Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Medine'de inmiştir. 78
âyettir.
Hacc sûresi, Medine'de
inmiştir. Ahkâmla ilgili konuları ele alır. Medine'de inen ve ahkâm yönüne
ağırlık veren diğer sûreler gibidir. Medine'de inmiş olmasına rağmen sûreye
daha çok Mekke'de inen sûrelerin havası hâkimdir. Çünkü bu mübarek sûrede
iman, Allah'ın birliği inancı, uyarma, korkutma, öldükten sonra dirilme, ceza
ve hesap, kıyamet ve ondaki sıkıntı sahneleri açık bir şekilde görülmektedir.
Hattâ, okuyucu neredeyse bunun, Mekke'de inmiş sûrelerden olduğunu sanır. Bu Özellikler,
savaş izni, hacc ve kurban hükümleri, Allah yolunda cihad emri ve Medine'de
inen sûrelerin özelliklerinden olan diğer ana konular yanında bu sûrenin
taşıdığı özelliklerdir. Hatta bazı âlimler bu sûreyi, Mekke ve Medîne'de inen
sûreler arasında ortak sûrelerden saymışlardır.
Bu mübarek sûre
ürkütücü ve sert bir girişle başlar. Bu manzara karşısında kalpler titrer,
dehşetinden akıllar baştan gider. İşte bu, kıyamet koparken meydana gelecek
şiddetli sarsıntıdır. Bu olayın şiddeti, insanın hayal edemeyeceği kadar
fazladır. Çünkü bu sarsıntı sadece evleri ve sarayları yıkmaz; onun şiddeti
çocuklarını unutan emzikli ve çocuklarını düşüren hâmile kadınları da etkiler.
İnsanlar, şarap ve sarhoş edici herhangi bir şey içmedikleri halde, o gün,
kalpleri sarsan korkunç bir durum meydana geldiği için şarap içip de sarhoş
olmuş gibi sendelerler; "Ey insanlar! Rabbiniz-den korkun. Çünkü kıyamet
vaktinin sarsıntısı müthiş bir şeydir..."
Bu mübarek sûre,
kıyametin korkunç sahnelerinden, öldükten sonra dirilmenin ve haşrin
gerçekleşeceğini gösteren delillere geçer ki, insanın yok olduktan sonra tekrar
diriltileceğine, buradan da, iyiliğe karşı iyilik, kötülüğe karşı kötülük olmak
üzere amelinin karşılığını almak üzere ceza ve hesap yurduna geçeceğine
deliller getirsin.
Sûre, bazı kıyamet
sahnelerinden bahseder. Şöyle ki, iyilerin nimet yurdunda, kötülerin ise
cehennem yurdunda olacağını anlatır. Daha sonra kâfirlerle
savaşa izin verilmesinin hikmetinden
bahseder. Zulümleri ve taşkınlıkları yüzünden helak edilen ülkelerin halkından
sözeder. Bundan maksat, davetler konusunda Allah'ın (c.c.) uyguladığı kanunu
açıklamak ve sabredenleri bekleyen iyi sonuç sayesinde müslümanları yatıştırıp
rahatlatmaktır.
Bu sûre son olarak,
müşriklerin putlara tapmasıyla ilgili bir darb-ı mesel getirir ve bu
ma'bûdlarm, gören ve işiten bir insan yaratması bir tarafa bir sinek dahi
yaratmaktan âciz ve değersiz olduklarını açıklar ve insanları, iman kalesi ve
tevhid direği olan İbrahim (a.s.)'in dinine uymaya çağırır.[1]
ibrahim (a.s.)'m
davetini ebedîleştirmek için buna, "Hacc sûresi" adı verildi. Hani o,
Ka'be'nin inşasını bitirip insanları, Allah'ın Beyt-i Haram'ını ziyarete
çağırmış da, dağlar eğilmiş ve ses, dünyanın her tarafına ulaşmıştı. Hattâ onun
çağrısını babaların belinde ve anaların rahimlerinde-kiler dahi işilmiş,
"Lebbeyk Allahumme Lebbeyk, yani Ey Allah'ım! Buyur, emrine uydum,
çağrına geldim." diyerek bu daveti kabul etmişlerdi. [2]
Bismillahirrahmânirrâhim
1. Ey
insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi büyük bir şeydir!
2. Onu
gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da
sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah'ın azabı
çok dehşetlidir!
3. İnsanlardan,
bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan
birtakım kimseler vardır.
4. Onun
hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki şeytan kendisini
saptıracak ve alevli ateş azabına sürükleycektir.
5. Ey insanlar!
Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan,
sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra uzuvları belirli, belirsiz canlı et
parçasından yarattık ki size kudretimizi gösterelim. Ve dilediğimizi, bir
süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı
çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden
kimi vefat eder, yine içinizden kimi de Ömrün en verimsiz çağına kadar
götürülür; ta ki herşeyi bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale
gelsin. Yeryüzünü de kupkuru ve ölü ber halde görürsün; fakat biz, üzerine
yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler
verir.
6. Çünkü;
Allah, hakkın tâ kendisidir, O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla
kadirdir.
7. Kıyamet
vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur. Ve Allah, kabirlerdeki kimseleri
diriltip kaldıracaktır.
8. 9.
İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, yahut bir rehberi veya aydınlatıcı bir kitabı
olmadığı halde sırf, Allah yolundan saptırmak için
yanını eğip bükerek Allah hakkında
tartışmaya kalkar. Onun için dünyada bir
rezillik vardır; kıyamet gününde ise
ona yakıcı azabı tattıracağız.
10.
"İşte bu, iki elinle yapıp gönderdiklerin denilir. Elbette Allah kullarına
haksızlık edici değildir.
11.
İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki; kendisine bir
iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi
değişir. O, dünyada da, âhirette de ziyana uğramıştır. İşte bu, apaçık ziyanın
ta kendisidir.
12. O,
Allah'ı bırakıp, kendisine ne faydası ne de zararı dokunacak olan şeylere
yalvarır. Bu, en büyük sapıklığın tâ kendisidir.
13. O,
zararı faydasından daha yakın olan bir varlığa yalvarır. O ne kötü bir
yardımcı, ne kötü bir dosttur.!
14. Muhakkak
ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunan kimseleri, zemininden ırmaklar
akan cennetlere sokar. Şüphesiz Allah, dilediği şeyi yapar.
15. Her kim,
Allah'ın, dünya ve âhirette Rasûlüne asla yardım etmeyeceğini zannetmekte ise
artık o kimse tavana bir ip atsın; sonra da kessin! Şimdi bu kimse baksın!
Acaba, hilesi, öfkesi duyduğu şeyi gerçekten engelleyecek mi?
16. İşte
böylece biz, o Kur'an'i açık seçik âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki
Allah, dilediği kimseyi doğru yola sevkeder.
17. Mü'min olanlar,
yahudî olanlar, sâbiîler, hıris-tiyanlar, mecûsîler ve müşrik olanlara gelince,
muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü verir. Şüphesiz
Allah, her şeyi hakkıyla görendir.
18. Görmez
misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor; birçoğunun
üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık
onu değerli kılacak
bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah
dilediğini yapar.
Zelzele, şiddetli
hareket. Kelimenin aslı, yerinden ayrıldı, reket etti mânâsına gelen
kökündendir. "Allah onun ayağını kaydırdı" "nâsına denir. Bu
kelime, bir şeyden korkutmada kullanılır.
Bırakır, unutur. Bir
kimse acı, ağrı veya başka bir meşgul edici şeyden dolayı, bir şeyle
ilgilenemediğinde denir.
Mudğa, ağızda çiğnenecek
kadar küçük et parçasıdır. Muhalleka, yaratılışı tam demektir. Behîc, güzel ve
bakanın hoşuna giden şey. yan demektir. Yanlarına bakan kimse hakkında şeklinde
kullanılan tabirdeki .JlLcI kelimesi bu köktendir. Omuzlara konulduğu için
cübbe ve paltoya ıjlkc ve denilir. Aşîr,
arkadaş ve dost demektir. [3]
1. Bu âyet
bütün insanlara hitap etmektedir. Yani, ey insanlar! Allah'ın emrilerine
sarılmak ve yasaklarından sakınmak suretiyle,
O'na itaat edin ve azabından
korkun. Takvanın tarifi
hakkında söylenecek en öz söz şudur: Takva Allah'a itaat etmek ve
yasaklarından sakınmaktır. Bunun içindir ki bazı âlimler şöyle demiştir: Takva,
Allah'ın, yasakladığı yerde seni görmemesi emrettiği yerde ise seni daima
görmesidir. Çünkü kıyamet koparken meydana gelecek olan sarsıntı çok büyük bir
olaydır. Nasıl olduğu hemen hemen tasavvur edilemez.
Burası,
"Rabbinizden korkun." emrinin
sebebidir. [4]
2. Sarsıntıyı
ve kıyametin başlangıcındaki korkuyu şiddetle hissedeceğiniz o zor günde
emzikli her dişi varlık, dehşet ve korku içerisinde emzirdiği yavrusunu
unutacak. O zaman gördüğü şeyin şiddetinden dolayı, memelerini yavrusunun
ağzından çekip çjkarae;ık ve insanlar içerisinde en sevdiği varlık olan emzikli
yavrusuyla meşgul olamayacak. Ve her hamile dişi, yavrusunu düşürür.
Ve insanları sarhoş gibi görürsün.
Başlarına gelen korku ve dehşetten dolayı sarhoş gibi sendelerler. Onlar
gerçekte, içki içip de sarhoş olmuş değillerdir. Fakat kıyametin sıkıntıları,
akıllarını başlarından almış, düşünemez hale getirmiştir. Onlar Allah
korkusundan titrerler. Bu bölüm, onların başlarına gelen felâketin, gerçek
sebebini göstermektedir. [5]
3.
İnsanlardan öylesi vardır ki, hiçbir
delili olmadan, Allah'ın kudreti ve sıfatları hakkında mücadele eder. Allah
hakkında bâtıl şeyler söyler. Tefsirciler der ki: Bu âyet Nadr b. Haris
hakkında inmiştir. Nadr cedelci birisi olup: "Melekler, Allah'ın kızları,
Kur'an eskilerin uydurmasıdır. Öldükten sonra dirilmek diye bir şey
yoktur." derdi. Ebussuüd şöyle der: Âyet, Nadr ve ona benzer kibirli ve
inatçıları kapsar.[6] O, küfrün hakka engel olan liderleri gibi, her
türlü inatçı ve kibirliye uyar ve itaat eder. [7]
4. Allah
hükmetti ki, şeytana kim dost olur ve onu dost edinirse, Şüphesiz şeytan onu
aldatır ve alevli cehennem azabına sürükler. Burada, hidâyet kelimesi alay
yoluyla kullanılarak, şeytan, ona cehennemin yolunu gösterir, denilmiştir.
Yüce Allah, kendi kudreti hakkındaki
mücadele edenleri, Öldükten sonra dirilme ile haşri inkâr edenleri anlattıktan
sonra, ardından öldükten sonra dirilmenin mümkün olacağını açık iki delil ile
anlatmaktadır. Birinci delil, insanda; ikincisi ise bitkilerdedir. Buyurdu ki: [8]
5. Ey
insanlar! Öldükten sonra sizi diriltebileceğimizden şüphe ediyorsanız
yaratılışınızın aslını düşünün ki, şüpheniz kalksın. Biz, aslınız Adem'i
topraktan yarattık. Sizi ilk kez yaratabilen ikinci kez de yaratabilir.
