Müşrikler Ve İddiaları, Bu İddialarının Reddedilişi
İnançları Hususunda Müşriklerle Münakaşa
Allah'ın Varlığının Tabii Delilleri
Müşriklerin Peygamber (S.A.V.)'E Karşı Tutumları
Allah'ın Yargısını Reddedecek Yoktur
İbrahîm (A.S.)'In Kıssasından Bir Nebze
Lût Ve Nuh'un Kıssalarının Bir Yanı:
Davud Ve Süleyman Peygamberler
Bütün Peygamberler Nezdindekı Büyük Birlik
Kafirlerin Ve Mü'minlerin Akıbeti
Peygamber (S.A.V.)'İn İnsanlara Karşı Tutumları
Mekki olduğu hususunda ittifak vardır. Yüz on iki ayettir.
İçinde peygamberlerin kıssaları anlatıldğı için
'Enbiya sûresi' adını almıştır. Diğer mekki sûreler
gibi, islam inancını müşriklerin kaiblerine
yerleştirmeyi hedef alır. Bazen onların söylediklerine temas eder. Onları
uyarıp korkutarak ve azabla tehdid
ederek sözlerini reddeder.
Bakışları evrene ve
evrendeki şeylere çevirir kî, bununla kainatın yaratı-cısmmm
varlığına istidlalde bulunulsun.
Bundan sonra,
insanların öğüt ve ibret almaları için, bazı peygamberlerin kıssalarını anlatır.
Bu sûre, hem baş tarafında, hem sonuç kısmında kıyamet gününün bazı
sahnelerini kuvvetli ve etkileyici bir uslûbla tasvir
etmektedir. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- İnsanların hesab görme
zamanı yaklaştı, fakat onlar halâ habersiz, hakdan
yüz çeviriyorlar.
2-3- Rabblerinden kendilerine
gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler.
Zulmedenler, gizli toplantılarında: "Bu zat, sizin gibi bir insandan başka
bir şey midir? Siz, göz göre göre sihre mi uyarsınız?"
diye konuşurlar.
4- Peygamber: "Benim Rabbîm gökte ve yerde
söyleneni bilir. O, İşitendir, bilendir" dedi.
5- Onlar: "Hayır; bunlar karışık rüyalardır",
Hayır; onu uydurmuştur" Hayır; o şairdir," "Haydi önceki
Peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin" dediler.
6- Onlardan önce yoketmiş
olduğumuz kasabalar halkı inanmadılar, bunlar mı inanacaklar?
7- Ey Muhammad! Senden önce
de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik.
Bilmiyorsanız kitablılara sorun.
8- Biz onları yemek yemez bîr cesed
kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdi.
9- Sonra Bİz, onlara
verdiğimiz sözü yerine getirdik, kendilerini ve dilediklerimizi kurtardık;
aşırı gidenleri ise yok ettik.
10- And olsun ki, size
şerefiniz kendisinde olan ve öğüt veren bir Ki-îab
indirdik; akletmiyor musunuz? [2]
Gaflet, hatırlanması
gereken şeyin insanın aklından gitmesi, onu hatırlamaması. İhmalkârlık ederek
bir şeyi terkedip ondan yüz çeviren kişi için de
gafil denir.
"İ'raz"dari gelir. Yüz çevirenler.
"Lehv"den gelir. Eğlence, dalgınlık, düşünüp
kavrayamamak.
Yüz çevirmek.
Fısıldaşma. Sihre mi uyuyorsunuz.Karışık rüyalar. Yorumu yapılamayan asılsız
rüyalar.Kendi kafasından uydurdu. Küfür ve zulümde ileri gidenler. [3]
Amir ibn Rabİa'ya arabın
biri misafir olmuş. Amir ona güzelce ikramda bulunmuş ve Allah resulünden
bahsetmiş. Adam daha sonra Amir'e gelip: Allah resulünden araplar
içinde daha güzeli olmayan bir vadiyi bana arazi olarak vermesini istedim.
Allah resulü (bu isteğimi kabul edip bana o yeri verdi). İstiyorum ki sana ve
senden sonra nesline ait olacak bir parçayı sana vereyim, dedi. Amir ona şöyle
cevap verdi: Senin bana vereceğin araziye ihtiyacım yok. Bugün öyle bir sure
nazil oldu ki bize dünyayı unutturdu. O, şu sûredir: "İnsanların hesapları
yaklaştı. Fakat onlar halâ gaflet içinde yüz çevirmektedir."
Cenab-i Allah bu sûreyi, tamahları durduracak, yönelimleri
sınırlandıracak —ayetin lafzı her ne kadar bütün insanları kapsamaktaysa da—
ayette kendilerine işaret edilen müşrikliklerin durumlarından bizleri haberdar
kılacak ifadelerle açmış:
İnsanların hesap zamanı,
amellerinden dolayı hesaba çekilmelerinin zamanı yaklaştı. Fakat onlar halâ
bir dalgınlık ve aymazlık içindedirler. Hikmetli zikirden yüz
çevirmektedirler. Ne kadar tuhaf değil mi? Hesap zamanı yaklaşıyor, ama
insanlar ondan habersiz, onu unutmuş, onu kulak ardı etmiş, malları ve çoluk
çocukları onları meşgul etmiş, dünya ve ahiret mutluluklarını
garanti edecek ve kendileri için hayırlı olacak şeylerden yüz çevirmiş bir
haldedirler. Doğrusu bu çok tuhaftır!.
Bu, bütün insanları
ilgilendiren bir iş ve bütün bir insanlığı ilgilendiren bir salgındır. Fakat şu
aşağıdaki evsaf; bizi, sözü Peygamber (s.a.v.) zamanında yaşayan müşrikler
üzerine götürmeye İtmektedir. Onlar, Rablerİnden
kendilerine gelen her yeni uyarıyı mutlaka alaya alarak dinleyenlerdir. Onlara
Rablerİnden gelen yeni ikaz, Kur'an'dır.
Cebaril Kur'an'ı Peygamber
(s.a.v.) efendimize sûre sûre, ayet ayet okumuştur. Kur'an-ı Kerim,
olaylara bağlı olarak, Peygamber (s.a.v.)'e peyder
pey inmiştir. Kulakla duyulan şu sesten ve
gözle görüler şu
harflerden oluşan, Kur'an cihetteki hadistir,
sonradan meydana gelmiştir. Ama yüce Allah'ın nefsî kelamı olması açısından Kur'an, Allah'ın diğer sıfatlarının kadimliği gibi
kadimdir. ayetİn-deki zikir kelimesinin,
peygamberimizin o müşriklerle yaptığı va'z ve öğütlerdir.
Peygamberimizin Öğütlerine zikir denilmesi, Cenab-ı
Allah'ın: "O (Mu-hammed), havadan konuşmaz"[4].
Sözüne rnmafiktır. Peygamberimizin öğütleri şüphesiz
hadistir, kadim değildir. "(Ey Muhammed), sen öğüt ver, çünkü sen ancak
öğüt verensin"[5].
Rablerinden
kendilerine gelen her yeni ikazı oyun ve eğlence içinde alaya alarak
dinlerler. Kalbleri eğlencededir. Allah'ın zikrinden
yüz çevirmişlerdir. Dünyaya, dünyanın yalan süslerine aldanarak; kalblere dinginlik ve nefislere sükûnet veren dinden,
Allah'ın zikrinden yüz çevirmişlerdir.
Fısıldaştilar. Fısıldaşma ancak gizlice olur. Yani konuşmalarını
kasıtlı olarak gizlediler ki, Allah'ın nurunu ne ile söndüreceklerini, Resululîah'ın risa-ietini ne ile iptal edip boşa çıkaracaklarını
araştırsınlar. Ama ne gezer! Fısıl-daştilar. Onların
zalim olanları dediler ki: Muhammed de-sizin gibi bir insandan başka bir şey
değildir. Şu halde size nasıl peygamber olur? Sizden üstün olan tarafı nedir?
Sihre mi tabi oluyorsunuz? Muhammed, sihirden başka bir şey getirmemiştir.
Nasıl O'na gelip peşinden yürüyorsunuz? Halbuki siz her şeyi bütün hakikatiyle
görüyorsunuz. Gafil değilsiniz.
Fakat Cenab-ı Allah, Peygamberini onların gizlice neler fısıldaştıklann-dan haberdar etti. Onlara şöyle demesini
emretti,. Gizli de söyleseniz, açık da söyleseniz, bu söylediğiniz, gökte de
olsa yerde de olsa, Rabbim, söylenen her sözü mutlaka bilir. O gizliyi de gizlinin
de gizlisini bilir. îşitilebilen herşe-yi işitir.
Nefislerin iç kısmında bulunan ve kalblerden geçen
her şeyi bilir.
Peygamber (s.a.v.)'i
büyücülükle, O'nun söylediklerini de sihirle nitelediler. Çünkü O'nun
söylediği sözlerin sebeplerini farkedemediler. Mamafih
O'nun sözleri akılları şaşkına çeviriyor, hayret verici gerçekleri sergiliyordu.
Sonra müşrikler, O'nun söylediklerinden yüz çevrdiîer.
Karmakarışık ve uydurulmuş rüyalar ve uydurulmuş hayaller; temelsiz, yorumsuz,
düzensiz ve insicamsız sözler olarak nitelediler. Sonra Kur'an'a
ve onun hakkında söylemiş oldukları sözlere baktılar; Birinci ve ikinci
hükümlerinden vazgeçtiler, dediler ki: Hayır, Muhammed onu kendi yanından
uydurdu. Kur'an'm Allah tarafından gelmiş bir kitap
olduğunu iddia ederken yalan söylemiştir.
Sonra bu sözlerinden
de vazgeçtiler ve: hayır, Muhammed şairdir. Edebi sözleriyle insanları
etkiliyor; insanı kardeşinden, ana-babasmdan ayırıyor.
Bu kararsızlık ve
tereddütte, bu renk ve hüküm değiştirmede; onların, Muhammed (s.a.v.)'in
getirdiği mesajın gerçek anlamını bilmediklerini gösteren deliller vardır. Ya da onlar bu mesajı anlamamışlardır da mağlub kimsenin ahmaklığı ve yenik kimsenin ümidsizliği içerisinde Peygamber efendimizi bazen
büyücülükle, bazen yalancılıkla itham etmişler. Bazen de O'na başka isnadlarda bulunmuşlardır. Sonra sözü başka bir mecraya
sürükleyerek demişler ki: Eğer durum bizim söylediğimiz gibi değilse, Musa'nın
asâ ile, Salih'in de deve ile gönderilmiş olması gibi, sen de bize Kur'an'dan başka bir mucize göster. Onlar, işi sarpa
sardırmak için, Peygamber (s.a.v.)'den böyle bir istekte bulunmuşlardı.
İstedikleri mucizeler kendilerine gösterilse bile, iman etmeyeceklerini Cenab-i Allah biliyordu. "Biz onlara melekleri
indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına
getirseydik. Allah dilemedikten sonra yine inanmazlardı"[6]
Gösterildikten sonra,
iman etmeleri İçin kendilerine süre tanınmayacak mucizeler gösterilmesi için
istekte bulundular. Bu taleplerine cevaben Cenab-ı
Allah şöyle buyurdu: Kendilerinden önce hiç bir kasaba halkı, gösterilmesini
istedikleri mucizelerin izhar edilmesinden sonra da iman etmediler. Onlardan
önceki milletleri, bu talepte bulunmaları dolayısıyla mahvettik. Bunlara,
istedikleri mucizeleri artık nasıl izhar ederiz?!! Allah'ın yasası asla değişmez.
Bunlar nasıl inanacaklar? Bunlar, o mahvolmuş milletlerden farklı mi-dırlarlar ki, inansınlar? Bunlara ne olmuş? Peygamberin
insan olamayacağını düşünen kısır akıllarından dolayı Hz.
Muhammed'in peygamberliğini inkar ediyorlar. Senden önceki zamanlarda da
peygamber olarak insanlardan sadece erkekleri gönderdik. Onlara da vahiy
gönderiliyordu. "(Ey Muhammed) De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım:
Tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyolunuyor"[7].
Ey insanlar!
Peygamberlerin insan olmaları hususunda şüpheli iseniz, ya-hudi ve hıristiyanlardan kitap
sahiplerine sorun. Bilmiyorsanız, bunu onlara sorun. Onlar bunu inkar
etmeyeceklerdir.
Böyle demekle Cenab-ı Allah, onların cahil ve bilgisiz olduklarını tescil
etmiş oluyor.
Müşrikler, Hz. Peygamberde beşeri Özelliklerin bulunmasını garipsiyorlardı.
İnsani özelliklerin onda da bulunmasını tuhaf karşılıyor ve şöyle diyorlardı:
"Bu peygambere ne oluyor kî yemek yiyor ve çarşılarda geziyor"[8] Cenab-ı Allah onların bu sözlerini reddederek şu cevabı
verdi: Biz onları yemek yemeyen cesedler olarak
yaratmadık. Onları ebedi kılmadık. Peygamber yer içer, uyur, helali olan
kadınlarla cinsel ilişki kurar. Allah, mesajını insanlara iletmesi için onu
seçmiştir. Ümmetini karanlıklardan aydınlığa çıkaran kitabı ve düsturu, Allah
ona indirmiştir. Kendilerini ve beraberlerindeki mü'minleri
kurtarması, kavi mi erindeki kafir ve isyankarları mahvetmesi için
peygamberler, Rablerİnden açık bir va'd almışlardır.
Sonra va'dîmizi yerine getirdik. Onları ve beraberlerindeki mü'minler-den dilediklerimizi kurtardık. Günahta aşın
giden, peygamberi yalanlayan kimseleri mahvettik. Zalimlerin akıbeti işte böyle
olur.
İçinde şanınız ve
şerefiniz bulunan bir kitabı size indirdik. "O, sana ve kavmine bir
şereftir'[9]. Onda
din ve dünyanıza dair şeyler anlatılmakta, şe-riatinizin hükümleri, amellerinizin karşılıkları
açıklanmaktadır. Aklınızı kullanmaz mısınız? İşinizin tedbirini almaz
mısınız?... [10]
11- Halkı zalim olan nice kasabaları kırıp geçirdik ve
onlardan sonra-başka milletler varettik.
12- Onlar, bizim baskınımızı hissettîkerinde,
oradan kaçmağa koyuluyorlardı.
13- "Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere, yurdlanmza dönün, elbette sorguya çekileceksiniz"
dedik.
14- "Vay başımıza gelenlere! Doğrusu biz haksızlık
yapmış kimseleriz" dediler.
15- Biz onları biçilmiş ot ve bir yığın kül haline
getirinceye kadar haykırmaları devam etti.
16- Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındakiler! oyun
olsun diye yaratmadık.
17- Eğlenme dikseydik, bunu yapacak olsaydık, şanımıza
uygun şekilde yapardık; ama yapmayız.
18- Gerçeği batılın başına çapranz
ve onun beynini parçalar; böylece batıl ortadan kalkar. Allah'a yakıştırdığınız
vasıflardan ötürü yazıklar olsun size!
19- Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Katında olanlar
O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar.
20- Gece gündüz, bıkmadan teşbih ederler. [11]
"Kasm"dan gelir. Şiddetle kırmak demektir. Bir şeyi
kırıp parçalarını birbirinden ayırmadan, öylece
bırakmak anlamına geien "fasm"
kelimesinden daha İleri derecedeki bir kırmak manasını ifade eder. "Rakd'Man gelir. Hayvanı mahmuzlamak demektir.Bol nimet
verildiğiniz yere Ekinin orakla biçilişi gibi biçilmiş. Ölmüş kimseler olarak. "Kazf" (atmak) dan gelir.Başı yarıp yarayı beyne
ulaştırmak anlamına gelen bu kelimeyle ayette, mahvetmek manası kastedilmiştir.Silinip
yok olan.Yorulurlar.Zaaf göstermez ve ara vermezler. [12]
Eksiklerden arınmış
yüce Allah, onların bu boş itirazlarını anlattıktan, ardınca da ileri
sürdüklerini en beliğ ve pekiştirilmiş bir şekilde red
ettikten sonra, kendilerine bir kitap indirdiğini açıkladı. O kitapta mü'minlerin şan, şeref ve saadetlerinin bulunduğunu
açıkladı. O kitap ebedi bir mucizedir. Bunu açıkladıktan sonra da darb-ı mesellerde bulunarak, güçlü ve muktedir olan
Allah'ın kudret görünümlerini zikrederek onları isyandan sakındırdı ve tehditte
pek ileri gitti. [13]
Halkı, günah işleyerek
ve küfrederek kendi nefislerine zulmettikleri için nice kentleri kırıp
geçirdik. Onlardan sonra da yerlerinde başka nesiller yaratıp meydana
getirdik. Anlatıldığına göre ayette geçen kent (kasaba) Yemen' deki Huzur
kasabasıdır. Huzurluların bir peygamberleri varmış, onu öldürmüşler, Cenab-ı Allah'da onlardan intikam
almış. Azap işaretlerini görünce kurtulmak için kaçmışlar. Melekler onlarla
alay ederek: Kaçmayın, geri dönün, demişler. Geri dönmüş ve Öldürülmüşler.
