TAHA SURESI 3

Sözlük. 3

Açıklama. 3

Sonuç. 4

Sözlük. 4

Açıklama. 5

Sonuç. 5

Sözlük. 6

Açıklama. 6

Sonuç. 7

Sonuç. 7

Açıklama. 7

Sonuç. 8

Sözlük. 8

Açıklama. 9

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 11

Sözlük. 12

Açıklama. 12

Sonuç. 13

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 14

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 16

Sözlük. 16

Açıklama. 16

Sonuç. 17

Sözlük. 17

Açıklama. 17

Sonuç. 18

Sözlük. 19

Açıklama. 19

Sonuç. 20

Sözlük. 20

Açıklama. 20

Sonuç. 22

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 23

Sonuç. 24

Sözlük. 25

Açıklama. 25

Sonuç. 25

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 27

Sözlük. 27

Açıklama. 27

Sonuç. 28

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 30

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 31

Sözlük. 32

Açıklama. 32

Sonuç. 33

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 34


TAHA SURESI

 

1-  Ta ha.

2-  Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik.

3-   İçi  titreyerek  korkuduyanlara  ancak  öğütle  hatırlatmadır.

4-   Yeri  ve yüksek gökleri yaratan  tarafından  bir indirmedir.

5-  Rahman  arşa  istiva  etmiştir.

6-   Göklerde,   yerde,   bu   ikisinin   arasında   ve   nemli  toprağın altında olanların tümü O'nundur.

7-   Sözü  açığa  vursan  da.   Şüphesiz  O,  gizliyi  de  gizlinin  giz­lisini de  bilmektedir.

8-  Allah;  O'ndan  başka  ilah yoktur.  En güzel isimler O'nun­dur.

 

Sözlük

 

Tah, ha. Ey İnsan. Asıl manasını Allah bilir. Ey insan şeklin-deki sadece bir yorumdur.Ancak öğütlü hatırlatmadır. Allah'ın azabından korkanlar Kur'an'dan öğüt alırlar.Arşa istiva etti.[1]

Nemli toprağın altında olan. Burada kast edilen yedi kat yerin

dibindeki varlıklardır.

Ve gizli Sır. Burada kastedilen, Yüce Allah'ın bilip de varlığını takdir ettiği, ama henüz olmamış herhangi bir şeydir.

"Ahsen"in müennesi. 'Daha güzel, en güzel' demektir. [2]

 

Açıklama

 

"Tâhâ"[3] ifadesi, Kur'an-ı Kerİm'in bazı surelerinin başında yer alan ko­puk harflerden olması kadar, anlamının "ey adam" olması da muhtemeldir. İbn-i Cerir bu ikinci anlamı tercih etmiş ve buna dayanak olarak da, Arapça da "Tâhâ"nm "ey adam," anlamında kullanılmasını göstermiştir. Buna göre âyet­lere şöyle bir anlam vermek gerekir:

Ey Adam, biz bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik. Bu ifade, "Kur'an Muhammed'i zor durumda bırakmıştır, O'nu sıkıntıya sokmuştur. Çünkü ağır yükümlülükler içermektedir," diyen Nadr b. Haris'e cevap nite­liğindedir.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Biz sana bu Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik. İçi titreyerek korku duyanlara ancak öğütle hatırlatmadır."

Bu Kur'an bir hatırlatma olarak indirilmiştir. Rabbinden korkanı uyarır ve onu Allah'a itaat etmeye yöneltir. Kur'an'ın emirlerini dinleyen bir kimse, ö-mürleri boyunca Allah'a ortak koşanlardan, Kitabını inkar edenlerden, elçisini yalanlayanlarda görebileceği her türlü eziyete katlanma güç ve iradesini bulur kendisinde.

"Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirilmedir."

Onunla sıkıntıya düşmeyesin ve ancak içi titreyerek Rabbinden korkan­ları uyarasın, onlara hatırlatmada bulurlasın diye indirdiğimiz bu Kur'an, yeri ve yüksek gökleri yaratan Allah katından inmedir.

"Rahman arşa istiva etmiştir."

Dünya ve ahirette kullarına merhamet eden Allah, şanına yaraşır bir biçimde arşa istiva etmiş ve mahlukatın işlerini yönlendirmektedir. "Gökler­de, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nun-dur."

Yedi kat yerin dibindeki yarlıklar O'nun egemenliği altındadır. "Sözü açığa vursan da."

Ey peygamber, gizlesen de, "şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir." Her türlü sırrı bilir. Her şey O'nun takdir ve planlaması çerçeve­sinde olur, belirlenen vakit gelince de gerçekleşir. Gerçekleşmeden tüm bun­ları yüce Allah bilir, ama insan bilemez.

"Allah; O'ndan başka İlah yoktur."

Kulluk edilmeyi hakkeden gerçek ilah Allah'tır ve O'ndan başka ibadet edilecek ilah yoktur.

"En güzel isimler O'nundur."

Bu isimler, sadece O'nundur ve hiç bir yaratık bu isimlerle isimlendirile-mez. İşte yüce Allah kendini kullarına böyle tanıtıyor ki, O'nu gereği gibi tanısınlar, O'ndan korksunlar, O'nu sevsinler, O'na inansınlar ve buna bağlı olarak da O'na itaat etsinler, dolayısıyle erdemli birer kul olup dünya ve ahi-ret mutluluğuna erişsinler. Hamd ve her türlü övgü Allah'adır. [4]

 

Sonuç

 

1- 'Şeriatın hükümleri ve yükümlülükleri ağırdır ve insanı sıkıntıya sokar' şeklindeki görüş, gerçeği yansıtmayan boş bir iddiadır.

2-  Bu surede vahiy inancı ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği kesin ifadelerle vurgulanıyor.

3-  İstiva etme ilahi bir sıfattır. Te'vile kalkışmadan, böyle bir durumun gerçekleşmediğini ileri sürmeden veya teşbihe, kulların hareketine benzetme yönüne gitmeden buna inanmak bir zorunluluktur. İstiva, Yüce Allah'ın şanına

yaraşır bir biçimde gerçekleşmiştir.

4- Allah her şey üzerinde hakimiyet sahibidir.

5- Yüce Allah Uluhiyette, yani sadece kendisine ibadet edilmesinde Ru-bubiyette, yani yaratıcılığında ve Hakimiyette tek ve ortaksızdır. En güzel isimler ve sıfatlar O'nundur. [5]

 

9-  Sana Musa'nın haberi geldi mi?

10-   Hani   bir  ateş  görmüştü   de,   ailesine   şöyle   demişti:   Du­run,  bir ateş gördüm;  umulur ki size  ondan  bir kor getiririm  veya ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.

11-   Nitekim  ona  gidince,   kendisine  seslenildi:   "Ey  Musa."

12-    Gerçekten    Ben,   Ben    senin   Rabbinim.    Ayakkabılarını çıkar;  çünkü  sen,  kutsal vadi  olan   Tuva'dasın.

13-   Ben   seni   seçmiş   bulunuyorum;   bundan   böyle   vahyolu­nanı dinle.

14-   Gerçekten  Ben,  Ben Allah'ım.  Benden  başka  ilah yoktur; şu  halde  Bana  ibadet  et  ve   beni  zikretmek  için   dosdoğru   namaz kıl.

15-   Şüphesiz,   kıyamet   saati  yaklaşarak   gelmektedir.   Herke­sin   harcadığı   çabanın   karşılığını   alması   için   onu   neredeyse  giz­leyeceğim.

16-   Öyleyse,   ona  inanmayıp  kendi  hevasına  uyan,   sakın   seni ondan  alıkoymasın;  sonra yıkıma  uğrarsın.

 

Sözlük

 

Sana geldi mi? Yani, geldi. Çünkü buradaki istifham edatı tah­kik içindir.

Musa (a.s.)'nm haberi.  İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilen İmranoğlu Musa.

Hani bir ateş görmüştü. Ona bir ateş göstermiştim.

Ailesine. Şuayb peygamberin kızı olan karışma ve yanındaki

hizmetçi veya çocuklara.

Uzakta bir ateş görüyorum. Kor. Tutuşmuş bir odun.

-Ateşin yanında bir yol gösterici. Bana yolumu gösterecek biri. Çünkü o sırada Mısır'a giden yolu kaybetmişti. Ateşe gidince. Üsiç denen bir ağacın içinde ve etrafında bir nur parlıyordu, ateş değil.

i Ey Musa, diye seslenildi. Rabbi ona: "Ey Musa," diye seslen­di.

Tuva, mukaddes ve pak bir vadinin adıdır.

Seni seçtim. Kavmin içinden seni seçmiş bulunuyorum. Fira-

vun'a ve İsrailoğullarına yönelik mesajımı sen taşıyacaksın.

iSana vahyolunanı dinle. Yani "Ben Allah'ım, benden başka ilah yoktur" mesajını dinle.

Beni zikretmen için.

Onu neredeyse gizleyeceğim.[6]

Yaptıklarının karşılığı. Hayır ve şer nitelikli çabasının karşılı­ğını alır.

Helak olursun. Allah'ın ölçülerinden ayrılma, sonra helak olur­sun. [7]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı içinde, Allah'ın tek ve ortaksız ilâh olduğu dile getirili­yor. Geçen bölümde yer alan 8. âyette şöyle bir ifade bulunuyordu:

"Allah; O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler O'nundur." Bu ifade, tevhidi vurgulama, bu inancı pekiştirme amacına yönelikti. 9. âyette de, Yüce Allah Hz. Musa (a.s.)'dan söz etme münasebetiyle birkez daha tevhid inan­cını yani Allah'ın varlığını, birliğini ve kanun kuyuculuğunu pekiştiriyor. Yüce Allah'ın Hz. Musa (a.s.)'ya vahyettiği ilk şey; "kendisinden başka ilah ol­madığını bildirmek" olmuştur. İbadete layık tek ilahın kendisi olduğunu belir­terek, sadece kendisine ibadet etmesini emretmiştir.

"Sana geldi mi?" Ey nebimiz, "Musa'nın haberi?.. Hani bir ateş görmüş­tü..."

" Karanlık bir kış gecesiydi. Kendi yanındaki 'zend' denen şeyden ateşin çıkacağını sanmıyordu."

"Ailesine şöyle deiriişti: "Karısına ve beraberindeki diğer kimselere... Gece karanlığında yollarını kaybetmişlerdi. "Durun." Olduğunuz yerde kalın. "Bir ateş gördüm, umulur ki, size ondan bir kor getiririm."

Onunla bir ateş yakarız, böylece ısınırsınız. "Veya ateşin yanında bir yol gösterici bulurum."

Ateşin yanında yolumuzu gösterecek birilerini bulabilirim.

"Nitekim ona gidince."Ateşin yanına varınca, nur fışkıran bir ağaçla karşılaştı.

"Kendisine seslenildi: "Ey Musa."Yüce Rabbi "Ey Musa" diye kendisine seslendi. "Gerçekten ben, ben senin Rabbinim."Seni yaratan, rızıklandıran, hayatını ve işlerini yönlendiren benim.

"Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva'dasın."

Yüce Allah, Musa'nın iki ayağı ile kutsal vadiye temas etmesi sonucu bereketlensin, kutlansın diye bu emri yöneltiyor."Ben seni seçmiş bulunuyorum."Mesajımı dilediğim kimselere ulaştırmak üzere seni görevlendirmiş bu­lunuyorum."Bundan böyle vahyolunanı dinle."Sana vahyettiğimiz şu gerçeğe kulak ver:

"Gerçekten ben, ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur."Ben, gerçek ilah, ibadete layık tek ve ortaksız ilah olan Allah'ım. Benim dışımda gerçek bir ilah yoktur. Şu halde yalnızca bana ibadet et."Ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."Namazın içinde ve namaz dolayısıyle beni anman için namaz kılman gerekir. Bu yüzden namaz kılmayan, hakkıyla Allah'ı zikretmiş ve O'nu anmış olamaz. Şu da bir gerçektir ki; Allah'ın emirlerini yapmayan günahkar, inkar eden de kafir olur. Yüce Rabbini inkar eden biri kâfir olur.

"Şüphesiz, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir."İnsanların sorgulanmak ve yaptıklarının karşılığını görmek üzere kabir­lerinden dirilerek kalkacakları kıyamet saati kesinlikle gelecektir ve yak­laşmaktadır. O zaman bütün insanlar, hayatları boyunca işledikleri hayır ve şer nitelikli tüm amellerinin ve çabalarının karşılığını görmek üzere sorguya Çekileceklerdir."Onu neredeyse gizleyeceğim?"Onun zamanını öyle gizleyeceğim ki, hiç kimse ne zaman kopacağını bil­meyecektir. Bunun hikmeti de şudur ki; insanlar ne zaman öleceklerini ve ne zaman dirileceklerini bilmeden amel etsinler. Böylece her yaptıklarını bir zor-

lama sonucu değil,   isteyerek yapsınlar. Bu durumda onların amellerine veri­lecek karşılık adilce olur.

"Öyleyse, O'na inanmayıp kendi nevasına uyan, sakın seni Allah'ın emirlerinden alıkoymasın; sonra yıkıma uğrarsın."Yüce Allah, hevasına uyarak ölümden sonra dirilişi inkar eden her hangi bir sapığın engellemesini kabul etmemesini emrediyor Hz. Musa'ya. Ona u-yarak dirilişe ve kıyamet gününe inanmamaya yellenmemesini emrediyor. Sa­lih amellerle kendini bu dehşet verici güne hazırlamasını tavsiye ediyor. O gün herkes, en ufak bir haksızlığa uğramaksızın hayatı boyunca işlediği her amelin karşılığını alacaktır. Bu yüzden kıyamete ve dirilişe inanmayan, o gü­ne yönelik hazırlıklarda bulunmayan bir kimse yıkıma uğrayacaktır, helak ola­caktır. [8]

-

Sonuç

 

1-  Âyetlerin akışı, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini ve pey­gamberliğinin pekiştirilmesine yöneliktir.

2-  Tevhid inancı anlatılarak pekiştiriliyor. Tüm peygamberlerin ortak mesajlarının insanlara, "Allah'tan başka ilah olmadığını" duyurmak olduğu an­latılıyor.

3- Yüce Allah'ın bir sıfatı da "Kelam: konuşma"dır.

4-  Allah'ın mübarek kıldığı bir şeyden bereket ve hayır ummak meşru­dur. Teberruk; Resulullah (s.a.v.)'m beyan ve öğretimi ile bereket ummaktır.

5- Namaz kılmak farzdır. Bunun gerekçesi de Allah'ı anmadır.

6-  Kıyamet, kesin olarak yaklaşıyor olmakla beraber, bir hikmete dayalı olarak, zamanı gizlenmiştir. [9]

 

17-   Sağ elindeki nedir ey Musa?

18- Dedi  ki: O,  benim  asanıdır;  ona  dayanmakta,   onunla  da­varlarım  için  ağaçlardan  yaprak  düşürmekteyim,  onda  benim  için daha başka yararlar da var.

19-  Dedi ki: Onu at,  ey Musa.

20-   Böylece onu  attı: bir de ne görsen o hemen hızla hareket eden bir yılan olu  vermiş.

21-  Dedi ki:  Onu al ve korkma,  biz onu ilk durumuna çevire­ceğiz.

22-  Elini koltuğuna sok,  bir hastalık olmadan,  başka bir mu­cize  olarak,  bembeyaz  bir durumda  çıksın.

23-    Öyle   ki,   sana   büyük   mucizelerimizden   birini   göstermiş olalım.

24-  Firavuna git,  çünkü o azmış bulunuyor. SÖZLÜK

 

Sözlük

 

Sağ elindeki nedir ey Musa? Buradaki soru uslübu bir şeyi is-bat etmek içindir. Ardından gelecek mucizeye, yani âsa'nm yılana dönüşmesi mucizesine zemin hazırlamaya yöneliktir.

Ona dayanırım.

Onunla davarlarım için ağaç yapraklarını düşürürüm. Koyun­larım bu düşen yaprakları yerler.

Ve onda benim için daha başka yararlar da var. Yiyecek tor­bamı ona asar sonra da omuzumda taşırım. Ayrıca onunla za­rarlı hayvanları öldürürüm.

Hareket eden yılan. Kocaman bir yılan. Tıpkı küçük bir yılan gibi hızla koşuyordu.

1 Birinci şekli. Yılana dönüşmeden önceki haline. Sol koltuğuna sok,

jHastalıksiz bembeyaz. Alacası olmayan ve tıpkı güneş gibi parlayan bembeyaz bir durumda. Mucize olduğunda asla şüphe olmadan bembeyaz pırıl pırıl bir el.

I Firavun'a git. O'na elçimiz olarak git.

O azmış bulunuyor. Küfürde ilahlık iddia edecek kadar ileri git­miştir. [10]

 

Açıklama     ,

 

Âyetlerin akışı içinde Hz. Musa (a.s.) ile Yüce Allah arasındaki konuş­ma anlatılıyor. Yüce Allah yanında ne bulunduğunu herkesten daha iyi bildiği halde, ona şöyle sormuştu:

"Sağ elindeki nedir ey Musa?"

Bu sorunun soruluş amacı, yanında bulunanın bunu ağaçtan bir âsa oldu­ğunu vurgulamaktır. Bu asa hızla koşan kocaman bir yılana dönüştüğü za­man, Hz. Musa (a.s.) bunun kendisine olağanüstü kudret sahibi Rabbi ta­rafından bahşedilen bir mucize olduğunu ve bu mucize desteğiyle Firavun ve mahiyetindeki ileri gelenlerine Allah'ın elçisi olarak görevlendirildiğini bile­cekti. Hz. Musa (a.s) Rabbine şu cevabı verdi:

"O, benim asamdır, ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim."

Ağaç yapraklarım düşürerek davarlarıma yedirmekteyim.

"Onda benim için yiyecek ve su kabları taşımak gibi başka yararlar da

var."

Yiyecek ve su bulunan kapları, çobanların adeti üzere asa'ma asar omuzlarımda taşırım. Ayrıca yılan ve akrep gibi zararlı hayvanları öldürürüm. Yüce Allah şöyle buyurdu:

"Onu at, ey Musa."

Böylece onu attı."

"Bir de ne görsün, o hemen hızla koşan kocaman bir yılan oluvermiş."

Bu kocaman yılan, tıpkı küçük yılanlar gibi büyük bir hızla hareket edi­yordu. Hz. Musa (a.s.) büyük bir korkuya kapıldı ve oradan kaçıp uzak laşmak istedi. Yüce Allah ona şöyle dedi:

"Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz."

Onu yeniden asaya dönüştüreceğiz. Eski haline çevireceğiz. Hz. Musi (a.s.) yılanı eline alınca, bir de ne görsün, sağ elindeki asa oluvermiş. Sonn; Yüce Allah ona şöyle emretti: "Sağ 'elini' sol koltuğuna sok."

"Bir hastalık olmadan bembeyaz bir durumda çıksın."

Yani, alacasiz olarak çıksın. Hz. Musa (a.s.) sağ elini sol koltuğum: sokup çıkardı. Eli ay gibi parlıyordu. Ya da kar gibi bembeyazdı.

"Başka bir mucize olarak.

"Bu da, senin peygamberliğini destekleyen bir diğer mucizedir. Öncek mucize ise, asanın hızla hareket eden kocaman bir yılana dönüşmesiydi.

"Öyle ki, sana büyük mucizelerimizden birini gösterelim."

Asayı hızla koşan kocaman bir yılana dönüştürmemiz, elinin bir ay gib: parlamasını sağlamamız, gücümüzü kudretimizi ve büyüklüğümüzü sana gös termemiz İçindir.

"Firavuna git, çünkü o azmış bulunuyor."

Yüce Allah Hz. Musa (a.s)'ya gücünün azametini, olağanüstülüğüm gösterdikten sonra, kendisinin elçisi olarak Firavun'a gitmesini emretti. Ona sırf Allah'a kulluk etmesi gerektiğini söylemesini buyurdu. Bir de İsrailoğul-larını Şam'daki vadedilmiş topraklara götürmek üzere kendisine teslim etme sini Firavun'dan İstemesini emretti.

"Çünkü o azmış bulunuyor."

Haddini aşmış bulunuyor. Bir beşer olarak ilahlık, Rabhk ve hakimiye iddiasında bulunuyor, tağutlaşıyor. Yani İlahlaşıyor

"Ben sizin en yüce Rabbinizim" (Naziat, 24) "Sizin için benden baskı ilah olduğunu bilmiyorum" (Kasas, 38) deme küstahlığında bulunuyor. Bun dan büyük azgınlık, bundan büyük sapıklık olur mu? [11]

 

Sonuç

 

1-  Bir kez daha Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği pekiştiriliyor. Çünkü bu tür bilgileri bir kimse ancak vahiy yoluyla elde edebilir.

