Hac Suresi yetmiş
sekiz âyettir ve bir kısım âyetleri Mekke ile Medine arasında diğerleri ise
Medine'de nazil olmuştur.
Bu Sure-i Celile, insanları,
rableri olan Allah Teala'dan korkmaya davet ederek başlıyor, kıyametin ve onun
dehşetine dikkat çekiyor.
Şeytanı dost edinen
kimseyi o şeytanın cehenneme sürükleyeceği, tekrar dirilmekten şüphe eden
insanların, akıllarım kullanarak ilk yaratılışlarını hatırlamaları
öğütleniyor, hak olan Allah Teala'nm bildirdiği her şeyin gerçekleşeceği ve
kabirdekilerin dirilip çıkarılacağı beyan ediliyor.
İnsanların bazılarının
böbürlenerek Allah hakkında münakaşa ettikleri, Allah'ın, da bunlan dünyada
rezil edeceği, âhirette ise bunlara yakıcı cehennem azabının erişeceği beyan
ediliyor.
İnsanlardan
bazılarının da Allah'a yanm yamalak ibadet ettikleri, kendilerine bir iyilik
dokununca rahatladıkları bir belaya uğradıklarında da tersine döndükleri ve bu
halleriyle hüsranda oklukları ifade Duyuruluyor.
Allah'ı bırakıp başka
şeylere tapanların sapıklık içinde oldukları, Allah'ın, İman edip salih amel
işleyenleri ise cennetlere koyacağı. Allah'ın, Peygamberine yardım
etmeyeceğini sananların ise büyük bir gaflet içinde oldukları beyan ediliyor.
Göklerde ve
yerdekilerin, güneşin, ayın ve yıldızların, ağaçlaım, hayvanların ve birçok
insanların Allah'a secde ettikleri, birçoklarının da azabı hak ettikleri,
azabı hak edenlerin cehennemde çok çeşitli cezalara uğrayacakları ifade
buyuruluyor. Buna mukabil iman edip salih ameller işleyenlerin de altlarından
ırmaklar akan cennetlere konacağı müjdeleniyor.
İnsanları Allah'ın
yolundan ve herkese eşit kılınan ve herkesin girebileceği Mescid-i Haram'dan,
Kabe'den alıkoyan ve orada haktan sapıp zulmetmek isteyenlere de can yakıcı
bir azap erişeceği beyan ediliyor.
Sure-i Celile'de
bundan sonra, Hz. İbrahim'e gelen vahiy özetle şöyle beyan ediliyor: "Biz,
bir zaman İbrahim'e Kabe'nin yerini gösterip şöyle vahyettik. "Bana hiçbir
şeyi ortak koşma. Evim olan Kabe'yi, tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rüku
edenler ve secdeye varanlar için temizle." İnsanları Hacca davet et. Gerek
yaya olarak gerekse uzak yollardan gelen her zayıf (yola elverişli) binekle
sana varsınlar. Böylece onlar menfatlarını görsünler ve belli günlerde Allah'ın
kendilerine nzık olarak verdiği hayvanları kurban ederken Allah'ın adını
ansınlar. Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin. Sonra temizliklerini
yapsınlar. Kabe'yi tavaf etsinler. Kim, Allah'ın nişaneleri olan Hac ibadetlerine
saygı gösterirse, şüphesiz ki bu, kalblerin takvasındandır."
Sure-i Celile'de
bundan sonra, eti yenen hayvanların, kesilirken üzerlerine Allah'ın adının
anılması gerektiği, onların ancak usulüne uygun olarak kesildikten sonra
etlerinin yenebileceği, kesilen kurbanların etlerinin veya kanlarının Allah'a
ulaşamayacağı, Allah'a ancak takvanın ulaşabileceği beyan ediliyor.
Saldırıya uğrayan
müminlere cihad etme izninin verildiği, Allah'ın, kendi yolunda cihad edenlere yardım
edeceği beyan ediliyor.
Bundan sonra, kavmi
tarafından yalanlanan Resulullah (s.a.v.) Allah Tea-la tarafından teselli
edilmekte, daha önce Nuh, Âd, Semud, İbrahim, Lut, Musa kavimlerinin ve
Medyenlilerin de Peygamberlerini yalanladıkları ve bu sebeple de ilahî azaba
çarptırıldıkları açıklanıyor. Bunlar gibi nice kavimlerin helak oldukları,
yeryüzünde gezip dolaşılarak bunların akıbetlerinin görülmesi tavsiye ediliyor.
Allah yolunda hicret
edip te öldürülenleri Allah Teala'nın güzel bir rızık-la nzıklandıracacağı,
onların cennetlere konulacağı ve Allah'ın herşeye kadir olduğu beyan ediliyor.
Sure-i Celile'de biz
Müminlerin, Allah yolunda cihad etmemiz gerektiği, Allah Teala'nın bizi bu iş
için seçip vazifelendirdiği, bizi "Müslüman" diye yine Allah Teaİa'nm
isimlendirdiği, Allah'a ve onun emirlerine samimiyetle bağlanmamız gerektiği
beyan ediliyor ve en güzel dostun Allah olduğu ifade edilerek sure-i celile
sona eriyor.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1- Ey
insanlar, rabbinizdcn korkun. Çünkü kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir. [2]
2- Onu gördüğünüz zaman, her emzikli kadın
emzirdiği çocuğunu unutup vaz geçer, her hamile kadın çocuğunu düşürür. Sen
insanları sarhoş görürsün. Aslında onlar sarhoş değillerdir fakat Allah'ın
azabı şiddetlidir.
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, kıyamet gününün dehşetini kullarına bildiriyor ve onların kıyamet
gününe hazır olmaları için rablerinden korkmalarını, emirlerine itaat edip
yasaklarından kaçınmalarını emrediyor.
Müfessirler, bu
âyetlerde zikredilen o dehşetli ânın, kıyamet kopmadan önce mi yoksa kıyamet
kopup, insanların, kabirlerinden çıkıp mahşere gitmeleri esnasında mı
gerçekleşeceği hakkında iki ayrı görüş beyan etmişlerdir.
Şa'bî ve Alkame gibi
bazı müfessirler bu dehşetli ânın, kıyamet kopmadan Önce meydana geleceğini
söylemişler ve bu hususta şu âyetleri zikretmişlerdir. "Yeryüzü şiddetle
sarsılıp zelzeleye uğratıldığı," "Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp
dışarıya attığı." "İnsan "Ne oluyor bu yere?" dediği zaman[3]
"Yer ve dağlar yerlerinden kaldırılıp tek bir çarpışla darmadağın edildiği
zaman." "Evet işte o gün, mutlaka gerçekleşecek kıyamet kopacaktır. [4]"Yer
şiddetle sarsildiği zaman" "Dağlar didüc didik edilip uçuşan tozlar
haline getirildiği zaman. [5]
Bazı müfessirler ise
âyetlerde zikredilen bu dehşetli hallerin, kıyamet
koptuktan sonra
meydana geleceğini söylemişler ve buna dair şu Hadis-i Şerifleri
zikretmişlerdir.
Ebu Saîd el-Hudrî
diyor ki
"Bir gün
ResuiuIIah (s.a.v.) şöyle dedi: "Aziz ve Celil olan Allah kıyamet gününde
Adem'e hitaben şöyle diyecektir: "Ey Âdem," Âdem de "Buyur
rab-bim, emrine amadeyiz ve emirlerinle mutlu oluruz." der. Bunun üzerine
yüksek bir sesle şöyle nida edilir: "Allah sana, ziirriyetinden, cehennem
ateşine girecek olan grubu ayırmam emreder." Âdem: "Ey rabbim,
cehennem ateşine girecek olan gurup kimdir?"' diye soracak. Allah:
"Her bin kişiden dokuzyüz doksando-kuzudur." diyecektir. İşte o zaman
hamile kadın çocuğunu düşürecek, çocuklar
ihtiyarlayacak ve sen,
insanları sarhoş olarak göreceksin. Halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat
Allah'ıa-azabı pek çetindir."
Resulullah bunları
anlatınca insanlar çok endişelendi. Öyle ki yüzlerinin rengi değişti. Bunun
üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Cehennemliklerin dokuzyüz doksan
dokuzu, Ye'cüc ve Me'cüc den olacak. Biri ise sizden olacaktır. Sonra sizler
insanların içinde, beyaz bir öküzün üzerindeki bir siyah tüy kadar siyah bir
öküzün üzerindeki beyaz bir tüy kadar olacaksıni.z Umarım ki sizler
cennetliklerin dörtte biri olursunuz."
Bunu üzerine bizler
"Allahu Ekber" diye tekbir getirdik. Resulullah "Umarım ki
cennetliklerin üçte biri olursunuz eledi. Bizler yine, "Allahuekber"
diyerek tekbir getirdik. Resulullah," Umarım ki cenntİlklerin yarısı
olursunuz" dedi. Yine bizler "Allahu Ekber" diye tekbir
getirdik. [6]
İmran b.Husayn'dan ise
şunlar rivayet edilmektedir:
"Resulullah bir
sefere çıktığı sırada bu âyetler nazil oldu. Bunları okuduktan sonra şöyle
buyurdu: "Bu durumların hangi gün meydana geleceğini biliyor
musunuz?" "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resulullah:
"Bu durum, Allah'ın Âdem'e: "Cehennem ateşine girecek gurubu
cehenneme gönder." dediği gün olacaktır." Buyurdu. [7]
Hz. Aişe (r.anh.)
kıyamet gününün dehşetini beyan ederek şöyle diyor:
"Ben,
Resulullah'in şöyle buyurduğunu işittimV'İnsanlar kıyamet gününde yalınayak,
çırılçıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunacaklardır." Dedim ki "Ey
Allah'ın Resulü, kadın ve erkek bir arada olacaklarına göre birbirlerine bakmayacaklar
mı?" Resulullah buyurdu ki: "Ey Aişe, o gün durum, birbirlerine bakmalarına
imkân vermeyecek kadar şiddetlidir. [8]
3-
İnsanlardan öylesi vardır ki hiçbir İlme dayanmadan Allah ve sıfatlan hakkında
münakaşa eder, her azgın şeytanın ardına düşer.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, öldükten sonra dirilmeyi ve Allah'ın, ölüleri diriltmeye kadir
olduğunu inkar eden ve birtakım yakışıksız sıfatlan ona isnad eden ve bunları
yaparken hiçbir ilme dayanmayan ve sadece Şeytanlara tâbi olan insanlan
kınamaktadır, Bid1 atlara tâbi olanlar, haktan yüz çevirip sapık yollara
düşenler bu tür insanlardır.
Zira bunlar, sadece
kendilerini saptıranları dinlerler. Allah'ın, Peygamberine indirdiği hükümleri
görmezlikten gelirler.
Süddî ve İbn-i Cüreyc,
bu âyet-i kerimenin, Natlr b.Haris hakkında nazil oduğunu rivayet etmişlerdir. [9]
4- Şeytana
şu yazılmıştır. Kim Şeytanı dost edinirse, o onu saptırır ve onu cehennem
azabına sürükler.
Şeytan hakında şu
hüküm verilmiştir: Allah'ın yarattıklarından kim ona tabi olursa Şeytan onu
doğru yoldan saptırır, ve onu alev alev yanan cehennem ateşine sürükler. O
halde niçin Şeytan'a tâbi olarak Allah hakkında tartışmaya girerler? [10]
5- Ey
insanlar, eğer tekrar dirilmekten şüphe ediyorsanız (ilk yaratılışınızı bir
hatırlayın) Yaratmadaki kudretimizi açıkça göstermek için biz sizi (aslınızı)
topraktan sonra (onun neslini) nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da
belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık. Dilediğimizi belli bir
vakte kadar rahimlerde tutar sonra da bebek olarak dünyaya getiririz. Daha
sonra en güçlü çağınıza ermeniz için sizi büyütürüz. Kiminiz vefat ettirilir,
kiminiz de ömrün en kötü devresine ulaştırılır ki, bilirken, hiçbir şey bilemez
hale gelsin. Sen, yeryüzünü kupkuru görürsün. Fakat biz oraya su indirdiğimiz
zaman harekete geçer, kabarır, her sınıftan güzel güzel bitkiler bitirir.
Allah Teala bu âyet-i
kerime ile, insanlan öldükten sonra tekrar diriltip hesaba çekecek olmasını
inkâr eden kâfirlere cevap veriyor ve onların, ilk yaratılışlarına bakıp ondan
ibret almalarını istiyor. Yeryüzünün yılda bir defa âdeta ölü hale getirilip
tekrar diriltilmesiyle de Allah'ın, ölüleri diriltecek kudrette olduğunu
gösterdiğini beyan ediyor. Ve buyuruyor ki: "Ey insanlar, ölmenizden sonra
sizi tekrar diriltip kabirlerinizden çıkaracağımızdan şüphe ediyorsanız, ilk
yaratılışınıza bir bakın da bu şüphenizden vazgeçin. Zira biz, atanız Adem'i
topraktan yarattık. Sonra insanları onun nutfesinden meydana getirdik. Sizler
nutfe olarak annenizin rahmine düştükten sonra bir kan pıhtısı halini
alıyorsunuz. Ondan sonra şekillendirilmiş/bir çiğnem et haline getiriliyorsunuz.
