ENBİYÂ SÛRESİ 2

Müşrikler Ve İddiaları, Bu İddialarının Reddedilişi 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Uyarı Ve Tehdid. 4

Bazı Kelimeler: 4

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 4

Açıklama: 4

İnançları Hususunda Müşriklerle Münakaşa. 5

Bazı Kelimeler: 5

Önceki Ayerlerle İlişkisi: 5

Açıklama: 6

Allah'ın Varlığının Tabii Delilleri 7

Bazı Kelimeler: 7

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7

Müşriklerin Peygamber (S.A.V.)'E Karşı Tutumları 8

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 9

Allah'ın Yargısını Reddedecek Yoktur. 9

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 10

Semânın Adaleti 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11

Musa Ve Harun. 11

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 11

Açıklama: 11

İbrahîm (A.S.)'In Kıssasından Bir Nebze. 12

Bazı Kelimeler: 12

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 12

Açıklama: 13

Lût Ve Nuh'un Kıssalarının Bir Yanı: 14

Açıklama: 15

Davud Ve Süleyman Peygamberler. 15

Bazı Kelimeler: 15

Açıklama: 15

Eyyub Aleyhisselam.. 16

Bazı Kelimeler. 16

Açıklama: 17

İsmail, İdris Ve Zülkifl 17

Açıklama: 17

Yunus Aleyhisselam.. 18

Bazı Kelimeler: 18

Açıklama: 18

Zekeriyya, Yahya Ve Meryem.. 19

Bazı Kelimeler: 19

Açıklama: 19

Bütün Peygamberler Nezdindekı Büyük Birlik. 19

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 20

Kafirlerin Ve Mü'minlerin Akıbeti 21

Bazı Kelimeler: 21

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 21

Açıklama: 21

Peygamber (S.A.V.)'İn İnsanlara Karşı Tutumları 22

Bazı Kelimeler: 23

Açıklama: 23


ENBİYÂ SÛRESİ

 

Mekki olduğu hususunda ittifak vardır. Yüz on iki ayettir. İçinde peygam­berlerin kıssaları anlatıldğı için 'Enbiya sûresi' adını almıştır. Diğer mekki sûreler gibi, islam inancını müşriklerin kaiblerine yerleştirmeyi hedef alır. Bazen onların söylediklerine temas eder. Onları uyarıp korkutarak ve azabla tehdid ederek sözlerini reddeder.

Bakışları evrene ve evrendeki şeylere çevirir kî, bununla kainatın yaratı-cısmmm varlığına istidlalde bulunulsun.

Bundan sonra, insanların öğüt ve ibret almaları için, bazı peygamberle­rin kıssalarını anlatır. Bu sûre, hem baş tarafında, hem sonuç kısmında kıya­met gününün bazı sahnelerini kuvvetli ve etkileyici bir uslûbla tasvir etmek­tedir. [1]

 

Müşrikler Ve İddiaları, Bu İddialarının Reddedilişi

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1- İnsanların hesab görme zamanı yaklaştı, fakat onlar halâ haber­siz, hakdan yüz çeviriyorlar.

2-3- Rabblerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. Zulmedenler, gizli toplantılarında: "Bu zat, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyar­sınız?" diye konuşurlar.

4- Peygamber: "Benim Rabbîm gökte ve yerde söyleneni bilir. O, İşi­tendir, bilendir" dedi.

5- Onlar: "Hayır; bunlar karışık rüyalardır", Hayır; onu uydurmuştur" Hayır; o şairdir," "Haydi önceki Peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin" dediler.

6- Onlardan önce yoketmiş olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, bunlar mı inanacaklar?

7- Ey Muhammad! Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adam­lar gönderdik. Bilmiyorsanız kitablılara sorun.

8- Biz onları yemek yemez bîr cesed kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi.

9- Sonra Bİz, onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve di­lediklerimizi kurtardık; aşırı gidenleri ise yok ettik.

10- And olsun ki, size şerefiniz kendisinde olan ve öğüt veren bir Ki-îab indirdik; akletmiyor musunuz? [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gaflet, hatırlanması gereken şeyin insanın aklından gitmesi, onu hatırlamaması. İhmalkârlık ederek bir şeyi terkedip ondan yüz çeviren kişi için de gafil denir.

"İ'raz"dari gelir. Yüz çevirenler.

"Lehv"den gelir. Eğlence, dalgınlık, düşünüp kavrayamamak.

Yüz çevirmek. Fısıldaşma. Sihre mi uyuyorsunuz.Ka­rışık rüyalar. Yorumu yapılamayan asılsız rüyalar.Kendi kafasın­dan uydurdu. Küfür ve zulümde ileri gidenler. [3]

 

Açıklama:

 

Amir ibn Rabİa'ya arabın biri misafir olmuş. Amir ona güzelce ikram­da bulunmuş ve Allah resulünden bahsetmiş. Adam daha sonra Amir'e ge­lip: Allah resulünden araplar içinde daha güzeli olmayan bir vadiyi bana arazi olarak vermesini istedim. Allah resulü (bu isteğimi kabul edip bana o yeri verdi). İstiyorum ki sana ve senden sonra nesline ait olacak bir parçayı sana vereyim, dedi. Amir ona şöyle cevap verdi: Senin bana vereceğin araziye ihti­yacım yok. Bugün öyle bir sure nazil oldu ki bize dünyayı unutturdu. O, şu sûredir: "İnsanların hesapları yaklaştı. Fakat onlar halâ gaflet içinde yüz çevirmektedir."

Cenab-i Allah bu sûreyi, tamahları durduracak, yönelimleri sınırlandıra­cak —ayetin lafzı her ne kadar bütün insanları kapsamaktaysa da— ayette kendilerine işaret edilen müşrikliklerin durumlarından bizleri haberdar kıla­cak ifadelerle açmış:

İnsanların hesap zamanı, amellerinden dolayı hesaba çekilmelerinin za­manı yaklaştı. Fakat onlar halâ bir dalgınlık ve aymazlık içindedirler. Hik­metli zikirden yüz çevirmektedirler. Ne kadar tuhaf değil mi? Hesap zamanı yaklaşıyor, ama insanlar ondan habersiz, onu unutmuş, onu kulak ardı et­miş, malları ve çoluk çocukları onları meşgul etmiş, dünya ve ahiret mutlu­luklarını garanti edecek ve kendileri için hayırlı olacak şeylerden yüz çevir­miş bir haldedirler. Doğrusu bu çok tuhaftır!.

Bu, bütün insanları ilgilendiren bir iş ve bütün bir insanlığı ilgilendiren bir salgındır. Fakat şu aşağıdaki evsaf; bizi, sözü Peygamber (s.a.v.) zama­nında yaşayan müşrikler üzerine götürmeye İtmektedir. Onlar, Rablerİnden kendilerine gelen her yeni uyarıyı mutlaka alaya alarak dinleyenlerdir. Onla­ra Rablerİnden gelen yeni ikaz, Kur'an'dır. Cebaril Kur'an'ı Peygamber (s.a.v.) efendimize sûre sûre, ayet ayet okumuştur. Kur'an-ı Kerim, olaylara bağlı ola­rak, Peygamber (s.a.v.)'e peyder pey inmiştir. Kulakla duyulan şu sesten ve

gözle görüler şu harflerden oluşan, Kur'an cihetteki hadistir, sonradan mey­dana gelmiştir. Ama yüce Allah'ın nefsî kelamı olması açısından Kur'an, Al­lah'ın diğer sıfatlarının kadimliği gibi kadimdir. ayetİn-deki zikir kelimesinin, peygamberimizin o müşriklerle yaptığı va'z ve öğüt­lerdir. Peygamberimizin Öğütlerine zikir denilmesi, Cenab-ı Allah'ın: "O (Mu-hammed), havadan konuşmaz"[4]. Sözüne rnmafiktır. Peygamberimizin öğütleri şüphesiz hadistir, kadim değildir. "(Ey Muhammed), sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin"[5].

Rablerinden kendilerine gelen her yeni ikazı oyun ve eğlence içinde ala­ya alarak dinlerler. Kalbleri eğlencededir. Allah'ın zikrinden yüz çevirmişler­dir. Dünyaya, dünyanın yalan süslerine aldanarak; kalblere dinginlik ve ne­fislere sükûnet veren dinden, Allah'ın zikrinden yüz çevirmişlerdir.

Fısıldaştilar. Fısıldaşma ancak gizlice olur. Yani konuşmalarını kasıtlı ola­rak gizlediler ki, Allah'ın nurunu ne ile söndüreceklerini, Resululîah'ın risa-ietini ne ile iptal edip boşa çıkaracaklarını araştırsınlar. Ama ne gezer! Fısıl-daştilar. Onların zalim olanları dediler ki: Muhammed de-sizin gibi bir in­sandan başka bir şey değildir. Şu halde size nasıl peygamber olur? Sizden üs­tün olan tarafı nedir? Sihre mi tabi oluyorsunuz? Muhammed, sihirden baş­ka bir şey getirmemiştir. Nasıl O'na gelip peşinden yürüyorsunuz? Halbuki siz her şeyi bütün hakikatiyle görüyorsunuz. Gafil değilsiniz.

Fakat Cenab-ı Allah, Peygamberini onların gizlice neler fısıldaştıklann-dan haberdar etti. Onlara şöyle demesini emretti,. Gizli de söyleseniz, açık da söyleseniz, bu söylediğiniz, gökte de olsa yerde de olsa, Rabbim, söylenen her sözü mutlaka bilir. O gizliyi de gizlinin de gizlisini bilir. îşitilebilen herşe-yi işitir. Nefislerin iç kısmında bulunan ve kalblerden geçen her şeyi bilir.

Peygamber (s.a.v.)'i büyücülükle, O'nun söylediklerini de sihirle nite­lediler. Çünkü O'nun söylediği sözlerin sebeplerini farkedemediler. Mama­fih O'nun sözleri akılları şaşkına çeviriyor, hayret verici gerçekleri sergiliyor­du. Sonra müşrikler, O'nun söylediklerinden yüz çevrdiîer. Karmakarışık ve uydurulmuş rüyalar ve uydurulmuş hayaller; temelsiz, yorumsuz, düzensiz ve insicamsız sözler olarak nitelediler. Sonra Kur'an'a ve onun hakkında söy­lemiş oldukları sözlere baktılar; Birinci ve ikinci hükümlerinden vazgeçtiler, dediler ki: Hayır, Muhammed onu kendi yanından uydurdu. Kur'an'm Allah tarafından gelmiş bir kitap olduğunu iddia ederken yalan söylemiştir.

Sonra bu sözlerinden de vazgeçtiler ve: hayır, Muhammed şairdir. Edebi sözleriyle insanları etkiliyor; insanı kardeşinden, ana-babasmdan ayırıyor.

Bu kararsızlık ve tereddütte, bu renk ve hüküm değiştirmede; onların, Mu­hammed (s.a.v.)'in getirdiği mesajın gerçek anlamını bilmediklerini gösteren deliller vardır. Ya da onlar bu mesajı anlamamışlardır da mağlub kimse­nin ahmaklığı ve yenik kimsenin ümidsizliği içerisinde Peygamber efendimi­zi bazen büyücülükle, bazen yalancılıkla itham etmişler. Bazen de O'na başka isnadlarda bulunmuşlardır. Sonra sözü başka bir mecraya sürükleye­rek demişler ki: Eğer durum bizim söylediğimiz gibi değilse, Musa'nın asâ ile, Salih'in de deve ile gönderilmiş olması gibi, sen de bize Kur'an'dan başka bir mucize göster. Onlar, işi sarpa sardırmak için, Peygamber (s.a.v.)'den böyle bir istekte bulunmuşlardı. İstedikleri mucizeler kendilerine gösterilse bile, iman etmeyeceklerini Cenab-i Allah biliyordu. "Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik. Allah dilemedikten sonra yine inanmazlardı"[6]

Gösterildikten sonra, iman etmeleri İçin kendilerine süre tanınmayacak mucizeler gösterilmesi için istekte bulundular. Bu taleplerine cevaben Cenab-ı Allah şöyle buyurdu: Kendilerinden önce hiç bir kasaba halkı, gösterilmesini istedikleri mucizelerin izhar edilmesinden sonra da iman etmediler. Onlar­dan önceki milletleri, bu talepte bulunmaları dolayısıyla mahvettik. Bunla­ra, istedikleri mucizeleri artık nasıl izhar ederiz?!! Allah'ın yasası asla değiş­mez. Bunlar nasıl inanacaklar? Bunlar, o mahvolmuş milletlerden farklı mi-dırlarlar ki, inansınlar? Bunlara ne olmuş? Peygamberin insan olamayacağı­nı düşünen kısır akıllarından dolayı Hz. Muhammed'in peygamberliğini in­kar ediyorlar. Senden önceki zamanlarda da peygamber olarak insanlardan sadece erkekleri gönderdik. Onlara da vahiy gönderiliyordu. "(Ey Muhammed) De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım: Tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyolunuyor"[7].

Ey insanlar! Peygamberlerin insan olmaları hususunda şüpheli iseniz, ya-hudi ve hıristiyanlardan kitap sahiplerine sorun. Bilmiyorsanız, bunu onlara sorun. Onlar bunu inkar etmeyeceklerdir.

Böyle demekle Cenab-ı Allah, onların cahil ve bilgisiz olduklarını tescil etmiş oluyor.

Müşrikler, Hz. Peygamberde beşeri Özelliklerin bulunmasını garipsiyor­lardı. İnsani özelliklerin onda da bulunmasını tuhaf karşılıyor ve şöyle di­yorlardı: "Bu peygambere ne oluyor kî yemek yiyor ve çarşılarda geziyor"[8] Cenab-ı Allah onların bu sözlerini reddederek şu cevabı verdi: Biz onları ye­mek yemeyen cesedler olarak yaratmadık. Onları ebedi kılmadık. Peygam­ber yer içer, uyur, helali olan kadınlarla cinsel ilişki kurar. Allah, mesajını insanlara iletmesi için onu seçmiştir. Ümmetini karanlıklardan aydınlığa çı­karan kitabı ve düsturu, Allah ona indirmiştir. Kendilerini ve beraberlerindeki mü'minleri kurtarması, kavi mi erindeki kafir ve isyankarları mahvetmesi için peygamberler, Rablerİnden açık bir va'd almışlardır.

Sonra va'dîmizi yerine getirdik. Onları ve beraberlerindeki mü'minler-den dilediklerimizi kurtardık. Günahta aşın giden, peygamberi yalanlayan kimseleri mahvettik. Zalimlerin akıbeti işte böyle olur.

İçinde şanınız ve şerefiniz bulunan bir kitabı size indirdik. "O, sana ve kavmine bir şereftir'[9]. Onda din ve dünyanıza dair şeyler anlatılmakta, şe-riatinizin hükümleri, amellerinizin karşılıkları açıklanmaktadır. Aklınızı kul­lanmaz mısınız? İşinizin tedbirini almaz mısınız?... [10]

 

Uyarı Ve Tehdid

 

11- Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve onlardan sonra-başka milletler varettik.

12- Onlar, bizim baskınımızı hissettîkerinde, oradan kaçmağa koyulu­yorlardı.

13- "Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere, yurdlanmza dönün, el­bette sorguya çekileceksiniz" dedik.

14- "Vay başımıza gelenlere! Doğrusu biz haksızlık yapmış kimseleriz" dediler.

15- Biz onları biçilmiş ot ve bir yığın kül haline getirinceye kadar hay­kırmaları devam etti.

16- Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakiler! oyun olsun diye yarat­madık.

17- Eğlenme dikseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza uygun şe­kilde yapardık; ama yapmayız.

18- Gerçeği batılın başına çapranz ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah'a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size!

19- Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Katında olanlar O'na kul­luk etmekten çekinmezler ve usanmazlar.