2-  Pis olmayan şeyleri sağ elle almak müstahaptır.

3-  Âsa taşımak peygamberlerden gelen bir sünnettir.[12]

4- Koyun çobanlığı, bazı peygamberlerin de yapmış olduğu bir iştir.

5-  Asanın kocaman bir yılana dönüşmesi ve elinin koynundan kar gibi beyaz veya güneş gibi parlak bir durumda çıkması Hz. Musa (a.s.)'ya görevi­ni desteklemek amacı ile bahşedilen mucizelerdir.

6-  Silahı çatışmada kullanmadan önce, o silahla alıştırma yapmak, sİ-Iahli eğitim yapmak gerekir.

7-  Tuğyan (tağutluk), azgınlık demektir. Kulun ilahhk gibi kendisine ait olmayan bir yetkisinin var olduğunu iddia etmesi anlamına gelir. [13]

 

25-  Dedi ki: Rabbim,  benim göğsümü aç.

26-   Bana  işimi  kolaylaştır.

27-  Dilimden  düğümü  çöz.

28-   Ki   söyleyeceklerimi   kavrasınlar.

29-  Ailemden  bana bir yardımcı kıl.

30-  Kardeşim Harun.

31-   Onunla  arkamı  kuvvetlendir.

32-   Onu işimde ortak kıl.

33-   Böylece  seni  çok  teşbih  edelim.

34-   Ve  seni  çok zikredelim.

35-   Şüphesiz  sen  bizi görüyorsun.

 

Sonuç

 

Göğsümü aç. Ki, peygamberlik görevini taşıyabileyim, bundan

dolayı karşılaşabileceğim eziyetlere katlanabileyim.

İşimi kolaylaştır. O'nu yapabilecek gücü kendimde bulayım.

Dilimdeki tutukluğu çöz. İnsanlar ne dediğimi rahatlıkla anla-yabilsinler.

Onunla arkamı kuvvetlendir.

Onu işimde ortak kıl. Tıpkı benim gibi onu da peygamber ola­rak görevlendir. [14]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı, Yüce Allah ile Hz. Musa (a.s) arasında geçen konuş­mayı sunmak üzere devam ediyor. Yüce Allah Musa'ya, Firavun'a gitmesini, onu tek ve ortaksız Allah'a kulluk etmeye davet etmesini, ayrıca İsrailoğul-larını Kudüs civarına götürmek üzere kendisine teslim etmesini talep etmesi­ni emredince, Hz. Musa (a.s) şöyle dedi:

"Benim göğsümü aç."

Ki, peygamberlik görevinin ağırlığına tahammül edebileyim.

"Bana işimi kolaylaştır."

Görevimi kolaylaştır. Bu hususta bana yardımcı ol. Çünkü ağır ve me­şakkatli bir yükümlülüktür bu.

"Dilimden düğümü çöz."

Bir rivayete göre dilindeki bu tutukluk Yüce Allah'ın takdiri sonucu bir ateş korunu ağzına alması sonucu meydana gelmişti. Firavun, Musa (a.s.) çocuk iken bir gün Musa'yı odasına almış, onunla oynamıştı. Musa da Fira-vun'un sakalından tutup yolarcasına çekmişti. Bunun üzerine Firavun büyük bir öfkeye kapılarak onu öldürmeye karar vermişti. Firavun'un karısı Asiye; "Musa, henüz olayları akledemeyecek kadar küçüktür," diyerek buna engel olmuş ve şöyle demişti: "Bir tabağa mücevher ve bir leğene de ateş koru ko­yarak ona uzatıp deneyelim. Şayet mücevherlere elini uzatırsa ozaman olay­lara aklı eriyor, demektir. O zaman dilediğini yapabilirsin. Yok eğer koru alır­sa, bu durumda sana yaptıklarını aklı ermeden yaptığı anlaşılır. Bu durumda Musa'nın yaptığına aldırmaman, hareketlerinden dolayı üzülmemen gerekir."

Hz. Musa'ya bir tabak, bir de leğen uzatıldı. O da Allah'ın takdiri ile eli­ni leğene uzatıp ateş korunu aldı. İşte bu kor, dilinde bir tutukluğa neden olmuştu. Hz. Musa (a.s.) Firavun'a hİtab ederken sözleri anlaşılsın diye, di­lindeki bu tutukluğun giderilmesini Rabbinden diliyor. Ki, görevini eksiksiz yerine getirebilsin.

"Dilimden düğümü çöz. Ki, söyleyeceklerimi kavrasınlar," İfadesinin an­lamı budur.

"Ailemden bana bir yardımcı kıl, kardeşim Harun'u."

Yüce Allah'tan bir dileği de kardeşi Harun'u kendisine yardımcı olarak görevlendirmesidir ki, İlahi mesajın tebliğinde ve bu tebliğ dolayısiyle karşılaşılacak eziyetlerin paylaşımında kendisine destek olsun.

"Onunla arkamı kuvvetlendir." Bana destek olmasını sağla. "Onu işimde ortak kıl."

Onu da bir nebi ve elçi olarak görevlendir. Hz. Musa bu taleplerini, şu

şekilde sebebe bağlıyor:

"Böylece seni çok teşbih edelim. Ve seni çok zikredelim."

"Şüphesiz sen bizi görüyorsun."

Bizi görmektesin. Hiçbir işimiz, hiçbir faaliyetimiz sana gizli değildir. Hz. Musa, Yüce Allah'ın duasını kabul etmesi için, Allah'ın kendisini ve kar­deşini bildiğini sebep kılıyor. [15]

 

Sonuç

 

1-  Kulun önemsediği her işte Yüce Allah'a sığınıp yardım ve destek di­lemesi gerekir.

2- Kulufı yapmaya k-arar verdiği bir iş öncesinde hazırlık yapması, durum değerlendirmesinde bulunması lazımdır.

3-  Allah'ı teşbih etmenin, O'nu zikretmenin önemi ve fazileti büyüktür. Duanın kabulü için Allah'ın isim ve sıfatlarının da vesile kılınabileceği açıklan­mıştır. [16]

 

36-   Allah  dedi  ki:  Ey  Musa  istediğin  sana  verilmiştir.

37-  Andolsun  biz sana  bir defa daha  lütuftu bulunmuştuk.

38-   Hani,   annene   vahyolıtnan   şeyi   vahyetmiştik,   şöyle  ki:

39-   Onu  sandığın  içine  koy,   suya  bırak,  böylece  su  onu   sa­hile  bıraksın,   onu  benim  de  düşmanım,  onunda  düşmanı  olan  biri alacaktır.    Gözümün   önünde   yetiştirilmen   için,   kendimden   sana bir  sevgi yönelttim.

40-   Hani   kızkardeşin   gezinip;    "O'nun   bakımını   üstlenecek birini  size   haber   vereyim   mi?"   demekteydi,   böylece,   seni  annene geri   çevirmiş   olduk   ki,   gözü   aydın   olsun   ve   hüzne   kapılmasın. Sen   bir   insan   öldürmüştün   de,   biz   seni   tasadan   kurtarmış    ve seni   "esaslı   bir   denemeden   geçirip   denemiştik."   Medyen   halkı arasında   da   yıllarca   kalmıştın,   sonra   bir   kader   üzerine   buraya geldin  ey Musa.

41-  Seni kendim  için seçtim.

 

Sözlük

 

İstediğin sana verilmiştir. Göğsünün açılması, işinin kolay­laştırılması ve kardeşinin peygamber olarak görevlendirilmesi gibi taleplerin yerine getirilmiştir.

Bir kez daha sana lütufta bulunduk.

Vahyedilen. Seninle ilgili olarak vahyedilen: "Onu sandığın içine koy" ifadeleri.

Sandığın içinde.

ı   Onu nehre at. Onu Nil nehrine bırak.

9 Ve gözümün önünde yetiştirilmen için. Benim gözetimim, sev­gim ve iradem doğrultusunda eğitilsin.

ı Onun bakımını üstlenecek birini. Emzirmesini tamamlayacak birini haber vereyim mi?

Bir insan öldürmüştün. Firavun'un sarayında bulunduğun sıra­larda bir Kıpti'yi öldürmüştün.

Seni tasadan kurtarmıştık. Bağışlanma dilemiştin, biz de seni bağışlamıştık. Seni öldürmek için bir plan hazırlamışlardı. Biz seni onların planından kurtarmıştık.

5 Seni esaslı bir denemeden geçirmiştik. Seni Önemli ve ciddi bir

sınavdan geçirmiştik.

Bir kader üzerine geldin. Seni Firavun'a elçi olarak gönder­meyi dilediğimiz zamanda geldin.

Seni kendim için seçtim. Sana bunca lütufta bulunmamızın se­bebi, mesajımızı taşıyacak bir elçi olarak seni seçmiş ol­mamızdır. [17]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, Yüce Allah ile Hz. Musa (a.s) arasındaki konuşma devam ediyor. Bundan önceki bölümde, Hz. Musa (a.s.)'nm, peygamberlik görevini üstlenmede kendisine yardım ve destek olacak bazı şeyleri talep ettiği dile getirilmişti. Yüce Allah onun bu taleplerini şu şekilde karşılıyor:

"Dedi ki: Ey Musa istediğin sana verilmiştir."

Talep ettiğin desteği, istediğin yardımı sana verdim.

"Andolsun biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk."

Bu taleplerini yerine getirmemizden önce de sana büyük bir yardımımız dokunmuştu. Bir zaman Firavun, İsrailoğullarınm erkek çocuklarının kılıçtan geçirilmesini istemişti de biz seni bu soy kırımdan kurtarmıştık;

"Hani biz annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik. Şöyle ki: "Onu sandı-ğm içine koy, suya bırak."

Nil nehrinin sularına bırak.

"Böylece su onu sahile bıraksın; onu, benim de düşmanım onun da düş­manı olan biri alacaktır."

Hz. Musa (a.s.)'nın bu şekilde soykırımdan kurtulması büyük bir lütuf-tur. Bir diğer lütuf da şu ifadenin altında yatmaktadır:

"Kendimden sana bir sevgi yönelttim."

Sana sevgimi verdim. Bu yüzden her gören seni sevdi. Sana yönelik bir diğer nimetim de şudur: Gözümün önünde ve iradem doğrultusunda yetiştiril­men ve beslenmen için bir plan sonucu seni annene geri çevirdik ki, seni em-zirsin, gözü aydın olsun ve senin ayrılığından dolayı üzülmesin. Bu ilahi planı, şu ifadelerin satır aralarından öğreniyoruz:

"Hani kız kardeşin gezinerek" şöyle diyordu: "Onun bakımını üstlene­cek birini size haber vereyim mi?"

Onu emzirecek ve yetiştirecek birini size göstereyim mi?

"Böylece seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne

kapılmasın."

Sana yönelik en büyük lütfumuz ise, bir adamı öldürmen ve Firavun ve kavminin seni öldürmek üzere hazırlık yapmaları dolayısıyle içine düştüğün dayanılmaz sıkıntıdan seni kurtarmış olmamızdır.

"Seni tasadan kurtarmıştık."

Firavunun kavmi tarafından öldürülmeni engellemiş ve yanlışlıkla adam Öldürmeni bağışlamıştık.

"Seni esaslı bir denemeden geçirip denemiştik."

Senİ büyük bir imtihandan geçirmiştik. Senin yaşadığın bu büyük imti­han süreci, tarihi sırasıyla şöyledir:

a)  Annenin îsrailoğullarının erkek çocuklarının topluca katledildikleri bir yılda sana gebe kalması.

b)  Annenin seni Nil nehrinin sularına bırakması.

c)  Annene dönünceye kadar hiç bir kadının sütünü emmemeni sağlama­mız.

d)  Firavunun sakallarını tutup yolman, bundan dolayı seni öldürmek is­temesi.

e) Bir Kıptiyi öldürmen, bundan dolayı Firavunoğullarmın seni öldürmeyi kararlaştırmaları.

f)  Medyen şehrine yerleşmen ve yabancılığın her türlü zorluğunu, gurbe­tin binbir çeşit olumsuzluğunu tatman.

g)  Ailenle birlikte gece karanlığında yolunuzu kaybetmeniz ve bundan dolayı büyük bir korkuya kapılıp dayanılmaz bir meşakkat çekmeniz.

Bu saydığımız hususlarla, "seni esaslı bir denemeden geçirip dene­miştik," ifadesinin kapsamına girer.

"Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın."

On yıl kadar Şuayb peygamberin (a.s) koyunlarını gütmüştün.

"Sonra geldin."

Medyen'den Tur-i sinaya.

"Bir kader üzerine."

Bizim belirlediğimiz bir kader, tesbit ettiğimiz bir vade üzerine çıkıp gel­din. Senin bu takdirden ve vadeden haberin yoktu. İlk kez şimdi öğrenmiş bu­lunuyorsun.

"Seni kendim için seçtim."

Seni yarattım, eğitip yetiştirdim, sınavdan geçirdim, sonra seni öngördü­ğüm bir kader doğrultusunda, Firavun'a ve İsrailoğullarına yönelik mesajımı, peygamberlik görevini üstlenesin diye buraya getirdim. Firavuna sunacağın mesaj şudur: Tek ve ortaksız Allah'a kulluk et, İsrailoğullarını benimle bir­likte vadedilen topraklara gönder. İsrailoğullarına yönelik görevin ise; onlara yol göstericilik yapman, yaşam biçimlerini ıslah edip eğer inanacaklarsa, dünya ve ahiret mutluluğuna, erdemliliğe hazırlamandır. [18]

 

Sonuç

 

1-  Hz. Musa (a.s.)'nın hayatından verilen bu bölüm, Yüce Allah'ın lütfü-nun büyüklüğünün ve yaratış planının olağanüstülüğünün bir göstergesidir.

2-  Yüce Allah'ın kulu ve Resulü Hz. Musa (a.s.)'ya yönelik büyük lütfü ve bağışı gözler önüne seriliyor.

3-  Yüce Allah'ın Hz. Musa (a.s.)'ya yönelik sevgisi bir mucize olarak tezahür ediyor. Bunun sonucunda insanlar da Hz. Musa (a.s.)'ya sevgi bes­liyorlar.

4-   Hz.  Muhammed (s.a.v.)'e indirilen kitapta, Hz. Musa (a.s.)'nın hayatına ilişkin bu tür ayrıntıların yer alması, O'nun (s.a.v.) peygamberliğini pekiştirir. [19]

 

42- Sen   ve   kardeşin   ayetlerimle   gidin   ve   beni   zikretmede gevşek   davranmayın.                                                           

43-  İkiniz Firavuna gidin.  Çünkü o, azmış bulunuyor.

44-   Ona yumuşak  söz  söyleyen,   umulur ki  Öğüt  alıp-düşünür veya içi üter korkar.

45-   Dediler  ki:   rabbimiz,  gerçekten,   onun   bize  karşı   "taşkın bir   tutum   takınmasından"   ya   da   "azgın   davranmasından"   kor­kuyoruz.

46-   Dedi  ki:  Korkmayın,   çünkü   ben  sizinle   birlikteyim;  işiti­yorum  ve görüyorum.

47-  Haydi ona gidin  de  deyin  ki: Biz senin Rabbinin  elçileri­yiz,   İsrailoğullarını   bizimle   birlikte  gönder   ve   onlara   artık   azab verme.   Sana   Rabbinden   bir   ayetle   geldik.   Selam,   hidayete   tabi olanların  üzerine  olsun.

48-   Gerçekten   bize   vatıyolundu   ki:   Doğrusu   azab,   yalanla­yan  ve yüz  çevirenlerin  üstünedir.

 

Sözlük

 

Âyetlerimle. Âsa ve beyaz el gibi sana verdiğim mucizeler desteğinde.

Beni zikretmede gevşek davranmayın, kusur etmeyin. Çünkü beni zikretmek hayatın sırrıdır. Misyonumuzu yerine getir­mede sizin en büyük yardımcınızda.

O, azgınlaşmış bulunuyor. İlahlık ve Rablık iddia etmek sure­tiyle haddini aşmış bulunuyor.

Yumuşak söz. Kaba ve sert ifadelerden uzak, yumuşak ve na­zik söz.

Belki öğüt alıp düşünür. Belki öğütle birlikte kendini düzeltir. Sözlerinizi anlar. Böylece bizi bilme ve bizden korkma düze­yine ulaşır. İnanır, teslim olur ve sizinle birlikte İsrailoğullarını göndermeyi kabul eder. '

Bize karşı taşkın bir tutum takınır. Biz onu davet etmeden, davetimizin içeriğini açıklamaya zaman bulmadan bizi ceza­landırmaya kalkışmasından endişe ediyoruz.

Ya da azgın davranır. Azgınlıkta ve zulümde ileri gider. Duyar ve görürüm. Sizin ona ne dediğinizi ve onun size neler söylediğini işitirim, sizin ne yaptığınızı ve onun size nasıl dav­randığını görürüm.

İsrailoğullarını bizimle birlikte gönder. Onları vadedilen top-^ raklara, ataları İbrahim (a.s.)'in topraklarına götürelim.

Bir ayetle, bir mucize desteğinde geldik. Bu mucize davamızın doğruluğunu, senin Rabbinin gerçek ve doğru sözlü elçileri olduğumuzu isbatlar niteliktedir.

Selam tabi olana olsun. İki cihanda azaptan kurtuluş, inanan ve Allah'tan korkanlar içindir. Hidayet. İman ve takva.

Kim yalanlar ve yüz çevirirse. Hakkı ve hak davetini yalanla­yan, onlardan yüz çevirip kabul etmeyen. [20]

 

Açıklama

 

Surenin akışı ile birlikte, Yüce Allah ile Hz. Musa (a.s) arasında geçen konuşma devam ediyor. Bundan önceki âyetlerde yüce Allah onu kendisi için seçtiğini anlatmıştı. Bu âyetler grubunda ise Yüce Allah kardeşi Harun ile birlikte Allah'ın âyetlerinin desteğinde Firavun'a gitmelerini emrediyor. Söz konusu âyetler âsa ve beyaz el mucizeleridir. Bunun yanında Allah'ı zikret­mede gevşek davranmamalarını tavsiye ediyor. Allah'ı zikretmede gevşek­lik, müjde ve tehditlerini anmada kusur, davet hareketinin ciddiyetini zedeler yol açar.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Sen ve kardeşin, âyetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davran­mayın."

Bu arada kime ve niçin gideceklerini açıklıyor:

"İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor."

Haddini aşmış, yetkilerine tecavüz etmiş bulunuyor. Allah'a ibadet eden bir kul olmaktan çıkmış, Rablık ve ilahlık iddiasında bulunan bir kafire dönüş­müştür. Bu arada Yüce Allah onlara davet usulünü de öğretiyor:

"Ona yumuşak söz söyleyin."

Kaba, çirkin ve galiz unsurlar içeren bir konuşma tarzınızla kötü bir etki bırakmayın. Buna gerekçe olarak da şöyle buyuruyor:

"Umulur ki, öğüt alıp düşünür veya içi titrer korkar."

Belki sözlerinizin, anlattığınız davetin anlamını düşünüp öğüt alır. Sonra kendi vicdanının sesine uyarak iman eder, doğru yolu bulur. Ya da küfür üzere kalırsa azaba uğrayacağım düşünüp korkar. Zulmün korkunç akibetinden çekinir de İsrailoğuHarını size teslim eder, onları sizinle birlikte gönderir. Bu sırada Hz. Musa ve kardeşi Harun bir endişelerini dile getirdiler:

"Dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten onun bize karşı 'taşkın bir tutum tu­tunmasından' korkuyoruz."

Bize işkence etmede veya bizi öldürmede acele etmesinden korkuyoruz.

"Veya azgın davranmasından endişe ediyoruz.1'

Azgınlığını ve zulmünü arttırmasından korkuyoruz. Yüce Allah bunun üzerine kendileriyle birlikte olduğunu, kendilerine yol göstereceğini belirterek yüreklerine su serpiyor ve güven aşılıyor:

"Korkmayın."

Firavun ve mahiyetindekilerden korkmayın.

"Çünkü ben sizinle birlikteyim, işitiyorum ve görüyorum."

