TÂHÂ SÛRESİ 2

 


TÂHÂ SÛRESİ

 

Tâ Hâ Sûresi yüz otuzbeş âyettir, ve Mekke'de nazil olmuştur.

Bu Sûre-i Celiîe, Kur'an'ın, Hz. Muhammed (s.a.v.)e, onu sıkıntıya dü­şürmek için değil, Allah'tan korkup ona itaat edenlere bir öğüt olsun diye indi­rildiğini beyan ederek başlıyor.

Rahman olan Allah'ın, arşı kudretiyle kuşattığı, göklerde, yerde .ve nemli toprağın altında bulunan her şeyin Allah'a ait olduğu, Allah'ın, en gizli şeyleri dahi bildiği, ondan başka hiçbir ilahın bulunmadığı ve en güzel isimlerin ona ait olduğu beyan ediliyor.

Bundan sonra Hz. Musa'nın kıssası, diğer Sûrelerde geçen şeklin dışında başka bir açıdan beyan ediliyor ve buyuruluyor ki: "Ey Muhammed, Musa'nın kıssası sana ulaştı mı?

Hz. Musa'nın kıssası, bu şekilde sual ile başlayan bir girişten sonra özetle şöyle beyan ediliyor: "O, bir zaman, Medyen'den dönüp Mısır'a giderken bir ateş gördü ve ailesine: "Siz burada durun ben o ateşten size bir kor getiririm ve­ya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum." dedi.

Ateşin yanına gelince: "Ey Musa, ben senin rabbinim. Ayakkabılarını çı­kar. Çünkü sen şu anda mukaddes "Tuva" vadisinde bulunuyorsun. Ben seni Peygamber seçtim. Şimdi vahyolunacaklan dinle." diye nida olundu.

Allah Teala, Hz. Musa'ya hitaben, ancak kendisine ibadet etmesini, na­maz kılmasını, kıyametin mutlaka kopacağım fakat onun ne zaman meydana geleceğinin gizli tutulduğunu beyan ediyor ve Hz. Musa'ya elindekinin ne oldu­ğunu soruyor. Hz. Musa da elindekinin âsâ olduğunu, onunla bazı işler yaptığını söylüyor.

Bunun üzerine Allah Teala, "At onu yere." buyuruyor. Hz. Musa, asasını yere bırakınca âsâ bir yılan oluveriyor. Yine Allah'ın emriyle onu eline alınca yılan tekrar âsâ şekline dönüyor.

Hz. Musa, Allah Teala'nın emriyle elini koynuna sokup çıkarınca eli bembeyaz hale geliyor. Ve ona bu gibi mucizeler verildikten sonra Allah Tea-la'dan şu emir geliyor:

"Firavun'a git çünkü o azmıştır." Hz. Musa da bu emri alınca Allah'a ni­yaz ediyor: "Rabbim, gönlüme genişlik ver, işimi kolaylaştır, dilimdeki keke­meliği çöz ki, insanlar sözümü anlasınlar. Kardeşim Harun'u da bana yardımcı ver." diyor.

Onun bu niyazına Allah Teala şöyle cevap veriyor: "Ey Musa, dilediğin sana verildi." Allah Teala'nın, onun bu isteğinin kabul edildiğini bildirmesinden sonra daha önce de ona nasıl lütuflarda bulunduğu hatırlatılıyor. Onun, çocuk­ken Firavun tarafından öldürülmesin diye anası tarafından nasıl nehre bırakıldı­ğı, kizkardeşinin kendisini nasıl takib ederek Firavun'un sarayına alındığını tes-bit ettiği ve Firavun'un sarayında yine kendi annesi tarafından emzirilerek bü­yütüldüğü beyan ediliyor ve o zaman nasıl korunduysa yine kendisine yardım edileceği ve kardeşi Harun'la beraber Firavun'a gidip onu dine davet etmeleri emrediliyor.

Hz. Musa ve Harun gidip Firayun'u hak dine davet ediyorlar Fakat Fira­vun bu daveti kabul etmiyor. Hz. Musa ile mücadeleye giriyor ve Hz. Musa'nın mucizelerine karşı kendi sihirbazlarına güveniyor ve onu, karşılıklı bir mücade­le gösterisine davet ediyor.

Firavun'un sihirbazlarıyla Hz. Musa arasındaki mücadelede sihirbazlar yenik düşüyor ve hepsi Hz. Musa'ya iman ediyor. Fakat Firavun kızıyor ve ken­di sihirbazlarını tehdit ederek onları cezalandıracağını söylüyor. Fakat sihirbaz­lar, gördükleri mucizeler karşısında imanlarını terketmiyor, Firavun'un tehditle­rine aldırmıyorlar.

Sûre-i Celilede daha sonra Hz. Musa'nın îsrailoğullan'nı Mısır'dan çıka-np götürmesi, onlan, denizi âsâsıyla yararak karşıya geçirmesi, onları bir yerde bırakıp, Allah Teala ile mükâlemede bulunmak üzere gitmesi, dönüşünde kav­minin, Samiii'nin yaptığı buzağıya taparak sapıklığa düşmesine üzülmesi beyan ediliyor. Hz. Musa'nın kavminin yanına döndüğünde olanlar ve Samirî'nin, ha­yatı boyunca çekeceği ızdırap tehdidiyle oradan uzaklaştırıldığı açıklanıyor.

Daha sonra, bütün bu olayların, ibret için Resulullah'a anlatıldığı beyan ediliyor. Bundan sonra kıyamet ahvaline kısaca temas ediliyor. O gün dünyanın halinin ne olacağı açıklanıyor. Ve bütün bunlar için Kur'an'ın bir hatırlatmada bulunmak üzere bir uyarıcı olarak gönderildiği beyan ediliyor.

Bundan sonra Hz. Âdem'in cennetten çıkarılması olayına temas ediliyor ve Şeytan'm, Hz. Âdem'i ve Havva'yı kandırarak onların cennetten çıkarılmala­rına sebep olduğu beyan ediliyor.

Cennetten çıkarılan Hz. Âdem'in ve Havva'nın yeryüzüne indirildikleri ve Hz. Âdem'in Peygamber seçildiği ifade ediliyor.

Daha önce helak edilenlerin, bütün insanlar için bir ibret olması gereğine işaret Duyuruluyor.

Resululah (s.a.v.)e, kâfirlerin sözlerine sabretmesi, namaz kılması, kâfirlere verilen dünyalıkta gözünün olmaması, ailesine de namaz kılmalarını söylemesi emrediliyor.

Sûrenin sonunda, herkesin kendi akıbetini beklemesi, âhirette kimin hida­yette, kimin delalette olacağının o gün görüleceği beyan ediliyor ve Sûre-i Celi-le bu ifadelerle sona eriyor. İşte şimdi bu âyet-i Kerimelerin teker teker izahı:[1]

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

 

1- Tâ. Hâ.

Mukatta'a harfleri hakkında Bakara Sûresinin başında açıklamalar ya­pılmıştır. Burada geçen "Tâ.Hâ." mukatta'a harfleri hakkında da özellikleri şun­lar zikredilmiştir:

'Tâ.Hâ" "Ey adam" demektir. Bu görüş, Abdullah b.Abbas, Mücahid, îk-rime, Saİd b.Cübeyr, Atâ, Muhammed, b.Kâ'b, Ebu Mâlik, Atıyye, Hasan-i Basrî, Katade, Dehhak, Süddî vb. âlimlerden nakledilmiştir[2]* Taberi de bu gö­rüşü tercih etmektedir.

Diğer bir görüşe göre ise "TlHâ." Allah'ın isimlerinden biridir ve Allah Teala bu ismiyle yemin eder. Bu görüş te Abdullah b.Abbas'dan nakledilmekte­dir.

Başka bir görüşe göre "Tâ.Hâ." Hece harflerinden T. ve H. harfleridir. Bazılarına göre de bunlardan her biri kendi başına birer mânâ İfad eden mu­katta'a harfleridir.

Rebi1 b.Enes'e göre ise "Tâ.Hâ."nm mânâsı "Yere bas" demektir. Yine de en doğrusunu Allah Teala bilir. [3]

 

2- Ey Muhammed, biz sana Kur'anı sıkıntıya düşesin diye gönderme­dik. [4]

 

3- Biz onu ancak, Allah'tan korkup ona itaat edene bir öğüt olsun di­ye indirdik. [5]

 

4- Bu Kur'an sana, yerin ve yüce göklerin yaratanı tarafından indi­rildi.

Dehhak diyor ki; "Allah Teala Kur1 anı Hz. Muhammed (s.a.v.)e indirin­ce Resulullah ve sahabiler onun hükümleriyle amel etmeye başladılar. Kureyş müşrikleri ise "Bu Kur'an Muhammed'e ancak sıkıntıya düşmesi için gönderil­di." dediler. Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi."

Taberî de diyor ki: "Kur'an indirilince Resulullah kendisini zorluyor, ge­celeri de uyumuyordu. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu ve "Biz sana Kur'anı sıkıntıya düşesin diye göndermedik." buyuruldu. Böylece kendilerine kitap gönderilen Peygamberlerin cezai andı nlmal an değil mükâfatlandınldıklan beyan edildi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor

"Allah kime hayır dilerse onu, dini anlayan kimse kılar. [6]

 

5- Rahman olan Allah, arşı kudretiyle kuşatmıştır.

Âyet-i Kerimede geçen "Arş" ve "Onu kuşatma" meselesi, A'raf Sûresinin elli dördüncü âyetinde izah edilmiştir. [7]

 

6- Göklerde, yerde ve her ikisinin arasında ve nemli toprağın altında' ne varsa hepsi Allah'ındır. [8]

 

7- Sen, sesini yükseltsen de yükscltmesen de şüphesiz Allah, gizliyi d< bilir gizlinin gizlisini de.

Ey Muhammed, sen konuştuğun sözü açığa vursan da gizlesen de rabbir için değişmez. Zira o, gizli olanı da bilir gizlinin gizlisini de.

Müfessirler, âyet-i Kerimede zikredilen "Gizlilik ve gizliliğin gizlisi1 ifadesini çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. Bunları şu şekilde Özetlemek müm kündür: Bundan maksat, kişinin gönlünden geçen fakat yapmadığı şeylerdir Yahut kalbine gelen vesveselerdir. Veya, kişinin kalbine doğmayan fakat ilerd( gerçekleşecek olan şeylerdir ki Allah Teala bütün bunlan bilir. Ya da "Gizlimi gizlisi" Allah Teala'nm, zatına mahsus kıldığı gizliliklerdir. Bunlan, kullanndai kimseye göstermez. [9]

 

8- Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. "Esmâül Hüsnâ" en güzel isimler onundur.

Kendisine hakkıyla kulluk edilecek olan ilah sadece Allah'tır, Ondan baş­ka hiçbir ilah yoktur. O halde ey insanlar sadece ona kulluk edin. En güzel isim­ler de ona aittir.

Allah Teala'ya ait olan "Esmaül Hüsna" "En güzel isimler" A'raf Sûresinin yüzsekseninci ayetinin izahında zikredilmiştir. [10]

 

9- Ey Muhammed, Musa'nın kıssası sana ulaştı mı? [11]

 

10- O bir zaman (Mcdycn'dcn Mısır'a giderken) bir ateş gördü. Aile­sine: "Siz burada durun ben bir ateş gördüm belki size ondan bir kor geti­ririm. Veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum." dedi.

Allah Teala bu âyetlerden itibaren Hz. Musa'nın kıssasını, ona vahyin nasıl gelmeye başladığını ve Hz. Musa ile bizzat nasıl konuştuğunu beyan et­mektedir.

Hz. Musa on yıldan fazla bir müddetten sonra, kızıyla evlendiği Şuayb aleyhisselamm yanından ayrıldıktan sonra hanımını ve çocuklarını alıp tekrar Mısır'a veya başka bir yere gitmek üzere yola çıkmıştır. Bu arada yolunu kay­betmiş şiddetli bir yağmur ve soğuğa yakalanmıştır. Karanlık bir gecede ateş yakmaya çalışmışsa da bunu başaramamıştır. İşte tam o sırada dağın başında ya­nan bir ateş görmüş, aile fertlerine orada beklemelerini, gidip oradan ateş getir­mek istediğini veya kendilerine yol gösterecek birini bulabileceğini söylemiştir.

Allah Teala bu olayı Hz. Muhammed (s.a.v.)e anlatarak kavminin işken­celerine karşı metanetli olmasını istemiştir. [12]

 

11- Ateşin yanına gelince, şöyle nida edildi: "Ey Musa, [13]

 

12-  Şüphesiz ben senin rabbinim. Ayakkabılarım çıkar. Çünkü sen, mukaddes vadi Tuva'dasm. [14]

 

13- Ben seni Peygamber seçtim. Şimdi vahyolunacakları dinle. [15]

 

14- Şüphesiz ki ben, Allahtm, Benden başka hiçbir ilah yoktur. O hal­de bana ibadet et. Beni anmak için namaz kıl.

Âyet-i Kerimede, Hz. Musa'ya, mukaddes Tuva vadisinde Alan Teala ile konuşurken ayakkabılarını çıkarması emrediliyor.

Hz. Ali (r.a.) Ebu Zer ve Ebu Eyyub el-Ensârî gibi bazı sahâbiler bunun sebebinin Hz. Musa'nın ayakkabılarının murdar eşek derisinden yapılma ayak­kabılar olduğunu söylemişlerdir.

Hasan-ı Basrî ve Mücahid'e göre ise bunun sebebi, ayakkabıların, murdar bir hayvan derisinden yapılma ihtimali değil Allah Teala'nın, Hz. Musa'nın ayaklarını mukaddes topraklara çıplak olarak basmasını istemesidir. Nitekim Kabe'ye girildiğinde de ayakkabılar çıkarılmaktadır.

Taberi bu görüşü tercih etmiş ve delil olarak ta âyet-i Kerimenin sonunda "Çünkü sen, mukaddes vadi Tuvâ'dasın." buyurulmasını göstermiştir.

Bir kısım âlimler de bunun sebebi "Hz. Musa'nın Allah Teala'nın huzu­runda bulunmuş olmasıdır." demişlerdir.

Son âyette: "Beni anmak için namaz kıl." ifadesi geçmektedir. Bu ifadeyi bundan başka şekillerde izah edenler de vardır. O izahlarda da şöyle denmekte­dir: "Bu ifade "Sadece beni anmak için namaz kıl." Yahut "Beni namazın içinde anmak için namaz kıl." demektir. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir. Veya "Namaz kıl. Çünkü ben onu Kur'anda zikrettim." anlamına gelmektedir. Yahut "Namaz kıl ki ben de seni öveyim ve delilleri yâdettireyim." demektir. Veya "Namazı, beni anma vakitleri olan beş vakitte kıl." demektir. Yahut "Namazı unutursan hatırlayınca hemen kıl." demektir. Nitekim Resulullah (s.a.v.)den şu Hadis-i Şerif rivayet edilmektedir. Enes (r.a.) diyor ki:

"Resulullah "Kim bir namazı unutursa onu hatırlayınca kılsın. Namazın bundan başka hiçbir keffareti yoktur." buyurdu ve "Beni anmak için namaz kıl." âyetini okudu. [16]

 

15- Herkesin, yaptığının karşılığını görmesi için kıyamet mutlaka kopacaktır. Ben onu neredeyse kendimden de gizleyeceğim.

Allah Teala bu âyet-i Kerimede, herkesin yapmış olduğu iyiliğin veya kötülüğün karşılığını görmesi için kıyametin mutlaka kopacağım beyan ediyor ve kıyametin ne zaman kopacağının ise büyük Meleklerden ve Peygamberler­den dahi gizlenmiş olduğu bildiriliyor.

Bazı müfessirler bu âyet-i Kerimeye, bir kıraat şekline göre şöyle mânâ vermişlerdir. "Şüphesiz ki kıyamet gelmektedir. Nerdeyse ben onu ortaya çıka­racağım ki herkes yapmış olduğu amelin karşılığım bulmuş olsun." [17]

 

16- Kıyamet gününe inanmayıp nefsinin arzusuna uyan, sakın seni ondan alıkoymasın. Yoksa helak olursun.

Ey Musa, kıyametin kopacağına inanmayan ve sadece kendi heva ve he­veslerine uyan insanlar seni kıyamet için hazırlık yapmaktan sakın alıkoymasın. Aksi takdirde helak olursun.

Müfessirlerin çoğunluğu buradaki kitabın Hz. Musa'ya yapıldığını ve Kur'an-ı Kerim'de zikredilmesi hasebiyle Hz. Muhanimed'e ve onun ümmetine de hitap olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir kısım müfessirief ise buradaki hita­bın sadece Hz. Muhammed (s.a.v.)e olduğunu zikretmişlerdir. [18]

 

17- Sağ elindeki nedir ey Musa?

Allah Teala Hz. Musa'ya, sağ elindekinin ne olduğunu bildiği halde yi­ne de onu sormuştur. Bunun hikmeti, Allah Teala'nın Hz. Musa'ya kendi kudre­tinin büyüklüğünü ve dilediğini yapma gücünde olduğunu göstermesidir. Allah Teala Hz. Musa'ya ne olduğunu sorduğu âsâyı yılan şekline sokmuş, onunla de­nizi yarmış ve onunla taştan su fışkırtmıştır. Bu sebepledir ki kendisiyle birçok mucizeyi meydana getirdiği âsânın ne olduğunu sormuş ve Hz. Musa'nın dikka­tini çekmiştir.

