Âyetlerin Öncekilerle Münasebetleri
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Mekke'de inmiştir. 118
âyettir.
Mü'minûn sûresi
tevhid, risalet ve haşir gibi, dinin esaslarını anlatan Mekkî sûrelerden
biridir. Mü'minleri ebedîleştirmek, yaptıkları iyi işleri ve faziletleri
yüceltmek için, bu sûreye el-Mü'minûn yüce ismi verildi. Mü'minler yapmış
oldukları güzel ve faziletli işler sayesinde, naîm cennetle-rindeki yüce
Firdevs makamına vâris olmaya hak kazandılar.
Bu mübarek sûre
Allah'ın gücünü ve birliğini gösteren delilleri bu güzel kâinatta; insan, hayvan
ve bitkilerde ve eşsiz yedi kat göklerin yaratılışında tasvir ederek anlatır.
Yine bu sûre, görülen âlemde insanların gördüğü yerler ve serpiştirilmiş olan
hurma, üzüm, zeytin, nar, meyve ve ürünler, deniz sularını yararak giden büyük
gemiler ve benzeri çeşitli şeylerde Allah'ın varlığını gösteren kevnî delilleri
anlatır.
Yine bu mübarek sûre,
Peygamber (s.a.v)'i, müşriklerden görmüş olduğu eziyetlere karşı teselli etmek
için bazı peygamberlerin kıssalarından bahseder. Mesela Nuh, Hud, Musa, Meryem
el-Betül ve oğlu İsa (a.s)'nm kıssalarını anlatır. Sonra da, Mekke
kâfirlerinden ve onların, günün evvelinde ki güneş gibi yayılmış olan hakka
karşı gösterdikleri inat ve kibirlerinden bahseder. Öldükten sonra dirilme ve
haşir-neşirle ilgili deliller getirir. Öldükten sonra dirilme, bu sûrenin asıl
konusu ve inkarcıların, hakkında mücadele ettikleri en önemli mevzudur. Sûre,
parlak açıklamalarıyle bâtılın belin kırmıştır.
Bu mübarek sûre, ölüm
sarhoşluğu içersinde kafirlerin karşılaştıkları sıkıntı ve korkulardan
bahseder. Yapamadıkları iyi amelleri yapmak için dünyaya geri dönmeyi isterler.
Fakat nerde! Ecel gelmiş, emeller yok olmuştur. Sûre, kıyamet gününden söz
ederek sona erer. Şöyle ki; İnsanlar mutlular ve mutsuzlar olarak iki gruba
ayrılır. Soy sop farkı ortadan kalkar. İman ve iyi amelden başkası fayda vermez.
Her şeyin sahibi olan ve istediğini zorla yaptıran Allah ile cehennemlikler
arasındaki konuşma kayda alınır. Onlar cehennemde yardım isteyerek bağırırlar.
Fakat onlara yardım edilmez; isteklerine cevap verilmez. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Gerçekten
mü'minler isteklerini elde etti ve mutlu oldular.
2. Onlar ki,
namazlarında huşu içindedirler;
3. Onlar ki,
boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
4. Onlar ki,
zekât vazifelerini yerine getirirler.
5. Ve onlar
ki, iffetlerini korurlar;
6. Ancak
eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeleri hariç. Bunlarla ilişkilerden
dolayı kınanmış değillerdir.
7. Şu halde,
kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.
8. Yine
onlar ki, emânetlerine ve ahidlerine riâyet ederler;
9. Ve onlar
ki, namazlarına devam ederler.
10. İşte,
asıl bunlar vâris olacaklardır;
11. Evet
Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.
12. Andolsun
biz insanı, çamurdan bir özden yarattık.
13. Sonra
onu emin ve sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik.
14. Sonra
nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parça et haline soktuk; bu bir
lokmacık eti kemiklere çevirdik;
bu kemikleri etle kapadık. Sonra onu başka bir yaratışla insan yaptık.
Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.
15. Sonra,
muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz.
16. Sonra
da, şüphesiz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.
17. Andolsun
biz, sizin üstünüzde yedi gök yarattık. Biz, yaratmaktan habersiz değiliz.
18. Gökten
uygun bir ölçüde yağmur indirip onu yeryüzünde yerleştirdik. Bizim onu
gidermeye de elbet gücümüz yeter.
19. Böylece
onun sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana
getirdik ki, bunlarda sizin için bir çok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
20. Tûr-i
Sina'da yetişen bir ağaç da meydana getirdik ki, bu ağaç hem yağ, hem de
yiyenlerin ekmeğine katık verir.
21.
Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarmdakinden size
içiririz. Onlarda sizin için bir takım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini
yersiniz.
22. Onların
üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.
Sülâle; hülasa, öz
demektir. Bir şeyi bir şeden çıkarmak manasına gelen. kökünden türemiştir. Kılı,
hamurdan çıkardım manasına, ve kılıcı kınından çıkardım manasına denir. Şâir
Ümeyye şöyle der:
"Mahlukatı kokmuş
çamur özünden yarattı. Bütün mahlukat yine o çamura dönecek.."[2] Çocuk
babasının belinden geldiği için, "Çocuk, babasının sülalesidir" denir.
Mekîn, sabit ve
yerleşmiş demektir. Sağlam ve sabit bir şekilde yerleşmiş şeye, denir.
Tarâik Zîijb 'nın
çoğuludur. Burada maksat, yedi göktür. Bir kısmı bir kısmının yüzerinde olduğu
için, onlara tarâik denilmiştir. Bir kimse, takunyalardan birini diğerinin
üzerine koyduğunda denilmesi de bundandır.
Sıbğ, katık. Bunun
aslı, elbise boyası manasına gelendır. Herevî şöyle der: Katık olarak yenilen
her şeye sıbğ denilir.
En'âm; deve, sığır ve
koyun gibi etleri yenen hayvanlar. [3]
1. Şüphesiz,
şu güzel vasıfları taşıyan mü'minler istek ve arzularını elde etmiş ve mutlu olmuşlardır.
Âyetin başındaki edatı, pekiştirme ifade eder ve olayın gerçekleşeceğini
bildirir. Sanki Yüce Allah ;öyle diyor: İmanları ve salih amelleri sayesinde
onların zafer ve başarıları mutlaka gerçekleşmiştir, bundan sonra Yüce Allah
mü'minlerin vasıflarını sayarak şöyle buyurdu:
[4]
2. İbn Abbas
şöyle der: Korkup sakin sakin duranlardır. Yani onların kalpleri korku ile
dolduğu için, Allah'ın azamet ve yüceliğinden dolayı namazlarında korkarak
boyun eğerler. [5]
3. Yalan,
küfür ve hezeyandan yüzçevirirler. İbn Kesir şeyle der: Lağv, bâtıl söz
demektir. Bu, Allah'a ortak koşma, günah ve faydasız söz ve fiilleri kapsar.[6]
4. Allah'ın
rızasını kazanmak maksadıyle, gönül hoşluluğuyla, fakir ve yoksullara
mallarının zekâtım verirler. [7]
5. dördüncü
sıfatlarıdır. Yani, harama karşı iffetlerini korurlar; zina, livata ve avret
mahallerini açmak gibi helal olmayan şeylerden kendilerini korurlar. [8]
6. Onlar,
eşleri ve cariyeleri dışında, bütün hallerde kendilerini korular. Eşleri ve
cariyeleri ile ilişki kuranlar kınanmazlar. [9]
7. Kim,
eşleri ve cariyelerinden başkasının peşine düşerse işte onlar, azgınlık ve
fesat çıkarmada aşırı giden kimselerdir. [10]
8. Onlar
emânetleri korur ve ıslah ederler. Kendilerine bir şey emânet bırakıldığında
ona hıyanet etmezler; anlaşma yaptıklarında
onu bozmazlar. Ebu Hayyan şöyle der: Açık olan, emânetlerin umûmî oluşudur.
Dolayısıyle, Allah'ın kullarına emânet ettiği söz, fiil, inanç ve insanın almış
olduğu emânetler buna girer.[11]
9. Bu,
mü'minlerin altıncı vasfıdır. Yani onlar beş vakit namazlarına devam eder ve
onları vakitlerinde kılarlar. İbn Cüzeyy şöyle der: "Yüce Allah,
mü'minlerin vasıflarını anlatırken hem başta hem de sonda niçin namazları
zikretti?" denilirse, şöyle cevap verilir: Bu, bir tekrar değildir. Çünkü
başta, namazda huşu anlatıldı, burada ise namazlara devam etmeyi anlattı.
Bunlar farklı şeylerdir.[12]
10. İşte bu
güzel vasıfları taşıyan mü'minler, naîm cennetine vâris olmaya layıktırlar. [13]
11. Onlar,
içinden cennet nehirlerinin fışkırdığı, cennetin en yüksek yerlerine vâris
olanlardır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Allah'tan istediğinizde Firdevs'i
isteyiniz. Çünkü O, Cennetin en ortasında ve en yüksek yerindedir. Cennet nehirleri
oradan fışkırır"[14] Onlar orada sürekli kalırlar, asla çıkmazlar,
oradan hiç ayrılmak istemezler...
Bundan sonra Yüce
Allah kudretini ve birliğini gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurdu: [15]
12. Andosun
ki, biz, insan neslini, çamurdan süzülen bir öz ve hülâsadan yarattık. Bu
âyetin başındaki lam, yeminin cevabıdır. İbn Abbas şöyle der: Burada insandan
maksat Âdem'dir. Çünkü O, çamurdan süzülmüştür. [16]
13. Sonra
Adem'in oğullarını ve zürriyetini, babaların bellerinden akıp rahim denilen
sağlam bir yere yerleşen meni haline getirdik. [17]
14. Sonra bu
nutfeyi, yani akan suyu, pıhtıya benzer donuk bir kan haline getirdik. Sonra bu
donuk kanı da şekilsiz ve azaları belirsiz bir et parçası haline getirdik.
Sonra bu et parçasını, bedeni dik tutsun diye sert kemik haline getirdik. Bu
kemikleri de etle örttük ve onu kemiklere bir elbise gibi giydirdik, Bu
aşamalardan geçtikten sonra ona ruh üfledik ve en güzel biçimde bambaşka yeni
bir varlık olarak meydana getirdik. Fahreddin Râzî şöyle der: Onu önceki
varlığından farklı bir varlık haline getirdik. Zira, daha önce cansız iken
canlı oldu, dilsiz iken konuşur hale geldi, sağırken duyar oldu, kör iken
görmeye başladı. Azalarından her biri son derece güzel ve hikmetli bir şekilde
yerli yerine kondu. Ondaki bu güzellikleri kimse anlatamaz.[18] Yaratıcıların en güzeli olan Allah, kudretinde
ve hikmetinde yücedir. [19]
15. Sonra
siz ey insanlar! Böyle bir yaratılış ve hayattan sonra öleceksiniz. [20]
16. Daha
sonra da, kıyamet günü hesap vermek ve amellerinizin karşılığını almak üzere
kabirlerinizden çıkarılacaksınız.