Sizin Firavun'a diyeceklerinizi ve onun size diyeceklerini işitiyorum. Si­zin amellerinizi ve Firavım'un tavırlarını biliyorum. Ona karşı size yardım edecek, sizin çabanızı sonuca götürecek, onun direnişini İse sonuçsuz bıraka­cağım. Şu halde tereddüt etmeden ona gidin ve deyin ki:

"Biz senin Rabbinin elçileriyiz."

O'nun tarafından sana elçi olarak gönderildik.

"İsrailoğullanm bizimle birlikte gönder."

Onları Allah'ın emrettiği topraklara götürelim.

"Onlara artık azab verme."

Erkeklerini öldürüp kadınlarını sağ bırakarak ve onları en iğrenç işlerde

çalıştırarak uyguladığın sistematik işkenceye son ver.

"Ona Rabbinden bir âyetle geldik."

Rabbin tarafından mucize destekli olarak geldik. Bu mucize, bizim, se­nin Rabbinin elçileri olduğumuzu isbatlar. Yüce Allah sana adaleti ve tevhid inancını emrediyor. Zulüm ve küfrü yasaklıyor. îsrailoğullarının bizimle bir­likte vaadedilen topraklara gelmelerini engellememeni istiyor.

"Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun."

Bil ki, ey Firavun, güvenlik ve selamet hidayete tabi olanlar için vardır. Onu da biz temsil ediyoruz. Öyleyse hidayete tabi ol ki, barışın hakim olduğu bir ortamda yaşamını sürdürebilesin.[21]Yoksa her zaman korkular, yıkımlar, ve iç çatışmalar tarafından kemirilen bir şiddet toplumunda yaşamaya mahk­um olacaksın. Çünkü "bize vahyolundu ki: Doğrusu azab, bizim temsil ettiği­miz hakkı, "yalanlayan" ve ondan "yüz çevirenlerin üstünedir."

Büyüklük kompleksine kapılarak haktan yüz çevirenler barış yüzü gör­mezler. Onlar şiddetle, terörle, ölüm korkusu ile birlikte yaşamaya mecbur­durlar. [22]

 

Sonuç

 

1-  Kalp ile, lisan ile ve ameller ile Allah'ı zikretmek son derece önem­lidir.

2- İnsanları Yüce Allah'a kulluk yapmaya davet ederken hikmeti ve gü­zel öğüdü göz önünde bulundurmak gerekir.

3-  Yüce Allah yardımı ve desteği ile dostlarının ve salih kullarının ya­nındadır.

4-  Dünya ve ahirette azaptan yana selamette olmak ve dünya hayatında Barış içinde yaşamak hidayete tabi olanların hakkıdır. Diğer insanlar dünya ve ahirette bundan yoksun kalmaya mahkumdurlar.

5- Zalim yöneticinin karşısına çıkmak, ona iyiliği emredip,kötülüğü neh-yetmek, ondan gelebilecek eziyetlere karşı sabretmek gerekir.

6-  Sebepleri oluştuğu zaman, herhangi bir kimse korktuğundan dolayı sorumlu olmaz. [23]

 

49-  Firavun dedi ki:  "Sizin Rabbiniz kim ey Musa?"

50-   Dedi   ki:    "Bizim   Rabbimiz,   herşeye   yaratılışını   veren, sonra  doğru  yolunu  gösterendir."

51-   Dedi  ki:   "İlk  çağlardaki  nesillerin  durumu  nedir  öyle  i-se?"

52-   Dedi  ki:   "Bunun  bilgisi Rabbimin  katında  bir kitaptadır. Benim  Rabbim  şaşırmaz   ve   unutmaz."

53-   Ki   O,  yeryüzünü   sizin   için   bir  beşik  kıldı,   ondan   sizin için yollar döşedi  ve gökten  su indirdi;  böylelikle bununla her tür bitkiden  çiftler  çıkardık.

54-   Yiyin   ve   hayvanlarınızı   otlatın,   şüphesiz,   bunda   sağdu­yu  sahipleri  için  elbette  ayetler  vardır.

55-   Sizi   ondan  yarattık,   ona  geri  vereceğiz   ve   sizi  bir  kere daha  ondan  çıkaracağız.

 

Sözlük

 

Herşeye yaratılışını verdi. Yaratılışı itibariyle başka varlıklar­dan ayırdedümesini sağladı.

Sonra yolunu gösterdi. Hayvanlara yeme, içme barınma ve çiftleşme içgüdüsünü verdi.

Dedİ ki: "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir?" Firavun Mu­sa'ya, onu delillerinden uzaklaştırıp önceki nesillerin durumu­nu izah edenlesin diye, Nuh kavmi Ad ve Semud kavmi gibi puta tapanların durumu "Nedir," dedi.

Dedi ki, onun ilmi, Rabbimin katındadır. Onların yaptıklarını bilmek ve bundan dolayı hakettikleri cezayı vermek Rabbimin yetkisindedir. Bizi ilgilendirmeyen bu tür meseleler üzerinde kafa yormuyoruz.

Kitapta, benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz. Adı geçen top­lumların amelleri bir kitapta yazılıdır, koruma altındadır. Rab­bim onlara hakettikleri cezayı verecektir. Çünkü O, yanılmaz, unutmaz. Şayet onlara azap verse veya azabı bir süre için ertelese, hiç kuşkusuz bu, O'nun öngördüğü bir hikmetten kaynaklanır.

Yeryüzünü sizin için bir beşik, bir döşek kıldı. Sizin için yollar döşedi.

Değişik renk ve tatta, çift çift bitki türleri.

Bunda Allah'ın gücünü, bilgisini, hikmetini ve rahmetini göste­ren semud kanıtlar vardır.

Akıl sahipleri İçin. En-Nuhyetu: Akıl, demektir. Kişiyi şirk ve günah gibi çirkinliklerden nehyettiği için bu şekilde nitelendi­rilmiştir.

Sizi ondan yarattık. Yani topraktan yarattık. Sizi tekrar ona geri vereceğiz. Kıyamet günü yine oradan çıkaracağız.

Son kez. Birincisi, topraktan yaratılıştı. Bu ise topraktan çı­karmadır. [24]

 

Açıklama

 

Surenin akışında bu kez Hz. Musa (a.s.) ile Firavun arasındaki karşılık­lı konuşma konu ediliyor. Hz. Musa ve kardeşi, Firavun'a gitmiş, Yüce Al­lah'ın emrettiği şekilde onu yumuşak ve hikmetli bir üslupla Allah'a inanmaya ve yalnızca O'na kulluk etmeye davet etmişlerdi. Bu arada şu kainattaki gerçeği de dile getirmişlerdi:

"Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun. Gerçekten bize vahyolun-du ki: Doğrusu azab, yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir."

"Sana selam olmasın ve sen Allah'ın âyetlerini yalanlayansın, dolayi-sıyle azaba uğrayacaksın" demiyorlar. Buna karşın Firavun onlara şöyle dedi:

"Sizin Rabbiniz kim, ey Musa?"

Melun burada, Hz. Musa'ya İsim vererek hitab ediyor. Böylece kendisi­nin sarayında yetiştiğine işaret etmiş oluyor. Bir diğer neden de başlangıçta yalnızca Hz. Musa'nın peygamberlik görevini üstlenmiş olmasıdır. Musa dedi

ki:

"Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gös­terendir."

Her yaratığı üzerinde bulunduğu şekil, renk, zat ve sıfat olarak başka­larından ayırdedilmesini sağlayan yaratılışı veren, sonra hayvanlara rızkını arama, yeme, içme ve barınma içgüdüsünü bahşeden Allah'tır. Kendisi için öngörülen emredilen şekilde hareket etme isteği ve soyunu devam etmeye yönelik çiftleşme isteğini yaratılışına yerleştiren O'dur. Bu cevap karşısında Firavun apışıp kaldı. Yüce Allah'ın Hz. Musa'ya ilham ettiği bilgileri dinler­ken verecek cevap bulamadı. Son çare olarak konuyu dağıtmak için, ağır bir zayiat vermeden atlatmak için, ileri gelen adamların karşısında küçük düş­mekten kurtulmak için dedi ki:

"İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?"

Puta tapan Nuh kavminden, Hud kavminden ve Salih'in kavminden söz et. Hz. Musa Firavun melununun asıl amacının konuyu dağıtmak olduğunu anladı ve ona şu cevabı verdi:

"Bunun bilgisi, Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz."

Senin, hakkında soru solduğun mesele bizi ilgilendirmez. Geçip gitmiş

bu milletlerin durumlarına ilişkin bilgi Allah katındadır. Onlarla ilgili her şey Allah'ın indindeki kitap olan ,'Ievh-i mahfuz'da kayıtlıdır. Günü gelince Allah onları yaptıklarından dolayı cezalandıracaktır.

O'nun belirlediği veya bir süre için ertelediği azab, kuşkusuz daha sonra bir hikmete göre gerçekleşir. Çünkü benim Rabbim yanılmaz, unutmaz, herke­si işlediği ile cezalandırır. Ardından Hz. Musa fırsatı değerlendirerek Rabbi-nin vasıflarını anlatmaya başladı:

"Ki O, yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı."

Üzerinde yaşanabilir bir döşek gibi yaydı.

"Onda sizin için yollar döşedi."

Yeryüzündeki ulaşımı kolaylaştırdı, çeşitli yollar varetti. Bu yollar aracılığı ile ihtiyaç duyduğunuz şeylere ulaşmanızı sağladı.

"Ve gökten su indirdi."

Yağmur yağdırdı. Nehirlerin ve kuyuların kaynağı budur. İşte bu, benim ve sizin Rabbinizdir. O'nu tanıyın ve O'na kulluk edin. O'nunla birlikte bir başkasına ibadet etmeyin.

"Böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık."

Yağmur aracılığı ile çeşitli renkte ve biçimde değişik türden bitkiler çıkardık. Her birinin kendine özgü tadı ve kokusu vardır. Bu sözler, Hz. Musa (a.s.)'nın konuşmasını tamamlayıcı olarak Yüce Allah tarafından dile getiril­miştir. Ayrıca Allah'ı ve ortaksız ilahlığını bilmeyen Mekke müşriklerine yönelik bir hatırlatma niteliğindedir.

"Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın."

Sözünü ettiğimiz değişik renk ve tattaki bitkilerden yiyin, hayvanlarınızı otlatın. Sonra da bu nimetlerimize şükretmek amacıyla bize ibadet edin ve düzmece ilahlara yönelik ibadeti terkedİn.

"Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için elbette âyetler vardır."

İnsanların ve hayvanların beslenmeleri için yağdırılan yağmurda ve yeşertilen türlü bitkilerde Yüce Allah'ın gücüne, bilgisine, hikmetine ve rah­metine ilişkin açık deliller vardır. Bu yüzden sadece Allah ibadete layıktır, başkası değil. Şu kadarı var ki, bu açık delilleri sadece akıl sahipleri, sağ­duyulu kimseler anlayabilir. Onlar bu deliller aracılığı ile Allah'ı bilmeye ula­şırlar. Sadece O'na kulluk edilmesi gerektiğini anlayıp   başkalarına ibadet et-inekten kaçınırlar.

"Ondan" yarattık.

Bitki ve hayvanların hayat kaynağı olan topraktan sizi yarattık. Atanız Âdem'i topraktan yarattık. Ölüm ile sizi ona geri vereceğiz, ona gömüleceksi­niz.niz.

"Sizi bir kere daha ondan çıkaracağız."

Kıyamet günü sizi yeniden kabirlerinizden çıkaracağız ve sizi sorguya çekeceğiz. Yaptıklarınızın karşılığı olarak ya kalıcı nimete kavuşacak ya da alçaltıcı azaba çarptırılacaksınız. Bunu karekterleriniz, nitelikleriniz, sıfatları­nız belirler. İyi karekterliler, nimetlere kavuşur, kötü karekterlüer, şirk ve günah nitelikli hayat sürdürenler azaba uğratılırlar. [25]

 

 

Sonuç

 

1- Soru sorana, doğru ve yararlı bir bilgiye dayalı olarak cevap vermek

gerekir.

2-  Kendisini ilgilendirmeyen mevzuları bir kenara bırakmak, kişinin

müslümanlığının güzelliğini gösterir.[26]

3-  Yüce Allah yanılmaktan ve unutmaktan münezzehtir.

4-  Kainattaki bütün kanunlar, yüce Allah'ın sonsuz gücünün ve ortaksız ilahhğ*nm açık delilleridir.

5-  Akıl, kişiyi batıl inançlardan, kötülüklerden kurtarmaya sebep olduğu için büyük bir değere sahiptir.

6- İnsanı çirkinliklerden alıkoyan akla, aklı selim denir. [27]

 

56-   Andolsun   biz  ona  âyetlerimizin   tümünü  gösterdik:  Fakat o, yalanladı  ve  ayak diretti.

57-   Dedi  ki:   "Ey Musa,  sen  bizi sihrinle yurdumuzdan  sürüp çıkarmaya    gelmiş  bulunuyorsun?"

58-   Madem   böyle,   biz   de   sana   buna   benzer  bir  sihirle  ge­leceğiz;   şimdi   sen,   bir   'buluşma  zamanı   ve  yer"  tesbit  et,   bizim de,   senin   de   karşı   olamayacağımız   açık,   geniş   bir   yer   olsun" dedi.

59-   Musa  dedi  ki:   buluşma  zamanımız,   bayram  günü  ve  in­sanların  toplanacağı  kuşluk  vakti  olsun.

60-   Böylelikle   Firavun   arkasını   dönüp   gitti,   hileli   düzenini biraraya getirdi,  sonra geldi.

 

Sözlük

 

Ona âyetlerimizin tümünü gösterdik, Hiçi oıaraıc gonucıuıgı-miz Musa ve Harun'un gerçekten peygamber olduklarını gös­teren tüm delilleri ona sunduk. Fakat o, bu delillerden yüz çe­virdi, tasdik etmeye yanaşmadı. Onların, alemlerin Rabbi ta­rafından gönderilen elçiler olduklarını'kabul etmedi. Toprağımızdan. Ülkemizden. Firavun'un egemen olduğu Mısıı ülkesi.

Sihrinle ey Musa. Âsa ve beyaz el mucizelerine işaret ediyor. Orta mekan. İki tarafça kabul edilebilecek âdil ve ortalama biı yer. Bu yer, fikri tartışma için elverişli olmalıdır. Herkesin görebileceği düz ve geniş bir alan olmalıdır.

Süslenme günü. İnsanların süslendikleri ve çalışmadıkları bayram günü.

İnsanların toplanacakları kuşluk vakti. Tartışmayı seyretsin­ler diye ülkenin dört bir yanından insanlar gelsin.

Firavun yüz çevirdi, ayrıldı. Firavun kendisi ile Musa ve kardeşi Harun arasında geçen konuşmayı büyük bir kibir ve böbürlenme Örneği sergileyerek terketti.

Ve hilesini topladı. Hileli düzenini yürütecek, kendisine des­tek verecek büyücüleri topladı. [28]

 

Açıklama

 

Bir yanda Hz. Musa ve Harun'un, bir yanda da Firavun ve ileri gelenle­rin yer aldığı tartışmanın konu edildiği âyetlerin akışı sürüyor. Bu arada yüce Allah buyuruyor ki:

"Andolsun biz ona", yani Firaavun'a "âyetlerimizin tümünü gösterdik."

Musa ve Harun'un bizim tarafımızdan görevlendirilen elçiler olduklarına ilişkin hertürlü delili gözlerinin önüne serdik. Ama o, bu kanıtlara itibar etme­di, onları yalanladı, onların elçiliklerini kabul etmeye yanaşmadı.

"Dedi ki: "Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı geldin9"

Hızla koşan bir yılana dönüşen âsa'nın saldığı dehşetle bizi memleketi­mizden çıkarmayı mı amaçlıyorsun?

"Madem böyle, biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz, şimdi sen, 'bir buluşma zamanı ve yeri' tesbit et."

Burada karşı karşıya gelip kozlarımızı paylaşalım.

"Bizim de, senin de karşı olmayacağımız açık, geniş bîr yer olsun."

Aramızdaki karşılaşmayı herkesin görebileceği şekilde düz, geniş ve engebesiz bir alan da yapmalıyız. Yüce Allah Hz. Musa'nın şu cevabı ver­diğini bize bildiriyor:

"Buluşma zamanımız bayram günüdür."

Kastettiği, Mısır'da yaşayan ve kıbti denilen bir kabilenin bayramlarıydı. O gün Kıbtiler yeni elbiselerini giyer ve çalışmazlardı.

"İnsanların toplanacakları kuşluk vakti olsun."

Tartışma ve karşılaşmanın geniş katılımlı olması için, ülkenin dört bir yanından insanların katılımı sağlanmalıdır. Sözün bu noktasında Firavun top­lantı salonunu terkeder, konuşmaya ara verir. Büyüklük kompleksi içinde uz­man kadrolarını, büyücü danışmanlarını toplar, Hz. Musa ve Hz. Harun hakkında kurduğu tuzağa ilişkin olarak görüş ve önerilerini sorar. Bundan sonraki âyetlerde Musa'nın temsil ettiği hak, kesin bir zafer kazanacaktır. [29]

 

Sonuç

 

1- Firavun azgın, kibirli ve haddini aşan bir diktatördür.

2- Büyünün etkisi vardır. Öğrenilerek elde edilir. Büyüde uzmanlaşmış kimseler, onu öğretirler.

3-  Hakkı üstün getirip, batılı yenilgiye uğratmak için yarışmaya ve tartışmaya girmek meşru bir yöntemdir.

4-  Savaş ve barış için uygun bir zaman ve zemin seçmek de akıllıca yol­dur. [30]

 

61-   Musa  onlara   dedi  ki:   size  yazıklar  olsun.  Allah'a  karşı yalan   düzüp   uydurmayın,   sonra  bir  azap  ile   kökünüz   kurutulur. Yalan  düzüp  uyduran  gerçekten yok  olup  gitmiştir.

62-   Bunun   üzerine,   kendi  aralarında  durumlarını  tartışmaya başladılar  ve  gizli  konuşmalara  geçtiler.

63-  'Dediler ki:   "Bunlar  herhalde   iki  sihirbazdır,  sizi  sihirle-riyle    yurdumuzdan    sürüp-çıkarmak    ve    örnek    olarak    tuttur­duğumuz  yolumuzu   yok   etmek   istemektedirler."

64-  Bundan  ötürü,  tuzaklarınızı bir araya getirin,  sonra grup­lar  halinde  gelin;   bu  gün   üstünlük  sağlayan  gerçekten   kurtuluşu bulmuştur.

65-   Ey Musa,  dediler.   "Ya sen at veya  önce  biz atalım."

66-  Dedi ki:   "Hayır,  siz atın." Sonra hemen  ne görsün,  sihir­lerinden   dolayı,    onların   ipleri   ve   asaları   kendisine   gerçekten koşuyormuş gibi göründü.

 

Sözlük

 

 Size yazıklar olsun. Musa'nın onlar hakkında yaptığı bu bed­dua: "Allah sizi yok etsin, helak olasınız" demektir.

 Ve azapla sizi helak edecektir. Katından bir azap ile sızı he­lak edecektir.

 Aralarında durumlarını tartıştılar. Hz. Musa ve Harun hakkın­da görüş alış-verişinde bulundular: "Bunlar peygamber mi, yoksa sihirbaz mı?"diye bir birlerine sorup kendi aralarında bir cevap bulmaya çalıştılar.  j Aralarında gizli konuştular: "Bunlar herhalde iki sihirbazdır..."

sözünü gizlice fısıldadılar.

Örnek olarak tuttuğunuz yolu. Seçkin ve lider kimselerin hal­kınız için belirledikleri örnek hayat sistemini yıkmak istiyor­lar.

Hilelerinizi toplayın. Bir araya getirin. Ortak bir hileli düzen kurun. Birlik halinde hareket edin. Herbiriniz ayrı bir düzen peşinde koşmasın.

Galip gelen bu gün büyük bir ödül kazanır iflah olur. Zafer elde eder.

Ya sen asanı at.

Sihirlerinden ona hareket ettiği hayal oldu. Musa büyücülerin iplerini ve asalarını koşan yılanlar gibi gördü. Büyücüler onla­ra civa sürmüşlerdi, güneş vurunca da hareket etmeye başla­dılar. Musa da bunların gerçek yılanlar olduklarını sandı. [31]

 

Açıklama

 

Surenin akışı içinde, Hz. Musa ile Firavun'un karşılaşma için topladığı sihirbazlar arasındaki konuşmanın geçtiği sahne canlandırılıyor. Musa (a.s) belki tevbe ederler diye, onlara şu uyarıcı hitabı yöneltir:

"Size yazıklar olsun. Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayın."

