Tâ Hâ Sûresi yüz
otuzbeş âyettir, ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu Sûre-i Celiîe,
Kur'an'ın, Hz. Muhammed (s.a.v.)e, onu sıkıntıya düşürmek için değil,
Allah'tan korkup ona itaat edenlere bir öğüt olsun diye indirildiğini beyan
ederek başlıyor.
Rahman olan Allah'ın,
arşı kudretiyle kuşattığı, göklerde, yerde .ve nemli toprağın altında bulunan
her şeyin Allah'a ait olduğu, Allah'ın, en gizli şeyleri dahi bildiği, ondan
başka hiçbir ilahın bulunmadığı ve en güzel isimlerin ona ait olduğu beyan
ediliyor.
Bundan sonra Hz.
Musa'nın kıssası, diğer Sûrelerde geçen şeklin dışında başka bir açıdan beyan
ediliyor ve buyuruluyor ki: "Ey Muhammed, Musa'nın kıssası sana ulaştı mı?
Hz. Musa'nın kıssası,
bu şekilde sual ile başlayan bir girişten sonra özetle şöyle beyan ediliyor:
"O, bir zaman, Medyen'den dönüp Mısır'a giderken bir ateş gördü ve
ailesine: "Siz burada durun ben o ateşten size bir kor getiririm veya
ateşin yanında bir yol gösteren bulurum." dedi.
Ateşin yanına gelince:
"Ey Musa, ben senin rabbinim. Ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen şu anda
mukaddes "Tuva" vadisinde bulunuyorsun. Ben seni Peygamber seçtim.
Şimdi vahyolunacaklan dinle." diye nida olundu.
Allah Teala, Hz.
Musa'ya hitaben, ancak kendisine ibadet etmesini, namaz kılmasını, kıyametin
mutlaka kopacağım fakat onun ne zaman meydana geleceğinin gizli tutulduğunu
beyan ediyor ve Hz. Musa'ya elindekinin ne olduğunu soruyor. Hz. Musa da elindekinin
âsâ olduğunu, onunla bazı işler yaptığını söylüyor.
Bunun üzerine Allah
Teala, "At onu yere." buyuruyor. Hz. Musa, asasını yere bırakınca âsâ
bir yılan oluveriyor. Yine Allah'ın emriyle onu eline alınca yılan tekrar âsâ
şekline dönüyor.
Hz. Musa, Allah
Teala'nın emriyle elini koynuna sokup çıkarınca eli bembeyaz hale geliyor. Ve
ona bu gibi mucizeler verildikten sonra Allah Tea-la'dan şu emir geliyor:
"Firavun'a git
çünkü o azmıştır." Hz. Musa da bu emri alınca Allah'a niyaz ediyor:
"Rabbim, gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimdeki kekemeliği
çöz ki, insanlar sözümü anlasınlar. Kardeşim Harun'u da bana yardımcı
ver." diyor.
Onun bu niyazına Allah
Teala şöyle cevap veriyor: "Ey Musa, dilediğin sana verildi." Allah
Teala'nın, onun bu isteğinin kabul edildiğini bildirmesinden sonra daha önce de
ona nasıl lütuflarda bulunduğu hatırlatılıyor. Onun, çocukken Firavun
tarafından öldürülmesin diye anası tarafından nasıl nehre bırakıldığı,
kizkardeşinin kendisini nasıl takib ederek Firavun'un sarayına alındığını
tes-bit ettiği ve Firavun'un sarayında yine kendi annesi tarafından emzirilerek
büyütüldüğü beyan ediliyor ve o zaman nasıl korunduysa yine kendisine yardım
edileceği ve kardeşi Harun'la beraber Firavun'a gidip onu dine davet etmeleri emrediliyor.
Hz. Musa ve Harun
gidip Firayun'u hak dine davet ediyorlar Fakat Firavun bu daveti kabul
etmiyor. Hz. Musa ile mücadeleye giriyor ve Hz. Musa'nın mucizelerine karşı
kendi sihirbazlarına güveniyor ve onu, karşılıklı bir mücadele gösterisine davet
ediyor.
Firavun'un
sihirbazlarıyla Hz. Musa arasındaki mücadelede sihirbazlar yenik düşüyor ve
hepsi Hz. Musa'ya iman ediyor. Fakat Firavun kızıyor ve kendi sihirbazlarını
tehdit ederek onları cezalandıracağını söylüyor. Fakat sihirbazlar, gördükleri
mucizeler karşısında imanlarını terketmiyor, Firavun'un tehditlerine
aldırmıyorlar.
Sûre-i Celilede daha
sonra Hz. Musa'nın îsrailoğullan'nı Mısır'dan çıka-np götürmesi, onlan, denizi
âsâsıyla yararak karşıya geçirmesi, onları bir yerde bırakıp, Allah Teala ile
mükâlemede bulunmak üzere gitmesi, dönüşünde kavminin, Samiii'nin yaptığı
buzağıya taparak sapıklığa düşmesine üzülmesi beyan ediliyor. Hz. Musa'nın
kavminin yanına döndüğünde olanlar ve Samirî'nin, hayatı boyunca çekeceği
ızdırap tehdidiyle oradan uzaklaştırıldığı açıklanıyor.
Daha sonra, bütün bu
olayların, ibret için Resulullah'a anlatıldığı beyan ediliyor. Bundan sonra
kıyamet ahvaline kısaca temas ediliyor. O gün dünyanın halinin ne olacağı
açıklanıyor. Ve bütün bunlar için Kur'an'ın bir hatırlatmada bulunmak üzere bir
uyarıcı olarak gönderildiği beyan ediliyor.
Bundan sonra Hz.
Âdem'in cennetten çıkarılması olayına temas ediliyor ve Şeytan'm, Hz. Âdem'i ve
Havva'yı kandırarak onların cennetten çıkarılmalarına sebep olduğu beyan
ediliyor.
Cennetten çıkarılan
Hz. Âdem'in ve Havva'nın yeryüzüne indirildikleri ve Hz. Âdem'in Peygamber
seçildiği ifade ediliyor.
Daha önce helak
edilenlerin, bütün insanlar için bir ibret olması gereğine işaret Duyuruluyor.
Resululah (s.a.v.)e,
kâfirlerin sözlerine sabretmesi, namaz kılması, kâfirlere verilen dünyalıkta
gözünün olmaması, ailesine de namaz kılmalarını söylemesi emrediliyor.
Sûrenin sonunda,
herkesin kendi akıbetini beklemesi, âhirette kimin hidayette, kimin delalette
olacağının o gün görüleceği beyan ediliyor ve Sûre-i Celi-le bu ifadelerle sona
eriyor. İşte şimdi bu âyet-i Kerimelerin teker teker izahı:[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Tâ. Hâ.
Mukatta'a harfleri
hakkında Bakara Sûresinin başında açıklamalar yapılmıştır. Burada geçen
"Tâ.Hâ." mukatta'a harfleri hakkında da özellikleri şunlar
zikredilmiştir:
'Tâ.Hâ" "Ey
adam" demektir. Bu görüş, Abdullah b.Abbas, Mücahid, îk-rime, Saİd
b.Cübeyr, Atâ, Muhammed, b.Kâ'b, Ebu Mâlik, Atıyye, Hasan-i Basrî, Katade,
Dehhak, Süddî vb. âlimlerden nakledilmiştir[2]*
Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.
Diğer bir görüşe göre
ise "TlHâ." Allah'ın isimlerinden biridir ve Allah Teala bu ismiyle
yemin eder. Bu görüş te Abdullah b.Abbas'dan nakledilmektedir.
Başka bir görüşe göre
"Tâ.Hâ." Hece harflerinden T. ve H. harfleridir. Bazılarına göre de
bunlardan her biri kendi başına birer mânâ İfad eden mukatta'a harfleridir.
Rebi1 b.Enes'e göre
ise "Tâ.Hâ."nm mânâsı "Yere bas" demektir. Yine de en
doğrusunu Allah Teala bilir. [3]
2- Ey
Muhammed, biz sana Kur'anı sıkıntıya düşesin diye göndermedik. [4]
3- Biz onu
ancak, Allah'tan korkup ona itaat edene bir öğüt olsun diye indirdik. [5]
4- Bu Kur'an
sana, yerin ve yüce göklerin yaratanı tarafından indirildi.
Dehhak diyor ki;
"Allah Teala Kur1 anı Hz. Muhammed (s.a.v.)e indirince Resulullah ve
sahabiler onun hükümleriyle amel etmeye başladılar. Kureyş müşrikleri ise
"Bu Kur'an Muhammed'e ancak sıkıntıya düşmesi için gönderildi."
dediler. Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi."
Taberî de diyor ki:
"Kur'an indirilince Resulullah kendisini zorluyor, geceleri de
uyumuyordu. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu ve "Biz sana Kur'anı
sıkıntıya düşesin diye göndermedik." buyuruldu. Böylece kendilerine kitap
gönderilen Peygamberlerin cezai andı nlmal an değil mükâfatlandınldıklan beyan
edildi.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor
"Allah kime hayır
dilerse onu, dini anlayan kimse kılar. [6]
5- Rahman
olan Allah, arşı kudretiyle kuşatmıştır.
Âyet-i Kerimede geçen
"Arş" ve "Onu kuşatma" meselesi, A'raf Sûresinin elli
dördüncü âyetinde izah edilmiştir. [7]
6- Göklerde,
yerde ve her ikisinin arasında ve nemli toprağın altında' ne varsa hepsi
Allah'ındır. [8]
7- Sen,
sesini yükseltsen de yükscltmesen de şüphesiz Allah, gizliyi d< bilir
gizlinin gizlisini de.
Ey Muhammed, sen
konuştuğun sözü açığa vursan da gizlesen de rabbir için değişmez. Zira o, gizli
olanı da bilir gizlinin gizlisini de.
Müfessirler, âyet-i
Kerimede zikredilen "Gizlilik ve gizliliğin gizlisi1 ifadesini çeşitli
şekillerde izah etmişlerdir. Bunları şu şekilde Özetlemek müm kündür: Bundan
maksat, kişinin gönlünden geçen fakat yapmadığı şeylerdir Yahut kalbine gelen
vesveselerdir. Veya, kişinin kalbine doğmayan fakat ilerd( gerçekleşecek olan
şeylerdir ki Allah Teala bütün bunlan bilir. Ya da "Gizlimi gizlisi"
Allah Teala'nm, zatına mahsus kıldığı gizliliklerdir. Bunlan, kullanndai
kimseye göstermez. [9]
8- Allah,
kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. "Esmâül Hüsnâ" en güzel
isimler onundur.
Kendisine hakkıyla
kulluk edilecek olan ilah sadece Allah'tır, Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O
halde ey insanlar sadece ona kulluk edin. En güzel isimler de ona aittir.
Allah Teala'ya ait
olan "Esmaül Hüsna" "En güzel isimler" A'raf Sûresinin
yüzsekseninci ayetinin izahında zikredilmiştir. [10]
9- Ey
Muhammed, Musa'nın kıssası sana ulaştı mı? [11]
10- O bir
zaman (Mcdycn'dcn Mısır'a giderken) bir ateş gördü. Ailesine: "Siz burada
durun ben bir ateş gördüm belki size ondan bir kor getiririm. Veya ateşin
yanında bir yol gösteren bulurum." dedi.
Allah Teala bu
âyetlerden itibaren Hz. Musa'nın kıssasını, ona vahyin nasıl gelmeye
başladığını ve Hz. Musa ile bizzat nasıl konuştuğunu beyan etmektedir.
Hz. Musa on yıldan
fazla bir müddetten sonra, kızıyla evlendiği Şuayb aleyhisselamm yanından ayrıldıktan
sonra hanımını ve çocuklarını alıp tekrar Mısır'a veya başka bir yere gitmek
üzere yola çıkmıştır. Bu arada yolunu kaybetmiş şiddetli bir yağmur ve soğuğa
yakalanmıştır. Karanlık bir gecede ateş yakmaya çalışmışsa da bunu
başaramamıştır. İşte tam o sırada dağın başında yanan bir ateş görmüş, aile
fertlerine orada beklemelerini, gidip oradan ateş getirmek istediğini veya
kendilerine yol gösterecek birini bulabileceğini söylemiştir.
Allah Teala bu olayı
Hz. Muhammed (s.a.v.)e anlatarak kavminin işkencelerine karşı metanetli
olmasını istemiştir. [12]
11- Ateşin
yanına gelince, şöyle nida edildi: "Ey Musa, [13]
12- Şüphesiz ben senin rabbinim. Ayakkabılarım
çıkar. Çünkü sen, mukaddes vadi Tuva'dasm. [14]
13- Ben seni
Peygamber seçtim. Şimdi vahyolunacakları dinle. [15]
14- Şüphesiz
ki ben, Allahtm, Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et. Beni
anmak için namaz kıl.
Âyet-i Kerimede, Hz.
Musa'ya, mukaddes Tuva vadisinde Alan Teala ile konuşurken ayakkabılarını
çıkarması emrediliyor.
Hz. Ali (r.a.) Ebu Zer
ve Ebu Eyyub el-Ensârî gibi bazı sahâbiler bunun sebebinin Hz. Musa'nın
ayakkabılarının murdar eşek derisinden yapılma ayakkabılar olduğunu
söylemişlerdir.
Hasan-ı Basrî ve
Mücahid'e göre ise bunun sebebi, ayakkabıların, murdar bir hayvan derisinden
yapılma ihtimali değil Allah Teala'nın, Hz. Musa'nın ayaklarını mukaddes
topraklara çıplak olarak basmasını istemesidir. Nitekim Kabe'ye girildiğinde de
ayakkabılar çıkarılmaktadır.
Taberi bu görüşü
tercih etmiş ve delil olarak ta âyet-i Kerimenin sonunda "Çünkü sen,
mukaddes vadi Tuvâ'dasın." buyurulmasını göstermiştir.
Bir kısım âlimler de
bunun sebebi "Hz. Musa'nın Allah Teala'nın huzurunda bulunmuş
olmasıdır." demişlerdir.
Son âyette: "Beni
anmak için namaz kıl." ifadesi geçmektedir. Bu ifadeyi bundan başka
şekillerde izah edenler de vardır. O izahlarda da şöyle denmektedir: "Bu
ifade "Sadece beni anmak için namaz kıl." Yahut "Beni namazın
içinde anmak için namaz kıl." demektir. Taberi de bu görüşü tercih
etmektedir. Veya "Namaz kıl. Çünkü ben onu Kur'anda zikrettim."
anlamına gelmektedir. Yahut "Namaz kıl ki ben de seni öveyim ve delilleri
yâdettireyim." demektir. Veya "Namazı, beni anma vakitleri olan beş
vakitte kıl." demektir. Yahut "Namazı unutursan hatırlayınca hemen
kıl." demektir. Nitekim Resulullah (s.a.v.)den şu Hadis-i Şerif rivayet
edilmektedir. Enes (r.a.) diyor ki:
"Resulullah
"Kim bir namazı unutursa onu hatırlayınca kılsın. Namazın bundan başka
hiçbir keffareti yoktur." buyurdu ve "Beni anmak için namaz
kıl." âyetini okudu. [16]
15-
Herkesin, yaptığının karşılığını görmesi için kıyamet mutlaka kopacaktır. Ben
onu neredeyse kendimden de gizleyeceğim.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, herkesin yapmış olduğu iyiliğin veya kötülüğün karşılığını görmesi
için kıyametin mutlaka kopacağım beyan ediyor ve kıyametin ne zaman kopacağının
ise büyük Meleklerden ve Peygamberlerden dahi gizlenmiş olduğu bildiriliyor.
Bazı müfessirler bu
âyet-i Kerimeye, bir kıraat şekline göre şöyle mânâ vermişlerdir.
"Şüphesiz ki kıyamet gelmektedir. Nerdeyse ben onu ortaya çıkaracağım ki
herkes yapmış olduğu amelin karşılığım bulmuş olsun." [17]
16- Kıyamet
gününe inanmayıp nefsinin arzusuna uyan, sakın seni ondan alıkoymasın. Yoksa
helak olursun.
Ey Musa, kıyametin
kopacağına inanmayan ve sadece kendi heva ve heveslerine uyan insanlar seni
kıyamet için hazırlık yapmaktan sakın alıkoymasın. Aksi takdirde helak olursun.
Müfessirlerin
çoğunluğu buradaki kitabın Hz. Musa'ya yapıldığını ve Kur'an-ı Kerim'de
zikredilmesi hasebiyle Hz. Muhanimed'e ve onun ümmetine de hitap olduğunu
söylemişlerdir. Diğer bir kısım müfessirief ise buradaki hitabın sadece Hz.
Muhammed (s.a.v.)e olduğunu zikretmişlerdir. [18]
17- Sağ
elindeki nedir ey Musa?
Allah Teala Hz.