Yüce Allah, insanın
yaratılışında geçirdiği aşamaları, başlangıcını ve sonunu anlattıktan sonra
göklerin ve yerin yaratılışını anlattı. Bunların hepsi, Allah'ın varlığını
gösteren parlak delillerdir. [21]
17. Vallahi,
biz üstünüzde yedi gök yarattık. Gökler, birbirinin üstünde olduğu için, âyette
bunlara denildi. Biz, mahlukatm işlerini ihmal etmiş değiliz. Bilakis onları
koruyor ve işlerini idare ediyoruz. [22]
18. Biz
bulutlardan ihtiyaca göre yağmur ve su indirdik. Ne yeryüzünü bozacak şekilde
çok, ne de ekinlere ve meyvelere yetmeyecek kadar az. İhtiyaç anında yararlan
as m iz diye o yağmuru yeryüzünde kalacak şekilde yerleştirdik. Biz
yerin derinliklerine çektirmek suretiyle
onu gidermeye ve böylece sizi ve hayvanlarınızı susuzluktan Öldürmeye kadiriz.
Bu bir tehdit ve "korkutmadır. İbn Kesir şöyle der: Biz istesek, yağmur
yağdığı zaman, onu yeryüzünde sizin ulaşamıyacağmız ve yararlanamayacağınız
bir yere kadar çektirirdik. Fakat Yüce Allah, lütuf ve rahmetiyle, tatlı su
halinde bulutlardan yağmuru indirir ve yeryüzüne yerleştirir, oradaki
menbalara sokar, sonra da gözeler ve nehirler açar. Ekinleri ve meyveleri
sular. Ondan hem siz kendiniz içersiniz, hem de hayvanlarınız içer.[23]
19. O su sayesinde
sizin için içinde hurma ve üzümler bulunan bağ ve bahçeler çıkardık. O bağlarda
çeşitli meyve ve ürünleriniz vardır, onlardan yararlanırsınız. O bağ ve
bahçelerin meyvelerinden yaz-kiş yersiniz. Yazın taze hurma ve taze üzüm;
kışın da kuru hurma ve kuru üzüm yersiniz. Hurma ve üzümün faydaları çok olduğu
için, Yüce Allah, özellikle bunları zikretti. Bunlar hem yemek, hem katık, hem
de taze ve kuru meyve işini görürler. Bunlar, Arapların en çok yetiştirdiği
meyvelerdir. [24]
20. Yine o
su sayesinde, sizin için, Tûr Dağı'nın etrafında yetişen zeytin ağacı bitirdik.
Tûr, Yüce Allah'ın, üzerinde Hz. Musa ile konuştuğu dağdır. Bu ağaç, bir çok faydalan
olan zeytin yağı verir. Yemek yiyenler için de katık verir. İçine
batırıldığında ekmeğe renk verdiği için ona denmiştir. Yüce Allah bu ağaçtan
hem katık, hem de yağ çıkarmıştır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Zeytin yağını
yiyiniz ve onunla yağlanınız. Çünkü o mübarek bir ağaçtan çıkar.[25]
21. Ey
insanlar! Rabbinizin sizin için yarattığı deve, sığır ve koyun gibi
hayvanlarda, alacağınız büyük bir ibret vardır. Size, onların karnındaki
işkembe ile kan arasından gelen, içenlerin boğazından kolayca geçen halis
sütlerinden içiririz. O hayvanlarda sizin için birçok yararlar vardır.
Sütlerinden içersiniz, yünlerinden elbise yaparsınız, sırtlarına binersiniz ve
onlara ağır yüklerinizi yüklersiniz. Aynı şekilde, etlerinden de yersiniz. [26]
22. Denizlerde
gemilerle taşındığınız gibi, karada develerle taşınırsınız. Çünkü, nasıl ki
gemiler deniz taşıt araçlarıdır, aynı şekilde develer de kara taşıt
araçlarıdır. [27]
Bu mübarek
âyetler birçok edebî
sanatı kapsamaktadır. Bunları
aşağıda Özetliyoruz:
1. Mü'minler
kazandı ve mutlu oldular" cümlesinde edatı pekiştirme ifade ettiği gibi,
fiilin geçmiş zaman kipi ile gelmesi, olayın kesinlikle meydana geleceğini
vurgular.
2. İlk âyette geçen "Mü'minler" i onlar
namazlarını huşu içinde kılanlar..." âyeti ve bundan sonra gelen
âyetlerle açıklamaktadır ki, buna icmalden sonra tafsil sanatı denir.
3. "Sonra
muhakkak ki siz, bunun ardından elbette öleceksiniz" cümlesinde, inkâr
etmeyen kimse inkâr eden yerine konmuştur. Çünkü insanlar ölümü inkâr
etmezler. Fakat insanların ölümden gafil olmaları ve
onun için iyi amel işleyerek
hazırlık yapmamaları inkâr alâmetlerinden sayılır. Bunun için, insanlar ölümü
inkâr etmedikleri halde, inkâr edenler yerine konulmuş ve öleceklerini bildiren
ibare ve gibi, iki te'kîd (pekiştirme) edatı ile te'kîd edilmiştir.
4. "yedi
kat" terkibinde latif bir istiare vardır. Yedi gök, istiare yoluyla, üst
üste konan takunyarın bağlarına benzetilmiştir.
5. "Biz
onu yok etmeye de mutlaka kadiriz" âyetinde tehdit vardır.
6. gibi âyet
sonları ile gibi âyet sonlarında akıcı bir seci vardır. Bu da edebî
sanatlardandır. [28]
Yüce Allah, "Andolsun
biz insanı yarattık" ile başlayıp, "gemilerle taşınırsınız"
diye sona eren âyetlerde kudretini gösteren dört çeşit delil getirdi:
1. İnsanın,
yaratılırken geçirdiği dokuz aşama. Bu aşamaların sonuncusu öldükten sonra
dirilmektir. 2. Yedi göğün yaratılışı. 3. Gökten yağmurun indirilişi, 4. Hayvanların
yararları. Yüce Allah bu faydalardan dört türünü açıkladı: Sütlerinden,
yünlerinden, etlerinden faydalanma ve binmek suretiyle yararlanma. [29]
Ahmed b. Hanbel,
Ömer'in (r.a) şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ras-ulullah (s.a.v)'a vahy
indiğinde, yüzünün etrafında arı uğultusuna benzer bir ses işitilirdi. Bir gün,
bir saat bekledik. Kıbleye yöneldi ve ellerini kaldırarak şöyle dua etti: Ey
Allah'ım! Bize nimetini artır, eksiltme. Bize lutfunla muamele et, bizi hor
kılma. Bize ver, bizi mahrum etme. Bizi tercih et, başkasını bize tercih etme.
Bizi razı et ve bizden razı ol..... Sonra Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Bana on âyet indi
ki, kim o âyetlerdekini yerine getirirse cennete girer. Sonra da, âyetinden
itibaren onununcu âyetin sonuna kadar okudu.[30]
23. Andolsun
ki, Nuh'u kavmine gönderdik. "Ey kavmim! dedi, Allah'a kulluk edin. Sizin
için O'ndan başka bir tanrı
yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?"
24. Bunun
üzerine, kavminin içinden kâfir olan litiler topluluğu, "Bu, dediler,
sizin gibi bir beşer olyktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim ol istiyor.
Eğer Allah isteseydi, muhakkak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki
atalarımızdan böyle bir şey
duymadık.
25. Bu,
yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, bir süreye kadar
ona katlanıp gözetleyin bakalım."
26. Nuh,
"Rabbim! dedi, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!"
27. Bunun
üzerine ona şöyle vahyettik: Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde o
gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayıp kabarınca, her cinsten
eşler halinde iki tane ve bir de içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm
verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda
bana hiç yalvarma! Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.
28. Sen,
yanandakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde, "Bizi zâlimler
topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun." de.
29. Ve de
ki: Beni mübarek bir şekilde indir. Sen, indirenlerin en hayırlısısın.
30. Şüphesiz
bunda sizin için bir takım ibretler vardır. Çünkü biz, hakikaten kullarımızı
böyle denemişizdir.
31. Sonra
onların ardından bir başka nesil getirdik.
32. Bunun
üzerine, onlar arasından kendilerine, "Allah'a kulluk edin; çünkü sizin O'ndan başka bir tanrınız yoktur.
Hâlâ Allah'tan korkmaz mısınız?" mesajını ileten bir resul gönderdik.
33. Onun
kavminden, kâfir olup âhirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında
kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler, "Bu, dediler, sadece sizin
gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.
34. Gerçekten,
kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz.
35. Size,
öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin
tekrar meydana çıkarılacağınızı mı va'dediyor?
36. Bu size
vâ'dedilen çok uzak!
37. Hayat,
şu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz, yaşarız; bir daha diriltilecek
değiliz.
38. Bu adam,
sadece Allah hakkında yalan uyduran bir kimsedir; biz ona inanmıyoruz."
39. O
peygamber, "Rabbim! beni yalanlamalarına karşılık bana yardımcı ol!"
dedi.
40. Allah
şöyle buyurdu: Pek yakında onlar pişman olacaklar!"
41. Nitekim
Hak tarafından korkunç bir ses yakalayıverdi onları! Kendilerini hemen sel
süpürüntüsüne çevirdik. Zâlimler topluluğunun canı cehenneme!
42. Sonra
onların ardından başka nesiller getirdik.
43. Hiçbir
ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir, ne de geri kalabilir.
44. Sonra
biz peşpeşe peygamberlerimizi gönderdik.
Herhangi bir ümmete
peygamberlerinin geldiği her
defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları dillere destan
eyledik. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme.
45,46. Sonra
âyetlerimiz ile ve apaçık bîr mucize ile Musa ve kardeşi Harun'u Firavun'a ve
ileri gelenlerine gönderdik. Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar ve büyüklük
taslayan zorba bir kavim oldular.
47. Bu
yüzden dediler ki: Kavimleri bize kölelik ederken, bizim gibi olan bu iki adama
inanacak mıyız?
48. Böylece
onları yalanladılar ve bu sebeple helak edilenlerden oldular.
49. Andolsun
biz Musa'yı, belki onlar yola gelirler diye, Kitab'ı verdik.
50. Meryem
oğlunu ve annesini de bir mucize kıldık; onları, yerleşmeye elverişli, suyu
bulunan bir tepeye yerleştirdik.
51. "Ey
peygamberler! Temiz ve helâl olan şeylerden yiyin; güzel işler yapın. Çünkü
ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.
52. Şüphisez
bu, bir tek ümmet olarak sizin üm-metinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise
benden sakının."
Yüce Allah Önceki
âyetlerde insan, hayvan, bitki, gökler ve yer -in yaratılışında kendisinin
birliğini gösteren delilleri anlattı ve kullarına verdiği nimetleri saydı.
Burada da Mekke kafirlerine ve peygamberleri yalanlayan geçmiş milletlerden ve
başlarına gelen musibetlerden misaller setirdi. Nuh (a.s)'un kıssasından başlayarak
sırasıyla Hûd, Musa ile Firavun ve Meryem oğlu İsa'nın (aleyhimu's-selâm)
kıssalarını anlattı. Bu kıssaların hepsi, peygamberleri ve mucizeleri
yalanlayanlar için öğüt ve ibretlerle doludur.
[31]
Cinnet, delilik.
Bekleyiniz. Tarabbus,
beklemek demektir.
Mübtelîn, imtihan
edilenler.
Heyhat. "Uzak
oldu" mânâsına isim fiildir. Şair şöyle der:
"Çocuklukta geçen
günleri hatırladın. O günlerin sana dönmesi artık çok uzak."[32]
Gusâ, kurumuş ot.
Selin, üzerinde taşıdığı kuru ot, çer-çöp ve kuru kamış gibi şeylere denir.
