1- Ta ha.
2- Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için
indirmedik.
3- İçi
titreyerek korkuduyanlara ancak öğütle
hatırlatmadır.
4- Yeri
ve yüksek gökleri yaratan
tarafından bir indirmedir.
5- Rahman
arşa istiva etmiştir.
6- Göklerde,
yerde, bu ikisinin
arasında ve nemli
toprağın altında olanların tümü O'nundur.
7- Sözü
açığa vursan da.
Şüphesiz O, gizliyi
de gizlinin gizlisini de
bilmektedir.
8- Allah;
O'ndan başka ilah yoktur.
En güzel isimler O'nundur.
Tah, ha. Ey İnsan.
Asıl manasını Allah bilir. Ey insan şeklin-deki sadece bir yorumdur.Ancak
öğütlü hatırlatmadır. Allah'ın azabından korkanlar Kur'an'dan öğüt alırlar.Arşa
istiva etti.[1]
Nemli toprağın altında
olan. Burada kast edilen yedi kat yerin
dibindeki
varlıklardır.
Ve gizli Sır. Burada
kastedilen, Yüce Allah'ın bilip de varlığını takdir ettiği, ama henüz olmamış
herhangi bir şeydir.
"Ahsen"in
müennesi. 'Daha güzel, en güzel' demektir. [2]
"Tâhâ"[3]
ifadesi, Kur'an-ı Kerİm'in bazı surelerinin başında yer alan kopuk harflerden
olması kadar, anlamının "ey adam" olması da muhtemeldir. İbn-i Cerir bu
ikinci anlamı tercih etmiş ve buna dayanak olarak da, Arapça da
"Tâhâ"nm "ey adam," anlamında kullanılmasını göstermiştir.
Buna göre âyetlere şöyle bir anlam vermek gerekir:
Ey Adam, biz bu
Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik. Bu ifade, "Kur'an Muhammed'i zor
durumda bırakmıştır, O'nu sıkıntıya sokmuştur. Çünkü ağır yükümlülükler
içermektedir," diyen Nadr b. Haris'e cevap niteliğindedir.
Yüce Allah şöyle
buyuruyor:
"Biz sana bu
Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik. İçi titreyerek korku duyanlara ancak
öğütle hatırlatmadır."
Bu Kur'an bir
hatırlatma olarak indirilmiştir. Rabbinden korkanı uyarır ve onu Allah'a itaat
etmeye yöneltir. Kur'an'ın emirlerini dinleyen bir kimse, ö-mürleri boyunca
Allah'a ortak koşanlardan, Kitabını inkar edenlerden, elçisini yalanlayanlarda
görebileceği her türlü eziyete katlanma güç ve iradesini bulur kendisinde.
"Yeri ve yüksek
gökleri yaratan tarafından bir indirilmedir."
Onunla sıkıntıya
düşmeyesin ve ancak içi titreyerek Rabbinden korkanları uyarasın, onlara
hatırlatmada bulurlasın diye indirdiğimiz bu Kur'an, yeri ve yüksek gökleri
yaratan Allah katından inmedir.
"Rahman arşa
istiva etmiştir."
Dünya ve ahirette
kullarına merhamet eden Allah, şanına yaraşır bir biçimde arşa istiva etmiş ve
mahlukatın işlerini yönlendirmektedir. "Göklerde, yerde, bu ikisinin
arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nun-dur."
Yedi kat yerin
dibindeki yarlıklar O'nun egemenliği altındadır. "Sözü açığa vursan
da."
Ey peygamber, gizlesen
de, "şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir." Her
türlü sırrı bilir. Her şey O'nun takdir ve planlaması çerçevesinde olur,
belirlenen vakit gelince de gerçekleşir. Gerçekleşmeden tüm bunları yüce Allah
bilir, ama insan bilemez.
"Allah; O'ndan
başka İlah yoktur."
Kulluk edilmeyi
hakkeden gerçek ilah Allah'tır ve O'ndan başka ibadet edilecek ilah yoktur.
"En güzel isimler
O'nundur."
Bu isimler, sadece
O'nundur ve hiç bir yaratık bu isimlerle isimlendirile-mez. İşte yüce Allah
kendini kullarına böyle tanıtıyor ki, O'nu gereği gibi tanısınlar, O'ndan
korksunlar, O'nu sevsinler, O'na inansınlar ve buna bağlı olarak da O'na itaat
etsinler, dolayısıyle erdemli birer kul olup dünya ve ahi-ret mutluluğuna
erişsinler. Hamd ve her türlü övgü Allah'adır.
[4]
1- 'Şeriatın
hükümleri ve yükümlülükleri ağırdır ve insanı sıkıntıya sokar' şeklindeki
görüş, gerçeği yansıtmayan boş bir iddiadır.
2- Bu surede vahiy inancı ve Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliği kesin ifadelerle vurgulanıyor.
3- İstiva etme ilahi bir sıfattır. Te'vile kalkışmadan,
böyle bir durumun gerçekleşmediğini ileri sürmeden veya teşbihe, kulların
hareketine benzetme yönüne gitmeden buna inanmak bir zorunluluktur. İstiva,
Yüce Allah'ın şanına
yaraşır bir biçimde
gerçekleşmiştir.
4- Allah her
şey üzerinde hakimiyet sahibidir.
5- Yüce
Allah Uluhiyette, yani sadece kendisine ibadet edilmesinde Ru-bubiyette, yani
yaratıcılığında ve Hakimiyette tek ve ortaksızdır. En güzel isimler ve sıfatlar
O'nundur. [5]
9- Sana Musa'nın haberi geldi mi?
10- Hani
bir ateş görmüştü
de, ailesine şöyle
demişti: Durun, bir ateş gördüm; umulur ki size ondan
bir kor getiririm veya ateşin
yanında bir yol gösterici bulurum.
11- Nitekim
ona gidince, kendisine
seslenildi: "Ey Musa."
12- Gerçekten
Ben, Ben senin
Rabbinim. Ayakkabılarını
çıkar; çünkü sen,
kutsal vadi olan Tuva'dasın.
13- Ben
seni seçmiş bulunuyorum; bundan
böyle vahyolunanı dinle.
14- Gerçekten
Ben, Ben Allah'ım. Benden
başka ilah yoktur; şu halde
Bana ibadet et
ve beni zikretmek
için dosdoğru namaz kıl.
15- Şüphesiz,
kıyamet saati yaklaşarak
gelmektedir. Herkesin harcadığı
çabanın karşılığını alması
için onu neredeyse
gizleyeceğim.
16- Öyleyse,
ona inanmayıp kendi hevasına uyan,
sakın seni ondan alıkoymasın;
sonra yıkıma uğrarsın.
Sana geldi mi? Yani,
geldi. Çünkü buradaki istifham edatı tahkik içindir.
Musa (a.s.)'nm
haberi. İsrailoğullarına peygamber
olarak gönderilen İmranoğlu Musa.
Hani bir ateş
görmüştü. Ona bir ateş göstermiştim.
Ailesine. Şuayb
peygamberin kızı olan karışma ve yanındaki
hizmetçi veya
çocuklara.
Uzakta bir ateş
görüyorum. Kor. Tutuşmuş bir odun.
-Ateşin yanında bir
yol gösterici. Bana yolumu gösterecek biri. Çünkü o sırada Mısır'a giden yolu
kaybetmişti. Ateşe gidince. Üsiç denen bir ağacın içinde ve etrafında bir nur
parlıyordu, ateş değil.
i Ey Musa, diye
seslenildi. Rabbi ona: "Ey Musa," diye seslendi.
Tuva, mukaddes ve pak
bir vadinin adıdır.
Seni seçtim. Kavmin
içinden seni seçmiş bulunuyorum. Fira-
vun'a ve
İsrailoğullarına yönelik mesajımı sen taşıyacaksın.
iSana vahyolunanı
dinle. Yani "Ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur" mesajını dinle.
Beni zikretmen için.
Onu neredeyse
gizleyeceğim.[6]
Yaptıklarının
karşılığı. Hayır ve şer nitelikli çabasının karşılığını alır.
Helak olursun.
Allah'ın ölçülerinden ayrılma, sonra helak olursun. [7]
Âyetlerin akışı
içinde, Allah'ın tek ve ortaksız ilâh olduğu dile getiriliyor. Geçen bölümde
yer alan 8. âyette şöyle bir ifade bulunuyordu:
"Allah; O'ndan
başka ilah yoktur. En güzel isimler O'nundur." Bu ifade, tevhidi
vurgulama, bu inancı pekiştirme amacına yönelikti. 9. âyette de, Yüce Allah Hz.
Musa (a.s.)'dan söz etme münasebetiyle birkez daha tevhid inancını yani
Allah'ın varlığını, birliğini ve kanun kuyuculuğunu pekiştiriyor. Yüce Allah'ın
Hz. Musa (a.s.)'ya vahyettiği ilk şey; "kendisinden başka ilah olmadığını
bildirmek" olmuştur. İbadete layık tek ilahın kendisi olduğunu belirterek,
sadece kendisine ibadet etmesini emretmiştir.
"Sana geldi
mi?" Ey nebimiz, "Musa'nın haberi?.. Hani bir ateş görmüştü..."
" Karanlık bir
kış gecesiydi. Kendi yanındaki 'zend' denen şeyden ateşin çıkacağını
sanmıyordu."
"Ailesine şöyle
deiriişti: "Karısına ve beraberindeki diğer kimselere...
Onunla bir ateş
yakarız, böylece ısınırsınız. "Veya ateşin yanında bir yol gösterici
bulurum."
Ateşin yanında yolumuzu
gösterecek birilerini bulabilirim.
"Nitekim ona
gidince."Ateşin yanına varınca, nur fışkıran bir ağaçla karşılaştı.
"Kendisine
seslenildi: "Ey Musa."Yüce Rabbi "Ey Musa" diye kendisine
seslendi. "Gerçekten ben, ben senin Rabbinim."Seni yaratan, rızıklandıran,
hayatını ve işlerini yönlendiren benim.
"Ayakkabılarını
çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın."
Yüce Allah, Musa'nın
iki ayağı ile kutsal vadiye temas etmesi sonucu bereketlensin, kutlansın diye
bu emri yöneltiyor."Ben seni seçmiş bulunuyorum."Mesajımı dilediğim
kimselere ulaştırmak üzere seni görevlendirmiş bulunuyorum."Bundan böyle
vahyolunanı dinle."Sana vahyettiğimiz şu gerçeğe kulak ver:
"Gerçekten ben,
ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur."Ben, gerçek ilah, ibadete layık
tek ve ortaksız ilah olan Allah'ım. Benim dışımda gerçek bir ilah yoktur. Şu
halde yalnızca bana ibadet et."Ve beni zikretmek için dosdoğru namaz
kıl."Namazın içinde ve namaz dolayısıyle beni anman için namaz kılman
gerekir. Bu yüzden namaz kılmayan, hakkıyla Allah'ı zikretmiş ve O'nu anmış
olamaz. Şu da bir gerçektir ki; Allah'ın emirlerini yapmayan günahkar, inkar
eden de kafir olur. Yüce Rabbini inkar eden biri kâfir olur.
"Şüphesiz,
kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir."İnsanların sorgulanmak ve
yaptıklarının karşılığını görmek üzere kabirlerinden dirilerek kalkacakları
kıyamet saati kesinlikle gelecektir ve yaklaşmaktadır. O zaman bütün insanlar,
hayatları boyunca işledikleri hayır ve şer nitelikli tüm amellerinin ve
çabalarının karşılığını görmek üzere sorguya Çekileceklerdir."Onu
neredeyse gizleyeceğim?"Onun zamanını öyle gizleyeceğim ki, hiç kimse ne
zaman kopacağını bilmeyecektir. Bunun hikmeti de şudur ki; insanlar ne zaman
öleceklerini ve ne zaman dirileceklerini bilmeden amel etsinler. Böylece her
yaptıklarını bir zor-
lama sonucu
değil, isteyerek yapsınlar. Bu durumda
onların amellerine verilecek karşılık adilce olur.
"Öyleyse, O'na
inanmayıp kendi nevasına uyan, sakın seni Allah'ın emirlerinden alıkoymasın;
sonra yıkıma uğrarsın."Yüce Allah, hevasına uyarak ölümden sonra dirilişi
inkar eden her hangi bir sapığın engellemesini kabul etmemesini emrediyor Hz.
Musa'ya. Ona u-yarak dirilişe ve kıyamet gününe inanmamaya yellenmemesini
emrediyor. Salih amellerle kendini bu dehşet verici güne hazırlamasını tavsiye
ediyor. O gün herkes, en ufak bir haksızlığa uğramaksızın hayatı boyunca
işlediği her amelin karşılığını alacaktır. Bu yüzden kıyamete ve dirilişe
inanmayan, o güne yönelik hazırlıklarda bulunmayan bir kimse yıkıma
uğrayacaktır, helak olacaktır. [8]
-
1- Âyetlerin akışı, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğini ve peygamberliğinin pekiştirilmesine yöneliktir.
2- Tevhid inancı anlatılarak pekiştiriliyor. Tüm
peygamberlerin ortak mesajlarının insanlara, "Allah'tan başka ilah
olmadığını" duyurmak olduğu anlatılıyor.
3- Yüce
Allah'ın bir sıfatı da "Kelam: konuşma"dır.
4- Allah'ın mübarek kıldığı bir şeyden bereket
ve hayır ummak meşrudur. Teberruk; Resulullah (s.a.v.)'m beyan ve öğretimi ile
bereket ummaktır.
5- Namaz
kılmak farzdır. Bunun gerekçesi de Allah'ı anmadır.
6- Kıyamet, kesin olarak yaklaşıyor olmakla
beraber, bir hikmete dayalı olarak, zamanı gizlenmiştir. [9]
17- Sağ elindeki nedir ey Musa?
18- Dedi ki: O,
benim asanıdır; ona
dayanmakta, onunla davarlarım
için ağaçlardan yaprak
düşürmekteyim, onda benim
için daha başka yararlar da var.
19- Dedi ki: Onu at, ey Musa.
20- Böylece onu
attı: bir de ne görsen o hemen hızla hareket eden bir yılan olu vermiş.
21- Dedi ki:
Onu al ve korkma, biz onu ilk
durumuna çevireceğiz.
22- Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize olarak,
bembeyaz bir durumda çıksın.
23- Öyle
ki, sana büyük
mucizelerimizden birini göstermiş olalım.
24- Firavuna git,
çünkü o azmış bulunuyor. SÖZLÜK
Sağ elindeki nedir ey
Musa? Buradaki soru uslübu bir şeyi is-bat etmek içindir. Ardından gelecek
mucizeye, yani âsa'nm yılana dönüşmesi mucizesine zemin hazırlamaya yöneliktir.
Ona dayanırım.
Onunla davarlarım için
ağaç yapraklarını düşürürüm. Koyunlarım bu düşen yaprakları yerler.
Ve onda benim için
daha başka yararlar da var. Yiyecek torbamı ona asar sonra da omuzumda
taşırım. Ayrıca onunla zararlı hayvanları öldürürüm.
Hareket eden yılan.
Kocaman bir yılan. Tıpkı küçük bir yılan gibi hızla koşuyordu.
1 Birinci şekli.
Yılana dönüşmeden önceki haline. Sol koltuğuna sok,
jHastalıksiz bembeyaz.
Alacası olmayan ve tıpkı güneş gibi parlayan bembeyaz bir durumda. Mucize
olduğunda asla şüphe olmadan bembeyaz pırıl pırıl bir el.
I Firavun'a git. O'na
elçimiz olarak git.
O azmış bulunuyor.
Küfürde ilahlık iddia edecek kadar ileri gitmiştir. [10]
Açıklama ,
Âyetlerin akışı içinde
Hz. Musa (a.s.) ile Yüce Allah arasındaki konuşma anlatılıyor. Yüce Allah
yanında ne bulunduğunu herkesten daha iyi bildiği halde, ona şöyle sormuştu:
"Sağ elindeki
nedir ey Musa?"
Bu sorunun soruluş
amacı, yanında bulunanın bunu ağaçtan bir âsa olduğunu vurgulamaktır. Bu asa
hızla koşan kocaman bir yılana dönüştüğü zaman, Hz. Musa (a.s.) bunun
kendisine olağanüstü kudret sahibi Rabbi tarafından bahşedilen bir mucize
olduğunu ve bu mucize desteğiyle Firavun ve mahiyetindeki ileri gelenlerine
Allah'ın elçisi olarak görevlendirildiğini bilecekti. Hz. Musa (a.s) Rabbine
şu cevabı verdi:
"O, benim
asamdır, ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak
düşürmekteyim."
Ağaç yapraklarım
düşürerek davarlarıma yedirmekteyim.
"Onda benim için
yiyecek ve su kabları taşımak gibi başka yararlar da
var."
Yiyecek ve su bulunan
kapları, çobanların adeti üzere asa'ma asar omuzlarımda taşırım. Ayrıca yılan
ve akrep gibi zararlı hayvanları öldürürüm. Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Onu at, ey
Musa."
Böylece onu
attı."
"Bir de ne
görsün, o hemen hızla koşan kocaman bir yılan oluvermiş."
Bu kocaman yılan,
tıpkı küçük yılanlar gibi büyük bir hızla hareket ediyordu. Hz. Musa (a.s.)
büyük bir korkuya kapıldı ve oradan kaçıp uzak laşmak istedi. Yüce Allah ona
şöyle dedi:
"Onu al ve
korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz."
Onu yeniden asaya
dönüştüreceğiz. Eski haline çevireceğiz. Hz. Musi (a.s.) yılanı eline alınca,
bir de ne görsün, sağ elindeki asa oluvermiş. Sonn; Yüce Allah ona şöyle
emretti: "Sağ 'elini' sol koltuğuna sok."
"Bir hastalık
olmadan bembeyaz bir durumda çıksın."
Yani, alacasiz olarak
çıksın. Hz. Musa (a.s.) sağ elini sol koltuğum: sokup çıkardı. Eli ay gibi
parlıyordu. Ya da kar gibi bembeyazdı.
"Başka bir mucize
olarak.
"Bu da, senin
peygamberliğini destekleyen bir diğer mucizedir. Öncek mucize ise, asanın hızla
hareket eden kocaman bir yılana dönüşmesiydi.
"Öyle ki, sana
büyük mucizelerimizden birini gösterelim."
Asayı hızla koşan
kocaman bir yılana dönüştürmemiz, elinin bir ay gib: parlamasını sağlamamız,
gücümüzü kudretimizi ve büyüklüğümüzü sana gös termemiz İçindir.
"Firavuna git,
çünkü o azmış bulunuyor."
Yüce Allah Hz. Musa
(a.s)'ya gücünün azametini, olağanüstülüğüm gösterdikten sonra, kendisinin
elçisi olarak Firavun'a gitmesini emretti. Ona sırf Allah'a kulluk etmesi
gerektiğini söylemesini buyurdu. Bir de İsrailoğul-larını Şam'daki vadedilmiş
topraklara götürmek üzere kendisine teslim etme sini Firavun'dan İstemesini
emretti.
"Çünkü o azmış
bulunuyor."
Haddini aşmış
bulunuyor. Bir beşer olarak ilahlık, Rabhk ve hakimiye iddiasında bulunuyor,
tağutlaşıyor. Yani İlahlaşıyor
"Ben sizin en
yüce Rabbinizim" (Naziat, 24) "Sizin için benden baskı ilah olduğunu
bilmiyorum" (Kasas, 38) deme küstahlığında bulunuyor. Bun dan büyük
azgınlık, bundan büyük sapıklık olur mu? [11]
1- Bir kez daha Hz. Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliği pekiştiriliyor. Çünkü bu tür bilgileri bir kimse ancak vahiy
yoluyla elde edebilir.
2- Pis olmayan şeyleri sağ elle almak
müstahaptır.
3- Âsa taşımak peygamberlerden gelen bir
sünnettir.[12]
4- Koyun
çobanlığı, bazı peygamberlerin de yapmış olduğu bir iştir.