Musa'ya, sağ elindekinin ne olduğunu bildiği halde yine de onu sormuştur.
Bunun hikmeti, Allah Teala'nın Hz. Musa'ya kendi kudretinin büyüklüğünü ve
dilediğini yapma gücünde olduğunu göstermesidir. Allah Teala Hz. Musa'ya ne
olduğunu sorduğu âsâyı yılan şekline sokmuş, onunla denizi yarmış ve onunla
taştan su fışkırtmıştır. Bu sebepledir ki kendisiyle birçok mucizeyi meydana
getirdiği âsânın ne olduğunu sormuş ve Hz. Musa'nın dikkatini çekmiştir.
Bazı müfessirler
buradaki sorunun asıl maksadının, Hz. Musa'yı teskin etmek ve Allah Teala ile
yapmış olduğu konuşmadan dolayı duyduğu heyecanı yatıştırmaktır. Zira
"Elindeki nedir?" diye sorarak ilahî kelamdan sonra konuşmayı beşer
seviyesine indirmiştir. Böylece Hz. Musa'nın heyecanını gidermiştir. [19]
18- Musa:
"O benim âsâm'dır.'Ona dayanır, koyunlarıma onunla yaprak silkelerim.
Benim ona başka ihtiyaçlarım da vardır." dedi.
Allah Teala Hz.
Musa'ya sadece sağ elinde ne bulunduğunu sormasına rağmen Hz. Musa uzun bir
cevap vermiştir. Bunun sebebi, Allah Teala ile konuşmasını uzatmayı arzu
etmesidir. [20]
19- Allah:
"At onu ey Musa." dedi. [21]
20- Bunun
üzerine Musa asasını bıraktı. Birde ne görsün o, bir yılan olmuş, hareket
ediyor. [22]
21- Bunun
üzerine Allah şöyle dedi: "Al onu. Korkma. Biz onu, eski haline
döndüreceğiz.
Allah Teala, Hz.
Musa'nın sağ elinde bulunan kuru âsâda mucizeler göstererek Hz. Musa'ya, onu
yere atmasını emretmiş bunun üzerine âsâ hareket eden bir yılan haline
gelmiştir. Hz. Musa bir insan olarak bunu görünce âsânın bu halinden korkmuş ve
geri dönüp kaçmaya başlamıştır. Bunun üzerine Allah Teala Hz. Musa'ya, kaçmamasını,
âsânın tekrar eski haline döneceğini bildirmiştir. Bundan sonra başka bir
mucize göstermek için şöyle buyurmuştur: [23]
22- Elini
koynuna sok da, bir başka mucize olarak, kusursuz bembeyaz çıksın. [24]
23- Böylece
sana, en büyük mucizelerimizden birini gösterelim.
Allah Teala, Hz.
Musa'ya bu emri verince Hz. Musa elini koynuna soktu sonra çıkardı. Birde
baktı ki eli bembeyaz olmuş, pınl pırıl parlıyor.
Hz. Musa'nın teni
esmer renkteydi. Bu sebeple elinin kar gibi bembeyaz olması bir mucize idi. [25]
24- Firavuna
git. Çünkü o azmıştır.
Ey Musa, sen benim
tarafımdan bir elçi olarak Mısır'ın idarecisi olan Fi-ravun'a git. Zira o
azmış, rabbine karşı isyan etmiştir. Sen onu, benim birliğimi kabullenmeye,
bana itaat etmeye ve Israiloğullannı seninle birlikte serbest bıra-maya davet
et. [26]
25- Musa
şöyle niyaz etti: "Rabbim, gönlüme genişlik ver." [27]
26- İşimi
kolaylaştır. [28]
27- Dilimin
düğümünü çöz. (Kekemeliğimi gider.) [29]
28- Ki
insanlar sözümü anlasınlar. [30]
29- Bir de
ailemden birini bana vezir yap. [31]
30- Kardeşim
Harun'u. [32]
31- Onunla
beni güçlendir. [33]
32-
Vazifemde onu bana ortak et. [34]
33- Ki seni
çokça teşbih edelim. [35]
34- Ve seni
çokça analım. [36]
35- Şüphesiz
ki sen bizi çok iyi görüyorsun.
Hz. Musa, kendisine
Peygamberlik verileceğini öğrenince Allah Tea-la'dan şunları istedi: "Ey
rabbim, sen bana genişlik ver ki bana gönderdiğin vahyi iyi anhyayım ve
kendimde, Firvun'a karşı konuşma cesareti hissedeyim. Sen bana, vermiş olduğun
Peygamberlik vazifesini hakkıyla yapmamı kolaylaştır. Sen, dilimdeki kekemeliği
çöz ki rahat rahat konuşma imkânı bulayım. Ve insanlar ben ianlasınlar. Sen,
ailemden birini, özellikle kardeşim Harun'u bana yardımcı kıl. Beni onunla
güçlendir. Onu da, bana verdiğin Peygamberlik vazifesinde bana ortak kıl ki
seni çokça teşbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz ki sen bizi çok iyi
görüyorsun. Bizim hiçbir işimiz senden gizli değildir. [37]
36- Allah
şöyle dedi: "Ey Musa, dilediğin sana verildi.
Ey Musa, istemiş
olduğun şeyleri, gönül genişliği, işinin kolaylaştırılması, dilindeki
kekemeliğin giderilmesi, kardeşin Harun'a Peygamberlik verilerek sana yardımcı
yapılmîsı isteklerin kabul edil li. [38]
37- Biz
sana, bir kere daha lütufta bulunmuştuk. [39]
38- Hani bir
zaman biz, annene bazı hususlar ilham etmiştik. [40]
39- Ona
şöyle demiştik: "Musa'yı sandığa koy, Nİ1 nehrine bırak ta nehir onu
kıyıya vursun. Onu, benim de onun da düşmanı olan biri alsın. Seni sevimli
kıldım ki muhafaza akında yetişesin.
Taberi, îbn-i îshak'ın
özetle şöyle söylediğini rivayet ediyor: Hz. Musa'nın annesi, Firavun'un,
İsrailoğullan'nın her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emrettiği yılda,
Hz.Musa'yi dünyaya getirmiş ve Firavun'un, kendi çocuğunu da öldürteceğinden
korkmuştur. Bunun üzerine Allah Teala Hz. Musa'mn annesine, ya zamanındaki
Peygamberler vasıtasıyla veya bizzat kalbine ilham ederek Musa'yı küçük bir
sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir. Musa'nın
annesi, Allah Teala'nın, kendisine ilham ettiği şeyi yapmıştır.
Firavun her zaman
olduğu gibi bir sabah Nil nehrinin kenarındaki sarayının bahçesinde karısı
Âsiye ile birlikte otururlarken, nehir, sandığı getirip kenara attı. Firavun
sandığın getirilmesini emretti. Sandık getirildi. Firavun onu açtı. İçi beşik
şekline getirilmiş bu sandıkta Hz. Musa bulunuyordu. Allah Teala Hz. Musa'yı
Firavun'a sevdirdi. Firavun ve hanımı onu alıp büyüttü.
Âyet-i Kerimede:
"Musa'yı benim de onun da düşmanı olan biri alsın." buyurulmaktadır.
Bu düşmandan maksat, Firavun'dur. Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için
Allanın düşmanı olmuştur. Kz. Musa'nın büyüyüp Peygamber olmasından sonra
kendisini imana davet etmesi üzerine de ona düşman olmuştur.
Âyet-i Kerimede
"Seni sevimli kıldım" ifadesi zikredilmektedir. Bundan maksat, Allah
tealamn, insanların kalblerine Hz. Musayı sevme duygusunu yer-ieştirmesidir.
Yahut Hz. Musa'yı vücutça yakışıklı yaratmasıdır.
Yine âyet-i Kerimede
"Seni sevimli kıldım ki. muhafazam altında yetişe-
sin."
Duyurulmaktadır. Burada ifade edilen muhafaza altında bulundurulmaktan maksat,
"Benim iradem ve sevgim ile beslene ve büyüyesin." demektir. Yahut
"Bütün hallerinde benim denetimim altında bulunasın." demektir. [41]
40- Bir
zaman kizkardeşin (Firavunun sarayına) gidip: "Size, onu bakıp
yetiştirecek birini buluvereyim mi?" diyordu. Böylece annen sevinsin üzülmesin
diye seni tekrar ona verdik. (İstemeyerek) bir adam öldürmüştün. Biz seni
endişe ve gamdan kurtarmış ve seni iyi bir imtihandan geçirmiştik. Medyen'e
gidip orada yıllarca kaldın. Sonra takdir edilen zamanda oradan geri geldin ey
Musa.
Âyet-i kerimede, Hz.
Musa'nın kızkardeşinin Firavunun sarayına gidip henüz çocuk olan Musa için bir
süt annesi tavsiye ettiği zikrediliyor. Hz. Musa'nın annesi, çocuğu sandığa
koyup suya bırakırken onun kızkardeşine de sandığı takib etmesini söylemişti.
O da takib ederek sandığın nerede ve kimler tarafında bulunduğunu uzaktan
görmüştü.
Hz. Musa'nın,
annesinden başka bir kadını emmemesi Üzerine, kızkardeşi süt anne olarak Hz.
Musa'nın bizzat kendi annesini 'tavsiye etmiş ve tavsiyesine uyulmuştu. Bu
husus şu âyetlerde açıkça beyan edilmektedir: "Musa'nın annesinin
gönlünde, evladından başka bir şey yoktu. Eğer, müminlerden olması için kalbini
pekiştirmeseydik nerdeyse, Musa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vuracaktı."
"Annesi, Musa'nın kızkardeşine" "Onu takib et." dedi. O da
Musa'yı uzaktan gözetledi. Firavun ve adamlarından kimse işin farkında
değildi." "Biz, annesi gelmeden, Musa'nın başkalarını emmesine engel
olmuştuk. Bunun üzerine Musa'nın kızkardeşi: "Sizin için ona bakıp
yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi size?"
dedi." "Böylece biz Musa'yı annesine geri verdik. Sevinsin,
üzülmesin ve Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Fakat onlann çoğu bunu
bilmezler. [42]
Âyet-i Kerimede Hz.
Musa'nın bir kişiyi Öldürdüğü ve bundan dolayı da üzüldüğü ve Allah'ın, onu bu
üzüntüsünden kurtardığı beyan ediliyor. Hz. Musa'nın adam Öldürme hadisesi de
şu âyetlerde açıklanıyor: "Musa, halkının bir gaflet ânında şehre girdi.
Orada biri kendi taraftarlarından diğeri düşmanlarından olan iki adamın
döğüştüğünü gördü. Kendi taraftarlanndan olan adam, düşmanlarından olan adama
karşı Musa'dan yardım istedi. Bunun üzerine Musa, adama bir yumruk vurup
öldürdü. "Bu yaptığım şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran
apaçık bir düşmandır." dedi." "Musa, "Rabbim, doğrusu ben
kendime zulmettim, bağışla beni." dedi. Allah ta Musa'nın duasını kabul
edip bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir."
"Musa: Rabbim, bana lütfettiğin nimetler hakkı için, bir daha suçlulara
arka çıkmayacağım." dedi." "Şehirde korku içerisinde idi ve
etrafı gözetliyordu. Bir de ne görsün, daha dün kendisinden yardım isteyen
taraftan, bugün başka bir kişiye karşı yine kendisinden yardımına koşmasını
istiyor. Musa ona: "Anlaşılan, sen apaçık bir azgınsın." dedi."
"Derken Musa, her ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince,
yardım dileyen, Musa'nın, kendisini yakalayacağını sanarak: "Ey Musa, dün
birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak
yeryüzünde bir zorba olmak arzusundasm, ıslah edenlerden olmak
istemiyorsun." dedi." "Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak
gedi. "Ey Musa, şehrin ileri gelenleri, seni öldürmek için tertip
kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim,"
dedi." "Bunun üzerine Musa, korka korka, çevresini gözetleyerek
şehirden çıktı. "Rabbİm, beni şu zalim kavimden kurtar." dedi. [43]
Yine âyet-i Kerimede
"Seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." Duyuruluyor. Abdullah b.Abbas,
Hz. Musa'nın geçirmiş olduğu imtihanları uzun bir Hadis-i Şerifte, teferruatlı
bir şekilde anlatmaktadır. Bunu bu şekilde özetlemek mümkündür:
Sa'd b.Cübeyr diyor
ki: "Ben, Abdullah b.Abbas'dan, Allah Teala'nın Hz. Musa'ya "Biz seni
iyi bir imtihandan geçirmiştik." buyurmasının izahını sordum. Abdullah
b.Abbas: "Ey İbn-i Cübeyr, bugün akşam oluyor. O imtihanlar meselesi pek
uzun bir meseledir." dedi. Sabah olunca, Abdullah b.Abbas'm, bu meseleyi
bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine getirmesi için ona gittim.
Abdullah b.Abbas şöyle dedi:
"Bir gün Firavun
ve adamları, Allah Teala'nın, İbrahim aleyhisselama, onun soyundan Peygamberler
ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini görüştüler. İçlerinden bazdan
şöyle dediler: "İsrailoğullan hâlâ bunu bekliyorlar, bundan şüphe
etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin, Yakub'un oğlu Yusuf olduğunu
sanıyorlardı. Yusuf ölünce: "İbrahim'e vaad edilen bu değildi."
dediler. Bunun üzerine Firavun: "O halde ne diyorsunuz?" dedi.
Firavun ve adanılan meseleyi müzakere ettiler ve bir kısım adamlanna usturalar
vererek İs-railoğullarnın bulunduklan yerlerde gezip dolaşmalarını ve
buldukları her erkek çocuğu öldürmelerine karar verdiler. Firavun'un adanılan
bu karan uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullannın yaşlılannın öldüklerini,
küçük çocuklannın da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler:
"Nerdeyse İsrailoğullannın sonu gelecek. Böyle giderse onlann yaptıktan
işçiliği ve hizmetleri bizzat bizler yapmak zorunda kalacağız. Bu sebeple doğan
erkek çocuklan bir yıl öldürün ertesi yıl Öldürmeyin. Kız çocuklanna ise
dokunmayın. Böylece Ölen büyük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklan
tutmuş olur. Sağ bırakmış olduğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir
çoğunluk oluşturamazlar. İsrailo-ğulanmn tamamen sonu gelmemiş olur, biz de
ihtiyaçlarımızı karşılamış oluruz." îsrailoğullan'nı öldürme kararlarını
bu görüşe göre verdiler.
Hz. Musa'nın annesi,
Musa'nın kardeşi Harun'u, erkek çocukların kesilmediği yılda doğurdu. Bu
sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip büyüttü. Çocuklann kesildiği ertesi
yıl ise, Hz. Musa'ya hamile kaldı ve kalbine üzüntüler dolmaya başladı.
Ey İbn-i Cübeyr, Hz.
Musa annesinin karnında iken, annesinin, daha sonra çocuğnun başına
gelecekleri düşünmesi, imtihanlardan biridir. Hal böyle iken Allah Teala, Hz.
Musa'nın annesine: "Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz.
Ve onu Peygamberlerden kılacağız." diye ilham etti. Ve ona, çocuğu
doğurunca bir sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmasını emretti. Musa'nın
annesi Allah Teala'run emrettiklerini yaptı. Musa'yı taşıyan sandık suyun
üzerinde annesinin gözünden kaybolunca Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Ve
kadın kendi kendine şöyle dedi: "Ben çocuğuma ne yaptım? Keşke o, gözümün
önünde kesilseydi de ben onu elimle kefenleyip kabre koysaydim. Böyle yapmak,
çocuğumun balıklara yem olmasından daha güzeldi."
Su Musa'yı alıp
götürdü. Firavun'un haramının cariyelerinin su aldıkları bentte kaldı.
Cariyeler sandığı gördüler» onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu
açmaktan çekindiler ve birbirlerine şöyle dediler: "Bunun içinde eşya var.
Eğer biz bunu açarsak Firavun'un hanımı içinde bulduğumuz şeylere inanmaz."
Böylece sandığı olduğu gibi alıp hiçbir tarafını bozmadan Firavun'un hanımına
götürdüler. Firavun'un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü. Allah Teala,
Firavun'un hanımının kalbine Hz. Musa'yı öyle bir sevme duygusu verdi ki, ondan
önce hiçbir kimseye karşı öyle bir duygu hissetmemişti. Diğer taraftan Musa'nın
annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını
düşünüyordu.
Cellatlar bir çocuk bulunduğnu
duyunca usturalarım alarak Firavun'un hanımının yanına gittiler ve çocuğu
kesmek istediler.
Abdullah'b.Abbas diyor
ki: "Ey İbn-Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.
