Allah'a
Karşı Takvalı Olmaya Çağrı
Ölüm
Sonrası Dirilişin Delilleri
Allah,
Peygamberinin Yardımcısıdır
Allah'ın
Adalet Ve Kudretinin Görüntüleri
Kafirler,
Mü'minler Ve Bunların Amellerinin Karşılığı
Kafirlerin,
İnsanları Mescid-İ Haram'dan Geri Çevirmeleri
Allah'ın
Beyt'ül Haram'ını Hacc Etmek
Allah'ın Saklarını Ve Şiarlarını Yüceltmek
Allah'ın
Savunduğu Ve Muzaffer Kıldığı Mü'minler
Önceki
Milletlerin Başlarına Gelenlerden Ders Almak
Allah'ın
Kitabı Sağlamlaştırılmıştır, İçinde Şüphe Yoktur
Her
Ümmete Uygun Bir Şeriat Vardır.
Kafîrlerlerle
Müşriklerin Bazı Davranışları
Sahih görüşe göre bazı
ayetleri dışında Mekki'dîr. Cumhur-u ulemâ, bu
sûrenin Mekki ve Medeni ayetlerin karışımından
meydana geldiğini söylemişlerdir. En doğrusu da budur. Seksen yedi ayettir.
Ölüm sonrası dirilişten, o dirilişin bazı sahnelerinden sözeder.
Sonra söz, müşriklere ve onların Mescid-i Haram'a
karşı takındıkları tavırlarına dönmekte; bundan sonra Kabe'den ve haccm bazı şiarlarından; bunun ardısıra,
ayetleri yalanlayanlardan ve ölmelerinden sözedilmektedir
ki, insanlar ibret alsınlar. Sûrenin sonunda, diğer tanrılar için misaller
verilmekle beraber Allah'ın varlığına ve birliğine İşaret eden evrendeki
alametlerden söz edilmektedir. [1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Ey insanlar! Rabbinizden sakının; doğrusu kıyamet
gününün sarsıntısı büyük şeydir.
2- Kıyameti gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur,
her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş
değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır.
3- Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı
şeytana uyan insanlar vardır.
4- Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost
edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür. [2]
Kıyamet saatinin
depremi. Zühulden gelir.
Zühul; dehşete kapılarak
bir şeyden vazgeçmektir.
"Sekra"nin çoğulu. Sarhoşlar demektir.
Azgın," İnatçı. [3]
Ey insanlar,
Rabbinizden korkun. Azabından korunmak için tedbir alın. Özetle takva; emre
uymak, yasaktan kaçınmak, iyi ve güzel iş yapmak, yapılan İşi ihlasla yapmaktır. Cenab-ı Allah,
azabından sakınmalarını ve kendisinden korkmalarım Adem oğullarına emretmiş,
sonra buna gerekçe olarak ta kıyamet saatini ve kıyametin kopacağı ilk anda
görülecek manzaraların bir kısmını anlatmıştır ki, insanlar hesap günü kalb gözleriyle baksınlar ve onu akıllarıyla düşünsünler,
tasavvur etsinler de nefisleriyle başbaşa kalsınlar,
ve o günün sıkıntısıyla korkularından emin olmanın çarelerini arayıp bulsunlar.
Bu da Rablerinin emrine uymaları ve takva elbisesini giyinip onunia süslenmeieriyle olur.
İnsanları o büyük korkudan ancak bu, emin kılar.
Bu ayetin, Mustaük oğulları gazvesinde geceleyin nazil olduğu rivayet
olunur. Nazil olunca, Peygamber (s.a.v.) efendimiz ashabına okudu. O geceden
başka hiç bir gece o kadar ağlaştıklannı görmemişti. Sahabilerin kimi üzgün duruyor, kimiağlıyor,
kimi de düşünüyordu.
Ey insanlar!
Rabbinizden korkun. Kıyamet saatinin sarsıntı ve depremi, çok korkunçtur.
Etkisi şiddetlidir. Ancak iman edip salih amel
işleyenler için pek o kadar korkunç değildir. "Onu gördüğünüz gün, her
emziren, emzirdiğinden geçer". Evet kıyamet gününde ve sarsıntı saatinde
her emziren, emzirmekte olduğu çocuğundan geçer. Yani o günde öyle korkunç
haller görülecek ki, emzİrici kadınlar, emzirmekte
oldukları çocuklarından vazgeçerler. İnsanlar sarhoş olurlar. Çocuklar
ihtiyarlarlar, Sarhoş olmadıkları halde insanları sarhoş gibi görürler. Fakat
Allah'ın azabı şiddetlidir. "O gün o sarsıntı sarsar. Ardından başka bir
sarsıntı gelir. O gün kalbler (kaygıdan) oynar.
Gözleri korkudan dona kalır.”[4]. Buna
rağmen sen ne kadar cahilsin. Ne kadar geri zekâlısın! Çünkü o gün için
hazırlık yapmamışsın. Onun azabına karşı korunma yollarına başvurmamışsın. Hiç
bir şey kendisine gizli kalmayan, her şeyden haberdar olan, her şeyi bilen
Allah, seni hesaba çekecektir.
Bütün bunlara rağmen
bazı kimseler; Allah'ın, insanları ölümden sonra diriltmeye muktedir olup
olmadığı, tanrılık niteliklerine sahib olup olmadığı
hususunda tartışmaktadırlar. Keşke hak delille tartışsalardı. Bilakis batıl delille
tartışmakta, bilgisizce ve de akılsızca münakaşa yapmakta, bu hususta azgın ve
inatçı şeytana uymaktadır. Pazarda satışa arzedilen
eşyanın üzerine konulan etiketteki fiyat gibi açık seçik görünen bir yazgı ile
bu insanlar için yazılmış ki; Her kim insî ve cinnî
şeytanlara uyarsa o şeytan, onu saptırır ve alevli ateş azabına götürür.
Yukarıdaki ayet-İ
kerimenin şu manaya geldiğini söyleyenler de vardır: Şeytan üzerine, takdir
kalemi şunları yazmıştır: İnsanlardan her kim şeytana uyarsa, şeytan onu
saptırır ve alevli ateş azabına sürükler.
Zahir mana bu
olmalıdır. [5]
5- Ey İnsanlar! Öldükten sonra tekrar diriltmekten
şüphede iseniz bİ-Un ki, ne olduğunuzu size açıklamak
için, Biz sizi topraktan, sonra nutfc-den, sonra
pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratnuşızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar
rahimlerde tutarız; sonra si-li çocuk olarak
çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağma varırsınız. Kimimiz Öldürülür,
kimimiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki; bilirken, bir şey bilmez
olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman
harekete geçir, kabanr, her güze! bitkiden çift çift yetiştirir.
6-7- Bunlar, yalnız Allah'ın gerçek olduğunu, ölüleri
dirilttiğini, gücünün herşeye yettiğini, şüphe
götürmeyen kıyamet saatinin geleceğini, Allah'ın kabirlerde olanı
dirilteceğini gösterir. [6]
Şüphe Meni damlacığı,
sperma.Donmuş kan (embrion). Taze kan anlamına
geldiğini söyleyenler de vardır.Bir çiğnemlik et parçası. Gücünüzün doruk
noktası. Ömrün en rezili, yaşlılık ve bunaklık. Kuru ve bitkisiz yer. Hareket
eder, titreşir.Bitkiler bitirerek kabanr ve yükselir.
Çift, tür, sınıf, Güzel. [7]
İslam dininin çok
önemli iki amacı ve esası vardır, bunları kendine eksen edinir. Ayrıntı
türünden olan hükümleri de bunlara dayanır.
Bunlardan birincisi;
Allah'ı birlemek (Tevhid), O'nıın
kemal sıfatlarla muttasıf olup noksanlıklardan
münezzeh olmasıdır. İkincisi; ölüm sonrası dinlisin, uhrevi hayatın ve o
hayata bağls mükafat,ceza ve diğer şeylerin
ispatidir. Bu hususların Kur'an-ı Kerim'de ve
sünnette tekrarlanmaları, kavne ve diğer işaretlerden
deliller çıkararak ispatlanmaları garipsenmemelidir. [8]
Ey bütün cins ve
renklerden olan ve her asır ve zamandaki insanlar! ölüm sonrası dirilişten
kuşkuda iseniz bu kuşkunuzu bırakın ve neden yaratıldığınıza bir bakın. Ölüm
sonrası dirilişin ispatlanması hususunda deliller üst üste yığıldığından
dolayı, bu kuşkunun, en küçük bir uyarı ile ortadan kalkacak basit bir kuşku
olması gerekir.
Ölüm sonrası dirilişi
inkar edenlerin dayanakları şu olmuştur: Öldükten, vücudun parçalar dağılıp
yok olduktan hatta başka şeylere dönüştükten sonra yeniden hayata dönmek
imkansızdır. Şu toprak olmuş veya havadaki zerrelere karışmış olan veya
canavarların, yahut balıkların karınlarına yerleşmiş olan çürümüş kemiklere kim
yeniden hayat verecektir. Hesab ve ceza nasıl
olacaktır?!
Bunun üzerine Kur'an-ı Kerim, ölüm sonrası dirilişi ilan ederek, şimşek
gibi ya da daha şiddetli deliller öne sürerek nazil
olmuştur.
"Eğer şaşacaksan,
onların şu sözlerine şaşmak lazım: "Biz toprak olduğumuz zaman mı, biz mi
yeniden yaratılacağız? "[9]
"Bizi tekrar kim
(hayata) döndürebilir?" diyecekler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan
(döndürür)"[10]
"'insan, bizim
kendisini naşı! bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi
ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışım unutnrak.bize
bir mesel verdi: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. Deki:
Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir. O ki size yeşil ağsçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz"[11]
"İnsan: 'Öldüğüm
zaman mı diri olarak çıkarılacağını?' diyor. İnsan önceden hiç bir şey
değilken kendisini nasıl yarattığımızı düşünmüyor mu?"[12]
Bu konuda daha bir çok
ayet ve hadis vardır. İnkarcıların davalarının özeti şudur: 'Öldükten sonra
yaşamak, insanların yok olduktan sonra var olması imkansızdır' Bunlar bu
iddiaları ileri sürerken, mahlukaü ilk defa yaratmış
olanın ikinci kez yaratmaya muktedir olduğunu, kendi ölçülerimizle
hesapladığımızda bunun onun için daha kolay olduğunu bitmediler.
Ey insanlar; ölüm
sonrası dirilişten kuşkuda iseniz ilk yaratılışınızı anın ve yaratılırken de
üzerinizden, birbirleriyle niünasabetİ olmayan yedi
oluşum devresi geçti. Çünkü her bir devrede diğerinden bambaşka bir
haldeydiniz:
1- Topraktan yaratıldınız. Yani babanız Adem topraktan
yaratıldı. Ya da siz —İster erkek olun, ister kadın
olun— meniden yaratıldınız. Meni kandandır. Kan, gıdalardan elde edilir.
Gıdalarda —bitkisel veya hayvanı de olsalar— topraktan elde edilirler. Şu halde
bir insanın topraktan yaratılmış olduğu doğrudur.
2- Sonra onu nutfe
(sperma)dan yarattık. "Sonra onun neslini bir özden, hakir bir su(yun
özü)nden yaptı"[13] Kuru
toprağı, içinde spermalar bulunan dölsuyuna
dönüştüren kimdir? Oysa bu ikisi arasında hiç bir ilişki yoktur.
3- Sonra onu alaka
(embrion)dan yarattık. Alaka, donmuş kan pıhtı-sıdır. Şüphesiz sperma ile kan pıhtısı arasında zıtlık
vardır. Buna rağmen sperma, kudret sahibinin gücüyle donmuş bir kan pıhtısına
dönüşmüştür. Bununla da, bir maddeden başka bir maddeye dönüşme dolayısıyla,
Ölmüş canlının yeniden hayata döndürülmesinin imkansız olduğunu söylemenin
anlamsızlığına işaret edilmektedir. Çünkü o canlı, ilk yaratılışı anında sabit
olmuştur,
4- Sonra ana rahmindeki insanı bir çiğnem et parçasına
dönüştürdük. İnsanın ilk aslına bakın. Sonra da toprağın dölsuyuna,
sonra kana, daha sonra bir çiğnem et parçasına nasıl dönüştüğüne bakın. Bu bir
çiğnem et parçası, ayıp ve eksikliklerden salim, tastamam bir insan şeklini
alacaktır. Başka şekle bürünmesi de mümkündür.
Ey insanlar! Ölüm
sonrası dirilişten şüphedeyseniz, bilin ki biz sizi topraktan,, sonra
spermadan, sonra embriondan,sonra da—insan şeklini
almış veya almamış olan— bir çiğnem et parçasından yarattık. Ölüm sonrası
dirilişe ilişkin kuşkularınızı gidermek için bütün bunları size açıkladık. Bu
eşyayı yaratmaya muktedir olan Allah, yok ettikten sonra bunları yeniden varlık
alanına döndürmekten nasıl aciz olur? Bundan sonra Cenab-ı
Allah, dilediklerini ana rahimlerinde belli bir süreye kadar yerleştirir. Bu
süre, hamilelik süresidir. Çocuk altı veya dokuz ayda, bir veya İki senede
doğar. Bazı fıkıhçı-Iar, hamilelik süresinin en
azının altı ay, en çoğununsa dört yıl olduğunu söylemişlerdir.
5- Sonra sizi analarınızın karınlarından, nefes alıp
yaşayan ve yiyecek yiyen bebeler olarak çıkardık. Analarınızın karın lan ndayken de nefes alıyordunuz,
ama ne şekilde? Bir şeylerle besleniyordunuz, ama analarınızın kanını emerek
besleniyordunuz. Şimdi burada, ana karnındaki cenin ile yaşamın genel kuralları
arasında ve bu iki durum arasında ilişki var mıdır?!
6- Sonra gücünüze, kuvvetinize erişesiniz diye,,, Evet,
her şeye muktedir olan yüce Allah, şu küçücük bebe için hayat yollarını
hazırlamıştır. Anasının memesini emmesini sağlayarak hayatta kalma sevgisini
bir karekter olarak yaratmış, onu yaşam yollarına
İletmiştir. O da bedenî ve aklî kuvvetin doruğuna ulaşacak şekilde yaşar.
7- Bundan sonra veya bundan önce bazılarınızın canı
alınır. Kiminizde ömrün en kötüsü olan ihtiyarlık çağına itilir, bunda da,
güçlü ve serbest iradeli bir ilahın varlığım kanıtlayan deliller yok mudur? O
hükmeder. Hükmünü aksatacak kimse de yoktur. Çünkü O, herşeye
gücü yetendir. Zira bazılarınız gücünün doruğunda, gençliğinin en verimli
çağında iken ölür. Kiminiz de uzun süre yaşayıp muammer olur. Sakat bir hasta
da olabilir. "Ecelleri geldiği zamanda bir saat dahi ne gen kalırlar, ne
de ileri geçerler, (derhal mah-volup
giderler)[14]
însan çok yaşayıp
ihtiyarlık çağına ulaşınca, aklî ve bedenî güçleri büyük ölçüde zayıflar.
Vücut hücrelerinin tümü veya büyük bir çoğunluğu yok olur. Akıl ve duyguları
zayıf bir insan haline gelir. Daha önce bildiğini bilmez olur. Bu, bilinen ve
müşahede edilen bir husustur. Cenab-ı Allah ne doğru
buyurmuş: ' '(O) Allah 'dır ki, sizi zaaf dan
yarattı, (pek zayıf bir kökten, spermadan yarattı). Sonra zayıflığın ardından
(size) bir kuvvet verdi, (güçlü, kuvvetli delikanlılar oldunuz). Sonra
kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi. (Aliah),
dilediğini yaratır. O, bilendir, gücü yetendir"[15]
Her zaman gözünüzün
önünde ölüm sonrası diriliş manzaralarını gördüğünüz halde, öldükten sonra
tekrar dirileceğinizden, kuruyan bedeninize yeniden hayat verileceğinden nasıl
şüphe edersiniz?! Kupkuru, sakin, cansız ve bitkisiz haldeki toprağı görmüyor
musunuz? Allah, üzerine su indirdiği-ninde canlanıp
hareketleniyor; her çeşit güzel bitkiler bitirerek kabarıyor. Müspet ilim bu
gerçeği kanıtlamıştır. Ayetleri sağlamlaştırılmış olan Kur'an'ın
düzenine bakın. Ölüm sonrası dirilişi ispatlıyor ve ispatlarken de iki delile
dayanıyor: a- Hayvanların yaratılması, b- Bitkilerin yaratılması. Bundan sonra Kur'an-ı Kerim, daha başka şeyler sıralıyor:
1- Yukarıda açıklanan hayvanlar ve bitkiler alemindeki
yaratma olgusu, bunların yaratılırken ve oluşumlarım tamamlarken birbirine zıt
bir halden başka bir hale geçmesi, yüce Allah'ın hak
tanrı oluşundan ileri gelmektedir. Hak; mevcud ve
sabit olandır. Aşama geçirmeyen ve yok olmayandır. Ondan başka varlıklar,
gerçekten mevcud olsalar da varlıkları, zatlarının gereği
değildir. Çünkü onlar kutlu, yüce, mutlak varlık ve zenginlik sahibi, noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın emrine boyun eğmişlerdir.
2- Cenab:ı Allah, ölüleri
diriltir. Bu fiilerin sahibi, bu eşya ve durumların
mucidi olduğuna göre, ceza ve mükafat vermek için ölüleri yeniden diriltmesi
nasıl imkansız görülür?!!
3- O, her şeyi yapmaya muktedirdir. Bu,
garipsenmemelidir. Bu işleri yapan zat; kudrete, zatı bir sıfat olarak sahib olur. Her şeye gücü yetendir.
4- Kıyamet saati gelecektir. Geleceğinde hiç şüphe de
yoktur. Çünkü geleceğini o söylemiştir. O'nun söyledikleri mutlaka
gerçekleşecektir. Kıyametin kopacağına o hükmetmiştir. O, güçlü ve serbest
iradelidir.
