HAC SURESİ
Bu
sûre-i celile Kur'ân-ı Kerim'in 22. sûresi olup 19. âyetten 24. âyete kadar
olan kısmı Medine'de, geri kalan âyetler ise Mekke'de nazil olmuştur, tamamı'78
âyettir. İbrahim (a.s.)'in hac farizasını nasıl ifa ettiğini ve mü'nıinlerin de
hac farizasıyla nasıl mükellef bulunduğunu bildirdiği için Hac sûresi unvanım
almıştır.
Sûrenin
ihtiva ettiği konular, bundan önce geçen Enbiya sûresinde ihtar edilen
gelecekteki azaptan ve mesuliyetten kurtulmak için takvaya tevessül edilmesini
tavsiye eder. Âhiret hayatım isbat edecek bir kısım hâdiseleri ibret nazarına
arz eder. Önceki ümmetlerin inkâr ve küfürleri yüzünden başlarına gelen
musibetleri, müminlerin görecekleri mükâfatı, kâfirlerin uğrayacakları azabı
bildirir. Allah yolunda İslâm'ın varlığını muhafaza ve müdafaa için cihadın
farz olduğunu ve cihad edenlerin ne büyük bir mükâfata nail olacaklarım tebşir
eder. Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimsenin bilmediğini haber
verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
228 Hac Sûresi {Cûz: 17. Âyet: 2)
•Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Doğrusu kıyamet
saatinin zelzelesi büyük bir şeydir.»
«Onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğini
unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş gibi görürsün.
Halbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat bu, Allah'ın azabının çok çetin
olmasındandır.»
Sonradan
var olan her şey mutlaka bir gün yok olacaktır. Dünya da sonradan var
olduğuna göre, o da bir gün yok olup kıyamet kopacaktır. Yüce Allah
kıyametin dehşetini kullarına haber verip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar,
Rabbiniz'in azabından sakının. Doğrusu kıyamet saatinin zelzelesi büyük bri
şeydir.» O gün yeryüzünde taş üzerinde taş kalmaz. Her şey tarumar olur, dağlar
yerinden koparılıp toz olur. Güneş kararıp dökülür, yıldızların ışığı sönüp yok
olur, denizler kaynayıp birbirine karışır. Dünyanın bir ucundan diğer ucu
gözükür, yerin altındakiler üzerine çıkar. Allahü Teâlâ o günün dehşetini şöyle
beyan ediyor: «Ey insanlar, onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğini
unutur. Her hamile kadın onun dehşetinden çocuğunu düşürür. İnsanları Allah
korkusundan sarhoş gibi görürsün. Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat bu,
Allah'ın azabının çok çetin olmasındandır.»
îmran
bin Huseyn'in rivayetine göre, bu iki âyet Benî Mustalik Gazvesi'nde nazil
olmuştur. Peygamberimiz gece ordusunu toplar, onlara bu iki âyeti okur. Bu
âyetleri duyan ordu sabaha kadar ağlar. O güne kadar onların bu kadar
ağladığını gören olmamıştır. Onlar bu âyetlerin dehşetinden hayvanlarından
eğeri indirmediler, çadırlarını kurmadılar, bir şey pişirip yemediler. Onların
kimi ağlıyor, kimi kendisinden geçip düşünceye dalmıştı. Bu hali gören
Peygamberimiz, «ey sahabem, o günün nasıl şiddetli bir gün olduğunu biliyor
musunuz?» buyurur. Yanında bulunanlar «Allah ve Resulü bilir» diye cevap
verirler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle der: «Yüce Allah, Âdem
ta.s.)'e «Ey Âdem, çocuklarından cehenneme gidecekleri seç gönder» diye nida
eder. Bu hitap karşısında Âdem (a.s.) de «Ey Rabbim, bunların hepsinden ne kadarını
cehenneme göndereyim?» diye niyaz eder. Allahü Teâlâ da «her bin kişiden bir
tanesini cennete, dokuzyüz doksan dokuzunu da cehenneme gönder» buyurur. Bunu
duyan sahabe hep birlikte ağlayarak «Ey Allah'ın Resulü, bundan kaç kişi
kurtulup cennete gider?» derler. Cihan Peygamberi onlara şu cevabı verir:
«Size
müjdeler olsun, dininize kuvvetli sanlın. Sizinle biriikte iki mahlûk daha
vardır ki, onlar hiçbir kavmin içinde bulunmazlar.
(Cûz:
17. Âyet: 3-5) Hac Sûresi 229
Sayıları
da hepsinden çoktur. İşte onlar Ye'cüc ve Me'cüc'dür. Ben öyle umuyorum ki,
cennet ehlinin üçte ikisi sizsiniz.» Sahâbe-i kirâm. bunu duyunca tekbir
getirip Allahü Teâlâ'ya hamd ü sena ederler. Peygamberimiz (s.a.v.) tekrar
«cennet ehlinin üçte ikisinin sizden olacağını umuyorum. Cennet ehli yüz yirmi
saf olursa bunun seksen safı benim ümmetimdir. Benim ümmetim kâfirler arasında
beyaz sarık üzerindeki ben gibi gözükecektir. Ümmetimden yetmiş bin kişi
hesapsız cennete girecektir.» buyurur. Bunu işiten Hz. Ömer, Peygamberimiz
(s.a.v.)'e -Ey Allah'ın Resulü, sadece yetmiş bin kişi mi?» diye sorar.
Peygamberimiz (s.a.v.) de «Her yıl için yetmiş bin kişidir» cevabını verir. Bu
müjdeyi işiten Ukkaş «Ey Allah'ın Resulü, dua et de ben de onlardan olayım»
der. Peygamberimiz (s.a.v.) «sen de onlardansın» buyurur. Bunun üzerine
Ensâr'dan bir kişi gelip -Ey Allah'ın Resulü, benim için de dua et, ben de
onlardan olayım» der. Peygamberimiz (s.a.v.) -Ukkaş seni geçti ve rakam tamam
oldu» der. Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi, âhirzaman Peygamberine ümmet
olanlardan her gün için yetmiş bin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir.
En önemli husus onun yolundan gitmektir. Onun yolundan gidenlere ne mutlu.
Onlar Peygamberin şefaatına nail olacaklardır. Peygamber'in şefaatma nail olan
da cehennem azabından kurtulacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-İnsanlardan kimi Allah hakkında bir bilgisi
olmaksızın münakaşa eder durur ve her azgın şeytanın ardına düşer."
230 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 5}
«Onun hakkında şu hüküm yazılmıştır: O kendisini
dost edinen kimseyi saptırır ve alevli ateşin azabına götürür.»
«Ey insanlar, şayet öldükten sonra tekrar dirilmek
hususunda şüphede iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size açıklamak için biz sizi
topraktan, sonra insan suyundan, sonra püıtılaşmış bir kandan, sonra yaratılışı
belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. İstediğimizi belli bir süreye
kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuk olarak çıkarırız. Böylece yetişip
erginlik çağına gelirsiniz. Kiminiz öldürülür kiminiz de ömrünün en fena zamanına
ulaştırılır ki, bildiği halde bir şey bilmez olur. Yeryüzünü kupkuru olarak
görürsün. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her
çeşit güzel bitkiden çift çift yetiştirir.»
Rivayete
göre üçüncü âyet Nazr bin Haris hakkında nazil olmuştur. O, bilir bilmez Allahü
Teâlâ hakkında konuşur, meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyler, Kur'ân-ı
Kerim'in eskiler tarafından uydurulduğunu, öldükten sonra dirilmenin olmadığını
ve benzeri şeyler söyler. Yüce Allah bu âyeti inzal ederek onun iddiasını
reddedip şöyle buyurmuştur: «İnsanlardan kimi Allah hakkında bir bilgisi
olmaksızın münakaşa eder durur ve her azgın şeytanın ardına düşer. Kim şeytanın
ardına düşüp ona tâbi olursa, şeytan onu
azıtıp sapıklığa düşürür ve elim bir azaba götürür.
Hâlik-ı
Mutlak, insanların öldükten sonra tekrar dirileceklerini delilleriyle beraber
beyan edip şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar, şayet siz öldükten sonra tekrar
dirilmek hususunda şüphede iseniz, bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için
bizim Âdem babanızı topraktan nasıl yarattığımıza bir bakın. Hepinizin babası
odur. Sonra onun suyundan nutfeden sizi yarattık. O nutfe bir damla sudur, ana
rahmine düşen suyu pıhtılaşmış kana döndürdük, sonra yaratılışı belli belirsiz
bir çiğnem ete çevirdik, İstediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde
tutarız. Sonra sizi çocuk olarak çıkarırız. Böylece yetişip erginlik çağma
gelirsiniz. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır
ki, bildiği halde bir şey bilmez olur. Yeryüzünü kupkuru olarak görürsün. Fakat
biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel
bitkiden çift çift yetiştirir.»
Ölümden
sonra diriliş, var olan bir hayatın yeni baştan var edilmesidir. Bu beşeri
ölçülere göre hayatı yeniden meydana getirmekten çok daha kolaydır. Allah'ın
kudretine göre kolay ve zor di-, ye bir şey yoktur. İlk baştan hayat vermekle
sonradan canlandırma arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de Hâlik-ı Mutlak'm
«ol" em-
(Cûz:
17. Âyet: 5) Hac Sûresi 231
riyle
oluverir. Yüce Halik «muhakkak ki biz insanı topraktan yarattık» buyuruyor.
İnsan topraktan meydana gelmiş ve onda yaşamıştır. Onun bedenindeki bütün
elementlerin aslı topraktandır ve toprağın unsurlarından meydana gelmiştir.
Allah'ın toprağa verdiği bilinmez sır ve üflediği anlaşılmaz ruh sayesinde
toprakla insan birbirinden ayrılmıştır. Toprakla insan arasındaki farklılık,
öldükten sonra diriltecek olan Yüce Kudret'in varlığına şehâdet eder. Zaten ilk
önce insanı topraktan yaratan da O idi.
Daha
sonra insanın ana rahminde geçirmiş olduğu merhaleler anlatılarak şöyle
buyuruluyor: «Sonra insan suyundan, sonra pıh-tılaşmış bir kandan, yaratılışı
belli belirsiz bir çiğnem etten yarat-mışızdır. İstediğimizi belli bir süreye
kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi çocuk olarak çıkarırız.» İşte insanoğlu o
yaratılış ve inşa sırrına akıl erdiremiyor. Nutfe denilen insan suyunun bir
damlacığında binlerce canlı gen vardır. Bu binlerce genden sadece bir taneciği
ana rahmindeki suda bulunan yumurtacığı aşılıyor, onunla buluşuyor ve rahmin
duvarlarına asılıp kalıyor. İşte aşılanan bu yumurtacıkta Hâlik-ı Mutlak'm
kudretiyle dünyaya gelecek olan insanın bütün hususiyetleri gizlidir. Bütün
bunların o rahmin duvarına tutunup asılan küçük noktada gizli bulunduğunu kim
düşünebilir? Kim der ki bu küçük zerrede koca bir kâinat gizlidir? Hem her
ferdi diğerinden ayrılan, bugüne kadar gelmiş geçmiş iki insanı asla birbirine
benzetmeyen ve bütün yapısıyla denk kılmayan hususiyetler mevcuttur. Sonra
pıhtılaşmış kandan bir çiğnem ete geçiş. Belli belirsiz bir kan parçasından
sonra şekli belli bir yaratık meydana geliyor. Bütün organları belli olan bir
iskelet. Bütün bunları Allahü Teâlâ kudret eliyle yapıyor ve kullarının gözleri
önüne seriyor. Şuurlu bir düşünce yapısına sahip insanın ifade edemeyeceği bu
mesafe karşısında huşu ile eğilmesi, yaratıcının huzurunda daima secde etmesi
gerekir.