Sizi bir anda yaram ayıp böyle tedrici bir şeklide var etmemiz, size kuvvet ve
kudretimizi göstermek içindir.
Sizlerden dilediğimizi
belli bir vakte kadar anne rahminde durdururuz. Sonra da bebek olarak dünyaya
getiririz. Güçlü ve kuvvetli hale gelebilmeniz için sizi büyütürüz. İçinizden
bazılarınız belli bi yaştan sonra vefat ettirilir, bazılarınız ise Ömrünün en
kötü devresine kadar yaşatılır ki daha önce birtakım şeyleri bildiği halde
hiçbir şey bilemez hale gelsin.
Bir de şunu düşünün
ki, yeryüzünün âdeta ölü hale geldiğini görürsünüz. Biz ona yağmurları
gönderdiğimiz zaman yeryüzü harekete geçer, kabarır ve her çeşidinden güzei
güzel bitkiler bitirir. Bu da, sizin öldükten sonra diriltilece-ğinize
gücümüzün yettiğini gösterir. Siz, hiç öğüt almaz mısınız? [11]
6-7- İşte
bütün bunlar böyledir. Çünkü Allah haktır. Ölüleri diriltecektir. Her şeye
kadirdir. Kıyamet kopacktır. Bunda şüphe yoktur. Allah, kabirdckilcri diriltip
çıkaracaktır.
Ey insanlar, ben size,
annenizin kamında nastl yaratıldığınızı, dünyaya geldikten sonra da nasıl
aşamalar geçirdiğinizi ve yeryüzünde nasıl değişiklikler yaptığımızı size
anlattım ki bunları yapanın, hak olan Allah olduğuna iman edesiniz. Allah'ın,
ölüleri dirilteceğini, her şeye kadir olduğunu, kıyametin geleceğinde hiçbir
şüphe bulunmadığını ve Allah'ın, kabirlerde bulunanları diriltip hesaba
çekeceğini bilmiş olasınız. [12]
8-9-
İnsanlardan öylesi vardır ki hiçbir ilme dayanmadan, hiçbir rehberi ve
aydınlatıcı kitabı bulunmadan, sırf insanları Allah yolundan saptırmak için
yan dönüp böbürlenerek Allah hakkında münakaşa eder. Ona, dünyada rezil ve
rüsvay olmak vardır. Kıyamet gününde de ona, yakıcı cehennem azabını
tattıracağız.
İnsanlardan bazıları,
Allah'ın birliği hakkında tartışmaya girerler. Halbuki onların bu hususta ne
bir bilgileri vardır, ne de delilleri. Onlann, Allah tarafından gönderilen ve
kendilerini aydınlatan bir kitapları da yoktur. Onlar, bu sözlerini sadece
tahminlere dayanarak söylerler. Bu davranışları da cahilliklerinden
kaynaklanmaktadır. Bunlar, Allah hakkında tartışmaya girişirken, insanları hak
yoldan saptırmak için hiçbir sözü dinlemezler, böbürlenirler. İşte bu tür insanlar
için dünyada müminlerin eliyle öldürülmek, zelil düşürülmek ve aşağılanmak
gibi rüsvay olmak vardır. Kıyamet gününde ise biz onlara yakıcı cehennem
azabını tattıracağız. Böylece bilgisiz olarak insanları saptırmanın cezasını
göreceklerdir. [13]
10- (Kıyamet
günü ona) "İşte bu, dünyada yaptıklarının cezasıdır. Şüphcbsiz ki Allah,
kullarına karşı asla zalim değildir." denilir.
Kıyamet gününde, hakka
karşı böbürlenen, insanları saptıran ve bu yüzden dünyada rüsvay olan,
âhirette de cehennem azabına uğratılan kimseye denilecektir ki: "Bu azap,
senin dünyada yaptığın kötülüklerin karşılığıdır. Yoksa Allah, kullarına asla
zulmetmez, günahsız kimseyi cezalandınTiaz. Kimsenin günahından dolayı
başkasını sorumlu tutmaz. Bilakis birçok günahları da bağışlar. [14]
11-
İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'a yarım yamalak ibadet eder. Kendisine bir
iyilik dokunduğu zaman rahatlar. Başına bir bela gelince de tam tersine döner.
O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte apaçık hüsran budur, [15]
12- O,
Allah'ı bırakıp, kendisine zarar da fayda da vermeyen şeylere tapar. İşte büyük
sapıklık budur. [16]
13- O, zararı faydasından daha yakın olana tapar.
O taptığı şey ne kötü bir dost, ne kötü bir arkadaştır.
İnsanlardan bazıları
vardır ki, Allah'a şüphe içinde kulluk ederler. Kendilerine bolluk gibi bir
menfaat dokunduğunda huzur içinde olurlar, ve İslâm'da devam etmeye karar verirler.
Başlarına kıtlık vb. bir sıkıntı geldiğinde ise gerisin geri inkâra dönerler,
dinden çıkarlar. İşte bu tür insanlar dünyada da âhirette de hüsrana
uğramışlardır. Zira dünyada arzuladıkları şeyleri tam olarak elde edememişler,
âhirette de yaptıkları ibadetten dolayı mükâfat alamayacaklardır. İşte apaçık
zarar budur. Onlar, dinden çıktıktan sonra kendilerine bir menfaat ve zarar
vermeyen şeylere taparlar. İşte apaçık sapıklık budur. İşte böylece onlar,
zararı faydasından daha çok olan bir şeye tapmış olurlar. Halbuki o tapmış oldukları
şey ne kötü bir dost, ne kötü bir arkadaştır.
"Bir kısım
insanlar vardır ki onlar, Allah'a yarım yamalak ibadet ederler." âyetinin
izahında Abdullah b.Abbas diyor ki:
"Birtakım
insanlar Medine'ye geliyorlardı. Bunların kadınları erkek çocuk doğurur, atlan
da döl verirse onlar İslâm için, "Bu iyi bir din." derlerdi. Şayet
kadınları doğum yapmaz ve atları dol vermezse Bu, kötü bir din derlerdi. [17]
Abdurrahman b.Zeyd
diyor ki: "Bütün,münafıklar bu âyet-i kerimenin zikrettiği şekildedir.
Dünyası düzelirse ibadete1 devam eder. Dünyası bozulursa o da bozulur,
ibadetine devam etmez. Ancak dünyası düzgün okluğu nisbette kulluk eder. Başına bir sıkıntı veya bir bela
geldiğinde dinini bırakıp inkâra döner "[18]
14- Şüphesiz
ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan
cennetlere koyar. Doğrusu Allah istediğini yapar.
Allah Teala bundan
önceki âyetlerde müşrik ve münafıkların hallerini beyan ettikten sonra bu
âyette de kendisine hakkıyla iman edip salih amel işleyenlerin cennetle
mükâfatlandıracaklarını beyan ediyor ve böyle insanları iman etmeye teşvik
ediyor. [19]
15- Kim,
Allah'ın, dünyada ve âhirette Peygamberine yardım etmeyeceğini sanıyorsa,
semaya bir yol bulup uzansın sonra vahyi kesmeye çalışsın da bir baksın
bakalım kurduğu tuzak öfkesini giderebiliyor mu?
Bu âyet-i celile,
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bu izah şekillerinden biri mealde verilen
ve îbn-i Zeyd'in de kabul ettiği izah şeklidir.
Abdullah b.Abbas,
Mücahid, İkrime Atâ, Katade, Ebu Cevza vb. âlimler ise bu âyeti şöyle izah
etmişlerdir. "Kim, Allah'ın, Peygamberi Muhammed'e, dünya ve âhirette
yardım etmeyeceğini sanıyorsa evinin tavanına bir ip bağlayıp onunla kendini
assın. Sonra baksın ki onun kurduğu tuzak, Öfkesini giderebiliyor mu? Yani,
Muhammed'e karşı çıkanlar intihar etseler, kendilerini öldürseler dahi ona
engel olamayacaklardır. Allah ona mutlaka yardım edecektir.
Bazı müfessirler de bu
âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Kim, kendisini dünya ve âhirette Allah'ın
nzıklandınnadığını sanıyorsa, evinin tavanına bir ip takıp onunla intihar
etsin. Zira onu Allah rızıklandırmayınca ölüme mahkumdur. Onun yapacağı tek şey
ölmektir. Böyle bir yola başvumıası onun öfkesini de gideremeyecektir. O,
âhirette daha ağır bir şekilde cezalandırılacaktır. [20]
16- İşte
biz, Kur'am böyle apaçık âyetler halinde indirdik. Şüphesiz
ki Allah, dilediğini
hidayete erdirir.
Ölenleri
dirilteceğimize dair olan kudretimizi inkâr edenlere karşı delillerimizi
apaçık zikrettiğimiz gibi bu Kur'anı da Muhammed'e apaçık âyetler olarak
indirdik. Zira biz, dilediğimizi doğru yola iletiriz. Bu sebeple de apaçık
âyetler olarak Kur'anı mdirmişizdir. [21]
17- Allah,
iman edenlerin, Yahudilerin, Sabitlerin, Hıristiyanların, Mccûsîlcrin ve
kendisine şirk koşanların aralarında kıyamet günü hüküm verecektir. Şüphesiz ki
Allah, herşeye şahittir.
Şüphesiz ki iman
edenlerle, Yahudiler, Sabitler, Hıristiyanlar, Mecûsîler ve müşrikler arasında
kıyamet gününde hüküm verecek olan ancak Allah'tır. Allah, bunlar arasında
adaletiyle hükmedecek, müminleri cennete diğerlerini cehenneme sevkedecekîir.
Allah, bu sayılanlardan herbirinin yaptıkları amelleri görmektedir. Hiçbirşey
ona gizli değildir. Bu itibarla hükmünde yanılması asla söz konusu değildir.
Âyet-i kerimede adı
geçen "Sâbiîlerin." kimler oldukları hakkında Bakara suresinin
altmış ikinci âyetinde izahat verilmiştir. [22]
18- Göklerde
ve yerdckilcrin, güneşin, ayın ve yıldızların, dağların , ağaçların,
hayvanların ve birçok insanların Allah'a secde ettiğini ve birçoklarının da azabı
hak ettiğini görmez misin? Kimi ki Allah zillete düşürür, artık ona ikram
edecek yoktur. Şüphesiz ki, Allah, dilediğini yapar.
Allah Teala bu âyet-i
Kerime'de, bütün varlıkların kendisine secde ettiklerini ve boyun eğdiklerini
beyan etmektedir.
Güneş, ay, yıldızlar,
dajlar ve ağaçlar gibi cansız varlıkların veya hayvanlar gibi canlı fakat
idraki olmayan varlıkların, Allah'a nasıl ibadet ettikleri hakkında Taberi
şöyle demektedir: "Yeryüzünde bulunan dağlar, ağaçlar ve hayvanlar Allah'a
gölgeleriyle secde ederler. Zira güneş bunların üzerine doğduğunda gölgeleri
uzayıp kısalarak ve dönerek Allah'a secde ederler. Göklerde bulunan güneşin,
ayın ve yıldızların secdeleri ise doğup batmalanyladır. Zira bunlar doğarken
ve batarken Allah'ın emrine uyarak hareket ederler."
Bu hususta diğer
âyetlerde de şöyle buyürulmaktadır: "Onlar, Allah'ın yarattığı eşyanın
gölgelerinin Allah'a boyun eğip secde ederek sağa sola vurmasını görmezler mi? [23]"Yedi
gök, yer ve aralarında bulunan varlıklar, Allah'ı teşbih ve tenzih ederler.
Aslında hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı teşbih etmesin. Ne var ki siz
onların teşbih etmesini anlamazsınız. Şüphesiz ki Allah, yaratıklarına çok
yumuşak davranan ve çok affedendir. [24]
Bu âyet-i kerime secde
âyetidir. Ukbe b.Âmir diyor ki:
"Dedim ki
"Ey Alah'm Resulü, kendisinde iki secde âyeti bulunduğundan dolayı Hac
suresi Kur'an-ı Kerim'in diğer surelerinden üstün mü kılınmıştır?"
Resulullah; "Evet. Kim o âyetleri okuduğunda secde etmeyecekse onlan okumasın."
buyurdu. [25]
19- İşte
bunlar, rablcri hakkında münakaşa eden (mümin ve kâfir) iki hasımdır. İnkâr
edenlere ateşten elbiseler biçilir, başlarının üstünden kaynar sular dökülür.