5- Cenab-i Allah, kabirlerde
yatanları, hesap ve ceza için diriltecektir, [16]
8-9- Bilmeden, doğruya götüren bîr rehberi olmadan,
aydınlatıcı bir kitabı da bulunmadan Allah yolundan saptırmak için büyüklük
taslayarak Allah hakkında tartışan insan vardır. Dünyada rezillik onadır; ona
kıyamet günü yakıcı azabı tattırırız.
10- Ona: "Bunlar senin yaptıklarından
ötürüdür" denir, yoksa Allah, kullarına karşı hiç de zalim değildir.
11- İnsanlar içinde Allah'a bir yar kenanndaymış
gibi kulluk eden vardır. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir bela
gelirse yüz üstü döner. Düiiyayı da ahireti de kaybeder. İşte apaçık kayıp budur.
12- Allah'ı bırakıp, kendisine fayda da zarar da
veremeyen şeylere yalvarır. İşte derîn sapıklık budur.
13- Kendisine zararı faydasından daha yakın olana
yalvarır. Yalvardığı şey ne kötü yardımcı ve ne kötü yoldaştır!
14- Doğrusu Allah, inananları ve yararlı işler
işleyenleri, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Allah, şüphesiz,
istediğini yapar. [17]
Yanının döndürerek.
Büyüklük taslamasından ve küfründen dolayı zikirden yüz çeviren. Aşağılık.
İbadette şek, şüphe ve
zaafıyet. Uçurumun kenarında olan adamın zaaf ve
şüphesi gibi. [18]
Cenab-ı Allah, insanların takvalı olmalarını, şiddetli
günün azabından korkmalarım emir buyurmuştur. Bununla beraber insanların
bazısı, bilmeden Allah hakkında tartışır. Sonra Cenab-ı
Allah, insanların ölümden sonra tekrar dirileceklerine ve kendisinin de her
şeye muktedir olduğuna ilişkin deliller ileri sürmüştür. Bununla beraber bazı
kimseler, Allah hakkında bilgisizce tartışırlar.
Kendilerine ne kadar
uyarıcılar gelirse gelsin, insanlar işte böyledirler. İnsanların kimi bedbaht,
kimi mutlu, kimi doğru sözlü mü'min, kimi yalancı,
münafık ve apaçık kafirdir. Bunun böyle olmasını Allah dilemiştir. [19]
insanlardan kimi,
bilmeden, ne bir yol göstereni ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan, Allah ve
sıfatlan hakkında tartışır.
Evet bazı insanlar,
batıla dayanarak sağlıklı bilgisi, sağlam düşüncesi olmadan, kendisini doğru
bilgiye ulaştıracak yol göstericisi ve istidlali, kitabı, menkul bir delili
bulunmadan Allah ve sıfatları hakkında tartışır. Böylesi kimseler ahmaktırlar.
Boş zanlara kapılarak insanlarla tartışıp mücadele ederler. Yanlarında ilmi bir
delilleri, görüş veya dayanakları yoktur. Böylelerinde
sadece sapıklık, inad ve basiretsizlik vardır. Kalbleri kördür. "Zira gözler kör olmaz. (Çünkü
gözlerin körlüğü geçici bir görme yetersizliğidir); Fakat (asıl) göğüslerdeki kalbler kör olur. (Asıl felaket, kalb
gözünün, basiretin kör olmasıdır)"[20]
Basiretlerini
yitirenlere Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında dinlemez, yanlarına dönüp yüz
çevirirler. Büyüklük tasladıklarından dojayı
ayetlerden uzaklaşırlar. "Ona ayetlerimiz okunduğu zaman sanki onları hiç
işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak
(arkasını) döner"[21]
Tartışması onu
sapıklığa sürüklediği için sonu ziyan oldu. Bu nedenle ziyanı hedef almış gibi
oldu, Gözüyle görüp, kulağıyla işittiği doğru yola .girme imkanına sahib olduğu halde, doğru yolu terkettiği,
ondan yüz çe-virdiği ve
batıla dayanarak tartışmaya yöneldiği için hidayetten çıkıp sapıklığa giden
kimse gibi oldu. Gittiği yer, ne kötü bir yerdir! Onlar için dünyada
perişanlık, rezillik, helak, zillet ve aşağılanma vardır. Ahirette
ise yangın azabını tadacaklardır. Dünyadayken elleriyle yaptıkları kötülüğün en
mükemmel ve en münasip cezası işte budur. Bu ceza, işledikleri kötülüklerden
dolayı onlara verilmiştir. Ayrıca Cenab-ı
Allah,noksanlıklardan münezzeh ve yüce olduğu için onlara bu cezayı vermiştir.
Adil hüküm budur. O'nun hükmü, günahkarların cezalandırılmasını, iyi işler
yapmış olanların mükafatlandınlmasmı
gerektirmektedir.
"Göklerde ve
yerde bulunanlar hep Allah'ındır. (Bunları yaratmıştır)ki kötülük edenleri,
yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle
mükafatlandırsın"[22].
"Rabbin, kullara zuımedicİ değildir"[23].
Herkese yaptıklarının karşılığını verirken, Allah, hiç kimseye haksızlık etmez.
Bir başka sınıf
insan-daha var ki, bunların durumları gerçekten tuhaftır! Allah'a ibadet
ederler, ama dürüst niyet ve ihlas olmaksızın ibadet
ederler. Kalblerinde hasbilik yoktur. Sadece
dillerini oynatıp bazı kelimeler telaffuz ederek ibadet ederler. Kalblerine iman girmemiştir. Dinin mütebissim
çehresi,ruhlarına yansımamıştır. Sürekli bir ızdırap
ve huzursuzluk içindedirler. Tek başına dağın yamacında duran, karar ve
sükunetten uzak bir kimseyi andırırlar. İşte bunlar, münafıktırlar. Ya da münafıklar, bunlardan bir sınıftır. Korku ve şüphe
üzerine Allah'a ibadet ederler. Kendilerine ganimet, mal, nesil veya üretim
bolluğu gibi bir hayır isabet ederse, bu dinden razı olur. Ama bela ile imtihan
edilir; mal ve can eksilmesi, ürün ve gelirin telef olması gibi durumlarla
sınanırsa yüz üstü yere kapaklanır. Öfke ve hoşnutsuzluğu da bize gelir.
Bunlar, başlarına gelen felaketten dolayı dünyayı kaybettiler, ahireti de kaybettiler. Çünkü kendilerine isabet eden
şeyden dolayı onlar için sevap yoktur. Bunlar sabretmemiş, herşeyi
Allah'dan beklememişlerdir. Bu tam bir ziyan ve
apaçık bir sapıklıktır.
Kafirlerden, tereddüt
içinde bocalamakta olanlardan ve münafıklardan birine Allah'ın ayetleri
hatırlatılırsa, Allah'tan başka, kendisine zarar ve fayda veremeyenlere
yalvarır. Kendisine hiç bir yarar sağlamaması bir yana,
O tanrılar başkalarına
da fayda vermezler. İşte bu gerçekten doğrudan uzak, sapıklık içinde bir
sapıklıktır. Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. Çünkü kafirliğinin
ve azap çekmesinin sebebi odur, o ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir
arkadaştır!
Bunlarla beraber tevhid ehli mü'mİnlerin bulunması
zaruridir. İman sahibi olduklarından dolayı bunların sevapları çoktur.
Bunların mükafatlan ise şudur: İman edip iyi işler yapanları Cenab-i Allah, ağaçları. altından ırmaklar akan cennetlere
koyar. Orada onlar için devamlı nimetler ve sonsuz mükafatlar vardır. Allah,
kendisine itaat edenlere ikramda bulunmak, kendisine baş-kaldıranları tahkir
etmek gibi, dilediği işi yapar. [24]
15- Allah’ın peygamber'e dünyada ve ahirette
yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendisini asıp,
boğsun; düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir
mi?
16- İşte böylece Kur'an'ı
apaçık ayetler olarak indirdik. Allah, şüphesiz, dilediğini doğru yola
eriştirir. [25]
Bilgisi olmadan Allah
hakkında tartışan ve Allah'a bir kenardan ibadet eden kimseden, önceki
ayetlerde bahsedildi. Bunlar, peygamber (s.a.v.)'in başarısını ye insanları
sardığını görünce öfkelendiler. İşte bu ayetler, onların heveslerini kesmek ve
tuzaklarım boyunlarına geçirmek için nazil oldular. [26]
Kurtubi, Ebu Cafer en-Nehhas'ın şöyle dediğini aktarır: Bu ayet-i kerimenin
manası hakkında söylenecek en güzel söz şudur: Allah'ın Muhammed (s.a.v.)'e
yardım etmeyeceğini, O'na gelmekte olan zaferi önleyeceğini zanneden kimse,
göğe ulaşabilecek bir çare bulsun da göğe ulaşsın ve yapabiliyorsa, Muharnmcd'c gelecek olan yardımı Önlesin! Bunu yapsın
bakalım da bu hilesi, kendisini öfkelendiren şeyi (Muhammed'e gelecek olan
yardımı) giderebilecek mî? Yani böyle bir çareyi bulup ta göğe ulaşamazsa,
Allah katından Muhammed (s.a.v.)'e gelecek olan yardımı kesemez. Zemahşeri, Keşşaf adlı eserinde, bu ayetin manasını şöyle
açıklamaktadır: Allah, dünya ve atık rette Resulüne yardım eder. Muhammed'i
çekemeyen düşmanlarından her kimj Allah'ın elçisine
yardım etmeyeceğini zanneder, yardım etmemesini arzularj
ve amacına ulaşamamaktan dolayı öfkelenirse; Öfkesini gidermek için elin den
geleni yapsın: bu amacına ulaşmak için var gücünü harcasın. Hatta kendini
boğarak İntihar etmek için, evinin damından göğe doğru bir ip uzatsın sonra o
ipi boynuna geçirip bir baksın. Kendi kendine bir düşünsün. Böyle yaptığı
takdirde, Allah'ın, kendisini öfkelendiren Peygamber (S-A.V.)'e yardımını
önleyebilecek mi? Bunu bir düşünsün bakalım.
Ayette boğma fiili,
kesmek mastarıyla adlandırılmıştır. Çünkü kendini;' boğan kimse, hayatım
kesmektedir. Bunu yapan kimsenin yaptığı iş: "Göğe bir sebep uzatsın,
sonra (kendini yerden) kessin de baksın" bir tuzak olarak
adlandırılmıştır. Bu işi tuzak sayılmıştır. Çünkü başka bir şey yapamamaktadır.
Ya da kendisiyle aiay etmek
İçin, yaptığı bu işe tuzak denmiştir. Çünkü bunu yapmakla, çekemediği şahsa (Hz. Peygambere) bir tuzak kuramamış, ancak kendi kendisine
tuzak kurmuş olmaktadır.
İslâm çağrısını boşa
çıkarmak için boşuna heveslenmeleri hususunda bu ayetin, islâm
düşmanları için bir reddiye olduğu konusunda siz de görüşüme katılıyor musunuz?
Cenab-ı Allah'ın, kendi nurunu tamamlayacağı, Resulünü
destekleyeceği, O'nu insanlara karşı koruyacağı, vahyi ile O'nu teyid edeceği,apaçık ayetlerini O'na indireceği konusunda
bu söylediklerime siz de katılmıyor musunuz? İşte Kur'an'ı,
açık seçik olarak, ayet-ayet, böyle indirdik. Nefislerinde gaybe
iman yeteneği bulunan kimseleri ve de mü'min oi-duklarim bildiği kimseleri
Allah, bu Kur'an'la doğru yola iletir. [27]
17- Doğrusu, inananlar ve yahudüer,
sabitler, Hıristiyanlar, mecusiler, puta tapanlar
arasında, kıyamet günü Allah kesin hüküm verecektir. Doğrusu Allah herşeye şahiddir,
18- Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar,
dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini
görmüyor musunuz? İnsanların bir çoğu da azabı hak etmiştir. Allah'ın
alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur Doğrusu Allah ne dilerse yapar. [28]
İman; Allah'ı
meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahi-ret gününü tasdik etmektir.
Yahudiler. Musa peygamberin dinine b.ağh olanlar,
Sabiler Yıldızlara tapanlar. Nasraniler, Hıristiyanlar,
Mecusiler: Gerek Farsiardan, gerek başka kavimlerden ateşe tapanlar. Müşrikler,
Puta tapanlar.Boyun eğip teslim oluyor, secde ediyor. [29]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, dilediğini doğru yola iletir. Dilemiş olduğu bu kimse,
aslında hidayeti haketmiştir. Çünkü bu kimse, ezelde
ruhuna yerleştirilen bir eğilimden ötürü kendi haline bi,
ıkılmış olsaydı bile, yine de Allah'ın kendisi için takdir etliğini seçerdi. Cenab-i Allah bütün yaratıkları arasmda
adalet ve doğru ölçü ile hükmeder. Hardal tanesi ağırlığınca da olsa, hiç
kimseye asla haksızlık etmez.
Allah'a, kitaplarına
ve ahîret gününe iman edenler... Bunlar, tevhid ehli müslümanlardır.
Peygamber (s.a.v.)'e ve O'nun diğer peygamber kardeşlerine iman ederler.
"O'nun (Allah'ın) elçilerinden hiç birini diğerinden ayırnıa-yiz"[30].
Musa (A.S.)'a tabi olan yahudilere gelince.. Bunlar
gerçekten tabii olmuş olsalardı, Tevratı değiştirip
tahrif etmeselerdi, aynı şekilde İsa ve Mu-hammed
peygamberlere de fman ederlerdi. Hz.
İsa'ya bağlı olduklarını iddia
eden nasraniierle, dinin sınırları dışına çıkan ve yıldızlara
tapan sabiîler, ger-! çekten Hz.
isa'ya bağlı olsalardı, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz.
Mu-! hammed (s.a.v.)'e inanırlardı. O'nun dini,
kendisinden önceki peygamberlerin dinlerini yürürlükten kaldırmış, hükümsüz
kılmıştır. Tevrat ve İncil'de Hz. Muhammed'in
peygamberliğine ilişkin doğru müjdeler vardır. Alemin aslının karanlık ve
aydınlıklardan ibaret olduğunu söyleyen mecusiler
ateşe tapar; biri iyilik, diğeri kötülük olmak üzere İki tanrının varlığına
inanırlardı.
Kıyamet gününde Cenab-i Allah bütün bu insanlar ve toplumlar arasında
adaletle hükmedecek, bir milleti diğerine, bir ırkı diğerine tercih etmeyecektir.
Herkese eşit davranacaktır. Bunda bir gariplik yoktur. Doğrusu Allah herşeye muktedirdir. Kâinatı gözetip kontrol etmektedir.
Göklerde, yerde ne
varsa tümünün, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların ve hayvanların
Allah'a secde ettiklerini, O'na boyun eğip teslim olduklarını bilmez misin?
Nasıl bilmezsin ki? Bunu Allah haber vermiştir. O'-nun
haberi doğrudur. Haberine, önden arkadan, hiçbir şekilde batıl karışamaz.
Allah'a secde etmek, O'nun emirlerine boyun eğmektir. Çünkü her şey O'nun
huzur-u mehabetinde teslimiyet içindedir. O'nun tasarruflarına itaat içindedir.
Bir şeye "ol" deyince o şey oluverir. İnsanların çoğu, genel anlamdaki
teslimiyet ve inkıyad secdesi dışında ayrıca taat ve ibadet içinde Allah'a secde ederler. Ama bunun
yanında çoklarına da azab hak olmuştur. Çünkü onlar
dünyada kötü işler yapmış, Rabblerinin emri dışına
çıkmışlardır.
Daha önceki kafirlik, fasıklık ve asiliğinden ötürü bir kişi için Allah bahtsızlık
takdir edip onu horlarsa —Çünkü onun kötülüğe eğilimli olduğunu yüce Allah
ezelde bilmiştir—, artık o kimseye ikram eden olmaz. Allah'ın horladığına kim
ikramda bulunabilir?! Allah, emrini infaz eder. O'nun yargısını reddecek, hükmünü aksatacak kimse yoktur. O, istediğini
yapar, dilediği gibi hükmeder. Mülk ve hakimiyet O'nundur. övgüler O'nadır.
O'nun gücü her şeye yeter. [31]
19-21- İşte Rableri hakkında tartışmaya giren İki taraf:
O'nu İnkar edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su
dökülür de bununla kannJanndakiîer ve deriler
eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir.
22- Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler
her defasında oraya geri çevrilirler: "Yakıcı azabı tadın" denir.
23- Doğrusu Allah, inanıp yararlı iş işleyenleri,
içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar. Orada altın bilezikler ve İnciler
takınırlar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.
24- Bu kimseler, sözün güzelini işitecek duruma
ulaştırılmışlar, övülmeye layık olan Allah'ın yoluna eriştirİimişlerdir. [32]
İki hasım taraf.
Çok sıcak, kaynar su.Eritilir.Mİkmaa'nın çoğulu.Ucu çevgenlİ
sopa. Yakıcı azab.Esvire'nin
çoğulu, bilezik.İnci. Hidayetten gelir. Doğru yola iletildiler. [33]
Bunlar, kendilerini
yaratan Rableri hakkında çekişen İki insan grubudur. Bİri
diğerinden ayrılıyor. Bir grub cennette, diğeri
cehennemin alevli ateşinde. Bİr grub
Allah ve Resulünü inkâr etti, gaybe ve ahiret hayatına inanma istidadı olmadı. Diğeri ise Allah'a
peygamberlerine inandı. Gaybe ve ahiret
hayatına iman etti.