Bu'den, helak olsun
demektir. Râzî şöyle der: ve benzerleri, kendi fiillerinin yerine kullanılan
mastarlardır. Sîbeveyh şöyle der: Bu
kelimeler, açıkça kullanılmayan fiiller tarafından nasb edilmişler, yani
burada üstün okunmuşlardır. kelimesi takdirinde olup, "yok oldular"
demektir.[33] Kurun, milletler. Birbirinin ardından gelir.
Ahâdîs, kalıbındaki
kelimesinin çoğuludur. Bu da hayret uyandırmak ve teselli etmek maksadıyla
anlatılan şey demektir. Maîn, gözle görülen akarsu. Rabve, yüksek yer. [34]
23. Andolsun
ki Biz, peygamberimiz Nuh'u, kavmini Allah'a çağırması için gönderdik.
Tefsirciler şöyle der: Bu âyet, Rasulullah (s.a.v) için bir tesellidir. Nuh
Peygamber'in durumu anlatılmıştır ki Rasûlullah (s.a.v.) sabırda onu örnek
alsın ve bilsin ki, kendisinden önceki peygamberler de yalanlanmalardır. Nuh,
kavmine, "Bir olan Allah'a kulluk
edin, sizin, ondan başka Rabbiniz yoktur" dedi. Allah'tan başkasına ibadet
ettiğiniz için, onun azabından korkmuyor musunuz? Bu bir tehdit ve
yasaklamadır. [35]
24.
Kavminin, inkar ve sapıklığa iyice batmış olan ileri gelenleri ve reisleri
dediler ki: Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden bu kişi, bir insandır.
Peygamberlik iddia ederek, başkan olma ve sizden daha üstün hale gelmeyi
istiyor ki, siz onun peşinden gidesiniz... Onlar ne kadar sapıktırlar ki, bir
insanın peygamber olmasını uzak görüyorlar da taşın ilah olacağını kabul ediyorlar!
Hayret. Allah, peygamber göndermek isteseydi, bir insanı değil de, bir meleği
peygamber olarak gönderirdi, dediler, Geçmiş milletler ve asırlarda böyle bir
sözün söylenmiş olduğunu duymadık. [36]
25. O,
kendisinde bir delilik bulunan bir adamdan başkası değildir. Bekleyin ve o
Ölünceye kadar ona sabredin.[37]
26. Nûh,
onların iman etmelerinden ümit kestikten sonra dedi ki: Ey Rabbim! Beni
yalanladıkları için onları toptan yok ederek bana yardım et. [38]
27. İşte o
zaman Nuh'a, "Gözümüzün önünde ve kontrolümüz altında gemiyi yap"
diye vahyettik. Onu, emrimizle, öğrettiğimiz şekilde yap. Azabın indirileceğine
dair emrimiz geldiğinde ve ekmek pişirilen tandırdan su fışkırdığında tefsirciler
der ki: Allah bunu, Hz. Nuh'a, kavminin yok olacağına dair bir alâmet kıldı
gemiye, her sınıf hayvandan, bir erkek ve bir dişi olmak üzere bir çift al ki,
bu hayvanların nesli kesilmesin, Çoluk çocuğunu da al. Ancak iman
etmeyenlerden, eşin ve oğlun gibi, haklarında daha önceden helak olacaklarına
dair hüküm verilenler bunun dışındadır, Yok olduklarım gördüğünde, zalimler için benden şefaat isteme. Şüphesiz ben,
onların boğulacağına hükmettim. Onlar boğulmaya mahkumdur. [39]
28. Sen ve
beraberindeki mü'minler gemiye bindiğiniz zaman Sizi boğulmaktan kurtardığı
için Allah'a hamd ediniz. Yüce Allah'ın
ayet-i kerimede "deyin" yerine "de" demesinin sebebi
şudur: Nuh (a.s) kavminin peygamberi ve önderi idi. Ona yapılan hitap,
diğerlerine de yapılmış demektir. [40]
29. Ey
Rabbim! Beni iyi ve her türlü kötülük ve şerden koruyacak bir şekilde indir.
İbn Abbas: Bu, Nuh (a.s)' un gemiden ineceği
zaman yapması istenen duadır. Dostlarını indirenlerin ve kullarını koruyanların
en hayırlısısın.[41]
30. Nuh'un
ümmeti üzerinde cereyan eden olaylarda akıl sahiplerinin getireceği bir çok
delil ve ibretler vardır. Bilesiniz ki biz, peygamberler göndererk kulları imtihan etmekteyiz. [42]
31. Biz, Nuh
kavminden sonra, onların ardından geJen başka bir kavmi, yani Ad kavmini
yarattık. [43]
32. Onlara,
kendi aşiretleri içinden peygamber olarak Hud'u gönderdik, Bir olan Allah'a
kulluk edin, hiç bir şeyi ona ortak koşmayın. Çünkü sizin ondan başka Rabbiniz
yoktur. İnkar ettiğiniz takdirde O'nun azabından ve Öc almasından korkmuyor
musunuz?" dedik. [44]
33. Kavminin,
ahireti ve oradaki sevap ve cezayı inkar eden ileri gelenleri ve kendilerine
dünya nimetlerini bol bol verdiğimiz ve bu yüzden şımarmış olan kafirler
dediler ki; " Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden bu şahıs, sizin
gibi bir insandan başkası değildir." Onlar bu sözü, peşlerinden gelen ve
saptırmış oldukları kimselere söylediler. O da sizin gibi yiyor, içiyor. Size
karşı bir üstünlüğü yok. Çünkü o da yemeye ve içmeye muhtaçtır. [45]
34. Ona uyar
ve onu doğrul arsanız, gerçekten ziyana uğrayanlar olursunuz. Çünük ona uymakla
şahsiyetinizi düşürmüş olursunuz. Ebussuud şöyle der: Bak gör ki, nasıl,
kendilerini hem dünyada hem de ahirette mutluluğa ulaştıracak hak peygambere
uymayı "ziyana uğramak" kabul ettiler de, ziyanın en son noktası olan
putlara tapmayı ziyan saymadılar. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan
döndürülüyorlar?![46]
35. O size,
ölümden sonra yani siz çörümüş kemikler olduktan sonra hayat mı va'dediyor?
Kabirlerinizden diri olarak çıkacağınızı mı söylüyor? Bu, alay etme ve olayı
uzak görme yoluyla sorulmuş bir sorudur. Âyet-i kerimede "Sol siz" lafzı, pekiştirme maksadıyle
tekrarlanmıştır. Çünkü söz
uzadığı zaman, bu şekildeki
tekrar güzel olur. [47]
36. Kabirlerden
çıkarılacağınıza dair size yapılan bu vaad ne kadar uzaktır. Onların bu uzak
görmeden inaksalları, bunun asla olmayacağını söylemektir. [48]
37. Bu dünya
hayatından başka hiçbir hayat yoktur. Toplum tamamen yok oluncaya kadar kimimiz
ölür, kimiz doğar. Artık
öldükten sonra ne dirilme vardır, ne de haşirneşir. [49]
38. O size
getirdiği emirler ve ahirete ait verdiği
bilgilerde Allah'a karşı yalancılık yapan bir
adamdan başkası değildir. Biz onun söylediklerine inanıp onu
doğrulayacak değiliz. [50]
39. Peygamberleri
onların iman etmesinden ümit kesip inkarda ısrar ettiklerini görünce, yok
olmaları için beddua etti ve: "Ey Rabbim! beni yalanladıkları için onlara
karşı bana yardım et" dedi. [51]
40. Allah
buyurdu ki: Onlar yakın zamanda, inkarda bulunduklarına pişman olacaklardır. [52]
41. Onları
yok edici gürültü azabı yakaladı. Bu, Allah'tan bir zulüm değil, onun bir
adaletiydi, elit Onları sel üzerindeki
çer-çöp gibi ölüler haline getirdik. Tefsirciler şöyle der: Cebrail onlara Öyle
bir bağırdı ki, bu sesten dolayı altlarından yer sarsıldı, onlar da bunun
şiddetinden, selin sürüklediği çer-çöp haline geldiler. Âyette geçen Uc,
kelimesi, kendisinden hiç yararlanılmayan basit, değersiz şey demektir.
İnkarları ve zulümleri sebebiyle zalimler yok olsun. Bu, bir beddua cümlesidir.
Yüce Allah sanki şöyle buyurmuştur: "Onlar, Allah'ın rahmetinden uzak ve
yok olsunlar." [53]
42. Onları
yok ettikten sonra Salih, İbrahim, Lut ve Şuayb (a.s)'ın kavimleri gibi başka
milletler meydana getirdik. İbn Abbas şöyle der: Bu sonradan meydana
getirilenler IsrailoğuIIandır. Bu âyette hazif vardır. Takdiri şöyledir:
"Onlar peygamberlerim yalanladılar, biz de onları yok ettik". Şu
âyet bunu göstermektedir: [54]
43. Helak
olacak milletlerden hiçbiri, helak olması için belirlenen vakitten, ne önce
geçebilir, ne de geri kalır. [55]
44. Sonra
peygambere erimiz i arka arkaya birer birer gönderdik. İbn Abbas der ki: "1/5
'nın manası, "Birbirlerinin ardından gelirler" demektir." Hangi
ümmete peygamberi geldiyse, her defasında onlar bunu yalanladılar. Yani, onlar
peygamberlerini yalanlama hususunda, kendileriden önceki yalanlayıcı
sapıkların girdikleri yolu izlediler. Bu âyet onları, aşırı derecedeki
sapıklıklarından dolayı kınamakta ve
adiliklerini ortaya çıkarmaktadır.
Böyle yaptıkları için Yüce Allah
şöyle buyurdu: Biz de onları, birbirlerinin arkasından yok ettik. Onları,
anlatılan haberler ve dilden dile dolaşan kıssalar haline getirdik. İnsanlar
hayretle ve birbirlerini teselli etmek maksadıyle onların başına gelenleri
anlatırlar. Allah ve Rasulüne inanmayan kavim
yok olsun. [56]
45. Daha
sonra Musa ve kardeşi Harun'u açık mucizelerimizle gönderdik. İbn Abbas şöyle
der: "Onlar âsâ, beyaz
çekirge ve benzeri
dokuz mucizedir." ve onlara düşmanı
susturacak açık bir delil verdik. [57]
46. Onları
azgın Firavun ile kavminin kibirli ileri gelenlerine gönderdik. Bunlar,
kibirlenip Allah'a iman ve ibadet etmediler, Firavun ve kavmi kibirli, inatçı
ve başkalarına zulmederek onları ezen bir kavim idi. [58]
47. Dediler
ki, "Şimdi biz, bizim gibi insan olan bu iki adama inanıp peşlerinden mi
gideceğiz? Halbuki Musa ve Harun'un kavmi, hizmetçi ve köle gibi bize itaat
ediyorlar. [59]
48. O iki
peygamberimizi yalanladılar da denizde boğulanlardan oldular. [60]
49. Firavun
ve adamlarmın boğulmasından sonra Musa'ya kitap verdik ki, İsrail oğulları
onunla doğru yolu bulsunlar. [61]
50. Meryem
ve oğlu İsa'nın kıssasının da, sonsuz kudretimizi gösteren büyük bir mucize
kıldık. Onların evlerini ve barınaklarını, Beyt-i Makdis'te yüksek bir yerde yaptık. İbn Abbas der ki:
"Rabve, yüksek yer demektir. Orası, en güzel bitki yetiştiren
yerdir." Orası, üzerinde yaşanılacak şekilde düz ve gözle görülen akar
suların bulunduğu bir yerdir. Râzî şöyle der: "Karâr, üzerinde oturulan
her düz yere denir. Maîn, yer üzerinde açıktan akan sudur." Katâde şöyle
der: "Karâr, meyveli ve sulu yerdir. Yani, meyvesinden dolayı üzerinde
insanların yaşadığı yerdir".[62]
51. Dedik
ki: "Ey peygamberler! Helal olan şeylerden yeyin ve iyi amel işleyerek
Allah'a yaklaşın." Bu, her peygambere kendi zamanında yapılan bir
hitaptır. Ümmetini irşad için, her peygambere bu şekilde emredildi. Nitekim sen
bir tüccara hitap ederken: "Ey tüccarlar! Faizden sakının" dersin.