20- Gece gündüz, bıkmadan teşbih ederler. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Kasm"dan gelir. Şiddetle kırmak demektir. Bir şeyi kırıp par­çalarını birbirinden ayırmadan, öylece bırakmak anlamına geien "fasm" ke­limesinden daha İleri derecedeki bir kırmak manasını ifade eder. "Rakd'Man gelir. Hayvanı mahmuzlamak demektir.Bol ni­met verildiğiniz yere Ekinin orakla biçilişi gibi biçilmiş. Ölmüş kimseler olarak. "Kazf" (atmak) dan gelir.Başı yarıp yarayı beyne ulaştırmak anlamına gelen bu kelimeyle ayette, mahvet­mek manası kastedilmiştir.Silinip yok olan.Yorulur­lar.Zaaf göstermez ve ara vermezler. [12]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Eksiklerden arınmış yüce Allah, onların bu boş itirazlarını anlattıktan, ardınca da ileri sürdüklerini en beliğ ve pekiştirilmiş bir şekilde red ettikten sonra, kendilerine bir kitap indirdiğini açıkladı. O kitapta mü'minlerin şan, şeref ve saadetlerinin bulunduğunu açıkladı. O kitap ebedi bir mucizedir. Bunu açıkladıktan sonra da darb-ı mesellerde bulunarak, güçlü ve muktedir olan Allah'ın kudret görünümlerini zikrederek onları isyandan sakındırdı ve teh­ditte pek ileri gitti. [13]

 

Açıklama:

 

Halkı, günah işleyerek ve küfrederek kendi nefislerine zulmettikleri için nice kentleri kırıp geçirdik. Onlardan sonra da yerlerinde başka nesiller yara­tıp meydana getirdik. Anlatıldığına göre ayette geçen kent (kasaba) Yemen' deki Huzur kasabasıdır. Huzurluların bir peygamberleri varmış, onu öldür­müşler, CenabAllah'da onlardan intikam almış. Azap işaretlerini görünce kurtulmak için kaçmışlar. Melekler onlarla alay ederek: Kaçmayın, geri dö­nün, demişler. Geri dönmüş ve Öldürülmüşler. Öldürüleceklerini görünce de: Vay halimize, daha önce biz zalimlerden olmuştuk, demişler, ama ne fayda!. Pişmanlığın fayda vermeyeceği bir safhaya gelmişlerdi!

Şiddetli azabımızı hissettiklerinde bir de baktık ki, hayvanlarını mah-muzlayarak acelece kaçıyorlar. O esnada melekler tarafından onlara denildi ki; Kaçmayın. Siz şımartan, sizi küfür, zulüm ve gurura iten nimetlerinize dönün. Belki nimetleri size indirenin kim olduğunu ya da bu azabın size ni­çin indiğini sorarsınız!

Melekler, onlara: Kaçmayın, meskenlerinize ve nimetlerinize dönün, de­diğinde ve azap da kendilerine her taraftan indiğinde, bir münadinin şöyle seslendiğini işittiler: Görün işte, Peygamberlerin intikamı nasıl alınırmış!.. Bu sesi duyunca: Eyvah bize, mahvolduk. Doğrusu daha Önce biz zalimlerden olmuştuk, dediler. Rabbin onları orakla biçilmiş ekine, alevi sönen ateş gibi hareketsiz ölülere döndürünceye kadar, onlar halâ bu sözlerini tekrarlıyor­lardı. Her şeyi açık seçik belirleyici söz ve doğru hüküm İşte budur. Allah bu azabı, küfür ve zulümleri sebebiyle onlara indirmişti. îşte Allah'ın adalet ayet­leri de buna tanıklık etmektedirler.

Şu yüksek göğün ve alçak yerin, bu ikisi arasında bulunan eşi görülme­miş yaratıkların meydana getirilmesi, oyun için değildir. Oyunu dünyadaki bazı yaratıklar oynar. Ancak bu yaratılmışlar, her şeyi yerli yerince yapan Al­lah'ın hikmetine, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah'ın kudretine, ek­sikliklerden arınmış yüce Allah'ın adaletine dalalet eden işaretlerdir. Bunlar sağlıklı düşünmenin ve bakışın sonuçlarıdır ki bu da insanı, yaratıcısına ih-Iasla ibadette bulunmaya yöneltir. Bunlar, Allah'ın yaratıkları üstündeki ni-metlerindendir. "Onları (göklerle yeri) ancak hak ile yarattık" Ona bakın ve ondan ibret alın.

Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, kendi katımızda şanımıza yaraşır bir eğlence edinirdik. Ama biz yarattıklarımızda ve yaptığımız işlerde sadece hikmeti ve doğruyu amaçladık. Biz, oyun ve eğlence peşine asla düşecek de­ğiliz.

Bazıları ayette geçen oyun kelimesinin çocuk manasına geldiğini söyle­mişlerdir.

Hayır, biz hakkı batılın üstüne bırakırız. Hak onu silip yok eder. Bu cümİedeki hayır kelimesi, sözü çevirmek (İdrab) içindir. Söz, Allah'ın oyun ve eğ­lence edinmekten münezzeh olduğundan açılmışken, hayır kelimesiyle başka bir konuya geçiliyor, sanki Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: Ben noksanlıklar­dan münezzehim. Oyun ve eğlenceyi adet edinmem. Ciddiyeti oyun ve eğlen­ceye üstün kılmak, batılı hak karşısında silip yok etmek, bizim sıfatımızın, çirkin işlerden münezzeh oluşumuzun ve hikmetimizin gereğidir.

"Hakkı batılın üstüne atarız da o, onun beynini parçalar" ayetinde "kazf" ve "demğ" kelimeleri, batılın zayi oluşu için isti­are olarak kullanılmışlardır ki; batılın zayi oluşu, maddî ve müessir tasvirle tasvir edilsin, batılın silinip giderilmesinde hakkın etkisinin ne kadar çok olduğu açıklansın. Ayet-i kerimede hak, gevşek ve yumuşak olan batılın üstüne atı­lan sert bir kaya kütlesine benzetilmiştir. Bu kütle, batılın başını yarıp beyni­ni parçalamış, varlığını ortadan kaldırmıştır.

Bu ruhları titreten, şuurları istila eden, batılı da; nefsi alçak, kanadı kı­rık, çirkin yüzlü bir biçimde bize tasavvur ettiren parlak bir tasvirdir. "Batı­lın derhal canı çıkar".

Başka varlıkları Allah'a ortak koşan ey zalimler! Rabbinizin çocuk ve ortak edindiğini iddia ettiğinizden dolayı geberin, e mi? O, nasıl çocuk ve ortak edinir? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi; mülkiyet, yaratma, kulluk ve tasarruf bakımından O'na aittir. Göklerde ve yerde O'nun nasıl ortağı olur. Göklerde ve yerdeki yaratıklarından biri O'nunla nasıl mücadele eder ve O'nunla nasıl hasımlaşır?! O'nun yanında bulunan melekler, O'na kulluk etme hususunda büyüklük taslamazlar. "Yanındaki" sözü İle mekân değil, mertebe ve şeref amaçlanmıştır. Şerefli melekler O'na kulluk hususun­da büyüklük taslamakken, siz O'na kullukta nasıl büyüklük taslarsınız?!!

Meleklerin yegane görevleri, gece-gündüz ibadet etmektir. İbadet husu­sunda büyüklük taslamaz, yorulmaz, gevşemez ve ibadetlerine ara vermez­ler. Onlar böyle yaratılmışlardır, Onlarda şer ve kötülük dürtüsü yoktur. İba­detlerine fasıla koymazlar.. [14]

 

İnançları Hususunda Müşriklerle Münakaşa

 

21- Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecekler?

22- Eğer yerle gökte Allah 'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulur­du. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.

23- O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklar­dır.

24- O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: "Kesin delilinizi geti­rin. İşte benim ve ümmetimin Kitab'ı ve beden öncekilerin kitabları." Hayır; onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.

25- Ey Muhammedi Senden Önce gönderdiğimiz her peygambere: ''Ben­den başka tanrı yoktur, Bana kulluk edin" diye vahyetmi'sizdir,

26- "Rahman çocuk edindi" dediler. Hâşâ; hayır; melekler şerefli kı­lınmış kullardır.

27- Allah'tan Önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri üzerine iş iş­lerler.

28- Allah, onların yaptıklarım ve yapmakta, olduklarını bilir. Onlar Allah'ın hoşnud olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler; O'nun kor­kusundan titrerler.

29- Bunlar içinde kim "Ben, Allah'tan başka bir tanrıyım" derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin cezasını böyle veririz. [15]

 

Bazı Kelimeler:

 

Neşr. Ölüleri diriltip mezarlarından çıkarmak, Haşr ise insan­ların mahşer yerine sevk edilmeleri demektir. O'ndan önce söz söyleyemezler. Korkarlar. [16]

 

Önceki Ayerlerle İlişkisi:

 

Bu sûrenin başından buraya kadar hep peygamberlikten ve peygamber­likle ilgili tartışmalardan söz edildi Bu ayetlerdeyse tevhidin açıklaması ile şirkin reddedilmesi ele alınmaktadır.

Merhum ZemahşeriKur'an'ın sırlarını açıklıyarak Kur'an'a hizmeti­ne karşılık, Allah onu cennetinin genişliğinde iskan edip barındırsın— Keş­şaf adlı eserinde ayetinde geçen edatı hakkında şunları söyler: "Bu, sözü bir konudan alıp başka bir konuya geçmekte kullanılan idrab edatı olan (bel) manasmdaki em-i munkatıadir. Buradaki hemze, önceki mevzunun terk edildiğini ve kendisinden sonra söylenecek hususun inkar edil­diğini ilan eder".[17]

 

Açıklama:

 

Yoksa onlar, yerden bir takım tanrılar edindiler de ölüleri onlar mı diril­tecekler?

İnkar edilen; onların, ölüleri haşr ve hesap için diriltecek olan tanrıları yerden edinmeleridir. Evet, cansız ber şeyin ölüleri diriltmesi, inkar edilecek şeylerin en büyüğüdür. Tuhaf değil mi? "Biz mi toprak olduktan sonra yeni­liden dirileceğiz? Çürümüş kemikleri kim canlandıracaktır?" derler, sonra da M yerden bir takım tanrılar edinirler. Evet bu yerin sınıflarından olan şeyleri .11!tanrı edinmelerinde, ölüleri, diriltme işlevinin onlara nispet edilmesi için ,müşrikler suçlanmaktadır. Doğrusu ölüleri diriltme işini, ancak onları ilk defa  yaratmış olan Allah yapabilir.

Böyle denmekle onlar itham edilip kınanmakta, cahillikleri açıkça ilan edilmektedir. Allah'ın, insanları Öldükten sonra diriltilmesi imkansız gören­lerin bu görüşleri doğru değildir. Çünkü bu, tanrılığın bir gereğidir. Ayet-i Kerimede gençen "Yerden tanrılar" sözüne dikkat edin. O tanrılar yerden­dir. Onlara ancak yerde tapanlar olur.

Gökte ye yerde, evrenin İdaresini düzenleyen bir, tek ve her şeyin varolu­şu kendisine hağlı olan, bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah'tan başka tan­rılar olsaydı, yer ile göklerin düzeni mutlaka bozulurdu.Zira iki Başkanın yü­rüttüğü her hangi bir işin kesinlikle bozulacağı bilinen şeylerdendir. Bu iki başkandan her biri başkanlık ve işi yönlendirme hakkında kendisine ait ola­cağını iddia eder. Aralarında mücadele, anlaşmazlık, çekememezlik meydana gelir. Allah taksiratını affetsin, Halife Abdülmeîik bin Mervan, Amr bin Sa-İd'i öldürttüğünde şöyle demiş: Allah'a and olsun kİ,Amr'in kanı, benim göz­ümde nazırımın kanından daha kıymetlidir, gel gör ki bir kümeste iki horoz barınmaz.

İdarede iki ortağın bulunması halinde düzenin bozulacağının açıklan­ması sadedinde tevhid alimlerinin mantıki delilleri ve çeşitli faraziyeleri var­dır ki burası, o delilleri ve teorileri anlatmanın yeri değildir. Her ne kadar onları bilmek güzelse de... Tevhide dair kat'î delilleri ortaya süren yüce Al­lah: "Arşın sahibi Allah, onların nitelemelerinden münezzehtir" demiş; ken­di nefsini, müşriklerin nitelemelerinden tenzih etmiş, bizim de kendisini ten­zih etmemizi emir buyurmuştur. O Allah ki, kendisinden başka tanrı yoktur, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Arş'ın sahibidir, kürsüsü gökleri ve yeri kap­samıştır. Allah, onların yakıştırmalarından çok çok yücedir.

Allah'ın ortağı bulunduğunu iddia eden bazı kimseler, bu evrende ay­dınlık ve karanlığı, iyilik ve kötülüğü, bunlara benzer diğer şeyleri görür ve şöyle derler: Bütün bu karşıt şeylerin tek bir tanrıdan meydana gelmesi müm­kün değildir. Çünkü O'na şöyle bir soru sorulabilir: Sen iyilik tanrısı oldu­ğun halde bu kötülüğü ne diye yarattın?

Cenab-ı Allah onların bu sorularım şöyle diyerek reddetmiştir: O ancak tek bir tanrıdır. Varlık alanındaki her şeyi O yaratmıştır. Yaptıklarından ötü­rü O'na: "Ne diye bunu yarattın?" şeklinde bir soru sorulmaz. Yaptıkların­dan sorumlu olanlar, yaratıklardır. Yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Ken­disine güvenilen bir başkan —zayıf bir yaratık olduğu için yanılmaya maruz olmakla birlikte— yaptığı işlerden sorumlu tutulmadığına göre, eksiklikler­den arınmış, yaratıcı ve yüce olan Allah, yaptığı işlerden nasıl sorumlu tutu­lur?

Allah'tan başka tanrılar mı edindiler? Bu iddianızda doğru iseniz, geti­rin bakalım aklî delillerinizi, de. Ama bulamazsınız. Nakli delillerinizi geti­rin, bakalım. Ama onları da bulamazsınız. İşte bu, benimle beraber olanlara inen kitaptır. Bu da benden öncekilerin zikri, yani Musa, İsa ve Davud gibi benden önceki peygamberlere inen kitaptır. Bana inen Kur'an, işte önünüz-dedir. İsa'ya inen İncil, Davud'a inen Zebur da yanınızdadır. Allah'a ortak koşmanın meşruluğunu gösteren herhangi bir delil bu kitaplarda var mıdır?

Hayır, onların çoğu bilmiyorlar. Onlar cahildirler. Ne kendilerini, ne de iddia ettikleri şeyleri biliyorlar.

Size inen bu kitap, gerçekten Rabbiniz katından gelmiş olan bir kitaptır. onu dinleyin ve Ona itaat edin. Yoksa ondan yüz çevirmiş olursunuz. Allah'­ın zikrinden yüz çeviren kimse için sıkıntılı bir geçim vardır. Kıyamet günün­de onu kör olarak hasrederiz.

Adem (A.S.)'den Muhâmmed (s.a.v.)'e kadar geİen semavi mesajların özeti şudur: Allah'tan başka tanrı yoktur. Yalnızca O'na kulluk edin. O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Allah'tan başka tanrılar edinmenin meşruluğu hususunda akli veya nakli bir deliliniz var mıdır?

Bundan sonra Cenab-ı Allah, kendi yüce zatının çocuk edindiğine iliş­kin iddiayı reddetmiştir. Çünkü çocuk,bazı şeylerde babasına benzer, bazı şey­lerde benzemez. Çocuk edinmek, hudus (sonradan meydana gelme), ihtiyaç belirtisidir. Sonradan var olan yaratıklara benzemenin delilidir. Oysa yüce Allah bütün bunlardan münezzehtir.

"Dediler kî, Rahman çocuk edindi". Bu ayetin Huzaalılar hakkında — Onlar, meleklerin Allah kızları olduklarını iddia ettikleri zaman— nazil ol­duğunu söylenilmiştir. "O'nunla (Allah ile) cinler arasında bir nesep (soy bir­liği) olduğunu iddia ettiler"[18].

O, yücedir ve eksikliklerden uzaktır. Cenab-ı Allah kendi nefsini bun­dan tenzih etmiş ve bizim de kendisini tenzih etmemizi emir buyurmuştur. Sonra meleklerin kul oldukarını, kulluğunsa evlatlıkla zıt bir şey olduğunu haber vermiştir. Onlar kuldurlar. Ancak ikram edilmiş, Allah'a yaklaştirılmış ve yaratılmışların bir çoğuna üstün kılınmışlardır. Çünkü onlarda kulluk var­dır. Onlar Allah'ın yarattıklarıdırlar İşleri, güçleri gece-gündüz ibadet etmektir. Kendilerine emrettiği hususlarda Allah'a isyan etmezler. Emrolundukİarı işi yaparlar. Allah'tan önce konuşmazlar. Bilakis, emrolundukları şekilde çalı­şırlar. Hiç bir şey hakkında bilgileri yoktur, önlerindeki kıyamet ahvalini, ar­kalarındaki dünya ahvalini ancak Allah bilir. Onlar ancak Rabbinin hoşnud olduğu mü'min kullar için şefaatte bulunurlar. Bununla birlikte onlar, Rabb-lerinin azabından korkup ürkerler.

