Güçlü Ve Hikmet Sahibi Allah'a İman
Göklerin Yaratılışındaki Açık Deliller:
Davarlarda Ve Yaratılışlarında Allah'ın Varlığına İşaret Eden Deliller:
Nuh Peygamberin Kıssasından
Alınacak İbret
Bazı Peygamberlerin Durumlarının Hatırlatılması
Hayır İşlerinde Yarışan Mü'minler
Kafirler, İşledikleri Ameller Ve Sebepleri
Müşriklerin Bunca Delile Rağmen Allah'a Ortak Koşmaları
Allah'ın Çocuğu Ve Ortağı Yoktur
Sevgili Mustafa'ya İlahi Buyrukları
Kıyamet Gününden Bazı Sahneler
Müfessirlerin tümüne göre bu
sûrenin tamamı Mekki'dir. 118 ayettir. Sûre, imandan,
mü'mİnlerden söz eder. Baştan sona bu konuyu ele ahr. Mü'min-lerin
özelliklerini belirttiği için, İnsanda ve kainattaki iman esaslarım anlatır.
Sonra hepsi de ortak görev olarak, insanları imana davet ettiğine göre, bazı
peygamberlerin risalet görevlerine de temas
etmektedir. Sonra sûre, yine mü'minlere ve onların
özelliklerine, kafirlere ve onların yaptıkları işlere dönmekte, ayrıca bu
arada Cenab-ı Allah'ın bazı sıfatlarını ele
almaktadır. Bu ayet-i kerimeler, Cenab-i Allah'ın
Peygamber efendimize yaptığı bazı direktiflerle son bulmakta, bundan sonra
ihsanların ibret ve öğüt almaları için kıyametten bazı sahneler gözler önüne
serilmekledir. [1]
Rahman ve rahîm olan
Allah'ın adıyla
1- Mü'minler saadete ermişlerdir.
2- Onlar namazda huşu içindedirler.
3- Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.
4- Onlar zekatlarını verirler.
5-6- Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem
yerlerini herkesten ko-1 rurlar.
Doğrusu bunlar yeriiemezler.
7- Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı
gidenlerdir.
8- Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.
9- Namazlarına riayet ederler.
10-11- İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs
cennetine varis olanlardır. [2]
Yararsız
şeyler.İstedi.Haddi aşanlar. Cennetteki en yüce mekan. [3]
Hz. Ömer İbn-İ Hattab (R.A.)'nün şöyle dediği rivayet edilir: Resulul-lah (s.a.v.)'e vahy indiğinde yüzünün yanında arı vızıltısı gibi sesler
duyulurdu. Bir saat kadar bekledik, sonra kıbleye yöneldi. Ellerini kaldırarak
şöyle dedi "Allah'ım bize arttır, eksiltme. Bize ikram et, bizi küçük
düşürme. Bizi tercih et, başkalarım bize yeğleme. Bizden razı ol ve bizi de
hoşnut eyle." Sonra şöyle dedi: "Bana on ayet İndi. Kim o ayetlerdekilerle
amel ederse cennete girer".Sonra şunu okudu: devam etti ta onuncu ayeti
de okudu. Bu hadisi Ahmed İbn-i
Hanbel ile Tirmizi rivayet
ettiler.
Neseî şöyle bir rivayette bulunur: Mü'minlerin
anası Aişe (R.A.)'ye dedik ki: Resulullah'ın
ahlâkı ne idi? Dedi ki: "Onun ahlakı Kur'an
idi" Sonra da ayetinden başlayarak ayet-i kerimesine kadar olan kısmı okudu
ve: "Resulullah (s.a.v.) işte böyle idi"
dedi. [4]
Cenab-ı Allah'ın şu aşağıda nitelediği mü'minler
kurtuluşa erdiler ve mutlu oldular: "Onlar ki namazlarında
saygılıdırlar". Organları sakinleşmiş, kalpleri huşua ermiştir. Hasan-ı Basri (R.A.) demiş ki: Sahabilerin
huşuu kalplerinde idi. Bununla da gözlerini yumarlar ve kanatlarını
indirirlerdi. Namazda huşulu olmak, kişinin bütün kalbini namaza vermesi,
namazla meşgul olup diğer şeyleri zihninden çıkarması, namazı herşeye tercih etmesi ve ruhunu namaz ile rahata
kavuşturması, gözünü de namaz ile aydınlatmasıdır. Nitekim ResululSah
(S. A.V.) efendimiz buyurmuşlar ki: "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi:
Koku, kadın ve namazda gözümün aydın kılınması". Nitekim yüce
peygamberimiz müezzinine şöyle demiş: "Ey Bilal bizi namazla
rahatlat".