Bitkileri, ölümlerinden sonra yerden çıkarmaya gücü yeten Allah, sizi de
kabirlerinizden çıkarabilir, Sonra Adem'in neslini, erkeğin belinden gelen
meniden yarattık. Natf, azar azar damlamak demektir. Meni, az olduğu için ona
nutfe denmiştir.[9] Sonra da alaka'dan yarattık. Alaka, havuz ve
su kenarlarında görünen yapışkan çamura benzer donuk kandır. Sonra bir
çiğnemlik bir et parçasından yarattık. Şekil almış veya almamış olsun,
yaratılışı belirli olan bir et parçasından. İbn. Zeyd der ki: Muhalleka,
Allah'ın baş, iki el ve iki ayaklı yarattığı cenîn. Gayrı muhalleka ise,
azaların hiçbirini yaratmamış olduğu cenîndir. Sizi bu güzel örneğe göre
yarattık ki, kudretimizin ve hikmetimizin sırlarını size açıklayalım. Zemahşerî
der ki: Sizi bu şekilde tedricen yaratmamız, size kudretimizi göstermemiz
içindir. Toprakla su arasında hiçbir uyum olmadğı halde, insanı önce
topraktan, iknici olarak da meniden yani çok az sudan yaratabilen, sonra bu
meniyi, aralarında açık bir zıtlık olduğu halde, " alaka" haline
getirebilen, sonra da bu "alaka"yı, bir lokma ete, sonra da onu kemiğe
çevirebilen Allah, bu ilk yarattığı şeyi tekrar yaratabilir. Hattâ bu, elbetteki
onun kudreti içindedir ve bunun kıyasını yapmak daha kolaydır.[10] Yaratılışları tamamlanıncaya kadar, ana rahminde
bırakmak istediğimiz ceninleri, belirli bir vakte kadar, doğum vaktine kadar
tutarız. Sonra bu cenini bedeni, kulakları, gözleri
duvu organlarını zayıf bir halde
çıkarırız. Sonra da ona, yavaş yavaş güç iz
sonra da akıl ve kuvvetiniz kemale erer. TV
kısmınız, gençliğinin baharında ölür. Bazılarınız İhtiyarlık, düşkünlük,
zayıflık ve bunaklık derecesine kadar yaşar ki, çocukluk dönemindeki bünye
zayıflığı, akıl noksanlığı ve
"layış azlığı haline dönsün de bildiğini unutsun, tanıdığını tanımaz ve
sücü yettiğini yapamaz hale gelsin. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Kime
uzun ömür verirsek, biz onun yaratılışını tersyüz ederiz.[11] Bu,
öldükten sonra dirilmenin mümkün olacağına dair ikinci delildir. Yani, Ey muhatab veya ey mücadeleci! Bazan yeryüzünü
kuru, ölü Üzerine yağmur
deli ve bitkisiz bir halde görürsün, indirdiğimiz zaman,
bitkilerle canlanır, kabarır, çoğalır ve Ölüyken diri
hale gelir, Güzelliği ve parlaklığı ile
bakanın hoşuna gidecek
her türlü güzel bitki bitirir. [12]
6. İnsan ve
bitkilerin yaratılması ile ilgili bu anlatılanlar, Allah'ın yaratıcı ve idare
edici olduğunu, evrende bulunan her şeyin O'nun kudretinin eserleri ve O'nun
hak olduğunun bir şahidi olduğunu bilmeniz içindir. O'nun, ölmüş olan yeryüzünü
bitkilerle diriltttiği gibi, ölüleri de diriltebileceğini; ve O'nun, istediğini
yapabileceğini bilmeniz içindir. [13]
7. Ve
bilesiniz ki, kıyamet kopacaktır. Bunda hiçbir şüphe ve kuşku yoktur. Allah
çürümüş olan ölüleri diriltip onları hesap yerine diri olarak gönderecektir. [14]
8.
İnsanlardan öylesi vardır ki, kendisini Allah'ı tanımaya ulaştıracak ne gerçek
bir bilgiye ve ne de apaçık delilleri bulunan nurlu bir Kitab'a sahip
olmaksızın, sırf kendi heves ve görüşüyle, Allah hakkında mücadele eder. İbn
Atıyye şöyle der: Yüce Allah, kınama yoluyla bu âyeti tekrarladı. O, sanki
şöyle demektedir: Bu misaller, son derece açık ve seçiktir. Bununla beraber
bazı insanlar, delilsiz olarak, Allah hakkında mücadele ederler.[15]
9. İnkâr
ettikleri için, haktan yüzçevirip boynunu döndürerek kibirlenir. İbn Abas şöyle
der: Allah'a çağrıldığında hakka karşı kibirli davrarıır. Zemahşerî der ki:
Kibirlenme ve böbürlenme, demektir. Bu, kibirle yanağını çevirmek mânâsına
gelen terkibine benzer.[16] İnsanları
Allah'ın dini ve şeriatından alıkoymak için böyle yaparlar.
Onlar için, dünyada zillet ve horluk
vardır. Ahirette de ona yakıcı azabı tattıracağız. [17]
10. Bu azab
ve rezillik, yapmış olduğun inkâr ve sapıklıktan dolayıdır. Bilesin ki Allah
adaletlidir; yarattıklarından hiçbirine zulmetmez. [18]
11.
İnsanlardan Öylesi de vardır ki, dinin
kıyısından ve kenarından tutunarak Allah'a ibadet eder. Bu âyet, Allah'a tam
bir güven ve kesin inançla değil de şüphe ve tereddütle ibadet eden kimseleri temsilî olarak
açıklar. Bunlar, ordunun kenarında bulunup, zafer veya ganimet sezdiğinde
yerinde kalan, aksı halde kaçan kimseye benzer. Hasan-ı Basrî: "Bu,
Allah'a kalbiyle değil de diliyle ibadet eden münafıktır." der. İbıı
Abbas da şöyle der: Adam Medine'ye gelirdi. Karısı oğlan doğurur, atları da
ürerse: "Bu, iyi bir din derdi."[19] Yok
eğer karısı doğurmaz, at-lan üremezse: "Bu, kötü bir din ' derdi. Eğer
sağlıklı ve müreffeh bir hayata erişirse dininde kalır. Eğer başına, kendisini
fitneye düşürecek sıkıntı ve belâ gibi bir şey gelirse, dinden çıkar ve eski
kâfirlik haline döner. Bu şahıs, dünya ve âhiretini kaybetmiş ve ebedî
bedbahtlığa düşmüştür. İşte bu, bir benzeri daha bulunmayan apaçık bir
ziyandır. [20]
12. O kimse
Allah'ı bırakıp hiçbir fayda ve zararı dokunmayan putlara tapıyor. İşte bu öyle
derin sapıklıktır ki. artık ondan öl eve sapıklık okur, Kâfirlerin bu durumu,
çölde yoldan uzaklaşıp kaybolan kimsenin durumuna benzetilmiştir. [21]
13. Öyle
puta tapıyorlar kizillef ve rezillik sebebiyle, onun dünyadaki zararı, ibadet
etmek suretiyle bekledikleri menfaatten.yani kıyamet gününde bekledikleri
şefaatten daha çabuk gelir. Bir görüşe göre bu âyet, varsayım manasınadır.
Yani, o putun faydası veya zararı olduğunu var saysak da, elbette onun zararı,
faydasından daha çoktur.[22]
Ayet, Allah'tan başkasına yaptığı ibadetten, ilâhının şefaatine başvurduğu
zaman, fayda göreceğine inananan kimsenin câhil ve beyinsiz olduğunu göstermek
için gelmiştir. Taptıkları putlar, ne kötü yardımcı, ne kötü arkadaş ve
yakındır. [23]
14. Yüce
Allah, şirk ve tereddüd içinde bulunan münafıkların durumunu anlattıktan sonra,
mü'm inlerin âhiretteki durumunu anlatarak şöyle buyurdu: Allah, doğru
mü'minleri, köşklerinin ve evlerinin altından süt, şarap ve bal nehirleri akan
cennetlere sokacaktır. Onlar cennet bahçelerinde nimetlere ve selanaznarı
olacaklardır. Allah dilediğine sevap, dile ceza verir. O'nun hükmünü bozacak yoktur.
Lutfuyla mü'minlere cenneti kâfirlere cehennemi verecektir.
[24]
15. Kim
Allah’ın peygamberine dünya ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannederse [25] tavana
bir ip uzatsın, sonra da onu boğazına geçirerek kendini Sonra da baksın, onun
bu davranışı, kalbinde bulduğu kinini giderecek mi? İbn Kesir şöyle der: Bu,
İbn Abbas'ın görüşüdür Bunun mânâsı daha açık ve alayda daha etkilidir. Çünkü
mânâsı şöyledir: Kim, Allah'ın, Muhammed'e, kitabına ve dinine yardım
etmeyeceğini sanıyorsa, gitsin kendini öldürsün. Bu durum onu kızdırıyorsa
böyle yapsın. Şüphesiz Allah, Rasûlunun yardımcısıdır. [26]
16. İşte,
sonsuz hikmetlerle dolu bu eşsiz âyetleri indirdiğimiz gibi Kur'an-ı Kerim'in
tamamını, parlak mânâlara açıkça delâlet
eden âyetler olarak indirdik, Bilesiniz ki, doğru yola ileten Allah'tır. Ondan
başka doğru yola ileten yoktur. O, dilediğini dosru yola iletir. [27]
17.
Muhammed'e (s.a.v.) uyup Allah'a ve rasulüne iman eden Hz. Musa'ya uyan
yahudiler, yıldızlara tapan sâbiîler, Hz. İsa'nın dinine bağlı olan
hıristiyanlar, ateşe tapan mecûsîler ve putlara tapan Arap müşrikler var ya,
İşte kıyamet gününde Allah, müm'minlerle bu beş sapık grup arasında hükmedecek,
mü'minleri cennete, kâfirleri de cehenneme sokacaktır. Şüphesiz Allah, yarattıklarının
yaptıklarını görmekte ve bütün yapacaklarmı bilmektedir. [28]
18. Gönüllü
gönülsüz her şey, göklerdeki melekler; insanlar cinler ve yeryüzünde bulunan
diğer yaratıklar Yüce Allah'a secde ederler. Güneş, ay ve yıldızlar gibi büyük
varlıklar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlarla birlikte, teslim olarak ve boyun
eğerek Allah'ın yüceliğine secde ederler. Ibıı kesîr şöyle der: Allah bırakılıp
da, güneş, ay ve yıldızlara ibadet edildiği için, burada Yüce Allah özellikle
onları anlattı ve onların da yaratıcılarına
secde ettiklerini ve emre hazır kılınmış varlıklar olduklarını açıkladı.[29]
Âyetten maksat, bu büyük varlıkların ona boyun eğdiğini, emrine ve idaresine
uygun şekilde hareket ettiklerini bildirerek Allah'ın büyüklüğünü ve tek ilâh
ve tek Rab olduğunu açıklamaktadır, İnsanlardan birçoğu Allah'a itaat ve
ibadet şeklinde secde ederler. İnkârı ve isyanı yüzünden birçoğuna da azap
gerekli olmuştur, Allah kimi, inkâr ve bedbahtlıkla hor duruma düşüriirse,
lıiçkimse bu horluğu ondan gideremez. Allah, dilediğine azap eder, dilediğine
acır; dilediğini aziz, dilediğini zelil kılar. Dilediğini zengin , dilediğini
fakir eder. Hiç kimse O'na itiraz edemez. [30]
Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıdaki şekilde özetliyoruz:
1. "İnsanları
sarhoş görürsün " cümlesinde pekiştirilmiş teşbih-i beliğ vardır. Yani,
korkunun şiddetinden dolayı onları sarhoşlar gibi görürsün. Burada teşbih edatı
ile vech-i şebeh ibarede söylenmemiştir.
2. "
İnatçı şeytan" terkibinde istiare vardır. Yüce Allah, emirlerine karşı
inatla karşı çıkan her azgın kimse için, müsteâr olarak "şeytan"
lafzını kullandı.
3. "Onu
saptırır" ile "Onu doğru yola iletir" arasında tıbâk sanatı
vardır.
4. "Onu
cehennem azabına iletir" cümlesinde alay üslubu vardır.
5.
"Yaratılışı tam" ile "yaratılışı eksik" arasında tıbâk-ı
selb sanatı vardır.
6. "Üzerine
yağmur indirdiğimiz zaman canlanır ve gelişir" âyetinde latif bir istiare
vardır. Yeryüzü, hareketsiz bir şekilde uyuyup da, üzerine yağmurun inmesiyle
uyanıp kımıldanan ve canlılık
alâmetleri görünen kimseye
benzetildi. Bunda istiâre-i
tebeiyye vardır.
7. "Boynunu
döndürerek" Bu terkib, kibirlenme ve böbürlenmeden kinayedir.
8. "Ellerinin
sunduğu şey sebebiyle" cümlesinide mecâz-ı mürsel vardır. Alâkası,
sebebiyyedir. Çünkü hayrı da, şerri de yapan el'dir.