5- Asanın kocaman bir yılana dönüşmesi ve elinin
koynundan kar gibi beyaz veya güneş gibi parlak bir durumda çıkması Hz. Musa
(a.s.)'ya görevini desteklemek amacı ile bahşedilen mucizelerdir.
6- Silahı çatışmada kullanmadan önce, o silahla
alıştırma yapmak, sİ-Iahli eğitim yapmak gerekir.
7- Tuğyan (tağutluk), azgınlık demektir. Kulun
ilahhk gibi kendisine ait olmayan bir yetkisinin var olduğunu iddia etmesi
anlamına gelir. [13]
25- Dedi ki: Rabbim, benim göğsümü aç.
26- Bana
işimi kolaylaştır.
27- Dilimden
düğümü çöz.
28- Ki
söyleyeceklerimi kavrasınlar.
29- Ailemden
bana bir yardımcı kıl.
30- Kardeşim Harun.
31- Onunla
arkamı kuvvetlendir.
32- Onu işimde ortak kıl.
33- Böylece
seni çok teşbih
edelim.
34- Ve
seni çok zikredelim.
35- Şüphesiz
sen bizi görüyorsun.
Göğsümü aç. Ki,
peygamberlik görevini taşıyabileyim, bundan
dolayı
karşılaşabileceğim eziyetlere katlanabileyim.
İşimi kolaylaştır.
O'nu yapabilecek gücü kendimde bulayım.
Dilimdeki tutukluğu
çöz. İnsanlar ne dediğimi rahatlıkla anla-yabilsinler.
Onunla arkamı
kuvvetlendir.
Onu işimde ortak kıl.
Tıpkı benim gibi onu da peygamber olarak görevlendir. [14]
Âyetlerin akışı, Yüce
Allah ile Hz. Musa (a.s) arasında geçen konuşmayı sunmak üzere devam ediyor.
Yüce Allah Musa'ya, Firavun'a gitmesini, onu tek ve ortaksız Allah'a kulluk
etmeye davet etmesini, ayrıca İsrailoğul-larını Kudüs civarına götürmek üzere
kendisine teslim etmesini talep etmesini emredince, Hz. Musa (a.s) şöyle dedi:
"Benim göğsümü
aç."
Ki, peygamberlik
görevinin ağırlığına tahammül edebileyim.
"Bana işimi
kolaylaştır."
Görevimi kolaylaştır.
Bu hususta bana yardımcı ol. Çünkü ağır ve meşakkatli bir yükümlülüktür bu.
"Dilimden düğümü
çöz."
Bir rivayete göre
dilindeki bu tutukluk Yüce Allah'ın takdiri sonucu bir ateş korunu ağzına
alması sonucu meydana gelmişti. Firavun, Musa (a.s.) çocuk iken bir gün Musa'yı
odasına almış, onunla oynamıştı. Musa da Fira-vun'un sakalından tutup
yolarcasına çekmişti. Bunun üzerine Firavun büyük bir öfkeye kapılarak onu
öldürmeye karar vermişti. Firavun'un karısı Asiye; "Musa, henüz olayları
akledemeyecek kadar küçüktür," diyerek buna engel olmuş ve şöyle demişti:
"Bir tabağa mücevher ve bir leğene de ateş koru koyarak ona uzatıp
deneyelim. Şayet mücevherlere elini uzatırsa ozaman olaylara aklı eriyor,
demektir. O zaman dilediğini yapabilirsin. Yok eğer koru alırsa, bu durumda
sana yaptıklarını aklı ermeden yaptığı anlaşılır. Bu durumda Musa'nın yaptığına
aldırmaman, hareketlerinden dolayı üzülmemen gerekir."
Hz. Musa'ya bir tabak,
bir de leğen uzatıldı. O da Allah'ın takdiri ile elini leğene uzatıp ateş
korunu aldı. İşte bu kor, dilinde bir tutukluğa neden olmuştu. Hz. Musa (a.s.)
Firavun'a hİtab ederken sözleri anlaşılsın diye, dilindeki bu tutukluğun
giderilmesini Rabbinden diliyor. Ki, görevini eksiksiz yerine getirebilsin.
"Dilimden düğümü
çöz. Ki, söyleyeceklerimi kavrasınlar," İfadesinin anlamı budur.
"Ailemden bana
bir yardımcı kıl, kardeşim Harun'u."
Yüce Allah'tan bir
dileği de kardeşi Harun'u kendisine yardımcı olarak görevlendirmesidir ki,
İlahi mesajın tebliğinde ve bu tebliğ dolayısiyle karşılaşılacak eziyetlerin
paylaşımında kendisine destek olsun.
"Onunla arkamı
kuvvetlendir." Bana destek olmasını sağla. "Onu işimde ortak
kıl."
Onu da bir nebi ve
elçi olarak görevlendir. Hz. Musa bu taleplerini, şu
şekilde sebebe
bağlıyor:
"Böylece seni çok
teşbih edelim. Ve seni çok zikredelim."
"Şüphesiz sen
bizi görüyorsun."
Bizi görmektesin.
Hiçbir işimiz, hiçbir faaliyetimiz sana gizli değildir. Hz. Musa, Yüce Allah'ın
duasını kabul etmesi için, Allah'ın kendisini ve kardeşini bildiğini sebep
kılıyor. [15]
1- Kulun önemsediği her işte Yüce Allah'a
sığınıp yardım ve destek dilemesi gerekir.
2- Kulufı
yapmaya k-arar verdiği bir iş öncesinde hazırlık yapması, durum
değerlendirmesinde bulunması lazımdır.
3- Allah'ı teşbih etmenin, O'nu zikretmenin
önemi ve fazileti büyüktür. Duanın kabulü için Allah'ın isim ve sıfatlarının da
vesile kılınabileceği açıklanmıştır. [16]
36- Allah
dedi ki: Ey
Musa istediğin sana
verilmiştir.
37- Andolsun
biz sana bir defa daha lütuftu bulunmuştuk.
38- Hani,
annene vahyolıtnan şeyi
vahyetmiştik, şöyle ki:
39- Onu
sandığın içine koy,
suya bırak, böylece
su onu sahile
bıraksın, onu benim
de düşmanım, onunda
düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün
önünde yetiştirilmen için,
kendimden sana bir sevgi yönelttim.
40- Hani
kızkardeşin gezinip; "O'nun bakımını
üstlenecek birini size haber
vereyim mi?" demekteydi,
böylece, seni annene geri
çevirmiş olduk ki,
gözü aydın olsun
ve hüzne kapılmasın. Sen bir
insan öldürmüştün de,
biz seni tasadan
kurtarmış ve seni "esaslı bir
denemeden geçirip denemiştik." Medyen
halkı arasında da yıllarca kalmıştın,
sonra bir kader
üzerine buraya geldin ey Musa.
41- Seni kendim
için seçtim.
İstediğin sana
verilmiştir. Göğsünün açılması, işinin kolaylaştırılması ve kardeşinin
peygamber olarak görevlendirilmesi gibi taleplerin yerine getirilmiştir.
Bir kez daha sana
lütufta bulunduk.
Vahyedilen. Seninle
ilgili olarak vahyedilen: "Onu sandığın içine koy" ifadeleri.
Sandığın içinde.
ı Onu nehre at. Onu Nil nehrine bırak.
9 Ve gözümün önünde
yetiştirilmen için. Benim gözetimim, sevgim ve iradem doğrultusunda eğitilsin.
ı Onun bakımını
üstlenecek birini. Emzirmesini tamamlayacak birini haber vereyim mi?
Bir insan öldürmüştün.
Firavun'un sarayında bulunduğun sıralarda bir Kıpti'yi öldürmüştün.
Seni tasadan
kurtarmıştık. Bağışlanma dilemiştin, biz de seni bağışlamıştık. Seni öldürmek
için bir plan hazırlamışlardı. Biz seni onların planından kurtarmıştık.
5 Seni esaslı bir
denemeden geçirmiştik. Seni Önemli ve ciddi bir
sınavdan geçirmiştik.
Bir kader üzerine
geldin. Seni Firavun'a elçi olarak göndermeyi dilediğimiz zamanda geldin.
Seni kendim için
seçtim. Sana bunca lütufta bulunmamızın sebebi, mesajımızı taşıyacak bir elçi
olarak seni seçmiş olmamızdır. [17]
Sûrenin akışı içinde,
Yüce Allah ile Hz. Musa (a.s) arasındaki konuşma devam ediyor. Bundan önceki
bölümde, Hz. Musa (a.s.)'nm, peygamberlik görevini üstlenmede kendisine yardım
ve destek olacak bazı şeyleri talep ettiği dile getirilmişti. Yüce Allah onun
bu taleplerini şu şekilde karşılıyor:
"Dedi ki: Ey Musa
istediğin sana verilmiştir."
Talep ettiğin desteği,
istediğin yardımı sana verdim.
"Andolsun biz
sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk."
Bu taleplerini yerine
getirmemizden önce de sana büyük bir yardımımız dokunmuştu. Bir zaman Firavun,
İsrailoğullarınm erkek çocuklarının kılıçtan geçirilmesini istemişti de biz
seni bu soy kırımdan kurtarmıştık;
"Hani biz annene
vahyolunan şeyi vahyetmiştik. Şöyle ki: "Onu sandı-ğm içine koy, suya
bırak."
Nil nehrinin sularına
bırak.
"Böylece su onu
sahile bıraksın; onu, benim de düşmanım onun da düşmanı olan biri
alacaktır."
Hz. Musa (a.s.)'nın bu
şekilde soykırımdan kurtulması büyük bir lütuf-tur. Bir diğer lütuf da şu
ifadenin altında yatmaktadır:
"Kendimden sana
bir sevgi yönelttim."
Sana sevgimi verdim.
Bu yüzden her gören seni sevdi. Sana yönelik bir diğer nimetim de şudur:
Gözümün önünde ve iradem doğrultusunda yetiştirilmen ve beslenmen için bir
plan sonucu seni annene geri çevirdik ki, seni em-zirsin, gözü aydın olsun ve
senin ayrılığından dolayı üzülmesin. Bu ilahi planı, şu ifadelerin satır
aralarından öğreniyoruz:
"Hani kız
kardeşin gezinerek" şöyle diyordu: "Onun bakımını üstlenecek birini
size haber vereyim mi?"
Onu emzirecek ve
yetiştirecek birini size göstereyim mi?
"Böylece seni
annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne
kapılmasın."
Sana yönelik en büyük
lütfumuz ise, bir adamı öldürmen ve Firavun ve kavminin seni öldürmek üzere
hazırlık yapmaları dolayısıyle içine düştüğün dayanılmaz sıkıntıdan seni
kurtarmış olmamızdır.
"Seni tasadan
kurtarmıştık."
Firavunun kavmi
tarafından öldürülmeni engellemiş ve yanlışlıkla adam Öldürmeni bağışlamıştık.
"Seni esaslı bir
denemeden geçirip denemiştik."
Senİ büyük bir
imtihandan geçirmiştik. Senin yaşadığın bu büyük imtihan süreci, tarihi
sırasıyla şöyledir:
a) Annenin îsrailoğullarının erkek çocuklarının
topluca katledildikleri bir yılda sana gebe kalması.
b) Annenin seni Nil nehrinin sularına bırakması.
c) Annene dönünceye kadar hiç bir kadının sütünü
emmemeni sağlamamız.
d) Firavunun sakallarını tutup yolman, bundan
dolayı seni öldürmek istemesi.
e) Bir Kıptiyi
öldürmen, bundan dolayı Firavunoğullarmın seni öldürmeyi kararlaştırmaları.
f) Medyen şehrine yerleşmen ve yabancılığın her
türlü zorluğunu, gurbetin binbir çeşit olumsuzluğunu tatman.
g) Ailenle birlikte
Bu saydığımız
hususlarla, "seni esaslı bir denemeden geçirip denemiştik,"
ifadesinin kapsamına girer.
"Medyen halkı
arasında da yıllarca kalmıştın."
On yıl kadar Şuayb
peygamberin (a.s) koyunlarını gütmüştün.
"Sonra
geldin."
Medyen'den Tur-i
sinaya.
"Bir kader
üzerine."
Bizim belirlediğimiz
bir kader, tesbit ettiğimiz bir vade üzerine çıkıp geldin. Senin bu takdirden
ve vadeden haberin yoktu. İlk kez şimdi öğrenmiş bulunuyorsun.
"Seni kendim için
seçtim."
Seni yarattım, eğitip
yetiştirdim, sınavdan geçirdim, sonra seni öngördüğüm bir kader doğrultusunda,
Firavun'a ve İsrailoğullarına yönelik mesajımı, peygamberlik görevini
üstlenesin diye buraya getirdim. Firavuna sunacağın mesaj şudur: Tek ve
ortaksız Allah'a kulluk et, İsrailoğullarını benimle birlikte vadedilen
topraklara gönder. İsrailoğullarına yönelik görevin ise; onlara yol
göstericilik yapman, yaşam biçimlerini ıslah edip eğer inanacaklarsa, dünya ve
ahiret mutluluğuna, erdemliliğe hazırlamandır.
[18]
1- Hz. Musa (a.s.)'nın hayatından verilen bu
bölüm, Yüce Allah'ın lütfü-nun büyüklüğünün ve yaratış planının
olağanüstülüğünün bir göstergesidir.
2- Yüce Allah'ın kulu ve Resulü Hz. Musa
(a.s.)'ya yönelik büyük lütfü ve bağışı gözler önüne seriliyor.
3- Yüce Allah'ın Hz. Musa (a.s.)'ya yönelik
sevgisi bir mucize olarak tezahür ediyor. Bunun sonucunda insanlar da Hz. Musa
(a.s.)'ya sevgi besliyorlar.
4- Hz.
Muhammed (s.a.v.)'e indirilen kitapta, Hz. Musa (a.s.)'nın hayatına
ilişkin bu tür ayrıntıların yer alması, O'nun (s.a.v.) peygamberliğini
pekiştirir. [19]
42- Sen ve
kardeşin ayetlerimle gidin
ve beni zikretmede gevşek davranmayın.
43- İkiniz Firavuna gidin. Çünkü o, azmış bulunuyor.
44- Ona yumuşak
söz söyleyen, umulur ki
Öğüt alıp-düşünür veya içi üter
korkar.
45- Dediler
ki: rabbimiz, gerçekten,
onun bize karşı
"taşkın bir tutum takınmasından" ya
da "azgın davranmasından" korkuyoruz.
46- Dedi
ki: Korkmayın, çünkü
ben sizinle birlikteyim;
işitiyorum ve görüyorum.
47- Haydi ona gidin de
deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğullarını bizimle
birlikte gönder ve
onlara artık azab verme.
Sana Rabbinden bir
ayetle geldik. Selam,
hidayete tabi olanların üzerine
olsun.
48- Gerçekten
bize vatıyolundu ki:
Doğrusu azab, yalanlayan
ve yüz çevirenlerin üstünedir.
Âyetlerimle. Âsa ve
beyaz el gibi sana verdiğim mucizeler desteğinde.
Beni zikretmede gevşek
davranmayın, kusur etmeyin. Çünkü beni zikretmek hayatın sırrıdır. Misyonumuzu
yerine getirmede sizin en büyük yardımcınızda.
O, azgınlaşmış
bulunuyor. İlahlık ve Rablık iddia etmek suretiyle haddini aşmış bulunuyor.
Yumuşak söz. Kaba ve
sert ifadelerden uzak, yumuşak ve nazik söz.
Belki öğüt alıp
düşünür. Belki öğütle birlikte kendini düzeltir. Sözlerinizi anlar. Böylece
bizi bilme ve bizden korkma düzeyine ulaşır. İnanır, teslim olur ve sizinle
birlikte İsrailoğullarını göndermeyi kabul eder. '
Bize karşı taşkın bir
tutum takınır. Biz onu davet etmeden, davetimizin içeriğini açıklamaya zaman
bulmadan bizi cezalandırmaya kalkışmasından endişe ediyoruz.
Ya da azgın davranır.
Azgınlıkta ve zulümde ileri gider. Duyar ve görürüm. Sizin ona ne dediğinizi ve
onun size neler söylediğini işitirim, sizin ne yaptığınızı ve onun size nasıl
davrandığını görürüm.
İsrailoğullarını
bizimle birlikte gönder. Onları vadedilen top-^ raklara, ataları İbrahim
(a.s.)'in topraklarına götürelim.
Bir ayetle, bir mucize
desteğinde geldik. Bu mucize davamızın doğruluğunu, senin Rabbinin gerçek ve
doğru sözlü elçileri olduğumuzu isbatlar niteliktedir.
Selam tabi olana
olsun. İki cihanda azaptan kurtuluş, inanan ve Allah'tan korkanlar içindir.
Hidayet. İman ve takva.
Kim yalanlar ve yüz
çevirirse. Hakkı ve hak davetini yalanlayan, onlardan yüz çevirip kabul
etmeyen. [20]
Surenin akışı ile
birlikte, Yüce Allah ile Hz. Musa (a.s) arasında geçen konuşma devam ediyor.
Bundan önceki âyetlerde yüce Allah onu kendisi için seçtiğini anlatmıştı. Bu
âyetler grubunda ise Yüce Allah kardeşi Harun ile birlikte Allah'ın âyetlerinin
desteğinde Firavun'a gitmelerini emrediyor. Söz konusu âyetler âsa ve beyaz el
mucizeleridir. Bunun yanında Allah'ı zikretmede gevşek davranmamalarını
tavsiye ediyor. Allah'ı zikretmede gevşeklik, müjde ve tehditlerini anmada
kusur, davet hareketinin ciddiyetini zedeler yol açar.
Yüce Allah şöyle
buyuruyor:
"Sen ve kardeşin,
âyetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın."
Bu arada kime ve niçin
gideceklerini açıklıyor:
"İkiniz Firavun'a
gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."
Haddini aşmış,
yetkilerine tecavüz etmiş bulunuyor. Allah'a ibadet eden bir kul olmaktan
çıkmış, Rablık ve ilahlık iddiasında bulunan bir kafire dönüşmüştür. Bu arada
Yüce Allah onlara davet usulünü de öğretiyor:
"Ona yumuşak söz
söyleyin."
Kaba, çirkin ve galiz
unsurlar içeren bir konuşma tarzınızla kötü bir etki bırakmayın. Buna gerekçe
olarak da şöyle buyuruyor:
"Umulur ki, öğüt
alıp düşünür veya içi titrer korkar."
Belki sözlerinizin,
anlattığınız davetin anlamını düşünüp öğüt alır. Sonra kendi vicdanının sesine
uyarak iman eder, doğru yolu bulur. Ya da küfür üzere kalırsa azaba uğrayacağım
düşünüp korkar. Zulmün korkunç akibetinden çekinir de İsrailoğuHarını size
teslim eder, onları sizinle birlikte gönderir. Bu sırada Hz. Musa ve kardeşi
Harun bir endişelerini dile getirdiler:
"Dediler ki:
"Rabbimiz, gerçekten onun bize karşı 'taşkın bir tutum tutunmasından'
korkuyoruz."
Bize işkence etmede
veya bizi öldürmede acele etmesinden korkuyoruz.
"Veya azgın
davranmasından endişe ediyoruz.1'
Azgınlığını ve zulmünü
arttırmasından korkuyoruz. Yüce Allah bunun üzerine kendileriyle birlikte
olduğunu, kendilerine yol göstereceğini belirterek yüreklerine su serpiyor ve
güven aşılıyor:
"Korkmayın."
Firavun ve
mahiyetindekilerden korkmayın.
"Çünkü ben
sizinle birlikteyim, işitiyorum ve görüyorum."
Sizin Firavun'a
diyeceklerinizi ve onun size diyeceklerini işitiyorum. Sizin amellerinizi ve
Firavım'un tavırlarını biliyorum. Ona karşı size yardım edecek, sizin çabanızı
sonuca götürecek, onun direnişini İse sonuçsuz bırakacağım. Şu halde tereddüt
etmeden ona gidin ve deyin ki:
"Biz senin
Rabbinin elçileriyiz."
O'nun tarafından sana
elçi olarak gönderildik.
"İsrailoğullanm
bizimle birlikte gönder."
Onları Allah'ın
emrettiği topraklara götürelim.
"Onlara artık
azab verme."