Birinci grubtakiler küfrettiler. Küfürlerinin cezası olarak ta
kendilerine ateşten elbiseler biçildi. Görülüyor ki cehennem ateşi elbiseye
benzetilmiştir. Çünkü ateşte, elbisenin bedeni sarışı gibi saracaktır. Bazıları
bu elbiselerin, şiddetli sıcaklıktan dolayı erimiş olan bakırdan yapılmış
olduğunu ve tıpkı ateş gibi olduğunu söylemişlerdir.Bu elbiseler, "Gömlekleri
katrandandır, yüzlerini de ateş kaplamaktadır "[34]
ayetinde sözü edilen giysilerdir. Bunların başlarına, cehennem ateşinden
ısıtılmış kaynar su dökülecektir. Vay onların haline!... Tepelerine dökülen bu
su ile karınlarmdaki bağırsakları eritilir, derileri
yakılır, onları ezip parçalamak için başlarına demir kırbaçlarla vurulur. Orada
kederlenip hüzünlendiklerinden dolayı cehennemden her çıkmak istediklerinde,
azaplarını tam çekmeleri İçin şiddetle oraya geri götürülürler ve onlara: Tadın
yakıcı azabı, çünkü siz bu azabı haketmişsiniz,
denilir.
İkinci gruba gelince
bunlar Allah'a ve peygamberlerine İman etmiş, iyi işler yapmışlardır. Rabbleri oniarı, ağaçlarının
altlarından tatlı su ırmakları akan cennetlere koyacaktır. O ırmaklardan
içecek, cennetin nimetlerinden yararlanarak yaşayacaklar, halis altın ve
inciden bileziklerle s üsleneceklerdir. Cennette İpekten giysiler
giyeceklerdir.
Anladığıma göre bu
ayette anlatılanlar, ahiretin maddi geçimliklerini anlamamız
ve o hususta bilgi sahibi olmamız için yapılan bir temsil ve benzetmeden
ibarettir. Yoksa cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insan
kalbinin hatırlamadığı o kadar nimetler vardır ki, o nimetleri nefisler arzular,
onları görünce iştahlamr, gözler de lezzet bulurlar.
Allah'ın hoşnutluğu İse bütün bunlardan çok daha yücedir. Çünkü cennetteki
nimetler, katıksız manevi ve ruhi nimetlerdirler. Cennetliklere bahşedilen bu
nimetler ga-ripsenmemeiidir.
Çünkü onlar, dünyada iken güzel sözü, yani kelime-i tevhidi ve iyi amelleri
bulmuş, ona göre mesai harcamışlar; her bakımdan çok övülen yüce Allah'ın
dosdoğru yoluna iletilmişlerdir ki, o yol da, kendilerine nimet
bahşedilenlerin yoludur/Kendilerine buğzedilen hıristiyanlarla, saptırılan yahudilerin
yolu değildir. Ey yüce Allah'ım! Bizleri bu doğru yola girmekte muvaffak eyle,
ve doğru yolundan yürümekte olan mü'min kullarınla
birlikte ahirette haşreyle.
Ve dosdoğru yoluna ilet. Amin.
Müslim, kays bin Abbad'ın şöyle dediğini
rivayet eder: "EbuZerr'in,yemin ederek şöyle
dediğini işittim:
"İşte bunlar,
Rableri hakkında çekişen iki hasım taraf" ayetinin, Bedir savaşında
mübarezeye, düşmanla teke tek dövüşmeye çıkan Hamza,
Ali, Ubey-dc bin Haris,
(Allah onlardan razı olsun) ile Utbc, Şcybc bin Rcbİa ve Vclid bin Utbe hakkında nazil
oldu". Müslim (R.A.), kitabını bu hadisle sona erdirmişti. Bu hadis! İbn Abbas'tan rivayet etmekle
beraber bu ayetin Medine'de Peygamber (s.a.v.) efendimize nazil olduğunu
söylemiştir. [35]
25- Doğrusu inkar edenleri, Allah'ın yolundan, yerli ve
yolcu bütün insanlar için eşit kılman Mescid-i
Haram'dan alıkoyanlar! ve orada zuîm ile yanlış yola
saptırmak isteyeni, can yakıcı bir azaba uğratırız.
26- "Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler,
orada kıyama duranlar, rükû edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz
tut" diye İbrahim'i Kâ'be'nin yerine
yerleştirmiştik. [36]
es-Saddü:
Sakındırmak men etmek. Fiil olarak ise sürekli sakındırmak anlamını ifade
etmektedir.İkamet eden. Bedevi kimse, dışardan gelen kimse, Açıkladık veya
yerleştirdik. [37]
Önceki sayfalarda ve ayclİ kerimelerde, salih amel
işleyen mü'nıinlcrİıı amellerinin karşılıkları
açıklanmış idi. Bu ayetlerde ise Allah'a ortak koşan kafirlerin, özellikle
Peygamber (s.a.v.) efendimizin zamanında yaşayan müşfiklerin, kafirİerin işledikleri kötülüklerin ve küfürlerin cezası
açıklanmaktadır. Bu ayeti kerimler daha sonra anlatılacak olan hususlar için
bir nevi mukaddime hükmündedirler. [38]
Doğrusu Allah'ı ve her
Resulünü inkar edenler, insanları sürekli bir şe-kİIde Allah'ın yolundan geri çevirirler. Şüphesiz müşrikler
de insanları müs-lümanlara
karşı takındıkları zıt tavırlar ve hareketleri ile Mekke'den ve diğer yerlerden
geri çevirmişlerdir.,Onlar insanları Allah'ın yolundan geri çevirmişler, Mescid-i Haram'dan geri çevirmişler, alıkoymuşlardır. Resulullah (s.a.v.)'i de Hudeybiye
senesinde Mescid-i Haram'dan geri çevirmişlerdi. Cenab-ı Allah Mescid-i Haram'ı,
namaz kılmak, tavaf etmek ve orada ibadet etmek için bütün insanlara tahsis
etmiştir. İnsanlar insan olduktan için orayı mabed
olarak kabul ederler. Dışardan gelenler, Mekke'de oturanlar, Kabe'den her
hususta yararlanmak bakımından eşit haklara sahiptirler.
Böylece öğrenmiş
oluyoruz ki Mescid-İ Haram, bütün müslümanlar
için beynelmilel bir merkezdir. Mekke'li müslümanlarla, Mekke dışından oraya gelenler, oradan
yararlanmak bakımından eşit haklara sahiptirler. Bununla beraber müşrikler
Peygamber (s.a.v.) efendimizi Mescid-i Haram'dan men
etmişler ve onu, sevgili beldesi Mekke'den zorla çıkarıp kovmuşlardır. Mescid-i Haram'da, müîhid ve
zalim olarak Haktan ve adaletten koparak her ne şekilde olursa olsun kötülük
yapan kimsenin cezasına gelince; Cenab-ı Allah ona I
en acıklı azabı tattıracaktır. Mescid-i Haram da
büyük veya küçük günah iş- | leyen kimse hakkında
Allah'ın vermiş olduğu hüküm bu olduğuna göre, insanları Allah'ın yolundan ve Mescid-i Haram'dan geri çevirip alıkoyan ve f Mescid-i Haram'da Allah'a küfreden kimsenin cezası ne kadar
müthiş ola- \ çaktır, varın orasını siz takdir buyurun. Doğrusu bu gibi
kimselerin işledik- j leri günahlar gerçekten çok
dehşetlidir. Ey Muhammed! Hatırla o zamanı ki; İbrahim'e beytin (Kabe'nin)
yerini açıklamış ve Kabe'yi inşa edeceği yeri ona hazırlamıştık. Ayrıca Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamasını da fikir olarak ona bildirmiştik.
Bu İbrahim (A.S.)'m ve
nesli olan araplann Allah'a ortak koşmalarını
yasaklayan genel bir nehiydir. İbrahim'e, beytimi
tavaf edenler, ayakta duranlar, rükû ve secde edenler İçin temizlemesini, yine
beytin içini ve dışını putlardan arındırmasını emir buyurmuştuk.
"Artık o pis
putlardan kaçınm"[39]
Bu ifadeler; İbrahim'i
yüceltme, Kabe'yi de şereflendirme ifadeleridir. İbrahim (A.S.)'in mertebesi ve
kendisine iletilen bu emirlerinin önemi bu kadar büyük olduğuna göre; İbrahim
(A.S.)'ın neslinden ve dininden olduklarını iddia
eden müşriklerin durumları nice olacaktır? Varın, orasını da siz düşünün. Sonra
onlar Allah'a bazı varlıkları ortak koşar, putlara tapar, günahları işler, mü'minlere ve Allah'ı .Resulüne karşı Mescİd-i
Haram'da, Bey-t-İ Mukaddeste düşmanlık eder, tecavüzde bulunurlar. Doğrusu bu
büyük bir zulümdür. [40]
27- İnsanları
hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.
28- Taki kendi menfaatlerine şahid olsunlar; Allah'ın onlara rızk olarak verdiği
hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de bunlardan
yiyin, çaresiz kalmış yoksulu da doyurun.
29- Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını'yerine getirsinler, Kabe'yi tavaf etsinler. [41]
Yaya olarak. Geniş
yol. Uzak. Güçlü kuvvetli. İhtiyaç ve zorluğun, zaafa uğratmış olduğu kimse. Tefes kelimesi kir manasına gelir. Yani saçlarını kısaltsınlar,
tırnaklarını kessinler, koltuk altlarını yolsunlar. Eski. Bu kelimenin şerefli
manasına geldiğini söyleyenler de vardır. [42]
Rivayet olunur ki,
İbrahim (A.S.) Kabe'yi İnşa etmek işini tamamladığında, Cenab-ı
Allah tarafından ona: Ey İbrahim! İnsanlara haccetmeleri için duyuruda bulun,
denildi. İbrahim: Ey Rabbim! Ben sesimi onlara nasıl ulaştırinm?
dedi. Cenab-ı Allah: Sen seslen, sesini onlara
ulaştırmak bana aittir, dedi. Bunun üzerine İbrahim Halilullah
çıkıp insanlara şöyle seslendi: Ey insanlar! Allah mükafat olarak size cenneti
vermek ve de cehennem azabından sizleri korumak için şu beyti tavaf edip
haccetmenizi emir buyurdu. Şu halde gelin Haccedin. Bunun üzerine erkeklerin sulblerinde, kadınların rahimlerinde bulunan herkes ona
şöyle cevap verdi:"Lebbeyk, Atiahümmdebbeyk!'
"Emrine amadeyiz ey Rabbim, emrine amadeyiz ey rabbim buyur". Ayrıca Cenab-ı Allah, Hz. ibrahim'e şu uyarıda bulundu: Ey İbrahim! İnsanlara Hac-cm
farz olduğunu bildirirsen, gerek yaya gerek binek üzerinde koşarak sana
gelirler. Yolculuğun uzun sürmesi, mesafenin uzak olmasından dolayı yorgun
develer üzerinde Hacca gelirler. Çok uzak yollardan ve uzun seferlerden, ulaşılmaz
beldelerden Mekke'ye gelirler. [43]
Ey İbrahim! İnsanlar
içerisinde Haccın zorunluluğunu ilan et. Farz olduğunu onlara bildir. Hacca
gelmelerini iste.
Buradaki emrin İbrahim
(A.S.)'a mı yoksa Peygamber (s.a.v.) efendimize mi verilmiş olduğunu biz kesin
olarak bilemiyoruz. Bu emrin, ikisinden hangisine verilmiş olduğunu en iyi
bilen, Allah'tır. Bu ayet-i kerimeden ve İbrahim süresindeki "Artık sen de
insanlardan bir takım gönülleri, onları sever (onlara koşar) yap" [44].Şu
ayet-i kerimeden, Cenab-ı Allah'ın her müs-lümanın kalbine Beyti Haram'ı
ziyaret etmek ve o şerefli evi tavaf edip Haccetmek sevgisini koyusunun ilahi
sırrını böylece anlamış oluyoruz. Her sene Hacc
günlerinde birçok müslümanlarm kalplerinin Mekke ve Mescid-i Haram'ı görme arzusu ile yanıp tutuşmakta
olduğunu, bu uğurdu canını ve malını feda ettiğini, zorluklara ve meşakketlere katlandığını, sevgili, evet adete kendileri
İçin sevgili hale gelen topraklara kavuşmak arzusu iie
yüzlerini topraklara dahi sürdüklerini, yaya veya binek üzerinde çok uzak
mesafelerden o kutlu beldelere koşup gittiklerini görüp müşahede etmekteyiz.
Hacıların her sene her taraftan, her yönden, her mıntıkadan ve tepelerden akın akın gelerek Allah'ın kendileri için bahşetmiş olduğu
manevî güzellikleri görmek istediklerini görmekteyiz. Evet vallahi o menfaatler
kadar dünyada üstün ve değerli hiç bir menfaat yoktur. O menfaatlerin hakkını
kimseler takdir edemez. Mahiyetini kimseier
anlayamaz. Ancak derin ilim sahibi kimseler o gü-zciliklerin hakkını takdir eder, içyüzünü ve mahiyetini
anlayabilirler.
Evet Hac ibadeti bir
çok mıntıkalardan gelen bir çok müslümanı bir araya
toplayan, uzak yollardan geien çeşitli grupları aynı
potaya koyan büyük bir kongredir. Orada müslümanlar
aynı alanda ve belirli günlerde bir araya gelip biribirİeriyle
tanışmakta, Allah'tan kendilerine doğru yolu göstermesini dilemekte,
nefislerini maddenin, dünyanın ve dünya metaının kirlerinden arındırmakta,
kuvvet ve birliğin anlamım kalplerine yerleştirmekte, dostluk, yakınlaşma,
yardımlaşma ve Allah yolunda kardeş olma ilhamına mazhar
olmaktadırlar. Kutsal beldelerde genel ve özel menfaatleri müşahade
etmektedirler. Dünya ve ahiretle ilgili bir çok
güzelliklere kavuşmaktadırlar. Hac farizasını eda etmeye muvaffak olan bir
kimse Hac'da bîr çok menfaatlerin bulunduğunu gözleriyle ve diğer duygularıyla
görüp müşahede edecektir. Mesela bir devlet bir kongre tertiplediği zaman
kongreye katılacak üyelerin gelmesi, ağırlanması, konuşmaların yapılması için
bir çok masrafları göze alır ve gerekli harcamalarda bulunur, amma insanlar bu
manevi kongreye kalpleriyle katılıyorlar mı? Bedenleriyle katıhyorlarsa
bile kalplerini oraya getiriyorlar mı? Bu kongreye kalben ve bedenen
katılmanın, Rablerini hoşnut edeceğine inanıyorlar mı? Ne gezer! Bu umumi
kongrede müslümanlar, Allah'ın çağrısına uyarak
kalpleriyle katılmakta, yoksul dindaşlarına mallarını harcamakta,
birbirleriyle sevişerek, tanışarak, dayanışma içine girerek yardımlaşmaktadırlar.
Ülfet, muhabbet ve kardeşlik ile İslâmi şuura
erişerek yeryüzünün doğusundan ve batısından bütün müslümanlarla
ilişki içerisine gir-. inektedirler. Gerçekten Cenab-ı
Allah ne doğru buyurmuş: "(Hacca gelsin-ler)ki
kendileri için bir takım faydalara tanık olsunlar ve (Allah 'm) kendilerine nzık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde
(onları kurban ederken) Allah'ın adını ansınlar".
£y okuyucu kardeşim
—Allah seni hayra muvaffak kılsın— Bu ayet-î kerimede, Kur'an-ı
Kerim hayvan kesip boğazlamaya, Allah'ın zikri adım vermiştir. Zira Kurban
kesmekten hedeflenen asıl ve önemli gaye; kulun Rabbi-ne yaklaşması, O'nun adını
anması böylece gönlünü huzura kavuşturması ve kalbini Allah'ın nuru ile doldurmasidır. Zira müslümanlar
kurban kesip boğazladıkları müddetçe Allah'ın adını anmaktan kopmazlar. Ayet-i
Kerimede "Allah'ın adını ansınlar" sözü ile 'Allah'ın onlara nzık olarak verdiği hayvanlar" sözünü bir arada anmış olmakla cümleye çok parlak
ve güzel bir görünüm kazandırmış bulunmaktadır. Şayet ayet-i kerimede,
kendileri için bazı menfaatlere tanık olsunlar ve kurban kessinler, denilmiş
olsaydı cümle, içi boş ve dini özellikler taşımayan kuru bir cümleden ibaret
kalacaktı. Yu-kardakİ
ayet-i kerimede verilen parlaklık ve güzellik islamın
alamet-İ farika-sıdır. Ki, kuvvetli bir inanç ve
gönül rızasıyla saîih amellere yönelsinler diye her
çeşit özendirici üsluplarla müslümanlan amele teşvik
etmektedir.
Ayet-i kerimede geçen
belirli günlerden maksat, teşrikin üç günü ile Bayramın bir günüdür. Böylece
bu belirli günler dört gün olmaktadır. Bazılarına göre belirli günlerden kasıt,
Zilhiccenin ilkon günü ile Kurban Bayramının birinci
gününde kurban kesme vaktidir. Diğer bazıları ise demişler ki belirli günlerden
kasıt bayram ve teşrik günleridir.
"Onlardan ycyin, sıkıntı içinde bulunan fakire de yedirin".
Kesilen laır-f banların etlerinden yemeye gelince,
buradaki "yeyin" emri, fakirin kırık kalbini.} onarmak ve kendisine,
yemede, içmede, kurban kesen kimse île eşit olduğu-' nu
hissettirmek için verilmiş ve İbahat ifade eden bir
emirdir. Ayrıca bu emirle cahiliyet devri
geleneklerine de karşı çıkılmaktadır. "Yedirin" emrine gelince,
Kurban etini fakirlere yedirmenin vacip olduğu bu emirle ifade ediîmek-tedİr. Merhum Şafii'ye
göre, kesilen kurbanın etini, sahibinin yemesi müste-haptır,
o eti fakirlere yedirmesi vaciptir. Kendisi yemese bile, kesmiş olduğu kurban
etinin tümünü fakirlere yedİrirse kurbanı yeterli
olur, ama kimseye yedirmeden tümünü kendisi yerse kurbanı yeterli olmaz. Bu
hüküm kesilen kurbanın tatavvu kurbanı olması
durumunda söz konusudur. Adak, keffaret ve ceza
kurbanlarına gelince kurban kesen kişi, kurbanın etinden yiyemez. Yemesinin
caiz olduğunu söyleyenler de olmuştur. Hacıların İhramdan çıktıktan sonra
kirlerini gidersinler, traş olarak veya saçlarını
kısaltarak, koltuk altlarını yolarak ve kirlerini gidererek helal olsunlar,
yani ihramdan çıksınlar. Kudüm ve Veda tarafından ayrı bir tavaf olan Ziyaret
tavafını yapsınlar. Kendilerini Haccı eda etme hususunda başarılı kıldığından
dolayı şükür için, Allah'ın şerefli ve temiz evini tavaf etsinler.