9.
"Allah'a kenarda kulluk eden" cümlesinde istiâ-i ternsiliyye vardır.
Yüce Allah, münafıkları ve dinleri huşunda içinde ndukları şüphe ve tereddüdü,
uçurum kenarında durarak namaz kılmaz 'hadet etmek isteyen kimseye benzetti.
Bu, ne parlak bir temsil.
10 "Kendisine
bir iyilik dokunursa pek memnun Bir de musibete urğrarsa çehresi de2İşif "
cümleleri arasında güzel bir mukabele vardır.
11.
"Ona zara verir" ile "ona yarar sağlar" ve "hor duruma
düşürdüğü" ile değer veren arasında tıbak vardır.
12. Birçok
âyet arasında hoş seci' vardır: [31]
Emzirme niteliği olan,
demektir. ise, memesini çocuğunun ağzına verip emzirme durumunda bulunan
kadındır. Bunun içindir ki Yüce Allah, " Her emzirme halinde bulunan kadın
unutur." Cümlesinde kelimesini kullanmayıp demiştir ki, unutma ve gafletin
büyüklüğü ortaya çıksın. Çünkü kadın, insanlar içerisinde en sevdiği varlık
olan çocuğunun ağzından memesini çekip çıkarır. Bu da korku ve sıkıntının
ulaşabileceği son derecedir. [32]
İbn Ebî Hâtim'in
rivayetine göre Ali'ye (r.a.) denildi ki: "Burada biri var, Allah'ın
dilemesini tenkid ediyor." Bunun üzerine Hz. Ali adamı çağırıp dedi ki:
"Ey Allah'ın kulu! Allah seni, kendisinin dilediği gibi mi yarattı, yoksa
senin istediğin gibi mi?" Adam: "Kendi dilediği gibi yarattı."
dedi. Hz. Ali: "O, kendi istediği zaman mı? Yoksa senin istediğin zaman mı
seni hasta ediyor?" dedi. Adam: "Kendi istediği zaman" diye
cevab verdi. Hz. Ali: "O, kendi istediği zaman mı, yoksa senin istediğin
zaman mı seni iyileştiriyor?" diye sordu. Adam: "Kendi istediği
zaman" dedi. Hz. Ali: "O seni, senin istediğin yere mi, yoksa kendi
istediği yere mi sokar?" dedi. Adam: "Kendi istediği yere" diye
cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ali dedi ki: "Vallahi eğer başka türlü
cevap; verseydin, mutlaka alnının ortasına kılıcı indirirdim."[33]
19. Şu iki
gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır. İmdi, inkâr edenler için ateşten
bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının
üstünden kaynar su dökülecektir!
20. Bununla,
karınlarının içindeki ve derileri eri-tilecektir!
21. Bir de
onlar için demir kamçılar vardır!
22. Izdiraptan
dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri döndürülürler ve
"Tadın bu yakıcı ateşin azabını!" denilir.
23. Muhakkak
ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunanları, zemininden ırmaklar akan
cennetlere sokar. Bunlar orada, altın bileziklerle ve incilerle be-zenirler.
Orada giyecekleri ise ipektir.
24. Ve
onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna
iletmişlerdir.
25. İnkâr
edenler, Allah'ın yolundan ve yerli yabancı bütün insanlara eşit kıldığımız
Mescid-i Harâm'-dan alıkoymaya kalkanlar şunu bilmeliler ki, kim orada zulüm
ile haktan sapmak isterse, ona acı azaptan taddi-rıriz.
26. Bir
zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve: "Bana hiçbir şeyi eş
tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için
evimi temiz tut" demiştik.
27,28.
İnsanlar arasında hacci ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan
gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine âit bîr takım yararları
yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık
hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları için sana gelsinler.
Arlık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin. 29.Sonra
kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kâ'be'yi)
tavaf etsinler.
30. Durum
böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin
katında kendisi için daha hayırlıdır. Size okunanların dışında kalan hayvanlar
size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden
sakının.
31. Kendisine
ortak koşmaksızın Allah'ın hanifle-ri olun. Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o,
gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu uzak
bir yere sürüklemiş gibidir.
32. Durum
öyledir. Her kim Allah'ın hükümlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalblerin
takvâsındandır.
33. Onlarda
sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra bunların
varacakları yer, Eski Ev'e (Kâbe'ye) kadardır.
34. Biz, her
ümmete hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine
Allah'ın adını ansınlar diye kurban
kesmeyi gerekli kıldık.
İmdi, İlâhınız, bir tek İlâhtır. Öyle ise, O'na teslim olun. O ihlâsh ve
mütevâzi insanları müjdele!
35. Onlar
öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalbleri
titrer; başlarına gelene
sabrederler; namaz kılarlar ve
kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden harcarlar.
36. Biz,
büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin
için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerine
Allah'ın ismini anınız. Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık onlardan hem
kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte
bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.
37. Onaların
ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız
ulaşır. Size verdiği hidâyetten dolayı Allah'ı büyük tanımanız içindir ki O,
hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Güzel davrananları müjdele!
Yüce Allah önceki
âyetlerde mutlu ve mutsuz kişileri anlattıktan sonra, burada da, kendi dini ve
kendine ibadet hususunda aralarında meydana gelen düşmanlığı anlattı. Daha
sonra Kâ'be'ye hürmetin büyüklüğünü, Hz. İbrahim'in onu bina etmesini ve
insanları Allah yolundan ve Mescid-i Haram'dan alıkoyan müşriklerin
inkarlarının büyük suç olduğunu anlattı. [34]
Eritilir. eritmek
demektir. Bir kimse bir şeyi eritip o şey der.
Kamçılar, mekâmi',
kamçı manasına gelen kelimesinin Çoğuludur. İsyan edeni itaat altına aldığı
için kamçıya bu ad verilmiştir. Akif, bir yerde sürekli kalan. Bâd, çölden
gelen. İndirdik, hazırladık, gösterdik. Rical, yaya manasına gelen çoğuludur.
Dâmir, yolculuğun yorduğu bitkin deve. Tefes, lügatte kir ve pislik demektir.
Şair şöyle der: Pisliklerinden
dolayı tıraş olmayıp saçlarını uzattılar.
Bit ve Sirkelerini
temizlemediler.[35] Sa'lebî şöyle der: Lügatte, tefes, kir
demektir.
Araplar, pis
gördükleri adama, "ne kadar pissin, ne kadar kirlisin!" manasına
derler.
Muhbit, mütevazı,
Allah'a boyun eğen. [36]
19. Bu iki
grup, yani takva sihibi mü'minlerle, âsi kâfir grubu, birbirleriyle
çekişirler, Bunlar Allah ve onun dini için birbirleriyle mücadele ve münakaşa
ederler. Mücâhid şöyleder: Bunlar, mü'minlerle kâfirlerdir.
Mü'minler Allah'ın dininin galip gelmesini;
kâfirler ise Allah'ın nurunun söndürülmesini isterler. İşte o kâfirlere,
cehenneme gidecekleri zaman giyinmeleri için, bedenlerine göre, ateşten
elbiseler biçilir. Kurtubî der ki: Burada ateş elbiseye benzetilmiştir. Çünkü
ateş, elbiseler gibi onların örtüleridir. düzgün bir şekilde dikilmiş"
demektir. Va'dolunan şey, muhakkak meydana geleceği için, geçmiş zaman kipi
kullanılarak, "dikilmiştir" dendi.[37]
Başlarının üzerinden, cehennem ateşinde kaynatılmış sıcak sular dökülür. [38]
20. O suyla,
karmlarmdaki bağırsak ve iç organlar derilerle birlikte eritilir. İbn Abbas
şöyle der: Eğer o sudan dünya dağları üzerine bir damla düşse, onları mutlaka
eritirdi. Hadiste şöyle buy-rulmuştur: Kızgın su, onların başlarından aşağı
dökülür. Bu su, kafasını delerek karın boşluğuna kadar iner. Burada
bulunanları parçalar, neticede ayaklaarından çıkar. İşte sıhr (erime) budur.
Sonra tekrar eski haline çevrilir.[39] Fahreddin
Râzî şöyle der: Bundan maksat şudur: Kızgın su onların başlanna döküldüğünde,
bunun içteki etkisi, dıştaki etkisi gibi olur. Onların derilerini erittiği
gibi, bağırsaklarını ve iç organlarını da eritir. Bu ayet, "Onlara kaynar
su içirildi de bu su onların bağırsaklarını parça parça etti"[40] âyetinden daha vurguludur.[41]
21. Onlar
için demirden kamçı ve çekiçler vardır. Bunlarla onlara vurulur ve cehenneme
itilirler. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Onlardan bir kamçı yeryüzüne
konsa, insanlar ve cinler onu kaldırmak Üzere toplansalar kaldıramazlar."[42]
22. Cehennem
halkı, cehennemin verdiği sıkıntının şiddetinden dolayı oradan her çıkmak
istediklerinde, oradaki yerlerine geri çevirirler. Hasan-ı Basrî şöyle der:
Ateş, aleviyle onlara vurur ve onları kaldırır. Nihayet ateşin en üstüne
çıktıkları zaman onlara kamçılarla vurulur da 70 yıl aşağıya inerler.[43]
Onlara, yalanlamakta olduğunuz yakıcı cehennem azabını tadın denir.
Yüce Allah önceki
ayetlerde, kâfirler için hazırlamış olduğu azap ve helaki anlattıktan sonra,
burada da, müminler için hazırlamış olduğu sevap ve nimetleri anlatarak şöyle
buyurdu: [44]
23. Şüphesiz
. Allah, iyi mü'min kullarını âhirette, ağaçlarının ve köşklerinin altından
çeşitli büyük nehirlerin aktığı,
cennetlere sokacaktır. Cennette melekler onlara, süslenecekleri süs eşyası ve
zinet olarak altın bilezikler takarlar, Aynı zamanda, Allah'tan bir lütuf
olarak inci ile de süslenirler. Cennetteki elbiseleri de ipektir. Fakat o ipek,
dünyadakinden çok çok üstün ve kıymetlidir. [45]
24. Onlara
güzel ve faydalı söz söyleme melekesi verilmiştir. Çünkü cennette yalan ve boş
söz yoktur. Onlar Allah yoluna iletilirler. Bu yol, takva sahiplerinin yurdu olan
cennete götüren yoldur. Bundan sonra Yüce Allah müşriklerin bazı suçlarını
sayarak Şöyle buyurdu: [46]
25.
Muhammed'in getirdiğini inkar eden ve mü'minlerin, hac görevini yerine
getirmek için Mescıd-i Haram'a gelmelerine sürekli engel olanlar var ya, onlara
elem verici tattırırız. Kurtubî şöyle der: Bu olay, Hudeybiye yılında
müşriklerin Rasulullah (s.a.v)'ın Mescid-i Haram'a girmesini engelledikleri
zaman olmuştur.[47] Kelimesinin geniş zaman kipiyle gelmişi,
olayın sürekliliğini ifade etmek içindir. Sanki şöyle denmek istenmiştir:
Kâfirler var ya, Allah yolundan alıkoymak, onların huyudur. Süreklilik ifade
etmede bu âyetin bir benzeri de şudur: "Bunlar iman edenler ve Allah'ın
zikriyle kalpleri sürekli huzur içinde olanlardır."[48] O mescidi biz, ister yerli olsun, ister
dışardan gelsin, bütün insanların ibadet edeceği bir yer kıldık. Kim orada bir
kötülük yapmak veya doğru yoldan ayrılmak, veya bir günah işlemek isterse Ona
elem verici çeşitli azapların en şiddetlisini tattırırız. İbn Mes'ud şöyle der:
Aden'deki bir adam, Beytullah'ta bir kötülük yapmaya niyet etse, Allah ona elem
verici bir azabı tattırır. Mücâhid şöyle dır: Oradaki iyiliklerin karşılığı kat
kat verildiği gibi, kötülüklerin cezası da kat kat verilir.[49]
26. Hatırla
ki, bir zamanlar biz, İbrahim'e Bey-tullah'm yerini ilham edip göstermiştik.