Erkeklerini öldürüp
kadınlarını sağ bırakarak ve onları en iğrenç işlerde
çalıştırarak
uyguladığın sistematik işkenceye son ver.
"Ona Rabbinden
bir âyetle geldik."
Rabbin tarafından
mucize destekli olarak geldik. Bu mucize, bizim, senin Rabbinin elçileri
olduğumuzu isbatlar. Yüce Allah sana adaleti ve tevhid inancını emrediyor.
Zulüm ve küfrü yasaklıyor. îsrailoğullarının bizimle birlikte vaadedilen
topraklara gelmelerini engellememeni istiyor.
"Selam, hidayete
tabi olanların üzerine olsun."
Bil ki, ey Firavun,
güvenlik ve selamet hidayete tabi olanlar için vardır. Onu da biz temsil
ediyoruz. Öyleyse hidayete tabi ol ki, barışın hakim olduğu bir ortamda
yaşamını sürdürebilesin.[21]Yoksa
her zaman korkular, yıkımlar, ve iç çatışmalar tarafından kemirilen bir şiddet
toplumunda yaşamaya mahkum olacaksın. Çünkü "bize vahyolundu ki: Doğrusu
azab, bizim temsil ettiğimiz hakkı, "yalanlayan" ve ondan "yüz
çevirenlerin üstünedir."
Büyüklük kompleksine
kapılarak haktan yüz çevirenler barış yüzü görmezler. Onlar şiddetle, terörle,
ölüm korkusu ile birlikte yaşamaya mecburdurlar. [22]
1- Kalp ile, lisan ile ve ameller ile Allah'ı
zikretmek son derece önemlidir.
2- İnsanları
Yüce Allah'a kulluk yapmaya davet ederken hikmeti ve güzel öğüdü göz önünde
bulundurmak gerekir.
3- Yüce Allah yardımı ve desteği ile dostlarının
ve salih kullarının yanındadır.
4- Dünya ve ahirette azaptan yana selamette
olmak ve dünya hayatında Barış içinde yaşamak hidayete tabi olanların hakkıdır.
Diğer insanlar dünya ve ahirette bundan yoksun kalmaya mahkumdurlar.
5- Zalim
yöneticinin karşısına çıkmak, ona iyiliği emredip,kötülüğü neh-yetmek, ondan
gelebilecek eziyetlere karşı sabretmek gerekir.
6- Sebepleri oluştuğu zaman, herhangi bir kimse
korktuğundan dolayı sorumlu olmaz. [23]
49- Firavun dedi ki: "Sizin Rabbiniz kim ey Musa?"
50- Dedi ki:
"Bizim Rabbimiz, herşeye
yaratılışını veren, sonra doğru
yolunu gösterendir."
51- Dedi
ki: "İlk çağlardaki
nesillerin durumu nedir
öyle i-se?"
52- Dedi
ki: "Bunun bilgisi Rabbimin katında
bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz
ve unutmaz."
53- Ki
O, yeryüzünü sizin
için bir beşik
kıldı, ondan sizin için yollar döşedi ve gökten
su indirdi; böylelikle bununla
her tür bitkiden çiftler çıkardık.
54- Yiyin
ve hayvanlarınızı otlatın,
şüphesiz, bunda sağduyu
sahipleri için elbette
ayetler vardır.
55- Sizi
ondan yarattık, ona
geri vereceğiz ve
sizi bir kere daha
ondan çıkaracağız.
Herşeye yaratılışını
verdi. Yaratılışı itibariyle başka varlıklardan ayırdedümesini sağladı.
Sonra yolunu gösterdi.
Hayvanlara yeme, içme barınma ve çiftleşme içgüdüsünü verdi.
Dedİ ki: "İlk
çağlardaki nesillerin durumu nedir?" Firavun Musa'ya, onu delillerinden
uzaklaştırıp önceki nesillerin durumunu izah edenlesin diye, Nuh kavmi Ad ve
Semud kavmi gibi puta tapanların durumu "Nedir," dedi.
Dedi ki, onun ilmi,
Rabbimin katındadır. Onların yaptıklarını bilmek ve bundan dolayı hakettikleri
cezayı vermek Rabbimin yetkisindedir. Bizi ilgilendirmeyen bu tür meseleler
üzerinde kafa yormuyoruz.
Kitapta, benim Rabbim
şaşırmaz ve unutmaz. Adı geçen toplumların amelleri bir kitapta yazılıdır,
koruma altındadır. Rabbim onlara hakettikleri cezayı verecektir. Çünkü O,
yanılmaz, unutmaz. Şayet onlara azap verse veya azabı bir süre için ertelese,
hiç kuşkusuz bu, O'nun öngördüğü bir hikmetten kaynaklanır.
Yeryüzünü sizin için
bir beşik, bir döşek kıldı. Sizin için yollar döşedi.
Değişik renk ve tatta,
çift çift bitki türleri.
Bunda Allah'ın gücünü,
bilgisini, hikmetini ve rahmetini gösteren semud kanıtlar vardır.
Akıl sahipleri İçin.
En-Nuhyetu: Akıl, demektir. Kişiyi şirk ve günah gibi çirkinliklerden
nehyettiği için bu şekilde nitelendirilmiştir.
Sizi ondan yarattık.
Yani topraktan yarattık. Sizi tekrar ona geri vereceğiz. Kıyamet günü yine
oradan çıkaracağız.
Son kez. Birincisi,
topraktan yaratılıştı. Bu ise topraktan çıkarmadır. [24]
Surenin akışında bu
kez Hz. Musa (a.s.) ile Firavun arasındaki karşılıklı konuşma konu ediliyor.
Hz. Musa ve kardeşi, Firavun'a gitmiş, Yüce Allah'ın emrettiği şekilde onu
yumuşak ve hikmetli bir üslupla Allah'a inanmaya ve yalnızca O'na kulluk etmeye
davet etmişlerdi. Bu arada şu kainattaki gerçeği de dile getirmişlerdi:
"Selam, hidayete
tabi olanların üzerine olsun. Gerçekten bize vahyolun-du ki: Doğrusu azab,
yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir."
"Sana selam
olmasın ve sen Allah'ın âyetlerini yalanlayansın, dolayi-sıyle azaba
uğrayacaksın" demiyorlar. Buna karşın Firavun onlara şöyle dedi:
"Sizin Rabbiniz
kim, ey Musa?"
Melun burada, Hz.
Musa'ya İsim vererek hitab ediyor. Böylece kendisinin sarayında yetiştiğine
işaret etmiş oluyor. Bir diğer neden de başlangıçta yalnızca Hz. Musa'nın
peygamberlik görevini üstlenmiş olmasıdır. Musa dedi
ki:
"Bizim Rabbimiz,
her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir."
Her yaratığı üzerinde
bulunduğu şekil, renk, zat ve sıfat olarak başkalarından ayırdedilmesini
sağlayan yaratılışı veren, sonra hayvanlara rızkını arama, yeme, içme ve
barınma içgüdüsünü bahşeden Allah'tır. Kendisi için öngörülen emredilen şekilde
hareket etme isteği ve soyunu devam etmeye yönelik çiftleşme isteğini
yaratılışına yerleştiren O'dur. Bu cevap karşısında Firavun apışıp kaldı. Yüce
Allah'ın Hz. Musa'ya ilham ettiği bilgileri dinlerken verecek cevap bulamadı.
Son çare olarak konuyu dağıtmak için, ağır bir zayiat vermeden atlatmak için,
ileri gelen adamların karşısında küçük düşmekten kurtulmak için dedi ki:
"İlk çağlardaki
nesillerin durumu nedir öyleyse?"
Puta tapan Nuh
kavminden, Hud kavminden ve Salih'in kavminden söz et. Hz. Musa Firavun
melununun asıl amacının konuyu dağıtmak olduğunu anladı ve ona şu cevabı verdi:
"Bunun bilgisi,
Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz."
Senin, hakkında soru
solduğun mesele bizi ilgilendirmez. Geçip gitmiş
bu milletlerin
durumlarına ilişkin bilgi Allah katındadır. Onlarla ilgili her şey Allah'ın
indindeki kitap olan ,'Ievh-i mahfuz'da kayıtlıdır. Günü gelince Allah onları
yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır.
O'nun belirlediği veya
bir süre için ertelediği azab, kuşkusuz daha sonra bir hikmete göre
gerçekleşir. Çünkü benim Rabbim yanılmaz, unutmaz, herkesi işlediği ile
cezalandırır. Ardından Hz. Musa fırsatı değerlendirerek Rabbi-nin vasıflarını
anlatmaya başladı:
"Ki O, yeryüzünü
sizin için bir beşik kıldı."
Üzerinde yaşanabilir
bir döşek gibi yaydı.
"Onda sizin için
yollar döşedi."
Yeryüzündeki ulaşımı
kolaylaştırdı, çeşitli yollar varetti. Bu yollar aracılığı ile ihtiyaç
duyduğunuz şeylere ulaşmanızı sağladı.
"Ve gökten su
indirdi."
Yağmur yağdırdı. Nehirlerin
ve kuyuların kaynağı budur. İşte bu, benim ve sizin Rabbinizdir. O'nu tanıyın
ve O'na kulluk edin. O'nunla birlikte bir başkasına ibadet etmeyin.
"Böylelikle
bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık."
Yağmur aracılığı ile
çeşitli renkte ve biçimde değişik türden bitkiler çıkardık. Her birinin kendine
özgü tadı ve kokusu vardır. Bu sözler, Hz. Musa (a.s.)'nın konuşmasını
tamamlayıcı olarak Yüce Allah tarafından dile getirilmiştir. Ayrıca Allah'ı ve
ortaksız ilahlığını bilmeyen Mekke müşriklerine yönelik bir hatırlatma
niteliğindedir.
"Yiyin ve
hayvanlarınızı otlatın."
Sözünü ettiğimiz
değişik renk ve tattaki bitkilerden yiyin, hayvanlarınızı otlatın. Sonra da bu
nimetlerimize şükretmek amacıyla bize ibadet edin ve düzmece ilahlara yönelik
ibadeti terkedİn.
"Şüphesiz bunda
sağduyu sahipleri için elbette âyetler vardır."
İnsanların ve
hayvanların beslenmeleri için yağdırılan yağmurda ve yeşertilen türlü
bitkilerde Yüce Allah'ın gücüne, bilgisine, hikmetine ve rahmetine ilişkin
açık deliller vardır. Bu yüzden sadece Allah ibadete layıktır, başkası değil.
Şu kadarı var ki, bu açık delilleri sadece akıl sahipleri, sağduyulu kimseler
anlayabilir. Onlar bu deliller aracılığı ile Allah'ı bilmeye ulaşırlar. Sadece
O'na kulluk edilmesi gerektiğini anlayıp
başkalarına ibadet et-inekten kaçınırlar.
"Ondan"
yarattık.
Bitki ve hayvanların
hayat kaynağı olan topraktan sizi yarattık. Atanız Âdem'i topraktan yarattık.
Ölüm ile sizi ona geri vereceğiz, ona gömüleceksiniz.niz.
"Sizi bir kere
daha ondan çıkaracağız."
Kıyamet günü sizi
yeniden kabirlerinizden çıkaracağız ve sizi sorguya çekeceğiz. Yaptıklarınızın
karşılığı olarak ya kalıcı nimete kavuşacak ya da alçaltıcı azaba
çarptırılacaksınız. Bunu karekterleriniz, nitelikleriniz, sıfatlarınız
belirler. İyi karekterliler, nimetlere kavuşur, kötü karekterlüer, şirk ve
günah nitelikli hayat sürdürenler azaba uğratılırlar. [25]
1- Soru
sorana, doğru ve yararlı bir bilgiye dayalı olarak cevap vermek
gerekir.
2- Kendisini ilgilendirmeyen mevzuları bir
kenara bırakmak, kişinin
müslümanlığının
güzelliğini gösterir.[26]
3- Yüce Allah yanılmaktan ve unutmaktan
münezzehtir.
4- Kainattaki bütün kanunlar, yüce Allah'ın
sonsuz gücünün ve ortaksız ilahhğ*nm açık delilleridir.
5- Akıl, kişiyi batıl inançlardan, kötülüklerden
kurtarmaya sebep olduğu için büyük bir değere sahiptir.
6- İnsanı
çirkinliklerden alıkoyan akla, aklı selim denir. [27]
56- Andolsun
biz ona âyetlerimizin tümünü
gösterdik: Fakat o,
yalanladı ve ayak diretti.
57- Dedi
ki: "Ey Musa, sen
bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp
çıkarmaya mı gelmiş
bulunuyorsun?"
58- Madem
böyle, biz de
sana buna benzer
bir sihirle geleceğiz;
şimdi sen, bir
'buluşma zamanı ve
yer" tesbit et,
bizim de, senin de
karşı olamayacağımız açık,
geniş bir yer
olsun" dedi.
59- Musa
dedi ki: buluşma
zamanımız, bayram günü
ve insanların toplanacağı
kuşluk vakti olsun.
60- Böylelikle
Firavun arkasını dönüp
gitti, hileli düzenini biraraya getirdi, sonra geldi.
Ona âyetlerimizin
tümünü gösterdik, Hiçi oıaraıc gonucıuıgı-miz Musa ve Harun'un gerçekten
peygamber olduklarını gösteren tüm delilleri ona sunduk. Fakat o, bu
delillerden yüz çevirdi, tasdik etmeye yanaşmadı. Onların, alemlerin Rabbi tarafından
gönderilen elçiler olduklarını'kabul etmedi. Toprağımızdan. Ülkemizden.
Firavun'un egemen olduğu Mısıı ülkesi.
Sihrinle ey Musa. Âsa
ve beyaz el mucizelerine işaret ediyor. Orta mekan. İki tarafça kabul
edilebilecek âdil ve ortalama biı yer. Bu yer, fikri tartışma için elverişli
olmalıdır. Herkesin görebileceği düz ve geniş bir alan olmalıdır.
Süslenme günü.
İnsanların süslendikleri ve çalışmadıkları bayram günü.
İnsanların
toplanacakları kuşluk vakti. Tartışmayı seyretsinler diye ülkenin dört bir
yanından insanlar gelsin.
Firavun yüz çevirdi,
ayrıldı. Firavun kendisi ile Musa ve kardeşi Harun arasında geçen konuşmayı
büyük bir kibir ve böbürlenme Örneği sergileyerek terketti.
Ve hilesini topladı.
Hileli düzenini yürütecek, kendisine destek verecek büyücüleri topladı. [28]
Bir yanda Hz. Musa ve
Harun'un, bir yanda da Firavun ve ileri gelenlerin yer aldığı tartışmanın konu
edildiği âyetlerin akışı sürüyor. Bu arada yüce Allah buyuruyor ki:
"Andolsun biz
ona", yani Firaavun'a "âyetlerimizin tümünü gösterdik."
Musa ve Harun'un bizim
tarafımızdan görevlendirilen elçiler olduklarına ilişkin hertürlü delili
gözlerinin önüne serdik. Ama o, bu kanıtlara itibar etmedi, onları yalanladı,
onların elçiliklerini kabul etmeye yanaşmadı.
"Dedi ki:
"Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı geldin9"
Hızla koşan bir yılana
dönüşen âsa'nın saldığı dehşetle bizi memleketimizden çıkarmayı mı
amaçlıyorsun?
"Madem böyle, biz
de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz, şimdi sen, 'bir buluşma zamanı ve
yeri' tesbit et."
Burada karşı karşıya
gelip kozlarımızı paylaşalım.
"Bizim de, senin
de karşı olmayacağımız açık, geniş bîr yer olsun."
Aramızdaki
karşılaşmayı herkesin görebileceği şekilde düz, geniş ve engebesiz bir alan da
yapmalıyız. Yüce Allah Hz. Musa'nın şu cevabı verdiğini bize bildiriyor:
"Buluşma
zamanımız bayram günüdür."
Kastettiği, Mısır'da
yaşayan ve kıbti denilen bir kabilenin bayramlarıydı. O gün Kıbtiler yeni
elbiselerini giyer ve çalışmazlardı.
"İnsanların
toplanacakları kuşluk vakti olsun."
Tartışma ve
karşılaşmanın geniş katılımlı olması için, ülkenin dört bir yanından insanların
katılımı sağlanmalıdır. Sözün bu noktasında Firavun toplantı salonunu
terkeder, konuşmaya ara verir. Büyüklük kompleksi içinde uzman kadrolarını,
büyücü danışmanlarını toplar, Hz. Musa ve Hz. Harun hakkında kurduğu tuzağa
ilişkin olarak görüş ve önerilerini sorar. Bundan sonraki âyetlerde Musa'nın
temsil ettiği hak, kesin bir zafer kazanacaktır. [29]
1- Firavun
azgın, kibirli ve haddini aşan bir diktatördür.
2- Büyünün
etkisi vardır. Öğrenilerek elde edilir. Büyüde uzmanlaşmış kimseler, onu
öğretirler.
3- Hakkı üstün getirip, batılı yenilgiye
uğratmak için yarışmaya ve tartışmaya girmek meşru bir yöntemdir.
4- Savaş ve barış için uygun bir zaman ve zemin
seçmek de akıllıca yoldur. [30]
61- Musa
onlara dedi ki:
size yazıklar olsun.
Allah'a karşı yalan düzüp
uydurmayın, sonra bir
azap ile kökünüz
kurutulur. Yalan düzüp uyduran
gerçekten yok olup gitmiştir.
62- Bunun
üzerine, kendi aralarında
durumlarını tartışmaya başladılar ve
gizli konuşmalara geçtiler.
63- 'Dediler ki:
"Bunlar herhalde iki
sihirbazdır, sizi sihirle-riyle yurdumuzdan sürüp-çıkarmak ve
örnek olarak tutturduğumuz yolumuzu
yok etmek istemektedirler."
64- Bundan
ötürü, tuzaklarınızı bir araya
getirin, sonra gruplar halinde
gelin; bu gün
üstünlük sağlayan gerçekten
kurtuluşu bulmuştur.
65- Ey Musa,
dediler. "Ya sen at
veya önce biz atalım."
66- Dedi ki:
"Hayır, siz atın."
Sonra hemen ne görsün, sihirlerinden dolayı,
onların ipleri ve
asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü.
Size yazıklar olsun. Musa'nın onlar hakkında
yaptığı bu beddua: "Allah sizi yok etsin, helak olasınız" demektir.
Ve azapla sizi helak edecektir. Katından bir
azap ile sızı helak edecektir.
Aralarında durumlarını tartıştılar. Hz. Musa
ve Harun hakkında görüş alış-verişinde bulundular: "Bunlar peygamber mi,
yoksa sihirbaz mı?"diye bir birlerine sorup kendi aralarında bir cevap
bulmaya çalıştılar. j Aralarında gizli
konuştular: "Bunlar herhalde iki sihirbazdır..."
sözünü gizlice
fısıldadılar.
Örnek olarak
tuttuğunuz yolu. Seçkin ve lider kimselerin halkınız için belirledikleri örnek
hayat sistemini yıkmak istiyorlar.
Hilelerinizi toplayın.
Bir araya getirin. Ortak bir hileli düzen kurun. Birlik halinde hareket edin.
Herbiriniz ayrı bir düzen peşinde koşmasın.
Galip gelen bu gün
büyük bir ödül kazanır iflah olur. Zafer elde eder.
Ya sen asanı at.
Sihirlerinden ona
hareket ettiği hayal oldu. Musa büyücülerin iplerini ve asalarını koşan
yılanlar gibi gördü. Büyücüler onlara civa sürmüşlerdi, güneş vurunca da
hareket etmeye başladılar. Musa da bunların gerçek yılanlar olduklarını sandı. [31]
Surenin akışı içinde,
Hz. Musa ile Firavun'un karşılaşma için topladığı sihirbazlar arasındaki
konuşmanın geçtiği sahne canlandırılıyor. Musa (a.s) belki tevbe ederler diye,
onlara şu uyarıcı hitabı yöneltir:
"Size yazıklar
olsun. Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın."
Allah'a karşı yalan
uydurmayın, kendi uydurduğunuz şeyleri Allah'a nis-bet etmeyin.