Öldürüleceklerini görünce de: Vay halimize, daha önce biz zalimlerden olmuştuk,
demişler, ama ne fayda!. Pişmanlığın fayda vermeyeceği bir safhaya gelmişlerdi!
Şiddetli azabımızı
hissettiklerinde bir de baktık ki, hayvanlarını mah-muzlayarak acelece kaçıyorlar. O esnada melekler tarafından
onlara denildi ki; Kaçmayın. Siz şımartan, sizi küfür, zulüm ve gurura iten
nimetlerinize dönün. Belki nimetleri size indirenin kim olduğunu ya da bu azabın size niçin indiğini sorarsınız!
Melekler, onlara:
Kaçmayın, meskenlerinize ve nimetlerinize dönün, dediğinde ve azap da
kendilerine her taraftan indiğinde, bir münadinin şöyle seslendiğini işittiler:
Görün işte, Peygamberlerin intikamı nasıl alınırmış!.. Bu sesi duyunca: Eyvah
bize, mahvolduk. Doğrusu daha Önce biz zalimlerden olmuştuk, dediler. Rabbin
onları orakla biçilmiş ekine, alevi sönen ateş gibi hareketsiz ölülere
döndürünceye kadar, onlar halâ bu sözlerini tekrarlıyorlardı. Her şeyi açık
seçik belirleyici söz ve doğru hüküm İşte budur. Allah bu azabı, küfür ve
zulümleri sebebiyle onlara indirmişti. îşte Allah'ın adalet ayetleri de buna
tanıklık etmektedirler.
Şu yüksek göğün ve
alçak yerin, bu ikisi arasında bulunan eşi görülmemiş yaratıkların meydana
getirilmesi, oyun için değildir. Oyunu dünyadaki bazı yaratıklar oynar. Ancak
bu yaratılmışlar, her şeyi yerli yerince yapan Allah'ın hikmetine, her şeyi
bilen ve her şeye gücü yeten Allah'ın kudretine, eksikliklerden arınmış yüce
Allah'ın adaletine dalalet eden işaretlerdir. Bunlar sağlıklı düşünmenin ve
bakışın sonuçlarıdır ki bu da insanı, yaratıcısına ih-Iasla ibadette bulunmaya yöneltir. Bunlar, Allah'ın
yaratıkları üstündeki ni-metlerindendir. "Onları
(göklerle yeri) ancak hak ile yarattık" Ona bakın ve ondan ibret alın.
Eğer bir eğlence
edinmek isteseydik, kendi katımızda şanımıza yaraşır bir eğlence edinirdik. Ama
biz yarattıklarımızda ve yaptığımız işlerde sadece hikmeti ve doğruyu
amaçladık. Biz, oyun ve eğlence peşine asla düşecek değiliz.
Bazıları ayette geçen
oyun kelimesinin çocuk manasına geldiğini söylemişlerdir.
Hayır, biz hakkı
batılın üstüne bırakırız. Hak onu silip yok eder. Bu cümİedeki
hayır kelimesi, sözü çevirmek (İdrab) içindir. Söz,
Allah'ın oyun ve eğlence edinmekten münezzeh olduğundan açılmışken, hayır
kelimesiyle başka bir konuya geçiliyor, sanki Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: Ben noksanlıklardan
münezzehim. Oyun ve eğlenceyi adet edinmem. Ciddiyeti oyun ve eğlenceye üstün
kılmak, batılı hak karşısında silip yok etmek, bizim sıfatımızın, çirkin
işlerden münezzeh oluşumuzun ve hikmetimizin gereğidir.
"Hakkı batılın
üstüne atarız da o, onun beynini parçalar" ayetinde "kazf" ve "demğ"
kelimeleri, batılın zayi oluşu için istiare olarak kullanılmışlardır ki;
batılın zayi oluşu, maddî ve müessir tasvirle tasvir edilsin, batılın silinip
giderilmesinde hakkın etkisinin ne kadar çok olduğu açıklansın. Ayet-i kerimede
hak, gevşek ve yumuşak olan batılın üstüne atılan sert bir kaya kütlesine
benzetilmiştir. Bu kütle, batılın başını yarıp beynini parçalamış, varlığını
ortadan kaldırmıştır.
Bu ruhları titreten,
şuurları istila eden, batılı da; nefsi alçak, kanadı kırık, çirkin yüzlü bir
biçimde bize tasavvur ettiren parlak bir tasvirdir. "Batılın derhal canı
çıkar".
Başka varlıkları
Allah'a ortak koşan ey zalimler! Rabbinizin çocuk ve ortak edindiğini iddia
ettiğinizden dolayı geberin, e mi? O, nasıl çocuk ve ortak edinir? Halbuki
göklerde ve yerde ne varsa hepsi; mülkiyet, yaratma, kulluk ve tasarruf
bakımından O'na aittir. Göklerde ve yerde O'nun nasıl ortağı olur. Göklerde ve
yerdeki yaratıklarından biri O'nunla nasıl mücadele
eder ve O'nunla nasıl hasımlaşır?! O'nun yanında bulunan
melekler, O'na kulluk etme hususunda büyüklük taslamazlar.
"Yanındaki" sözü İle mekân değil, mertebe ve şeref amaçlanmıştır.
Şerefli melekler O'na kulluk hususunda büyüklük taslamakken, siz O'na kullukta
nasıl büyüklük taslarsınız?!!
Meleklerin yegane
görevleri, gece-gündüz ibadet etmektir. İbadet hususunda büyüklük taslamaz,
yorulmaz, gevşemez ve ibadetlerine ara vermezler. Onlar böyle
yaratılmışlardır, Onlarda şer ve kötülük dürtüsü yoktur. İbadetlerine fasıla
koymazlar.. [14]
21- Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri
diriltecekler?
22- Eğer yerle gökte Allah 'tan başka tanrılar olsaydı,
ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından
münezzehtir.
23- O, yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu
tutulacaklardır.
24- O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki:
"Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin Kitab'ı
ve beden öncekilerin kitabları." Hayır; onların
çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.
25- Ey Muhammedi Senden Önce gönderdiğimiz her
peygambere: ''Benden başka tanrı yoktur, Bana kulluk edin" diye vahyetmi'sizdir,
26- "Rahman çocuk edindi" dediler. Hâşâ;
hayır; melekler şerefli kılınmış kullardır.
27- Allah'tan Önce söz söyleyemezler; ancak O'nun emri
üzerine iş işlerler.
28- Allah, onların yaptıklarım ve yapmakta, olduklarını
bilir. Onlar Allah'ın hoşnud olduğu kimseden
başkasına şefaat edemezler; O'nun korkusundan titrerler.
29- Bunlar içinde kim "Ben, Allah'tan başka bir
tanrıyım" derse, işte onu cehennemle cezalandırırız. Zulmedenlerin
cezasını böyle veririz. [15]
Neşr. Ölüleri diriltip mezarlarından çıkarmak, Haşr ise insanların mahşer yerine sevk edilmeleri
demektir. O'ndan önce söz söyleyemezler. Korkarlar. [16]
Bu sûrenin başından
buraya kadar hep peygamberlikten ve peygamberlikle ilgili tartışmalardan söz
edildi Bu ayetlerdeyse tevhidin açıklaması ile şirkin reddedilmesi ele
alınmaktadır.
Merhum Zemahşeri —Kur'an'ın sırlarını açıklıyarak Kur'an'a hizmetine
karşılık, Allah onu cennetinin genişliğinde iskan edip barındırsın— Keşşaf
adlı eserinde ayetinde geçen edatı hakkında şunları söyler: "Bu, sözü bir
konudan alıp başka bir konuya geçmekte kullanılan idrab edatı olan (bel) manasmdaki
em-i munkatıadir. Buradaki hemze, önceki mevzunun
terk edildiğini ve kendisinden sonra söylenecek hususun inkar edildiğini ilan
eder".[17]
Yoksa onlar, yerden
bir takım tanrılar edindiler de ölüleri onlar mı diriltecekler?
İnkar edilen; onların,
ölüleri haşr ve hesap için diriltecek olan tanrıları yerden
edinmeleridir. Evet, cansız ber şeyin ölüleri
diriltmesi, inkar edilecek şeylerin en büyüğüdür. Tuhaf değil mi? "Biz mi
toprak olduktan sonra yeniliden dirileceğiz? Çürümüş kemikleri kim
canlandıracaktır?" derler, sonra da M yerden bir takım tanrılar edinirler.
Evet bu yerin sınıflarından olan şeyleri .11!tanrı edinmelerinde, ölüleri,
diriltme işlevinin onlara nispet edilmesi için ,müşrikler suçlanmaktadır.
Doğrusu ölüleri diriltme işini, ancak onları ilk defa yaratmış olan Allah yapabilir.
Böyle denmekle onlar
itham edilip kınanmakta, cahillikleri açıkça ilan edilmektedir. Allah'ın,
insanları Öldükten sonra diriltilmesi imkansız görenlerin bu görüşleri doğru
değildir. Çünkü bu, tanrılığın bir gereğidir. Ayet-i Kerimede gençen "Yerden tanrılar" sözüne dikkat edin. O
tanrılar yerdendir. Onlara ancak yerde tapanlar olur.
Gökte ye yerde,
evrenin İdaresini düzenleyen bir, tek ve her şeyin varoluşu kendisine hağlı olan, bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah'tan
başka tanrılar olsaydı, yer ile göklerin düzeni mutlaka bozulurdu.Zira iki
Başkanın yürüttüğü her hangi bir işin kesinlikle bozulacağı bilinen
şeylerdendir. Bu iki başkandan her biri başkanlık ve işi yönlendirme hakkında
kendisine ait olacağını iddia eder. Aralarında mücadele, anlaşmazlık, çekememezlik meydana gelir. Allah taksiratını affetsin,
Halife Abdülmeîik bin Mervan,
Amr bin Sa-İd'i
öldürttüğünde şöyle demiş: Allah'a and olsun kİ,Amr'in kanı, benim gözümde nazırımın kanından daha
kıymetlidir, gel gör ki bir kümeste iki horoz barınmaz.
İdarede iki ortağın
bulunması halinde düzenin bozulacağının açıklanması sadedinde tevhid alimlerinin mantıki delilleri ve çeşitli
faraziyeleri vardır ki burası, o delilleri ve teorileri anlatmanın yeri değildir.
Her ne kadar onları bilmek güzelse de... Tevhide dair kat'î
delilleri ortaya süren yüce Allah: "Arşın sahibi Allah, onların
nitelemelerinden münezzehtir" demiş; kendi nefsini, müşriklerin
nitelemelerinden tenzih etmiş, bizim de kendisini tenzih etmemizi emir
buyurmuştur. O Allah ki, kendisinden başka tanrı yoktur, göklerin ve yerin
yaratıcısıdır. Arş'ın sahibidir, kürsüsü gökleri ve yeri kapsamıştır. Allah,
onların yakıştırmalarından çok çok yücedir.
Allah'ın ortağı
bulunduğunu iddia eden bazı kimseler, bu evrende aydınlık ve karanlığı, iyilik
ve kötülüğü, bunlara benzer diğer şeyleri görür ve şöyle derler: Bütün bu
karşıt şeylerin tek bir tanrıdan meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü O'na
şöyle bir soru sorulabilir: Sen iyilik tanrısı olduğun halde bu kötülüğü ne
diye yarattın?
Cenab-ı Allah onların bu sorularım şöyle diyerek
reddetmiştir: O ancak tek bir tanrıdır. Varlık alanındaki her şeyi O
yaratmıştır. Yaptıklarından ötürü O'na: "Ne diye bunu yarattın?"
şeklinde bir soru sorulmaz. Yaptıklarından sorumlu olanlar, yaratıklardır.
Yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. Kendisine güvenilen bir başkan —zayıf
bir yaratık olduğu için yanılmaya maruz olmakla birlikte— yaptığı işlerden
sorumlu tutulmadığına göre, eksikliklerden arınmış, yaratıcı ve yüce olan
Allah, yaptığı işlerden nasıl sorumlu tutulur?
Allah'tan başka
tanrılar mı edindiler? Bu iddianızda doğru iseniz, getirin bakalım aklî
delillerinizi, de. Ama bulamazsınız. Nakli delillerinizi getirin, bakalım. Ama
onları da bulamazsınız. İşte bu, benimle beraber olanlara inen kitaptır. Bu da
benden öncekilerin zikri, yani Musa, İsa ve Davud
gibi benden önceki peygamberlere inen kitaptır. Bana inen Kur'an,
işte önünüz-dedir. İsa'ya inen İncil, Davud'a inen
Zebur da yanınızdadır. Allah'a ortak koşmanın meşruluğunu gösteren herhangi bir
delil bu kitaplarda var mıdır?
Hayır, onların çoğu
bilmiyorlar. Onlar cahildirler. Ne kendilerini, ne de iddia ettikleri şeyleri
biliyorlar.
Size inen bu kitap,
gerçekten Rabbiniz katından gelmiş olan bir kitaptır. onu dinleyin ve Ona itaat
edin. Yoksa ondan yüz çevirmiş olursunuz. Allah'ın zikrinden yüz çeviren kimse
için sıkıntılı bir geçim vardır. Kıyamet gününde onu kör olarak hasrederiz.
Adem (A.S.)'den
Muhâmmed (s.a.v.)'e kadar geİen semavi mesajların
özeti şudur: Allah'tan başka tanrı yoktur. Yalnızca O'na kulluk edin. O'na hiç
bir şeyi ortak koşmayın. Allah'tan başka tanrılar edinmenin meşruluğu hususunda
akli veya nakli bir deliliniz var mıdır?
Bundan sonra Cenab-ı Allah, kendi yüce zatının çocuk edindiğine ilişkin
iddiayı reddetmiştir. Çünkü çocuk,bazı şeylerde babasına benzer, bazı şeylerde
benzemez. Çocuk edinmek, hudus (sonradan meydana
gelme), ihtiyaç belirtisidir. Sonradan var olan yaratıklara benzemenin
delilidir. Oysa yüce Allah bütün bunlardan münezzehtir.
"Dediler kî,
Rahman çocuk edindi". Bu ayetin Huzaalılar
hakkında — Onlar, meleklerin Allah kızları olduklarını iddia ettikleri zaman—
nazil olduğunu söylenilmiştir. "O'nunla (Allah
ile) cinler arasında bir nesep (soy birliği) olduğunu iddia ettiler"[18].
O, yücedir ve
eksikliklerden uzaktır. Cenab-ı Allah kendi nefsini
bundan tenzih etmiş ve bizim de kendisini tenzih etmemizi emir buyurmuştur.
Sonra meleklerin kul oldukarını, kulluğunsa
evlatlıkla zıt bir şey olduğunu haber vermiştir. Onlar kuldurlar. Ancak ikram
edilmiş, Allah'a yaklaştirılmış ve yaratılmışların
bir çoğuna üstün kılınmışlardır. Çünkü onlarda kulluk vardır. Onlar Allah'ın
yarattıklarıdırlar İşleri, güçleri gece-gündüz ibadet etmektir. Kendilerine
emrettiği hususlarda Allah'a isyan etmezler. Emrolundukİarı
işi yaparlar. Allah'tan önce konuşmazlar. Bilakis, emrolundukları
şekilde çalışırlar. Hiç bir şey hakkında bilgileri yoktur, önlerindeki kıyamet
ahvalini, arkalarındaki dünya ahvalini ancak Allah bilir. Onlar ancak Rabbinin
hoşnud olduğu mü'min kullar
için şefaatte bulunurlar. Bununla birlikte onlar, Rabb-lerinin azabından korkup ürkerler.
"Meleklerin,
Allah'ın çocukları olduklarını nasıl iddia edersiniz? Bundan sonra Allah'ı
nasıl inkar edersiniz?
Cenab-ı Allah bu iftiracı ve inkarcıları, hakkıyla
niteledikten sonra onları şiddetli bir tehdidle
şaşkına çevirdi. Onları acıklı bir azabla uyardı ki,
insanlar ibret alsınlar, Allah'a ortak koşmanın yine O'nun katında ne derece
büyük bir suç olduğunu bilsinler. Tevhid inancının Allah
katındaki şan ve mertebesini anlasınlar.
