HACC SÛRESİ 2

Allah'a Karşı Takvalı Olmaya Çağrı 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Ölüm Sonrası Dirilişin Delilleri 3

Bazı Kelimeler: 3

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 3

Açıklama: 3

İnsanlar İşte Böyledirler. 5

Bazı Kelimeler: 5

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 5

Açıklama: 5

Allah, Peygamberinin Yardımcısıdır. 6

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 6

Açıklama: 6

Allah'ın Adalet Ve Kudretinin Görüntüleri 7

Bazı Kelimeler: 7

Açıklama: 7

Kafirler, Mü'minler Ve Bunların Amellerinin Karşılığı 7

Bazı Kelimeler: 8

Açıklama: 8

Kafirlerin, İnsanları Mescid-İ Haram'dan Geri Çevirmeleri 8

Bazı kelimeler: 8

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 9

Açıklama: 9

Allah'ın Beyt'ül Haram'ını Hacc Etmek. 9

Bazı Kelimeler: 9

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 9

Açıklama: 10

Allah'ın  Saklarını Ve Şiarlarını Yüceltmek. 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11

Hacda Kurban Kesme Adabı 13

Bazı Kelimeler: 13

Açıklama: 13

Allah'ın Savunduğu Ve Muzaffer Kıldığı Mü'minler. 14

Bazı Kelimeler: 14

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 14

Açıklama: 14

Önceki Milletlerin Başlarına Gelenlerden Ders Almak. 15

Bazı Kelimeler: 16

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 16

Açıklama: 16

Peygamberlerin Görevi 17

Açıklama: 17

Allah'ın Kitabı Sağlamlaştırılmıştır, İçinde Şüphe Yoktur. 17

Nüzul Sebebi: 18

Allah'ın Müminlere Lütfü. 19

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 20

Her Ümmete Uygun Bir Şeriat Vardır. 21

Bazı Kelimeler: 21

Açıklama: 21

Kafîrlerlerle Müşriklerin Bazı Davranışları 22

Bazı Kelimeler: 22

Önceki Ayetlerle İlişkisi; 22

Açıklama: 23

İslâm Hukukunun Özeti 24

Bazı Kelimeler: 24

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 24

Açıklama: 24


HACC SÛRESİ

 

Sahih görüşe göre bazı ayetleri dışında Mekki'dîr. Cumhur-u ulemâ, bu sûrenin Mekki ve Medeni ayetlerin karışımından meydana geldiğini söylemiş­lerdir. En doğrusu da budur. Seksen yedi ayettir. Ölüm sonrası dirilişten, o dirilişin bazı sahnelerinden sözeder. Sonra söz, müşriklere ve onların Mescid-i Haram'a karşı takındıkları tavırlarına dönmekte; bundan sonra Kabe'den ve haccm bazı şiarlarından; bunun ardısıra, ayetleri yalanlayanlardan ve ölme­lerinden sözedilmektedir ki, insanlar ibret alsınlar. Sûrenin sonunda, diğer tan­rılar için misaller verilmekle beraber Allah'ın varlığına ve birliğine İşaret eden evrendeki alametlerden söz edilmektedir. [1]

 

Allah'a Karşı Takvalı Olmaya Çağrı

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1- Ey insanlar! Rabbinizden sakının; doğrusu kıyamet gününün sar­sıntısı büyük şeydir.

2- Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değil­dirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır.

3- Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı şeytana uyan insanlar vardır.

4- Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kıyamet saatinin depremi. Zühulden gelir.

Zü­hul; dehşete kapılarak bir şeyden vazgeçmektir.

"Sekra"nin çoğu­lu. Sarhoşlar demektir.

Azgın," İnatçı. [3]

 

Açıklama:

 

Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Azabından korunmak için tedbir alın. Özetle takva; emre uymak, yasaktan kaçınmak, iyi ve güzel iş yapmak, yapı­lan İşi ihlasla yapmaktır. Cenab-ı Allah, azabından sakınmalarını ve kendi­sinden korkmalarım Adem oğullarına emretmiş, sonra buna gerekçe olarak ta kıyamet saatini ve kıyametin kopacağı ilk anda görülecek manzaraların bir kısmını anlatmıştır ki, insanlar hesap günü kalb gözleriyle baksınlar ve onu akıllarıyla düşünsünler, tasavvur etsinler de nefisleriyle başbaşa kalsın­lar, ve o günün sıkıntısıyla korkularından emin olmanın çarelerini arayıp bul­sunlar. Bu da Rablerinin emrine uymaları ve takva elbisesini giyinip onunia süslenmeieriyle olur. İnsanları o büyük korkudan ancak bu, emin kılar.

Bu ayetin, Mustaük oğulları gazvesinde geceleyin nazil olduğu rivayet olunur. Nazil olunca, Peygamber (s.a.v.) efendimiz ashabına okudu. O ge­ceden başka hiç bir gece o kadar ağlaştıklannı görmemişti. Sahabilerin kimi üzgün duruyor, kimiağlıyor, kimi de düşünüyordu.

Ey insanlar! Rabbinizden korkun. Kıyamet saatinin sarsıntı ve depremi, çok korkunçtur. Etkisi şiddetlidir. Ancak iman edip salih amel işleyenler için pek o kadar korkunç değildir. "Onu gördüğünüz gün, her emziren, emzirdi­ğinden geçer". Evet kıyamet gününde ve sarsıntı saatinde her emziren, em­zirmekte olduğu çocuğundan geçer. Yani o günde öyle korkunç haller görülecek ki, emzİrici kadınlar, emzirmekte oldukları çocuklarından vazgeçerler. İnsanlar sarhoş olurlar. Çocuklar ihtiyarlarlar, Sarhoş olmadıkları halde in­sanları sarhoş gibi görürler. Fakat Allah'ın azabı şiddetlidir. "O gün o sar­sıntı sarsar. Ardından başka bir sarsıntı gelir. O gün kalbler (kaygıdan) oy­nar. Gözleri korkudan dona kalır.”[4]. Buna rağmen sen ne kadar cahilsin. Ne kadar geri zekâlısın! Çünkü o gün için hazırlık yapmamışsın. Onun aza­bına karşı korunma yollarına başvurmamışsın. Hiç bir şey kendisine gizli kal­mayan, her şeyden haberdar olan, her şeyi bilen Allah, seni hesaba çekecek­tir.

Bütün bunlara rağmen bazı kimseler; Allah'ın, insanları ölümden sonra diriltmeye muktedir olup olmadığı, tanrılık niteliklerine sahib olup olmadığı hususunda tartışmaktadırlar. Keşke hak delille tartışsalardı. Bilakis batıl de­lille tartışmakta, bilgisizce ve de akılsızca münakaşa yapmakta, bu hususta azgın ve inatçı şeytana uymaktadır. Pazarda satışa arzedilen eşyanın üzerine konulan etiketteki fiyat gibi açık seçik görünen bir yazgı ile bu insanlar için yazılmış ki; Her kim insî ve cinnî şeytanlara uyarsa o şeytan, onu saptırır ve alevli ateş azabına götürür.

Yukarıdaki ayet-İ kerimenin şu manaya geldiğini söyleyenler de vardır: Şeytan üzerine, takdir kalemi şunları yazmıştır: İnsanlardan her kim şeytana uyarsa, şeytan onu saptırır ve alevli ateş azabına sürükler.

Zahir mana bu olmalıdır. [5]

 

Ölüm Sonrası Dirilişin Delilleri

 

5- Ey İnsanlar! Öldükten sonra tekrar diriltmekten şüphede iseniz -Un ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi topraktan, sonra nutfc-den, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratnuşızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra si-li çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağma varırsınız. Kimimiz Öldürülür, kimimiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki; bilirken, bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indir­diğimiz zaman harekete geçir, kabanr, her güze! bitkiden çift çift yetiştirir.

6-7- Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gü­cünün herşeye yettiğini, şüphe götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Al­lah'ın kabirlerde olanı dirilteceğini gösterir. [6]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şüphe Meni damlacığı, sperma.Donmuş kan (embrion). Taze kan anlamına geldiğini söyleyenler de vardır.Bir çiğ­nemlik et parçası. Gücünüzün doruk noktası. Ömrün en rezili, yaşlılık ve bunaklık. Kuru ve bitkisiz yer. Hareket eder, titreşir.Bitkiler bitirerek kabanr ve yükselir. Çift, tür, sınıf, Güzel. [7]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

İslam dininin çok önemli iki amacı ve esası vardır, bunları kendine ek­sen edinir. Ayrıntı türünden olan hükümleri de bunlara dayanır.

Bunlardan birincisi; Allah'ı birlemek (Tevhid), O'nıın kemal sıfatlarla muttasıf olup nok­sanlıklardan münezzeh olmasıdır. İkincisi; ölüm sonrası dinlisin, uhrevi ha­yatın ve o hayata bağls mükafat,ceza ve diğer şeylerin ispatidir. Bu hususların Kur'an-ı Kerim'de ve sünnette tekrarlanmaları, kavne ve diğer işaretler­den deliller çıkararak ispatlanmaları garipsenmemelidir. [8]

 

Açıklama:

 

Ey bütün cins ve renklerden olan ve her asır ve zamandaki insanlar! ölüm sonrası dirilişten kuşkuda iseniz bu kuşkunuzu bırakın ve neden yaratıldığı­nıza bir bakın. Ölüm sonrası dirilişin ispatlanması hususunda deliller üst üs­te yığıldığından dolayı, bu kuşkunun, en küçük bir uyarı ile ortadan kalka­cak basit bir kuşku olması gerekir.

Ölüm sonrası dirilişi inkar edenlerin dayanakları şu olmuştur: Öldük­ten, vücudun parçalar dağılıp yok olduktan hatta başka şeylere dönüştükten sonra yeniden hayata dönmek imkansızdır. Şu toprak olmuş veya havadaki zerrelere karışmış olan veya canavarların, yahut balıkların karınlarına yer­leşmiş olan çürümüş kemiklere kim yeniden hayat verecektir. Hesab ve ceza nasıl olacaktır?!

Bunun üzerine Kur'an-ı Kerim, ölüm sonrası dirilişi ilan ederek, şimşek gibi ya da daha şiddetli deliller öne sürerek nazil olmuştur.

"Eğer şaşacaksan, onların şu sözlerine şaşmak lazım: "Biz toprak ol­duğumuz zaman mı, biz mi yeniden yaratılacağız? "[9]

"Bizi tekrar kim (hayata) döndürebilir?" diyecekler. De ki: "Sizi ilk de­fa yaratan (döndürür)"[10]

"'insan, bizim kendisini naşı! bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışım unutnrak.bize bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. Deki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O ki size yeşil ağsçtan ateş yaptı da siz on­dan yakıyorsunuz"[11]

"İnsan: 'Öldüğüm zaman mı diri olarak çıkarılacağını?' diyor. İnsan ön­ceden hiç bir şey değilken kendisini nasıl yarattığımızı düşünmüyor mu?"[12]

Bu konuda daha bir çok ayet ve hadis vardır. İnkarcıların davalarının özeti şudur: 'Öldükten sonra yaşamak, insanların yok olduktan sonra var ol­ması imkansızdır' Bunlar bu iddiaları ileri sürerken, mahlukaü ilk defa ya­ratmış olanın ikinci kez yaratmaya muktedir olduğunu, kendi ölçülerimizle hesapladığımızda bunun onun için daha kolay olduğunu bitmediler.

Ey insanlar; ölüm sonrası dirilişten kuşkuda iseniz ilk yaratılışınızı anın ve yaratılırken de üzerinizden, birbirleriyle niünasabetİ olmayan yedi oluşum devresi geçti. Çünkü her bir devrede diğerinden bambaşka bir haldeydiniz:

1- Topraktan yaratıldınız. Yani babanız Adem topraktan yaratıldı. Ya da siz —İster erkek olun, ister kadın olun— meniden yaratıldınız. Meni kan­dandır. Kan, gıdalardan elde edilir. Gıdalarda —bitkisel veya hayvanı de olsalar— topraktan elde edilirler. Şu halde bir insanın topraktan yaratılmış olduğu doğrudur.

2- Sonra onu nutfe (sperma)dan yarattık. "Sonra onun neslini bir öz­den, hakir bir su(yun özü)nden yaptı"[13] Kuru toprağı, içinde spermalar bu­lunan dölsuyuna dönüştüren kimdir? Oysa bu ikisi arasında hiç bir ilişki yok­tur.

3-  Sonra onu alaka (embrion)dan yarattık. Alaka, donmuş kan pıhtı-sıdır. Şüphesiz sperma ile kan pıhtısı arasında zıtlık vardır. Buna rağmen sper­ma, kudret sahibinin gücüyle donmuş bir kan pıhtısına dönüşmüştür. Bunun­la da, bir maddeden başka bir maddeye dönüşme dolayısıyla, Ölmüş canlının yeniden hayata döndürülmesinin imkansız olduğunu söylemenin anlamsızlı­ğına işaret edilmektedir. Çünkü o canlı, ilk yaratılışı anında sabit olmuştur,

4- Sonra ana rahmindeki insanı bir çiğnem et parçasına dönüştürdük. İnsanın ilk aslına bakın. Sonra da toprağın dölsuyuna, sonra kana, daha sonra bir çiğnem et parçasına nasıl dönüştüğüne bakın. Bu bir çiğnem et parçası, ayıp ve eksikliklerden salim, tastamam bir insan şeklini alacaktır. Başka şek­le bürünmesi de mümkündür.

Ey insanlar! Ölüm sonrası dirilişten şüphedeyseniz, bilin ki biz sizi top­raktan,, sonra spermadan, sonra embriondan,sonra da—insan şeklini almış veya almamış olan— bir çiğnem et parçasından yarattık. Ölüm sonrası dirili­şe ilişkin kuşkularınızı gidermek için bütün bunları size açıkladık. Bu eşyayı yaratmaya muktedir olan Allah, yok ettikten sonra bunları yeniden varlık ala­nına döndürmekten nasıl aciz olur? Bundan sonra Cenab-ı Allah, diledikle­rini ana rahimlerinde belli bir süreye kadar yerleştirir. Bu süre, hamilelik süresidir. Çocuk altı veya dokuz ayda, bir veya İki senede doğar. Bazı fıkıhçı-Iar, hamilelik süresinin en azının altı ay, en çoğununsa dört yıl olduğunu söy­lemişlerdir.

5- Sonra sizi analarınızın karınlarından, nefes alıp yaşayan ve yiyecek yiyen bebeler olarak çıkardık. Analarınızın karın lan ndayken de nefes alıyor­dunuz, ama ne şekilde? Bir şeylerle besleniyordunuz, ama analarınızın kanı­nı emerek besleniyordunuz. Şimdi burada, ana karnındaki cenin ile yaşamın genel kuralları arasında ve bu iki durum arasında ilişki var mıdır?!

6- Sonra gücünüze, kuvvetinize erişesiniz diye,,, Evet, her şeye mukte­dir olan yüce Allah, şu küçücük bebe için hayat yollarını hazırlamıştır. Ana­sının memesini emmesini sağlayarak hayatta kalma sevgisini bir karekter olarak yaratmış, onu yaşam yollarına İletmiştir. O da bedenî ve aklî kuvvetin doruğuna ulaşacak şekilde yaşar.

7- Bundan sonra veya bundan önce bazılarınızın canı alınır. Kiminiz­de ömrün en kötüsü olan ihtiyarlık çağına itilir, bunda da, güçlü ve serbest iradeli bir ilahın varlığım kanıtlayan deliller yok mudur? O hükmeder. Hük­münü aksatacak kimse de yoktur. Çünkü O, herşeye gücü yetendir. Zira ba­zılarınız gücünün doruğunda, gençliğinin en verimli çağında iken ölür. Ki­miniz de uzun süre yaşayıp muammer olur. Sakat bir hasta da olabilir. "Ecelleri geldiği zamanda bir saat dahi ne gen kalırlar, ne de ileri geçerler, (derhal mah-volup giderler)[14]

însan çok yaşayıp ihtiyarlık çağına ulaşınca, aklî ve bedenî güçleri bü­yük ölçüde zayıflar. Vücut hücrelerinin tümü veya büyük bir çoğunluğu yok olur. Akıl ve duyguları zayıf bir insan haline gelir. Daha önce bildiğini bil­mez olur. Bu, bilinen ve müşahede edilen bir husustur. Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: ' '(O) Allah 'dır ki, sizi zaaf dan yarattı, (pek zayıf bir kökten, sper­madan yarattı). Sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet verdi, (güçlü, kuv­vetli delikanlılar oldunuz). Sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi. (Aliah), dilediğini yaratır. O, bilendir, gücü yetendir"[15]

Her zaman gözünüzün önünde ölüm sonrası diriliş manzaralarını gör­düğünüz halde, öldükten sonra tekrar dirileceğinizden, kuruyan bedeninize yeniden hayat verileceğinden nasıl şüphe edersiniz?! Kupkuru, sakin, cansız ve bitkisiz haldeki toprağı görmüyor musunuz? Allah, üzerine su indirdiği-ninde canlanıp hareketleniyor; her çeşit güzel bitkiler bitirerek kabarıyor. Müs­pet ilim bu gerçeği kanıtlamıştır. Ayetleri sağlamlaştırılmış olan Kur'an'ın düzenine bakın. Ölüm sonrası dirilişi ispatlıyor ve ispatlarken de iki delile dayanıyor: a- Hayvanların yaratılması, b- Bitkilerin yaratılması. Bundan sonra Kur'an-ı Kerim, daha başka şeyler sıralıyor:

1- Yukarıda açıklanan hayvanlar ve bitkiler alemindeki yaratma olgu­su, bunların yaratılırken ve oluşumlarım tamamlarken birbirine zıt bir hal­den başka bir hale geçmesi, yüce Allah'ın hak tanrı oluşundan ileri gelmek­tedir. Hak; mevcud ve sabit olandır. Aşama geçirmeyen ve yok olmayandır. Ondan başka varlıklar, gerçekten mevcud olsalar da varlıkları, zatlarının ge­reği değildir. Çünkü onlar kutlu, yüce, mutlak varlık ve zenginlik sahibi, nok­sanlıklardan münezzeh yüce Allah'ın emrine boyun eğmişlerdir.