Kafirlerin, insanları
Allah'ın yolundan ve Mescid-i Haram'dan geri çevirmeleri
hususu anlatıldıktan sonra Haccın ve' Hac farizasının insanlara ilan
edilmesinin anılması, Kabe'nin mertebesinin ve temizliğinin açıklamasına gelince;
bu husus, bizleri şu bilince ulaştırmaktadır: Günün birinde bir kimse,
insanları Allah'ın Mescid-İ Haram'ım tavaf etmekten
alıkoyacak ve giden ziyaretçileri geri çevirecek olursa, O, insanları Allah'ın
yolundan ve Mescid-i Haram'dan geri çeviren kafirler
hükmünde olacaktır. [45]
30- İşte böyle; Allah'ın yasaklarına kim saygı
gösterirse, bu, Rabbinin katında kendi iyiliğindendir. (Haram olduğu) sîze
okunanlar dışında kalan hayvanlar, size helal kılındı. O halde pis putlardan
sakının; yalan sözden kaçının.
31- (Bütün bunları) Allah'a yönelerek, O'na ortak koşmaksızm yapın. Allah'a ortak koşan kimse, sanki gökten
düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya rüzgâr onu sürüklemiş (bir
nesne) gibidir.
32- Bu böyledir; kişinin Allah'ın nişanelerine hürmet
göstermesi, kalb-lerin
Allah'a karşı gelmekten sakınmasındandır.
33- Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye kadar
faydalar vardır. Sonra bunlar Beyt-Î Atik'de —Kabe'de— son bulurlar.
34-35- Her ümmet İçin, Allah'ın kendilerine rızk
olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine O'nun adım anarak kurban
kesmeyi meşru kıldık. Sizin Tanrınız tek bir Tann'dır,
O'na teslim olun. Ey Muhammedi Allah anıldığı zaman kalbleri
titreyen, başlarına gelene sabreden, namaz kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan sarfeden ve Allah'a
gönül vermiş olan kimselere müjde et. [46]
Çiğnenmesi ve riayet
edilmemesi helal olmayan şey. Pis şey. Yani putlara tapmaktan uzak durun.
"Vesen" kelimesin çoğuludur. Bu da put
manasınadır. Bir şeyi aslının yerine koymak anlamına gelmektedir. Puta "Vesen" denilmesi, putun yerleştirildiği yerde sabit
kalıp oradan ayrılamamasından kaynaklanmaktadır. Puta ayrıca canlı bir hayvan
biçimi verilmişse
"Timsal"
denir. Allah'a yönelerek. Gökten düştü. Kuş onu pençesîyle parçalar,Düşer.
Uzak.
"Şaîre"
kelimesinin çoğuludur. Alamet ve işaret manasına gelir. Kurban kesmek. Tevazu
eden ve Allah'tan korkup ve O'na saygılı olanlar. Korktu. [47]
Yukarıda anlatılan Hac
ahkamına ve hududuna dair açıklamalara dikkat nazari İle bak ve onları
hafızanda tut. Bu anlatılan şeylere özenîe bak. Her
kim Allah'ın yasaklarına saygılı olur ve riayet edilmesi farz olduğu için bu
amelleri yapar, onları korumaya çalışır, onları çiğnetmemeye gayret ederse, o
emirlere saygılı olması, onları hiçe saymasından kendisi için Allah katında
daha hayırlıdır.
Hac, bedenî ve malî
yönü olan bir İbadettir. Onda hem bedenî ibadetler bulunulmakta hem de kurban
kesmek gibi malî ibadetler de bulunulmaktadır. Bu sebeble,
yukarıdaki ayet-i kerimelerde, kesilmesi ve eti yenilmesi helal olan
hayvanlarla, kesilmesi ve eti yenilmesi helal olmayan hayvanlar açıklandı. Cenab-i Allah bu konuda şöyle buyurdu: Maide
sûresinde haram kılınan kan, leş, domuz eti gibi şeyler dışındaki hayvanları
kesip etlerini yemeniz size helâl kılındı.
Yani Cenab-ı Allah, davarları kesmenizi size helâl kıldı.
Yiyebilirsiniz. Ama bunun yanında leşi, uçurumdan yuvarlananı ve maide sûresinde eti yenilmesi haram kılınan diğer
hayvanları yemenizi yasakladı. Sizler, belirlenen sınırlara uymaya bakın.
Allah'ın size helal kıldığı şeyleri de haram saymaktan sakının. Mesela makle sûresinin 103. ayetinde açıklanan ve putperestler
tarafından haram sayılan, bahire, şaibe vasile gibi hayvanları haram saymaktan
sakının. Bunun yanında Allah'ın haram kıldığı şeyleri de helal kılmaktan yine
sakının. Nitekim cahiliye devri insanları, toslanarak
veya canlı canlı vücudunun bir yerine sivri bir şey
dürtülerek Öldürülen hayvanların etlerini yemeyi helal saymışlar. Ayet-i
kerime, Allah'ın yasaklarına saygılı olmaya bizleri teşvik etmiştir. Bu
yasaklara ve emirlere uymanın bizler için çok d.aha hayırlı olduğunuda
açıklamıştır. Bunun yamsıra putlardan ve yalan
sözlerden uzak-durmamızı da öğütlemiştir. Zira Cenab-ı
Allah'ı birlemek ve ortakları O'na yakıştırmamak, doğru konuşmak, yalan sözden
uzak durmak.... İşte bunlar Allah'ın yasaklarının en büyük ve en
önemlilerindendir. Kur'an-ı Kerim'in, şirki ve yalan
sözü aynı potada ele alışma dikkatle bakmak gerek. Bunda garipsenecek bir durum
yoktur. Çünkü şirk de yalan çeşitlerinden biridir. Müşrik kimse, putun da
ibadete layık olduğunu ve yaratıcı Allah'ın ortağı olduğunu iddia etmektedir.
Böylece ayet-i kerime bize sanki şu mesajı vermek istemiştir: O pis putlardan
kaçının çünkü onlar yalanın başıdırlar. Bühtan ve iftiranın sembolüdürler.
Yalan sözden uzak durun. Çünkü o gayet derecede pis ve çirkindir.
Ey kardeşim! Allah
seni, Kitab'mın sırlarını anlamaya başarılı kıİsm. Ayet-i kerimede putların pis şeylerden sayılmasına,
murdar olduğunun ifade edilişine dikkatle bakmalısın, sapıklıklardan uzak olan
sağlam kârekter, pisliklerden ve kazurattan nefret
eder. Akıllı kimsenin putlardan uzak durması gerekir. Çünkü onlar şeytanın
davranışlarından olan pis şeylerdir. Yukarıdaki ayet-i kerimenin manasının
şöyle olması gerek: Ey insanlar! Putlardan ibaret olan şu pisliklerden uzak
durun. Ve yalan sözden, yalan şahitlikten kaçının. Çünkü bu,insanı hak'dan batıla yöneltir. Peygamberi zişan
efendimiz bir gün sabah namazını eda edip selam verdikten sonra ayağa kalkmış
ve insanlara yönelerek şöyle buyurmuştur: "Yalan şahitlik Allah'a şirk
koşmaya denk kılındı. Yalan şahitlik Allah'a şirk koşmaya denk kılındı. Yalan
şahitlik Allah'a şirk koşmaya denk kılın di ."Bunları söyledikten sonra o
pis putlardan sakının ayetini okudu.
Evet putlara
ibadetten, pisliklerden, yalandan ve yalan şahitliklerden uzak durun. Allah'a
yönelin. Ve O'nun dosdoğru yoluna girin. Hak ve adalet yoluna yönelin. Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmayın. Her kim Allah'a şirk koşar, O'na başkalarının ortak
oiduğunu iddia eder,başka varlıklara taparsa;nefsi-ni o kadar büyük tehlikelere ve helake maruz bırakır ki,
artık onun ötesinde bir helak düşünülemez.
O kişi gökten düşüp te kuşların pençesi altında parçalanan ve cesedi lime lime
edüen, yırtıcı kuşların kursaklarına lokma lokma giren bir kimse gibi oiıır.
Böyle birisi, fırtınaya kapılarak dipsiz çukurlara, derin mağaralara yuvarlanan
kimse gibidir.
Ayct-İ kerimede müşrik kimse, gökten düşen bir insana
benzetilirken ne kadar edebî ve beliğ bir benzetme sanatı kullanılmıştır,
görün. Müşrik kim-senin başına musallat olan hevesleri ve onu doğru yoldan
saptıran şeytanın dürtmeleri,vücudunu parçalayıp lokma lokma
yutan yırtıcı kuşa benzetilmiştir. Kendisini dipsiz çukurlara, derin mağaralara
yuvarlayan ve sonu gelmez sapıklıklara iten şeytan da kasırgaya
benzetilmiştir.
İşte ey okuyucu kerdeşim, bütün bu anlatılanları zihnine yerleştir, unutma.
Mesele, bu anlattıklarımızdan ibarettir.
Her kim Allah'ın
işaretlerine saygı gösterirse, yani Hac ibadetinin yol işaretleri hükmünde olan
kurbanlara gerekli özeni gösterir, onların pahalılarını, semizlerini seçerek
kurban ederse işte onun bu işaretlere saygı göstermiş olması, inançlı ve takva
dolu kalp sahibi mü'minlerin şanlarına yaraşan bir davranış
olur. Takvanın yeri kalptir. Ey mü'minler! Sizler
İçin kurbanlık hayvanlarda belirli bir süreye kadar yararlar vardır. Siz
onlara binersiniz, sütlerini içersiniz, yoğurtlarını ve yağlarını yersiniz,
yünlerinden ve yapağlarından yararlanırsınız, sonra
da onları boğazlarından kurban edersiniz, etlerini sadaka olarak verir ve
sizler de yersiniz. Aziz kardeşlerim! Kurbanlarda bizim için dünyevi faydalar
vardır. Mesela onlara biner, sütlerini içeriz. Aynı zamanda uhrevi faydalar da
vardır ki, Cenab-ı Allah katında Önemli olan da
uhrevi faydalardır. Cenab-ı Allah bu faydalan dikkate
alır. "Siz, geçici dünya malını İstiyorsunuz, Allah ise (sizin için) ahireti istiyor"[48] Bir
suretle kurbandaki uhrevi menfaatlerin en Önemlisi ve en büyüğü, kurbanın
Harem dahilinde ta Mescid-İ Harama kadar olan
yerlerde kesilmesidir.
"Sonra onların
varacakları yer, eski ev (Kâbe)dir" ayet-i
kerimesinin sırlarını da böylece Öğrenmiş bulunuyoruz. Çünkü ayet-i kerimede
geçen ve sonra manasında kullanılan "sümme"
kelimesi zaman bakımından farklılık manasını ifade eder. Yani sen,
"Muhammed geldi, sonra Ali geldi" dediğinde, Ali'nin zaman bakımından
Muhammed'den sonra geldiğini ifade etmiş olursun. Bundan sonra "sümme" kelimesi .mertebe bakımından da farklılık ifade
etmek için kullanılan bir edat haline gelmiştir. Bu noktadan hareketle Kur'an-ı Kerim bizlere, kurban kesmeyi ve Hac ibadetini
eda etmeyi sevdirerek şöyle bir ifade kullanmıştır: Cenab-ı
Allah, her ümmete, kendisi İçin kurban kesmelerini emir buyurmuştur. Buna
gerekçe olarak ta, Kurban keserken kendisinin adını kurbanlık hayvan üzerine
anmalarını göstermiştir. Kurban üzerine Allah'tan başkasının adı anılmaz. Bu
da Allah'a karşı bir şükran ifadesidir. O-nun
nimetlerinin İtirafıdır. Çünkü yüce Allah, insanlara davarları rızık olarak ihsan etmiştir. Ey Muhammed ümmeti! Bir
şükran ifadesi olarak kurban kesmek vecibesi ilk olarak sizin üzerinize
vurulmuş bir yük değildir. Sizden önceki milletlerde de kurban ibadeti vardı.
Hal böyleyken sizin
ilahınız birdir. O'ndan başka tanrı yoktur. Sadece O'na teslim olun. Yalnızca
O'na dayanın ve tevekkül edin. Ey Muhammed! Mütevazi,
gönülden İbadet eden, doğruluk ve dürüstlükten şaşmayan müminlere müjdele.
Onlar ki, Allah'ın adı
anıldığında kalpleri titrer. O'nun azap ve ikabın-dan
korkarlar. İçleri O'nun korkusuyla dopduludur.
Kendilerine isabet eden belalara karşı sabırlıdırlar. Namazı eksiksizce
kılarlar. Kendilerine rızık olarak verdiklerimizin
bir kısmını başkalarına Allah rızası için harcarlar. [49]
36- İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan
nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken
üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene
de istemeyene de verin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza
verdik.
37- Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanlan Allah'a
ulaşacaktır. Allah'a ulaşacak olan ancak sizin O'nun için yaptığınız
gösterişten uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı
yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Ey Muhammedi
İyilik yapanlara müjde et. [50]
"Bedene"
kelimesinin çoğuludur. Deveye, bedene adı verilmiştir. Çünkü o, sahih görüşe
göre tavlı olduğu için özel olarak bu adı almıştır. Ayaklarını sıra halinde
dizmiş. Deve ayakta iken ayaklan bağlı olarak boğazlanır. Aslında bu, atlara
verilen bir sıfattır. At üç ayak üzerine durup dördüncüsünü yarı eğik tutunca
ona "safeneî feresü"
denilir.Yani canı çıkınca ölü olarak yere yanı üzerine düşer.'Dilenen kimse.
"Kani" kelimesi dilencilik yapmayan, halinden razı olan kimse
anlamına da gelmektedir. Fiilin babı değişik olunca mana da tamamen değişebiliyor.
Bu bir lügat inceliğidir. Dilencilik yapmak için sizden bir-Şey koparmak için
etrafınızda dolaşan kimse, Mu'terr kelimesinin, birşey İstemeden halini arzeden
kimse manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur. [51]
Develeri kendisinin
bir şiar ve işareti kılıp onları kendisine yaklaşılmak için boğazlamamızı ve
kurban etmemizi emreden Allah, ni'met ve lütuf sahibidir.
Veren de O, bahşeden de O'dur. Yapmış olduğumuz ibadetleri kabul buyuran ve
bize lütfettiği nimetleri ile kendisine yaklaşmamızı kabul eden ve mükafat
veren O'dur.
Ey Mü'minler!
Bedene de, yani develerde sizler için hayır vardır. Bundan daha çok hayır ne
olabilir ki? Bunlar, sizler için hem dünya hem de ahirette
hayırlıdırlar. Şu halde bunları kurban edip boğazlarken, bunları kurban etme
vesilesi ile Allah'a yaklaşırken, Allah'ın adını anın. Ayaklarını sıra halinde
dizerek dik duran bu kurbanlarınızda ayıp, kusur ve hastalık da bulunmamalıdır.
Ayet-i kerimede savaff kelimesinin zikredilmesi,
Allah'a sunulan kurbanlık hayvanların kusurlardan uzak,güçlü kuvvetli oiması gerektiğine bir işarettir.
Kurbanlık hayvanların
bu şekilde nitelendirilmiş olmaları, fakirin kalbini sevinç ve huzur ile
doldurur. Kesilen kurbanlık hayvanlar, canlan çıkıp ta hareketsiz ve sakin bir
şekilde yanları üzere yere düştüğünde sizler, fakirin kalbindeki kırıklığı
onarmak için ve de cahiliyet devrindeki insanların
kendi kurbanlarının etinden yemeyişlerine muhalefet etmek İçin kurbanlarınızın
etinden yeyin.
Buradaki
"yeyin" emri mübahlık ifade eder. Vaciplik
ifade etmez. Ey mü'minler! Dilenenlere de
dilenmeyenlere de, halinden memnun olup kanaat edenlere ve hiçbir şey
söylemeyip halini size arzedenlere de bu kurbanların
etlerinden yedirin. Böylece hepsi, Allah'a sunduğunuz kurbanların etlerinden
yemiş olsunlar.
İşte islam dini, müsiümanların
bayramlarının geneli kapsamasını fakirlerin bütün bu nimetlerden; fıtır sadakası İle, kurban etlerinden yararlamala-rını özellikle istemektedir. Hac'da Allah'a sunulan
kurbanların da etlerinden yemeleri,islamm bir
emridir.
Bu ifadelerde kurban
kesmenin, kesilen kurbanların etlerinin fakir fukaraya dağıtılmasının, fidye
verilmesinin vacibliğine işaret vardır. Böylelikle
bayramın gerçek anlamı gerçekleşmiş olur ve herkes razı ve hoşnut kalır. Kurban
kesenler de Allah'ın rızasına kavuşmuş olurlar.
Ey mü'minler!
İşte bu hususta olduğu gibi, bütün hayvanları emrinize verdik. Oysa onlar
güçlü ve kuvvetlidirler. Bedence sizden daha güçlüdürler. Ama Cenab-ı Allah dünyada var olan şeylerin tümünü sizîer için yaratmıştır. Tabi-atı bütün güçleriyle birlikte
sizin emrinize vermiştir. Böylece sizler belki şükür vazifenizi, yüce Allah'a,
yaratıcı ve bedenleri şekillendirici, noksanlıklardan münezzeh Allah'a karşı
yerine getirmiş olursunuz.