Bazı müfessirler buradaki sorunun asıl maksadının, Hz. Musa'yı teskin etmek ve Allah Teala ile yapmış olduğu konuşmadan dolayı duyduğu heyecanı yatıştırmaktır. Zira "Elindeki nedir?" diye sorarak ilahî kelamdan sonra konuş­mayı beşer seviyesine indirmiştir. Böylece Hz. Musa'nın heyecanını gidermiştir. [19]

 

18- Musa: "O benim âsâm'dır.'Ona dayanır, koyunlarıma onunla yaprak silkelerim. Benim ona başka ihtiyaçlarım da vardır." dedi.

Allah Teala Hz. Musa'ya sadece sağ elinde ne bulunduğunu sormasına rağmen Hz. Musa uzun bir cevap vermiştir. Bunun sebebi, Allah Teala ile ko­nuşmasını uzatmayı arzu etmesidir. [20]

 

19- Allah: "At onu ey Musa." dedi. [21]

 

20- Bunun üzerine Musa asasını bıraktı. Birde ne görsün o, bir yılan olmuş, hareket ediyor. [22]

 

21- Bunun üzerine Allah şöyle dedi: "Al onu. Korkma. Biz onu, eski haline döndüreceğiz.

Allah Teala, Hz. Musa'nın sağ elinde bulunan kuru âsâda mucizeler göstererek Hz. Musa'ya, onu yere atmasını emretmiş bunun üzerine âsâ hareket eden bir yılan haline gelmiştir. Hz. Musa bir insan olarak bunu görünce âsânın bu halinden korkmuş ve geri dönüp kaçmaya başlamıştır. Bunun üzerine Allah Teala Hz. Musa'ya, kaçmamasını, âsânın tekrar eski haline döneceğini bildir­miştir. Bundan sonra başka bir mucize göstermek için şöyle buyurmuştur: [23]

 

22- Elini koynuna sok da, bir başka mucize olarak, kusursuz bembe­yaz çıksın. [24]

 

23- Böylece sana, en büyük mucizelerimizden birini gösterelim.

Allah Teala, Hz. Musa'ya bu emri verince Hz. Musa elini koynuna sok­tu sonra çıkardı. Birde baktı ki eli bembeyaz olmuş, pınl pırıl parlıyor.

Hz. Musa'nın teni esmer renkteydi. Bu sebeple elinin kar gibi bembeyaz olması bir mucize idi. [25]

 

24- Firavuna git. Çünkü o azmıştır.

Ey Musa, sen benim tarafımdan bir elçi olarak Mısır'ın idarecisi olan Fi-ravun'a git. Zira o azmış, rabbine karşı isyan etmiştir. Sen onu, benim birliğimi kabullenmeye, bana itaat etmeye ve Israiloğullannı seninle birlikte serbest bıra-maya davet et. [26]

 

25- Musa şöyle niyaz etti: "Rabbim, gönlüme genişlik ver." [27]

 

26- İşimi kolaylaştır. [28]

 

27- Dilimin düğümünü çöz. (Kekemeliğimi gider.) [29]

 

28- Ki insanlar sözümü anlasınlar. [30]

 

29- Bir de ailemden birini bana vezir yap. [31]

 

30- Kardeşim Harun'u. [32]

 

31- Onunla beni güçlendir. [33]

 

32- Vazifemde onu bana ortak et. [34]

 

33- Ki seni çokça teşbih edelim. [35]

 

34- Ve seni çokça analım. [36]

 

35- Şüphesiz ki sen bizi çok iyi görüyorsun.

Hz. Musa, kendisine Peygamberlik verileceğini öğrenince Allah Tea-la'dan şunları istedi: "Ey rabbim, sen bana genişlik ver ki bana gönderdiğin vah­yi iyi anhyayım ve kendimde, Firvun'a karşı konuşma cesareti hissedeyim. Sen bana, vermiş olduğun Peygamberlik vazifesini hakkıyla yapmamı kolaylaştır. Sen, dilimdeki kekemeliği çöz ki rahat rahat konuşma imkânı bulayım. Ve in­sanlar ben ianlasınlar. Sen, ailemden birini, özellikle kardeşim Harun'u bana yardımcı kıl. Beni onunla güçlendir. Onu da, bana verdiğin Peygamberlik vazi­fesinde bana ortak kıl ki seni çokça teşbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz ki sen bizi çok iyi görüyorsun. Bizim hiçbir işimiz senden gizli değildir. [37]

 

36- Allah şöyle dedi: "Ey Musa, dilediğin sana verildi.

Ey Musa, istemiş olduğun şeyleri, gönül genişliği, işinin kolaylaştırılma­sı, dilindeki kekemeliğin giderilmesi, kardeşin Harun'a Peygamberlik verilerek sana yardımcı yapılmîsı isteklerin kabul edil li. [38]

 

37- Biz sana, bir kere daha lütufta bulunmuştuk. [39]

 

38- Hani bir zaman biz, annene bazı hususlar ilham etmiştik. [40]

 

39- Ona şöyle demiştik: "Musa'yı sandığa koy, Nİ1 nehrine bırak ta nehir onu kıyıya vursun. Onu, benim de onun da düşmanı olan biri alsın. Seni sevimli kıldım ki muhafaza akında yetişesin.

Taberi, îbn-i îshak'ın özetle şöyle söylediğini rivayet ediyor: Hz. Musa'nın annesi, Firavun'un, İsrailoğullan'nın her doğan erkek çocuğun öldü­rülmesini emrettiği yılda, Hz.Musa'yi dünyaya getirmiş ve Firavun'un, kendi ço­cuğunu da öldürteceğinden korkmuştur. Bunun üzerine Allah Teala Hz. Musa'mn annesine, ya zamanındaki Peygamberler vasıtasıyla veya bizzat kalbi­ne ilham ederek Musa'yı küçük bir sandığın içine koymasını ve onu Nil nehrine bırakmasını bildirmiştir. Musa'nın annesi, Allah Teala'nın, kendisine ilham etti­ği şeyi yapmıştır.

Firavun her zaman olduğu gibi bir sabah Nil nehrinin kenarındaki sarayı­nın bahçesinde karısı Âsiye ile birlikte otururlarken, nehir, sandığı getirip kena­ra attı. Firavun sandığın getirilmesini emretti. Sandık getirildi. Firavun onu açtı. İçi beşik şekline getirilmiş bu sandıkta Hz. Musa bulunuyordu. Allah Teala Hz. Musa'yı Firavun'a sevdirdi. Firavun ve hanımı onu alıp büyüttü.

Âyet-i Kerimede: "Musa'yı benim de onun da düşmanı olan biri alsın." buyurulmaktadır. Bu düşmandan maksat, Firavun'dur. Firavun ilahlık iddiasında bulunduğu için Allanın düşmanı olmuştur. Kz. Musa'nın büyüyüp Peygamber olmasından sonra kendisini imana davet etmesi üzerine de ona düşman olmuş­tur.

Âyet-i Kerimede "Seni sevimli kıldım" ifadesi zikredilmektedir. Bundan maksat, Allah tealamn, insanların kalblerine Hz. Musayı sevme duygusunu yer-ieştirmesidir. Yahut Hz. Musa'yı vücutça yakışıklı yaratmasıdır.

Yine âyet-i Kerimede "Seni sevimli kıldım ki. muhafazam altında yetişe-

sin." Duyurulmaktadır. Burada ifade edilen muhafaza altında bulundurulmaktan maksat, "Benim iradem ve sevgim ile beslene ve büyüyesin." demektir. Yahut "Bütün hallerinde benim denetimim altında bulunasın." demektir. [41]

 

40- Bir zaman kizkardeşin (Firavunun sarayına) gidip: "Size, onu bakıp yetiştirecek birini buluvereyim mi?" diyordu. Böylece annen sevinsin üzülmesin diye seni tekrar ona verdik. (İstemeyerek) bir adam öldürmüştün. Biz seni endişe ve gamdan kurtarmış ve seni iyi bir imtihandan geçir­miştik. Medyen'e gidip orada yıllarca kaldın. Sonra takdir edilen zamanda oradan geri geldin ey Musa.

Âyet-i kerimede, Hz. Musa'nın kızkardeşinin Firavunun sarayına gidip henüz çocuk olan Musa için bir süt annesi tavsiye ettiği zikrediliyor. Hz. Mu­sa'nın annesi, çocuğu sandığa koyup suya bırakırken onun kızkardeşine de san­dığı takib etmesini söylemişti. O da takib ederek sandığın nerede ve kimler tara­fında bulunduğunu uzaktan görmüştü.

Hz. Musa'nın, annesinden başka bir kadını emmemesi Üzerine, kızkardeşi süt anne olarak Hz. Musa'nın bizzat kendi annesini 'tavsiye etmiş ve tavsiyesine uyulmuştu. Bu husus şu âyetlerde açıkça beyan edilmektedir: "Musa'nın annesi­nin gönlünde, evladından başka bir şey yoktu. Eğer, müminlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik nerdeyse, Musa'nın kendi çocuğu olduğunu açığa vu­racaktı." "Annesi, Musa'nın kızkardeşine" "Onu takib et." dedi. O da Musa'yı uzaktan gözetledi. Firavun ve adamlarından kimse işin farkında değildi." "Biz, annesi gelmeden, Musa'nın başkalarını emmesine engel olmuştuk. Bunun üzeri­ne Musa'nın kızkardeşi: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davrana­cak bir aile göstereyim mi size?" dedi." "Böylece biz Musa'yı annesine geri ver­dik. Sevinsin, üzülmesin ve Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Fakat onlann çoğu bunu bilmezler. [42]

Âyet-i Kerimede Hz. Musa'nın bir kişiyi Öldürdüğü ve bundan dolayı da üzüldüğü ve Allah'ın, onu bu üzüntüsünden kurtardığı beyan ediliyor. Hz. Musa'nın adam Öldürme hadisesi de şu âyetlerde açıklanıyor: "Musa, halkının bir gaflet ânında şehre girdi. Orada biri kendi taraftarlarından diğeri düşmanla­rından olan iki adamın döğüştüğünü gördü. Kendi taraftarlanndan olan adam, düşmanlarından olan adama karşı Musa'dan yardım istedi. Bunun üzerine Musa, adama bir yumruk vurup öldürdü. "Bu yaptığım şeytanın işidir. O, gerçekten in­sanı saptıran apaçık bir düşmandır." dedi." "Musa, "Rabbim, doğrusu ben ken­dime zulmettim, bağışla beni." dedi. Allah ta Musa'nın duasını kabul edip bağış­ladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir." "Musa: Rabbim, bana lütfettiğin nimetler hakkı için, bir daha suçlulara arka çıkmayacağım." dedi." "Şehirde korku içerisinde idi ve etrafı gözetliyordu. Bir de ne görsün, daha dün kendisinden yardım isteyen taraftan, bugün başka bir kişiye karşı yine kendisin­den yardımına koşmasını istiyor. Musa ona: "Anlaşılan, sen apaçık bir azgın­sın." dedi." "Derken Musa, her ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak iste­yince, yardım dileyen, Musa'nın, kendisini yakalayacağını sanarak: "Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen ancak yeryüzünde bir zorba olmak arzusundasm, ıslah edenlerden olmak istemiyorsun." dedi." "Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak gedi. "Ey Musa, şehrin ileri gelenleri, seni öldürmek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğru­su ben sana öğüt verenlerdenim," dedi." "Bunun üzerine Musa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabbİm, beni şu zalim kavimden kurtar." dedi. [43]

Yine âyet-i Kerimede "Seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." Duyuruluyor. Abdullah b.Abbas, Hz. Musa'nın geçirmiş olduğu imtihanları uzun bir Hadis-i Şerifte, teferruatlı bir şekilde anlatmaktadır. Bunu bu şekilde özetlemek müm­kündür:

Sa'd b.Cübeyr diyor ki: "Ben, Abdullah b.Abbas'dan, Allah Teala'nın Hz. Musa'ya "Biz seni iyi bir imtihandan geçirmiştik." buyurmasının izahını sor­dum. Abdullah b.Abbas: "Ey İbn-i Cübeyr, bugün akşam oluyor. O imtihanlar meselesi pek uzun bir meseledir." dedi. Sabah olunca, Abdullah b.Abbas'm, bu meseleyi bana açıklayacağına dair verdiği sözü yerine getirmesi için ona gittim. Abdullah b.Abbas şöyle dedi:

"Bir gün Firavun ve adamları, Allah Teala'nın, İbrahim aleyhisselama, onun soyundan Peygamberler ve idareciler göndermeyi vaadetmesi meselesini görüştüler. İçlerinden bazdan şöyle dediler: "İsrailoğullan hâlâ bunu bekliyor­lar, bundan şüphe etmiyorlar. Onlar önceleri vaadedilen kimsenin, Yakub'un oğ­lu Yusuf olduğunu sanıyorlardı. Yusuf ölünce: "İbrahim'e vaad edilen bu değil­di." dediler. Bunun üzerine Firavun: "O halde ne diyorsunuz?" dedi. Firavun ve adanılan meseleyi müzakere ettiler ve bir kısım adamlanna usturalar vererek İs-railoğullarnın bulunduklan yerlerde gezip dolaşmalarını ve buldukları her erkek çocuğu öldürmelerine karar verdiler. Firavun'un adanılan bu karan uyguladılar. Fakat neticede İsrailoğullannın yaşlılannın öldüklerini, küçük çocuklannın da kesildiklerini görünce kendi kendilerine şöyle dediler: "Nerdeyse İsrailoğullan­nın sonu gelecek. Böyle giderse onlann yaptıktan işçiliği ve hizmetleri bizzat bizler yapmak zorunda kalacağız. Bu sebeple doğan erkek çocuklan bir yıl öl­dürün ertesi yıl Öldürmeyin. Kız çocuklanna ise dokunmayın. Böylece Ölen bü­yük erkeklerin yerini yetişecek erkek çocuklan tutmuş olur. Sağ bırakmış oldu­ğunuz çocuklar, kendilerinden korkulacak bir çoğunluk oluşturamazlar. İsrailo-ğulanmn tamamen sonu gelmemiş olur, biz de ihtiyaçlarımızı karşılamış olu­ruz." îsrailoğullan'nı öldürme kararlarını bu görüşe göre verdiler.

Hz. Musa'nın annesi, Musa'nın kardeşi Harun'u, erkek çocukların kesil­mediği yılda doğurdu. Bu sebeple onu güven içinde ve açıkça besleyip büyüttü. Çocuklann kesildiği ertesi yıl ise, Hz. Musa'ya hamile kaldı ve kalbine üzüntü­ler dolmaya başladı.

Ey İbn-i Cübeyr, Hz. Musa annesinin karnında iken, annesinin, daha son­ra çocuğnun başına gelecekleri düşünmesi, imtihanlardan biridir. Hal böyle iken Allah Teala, Hz. Musa'nın annesine: "Korkma, üzülme şüphesiz ki biz onu sana iade edeceğiz. Ve onu Peygamberlerden kılacağız." diye ilham etti. Ve ona, ço­cuğu doğurunca bir sandığın içine koyarak Nil nehrine bırakmasını emretti. Mu­sa'nın annesi Allah Teala'run emrettiklerini yaptı. Musa'yı taşıyan sandık suyun üzerinde annesinin gözünden kaybolunca Şeytan ona vesvese vermeye başladı. Ve kadın kendi kendine şöyle dedi: "Ben çocuğuma ne yaptım? Keşke o, gözü­mün önünde kesilseydi de ben onu elimle kefenleyip kabre koysaydim. Böyle yapmak, çocuğumun balıklara yem olmasından daha güzeldi."

Su Musa'yı alıp götürdü. Firavun'un haramının cariyelerinin su aldıkları bentte kaldı. Cariyeler sandığı gördüler» onu aldılar ve kapağını açmak istediler. Sonra onu açmaktan çekindiler ve birbirlerine şöyle dediler: "Bunun içinde eşya var. Eğer biz bunu açarsak Firavun'un hanımı içinde bulduğumuz şeylere inan­maz." Böylece sandığı olduğu gibi alıp hiçbir tarafını bozmadan Firavun'un ha­nımına götürdüler. Firavun'un hanımı sandığı açınca çocuğu gördü. Allah Teala, Firavun'un hanımının kalbine Hz. Musa'yı öyle bir sevme duygusu verdi ki, on­dan önce hiçbir kimseye karşı öyle bir duygu hissetmemişti. Diğer taraftan Mu­sa'nın annesinin gönlünde evladından başka hiçbir şey yoktu. Sadece evladını düşünüyordu.

Cellatlar bir çocuk bulunduğnu duyunca usturalarım alarak Firavun'un hanımının yanına gittiler ve çocuğu kesmek istediler.

Abdullah'b.Abbas diyor ki: "Ey İbn-Cübeyr, işte bu da imtihanlardan bi­ridir.

Firavun'un hanımı cellatlara şöyle dedi: "Benden uzak durun. Çünkü bu bir tek çocuk, İsrailoğullarmın sayışım artırmaz. Ben, Firavuna gidip onu bana bağışlamasını isteyeceğim. Eğer bana bağışlarsa bir iyilikte bulunmuş olursu­nuz. Şayet kesilmesini emrederse size diyeceğim kalmaz."

Firavunun hanımı çocuğu alıp Firavun'a getirdi. Ve: "Bu, benim için de senin içinde sevinç kaynağı bir çocuk. Onu Öldürmeyin, belki bize faydalı olur veya onu evlat ediniriz... [44]dedi. Firavun da: "Senin olsun benim buna ihtiya­cım yok." dedi.