2- Cenab:ı Allah, ölüleri diriltir. Bu fiilerin sahibi, bu eşya ve durum­ların mucidi olduğuna göre, ceza ve mükafat vermek için ölüleri yeniden di­riltmesi nasıl imkansız görülür?!!

3- O, her şeyi yapmaya muktedirdir. Bu, garipsenmemelidir. Bu işleri yapan zat; kudrete, zatı bir sıfat olarak sahib olur. Her şeye gücü yetendir.

4- Kıyamet saati gelecektir. Geleceğinde hiç şüphe de yoktur. Çünkü geleceğini o söylemiştir. O'nun söyledikleri mutlaka gerçekleşecektir. Kıya­metin kopacağına o hükmetmiştir. O, güçlü ve serbest iradelidir.

5- Cenab-i Allah, kabirlerde yatanları, hesap ve ceza için diriltecektir, [16]

 

İnsanlar İşte Böyledirler

 

8-9- Bilmeden, doğruya götüren bîr rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı da bulunmadan Allah yolundan saptırmak için büyüklük taslayarak Allah hakkında tartışan insan vardır. Dünyada rezillik onadır; ona kıyamet günü yakıcı azabı tattırırız.

10- Ona: "Bunlar senin yaptıklarından ötürüdür" denir, yoksa Allah, kullarına karşı hiç de zalim değildir.

11- İnsanlar içinde Allah'a bir yar kenanndaymış gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir bela gelirse yüz üstü döner. Düiiyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.

12- Allah'ı bırakıp, kendisine fayda da zarar da veremeyen şeylere yal­varır. İşte derîn sapıklık budur.

13- Kendisine zararı faydasından daha yakın olana yalvarır. Yalvardığı şey ne kötü yardımcı ve ne kötü yoldaştır!

14- Doğrusu Allah, inananları ve yararlı işler işleyenleri, içlerinden ır­maklar akan cennetlere koyar. Allah, şüphesiz, istediğini yapar. [17]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yanının döndürerek. Büyüklük taslamasından ve küfründen dolayı zikirden yüz çeviren. Aşağılık.

İbadette şek, şüphe ve zaafıyet. Uçurumun kenarında olan adamın zaaf ve şüphesi gibi. [18]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-ı Allah, insanların takvalı olmalarını, şiddetli günün azabından korkmalarım emir buyurmuştur. Bununla beraber insanların bazısı, bilme­den Allah hakkında tartışır. Sonra Cenab-ı Allah, insanların ölümden sonra tekrar dirileceklerine ve kendisinin de her şeye muktedir olduğuna ilişkin de­liller ileri sürmüştür. Bununla beraber bazı kimseler, Allah hakkında bilgi­sizce tartışırlar.

Kendilerine ne kadar uyarıcılar gelirse gelsin, insanlar işte böyledirler. İnsanların kimi bedbaht, kimi mutlu, kimi doğru sözlü mü'min, kimi yalan­cı, münafık ve apaçık kafirdir. Bunun böyle olmasını Allah dilemiştir. [19]

 

Açıklama:

 

insanlardan kimi, bilmeden, ne bir yol göstereni ne de aydınlatıcı bir ki­tabı olmadan, Allah ve sıfatlan hakkında tartışır.

Evet bazı insanlar, batıla dayanarak sağlıklı bilgisi, sağlam düşüncesi ol­madan, kendisini doğru bilgiye ulaştıracak yol göstericisi ve istidlali, kitabı, menkul bir delili bulunmadan Allah ve sıfatları hakkında tartışır. Böylesi kim­seler ahmaktırlar. Boş zanlara kapılarak insanlarla tartışıp mücadele ederler. Yanlarında ilmi bir delilleri, görüş veya dayanakları yoktur. Böylelerinde sa­dece sapıklık, inad ve basiretsizlik vardır. Kalbleri kördür. "Zira gözler kör olmaz. (Çünkü gözlerin körlüğü geçici bir görme yetersizliğidir); Fakat (asıl) göğüslerdeki kalbler kör olur. (Asıl felaket, kalb gözünün, basiretin kör ol­masıdır)"[20]

Basiretlerini yitirenlere Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında dinlemez, yan­larına dönüp yüz çevirirler. Büyüklük tasladıklarından dojayı ayetlerden uzak­laşırlar. "Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak (arkasını) döner"[21]

Tartışması onu sapıklığa sürüklediği için sonu ziyan oldu. Bu nedenle ziyanı hedef almış gibi oldu, Gözüyle görüp, kulağıyla işittiği doğru yola .girme imkanına sahib olduğu halde, doğru yolu terkettiği, ondan yüz çe-virdiği ve batıla dayanarak tartışmaya yöneldiği için hidayetten çıkıp sa­pıklığa giden kimse gibi oldu. Gittiği yer, ne kötü bir yerdir! Onlar için dünyada perişanlık, rezillik, helak, zillet ve aşağılanma vardır. Ahirette ise yangın azabını tadacaklardır. Dünyadayken elleriyle yaptıkları kötülüğün en mükemmel ve en münasip cezası işte budur. Bu ceza, işledikleri kötülük­lerden dolayı onlara verilmiştir. Ayrıca Cenab-ı Allah,noksanlıklardan mü­nezzeh ve yüce olduğu için onlara bu cezayı vermiştir. Adil hüküm budur. O'nun hükmü, günahkarların cezalandırılmasını, iyi işler yapmış olanların mükafatlandınlmasmı gerektirmektedir.

"Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. (Bunları yaratmıştır)ki kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellik­le mükafatlandırsın"[22]. "Rabbin, kullara zuımedicİ değildir"[23]. Herkese yaptıklarının karşılığını verirken, Allah, hiç kimseye haksızlık etmez.

Bir başka sınıf insan-daha var ki, bunların durumları gerçekten tuhaf­tır! Allah'a ibadet ederler, ama dürüst niyet ve ihlas olmaksızın ibadet eder­ler. Kalblerinde hasbilik yoktur. Sadece dillerini oynatıp bazı kelimeler telaf­fuz ederek ibadet ederler. Kalblerine iman girmemiştir. Dinin mütebissim çeh­resi,ruhlarına yansımamıştır. Sürekli bir ızdırap ve huzursuzluk içindedirler. Tek başına dağın yamacında duran, karar ve sükunetten uzak bir kimseyi an­dırırlar. İşte bunlar, münafıktırlar. Ya da münafıklar, bunlardan bir sınıftır. Korku ve şüphe üzerine Allah'a ibadet ederler. Kendilerine ganimet, mal, ne­sil veya üretim bolluğu gibi bir hayır isabet ederse, bu dinden razı olur. Ama bela ile imtihan edilir; mal ve can eksilmesi, ürün ve gelirin telef olması gibi durumlarla sınanırsa yüz üstü yere kapaklanır. Öfke ve hoşnutsuzluğu da bi­ze gelir. Bunlar, başlarına gelen felaketten dolayı dünyayı kaybettiler, ahireti de kaybettiler. Çünkü kendilerine isabet eden şeyden dolayı onlar için sevap yoktur. Bunlar sabretmemiş, herşeyi Allah'dan beklememişlerdir. Bu tam bir ziyan ve apaçık bir sapıklıktır.

Kafirlerden, tereddüt içinde bocalamakta olanlardan ve münafıklardan birine Allah'ın ayetleri hatırlatılırsa, Allah'tan başka, kendisine zarar ve fay­da veremeyenlere yalvarır. Kendisine hiç bir yarar sağlamaması bir yana,

O tanrılar başkalarına da fayda vermezler. İşte bu gerçekten doğrudan uzak, sapıklık içinde bir sapıklıktır. Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. Çünkü kafirliğinin ve azap çekmesinin sebebi odur, o ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!

Bunlarla beraber tevhid ehli mü'mİnlerin bulunması zaruridir. İman sa­hibi olduklarından dolayı bunların sevapları çoktur. Bunların mükafatlan ise şudur: İman edip iyi işler yapanları Cenab-i Allah, ağaçları. altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada onlar için devamlı nimetler ve sonsuz mükafat­lar vardır. Allah, kendisine itaat edenlere ikramda bulunmak, kendisine baş-kaldıranları tahkir etmek gibi, dilediği işi yapar. [24]

 

Allah, Peygamberinin Yardımcısıdır

 

15- Allah’ın peygamber'e dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sa­nan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendisini asıp, boğsun; düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?

16- İşte böylece Kur'an'ı apaçık ayetler olarak indirdik. Allah, şüphe­siz, dilediğini doğru yola eriştirir. [25]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bilgisi olmadan Allah hakkında tartışan ve Allah'a bir kenardan ibadet eden kimseden, önceki ayetlerde bahsedildi. Bunlar, peygamber (s.a.v.)'in ba­şarısını ye insanları sardığını görünce öfkelendiler. İşte bu ayetler, onların he­veslerini kesmek ve tuzaklarım boyunlarına geçirmek için nazil oldular. [26]

 

Açıklama:

 

Kurtubi, Ebu Cafer en-Nehhas'ın şöyle dediğini aktarır: Bu ayet-i keri­menin manası hakkında söylenecek en güzel söz şudur: Allah'ın Muhammed (s.a.v.)'e yardım etmeyeceğini, O'na gelmekte olan zaferi önleyeceğini zan­neden kimse, göğe ulaşabilecek bir çare bulsun da göğe ulaşsın ve yapabiliyorsa, Muharnmcd'c gelecek olan yardımı Önlesin! Bunu yapsın bakalım da bu hilesi, kendisini öfkelendiren şeyi (Muhammed'e gelecek olan yardımı) gi­derebilecek mî? Yani böyle bir çareyi bulup ta göğe ulaşamazsa, Allah katın­dan Muhammed (s.a.v.)'e gelecek olan yardımı kesemez. Zemahşeri, Keşşaf adlı eserinde, bu ayetin manasını şöyle açıklamaktadır: Allah, dünya ve atık rette Resulüne yardım eder. Muhammed'i çekemeyen düşmanlarından her kimj Allah'ın elçisine yardım etmeyeceğini zanneder, yardım etmemesini arzularj ve amacına ulaşamamaktan dolayı öfkelenirse; Öfkesini gidermek için elin den geleni yapsın: bu amacına ulaşmak için var gücünü harcasın. Hatta ken­dini boğarak İntihar etmek için, evinin damından göğe doğru bir ip uzatsın sonra o ipi boynuna geçirip bir baksın. Kendi kendine bir düşünsün. Böyle yaptığı takdirde, Allah'ın, kendisini öfkelendiren Peygamber (S-A.V.)'e yardı­mını önleyebilecek mi? Bunu bir düşünsün bakalım.

Ayette boğma fiili, kesmek mastarıyla adlandırılmıştır. Çünkü kendini;' boğan kimse, hayatım kesmektedir. Bunu yapan kimsenin yaptığı iş: "Göğe bir sebep uzatsın, sonra (kendini yerden) kessin de baksın" bir tuzak olarak adlandırılmıştır. Bu işi tuzak sayılmıştır. Çünkü başka bir şey yapamamakta­dır. Ya da kendisiyle aiay etmek İçin, yaptığı bu işe tuzak denmiştir. Çünkü bunu yapmakla, çekemediği şahsa (Hz. Peygambere) bir tuzak kuramamış, ancak kendi kendisine tuzak kurmuş olmaktadır.

İslâm çağrısını boşa çıkarmak için boşuna heveslenmeleri hususunda bu ayetin, islâm düşmanları için bir reddiye olduğu konusunda siz de görüşüme katılıyor musunuz? Cenab-ı Allah'ın, kendi nurunu tamamlayacağı, Resulü­nü destekleyeceği, O'nu insanlara karşı koruyacağı, vahyi ile O'nu teyid ede­ceği,apaçık ayetlerini O'na indireceği konusunda bu söylediklerime siz de katılmıyor musunuz? İşte Kur'an'ı, açık seçik olarak, ayet-ayet, böyle indir­dik. Nefislerinde gaybe iman yeteneği bulunan kimseleri ve de mü'min oi-duklarim bildiği kimseleri Allah, bu Kur'an'la doğru yola iletir. [27]

 

Allah'ın Adalet Ve Kudretinin Görüntüleri

 

17- Doğrusu, inananlar ve yahudüer, sabitler, Hıristiyanlar, mecusiler, puta tapanlar arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir. Doğru­su Allah herşeye şahiddir,

18- Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor mu­sunuz? İnsanların bir çoğu da azabı hak etmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur Doğrusu Allah ne dilerse yapar. [28]

 

Bazı Kelimeler:

 

İman; Allah'ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahi-ret gününü tasdik etmektir. Yahudiler. Musa peygamberin di­nine b.ağh olanlar, Sabiler Yıldızlara tapanlar. Nasraniler, Hıristiyanlar,

Mecusiler: Gerek Farsiardan, gerek başka kavimler­den ateşe tapanlar. Müşrikler, Puta tapanlar.Boyun eğip teslim oluyor, secde ediyor. [29]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, dilediğini doğru yola iletir. Di­lemiş olduğu bu kimse, aslında hidayeti haketmiştir. Çünkü bu kimse, ezel­de ruhuna yerleştirilen bir eğilimden ötürü kendi haline bi, ıkılmış olsaydı bile, yine de Allah'ın kendisi için takdir etliğini seçerdi. Cenab-i Allah bütün yaratıkları arasmda adalet ve doğru ölçü ile hükmeder. Hardal tanesi ağırlı­ğınca da olsa, hiç kimseye asla haksızlık etmez.

Allah'a, kitaplarına ve ahîret gününe iman edenler... Bunlar, tevhid ehli müslümanlardır. Peygamber (s.a.v.)'e ve O'nun diğer peygamber kardeşleri­ne iman ederler. "O'nun (Allah'ın) elçilerinden hiç birini diğerinden ayırnıa-yiz"[30]. Musa (A.S.)'a tabi olan yahudilere gelince.. Bunlar gerçekten tabii ol­muş olsalardı, Tevratı değiştirip tahrif etmeselerdi, aynı şekilde İsa ve Mu-hammed peygamberlere de fman ederlerdi. Hz. İsa'ya bağlı olduklarını iddia

eden nasraniierle, dinin sınırları dışına çıkan ve yıldızlara tapan sabiîler, ger-! çekten Hz. isa'ya bağlı olsalardı, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Mu-! hammed (s.a.v.)'e inanırlardı. O'nun dini, kendisinden önceki peygamber­lerin dinlerini yürürlükten kaldırmış, hükümsüz kılmıştır. Tevrat ve İncil'de Hz. Muhammed'in peygamberliğine ilişkin doğru müjdeler vardır. Alemin aslının karanlık ve aydınlıklardan ibaret olduğunu söyleyen mecusiler ateşe ta­par; biri iyilik, diğeri kötülük olmak üzere İki tanrının varlığına inanırlardı.

Kıyamet gününde Cenab-i Allah bütün bu insanlar ve toplumlar arasın­da adaletle hükmedecek, bir milleti diğerine, bir ırkı diğerine tercih etmeye­cektir. Herkese eşit davranacaktır. Bunda bir gariplik yoktur. Doğrusu Allah herşeye muktedirdir. Kâinatı gözetip kontrol etmektedir.

Göklerde, yerde ne varsa tümünün, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların ve hayvanların Allah'a secde ettiklerini, O'na boyun eğip teslim ol­duklarını bilmez misin? Nasıl bilmezsin ki? Bunu Allah haber vermiştir. O'-nun haberi doğrudur. Haberine, önden arkadan, hiçbir şekilde batıl karışa­maz. Allah'a secde etmek, O'nun emirlerine boyun eğmektir. Çünkü her şey O'nun huzur-u mehabetinde teslimiyet içindedir. O'nun tasarruflarına itaat içindedir. Bir şeye "ol" deyince o şey oluverir. İnsanların çoğu, genel anlam­daki teslimiyet ve inkıyad secdesi dışında ayrıca taat ve ibadet içinde Allah'a secde ederler. Ama bunun yanında çoklarına da azab hak olmuştur. Çünkü onlar dünyada kötü işler yapmış, Rabblerinin emri dışına çıkmışlardır.

Daha önceki kafirlik, fasıklık ve asiliğinden ötürü bir kişi için Allah baht­sızlık takdir edip onu horlarsa —Çünkü onun kötülüğe eğilimli olduğunu yüce Allah ezelde bilmiştir—, artık o kimseye ikram eden olmaz. Allah'ın horla­dığına kim ikramda bulunabilir?! Allah, emrini infaz eder. O'nun yargısını reddecek, hükmünü aksatacak kimse yoktur. O, istediğini yapar, dilediği gibi hükmeder. Mülk ve hakimiyet O'nundur. övgüler O'nadır. O'nun gücü her şeye yeter. [31]

 

Kafirler, Mü'minler Ve Bunların Amellerinin Karşılığı

 

19-21- İşte Rableri hakkında tartışmaya giren İki taraf: O'nu İnkar eden­lere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla kannJanndakiîer ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir.

22- Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defa­sında oraya geri çevrilirler: "Yakıcı azabı tadın" denir.

23- Doğrusu Allah, inanıp yararlı iş işleyenleri, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve İnciler takınırlar. Oradaki elbisele­ri de ipektendir.

24- Bu kimseler, sözün güzelini işitecek duruma ulaştırılmışlar, övül­meye layık olan Allah'ın yoluna eriştirİimişlerdir. [32]

 

Bazı Kelimeler:

 

İki hasım taraf.