Namaza saygılı oluşun
işaretlerinden bazıları şunlardır: Elbiseyi düzeltmekten, sağa sola bakmaktan,
esnemekten, ağzı el İle kapatmaktan, parmakları birbirine geçirmekten, sakalla
oynamaktan, parmaklara bakmaktan, secde yerindeki çakıl taşlarını yana itmekten
ve benzeri,namazda yapılması şer'an hoş karşılanmayan
şeylerden sakınmaktır. Aslında bunlar namazın sevabını azaltıp onu ruhsuz hale
getiren davranışlardır. Resulullah (s.a.v.)
efendimiz, namaz kılmakta iken sakalı ile oynayan bir adam için şöyle demiş:
"Bunun kalbi sakin olsaydı, organları da sakinleşirdi", "Onlar
boş şeylerden yüz çevirirler". Yani batıl, faydasız ve hayırsız şeylerden
yüzçevirirler. Gerçek mümin; yükümlü olduğu görevin
ağırlığını hisseden, nefsi, vatanı ve dini ile ilgili görevlerin şuuruna
varan, bu görevlerin boynunda bir emanet niteliğinde olduğunu farkeden, bunlardan Ötürü hesaba çekileceğini idrak eden,
bu görevlerini ifa etmeden rahat ve huzur bulamayan kimsedir.
İşte bu nitelikteki
bir kimse elbetteki boş, yararsız ve anlamsız şeylerden, lüzumsuz yere vakit
harcamaktan yüz çevirir.
Ey okuyucu kardeşim!
Şu boş ve anlamsız şeylere dikkatle bak. Geri kalmış tembel milletlerin
bireyleri bu lüzumsuz ve anlamsız şeyleri kendileri için adet haline
getirmişlerdir. Yoksa zaman her ne kadar uzun olsa bile senin omu-zundaki görevlerini yerine getirmeye yetemiyecek
kadar azdır. Bakınız Cenab-ı Allah ne buyurmuş:
"Boş laf (konuşmalara rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler"[5].
"Onlar kî zekatı
verirler". Görülüyor ki Cenab-ı Allah zekat
kelimesi ile Allah yolunda yapılan her çeşit infakı kastedmiştir.
Yoksa miktarı belli olan şer'i zekat ancak Hicretin 2. senesinde farz
kılınmıştır.
Oysa bu ayet-i
kerimeler Mekke'de nazil olmuşlardır. Mekke'de İken müs-lümanlar sınırı ve miktarı belirsin infak İle emroîunmuşlardı. Mekki olan En'-am sûresinde de bakınız, Cenab-ı
Allah ne buyurmuş: Biçilmiş gününde (ekinlerinizin) hakkını verin"[6]
"(Ona) Ortak koşanların vay haline! Onlar ki zekat vermezler, ve onlar ahireti inkâr ederler"[7].
"Ve onlar ırzlarını korurlar; Ancak eşleri, yahut ellerinin sahip olduğu (cariyekr) hariç (Bunlarla ilişkilerinden dolayıda) onlar kınanmazlar". Evet onlar ırzlarını
haramdan korurlar. Harama düşmezler, Allah'ın kendilerini sakındırdığı zina, livata ve mast-rubasyona yaklaşmazlar. Sadece Allah'ın kendilerine helal
kıldığı eşlerine ve mülkiyetlerinde bulunan cariyelerine yaklaşabilirler.