Firavun'un hanımı
cellatlara şöyle dedi: "Benden uzak durun. Çünkü bu bir tek çocuk,
İsrailoğullarmın sayışım artırmaz. Ben, Firavuna gidip onu bana bağışlamasını
isteyeceğim. Eğer bana bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Şayet
kesilmesini emrederse size diyeceğim kalmaz."
Firavunun hanımı
çocuğu alıp Firavun'a getirdi. Ve: "Bu, benim için de senin içinde sevinç
kaynağı bir çocuk. Onu Öldürmeyin, belki bize faydalı olur veya onu evlat
ediniriz... [44]dedi. Firavun da:
"Senin olsun benim buna ihtiyacım yok." dedi.
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Adına yemin edilen Allah'a
yemin olsun ki, şayet Firavun da kansi gibi, çocuğun kendisini için bir sevinç
kaynağı olduğunu kabul etseydi, Allah Teala kadını hidayete erdirdiği gibi onu
da hidayete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun'u bundan mahrum etti."
Firavun'un hanımı
Musa'ya bir süt annesi seçmek için çevresindeki bütün kadırüan çağırdı. Hangi
kadın Musa'yı emzirmek istediyse Musa onu emmedi. Bunun zerine Firavun'un
hanımı çocuğun, kimseyi emmeyerek acından öleceğinden korktu. Bu olay onu çok
üzmüştü. Kadın, Musa'nın, insanların çokça bulunduğu pazar yerine
götürülmesini ve orada bir süt annesi aranmasını emretti. Musa yine de kimsenin
memesini emmedi. Diğer taraftan Musa'nın annesi yanıp yakılıyordu. Musa'nın
kizkardeşine: "Sen bir araştır, sor belki ondan bir haber alırsın. Oğlum
diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar mı yedi?" dedi. Musa'nın
annesi, Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Musa'nın kızkardeşi
onu Firavun'un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu cariyelerin
bulduğunu gördü.
Firavun'un adamları
süt anne bulmaktan âciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: "Sizin
için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim
mi?" dedi[45] Firavun'un adamları kızı
yakalayıp: "Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa
onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?" dediler. Ve Musa hakkında şüpheye
düştüler.
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.
Kız ise Firavun'un
adamlarına şu cevabı verdi: "Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve
şefkat göstermesi, Kralın sarayında süt annesi olmak isteyeceklerinden ve bu
işten menfaat umacaklanndandır.." Bunun üzerine Firavun'un adamları kızı
bıraktılar. Kız annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Musa'nın annesi
geldi ve Musa'yı kucağına alır almaz memesine sarıldı ve emerek iyice doydu.
Müjdeciler Firavun'un hanımına koşarak: "Oğluna süt annesi bulduk."
diye müjdeİediler. Firavun'un hanımı, Musa'nın annesine adam göndererek yanına
çağırttı. Musa'nın, annesini nasıl emdiğini görünce: "Benîm yanımda kal
ve oğlumu emzir. Ben, bunun kadar hiçbirşeyi sevmemiştim." dedi. Musa'nın
annesi şu cevabı verdi: "Ben evimi ve çocuklarımı bırakarak onları
kay-bedemem. Şayet bu çocuğu bana emanet ederseniz onu da alıp evime götürürüm.
Benimle beraber kalır. Elimden gelen hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Buna razı
olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı bırakamam."
İşte bu sırada
Musa'nın annesi, Allah Teaîa'nın kendisine verdiği vaadi hatırladı. Firavun'un
hanımına karşı diretti. Allah'ın, vaadini mutlaka yerine getireceğine
inanıyordu.
Musa'nın annesi o
günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allah Teala Musa'yı güzel
bir şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti.
Şehrin bir tarafında
toplu halde yaşamakta olan îsrailoğullan, Hz. Musa'yı vasıta kılarak
Firavun'un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve angaryadan
kurtulmaya çalışıyorlardı.
Musa büyümeye
başlayınca Firavun'un hanımı Musa'mn annesine: "Çocuğumu görmem için bana
getir." dedi. Musa'mn annesi, çocukla birlikte Firavun'un hanımını ziyaret
edeceği bir gün tayin etti. Firavun'un hanımı özel dostlarına, muhafızlarına ve
sarayda bulunan süt annelerine: "Sizden hiçbir kimse oğlumu, hediye ve
bahşişle karşılamaktan geri durmasın. Ben, muhafızımı göndereceğim, sizin ne
yaptığınıza baksın." dedi.
Musa, annesinin
evinden çıkıp Firavun'un hanımını evine gelinceye kadar, görüşme yerine
hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı. Musa kadının yanına girince
kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok sevidi. Kadının kendisine
güzel davranışı Musa'nın hoşuna gitti. Kadın: "Onu Firavun'a götürün o da
hediyeler verip ikramda bulunsun" dedi.
Musa'yı Firavun'un
yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı. Musa Firavun'un sakalından tutup
öyle bir çekti ki, sakalının uçları yere değdi. Orada bulunan Allah
düşmanlarından biri şöyle dedi: "Görmüyor musun? işte Allah'ın İbrahim'e
vaadettiği." Bu sana galip gelecek ve seni' yok edecek. Cellatları çağır
bunu kessinler."
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Ey İbn-i Cübeyr, Musa'nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir
imtihan da işte bu idi.
Bü olay üzerine
Firavun'un hanımı koşarak Firavun'un yanına vardı ve ona "Bana hediye
ettiğin bu çocuk hakkında sana ne oluyor?" dedi. Firavun: "Görmüyor
musun bu adam bu çocuğun bana galip geleceğini ve beni öldüreceğini tahmin
ediyor." dedi. Kadın: "Bunun doğru olduğunu anlamak için bir şey
yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci getir onları çocuğa yaklaştır.
Eğer incileri tutup köz'den kaçınırsa aklının erdiğini anlarsın. Şayet közleri
tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan hiçbir kimse incileri bırakıp ta
közü (ateşi) tercih etmez." dedi. Bunun üzerine Firavun, kadının söylediği
şeyleri getirip musa'ya yaklaştırdı. Musa eliyle közleri tuttu. Firavun, elini
yakmasın diye onları çekip elinden aldı. Firavun'un hanımı: "Görmüyor
musun ne yapıyor?" dedi. Böylece Allah, Musa'yı Öldürmeyi düşünen
Firavunun şerrini, Musa'dan uzaklaştırdı. Zira Allah, Musa hakkındaki
takdirini yerine getirecekti.
Musa erginlik çağma
erişip büyük insanların arasına katılınca, artık Firavun'un adamlarından
herhangi biri îsrailoğullarından kimseye zulmedemiyor ve onları angarya
işlerde çahştırarmyorlardı. İşte bu dönemde Hz. Musa şehrin bir tarafında
gezerken, îsrailoğullanndan bir adamla Firavun'un taraftarlarından bir adamın
birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü. îsrailoğullanndan olan kişi
Firavun'un taraftarlarından olan kişiye karşı Musa'dan yardım istedi. Musa çok
kızdı. Zira, Firavun'un taraftarlarından olan kişi, Musa'nın, İsrailo-ğullannı
himaye ettiğini bilmesine rağmen îsrailoğul I arından olan kişiye saldırmıştı.
Bundan dolayı Musa aşın derecede öfkelenmişti.
Musa'nın annesinden
başka diğer insanlar, Musa'nın, İsrailoğullannı niçin himaye ettiğini
bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı olduğunu sanıyorlardı. Ancak Allah
Teala Musa'ya, başkalarına bildirmediği birşeyi ilham etmiş olabilirdi.
Musa, Firavun'un
taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Musa ile ölen
adamı Allah'tan ve İsraüoğuîanndan olan adamdan başka kimse görmemişti. Musa
adamı öldürdükten sonra kendi kendine şöyle dedi: "Bu yaptığım Şeytanın
işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşmandır." Sonra Allah'a
yalvararak şöyle dua etti: "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim. Bağışla
beni." Allah da Musa'nın duasını kabul edip onu bağışladı. Çünkü o, çok
affeden ve çok merhamet edendir, Musa şehirde korku içerisindeydi ve etraftan
gelecek haberleri bekliyordu. Durum, Firavun'a intikal ettirildi ve ona:
"îsrailoğullanndan bir adam, Firavun taraftarlanndan birini öldürdü.
Onlardan hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme." denildi.
Bunun üzerine Firavun: '"Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira
şahitsiz, ispatsız hüküm vermek doğru olmaz." dedi. Bunun üzerine
araştırmaya başladılar. Onlar, araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir
delil bulamamışlardı. Bu sırada Musa bir de ne görsün daha dün, kendisinden
yardım isteyen îsrailoğullanndan olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile
dövüşüyor ve yine kendisinden, yardımına koşmasını istiyor. Musa, bir gün önce
yaptığından pişman olmuştu. Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi
ve kızdı. Elini uzatıp Firavunun taraftan olan kişiyi yakalamak istedi. Ve
İsrailoğuIIarmdan olan adama: "Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın."
dedi. îsrailoğuIIarından olan kişi Musa'ya baktı. Bir gün önce Firavun
taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgındı, îsrailoğullanndan olan kişi,
Musa'nın kendisine "Şüphesiz ki sen, apaçık bir azgınsın." demesinden
sonra bu sefer de kendisini yakalamak istediğinden korktu ve kendisiyle kavga
eden adamı Musa'nın önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: "Ey
Musa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?"
dedi ve kavga edenler aynldılar. Firavun'un taraftan olan adam gidip,
îsrailoğullanndan olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun
celiatlanni gönderdi, Musa, şehrin en büyük cadesini tuttu yürüdü. Onu arayan
Firavun'un adamları Musa'nın ellerinden kaçabileceğini sanmıyorlardı. Musa'nın
taraftarlanndan bir adam, şehrin en uzak yerinden koşarak geldi. Gelirken
kestirmeden geldi ve Firavun'un adamlan Musa'nın yanma vannadan ona ulaştı ve
durumu ona bildirdi. Ve: "Ey Musa, şehrin ileri gelenleri seni öldürmek
için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt
verenlerdenim." dedi. Bunun üzerine Musa, korka korka, çevresini
gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbim, beni şu zalim kavimden
kurtar." diye dua ediyordu.
Abdullah b.Abbas dedi
ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte imtihanlardan biri de bu idi."
Musa, Medyen'e doğru
yo!a koyuldu. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çekmemişti. Yol hakkında hiçbir
bilgisi yoktu. Ancak rabbine inancı tamdı. Ve: "Umanın rabbim bana doğru
yolu gösterir." diyordu.
Medyen suyuna
vardığında orada hayvanlarını sulayan bir cemaat buldu. Onların gerisinde de
hayvanlarının suya gitmelerini engellemeye çalışan iki kadın gördü. Onlara:
"Derdiniz nedir, bir tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sularmyor-sunuz?"
dedi. Onlar da: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz,
onlarla yarışacak güce sahip değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adamdır.
Biz, onlardan artan sularla hayvanlarımızı suluyoruz." dediler. Bunun
üzerine Musa onların hayvanlarını sulayıverdi. Musa, su kovalarını dolu dolu
çekti ve bütün çobanlardan Önce o kadınların koyunlarını suladı. Kadınlar
sürüleriyîe birlikte dönüp babalarına gittiler. Musa ise oradan ayrılıp bir
ağacın gölgesine çekildi ve orada rabbine şöyle niyaz etti. "Rabbim, ben,
gönderdiğin her hayra ve nzka çok muhtacım."
Kadınların babası,
kızlarının, koyunları suya doymuş olarak çabucak dönmelerinden kuşkulandı ve
onlara: "Sizde bugün bir hal var." dedi. Onlar da babalarına,
Musa'nın kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babalan, kızlanndan birine
Musa'yı çağırmasını emretti. Kız gdip Musa'yı çağırdı. Musa, kızların babası
olan Şuayb aleyhisselam ile konuşunca Şuayb aleyhisselam ona: "Korkma
artık zalim kavimden kurtuldun. Firavun ve kavminin, bizim üzerimize herhangi
bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz." dedi. Kızlardan biri
de şöyle dedi: "Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle
tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır." Şuayb
aleyhisselam kızının bu sözlerine karşı namusunu kıskanarak ona şöyle dedi:
"Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?"
Kız:."Güçlü olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında
gördüm. Ben bugüne, kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim.
Güvenilirliliğine gelince, ben ona gidip karşısına dikildiğimde bana baktı,
kadın olduğunmu anlayınca başını eğdi ve ben senin sözlerini ona söyleyip
tamamlayıncaya kadar yukan kaldırmadı ve sonra bana: "Sen arkamdan yürü
yolu bana tarif et." dedi. îşte ancak güvenilir bir insan böyle
yapar." dedi. Kiz, bu sözleriyle babasını rahatlattı. Babası kıza inandı
ve söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi. Ve Musa'ya şöyle dedi:
"Bana sekiz yıl çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek
istiyorum. Eğer bunu on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur.
Fakat seni zora koşmak ta istemem. İnşallah beni sabredenlerden
bulacaksın." dedi. Musa da' "Bu, seninle benim aramda kesin bir sözleşmedir. Bu iki
süreden hangisini doldurur-sam doldurayım haksızlığa uğramış olmam.
Söylediklerimize Allah şahittir." dedi.
Bu anlaşmaya göre
sekiz yıl hizmet etmek Musa'nın üzerine borç oldu. İki yılı da, Allah'ın
kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şu-ayb aleyhisselamm
yanında on yıl geçirmiş oldu."
Bundan sonra Musa,
ailesiyle birlikte yola çıktı. İşte bu yolculukta dağda yanan ateşi görme,
âsâsınm yılana dönüşmesi, elinin koynundan bembeyaz çıması mucizeleri meydana
geldi.
Musa, Allah Teala'ya,
Firavun'un taraftarlarından birini öldürdüğünü, dilinin kekeme olduğunu
arzetti ve rabbinden, kardeşi Harun'u da Peygamber seçmesini istedi. Allah
Teala da Musa'nın isteklerini kabul etti. Kekemeliğini giderdi, Harun'a vahiy
verdi ve Musa'ya, Harun'la görüşmesini emreti. Musa asasını alıp yola devam
etti. Kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun'a gidip görüşme izni
verilmediği için kapısında uzun süre beklediler. Sonra onlara görüşme izni
verildi. Firavun'a vanp şöyle dediler:'"Şüphesiz ki biz, rabbinin
Peygamberleriyiz." Firavun: "Rabbiniz de kimdir?" dedi. Musa ve
Harun, Kui'an'in bize anlattığı şekilde Firayun'la konuştular. Firavun onlara:
"Netice olarak ne istiyorsunuz?" dedi. Ve Musa'ya adamlarından birini
öldürdüğünü hatırlattı. Musa özür diledi ve Firavun'a: "Allah'a iman
etmeni ve îsrailoğullannın bizimle bilikte gitmeleri için serbest bırakmanı
istiyoruz." dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve Musa'ya: "Eğer doğru
söyleyenlerden isen bunu gösteren bir delil getir." dedi. Musa, asasını
yere bıraktı. Bir de ne görsünler âsâ, Firavun'un üstüne hızla yürüyen ağzı
açık bir yılan haline dönüştü. Firavun âsânın bu şekilde kendisine yöneldiğini
görünce korktu. Tahtından kalkıp Musa'dan onu durdurmasını istedi. Musa da onu
durdurdu. Sonra koynundan elini çıkardı. Firavun, onun gözleri kamaştıracak
kadar beyaz olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine
Firavun, ileri gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona şöyle
dediler: "Bunların ikisi de sihirbazdan başka bir şey değildir. Sizi,
sihirleriyle ülkenizden çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldırmak istiyorlar."
Firavun ve
taraftarları, Musa'nın, kendilerinden istediği hiçbir şeyi kabul etmediler.
Firavuna: "Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça
sihirbaz var. Sihirbazlar bunlara galip gelsinler." dediler. Firavun bütün
şehirlere adamlar gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar
onun huzuruna gelince Musa'yı kastederek: "O nasıl bir sihir
yapıyor?" diye sordular. Firavun'un adamları: "O, yılanla sihir
yapıyor." diye cevap verdiler. Sihirbazlar: "Vallahi yeryüzünde yılanlarla,
iplerle ve âsâ ile bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip
gelirsek mükâfatımız ne olacaktır?" dediler. Firavun onlara: "Sizler
benim yakınlarım ve özel adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi
yapacağım." dedi. Bunun üzerine Musa ile Firavun ve taraftarları, bayram
gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.
İşte sözü edilen bu
günde Musa, Firavun ve sihirbazlarına galip gelmiştir. Ve halen o gün Aşure
günü olarak devam etmektedir.