Âyet-i kerimede
zikredilen "İki hasim"dan kimlerin kastedildiği hakkında farklı
görüşler zikredilmektedir.
Ebu Zer el-öifârî,
yemin ederek bu âyet-i kerimenin, Bedir savaşında bi~ birleriyle teke tek
vuruşan Hz. Hamza ve iki arkadaşı Hz . Ali ve Ubeyde b.ei-Cerrah ile
kâfirlerden Utbe b.Rebia ve iki arkadaşı, Şeybe b.Rebia ve Velid b.Utbe
haklarında nazil olduğunu söylemiştir[26]
Katade ve Avfî ise
burada zikredilen "İki hasım"dan maksadın müslü-manlarla ehl-i kitap
olduklarını söylemiştir. Zira kendilerine kitap verilenler: "Bizim
Peygamberlerimiz ve kitaplarımız sizden önce gönderilmişlerdir. O halde biz
Allah'a sizden daha yakınız." demişler. Müslümanlar ise "Bizim kitabımız
bundan önceki bütün kitapların hükümlerini kaldırmıştır. Peygamberimiz ise
bütün Peygamberlerin snuncusudur. Biz, Allah'a sizden daha yakınız." demişlerdir.
Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirerek Müslümanların hasmı olan ehl-i
kitabı susturmuştur.
Mücahid ve Atâ ise
burada zikredilen "İki hasım"dan maksadın, Müminler ve kâfirler
olduklarını söylemişlerdir. Zira müminler, öldükten sonra tekrar dirilmenin
meydana gleceğini söylerken kâfirler bunu inkâr ederek onlara karşı
çıkmışlardır. Allah Teala da onların şiddetli bir şekilde
cezalandırılacaklarını beyan etmiştir.
Taberi ve İbn-i Kesir
bu görüşü tercih etmişlerdir. İkrime ise bu "iki hasım, "dan
maksadın, cennet ve cehennem olduğunu söylemiştir. Zira cennet, "Ey
rabbim, sen beni rahmet için yarattın." demiş ve cehennem ise "Ey
rabbim, sen beni azap için varettin." demiştir. [27]
20- Onunla
karınlarındakiler ve derileri eritilir. [28]
21- Ayrıca
onlar için demirden topuzlar vardır. [29]
22- Onlar,
içine düştükleri sıkıntıdan dolayı ne zaman cehennemden çıkmak isteseler, her
defasında oldukları yere döndürülürler. Onlara "Yakıcı azabı tadın."
denilir.
Allah Teala bu âyet-i
kerimelerde, birbirleriyle cedelleşen hasımlardan, kâfirlerin, kıyamet gününde
cehennemde nasıl dehşetli bir azaba uğratılacaklarını ve o azaplardan hiç
kurtulamayacaklarını beyan etmektedir. Öyle ki elbiseleri ateşten olacak,
başlarına dökülen kaynar sular yüzünden, karınlarında bulunan bağırsak ve diğer
iç organları ve derileri eriyecektir. Onların, cehennemden çıkmalarına engel
olacak olan ve ellerinde demir topuzlar bulunan cehennem Zebanileri
bulunacaktır.
Resulullah (s.a.v.) bu
topuzların ne kadar ağır olduklarını beyan ederek şöyle buyunnaktadır;
"Şayet o demir topuzlardan
birisi yeryüzüne konacak olsa da, insan ve Cinler bir araya gelerek onu
kaldırmaya çalışsalar yine de kaldıramazlar. [30]
Kâfirler cehennem
ateşinin dehşetinden dolayı oradan kaçıp kurtulmak istedikleri zaman, cehennem
Zebanileri tarafından tekrar oraya döndürülecekler ve onlara: Dünyada
yaptıklarınızın karşılığı olarak tadın inkâr ettiğiniz azabı."
denilecektir. [31]
23- Şüphesiz
ki Allah, iman edip salih ameller işleyenleri ise, altlarından ırmaklar akan
cennetlere koyacaktır. Onlar orada altın bilezikler ve inciler takınırlar.
Oradaki elbiseleri de ipektendir.
Allah Teala bundan
önceki âyetlerde, kâfirlerin cehennemde nasıl azap göreceklerini beyan ettikten
sonra bu âyet-i kerimede de iman edip salih amel işleyen kullarını cennette
nasıl mükâfaatlandıracağim beyan etmiştir.
Kur'an-ı Kerim'in
birçok yerinde iman edenlerle inkarcılar peşpeşe zikredilmekte ve okuyucunun
her iki sahneyi birden görmesi temin edilmektedir. Böylece insanların ibret
alıp doğru yola gelmeleri temin edilmektedir. [32]
24- onlar,
sözlerin güzelini söylemeye irşad edilmişler ve hamd'c layık olan Allah'ın
yoluna ulaştırmışlardır.
Ayet-i kerimede
zikredilen "Sözlerin en güzeli" ifadesi, çeşitli sekilerde izah
edilmiştir. Bazı müfessirlere göre bundan maksat "Lâilahe İllallah"
sözüdür. Bazılarına göre "Kur'an"dır. Bazılarına göre de bundan
maksat "Lâilahe İl-lallahu Vallahu ekber Vel hamdü Lillah"
"Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Allah büyüktür. Hamd Allah'a
mahsustur." sözüdür.
Ibn-i Kesir, başka
âyetlere dayanarak, buradaki "Sözlerin en güzeli." ifadesinden
maksadın, cennet ehlinin birbirlerini selamlamaları olduğunu söylemiştir. [33]
25-
Şüphesiz, inkar edenlere, insanları, Allah'ın yolundan ve mııkîm-nı i safir,
bütün insanlara eşit kıldığımız Mcscid-i HaranVdan alıkoyanlara ve orada haktan
sapıp zulmetmek isteyenlere can yakıcı bir azap tattıracağız.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, sıfatlarını belirttiği bir kısım kâfirlere can yakıcı bir azabı
tattıracağını beyan etmektedir. Bu kâfirler, Allah'ı inkâr edenler, insanlan Allah'ın
yolundan alıkoyanlar, Beytullah'i ziyarete gelen insanları oradan alıkoyanlar
ve Beytullah'ta haktan ayrılarak insanlara zulmetmeye kalkışanlardır.
Âyet-i kerimede,
Beytullah'ın, orada yaşayanlar için de dışarıdan gelenler için de eşit
kılındığı beyan edilmektedir. Beytullah'ta insanların hangi hususlarda eşit
oldukları, farklı şekillerde izah edilmiştir.
Katade ve Said
b.Cübeyı'e göre bu eşitlik, Mekke'de kalma eşitliğidir. Abdullah b.Abbas da bu
görüştedir. Bir kısım âlimler bu görüşe dayanarak Mekke'de bulunan evlerin
satılamayacağını, kiraya verilemeyeceğini ve herkesin kulllanımına açık
bulundurulması gerektiğini söylemişlerdir.
Müfessirlerin
çoğunluğuna göre ise, insanların Mekke'de eşit olmalarından maksat, ibadette
eşitliktir. Mekke'de bulunan kimsenin, orayı ziyarete gelip ibadet etmek
isteyen kimseyi engellemeye hakkı yoktur.
İmam Şafiî bu görüşe
dayanarak Mekke'de bulunan evlerin satılamayacağı ve kiralanamayacağı görüşünü
reddetmektedir.
Taberi'ye göre ise bu
eşitlik, Mekke'nin kudsiyetini korumakta , orada yapılan ibadetleri eda
etmekte ve oranın dilediği yerinde kalmakta eşitliktir.
Ayette zikredilen
"Mekke'de zulmetmekken maksadın ne olduğuna gelince Abdullah b.Abbas,
Mücahid ve Katade'den nakledilen bir görüşe göre, burada zikredilen
"ZulünV'den maksat, Allah'a ortak koşmak ve ondan başkasına kulluk
etmektir.
İbn-i Cüreyc'in,
Abdullah b.Abbas'taıî naklettiği diğer bir görüşe göre, "Mekke'de
zulmetmekken maksat, orada haram olan şeyleri kasıtlı bir şekilde yapmaktır.
Bazılarına göre ise
"Orada zulmetmek"ten maksat, yiyecekleri stok etmektir. Taberi ise
"Orada zulmetmekken maksadın, "Allah'a yapılan her isyanı"
kapsadığını söylemektedir. Zira âyette belli bir zulüm kastedildiğine dair herhangi
bir işaret yoktur. [34]
26- Bir
zaman biz İbrahim'e Kabe'nin yerini gösterip şöyle vahyet-tik: "Bana
hiçbir şeyi ortak koşma. Evim olan Kabe'yi tavaf edenler, ayakta ibadet
edenler, rüku edenler ve secdeye varanlar için temizle.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, Tevhid inancının ilk yerleştiği yer olan Kabe ve onun çevresinde
yaşayan insanların, bu inançtan vazgeçerek Allah'a ortak koşmalarının ve
putlara tapmalarının ahmakça bir davranış olduğunu ortaya koymaktadır. Zira
Allah Teala, daha Hz.İbrahim Kabe'yi yaparken kendisine ortak koşmamasını ve
orayı put ve Tağutlardan arındırmasını emretmiştir. [35]
27-
İnsanları Hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen
her zayıf (yola elverişli) binekle sana varsınlar.
Ey İbrahim, sen
insanlara Beytullah olan Kabe'yi Hac etmelerini emret. Onlar sana uzak yakın
her taraftan yaya olarak veya katettiği yol sebebiyle zayıflamış develer
üzerinde gelsinler.
Rivayet edildiğine
göre, Hz. İbrahim'e bu emir gelince "Ey rabbim, ben bu emri onlara nasıl
tebliğ edeyim? Benim sesim onlara ulaşmaz." dedi. Bunun üzerine Allah
Teala buyurdu ki: "Sen çağır senin davetini onlara duyurmak bize
aittir."
Hz. İbrahim,
"Makam-ı İbrahim." diye adlandırılan taşın veya Hacerül Esved'in
yahut Safa tepesinin veya Ebi Kubeys dağının üzerine çıktı ve "Ey insanlar,
rabbiniz size bir ev yaptı siz orayı Haccedin." diye çağırdı. Onun bu sesini
dağlar taşlar, hatta rahimlerde bulunan ceninler ve babalarının sulblerinde bulunan
insanlar bile duydu ve ona "Lebbeyk Allahümme Lebbeyk." diye cevap
verdiler. [36]
28- Böylece
onlar (dünyevî ve uhrevî) menfaatlerini görsünler ve betli günlerde, Allah'ın
kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları kurban ederken, Allah'ın adını
ansınlar. Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin* Abdullah b.Abbas ve
Said b.Cübeyr'e göre, Beytullah'ı ziyarete gelen insanların görecekleri
menfaatler, dünyevî ticaretlerdir. Mücahide göre ise bu menfaatler, dünyada
ticaret âhirette ise elde edilecek mükâfatlardır.
Ebu Cafer ve Muhamed
b.Ali'ye göre ise bu menfaat, Allah'ın, Hacceden-leri affetmesidir.
Taberi bu
menfaatlerden maksadın, Allah'ı razı edecek bütün ameller ve dünyevî
tiacaretler olduğunu söyleyen görüşü tercih etmiştir. Zira âyetin mânâsının
bunu ifade ettiğini söylemektedir.
Kesilecek hayvanların
üzerine belli günlerde Allah'ın adının anılması istenmektedir. Bazı
müfessirlere göre bu günler "Teşrik tekbirlerinin getirildiği
günlerdir." Bazılarına göre ise bu günler "Zilhicce ayının ilk on
günüdür."
Âyet-i kerimenin
sonunda: "O etlerden yoksula ve fakire yedirin." Duyurulmaktadır.
Burada geçen "yoksul"un, müzmin hasta veya dilenen fakit yahut
sıkitıya düşmüş çaresiz kişi olduğu izah edilmektedir. [37]
29- Sonra
temizliklerini yapsınlar, adaklarını yerine getirsinler ye Bcytül Atik'i
(Kabe'yi) tavaf etsinler.
Müfessirlerin
çoğunluğuna göre burada ifade edilen temizlikten maksat, vücuttaki tıraş
edilecek yerlerin tıraş edilmesi, tırnakların kesilmesi, bıyıkların
kısaltılması ve sakalın toplanması gibi maddi temizliklerdir. Bazılarına göre
ise buradaki temizlikten maksat, Hac menasikini yerine getirerek manevi yönden
temizlemektir. Bazlarına göre de buradaki temizlenmekten maksat, hem Hac
menasikini yerine getirerek mânevi yönden temizlenmek, hem de ihramdan
çıktıktan sonra vücudun maddi kirlerden temizlenmesidir.