Faraza onlardan biri,
"Ben tanrıyım" derse, onun cezası cehennemdir. Cehennem, ne kötü bir
kalış yeridir. Zalimleri ve müşrikleri işte böyle cezalandırırız. Bunu onlara
ancak bir ve tek olan, kahhar Allah yapabilir. [19]
30- İnkar edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana
getirdiğimizi bilmezler mi? İnanmıyorlar mı?
31- Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar
yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar varetük.
32- Göğü (karışıklıktan) korunmuş bir tavan kıldık; oysa
onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar.
33- Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratan O'dur. Herbiri bir yörüngede yürür. [20]
Yapışık."Rasiye"nin çoğulu olup sabit dağlar demektir. Hareket
edip sarsmasın diye.Fecc"in çoğulu. İki dağ
arasındaki geniş yol. Güneşin, ayın diğer gezegenlerle yıldızların yörüngeleri. [21]
Bu ayetlerde
anlatılanlar, tek ve serbest iradeli bir güçlü yaratıcının varlığına delalet
eden maddi delillerdir. O'nun varlığına ilişkin akli, nakiî
deliller sıralandıktan, bazı varlıkları O'na ortak koştukları için önceki
kafirlerle yapılan tartışmalar aktarıldıktan sonra burada da maddi deliller
belirtiliyor. Bu ayetlerde, müşriklerin dikkatleri evrene ve içindeki
varlıklara çekiliyor. [22]
Kör mü oldular? Bütün müştemilatiyla göklerle yerin bitişik ve yekpare olduğunu,
onları her şeye muktedir olan serbest irade sahibi Allah'ın birbirinden ayırdığım, ayrılan parçalardan her birini bir tarafa
yönelttiğini, bu parçaların görevlerini en mükemmel biçimde yerine getirdiğini
görmediler mi? Ey kardeşim, şunu bil ki, Kur'an-ı
Kerim gerçekten mucizedir. O'nun icazı, sadece üslubunun güzelliğinde ve
tertibinin mükemmelliğinde değildir. 'İlmin, şüpheye yer bırakmayacak şekilde
ispatlamasından sonra ancak farkına varabildiğimiz bazı derin ve ince ilmi
İşlere işaret etmesi bakımından da muçizdir. Kur'an'a döndüğümüzde; O'nun, dünyanın cehalet ve sapıklık
denizine battığı miladi akıncı yüzyılda bu ilmi gerçekleri haber verdiğini
görmekteyiz. Bunları Muhammed (s.a.v.)'e kim öğretmiş? O'na bunları öğreten
kimdir? Ama Kur'an, ebedi bir mucizedir. Zaman, onun
her hususta söylediğinin doğruluğunu ispatlamaktadır. "Biz onlara,
ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'a)mn gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her
şeye şahid olması, (her şeyi görmesi sana) yetmez mi?”[23]
Garip olan şu ki; Kur'an-ı Kerim, bu gerçekleri bilmeyen araplara
hitab ederek inmiş, i'cazınm
sübutundan sonra gaybî olarak kendisine iman etmelerini
onlardan istemiş; kâinattaki gerçekleri bilimsel yoldan öğrensinler diye bu
emaneti İnsanlara taşıyıp ulaştırmalarını araplara
emretmiştir. Kur'an bunu on dört asırdan beri
söylüyor.
Buna örnek olarak Nebula nazariyesini gösterebiliriz. İlim; güneşin, yıldızların
ve yerkürenin daha önceden tek bir parça olduklarını, bu parçanın boşlukta
fazlaca dönmesinden dolayı ve de her şeyden haberdar olan hikmet sahibinin
kudreti ile o büyük kütlenin parçalara ayrıldığını, Allah'ın kâinatta
yarattığı çekim gücü sayesinde, görmekte olduğumuz bu İncelik, bu tertip ve bu
düzenin meydana geldiğini ispatlamıştır.
Bu anlatılanlar, Kur'an-ı Kerim'in söylediklerinin aynısı değil midir?
"İnkar edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi? Biz onları ayırdık".
Nebula nazariyesiyle ilgili açıklama, on ikinci cüzde {Hud suresinin 7, ayetinin tefsirinde) verilmiş olup, bu
hususta bilgi sahibi olmak isteyenler oraya bakabilirler.
Göklerle yerin daha
önce bitişik olduklarını söyleyen ayetle İlgili başka görüşler ileri sürenler
olmuştur. Şöyle ki: Göklerle yer bitişik idiler. Yağmur yağmaz, ekin bitmezdi.
Biz göğü yağmurla, yeri de^bitki ile ayırdık.
"Ve sudan, canlı olan her şeyi yarattık". Cenab-ı
Allah her canlı varlığı sudan yaratmıştır. Canlılar su ile gıdalanır,
susuzluklarını suyla giderirler. Canlı bir varlık, hayatta bulunduğu sürece
susuz duramaz. Kaldı ki, o canlının aslı, sudan oluşan bir spermadan İbarettir.
Bİtkilar de su olmadan yeşermez.
Hayvan olsun, bitki
olsun, canlıların yaşaması için su, gerçekten önemli bir unsurdur. Görmez
misiniz ki hayvan, su içtiği takdirde herhangi bir şey yemeden yetmiş güne
kadar yaşayabilmektedir. Ama su içmeden çok az bir gün yaşayabilir. Bitki,
gıdasını sağlayan toprağa gömülü olduğu halde, doyunca sulanmazsa kuruyuverir.
Şu halde su ve canlı, birbirinden ayrılmayan bir ikili gibidir. Birbirlerinden
ayrıldıkları takdirde canlı olan ölür, mahvolur. Yüce dağları yüryüzü için tespit edici kazıklar olarak yarattık ki
hareket edipte insanları sarsmasın. Zira yerküre hem kendi etrafında, hem de
güneşin etrafında dönmektedir.
Yeryüzünde geniş
yollar, dağlar arasında etrafı yaygın vadiler yarattık ki, yeryüzünde yürümek
ve bitki yetiştirmek kolay olsun. Böylece serbest irade sahibi olan evrenin
yaratıcısı büyük sanatkarı belki bulursunuz.
Gökleri de titreyip
sarsılmaktan ve haber sızdırmak isteyen şeytanların tasallutundan korunmuş bir
tavan olarak yarattı. Onlar semânın ayetlerinden, Allah'ın kudretini gösteren
alâmetlerinden yüz çevirirler.
O Allah ki, yerküreyi
kendi ekseni ertafinda döndürerek gece ile gündüzü
yaratmıştır. Güneş ile ay'i yaratmıştır. Bunlardan
her biri uzayda yörüngesinde devreder. Hududunu ancak Allah'ın bildiği sonsuz
boşlukta yüzerler.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın, kendi birlik ve kudretine işaret eden sözleri
sıraladığını görüyoruz. Bu sözler, O'nun şu kavl-i
celilini te-yîd etmektedir:
"Şayet göklerde yerde Allah'tan başka tanrılar mevcud
olsaydı, ikisinin (yer ile göklerin) düzeni bozulurdu"
Kur'an-ı Kerim her zaman tabii delillere yönelmiştir. Bu
nedenle de gözleri her zaman kâinata veondaki acaiplikiere çevirmiştir ki, bütün insanlar bunlardan
ibret alsınlar. Cahil kimse bu delilleri gözüyle görüp, kulağıyla işittiğinde
ve eliyle dokunduğunda ibret alır. Bilgili kimse de bu delilleri görüp
hissettiğinde, bilimsel yargı ve sırlan, evrensel teorileri öğrendiğinde bu
delillerden İbret alır.
Kelâmı bu olan Allah,
ne yücedir.
Adamın biri çıkıp ta
şöyle bir soru sorabilir: Cenab-ı Allah onlara nasıl
"(İnkarcılar)görmediler
mi ki?" diyor. "Görmedilermi?" dediği
şeyi görünce gerçeği kabul etmeleri gerekir. Ama kabul etmediler. Bu nasıl
olur? Keşşafta ve Fahreddin Razi'de
anlatıldığı gibi buna verilecek cevap şudur: Kur'an-ı
Kerim'de, göklerle yerin daha önce bitişik ve yekpare olduğu, sonra da birbirinden
kopup ayrıldıkları anlatılıyor. Bu da Kur'an'ın şüphe
götürmez bir mucize olduğunu ve Allah katından indirilmiş olduğunu ispatlıyor.
Kur'an'ın gerçek bir kitap olduğu ve görülen bir
mucize olduğunu kanıtlıyor. Yapışıklık ve ayrılma teorisi bilimsel olarak buna
eklenince de, yukarıda sorulan soru ve ondaki takrir ve hayret, Allah'ın
kudretini gösteren işaretlerden biri oluyor. [24]
34- Ey Muhammedi Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz
kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?
35- Her can ölümü tadacaktır. Bir İmtihan olarak size
iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.
36- İnkarcılar seni gördükleri zaman, şüphesiz, seni
alaya almaktan başka bir şey yapmazlar, ''Sizin tanrılarınızı diline dolayan bu
mudur?" derler ve Rahmân'ın Kitabı'nı işte onlar inkâr ederler.
37- İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size âyetlerimi
göstereceğim, bunu Benden acele istemeyin,
38- "Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdid ne zamandır" derler.
39- Bu kâfirler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından men'edemeyecekleri ve yardım da göremiyecekleri
zamanı keşke bilseler,
40- Belki aniden gelecek de onları şaşırtacaktır. Artık onugerİ çevire-mezler; kendileri
de ertelenmez.
41- And olsun ki, ey Muhammedi
Senden önce birçok peygamber alaya alınmıştı da, alaya alanları, eğlendikleri
şey mahvetmişti. [25]
Alay. Ansızın. Onları
yenip şaşırtır. Onları kuşatır. [26]
Müşrikler çaresiz
kalınca, gidecek yol bulamayıp gösterilen delillere karşı yenik düşünce, artık
Peygamber (s.a.v.)'in ölmesini bekleyerek teselli bulmaya çalıştılar.
Peygamber (s.a.v.)'in
ölmesini kendi kendilerine temenni ediyor, böylece biraz sevinip
rahatlıyorlardı. Bununla da O'na karşı düşmanların sevinmesi reddediliyor ve
hakkında adaletli hüküm veriliyordu: Dünyada hiç kimse ebedi kalmayacaktır.
Sen dahi ey Muhammed. Onlar dünyada temelli kalmayacaklardır. Hal böyle
olunca, sen ölürsen, sanki onlar ebediyyen sağ mı
kalacaklardır? Hayır... Her canlı ölümü tadacaktır. Diri olan Allah dışındaki
her varlık yok olacaktır. Hüküm O'nundur. O'na döndürüleceksiniz. Ölüm her
nefsin yolu ve her canlının sonudur. Yaratıklarının yok olmasından sonra; diri
ve yaratıklarını koruyup yönetenden başkası kalmayacaktır. İbret alın ey
basiret sahipleri. Hem bilin ki Muhammed, Allah'ın elçisidir. O'ndan Önce de
bir takım Peygamberler gelip geçmiştir. Cenab-ı
Allah, dinini yardım ve ihtiyat ile korumuştur. Ey Muhammed! Sen ahirete göçtükten sonra Kur'-an var olduğu sürece Allah
senin dinini işte böyle koruyacaktır.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, kendilerine verdiği hayır ve şerr
ile insanları denemeye karar verdi. Hayırla imtihan edişi, gerçekten incedir. .
Bu imtihanda başarılı olanîarazdir. Hayır ve
nimetlere şükreder, kötülüklere ve belâlara sabrederlerse, işte onlar kurtuluşa
ermiş olurlar. Nimetler onları şımartır ve belalara karşı sabırsızlık
gösterirlerse, işte onlar kayba uğramış olurlar. Bütün işler Allah'a döner.
Kâfirler seni
gördükleri zaman, mutlaka seni alaya alırlar. Çünkü sen onların tanrılarını
kötülüyor, putlarını ayıplıyor; esirgeyen ve bağışlayan Alİah'ı
da iyilik, onurlandırma, kutsama ve ibadetle anıyorsun, Onlar derler ki:
"Sizin tanrılarınızı fena sözlerle, Rahman'ı da iyi sözlerle anan bu mudur?"
Şimdi alaya alınmayı hakeden kimdir? Putları ve
taşlan iyilikle anıp Rahman'ı şer ve fenalıkla ananlar mı —ki bunlar
kâfirlerdir?— Yoksa göklerle yerin yaratıcısını kutsayan Peygamber (s.a.v.)
mi? Alaya alınmayı hakeden, kâfirlerdir. Çünkü
onlar, işi yerinde yapmamışlar, Rahman'ı anmayı, O'nu birlemeyi inkar
etmişlerdir! Allah'ın azabının çabucak gelmesini, Allah'ın gerçek mabud olduğuna, Muhammed'in de peygamber olduğuna iman edip
ikrarda bulunmaya iten mucizelerin tezelden
gösterilmesini istemişlerdir; "Allah'ım, eğer bu, senin yanından gelmiş
gerçekse, başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!"[27].
Cenab-ı Allah onlara şöyle diyor: İnsan aceleden
yaratılmıştır, öyle ki acele, sanki onun oluşum maddesinin bir parçası
olmuştur. Bu, bütün insanların huy ve karakteri haline gelmiştir. Kudretimin
sonsuzluğuna ve Muhammed'in peygamberliğinin gerçekliğine delalet eden
ayetlerimi size göstereceğim, acele etmeyin.
İslâm dininin muzafferiyetinde, —Kâfirler istemeseler bile— Allah'ın,
nurunun tamamlanmasında bu ayetleri görmüşlerdir.
Diyorlardı ki:
"Ey mü'minler, eğer doğru sözlü kimseler iseniz,
bizi tehdİd edip durduğunuz bu azap, hani ne zaman
gelecek?" Onlar böyle demekle, bir anlamda peygamber ve Kur'an'ı yalanlayıp inkâr etmiş oluyorlardı.
Cenab-ı Allah, —içimizde bir huy ve karakter halini almış
olmakla birlikte —bizi acelecilikten sakındırırken aklımızı güdülerimize hâkim
kılmamızı," görünen ve görünmeyen davranışlarımıza dinimizi egemen
kılmamızı bizden istemiştir. Şüphesiz ki bu da karakter ve huyumuzu asiîleştirip yüceltir.
Kâfirler: "Bu
azap ne zaman gelecek?" diyerek tezelden
gelmesini istedikleri azabın ne vakit geleceğini bilselerdi... Gerçekten o,
çok zorlu bir andır. Şiddetli bir duraktır. Çünkü o zaman kendilerini her
taraftan azap kuşatacak, azabı kendi nefislerinden sayamayacak, kendilerine
yardım edecek bir yardımcı da bulamayacaklardır. Evet, azabın ne vakit
geleceğini bilselerdi, Allah'ı İnkar etmez, Resulullah
(s.a.v.) ile eğlenmez ve azab gününün bir an önce
gelmesini istemezlerdi. Ama o vakti bilmemeleri, işleri salim bir gözle, kin,
kıskançlık ve kötü taklitten arınmış bir kalble
görmemeleri, onları buna sevketmiş ve bu davranışlarını
onlara kolaylaştırmıştır.
Sana gelince ey
Muhammet!! Sana yanıcın, giı/.dee
s;ıbr el inek t İr. Kendilerini iyiliğe ve Allah'ın
hoşnutluğuna çağıran herkese karşı insanların tutum ve davranışları hep böyle
olmuştur. Öteden beri insanlar,-Allah'ın senden önceki peygamberleriyle alay
etmiş, onlara kötü davranmışlardır. Ceza olarak da Cenab-ı
Allah onları her taraftan azapla kuşatmış, işledikleri kötülüklerden ötürü
onlara açlık ve korku elbisesini giydirmiştir. Peygamberlerini ve
beraberlerindeki inanmışları kurtarmıştır. Şüphesiz Allah, onlara yardım
etmeye ve onları muzaffer kılmaya muktedirdir.
[28]
42- Deki: "Geceleyin ve gündüzün sizi Rahmân'dan
kim koruyabilir? Ama onlar Rablerinin Kitâb'mdan yüz
çevirmektedirler.
43- Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı
var? O tanrılar kendilerine bile yardım edemezler. Katımızdan da dostluk
görmezler.
44- Biz bunlara ve babalarına geçimlikler verdik de
ömürleri uzadı; şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı ?
Üstün gelen onlar mıdır?
45- Deki: "Ben ancak sîzi vahyile
uyarıyorum" Uyarıldıkları zaman, sağırlar çağrıyı duymazlar.
46- Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa:
"Vah bize!" Doğrusu biz haksızdık" derler. [29]
"Kele' "
mastarından türetilen bu fiil, korumak anlamındadır. Azabımızdan korunmazlar.
Az bir şey. [30]
Şu müşrikler seni
yalanlamak ve sânım zayıflatmak için seninle alay ederlerse, buna hiç aldırma.
Çünkü senden önceki peygamberlerle de alay edilmiştir. Ama onlarla alay
edenleri, alayları dolayısıyla azabın en kötüsü kuşa-tiverdi.
Sen, ey Allah'ın peygamberi! Onlara de ki: Allah'ın azabı size gelecek olursa,
Ona karşı sizi kim korur? Geceleyin yarı ölü durumda uyumaktayken sizi koruyup
gözeten kimdir? Gündüzleri sabahlayıp akşamlarken sizi koruyan kimdir?
Üzerinize indirmek istediği takdirde Rahman'm azap ve
şiddetine karşı sizi kim koruyacaktır?
Bu son cümlede Kur'an-ı Kerim'in özellikle nimet sahibi "Rahman"
ke-. Hmesİni öncelikle kullanmış
olmasına dikkat edin. Bununla şuna işaret edilmektedir: Kâfir ve asi kimseler
üzerine azap indirmek, insana bahşedilen nimetlerin en mükemmelidir. Azabı
gören insan belki kendi nefsine döner ve Rabb;ne
yönelir. A.Uah'm yargısını reddedecek bir kimse ve
bir güç bulunmadığına göre,'üzerinize inecek olan azabı engelleyecek bir mani
yoktur; Ama onlar Rablerini, ruhları teskin edip kalbleri
dinginliğe kavuşturacak bir zikirle anmaktan yüz çeviriyorlar. Yoksa onların
tapmakta oldukları tanrıları mı var ki, o tanrıları, onlara göndereceğimiz
azabı durduracak ve emrimizin İnfazım engelleyecek? Onlar bunu yapamazlar.
Çünkü onların tanrıları bırakın, başkalarına fayda verip yardım etmeyi, kendi
kendilerine bile yardım edemezler! Onlar için şefaatçiler de yoktur. Allah'ın
azabını da engelleyemezler.
Onların zenginlik,
itibar ve nimetler içinde yüzmelerine bakıp ta aldanmayın. O, Allah'ın
kendilerine verdiği bir geçimliktir. Onu başkası değil, Allah vermiştir.
Allah'ı, onları azablandırmaktan alıkoyabilecek bir
kimse de yoktur. Allah bu dünya hayatında onlara geçimlik vermiştir. Nihayet
böylece onların Ömürleri uzamış, kalbleri katılaşmış,
amelleri kötüleşmiştir. Hesaplan zorlaşmış, cezalan da cehennem ateşi ve
kaynar su olmuştur. Şimdilik onların kendi hallerine bırakılmış olmaları, haşa
Allah'ın acz ve yetersizliğinden ötürü değildir.
Onlar kör mü oldular? Görmüyorlar mı ki, biz yeri uçlarından eksiltiyoruz?
Allah hüküm verir. O'nun hükmünü aksatacak, yargısını geri çevirecek hiçbir
güç yoktur!
Ayette geçen yer
nedir, yerin uçlarından eksiltilmesi ne demektir? Bu sûre Mekkî'dir.
Bilindiği gibi müslümanlarm Mekke'deki halleri çok
sıkıntılı idi.
Acaba ayette geçen
(yer) kelimesinden küfür diyarının amaçlandığını, yerin uçlarının eksiltUmesİnden de, insanların azar azar
İslama girmeleri ve kafirlerin nüfuzları aleyhine
İslâm nüfuzunun genişlemesi kastedildiğini söyleyebilir miyiz? Bu anlam,
düşünülebilir. Yerin uçlarının eksiltilmesi anlamında sınırları zorladığımız
zaman bu anlam düşünülebilir veya bu, gayba ait bir
haberdir de diyebiliriz. Bazı bilginler derler ki: Bu ayet-i kerime, noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın kudretine delalet için yöneltilmiş ki müşrikler, bu
dünyada azaba uğratılmaksızın yerlerinde kalakalmalarının hâşâ Allah'ın acz ve taksirinden kaynaklandığını zannetmesinler! Hayır,
O, Cenab-i Allah'ın müslümanlar
için olan ilâhi hikmetinden ve Rabbani tertibinden kaynaklanıyor.
Buna göre ayetin
manası şu oluyor: Kafirler görmüyorlar mı ki, biz yer küreye gelip onun kuzey
ve güney kutuplarından eksiltiyoruz?
Tabiat bilginleri
diyorlar ki: Dünya tam küre ve tam yuvarlak değildir. Aksine ortası şişkin ve
geniştir. Kuzey ve güney kutuplanndaysa basıklık
vardır. Yani elips biçimindedir. Bu böyle bir ayettir ki; tefsirini, nüzulünden
on üç yüz yıl sonra modern ilim yapıyor.
Ayet-i Kerimeyi
birinci görüşe göre tefsir etmenin de sakıncası yoktur. Zira Allah (c.c.)
buyuruyor ki: "Üstün gelen onlar mı (yoksa biz miyiz)?" Yani
yerlerini (diyarlarını) uçlarından eksilttiğimiz, gizlice de olsa bazılarının İslama girişi dolayısıyla sayılarını azalttığımız halde,
onlar nasıl galip olacaklar? Bu sözde, her ne kadar zorluk ve sıkıntılarla
karşılaşmış olsalar da müslümanların ve hak dava
sahiplerinin zafere kavuşacaklarına işaret vardır.
Ey Muhammedi Tehdid ederek onlara de ki: Bana düşen, duyurmaktır. Hesaba
çekmekse, Allah'a aittir. Ben sizi sadece vahiy ve Kur'an'Ia
uyarıyorum. Geçmiş ümmetlerin durumlarını anlatarak, kafirliğinizin sonucunu
size açıklıyorum. Benim işim budur. Allah'ın bana emrettiği iş budur. Ama
sağırlar, uyarıldıkları zaman, duayı (çağrıyı) işitebilirler mi? Hayır, asla
işi-temezler. Allah onların kalblerini
ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine perde çekmiştir. Kalbleri
kilitlidir.. İçine asla hayır girmez. "Zira gözler kör olmaz. Fakat
(asıl) göğüslerdeki kaîbler kör olur".[31]
Dediler ki: Uyarıp-korkutmagibi.manevi şeyleri algılayacak olan duyular
vardır. Bu duyuların yeri kalbdir. Bunlarla ilgili
açıklama inşallah yakında gelecektir. Allah'a andolsun
ki, onlara Rabbim'n azabından az bir şey dokunacak
olursa; "Eyvah... Vah halimize. Doğrusu biz zalimlerden olduk"
derler. Bunda da, Rabbinin azabının güçlü ve şiddetli olduğuna işaret vardır.
"Şüphesiz Rabbinin tutuşu şiddetîidİr"[32]
Zavallı olan insan, kayıp ve hasardadır. Ancak iman edip iyi işler yapan,
birbirlerine hakkı tavsiye eden, birbirlerine sabrı tavsiye eden kimseler
müstesna. Kayıpta olanlar, kıyamet gününde gerçek cezayı gördüklerinde hakkı
anlayacaklar, pişmanlığın fayda vermediği ve kafirlerin "Keşke ben toprak
olsaydım”[33]. dediği bir zaman da pişman olacaklar... [34]
47- Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiç bir kimse
hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya
koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz. [35]
Adalet. Bir hardal
tanesi ağırlığınca [36]
Şu müşriklerin azablandırılmalarında, azaplarının şiddetlendirilmesinde ve
ibret verici cezaya çarptırılmalarında bir gariplik yoktur. Çünkü bu hükmü
veren Allah'tır. O'nun hükmü adilânedir. O, çok doğru ölçen terazinin
sahibidir. Zira O buyuruyor ki: Biz kıyamet gününde adaletli teraziler kurarız.
Orada ameller cisimlendirildikten sonra, amelleri tartan gerçek teraziler mi
olacak,.yoksa maddi şeyleri tartar gibi manevi şeyleri tartan teraziler mi olacaktır?
Dünyada barometre, termometre gibi Ölçü aletleri icad
edildikten sonra ahİrette amel ve ihlas
ölçen teraziyi yaratmasını güçlü ve muktedir Allah için imkansız ve zor
görmemek gerekir. Bazıları bunun her ne kadar çok veya az da olsa herkese
hakkım eksiksiz veren Allah'ın mutlak adaletinden bir kinaye olduğunu
söylemişlerdir. Kıyametteki hesapta hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, iyilik
yapmış olanın iyiliği eksiltilmeyecek, kötülük yapmış olanın kötülüğüne ekleme
yapılmayacak, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa herkesin işlediği ameli
karşısına çıkarılacaktır. Bu amelinin hesabını kontrol eden ve hesap gören
olarak Allah yeter. [37]
48- And olsun ki, Musa ve
Harun'a eğriyi doğrudan ayıran Kitab'ı,
sakınanlar için ışık ve öğüt olarak verdik.
49- Onlar görmedikleri halde Rabblerİnden
korkarlar; kıyamet saatinden de titrerler.
50- İşte bu, indirdiğimiz kutsal bir Kitab'dır.
Siz mi onu İnkar ediyorsunuz? [38]
Fahr adlı eserinde Fahr-i Razİ şöyle der: Bil ki, noksanlıklardan münezzeh yüce
Allah; tevhid, peygamberlik ve ahiretle
ilgili delilleri anlattıktan sonra, kalblere sebat ve
ruhlara dinginlik vermek için, Peygamberlerin kıssalarını anlatmaya başladı.
"Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi
sana anlatıyoruz, bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret
gelmiştir"[39]
Allah'a and olsun ki Musa ve Harun'a hak ile batılı, helal ile
haramı birbirinden ayıran, Tevratı,
kendisiyle hidayet ve kurtuluş yoluna ulaşılan ışığı verdik. Çünkü kitap ve
ışık, insana Allah'ı ve yasalarını tanıtır. Onda, din ve maddi çıkarları
hususunda ihtiyaç duydukları her şey, öğüt ve hatırlatma vardır. Onlardan ancak
takva sahipleri yararlanırlar. Kur'an'da böyledir
işte!
Evci... Rablcrindcn çekinen, hesabından korkan, emirlerini yerine
getiren, yasaklarından sakınan takva sahibi kimseler ancak bunlardan yararlanırlar.
Bunlar ki gaybe inanırlar. Hiç bir şey Allah'tan
gizli kalmaz. Bunlar kıyametten ve onun çetin hallerinden korkup ürkerler.
Kelimelerinin yerleri
değiştirilmeden, onda bazı değişiklikler yapılmadan önce Tevrat da böyle bir
hidayet ve ışıktı. Cenab-ı Allah Musa ve Harun'a Furkan'ı (Tevrat'ı) indirdiği gibi, ey Muhammedi Sana Kur'an'ı indirdi. İşte sîzi ondaki şeylerle uyarıp
korkutuyorum. Ben bir türedi değilim. Benden önce de peygamberler vardı.
Tevrat ve diğerleri
gibi onların da kitapları vardır. Bu Kur'an mübarek
bîr zikirdir. Nur ve hidayettir. İçinde hayır, hidayet, ilim, marifet,
kurtuluş, mutluluk, başarı ve onma vardır. Onda dünya ve ahiret
saadetinin sebepleri vardır. Çünkü o her derde deva, her hastalığa ilaçtır.
Gördüğümüz şeylerde bunu olaylar ispat etmiştir. Bundan sonra siz bunu inkar mı
ediyorsunuz? Doğrusu bu çok tuhaftır! [40]
51- And olsun ki, daha önce
İbrahim'e akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk.
52- İbrahim, babusımı ve
milletine: "Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.
53- "Babalarımızı onlara tapar bulduk"
demişlerdi.
54- İbrahim: And olsun ki
sîzler de babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz" deyince:
55- "Sen bize gerçeği mi getirdin yoksa şaka mı
ediyorsun?" dediler.
56- O şöyle dedi: "Hayır; Rabbiniz, göklerin ve
yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik
edenlerdenim."
57- "Allah'a yemin ederim ki, sîz ayrıldıktan
sonra, putlarınıza bîr tuzak kuracağım!"
58- Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü, ona
başvursunlar diye, sağlam bıraktı.
59- Milleti: "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu
o zalimlerden biridir" dediler.
60-61- Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline
doladığını duymuştuk" deyince, "O halde bunların şahidlik
edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin" dediler.
62- İbrahim gelince, ona: "Ey İbrahim! Bunu
tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler.
63- İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır,
konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi.
64-65- Kendi kendilerine "Doğrusu siz
haksızsınız", sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek: "Ey
İbrahim! Bunların konuşmayacağını, and olsun ki,
bilirsin" dediler.
66-67- İbrahim: "O halde, Allah'ı bırakıp da
size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size
de Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor
musunuz?" dedi.
68- Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da
tanrılarınıza yardım edin" dediler.
69- Bİz: Ey ateş! İbrahim'e
karşı serin ve zararsız ol" dedik.
70- Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları Hüsrana
uğrattık.
71- Onu da, Lût'u da, alemler
için kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık.
72- İbrahim'e buna ilaveten İshâk
ve Yakub'u da verdik, her birini iyi kimseler kıldık.
73- Onları, buyruğumuz altında insanları doğru yola
götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat
vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden
kimselerdi. [41]
Raşid; doğruluk, hayır ve iyilik yönlerini kendinde
toplayan kimsedir. "TimsaP'in çoğulu put ve heykei demektir. Ona ibadette devam edenler.Onları eşsiz
olarak vücuda getirdi.Putlarınıza
bir düzen yapacağım.Parçalar.
İnsanların gözleri öiîünde. Eski cahilliklerine döndüler, Sıkıntı ifade eden
bir söz. İstenenden fazlası. [42]
Bazı kimseler, Sanem
ile Vesen arasında ayırım yapmış; Sanemin madenden
yapılan ve ateş görünce eriyen put olduğunu, Vesen'in
ise, ağaç ve diğer şeylerden yapılan put olduğunu söylemişlerdir. Timsalin- ise
insana veya hayvana benzemesinin düşünülebileceğini soy m emişlerdir.
Allah'ın dostu ve
peygamberlerin atası İbrahim (A.S.), değişik amaçlarla Kur'an'm
birkaç yerinde anılmıştır. Milleti putperest idi. Babası, put yapıp insanlara
satan bir marangozdu. İbrahim'e gelince Cenab-ı Allah
onu kendi gözetiminde dünyaya getirttirdi, onu kendi kudret eliyle besleyip
büyüttü, onu doğru yola iletti. Böylece İbrahim, putların görmez, işitmez fayda
veya zarar vermez varlıklar olduklarını gördü. Onlar, babasının keserle yaptığı
tahta veya taşlardan başka bir şey değillerdi. Onlara tapmanın tuhaf olduğunu,
insanı hüzün ve kedere boğduğunu gördü, bu hususta milletiyle tartışmaya başladı.
Bazen güzellikle, bazen de sertlikle tartışıyordu. Bazen babasıyla, bazen
kralla, bazen de halkla tartışıyordu. Onlara tartışıp münakaşa etti. Bunun
yarar sağlamadığını görünce de putları kendi eliyle parçaladı ki, kavmi kendisiyle
bu konuda konuşsun. Bunun sonucunda doğru yolu bulacaklarını umuyordu.
Nihayet iş öyle bir
safhaya geldi ki, İbrahim için büyük bir ateş yaktılar, O'nu içine attılar.
Allah onu ateşten korudu. Sonra İbrahim kendi beldesi Irak'taki (Fedan Âdram'dan) çıkıp Şam'a göç etti. Oraya yerleştikten sonra Cenab-ı Allah ona, İsmail ve İshak'ı
hediye etti. Üstelik torunu Yakub'u da ona verdi.
Hepsi de Allah'a kulluk eden insanlar oldular.
[43]
And olsun biz önceden doğru yolu bulma kaabiliyetİni İbrahim'e vermiştik. İyilik ve hayır
yollarında onu başarılı kıldık. Bundan önce ona, 'her şeyi yerli yerince yapma'
yeteneği (hikmeti) verdik. Biz onun olgun insan olduğunu biliyorduk.
Bu sözler, İbrahim
(A.S.)'m Allah'ı birleme» iyiliği sevme, olaylara sağlıklı bakış ve düşünce
fıtratı üzerine yaratılmış olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle, milletinin
duygusuz ve bilinçsiz putlara tapmalarını hoş karşılamadı!