Yüce
Allah yine insanı düşünmeye sevk ederek şöyle buyuruyor: «Kiminizi öldürür,
kiminizi de ömrünün en fena zamanına ulaştırır ki, bildiği halde bir şey bilmez
olur.» Ölen bu hayata veda edip ebedî hayata gider. İnsanın dört devresi
vardır; çocukluk çağı, gençlik çağı, orta yaş çağı ve ihtiyarlık çağı. Bunların
kendisine has özellikleri vardır. İnsanın ömrünün en fena zamanına ulaşması
ihtiyarlık çağıdır. O çağda bildiğini unutur, fizikî yönden zayıflar, gücü,
kuvveti gider. Çocuklaşır, düşünce ve bilgisiyle bir çocuk gibi olur. Bütün
bunlardan sonra Hâlik-ı Mutlak insanların gözlerini tabiata, yeryüzüne
çevirmesini tavsiye ediyor ve şöyle buyuruyor: «Yeryüzünü kupkuru olarak görürsün.
Fakat biz ona
232 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 6-10)
su
indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çeşit güzel bitkiden çift
çift yetiştirir.» O kuruyan yeryüzünün gökten inen su ile dirilmesi-, sebzenin,
hububatın, meyvelerin, ekinlerin, çiçeklerin, bağların, bahçelerin, otların
çeşit çeşit oluşuna dikkat çekiliyor. Bütün bunları var eden Yüce Halik,
öldükten sonra insanları tekrar var etmeye acaba kadir değil midir? İnsanları
diriltmek, yoktan var etmekten daha mı zordur? Elbette zor değildir, öyleyse
insanlar öldükten sonra tekrar dirilecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun sebebi şudur: Allah hakkın ta kendisidir.
Hakikat ölüleri O diriltiyor. O, şüphesiz her şeye hakkıyle kadirdir.»
«Çünkü o saat elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe
yoktur. Muhakkak Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır.»
«İnsanlardan öyleleri de vardır ki, bilmeden,
doğruya götüren bir rehber olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah
hakkında tartışmaya girer. >
«Allah yolundan saptırmak için kibirlenerek yanını
eğip büker. Dünyada rûsvaylık onadır. Ve kıyamet günü ona yakıcı azabı
tattırırız.»
«Bunun sebebi iki elinin öne sürdüğü şeylerdir.
Yoksa Allah kullarına asla zulümkâr değildir.»
Bilinen
ve bilinmeyen, görünen ve görünmeyen bütün mevcudat Allahü Teâlâ'nın her şeye
kadir olduğunu gösterir. Her varlık O'nun birliğine delâlet eder. O'nun iradesi
olmadan bir şey vücuda gelmez.
Neyi dilerse onu yapar, kimse O'nu aciz bırakamaz ve yaptıklarına mani olamaz.
Çünkü O, hakkın ta kendisidir. Kıyametin kopacağında şek ve şüphe yoktur.
Zamanı gelince mutlaka vuku bulacaktır. İşte o zaman her canlı Allah katında sorguya çekilecek, yaptığının
karşılığını mükâfat veya mücâzat cinsinden görecektir.
(Cûz:
17. Âyet: 11-13) Hac Sûresi 233
İslâm'ın
ilk yıllarında NTazr bin Haris ve benzeri kâfirler hiçbir bilgileri, delilleri
ve ellerinde hak ile bâtılı ayırteden bir kitapları olmadan Allah hakkında
mücadele ve münazara ederler, halkı sapıtıp İslâm .dininden men ederlerdi.
Allah onları dünyada da, âhi-rette de elim bir _azaba uğratacaktır. Dünyada
onların fiillerinin cezası rezil ve rüsvay olmaktır, âhirette ise ebedî olarak
içinde kalacakları cehennem ateşidir. Nitekim Bedir muharebesinde onlardan 70
kişi katledilmiştir. Kıyamet günü lâyık oldukları azapları kendilerine
verilirken «bu elinizle önden gönderdiğiniz azabınızdır, şimdi cezanızı çekin»
denecektir. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr etmişler, Peygamberini de
yalanlamışlardı. Kendileri İslâm'ı kabul etmedikleri gibi, kabul edenlere de
mani olmuşlardı. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bunun sebebi şudur:
«Allah hakkın ta kendisidir. Hakikat ölüleri O d ir ütecektir. O, şüphesiz her
şeye kadirdir. Çünkü kıyamet saati elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur.
Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır. İnsanlardan Öyleleri
de vardır ki, bilmeden, doğruya götüren bir rehber olmadan, aydınlatıcı bir
kitabı bulunmadan Allah hakkında tartışmaya girer. Allah yolundan saptırmak
için yanını eğip büker. Dünyada rüsvayhk onadır. Ve kıyamet günü ona yakıcı azabı tattırırız. Bunun
sebebi iki elinin öne sürdüğü şeylerdir. Yoksa Allah kullarına asla zulümkâr
değildir.» Allah kuluna zulmetmez, insan ancak zulmü kendisine yapar. İman edip
Allah'ın emirlerine sarılanlar rahmetine, iman etmeyip isyan edenler, ise
azabına duçar olurlar. İyilik yapan da, kötülük yapan da kendisi için yapar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İnsanlar arasında öyleleri de vardır ki Allah'a,
bir yâr kena-rmdayımş gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına
bir belâ gelirse yüz üstü döner. Dünyayı da, âhireti de kaybeder. İşte apaçık
kayıp budur.»
234 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 14-15)
«Allah'ı bırakıp kendisine fayda ve zarar vermeyen
şeylere tapınır. İşte en uzak sapıklık budur.»
-Kendisine zararı faydasından daha yakın olana
tapınır. Tapındığı şey ne kötü yardımcıdır, ne kötü yoldaştır.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Bedevi Araplardan bir kavim Medine'ye
gelip İslâm dinine girerler. Bunlar İslâm'ı özlerine sindiremedikleri için,
daha ziyade İslâm'ın.' gölgesinde menfaat ararlar. Şayet sıhhatları yerinde
olur, mallarının sayısı artar, işleri iyi gider, hanımları erkek çocuk
doğurursa dinden memnun kalıp «bu dine girdikten sonra birçok iyilikler ve
hayırlar gördük» diyerek sevinirler. Fakat işleri iyi gitmez, sıhhatları
bozulur, başlarına bir musibet gelir veya hanımları kız çocuğu doğurursa, o
zaman da dini zemmedip «bu dinin hiçbir hayrını görmedik, bu dine gireli beri
yüzümüz hiç gülmedi, işimiz hep kötüye gidiyor- diyerek İslâm'a girdiklerine
pişmanlık duyarlarmış. Allahü Teâlâ bu âyetleri inzal ederek onlar hakkında
şöyle buyurmuştur: «İnsanlar arasında öyleleri de vardır ki Allah'a, bir yâr
kenarmdaymış gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse gönlü yatışır, kalbi
mutmain olur. Başına bir belâ gelirse dinden yüz üstü döner. Böylece dünyayı
da, âhireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur. Allah'ı bırakıp kendisine
fayda ve zarar vermeyen şeylere tapınır. İşte en uzak sapıklık budur. Kendisine
zararı faydasından daha yakın olana tapınır. Tapındığı şey ne kötü yardımcıdır,
ne kötü yoldaştır.» Kulun Allah'tan başka yardımcısı yoktur, Allah'tan
başkasına tapanlar, O'na isyan edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Onların Allah katında hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde mü'minler hakkında şöyle buyuruyor : U"
«Muhakkak ki, Allah iman edenleri, sâlih ameller
işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah şüphesiz istediğini
yapar.»
«Kim dünyada da, âhirette de ona Allah'ın yardım
etmeyeceği-
(Cûz:
17. Ayet; 16) Hac Sûresi 235
ni sanıyorsa, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp
kessin de bir düşünsün bakalım. Bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel
olabilir mi?»
Yüce
Allah kullarından iman edip sâlih ameller işleyenleri altlarından ırmaklar akan
cennetlere koyacaktır. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Zira Alîahü Teâlâ'nın
hem mükâfatı ve hem de mü-câzatı vardır. İman edip sâîih ameller işleyerek
emirlerine itaat edenlere mükâfat, iman etmeyip emirlerine isyan edenlere de
mü-câzatını verecektir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki,
Allah iman edenleri, sâlih ameller işleyenleri altından ırmaklar akan
cennetlere koyar. Allah şüphesiz istediğini yapar.»
Münafıklar,
İslâm dinine girenleri dinden soğutmak ve girecek olanlara da mani olmak için
«Allah, Muhammed'e dünyada da, âhi-rette de yardım etmeyecektir» demişlerdir.
Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Kim dünyada da
âhi-rette de ona Allah'ın yardım etmeyeceğini sanıyorsa, yukarı bağladığı bir
ipe kendini asıp kessin de bir düşünsün bakalım. Bu hilesi kendisini
öfkelendiren şeye engel olabilir mi?" Peygambere buğz edenler isteseler de
istemeseler de Hâlik-ı Mutlak her zaman Peygamberine yardımcıdır. Onları
zemmederek «yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp Ölüm noktasına kadar o ipte
sallansın, sonra ipi kesip bîr düşünsün bakalım. Kendisine yağmış olduğu bu
hile öfkelenmiş olduğu şeye engel olabilir mi?» buyuruyor.
Rivayete
göre bu âyet-i celile Esad ve Katafan kabilesi hakkında nazil olmuştur.
Peygamberimiz (s.a.v.) bu iki kabileyi İslâm'a davet eder. Onlar ise daha önce,
İslâm'a girmemek için Yahudilerle anlaşırlar ve Peygamberimizin davetini kabul
etmeyerek şöyle iâerler «biz İslâm'a giremeyiz. Çünkü bizimle Yahudiler
arasında İslâm'a girmeme hususunda anlaşma vardır. Şayet biz o anlaşmayı
bozarsak, Yahudiler bize hem kötülük eder, hem yiyecek vermezler, hem de bizi
bulundukları yere koymazlar. Bu bakımdan İslâm'a girmekten korkarız. Eğer biz
İslâm'a girersek Muhammed'in tanrısı ona yardım etmez, onun işi de, bizim
işimiz de kötü olur.» Yüce Allah bu âyeti onlara cevap olarak inzal
buyurmuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
236 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 17-18)
*İşte böylece onu apaçık âyetler olarak indirdik. Muhakkak
ki Allah dilediğini doğru yola eriştirendir.»
«Muhakkak ki îman edenler, Yahudiler, Sâbîîler,
Hıristiyanlar, Mecusîler, puta tapanlar arasında kıyamet günü Allah kesin
hükmünü verecektir. Doğrusu Allah her şeye
şahittir.»