Çok sıcak, kaynar su.Eriti­lir.Mİkmaa'nın çoğulu.Ucu çevgenlİ sopa. Yakıcı azab.Esvire'nin çoğulu, bilezik.İnci. Hidayetten gelir. Doğru yola iletildiler. [33]

 

Açıklama:

 

Bunlar, kendilerini yaratan Rableri hakkında çekişen İki insan grubu­dur. Bİri diğerinden ayrılıyor. Bir grub cennette, diğeri cehennemin alevli ate­şinde. Bİr grub Allah ve Resulünü inkâr etti, gaybe ve ahiret hayatına inan­ma istidadı olmadı. Diğeri ise Allah'a peygamberlerine inandı. Gaybe ve ahi­ret hayatına iman etti.

Birinci grubtakiler küfrettiler. Küfürlerinin cezası olarak ta kendilerine ateşten elbiseler biçildi. Görülüyor ki cehennem ateşi elbiseye benzetilmiştir. Çünkü ateşte, elbisenin bedeni sarışı gibi saracaktır. Bazıları bu elbiselerin, şiddetli sıcaklıktan dolayı erimiş olan bakırdan yapılmış olduğunu ve tıpkı ateş gibi olduğunu söylemişlerdir.Bu elbiseler, "Gömlekleri katrandandır, yüz­lerini de ateş kaplamaktadır "[34] ayetinde sözü edilen giysilerdir. Bunların başlarına, cehennem ateşinden ısıtılmış kaynar su dökülecektir. Vay onların haline!... Tepelerine dökülen bu su ile karınlarmdaki bağırsakları eritilir, de­rileri yakılır, onları ezip parçalamak için başlarına demir kırbaçlarla vurulur. Orada kederlenip hüzünlendiklerinden dolayı cehennemden her çıkmak iste­diklerinde, azaplarını tam çekmeleri İçin şiddetle oraya geri götürülürler ve onlara: Tadın yakıcı azabı, çünkü siz bu azabı   haketmişsiniz,  denilir.

İkinci gruba gelince bunlar Allah'a ve peygamberlerine İman etmiş, iyi işler yapmışlardır. Rabbleri oniarı, ağaçlarının altlarından tatlı su ırmakları akan cennetlere koyacaktır. O ırmaklardan içecek, cennetin nimetlerinden ya­rarlanarak yaşayacaklar, halis altın ve inciden bileziklerle s üsleneceklerdir. Cen­nette İpekten giysiler giyeceklerdir.

Anladığıma göre bu ayette anlatılanlar, ahiretin maddi geçimliklerini an­lamamız ve o hususta bilgi sahibi olmamız için yapılan bir temsil ve benzet­meden ibarettir. Yoksa cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, in­san kalbinin hatırlamadığı o kadar nimetler vardır ki, o nimetleri nefisler ar­zular, onları görünce iştahlamr, gözler de lezzet bulurlar. Allah'ın hoşnutlu­ğu İse bütün bunlardan çok daha yücedir. Çünkü cennetteki nimetler, katık­sız manevi ve ruhi nimetlerdirler. Cennetliklere bahşedilen bu nimetler ga-ripsenmemeiidir. Çünkü onlar, dünyada iken güzel sözü, yani kelime-i tevhi­di ve iyi amelleri bulmuş, ona göre mesai harcamışlar; her bakımdan çok övü­len yüce Allah'ın dosdoğru yoluna iletilmişlerdir ki, o yol da, kendilerine ni­met bahşedilenlerin yoludur/Kendilerine buğzedilen hıristiyanlarla, saptırı­lan yahudilerin yolu değildir. Ey yüce Allah'ım! Bizleri bu doğru yola gir­mekte muvaffak eyle, ve doğru yolundan yürümekte olan mü'min kullarınla birlikte ahirette haşreyle. Ve dosdoğru yoluna ilet. Amin.

Müslim, kays bin Abbad'ın şöyle dediğini rivayet eder: "EbuZerr'in,ye­min ederek şöyle dediğini işittim:

"İşte bunlar, Rableri hakkında çekişen iki hasım taraf" ayetinin, Bedir savaşında mübarezeye, düşmanla teke tek dövüşmeye çıkan Hamza, Ali, Ubey-dc bin Haris, (Allah onlardan razı olsun) ile Utbc, Şcybc bin Rcbİa ve Vclid bin Utbe hakkında nazil oldu". Müslim (R.A.), kitabını bu hadisle sona er­dirmişti. Bu hadis! İbn Abbas'tan rivayet etmekle beraber bu ayetin Medi­ne'de Peygamber (s.a.v.) efendimize nazil olduğunu söylemiştir. [35]

 

Kafirlerin, İnsanları Mescid-İ Haram'dan Geri Çevirmeleri

 

25- Doğrusu inkar edenleri, Allah'ın yolundan, yerli ve yolcu bütün insanlar için eşit kılman Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar! ve orada zuîm ile yanlış yola saptırmak isteyeni, can yakıcı bir azaba uğratırız.

26- "Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama du­ranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut" diye İbrahim'i Kâ'be'nin yerine yerleştirmiştik. [36]

 

Bazı kelimeler:

 

es-Saddü: Sakındırmak men etmek. Fiil olarak ise sürekli sa­kındırmak anlamını ifade etmektedir.İkamet eden. Bede­vi kimse, dışardan gelen kimse, Açıkladık veya yerleştirdik. [37]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki sayfalarda ve ayclİ kerimelerde, salih amel işleyen mü'nıinlcrİıı amellerinin karşılıkları açıklanmış idi. Bu ayetlerde ise Allah'a ortak koşan kafirlerin, özellikle Peygamber (s.a.v.) efendimizin zamanında yaşayan müş­fiklerin, kafirİerin işledikleri kötülüklerin ve küfürlerin cezası açıklanmak­tadır. Bu ayeti kerimler daha sonra anlatılacak olan hususlar için bir nevi mu­kaddime hükmündedirler. [38]

 

Açıklama:

 

Doğrusu Allah'ı ve her Resulünü inkar edenler, insanları sürekli bir şe-kİIde Allah'ın yolundan geri çevirirler. Şüphesiz müşrikler de insanları müs-lümanlara karşı takındıkları zıt tavırlar ve hareketleri ile Mekke'den ve diğer yerlerden geri çevirmişlerdir.,Onlar insanları Allah'ın yolundan geri çevirmişler, Mescid-i Haram'dan geri çevirmişler, alıkoymuşlardır. Resulullah (s.a.v.)'i de Hudeybiye senesinde Mescid-i Haram'dan geri çevirmişlerdi. Cenab-ı Allah Mescid-i Haram'ı, namaz kılmak, tavaf etmek ve orada ibadet etmek için bütün insanlara tahsis etmiştir. İnsanlar insan olduktan için orayı mabed olarak kabul ederler. Dışardan gelenler, Mekke'de oturanlar, Kabe'den her hususta yararlanmak bakımından eşit haklara sahiptirler.

Böylece öğrenmiş oluyoruz ki Mescid-İ Haram, bütün müslümanlar için beynelmilel bir merkezdir. Mekke'li müslümanlarla, Mekke dışından oraya ge­lenler, oradan yararlanmak bakımından eşit haklara sahiptirler. Bununla be­raber müşrikler Peygamber (s.a.v.) efendimizi Mescid-i Haram'dan men et­mişler ve onu, sevgili beldesi Mekke'den zorla çıkarıp kovmuşlardır. Mescid-i Haram'da, müîhid ve zalim olarak Haktan ve adaletten koparak her ne şekil­de olursa olsun kötülük yapan kimsenin cezasına gelince; Cenab-ı Allah ona I en acıklı azabı tattıracaktır. Mescid-i Haram da büyük veya küçük günah iş- | leyen kimse hakkında Allah'ın vermiş olduğu hüküm bu olduğuna göre, insanları Allah'ın yolundan ve Mescid-i Haram'dan geri çevirip alıkoyan ve f Mescid-i Haram'da Allah'a küfreden kimsenin cezası ne kadar müthiş ola- \ çaktır, varın orasını siz takdir buyurun. Doğrusu bu gibi kimselerin işledik- j leri günahlar gerçekten çok dehşetlidir. Ey Muhammed! Hatırla o zamanı ki; İbrahim'e beytin (Kabe'nin) yerini açıklamış ve Kabe'yi inşa edeceği yeri ona hazırlamıştık. Ayrıca Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamasını da fikir olarak ona bildirmiştik.

Bu İbrahim (A.S.)'m ve nesli olan araplann Allah'a ortak koşmalarını yasaklayan genel bir nehiydir. İbrahim'e, beytimi tavaf edenler, ayakta duran­lar, rükû ve secde edenler İçin temizlemesini, yine beytin içini ve dışını put­lardan arındırmasını emir buyurmuştuk.

"Artık o pis putlardan kaçınm"[39]

Bu ifadeler; İbrahim'i yüceltme, Kabe'yi de şereflendirme ifadeleridir. İbrahim (A.S.)'in mertebesi ve kendisine iletilen bu emirlerinin önemi bu ka­dar büyük olduğuna göre; İbrahim (A.S.)'ın neslinden ve dininden oldukla­rını iddia eden müşriklerin durumları nice olacaktır? Varın, orasını da siz düşünün. Sonra onlar Allah'a bazı varlıkları ortak koşar, putlara tapar, gü­nahları işler, mü'minlere ve Allah'ı .Resulüne karşı Mescİd-i Haram'da, Bey-t-İ Mukaddeste düşmanlık eder, tecavüzde bulunurlar. Doğrusu bu büyük bir zulümdür. [40]

 

Allah'ın Beyt'ül Haram'ını Hacc Etmek

 

27-  İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yol­lardan sana gelsinler.

28- Taki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızk ola­rak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.

29- Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını'yerine getirsin­ler, Kabe'yi tavaf etsinler. [41]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yaya olarak. Geniş yol. Uzak. Güçlü kuvvetli. İhtiyaç ve zorluğun, zaafa uğratmış olduğu kimse. Tefes kelimesi kir manasına gelir. Yani saçlarını kısaltsınlar, tırnaklarını kessinler, koltuk altlarını yolsunlar. Eski. Bu kelimenin şerefli manasına geldiğini söyleyenler de vardır. [42]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Rivayet olunur ki, İbrahim (A.S.) Kabe'yi İnşa etmek işini tamamladı­ğında, Cenab-ı Allah tarafından ona: Ey İbrahim! İnsanlara haccetmeleri için duyuruda bulun, denildi. İbrahim: Ey Rabbim! Ben sesimi onlara nasıl ulaştırinm? dedi. Cenab-ı Allah: Sen seslen, sesini onlara ulaştırmak bana aittir, dedi. Bunun üzerine İbrahim Halilullah çıkıp insanlara şöyle seslendi: Ey in­sanlar! Allah mükafat olarak size cenneti vermek ve de cehennem azabından sizleri korumak için şu beyti tavaf edip haccetmenizi emir buyurdu. Şu halde gelin Haccedin. Bunun üzerine erkeklerin sulblerinde, kadınların rahimlerin­de bulunan herkes ona şöyle cevap verdi:"Lebbeyk, Atiahümmdebbeyk!' "Emrine amadeyiz ey Rabbim, emrine amadeyiz ey rabbim buyur". Ayrıca Cenab-ı Allah, Hz. ibrahim'e şu uyarıda bulundu: Ey İbrahim! İnsanlara Hac-cm farz olduğunu bildirirsen, gerek yaya gerek binek üzerinde koşarak sana gelirler. Yolculuğun uzun sürmesi, mesafenin uzak olmasından dolayı yorgun develer üzerinde Hacca gelirler. Çok uzak yollardan ve uzun seferlerden, ula­şılmaz beldelerden Mekke'ye gelirler. [43]

 

Açıklama:

 

Ey İbrahim! İnsanlar içerisinde Haccın zorunluluğunu ilan et. Farz oldu­ğunu onlara bildir. Hacca gelmelerini iste.

Buradaki emrin İbrahim (A.S.)'a mı yoksa Peygamber (s.a.v.) efendi­mize mi verilmiş olduğunu biz kesin olarak bilemiyoruz. Bu emrin, ikisinden hangisine verilmiş olduğunu en iyi bilen, Allah'tır. Bu ayet-i kerimeden ve İbrahim süresindeki "Artık sen de insanlardan bir takım gönülleri, onları se­ver (onlara koşar) yap" [44].Şu ayet-i kerimeden, Cenab-ı Allah'ın her müs-lümanın kalbine Beyti Haram'ı ziyaret etmek ve o şerefli evi tavaf edip Hac­cetmek sevgisini koyusunun ilahi sırrını böylece anlamış oluyoruz. Her sene Hacc günlerinde birçok müslümanlarm kalplerinin Mekke ve Mescid-i Ha­ram'ı görme arzusu ile yanıp tutuşmakta olduğunu, bu uğurdu canını ve ma­lını feda ettiğini, zorluklara ve meşakketlere katlandığını, sevgili, evet adete kendileri İçin sevgili hale gelen topraklara kavuşmak arzusu iie yüzlerini top­raklara dahi sürdüklerini, yaya veya binek üzerinde çok uzak mesafelerden o kutlu beldelere koşup gittiklerini görüp müşahede etmekteyiz. Hacıların her sene her taraftan, her yönden, her mıntıkadan ve tepelerden akın akın gelerek Allah'ın kendileri için bahşetmiş olduğu manevî güzellikleri görmek istediklerini görmekteyiz. Evet vallahi o menfaatler kadar dünyada üstün ve değerli hiç bir menfaat yoktur. O menfaatlerin hakkını kimseler takdir ede­mez. Mahiyetini kimseier anlayamaz. Ancak derin ilim sahibi kimseler o -zciliklerin hakkını takdir eder, içyüzünü ve mahiyetini anlayabilirler.

Evet Hac ibadeti bir çok mıntıkalardan gelen bir çok müslümanı bir araya toplayan, uzak yollardan geien çeşitli grupları aynı potaya koyan büyük bir kongredir. Orada müslümanlar aynı alanda ve belirli günlerde bir araya gelip biribirİeriyle tanışmakta, Allah'tan kendilerine doğru yolu göstermesini dile­mekte, nefislerini maddenin, dünyanın ve dünya metaının kirlerinden arın­dırmakta, kuvvet ve birliğin anlamım kalplerine yerleştirmekte, dostluk, ya­kınlaşma, yardımlaşma ve Allah yolunda kardeş olma ilhamına mazhar ol­maktadırlar. Kutsal beldelerde genel ve özel menfaatleri müşahade etmekte­dirler. Dünya ve ahiretle ilgili bir çok güzelliklere kavuşmaktadırlar. Hac fa­rizasını eda etmeye muvaffak olan bir kimse Hac'da bîr çok menfaatlerin bu­lunduğunu gözleriyle ve diğer duygularıyla görüp müşahede edecektir. Me­sela bir devlet bir kongre tertiplediği zaman kongreye katılacak üyelerin gel­mesi, ağırlanması, konuşmaların yapılması için bir çok masrafları göze alır ve gerekli harcamalarda bulunur, amma insanlar bu manevi kongreye kalple­riyle katılıyorlar mı? Bedenleriyle katıhyorlarsa bile kalplerini oraya getiri­yorlar mı? Bu kongreye kalben ve bedenen katılmanın, Rablerini hoşnut ede­ceğine inanıyorlar mı? Ne gezer! Bu umumi kongrede müslümanlar, Allah'ın çağrısına uyarak kalpleriyle katılmakta, yoksul dindaşlarına mallarını har­camakta, birbirleriyle sevişerek, tanışarak, dayanışma içine girerek yardım­laşmaktadırlar. Ülfet, muhabbet ve kardeşlik ile İslâmi şuura erişerek yeryü­zünün doğusundan ve batısından bütün müslümanlarla ilişki içerisine gir-. inektedirler. Gerçekten Cenab-ı Allah ne doğru buyurmuş: "(Hacca gelsin-ler)ki kendileri için bir takım faydalara tanık olsunlar ve (Allah 'm) kendileri­ne nzık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban eder­ken) Allah'ın adını ansınlar".

£y okuyucu kardeşim —Allah seni hayra muvaffak kılsın— Bu ayet-î kerimede, Kur'an-ı Kerim hayvan kesip boğazlamaya, Allah'ın zikri adım ver­miştir. Zira Kurban kesmekten hedeflenen asıl ve önemli gaye; kulun Rabbi-ne yaklaşması, O'nun adını anması böylece gönlünü huzura kavuşturması ve kalbini Allah'ın nuru ile doldurmasidır. Zira müslümanlar kurban kesip bo­ğazladıkları müddetçe Allah'ın adını anmaktan kopmazlar. Ayet-i Kerimede "Allah'ın adını ansınlar" sözü ile 'Allah'ın onlara nzık olarak verdiği hayvanlar" sözünü   bir arada anmış olmakla cümleye çok parlak ve güzel bir görünüm kazandırmış bulunmaktadır. Şayet ayet-i kerimede, kendileri için bazı menfaatlere tanık olsunlar ve kurban kessinler, denilmiş olsaydı cümle, içi boş ve dini özellikler taşımayan kuru bir cümleden ibaret kalacaktı. Yu-kardakİ ayet-i kerimede verilen parlaklık ve güzellik islamın alamet-İ farika-sıdır. Ki, kuvvetli bir inanç ve gönül rızasıyla saîih amellere yönelsinler diye her çeşit özendirici üsluplarla müslümanlan amele teşvik etmektedir.

Ayet-i kerimede geçen belirli günlerden maksat, teşrikin üç günü ile Bay­ramın bir günüdür. Böylece bu belirli günler dört gün olmaktadır. Bazılarına göre belirli günlerden kasıt, Zilhiccenin ilkon günü ile Kurban Bayramının birinci gününde kurban kesme vaktidir. Diğer bazıları ise demişler ki belirli günlerden kasıt bayram ve teşrik günleridir.