Ona Beytullah'ı, sırf Allah rızası için yapmasını emrettik, tbn Kesir şöyle
der: Onu, sadece benim adıma yap, dedik.[50] Benim evimi, orada tavaf ve namazla Allah'a
ibadet edenler için putlardan ve pisliklerden temizle" dedik. Kurtubî
şöyle der: Ayetteki, den maksat, namaz kılanlardar. Yüce Allah, namazın
rükünlerinden en önemlileri olan kıyam, rükû' ve secdeyi zikretti.[51]
27.
İnsanları, Beytullah'ı haccetmeye davet ederek onlara seslen. İbn Abbas şöyle der:
Hz. İbrahim Beytullah'ı yapıp bitirince ona: "İnsanları hacca çağır"
denildi. Hz. İbrahim : "Ey Rabbim! Benim sesim nereye ulaşır ki? dedi.
Yüce Allah: "Sen çağır, sesini duyurmak bana aittir" dedi. Bunun
üzerine Hz. İbrahim Ebu Kubeys dağına çıkarak şöyle seslendi: Ey insanlar!
Allah, karşılığında size cennet vermek ve sizi cehennem azabından kurtarmak
için, Bu Evi haccetmenizi emretti. O halde siz de haccedin. Erkeklerin
bellerine ve kadınların rahimlerinde bulunanlar bu sese cevap vererek,
"Lebbeyk, Allahümme Iebbeyk yani ey Allah'ım! bu-vur. emrine uydum, çaenna
seldim" dediler.[52] Sana yaya veya yorgun develer üzerine binmiş
olarak gelirler.Yolun uzunluğu develeri yormuş ve bitkin hale getirmiştir. O
yorgun develer, her türlü uzak yoldan gelir. Kurtubî şöyle der: fiilindeki
zamirin develere ait olması, sahipleriyle birlikte hacca gelmelerinden
dolayı onlara bir değer vermeyi ifade
eder. Nitekim, Harıl harıl koşanlara yemin olsun"[53]
âyeti de, Allah yolunda koşan cihad atlarına değer verildiğini ifade eder.[54]
28. Timî ve
dünyevî bir çok yararlarını görmeleri için gelsinler. Fahreddin Râzî şöyle der:
Bu âyette Yüce Allah'ın "menfaatler" kelimesini nekra olarak
getirmesinin sebebi şudur: Yüce Allah, sadece bu ibadette bulunup diğer
ibadetlerde bulunmayan dinî ve dünyevî menfaatleri kasdetmiştir.[55]
Allah'ın verdiği nimetlere, rızıklara ve deve, sığır, koyun, keçi gibi hayvanlardan
dolayı şükretmek için bayram günlerinde Mekke'ye gönderilen kurbanları ve diğer
kurbanlık ve hayvanları keserken Allah'ın adını ansınlar. Fahreddin Râzî şöyle
der: Burada asıl maksat, kurban keserken Allah'ın adının anılması ve bu hususta
müşriklere muhalefet edilmesi gerektiğine dikkat çekmektir. Çünkü onlar
kurbanları, putlar ve dikili taşlar adına kesiyorlardı.[56] O kurbanların etlerinden yiyiniz, ondan yoksulluk ve sıkıntıya uğramış olana ve
yoksulluğun zayıf düşürdüğü fakire yedirin. İbn Abbas şöyle der: Bâis,
elbisesinde ve yüzünde fakirliği görünen kimsedir. Fakir ise, bu derece düşkün
değildir. Elbisesi temiz, yüzü de zengin yüzü gibidir. [57]
29. Kurbanı
kestikten sonra, ihramlı iken kendilerine bulaşan kirleri gidersinler. Bu da
traş olarak, saçları kısaltarak, saç kirlerini gidererek, bıyık ve tırnaklar
kesilerek olur. Allah'a itaat maksadıyla, adadıkları ve kendilerine gerekli
kıldıkları adakları yerine getirsinler. Allah'ın evi etrafında, ifâdatavafını
yani ziyaret tavafını yapsınlar. Bu tavafla, tamamen ihramdan çıkılır. Âyette
geçen atîk kelimesi, eski manasınadır. İnsanlar için, yeryüzünde yapılan ilk ev
olduğu için ona bu ad verilmiştir. [58]
30. İşte
durum budur. Zemahşerî şöyle der: Yazar, kitabında önce bazı fikirleri kapsayan
bir cümle yazdıktan sınra, başka bir konuya dalmak istediğinde şöyle der: Durum
budur. Şöyle de olmuştur. Âyetteki de buna benzemektedir.[59] Kim,
Allah'ın koyduğu dinî hükümlere saYgı gösterir; günah ve haramlardan sakınırsa Bu saygı, âhirette sevap olarak onun için
daha iyidir. Yüce bitapta istisna edilen lâşe, boğularak öldürülmüş, Allah'tan
başkası adına kesilmiş ve benzeri hayvanların dışındaki bütün hayvanları size helâl ve O halde siz, bu murdar şevlerden sakındığınız
gibi, pislikten yani putlardan da
sakının. Bu âyet, son derece şekilde, putlara ibadeti ve saygı göstermeyi
yasaklamakladır. Yalan şahitlik yapmaktan da sakının. [60]
31. Hakka
yönelerek Allah'a teslim olup ona . hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalandan
sakının. Bu âyet sapıklığa düşme ve yok olma durumundaki müşrik kimseyi temsili
olarak açıklar. Yani, kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşmüş ve onu
kuş alıp kaparak param parça etmiştir. Yahut, şiddetlj bir rüzgâr onu almış ve
bir takım derin uçurumlara sürükleyip atmıştır. [61]
32. İşte
bunlar, Allah'ın size açıklamış olduğu hükümler ve misallerdir. Kim din
işlerine saygı gösterirse ki hacc işleri ve kurban kesme bu işlerdendir. Şüphesiz bunlara saygı, takva sahibi kulların
fiilerindendir. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, âyet-i kerimede, "kalblerin
takvası" diyerek, takvayı kalplere izafe etti. Çünkü takvanın hakikati
kalplerde olur. Rasulullah (s.a.v.), kalbini göstererek: "Takva
buradadır."[62] buyurumuşutur.[63]
33. Sizin
için kesilme zamanına kadar kurbanlarda süt, yavru ve binme gibi bir çok
yararlar vardır. Sonra Harem dahilinde onların kesilme yeri Mekke veya
Mina'dır. Beytullah, Harem'in en şerefli yeri olduğu için burada özellikle o
zikredildi. Bu, şu âyete benzer: "Ka'be'ye ulaşmış bir kurbanlık."[64]
34. Biz,
İbrahim zamanından beri gelmiş her ümmet için, Allah'a yaklaşma maksadıyla
kurban kesme yeri tayin ettik. İbn Kesîr şöyle der: Yüce Allah, kendi adına kurban
kesilmesinin ve kan akıtılmasının bütün dinlerde meşru olmasının hâlâ devam
ettiğini haber vermektedir. Onlara, kurban keserken Allah adını anmalarını ve
onun hoşnutluğu için kurban kesmelerini emrettik. Allah'ın, kendilerine
lütfettiği deve, sığır, koyun ve benzeri hayvanlardan dolayı şükretmeleri için
böyle yapsınlar. Burada Yüce Allah, kurbanın, müşriklerin yaptığı gibi putları
için değil sırf kendi rızası için ve kendi adına kesilmesi gerektiğini
açıkladı. Çünkü, yaratıcı ve rızık verici odur. Ey insanlar! Rabbiniz ve
ma'budunuz birdir, tek ilâhtır, ortağı yoktur. Öyleyse sırf ona ibadet edin,
hükmüne teslim olun ve itaat edin. Alçak gönüllü, boyun eğerek itaat edenleri naim
cennetleriyle müjdele. Bundan sonra Yüce Allah, itaat edenlerin dört vasfını
belirterek şöyle buyurdu: [65]
35. Bunlar
öyle kimselerdir ki, Allah nıldığında kalpleri korkar ve titrer. Çünkü Allah'ın
büyüklüğünün nuru o
kalpler üzerine
doğmuştur. Sanki Allah'ın önünde durmakta, onun büyüklüğünü ve yüceliğini
görmektedirler. Onlar sıkıntılı ve geniş hallerde başlarına gelen hastalık,
musibet, meşakkat ve diğer zorluklara sabrederler. Onlar namazları eksiksiz
olarak tam bir huşu içinde, vakitlerinde dosdoğru kılarlar. Ve lutfumuzdan kendilerine harcarlar. [66]
36. Besili
develeri de, Allah'ın kullarına göndermiş olduğu şeriatın alâmetlerinden
kıldık. Develer, iri cüsseli oldukları için, bunlara "büdn"
denilmiştir. Develer Beytullah'a kurban olarak gösterildikleri için bunlar,
dinin alâmetleri olmuşlardır. Hattâ bu develer, Bevtullah'a gönderilen
kurbanların en iyilendn.İbn Abbas: "Sizin için o hayvanlarda, dünyada
yarar, âhırette sevap vardır." demiştir. Develeri, ayakta iken, ayaklarını
düz tutmuş oldukları halde, Allah'ın adını anarak kesin. Kesildikten sonra yere
düştüklerinde, bu ölmelerinden kinayedir, Onlardan yeyin, iffetinden dolayı
halini açıklayamayana ve dilencilik yapan fakire yedirin. İbn Abbas'ın görüşü
budur.[67] Râzî şöyle der: En uygun mânâ şudur: "Kani" istemeden ve
ısrar etmeden, kendisine verilenden razı olan. "Mu'terr" ise, halini
arzeden isteyen ve devamlı olarak gelip isteyen demektir.[68] O Allah'ın
verdiği nimetlere şükredesiniz diye, iri cüsseli olmalarına rağmen,, onları
böyle güzel bir şekilde emrinize verdik. [69]
37. Kestiğiniz
kurbanların ne etleri, ne de kanlan, Yüce Allah'a ulaşır. Fakat ona sadece,
emirlerine sarılmanız ve rızasını istemeniz suretiyle gösterdiğiniz takva
ulaşır. Yüce Allah, önceki âyetin
mânâsını pekiştirmek için âyeti tekrarladı. Yani Allah'ın size, dininin
hükümlerini öğretmesinden dolayı onu yüceltesiniz diye, işte böylece o develeri
sizin enirinize verdi ve isteklerinize boyun eğmiş kıldı. Güzel amel
işleyenlere mutluluğa ereceklerini ve naîm cennetlerini elde edeceklerini
müjdele. [70]
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları ağıda özetliyoruz:
1. Rabbleri
hakkında münakaşa ettiler. Burada hazif yoluyla icaz vardır. "Rablerinin
dini hakkında..." demektir. Mıızaf, hazfedilmiştir.
2.
"Onlara, ateşten elbiseler
biçilmiştir." cümlesinde istiare vardır. Bu ifâde, elbise, giyeni
kuşattığı gibi, ateşin onları çepeçevre kuşatmasından istiaredir.
3.
"Devamlı kalan" ile "çölden gelen" arasında tıbâk vardır.
Çünkü âkif, şehirde kalan, bâd ise,
çölden gelen demektir.
4. "Pislikten
yani putlardan sakının. Yalan sözden de sakının." Bu cümlede, "sakının"
fiilinin tekrar edilmesiyle pekiştirme yapılmıştır. Bundan maksat, sakınılması
gereken şeylerin herbirinin başlı basma bir nesne olduğuna önem verildiğini
göstermektir. Edebiyatta buna itnâb denilir.
5. "Kim
Allah'a ortak koşarsa, o, sanki gökten düşmüş ve kuşlar onu kapıp
almıştır" cümlesinde teşbih-i temsili vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç
şeyden alınmıştır.
6. "Yanları
düştü" cümlesinde cinâs-ı nakıs vardır.
7. "Kanaatkar,
iffetli" ile "isteyen, dilenci" arasında tıbâk vardır.
8. "ve
fasılalarda latîf seci' vardır. Aynı şekilde, gibi fasılalarda da latif bir
seci' vardır. [71]
Yüce Allah,
mahrukatından günah işlemeye niyet edip de günah işlemeyen hiç kimseyi
cezalandırmamıştır. Ancak Mescid-i Haram'da günah işlemeye niyet edenler bunun
dışındadır. Yüce Allah şöyle buyurdu: "Kim orada zulüm ile haksızlık
yapmak isterse, ona elem verici azabtan tattırırız." Çünkü orası mukaddes
yerdir. Orada insanın kalbi temiz, nefsi temiz, niyeti samimi olmalı,
yaptıklarının tümünü Allah için yapmalıdır. Kim hükümdarın korusunda, ona
hürmeti çiğnerse, o cehenneme ve elem verici azaba layıktır. [72]
38. Allah,
iman edenleri savunur. Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan kimseyi
sevmez.