Allah
tarafından yüz dört kitap gönderilmiştir. Bu kitapların sonuncusu Hz. Muhammed
(s.a.v.)'e gönderilen Kur'ân-ı Kerîm'dir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Biz önceki indirdiğimiz âyetler gibi, hakkı beyan eden ve insanları hidayete
götüren Kur'an'ı apaçık âyetler olarak indirdik. Dilediğimizi hidayete
götürürüz, dilediğimizi de dalâlette bırakırız. Şüphesiz ki, Allah dilediğini
doğru yola eriştirendir.» Hâlik-ı Mutlak kullarına asla zulmetmez, hidayete
lâyık olan hidayete erdirir, olmayanı ise dalâlette bırakır. O, kimin doğru
yolda, kimin de bâtıl yolda olduğunu bilir. Kıyamet günü onlar arasında kesin
hükmünü verir. Allâhü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki iman edenler,
Yahudiler, Sâbiiler (yıldıza tapanlar), Hıristiyanlar, Mecusîler, puta tapanlar
arasında kıyamet günü Allah kesin hükmünü verecektir. Doğrusu Allah her şeye
şahittir.» Bu dinlerin hangisinin hak olduğu kıyamet günü ortaya çıkacaktır. O
kimin haklı, kimin haksız olduğunu bilir, ona göre ceza ve mükâfatını verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini
görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı haketmiştir. Ve Allah'ın alçalttığı
kimseyi yükseltebilecek yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar» (*).
(•)
Secde âyetidir.
(Cûz:
17. Âyet: 18) Hac Sûresi 237
Canlı
ve cansız her varlık Hâlik-ı Mutlak'a secde edip lisân-ı hâl ile O'nu teşbih
eder. Göklerdeki bütün gezegenleri; güneş, ay, yıldızlar, merin, tesbit edilen
ve edilemeyenler, yeryüzündeki ağaçlar, dağlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar,
cinler ve bütün varlıklar Allah'a secde edip O'nu teşbih ederler. Nitekim İsra
süresinin 44. âyetinde şöyle buyuruluyor: «Yedi gök, yer ve buralarda bulunan
kimseler, O'nu teşbih eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen yoktur. Fakat siz
onların teşbihlerini anlamazsınız...» Görülüyor ki, cansız addedilen varlıklar
bile yaratanına karşı secde edip O'nu teşbih ediyorlar. Bunlar bize göre
cansızdırlar. Acaba gerçekte de bunlar cansız mıdırlar? Şayet cansız olsalardı
Rablerine karşı nasıl secde edip teşbihte bulunacaklardı? Şu halde onlarda da
hayat söz konusudur. Fakat bu bizim anladığımız mânâda bir hayat değildir.
Çünkü Yüce Allah «siz onların teşbihlerini anlamazsınız» buyuruyor. Her varlık
kendi lisaniyle Rabbini anar, zikreder. Bundan dolayı insanoğlu onların Allah'ı
zikretmesini anlayamaz. Şayet bal arısı Allah'ı zikredip O'na secde etmeseydi
balı nasıl yapabilirdi, ona bal yapmayı kim öğretti? Bir karınca Rabbini
zikredip O'na secde etmeseydi yazdan kışın hazırlığım nasıl yapabilirdi? Bir
meyve ağacı, kendisini yaratanı zikretmeseydi o leziz meyveyi nasıl
verebilirdi? Bunİar tesadüfi olan şeyler midir? Bütün bunlar düşünüldüğü zaman
her varlığın yaratanını zikredip O'na secde ettiği kendiliğinden ortaya
çıkıyor. Burada akla bir soru geliyor. Onlar Rablerine karşı secde etmekle
mükellef olmadıkları halde secde ediyorlar da, asıl secde ile mükellef tutulan
insanların birçoğu secde etmeyerek Rablerine karşı isyan edip azabı hak ediyorlar.
Şu halde o gibi insanlar bir odundan, bir dağdan, bir mahlûktan daha
düşüncesiz, daha aşağıdırlar. Allahü Teâlâ bu âyeti insanların ibret nazarına
y%unarak sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ya Muhammed, göklerde ve yerde
olanların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların ve
insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların
birçoğu da azabı hak etmiştir. Ve Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek
yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar.» İnsanlardan birçoğunun secde
etmeyerek azabı hak etmesi, kendilerinin bir ağaç ve yeryüzünde dolaşan bir
hayvandan daha aşağı olduğunu gösterir. Çünkü onlar mükellef olmadıkları halde
Rabîerine karşı secde edip zikirde bulunuyorlar. Halbuki insanın asıl yaratılış
gayesi, Rabbine karşı secde edip O'nu teşbihtir. Yaratılış gayesinin dışına
çıkan insan elbette herhangi bir mahlûktan daha aşağıdır. O gayenin dışına
çıkmak insanı izzetten zillete düşürür. Zillete düşenler ise elbette Allah'm
azabını hak edeceklerdir.
238 Hac Sûresi (Cûz: 17. Ayet: 19-22)
Allahü Teâlâ
âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor
«Bunlar Rableri hakkında çekişen iki düşmandır. O
küfredenler için ateşten elbise kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür.»
«Bununla karmlarmdakiler ve derileri eritilir.»
-Demir topuzlar da onlar içindir.»
«Ne zaman oradan, oradaki ızdıraptan çıkıp kurtulmak
isteseler her defasında oraya geri çevrilirler. 'Yakıcı azabı tadın' denir.»
Rivayete
göre bu âyet-i celileler mü'minlerle, ehl-i kitap denilen Yahudiler ve
Hıristiyanlar arasında çıkan bir münakaşa üzerine nazil olmuştur. Yahudiler ve
Hıristiyanlar, Müslümanlara karşı bir üstünlük iddia ederek «ey Müslümanlar,
biz Allah katında sizden daha üstünüz, daha ileriyiz. Çünkü bizim peygamberimiz
ve kitabımız sizin peygamberinizden ve kitabınızdan daha önce gelmiştir. Bu
bakımdan her yönü ile sizden üstünüz» demişler. Müslümanlar da onlara cevap
vererek «hayır, biz sizden daha üstünüz. Zira bizim Peygamberimiz ve kitabımız
sizinkinden sonra geldi, biz hem sizin kitabınızı ve hem de peygamberinizi
kabul ediyoruz. Fakat siz bizim kitabımızı ve peygamberimizi kabul
etmiyorsunuz. Siz bizim kitabımızın ve peygamberimizin hak olduğunu
biliyorsunuz, buğzunuzdan ve inadınızdan kabul etmiyorsunuz, bu bakımdan biz,
sizden daha üstünüz» derler. Bunun üzerine Yüce Allah kâfir-ierin iddialarını
reddederek şöyle buyurmuştur: «Bunlar Rableri hakkında çekişen iki düşmandır. O
küfredenler için ateşten elbise kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür.
Bununla kannlanndaki-ler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir.
Ne zaman oradan, oradaki ızdıraptan çıkıp kurtulmak isteseler her defasında
oraya geri çevrilirler. Onlara 'yakıcı azabı tadın' denir.»
Said
bin Cabir'in rivayetine göre, kâfirlere erimiş bakırdan elbise giydirilir, başlarına
da haşlayıcı su dökülür. O su çok sıcak ve çok yakıcı olduğu için «HAMİM»
denmiştir. Hamim ile derileri ve kanlılarında olanların hepsi eriyip dökülür.
Ebedi azapları böyle devam eder. Cehennem bekçilerinin elinde de kızgın
demirden çomaklar ve topuzlar bulunur. Oradan çıkmak istedikleri zaman
(Cüz:
17. Âyet: 23) Hac Sûresi 239
o çomak ve
topuzlarla başlarına ve enselerine vurulur, yetmiş yıllık bir mesafeye
atılırlar. Oradan ebedi kurtulamazlar. Melekler onlara «bu yakıcı azabı tadın.
Çünkü siz dünyada iken bunu inkâr ediyor ve Allah'ın âyetlerini
yalanlıyordunuz. İşte şimdi siz buna lâyıksınız» diyeceklerdir.
Rivayete
göre o çomaklardan bir tanesini yeryüzünde bütün cinler ve insanlar onu
yerinden kaldırmaya kalkışsalar, yine de kaldırıp bir yere koyamazlar ve
ateşini de asla söndüremezler. Bundan sonraki âyetlerde mü'minlerin görecekleri
mükâfatlar beyan ediliyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor ■.
«Muhakkak ki Allah iman edip sâlih ameller
işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve
inciler takınırlar. Ve oradaki giyecekleri de ipektendir.»
Allahü Teâlâ
bütün nimetlerini kulları için yaratmıştır. Bu nimetlerin taksiminde iman
edenlerle etmeyenler birbirinden ayrılmamış, herkese dünya hayatında
çalıştığının karşılığı verilmiştir. Âhiret nimetleri ise bundan tamamen
farklıdır. İşte orada iman edenlerle, etmeyenler birbirinden ayrılacaktır. İman
edip sâlih ameller işleyenler altından ırmaklar akan cennetlere konacaklar ve
onun bütün nimetlerinden istifade edeceklerdir. Zinet olarak da altın
bilezikler ve inciler takınacaklar, ipek elbise giyeceklerdir. Orada ebedi
olarak kalacaklar ve arzu ettikleri her nimete nail olacaklardır. Bu, onların
amellerinin karşılığıdır. Çünkü onlar dünyada iken iman edip sâlih ameller
işleyerek Allahü Teâlâ'nm emirlerine itaat etmişlerdi İman etmeyenler ise,
inkâr ve küfürlerinin cezası olarak azaplarını çekmek için cehenneme
atılacaklardır. Boyunlarına kızgın demirden halka geçirilecek ve orada ebedi
olarak kalacaklardır. Bu, onların inkârlarının ve küfürlerinin cezasıdır. Zira
onlar dünyada iken Allah'a şirk koşmuşlar, emirlerine isyan etmişler, hakkı
bırakıp bâtıla dalmışlardır. Allah katında iman edenler mükâfatını, iman
etmeyenler de cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Muhakkak ki Allah iman edip sâlih ameller iş-
240 Hac Sûresi [Cûz: 17. Ayet: 24-25)
ieyenleri
altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve inciler
takınırlar. Ve oradaki giyecekleri de ipektendir.»
Erkeklere
altın ve saf ipek elbise haramdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) «dünyada ipek
giyenler âhirette giyemezler. Cennete girse bile diğerleri giyer, o giyemez»
buyurmuştur. Altın ve ipek zinet eşyası olduğu için mü'min erkeklere haramdır.
Zinet kadınlara mahsus bir özelliktir. Bu bakımdan erkeklere yasaklanmıştır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bu kimseler sözün en güzelini işitecek duruma
ulaştırılmışlar ve övünmeye lâyık olan Allah'ın yoluna eriştirilmiş lerdir.»
«Muhakkak ki, o küfredenlere, Allah'ın yolundan,
yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılman Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara
ve orada zulüm ile ühada saptırmak isteyenlere can yakıcı bir azabı
tattırırız.»
îman edip
amel-i sâlih işleyen mü'minler hidayete eriştirilip sözün en güzeli olan
kelime-i tevhidi ve Kur'ân-ı Kerîm'i tasdik etmişlerdir. Yüce Allah onlar
hakkında şöyle buyuruyor: «Bu kimseler sözün en güzelini işitecek duruma
ulaştırılmışlar ve övünmeye lâyık olan Allah'ın yoluna eriştirilrnişlerdir.»