Hani İbrahim babasına
ve mîlletine demişti: Kendilerine gönülden İbadet ettiğiniz ve İbadete devam
ettiğiniz bu heykeller nedir? Bu soruyla İbrahim, kavminin putları ululadıklarmı bildiği halde putları tanımadığını açıklamak
ve onları tahkir etmek istemiştir. Putlara tapmalarım, bu sözüyle ya-dırgamıştır. Onları kaplayan
şu cahilliğe, hayır ve iyilik yollarını görmezliklerine bakm
hele! Onlara ve îbrahirnin sorusuna verdikleri cevaba
bakın hele'. "Babalarımızı oniara tapar
bulduk!".
Cehalet ne kadar
çirkin, cahiller ne kadar da mahvolmuşlardır! Onların putlarında asla hayır ve
fazilet yoktur. Onlara tapmayı» onları kutsamayı gerektiren bir Özellikleri de
yoktur. Atalarının onlara taptıklarını görmüşler de, ayıp ve rüsvaylıkla da olsa atalarının izini takip etmeleri
gerekmiş! Yegane gerekçeleri bu!... Putlara tapmakla, onları atalarının yoluna
sürüklediğinde şeytan ne kadar da büyük bir tuzak kurmuştu! Bu yola
sürüklenirken de hak yolda olduklarına inanmışlardı. Hakikat ehline karşı batıl
ile mücadele ediyorlardı. Bilesiniz ki Allah'ın laneti, sapıkların ve
taklitçilerin üzerinedir.
İbrahim de onlara:
"Doğrusu siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içine
düşmüşsünüz}" dedi. Bu ifadede apaçık bir tekid
vardır. İbrahim (A.S.) "Siz" demiş, "Sakıplıkta" demiş.
Evet, hepiniz aynı yola koyulmuş, aynı kategoriye girmişsiniz. Çünkü taş ve
tahtalardan yapılma putlara taptınız. Bunlara tapmaktaki dayanağınız; uyulan
bir heves ve itaat edilen bir şeytandır.
Onlar İbrahim'in bu
şiddetli reddine, kulaklara çarpan ve kalbleri elemle,
hüzünle dolduran bu delile çarpıldıklarında, hayretler içinde kalarak şöyle
dediler: Ey İbrahim! Sen bize açık bir hakkı ve hayrı mı getirdin, yoksa işi
eğlenceye alan şakacılardan mısın?! Aldanmış olan mağrur kimseler, berrak
gerçeklerle karşılaştıklarında kendilerinin ve atalarının izledikleri yolun
yanlış bir yol ve sapıklık yolu olduğuna bir türlü ihtimal veremezler. Buna çok
şaşarlar.
İbrahim dedi ki:
Huzurunda secdeye kapanarak alınlarınızı topraklandırmayı, ibadet ve
kutsanmayı hakeden Rabbİmiz,
göklerin ve yerin Rabbt-dir.
O, bu ikisini ince bir düzen ve benzersiz bir yapıda yarattı. Ben de size
karşı, sözlerine dayanak olarak hüccetleri ileri süren, iddialarını delillerle
doğrulayan şahitlerden olacağım. —Nitekim şahedetle
de davet doğrulanır.— Ben sizin gibi değilim. Zira putlara tapmakta yegane
dayanak ve hüccetiniz, atalarınızı taklid etmenizdir.
Sizler, ne kötü bir iş yapmış oluyorsunuz?!!
İbrahim bu tanrılara
bir kötülük yapmayı planladı. O putlara hakaret edeceğine, Allah adına yemin
etti. Milletinin, tapmakta oldukları tanrılarının durumlarını anlaması için
İbrahim bu yolu deneyecekti. Çünkü O putlar, kendilerine yönelen bir zararı
üzerlerinden savamazlardı. "Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan
kurtaramaz/ar. İsteyen de aciz, istenen de"[44]
İbrahim, şayet
kendilerine tapmaktan vazgeçerlerse putların, onlara bir kötülük dokunduramayacaklarmi veya kendilerine taparlarsa putların
onlara bir hayır dokundurama'yacaklarım kanıtlamak
için bu yola başvuracaktı. Fiili deliller, insana daha çok etki ederler. Tevil
ve şüpheden uzaktırlar. Çünkü bu tür deliller karşısında konuşacak kimse
bulunmaz.
İbrahim'in milletinin
her sene kutlamakta oldukları bir bayramları vardı. O bayram gününde toplanıp
eğlenirlerdi. Yine Öyle bir bayram günüydü. "Ey İbrahim, bizimle birlikte
bayrama gelsene... Dinimizi belki beğenirsin" dediler. İbrahim içinden: '
'Allah 'a and olsun ki, putlarınıza tuzak kuracağım''
dedi. Hasta olduğunu bahane ederek bayrama gitmedi. "Ben hastayım" dedi."[45] Millet
bayram yerine gedince İbrahim, putların bulunduğu yere girdi. Önlerinde
yiyecekler vardı. Hepsini kırıp paramparça etti. Sadece büyük putu bıraktı.
Baltayı onun omuzuna astı. Kurmaya yemin ettiği tuzak
işte buydu. İbrahim, putların kendilerine ulaştırılan eziyeti savamadıklarını
görünce halkın, kendisine ve dinine yöneleceklerini umarak bütün bunları yaptı.
Ya da halkın, putların kırılması olayından büyük putu
sorumlu tutacaklarını ve ona: "Bu putlar kırılırken sen neredeydin? Sen
sapasağlam dururken bu putlar niçin kırıldı? Baltada senin omuzlarında diye
soracaklarını bekleyerek bütün bunları yaptı. Ya da İbrahim,
halkın bu olup bitenleri büyük puldan öğrenmek için ona başvurdukları sırada
onlarla ve tanrılarıyla alay etmek için bütün bunları yaptı.
Putların parçalanmış
olduğunu gören halk, tanrılarına yapılan bu saygısızlıktan dolayı çok
öfkelendi. Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Bunu yapan, haddi aşan zalimlerdendir.
Bazıları dediler ki:
"Tanrılarımızı fena sözlerle anarak diline dolayan, İbrahim adlı bir genç
varmış. Bunu tanrılarımıza yapan odur." Nemrud
ve kavminin önde gelenleri dediler ki: Onu insanların gözü önüne getirin de ona
nasıl ceza verdiğimizi herkes görüp müşahede etsin. Ve bu da onu alt eden bir
delil olsun.
İbrahim, çağrılan yere
gelince ona: Sen misin bunu tanrılarımıza yapan, ey İbrahim? diye sordular.
İbrahim onlara: "Hayır, bu işi onlara yapan, büyükleridir. Eğer
konuşuyorlarsa onlara sorun" diye cevap verdi. Bu cevapla onları susturdu,
dikkatlerini başka tarafa çekti, putları kıranın başkası değil, kendisi
olduğunu ispatladı. Çünkü puthanede putlar ve
kendisinden başka kimse yoktu. Putun da,bu olup bitenleri yapmış olması mümkün
değildi. Şu halde bu işi yapanın kendisi olduğu, delille sabit oldu. Kırma
işini kendisi yaptığı halde, suçu puta isnad etme
amacında değildi. Bu işi puta isnad etmesinin sebebi
herhalde şu olsa gerek: Kendilerine tapılan putlar, İbrahim'i çok öfkelendirmiş
ve onu, kendilerini kırmaya itmişlerdi. Bu nedenle putları kıran, yine putların
kendileri olmuş oluyordu.
îbrahim (A.S.)'ın bu cevabı karşısında afallayıp sustular. Ona cevap veremez
ve onunla artık tartışamaz oldular. Kendi vicdanlarına başvurup, hakikaten
sizler haksızsınız, dediler. Ama şeytan, onların hakka ulaşmalarına müsaade
edecek miydi? Ne dersiniz? Hayır, onlara vesvese verdi. Sonra yine eski
kafalarına, batıla döndüler. Batılı savunarak şöyle dediler: Putlara sormamızı,
bizden nasıl İstersin? onların konuşamayacaklarını sen de biliyorsun.
İbrahim, ağızlarında
geveleyip durmakta oldukları sözlerine son vermeleri için onlara şöyle dedi:
Allah'ı bırakıp ta, size ne bir fayda, ne bir zarar veremeyen şeylere mi
tapıyorsunuz? Bunlar size fayda veya .zarar veremezler. Çünkü hiçbir söz
söyleyemez ve hiçbir şeyi üzerlerinden savamazlar. Yuh size ve Allah'tan başka
taptıklarınıza... Koraldiniz mi? aklınız hiç bir şeye ermez mi, sizin?
İbrahim'i susturmak için
çareleri kalmayınca, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelince
dediler ki: Onun için en iyi yol, ölümdür. Ancak onu öldürünce rahatlarız. Onu
en feci bir şekilde ve en çirkin bir biçimde öldürmeliyiz. Bu da onu ateşte
yakmakla mümkün olur. Onu bu şekilde öl-dürürseniz,
siz ve tanrılarınız kurtulursunuz. Gerçekten bir şey yapacaksanız, böyle
yapın.
Fakat noksanlıklardan
münezzeh olan Allah kullarını, özellikle peygamberleri kor.uyup gözeteceğini
tekeffül etmişti, ibrahim'i mutlaka zafere kavuşturacak;
demiri, madeni, çeliği eriten ateşlen onu koruyacaktı. Ateşe şu buyruğu verdi:
"Ey Ateş, İbrahim'e serin ve esinlik ol" İbrahim, ateşten asla acı ve
elem duymadı. Allah'ı överek tenzih etti. Kendisini unutmayan Allah'ın lutfuna şükretti. Nihayet ateşin etkisi gizlendi, ona zarar
vermedi. Allah'-m;peygamberleri, velileri ve salih
kullarını koruyup gözetmesi işte böyledir. Biliyor, musunuz ki Kureyşliler şûra meclisini toplamış Muhammed (s.a.v.)'ne
yapmaları gerektiğini düşünüp tartışmışlar. O'nu öldürmeyi kendi aralarında
kararlaştırmışlardı. Ama bunu yapabilecekler miydi? Ne gezer! Çünkü Rab-bi şöyle bir teminat vermişti: "Allah seni insanlardan
korur"[46]
Übeyy bin Kâ'b (R.A.) Peygamber
(s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İbrahim
(A.S.)'i ateşe atmak için bağladıklarında o şöyle demişti: 'Senden başka tanrı
yoktur. Sen noksanlıklardan münezzehsin. Alemlerin Rabbisin. Hamd sanadır. Mülk senindir. Ortağın yoktur' Sonra onu
mancınıktan, uzak bir sahaya attılar. (Havadayken) Cebrail onu karşıladı ve
ona: "Bize ihtiyacın var mı?" dedi. (îbrahim): "Sana olan
ihtiyacımı soruyorsan, sana ihtiyacım yoktur" dedi. Cebrail,
"Rabbinden iste" dedi. O da: "Benim durumumu bilmiş olması,
ondan İstekte bulunmama gerek bırakmadı" dedi. Allah ta buyurdu kî:
"Ey ateş, İbrahim'e serin ve esenlik ol". "Ona bir tuzak kurmak
istediler. Bizde, asıl kendilerini hüsrana uğrattık. Onu ve Lût'u kurtarıp (Peygamberlerin İniş yeri kılıp, iki
kıbleden biri yaptığımız) mübarek kıldığımız bir yere (Şam'a ulaştırdık".
Çünkü orada su ve ekin vardı. Orada yaşayanlar için o topraklarda hayır ve
bereket vardı.
İbrahim'e İshak'i, üstelik torunu Yakub'u
hediye ettik. Ona ikram üstüne ikramda bulunmak, isteğinden fazla bir bağışta
bulunmak için Yakub'u ona verdik. İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u takva sahibi
iyi kimseler kıldık.
Hayırlı işlerde ve salih amellerde kendilerine uyulan önderler yaptık onları.
Bütün İşler bizim emrimizle, indirdiğimiz vahiy ve ilhamla oldu. Buradan da
anlıyoruz ki, kendini imam olarak tayin eden kimsenin hidayeti bulmuş olması;
tabiatıyla önce kendi nefsini sonra da başkalarına ıslah etmesi gerekir.
Hayırlı işler yapmalarını, taatte bulunmalarım, namaz
kılmalarını, zekat vermelerini onlara vahyettik.
Onlar bize ibadet eden ve itatte bulunanlardan
oldular. [47]
74- Lût'a da hüküm ve ilim
verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan
çıkmış kötü bir milletti.
75- Lût'u rahmetimizin içine
aldık; doğrusu o iyilerdendi.
76- Nıth'da daha önceleri Bize
yalvarmıştı, onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan
kurtardık.
77- Ayetlerimizi yalanlayan millete karşı ona yardım
ettik. Doğrusu onlar fena bir milletti, hepsini suda boğduk.[48]
Lût'a dini ve dünyevî işlerde bilgi ve marifet,
peygamberlik ve hikmet, yararlı ilim, sağlıklı bir kavrayış verdik. Bunlar
peygamberliğin temel unsurlarıdırlar. Cenab-ı Alîah, elçiliğini üstlenecek olanları, peygamberliğe layık
ve ehil hale gelecek şekilde hazırlar. Allah, peygamberliğini kime bırakacağını
bilir.
Lût'u, içinde peygamberlikle görevlendirildiği, pislik ve
murdarlıklar yapan Sedum kasabasından kurtardık. O
kasabanın halkı fısk-u fücur işleyerek zalimlik
yapmıyorlardı. Toplantı ve meclislerinde kötü fiiller İşliyor, kadınları
bırakıp erkeklere yanaşıyorlardı. Lût'u rahmetimizin
içine soktuk. Çünkü o salihlerdendi.
Nuh'a gelince, O,
insanlığın ikinci babasıdır. İbrahim ve Lût'dan önce
O, kavmine beddua ederek Allah'tan şöyle bir istekte bulunmuştu: "Rabbim,
yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma"[49].
"Bunun üzerine: "Ben yenik düştüm, yardım et (ya
Râb)!" diye Rabbine yalvardı"[50]. Nuh
(A.S.) kavmine 950 sene süreyle güzellikle çağrıda bulunduktan sonra, onlar
küfür ve inadı elden bırakmadılar diye bu şekilde bedduada bulunmuştu. Cenab-ı Allah onun bedduasını kabul buyurdu. Kavmine azap
indirdi. Onları hayatın kaynağı olan su ile boğdu, insana hayat veren su,
yaşamlarının sonu oldu. Cenab-ı Allah Nuh'u ve
beraberindeki mü'minleri boğulmaktan, şiddetli
sıkıntıdan kurtardı. Onu, ayetlerimizi yalanlayan inançsız kavme karşı
muzaffer kıldı. Zalimlerin cezası işte budur!
Ey Mekke kafirleri!
Sizden önce gelip geçmiş olan Lût ve Nuh kavimlerine,
onların başlarına gelen felaketlere, mü'minlerin
nasıl zafer kazandıkları-na,kafirlerin nasıl şiddetle
azablandınldiklarma bakıp ibret almayacak mısınız?!! [51]
78- Davud ve Süleyman da
milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz
onların hükmüne şûhiddik.
79- Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her
birine hüküm ve ilim verdik, Davud'la beraber teşbih
etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları biz yapmıştık.
80- Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını
öğrettik, artık şükreder misiniz?
81- Bereketli kıldığımız yere doğru. Süleyman'ın emriyle
yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi
biliyorduk.
82- Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören
şeytanlardan da onun buyruğu akma verdik. Onların hepsini gözetiyorduk. [52]
Genel anlamaa ekindir. Üzüm ağacı anlamına geldiğini söyleyenler
de olmuştur.
"Nefş" mastarından türeyen bu fiil, geceleyin yayılma
manasını ifade eder. Rastgele ekinin İçine girip
yayılmak demektir. Biiimum giyecekler, Ayette bu
kelimeyle özel olarak zırh manası kastedilmiştin
Fırtına "Gavs" mastarından alman bu fiil, suya dalmak
demektir. Ğavvas: İnci çıkarmak İçin denize dalan
kimse. Dalgıç. [53]
Ey Muhammedi Davud ile Süleyman'ı hatırla. Hani onlar, kavmin davarlarının
geceleyin içine rastgele girip yayılmış oldukları
ekin hakkında hüküm veriyorlardı ya. Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, Davud ile Süleyman'ın
verdikleri hükme ve onlara tabi olanlara şahit idi. Orada ilmiyle hazırdı.
Çünkü hiçbir şey Ö'na gizli kalmaz. Ancak O'nun
dilediği iş olur.