39. Kendileriyle
savaşılanlara zulme uğramış olmaları sebebiyle, savaşa izin verildi. Şüphe yok
ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.
40. Onlar,
başka değil, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere
yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir
kısmı İle defedip önlemeseydi, mutlak surette, manastırlar, kiliseler, havralar
ve içlerinde Allah'ın adı çokça anı- ' , lan mescidler yıkılır giderdi. Allah,
kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah,
güçlüdür, galiptir.
41. Onlar,
(o mü'minler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar
verirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler,
iyiliği emreder ve
kötülükten nehyederler. İşlerin
sonu Allah'a varır.
42, 43, 44.
Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, şunu bil ki onlardan önce Nuh'un kavmi, Âd,
Semûd, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkı da yalanladılar. Musa da
yalanlanmiştı. İşte ben o kafirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım.
Nasıl oldu benim onları reddini?
45. Nitekim
birçok memleket vardı ki, o memleket zulmetmekte iken, biz onları helak ettik.
Şimdi o ülkelerde duvarlar,
tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve ulu
saraylar vardır.
46. Hiç
yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri
ve işitecek kulaktan olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler
içindeki kalbler kör olur.
47. Onlar
senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah, va'dinden asla dönmez.
Muhakkak ki, Rabbin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl
gibidir.
48. Nice
ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları
yakaladım. Dönüş, yalnız banadır.
49. De ki:
Ey insanlar! Ben ancak sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
50. İman edip
sâlih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.
51. Ayetlerimiz
hakkında birbirlerini geri bıra-kırcasına yarışanlara gelince, işte bunlar,
cehennemliklerdir.
52. Biz,
senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda,
şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki
Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini sağlam
olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
53. (Allah,
şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalblerinde hastalık olanlar ve
kalbleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın.
Zâlimler, gerçekten derin bir ayrılık içindedirler.
54. Bir de,
kendilerine ilim verilenler, onun hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir
gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalbleri huzur ve
tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir
yola yöneltir.
55. İnkâr
edenler, kendilerine o saat ansızın gelinceye, yahut da kısır bir günün azabı
gelinceye kadar onun
hakkında hep şüphe içindedirler.
56. O gün,
mülk Allah'ındır. İnsanlar arasında hükmü o verir. İman edip iyi davranışlarda
bulunanlar Naîm cennetlerinin içindedirler.
57. İnkâr
edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar için alçaltıcı bir azap
vardır.
58. Allah
yolunda hicret edip sonra öldürülen, yahut
ölenleri hiç şüphesiz
Allah güzel bir
rizıkla rıziklandıracaktır. Şüphesiz Allah -evet O- rızık verenlerin en
hayırlısıdır.
59. Allah
onları, herhalde memnun kalacakları bir girilecek yere sokacaktır. Allah,
kesinlikle tam bir bilgi sahibidir, halimdir.
60. İşte
böyle. Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan
sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki olursa, emin olmalıdır ki, Allah
ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret
edicidir.
61. Çünkü
Allah, geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar. Şu da muhakkak ki Allah,
hakkıyla işiten
ve görendir.
62. Böyledir.
Çünkü Allah, hakkın tâ kendisidir. O'nun
dışındaki taptıkları ise bâtıldan
başka birşey değildir. Gerçek şu ki Allah, evet O yüce ve uludur.
Yüce Allah önceki
âyetlerde hac ibadetlerini ve hacda bulunan dünya ve âhiret yararlarını
açıkladı. Kâfirlerin mü'minleri Allah'ın dininden ve Mekke'ye girmekten
alıkoyduklarını anlattı. Burada da mü'minleri koruduğunu açıkladı ve savaşın
meşru kılınmasındaki hikmeti anlattı. Savaşın mukaddes şeyleri savunma,
zayıflan koruma ve mü'minlere, Allah'a ibadet etme imkanı verme gibi faydaları
olduğunu açıkladı. [73]
Savamı, yüksek bina
manasına gelen kelimesinin çoğuludur. Rahiplere ait bir yer, manastırdır.
Biye1, hıristiyanların
kilisesi mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
Salavât, yahudî
havraları. Zeccâc: Salavât, İbranicede salûtâ şeklindedir, der.
Nekîr, manasına bir
mastardır. Cevheri şöyle der: Nekîr ve inkâr, her ikisi de, yani kötü olan şeyi
değiştirmek manasınadır.
Muattala, terkedilmiş,
bırakılmış. Birşeyi tatil etmek, onu yararsız hale getirmek, demektir.
Meşîd, yapısı
yükseltilmiş. [74]
38. Şüphesiz
Allah mü'minlere yardım eder ve müşriklerin verdiği sıkıntılardan onları korur.
Bu, mü'minlerin kafirlere üstün geleceğine ve onların tuzaklarının engelleneceğine
dair bir müjdedir. Kuşkusuz, Allah, emanete hıyanet eden ve Allah'ın nimetini
inkar eden herkese buğz eder. [75]
39.
Kendileriyle savaşılanlara, zulme
uğramış olmaları sebebiyle, izin verildi. Bu cümlede hazif vardır. Takdiri
şöyledir: Zulme uğramış olmaları sebebiyle, onlara savaş izni verildi. İbn
Abbas: "Bu, cihad hakkında inen ilk
âyettir" der. Tefsirciler şöyle der: Zulme uğrayanlar, peygamber
(s.a.v.)'in arkadaşlarıdır. Mekkeli müşrikler onlara çok eziyet ederlerdi.
Onlar Rasulullah (s.a.v.)'a kimi başı gözü yaralı, kimi dövülmüş olarak gelir,
zulme uğradıklarını söylerlerdi. Rasulullah (s.a.v.), onlara: "Sabredin,
çünkü bana onlara karşı savaş emri verilmedi. Nihayet müslümanlar hicret
ettiler. Daha sonra bu âyet indirildi. Bu, 70'den çok âyette yasaklandıktan
sonra, içinde savaş izni bulunan ilk ayettir, Şüphesi? Allah, müslümanlar
savaşmadan da kullarına yardım edebilir.Fakat O, kullarının, kendisine itaat
etmek için, ellerinden gelen bütün gayreti harcamalarım ister ki, şehit sevabına
nail olsunlar. [76]
40. Onlar,
yurtlarından çıkarılmalarını gerektiren hiçbir sebep yokken, zulm ile
çıkarıldılar. İbn Abbas şöyle der: Yani Muhammed (a.s.) ve arkadaşları, haksız
yere Mekke'den Medine'ye sürüldüler. Onların, Allah'ı birlemek ve ona hiçbir
şeyi ortak kosmamaktan başka bir suçlan ve günahları yoktu, Allah cihadı ve
düşmanla savaşı meşru kılmasaydı, müşrikler din mensuplarına galip gelir ve
dinin alâmetleri yok olurdu. Fakat Yüce Allah, onlara karşı savaşı emrederek, kötülüklerini,
ortadan kaldırdı. Eğer böyle olmasaydı, rahiplerin mabetleri, hristiyanlarm
kiliseleri, yahudilerin havraları ve sabah akşam içinde Allah'a ibadet edilen,
müslümanların camileri mutlaka yıkılırdı. Yani, eğer Yüce Allah müslümanlar
sayesinde müşrikleri defedip müslümanlara, kafirlere karşı cihad izni
vermeseydi, müşrikler, zamanlarındaki çeşitli din mensuplarına galip gelir ve
mutlaka onların mabetlerini yıkarlardı. Ne hristiyanlarm kiliselerini, ne
ruhbanların mabetlerini, ne yahudilerin havralarım ve ne de müslümanların
camilerini bırakırlardı. Müşrikler, mutlaka din mensuplarına galip gelirdi:
Yüce Allah'ın sadece camileri içinde "Allah'ın adı çokça anılan" diye
nitelemesi, onların şeref ve yüceliğini göstermek içindir. Çünkü gerçek ibadet
yeri buralarıdır. Bu, bir yemindir. Yani Allah'a andolsun ki o, dinine ve
rasulüne yardım edene yardım edecektir. Yüce Allah güçlüdür. Hiçbir şey onu
aciz bırakamaz. Kuvvetlidir, asla mağlup edilemez. İbn Kesîr şöyle der: Yüce
Allah, kendisinin güçlü ve kuvvetli olduğunu bildirdi. Gücüyle herşeyi yarattı.
Kuvveti sayesinde de hiçbir şey ona galip gelemez, üstün olamaz.[77]
41. İşte
onlar, Allah'ın yardımına hak kazananlardır. Onlar öyle kimselerdir ki, onlara
yeryüzünün yönetimini versek, yeryüzüne sahip olup onu ellerine geçirseler,
Allah'a kulluk eder, namazı kılmaya ve zekatı vermeye devam ederler. İbn Abbas
der ki: Bunlar Muhacirler, Ensar ve iyilikle onların peşinden giden Tâbiîndir.
Onlar hayra çağırır, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin dönüşü, Yüce Allah'ın
hükmüne ve takdirinedir. [78]
42. Bu âyet
Resulullah (s.a.v.)'ı teselli, müşrikleri ise tehdit etmektedir. Yani,
Mekkeliler seni yalanlıyorsa, bil ki, sen, kavmi tarafından yalanlanan ilk
peygamber değilsin. Senden önce nice peygamberler yalanlandı. Onlar, Allah yalanlayanları yok edinceye
kadar sabrettiler. Sen de onlar gibi yap ve sabırlı ol. [79]
43. Aynı
şekilde İbrahim'in, Lût'un ve Şuayb'm kavmi de yalanladı. [80]
44. Mucizelerinin
açıklığı ve büyüklüğüne rağmen Musa da yalanlandı. Var diğerlerini sen hesap
et. Ben kafirlere mühlet verdim, sonra da cezalandırdım. Benim onları
cezalandırmam nasıl oldu? Verdiğim ceza elem verici değil miydi? Onların
nimetlerini azaba, çokluklarını azlığa, mam urluklarını harabeye çevirmedim
mi? İşte Mekkelilerden yalanlayanlara da böyle yaparım. Buradaki soru takrir
sorusudur. Yani itiraf ettirme sorusudur. [81]
45. Nice
ülke halkım genel bir azapla yok ettik. Oranın halkı müşrik ve kafirdi. O
ülkedeki evlerin tavanları yere çöktü, sonra duvarları yıkılıp çöken tavanlar
üzerine düştü. Ülke harabe ve
yıkıntı haline geldi. Ülke halkı yok edildiği için nice kuyular kullanılmaz ve
su içilmez hale geldi. Nice yüksek köşkler, ıssız ve bomboş bir hale geldi.
İbret alacak kimse için bunda büyük bir ders yok mu? [82]
46. Mekke halkı yeryüzünde gezmediler mi ki, kâfirlerin
helak oldukları yerleri
görüp de onların başlarına gelen bela ve musibetlerden
ibret almıyorlar. Düşünülmesi gereken imanı ve Allah'ın birliğini düşünselerdi
ya!! Veya öğüt ve uyarmalara kulak verselerdi ya! Gerçek körlük, göz körlüğü
değildir. Gerçek körlük kalp körlüğüdür. Kalbi kör olan ne ibret alır, ne
düşünür. Burada Göğüslerdeki denilmesi, pekiştirmek ve kalp kelimesinin mecaz
olarak kullanılmış olduğu düşüncesini ortadan kaldırmak içindir. [83]
47. Ey
Muhammed! O müşrikler alay ederek, azabın çabucak gelmesini isterler. Bu,
muhakkak meydana gelecek. Fakat onun gerçekleşmesinin bir zamanı vardır. Ondan
önce gelmez. Çünkü Yüce Allah, verdiği sözden dönmez. Yüce Allah halim'dir;
acele etmez. Onun yarattıklarına göre bin sene, o aceleci olmadığı için, onun
katında bir gün gibidir. Şu halde niçin azabı uzak görüyor ve hemen gelmesini
istiyorlar? İşte bunun içindir ki Yüce Allah, daha sonra şöyle buyurdu. [84]
48. Zulme devam etmelerine rağmen nice ülke halkının yok edilmesini
erteledim ve onlara mühlet verdim. Onlar bu ertelemeye aldandılar. Uzun süre
mühlet verdikten sonra, onları yakalayıp cezalandırdım. Dönüş ancak banadır.