O gün insanlar bir
meydanda toplandılar. Aralarında: "Durum bakalım sihirbazlar, yani Musa
ve Harun galip gelirlerse, belki onlara tâbi oluruz." diye alay
ediyorlardı. Sihirbazlar: "Ey Musa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya
koy veya biz koyalım." dediler. Musa: "Siz koyun." dedi. Onlar
da sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip
gelecek olan biziz." dediler. Musa, sihirbazların sihrini görünce içine
bir korku düştü. Allah Teala da ona: "Sen de âsânı at." dedi. Musa
asasını atınca o âsâ ağzı açık büyük bir ejderhaya dönüştü. Ve ipleri ve
değnekleri toparlayıp yuttu. Sihirbazlar bunu görünce: "Eğer bu, sihir
olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat bu, Allah tarafından
bir iştir. Biz, Alİaha ve Musa'nın Allah katından getirdiklerine iman ettik.
Bundan önceki durumumuzdan dolayı Allah'a tevbe ederiz." dediler, îşte
burada Allah, Firavun'un ve taraftarlarının belini kırdı. Hak galip geldi.
On-lann yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup oldular. Zelil olarak geri
döndüler.
Firavunun kansı ise
perişan bir halde ortaya çıkmış Allah'a dua ediyor, musa'nın Firavun ve
adamlarına galip gelmesini niyaz ediyordu. Firavunun taraftarlarından onu
görenler, onun, Firavun ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyoiardı.
Halbuki onun üzüntü ve endişesi Musa içindi.
Musa her mucize
getirdiğinde Firavun ona, firavun ona, îsrailoğullanni kendisiyle birlikte
serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonradan vaadini
bozuyordu. Ve: "Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?" diyordu.
Öyle ki Allah Teala Firavun'un kavmine, Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağa-ve Kan
gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri geldiğinde Firavun Musa'ya
başvuruyor, bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında îsrailoğullannı serbest
bırakacağını vaadediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dönüyor,
vaadini bozuyordu.
Allah Teala, nihayet
Musa'ya, kavmiyle birlikte Firavun'un diyarından çıkmasını emretti. Musa ve
geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş
olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek ordu toplattı ve Musa'yı takibe
çıktı.
Allah Teala denize:
"Kulum Musa âsâsıyla sana vurduğunda oniki parçaya bölün ki Musa
beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Musa'nın arkasından gelen Firavun ve
taraftarlarının üzerine kapan," diye emretti. Fakat Musa âsâsıyla denize
vurmayı unuttu. Denizin önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Musa
gelip kendisine âsâ ile vurduğunda uyarlamayacağından ve böylece Allah'a isyan
etmiş olacağından korkuyordu.
İki topluluk birbirini
görüp yakınlaşınca Musa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bize yetişecekler.
Ey Musa, rabbinin sana emrettiğini yap. Zira ne senin rab-bin yalan söyler, ne
de sen." dediler. Musa da dedi ki; "Rabbim bana vaadetti ki denize
vardığımda o deniz oniki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim. Bundan sonra
asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncülerinin, Musa ile giden İsrail
oğullarının en arkada bulunanJanna yetiştiği sırada o âsâyı denize vurdu. Allah
Teala'ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı. Musa ve taraftarlarının
hepsi denizi geçip karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine
daldıkları bir sırada Allah tealanın emrettiği şekilde deniz onların üzerine
kapanıverdi.
Musa'nın kavmi denizi
geçtikten sonra şöyle demeye başladı: "Biz Fira-vun'un boğulmadığından
korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz." Bunun üzerine Musa
rabbine dua etti. O da Firavun'un cesedini onîann gözünün önüne çıkardı. Onlar
da böylece Firavun'un öldüğüne kesin olarak inandılar.
Sonra Musa ve kavmi,
kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rastladılar. Ve Musa'ya şöyle
dediler: "Ey Musa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilah
yap." Musa da onlara şöyle dedi: "Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir
kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin içinde bulunduklara
din, yıkılmaya mahkumdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır."
Bundan sonra Musa,
kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: "Siz Harun'a itaat
edin. Zira ben onu, kendi yerime size Halife tayin ediyorum." dedi.
Musa, Allah Teala ile
otuz gün konuşmalarda bulunup sonra kavmine döneceğini söyledi ve onlardan
ayrılarak rabbi ile konuşmaya gitti. Otuz ün geçtikten sonra Allah Teala bir
on gün daha uzattı. İşte bu son on gün içinde Israi-loğuilan, kendi aralarında
ihtilafa düştüler. Firavun'un taraftarlarından emanet olarak aldıkları ziynet
eşyaları bir çukura doldurulup yakıldıktan sonra, Samiri adlı bir kişi,
eritilen bu mücevherattan bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgâr bu heykelin
ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyordu.
İsrailoğullanndan bazıları bu buzağı heykeline taptı, bazıları ise buna karşı
çıktı. Bir kısmı da tarafsız kaldı. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler,
dini açıkça yalanlamaya kalktılar.
Harun onlara: "Ey
kavmim, siz bu buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak rahman
olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin." dedi. Bunun üzerine onlar:
"Ne oluyor Musa'ya? O bize otuz gün vaadetti sonra da vaadinden döndü.
Aradan kırk gün geçti. Hâlâ gelmedi." dediler. İçlerinden beyinsiz
olanlar ise: "Belki de o, rabbini yitirdi onu anyor ki onun peşinden
gitsin." dediler.
Musa, Allah Teala ile
konuştuktan sonra Allah Teala ona kavminin yaptıklarını haber verdi. Musa,
kavmine, kızgın ve üzgün olarak döndü ve onlara: Kur'an-ı Kerim'in kıssasını
zikrettiği şeyleri söyledi... Kardeşi Harun'a öfkelendikten sonra onu mazur
gördü. Sonra Samiri'yi hesaba çekti. Samiri de ona: "Ben İsrailoğullannın
görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu, erimiş
mücevheratın içine attım. îşte böyle bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi.
Musa da ona şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: '"Bana
dokunmayın." diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın,
vaade-dilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun ilahına ne yapacağız bir bak. Onu
muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."
Sonra,
İsrailoğullanndan buzağıya tapanlar hata ettiklerini anladılar. Musa'ya:
"Rabbine yalvar da bizim için tevbe edecek bir kapı açsın biz de tevbe
edelim de yaptıklarımızı bağışlasın." dediler. Bunun üzerine Musa,
Buzağıya tapmaya katılmayan ve îsrailoğullarının önde gelenlerinden yetmiş
kişiyi seçip tevbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya
yakalandılar. Bunun üzerine Musa: "Ey rabbim, eğer dileseydin bunları da
beni de daha önce helak ederdin. Sen, içinizdeki beyinsizlerin işledikleri
yüzündne bizi helak mı edeceksin? dedi.
Aslında bu yetmiş
kişinin içinde buzağıya tapan kişiler de bulunuyordu. Fakat Musa ve Harun bunun
farkında değillerdi. Yeryüzü bundan dolayı onları sarsmıştı. Allah Teala
Musa'ya: "Bunların tevbeleri, içlerinden herbirim'n, önüne geleni,
baba-oğul demeden öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla
olacaktır." buyurdu.
İsrailoğullan Allah
Teala'nın kendilerine emrettiği şekilde yaptılar. Sonunda Allah Teala öldüreni
de öldürüleni de bağışladı. Sonra Musa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına
doğru yürüyüp gitti. Onlara Allah Teala'nın göndermiş olduğu emirleri tebliğ
etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve bunları kabul etmemekte direttiler.
Bunun üzerine Allah Teala dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve
onlara yaklaştırdı. İsrailoğullan, dağın üzerlerine düşeceği korkusuyla ilahi
emirlere sarıldılar ve Musa'yı takib ederek mukaddes topraklara vardılar. O
topraklarda zorba bir kavmin yaşadığını gördüler ve Musa'ya: "Onlar orada
bulunduğu müddetçe biz oraya giremeyiz" dediler. Musa'nın ısran üzerine:
"Git onlarla sen ve rabbin savaşın biz burada oturacağız." dediler ve
bu sözleriyle Musa'yı kızdırdılar. Musa, bundan önce İsrailoğullan aleyhine herhangi
bir beddua yapmamıştı. Fakat onların bu sözleri üzerine onlara beddua etti.
Allah da duasını kabul etti ve onlann Kudüs topraklarına girmelerini kırk yıl
haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar. Sabahtan
akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlardı, Allah
Teala İsraiioğullanna bu kırk yıl içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onlan
çölde bulutla gölgelendirdi. Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın
eti indirdi. Taştan on iki pınar
fışkırttı ve bunlara benzer daha birçok liituflarda bulundu... (Bu hadise
tefsir kitaplarında "Fûtun hadisi" denmektedir.) [46]
41- Seni
kendime Peygamber seçtim. [47]
42- Sen ve
kardeşin mucizelerimle gidin. Beni anmada (ve emirlerimi tebliğde) gevşek
davranmayın. [48]
43- İkiniz
de Firavun'a gidin. Çünkü o azdı. [49]
44- Öğüt
alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin."
Ey Musa, ben sana bu
nimetleri verdim. Çünkü ben seni Peygamberliğe ve emirlerimi tebliğ etmeye
seçtim. Sen ve kardeşin Harun, delil ve mucizelerimle Firavun'a gidin. Zira o
azdı. Ona, benim size emrettiklerimi tebliğ edin. Size emrettiğim şeyleri
tebliğ ederken beni anmayı unutmayın. Zira beni anmanız azminizi güçlendirir.
Ayaklarınızı yerinde sabit tutar. Firavuna karşı konuşurken yumuşak bir
şekilde konuşun. Umulur ki, o konuştuklarınızı düşünür, ibret alır veya
Allah'tan korkar, azgınlığından vaz geçer. [50]
45- Musa ve
Harun: Ey rabbimiz, Firavun'un bize karşı aşırı davranmasından veya daha da
azmasından korkarız." dediler.
Musa ve Harun:
"Ey rabbimiz, biz Firavun'u emrettiğin şeye davet edince onun bizi derhal
cezalandıracağından veya azgınlıkta daha da ileri gideceğinden
korkuyoruz." dediler. [51]
46- Alîah
şöyle dedi: "Hiç korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. Ben herşeyi
işitirim, görürüm. [52]
47- Firavuna
varın ona, deyin ki: Şüphesiz biz, rabbinin Peygamberleriyiz. Bizimle
İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana, rab-binden bir mucize
ile geldik. "Selam" hidayete uyanlara olsun." [53]
48- Bize
vahyolunmuştur ki (Peygamberi) yalanlayıp yüz çevirenlere mutlaka azap vardır.
Allah, Musa ve Harun'a
şöyle dedi: "Siz Firavundan korkmayın. Ben, sizinle beraberim. Ona karşı
size yardım ederim. Aranızda geçecek olan şeyleri işitir ve görürüm. Siz ona
vann ve deyin ki: "Şüphesiz ki biz, senin rabbinin Peygamberleriyiz. O,
bizi sana gönderdi. Rabbin sana, İsrail oğul lannı bizimle beraber serbest
bırakmanı emrediyor. Sen onlan bizimle beraber serbest bırak. Onlara,
güçlerinin yetmeyeceği işleri yükleyerek onlara işkence etme. Biz sana, rabbin
tarafından bir mucize getirdik. Sana söylediğimiz şeylerde bize inanmazsan o
mucizeyi sana göstereceğiz. Selam ve esenlik, Allah'ın hidayetine tabi
olanların üzerine olsun. Rabbin bize şunu vahyetti ki, davet ettiğimiz dinden
yüz çevirip onu yalanlayanlara mutlaka azap vardır."
Ayet-i Kerimede,
Müslüman olmayana nasıl selam verileceği beyan edilmektedir. Resulullah
(s.a.v.) de Herakliyus'a mektup yazarken, mektubun başına: "Selam hidayete
tâbi olanlaradır." şeklinde yazmıştır. [54]
49- Bunun
üzerine Firavun: "Rabbiniz de kimdir ey Musa?" dedi.
Hz, Musa ve Harun,
Firavun'a vardılar, Allah Teala'mn kendilerine emrettiği şeyleri ona tebliğ
ettiler. Firavun ise, kendisini yaratan Allahı inkâr ederek: "Rabbiniz de
kimdir ey Musa?" dedi. [55]
50- Musa:
"Rabbimiz, herşeye takdir ettiği şekli verip sonra da doğru yolu
gösterendir." dedi.
Müfessirler bu âyet-i
Celileyi çeşitli şekillerde izah etmi§lerdir. Bu izah şekillerinden biri de
şöyledir: "Allah, herşey için eşini yaratmış ve ona, evlenme, yeme, içme,
barınma vb. yollan göstermiştir." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir.
Diğer bir izah şekli
de şöyledir: "Herşeye, yaratılmış olduğu şeklini vermiştir. İnsanları
insan, hayvanları hayvan şeklinde yaratmış sonra da herşeye, kendisine uygun
olan yollan göstermiştir. Gıdasını nasıl tedarik edeceğini ve tedarik ettiği
gıdayı nasıl muhafaza edeceğini öğretmiştir.
Diğer bir izah şekli
de şöyledir: "Her canlının yaratılşını düzgün ve uygun bir şekilde
yapmıştır. Sonra ona kendisine yaraşacak şeyleri göstermiş ve öğretmiştir.
Başka bir izah şekli
de şöyledir: "Yarattığı her şeye kendisine yaraşan Özellikler verdi.
Köpeğe diş, kuşa pençe gibi. Sonra ona nayatini nasıl devam ettireceğini
gösterdi." Diğer bir izah şekli şöyledir: "Allah, yarattı ki arının,
amellerini, ecellerini, nzıklarını takdir etmiştir. Yaratıklar, onun takdir
ettiği şekilde hareket etmektedirler. [56]
51- Firavun:
"Öyleyse geçmiş nesillerin haline olacak?" dedi.
Hz. Musa, Firavun'a,
kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ve Allah'ın herşeyi yaratıp onlara
nimetlerini verdiğini söyleyince Firavun: "Daha önce geçmiş ümmetlerin
durumu ne olacak? Zira onlar senin rabbine ibadet etmemiş başka şeylere
tapınışlardır. Onlann hepsi de cehennemlik midir?" diye sordu. [57]
52- Musa
şöyle dedi: "Onlar hakkındaki bilgi} rabbimin n ez din d e bir kitaptadır.
Rabbim ne şaşırır ne de unutur.
Hz. Musa, Firavun'a
cevap vererek: "Şayet geçmiş ümmetler rabbime kulluk etmediyseler, onların
yaptıkları ameller levh-i Mahfuzda ve amel defterlerinde rabbim tarafından
zaptedilmiştir. Rabbim, asla şaşırmaz. Büyük küçük hiçbirşey onun kontrolündün
çıkmaz. O, hiçbir şeyi de unutmaz. Derhal cezalandırılmaları gerekmiş de
rabbim onlan cezai andı rmışsa doğru olan budur. Şayet cezai andın İmal arını
kıyamet gününe bırakmışsa yine doğru olan o'dur. Zira rabbim, ne yaptığını çok
iyi bilendir. O, ne şaşırır ne de unutur. [58]
53-
Yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve gökten su indiren O'dur.
"Biz, gökten indirdiğimiz su ile çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.
Hz. Musa, Firavun'a
karşı sözlerine devamla diyor ki: "Benim rabbim sizin için, yeryüzünü
beşik gibi yapan, orada size, çeşitli ihtiyaçlarınızı gidermek için gezip
dolaştığınız yollar açan ve gökten yağmur indirerek çeşitli bitkiler
bitirendir."
Allah Teala,
yağmurlarla çeşitli bitkileri çiftler halinde yarattığını beyan ediyor. Bundan
sonra gelen âyet-i kerimede de onlardan faydalanmamızı ve onlan düşünerek
ibret almamızı bildiriyor. [59]
54- Onlardan
hem siz y ey in hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz ki bunda, akıl
sahipleri için nice deliller vardır.
Ey insanlar, gökten
indirdiğimiz yağmurla yeryüzünde bitirdiğimiz çeşitli bitki ve mahsullerden
yeyin, hizmetinizde kullandığınız hayvanlarınıza da yedi-rin. Şüphesiz ki bu
anlatılanlarda, akıl sahipleri için, Allah'ın kuvvet ve kudretini gösteren
deliller vardır. O akıl sahipleri bu delillerden ibret alır hakka tâbi olurlar. [60]
55- Biz
sizin aslınızı topraktan yarattık. (Öldükten sonra) sizi oraya döndürürüz
(Kıyamet günü de) ordan sizi tekrar çıkaracağız.
Ey insanlar, biz sizin
aslınızı topraktan yarattık ve sizleri konuşan insanlar haline getirdik.
