştir. [147]

 

112. İman etmiş olarak kim iyi işler ya­parsa Ne kötülükleri artırılarak zulme, ne de iyilikleri eksiltilerek haksızlığa uğrayacağından korkmaz. [148]

 

113. Ey Muhammed! Bu harikulade haberleri kap­sayan âyetleri indirdiğimiz gibi, bu kitabı sana Arap diliyle indirdik ki, onun fasahat ve belagat hususunda insan gücünün üstünde olduğunu an­lasınlar. O kitapta uyarı ve tehditleri tekrarladık ki, inkâr  ve isyanlardan sakınsınlar veya o uyarılar, kalp­lerinde bir öğüt alma duygusu meydana getirsin de emirlere sarılma ve ya­saklardan kaçınma hâsıl olsun. [149]

 

114. Allah, yarattığı müşriklerin, kendisini nitelediği vasıflardan yüce ve mukaddestir. O, Meliktir, Hak'tır. Kudreti bütün zorba­ları ezer. Cebrail sana Kur'an'ı okut­tuğunda, onunla beraber acele acele okuma. Aksine okumayı bitirinceye kadar sabret ve dinle. O bitirince sen okursun. İbn Abbas şöyle der: Rasulul-lah (s.a.v.) Kur'anı ezberlemeye düşkün olduğu ve unutmaktan korktuğu için, Cebrail vahyi okuyup bitirmeden o acele eder, Cebrail ile birlikte okurdu. Allah onun böyle yapmasını yasakladı. Kurtubî der ki: Bu âyet Yüce Allah'ın şu   âyeti   gibidir: Vahyi  çarçabuk almak   için   dilini kımıldatma"[150]  Yüce Allah'tan, faydalı ilmi artırmasını iste. Taberî şöyle der: Yüce Allah peygamberine, bilmediği faydalı ilimleri is­temesini emretti.[151]

 

115. Daha önce Âdem'e, o ağaçtan yememesini emretmiştik. Emrimizi unuttu. Yasakladığımız şeye karşı onda sabır ve irade bulamadık. [152]

 

116. Bu âyetlerde Yüce Allah, Âdem'i şereflendirdiğini, ona değer verdiğini ve onu mahlukatın bir çoğundan üstün kıldığını anlatmaktadır. Yani, ey Muhammed! Hatırla ki, bir zamanlar biz meleklere, Âdem'e saygı mahiyetinde secde etmelerini emretmiştik de, İblis'in dışında hepsi emre uymuşlardı. İblis secde etmekten kaçınmış ve.Rabbi'nin emrine karşı çıkmıştı. Sâyî şöyle der: Kullara, emirlere uyma  ve yasaklardan   sakınmayı   öğretmek; İblis'in babaları Âdem'in düşmanı olduğunu hatırlatmak için bu kıssa Kur'an'ın yedi sûresin­de tekrarlanmıştır.[153]

 

117. Âdem'i uyardık ve ona dedik ki: İblis senin ve Havva'nın amansız düşmanıdır. Sakın ona uymayın, sonra cennetten çıkarılmanıza sebep olur da, ikiniz de bedbaht olursunuz. Âyet sonlarının uygunluğu gözetildiği ve Âdem'in bed­bahtlığı Havva'nın da bedbaht olmasını gerektirdiği için,5 âyette sadece Âdem'in bedbaht olacağını bildiren tekil kelime ile yetinilmiştir. İbn Kesîr şöyle der:  Cennetten çıkarılmanı gerektiren hareketi yapmaktan sakın. Yoksa rızık ararken yorulur mutsuz olursun. Çünkü sen burada, meşakkat ve güçlük çekmeden rahat bir hayat sürüyorsun.[154]

 

118. Ey Âdem! Sen cennette ne aç kalacaksın ne de çıplak. [155]

 

119. Aynı şekilde orada susâmıyacak ve güneşin sıcağım hissetmeyeceksin. Çünkü cennet sevinç ve neşe yurdudur. Dünya yurdunun aksine orada ne yorulmak, ne meşakkat, ne sıcak, ne de su­suzluk vardır. [156]

 