Abdullah b.Abbas diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Adına yemin edilen Allah'a yemin olsun ki, şayet Firavun da kansi gibi, çocuğun ken­disini için bir sevinç kaynağı olduğunu kabul etseydi, Allah Teala kadını hida­yete erdirdiği gibi onu da hidayete erdirirdi. Fakat Allah, Firavun'u bundan mahrum etti."

Firavun'un hanımı Musa'ya bir süt annesi seçmek için çevresindeki bütün kadırüan çağırdı. Hangi kadın Musa'yı emzirmek istediyse Musa onu emmedi. Bunun zerine Firavun'un hanımı çocuğun, kimseyi emmeyerek acından ölece­ğinden korktu. Bu olay onu çok üzmüştü. Kadın, Musa'nın, insanların çokça bu­lunduğu pazar yerine götürülmesini ve orada bir süt annesi aranmasını emretti. Musa yine de kimsenin memesini emmedi. Diğer taraftan Musa'nın annesi ya­nıp yakılıyordu. Musa'nın kizkardeşine: "Sen bir araştır, sor belki ondan bir ha­ber alırsın. Oğlum diri mi yoksa onu su hayvanları ve balıklar mı yedi?" dedi. Musa'nın annesi, Allah'ın kendisine vermiş olduğu vaadi unutmuştu. Musa'nın kızkardeşi onu Firavun'un ve adamlarının göremeyeceği bir yerden izlerken onu cariyelerin bulduğunu gördü.

Firavun'un adamları süt anne bulmaktan âciz kalınca, kızkardeşi sevinç içinde onlara: "Sizin için ona bakıp yetiştirecek ve şefkatli davranacak bir aile göstereyim mi?" dedi[45] Firavun'un adamları kızı yakalayıp: "Bulacağın ailenin ona iyi davranacağını ne biliyorsun? Yoksa onlar bu çocuğu tanıyorlar mı?" de­diler. Ve Musa hakkında şüpheye düştüler.

Abdullah b.Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte bu da imtihanlardan biridir.

Kız ise Firavun'un adamlarına şu cevabı verdi: "Bulacağım ailenin ona iyi davranması ve şefkat göstermesi, Kralın sarayında süt annesi olmak isteye­ceklerinden ve bu işten menfaat umacaklanndandır.." Bunun üzerine Firavun'un adamları kızı bıraktılar. Kız annesine geldi ve ona olup bitenleri anlattı. Mu­sa'nın annesi geldi ve Musa'yı kucağına alır almaz memesine sarıldı ve emerek iyice doydu. Müjdeciler Firavun'un hanımına koşarak: "Oğluna süt annesi bul­duk." diye müjdeİediler. Firavun'un hanımı, Musa'nın annesine adam göndere­rek yanına çağırttı. Musa'nın, annesini nasıl emdiğini görünce: "Benîm yanım­da kal ve oğlumu emzir. Ben, bunun kadar hiçbirşeyi sevmemiştim." dedi. Mu­sa'nın annesi şu cevabı verdi: "Ben evimi ve çocuklarımı bırakarak onları kay-bedemem. Şayet bu çocuğu bana emanet ederseniz onu da alıp evime götürü­rüm. Benimle beraber kalır. Elimden gelen hiçbir iyiliği ondan esirgemem. Bu­na razı olmazsanız ben, evimi ve çocuklarımı bırakamam."

İşte bu sırada Musa'nın annesi, Allah Teaîa'nın kendisine verdiği vaadi hatırladı. Firavun'un hanımına karşı diretti. Allah'ın, vaadini mutlaka yerine ge­tireceğine inanıyordu.

Musa'nın annesi o günden itibaren çocuğunu alıp evine götürdü. Böylece Allah Teala Musa'yı güzel bir şekilde yetiştirdi ve hakkındaki hükmü gereği onu muhafaza etti.

Şehrin bir tarafında toplu halde yaşamakta olan îsrailoğullan, Hz. Mu­sa'yı vasıta kılarak Firavun'un kavminin, kendilerine yapmış oldukları zulüm ve angaryadan kurtulmaya çalışıyorlardı.

Musa büyümeye başlayınca Firavun'un hanımı Musa'mn annesine: "Ço­cuğumu görmem için bana getir." dedi. Musa'mn annesi, çocukla birlikte Firavun'un hanımını ziyaret edeceği bir gün tayin etti. Firavun'un hanımı özel dostlarına, muhafızlarına ve sarayda bulunan süt annelerine: "Sizden hiçbir kim­se oğlumu, hediye ve bahşişle karşılamaktan geri durmasın. Ben, muhafızımı göndereceğim, sizin ne yaptığınıza baksın." dedi.

Musa, annesinin evinden çıkıp Firavun'un hanımını evine gelinceye ka­dar, görüşme yerine hediyeler, bahşişler ve kıymetli eşyalar yığıldı. Musa kadı­nın yanına girince kadın eşyaları ona verdi, ona ikramda bulundu ve çok sevidi. Kadının kendisine güzel davranışı Musa'nın hoşuna gitti. Kadın: "Onu Firavun'a götürün o da hediyeler verip ikramda bulunsun" dedi.

Musa'yı Firavun'un yanına götürünce Firavun onu kucağına aldı. Musa Firavun'un sakalından tutup öyle bir çekti ki, sakalının uçları yere değdi. Orada bulunan Allah düşmanlarından biri şöyle dedi: "Görmüyor musun? işte Allah'ın İbrahim'e vaadettiği." Bu sana galip gelecek ve seni' yok edecek. Cellatları çağır bunu kessinler."

Abdullah b.Abbas diyor ki: "Ey İbn-i Cübeyr, Musa'nın uğradığı bütün imtihanlardan sonra bir imtihan da işte bu idi.

Bü olay üzerine Firavun'un hanımı koşarak Firavun'un yanına vardı ve ona "Bana hediye ettiğin bu çocuk hakkında sana ne oluyor?" dedi. Firavun: "Görmüyor musun bu adam bu çocuğun bana galip geleceğini ve beni öldürece­ğini tahmin ediyor." dedi. Kadın: "Bunun doğru olduğunu anlamak için bir şey yapalım. Mesela, iki parça köz iki tane de inci getir onları çocuğa yaklaştır. Eğer incileri tutup köz'den kaçınırsa aklının erdiğini anlarsın. Şayet közleri tutar da incilere bakmazsa bil ki aklı olan hiçbir kimse incileri bırakıp ta közü (ateşi) tercih etmez." dedi. Bunun üzerine Firavun, kadının söylediği şeyleri getirip musa'ya yaklaştırdı. Musa eliyle közleri tuttu. Firavun, elini yakmasın diye on­ları çekip elinden aldı. Firavun'un hanımı: "Görmüyor musun ne yapıyor?" dedi. Böylece Allah, Musa'yı Öldürmeyi düşünen Firavunun şerrini, Musa'dan uzak­laştırdı. Zira Allah, Musa hakkındaki takdirini yerine getirecekti.

Musa erginlik çağma erişip büyük insanların arasına katılınca, artık Firavun'un adamlarından herhangi biri îsrailoğullarından kimseye zulmedemi­yor ve onları angarya işlerde çahştırarmyorlardı. İşte bu dönemde Hz. Musa şehrin bir tarafında gezerken, îsrailoğullanndan bir adamla Firavun'un taraftar­larından bir adamın birbirlerini öldürmeye çalıştıklarını gördü. îsrailoğullanndan olan kişi Firavun'un taraftarlarından olan kişiye karşı Musa'dan yardım iste­di. Musa çok kızdı. Zira, Firavun'un taraftarlarından olan kişi, Musa'nın, İsrailo-ğullannı himaye ettiğini bilmesine rağmen îsrailoğul I arından olan kişiye saldır­mıştı. Bundan dolayı Musa aşın derecede öfkelenmişti.

Musa'nın annesinden başka diğer insanlar, Musa'nın, İsrailoğullannı niçin himaye ettiğini bilmiyorlardı. Sadece süt emmeden dolayı olduğunu sanıyorlar­dı. Ancak Allah Teala Musa'ya, başkalarına bildirmediği birşeyi ilham etmiş olabilirdi.

Musa, Firavun'un taraftarlarından olan adama bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Musa ile ölen adamı Allah'tan ve İsraüoğuîanndan olan adamdan baş­ka kimse görmemişti. Musa adamı öldürdükten sonra kendi kendine şöyle dedi: "Bu yaptığım Şeytanın işidir. O, gerçekten insanı saptıran apaçık bir düşman­dır." Sonra Allah'a yalvararak şöyle dua etti: "Rabbim, doğrusu ben kendime zulmettim. Bağışla beni." Allah da Musa'nın duasını kabul edip onu bağışladı. Çünkü o, çok affeden ve çok merhamet edendir, Musa şehirde korku içerisin­deydi ve etraftan gelecek haberleri bekliyordu. Durum, Firavun'a intikal ettirildi ve ona: "îsrailoğullanndan bir adam, Firavun taraftarlanndan birini öldürdü. Onlardan hakkımızı al. Bu hususta onlara müsamaha gösterme." denildi. Bunun üzerine Firavun: '"Bana katili ve olayın şahitlerini bulun. Zira şahitsiz, ispatsız hüküm vermek doğru olmaz." dedi. Bunun üzerine araştırmaya başladılar. On­lar, araştırmalarına devam ediyorlardı ve henüz bir delil bulamamışlardı. Bu sı­rada Musa bir de ne görsün daha dün, kendisinden yardım isteyen îsrailoğulla­nndan olan kişi bugün başka bir Firavun taraftan ile dövüşüyor ve yine kendi­sinden, yardımına koşmasını istiyor. Musa, bir gün önce yaptığından pişman ol­muştu. Bu sebeple görmüş olduğu yeni olay hoşuna gitmedi ve kızdı. Elini uza­tıp Firavunun taraftan olan kişiyi yakalamak istedi. Ve İsrailoğuIIarmdan olan adama: "Anlaşılan sen, apaçık bir azgınsın." dedi. îsrailoğuIIarından olan kişi Musa'ya baktı. Bir gün önce Firavun taraftarını öldürdüğü andaki gibi kızgındı, îsrailoğullanndan olan kişi, Musa'nın kendisine "Şüphesiz ki sen, apaçık bir az­gınsın." demesinden sonra bu sefer de kendisini yakalamak istediğinden korktu ve kendisiyle kavga eden adamı Musa'nın önüne sürerek kendisi onun arkasına geçti ve: "Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek isti­yorsun?" dedi ve kavga edenler aynldılar. Firavun'un taraftan olan adam gidip, îsrailoğullanndan olan adamdan duyduklarını anlattı. Bunun üzerine Firavun celiatlanni gönderdi, Musa, şehrin en büyük cadesini tuttu yürüdü. Onu arayan Firavun'un adamları Musa'nın ellerinden kaçabileceğini sanmıyorlardı. Musa'nın taraftarlanndan bir adam, şehrin en uzak yerinden koşarak geldi. Ge­lirken kestirmeden geldi ve Firavun'un adamlan Musa'nın yanma vannadan ona ulaştı ve durumu ona bildirdi. Ve: "Ey Musa, şehrin ileri gelenleri seni öldür­mek için tertip kuruyorlar. Hemen git buradan. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim." dedi. Bunun üzerine Musa, korka korka, çevresini gözetleyerek şehir­den çıktı. "Rabbim, beni şu zalim kavimden kurtar." diye dua ediyordu.

Abdullah b.Abbas dedi ki: "Ey İbn-i Cübeyr, işte imtihanlardan biri de bu idi."

Musa, Medyen'e doğru yo!a koyuldu. Bu olaydan önce hiçbir sıkıntı çek­memişti. Yol hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Ancak rabbine inancı tamdı. Ve: "Umanın rabbim bana doğru yolu gösterir." diyordu.

Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir cemaat buldu. Onların gerisinde de hayvanlarının suya gitmelerini engellemeye çalışan iki ka­dın gördü. Onlara: "Derdiniz nedir, bir tarafa çekilmiş hayvanlarınızı sularmyor-sunuz?" dedi. Onlar da: "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulamayız. Zira biz, onlarla yarışacak güce sahip değiliz. Ayrıca babamız da oldukça yaşlı bir adam­dır. Biz, onlardan artan sularla hayvanlarımızı suluyoruz." dediler. Bunun üzeri­ne Musa onların hayvanlarını sulayıverdi. Musa, su kovalarını dolu dolu çekti ve bütün çobanlardan Önce o kadınların koyunlarını suladı. Kadınlar sürüleriyîe birlikte dönüp babalarına gittiler. Musa ise oradan ayrılıp bir ağacın gölgesine çekildi ve orada rabbine şöyle niyaz etti. "Rabbim, ben, gönderdiğin her hayra ve nzka çok muhtacım."

Kadınların babası, kızlarının, koyunları suya doymuş olarak çabucak dönmelerinden kuşkulandı ve onlara: "Sizde bugün bir hal var." dedi. Onlar da babalarına, Musa'nın kendilerine yaptığı yardımı anlattılar. Babalan, kızlanndan birine Musa'yı çağırmasını emretti. Kız gdip Musa'yı çağırdı. Musa, kızların ba­bası olan Şuayb aleyhisselam ile konuşunca Şuayb aleyhisselam ona: "Korkma artık zalim kavimden kurtuldun. Firavun ve kavminin, bizim üzerimize herhan­gi bir nüfuzu yoktur. Biz onun ülkesinde yaşamıyoruz." dedi. Kızlardan biri de şöyle dedi: "Babacığım onu ücretle çalıştır. Çünkü o, ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir bir adamdır." Şuayb aleyhisselam kızının bu sözle­rine karşı namusunu kıskanarak ona şöyle dedi: "Onun güçlü ve güvenilir biri olduğunu nereden biliyorsun?" Kız:."Güçlü olduğunu, koyunlarımızı sularken kovayla su çekmesi sırasında gördüm. Ben bugüne, kadar su çekmekte bundan daha güçlü olanı görmedim. Güvenilirliliğine gelince, ben ona gidip karşısına dikildiğimde bana baktı, kadın olduğunmu anlayınca başını eğdi ve ben senin sözlerini ona söyleyip tamamlayıncaya kadar yukan kaldırmadı ve sonra bana: "Sen arkamdan yürü yolu bana tarif et." dedi. îşte ancak güvenilir bir insan böy­le yapar." dedi. Kiz, bu sözleriyle babasını rahatlattı. Babası kıza inandı ve söy­lediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdi. Ve Musa'ya şöyle dedi: "Bana sekiz yıl çalışman şartıyla seni bu iki kızımdan biriyle evlendirmek istiyorum. Eğer bunu on yıla tamamlamak istersen o da senden bir lütuftur. Fakat seni zora koş­mak ta istemem. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın." dedi. Musa da' "Bu, seninle benim aramda kesin bir sözleşmedir. Bu iki süreden hangisini doldurur-sam doldurayım haksızlığa uğramış olmam. Söylediklerimize Allah şahittir." dedi.

Bu anlaşmaya göre sekiz yıl hizmet etmek Musa'nın üzerine borç oldu. İki yılı da, Allah'ın kendisine takdir ettiği süre olarak tamamladı. Böylece Şu-ayb aleyhisselamm yanında on yıl geçirmiş oldu."

Bundan sonra Musa, ailesiyle birlikte yola çıktı. İşte bu yolculukta dağda yanan ateşi görme, âsâsınm yılana dönüşmesi, elinin koynundan bembeyaz çı­ması mucizeleri meydana geldi.

Musa, Allah Teala'ya, Firavun'un taraftarlarından birini öldürdüğünü, di­linin kekeme olduğunu arzetti ve rabbinden, kardeşi Harun'u da Peygamber seç­mesini istedi. Allah Teala da Musa'nın isteklerini kabul etti. Kekemeliğini gi­derdi, Harun'a vahiy verdi ve Musa'ya, Harun'la görüşmesini emreti. Musa asasını alıp yola devam etti. Kardeşi Harun'la buluştu. İkisi birlikte Firavun'a gi­dip görüşme izni verilmediği için kapısında uzun süre beklediler. Sonra onlara görüşme izni verildi. Firavun'a vanp şöyle dediler:'"Şüphesiz ki biz, rabbinin Peygamberleriyiz." Firavun: "Rabbiniz de kimdir?" dedi. Musa ve Harun, Kui'an'in bize anlattığı şekilde Firayun'la konuştular. Firavun onlara: "Netice olarak ne istiyorsunuz?" dedi. Ve Musa'ya adamlarından birini öldürdüğünü ha­tırlattı. Musa özür diledi ve Firavun'a: "Allah'a iman etmeni ve îsrailoğullannın bizimle bilikte gitmeleri için serbest bırakmanı istiyoruz." dedi. Firavun bunu kabul etmedi ve Musa'ya: "Eğer doğru söyleyenlerden isen bunu gösteren bir delil getir." dedi. Musa, asasını yere bıraktı. Bir de ne görsünler âsâ, Firavun'un üstüne hızla yürüyen ağzı açık bir yılan haline dönüştü. Firavun âsânın bu şekil­de kendisine yöneldiğini görünce korktu. Tahtından kalkıp Musa'dan onu dur­durmasını istedi. Musa da onu durdurdu. Sonra koynundan elini çıkardı. Fira­vun, onun gözleri kamaştıracak kadar beyaz olduğunu gördü. Sonra eli tekrar eski haline geldi. Bunun üzerine Firavun, ileri gelenleriyle istişarede bulundu. İleri gelenleri ona şöyle dediler: "Bunların ikisi de sihirbazdan başka bir şey de­ğildir. Sizi, sihirleriyle ülkenizden çıkarmak, dosdoğru dininizi ortadan kaldır­mak istiyorlar."