"Sonra bir azap
ile kökünüz kurutulur."
Taş üstünde taş, omuz
üstünde baş bırakmayan bir azapla kökünüz kurutulur,
"Yalan düzüp
uyduran gerçekten yok olup gitmiştir."
Allah'a veya insanlara
karşı yalan uyduranların helak olup gitmeleri ilahi bir yasadır.
Hz. Musa (a.s)'nın bu
tehdit edici uyarısından sonra, aralarında bir görüş ayrılığı belirdi. Bu
sözleri söyleyen kişi bir büyücü mü yoksa gökten haber getiren bir elçi mi?
diye sormaya başladılar. İşte şu ifadelerden bunu anlıyoruz:
"Bunun üzerine,
kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar." "Gizli
konuşmalara geçtiler."
Sözlerinin başkaları
tarafından duyulmasını önlemek için aralarında gizlice konuşmayı tercih
ettiler;
"Bunlar herhalde
iki sihirbazdır."
Hz. Musa ve Harun
birer sihirbazdır demeye başladılar. "Sizi sihirleriyle yurdumuzdan sürüp
çıkarmak istiyorlar." Sizi Mısır topraklarından sürmek ve "örnek
olarak tutturduğunuz yolunuzu yok etmek istemektedirler."
İsrailoğulları ve
başkaları üzerindeki hükümranlığınız, yöneticilik hakkınıza son vermek
istiyorlar. Amaçlan, halkı 'sizin hükümranlığınız altından çıkarıp
hükümranlıkları altına sokmak, kendi dinlerine bağlamaktır, öyleyse aranızda
birleşin ve sakın onların karşısında görüş ayrılığına düşmeyin.
"Sonra gruplar
halinde gelin, kenetlenmiş olarak çıkın karşılarına ve bilin ki:
"Bu gün üstünlük
sağlayan gerçekten kurtuluşu bulmuştur."
Galip gelen büyük bir
ödül alacaktır. Bu sözü, Hz. Musa (a.s)'ya karşı
nasıl bir üslup
takınacaklarını kararlaştırdıktan sonra sarf etmişlerdi. Sonra
Firavun'un emriyle:
"Ey Musa"
dediler, ya sen asanı at veya biz önce atalım."
Musa dedi ki:
"Hayır, siz
atın."
Ellerindeki ipleri ve
asaları yere attıklarında Musa: "ne görsün, sihirlerinden dolayı, onların
ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü." Cıva ile
kaplı oldukları için birden bire güneş ışınlarına maruz kalınca, kıvrılarak
hareket ediyorlarmış gibi geldi Hz. Musa (a.s.)'ya. [32]
1- Allah'ın
zatı ve emirleri hakkında yalan uydurmak haramdır. İşte bu yalan türü
yalancının kökünün kurutulmasını, hüsrana uğratılmasın i gerektiren büyük bir
günahtır.
2- Tamamen dine ait olan bir konuyu, kitleler
etkilenir, inanır ve doğru yolu bulur korkusu ile şahsi bir çıkarmış gibi
göstermek, kimi insanların öteden beri başvurdukları bir hile ve bir
aldatmacadır.[33]
3- Yüce
Allah'ın Hz. Musa ve Hz. Harun (a.s) ile beraber olduğu, Hz. Musa'nın
hareketlerinde belirginleşiyor. Çünkü, önce sihirbazların hünerlerini
göstermelerine izin vermesinin bir hikmeti vardı. Çünkü sahneyi izleyenlerin
zihninde kalan şey, genellikle son hareket ve son söz olur. Özellikle böyle bir
sahnede! [34]
67- Musa
bu yüzden kendi
içinde bir tür
korku duymaya başladı.
68- "Korkma" dedik. Muhakkak ki sen üstün geleceksin.
69- Sağ
elindekini atıver, onların
yaptıklarını yutacaktır;
çünkü onların yaptıkları yalnızca bir büyücü
hilesidir. Büyücü ise nereye
varsa kurtulamaz.
70- Bunun
üzerine büyücüler, secdeye
kapandılar: "Harun'un ve
Musa'nın Rabbine iman ettik"
dediler.
71- Firavun
dedi ki: ben
size izin vermeden
önce O'na inandınız
öyle mi? Şüphesiz
o, size büyüyü
öğreten büyüğünüzdür. O halde
ben de sizin
ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz
olarak ke-
seceğim ve sizi hurma
dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş
ve daha sürekliymiş öğrenmiş
olacaksınız.
Kendi içinde bir korku
duymaya başladı.
Galip sensin. Üstün
geleceksin ve galip sen olacaksın.
Yutar. Büyücülerin
yaptıkları ipleri ve asaları büyük bir hızla yutacaktır.
Büyücünün hilesi.
Onların göz boyacılığı kalıcı ve sürekli olmaz.
Sihirbaz kurtuluşa
eremez. Başarı elde edemez. Nerede olursa olsun büyücü amacına ulaşmaz,
başarılı olmaz.
Ve sihirbazlar
alınlarını yere koymak suretiyle secdeye kapandılar.
Muhakkak ki o sizin
büyüğünüz. Size sihri Öğreten Öğretmeni-nizdir.
Tersten çaprazvari.
Sol ayakla birlikte sağ elinizi.
Hurma dallarında.
Hangimizin daha
şiddetli ve devamlı azabı vardır. Burada melun Firavun kendisini ve Hz.
Musa'nın Rabbini karşılaştırıyor. Hangimizin azabı daha şiddetlidir?
Hangimizin isyancılara verdiği ceza daha kalıcı, daha süreklidir? [35]
Hz. Musa ile
Firavun'un sihirbazları arasındaki yarışmayı konu edinen âyetler grubunun akışı
devam ediyor. Sihirbazlar iplerini ve asalarını yere atınca, bunlar,
kıvrılmaya, hareket etmeye başladılar. Alanın her tarafını doldurdular. Bunlar
karşısında Hz. Musa içinde bir korku hissetti. O anda Rabbi ona şöyle vahyetti:
"Korkma. Muhakkak
ki, sen üstün geleceksin?"
Galip gelecek, onları
ağır bir hezimete uğratacaksın. 67. âyetin ifade
ettiği anlam budur.
Buna göre, Hz. Musa kendi içinde bir korku hissetmiştir.
68. ayette ise şöyle
deniyor:
"Korkma"
dedik. "Muhakkak sen üstün geleceksin." "Sağ elindekini atıver,
onların yaptıklarını yutacaktır."
Büyük bir hızla onları
yutacaktır. Nedeni ise, şöyle açıklanıyor:
"Çünkü onlarm
yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir."
Büyücünün hilesidir,
göz boyamasidır.
"Büyücü ise
nereye varsa kurtulmaz."
Büyücü istediğini elde
edemez, hiç bir zaman hakikat karşısında zafer elde edemez. Çünkü onun yaptığı,
sadece seyircilerin gerçek diye zannettikleri hayallerdir. Kalıcı hakikatleri
yoktur. Eşyayı aslından başka bir şeye dönüştürmez, başkalaştırmaz. Büyücüler
Hz. Musa'nın attığı asanın, onların attıkları ipleri ve asaları yutuverdiğini
görünce, onun sihir olmadığını anladılar. İlâhi bir mucize olduğunu anlamakta
gecikmediler. Ve gayet net bir^ifadeyle, teslimiyetlerini şöyle dile
getirdiler:
"Harun'un ve
Musa'nın Rabbine iman ettik."
Bu olay karşısında
dehşetten gözleri faltaşı gibi açılan, burnundan öfke soluyan Firavun, hezimeti
basitleştirmek için tehditler savurarak, sihirbazları komploculukla suçladı:
"Ben size izin
vermeden önce O'na inandınız öyle mi?"
"Şüphesiz o sizin
büyüğünüzdür."
Baş öğretmeninizdir.
"Sîze büyüyü
öğreten odur."
Onunla önceden
anlaştınız, bu yenilgi planını hazırladınız.
"Sizin ellerinizi
ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim."
İbret-i alem olsun
diye, ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim.
"Sizi hurma
dallarında sallandıracağım. Başkalarına ibret olsun diye elleri ve ayakları
çapraz olarak kesilmiş cesetlerinizi hurma dallarına asıp teşhir edeceğim.
"Siz de elbette,
hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş
olacaksınız."
Benim azabım mı daha
ağır ve dayanılmazdır, yoksa Musa'nın Rabbinin-kimi? [36]
1- Sebepleri oluştuğu zaman herhangi bir şeyden
korku duymak, inanç açısından bir sakıncası yoktur.
2- Büyücülerin bazı eşyaları başka şeylere
dönüştürmeleri, başkalaştır-malari, gerçekte olmayan bir göz boyamadan başka
bir şey değildir.
3- Büyü haramdır. Büyünün mahiyeti ise yalan ve
aldatmacadan ibarettir..
4- Büyücüler
mucize ile sihir arasındaki farkı gördükleri için, mucizeden olağanüstü biçimde
etkilenmişlerdi.
5- Mü'min
cesurdur. Ölüm ve idam tehditleri onu korkutmaz, yıldırmaz. [37]
72- Dediler
ki: "Bize gelen
apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla
tercih edip-seçmeyiz." Bizim
hakkımızda ne karar
ve-
rirsen ver;
sen, yalnızca bu
dünya hayatında hükmünü
yürütebilirsin.
73- Gerçekten
biz rabbimize iman
ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyle
bizi kendisine karşı
zorlayarak-sürüklediğin suçumuzu bağışlasın.
Allah, daha hayırlıdır ve
daha süreklidir.
74- Gerçek
şu ki, kim
Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse, hiç
şüphe yok, onun
için cehennem vardır.
Onun içinde ise, ne ölebilir, ne dirilebilir.
75- Kim
O'na iman edip
salih amellerde bulunarak O'na gelirse, işte
onlar, onlar için de yüksek dereceler vardır.
76- İçlerinde
ebedi kalacakları altından
ırmaklar akan Adn cennetleri de onlarındır.
Ve işte bu,
arınmış olanın karşılığıdır.
Kesinlikle seni tercih
edip seçmeyiz. Bizi yoktan var eden.
Neye hükmünü
yürütebiliyorsan, durmaksızın hükmünü yürüt. Bize yapacağını söylediğin şeyi
yap.
Allah daha hayırlı ve
bakidir. O'na itaat edildiği zaman Allah'ın vereceği sevap, senin vereceğin
ödülden daha hayırlıdır. O'na karşı çıkıldığı zamanda vereceği azab, senin
cezandan daha süreklidir.
Mücrim. Şirk, küfür ve
günah aracılığı ile nefsini ifsad etmek suretiyle suç işleyen.
Arınanların karşılığı.
Şirk ve günahtan arınanların mükafatı Şirk ve günahtan arınmak, iman ve salih
amelle mümkündür. [38]
Âyetlerin akışı
içinde, Firavun ve henüz iman etmiş büyücüler arasındaki karşılıklı konuşma
sahnesi canlandırılıyor. Allah'a iman ettikleri ve bir Ta-ğut olarak kendisinin
otoritesini reddettikleri için, Firavun onları Öldürmekle, hurma dallarında
sallandırmakla tehdit edince, mü'min büyücüler ona şu cevabı verdiler:
"Biz seni asla
tercih edip seçmeyiz."
Ey Firavun "Bize
gelen apaçık delillere..."
Hz. Musa ve Hz.
Harun'un Rabbinin gerçek Rab olduğuna ve O'na itaat edip kulluk yapmanın bir
zorunluluk olduğuna ilişkin deliller karşısında, seni Yüce yaratıcımıza tercih
etmemiz, sana inanıp O'nu inkar etmemiz mümkün değildir. Bu hiç bir zaman
gerçekleşmeyecek bir kuruntudur. Öldürme ve darağacında sallandırma gibi
tehditlerinden de çekinmiyoruz. Elinden geleni yap.
"Sen yalnızca bu
dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin." Dünyada belli bir hükümranlığa
sahip olduğun için bazı hususlarda hükmünü yürütebilirsin. Ahirette ise, senin
aleyhinde hükmedilecek, sonsuza dek onur kırıcı azaba çarptırılacaksın,
hükmeden değil, mahkum olacaksın.
Henüz yeni inanmış
büyücüler, en ufak bir korku duymadan, inançlarını şu şekilde haykırdılar:
Gerçekten biz
Rabbimİze iman ettik."
Bizi yaratan, bizi
nzıklandiran ve bizim hayatımızı yönlendiren yüce Rabbimize İnandık.
"Günahlarımızı ve
sihir dolayısiyle bizi kendisine karşı zorlayarak sürüklediğin suçumuzu
bağışlasın."
Sihir yapmak ve
öğretmek suretiyle işlediğimiz suçu bağışlamasını diliyoruz. Çünkü biz
isteyerek yapmadık... Hiç şüphe yok ki, Firavun, Hz. Musa'nın âsa ve beyaz el
mucizelerini görünce, sihirbazları büyücülüğü öğrenmeye, sihir yapmaya ve
büyücülüğü öğrenip Hz. Musa ile yarışmaya zorlamıştı.
"Allah,daha
hayırlıdır ve daha süreklidir."
İman edip salih amel
işleyenlere verdiği sevap ve makam daha hayırlıdır. Küfredip başka birine
İtaat edene verdiği ceza ise,daha kalıcıdır. Karşılıklı geçen bu konuşmaları
72. ve "73 âyetlerden izliyoruz.
74. âyette ise şöyle
buyuruluyor:
"Gerçek şu ki,
kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse."
Nefsine karşı şirk ve
günahkarlıkla suç işlerse, "hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun
içinde ise, ne ölebilirler ki dinlene bilsinler ne diri-lebilirler ki mutluluk
verici bir hayat yaşayabilsinler.
"Kim O'na iman
edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse."
Allah'a inanıp Tağutu
reddederse, onun şeriatına göre amel edip farzları
yerine getirerek
yasaklarından kaçınırsa.
"İşte onlar
için" iman ve salih amellerinin ödülü olarak "yüksek dereceler
vardır. Adn cennetleri de onlarındır."
Adn cennetlerine
konulurlar, orada yüksek derecelere sahip olurlar.
"Altından
ırmaklar akar. İçlerinde ebedi olarak kalırlar."
Ne ölürler, ne de
oradan çıkarılırlar.
"Ve işte bu,
arınmış olanın karşılığıdır."
Şirk, suç ve günah
nitelikli bir hayat biçiminden uzaklaşıp iman ve salih amel esasına dayalı bir
hayat sürdürerek arınanların mükafaatı budur. Hiç kuşku yok ki, büyücüler sahip
oldukları bu bilgileri, Hz. Musa ve Hz. Harun'un daveti sonucu öğrenmişlerdi.
Çünkü Hz. Musa ve Hz. Harun onların aralarında uzun süre kalarak davet ve
tebliğlerini yürütmüşlerdi. [39]
1- Ahmak cahillerden başkası küfrü imana, batılı
hakka ve hurafeleri gerçek dîne tercih etmez.
2- Ahiret azabına göre dünya işkencesine
katlanılabilir ve sabredilebilir.
3- Zorlama
iki türlüdür:
a) Dayanılmaz bir işkence ve dayakla herhangi
bir şeye zorlanmak. Bu şekilde bir günah işleyen kimse bağışlanır.
b) Tehdit ve talep sonucu bir günah işlemeye
zorlanmak. Böyle bir suç, ancak samimi bir tevbeden sonra bağışlanır.
Büyücülerin zorlanmaları, bu ikinci şıkkm kapsamına girer.
4- Bu
âyetlerde küfür ve günahla birlikte iman ve salih amelin de karşılığı
açıklanmaktadır. [40]
77- Andolsun,
biz Musa'ya vahyetmiştik: "Kullarımı geceleyin
yürüyüşe geçir, onlara
denizde kuru bir yol
aç, yetişilmekten korkmadan
ve endişeye kapılmadan."
78- Firavun
ise, ordularıyla peşlerine
düştü; sularda onları tamamen kaplayıverdi.
79- Firavun,
kendi kavmini şaşırtıp
saptırdı ve onları
doğruya yöneltmedi.
80- Ey
İsrailoğulları, andolsun, sizi
düşmanlarınızdan kurtardık. Tur'un
sağ yanında sizinle
vaadleştik ve üzerinize
kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.
81- Size,
rızık olarak verdiklerimizden temiz
olanlardan yiyin, bu
konuda azgınlık yapmayın,
yoksa gazabım üzerinize
kaçınılmaz olarak iner;
Benim gazabım, kimin
üzerine inerse, muhakkak
o, tepetaklak düşmüştür.
82- Gerçekten
ben, teybe eden,
inanan, salih amellerde
bulunup da sonra
doğru yola erişen
kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.
Kullarımı geceleyin
yürüt.
Denizin ortasında
üzerinde su bulunmayan kupkuru bir yol.
Yetişilmekten korkma.
Yakalanmaktan korkma. Firavun'un size yetişmesinden ve suyun sizi kaplayıp
boğmasından korkma.
Denizin suyundan
onları kaplayıveren kaplayıverdi de boğulup gittiler.
Ve Firavun kavmini
sapıttırdı. Kavmini kendine inanmaya ve alemlerin Rabi olan Allah'ı inkar
etmeye çağırmak suretiyle saptırdı.
Hidayete ermedi. Doğru
yolu bulup halkına da göstermedi. Halkına söz verdiği gibi onları doğru yola
iletemedi: "Sizi doğru yoldan başkasına yöneltmiyorum." {Mü'min
Suresi, 29)
Tur'un sağ yanı.
Dinlerini ve dünyalarını düzenleyen Tevrat'ı Hz. Musa'ya indirmek İçin.
İKar gibi beyaz bir
şeydir. Mennu: Kudret helvası, Selva ise; bıldırcın kuşuna denir.
Onda haddi aşmayın.
Aşırı gitmek ve Allah'a şükretmemek suretiyle azgınlaşmayın.
Sonra doğru yola
erişti. Ölene kadar iman, tevhid ve salih amel üzere bir hayat sürdüren. [41]
Uzunca bir zaman süren
tartışmalardan, iyice alevlenen husumetten sonra, Firavun ve soydaşları hakkı
kabule, gerçeği anlamaya yanaşmadılar. Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Musa (a.s)
ya şu emri verdi:
"Biz Musa'ya
vahyettik ki:"
Neyi vahyetmişti Yüce
Allah?.. İsrailoğullarını geceleyin yürütüp Mısır'dan çıkarmayı.
"Andolsun Musa'ya
vahyetmiştik: Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir."
"Onlara denizde
kuru bir yol aç."
Denizin ortasında
onların geçebilecekleri bir yol aç. Nitekim Hz. Musa (a.s.) asası ile denize
vurmuş, deniz ikiye ayrılarak ortasında kupkuru bir yol belirmişti. Böylece
İsrailoğulları denizi geçmişlerdi. Firavun da peşlerinden gelip ordusuyla
denizin ortasındaki yola girince, yüce Allah yanlan denizi tekrar birleştirdi,
böylece Firavun'u ve askerlerini topluca boğdu. Hz. Musa ve İsrailoğulları ise
kurtulmuşlardı.
"Firavun ise,
ordularıyla peşlerine düştü; sulard a denizin suyun da onları kaplayıveren
deniz sularının muazzam bir kısmı onları kaplayi verdi."
Bundan önce Yüce Allah
Hz. Musa (a.s.)'ya Şöyle hitap etmişti.
"Yetişilmekten
korkma ve endişeye kapılma." Firavun'un, ardından gelip sana yetişmesinden
korkma. Denizde boğulmaktan ise endişe etme.
"Firavun kendi
kavmini şaşırtıp saptırdı ve onları doğruya yöneltmedi."
Bu gerçeği yüce Allah
haber veriyor: Firavun, kavminin hakka inanıp hak davetçilerine uymasına engel
oldu. Onları gerçeği İnkar etmeye ve doğru yoldan uzaklaşmaya davet etti. Onlar
da onun çağrısına uydular, böylece saptılar ve hidayete eremediler. Firavun'un
halkına: "Sizi doğru yoldan başka bir şeye yöneltmiyorum" demesi de
kocaman bir yalandı.