Allah'a
eş koşarak iman nimetinden mahrum olan kâfirler, mü'-minleri İslâm'dan ve
Mescid-i Haram'dan men edenler, İslâm'a girmek isteyenlere mani olanlar, Allah
katında cezalarım görecekler ve yakıcı bir azabı tadacaklardır. Mescid-i Haram
Allah'ın evidir. Orada herkes eşittir. Yerli, yabancı aynı durumdadır. Orada
kimsenin ayrı bir imtiyazı yoktur. Ona ta'zim ve hürmette bulunmak, etrafını
tavaf etmek ibadettir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor-. «Muhakkak ki, o
küfredenlere, Allah'ın yolundan yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılman
Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara ve orada zulüm ile ilhada saptırmak isteyenlere
can yakıcı bir azabı tattırırız.» Allah'ın emirlerine muhalefette bulunanlar
mutlaka cezalarını göreceklerdir. Onlar hem dünyada, hem de âhirette ebedî hüsrana
uğrayacaklardır.
(Cûz:
17. Ayet: 26-27) Hac Sûresi 241
Rivayete
göre bu âyet-i celile Hudeybiye yılında Peygamberimiz (s.a.v.) ile sahabesini
Mescid-i Haram'ı tavaftan ve orada kurban kesmekten men eden Ebû Süfyan ve
arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Andlaşmaya göre o yıl Müslümanlar Mekke'ye
giremiye-cekler, ziyaretlerini gelecek yıl yapacaklardı. Bu andlaşma gereği
Peygamberimiz ve sahabesi, Hudeybiye'den geri dönmüşlerdir. Bunun izahı Fetih
sûresinde gelecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Hani
İbrahim'i Kabe'nin yerine yerleştirmiş ve 'bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf
edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler
ve
secdeye varanlar için evimi temiz tut' demiştik.»
«İnsanları
hacca çağır, yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelirler.*
İbrahim
(a.s.), hanımı Hacer validemizle oğlu İsmail (a.s.) 'i Mescid-i Haram'm bugünkü
bulunduğu yere götürüp bırakır. İbrahim ta.s.)'in oraya gidişi ilâhi bir emir
gereğidir. Çünkü orada Kâ-be-i Muazzama inşa edilecek, insanlar için bir
selâmet diyarı, emniyet yurdu, huzur ve güven sahası olacaktı. Yüce Allah,
İbrahim (a.s.)'e bu evin yapılacağı yeri gösterirken şu esasa göre inşa
edilmesini buyurmuştur: «Bana hiçbir şeyi ortak koşma.» Allah'ın evi olan bu
ev, tevhid inancını yerleştirmek için inşa edilmişti. Bu bakımdan başkaları ona
ortak edilemezdi. Bu evin başka bir özelliği de namaz kılanlara, hac edenlere
oranın temiz tutulması emredilmişti. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için
evimi temiz tut.» İşte o ev bu maksat için inşa edilmişti. Yoksa Allah'a şirk
koşan ve O'ndan başkası için ibadet edenlere değil. İbrahim (a.s.) evini bu
esaslara göre bitirdikten sonra, insanları orayı ziyaret ve hac etmek üzere
davet etmesini emretmiştir. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Ya İbrahim,
insanları hacca çağır. Yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana
gelirler.» Hâlik-ı Mutlak, in-
C.
: IV — F. : 16
242 Hac Sûresi (CÖz: 17. Âyet: 28]
sanların
davetine uyacağını ve her yerden yürüyerek veya bineklerle koşup oraya
geleceklerini vaadetmiştir. Hz. İbrahim'den bugüne kadar bu ilâhî vaad
gerçekleşmiş, dünyanın sonuna kadar da aynı şekilde gidecektir.
İmam-ı
Kelbî (r.a.)'nin rivayetine göre, Allahü Teâlâ, İbrahim (a.s.)'e Kâbe-i
Muazzama'yr inşa etmesini emretmiştir. O, bunu nereye inşa edeceğini bilemez.
Kabe büyüklüğünde bir bölük bulut gelip binanın inşa edileceği yerde durur ve
buluttan bir ses «benim büyüklüğümde Kabe'yi buraya inşa et» der. Bunun
üzerine İbrahim (a.s.) de gösterilen yere oğlu İsmail ile Kâbe-i Muazzama'yı
inşa eder. Rivayete göre Kâbe-i Muazzama beş defa inşa edilmiştir. 1 —
Meleklerin kırmızı yakuttan inşa ettikleri bina ki, Nûh tufanında göğe
kaldırılmıştır. 2 — Hz. İbrahim tarafından yapılan bina. 3 — Kureyş zamanında
yapılan bina. 4 — İbn Zübeyr tarafından yapılan bina. 5 — Haccac tarafından
inşa edilmiştir. Asıl mukaddes olan yeri dainia muhafaza edilmiştir. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Hani İbrahim'i Kabe'nin yerine yerleştirmiş ve
Kabe'yi bina etmesini emredip «bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler,
orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için evimi temiz tut,
insanları hacca çağır ve onlara haccın farziyetini bildir. Yürüyerek veya
binekler üstünde uzak yollardan sana gelirler.» Bunun üzerine Hz. İbrahim
(a.s.) niyaz ederek «Ya Rabbi, ben sesimi insanlara nasıl duyurabilirim?» der.
Yüce Halik «Ya İbrahim, sen çağır, işittirecek olan biziz» buyurur. Bu emir
gereği İbrahim (a.s.) Safa tepesine çıkar, şehadet parmaklarını kulağının
deliklerine koyarak bütün gücü ile sağ ve sol tarafa dönüp «Ey Âdemoğullan,
sizin Rabbiniz birdir. İnşa ettiğim binayı ziyaret ederek hac farizasını ifa
etmeniz üzerinize farz kılındı. Rabbinizin hükmünü ve emrini yerine getirin»
diye çağırır. Ona «lebbeyk Allahümme lebbeyk - emrin baş üstüne» diye cevap
verilir. Allahü Teâlâ da «Ya İbrahim, sen nida edip insanlara bildirdin. Biz de
senin nidanı ona gelecek olan bütün kavme bildiririz. Kimi binekli, kimi yaya
olarak uzak yollardan sana gelirler.» buyurur. Kıyamete kadar da aynı şekilde
müslümaıılann onu ziyareti büyük bir heyecan ve coşku ile devam edecektir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
17. Âyet: 29) Hac Sûresi 243
«Ta ki kendi menfaatlerini bilsinler ve Allah'ın
rızık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı hayvanları malûm olan günlerde
kurban ederek, O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de
doyurun.»
*Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine
getirsinler ve Beyt-i Atik'i tavaf etsinler.»
Hac
etmek maksadıyla Beytullah'a gelenler dinî ve dünyevî menfaatlerini bilsinler.
Çünkü hac farizası dinimizin beş esasından biridir. Mâlî ve bedenî bir
ibadettir. Hac, sıhhatimizin ve malımızın bir şükran vazifesidir. Bu mübarek
ibadet ruhları coşturur, gönülleri ferahlandırır, kaîbleri nûrlandırır,
günahları affettirir, kusurları bağışlattırır, Allah'ın rızasını kazandırır,
kulu Allah'a yaklaştırır. în-sanı manevi kirlerden temizler, insana ibadet
şevkini kazandırır. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Ta ki kendi
menfaatlerini bilsinler. Ve Allah'ın rızık olarak kendilerine verdiği dört
ayaklı hayvanları malûm olan günlerde kurban ederek, O'nun adını ansınlar. Siz
de bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.» Hacda iki türlü menfaat
vardır. Biri dünyevî menfaat, diğeri de uh-revî menfaattir. Dünyevî menfaat
uzak ve yakından gelen Müslümanların birbirleriyle tanışıp kaynaşması,
dertlerini birbirlerine aktarmaları, kardeşlik bağlarını geliştirmeleri,
ticaret yapmaları ve birbirlerine dua etmeleridir. Manevî menfaat ise
günahlardan arınmak ve Allah'ın rızasını kazanmaktır.
Malûm
olan günler ise kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleridir. Çünkü
kurban bu üç günde kesilmektedir. Alla-hü Teâlâ hayvanları insanlara rızık olarak
yaratmıştır. Kurban kesmek Allah'ın kendisine rızık olarak verdiği nimete karşı
bir şükür ifadesidir. Her nimetin şükrü kendi cinsiyle eda edilir. Bu ibadet
yapılırken fakirlerin de bundan istifade etmesi hedef alınmıştır. Yüce Halik
«siz de bunlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun» buyurmuştur. Hac
farizasını ifa edenler ihramdan çıkmak için başlarını tıraş etsinler,
bıyıklarını ve tırnaklarını kessinler, koltuk altlarını ve edep yerlerim
temizlesinler. Adaklarım yerine getirsinler ve BeyM Atik'i tavaf etsinler. Yüce
Halik bunu şöyle beyan ediyor: «Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine
getirsinler ve Beyt-i. Atik'i tavaf etsinler.»
Tavaf
lügatta ziyaret etmek, bir şeyin etrafında dolaşmaktır.
244 Hac Sûresi (Cûz: 17. Ayet: 30-31)
Istılah!
anlamı ise Kâbe-i Muazzama'nm etrafında, ibadet maksadı ile yedi defa
dolaşmaktır. Tavafın başlama noktası Hacerü'l-Esved'-in bulunduğu yerdir. Tavaf
beş kısımdır. 1 — Kudüm tavafı, Mekke'ye dışardan gelenlerin ilk yaptıkları
tavaftır. 2 — Ziyaret tavafı, Arafattan inildikten sonra yapılan tavaftır. Buna
farz tavafı da denir. Bunun dört şavtı yani Beytullah'm etrafını ilk dört defa
dönmek farzdır: Bu haccın üç rüknünden biridir. Bu yapılmadıkça hac farizası
ifa edilmiş olmaz. 3 — Veda tavafı, bu Mekke'nin dışından gelenler için
vaciptir. 4 — Nafile tavaf, Mekke'de bulunanların zaman zaman yaptıkları
tavaftır. 5 — Umre tavafı, bunsuz Umre tamam olmaz.
Âyette
geçen Beyt-i Atik, Beytullah'tır. Bazı tefsircilere göre, Beyt-i Atik, Nûh
tufanında semaya kaldırılan binadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse Rabbi katında bu onun iyiliğinedîr. Size bildirilegelenlerden başka
hayvanları helâl kılmıştır. O halde murdardan, putlardan kaçının ve yalan sözden
çekinin.»
«Allah'ın muvahhidleri, O'na eş tutmayanlar olarak
çekinin. Allah'a ortak koşan kimse gökten düşüp de kuşların taptığı veya rüzgârın bir uçuruma
attığı şeye benzer.»
Bu
âyet-i celileler Allahü Teâlâ'nm haram kıldığı şeylere riayetin lüzumuna ve
faydasına işaret ediyor. Her kim hac esnasında yapılması haram olan şeyleri
terk edip haccın menâsikini yerine getirerek o günlere ta'zim ve hürmette
bulunursa Allah katında bu onun için çok hayırlıdır. Allah'ın haramlarına saygı
göstermek ve orada kimseye zarar vermemek Allah katında o kimse için çok daha
hayırlıdır. İnsanın huzur ve mutluluğu Allah'ın yasaklarına riayet etmekle
olur, onlardan ne kadar kaçınılırsa o kadar huzur ve saadet olur. Yüce Allah
develerin, sığırların, koyunların ve keçilerin etlerini helâl kılmıştır.