Ebu Hayyan şöyle der: Yüce Allah
Kureyşlilerin cezalarını ertelemişti.
Onlar ise azabın çabucak
gelmesini istediler. Bunun üzerine, geçmiş milletlerin ce: zalarınm
ertelendiğine, sonra da yok edildiklerine dikkat çekmek için bu âyeti indirdi.
Aynı şekilde, her ne kadar mühlet verip cezalarını ertelediyse de, Kureyş'e de
mutlaka ceza verilecektir. Cezalarının ertelenmesinden dolayı şımarmasınlar.[85]
49. Ey
Peygamber! O çabucak azap isteyenlere de ki, ben sadace sizi uyarıcıyım.
Allah'ın azabından sizi korkutuyorum. O azabın
çabucak getirilmesinde veya ertelenmesinde her hangi bir müdahalem olmaksızın,
açık bir sakilde sizi uyarıyorum. [86]
50. İman ile
iyi ameli birleştiren sadık mü'minler var ya, Rableri katında onların günahları
bağışlanmış ve naim cennetlerinde onlar için nefis rızıklar hazırlanmıştır.
Fahreddin Râzî şöyle der: Yüce Allah buyurdu ki, kim iman ile iyi ameli birleştirirse,
Allah da onun için "bağışlama" ile "nefis rızkı" birlikte
hazırlarlar [87] Kurazî [88] de şöyle der: Yüce Allah'ın dediğini işittiğinde, bil
cennettir.[89]
51. Allah'ın
nurunu söndürmek maksadıyle mücadele edip galip gelmek isteyerek âyetlerinizi yalanlayan ve onları
boşa çıkarmaya çalışanlara gelince, işte onlar, azabı ve cezası şiddetli, elem
verici kızgın cehennem ateşinde yanacak olanlardır. Onlar sürekli cehennemde
kalacakları için, Yüce Allah onları şiddetli azap sahiplerine benzetti.
Fahreddin Râzî şöyle der: Eğer denilirse: "Rasulullah (s.a.v.) önceki
âyetlerde mü'minleri müjdeledi.[90] Daha sonra ikinci olarak bu âyetlerde[91] de kafirlere uyanda bulundu. Buna göre kıyas
yoluyla 49. âyetin Ey insanlar! Ben sizler için ancak bir müjdeleyici ve
uyarıcıyım" şeklinde olması gerekirdi. Buna şöyle cevap verilir: Bu âyet,
azabı çabuk isteyen müşrikler için indirilmişitir ve Ey insanlar! diye onlara
hitap edilmiştir. Bu arada[92] mü'minlerin ve sevaplarının anlatılması,
kafirlerin öfkesini ve çekecekleri eziyeti artırmak içindir.[93]
52. Ey
Muhammed! Senden önce biz, Rasul ve Nebi olarak kimi gönderdiysek, o bir şeyi
sevip canı çektiğinde, şeytan, istediği ve sevdiği şey hakkında ona; dünya ile
meşgul olmasını gerektiren bazı vesveseler vermiştir. Nitekim Rasulullah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz beşeri arzular kalbimi sarar. Onun için
ben, günde 70 kere Allah'tan bağışlanmamı isterim.[94] Ferrâ: içinden geçirdiği zaman, demektir, der.
İbn Abbas şöyle der: "O bir te-mennîde bulunduğunda, şeytan onun dileğine
beşeri arzular katmaya çalışır? Mealindeki âyetten maksat şudur: Konuştuğunda,
şeytan onun sözüne birşeyler katmaya çalışır. Allah da, şeytanın katmaya
çalıştıklarını boşa çıkarır, kendi âyetlerini sağlamlaştırır. onun okuması demektir"
diye söylenir.[95] Nahhâs şöyle der: Bu âyet hakkında
söylenenlerin en güzeli ve en iyisi budur. Âyetin mânâsı şudur: Gönderdiğimiz
her nebi ve rasul, içinden bir şey geçirip de, ümmetinin hidayete ermesini ve
iman etmesini temenni ettiğinde, mutlaka şeytan ona vesvese vermeye ve yoluna
engeller koymaya çalışır.
Bunu, Peygamberin kavmine inkarı süslü göstermek ve onun emrine muhalefet etmek
için, kalplerine inkâr fikrini yerleştirmek suretiyle yapar. Sanki âyet, şöyle
diyerek Peygamberi (s.a.s.) teselli etmektedir: Ey Peygamber! Kavminin sana
düşmanlığına üzülme. Çünkü bu, bütün peygamberlerin başına gelen bir olaydır.[96] Allah, şeytanın vermeye çalıştığı vesvese ve
evhamı giderir ve boşa çıkarır. Sonra da, Peygamberin kalbine, kendi birliğine
ve onun peygamberliğini gösteren âyetleri yerleştirir. Allah çok iyi bilir,
çok hikmetlidir, eşyayı yerliyerine koyar. Ebussuûd şöyle der: Bu âyet,
peygamberlerin yanılmasının caiz olduğunu ve vesvesenin, onların kapılarım da
çalabileceğini gösterir.[97]
53. Allah,
şeytanın vereceği o vesvese ve şüpheleri, kalplerinde kuşku ve tereddüt bulunan
münafıklar ile Allah'ın zikrine kalpleri yumuşumayan kafirler için fitne kılmak
maksadıyle böyle yapar. Kalpleri katı olanlar Ebu Cehil, Nadr ve Utbe gibi,
Kureyş'in ileri gelen kibirli kâfirlerdir. Anlatılan o münafık ve müşrikler,
kesinlikle Allah ve Rasulünün şiddetli düşmanlarıdır. Kâfirler, son derece
sapıklık içinde ve hayırdan uzak bulundukları için, âyette, "düşmanlık"
kelimesi, "uzak" kelimesiyle nitelenmiştir. [98]
54. Bir de
ilim sahipleri, Kur'ân'ın Allah katından inmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de
ona iman etsinler. Kalplerinde hastalık bulunanların aksine, kalpleri imana
boyun eğip itaat etsin. Şüphesiz Allah müminleri doğru yola ileten ve onları
sapıklık ve helakten kurtarandır. [99]
55. O
müşrikler, sürekli olarak bu Kur'ân hakkında kuşku ve tereddüt içindedirler. Neticede,
onlar farkına varmadan ansızın kıyamet kopacaktır. Katâde der ki: Allah, hangi
kavmi cezalandırdı ise, mutlaka sarhoşluk, gaflet ve rafaha daldıkları bir anda
onları cezalandırmıştır. Allah hakkında gaflete düşmeyin. Zira Allah hakkında
ancak yoldan çıkmış insanlar gafil olurlar. ya da, kıyamet gününün azabı onlara
gelip çatacaktır. Ondan sonra daha başka bir gün gelmeyeceği için, kıyamet
gününe, kısır mânâsına gelen, adı verilmiştir. Ebussuûd şöyle der: Sanki her
gün, kendisinden sonra gelen günü doğurmaktadır. Kendisinden sonra gün gelmeyen
gün ise kısırdır. Bundan maksat yine kıyamet günüdür. Sanki şöyle denilmiştir:
ya da onlara, kıyametin azabı gelip çatacaktır, yerine, denilerek, zamir yerine
açık İsim getirilmesinin sebebi korku ve dehşeti artırmak içindir.[100]
56. Kıyamet
gününde mülk, tartışmasız sadece Allah'ındır, O, kulları arasında adaletle
hükmeder. Mü'minleri cennete, kafirleri cehenneme sokar. İşte bunun içindir ki,
Yüce Allah şöyle buyurur: Allah ve Rasulünü tasdik eden ve iyi işler yapanlar
var ya, işte onlar için ebedîlik cennetlerinde sürekli nimetler vardır. [101]
57. Allah'ın
âyetlerini inkar edip peygamberlerini yalanlayanlara gelince, onlar için de,
cehennem yurdunda horlanmak ve küçümsenmekle birlikte rezil edici azap vardır. [102]
58. Allah'ın
rızasını elde etmek maksadıyle
yurlarmi ve vatanlarını bırakıp gidenler ve Allah'ın dinini yüceltmek için
cihad edenler, sonra da cihad ederken öldürülenler veya döşeklerinde ölenler,
yok mu, Allah onlara mutlaka, sonu gelmeyen ebedî nimetleri verecektir. Bu da
cennet nimetleridir. Şüphesiz Yüce Allah, nimet verenlerin en hayırlısıdır.
Çünkü o hesapsız rızık verir. [103]
59. Allah
onları, mutlaka razı olacakları bir yere yerleştirecektir. Orası öyle bir
cennettir ki, orada, hiçbir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve
hiçbir insanın aklına gelmeyen nimetler vardır. Şüphesiz Allah, amel edenlerin
derecelerini bilir; halimdir, onlan hemen cezalandırmaz. [104]
60. İşte
durum bu. Kim, zalime, yaptığı zulmün tam karşılığını verir de, sonra da zalim
ikinci defa ona zulmederse, Allah o mazluma mutlaka yardım eder. Allah çokça
affedici ve bağışlayıcıdır. Burada af ve bağışlamanın teşvik edilmesine bir
işaret vardır. Çünkü Yüce Allah, tam anlamıyle öç almaya gücü yettiği halde
affedip bağışlıyor, onun dışındakiler ise bunu öncelikle yapmalıdırlar. [105]
61. Bu
yardımın sebebi şudur: Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter. Onun güçlü
olmasının alâmetlerinden biri de gece ile gündüzü birbirine girdirmesidir. Bu
da şöyle olur: Geceyi eksiltir, gündüzü artırır; güdüzü eksiltir, geceyi
çoğaltır. Yaz ve Kış mevsiminde bu bizzat görülmektedir. Allah, kullarının
sözlerini işitici, durumlarını görücüdür. Hiçbir şey ona gizli kalmaz. [106]
62. Bu da,
Allah'ın, hak ilah olmasından dolayıdır. Müşriklerin, Allah'ı bırakarak
taptıklan putlar ise, hiç bir şeye gücü yetmeyen batılın kendisidir. Allah ise,
her şeyden üstündür. Büyük ve uludur. Ondan daha üstün ve daha büyük yoktur. [107]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Çok
hain ve çok inkarcı" kelimeleri, aşırılık ifade eden kiplerdendir.
2. "Kendileriyle
savaşanlarla izin verildi" cümlesinde, sözün akışından anlaşıldığı için hazif vardır. Takdiri: "Kendileriyle savaşılanlara savaş izni
verildi" şeklindedir.
3. "Rabbimiz
Allah demeledinden başka bir suçları yoktu" cümlesinde, yermeye benzeyen
şeyle övmeyi pekiştirme sanatı vardır.
4. İman edip
iyi ameller işleyenler için, mağfiret ve bol rızık vardır" âyeti ile
Âyetlerimiz hakkında birbirini geri bırakırcasına yarışanlara gelince, işte
bunlar cehennemliklerdir" âyeti
arasında latif mukabele sanatı vadır.
5. "Biz
kimi Peygamber gönderdiysek..." âyetinde ci-nâs-ı iştikak vardır.
6. "yerleştirir"
kelimeleri arasında tıbak sanatı var Yahut da onlara toy? 61 gününün azabı §ele"
kür" cümlesinde
güzel" bir istiare vardır. Bu, istiarelerin en güzellerindendir Çünkü
akım, çocuk doğurmayan, kısır kadın demektir. Sanki Yüce Allah o günü,
kendisinden sonra ne gece, ne de gündüz gelmeyecek olan bir ün olarak
nitelemiştir. Çünkü zaman bitmiş yükümlülük sona ermiştir. Günler, gecelerin
çocukları yerine konmuş ve bu günlerin arasından o gün, istiare yoluyla,
"kısır" kılınmıştır. [108]
63. Görmedin
mi, Allah, gökten yağmur indirdi de bu
sayede yeryüzü yeşeriyor.
Gerçekten Allah çok lütufkârdır, her şeyden haberdardır.