"Ey
îsrailoğulları, andolsun, sizi düşmanlarınızdan," Firavun ve ordularından
"kurtardık. Tur'-un sağ yanında sizinle vaadleştik."
Elçimiz Hz. Musa ile
birlikte siz Musa'nın kavmi ile vaadleştik ki, sizin için doğru yol kılavuzu
olan Tevrat'ı İndirelim ve siz de onun bildirdiği şeriatla hükmedesiniz. Çölde
bulunduğunuz sırada yiyecek olarak size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
"Size, rızık
olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yiyin."
Size bu şekilde emir
verdik ve: Size rızık olarak verdiklerimizden helal olanlarını yiyip için.
"Bu konuda
azgınlık yapmayın."
Helali bırakıp harama
yönelmeyin, yeme ve içmede israfa koşmayın ve nimetlerinden dolayı Allah'a
şükretmeyi ihmal etmeyin.
"Yoksa gazabım
üzerinize kaçınılmaz olarak iner." Eğer azgınlık ederseniz, gazabıma maruz
kalırsınız. "Benim gazabım kimin üzerine inerse."
Kİm de gazabımı
hakederse, "Muhakkak o, tepetaklak düşer."
Cehennemin dibine
yuvarlanarak helak olur.
"Gerçekten ben,
tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi
şüphesiz bağışlayıcıyım."
Yüce Allah,
İsrailoğullarına ve onların şahsında tüm insanlara vaad ediyor ki: Ben inanan,
buna bağlı olarak salih amel işleyen, yani farzları yerine getirip yasaklardan
kaçınan, sonra bu özelliğini şaşmadan ölümüne kadaı sürdüren kimseyi
bağışlarım. [42]
.
1- Bu tür kıssalar ancak vahiy yoluyla
öğrenilebilir ve öğrenmenin bundan başka yolu da yoktur. Bunun İçin, Hz.
Muhammed (s.a.s)'in peygamber liginin birer delili konumundadır.
2-
İsrailoğullarının geçmesi için denizin yarılıp ortasında kupkuru bir yo lun
belirmesi mucizesi, Yüce Allah'ın varlığının, sonsuz gücünün, ilminin rah
metinin ve hikmetinin bir delilidir.
3- Bu âyetler de, Kur'an'ın muhatabı olan
yahudilere, eski kuşakların; yönelik nimetler hatırlatılarak, Allah'a
şükretmeleri, günahlarından tevbe edi] İslâm'a girmeleri amaçlanıyor.
4- İsraf,
zulüm ve nimete karşı nankörlük haramdır.
5- Gazap, Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfat,
O'nun celal ve kemaline yarası bir niteliktedir. Mahlukların Öfkesine benzemez. [43]
83- "Seni
kavminden 'çarçabık
ayrılmaya iten' nedir ey Musa?"
84- Dedi
ki: "Onlar arkamda
izim üzerindedirler, hoşnut kılman için,
sana gelmekte acele ettim Rabbim."
85- Dedi
ki: "Biz senden
sonra kavmini denemeden
geçirdik, samiri onları şaşırtıp-saptırdı.
86- Bunun
üzerine Musa, kavmine oldukça
kızgın, üzgün olarak
döndü. Dedi ki:
Ey kavmim, Rabbiniz
size güzel bir vaadde bulunmadı mı?
Size verilen sözün
süresi pek uzun
mu geldi? Yoksa Rabbinizden
üzerinize kaçınılmaz bir gazabın
inmesini mi istediniz de
bana verdiğiniz sözden
caydınız?
87- Dediler
ki: "Biz sana
verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik, ancak
o kavmin süs
eşyalarından bir takım
yükler yüklenmiştik, onları ateşe
attık, böylece samiri
de attı."
88- Böylece
onlara böğüren bir buzağı
heykeli döküp çıkardı, "işte, sizin
ve Musa'nın ilahı budur; fakat
Musa unuttu" dediler.
89- O'nun
kendilerine bir sözle
cevap vermediğini ve
onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı?
Seni acele ettiren
nedir? Seni kavmini bırakıp onlardan önce gelmeye zorlayan sebep nedir?
Onlar beni izliyorlar.
Benden uzak değildirler.
Ey Rabbim benden
hoşnud olmanı sağlamak için acele ile geldim.
Kavmini imtihan ettik.
Onları denedik.
Samiri onları
saptırdı. İslâm'dan ve hidayetten uzaklaştırıp şirke, Allah'tan başkasına
ibadet etmeye yöneltti.
Oldukça kızgın ve
üzgün olarak.
Güzel vaad. Size
Tevratı vermeye ilişkin ilahi vaad. Bununla hayatınızı düzenleyecek, şeriatı
ile hükmedecektiniz. Böylece olgun kullar olarak mutluluğa erişecektiniz.
Vaatleşme süresi size
uzun mu geldi? Otuz günlük bir süre çok mu? Yüce Allah bu süreyi daha sonra
kırka tamamlayacaktı,
Bana verdiğiniz söze
uymadınız. Arkamdan geleceğinize dair verdiğiniz sözü tutmadınız.
Kendi isteğimizle ve
gücümüz dahilinde. Fakat heva ve heves bize galip geldi. Bu yüzden arkandan
gelip sözümüzü tutmayı beceremedik.
Yük, suç. Kadınların
süs eşyalarını ve giysilerini yüklenmiştik.
Onları attık.
Samiri attı. Samiri
adı, Musa b. Zafer'dir. İsrailli, Samire kabilesine mensuptur. Attığı şey de,
Cebrail'in atının bastığı yerden aldığı topraktı. Yani o toprağı, kadınların süs
eşyalarının atıldığı çukura attı.
Cesetli buzağı. Yani,
bir buzağı heykeli. Onun böğürtüsü vardı. Böğüren bir buzağı.
Ve unuttu. Yani Musa
Rabbini burada unuttu, gidip onu başka yerde arıyor dediler.
Size sözü geri
çeviriyor mu? Sizinle konuşabiliyor mu? Böğürmeden başka hiç bir ses
çıkaramadığı için, onunla konuştukları zaman, cevap vermiyordu. [44]
Yüce Allah,
İsrailoğullannı Firavun ve firavunun ileri gelenlerinden kurtardı. Firavuh'un
ordusundan kaçarlarken Hz. Musa (a.s) denizi yardı. İsra-iloğullarınm geçtiği
yerden, Firavun ve ordusu da geçmek isterken boğuldular. Bundan sonra Hz. Musa,
vadedilen topraklara doğru hareket eden kavmine, Yüce Allah'ın kendilerini Tur
dağına getirmesini emrettiğini söyledi. Yüce Allah orada, şeriatını, dünya ve
ahiret nizamım İçine alan Tevrat'ı indirecekti. Buluşma noktası da Tur'un sağ
yanıydı. Hz. Musa va'dedilen yere gitmede acele etti. Yerine kardeşi Harun'u,
halkının başında bıraktı ve ardından gelmelerini istedi. Sonunda Tur dağının
yanında buluşacaklardı. Ancak ne olduysa, Samiri'nin bir buzağı heykelini
yapıp İsrailoğullannı Hz. Musa'nın ardından gitmekten vazgeçip buzağıya tapmaya
davet etmesiyle oldu.
"Seni kavminden
'çarçabuk ayrılmaya iten1 nedir ey Musa?" Yüce Allah'ın bu soruyu Hz.
Musa'ya yöneltmesinin sebebi, kendisinden sonra halkında meydana gelen inanç
değişikliğini haber vermektir.
"Seni çarçabuk
ayrılmaya iten nedir?"
Neden yalnız başına
geldin? Emir, İsrailoğullanyla birlikte gelmen şeklinde değil miydi? Hz. Musa
(a.s) şu cevabı verdi:
"Onlar arkamda
izim Üzerindedİrler."
Arkamdan geliyorlar.
"Hoşnut kalman
İçin, sana gelmekte acele ettim."
Bu söz üzerine Yüce
Allah, kavminin içinde bulunduğu son durumu ona haber veriyor:
l!Biz senden sonra
kavmini denemeden geçirdik. Samiri onları şaşırtıp-saptırdı."
Samiri bir buzağı
heykeli yaptı ve senin kavmini ona ibadet etmeye çağırdı.
"Yüce Rab budur,
Musa ise onu uzaklarda arıyor" dedi.
Hz. Musa'nın duası ve
Yüce Allah'ın Tevrat hükümlerini içeren sayfaları sunuşu sona erince
"Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü."
Büyük bir üzüntü
içinde soydaşlarının bulunduğu yere geldi ve öfkeli bir biçimde:
"Dedİ ki:
"Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?" Burada Hz.
Musa (a.s) kavmine, Yüce Allah'ın kendilerini Firavunoğul-
larından kurtarmaya,
kendilerine önderlik ve hükümranlık bahşetmeye ilişkin
vaadini hatırlatıyor.
Böylece onları işledikleri hatadan dolayı azarlıyor.
Arkasından gelmeyip
buzağıya tapmak ve buna bağlı olarak şiddetli görüş
ayrılığına düşmelerini
eleştiriyor.
"Size verilen
sözün süresi pek uzun mu geldi?"
Hayır. Süre uzun
değildi. Topu topu otuz gündü. Fakat siz onu da tamamlamadınız, nihayet
sınandığınızın farkına varmayip Rabbinizden başkasına kulluk sunma suçunu
işlediniz.
"Yoksa
Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir azabın inmesini mi istediniz?"
Siz bu
bozgunculuğunuzla,Rabbinizin gazabım üzerinize çektiniz ve gazaba uğramanız
artık kaçınılmazdır.
"Bana verdiğiniz
sözden caydınız."
Buzağıya tapmaya
başlamak, Rabbinizle kararlaştırdığınız yere gelmek üzere beni izlemeniz
şeklindeki sözünüzü tutmamak suretiyle bana muhalefet ettiniz.
"Dediler ki:
"Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik."
Bunu bir mazeret
olarak Hz. Musa (a.s.)'ya söylüyorlar. Sözden caymalarının mümkün olmadığını
ileri sürüyorlar. Hevalarmın ve arzularının önüne geçemediklerini, bu yüzden
arkasından gelme gücünü kendilerinde bulamadıklarını iddia ediyorlar. Demek
istiyorlar ki: Samiri saptırmasına; "Bu sizin Rabbinizdir, Musa yanlış
yerde O'nu arıyor' sözlerine karşı koyacak durumda değildik. Baskı altında
kaldık, nefsimizin arzusuna direnemedik, nefsimize uyduk.
"Biz sana
verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik."
Kendi gücümüz ve
arzumuz dahilinde sana muhalefet etmedik. Çeşitli
etkenlerin baskısı
altında böyle bir tavra yöneldik.
"Ancak o kavmin
süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik. Onlan attık."
İsrailoğullan bu
sözleriyle fitnenin ortaya çıkış biçimini ve sebebini açıklıyorlar.
İsrailoğullan kadınları, Mısırlı kadınlardan kendi bayramlarında takınmak üzere
süs eşyaları ve takılar ödünç almışlardı. Ama bu takıları geri vermeden Hz.
Musa ile birlikte Mısır'ı terk etmeleri ile sonuçlanan gelişmeler olmuştu.
Sonunda kurtulmuş, Firavun ve orduları da suda boğulmuştu. Sahile vardıklarında
Hz. Musa, Rabbi ile buluşma hususunda acele etti ve kardeşi Harun'un
başkanlığında kendisini izlemelerini ve Tur dağına gelmelerini emretti. Fakat
Samiri lakabıyla anılan Musa adlı bir şahıs, fırsatı değerlendirdi.
İsrailoğullarınm kadınlarına dedi ki: "Yanınızdaki takılar size helal
değildir. Bunlar emanettir. Nasıl takınabiliyorsunuz bunları?" Ardından
bir çukur kazarak, "yanımızdaki süs eşyalarını atın" dedi. Kadınlar
denileni yaptılar. O da takıları eritip onlardan başka türlü yararlanmak üzere
bir ateş yaktı. Bunları şu ifadeden çıkarıyoruz:
"Ancak o kavmin
süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik." Firavun kavminin
kadınlarına ait bir takım süs eşyalarını emanet olarak almıştık. Sonra onları
Samiri'nin isteği üzerine bir çukura atmıştık.
"Böylece Samiri
de attı."
Bunlar
İsrailoğullarınm mazeret kabilinden Hz. Musa'ya karşı söyledikleri sözlerdir.
Biz süs eşyalarını çukura attığımız gibi, Samiri de yanındaki toprağı üzerine
serpti. Bu toprağı Cibril'in atının ayak izinden almıştı. Böylece Samiri,
buzağı heykelini yaptı ve böğüren bir heykel olarak ortaya çıkardı.
Birbirlerine dediler ki: "İşte sizin ve Musa'nın ilahı budur. Musa o'nunla
buluşmaya gitti, ama Rabbini burada unuttu, yolunu şaşırdı. Musa gelene kadar
buna ibadet edin."
Yüce Allah bu
anlayışlarını kınayıcı bir üslupla şöyle buyuruyor:
ı "Onun
kendilerine bir sözle cevap vermediğini görmüyorlar mı?"
Konuştuklarında cevap
alamıyorlar, "onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını"
görmüyorlar mı? Şu halde, O'nun ilah olduğunu nasıl söyleyebiliyorlar? Bir şey
istediklerinde cevap vermiyor, taleplerini karşılamıyor, yardıma ihtiyaç
duydukları anda yardım edemiyor. Pekii, bu nasıl ilahtır?.. Bu, cahilliğin,
sapıklığın ve ihtiraslara uymanın bir örneğinden başka bir şey
değildir. Böyle bir
sapıklıktan Allah'a sığınırız. [45]
1-
Acelecilik bir insanda bulunmaması gereken kötü bir niteliktir. Bir çok olumsuz
sonuçlara neden olur. Örneğin Hz. Musa (a.s.)'nm vaadedilen yere gitmede acele
etmesi ve kavmini geride bırakması, büyük bir olaya neden olmuştu; İsrailoğullan
ondan sonra buzağıya tapacak kadar sapmış ve buna bağlı olarak korkunç
gelişmeler başgöstermişti.
2- Allah'ın rızasını talep etmek güzel bir
şeydir, ama, Allah'ın rızasını elde etmeye elverişli bir amelle bu mümkün olur.
3- Allah için Öfkelenmek meşrudur, O'na yönelik
ibadetin terkedilmesi, emir ve yasaklarına muhalefet edilmesi durumunda,bir
mü'minin hüzünlenmesi de dini gayretten ileri gelen haklı bir tepkidir.
4- Kadınların birbirlerinden ödünç olarak takı
alıp süslenmeleri meşrudur, ama bu takıların asıl sahibine ait olduklarım
inkar edip el koymak haramdır.
5- Hak ile
batılı, hayır ile şerri birbirinden ayırmak için aklı kullanmak ve
düşünme yeteneğini
devreye sokmak lazımdır. [46]
90- Andolsun,
Harun bundan önce
onlara: "Ey kavmim,
gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz, denendiniz.
Sizin Rab-biniz Rahman olan Allah'tır; şu
halde bana uyun ve
emrime itaat edin" demişti.
91- Demişlerdi
ki: "Musa bize
geri gelinceye kadar ona karşı
bel büküp önünde
eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız."
92- Musa da gelince: "Ey Harun" demişti. "Onların saptıklarını gördüğün
zaman seni onlara
müdahale etmekten alıkoyan neydi?"
93- Niye
bana uymadın, emrime
baş mı kaldırdın?
94- Dedi ki:
"Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup yolma. Ben,
senin İsrailoğulları arasında
ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin" demenden
endişe edip korktum.
Onunla imtihan
olundunuz. Buzağı ile denendiniz. O'na kulluk etmeye, saygı duruşunda bulunup
Önünde bel bükmeye devam edeceğiz.
Saptıklarını
gördüğünde. Onların, Allah'tan başkasını ilah edinip buzağıya tapmak suretiyle
saptıklarını gördüğünde.
V Sakalımı tutma. Hz.
Musa büyük bir öfkeyle kardeşinin sakalını ve saçını tutup sallıyordu, bir
yandan da onlara ses çıkarmadığı için kınıyordu.
. Sözümü önemsemedin.
Bu husustaki sözümü önemsemedin. [47]
Âyetler Allah'la
konuşmadan dönen Hz. Musa ile kavmi arasında geçi-
yor:
"Andolsun, Harun
bundan önce onlara demişti:"
Musa'nın dönüşünden
önce, onların buzağıya taptıklarını görünce, "Ey kavmim, buzağı sizin ve
Musa'nın Rabbi değildir. O, sadece bir imtihan aracıdır, onunla imtihan
oluyorsunuz. Yüce Allah, kendisine yönelik kulluktaki sabrınızı ve peygamberine
yönelik itaatinizi ölçmek istiyor. Bu hususta kavminden farklı bir tutum
sergileyecek olanları belirleyip herbirini hakettiği bir ceza ile
cezalandırmayı diliyor.
"Sizin asıl
Rabbiniz Rahman olan Allah'tır."
Bütün hayatınızı göz
önünde bulundurduğunuz zaman onun rahmetinin açık belirtilerini göre
bilirsiniz. Bunları hatırlayarak "bana uyun." Sadece Allah'a ibadet
etmek, O'ndan başkasına kulluk yapmaktan kaçınmak hususunda beni izleyin.
"Emrime İtaat
edin."
Ben, Allah'ın elçisi
Musa'nın sizin üzerinizdeki halifesiyim. Ama yoldan
çıkmış kavmi ona şu
cevabı verdi:
"Demişlerdi ki:
"Musa bize geri gelinceye kadar ona karşı bel büküp Önünde eğilmekten
kesinlikle ayrılmayacağız. O'na kulluk yapmak, önünde saygıyla eğilmekten
vazgeçmeyeceğiz... Daha sonra Hz. Musa gelip kavminden bu sözleri duyunca,
Harun'a yönelerek onu azarladı kınadı, sert biçimde eleştirdi:
"Ey Harun,
onların saptıklarını gördüğün zaman seni alıkoyan neydi?" Buzağıya
tapmalarına niçin engel olmadın? "Niye bana uymadın?"
Yanındaki
müslümanlarla birlikte peşimden gelip müşrikleri neden ter-ketmedin?
"Emrime baş mı
kaldırdın?"
Hz. Musa (a.s.) o
kadar kendinden geçmişti ki, öfkesi öylesine kabarmıştı ki, kardeşinin saçını
sakalını tutup çekti. Büyük bir kızgınlıkla onu azarlıyordu. Bu esnada Harun ise
şöyle diyordu:
"Ey annemin oğlu,
sakalımı ve başımı tutup yolma."
Seni izlemem hususunda
mazeretim vardır. Kavminin bir kısmını alıp buzağıya tapan diğer kısmını geride
bırakmak suretiyle sana gelmekten korktum.
"İsrailoğullan
arasında ayrılık çıkardın demenden" çekindim. Çünkü bu, seni memnun
etmeyecekti.
"Sözümü
önemsemedin," demenden çekindim. [48]
1- Resule
başkaldırmak, kişiyi din ve dünya hususunda bir fitne ile yüz-yüze getirir ve
imtihan olmasına neden olur.
2- Kendisine verilen bir görevde kusuru görülen
bir kimse, sevilen biri olsa bile onu azarlamak ve görevden azletmek caizdir.
3- Kusur işlemekle suçlanan kimse, şayet
kusuruna kasten yapmamış-sa mazeret ileri sürebilir.
4- Bir
müctehidin içtihadında yanılması da, gerçeği yakalaması da mümkündür. [49]
95- Musa dedi ki:
"Ya senin amacın nedir ey Samiri?"
96- Dedi
ki: "Ben onların
görmediklerini gördüm. Böylece elçinin izinden
bir avuç alıp atıverdim;
böylelikle bana bunu
nefsim hoşa giden bir şey gösterdi."
97- Dedi
ki: Haydi çekip git,
artık senin hayatta
hakkettiğin ceza:
"Bana
dokunulmasın" deyip yerinmendir.
Ve şüphesiz senin
için kendisinden asla
kaçınamayacağın azab dolu
bir buluşma zamanı vardır. Üstüne
kapanıp bel bükerek
önünde eğildiğin ilahına bir
bak; biz onu
mutlaka yakacağız, sonra
darmadağın edip denizde savuracağız.