Âyet -i
kerimde,"Adaklarını yerine getirsinelr," buyurulmaktadır. Bundan
maksat, Hacıların, hacca giderek kendilerine gerekli kıldıkları Hac menasikini
ifa etmeleridir. Yahut Hac da yapmayı adadıkları herhangi bir adağı yerine
getirmeleridir. Yahut özellikle adamış oldukları Kurbanı kemeleridir.
Yine âyeti kerimede
"Beytül Atik" ifadesi geçmektedir. Beytül Atik'ten maksat da
Kabe'dir. "Atik"in mânâsı: "Âzâd edilmiş" "Hür"
ve "Eski" anlamındadır. Bazı müfessirler bu mânâlara bakarak
demişlerdir ki: "Kabe'ye Beytül Atik denmesinin sebebi, "Allah'ın
orayı bütün zorbalardan beri kılmasıdır." bazıları ise "Bunun sebebi
Kabe'ye hiç kimsenin mülk olarak sahib olmamasıdır." demişlerdir. Diğer
bazıları da demişlerdir ki: "Oraya Beytül Atik" denmesinin sebebi,
Kabe'nin en eski Beytuüah olmasıdır."
Beytül Atik'i tavaf
etmek ise, Arafat'taki Vakfeden sonra yapılan ziyaret tavafıdır." [38]
30- Bu,
budur. Kim, Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse bu, rabbi-nin nezdindc
kendisi için daha hayırlıdır. Size Kur'an'da haram oldukları beyan edilenlerin
dışındaki hayvanlar sizlere helal kılınmıştır. Artık murdar putlardan kaçının,
yalan sözden sakının,
Ayet-i kerimede,
Allah'ın yasak kıldığı şeylerden kaçınılması emredil-mektedir. Bunlardan
maksat, Mekke'de işjenimesi haram olan şeyler, Hac ve Umre için ihrama
girildiğinde istenilmesi haram olan şeyler ve Allah'ın haram kılmış olduğu
diğer bütün fiillerdir.
Yine âyette, Kuran-ı
KerinVde haram oldukları beyan edilen hayvanlar dışında diğer bütün hayvanların
İslâmî esaslara göre kesilmeleri şartıyla etlerinin yenmesinin helal olduğu
zikredilmekte ve Arapların "Bahire" "Sâibe"
"Vasile" ve "Hâm" diye adlandırdıkları hayvanların
etlerinin yenilebileceği ifade edilmektedir. Böylece hiçbir kimsenin
kendiliğinden haram ve helal hükmü koyamayacağı beyan edilmektedir.
Âyet-i kerimede,
putlara tapmanın bir murdarlık olduğu zikredilmekte ve bundan kaçınılması
emredilmektedir. Âyetin son bölümünde ise yalan söz ve yalan yere şahitlik,
putlara tapma murdarlığına denk olarak gösterilmekte ve bu çirkin işten de kaçınması
emredilmektedir.
Peygamber efendimiz
bir Hadis-i Şerifinde en büyük günahları sıralayarak üç defa şöyle
buyurmuştur:
"Ben size büyük
günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" (diye sormuş)
"Evet"(Haber ver) ey Allah'ın Resulü." demişler. Resulullah da
şöyle buyurmuştur: "Allah'a ortak koşmak. Ana babaya kötü
davranmaktır." Resulullah (s.a.v.) yaslandığı yerden doğrularak sözlerine
şöyle devam etmiştir: "İyi bilin ki birde yalan söylemektir." Ebu
Bekre diyor ki: "Resulullah (s.a.v.) bu son sözü durmadan tekrar
ediyordu. Öyle ki bizler "Keşke sussa." diyorduk. [39]
31- Allah'a
samimiyetle yönelin. Ona ortak koşanlardan olmayın. Kim Allah'a ortak koşarsa
sanki o, gökten düşüp kuşlar tarafından kapılmış veya rüzgârla uzaklara
sürüklenmiş gibidir.
Ey insanlar, murdar
putlara tapınmaktan ve yalan yere şahitlik etmekten kaçınırken samimiyetle
Allah'a yönelin ve hiçbirşeyi ona ortak koşmayın. Zira Allah'a ortak koşan
insan, gökten düşüp parça parça olan ve kuşlara yem haline gelen birine benzer.
Yahut ta fırtınalara kapılmış, rüzgârm uçurumlara attığı bir insana benzer.
Evet, Allah'a ortak
koşan kimse hak yoldan gökle yer arası kadar uzaklaşmış ve kendisini cehenem
azabına sürükleyerek âdeta yırtıcı kuşların yemi haline gelmiştir. Yahut ta
inançsızlığın fırtınalarına kapılarak sapıklık uçurumuna düşmüştür. Böylece
cehennemin derin kuyularına atılmayı hak etmiştir. [40]
32- Bu
budur. Kim, Allah'ın nişanelerine (Hac ibadetlerine) saygı gösterirse, şüphesiz
ki bu, kalblcrin takvasındandır.
Müfessirler, âyet-i kerimede
zikredilen "Allanın nişaneleri"nin ne anlama geldiğini izah ederken,
şöyle demişlerdir. "Allah'ın nişaneleri, kulun, Allah'a boyun eğdiğini
gösteren Hac ibadetleridir. Bunlara saygı göstermek ise bu ibadetleri hakkıyla
yerine getirmektir. Mesela, kurban kesilecek hayvanların en güzelini ve en
semizini seçmek, Haccın diğer ibadetlerini, Allah Teala'nın tam emrettiği
şekilde yerine getirmek bu nişanelere saygı göstermektir. Bunlara saygı
göstemıek ise kişinin takvasını gösterir. [41]
33- Bu
nişanelerde sizin için belli bir zamana kadar menfaatler vardır. Sonra bunlar,
Bcytül Atik olan Kabe'de son bulurlar.Müfessirler bu âyet-i kerimeyi çeşitli
şekillerde izah etmişlerdir. "Hacda kurban edecek olduğunuz hayvanlarda,
onların kurban olduklarını tayin etmeniz ânına kadar sizin için menfaatler
vardır. Siz o âna kadar onlarm sütlerini içer,sırtlarına biner, yün ve
tüylerinden istifade eder ve onların doğan döllerinden faydalanabilirsiniz.
FakaUizler, bunların kurban olduklarını tayin ettikten sonra artık onların
sütlerinden, yün ve tüylerinden istifade edemez, onları binek olarak ta
kullanamazsınız. Onların kesilme yerleri Kabe'dir.
Bazı müfessirler de bu
hayvanlardan kurban olarak kesilmelerine kadar istifade edilebileceğini
söylemişler ve âyeti ona göre izah etmişlerdir.
Diğer bazıları da
âyeti kerimeyi şöyle izah etmişlerdir: Saygı göstermiş olduğunuz Hac
ibadetlerinde, bu ibadetleri bitirip oradan uzaklaşıncaya kadar sizin için
menfaatler vardır. Orada ticaret yapar, kazanç sağlarsınız. Sizin Hac ibadetlerinizin
sona ermesi ise, Beytül Atik olan Kabe'yi tavaf etmekle sona erer.
Diğer bir kısım
müfesttirler. Hac ibadetlerini yaparken elde edilen menfaatlerin, Allah'ın
rızasını kazanacak ameller olduğunu ve bu amellerin, Hac me-nasikisinin
bitimine kadar devam ettiğini söylemişler, Kabe'yi tavaf ettikten sonra Hacmin,
vazifelerini tamamlamış olacağını söylemişlerdir.
Taberi, bu âyet-i
kerimenin, bu görüşlerin hepsini kapsadığını söylemiş herhangi bir görüşü
diğerine tercih etme yoluna gitmemiştir. [42]
34- Allah'ın
kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları keserken Allah'ın adını ansınlar
diye biz her ümmet için kurban kesme hükmü koyduk. Sizin ilahınız bir tek
ilahtır. O halde sadece ona boyun eğin. Ey Mu-hammed, mütevazi ve ihlaslı
olanları müjdele.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, bütün ilahi dinlerde, Allah'ın ismi, üzerine anılarak kurban
kesmenin mevcut olduğunu, beyan ediyor. Dinlerdeki detayla ilgili hükümler
farklı olsalar da. hak dinlerin ana prensiplerinin aynı olduğunu beyan ediyor
ve buyuruyor ki: "Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Yalnız ona boyun
eğin."
Ayrıca âyeti kerimede
Allah'a boyun eğenler içinde mütevazi ve ihlaslı olanların ilahî müjdeyi hak
ettikleri bildiriliyor.
Evet, kurban kesmek
her ümmet için var olmuş olan bir hükümdür. Bir gün sahabiler:
"Ey, Allah'ın
Resulü, bu kurbanlar nedir?" diye sormuşlar Resulullah da onlara:
"Bu, atamız İbrahim'in sünnetidir." buyurmuş Sahabiler: "Ey
Allah'ın-Resulü, bu kurbandan bize ne var?" demişler Resulullah da:
"Her tüyü karşılığında bir sevap vardır." buyurmuştur. Sahabîler
"Ey Allanın Resulü, yünlerde de mi?" diye sormuşlar. Resululhh:
"Yünlerin her bir tüyü karşılığında ilahî bir sevap vardır." cevabını
vermiştir. [43]
35- Onlar,
Allanın adı anıldığı /aman kalpleri titreyen, uğradıkları musibetlere sabreden,
namazlarını kılan, kendilerine verdiğimiz nzıklar-dan hak yolunda infak
edenlerdir.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, bundan önceki âyette beyan ettiği mü-tevazi ve ihlaslı kulların
kimler olabileceğini beyan ediyor ve bunların sıfatlarını şöyle açıklıyor:
"Onlar Allah'tan korkarlar, Allah'tan gelen felaketlere karşı sabrederler,
bedenî ibadet olan namazı hakkıyla kılarlar ve malî ibadet olan zekat ve
sadakalarını verirler. [44]
36- Biz,
kurban edilen büyük baş hayvanları sizin için Allah'ın nişaneleri kıldık.
Onlarda sizin için hayır vadır. Kurbanlık hayvanlar sıra sıra dizilip
boğazlanacakları zaman üzerlerine Allah'ın adım anın. Yan üstü düşüp canları
çıkınca da onlardan yeyin. Hem kanaatkar olan hem de halini arzeden yoksullara
yedirin. İşte böylece biz o kurbanlık hayvanları sizin emrinize verdik. Ta ki
şükredesiniz.
Ey insanlar, biz,
kurban etmenizi emrettiğiniz hayvanları Hacda yerine getirilmesini istediğiniz
emirler için bir alâmet kıldık. Sizin için onlardım dünyada faydalanmak, âhirette
de sevap vardır. Siz onlan keserken Allah'ın adını anın. Kesildikten sonra
etlerinden hem siz yeyin hem de kanaatkar olan ve dilenen fakirlere verin.
Allah, bu gibi hayvanları emrinize verdi ki bunlann karşılığında kendisine
şükredesiniz.
Ayet-i kerimede,
kesilen kurban etlerinin bizzat kurban kesenler tarafından yenmesi
emredilmektedir. Bu emirden maksat, kurban kesenlerin, kestikleri kurban
etinden yeyip yememekte serbest olmalarıdır.
Ayrıca âyeti kerimede,
kurban etlerinin kanaatkar fakirlere ve hallerini arzeden fakirlere yedirilmesi
emredilmektedir.
Müfessirler, âyette
geçen "Kanaatkar fakir"den ve "Halini arzeden fa-kir"den
kimlerin kastedildiği hakkında çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
Bazılarına göre
"Kanaatkar" kendisinde bulunanla veya kendisine verilenle yetinen ve
dilenmeyen kimse demektir. "Halini arzeden" ise? dilenmediği halde
kendisine et verilmesi için hareketleriyle imada bulunan kimsedir.
Bazılarına göre ise
"Kanaatkar" olan kimse, dilenendir. Halini arzeden ise, hareketleriyle
ihtiyaçlı olduğunu belli eden fakat dilenmeyendir.
Diğer bazılarına göre
de "Kanaatkar" zengin olsun fakir olsun komşu olanlardır.
"Halini arzedenler" ise, komşu olmayan fakirlerdir.
Bazılarına göre ise
"Kanaatkar" gezip dolaşan, "Halini arzeden" ise dost ve
ziyaretçidir.
Taberi diyor ki
"Buradaki kanatkâr'dan maksat "Dilenendir." "Halini arzeden"
ise, davranışlarıyla isteğini belirtendir. [45]
37-
Kurbanların etleri de kanları da hiçbir zaman Allah'ın rızasına ulaşamaz. Ona
ulaşan ancak sizin takvanızdır. İşte böylece kurbanlık hayvanları Allah
emrinize verdi ki, sizi hidayete erdirdiği için onu yüccltcsiniz. Ey Muhammed,
iyiliklerde bulunanları müjdele.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, kurbanların kesilmesindeki sır ve hikmeti beyan ediyor, aslında et
ve kanların Allah'a ulaşamayacağını, ona ulaşan, şeyin, onun emirlerini tutup
yasakladığı şeylerden kaçmakla elde edilen takva olduğunu beyan ediyor.