Allah'a karşı yalan uydurmayın, kendi uydurduğunuz şeyleri Allah'a nis-bet etmeyin.

"Sonra bir azap ile kökünüz kurutulur."

Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan bir azapla kökünüz ku­rutulur,

"Yalan düzüp uyduran gerçekten yok olup gitmiştir."

Allah'a veya insanlara karşı yalan uyduranların helak olup gitmeleri ilahi bir yasadır.

Hz. Musa (a.s)'nın bu tehdit edici uyarısından sonra, aralarında bir gö­rüş ayrılığı belirdi. Bu sözleri söyleyen kişi bir büyücü mü yoksa gökten haber getiren bir elçi mi? diye sormaya başladılar. İşte şu ifadelerden bunu anlıyo­ruz:

"Bunun üzerine, kendi aralarında durumlarını tartışmaya başladılar." "Gizli konuşmalara geçtiler."

Sözlerinin başkaları tarafından duyulmasını önlemek için aralarında giz­lice konuşmayı tercih ettiler;

"Bunlar herhalde iki sihirbazdır."

Hz. Musa ve Harun birer sihirbazdır demeye başladılar. "Sizi sihirleriyle yurdumuzdan sürüp çıkarmak istiyorlar." Sizi Mısır topraklarından sürmek ve "örnek olarak tutturduğunuz yolu­nuzu yok etmek istemektedirler."

İsrailoğulları ve başkaları üzerindeki hükümranlığınız, yöneticilik hakkı­nıza son vermek istiyorlar. Amaçlan, halkı 'sizin hükümranlığınız altından çı­karıp hükümranlıkları altına sokmak, kendi dinlerine bağlamaktır, öyleyse aranızda birleşin ve sakın onların karşısında görüş ayrılığına düşmeyin.

"Sonra gruplar halinde gelin, kenetlenmiş olarak çıkın karşılarına ve bi­lin ki:

"Bu gün üstünlük sağlayan gerçekten kurtuluşu bulmuştur."

Galip gelen büyük bir ödül alacaktır. Bu sözü, Hz. Musa (a.s)'ya karşı

nasıl bir üslup takınacaklarını kararlaştırdıktan sonra sarf etmişlerdi. Sonra

Firavun'un emriyle:

"Ey Musa" dediler, ya sen asanı at veya biz önce atalım."

Musa dedi ki:

"Hayır, siz atın."

Ellerindeki ipleri ve asaları yere attıklarında Musa: "ne görsün, sihirle­rinden dolayı, onların ipleri ve asaları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü." Cıva ile kaplı oldukları için birden bire güneş ışınlarına maruz ka­lınca, kıvrılarak hareket ediyorlarmış gibi geldi Hz. Musa (a.s.)'ya. [32]

 

Sonuç

 

1- Allah'ın zatı ve emirleri hakkında yalan uydurmak haramdır. İşte bu yalan türü yalancının kökünün kurutulmasını, hüsrana uğratılmasın i gerekti­ren büyük bir günahtır.

2-  Tamamen dine ait olan bir konuyu, kitleler etkilenir, inanır ve doğru yolu bulur korkusu ile şahsi bir çıkarmış gibi göstermek, kimi insanların öteden beri başvurdukları bir hile ve bir aldatmacadır.[33]

3- Yüce Allah'ın Hz. Musa ve Hz. Harun (a.s) ile beraber olduğu, Hz. Musa'nın hareketlerinde belirginleşiyor. Çünkü, önce sihirbazların hünerlerini göstermelerine izin vermesinin bir hikmeti vardı. Çünkü sahneyi izleyenlerin zihninde kalan şey, genellikle son hareket ve son söz olur. Özellikle böyle bir

sahnede! [34]

 

67-   Musa   bu   yüzden   kendi   içinde   bir  tür  korku   duymaya başladı.

68-  "Korkma" dedik.  Muhakkak ki sen  üstün geleceksin.

69-  Sağ   elindekini   atıver,    onların   yaptıklarını   yutacaktır; çünkü  onların  yaptıkları yalnızca  bir büyücü  hilesidir.  Büyücü  ise nereye   varsa   kurtulamaz.

70-  Bunun  üzerine  büyücüler,  secdeye  kapandılar:   "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman  ettik" dediler.

71-  Firavun  dedi  ki:  ben  size  izin  vermeden  önce  O'na  inan­dınız  öyle  mi?  Şüphesiz  o,   size  büyüyü  öğreten   büyüğünüzdür.   O halde   ben   de   sizin   ellerinizi   ve   ayaklarınızı   çapraz   olarak   ke-

seceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de el­bette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş   olacaksınız.

 

Sözlük

 

Kendi içinde bir korku duymaya başladı.

Galip sensin. Üstün geleceksin ve galip sen olacaksın.

Yutar. Büyücülerin yaptıkları ipleri ve asaları büyük bir hızla yutacaktır.

Büyücünün hilesi. Onların göz boyacılığı kalıcı ve sürekli ol­maz.

Sihirbaz kurtuluşa eremez. Başarı elde edemez. Nerede olur­sa olsun büyücü amacına ulaşmaz, başarılı olmaz.

Ve sihirbazlar alınlarını yere koymak suretiyle secdeye ka­pandılar.

Muhakkak ki o sizin büyüğünüz. Size sihri Öğreten Öğretmeni-nizdir.

Tersten çaprazvari. Sol ayakla birlikte sağ elinizi.

Hurma dallarında.

Hangimizin daha şiddetli ve devamlı azabı vardır. Burada me­lun Firavun kendisini ve Hz. Musa'nın Rabbini karşılaştı­rıyor. Hangimizin azabı daha şiddetlidir? Hangimizin isyancı­lara verdiği ceza daha kalıcı, daha süreklidir? [35]

 

Açıklama

 

Hz. Musa ile Firavun'un sihirbazları arasındaki yarışmayı konu edinen âyetler grubunun akışı devam ediyor. Sihirbazlar iplerini ve asalarını yere atınca, bunlar, kıvrılmaya, hareket etmeye başladılar. Alanın her tarafını dol­durdular. Bunlar karşısında Hz. Musa içinde bir korku hissetti. O anda Rabbi ona şöyle vahyetti:

"Korkma. Muhakkak ki, sen üstün geleceksin?"

Galip gelecek, onları ağır bir hezimete uğratacaksın. 67. âyetin ifade

ettiği anlam budur. Buna göre, Hz. Musa kendi içinde bir korku hissetmiştir.

68. ayette ise şöyle deniyor:

"Korkma" dedik. "Muhakkak sen üstün geleceksin." "Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır."

Büyük bir hızla onları yutacaktır. Nedeni ise, şöyle açıklanıyor:

"Çünkü onlarm yaptıkları yalnızca bir büyücü hilesidir."

Büyücünün hilesidir, göz boyamasidır.

"Büyücü ise nereye varsa kurtulmaz."

Büyücü istediğini elde edemez, hiç bir zaman hakikat karşısında zafer elde edemez. Çünkü onun yaptığı, sadece seyircilerin gerçek diye zannettik­leri hayallerdir. Kalıcı hakikatleri yoktur. Eşyayı aslından başka bir şeye dönüştürmez, başkalaştırmaz. Büyücüler Hz. Musa'nın attığı asanın, onların attıkları ipleri ve asaları yutuverdiğini görünce, onun sihir olmadığını anladı­lar. İlâhi bir mucize olduğunu anlamakta gecikmediler. Ve gayet net bir^ifa­deyle, teslimiyetlerini şöyle dile getirdiler:

"Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik."

Bu olay karşısında dehşetten gözleri faltaşı gibi açılan, burnundan öfke soluyan Firavun, hezimeti basitleştirmek için tehditler savurarak, sihirbazları komploculukla suçladı:

"Ben size izin vermeden önce O'na inandınız öyle mi?"

"Şüphesiz o sizin büyüğünüzdür."

Baş öğretmeninizdir.

"Sîze büyüyü öğreten odur."

Onunla önceden anlaştınız, bu yenilgi planını hazırladınız.

"Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim."

İbret-i alem olsun diye, ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak kesece­ğim.

"Sizi hurma dallarında sallandıracağım. Başkalarına ibret olsun diye el­leri ve ayakları çapraz olarak kesilmiş cesetlerinizi hurma dallarına asıp teşhir edeceğim.

"Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız."

Benim azabım mı daha ağır ve dayanılmazdır, yoksa Musa'nın Rabbinin-kimi? [36]

 

Sonuç

 

1-  Sebepleri oluştuğu zaman herhangi bir şeyden korku duymak, inanç açısından bir sakıncası yoktur.

2-  Büyücülerin bazı eşyaları başka şeylere dönüştürmeleri, başkalaştır-malari, gerçekte olmayan bir göz boyamadan başka bir şey değildir.

3-  Büyü haramdır. Büyünün mahiyeti ise yalan ve aldatmacadan ibaret­tir..

4- Büyücüler mucize ile sihir arasındaki farkı gördükleri için, mucizeden olağanüstü biçimde etkilenmişlerdi.

5- Mü'min cesurdur. Ölüm ve idam tehditleri onu korkutmaz, yıldırmaz. [37]

 

72-  Dediler  ki:   "Bize  gelen  apaçık  delillere   ve   bizi yaratana seni   asla   tercih   edip-seçmeyiz."   Bizim   hakkımızda   ne   karar   ve-

rirsen   ver;  sen,  yalnızca  bu   dünya  hayatında  hükmünü  yürütebi­lirsin.

73-   Gerçekten  biz  rabbimize  iman  ettik;  günahlarımızı  ve   si­hir   dolayısıyle   bizi   kendisine   karşı   zorlayarak-sürüklediğin   su­çumuzu  bağışlasın.  Allah,  daha  hayırlıdır ve  daha  süreklidir.

74-   Gerçek  şu  ki,   kim  Rabbine  suçlu-günahkar  olarak gelir­se,   hiç   şüphe  yok,   onun  için   cehennem   vardır.   Onun   içinde  ise, ne ölebilir,  ne dirilebilir.

75-  Kim  O'na  iman  edip  salih  amellerde  bulunarak O'na ge­lirse,  işte  onlar,  onlar için  de yüksek dereceler vardır.

76-   İçlerinde   ebedi  kalacakları   altından   ırmaklar  akan  Adn cennetleri de  onlarındır.  Ve  işte  bu,  arınmış  olanın  karşılığıdır.

 

Sözlük

 

Kesinlikle seni tercih edip seçmeyiz. Bizi yoktan var eden.

Neye hükmünü yürütebiliyorsan, durmaksızın hükmünü yürüt. Bize yapacağını söylediğin şeyi yap.

Allah daha hayırlı ve bakidir. O'na itaat edildiği zaman Al­lah'ın vereceği sevap, senin vereceğin ödülden daha hayırlıdır. O'na karşı çıkıldığı zamanda vereceği azab, senin cezandan daha süreklidir.

Mücrim. Şirk, küfür ve günah aracılığı ile nefsini ifsad etmek suretiyle suç işleyen.

Arınanların karşılığı. Şirk ve günahtan arınanların mükafatı Şirk ve günahtan arınmak, iman ve salih amelle mümkündür. [38]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı içinde, Firavun ve henüz iman etmiş büyücüler arasında­ki karşılıklı konuşma sahnesi canlandırılıyor. Allah'a iman ettikleri ve bir Ta-ğut olarak kendisinin otoritesini reddettikleri için, Firavun onları Öldürmekle, hurma dallarında sallandırmakla tehdit edince, mü'min büyücüler ona şu cev­abı verdiler:

"Biz seni asla tercih edip seçmeyiz."

Ey Firavun "Bize gelen apaçık delillere..."

Hz. Musa ve Hz. Harun'un Rabbinin gerçek Rab olduğuna ve O'na itaat edip kulluk yapmanın bir zorunluluk olduğuna ilişkin deliller karşısında, seni Yüce yaratıcımıza tercih etmemiz, sana inanıp O'nu inkar etmemiz mümkün değildir. Bu hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir kuruntudur. Öldürme ve darağacında sallandırma gibi tehditlerinden de çekinmiyoruz. Elinden geleni yap.

"Sen yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin." Dünyada belli bir hükümranlığa sahip olduğun için bazı hususlarda hük­münü yürütebilirsin. Ahirette ise, senin aleyhinde hükmedilecek, sonsuza dek onur kırıcı azaba çarptırılacaksın, hükmeden değil, mahkum olacaksın.

Henüz yeni inanmış büyücüler, en ufak bir korku duymadan, inançlarını şu şekilde haykırdılar:

Gerçekten biz Rabbimİze iman ettik."

Bizi yaratan, bizi nzıklandiran ve bizim hayatımızı yönlendiren yüce Rabbimize İnandık.

"Günahlarımızı ve sihir dolayısiyle bizi kendisine karşı zorlayarak sürüklediğin suçumuzu bağışlasın."

Sihir yapmak ve öğretmek suretiyle işlediğimiz suçu bağışlamasını di­liyoruz. Çünkü biz isteyerek yapmadık... Hiç şüphe yok ki, Firavun, Hz. Mu­sa'nın âsa ve beyaz el mucizelerini görünce, sihirbazları büyücülüğü öğren­meye, sihir yapmaya ve büyücülüğü öğrenip Hz. Musa ile yarışmaya zor­lamıştı.

"Allah,daha hayırlıdır ve daha süreklidir."

İman edip salih amel işleyenlere verdiği sevap ve makam daha hayırlı­dır. Küfredip başka birine İtaat edene verdiği ceza ise,daha kalıcıdır. Karşılıklı geçen bu konuşmaları 72. ve "73 âyetlerden izliyoruz.

74. âyette ise şöyle buyuruluyor:

"Gerçek şu ki, kim Rabbine suçlu-günahkar olarak gelirse."

Nefsine karşı şirk ve günahkarlıkla suç işlerse, "hiç şüphe yok, onun için cehennem vardır. Onun içinde ise, ne ölebilirler ki dinlene bilsinler ne diri-lebilirler ki mutluluk verici bir hayat yaşayabilsinler.

"Kim O'na iman edip salih amellerde bulunarak O'na gelirse."

Allah'a inanıp Tağutu reddederse, onun şeriatına göre amel edip farzları

yerine getirerek yasaklarından kaçınırsa.

"İşte onlar için" iman ve salih amellerinin ödülü olarak "yüksek derece­ler vardır. Adn cennetleri de onlarındır."

Adn cennetlerine konulurlar, orada yüksek derecelere sahip olurlar.

"Altından ırmaklar akar. İçlerinde ebedi olarak kalırlar."

Ne ölürler, ne de oradan çıkarılırlar.

"Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır."

Şirk, suç ve günah nitelikli bir hayat biçiminden uzaklaşıp iman ve salih amel esasına dayalı bir hayat sürdürerek arınanların mükafaatı budur. Hiç kuşku yok ki, büyücüler sahip oldukları bu bilgileri, Hz. Musa ve Hz. Ha­run'un daveti sonucu öğrenmişlerdi. Çünkü Hz. Musa ve Hz. Harun onların aralarında uzun süre kalarak davet ve tebliğlerini yürütmüşlerdi. [39]

 

Sonuç

 

1-  Ahmak cahillerden başkası küfrü imana, batılı hakka ve hurafeleri gerçek dîne tercih etmez.

2-  Ahiret azabına göre dünya işkencesine katlanılabilir ve sabredilebilir.

3- Zorlama iki türlüdür:

a)  Dayanılmaz bir işkence ve dayakla herhangi bir şeye zorlanmak. Bu şekilde bir günah işleyen kimse bağışlanır.

b)  Tehdit ve talep sonucu bir günah işlemeye zorlanmak. Böyle bir suç, ancak samimi bir tevbeden sonra bağışlanır. Büyücülerin zorlanmaları, bu ikinci şıkkm kapsamına girer.

4- Bu âyetlerde küfür ve günahla birlikte iman ve salih amelin de karşılı­ğı açıklanmaktadır. [40]

 

77-    Andolsun,   biz   Musa'ya   vahyetmiştik:    "Kullarımı   gece­leyin  yürüyüşe  geçir,   onlara  denizde  kuru   bir yol  aç,  yetişilmek­ten   korkmadan   ve   endişeye   kapılmadan."

78-   Firavun   ise,   ordularıyla  peşlerine   düştü;   sularda   onları tamamen   kaplayıverdi.

79-   Firavun,  kendi  kavmini  şaşırtıp  saptırdı   ve  onları  doğru­ya yöneltmedi.

80-   Ey   İsrailoğulları,   andolsun,   sizi   düşmanlarınızdan   kur­tardık.   Tur'un   sağ  yanında  sizinle   vaadleştik   ve   üzerinize  kudret helvasıyla  bıldırcın   indirdik.

81-   Size,   rızık   olarak   verdiklerimizden   temiz   olanlardan  yi­yin,   bu   konuda   azgınlık  yapmayın,   yoksa  gazabım   üzerinize   ka­çınılmaz  olarak  iner;  Benim  gazabım,   kimin   üzerine   inerse,   mu­hakkak  o,   tepetaklak  düşmüştür.

82-   Gerçekten   ben,   teybe   eden,   inanan,   salih   amellerde   bu­lunup   da   sonra   doğru   yola   erişen   kimseyi   şüphesiz   bağışlayı­cıyım.

 

Sözlük

 

Kullarımı geceleyin yürüt. Gece, Mısır topraklarından çıkar­mak üzere yürüt.

Denizin ortasında üzerinde su bulunmayan kupkuru bir yol.

Yetişilmekten korkma. Yakalanmaktan korkma. Firavun'un size yetişmesinden ve suyun sizi kaplayıp boğmasından kork­ma.

Denizin suyundan onları kaplayıveren kaplayıverdi de boğulup gittiler.

Ve Firavun kavmini sapıttırdı. Kavmini kendine inanmaya ve alemlerin Rabi olan Allah'ı inkar etmeye çağırmak suretiyle saptırdı.

Hidayete ermedi. Doğru yolu bulup halkına da göstermedi. Halkına söz verdiği gibi onları doğru yola iletemedi: "Sizi doğru yoldan başkasına yöneltmiyorum." {Mü'min Suresi, 29)

Tur'un sağ yanı. Dinlerini ve dünyalarını düzenleyen Tevrat'ı Hz. Musa'ya indirmek İçin.

İKar gibi beyaz bir şeydir. Mennu: Kudret helvası, Selva ise; bıldırcın kuşuna denir.

Onda haddi aşmayın. Aşırı gitmek ve Allah'a şükretmemek suretiyle azgınlaşmayın.

Sonra doğru yola erişti. Ölene kadar iman, tevhid ve salih amel üzere bir hayat sürdüren. [41]

 

Açıklama

 

Uzunca bir zaman süren tartışmalardan, iyice alevlenen husumetten sonra, Firavun ve soydaşları hakkı kabule, gerçeği anlamaya yanaşmadılar. Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Musa (a.s) ya şu emri verdi:

"Biz Musa'ya vahyettik ki:"

Neyi vahyetmişti Yüce Allah?.. İsrailoğullarını geceleyin yürütüp Mı­sır'dan çıkarmayı.

"Andolsun Musa'ya vahyetmiştik: Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir."

"Onlara denizde kuru bir yol aç."

Denizin ortasında onların geçebilecekleri bir yol aç. Nitekim Hz. Musa (a.s.) asası ile denize vurmuş, deniz ikiye ayrılarak ortasında kupkuru bir yol belirmişti. Böylece İsrailoğulları denizi geçmişlerdi. Firavun da peşlerinden gelip ordusuyla denizin ortasındaki yola girince, yüce Allah yanlan denizi tek­rar birleştirdi, böylece Firavun'u ve askerlerini topluca boğdu. Hz. Musa ve İsrailoğulları ise kurtulmuşlardı.

"Firavun ise, ordularıyla peşlerine düştü; sulard a denizin suyun da on­ları kaplayıveren deniz sularının muazzam bir kısmı onları kaplayi verdi."

Bundan önce Yüce Allah Hz. Musa (a.s.)'ya Şöyle hitap etmişti.

"Yetişilmekten korkma ve endişeye kapılma." Firavun'un, ardından ge­lip sana yetişmesinden korkma. Denizde boğulmaktan ise endişe etme.

"Firavun kendi kavmini şaşırtıp saptırdı ve onları doğruya yöneltmedi."