"Meleklerin, Allah'ın çocukları olduklarını nasıl iddia edersiniz? Bundan sonra Allah'ı nasıl inkar edersiniz?

Cenab-ı Allah bu iftiracı ve inkarcıları, hakkıyla niteledikten sonra on­ları şiddetli bir tehdidle şaşkına çevirdi. Onları acıklı bir azabla uyardı ki, in­sanlar ibret alsınlar, Allah'a ortak koşmanın yine O'nun katında ne derece büyük bir suç olduğunu bilsinler. Tevhid inancının Allah katındaki şan ve mertebesini anlasınlar.

Faraza onlardan biri, "Ben tanrıyım" derse, onun cezası cehennemdir. Cehennem, ne kötü bir kalış yeridir. Zalimleri ve müşrikleri işte böyle ceza­landırırız. Bunu onlara ancak bir ve tek olan, kahhar Allah yapabilir. [19]

 

Allah'ın Varlığının Tabii Delilleri

 

30- İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bü­tün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı?

31- Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik; ra­hat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar varetük.

32- Göğü (karışıklıktan) korunmuş bir tavan kıldık; oysa onlar bun­daki delillerden yüz çeviriyorlar.

33- Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratan O'dur. Herbiri bir yö­rüngede yürür. [20]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yapışık."Rasiye"nin çoğulu olup sabit dağlar demektir. Hareket edip sarsmasın diye.Fecc"in çoğulu. İki dağ arasındaki geniş yol. Güneşin, ayın diğer gezegenlerle yıldızların yö­rüngeleri. [21]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayetlerde anlatılanlar, tek ve serbest iradeli bir güçlü yaratıcının var­lığına delalet eden maddi delillerdir. O'nun varlığına ilişkin akli, nakiî delil­ler sıralandıktan, bazı varlıkları O'na ortak koştukları için önceki kafirlerle yapılan tartışmalar aktarıldıktan sonra burada da maddi deliller belirtiliyor. Bu ayetlerde, müşriklerin dikkatleri evrene ve içindeki varlıklara çekiliyor. [22]

 

Açıklama:

 

Kör mü oldular? Bütün müştemilatiyla göklerle yerin bitişik ve yekpare olduğunu, onları her şeye muktedir olan serbest irade sahibi Allah'ın birbirinden ayırdığım, ayrılan parçalardan her birini bir tarafa yönelttiğini, bu par­çaların görevlerini en mükemmel biçimde yerine getirdiğini görmediler mi? Ey kardeşim, şunu bil ki, Kur'an-ı Kerim gerçekten mucizedir. O'nun ica­zı, sadece üslubunun güzelliğinde ve tertibinin mükemmelliğinde değildir. 'İl­min, şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlamasından sonra ancak farkına varabildiğimiz bazı derin ve ince ilmi İşlere işaret etmesi bakımından da muçizdir. Kur'an'a döndüğümüzde; O'nun, dünyanın cehalet ve sapıklık denizi­ne battığı miladi akıncı yüzyılda bu ilmi gerçekleri haber verdiğini görmek­teyiz. Bunları Muhammed (s.a.v.)'e kim öğretmiş? O'na bunları öğreten kim­dir? Ama Kur'an, ebedi bir mucizedir. Zaman, onun her hususta söylediği­nin doğruluğunu ispatlamaktadır. "Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefisle­rinde ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'a)mn gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahid olması, (her şeyi görmesi sana) yetmez mi?”[23]

Garip olan şu ki; Kur'an-ı Kerim, bu gerçekleri bilmeyen araplara hitab ederek inmiş, i'cazınm sübutundan sonra gaybî olarak kendisine iman etme­lerini onlardan istemiş; kâinattaki gerçekleri bilimsel yoldan öğrensinler diye bu emaneti İnsanlara taşıyıp ulaştırmalarını araplara emretmiştir. Kur'an bunu on dört asırdan beri söylüyor.

Buna örnek olarak Nebula nazariyesini gösterebiliriz. İlim; güneşin, yıl­dızların ve yerkürenin daha önceden tek bir parça olduklarını, bu parçanın boşlukta fazlaca dönmesinden dolayı ve de her şeyden haberdar olan hikmet sahibinin kudreti ile o büyük kütlenin parçalara ayrıldığını, Allah'ın kâinat­ta yarattığı çekim gücü sayesinde, görmekte olduğumuz bu İncelik, bu tertip ve bu düzenin meydana geldiğini ispatlamıştır.

Bu anlatılanlar, Kur'an-ı Kerim'in söylediklerinin aynısı değil midir? "İn­kar edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi? Biz onları ayırdık".

Nebula nazariyesiyle ilgili açıklama, on ikinci cüzde {Hud suresinin 7, ayetinin tefsirinde) verilmiş olup, bu hususta bilgi sahibi olmak isteyenler oraya bakabilirler.

Göklerle yerin daha önce bitişik olduklarını söyleyen ayetle İlgili başka görüşler ileri sürenler olmuştur. Şöyle ki: Göklerle yer bitişik idiler. Yağmur yağmaz, ekin bitmezdi. Biz göğü yağmurla, yeri de^bitki ile ayırdık. "Ve su­dan, canlı olan her şeyi yarattık". Cenab-ı Allah her canlı varlığı sudan ya­ratmıştır. Canlılar su ile gıdalanır, susuzluklarını suyla giderirler. Canlı bir varlık, hayatta bulunduğu sürece susuz duramaz. Kaldı ki, o canlının aslı, sudan oluşan bir spermadan İbarettir. Bİtkilar de su olmadan yeşermez.

Hayvan olsun, bitki olsun, canlıların yaşaması için su, gerçekten önemli bir unsurdur. Görmez misiniz ki hayvan, su içtiği takdirde herhangi bir şey yemeden yetmiş güne kadar yaşayabilmektedir. Ama su içmeden çok az bir gün yaşayabilir. Bitki, gıdasını sağlayan toprağa gömülü olduğu halde, do­yunca sulanmazsa kuruyuverir. Şu halde su ve canlı, birbirinden ayrılmayan bir ikili gibidir. Birbirlerinden ayrıldıkları takdirde canlı olan ölür, mahvo­lur. Yüce dağları yüryüzü için tespit edici kazıklar olarak yarattık ki hareket edipte insanları sarsmasın. Zira yerküre hem kendi etrafında, hem de güne­şin etrafında dönmektedir.

Yeryüzünde geniş yollar, dağlar arasında etrafı yaygın vadiler yarattık ki, yeryüzünde yürümek ve bitki yetiştirmek kolay olsun. Böylece serbest irade sahibi olan evrenin yaratıcısı büyük sanatkarı belki bulursunuz.

Gökleri de titreyip sarsılmaktan ve haber sızdırmak isteyen şeytanların tasallutundan korunmuş bir tavan olarak yarattı. Onlar semânın ayetlerin­den, Allah'ın kudretini gösteren alâmetlerinden yüz çevirirler.

O Allah ki, yerküreyi kendi ekseni ertafinda döndürerek gece ile gündü­zü yaratmıştır. Güneş ile ay'i yaratmıştır. Bunlardan her biri uzayda yörün­gesinde devreder. Hududunu ancak Allah'ın bildiği sonsuz boşlukta yüzerler.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın, kendi birlik ve kudretine işa­ret eden sözleri sıraladığını görüyoruz. Bu sözler, O'nun şu kavl-i celilini te-yîd etmektedir: "Şayet göklerde yerde Allah'tan başka tanrılar mevcud ol­saydı, ikisinin (yer ile göklerin) düzeni bozulurdu"

Kur'an-ı Kerim her zaman tabii delillere yönelmiştir. Bu nedenle de gözle­ri her zaman kâinata veondaki acaiplikiere çevirmiştir ki, bütün insanlar bun­lardan ibret alsınlar. Cahil kimse bu delilleri gözüyle görüp, kulağıyla işitti­ğinde ve eliyle dokunduğunda ibret alır. Bilgili kimse de bu delilleri görüp hissettiğinde, bilimsel yargı ve sırlan, evrensel teorileri öğrendiğinde bu delil­lerden İbret alır.

Kelâmı bu olan Allah, ne yücedir.

Adamın biri çıkıp ta şöyle bir soru sorabilir: Cenab-ı Allah onlara nasıl

"(İnkarcılar)görmediler mi ki?" diyor. "Görmedilermi?" dediği şeyi gö­rünce gerçeği kabul etmeleri gerekir. Ama kabul etmediler. Bu nasıl olur? Keş­şafta ve Fahreddin Razi'de anlatıldığı gibi buna verilecek cevap şudur: Kur'an-ı Kerim'de, göklerle yerin daha önce bitişik ve yekpare olduğu, sonra da birbirin­den kopup ayrıldıkları anlatılıyor. Bu da Kur'an'ın şüphe götürmez bir mu­cize olduğunu ve Allah katından indirilmiş olduğunu ispatlıyor. Kur'an'ın ger­çek bir kitap olduğu ve görülen bir mucize olduğunu kanıtlıyor. Yapışıklık ve ayrılma teorisi bilimsel olarak buna eklenince de, yukarıda sorulan soru ve ondaki takrir ve hayret, Allah'ın kudretini gösteren işaretlerden biri olu­yor. [24]

 

Müşriklerin Peygamber (S.A.V.)'E Karşı Tutumları

 

34- Ey Muhammedi Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?

35- Her can ölümü tadacaktır. Bir İmtihan olarak size iyilik ve kötü­lük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.

36- İnkarcılar seni gördükleri zaman, şüphesiz, seni alaya almaktan başka bir şey yapmazlar, ''Sizin tanrılarınızı diline dolayan bu mudur?" derler ve Rahmân'ın Kitabı'nı işte onlar inkâr ederler.

37- İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim, bunu Benden acele istemeyin,

38- "Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdid ne zamandır" derler.

39- Bu kâfirler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından men'edemeyecekleri ve yardım da göremiyecekleri zamanı keşke bilseler,

40- Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onugerİ çevire-mezler; kendileri de ertelenmez.

41- And olsun ki, ey Muhammedi Senden önce birçok peygamber ala­ya alınmıştı da, alaya alanları, eğlendikleri şey mahvetmişti. [25]

 

Bazı Kelimeler:

 

Alay. Ansızın. Onları yenip şaşırtır. Onları kuşatır. [26]

 

Açıklama:

 

Müşrikler çaresiz kalınca, gidecek yol bulamayıp gösterilen delillere karşı yenik düşünce, artık Peygamber (s.a.v.)'in ölmesini bekleyerek teselli bul­maya çalıştılar.

Peygamber (s.a.v.)'in ölmesini kendi kendilerine temenni ediyor, böyle­ce biraz sevinip rahatlıyorlardı. Bununla da O'na karşı düşmanların sevin­mesi reddediliyor ve hakkında adaletli hüküm veriliyordu: Dünyada hiç kim­se ebedi kalmayacaktır. Sen dahi ey Muhammed. Onlar dünyada temelli kal­mayacaklardır. Hal böyle olunca, sen ölürsen, sanki onlar ebediyyen sağ mı kalacaklardır? Hayır... Her canlı ölümü tadacaktır. Diri olan Allah dışında­ki her varlık yok olacaktır. Hüküm O'nundur. O'na döndürüleceksiniz. Ölüm her nefsin yolu ve her canlının sonudur. Yaratıklarının yok olmasından son­ra; diri ve yaratıklarını koruyup yönetenden başkası kalmayacaktır. İbret alın ey basiret sahipleri. Hem bilin ki Muhammed, Allah'ın elçisidir. O'ndan Ön­ce de bir takım Peygamberler gelip geçmiştir. Cenab-ı Allah, dinini yardım ve ihtiyat ile korumuştur. Ey Muhammed! Sen ahirete göçtükten sonra Kur'-an var olduğu sürece Allah senin dinini işte böyle koruyacaktır.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kendilerine verdiği hayır ve şerr ile insanları denemeye karar verdi. Hayırla imtihan edişi, gerçekten incedir. . Bu imtihanda başarılı olanîarazdir. Hayır ve nimetlere şükreder, kötülüklere ve belâlara sabrederlerse, işte onlar kurtuluşa ermiş olurlar. Nimetler onları şımartır ve belalara karşı sabırsızlık gösterirlerse, işte onlar kayba uğramış olurlar. Bütün işler Allah'a döner.

Kâfirler seni gördükleri zaman, mutlaka seni alaya alırlar. Çünkü sen onların tanrılarını kötülüyor, putlarını ayıplıyor; esirgeyen ve bağışlayan Alİah'ı da iyilik, onurlandırma, kutsama ve ibadetle anıyorsun, Onlar derler ki: "Sizin tanrılarınızı fena sözlerle, Rahman'ı da iyi sözlerle anan bu mu­dur?" Şimdi alaya alınmayı hakeden kimdir? Putları ve taşlan iyilikle anıp Rahman'ı şer ve fenalıkla ananlar mı —ki bunlar kâfirlerdir?— Yoksa gök­lerle yerin yaratıcısını kutsayan Peygamber (s.a.v.) mi? Alaya alınmayı ha­keden, kâfirlerdir. Çünkü onlar, işi yerinde yapmamışlar, Rahman'ı anmayı, O'nu birlemeyi inkar etmişlerdir! Allah'ın azabının çabucak gelmesini, Al­lah'ın gerçek mabud olduğuna, Muhammed'in de peygamber olduğuna iman edip ikrarda bulunmaya iten mucizelerin tezelden gösterilmesini istemişler­dir; "Allah'ım, eğer bu, senin yanından gelmiş gerçekse, başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!"[27].

Cenab-ı Allah onlara şöyle diyor: İnsan aceleden yaratılmıştır, öyle ki acele, sanki onun oluşum maddesinin bir parçası olmuştur. Bu, bütün insan­ların huy ve karakteri haline gelmiştir. Kudretimin sonsuzluğuna ve Muham­med'in peygamberliğinin gerçekliğine delalet eden ayetlerimi size gösterece­ğim, acele etmeyin.

İslâm dininin muzafferiyetinde, —Kâfirler istemeseler bile— Allah'ın, nurunun tamamlanmasında bu ayetleri görmüşlerdir.

Diyorlardı ki: "Ey mü'minler, eğer doğru sözlü kimseler iseniz, bizi tehdİd edip durduğunuz bu azap, hani ne zaman gelecek?" Onlar böyle demekle, bir anlamda peygamber ve Kur'an'ı yalanlayıp inkâr etmiş oluyorlardı.

Cenab-ı Allah, —içimizde bir huy ve karakter halini almış olmakla bir­likte —bizi acelecilikten sakındırırken aklımızı güdülerimize hâkim kılma­mızı," görünen ve görünmeyen davranışlarımıza dinimizi egemen kılmamızı bizden istemiştir. Şüphesiz ki bu da karakter ve huyumuzu asiîleştirip yüceltir.

Kâfirler: "Bu azap ne zaman gelecek?" diyerek tezelden gelmesini iste­dikleri azabın ne vakit geleceğini bilselerdi... Gerçekten o, çok zorlu bir an­dır. Şiddetli bir duraktır. Çünkü o zaman kendilerini her taraftan azap kuşa­tacak, azabı kendi nefislerinden sayamayacak, kendilerine yardım edecek bir yardımcı da bulamayacaklardır. Evet, azabın ne vakit geleceğini bilselerdi, Allah'ı İnkar etmez, Resulullah (s.a.v.) ile eğlenmez ve azab gününün bir an önce gelmesini istemezlerdi. Ama o vakti bilmemeleri, işleri salim bir gözle, kin, kıskançlık ve kötü taklitten arınmış bir kalble görmemeleri, onları buna sevketmiş ve bu davranışlarını onlara kolaylaştırmıştır.

Sana gelince ey Muhammet!! Sana yanıcın, giı/.dee s;ıbr el inek t İr. Ken­dilerini iyiliğe ve Allah'ın hoşnutluğuna çağıran herkese karşı insanların tu­tum ve davranışları hep böyle olmuştur. Öteden beri insanlar,-Allah'ın senden önceki peygamberleriyle alay etmiş, onlara kötü davranmışlardır. Ceza olarak da Cenab-ı Allah onları her taraftan azapla kuşatmış, işledikleri kö­tülüklerden ötürü onlara açlık ve korku elbisesini giydirmiştir. Peygamberle­rini ve beraberlerindeki inanmışları kurtarmıştır. Şüphesiz Allah, onlara yar­dım etmeye ve onları muzaffer kılmaya muktedirdir. [28]

 

Allah'ın Yargısını Reddedecek Yoktur

 

42- Deki: "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahmân'dan kim koruyabilir? Ama onlar Rablerinin Kitâb'mdan yüz çevirmektedirler.

43- Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? O tanrılar kendilerine bile yardım edemezler. Katımızdan da dostluk görmezler.

44- Biz bunlara ve babalarına geçimlikler verdik de ömürleri uzadı; şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı ? Üstün gelen onlar mıdır?

45- Deki: "Ben ancak sîzi vahyile uyarıyorum" Uyarıldıkları zaman, sağırlar çağrıyı duymazlar.

46- Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa: "Vah bize!" Doğ­rusu biz haksızdık" derler. [29]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Kele' " mastarından türetilen bu fiil, korumak anlamında­dır. Azabımızdan korunmazlar. Az bir şey. [30]

 

Açıklama:

 

Şu müşrikler seni yalanlamak ve sânım zayıflatmak için seninle alay eder­lerse, buna hiç aldırma. Çünkü senden önceki peygamberlerle de alay edil­miştir. Ama onlarla alay edenleri, alayları dolayısıyla azabın en kötüsü kuşa-tiverdi. Sen, ey Allah'ın peygamberi! Onlara de ki: Allah'ın azabı size gelecek olursa, Ona karşı sizi kim korur? Geceleyin yarı ölü durumda uyumaktay­ken sizi koruyup gözeten kimdir? Gündüzleri sabahlayıp akşamlarken sizi ko­ruyan kimdir? Üzerinize indirmek istediği takdirde Rahman'm azap ve şid­detine karşı sizi kim koruyacaktır?

Bu son cümlede Kur'an-ı Kerim'in özellikle nimet sahibi "Rahman" ke-. Hmesİni öncelikle kullanmış olmasına dikkat edin. Bununla şuna işaret edil­mektedir: Kâfir ve asi kimseler üzerine azap indirmek, insana bahşedilen ni­metlerin en mükemmelidir. Azabı gören insan belki kendi nefsine döner ve Rabb;ne yönelir. A.Uah'm yargısını reddedecek bir kimse ve bir güç bulun­madığına göre,'üzerinize inecek olan azabı engelleyecek bir mani yoktur; Ama onlar Rablerini, ruhları teskin edip kalbleri dinginliğe kavuşturacak bir zi­kirle anmaktan yüz çeviriyorlar. Yoksa onların tapmakta oldukları tanrıları mı var ki, o tanrıları, onlara göndereceğimiz azabı durduracak ve emrimizin İnfazım engelleyecek? Onlar bunu yapamazlar. Çünkü onların tanrıları bıra­kın, başkalarına fayda verip yardım etmeyi, kendi kendilerine bile yardım ede­mezler! Onlar için şefaatçiler de yoktur. Allah'ın azabını da engelleyemezler.

Onların zenginlik, itibar ve nimetler içinde yüzmelerine bakıp ta aldan­mayın. O, Allah'ın kendilerine verdiği bir geçimliktir. Onu başkası değil, Al­lah vermiştir. Allah'ı, onları azablandırmaktan alıkoyabilecek bir kimse de yoktur. Allah bu dünya hayatında onlara geçimlik vermiştir. Nihayet böylece onların Ömürleri uzamış, kalbleri katılaşmış, amelleri kötüleşmiştir. Hesap­lan zorlaşmış, cezalan da cehennem ateşi ve kaynar su olmuştur. Şimdilik onların kendi hallerine bırakılmış olmaları, haşa Allah'ın acz ve yetersizli­ğinden ötürü değildir. Onlar kör mü oldular? Görmüyorlar mı ki, biz yeri uçlarından eksiltiyoruz? Allah hüküm verir. O'nun hükmünü aksatacak, yar­gısını geri çevirecek hiçbir güç yoktur!

Ayette geçen yer nedir, yerin uçlarından eksiltilmesi ne demektir? Bu sûre Mekkî'dir. Bilindiği gibi müslümanlarm Mekke'deki halleri çok sıkıntılı idi.

Acaba ayette geçen (yer) kelimesinden küfür diyarının amaçlandığını, yerin uçlarının eksiltUmesİnden de, insanların azar azar İslama girmeleri ve kafir­lerin nüfuzları aleyhine İslâm nüfuzunun genişlemesi kastedildiğini söyleye­bilir miyiz? Bu anlam, düşünülebilir. Yerin uçlarının eksiltilmesi anlamında sınırları zorladığımız zaman bu anlam düşünülebilir veya bu, gayba ait bir haberdir de diyebiliriz. Bazı bilginler derler ki: Bu ayet-i kerime, noksanlık­lardan münezzeh yüce Allah'ın kudretine delalet için yöneltilmiş ki müşrik­ler, bu dünyada azaba uğratılmaksızın yerlerinde kalakalmalarının hâşâ Al­lah'ın acz ve taksirinden kaynaklandığını zannetmesinler! Hayır, O, Cenab-i Allah'ın müslümanlar için olan ilâhi hikmetinden ve Rabbani tertibinden kay­naklanıyor.

Buna göre ayetin manası şu oluyor: Kafirler görmüyorlar mı ki, biz yer küreye gelip onun kuzey ve güney kutuplarından eksiltiyoruz?

Tabiat bilginleri diyorlar ki: Dünya tam küre ve tam yuvarlak değildir. Aksine ortası şişkin ve geniştir. Kuzey ve güney kutuplanndaysa basıklık vardır. Yani elips biçimindedir. Bu böyle bir ayettir ki; tefsirini, nüzulünden on üç yüz yıl sonra modern ilim yapıyor.

Ayet-i Kerimeyi birinci görüşe göre tefsir etmenin de sakıncası yoktur. Zira Allah (c.c.) buyuruyor ki: "Üstün gelen onlar mı (yoksa biz miyiz)?" Yani yerlerini (diyarlarını) uçlarından eksilttiğimiz, gizlice de olsa bazıları­nın İslama girişi dolayısıyla sayılarını azalttığımız halde, onlar nasıl galip ola­caklar? Bu sözde, her ne kadar zorluk ve sıkıntılarla karşılaşmış olsalar da müslümanların ve hak dava sahiplerinin zafere kavuşacaklarına işaret var­dır.

Ey Muhammedi Tehdid ederek onlara de ki: Bana düşen, duyurmaktır. Hesaba çekmekse, Allah'a aittir. Ben sizi sadece vahiy ve Kur'an'Ia uyarıyo­rum. Geçmiş ümmetlerin durumlarını anlatarak, kafirliğinizin sonucunu si­ze açıklıyorum. Benim işim budur. Allah'ın bana emrettiği iş budur. Ama sağırlar, uyarıldıkları zaman, duayı (çağrıyı) işitebilirler mi? Hayır, asla işi-temezler. Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine per­de çekmiştir. Kalbleri kilitlidir.. İçine asla hayır girmez. "Zira gözler kör ol­maz. Fakat (asıl) göğüslerdeki kaîbler kör olur".[31]

Dediler ki: Uyarıp-korkutmagibi.manevi şeyleri algılayacak olan duyu­lar vardır. Bu duyuların yeri kalbdir. Bunlarla ilgili açıklama inşallah yakın­da gelecektir. Allah'a andolsun ki, onlara Rabbim'n azabından az bir şey do­kunacak olursa; "Eyvah... Vah halimize. Doğrusu biz zalimlerden olduk" derler. Bunda da, Rabbinin azabının güçlü ve şiddetli olduğuna işaret vardır. "Şüphesiz Rabbinin tutuşu şiddetîidİr"[32] Zavallı olan insan, kayıp ve hasardadır. Ancak iman edip iyi işler yapan, birbirlerine hakkı tavsiye eden, birbirlerine sabrı tavsiye eden kimseler müstesna. Kayıpta olanlar, kıyamet gününde gerçek cezayı gördüklerinde hakkı anlayacaklar, pişmanlığın fayda vermediği ve kafirlerin "Keşke ben toprak olsaydım”[33].  dediği bir zaman da pişman olacaklar... [34]

 

Semânın Adaleti

 

47- Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiç bir kimse hiçbir haksız­lığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz. [35]

 

Bazı Kelimeler:

 

Adalet. Bir hardal tanesi ağırlığınca [36]

 

Açıklama:

 

Şu müşriklerin azablandırılmalarında, azaplarının şiddetlendirilmesinde ve ibret verici cezaya çarptırılmalarında bir gariplik yoktur. Çünkü bu hük­mü veren Allah'tır. O'nun hükmü adilânedir. O, çok doğru ölçen terazinin sahibidir. Zira O buyuruyor ki: Biz kıyamet gününde adaletli teraziler kura­rız. Orada ameller cisimlendirildikten sonra, amelleri tartan gerçek teraziler mi olacak,.yoksa maddi şeyleri tartar gibi manevi şeyleri tartan teraziler mi olacaktır? Dünyada barometre, termometre gibi Ölçü aletleri icad edildikten sonra ahİrette amel ve ihlas ölçen teraziyi yaratmasını güçlü ve muktedir Al­lah için imkansız ve zor görmemek gerekir. Bazıları bunun her ne kadar çok veya az da olsa herkese hakkım eksiksiz veren Allah'ın mutlak adaletinden bir kinaye olduğunu söylemişlerdir. Kıyametteki hesapta hiç kimseye haksız­lık edilmeyecek, iyilik yapmış olanın iyiliği eksiltilmeyecek, kötülük yapmış olanın kötülüğüne ekleme yapılmayacak, bir hardal tanesi ağırlığınca da ol­sa herkesin işlediği ameli karşısına çıkarılacaktır. Bu amelinin hesabını kont­rol eden ve hesap gören olarak Allah yeter. [37]

 

Musa Ve Harun

 

48- And olsun ki, Musa ve Harun'a eğriyi doğrudan ayıran Kitab'ı, sakınanlar için ışık ve öğüt olarak verdik.

49- Onlar görmedikleri halde Rabblerİnden korkarlar; kıyamet saa­tinden de titrerler.

50- İşte bu, indirdiğimiz kutsal bir Kitab'dır. Siz mi onu İnkar ediyor­sunuz? [38]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Fahr adlı eserinde Fahr-i Razİ şöyle der: Bil ki, noksanlıklardan münez­zeh yüce Allah; tevhid, peygamberlik ve ahiretle ilgili delilleri anlattıktan sonra, kalblere sebat ve ruhlara dinginlik vermek için, Peygamberlerin kıssalarını anlatmaya başladı. "Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaş­tıracak her şeyi sana anlatıyoruz, bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir"[39]

 

Açıklama:

 

Allah'a and olsun ki Musa ve Harun'a hak ile batılı, helal ile haramı birbirinden ayıran, Tevratı, kendisiyle hidayet ve kurtuluş yoluna ulaşılan ışı­ğı verdik. Çünkü kitap ve ışık, insana Allah'ı ve yasalarını tanıtır. Onda, din ve maddi çıkarları hususunda ihtiyaç duydukları her şey, öğüt ve hatırlatma vardır. Onlardan ancak takva sahipleri yararlanırlar. Kur'an'da böyledir işte!

Evci... Rablcrindcn çekinen, hesabından korkan, emirlerini yerine geti­ren, yasaklarından sakınan takva sahibi kimseler ancak bunlardan yararla­nırlar. Bunlar ki gaybe inanırlar. Hiç bir şey Allah'tan gizli kalmaz. Bunlar kıyametten ve onun çetin hallerinden korkup ürkerler.

Kelimelerinin yerleri değiştirilmeden, onda bazı değişiklikler yapılma­dan önce Tevrat da böyle bir hidayet ve ışıktı. Cenab-ı Allah Musa ve Ha­run'a Furkan'ı (Tevrat'ı) indirdiği gibi, ey Muhammedi Sana Kur'an'ı in­dirdi. İşte sîzi ondaki şeylerle uyarıp korkutuyorum. Ben bir türedi değilim. Benden önce de peygamberler vardı.

Tevrat ve diğerleri gibi onların da kitapları vardır. Bu Kur'an mübarek bîr zikirdir. Nur ve hidayettir. İçinde hayır, hidayet, ilim, marifet, kurtuluş, mutluluk, başarı ve onma vardır. Onda dünya ve ahiret saadetinin sebepleri vardır. Çünkü o her derde deva, her hastalığa ilaçtır. Gördüğümüz şeylerde bunu olaylar ispat etmiştir. Bundan sonra siz bunu inkar mı ediyorsunuz? Doğrusu bu çok tuhaftır! [40]

 

İbrahîm (A.S.)'In Kıssasından Bir Nebze

 

51- And olsun ki, daha önce İbrahim'e akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk.

52- İbrahim, babusımı ve milletine: "Bu tapınıp durduğunuz heykel­ler nedir?" demişti.

53- "Babalarımızı onlara tapar bulduk" demişlerdi.

54- İbrahim: And olsun ki sîzler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" deyince:

55- "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı ediyorsun?" dediler.

56- O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki on­ları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim."

57- "Allah'a yemin ederim ki, sîz ayrıldıktan sonra, putlarınıza bîr tuzak kuracağım!"

58- Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü, ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı.

59- Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir" dediler.

60-61- Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk" deyince, "O halde bunların şahidlik edebilmeleri için onu hal­kın gözü önüne getirin" dediler.

62- İbrahim gelince, ona: "Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yap­tın?" dediler.

63- İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi.

64-65- Kendi kendilerine "Doğrusu siz haksızsınız", sonra kafaların­da olan eski inançlarına dönerek: "Ey İbrahim! Bunların konuşmayacağını, and olsun ki, bilirsin" dediler.

66-67- İbrahim: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve za­rar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de Allah'ı bırakıp tap­tıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi.

68- Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin" dediler.

69- Bİz: Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol" dedik.

70- Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları Hüsrana uğrattık.

71- Onu da, Lût'u da, alemler için kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kur­tardık.

72- İbrahim'e buna ilaveten İshâk ve Yakub'u da verdik, her birini iyi kimseler kıldık.

73- Onları, buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önder­ler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden kimselerdi. [41]

 

Bazı Kelimeler:

 

Raşid; doğruluk, hayır ve iyilik yönlerini kendinde toplayan kim­sedir. "TimsaP'in çoğulu put ve heykei demektir. Ona iba­dette devam edenler.Onları eşsiz olarak vücuda getirdi.Putlarınıza   bir   düzen   yapacağım.Parçalar.

İnsanların gözleri öiîünde. Eski cahillikleri­ne döndüler, Sıkıntı ifade eden bir söz. İstenenden fazlası. [42]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bazı kimseler, Sanem ile Vesen arasında ayırım yapmış; Sanemin maden­den yapılan ve ateş görünce eriyen put olduğunu, Vesen'in ise, ağaç ve diğer şeylerden yapılan put olduğunu söylemişlerdir. Timsalin- ise insana veya hay­vana benzemesinin düşünülebileceğini soy m emişlerdir.

Allah'ın dostu ve peygamberlerin atası İbrahim (A.S.), değişik amaçlar­la Kur'an'm birkaç yerinde anılmıştır. Milleti putperest idi. Babası, put ya­pıp insanlara satan bir marangozdu. İbrahim'e gelince Cenab-ı Allah onu kendi gözetiminde dünyaya getirttirdi, onu kendi kudret eliyle besleyip büyüttü, onu doğru yola iletti. Böylece İbrahim, putların görmez, işitmez fayda veya zarar vermez varlıklar olduklarını gördü. Onlar, babasının keserle yaptığı tahta veya taşlardan başka bir şey değillerdi. Onlara tapmanın tuhaf olduğunu, in­sanı hüzün ve kedere boğduğunu gördü, bu hususta milletiyle tartışmaya baş­ladı. Bazen güzellikle, bazen de sertlikle tartışıyordu. Bazen babasıyla, ba­zen kralla, bazen de halkla tartışıyordu. Onlara tartışıp münakaşa etti. Bu­nun yarar sağlamadığını görünce de putları kendi eliyle parçaladı ki, kavmi kendisiyle bu konuda konuşsun. Bunun sonucunda doğru yolu bulacaklarını umuyordu.

Nihayet iş öyle bir safhaya geldi ki, İbrahim için büyük bir ateş yaktılar, O'nu içine attılar. Allah onu ateşten korudu. Sonra İbrahim kendi beldesi Irak'taki (Fedan Âdram'dan) çıkıp Şam'a göç etti. Oraya yerleştikten sonra Cenab-ı Allah ona, İsmail ve İshak'ı hediye etti. Üstelik torunu Yakub'u da ona verdi. Hepsi de Allah'a kulluk eden insanlar oldular. [43]

 

Açıklama:

 

And olsun biz önceden doğru yolu bulma kaabiliyetİni İbrahim'e ver­miştik. İyilik ve hayır yollarında onu başarılı kıldık. Bundan önce ona, 'her şeyi yerli yerince yapma' yeteneği (hikmeti) verdik. Biz onun olgun insan ol­duğunu biliyorduk.