64. Göklerde
ve yerde ne varsa O'nundur. Hakikaten Allah, yalnız O, zengin ve övgüye
değerdir.
65. Görmedin
mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sîzin
hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerinde düşmekten
korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve
çok merhametlidir.
66. O, size
hayat veren, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olandır. Gerçekten insan,
çok nankördür.
67. Biz, her
ümmete, uygulamakta oldukları ibâdet tarzı gösterdik. Öyle ise onlar bu işte
seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine da'vet et. Zira sen, hakikaten dosdoğru
bir yoldasın.
68. Eğer
seninle münakaşa ve mücâdeleye girişirlerse, "Allah, yaptığınızı çok iyi
bilmektedir " de.
69. Allah,
kıyamet gününde, ihtilâf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm
verecektir.
70. Bimez
misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir? Bu, bir kitapta mevcuttur. Bu,
Allah için çok kolaydır.
71. Onlar,
Allah'ı bırakıp, Allah'ın kendisine hiç bir delil indirmediği, kendilerinin
dahi hakkında bilgi sahibi olmadıkları
şeylere tapıyorlar. Zâlimlerin
hiç yardımcısı yoktur.
72. Âyetlerimiz,
açık açık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında, hoşnutsuzluk
sezersin. Onlar, kendilerine âyetlerimizi okuyanların nerdeyse üzerlerine
saldırırlar. De ki: Size bundan daha kötüsünü bildireyim mi? Ateş! Allah, onu
kâfirlere va'detti. O, ne
kötü sondur.
73. Ey
insanlar! Size bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı
bırakıp da yalvardıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir sineği
dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu da geri alamazlar.
İsteyen de âciz, kendinden istenen de!
74. Onlar,
Allah'ın kadrini hakkıyla bilemediler. Hiç şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, çok
üstündür.
75. Allah,
meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir,
görendir.
76. Onaların
önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.
77. Ey îman
edenler! Rükû edin; secde edin; Rabbinize ibâdet edin; hayır işleyin ki
kurtuluşa eresiniz.
78. Allah
uğrunda, hakkını vererek cihad edin. Sizi O seçti; din hususunda üzerinize
hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dîninde olduğu gibi. Peygamberin
size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek bundan
önce, gerekse bu Kur' ân'da size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise
namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne
güzel mevlâdır O, ve ne güzel yardımcıdır.
Yüce Allah önceki
âyetlerde sonsuz gücünü gösteren, geceyi güdüze, gündüzü geceye katma olayını
anlatıp bununla nimetlerine dikkat çektikten sınra burada da gücünü ve
hikmetini gösteren diğer çeşitli delilleri anlattı ve' bunları, öldükten sonra
dirilmenin ve âhiret hayatının isbatı için bir başlangıç kıldı. Sûreyi,
mü'minleri tek olan Allah'a ibadete çağırarak sona erdirdi. [109]
Sultan, delil ve güç
kuvvet
Enselerler. ezmek,
şiddetle yakalamak. Bir kimse birini şiddetle yakaladığında Lk- denilir. Geniş
zamanı dur.
Hızla kapıp kaldırır.
Bir kimse bir şeyi hızla kapıp kaldırdığında denir.
Saygı göstermediler.
Seçer, tercih eder.
Haraç, darlık, güçlük,
zorluk. Millet, din. [110]
63. Ey
dinleyici! Allah'ın, buluttan yağmuru kudretliye indirdiğini bilmiyor musun?
Bu, itiraf ettirme sorusudur, Yeryüzü bitkileri kuruyup üzerinde bir yıl
geçtikten sınra tekrar canlanıp yemyeşil hale gelir. Bu manzarayı muhatabın
zihninde canlandırmak ve bir müddet böylece kalacağını ifade etmek için,
"olur" şeklinde geniş zaman kipi getirildi, Allah, kullarının
nzıklanm verme hususunda çok lütufkârdır. Kalplerindeki ümitsizlik duygusundan
da haberdardır. Allah'ın bu âyeti indirmekteki maksadı, kudretinin
sonsuzluğuna, öldükten sonra dirilmeye ve haşir-neşirin meydana geleceğine
delil getirmektir. Çünkü âyette anlatılanları yapmaya gücü yeten kimse,
öldükten sonra diriltmeye de kadirdir. Bunun içindir ki Yüce Allah Şöyle
buyurmuştur: "O önce size hayat veren, sonra öldürecek, sonra yine
diriltecek olandır."[111]
64. Kainatta
ne varsa hepsi onun yaratması, mülkü ve
tasarrufudur. Her şey onun
idaresine ve iyi bir şekilde yönetmesine muhtaçtır. Yüce Allah,
bütün eşyadan müstağnîdir, yani hiç bir şeye muhtaç değildir. O, bütün hallerde
övülmüştür. [112]
65. Ey akıl
sahibi! Allah'ın, kullarının muhtaç olduğu hayvan, ağaç, nehir ve madenleri ve
diğer ihtiyaç duydukları şeyleri, onların hizmetine sunduğunu görmedin mi? Bu
âyet, diğer bir nimeti hatırlatmaktadır. Yük ve insan taşıyan büyük ve ağır gemileri sizin emrinize verdi.
Bu gemiler, sizin menfaatiniz için, onun gücü ve dilemesiyle denizde yüzerler. Göklerin
yeryüzüne düşüp de orada bulunanları yok etmemesi için, onları kudretiyle
tutar. Ancak, kendisinin dilemesi bu hükmün dışındadır. Bu da kıyamet
koptuğunda olacaktır. İşte Allah'ın bu yaptıkları size olan lutfundan ve size
acımasından dolayıdır. Zira o size geçim yollarını hazırlamıştır. Onun
nimetlerine şükrediniz. [113]
66. Siz yok
iken size hayat veren odur. Ecelleriniz, geldiğinde sizi öldürecektir. Sonra
da hesap sormak, mükafat ve ceza vermek için öldükten sonra sizi diriltecektir.
Ama şu gerçek ki, insan, Allah'ın nimetlerini çok inkâr edendir. İbn Abbas
şöyle der: İnsandan maksat kâfirdir. Âyetlerin maksadı ise müşrikleri kınamaktır.
Yüce Allah sanki şöyle der: Allah'a nasıl ortaklar koşuyor ve onunla birlikte
başkalarına tapıyorsunuz! Halbuki O, tek başına yaratır, rızik verir ve
tasarrufta bulunur. [114]
67. Gelmiş
geçmiş her bir peygambere ve ümmete şeriat gönderdik. İbadet yeri ve usulü
gösterdik.[115] Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle
buyrulmuştur: Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik."[116] Onlar o şeriatla amel ederlerdi. Müşriklerden
hiçbiri, sana ve ümmetine gönderdiğim şeriat husunuda seninle cedelleşmesİn.
Her asır ve zamanda şeriatler gönderilmiştir. Bu, olumsuzluk manası kasdedilen
bir emir kipidir. Yani, Peygamberle cedelleşmek gerekmez. Çünkü hak, cedelleşmeye yer vermeyecek
şekilde açıktır, İnsanları, Rabbine ibadete ve onun temiz yüce şeriatına
çağırır. Çünkü sen, naim cennetlerine götüren açık ve dosdoğru bir yoldasın. [117]
68. Hak
ortaya çıkıp da aleyhinde delil getirildikten sonra yine de seninle
tartışırlarsa onlara de ki: Sizin çirkin amellerinizi ve onlardan dolayı hak edeceğiniz cezayı
Allah daha iyi bilir. Bu bir tehdit ve uyarıdır. [118]
69. Din
hususunda düşmüş oldukları ihtilafta, Allah âhirelte, mü'minlerle kâfirler
arasında hükmederek aralarını ayıracak, böylece onlar neyin hak, neyin bâtıl
olduğunu anlayacaklardı. [119]
70. Bilmez
misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir. Bu da bir itiraf ettirme
sorusudur. Yani, Ey Peygamber! şüphesiz sen biliyorsun ki, Allah'ın ilmi,
göklerde ve yerde ne varsa hepsini kuşatmıştır. Onların yaptıkları Allah'a
gizli kalmaz. Bütün bunlar Levh-i Mahfuz'da yazılıdır. Mahlukatm, onun bilgisi
altında ve kuşatması içinde olması, onun için kolay ve basit bir iştir, bundan
sonra Yüce Allah, nimetinin yüceliği ve delillerinin açıklığına rağmen,
kâfirlerin cür'et ettikleri şeyi açıklayarak şöyle buryurdu. [120]
71. Kureyş
kafirleri Allah'ı bırakıp işitmeyen ve menfaat sağlamayan putlara tapıyorlar.
Hakkında, vahiy ve hüccet yönünden hiçbir delil gelmemiş olan şeylere
tapıyorlar. O taptıkları şeyler hakkında, akıllarını kullanarak da bir bilgi
edinmiş değiller. Onların bu hareketi sadece, babalarını körü körüne taklitten
ibarettir. Zalimlerden, Allah'ın azabım savacak her hangi bir yardımcıları
yoktur. [121]
72. O
müşriklere, Kur'ân'ın açık âyetleri ve onlardaki Allah'ın birliğini gösteren
kesin deliller okunduğunda kâfirlerin yüzlerinde buruşukluk ve hoşnutsuzlukla karışık inkârı
hissedersin. Nerdeyse, kendilerine Kur'ân okuyan mü'minlere saldırıp onları
şiddetle yakalayacaklar. Onlara de ki: Sizin mü'minleri korkutup onları
şiddetle yakalamanızdan daha kötü ve daha çirkin bir şeyi size haber vereyim
mi? O, cehennem ateşi, onun azabı ve cezasıdır. Allah onu, âyetlerini
yalanlayan kâfirlere vadetmiştir. Gidecekleri yer ne kötüdür. [122]
73. Ey
müşrikler topluluğu! Allah, kendisi bırakılıp da tapılan putlar hakkında bir
misal verdi. Bunu tam manasıyle düşünüp size söylenenleri anlayın, Yani, Allah'ı
bırakıp da kendilerine taptığınız bu putların hepsi bir araya gelseler,
küçüklüğüne rağmen asla bir sinek
dahi yaratamazlar. Akıllı kimsenin
onları ilâh edinmesi ve Allah'ı bırakarak onlara tapması nasıl uygun olur!?
Kurtubî şöyle der: Yüce Allah dört sebeplen dolayı özellikle sineği misal
verdi: Sineğin hakirliği, zayıflığı, pisliği ve çokluğu. Şu halde sinek,
hayvanların en zayıfı ve en basiti iken ve müşriklerin,
Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar
böyle bir varlığı yaratmaya ve onun verdiği eziyeti savmaya güç yetiremezken»
bunların, kendilerine ibadet edilen ilahlar ve itaat edilen rablar olması
nasıl caiz olur?! İşte bu en kuvvetli ve en açık delildir.[123] Eğer sinek, putlara sürdükleri kokulu maddeden
bir şey çekip alsa, o ilahlar, sineğin zayıflık ve hakirliğine rağmen, çekip
aldığı şeyi ondan geri alamazlar. puttan hayır bekleyerek ona tapan da,
kendisinden hayır beklenen put da âciz kalmıştır. Her ikisi de hakir ve
âcizdir.[124]
74. Allah'a,
hakkıyla saygı göstermediler. Çünkü, hakirliklerine rağmen, putları, güçlü ve
kuvvetli olan Allah'a ortak koştular. Onun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu:
Yüce Allah güçlüdür, hiç bir şey onu âciz bırakamaz. Üstündür, hiçbir şey ondan
üstün olamaz. Durum böyle iken, nasıl olur da onlar, güçlü ve kuvvetli olan
Allah'ı âdi ve hakir olan putlarla bir tutuyorlar?! [125]
75. Allah,
vahyi peygamberlerine ulaştırma hususunda aracı olsunlar diye, meleklerden,
dinin emirlerini kullarına ulaştırmak için de insanlardan elçiler seçer. Bu
âyet, peygamberin insanlardan olmasını inkâr edenlere bir cevaptır. Şüphesiz
Allah, onların söylediklerini işitir; yaptıklarını görür. [126]
76. Daha
önce yaptıkları ve daha sonra yapacakları fiil ve hareketleri ve
söyleyecekleri sözleri bilir, Kulların işleri sadece bir olan Allah'a döndürülür
ve onlara, yaptıklarının karşılıklarını o verir. [127]
77. Ey
inanlar! Rabbiniz için, huşu içerisinde namaz kılın. Rükû ve Secde namazın en
önemli rükünleri olduğu için, namazı onlarla ifade etti. Sadece Rabbinize
ibadet edin, başkasına tapmayın, Sıla-i rahim, yetimlere yardım ve insanlar
uykuda iken gece namazı kılmak gibi, sizi Allah'a yaklaştıracak çeşitli
hayırlar yapın ve iyiliklerde bulunun ki, âhiret nimetlerini elde edesiniz. [128]
78. Allah'ın
dinini yüceltemek için, elinizden gelen bütün güç ve kuvvetinizi harcayarak,
mallarınız ve canlarınızla, hakkıyle cihad edin. O, dinine yardım için, diğer
milletler içerisinde sizi seçip En mükemmel dini ve en şerefli peygamberi size
gönderdi. hususunda üzerinize hiçbir güçlük ve zorluk yüklemedi; sizi, gücünüzün
yetmediği şeylerle yükümlü kılmadı. Bilakis bu din, yüce hanif dinidir. Bunun içindir ki, Yüce
Allah şöyle buyurdu: İşte, kendisinde güçlük ve zorluk bulunmayan bu dininiz,
babanız ibrahim'in dinidir. Ondan ayrılmayın. Çünkü o, dosdoğru bir dindir. Nitekim
Yüce Allah "Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti"[129] Allah, önceki kitaplarda da, bu Kur'ân'da da,
size "müslümanlar" adını verdi. Sizin için din olarak İslâm'ı seçti.