Firavun ve taraftarları, Musa'nın, kendilerinden istediği hiçbir şeyi kabul etmediler. Firavuna: "Sen bunlara karşı sihirbazları topla. Senin ülkende çokça sihirbaz var. Sihirbazlar bunlara galip gelsinler." dediler. Firavun bütün şehirle­re adamlar gönderip ileri gelen bütün sihirbazları topladı. Sihirbazlar onun hu­zuruna gelince Musa'yı kastederek: "O nasıl bir sihir yapıyor?" diye sordular. Firavun'un adamları: "O, yılanla sihir yapıyor." diye cevap verdiler. Sihirbazlar: "Vallahi yeryüzünde yılanlarla, iplerle ve âsâ ile bizim kadar sihir yapan hiçbir kimse yoktur. Eğer biz galip gelirsek mükâfatımız ne olacaktır?" dediler. Firavun onlara: "Sizler benim yakınlarım ve özel adamlarım olacaksınız. İstediğiniz her şeyi yapacağım." dedi. Bunun üzerine Musa ile Firavun ve taraftarları, bay­ram gününde, kuşluk vaktinde bir araya gelmeyi kararlaştırdılar.

İşte sözü edilen bu günde Musa, Firavun ve sihirbazlarına galip gelmiştir. Ve halen o gün Aşure günü olarak devam etmektedir.

O gün insanlar bir meydanda toplandılar. Aralarında: "Durum bakalım si­hirbazlar, yani Musa ve Harun galip gelirlerse, belki onlara tâbi oluruz." diye alay ediyorlardı. Sihirbazlar: "Ey Musa, ya sen ilk olarak maharetini ortaya koy veya biz koyalım." dediler. Musa: "Siz koyun." dedi. Onlar da sihir iplerini ve değneklerini atıp: "Firavun hakkı için mutlaka galip gelecek olan biziz." dediler. Musa, sihirbazların sihrini görünce içine bir korku düştü. Allah Teala da ona: "Sen de âsânı at." dedi. Musa asasını atınca o âsâ ağzı açık büyük bir ejderhaya dönüştü. Ve ipleri ve değnekleri toparlayıp yuttu. Sihirbazlar bunu görünce: "Eğer bu, sihir olsaydı hiçbir zaman bizim sinirimize ulaşamazdı. Fakat bu, Al­lah tarafından bir iştir. Biz, Alİaha ve Musa'nın Allah katından getirdiklerine iman ettik. Bundan önceki durumumuzdan dolayı Allah'a tevbe ederiz." dediler, îşte burada Allah, Firavun'un ve taraftarlarının belini kırdı. Hak galip geldi. On-lann yaptıkları ise boşa çıktı. Orada mağlup oldular. Zelil olarak geri döndüler.

Firavunun kansı ise perişan bir halde ortaya çıkmış Allah'a dua ediyor, musa'nın Firavun ve adamlarına galip gelmesini niyaz ediyordu. Firavunun ta­raftarlarından onu görenler, onun, Firavun ve taraftarları için perişan olduğunu sanıyoiardı. Halbuki onun üzüntü ve endişesi Musa içindi.

Musa her mucize getirdiğinde Firavun ona, firavun ona, îsrailoğullanni kendisiyle birlikte serbest bırakacağına dair yalan vaadlerde bulunuyor sonra­dan vaadini bozuyordu. Ve: "Rabbin bundan başka bir şey yapabilir mi?" diyor­du. Öyle ki Allah Teala Firavun'un kavmine, Tufan, Çekirge, Haşerat, Kurbağa-ve Kan gibi felaketler gönderdi. Bunların her biri geldiğinde Firavun Musa'ya başvuruyor, bunların kaldırılmasını istiyor ve karşılığında îsrailoğullannı ser­best bırakacağını vaadediyordu. Bu belalar başından kalkınca da sözünden dö­nüyor, vaadini bozuyordu.

Allah Teala, nihayet Musa'ya, kavmiyle birlikte Firavun'un diyarından çıkmasını emretti. Musa ve geceleyin kavmiyle birlikte yola çıktı. Sabah olunca Firavun onların gitmiş olduklarını gördü. Şehirlere adamlar göndererek ordu toplattı ve Musa'yı takibe çıktı.

Allah Teala denize: "Kulum Musa âsâsıyla sana vurduğunda oniki parça­ya bölün ki Musa beraberindekiler içinden geçsinler. Sonra Musa'nın arkasından gelen Firavun ve taraftarlarının üzerine kapan," diye emretti. Fakat Musa âsâsıyla denize vurmayı unuttu. Denizin önüne geldiğinde deniz ikiye ayrılmışti. Zira o, Musa gelip kendisine âsâ ile vurduğunda uyarlamayacağından ve böy­lece Allah'a isyan etmiş olacağından korkuyordu.

İki topluluk birbirini görüp yakınlaşınca Musa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bize yetişecekler. Ey Musa, rabbinin sana emrettiğini yap. Zira ne senin rab-bin yalan söyler, ne de sen." dediler. Musa da dedi ki; "Rabbim bana vaadetti ki denize vardığımda o deniz oniki parçaya ayrılacak ben de ondan geçeceğim. Bundan sonra asasını hatırladı. Firavun ordusunun öncülerinin, Musa ile giden İsrail oğullarının en arkada bulunanJanna yetiştiği sırada o âsâyı denize vurdu. Allah Teala'ın emrettiği şekilde deniz parçalara ayrıldı. Musa ve taraftarlarının hepsi denizi geçip karşıya çıktılar. Firavun taraftarları ise denizin içine daldıkla­rı bir sırada Allah tealanın emrettiği şekilde deniz onların üzerine kapanıverdi.

Musa'nın kavmi denizi geçtikten sonra şöyle demeye başladı: "Biz Fira-vun'un boğulmadığından korkuyoruz. Biz onun helak olduğuna inanmıyoruz." Bunun üzerine Musa rabbine dua etti. O da Firavun'un cesedini onîann gözünün önüne çıkardı. Onlar da böylece Firavun'un öldüğüne kesin olarak inandılar.

Sonra Musa ve kavmi, kendilerine ait putlara secde eden bir kavme rast­ladılar. Ve Musa'ya şöyle dediler: "Ey Musa, bunların nasıl ilahları varsa bize de öyle ilah yap." Musa da onlara şöyle dedi: "Şüphesiz ki siz, cehalete düşen bir kavimsiniz. Çünkü şu gördüğünüz putlara ibadet edenlerin içinde bulunduk­lara din, yıkılmaya mahkumdur. Ve yaptıkları ameller bâtıldır."

Bundan sonra Musa, kavmini, konaklayacakları bir yerde durdurdu ve onlara: "Siz Harun'a itaat edin. Zira ben onu, kendi yerime size Halife tayin edi­yorum." dedi.

Musa, Allah Teala ile otuz gün konuşmalarda bulunup sonra kavmine dö­neceğini söyledi ve onlardan ayrılarak rabbi ile konuşmaya gitti. Otuz ün geç­tikten sonra Allah Teala bir on gün daha uzattı. İşte bu son on gün içinde Israi-loğuilan, kendi aralarında ihtilafa düştüler. Firavun'un taraftarlarından emanet olarak aldıkları ziynet eşyaları bir çukura doldurulup yakıldıktan sonra, Samiri adlı bir kişi, eritilen bu mücevherattan bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgâr bu hey­kelin ağzından girip arkasından çıktıkça, böğürür gibi bir ses meydana getiriyor­du. İsrailoğullanndan bazıları bu buzağı heykeline taptı, bazıları ise buna karşı çıktı. Bir kısmı da tarafsız kaldı. Buzağının sevgisi kalblerine işleyenler, dini açıkça yalanlamaya kalktılar.

Harun onlara: "Ey kavmim, siz bu buzağı heykeli ile imtihan edildiniz. Rabbiniz, ancak rahman olan Allah'tır. Bana uyun, emrime itaat edin." dedi. Bu­nun üzerine onlar: "Ne oluyor Musa'ya? O bize otuz gün vaadetti sonra da vaa­dinden döndü. Aradan kırk gün geçti. Hâlâ gelmedi." dediler. İçlerinden beyin­siz olanlar ise: "Belki de o, rabbini yitirdi onu anyor ki onun peşinden gitsin." dediler.

Musa, Allah Teala ile konuştuktan sonra Allah Teala ona kavminin yap­tıklarını haber verdi. Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak döndü ve onlara: Kur'an-ı Kerim'in kıssasını zikrettiği şeyleri söyledi... Kardeşi Harun'a öfkelen­dikten sonra onu mazur gördü. Sonra Samiri'yi hesaba çekti. Samiri de ona: "Ben İsrailoğullannın görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç top­rak alıp onu, erimiş mücevheratın içine attım. îşte böyle bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi. Musa da ona şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: '"Ba­na dokunmayın." diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vaade-dilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun ilahına ne yapacağız bir bak. Onu mu­hakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."

Sonra, İsrailoğullanndan buzağıya tapanlar hata ettiklerini anladılar. Musa'ya: "Rabbine yalvar da bizim için tevbe edecek bir kapı açsın biz de tevbe edelim de yaptıklarımızı bağışlasın." dediler. Bunun üzerine Musa, Buzağıya tapmaya katılmayan ve îsrailoğullarının önde gelenlerinden yetmiş kişiyi seçip tevbe etmeye gittiler. Vardıkları yerde bir sarsıntıya yakalandılar. Bunun üzeri­ne Musa: "Ey rabbim, eğer dileseydin bunları da beni de daha önce helak eder­din. Sen, içinizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzündne bizi helak mı edecek­sin? dedi.

Aslında bu yetmiş kişinin içinde buzağıya tapan kişiler de bulunuyordu. Fakat Musa ve Harun bunun farkında değillerdi. Yeryüzü bundan dolayı onları sarsmıştı. Allah Teala Musa'ya: "Bunların tevbeleri, içlerinden herbirim'n, önüne geleni, baba-oğul demeden öldürmesi ve kimin öldürüldüğüne bakmamasıyla olacaktır." buyurdu.

İsrailoğullan Allah Teala'nın kendilerine emrettiği şekilde yaptılar. So­nunda Allah Teala öldüreni de öldürüleni de bağışladı. Sonra Musa, kavmiyle birlikte Kudüs topraklarına doğru yürüyüp gitti. Onlara Allah Teala'nın gönder­miş olduğu emirleri tebliğ etti. Bu emirler ise onlara ağır geldi ve bunları kabul etmemekte direttiler. Bunun üzerine Allah Teala dağı onların üzerine bir bulut gibi kaldırdı ve onlara yaklaştırdı. İsrailoğullan, dağın üzerlerine düşeceği kor­kusuyla ilahi emirlere sarıldılar ve Musa'yı takib ederek mukaddes topraklara vardılar. O topraklarda zorba bir kavmin yaşadığını gördüler ve Musa'ya: "On­lar orada bulunduğu müddetçe biz oraya giremeyiz" dediler. Musa'nın ısran üzerine: "Git onlarla sen ve rabbin savaşın biz burada oturacağız." dediler ve bu sözleriyle Musa'yı kızdırdılar. Musa, bundan önce İsrailoğullan aleyhine her­hangi bir beddua yapmamıştı. Fakat onların bu sözleri üzerine onlara beddua et­ti. Allah da duasını kabul etti ve onlann Kudüs topraklarına girmelerini kırk yıl haram kıldı. Bu sebeple onlar çöllerde şaşkın vaziyette kırk yıl dolaştılar. Sa­bahtan akşama kadar yol yürüyor akşamleyin bulundukları yerde konaklıyorlar­dı, Allah Teala İsraiioğullanna bu kırk yıl içinde de çeşitli nimetler ihsan etti. Onlan çölde bulutla gölgelendirdi. Gökten üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirdi. Taştan on iki pınar fışkırttı ve bunlara benzer daha birçok liituflarda bulundu... (Bu hadise tefsir kitaplarında "Fûtun hadisi" denmektedir.) [46]

 

41- Seni kendime Peygamber seçtim. [47]

 

42- Sen ve kardeşin mucizelerimle gidin. Beni anmada (ve emirlerimi tebliğde) gevşek davranmayın. [48]

 

43- İkiniz de Firavun'a gidin. Çünkü o azdı. [49]

 

44- Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyle­yin."

Ey Musa, ben sana bu nimetleri verdim. Çünkü ben seni Peygamberliğe ve emirlerimi tebliğ etmeye seçtim. Sen ve kardeşin Harun, delil ve mucizele­rimle Firavun'a gidin. Zira o azdı. Ona, benim size emrettiklerimi tebliğ edin. Size emrettiğim şeyleri tebliğ ederken beni anmayı unutmayın. Zira beni anma­nız azminizi güçlendirir. Ayaklarınızı yerinde sabit tutar. Firavuna karşı konu­şurken yumuşak bir şekilde konuşun. Umulur ki, o konuştuklarınızı düşünür, ib­ret alır veya Allah'tan korkar, azgınlığından vaz geçer. [50]

 

45- Musa ve Harun: Ey rabbimiz, Firavun'un bize karşı aşırı davran­masından veya daha da azmasından korkarız." dediler.

Musa ve Harun: "Ey rabbimiz, biz Firavun'u emrettiğin şeye davet edince onun bizi derhal cezalandıracağından veya azgınlıkta daha da ileri gideceğinden korkuyoruz." dediler. [51]

 

46- Alîah şöyle dedi: "Hiç korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim. Ben herşeyi işitirim, görürüm. [52]

 

47- Firavuna varın ona, deyin ki: Şüphesiz biz, rabbinin Peygamber­leriyiz. Bizimle İsrailoğullarını salıver. Onlara işkence etme. Biz sana, rab-binden bir mucize ile geldik. "Selam" hidayete uyanlara olsun." [53]

 

48- Bize vahyolunmuştur ki (Peygamberi) yalanlayıp yüz çevirenlere mutlaka azap vardır.

Allah, Musa ve Harun'a şöyle dedi: "Siz Firavundan korkmayın. Ben, si­zinle beraberim. Ona karşı size yardım ederim. Aranızda geçecek olan şeyleri işitir ve görürüm. Siz ona vann ve deyin ki: "Şüphesiz ki biz, senin rabbinin Peygamberleriyiz. O, bizi sana gönderdi. Rabbin sana, İsrail oğul lannı bizimle beraber serbest bırakmanı emrediyor. Sen onlan bizimle beraber serbest bırak. Onlara, güçlerinin yetmeyeceği işleri yükleyerek onlara işkence etme. Biz sana, rabbin tarafından bir mucize getirdik. Sana söylediğimiz şeylerde bize inanmaz­san o mucizeyi sana göstereceğiz. Selam ve esenlik, Allah'ın hidayetine tabi olanların üzerine olsun. Rabbin bize şunu vahyetti ki, davet ettiğimiz dinden yüz çevirip onu yalanlayanlara mutlaka azap vardır."

Ayet-i Kerimede, Müslüman olmayana nasıl selam verileceği beyan edilmektedir. Resulullah (s.a.v.) de Herakliyus'a mektup yazarken, mektubun başına: "Selam hidayete tâbi olanlaradır." şeklinde yazmıştır. [54]

 

49- Bunun üzerine Firavun: "Rabbiniz de kimdir ey Musa?" dedi.

Hz, Musa ve Harun, Firavun'a vardılar, Allah Teala'mn kendilerine em­rettiği şeyleri ona tebliğ ettiler. Firavun ise, kendisini yaratan Allahı inkâr ede­rek: "Rabbiniz de kimdir ey Musa?" dedi. [55]

 

50- Musa: "Rabbimiz, herşeye takdir ettiği şekli verip sonra da doğ­ru yolu gösterendir." dedi.

Müfessirler bu âyet-i Celileyi çeşitli şekillerde izah etmi§lerdir. Bu izah şekillerinden biri de şöyledir: "Allah, herşey için eşini yaratmış ve ona, evlen­me, yeme, içme, barınma vb. yollan göstermiştir." Taberi bu izah şeklini tercih etmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Herşeye, yaratılmış olduğu şeklini ver­miştir. İnsanları insan, hayvanları hayvan şeklinde yaratmış sonra da herşeye, kendisine uygun olan yollan göstermiştir. Gıdasını nasıl tedarik edeceğini ve te­darik ettiği gıdayı nasıl muhafaza edeceğini öğretmiştir.

Diğer bir izah şekli de şöyledir: "Her canlının yaratılşını düzgün ve uy­gun bir şekilde yapmıştır. Sonra ona kendisine yaraşacak şeyleri göstermiş ve öğretmiştir.

Başka bir izah şekli de şöyledir: "Yarattığı her şeye kendisine yaraşan Özellikler verdi. Köpeğe diş, kuşa pençe gibi. Sonra ona nayatini nasıl devam ettireceğini gösterdi." Diğer bir izah şekli şöyledir: "Allah, yarattı ki arının, amellerini, ecellerini, nzıklarını takdir etmiştir. Yaratıklar, onun takdir ettiği şe­kilde hareket etmektedirler. [56]

 

51- Firavun: "Öyleyse geçmiş nesillerin haline olacak?" dedi.