Müşrikler develeri bahire, şaibe, vasile ve hami gibi sınıflara ayırarak
bunların yenmesini kendilerine ha-
(Cûz:
17. Âyet: 32-33) Hac Sûresi 245
ram
kabul etmişlerdi. AUahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Size
bildirilegelenlerden başka hayvanları helâl kılmıştır. O halde murdardan,
putlardan kaçının ve yalan sözden çekinin.»
İslâm'da
yenmesi yasak olanlar şunlardır: Ölü hayvanların etleri, Allah'ın adı üzerine
anılmadan kesilen hayvanların etleri, domuz, kan ve yüksek bir yerden düşerek
ölen hayvanların etleri, boğularak ölen hayvanların etleri, yırtıcı hayvanların
ve kuşların parçaladığı hayvanların etleri, besmelesiz avlanan hayvanların
etleri. Bütün bunları yemek haramdır. Puta tapmak, yalan söylemek ve kötü söz
söylemek yasaktır, haramdır. Çünkü bunların hepsi ne-cistir. Necis olan
şeylerden kaçının ki, Allah'ın azabından kurtula-sınız. Allah'a ortak koşan
kimse gökten düşüp de kuşların taptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye
benzer. O düşen şey kuşun kap-masıyla veya bir uçuruma düşmesiyle nasıl ki bir
anda yok oluyorsa, Allah'a eş koşanlar da öylece helak olacaklardır. Onlar
imanın üstün zirvesinden yuvarlanarak yokluğun içine gömülüyor ve helak
oluyorlar. Çünkü onlar dayandıkları ana kaynağı kaybetmişler, arzu ve
heveslerinin elinde paramparça olmuşlardır.
Yalan
söylemek ve kötü söz sarfetmek de necis olan şeylerdendir. Çünkü yalan kalbi,
gönlü kirleten bir pisliktir. Yalanla kalb kararır, gönül paslanır, iman
zayıflar, ahlâk bozulur. Yalan söylemek ve kötü söz insanı Allah'ın rahmetinden
uzaklaştırır, şeytana dost eder. Bundan dolayı Yüce Allah «yalan sözden
çekinin» buyuruyor.
AUahü
Teâîâ âyet-i ceîilesinde şöyle buyuruyor:
«Bu böyledir. Kim Allah'ın nişanelerine hürmet
gösterirse şüphesiz ki bu, kaiblerin takvâsındandir.»
-Bu nişanelerde belli bir süreye kadar sizin için
faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i Atik'le son bulur.»
Her
kim murdar olan şeylerden, puta tapmaktan, yalan söylemekten kaçınır da
Allah'ın nişanelerine hürmet gösterirse, şüphesiz ki bu, kaiblerin
takvâîarmdandır. Zira hacdaki ibadet ve erkânın ana gayesi de takvadır. Burada
hacıların kestiği kurbanlarla, gö-nüllerdeki takva duygusunu aynı yere
bağlıyor. Bu nişane ve erkân
246 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 34-35)
bu
evin Rabbi olan Allah'a yönelişin ve emirlerine uymanın işaretinden başka bir
şey değildir. Bütün bunlar Allah'ın varlığım ve birliğini tasdik edip sadece O'na ibadet içindir.
İbn
Abbas (r.a.)'a göre, Allah'ın şeâirine ta'zim etmek, kurbanlık olduğu bilinmesi
için alâmet takılan develerdir. Onun ta'zimi kurbanlıkların semiz, görgülü
olmasıdır. Onlarda sizin için menfa-atlar vardır. Sütünden, yağından, yününden
istifade eder, binek olarak kullanırsınız. Bazı tefsircilere göre, kurbanlık
hayvanların sütünden, yağından, yününden ancak zaruret halinde istifade edilir
ve binek olarak kullanılır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bu nişanelerde
belli bir süreye kadar sizin için faydalar vardır. Sonra varacakları yer Beyt-i
Atik'le son bulur.» Kurbanların kesim yeri Mina ile Beytullah arasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki,
Allah'ın rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar dîye.
Sizin tanrınız bir tek tanrıdır. O'na teslim olun. Sen mutî ve mütevazı
olanlara müjdele.»
«Onlar ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer.
Başlarına gelenlere sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine
verdiğimiz rızıktan infak ederler.»
Yüce
Allah her ümmet için kurban kesmeyi meşru kılmıştır. Allah'ın rızık olarak
verdiği hayvanlar üzerine O'nun adını ansınlar diye kurban kesmeyi her ümmete
meşru kılmıştır. Kurban mâlî bir ibadettir. Verilen nimetlere karşı bir şükür
ifadesidir. Bu ibadetin Allah'tan başkası adına yapılması yasaklanmıştır. Çünkü
bütün nimetleri veren Allah'tır, şükür de yalnız nimetin sahibine yapılır.
Al-Lahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Her ümmet için kurban kesmeyi meşru
kıldık ki, Allah'ın rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını
ansınlar diye. Sizin tanrınız tek bir tanrıdır. O'na teslim olun. Sen muti ve
mütevazı olanlara müjdele.» İbadetlerden maksat Allahü Teâlâ'nm emirlerine
itaat ederek takvaya ulaşmak-
(Cûz:
17. Âyet: 36-37) Hac Sûresi 247
tır.
Bu olmayınca ibadetin anlamı kalmaz. Yüce Halik, sevgili Peygamberine *Yâ
Muhammet!, sen muti ve mütevazi olanlara müjdele» buyuruyor. Müjdelenenler
Allah'ın emirlerine itaat edenlerdir. Allahü Teâlâ onlar hakkında şöyle
buyuruyor: «Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer. Başlarına gelenlere
sabrederler, namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan
infak ederler.» Allah anıldığı zaman kalbleri titreyenler takva sahipleridir.
Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, kendilerine verilen
rızıktan Allah yolunda infak ederler, fakir ve yoksulu himaye ederler. İşte o
zaman inançla düşünce, akide ile hareket birbirine bağlanmış olur. Çünkü
ibadetler ve hareketler akidenin ifadesidir. O akide sağlam olmadıkça hiç bir
amelin değeri yoktur. Ameller ancak akide ile değer kazanır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kurbanlık develeri de sizin için Allah'ın
nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Ön ayaklan bağlı halde
keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Kesilince onlardan yiyin, isteyene de,
istemeyene de verin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin emrinize müsahhar
kıldık.»
«Onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşır.
Sizden O'na sadece takva ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden ve Allah'ı
büyük tanıdığınızdan dolayıdır ki, bunları sizin buyruğunuza vermiştir. İyi
hareket edenlere müjdele.»
Özellikle
kurbanlık develerden söz edilmesinin sebebi, bunların en büyük kurbanlık
hayvanlar olmasındandır. Bununla Yüce Allah insanlar için hayır murad ettiğini
bildirmektedir. Bunların kesilmeden önce binek olarak kullanılması, sütünden ve
yağından istifade edilmesi, kurban olarak kesildikten sonra ise etinden kesenin
ve fa-kir-fukaranın yemesi, Allah'ın kendileri için bir hayır vasıtası
kıl-masmdandır. Kurbanların ve diğer eti yenen hayvanların kesilir-
248 Hac Sûresi (Cüz: 17. Âyet: 38-40)
ken
üzerlerine Allah'ın adının anılması O'nun vahdaniyetinin delili olduğu gibi,
kesilen kurbanlar da verilen nimetlere karşı şükrün ifadesidir. Allahü
Teâlâ'nın onları rızık olarak insanlara vermesi ve emrine müsahhar kılması
şükretmeleri içindir. Bundan dolayı Yüce Halik «Onların ne etleri, ne de
kanları Allah'a ulaşır. Sizden O'na sadece takva ulaşır.» Görülüyor ki, kesilen
kurbanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşıyor. O kurban vasıtasıyla
Allah'a teslimiyet, emirlerine itaat, maldan infak, işte Allah'a ulaşan
bunlardır. Yoksa kurbanın eti ile kanı değildir. Kurban kesmek Allah'ın
emirlerine itaat ve teslimiyettir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan ediyor:
«Şükredesiniz diye onları sizin emrinize müsahhar kıldık.» Bizden istenen
Allah'ın emirlerine itaat, nimetlerine karşı şükürdür. Emirlerine itaat, O'nun varlığını
ve birliğini kabul edip ta'zim etmektir. Nimetlerine şükür ise her şeyin O'ndan
geldiğini kabul edip teslim olmaktır. Hem nimete şükür, nimeti artırır.
Bir
amel Allah rızası için yapümıyorsa, onun hiçbir değeri yoktur. Kurban da
böyledir, şayet kesilen kurbanlar Allah rızası için kesilmiyorsa, hiçbir değer
taşımaz, hatta eti de yenmez. Her ibadette olduğu gibi, kurbanda da aranan
özellik, budur. Bundan dolayı Allahü Teâlâ «sizden O'na sadece takva ulaşır.
Size doğru yolu gösterdiğinden ye Allah'ı büyük tanıdığınızdan dolayıdır ki,
bunları sizin buyruğunuza vermiştir. Ya Muhammed, iyi hareket edenlere
müjdele.» Bütün ibadetlerde aranan husus takvadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor ■
«Muhakak ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Zira hâinleri
ve nankörleri hiç sevmez.»
•Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan
kimselere mukabelede bulunmaya izin verilmiştir. Elbette Allah onlara yardım
etmeye kadirdir.»
«Onlar haksız yere ve 'Rabbimiz Allah'tır' dedikleri
için yurtla-
[Cûz:
17. Âyet: 40) Hac Sûresi 249
rından çıkarılmışlardır. Şüphesiz ki Allah
insanların bir kısmını diğeriyle bertaraf etmeseydi manastırlar, kiliseler,
havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılır giderdi. Şüphesiz ki
Allah ona yardım edenlere yardım eder. Doğrusu Allah çok kuvvetli, çok
güçlüdür.
Yüce
Allah iman eden kullarını kâfirlerin şerrinden muhafaza eder, korur. Çünkü
Allah hâinleri, nimetlere karşı nankörlük yapan kâfirleri asla sevmez. Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Muhakkak ki Allah iman edenleri müdafaa eder.
Zira hâinleri ve nankörleri hiç sevmez.»
İslâm'ın
ilk yıllarında müşrikler Müslümanlara son derece işkence ve zulüm ediyorlardı.