Bu sözler, İbrahim (A.S.)'m Allah'ı birleme» iyiliği sevme, olaylara sağ­lıklı bakış ve düşünce fıtratı üzerine yaratılmış olduğunu ifade ediyor. Bu ne­denle, milletinin duygusuz ve bilinçsiz putlara tapmalarını hoş karşılamadı!

Hani İbrahim babasına ve mîlletine demişti: Kendilerine gönülden İba­det ettiğiniz ve İbadete devam ettiğiniz bu heykeller nedir? Bu soruyla İbra­him, kavminin putları ululadıklarmı bildiği halde putları tanımadığını açık­lamak ve onları tahkir etmek istemiştir. Putlara tapmalarım, bu sözüyle ya-dırgamıştır. Onları kaplayan şu cahilliğe, hayır ve iyilik yollarını görmezliklerine bakm hele! Onlara ve îbrahirnin sorusuna verdikleri cevaba bakın hele'. "Babalarımızı oniara tapar bulduk!".

Cehalet ne kadar çirkin, cahiller ne kadar da mahvolmuşlardır! Onların putlarında asla hayır ve fazilet yoktur. Onlara tapmayı» onları kutsamayı ge­rektiren bir Özellikleri de yoktur. Atalarının onlara taptıklarını görmüşler de, ayıp ve rüsvaylıkla da olsa atalarının izini takip etmeleri gerekmiş! Yegane gerekçeleri bu!... Putlara tapmakla, onları atalarının yoluna sürüklediğinde şeytan ne kadar da büyük bir tuzak kurmuştu! Bu yola sürüklenirken de hak yolda olduklarına inanmışlardı. Hakikat ehline karşı batıl ile mücadele edi­yorlardı. Bilesiniz ki Allah'ın laneti, sapıkların ve taklitçilerin üzerinedir.

İbrahim de onlara: "Doğrusu siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içi­ne düşmüşsünüz}" dedi. Bu ifadede apaçık bir tekid vardır. İbrahim (A.S.) "Siz" demiş, "Sakıplıkta" demiş. Evet, hepiniz aynı yola koyulmuş, aynı ka­tegoriye girmişsiniz. Çünkü taş ve tahtalardan yapılma putlara taptınız. Bunlara tapmaktaki dayanağınız; uyulan bir heves ve itaat edilen bir şeytandır.

Onlar İbrahim'in bu şiddetli reddine, kulaklara çarpan ve kalbleri elem­le, hüzünle dolduran bu delile çarpıldıklarında, hayretler içinde kalarak şöy­le dediler: Ey İbrahim! Sen bize açık bir hakkı ve hayrı mı getirdin, yoksa işi eğlenceye alan şakacılardan mısın?! Aldanmış olan mağrur kimseler, ber­rak gerçeklerle karşılaştıklarında kendilerinin ve atalarının izledikleri yolun yanlış bir yol ve sapıklık yolu olduğuna bir türlü ihtimal veremezler. Buna çok şaşarlar.

İbrahim dedi ki: Huzurunda secdeye kapanarak alınlarınızı topraklan­dırmayı, ibadet ve kutsanmayı hakeden Rabbİmiz, göklerin ve yerin Rabbt-dir. O, bu ikisini ince bir düzen ve benzersiz bir yapıda yarattı. Ben de size karşı, sözlerine dayanak olarak hüccetleri ileri süren, iddialarını delillerle doğ­rulayan şahitlerden olacağım. —Nitekim şahedetle de davet doğrulanır.— Ben sizin gibi değilim. Zira putlara tapmakta yegane dayanak ve hüccetiniz, atalarınızı taklid etmenizdir. Sizler, ne kötü bir iş yapmış oluyorsunuz?!!

İbrahim bu tanrılara bir kötülük yapmayı planladı. O putlara hakaret edeceğine, Allah adına yemin etti. Milletinin, tapmakta oldukları tanrıları­nın durumlarını anlaması için İbrahim bu yolu deneyecekti. Çünkü O put­lar, kendilerine yönelen bir zararı üzerlerinden savamazlardı. "Sinek onlar­dan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramaz/ar. İsteyen de aciz, istenen de"[44]

İbrahim, şayet kendilerine tapmaktan vazgeçerlerse putların, onlara bir kötülük dokunduramayacaklarmi veya kendilerine taparlarsa putların onla­ra bir hayır dokundurama'yacaklarım kanıtlamak için bu yola başvuracaktı. Fiili deliller, insana daha çok etki ederler. Tevil ve şüpheden uzaktırlar. Çünkü bu tür deliller karşısında konuşacak kimse bulunmaz.

İbrahim'in milletinin her sene kutlamakta oldukları bir bayramları var­dı. O bayram gününde toplanıp eğlenirlerdi. Yine Öyle bir bayram günüydü. "Ey İbrahim, bizimle birlikte bayrama gelsene... Dinimizi belki beğenirsin" dediler. İbrahim içinden: ' 'Allah 'a and olsun ki, putlarınıza tuzak kuracağım'' dedi. Hasta olduğunu bahane ederek bayrama gitmedi. "Ben hastayım" de­di."[45] Millet bayram yerine gedince İbrahim, putların bulunduğu yere girdi. Önlerinde yiyecekler vardı. Hepsini kırıp paramparça etti. Sadece büyük pu­tu bıraktı. Baltayı onun omuzuna astı. Kurmaya yemin ettiği tuzak işte buy­du. İbrahim, putların kendilerine ulaştırılan eziyeti savamadıklarını görünce halkın, kendisine ve dinine yöneleceklerini umarak bütün bunları yaptı. Ya da halkın, putların kırılması olayından büyük putu sorumlu tutacaklarını ve ona: "Bu putlar kırılırken sen neredeydin? Sen sapasağlam dururken bu putlar niçin kırıldı? Baltada senin omuzlarında diye soracaklarını bekleyerek bü­tün bunları yaptı. Ya da İbrahim, halkın bu olup bitenleri büyük puldan öğ­renmek için ona başvurdukları sırada onlarla ve tanrılarıyla alay etmek için bütün bunları yaptı.

Putların parçalanmış olduğunu gören halk, tanrılarına yapılan bu say­gısızlıktan dolayı çok öfkelendi. Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Bunu yapan, haddi aşan zalimlerdendir.

Bazıları dediler ki: "Tanrılarımızı fena sözlerle anarak diline dolayan, İbrahim adlı bir genç varmış. Bunu tanrılarımıza yapan odur." Nemrud ve kavminin önde gelenleri dediler ki: Onu insanların gözü önüne getirin de ona nasıl ceza verdiğimizi herkes görüp müşahede etsin. Ve bu da onu alt eden bir delil olsun.

İbrahim, çağrılan yere gelince ona: Sen misin bunu tanrılarımıza yapan, ey İbrahim? diye sordular. İbrahim onlara: "Hayır, bu işi onlara yapan, bü­yükleridir. Eğer konuşuyorlarsa onlara sorun" diye cevap verdi. Bu cevapla onları susturdu, dikkatlerini başka tarafa çekti, putları kıranın başkası değil, kendisi olduğunu ispatladı. Çünkü puthanede putlar ve kendisinden başka kimse yoktu. Putun da,bu olup bitenleri yapmış olması mümkün değildi. Şu halde bu işi yapanın kendisi olduğu, delille sabit oldu. Kırma işini kendisi yaptığı halde, suçu puta isnad etme amacında değildi. Bu işi puta isnad et­mesinin sebebi herhalde şu olsa gerek: Kendilerine tapılan putlar, İbrahim'i çok öfkelendirmiş ve onu, kendilerini kırmaya itmişlerdi. Bu nedenle putları kıran, yine putların kendileri olmuş oluyordu.

îbrahim (A.S.)'ın bu cevabı karşısında afallayıp sustular. Ona cevap ve­remez ve onunla artık tartışamaz oldular. Kendi vicdanlarına başvurup, ha­kikaten sizler haksızsınız, dediler. Ama şeytan, onların hakka ulaşmalarına müsaade edecek miydi? Ne dersiniz? Hayır, onlara vesvese verdi. Sonra yine eski kafalarına, batıla döndüler. Batılı savunarak şöyle dediler: Putlara sor­mamızı, bizden nasıl İstersin? onların konuşamayacaklarını sen de biliyor­sun.

İbrahim, ağızlarında geveleyip durmakta oldukları sözlerine son verme­leri için onlara şöyle dedi: Allah'ı bırakıp ta, size ne bir fayda, ne bir zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Bunlar size fayda veya .zarar veremezler. Çünkü hiçbir söz söyleyemez ve hiçbir şeyi üzerlerinden savamazlar. Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza... Koraldiniz mi? aklınız hiç bir şeye ermez mi, sizin?

İbrahim'i susturmak için çareleri kalmayınca, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelince dediler ki: Onun için en iyi yol, ölümdür. Ancak onu öldürünce rahatlarız. Onu en feci bir şekilde ve en çirkin bir biçimde öldürmeliyiz. Bu da onu ateşte yakmakla mümkün olur. Onu bu şekilde öl-dürürseniz, siz ve tanrılarınız kurtulursunuz. Gerçekten bir şey yapacaksa­nız, böyle yapın.

Fakat noksanlıklardan münezzeh olan Allah kullarını, özellikle peygam­berleri kor.uyup gözeteceğini tekeffül etmişti, ibrahim'i mutlaka zafere ka­vuşturacak; demiri, madeni, çeliği eriten ateşlen onu koruyacaktı. Ateşe şu buyruğu verdi: "Ey Ateş, İbrahim'e serin ve esinlik ol" İbrahim, ateşten asla acı ve elem duymadı. Allah'ı överek tenzih etti. Kendisini unutmayan Allah'­ın lutfuna şükretti. Nihayet ateşin etkisi gizlendi, ona zarar vermedi. Allah'-m;peygamberleri, velileri ve salih kullarını koruyup gözetmesi işte böyledir. Biliyor, musunuz ki Kureyşliler şûra meclisini toplamış Muhammed (s.a.v.)'ne yapmaları gerektiğini düşünüp tartışmışlar. O'nu öldürmeyi kendi araların­da kararlaştırmışlardı. Ama bunu yapabilecekler miydi? Ne gezer! Çünkü Rab-bi şöyle bir teminat vermişti: "Allah seni insanlardan korur"[46]

Übeyy bin Kâ'b (R.A.) Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurdu­ğunu rivayet etmiştir: "İbrahim (A.S.)'i ateşe atmak için bağladıklarında o şöyle demişti: 'Senden başka tanrı yoktur. Sen noksanlıklardan münezzeh­sin. Alemlerin Rabbisin. Hamd sanadır. Mülk senindir. Ortağın yoktur' Sonra onu mancınıktan, uzak bir sahaya attılar. (Havadayken) Cebrail onu karşıla­dı ve ona: "Bize ihtiyacın var mı?" dedi. (îbrahim): "Sana olan ihtiyacımı soruyorsan, sana ihtiyacım yoktur" dedi. Cebrail, "Rabbinden iste" dedi. O da: "Benim durumumu bilmiş olması, ondan İstekte bulunmama gerek bırakmadı" dedi. Allah ta buyurdu kî: "Ey ateş, İbrahim'e serin ve esenlik ol". "Ona bir tuzak kurmak istediler. Bizde, asıl kendilerini hüsrana uğrat­tık. Onu ve Lût'u kurtarıp (Peygamberlerin İniş yeri kılıp, iki kıbleden biri yaptığımız) mübarek kıldığımız bir yere (Şam'a ulaştırdık". Çünkü orada su ve ekin vardı. Orada yaşayanlar için o topraklarda hayır ve bereket vardı.

İbrahim'e İshak'i, üstelik torunu Yakub'u hediye ettik. Ona ikram üstü­ne ikramda bulunmak, isteğinden fazla bir bağışta bulunmak için Yakub'u ona verdik. İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u takva sahibi iyi kimseler kıldık.

Hayırlı işlerde ve salih amellerde kendilerine uyulan önderler yaptık on­ları. Bütün İşler bizim emrimizle, indirdiğimiz vahiy ve ilhamla oldu. Bura­dan da anlıyoruz ki, kendini imam olarak tayin eden kimsenin hidayeti bul­muş olması; tabiatıyla önce kendi nefsini sonra da başkalarına ıslah etmesi gerekir. Hayırlı işler yapmalarını, taatte bulunmalarım, namaz kılmalarını, zekat vermelerini onlara vahyettik. Onlar bize ibadet eden ve itatte bulunan­lardan oldular. [47]

 

Lût Ve Nuh'un Kıssalarının Bir Yanı:

 

74- Lût'a da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir milletti.

75- Lût'u rahmetimizin içine aldık; doğrusu o iyilerdendi.

76- Nıth'da daha önceleri Bize yalvarmıştı, onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.

77- Ayetlerimizi yalanlayan millete karşı ona yardım ettik. Doğrusu onlar fena bir milletti, hepsini suda boğduk.[48]

 

Açıklama:

 

Lût'a dini ve dünyevî işlerde bilgi ve marifet, peygamberlik ve hikmet, yararlı ilim, sağlıklı bir kavrayış verdik. Bunlar peygamberliğin temel unsur­larıdırlar. CenabAlîah, elçiliğini üstlenecek olanları, peygamberliğe layık ve ehil hale gelecek şekilde hazırlar. Allah, peygamberliğini kime bırakacağı­nı bilir.

Lût'u, içinde peygamberlikle görevlendirildiği, pislik ve murdarlıklar ya­pan Sedum kasabasından kurtardık. O kasabanın halkı fısk-u fücur işleye­rek zalimlik yapmıyorlardı. Toplantı ve meclislerinde kötü fiiller İşliyor, ka­dınları bırakıp erkeklere yanaşıyorlardı. Lût'u rahmetimizin içine soktuk. Çün­kü o salihlerdendi.

Nuh'a gelince, O, insanlığın ikinci babasıdır. İbrahim ve Lût'dan önce O, kavmine beddua ederek Allah'tan şöyle bir istekte bulunmuştu: "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma"[49]. "Bunun üzerine: "Ben yenik düştüm, yardım et (ya Râb)!" diye Rabbine yalvardı"[50]. Nuh (A.S.) kavmi­ne 950 sene süreyle güzellikle çağrıda bulunduktan sonra, onlar küfür ve inadı elden bırakmadılar diye bu şekilde bedduada bulunmuştu. Cenab-ı Allah onun bedduasını kabul buyurdu. Kavmine azap indirdi. Onları hayatın kaynağı olan su ile boğdu, insana hayat veren su, yaşamlarının sonu oldu. Cenab-ı Allah Nuh'u ve beraberindeki mü'minleri boğulmaktan, şiddetli sıkıntıdan kurtar­dı. Onu, ayetlerimizi yalanlayan inançsız kavme karşı muzaffer kıldı. Zalim­lerin cezası işte budur!

Ey Mekke kafirleri! Sizden önce gelip geçmiş olan Lût ve Nuh kavimleri­ne, onların başlarına gelen felaketlere, mü'minlerin nasıl zafer kazandıkları-na,kafirlerin nasıl şiddetle azablandınldiklarma bakıp ibret almayacak mısınız?!! [51]

 

Davud Ve Süleyman Peygamberler

 

78- Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hak­kında hüküm veriyorlarken, Biz onların hükmüne şûhiddik.

79- Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hü­küm ve ilim verdik, Davud'la beraber teşbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları biz yapmıştık.

80- Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz?

81- Bereketli kıldığımız yere doğru. Süleyman'ın emriyle yürüyen şid­detli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.

82- Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu akma verdik. Onların hepsini gözetiyorduk. [52]

 

Bazı Kelimeler:

 

Genel anlamaa ekindir. Üzüm ağacı anlamına geldiğini söyle­yenler de olmuştur.

"Nefş" mastarından türeyen bu fiil, geceleyin yayılma manasını ifade eder. Rastgele ekinin İçine girip yayılmak demektir. Biiimum giyecekler, Ayette bu kelimeyle özel olarak zırh manası kas­tedilmiştin

Fırtına "Gavs" mastarından alman bu fiil, su­ya dalmak demektir. Ğavvas: İnci çıkarmak İçin denize dalan kimse. Dalgıç. [53]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Davud ile Süleyman'ı hatırla. Hani onlar, kavmin da­varlarının geceleyin içine rastgele girip yayılmış oldukları ekin hakkında hü­küm veriyorlardı ya. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, Davud ile Sü­leyman'ın verdikleri hükme ve onlara tabi olanlara şahit idi. Orada ilmiyle hazırdı. Çünkü hiçbir şey Ö'na gizli kalmaz. Ancak O'nun dilediği iş olur.