Cahiliye döneminde
müşrikler putlara kurban kestikleri zaman, kurbanların kanlarını putlara
sürüyor ve etlerinin bir kısmını da önlerine koyuyorlardı. Böylece sevaba nail
olacaklarını sanıyorlardı. Allah Teala bu âyeti indirerek bu tür âdetleri
yasakladı ve asıl meselenin et ve kan olmadığını, asıl meselenin takva
meselesi olduğunu bildirdi." [46]
38- Şüphesiz
ki Allah, iman edenleri müdafaa eder, korur. Çünkü Allah, hiçbir haini ve
nankörü sevmez. Bundan önceki âyet-i kerimelerde Hac ve hac
sırasında yapılan çeşitli ibadet ve taatler izah edilmiştir. Bu âyet-i kerimede
ise, Allah'ın, müminleri, Hac yapmaktan alıkoymaya çalışan kâfir ve müşriklere
karşı müdafaa edeceği beyan ediliyor ve Allah'ın, hainleri ve vermiş olduğu
nimetlere karşı nankörlük edenleri sevmediği bildiriliyor, Böyîece müminlerin
maneviyatları güçlendirilmiş oluyor.
Bazı rnüfessirlere
göre bu âyet-i kerime, Kureyş müşriklerine karşı henüz hicret etmemiş olan
müminlerin, Allah Teala tarafından himaye edildiğini beyan etmektedir. [47]
39-
Kendileriyle savaşılan müminlere, zulmedildikten için cihad etme izni verildi.
Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kadirdir.
Abdullah b.Abbas diyor
ki:
"Resulullah
Mekke'den çıkarılınca Ebubekir "Peygamberlerini çıkardılar. Bunlar mutlaka
helak olacaklardır." dedi. Allah Teala "Kendileriyle savaşılan
müminlere, zulmedil dikleri için cihad etme izin verildi. Şüphesiz ki Allah,
onlara yardım etmeye elbette kadirdir." âyetini indirdi. Bunun üzerine
Ebubekir "Yakında savaş olacağını çok iyi bilmiştim." dedi. [48]
Müfessirler, cihad
hakkında inen ilk âyetin bu âyet olduğunu söylemişlerdir. Âyetin son bölümünde
"Şüphesiz ki Allah, müminlere yardım etmeye elbette kadirdir."
Duyurulmaktadır. Bu ifadeden anlaşılıyor ki, Allah Teala, müminler cihad
etmeden de kâfirleri kahredebilir. Fakat müminlerin imanlarındaki samimiyeti
ortaya çıkarmak ve Allah yolunda çaba harcamalarını sağlamak için onlann cihad
etmelerini emretmiştir.
Bu hususta başka bir âyet-i
kerimede de şöyle Duyurulmaktadır. "İçinizden mücahidleri ve sabredenleri
belirtelim diye sizleri mutlaka imtihan ederiz. Haberlerinizi de denetleriz. [49]
40- Onlar
sadece "Rabbimiz Allah'tır." dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarıldılar. Eğer Allah, insanların bir kısmını diğerleriyle ön-icmeseydi,
manastırlar, kiliseler, havralar ve Allah'ın adının çokça anıldığı mescitler
tahrip edilip yıkılırdı. Allah, dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder.
Şüphesiz ki Allah, mutlak kuvvet sahibidir, herşeye galiptir.
Âyet-i kerimede,
sadece "Rabbimiz Allah'tır, dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarılanlar." zikredilmektedir. Bunlardan maksat, Mekke müşriklerinin,
Mekke'den çıkardıkları müminlerdir.
Yine âyet-i kerimede
"Eğer Allah, insanların bir kışımın diğerleriyle ön-lemeseydi."
ifadesi zikredilmektedir. Bu ifade çeşitli şekillerde izah edilmiştir. İbn-i
Cüreyc'e göre bunun mânâsı: "Eğer Allah, müminler vasıtasıyla müşriklerin
şerrini defetmiş olmasaydı, içinde Allah'a kulluk edilen bütün mabedler yıkılmış
olurdu." demektir.
İbn-i Zeyd'e göre ise
bunun mânâsı, "Eğer Allah, cihad edenler vasıtasıyla hak dinin
düşmanlarını defetmiş olmasaydı, içinde Allah'a kulluk edilen bütün mabedler
yıkılmış olurdu." demektir.
Mücahide göre de bunun
mânâsı: "Eğer Allah, şahitlik etme durumunda olan insanlar vasıtasıyla
haklara tecavüz edenlerin şerrini defetmiş olmasaydı, içinde Allah'a kulluk
edilen mabedler yıkılırdı." demektir.
Taberi, âyet-i
kerimenin ifadesinin genel olduğunu ve bu görüşlerin hepsini kapsadığını
söylemektedir.
Ayet-i kerimenin
sonunda: "Allah, dinine yardım edenlere mutlaka yardım eder"
buyurulmakadır. Allah'ın, kuluna yardım etmesi, ona maddi ve manevî çeşitli
destek ve imkânlar vemıesidir. Kulun, Allah'ın dinine yardım etmesi ise,
Allah'ın dinini yüceltmek için cihad etmesidir. Görülüyor ki kulun, Allah'ın
yardımına mazhar olabilmesi için, onun dininin yücelmesi uğrunda çalışması
gerekmektedir. Bu husus, başka bir âyet-i kerimede şöyle ifade edilmektedir:
"Ey iman edenler, eğer siz, Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size
yardım eder ve ayaklarınızı sabit [50]
41-Onlar o
kimselerdir ki, eğer kendilerine, yeryüzüne yerleştirip bîr mevki versek,
namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü
yasaklarlar. Bütün işlerin neticesi Allah'a döner.
Zulme uğradıkları için
kendilerine savaşma izni verdiğimiz bu müminleri, yeryüzünde bir ülkeye
yerleştirdiğimiz takdirde, onlar namazlarını dosdoğru kılarlar, mallanılın
zekâtını verirler, insanları, Allah'ı birlemeye ve onun emirlerine itaat
etmeye çağırarak iyiliği emrederler. Allah'a ortak koşmayı ve ona karşı günah
işlemeyi yasaklayarak kötülüğe mâni olurlar. Bütün işler sonunda Allah'a vanr.
Onların sevap ye cezalanın verecek olan sadece O'dur. [51]
42-44- Ey
Muhammcd, eğer kavmin seni yalanlıyorsa sakın üzülme. Çünkü onlardan önce Nuh
kavmi, Âd, Scmud, İbrahim'in kavmi, Lut kavmi ve ashab-ı Mcdycn de
Peygamberlerini yalanlamışlardı. Ayrıca Musa da yalanlanmıştı. Ben, kâfirlere
mühlet verdim. Sonra da onları azabımla ya-kalayıvcrdim. Onların yaptıklarını
reddedip cezalandırmam nasılmış bir bak.
Allah Teala bu âyet-i
kerime ile, müşriklerden çeşitli eziyetler gören Hz. Muhammed, (s.a.v)i teselli
ediyor. Peygamberleri yalanlamanın, sadece onun zamanında yaşayan kâfirlere
mahsus olmadığını, daha önceki Peygamberlerin de, kavimleri tarafından
yalanlandıklarını, hatta çok büyük mucizeler getiren Hz. Musa'nın dahi
yalanlandığını beyan ediyor.
Ve âyetin sonunda
kâfirlere mühlet verilse de bir gün onların mutlaka yakalanacağı bildiriliyor. [52]
45- Biz,
nice zalim ülkeleri helak ettik. Onlar, duvarları, damları üstüne yıkılıp
ıpıssız kaldılar. Biz, nice kuyuları muattal, nice muhteşem sarayları bomboş
bıraktık.
Allah tealâ bu âyet-i
kerimede, nice yerlerin sakinlerini cezalandırdığını ve bunların yerlerini
âleme ibret kıldığını, çok beğendikleri köşk ve saraylarının yıkılıp virane
olduğunu beyan ediyor ve böylece, Hz. Muhammed (s.a.v.)i yalanlayanların,
bunlardan ibret almaları bildiriliyor.
Evet, nice yerlerde,
yıkılmış binalann kalıntıları, terkedilmiş kuyular, ıpıssız kalmış köşk ve
saraylar birer ibret levhası olarak ortada dunnaktadırlar. İşte bunlara iyi
dikkat edip ibret almak lazımdır. [53]
46- Onlar,
hiç yeryüzünde dolaşmazlar mı? Bari bu yolla düşünecek kalblcrc ve işitecek
kulaklara sahip olsalar. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, ama göğüslerdeki
kalblcr körelir.
Allah'ın âyetlerini ve
kudretini inkâr eden bu kâfirler hiç yeryüzünde dolaşıp daha önceki kâfirlerin
nasıl helak okluklarını görmezler mi? Böylece kendilerinin, düşünen akılları,
işiten kulakları olmuş olsun. İnat ve inkârlarından vazgeçip hakka yönelsinler.
Zira asıl körlük, gözlerin maddi olarak görmemesi değil, kalblerin manen göımez
hale gelmesidir. [54]
47- Onlar,
senden, azabın hemen indirilmesini isterler. Allah, vaadinden asla caymaz.
Şüphesiz rabbinin nçzdindcki bir gün, sizin hesabınızdaki bin yıl gibidir.
Ey Muhammed, kavminin
kâfir ve müşrikleri, senin, kendilerine inkârları sebeiyle vaadettiğin azabın
acele gelmesini ve dünyadayken onu görmeyi isterler. Şunu iyi bilsinler ki,
Allah, vaadinden asla dönmez. Dünyada kendilerine vaad edilen azabı görecekleri
gibi, âhirette de hak ettikleri azaba mutlaka uğrayacaklardır.
Âyet-i kerimede:
"Rabbinin nezdindeki bir gün, sizin hesabınızdaki bin yıl gibidir."
buyurulmaktadır. Allah katındaki bu günün hangi gün olduğu hakkında çeşitli
izahlar yapılmıştır.
Abdullah b.Abbas'dan
rivayet edilen bir görüşe göre bu günden maksat, Allah Teala'nın, gökleri ve
yeri yarattığı altı günden bir gündür.
Abdullah b.Abbas ve
Mücahidden nakledilen diğer bir görüşe göre bu günden maksat, âhiret
günlerinden bir gündür.
Allah Teala âyetin baş
tarafında, kâfirlerin, vaad edilen azabı derhal istediklerini ve Allah'ın da
vaadettiği azaptan dönmeyeceğini beyan ettikten sonra Allah katındaki bir günün
bir güne denk olduğunu zikretmesi şu şekilde izah edilmektedir: Kâfirler,
azabın acele gelmesini istemişler, Allah Teala da bu azabın geç kalmadığını
beyan etmiştir. Zira Allah Teala nezdindeki bir gün, kulların hesapladığı bir
güne denktir. Bu itibarla azap geç kalmış değildir.
Yahut, kâfirler azabı
istemekte fakat azabın mahiyetini bilmemektedirler. Eğer onun gerçek mahiyetini
bilmiş olsalar öyle bir azabın başlarına gelmesini hiçbir şekilde istemezler.
Zira azabın şiddetinden dolayı, o azabı yaşadıkları her bir gün, normal
günlerinin bin günü kadar uzun gelecektir. [55]
48- Nice
zalim ülkelere, önce mühlet verdim, sonra da azabımla ya-kahverdim. Dönüş ancak
banadır.
Allah Teala, bu âyet-i
kerimede, azabı acele isteyen müşriklere, geçmiş ümmetlere önce nasıl mühlet
verdiğini fakat sonunda onları mutlaka cezalandırdığını beyan ediyor. Böylece
azabın acele gelmesini istemelerinin, sonunda kendilerini pişmanlığa
'düşürmekten başka bir netice getinneyeceğini beyan ediyor. [56]
49- Ey
Muhammcd, de ki: "Ey insanlar, ben sizin için ancak apaçık bir
uyarıcıyım."
Ey Muhammed, seninle
Allah hakkında herhangi bir bilgiye dayanmaksızın tartışan kavminin
müşriklerine de ki: "Ey insanlar, ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.
Dünyada Allah'ın gazabına uğrayacağınızı, âhirette de yine onun azabına
düşeceğinizi haber veriyorum. Ben, bunun dışında herhangi bir şeye sahip
değilim. İstediğiniz azabı erteleme veya hemen getirme gücüne sahip değilim. [57]
50- İman edip s.alih ameller işleyenlere, onlara
mağfiret ve bol rızık vardır. [58]
51-
Âyetlerimiz hakkında (Peygamberi ve müminleri) acze düşürmek için koşuşanlara
gelince, işte onlar cehennemliktirler.