Savaşta alınan cariyeler, geçmiş asırlarda yaygın vaziyette mevcud
idiler. Pazarlarda satılırlardı. îslam hukuku,kölelik
ve cariyelik müessesesini ancak bir tek yolla tanımıştır. Kafirlerle yapılan
savaşlarda esir alman kadınlar mücahidlere ikram
olarak taksim edilirlerdi.Bununla beraber islam
dini,her münasebette kölelerin ve cariyelerin azad
edilmesini teşvik etmiştir. Köle ve cariye edinmek zorunlu bir görev değildir.
Bilakis islam hukuku bunu devlet başkanının yetkisine
bırakmıştır. O dilediği zaman köleleri ve cariyeleri savaşçılara taksim ederdi.
Dilemediği zaman taksim etmezdi. Şu halde zamanımızda böyle bir savaş olursa
bile kölelerin ve cariyelerin savaşçılara dağıtılmasını haram sayabiliriz. Cenab-ı Allah'ın helal kıldığı şeyleri alan kimse için
kınama ve sorumluluk yoktur. Ancak bunun ilerisine gidip haddi aşarak eşlerinden
ve cariyelerinden başkasına el atan kimseler haddi aşan mütecaviz kimseler
olurlar. Şu halde mu'ta nikahı yapmak el ile mastrubasyon yapmak haram kılınmıştır. Ahmed
îbn-i Hanbel dışındaki
bütün alimler, Enes İbn-i
Malik'in rivayet ettiği hadis'e ve yukardaki ayet-i
kerimenin zahirene dayanarak mastrubasyon yapmanın
haramlığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Hadis-i şerifte şöyle buyuruîmuştur: "Yedi kişi vardır kî kıyamet gününde Cenab-ı Allah onlara (Rahmet naziriy-le) bakmaz. Onları arındırmaz. Onları alimlerle beraber bir
arada tutmaz. Onları ilk olarak cehenneme girenler arasında cehenneme koyar.
(Onlar şu kimselerdir): Eli ile mastrubasyon yapan,
zina eden, zina edilen,sürekli içki içen, Anasmı-b
abasını —imdat dileyinceye dek— döven,, komşusuna —kedisine lanet edinceye dek—
eziyet eden, komşusunun helali ilezİna eden".
"Ve O (Mü'mi)nler emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler". Kendilerine güvenildİğinde hıyanet etmezler. Emaneti ehline tevdi
ederler. Sözleşme veya bağlantı yaptıklarında sözlerini yerine getirirler. Ahde
vefa ederler. Müslümanlar hep böyle sürekli olarak ahidlerine
vefakarlık etmişlerdir. Müna-fiklarsa
mü'minlerin hareketlerinin tersini yapmışlardır.
Peygamber efendimiz münafıkları şu sözleriyle nitelemiştir. "Münafikin alameti üçtür; Konuştuğunda yalan söyler, söz
verdiğinde sözünü yerine getirmez, kendisine güve-niidiğinde
hıyanet eder".
"Onlar namazlarım
(vakitlerinde kılarak) korurlar". Yani onlar namazlarına devam ederler.
Bütün namazlarını vaktinde eda ederler. Ayrıca kılarken de şartlarına, adap ve
erkanına riayet ederek gereken titizliğini gösterirler.
Cenab-ı Allah mü'minlere ilişkin,
övgüye layık bu sıfatları namaz ile açtı. Namaz ile sona erdirdi. Bu da
namazın üstünlüğüne ve faziletinin büyüklüğüne, dinin direği olduğuna delalet
ediyor. İslam peygamberi bakınız ne buyuruyor: "İstikamet üzere olunuz.
Ancak bunu tam olarak yapamayacaksınız. Bilin ki amellerinizin en hayırlısı
namazdır". İşte bu niteliklere sahip olan mü'minler
kemal derecelerinin doruğuna yükselmişler, kalplerinde iman sebat bulmuş,
yerleşmiştir. Gönüllerinde din sevgisi ve Allah korkusu istikrar bulmuştur. Bu
sıfatlar kamil, güçlü, inançlı ve salih amel sahibi mü'min fertlerin meydana gelmesine sebep olan huylardır.
Ayrıca topluk olarak da müminlerin genel nitelikleri vardır: "İnanan
erkek ve kadınlar, birbirlerinin ve-Hsidirler.
İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekatı
verirler"[8].