Müfessirler şöyle bir
olay anlatırlar: İki kişi Davud'un yanma girdiler. O
esnada oğlu Süleyman'da yanındaydı. İki kişiden biri ekin sahibi, diğeri de
davar sahibiydi. Ekin sahibi dedi ki: Bu adamın davarı geceleyin çözülmüş,
tarlama girmiş, ekinimden hiç bir şeyi geriye bırakmamış.
Davud, ekin sahibinin, telef olan ekinine eş değer olan
davarı almasını hükmetti. Süleyman, Davud'un bu
hükmünü işitince, daha hayırlı ve taraflar için daha merhametlice bir çözüm
buldu ve dedi ki: Davarların ekin sahibine verilmesi, onun bu davarların
yağından, sütünden, yününden yararlanması, tartanında davar sahibine teslim
edilmesi, onun bu tarlada çalışması, ekinlerin ertesi sene aynı duruma
gelinceye dek uğraşması, ve neticede herkesin, yanındakini diğerine geri
vermesi gerekir.
Davud: "Ey oğulcuğum hüküm, senin verdiğin
hükümdür" dedi. Ve Süleyman'ın hükmünü onaylayıp o şekilde hüküm verdi. Cenab-ı Allah'ın "Onu (meseleyi ve hükmünü) Süleyman'a
bellettik" sözünün anlamı işte budur. Ona, adaletle hüküm vermesini
öğrettik. Onun bu adil hükmünde zararı tazmin ve hasan da tamir etmek vardı.
Davud ile Süleyman'dan her birine doğru hüküm verme kaabiliyeti, Süleyman'a da meseleleri idrak etme yeteneği
verdik. Bu noktadan hareketle bazı kimseler, "Her müetehidin
bir görüş ve nasibi vardır" demişler. Sahih bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Hakim, ietihad
eder de isabet ederse, onun için iki sevap vardır. İetihad
eder de yanıhrsa, onun için bir sevap vardır."
Davud ile Süleyman, ietihad
ederek mi hüküm verdiler, yoksa vahye dayanarak mı ietihad
ettiler? Görülen o ki, ietihad ederek hüküm
vermişlerdir.
Genab-ı Allah Davud ile
Süleyman'ı birlikte överken bunlardan her birinin özelliklerini anlatmaya
başladı. Önce Davud'unkileri anlattı. Çünkü O,
Süleyman'ın babasıdır. "Davud'a dağlan ve
kuşları boyun eğdirdik". Davud Allah'ı teşbih
ederken, dağlar da kendisiyle beraber tesbihatta
bulunurmuş. Hatta dağların onunla beraber yürüdüğünü söyleyenler de olmuştur,
biri O'nu görünce Allah'ı ululayıp kutsamak İçin tesbihatta
bulunurmuş,kuşları da O'na baş eğdirdik. Onun tesbihatı
gibi tesbihatta bulunurlardı. Biz emir verince,
emrine uyarlardı. Bu işlerin tümünü yapan biziz.
Sizleri savaşın
eziyeti ve şiddetinden koruyacak zırhları yapma sanatını Davut'a öğrettik. Ama
siz şükrediyor musunuz ki? Buradaki istifhamın manası: Üzerinize yağdırdığı
nimetlerden, sizi başarılı kıldığı hayır ve mutluluktan dolayı Allah'a şükür
ediniz demektir. cümlesiyle, insanların şükretmeleri şiddetle isteniyor.
Bundan sonra Cenab-ı Allah, Süleyman (A.S.)'ın
özelliklerini anlatmaya başladı: "Rüzgarı, şiddetle esmekte olan rüzgarı
onun emrine verdik". Rüzgar onun emriyle esiyor, hükmüne boyun büküyordu.
Rüzgarı, bereketli kıldığımız Şam toprağına taraf estiriyordu. Cenab-ı Allah herşeyi bilir.
Denizlere dalan, İhtiyaç duyduğu madenleri çıkaran, bundan başka bina, kale,
heykel, havuz kadar geniş leğen ve sabit kazanlar yapmayı bilen şeytanları da
onun: emrine verdik. Biz onları onun için koruma altında tutuyorduk. Ne bir
yere^ kaçabilir, ne de bir bozgunculuk yapabilirler. Ne de işi oyuncak
edinirler. 1 Aksine, herkes mükellefİyyetine göre
çalışır.
Bu ayetler, çalışmanın
şeref, meslek edinmenin de üstünlük olduğuna tanıklık etmekte olan
şahitlerdir. Sanat altın bileziktir, denmiştir.
Cenab-ı Allah, peygamberi Davut (A.S.)'dan haber verirken;
onun zırh yaptığını, elinin emeğiyle sağladığı kazançla geçindiğini; Nuh'un
marangoz olup gemi yaptığını; Lokman'ın terzilik
yaptığını bildirmiştir. Tarih bize, iyi kimselerin, salih
ve mü'min insanların metod
olarak çalışmayı, dilencilik zilletine tercih ettiklerini haber vermektedir.
Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber (S.A,V.) efendimiz şöyle buyurmaktadır:
"Sizden birinizjpini alıp onunla odun topla(yip sat)ması, insanlardan dilenip
ona vermelerinden- ya da onu mahrum bırakmalarından
daha iyidir", islamiyet boş ve tembelce oturmayı
tanımayan bir dindir. Bilakis çalışma, kazanma ve zengin olmayı öngören bir
dindir. Tabii ki helal yoldan. Haram yoldan kazanmayı tasvib
etmez.
Bazı insanlar; İslâmm fakirliğe, zâhidliğe, mescidlerde oturup beklemeye ve çalışmamaya çağıran bir
din olduğuna dair yanlış bir kanaat içindedirler. Bu, yanlış bir anlayıştır,
sakat bir düşüncedir. Ancak, İslâmiyet, kanaatkârlığa ve rızkı güzel yoldan
istemeye, dünyalık uğruna zillete katlanmamaya özendirmektedir. Dünyalık için
hırs göstermek, insanı din kardeşine tecavüze sevkeder.
Mal toplama tutkusu, insanı başkalarına zulmetmeye yöneltir. [54]
83- Eyyub da: "Başıma bir
bela geldi, (Sana sığındım). Sen merhametlilerin merhametüsisin"
diye Rabbine nida etmişti.
84- Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri
kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere
ona tekrar ailesini hem onlarla beraber daha bir mislini ona vermiştik. [55]
"Dad" harfi üstün olarak okunduğunda, genel olarak
zarar anlamını verir.
"Dad" harfi ötreli olarak
okunduğunda bedene isabet eden za-afiyet ve hastalık
gibi zararları İfade eder. [56]
Ey Muhammedi Eyyub'u ve onun gerçek haberlerini hatırla. Hani bir vakit
Rabbine: "Bu dert bana dokundu. Elem ve keder beni yakaladı. Sen ey
Rabbim, merhametlilerin en merhametüsisin?" diye
dua etmişti.
Eyyub'a dokunan hastalığa gelince, müfessİrler
bu konuya değinirken bazen çok ileri gitmiş, bazen geri çekilmişlerdir. Kurtubi, bununla ilgili olarak on beş görüş ortaya
koymuştur. Bunlardan birincisi şudur: Eyyub (A.S.)
namaz kılmak için silkinip kalkmak istemiş, kalkamayinca,
da hastalığını şikayet etmek için değil de halini bildirmek için: "Bu
hastalık bana dokundu" demiş, bu da sabra zıt bir söz değildir. Hz. Eyyub'un hastalığının
İnsanları tiksindirici ve nefret ettirici bir hastalık olduğu hususunda bir
takım görüşler ileri sürülmektedir ki bu da peygamberlik makamına
yaraşmamaktadır. Zira peygamberler, insanları tiksindirici hastalıklardan
münezzehtirler. Şu halde onun bu şekilde imtihan edilmesini,peyamberliğinden
önce meydana gelmiş bir olay olarak anlamamız mümkün olacaktır. Böylece imtihan
edildikten sonra, Allah onu peygamber olarak seçmiştir.
Şu da var ki, Hz. Eyyub'un hastalığını tasvirde
abartmaya kaçanlar, ehl-î kitabın yanında 'Sifr-ı Eyyub' diye adlandırılan
Tevrat tomarını dayanak olarak ileri sürmektedirler. Dolayısıyla bu tomarı
düzenleyenin kim olduğu hususunda anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bunu düzenleyen yahudiler midir, Eyyub (A.S.)
mudur. Süleyman (A.S.) mıdır, Eşiyâ mıdır, adı
bilinmeyen bir adam-mıdır, Hazkiyal midir, yoksa Azrâ mıdır?
Ehl-i Kitab, Hz. Eyyub'un ne zaman yaşamış
olduğu hususunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Musa (A.S.) zamanında mı, Ezdeşîr'in veya Süleyman (A.S.)'ın
veya Buhtunnasr zamanında mı, yoksa İbrahim
(A.S.)'-dan önceki bir zamanda mı yaşamıştır? Bu hususta o kadar anlaşmazlığa
düşülmüş ki, bir protestan bilgini, bu hayallerin
hafifliği;, zayıflıklarını ispatlamak İçin yeterli bir delildir, demiş.
Bu konuda söylenecek
en doğru söz şudur:.Eyyub, Salih bir kuldu. Allah
onu mal, aile, çocuk ve beden bakımından imtihan etti. O, sabretti. Sonra Cenab-ı Allah ona afiyet ihsan etti. Ona, kaybettiğinden
daha fazlasını verdi. Kur'an'da onu güzelce Övdü ve
peygamber kıldı. Ama onda tiksindirici bir hastalık yoktu. Cenab-ı
Allah, mü'minler için Rahmeti sabit olduğundan,
takva sahibi kullarına nasıl yardım ettiğini anlatmak için Hz.
Eyyub'un kıssasını anlattı ki, bu kıssa, kullar İçin
her zaman Öğüt olsun. Ve de insan Allah'ın affından umudunu kesmesin; inanan
bir kimse, imtihan amacıyla dünyada musibetlerle karşılaşmayacağını sanmasın.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştu:
"İnsanların en şiddetli belaya maruz kalanları peygamberler, sonra salih kişiler, sonra derece derece
onlara benzeyenlerdir". Doğru söyledin Rasulallah. [57]
85- Ey Muhammedi İsmail, idris
ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an; onların herbiri sabredenlerdendi.
86- Onları rahmetimizin içine aldık; doğrusu onlar
iyilerdendi. [58]
Ayeti kerimede İsmail
(A.S.) anlatılıyor. İbrahim (A.S.)'m oğludur. Peygamber efendimizin dedesidir.
Allah'ın salat ve selamı tümünün üzerine olsun. İdris, Adem ile Şit (A.S.)'den
sonra gönderilmiş bir peygamberdir.
Zülkifl'e gelince, kuvvetli görüşe göre O, salih
bir kuldur. Tevbe edip Allah'a yönelmiştir. İsrailoğullarmdandir. Rivayete göre İbn
Ömer (R.A.), Peygamber (S-A.V.) efendimizin şöyle buyurduğunu aktarmıştır.
"İsrailoğuila-rmda Zülkifl adında bir adam vardı. İşlediği suçların günahından
korkmazdı. Bir kadının peşine düştü. Kendisiyle yatması için ona altmış dinar
verdi. Erkeğin hanımıyla cinsel ilişki kurarken oturduğu yere oturdu. (Yani
kadınla cinsel münasebet vaziyetine girdi) O esnada kadın, titreyip ağladı.
(Ona) Seni ağlatan nedir? dedi. Kadın: Bu işten (dolayı ağlıyorum) dedi. (Daha
önce) vallahi böyle bir iş yapmış değilim. Zülkifl:
Ben seni zorladım mı ki? dedi. Kadm: Hayır, ama
muhtaçlığım beni buna yöneltti, dedi. O da: (Haydi öyleyse) git. O (dinarlar)
senindir. Allah'a and olsun, bundan sonra artık Allah'a
hiç isyan etmeyeceğim, dedi. Sonra o gece öldü..Kapısının üzerinde:
"Şüphesiz Allah, Zülkifl’i bağışlamıştır"
ibaresinin yazılı olduğunu gördüler".
Bu hadisin şahinliğini
ancak Allah bilir.
ismail, İdris ve Zülkifl.. Hepsi de sabreden ve yaptıkları iyiliklerin karşılığını
Allah'tan bekleyenlerdendi. Onları rahmetimizin içine soktuk. Onları şefkat ve
tevfikimız ile kuşattık. Çünkü onlar, Allah'a
gönülden kulluk eden salîh kimselerdi.
Kurtubi, tefsirinde Zülkİfl İle
ilgili yukarıdaki hadisi aktardıktan sonra bazı rivayetleri şöylece sıralar: Abdurrahman bin el-Haris'in oğlu Ömer ve Ebu Musa, Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu
rivayet etmişlerdir: "Zülkifl peygamber
değildi. Ama Salih bir kuldu. Ölmek üzere olan bir adama, kavmine onun yapacağı
işleri yapmayı tekeffül etmişti..."
Ama gerek buradaki
ayetin akışı, gerek Sad sûresinde, içinde bir çok peygamberlerin
anıldığı "İsmail'i, el Yesa'i, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir"[59]
ayeti kerimesinin akışı, Zülkifl'in peygamber
olduğuna işaret etmiyor mu? Kaldı ki Keşşaf, Onun peygamber olduğunu, biri İlyas, diğeri Zülkifl (Büyük pay
sahibi) olmak üzere iki adlı olduğunu sarahetle
bildirmektedir. [60]
87- Zünnûn hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek
giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda
karanlıklar içinde: "Senden başka tanrı yoktur. Sen münezzehsin, doğrusu
ben haksızlık edenlerdenim" diye seslenmişti.
88- Biz de ona cevap verip, onu üzüntüden kurtarmıştık.
İnananları böyle kurtarırız. [61]
Nun sahibi: Yunus peygamberdir. Nun:
Balıktır. Yargılamak ve hükmetmek anlamındadır. Kadr
ve takdir kökünden alınmıştır. Yani, Yunus kendisine azaplandırmaya
güç yetiremeyeceğİmizİ sanmıştı. şeklinde okuyuş ta
bu manayı pekiştirmektedir. Bazıları, ayetin şu manaya da gelebileceğini
söylemiştir: Yunus, kendisine darlık Vermeyeceğimizi sanmıştı.
Balık karnına giren
Yunus (A.S.)'m kıssası, Kur'an-ı Kerim'de yer alan ve
çok inceliği olan bir konudur. Bu konuyu araştıracak olan kimsenin geniş vukuf
ve kelimelerle manaları üzerinde iyi tasarruf sahibi olması gerekir. Şundan
ki, bu kıssa hem^bu sûrede, hem Sâd sûresinde
anlatılıyor. Bu sûrede: "Zira (O, kavmine) kızarak gitmişti"
deniliyor. Sâffat sûresindeyse: "Dolu gemiye
kaçmıştı" deniliyor. Ayrıca konumuz olan bu surede "Kendisine güç yetİremeyeceğimizi sanmıştı" "Ben zalimlerden
oldum" deniliyor.
Kur'an-ı Kerim nasslannm zahiri,
Yunus (A.S.)'ın öfkelenmiş olduğunu ifade ediyorlar.
Hem de ne öfke! Kaçak bir köle gibi kaçmış, kendisine güç yetİremeyeceğimizi
sanmış ve zalimlerden olmuştu.
Şüphesiz bu,
peygamberlere yakışmayan bir husustur. Kaldı ki bu konu, bizleri peygamberlerin
ismetini ve bu sıfatlarının nereye kadar vardığını araştırmaya yöneltecektir.
Ayrıca yukardaki nasslan
dinin ruhuna uygun bir biçime tevil etmeye itecektir. Bence peygamberlerin
ismeti hakkında söylenecek en doğru söz şudur: Peygamber, büyük günah
işlemekten mutlaka masumdurlar. Küçük günahları ise peygamber İken amden (bilerek) işlemekten masumdurlar. Her ne kadar bazı
suçları işlemişlerşe de, ya
bunları tevil ederek, ya da unutarak İşlemişlerdir
ki bu da onlar hakkında günah sayılır. Bu suçlan her ne kadar ümmetleri
hakkında günah sayılmasalar da, onlar hakkında günah sayılır. Çünkü onlar
Allah'a yakındırlar, O'nun yüce makamına muttasıldırlar. "İyi kimselerin haseneleri, Allah'a yakın olanların seyyleleri
mesabesindedir" diyen, ne doğru demiştir. Mevzumuz,
Yunus kıssasıdır. Bizleri hatadan korumasını Allah'tan dileyerek söze
başlıyoruz: [62]
Ey Muhammedi Hatırla ozaman ki Yunus, Allah rızası için kızarak kavmini bırakıp
gitmişti. Çünkü kavmi Allah'ı inkar ediyor, Peygamberlerini doğrula-miyorlardi. Ayetlerden anlaşıldığına göre Yunus, kavmine
peygamber olarak gönderilmiş, kavmi ona isyan etmiş, çok az kimse ona uymuştu.