Cahiliyet dönemi insanları evlerini, kestikleri kurbanların
kanlan ile boyarlardı. Müslümanlar da böyle yapmak istediler. Bunun üzerine şu
ayet-i kerime nazil oldu. "Onların ne etleri ne de kanlan Allah'a
ulaşmaz"[52].
Ayet-i kerimedeki
ulaşmak kelimesinden amaç Allah katında kabul bu-yurulmaz
ve kestiğiniz kurbanların makbuliyeti ve de etleri
ile kanlan Allah katına yükselmez. Ancak sizin Allah'a karşı saygılı olmanız, ihlaslı olmanız, takvalı olmanız O'nun yüce katına ulaşır,
demektir. İşte Cenab-ı Allah,kestiğiniz esnada
sizleri doğru yola ilettiği ve iyiliklerde başarılı kıldığı için kendisini
tekbir edip ululayasımz diye bu hayvanları emrinize müsahhar kıldı. Ey Muhammed! İyi işler yapan iyi kimselere
ve kendilerine emredileni en mükemmel bir şekilde İfâ eden mü'minlere
benim büyük mükafatlarımın verileceğini müjdele. . [53]
38- Allah şüphesiz inananları savunur, çünkü hainleri ve
nankörleri hiç sevmez,
39- Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açıla n'kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir.
Allah onlara yardım etmeğe elbette Kadirdir,
40- Onlar haksız yere ve "Rabbimiz Allah'tır
dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır. Allah İnsanların bir kısmını
diğeriyle savmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve İçinde Allah'ın adı
çok anılan camiler yıkılıp giderdi. And olsun ki,
Allah'a yardım edenlere O da yardım eder. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
41- Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namaz kılarlar,
zekat verirler, uygun olanı emrederler, fenalığı yasak ederler. İşlerin sonucu
Allah'a aittir. [54]
Çok hıyanet eden.
Kullarına büyük bir muzafferiyle yardım etmeye gücü yeten. Harap olurdu.
Bazıları ise mescidlerde namaz kılınmasına engel
olunurdu ve böylece ibadet hususunda tatil edilmiş olurdu, demişlerdin Ruhbanların
manastırları. Bazıları ise "savami"
kelimesinin sabiilere özgü ibadet yerleri olduğunu
söylemişlerdir."Bi-yat"ın çoğulu. Bu da hıristiyanların kilisesi demektir.Yahudilerin kilisesi.
Bunun aslı ibranice olan Salveta
kelimesinden gelmektedir. Bu kelime daha sonra arapçalaştırılmıştır.Namaz
kılma yeri, yani mes-cidler
demektir.Kaviy, güçlü ve herşeyi
yapabilen, Aziz ise, hiç kimse tarafından mağlup edilemeyen kimse demektir. [55]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah; kafirlerin, Peygamber (s.a.v.) efendimizi Hac'dan geri
çevirmeleri ve O'nu Mescid-i Haram'a girmekten sakındırmaları
hususunu açıkladıktan —Bu münasebetle Hac'da gerekli bazı menasiki
ve bu menasik kapsamındaki dünyevi ve uhrevi
hususları açıkladıktan—sonra, o kafirlerin sakındırıp geri çevirmelerini
ortadan kaldıracak şeyleri ve de müslümanlan güçlü
kuvvetli hür kimseler haline getirecek olan hususları açıkladı. [56]
Şüphesiz yüce Allah
inananları savunur. Düşmanların kötülüklerini onlarda savar. Onlara yardım
eder. Onları düşmanlarına karşı destekler. Allah, ahde ihanet eden, nimetine
karşı nankörlük eden, Allah'tan başka varlıkları tanrı diye anan, kestiği
kurbanlarla putlara yaklaşmayı amaçlayan kimseleri sevmez. Peygamber
efendimizin zamanında yaşayan müşriklere bu vasıflar ne kadar da uymaktadır.
Müşrikler dilleriyle
ve elleriyle Peygamberi zişan efendimize ve onun değerli
sahabilerine şiddetle ezîyyet
ediyorlardı. Nihayet Resulullah (s.a.v.) efendimiz
bunu Rabbine şikayet etti.Şikayetinden sonra da sahabilerine
şöyle dedi: "Sabredin. Çünkü ben henüz savaşmakla emrolunmadım".
Bu hal gittikçe
şiddetlenmeye başladı. Nihayet müslümanların bir
kısmı Habeşistana, sonra Medine'ye göçtüler. Resulullah (S.AY.)'de Medine'ye göçtü. Bunun üzerine Cenab-ı Allah Medine de savaş ayetlerini vahyetti.
İlk nazil olan savaş
ayeti ise şudur "Kendileri ile savaşılan (mü'min)Iert (savaşma) izn(i)
verildi". Bu ayet-i kerime "Allah inananları savunur" ayet-i
kerîmesinin anlamını da pekiştirmektedir. Şu halde müslümanların
savaşmalarına müsade edilmesi ve onların kafirlere
karşı sebat göstermeleri, göğüs germeleri dahası, Allah'ın kendilerini
savunması sayesinde onları hezimete uğratmaları, işte onlar için Allah
tarafından bahşedilen güçlü bir zafer ve yardımdır.
Kendileri ile
savaşılan, kendilerine tecavüz edilen, daha önce yurtlarından kovulup malları
ellerinden alınan, en acıklı azapları uğratılan kimselere,. düşmanlarına karşı
savaşmaları için Allah tarafından izin verildi. İzin verildi, çünkü onlar
düşmanları olan kafirler tarafından kendilerine reva görülen eziyetlere, zulme
uğramışlardı. Allah inananlara yardım etmeye muktedirdir. Savaşsız ve zahmetsiz
de onlara zafer verebilir. Ama Allah kullarının, kendisine itaat hususunda
olanca güçlerini göstermelerini dilemiştir. Allah, savaşmalarını mü'minlerden istedi ki, inananlarla inanmayanları seçip
birbirinden ayırsın. Yoksa Cenab-ı
Allah onları savaşsız da zafere erdirebilirdi. Savaşmalarını istedi ki, onları
birbirleriyle deneyip sınasın.
Sonra Cenab-ı Allah kendilerine savaşma izni verilen mü'minleri, "Yurtlarından (Mekke'de haksız yere)
sürgün edilen" cümlesiyle nitelemiştir. Evet onlar, "Rabbimiz
Allah'tır", dedikleri için Mekke'den koyulmuşlardı.
"Mü'minler, sırf aziz, övgüye layık Allah'a inandıkları için
onlar, bu müminlerden öc almışlardır"[57]
Ey insanlar! Allah'ın,
dostlarına savaşma İzni vermesini ve onlara düşmanlarına karşı zafer vadetmesini, onları savaşa teşvik buyurmasını yadırgamayın.
Şayet Cenab-ı Allah, peygamberine ve mü'minlere Allah'ın kendilerinin eski ve yeni düşmanlarına
karşı savaşmalarını meşru kılmamış olsaydı şirk ve küfür ehli, mü'minleri istila altına alırlardı. İbadet yerleri zayi
olur, rahiplerin manastırları, hiristiyanların
kiliseleri,yahudilerin havraları harap olurlardı.
Aynı şekilde, içinde Allah'ın çokça anıldığı, müslümanlann
mescidferi de yıkılırdı. Allah'a andolsun
ki O, kendisinin dinine yardım edenlere mutlaka yardım edecektir. Allah
güçlüdür, muktedirdir. Azizdir, hiç kimse tarafından mağlub
edilemez. Allah, dinine yardım edenlere, emir ve yasaklarına tabi olanlara,
peygamberlerine ve kitablanna itaat edenlere mutlaka
zafer ihsan edecektir. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bu gibi
kimselere yardım edeceğini yeminle açıklamıştır. Allah'tan daha doğru sözlü
olan kim vardır: "Allah'ın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder
ve ayaklarınıza sebat verir"[58]Kur'an'ıri bu kadar açık olan ifadelerinden sonra Allah'tan
yardım mı istiyoruz, bizi savunmasını mı istiyoruz? Oysa biz cmun dinine sadece görünürde bağlanmakla yardım etmiş
bulunuyoruz.
Kur'an'm hükmü, dinin esprisi Allah'tan korkmak... Bütün
bunlar, sadece kitaplarda yazılı olan şeylerdir. Dillerde gevelenen
sözler haline gelmişlerdir. Cenab-i Allah ne doğru
buyurmuş: "Kullarımdan şükredenler azdır"[59].
Allah'ın kendilerine
yardım ettiği kimselere gelince; onları yeryüzüne yerleştirip kendilerine
insanlığa hakim olma yetkisini verip onları iktidara getirdiğimizde dört şeyi
yaparlar. Bütün hakimiyet ve İktidarları o dört şeye dayanır. İnsanların
yararını gözeten devlet o dört şeye dayanır.
A- Namazı, tam, vakitlerinde ve şartlarına riayet
ederek kılmak: Çünkü namaz her müslümanm ilk ve
amelî görevidir: Kul ile Rabbi arasındaki bağlantıdır. Nefsi temizleyici, ruhu
güçlendirici, islamın manasını yenileyici, her derdin
devasıdır. Namaz insanları fuhşîyattan, pisliklerden
ve şeriatın çirkin gördüğü şeylerden yasaklar, ahkoyar.
Namaz kılmak, kulun Allah'ın bütün emirlerine uymasının bir işaretidir.
B- Zekatı vermek; Zarriinımızda
dünyada cereyan eden olaylar ve bu olaylardan meydana gelen yıkıcı fikirler,
zararlı görüşler, islam dininin semavi bir dîn
olduğunu, Rabbani bir düzen olduğunu, beşer elinden çıkması mümkün olmayan bir
sistem olduğunu ispatlamaktadır. İslamiyet, fakir için zenginin omzuna bir hak
yüklemekle, zenginin malından fakir müslüman kardeşi
için belirli bir hak ayırmakla hem zengin,, hem de
fakir kimseler için hayır dilediğini ispatlamakta; adalet ve rahmet, şefkat ve
iyilik üzerine kurulu bir devlet kurmakta, böylece bütün insanlık toplumuna
karşı merhametli bir din olduğunu kanıtlamaktadır.
C-D- İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak: İslam dini,
bu iki unsuru devletin varlığı için,esas olarak belirlemiştir. Bu görevi bütün
müslüman-lara yüklemiştir.
Bu iki husus, serbest eleştirinin esasıdır. Bütün bunlar islam
dininin müntcsipleri için dinin ruhuna boyanmış ve islamın özel damgası ile damgalanmış mutlak bir hürriyet
istediğini göstermektedir. İyiliği emredip kötülükten sakındırma olgusu bir
toplumda tahakkuk ederse, düzene baş kaldıran asilerin sarhoşlukları frenlenir;
bozgunculuk yapan liderlerin tehlikeli hareketleri önlenmiş olur, her insan hak
yoluna İletilir. Bunun yanısıra bir millette
hürriyetler engellenir, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama ruhu zayıflarsa o
millet mutlaka ziyana uğrar, varlığını yitirir; varlık alanından silinir. Cenab-ı Allah İsrailoğullannın
lanetlenmelerini, hakimiyetlerini yitirme sebeblerini
anlatırken şöyle buyurmarnış mıdır: "Yaptıkları
kötülükten bİribirlerini vazgeçiriniyorlardı.
Ne kötü bir şey yapıyorlardı!"[60].
Bu anlatılanlardan
öğreniyoruz ki,Cenab-ı Allah kendisinin dinine yardım
edenlere yardım eder. Ve kendilerini savunanlardan da helaki savar. Namaz
kılan, zekatı veren, İyiliği emreden, kötülükleri yasaklayan milletleri de
ziyandan korur. İşte bütün bunlar hayrın ve iyiliğin temeli, İslahın esasıdırlar. Bir millet bu hususlarda kusurlu
davranırsa mutlaka zillete maruz kalır.
Ey okuyucu kardeşim!
Müslümanların bu anlatılan dört hususta kusurlu davrandıklarını söylediğim
zaman sen de benim görüşüme katılmıyor musun? Müslümanlar diğer milletler
karşısındaki heybetlerini yitirdiler. Cenab-ı Allah
kendilerine düşmanlarının en azılılarını musallat kıldı. Onlar için Kur-an'a
sarılmaktan, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından uzaklaşmaktan ve özellikle
bu dört hususa riayet etmekten başka hiçbr kurtuluş
yolu yoktur.[61]
42-44- Ey Muhammedi Seni yalancı sayıyorlarsa bİlki, onlardan önce Nuh milleti, Âd, Semûd,
İbrahim milleti, Lût mileti
ve Medyen halkı da peygamberlerini yalancı saymış ve
Musa da yalanlanmıştı. Ama Ben, kafirlere önce mehil verdim, sonra da onları
yakalayıverdim. Beni tanımamak nasılmış görsünler.
45- Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok
ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, sarayları bomboş kalmıştır.
46- Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akledecek kalble-ri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz,
fakat göğüslerde olan kalbler de körleşır.
47- Senden, başlarına acele azab
getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bîr
gün, saydıklarınızdan bin yıl gİbİ-dir.
48- Nice kasabalara, haksız oldukları halde, mehil
vermiştim; sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş ancak Banadır. [62]
Azaplarını
geciktirdim. Mühlet verdim. İnkar manasınadır. Yani tanımamak demektir.Birçok kasabalar,
köyler. Tavanları üzerine düşmüş sonra duvarları da onun üzerine yıkılmış. Terkedilmiş.Yüksek
ve uzun. Takviye edilmiş. [63]
Önceki sayfalarda
kafirlerin, mü'minleri haksız yere yurtlarından
çıka-. rıp kovmaları, Allah'ın da mü'minlere,
kendilerini kovan ve haksızlık eden kafirlere karşı savaşmalarına izin verişi,
onları düşmanlarına karşı muzaffer kılacağını vadetmesi,
ne kadar da çok olsalar kafirleri yenilgiye uğratacağı açıklanmıştı. İşlerin
sonu Allah'a varır. İşte tarih tekerrür ediyor. Sizden önce gelip geçmiş
milletlere bakın.Bu ifadelerde mü'minlcr için teselli
ve bazı gerçeklerin açıklanması vardır. [64]
Ey Muhammedi Şu
insanlar seni yalanlıyor, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve arkadaşlarına
eziyet ediyorlarsa bile sen üzülme ve acı çekme, arkadaşların da elem
duymasınlar. Sizden önceki mîlletler de peygamberlerine böyle davranmışlardı.
Sonra rnü'minlere Allah yardım etmiş, onları zafere
kavuşturmuştu. "Fakat ne zaman ki, peygamberler umutlarını kestiler ve kendilerinin
yalana çıkarıldıklarını (kafirlere karşı kendilerine yapılacağı yardımın
yapılmayacağım) sandılar, işte o zaman onlara yardımımız geldi de dilediğimiz
kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez"[65]
İşte babanız Nuh,
milleti kendisini yalanlamış ve emirlerine karşı gelmişlerdi. Ey Muhammedi
Kardeşin Hud'da Âd kavmine çağrıda bulunmuş, Âd kavmi
kendisine isyan ve inkarla karşılık vermişlerdi. Salih ile Semûd
kavminin, İbrahim İle kavminin, Lût ile kavminin, Şuayb ile Medyen halkının
durumları aynıdır. Mutlaka kavmin sana eziyet edecekle seni oyalayacaklar. Sen
de diğer peygamberler gibi sabru sebat edeceksin. Sen
türedi bir peygamber değilsin. İnsanlar hep aynı insanlardır. İşte Musa (A.S.)
da bir çok ayetler ve mucizeler, mesela asâ, el gibi harikalar izhar ettiği
halde kavmi tarafından yalanlandı. Ama genel hüküm şudur ki; Cenab-i Allah kafirlere süre tanır. Zalimlere mühlet verir.
Ama onları cezalandırmayı, zamanı gelince ihmal etmez. Süre dolunca onları çok
şiddetli ve zorlu bir azapla yakalayıverir.
Ey Muhammedi Rabbinin
onları inkar edişine bir bak. Onların ellerindeki nimetleri musibetlere
çevirişine dikkat et. Onların sevinçlerini hüzne, saraylarını harabeye
çevirişini de ibretle seyret. "Şüphesiz senin Rabbinin tutuşu
şiddetlidir"[66].
Halkı zalim olan bir çok kasabaları mahvettik. Onların köklerini kazıdık.
Meskenleri görünmez oldu. Tavanları çöktü. Sonra duvarları bu tavanların
üzerine yıkıldı. Böylece şiddetli bir helaka maruz
kaldılar. Birçok kuyular da, sahipleri yok oldukları için suları kuruyup,
diplere çekildi. Birçok köşkler yüksek ve geniş saraylar, sakinlerinden
tahliye edildiler. Sahiplerinin Ölümleri üzerine ağlar oldular. Bir zamanlar
içlerine girip çıkan ve sonraları yok olan kimseler için lisan-ı halleri ile
ağıtlar döktüler. Şu ku-ıcy-jli müşrikler, .şu peygamberleri yalanlayan bctbantlar, şu peygamberi ve onun sahabilerini
eziyete maruz bırakan insafsızlar kör mü oldular. Yeryüzünde dolaşıpta.geçmiş milletlerin durumlarından ibret almıyorlar
mı ki, gerçekleri anlayan, sırları ve gizlilikleri idrak eden kalpleri olsun da
peygamberi yalanlamalarının sonunu anlasınlar ve bunun kendileri için bir vebal
olduğunu, ayrıca geçmiş milletlerin başına gelenlerin, kendilerinin de
başlarına geleceğini bilsinler. Allah'ın yasası asla değişmez. "Allah'ın
sünnetinde asla bir değişme bulamazsın". Görünürdeki gözler kör olmaz, bu
gözler, görme yeteneklerini yitirmezler. Ama göğüslerdeki kalpler kör olurlar.