Vâdeniz gelince sizi öldürüp tekrar toprağa döndürürüz. Böylece çürüyüp
aslınıza dönersiniz. Kıyamet koptuğunda sizleri diriltip topraktan tekrar
çıkaracağız. Evvelki halinizi alacaksınız. O halde âhirete kesinlikle iman edin
ve amellerinizi ona. göre düzeltin. [61]
56- Şüphesiz
ki Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Buna rğmen Firavun onları
yalanladı ve iman etmemekte direndi.
Burada Firavun'a
gösterildiği zikredilen mucizelerden maksat, Hz. Musa'ya gösterilen dokuz
mucizedir. Bu mucizelerin neler oldukları isra Sure-si'nin yüzbirinci âyetinin
izahında zikredilmiştir. [62]
57- (Firavun
Musa'ya) şöyle dedi: "Sinirinle bizi, yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin ey
Musa?" [63]
58- Biz de
mutlaka sana, senin sihirin gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi sen, bizimle
senin aranda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et. Ondan ne biz cayalım, ne de
sen. Buluşacağımız yer münasip bir yer o İs un."
Allah Teala bu
âyetlerde, Firavun'un, Hz. Musa'ya sihirle karşı koymak istediğini beyan ediyor
Hz. Musa da ona cevaben şöyle diyor: [64]
59- Musa
şöyle dedi: "Buluşma zamanımız, insanların süslenip kuşluk vaktinde
toplandıkları bayram günü olsun." [65]
60- Bunun
üzerine Firavun dönüp gitti. Hiylcsini (Ne kadar usta sihirbaz ve büyü âleti
varsa hepsini) topladı, sonra buluşma yerine geldi.
Firavun, Hz. Musa ile
buluşmak üzere bir vakit tayin ettikten sonra dönüp gitti. Zamanında çokça
bulunan sihirbazların en ustalarını toplayıp kararlaştırılan günde ve yine
kararlaştırılan yere geldi. Kendisi tahtına oturdu. Sağına soluna diğer ileri
gelenlerini yerleştirdi. Halk, gösterilen yerde toplandı. Hz. Musa, kardeşi
Harun'la birlikte ve asasına basa basa geldi. Sihirbazlar Firavun'un
karşısında sıra sıra dizilmişlerdi. Firavun onlan cesaretlendiriyor ve teşvik
ediyordu. Onlar ise Firavun'dan vaadler koparmaya çalışıyorlardı. İşte bu sırada,
Hz. Musa onlara seslenerek şöyle dedi: [66]
61- Musa
onlara: "Vay halinize, sakın Allah'a karşı yalan uydurmayın. Yoksa si/i.
azabıyla helak eder. İftira atan mutlaka hüsrana uğramıştır." dedi. [67]
62-
(Musa'nın sözleri karşısında Firavun ve adamları) Durumlarını münakaşa ettiler.
Sonra gizlice fısıldaştılar.
Sihirbazların,
aralarında neyi tartışıp fısıldaşüklan hakkında şunlar zikredilmektedir.
Sihirbazlar birbirlerine §öyle demişlerdir: "Eğer bu, bir sihirbaz ise
buna mutlaka galip geliriz. Şayet getirdiği şey semavî ise netice
onundur." Veya şöyle demişlerdir: "Bu adamın sözleri hiç de sihirbaz
sözüne benzemiyor." Yahut, aralarında, bundan sonra gelen âyetin beyan
ettiği hususu fısıldanmışlar ve şöyle demişlerdir: [68]
63- Firavun
ve adamları şöyle dediler: "Bunların İkisi de sihirbazdan başka birşey değildir.
Sizi, sihirlerimle ülkenizden çıkarmak, en sağlam yolunuzu (Dosdoğru dîninizi)
ortadan kaldırmak istiyorlar.
Sihirbazların, Hz.
Musave Harun'un, ortadan kaldıracaklarından korktuklarını en sağlam yoldan
neyi kastettikleri akkında çeşitli rivayetler vardır. Miifessirlerin bazılarına
göre: "En sağlam yol"dan maksat. Firavun kavminin ileri gelenleri ve
şereflileridir. Firavun ve sihirbazlar, Musa ve Harun'un, bunları helak
edeceklerinden korkmuşlardır.
Diğer bazı
müfessirlere göre ise, en sağlam yol'dan maksat, îsrai loğu Handır. Bunlar,
Firavun kavminin işlerini gördükleri için ve malca da zengin olduklarından
Firavun'un taraftarları, Musa ve Harun'un, bunları beraberlerinde alıp
götürmelerine razı olmamışlardır.
Yine müfessirlerden
bir kısmına göre, buradaki "En sağlam yol"dan maksat, sihirdir. Zira
sihirbazlar bu yolla kendilerine mal ve servet biriktirmişlerdir. Hz. Musa'nın
onlara galip gelmesi halinde sihirlerinin kıymeti kalmayacaktır.
Miifessirlerin bir
diğer kısmına göre de buradaki "En sağlam yol"dan maksat, Firavun ve
taraftarlarının iktidarıdır. Bunlar, iktidarlarının sarsılacağından
korkmuşlardır.
İbn-i Zeyd'e göre ise
buradaki "En sağlam yol"dan maksat, Firavun ve taraftarlarının
süregelen âdetleri ve dinleridir. Bunlar, âdetlerinin ve bâtıl dinlerinin
değiştirileceğinden korkmuşlardır. [69]
64- Onun
için tuzaklarınızı toplayın, sonra saflar halinde gelin. Bugün üstün gelen
mutlaka kurtuluşa ermiştir.
Sihirbazlar
fısıltılarına devamla şöyle dediler: "Büliin tuzaklarınızı bir araya
getirerek sağlamlaştınn. Sonra saflar halinde gelin. Bugün kim galip gelirse
istediğine erişecek olan o'dur. Biz galip gelirsek Kralın vaadettiği büyük
bahşiş ve mertebelere erişiriz. Onlar galip gelirse hükümdarlığı elde ederler. [70]
65-
Sihirbazlar: "Ey Musa, ya sen maharetini ortaya koy veya önce biz
koyalım." dediler. [71]
66- Musa:
"Hayır siz ortaya koyun." dedi. Bir anda onların ipleri ve
değnekleri, sihirleri yüzünden Musa'ya, hareket ediyorlarmış gibi göründü. [72]
67- Musa,
içinde bir korku hissetti.
Sihirbazlar bütün
tuzaklarını bir araya topladıktan sonra saflar halinde Musa'nın karşısına
çıktılar. Ve ona: "Ey Musa, ya önce sen elinle bulunan şeyi ortaya koy
veya bizler elimizde bulunan şeyleri ortaya koyalım." dediler. Musa da
sihirbazlara: "Önce sizler elinizde bulunan şeyleri ortaya koyun durumunuzun
ne olduğu açığa çıksın." dedi. Sihirbazlar sihir yapmak için getirdikleri
iplerini, sopalaranı ortaya attılar. Onların ortaya attıkları şeyler Musa'ya,
hareket ediyormuş gibi göründü. Bunu gören Musa içinde bir korku hissetti.
 yet-i Kerime'de, Hz.
Musa'nın karşısına sihirbazların sayılan belirtilmemektedir. Onların, yetmiş bin
veya otuz bin yada dokuz bin kadar oldukları raviler tarafından
nakledilmektedir.
Âyet-i Kerimede, Hz.
Musa'nın, içinde bir korku hissettiği zikredilmektedir. Hasan-ı BasrTye göre,
Hz. Musa'nın korkusu, beşer oluşundan kaynaklanmaktaydı. Yahut da o anda
kendisine gelen vahyin gecikmesinden korkmuştu. Ya da oraya toplanan
insanların, sihirbazlarını gördükten sonra dağılacaklarından ve kendisinin
göstereceği mucizeleri göremeyeceklerinden korkmuştu. Ya da oraya toplanan
insanların, sihirbazlarını gördükten sonra dağılacaklarından ve kendisinin
göstereceği mucizeleri göremeyeceklerinden korkmuştu. Veya kendisi mucize
getirdikçe karşı tarafın çeşitli hiylelere başvuracağından ve durumun böylece
devam edeceğinden korkmuştu. [73]
68- Biz ona
şöyle dedik: "Korkma, üstün gelecek mutlaka sensin sen. [74]
69- Sağ
elindeki âsâm at da onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onların yaptıkları,
ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz nereye varırsa varsın başarı
gösteremez."
Biz Musa'ya dedik ki:
"Korkma, bu sihirbazlara, Firavun ve ordusuna karşı üstün gelecek ve onlan
mağlup edecek olan sensin sen. Sağ elinde bulunan âsâm yere at da,
yürüdüklerini sandığın ve sihirbazlara ait olan ipleri ve sopalan yutuversin.
Zira onların yaptıkları ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz ise nerede
olursa olsun, sihir yaparak gerçekleştirmek istediği arzsuna asla erişemez.
Bazı müfessirler bu
âyetin son bölümünü şöyle izah etmişlerdir: "Sihirbaz nerede bulunursa
bulunsun, asla kendisini kurtaramaz. Yani nerede bulunursa Öldürülür,
Hz. Ömer (r.a.)
ölümünden bir sene Önce Cez' b.Muaviye'ye bir mektup göndererek, "Her
sihirbazı öldürün" demiştir. [75]
70-
(Musa'nın âsâsı bütün sihirleri yutunca) sihirbazlar secdeye kapandılar:
"Biz, Harun'un ve Musa'm rabbine iman ettik." dediler.
Hz. Musa, elindeki
asasını yere bırakınca âsâ büyük bir ejderhaya dönüştü ve sihirbazların ortaya
koydukları herşeyi yuttu. Sonra Hz. Musa onu tutunca tekrar âsâ haline geldi.
Bunu gören sihirbazlar, Musa'nın yaptığının bir sihir olmadığına kesin olarak
kanaat getirdiler ve hemen secdeye kapanarak şöyle dediler: "Biz, Harun'un
ve Musa'nın rabbine iman ettik." [76]
71- Firavun
sihirbazlara: "Benden izinsiz Musa'ya iman ettiniz ha? O, size sihiri
öğreten büyüğünüzdür. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim.
Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım. O zaman hangimizin azabı daha şiddetli
ve daha sürckliymiş bileceksiniz." dedi.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, Firavun'un inkarcılıkta ve azgınlıkta ne kadar ileri gitiğini, bâtıla
sarılıp hakka karşı nasıl şımardığını beyan etmektedir. Zira Firavun, gözleri
kamaştıran mucizeleri görmüş, kendilerinden imdat beklediği sihirbazların İman
ettiklerini müşahade etmiş buna rağmen hakka boyun eğmemiştir. Bilakis,
şiddete başvurmuş ve tehditler savurmaya başlamıştır.
Evet, hakka dayanmayan
her zorba böyledir. Hakkın Önünde âciz kalınca mevki ve makamını kullanır ve
zorbalığa başvurur. Yalan ve iftiralar onun için pek kolaydır. Fakat kişinin
kalbine iman girdiğinde, karşısına çıkan bütün güçleri ilahi gücün karşısında
hiçe sayar. Tağutlarm karşısına dikilir, hakkı haykırmaktan asla çekinmez.
Nitekim günün başlangıcında iman etmiş olan sihirbazlar günün ortasında
Allah'ın erleri olmuşlar, günün sonunda ise şehadet şerbetini içmişlerdir.
Allah'a kesin olarak iman edeb bu sihirbazlar, Firavun'a şöyle diyorlar: [77]
72-
Sihirbazlar şöyle dediler: "Elbette seni, bîzc gelen apaçık mucizelere ve
bizi yaratana tercih edemeyiz. Sen, istediğini yap. Sen ancak bu dünya hayatına
hükmedebilirsin. [78]
73- Şüphesiz
ki biz, rabbimize iman ettik. Böylece günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın
sihri bağışlasın. Allah'ın mükâfaatı daha hayırlı ve cezası daha
devamlıdır."
Ayet-i Kerimede,
sihirbazlar, sinirin kendilerine zorla yaptırıldığını söylüyorlar. Abdullah
b.Abbas bu hususu izah ederken şöyle diyoK Bu sihirbazlar daha birer küçük
çocukken Firavun onlan sihirbazlara teslim etmiş ve sihir öğrenmelerini
emretmiştir. Böylece onları sihirbaz olmaya zorlamıştır.
Firavun sihirbazlara:
"Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha devamlıdır bileceksiniz."
diyerek tehdit edince sihirbazlar ona cevaben: Allah'ın mükâfatı daha hayırlı
cezası ise daha devamlıdır." cevabını vermişlerdir. [79]
74- Gerçek
şu ki, kim rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkarsa onun için mutlaka cehennem
vardır. O orada ne ölür ne yaşar.
Cehennemlikler
cehennemde ebedi bir azap göreceklerdir. Onlar ne Ölüp kurtulabilecekler ne de
normal bir hayat yaşayabileceklerdir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle
buyurulmaktadır: "O suçlular, cehennem zebanisine "Ey Mâlik, hiç
olmazsa rabbin canımızı alsın." diye bağırışırlar. Mâlik te "Siz bu
azapta bekletileceksiniz." der[80]
"İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların Ölümlerine hükmedilmez
ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte
böyle cezalandırırız. [81]
75- Kim de
rabbinin huzuruna salîh ameller işlemiş mü'min olarak çıkarsa işte onlar için
yüksek dereceler vardır.
Peygamber efendimiz,
cennetin derecelerini beyan eden bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki
cennette yüz derece vardır. Allah bunları kendi yolunda cihat edenlere
hazırlamıştır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır. Siz, Allah'tan
cennet istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin. Çünkü o, cennetlerin en
ortada olanı ve en yücesidir. Rahman olan Allah'ın arşı onun üzerinde bulunmaktadır.
Cennetin ırmakları oradan fışkırmaktadır.'[82]
76- Bunlar,
altlarından ırmaklar akan Adn'cennetleridir. Onlar orada ebediyyen
kalacaklardır. İşte kendisini günahlardan arındıranın mükâfaati budur.
Evet, Allah'ın
emirlerine itaat edip kendisini günâh kirlerine bulaştimta-yanın mükâfaaü işte
budur. O ne güzel bir mükâf aattır. [83]
77-
Gerçekten biz Musa'ya (İman eden) kullarımı geceleyin al götür. Asanı denize
vurarak onlar için kuru bir yol aç. Düşmanlarının yetişmesinden korkma.
Boğulacağından da endişelenme." diye vahyettik.
Bütün mucizelere
rağmen Firavun'un iman etmemesi karşısında biz, Peygamberimiz Musa'ya şöyle
vahyettik:" İsrail oğullarından bana iman eden kullarımı geceleyin al
Firavun'un memleketinden çıkar. Sen denizde onlara kuru bir yol aç. Firavun ve
ordusunun sana kavuşacağından sakın korkma, denizde boğulacağından endişe
etme. [84]
78- Firavun da ordularıyla onların ardına düştü.
Deniz onları öyle bir kapladı ki... [85]
79- Firavun,
kavmini saptırdı, doğru yola götürmedi.
Musa ve ona iman eden
îsrailoğullannm denize dalmaları üzerine Firavun ve ordusu da onlan takib
ederek denize daldı. Musa ve îsrailoğullan denizi sağ salim geçti. Firavun ve
taraftarlarının ise üzerlerine deniz kapandı ve hepsi birden boğulup gittiler.
Firavun, kavmine, Allah'ı inkâr etmeyi ve Peygamberleri yalanlamayı emrederek
onlan doğru yoldan saptırdı ve onlara hiçbir zaman hidayet yolunu göstermedi.
Böylece kendisi de kavmi de helak olup gittiler. "Firavun, kıyamet
gününde kavminin önüne düşecek ve onlan ateşe götürecektir. Varılacak o yer ne
kötü bir yerdir. [86]
80- Ey
îsrailoğullan, biz sizi düşmanınızdan kurtardık. Size "Tur" un sağ
tarafını vaadettik. Size kudret helvası ve bıdırcın gönderdik.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimede, İsrailoğullanna vermiş olduğu büyük nimetlerden bir kısmını
hatırlatıyor ve onların, hak yoldan ayrılmamalarını istiyor. Allah teala,
İsrailoğullannı en baş düşmanları olan Firavun'un zulmünden kurtarmişir, Allah
Teala, Firavun'un helak olmasından sonra Hz. Musa ve İsrailoğullanna, Tûr
dağının sağ tarafında Hz. Musa ile görüşüp onunla konuşacağını ve Tevrat'ı
vereceğini vaadetmiştir. Hz. Musa, Allah Teala ile konuşmak üzere gittiği
sırada İsrailoğullan buzağıya tapmış ve hak yoldan aynlmışlardır.
İsra-iloğullan birbirlerini öldürmek suretiye yaptıklanndan tevbe edince Allah
Teala onlan affetmiş, gökten onlara kudret helvası ve bıldırcın eti gibi
nimetler göndermiş ve onlara şöyle buyurmuştur: [87]
81- Sîze
verdiğimiz rızıklarin temiz ve helal olanlarından yeyin. Bu hususta sakın haddi
tecavüze kalkışmayın. Yoksa gazabıma uğrarsınız. Kim gazabımı hak ederse,
uçuruma yuvarlanır, mahvolur.