Sizden, Allah'a ve
Peygamberine iman eden ve iyi ameller işleyenlere, dünyada günahlamm
affedilmesi, âhirette de güzel nzıklar vardır. Âyetlerimizi yalanlamaya, onlan
hükümsüz hale getirmek için ellerinden geleni yapmaya koşuşan ve Peygamberi
âciz düşüreceklerini zanneden kimselere gelince işte onlar cehennemliktirler.
Onlar, kurdukları tuzaklarla insanları Kur'an'dan uzaklaştırmaya çalışırlar.
Bunun cezasını ise cehenneme ginnekle çekeceklerdir. [59]
52- Biz,
senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermedik ki, o, âyetleri okuduğu zaman,
şeytan kendi arzusuyla ortaya birtakım şüpheler atmış olmasın. Fakat Allah,
şeytanın soktuğu şüpheleri giderir, Allah, âyetlerini mahfuz ve muhkem kılar,.
Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu âyet-i kerimenin
izahında, Muhammed b.Kâ'b el-Kurezî, Muhammed b.Kays, Ebu Alîye, Said
b.Cübeyr, Dehhuk, Abdurrahman b.Haris ve tbn-i Abbas'dan, senedi kopuk bir
şekilde "Ğaranik" hâdisesi nakledilmektedir.
"Garanik"
kelimesi "Kuğu kuşları" veya "Efendi gençler" anlamına gelmektedir.
Müşrikler, Resulullah (s.a.v.)in, yeni nazil olan bazı âyetleri okurken, içinde
putları Öven "Garanik" kelimesinin de bulunduğu bazı sözler
söylediğini iddia etmişlerdir. Bu sebeple bu olaya "Ğaranik" olayı
denmiştir.
Şunu hemen söyleyelim
ki, iyi araştırmacı müfessirler böyle bir hadisenin meydana gelmediğini ve bu
hususta nakledilen rivayetlere güvenilemeyeceğini zikretmişlerdir.
•
Taberi, meydana
geldiği iddia edilen bu "Garanik" hadisesini, Muhammed b.Kâ'b ve
Muhammed b.Kays'dan özetle şöyle naklediyor:
Bir gün Resuluîlah
(s.a.v.) Kureyş müşriklerinin çokça bulunduktan bir toplantı yerinde
bulunuyordu. Orada bulunduğu sırada müşrikleri kendisinden kaçıracak herhangi
bir âyetin inmesini temenni ediyordu. İşte o sırada Necm Suresi indi.
Resulullah onu okudu ve "Şimdi siz, ilah olarak Lat'i, Uza'yı ve diğer
üçüncüleri olan Menafi mı görüyorsunuz? [60]
âyetlerine varınca Şeytan şu iki sözü araya sokuşturdu. "Bunlar yüce
kuğulardır'? Bunların yani bu putların şefaatleri umulur." Resulullah
farkına varmadan bu sözleri söyledi, sonra devam ederek sureyi bitirdi. Sure
bitince secdeye vardı. Onunla birlikte orada bulunan herkes secde etti. Ancak
Velid b.Mıığire çok ihtiyar olduğu için secde edemedi. Fakat eliyle toprak
alarak alnını ona koydu. Bütün müşrikler Resulullah'ın bu sözlerinden memnun
oldular ve şöyle dediler: "Biz, Allah'ın, dirilten ve öldüren, yaratan ve
nzıklandıran olduğunu biliyorduk. Fakat bu ilahlarımız, Allah katında bizim
için şefaatçi olacaklardır. Madem ki sen onlara da bir paye verdin, artık biz
seninle beraberiz."
Akşam olunca Cebrail
(a.s.) Resulullah'a geldi. Necm Suresini ona okutarak dinledi. Resulullah,
Şeytan'in sokuşturduğu bu iki söze ulaşınca Cebrail (a.s.) "Ben bunları
sana getirmedim." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben, Allah'a karşı iftirada mı bulundum?" Ben, Allah'ın söylemediği
bir şeyi mi söyledim?" Bunu üzerine Allah Teala şu âyetleri indirdi:
"Ey Muhammed, müşrikler, sana vahyettiğimizin dışında başka şeyleri bize
karşı iftira etmen için, nerdeyse seni, vahyettiğimiz akkında fitneye
düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi" "Eğer seni,
azimli ve sebatlı kılmasaydık, nerede ise onlara az da olsa
meyledecektin." "Eğer onlara biraz olsun meyletsey-din, dünya ve
âhiretih azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra kendin için bize karşı bir
yardımcı da bulamazdin. [61]
Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v.) devamlı üzüntülü bir halde yaşıyordu. Nihayet: "Biz
senden önce hiçbir Resul ve Nebi gömedik ki, o, âyetleri okuduğu zaman, şeytan
kendi arzusuyla ortaya birtakım şüpheler atmış olmasın. Fakat Allah, Seylan'ın
soktuğu şüpheleri giderir. Allah, âyetlerini mahfuz ve muhkem kılar. Allah,
herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." âyeti nazil oldu ve
Resulullah (s.a.v.) üzüntüden kurtuldu ve kendisine Allah Teala tarafinda-dan
gönderilen vahye şeytanın herhangi bir şey kalamayacağı bizzat Allah Teala
tarafından teminat altına alınmış oldu.
Anlatılan bu
"Garanik" hadisesini Habeşistan'a göç etmiş olan Müslümanlar
duymuşlar ve Mekkelilerin loptan Müslüman olduklarını sanmışlar bu sebeple
memleketlerine ve ailelerine dönmüşlerdir. Fakat döndükten sonra Allah
Teala'nm, Şeytanın sokuşturduğu ifadeleri iptal etmesi üzerine müşriklerin
tekrar dinden çıktıklarım görmüşlerdir.
Bu hadise farklı
şekillerde rivayet edilmektedir. Fakat netice itibariyle hepsi de aynı sonuca
varmaktadır.
Böyle bir hadisenin
meydana gelmiş olamayacağını söyleyen iyi araştırmacı müfessirler, bu hususta
özetle şöyle demişlerdir:
"Bu hadiseyi
nakleden rivayetlerin hepsi, senedi kopuk rivayetlerdir. Senedi kopuk olan
rivayetler ise sahih bîr yolla gelmemiştir. Buna rağmen, böyle bir hadisenin
meydana geldiği farzedilecek olursa bu hadise şöyle olmuş olabilir: Resulullah
(s.a.v) Necm suresini okurken Şeytan, müşriklerin kulağına yukarıda zikredilen
o iki sözü söylemiş, müşrikler de o sözlerin, Resulullah tarafından
söylendiğini sanarak Resulullah'tan memnun olmuşlar ve ona göre hareket
etmişlerdir. Fakat gerçek anlaşılınca yine eski hallerine dönmüşlerdir."
Bir kısım müfessirler
de bu olayın hiç gerçekleşmemiş olduğunu söylemişler ve şöyle demişlerdir.
"Resulullah (s.a.v.) masumdur. Ondan böyle bir şeyin meydana gelmesi
mümkün değildir. Ayrıca şu âyeti kerimeler de böyle bir olayın meydana
gelemeyeceğini beyan etmektedirler. "Eğer Muhammet!, kendinden bazı
şeyler uydurup da bizim söylediğimizi iddia etseydi, elbette onu kuvvetle
yakalar sonra da can damarını keserdik. Hiçbiriniz de buna mani olamazdı. [62] "Batmakta
olan yıldıza yemin ederim ki, arkadaşınız Muhammed, ne doğru yoldan sapmış, ne
de azmıştır; "O, kendi arzu ve nevasından konuşmaz."
"Onun her
konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir[63]"Eğer
seni azimli ve sebatlı kılmasaydık, nerede ise, onlara az da olsa meyledecektin[64]
Diğer yandan, bu olay
İbn-i Huzeymeye sorulduğunda o "Bu. zındıkların uydurmasıdır."
demiştir.
Beyhaki ise, bu olayın
sabit olmadığım söylemiş ve bunu nakledenleri tenkit etmiştir.
Abdulah b.Abbas'dan
rivayet edilmiştir ki,
Resulullah (s.a.v.)
Necm Suresini okuyunca secde etmiş, onunla birlikte Müslümanlar, müşrikler,
Cinler ve bütün insanlar secde etmişlerdir. [65]
Görüldüğü gibi Buhari,
müşrik ve Müslüman bütün insanların secde ettiklerini, Abdullah b.Abbas'tan
rivayet etmiş, fakat "Ğaranik" hadisesinden bahsetmemiştir. Bu da o
olayın meydana gelmediğine bir delildir.
Sonra, Resulullah
(s.a.v.) putları ortadan kaldırmak için gönderilmiştir. Onlara meşruiyet
tanıması hiç mümkün müdür?
Aynca, Resulullah'ın,
o dönemde, Kabe'nin yanında, kalabalık bir topluluğun içinde namaz kıldırması
da mümkün değildi.
Bir de müşriklerin,
Resulullah'a olan düşmanlıkları had safhaya varmıştı ve bu sebeple ondan
duyacakları ve neticesinin nereye varacağım bilmedikleri bir sözden dolayı
hemen ona inanmaları beklenen bir şey değildi.
[66]
53- Şeytanın
sokuşturduğu şüpheleri, kalblerindc hastalık bulunanlara ve kalbleri
katılaşanlara bir imtihan kılmak için Allah böyle yapar. Şüphesiz ki zalimler
hakka karşı tam bir muhalefet içindedirler.
Allah, Şeytanın
sokuşturduğu şüpheleri giderir ve âyetlerini muhkem kilar ki, Şeytanın
sokuşturduğu şüphelerle kalblerinde münafıklık ve şüphe hastalığı bulunanları
ve Allah'a İman etmeye karşı kalbleri katı olanları imtihan etsin. Ey Muhammed,
şüphesiz ki, kavminin müşrikleri olan zalimler, Allah'ın emirlerine karşı
ayrılık içindedirler ve haktan çok uzaktırlar.
[67]
54- Bir de
kendilerine Mim verilenlerin, Kur'an'ın, rabbin tarafından gelen bir hak
olduğunu bilip ona imanetmeleri ve ona gönülden bağlanmaları içindir. Şüphesiz
ki Allah, iman edenleri dosdoğru bir yola sevkeder.
Yine Allah, Şeytan'ın
sokuşturduğu şüpheleri giderir ve âyetlerini muhkem kılar ki, kendilerine
Allah tarafından ilim verilenler, Allah'ın indirmiş olduğu âyetlerin, rabbin
tarafından gelen gerçekler olduğunu bilsinler ve onlara iman ederek gönülden
bağlansınlar. Şüphesiz ki Allah, kendisine ve Peygamberine iman edenleri,
Şeytanın sokuşturduğu vesveseleri iptal ederek doğru yola iletir. Böylece
Şeytan'm tuzakları onlara zarar vermez. [68]
55- İnkâr
edenler, kendilerine ansızın kıyamet gelineeye veya kısır bir gifrıün azabı
çatmeaya kadar Kur'an'dan şüphe eder dururlar.
Âyet-i kerimede
"Kısır bir gün" ifadesi geçmektedir. İkrime ve Dehhak'tan nakledilen
bir görüşe göre buradaki "Kısır gün "den maksat,-kıyamet günüdür.
Zira, kıyamet gününün gecesi yoktur.
Müeahid, Said
b.Cübeyr, Katade ve.Ubey b.Kâ'b'dan-nakledilen diğer bir görüşe göre buradaki
"Kısır gün"den maksat, Bedir savaşının yapıldığı gündür.
Bu güne “Kısır gün”
denmesinin sebebi, kafirlerin ileri gelenlerinin geceye kadar bekletil mey ip,
yani, akşamı göremeden öldürülmeleridir. Böylece Bedir günü onlar için gecesi
olmayan kısır bir gün olmuştur,
Taberi bu son.görüşü
tercih etmiş ve birinci görüşün alınması halinde âyette, münasip düşmeyen bîr
tekrarın meydana geleceğini söylemiştir. Tube-ri'ye göre âyetin izahı şöyledir:
"Kâfirler, kıyametin ânideirgeüp, onları, devamlı çekecekleri bir azaba
sürüklemesine kadar veya onların Öldürülüp akşama kadar bekletilmeyecekler!
kısır günün gelip karşılarına dikilmesine kadar. Kur'an hakkında veya
Resulullahın secde etmesi hususunda yahut "Garanik" hadisesinden
şüphe edip dururlar. [69]
56- O gün
mülk Allah'ındır. O, yarattıkları arasında hükmedecektir. İman edip salih
ameller işleyenler "Naim" cennetlerindedirler. [70]
57- İnkâr
edip âyetlerimizi yalanlayanlar ise, işte onlara hakir düşüren bîr azap
vardır.