Bu gerçeği yüce Allah haber veriyor: Firavun, kavminin hakka inanıp hak davetçilerine uymasına engel oldu. Onları gerçeği İnkar etmeye ve doğru yoldan uzaklaşmaya davet etti. Onlar da onun çağrısına uydular, böylece saptılar ve hidayete eremediler. Firavun'un halkına: "Sizi doğru yoldan başka bir şeye yöneltmiyorum" demesi de kocaman bir yalandı.

"Ey îsrailoğulları, andolsun, sizi düşmanlarınızdan," Firavun ve ordu­larından "kurtardık. Tur'-un sağ yanında sizinle vaadleştik."

Elçimiz Hz. Musa ile birlikte siz Musa'nın kavmi ile vaadleştik ki, sizin için doğru yol kılavuzu olan Tevrat'ı İndirelim ve siz de onun bildirdiği şeriatla hükmedesiniz. Çölde bulunduğunuz sırada yiyecek olarak size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.

"Size, rızık olarak verdiklerimizden temiz olanlarından yiyin."

Size bu şekilde emir verdik ve: Size rızık olarak verdiklerimizden helal olanlarını yiyip için.

"Bu konuda azgınlık yapmayın."

Helali bırakıp harama yönelmeyin, yeme ve içmede israfa koşmayın ve nimetlerinden dolayı Allah'a şükretmeyi ihmal etmeyin.

"Yoksa gazabım üzerinize kaçınılmaz olarak iner." Eğer azgınlık ederseniz, gazabıma maruz kalırsınız. "Benim gazabım kimin üzerine inerse."

Kİm de gazabımı hakederse, "Muhakkak o, tepetaklak düşer."

Cehennemin dibine yuvarlanarak helak olur.

"Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım."

Yüce Allah, İsrailoğullarına ve onların şahsında tüm insanlara vaad ediyor ki: Ben inanan, buna bağlı olarak salih amel işleyen, yani farzları ye­rine getirip yasaklardan kaçınan, sonra bu özelliğini şaşmadan ölümüne kadaı sürdüren kimseyi bağışlarım. [42]

.

Sonuç

 

1-  Bu tür kıssalar ancak vahiy yoluyla öğrenilebilir ve öğrenmenin bun­dan başka yolu da yoktur. Bunun İçin, Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamber liginin birer delili konumundadır.

2- İsrailoğullarının geçmesi için denizin yarılıp ortasında kupkuru bir yo lun belirmesi mucizesi, Yüce Allah'ın varlığının, sonsuz gücünün, ilminin rah metinin ve hikmetinin bir delilidir.

3-  Bu âyetler de, Kur'an'ın muhatabı olan yahudilere, eski kuşakların; yönelik nimetler hatırlatılarak, Allah'a şükretmeleri, günahlarından tevbe edi] İslâm'a girmeleri amaçlanıyor.

4- İsraf, zulüm ve nimete karşı nankörlük haramdır.

5-  Gazap, Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfat, O'nun celal ve kemaline yarası bir niteliktedir. Mahlukların Öfkesine benzemez. [43]

 

83-   "Seni  kavminden   'çarçabık ayrılmaya  iten'  nedir ey Mu­sa?"

84-   Dedi   ki:    "Onlar   arkamda   izim   üzerindedirler,   hoşnut kılman  için,  sana gelmekte  acele  ettim Rabbim."

85-   Dedi  ki:   "Biz  senden  sonra  kavmini  denemeden  geçirdik, samiri   onları   şaşırtıp-saptırdı.

86-  Bunun  üzerine Musa,  kavmine  oldukça  kızgın,   üzgün  ol­arak  döndü.  Dedi  ki:  Ey  kavmim,  Rabbiniz  size güzel  bir  vaadde bulunmadı   mı?   Size   verilen   sözün   süresi   pek   uzun   mu   geldi? Yoksa  Rabbinizden   üzerinize   kaçınılmaz  bir gazabın   inmesini  mi istediniz   de   bana   verdiğiniz   sözden   caydınız?

87-   Dediler  ki:   "Biz  sana   verdiğimiz   sözden   kendiliğimizden dönmedik,   ancak   o   kavmin   süs   eşyalarından   bir   takım   yükler yüklenmiştik,   onları  ateşe   attık,   böylece   samiri  de   attı."

88-  Böylece  onlara  böğüren  bir buzağı  heykeli  döküp  çıkardı, "işte,  sizin  ve Musa'nın  ilahı budur; fakat Musa unuttu" dediler.

89-  O'nun  kendilerine  bir  sözle  cevap  vermediğini  ve   onlara bir zarar  veya fayda  sağlamaya gücü  olmadığını görmüyorlar mı?

 

Sözlük

 

Seni acele ettiren nedir? Seni kavmini bırakıp onlardan önce gelmeye zorlayan sebep nedir?

Onlar beni izliyorlar. Benden uzak değildirler.

Ey Rabbim benden hoşnud olmanı sağlamak için acele ile gel­dim.

Kavmini imtihan ettik. Onları denedik.

Samiri onları saptırdı. İslâm'dan ve hidayetten uzaklaştırıp şirke, Allah'tan başkasına ibadet etmeye yöneltti.

Oldukça kızgın ve üzgün olarak.

Güzel vaad. Size Tevratı vermeye ilişkin ilahi vaad. Bununla hayatınızı düzenleyecek, şeriatı ile hükmedecektiniz. Böylece olgun kullar olarak mutluluğa erişecektiniz.

Vaatleşme süresi size uzun mu geldi? Otuz günlük bir süre çok mu? Yüce Allah bu süreyi daha sonra kırka tamamlaya­caktı,

Bana verdiğiniz söze uymadınız. Arkamdan geleceğinize dair verdiğiniz sözü tutmadınız.

Kendi isteğimizle ve gücümüz dahilinde. Fakat heva ve heves bize galip geldi. Bu yüzden arkandan gelip sözümüzü tutmayı beceremedik.

Yük, suç. Kadınların süs eşyalarını ve giysilerini yüklenmiş­tik.

Onları attık.

Samiri attı. Samiri adı, Musa b. Zafer'dir. İsrailli, Samire kabi­lesine mensuptur. Attığı şey de, Cebrail'in atının bastığı yerd­en aldığı topraktı. Yani o toprağı, kadınların süs eşyalarının atıldığı çukura attı.

Cesetli buzağı. Yani, bir buzağı heykeli. Onun böğürtüsü vardı. Böğüren bir buzağı.

Ve unuttu. Yani Musa Rabbini burada unuttu, gidip onu başka yerde arıyor dediler.

Size sözü geri çeviriyor mu? Sizinle konuşabiliyor mu? Bö­ğürmeden başka hiç bir ses çıkaramadığı için, onunla konuş­tukları zaman, cevap vermiyordu. [44]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, İsrailoğullannı Firavun ve firavunun ileri gelenlerinden kur­tardı. Firavuh'un ordusundan kaçarlarken Hz. Musa (a.s) denizi yardı. İsra-iloğullarınm geçtiği yerden, Firavun ve ordusu da geçmek isterken boğuldular. Bundan sonra Hz. Musa, vadedilen topraklara doğru hareket eden kavmine, Yüce Allah'ın kendilerini Tur dağına getirmesini emrettiğini söyledi. Yüce Allah orada, şeriatını, dünya ve ahiret nizamım İçine alan Tevrat'ı indirecekti. Buluşma noktası da Tur'un sağ yanıydı. Hz. Musa va'dedilen yere gitmede acele etti. Yerine kardeşi Harun'u, halkının başında bıraktı ve ardından gel­melerini istedi. Sonunda Tur dağının yanında buluşacaklardı. Ancak ne olduy­sa, Samiri'nin bir buzağı heykelini yapıp İsrailoğullannı Hz. Musa'nın ardından gitmekten vazgeçip buzağıya tapmaya davet etmesiyle oldu.

"Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten1 nedir ey Musa?" Yüce Allah'ın bu soruyu Hz. Musa'ya yöneltmesinin sebebi, kendisin­den sonra halkında meydana gelen inanç değişikliğini haber vermektir.

"Seni çarçabuk ayrılmaya iten nedir?"

Neden yalnız başına geldin? Emir, İsrailoğullanyla birlikte gelmen şeklinde değil miydi? Hz. Musa (a.s) şu cevabı verdi:

"Onlar arkamda izim Üzerindedİrler."

Arkamdan geliyorlar.

"Hoşnut kalman İçin, sana gelmekte acele ettim."

Bu söz üzerine Yüce Allah, kavminin içinde bulunduğu son durumu ona haber veriyor:

l!Biz senden sonra kavmini denemeden geçirdik. Samiri onları şaşırtıp-saptırdı."

Samiri bir buzağı heykeli yaptı ve senin kavmini ona ibadet etmeye çağırdı.

"Yüce Rab budur, Musa ise onu uzaklarda arıyor" dedi.

Hz. Musa'nın duası ve Yüce Allah'ın Tevrat hükümlerini içeren sayfaları sunuşu sona erince "Musa, kavmine oldukça kızgın, üzgün olarak döndü."

Büyük bir üzüntü içinde soydaşlarının bulunduğu yere geldi ve öfkeli bir biçimde:

"Dedİ ki: "Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?" Burada Hz. Musa (a.s) kavmine, Yüce Allah'ın kendilerini Firavunoğul-

larından kurtarmaya, kendilerine önderlik ve hükümranlık bahşetmeye ilişkin

vaadini hatırlatıyor. Böylece onları işledikleri hatadan dolayı azarlıyor.

Arkasından gelmeyip buzağıya tapmak ve buna bağlı olarak şiddetli görüş

ayrılığına düşmelerini eleştiriyor.

"Size verilen sözün süresi pek uzun mu geldi?"

Hayır. Süre uzun değildi. Topu topu otuz gündü. Fakat siz onu da ta­mamlamadınız, nihayet sınandığınızın farkına varmayip Rabbinizden başkası­na kulluk sunma suçunu işlediniz.

"Yoksa Rabbinizden üzerinize kaçınılmaz bir azabın inmesini mi istedi­niz?"

Siz bu bozgunculuğunuzla,Rabbinizin gazabım üzerinize çektiniz ve ga­zaba uğramanız artık kaçınılmazdır.

"Bana verdiğiniz sözden caydınız."

Buzağıya tapmaya başlamak, Rabbinizle kararlaştırdığınız yere gelmek üzere beni izlemeniz şeklindeki sözünüzü tutmamak suretiyle bana muhale­fet ettiniz.

"Dediler ki: "Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik."

Bunu bir mazeret olarak Hz. Musa (a.s.)'ya söylüyorlar. Sözden cayma­larının mümkün olmadığını ileri sürüyorlar. Hevalarmın ve arzularının önüne geçemediklerini, bu yüzden arkasından gelme gücünü kendilerinde bula­madıklarını iddia ediyorlar. Demek istiyorlar ki: Samiri saptırmasına; "Bu si­zin Rabbinizdir, Musa yanlış yerde O'nu arıyor' sözlerine karşı koyacak du­rumda değildik. Baskı altında kaldık, nefsimizin arzusuna direnemedik, nef­simize uyduk.

"Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik."

Kendi gücümüz ve arzumuz dahilinde sana muhalefet etmedik. Çeşitli

etkenlerin baskısı altında böyle bir tavra yöneldik.

"Ancak o kavmin süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik. Onlan attık."

İsrailoğullan bu sözleriyle fitnenin ortaya çıkış biçimini ve sebebini açıklıyorlar. İsrailoğullan kadınları, Mısırlı kadınlardan kendi bayramlarında takınmak üzere süs eşyaları ve takılar ödünç almışlardı. Ama bu takıları geri vermeden Hz. Musa ile birlikte Mısır'ı terk etmeleri ile sonuçlanan gelişmeler olmuştu. Sonunda kurtulmuş, Firavun ve orduları da suda boğulmuştu. Sahile vardıklarında Hz. Musa, Rabbi ile buluşma hususunda acele etti ve kardeşi Harun'un başkanlığında kendisini izlemelerini ve Tur dağına gelmelerini em­retti. Fakat Samiri lakabıyla anılan Musa adlı bir şahıs, fırsatı değerlendirdi. İsrailoğullarınm kadınlarına dedi ki: "Yanınızdaki takılar size helal değildir. Bunlar emanettir. Nasıl takınabiliyorsunuz bunları?" Ardından bir çukur kaza­rak, "yanımızdaki süs eşyalarını atın" dedi. Kadınlar denileni yaptılar. O da takıları eritip onlardan başka türlü yararlanmak üzere bir ateş yaktı. Bunları şu ifadeden çıkarıyoruz:

"Ancak o kavmin süs eşyalarından bir takım yükler yüklenmiştik." Fira­vun kavminin kadınlarına ait bir takım süs eşyalarını emanet olarak almıştık. Sonra onları Samiri'nin isteği üzerine bir çukura atmıştık.

"Böylece Samiri de attı."

Bunlar İsrailoğullarınm mazeret kabilinden Hz. Musa'ya karşı söyle­dikleri sözlerdir. Biz süs eşyalarını çukura attığımız gibi, Samiri de yanındaki toprağı üzerine serpti. Bu toprağı Cibril'in atının ayak izinden almıştı. Böylece Samiri, buzağı heykelini yaptı ve böğüren bir heykel olarak ortaya çıkardı. Birbirlerine dediler ki: "İşte sizin ve Musa'nın ilahı budur. Musa o'nunla buluşmaya gitti, ama Rabbini burada unuttu, yolunu şaşırdı. Musa gelene ka­dar buna ibadet edin."

Yüce Allah bu anlayışlarını kınayıcı bir üslupla şöyle buyuruyor:

ı "Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini görmüyorlar mı?"

Konuştuklarında cevap alamıyorlar, "onlara bir zarar veya fayda sağla­maya gücü olmadığını" görmüyorlar mı? Şu halde, O'nun ilah olduğunu nasıl söyleyebiliyorlar? Bir şey istediklerinde cevap vermiyor, taleplerini karşılamı­yor, yardıma ihtiyaç duydukları anda yardım edemiyor. Pekii, bu nasıl ilahtır?.. Bu, cahilliğin, sapıklığın ve ihtiraslara uymanın bir örneğinden başka bir şey

değildir. Böyle bir sapıklıktan Allah'a sığınırız. [45]

 

Sonuç

 

1- Acelecilik bir insanda bulunmaması gereken kötü bir niteliktir. Bir çok olumsuz sonuçlara neden olur. Örneğin Hz. Musa (a.s.)'nm vaadedilen yere gitmede acele etmesi ve kavmini geride bırakması, büyük bir olaya neden olmuştu; İsrailoğullan ondan sonra buzağıya tapacak kadar sapmış ve buna bağlı olarak korkunç gelişmeler başgöstermişti.

2-  Allah'ın rızasını talep etmek güzel bir şeydir, ama, Allah'ın rızasını elde etmeye elverişli bir amelle bu mümkün olur.

3-  Allah için Öfkelenmek meşrudur, O'na yönelik ibadetin terkedilmesi, emir ve yasaklarına muhalefet edilmesi durumunda,bir mü'minin hüzün­lenmesi de dini gayretten ileri gelen haklı bir tepkidir.

4-  Kadınların birbirlerinden ödünç olarak takı alıp süslenmeleri meşru­dur, ama bu takıların asıl sahibine ait olduklarım inkar edip el koymak ha­ramdır.

5- Hak ile batılı, hayır ile şerri birbirinden ayırmak için aklı kullanmak ve

düşünme yeteneğini devreye sokmak lazımdır. [46]

 

90-  Andolsun,  Harun  bundan  önce  onlara:   "Ey  kavmim,  ger­çekten   siz   bununla fitneye  düşürüldünüz,   denendiniz.   Sizin  Rab-biniz Rahman  olan Allah'tır;  şu  halde bana  uyun  ve  emrime  itaat edin"  demişti.

91-   Demişlerdi  ki:   "Musa  bize  geri gelinceye  kadar ona  kar­şı  bel  büküp   önünde   eğilmekten  kesinlikle   ayrılmayacağız."

92-  Musa da gelince:   "Ey Harun" demişti.   "Onların  saptıkla­rını   gördüğün   zaman   seni   onlara   müdahale   etmekten   alıkoyan neydi?"

93-  Niye  bana  uymadın,  emrime  baş    kaldırdın?

94-  Dedi ki:   "Ey annemin  oğlu,  sakalımı ve başımı tutup yol­ma.   Ben,   senin   İsrailoğulları   arasında   ayrılık   çıkardın,   sözümü önemsemedin"  demenden   endişe   edip  korktum.

 

Sözlük

 

Onunla imtihan olundunuz. Buzağı ile denendiniz. O'na kulluk etmeye, saygı duruşunda bulunup Önünde bel bükmeye devam edeceğiz.

Saptıklarını gördüğünde. Onların, Allah'tan başkasını ilah edi­nip buzağıya tapmak suretiyle saptıklarını gördüğünde.

V Sakalımı tutma. Hz. Musa büyük bir öfkeyle kardeşinin saka­lını ve saçını tutup sallıyordu, bir yandan da onlara ses çıkar­madığı için kınıyordu.

. Sözümü önemsemedin. Bu husustaki sözümü önemsemedin. [47]

 

Açıklama

 

Âyetler Allah'la konuşmadan dönen Hz. Musa ile kavmi arasında geçi-

yor:

"Andolsun, Harun bundan önce onlara demişti:"

Musa'nın dönüşünden önce, onların buzağıya taptıklarını görünce, "Ey kavmim, buzağı sizin ve Musa'nın Rabbi değildir. O, sadece bir imtihan ara­cıdır, onunla imtihan oluyorsunuz. Yüce Allah, kendisine yönelik kulluktaki sabrınızı ve peygamberine yönelik itaatinizi ölçmek istiyor. Bu hususta kav­minden farklı bir tutum sergileyecek olanları belirleyip herbirini hakettiği bir ceza ile cezalandırmayı diliyor.

"Sizin asıl Rabbiniz Rahman olan Allah'tır."

Bütün hayatınızı göz önünde bulundurduğunuz zaman onun rahmetinin açık belirtilerini göre bilirsiniz. Bunları hatırlayarak "bana uyun." Sadece Al­lah'a ibadet etmek, O'ndan başkasına kulluk yapmaktan kaçınmak hususunda beni izleyin.

"Emrime İtaat edin."

Ben, Allah'ın elçisi Musa'nın sizin üzerinizdeki halifesiyim. Ama yoldan

çıkmış kavmi ona şu cevabı verdi:

"Demişlerdi ki: "Musa bize geri gelinceye kadar ona karşı bel büküp Önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız. O'na kulluk yapmak, önünde saygıyla eğilmekten vazgeçmeyeceğiz... Daha sonra Hz. Musa gelip kavmin­den bu sözleri duyunca, Harun'a yönelerek onu azarladı kınadı, sert biçimde eleştirdi:

"Ey Harun, onların saptıklarını gördüğün zaman seni alıkoyan neydi?" Buzağıya tapmalarına niçin engel olmadın? "Niye bana uymadın?"

Yanındaki müslümanlarla birlikte peşimden gelip müşrikleri neden ter-ketmedin?

"Emrime baş mı kaldırdın?"

Hz. Musa (a.s.) o kadar kendinden geçmişti ki, öfkesi öylesine ka­barmıştı ki, kardeşinin saçını sakalını tutup çekti. Büyük bir kızgınlıkla onu azarlıyordu. Bu esnada Harun ise şöyle diyordu:

"Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup yolma."

Seni izlemem hususunda mazeretim vardır. Kavminin bir kısmını alıp buzağıya tapan diğer kısmını geride bırakmak suretiyle sana gelmekten korktum.

"İsrailoğullan arasında ayrılık çıkardın demenden" çekindim. Çünkü bu, seni memnun etmeyecekti.

"Sözümü önemsemedin," demenden çekindim. [48]

 

 

Sonuç

 

1- Resule başkaldırmak, kişiyi din ve dünya hususunda bir fitne ile yüz-yüze getirir ve imtihan olmasına neden olur.

2-  Kendisine verilen bir görevde kusuru görülen bir kimse, sevilen biri olsa bile onu azarlamak ve görevden azletmek caizdir.

3-  Kusur işlemekle suçlanan kimse, şayet kusuruna kasten yapmamış-sa mazeret ileri sürebilir.

4- Bir müctehidin içtihadında yanılması da, gerçeği yakalaması da müm­kündür. [49]

 

95-  Musa dedi ki:  "Ya senin amacın nedir ey Samiri?"

96-   Dedi   ki:   "Ben   onların   görmediklerini  gördüm.   Böylece elçinin  izinden  bir avuç  alıp  atıverdim;  böylelikle  bana  bunu  nef­sim  hoşa giden  bir şey gösterdi."