120. Şeytan, vesvese vererek gizlice onunla konuştu. Lanetli Şeytan ona dedi ki: Ey Adem! Kendisinden yiyenlerin ebedî yaşatıldığı asla ölmediği ve hiçbir za­man yok olmayacak bir mülke kavuştuğu bir ağacı sana göstereyim mi? Bu, görünüşte nasihat olan bir tuzaktır. Lanetli Şeytan ne zaman nasihatçi oldu ki? [157]

 

121. Âdem ile Havva, Allah'ın kendilerine yasakladığı ağaçtan yediler, ayıp yerleri ortaya çıktı. İbn Abbas şöyle der: Allah'ın onlara giydirdiği  nurdan elbiseden  soyuldular da ayıp yerleri göründü.[158]  Cennet yapraklarından alıp onlarla örtünmek için ayıp yerlerini örtmeye başladılar. Âdem, ağaçtan yemekle Rabbi'nin emrine aykin davrandı ve düşmanın sözüne al-dandığı için cennette ebedi kalmaya götüren yolu şaşırdı. Ebussuûd şöyle der: Hatasının küçük görünmesine rağmen, Yüce Allah'ın Adem'in bu dav­ranışını isyan ve sapıklık kabul etmesi, olayın büyüklüğünü gösterir ve Âdem'in çocuklarının böyle hataları işlemelerini vurgulu bir şekilde yasak­lar.[159]

 

122. Sonra Rabbi onu seçerek kendisine yak­laştırdı, tevbesini kabul etti ve ona tevbesinde durmayı ve itaat sebeplerine sarılma yolunu gösterdi. [160]

 

123. Allah Âdem ile Havva'ya dedi ki: İkiniz de beraber cennetten inin.. Kazanç, geçim, huyların ve isteklerin farklılığı yüzünden, neslinizin bir kısmı bir kısmına düşman olacaktır. Ze-mahşeri şöyle der: Âdem ile Havva insanlığın aslı oldukları için, sanki bunlar insanlığın kendisi kabul edildi ve insanlara hitap ediliyormuş gibi bunlara hitap edildi.[161]  Doğru yolu bulmanız için ta­rafımdan size peygamberler ve kitaplar gelir de Kim şeriatıma sarılır ve peygamberlerime uyarsa, dünyada yolunu şaşır­maz, âhirette de bedbaht olmaz. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, Kur'an'ı okuyup da içindekilerle amel eden kimselerin, dünyada sapmayacaklarını, âhirette mutsuz olmayacaklarını garanti etmiştir. İbn Abbas daha sonra bu âyeti okudu.[162]

 

124. Kim emrimden ve peygamber­lerime indirdiğim şeriat ve hükümlerden yüzçevirirse, müreffeh yaşıyor görünse de, dünyada onun geçimi zor ve sıkıntılıdır. Âhirette onu, gözleri kör olarak hasrederiz. İbn Kesîr şöyle der: Kim Allah'­ın emrinden yüzçevirir ve onu unutmuş görünürse dünyada onun hayatı sıkıntılıdır. Kalbi ne huzur bulur, ne de rahat eder. Her ne kadar refah içinde yaşıyor görünse, istediğini yese, istediğini giyse, istediği yerde otur­sa da, sapıklığından dolayı, kalbi dar ve sıkıntılıdır. Çünkü onun kalbi ıztırap, şaşkınlık ve şüphe içindedir. Bir görüşe göre: Kabri daralır da ka­burgaları birbirine geçer.[163]

 

125. Kâfir şöyle der: Ey Rabbim! Hangi günah sebebiyle beni körlükle cezalandırdın. Halbuki ben dünyada görüyordum. [164]

 

126. Yüce Allah ona şöyle ce­vap verir:  Şüphesiz Benim ayetlerim sana açık-seçik geldi.  Sen onları görmezlikten geldin ve bıraktın. Bugün de, aynı şekilde, yaptıklarına uygun bir ceza olarak, azap içinde bırakılacaksın. [165]

 

127. Allah'ın âyetlerini inkar et­meyi ve hıyaneti uygun şekilde cezalandırdığımız gibi, şehevî arzulara düşkünlük göstererek haddi aşanları, rabbinin sözünü ve açık âyetlerini tas­dik etmeyenleri de cezalandırırız. Cehennem azabı dünya azabından daha şiddetlidir. Çünkü cehennem azabı asla kesilmediği ve sona ermediği için sürekli ve devamlıdır. [166]