Kıyamet koptuğu zaman
hükümranlık ve saltanat sadece Allah'a aittir. O gün, dünyada olduğu gibi artık
kimse hükümranlık ve saltanat iddiasında bulunamayacaktır. Allah, müminlerle
kâfirler arasında hükmedecektir.
Kur'an'a ve onun
getirdiği hükümlere iman edip, onun helal kıdıklanni yapıp haram kıldıklarından
kaçınanlara "Naim" cennetleri vardır.
Allah'ı ve
Peygamberini inkâr edenlere ve Allah'ın indirdiği kitabın âyetlerini
yalanlayanlara gelince, işte onlar için, hor ve hakir düşüren cehennem azabı
vardır. [71]
58- Allah
yolunda hicret edip te sonra öldürülenleri veya ölenleri elbette Allah, güzel
bir rizıkla rızıklandınr. Şüphesiz ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. [72]
59- Elbette
Allah onları, memnun kalacakları bir yere, cennete koyacaktır. Şüphesiz ki
Allah, herşeyi çok İyi bilendir, yumuşak davranandır.
Allah Teala, bu âyet-i
kerimede, kendi rızasına erişmek için, onun yolunda hicret eden, vatanını,
çoluk çocuğunu, eş ve dostunu bırakan ve Allah'ın dinine yardım için her türiü
zorluğa katlanan sonra da cihad ederken öldürülen veya herhangi bir sebeple
ölen müminlere güzel nziklar vereceğini vaadediyor. Onları, razı olacakları
yere yani cennete koyacağını bildiriyor.
Taberi diyor ki:
"Bu âyet-i kerimenin, sahabiler hakkında nazil olduğu rivayet
edilmektedir. Sahabiler, Allah yolunda ölen kişi hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.
Bazıları, Allah yolunda öldürülen ile ölenin aynı sevaba nail olacağını
söylemişler diğerleri ise, Allah yolunda düşman tarafından öldürülenin normal
bir yolla ölenden daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Allah Teala bu Syet-i
kerimeyi indirerek Allah yolunda Öldürülene de, ölene de cennette güzel
nzik-lar vereceğini ve onlan razı olacakları makamlara erdireceğini bildirmiş
böylece onların sevapta eşit oldukları anlaşılmış neticede, anlayış
farklarından doğan tartışmalar da sona ermiştir. [73]
60- Bu,
budur. Kim, kendisine yapılan zulme aynıyla mukabelede bulunur da sonra tekrar
saldırıya uğrarsa, elbette Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz Allah
affedicidir, bağışlayıcıdır,
Evet, Allah yolunda
hicret edip te öldürülen veya ölenler için bu mükafatlar vardır Bunun yanında
Allah onlara ayrıca yardım edecktir. Zira onlar, müşrikler tarafından
saldırıya uğramışlardır.
Taberi diyor ki:
"Bu âyeti kerimenin, Muharrem ayının son iki gününde Müslümanlarla
karşılaşan müşrikler hakkında nazil olduğu zannedilmektedir.
O zamanlarda
Müslümanlar, haram ayları içinde savaşmak istemiyorlardı. Bu sebeple
Müslümanlar Muharrem ayının haram ay olması sebebiyle müşriklere, kendileriyle
savaşmamalarını teklif ettiler. Müşrikler bunu reddederek, Müslümanlara savaş
açtılar. Müslümanlar onların saldırılarına karşı koydular. Allah da müşriklere
karşı Müslümanları galip getirdi.. İşte bu olay üzerine bu âyet nazil oldu.
Dehhak, bu âyet-i
kerimenin kısas've yaralamlar hakkında olduğunu ve Medine'de nazil olduğunu
söylemiştir.
Âyet-i kerimenin
sonunda Allah Teala'nın affedici ve bağışlayıcı sıfatlarının zikredilmesinin
ve âyetin diğer bölümüyle alakası §u şekilde izah edilmiştir. Burada, kısas
hakkına sahib olan kişiyi, suçlu olanı affetmeye teşvik vardır. Ayrıca bu
ifade, Allah Teala'nın suçluyu her zaman cezalandıracak güce sahib olduğunu
gösterir. Zira affetmek ve bağışlamak, ancak ceza verme imkân ve gücüne sahib
olan kimse için söz konusudur. [74]
61- Bu
böyledir. (Allah hcrşcyc kadirdir) Çünkü Allah, geceyi gündüze katar, gündüzü
geceye katar. Allah, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi görendir.
Allah, zulmedene karşı
mazluma yardım eder. Zira Allah herşeye kadirdir. Onun kudretini gösteren
olaylardan biri de şudur ki o, geceyi kısaltıp o süreyi gündüzün içine katar
ve onu uzatır. Bazan Ua gündüzü kısaltıp gecenin içine katar ve onu uzatır.
Şüphesiz ki Allah, herşeyi işitendir, herşeyi görendir. Zalimin zulmünü görüp
işitir. Mazlumun uğradığı haksızlığı da görüp işitir. Sonunda herkese, layık
olduğu karşılığı verir. [75]
62- Bu
budur. Çünkü ilah yalnız Allah'tır. Müşriklerin odnan başka taptıkları şeyler
ise bâtılın tâ kendisidir. Allah, yücedir, büyüktür.
Allah, geceyi kısaltıp
gündüze katar, gündüzü de kısaltıp geceye katar. Çünkü o, gerçek olan ilahtır,
hiçbir zaman benzeri ve eşi yoktur. Müşriklerin, Allah'ın dışındaki taptıkları
şeyler ise bâtıl şeylerdir, herhangi bir şey yapmaktan acizdir. Allah, yüceler
yücesi ve büyükler büyüğüdür. O halde ey cahiller, onu bırakıp ta herhangi bir
zarar veya menfaati dokunamayacak âciz varlıklara niçin taparsınız? [76]
63-
Allah'ın, gökten su indirdiğini ve onunla yeryüzünü*yemyeşil kesildiğini
görmez misin? Şüphesiz ki Allah, lütfü bol olandır, her şeyden haberdardır. [77]
64- Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Şüphesiz ki zengin olan sadece Allah'tır.
Övülmeye layık olan da yalnız o'dur.
Ey Muhammed, görmez
misin ki Allah, gökten yağmur yağdırarak su indirir O su vasıtasıyla yeryüzü
bitkiler bitirerek yeşerir. Allah, bu su ile yeryüzünden çeşitli bitkiler
çıkararak kullarına çokça Iütufkâr davranır. Ve bütün olanlardan haberdardır.
Göklerde ve yerde ne varsa, yaratılış, kulluk ve mülkiyet bakımından sadece
Allah'a aittir. Allah'ın, bunlarda hiçbir ortağı yoktur. Allah göklerde ve
yerdeki ve onların dışındaki hiçbir yaratığına muhtaç değildir. Fakat onların
hepsi Allah'a muhtaçtır. Allah, yarattıklarına çeşitli lütuflanndan dolayı
hakkıyla övülmeye layıktır. [78]
65-
Allah'ın, yerde olanları ve emriyle denizlerde seyreden gemileri hizmetinize
verdiğini, emri olmadan, yere düşmesin diye göğü tuttuğunu görmez misin?
Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.
Görmez misin ki Allah
yeryüzünde bulunan çeşitli hayvan, bitki ve maddeleri emrinize vermiştir. Siz,
onlar üzerinde dilediğiniz gibi tasarruf eder ve onların çeşitli yönlerinden
faydalanırsınız. Yine gömez misiniz ki Allah, denizlerde emriyle yürüyüp giden
gemileri sizin hizmetinize vermiştir. Onlarla çeşitli yönlere gider ve denizden
çeşitli şeyleri çıkarırsınız. Ve yine görmez mısınız ki Allah, gökleri
tutmaktadır, yere düşmelerine engel olmaktadır. Şüphesiz ki Allah, bütün
bunlun yapmakla kullan için çok şefkatli ve çok merhametlidir. [79]
66- Size
hayat veren sonra öldüren sonra da tekrar diriltecek olan sadece O'dur.
Doğrusu insan pek nankördün
Sizleri hiç yoktan
yaratıp can veren sonra eceliniz geldiğinde öldüren, kıyamette hesap vermeniz
için tekrar diriltecek olan yalnız Allah'tır. Ne yazık ki insanlar, bütün bu
nimetler karşısında pek nankördür. Rabblerinin nimetlerine karşı şükredecekleri
yerde onu inkâr ederler veya emirlerini yerine getimnezler yahut sadece bir
kısmını yerine getirirler. [80]
67- Biz her
ümmete bir şeriat vermişizdir. Onlar o şeriata güre amel etmişlerdir. O halde
ey Muhammcd, din hususunda onlar seninle münakaşa etmesinler. Sen, rabbine
davete devam et. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin.
Bu âyet-i kerime
farklı şekillerde izah edilmiştir. Bunlardan biri, me-al'de verilen şekildir.
Taberi ise bu âyet-i
kerimeyi su şekilde izah etmektedir: "Biz, her cemaat ve kavim için kurban
kesmeyi emretmiş izdir. Onlar o kurbanları keserler. Müşrikler kurban kesme
hususunda seninle tartışmasınlar. "Kendi kestiğinizi yiyor fakat Allah'ın
öldürdüğünü yeriliyorsunuz." demesinler. Ey Muhammed, sen, ibadetlerinde
ve kurban kesme hususunda, seninle tartışan müşrikleri, rabbinin emrine davet
et. O davet de, sadece İslâmi usullerde kesilen hayvanların etini yemek, bunun
dışmdakilerden kaçınmaktır, put ve benzeri şeylere kurban kesmekten uzak
dunnaktır. Ey Muhammed, şüphesiz ki sen, yafnıış olduğun ibadetlerde dosdoğru
bir yol üzerindesin.
Taberi bu âyet-i
kerimenin baş tarafındaki cümleyi "Her ümmetin bir bayramı vardır."
şeklinde izah edenlerin bulunduğunu ve âyeti buna göre izah ettiklerini
söylemektedir. [81]
68- Yine de seninle münakaşa ederlerse
"Yaptıklarınızı Allah daha iyi bilir." de. [82]
69- Allah, kıyamet günü, ihtilaf ettiğiniz
hususlarda, aranızda hükmedecektir.
Ey Muhammed, eğer
müşrikler seninle ibadet hususunda tartışmaya devam edecek olurlarsa onlara de
ki: "Allah, sizin yaptıklarınızı da benim yaptıklarımı da çok iyi
bilendir. Kıyamet gününde, tartışma konusu yaptığınız bu hususlarda Allah
hükmünü adaletle verecektir. Haklıyı haksızdan ayırdedip herkese layık olduğu
ceza veya mükâfatı verecektir. [83]
70- Allah'ın
gökte ve yerde olanları bildiğini bilmez misin? Şüphesiz ki bu, Lcvh-i
Mahfuz'da sabittir. Gerçekten bu ona pek kolaydır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede, yarattıklarını çok iyi bildiğini, ilminin, göklerde ve yerde bulunan
herşeyi kuşattığını, göklerde ve yerde bulunanlardan zerre kadar bir şeyin dahi
onun ilminin dışında bulunamayacağını ve bütün kâinatı daha yaratmadan önce
bildiğini ve herşeyi levh-i mahfuzda yazdığını beyan etmektedir.
Alluh Teala'nın, bütün
mevcudatı daha meydana gelmeden evvel bildiği ve onlan levh-i mahfuzda tespit
ettiği hususunda bir Hadis-i Şerifte şöyle buyu ruluyor:
"Allah, gökleri
ve yeri yaratmadan elli bin sene önce, yaratıkların miktarını yazmıştır. O
zaman Allah'ın arşı su üzerindeydi. [84]
71-
Müşrikler, Allah'tan başka öyle şeylere taparlar ki, Allah onların ilah
olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir. Kendilerinin de bu hususta hiçbir
bilgileri yoktur. Zalimlerin asla yardımcısı olmaz.
Müşrikler, Allah'ı
bırakıp onun dışındaki birtakım varlıklara taparlar. Bunların, tapılacak
ilahlar olabileceklerine dair Allah, gökten bir kitap indirmemiştir.
Müşriklerin de taptıkları şeylerin ilah oldukları hususunda herhangi bir
bilgileri yoktur. O halde neye dayanarak bir kısım putlara taparlar? Böylece cehenneme
girmeyi hak ederek kendi kendilerine zulmetmiş olurlar. Şunu iyi bilsinler ki,
kıyamet gününde zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur. Onları, Allah'ın
azabından kimse kurtaramayacaktır. [85]
72- Onlara
apaçık âyetlerimiz okunduğu zaman, kafirlerin yüzlerinden inkârlarını
anlarsın. Neredeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracak olurlar. Ey
Muhammcd, de ki: "Size bundan daha kötü bir şey haber vereyim mi?