Bu da onun kalbini parçalıyor, onu incitip öfkelendiriyordu. Yunus kalbi dar,
tahammülsüz, kavmine şiddetle tutkun bir insandı. Bütün bunlar onu
öfkelendirip feveran ettiriyordu. Oysa peygamberler böyle olmamalıydı. Bakınız
Cenab-ı Allah, Peygamber efendimize ne buyuruyor:
"Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti"[63] Kur'an-ı Kerim bu konuya, masum ve her ayıptan uzak olan
Peygamber (s.a.v.) hakkında da çok defalar temas etmiştir. "Belki sen,
sana vahyolunanın bir kısmını (duyurmayı) terk
edeceksin ve bunu onlara okumaktan göğsün daralacak, sıkılacaksın"[64]
Yüce Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun İbrahim, Musa, İsa,
Nuh ve Muhammed gibi peygamberler, sabır ve sebatta pek ileri gittikleri için 'Azm sahibi peygamberler' olmuşlardır.
Yunus, Rabbine isyan
edildiği için gitmişti. Yoksa Rabbine kızdığı veya firar ettiği için değildi bu
gidişi. Aksi takdirde, normal bir insana bile yaraşmayan büyük bir günah
işlemiş olurdu. Bu günahı Yunus nasıl İşleyecekti? O Yunus ki, Mustafa
(S.A.V,), Onun hakkında şöyle demişti: "Beni Yunus bin Matta'dan
üstün görmeyin!".
Şu halde O, Rabbine
İsyan edildiği için öfkelenerek toplumundan uzaklaşmıştı. Kaçak bir köle gibi
kaçıp gitmişti ki, bu da şerefli bir peygambere yaraşmayan bir hareketti. Bu
sebeple Allah tarafından kınandı. O da kendini zalimlerden biri olmakla niteledi.ayet-i
kerimesine gelince bunu şöyle manalandırabiliriz:
Yunus, hareketlerini kısıtlamayacağımızı, bilakis onu istediği yere gitmekle
serbest bırakacağımızı, ona azap takdir etmeyeceğimizi ve onu
cezalandırmayacağımızı zannetti.
Yunus'un kıssasında
anlatıldığına göre, O, Rabbine isyan edildiği için öfkelenerek, kaçak bir köle
gibi şehirden kaçıp gitti. Deniz kıyısına vardı. Orada bir gemi buldu, gemiye
bindi. Başını alıp gitmişti. Gemi, denizin enginliklerine ulaştığında sarsılıp
sallanmaya başladı. Batacak hale geldi. Kaptan: "Hepimiz boğulmaktansa
bir kişinin boğulması daha iyidir" dedi. Gemidekiler, aralarında kur'a
çektiler. Kur'a, Yunus'a çıktı. Onu denize attılar. "Kınanarak balık onu
yuttu" Çünkü Yunus'un, kavmi hakkında Allah'ın emri gelinceye dek
sabretmesi daha iyi olacaktı. Balığın karnına yerleşince kendine geldi, ne
durumda olduğunu anladı. Gece karanlığı, denizin karanlığı balığın karnındaki
karanlıktan oluşan karanlıklar içinde şöyle dua etmeye başladı: "Senden
başka tanrı yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, eyRabbim.
Doğrusu ben, zalimlerden oldum. Beni bağışla ya
Rab" Allah onu bağışladı. Onu, içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtardı.
Allah, inananları işte böyle kurtarır. Öğüt ve ibret alın, ey basiret
sahipleri!.. Kavmi iman edince, onlardan dünya hayatındaki rezillik azabını
kaldırdık ve onları bir süre daha yaşattık. "Keşke (azabı gördükten
sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı. Yalnız
Yunus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca,
dünya hayatında onlardan rezillikler azabını kaldırmış ve onları bir süre daha
yaşatmıştık "[65]
89- Zekeriya da: "Rabbim!
Beni tek başıma bırakma, Sen varislerin en hayırhsısm"
diye nida etmişti.
90- Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini
de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yanşıyorlar,
korkarak ve umarak Bize yalvanyorlardı. Bize karşı
gönülden saygı duyuyorlardı.
91- Mahrem yerini koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş,
onu ve oğlunu, alemler için bir mucize kılmıştık. [66]
Beni terketme. Kendi nefsini koruyan kadın (Meryem).İffet
manasına gelir.
İffet, nefsi kmama ve cezalanmaktan korur. [67]
Hatırla o vakti ki Zekeriyya, Rabbine gizli bir yalvarışla dua etmişti:
"Ey Rabbim! Kemiklerim zayıfladı. Başım da ihtiyarlık aleviyle tutuştu.
Sen bana güzeli ve duayı kabul etmeyi, adalet olarak öğrettin. Ey Rabbim! Beni
çocuksuz olarak bir başıma bırakma. Yarattıkların yok olduktan sonra sen baki
kalacaksın. Sen bana her hususta kafisin. Sen ne güzel vekilsin? Benden sonra
peygamberlik yükünü taşıyacak bir çocuğu bana nasib
etmesen de ben, dinini zayi etmeyeceğini biliyorum. Çünkü çocuğum olmasa da,
kullarından seçip beğendiğin kimseler bu işi yürüteceklerdir. Cenab-i Allah duasını kabul buyurdu. Ona Yahya'yı
bağışladı. Daha önce Yahya'ya benzer bir insan yaratılmış değildi.
Cenab-ı Allah, onun kısır olan karısını doğuma elverişli
hale getirdi. Karısı, kısırlıktan sonra gebe oldu. Güzel ahlakta kendisine
halef olacak bir çocuğu dünyaya getildi.
Bunda bir tuhaflık,
yoktur. Zira Zekerİyya, Yahya ve eşi her zaman iyi
işlere koşuyorlardı. İyi işler yapmakta birbirleriyle yanşıyorlardı.
Denildi ki: Bütün
peygamberler hayır işlerinde yarışıyorlardı. Bu da Allah'ın onlara ikramda
bulunmasının, isteklerini yerine getirmesinin sebebi idi. İbret alın ey
insanlar. Onlar umarak ve korkarak, sevinçte ve tasada, rahatlıkta ve
sıkıntıda bize dua ederlerdi. Bize yalvaran, saygılı ve mütevazi
kimseler idiler.
Haya yerini koruyan,
nefsinin iffetini muhafaza eden, kendini her türlü kötülükten ve kusurdan uzak
tutan iffetli Meryem'i de hatırla. O'na ruhumuzdan üfledik. Cenab-ı Allah'ın, Ademin yaratılışıyla ilgili sözleri daha
önce geçmişti: "O'nu(n şeklini) düzçkip onu ruhumuzdan
üflediğimiz zaman..."[68].
Buna göre ayetin manası şöyle olur: Meryem'in karnındayken İsa'ya can verdik.
O'nu ve oğlunu, noksanlıklardan münezzeh, yüce ve muktedir olan Allah'ın
gücüne işaret eden birer alamet kıldık. Hz. adem
anasız-babasiz yaratıldığı gibi, İsa (A.S.)'da sadece
babasız olarak yaratıldı. İsa, bütün insanlar için bir mucize oldu. Her ne
kadar peygamberlerden değilse de burada Meryem anamız, oğlu İsa için
anılmıştır. [69]
92- Doğrusu tevhid dini olan
Müslümanlık, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbsnizim,
artık Bana kulluk edin.
93- Ama İnsanlar, din konusunda aralarında bölüklere
ayrıldılar, hepsi Bize döneceklerdir.
94- İnanmış olarak yararlı iş işleyenin amelî inkar
edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.
95- Yok ettiğimiz kasaba halkının, ahiren? ceza görmek
üzere Bize dönmemesi imkansızdır.
96- Ye'cûc ve Me'cûc'un şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar.
97- Gerçek vaad yaklaştığında,
inkar edenlerin gözleri beliriverir: "Vah bize! Bundan önce gaflet
içindeydik, hem de zalimdik" derler. [70]
Milletiniz.Yüksek
tepe.Koşarak gelirler.İnsanın, içinde bulunduğu durumun korkunçluğundan dolayı
gözlerinin dönmesi. [71]
Geçmiş peygamberlerin
ve toplumların haberleri anlatıldıktan; hepsinin İyi işlere koştukları, korku
ve ümid içinde Allah'a dua ettikleri, O'na saygılı
oldukları, O'na dayandıkları, O'na teslim oldukları, katıksız tevhid dinine bağlı oldukları, Allah'a, peygamberlerine ve
kitaplarına iman ettikleri açığa çıktıktan sonra yüce Allah, Muhammed'i davetin
uyduruk bir davet, Muham-med'in
de türedi bir peygamber olmadığına işaret buyurdu.
Bu Muhammedî ümmet,
kendisine tutunup başka tarafa sapmamanız gereken ümmetinizdir. Diğer
ümmetlerin peygamberlerine karşı takındıkları tavırdan da anlaşıldığına göre
bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Usulde ve İnançta muhtelif olmayan tek ümmeti
kastediyorum.
De ki: "Ey ehl-i kitab, bizim ve sizin aranızda
eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım. O'na hiç bir şeyi ortak
koşmayalım. Birimiz diğerini Allah'tan başka rab edinmesin"[72].
Doğrusu sizin bu
ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin bir ve tek olan, herşeyin
varlığı ve bekası kendisine bağlı olan Rabbinizin, o halde bana ibadet edin ve
bana hiç bir şeyi ortak koşmayın. Peygamberlerime, özellikle Muhammed
(s.a.v.)'e iman edin.
Burada söz artık mahataptan gaibe çevriliyor. Sözü edilen kavmin haberleri,
sanki başka kavimlere aktarılıyor. Görmezmisİniz ki
İnsanların işledikleri, "Allah'ın din.ine muhalefet suçu" aralarında
Allah'ın dinini parçaladı, bölük pörçük yaptı. Bir cemaatin şu sana, bu
falana, bu da bana, diyerek bir şeyi bölüp taksim etmesi gibi, Allah'ın dinini
parçalara ayırdılar. Bu onların gruplara ve fırkalara
ayrıldıklarını temsil eden' bİr sözdür. Ama onlar
bilmediler ki hepsi bize dönecekler, en büyük korku günü olan kıyamet gününde
şiddetli bir Hesaba çekilmek üzere bize gelecekler. Ey insanlar! Onlar gibi
olmaktan sakının.
Allah'a ve Resulüne
inanmış olarak bazı iyi İşler yapan kimse, yaptığı İşin mükafatını eksiksizce
alacak ve onun ameli, nankörlükle karşılanmayacaktır. Onun yaptığı iş,
kıyamette sağ eline alacağı amel defterine melekler tarafından kaydedilmiştir.
"Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık
edilmez"[73].
"Helak ettiğimiz
bir ülkeye, artık (doğru yolu bulmak) İmkansızdır. Onlar bir daha dönemezler[74]
"Evet, kendilerini helak etmeyi isteyip takdir ettiğimiz bir ülke
halkının,küfürden İslama dönmesi artık imkansızdır.
Onlar doğru yolu bulamazlar. Cenab-ı Allah onların kalblerini ve kulaklarım mühür-lemiş,
gözlerine perde çekmiştir. Onlar artık iman edemezler hiç.
Ayet-i kerimeyi kısaca
şöyle manalandırabililiriz: Cenab-ı
Allah'ın, durumlarını bildiği için helak etmeyi takdir buyurduğu bir milletin,
kıyamete dek İslama ve islamın
sınırlarına dönmesi asla düşünülemez. Kıyamet kopunca akılları başlarına gelir
ve derler ki: "Vah bize, biz bundan gaflet içindeydik. (Bunun doğru
olacağım hiç düşünmüyorduk. Biz gerçekten (nefislerimize) zulmediyormuşuz (da
haberimiz yokmuş)"[75].
Onlar acı azabı görünceye kadar İnanmazlar. Şu halde "Ye'cuc
ve Me'cuc (sedleri)
açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya saldırırlar)" ayet-i kerimesi,
kendinden Önceki ayetin sonudur. Nitekim bunu daha önce anlattık.Ayet-i kcrimcsindcki fiilinin başında bulunan "la" harfi
tckid için kullanılan zaid
bir sıladır. Bu, arap dilinde alışılagelen bir
üslûptur. Bu ayetin şu manaya geldiğini söyleyenler de olmuştur: Helak
ettiğimiz bir ülkenin halkı, kıyamet gününde hesaba çekilmek üzere bize dönecektir.
Çünkü bu yaptıkları işler için sadece dünyada ceza görmeyecekler, ahirette de göreceklerdir.ayet-i kerimesi, kıyamet gününün
sahnelerinden . birini tasvir etmektedir: Ye'cuc ve Me'cuc'un (yani bütün insanların) kabirleri açıldığı
zaman, onlar kabirlerinden çıkarlar, her tepeden koşarak gelirler.
Ayeti böyle manalandırmamızı İbn Abbas (R.A.)'ın "Onlar her
kabirden koşup gelirler" şeklindeki kıraati de teyid
etmektedir. Bu da ölüm sonrası dirilişin İnsanların kabirlerinden çıkışlarını
tasvir ediyor.
Artık gerçek va'd (kıyamet) yaklaşmıştır. Gördükleri manzaraların korkunçluğundan
ötürü kafirlerin gözleri birden donup kalır. Ve şöyle söylenirseler: Vah bize
bundan gaflet içindeydik. (Bunun doğru olacağını hiç düşünmüyorduk). Bu günü
hesaba katmamış,, dahası biz buna inanmamıştık. Ha yır, biz hem kendi
kendimize, hem de başkalarına zulmetmişiz.
Tefsir-i t Me'sûr de şöyle bir görüş ileri sürülmektedir: ayet-İ
kerimesinde kastedilen mana, Ye'cuc ve Me'cuc'un şeddinin açılmasıdır ki, bu da dünyada olacaktır.
Sedleri açılınca i da yeryüzünde bozgunculuk yapacak,
dünyayı talan edecekler, sonra Cenab-ı Allah onları
helak edecektir.
İbn Kesir, bunu ispatlayan bazı hadislere tefsirinde yer
vermiştir.
Ayetin böyle manalandırılması mümkün değildir; çünkü dünyada böyle maddi
bir Sed mevcud değildir. Sed kelimesini tevil edersek bu ayetin yukarıdaki gibi manalandırılması şöyle mümkün olur; Cinde, Rusya'da ve
bunlara bağlı ülkelerde yayılmakta olan yıkıcı fikirler, günün birinde bütün
dünyaya taşabilir, bütün bir insanlığı önüne katıp götürebilir. Hadis-i Şerifte
de bildirildiği gibi o zaman çok az sayıda müslüman
kalacak, o kafirleri Cenab-i Allah helak edecektir.
Bu şekil de manalandırıİan ayet-i kerime kıyamet saatinin gelmekte olduğunu
haber veren işaretleri bildirmektedir. Kitabındaki ayetlerin manasını en iyi
bilen Allah'tır. [76]
98- Sız ve Allah'tan başka taptıklarınız, işte onlar
Cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz.
99- Eğer bunlar tanrı olsaydı Cehenneme girmezlerdi;
hepsi orada temelli kalacaktır.
100- Orada onlara ah etmek vardır; birşey
de işitemezler.
101- Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi
şeyler yazılmış olanlar, Cehennemden uzak tutulanlardır.
102- Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği
şeyler İçinde temelli kalırlar.
103- En büyük korku bile onları üzmez; kendilerini
melekler: "Size söz verilen gün işte bugündür" diye karşılarlar.
104- Göğü, kitab dürer gibi
durduğumuz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi —katımızdan verilmiş bir söz
olarak— onu tekrar var edeceğiz.Doğrusu Biz yaparız.
105- And olsun ki, Tevrat'tan
sonra Zebur'da da,yeryüzüne ancak İyi kullarımın mirasçı olacağını yazmıştık.
106- Doğrusu bu Kur'an'da,
kulluk eden kimselere bildiri vardır. [77]
Cehennem odunu ve
yakıtı. Girerler. Sıkıntıdaki insanın içinden gelen ses ve inilti. Uğultusu."İştiha"dan gelir. Bu da nefsin lezzet isteğidir.En
büyük korku. Surun ikinci kez üfürülüşü.
"Tayy"dan gelir. Dürmek anlamını ifade eder. Sayfa.