 

128. Seni yalanlayan Mekke kâfirleri görmediler mi ki, onlardan önce, peygamberlerini yalanlayan nice geçmiş milletleri yok ettik. Âd ve Semûd'un yurtlarında geziyor ve onların helak edildiğini gösteren kalıntıları, açık açık görüyorlar. Öğüt ve ibret almıyorlar mı? Bu yok olmuş milletlerin kalıntılarında, akl-ı selîm sahibi kimseler için ibretler ve deliller vardır. [167]

 

129. Onlar, azaplarının erte­leneceğine dair bir hüküm ve yok edilmeleri için tayin edilmiş bir vakit ol­masaydı mutlaka cezalandırılırlardı. Ferrâ şöyle der: Âyette bazı kelime­ler öne, bazıları sona alınmıştır. Takdiri şöyledir: Âyet sonlarına uygun düşsün diye kelimeler yer değiştirilmiştir.[168]

 

130. Ey Muhammedi Kavminden o yalanlayıcıların sözlerine sabret. Rabbine hamdede-rek, güneş doğmadan önce sabah namazını batmadan Önce de ikindi na­mazını kıl. Gece saatlerinde, gündüzün başında ve sonunda Rabbin için namaz kıl. Umulur ki, seni razı edecek şey sana verilir. Kurtubî şöyle der: Tefsircilerin çoğu, bu ayetin beş vakit na­maza delâlet ettiğini söylemiştir: Sabah namazı, ikindi namazı, Yatsı namazı, akşam ve öğle namaz­larına işaret eder. Çünkü öğle gündüzün ilk kısmının, güneşin batması da son kısmının sonundadır.[169]

 

131. Kafirlerden bazı kesimlere ver­diğimiz dünya nimetlerine ve aldatıcı süslerine gözünü dikme. Onlara verdiğimiz dünya hayatının süsüne bakma. Bu nimetleri onlara, nankörlükleri sebebiyle azaba müstehak olsunlar diye, kendilerini denemek ve imtihan etmek için verdik. Allah'ın vereceği sevap bu geçici nimetten daha hayırlı ve daha süreklidir. Tefsirciler şöyle der: Bu hitap, Peygamber (s.a.v.)'e olup maksat ümmetidir. Zira Peygamberimiz (a.s.) dünya nimetlerine en az önem veren, Allah katında olanlara da en istekli olan kimsedir. [170]

 

132. Ey Muhammed! Aile fertlerine ve ümmetine namazı emret. Sen de onu huşu ile ve âdabına uygun bir şekilde kılma hususunda sabret, Kendinin ve aile efradının rızkını temin etmekle seni yükümlü tutmuyoruz. Bilakis senin de, onların da rızkını Biz yükleniyoruz. Güzel sonuç, takva sahiplerinindir. İbn Kesîr: Güzel sonuç, yani cennet Allah'tan korkanlar içindir?" der.[171]

 

133. Müşrikler dediler ki: Bize, doğruluğunu gösterecek bir mucize getirse ya! Muhammed'e verilmiş olan, geçmiş milletlerin haberlerini kapsayan o büyük mucize Kur'an ile yerinemiyorlar mı? Bu soru, kınama ve azarlama ifade eder. Ebu Hayyân şöyle der: Müşrikler, kafa karıştırma hususundaki âdetle­ri gereği tercih ettikleri şeyi teklif ettiler. Onlara cevap verildi ki: Daha önce gelmiş olan ilahî kitaplar da müjdelenmiş olan bu Kur'an, kendisine karşı olanları acze düşürmede en büyük mucizedir. O kıyamete kadar geçerli olacak bir mucizeden.[172]

 

134. Mekke kafirlerini, Kur'an inmeden ve Muhammed (a.s.) gönderilmeden önce yok etseydik Şüphesiz: "Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de ona inanıp uysaydık Azabınla zelil olmadan ve halkın gözü önünde rezil duruma düşmeden âyetlerinle amel etseydik" der­lerdi. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah peygamber gönderip kitap indirdik­ten sonra kendisine karşı hiç kimsenin herhangi bir delili olmayacağını, on­lar için bir hüccet ve özür bırakmadığını açıklamak istedi. [173]