Öyle ki kiminin başını yarıyorlar, kiminin kolunu kırıyorlar, kimini kızgın
kumun içine gömüyorlar, kimini de öldürüyorlardı. Bu durumdan şikâyetçi olan
sahabeye Peygamberimiz (a.v.) «henüz savaşa izin verilmedi, biraz daha
sabredin» diyordu. Zira o zamanlar Müslümanların sayısı çok az, kâfirlerin
sayısı ise fazlaydı. Hem Müslümanlar Mekke'de tamamen kâfirlerin içinde
bulunuyordu. Bu bakımdan savaşa izin verilmemiş, fakat Medine'ye göçe müsaade
edilmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) mü'minleri müşriklerin zulmünden kurtarmak
için Medine'ye göndermiş, orda bir İslâm topluluğu oluşturmuştu. Kendisi de 622
tarihinde oraya hicret ederek oluşan İslâm toplumunu devlet haline getirmiş,
içinden taptaze bir İslâm ordusu oluşturmuştur. Böylece ilk İslâm devleti ve
ilk İslâm ordusu kurulmuş olur. Bundan sonra savaşa izin verilir. Az da olsa
düşmanla boy ölçüşecek bir İslâm ordusu oluşmuş ve eskisine nisbetle
Müslümanların sayısı da artmıştı. Yüce Allah bu âyet-i celileyi inzal ederek
savaşa müsaade etmiş ve şöyle buyurmuştur: «Haksızlığa uğratılarak kendilerine
savaş açılan kimselere mukabelede bulunmaya izin verilmiştir. Elbette Allah
onlara yardım etmeye kadirdir. Onlar haksi2 yere ve «Rabbimiz Allah'tır»
dedikleri için yurtlarından çıkarılmışlardır. Şüphesiz ki, Allah insanların bir
kısmını diğeriyle bertaraf etmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılır giderdi. Şüphesiz ki, Allah ona yardım
edenlere yardım eder. Doğrusu Allah, çok kuvvetli, çok güçlüdür.» Allah dinine
yardım edenlere yardım eder. Hiçbir zaman yardımını onlar* dan esirgemez. İlk
olarak cihada izin verilen âyet budur. Müslümanlar bundan sonra kâfirlere karşı
savaşmışlar, tarih sayfalarına altın harflerle yazılan Bedir zaferini
kazanmışlardır.
250 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 41-44)
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar
mevkii verirsek namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği
emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonucu Allah'a
aittir.»
«Seni tekzip ediyorlarsa bil ki, onlardan önce
Nuh'un, Âd'ın, Semûd'un kavimleri de yalanlamışlardı.»
«İbrahim'in milleti ve Lût'un kavmi de.»
«Medyen halkı da. Musa da yalanlanmıştı. Ama ben
kâfirlere önce mühlet verdim, sonra da onları yakaladım. Beni tanımamak
nasü-mış görsünler.»
Yüce
Allah mü'minler hakkında şöyle buyuruyor: «Eğer mü'min kullanma yeryüzünde bir
iktidar mevkii verirsek namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler,
iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.» İşte mü'minlerin
özellikleri bunlardır. Onlar her yerde ve her makamda Allah'a karşı kulluk
görevlerini ya^ parlar, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler,
iyiliği emrederler, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışırlar. Makam ve mevki için
ibadetlerini asla terk etmezler, erar-i ilâhîyi yerine getirirler.
Her peygamber
kavmi tarafından yalanlanmıştır. Yüce Allah, sevgili Peygamberini teselli
ederek şöyle buyuruyor: «Ya Muham-med, seni tekzip ediyorlarsa bil ki, onlardan
önce Nuh'un, Âd'ın, Semûd'un kavimleri de peygamberlerini yalanlamışlardı.
İbrahim'in milleti ve Lût'un kavmi de peygamberlerini yalanlamışlardır. Med-yen
halkı da. Musa da yalanlanmıştır. Ama ben kâfirlere önce mühlet verdim, sonra
da onları yakaladım. Beni tanımamak nasılmış görsünler.»
Hûd
(a.s.), Âd kavmine peygamber olarak gönderilmiştir, onlar Hûd (a.s.)'u yalanlamışlar,
peygamberliğini kabul etmemişle'rdir. Salih (a.s.) de Semûd kavmine peygamber
olarak gönderilmiş, on-
(Cûz:
17. Ayet: 45-46} Hac Sûresi 251
lar
da Salih (a.s.)'in peygamberliğini kabul etmeyerek inkâr etmişler ve ilâhi
azaba uğramışlardır. Lût (a.s.) da Eyke halkına peygamber olarak gönderilmiş,
onlar da aynı şekilde Lût (a.s.)'un peygamberliğini kabul etmemişler, Allah
onları da yere batırarak lâyık oldukları cezayı vermiştir. Şuayb (a.s.) de
Medyen halkına peygamber olarak gönderilmiş, onlar da peygamberlerini inkâr
etmişlerdir. Musa (a.s.) da Firavun'un kavmi olan Mısır halkına peygamber
olarak gönderilmiş, onlar da Musa (a.s.)'nın peygamberliğini kabul etmeyerek,
onu yalanlamışlardır. Yüce Allah da onları Kızıl-deniz'de garkederek hepsinin
cezasını vermiştir. Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayanlar lâyık
oldukları cezayı mutlaka görmüşler ve göreceklerdir. Kur'ân-ı Kerim'de önceki
peygamberlerin ümmetlerinin inkâr ve küfürleri yüzünden başlarına gelen
musibetler zikredilirken, Hz. Muhammed (s.a.v.) 'in ümmetinin bun-Lardan ibret
alarak, onların uğradıkları akıbetlere uğramamaları için Yüce Allah muhtelif
âyetlerde onların uğradıkları azabı haber veriyor ve şöyle buyuruyor: «Ama ben
kâfirlere önce mühlet verdim. Sonra da onları yakaladım. Beni tanımamak
nasılmış görsünler.» Görülüyor ki, Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini
yalanlayanlar mutlaka cezalarını görmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Nice
kasabaların halkını zalim oldukları halde helak ettik. Artık çatıları çökmüş,
kuyuları körelmiş, sarayları yıkılmıştır.»
"Yeryüzünde
gezip dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları aklede-cek kalbleri, işitecek
kulakları olsun. Ne var ki, yalnız gözler kör olmaz, göğüslerde olan kalbler de
kör olur.»
Yüce
Allah her kavme bir peygamber göndermiş, emir ve yasaklarını peygamberleri
vasıtasıyla insanlara bildirmiştir. Peygamberlerin davetlerine uyanlar necat
bulmuş, uymayanlar ise inkâr ve zulümlerinin cezası olarak helak olmuşlardır.
Allahü Teâlâ nice kasaba halkını, inkârları ve zulümleri yüzünden helak
etmiştir. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayarak
kendilerine zulmetmişlerdir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle beyan edi-
252 Hac Sûresi [Cûz: 17. Âyet: 47-48)
yor:
»Nice kasabaların halkını zalim oldukları halde helak ettik. Artık evlerinin
çatıları çökmüş, kuyuları körelmiş, sarayları yıkılmıştır.» Her kavmin başına
gelen felâket inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Allah'ın âyetlerini ve
peygamberlerini yalanlayanlar mutlaka cezalarını göreceklerdir. Allahü Teâlâ
bunu şöyle beyan ediyor: *Bizim âyetlerimizi inkâr edenler yeryüzünde gezip
dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalbleri, işitecek kulakları
olsun. Ne var ki, yalnız gözler kör olmaz, göğüslerde olan kalbler de kör
olur.» Manevî körlük, maddî körlükten daha kötüdür. Maddî gözü kör olanlar
zahiren göremezler, amma hakikati görürler, huzur bulup saadete kavuşurlar.
Kalb gözü kör olanlar ise hakikati göremedikleri için helak olup yok olurlar.
Bu bakımdan kalb gözü kör olanlar maddî gözü kör olanlardan daha kötüdür.
îmam-ı
Dahhak'm rivayetine göre, bu kuyu Hasurâ şehrindedir. O kasaba halkından dört
bin kişi Salih (a.s.)'e iman etmişlerdir. Bir müddet sonra Salih (a.s.) orada
vefat edince Hadramevt adını almış, o günden sonra bu isim ile yâd edilmiştir.
Salih (a.s.)'den sonra kavmi aynı yerde bulunan kuyunun etrafında yerleşmişler,
içlerinden kendilerine bir başkan seçmişler, zamanla tevhid akidesini terk
ederek putlara tapmaya başlamışlardır. Yüce Allah onlara Han-zele bin Saffan'ı
peygamber olarak göndermiştir. Hanzele en fakirlerinden olup hamallıkla
geçimini temin ederdi. Dürüstlüğü ve sa-hâvetiyle herkesin takdirini
kazanmıştı. Buna rağmen Hanzele'nin peygamberliğini kabul etmeyerek şehid
etmişlerdir. Allahü Teâlâ da zulümlerinden ve küfürlerinden dolayı onları helak
etmiş, evlerini ve köşklerini başlarına geçirmiş, kuyularını kapatmış,
bağlarını, bahçelerini yok etmiştir. Bu, onların zulüm ve inkârlarının
cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-î celilesinde şöyle buyuruyor:
«Senden acele başlarına azap getirmeni istiyorlar.
Allah sözünden asla caymaz. Doğrusu Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan
bin yıl gibidir.»
«Nice kasabalar vardır ki halkına zâlim oldukları
halde mühlet vermiştim. Sonunda onları yakalayıverdim. Ve dönüş yalnız
banadır.»
(Cûz:
17. Ayet: 49-51) Hac Sûresi 253
Bu
âyet-i celüe Nazr bin Haris hakkında nazil olmuştur. Nazr bin Haris,
Peygamberimiz (s.a.vj'e gelerek «ya Muhammed, eğer bu söylediklerin doğru ise
gökten üzerimize taş yağdır da, senin ve söylediklerinin doğru olduğunu
bilelim.* der. Bunun üzerine Yüce Halik yukarıdaki âyeti inzal ederek sevgili
Peygamberine şöyle buyurur: «Ya Muhammed, kâfirler senden acele başlarına azap
getirmeni istiyorlar. Allah vaadettiği azabı başlarına mutlaka getirecektir.
Çünkü O, sözünden asla caymaz. Doğrusu Rabbinin katında bir gün
saydıklarınızdan bin yıl gibidir. Nice kasabalar vardır ki, halkına zalim
oldukları halde mühlet vermiştim. Sonunda onları yakalayıverdim. Ve dönüş
yalnız banadır.» Kâfirler, Peygamberimiz (s.a.v.)'den acele olarak başlarına
azabın gelmesini isterler. Bilmezler ki kıyametin bir günlük azabının şiddeti
dünyanın bin yıllık azabının şiddetinden daha üstün, daha şiddetlidir. Onlar
dünyada ister bir yıl kalsınlar, ister bin yıl sonunda mutlaka Allah'a
döndürüleceklerdir. İşte o zaman cezalarm göreceklerdir. Dünyada az veya çok
kalmaları farketmez. Allah onlardan intikamını almaya kadirdir. Bundan dolayı,
zalim oldukları halde Allahü Teâlâ birçok kasabaların halkına mühlet vermiş,
zulümlerinden dolayı onları hemen helak etmemiştir. Fakat sonunda onları
azabıyla yakalayıvermiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«De
ki: Ey insanlar, ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.» # «İman edip
sâlih amel işleyenler için cömertçe verilmiş rızik ve mağfiret vardır.»
«Âyetlerimizi
tartışarak bozmaya uğraşanlar ise, işte onlar cehennemliklerdir.»
Peygamberler
Allahü Teâiâ'mn emirlerini ve yasaklarını insanlara bildirmek için
gönderilmiştir. Onların görevi Allah'tan aldıkları emir ve yasakları insanlara
tebliğ etmektir. Hidayete erdirecek olan Allah'tır. O, dilediğini hidayete
erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor
«Ya Muhammed, de ki; Ey insanlar, ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.
İman edip sâlih amel işleyenler için cömertçe verilmiş rızık ve mağfiret
vardır. Âyetlerimizi tartışarak bozmaya uğraşanlar ise, işte onlar
cehennemliklerdir.» Peygamberlerin davetine uyup iman edenler mükâfatla-
254 Hac Sûresi [Cûz: 17. Âyet: 52-53}
nnı görmek
üzere cennete, iman etmeyenler de inkâr ve küfürlerinin cezasını çekmek üzere
cehenneme atılacaklardır. Bu, onların inkâr
ve küfürlerinin cezasıdır. îman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını
göreceklerdir.