"Onlardan ycyin, sıkıntı içinde bulunan fakire de yedirin". Kesilen laır-f banların etlerinden yemeye gelince, buradaki "yeyin" emri, fakirin kırık kalbini.} onarmak ve kendisine, yemede, içmede, kurban kesen kimse île eşit olduğu-' nu hissettirmek için verilmiş ve İbahat ifade eden bir emirdir. Ayrıca bu emirle cahiliyet devri geleneklerine de karşı çıkılmaktadır. "Yedirin" emrine gelin­ce, Kurban etini fakirlere yedirmenin vacip olduğu bu emirle ifade ediîmek-tedİr. Merhum Şafii'ye göre, kesilen kurbanın etini, sahibinin yemesi müste-haptır, o eti fakirlere yedirmesi vaciptir. Kendisi yemese bile, kesmiş olduğu kurban etinin tümünü fakirlere yedİrirse kurbanı yeterli olur, ama kimseye yedirmeden tümünü kendisi yerse kurbanı yeterli olmaz. Bu hüküm kesilen kurbanın tatavvu kurbanı olması durumunda söz konusudur. Adak, keffaret ve ceza kurbanlarına gelince kurban kesen kişi, kurbanın etinden yiyemez. Yemesinin caiz olduğunu söyleyenler de olmuştur. Hacıların İhramdan çık­tıktan sonra kirlerini gidersinler, traş olarak veya saçlarını kısaltarak, koltuk altlarını yolarak ve kirlerini gidererek helal olsunlar, yani ihramdan çıksın­lar. Kudüm ve Veda tarafından ayrı bir tavaf olan Ziyaret tavafını yapsınlar. Kendilerini Haccı eda etme hususunda başarılı kıldığından dolayı şükür için, Allah'ın şerefli ve temiz evini tavaf etsinler.

Kafirlerin, insanları Allah'ın yolundan ve Mescid-i Haram'dan geri çe­virmeleri hususu anlatıldıktan sonra Haccın ve' Hac farizasının insanlara ilan edilmesinin anılması, Kabe'nin mertebesinin ve temizliğinin açıklamasına ge­lince; bu husus, bizleri şu bilince ulaştırmaktadır: Günün birinde bir kimse, insanları Allah'ın Mescid-İ Haram'ım tavaf etmekten alıkoyacak ve giden zi­yaretçileri geri çevirecek olursa, O, insanları Allah'ın yolundan ve Mescid-i Haram'dan geri çeviren kafirler hükmünde olacaktır. [45]

 

Allah'ın  Saklarını Ve Şiarlarını Yüceltmek

 

30- İşte böyle; Allah'ın yasaklarına kim saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendi iyiliğindendir. (Haram olduğu) sîze okunanlar dışında kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan sakının; yalan sözden ka­çının.

31- (Bütün bunları) Allah'a yönelerek, O'na ortak koşmaksızm yapın. Allah'a ortak koşan kimse, sanki gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya rüzgâr onu sürüklemiş (bir nesne) gibidir.

32- Bu böyledir; kişinin Allah'ın nişanelerine hürmet göstermesi, kalb-lerin Allah'a karşı gelmekten sakınmasındandır.

33- Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye kadar faydalar vardır. Sonra bunlar BeytAtik'de —Kabe'de— son bulurlar.

34-35- Her ümmet İçin, Allah'ın kendilerine rızk olarak verdiği kur­banlık hayvanların üzerlerine O'nun adım anarak kurban kesmeyi meşru kıl­dık. Sizin Tanrınız tek bir Tann'dır, O'na teslim olun. Ey Muhammedi Allah anıldığı zaman kalbleri titreyen, başlarına gelene sabreden, namaz kılan, ken­dilerine verdiğimiz rızıktan sarfeden ve Allah'a gönül vermiş olan kimselere müjde et. [46]

 

Bazı Kelimeler:

 

Çiğnenmesi ve riayet edilmemesi helal olmayan şey. Pis şey. Yani putlara tapmaktan uzak durun. "Vesen" kelimesin çoğuludur. Bu da put manasınadır. Bir şeyi aslının yerine koymak anlamına gelmektedir. Puta "Vesen" denilmesi, putun yerleştirildiği yerde sabit kalıp oradan ayrılamamasından kaynaklanmaktadır. Puta ayrıca canlı bir hayvan biçimi verilmişse

"Timsal" denir. Allah'a yönelerek. Gökten düştü. Kuş onu pençesîyle parçalar,Düşer. Uzak.

"Şaîre" kelimesinin çoğuludur. Alamet ve işaret ma­nasına gelir. Kurban kesmek. Tevazu eden ve Allah'tan kor­kup ve O'na saygılı olanlar. Korktu. [47]

 

Açıklama:

 

Yukarıda anlatılan Hac ahkamına ve hududuna dair açıklamalara dik­kat nazari İle bak ve onları hafızanda tut. Bu anlatılan şeylere özenîe bak. Her kim Allah'ın yasaklarına saygılı olur ve riayet edilmesi farz olduğu için bu amelleri yapar, onları korumaya çalışır, onları çiğnetmemeye gayret ederse, o emirlere saygılı olması, onları hiçe saymasından kendisi için Allah katında daha hayırlıdır.

Hac, bedenî ve malî yönü olan bir İbadettir. Onda hem bedenî ibadetler bulunulmakta hem de kurban kesmek gibi malî ibadetler de bulunulmakta­dır. Bu sebeble, yukarıdaki ayet-i kerimelerde, kesilmesi ve eti yenilmesi helal olan hayvanlarla, kesilmesi ve eti yenilmesi helal olmayan hayvanlar açıklan­dı. Cenab-i Allah bu konuda şöyle buyurdu: Maide sûresinde haram kılınan kan, leş, domuz eti gibi şeyler dışındaki hayvanları kesip etlerini yemeniz size helâl kılındı.

Yani Cenab-ı Allah, davarları kesmenizi size helâl kıldı. Yiyebilirsiniz. Ama bunun yanında leşi, uçurumdan yuvarlananı ve maide sûresinde eti ye­nilmesi haram kılınan diğer hayvanları yemenizi yasakladı. Sizler, belirlenen sınırlara uymaya bakın. Allah'ın size helal kıldığı şeyleri de haram saymak­tan sakının. Mesela makle sûresinin 103. ayetinde açıklanan ve putperestler tarafından haram sayılan, bahire, şaibe vasile gibi hayvanları haram saymak­tan sakının. Bunun yanında Allah'ın haram kıldığı şeyleri de helal kılmak­tan yine sakının. Nitekim cahiliye devri insanları, toslanarak veya canlı canlı vücudunun bir yerine sivri bir şey dürtülerek Öldürülen hayvanların etlerini yemeyi helal saymışlar. Ayet-i kerime, Allah'ın yasaklarına saygılı olmaya bizleri teşvik etmiştir. Bu yasaklara ve emirlere uymanın bizler için çok d.aha hayırlı olduğunuda açıklamıştır. Bunun yamsıra putlardan ve yalan sözlerden uzak-durmamızı da öğütlemiştir. Zira Cenab-ı Allah'ı birlemek ve ortakları O'na yakıştırmamak, doğru konuşmak, yalan sözden uzak durmak.... İşte bunlar Allah'ın yasaklarının en büyük ve en önemlilerindendir. Kur'an-ı Kerim'in, şirki ve yalan sözü aynı potada ele alışma dikkatle bakmak gerek. Bunda garipsenecek bir durum yoktur. Çünkü şirk de yalan çeşitlerinden biridir. Müş­rik kimse, putun da ibadete layık olduğunu ve yaratıcı Allah'ın ortağı oldu­ğunu iddia etmektedir. Böylece ayet-i kerime bize sanki şu mesajı vermek is­temiştir: O pis putlardan kaçının çünkü onlar yalanın başıdırlar. Bühtan ve iftiranın sembolüdürler. Yalan sözden uzak durun. Çünkü o gayet derecede pis ve çirkindir.

Ey kardeşim! Allah seni, Kitab'mın sırlarını anlamaya başarılı kıİsm. Ayet-i kerimede putların pis şeylerden sayılmasına, murdar olduğunun ifade edilişi­ne dikkatle bakmalısın, sapıklıklardan uzak olan sağlam kârekter, pislikler­den ve kazurattan nefret eder. Akıllı kimsenin putlardan uzak durması gere­kir. Çünkü onlar şeytanın davranışlarından olan pis şeylerdir. Yukarıdaki ayet-i kerimenin manasının şöyle olması gerek: Ey insanlar! Putlardan ibaret olan şu pisliklerden uzak durun. Ve yalan sözden, yalan şahitlikten kaçının. Çün­kü bu,insanı hak'dan batıla yöneltir. Peygamberi zişan efendimiz bir gün sa­bah namazını eda edip selam verdikten sonra ayağa kalkmış ve insanlara yö­nelerek şöyle buyurmuştur: "Yalan şahitlik Allah'a şirk koşmaya denk kılın­dı. Yalan şahitlik Allah'a şirk koşmaya denk kılındı. Yalan şahitlik Allah'a şirk koşmaya denk kılın di ."Bunları söyledikten sonra o pis putlardan sakı­nın ayetini okudu.

Evet putlara ibadetten, pisliklerden, yalandan ve yalan şahitliklerden uzak durun. Allah'a yönelin. Ve O'nun dosdoğru yoluna girin. Hak ve adalet yo­luna yönelin. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın. Her kim Allah'a şirk koşar, O'na başkalarının ortak oiduğunu iddia eder,başka varlıklara taparsa;nefsi-ni o kadar büyük tehlikelere ve helake maruz bırakır ki, artık onun ötesinde bir helak düşünülemez.

O kişi gökten düşüp te kuşların pençesi altında parçalanan ve cesedi li­me lime edüen, yırtıcı kuşların kursaklarına lokma lokma giren bir kimse gibi oiıır. Böyle birisi, fırtınaya kapılarak dipsiz çukurlara, derin mağaralara yuvarlanan kimse gibidir.

Ayct-İ kerimede müşrik kimse, gökten düşen bir insana benzetilirken ne kadar edebî ve beliğ bir benzetme sanatı kullanılmıştır, görün. Müşrik kim-senin başına musallat olan hevesleri ve onu doğru yoldan saptıran şeytanın dürtmeleri,vücudunu parçalayıp lokma lokma yutan yırtıcı kuşa benzetilmiştir. Kendisini dipsiz çukurlara, derin mağaralara yuvarlayan ve sonu gelmez sa­pıklıklara iten şeytan da kasırgaya benzetilmiştir.

İşte ey okuyucu kerdeşim, bütün bu anlatılanları zihnine yerleştir, unut­ma. Mesele, bu anlattıklarımızdan ibarettir.

Her kim Allah'ın işaretlerine saygı gösterirse, yani Hac ibadetinin yol işaretleri hükmünde olan kurbanlara gerekli özeni gösterir, onların pahalıla­rını, semizlerini seçerek kurban ederse işte onun bu işaretlere saygı göstermiş olması, inançlı ve takva dolu kalp sahibi mü'minlerin şanlarına yaraşan bir davranış olur. Takvanın yeri kalptir. Ey mü'minler! Sizler İçin kurbanlık hay­vanlarda belirli bir süreye kadar yararlar vardır. Siz onlara binersiniz, sütleri­ni içersiniz, yoğurtlarını ve yağlarını yersiniz, yünlerinden ve yapağlarından yararlanırsınız, sonra da onları boğazlarından kurban edersiniz, etlerini sa­daka olarak verir ve sizler de yersiniz. Aziz kardeşlerim! Kurbanlarda bizim için dünyevi faydalar vardır. Mesela onlara biner, sütlerini içeriz. Aynı zamanda uhrevi faydalar da vardır ki, Cenab-ı Allah katında Önemli olan da uhrevi faydalardır. Cenab-ı Allah bu faydalan dikkate alır. "Siz, geçici dünya malı­nı İstiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti istiyor"[48] Bir suretle kurban­daki uhrevi menfaatlerin en Önemlisi ve en büyüğü, kurbanın Harem dahilin­de ta Mescid-İ Harama kadar olan yerlerde kesilmesidir.

"Sonra onların varacakları yer, eski ev (Kâbe)dir" ayet-i kerimesinin sırla­rını da böylece Öğrenmiş bulunuyoruz. Çünkü ayet-i kerimede geçen ve sonra manasında kullanılan "sümme" kelimesi zaman bakımından farklılık manasını ifade eder. Yani sen, "Muhammed geldi, sonra Ali geldi" dediğinde, Ali'nin zaman bakımından Muhammed'den sonra geldiğini ifade etmiş olursun. Bun­dan sonra "sümme" kelimesi .mertebe bakımından da farklılık ifade etmek için kullanılan bir edat haline gelmiştir. Bu noktadan hareketle Kur'an-ı Ke­rim bizlere, kurban kesmeyi ve Hac ibadetini eda etmeyi sevdirerek şöyle bir ifade kullanmıştır: Cenab-ı Allah, her ümmete, kendisi İçin kurban kesmele­rini emir buyurmuştur. Buna gerekçe olarak ta, Kurban keserken kendisinin adını kurbanlık hayvan üzerine anmalarını göstermiştir. Kurban üzerine Al­lah'tan başkasının adı anılmaz. Bu da Allah'a karşı bir şükran ifadesidir. O-nun nimetlerinin İtirafıdır. Çünkü yüce Allah, insanlara davarları rızık ola­rak ihsan etmiştir. Ey Muhammed ümmeti! Bir şükran ifadesi olarak kurban kesmek vecibesi ilk olarak sizin üzerinize vurulmuş bir yük değildir. Sizden önceki milletlerde de kurban ibadeti vardı.

Hal böyleyken sizin ilahınız birdir. O'ndan başka tanrı yoktur. Sadece O'na teslim olun. Yalnızca O'na dayanın ve tevekkül edin. Ey Muhammed! Mütevazi, gönülden İbadet eden, doğruluk ve dürüstlükten şaşmayan mü­minlere müjdele.

Onlar ki, Allah'ın adı anıldığında kalpleri titrer. O'nun azap ve ikabın-dan korkarlar. İçleri O'nun korkusuyla dopduludur. Kendilerine isabet eden belalara karşı sabırlıdırlar. Namazı eksiksizce kılarlar. Kendilerine rızık ola­rak verdiklerimizin bir kısmını başkalarına Allah rızası için harcarlar. [49]

 

Hacda Kurban Kesme Adabı

 

36- İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik.

37- Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanlan Allah'a ulaşacaktır. Al­lah'a ulaşacak olan ancak sizin O'nun için yaptığınız gösterişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Ey Muhammedi İyilik yapanlara müjde et. [50]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Bedene" kelimesinin çoğuludur. Deveye, bedene adı verilmiş­tir. Çünkü o, sahih görüşe göre tavlı olduğu için özel olarak bu adı almıştır. Ayaklarını sıra halinde dizmiş. Deve ayakta iken ayaklan bağlı ola­rak boğazlanır. Aslında bu, atlara verilen bir sıfattır. At üç ayak üzerine du­rup dördüncüsünü yarı eğik tutunca ona "safeneî feresü" denilir.Yani canı çıkınca ölü olarak yere yanı üzerine düşer.'Dilenen kimse. "Kani" kelimesi dilencilik yapmayan, halinden razı olan kimse anlamına da gelmektedir. Fiilin babı değişik olunca mana da tamamen deği­şebiliyor. Bu bir lügat inceliğidir. Dilencilik yapmak için sizden bir-Şey koparmak için etrafınızda dolaşan kimse, Mu'terr kelimesinin, birşey İs­temeden halini arzeden kimse manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur. [51]

 

Açıklama:

 

Develeri kendisinin bir şiar ve işareti kılıp onları kendisine yaklaşılmak için boğazlamamızı ve kurban etmemizi emreden Allah, ni'met ve lütuf sahi­bidir. Veren de O, bahşeden de O'dur. Yapmış olduğumuz ibadetleri kabul buyuran ve bize lütfettiği nimetleri ile kendisine yaklaşmamızı kabul eden ve mükafat veren O'dur.

Ey Mü'minler! Bedene de, yani develerde sizler için hayır vardır. Bundan daha çok hayır ne olabilir ki? Bunlar, sizler için hem dünya hem de ahirette hayırlıdırlar. Şu halde bunları kurban edip boğazlarken, bunları kurban et­me vesilesi ile Allah'a yaklaşırken, Allah'ın adını anın. Ayaklarını sıra halin­de dizerek dik duran bu kurbanlarınızda ayıp, kusur ve hastalık da bulun­mamalıdır. Ayet-i kerimede savaff kelimesinin zikredilmesi, Allah'a sunulan kurbanlık hayvanların kusurlardan uzak,güçlü kuvvetli oiması gerektiğine bir işarettir.

Kurbanlık hayvanların bu şekilde nitelendirilmiş olmaları, fakirin kalbi­ni sevinç ve huzur ile doldurur. Kesilen kurbanlık hayvanlar, canlan çıkıp ta hareketsiz ve sakin bir şekilde yanları üzere yere düştüğünde sizler, fakirin kalbindeki kırıklığı onarmak için ve de cahiliyet devrindeki insanların kendi kurbanlarının etinden yemeyişlerine muhalefet etmek İçin kurbanlarınızın etin­den yeyin.

Buradaki "yeyin" emri mübahlık ifade eder. Vaciplik ifade etmez. Ey mü'minler! Dilenenlere de dilenmeyenlere de, halinden memnun olup kanaat edenlere ve hiçbir şey söylemeyip halini size arzedenlere de bu kurbanların etlerinden yedirin. Böylece hepsi, Allah'a sunduğunuz kurbanların etlerin­den yemiş olsunlar.

İşte islam dini, müsiümanların bayramlarının geneli kapsamasını fakir­lerin bütün bu nimetlerden; fıtır sadakası İle, kurban etlerinden yararlamala-rını özellikle istemektedir. Hac'da Allah'a sunulan kurbanların da etlerinden yemeleri,islamm bir emridir.

Bu ifadelerde kurban kesmenin, kesilen kurbanların etlerinin fakir fu­karaya dağıtılmasının, fidye verilmesinin vacibliğine işaret vardır. Böylelikle bayramın gerçek anlamı gerçekleşmiş olur ve herkes razı ve hoşnut kalır. Kur­ban kesenler de Allah'ın rızasına kavuşmuş olurlar.