 

135. Ey Muhammed! O yalanlayıcılara de ki: Biz de siz de, hepimiz zamanın getireceği musibetkleri ve kimin kazanacağını bekle­mekteyiz. Sonucu bekleyiniz. Bu tehdit ifade eden bir emirdir. Kimin doğru yolda olduğunu,Biz mi yoksa siz mi, yakın da göreceksiniz. Kimin hak yolu bulduğunu, kimin sapıklıkta kaldığını anlayacaksınız. Kurtubî şöyle der: Bu âyette, bir tür tehdit ve korkutma vardır. Bu mübarek sûre tehdit ile son bulmuştur.[174]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler aşağıdaki edebî sanatları kapsamaktadır.

1. "İşte böylece sana anlatıyoruz" cümlesinde mürsel-mücmel teşbih vardır.

2. "Kıyamet gününde günah, onlar için ne kötü bir yüktür" cümlesinde istiare vardır. Burada günah, istiâre-i tasrîhiyye yo­luyla, ağır yüke benzetilmiştir.

3. "Allah, insanların geçmişlerini de gelecek­lerini de büir" cümlesinde "geçmiş ve gelecek" dünya ve âhiret işlerinden kinayedir.

4. "kor" ile "gören" kelimeleri arasında tıbâk vardır.

5. "Dünya hayatının süsü" terkibinde teşbîh-i temsîlî vardır. Yüce Allah çiçeği dünya nimetlerine misal verdi. Çünkü çiçeğin görünüşü güzeldir, fakat bir müddet sonra kurur ve dağılır gider. Dünya ni­meti de böyledir.

6. "Bekleyin" emri tehdit ve korkutma ifade eder.

7. "Keşke bize bir peygamber gönderseydin" cümlesinde iştikak cinası vardır.

8. ve kelimelerinde akıcı, güzel bir seci' vardır. Aynı şekilde v.b. kelimelerde böyle bir seci vardır. [175]

 

Bir Nükte

 

Nâsıf şöyle der: 119. ayette güzel bir edebî sır vardır. Buna, "Benzerleri birbirinden ayırma sanatı" denir. Şöyle ki, Yüce Allah, aralarındaki uygunluğa rağmen susuzluğu açlıktan, sıcaklığın sıkıntısını duymayı giyinmek (çıplak kalmamak) tan ayırdı. Bundan maksat, bu nimet­leri saymak ve tasnifini yapmaktır. Benzerleri beraber anlatsaydı, sayılanların bir tek nimet olduğu sanılırdı. Bununla beraber âyette bir başka sır daha vardır. O da, âyet sonlarının birbirine uygunluğunun gözetilmiş ol­masıdır. Eğer "susuzluk" kelimesi "açlık" kelimesi ile yanyana söyleseydi âyet sonlarındaki uygunluk bozulurdu.[176]

 

Faydalı Bilgiler

 

eş-Şihâb şöyle der: "On gün" ve "bir gün" veya "bir saat" kaldık di­yenlerin sözlerini nakletmekten maksat, onların kalma müddeti hakkında ihtilafa ve bu müddetin tayininde şüpheye düştükleri gerçeğini anlatmak değildir. Aksine maksat, dünya hayaü hızla yok olduğu için söylenen kelime­lerle onun azlığı ifade edilmiştir. Hikayede farklı edebî sanatlara yer veril­miş ve her makamda o makama uygun sanat kullanılmıştır.[177]

Allah'ın Yardımı ile Tâhâ Sûresi'nin tefsiri bitti. [178]

 



[1] Tâhâ sûresi, 20/108

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/11-12.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/12.

[4] Feth sûresi, 48/29

[5] Bu beyit Ebu Tâlib'e aittir. Kurtubî, XI, 193

[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/16-17.

[7] Bakara sûresi'nin başlangıcına bakınız.

[8] Bu Dahhâk'ın sözüdür. Bkz. İbnti'l-Cevzî Zâdu'l-Mesîr, V/268

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/17.

[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/17.

[10] el-Bahr, VI, 226

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/17.