98- Sizin
ilahınız yalnızca Allah'tır
ki, O'nun dışında
ilah yoktur. O, ilim
bakımından herşeyi kuşatmıştır.
Amacın neydi? Niye
böylesine büyük bir olaya sebebiyet verdin?
Onların görmediklerini
gördüm. Bu bilgiyi gözlem ve izleme sonucu edindim. Onlar göremedikleri için
bunu bilmiyorlar.
Rasulün izinden bir
avuç. Cebrail'in ayak izinden bir avuç toprak aldım.
Ona attım. Bu toprağı,
takılardan yapılma buzağının İçine
attım.
Nefsim bana süslü
gösterdi. Buzağı heykelini yapma işini nefsim bana hoş gösterdi.
Çekip git, yeryüzünde
hakettiğin ceza: "Kimse bana dokunmasın ve ben de kimseye dokunmayayım"
demendir. Çünkü sana dokunan veya senin dokunduğun kimse büyük bir zarara
uğrayacaktır.
îlahın. Senin ilah
edindiğin buzağı.
Uzun süre üzerine
kapanıp karşısında bel büktüğün.
Denizde parça parça.
Onu yakıp darmadağın ettikten sonra denize savuracağız.
Sizin ilahınız sadece
Allah'tır. Sizin asıl ilahınız Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, tek ve
ortaksız ilahtır. [50]
Sûrenin akışı içinde,
Hz. Musa (a.s.) ile kavmi arasındaki karşılıklı konuşmaları devam ediyor. Hz,
Musa kardeşini işlediği kusurdan dolayı azarladıktan sonra, ikiyüzlü Samiri'ye
döndü. Samiri aslında inekperest yani ineğe tapan bir topluluğa mensuptu.
İsrailoğullan arasında müslüman olarak görünüyordu. Önüne çıkan ilk fırsatta
da, eski inancına, yani inekperestliğe döndü. Bir buzağı heykeli yaptı, ona
taptı ve İsrailoğullannı da ona tapmaya davet etti. Bu yüzden Hz. Musa ona
öfkeyle: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?" dedi. Ne yapmak
istiyorsun, bu iğrenç tutumu sergilemen nereden kaynaklanıyor? Samiri özür
dilercesine şöyle dedi:
"Ben onların
görmediklerini gördüm."
Senin soydaşlarının
bilmediği şeyi öğrendim "elçinin" yani Cebrail'in atının
"izinden bir avuç alıp" buzağı şekline soktuğum süs eşyalarının
üzerine attım. Böylece bir inek gibi böğürmeye başladı.
"Böylelikle bunu
nefsim hoşa giden bir şey gösterdi."
Nefsim bana bu işi
süslü ve çekici gösterdi, ben de yaptım. Yüce Allah'ın bize bildirdiğine göre
Hz. Musa (a.s) ona şu cevabı verdi:
"Haydi çekip git,
artık senin hayatta hakettiğin ceza: "Bana dokunulmasın deyip öbürboyu
kendini kmamandır."[51]
Bütün hayatın boyunca
sana dokunmak isteyenlere: "Bana dokunma ki sana dokunmayayım,"
diyeceksin. Bu, senin dünya hayatındaki cezandir. Çöllerde yırtıcı hayvanlar
arasında yaşamaya mahkumsun. Hiç kuşkusuz onun insanlardan kaçması, insanların
da ondan uzak durması, onun bu hususta denetlenmediği anlamına gelmez. Bilakis
rivayete göre o, bir tür sıtmaya yakalanmıştı. Biri ona dokunduğunda tıpkı
onun gibi titremeye başlardı. Ona dokunan elektrik akımına kapılmış gibi
çarpıhrdı.
"Ve şüphesiz
senin için kendisinden asla kaçınamayacağın azab dolu bir buluşma zamanı
vardır."
Bu dışlanma ve
kovulma, senin dünya hayatındaki azabındır. Kesinlikle kaçamayacağın, bir de
ahiret azabına çarptırılacaksın. O gün kaçınılmaz olarak gelecektir.
Sonra Hz. Musa
Samiri'ye dedi ki: "Şu düzmece "ilahına bir bak." Ki
"üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğiliyorsun."
Ona kulluk yapıyorsun
ve bundan vazgeçmeye de pek yanaşmıyorsun. Allah'a andolsun ki: "Onu
mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız."
Hz. Musa gerçekten
buzağı heykelini yaktı, darmadağın ederek tozlarını denizde savurdu. Geride tek
parçası bile kalmadı. Bu bidatçılann ve günahkarların dışlanmasında, boykot
uygulanmasında temel bir örnek oluşturmaktadır. Nitekim Resulullah efendimiz
de (s.a.v.) Tebük seferine mazeretsiz katılmayanlara boykot uygulamıştı. O
suçun kalıntısı kalmasın diye.
Sonra buzağıya tapınma
seviyesine düşürülmüş, saptırılmış, aldatılmış topluluğa döndü ve şöyle dedi:
"Sizin gerçek
ilahınız, kendisine ibadet ve itaat edilmesi gereken biricik ilahınız Allah'tır
ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından her şeyi
kuşatmıştır."
O'nun ilmi herşeyi
kapsamına almıştır. O, herşeyi bilir, O'nun herşeye gücü yeter. O'nun dışındaki
düzmece ilahların böyle bir güçleri yoktur. Hiç bir şeye güç yetiremeyen, hiç
bir şey bilmeyen birine ibadet edilir mi? [52]
1- Suçlanan kimseyi konuşturmak, ona cevap hakkı
tanımak meşru bir yöntemdir.
2- Nefis, bir kimseye kötü bir şeyi hoş
gösterirse, onu süslerse, kişinin bunu işlemesi, kovulmasına ve dışlanmasına
sebep olur.
3- Yüce
Allah, büyük hatalar işleyen, günah alanında çığır açan kimi kullarına dünya
ve ahiret azabını birleştirerek verir. Yani ölene kadar azap içinde tutar,
ölünce de ahiret azabına çarptırılır.
4- Bid'atçıyı, yani dinde olmayan bir şeyi
uyduranı, günah alanında çığır açanı dışlamak, sürgün etmek, onunla ilişki
kurulmasına izin vermemek meşru bir cezalandırma yöntemidir.
5- İnsanları
Allah'a kulluk sunmaktan alıkoyan putları, heykelleri, saçmasapan resim ve oyun
aletlerini kırıp parçalamak gerekir. [53]
99- Sana
geçmişlerin haberlerinden bir
bölümünü böylece aktarıyoruz. Gerçekten,
sana katımızdan bir
zikir verdik.
100- Kim
bundan yüz çevirirse, şüphesiz
kıyamet günü o, bir günah yükü
yüklenecektir.
101- O
yükün altında ebedi
olarak kalıcıdırlar. Bu,
kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür.
102- Sur'a
üfleneceği gün, biz
suçlu-günahkarları o gün, gözleri
gömgök olarak topllayacağız.
103- Dünyada yalnızca on gün
kaldınız diye kendi aralarında
fısıldanacaklar.
104- Onların
sözünü ettiklerini biz
daha iyi biliyoruz.
Tutulan yol bakımından
onların daha üst olanları
ise: Siz yalnızca bir gün kaldınız derler.
Böylece, Hz. Musa ve
taraftarları ile Firavun arasındaki olay-
ları içeren bu kıssayı
sana aktardığımız gibi, peygamberlere ilişkin haberleri de bu yolla
aktarıyoruz.
Katımızdan bir zikir.
Yani, Kur'an-ı Kerim.
Kim ondan yüz
çevirirse. O'na inanmazsa, okuyup amel etmezse.
Ağır bir günah. Büyük
bir yükü yüklenir.
O gün sura üfürülür.
Bu, diriliş üfürmesidir. Sur ise, borazan olarak kullanılan boynuz anlamına
gelir.
Gözleri gömgök,
yüzleri ise simsiyahtır. Bu da onların cehennem ehli olduklarının işaretidir.
Korkunun etkisiyle
aralarında fisıldaşarak, seslerini alçaltarak konuşurlar.
Tutulan yol bakımından
onlardan daha üstün olanlar. Görüşleri kendilerine göre daha ılımlı ve dengeli
olanlar. Bütün bunların nedeni, ortamın korkunçluğu ve manzaranın dehşet veri-
ciliğidir. [54]
Hz. Musa ile Firavun,
ardından Hz. Musa ile İsrailoğulları arasındaki konuşmalarından bahseden
âyetlerin sonunda Yüce Allah, elçisi Hz. Muham-med (s.a.v.)'e şöyle hitap
ediyor:
"Sana böylece
aktarıyoruz."
Hz. Musa ile Firavun,
yine Hz. Musa ile İsailoğullan arasında geçen olayları sana aktardığımız gibi
"geçmişlerin haberlerinden bir bölümünü" böylece aktarıyoruz. Geçmiş
milletlere ilişkin haberleri sana aktarıyoruz ki bu, senin peygamberliğinin,
katımızdan vahiy aldığının delili olsun. Ayrıca insanlar geçmişte
yaşananlardan ibret alsın.
"Gerçekten, biz
sana katımızdan bir zikir verdik."
Sana yönelik
lütfumuzun bir belirtisi olarak, bir zikir bahşettik, Kur'an'ı indirdik. Bu
Kur'an, kula, Rabbini hatırlatır. O'nu kurtuluş ve mutluluk yollarına
yöneltir:
"Kim bundan yüz
çevirirse."
Kim Kur'an'a sırtım
dönerse, O'na inanıp onun yol göstericiliği altında hareket etmezse.
"Şüphesiz kıyamet günü o, bir günah-yükü yüklenecektir."
Kıyamette omuzlarına
büyük bir günah yükü binecektir. Çünkü o, hiç bir
salih amel işlememiş
olacaktır. Kafir ve imansız olduğu için tüm amelleri kötü, çirkin ve iğrenç
nitelikli olacaktır.
"O yükün altında
ebedi olarak kalıcıdırlar."
Bu ağır yükleriyle
birlikte ebediyen ateşte kalacaklardır.
"Bu, kıyamet günü
onlar için ne kötü bir yüktür."
Kıyamette bir insanın
böylesine iğrenç bir yükün altında olması ne kötüdür. Sahibini kurtarması bir
yana, onunla birlikte sonsuza dek cehennemde kalacaktır.
"Sur'a
üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkarlan toplarız."
Hak dini yalanlayan, şirk
ve günaha dayalı bir hayat yaşayan suçluları bir araya getiririz.
"O gün."
Sura ikinci kez
üfürüleceği gün, "gözleri gömgök," yüzleri simsiyah olur.
"Aralarında
fısıldaşırlar."
Dünyada ve kabirlerde
ne kadar kaldınız diye, birbirlerine fısıltı halinde sorarlar. Bazıları şu
cevabı verir:
"Yalnızca on gün
kaldınız."
Dünyada ve kabirlerde
on günden fazla kalmadınız.
"Onların sözünü
ettiklerini biz daha iyi biliyoruz."
Tutulan yol bakımından
onların daha üst olanları ise şöyle derler:
"Görüş bakımından
daha tutarlı olanlar ise "siz yalnızca bir gün kaldınız,"
derler."
Uzunca bir zamanı bu
kadar kısa olarak nitelendirmelerinin nedeni, kıyametin dehşet verici
manzarasından duydukları müthiş korkudur. Azabın dehşeti ile adeta şok
geçirmeleridir. [55]
.
1- Bu
bölümde Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği bir kez daha pekiştiriliyor.
Yüce Allah Hz. Peygamber'e, Hz. Musa ve Firavun, Hz. Musa ve İsrailoğulları
kıssalarını aktardıktan sonra, geçmiş milletlere ilişkin haberleri de
aktararak onun peygamber olduğunu, bu gaybi haberleşme ile is-batlıyor. Bir
diğer delil de kendisine Kur'an'ın verilmesidir.
2- Açık deliller, apaçık belgeler ve deliller
içermesi bakımından Kur'an,
Öğüt alacaklar için
bir hatırlatma ve uyarı niteliğindedir.
3- Dünyada Kur'an'a sırt çeviren suçlular,
kıyamet günü çok kötü bir duruma düşerler.
4- Kıyametin dehşeti korkunçtur. O dehşet içinde
insanoğlu, binlerce yıl süren dünyadaki hayat serüvenini bir veya birkaç gün
sürmüş gibi düşünür. [56]
105- Sana
dağlar hakkında soruyorlar.
De ki: "Benim
Rab-bim, onları darmadağın
edip savuracak."
106- Yerlerini
bomboş, çırçıplak bırakacaktır.
107- Orada ne
bir eğrilik göreceksin, ne
de bir tümsek.
108- O
gün, kendisinden sapma
imkanı olmayan çağırıcıya
uyacaklar. Rahman
olan Allah'a karşı sesler
kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka
bir şey işitmezsin.
109- O
gün, Rahman olan Allah'ın
kendisine izin verdiği
ve sözünden hoşnut olduğu
kimseden başkasının şefaati
bir yarar sağlamaz.
110- O,
önlerindekini de, arkalarındakini de
bilir. Onlar ise, bilgi bakımından
O'nu kavrayıp kuşatamazlar.
111- Artık
bütün yüzler, diri,
kaim olanın önünde
eğik durmuştur ve zulüm
yüklenen ise yok olup gitmiştir.
112- Kim de bir mü'min olarak, salih olan amellerde bulunursa, artık
o, ne zulümden korksun,
ne hakkının eksik tutulmasından
Sana dağlar hakkında
soruyorlar. Müşrikler: "Kıyamet günü dağlar ne olacak?" diye bir soru
yöneltiyorlar.
Ve de ki: Rabbim
onları darmadağın eder. Sonra emir verir, toz duman olup savurulur giderler.
Dümdüz, çırçıplak
kalır yerleri.
Ne bir eğrilik ne de
bir tümsek görürsün.
Çağına. Mahşere
çağıran. Rablerinin huzuruna çıksınlar diye onları davet eder.
Sesler kısılmıştır.
Sadece bir hışırdı duyulur. O da korkarak atılan adımların çıkardığı seslerden
başka bir şey değildir.
Sözünden hoşnut
olduğu. Kalbinde yer eden bir inancın ifadesi olarak, içtenlikle
"Allah'tan başka ilah yoktur," demesinden hoşnut olduğu.
Bilgi bakımından onu
kavrayıp kuşatamazlar. Yüce Allah insanların ilerisini ve gerisini bilir. Ama
onlar O'nu bilgi olarak
kavrayıp kuşatamazlar.
3 Ölümsüz, diri ve
kayyum olan. Rabbin önünde yüzler eğil-miş-tir.
Kim zulüm yüklenirse.
Kim kıyamet günü zulüm, yani şirk yü-' künü yüklenmiş olarak gelirse.
Zulmen veya noksanlık
bakımından. İşlediği kötülüklere eklemede bulunulacak diye korkmasın,
iyilikleri eksik tartılacak diye endişelenmesin. [57]
Yüce Allah, Resûlû Hz.
Muhammed (s.a.v.)'e şöyle buyuruyor: "Sana soruyorlar."
Kavmin arasında,
ölümden sonra dirilişi ve mahşerde hesap vermeyi inkar eden müşrikleri; dağlar
hakkında kıyamet günü nasıl bir akıbete uğrayacaklar? diye soru soruyorlar.
Onlara de ki:
"Rabbim onları
darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne
bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek."
Onlara şöyle cevap
ver:
De ki: "Benim
Rabbim onları darmadağın edip savuracak, rüzgar tuz-buz olmuş bu dağları silip
süpürecektir. Yerleri bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Öylesine dümdüz
olacaklar ki, orada bir eğrilik veya tümsek, bir çukur ya da çıkıntı
göremezsin.
"O gün,
kendisinden sapma imkanı olmayan çağmaya uyacaklar. Rahman olan Allah'a karşı
sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin."
Kıyamet koptuğu gün,
insanlar sağa sola bilinçsizce koşuşacaklardır. O sırada bir çağrı:
"Haydin mahşer yerine," diye seslenecektir. Onlar da sağ taraflarından
sesin geldiği yöne döneceklerdir. Yani sol taraftan dönüp bakmayacaklardır.
"Kendisinden sapma
olmayan" sözünün anlamı budur.
"Rahman olan
Allah'a karşı sesler kısılmıştır."
Sesler kısılmış ve
susmuştur.
"Artık bir
hırıltıdan başka bir şey işitemezsin."
Sessizce yürüyen
develerin çıkardıkları belli belirsiz bir sesi andıran bir hışırtıdan başka bir
şey işitemezsin.
"O gün, Rahman
olan Allah'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden
başkasının şefaati bir yarar sağlamaz."
Yüce Allah buyuruyor
ki: İnsanların yargılanmak, yaptıklarının karşılığı-
nı almak üzere
toplandıkları mahşer alanında hiç kimsenin, bir başkasına yönelik şefaati yarar
sağlamaz. Ancak Yüce Allah'ın şefaat etmesi için izin verdiği ve sözünden
hoşnut olduğu kimse hariç. Hakkında şefaat edilen de tevhid ehlinden, yani
"Allah'tan başka ilah yoktur," gerçeğine inanmış kimselerden
olacaktır.
"O, önlerindekini
de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp
kuşatamazlar."
Mahşerde toplananların
az sonra uğrayacakları akıbetin cennet mi, cehennem mi olacağını bilir.
Dünyadayken işledikleri veya işlemedikleri amelleri bilir. Onlar ise, Yüce
Allah'ı bilgi bakımından kavrayıp kuşatamazlar. Bu yüzden yargılama adalete
uygun olacak ve rahmet sıfatı her şeye egemen olacaktır.
"Artık bütün
yüzler, diri ve herşeyi idare edenin önünde eğik durmuştur."
Tıpkı tutsaklar gibi
utanç içinde eğilmişlerdir. Diri ve kaim olan da, sürenin egemenliği tekelinde
olan Yüce Allah'tan "yok olup gitmiştir."
Hüsrana uğramıştır,
zulüm yüklenen..."
Burada kastedilen
zulmün şirk olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. En büyük zulüm olan şirkten
Allah'a sığınırız.
"Kim de bir
mü'min olarak, salih olan amellerde bulunursa."
Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, ölümden sonra dirilişe iman eden
bir kimse, işlediği kötülüklere ilavede bulunulacağından veya iyiliklerinin
eksîltileceğinden korkmasın. Hesaplaşma ve ceza ortamına hakim olan unsur, Yüce
Allah'ın adaletidir. [58]
1- Dağların ne olacağını sormak, şirk ehlinin
cehaletini ortaya koymaktadır.
2- Ölümden
sonra tekrar diriliş haktır.
3- Şefaat, ancak mü'minler için geçerlidir. Bir
müşrik şefaat edemez ve bir müşrik için şefaat edilemez.
4- Kıyamet günü müşrikler hüsrana uğrayacaklar,
tevhid inancına bağlı olanlar ise büyük kurtuluşa erişeceklerdir. [59]
113- Böylece
biz, onu, Arapça
bir Kur'an olarak indirdik
ve onda korkulacak şeyleri
türlü şekillerde açıkladık;
umulur ki korkup-sakınırlar
ya da
onlar için düşünme oluştururlar.
114- Hak
olan, biricik hükümdar
olan Allah yücedir.
O'nun vahyi sana gelip
tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı
okumada acele etme ve de ki: Rabbim, ilmimi arttır.
115- Andolsun,
biz bundan önce
Adem'e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi.
Biz onda bir kararlılık bulamadık.
Ve böylece indirdik.
Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki, onu anlasınlar.
Ve onda tehditleri
açıkladık. Korkulacak bir çok şeyi, dünya ve ahiret azabının her çeşidini türlü
biçimlerde açıkladık. Onlar için düşünme oluşturur. Geçmiş ümmetlerin neden helak
edildikleri üzerinde düşünüp öğüt alırlar ve günahlarından tevbe edip müslüman
olurlar.
Hak ve Malik olan
Allah yücedir. Hak olan, biricik hükümdar olan Allah, iftiracıların
yakıştırmalarından ve müşriklerin şirklerinden münezzehtir.