Şüphesiz ben sizin yaptıklarınızı bilirim. Sizin işlediklerinizden hiçbiri bana
gizli kalmaz. Bu bir tehdit ve uyarıdır. Kurtubî şöyle der: "Bu tehdit
herkesi kapsar. Rasül ve Nebilerin durumu bu olunca, diğer insanlar kendilerini
ne sanırlar?"[63]
52. Ey
peygamberler topluluğu! Sizin dininiz bir tek dindir. O da İslâm dinidir. Ben
de sizin Rabbinizim, ortağım yoktur. Azabımdan ve cezamdan korkun. [64]
Bu mübarek âyetler bir
çok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1.
"Gemiyi gözlerimizin önünde yap" cümlesinde güzel bir istiare vardır.
Yüce Allah koruma ve gözetmeye aşırı derecede dikkat edildiğini, "göz
önünde yapmak" sözüyle ifade etti Çünkü bir şeyi koruyan, genellikle,
korumasını gözüyle görmek suretiyle devam ettirir. Dolayısıyla Yüce Allah, isitâre
yoluyla, koruma ve kollama yerine gözönünde bulundurmayı zikretti.
2. "Tandır
kaynadı" ifâdesi, şiddetten kinayedir. Bu, Arapların, "tandır
kızıştı, yani savaş başladı" sözüne benzer. Bazı â-limler, tennûr
kelimesini, mecaz yoluyla, "yeryüzü" manasına almışlardır.
3.
"Beni indir' ile indirmek ve yapıyorsunuz
ile bilen" arasında cinâs-ı iştikak
vardır.
4.
"Ölürüz" ile "yaşarız" ve "öne geçer" ile "geri
kalırlar" arasında tıbâk sanatı vardır.
5.
"Gönderdik" ile "Peygamberlerimiz" arasında cinâs-ı nakıs
vardır. Çünkü şekil ile birlikte bazı harfler de değiştirilmiştir.
6. "Onları
çer-çöp kıldık" cümlesinde teşbîhî belîğ vardır. Zira vech-i şebeh
(benzetme yönü) ile teşbih edatı hazfedilmiştir. "Hızla yok olma ve
değersizlik hususunda onları çer-çöp gibi kıldık" demektir.
kavminden kafir olup
ahirete ulaşmayı inkar eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz
varlıklı kişiler dediler ki....." cümlesinde ıtnâb
üslubu
vardır. Bu, onları kınamak ve yaptıkları
âdi ve çirkin işleri üzerlerine tescil etmek için
kullanılmış bir üsluptur.
8. gibi
fasılarla fasılalarda latif bir seci' vardır. [65]
"İnsan"
lafzı, hem tekil hem çoğul için kullanılır. Tekil için kullanıldığına Örnek
"O, Meryem'e tam bir insan şeklinde göründü"[66] ile Bizim
benzerimiz olan iki insana mı inanacağız?[67] âyetîleridir. Çoğul için kullanıldığına
örnek: "Eğer insanlardan birini görürsen...."[68] ile " Bu insanlara sadece bir
tebliğdir"[69] Keşşaf sahibi Zemahşerî bunu böyle
açıklamıştır. [70]
53. İnsanlar
kendi aralarıdaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan
ile sevinip böbürlenmektedir.
54. Şimdi
sen onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak!
55. 56.
Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimizi servet ve oğullar ile kendilerine faydalar
sağlamak için can atıyoruz? Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.
57. Rablerine
olan saygıdan dolayı titrereyenler;
58. Rablerinin âyetlerine inananlar;
59. Rablerine
ortak tanımayanlar;
60. Ve,
Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalbleri çarparak
yapanlar;
61. İşte
onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.
62. Biz, hiç
kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı
söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
63. Hayır, onların
kalbleri bu hususta
cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte bir takım kötü işleri vardır
ki, onlar bu işleri yapar dururlar.
64. Sonunda,
refah ve bolluk içinde olanlarını sıkıntıya uğrattığımızda, bakarsın ki onlar
feryadı basarlar.
65. Boşuna
sızlanmayın bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz!
66. 67.
Çünkü âyetlerimiz size okunurdu da, siz, buna karşı kibirlenerek arkanızı
döner, geceleyin hezeyanlar savururdunuz.
68. Onlar bu
sözü hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına
gelmeyen bir şey mi geldi?
69. Yoksa
Peygamberlerini henüz tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar?
70. Yoksa
onda bir cinnet olduğunu mu söylüyorlar? Hayır o, kendilerine hakkı
getirmiştir. Onlar ise haktan hoşlanmamaktadırlar.
71. Eğer
hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile
bunlarda bulunanlar
bozulur giderdi.
Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine
sırt çevirdiler.
72. Yoksa
sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O,
rizık verenlerin en hayırhsıdır.
73. Gerçek
şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.
74. Âhirete
inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.
Yüce Allah önceki âyetlerde
nebi ve rasullerin kıssalarını anlattıktan sonra, bu âyetlerde de o
peygamberlerin kavimlerinden kâfir olanların haberlerinin, ihtilaflarını,
gruplara ve hiziplere bölünecek derecede dinlerinde ayrılığa düşmelerini
anlattı ki insanlar sapıkların yollarından sakınsınlar. [71]
Zübür, kelimesinin
çoğulu olup parçalar manasındadır.
Zebur; gümüş ve demir külçeleri manasına gelir.
Gamra; şaşkınlık ve
sapıklık demektir. Gamra'nın asıl lügat manası, kişiyi baştan aşağı ıslatan bol
sudur.
Feryat edip yardım
isterler. lügatte, yalvarıp yakararak bağırmak demektir. Bu ses, öküz sesine
benzer.
Geri dönersiniz. geri
dönmek demektir. Yoldan çıkanlar. Bir kimse yoldan çıkıp başka bir yola girdiğinde
denir. Mastarı gelir. [72]
53. O
milletler, dinleri hususunda ihtilafa düşüp bir çok gruplara ve farklı farklı
dinlere ayrıldılar. Kendilerine tek din üzerinde toplanmaları emredildiği halde
bir kısmı ateşperest, bir kısmı yahudi, bir kısmı da hristiyan oldular O
grupların her biri kendi dinini beğenmekte ve ondan hoşlanmaktadır.
Kendisininin haklı ve kazançlı olduğunu, başkalarının ise bâtıl yolda olup
ziyana uğradığını sanar. [73]
54. Ey
Muhammedi O müşrikleri gaflet, cehalet ve sapıklıkları içinde bırak. Bu hitap
Peygamber (s.a.v.)'edir. Zamir, Mekke kâfirlerini ifâde eder. Ölünceye kadar
onları böyle bırak. Bu âyet, Rasulullah (s.a.v.) için bir teselli, müşrikler için ise bir tehdittir. [74]
55, 56. O
kâfirler, dünya da kendilerine mal ve oğullar verdiklerimize, iyilikler yapmak
için yarıştığımızı mı sanıyorlar? Böyle yapmamızın, onlara ihsan ve lutfun
çabuklaştırılması ve bu iş için bir yarışma olduğunu mu zannediyorlar. Hayır,
iş onların sandıklan gibi değil. Bilakis bu, onları aşama aşama daha fazla
günaha sürüklemek ve böylece yok etmek içindir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle
buyurdu: Hayır, onlar hayvanlar gibidir. Onların akıl ve şuurları yoktur ki,
durumu düşünüp değerlendirsinler. Bu, onları aşama aşama helake götürmek midir?
Yoksa onlara iyilikte yarış mıdır? Bu âyet, müşriklerin, mal ve oğullarının
olmasının, Allah'ın kendilerinden razı olduğu anlamına gelmediğini
söylemektedir. Nitekim'Yüce Allah, onların durumlarını şöyle bildirir: Biz
malca ve evlatça daha çoğuz. Biz azaba uğratılacak da değiliz dediler.[75]
Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Allah dünya nimetlerini sevdiğine de
sevmediğine de verir. Dini ise, sadece sevdiklerine verir."[76]
Yüce Allah müşrikleri
kınayıp onları tehdit edince, ardından mü'-minleri medhederek onların en üstün
sıfatlarım anlattı. [77]
57. O
mü'minler Allah'ın azamet ve büyüklüğünden korkarlar. Korktukları için de
azabından sakınırlar. [78]
58. Onlar
Allah'ın gönderdiği Kur'ân âyetlerini ve kâinattaki âyetleri tasdik ederler.
Bunlar, Allah'ın varlığını gösteren delillerdir. Bunu ifade etmek için şöyle
söylenmiştir:
Herşeyde onun
birliğini gösteren bir alâmet vardır. [79]
59. Onlar
ibadetlerinde Allah'a başkasını ortak koşmazlar. Aksine onun birliğim kabul
eder ve sadece O'nun rızası için amel ederler. Fahreddin Râzî şöyle der:
"Bundan maksat, Allah'ın birliğine iman etmek ve ona ortak koşmamak
değildir. Çünkü bu mana geçen âyette zaten vardır. Bilakis bundan maksat gizli
şirkte bulunmamaktır. Bu da, ibadeti, sadece Allah rızasını kazanmak ve onu
hoşnut etmek için yapmakla olur."[80]
60. Onlar
zekat ve sadakalarını verirler, çeşitli hayır ve iyiliklerde bulunarak Allah'a
yaklaşmaya çalışırlar. Amellerinin kabul edilmemesiniden de korkarlar. Bu,
mü'minlerin dördüncü sıfatıdır. Hasan-ı Basrî şöyle der: "Mü'min, hem
iyilik eder, hem de kabul edilmemesinden korkar; münafık ise hem kötülük eder,
hem de kendini güven içinde hisseder. Onlar, hesap vermek üzere Rablerine döneceklerine
inandıkları ve iyi amel ve itaatin şartlarını yerine getirmede kusur
edebileceklerinden korktukları için kalpleri titrer. Rivayet olunduğuna göre
Aişe (r.a.), bu mübarek âyeti Rasulullah (s.a.v.)'a sordu ve dedi ki:
"Onlar, yaptıklarını kalpleri titreyerek yaparlar" âyetindeki
şahıslar, "Allah'tan korkarak zina edenler, hırsızlık yapanlar ve içki
içenler mi?" Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle cevap verdi: "Hayır, ey
Sıddîk'in kızı! Onlar, namaz kılan, oruç tutan ve zekatlarını verenlerdir.