Ey kardeşim! Şunu iyi bil ki, insanda eşyayı akledip
İdrak eden bir güç vardır. İnsan; duyulan, müşahede edilen, işitilen şeyleri
kulak, göz, burun, dokunma ve tatma duyu organları aracılığıyla algılar. Bu
duyular sadece insana Özgü değildir. Hayvan da bu bakımdan insan gibidir. Mü'min de ruhsal bir kavrayış gücü vardır. Bu gücü
sayesinde sırları algılar, ibret ve öğütleri hissedilir ve müşahede edilir
şeylerden alır.
Çürümüş bir resim,
suyu kurumuş bir kuyu, yıkılmış bir köşk gördüğü zaman bakar ve ibret alır.
îdrak eder ve bilir ki Allah'tan başka herşey yok
olacaktır. Hüküm onundur, sizler O'na döneceksiniz. Bu köşklerin bu resimlerin,
bu kuyuların sahipleri mutlaka Allah'a isyan edip azgınlık ve taşkınlık
yapmışlardır ki, kendilerine bu kötülükler, bu azaplar gelmiş, bu kötülüklerine
uygun olan cezaya çaptın I mışlardır. Hayır ve
şerrin, fazilet ve rezaletin anlamını İdrak eden bu akledîci
ruhi kuvvetin yeri kalptir. Kalbin de gözü, kulağı, burnu ve diğer duyu
organları vardır ki, bunlar bizim anladığımız manada zahiri duyu organlarına
benzemez. Aksine bunlar kalbi olan duyu organlarıdırlar. Bunların azıkları
takvadır. ' 'Kendinize azık ahn(da bir günaha
düşmekten korunun) çünkü azığın iyisi takvadır "[67]
însanm gözü olabilir, amma onunla gerçekleri göremez,
insanın kulağı olabilir, amma onunla hakikatleri İşıtemez.
Zira bilindiği gibi insanın iki gözü İki kulağı vardır. "Onların sana
baktıklarını sanırsın, oysa onlar görmezler"[68].
Onların halleri ne
kadarda tuhaftır. Allah'ın sana vadettiği, kafirlere
göndereceğini söylediği azaba ve sana inanmadıklarından ve seninle alay
ettiklerinden dolayı mezkur azabın kendilerine bir an evvel gelmesini
isterler. Şunu bilin ki Allah, vadine asla muhalefet etmez, Rabbin katında ahirette belirle-len azap
günlerinden bir gün, sizin saymakta olduğunuz bin sene kadardır. Onlar nerede,
Rabbinin azabı nerede. Allah işini tamamlayaca.ktır. Allah vadine asla muhalefet etmez. O, Resulüne
yardım1 edecek ve onu insanlara karşı koruyacaktır.
Halkı zalim olan
kasabalardan bir çoğuna Cenab-i AÜah
süre tanımış, azaplarını ertclemiştir. Onların
azaplarının ertelenmiş olması ihmal değii, sadece
onlara bir süre mühlet tanımış olmasından dolayıdır. Nihayet Rabbine bir an
önceye alınan, ne de bir an sonraya bırakılan azabı tam vaktinde gelince Rabbİn, onları güçlü ve muktedir olan zata yaraşircasma, yakalayı-verdi.
Dönüş sadece Allah'a dır. Bütün işler ona döner. [69]
49- "Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir
uyarıcıyım." de.
50- Cömertçe verilmiş.nzık ve mağrifet, inanan ve yararlı iş işleyenleredir,
51- Ayetlerimizi tartışarak bozmağa uğraşanlar, işte
onlar cehennemliklerdir. [70]
Kıyamet gününe,
Allah'ın azap indirmesine İnanmayan geçmiş ümmetlerin başlarına gelen
felaketleri unutan ve olup bitenlerden ibret alamayan1 kafirler peygamber
efendimizi yalanlayıp onunla alay ederek, azabın vukuu-nun
bir an evvel olmasını istedikleri zaman, Cenab-ı
Allah Peygamber (s.a.v.) efendimize buyurdu ki: Ey Muhammedi Onlara şöyle de:
Allah, beni sîze şiddetli bir azaptan önce bir uyarıcı olarak gönderdi. Ben,
uyarması apaçık olan, delili kuvvetli ve net olan bir uyarıcıyım. Sizi hesaba
çekmek ve doğru yola iletmek işi bana ait değildir. Bu hususta işiniz Allah'a
kalmıştır. O dilerse azabınızı çabuklaştırır. Dilerse belli bir güne kadar
erteler. O gün gelince de cezanız ne bir an öne alınır, ne bîr an sonraya
bırakılır. O sizin Rabbmızdır. tşiniz
ona kalmıştır. O dilediğini yapandır. Hükmünü aksatacak hiçbir varlık yoktur.
Hesabı çabuk görendir.
Allah'a kitaplarına ve
peygamberlerine sahih ve sağlam bir inanışla, sa-lih amel temeline oturtulmuş bir İmanla inanan kimseler
için rableri katından bir bağışlanma ve bol rızık
gelir. Büyük sevap ve dünya ile Ahiret mutluluğu
gelir. "Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu hoş
bir hayatla yaşatırız. Onların ücretini, yaptıklarının en güzeli ile veririz"[71].
Ayetlerimizi iptal etmek ve islamın nurunu söndürmek
için çaba sar-fedenler —Onlar; Allah'ın, kendi nurunu
kafirler istemeseler bile tamamlıyacağını
bilmiyorlar— Cehennemliklerin ta kendileridirler. Bunlar orada temelli
kalacaklardır. Cehennem Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir ki, gönüllere işler. O,
onların üzerine kapatılıp kilitlenecektir. (Kendileri), uzatılmış direkler arasında
(bağlı) olarak (kalacaklardır). [72]
52- Ey muhammcd! Senden önce
gönderdiğimiz hiç bir elçi ve peygamber yoktur ki, birşeyi
arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah
şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder.
Allah bilendir, Hakimdir.
53- Allah şeytanın karıştırdığını, kalhîerinde
hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri
sınamaya vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
54- Bu; kendilerine ilim verilenlerin Kur'an'm, senin Rabbinden bîr gerçek olduğunu bilip de ona
inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru
yola eriştirir.
55- İnkar edenler, ceza saati kendilerine ansızın gelene
veya gecesi olmayan günün azabı çatana kadar Kur'an'dan
şüphe etmekte devam ederler,
56- İşte ogün hükümranlık
Allah'ındır. O aralarında hükmeder. İnanıp yararlı iş işleyenler nimet
cennetlerindedirler.
57- İnkar edenler, ayetlerimizi yalan sayan kimseler,
işte onlar için hakir düşüren azab vardır. [73]
TefsircİIer rivayet ederler ki Resulü ilah (s.a.v.) efendimiz
"İnmekte olan yıldıza andolsun ki..."
ayet-i kerimesinden başlayarak; "Gördünüz mü o îat
ve uzzayı ve üçüncü(teri olan) öteki (put) menâtı?"[74].
Ayetlerine kadar olan kısmı okudu. Bu esnada müşrikler Peygamber efendimizin
"Şu uzun boyunlu nazlı kuğular, onların şefaatleri umulur" dediğini
işittiler. Bunun üzerine müşrikler ve kalplerinde nifak hastalığı bulunanlar
Peygamber efendimize selam verdiler ve onun böyle konuşmasından ötürü
sevindiler. Peygamber efendimiz: "Bu mutlaka şeytandandır" dedi. Ve
bunun üzerine Cenab-ı Allah "Senden önce hiçbir
Resul ve nebi göndermemiştir ki O, (birşey) arzu
ettiği zaman, şeytan onun arzusu içerisinde mutlaka (onu dünya ile meşgul
edecek bir düşünce) atmış olmasın" ayet-i kerimesini indirdi.
Burada okuyanın
—günahlarından arınmış olan— Peygamber efendimiz olduğunu ispatlayan bazı
rivayetler vardır. Buna göre ayet-i kerimenin anlamı şöyîe
olur: Senden önce hiçbir peygamber yoktur ki, kitap okumak istediği zaman
şeytan okuyuşunun arasına bazı sözleri katmış olmasın. Cenab-ı
Allah şeytanın kattıklarını neshedip giderir. Sonra
da kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir. Hikmet sahibidir.
Bu rivayetler batıl
rivayetlerdir. Her ne kadar bazı müfessirler bunları aktarmışlarsa da bunların
sahih olduğunu söyleyemeyiz. Şayet sahih olduğunu söylersek Cenab-i
Allah'ın şeriatının güvenilirliği ortadan kalkmış olur. Ayrıca her hükümde
eksiklik, şeytan tarafından ilaveler ve çalmalar olduğunu ileri sürebiliriz bu
durumda. Kaldı ki, bu ve benzeri rivayetler dinimizin nass'larma
dil uzatma ve o nasslar konusunda şüphelenme kapısını
aralar. Böylece islamiyetin ve diğer bütün dinlerin
düşmanları Allah'ın dinine saldırmak için silah sahibi olmuş olurlar, bu
konunun geçmiş kitaplarda genişçe ele alınmış olmasının bize hiçbir yararı
yoktur. Ayrıca ayet-i kerimede geçen fiilinin okumak anlamına gelip gelmediği
konusuna gelince, ben bu kelimenin okumak manasına geldiğini zannetmiyorum.
Biz bunu nasıl caiz
görürüz ki, sözlerin en doğrusunu söyleyen Cenab-ı
Allah şöyle buyuruyor: "Eğer O, bazı laflar uydurup biraz bize iftira
etseydi elbette ondan sağ elini (gücünü) alırdık, sonra can damarını keserdik"[75]
"Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için, imkânsızdır. Ben sadece bana
vahyolunana uyanm"[76],
"O havadan konuşmaz. O kendisine vahyedi-İenden başka birşey değildir. Onu
müthiş kuvvetleri olan biri öğretti"[77].
"Az daha onlar, seni, sana vahyettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye
düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni
sağlamlaştırmamış olsaydık, onlara bîr parça meyledecektin"[78]'.
Bu ayetlein
tefsirini daha önce öğrendik ve manalarına vakıf olduk. "O gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez.
Ancak razı olduğu elçilere gösterir. Çünkü (razı olduğu kimselerin) önüne ve
arkasına göz-etleyiciler koyar. (Böyle yapar ki)
onların, rablerinîn kendilerine verdiği emirleri duyurduklarını bilsin ve
(Allah), onların yanında bulunan herşeyi (bilgisiyle)
kuşatmıştır. Herşeyi bir bir
saymıştır"[79]
Kadı İyaz, "Şifa" adlı kitabında der ki
"Peygamber (s.a.v.) efendimizin, Rabbinden gelen haberleri tebliğ etmekte
masum olduğu hususunda ic-mai
ümmet vardır. Ancak kasten değil de yanılarak veya unutarak bazı hataları
olmuş olabilir".
Ey kardeşim —Allah
sana ikramda bulunsun— Bil ki Peygamber (s.a.v.) efendimizin "Necm" sûresini okurken güya "Şu uzun boyunlu
nazlı kuğular (garanik), onların şefaatleri
umulur" dediğini rivayet eden hadislerin mesnetsiz olduğunu bilginler
söylemişlerdir. Hadis bilginleri bu rivayetin sahih olmadığını,sağ lam bir senedle aktarılmadığını, güvenilir kimseler tarafından
anlatılmadığını, ancak bazı tarihçilerin ve tefsîrcilerin hüsnü niyeti ile buna
baktıklarını söylemektedirler. Ebu Bekir Razi: Bu hadisin Peygamber (s.a.v.) efendimizden muttasıl
bir senedle rivayet edilmiş olduğunu bilmiyoruz
diyerek kanaatimizce caiz değildir, demiştir.
Bu hadisin birkaç kişi
tarafından —her birisi zayıfta olsa— rivayet edilmiş olduğunu kabul edersek bu
rivayet yollarının çokluğu bizleri bu hadisi ihtiyatla kabul etmemizi ve de islamın ilkelerine uygun bir şekilde te'vil
etmemizi, hatta Necm sûresinin baştarafı
ile son tarafına uygun bir şekilde yorumlamamızı gerekli kılmaktadır. "Gördünüz
mü îat ve uzzays? ve
üçüncü(Ieri olan) öteki (put) menatı?"
ayet-i kerimelerinden sonra putların şu ayetlerde tavsif edilmiş olduklarım
görmekteyiz: "Demek erkek size, kadın Allah'a mı? O halde bü insafsızca bir taksim! Onlar (o putlar), sizin ve babalarınızın,
(tanrı) diye isimlendirdiğiniz (anlamsız) isimlerden başka bir şey değildir.
Allah, on-lara hiç bir güç (tanrı oldukları hakkında
hiç bir deli!) indirmemiştir. O (putlara tapa)nlar, zanlan ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar"[80].
Şu ayetler de
görüldüğü gibi putlar anlamsız isimler olarak nitelendirilmektedir. Onları
tanrı olduklarına dair hiçbir delil yoktur. Onlara taparken sizler kesinlikle zanlarımza kapılıyorsunuz.
Yukarıdaki hadisi
kabul edersek yorumlanması şu şekilde olur! Peygamber (s.a.v.) efendimiz Kur'an-ı Kerim'i ağır ve tertip üzere okurlardı. Garanik ile ilgili, yani putların'övülmesi
"ile ilgili sözleri kendisi iki ayet arasında duraklarken şeytanın onun
sesini taklit ederek söylemiş olması mümkündür. İşte putların övülmesine dair
şeytan tarafından uydurulan Necm sûresine eklenmiş
gibi gösterilen o fazla sözler Mekke'ye yayıldı ve müşrikler de bundan sevinç
duydular. Müslümanlara gelince onlar Cenab-ı Allah'ın
indirdiği şekilde-ve Peygamber efendimizin daha önce okuduğu biçimde Necm sûresini ezberlerler. Ve peygamber efendimizin putları
kötülediğini kesin olarak bilirler. Peygamber efendimizin putları övdüğü
hiçbir zaman duyulmamıştır. İlahi hikmet işte burada tecelli ediyor. Bu
sözlerle ve benzeri şeylerle mü'minler imtihan
edilmişlerdir. Zalim kafirlere ve kalplerinde nifak hastalığı bulunanlara
gelince onlar derler ki, putların övülüşüne dair Necm
sûresine eklenmiş gibi gösterilen sözler Allah tarafından gelmiştir, derler. Ve
yine Peygamber Hz. Muhammedin
kötülediği putları Allah övmüştür, diye iddia ederler. MüL
minlere gelince, onlar Kur'an-ı
Kerim'İn Allah katından gönderilen gerçek bir kitap
olduğunu bilirler. Şeytanın bu gibi safsatalarına ve mü'minleri
kandırmak İçin putların övgüsüne dair söylediği sözlere gelince bunlar hiç
nazari itibara alınmayacak şeylerdir.
Allah bilendir. Hikmet
sahibidir. Bu ayet-İ kerime peygamber efendimiz için aynı zamanda teselli
kaynağıdır. Çünkü kendisinden Önceki peygamberlere de Allah'ın bildiği ve
kastettiği bir hikmetten dolayı aynı işler yapılmış İdi. Bunlar imtihan ve
sınamadır. Bütün bunlardan sonra lügate aykırı olmayacak şekilde ayet-i
kerimeyi şöylece manalandırmamız mümkün olacaktır!
Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah buyuruyor ki: Ey Muhammedi senden önce
şeriat ve kitabı olan hiçbir nebi ve Resul göndermedik ki, o kitabı okurken
nefsin arzuladığı şeyi şeytan onun sözleri arasına katmasın. Bütün
peygamberler elbetteki insanların tümünün, kendilerine inanmalarını arzularlar.
Şeytan amaçlarını gerçekleştirmeleri için yollarına engeller koyar. Sözleri
arasına söz katar. İnsanların kalplerine bazı şeriat dışı düşünceler düşürür,
onlara küfrü, fasıkliğı ve İsyanı güzel gösterir.
Şüphesiz ki, kendilerine peygamber gönderilen insanlar peygamberlerin
arzuladıkları amaçların gerçekleşme mahalleridirler.
Cenab-ı Allah, şeytanın bazı kimselerin kalplerine
bıraktığı kuruntu ve vesveseleri sakındırıp giderir. Sonra apaçık ayetlerini
sağlamlaştırır ki onlara İnanan kimselerin yanında o ayetler doğru ve sağlam
olsunlar. Allah yaratıklarının durumunu bilir. Yaptığı işleri de yerli yerince
yapar. Yarattıklarım ve izledikleri yolu da bilir. (Allah böyle yapar ki
kalplerinde hastalık, şüphe, haset ve kin hastalığı bulunan kimseleri şeytanın
ortaya attığı fitne ve sapıklık ile . imtihan etti. Kur'an-ı
Kerim'in "Kalplerindehastalık bulanan"
ifadesine dikkat buyurun. Kalpleri kaulaşanlara
gelince, bunlar Allah'a ortak koşan ve peygamberi yalanlayanlardırlar. Doğrusu
münafık ve müşriklerden oluşan zalimler uzak bir ayrılık içindedirler. Onlar
büyük bir tehlike İçerisindedirler. Onlar için daimi bir azap vardır.
Kendilerine ilim verilip doğru yola iletilen, gönülden ibadet eden mü'minler bilsinler ki bu Kur'an-ı
Kerim Allah tarafından gönderilen, şüphelerden uzak, ayetleri sağlamlaştırılmış
olan gerçek bir kitaptır. İçinde hiç şüphe yoktur. Hikmet sahibi ve çok Övülen
zat tarafından gönderilmiştir. Mü'minler ona sadık
bir imanla şüphesiz olarak iman etsinler, kalpleri ona saygı duyup teslimiyet
içerisinde olsun. İhlasla ona inansınlar, inanç
doygunluğuna ersİnler. Allah bu Kur'an'a
iman edenleri dosdoğru yola iletecektir. Onları en güzel mükafatla
Ödüllendirecektir. Kendilerine, ne kadar bütünleşmiş^irbirlerinİ
izleyen deliller gösterseler de küfredenler kendilerine ansızın kıyamet gelinceye
kadar veya içinde hiçbir hayır bulunmayan ebedi azap gelinceye kadar Kur'an'a karşı şek şüphe ve şaşkınlık içerisinde
olacaklardır. Bunu garipsememek gerekir. Çünkü ceza ve sevap gününün sahibi
olan Allah kahredici güce sahip olan tek tanrı,ahiretin
ve bütün mülkün sahibidir ve onların arasında hükmedecektir. O adil hakimdir.