JKur'an ile acele
etme. Kur'an'ı okumada acele etme.
JSana vahyi tamam
olmadan önce. Cebrail'in onu sana okuması tamamlanmadan.
Adem'e ahid verdik.
Yasak ağaçtan yememesini tavsiye ettik.
Ve unuttu. Biz ona
ahid verdik, o ise bu ahdi unuttu, sözünü tutmadı.
Onun için azim
bulamadık. Onda yasakladığımız şeye karşı bir kararlılık ve bir sabır bulmadık.
Adem (a.s,) Peygamber olmadan önceki halidir.
[60]
"Böylece biz onu,
Arapça bir Kur'an olarak indirdik."
Çeşitli müjdeler ve
tehditler içeren âyetleri indirdiğimiz gibi, bu Kur'an'ı da Arapça olarak
indirdik ki, onu anlayıp doğru yola erişsinler.
"Onda korkulacak
şeyleri türlü şekillerde açıkladık."
Tehdit edici şeyleri,
dünya ve ahiret azabını çeşitli biçimlerde açıkladık. Böylece belki senin
kavmin geçmiş milletlerin helakına sebep olan şirk ve günahlardan uzak durur,
sakınır.
"Ya da onlar için
düşünme oluşturur."
İçlerinde bir düşünme
yeteneğinin oluşmasına yol açar; geçmiş milletlerin akıbetlerinden ders
almalarını sağlar. Böylece tevbe ederek şirkten, Resûlû yalanlamaktan vazgeçerler.
Rablerine itaat ederler. Sonuçta erdemli birer kul olarak dünya ve ahiret
mutluluğuna erişirler. 113. âyetin verdiği mesaj budur.
Bundan sonraki ayette
ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hak olan, biricik hükümdar olan Allah
yücedir."
Burada Yüce Allah,
yarattığı varlıklardan üstünlüğünü, onlara egemen oluşunu, karşı konulmaz
gücüyle onları dilediği gibi yönlendirişini vurguluyor. Bu yüzden O,
ortaklardan, evlattan, yalancı iftiracıların asılsız yakıştırmalarından ve
noksan sıfatlardan münezzehtir.
"Onun vahyi sana
gelip tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı okumada acele etme."
Burada Yüce Allah,
elçisine Kur'an'ı Cebrail'den nasıl alacağını öğreti-
yor. Kur'an âyetlerini
okumada, ashabına yazdırmada ve onunla hükmetmede acele etmemesini emrediyor.
Cebrail okumasını tamamlayıp, Allah'ın âyetlerini indirişindeki maksadını
açıklayana kadar beklemesini tavsiye ediyor. Daha fazla ilim istemesini
söylüyor.
"Ve deki:
"Rabbim, ilmimi arttır."
Burada, O'nun her
zaman daha fazla bilgiye muhtaç olduğuna işaret ediliyor. Bu yüzden acele
etmemesi, ilmi birikime sahip olmaya çalışması, bu bilgiyi Özümsemesi, karar
vermeden önce konunun üzerinde düşünmesi gereği dile getiriliyor. Bu, Hz.
Peygamber için böyle olduğuna göre ümmetinin uleması, bu ilmi donanıma daha
çok muhtaçtır. Çünkü fetva çıkarmada ve hüküm vermede acele etmek çoğu zaman
büyük yanlışlara yol açar.
"Andolsun, biz
bundan önce Adem'e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık
bulmadık."
Yüce Allah Resulüne ve
mü'minlere geçmişte yaşanan bir olayı haber veriyor. Şöyle ki: bir çok emir ve
yasaklar yönelttiğimiz, ama bunları yerine getirmeyen, dolayısiyle helak
ettiğimiz geçmiş ümmetlerden önce Adem'e de bir tavsiyede bulunmuştuk.
"Düşmanı olan
şeytana itaat etmemesini ve yasak ağacın meyvesini yememesini
emretmiştik."
Ama o, bu tavsiyemizi
unuttu, apaçık düşmanı olan şeytana uyup söz konusu ağacın meyvesinden yedi.
Biz onda bir kararlılık bulmadık. Aksine aldatma ve dümenler karşısında zaaf
gösterdi. Ahdine bağlı kalmadı, Allah'a itaat hususunda sabırlı olamadı.
İnsanların atası Hz. Adem böyle yaptıktan sonra, soyundan gelenlerin çeşitli
sapık eğilimler göstermeleri pek de garip-senecek bir durum olmasa gerektir. Bu
yüzden sen, kavminin sana inanmamalarından, davetine olumlu karşılık vermemelerinden
dolayı üzülme ve karamsarlığa kapılma. [61]
1- Kur'an'ın
Arapça indirilmesi ve onda korkulacak şeylerin türlü şekillerde açıklanması bir
hikmete dayanmaktadır.
2- Allah tüm
alemlerden yücedir ve kulları üzerinde ezici güce dayalı, sınırsız bir
hükümranlığa sahiptir. Ortaklardan ve evlat edinmekten münezzehtir.
Müşriklerin asılsız yakıştırmalarından yücedir, beridir.
3- Kur'an okurken, onu tefsir ederken, ondan bir
hüküm çıkarırken, ona dayanarak bir fetva verirken, önce gerekli bilgiye sahip
olmak ve itinalı davranmak güzeldir.
4- İlim
öğrenmek, daha çok bilgi edinmeye çalışmak, nefsin cehaletinin bilincinde olup
ilmin bir ihtiyaç olduğunu bilerek hareket etmek bu ayetler grubunda özellikle
teşvik edilmektedir.
5- Peygamber efendimize (s.a.v.) Hz. Adem
(a.s.)'in Şeytan'ın hilesine yenik düşüp zaaf gösterdiği hatırlatılarak teselli
ediliyor, kavminin sapık eğilimleri karşısında kendisine moral destek
sağlanıyor. [62]
116- Hani biz
meleklere: "Adem'e secde
edin" demiştik, İblis'in dışında
secde etmişlerdi o,
ayak diremişti.
117- Bunun
üzerine dedik ki: Ey
Adem, bu, gerçekten
sana ve eşine düşmandır;
sakın sizi cennetten
sürüp çıkarmasın, sonra
meşakkat çekersin.
118- Şüphesiz
ki, senin acıkmaman
ve çıplak kalman
or-dadır.
119- Ve
gerçekten sen burada
susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.
120- Sonunda şeytan
ona vesvese verdi;
dedi ki: "Ey
Adem, sana sonsuzluk ağacını
ve yok olmayacak bir
mülkü haber vereyim mi?
121- Böylece ikisi
ondan yediler, hemen
ardından ayıp yerleri
kendilerine açılıverdi,
üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp
örtmeye başladılar. Adem,
Rabbine karşı gelmiş oldu
da şaşırıp kaldı.
122- Sonra
Rabbi onu seçti,
tevbesini kabul etti
ve doğru yola iletti.
Meleklere dediğimiz
zaman. Yani meleklere söylediğimiz bu sözü, bir öğüt ve ibret dersi olarak
hatırla.
İblis hariç, o, ayak
diremişti. Büyüklük kompleksine kapıldığı için secde etmekten kaçınmıştı. Çünkü
melek değildi. Cinlerin babasıydı ve meleklerle birlikte ibadet ediyordu. Senin
ve eşinin düşmanıdır; sizin için hayır dilemiyor, sadece kötülük diliyor.
Yorulursun, meşakkat
çekersin. Karnını doyurman için yeryüzünde çalışman, ekip biçmen, tahıl
öğütmen ve ekmek pişirmen gerekecektir.
Orada susamazsm,
yeryüzündeki güneşin kavurucu sıcaklığı
sana isabet etmez.
Sonsuzluk ağacı.
Meyvesini yiyeni sonsuz kılan ağaç.
Yok olmayan,
yıkılmayan bir mülk, sonsuz hükümranlık.
Herbiri ötekinin ön ve
arka organlarını gördü. Böylece çirkin bir görünüm ortaya çıktı.
Örtmeye başladılar.
Âdem ve Havva açılan yerlerini cennetteki yapraklarla örtmeye başladılar
Ve şaşırdı. Yasak
ağacın meyvesini yemek suretiyle şaşırıp kaldı.
Sonra Rabbi onu seçti
ve tevbesini kabul etti. Sonra Rabbi onu velayeti-dostluğu için seçti. Onu
tevbe etmeye yöneltti. Böylece salih bir kul olmak için tevbe etti. [63]
Bundan önce Yüce
Allah, Hz. Adem'in zaafından söz etmişti. Şöyle ki: Yüce Allah, kendisini ve
eşini cennetten çıkarmasın diye Şeytan'a itaat etmemelerini emretmişti. Ama
Hz. Adem (a.s) bu ahdi unutarak, yasaklanan ağacın meyvesinden yemişti. Kısaca
değinilen bu olaydan sonra, Hz. Adem (a.s.)'İn kıssasının tümünü sunmanın tam zamanıydı.
Böylece muttakiler (Allah'ın emrini hakkıyla yerine getirenler) bundan öğüt
alır, mü'minler gerekli ibret derslerini çıkarırlar. Bu münasebetle Yüce Allah
elçisi Hz. Muhammed (s.a.v)'p "hatırla".diyor: "Hani biz
meleklere 'Adem'e secde edin' demiştik."
Secdeleri, Yüce
Allah'a kulluk, Hz. Adem'e, onun ilmine ve şerefine saygı sunma niteliğindeydi.
Melekler Allah'ın emrini derhal yerine getirdiler.
"Secde
etmişlerdi."
lumu secdeye
kapanmıştı.
"İblis hariç, o,
ayak diremişti."
Kapıldığı büyüklük kompleksinden
dolayı secde etmekten kaçınmıştı. Ayrıca O, melek değildi. Cin kökenliydi. Ama
meleklerle birlikte gökte Allah'a ibadet etmekle meşguldü. 116. âyetten
anladığımız budur.
"Bunu üzerine
dedik ki: "Ey Adem, İblis'in secdeden kaçınmasından, büyüklük kompleksine
kapılmasından sonra, Adem'e (a.s) nasihat ettik ve ona dedik ki:
"Bu,
gerçekten" yani, İblis, "Sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten
sürüp çıkarmasın, sonra meşakkat çekersiniz."
O'na itaat etmeyin,
ona itaat etmeniz, cennetten sürülüp çıkarılmanıza
neden olur. Cennetten
çıktığınız anda da çeşitli meşakkatlerle burun buruna kalırsınız. Yüce Allah
hitabı Hz. Adem'e yönelterek: "Meşakkat çekersin," buyuruyor. Çünkü,
bu kelimenin anlamı ekip-biçmek gibi işlerden dolayı yorulmak ve çalışmaktır.
Bu ise, cennet dışında sürdürülecek bir hayatın zorunluluğudur. Koca,
karısının iaşesinden sorumludur. Dolayısıyle yorulan, meşakkat çeken kocadır.
"Şüphesiz ki,
senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ordadın" Cennettedir.
"Ve gerçekten sen
burada susamayacaksm ve güneş altında yanmayacaksın da."
Yeryüzünde olduğu
gibi, burada susuzluk çekmeyeceksin, güneşin kavurucu sıcaklığı altında yanmak
zorunda kalmayacaksın. Hitap her ne kadar Hz. Adem'e yönelikse de, Havva da
onun eşi olması bakımından ona tabidir. Çünkü ailedeki eşler birbirinin
tamamlayıcısıdır. Karı-koca birlikte bulunuyor-larken sadece kocaya hitabetmek
bir görgü kuralıdır. Bu gelenek toplumdan topluma değişir.
"Sonunda Şeytan
ona vesvese verdi."
Vesvese yoluyla ona
seslendi ve telkinde bulundu.
"Ey Adem, sana
sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?"
Hz. Adem onun bu
teklifini kabul etti, vesvesesine kapıldı. Önce Havva, sonra kendisi, söz
konusu ağacın meyvesinden yedi.
"Böylece ikisi
ondan yediler."
Bunun üzerine ayıp
yerleri kendilerine göründü. Daha Önce bir nur, bu yerlerini örtüyordu. Ama
Allah'ın emrine itaat etmemeleri, nurun kaybolma-masına neden olmuştu.
"Üzerlerini
cennet yapraklarından yamayıp örtmeye başladılar." Üzerlerini örtmek için,
cennet yapraklarını ayıp yerlerinin üzerine yamadılar. Çünkü avret yerlerinin
görünümü, insanı tiksindirir. Avret yerlerinin "... Sev'at" diye
anılması da bu yüzdendir. İşte böyle isyan etti Rabbine Hz. Adem, ezeli
düşmanına itaat etti, vesvesesine kapılıp yasak ağacın meyvesinden yedi ve
şaşırdı. Ancak Rabbi onu bir peygamber olarak seçti, bir dost olarak kendisine
yaklaştırdı.
"Tevbesini kabul
etti ve doğru yola iletti."
Kendisine nasıl itaat
edeceğini gösterdi ki, salih bir kul olsun, saf, temiz, günahlardan arınmış
olsun. Kullarına sayısız nimetler ve lütuflar bahşeden Allah'a hamdolsun. [64]
1- Ancak
vahiy yoluyla bilinmesi mümkün olan böyle bir kıssanın anlatımı, Hz.
Muhammed'in peygamberliğinin delilidir. 2~ İblis, Şeytan, Ademoğullarının
düşmanıdır.
3- Cennette rızık peşinde koşmak ve yorulmak söz
konusu değildir. Bunlar dünya hayatının özellikleridir.
4- İblis'in vesvesesine kapılma tehlikesine
karşı uyanık olmak gerekir. Çünkü İblis insanı alçaltır, onur kırıcı durumlara
düşürür.
5- Adem ve Havva cennetteki yasaklanmış ağaçtan
yerken ister istemez kendi nefislerine zulmetmişlerdir. Bu hatayı birlikte
yapmışlardı. Onun için âyetteki hitab da İkisinedir.
6- Kadın ve erkek aile İşlerini aralarında
karşılıklı istişare ile ortaklaşa yürütürler.
7- Avret yerlerinin açılması haramdır. Onları
örtmek farzdır.
8- Hz. Adem ilk peygamberdir. Yüce Allah onun
tevbesini kabul etmiş, rızası doğrultusunda amel etmesi ve kötülüklerden
kaçınması için nasıl hareket edeceğini göstermiştir. [65]
123- Dedi ki: "Kimimiz kimimize düşman
olarak, hepiniz oradan inin.
Artık size benden
bir yol gösterici gelecektir:
Kim benim hidayetime
uyarsa artık o
şaşırıp sapmaz ve
mutsuz olmaz.
124- Kim
de benim zikrimden
yüz çevirirse, artık
onun için sıkıntılı bir
geçim vardır ve
biz onu kıyamet
günü kör olarak hasredeceğiz.
125- O
da şöyle der:
"Ben görmekte olan biriyken,
beni niye kör olarak hasrettin Rabbim?"
126- Allah
der ki: "İşte
böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları
unuttun, bugün de sen işte
böyle unutulmaktasın."
127- İşte
biz ölçüsüzce davrananları ve
Rabbinin ayetlerine
inanmayanları böylece cezalandırırız; ahiretin
azabı ise gerçekten
daha şiddetli ve daha
süreklidir.
Dedi ki hep birlikte
oradan inin. Ey Adem, sen ve Havva oradan inin. İblis daha Önce oradan kovulup
indirilmişti.
Birbirinize düşman. Âdem, Havva ve
zürriyetleri İblis ve zürriyetine, İblis ve zürriyeti de, Adem, Havva ve zürriyetle-rine
düşmandır. '
Benden size bir yol
gösterici; kitap ve Resul geldiği zaman.
hidayetime uyarsa. Resulümle birlikte
gönderdiğim mesaja, yani indirdiğim kitaplarıma ve gönderdiğim elçilerime tabi
olursa.
Sapıtmaz. Dünyada
dalalete düşmez.
Asi olmaz. Mutsuz
olmaz. Ahirette de mutsuz olmaz.
Kim benim zikrimden
yüz çevirirse. Kur'an'a inanmaz, onunla amel etmezse. Allah'ın indirdiği bütün
kitaplara zikir denilmektedir.
Dar ve sıkıntılı
geçim. Bol imkanlara sahip olsa bile mutluluğu yakalayamaz.
Kör. Gözü görmez.
Görüyordum.
Dünyadayken ve kabirden dirilirken gözlerim görüyordu.
Dedi ki: İşte böyle.
Sana âyetlerimiz geldi. Ama sen onları unuttun. Sen de cehennem ateşinde
unutulacaksın.
9 İsraf edenleri böyle
cezalandırırız. İsraf burada harama ve küfre girme manalarını içermektedir.
Ayetlerimizi unutanları cezalandırdığımızın benzeri bir biçimde, günahta aşırı
giden, sınır tanımayan ve Rabbinin ayetlerine inanmayan azgınları da
cezalandırırız.
Daha şiddetli ve
kalıcı. Dünya azabından daha şiddetli ve daha kalıcıdır. Ne sonu gelir ne de
ara verilir. [66]
Yüce Allah, sûrenin
akışı içinde Hz. Âdem (a.s.)'in kıssasını anlatmaya devam ediyoruz: Hz. Âdem ve
eşi Havva, yasak ağacın meyvesinden yedikten sonra, ayıp yerleri ortaya çıktı.
Bunun üzerine Yüce Allah da onları yaptıklarından dolayı azarladı:
"Sizi bu ağaçtan
menetmemiş miydim? "Şeytan sizin apaçık düşmanı-nızdır" dememiş
miydim? Daha sonra Âdem (a.s.)'e tevbe sözlerini indirdi. O da eşi ile birlikte
bu sözleri tekrarladı.[67]
Bütün bunların sonunda Yüce Allah tevbelerini kabul etti. Ardından buyurdu ki:
"Oradan
inin." Cennetten. "Hepiniz..."
Çünkü Âdemoğlunun
amansız düşmanı İblis, cennetten tard edilip sürülmüştü. Böylece hep birlikte
oradan inmiş oldular.
"Artık size
benden bir yol gösterci gelecektir."
Bana nasıl kulluk
yapacağınıza ilişkin açıklamalar gelecektir. Bu açıklamaları, indirdiğim
kitaplar bildirecek ve elçilerim (peygamberlerim) de size pratiğini
göstereceklerdir.
"Kim benim
hidayetime uyarsa."
Yol göstericime
inanır, onun öğretileri ışığında amel ederse artık o şaşırıp sapmaz, dünya
hayatında dalalete düşmez ve mutsuz olmaz." Ahirette de bedbaht olmaz.
"Kim de benim zikrimden yüz çevirirse."
Davetimi anlatan
kitaplarıma inanmaz, onların doğrultusunda amel etmezse, onun için ceza olarak
sıkıntılı bir geçim vardır."
Dar, sıkıntılı,
bunalımlı bir hayat sürdürür. Nimetler içinde yüzse de, geniş imkanlara sahip
bir hayat sürdürse de mutluluk ve huzur nedir bilmez. Onun kabri de daracık
olur. Dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında yer alan ve berzah dediğimiz
kabir hayatı o uzun ara dönemde de sıkıntılı, ıstırap verici bir hayat
sürdürür. Kıyamet gününde de kör olarak hasredilir. Gözleri hiç birşey görmez
olur. Bu haline de çok şaşırır ve Rabbine sorar: "Ben dünyada ve diriliş
zamanında görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak hasrettin." Rabbi
ona şu cevabı verir: "İşte böyle."
Sen daha önce
görüyordun, şimdi İse kör bîri oldun. Çünkü "sana âyetlerimiz
gelmişti." İndirdiğimiz kitaplarda âyetlerimiz bulunuyordu, peygamberlerimiz
de bu âyetleri pratik olarak Öğretiyorlardı. Ama sen "onları unuttun,"
onları terkettin, ilgilenmedin, yan çizdin. Sen de bu gün cehennemde unutulacaksın...
"İşte biz ölçüsüz
davrananları ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız."
Hiç bir sınır
tanımadan günaha dalanları, aşırı gidenleri böyle cezalandırırız. Onu
sıkıntılı bir hayata mahkum ederiz. Bu, onun dünya ve berzah hayatındaki
cezasıdır.