Bununla beraber onlar Yüce Allah'tan korkarlar."[81]
61. İşte
kendilerinde bu yüce sıfatları taşıyanlar, o suçlu kafirler değil, yüce
dereceleri elde etmek için Allah'a itaatte yarışmlardır. O hayırlara layık olan
ve onlar için yarışanlar da onlardır. Fahreddin Râzî şöyle der: "Bilesin
ki, bu sıfatlar son derece güzel tertip edilmişlerdir. Birinci sıfat,
mü'minlerde, uygunsuz şeylerden sakınmayı gerektiren şiddetli korkunun meydana
geldiğini, ikincisi, Allah'ın birliğine
iman ettiklerini, Üçüncüsü, ibadetlerde
gösteriş yapmadıklarını, dördüncü
sıfat ise bu üç sıfatı taşıyanların, ibadetlerini, kusur ederim korkusu
içerisinde yaptıklarını gösterir. İşte bu sıddîkların ulaştığı son makamdır.
Allah, oraya ulaşmayı bize de nasip etsin."[82] [83]
62. Bir
lütuf ve ihsanımız olarak, kullardan hiçbirini, gücü yetmediği bir şeyle
yükümlü kılmayız. Mü'minlerin vasıfları anlatıldıktan sonra bu âyetin
getirilmesi, o samimi kulların, güçlerinin yetmediği şeylerle yükümlü
kılmmadıklarma ve bütün yükümlülüklerin insanın gücü dahilinde olduğuna bir
işarettir. Kulların işlediği iyi ve kötü amellerin yazılı bulunduğu amel
defterleri bizim katımızdadır. Ahirette onlara bunların karşılığım vereceğiz.
Amellerinin karşılığı verilirken sevaplarını eksiltmek veya cezalarını
artırmak suretiyle onlara zulmedilmez. Kurtubî şöyle der:" Bu âyet, hem
bir tehdit, hem de zulme karşı bir güvence ifade eder."[84]
63. Fakat,
suçlu kafirlerin kalpleri, bu Kur'ân'a karşı gaflet içinde ve kapalıdır, onu
göremezler. İnkâr ve Allah'a ortak koşma dışında, onların bir çok kötü işleri
de vardır. Bedbahtlığa müstehak olmaları için ilerde onları da yapacaklardır.
Onlar hem inkar ettiler, hem de kötü işler yaptılar. Bu nedenle onlara azap hak
oldu. [85]
64. Nihayet
onların bu hayatta nimet içerisinde yaşayan zenginlerini ve ileri gelenlerini,
açlık, öldürme ve esir etme gibi, dünya cezasıyla cezalandırdığımızda bir de
bakarsın, feryat etmeye ve bağırarak yardım istemeye başlarlar. İbn Abbas şöyle
der: "Bu, onların yedi sene çektikleri açlık cezasıdır." [86]
65. Bugün
artık azaptan kurtulmak için yardım istemeyin. Azabımızdan kurtulamazsınız.
Bağırmak ve yardım istemek size fayda vermez.
[87]
66. Daha
önce size okunan Kur'ân âyetlerini işitiyordunuz. Ökçesi üzerine gerisin geri
dönen kimse gibi o âyetlerden kaçıyordunuz. Bu, onların haktan yüzçevirme
hallerini, gerisin geri dönen kimsenin durumuna benzeterek açıklamaktır. [88]
67. Kur'ân
sebebiyle kibirlenip iman etmiyordunuz. İbn Kesir şöyle der: deki zamir,
Kur'ân'a aittir. Müşrikler gece toplanıp sohbet eder ve Kur'ân hakkında,
"O bir sihirdir, şiirdir, kâhin sözüdür" gibi bâtıl sözler söylerlerdi."[89] İbn Cevzî de şöyle der: deki zamir, Kabe'ye aittir.
Bu, daha Önce adı geçmemiş şeyden kinayedir. Çünkü Kabe'nin durumu
meşhurdur." Buna göre âyetin manası şöyle olur: Diğer insanlar yurtlarında
korku içinde oldukları halde siz Mekke'de ernniyet içinde olduğunuz için Kâ'be
ve Mekke ile iftihar ediyor ve kibirleniyorsunuz. "Biz Harem halkıyız,
kimseden korkmayız. Biz Allah evinin halkı ve dostlarıyız" diyorsunuz.
Bu, İbn Abbas ve diğerlerinin görüşüdür. Gece toplanıp sohbet ediyor ve bu
sohbetlerinizde, Kur'ân hakkında kötü sözler söylüyor, Peygamber (s.a.v)'e [90] sövüyorsunuz. [91]
68. Kur'ânın
nazmındaki mucizeliğe bakıp onun Allah kelamı olduğunu anlayabilmek için
düşümediler mi ki ona inansınlar. Yoksa onlara Allah'tan, daha önce babalarına
benzeri gelmemiş olan yeni bir şey mi geldi? Ebussuud şöyle der: "Yani,
Yüce Allah'tan peygamberlere kitapların gelmesi, inkarı mümkün olmayan ezelî
bir kanundur. Kur'ân da, bu kanuna göre gelmiştir. Peki onu nasıl inkar
ediyorlar?[92]
69.
"Yoksa onlar Muhammed (s.a.v.)'in 'doğruluğunu, güvenilirliğini ve güzel
ahlaklı olduğunu bilmiyorlar mı? Bu âyet, kafirler hakkında bir başka
kınamadır. Yüce Allah onları, evvelâ Kur'an'dan yararlanmakdıkları için kınadı.
İkinci olarak, onlara gelen bu ıkitabın benzerinin, daha önce atalarına da
gelmiş oluduğunu bildirerek kınadı. Üçüncü olarak onların Hz. Muhammed'in (s.a.v.) soyunu, doğruluğunu
ve güvenilir bir kimse olduğunu bildiklerini açıklayarak kınadı. Dördüncü
olarak da, Resûlullah'm (s.a.v.), kendilerinden daha akıllı ve daha zeki
olduğunu bildikleri halde, onu delilikle itham ettiklerini bildirerek kınadı.
İşte bu nedenle, bir sonraki âyette şöyle buyurdu: [93]
70. Yoksa
onlar, Muhammed'in deli olduğunu mu söylüyorlar?" Bu, çeşitli şekillerde
inat ve inkar ettiklerinden dolayı onları kınayan ve hayret bildiren bir başka
ifadedir. Hayır, iş onların iddia ettikleri gibi değildir. Aksine, Muhammed
(s.a.v.) onlara apaçık bir hak
getirmiştir. Bâtılın hiçbir şekilde ona girmesi söz konusu değildir. Muhammed
(s.a.v.) onlara, Allah'ın birliği inanacım ve İslâm kanunlarını kapsayan
Kur'ân'ı getirmiştir. Davetin açıklığına rağmen, müşriklerin çoğu haktan
hoşlanmazlar. Çünkü kalplerinde eğrilik vardır. [94]
71.
Hoşlanmadıkları hak, yani Allah'ın birliği ve adâleti onların bozuk arzularına
uyacak ve çarpık istekleri doğrultusunda gidecek olsaydı, yükseği, alçağı,
bütün alemin nizamı ve bunlarada yaşayan mahlukatm düzeni bozulurdu. Çünkü
onların arzulan çarpık ve farklıdır. İbn Kesîr şöyle der:" Bütün bunlar
kulların acizliğini, görüş ve isteklerinin farklı olduğunu göstermekte ve Yüce
Allah'ın bütün sıfatlarında kâmil olduğunu, fiilleri ve mahlukatı idaresinde
kemal sıfatlarını taşıdığını açıklamaktadır".[95]
Bilakis, biz onlara, şan ve şereflerini kapsayan kitabı getirdik. Bu da, Yüce
Allah'ın sayesinde kendilerini şereflendirdiği Kur'ân-ı Kerim'dir.. Oysa, onlar
bu Kur'an'dan yüzçeviriyorlar. Halbuki onlara layık olan Kur'ân'a boyun
eğmeleri ve saygı göstermeleridir. Çünkü Kur'ân onların şeref ve izzetidir.
Burada, Kur'ân'a hürmet maksadıyle kelimesi tekrar edilmiştir. [96]
72. "Ey
peygamber! Yoksa sen, Allah'ın emirlerini tebliğ karşılığında onlardan bir
ücret mi istiyorsun da, bundan dolayı iman etmiyorlar?" Bu âyet, iman
etmedikleri için onları kınamaktadır. Yoksa Muhammed (s.a.v.) onlardan
herhangi bir ücret istememektedir. Durum böyle olunca, niçin onu yalanlıyor ve
ona düşmanlık ediyorlar? Ey peygamber!
Allah'ın sana lütfedip verdiği rızık daha hayırlıdır. Yüce Allah,
lütfeden ve rızık verenlerin en üstünüdür. Çünkü o, karşılık beklemeden verir.
Başkası ise, bir ihtiyacı için verir. [97]
73. Ey
peygamber! Şüphesiz sen onları dosdoğru yola yani naim cennetlerine götüren
İslâm'a çağırıyorsun. [98]
74. Öldükten
sonra dirilip de sevap veya ceza göreceklerine inanmayanlar var ya, işte
onlar, gerçekten doğru yoldan çıkanlardır. [99]
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz;
1. "Onları
cehaletleri içinde bırak" cümleside latif istiare vardır. Gamre
kelimesinin asıl manası, kişiyi baştan ayağa ıslatan bol sudur. Kafirlerin,
içinde bulundukları cehalet ve sapıklık, istiare yoluyla, insanı tepeden
tırnağa ıslatan bol suya benzetilmiştir.
2. "Sanıyorlar
mı ki, onlara yardım edeceğiz?" cümlesi, inkar ifade eden bir sorudur.
3.
"Onlara iyilik etmede yarıştığımızı mı sanıyorlar?" Cümlesinde, bunu
önceki cümleye bağlayan lafzı hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: "Bunları
vermekle, onlara iyilik etmede yarıştığımızı mı sanıyorlar?" Söylendiği
takdirde söz uzayacağı ve söylenmediği takdirde karışıklık endişesi
bulunmadığı için, hazfi güzel olmuştur.
4. "inanırlar"
ile "ortak koşarlar" arasında tıbâk vardır.
5. "Katımızda,
hakkı söyleyen bir kitap vardır. Cümlesi güzel bir istiaredir. Zira söz
söylemek, sadece dili ile konuşan kimselere mahsustur. Halbuki kitabın dili
yoktur. Yüce Allah, kitabın son derece açıklayıcı ve delillerini ortaya koyucu
olduğunu vurgulamak ve onu konuşan dile benzetmek maksadıyle, istiare yoluyla,
kitabı "Konuşma" sıfatı ile niteledi.
6.
"verirler" ile "verdiler" ve "ameller" ile "amel
edenler" arasında cinâs-ı iştikak vardır.
7. "Siz,
ökçelerinizin üzerine gerisin geri dönüyordunuz" cümlesinde üstün bir
istiare vardır. Yüce Allah, onların haktan yüzçevirmelerini, istiâre-i
temsîliye yoluyla, arkaya dönene benzetti.
8. "ve
benzeri kelimelerde kuvvetli bir seci' vardır.
[100]
75. Eğer
onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, azgınlıklarında
şaşkın şaşkın direnirlerdi.
76.
Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler,
tazarrû ve niyazda da bulunmadılar.
77. Sonunda
üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki
onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır!
78. O, sizin
için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz!
79. Ve O,
sizi yeryüzünde yaratıp türetendir. Sırf O'nun huzurunda toplanacaksınız.
80. Ve O,
yaşatan ve öldürendir gecenin ve gündüzün değişmesi O'nun eseridir. Hâlâ
aklınızı kullanmaz mısınız!
81. Buna
rağmen onlar, Öncekilerin dedikleri gibi dediler.