97-  Dedi  ki:  Haydi  çekip git,  artık  senin  hayatta  hakkettiğin ceza:   "Bana   dokunulmasın"   deyip  yerinmendir.   Ve   şüphesiz   se­nin  için  kendisinden  asla  kaçınamayacağın  azab  dolu  bir buluşma zamanı   vardır.    Üstüne   kapanıp   bel   bükerek   önünde   eğildiğin ilahına   bir   bak;   biz   onu   mutlaka  yakacağız,   sonra   darmadağın edip   denizde   savuracağız.

98-   Sizin   ilahınız  yalnızca  Allah'tır  ki,   O'nun   dışında  ilah yoktur.   O,   ilim  bakımından  herşeyi  kuşatmıştır.

 

Sözlük

 

Amacın neydi? Niye böylesine büyük bir olaya sebebiyet ver­din?

Onların görmediklerini gördüm. Bu bilgiyi gözlem ve izleme sonucu edindim. Onlar göremedikleri için bunu bilmiyorlar.

Rasulün izinden bir avuç. Cebrail'in ayak izinden bir avuç top­rak aldım.

Ona attım. Bu toprağı, takılardan yapılma buzağının İçine

attım.

Nefsim bana süslü gösterdi. Buzağı heykelini yapma işini nef­sim bana hoş gösterdi.

Çekip git, yeryüzünde hakettiğin ceza: "Kimse bana dokun­masın ve ben de kimseye dokunmayayım" demendir. Çünkü sana dokunan veya senin dokunduğun kimse büyük bir zarara uğrayacaktır.

îlahın. Senin ilah edindiğin buzağı.

Uzun süre üzerine kapanıp karşısında bel büktüğün.

Denizde parça parça. Onu yakıp darmadağın ettikten sonra denize savuracağız.

Sizin ilahınız sadece Allah'tır. Sizin asıl ilahınız Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, tek ve ortaksız ilahtır. [50]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, Hz. Musa (a.s.) ile kavmi arasındaki karşılıklı ko­nuşmaları devam ediyor. Hz, Musa kardeşini işlediği kusurdan dolayı azar­ladıktan sonra, ikiyüzlü Samiri'ye döndü. Samiri aslında inekperest yani ineğe tapan bir topluluğa mensuptu. İsrailoğullan arasında müslüman olarak görü­nüyordu. Önüne çıkan ilk fırsatta da, eski inancına, yani inekperestliğe döndü. Bir buzağı heykeli yaptı, ona taptı ve İsrailoğullannı da ona tapmaya davet etti. Bu yüzden Hz. Musa ona öfkeyle: "Ya senin amacın nedir ey Samiri?" dedi. Ne yapmak istiyorsun, bu iğrenç tutumu sergilemen nereden kaynak­lanıyor? Samiri özür dilercesine şöyle dedi:

"Ben onların görmediklerini gördüm."

Senin soydaşlarının bilmediği şeyi öğrendim "elçinin" yani Cebrail'in atı­nın "izinden bir avuç alıp" buzağı şekline soktuğum süs eşyalarının üzerine attım. Böylece bir inek gibi böğürmeye başladı.

"Böylelikle bunu nefsim hoşa giden bir şey gösterdi."

Nefsim bana bu işi süslü ve çekici gösterdi, ben de yaptım. Yüce Al­lah'ın bize bildirdiğine göre Hz. Musa (a.s) ona şu cevabı verdi:

"Haydi çekip git, artık senin hayatta hakettiğin ceza: "Bana dokunulma­sın deyip öbürboyu kendini kmamandır."[51]

Bütün hayatın boyunca sana dokunmak isteyenlere: "Bana dokunma ki sana dokunmayayım," diyeceksin. Bu, senin dünya hayatındaki cezandir. Çöl­lerde yırtıcı hayvanlar arasında yaşamaya mahkumsun. Hiç kuşkusuz onun insanlardan kaçması, insanların da ondan uzak durması, onun bu hususta de­netlenmediği anlamına gelmez. Bilakis rivayete göre o, bir tür sıtmaya yaka­lanmıştı. Biri ona dokunduğunda tıpkı onun gibi titremeye başlardı. Ona doku­nan elektrik akımına kapılmış gibi çarpıhrdı.

"Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın azab dolu bir buluşma zamanı vardır."

Bu dışlanma ve kovulma, senin dünya hayatındaki azabındır. Kesinlikle kaçamayacağın, bir de ahiret azabına çarptırılacaksın. O gün kaçınılmaz ola­rak gelecektir.

Sonra Hz. Musa Samiri'ye dedi ki: "Şu düzmece "ilahına bir bak." Ki "üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğiliyorsun."

Ona kulluk yapıyorsun ve bundan vazgeçmeye de pek yanaşmıyorsun. Allah'a andolsun ki: "Onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız."

Hz. Musa gerçekten buzağı heykelini yaktı, darmadağın ederek tozlarını denizde savurdu. Geride tek parçası bile kalmadı. Bu bidatçılann ve günah­karların dışlanmasında, boykot uygulanmasında temel bir örnek oluşturmak­tadır. Nitekim Resulullah efendimiz de (s.a.v.) Tebük seferine mazeretsiz katılmayanlara boykot uygulamıştı. O suçun kalıntısı kalmasın diye.

Sonra buzağıya tapınma seviyesine düşürülmüş, saptırılmış, aldatılmış topluluğa döndü ve şöyle dedi:

"Sizin gerçek ilahınız, kendisine ibadet ve itaat edilmesi gereken biricik ilahınız Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından her şeyi

kuşatmıştır."

O'nun ilmi herşeyi kapsamına almıştır. O, herşeyi bilir, O'nun herşeye gücü yeter. O'nun dışındaki düzmece ilahların böyle bir güçleri yoktur. Hiç bir şeye güç yetiremeyen, hiç bir şey bilmeyen birine ibadet edilir mi? [52]

 

Sonuç

 

1-  Suçlanan kimseyi konuşturmak, ona cevap hakkı tanımak meşru bir yöntemdir.

2-  Nefis, bir kimseye kötü bir şeyi hoş gösterirse, onu süslerse, kişinin bunu işlemesi, kovulmasına ve dışlanmasına sebep olur.

3- Yüce Allah, büyük hatalar işleyen, günah alanında çığır açan kimi kul­larına dünya ve ahiret azabını birleştirerek verir. Yani ölene kadar azap içinde tutar, ölünce de ahiret azabına çarptırılır.

4-  Bid'atçıyı, yani dinde olmayan bir şeyi uyduranı, günah alanında çığır açanı dışlamak, sürgün etmek, onunla ilişki kurulmasına izin vermemek meşru bir cezalandırma yöntemidir.

5- İnsanları Allah'a kulluk sunmaktan alıkoyan putları, heykelleri, saçmasapan resim ve oyun aletlerini kırıp parçalamak gerekir. [53]

 

99-  Sana   geçmişlerin   haberlerinden   bir   bölümünü   böylece aktarıyoruz.   Gerçekten,   sana  katımızdan  bir  zikir  verdik.

100-  Kim  bundan yüz  çevirirse,  şüphesiz  kıyamet günü o,  bir günah yükü yüklenecektir.

101-  O  yükün   altında  ebedi  olarak  kalıcıdırlar.   Bu,   kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür.

102-   Sur'a   üfleneceği   gün,   biz   suçlu-günahkarları   o   gün, gözleri  gömgök  olarak  topllayacağız.

103-  Dünyada yalnızca  on gün  kaldınız diye  kendi aralarında fısıldanacaklar.

104-  Onların  sözünü   ettiklerini  biz  daha   iyi  biliyoruz.   Tutu­lan yol bakımından  onların  daha  üst olanları  ise: Siz yalnızca bir gün kaldınız derler.

 

Sözlük

 

Böylece, Hz. Musa ve taraftarları ile Firavun arasındaki olay-

ları içeren bu kıssayı sana aktardığımız gibi, peygamberlere ilişkin haberleri de bu yolla aktarıyoruz.

Katımızdan bir zikir. Yani, Kur'an-ı Kerim.

Kim ondan yüz çevirirse. O'na inanmazsa, okuyup amel et­mezse.

Ağır bir günah. Büyük bir yükü yüklenir.

O gün sura üfürülür. Bu, diriliş üfürmesidir. Sur ise, borazan olarak kullanılan boynuz anlamına gelir.

Gözleri gömgök, yüzleri ise simsiyahtır. Bu da onların cehen­nem ehli olduklarının işaretidir.

Korkunun etkisiyle aralarında fisıldaşarak, seslerini alçaltarak konuşurlar.

Tutulan yol bakımından onlardan daha üstün olanlar. Görüş­leri kendilerine göre daha ılımlı ve dengeli olanlar. Bütün bun­ların nedeni, ortamın korkunçluğu ve manzaranın dehşet veri-

ciliğidir. [54]

 

Açıklama

 

Hz. Musa ile Firavun, ardından Hz. Musa ile İsrailoğulları arasındaki konuşmalarından bahseden âyetlerin sonunda Yüce Allah, elçisi Hz. Muham-med (s.a.v.)'e şöyle hitap ediyor:

"Sana böylece aktarıyoruz."

Hz. Musa ile Firavun, yine Hz. Musa ile İsailoğullan arasında geçen olayları sana aktardığımız gibi "geçmişlerin haberlerinden bir bölümünü" böylece aktarıyoruz. Geçmiş milletlere ilişkin haberleri sana aktarıyoruz ki bu, senin peygamberliğinin, katımızdan vahiy aldığının delili olsun. Ayrıca in­sanlar geçmişte yaşananlardan ibret alsın.

"Gerçekten, biz sana katımızdan bir zikir verdik."

Sana yönelik lütfumuzun bir belirtisi olarak, bir zikir bahşettik, Kur'an'ı indirdik. Bu Kur'an, kula, Rabbini hatırlatır. O'nu kurtuluş ve mutluluk yol­larına yöneltir:

"Kim bundan yüz çevirirse."

Kim Kur'an'a sırtım dönerse, O'na inanıp onun yol göstericiliği altında hareket etmezse. "Şüphesiz kıyamet günü o, bir günah-yükü yüklenecektir."

Kıyamette omuzlarına büyük bir günah yükü binecektir. Çünkü o, hiç bir

salih amel işlememiş olacaktır. Kafir ve imansız olduğu için tüm amelleri kötü, çirkin ve iğrenç nitelikli olacaktır.

"O yükün altında ebedi olarak kalıcıdırlar."

Bu ağır yükleriyle birlikte ebediyen ateşte kalacaklardır.

"Bu, kıyamet günü onlar için ne kötü bir yüktür."

Kıyamette bir insanın böylesine iğrenç bir yükün altında olması ne kötü­dür. Sahibini kurtarması bir yana, onunla birlikte sonsuza dek cehennemde kalacaktır.

"Sur'a üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkarlan toplarız."

Hak dini yalanlayan, şirk ve günaha dayalı bir hayat yaşayan suçluları bir araya getiririz.

"O gün."

Sura ikinci kez üfürüleceği gün, "gözleri gömgök," yüzleri simsiyah olur.

"Aralarında fısıldaşırlar."

Dünyada ve kabirlerde ne kadar kaldınız diye, birbirlerine fısıltı halinde sorarlar. Bazıları şu cevabı verir:

"Yalnızca on gün kaldınız."

Dünyada ve kabirlerde on günden fazla kalmadınız.

"Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz."

Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise şöyle derler:

"Görüş bakımından daha tutarlı olanlar ise "siz yalnızca bir gün kaldı­nız," derler."

Uzunca bir zamanı bu kadar kısa olarak nitelendirmelerinin nedeni, kıya­metin dehşet verici manzarasından duydukları müthiş korkudur. Azabın deh­şeti ile adeta şok geçirmeleridir. [55]

.

Sonuç

 

1- Bu bölümde Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliği bir kez daha pekiştiriliyor. Yüce Allah Hz. Peygamber'e, Hz. Musa ve Firavun, Hz. Musa ve İsrailoğulları kıssalarını aktardıktan sonra, geçmiş milletlere ilişkin haber­leri de aktararak onun peygamber olduğunu, bu gaybi haberleşme ile is-batlıyor. Bir diğer delil de kendisine Kur'an'ın verilmesidir.

2-  Açık deliller, apaçık belgeler ve deliller içermesi bakımından Kur'an,

Öğüt alacaklar için bir hatırlatma ve uyarı niteliğindedir.

3-  Dünyada Kur'an'a sırt çeviren suçlular, kıyamet günü çok kötü bir du­ruma düşerler.

4-  Kıyametin dehşeti korkunçtur. O dehşet içinde insanoğlu, binlerce yıl süren dünyadaki hayat serüvenini bir veya birkaç gün sürmüş gibi düşünür. [56]

 

105-   Sana  dağlar  hakkında  soruyorlar.   De   ki:   "Benim  Rab-bim,   onları  darmadağın  edip  savuracak."

106-   Yerlerini  bomboş,  çırçıplak  bırakacaktır.

107-   Orada ne  bir eğrilik göreceksin,  ne de  bir tümsek.

108-   O   gün,   kendisinden   sapma   imkanı   olmayan   çağırıcıya

uyacaklar.   Rahman  olan Allah'a  karşı  sesler  kısılmıştır;   artık  bir hırıltıdan  başka   bir  şey  işitmezsin.

109-   O  gün,  Rahman  olan Allah'ın  kendisine  izin  verdiği  ve sözünden   hoşnut   olduğu   kimseden   başkasının   şefaati   bir   yarar sağlamaz.

110-   O,   önlerindekini  de,  arkalarındakini  de  bilir.   Onlar ise, bilgi  bakımından  O'nu  kavrayıp  kuşatamazlar.

111-   Artık  bütün  yüzler,   diri,   kaim  olanın  önünde   eğik  dur­muştur ve zulüm yüklenen  ise yok olup gitmiştir.

112-  Kim de bir mü'min olarak,  salih olan amellerde bulunur­sa, artık o,  ne zulümden  korksun,  ne  hakkının  eksik tutulmasından

 

Sözlük

 

Sana dağlar hakkında soruyorlar. Müşrikler: "Kıyamet günü dağlar ne olacak?" diye bir soru yöneltiyorlar.

Ve de ki: Rabbim onları darmadağın eder. Sonra emir verir, toz duman olup savurulur giderler.

Dümdüz, çırçıplak kalır yerleri.

Ne bir eğrilik ne de bir tümsek görürsün.

Çağına. Mahşere çağıran. Rablerinin huzuruna çıksınlar diye onları davet eder.

Sesler kısılmıştır. Sadece bir hışırdı duyulur. O da korkarak atılan adımların çıkardığı seslerden başka bir şey değildir.

Sözünden hoşnut olduğu. Kalbinde yer eden bir inancın ifadesi olarak, içtenlikle "Allah'tan başka ilah yoktur," demesinden hoşnut olduğu.

Bilgi bakımından onu kavrayıp kuşatamazlar. Yüce Allah in­sanların ilerisini ve gerisini bilir. Ama onlar O'nu bilgi olarak

kavrayıp kuşatamazlar.

3 Ölümsüz, diri ve kayyum olan. Rabbin önünde yüzler eğil-miş-tir.

Kim zulüm yüklenirse. Kim kıyamet günü zulüm, yani şirk yü-' künü yüklenmiş olarak gelirse.

Zulmen veya noksanlık bakımından. İşlediği kötülüklere ekle­mede bulunulacak diye korkmasın, iyilikleri eksik tartılacak diye endişelenmesin. [57]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, Resûlû Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şöyle buyuruyor: "Sana soruyorlar."

Kavmin arasında, ölümden sonra dirilişi ve mahşerde hesap vermeyi in­kar eden müşrikleri; dağlar hakkında kıyamet günü nasıl bir akıbete uğraya­caklar? diye soru soruyorlar. Onlara de ki:

"Rabbim onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek."

Onlara şöyle cevap ver:

De ki: "Benim Rabbim onları darmadağın edip savuracak, rüzgar tuz-buz olmuş bu dağları silip süpürecektir. Yerleri bomboş, çırçıplak bırakacak­tır. Öylesine dümdüz olacaklar ki, orada bir eğrilik veya tümsek, bir çukur ya da çıkıntı göremezsin.

"O gün, kendisinden sapma imkanı olmayan çağmaya uyacaklar. Rah­man olan Allah'a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin."

Kıyamet koptuğu gün, insanlar sağa sola bilinçsizce koşuşacaklardır. O sırada bir çağrı: "Haydin mahşer yerine," diye seslenecektir. Onlar da sağ ta­raflarından sesin geldiği yöne döneceklerdir. Yani sol taraftan dönüp bakmay­acaklardır.

"Kendisinden sapma olmayan" sözünün anlamı budur.

"Rahman olan Allah'a karşı sesler kısılmıştır."

Sesler kısılmış ve susmuştur.

"Artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin."

Sessizce yürüyen develerin çıkardıkları belli belirsiz bir sesi andıran bir hışırtıdan başka bir şey işitemezsin.

"O gün, Rahman olan Allah'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati bir yarar sağlamaz."

Yüce Allah buyuruyor ki: İnsanların yargılanmak, yaptıklarının karşılığı-

nı almak üzere toplandıkları mahşer alanında hiç kimsenin, bir başkasına yönelik şefaati yarar sağlamaz. Ancak Yüce Allah'ın şefaat etmesi için izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse hariç. Hakkında şefaat edilen de tevhid ehlinden, yani "Allah'tan başka ilah yoktur," gerçeğine inanmış kimse­lerden olacaktır.

"O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar."

Mahşerde toplananların az sonra uğrayacakları akıbetin cennet mi, ce­hennem mi olacağını bilir. Dünyadayken işledikleri veya işlemedikleri amelle­ri bilir. Onlar ise, Yüce Allah'ı bilgi bakımından kavrayıp kuşatamazlar. Bu yüzden yargılama adalete uygun olacak ve rahmet sıfatı her şeye egemen ol­acaktır.

"Artık bütün yüzler, diri ve herşeyi idare edenin önünde eğik durmuş­tur."

Tıpkı tutsaklar gibi utanç içinde eğilmişlerdir. Diri ve kaim olan da, süre­nin egemenliği tekelinde olan Yüce Allah'tan "yok olup gitmiştir."

Hüsrana uğramıştır, zulüm yüklenen..."

Burada kastedilen zulmün şirk olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. En bü­yük zulüm olan şirkten Allah'a sığınırız.

"Kim de bir mü'min olarak, salih olan amellerde bulunursa."

Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, ölüm­den sonra dirilişe iman eden bir kimse, işlediği kötülüklere ilavede bulunula­cağından veya iyiliklerinin eksîltileceğinden korkmasın. Hesaplaşma ve ceza ortamına hakim olan unsur, Yüce Allah'ın adaletidir. [58]

 

Sonuç

 

1-  Dağların ne olacağını sormak, şirk ehlinin cehaletini ortaya koymak­tadır.

2- Ölümden sonra tekrar diriliş haktır.

3-  Şefaat, ancak mü'minler için geçerlidir. Bir müşrik şefaat edemez ve bir müşrik için şefaat edilemez.

4-  Kıyamet günü müşrikler hüsrana uğrayacaklar, tevhid inancına bağlı olanlar ise büyük kurtuluşa erişeceklerdir. [59]

 

113-   Böylece   biz,  onu,  Arapça   bir Kur'an   olarak  indirdik  ve onda   korkulacak   şeyleri   türlü   şekillerde   açıkladık;    umulur   ki korkup-sakınırlar ya  da  onlar için  düşünme  oluştururlar.

114-   Hak  olan,   biricik  hükümdar  olan  Allah  yücedir.   O'nun vahyi   sana  gelip   tamamlanmadan   evvel,   Kur'an'ı   okumada   acele etme  ve de ki: Rabbim,  ilmimi arttır.

115-   Andolsun,   biz  bundan  önce  Adem'e  ahid  vermiştik, fa­kat o,  unutuverdi.  Biz onda bir kararlılık bulamadık.

 

Sözlük

 

Ve böylece indirdik. Biz onu böylece Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki, onu anlasınlar.

Ve onda tehditleri açıkladık. Korkulacak bir çok şeyi, dünya ve ahiret azabının her çeşidini türlü biçimlerde açıkladık. Onlar için düşünme oluşturur. Geçmiş ümmetlerin neden he­lak edildikleri üzerinde düşünüp öğüt alırlar ve günahlarından tevbe edip müslüman olurlar.