"Ahiretin azabı
ise, gerçekten daha şiddetli ve daha süreklidir." Dünya azabından daha
korkunçtur. "Daha süreklidir."
Sonsuzdur. Kesinlikle
sona ermez. [68]
1- Şeytan,
insanoğlunun düşmanıdır.
2- Kur'an'a inanan, onun âyetleri doğrultusunda
hareket edenin dünyada şaşırıp sapmayacağı, ahirette de mutsuz olmayacağı Yüce
Allah'ın bir va'di-dir.
3- Kur'an'a
sırt çevirenler, hem dünyada, hem de ahirette onur kırıcı azaba
çarptırılırlar.
4- Allah'ın
ayetlerini inkar edip günah ve isyanda aşırı gitmek, İnsanoğlunun
sergileyebileceği en kötü davranışlardan biridir ve şiddetli bir ceza ile
karşılığını görür. [69]
128- Kendilerinden Önceki
nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız., onları
doğruya yöneltmedi mi?
Oysa bu gün
onların kaldıkları yerlerde gezinip
duruyorlar. Şüphesiz bunda
sağduyu sahipleri için deliller
vardır.
129- Eğer
Rabbinden geçmiş bir
söz ve adı
konulmuş bir sure olmasaydı,
muhakkak yıkım azabı kaçınılmaz
olurdu.
130- Şu
halde onların söylediklerine karşı
sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve
batışından önce Rab bini
hamd ile teşbih
et. Gecenin bir
bölümünde ve gündüzün uçlarında
da teşbihte bulun
ki razı olunasın.
131- Onlardan
bazı zümrelere kendilerini
denemek için verdiğimiz
dünya hayatının süsüne
gözlerini dikme. Rabb'inin
rızkı daha hayırlı ve
daha süreklidir.
132- Ailene
namazı emret, kendin
de namaz kılmaya
dayan. Biz senden rızık
istemiyoruz. Seni biz
besliyoruz. Sonuç takva sahiplerinindir.
Onları doğruya
iletmedi mi? Onlara açıkça belli olmadı mı? Onları doğru yola yöneltmedi mi?
Nesillerden nicesini.
Nice çağların halkını.
I Akıl sahipleri için
ayetler vardır. Sağduyu sahipleri için ibretler varda". Ennehyetu: Akıl
demektir.
Eğer geçmiş bir kelime
olmasaydı. Onlara yönelik azabın tehir edilmesine ilişkin olarak bir söz
geçmeseydi.
Azap kaçınılmaz
olacaktı, tehir edilmeyecekti. Söyledikleri. Söyledikleri küfür sözleri ve
mucize istekleri.
Onlardan bazılarına
imtihan için verdiklerimiz. Dünya nimetlerinden yararlandırdığımız kimi
kafirler.
Dünya hayatının süsü.
Bunu ifade etmek için zehre ifadesinin kullanılmış olması, çabucak
değersizleşip gözden düşmesine
yönelik bir işarettir.
Bu hususta onları
deneyelim diye şükür mü ediyorlar, yoksa nankörlük mü ediyorlar? Belirleyelim
diye.
Ve sonuç takvanındır.
Dünya ve ahirette övgüye değer, onur verici akibet takva sahiplerinindir,
Allah'tan korkanlarındır. [70]
Hz. Âdem (a.s)
kıssasını anlatan ayetlerin ardından Yüce Allah şu soruyu yöneltiyor:
"Onları doğruya
yöneltmedi mi?"
Allah'ın âyetlerini
yalanlayan Mekke müşrikleri; gerçeği göremediler mi? Gaflet içinde kalıp hakkın
mesajını olanca netliği ile göremediler mi ki, "kendilerinden önceki nesillerden
nicesini yıkıma uğrattık."
Önceki çağlarda
yaşayan bir çok toplumu helak ettik. Onlar da tıpkı bu Mekke müşrikleri gibi
yurtlarında yaşıyor, gezip tozuyorlardı. Semudoğulları, Medyenoğulları gibi
nice müşrik toplumu kafir oldukları günah içinde yüzdükleri için yıkıma
uğrattık. Şu halde bunlara bakıp ibret alsınlar, Allah'ın bir ve ortaksız
olduğuna iman etsinler, dolayısiyle kurtuluşa erip mutlu olsunlar.
"Şüphesiz bunda
önceki nesillerin yıkıma uğratılmasında ayetler vardır."
Allah'a ve Rasûlûne inanmanın,
onlara itaat etmenin gerekliliğine ilişkin apaçık belgeler vardır.
"Sağduyu
sahipleri için..."
Akıl sahibi kimseler
bunlardan öğüt alır, ama akıl sahibi olmayanlar, akli yeteneklerini devredışı
bırakanlar, dolayısiyle düşünemeyen kimseler bu â-yetleri anlayamazlar,
onlardan ibret dersleri çıkaramazlar.
"Eğer Rabbinden
geçmiş bir söz olmasaydı."
"Her nefis, ancak
kendisi için belirlenen süre dolduğu zaman" ölecektir şeklinde belirlenmiş
bir süre olmasaydı..."
Belirlenen bu vakit,
Allah katında, kaderler kitabında yazılıdır. Değişmesi ve geçersiz kılınması
söz konusu değildir. Şayet böylesine kesin bir söz verilmiş olmasaydı, küfür,
şirk ve günaha dayalı hayat sürmelerinden dolayı azaba bir an önce
çarptırılmaları kaçınılmaz olacaktı.
"Şu halde ey Rasûlüm
sen onların sana yakıştırdıkları büyücü, şair, ya-
lancı ve kahin türü
sözlerine karşı sabırlı ol."
% Zikir ve teşbih
içeren namazla yardım dile, güneşin doğuşundan önce
"Gözünü
dikme," gibta ederek bakma "onlardan bazı grupları yararlandırdığımız
dünya hayatının süsüne..." kıymet verme.
Bunların inancında,
ahlak ve hayat sistemlerinde tutarsızlıklar vardır. Bizim amacımız onları denemektir.
Kendilerine bahşettiğimiz dünya hayatının çekici süsleriyle onları deneriz.
"Senin Rabb'inin
rızkı."
Yüce Allah'ın kendi
katında senin için hazırladığı ecir ve sevab daha hayırlı ve daha
süreklidir."
Mahiyet olarak daha
hayırlı ve süre olarak daha kalıcıdır. Akıllı insanlar, kalıcı olanı, geçici
olana tercih ederler.
"Ehline namazı
emret ve onda kararlı davran."
Eşlerine, kızlarına ve
sana tabi olan mü'minlere namaz kılmayı emret. O namazda bir lezzet, nefsin
kötü arzularına bir şifa bulma ve kişiyi olgunlaştıran manevi bir güç vardır.
Onun için namaz kılma hususunda çok dikkatli ol.
"Biz senden rızık
istemiyoruz."
Bize mal verme
yükümlülüğünü getirmiyoruz." Senin yükümlülüğün namaz kılmadır. Onu en
kusursuz bir şekilde eda et.
"Biz sana rızık veriyoruz."
Senin rızkını vermek bize aittir. "Sonuç da takvanındır."
Dünya ve ahiretteki
övgüye değer sonuç, takva sahibi kullarımındır. Onlar Allah'tan korkarlar,
yürekleri titreyerek yükümlülüklerini yerine getirirler. Yasakladığımız
şeylerden büyük bir özenle kaçınırlar. Sonların en güzeli işte bunlarındır. Bu
sonuç, dünyada zafer, ahirette de mutluluk olarak kendini gösterir. [71]
1-
Başkasından ibret almak, aklın bir gereğidir.
2- Akıl
büyük bir nimettir, sahibine büyük yararlar sağlar.
3- İnsanları
tek ve ortaksız Allah'a kulluk yapmaya davet etmek bir görevdir. Bu görevi
yerine getirirken namazla yardım dilemek gerekir.
4- Beş vakit namaza işaret edilerek, buna karşı
kazanılan sevabın insanı hoşnut kılacağı vurgulanıyor.
5- Kişi
kafirlerin sahip oldukları mal ve nimete ilgi duymamalıdır. Çünkü kafirler bu
mallardan dolayı imtihana tabi tutulmaktadırlar.
6- Bir kul,
Allah'ın kendisi için öngürdüğü rızka rıza gösterip ahiret yurdunun kalıcı ve
sonsuz rızkının beklentisi içinde olmalıdır.
7- Aile
içinde eş ve çocuklara, rnüslüman kimselere namaz kılmayı ve bu hususta
kararlılık göstermeyi emretmek gerekir.
8- Takva bir fazilettir. Takva sahipleri
(Allah'ın emirlerini hakkıyla yerine getirenler) yüksek nimet derecelerine
ulaşırlar. Dünya ve ahirette güzel akıbet onlarındır.
9- Müslüman
bir ailenin fertleri namaz kıldıkları için, Yüce Allah bundan dolayı rızık
sebeplerini kolaylaştırır ve rızıklannı genişletil".[72]
133- Dediler ki:
"Rabb'inden bize bir
ayet (mu'cize) getirmeli değil mi?" Onlara, önceki Kitab'larda bulunan
delil gelmedi mi?
134- Şayet onları,
ondan önce bir
azab ile helak
etseydik: "Rabb'imiz,
bize bir elçi gönderseydin de
böyle alçak ve
rezil olmadan önce senin
ayetlerine uysaydık!" derlerdi.
135- De
ki: "Herkes beklemektedir. Bekleyin,
düzgün yolun sahipleri
kimdir, doğru yolda
olan kimdir, bileceksiniz!"
Keşke. Olsaydı
ya!" anlamında teşvik edatı. Kendisinden sonra söz konusu edilen şeyin
meydana gelmesine yönelik bir teşvik anlamı ifade eder.
Rabbinden bir âyet.
Peygamberliğini ve Resûllüğünü isbatlay-an ve pekiştiren bir mucize.
Önceki kitaplarda
bulunan açık belgeler. Kur'an-ı Kerim'in kapsadığı geçmiş ümmetlere ve onların
kendilerine gönderilen elçileri yalanlamalarından dolayı helak edilişlerine
ilişkin haberleri okumadılar mı?
Ondan önce. Elçimiz
Hz. Muhammed (s.a.v.)'i göndermemizden ve kitabımız Kur'an'ı indirmemizden
önce.
Zillet ve perişanlık
bize İlişmeden Önce. Kıyamet günü cehennem azabı içinde zillet ve rüsvaylık
bize ilişmeden önce.
Bekleyenler. İşin sonu
nereye varacak diye bekliyor. Yakında bilecekler. Yakında yani, kıyamet günü
bileceksiniz. Dümdüz yol. Tek gerçek din; İslâm.
Ve kim hidayete erdi.
Doğru yola ulaşan. Yakında bileceksiniz, kimin sapık olduğunu? Biz mi, siz mi? [73]
Ayetlerin akışı,
müşriklerin doğru yola ulaşmalarım sağlama amacına yönelik olarak devam ediyor.
Burada Yüce Allah, dünya hayatının süsünden, göz alıcı nimetlerinden
yararlandırılan bu müşriklerin, Allah'a ortak koşma ve
peygamberini yalanlama
esasına dayalı hayat biçimlerinde ısrarlı olduklarını haber veriyor.
"Dediler ki:
"Bize bir âyet getirmesi gerekmez miydi?" Muhammed (s.a.v.)'in de
tıpkı Salih, Musa ve İsa gibi, peygamberliğini isbatlayan ve bize sunduğu
mesajı pekiştiren bir mucize göstermesi gerekmez miydi?.. Yüce Allah onların bu
batıl ve çarpık anlayışlarına şu cevabı veriyor: "Onlara önceki kitaplarda
açık belgeler gelmedi mi?" Mucize mi istiyorlar? Apaçık işaretler mi
görmek istiyorlar? Halbuki Kur'an, önceki kitaplarda yer alan apaçık belgeleri
onlara sunuyor. Burada, mucize isteyen önceki ümmetlerin başına neler geldiğini
öğrenebilirler. Geçmiş milletlere mucize gösterİlince yalanladılar. Bunun
üzerine Allah onları yıkıma uğrattı, helak etti. Bu müşrikler de
inanmayacaklardır istedikleri mucize gelse de... İnanmadıkları için de tıpkı
önceki kuşaklar gibi korkunç bir yıkıma uğratılacaklardır.
"Eğer biz onları
bundan önceki bir azab üe yıkıma uğratmış olsaydık." Hz. Muhammed
(s.a.v.)'i peygamber olarak gönderip kendisine bir kitap indirmeden evvel,
onları helak edici bir azaba uğratsaydık, Allah'ın huzurunda hesap vermek üzere
toplandıklarında diyeceklerdi ki: "Rabbimiz, bize bir elçi gonderseydin
de, ayetlerine tabi olsaydık."
Rizi çağırdığın tevhid,
iman ve salih amele uygun hareket etseydik. Bu şekilde küçülmeseydik, cehennem
ateşinde aşağılanmasaydık... Böyle diyemeyeceklerine göre, niçin Allah'ın
âyetlerine inanıp tabi olmuyorlar? Neden, azaba çarptırılmadan Önce,
peygamberin sunduğu yol gösterici davetin mahiyetini Öğrenmiyorlar? Surenin
son âyetinde, Yüce Allah bu aydınlatıcı açıklamadan sonra elçisine şu hitabı
yöneltiyor:
"De ki:
"Herkes gözetlemektedir."
Hepimiz, işin sonu
nereye varacak diye bekliyoruz.
"Siz de gözleyip
durun."
En sonunda, kıyamet
meydanında toplandığınız zaman bileceksiniz dümdüz yolun sahipleri
kimlermiş."
Eğri ve çarpık tarafı
bulunmayan dinin; yani İslâm'ın mensupları kimlermiş?
"Ve doğru yola
ulaşan kimlermiş?"
Kimlerin kurtuluş ve
mutluluğa ulaştıklarını ve kimlerin doğru yoldan
sapıp hüsrana ve
yıkıma uğradıklarını göreceksiniz... [74]
1- Hakka sırt çeviren, aklı kullanıp gerçeğe
ulaşma yönteminden habersiz olan toplumların inanmak için mucize istemeleri,
peygamberlik tarihi boyunca bilinen bir gelenektir.
2- îman ve salih amel esaslı bir hayat
sürdürmedikleri için, kıyamet günü cehenem azabına çarptırılanlar;
aşağılanırlar, küçülürler.
3- Bu ayet-i kerimede, Ebu Said el-Hudri (r.a.)
kanaliyle rivayet edilen hadis-i şerife yönelik bir İşaret vardır: "Kıyamet
günü üç grup insan Allah'a karşı kendini savunur":
a) Fetret döneminde ölen kimse.
b) Akıl melekesine sahip olmayan.
c) Küçük
çocuk... Yani baliğ olmayan çocuk.
Akıl sahibi olmayan
kişi der ki: "Bana akıl vermedin ki, ondan yararlanayım."
Fetret döneminde ölen
kimse de: "Bana ne bir hiç bir peygamber gelmedi. Şayet gelmiş olsaydı,
muhakkak insanlar İçinde en fazla sana itaat eden kişi ben olurdum" der ve
"Rabbimiz, bize bir elçi gonderseydin ya" ayetini okur.
Küçük çocuk da şöyle
der: "Ben küçüktüm. Bu tür meseleleri akledemi-y ordum."
Bunun üzerine:
"Onlara ateşi yaklaştırın," diye bir direktif verilir. Sonra "Bu
kişilere ateşi tutun, avuçlaym" denir. Allah'a yukarda söylemiş oldukları
sözlerin de sadık olanlar hemen bu emre uyarlar. Allah'a vermiş oldukları sözde
durmayanlar ise emri yerine getirmede ağır davranırlar. Bunun üzerine Yüce
Allah: "Siz şimdi bana karşı geldiniz, elçim gelseydi, ona mı karşı çıkmayacaktınız?"
Yani Peygamberime dünyada iken daha şiddetli karşı çıkacaktınız, der.
Bu hadisi şerifi İbn-İ
Cerir: "Rabbimiz, bize bir elçi gonderseydin ya?" âyetini tefsir
ederken rivayet etmiştir. [75]
[1] İstiva lügat manası olarak: Oturdu, hükümran oldu. Yöneldi ve hakimiyeti altına aldı demektir. İstiva'ya Allah'tan geldiği gibi inanırız, nasıl ve niceliğini bilemeyiz. Çünkü bu fiillerde Allah'ın birer sıfatıdır. Onun sıfatlarının ve fiillerinin benzeri yok ki izah edebilelim.
[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/291-292
[3] Taha suresi, Hz. Ömer (r.a.)'in müslüman oluşundan önce inmiştir. Rivayete göre Hz. Ömer eniştesi Said b. Zeyd'in evine gitmiş, kız kardeşi Hattab kızı Fatma ile birlikte bu sureyi okuduklarını görmüş. Kendisine sureyi getirmelerini istemiş, ama onlar gusletmediği sürece sureyi vermeyeceklerini söylemişlerdir. Daha sonra Hz. Ömer (r.a.) guslederek sureyi okumuş, kalbi yu-muşayarak müslüman olmuştur.
[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/292-293.
[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/293-294.
[6] Kıyametin ne zaman kopacağı gizli olduğuna göre "Onu neredeyse gizleyeceğim" İfadesi,zihinde çeşitli soruların oluşmasına yol açmaktadır. Bunlar arasında olabilirliği kuvvetle muhtemel olanlar şu üçüdür:
a) Kıyametten söz edilmesini gizleme. Çünkü kıyametten söz etme, dirilişi inkar eden inatçıların inadını arttırmaktan başka işe yaramıyor.
b) İfadedeki "Neredeyse" deyimi fazlalıktır ve ifadenin anlamı şudur: Yaklaşmakta olan kıyametin saatini gizleyeceğim.
c) "Uhfiha" deyimi, "gizliliğini izah edeceğim," demektir. Onu açığa çıkaracağım. Böyle olunca tıpkı "... Kitabın kapalılığını giderdi." Yani ondaki kapalılığı izale etti demektir.
[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/295-296.
[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/296-298.
[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/298.
[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/299-300.
[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/300-301.
[12] Arap hatipler, hitabei esnasında yanlarında bir asa bulundurur, onunla işaret ederlerdi. Arap olmayan hatipler ise, bunu hoş karşılamaklardı. Bunun için de Resûlûllah (s.a.v.)'ın davranışını delil gösterirlerdi. Asanın diğer bazı önemli yararları da vardır.
[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/302.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/303.
[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/303-304.
[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/305.
[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/306-307.
[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/307-309.
[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/309.
[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/310-311.
[21] Bu âyette geçen "selam," selamlaşma da kullanılan anlamda değildir. Burada kastedilen anlam "banş"tır.
[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
5/311-313.
[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/313.
[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/315.
[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/316-318.
[26] Bu, aynı zamanda sahih bir hadistir de.
[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/318.
[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/319-320.
[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/320-321.
[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/321.
[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/322-323.
[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/323-324.
[33] Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, sabır ve takvadan nasibi olmayan yöneticilerin klasik hilesidir bu.
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/324-325.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/326.
[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/326-327.
[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/328.
[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/329.
[39] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/329-331.
[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/331.
[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/333.
[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/333-335.
[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/335.
[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/337-338.
[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/338-341.
[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/341.
[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/342.
[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/342-344.
[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/344.
[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/345.
[51] Hz. Musa (a.s.) onu kavminin arasından çıkardı ve İsrailoğullarına onunla her türlü ilişkiyi kesmelerini emretti.
[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/346-347.
[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/347.
[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/348-349.
[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/349-350.
[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/350-351.
[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/352-353.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/353-354.
[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/354.
[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/355-356.
[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/356-357.
[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/357-358.
[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/359-360.
[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/360-362.
[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/362.
[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/363-364.
[67] Bu sözler şunlardır: "Rabbimiz, biz kendimize zulm ettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen elbette hüsrana uğrayanlardan oluruz."(A'raf Sûresi: 23)
[68] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/364-366.
[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/366.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/367-368.
[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/368-369.
[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/370.
[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/371.
[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/371-373.
[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 5/373.