Hz. Musa, Firavun'a, kendisinin Allah tarafından gönderildiğini ve Allah'ın herşeyi yaratıp onlara nimetlerini verdiğini söyleyince Firavun: "Daha önce geçmiş ümmetlerin durumu ne olacak? Zira onlar senin rabbine ibadet et­memiş başka şeylere tapınışlardır. Onlann hepsi de cehennemlik midir?" diye sordu. [57]

 

52- Musa şöyle dedi: "Onlar hakkındaki bilgi} rabbimin n ez din d e bir kitaptadır. Rabbim ne şaşırır ne de unutur.

Hz. Musa, Firavun'a cevap vererek: "Şayet geçmiş ümmetler rabbime kulluk etmediyseler, onların yaptıkları ameller levh-i Mahfuzda ve amel defter­lerinde rabbim tarafından zaptedilmiştir. Rabbim, asla şaşırmaz. Büyük küçük hiçbirşey onun kontrolündün çıkmaz. O, hiçbir şeyi de unutmaz. Derhal ceza­landırılmaları gerekmiş de rabbim onlan cezai andı rmışsa doğru olan budur. Şa­yet cezai andın İmal arını kıyamet gününe bırakmışsa yine doğru olan o'dur. Zira rabbim, ne yaptığını çok iyi bilendir. O, ne şaşırır ne de unutur. [58]

 

53- Yeryüzünü size beşik yapan, orada size yollar açan ve gökten su indiren O'dur. "Biz, gökten indirdiğimiz su ile çeşitli bitkilerden çiftler çı­kardık.

Hz. Musa, Firavun'a karşı sözlerine devamla diyor ki: "Benim rabbim sizin için, yeryüzünü beşik gibi yapan, orada size, çeşitli ihtiyaçlarınızı gider­mek için gezip dolaştığınız yollar açan ve gökten yağmur indirerek çeşitli bitki­ler bitirendir."

Allah Teala, yağmurlarla çeşitli bitkileri çiftler halinde yarattığını beyan ediyor. Bundan sonra gelen âyet-i kerimede de onlardan faydalanmamızı ve on­lan düşünerek ibret almamızı bildiriyor. [59]

 

54- Onlardan hem siz y ey in hem de hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için nice deliller vardır.

Ey insanlar, gökten indirdiğimiz yağmurla yeryüzünde bitirdiğimiz çeşitli bitki ve mahsullerden yeyin, hizmetinizde kullandığınız hayvanlarınıza da yedi-rin. Şüphesiz ki bu anlatılanlarda, akıl sahipleri için, Allah'ın kuvvet ve kudreti­ni gösteren deliller vardır. O akıl sahipleri bu delillerden ibret alır hakka tâbi olurlar. [60]

 

55- Biz sizin aslınızı topraktan yarattık. (Öldükten sonra) sizi oraya döndürürüz (Kıyamet günü de) ordan sizi tekrar çıkaracağız.

Ey insanlar, biz sizin aslınızı topraktan yarattık ve sizleri konuşan insan­lar haline getirdik. Vâdeniz gelince sizi öldürüp tekrar toprağa döndürürüz. Böylece çürüyüp aslınıza dönersiniz. Kıyamet koptuğunda sizleri diriltip top­raktan tekrar çıkaracağız. Evvelki halinizi alacaksınız. O halde âhirete kesinlikle iman edin ve amellerinizi ona. göre düzeltin. [61]

 

56- Şüphesiz ki Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Buna rğmen Firavun onları yalanladı ve iman etmemekte direndi.

Burada Firavun'a gösterildiği zikredilen mucizelerden maksat, Hz. Musa'ya gösterilen dokuz mucizedir. Bu mucizelerin neler oldukları isra Sure-si'nin yüzbirinci âyetinin izahında zikredilmiştir. [62]

 

 

57- (Firavun Musa'ya) şöyle dedi: "Sinirinle bizi, yurdumuzdan çı­karmaya mı geldin ey Musa?" [63]

 

58- Biz de mutlaka sana, senin sihirin gibi bir sihir getireceğiz. Şimdi sen, bizimle senin aranda bir buluşma zamanı ve yeri tayin et. Ondan ne biz cayalım, ne de sen. Buluşacağımız yer münasip bir yer o İs un."

Allah Teala bu âyetlerde, Firavun'un, Hz. Musa'ya sihirle karşı koymak istediğini beyan ediyor Hz. Musa da ona cevaben şöyle diyor: [64]

 

59- Musa şöyle dedi: "Buluşma zamanımız, insanların süslenip kuş­luk vaktinde toplandıkları bayram günü olsun." [65]

 

60- Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hiylcsini (Ne kadar usta si­hirbaz ve büyü âleti varsa hepsini) topladı, sonra buluşma yerine geldi.

Firavun, Hz. Musa ile buluşmak üzere bir vakit tayin ettikten sonra dö­nüp gitti. Zamanında çokça bulunan sihirbazların en ustalarını toplayıp kararlaş­tırılan günde ve yine kararlaştırılan yere geldi. Kendisi tahtına oturdu. Sağına soluna diğer ileri gelenlerini yerleştirdi. Halk, gösterilen yerde toplandı. Hz. Musa, kardeşi Harun'la birlikte ve asasına basa basa geldi. Sihirbazlar Fira­vun'un karşısında sıra sıra dizilmişlerdi. Firavun onlan cesaretlendiriyor ve teş­vik ediyordu. Onlar ise Firavun'dan vaadler koparmaya çalışıyorlardı. İşte bu sı­rada, Hz. Musa onlara seslenerek şöyle dedi: [66]

 

61- Musa onlara: "Vay halinize, sakın Allah'a karşı yalan uydurma­yın. Yoksa si/i. azabıyla helak eder. İftira atan mutlaka hüsrana uğramış­tır." dedi. [67]

 

62- (Musa'nın sözleri karşısında Firavun ve adamları) Durumlarını münakaşa ettiler. Sonra gizlice fısıldaştılar.

Sihirbazların, aralarında neyi tartışıp fısıldaşüklan hakkında şunlar zik­redilmektedir. Sihirbazlar birbirlerine §öyle demişlerdir: "Eğer bu, bir sihirbaz ise buna mutlaka galip geliriz. Şayet getirdiği şey semavî ise netice onundur." Veya şöyle demişlerdir: "Bu adamın sözleri hiç de sihirbaz sözüne benzemi­yor." Yahut, aralarında, bundan sonra gelen âyetin beyan ettiği hususu fısıldan­mışlar ve şöyle demişlerdir: [68]

 

63- Firavun ve adamları şöyle dediler: "Bunların İkisi de sihirbazdan başka birşey değildir. Sizi, sihirlerimle ülkenizden çıkarmak, en sağlam yo­lunuzu (Dosdoğru dîninizi) ortadan kaldırmak istiyorlar.

Sihirbazların, Hz. Musave Harun'un, ortadan kaldıracaklarından kork­tuklarını en sağlam yoldan neyi kastettikleri akkında çeşitli rivayetler vardır. Miifessirlerin bazılarına göre: "En sağlam yol"dan maksat. Firavun kavminin ileri gelenleri ve şereflileridir. Firavun ve sihirbazlar, Musa ve Harun'un, bunla­rı helak edeceklerinden korkmuşlardır.

Diğer bazı müfessirlere göre ise, en sağlam yol'dan maksat, îsrai loğu Han­dır. Bunlar, Firavun kavminin işlerini gördükleri için ve malca da zengin olduk­larından Firavun'un taraftarları, Musa ve Harun'un, bunları beraberlerinde alıp götürmelerine razı olmamışlardır.

Yine müfessirlerden bir kısmına göre, buradaki "En sağlam yol"dan mak­sat, sihirdir. Zira sihirbazlar bu yolla kendilerine mal ve servet biriktirmişlerdir. Hz. Musa'nın onlara galip gelmesi halinde sihirlerinin kıymeti kalmayacaktır.

Miifessirlerin bir diğer kısmına göre de buradaki "En sağlam yol"dan maksat, Firavun ve taraftarlarının iktidarıdır. Bunlar, iktidarlarının sarsılacağın­dan korkmuşlardır.

İbn-i Zeyd'e göre ise buradaki "En sağlam yol"dan maksat, Firavun ve ta­raftarlarının süregelen âdetleri ve dinleridir. Bunlar, âdetlerinin ve bâtıl dinleri­nin değiştirileceğinden korkmuşlardır. [69]

 

64- Onun için tuzaklarınızı toplayın, sonra saflar halinde gelin. Bu­gün üstün gelen mutlaka kurtuluşa ermiştir.

Sihirbazlar fısıltılarına devamla şöyle dediler: "Büliin tuzaklarınızı bir araya getirerek sağlamlaştınn. Sonra saflar halinde gelin. Bugün kim galip ge­lirse istediğine erişecek olan o'dur. Biz galip gelirsek Kralın vaadettiği büyük bahşiş ve mertebelere erişiriz. Onlar galip gelirse hükümdarlığı elde ederler. [70]

 

65- Sihirbazlar: "Ey Musa, ya sen maharetini ortaya koy veya önce biz koyalım." dediler. [71]

 

66- Musa: "Hayır siz ortaya koyun." dedi. Bir anda onların ipleri ve değnekleri, sihirleri yüzünden Musa'ya, hareket ediyorlarmış gibi göründü. [72]

 

67- Musa, içinde bir korku hissetti.

Sihirbazlar bütün tuzaklarını bir araya topladıktan sonra saflar halinde Musa'nın karşısına çıktılar. Ve ona: "Ey Musa, ya önce sen elinle bulunan şeyi ortaya koy veya bizler elimizde bulunan şeyleri ortaya koyalım." dediler. Musa da sihirbazlara: "Önce sizler elinizde bulunan şeyleri ortaya koyun durumunu­zun ne olduğu açığa çıksın." dedi. Sihirbazlar sihir yapmak için getirdikleri iplerini, sopalaranı ortaya attılar. Onların ortaya attıkları şeyler Musa'ya, hareket ediyormuş gibi göründü. Bunu gören Musa içinde bir korku hissetti.

 yet-i Kerime'de, Hz. Musa'nın karşısına sihirbazların sayılan belirtil­memektedir. Onların, yetmiş bin veya otuz bin yada dokuz bin kadar oldukları raviler tarafından nakledilmektedir.

Âyet-i Kerimede, Hz. Musa'nın, içinde bir korku hissettiği zikredilmek­tedir. Hasan-ı BasrTye göre, Hz. Musa'nın korkusu, beşer oluşundan kaynaklan­maktaydı. Yahut da o anda kendisine gelen vahyin gecikmesinden korkmuştu. Ya da oraya toplanan insanların, sihirbazlarını gördükten sonra dağılacakların­dan ve kendisinin göstereceği mucizeleri göremeyeceklerinden korkmuştu. Ya da oraya toplanan insanların, sihirbazlarını gördükten sonra dağılacaklarından ve kendisinin göstereceği mucizeleri göremeyeceklerinden korkmuştu. Veya kendisi mucize getirdikçe karşı tarafın çeşitli hiylelere başvuracağından ve du­rumun böylece devam edeceğinden korkmuştu. [73]

 

68- Biz ona şöyle dedik: "Korkma, üstün gelecek mutlaka sensin sen. [74]

 

69- Sağ elindeki âsâm at da onların yaptıklarını yutsun. Çünkü onla­rın yaptıkları, ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz nereye varırsa varsın başarı gösteremez."

Biz Musa'ya dedik ki: "Korkma, bu sihirbazlara, Firavun ve ordusuna karşı üstün gelecek ve onlan mağlup edecek olan sensin sen. Sağ elinde bulu­nan âsâm yere at da, yürüdüklerini sandığın ve sihirbazlara ait olan ipleri ve so­palan yutuversin. Zira onların yaptıkları ancak bir sihirbaz tuzağıdır. Sihirbaz ise nerede olursa olsun, sihir yaparak gerçekleştirmek istediği arzsuna asla eri­şemez.

Bazı müfessirler bu âyetin son bölümünü şöyle izah etmişlerdir: "Sihir­baz nerede bulunursa bulunsun, asla kendisini kurtaramaz. Yani nerede bulunur­sa Öldürülür,

Hz. Ömer (r.a.) ölümünden bir sene Önce Cez' b.Muaviye'ye bir mektup göndererek, "Her sihirbazı öldürün" demiştir. [75]

 

70- (Musa'nın âsâsı bütün sihirleri yutunca) sihirbazlar secdeye ka­pandılar: "Biz, Harun'un ve Musa'm rabbine iman ettik." dediler.

Hz. Musa, elindeki asasını yere bırakınca âsâ büyük bir ejderhaya dö­nüştü ve sihirbazların ortaya koydukları herşeyi yuttu. Sonra Hz. Musa onu tu­tunca tekrar âsâ haline geldi. Bunu gören sihirbazlar, Musa'nın yaptığının bir si­hir olmadığına kesin olarak kanaat getirdiler ve hemen secdeye kapanarak şöyle dediler: "Biz, Harun'un ve Musa'nın rabbine iman ettik." [76]

 

71- Firavun sihirbazlara: "Benden izinsiz Musa'ya iman ettiniz ha? O, size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çap­razlama keseceğim. Sizi muhakkak hurma dallarına asacağım. O zaman hangimizin azabı daha şiddetli ve daha sürckliymiş bileceksiniz." dedi.

Allah Teala bu âyet-i Kerimede, Firavun'un inkarcılıkta ve azgınlıkta ne kadar ileri gitiğini, bâtıla sarılıp hakka karşı nasıl şımardığını beyan etmekte­dir. Zira Firavun, gözleri kamaştıran mucizeleri görmüş, kendilerinden imdat beklediği sihirbazların İman ettiklerini müşahade etmiş buna rağmen hakka bo­yun eğmemiştir. Bilakis, şiddete başvurmuş ve tehditler savurmaya başlamıştır.

Evet, hakka dayanmayan her zorba böyledir. Hakkın Önünde âciz kalınca mevki ve makamını kullanır ve zorbalığa başvurur. Yalan ve iftiralar onun için pek kolaydır. Fakat kişinin kalbine iman girdiğinde, karşısına çıkan bütün güç­leri ilahi gücün karşısında hiçe sayar. Tağutlarm karşısına dikilir, hakkı haykır­maktan asla çekinmez. Nitekim günün başlangıcında iman etmiş olan sihirbaz­lar günün ortasında Allah'ın erleri olmuşlar, günün sonunda ise şehadet şerbetini içmişlerdir. Allah'a kesin olarak iman edeb bu sihirbazlar, Firavun'a şöyle diyor­lar: [77]

 

72- Sihirbazlar şöyle dediler: "Elbette seni, bîzc gelen apaçık mucize­lere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Sen, istediğini yap. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. [78]

 

73- Şüphesiz ki biz, rabbimize iman ettik. Böylece günahlarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlasın. Allah'ın mükâfaatı daha hayırlı ve cezası daha devamlıdır."

Ayet-i Kerimede, sihirbazlar, sinirin kendilerine zorla yaptırıldığını söylüyorlar. Abdullah b.Abbas bu hususu izah ederken şöyle diyoK Bu sihirbaz­lar daha birer küçük çocukken Firavun onlan sihirbazlara teslim etmiş ve sihir öğrenmelerini emretmiştir. Böylece onları sihirbaz olmaya zorlamıştır.

Firavun sihirbazlara: "Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha devamlıdır bileceksiniz." diyerek tehdit edince sihirbazlar ona cevaben: Allah'ın mükâfatı daha hayırlı cezası ise daha devamlıdır." cevabını vermişlerdir. [79]

 

74- Gerçek şu ki, kim rabbinin huzuruna suçlu olarak çıkarsa onun için mutlaka cehennem vardır. O orada ne ölür ne yaşar.

Cehennemlikler cehennemde ebedi bir azap göreceklerdir. Onlar ne Ölüp kurtulabilecekler ne de normal bir hayat yaşayabileceklerdir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "O suçlular, cehennem zebanisine "Ey Mâlik, hiç olmazsa rabbin canımızı alsın." diye bağırışırlar. Mâlik te "Siz bu azapta bekletileceksiniz." der[80] "İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onlardan cehennem azabı da ha­fifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandırırız. [81]

 

75- Kim de rabbinin huzuruna salîh ameller işlemiş mü'min olarak çıkarsa işte onlar için yüksek dereceler vardır.

Peygamber efendimiz, cennetin derecelerini beyan eden bir Hadis-i Şe­rifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki cennette yüz derece vardır. Allah bunları kendi yolunda ci­hat edenlere hazırlamıştır. Her derecenin arası gökle yer arası kadardır. Siz, Al­lah'tan cennet istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin. Çünkü o, cennetlerin en ortada olanı ve en yücesidir. Rahman olan Allah'ın arşı onun üzerinde bulun­maktadır. Cennetin ırmakları oradan fışkırmaktadır.'[82]

 

76- Bunlar, altlarından ırmaklar akan Adn'cennetleridir. Onlar ora­da ebediyyen kalacaklardır. İşte kendisini günahlardan arındıranın mükâfaati budur.

Evet, Allah'ın emirlerine itaat edip kendisini günâh kirlerine bulaştimta-yanın mükâfaaü işte budur. O ne güzel bir mükâf aattır. [83]

 

77- Gerçekten biz Musa'ya (İman eden) kullarımı geceleyin al götür. Asanı denize vurarak onlar için kuru bir yol aç. Düşmanlarının yetişmesin­den korkma. Boğulacağından da endişelenme." diye vahyettik.