Ey İsrail oğullan,
size verdiğimiz nzıklann helal ve lezzetli olanlarından yeyin. O nzıklar
hususunda haddi aşarak birbirinize haksızlık etmeyin. Aksi halde cezama
çarptırılırsınız. Kim benim cezama çarptırılırca şüphesiz ki o, uçuruma
yuvarlanır, mahvolur. [88]
82- Şuh esiz
ki ben, tevbe eden, iman edip salîh amel işleyen ve sonra hidayette dwam edeni
çokça bağışlayanım.
Şunu da iyi bilin ki
ben, inkârından vazgeçip tevbe eden, imanında samimi olan, Allah'ın emirlerini
tutup yasaklardan kaçman, salih amel işleyen sonra da doğru yoldan ayrılmayanı
çokça affedenim.
Âyet-i kerimde ifade
edelin "Doğru yoldan aynlmamak"tan maksat, ki-sinin iman ettiği
esaslarda şüpheye düşmemesi veya salih ameller işlemeye de-vam etmesi yahut
Resulullah'ın sünnetine sarılması veya yaptığı amelleri doğru yapması veya
yaptığı iyilik ve kötülüklerden ne gibi sonuçlar doğacağının şuuru içinde
olmasıdır." [89]
83- (Musa
kavminden önce Tûr dağına koşunca) "Seni kavminden önce davranmaya
sevkeden nedir ey Musa." dedik.
Hz. Musa, Firavun
helak olduktan sonra kavmiyle birlikte, putlara tapan bir topluluğun yanından
geçip giderken rabbiyle konumak üzere kırk günlük bir mühlet aldı. Bunun
üzerine kardeşi Harun'u, İsrailoğullannın başına Halife tayin edip kendisi
acele olarak Tûr dağına gitti. Bu sebeple Allah Teala ona: "Ey Musa,
kavminden önce acele etmene sebep nedir?" diye sordu. Musa da rabbine şu
cevabı verdi: [90]
84- Musa:
"İşte onlar pcşimdcler. Razı olman için acele ettim ya rabbî." dedi.
Musa da şu cevabı
verdi: "Ey rabbim, Onlar da benim arkamdan geliyorlar. Tûr dağına yakın
bir yerde konaklayacaklar. Benim acele etmemin sebebi ise senin razı
olmandır." [91]
85- Allah:
"Şüphesiz biz, senden sonra kavmini imtihan ettik. Samirî onları
saptırdı." dedi.
Ey Musa, sen,
kavminden ayrıldıktan sonra biz onları buzağıya tapma imtihanından geçirdik.
Sâmirî adına birisi onlan buzağıya taptırarak hak yoldan saptırdı." [92]
86- Musa,
büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü: "Ey kavmim, rabbiniz size güzel
bir vaadde bulunmadı mı? Aradan çok mu zaman geçti? Yoksa rabbinizin gazabına
uğramayı mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi.
Hz. Musa, kendisi için
takdir edilen kırk günü tamamladıktan sonra kavmi îsrailoğularının yanına
öfkeli bir şekilde döndü ve onların, içine düştükleri, "buzağıya
tapma" zilletine üzülerek şöyle dedi: "Ey kavmim, rabbiniz size:
"Şüphesiz ki ben, tevbe edip iman edeni, salih amel işleyip doğru yolda
devam edeni affediciyim. Tûr dağında Musa ile konuşup ona Tevrat'ı vereceğim.
Size gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indireceğim" diye güzel
vaadlerde bulunmadı mı? Benim sizden ayrılmamdan ve Allah'ın size verdiği
nimetlerden sonra çok bir zaman mı geçti? Yoksa buzağıya taparak rabbınizın
gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözü bozarak buzağıya
taptınız?" dedi. [93]
87- Şöyle
cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irademizle caymadık.
Fakat Mısır'dan çıkarken o kavmin mücevherlerinden yükler dolusu alıp
götürmüştük. Biz onları ateşe attık. Sâmirî de yanındaki mücevherleri oraya
attı."
İsrailoğullan,
kendilerini müdafaa ederek şöyle dediler: "Ey Musa, biz kendi isteğimizle,
sana verdiğimiz "Allah'a ibadet etme" vaadinden caymadık. Fakat
bizler Mısır'dan, Kıptî'lere ait olan ve "Yann bayramımız var verin de o
gün takınalım." diyerek emanet aldırdığımız ziynet eşyalarım, Harun'un
bize emretmesiyle bir çukura attık: Sâmirî de Cebrail'in atının izinden aldığı
bir avuç toprağı onların üzerine serpti."
[94]
88- Nihayet
Sâmir! onlara, içinden rüzgâr geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı
heykeli yaptı. Sâmirî ve taraftarları: "Sizin de ilahınız Musa'nın da
ilahı budur. Fakat Musa bunu unuttu." dediler.
Abdullah b.Abbas, bu
âyet-i Kerimeyi, mealde geçen şekliyle izah etmiştir. Yani buzağı canlı bir
varlık olmamış fakat arkasından girip ağzından çıkan rüzgâr, onda böğürür gibi
bir ses meydana getirmiştir. İşte İsraiİoğullan bu yapmacık sese kanarak
buzağıya tapınışlardır.
Diğer müfessirler ise
bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "İsrailoğullannın, Mısır Kıptîlerine ait
olan süs eşyalarını emanet alıp sonra da onları kaçırınca Hz. Harun onlara bu
eşyaları bir çukura doldurarak tek bir külçe haline getirmelerini ve Musa
gelince bu külçeyi ne yapacaklarına karar vermesi gerektiğini söylemiş onlar da
bu emre uyarak getirdikleri bu ziynet eşyalarını o çukura atmışlardır. Onlarla
birlikte Mısır'dan ayrılıp gelen ve buzağıya tapan bir kavimden olan kuyumcu
Sâmirî, Firavun'un denizde boğulduğu sırada Cebrail'in aüy-la geçtiğini
görünce, atının izinden bir avuç toprak almış ve bu toprağı, külçeyi buzağı
haline getirmeden evvel veya sonra onun üzerine serpmiş külçe de gerçekten
böğüren bir hayvan haline gelmiştir."
İsrailoğullan, buzağı
böğürürken secdeye kapanır tekrar böğürünce de secdeden kalkarlarınış. Hz.
Harun'un, kendilerini uyarmasına rağmen İsrailoğullan Sâmirî'nin sözüne uyarak
bu buzağıya tapmış ve inkâra sapmışlardır. [95]
89- Onlar bu
buzağının, kendilerine sözle hiçbir mukabelede bulunmadığını, kendilerine ne
bir zarar ne de bir fayda vermediğini gömüyorlar mıydı?
Alah Teala bu âyet-i
Kerimede İsrailoğullanna cevap veriyor ve onların beyinsizliğini ve ne kadar
basit düşündüklerini açıklıyor. Zira buzağı onlarla ne konuşmuş ne de herhangi
bir zarar veya menfaat vermiştir. Kendilerine çeşitli nimetler veren ve onları
zorba Firavun'un elinden kurtaran Allah'ı bırakıp ta böyle bir şeye tapmaları
ne kadar ahmakça bir davranıştır. Ayrıca Hz. Harun onlan uyarmış bu fitneye
düşmemelerini istemiştir. [96]
90- Doğrusu
daha önce Harun onlara şöyle demişti: "Ey kavmim siz bununla imtihan
edildiniz. Muhakkak ki sizin rabbiniz, rahman olan Allah'tır. (Sapık yolu
bırakıp) bana uyun ve emrime itaat edin."
Halbuki Harun, daha
Musa İsrailoğullanna dönmeden önce buzağıya tapanlara şöyle demişti: "Ey
kavmim, Allah sizin imanınızı ve dininize ne derece bağlı olduğunuzu denemek
istedi. Sizin rabbiniz bu buzağı değil, rahmeti bütün yaratıkları kaplayan
Allah'tır. Buzağıya tapmayı bırakıp sadece Allah'a ibadet etmekte bana uyun ve
emrime itaat edin. [97]
91- Kavmi:
"Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz."1
dediler.
Fakat
İsrailoğullanndan buzağıya tapanlar: "Musa bize dönünceye kadar biz
buzağıya tapmaya devam edeceğiz." dediler. [98]
92-93- Musa
dönünce: "Ey Harun, bunların sapıttıklarını gördüğünde, bana uymana mâni
neydi? Emrine karşı mı geldin?" dedi.
Hz. Musa, kavmi ile
konuşup onları, sapıklığa düştüklerinden dolayı azarladıktan sonra kardeşi
Harun'a yönelmiş ve ona: "Bunların, Allah'ın dininden ayrılıp buzağıya
taptıklarını gördüğün halde bana tâbi olmana mâni neydi? Yoksa emrime karşı mı
geldin?" dedi.
Görüldüğü gibi, Hz.
Musa, Hz. Harun'u kendisine itaat etmemekle suçlamaktadır. Halbuki Hz. Hanın
buzağıya tapanları uyarmıştı. O halde, Hz. Musa onu neden bu şekilde suçluyor?
Abdullah b.Abbas diyor
ki: "Hz. Musa, kardeşi Hz. Harunun, buzağıya tapmayanlarla birlikte,
buzağıya tapanları bırakıp peşinden gelmeleri icabettiği-ne işaret etmekte ve
bu sebeple de Hz. Harunu suçlamaktadır. Hasan-ı Basri diyor kiO "Hz. Musa
kardeşi Harun'un, buzağıya taparak sapıklığa düşen İsraiîo-ğullannı düzeltmesi
gerektiğine işaret etmiştir. Bu sebeple "Neden vazifeni yapmadın? Yoksa
emrime isyan mı ettin?" demiştir. [99]
94- Harun:
"Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben:
"İsrailoğulları araş ada ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin." demenden
korktum." dedi.
Hz. Musa, Hz. Harun'a
söyleyeceklerini söyledikten sonra onun saçından ve sakalından yakalayıp
sarsmış bunun üzerine Harun da ona: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve saçımı
tutma. Ben, "İsraiîoğullanni böldün ve sözümü dinlemedin."
diyeceğinden korktum." cevabım vermiştir.
Hz. Harun, Hz. Musa'ya
hitab ederken, öz kardeş oldukları halde: "Ey anamın oğlu." diye
hitab etmiş böylece Hz. Musa'nın merhametini celbetmek istemiştir. [100]
95- Musa
Sâmirî'yc: "Ey Sâmirî ya senin yaptığın nedir?" dedi.
Musa Shamirî'ye:
"Ey Sâmirî sana ne oldu? Seni bu işi yapmaya sürükleyen nedir?" diye
sordu.
Burada adı geçen
Sâmirî'nin kim olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir. Abdullah
b.Abbas'dan rivayet edilen bir görüşe göre bu adam, sığıra tapan bir
kavimdendi. Sığıra tapma sevgisi kalbinde olduğu halde, Müslüman olduğunu
söyleyerek îsrailoğullan ile birlikte Mısır'dan çıkmıştı. Hz. Musa'nın, kavminden
ayrıldığını ve vaadettiği otuz gün içinde dönmediğini görünce içinde taşıdığı
inancını İsrailoğuİIanna da aşılamaya çalışmıştır. Bu adamın "Kirman"
veya "Sâmira" şehirlerinden olduğu söylenmektedir. [101]
96- Sâmirî:
"Ben, İsrailoğullarının görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir
avuç (toprak) alıp (Erimiş mücevheratın içine) attım. İşte böyle, bunu bana
nefsim hoş gösterdi." dedi.
Bu âyet-i Kerime
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bir izah şekli şöyledir: "Ben,
İsrailoğullannın bilmediği bir şeyi bildim. Cebrail'in atının izinden bir avuç
toprak aldım ve onu, erimiş mücevheratın içine serptim. Böylece olan
oldu."
Bu izah şekline göre
Cebrail'in atının izinden alman toprağın fevkaladeliğini İsrailoğuilan
bilmediği halde Sâmirî'nin nasıl bildiği hususu kapalıdır.
Diğer bir izah şekli
şöyledir: "Ben, İsrailoğullanrun görmediği bir şeyi gördüm. Yani,
Cebrail'i, Firavun'u helak ederken veya Musa'yı vahiy almak için göğe çıkarken
gördüm ve onun atının izinden bir avuç toprak alıp erimiş mücevheratın içine
attım ve olan oldu."
Bu izah şekline göre
de, Israiloğulları Cebrail'i görmediği halde Sâmirî'nin onu nasıl görebildiği
hususu beyan edilmektedir. Aynca Sâmirî'nin, Cebrail'in atının izinden alınan
toprağın etkili olacağını nasıl bildiği hususu da zikredilmemektedir.
Diğer bir izah şekline
göre: Sâmirî demek istemiştir ki "Ey Musa, ben senin hareketlerini ve
dinini gördüm ve onun hak olmadığı kanaatine vardım. İşte senin bu dininden,
eserinden bir avuç aldım ondan bazı şeyler edindim ve onu yine sattım. Onunla
amel etmek istemedim." Bu izah şekline göre Sâmirî bu hareketiyle bilerek
ve isteyerek dinden çıkmış cezası da hayatı boyunca bir izdi-
rap içinde yaşamak
üzere kovulmak olmuştur.
Bir başka izah şekline
göre de Sâmirî, yaptığı fenalığı izah etmek ve kendi durumunu kurtarmak için
"Elçinin ayağının izi" hikâyesini uydurmuş ve yaptığı işe böyle
esrarengiz bir hava vermek istemiştir. Aslında böyle bir olay yoktur. Bu,
Sâmirî'nin uydurmasıdır.
Bütün bu hususlar
hakkında nakledilen zayıf kıssalara itibar etme yerine durumu Allah'a havale
etmek en doğru davranıştır. Zira herşeyin en doğrusunu Allah bilir. [102]
97- Musa
Sâmirî'ye şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: "Bana
dokunmayın." diyeceksin. Âhirctte de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaadcdilmiş
bir azap vardır. Tapıp durduğun İlahına şimdi ne yapacağız bir bak. Onu
muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."
Hz. Musa, Sâmirî ile
konuştuktan sonra onu kovmuş ve ona: "Sen hayatın boyunca: "Ne ben
kimseye dokunacağım ne de kimse bana dokunsun." diyeceksin."
demiştir.
Hz. Musa, Sâmirî ile
münasebetlerin kesilmesini, onunla oturulup kalkılmamasını, yenilip
içilmemesini ve onunla alış veriş yapılmamasını emretmiş Sâmirî de bundan sonra
tek başına yaşamak zorunda kalmıştır.
Hz. Musa, Sâmiifnin
yapmış olduğu ve İsrail oğullarının taptığı buzağı heykelini yakmış ve onun
kalıntılarını denize serpmiştir. [103]
98- Sizin
ilahınız ancak, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah'tır. Onun ilmi
herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.
Ey kavmim, sizin ilahınız
buzağı değildir. Sizin ilahınız, kendisinden başka ibadete layık hiçbir şey
bulunmayan Allah'tır. İbadet ancak ona yapılır. Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır.
Hiçbir şey ona gizli değildir. [104]
99- Ey
Muhammcd, işte böylece biz sana, geçmişlerin haberlerinin bir kısmını
anlatıyoruz. Şüphesiz biz sana, nezdimizden bir kitap verdik.
Ey Muhammmed, biz
sana, Musa'nın, Firavun'un ve kavimlerinin hikâyelerini anlattığımız gibi
senden Önce geçmiş olan ümmetlerin hikâyelerinden bir kısmını da anlatırız. Biz
sana, tarafımızdan bîr zikir ve Öğüt olan Kur'ani verdik. Akıl sahibi olaniar
onu düşünüp ibret alırlar. [105]
100- Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki o,
kıyamet günü ağır bir günah yüklenecektir. [106]
101- Onun
azabında ebediyyen kalacaktır. Kıyamet günü bu yük onlar için ne kötü bir
yüktür.
Kim sana vaadetüğimiz
Kur'anı kabul etmez, ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki o, kiyamet"günüde
rabbinin huzuruna, ağır bir, yük şeklinde olan günahla çıkacaktır. Onlar,
günahlarının cezası içinde ebedi olarak kalacaklardır. Kıyamet gününde, o
günah yükü onlar için ne kötü bir yüktür. Zira o günah onian helak olmaya
sürükleyecek ve kendilerine bir kurtarıcı da bulamayacaklardır. [107]
102- O
kıyamet günü "Sur"a üfürülür. O gün biz, suçluları /gözleri) göğcrmiş
olarak hasredeceğiz. [108]
103- Onlar aralarında: Siz, (dünya hayatında)
ancak on gün kadar kaldınız." diye fısıldanırlar. [109]
104- Biz onların ne söylediklerini çok iyi
biliriz. O gün onların en akıllıları: "Siz ancak (Dünyada) bir gün
kaldınız." der.