Ateştir." Allah onu kâfirlere vaadetmiştir. O ne kötü bir dönüş yeridir.
Kendilerine hiçbir
delil vermediğimiz halde, bizi bırakıp birtakım putlara tapan müşriklere,
apaçık olan âyetlerimiz okunduğu zaman, Ey Muhammed, sen, o kâfirlerin
yüzünde', karşı çıkma belirtileri görürsün. Onlar, öfkelerinden dolayı,
neredeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracak ve onlara engel olacak
olurlar..
Ey Muhammed, sen
onlara de ki: "Ben size, sizleri Öfkelendiren bu âyetleri okuyanlardan
daha şiddetlisini haber vereyim mi? O ateştir. Allah, o ateşi kâfirlere
vaadetmiştir. O, ne kötü varılacak yerdir. [86]
73- Ey
insanlar, size bir misal verildi. Dinleyin onu: Sizin, Allah'tan başka
taptıklarınız tek bir sinek dahi yaratamazlar. Hatta bir araya gelip
yardımlaşsalar bile. Şayet sinek onlardan birşey kapacak olsa, bunu ondan
kurtaramazlar. Heyhat! İsteyen de âciz, istenen de!
Ey insanlar, Allah'ı
bırakıp bir takım putlara tapan cahil müşriklerin taptıkları şeylere bir misal
verildi. Onu dinleyin:
Ey müşrikler, sizin,
Allah'ı bırakıp tapmış olduğunuz put ve benzeri varlıklar, tek bir sineği dahi
yaratamazlar. O taptığınız şeylerin hepsi bir araya toplansalar bile, bunu
yapamazlar. Onların, herhangi bir sineği bile yaratmaları şöyle dursun, sinek,
Tonhmn önüne konan şeylerden bir parça alıp kaçsa o kaçırılan şeyi dahi
sinekten geri alamazlar. Bu durumda, kaçırılanı geri alması istenen putlar da
âcizdir, yakalanması istenen sinekler de âcizdir.
Ey müşrikler, o halde
herşeyi yoktan var eden Allah'ı bırakıp ta bu tür âciz varlıklara nasıl
taparsınız?
Taberi bu âyet-i
kerimenin baş tarafını şu şekilde izah etmekdedir: "Ey insanlar, müşrikler
putları bana denk tuttular, onlan bana emsal gösterdiler. Bana ortak
koştukları putların halini bir dinleyin" Ey müşrikler, Allah'ın dışında
tapmış olduğunuz putlar, tek bir sineği dahi yaratamazlar... [87]
74- Onlar,
Allah'ı hakkıyla bilemediler. Şüphesiz ki Allah, mutlak kuvvet sahibidir, her
şeye galiptir.
Müşrikler, Allah'ı
bırakıp ta, sineklere karşı dahi kendilerini savunamayan putlara tapmakla
Allah'ı hakkıyla takdir edemediler. Onun yüceliğini bilemediler. Şüphesiz ki
Allah, mutlak kuvvet sahibidir. Dilediği büyük veya küçük şeyleri yaratır.
Herşeye galiptir, hiçbirşey ona güç yetiremez. O halde ey.müşrikler, tek bir
sineği dahi yaratmaktan âciz olan ve ona karşı kendisini de savunamayan
putları, mutlak kuvvet ve kudret sahibi olan Allah'a nasıl eşit tutarsınız?
Peygamber efendimiz,
Allah Teala'mn, bir Hadis-i Kudsîde şöyle buyurduğunu beyan ediyor:
"Benim yaratmam
gibi herhangi bir şeyi yaratmaya kalkandan daha zalim kim olabilir? Bir
zerrecik yaratsınlar veya bir (arpa) tanesi yaratsınlar da görelim. [88]
75- Allah, Meleklerden ve insanlardan elçiler
seçer. Şüphesiz ki Allah, herşeyi çok iyi işitendir, çok iyi görendir. [89]
76- O,
onların geçmişini ve geleceğini bilir. Bütün işler sonunda sadece Allah'a
döndürülür.
Allah, Cebrail, Mikail
gibi Meleklerden de elçiler seçip Peygamberlerine gönderir. Muhammed gibi
insanlardan da elçiler seçer ve insanlara gönderir. Şüphesiz ki Allah, her şeyi
çok iyi işitendir ve çok iyi görendir. Allah, elçi olarak gönderdiği
Meleklerinin de, Peygamberlerinin de geçmişlerini ve geleceklerini çok iyi
bilmektedir. Onlar, Allah'ın emrine muhalif hareket etmezler. Bütün işler
sonunda Allah'a döner. Allah, kullarını ona göre cezalandıracak veya mükâfatı
andıracaktır.
Müşikler
"...Kur'an aramızda Muhammed'e mi indirildi? [90]demişlerdir.
Allah Teala bu ve benzeri âyetlerle onlara cevap vermekle ve dilediğini
Peygamber seçmekte serbest olduğunu bildirmektedir. [91]
77- Ey iman
edenler, rüku edin, secdeye varın, rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin ki,
kurtuluşa eresiniz.
Ey iman edenler,
namazlarınızda Allah'a rüku edin, ona secde edin. Rab-binize itaat ile kulluk
edin. Size emrettiği hayır işlerini yapın ki kurtuluşa ermiş olasınız. [92]
78- Allah
yolunda hakkıyla cihad edin. O, (dini için) sizi seçti. Atanız ibrahim'in
dininde olduğu gibi si/,c de dininiz İslâm'da bir güçlük yüklcmc-di. Daha önce
de bu Kur'an'da sizi "Müslümanlar" dîye o isimlendirdi. Böylece
Peygamber size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahit olasınız. Namazınızı
dosdoğru kılın, zekâtınızı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın. Sizin
dostunuz O'dur. O ne güzel dosttur, ne güzel yardımcıdır.
Allah Teala bu âyet-i
kerimede birkaç hususu bir arada zikretmiştir. Bunları şöyle özetlemek
mümkündür:
"Allah yolunda
hakkıyla cihad edin." Allah yolunda hakkıyla cihad etmek, kişinin, bu
yolda bütün gücüyle mücadele vermesidir. Malıyla, canıyla ve diliyle İslâmı savunması,
kâfirlere karşı durmasıdır."
İbn-i Cüreyc, Abdullah
b.Abbas'ın bu âyet-i kerimeyi "Allah yolunda kınayanın kınamasından
korkmayın." şeklinde izah ettiğini rivayet etmişse de Ta-beit âyetin,
bilinen manâsıyla Cihadı kastettiğini söylemiştir.
"Allah sizi, dini
için seçti." Allah, siz Muhammed ümmetini, İslam dini için seçti.
Düşmanlarına karşı savaşmak için tercih etti." Bu ifadeden, Muhammed
ümmetinin diğer ümmetlerden daha üstün olduğu anlaşılmaktadır.
"Atanız
İbrahim'in dininde olduğu gibi, size de dininiz İslam'da bir güçlük
yüklemedi." Sizlere, dini ibadetlerinizde, gücünüzün yetmediği bir şeyi
yük-lemedi. Bu ifade İslâm dininde bir zorluğun olmadığını ortaya koymaktadır.
Bütün mükellefiyetler, kul'un gücünün yetmemesi halinde ya hafifletilmiş veya
tamamen ortadan kaldırılmıştır. Su bulamayanın teyemmüm etmesi, seferi olanın
namazı iki rekat kılması, yine yolculuk sırasında orucun tutulmayabilmesi, kişinin
zekat verecek malının elinden çıkması halinde, zekat mükellefiyetinin düşmesi,
bu çeşit kolaylıklara birer misaldir.
Ayrıca İslâm'ın
emirlerine karşı gelenin tekrar hakka yönelmesi için yollar kolaylaştırılmış,
bazı günahlara tevbe ile bazılarına keffaretle, bazılarına da kısasın icra
edilmesiyle affedilme yolu açılmıştır. Bütün bunlar birer kolaylıktır.
"Daha önce de bu
Kur'an'da sizi 'Müslümalar1 diye Allah isimlendirdi." Ey, Muhammed'e iman
eden müminler, Kur'an'dan önce indirilen semavi kitaplarda da, bu Kur'an'da da
size Müslüman' adını veren Allah'tır. Kâfirlerin ise başka isimler takmaya
hakları yoktur.
"Allah sizi seçti
ki, böylece Peygamber size şahit olsun, siz de bütün insanlara şahit
olasınız." Ey müminler, Allah sizi seçip size 'Müslüman' adını verdi ki,
kıyamet gününde Muhammed, Allah'ın kendisine gönderdiği dini tebliğ ettiğine
dair size şahit, olsun. Sizler de Kur'an'dan Öğrendiğinize güre, bütün
Peygamberlerin, kendilerine gönderilen dinlerini ümmetlerine tebliğ ettiklerine
dair şahit olasınız. Böylece kimse suçluluktan kurtulmak için mazeret
buiama-sın.
"Namazlarınızı
dosdoğru kılın, zekâtınızı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın."
Allah'ın sizi seçmesi ve bütün ümmetlere şahit kılması nimetleri karşılığında
ona şükredin, namazınızı dosdoğru kılın, Allah'ın size verdiği mallardan,
fakirlerin hakkı olan zekâtı verin ve bütün işlerinizde Allah'a güvenin; Zira
sizi muhafaza eden dostunuz O'dur. O, ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır! [93]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/5-6.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/7.
[3] Zilzal suresi, âyet: 1-3
[4] IIûkka suresi âyet: 14,15
[5] Vakıa suresi, Syet: 4-6
[6] Buharı K. Tefik el- Kur'on Sure: 22, hah: 1
[7] Tirmizî, K. Tefsir el-el Kur'an sure 22 b;ıb: 1 Hadis
No 3168
[8] Müslim, K, el-Cenne, bab: 56, Huüs No 2859/ Nesfıî, K,
cl-Ccnniz
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/7-10.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/10.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/10.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/11-12.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/12.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/13.
[14] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/13.
[15] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/14.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/14.
[17] Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, sure 22, batı: 2
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/14.
[19] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/15.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/15.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/15.
[22] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/16.
[23] Nahl suresi, âyet: 48
[24] İsra suresi, âyet: 44
[25] Ahmed b. Hambel- MÛsned, C. 4 S. 151,155
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/16-17.
[26] Bahan, K. Tefsir el-Kur'an, sure 22, babi: 3
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/17-18
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/19.
[29] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/19.
[30] Ahmcd b. Hanbel, Müsned, C. 3 S. 29
[31] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/19.
[32] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/20.
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/20.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/21.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/22.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/22.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/23.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/23-24.
[39] Buharı, K eş-Şchadul, hab: 10/Müslinı, K. el- İman,
hab: 143, Hadis No 87
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/24-25.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/26.
[41] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/26.
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/26-27.
[43] Ahmed b. Ilanbcl, c. 4 S, 368/tbn- Milccl.K. d-
Eılfıhi, hah: 3 İIiuiis No 3127
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/27-28.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/28.
[45] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/29.
[46] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/30.
[47] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/30-31.
[48] Tirmizî, K. Tefsir el- kur'an. Sure: 22, Hadis No 3171
[49] Muhammed suresi, âyet; 31
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi
Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/31.
[50] Muhammed suresi, âyet; 7
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/32-33.
[51] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/33.
[52] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/33-34.
[53] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/34.
[54] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/34.
[55] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/35.
[56] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/35-36.
[57] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/36.
[58] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/36.
[59] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/36.
[60] Necm Suresi, âyel: 19,20
[61] îsra Suresi, âyet: 73-75
[62] Hakka suresi, âyet; 44-47
[63] Necm suresi, âyet: 1-4
[64] İsra suresi, âyet: 74
[65] Buhari, K. Tefsir el- Kur'an sure: 53 babih
[66] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/36-39.
[67] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/39-40.
[68] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/40.
[69] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/40-41.
[70] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/41.
[71] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/41.
[72] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/42.
[73] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/42.
[74] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/43.
[75] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/44.
[76] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/44.
[77] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/45.
[78] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/45.
[79] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/45.
[80] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/46.
[81] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/46.
[82] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/47.
[83] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/47.
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/47-48.
[84] Müslim, K. el- Kader, bab: 16, Hadis No 2653
[85] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/48.
[86] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/49.
[87] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/49-50.
[88] Buhai, K. El- libas. Bak 90, K. et- Tevhid, Brf>:
5<ymüslim K. el- libas- bab: 101, Hadis No21II
Ebu Cafer Muhammed b.
Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 6/50-51.
[89] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/51
[90] Sa'd Suresi,âyît:8
[91] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/51
[92] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/52.
[93] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 6/52-53.