[11] Selef-i Salih'in görüşleri için, A'raf ve Ra'd sûrelerine bakınız.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/17.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/17.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/17-18.

[14] Tirmizi, Daavât 83; Buharî, Tevhid, 13

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/18.

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/18.

[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/18.

[17] Seyyid Kutub, -Allah ona çokça rahmet etsin, onu öldürenlere de lanet etsin- şöyle der: Bu sahneyi tasavvur ederken kalb durur, varlıklar titrer... Musa bu çölde tek başına. Gece zi­firi karanilk, karanlık her tarafı bürümüş, sessizlik çökmüş. Musa Tur'un yanında gördüğü ateşi almaya gidiyor. Sonra etrafındaki bütün varlıklar şu yüce seslenişle birbirlerine cevap vermeye başladılar. Muhakkak ki Ben, evet Ben, senin Rabbinim. Hemen naiinlerini çıkar. Çünkü sen kutsal vadi Tuvâ"dasın. (Fi Zılâli'1-K.ur'an, V/68)

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/18.

[19] er-Râzi,XXII, 19

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/18-19.

[20] er-Razi, XXn, 1

[21] Sâvî Haşiyesi, III, 50        

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/19.

[22] Bu, Mücâhid ve İbn Abbas'm görüşlerinin özetidir. Taben de bunu tercih etmiştin Ayetm tefsirinde tercihe en layık olan da budur. Burada başka, zayıf görüşler de vard.r. Bkz. fcbu Hayyân, el-Bahr, VI, 232.

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/19.

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/19.

[25] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 472

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/19-20.

[26] Bast: Neşe, sevinç, rahat ve huzur hâli. Ruhun feyz, kalbin ilham atma hâli, Cemâlî te­cellîleri müşahede hâli (Mütercimler)

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/20.

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/20.

[29] Kurtubî, XI, 190

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/20.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/20.

[32] Muhtasar-I İbn Kesîr, II, 473

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/20-21.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[38] Taberi, XVI, 159. Bir görüşe göre bu kekemelik onda yaratılıştan vardı. Allah'tan bunu gidermesini istedi.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/21.

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/22.

[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/22.

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/22.

[47] el-Bahru'l-muhît, VI, 241

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/22.

[49] Müslim, Fiten, 50

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/22-23.

[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/23.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/24.

[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/24.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/29.

[55] Taben,XVT, 168

[56] Kurtubî, XI, 215

[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/29-30.

[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30.

[59] Muhtasar-i İbn Kesîr, II, 482

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30.

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30.

[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30.

[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30.

[63] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30.

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/30-31.

[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/31.

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/31.

[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/31.

[68] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 4S3

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/31.

[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/31.

[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/31-32.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[75] Bu terkibinin tefsirinde İbn Kesîr'in tercih ettiği manadır. Taberî ise, bundan maksat, "her iki tarafa da eşit uzaklıkta olan yerdir" şeklindeki manayı tercih eder.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[77] Kurtubî, XI, 214

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32.

[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/32-33.

[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/33.

[80] Keşşaf, III, 87

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/33.

[81] Şuâra sûresi, 26/41,42

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/33.

[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/33.

[83] Ebussuûd, m, 313

[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/33-34.

[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/34.

[86] Yüce Allah, bu bunalımlı halde bu sözleri Hz. Musa'ya vahyetti.

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/34.

[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/34.

[89] Muhtasar-I İbn Kesîr, II, 486

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/34.

[90] Kurtubî, XI, 224

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/34-35.

[92] Kurtubî, XI, 225

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/35.

[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/35.

[94] Îbnu'l-Enbarî, bu manada şu şiiri söylemiştir:

Dikkat edin, şöyle bir nefsi kim ister? O nefis ölmez ki, bedbahtlığı sona ersin. Tadı ve lezzeti olan bir hayat da yaşamaz.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/35.

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/35.

[96] Tirmizî, Sıfatu1]-cennet, 2531

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/35-36.

[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/36-37.

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/37.

[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/41.

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/41.

[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/41-42.

[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/42.

[103] Mü'minûn sûresi, 40/29

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/42.

[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/42.

[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/42.

[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/42.