Cenneti almayı, firdevsi hak etmeyi, buralara tıpkı mirasçılar gibi varis
olmayı hak eden gerçek mü'minler işte bunlardır.
Bunlar oralara amellerinin karşılığı olarak,dünyadayken yaptıkları iyiliğin
mükafatı olarak kavuşurlar ve orada temelli olarak kalırlar. "İşte
yaptıklarınıza karşılık miras verilen cennet budur" [9]
12- And olsun ki, insanı süzme
çamurdan yarattık.
13- Sonra onu nutfe halinde
sağlam bir yere yerleştirdik.
14- Sonra nutfeyi kan pıhtısına
çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler
yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık:
Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur!
15- Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz.
16- Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz.
17- And olsun ki, üstünüzde
yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz.
18- Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk.
Şüphesiz onu gidermeğe de kadiriz.
19-20- Onunla, içinde, yediğiniz birçok meyvalar bulunan hurmalık ve üzüm bağları, Tür-i Sina'da
yetişen, yiyenlere, yağ ve katık veren zeytin ağacım var ettik.
21- Ehli hayvanlarda size ders vardır; onlardan çıkan
sütten size içiririz; onlarda daha birçok menfaatiniz vardır. Onlardan
yersiniz.
22- Hem onların ve hem de gemilerin üzerinde
taşınırsınız. [10]
Öz, süzme.Ana Rahmi.
Tarikat kelimesinin çoğulu, yani yedi kat gök. Gökler üst üste tabakalar
halinde yaratıldıkları için bu adı almışlardır. Belli bir ölçüde. Bu ölçü Cenab-ı'Allah tarafından bilinen bir
ölçüdür. Turu sina .Yemek yerken katık olarak alınan
şeyler. [11]
Kutlu ve yüce Allah
kedisine inanmamızı, salih mü'mini
oluşturan imanın önemli Özellikleriyle vasıflanmamızı emir buyurmuştur. Ayrıca
mü'mi-nin kurtuluş ve
mutluluğunun sebebi olan bazı sıfatları da önceki ayetlerde açıklamıştır. Bütün
bunlar, Allah'ı bütün gerçeği ile tanımak ve onu iman etmekle mümkün olur.
Ayrıca O'nun şerefli zatını ve kudret, vahdanİyyet,
ilim, hikmet ve diğer değerli sıfatlarını delillerle öğrenip iman etmekle imkan
dahiline girer. Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim;
insanın yaratılması, kainatın ve göklerin oluşturulması, yağmurların
yağdırılması, bitkilerin yerden bitirilmesi canlıların ve canlılardan elde
edilen menfaatlerin yaratılması konusunda birçok deliller ortaya koymaktadır.
Biz insanı yarattık ve
onu yaratılış aşamalarından geçirdik. Bu da Allah'ın birliğine, onun kemal
sıfatlarıyla muttasıf olduğuna, bütün eksikliklerden
münezzeh olduğuna yeterli bir delil değil midir?
Bütün bu aşamalardan
her biri kendisinden sonra gelen aşama ile bağlantılı değildir. Biz insanı çamur
süzmesinden yarattık. Bu ayette geçen insan kelimesinden amaç kimdir? Adem
midir, yoksa Adem'in evlatları mıdır, yoksa bu insan kelimesi, herkesi
kapsamına alan genel bir terim midir?
. Adem'e gelince, biz
onu yapışkan ber çamurdan yarattık. "Ben çamurdan
bir insan yaratacaığım. Onu (n şeklini) düzeltip, ona
ruhumdan üflediğim zaman ona derhal secdeye kapanın!"[12]
Adem evlatlarına
gelince ben onları şehvetle atılan bir döl suyundan yarattım. Bu döl suyu
kandan ve gıdalardan elde edilir ki hepsinin kaynağı topraktır. Şu'halde mutlak anlamda insan çamurdan yaratılmış oluyor.