Kıyamet gününde Allah'ın
emriyle İsrafil Sur'a üfürecektir. Biz, suçluları o gün peşiranhktan dolayı
gözleri göğermiş bir halde bir araya toplayacağız. Mücrimler kendi aralarında
fısıldaşarak: "Siz dünyada ancak on gün yaşadınız." diyeceklerdir.
Halbuki biz onlann ne fısıldaştıklannı çok iyi biliriz. Mücrimlerin en
akıllıları ise: "Siz dünyada ancak bir gün kaldınız" diyeceklerdir.
Âyet-i Kerimeler,
kıyamet gününde kâfirlerin şaşkına döneceklerini ve dünyada yaşamış oldukları
zevkli hayatlarınım sadece on günden ibaret olduğunu sanacaklarını, hatta en
akıllılarının bile dünya hayatının tek bir günden ibaret olduğunu söyleyeceğini
beyan etmektedir.
İsrafil'in Sûr'a
üfürmesi meselesinde Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Ben nasıl rahat
yaşayabilirim? Sur sahibi İsrafil Sûr'u ağzına almış, alnını yere eğmiş,
kulağını Allah'ın emrine vermiş ve Sûr'a liflemek için üfleme emrini
beklemektedir. [110]
105- Ey Muhammcd, kıyamet günü dağların ne
olacağını sorarlar. Sen onlara şöyle de: "Rabbim onları (un ufak edip)
savuracaktır. [111]
106-
Yerlerini dümdüz boş bir arazi halinde bırakacaktır. [112]
107- Sen
orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremezsin.
Allah Teala bu âyet-i
Kerimelerde Resulullah'a "Kıyamet günüde dağlar ne olacak?" diye
soran insanlara, dağların, yerlerinden koparılıp un ufak edildikten sonra
rüzgârla savrulacağmi, yerlerinin dümdüz bir arazi haline geleceğini
söylemesini emretmektedir. Böylece kıyametin dehşetine işaret olunmaktadır. [113]
108- O gün
insanlar (Kendilerini Allah'ın huzuruna) davet edene uyacaklar, kimse yan çizemeyecektir.
Rahman olan Allah'ın azameti* karşısında sesler kısılacak, fısıltıdan başka
hiçbir şey işitmeyeceksin.
İşte o kıyamet gününde
bütün insanlar, kendilerini mahşerde toplanmaya çağıran Allah'ın davetçisine
uyacaklar ve onun davetinden kaçamayacaklardır. O gün rahman olan Allah'ın
huzurunda bütün sesler kısılacak fısıltıdan veya ayak seslerinden başka birşey
işitilmez olacaktır. [114]
109- O gün
rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseden
başkasının şefaati fayda vermeyecektir.
Hadis-i Şeriflerde,
Peygamberimizin, diğer Peygamberlerin, Meleklerin, şehitlerin, âlimlerin,
Kur'an-ı Kerim'in ve diğer bazı insanların müminlere veya onların bir kısmına
şefaatçi olacakları zikredilmektedir. Bu konuda Meryem Suresinin seksenyedinci
âyetinin izahında açıklama yapılmıştır. [115]
110- Allah
onların geçmişlerini de, geleceklerini de çok iyi bilir. Fa-kat onlar onun
zatını ilmen ihata edemezler.
Ey Muhammed, rabbin,
kıyamet gününde, kendilerini çağıran davetçiye uyacak olan insanların, geçmişte
dünyada yaptıklarım da çokiyi bilir, gelecekte âhirette ne gibi cezalara
çarpılacaklarını veya nasıl mükâfaat göreceklerini de çok iyi bilir.
Yaratılanlar ise Allah'ı, bilgileriyle kuşatamazlar. Yani, yaratılanlar,
bilgileriyle Allah'ın zatını da bilemezler, Allah'ın bildiklerini de
bilemezler. [116]
111- Bütün
yüzler, diri ve herşeyi sevk ve idare eden Allah'a boyun eğmiştir. Zulüm
yüklenen ise perişan olmuştur.
Kıyamet gününde bütün
varlıklar, ezelî ve ebedî olarak diri olan ve bütün yaratıkları sevk ve idare
eden Allah'a boyun eğip teslim olacaklar. Kıyamet gününe herhangi bir zulümle
giden ise hüsrana uğrayacak ve ümitsiz kalacaktır. Zira o gün Allah, her
haklının hakkını haksızdan alıp kendisine verecektir. Boynuzsuz koyun
boynuzludan hakkını alacaktır.
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifinde buyurmaktadır ki:
"Sizler kıyamet
gününde hak sahiplerine haklarını mutlaka vereceksiniz. Öyle ki, kendisine
vurulan boynuzsuz koyun, kendisine vuran boynuzlu koyundan hakkını alacaktır. [117]
112- Kim de
mümin olarak Salih ameller işlerse, (Ne günahlarının artırılıp)
zulmedilmesinden, ne de (sevaplarının azaltılıp) haksızlığa uğratılma.sı nd an
korkar.
Allah Teala, zalimleri
ve onların başlarına gelecek olan akıbetleri zikrettikten sonra bu âyette,
saîih amel işleyen mümin kullarına vaadlerde bulunuyor ve onlara adaletli
davranacağım beyan ediyor.
Bu hususta başka bir
âyet-i Kerimede de şöyle buyuruluyor: "Şüphesiz ki, Allah, hiç kimseye
zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa onu kat kat artırır
ve yapana katından büyük bir mükâfaat verir. [118]
113- İşte
böylece biz, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Biz onda çeşitli
tehditleri zikrettik ki insanlar Allah'tan korksunlar veya Kur'an onlara bir
hatırlatmada bulunsun.
Alah Teala bu âyette,
Kur'an-ı Kerimi Arap diliyle indirdiğini, onda, çeşitli müjdeler yanında birçok
tehdit ve ikazları da zikrettiğini bildirmektedir. Böylece insanlar, Allah'ın
emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkmuş olsunlar veya Kur'an
insanlara bir hatırlatmada bulunsun ve onlarda Allah'a itaat etme duygusunu
yerleştirsin. [119]
114- Gerçek
hükümdar olan Allah, herşeyden yücedir. Ey Muham-med, Kur'an vahyedilirkcn,
henüz bitmeden okumaya kalkma. "Rabbim, ilmimi artırır." de.
Abdullah b.Abbas diyor
ki: Resulullah'a vahiy geldiğinde ona çok titizlik gösterdiği için sıkıntı
içine düşerdi. Cebrail aleyhisselam her âyeti okuduğunda o da hemen onunla
beraber okurdu. Allah Teala bunun üzerine bu ve benzeri âyetleri indirdi ve
onun sıkıntıya düşmemesini, vahyi alırken acele etmemesini emretti. Aynca
kendisinden, ilmini artırmasını dilemesini istedi.
Resulullah'ın, vahiy
inerken acele ettiğini beyan eden diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır:
"Ey Muhammed, Cebrail sana Kur'anı okurken, acele ederek onunla beraber
dilini oynatma." "Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim
işimizdir." "Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu
takip et." "Sonra onu açıklamak, şüphesiz bizim işi[120]
115- Yemin
olsun ki biz, Âdem'e daha önce (Ağaçtan yeme diye) emretmiştik. Fakat o bunu
unuttu. Biz onu kararlı görmedik.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, bütün Peygamberlerden önce Hz . Adem'den, emirlerine uyacağına ve
yasaklarından kaçınacağına dair söz aldığım fakat Hz. Âdem'in, beşer olması hasebiyle bu sözü unuttuğunu
ve kendisine yasaklanan ağacın meyvasmdan yediğini beyan ediyor. Âyetin
sonunda da: "Biz onda azim görmedik." buyuruyor.
Bu son ifadeden neyin
kastedildiği farklı şekillerde izah edilmiştir. Tabe-ri, Katadenin
"Azimden maksat, sabırlılıktır." dediğini, Atıyye, İbn-i Abbas ve
İbn-i Zeyd'in ise "Azimden maksat, verilen sözü muhafaza etmektir."
dediklerini rivayet etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöye izah edilir:
"Biz Âdem'den, daha önce söz aldık. Fakat biz onu, verdiği söze karşı
sabırlı ve onu muhafaza eden bîr kimse olarak görmedik."
Bu izah şekli, Hz.
Âdem'in, kendisine Peygamberlik gelmeden önce verdiği sözü tutamadığı görüşüne
uygundur. Veya Hz. Âdem'in, bu davranışı, Peygamberlerin masumiyetine gölge
düşürmeyen bir zelle'dir.
Başka bir izaha göre
de bu âyet-i Kerimenin mânâsı şöyledir: "Biz Âdem'den daha önce söz
almıştık. Fakat, o verdiği sözü unuttu. Amma biz onu hatada ısrarlı biri
bulmadık. O, yaptığı hataya bir daha dönmedi."
Bu izah tarzı,
Peygamberlerin masum olması ve bu sebeple günah işlememesi esasına daha
uygundur. [121]
116- Bir
zaman biz Meleklere: "Âdem'e secde edin." demiştik. Bunun üzerine
Melekler secde etti. İblis hariç. O diretti.
Hz. Âdem ve İblis
kıssası. Kur'an-i Kerirn'in çeşitli surelerinde farklı yönleriyle zikredilmiştir.
Mesela, Bakara, A'raf, Kehf, Sa'd ve diğer surelerde mevcuttur. Bu surede de
zikredilmektedir. İblis'in, Hz. Âdem'i kıskanmasından dolayı gurura kapılıp ona
saygı secdesinde bulunmadığı beyan edilmekte ve bundan sonra gelen âyetlerde de
Şeytanın, Hz. Âdem'e nasıl vesvese vererek onu cennetten çıkardığı
bildirilmektedir.
117- Biz
Âdem'e şöyle demiştik: "Ey Âdem, şüphesiz bu İblis, senin ve hanımının
düşmanıdır. Sakın sizin cennetten çıkarılmanıza vesile olmasın. Yoksa
sıkıntıya düşersin. [122]
118- Doğrusu
cennette ne acıkacaksın, ne de çıplak kalacaksın. [123]
119- Orada
ne susayacaksin, ne de güneşin sıcağında kalacaksın.
Hz. Âdem'in sıkıntıya
düşmesinden maksat, kendi el emeği ile geçinmeye mecbur kalmasıdır. Zira Hz.
Âdem cennette iken, kendisi yorulmadan, Allah Teala tarafından
rızıklandırılıyordu. Yeryüzüne indirilince, hayatım devam ettirmek için
çalışmak zorunda kalmıştır.
Allah Teala Hz.
Âdem'e, cennette kul'un içinin gıdalardan boş kalmayacağını dışının da
elbisesiz çıplak bırakılmayacağını,'içinden susuzluktan yanmayacağını,
dışından da güneşin hararetinden etkilenmeyeceğini bildirmiştir. Zira cennet,
esenlik yurdudur. Orada insana eziyet verici herhangi bir şey yoktur. [124]
120- Şeytan
Âdem'e vesvese vererek "Ey Âdem, sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir
mülkü göstereyim mi?" dedi.
Hz. Âdem'i kıskanan
Şeytan ona şöyle vesvese verdi: "Ey Âdem, ben sana, meyvesinden yediğin
takdirde hiç ölmeyeceğin ve yok olmayacak bir mülke sahip olacağın bir ağacı
göstereyim mi?" Şeytanın bu vesvesesi sonunda Hz. Âdem ve zevcesi
Havva'rsiîi ayakiûn kaydı. [125]
121- Âdem ve
Havva, yasak ağacın meyvelerinden yediler. Bunun üzerine (Allah'ın emrine
uymamalarının cezası olarak) avret yerleri aç iliverdi. Üstlerini cennet
yapraklanyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem (Peygamber olmadan önce) rabbine
karşı günahkâr oldu ve yolunu şaşırdı.
Hz. Adem ve Havva,
Iblis'in vesvesesine kapılarak kendilerine yasaklanan ağacın meyvesinden
yediler. Bunun üzerine, daha önce gözleriyle görmedikleri edep yerleri
kendilerine gözükür oldu. Bunun üzerine Âdem ve Havva, edep yerlerini,
cennetten kopardıkları yapraklarla kapatmaya çalıştılar. Böylece Âdem, rabbinin
emrine karşı gelmiş oldu ve kendisine konan yasak sınırını aştı. [126]
122- Sonra
rabbi onu (Peygamber) seçti. Tcvbesini kabul etti ve doğru yolu gösterdi.
Bu âyetten
anlaşılmaktadır ki, Hz. Âdem, Peygamber oimadan önce, Allah'a verdiği sözü
unutmuş ve Şeytan'm vesvesesine kapılarak kendisine yasaklanan ağacın
meyvesinden yemiş ve bu sebeple de cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilme
cezasını hak etmiştir. Ancak daha sonra Allah onun tev-besini kabul etmiş ve
onu Peygamber seçmiş ve ona doğru yolu göstermiştir. [127]
123- Allah
şöyle dedi: "Her ikiniz oradan yeryüzüne inin. Orada bir kısmınız diğerine
düşman olacaktır. Artık ne zaman benden size bir hidayet gelir de kim benim
hidayetime uyarsa, ne sapıtır ne de sıkıntıya düşer.
Allah Teala, Hz. Âdem
ve Havva'ya "Hep birlikte yeryüzüne inin. Sizler İblis'e ve onun soyundan
gelenlere İblis de size ve sizin soyunuzdan gelenlere düşman olacaktır. Ey
Âdem, Havva ve îblis, yolumun ne olduğunu açıklayan hükümlerim ve yaratıklarım
için seçtiğim din, sizlere gelince kim o hükümlere uyarsa o kimse hak yoldan
sapmaz. Âhirette de Allah'ın gazabına çarptırılıp hüsrana uğrayanlardan olmaz.
Abdullah b.Abbas:
"Allah Teala, Kur'anı okuyup ona tâbi olanları dünyada saptırmayacağını
ve âhirette de onları mutsuz kılmayacağını garanti etmiştir." demiş ve bu
âyet-i Kerimeyi okumuştur. [128]
124- Kim de
benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz ki onun için meşakkatli zor bir hayat
vardır. Kıyamet günü de biz onu kör olarak haş-rcdcccğiz.
Âyet-i Kerimede
"Kim benim zikrimden yüz çevirirse." buyurulmakta-dır. Burada
"Zikir" kelimesinin maksat, bir önceki âyette geçen
"Hidayet"dir. Veya "Allah'ın şeriatı" yahut "Kur'an-ı
Kerim" ve diğer bütün semavi kitaplar olduğu açıklanmaktadır.
Yine âyet-i Kerimede,
Allah'ın zikrinden yüz çevirenlere zor bir hayat olduğu beyan edilmektedir. Bu
meşakkatli zor hayatın, dünyada mı kabirde mi yoksa âhirette mi olacağı konusunda
farklı görüşler vardır.
İkrime, Dehhak ve
Abdullah b.Abbas'tan rivayet edilen bir görüşe göre Allah'ın zikrinden yüz
çevirenin yaşayacağı meşakkatli ve zor hayat, dünya hayatıdır. Zira Allah'ın
zikrinden yüz çevirenin kazancı haramlarla karışıktır. Haram olarak kazanılan
mal miktar olarak çok olsa dahi onu kazanan için sıkıntı ve meşakkata sebap
olur. Ayrıca mümin kul, Allah yoiunda her harcadığının karşıhlığını alacağına
inandığından, kendisini geniş bir yaşantı içinde hisseder. Kâfirde böyle bir inanç
olmadığından ne kadar bolluk içinde olsa da hayat onu
sıkar ve cimriliği artar. Dünya hırsı
gözlerini bürür, kendisini daima sıkıntı içinde hisseder.
Ebu Saîd el-Hudrî,
Südî ve bir kısım âlimlere göre ise Allah'ın zikrinden yüz çevirenlerin
yaşayacakları meşakkatli ve zor hayat, kabir hayatıdır. Zira kâfirlerin kabirde
görecekleri azap, kaburgalarım birbirine geçirecek kadar sıkıntılı olacaktır.
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifinde kabir hayatını şöyle tasvir ediyor:
"Kabir ya cennet
bahçelerinden bir bahçedir veya ateş çukurlarından bir çukurdur. [129]Taberi
de yukarıda izah edilen görüşü tercih etmiştir.
Hasan-i Basrî İbn-i
Zeyd ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre Allah'ın zikrinden yüz çevirenin
yaşayacağı sıkıntılı hayattan maksat, âhiret hayatıdır. Zira en sıkıntılı
hayat oradadır. Cehennemlikler, zakkum ağacından, dikenlerden yiyecekler,
yanan insanlardan akan kan ve irini içeceklerdir.