Bütün mucizelere rağmen Firavun'un iman etmemesi karşısında biz, Pey­gamberimiz Musa'ya şöyle vahyettik:" İsrail oğullarından bana iman eden kulla­rımı geceleyin al Firavun'un memleketinden çıkar. Sen denizde onlara kuru bir yol aç. Firavun ve ordusunun sana kavuşacağından sakın korkma, denizde bo­ğulacağından endişe etme. [84]

 

78-  Firavun da ordularıyla onların ardına düştü. Deniz onları öyle bir kapladı ki... [85]

 

79- Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola götürmedi.

Musa ve ona iman eden îsrailoğullannm denize dalmaları üzerine Fira­vun ve ordusu da onlan takib ederek denize daldı. Musa ve îsrailoğullan denizi sağ salim geçti. Firavun ve taraftarlarının ise üzerlerine deniz kapandı ve hepsi birden boğulup gittiler. Firavun, kavmine, Allah'ı inkâr etmeyi ve Peygamberle­ri yalanlamayı emrederek onlan doğru yoldan saptırdı ve onlara hiçbir zaman hidayet yolunu göstermedi. Böylece kendisi de kavmi de helak olup gittiler. "Fi­ravun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onlan ateşe götürecektir. Varılacak o yer ne kötü bir yerdir. [86]

 

80- Ey îsrailoğullan, biz sizi düşmanınızdan kurtardık. Size "Tur" un sağ tarafını vaadettik. Size kudret helvası ve bıdırcın gönderdik.

Allah Teala bu âyet-i Kerimede, İsrailoğullanna vermiş olduğu büyük nimetlerden bir kısmını hatırlatıyor ve onların, hak yoldan ayrılmamalarını isti­yor. Allah teala, İsrailoğullannı en baş düşmanları olan Firavun'un zulmünden kurtarmişir, Allah Teala, Firavun'un helak olmasından sonra Hz. Musa ve İsrai­loğullanna, Tûr dağının sağ tarafında Hz. Musa ile görüşüp onunla konuşacağı­nı ve Tevrat'ı vereceğini vaadetmiştir. Hz. Musa, Allah Teala ile konuşmak üze­re gittiği sırada İsrailoğullan buzağıya tapmış ve hak yoldan aynlmışlardır. İsra-iloğullan birbirlerini öldürmek suretiye yaptıklanndan tevbe edince Allah Teala onlan affetmiş, gökten onlara kudret helvası ve bıldırcın eti gibi nimetler gön­dermiş ve onlara şöyle buyurmuştur: [87]

 

81- Sîze verdiğimiz rızıklarin temiz ve helal olanlarından yeyin. Bu hususta sakın haddi tecavüze kalkışmayın. Yoksa gazabıma uğrarsınız. Kim gazabımı hak ederse, uçuruma yuvarlanır, mahvolur.

Ey İsrail oğullan, size verdiğimiz nzıklann helal ve lezzetli olanlarından yeyin. O nzıklar hususunda haddi aşarak birbirinize haksızlık etmeyin. Aksi halde cezama çarptırılırsınız. Kim benim cezama çarptırılırca şüphesiz ki o, uçuruma yuvarlanır, mahvolur. [88]

 

82- Şuh esiz ki ben, tevbe eden, iman edip salîh amel işleyen ve sonra hidayette dwam edeni çokça bağışlayanım.

Şunu da iyi bilin ki ben, inkârından vazgeçip tevbe eden, imanında sami­mi olan, Allah'ın emirlerini tutup yasaklardan kaçman, salih amel işleyen sonra da doğru yoldan ayrılmayanı çokça affedenim.

Âyet-i kerimde ifade edelin "Doğru yoldan aynlmamak"tan maksat, ki-sinin iman ettiği esaslarda şüpheye düşmemesi veya salih ameller işlemeye de-vam etmesi yahut Resulullah'ın sünnetine sarılması veya yaptığı amelleri doğru yapması veya yaptığı iyilik ve kötülüklerden ne gibi sonuçlar doğacağının şuuru içinde olmasıdır." [89]

 

83- (Musa kavminden önce Tûr dağına koşunca) "Seni kavminden önce davranmaya sevkeden nedir ey Musa." dedik.

Hz. Musa, Firavun helak olduktan sonra kavmiyle birlikte, putlara ta­pan bir topluluğun yanından geçip giderken rabbiyle konumak üzere kırk gün­lük bir mühlet aldı. Bunun üzerine kardeşi Harun'u, İsrailoğullannın başına Halife tayin edip kendisi acele olarak Tûr dağına gitti. Bu sebeple Allah Teala ona: "Ey Musa, kavminden önce acele etmene sebep nedir?" diye sordu. Musa da rabbine şu cevabı verdi: [90]

 

84- Musa: "İşte onlar pcşimdcler. Razı olman için acele ettim ya rabbî." dedi.

Musa da şu cevabı verdi: "Ey rabbim, Onlar da benim arkamdan geliyor­lar. Tûr dağına yakın bir yerde konaklayacaklar. Benim acele etmemin sebebi ise senin razı olmandır." [91]

 

85- Allah: "Şüphesiz biz, senden sonra kavmini imtihan ettik. Samirî onları saptırdı." dedi.

Ey Musa, sen, kavminden ayrıldıktan sonra biz onları buzağıya tapma imtihanından geçirdik. Sâmirî adına birisi onlan buzağıya taptırarak hak yoldan saptırdı." [92]

 

86- Musa, büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü: "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Aradan çok mu zaman geçti? Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi.

Hz. Musa, kendisi için takdir edilen kırk günü tamamladıktan sonra kavmi îsrailoğularının yanına öfkeli bir şekilde döndü ve onların, içine düştük­leri, "buzağıya tapma" zilletine üzülerek şöyle dedi: "Ey kavmim, rabbiniz size: "Şüphesiz ki ben, tevbe edip iman edeni, salih amel işleyip doğru yolda devam edeni affediciyim. Tûr dağında Musa ile konuşup ona Tevrat'ı vereceğim. Size gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indireceğim" diye güzel vaadlerde bulun­madı mı? Benim sizden ayrılmamdan ve Allah'ın size verdiği nimetlerden sonra çok bir zaman mı geçti? Yoksa buzağıya taparak rabbınizın gazabına mı uğra­mak istediniz de bana verdiğiniz sözü bozarak buzağıya taptınız?" dedi. [93]

 

87- Şöyle cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irade­mizle caymadık. Fakat Mısır'dan çıkarken o kavmin mücevherlerinden yükler dolusu alıp götürmüştük. Biz onları ateşe attık. Sâmirî de yanındaki mücevherleri oraya attı."

İsrailoğullan, kendilerini müdafaa ederek şöyle dediler: "Ey Musa, biz kendi isteğimizle, sana verdiğimiz "Allah'a ibadet etme" vaadinden caymadık. Fakat bizler Mısır'dan, Kıptî'lere ait olan ve "Yann bayramımız var verin de o gün takınalım." diyerek emanet aldırdığımız ziynet eşyalarım, Harun'un bize emretmesiyle bir çukura attık: Sâmirî de Cebrail'in atının izinden aldığı bir avuç toprağı onların üzerine serpti." [94]

 

88- Nihayet Sâmir! onlara, içinden rüzgâr geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yaptı. Sâmirî ve taraftarları: "Sizin de ilahınız Musa'nın da ilahı budur. Fakat Musa bunu unuttu." dediler.

Abdullah b.Abbas, bu âyet-i Kerimeyi, mealde geçen şekliyle izah et­miştir. Yani buzağı canlı bir varlık olmamış fakat arkasından girip ağzından çı­kan rüzgâr, onda böğürür gibi bir ses meydana getirmiştir. İşte İsraiİoğullan bu yapmacık sese kanarak buzağıya tapınışlardır.

Diğer müfessirler ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "İsrailoğullannın, Mısır Kıptîlerine ait olan süs eşyalarını emanet alıp sonra da onları kaçırınca Hz. Harun onlara bu eşyaları bir çukura doldurarak tek bir külçe haline getirme­lerini ve Musa gelince bu külçeyi ne yapacaklarına karar vermesi gerektiğini söylemiş onlar da bu emre uyarak getirdikleri bu ziynet eşyalarını o çukura at­mışlardır. Onlarla birlikte Mısır'dan ayrılıp gelen ve buzağıya tapan bir kavim­den olan kuyumcu Sâmirî, Firavun'un denizde boğulduğu sırada Cebrail'in aüy-la geçtiğini görünce, atının izinden bir avuç toprak almış ve bu toprağı, külçeyi buzağı haline getirmeden evvel veya sonra onun üzerine serpmiş külçe de ger­çekten böğüren bir hayvan haline gelmiştir."

İsrailoğullan, buzağı böğürürken secdeye kapanır tekrar böğürünce de secdeden kalkarlarınış. Hz. Harun'un, kendilerini uyarmasına rağmen İsrailoğul­lan Sâmirî'nin sözüne uyarak bu buzağıya tapmış ve inkâra sapmışlardır. [95]

 

89- Onlar bu buzağının, kendilerine sözle hiçbir mukabelede bulun­madığını, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermediğini gömüyorlar mıydı?

Alah Teala bu âyet-i Kerimede İsrailoğullanna cevap veriyor ve onların beyinsizliğini ve ne kadar basit düşündüklerini açıklıyor. Zira buzağı onlarla ne konuşmuş ne de herhangi bir zarar veya menfaat vermiştir. Kendilerine çeşitli nimetler veren ve onları zorba Firavun'un elinden kurtaran Allah'ı bırakıp ta böyle bir şeye tapmaları ne kadar ahmakça bir davranıştır. Ayrıca Hz. Harun onlan uyarmış bu fitneye düşmemelerini istemiştir. [96]

 

90- Doğrusu daha önce Harun onlara şöyle demişti: "Ey kavmim siz bununla imtihan edildiniz. Muhakkak ki sizin rabbiniz, rahman olan Al­lah'tır. (Sapık yolu bırakıp) bana uyun ve emrime itaat edin."

Halbuki Harun, daha Musa İsrailoğullanna dönmeden önce buzağıya ta­panlara şöyle demişti: "Ey kavmim, Allah sizin imanınızı ve dininize ne derece bağlı olduğunuzu denemek istedi. Sizin rabbiniz bu buzağı değil, rahmeti bütün yaratıkları kaplayan Allah'tır. Buzağıya tapmayı bırakıp sadece Allah'a ibadet etmekte bana uyun ve emrime itaat edin. [97]

 

91- Kavmi: "Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçme­yeceğiz."1 dediler.

Fakat İsrailoğullanndan buzağıya tapanlar: "Musa bize dönünceye kadar biz buzağıya tapmaya devam edeceğiz." dediler. [98]

 

92-93- Musa dönünce: "Ey Harun, bunların sapıttıklarını gördüğün­de, bana uymana mâni neydi? Emrine karşı mı geldin?" dedi.

Hz. Musa, kavmi ile konuşup onları, sapıklığa düştüklerinden dolayı azarladıktan sonra kardeşi Harun'a yönelmiş ve ona: "Bunların, Allah'ın dinin­den ayrılıp buzağıya taptıklarını gördüğün halde bana tâbi olmana mâni neydi? Yoksa emrime karşı mı geldin?" dedi.

Görüldüğü gibi, Hz. Musa, Hz. Harun'u kendisine itaat etmemekle suçla­maktadır. Halbuki Hz. Hanın buzağıya tapanları uyarmıştı. O halde, Hz. Musa onu neden bu şekilde suçluyor?

Abdullah b.Abbas diyor ki: "Hz. Musa, kardeşi Hz. Harunun, buzağıya tapmayanlarla birlikte, buzağıya tapanları bırakıp peşinden gelmeleri icabettiği-ne işaret etmekte ve bu sebeple de Hz. Harunu suçlamaktadır. Hasan-ı Basri di­yor kiO "Hz. Musa kardeşi Harun'un, buzağıya taparak sapıklığa düşen İsraiîo-ğullannı düzeltmesi gerektiğine işaret etmiştir. Bu sebeple "Neden vazifeni yap­madın? Yoksa emrime isyan mı ettin?" demiştir. [99]

 

94- Harun: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben: "İsrailoğulları araş ada ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin." demen­den korktum." dedi.

Hz. Musa, Hz. Harun'a söyleyeceklerini söyledikten sonra onun saçın­dan ve sakalından yakalayıp sarsmış bunun üzerine Harun da ona: "Ey anamın oğlu, sakalımı ve saçımı tutma. Ben, "İsraiîoğullanni böldün ve sözümü dinle­medin." diyeceğinden korktum." cevabım vermiştir.

Hz. Harun, Hz. Musa'ya hitab ederken, öz kardeş oldukları halde: "Ey anamın oğlu." diye hitab etmiş böylece Hz. Musa'nın merhametini celbetmek is­temiştir. [100]

 

95- Musa Sâmirî'yc: "Ey Sâmirî ya senin yaptığın nedir?" dedi.

Musa Shamirî'ye: "Ey Sâmirî sana ne oldu? Seni bu işi yapmaya sürükle­yen nedir?" diye sordu.

Burada adı geçen Sâmirî'nin kim olduğu hakkında farklı görüşler zikre­dilmiştir. Abdullah b.Abbas'dan rivayet edilen bir görüşe göre bu adam, sığıra tapan bir kavimdendi. Sığıra tapma sevgisi kalbinde olduğu halde, Müslüman olduğunu söyleyerek îsrailoğullan ile birlikte Mısır'dan çıkmıştı. Hz. Musa'nın, kavminden ayrıldığını ve vaadettiği otuz gün içinde dönmediğini görünce içinde taşıdığı inancını İsrailoğuİIanna da aşılamaya çalışmıştır. Bu adamın "Kirman" veya "Sâmira" şehirlerinden olduğu söylenmektedir. [101]

 

96- Sâmirî: "Ben, İsrailoğullarının görmediklerini gördüm. Ben, elçi­nin izinden bir avuç (toprak) alıp (Erimiş mücevheratın içine) attım. İşte böyle, bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi.

Bu âyet-i Kerime çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bir izah şekli şöyle­dir: "Ben, İsrailoğullannın bilmediği bir şeyi bildim. Cebrail'in atının izinden bir avuç toprak aldım ve onu, erimiş mücevheratın içine serptim. Böylece olan oldu."

Bu izah şekline göre Cebrail'in atının izinden alman toprağın fevkaladeli­ğini İsrailoğuilan bilmediği halde Sâmirî'nin nasıl bildiği hususu kapalıdır.

Diğer bir izah şekli şöyledir: "Ben, İsrailoğullanrun görmediği bir şeyi gördüm. Yani, Cebrail'i, Firavun'u helak ederken veya Musa'yı vahiy almak için göğe çıkarken gördüm ve onun atının izinden bir avuç toprak alıp erimiş mü­cevheratın içine attım ve olan oldu."

Bu izah şekline göre de, Israiloğulları Cebrail'i görmediği halde Sâmirî'nin onu nasıl görebildiği hususu beyan edilmektedir. Aynca Sâmirî'nin, Cebrail'in atının izinden alınan toprağın etkili olacağını nasıl bildiği hususu da zikredilmemektedir.

Diğer bir izah şekline göre: Sâmirî demek istemiştir ki "Ey Musa, ben se­nin hareketlerini ve dinini gördüm ve onun hak olmadığı kanaatine vardım. İşte senin bu dininden, eserinden bir avuç aldım ondan bazı şeyler edindim ve onu yine sattım. Onunla amel etmek istemedim." Bu izah şekline göre Sâmirî bu hareketiyle bilerek ve isteyerek dinden çıkmış cezası da hayatı boyunca bir izdi-

rap içinde yaşamak üzere kovulmak olmuştur.

Bir başka izah şekline göre de Sâmirî, yaptığı fenalığı izah etmek ve ken­di durumunu kurtarmak için "Elçinin ayağının izi" hikâyesini uydurmuş ve yap­tığı işe böyle esrarengiz bir hava vermek istemiştir. Aslında böyle bir olay yok­tur. Bu, Sâmirî'nin uydurmasıdır.

Bütün bu hususlar hakkında nakledilen zayıf kıssalara itibar etme yerine durumu Allah'a havale etmek en doğru davranıştır. Zira herşeyin en doğrusunu Allah bilir. [102]

 

97- Musa Sâmirî'ye şöyle dedi: "Haydi git. Sen, hayatın boyunca: "Bana dokunmayın." diyeceksin. Âhirctte de sana, kaçıp kurtulamayaca­ğın, vaadcdilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun İlahına şimdi ne yapaca­ğız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız."

Hz. Musa, Sâmirî ile konuştuktan sonra onu kovmuş ve ona: "Sen ha­yatın boyunca: "Ne ben kimseye dokunacağım ne de kimse bana dokunsun." di­yeceksin." demiştir.

Hz. Musa, Sâmirî ile münasebetlerin kesilmesini, onunla oturulup kalkıl­mamasını, yenilip içilmemesini ve onunla alış veriş yapılmamasını emretmiş Sâmirî de bundan sonra tek başına yaşamak zorunda kalmıştır.

Hz. Musa, Sâmiifnin yapmış olduğu ve İsrail oğullarının taptığı buzağı heykelini yakmış ve onun kalıntılarını denize serpmiştir. [103]

 

98- Sizin ilahınız ancak, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Al­lah'tır. Onun ilmi herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.

Ey kavmim, sizin ilahınız buzağı değildir. Sizin ilahınız, kendisinden başka ibadete layık hiçbir şey bulunmayan Allah'tır. İbadet ancak ona yapılır. Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey ona gizli değildir. [104]

 

99- Ey Muhammcd, işte böylece biz sana, geçmişlerin haberlerinin bir kısmını anlatıyoruz. Şüphesiz biz sana, nezdimizden bir kitap verdik.