Müfessirler şöyle bir olay anlatırlar: İki kişi Davud'un yanma girdiler. O esnada oğlu Süleyman'da yanındaydı. İki kişiden biri ekin sahibi, diğeri de davar sahibiydi. Ekin sahibi dedi ki: Bu adamın davarı geceleyin çözül­müş, tarlama girmiş, ekinimden hiç bir şeyi geriye bırakmamış.

Davud, ekin sahibinin, telef olan ekinine eş değer olan davarı almasını hükmetti. Süleyman, Davud'un bu hükmünü işitince, daha hayırlı ve taraf­lar için daha merhametlice bir çözüm buldu ve dedi ki: Davarların ekin sahibine verilmesi, onun bu davarların yağından, sütünden, yününden ya­rarlanması, tartanında davar sahibine teslim edilmesi, onun bu tarlada ça­lışması, ekinlerin ertesi sene aynı duruma gelinceye dek uğraşması, ve netice­de herkesin, yanındakini diğerine geri vermesi gerekir.

Davud: "Ey oğulcuğum hüküm, senin verdiğin hükümdür" dedi. Ve Sü­leyman'ın hükmünü onaylayıp o şekilde hüküm verdi. Cenab-ı Allah'ın "Onu (meseleyi ve hükmünü) Süleyman'a bellettik" sözünün anlamı işte budur. Ona, adaletle hüküm vermesini öğrettik. Onun bu adil hükmünde zararı tazmin ve hasan da tamir etmek vardı.

Davud ile Süleyman'dan her birine doğru hüküm verme kaabiliyeti, Sü­leyman'a da meseleleri idrak etme yeteneği verdik. Bu noktadan hareketle bazı kimseler, "Her müetehidin bir görüş ve nasibi vardır" demişler. Sahih bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Hakim, ietihad eder de isabet ederse, onun için iki sevap vardır. İetihad eder de yanıhrsa, onun için bir sevap vardır."

Davud ile Süleyman, ietihad ederek mi hüküm verdiler, yoksa vahye da­yanarak mı ietihad ettiler? Görülen o ki, ietihad ederek hüküm vermişlerdir.

Genab-ı Allah Davud ile Süleyman'ı birlikte överken bunlardan her bi­rinin özelliklerini anlatmaya başladı. Önce Davud'unkileri anlattı. Çünkü O, Süleyman'ın babasıdır. "Davud'a dağlan ve kuşları boyun eğdirdik". Davud Allah'ı teşbih ederken, dağlar da kendisiyle beraber tesbihatta bulunurmuş. Hatta dağların onunla beraber yürüdüğünü söyleyenler de olmuştur, biri O'nu görünce Allah'ı ululayıp kutsamak İçin tesbihatta bulunurmuş,kuşları da O'na baş eğdirdik. Onun tesbihatı gibi tesbihatta bulunurlardı. Biz emir verince, emrine uyarlardı. Bu işlerin tümünü yapan biziz.

Sizleri savaşın eziyeti ve şiddetinden koruyacak zırhları yapma sanatını Davut'a öğrettik. Ama siz şükrediyor musunuz ki? Buradaki istifhamın ma­nası: Üzerinize yağdırdığı nimetlerden, sizi başarılı kıldığı hayır ve mutluluktan dolayı Allah'a şükür ediniz demektir. cümlesiyle, insanların şükretmeleri şiddetle isteniyor.

Bundan sonra Cenab-ı Allah, Süleyman (A.S.)'ın özelliklerini anlatma­ya başladı: "Rüzgarı, şiddetle esmekte olan rüzgarı onun emrine verdik". Rüz­gar onun emriyle esiyor, hükmüne boyun büküyordu. Rüzgarı, bereketli kıl­dığımız Şam toprağına taraf estiriyordu. Cenab-ı Allah herşeyi bilir. Deniz­lere dalan, İhtiyaç duyduğu madenleri çıkaran, bundan başka bina, kale, heykel, havuz kadar geniş leğen ve sabit kazanlar yapmayı bilen şeytanları da onun: emrine verdik. Biz onları onun için koruma altında tutuyorduk. Ne bir yere^ kaçabilir, ne de bir bozgunculuk yapabilirler. Ne de işi oyuncak edinirler. 1 Aksine, herkes mükellefİyyetine göre çalışır.

Bu ayetler, çalışmanın şeref, meslek edinmenin de üstünlük olduğuna ta­nıklık etmekte olan şahitlerdir. Sanat altın bileziktir, denmiştir.

Cenab-ı Allah, peygamberi Davut (A.S.)'dan haber verirken; onun zırh yaptığını, elinin emeğiyle sağladığı kazançla geçindiğini; Nuh'un marangoz olup gemi yaptığını; Lokman'ın terzilik yaptığını bildirmiştir. Tarih bize, iyi kimselerin, salih ve mü'min insanların metod olarak çalışmayı, dilencilik zil­letine tercih ettiklerini haber vermektedir. Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber (S.A,V.) efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Sizden birinizjpini alıp onunla odun topla(yip sat)ması, insanlardan dilenip ona vermelerinden- ya da onu mah­rum bırakmalarından daha iyidir", islamiyet boş ve tembelce oturmayı tanı­mayan bir dindir. Bilakis çalışma, kazanma ve zengin olmayı öngören bir din­dir. Tabii ki helal yoldan. Haram yoldan kazanmayı tasvib etmez.

Bazı insanlar; İslâmm fakirliğe, zâhidliğe, mescidlerde oturup bekleme­ye ve çalışmamaya çağıran bir din olduğuna dair yanlış bir kanaat içindedir­ler. Bu, yanlış bir anlayıştır, sakat bir düşüncedir. Ancak, İslâmiyet, kanaat­kârlığa ve rızkı güzel yoldan istemeye, dünyalık uğruna zillete katlanmamaya özendirmektedir. Dünyalık için hırs göstermek, insanı din kardeşine tecavü­ze sevkeder. Mal toplama tutkusu, insanı başkalarına zulmetmeye yöneltir. [54]

 

Eyyub Aleyhisselam

 

83- Eyyub da: "Başıma bir bela geldi, (Sana sığındım). Sen merha­metlilerin merhametüsisin" diye Rabbine nida etmişti.

84- Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini hem onlarla beraber daha bir mislini ona vermiştik. [55]

 

Bazı Kelimeler

 

"Dad" harfi üstün olarak okunduğunda, genel olarak zarar an­lamını verir.

"Dad" harfi ötreli olarak okunduğunda bedene isabet eden za-afiyet ve hastalık gibi zararları İfade eder. [56]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Eyyub'u ve onun gerçek haberlerini hatırla. Hani bir vakit Rabbine: "Bu dert bana dokundu. Elem ve keder beni yakaladı. Sen ey Rabbim, merhametlilerin en merhametüsisin?" diye dua etmişti.

Eyyub'a dokunan hastalığa gelince, müfessİrler bu konuya değinirken bazen çok ileri gitmiş, bazen geri çekilmişlerdir. Kurtubi, bununla ilgili ola­rak on beş görüş ortaya koymuştur. Bunlardan birincisi şudur: Eyyub (A.S.) namaz kılmak için silkinip kalkmak istemiş, kalkamayinca, da hastalığını şi­kayet etmek için değil de halini bildirmek için: "Bu hastalık bana dokundu" demiş, bu da sabra zıt bir söz değildir. Hz. Eyyub'un hastalığının İnsanları tiksindirici ve nefret ettirici bir hastalık olduğu hususunda bir takım görüş­ler ileri sürülmektedir ki bu da peygamberlik makamına yaraşmamaktadır. Zira peygamberler, insanları tiksindirici hastalıklardan münezzehtirler. Şu halde onun bu şekilde imtihan edilmesini,peyamberliğinden önce meydana gelmiş bir olay olarak anlamamız mümkün olacaktır. Böylece imtihan edildikten son­ra, Allah onu peygamber olarak seçmiştir.

Şu da var ki, Hz. Eyyub'un hastalığını tasvirde abartmaya kaçanlar, ehl-î kitabın yanında 'SifrEyyub' diye adlandırılan Tevrat tomarını dayanak olarak ileri sürmektedirler. Dolayısıyla bu tomarı düzenleyenin kim olduğu husu­sunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bunu düzenleyen yahudiler midir, Eyyub (A.S.) mudur. Süleyman (A.S.) mıdır, Eşiyâ mıdır, adı bilinmeyen bir adam-mıdır, Hazkiyal midir, yoksa Azrâ mıdır?

Ehl-i Kitab, Hz. Eyyub'un ne zaman yaşamış olduğu hususunda da gö­rüş ayrılığına düşmüşlerdir. Musa (A.S.) zamanında mı, Ezdeşîr'in veya Süleyman (A.S.)'ın veya Buhtunnasr zamanında mı, yoksa İbrahim (A.S.)'-dan önceki bir zamanda mı yaşamıştır? Bu hususta o kadar anlaşmazlığa dü­şülmüş ki, bir protestan bilgini, bu hayallerin hafifliği;, zayıflıklarını ispat­lamak İçin yeterli bir delildir, demiş.

Bu konuda söylenecek en doğru söz şudur:.Eyyub, Salih bir kuldu. Al­lah onu mal, aile, çocuk ve beden bakımından imtihan etti. O, sabretti. Son­ra Cenab-ı Allah ona afiyet ihsan etti. Ona, kaybettiğinden daha fazlasını verdi. Kur'an'da onu güzelce Övdü ve peygamber kıldı. Ama onda tiksindiri­ci bir hastalık yoktu. Cenab-ı Allah, mü'minler için Rahmeti sabit olduğun­dan, takva sahibi kullarına nasıl yardım ettiğini anlatmak için Hz. Eyyub'un kıssasını anlattı ki, bu kıssa, kullar İçin her zaman Öğüt olsun. Ve de insan Allah'ın affından umudunu kesmesin; inanan bir kimse, imtihan amacıyla dünyada musibetlerle karşılaşmayacağını sanmasın. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştu: "İnsanların en şiddetli belaya maruz kalanları peygamberler, sonra salih kişiler, sonra derece derece onlara benzeyenlerdir". Doğru söyle­din Rasulallah. [57]

 

İsmail, İdris Ve Zülkifl

 

85- Ey Muhammedi İsmail, idris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların herbiri sabredenlerdendi.

86- Onları rahmetimizin içine aldık; doğrusu onlar iyilerdendi. [58]

 

Açıklama:

 

Ayeti kerimede İsmail (A.S.) anlatılıyor. İbrahim (A.S.)'m oğludur. Pey­gamber efendimizin dedesidir. Allah'ın salat ve selamı tümünün üzerine ol­sun. İdris, Adem ile Şit (A.S.)'den sonra gönderilmiş bir peygamberdir.

Zülkifl'e gelince, kuvvetli görüşe göre O, salih bir kuldur. Tevbe edip Al­lah'a yönelmiştir. İsrailoğullarmdandir. Rivayete göre İbn Ömer (R.A.), Pey­gamber (S-A.V.) efendimizin şöyle buyurduğunu aktarmıştır. "İsrailoğuila-rmda Zülkifl adında bir adam vardı. İşlediği suçların günahından korkmaz­dı. Bir kadının peşine düştü. Kendisiyle yatması için ona altmış dinar verdi. Erkeğin hanımıyla cinsel ilişki kurarken oturduğu yere oturdu. (Yani kadınla cinsel münasebet vaziyetine girdi) O esnada kadın, titreyip ağladı. (Ona) Se­ni ağlatan nedir? dedi. Kadın: Bu işten (dolayı ağlıyorum) dedi. (Daha önce) vallahi böyle bir iş yapmış değilim. Zülkifl: Ben seni zorladım mı ki? dedi. Kadm: Hayır, ama muhtaçlığım beni buna yöneltti, dedi. O da: (Haydi öy­leyse) git. O (dinarlar) senindir. Allah'a and olsun, bundan sonra artık Al­lah'a hiç isyan etmeyeceğim, dedi. Sonra o gece öldü..Kapısının üzerinde: "Şüphesiz Allah, Zülkifl’i bağışlamıştır" ibaresinin yazılı olduğunu gördü­ler".

Bu hadisin şahinliğini ancak Allah bilir.

ismail, İdris ve Zülkifl.. Hepsi de sabreden ve yaptıkları iyiliklerin kar­şılığını Allah'tan bekleyenlerdendi. Onları rahmetimizin içine soktuk. Onla­rı şefkat ve tevfikimız ile kuşattık. Çünkü onlar, Allah'a gönülden kulluk eden salîh kimselerdi.

Kurtubi, tefsirinde Zülkİfl İle ilgili yukarıdaki hadisi aktardıktan sonra bazı rivayetleri şöylece sıralar: Abdurrahman bin el-Haris'in oğlu Ömer ve Ebu Musa, Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiş­lerdir: "Zülkifl peygamber değildi. Ama Salih bir kuldu. Ölmek üzere olan bir adama, kavmine onun yapacağı işleri yapmayı tekeffül etmişti..."

Ama gerek buradaki ayetin akışı, gerek Sad sûresinde, içinde bir çok pey­gamberlerin anıldığı "İsmail'i, el Yesa'i, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir"[59] ayeti kerimesinin akışı, Zülkifl'in peygamber olduğuna işaret etmiyor mu? Kaldı ki Keşşaf, Onun peygamber olduğunu, biri İlyas, diğeri Zülkifl (Büyük pay sahibi) olmak üzere iki adlı olduğunu sarahetle bildirmektedir. [60]

 

Yunus Aleyhisselam

 

87- Zünnûn hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka tanrı yoktur. Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye seslenmişti.

88- Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtarmıştık. İnananları böyle kurtarırız. [61]

 

Bazı Kelimeler:

 

Nun sahibi: Yunus peygamberdir. Nun: Balıktır. Yar­gılamak ve hükmetmek anlamındadır. Kadr ve takdir kökünden alınmıştır. Yani, Yunus kendisine azaplandırmaya güç yetiremeyeceğİmizİ sanmıştı. şeklinde okuyuş ta bu manayı pekiştirmektedir. Bazıları, ayetin şu manaya da gelebileceğini söylemiştir: Yunus, kendisine darlık Vermeyeceği­mizi sanmıştı.

Balık karnına giren Yunus (A.S.)'m kıssası, Kur'an-ı Kerim'de yer alan ve çok inceliği olan bir konudur. Bu konuyu araştıracak olan kimsenin geniş vukuf ve kelimelerle manaları üzerinde iyi tasarruf sahibi olması gerekir. Şun­dan ki, bu kıssa hem^bu sûrede, hem Sâd sûresinde anlatılıyor. Bu sûrede: "Zira (O, kavmine) kızarak gitmişti" deniliyor. Sâffat sûresindeyse: "Dolu gemiye kaçmıştı" deniliyor. Ayrıca konumuz olan bu surede "Kendisine güç yetİremeyeceğimizi sanmıştı" "Ben zalimlerden oldum" deniliyor.

Kur'an-ı Kerim nasslannm zahiri, Yunus (A.S.)'ın öfkelenmiş olduğunu ifade ediyorlar. Hem de ne öfke! Kaçak bir köle gibi kaçmış, kendisine güç yetİremeyeceğimizi sanmış ve zalimlerden olmuştu.