Nitekim ayet-i kerimede bunu ifade etmektedir. Buna göre Cenab-ı
Allah'ın şu buyruğunu bütün İncelikleriyle kavramak mümkün olmaktadır:
"Atılan bir sudan yaratıldı. Be! ile kaburga kemikleri arasında çıkan
(bir su)". Yani insan," erkeğin belinden ve kadının göğüs kemiğinden
yaratılmıştır. "Ve (Allah) insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun
neslini bir özden, hakir bir su (yun özü) nden
yaptı"[13].
İşte bütün açıklığıyla
Kur'an'ın tasviri ve insanı yoktan var eden AllahL in kelamı... Bu sözler, yaratılış ve insanın
oluşumundaki tekamülle ilgili nazariye ile çelişmemektedir. Haddizatında bu
teori tahmine ve zanna dayanmaktadır. Bu teoriyi ortaya atanlar, insanın
aslının gelişme kaydeden bir canh olduğunu ifade etmektedüer. İnsanın aslı maymundur teorisine gelince,
gerçekler bizi bu teoriyi kabullenmeye hiç de teşvik etmemektedir. Kaldı ki
Kur'-an'ın görüşü, insanı bütün yaratıklardan üstün kılmaktadır. Cenab-ı Allah: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım.
O'nu(n) şeklini düzeltip, O'na ruhumdan üflediğim zaman derhal O'na secdeye
kapanın!"[14] demektedir. "Sonra O'mı (İnsanı) bir nutfe (sperma)
olarak sağlam bir karar yerine koyduk"[15].Evet
İnsan gerçekten sağlam bir yerleşme yerine, yanı ana rahmine konuluyor. Cenin
meşime, denilen bir torbanın içersinde, ana rahminde bulunur. Bu torbanın
içersinde azıcık su vardır. Ayrıca bu torba cenini sert hareketlerden korur.
Ananın şiddetli sarsıntıları ve deprenişlerine karşı korur. Rahimde bulunan bu
torba çocuk için bir korunaktır. Rahim ise ana batnında
kilitli, kapalı bir yerdir. Böyle bir yerleşme merkezi çocuk için sağlam ve dayanıklı
yer olmaz mı? Bütün bunlarla birlikte cenin,ana rahminde iken gidalanıp ve belli bir süre yaşayıp soluk alır. Ama nasıl
soluk almaktadırlar diyeceksiniz? İşte bu da Allah'ın sınırsız kudretinin bir
delilidir.
Sonra o döl suyundan
meydana gelen bir canlı olan sperma, erkeğin döl suyundaki milyonlarca
canlılardan birisidir. Erkeğin belinden gelen bu sperma yığınları,hanımının
rahminde bir kan pıhtısına dönüşür. Sperma kendi nitelikleri ile birlikte bir
kan pıhtısı niteliğinde bulunur. İşte bu kan pıhtısını bir çiğnem ete
dönüştürdük. Yani onu bir parça et haline getirdik. Sonra o bir çiğnem et
parçasında kemikler meydana getirdik. Bu bir çiğnemlik ette kemikleri ve
kemiklere mahsus oluşumları çeşitli maddelerden meydana getiren kimdir?
Şüphesiz ki noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan yaratıcıdır.
Biz o kemiğe et
giydirdik. Evet ana rahminde oluşan bu kemiklere etten ve sinirlerden oluşan
bir örtü geçirdik. Bu gerçekten ince bir nizamdır. Bu karmaşık düzeni, aletleri
icâd eden ve çok ince bir düzene sahip insandaki eklemlere
benzeyen aletler ve karmaşık kurguları hakkında araştırmaları olanlar bilir.
Modern Tıp'ta insanın ana rahminde Önce kemik şeklinde oluştuğunu, sonra o
kemiklere etten örtü geçirildiğini isbatlamışür.
Bütün bunları o okur yazar olmayan peygambere kim öğretmiştir?!
Doğrusu bunları ona
öğreten Allah'tır.