Ey mü'minler! İşte bu hususta olduğu gibi, bütün hayvanları emrinize ver­dik. Oysa onlar güçlü ve kuvvetlidirler. Bedence sizden daha güçlüdürler. Ama Cenab-ı Allah dünyada var olan şeylerin tümünü sizîer için yaratmıştır. Tabi-atı bütün güçleriyle birlikte sizin emrinize vermiştir. Böylece sizler belki şü­kür vazifenizi, yüce Allah'a, yaratıcı ve bedenleri şekillendirici, noksanlıklar­dan münezzeh Allah'a karşı yerine getirmiş olursunuz.

Cahiliyet dönemi insanları evlerini, kestikleri kurbanların kanlan ile boyarlardı. Müslümanlar da böyle yapmak istediler. Bunun üzerine şu ayet-i ke­rime nazil oldu. "Onların ne etleri ne de kanlan Allah'a ulaşmaz"[52].

Ayet-i kerimedeki ulaşmak kelimesinden amaç Allah katında kabul bu-yurulmaz ve kestiğiniz kurbanların makbuliyeti ve de etleri ile kanlan Allah katına yükselmez. Ancak sizin Allah'a karşı saygılı olmanız, ihlaslı olmanız, takvalı olmanız O'nun yüce katına ulaşır, demektir. İşte Cenab-ı Allah,kesti­ğiniz esnada sizleri doğru yola ilettiği ve iyiliklerde başarılı kıldığı için kendi­sini tekbir edip ululayasımz diye bu hayvanları emrinize müsahhar kıldı. Ey Muhammed! İyi işler yapan iyi kimselere ve kendilerine emredileni en mü­kemmel bir şekilde İfâ eden mü'minlere benim büyük mükafatlarımın verile­ceğini müjdele. . [53]

 

Allah'ın Savunduğu Ve Muzaffer Kıldığı Mü'minler

 

38- Allah şüphesiz inananları savunur, çünkü hainleri ve nankörleri hiç sevmez,

39- Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açıla n'kimselerin karşı ko­yup savaşmasına izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kadir­dir,

40- Onlar haksız yere ve "Rabbimiz Allah'tır dediler diye yurtların­dan çıkarılmışlardır. Allah İnsanların bir kısmını diğeriyle savmasaydı, ma­nastırlar, kiliseler, havralar ve İçinde Allah'ın adı çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.

41- Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namaz kılarlar, zekat verirler, uygun olanı emrederler, fenalığı yasak ederler. İşlerin sonucu Allah'a aittir. [54]

 

Bazı Kelimeler:

 

Çok hıyanet eden. Kullarına büyük bir muzafferiyle yardım etmeye gücü yeten. Harap olurdu. Bazıları ise mescidlerde namaz kılınmasına engel olunurdu ve böylece ibadet hususunda tatil edilmiş olurdu, demişlerdin Ruhbanların manastırları. Bazıları ise "savami" kelimesinin sabiilere özgü ibadet yerleri olduğunu söylemişlerdir."Bi-yat"ın çoğulu. Bu da hıristiyanların kilisesi demektir.Yahudi­lerin kilisesi. Bunun aslı ibranice olan Salveta kelimesinden gelmektedir. Bu kelime daha sonra arapçalaştırılmıştır.Namaz kılma yeri, yani mes-cidler demektir.Kaviy, güçlü ve herşeyi yapabilen, Aziz ise, hiç kimse tarafından mağlup edilemeyen kimse demektir. [55]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; kafirlerin, Peygamber (s.a.v.) efendimizi Hac'dan geri çevirmeleri ve O'nu Mescid-i Haram'a girmekten sa­kındırmaları hususunu açıkladıktan —Bu münasebetle Hac'da gerekli bazı menasiki ve bu menasik kapsamındaki dünyevi ve uhrevi hususları açıkladıktan—sonra, o kafirlerin sakındırıp geri çevirmelerini ortadan kaldı­racak şeyleri ve de müslümanlan güçlü kuvvetli hür kimseler haline getire­cek olan hususları açıkladı. [56]

 

Açıklama:

 

Şüphesiz yüce Allah inananları savunur. Düşmanların kötülüklerini on­larda savar. Onlara yardım eder. Onları düşmanlarına karşı destekler. Al­lah, ahde ihanet eden, nimetine karşı nankörlük eden, Allah'tan başka var­lıkları tanrı diye anan, kestiği kurbanlarla putlara yaklaşmayı amaçlayan kimseleri sevmez. Peygamber efendimizin zamanında yaşayan müşriklere bu va­sıflar   ne kadar da uymaktadır.

Müşrikler dilleriyle ve elleriyle Peygamberi zişan efendimize ve onun de­ğerli sahabilerine şiddetle ezîyyet ediyorlardı. Nihayet Resulullah (s.a.v.) efen­dimiz bunu Rabbine şikayet etti.Şikayetinden sonra da sahabilerine şöyle de­di: "Sabredin. Çünkü ben henüz savaşmakla emrolunmadım".

Bu hal gittikçe şiddetlenmeye başladı. Nihayet müslümanların bir kısmı Habeşistana, sonra Medine'ye göçtüler. Resulullah (S.AY.)'de Medine'ye göçtü. Bunun üzerine Cenab-ı Allah Medine de savaş ayetlerini vahyetti.

İlk nazil olan savaş ayeti ise şudur "Kendileri ile savaşılan (mü'min)Iert (savaşma) izn(i) verildi". Bu ayet-i kerime "Allah inananları savunur" ayet-i kerîmesinin anlamını da pekiştirmektedir. Şu halde müslümanların savaşma­larına müsade edilmesi ve onların kafirlere karşı sebat göstermeleri, göğüs germeleri dahası, Allah'ın kendilerini savunması sayesinde onları hezimete uğratmaları, işte onlar için Allah tarafından bahşedilen güçlü bir zafer ve yar­dımdır.

Kendileri ile savaşılan, kendilerine tecavüz edilen, daha önce yurtların­dan kovulup malları ellerinden alınan, en acıklı azapları uğratılan kimselere,. düşmanlarına karşı savaşmaları için Allah tarafından izin verildi. İzin veril­di, çünkü onlar düşmanları olan kafirler tarafından kendilerine reva görülen eziyetlere, zulme uğramışlardı. Allah inananlara yardım etmeye muktedirdir. Savaşsız ve zahmetsiz de onlara zafer verebilir. Ama Allah kullarının, kendi­sine itaat hususunda olanca güçlerini göstermelerini dilemiştir. Allah, sa­vaşmalarını mü'minlerden istedi ki, inananlarla inanmayanları seçip birbi­rinden ayırsın. Yoksa Cenab-ı Allah onları savaşsız da zafere erdirebilirdi. Sa­vaşmalarını istedi ki, onları birbirleriyle deneyip sınasın.

Sonra Cenab-ı Allah kendilerine savaşma izni verilen mü'minleri, "Yurt­larından (Mekke'de haksız yere) sürgün edilen" cümlesiyle nitelemiştir. Evet onlar, "Rabbimiz Allah'tır", dedikleri için Mekke'den koyulmuşlardı.

"Mü'minler, sırf aziz, övgüye layık Allah'a inandıkları için onlar, bu mü­minlerden öc almışlardır"[57]

Ey insanlar! Allah'ın, dostlarına savaşma İzni vermesini ve onlara düş­manlarına karşı zafer vadetmesini, onları savaşa teşvik buyurmasını yadırga­mayın. Şayet Cenab-ı Allah, peygamberine ve mü'minlere Allah'ın kendileri­nin eski ve yeni düşmanlarına karşı savaşmalarını meşru kılmamış olsaydı şirk ve küfür ehli, mü'minleri istila altına alırlardı. İbadet yerleri zayi olur, rahip­lerin manastırları, hiristiyanların kiliseleri,yahudilerin havraları harap olur­lardı. Aynı şekilde, içinde Allah'ın çokça anıldığı, müslümanlann mescidferi de yıkılırdı. Allah'a andolsun ki O, kendisinin dinine yardım edenlere mutlaka yardım edecektir. Allah güçlüdür, muktedirdir. Azizdir, hiç kimse tarafından mağlub edilemez. Allah, dinine yardım edenlere, emir ve yasaklarına tabi olan­lara, peygamberlerine ve kitablanna itaat edenlere mutlaka zafer ihsan ede­cektir. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bu gibi kimselere yardım edeceğini yeminle açıklamıştır. Allah'tan daha doğru sözlü olan kim vardır: "Allah'ın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir"[58]Kur'an'ıri bu kadar açık olan ifadelerinden sonra Allah'tan yardım mı istiyoruz, bizi savunmasını mı istiyoruz? Oysa biz cmun dinine sa­dece görünürde bağlanmakla yardım etmiş bulunuyoruz.

Kur'an'm hükmü, dinin esprisi Allah'tan korkmak... Bütün bunlar, sa­dece kitaplarda yazılı olan şeylerdir. Dillerde gevelenen sözler haline gelmiş­lerdir. Cenab-i Allah ne doğru buyurmuş: "Kullarımdan şükredenler az­dır"[59].

Allah'ın kendilerine yardım ettiği kimselere gelince; onları yeryüzüne yer­leştirip kendilerine insanlığa hakim olma yetkisini verip onları iktidara getir­diğimizde dört şeyi yaparlar. Bütün hakimiyet ve İktidarları o dört şeye da­yanır. İnsanların yararını gözeten devlet o dört şeye dayanır.

A- Namazı, tam, vakitlerinde ve şartlarına riayet ederek kılmak: Çün­kü namaz her müslümanm ilk ve amelî görevidir: Kul ile Rabbi arasındaki bağlantıdır. Nefsi temizleyici, ruhu güçlendirici, islamın manasını yenileyici, her derdin devasıdır. Namaz insanları fuhşîyattan, pisliklerden ve şeriatın çirkin gördüğü şeylerden yasaklar, ahkoyar. Namaz kılmak, kulun Allah'ın bütün emirlerine uymasının bir işaretidir.

B- Zekatı vermek; Zarriinımızda dünyada cereyan eden olaylar ve bu olaylardan meydana gelen yıkıcı fikirler, zararlı görüşler, islam dininin sema­vi bir dîn olduğunu, Rabbani bir düzen olduğunu, beşer elinden çıkması müm­kün olmayan bir sistem olduğunu ispatlamaktadır. İslamiyet, fakir için zen­ginin omzuna bir hak yüklemekle, zenginin malından fakir müslüman kar­deşi için belirli bir hak ayırmakla hem zengin,, hem de fakir kimseler için ha­yır dilediğini ispatlamakta; adalet ve rahmet, şefkat ve iyilik üzerine kurulu bir devlet kurmakta, böylece bütün insanlık toplumuna karşı merhametli bir din olduğunu kanıtlamaktadır.

C-D- İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak: İslam dini, bu iki unsu­ru devletin varlığı için,esas olarak belirlemiştir. Bu görevi bütün müslüman-lara yüklemiştir. Bu iki husus, serbest eleştirinin esasıdır. Bütün bunlar islam dininin müntcsipleri için dinin ruhuna boyanmış ve islamın özel damgası ile damgalanmış mutlak bir hürriyet istediğini göstermektedir. İyiliği emredip kötülükten sakındırma olgusu bir toplumda tahakkuk ederse, düzene baş kaldıran asilerin sarhoşlukları frenlenir; bozgunculuk yapan liderlerin tehlikeli hareketleri önlenmiş olur, her insan hak yoluna İletilir. Bunun yanısıra bir millette hürriyetler engellenir, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama ruhu za­yıflarsa o millet mutlaka ziyana uğrar, varlığını yitirir; varlık alanından sili­nir. Cenab-ı Allah İsrailoğullannın lanetlenmelerini, hakimiyetlerini yitir­me sebeblerini anlatırken şöyle buyurmarnış mıdır: "Yaptıkları kötülükten bİribirlerini vazgeçiriniyorlardı. Ne kötü bir şey yapıyorlardı!"[60].

Bu anlatılanlardan öğreniyoruz ki,Cenab-ı Allah kendisinin dinine yar­dım edenlere yardım eder. Ve kendilerini savunanlardan da helaki savar. Na­maz kılan, zekatı veren, İyiliği emreden, kötülükleri yasaklayan milletleri de ziyandan korur. İşte bütün bunlar hayrın ve iyiliğin temeli, İslahın esasıdır­lar. Bir millet bu hususlarda kusurlu davranırsa mutlaka zillete maruz kalır.

Ey okuyucu kardeşim! Müslümanların bu anlatılan dört hususta kusur­lu davrandıklarını söylediğim zaman sen de benim görüşüme katılmıyor mu­sun? Müslümanlar diğer milletler karşısındaki heybetlerini yitirdiler. Cenab-ı Allah kendilerine düşmanlarının en azılılarını musallat kıldı. Onlar için Kur-an'a sarılmaktan, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından uzaklaşmaktan ve özellikle bu dört hususa riayet etmekten başka hiçbr kurtuluş yolu yoktur.[61]

 

Önceki Milletlerin Başlarına Gelenlerden Ders Almak

 

42-44- Ey Muhammedi Seni yalancı sayıyorlarsa bİlki, onlardan önce Nuh milleti, Âd, Semûd, İbrahim milleti, Lût mileti ve Medyen halkı da pey­gamberlerini yalancı saymış ve Musa da yalanlanmıştı. Ama Ben, kafirlere önce mehil verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Beni tanımamak nasılmış gör­sünler.

45- Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok ettik. Artık çatı­ları çökmüş, kuyuları metruk, sarayları bomboş kalmıştır.

46- Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalble-ri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalbler de körleşır.

47- Senden, başlarına acele azab getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bîr gün, saydıklarınızdan bin yıl gİbİ-dir.

48- Nice kasabalara, haksız oldukları halde, mehil vermiştim; sonun­da onları yakalayıverdim. Dönüş ancak Banadır. [62]

 

Bazı Kelimeler:

 

Azaplarını geciktirdim. Mühlet verdim. İnkar mana­sınadır. Yani tanımamak demektir.Birçok kasabalar, köyler. Tavanları üzerine düşmüş sonra duvarları da onun üzeri­ne yıkılmış. Terkedilmiş.Yüksek ve uzun. Takviye edilmiş. [63]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki sayfalarda kafirlerin, mü'minleri haksız yere yurtlarından çıka-. rıp kovmaları, Allah'ın da mü'minlere, kendilerini kovan ve haksızlık eden kafirlere karşı savaşmalarına izin verişi, onları düşmanlarına karşı muzaffer kılacağını vadetmesi, ne kadar da çok olsalar kafirleri yenilgiye uğratacağı açıklanmıştı. İşlerin sonu Allah'a varır. İşte tarih tekerrür ediyor. Sizden ön­ce gelip geçmiş milletlere bakın.Bu ifadelerde mü'minlcr için teselli ve bazı gerçeklerin açıklanması vardır. [64]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Şu insanlar seni yalanlıyor, yeryüzünde bozgunculuk çı­karıyor ve arkadaşlarına eziyet ediyorlarsa bile sen üzülme ve acı çekme, ar­kadaşların da elem duymasınlar. Sizden önceki mîlletler de peygamberlerine böyle davranmışlardı. Sonra rnü'minlere Allah yardım etmiş, onları zafere kavuşturmuştu. "Fakat ne zaman ki, peygamberler umutlarını kestiler ve ken­dilerinin yalana çıkarıldıklarını (kafirlere karşı kendilerine yapılacağı yardı­mın yapılmayacağım) sandılar, işte o zaman onlara yardımımız geldi de dile­diğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan asla geri çev­rilmez"[65]

İşte babanız Nuh, milleti kendisini yalanlamış ve emirlerine karşı gel­mişlerdi. Ey Muhammedi Kardeşin Hud'da Âd kavmine çağrıda bulunmuş, Âd kavmi kendisine isyan ve inkarla karşılık vermişlerdi. Salih ile Semûd kav­minin, İbrahim İle kavminin, Lût ile kavminin, Şuayb ile Medyen halkının durumları aynıdır. Mutlaka kavmin sana eziyet edecekle seni oyalayacaklar. Sen de diğer peygamberler gibi sabru sebat edeceksin. Sen türedi bir peygamber değilsin. İnsanlar hep aynı insanlardır. İşte Musa (A.S.) da bir çok ayetler ve mucizeler, mesela asâ, el gibi harikalar izhar ettiği halde kavmi tarafından yalanlandı. Ama genel hüküm şudur ki; Cenab-i Allah kafirlere süre tanır. Zalimlere mühlet verir. Ama onları cezalandırmayı, zamanı gelince ihmal et­mez. Süre dolunca onları çok şiddetli ve zorlu bir azapla yakalayıverir.

Ey Muhammedi Rabbinin onları inkar edişine bir bak. Onların ellerin­deki nimetleri musibetlere çevirişine dikkat et. Onların sevinçlerini hüzne, sa­raylarını harabeye çevirişini de ibretle seyret. "Şüphesiz senin Rabbinin tu­tuşu şiddetlidir"[66]. Halkı zalim olan bir çok kasabaları mahvettik. Onların köklerini kazıdık. Meskenleri görünmez oldu. Tavanları çöktü. Sonra duvar­ları bu tavanların üzerine yıkıldı. Böylece şiddetli bir helaka maruz kaldılar. Birçok kuyular da, sahipleri yok oldukları için suları kuruyup, diplere çekil­di. Birçok köşkler yüksek ve geniş saraylar, sakinlerinden tahliye edildiler. Sahiplerinin Ölümleri üzerine ağlar oldular. Bir zamanlar içlerine girip çıkan ve sonraları yok olan kimseler için lisan-ı halleri ile ağıtlar döktüler. Şu ku-ıcy-jli müşrikler, .şu peygamberleri yalanlayan bctbantlar, şu peygamberi ve onun sahabilerini eziyete maruz bırakan insafsızlar kör mü oldular. Yeryü­zünde dolaşıpta.geçmiş milletlerin durumlarından ibret almıyorlar mı ki, gerçekleri anlayan, sırları ve gizlilikleri idrak eden kalpleri olsun da peygamberi yalanlamalarının sonunu anlasınlar ve bunun kendileri için bir vebal olduğu­nu, ayrıca geçmiş milletlerin başına gelenlerin, kendilerinin de başlarına ge­leceğini bilsinler. Allah'ın yasası asla değişmez. "Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın". Görünürdeki gözler kör olmaz, bu gözler, görme ye­teneklerini yitirmezler. Ama göğüslerdeki kalpler kör olurlar. Ey kardeşim! Şu­nu iyi bil ki, insanda eşyayı akledip İdrak eden bir güç vardır. İnsan; duyu­lan, müşahede edilen, işitilen şeyleri kulak, göz, burun, dokunma ve tatma duyu organları aracılığıyla algılar. Bu duyular sadece insana Özgü değildir. Hayvan da bu bakımdan insan gibidir. Mü'min de ruhsal bir kavrayış gücü vardır. Bu gücü sayesinde sırları algılar, ibret ve öğütleri hissedilir ve müşa­hede edilir şeylerden alır.