Şanı yücedir. Aralarında ayrılığa düştükleri konularda hüküm verecektir. İman
edip salih amel işleyenlere gelince, onlar ebedi
cennetler içerisinde temelli kalacaklar. Burada sürekli nimetlere mazhar olacaklardır. Küfredip ayetlerimizi,yalanlayanlara
gelince onlar cehennemliktirler. Onları küçültücü azap ile azaplandıracağız.
Bu cehennem ateşi onların dünyada iken işledikleri kötü amellerin ve çirkin füllerfn karşılığıdır. [81]
58- Allah yolunda hicret edenlere,sonra öldürülen veya
ölenlere Allah, elbette onlara güze! bir rızık
verecektir. Rızik verenlerin en hayırlısı yalnız
Allah'tır.
59- And olsun ki, onları hoşnud
olacakları bir yere koyar. Şüphesiz Allah bilendir. Halimdir.
60- Bu böyledir; kim kendisine verilen kadar ceza
verirse ve kendisine yine de saldırılma Allah ona,and
olsun ki yardım edecektir. Allah şüphesiz, affeder ve bağışlar.
61- Böyledir; Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de
geceye katar ve Allah şüphesiz işitir ve görür.
62- Keza Hak yalnız Allah'tır. O'nu bırakıp taptıkları
sadece batıldır.. Doğrusu Allah yücedir büyüktür.
63- Allah'ın gökten indirdiği su ile yerin yemyeşil
olduğunu görmez misin? Doğrusu Allah Latif dir,
haberdardır.
64- Göklerde olanlar, yerde olanlar, O'nundur. Doğrusu
Allah müstağnidir, övülmeye layık olandır.
65- Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yüzen
gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi
için göğü O'nun tuttuğunu görmez misiniz? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli
ve merhametli olandır.
66- Sizi dirilten, sonra öldürecek sonra yine diriltecek
olan O'dur. İnsan gerçekten pek nankördür. [82]
Allah yoluna
yurtlarını terkettiler. Girilecek yer. Girip te beğendikleri
cennet. Zalime misillemede bulundu. Geceyi gündüzün üzerine koyar. Vaktini
gündüzünkinden daha fazlalaştırır. Yeşİllikli.Yeryüzündeki
şeyleri sizin emrinize boyun eğdirdi. Sîz de o şeylerden yararlanırsınız. [83]
Kıyamet gününde
hakimiyet Allah'ındır. Kulları arasında hükmeder. İnanıp iyi işler yapan
kimseler İçin nimet cennetleri vardır. Küfredip Allah'ın ayetlerini
yalanlayanlar İçin ise devamlı bir azap vardır. Bu azabın içinde ebedi kalacaklardır.
Allah yolunda hicret edip yurtlarını terkeden, Resulullah (s.a.v.)'le cihad etmek için hayatlarını feda eden, kendi hayatlarını
onun hayatına katan, mü'minlere gelince, —Bunlar
Rableri katında şerefli ve yüce olduklarından dolayı burada anılmışlardır—
Bunlar Hicret edip, sonra Öldürülen veya ölen kimselerdir ki Cenab-ı Allah mutlaka onlara güzel bir rızık
verecektir. Ey okuyucu kardeşlerim! Bu kimselerin şehid
oldukları veya vefat ettikleri takdirde Rab'leri katında ne kadar yüksek
mertebelere ulaştıklarını görün işte. Cenab-ı Allah
onlara kendi katından güzel bir rızık verecektir.O, rızık verenlerin en hayırlısıdir.
Çünkü dilediği gibi hesapsızca rızık verir, nimetleri
bahşeder. Bütün vergiler O'nun lütfundandır, O'nun
nimetindendir, onun cö-mertliğindendir. Mü'min kullarını, razı olacakları bir yere kıyamet gününde
koyacaktır. O güzel ve değerli giriş yeri kendileri için temelli nimetler yurdu
olan cennettir. Bu cümle ile Cenab-ı Allah'ın, mü'min kullarına vereceği güzel rızıklar
açıklanmaktadır. Çünkü insan dünyada, Öldükten veya öldürüldükten sonra
elbetteki rızık göremez.Ancak rızık
kendisine cennette verilecektir. Bunda bir gariplik yoktur. Allah nefİslerdeki gizleri ve gizlilikleri, kalplerin içinde
saklı bulunan şeyleri bilir. Kullarının davranışlarına karşı yumuşak huyla
muamelede bulunur. Onları çabucak azaplandirmaz.
Aksine onları bağışlayıp affeder. Onlara süre tanır, ama amellerinin
karşılığını asla ihmal etmez.
Ey Muhammedi Şehid edilen veya ölen muhacirlere va'd
ettiğimiz ödülleri gerçekleştirme İşi, sana anlatmış olduğumuz bu şekildedir.
Yani durum bundan ibarettir.
Rivayet olunur ki;
Peygamber efendimizin bazı sahabileri dediler ki: Ey
Allah'ın Resulü! Seninle birlikte cihad edip şehid edilenlere verilecek olan mükafatları anladık. Bize
gelince biz de onlar gibi seninle cihad ediyoruz.
Şayet seninle birlikte ölürsek bize verilecek olan mükafatlar ne olacaktır ve şehid edilmeden ölürsek bizim durumumuz ne olacaktır?
Onların bu müracatları üzerine Cenab-ı Allah
yukardaki iki ayet-i kerimeyi indirdi. Bu iki ayet,
Allah yolunda şehid edilenlerle, yine Allah yolunda cihad etmiş olduğu halde kendi yatağında normal ölümle ölen
kimselerin sevap bakımından eşit olduklarını ifade etmektedirler. "Bu
böyledir. Kim kendisine yapılan cezanın dengi ile ceza verir de sonra tekrar
kendisine saldırılırsa elbette Allah ona yardım eder. Şüphesiz Allah, affeden,
bağışlayandır". Bu ayetlerin buraya konulusu şu manayı ifade ediyor:
Kendilerine, bildiğiniz üzere ahirette ikram
edeceğimden başka, Allah yolunda savaşan muhacirleri de dünyada kendi
hallerine bırakmayacağım. Bilakis onları düşmanlarına karşı muzaffer
kılacağım. Yalnız bu, onların Allah'ın dinine yardım etmeleri şartına bağlıdır.
"Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz O da size zafer verir. Ve düşmanlarınıza
karşı ayaklarınıza sebat verir"[84]. Kim
ki kendisine zulüm ve taşkınlık edilerek savaş açılır da savaşırsa, Allah ona
mutlaka yardım eder. Onu kendi katından bir ruh ile destekler. Bilin ki Allah
affedendir, bağışlayandır. Ancak size karşı savaşıldığı takdirde ve davetinize
kaşı savaş açılırsa siz savaşa başvurun. Ama sizi kendi halinize bırakırlar ve
size saldırmazlarsa sizin önce savaşa başlamamanız daha hayırlı olur. Bu
durumda siz onları affedin. Allah affı ve bağışlaması çok olandır.
Cezalandırmak ancak yapılan bir suçtan sonra olmalıdır. Cenab-ı
Allah, düşmanların, zulmü önce başlatmalarını ukubet (ceza) olarak adlandırmıştır.
Bu da cezalandırma isimlendirmesinin tam dengidİr.
"Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür"[85]
Burada denkliğin
sağlanması için cezanın karşılığının verilmesi de sey-yie (kötülük) olarak adlandırılmıştır. Denklikten maksat
eşit davranmak, cezayı fazlalaştırmamaktır. Bütün bunlar yüce Allah'ın
noksanlıklardan münezzeh olup herşeye kaadİr olmasından dolayıdır. O'nun kudretinin belirtilerinden
birisi de geceyi gündüze, gündüzü de geceye sokmasıdır. Bazen geceyi uzatır.
Bazen de gündüzü uzatır. Herşeye muktedir olan Allah
şüphesiz ki bunu da yapmaya, mazlûm'a yardım etmeye gücü yeter, itaat ehlini
mükafatlandırmak, isyankarları da cezalandırmak gücüne sahiptir. Çünkü Allah,
söylenen herşeyi ve yapılan her duayı işitir.
İşlenen bütün amelleri görür. Hiç bir şey ondan gizli kalmaz. Daha Önce de
nitelendirildiği gibi. O biricik hak olduğu için sonsuz bir kudret ve ilimle
vasıflanmıştır. O kuşkuya yer kalmayacak bir şekilde vardır, her türlü
eksiklikten arınmıştır ve kemal sıfatlarıyla ve tam kudretle muttasıf oluşmuştur. Ona ibadet etmek mü'minler
üzerine hak bir görevdir. Onunda kendi dostlarına yardım etmesi hak bir va'ad'dir. O'nun verdiği sözler dışında kendilerine
yalvarmakta olduğunuz varlıklar batıldırlar. Sürekli değildirler. Gerçek
mevcudiyetleri yoktur. Halbuki Allah yücedir. Üstündür. Her varlığın fevkİndedir. Gücüyle, kutsallığıyla noksanlıklardan ve
benzerliklerden, denkliklerden ve eşitliklerden münezzehtir.
Bundan sonra Kur'an-ı Kerim, gözlerimizi bu gerçekleri isbat eden fenni delillere çevirmektedir. Bilmez misiniz ki
yüce Allah gökten su İndirir. Ve o su ile yer yeşerir. Allah'ın kudreti ile yer
yemyeşil hale gelir. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır ki, gökten su
indirir, û su ile ölü bulunan toprak canlanır. Yemyeşil olup bitkiler bitirir
Yerde kaynaklar fışkırtır sonra o sulardaki buharlaşma nedeniyle göklere suyu
taşıttırır. Göklerden inen o su ile yeryüzü yeşirir, yemyeşilhale gelir, güzelleşir. Doğrusu Allah, kullarına
karşı lütufkardır. Onların geçim işlerini düzenler. Dünyayı nizama sokar.
Kullarından haberdardır. Onların hallerini ve geçim yollarını bilir.
Bütün bu
anlatılanlarda hiçbir gariplik yoktur. Çünkü göklerde ve yerde her ne varsa
mülkiyet, yaratma kulluk ve tasarruf bakımından O'na aittirler. Hcrşey O'na muhtaçtır. Allah İse zengindir. Hiçbir şeye
İhtiyacı yoktur. Övülendir. Göklerde ve yerde her varlık tarafından hamdedilir.
Hu da bir başka
nimet... Bilmez misiniz ki, Allah rahmandır size karşı merhametlidir. Yerde
bulunan canlıları, bitkileri, nehirleri, tabii kuvvetleri emrinize vermiştir.
Öyle ki insanoğlu havayı, havadaki esir tabakasını, zerreleri emrine amade
kılmıştır. İşte şu gemiler denizde O'nun emriyle yol alırlar. Bu ifadeler
içerisinde özellikle gemiden bahsedilmiştir. Çünkü Kur'an-i
Kerim'in 14 asır evvel nüzulü esnasında gemiler mevcut idi. Günümüzde ise
denizaltılar, uçaklar, bombalar, televizyon ve diğer keşifler mevcuttur. Oysa
bunlar o zaman keşfedilememiş idiler. Eksiklerden arınmış yüce Allah, göğü yere
düşmesin diye, havada tutmakta ve onu sütünsuz ve
direksiz olarak gördüğünüz gibi üzerinizde durdurmaktadır. Gök bu sayede yere
düşmemektedir. Yani gökteki yıldızlar ve gezegenler, üzerinizde durmakta,
ancak O'nun izni ve iradesi olunca yeryüzüne düşecektirler. Dünya, tabiatın bir
yaratması değildir. Bilakis şu kainat; güçlü, kudretli, hikmetli, bilgili her
şeyi kontrolünde tutup gören bir müdebbirin İdaresi olmadan kendi başına
varlığını sürdüremez. Onu seyrettiren; şanı yüce, isimleri mukaddes olan
zattır. Gerçekte yüce Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. O Allah
ki, sizleri yokluktan yarattı. Sonra ömürlerinizin sona ereceği zaman sizleri
öldürecektir. Bu ölüm de sizler için nimetlerin en büyüklerinden biridir. Hatta
sizin için en kıymetli bir şahıs bile ağır bir hastalığa yakalandığı zaman onun
ölümünü istersiniz. O kişi ölmezse size'bir yük
olur. Şu halde ölüm de nî'metlerden bir nimettir.
Dünyada var olan her şey fanidir. Yok olacaktır. Böyle olunca dünya mü'minin zindanı değil midir? Ölüm ile insan rahmanın geniş
sahasına kavuşur. Sonra Cenab-ı Allah sizleri hesaba
çekmek için ölümünüzden sonra tekrar diriltir. Diriltir ki, iyilik yapanlara
mükafat versin. Kötülük yapanları cezalandırsın. Gerçekten insanoğlu Allah'ın
nimetlerine karşı nankördür. O'nun lütuflarma karşı
İnkarcıdır. İnsan Rabbine karşı nankördür. Ancakiman
edip iyi işler yapan, Allah'a hakkıyla şükreden kimseler bunun dışındadırlar.
Onların mükafatlan Rabbleri katmdadir. [86]
67-69- Her ümmete, yerine getirmeleri gerekli ibadetleri
koyduk, öyleyse, ey Muhammedi Bu konuda seninle çekişmelerine fırsat verme;
Rabbi-ne davet et, sen şüphesiz doğru yol üzerindesin. Seninle tartışırlarsa:
"Allah yaptığınızı çok iyi bilir; ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında,
kıyamet günü aranızda Allah hükmedecektir" de.
70- Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez
misin? Bunlar hiç şüphesiz Kitab'dadır ve şüphesiz
bunlar Allah'a kolaydır. [87]
İbadet ve şeriat.
İnsanlar bunlarla Rablerine ibadet ederler. [88]
İnsanın hayatta
çocukluktan gençliğe, gençlikten de tam olgunluk devresine doğru aşamalar
kaydedişi gibi, dünya da aşamalar kaydetmektedir. Bu, gelişmenin bir yasasıdır.
Cenab-ı Allah, henüz bir çocuk durumunda olan insanlığı
Tevrat ik geliştirdi. O Tevrat ki, Musa'ya indirildi.
Musa da insanlara maddeten hükmediyordu. Bundan sonra Tevratın
hükümlerini tamamlayıcı nitelikte olan ve ruh ile teyid
edilmiş olan İnci! gibi. incil, insanlardaki ahlakı,
huy ve karakterleri geliştirdi. Beşeriyet o zaman gençlik çağında idi ve ruhî
tarafa meyyaldi, duyguların tesiri altındaydı. Sonra dünya tekemmül etti ve
gelişimini tamamladı. Bundan sonra peygamberlerin sonuncusu Muhammed (s.a.v.)
efendimizin peygamberliğini omuzlamaya muktedir hale geldi. Muhammed (s.a.v.)
ki maddî ve ruhî alanları birleştiren bir şerİatle
insanlığa geldi. O'nun getirdiği din, hak bir din idi. "Böylece sizi orta
bir ümmet yaptık"[89].
Ümmetlerden her biri için bîr şeriat ve ibadet yolu vaz
ettik. Onunla Rablerine ibadet ederlerdi. O şeriatler
milletlere uygun idi. Tevrat; Musa (A.S.) peygamber olarak görevlendirilmesinden,
ta İsa (A.S.) görevlen d irilisine kadar gelip geçen toplumlar için şeriat
oldu. İncil de İsa (A.S.)'ın Peygamber olarak
görevlendirilmesinden, ta Muhammed (s.a.v.)'İn Peygamber olarak
görevlendirilmesine dek gelip geçen ümmetler için şeriat oldu. Kur'an-ı Kerim ve İçindeki kapsamlı hükümler bu ümmetler
İçin bir dini kurallar manzumesi oldu. Bu kitap, Kıyamet kopun-caya dek
varlığım sürdürecektir, muhammed (s.a.v.) peygamber
olarak görevlendirildi. Kur'a.n-ı Kerim de bütün insanlık için bir hidayet
rehberi olarak doğru ite yanlışı, hak ile batılı birbirinden ayırd edecek bir ölçü olarak O'na indirildi. O zamanlar
insanlık Kur'an-ı Kerirn'e
şiddetle ihtiyaç duymakta idi. Böyle olunca Hz.
Muhammed'de alemler için bir rahmet oldu. İnsanlığa, maddi sapıklıklar
İçerisinde bocalamakta olan bir kurtarıcı oldu. Dalalet içerisindeki
putperestleri hakikat yoluna iletti. "Sizden her biriniz İçin bir şeriat
ve bir yol belirledik! "[90]. Ey
Muhammedi Hal böyle iken hiç kimse dini konularda seninle çekişmesin^ Önceki
bütün kanunları nesneden Kur'an-ı Kerim elinizde
bulunmaktadır, bu da onların seninle çekişmelerini Önler. Ey Muhammedi Onların
seninle çekişip tartışmalarına aldırış etme. Sen kendi dininde sebat et. Bu Kur'an varken senin ayağım kaydırmaya asla tamahlan-masınîar. Bütün
insanları Rabbinİn yoluna ve O'nun halis tevhid inancına davet et, İşte bu gerçek dîndir, sen apaçık
ve parlak bir delil üzerindesin, senin bu delilinin gecesi gündüzü gibi
aydınlıktır. Sen dosdoğru, içinde hiçbir eğrilik bulunmayan bir yol
üzerindesin. Bütün insanları İslâm'a davet et.
Bu kadar delillerin
zuhurundan sonra bile seninle tartışır ve senin çağrına icabet etmezlerse sen
onları Allah'a bırak ve deki: Allah sizin yapmakta .olduklarınızı çok İyi
bilmekte ve bu yaptığınızın karşılığını da size verecektir. Kıyamet gününde,bu'dünyada İken ihtilaf etmekte olduğunuz hususlar için
aranızda hüküm verecektir.