82. Dediler
ki: "Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken,
mutlaka yeniden diriltile-ceğizjöyle mi?
83. Hakikaten,
gerek bize, gerekse daha önce atalarımıza böyle bir vaadde bulunuldu; bu
geçmiştekile-rin masallarından başka bir şey değildir!"
84. De ki:
"Eğer biliyorsanız söyleyin. Bu dünya ve onda bulunanlar kime
aittir?"
85. "Allah'a
aittir" diyecekler. "Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız!"
de.
86.
"Yedi kat göklerin
Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir?" diye sor.
87.
"Allah'ındır" diyecekler.
"Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız!" de.
88. "Eğer
biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekû-tu kendisinin elinde olan, kendisi her
şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan kimdir?" diye sor.
89.
"Allah'ındır " diyecekler. "Öyle ise nasıl olup da
aldatılıyorsunuz?" de.
90. Doğrusu
biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise gerçekten yalancılardır.
91.
Allah evlat edinmemiştir; O'nunla
beraber hiçbir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi yarattığını
sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah,
onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir.
92.
Görünmeyeni de, görüneni de bilen Allah, O, müşriklerin ortak koştukları
şeylerden çok yüce ve münezzehtir.
93, 94. De
ki: "Rabbim! Eğer onlara yöneltilen tehdidi mutlaka bana göstereceksen;
bu durumda beni zâlimler topluluğunun içine koyma Rabbim!
95. Biz,
onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz.
96. Sen,
kötülüğü en güzel bir şekilde defet. Çünkü biz onların yakıştırmakta oldukları
şeyi çok iyi bilmekteyiz..
97. Ve de
ki: "Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!
98. Onların
yanımda bulunmalarından da sana sığınırım!
99. Nihayet
onlardan birine ölüm gelip çattığında, "Rabbim! der, beni geri gönder;
100. Tâ
ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım" Hayır! Onun söylediği bu söz laftan
ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecek güne kadar bir berzah
vardır.
101. Sûra
üflendiği zaman artık ne aralarında soy-sop vardır, ne de birbirlerini
soruşturacaklardır.
102. Artık
kimlerin tartıları ağır basarsa, işte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.
103. Kimlerin
de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilrine yazık etmişlerdir;
ebediî cehennemdedirler.
104. Orada
dişleri sırıtır halde iken, ateş yüzlerini yalar.
105.
"Allah, size âyetlerim okunurdu da, siz onları yalanlardınız değil
mi?" der.
106. Derler
ki: "Rabbimiz! Bedbahtlığımız bizi yendi; biz, bir sapıklar
topluluğu idik.
107. Rabbimiz!
Bizi burdan çıkar. Eğer bir daha dönersek, artık belli ki biz zâlim insanlarız.
108. Buyurur
kî: Alçaldıkça alçalın orda! Bana bir şey söylemeyin artık!
109. Zira
kullarımdan bir zümre, "Rabbimiz! Biz imân ettik; öyle ise bize acı! Sen,
merhametlilerin en iyisisin "
demişlerdi.
110. İşte
siz onları alaya aldınız; sonunda bu davranışınız size beni hatırlamayı
unutturdu, siz onlara gülüyordunuz.
111. Bugün
ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten
kazananlardır.
112.
"Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?" diye sorar.
113. "Bir
gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor " derler.
114. Buyurur
ki: Sadece az bir
süre kaldınız; keşke siz bilmiş
olsaydınız!
115. Sizi
sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri
getirilmeyeceğinizi mi sandınız?
116. Mutlak
hâkim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka ilâh yoktur. O, yüce Arş'in
sahibidir.
117. Her kim
Allah ile birlikte diğer bir ilâha taparsa, -ki bu hususla ilgili hiç bir
delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak
ki kâfirler iflah olmaz.
118. De ki:
"Bağışla ve merhamet et. Rabbim! Sen, merhametlilerin en
hayirlısısın."
Yüce Allah önceki
âyetlerde müşriklerin imana davetten yüzçevir-diklerini anlattıktan sonra
burada da yüzçevirmelerinin sebebini anlattı. Bu sebep de inat ve taşkınlıktır.
Bunun ardından da kendisinin birliğini gösteren delilleri getirdi. Daha sonra
âhiret hallerini ve insamların orada mutlular ve mutsuzlar diye iki kısma
ayrıldığını açıkladı. Bu âyetlerde, insanların âhirette haşr olmasının
hikmetini açıklayarak sûreyi sona erdirdi. Ayrıca bu âyetlerde, kıyamet
olmasaydı itaat edenle isyan edenin, iyi ile kötünün birbirinden ayırt
edilemeyeceğini de bildirdi. [101]
Müblisûn, hayrete
düşüp ümit kesenler. Her türlü hayırdan ümit kesmektir.
Korur, yani
kendisinden yardım isteyeni korur. Bir kimse diğerine yardım edip de onu bir
başkasının kötülüğünden koruduğunda, der.
Hemezât, kışkırtmak ve
şiddetli tahrik manasına gelen kelimesinin çoğuludur. Bu manada kullanılan ve
kelimelerine benzer.
Şeytanın, vesvese
vererek kurduğu tuzak demektir.
Berzah; engel, mani
demektir. Cevheri şöyle der: "Berzah, iki şey arasındaki engel
manasmdadır.[102]
Kâlihûn, dişleri
sırıtanlar. Dudakların geri çekilerek dişlerden uzaklaşması demektir ki bu da
insan yüzünün en çirkin halidir. [103]
İbn Abbas'm şöyle
dediği rivayet olunur: "Aşağıdaki âyetler Sümâme b. Üsâl hakkında indi.
Bir seriyye Sümâme'yi esir aldı. O da müslüman oldu. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) onu serbest bırakınca Mekke ile Mire arasında bir yere gitti ve şöyle
dedi: "Vallahi Rasulullah (s.a.v.) izin vermedikçe size Yemâme'den bir
tane dahi buğday gelmeyecek." Allah, Kureyş'i kıtlık ve açlıkla
cezalandırdı. Netice lâşe, köpek eti ve ilhiz yediler. İlhiz nedir? diye
soruldu. İbn Abbas dedi ki:" Araplar yünleri alıp kana bularlar, sonra onu
kızartıp yerlerdi. İşte ilhiz budur. Bu kıtlık üzerine Ebu Süfyân şöyle
dedi:" Allah ve akraba hakkı için söyle, sen, Allah'ın seni âlemlere
rahmet olarak göndediğini iddia etmiyor musun?" Rasulullah (s.a.v.) :
"Evefdedi, Ebu Sufyan: "Vallahi görüyorum ki, sen babalan kılıçla,
çocukları da açlıkla öldürdün." Bunun üzerine şu âyetler indi: Eğer onlara
acıyıp da, içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, azgınlıklarında şaşkın
şaşkın direnirlerdi.[104]
75. Seni
yalanlayan ve sana karşı inatla direnen o müşriklere acıyıp da başlarına gelen
kıtlık ve kuraklık belasını kaldırsaydık ve onlardan musibetler i giderseydik,
elbette sapıklık ve haddi aşmalarına şaşkın şaşkın devam ederlerdi. [105]
76. Onları
musibet ve sıkıntılarla, açlık ve kıtlıkla imtihan ettik. Yine de Allah'a boyun
eğip azameti karşısında tevazu göstermediler,
Belâların giderilmesi için Rablerine dua etmediler, aksine kibir ve
gururlarında devam ettiler. Maksat şudur: Onlar aşırı derecede azgın ve taşkın
oldukları için, geçmişte tevazu gösterip Allah'a dönmediler, gelecekte de
dönmeyeceklerdir. [106]
77. Nihayet
âhiret sıkıntıları ve Allah'ın, hesaba katmadıkları azabı onlara gelip
çattığında işte o zaman, her türlü hayır ve iyilikten ümit keserler. Ebussuûd
şöyle der:" Burada azaptan maksat, âhiret azabıdır. Nitekim âyetin
taşıdığı tehdit ve azabın şiddetli olduğunun bildirilmesi bunu göstermektedir.
Buna göre âyetin mânâsı şöyle olur: Biz onları öldürme, *esir etme, açlık ve benzeri
türlü sıkıntılarla imtihan ettik. Ancak, âhiret azabını görünceye kadar onlardan
herhangi bir yumuşama ve İslama yönelme görülmedi. Azabı gördüklerinde ise
ümitlerini kesmeye ve boyun eğmeye başladılar."[107]
Bundan sonra Yüce
Allah verdiği nimetleri ve birliğini
gösteren delilleri hatırlatarak şöyle buyurdu: [108]
78. Sizin
kulaklarınızı, gözlerinizi ve kalplerinizi yaratan O'dur. İşt& bu duyu
organlarım işitesiniz, göresiniz ve anlayasınız diye sizin için yarattı. Burada
müşrikler kınanmaktadır. Çünkü onlar bu nimetleri, kullanılmaları gereken
yerlerde kullanmadılar. Zira kulak, kişiyi doğruya götürecek şeyin işitilmesi;
göz, Allah'ın sıfatlarının
eksiksiz olduğunu gösteren delillerin görülmesi; akıl, Allah'ın yarattıkları ve
engin gücü hakkında düşünülmesi için yaratılmıştır. Kim bu nimetleri yerli
yerinde kullanmazsa, onları yok etmiş demektir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurdu: "Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri kendilerine bir fayda
sağlamadı"[109] Bu üç nimetin, faydalan büyük olduğu için Yüce
Allah özellikle bunları zikretti. Rabbinize ne de az şükrediyorsunuz?! Buradaki azlığı
pekiştirmek için gelmiştir. Yani, Allah'ın size lütuf ve ihsanının çokluğuna
rağmen sizin O'na karşı şükrünüz ne kadar az demektir. [110]
79. Sizi
yaratıp doğum yoluyla çoğaltarak yeryüzüne yayan odur. Hesap ve ceza için
sadece, bir olan Allah'ın huzurunda toplanacaksınız. [111]
80. Çürümüş [112] kemikleri dirilten, mahlukatı ve milletleri
öldüren odur. Uzayıp kısalarak, gece ve gündüzün farklı oluşu da bir olan Yüce
Allah'ın fiilidir. Allah varlığını ve gücünü gösteren delilleri getirmek için
bunu yapar. Sizin, Allah'ın kudretini ve ezici gücünü gösteren delilleri
anlayacak aklınız yok mu ki, düşünüp de, hiç yoktan bunu yapabilenin, yok
olduktan sonra mahlukatı tekrar diriltmeye kadir olacağını anlayasımz. [113]
81. Âyette
geçen idrâb içindir. Yani, oların bu âyetleri ve ibretleri düşünecek akıl ve
fikirleri yoktur. Aksine o Mekkeli müşrikler önceki milletlerin söyledikleri
gibi söylediler. [114]
82. Dediler
ki, biz çürüyüp zerreler haline geldikten ve çürümüş kemikler olduktan sonra,
gerçekten ikinci kez yaratılacak mıyız? Bu düşünülemez, bu asla olmaz. [115]
83. Bu bize
ve bizden önceki babalarımıza da va'dedilmişti. Bunun gerçek olduğunu
sanmıyoruz, Bu ancak, öncekilerin yalanlan ve batıl sözlerinden başka bir şey
değildir. Müşrikler öldükten sonra dirilmeyi ve haşir neşiri inkar edince Yüce
Allah, Peygamberine (s.a.v.), bâtılın belini kıracak şu güçlü delille onları
susturmasını emretti. Şöyle buyurdu: [116]
84. Ey
Muhammedi Onların iddialarına cevap olarak de ki: Yeryüzü ve onun üzerinde
bulunan mahluklar kimin? Onların sahibi kim? Yok etmek ve vücuda getirmek
suretiyle onlarda tasarrufta bulunan kim? Eğer bu konuda bir bilginiz varsa
onu bana bildirin. Bu cümle onların küçüklüklerini ve cahilliklerini ortaya
koymaktadır. Kurtubî şöyle der:" Yüce Allah bu âyette, kendisinin
birliğini ve ilâhlığını, yok olmaycak olan mülkünü ve değişmeyen gücünü haber
vermektedir. Bu ve bundan sonraki âyetler,
kâfirlerle mücadelenin ve onlara delille karşı Çıkmanın caiz olduğunu
gösterir. Aynı zamanda başlangıçta yoktan yaratan, meydanan getiren ve benzeri
olmadan var eden kimsenin ilâhlığa ve mâbûtluğa layık olduğuna dikkat
çeker."[117]
85. Onlar
cevap olarak; yeryüzünü ve onda bulunanları yaratan ve meydana getiren
Allah'tır diyeceklerdir. Bunu itiraftan başka çareleri yoktur. De ki, ibret
alıp da, bunları yoktan yaratanın, tekrar yaratabileceğini anlıyamıyor musunuz? [118]
86. De ki,
içlerinde bulunan güneşler, yıldızlar ve aylarla birlikte kat kat gökleri
yaratan kimdir? Kimdir, tertemiz meleklerin taşıdığı yüce Arş'ı yaratan. [119]
87. Onları
yaratan Allah'tır. Onların hepsi Allah'a aittir, derler. De ki, hâlâ Allah'ın
azabından korkmayacak ve onu birIemeyecek misiniz? Hâlâ, Allah'tan başka
taptığınız putlara ibadeti bırakmayacak msıniz? [120]
88. De ki,
bu geniş mülk kimin elindedir? Her şeyin hazineleri kimindir? Kâinatta yaratma,
vücuda getirme ve idare etme yetkisine sahip olan kimdir? Kendisine sığman ve
eman dileyeni koruyan ve ona karşı, kimsenin başkasından yardım dilemediği
kimdir? Eğer biliyorsanız, bunu bana haber verin. [121]
89.