Çürümüş bir resim, suyu kurumuş bir kuyu, yıkılmış bir köşk gördüğü zaman bakar ve ibret alır. îdrak eder ve bilir ki Allah'tan başka herşey yok olacaktır. Hüküm onundur, sizler O'na döneceksiniz. Bu köşklerin bu resim­lerin, bu kuyuların sahipleri mutlaka Allah'a isyan edip azgınlık ve taşkınlık yapmışlardır ki, kendilerine bu kötülükler, bu azaplar gelmiş, bu kötülükle­rine uygun olan cezaya çaptın I mışlardır. Hayır ve şerrin, fazilet ve rezaletin anlamını İdrak eden bu akledîci ruhi kuvvetin yeri kalptir. Kalbin de gözü, kulağı, burnu ve diğer duyu organları vardır ki, bunlar bizim anladığımız ma­nada zahiri duyu organlarına benzemez. Aksine bunlar kalbi olan duyu or­ganlarıdırlar. Bunların azıkları takvadır. ' 'Kendinize azık ahn(da bir günaha düşmekten korunun) çünkü azığın iyisi takvadır "[67]

însanm gözü olabilir, amma onunla gerçekleri göremez, insanın kulağı olabilir, amma onunla hakikatleri İşıtemez. Zira bilindiği gibi insanın iki gözü İki kulağı vardır. "Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmez­ler"[68].

Onların halleri ne kadarda tuhaftır. Allah'ın sana vadettiği, kafirlere gön­dereceğini söylediği azaba ve sana inanmadıklarından ve seninle alay ettikle­rinden dolayı mezkur azabın kendilerine bir an evvel gelmesini isterler. Şunu bilin ki Allah, vadine asla muhalefet etmez, Rabbin katında ahirette belirle-len azap günlerinden bir gün, sizin saymakta olduğunuz bin sene kadardır. Onlar nerede, Rabbinin azabı nerede. Allah işini tamamlayaca.ktır. Allah va­dine asla muhalefet etmez. O, Resulüne yardım1 edecek ve onu insanlara karşı koruyacaktır.

Halkı zalim olan kasabalardan bir çoğuna Cenab-i AÜah süre tanımış, azaplarını ertclemiştir. Onların azaplarının ertelenmiş olması ihmal değii, sa­dece onlara bir süre mühlet tanımış olmasından dolayıdır. Nihayet Rabbine bir an önceye alınan, ne de bir an sonraya bırakılan azabı tam vaktinde gelince Rabbİn, onları güçlü ve muktedir olan zata yaraşircasma, yakalayı-verdi. Dönüş sadece Allah'a dır. Bütün işler ona döner. [69]

 

Peygamberlerin Görevi

 

49- "Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım." de.

50- Cömertçe verilmiş.nzık ve mağrifet, inanan ve yararlı iş işleyenle­redir,

51- Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte onlar cehennem­liklerdir. [70]

 

Açıklama:

 

Kıyamet gününe, Allah'ın azap indirmesine İnanmayan geçmiş ümmet­lerin başlarına gelen felaketleri unutan ve olup bitenlerden ibret alamayan1 kafirler peygamber efendimizi yalanlayıp onunla alay ederek, azabın vukuu-nun bir an evvel olmasını istedikleri zaman, Cenab-ı Allah Peygamber (s.a.v.) efendimize buyurdu ki: Ey Muhammedi Onlara şöyle de: Allah, beni sîze şid­detli bir azaptan önce bir uyarıcı olarak gönderdi. Ben, uyarması apaçık olan, delili kuvvetli ve net olan bir uyarıcıyım. Sizi hesaba çekmek ve doğru yola iletmek işi bana ait değildir. Bu hususta işiniz Allah'a kalmıştır. O dilerse aza­bınızı çabuklaştırır. Dilerse belli bir güne kadar erteler. O gün gelince de ce­zanız ne bir an öne alınır, ne bîr an sonraya bırakılır. O sizin Rabbmızdır. tşiniz ona kalmıştır. O dilediğini yapandır. Hükmünü aksatacak hiçbir var­lık yoktur. Hesabı çabuk görendir.

Allah'a kitaplarına ve peygamberlerine sahih ve sağlam bir inanışla, sa-lih amel temeline oturtulmuş bir İmanla inanan kimseler için rableri katın­dan bir bağışlanma ve bol rızık gelir. Büyük sevap ve dünya ile Ahiret mutlu­luğu gelir. "Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu hoş bir hayatla yaşatırız. Onların ücretini, yaptıklarının en güzeli ile veririz"[71]. Ayetlerimizi iptal etmek ve islamın nurunu söndürmek için çaba sar-fedenler —Onlar; Allah'ın, kendi nurunu kafirler istemeseler bile tamamlıyacağını bilmiyorlar— Cehennemliklerin ta kendileridirler. Bunlar orada temelli kalacaklardır. Cehennem Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir ki, gönüllere işler. O, onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir. (Kendileri), uzatılmış direkler ara­sında (bağlı) olarak (kalacaklardır). [72]

 

Allah'ın Kitabı Sağlamlaştırılmıştır, İçinde Şüphe Yoktur

 

52- Ey muhammcd! Senden önce gönderdiğimiz hiç bir elçi ve pey­gamber yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder. Allah bilendir, Hakimdir.

53- Allah şeytanın karıştırdığını, kalhîerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrı­lık içindedirler.

54- Bu; kendilerine ilim verilenlerin Kur'an'm, senin Rabbinden bîr gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir.

55- İnkar edenler, ceza saati kendilerine ansızın gelene veya gecesi ol­mayan günün azabı çatana kadar Kur'an'dan şüphe etmekte devam ederler,

56- İşte ogün hükümranlık Allah'ındır. O aralarında hükmeder. İna­nıp yararlı iş işleyenler nimet cennetlerindedirler.

57- İnkar edenler, ayetlerimizi yalan sayan kimseler, işte onlar için ha­kir düşüren azab vardır. [73]

 

Nüzul Sebebi:

 

TefsircİIer rivayet ederler ki Resulü ilah (s.a.v.) efendimiz "İnmekte olan yıldıza andolsun ki..." ayet-i kerimesin­den başlayarak; "Gördünüz mü o îat ve uzzayı ve üçüncü(teri olan) öteki (put) menâtı?"[74]. Ayetlerine kadar olan kısmı okudu. Bu esnada müşrikler Pey­gamber efendimizin "Şu uzun boyunlu nazlı kuğular, onların şefaatleri umulur" dediğini işittiler. Bunun üzerine müşrikler ve kalplerinde nifak has­talığı bulunanlar Peygamber efendimize selam verdiler ve onun böyle konuş­masından ötürü sevindiler. Peygamber efendimiz: "Bu mutlaka şeytandandır" dedi. Ve bunun üzerine Cenab-ı Allah "Senden önce hiçbir Resul ve nebi gön­dermemiştir ki O, (birşey) arzu ettiği zaman, şeytan onun arzusu içerisinde mutlaka (onu dünya ile meşgul edecek bir düşünce) atmış olmasın" ayet-i kerimesini indirdi.

Burada okuyanın —günahlarından arınmış olan— Peygamber efendi­miz olduğunu ispatlayan bazı rivayetler vardır. Buna göre ayet-i kerimenin anlamı şöyîe olur: Senden önce hiçbir peygamber yoktur ki, kitap okumak istediği zaman şeytan okuyuşunun arasına bazı sözleri katmış olmasın. Cenab-ı Allah şeytanın kattıklarını neshedip giderir. Sonra da kendi ayetlerini sağ­lamlaştırır. Allah bilendir. Hikmet sahibidir.

Bu rivayetler batıl rivayetlerdir. Her ne kadar bazı müfessirler bunları aktarmışlarsa da bunların sahih olduğunu söyleyemeyiz. Şayet sahih olduğunu söylersek Cenab-i Allah'ın şeriatının güvenilirliği ortadan kalkmış olur. Ayrıca her hükümde eksiklik, şeytan tarafından ilaveler ve çalmalar olduğu­nu ileri sürebiliriz bu durumda. Kaldı ki, bu ve benzeri rivayetler dinimizin nass'larma dil uzatma ve o nasslar konusunda şüphelenme kapısını aralar. Böylece islamiyetin ve diğer bütün dinlerin düşmanları Allah'ın dinine sal­dırmak için silah sahibi olmuş olurlar, bu konunun geçmiş kitaplarda geniş­çe ele alınmış olmasının bize hiçbir yararı yoktur. Ayrıca ayet-i kerimede ge­çen fiilinin okumak anlamına gelip gelmediği konusuna gelince, ben bu kelimenin okumak manasına geldiğini zannetmiyorum.

Biz bunu nasıl caiz görürüz ki, sözlerin en doğrusunu söyleyen Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Eğer O, bazı laflar uydurup biraz bize iftira etseydi elbette ondan sağ elini (gücünü) alırdık, sonra can damarını keserdik"[75] "Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için, imkânsızdır. Ben sadece ba­na vahyolunana uyanm"[76], "O havadan konuşmaz. O kendisine vahyedi-İenden başka birşey değildir. Onu müthiş kuvvetleri olan biri öğretti"[77]. "Az daha onlar, seni, sana vahyettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, onlara bîr parça meyledecektin"[78]'.

Bu ayetlein tefsirini daha önce öğrendik ve manalarına vakıf olduk. "O gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı ol­duğu elçilere gösterir. Çünkü (razı olduğu kimselerin) önüne ve arkasına göz-etleyiciler koyar. (Böyle yapar ki) onların, rablerinîn kendilerine verdiği emirleri duyurduklarını bilsin ve (Allah), onların yanında bulunan herşeyi (bilgisiyle) kuşatmıştır. Herşeyi bir bir saymıştır"[79]

Kadı İyaz, "Şifa" adlı kitabında der ki "Peygamber (s.a.v.) efendimi­zin, Rabbinden gelen haberleri tebliğ etmekte masum olduğu hususunda ic-mai ümmet vardır. Ancak kasten değil de yanılarak veya unutarak bazı hata­ları olmuş olabilir".

Ey kardeşim —Allah sana ikramda bulunsun— Bil ki Peygamber (s.a.v.) efendimizin "Necm" sûresini okurken güya "Şu uzun boyunlu nazlı kuğu­lar (garanik), onların şefaatleri umulur" dediğini rivayet eden hadislerin mes­netsiz olduğunu bilginler söylemişlerdir. Hadis bilginleri bu rivayetin sahih olmadığını,sağ lam bir senedle aktarılmadığını, güvenilir kimseler tarafından anlatılmadığını, ancak bazı tarihçilerin ve tefsîrcilerin hüsnü niyeti ile buna baktıklarını söylemektedirler. Ebu Bekir Razi: Bu hadisin Peygamber (s.a.v.) efendimizden muttasıl bir senedle rivayet edilmiş olduğunu bilmiyoruz diyerek kanaatimizce caiz değildir, demiştir.

Bu hadisin birkaç kişi tarafından —her birisi zayıfta olsa— rivayet edil­miş olduğunu kabul edersek bu rivayet yollarının çokluğu bizleri bu hadisi ihtiyatla kabul etmemizi ve de islamın ilkelerine uygun bir şekilde te'vil et­memizi, hatta Necm sûresinin baştarafı ile son tarafına uygun bir şekilde yo­rumlamamızı gerekli kılmaktadır. "Gördünüz mü îat ve uzzays? ve üçüncü(Ieri olan) öteki (put) menatı?" ayet-i kerimelerinden sonra putların şu ayetlerde tavsif edilmiş olduklarım görmekteyiz: "Demek erkek size, kadın Allah'a mı? O halde insafsızca bir taksim! Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın, (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (anlamsız) isimlerden başka bir şey değildir. Allah, on-lara hiç bir güç (tanrı oldukları hakkında hiç bir deli!) indirmemiştir. O (put­lara tapa)nlar, zanlan ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar"[80].

Şu ayetler de görüldüğü gibi putlar anlamsız isimler olarak nitelendiril­mektedir. Onları tanrı olduklarına dair hiçbir delil yoktur. Onlara taparken sizler kesinlikle zanlarımza kapılıyorsunuz.

Yukarıdaki hadisi kabul edersek yorumlanması şu şekilde olur! Peygamber (s.a.v.) efendimiz Kur'an-ı Kerim'i ağır ve tertip üzere okurlardı. Garanik ile ilgili, yani putların'övülmesi "ile ilgili sözleri kendisi iki ayet arasında du­raklarken şeytanın onun sesini taklit ederek söylemiş olması mümkündür. İş­te putların övülmesine dair şeytan tarafından uydurulan Necm sûresine ek­lenmiş gibi gösterilen o fazla sözler Mekke'ye yayıldı ve müşrikler de bundan sevinç duydular. Müslümanlara gelince onlar Cenab-ı Allah'ın indirdiği şe­kilde-ve Peygamber efendimizin daha önce okuduğu biçimde Necm sûresini ezberlerler. Ve peygamber efendimizin putları kötülediğini kesin olarak bilir­ler. Peygamber efendimizin putları övdüğü hiçbir zaman duyulmamıştır. İla­hi hikmet işte burada tecelli ediyor. Bu sözlerle ve benzeri şeylerle mü'minler imtihan edilmişlerdir. Zalim kafirlere ve kalplerinde nifak hastalığı bulunan­lara gelince onlar derler ki, putların övülüşüne dair Necm sûresine eklenmiş gibi gösterilen sözler Allah tarafından gelmiştir, derler. Ve yine Peygamber Hz. Muhammedin kötülediği putları Allah övmüştür, diye iddia ederler. MüL minlere gelince, onlar Kur'anKerim'İn Allah katından gönderilen gerçek bir kitap olduğunu bilirler. Şeytanın bu gibi safsatalarına ve mü'minleri kan­dırmak İçin putların övgüsüne dair söylediği sözlere gelince bunlar hiç naza­ri itibara alınmayacak şeylerdir.

Allah bilendir. Hikmet sahibidir. Bu ayet-İ kerime peygamber efendi­miz için aynı zamanda teselli kaynağıdır. Çünkü kendisinden Önceki peygam­berlere de Allah'ın bildiği ve kastettiği bir hikmetten dolayı aynı işler yapıl­mış İdi. Bunlar imtihan ve sınamadır. Bütün bunlardan sonra lügate aykırı olmayacak şekilde ayet-i kerimeyi şöylece manalandırmamız mümkün olacaktır! Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah buyuruyor ki: Ey Muhammedi senden önce şeriat ve kitabı olan hiçbir nebi ve Resul göndermedik ki, o kita­bı okurken nefsin arzuladığı şeyi şeytan onun sözleri arasına katmasın. Bü­tün peygamberler elbetteki insanların tümünün, kendilerine inanmalarını ar­zularlar. Şeytan amaçlarını gerçekleştirmeleri için yollarına engeller koyar. Söz­leri arasına söz katar. İnsanların kalplerine bazı şeriat dışı düşünceler düşü­rür, onlara küfrü, fasıkliğı ve İsyanı güzel gösterir. Şüphesiz ki, kendilerine peygamber gönderilen insanlar peygamberlerin arzuladıkları amaçların ger­çekleşme mahalleridirler.

Cenab-ı Allah, şeytanın bazı kimselerin kalplerine bıraktığı kuruntu ve vesveseleri sakındırıp giderir. Sonra apaçık ayetlerini sağlamlaştırır ki onlara İnanan kimselerin yanında o ayetler doğru ve sağlam olsunlar. Allah yaratık­larının durumunu bilir. Yaptığı işleri de yerli yerince yapar. Yarattıklarım ve izledikleri yolu da bilir. (Allah böyle yapar ki kalplerinde hastalık, şüphe, haset ve kin hastalığı bulunan kimseleri şeytanın ortaya attığı fitne ve sapıklık ile . imtihan etti. Kur'an-ı Kerim'in "Kalplerindehastalık bulanan" ifadesine dikkat buyurun. Kalpleri kaulaşanlara gelince, bunlar Allah'a ortak koşan ve pey­gamberi yalanlayanlardırlar. Doğrusu münafık ve müşriklerden oluşan za­limler uzak bir ayrılık içindedirler. Onlar büyük bir tehlike İçerisindedirler. Onlar için daimi bir azap vardır. Kendilerine ilim verilip doğru yola iletilen, gönülden ibadet eden mü'minler bilsinler ki bu Kur'an-ı Kerim Allah tara­fından gönderilen, şüphelerden uzak, ayetleri sağlamlaştırılmış olan gerçek bir kitaptır. İçinde hiç şüphe yoktur. Hikmet sahibi ve çok Övülen zat tara­fından gönderilmiştir. Mü'minler ona sadık bir imanla şüphesiz olarak iman etsinler, kalpleri ona saygı duyup teslimiyet içerisinde olsun. İhlasla ona inan­sınlar, inanç doygunluğuna ersİnler. Allah bu Kur'an'a iman edenleri dosdoğru yola iletecektir. Onları en güzel mükafatla Ödüllendirecektir. Kendilerine, ne kadar bütünleşmiş^irbirlerinİ izleyen deliller gösterseler de küfredenler ken­dilerine ansızın kıyamet gelinceye kadar veya içinde hiçbir hayır bulunmayan ebedi azap gelinceye kadar Kur'an'a karşı şek şüphe ve şaşkınlık içerisinde olacaklardır. Bunu garipsememek gerekir. Çünkü ceza ve sevap gününün sa­hibi olan Allah kahredici güce sahip olan tek tanrı,ahiretin ve bütün mülkün sahibidir ve onların arasında hükmedecektir. O adil hakimdir. Şanı yücedir. Aralarında ayrılığa düştükleri konularda hüküm verecektir. İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar ebedi cennetler içerisinde temelli kalacaklar. Burada sürekli nimetlere mazhar olacaklardır. Küfredip ayetlerimizi,yalanla­yanlara gelince onlar cehennemliktirler. Onları küçültücü azap ile azaplandıracağız. Bu cehennem ateşi onların dünyada iken işledikleri kötü amellerin ve çirkin füllerfn karşılığıdır. [81]

 

Allah'ın Müminlere Lütfü

 

58- Allah yolunda hicret edenlere,sonra öldürülen veya ölenlere Al­lah, elbette onlara güze! bir rızık verecektir. Rızik verenlerin en hayırlısı yal­nız Allah'tır.