Şüphesiz bu, peygamberlere yakışmayan bir husustur. Kaldı ki bu konu, bizleri peygamberlerin ismetini ve bu sıfatlarının nereye kadar vardığını araş­tırmaya yöneltecektir. Ayrıca yukardaki nasslan dinin ruhuna uygun bir bi­çime tevil etmeye itecektir. Bence peygamberlerin ismeti hakkında söylene­cek en doğru söz şudur: Peygamber, büyük günah işlemekten mutlaka ma­sumdurlar. Küçük günahları ise peygamber İken amden (bilerek) işlemekten masumdurlar. Her ne kadar bazı suçları işlemişlerşe de, ya bunları tevil ede­rek, ya da unutarak İşlemişlerdir ki bu da onlar hakkında günah sayılır. Bu suçlan her ne kadar ümmetleri hakkında günah sayılmasalar da, onlar hak­kında günah sayılır. Çünkü onlar Allah'a yakındırlar, O'nun yüce makamı­na muttasıldırlar. "İyi kimselerin haseneleri, Allah'a yakın olanların seyyleleri mesabesindedir" diyen, ne doğru demiştir. Mevzumuz, Yunus kıssasıdır. Bizleri hatadan korumasını Allah'tan dileyerek söze başlıyoruz: [62]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Hatırla ozaman ki Yunus, Allah rızası için kızarak kavmi­ni bırakıp gitmişti. Çünkü kavmi Allah'ı inkar ediyor, Peygamberlerini doğrula-miyorlardi. Ayetlerden anlaşıldığına göre Yunus, kavmine peygamber olarak gönderilmiş, kavmi ona isyan etmiş, çok az kimse ona uymuştu. Bu da onun kalbini parçalıyor, onu incitip öfkelendiriyordu. Yunus kalbi dar, tahammül­süz, kavmine şiddetle tutkun bir insandı. Bütün bunlar onu öfkelendirip fe­veran ettiriyordu. Oysa peygamberler böyle olmamalıydı. Bakınız Cenab-ı Al­lah, Peygamber efendimize ne buyuruyor: "Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti"[63] Kur'an-ı Kerim bu konuya, masum ve her ayıptan uzak olan Peygamber (s.a.v.) hakkında da çok defalar temas etmiştir. "Belki sen, sana vahyolunanın bir kısmını (du­yurmayı) terk edeceksin ve bunu onlara okumaktan göğsün daralacak, sıkılacaksın"[64]

Yüce Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun İbrahim, Musa, İsa, Nuh ve Muhammed gibi peygamberler, sabır ve sebatta pek ileri gittikleri için 'Azm sahibi peygamberler' olmuşlardır.

Yunus, Rabbine isyan edildiği için gitmişti. Yoksa Rabbine kızdığı veya firar ettiği için değildi bu gidişi. Aksi takdirde, normal bir insana bile yaraş­mayan büyük bir günah işlemiş olurdu. Bu günahı Yunus nasıl İşleyecekti? O Yunus ki, Mustafa (S.A.V,), Onun hakkında şöyle demişti: "Beni Yunus bin Matta'dan üstün görmeyin!".

Şu halde O, Rabbine İsyan edildiği için öfkelenerek toplumundan uzak­laşmıştı. Kaçak bir köle gibi kaçıp gitmişti ki, bu da şerefli bir peygambere yaraşmayan bir hareketti. Bu sebeple Allah tarafından kınandı. O da kendini zalimlerden biri olmakla niteledi.ayet-i kerimesine gelince bu­nu şöyle manalandırabiliriz: Yunus, hareketlerini kısıtlamayacağımızı, bila­kis onu istediği yere gitmekle serbest bırakacağımızı, ona azap takdir etme­yeceğimizi ve onu cezalandırmayacağımızı zannetti.

Yunus'un kıssasında anlatıldığına göre, O, Rabbine isyan edildiği için öfkelenerek, kaçak bir köle gibi şehirden kaçıp gitti. Deniz kıyısına vardı. Orada bir gemi buldu, gemiye bindi. Başını alıp gitmişti. Gemi, denizin enginlikle­rine ulaştığında sarsılıp sallanmaya başladı. Batacak hale geldi. Kaptan: "He­pimiz boğulmaktansa bir kişinin boğulması daha iyidir" dedi. Gemidekiler, aralarında kur'a çektiler. Kur'a, Yunus'a çıktı. Onu denize attılar. "Kınana­rak balık onu yuttu" Çünkü Yunus'un, kavmi hakkında Allah'ın emri gelin­ceye dek sabretmesi daha iyi olacaktı. Balığın karnına yerleşince kendine gel­di, ne durumda olduğunu anladı. Gece karanlığı, denizin karanlığı balığın karnındaki karanlıktan oluşan karanlıklar içinde şöyle dua etmeye başladı: "Senden başka tanrı yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, eyRabbim. Doğru­su ben, zalimlerden oldum. Beni bağışla ya Rab" Allah onu bağışladı. Onu, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtardı. Allah, inananları işte böyle kurtarır. Öğüt ve ibret alın, ey basiret sahipleri!.. Kavmi iman edince, onlardan dünya hayatındaki rezillik azabını kaldırdık ve onları bir süre daha yaşattık. "Keş­ke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir mem­leket olsaydı. Yalnız Yunus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan rezillikler azabını kaldırmış ve onları bir süre da­ha yaşatmıştık "[65]

 

Zekeriyya, Yahya Ve Meryem

 

89- Zekeriya da: "Rabbim! Beni tek başıma bırakma, Sen varislerin en hayırhsısm" diye nida etmişti.

90- Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum ya­pacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yanşıyorlar, korkarak ve uma­rak Bize yalvanyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.

91- Mahrem yerini koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir mucize kılmıştık. [66]

 

Bazı Kelimeler:

 

Beni terketme. Kendi nefsini koruyan kadın (Mer­yem).İffet manasına gelir.

İffet, nefsi kmama ve cezalanmaktan ko­rur. [67]

 

Açıklama:

 

Hatırla o vakti ki Zekeriyya, Rabbine gizli bir yalvarışla dua etmişti: "Ey Rabbim! Kemiklerim zayıfladı. Başım da ihtiyarlık aleviyle tutuştu. Sen ba­na güzeli ve duayı kabul etmeyi, adalet olarak öğrettin. Ey Rabbim! Beni ço­cuksuz olarak bir başıma bırakma. Yarattıkların yok olduktan sonra sen ba­ki kalacaksın. Sen bana her hususta kafisin. Sen ne güzel vekilsin? Benden sonra peygamberlik yükünü taşıyacak bir çocuğu bana nasib etmesen de ben, dinini zayi etmeyeceğini biliyorum. Çünkü çocuğum olmasa da, kullarından seçip beğendiğin kimseler bu işi yürüteceklerdir. Cenab-i Allah duasını ka­bul buyurdu. Ona Yahya'yı bağışladı. Daha önce Yahya'ya benzer bir insan yaratılmış değildi.

Cenab-ı Allah, onun kısır olan karısını doğuma elverişli hale getirdi. Ka­rısı, kısırlıktan sonra gebe oldu. Güzel ahlakta kendisine halef olacak bir ço­cuğu dünyaya getildi.

Bunda bir tuhaflık, yoktur. Zira Zekerİyya, Yahya ve eşi her zaman iyi işlere koşuyorlardı. İyi işler yapmakta birbirleriyle yanşıyorlardı.

Denildi ki: Bütün peygamberler hayır işlerinde yarışıyorlardı. Bu da Al­lah'ın onlara ikramda bulunmasının, isteklerini yerine getirmesinin sebebi idi. İbret alın ey insanlar. Onlar umarak ve korkarak, sevinçte ve tasada, rahat­lıkta ve sıkıntıda bize dua ederlerdi. Bize yalvaran, saygılı ve mütevazi kimse­ler idiler.

Haya yerini koruyan, nefsinin iffetini muhafaza eden, kendini her türlü kötülükten ve kusurdan uzak tutan iffetli Meryem'i de hatırla. O'na ruhu­muzdan üfledik. Cenab-ı Allah'ın, Ademin yaratılışıyla ilgili sözleri daha önce geçmişti: "O'nu(n şeklini) düzçkip onu ruhumuzdan üflediğimiz za­man..."[68]. Buna göre ayetin manası şöyle olur: Meryem'in karnındayken İsa'ya can verdik. O'nu ve oğlunu, noksanlıklardan münezzeh, yüce ve muk­tedir olan Allah'ın gücüne işaret eden birer alamet kıldık. Hz. adem anasız-babasiz yaratıldığı gibi, İsa (A.S.)'da sadece babasız olarak yaratıldı. İsa, bütün insanlar için bir mucize oldu. Her ne kadar peygamberlerden değilse de bu­rada Meryem anamız, oğlu İsa için anılmıştır. [69]

 

Bütün Peygamberler Nezdindekı Büyük Birlik

 

92- Doğrusu tevhid dini olan Müslümanlık, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbsnizim, artık Bana kulluk edin.

93- Ama İnsanlar, din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar, hep­si Bize döneceklerdir.

94- İnanmış olarak yararlı iş işleyenin amelî inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.

95- Yok ettiğimiz kasaba halkının, ahiren? ceza görmek üzere Bize dön­memesi imkansızdır.

96- Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden bo­şanırlar.

97- Gerçek vaad yaklaştığında, inkar edenlerin gözleri beliriverir: "Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik, hem de zalimdik" derler. [70]

 

Bazı Kelimeler:

 

Milletiniz.Yüksek tepe.Koşarak gelirler.İnsanın, içinde bulunduğu durumun korkunçluğundan dolayı gözlerinin dönmesi. [71]

 

Açıklama:

 

Geçmiş peygamberlerin ve toplumların haberleri anlatıldıktan; hepsinin İyi işlere koştukları, korku ve ümid içinde Allah'a dua ettikleri, O'na saygılı oldukları, O'na dayandıkları, O'na teslim oldukları, katıksız tevhid dinine bağlı oldukları, Allah'a, peygamberlerine ve kitaplarına iman ettikleri açığa çıktıktan sonra yüce Allah, Muhammed'i davetin uyduruk bir davet, Muham-med'in de türedi bir peygamber olmadığına işaret buyurdu.

Bu Muhammedî ümmet, kendisine tutunup başka tarafa sapmamanız gereken ümmetinizdir. Diğer ümmetlerin peygamberlerine karşı takındıkları ta­vırdan da anlaşıldığına göre bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Usulde ve İnançta muhtelif olmayan tek ümmeti kastediyorum.

De ki: "Ey ehl-i kitab, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım. O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Birimiz di­ğerini Allah'tan başka rab edinmesin"[72].

Doğrusu sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin bir ve tek olan, herşeyin varlığı ve bekası kendisine bağlı olan Rabbinizin, o halde ba­na ibadet edin ve bana hiç bir şeyi ortak koşmayın. Peygamberlerime, özel­likle Muhammed (s.a.v.)'e iman edin.

Burada söz artık mahataptan gaibe çevriliyor. Sözü edilen kavmin ha­berleri, sanki başka kavimlere aktarılıyor. Görmezmisİniz ki İnsanların işle­dikleri, "Allah'ın din.ine muhalefet suçu" aralarında Allah'ın dinini parça­ladı, bölük pörçük yaptı. Bir cemaatin şu sana, bu falana, bu da bana, diye­rek bir şeyi bölüp taksim etmesi gibi, Allah'ın dinini parçalara ayırdılar. Bu onların gruplara ve fırkalara ayrıldıklarını temsil eden' bİr sözdür. Ama on­lar bilmediler ki hepsi bize dönecekler, en büyük korku günü olan kıyamet gününde şiddetli bir Hesaba çekilmek üzere bize gelecekler. Ey insanlar! On­lar gibi olmaktan sakının.

Allah'a ve Resulüne inanmış olarak bazı iyi İşler yapan kimse, yaptığı İşin mükafatını eksiksizce alacak ve onun ameli, nankörlükle karşılanmaya­caktır. Onun yaptığı iş, kıyamette sağ eline alacağı amel defterine melekler tarafından kaydedilmiştir. "Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez"[73].

"Helak ettiğimiz bir ülkeye, artık (doğru yolu bulmak) İmkansızdır. Onlar bir daha dönemezler[74] "Evet, kendilerini helak etmeyi isteyip takdir etti­ğimiz bir ülke halkının,küfürden İslama dönmesi artık imkansızdır. Onlar doğ­ru yolu bulamazlar. Cenab-ı Allah onların kalblerini ve kulaklarım mühür-lemiş, gözlerine perde çekmiştir. Onlar artık iman edemezler hiç.

Ayet-i kerimeyi kısaca şöyle manalandırabililiriz: Cenab-ı Allah'ın, du­rumlarını bildiği için helak etmeyi takdir buyurduğu bir milletin, kıyamete dek İslama ve islamın sınırlarına dönmesi asla düşünülemez. Kıyamet kopunca akılları başlarına gelir ve derler ki: "Vah bize, biz bundan gaflet içindeydik. (Bunun doğru olacağım hiç düşünmüyorduk. Biz gerçekten (nefislerimize) zulmediyormuşuz (da haberimiz yokmuş)"[75]. Onlar acı azabı görünceye ka­dar İnanmazlar. Şu halde "Ye'cuc ve Me'cuc (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya saldırırlar)" ayet-i kerimesi, kendinden Önceki ayetin sonudur. Nitekim bunu daha önce anlattık.Ayet-i kcrimcsindcki fiilinin başında bulunan "la" harfi tckid için kulla­nılan zaid bir sıladır. Bu, arap dilinde alışılagelen bir üslûptur. Bu ayetin şu manaya geldiğini söyleyenler de olmuştur: Helak ettiğimiz bir ülkenin halkı, kıyamet gününde hesaba çekilmek üzere bize dönecektir. Çünkü bu yaptık­ları işler için sadece dünyada ceza görmeyecekler, ahirette de göreceklerdir.ayet-i kerimesi, kıyamet gününün sahnelerinden . birini tasvir etmektedir: Ye'cuc ve Me'cuc'un (yani bütün insanların) kabirle­ri açıldığı zaman, onlar kabirlerinden çıkarlar, her tepeden koşarak gelirler.

Ayeti böyle manalandırmamızı İbn Abbas (R.A.)'ın "Onlar her kabir­den koşup gelirler" şeklindeki kıraati de teyid etmektedir. Bu da ölüm son­rası dirilişin İnsanların kabirlerinden çıkışlarını tasvir ediyor.

Artık gerçek va'd (kıyamet) yaklaşmıştır. Gördükleri manzaraların kor­kunçluğundan ötürü kafirlerin gözleri birden donup kalır. Ve şöyle söylenirseler: Vah bize bundan gaflet içindeydik. (Bunun doğru olacağını hiç düşünmüyorduk). Bu günü hesaba katmamış,, dahası biz buna inanmamıştık. Ha yır, biz hem kendi kendimize, hem de başkalarına zulmetmişiz.

Tefsir-i t Me'sûr de şöyle bir görüş ileri sürülmektedir: ayet-İ kerimesinde kastedilen mana, Ye'cuc ve Me'cuc'un şeddinin açılmasıdır ki, bu da dünyada olacaktır. Sedleri açılınca i da yeryüzünde bozgunculuk yapacak, dünyayı talan edecekler, sonra Cenab-ı Allah onları helak edecektir.

İbn Kesir, bunu ispatlayan bazı hadislere tefsirinde yer vermiştir.

Ayetin böyle manalandırılması mümkün değildir; çünkü dünyada böyle maddi bir Sed mevcud değildir. Sed kelimesini tevil edersek bu ayetin yukarı­daki gibi manalandırılması şöyle mümkün olur; Cinde, Rusya'da ve bunlara bağlı ülkelerde yayılmakta olan yıkıcı fikirler, günün birinde bütün dünyaya taşabilir, bütün bir insanlığı önüne katıp götürebilir. Hadis-i Şerifte de bildi­rildiği gibi o zaman çok az sayıda müslüman kalacak, o kafirleri Cenab-i Al­lah helak edecektir.

Bu şekil de manalandırıİan ayet-i kerime kıyamet saatinin gelmekte ol­duğunu haber veren işaretleri bildirmektedir. Kitabındaki ayetlerin manasını en iyi bilen Allah'tır. [76]

 

Kafirlerin Ve Mü'minlerin Akıbeti

 

98- Sız ve Allah'tan başka taptıklarınız, işte onlar Cehennemin yakıtı­sınız; oraya gireceksiniz.

99- Eğer bunlar tanrı olsaydı Cehenneme girmezlerdi; hepsi orada te­melli kalacaktır.

100- Orada onlara ah etmek vardır; birşey de işitemezler.

101- Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, Cehennemden uzak tutulanlardır.

102- Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler İçin­de temelli kalırlar.

103- En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bugündür" diye karşılarlar.

104- Göğü, kitab dürer gibi durduğumuz zaman, yaratmaya ilk başla­dığımız gibi —katımızdan verilmiş bir söz olarak— onu tekrar var edeceğiz.Doğrusu Biz yaparız.

105- And olsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da,yeryüzüne ancak İyi kullarımın mirasçı olacağını yazmıştık.

106- Doğrusu bu Kur'an'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. [77]

 

Bazı Kelimeler:

 

Cehennem odunu ve yakıtı. Girerler. Sı­kıntıdaki insanın içinden gelen ses ve inilti. Uğultusu."İştiha"dan gelir. Bu da nefsin lezzet isteğidir.En büyük korku. Surun ikinci kez üfürülüşü.

"Tayy"dan gelir. Dürmek anlamını ifa­de eder. Sayfa.