"Bütün mülk ve idare Allah'a aittir" diyeceklerdir, Onlara de ki,
O'nun tek başına mülkün sahibi olduğunu ve onda tasarrufta bulunduğunu
bildiğiniz ve itiraf ettiğiniz halde, nasıl oluyor da al-danıyor ve Allah'a
itaat ve onu birlemekten nasıl çevriliyorsunuz? Ebu Hayyan şöyle der: "Burada sihir müsteâr olarak
kullanılmiştir. Onların yaptıkları
saçmalıklar ve yersiz davranış ve konuşmalar, büyülenmiş kimsenin yaptığı saçmalıklara
ve yalpalamalara benzetilmiştir."[122]
Yüce Allah, bu üç kınamayı aşama aşama sıraladı. Önce düşünmüyor musunuz?"
Sonra sakınmıyor musunuz? buyurdu. Bu ikinci de daha fazla korkutulduğu için,
biriciden daha vurguludur. Üçüncü olarak da şöyle buyurdu: Nasıl büyülenip
aldanıyorsunuz? Bunda diğerlerinde bulunmayan bir kınama vardır.[123]
90. Aksine,
Allah'ın birliği, öldükten sonar dirilme ve hesap konusunda biz onlara doğru
sözü getirdik. Şüphesiz onlar, Allah'a isnat ettikleri ortaklar ve çocuklar
hususunda yalan söylemektedirler. Yüce Allah geçen âyetlerde onların aleyhine
birçok delil getirdikten sonra, bu âyette de onları tehdit edip korkutmaktadır.
Bundan sonra da Allah'ın ortağı ve çocuğu olmadığını kesin delille açıklayarak şöyle buyurdu: [124]
91. Allah,
ne meleklerden ne de insandan, kesinlikle herhangi bir çocuk edinmedi. İlâhlık
ve Rablıkta O'na ortak olacak herhangi bir kimse de yoktur, Putperestlerin iddia
ettiği gibi, onunla birlikte herhangi bir ilâh olsaydı, bu takdirde her ilâh,
yarattığını tek başına yaratır ve ona tek başına hükmeder, her birinin mülkü
diğerinden ayrılırdı. Dünya kral arının durumu gibi, bir kısmı diğerine galip
gelirdi. İbn Kesir şöyle der: "Eğer birden çok ilâhın varlığı kabul
edilseydi, bunların her biri, yarattığını tek başına yaratırdı. Sonra da
bunların her biri diğerini ezmek ister, sonuda birbirlerine galip gelirler ve
varlığın düzeni kalmazdı. Halbuki bu varlık âleminin son derece mükemmel bir
şekilde düzenli olduğu görülmektedir. İşte bu, Allah'ın
çocuk ve ortak edinmekten uzak olduğunu
gösterir."[125]
Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle buyurdu: Yüce Allah, zâlimlerin kendisini
nitelediği şeylerden uzak ve yücedir. [126]
92. O
gözlerin görmediğini de gördüğünü de bilir. Mahlûkâtın hiçbir durumu O'na gizli
kalmaz. O ortaktan, çocuktan uzak ve yücedir. [127]
93. De ki,
"Ey Rabbim! Onlara dünyada çektireceğini va'dettiğin azabı mutlaka bana
göstereceksen, [128]
94. Ey
Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kılma ki, onlarla birlikte helak olmayayım.
"Bu cümle ile başlayan şart cümlesinin cevabıdır. Yalvarma ve yakarmanın
çok olduğunun ifade edilmesi için, "Ey Rabbim" sözü tekrar edildi.
Ebu Hayyân şöyle der: "Şu bir gerçektir ki, Rasulullah (s.a.v.), kendisinin, zâlimler
topluluğundan kılınmasına sebep olacak şeylerden korunmuştur. Fakat, kulluğunu
açığa çıkarmak ve Allah'a karşı tevazu göstermesi için, bu şekilde dua etmesi
emrolundu."[129]
95. Şüphesiz
biz, onlara va'dettîğimiz azabı sana gösterebiliriz. Fakat, biz, bir-hikmetten
dolayı onu erteliyoruz.[130]
96. Onların
kötülüklerini, kendilerine hoş görülü davranarak ve onlara karşı iyi muamele
ederek defet. İbn Kesir şöyle der: "Yüce Allah, Hz. Peygambere (s.a.v.),
insanlara muamele hususunda en faydalı ilacı gösterdi. O da, kendisine kötülük
yapanın kalbini kazanmak, düşmanlığının dostluğa, kininin sevgiye dönüşmesi
için ona iyilik yapmaktır."[131] Biz onların hallerini ve yapacakları yalanlama
ve alayı daha iyi biliriz ve yaptıklarının karşılığını veririz. [132]
97. De ki:
"Ey Rabbim! Şeytanın, bâtıl şeyleri ve kötülükleri yapmaya teşvik edici
vesveselerinden sana sığınırım. [133]
98. Ey
Rabbim! Onların bana herhangi bir kötülük etmelerinden veya işlerimde benimle
beraber olmalarından sana sığınırım." Allah'a sığınmanın önemini göstermek
ve bunu vurgulu bir şekilde ifade etmek için cümle tekrar edildi. [134]
99. Burada
söz, tekrar müşriklere döndü. Müşriklerden birine ölüm gelip de onun şiddet ve
sıkıntılarını gözleriyle gördüğünde, Yapması gerekeni yapmadığına pişman
olarak şöyle der: "Ey Rabbim! Beni
dünyaya geri çevir." Ayette, "Beni
çevirin" şeklinde çoğul gelmesi, saygı ifade eder. [135]
100. Ömrümün
boşa harcadığım kısımlarında iyi amel yapabilmem için beni geri çevir. Hayır,
Artık dünyaya dönüş yok. Bundan vazgeçsin. Onun geri dönme isteği faydasız ve
boşunadır. Bu isteği boşa gitmiştir. Âyette geçen y£ edatı, yasaklama ve
caydırma manası ifade eder. Önlerinde, dünyaya dönmelerine mani olacak bir
engel vardır. Bu engel Berzah âlemidir. Berzah, onların dönüş yolunu kapatacak
ve kıyamet gününe kadar orada kalacaklardır. Mücâhid şöyle der:" Berzah,
dünya ile âhiret arasında bir engeldir."
[136]
101. Sûr'a
ikinci defa üfürüldüğünde, ki, bu öldükten sonra dirilme ve haşir-neşir
üfürüğüdür, Artık, kıyamet gününde ne akrabalık ne de soy sop onlara fayda
sağlayacaktır. Çünkü, şiddetli korku ve dehşetten dolayı, birbirine acıma ve
şefkat olmayacaktır. Şöyle ki, kişi kardeşinden, annesinden, babasından,
eşinden ve çocuklarından kaçacaktır. Herkes kendi nefsiyle meşgul olduğu için,
birbirlerinin durumunu soramayacaklar. Bu âyet, "Onlar birbirlerine dönerek
durumlarını sorarlar"[137] âyetiyle çelişmemektedir. Çünkü kıyamet günü,
uzun bir gündür. Orada bir çok yer ve durak vardır. Bunların bazılarında
konuşurlar, bazılarında konuşmazlar. [138]
102. Bir
tane ile bile olsa, kimin iyilikleri kötülüklerine ağır basarsa, işte onlar
kazançlı mutlu kimselerdir. Cehennemden kurtulup cennete sokulmuşlardır. [139]
103. Kimin
de kötülükleri iyiliklerinden fazla olursa işte onlar ömürlerini boşa
harcadıkları ve onu küfür ve günahlarla kirlettikleri için ebedî saadetlerini
kaybetmiş mutsuz kişilerdir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklar, oradan asla
çıkarılmayacaklar. [140]
104.
Cehennem ateşi, şiddetli sıcağıyla onların yüzünü yakacaktır. "Yüz"
vücudun en kıymetli âzası olduğu için, özellikle o zikredildi, Onlar
cehennemde çirkin görünüşlü ve çirkin yüzlü olacaklardır. İbn Mes'üd şöyle
der: "Onların dişleri açığa çıkmış, dudakları gerilmiş, ateşle taranmış baş gibi olmuştur. Hadiste şöyle buyrulmuştur: "Ateş onu
dağlar, üst dudağı, başının ortasına varacak kadar gerilir. Alt dudağı da,
göbeğine inecek kadar sarkar"[141]
105. Onları
kınamak ve azarlamak için şöyle de nilir: "Nurlu Kur'ân'ın âyetleri size
dünyada okunmuyor muydu?
Açıklığına rağmen siz
onlara inanmıyordunuz." [142]
106. Onlar
derler ki: "Ey Rabbimiz! Azgınlığımız bize galip geldi. Biz, zevk ve
nefsânî arzularımızın peşinden koştuğumuz için doğru yoldan sapmış bir toplum
olduk. [143]
107. Ey
Rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkar ve dünyaya geri gönder. Bundan sonra tekrar
inkara ve günaha dönersek şüphesiz zulümde haddi aşmış oluruz. Kâfirler önce
suçlarını itiraf ettiler. Sonra da yavaş yavaş, itiraftan, iyi şeyleri istemeye
ve yalvarmaya geçtiler. Fakat cevap, ümitlerini kırıcı ve bu gibi istekleri
yasaklayıcı mahiyette geldi: [144]
108. Ateş
içinde zelil olun. Köpeklerin kovulduğu
gibi defolup gidin.