59- And olsun ki, onları hoşnud olacakları bir yere koyar. Şüphesiz Allah bilendir. Halimdir.                                                                      

60- Bu böyledir; kim kendisine verilen kadar ceza verirse ve kendisine yine de saldırılma Allah ona,and olsun ki yardım edecektir. Allah şüphesiz, affeder ve bağışlar.

61- Böyledir; Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar ve Allah şüphesiz işitir ve görür.

62- Keza Hak yalnız Allah'tır. O'nu bırakıp taptıkları sadece batıldır.. Doğrusu Allah yücedir büyüktür.

63- Allah'ın gökten indirdiği su ile yerin yemyeşil olduğunu görmez misin? Doğrusu Allah Latif dir, haberdardır.

64- Göklerde olanlar, yerde olanlar, O'nundur. Doğrusu Allah müs­tağnidir, övülmeye layık olandır.

65- Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yüzen gemileri buy­ruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misiniz? Doğrusu Allah insanlara karşı şef­katli ve merhametli olandır.

66- Sizi dirilten, sonra öldürecek sonra yine diriltecek olan O'dur. İnsan gerçekten pek nankördür. [82]                                                               

 

Bazı Kelimeler:

 

Allah yoluna yurtlarını terkettiler. Girilecek yer. Gi­rip   te  beğendikleri   cennet. Zalime   misillemede  bulundu.  Geceyi gündüzün üzerine koyar. Vaktini gündüzünkinden daha fazlalaştırır. Yeşİllikli.Yeryüzündeki şeyleri sizin emrinize boyun eğdirdi. Sîz de o şeylerden yararlanırsınız. [83]

 

Açıklama:

 

Kıyamet gününde hakimiyet Allah'ındır. Kulları arasında hükmeder. İna­nıp iyi işler yapan kimseler İçin nimet cennetleri vardır. Küfredip Allah'ın ayet­lerini yalanlayanlar İçin ise devamlı bir azap vardır. Bu azabın içinde ebedi kala­caklardır. Allah yolunda hicret edip yurtlarını terkeden, Resulullah (s.a.v.)'le cihad etmek için hayatlarını feda eden, kendi hayatlarını onun hayatına ka­tan, mü'minlere gelince, —Bunlar Rableri katında şerefli ve yüce oldukların­dan dolayı burada anılmışlardır— Bunlar Hicret edip, sonra Öldürülen veya ölen kimselerdir ki Cenab-ı Allah mutlaka onlara güzel bir rızık verecektir. Ey okuyucu kardeşlerim! Bu kimselerin şehid oldukları veya vefat ettikleri takdirde Rab'leri katında ne kadar yüksek mertebelere ulaştıklarını görün iş­te. Cenab-ı Allah onlara kendi katından güzel bir rızık verecektir.O, rızık ve­renlerin en hayırlısıdir. Çünkü dilediği gibi hesapsızca rızık verir, nimetleri bahşeder. Bütün vergiler O'nun lütfundandır, O'nun nimetindendir, onun -mertliğindendir. Mü'min kullarını, razı olacakları bir yere kıyamet gününde koyacaktır. O güzel ve değerli giriş yeri kendileri için temelli nimetler yurdu olan cennettir. Bu cümle ile Cenab-ı Allah'ın, mü'min kullarına vereceği gü­zel rızıklar açıklanmaktadır. Çünkü insan dünyada, Öldükten veya öldürül­dükten sonra elbetteki rızık göremez.Ancak rızık kendisine cennette verile­cektir. Bunda bir gariplik yoktur. Allah nefİslerdeki gizleri ve gizlilikleri, kalp­lerin içinde saklı bulunan şeyleri bilir. Kullarının davranışlarına karşı yumu­şak huyla muamelede bulunur. Onları çabucak azaplandirmaz. Aksine onla­rı bağışlayıp affeder. Onlara süre tanır, ama amellerinin karşılığını asla ih­mal etmez.

Ey Muhammedi Şehid edilen veya ölen muhacirlere va'd ettiğimiz ödül­leri gerçekleştirme İşi, sana anlatmış olduğumuz bu şekildedir. Yani durum bundan ibarettir.

Rivayet olunur ki; Peygamber efendimizin bazı sahabileri dediler ki: Ey Allah'ın Resulü! Seninle birlikte cihad edip şehid edilenlere verilecek olan mü­kafatları anladık. Bize gelince biz de onlar gibi seninle cihad ediyoruz. Şayet seninle birlikte ölürsek bize verilecek olan mükafatlar ne olacaktır ve şehid edilmeden ölürsek bizim durumumuz ne olacaktır?

Onların bu müracatları üzerine Cenab-ı Allah yukardaki iki ayet-i keri­meyi indirdi. Bu iki ayet, Allah yolunda şehid edilenlerle, yine Allah yolunda cihad etmiş olduğu halde kendi yatağında normal ölümle ölen kimselerin se­vap bakımından eşit olduklarını ifade etmektedirler. "Bu böyledir. Kim ken­disine yapılan cezanın dengi ile ceza verir de sonra tekrar kendisine saldırılırsa elbette Allah ona yardım eder. Şüphesiz Allah, affeden, bağışlayandır". Bu ayetlerin buraya konulusu şu manayı ifade ediyor: Kendilerine, bildiğiniz üzere ahirette ikram edeceğimden başka, Allah yolunda savaşan muhacirleri de dün­yada kendi hallerine bırakmayacağım. Bilakis onları düşmanlarına karşı mu­zaffer kılacağım. Yalnız bu, onların Allah'ın dinine yardım etmeleri şartına bağlıdır. "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz O da size zafer verir. Ve düş­manlarınıza karşı ayaklarınıza sebat verir"[84]. Kim ki kendisine zulüm ve taşkınlık edilerek savaş açılır da savaşırsa, Allah ona mutlaka yardım eder. Onu kendi katından bir ruh ile destekler. Bilin ki Allah affedendir, bağışla­yandır. Ancak size karşı savaşıldığı takdirde ve davetinize kaşı savaş açılırsa siz savaşa başvurun. Ama sizi kendi halinize bırakırlar ve size saldırmazlarsa sizin önce savaşa başlamamanız daha hayırlı olur. Bu durumda siz onları af­fedin. Allah affı ve bağışlaması çok olandır. Cezalandırmak ancak yapılan bir suçtan sonra olmalıdır. Cenab-ı Allah, düşmanların, zulmü önce başlat­malarını ukubet (ceza) olarak adlandırmıştır. Bu da cezalandırma isimlen­dirmesinin tam dengidİr. "Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülük­tür"[85]

Burada denkliğin sağlanması için cezanın karşılığının verilmesi de sey-yie (kötülük) olarak adlandırılmıştır. Denklikten maksat eşit davranmak, ce­zayı fazlalaştırmamaktır. Bütün bunlar yüce Allah'ın noksanlıklardan mü­nezzeh olup herşeye kaadİr olmasından dolayıdır. O'nun kudretinin belirtile­rinden birisi de geceyi gündüze, gündüzü de geceye sokmasıdır. Bazen geceyi uzatır. Bazen de gündüzü uzatır. Herşeye muktedir olan Allah şüphesiz ki bunu da yapmaya, mazlûm'a yardım etmeye gücü yeter, itaat ehlini mükafat­landırmak, isyankarları da cezalandırmak gücüne sahiptir. Çünkü Allah, söy­lenen herşeyi ve yapılan her duayı işitir. İşlenen bütün amelleri görür. Hiç bir şey ondan gizli kalmaz. Daha Önce de nitelendirildiği gibi. O biricik hak olduğu için sonsuz bir kudret ve ilimle vasıflanmıştır. O kuşkuya yer kalma­yacak bir şekilde vardır, her türlü eksiklikten arınmıştır ve kemal sıfatlarıyla ve tam kudretle muttasıf oluşmuştur. Ona ibadet etmek mü'minler üzerine hak bir görevdir. Onunda kendi dostlarına yardım etmesi hak bir va'ad'dir. O'nun verdiği sözler dışında kendilerine yalvarmakta olduğunuz varlıklar ba­tıldırlar. Sürekli değildirler. Gerçek mevcudiyetleri yoktur. Halbuki Allah yü­cedir. Üstündür. Her varlığın fevkİndedir. Gücüyle, kutsallığıyla noksanlık­lardan ve benzerliklerden, denkliklerden ve eşitliklerden münezzehtir.

Bundan sonra Kur'an-ı Kerim, gözlerimizi bu gerçekleri isbat eden fenni delillere çevirmektedir. Bilmez misiniz ki yüce Allah gökten su İndirir. Ve o su ile yer yeşerir. Allah'ın kudreti ile yer yemyeşil hale gelir. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır ki, gökten su indirir, û su ile ölü bulunan top­rak canlanır. Yemyeşil olup bitkiler bitirir Yerde kaynaklar fışkırtır sonra o sulardaki buharlaşma nedeniyle göklere suyu taşıttırır. Göklerden inen o su ile yeryüzü yeşirir, yemyeşilhale gelir, güzelleşir. Doğrusu Allah, kullarına karşı lütufkardır. Onların geçim işlerini düzenler. Dünyayı nizama sokar. Kulların­dan haberdardır. Onların hallerini ve geçim yollarını bilir.

Bütün bu anlatılanlarda hiçbir gariplik yoktur. Çünkü göklerde ve yer­de her ne varsa mülkiyet, yaratma kulluk ve tasarruf bakımından O'na ait­tirler. Hcrşey O'na muhtaçtır. Allah İse zengindir. Hiçbir şeye İhtiyacı yok­tur. Övülendir. Göklerde ve yerde her varlık tarafından hamdedilir.

Hu da bir başka nimet... Bilmez misiniz ki, Allah rahmandır size karşı merhametlidir. Yerde bulunan canlıları, bitkileri, nehirleri, tabii kuvvetleri emrinize vermiştir. Öyle ki insanoğlu havayı, havadaki esir tabakasını, zerre­leri emrine amade kılmıştır. İşte şu gemiler denizde O'nun emriyle yol alırlar. Bu ifadeler içerisinde özellikle gemiden bahsedilmiştir. Çünkü Kur'an-i Kerim'in 14 asır evvel nüzulü esnasında gemiler mevcut idi. Günümüzde ise denizaltılar, uçaklar, bombalar, televizyon ve diğer keşifler mevcuttur. Oysa bunlar o zaman keşfedilememiş idiler. Eksiklerden arınmış yüce Allah, göğü yere düşmesin diye, havada tutmakta ve onu sütünsuz ve direksiz olarak gör­düğünüz gibi üzerinizde durdurmaktadır. Gök bu sayede yere düşmemekte­dir. Yani gökteki yıldızlar ve gezegenler, üzerinizde durmakta, ancak O'nun izni ve iradesi olunca yeryüzüne düşecektirler. Dünya, tabiatın bir yaratması değildir. Bilakis şu kainat; güçlü, kudretli, hikmetli, bilgili her şeyi kontro­lünde tutup gören bir müdebbirin İdaresi olmadan kendi başına varlığını sür­düremez. Onu seyrettiren; şanı yüce, isimleri mukaddes olan zattır. Gerçekte yüce Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. O Allah ki, sizleri yok­luktan yarattı. Sonra ömürlerinizin sona ereceği zaman sizleri öldürecektir. Bu ölüm de sizler için nimetlerin en büyüklerinden biridir. Hatta sizin için en kıymetli bir şahıs bile ağır bir hastalığa yakalandığı zaman onun ölümü­nü istersiniz. O kişi ölmezse size'bir yük olur. Şu halde ölüm de nî'metlerden bir nimettir. Dünyada var olan her şey fanidir. Yok olacaktır. Böyle olunca dünya mü'minin zindanı değil midir? Ölüm ile insan rahmanın geniş sahası­na kavuşur. Sonra Cenab-ı Allah sizleri hesaba çekmek için ölümünüzden sonra tekrar diriltir. Diriltir ki, iyilik yapanlara mükafat versin. Kötülük ya­panları cezalandırsın. Gerçekten insanoğlu Allah'ın nimetlerine karşı nan­kördür. O'nun lütuflarma karşı İnkarcıdır. İnsan Rabbine karşı nankördür. Ancakiman edip iyi işler yapan, Allah'a hakkıyla şükreden kimseler bunun dışındadırlar. Onların mükafatlan Rabbleri katmdadir. [86]

 

Her Ümmete Uygun Bir Şeriat Vardır

 

67-69- Her ümmete, yerine getirmeleri gerekli ibadetleri koyduk, öy­leyse, ey Muhammedi Bu konuda seninle çekişmelerine fırsat verme; Rabbi-ne davet et, sen şüphesiz doğru yol üzerindesin. Seninle tartışırlarsa: "Allah yaptığınızı çok iyi bilir; ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında, kıyamet günü aranızda Allah hükmedecektir" de.

70- Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitab'dadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır. [87]

 

Bazı Kelimeler:

 

İbadet ve şeriat. İnsanlar bunlarla Rablerine ibadet ederler. [88]

 

Açıklama:

 

İnsanın hayatta çocukluktan gençliğe, gençlikten de tam olgunluk dev­resine doğru aşamalar kaydedişi gibi, dünya da aşamalar kaydetmektedir. Bu, gelişmenin bir yasasıdır. Cenab-ı Allah, henüz bir çocuk durumunda olan in­sanlığı Tevrat ik geliştirdi. O Tevrat ki, Musa'ya indirildi. Musa da insanlara maddeten hükmediyordu. Bundan sonra Tevratın hükümlerini tamamlayıcı nitelikte olan ve ruh ile teyid edilmiş olan İnci! gibi. incil, insanlardaki ahlakı, huy ve karakterleri geliştirdi. Beşeriyet o zaman gençlik çağında idi ve ruhî tarafa meyyaldi, duyguların tesiri altındaydı. Sonra dünya te­kemmül etti ve gelişimini tamamladı. Bundan sonra peygamberlerin so­nuncusu Muhammed (s.a.v.) efendimizin peygamberliğini omuzlamaya muk­tedir hale geldi. Muhammed (s.a.v.) ki maddî ve ruhî alanları birleştiren bir şerİatle insanlığa geldi. O'nun getirdiği din, hak bir din idi. "Böy­lece sizi orta bir ümmet yaptık"[89]. Ümmetlerden her biri için bîr şe­riat ve ibadet yolu vaz ettik. Onunla Rablerine ibadet ederlerdi. O şeriatler milletlere uygun idi. Tevrat; Musa (A.S.) peygamber olarak görevlendirilme­sinden, ta İsa (A.S.) görevlen d irilisine kadar gelip geçen toplumlar için şeriat oldu. İncil de İsa (A.S.)'ın Peygamber olarak görevlendirilmesinden, ta Mu­hammed (s.a.v.)'İn Peygamber olarak görevlendirilmesine dek gelip geçen ümmetler için şeriat oldu. Kur'an-ı Kerim ve İçindeki kapsamlı hükümler bu ümmetler İçin bir dini kurallar manzumesi oldu. Bu kitap, Kıyamet kopun-caya dek varlığım sürdürecektir, muhammed (s.a.v.) peygamber olarak görevlendirildi. Kur'a.n-ı Kerim de bütün insanlık için bir hidayet rehberi ola­rak doğru ite yanlışı, hak ile batılı birbirinden ayırd edecek bir ölçü olarak O'na indirildi. O zamanlar insanlık Kur'anKerirn'e şiddetle ihtiyaç duymakta idi. Böyle olunca Hz. Muhammed'de alemler için bir rahmet oldu. İnsanlı­ğa, maddi sapıklıklar İçerisinde bocalamakta olan bir kurtarıcı oldu. Dalalet içerisindeki putperestleri hakikat yoluna iletti. "Sizden her biriniz İçin bir şeriat ve bir yol belirledik! "[90]. Ey Muhammedi Hal böyle iken hiç kimse di­ni konularda seninle çekişmesin^ Önceki bütün kanunları nesneden Kur'an-ı Kerim elinizde bulunmaktadır, bu da onların seninle çekişmelerini Önler. Ey Muhammedi Onların seninle çekişip tartışmalarına aldırış etme. Sen kendi dininde sebat et. Bu Kur'an varken senin ayağım kaydırmaya asla tamahlan-masınîar. Bütün insanları Rabbinİn yoluna ve O'nun halis tevhid inancına davet et, İşte bu gerçek dîndir, sen apaçık ve parlak bir delil üzerindesin, se­nin bu delilinin gecesi gündüzü gibi aydınlıktır. Sen dosdoğru, içinde hiçbir eğrilik bulunmayan bir yol üzerindesin. Bütün insanları İslâm'a davet et.