Zebur, Zebere fiili yazı yazmak, kitap yazmak manasına gelir. Şu
halde Tevrat, încil ve Kur'an'a
da bu bakımdan Zebur denebilir. [78]
Allah'ın birliğine
işaret eden şu sağlam ve hayretnüma kevnî ayetlere, mucizelere bakın. İşte peygamberlerin hepsi
İnsanları buna davet ediyorlar. Allah'ı birlemeye çağırıyorlar. Bundan sonra
Allah'a ortak koşanların hali nice olacaktır.
Ayetler, tevhid ehli ile müşriklerin sonlarının ne olduğu açığa
çıkıp belli olduğu kıyamet gününden bir sahneyi gözler Önüne seriyorlar. Bu
konuda İbn Abbas (R.A.)ın şöyle dediği rivayet edilir: "Siz ve Allah'tan
başka taptıklarınız Cehennem odunusunuz" ayet-i kerimesi nazil olduğunda
bu, Ku-reyş kafirlerinin
çok ağırına gitti. Ve "Tanrılarımıza sövülüyor" dediler. İbn el-Züba'ri'ye gelerek böyle
bir ayetin indiğini ona haber verdiler. O da, eğer ben orada bulunsaydım
Muhammed'e gerekli cevabı verirdim, dedi.- Ona ne derdin? diye sorduklarında,
şu cevabı verdi: "Ona derdim ki, İşte hıristiyan-lar isa'ya; yahudİlerde Uzeyr'e tapıyorlar. Bu ikisi de Cehennem odunu mudurlar?! Kureyşliler onun bu cevabım beğendiler. Muhammed'in bu söz
karşısında yenik düşeceğine inandılar. Bunun üzerine şu ayetler vahyedildi: "Ama bizden kendilerine (ezelde) güzellik
geçmiş (mutluluk takdir edilmiş) olanlar, ondan (Cehennemden)
uzaklaştırılmışlardır".
"Meryem oğlu, bir
misal olarak anlatılınca hemen kavmin ondan ötürü yaygarayı bastılar"[79]
Ey kafirler ve
müşrikler! Siz ve Allah'tan başka taptığınız putlar, şeytanlar, hayvanlar,
yıldızlar ve tanrı edindiğiniz diğer varlıklar, Cehennem odunusunuz. "O
halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten korunun"[80].
Hepiniz oraya gireceksiniz. Ey kardeşlerim! Yakıtı insanlarla taşlar olan
ateşe bakın!.. Allah bizi onun şerrinden korusun. Olaylara aklınla bak. Kutlu
ve yüce Allah'ın doğru sözünü anlamaya çalış. O'nun sözleri, güneşten daha
açıktır.
Şu taptıkları şeyler,
ibadetin de gereği olarak fayda ve zarar veren tanrılar olsalardı, cehenneme
girmezlerdi. Oysa ki hem tapanlar, hem de tapılan-lar
ateşe gireceklerdir. Onlar Cehennemde ebedi kalacak, şiddetli bir azaba
uğratılacaklardır. İçinde bulundukları şiddetli tasa ve sıkıntıdan dolayı inleyip
solurlar. Sonsuz acı, keder ve hüzne gark olduklarını gösteren sesler çıkarırlar.
İçinde bulundakları azabın şiddetinden ötürü hiç bir
şey işitmezler. Bilakis onlar sağırdırlar, kördürler. "Kıyamet günü
onları, yüzü koyun,kör, dilsiz vç sağır bir halde
süreriz. Varacakları yer Cehennemdir"[81].
Küfrün sonu işte budur.
îman edip iyi işler
yapana gelince, başkaları kendisine İbadet etse bile, göreceği hiç bir zarar
yoktur. Hiç bir günahı da yoktur. Mesela Hz. İsa'nın,
Uzeyr'in ve Ali'nin ne günahı vardır? Bazı insanların
taptıkları meleklerin günahı nedir? Evet bunlar, şu aşağıdaki ayetin
delaletiyle Cennete gireceklerdir. Bizden kendilerine (ezelde) güzellik geçmiş
(iyi amelleri dolayısıyla kendilerine Cennet takdir edilmiş) olanlar, ateşin
sesini duymazlar. Cehennem ateşinin kıvılcımları onlara dokunmaz. Onlar,
Cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Ebedi Cennetlerde gönüllerin arzuladığı,
gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalblerin
hatırlamadığı nimetler içinde yaşarlar. "... Orada size canlarınızın
çektiği her şey var. Orada size istediğiniz her şey var (Bütün bunlar), O
bağışlayan, O esirgeyen (Allah)tan bir ağırlama olarak (sizelutfc-dilmiştir)[82]
Onlar Cennette
kalacak, korku ve hüzün duymayacak, başkalarının başına bela olarak gelen, kalblerini sarsan, bedenlerini titreten en büyük korku ve
dehşet, onları asla îasalandırmayacaktır. Melekler
onları müjde ve selamla karşılarlar: "Selam size, (ne) hoşsunuz, ebedi
kalmak üzere buraya girin"[83].
Onlara: "Size va'd olunan gününüz işte
budur" derler. Bu günde ikram, sevap ve güzellikler vardır.
Bütün bunlar Cenab-ı Allah'ın, gördüğümüz şekilde açıp yaymasından sonra
göğü bir kitap sayfası gibi düreceği günde olacaktır. Bu ifadeler, kuvvet ve
kudret sahibi Allah'ın, semavat alemini kitap sayfası
gibi dürmesinin parlak bir tasviridir. Noksanlıklardan münezzeh olan ey Rabbim,
sen her şeye kaadirsin.
Açılıp yayıldıktan
sonra semâ dürülecek, insanlar da dünyada olduğu gibi dirilecektir. Ölmüş olan
halk ta, ilk yaratılışları gibi hayata döndürülü-ceklerdir. İlk yaratılışla son yaratış, Allah'ın kudreti
dahilindedir. İlk defasında yoktan var edilen insanlar, son defasında da
yoktan varedilecektir. Bu son yaratış, nazarımızda
Allah için daha kolay olacaktır, ölmüş olan halkı yeniden dirilteceğini Cenab-i Allah va'detmiştir. Ey
Muhammedi Rabbinin va'di gerçekleşecektir.
"Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?". "Biz (bunları)
yaparız". Tevrattan sonra, Bütün peygamberlere
indirilen kitaplarda, Allah'ın dilediği kullarını yere hakim kılacağım yazdık.
Cenab-ı Allah, salih kullarını
yere varis kılacağına hükmetmiştir. Yer dediğimiz de Cennettir. Mirasçı,
babasının malına varis olmayı hakettiği gibi, inanan
iyi kimseler de Cennete girmeyi hakedeceklerdir.
Bazı bilginler yer'in,
kafirlerin diyarı olduğunu; dini emirleri yerine getiren, Kur'an'la
hükmeden, Peygamber (s.a.v.)'in hidayetine sarılan salih
mü'-mİnlerin o diyarları ele geçirecekleri
görüşündedirler. Şüphesiz bu, güzel bir görüştür. Cenab-ı
Allah, onur ve üstünlüğü kafirlere değil de kendine, Resulüne ve mü'minlere vermiştir. Mü'minlere
karşı kafirlere asla yo! vermemiştir. Ama ey kardeşim biz nerede, Kur'an nerede? Salih müslümanlar
nerede?
Bazı kimseler, ayette
geçen yer'in dünya olduğu ve imar etmek için de salih
kulların dünyayı ele geçirecekleri görüşündedirler. Ama bu, bütün kitaplarda
yazılı olmadıkça kaale alınmaz. Ama bazılarının; yeri
kafirler değil de, salih mü'minler
ele geçireceklerdir, diyerek ileri sürdükleri görüş, gözle görülen gerçeklerle
reddedilmiştir. Kitabındaki ayetlerden amaçlanan manayı en iyi bilen
Allah'tır.
Sûrenin başından
buraya kadar anlatılan ve gözlerimizi Allah'ın kevnî
mucizelerine çeviren ifade ve kıssalarda bizler İçin yeteri Ölçüde sadra şifa
olacak ibretler ve öğütler vardır. Ama bu ibret ve öğütler, Allah'a teslim
olan, O'na gönülden ibadet eden kimseler içindir. Çünkü bu öğüt ve ibretlerden
yararlananlar onlardır. [84]
107- Ey Muhammedi Biz seni ancak alemlere rahmet olarak
gönderdik.
108- De ki: "Doğrusu tanrınızın tek bir Tanrı olduğu
bana şüphesiz vahyolundu. Artık müslüman
olacak mısınız?"
109- Eğer yüzçevirirlerse,
deki: "Size düpedüz açıkladım; tehdid olunduğunuz
şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem."
110- "Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir,
gizlediklerinizi de bilir."
111- "Bilmem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir
süreye kadar geçindirmek içindir."
112- Peygamber: "Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet,
anlattıklarınıza karşı ancak Rahman olan Rabbimizden yardım istenir."
dedi. [85]
Size bildirdim,
duyurdum. Bu parlak açıklamalardan sonra peygamber (s.a.v.)'in tutumuna ve
insanlığa niçin gönderilmiş olduğuna gelelim. O, dosdoğru yolda bulunan bir
rahmet peygamberidir, insanlara Allah'ın emirlerini duyurmakla görevlidir.
İnsanları hesaba çekmekse Allah'a aittir. [86]
önceki sayfalarda
okuduklarımızdan; mü'minlerin mükafatlarıyla,müş-rîklerin cçzalamrın
ne olduğunu, iyi sonun, takva sahibi kimselere ait olduğunu, hayrın
anahtarının ve rahmetin kapısının Resulullah (s.a.v.)
olduğunu öğrendik. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş:
"Biz seni (ey Muhammed), ancak bütün insanlığa rahmet olarak
gönderdik."
Muhammed (s.a.v.)'c
uyanlara gelince, O'ııun rahmeti hepsini örtmüş, nur
ve fazileti hepsini kaplamıştır. Her ne kadar dolaylı yoldan da olsa, diğerleri
de böyledir. Dünyada İlk olarak adaleti yerleştirip yasalaştıran, ilk olarak
adaletle hükmeden, hikmetli kanunlar vaz'eden,
sağlıklı demokrasinin tohumlarını eken, Muhammed (s.a.v.)'dir,
dersek mübalağa etmiş ve abartılı konuşmuş olmayız. Zayıfa ve mazluma ilk
yardım eden, zenginden fakirin hakkını alan, hasımlar arasında eşitlik sağlayan,
kendisine uyanlarla uymayanlara eşit davranan, adalet ve iyiliği, akrabaya
yardımda bulunmayı emreden, fuhşu ve İslamın çirkin
gördüğü davranışları yasaklayan O'dur. O'nun kitabı, dünya halkının yolunu
aydınlatan bir kandildir. Hayır ve hidayetin, ilim ve marifetin anahtarıdır.
Romalıların ve Farsların akılcılığını dizginleyip kalıba sokan bir ıtırdır.
Yüksek bir Islami felsefeyi oluşturan bir iksirdir.
O'nun dini sayesinde ilk önce şarkta ilim ve marifetler doğdu. Sonra bu
ilimler, Haçli-Türk savaşları ve Endülüs üniversitesi
yoluyla batıya intikal etti. Batılılar bu kıymetli ilimleri alıp geliştirdiler,
çemberlerini genişlettiler. Allah'ta İlim sahibi olmalarını murad
buyurdu. Doğunun ve müslümanların da, din- i lerinden uzaklaşmalarını murad
buyurdu. Onlar da ilim ve marifetlerini ihmal ettiler. Devran aleyhlerine
döndü. Düşmanları onları zelil kıldı. Cenab-ı Allah
ne doğru buyurmuş: "O günler... (Evet) onları biz insanlar arasında :
çevirip duruyoruz. (Kah bir kavme, kah ötekine galibiyet veriyoruz)"[87]
Gençlerimize umutla
bakıyoruz. Kur'an'in gür sesini dünyaya duyaran, İslami tekrar eski onuruna kavuşturmak, islamın
yüce peygamberinin alemlere rahmet olarak gönderildiğini açıkça herkese
duyurmak için Kur'an'ı inceleyip kavramaya çalışan
bu gençlik, insanlığı içine düştüğü çukurdan kurtaracak olan gençliktir.
Bunlar, dünyayı imar etmede, ahiret kurtuluşuna ermede
salih ve güçlü mü'min için
pratik bir örnek teşkil etmektedirler. Peygamber-i Zişân efendimiz, Rabbinden
aldığı emirle şöyle diyor: Benim dinim gerçekten sadedir, kolaydır, içinde
karmaşıklık yoktur. Eğrilik büğrülük yoktur.
Tanrınızın tek Tanrı olduğu bana vahyolunuyor. Şu
halde sadece O'na kulluk edin. Dünya, mal, şehvet, itibar, saltanat gibi
şeyleri O'na ortak koşmayın. Kalbinizle ve dilinizle: Allah en büyüktür, övgü
O'nadır, deyin, artık siz müslüman olacak mısınız?
O'na teslim olun. Halis niyetle O'na bağlanın. (Bundan sonra hak davadan yüz
çevirirlerse, onlara de ki): Ben size sulhsüz bir
savaş İlan ediyorum. Bu bilgide sizinle eşit olduğumu daha önce size bildirmiştim.
Artık benim bir özrüm kalmadı. Azaba uğradığınızda bunu benim size bir
hıyanetim olarak telakki etmeyin. Tehdid olunduğunuz
azabın geliş vaktinin yakın mı, uzak mı olduğunu vallahi bilmiyorum. Ben,
Allah'ın size gönderdiği bir elçiden başkası değilim. Gayibla
ilgili bir şey de bilmiyorum. Hakikatleri bütün gerçekleriyle bilen ancak
Allah'tır. O ki, noksanlıklardan uzaktır. Gizliyi, gizlinin de gizlisini,
açıkça söylenen sözü, müslü-manlara
karşı göğsümüzde gizlediğiniz kıskançlık ve düşmanlıkları bilir.
Bilemiyorum,
azabınızın ertelenmesi; ne yaptığınızı görmesi için belki de Allah tarafından
sınanmanız içindir. O, sizi herkesten daha iyi bilir. Belki de aleyhinize bir
hüccet olsun, ve va'dedilen azap da O'nun katında
malum olan bir zamanda gelsin diye sizi belli bir zamana ve mahdud
bir vakte kadar yaşatmak için azabınızı geciktiriyor. Ey Muhammed, onlara de
ki: ey Rab-bim! Hak hüküm ile aramızda hükmet. Hak
sensin. Haktan başkasını sevmezsin. Rabbimizsin. Göklerin ve yerin Rabbisin.
Bütün aleme bahşettiğin nimetlerin sahibisin. Onların yaptıklarına karşı
kendisinden yardım dilenilen, kendisine sığınılan, korkulara karşı kendisine
teslim olunan Rahman olan Rabbimizdir. Cenab-ı Allah
kuluna yardım etti, ordusunu üstün kıldı, (müs-lüman orduya karşı birleşen) hizipleri tek başına yenilgiye
uğrattı. O'ndan başka tanrı yoktur. [88]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/63.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/63-65.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/65.
[4] Necm: 3.
[5] Gaşıye: 21.
[6] En'am: 111.
[7] Kehf: 110.
[8] Furkan: 7.
[9] Zuhruf: 44.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/65-68.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/68-69.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/69.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/69.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/70-71.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/71-72.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/73.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/73.
[18] Saffat: 158.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/73-75.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/75-76.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/76.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/76.
[23] Fussilet: 53.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/76-78.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/79-80.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/80.
[27] Enfal: 32.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/80-82.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/82-83.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/83.
[31] Hacc: 46.
[32] Bûrûc: 12.
[33] Nebe': 40.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/83-85.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/85.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/85.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/85.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/86.
[39] Hûd: 120.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/86.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/86-87.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/87-89.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/89-90.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/90.
[44] Hacc: 73.
[45] Saffat: 89.
[46] Maide: 67.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/90-94.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/94.
[49] Nûh: 26.
[50] Kamer: 10.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/95.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/95-96.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/96.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/96-98.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/98.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/99.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/99-100.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/100.
[59] Sad: 48.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/100-101.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/101.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/101-102.
[63] Kalem: 48.
[64] Hûd: 12.
[65] Yunus: 98.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/102-103.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/104.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/104.
[68] Sâd: 72.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/104-105.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/105-106.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/106.
[72] Al-i İmran: 64.
[73] Enbiya: 47.
[74] Enbiya: 95.
[75] Enbiya: 97.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/106-108.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/108-110.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/110.
[79] Zuhruf: 57. Prof. Dr.
Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/110.
[80] Bakara: 24.
[81] İsrâ: 97.
[82] Fussilet: 31-32.
[83] Zümer: 73.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/110.-112.
[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/112-113.
[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/113.
[87] Al-i İmran: 140.
[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/113-115.