[108] Keşşaf, IH,89

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/42-43.

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/43.

[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/43.

[111] el-Bahr, VI, 268

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/43.

[112] Bu, İbn Abbas, Katâde ve Mücâhid'in görüşlerinin Özetidir. Taberî'de de böyledir. XVI, 200.

[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/43-44.

[114] Râzî şöyle der: Rivayete göre o, canlanıp böğürdü. Bir görüşe göre, canlanmadı. Onda rüzgâr görecek delikler vardı. Dolayısıyla buzağı sesine benzer bir sesi çıkardı. Râzî, XXII, 103

[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/44.

[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/44.

[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/44.

[118] Merhum Seyyid Kutup "Fî Zılâli'l-Kur'ân" adlı tefsirinde şöyle der: İsrailoğulla'n bu böğüren altın buzağıyı görür görmez, kendilerini zelillik yurdundan kurtaran Rablerinİ unuttu­lar ve bu altın buzağıya taptılar. Fikir ve ruh aptallığı içerisinde: "Bu sizin de Musa'nın da ilâhı'dır. Ama onu unuttu" da, o burda yanımızda oîduğu halde onu dağda aramaya koyuldu. Rabbine giden yolu unutup şaşırdı dediler. Bu öyle bir sözdür ki, onların budalalık ve ah­maklıklarını gösterdiği gibi, peygamberlerini aptalca, Rabbini bulamamış, yolunu şaşırmış, ne kendisi doğru yolu bulabilmiş ne de Rabbi onu doğru yola ulaştırmış biri olarak itham et­tiklerini gösterir.. Bu buzağı canlı değildi ki, onların sözlerini işitsin ve isteklerine cevap ver­sin. Çünkü o, cansız bir cesetti- Hayvanlık derecesinden daha aşağı bîr derecede idi. Harun onlara nasihat etti. Fakat, onlar nasihati kabul etme yerine, onun

nasihatından yüzçevirdiler. (Fî Zılâli'HCur'ân, V,93-94)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/44.

[119] A'raf süresi, 7/42

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/45-45.

[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/45.

[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/45.

[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/45.

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/45.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/46.

[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/46.

[126] A’raf suresi, 7/138

[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/46.

[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/52.

[129] Tâhâ sûresi, 20/01  

[130] Kurtubî, XI, 249

[131] Ebu Hayyan; el-Bahru'1-muhît, VI, 271

[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/52.

[133] el-Bahr, VI 278

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/52-53.

[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[137] Kurtıiüî, XI, 244

[138] Ebussuud, ITT, 324

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[143] Taberi, XVI, 214

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53.

[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/53-54.

[145] Bir görüşe göre âyetleri maksat şudur: Mahlukat, Allah'ın zatını bilmez. Çünkü Allah'ı, gerçek manada kendisinden başka kimse bilemez. İbnu'l-Cüzeyy de bunu tercih etmiştir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/54.

[146] Müfk sûresi, 67/27, Keşşaf, III, 92

[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/54.

[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/54.

[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/54.

[150] Kıyâme sûresi, 75/16

[151] Taberî, XVI, 220

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/54.

[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/54-55.

[153] Sâvî Haşiyesi, III, 66

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/55.

[154] Muhtasar-I İbn Kesîr, II, 496

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/55.

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/55.

[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/55.

[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/55.

[158] Ebussuûd, İÜ, 327

[159] Aynı kaynak, aynı sayfa.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/55-556.

[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/56.

[161] Keşşaf, III, 93

[162] Kurtubî, XI, 258

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/56.

[163] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 497

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/56.

[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/56.

[165] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/56-57.

[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/57.

[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/57.

[168] İbnu'l-Cevzİ, Zâdu'l-Mesîr, V, 333

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/57.

[169] Kurtubî, XV, 261

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/57.

[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/57-58.

[171] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 11,500

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/58.

[172] el-Bahrurl-muhît, VI, 292

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/58.

[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/58.

[174] Kurtubî, XI, 265

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/58.

[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/58-59.

[176] Haşiyetu’l-Keşşaf, III,94

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/59.

[177] Haşiyetü'ş-gihâb ale'l-Beyzavî

[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t Tefasir, Ensar neşriyat: 4/59.