Bu kadar delillerin zuhurundan sonra bile seninle tartışır ve senin çağrı­na icabet etmezlerse sen onları Allah'a bırak ve deki: Allah sizin yapmakta .olduklarınızı çok İyi bilmekte ve bu yaptığınızın karşılığını da size verecektir. Kıyamet gününde,bu'dünyada İken ihtilaf etmekte olduğunuz hususlar için aranızda hüküm verecektir.

Onlar göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah'a ait olduğunu bilmi­yorlar mı? O Allah ki kendisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Kainatta olup bi­tenleri görür. İşte bunlar O'nun katında bulunan levh-i mahfuz denen kitap­ta yazılıdır. Hiçbir şey ondan gizli kalır mı? Hayır bütün bunlar O'na kolay­dır.

Bu, kıyamet gününde Cenab-ı Allah'ın hiç kimseye haksızlık etmeden âdilâne hüküm vereceğini ifade ediyor. [91]

 

Kafîrlerlerle Müşriklerin Bazı Davranışları

 

71- Onlar Allah'ı bırakıp da O'nun, haklarında hiçbir delil indirmedi­ği, kendilerinde de bîr bilgi olmayan şeylere taparlar. Zulmedenlerin yardım­cısı olmaz.

72- Onlara ayetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, inkâr edenle­rin yüzlerinden inkarlarını anlarsın. Nerdeyse, kendilerine ayetlerimizi oku­yanlara saldıracaklar. De ki: Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vaöettiğİ ateş! Ne kötü bir dönüştür!..

73- Ey İnsanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamıyacak-İardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de istenen de aciz!

74- Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Doğrusu Allah kuvvetli­dir, güçlüdür.

75- Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer. Doğrusu Al­lah işitir ye görür.

76- O, geçmişlerini geleceklerini bilir. Bütün işler Allah'a döner. [92]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sultandan maksat: Yüce Allah'ın indirdiği sem'î delil. Yani hakkında akli delilleri bulunmayan şeyler. Kin ve öfkeye dalelet eden şey. Saldırılar.Kara sinek. O'nu kurtaramazlar. Seçer. [93]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi;

 

Burada Cenab-ı Allah'ın, yaratıklarına bahşettiği nimetler açıklandık­tan sonra, kafirlerle müşriklerin yaptığı kötülükler sıralanmaktadır. Ayrıca O'nun herşeyi kuşatan ilminin tamamlığı ve kudretinin de her yerde görül­mekte olduğu açıklanmaktadır. [94]

 

Açıklama:

 

Allah, kâmil ülûhiyyet sıfatlarıyla muttasıftır. O'ndan başka tanrı yok­tur. Göklerin, yerin yaratıcısı O'dur. Daha önce benzer bîr örneği olmadan onları yoktan var eden, geceyi .gündüze, gündüzü geceye sokan, gökten su indiren, ağaçları ekinleri ve çöldeki nebatatı bitirip yeşerten O'dur. Göklerde ve yerde emir sahibidi O'dur. Bilendir. Herşeye gücü yeten ve herşeyden ha­berdar olandır. Yerde ne varsa hepsini emrinize amade kılmıştır. O şeyleri kendi emriniz altına ahp onlardan yararlanasıniz diye yaratmıştır. Göğü üzerinizde tutup, yeri altınıza sergi gibi sermiştir. Sizlere hayat vermiştir. O Allah ki, sizleri bu hayattan sonra öldürecek, Ölümünüzden sonra yine diriltecektİr. ki, bu dünyada yapmış olduğunuz işlerin karşılığını göresiniz. Bütün bunlarla bir­likte insanoğlu,Rabbinin ni'metlerine karşı açıkça nankörlük etmektedir. Buna rağmen insanların bir kısmı Allah'ı bırakıp putlara tapmakta ve onlara ta­parken de Allah tarafından kendilerine delil olsun diye indirilmiş sem'i bir delile dayanmamaktadırlar. O putlara taparken ilme, akli hüccetlere dayan­mamaktadırlar. Bilakis Allah'tan başka o taptıkları şeylere temelsiz bir inançla tapınmaktadırlar. Körü körüne, başkalarını taklid ederek, onları kuşatan ce­haletin etkisi ve onları çevrelereyen boş şüphelerin etkisinde kalarak o cansız varlıklara ibadet etmektedirler. Onların putlara taparlarken dayanmakta ol­dukları kör taklid, kapsayıcı cehalet ve boş şüpheler örümcek ağından daha da zayıf ve cılızdır. Zalimler için, hesap gününde İşlerini görecek, onlara yar­dımcı olacak bir dost, onları savunacak bir destekçi de yoktur. Bu bilgisizlik ve sapıklıkla birlikte, kendilerine hayır ve gerçek yoluna girmeleri için uyarı­da bulunulduğunda, Rabbinin apaçık Kur'an âyetleri kendilerine okunduğun­da, O'nu inkâr etmeye kalkarlar. Yüzlerinde kin ve öfke işaretleri görülür. Kalpleri fücur, inkâr ve serkeşlikle dolup taşar. Neredeyse O ayetleri okumakta olanlara saldırmak, dilleriyle ve elleriyle kötülük yapmak isterler.

Sonra yüce Allah, peygamberine, onlara şiddetli tehdit ile karşılık ver­mesini emir buyurdu. Ve onlara şöyle söylemesini ferman etti: De ki, ey Mu-hammed! Kalplerinizi doldurmakta olan bu kin ve öfkenizden daha kötü bir şeyi size haber vereyim mi? Adamın biri çıkipta: Bundan daha kötüsü ne ola­bilir? diye sorabilir. Ona cevaben deriz ki, daha kötüsü cehennem ateşidir ki, onu Cenab-ı Allah kafirlere va'd etmiştir. O kafirlerin dönüş yerleri ne kötü bir yerdir. Cenab-ı Allah onların delilsiz ve dayanaksız bir şekilde kendisi dı­şındaki o cansız varlıklara, putlara taptıklarını belirttikten sonra tanrılarının zayıftan da zayıf olduklarını açıkladı ve onların hiçbir hal ve surette ibadete layık olmadıklarım açıkladı.

Kur'an-i Kerim,parlak kıssaları ve sıfatları misallerle açıklamayı adet ha­line getirmiştir. Çünkü misaller halk arasında ve de dinleyiciler arasında ya­yılıp etki meydana getirir.

Ey insanlar! Size bir misal verildi, o misale kulak verin ve üzerinde dü­şünün. Akıllarınızı onun anlamım kavramak hususunda çalıştırın.

Onların Allah'tan başka taptıkları ve ibadete özgü kıldıkları, yalvarıp yakardıklan putlar, bir sinek bile yaratamazlar. Bu sineği yaratmaları imkan-1 sızdır.

Bu misalde çok değersiz ve basit bir varlık olduğu için örnek olarak si­nek seçilmiştir. Zayıf, pis ve her yerde çokça rastlandığı için sinek örnek gös­terilmiştir. Oysa onlar birbirine dayanan, birlik ve beraberlik içiresinde olan bir toplulukturlar. Onların tapmakta oldukları putlardan sinek birşey kapıp götürürse o kapılıp götürülen şeyi sineğin elinden kurtaramazlar. Bunu yap­maları imkansızdır,

Şu utanç verici acizliğe ne dersiniz? Kur'an-ı Kerim'in şu parlak ve edebi tasvirine ne dersiniz. Onların tapmakta oldukları putlar, tanrılar, gerçekten de' son derece zayıf olan, birlik ve beraberlik içerisinde bulunsalar bile çok cılız ve hakir bir yaratık olan sinek gibi gösterilmiştir.

Yaratılmışlar olarak yardım dileyen müşrikler, tanrı olarak yakarılan putlar ne kadar da zayıftırlar. Onlar Allah'ı hakkıyla tanıdıklarını iddia ediyor ve putları O'na yaklaştıncı aracılar sayıyorlardı. Allah onların bu iddialarım red­detti. Ve kendisini hakkıyla takdir edemediklerini söyledi. Çünkü şu taş­ları ve duvara yaslandırılmış ağaçları, tanrılar sınıfına katıyorlardı. Onlar, her şeyden haberdar, herşeyi gö'reri, herşeyi kahredecek güce sahip olan yüce Allah'ı, bir sineği bile üzerlerinden def edemeyen aciz tanrılarla bir say­dıkları için ne kadar da cahildirler. Aciz ve mağlup olan şeyleri nasıl da O'na tanrı olarak benzetiyorlar. Bu mümkün müdür? İşte onların "Peygamber in­san olamaz" teranelerini aşağıdaki ayet-i kerimeler reddediyorlar ve Allah ta­rafından gönderilen elçilerin insan ve melek olmak üzere iki kısım olduğunu açıklıyorlar. Mesela Cebrail, peygamberlere Allah tarafından gönderilen bir

elçi melektir. Diğer peygamberlerse Allah tarafından insanlığa gönderilen in­san elçilerdir. Yüce Allah'tır ki O, dilediğini peygamber ve elçi olarak seçip ayırır. O, söylenen her sözü işitir. Ve herkesi görür. Gizliyi ve gizlinin gizlisi­ni, İnsanın hallerini, geçmiş ve geleceği bilir. O'nun peygamberleri ve elçileri seçmesi sağlam bir esasa ve uzak görüşlülüğe dayanır. Bilin ki dönüş O'na-dır. Bütün işler O'na döndürülecektir. [95]

 

İslâm Hukukunun Özeti

 

77- Ey inananlar! Rükû edin, secdeye varın, Rabbinİze kulluk edin, iyilik yapın ki saadete ensesiniz.

78- Allah uğrunda gereği gibi cihad edin. O, sizi seçmiş, babanız İbra­him'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur-an'da, peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız İçin size müslüman adını veren O'dur. Artık', namaz kılın,zekat verin, Allah'a sa­nlın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel  yardımcıdır! [96]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sizi seçti. Haraç: Zorluk ve sıkıntı.Babanız ibrahim'in dini ve şeriati. [97]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Kur'an-ı Kerim, hesap konusunda müşriklerle münakaşa ettikten sonra ilahiyat mes'elelerini anlattı. Sonra da nübüvvet meselelerini ele alıp, peygam­berleri seçme işini açıkladı. Sûrenin sonunu da, tabikini istediği genel yasay­la tamamladı. [98]

 

Açıklama:

 

Ey Allah'a, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmek­le nitelenen kimseler! Rüku edin, secde edin, yani namazlarınızı kılın. Bütün emirlere uyup yasaklardan kaçınarak Rabbinize ibadet edin. Dostluk ve ak­rabalık bağlarını koparmadan,sıla-i rahim ve iyilik gibi hem sizin ve diğer insanlar için hayırlı olan işleri yapın. Güzel ahlaklı olun. Bütün bunlar dinin teşvik ettiği faziletlerin genel bir niteliğidir. Bu sıralamış olduğumuz şeyler ayet-i kerimede de güzel bir şekilde dizilmişlerdir. Namaz kılmak bir ibadet­tir. Hayır yapmak İbadettir. Sonra bunlara gerekçe olarak ta ayet-i kerimede şu ifade kullanılmıştır; "Umulur ki kurtuluşa erersiniz" Resulullah (s.a.v.) efendimizde; "Sizden hiç biriniz kendi işlediği ameli ile cennete giremez" der­ken ne doğru buyurmuştur.

Allah'ın dini veya Allah'ın zatı veya O'nun rızası uğruna halis muhlis bir şekilde cihad edin. Kiminle cihad edeceğiz? Bizler nefislerimizle, düşman­larımızla ve kötü arkadaşlarla cihad etmekle emrolunmuşuz. Toplumu, emri bil ma'ruf, nehy-i anil münker görevimizi ifa ederek doğru yola iletmek için cihad etmekle emrolunmuşuz. Resulullah (s.a.v.) efendimizi bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Küçük cihaddan büyük cihad'a döndük". Peygam­ber efendimiz bu sözü bir gazadan dönerken ifade buyurmuşlardı. İşte Kur'an-ı Kerim de, Allah'ın sevap ve mükafatını ümid ederek ,O'na rağbet ederek ça­lışmamız İçin teşvik edici şu emirleri göndermiştir.

O Allah ki, sizleri seçip beğendi. Sizlere emir ve sorumluluklar verdi. Belki bu mükellefiyetlerde zorluklar vardır. Ama bunlar pek önemli değildir. Aslında Cenab-ı Allah dini konularda size.zahmet ve zorluklar yüklemiş de­ğildir. Dinin bütün emirleri kolaydır. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuyor: "Bu din kolaylıktır. Bu dini kim zorlaştırmaya çalışırsa din kendisini mağlub eder". Yine Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Allah hiç kimseye gücünden fazlasını yüklemez". Peygam­ber (s.a.v.) efendimiz de buyuruyorlar ki: "Allah, azimetleri vermeyi sevdiği gibi ruhsatları vermeyi de sever". Mesela abdest veya gusül için mutlaka su kullanılmasını zorunlu kılmış değildir.

Su bulunmadığı, zamanlar da teyemmüm etmemize ruhsat vermiştir. "Su bulamamışsanız temiz toprağa teyemmüm edin"[99]. Yüce Allah hastanın, yolcunun ve su bulamayan kimsenin teyemmüm etmesine müsade buyurmuştur. Yolculuk ve hastalık hallerinde oruç tutmamızı zorunlu kılmamış, bila­kis oruç tutmamaya izin vermiş hatta bazen tutmamamız için bizleri özen­dirmiştir. Namazı illa da ayakta kılmamızı zorunlu kılmamış bilakis yapabi­lenler için ayakla namaz kılmayı farz kılmıştır. Gücü yetmeyenler kimselerin oturarak veya uzanarak namaz kılmalarına müsade buyurmuştur. İslâm di­ninde zorluk ve sıkıntı bulunmadığını, zaman isbatlamıştır.

Genel olarak islâm dininde bir çok ruhsatlar vardır. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bu ruhsatları ümmetinin yükünü hafifletmek ve Cenab-ı Allah'ın "Ve (Allah) dinde sîze bir güçlük yüklemedi" sözünü gerçekleştirmek için bu ruhsatlan kullanmıştır.

Atanız İbrahim'in dinine tabi olun. O sizleri müslümanlar olarak bun­dan çok önceleri adlandırmıştır. Yani geçmiş kitaplarda ve Kur'an'da sizleri müslümanlar olarak adlandırmıştır. Sizin atanız İbrahim'indim, genel esas­larda Mustafa (A.S.)'iri dini gibidir. Bu da O'nun emirlerine uymanızın ge­rekçelerinden biridir. Sizleri müslüman olarak adlandıran, atanız İbrahim veya, eksikliklerden arınmış yüce Allah'tır. Bu da; Peygamber sizin üzerinize, siz de İnsanlara ve peygamberlerine kıyamet gününde şahitlik yapasmız, sözü­nün gerekçesini açığa çıkarmak içindir. Bilindiği gibi peygamberler, kıyamet gününde müslümanlar kendi tebliğ görevlerini yerine getirdiklerine ilişkin şahit tutacaklar, müslümanlar da bu hususta peygamberler lehinde şahitlik ede­cekler. Diğer ümmetler, kendi aleyhlerinde şahadet eden müslümanlara: "Siz bunları nereden biliyorsunuz? diyecekler, müslümanlarsa bunu bize her ba­kımdan emin olan ve doğru sözlü olan Muhammed (s.a.v.) haber verdi, di­yeceklerdir.

Bütün bunları göz önüne alarak namazınızı dosdoğru kılın ve zekatınızı ödeyin. Bu iki vazife islamm ameldeki sembolleridirler. Allah'a yani onun dinine Kur'an'ma ve emirlerine sanlın. Ondan, sizleri korumasını ve günah­larınızı bağışlamasını dileyin. O sizin mevtanız ve efendinizdir. İşlerinizde ta­sarruf sahibidir. O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır!...

Bizlere yukarıdaki emirleri veren, sonra da bu emirlere uymamızı ye iyi davranışlarda bulunmamızı emreden, peşİsıra bu emirlerini İkinci kez. pekiş­tiren Kur'an-ı Kerim'in şu güzel ifadelerine bakmî... [100]



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/119.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/119-120.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/120.

[4] Naziat: 6-9.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/120-121.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/121-122.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/122.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/122-123

[9] Ra'd: 5.

[10] İsrâ: 51.

[11] Yasin: 77-80.

[12] Meryem: 66-67

[13] Secde: 8.

[14] Nahl: 61.

[15] Rum: 54.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/123-126.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/126-127.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/127.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/127.

[20] Hac: 46.

[21] Lokman: 7.

[22] Necm: 31.

[23] Fussilet: 46.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/127-129.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/129.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/129.

[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/129-130.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/130-131.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/131.

[30] Bakara: 285.

[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/131-132.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/132-133.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/133.

[34] İbrahim: 50.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/133-134.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/135.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/135.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/135.

[39] Hacc: 30.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/136-137.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/137.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/137.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/137-138.

[44] İbrahim: 37.

[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/138-140.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/140-141.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/141-142.

[48] Enfal: 67.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/142-144.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/145.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/145.

[52] Hacc: 37.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/146-147.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/147-148.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/148.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/148.

[57] Buruc: 8.

[58] Muhammed: 7.

[59] Sebe: 13.

[60] Maide: 79.

[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/148-151.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/151-152.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/152.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/152-153.

[65] Yusuf: 110.

[66] Buruc: 12.

[67] Bakara: 197.

[68] A'raf: 198.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/153-155.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/155.

[71] Nahl: 97.

[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/155-156.

[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/156-157.

[74] Necm: 19-20.

[75] Hakka: 44-46.

[76] Yunus: 15.

[77] Necm: 3-6.

[78] İsra: 73-74.

[79] Cin: 26-28.

[80] Necm: 21-23.

[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/157-160.

[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/161-162.

[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/162.

[84] Muhammed: 7.

[85] Şûra: 40.

[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/162-165.

[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/165-166.

[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/166.

[89] Bakara: 143.

[90] Maide: 48.

[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/166-167.

[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/167-168.

[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/169.

[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/169.

[95] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/169-171.

[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/171.

[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/171.

[98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/171-172.

[99] Maide: 6.

[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/172-173.