Ey Muhammmed, biz sana, Musa'nın, Firavun'un ve kavimlerinin hikâyelerini anlattığımız gibi senden Önce geçmiş olan ümmetlerin hikâyelerinden bir kısmını da anlatırız. Biz sana, tarafımızdan bîr zikir ve Öğüt olan Kur'ani verdik. Akıl sahibi olaniar onu düşünüp ibret alırlar. [105]

 

100-  Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki o, kıyamet günü ağır bir günah yüklenecektir. [106]

 

101- Onun azabında ebediyyen kalacaktır. Kıyamet günü bu yük on­lar için ne kötü bir yüktür.

Kim sana vaadetüğimiz Kur'anı kabul etmez, ondan yüz çevirirse, şüphe­siz ki o, kiyamet"günüde rabbinin huzuruna, ağır bir, yük şeklinde olan günahla çıkacaktır. Onlar, günahlarının cezası içinde ebedi olarak kalacaklardır. Kıya­met gününde, o günah yükü onlar için ne kötü bir yüktür. Zira o günah onian helak olmaya sürükleyecek ve kendilerine bir kurtarıcı da bulamayacaklardır. [107]

 

102- O kıyamet günü "Sur"a üfürülür. O gün biz, suçluları /gözleri) göğcrmiş olarak hasredeceğiz. [108]

 

103-  Onlar aralarında: Siz, (dünya hayatında) ancak on gün kadar kaldınız." diye fısıldanırlar. [109]

 

104-  Biz onların ne söylediklerini çok iyi biliriz. O gün onların en akıllıları: "Siz ancak (Dünyada) bir gün kaldınız." der.

Kıyamet gününde Allah'ın emriyle İsrafil Sur'a üfürecektir. Biz, suçluları o gün peşiranhktan dolayı gözleri göğermiş bir halde bir araya toplayacağız. Mücrimler kendi aralarında fısıldaşarak: "Siz dünyada ancak on gün yaşadınız." diyeceklerdir. Halbuki biz onlann ne fısıldaştıklannı çok iyi biliriz. Mücrimle­rin en akıllıları ise: "Siz dünyada ancak bir gün kaldınız" diyeceklerdir.

Âyet-i Kerimeler, kıyamet gününde kâfirlerin şaşkına döneceklerini ve dünyada yaşamış oldukları zevkli hayatlarınım sadece on günden ibaret olduğu­nu sanacaklarını, hatta en akıllılarının bile dünya hayatının tek bir günden ibaret olduğunu söyleyeceğini beyan etmektedir.

İsrafil'in Sûr'a üfürmesi meselesinde Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

"Ben nasıl rahat yaşayabilirim? Sur sahibi İsrafil Sûr'u ağzına almış, alnı­nı yere eğmiş, kulağını Allah'ın emrine vermiş ve Sûr'a liflemek için üfleme em­rini beklemektedir. [110]

 

105-   Ey Muhammcd, kıyamet günü dağların ne olacağını sorarlar. Sen onlara şöyle de: "Rabbim onları (un ufak edip) savuracaktır. [111]

 

106- Yerlerini dümdüz boş bir arazi halinde bırakacaktır. [112]

 

 

107- Sen orada hiçbir çukur, hiçbir tümsek göremezsin.

Allah Teala bu âyet-i Kerimelerde Resulullah'a "Kıyamet günüde dağ­lar ne olacak?" diye soran insanlara, dağların, yerlerinden koparılıp un ufak edildikten sonra rüzgârla savrulacağmi, yerlerinin dümdüz bir arazi haline gele­ceğini söylemesini emretmektedir. Böylece kıyametin dehşetine işaret olunmak­tadır. [113]

 

108- O gün insanlar (Kendilerini Allah'ın huzuruna) davet edene uyacaklar, kimse yan çizemeyecektir. Rahman olan Allah'ın azameti* karşı­sında sesler kısılacak, fısıltıdan başka hiçbir şey işitmeyeceksin.

İşte o kıyamet gününde bütün insanlar, kendilerini mahşerde toplanmaya çağıran Allah'ın davetçisine uyacaklar ve onun davetinden kaçamayacaklardır. O gün rahman olan Allah'ın huzurunda bütün sesler kısılacak fısıltıdan veya ayak seslerinden başka birşey işitilmez olacaktır. [114]

 

109- O gün rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına rıza gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir.

Hadis-i Şeriflerde, Peygamberimizin, diğer Peygamberlerin, Melekle­rin, şehitlerin, âlimlerin, Kur'an-ı Kerim'in ve diğer bazı insanların müminlere veya onların bir kısmına şefaatçi olacakları zikredilmektedir. Bu konuda Mer­yem Suresinin seksenyedinci âyetinin izahında açıklama yapılmıştır. [115]

 

110- Allah onların geçmişlerini de, geleceklerini de çok iyi bilir. Fa-kat onlar onun zatını ilmen ihata edemezler.

Ey Muhammed, rabbin, kıyamet gününde, kendilerini çağıran davetçiye uyacak olan insanların, geçmişte dünyada yaptıklarım da çokiyi bilir, gelecekte âhirette ne gibi cezalara çarpılacaklarını veya nasıl mükâfaat göreceklerini de çok iyi bilir. Yaratılanlar ise Allah'ı, bilgileriyle kuşatamazlar. Yani, yaratılan­lar, bilgileriyle Allah'ın zatını da bilemezler, Allah'ın bildiklerini de bilemezler. [116]

 

111- Bütün yüzler, diri ve herşeyi sevk ve idare eden Allah'a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen ise perişan olmuştur.

Kıyamet gününde bütün varlıklar, ezelî ve ebedî olarak diri olan ve bütün yaratıkları sevk ve idare eden Allah'a boyun eğip teslim olacaklar. Kıyamet gü­nüne herhangi bir zulümle giden ise hüsrana uğrayacak ve ümitsiz kalacaktır. Zira o gün Allah, her haklının hakkını haksızdan alıp kendisine verecektir. Boynuzsuz koyun boynuzludan hakkını alacaktır.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurmaktadır ki:

"Sizler kıyamet gününde hak sahiplerine haklarını mutlaka vereceksiniz. Öyle ki, kendisine vurulan boynuzsuz koyun, kendisine vuran boynuzlu koyun­dan hakkını alacaktır. [117]

 

112- Kim de mümin olarak Salih ameller işlerse, (Ne günahlarının ar­tırılıp) zulmedilmesinden, ne de (sevaplarının azaltılıp) haksızlığa uğratıl­ma.sı nd an korkar.

Allah Teala, zalimleri ve onların başlarına gelecek olan akıbetleri zik­rettikten sonra bu âyette, saîih amel işleyen mümin kullarına vaadlerde bulunu­yor ve onlara adaletli davranacağım beyan ediyor.

Bu hususta başka bir âyet-i Kerimede de şöyle buyuruluyor: "Şüphesiz ki, Allah, hiç kimseye zerre kadar zulmetmez. Yapılan iyilik zerre kadar da olsa onu kat kat artırır ve yapana katından büyük bir mükâfaat verir. [118]

 

113- İşte böylece biz, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik. Biz on­da çeşitli tehditleri zikrettik ki insanlar Allah'tan korksunlar veya Kur'an onlara bir hatırlatmada bulunsun.

Alah Teala bu âyette, Kur'an-ı Kerimi Arap diliyle indirdiğini, onda, çeşitli müjdeler yanında birçok tehdit ve ikazları da zikrettiğini bildirmektedir. Böylece insanlar, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan kork­muş olsunlar veya Kur'an insanlara bir hatırlatmada bulunsun ve onlarda Allah'a itaat etme duygusunu yerleştirsin. [119]

 

114- Gerçek hükümdar olan Allah, herşeyden yücedir. Ey Muham-med, Kur'an vahyedilirkcn, henüz bitmeden okumaya kalkma. "Rabbim, ilmimi artırır." de.

Abdullah b.Abbas diyor ki: Resulullah'a vahiy geldiğinde ona çok titiz­lik gösterdiği için sıkıntı içine düşerdi. Cebrail aleyhisselam her âyeti okudu­ğunda o da hemen onunla beraber okurdu. Allah Teala bunun üzerine bu ve benzeri âyetleri indirdi ve onun sıkıntıya düşmemesini, vahyi alırken acele et­memesini emretti. Aynca kendisinden, ilmini artırmasını dilemesini istedi.

Resulullah'ın, vahiy inerken acele ettiğini beyan eden diğer âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "Ey Muhammed, Cebrail sana Kur'anı okurken, acele ederek onunla beraber dilini oynatma." "Onu bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir." "Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu takip et." "Sonra onu açıklamak, şüphesiz bizim işi[120]

 

115- Yemin olsun ki biz, Âdem'e daha önce (Ağaçtan yeme diye) em­retmiştik. Fakat o bunu unuttu. Biz onu kararlı görmedik.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, bütün Peygamberlerden önce Hz . Adem'den, emirlerine uyacağına ve yasaklarından kaçınacağına dair söz aldığım fakat Hz. Âdem'in, beşer olması hasebiyle bu sözü unuttuğunu ve kendisine ya­saklanan ağacın meyvasmdan yediğini beyan ediyor. Âyetin sonunda da: "Biz onda azim görmedik." buyuruyor.

Bu son ifadeden neyin kastedildiği farklı şekillerde izah edilmiştir. Tabe-ri, Katadenin "Azimden maksat, sabırlılıktır." dediğini, Atıyye, İbn-i Abbas ve İbn-i Zeyd'in ise "Azimden maksat, verilen sözü muhafaza etmektir." dedikleri­ni rivayet etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöye izah edilir: "Biz Âdem'den, daha önce söz aldık. Fakat biz onu, verdiği söze karşı sabırlı ve onu muhafaza eden bîr kimse olarak görmedik."

Bu izah şekli, Hz. Âdem'in, kendisine Peygamberlik gelmeden önce ver­diği sözü tutamadığı görüşüne uygundur. Veya Hz. Âdem'in, bu davranışı, Pey­gamberlerin masumiyetine gölge düşürmeyen bir zelle'dir.

Başka bir izaha göre de bu âyet-i Kerimenin mânâsı şöyledir: "Biz Âdem'den daha önce söz almıştık. Fakat, o verdiği sözü unuttu. Amma biz onu hatada ısrarlı biri bulmadık. O, yaptığı hataya bir daha dönmedi."

Bu izah tarzı, Peygamberlerin masum olması ve bu sebeple günah işle­memesi esasına daha uygundur. [121]

 

116- Bir zaman biz Meleklere: "Âdem'e secde edin." demiştik. Bu­nun üzerine Melekler secde etti. İblis hariç. O diretti.

Hz. Âdem ve İblis kıssası. Kur'an-i Kerirn'in çeşitli surelerinde farklı yönleriyle zikredilmiştir. Mesela, Bakara, A'raf, Kehf, Sa'd ve diğer surelerde mevcuttur. Bu surede de zikredilmektedir. İblis'in, Hz. Âdem'i kıskanmasından dolayı gurura kapılıp ona saygı secdesinde bulunmadığı beyan edilmekte ve bundan sonra gelen âyetlerde de Şeytanın, Hz. Âdem'e nasıl vesvese vererek onu cennetten çıkardığı bildirilmektedir.

 

117- Biz Âdem'e şöyle demiştik: "Ey Âdem, şüphesiz bu İblis, senin ve hanımının düşmanıdır. Sakın sizin cennetten çıkarılmanıza vesile olma­sın. Yoksa sıkıntıya düşersin. [122]

 

118- Doğrusu cennette ne acıkacaksın, ne de çıplak kalacaksın. [123]

 

119- Orada ne susayacaksin, ne de güneşin sıcağında kalacaksın.

Hz. Âdem'in sıkıntıya düşmesinden maksat, kendi el emeği ile geçin­meye mecbur kalmasıdır. Zira Hz. Âdem cennette iken, kendisi yorulmadan, Allah Teala tarafından rızıklandırılıyordu. Yeryüzüne indirilince, hayatım de­vam ettirmek için çalışmak zorunda kalmıştır.

Allah Teala Hz. Âdem'e, cennette kul'un içinin gıdalardan boş kalmaya­cağını dışının da elbisesiz çıplak bırakılmayacağını,'içinden susuzluktan yanma­yacağını, dışından da güneşin hararetinden etkilenmeyeceğini bildirmiştir. Zira cennet, esenlik yurdudur. Orada insana eziyet verici herhangi bir şey yoktur. [124]

 

120- Şeytan Âdem'e vesvese vererek "Ey Âdem, sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi?" dedi.

Hz. Âdem'i kıskanan Şeytan ona şöyle vesvese verdi: "Ey Âdem, ben sana, meyvesinden yediğin takdirde hiç ölmeyeceğin ve yok olmayacak bir mülke sahip olacağın bir ağacı göstereyim mi?" Şeytanın bu vesvesesi sonunda Hz. Âdem ve zevcesi Havva'rsiîi ayakiûn kaydı. [125]

 

121- Âdem ve Havva, yasak ağacın meyvelerinden yediler. Bunun üzerine (Allah'ın emrine uymamalarının cezası olarak) avret yerleri aç ili­verdi. Üstlerini cennet yapraklanyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem (Peygamber olmadan önce) rabbine karşı günahkâr oldu ve yolunu şaşırdı.

Hz. Adem ve Havva, Iblis'in vesvesesine kapılarak kendilerine yasakla­nan ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine, daha önce gözleriyle görme­dikleri edep yerleri kendilerine gözükür oldu. Bunun üzerine Âdem ve Havva, edep yerlerini, cennetten kopardıkları yapraklarla kapatmaya çalıştılar. Böylece Âdem, rabbinin emrine karşı gelmiş oldu ve kendisine konan yasak sınırını aştı. [126]

 

122- Sonra rabbi onu (Peygamber) seçti. Tcvbesini kabul etti ve doğ­ru yolu gösterdi.

Bu âyetten anlaşılmaktadır ki, Hz. Âdem, Peygamber oimadan önce, Allah'a verdiği sözü unutmuş ve Şeytan'm vesvesesine kapılarak kendisine ya­saklanan ağacın meyvesinden yemiş ve bu sebeple de cennetten çıkarılarak dün­yaya gönderilme cezasını hak etmiştir. Ancak daha sonra Allah onun tev-besini kabul etmiş ve onu Peygamber seçmiş ve ona doğru yolu göstermiştir. [127]

 

123- Allah şöyle dedi: "Her ikiniz oradan yeryüzüne inin. Orada bir kısmınız diğerine düşman olacaktır. Artık ne zaman benden size bir hida­yet gelir de kim benim hidayetime uyarsa, ne sapıtır ne de sıkıntıya düşer.

Allah Teala, Hz. Âdem ve Havva'ya "Hep birlikte yeryüzüne inin. Siz­ler İblis'e ve onun soyundan gelenlere İblis de size ve sizin soyunuzdan gelenle­re düşman olacaktır. Ey Âdem, Havva ve îblis, yolumun ne olduğunu açıklayan hükümlerim ve yaratıklarım için seçtiğim din, sizlere gelince kim o hükümlere uyarsa o kimse hak yoldan sapmaz. Âhirette de Allah'ın gazabına çarptırılıp hüsrana uğrayanlardan olmaz.

Abdullah b.Abbas: "Allah Teala, Kur'anı okuyup ona tâbi olanları dünya­da saptırmayacağını ve âhirette de onları mutsuz kılmayacağını garanti etmiş­tir." demiş ve bu âyet-i Kerimeyi okumuştur. [128]

 

124- Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz ki onun için meşakkatli zor bir hayat vardır. Kıyamet günü de biz onu kör olarak haş-rcdcccğiz.

Âyet-i Kerimede "Kim benim zikrimden yüz çevirirse." buyurulmakta-dır. Burada "Zikir" kelimesinin maksat, bir önceki âyette geçen "Hidayet"dir. Veya "Allah'ın şeriatı" yahut "Kur'an-ı Kerim" ve diğer bütün semavi kitaplar olduğu açıklanmaktadır.

Yine âyet-i Kerimede, Allah'ın zikrinden yüz çevirenlere zor bir hayat ol­duğu beyan edilmektedir. Bu meşakkatli zor hayatın, dünyada mı kabirde mi yoksa âhirette mi olacağı konusunda farklı görüşler vardır.

İkrime, Dehhak ve Abdullah b.Abbas'tan rivayet edilen bir görüşe göre Allah'ın zikrinden yüz çevirenin yaşayacağı meşakkatli ve zor hayat, dünya ha­yatıdır. Zira Allah'ın zikrinden yüz çevirenin kazancı haramlarla karışıktır. Ha­ram olarak kazanılan mal miktar olarak çok olsa dahi onu kazanan için sıkıntı ve meşakkata sebap olur. Ayrıca mümin kul, Allah yoiunda her harcadığının karşıhlığını alacağına inandığından, kendisini geniş bir yaşantı içinde hisseder. Kâfirde böyle bir inanç olmadığından ne kadar bolluk içinde olsa da hayat onu sıkar ve cimriliği artar. Dünya hırsı gözlerini bürür, kendisini daima sıkıntı için­de hisseder.

Ebu Saîd el-Hudrî, Südî ve bir kısım âlimlere göre ise Allah'ın zikrinden yüz çevirenlerin yaşayacakları meşakkatli ve zor hayat, kabir hayatıdır. Zira kâfirlerin kabirde görecekleri azap, kaburgalarım birbirine geçirecek kadar sı­kıntılı olacaktır.

Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde kabir hayatını şöyle tasvir ediyor:

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya ateş çukurlarından bir çukurdur. [129]Taberi de yukarıda izah edilen görüşü tercih etmiştir.

Hasan-i Basrî İbn-i Zeyd ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre Al­lah'ın zikrinden yüz çevirenin yaşayacağı sıkıntılı hayattan maksat, âhiret haya­tıdır. Zira en sıkıntılı hayat oradadır. Cehennemlikler, zakkum ağacından, di­kenlerden yiyecekler, yanan insanlardan akan kan ve irini içeceklerdir.

Ayet-i Kerimenin son bölümünde, Allah Teala'nın zikrinden yüz çeviren hakkında "Biz onu kör olarak hasredeceğiz." buyurulmakadir. Buradaki körlük­ten maksat, ya "Delil getirmekten âciz." veya "Gözü kör." demektir. Taberi, her iki bakımdan da kör olacakları görüşündedir. [130]

 

125- O zaman o kimse, "Rabbim, niçin beni kör olarak hasrettin? Oysa ben dünyada görüyordum." der.

Allah'ın zikrinden yüz çeviren ve âhirette kör olarak hasredilecek olan kimse şöyle diyecektir: "Ey rabbim, sen niçin beni,'delil getiremeyen ve gözü görmeyen bir kör olarak hasrettin? Halbuki benim dünayda kendime göre bir çevrem vardı ve ben çevremi görüyordum." [131]

 

126- Allah da şöyle der: "İşte böyle (cezan budur) sana dünyada âyetlerimiz gelmişti de sen onları unutmuştun. İşte bugün de sen öylece unutuluyorsun."

Evet sen kör olarak hasredildin. Zira sen dünyada iken, sana, kitabımızda zikrettiğimiz âyetlerimiz ve çeşitli delillerimiz gelmişti de sen onlardan yüzçe-virmiştin ve onlara aldırış etmemiştin. Bugün de sen, körlükte ve cehennem ate­şinde bırakılacaksın ve orada terkedileceksin. [132]

 

127- Haddi aşanı, rabbinin âyetlerine iman etmeyeni işte biz, böyle cezalandırırız. Elbette âhiretin azabı, dünya azabından daha şiddetli ve da­ha süreklidir.

Haddi aşıp rabbine isyan edeni, rabbinin âyetlerine ve Peygamberine iman etmeyeni işte biz dünyada ve kabirde böyle sıkıntılı bir hayatla cezalandı­rırız. Âhiretin azabı ise daha şiddetli ve daha devamlıdır. [133]

 

128- Kendilerinden önce helak ettiğimiz nice nesiller, onları hâlâ yola getirmedi mi? Halbuki kendileri onların yerlerinde dolaşıp durmaktadır­lar. Şüphesiz ki bunda, akıl sahipleri için nice delil ve ibretler vardır.

Ey Muhammed, kendilerinden önce helak ettiğimiz ümmetler, senin kav­minden Allah'a ortak koşanlara, akıbetlerinin kötü olacağını hâlâ göstermediler mi? Halbuki onlar, helak olan geçmiş ümmetlerin harap olmuş diyarlannda ya­şıyor ve onlann ne gibi akıbetlere uğradıklarım görüyorlar. Şüphesiz ki onların geriye bıraktıktan bu kalıntılarda, akıl sahipleri için Öğüt alınacak büyük ibretler vardır.

Katade diyor ki: "Kureyşliler ticaret için Şam'a gittiklerinde, daha önce helak edilmiş olan Âd ve Semud gibi kavimlerin yerlerinden geçiyorlar ve onla­rın neye uğradıklarını görüyorlardı. İşte âyet-i Kerime bu gibi olaylara işaret et­mektedir. [134]

 

129- Eğer rabbinin, geçmişteki bir sözü (azabı erteleme vaadi) ve ta­yin edilmiş bir süre olmasaydı, suçlular hemen cezalarını görürlerdi.

Ey Muhammed, şayet rabbinin: "Hiç kimse uyarılmadikça azap edilme­yecek." ve "Herkes için belli bir ecel vardır, ondan Önce ölmeyecektir." sözleri olmasaydı bu inkarcılara azap aniden gelip yakalayıverirdi.

Âyet-i Kerimede geçen "Geçmişteki söz" ve "tayin edilmiş vade" ifade­lerinden neyin kastedildiği açıkça zikredilmemiştir. Bu bakımdan müfessirler bu ifadeleri çeşitli şekillerde izah elmeye çalışmışlardır.

Taberi'ye göre "Geçmişteki söz'"den maksat, "Hiçbir kimsenin, kendisi için takdir edilmiş eceli değiştiremeyeceğidir" "Tayin edilmiş bîr süre"den mak­sat ise Levh-i Mahfuz'da herkes için takdir edilen vadedir.

Mücahid'e göre "Tayin edilen süre"den maksat, "Dünyanın,var olacağı süre"dir. Katade'ye göre ise bu süreden maksat, "Kıyamef'tir.

Ibn-i Kesire göre ise "Geçmişteki söz"den maksat, "Allah Teala'nm hiç­bir kimseye, uyarıcı göndermeden azap etmemesidir." "Tayin edilen süre"den maksat ise, Allah Tealanın, kâfirlere azap etme zamanına kadar tayin ettiği süre­dir. [135]

 

130- Ey Muhammcd, sen, kâfirlerin sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce ve batmadan önce rabbini ha m d ile teşbih et. (İbadette bu­lun) Gecenin bîr bölümünde ve gündüzün çeşitli vakitlerinde rabbini teşbih et. (İbadette bulun) ki (rabbinin verdiği nimetlerden) memnun olasın.

Taberi bu ayet-i kerimeyi şöyle izah etmektedir: "Ey Muhammed, kav­minden seni yalanlayan kâfirlerin "Sen sihirbazsın." "Sen delisin." "Sen bir şair­sin" şeklindeki sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce rabbine hamdede-rek teşbih et. Yani, sabah namazını kıl. Güneş batmadan önce de rabbine ham-dederek teşbih et. Yani, ikindi namazını kıl. Gecenin bir bölümünde de rabbini teşbih et. Yani, yatsı namazını kıl. Gündüzün taraflarında da rabbini teşbih et. Yani, Öğle ve akşam namazını kıl ki böylece, rabbinin sana vereceği mükâfatlardan memnun olasın.

Müfessirler, âyet-i Kerimede geçen "Güneş doğmadan önce rabbini hamd ile teşbih et." ifadesinden sabah namazının kastedildiğini, "Güneş batmadan ön­ce rabbini hamd ile teşbih et."ifadesinden de ikindi namazının kastedildiğini söylemişlerdir.

Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den şu Hadis-i Şerif rivayet edilmektedir: Cerir b.Abdullah diyor ki:

"Biz, Resulullah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. O, ay'ın ondördünde ay'a baktı ve "Şüphesiz ki sizler, şu ay'ı gördüğünüz gibi, hiçbir sıkıntı çekmeden rabinizi göreceksiniz. Acze düşmedikçe (Sizi tamamen bağlayıp tesirsiz bı­rakan bir sebep olmadıkça) güneşin doğmasından ve batmasından önceki na-mazlan mutlaka kılın." buyurdu ve "Güneş doğmadan önceve batmadan Önce rabbini hamd ile teşbih et."ayetini okudu. [136]

 

131- Ey Muhammed, bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan etmek için verdiğimiz dünya hayatının süsünde sakın gözün kalmasın. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir.

Ey Muhammed, rablerinin âyetlerinden yüz çeviren bir kısım kâfirlere, kendilerini imtihan etmemiz için vermiş olduğumuz, dünya hayatımn gelip ge­çici nimetlerinde sakın gözün kalmasın. Zira rabbinin, sana vermeyi vaadettiği, âhiretteki nzıklar ve sevap, dünya hayatının gelip geçici geçimliklerinden daha hayırlıdır ve daha devamlıdır. Zira âhiret nimetleri sonsuzdur.

Ebu Rafı' diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) beni, birşey ödünç almak için bir Yahudi'ye gönderdi. Yahudi, rehin almadan ödünç vermeyeceğini söyledi. Re­sulullah bundan dolayı çok üzüldü. Bunun üzerine Allah Teala bu âyet-i keri­meyi indirdi. [137]

Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: "Kâfirlerin bir kısmına verdiğimiz çeşitli dünya nimetlerine heveslenip göz dikeyim deme. Onların akıbetlerine üzülme. Müminlere merhamet kanatlanın indir." [138]

Resuluîlah (s.a.v.) her türlü imkâna sahip olduğu zamanlarda bile müte-vazi bir hayat yaşamış, kendi şahsı için mal biriktirmeyi hiçbir zaman düşünme­miştir. O bir zaman, hanımlarına öfkelenip özel bir odaya çekildiğinde kendisini ziyaret eden Hz. Ömer (r.a.) şunları anlatmıştır:

"Ben orada Resuiullah'i kuru bir hasır üzerinde gördüm. Hasırın üzerinde hiçbir şey (yaygı) yoktu. Başının altında, içi hurma Hfıyle dolu deri bir yastık vardı. Ayaklarının ucunda ağaç yapraklan dağılmıştı. Başucunda da duvarda asılı bir namaz postu vardı. Ben, hasırın, Resulullah'ın bir tarafında iz yaptığını gördüm ve ağladım. Resulullah (s.a.v.) "Niye ağlıyorsun?" diye sordu. Ben de "Ey Allah'ın Resulü, Kisra, Kayzer, içinde bulundukları bol mallarla yaşarlar­ken sen, Allah'ın Resulü bu haldesin.'" dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Dünyanın oniann, âhiretin de bizim olmasını istemez mi-sin? [139]

 

132- Ailene namazı emret. Sen de namaz kılmakta sabret. Biz, senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz. Güzel akıbet takva sahiplerinin-dir.

Ey Muhammed, aile efradına namaz kılmayı emret. Sen de onu hakkıyla eda etmekte sabret. Biz bunu emrederken senden bir mal istemiyoruz. Senden, bedeninle yapacağın bir ibadet istiyoruz. Bunun karşılığında sana bol sevap ve­receğiz. Sana malı veren biziz. Onu senden elbette ki istemiyoruz. En güzel akıbet, Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkanlarındır. [140]

 

133- Kâfirler: "Muhammed, rabbindcn bize bir mucize getirse ya." dediler. Onlara, önceki kitaplardakî açıklama gelmedi mi?

Müşrikler Resulullah'a karşı çıkarak şöyle diyorlardı: "Salih Peygambe­re dişi deve, İsa Peygambere Ölüleri diriltme vb. mucizeler verildiği gibi Mu­hammed de bizlere bu tür mucizeler getirse ya." Bunun üzerine Allah Teala on­lara cevaben: "Onlara Önceki kitaplardaki açıklama gelmedi mi?" buyurdu. Ya­ni, önceki ümmetler de bunlar gibi mucizeler istemişlerdi. Kendilerine mucize­ler geldikten sonra onlara iman etmeyince helak edilmişlerdi. Bunlara da iste­dikleri mucizeler geldiği halde iman etmezlerse aynı akıbete uğrarlar. Bundan ibret alsınlar. [141]

 

134- Eğer biz onları Muhammcd'den önce bir azapla helak etseydik, muhakkak: "Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin de zelil ve rüsvay olmadan önce âyetlerine uysaydık ya." derlerdi.

Şayet biz, mucize isteyen bu müşrikleri, Kur'anı indirmeden Önce veya Muhammed'i Peygamber göndermeden önce indireceğimiz bir azapla helak et­miş olsaydık bu defa kıyamet gününde kendilerine azap etmeyi dilediğimizde: "Rabbimiz, bize, sana ibadet etmeye davet eden bir Peygamber gönderseydin de biz rezil olmadan, senin Peygamberine ve âyetlerine tâbi olsaydık." derlerdi.

Allah Teala bu âyet-i kerimede, kâfirlerin inatçı oîduklanni, iman etme­mekte direttiklerini, kendilerini imana davet eden Peygamberlerin gönderilme­lerine rağmen tutarsız gerekçeler ileri sürdüklerini beyan ediyor. [142]

 

135- Ey Muhammcd, (Sen o inatçılara) şöyle de: "Herkes akıbetini beklemektedir. Siz de bekleyin. Yakında kimin doğru yolun yolcusu oldu­ğunu ve kimin hidayete erdiğini bileceksiniz."

Allah Teala bu âyet-i kerimede müşrikleri tehdit etmekte ve Resulullah'ın mâneviyatnıru güçlendirmektedir. Müşriklerin, akıbetlerini yakın­da göreceklerini ve pişman olacaklarını ve bu pişmanlığın kendilerine fayda vermeyeceğini beyan etmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de bu şekilde uyanda bulunan âyet-i Kerimeler çoktur. Bu âyetlerde Duyuruluyor ki: "Onlar yann kimin çok yalancı ve küstah olduğu­nu bileceklerdir. [143] "Eğer putlara inanmada ısrar edip sabretmeseydik, neredeyse bizi ilahlarımızdan saptiracaktı." derler. Onlar azabı gördükleri zaman, yolu sapık olan kimmiş bileceklerdi.   [144]                

 



[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/441-443.

[2] Bkz. Buharî, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 20

[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/444.

[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/445.

[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/445.

[6] Buhari, K. el-lman, bab: 10, K. el-Humus,bab: 7 / Müslim, K. el-îmân, Bab: 175 Hadis No: 1037

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/445.

[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/445.

[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/446.

[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/446.

[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/446.

[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/447.

[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/447.

[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/448.

[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/448.

[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/448.

[16] Buhari, K. Mevabt cs-Salah, bab: 37 / Müslim, K. el-Mesacid, bab: 314, Hadis No: 684

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/448-449.

[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/449.

[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/449.

[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/450.

[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/450.

[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/451.

[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/451.

[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/451.

[24] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/451.

[25] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/451.

[26] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/451.

[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[30] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/452.

[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/453.

[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/453.

[39] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/453.

[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/453.

[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/453-454.

[42] Kasas Suresi, âyet: 10-13

[43] Kasas Suresi, âyet: 15-21

[44] Kasas Suresi, âyet: 9

[45] Kasas, Suresi, âyet: 12

[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/454-466.

[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/466.

[48] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/466.

[49] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/466.

[50] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/466.

[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/466.

[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/467.

[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/467.

[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/467.

[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/468.

[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/468.

[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/468.

[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/469.

[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/469.

[60] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/470.

[61] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/470.

[62] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/470.

[63] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/471.

[64] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/471.

[65] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/471.

[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/471.

[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/472.

[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/472.

[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/472-473.

[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/473.

[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/473.

[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/473.

[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/473-474.

[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/474.

[75] Ebu DâvÛd, K. el-lmara, bab: 31, Hadis No: 3043

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/474-475.

[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/475.

[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/475-476.

[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/476.

[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/476.

[80] Zuhruf Suresi, âyet: 77

[81] Fâtır Suresi, âyet: 36

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/477.

[82] Buharı, K.el-Cihad, bab: 4 /Tilmizi, K. el-Cennet, bab: 4, Hadis No: 2531 tbn-MSce, K. ez,Zühd, bab: 39, Hadis No: 4331

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/477.

[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/478.

[84] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/478.

[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/479.

[86] Hud Suresi, âyet 98

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/479.

[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/479.

[88] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/480.

[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/480.

[90] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/480-481.

[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/481.

[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/481.

[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/481-482.

[94] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/482.

[95] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/483.

[96] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/483.

[97] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/484.

[98] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/484.

[99] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/484-485.

[100] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/485.

[101] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/485-486.

[102] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/486-487.

[103] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/487.

[104] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/488.

[105] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/488.

[106] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/488.

[107] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/488.

[108] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499.

[109] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499.

[110] Tirmizi.K. Tefsir el-Kuran, Sure: 41, Hadis No: 3243

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499.

[111] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/490.

[112] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/490.

[113] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/490.

[114] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/490.

[115] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/491

[116] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/491.

[117] Ahmed B. Hanbel, Müsned, C: 25, 235

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/491-492.

[118] Nisa Suresi, âyet: 40

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/492.

[119] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/492-493.

[120] Kıyame Suresi, âyet: 16-19

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/493.

[121] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/493-494.

[122] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/494.

[123] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/495.

[124] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/495.

[125] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/495.

[126] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/495.

[127] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/496.

[128] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/497

[129] Tirmizi, K. el-Kıyame, bab; 26, Hadis No: 2460

[130] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/497-498.

[131] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/498-499.

[132] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499.

[133] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499.

[134] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/499-500.

[135] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/500.

[136] Buhari, K. Mevakit es-Salah, bab: 16, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 50 bab: 2. K. et-Tevhid, bab: 24 / Ebu Dâvûd, K. es-sünne, bab: 19, Hadis No: 4725 / Tirmizi K. el-Cenne, bba: 16 Hadis No: 2551 / İbn-i Mâce, K. el-Mulcaddime bab: 13, Hadis No: 177 / Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: 4, S: 360, 365 / Müslim, K. es-Salah bab: 211, Hadis No: 169

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/501-502

[137] Bkz.Taberi,C: 16, S: 169

[138] Hicr Suresi, âyet: 88

[139] Buharı, K. Tefsir el-Kur'an, sure: 66, bab: 2 / Müslim, K. er-Rıdaa, bab: 101 Hadis No: 1479

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/502-503.

[140] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/503.

[141] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/504.

[142] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/504

[143] Kamer Suresi, âyet: 26

[144] Furkan Suresi, âyet: 42

Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 5/505.