Zebur, Zebere fiili yazı yazmak, kitap yaz­mak manasına gelir. Şu halde Tevrat, încil ve Kur'an'a da bu bakımdan Ze­bur denebilir. [78]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Allah'ın birliğine işaret eden şu sağlam ve hayretnüma kevnî ayetlere, mucizelere bakın. İşte peygamberlerin hepsi İnsanları buna davet ediyorlar. Allah'ı birlemeye çağırıyorlar. Bundan sonra Allah'a ortak koşanların hali nice olacaktır.

Ayetler, tevhid ehli ile müşriklerin sonlarının ne olduğu açığa çıkıp belli olduğu kıyamet gününden bir sahneyi gözler Önüne seriyorlar. Bu konuda İbn Abbas (R.A.)ın şöyle dediği rivayet edilir: "Siz ve Allah'tan başka tap­tıklarınız Cehennem odunusunuz" ayet-i kerimesi nazil olduğunda bu, Ku-reyş kafirlerinin çok ağırına gitti. Ve "Tanrılarımıza sövülüyor" dediler. İbn el-Züba'ri'ye gelerek böyle bir ayetin indiğini ona haber verdiler. O da, eğer ben orada bulunsaydım Muhammed'e gerekli cevabı verirdim, dedi.- Ona ne derdin? diye sorduklarında, şu cevabı verdi: "Ona derdim ki, İşte hıristiyan-lar isa'ya; yahudİlerde Uzeyr'e tapıyorlar. Bu ikisi de Cehennem odunu mudurlar?! Kureyşliler onun bu cevabım beğendiler. Muhammed'in bu söz kar­şısında yenik düşeceğine inandılar. Bunun üzerine şu ayetler vahyedildi: "Ama bizden kendilerine (ezelde) güzellik geçmiş (mutluluk takdir edilmiş) olanlar, ondan (Cehennemden) uzaklaştırılmışlardır".

"Meryem oğlu, bir misal olarak anlatılınca hemen kavmin ondan ötürü yaygarayı bastılar"[79]

 

Açıklama:

 

Ey kafirler ve müşrikler! Siz ve Allah'tan başka taptığınız putlar, şeytan­lar, hayvanlar, yıldızlar ve tanrı edindiğiniz diğer varlıklar, Cehennem odunusunuz. "O halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten korunun"[80]. Hepi­niz oraya gireceksiniz. Ey kardeşlerim! Yakıtı insanlarla taşlar olan ateşe ba­kın!.. Allah bizi onun şerrinden korusun. Olaylara aklınla bak. Kutlu ve yü­ce Allah'ın doğru sözünü anlamaya çalış. O'nun sözleri, güneşten daha açıktır.

Şu taptıkları şeyler, ibadetin de gereği olarak fayda ve zarar veren tanrı­lar olsalardı, cehenneme girmezlerdi. Oysa ki hem tapanlar, hem de tapılan-lar ateşe gireceklerdir. Onlar Cehennemde ebedi kalacak, şiddetli bir azaba uğratılacaklardır. İçinde bulundukları şiddetli tasa ve sıkıntıdan dolayı inle­yip solurlar. Sonsuz acı, keder ve hüzne gark olduklarını gösteren sesler çı­karırlar. İçinde bulundakları azabın şiddetinden ötürü hiç bir şey işitmezler. Bilakis onlar sağırdırlar, kördürler. "Kıyamet günü onları, yüzü koyun,kör, dilsiz sağır bir halde süreriz. Varacakları yer Cehennemdir"[81]. Küfrün so­nu işte budur.

îman edip iyi işler yapana gelince, başkaları kendisine İbadet etse bile, göreceği hiç bir zarar yoktur. Hiç bir günahı da yoktur. Mesela Hz. İsa'nın, Uzeyr'in ve Ali'nin ne günahı vardır? Bazı insanların taptıkları meleklerin günahı nedir? Evet bunlar, şu aşağıdaki ayetin delaletiyle Cennete girecek­lerdir. Bizden kendilerine (ezelde) güzellik geçmiş (iyi amelleri dolayısıyla ken­dilerine Cennet takdir edilmiş) olanlar, ateşin sesini duymazlar. Cehennem ateşinin kıvılcımları onlara dokunmaz. Onlar, Cehennemden uzaklaştırılmış­lardır. Ebedi Cennetlerde gönüllerin arzuladığı, gözlerin görmediği, kulak­ların işitmediği, kalblerin hatırlamadığı nimetler içinde yaşarlar. "... Orada size canlarınızın çektiği her şey var. Orada size istediğiniz her şey var (Bütün bunlar), O bağışlayan, O esirgeyen (Allah)tan bir ağırlama olarak (sizelutfc-dilmiştir)[82]

Onlar Cennette kalacak, korku ve hüzün duymayacak, başkalarının ba­şına bela olarak gelen, kalblerini sarsan, bedenlerini titreten en büyük korku ve dehşet, onları asla îasalandırmayacaktır. Melekler onları müjde ve selam­la karşılarlar: "Selam size, (ne) hoşsunuz, ebedi kalmak üzere buraya girin"[83]. Onlara: "Size va'd olunan gününüz işte budur" derler. Bu günde ik­ram, sevap ve güzellikler vardır.

Bütün bunlar Cenab-ı Allah'ın, gördüğümüz şekilde açıp yaymasından sonra göğü bir kitap sayfası gibi düreceği günde olacaktır. Bu ifadeler, kuv­vet ve kudret sahibi Allah'ın, semavat alemini kitap sayfası gibi dürmesinin parlak bir tasviridir. Noksanlıklardan münezzeh olan ey Rabbim, sen her şe­ye kaadirsin.

Açılıp yayıldıktan sonra semâ dürülecek, insanlar da dünyada olduğu gibi dirilecektir. Ölmüş olan halk ta, ilk yaratılışları gibi hayata döndürülü-ceklerdir. İlk yaratılışla son yaratış, Allah'ın kudreti dahilindedir. İlk defa­sında yoktan var edilen insanlar, son defasında da yoktan varedilecektir. Bu son yaratış, nazarımızda Allah için daha kolay olacaktır, ölmüş olan halkı yeniden dirilteceğini Cenab-i Allah va'detmiştir. Ey Muhammedi Rabbinin va'di gerçekleşecektir. "Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?". "Biz (bun­ları) yaparız". Tevrattan sonra, Bütün peygamberlere indirilen kitaplarda, Al­lah'ın dilediği kullarını yere hakim kılacağım yazdık.

Cenab-ı Allah, salih kullarını yere varis kılacağına hükmetmiştir. Yer de­diğimiz de Cennettir. Mirasçı, babasının malına varis olmayı hakettiği gibi, inanan iyi kimseler de Cennete girmeyi hakedeceklerdir.

Bazı bilginler yer'in, kafirlerin diyarı olduğunu; dini emirleri yerine ge­tiren, Kur'an'la hükmeden, Peygamber (s.a.v.)'in hidayetine sarılan salih mü'-mİnlerin o diyarları ele geçirecekleri görüşündedirler. Şüphesiz bu, güzel bir görüştür. Cenab-ı Allah, onur ve üstünlüğü kafirlere değil de kendine, Resu­lüne ve mü'minlere vermiştir. Mü'minlere karşı kafirlere asla yo! vermemiş­tir. Ama ey kardeşim biz nerede, Kur'an nerede? Salih müslümanlar nerede?

Bazı kimseler, ayette geçen yer'in dünya olduğu ve imar etmek için de salih kulların dünyayı ele geçirecekleri görüşündedirler. Ama bu, bütün ki­taplarda yazılı olmadıkça kaale alınmaz. Ama bazılarının; yeri kafirler değil de, salih mü'minler ele geçireceklerdir, diyerek ileri sürdükleri görüş, gözle görülen gerçeklerle reddedilmiştir. Kitabındaki ayetlerden amaçlanan mana­yı en iyi bilen Allah'tır.

Sûrenin başından buraya kadar anlatılan ve gözlerimizi Allah'ın kevnî mucizelerine çeviren ifade ve kıssalarda bizler İçin yeteri Ölçüde sadra şifa ola­cak ibretler ve öğütler vardır. Ama bu ibret ve öğütler, Allah'a teslim olan, O'na gönülden ibadet eden kimseler içindir. Çünkü bu öğüt ve ibretlerden yararlananlar onlardır. [84]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn İnsanlara Karşı Tutumları

 

107- Ey Muhammedi Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönder­dik.

108- De ki: "Doğrusu tanrınızın tek bir Tanrı olduğu bana şüphesiz vahyolundu. Artık müslüman olacak mısınız?"

109- Eğer yüzçevirirlerse, deki: "Size düpedüz açıkladım; tehdid olun­duğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem."

110- "Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir."

111- "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar ge­çindirmek içindir."

112- Peygamber: "Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet, anlattıkları­nıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir." dedi. [85]

 

Bazı Kelimeler:

 

Size bildirdim, duyurdum. Bu parlak açıklamalardan sonra pey­gamber (s.a.v.)'in tutumuna ve insanlığa niçin gönderilmiş olduğuna gele­lim. O, dosdoğru yolda bulunan bir rahmet peygamberidir, insanlara Allah'­ın emirlerini duyurmakla görevlidir. İnsanları hesaba çekmekse Allah'a ait­tir. [86]

 

Açıklama:

 

önceki sayfalarda okuduklarımızdan; mü'minlerin mükafatlarıyla,müş-rîklerin cçzalamrın ne olduğunu, iyi sonun, takva sahibi kimselere ait oldu­ğunu, hayrın anahtarının ve rahmetin kapısının Resulullah (s.a.v.) olduğu­nu öğrendik. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "Biz seni (ey Muhammed), ancak bütün insanlığa rahmet olarak gönderdik."

Muhammed (s.a.v.)'c uyanlara gelince, O'ııun rahmeti hepsini örtmüş, nur ve fazileti hepsini kaplamıştır. Her ne kadar dolaylı yoldan da olsa, di­ğerleri de böyledir. Dünyada İlk olarak adaleti yerleştirip yasalaştıran, ilk olarak adaletle hükmeden, hikmetli kanunlar vaz'eden, sağlıklı demokrasinin tohum­larını eken, Muhammed (s.a.v.)'dir, dersek mübalağa etmiş ve abartılı ko­nuşmuş olmayız. Zayıfa ve mazluma ilk yardım eden, zenginden fakirin hakkını alan, hasımlar arasında eşitlik sağlayan, kendisine uyanlarla uymayan­lara eşit davranan, adalet ve iyiliği, akrabaya yardımda bulunmayı emreden, fuhşu ve İslamın çirkin gördüğü davranışları yasaklayan O'dur. O'nun kita­bı, dünya halkının yolunu aydınlatan bir kandildir. Hayır ve hidayetin, ilim ve marifetin anahtarıdır. Romalıların ve Farsların akılcılığını dizginleyip kalıba sokan bir ıtırdır. Yüksek bir Islami felsefeyi oluşturan bir iksirdir. O'nun dini sayesinde ilk önce şarkta ilim ve marifetler doğdu. Sonra bu ilimler, Haçli-Türk savaşları ve Endülüs üniversitesi yoluyla batıya intikal etti. Batılılar bu kıymetli ilimleri alıp geliştirdiler, çemberlerini genişlettiler. Allah'ta İlim sahibi olmalarını murad buyurdu. Doğunun ve müslümanların da, din- i lerinden uzaklaşmalarını murad buyurdu. Onlar da ilim ve marifetlerini ih­mal ettiler. Devran aleyhlerine döndü. Düşmanları onları zelil kıldı. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "O günler... (Evet) onları biz insanlar arasında : çevirip duruyoruz. (Kah bir kavme, kah ötekine galibiyet veriyoruz)"[87]

Gençlerimize umutla bakıyoruz. Kur'an'in gür sesini dünyaya duyaran,  İslami tekrar eski onuruna kavuşturmak, islamın yüce peygamberinin alem­lere rahmet olarak gönderildiğini açıkça herkese duyurmak için Kur'an'ı in­celeyip kavramaya çalışan bu gençlik, insanlığı içine düştüğü çukurdan kur­taracak olan gençliktir. Bunlar, dünyayı imar etmede, ahiret kurtuluşuna er­mede salih ve güçlü mü'min için pratik bir örnek teşkil etmektedirler. Peygamber-i Zişân efendimiz, Rabbinden aldığı emirle şöyle diyor: Benim di­nim gerçekten sadedir, kolaydır, içinde karmaşıklık yoktur. Eğrilik büğrülük yoktur. Tanrınızın tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Şu halde sadece O'na kulluk edin. Dünya, mal, şehvet, itibar, saltanat gibi şeyleri O'na ortak koş­mayın. Kalbinizle ve dilinizle: Allah en büyüktür, övgü O'nadır, deyin, artık siz müslüman olacak mısınız? O'na teslim olun. Halis niyetle O'na bağla­nın. (Bundan sonra hak davadan yüz çevirirlerse, onlara de ki): Ben size sulhsüz bir savaş İlan ediyorum. Bu bilgide sizinle eşit olduğumu daha önce size bil­dirmiştim. Artık benim bir özrüm kalmadı. Azaba uğradığınızda bunu be­nim size bir hıyanetim olarak telakki etmeyin. Tehdid olunduğunuz azabın geliş vaktinin yakın mı, uzak mı olduğunu vallahi bilmiyorum. Ben, Allah'­ın size gönderdiği bir elçiden başkası değilim. Gayibla ilgili bir şey de bilmi­yorum. Hakikatleri bütün gerçekleriyle bilen ancak Allah'tır. O ki, noksan­lıklardan uzaktır. Gizliyi, gizlinin de gizlisini, açıkça söylenen sözü, müslü-manlara karşı göğsümüzde gizlediğiniz kıskançlık ve düşmanlıkları bilir.

Bilemiyorum, azabınızın ertelenmesi; ne yaptığınızı görmesi için belki de Allah tarafından sınanmanız içindir. O, sizi herkesten daha iyi bilir. Belki de aleyhinize bir hüccet olsun, ve va'dedilen azap da O'nun katında malum olan bir zamanda gelsin diye sizi belli bir zamana ve mahdud bir vakte kadar yaşatmak için azabınızı geciktiriyor. Ey Muhammed, onlara de ki: ey Rab-bim! Hak hüküm ile aramızda hükmet. Hak sensin. Haktan başkasını sev­mezsin. Rabbimizsin. Göklerin ve yerin Rabbisin. Bütün aleme bahşettiğin nimetlerin sahibisin. Onların yaptıklarına karşı kendisinden yardım dileni­len, kendisine sığınılan, korkulara karşı kendisine teslim olunan Rahman olan Rabbimizdir. Cenab-ı Allah kuluna yardım etti, ordusunu üstün kıldı, (müs-lüman orduya karşı birleşen) hizipleri tek başına yenilgiye uğrattı. O'ndan başka tanrı yoktur. [88]

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/63.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/63-65.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/65.

[4] Necm: 3.

[5] Gaşıye: 21.

[6] En'am: 111.

[7] Kehf: 110.

[8] Furkan: 7.

[9] Zuhruf: 44.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/65-68.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/68-69.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/69.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/69.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/70-71.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/71-72.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/73.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/73.

[18] Saffat: 158.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/73-75.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/75-76.

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/76.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/76.

[23] Fussilet: 53.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/76-78.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/79-80.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/80.

[27] Enfal: 32.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/80-82.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/82-83.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/83.

[31] Hacc: 46.

[32] Bûrûc: 12.

[33] Nebe': 40.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/83-85.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/85.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/85.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/85.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/86.

[39] Hûd: 120.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/86.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/86-87.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/87-89.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/89-90.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/90.

[44] Hacc: 73.

[45] Saffat: 89.

[46] Maide: 67.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/90-94.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/94.

[49] Nûh: 26.

[50] Kamer: 10.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/95.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/95-96.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/96.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/96-98.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/98.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/99.

[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/99-100.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/100.

[59] Sad: 48.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/100-101.

[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/101.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/101-102.

[63] Kalem: 48.

[64] Hûd: 12.

[65] Yunus: 98.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/102-103.

[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/104.

[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/104.

[68] Sâd: 72.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/104-105.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/105-106.

[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/106.

[72] Al-i İmran: 64.

[73] Enbiya: 47.

[74] Enbiya: 95.

[75] Enbiya: 97.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/106-108.

[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/108-110.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/110.

[79] Zuhruf: 57. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/110.

[80] Bakara: 24.

[81] İsrâ: 97.

[82] Fussilet: 31-32.

[83] Zümer: 73.

[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/110.-112.

[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/112-113.

[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/113.

[87] Al-i İmran: 140.

[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/113-115.