Onlar göklerde ve
yerde ne varsa hepsinin Allah'a ait olduğunu bilmiyorlar mı? O Allah ki
kendisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Kainatta olup bitenleri görür. İşte
bunlar O'nun katında bulunan levh-i mahfuz denen
kitapta yazılıdır. Hiçbir şey ondan gizli kalır mı? Hayır bütün bunlar O'na
kolaydır.
Bu, kıyamet gününde Cenab-ı Allah'ın hiç kimseye haksızlık etmeden âdilâne
hüküm vereceğini ifade ediyor. [91]
71- Onlar Allah'ı bırakıp da O'nun, haklarında hiçbir
delil indirmediği, kendilerinde de bîr bilgi olmayan şeylere taparlar.
Zulmedenlerin yardımcısı olmaz.
72- Onlara ayetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman,
inkâr edenlerin yüzlerinden inkarlarını anlarsın. Nerdeyse, kendilerine
ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: Size bundan daha fenasını haber
vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vaöettiğİ ateş! Ne
kötü bir dönüştür!..
73- Ey İnsanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu
dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek
bile yaratamıyacak-İardır.
Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de istenen de aciz!
74- Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Doğrusu
Allah kuvvetlidir, güçlüdür.
75- Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer.
Doğrusu Allah işitir ye görür.
76- O, geçmişlerini geleceklerini bilir. Bütün işler
Allah'a döner. [92]
Sultandan maksat: Yüce
Allah'ın indirdiği sem'î delil. Yani hakkında akli delilleri bulunmayan şeyler.
Kin ve öfkeye dalelet eden şey. Saldırılar.Kara
sinek. O'nu kurtaramazlar. Seçer. [93]
Burada Cenab-ı Allah'ın, yaratıklarına bahşettiği nimetler
açıklandıktan sonra, kafirlerle müşriklerin yaptığı kötülükler
sıralanmaktadır. Ayrıca O'nun herşeyi kuşatan ilminin
tamamlığı ve kudretinin de her yerde görülmekte olduğu açıklanmaktadır. [94]
Allah, kâmil ülûhiyyet sıfatlarıyla muttasıftır.
O'ndan başka tanrı yoktur. Göklerin, yerin yaratıcısı O'dur. Daha önce benzer
bîr örneği olmadan onları yoktan var eden, geceyi .gündüze, gündüzü geceye
sokan, gökten su indiren, ağaçları ekinleri ve çöldeki nebatatı bitirip
yeşerten O'dur. Göklerde ve yerde emir sahibidi
O'dur. Bilendir. Herşeye gücü yeten ve herşeyden haberdar olandır. Yerde ne varsa hepsini
emrinize amade kılmıştır. O şeyleri kendi emriniz altına ahp
onlardan yararlanasıniz diye yaratmıştır. Göğü
üzerinizde tutup, yeri altınıza sergi gibi sermiştir. Sizlere hayat vermiştir.
O Allah ki, sizleri bu hayattan sonra öldürecek, Ölümünüzden sonra yine diriltecektİr. ki, bu dünyada yapmış olduğunuz işlerin
karşılığını göresiniz. Bütün bunlarla birlikte insanoğlu,Rabbinin ni'metlerine karşı açıkça nankörlük etmektedir. Buna rağmen
insanların bir kısmı Allah'ı bırakıp putlara tapmakta ve onlara taparken de
Allah tarafından kendilerine delil olsun diye indirilmiş sem'i bir delile
dayanmamaktadırlar. O putlara taparken ilme, akli hüccetlere dayanmamaktadırlar.
Bilakis Allah'tan başka o taptıkları şeylere temelsiz bir inançla
tapınmaktadırlar. Körü körüne, başkalarını taklid
ederek, onları kuşatan cehaletin etkisi ve onları çevrelereyen
boş şüphelerin etkisinde kalarak o cansız varlıklara ibadet etmektedirler.
Onların putlara taparlarken dayanmakta oldukları kör taklid,
kapsayıcı cehalet ve boş şüpheler örümcek ağından daha da zayıf ve cılızdır.
Zalimler için, hesap gününde İşlerini görecek, onlara yardımcı olacak bir
dost, onları savunacak bir destekçi de yoktur. Bu bilgisizlik ve sapıklıkla
birlikte, kendilerine hayır ve gerçek yoluna girmeleri için uyarıda
bulunulduğunda, Rabbinin apaçık Kur'an âyetleri
kendilerine okunduğunda, O'nu inkâr etmeye kalkarlar. Yüzlerinde kin ve öfke
işaretleri görülür. Kalpleri fücur, inkâr ve serkeşlikle dolup taşar. Neredeyse
O ayetleri okumakta olanlara saldırmak, dilleriyle ve elleriyle kötülük yapmak
isterler.
Sonra yüce Allah,
peygamberine, onlara şiddetli tehdit ile karşılık vermesini emir buyurdu. Ve
onlara şöyle söylemesini ferman etti: De ki, ey Mu-hammed!
Kalplerinizi doldurmakta olan bu kin ve öfkenizden daha kötü bir şeyi size
haber vereyim mi? Adamın biri çıkipta: Bundan daha
kötüsü ne olabilir? diye sorabilir. Ona cevaben deriz ki, daha kötüsü cehennem
ateşidir ki, onu Cenab-ı Allah kafirlere va'd etmiştir. O kafirlerin dönüş yerleri ne kötü bir
yerdir. Cenab-ı Allah onların delilsiz ve dayanaksız
bir şekilde kendisi dışındaki o cansız varlıklara, putlara taptıklarını
belirttikten sonra tanrılarının zayıftan da zayıf olduklarını açıkladı ve
onların hiçbir hal ve surette ibadete layık olmadıklarım açıkladı.
Kur'an-i Kerim,parlak kıssaları ve sıfatları misallerle
açıklamayı adet haline getirmiştir. Çünkü misaller halk arasında ve de
dinleyiciler arasında yayılıp etki meydana getirir.
Ey insanlar! Size bir
misal verildi, o misale kulak verin ve üzerinde düşünün. Akıllarınızı onun
anlamım kavramak hususunda çalıştırın.
Onların Allah'tan
başka taptıkları ve ibadete özgü kıldıkları, yalvarıp yakardıklan
putlar, bir sinek bile yaratamazlar. Bu sineği yaratmaları imkan-1 sızdır.
Bu misalde çok
değersiz ve basit bir varlık olduğu için örnek olarak sinek seçilmiştir.
Zayıf, pis ve her yerde çokça rastlandığı için sinek örnek gösterilmiştir.
Oysa onlar birbirine dayanan, birlik ve beraberlik içiresinde
olan bir toplulukturlar. Onların tapmakta oldukları putlardan sinek birşey kapıp götürürse o kapılıp götürülen şeyi sineğin
elinden kurtaramazlar. Bunu yapmaları imkansızdır,
Şu utanç verici
acizliğe ne dersiniz? Kur'an-ı Kerim'in şu parlak ve
edebi tasvirine ne dersiniz. Onların tapmakta oldukları putlar, tanrılar,
gerçekten de' son derece zayıf olan, birlik ve beraberlik içerisinde bulunsalar
bile çok cılız ve hakir bir yaratık olan sinek gibi gösterilmiştir.
Yaratılmışlar olarak
yardım dileyen müşrikler, tanrı olarak yakarılan putlar ne kadar da
zayıftırlar. Onlar Allah'ı hakkıyla tanıdıklarını iddia ediyor ve putları O'na yaklaştıncı aracılar sayıyorlardı. Allah onların bu
iddialarım reddetti. Ve kendisini hakkıyla takdir edemediklerini söyledi.
Çünkü şu taşları ve duvara yaslandırılmış ağaçları, tanrılar sınıfına
katıyorlardı. Onlar, her şeyden haberdar, herşeyi gö'reri, herşeyi kahredecek güce
sahip olan yüce Allah'ı, bir sineği bile üzerlerinden def edemeyen aciz
tanrılarla bir saydıkları için ne kadar da cahildirler. Aciz ve mağlup olan
şeyleri nasıl da O'na tanrı olarak benzetiyorlar. Bu mümkün müdür? İşte onların
"Peygamber insan olamaz" teranelerini aşağıdaki ayet-i kerimeler
reddediyorlar ve Allah tarafından gönderilen elçilerin insan ve melek olmak
üzere iki kısım olduğunu açıklıyorlar. Mesela Cebrail, peygamberlere Allah
tarafından gönderilen bir
elçi melektir. Diğer
peygamberlerse Allah tarafından insanlığa gönderilen insan elçilerdir. Yüce
Allah'tır ki O, dilediğini peygamber ve elçi olarak seçip ayırır.
O, söylenen her sözü işitir. Ve herkesi görür. Gizliyi ve gizlinin gizlisini,
İnsanın hallerini, geçmiş ve geleceği bilir. O'nun peygamberleri ve elçileri
seçmesi sağlam bir esasa ve uzak görüşlülüğe dayanır. Bilin ki dönüş O'na-dır.
Bütün işler O'na döndürülecektir. [95]
77- Ey inananlar! Rükû edin, secdeye varın, Rabbinİze kulluk edin, iyilik yapın ki saadete ensesiniz.
78- Allah uğrunda gereği gibi cihad
edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk
kılmamıştır. Daha önce ve Kur-an'da, peygamberin size şahid
olması, sizin de insanlara şahid olmanız İçin size müslüman adını veren O'dur. Artık', namaz kılın,zekat
verin, Allah'a sanlın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!
[96]
Sizi seçti. Haraç:
Zorluk ve sıkıntı.Babanız ibrahim'in dini ve şeriati. [97]
Kur'an-ı Kerim, hesap konusunda müşriklerle münakaşa
ettikten sonra ilahiyat mes'elelerini anlattı. Sonra
da nübüvvet meselelerini ele alıp, peygamberleri seçme işini açıkladı. Sûrenin
sonunu da, tabikini istediği genel yasayla tamamladı. [98]
Ey Allah'a,
kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman
etmekle nitelenen kimseler! Rüku edin, secde edin, yani namazlarınızı kılın.
Bütün emirlere uyup yasaklardan kaçınarak Rabbinize ibadet edin. Dostluk ve akrabalık
bağlarını koparmadan,sıla-i rahim ve iyilik gibi hem sizin ve diğer insanlar
için hayırlı olan işleri yapın. Güzel ahlaklı olun. Bütün bunlar dinin teşvik
ettiği faziletlerin genel bir niteliğidir. Bu sıralamış olduğumuz şeyler ayet-i
kerimede de güzel bir şekilde dizilmişlerdir. Namaz kılmak bir ibadettir.
Hayır yapmak İbadettir. Sonra bunlara gerekçe olarak ta ayet-i kerimede şu
ifade kullanılmıştır; "Umulur ki kurtuluşa erersiniz" Resulullah (s.a.v.) efendimizde; "Sizden hiç biriniz
kendi işlediği ameli ile cennete giremez" derken ne doğru buyurmuştur.
Allah'ın dini veya
Allah'ın zatı veya O'nun rızası uğruna halis muhlis bir şekilde cihad edin. Kiminle cihad
edeceğiz? Bizler nefislerimizle, düşmanlarımızla ve kötü arkadaşlarla cihad etmekle emrolunmuşuz. Toplumu,
emri bil ma'ruf, nehy-i anil münker görevimizi ifa ederek
doğru yola iletmek için cihad etmekle emrolunmuşuz. Resulullah (s.a.v.)
efendimizi bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: "Küçük cihaddan büyük cihad'a
döndük". Peygamber efendimiz bu sözü bir gazadan dönerken ifade
buyurmuşlardı. İşte Kur'an-ı Kerim de, Allah'ın sevap
ve mükafatını ümid ederek ,O'na rağbet ederek çalışmamız
İçin teşvik edici şu emirleri göndermiştir.
O Allah ki, sizleri
seçip beğendi. Sizlere emir ve sorumluluklar verdi. Belki bu mükellefiyetlerde
zorluklar vardır. Ama bunlar pek önemli değildir. Aslında Cenab-ı
Allah dini konularda size.zahmet ve zorluklar yüklemiş değildir. Dinin bütün
emirleri kolaydır. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir
hadis-i şeriflerinde şöyle buyuyor: "Bu din kolaylıktır. Bu dini kim
zorlaştırmaya çalışırsa din kendisini mağlub
eder". Yine Cenab-ı Allah bir ayet-i kerimede
şöyle buyuruyor: "Allah hiç kimseye gücünden fazlasını yüklemez".
Peygamber (s.a.v.) efendimiz de buyuruyorlar ki: "Allah, azimetleri
vermeyi sevdiği gibi ruhsatları vermeyi de sever". Mesela abdest veya gusül için mutlaka su kullanılmasını zorunlu
kılmış değildir.
Su bulunmadığı,
zamanlar da teyemmüm etmemize ruhsat vermiştir. "Su bulamamışsanız temiz
toprağa teyemmüm edin"[99].
Yüce Allah hastanın, yolcunun ve su bulamayan kimsenin teyemmüm etmesine müsade buyurmuştur. Yolculuk ve hastalık hallerinde oruç
tutmamızı zorunlu kılmamış, bilakis oruç tutmamaya izin vermiş hatta bazen
tutmamamız için bizleri özendirmiştir. Namazı illa da ayakta kılmamızı zorunlu
kılmamış bilakis yapabilenler için ayakla namaz kılmayı farz kılmıştır. Gücü
yetmeyenler kimselerin oturarak veya uzanarak namaz kılmalarına müsade buyurmuştur. İslâm dininde zorluk ve sıkıntı
bulunmadığını, zaman isbatlamıştır.
Genel olarak islâm dininde bir çok ruhsatlar vardır. Resulullah
(s.a.v.) efendimiz bu ruhsatları ümmetinin yükünü hafifletmek ve Cenab-ı Allah'ın "Ve (Allah) dinde sîze bir güçlük
yüklemedi" sözünü gerçekleştirmek için bu ruhsatlan kullanmıştır.
Atanız İbrahim'in
dinine tabi olun. O sizleri müslümanlar olarak bundan
çok önceleri adlandırmıştır. Yani geçmiş kitaplarda ve Kur'an'da
sizleri müslümanlar olarak adlandırmıştır. Sizin
atanız İbrahim'indim, genel esaslarda Mustafa (A.S.)'iri dini gibidir. Bu da O'nun
emirlerine uymanızın gerekçelerinden biridir. Sizleri müslüman
olarak adlandıran, atanız İbrahim veya, eksikliklerden arınmış yüce Allah'tır.
Bu da; Peygamber sizin üzerinize, siz de İnsanlara ve peygamberlerine kıyamet
gününde şahitlik yapasmız, sözünün gerekçesini açığa
çıkarmak içindir. Bilindiği gibi peygamberler, kıyamet gününde müslümanlar kendi tebliğ görevlerini yerine getirdiklerine
ilişkin şahit tutacaklar, müslümanlar da bu hususta
peygamberler lehinde şahitlik edecekler. Diğer ümmetler, kendi aleyhlerinde
şahadet eden müslümanlara: "Siz bunları nereden
biliyorsunuz? diyecekler, müslümanlarsa bunu bize her
bakımdan emin olan ve doğru sözlü olan Muhammed (s.a.v.) haber verdi, diyeceklerdir.
Bütün bunları göz
önüne alarak namazınızı dosdoğru kılın ve zekatınızı ödeyin. Bu iki vazife islamm ameldeki sembolleridirler. Allah'a yani onun dinine Kur'an'ma ve emirlerine sanlın. Ondan, sizleri korumasını
ve günahlarınızı bağışlamasını dileyin. O sizin mevtanız ve efendinizdir.
İşlerinizde tasarruf sahibidir. O ne güzel mevla ve
ne güzel yardımcıdır!...
Bizlere yukarıdaki
emirleri veren, sonra da bu emirlere uymamızı ye iyi davranışlarda bulunmamızı
emreden, peşİsıra bu emirlerini İkinci kez. pekiştiren
Kur'an-ı Kerim'in şu güzel ifadelerine bakmî... [100]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/119.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/119-120.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/120.
[4] Naziat: 6-9.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/120-121.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/121-122.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/122.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/122-123
[9] Ra'd: 5.
[10] İsrâ: 51.
[11] Yasin: 77-80.
[12] Meryem: 66-67
[13] Secde: 8.
[14] Nahl: 61.
[15] Rum: 54.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/123-126.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/126-127.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/127.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/127.
[20] Hac: 46.
[21] Lokman: 7.
[22] Necm: 31.
[23] Fussilet: 46.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/127-129.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/129.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/129.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/129-130.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/130-131.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/131.
[30] Bakara: 285.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/131-132.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/132-133.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/133.
[34] İbrahim: 50.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/133-134.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/135.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/135.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/135.
[39] Hacc: 30.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/136-137.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/137.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/137.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/137-138.
[44] İbrahim: 37.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/138-140.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/140-141.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/141-142.
[48] Enfal: 67.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/142-144.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/145.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/145.
[52] Hacc: 37.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/146-147.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/147-148.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/148.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/148.
[57] Buruc: 8.
[58] Muhammed: 7.
[59] Sebe: 13.
[60] Maide: 79.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/148-151.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/151-152.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/152.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/152-153.
[65] Yusuf: 110.
[66] Buruc: 12.
[67] Bakara: 197.
[68] A'raf: 198.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/153-155.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/155.
[71] Nahl: 97.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/155-156.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/156-157.
[74] Necm: 19-20.
[75] Hakka: 44-46.
[76] Yunus: 15.
[77] Necm: 3-6.
[78] İsra: 73-74.
[79] Cin: 26-28.
[80] Necm: 21-23.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/157-160.
[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/161-162.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/162.
[84] Muhammed: 7.
[85] Şûra: 40.
[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/162-165.
[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/165-166.
[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/166.
[89] Bakara: 143.
[90] Maide: 48.
[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/166-167.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/167-168.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/169.
[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/169.
[95] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/169-171.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/171.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/171.
[98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/171-172.
[99] Maide: 6.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/172-173.