Fahreddin er-Râzî şöyle der: yani, Yüce Allah Kur'ân'dan önce gelen diğer
kitaplarda da, Kur'ân'da da, sizin diğer milletlerden üstün olduğunuzu açıkladı
ve size bu en şerefli ismi verdi ki aşağıda anlatılacak olan şahitliği
yapasmız. Madem ki Yüce Allah bu şerefi sadece size verdi, öyleyse ona ibadet
edin ve emirlerini reddetmeyin. risaletini tebliğ ettiğine dair, peygamber size
şahit olsun; siz de, peygamberlerinin, kendilerine tebliğ görevini yaptığına
dair halka şahitlik edesiniz. Madem ki Allah, bu yüce mertebe için sizi seçti,
o halde, verdiği nimetler için namaz kılmak ve zekat vermek suretiyle ona
şükredin. Onun sağlam ipine tutunun, ona güvenin ve bütün işlerinizde ondan
yardım isteyin o, sizin Mevla'nızdır. Yüce Allah ne güzel dost ve ne güzel
yardımcıdır. [130]
Bu mübarek
âyetler, birçok edebî sanatı
kapsamaktadır. Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Görmedin
mi, Allah yerdeki eşyayı ve denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize
verdi" âyetinde, Allah, sayıp dökerek nimetleri hatırlatmaktadır. Aynı
zamanda, bu âyetteki soru, itiraf ettirmek içindir.
2. "Sizi
öldürür" ile "sizi diriltir" arasında tıbâk sanatı
vardır.
3. "Gerçekten
insan çok nankördür" âyetinde, aşırılık ifade eden kip kullanılmıştır.
4. "Mâ
Seninle asla cedelleşmesinler" cümlesinde, olumsuzluk manasın kastedilen
emir kullanılmıştır. Yani, hak apaçık ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, seninle
cedelleşmemeleri gerekir.
5. "Kâfirlerin
suratlarında hoşnutsuzluk sezersin" cümlesinde latif
istiare vardır. Yani,
onların yüzlerinden hoşnutsuzluk
sezer ve kötü bir şey yapmak istediklerini anlarsın. Bu, Arapların, "Falanın
yüzünde kötülük hissettim" sözüne benzer.
6. "Allah'ı
bırakıp da taptıklarınız asla bir sinek yaratamazlar" cümlesinde çok güzel
bir temsil vardır. Yani, kâfirlerin, Allah'tan başkasına tapmaları hususundaki
durumları, bir tek sinek yaratamayan putların durumuna benzer. Zemahşerî şöyle
der: Dinlenilen bu parlak kıssaya, bazı meseller benzetilerek, istihsan
yoluyla "mesel" denilmiştir.
7. "Rükû1
ve Secde edin" cümlesi mecâz-ı mürseldir. Zikr-i cüz1, irâde-i küll kabîlindendir.
Yani bir parçayı söyleyip, tümünü kastetmek kabilindendir. Buna göre mânâ:
"Namaz kılınız" şeklinde olur. Çünkü rükû' ve secde, namazın
rükünlerindendir.
8. "Rükû'
ve secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin" cümlesinde husustan
sonra umum zikredilmiştir. Maksat, hususî olanın önemini dikkate almakla
birlikte umum ifade etmektir. Yüce Allah, âyette önce hususî olanla başladı,
sonra umumî olanı, sonra da daha umumî olan anlattı.
Yüce Allah'ın
yardımıyla Hacc Sûresi'nin tefsiri bitti. [131]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/113-114.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/114.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/119.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/119.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/119.
[6] Ebussuüd, IV, 3
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/119-120.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/120.
[9] Kurtubî, XII, 6
[10] KeşşafIII, 142
[11] Yâsin sûresi, 36/68
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/120-121.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/121.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/121.
[15] el-Bahr,VI,354
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/121.
[16] Keşşaf, III, 144
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/11-122.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/122.
[19] Kmtubî, XII, 17
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/122.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/122.
[22] el-Bahr, VI, 356
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/122.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/122-123.
[25] Bu âyetin mânâsında, müfessirler iki görüş
açıklamışlardır. Birincisi, " Yardım etmeyecek" kelimesindeki zamir, peygambere aittir, buna
göre Kâfirlerden kim, Allah'ın asla Muhammed'e yardım etmeyeceğini sanıyorsa, o
kenelını Allah, mutlaka rasûlime yardım edecektir. Tbn Kesîr bunu tercih et
mistir Ikmcısi bu, ınsanm kenidisine
aittir. Buna göre mânâ: "Kim gönülünün olduğundan dolayı Allah'ın kendisine yardım etmeyeceğin
zannederse kendini assın veö Teshil yazan İbnu'l-Cüzeyy bu görüşü tercih etmiştir.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/123.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/123.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/123.
[29] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 534
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/123-124.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/124-125.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/125.
[33] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 535
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/125.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/129.
[35] Beyit, Ümeyye b. Ebî Salt'a aittir. Kurtubî, XII,50.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/130.
[37] Kurtubî, Xü\26
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/130.
[39] Tirmizî, Cehennem, 4. Tirmizî, "Bu hascn, sahih
ve garib hadistir." der.
[40] Muhammed sûresi, 47/15
[41] Tefsir-i Kebir, XXIII,22
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/130-131.
[42] Ahmed b. Hanbel, TII.29
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/131.
[43] er-Razî, XXIII,2
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/131.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/131.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/131.
[47] Kurtubî, XH,31
[48] Ra'd suresi, 13/28
[49] Razi, XXIII,25
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/131-132.
[50] Muhtasar-ı İbn Kesir, 11,539
[51] Kurtubî, XTI,37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/132.
[52] Razi, XXTII,27
[53] Âdiyât sûresi, 100/1
[54] Kurtubî, XII, 29
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/132-133.
[55] Râzî, XXIII,139
[56] Râzî, XXIII, 29
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/133.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/133.
[59] Keşşaf, III, [49
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/133-134.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/134.
[62] Müslim, Birr, 32; Tirmizi, Birr, 18
[63] Kurtubî, XII, 56
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/134.
[64] Maide sûresi, 5/95
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/134.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/134-135.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/135.
[67] Bu, Katâde, Nehaî, Mücahİd, ve Seleften bir çoğunun
görüşüdür.
[68] Tefsir-i Kebîr, XXTTT, 36
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/135.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/135.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/135-136.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/136.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/141.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/141-142.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/142.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/142.
[77] Muhtasar-i İbn Kesîr, II, 548
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/142-143.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/143.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/143.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/143.
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/143.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/143-144.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/144.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/144.
[85] el-Bahr, VI, 379
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/144.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/144.
[87] Tefsir-i Kebir, XXIII,47
[88] Bu zat, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'dir.
[89] Muhtasar-ı İbn Kesir, 11,550
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/144-145.
[90] Hacc sûresi, 22/34-37
[91] Hacc sûresi, 22/42-51
[92] Hacc sûresi, 22/50
[93] Tefsir-i Kebir, XXIII-47
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/145.
[94] Müslim, Zikir, 41; Ebu Davud, Kitabu's-Salât, bab 361
[95] Buharı, Tefsiru'l-Kur'ân, Hacc sûresi, bab başlığı
[96] Bu âyetin tefsirinde söylenenlerin en doğrusu budur.
Bu, tefsir araştırmacılarının tercih ettiği görüştür. Bazı îefsircilerin önemle
anlattıkları Garanik kıssasına gelince, bu, bâtıldır ve reddolunmuştur.
Anlattıkları kıssa
şöyledir: Rasulullah
(s.a.v), müslümanlar ile müşriklerin bulunduğu bir yerde Necm suresini okudu,
Gördünüz mü o Lât ve Uzza'yı? Ve üçüncüleri olan öteki Menât'ı? {Necm suresi,
53/19,20) âyetine geldiğinde, şeytân onun diline şu cümleleri getirdi: Bunlar
yüce ak kuğulardır. Şüphesiz onların şefaatleri umulur, müşrikler buna çok
sevindiler. Sûreyi bitirince Rasulullah (s.a.v) secde etti. Müşrikler de
onunla birlikte secdeye kapandılar... İbnu'l-Arabî şöyle der: bu kıssada
anlatılanların tümü asılsız ve bâtıldır. İbn İslıak da: Bu, zındıkların
uydurmasıdır" der. Bcyhakî de: Bu kıssanın ravileri tenkit edilmiştir,
haklarında şüphe vardır, der. İbn Kesir şöyle der: Tefsircilerden bir çoğu bu Garanik
kıssasını anlatmıştır. Halbuki bu kıssa sahih olmayan mürsel ve munkati
rivayetlerden meydana gelmiştir, (mürsel ve munkati tabirleri için lügatçeye
bakınız). Kadı İyaz'ın açıklaması da şöyledir: Sahih hadis sahiplerinden
hiçbiri bu hadisi almamış ve bunu hiç bir kimse, muttasıl ve sağlam bir senetle
rivayet etmemiştir. Ancak her garip şeye meraklı, sağlamlığına veya uydurulmuş
olmasına bakmadan kitaplardan her şeyi alan tefsirci tarihçiler bunu ve
benzerlerini almaya meraklıdır. Ben derimki: Aynı.......surede bulunan, O,
arzularına göre konuşmaz. Onun konuştuğu, vahyedilenden başkası değildir. (Necm suresi, 53/3,4)
âyetleri bu kıssanın batıl olduğunu gösterir. Her türlü kötülükten korunmuş
olan bir peygamber, onların iddia ettiği bu gibi sözleri nasıi söyler!
Allah'ım, seni noksan sıfatlardan (enzih ederim. Bu, büyük bir iftiradır. Bu
kıssa hakkında kesin red cevabı için Tefsir-i Kebir, XXIII,48 vd.
[97] Ebussuûd, IV, 18
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/145-146.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/146.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/146-147.
[100] Ebussuûd, IV, 19
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/147.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/147.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/147.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/147.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/147-148.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/148.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/148.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/148.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/148-149.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/153.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/153.
[111] Hacc sûresi, 22/66
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/153.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/154.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/154.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/154.
[115] îbn Abbas: "mensek, şeriat ve usul demektir"
der. Fahrcddin Râzi de: "Burada, en yakın mana budur." der.
[116] Kurtubî, XII,97
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/154.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/154-155.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/155.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/155.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/155.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/155.
[123] Kurtubî, XII, 97
[124] İbn Abbas: Âyette geçen "Put",
"Sinek", demektir, Sûddî de şöyle der:"
puta tapan", "putun
kendisidir". Tercih olunan ve bizim de tercih ettiğimiz görüş budur.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/155-156.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/156.
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/156.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/156.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/156.
[129] En'âm suresi, 6/161
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/156-157.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/157-158.