Hak ve Malik olan Allah yücedir. Hak olan, biricik hükümdar olan Allah, iftiracıların yakıştırmalarından ve müşriklerin şirklerinden münezzehtir.

JKur'an ile acele etme. Kur'an'ı okumada acele etme.

JSana vahyi tamam olmadan önce. Cebrail'in onu sana okuması tamamlanmadan.

Adem'e ahid verdik. Yasak ağaçtan yememesini tavsiye ettik.

Ve unuttu. Biz ona ahid verdik, o ise bu ahdi unuttu, sözünü tutmadı.

Onun için azim bulamadık. Onda yasakladığımız şeye karşı bir kararlılık ve bir sabır bulmadık. Adem (a.s,) Peygamber ol­madan önceki halidir. [60]

 

Açıklama

 

"Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik."

Çeşitli müjdeler ve tehditler içeren âyetleri indirdiğimiz gibi, bu Kur'an'ı da Arapça olarak indirdik ki, onu anlayıp doğru yola erişsinler.

"Onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık."

Tehdit edici şeyleri, dünya ve ahiret azabını çeşitli biçimlerde açıkladık. Böylece belki senin kavmin geçmiş milletlerin helakına sebep olan şirk ve günahlardan uzak durur, sakınır.

"Ya da onlar için düşünme oluşturur."

İçlerinde bir düşünme yeteneğinin oluşmasına yol açar; geçmiş milletle­rin akıbetlerinden ders almalarını sağlar. Böylece tevbe ederek şirkten, Resûlû yalanlamaktan vazgeçerler. Rablerine itaat ederler. Sonuçta erdemli birer kul olarak dünya ve ahiret mutluluğuna erişirler. 113. âyetin verdiği me­saj budur.

Bundan sonraki ayette ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hak olan, biricik hükümdar olan Allah yücedir."

Burada Yüce Allah, yarattığı varlıklardan üstünlüğünü, onlara egemen oluşunu, karşı konulmaz gücüyle onları dilediği gibi yönlendirişini vurguluyor. Bu yüzden O, ortaklardan, evlattan, yalancı iftiracıların asılsız yakıştırmala­rından ve noksan sıfatlardan münezzehtir.

"Onun vahyi sana gelip tamamlanmadan evvel, Kur'an'ı okumada acele etme."

Burada Yüce Allah, elçisine Kur'an'ı Cebrail'den nasıl alacağını öğreti-

yor. Kur'an âyetlerini okumada, ashabına yazdırmada ve onunla hükmetmede acele etmemesini emrediyor. Cebrail okumasını tamamlayıp, Allah'ın âyetleri­ni indirişindeki maksadını açıklayana kadar beklemesini tavsiye ediyor. Daha fazla ilim istemesini söylüyor.

"Ve deki: "Rabbim, ilmimi arttır."

Burada, O'nun her zaman daha fazla bilgiye muhtaç olduğuna işaret edi­liyor. Bu yüzden acele etmemesi, ilmi birikime sahip olmaya çalışması, bu bil­giyi Özümsemesi, karar vermeden önce konunun üzerinde düşünmesi gereği dile getiriliyor. Bu, Hz. Peygamber için böyle olduğuna göre ümmetinin ule­ması, bu ilmi donanıma daha çok muhtaçtır. Çünkü fetva çıkarmada ve hüküm vermede acele etmek çoğu zaman büyük yanlışlara yol açar.

"Andolsun, biz bundan önce Adem'e ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık."

Yüce Allah Resulüne ve mü'minlere geçmişte yaşanan bir olayı haber veriyor. Şöyle ki: bir çok emir ve yasaklar yönelttiğimiz, ama bunları yerine getirmeyen, dolayısiyle helak ettiğimiz geçmiş ümmetlerden önce Adem'e de bir tavsiyede bulunmuştuk.

"Düşmanı olan şeytana itaat etmemesini ve yasak ağacın meyvesini yememesini emretmiştik."

Ama o, bu tavsiyemizi unuttu, apaçık düşmanı olan şeytana uyup söz konusu ağacın meyvesinden yedi. Biz onda bir kararlılık bulmadık. Aksine al­datma ve dümenler karşısında zaaf gösterdi. Ahdine bağlı kalmadı, Allah'a itaat hususunda sabırlı olamadı. İnsanların atası Hz. Adem böyle yaptıktan sonra, soyundan gelenlerin çeşitli sapık eğilimler göstermeleri pek de garip-senecek bir durum olmasa gerektir. Bu yüzden sen, kavminin sana inanmam­alarından, davetine olumlu karşılık vermemelerinden dolayı üzülme ve karam­sarlığa kapılma. [61]

 

Sonuç

 

1- Kur'an'ın Arapça indirilmesi ve onda korkulacak şeylerin türlü şekillerde açıklanması bir hikmete dayanmaktadır.

2- Allah tüm alemlerden yücedir ve kulları üzerinde ezici güce dayalı, sı­nırsız bir hükümranlığa sahiptir. Ortaklardan ve evlat edinmekten münezzeh­tir. Müşriklerin asılsız yakıştırmalarından yücedir, beridir.

3-  Kur'an okurken, onu tefsir ederken, ondan bir hüküm çıkarırken, ona dayanarak bir fetva verirken, önce gerekli bilgiye sahip olmak ve itinalı dav­ranmak güzeldir.

4- İlim öğrenmek, daha çok bilgi edinmeye çalışmak, nefsin cehaletinin bilincinde olup ilmin bir ihtiyaç olduğunu bilerek hareket etmek bu ayetler gru­bunda özellikle teşvik edilmektedir.

5-  Peygamber efendimize (s.a.v.) Hz. Adem (a.s.)'in Şeytan'ın hilesine yenik düşüp zaaf gösterdiği hatırlatılarak teselli ediliyor, kavminin sapık eğilimleri karşısında kendisine moral destek sağlanıyor. [62]

 

116- Hani   biz   meleklere:    "Adem'e   secde   edin"   demiştik, İblis'in   dışında  secde  etmişlerdi  o,   ayak  diremişti.

117-  Bunun   üzerine  dedik  ki:  Ey Adem,   bu,  gerçekten  sana ve   eşine   düşmandır;   sakın   sizi   cennetten   sürüp   çıkarmasın,   son­ra  meşakkat  çekersin.

118-  Şüphesiz   ki,   senin   acıkmaman   ve   çıplak   kalman   or-dadır.

119-  Ve   gerçekten   sen   burada   susamayacaksın    ve   güneş altında yanmayacaksın  da.

120- Sonunda   şeytan   ona   vesvese   verdi;   dedi   ki:   "Ey  Adem, sana  sonsuzluk  ağacını   ve  yok  olmayacak  bir  mülkü  haber  vere­yim mi?

121- Böylece   ikisi  ondan  yediler,   hemen   ardından   ayıp  yer­leri   kendilerine   açılıverdi, üzerlerini cennet   yapraklarından   ya­mayıp   örtmeye   başladılar.   Adem,   Rabbine   karşı  gelmiş oldu  da şaşırıp  kaldı.

122-  Sonra   Rabbi   onu   seçti,   tevbesini   kabul  etti   ve   doğru yola  iletti.

 

Sözlük

 

Meleklere dediğimiz zaman. Yani meleklere söylediğimiz bu sözü, bir öğüt ve ibret dersi olarak hatırla.

İblis hariç, o, ayak diremişti. Büyüklük kompleksine kapıldığı için secde etmekten kaçınmıştı. Çünkü melek değildi. Cinlerin babasıydı ve meleklerle birlikte ibadet ediyordu. Senin ve eşinin düşmanıdır; sizin için hayır dilemiyor, sadece kötülük diliyor.

Yorulursun, meşakkat çekersin. Karnını doyurman için yeryü­zünde çalışman, ekip biçmen, tahıl öğütmen ve ekmek pişir­men gerekecektir.

Orada susamazsm, yeryüzündeki güneşin kavurucu sıcaklığı

sana isabet etmez.

Sonsuzluk ağacı. Meyvesini yiyeni sonsuz kılan ağaç.

Yok olmayan, yıkılmayan bir mülk, sonsuz hükümranlık.

Herbiri ötekinin ön ve arka organlarını gördü. Böylece çirkin bir görünüm ortaya çıktı.

Örtmeye başladılar. Âdem ve Havva açılan yerlerini cennette­ki yapraklarla örtmeye başladılar

Ve şaşırdı. Yasak ağacın meyvesini yemek suretiyle şaşırıp kaldı.

Sonra Rabbi onu seçti ve tevbesini kabul etti. Sonra Rabbi onu velayeti-dostluğu için seçti. Onu tevbe etmeye yöneltti. Böylece salih bir kul olmak için tevbe etti. [63]

 

Açıklama

 

Bundan önce Yüce Allah, Hz. Adem'in zaafından söz etmişti. Şöyle ki: Yüce Allah, kendisini ve eşini cennetten çıkarmasın diye Şeytan'a itaat etme­melerini emretmişti. Ama Hz. Adem (a.s) bu ahdi unutarak, yasaklanan ağacın meyvesinden yemişti. Kısaca değinilen bu olaydan sonra, Hz. Adem (a.s.)'İn kıssasının tümünü sunmanın tam zamanıydı. Böylece muttakiler (Allah'ın emrini hakkıyla yerine getirenler) bundan öğüt alır, mü'minler gerekli ibret derslerini çıkarırlar. Bu münasebetle Yüce Allah elçisi Hz. Muhammed (s.a.v)'p "hatırla".diyor: "Hani biz meleklere 'Adem'e secde edin' demiştik."

Secdeleri, Yüce Allah'a kulluk, Hz. Adem'e, onun ilmine ve şerefine saygı sunma niteliğindeydi. Melekler Allah'ın emrini derhal yerine getirdiler.

"Secde etmişlerdi."

lumu secdeye kapanmıştı.

"İblis hariç, o, ayak diremişti."

Kapıldığı büyüklük kompleksinden dolayı secde etmekten kaçınmıştı. Ayrıca O, melek değildi. Cin kökenliydi. Ama meleklerle birlikte gökte Allah'a ibadet etmekle meşguldü. 116. âyetten anladığımız budur.

"Bunu üzerine dedik ki: "Ey Adem, İblis'in secdeden kaçınmasından, büyüklük kompleksine kapılmasından sonra, Adem'e (a.s) nasihat ettik ve ona dedik ki:

"Bu, gerçekten" yani, İblis, "Sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cen­netten sürüp çıkarmasın, sonra meşakkat çekersiniz."

O'na itaat etmeyin, ona itaat etmeniz, cennetten sürülüp çıkarılmanıza

neden olur. Cennetten çıktığınız anda da çeşitli meşakkatlerle burun buruna kalırsınız. Yüce Allah hitabı Hz. Adem'e yönelterek: "Meşakkat çekersin," buyuruyor. Çünkü, bu kelimenin anlamı ekip-biçmek gibi işlerden dolayı yorul­mak ve çalışmaktır. Bu ise, cennet dışında sürdürülecek bir hayatın zorunlu­luğudur. Koca, karısının iaşesinden sorumludur. Dolayısıyle yorulan, meşak­kat çeken kocadır.

"Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman ordadın" Cennettedir.

"Ve gerçekten sen burada susamayacaksm ve güneş altında yanmaya­caksın da."

Yeryüzünde olduğu gibi, burada susuzluk çekmeyeceksin, güneşin ka­vurucu sıcaklığı altında yanmak zorunda kalmayacaksın. Hitap her ne kadar Hz. Adem'e yönelikse de, Havva da onun eşi olması bakımından ona tabidir. Çünkü ailedeki eşler birbirinin tamamlayıcısıdır. Karı-koca birlikte bulunuyor-larken sadece kocaya hitabetmek bir görgü kuralıdır. Bu gelenek toplumdan topluma değişir.

"Sonunda Şeytan ona vesvese verdi."

Vesvese yoluyla ona seslendi ve telkinde bulundu.

"Ey Adem, sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?"

Hz. Adem onun bu teklifini kabul etti, vesvesesine kapıldı. Önce Havva, sonra kendisi, söz konusu ağacın meyvesinden yedi.

"Böylece ikisi ondan yediler."

Bunun üzerine ayıp yerleri kendilerine göründü. Daha Önce bir nur, bu yerlerini örtüyordu. Ama Allah'ın emrine itaat etmemeleri, nurun kaybolma-masına neden olmuştu.

"Üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp örtmeye başladılar." Üzerlerini örtmek için, cennet yapraklarını ayıp yerlerinin üzerine ya­madılar. Çünkü avret yerlerinin görünümü, insanı tiksindirir. Avret yerlerinin "... Sev'at" diye anılması da bu yüzdendir. İşte böyle isyan etti Rabbine Hz. Adem, ezeli düşmanına itaat etti, vesvesesine kapılıp yasak ağacın meyve­sinden yedi ve şaşırdı. Ancak Rabbi onu bir peygamber olarak seçti, bir dost olarak kendisine yaklaştırdı.

"Tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti."

Kendisine nasıl itaat edeceğini gösterdi ki, salih bir kul olsun, saf, te­miz, günahlardan arınmış olsun. Kullarına sayısız nimetler ve lütuflar bahşe­den Allah'a hamdolsun. [64]

 

Sonuç

 

1- Ancak vahiy yoluyla bilinmesi mümkün olan böyle bir kıssanın an­latımı, Hz. Muhammed'in peygamberliğinin delilidir. 2~ İblis, Şeytan, Ademoğullarının düşmanıdır.

3-  Cennette rızık peşinde koşmak ve yorulmak söz konusu değildir. Bunlar dünya hayatının özellikleridir.

4-  İblis'in vesvesesine kapılma tehlikesine karşı uyanık olmak gerekir. Çünkü İblis insanı alçaltır, onur kırıcı durumlara düşürür.

5-  Adem ve Havva cennetteki yasaklanmış ağaçtan yerken ister iste­mez kendi nefislerine zulmetmişlerdir. Bu hatayı birlikte yapmışlardı. Onun için âyetteki hitab da İkisinedir.

6-  Kadın ve erkek aile İşlerini aralarında karşılıklı istişare ile ortaklaşa yürütürler.

7-  Avret yerlerinin açılması haramdır. Onları örtmek farzdır.

8-  Hz. Adem ilk peygamberdir. Yüce Allah onun tevbesini kabul etmiş, rızası doğrultusunda amel etmesi ve kötülüklerden kaçınması için nasıl hare­ket edeceğini göstermiştir. [65]

 

123-  Dedi ki: "Kimimiz kimimize   düşman   olarak, hepiniz   ora­dan   inin.  Artık  size  benden   bir yol gösterici gelecektir:  Kim  be­nim  hidayetime  uyarsa  artık  o  şaşırıp  sapmaz  ve  mutsuz  olmaz.

124-   Kim  de   benim  zikrimden  yüz  çevirirse,   artık  onun   için sıkıntılı   bir  geçim   vardır   ve   biz   onu   kıyamet  günü   kör   olarak hasredeceğiz.

125-   O  da  şöyle  der:   "Ben görmekte  olan  biriyken,  beni  niye kör  olarak hasrettin  Rabbim?"

126-   Allah  der  ki:   "İşte  böyle,   sana  ayetlerimiz gelmişti, fa­kat sen  onları  unuttun,  bugün  de  sen  işte  böyle  unutulmaktasın."

127-   İşte   biz   ölçüsüzce   davrananları   ve   Rabbinin   ayetlerine inanmayanları   böylece   cezalandırırız;   ahiretin   azabı   ise   gerçek­ten  daha  şiddetli  ve  daha  süreklidir.

 

Sözlük

 

Dedi ki hep birlikte oradan inin. Ey Adem, sen ve Havva ora­dan inin. İblis daha Önce oradan kovulup indirilmişti.

 Birbirinize düşman. Âdem, Havva ve zürriyetleri İblis ve zürriyetine, İblis ve zürriyeti de, Adem, Havva ve zürriyetle-rine düşmandır. '

Benden size bir yol gösterici; kitap ve Resul geldiği zaman.

 hidayetime uyarsa. Resulümle birlikte gönderdiğim me­saja, yani indirdiğim kitaplarıma ve gönderdiğim elçilerime tabi olursa.

Sapıtmaz. Dünyada dalalete düşmez.

Asi olmaz. Mutsuz olmaz. Ahirette de mutsuz olmaz.

Kim benim zikrimden yüz çevirirse. Kur'an'a inanmaz, onunla amel etmezse. Allah'ın indirdiği bütün kitaplara zikir denil­mektedir.

Dar ve sıkıntılı geçim. Bol imkanlara sahip olsa bile mutluluğu yakalayamaz.

Kör. Gözü görmez.

Görüyordum. Dünyadayken ve kabirden dirilirken gözlerim görüyordu.

Dedi ki: İşte böyle. Sana âyetlerimiz geldi. Ama sen onları unuttun. Sen de cehennem ateşinde unutulacaksın.

9 İsraf edenleri böyle cezalandırırız. İsraf burada harama ve küfre girme manalarını içermektedir. Ayetlerimizi unutanları cezalandırdığımızın benzeri bir biçimde, günahta aşırı giden, sınır tanımayan ve Rabbinin ayetlerine inanmayan azgınları da cezalandırırız.

Daha şiddetli ve kalıcı. Dünya azabından daha şiddetli ve da­ha kalıcıdır. Ne sonu gelir ne de ara verilir. [66]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, sûrenin akışı içinde Hz. Âdem (a.s.)'in kıssasını anlatmaya devam ediyoruz: Hz. Âdem ve eşi Havva, yasak ağacın meyvesinden yedik­ten sonra, ayıp yerleri ortaya çıktı. Bunun üzerine Yüce Allah da onları yap­tıklarından dolayı azarladı:

"Sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? "Şeytan sizin apaçık düşmanı-nızdır" dememiş miydim? Daha sonra Âdem (a.s.)'e tevbe sözlerini indirdi. O da eşi ile birlikte bu sözleri tekrarladı.[67] Bütün bunların sonunda Yüce Allah tevbelerini kabul etti. Ardından buyurdu ki:

"Oradan inin." Cennetten. "Hepiniz..."

Çünkü Âdemoğlunun amansız düşmanı İblis, cennetten tard edilip sürül­müştü. Böylece hep birlikte oradan inmiş oldular.

"Artık size benden bir yol gösterci gelecektir."

Bana nasıl kulluk yapacağınıza ilişkin açıklamalar gelecektir. Bu açıkla­maları, indirdiğim kitaplar bildirecek ve elçilerim (peygamberlerim) de size pratiğini göstereceklerdir.

"Kim benim hidayetime uyarsa."

Yol göstericime inanır, onun öğretileri ışığında amel ederse artık o şaşırıp sapmaz, dünya hayatında dalalete düşmez ve mutsuz olmaz." Ahirette de bedbaht olmaz. "Kim de benim zikrimden yüz çevirirse."

Davetimi anlatan kitaplarıma inanmaz, onların doğrultusunda amel et­mezse, onun için ceza olarak sıkıntılı bir geçim vardır."

Dar, sıkıntılı, bunalımlı bir hayat sürdürür. Nimetler içinde yüzse de, geniş imkanlara sahip bir hayat sürdürse de mutluluk ve huzur nedir bilmez. Onun kabri de daracık olur. Dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında yer alan ve berzah dediğimiz kabir hayatı o uzun ara dönemde de sıkıntılı, ıstırap veri­ci bir hayat sürdürür. Kıyamet gününde de kör olarak hasredilir. Gözleri hiç birşey görmez olur. Bu haline de çok şaşırır ve Rabbine sorar: "Ben dünyada ve diriliş zamanında görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak hasrettin." Rabbi ona şu cevabı verir: "İşte böyle."

Sen daha önce görüyordun, şimdi İse kör bîri oldun. Çünkü "sana âyet­lerimiz gelmişti." İndirdiğimiz kitaplarda âyetlerimiz bulunuyordu, peygam­berlerimiz de bu âyetleri pratik olarak Öğretiyorlardı. Ama sen "onları unut­tun," onları terkettin, ilgilenmedin, yan çizdin. Sen de bu gün cehennemde un­utulacaksın...

"İşte biz ölçüsüz davrananları ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız."

Hiç bir sınır tanımadan günaha dalanları, aşırı gidenleri böyle cezalan­dırırız. Onu sıkıntılı bir hayata mahkum ederiz. Bu, onun dünya ve berzah hayatındaki cezasıdır.

"Ahiretin azabı ise, gerçekten daha şiddetli ve daha süreklidir." Dünya azabından daha korkunçtur. "Daha süreklidir."

Sonsuzdur. Kesinlikle sona ermez. [68]

 

Sonuç

 

1- Şeytan, insanoğlunun düşmanıdır.