Azabın kaldırılması hususunda bana
bir şey söylemeyin. İbn Cüzeyy şöyle der:" kelimesi, köpeği kovmada kullanılan
bir kelimedir. Bunda küçümseme ve kovma manası vardır."[145]
109. Çünkü
kullarımdan bir zümre, "Rabbimiz! Biz iman ettik. Bize acı. Sen
merhametlilerin en iyisisin" demişti. Mücâhid şöyle der:" Bunlar
Bilâl-i Habeşî, Habbâb b. Eret, Suheyb-i Rûmî ve diğer zayıf müslümanlardır.
Ebu Cehil ve arkadaşları bunlarla alay ederlerdi."[146]
110. Siz
onları alaya alıp dalga geçtiniz. Nihayet onlarla meşgul olup alay etmeniz
sebebiyle bana itaat ve ibadeti unuttunuz. Siz dünyada onlara gülüyordunuz. [147]
111. Sizin
eziyetlerinize sabrettiklerinden dolayı onları en güzel şekilde
mükafatlandırdım. Şüphesiz ebedî nimetleri kazananlar onlardır. [148]
112. Yüce
Allah kınama ve azarlama yoluyla kâfirlere der ki: "Dünyada kaç yıl
kaldınız? Orada ne kadar yaşadınız?" [149]
113. Derler
ki: Bir gün veya bir günden az kaldık.
iyi hesap edip sayanlara sor. tbn Abbas
şöyle der: İçinde bulundukları azap
onlara kaldıkları süreyi unutturdu. [150]
114. Yüce
Allah buyurdu ki: "Siz gerçekten dünyada çok az kaldınız" Fahreddin
Râzî şöyle der:" Sanki onlara şöyle denir: Doğru söylediniz. Dünyada çok
az kaldınız. O da gelip geçti. Bundan maksat, dünya günlerinin, âhiret günleri
yanında çok az olduğunu onlara bildirmektir.[151] Eğer sizin ilminiz ve anlayışınız olsaydı,
elbette dünyanın adiliğini ve
nimetlerinin geçici olduğunu anlardınız. [152]
115. Ey
insanlar! Sizi boşuna yarattığımızı ve hayvanlar gibi, sevapsız ve cezasız olarak başıboş bırakacağımızı mı sandınız? Ve
nesap ye ceza içm bize dönmeyeceğinizi mi sandınız? Hayır, mesele sizin
sandığınız gibi değildir. Biz sizi sadece mükellef tutmak, ibadet etmek, sonra
da ceza yurduna yani âhirete dönmek için yarattık.[153]
116. Yüce
Allah noksan sıfatlardan uzaktır. O, saltanat sahibidir. Yaratmak, yok etmek,
hayat vermek ve öldürmek suretiyle mülkünde tasarruf sahibidir. O boşu boşuna
bir şey yapmaktan, noksanlıktan ve anlamsız bir şey yaratmaktan uzaktır. Çünkü
hikmet sahibidir. Ondan başka ne bir rab vardır, ne de bir yaratan. O, Yüce
Arş'm yartıcısıdır. Rahmet, hayır ve bereket Arş'tan indiği ve bu Arş,
şereflilerin en şereflisine nisbet edildiği için, Yüce Allah Arş'ı
"Kerîm" sıfatıyle nitelemiştir. [154]
117. Kim
Allah'a ortak koşar ve O'nunla birlikte başkasına taparsa, kim delilsiz ve.hüccetsiz
olarak böyle yaparsa, Onun cezası Allah katındadır. Durum şu ki, Allah'ı ve
Rasullerini inkâr edip yalanlayan kazançlı çıkmaz. Bu sûre, cümlesi ile
başlamış, cümlesi ile sona ermiştir ki, her iki grup arasındaki farklılık
ortaya çıksın. Başlangıç ile sonuç arasında ne kadar fark var! [155]
118. De ki:
"Bağışla ve merhamet et. Rabbim, sen, merhametlilerin en iyisisin."
Yüce Allah, ümmete, dua ve övgü yolunu öğretmek için, Rasulûne istiğfar
etmesini ve merhamet istemesini emretti.
Allah'ım! Bizi
bağışla, bize, her şeyi kapsayan rahmetinle muamele et. Ey merhametlilerin en
merhametlisi, duamızı kabul buyur. [156]
Bu mübarek
âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Sizin
için kulaklar, gözler ve gönüller yaratan odur." Burada nimetler sayılıp
dökülmüştür.
2. "Kulak
ve gözler." "Kulak" tekil, "göz" ise çoğul olarak
gelmiştir. Bu, tefennun (çeşitleme) sanatıdır.
3. "Ne
de az şükrediyorsunuz!?" cümlesinde kelimesinin nekra olarak gelmesi
"azlık" ifade etmek içindir. Cümledeki edatı, bu belirsizlikten çıkan
"az"lık mânâsını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir.
4. "Akıl
etmiyor musunuz?", "düşünmüyor musunuz?" ve "korkmuyor
musunuz?" cümlelerinde, sorudan maksat, kınama ve inkârdır.
5.
"Diriltir" ile "öldürür" arasında tıbak sanatı vardır.
6. "Eğer
bilirseniz" şart cümlesinin cevabı hazfedilmiştîr. Çünkü, şartın kendisi,
cevabın ne olduğunu kesin olarak göstermektedir. Takdiri şöyledir: "Eğer
biliyorsanız, onu bana haber verin."
7. "O,
eman verir" ile "Ona karşı yardım istenmez" arasında tıbâk-ı
selb vardır.
8. "Allah
hiçbir çocuk edinmedi" cümlesinde harf-i çerinin fazladan getirilmesiyle
söz pekiştirilmiştir. Takdiri, şeklindedir. Aynı şekilde Onunla beraber hiçbir
ilâh yoktur" cümlesi de böyledir. Her iki cümelede de harf-i çeri,
olumsuzluk mânâsını kuvvetlendirmek ve pekiştirmek için gelmiştir.
9. kelimeleri
arasında tıbâk vardır.
10. "Onlara
yaptığımız tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz" cümlesinde,
muhataplar bunu inkar ettikleri için, ve edatları ile mânâ pekiştirilmiştir.
11.
"Sen kötülüğü en güzel bir şekilde defet" cümlesinde tıbâk-ı manevî
vardır. Çünkü mânâ, "kötülüğü iyilikle defet" demektir. Bu ise, mânâ
ile tibâktır, lafızla değildir.
12. "Ey
Rabbîm! Beni geri çevirin" âyetinde hürmet için kelime çoğul gelmiştir.
Allah'a karşı bir saygı ifadesi olarak, "Beni geri çevir" dememiştir.
13. "Bu,
onun söylediği bir sözdür" cümlesi mecâz-ı mürseldir. Bu "Zikr-i cüz
irade-i küll" kabilindendir. Kelime söylenmiş cümle kastedilmiştir.
14.
"Kimin terazisi ağır gelirse" ile "kimin terasizi hafif
gelirse" arasında latif mukabele sanatı vardır.
15. "Kazançlı
çıkanlar sadece ve sadece onlardır" cümlesinde kasr sanatı vardır.
16.
"Merhamet et" ile Merhamet edenler arasında cinâs-ı iştikak vardır.
17. Akıcı ve
vezinli seci' sanatı vardır. Bu çok ve meşhurdur.
Allah'ın yardımiyle
Mü'minûn sûresinin tefsiri bitti. [157]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/161.
[2] el-Bahru'l-muhit, VI/393
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/164.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/164.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165.
[6] Muhtasar-i İbn Kesir, 11,559
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/165.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165.
[11] el-Bahr, VI.397
Muhammed Ali165.
Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/165.
[12] el-Teshil, 111,49
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/165.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165.
[14] Buharı, Cihad, 4
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/165-166.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/166.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/166.
[18] Tefsir-i Kebir, XXrn,85
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/166.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/166.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/166.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/166.
[23] Muhtasar-ı İbn Kesir, Tl, 536
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/166-167.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/167.
[25] Ahmed b. Hanbel, 111,497; İbn Mace, Et'ıme, 34
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/167.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/167.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/167.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/167-168.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/168.
[30] Ahmed b. Hanbel, 1,34; Tirmizî, Tefsir-i Sûre 23.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/168.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/173.
[32] Kurtubî, XII, 122
[33] Tcfsir-i Kebir, XXIII, 99
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/173.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/173-174.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/174.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/174.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/174.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/174.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/174.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/174-175.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[46] İrşâdu'l-akli's-selîm, IV, 31
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/175.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/175.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/176.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176.
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/176-177.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/177.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/177.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/177.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/177.
[62] Tefsîr-i Kebir, XXIII, 103
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/177.
[63] Kurtubî, XII, 127
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/177.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/177.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/177-178.
[66] Meryem sûresi,19/17
[67] Müminim sûresi, 23/47
[68] Meryem sûresi, 19/26
[69] Müddessir sûresi, 74/31
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/178.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/181.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/181.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/181.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/181-182.
[75] Sebe' sûresi, 34/35
[76] Ahmed b. Hanbel, I, 387
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/182.
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/182.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/182.
[80] Tefsir-i Kebir, XXIII, 107
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/182.
[81] Ahmed b. Hanbel, VI,] 59
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/182-183.
[82] Tefsîr-i kebîr, XXHI,107
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/183.
[84] Kurtubî, XH, 134
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/183.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/183.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/184.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/184.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/184.
[89] Muhtasar-ı İbn Kesir, 11,569
[90] Zâdu'l-mesîr, IV,482
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/184.
[92] Ebussuud, IV,38
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/184.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/184-185.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/185.
[95] Muhtasar-ı İbn Kesir, 11,570
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/185.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/185.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/185.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/185-186.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/186.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/191.
[102] Kurtubî, XII, 150
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/192.
[104] el-Bahr,VI,415
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/192.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/192.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/193.
[107] Ebussuûd, IV,40
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/193.
[109] Ahkâf sûresi, 46/26
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/193.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/193.
[112] Bu, "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek? (Yâsîn
süresi, 36/78) âyetine işaret etmektedir.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/193-194.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/194.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/194.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/194.
[117] Kurtubî,XII,145,146
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/194.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/194.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/194.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/194-195.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/195.
[122] el-Bahru'1-muhit, VI.418
[123] İbnu'l-Cüzeyy,
Teshil, 111,55
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/195.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/195.
[125] Muhtasar-ı İbn Kesir, 11,573
[126] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/195-196.
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[129] el-Bahr, VI.420
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/196.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[131] Muhtasar-ı İbn Kesif, 11,574
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/196.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/197.
[137] Saffât sûresi, 37/27
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/197.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/197.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/197.
[141] Tirmizî, Cehennem;5; Tefsîr-i sûre, 23 Tirmizî:
"Bu hadis, hasen ve garib bir hadistir" demiştir.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/197.
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/197-198.
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/198.
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/198.
[145] et-Teshîl, 111,57
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/198.
[146] Kurtubî, XII, 154
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/198.
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/198.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/198.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/198.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/198.
[151] Fahreddin Râzî, et-Tefsîru'l-kebîr, XXIII, 12
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/198-199.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/199.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/199.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/199.
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/199.
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/199-200.