Allahü Teâlâ
âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve hiçbir
nebî yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese
karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir. Sonra Allah kendi
âyetlerini yerleştirir. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir.»
«Şeytanın karıştırdığını kalblerinde hastalık
bulunan ve yürekleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılmak içindir.
Zalimler şüphesiz uzak bir ayrılık içindedirler.»
İbn
Abbas (r.a.), Muhammed bin Kâ'b ve muasırı tefsircilere göre bu âyetin nüzul
sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) kavminin kendisine eziyet edip
yalanlamasına ve imandan yüz çevirip sapıklığa dalmalarına çok üzülür,
Rabbinden hidayete ermelerini temenni eder. Böyle bir arzu içindeyken Kureyşlilerin
ileri gelenleriyle bir mecliste otururken Necm Sûresi'nin «Ey inkarcılar, şimdi
Lât. Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menafin ne olduğunu söyler misiniz?
Demek erkekler sizin, dişiler Allah'ın mı?» mealin-deki âyet-i celiîe nazil
olur ve Peygamberimiz (s.a.v.) bunu orada bulunanlara ok.ur. Sonra putlardan
bahseder. Putlardan bahsederken, şeytan «şüphesiz ki onlar yüce putlardır ve
onların şefaati ümit edilecektir» cümlelerini orada bulunan müşriklere
fısıldar. Bu sözler, şeytanın vesvesesi ve fitnesiyle söylenmişti. Bunu duyan
müşrikler birbirlerine müjde vererek «Muhammed kavminin dinine döndü» derler.
Bu haber Peygamberimiz (s.a.v.)'e ulaştığı zaman hemen secde eder ve orada
bulunan mü'min ve müşrik kim varsa onlar da secde ederler. Velid bin Mugire ise
bir avuç toprak alıp onun üzerine secde eder. Müslümanlar şeytanın müşriklere
duyurduğu sözleri duymamışlardı. Fakat şeytan müşriklere fısıldadığı sözlerin
ResûlüJlah'ın tekrarladığını ihsas ettirerek onlar da peygamberin
(Cüz:
17. Âyet: 54-55] Hac Sûresi 255
şeytanın
vesveselerine uyarak kendi tanrılarını yücelttiğini sanmışlardı Bu söz halk
arasında yaygınlaştı. Ta Habeşistan'a kadar yayıldı. Bunun üzerine oradaki
Müslümanlar geri dönüp geldiler. Şeytanın kendilerine fısıldadığı sözleri
Peygamber'in de tasdik ettiğine inanan müşrikler, bunu kendi aralarında yaymaya
başlarlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «(Ya Muhammedi, senden önce
gönderdiğimiz hiçbir resul ve hiçbir nebi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman
şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını
giderir. Sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir. Allah hakkıyle bilendir, tam
hüküm ve hikmet sahibidir. Şeytanın karıştırdığını kalblerinde hastalık bulunan
ve yürekleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılmak içindir. Zalimler
şüphesiz uzak bir ayrılık içindedirler.'
Peygamberler
masumdurlar. Dolayısıyla ümmetlerine, bir hata neticesi olarak yanlış telkinde
bulunmazlar. Fakat şeytan ve şeytan tinetinde olanlar, o hükmü yanlış
göstermeye çalışırlar. Çünkü bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettiği
şeylerin hepsi haktır ve Allah tarafından gönderilmiştir. Onlar kavimlerine
kendiliklerinden bir şey söyleyemezler. Binaenaleyh onların tebliğ ettikleri
şeylerde asla yanlışlık olamaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Ve
kendilerine ilim verilenlerin onun Rabbinden gelme bir gerçek olduğunu bilip inanmaları ve gönüllerini ona
bağlamaları içindir. Muhakkak ki Allah iman edenleri dosdoğru bir yola
eriştirir.»
«Küfredenler
kendilerine ansızın o saat gelinceye kadar veya gecesi olmayan günün azabı
çatana kadar ondan yana mütemadi bir şüphe içinde kalırlar.»
İman
eden gerçek ilim sahipleri bu âyetlerin Allah tarafından gönderildiğinde hiç
tereddüt etmezler. Allah da onları yolun en doğrusu olan İslâm yoluna
eriştirir. Küfredenler ise Allah'ın âyetleri hususunda daima şek ve şüphe
içindedirler. Kendilerine ölüm gelene veya kıyamet kopana kadar onlar aynı
şekilde devam ede-
256 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 56-59}
çeklerdir.
Çünkü onların gözlerine perde çekilmiş, kalbleri mühürlenmiştir, asla iman
etmezler. Ancak kendilerine ilim verilenler, onun Allah tarafından
gönderildiğini bilip iman ederler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ve
kendilerine ilim verilenlerin onun Rabbinden gelme bir gerçek olduğunu bilip
inanmaları ve gönüllerini ona bağlamaları içindir. Muhakkak ki Allah iman
edenleri dosdoğru bir yola eriştirir. Küfredenler kendilerine ansızın o saat
gelinceye kadar veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar ondan yana
mütemâdi bir şüphe içinde kalırlar.» Küfredenler inkârlarının ve küfürlerinin
cezasını mutlaka göreceklerdir. Onlar hem dünyada ve hem de âhirette elim bir
azaba uğrayacaklardır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«O
gün mülk Allah'ındır. Onların arasında hükmeder. İman edip sâlih ameller
işleyenler nâim cennetlerindedirler,»
«Küfredip
âyetlerimizi yalan sayanlar ise, işte onlar için hor-layıcı bir azap vardır.»
«Onlar
ki, Allah yolunda hicret ederler. Sonra ölür veya öldürülürler. Elbette Allah
onlara güzel bir rızık verecektir. Şüphesiz ki Allah rızık verenlerin en
hayırhsıdır.»
«And
olsun ki onları memnun olacakları bir yere koyar. Ve muhakkak ki Allah âlimdir,
halimdir.»
Kıyamet
günü mülk ve saltanat, şeriki ve benzeri olmayan Allah'ındır. O gün insanlar
arasında hükmeder. İman edip sâlih amelleri işleyenleri cennete, iman
etmeyenleri ise cehenneme koyar. Allah'ın âyetlerini yalanlayarak imandan yüz
çevirenler için horlayıcı ve şiddetli bir azap vardır. Bu, onların inkâr ve
küfürlerinin bir cezasıdır. İman edenler mükâfatını, etmeyenler de cezasını
göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: O gün mülk Allah'ındır.
Onların arasında hükmeder. İman edip sâlih ameller işleyenler
(Cûz:
17. Âyet: 60-62) Hac Sûresi 257
nâirfı
cennetlerindedirler. Küfredip âyetlerimizi yalan sayanlar ise, işte onlar için
horlayım bir azap vardır.»
Allah
yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla mücadele edenler, savaşta
ölenler veya öldürülenler için Allah katında en güzel rızıklar vardır. Çünkü
Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları memnun olacakları bir
makama koyar ve orada arzu ettiklerine nail olurlar. Şüphesiz Allah onların ne
yaptıklarını bilir, ona göre mükâfatlarını verir. Hâlik-ı Mutlak bunu şöyle
beyan ediyor: «Onlar ki, Allah yolunda hicret ederler. Sonra ölür veya
öldürülürler. Elbette Allah onlara güzel bir rızık verecektir. Şüphesiz ki
Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. And olsun ki, onları memnun olacakları
bir yere koyar. Ve muhakkak ki Allah âlimdir, halimdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Bu,
böyledir. Kim kendisine verilen cezaya misliyle mukabele eder de, yine de
kendisine saldırıhrsa and olsun ki Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz ki
Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır.»
«Bu,
böyledir. Çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine
sokar. Muhakkak ki Allah kemâliyle işiten, hak-kıyle görendir.»
«Bu,
böyledir. Zira Allah yalnız ve yalnız hakkın ta kendisidir. O'nu bırakıp
taptıkları şeyler de doğrudan doğruya bâtıldır. Ve muhakkak ki Allah en
büyüktür, en yücedir.»
Yüce
Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Bu, böyledir. Kim kendisine
verilen cezaya misliyle mukabele eder de, sonra yine de müşrikler tarafından
kendisine saldırılıp zulmedilirse and ol~
C.
: IV — P. : 17
258 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 63-65)
sun
ki Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah iman edip sâlih ameller
işleyen kullarını çok affedici, çok bağışlayıcıdır.»
Bu
âyet-i celile müşriklerden bir kavim hakkında nazil olmuştur. İslâm'ın
zuhurundan önce Muharrem ayında savaşmak haramdı. Muharrem ayırun çıkmasına iki
gün kala bu kavim Müslümanlarla savaşmaya başlamışlardır. Müslümanlar da
Muharrem ayının çıkmasını istemişlerdir. Fakat onlar dinlemeyerek savaşa devam
etmişlerdir. Müslümanlar da aynı şekilde onlara mukabelede bulunmuş, Allah'ın
yardımı ile onları hezimete uğratıp birçoğunu öldürmüşlerdir. Allahü Teâlâ her
şeye kadirdir, dilediğini yapar. O, geceyi gündüzün içine, gündüzü de gecenin
içine sokar. Muhakkak ki Allah her şeyi kemâliyle işiten, hakkryle görendir.
Çünkü O, hakkın ta kendisidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bu,
böyledir. Çünkü Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine
sokar. Muhakkak ki Allah kemâliyle işiten, hakkıyîe görendir. Bu, böyledir.
Zira Allah yalnız ve yalnız hakkın ta kendisidir. O'nu bırakıp taptıkları
şeyler de doğrudan doğruya bâtıldır. Ve muhakkak ki Allah en büyüktür, en
yücedir.* Allahü Teâlâ kâfirlerin eş koşmasından ve bütün noksan sıfatlardan
münezzeh ve yücedir. O'nun benzeri ve şeriki yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Görmedin mi ki, Allah gökten su indirdi. Onunla
yeryüzü yemyeşil olmaktadır. Şüphe yok ki Allah çok lütufkârdır, habirdir.»
«Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Ve muhakkak ki
O ganidir, hamiddir.»
«Görmedin mi ki Allah yerde olanları ve emriyle
denizde yüzen gemileri buyruğunuz altına vermiştir. Semayı izni olmadıkça,
yerin özerine düşmekten O tutuyor. Şüphe yok ki Allah insanları pek çok
esirgeyici, çok merhametlidir.»
(Cûz:
17. Âyet: 66-69) Hac Sûresi 259
Yüce
Halik her şeye kadirdir. Aliah gökten su indirip onunla yeryüzünü diriltip
yemyeşil yapmıştır. Yeryüzündeki çeşitli meyveler, ağaçlar, bitkiler, bağlar,
bahçeler, meralar, rengârenk çiçekler su ile hayat bulurlar. Şayet su olmasaydı
bunların hiçbirisi olmazdı. Bütün canlılara hayat veren sudur. Göklerde ve
yerde olan her şey, bu suyu indiren Hâlik-ı Mutlak'mdır. O, yeryüzünde olanları
ve denizde yüzen gemileri kendisine şükretmeleri için insanların emrine
vermiştir. Düşünebilenler için gökten inen suda, yeryüzündeki bitkilerde ve
denizde yüzen gemilerde ibretler ve hikmetler vardır. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Ya Muhammed, sen görmedin mi ki, Allah gökten su indirdi. Onunla
yeryüzü yemyeşil olmaktadır. Şüphe yok ki Allah çok lütufkârdır, habirdir.
Göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Ve muhakkak ki O ganidir, hamiddir.
Görmedin mi ki Allah yerde olanları ve emriyle denizde yüzen gemileri
buyruğunuz altına vermiştir. Semayı izni olmadıkça, yerin üzerine düşmekten O
tutar. Şüphe yok ki Allah insanları pek çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.»
Bu hitap Peygamberin şahsında bütün insanlaradır. Bu nokta gözler önüne
serilerek insanlar düşünmeye sevk edilmektedir. Görülüyor ki bu nimetler boş
yere yaratılmamış, insanoğlu için yaratılmış ve onların emrine verilmiştir. Bu
nimetlere şükredenler mükâfatını, nankörlük edenler ise cezasını göreceklerdir.
Çünkü Al-lahü Teâlâ çok
merhametli ve bağışlayıcıdır. Tevbe eden kullarının kusurlarını bağışlar,
günahlarını affeder.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«O'dur sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra yine
diriltecek olan. Gerçekten insan çok nankördür.»
«Biz her millete yerine getirmeleri gerekli olan
ibadetler emrettik. O halde emirde seninle asla münazaa etmesinler. Ve Rabbîne
davet et. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzeresin.» .
«Eğer seninle tartışırlarsa de ki: Allah yaptığınızı
çok iyi bilir.»
260 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 70-72)
«Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Allah kıyamet
günü aranızda hükmedecektir.»
Yüce
Halik insanları yoktan var etmiş ve onlara muayyen bir ömür takdir etmiştir. O
ömür bittikten sonra onları öldürecek ve kıyamet günü herkese amelinin
karşılığım vermek için tekrar dirilte-cektir. Kıyamet günü her insan sorguya
çekilecek, iman edip sâlih ameller işleyenler cennete, iman etmeyenler ise
cehenneme gideceklerdir. Bu, dünyada yaptıkları amellerin karşılığıdır.
Gerçekten insan çok nankördür. Çünkü Allahü Teâlâ dünyada her millete, yerine
getirmeleri gereken ibadetler emretmiştir. Onlar Allah'ın emirleri hakkında
peygamberleriyle beraber münazaa etmişler, içlerinden birçoğu' kabul etmeyerek
kâfir olmuşlardır. Kıyamet günü kimin doğru yolda, kimin bâtıl yolda olduğu
ortaya çıkacaktır. Hiç şüphesiz Yüce Allah aralarında hükmedecektir. Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «O'dur sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra
yine diriltecek olan. Gerçekten insan çok nankördür. Biz her millete yerine
getirmeleri gerekli olan ibadetler emrettik. O halde emirde seninle asla
münazaa etmesinler. Ve Rabbine davet et. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol
üzeresin. Eğer seninle tartışırlarsa de ki: «Allah yaptığınızı çok iyi bilir.
Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Allah kıyamet günü aranızda hükmedecektir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Bilmez misin ki Allah gökte ve yerde olanı bilir.
Muhakkak ki bunlar bir kitaptadır. Hakikat, bunlar Allah'a göre pek kolaydır.»
«Onlar Allah'ı bırakıp da haklarında hiçbir delil
indirmediği ve kendilerinde de bilgi bulunmayan şeylere taparlar. O zâlimlerin hiçbir
yardımcısı yoktur.»
«Onlara âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman
küfreden-
(Cûz:
17. Âyet: 73) Hac Sûresi 261
ierin yüzlerinden küfürlerini anlarsın. Nerdeyse
kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: 'Size bundan daha
fenasını haber vereyim mi? O, ateştir.' Allah, onu küfredenlere vaad etmiştir.
O, ne kötü bir mercidir.»
Hâlik-ı
Zülcelâl göklerde ve yerde olanların hepsini bilir. Hiçbir şey O'nun
bilgisinden gizli kalmaz. Çünkü bunların hepsi Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.
Bunları bilmek Allahü Teâlâ için pek kolaydır, asla zor değildir. Kâfirler
Allah'ı bırakıp da hakkında hiçbir delil indirilmeyen putlara taparlar.
Kendileri de putlarının hiçbir şeye güçlerinin yetmediğini bilirler. Buna
rağmen yine de onlara taparlar. Kıyamet günü o zalimleri kimse Allah'ın
azabından kurtaramaz ve kendilerine bir yardımcı da bulamazlar. Kâfirlere
Allah'ın âyetleri apaçık okunduğu zaman küfürleri yüzlerinden anlaşılır, onu
asla tasdik etmezler. O inkarcılar için elim bir azap vardır. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Onlar Allah'ı bırakıp da haklarında hiçbir delil
indirmediği ve kendilerinde de bilgi bulunmayan şeylere taparlar. O zalimlerin
hiçbir yardımcısı yoktur. Onlara âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman
küfredenlerin yüzlerinden küfürlerini anlarsın. Nerdeyse kendilerine
âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: Size bundan daha fenasını haber
vereyim mi? O, ateştir.' Allah onu küfredenlere vaadetmiştir. O, ne kötü bir
mercidir.» Küfredenlerin gidecekleri yer cehennemdir. Orası ne kötü bir yerdir.
Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. Her ferd hayırdan ve serden yapmış
olduğunun karşılığını Allah katında bulacaktır.
Allahü Teâlâ
âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Ey insanlar, size bir misal verilmektedir. Şimdi
onu dinleyin.-Sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız biraraya gelseler bir
sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan geri de
alamazlar. İsteyen de aciz, istenen de aciz.»
Hâlik-ı
Mutlak'tan başka hiçbir varlık en küçük bir mahlûku bile yaratmaya kadir
değildir. Küçük büyük, canlı ve cansız her şeyi yaratan yalnız Allah'tır.
O'ndan başkası bir zerreyi bile yaratamaz. Bu âyet-i celilede insanların bu
noktaya dikkatleri çekilerek «ey in-
262 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 74-77)
sanlar,
size bir misal verilmektedir. Şimdi onu dinleyin-. 'Sizin Allah'ı bırakıp da taptıklarınız
biraraya gelseler, bir sinek bile yaratamazlar1» buyurulmaktadır.
Yaratmak ancak Allah'a mahsustur. Yoktan var eden de, yok eden de O'dur. O, her
şeye kadirdir. Kâfirlerin tapmakta oldukları putlar, üzerlerine konan bir
sineğe bile mani olamazlar. Kendisindeki bir sineğe bile mani olamayan nasıl
tanrı olabilir? Her şeyi yoktan var eden ve bütün mevcudatın sahibi, maliki ve
rızıklandıranı olan Allah'ı bırakıp da, hiçbir şeyden haberi olmayan ve
tapanlara zarardan başka bir şey getirmeyen putlara tapmak ne büyük
ahmaklıktır. Acaba bunlar hangi yüzle Allah'ın huzuruna çıkacaklardır? Bir
sivrisineğe bile mani olamayandan ne bekliyorlar? Şayet sinek onlardan bir şey
kapsa bunu ondan geri de alamazlar. İşte taptıkları putların hali bundan
ibarettir. Aklı olanlar onlardan ibret alarak iman-ı kâmil ile Allah'a teslim
olmalıdırlar. Zira O'ndan başkasına yapılan ibadetler boştur, anlamsızdır,
bâtıldır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler.
Muhakkak ki Allah kuvvetlidir, güçlüdür.»
* Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer.
Şüphesiz ki, Allah her şeyi hakkıyle işiten, kemâliyle görendir.»
«Onların önlerindekini de, arkalarındakileri de
bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.»
«Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın,
Rabbinize kulluk edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa eresiniz.»
Hâlik-ı
Mutlak, insanları, kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır. Fakat onlardan
birçoğu Allah'ı gereği gibi takdir edememişler, kendisine eş koşmuşlardır. Yüce
Allah her şeyden, ve bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, yücedir. O'nun
benzeri ve şeriki yoktur. Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç
değildir. Böyleyken kâfirler elleriyle yaptıkları putlara taparak O'na eş
koşmuşlardır. Halbuki Allahü Teâlâ emir ve yasaklarını bildirmek için her mil-
(Cûz:
17. Âyet: 78) Hac Sûresi 263
lete
bir peygamber göndermiştir. O peygamberleri vasıtasıyle imanı, küfrü, hayrı
şerri, iyiyi kötüyü, helâli haramı, ibadetin kime yapılacağını bildirmiştir. Bu
peygamberler hem insanlardan ve hem de meleklerden olabilir. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Allah meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz
ki Allah her şeyi hakkıyle işiten, kemâliyle görendir." O, kimin
peygamberliğe lâyık olduğunu bilir, ona göre seçer. Kullarının da ne
yaptıklarını ve âhiret için ne hazırladıklarını bilir. Ona göre mükâfat ve
mücâzatını verir. Çünkü bütün işler O'na döndürülecektir. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: «Onların önlerindekini de, arkalarmdakileri de bilir. Bütün
işler Allah'a döndürülür. Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize
kulluk edin ve iyilik yapın ki kurtuluşa ere-siniz.» Kurtuluş ancak Allah'a
ibadetle olur. O'na ibadet edenler felaha, kurtuluşa, saadete ve selâmete
kavuşur, ibadet etmeyenler ise sapıklığa düşüp helak olurlar. İbadet emr-i
ilâhî olduğundan kulu Allah'a yaklaştırır, rızasını kazandırır. Terk edenler
ise rahmet-i ilâhîden uzaklaşır, Allah'ın gadabına uğrar. Bunun için ibadette refah
vardır, selâmet vardır, huzur vardır, saadet vardır, bereket vardır.
AHahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Ve Allah yolunda hakkıyle cihad edin. O, sizi
seçmiş ve babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamiştır.
Daha önce peygamberlerin size şahit olması, sizin de insanlara şahitler olmanız
için size Müslüman adını veren O'dur. Artık dosdoğru namaz kılın, zekâtı verin
ve Allah'a sarılın. O'dur sizin sahibiniz. Ne güzel sahip ve ne güzel
yardımcıdır» (*).
Ey
iman edenler, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Çünkü Allah
sizi en şerefli dinin mensubu kılmıştır. O'nun katında. İslâm'dan başka din
yoktur. Düşmanlarınızla mücadele ettiğiniz gibi, nefislerinizle de mücadele
edin. Mü'minin başına gelen musibetler günahına keffarettir. Kıyamet günü
peygamberlerin size, sizin de diğer insanlara şahid olmanız için Allah sizi
Müslüman kıl-
(*)
17'nci cüzün sonudur.
264 Hac Sûresi (Cûz: 17. Âyet: 78)
mıştır.
Kıyamet günü peygamberler sizin imanınıza şahid oıacaktır. Artık
dosdoğru namaz kılın ve malınızın zekâtını verin, Allah'ın emirlerine sımsıkı
sarılın. Çünkü sizin Halikınız ve sahibiniz O'dur. O'n-dan başka yardımcınız ve
koruyucunuz yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ve Allah yolunda
hakkıyle cihad edin. O, sizi seçmiş ve babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin
için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce peygamberlerin size şahid olması, sizin
de insanlara şahidler olmanız için size Müslüman adını veren O'dur. Artık
dosdoğru namaz kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin sahibiniz.
Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.» -İslâm dininde asla zorluk yoktur.
İslâm kolaylık dinidir.