2-  Kur'an'a inanan, onun âyetleri doğrultusunda hareket edenin dünyada şaşırıp sapmayacağı, ahirette de mutsuz olmayacağı Yüce Allah'ın bir va'di-dir.

3- Kur'an'a sırt çevirenler, hem dünyada, hem de ahirette onur kırıcı aza­ba çarptırılırlar.

4- Allah'ın ayetlerini inkar edip günah ve isyanda aşırı gitmek, İnsa­noğlunun sergileyebileceği en kötü davranışlardan biridir ve şiddetli bir ceza ile karşılığını görür. [69]

 

128-   Kendilerinden    Önceki    nesillerden    nicelerini   yıkıma uğratmamız.,   onları   doğruya  yöneltmedi  mi?   Oysa   bu  gün   onların kaldıkları   yerlerde   gezinip   duruyorlar.   Şüphesiz   bunda   sağduyu sahipleri  için  deliller  vardır.

129-   Eğer   Rabbinden   geçmiş   bir   söz   ve   adı   konulmuş   bir sure  olmasaydı,  muhakkak yıkım  azabı  kaçınılmaz  olurdu.

130-   Şu  halde  onların   söylediklerine  karşı  sabırlı  ol,  güneşin doğuşundan   ve   batışından   önce  Rab bini  hamd  ile  teşbih   et.   Ge­cenin  bir  bölümünde  ve gündüzün  uçlarında  da  teşbihte  bulun  ki razı  olunasın.

131-   Onlardan   bazı  zümrelere   kendilerini  denemek  için   ver­diğimiz   dünya   hayatının   süsüne  gözlerini   dikme.   Rabb'inin   rızkı daha  hayırlı  ve  daha süreklidir.

132-   Ailene   namazı   emret,   kendin  de  namaz  kılmaya  dayan. Biz   senden   rızık   istemiyoruz.   Seni   biz   besliyoruz.   Sonuç   takva sahiplerinindir.

 

Sözlük

 

Onları doğruya iletmedi mi? Onlara açıkça belli olmadı mı? Onları doğru yola yöneltmedi mi?

Nesillerden nicesini. Nice çağların halkını.

I Akıl sahipleri için ayetler vardır. Sağduyu sahipleri için ibret­ler varda". Ennehyetu: Akıl demektir.

Eğer geçmiş bir kelime olmasaydı. Onlara yönelik azabın tehir edilmesine ilişkin olarak bir söz geçmeseydi.

Azap kaçınılmaz olacaktı, tehir edilmeyecekti. Söyledikleri. Söyledikleri küfür sözleri ve mucize istekleri. Gece vakitlerinde. Umulur ki, sonunda hoşnut olacağın bir sevap kazanırsın.

Onlardan bazılarına imtihan için verdiklerimiz. Dünya nimetle­rinden yararlandırdığımız kimi kafirler.

Dünya hayatının süsü. Bunu ifade etmek için zehre ifadesinin kullanılmış olması, çabucak değersizleşip gözden düşmesine

yönelik bir işarettir.

Bu hususta onları deneyelim diye şükür mü ediyorlar, yoksa nankörlük mü ediyorlar? Belirleyelim diye.

Ve sonuç takvanındır. Dünya ve ahirette övgüye değer, onur verici akibet takva sahiplerinindir, Allah'tan korkanlarındır. [70]

 

Açıklama

 

Hz. Âdem (a.s) kıssasını anlatan ayetlerin ardından Yüce Allah şu so­ruyu yöneltiyor:

"Onları doğruya yöneltmedi mi?"

Allah'ın âyetlerini yalanlayan Mekke müşrikleri; gerçeği göremediler mi? Gaflet içinde kalıp hakkın mesajını olanca netliği ile göremediler mi ki, "kendilerinden önceki nesillerden nicesini yıkıma uğrattık."

Önceki çağlarda yaşayan bir çok toplumu helak ettik. Onlar da tıpkı bu Mekke müşrikleri gibi yurtlarında yaşıyor, gezip tozuyorlardı. Semudoğulları, Medyenoğulları gibi nice müşrik toplumu kafir oldukları günah içinde yüzdük­leri için yıkıma uğrattık. Şu halde bunlara bakıp ibret alsınlar, Allah'ın bir ve ortaksız olduğuna iman etsinler, dolayısiyle kurtuluşa erip mutlu olsunlar.

"Şüphesiz bunda önceki nesillerin yıkıma uğratılmasında ayetler vardır."

Allah'a ve Rasûlûne inanmanın, onlara itaat etmenin gerekliliğine ilişkin apaçık belgeler vardır.

"Sağduyu sahipleri için..."

Akıl sahibi kimseler bunlardan öğüt alır, ama akıl sahibi olmayanlar, akli yeteneklerini devredışı bırakanlar, dolayısiyle düşünemeyen kimseler bu â-yetleri anlayamazlar, onlardan ibret dersleri çıkaramazlar.

"Eğer Rabbinden geçmiş bir söz olmasaydı."

"Her nefis, ancak kendisi için belirlenen süre dolduğu zaman" ölecektir şeklinde belirlenmiş bir süre olmasaydı..."

Belirlenen bu vakit, Allah katında, kaderler kitabında yazılıdır. Değiş­mesi ve geçersiz kılınması söz konusu değildir. Şayet böylesine kesin bir söz verilmiş olmasaydı, küfür, şirk ve günaha dayalı hayat sürmelerinden dolayı azaba bir an önce çarptırılmaları kaçınılmaz olacaktı.

"Şu halde ey Rasûlüm sen onların sana yakıştırdıkları büyücü, şair, ya-

lancı ve kahin türü sözlerine karşı sabırlı ol."

% Zikir ve teşbih içeren namazla yardım dile, güneşin doğuşundan önce sabah namazı ve batışından Önce ikinci namazı, gecenin bir bölümünde gece saatlerinde, akşam ve yatsı namazlarında ve gündüzün uçlarında" yani, öğlen namazında, Allah'ı teşbih et, noksan sıfatlardan tenzih et. Gerçekten öğlen vakti, gündüzün iki ucunun birleştiği bir zaman dilimidir ki, tam güneşin zeval vaktine denk düşer. Böylelikle Allah'ın sevabı ile "hoşnut olabilesin."

"Gözünü dikme," gibta ederek bakma "onlardan bazı grupları yararlan­dırdığımız dünya hayatının süsüne..." kıymet verme.

Bunların inancında, ahlak ve hayat sistemlerinde tutarsızlıklar vardır. Bizim amacımız onları denemektir. Kendilerine bahşettiğimiz dünya hayatının çekici süsleriyle onları deneriz.

"Senin Rabb'inin rızkı."

Yüce Allah'ın kendi katında senin için hazırladığı ecir ve sevab daha hayırlı ve daha süreklidir."

Mahiyet olarak daha hayırlı ve süre olarak daha kalıcıdır. Akıllı insanlar, kalıcı olanı, geçici olana tercih ederler.

"Ehline namazı emret ve onda kararlı davran."

Eşlerine, kızlarına ve sana tabi olan mü'minlere namaz kılmayı emret. O namazda bir lezzet, nefsin kötü arzularına bir şifa bulma ve kişiyi olgun­laştıran manevi bir güç vardır. Onun için namaz kılma hususunda çok dikkatli ol.

"Biz senden rızık istemiyoruz."

Bize mal verme yükümlülüğünü getirmiyoruz." Senin yükümlülüğün na­maz kılmadır. Onu en kusursuz bir şekilde eda et.

"Biz sana rızık veriyoruz." Senin rızkını vermek bize aittir. "Sonuç da takvanındır."

Dünya ve ahiretteki övgüye değer sonuç, takva sahibi kullarımındır. On­lar Allah'tan korkarlar, yürekleri titreyerek yükümlülüklerini yerine getirirler. Yasakladığımız şeylerden büyük bir özenle kaçınırlar. Sonların en güzeli işte bunlarındır. Bu sonuç, dünyada zafer, ahirette de mutluluk olarak kendini gös­terir. [71]

 

Sonuç

 

1- Başkasından ibret almak, aklın bir gereğidir.

2- Akıl büyük bir nimettir, sahibine büyük yararlar sağlar.

3- İnsanları tek ve ortaksız Allah'a kulluk yapmaya davet etmek bir gö­revdir. Bu görevi yerine getirirken namazla yardım dilemek gerekir.

4-  Beş vakit namaza işaret edilerek, buna karşı kazanılan sevabın in­sanı hoşnut kılacağı vurgulanıyor.

5- Kişi kafirlerin sahip oldukları mal ve nimete ilgi duymamalıdır. Çünkü kafirler bu mallardan dolayı imtihana tabi tutulmaktadırlar.

6- Bir kul, Allah'ın kendisi için öngürdüğü rızka rıza gösterip ahiret yur­dunun kalıcı ve sonsuz rızkının beklentisi içinde olmalıdır.

7- Aile içinde eş ve çocuklara, rnüslüman kimselere namaz kılmayı ve bu hususta kararlılık göstermeyi emretmek gerekir.

8-  Takva bir fazilettir. Takva sahipleri (Allah'ın emirlerini hakkıyla ye­rine getirenler) yüksek nimet derecelerine ulaşırlar. Dünya ve ahirette güzel akıbet onlarındır.

9- Müslüman bir ailenin fertleri namaz kıldıkları için, Yüce Allah bundan dolayı rızık sebeplerini kolaylaştırır ve rızıklannı genişletil".[72]

 

133- Dediler   ki:    "Rabb'inden   bize   bir   ayet   (mu'cize)   ge­tirmeli değil mi?" Onlara,  önceki Kitab'larda  bulunan  delil gelme­di mi?

134- Şayet   onları,   ondan   önce   bir  azab   ile   helak  etseydik: "Rabb'imiz,   bize  bir  elçi gönderseydin  de  böyle  alçak  ve  rezil ol­madan  önce  senin  ayetlerine  uysaydık!"  derlerdi.

135-  De   ki:   "Herkes   beklemektedir.   Bekleyin,   düzgün  yolun sahipleri kimdir,  doğru  yolda  olan  kimdir,  bileceksiniz!"

 

Sözlük

 

Keşke. Olsaydı ya!" anlamında teşvik edatı. Kendisinden son­ra söz konusu edilen şeyin meydana gelmesine yönelik bir teşvik anlamı ifade eder.

Rabbinden bir âyet. Peygamberliğini ve Resûllüğünü isbatlay-an ve pekiştiren bir mucize.

Önceki kitaplarda bulunan açık belgeler. Kur'an-ı Kerim'in kapsadığı geçmiş ümmetlere ve onların kendilerine gönderilen elçileri yalanlamalarından dolayı helak edilişlerine ilişkin ha­berleri okumadılar mı?

Ondan önce. Elçimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'i gönderme­mizden ve kitabımız Kur'an'ı indirmemizden önce.

Zillet ve perişanlık bize İlişmeden Önce. Kıyamet günü cehen­nem azabı içinde zillet ve rüsvaylık bize ilişmeden önce.

Bekleyenler. İşin sonu nereye varacak diye bekliyor. Yakında bilecekler. Yakında yani, kıyamet günü bileceksiniz. Dümdüz yol. Tek gerçek din; İslâm.

Ve kim hidayete erdi. Doğru yola ulaşan. Yakında bileceksi­niz, kimin sapık olduğunu? Biz mi, siz mi? [73]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, müşriklerin doğru yola ulaşmalarım sağlama amacına yönelik olarak devam ediyor. Burada Yüce Allah, dünya hayatının süsünden, göz alıcı nimetlerinden yararlandırılan bu müşriklerin, Allah'a ortak koşma ve

peygamberini yalanlama esasına dayalı hayat biçimlerinde ısrarlı olduklarını haber veriyor.

"Dediler ki: "Bize bir âyet getirmesi gerekmez miydi?" Muhammed (s.a.v.)'in de tıpkı Salih, Musa ve İsa gibi, peygamberliğini isbatlayan ve bize sunduğu mesajı pekiştiren bir mucize göstermesi gerekmez miydi?.. Yüce Allah onların bu batıl ve çarpık anlayışlarına şu cevabı veriyor: "Onlara önceki kitaplarda açık belgeler gelmedi mi?" Mucize mi istiyorlar? Apaçık işaretler mi görmek istiyorlar? Halbuki Kur'an, önceki kitaplarda yer alan apaçık belgeleri onlara sunuyor. Burada, mucize isteyen önceki ümmetlerin başına neler geldiğini öğrenebilirler. Geç­miş milletlere mucize gösterİlince yalanladılar. Bunun üzerine Allah onları yıkıma uğrattı, helak etti. Bu müşrikler de inanmayacaklardır istedikleri mu­cize gelse de... İnanmadıkları için de tıpkı önceki kuşaklar gibi korkunç bir yıkıma uğratılacaklardır.

"Eğer biz onları bundan önceki bir azab üe yıkıma uğratmış olsaydık." Hz. Muhammed (s.a.v.)'i peygamber olarak gönderip kendisine bir kitap indirmeden evvel, onları helak edici bir azaba uğratsaydık, Allah'ın huzurunda hesap vermek üzere toplandıklarında diyeceklerdi ki: "Rabbimiz, bize bir elçi gonderseydin de, ayetlerine tabi olsaydık."

Rizi çağırdığın tevhid, iman ve salih amele uygun hareket etseydik. Bu şekilde küçülmeseydik, cehennem ateşinde aşağılanmasaydık... Böyle diye­meyeceklerine göre, niçin Allah'ın âyetlerine inanıp tabi olmuyorlar? Neden, azaba çarptırılmadan Önce, peygamberin sunduğu yol gösterici davetin ma­hiyetini Öğrenmiyorlar? Surenin son âyetinde, Yüce Allah bu aydınlatıcı açık­lamadan sonra elçisine şu hitabı yöneltiyor:

"De ki: "Herkes gözetlemektedir."

Hepimiz, işin sonu nereye varacak diye bekliyoruz.

"Siz de gözleyip durun."

En sonunda, kıyamet meydanında toplandığınız zaman bileceksiniz dümdüz yolun sahipleri kimlermiş."

Eğri ve çarpık tarafı bulunmayan dinin; yani İslâm'ın mensupları kimler­miş?

"Ve doğru yola ulaşan kimlermiş?"

Kimlerin kurtuluş ve mutluluğa ulaştıklarını ve kimlerin doğru yoldan

sapıp hüsrana ve yıkıma uğradıklarını göreceksiniz... [74]

 

Sonuç

 

1-  Hakka sırt çeviren, aklı kullanıp gerçeğe ulaşma yönteminden haber­siz olan toplumların inanmak için mucize istemeleri, peygamberlik tarihi bo­yunca bilinen bir gelenektir.

2-  îman ve salih amel esaslı bir hayat sürdürmedikleri için, kıyamet günü cehenem azabına çarptırılanlar; aşağılanırlar, küçülürler.

3-  Bu ayet-i kerimede, Ebu Said el-Hudri (r.a.) kanaliyle rivayet edilen hadis-i şerife yönelik bir İşaret vardır: "Kıyamet günü üç grup insan Allah'a karşı kendini savunur":

a)  Fetret döneminde ölen kimse.

b)  Akıl melekesine sahip olmayan.

c) Küçük çocuk... Yani baliğ olmayan çocuk.

Akıl sahibi olmayan kişi der ki: "Bana akıl vermedin ki, ondan yararla­nayım."

Fetret döneminde ölen kimse de: "Bana ne bir hiç bir peygamber gelme­di. Şayet gelmiş olsaydı, muhakkak insanlar İçinde en fazla sana itaat eden kişi ben olurdum" der ve "Rabbimiz, bize bir elçi gonderseydin ya" ayetini okur.

Küçük çocuk da şöyle der: "Ben küçüktüm. Bu tür meseleleri akledemi-y ordum."

Bunun üzerine: "Onlara ateşi yaklaştırın," diye bir direktif verilir. Sonra "Bu kişilere ateşi tutun, avuçlaym" denir. Allah'a yukarda söylemiş oldukları sözlerin de sadık olanlar hemen bu emre uyarlar. Allah'a vermiş oldukları söz­de durmayanlar ise emri yerine getirmede ağır davranırlar. Bunun üzerine Yü­ce Allah: "Siz şimdi bana karşı geldiniz, elçim gelseydi, ona mı karşı çıkma­yacaktınız?" Yani Peygamberime dünyada iken daha şiddetli karşı çıkacak­tınız, der.

Bu hadisi şerifi İbn-İ Cerir: "Rabbimiz, bize bir elçi gonderseydin ya?" âyetini tefsir ederken rivayet etmiştir. [75]

 



[1] İstiva lügat manası olarak: Oturdu, hükümran oldu. Yöneldi ve hakimiyeti altına aldı demektir. İstiva'ya Allah'tan geldiği gibi inanırız, nasıl ve niceli­ğini bilemeyiz. Çünkü bu fiillerde Allah'ın birer sıfatıdır. Onun sıfatlarının ve fiillerinin benzeri yok ki izah edebilelim.

[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/291-292

[3] Taha suresi, Hz. Ömer (r.a.)'in müslüman oluşundan önce inmiştir. Rivayete göre Hz. Ömer eniştesi Said b. Zeyd'in evine gitmiş, kız kardeşi Hattab kızı Fatma ile birlikte bu sureyi okuduklarını görmüş. Kendisine sureyi getirmel­erini istemiş, ama onlar gusletmediği sürece sureyi vermeyeceklerini söy­lemişlerdir. Daha sonra Hz. Ömer (r.a.) guslederek sureyi okumuş, kalbi yu-muşayarak müslüman olmuştur.

[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/292-293.

[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/293-294.

[6] Kıyametin ne zaman kopacağı gizli olduğuna göre "Onu neredeyse gizley­eceğim" İfadesi,zihinde çeşitli soruların oluşmasına yol açmaktadır. Bunlar arasında olabilirliği kuvvetle muhtemel olanlar şu üçüdür:

a)  Kıyametten söz edilmesini gizleme. Çünkü kıyametten söz etme, dirilişi inkar eden inatçıların inadını arttırmaktan başka işe yaramıyor.

b)  İfadedeki "Neredeyse" deyimi fazlalıktır ve ifadenin anlamı şudur: Yak­laşmakta olan kıyametin saatini gizleyeceğim.

c)  "Uhfiha" deyimi, "gizliliğini izah edeceğim," demektir. Onu açığa çıkara­cağım. Böyle olunca tıpkı "... Kitabın kapalılığını giderdi." Yani ondaki ka­palılığı izale etti demektir.

[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/295-296.

[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/296-298.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/298.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/299-300.

[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/300-301.

[12] Arap hatipler, hitabei esnasında yanlarında bir asa bulundurur, onunla işaret ederlerdi. Arap olmayan hatipler ise, bunu hoş karşılamaklardı. Bunun için de Resûlûllah (s.a.v.)'ın davranışını delil gösterirlerdi. Asanın diğer bazı önem­li yararları da vardır.

[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/302.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/303.

[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/303-304.

[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/305.

[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/306-307.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/307-309.

[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/309.

[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/310-311.

[21] Bu âyette geçen "selam," selamlaşma da kullanılan anlamda değildir. Burada kastedilen anlam "banş"tır.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/311-313.

[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/313.

[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/315.

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/316-318.

[26] Bu, aynı zamanda sahih bir hadistir de.

[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/318.

[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/319-320.

[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/320-321.

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/321.

[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/322-323.

[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/323-324.

[33] Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, sabır ve takvadan nasibi olmayan yöneti­cilerin klasik hilesidir bu.

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/324-325.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/326.

[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/326-327.

[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/328.

[38] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/329.

[39] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/329-331.

[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/331.

[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/333.

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/333-335.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/335.

[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/337-338.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/338-341.

[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/341.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/342.

[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/342-344.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/344.

[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/345.

[51] Hz. Musa (a.s.) onu kavminin arasından çıkardı ve İsrailoğullarına onunla her türlü ilişkiyi kesmelerini emretti.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/346-347.

[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/347.

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/348-349.

[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/349-350.

[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/350-351.

[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/352-353.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/353-354.

[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/354.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/355-356.

[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/356-357.

[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/357-358.

[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/359-360.

[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/360-362.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/362.

[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/363-364.

[67] Bu sözler şunlardır: "Rabbimiz, biz kendimize zulm ettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen elbette hüsrana uğrayanlardan oluruz."(A'raf Sûresi: 23)

[68] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/364-366.

[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/366.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/367-368.

[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/368-369.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/370.

[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/371.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/371-373.

[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 5/373.