Ayet-i Kerimenin son
bölümünde, Allah Teala'nın zikrinden yüz çeviren hakkında "Biz onu kör
olarak hasredeceğiz." buyurulmakadir. Buradaki körlükten maksat, ya
"Delil getirmekten âciz." veya "Gözü kör." demektir.
Taberi, her iki bakımdan da kör olacakları görüşündedir. [130]
125- O zaman
o kimse, "Rabbim, niçin beni kör olarak hasrettin? Oysa ben dünyada görüyordum."
der.
Allah'ın zikrinden yüz
çeviren ve âhirette kör olarak hasredilecek olan kimse şöyle diyecektir:
"Ey rabbim, sen niçin beni,'delil getiremeyen ve gözü
görmeyen bir kör olarak hasrettin?
Halbuki benim dünayda kendime göre bir çevrem vardı ve ben çevremi
görüyordum." [131]
126- Allah
da şöyle der: "İşte böyle (cezan budur) sana dünyada âyetlerimiz gelmişti
de sen onları unutmuştun. İşte bugün de sen öylece unutuluyorsun."
Evet sen kör olarak
hasredildin. Zira sen dünyada iken, sana, kitabımızda zikrettiğimiz âyetlerimiz
ve çeşitli delillerimiz gelmişti de sen onlardan yüzçe-virmiştin ve onlara
aldırış etmemiştin. Bugün de sen, körlükte ve cehennem ateşinde bırakılacaksın
ve orada terkedileceksin. [132]
127- Haddi
aşanı, rabbinin âyetlerine iman etmeyeni işte biz, böyle cezalandırırız.
Elbette âhiretin azabı, dünya azabından daha şiddetli ve daha süreklidir.
Haddi aşıp rabbine
isyan edeni, rabbinin âyetlerine ve Peygamberine iman etmeyeni işte biz dünyada
ve kabirde böyle sıkıntılı bir hayatla cezalandırırız. Âhiretin azabı ise daha
şiddetli ve daha devamlıdır. [133]
128-
Kendilerinden önce helak ettiğimiz nice nesiller, onları hâlâ yola getirmedi
mi? Halbuki kendileri onların yerlerinde dolaşıp durmaktadırlar. Şüphesiz ki
bunda, akıl sahipleri için nice delil ve ibretler vardır.
Ey Muhammed,
kendilerinden önce helak ettiğimiz ümmetler, senin kavminden Allah'a ortak
koşanlara, akıbetlerinin kötü olacağını hâlâ göstermediler mi? Halbuki onlar,
helak olan geçmiş ümmetlerin harap olmuş diyarlannda yaşıyor ve onlann ne gibi
akıbetlere uğradıklarım görüyorlar. Şüphesiz ki onların geriye bıraktıktan bu
kalıntılarda, akıl sahipleri için Öğüt alınacak büyük ibretler vardır.
Katade diyor ki:
"Kureyşliler ticaret için Şam'a gittiklerinde, daha önce helak edilmiş olan
Âd ve Semud gibi kavimlerin yerlerinden geçiyorlar ve onların neye
uğradıklarını görüyorlardı. İşte âyet-i Kerime bu gibi olaylara işaret etmektedir. [134]
129- Eğer
rabbinin, geçmişteki bir sözü (azabı erteleme vaadi) ve tayin edilmiş bir süre
olmasaydı, suçlular hemen cezalarını görürlerdi.
Ey Muhammed, şayet
rabbinin: "Hiç kimse uyarılmadikça azap edilmeyecek." ve
"Herkes için belli bir ecel vardır, ondan Önce ölmeyecektir." sözleri
olmasaydı bu inkarcılara azap aniden gelip yakalayıverirdi.
Âyet-i Kerimede geçen
"Geçmişteki söz" ve "tayin edilmiş vade" ifadelerinden
neyin kastedildiği açıkça zikredilmemiştir. Bu bakımdan müfessirler bu
ifadeleri çeşitli şekillerde izah elmeye çalışmışlardır.
Taberi'ye göre
"Geçmişteki söz'"den maksat, "Hiçbir kimsenin, kendisi için
takdir edilmiş eceli değiştiremeyeceğidir" "Tayin edilmiş bîr
süre"den maksat ise Levh-i Mahfuz'da herkes için takdir edilen vadedir.
Mücahid'e göre
"Tayin edilen süre"den maksat, "Dünyanın,var olacağı
süre"dir. Katade'ye göre ise bu süreden maksat, "Kıyamef'tir.
Ibn-i Kesire göre ise
"Geçmişteki söz"den maksat, "Allah Teala'nm hiçbir kimseye,
uyarıcı göndermeden azap etmemesidir." "Tayin edilen süre"den
maksat ise, Allah Tealanın, kâfirlere azap etme zamanına kadar tayin ettiği
süredir. [135]
130- Ey
Muhammcd, sen, kâfirlerin sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce ve
batmadan önce rabbini ha m d ile teşbih et. (İbadette bulun) Gecenin bîr
bölümünde ve gündüzün çeşitli vakitlerinde rabbini teşbih et. (İbadette bulun)
ki (rabbinin verdiği nimetlerden) memnun olasın.
Taberi bu ayet-i
kerimeyi şöyle izah etmektedir: "Ey Muhammed, kavminden seni yalanlayan
kâfirlerin "Sen sihirbazsın." "Sen delisin." "Sen bir
şairsin" şeklindeki sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce rabbine
hamdede-rek teşbih et. Yani, sabah namazını kıl. Güneş batmadan önce de rabbine
ham-dederek teşbih et. Yani, ikindi namazını kıl. Gecenin bir bölümünde de
rabbini teşbih et. Yani, yatsı namazını kıl. Gündüzün taraflarında da rabbini
teşbih et. Yani, Öğle ve akşam namazını kıl ki böylece, rabbinin sana vereceği
mükâfatlardan memnun olasın.
Müfessirler, âyet-i
Kerimede geçen "Güneş doğmadan önce rabbini hamd ile teşbih et."
ifadesinden sabah namazının kastedildiğini, "Güneş batmadan önce rabbini
hamd ile teşbih et."ifadesinden de ikindi namazının kastedildiğini
söylemişlerdir.
Bu hususta Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)den şu Hadis-i Şerif rivayet edilmektedir: Cerir b.Abdullah
diyor ki:
"Biz, Resulullah
(s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. O, ay'ın ondördünde ay'a baktı ve
"Şüphesiz ki sizler, şu ay'ı gördüğünüz gibi, hiçbir sıkıntı çekmeden
rabinizi göreceksiniz. Acze düşmedikçe (Sizi tamamen bağlayıp tesirsiz bırakan
bir sebep olmadıkça) güneşin doğmasından ve batmasından önceki na-mazlan
mutlaka kılın." buyurdu ve "Güneş doğmadan önceve batmadan Önce
rabbini hamd ile teşbih et."ayetini okudu. [136]
131- Ey
Muhammed, bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya
hayatının süsünde sakın gözün kalmasın. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha
süreklidir.
Ey Muhammed,
rablerinin âyetlerinden yüz çeviren bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan
etmemiz için vermiş olduğumuz, dünya hayatımn gelip geçici nimetlerinde sakın
gözün kalmasın. Zira rabbinin, sana vermeyi vaadettiği, âhiretteki nzıklar ve
sevap, dünya hayatının gelip geçici geçimliklerinden daha hayırlıdır ve daha
devamlıdır. Zira âhiret nimetleri sonsuzdur.
Ebu Rafı' diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) beni, birşey ödünç almak için bir Yahudi'ye gönderdi.
Yahudi, rehin almadan ödünç vermeyeceğini söyledi. Resulullah bundan dolayı
çok üzüldü. Bunun üzerine Allah Teala bu âyet-i kerimeyi indirdi. [137]
Bu hususta diğer bir
âyette de şöyle buyuruluyor: "Kâfirlerin bir kısmına verdiğimiz çeşitli
dünya nimetlerine heveslenip göz dikeyim deme. Onların akıbetlerine üzülme.
Müminlere merhamet kanatlanın indir." [138]
Resuluîlah (s.a.v.)
her türlü imkâna sahip olduğu zamanlarda bile müte-vazi bir hayat yaşamış,
kendi şahsı için mal biriktirmeyi hiçbir zaman düşünmemiştir. O bir zaman,
hanımlarına öfkelenip özel bir odaya çekildiğinde kendisini ziyaret eden Hz.
Ömer (r.a.) şunları anlatmıştır:
"Ben orada
Resuiullah'i kuru bir hasır üzerinde gördüm. Hasırın üzerinde hiçbir şey
(yaygı) yoktu. Başının altında, içi hurma Hfıyle dolu deri bir yastık vardı.
Ayaklarının ucunda ağaç yapraklan dağılmıştı. Başucunda da duvarda asılı bir
namaz postu vardı. Ben, hasırın, Resulullah'ın bir tarafında iz yaptığını
gördüm ve ağladım. Resulullah (s.a.v.) "Niye ağlıyorsun?" diye sordu.
Ben de "Ey Allah'ın Resulü, Kisra, Kayzer, içinde bulundukları bol
mallarla yaşarlarken sen, Allah'ın Resulü bu haldesin.'" dedim. Bunun
üzerine Resulullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Dünyanın oniann, âhiretin de
bizim olmasını istemez mi-sin? [139]
132- Ailene
namazı emret. Sen de namaz kılmakta sabret. Biz, senden rızık istemiyoruz. Sana
rızık veren biziz. Güzel akıbet takva sahiplerinin-dir.
Ey Muhammed, aile
efradına namaz kılmayı emret. Sen de onu hakkıyla eda etmekte sabret. Biz bunu
emrederken senden bir mal istemiyoruz. Senden, bedeninle yapacağın bir ibadet
istiyoruz. Bunun karşılığında sana bol sevap vereceğiz. Sana malı veren biziz.
Onu senden elbette ki istemiyoruz. En güzel akıbet, Allah'ın emirlerini tutup
yasaklarından kaçınarak ondan korkanlarındır. [140]
133-
Kâfirler: "Muhammed, rabbindcn bize bir mucize getirse ya." dediler.
Onlara, önceki kitaplardakî açıklama gelmedi mi?
Müşrikler Resulullah'a
karşı çıkarak şöyle diyorlardı: "Salih Peygambere dişi deve, İsa
Peygambere Ölüleri diriltme vb. mucizeler verildiği gibi Muhammed de bizlere
bu tür mucizeler getirse ya." Bunun üzerine Allah Teala onlara cevaben:
"Onlara Önceki kitaplardaki açıklama gelmedi mi?" buyurdu. Yani,
önceki ümmetler de bunlar gibi mucizeler istemişlerdi. Kendilerine mucizeler
geldikten sonra onlara iman etmeyince helak edilmişlerdi. Bunlara da istedikleri
mucizeler geldiği halde iman etmezlerse aynı akıbete uğrarlar. Bundan ibret
alsınlar. [141]
134- Eğer
biz onları Muhammcd'den önce bir azapla helak etseydik, muhakkak:
"Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin de zelil ve rüsvay olmadan önce
âyetlerine uysaydık ya." derlerdi.
Şayet biz, mucize
isteyen bu müşrikleri, Kur'anı indirmeden Önce veya Muhammed'i Peygamber
göndermeden önce indireceğimiz bir azapla helak etmiş olsaydık bu defa kıyamet
gününde kendilerine azap etmeyi dilediğimizde: "Rabbimiz, bize, sana
ibadet etmeye davet eden bir Peygamber gönderseydin de biz rezil olmadan, senin
Peygamberine ve âyetlerine tâbi olsaydık." derlerdi.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, kâfirlerin inatçı oîduklanni, iman etmemekte direttiklerini,
kendilerini imana davet eden Peygamberlerin gönderilmelerine rağmen tutarsız
gerekçeler ileri sürdüklerini beyan ediyor. [142]
135- Ey
Muhammcd, (Sen o inatçılara) şöyle de: "Herkes akıbetini beklemektedir.
Siz de bekleyin. Yakında kimin doğru yolun yolcusu olduğunu ve kimin hidayete
erdiğini bileceksiniz."
Allah Teala bu âyet-i
kerimede müşrikleri tehdit etmekte ve Resulullah'ın mâneviyatnıru
güçlendirmektedir. Müşriklerin, akıbetlerini yakında göreceklerini ve pişman
olacaklarını ve bu pişmanlığın kendilerine fayda vermeyeceğini beyan
etmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de bu
şekilde uyanda bulunan âyet-i Kerimeler çoktur. Bu âyetlerde Duyuruluyor ki:
"Onlar yann kimin çok yalancı ve küstah olduğunu bileceklerdir. [143]
"Eğer putlara inanmada ısrar edip sabretmeseydik, neredeyse bizi
ilahlarımızdan saptiracaktı." derler. Onlar azabı gördükleri zaman, yolu
sapık olan kimmiş bileceklerdi. [144]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/441-443.
[2] Bkz. Buharî, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 20
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/444.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/445.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/445.
[6] Buhari, K. el-lman, bab: 10, K. el-Humus,bab: 7 /
Müslim, K. el-îmân, Bab: 175 Hadis No: 1037
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/445.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/445.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/446.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/446.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/446.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/447.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/447.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/448.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/448.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/448.
[16] Buhari, K. Mevabt cs-Salah, bab: 37 / Müslim, K.
el-Mesacid, bab: 314, Hadis No: 684
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/448-449.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/449.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/449.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/450.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/450.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/451.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/451.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/451.
[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/451.
[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/451.
[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/451.
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/452.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/453.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/453.
[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/453.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/453.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/453-454.
[42] Kasas Suresi, âyet: 10-13
[43] Kasas Suresi, âyet: 15-21
[44] Kasas Suresi, âyet: 9
[45] Kasas, Suresi, âyet: 12
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/454-466.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/466.
[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/466.
[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/466.
[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/466.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/466.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/467.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/467.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/467.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/468.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/468.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/468.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/469.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/469.
[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/470.
[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/470.
[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/470.
[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/471.
[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/471.
[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/471.
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/471.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/472.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/472.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/472-473.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/473.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/473.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/473.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/473-474.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/474.
[75] Ebu DâvÛd, K. el-lmara, bab: 31, Hadis No: 3043
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/474-475.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/475.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/475-476.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/476.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/476.
[80] Zuhruf Suresi, âyet: 77
[81] Fâtır Suresi, âyet: 36
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/477.
[82] Buharı, K.el-Cihad, bab: 4 /Tilmizi, K. el-Cennet,
bab: 4, Hadis No: 2531 tbn-MSce, K. ez,Zühd, bab: 39, Hadis No: 4331
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/477.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/478.
[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/478.
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/479.
[86] Hud Suresi, âyet 98
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/479.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/479.
[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/480.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/480.
[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/480-481.
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/481.
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/481.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/481-482.
[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/482.
[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/483.
[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/483.
[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/484.
[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/484.
[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/484-485.
[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/485.
[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/485-486.
[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/486-487.
[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/487.
[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/488.
[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/488.
[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/488.
[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/488.
[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/499.
[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/499.
[110] Tirmizi.K. Tefsir el-Kuran, Sure: 41, Hadis No: 3243
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499.
[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/490.
[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/490.
[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/490.
[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/490.
[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/491
[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/491.
[117] Ahmed B. Hanbel, Müsned, C: 25, 235
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/491-492.
[118] Nisa Suresi, âyet: 40
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/492.
[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/492-493.
[120] Kıyame Suresi, âyet: 16-19
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/493.
[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/493-494.
[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/494.
[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/495.
[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/495.
[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/495.
[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/495.
[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/496.
[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/497
[129] Tirmizi, K. el-Kıyame, bab; 26, Hadis No: 2460
[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/497-498.
[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/498-499.
[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/499.
[133] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/499.
[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/499-500.
[135] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/500.
[136] Buhari, K. Mevakit es-Salah, bab: 16, K. Tefsir
el-Kur'an, sure: 50 bab: 2. K. et-Tevhid, bab: 24 / Ebu Dâvûd, K. es-sünne,
bab: 19, Hadis No: 4725 / Tirmizi K. el-Cenne, bba: 16 Hadis No: 2551 / İbn-i
Mâce, K. el-Mulcaddime bab: 13, Hadis No: 177 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 4,
S: 360, 365 / Müslim, K. es-Salah bab: 211, Hadis No: 169
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/501-502
[137] Bkz.Taberi,C: 16, S: 169
[138] Hicr Suresi, âyet: 88
[139] Buharı, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 66, bab: 2 /
Müslim, K. er-Rıdaa, bab: 101 Hadis No: 1479
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/502-503.
[140] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/503.
[141] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/504.
[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 5/504
[143] Kamer Suresi, âyet: 26
[144] Furkan Suresi, âyet: 42
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/505.