Sonra onu bambaşka bir
yaratık olarak meydana getirdik. Evet bundan sonra bizonu; işiten, hareket
eden, soluk alan bambaşka bir varlık halinde vücuda getirdik. Bundan önce o
kendisinden tam bir hayat bulunmayan bir et parçacığından ibaretti. Daha sonra Cenab-ı Allah O'jıu dünya
hayatına kavuşturmak üzere anasının karnından indirdi. Ana rahminden çıkıp
dünya aydınlığına çıkan, çalışıp çabalayan bir insan haline geldi. Ana
rahminden çıkıp dünyaya gelen bu yavrucak şayet bir anlık bile olsa tekrar ana
karnın» geri dönecek olsa, anında ölür! Ey Rabbim sen ne kadar da yücesin! Şu yukardaki cümleler arasında geçen ve sonra manasını ifade
eden "sümme" kelimesine ondan öncede sıra
ve tertip manasını ifade eden harfine dikkatle bakmak gerek. Ayeti kerimede
geçen harfi tertip ve takip manalarını ifade eder. "Sümme"
ise sonralık manası ite terkip ve sıra ifade eder. Yaratıcıların en güzeli olan
Allah ne mübarektir. Evet bu insanı yaratan Allah ne kadar da yücedir.
Bereketler, hayırlar, nimetler hep o yüce Allah'tan ve noksanlıklardan münezzeh
yaratıcıdan gelir. O övgüye, tazime ve ibadete layıktır. Ondan başka tanrı,
ondan başka tapınılacak bir zat yoktur. Ey insanlar! Bundan sonra siz
öleceksiniz. Ölümünüzden sonra da kıyamet gününde diriltileceksiniz.
Kabirlerinizden çıkarılacak, hesabınız görülecek, herkes kendi yapmış olduğu
İşlerin karşılığını eksiksizce alacaktır. Dünyada ölmeniz, ahirette
tekrar diriltilmeniz o yüce zatın eksiksiz kudretine dair güçlü bir delil değil
midir?! [16]
Ey Adem oğullan! Biz
sizin üzerinizdeki yedi kat göğü tabakalar halinde yarattık. Ve yaratmaktan
habersiz değiliz. Bilakis insanları, yaptıklarından dolayı ahirette
hesaba çekeceğiz. Görülen ve görülmeyen alemler hakkında bilgi sahibiyiz. [17]
Göğün; içinde bir
takım gezegenlerin ve güneş sisteminin yer almakta olduğu uzaydan ibaret
bulunduğunu söyleyenler olmuştur.
Güneş sistemi ve diğer
bir çok gezegenlerle yıldızlar bir çekim kuvveti dahilinde güneşin etrafında ve
aynı zamanda kendi eksenleri üzerinde dönmektedirler. Böylece yüce âlemlerin
bir cüz'ü olan yedi kat gök, tekevvün (oluşma) etmiş olmaktadır. Amma biz Kur'an'm bir çok sûrelerde zikredilen notlarına
baktığımızda şu aşağıdaki sonuçlara varmış olacağız.
Kur'an-ı Kerim'in müteaddit sûrelerinde şöyle buyuruluyor: "O (Rab) ki yeri, sizin için döşek, göğü'de bina yaptı"[18]
"Göğü kendi
ellerimizle (kudretimizle) yaptık ve biz (Onu) genişletmekteyiz. (İlmin tesbiüne göre gök cisimleri arasındaki mesafe, gittikçe
artmakta yani gök genişlemektedir."[19]
"Biz yakın göğü
bîr zinetle, yıldızlarla süsledik"[20]
"And olsun biz (dünyaya) en yakın göğü lambalarla
donattık"[21]
'"Gökten bir
parçanın düştüğünü görseler (yine inatlarından): "Üstüste
yığılmış bulutlardır" derler"[22]
"Gök yarılmıştır,
O gün o, zayıflamış, sarkmıştır"[23]
"Görmediniz mi
Allah nasıl yedi göğü, birbiri üstünde tabaka tabaka
yarattı? Ve ay'ı bunların içinde bir mır yarattı. Güneşide
bir lamba bir yaptı”[24].
"Üstünüzde yedi
sağlam (gök) bina ettik"[25]
"Yaratılışça siz
mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah) onu yaptı. Yükseklik miktarım
yükseltti, ona şekil verdi"[26]
"Gök yanldığı zaman.,[27] "Burçlara
sahip (olan) göğe andolsun" [28]
"Bakmıyorlar mı
develere nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi?"[29]"
"Yer, üzerine düşmesin diyegöğü tutuyor (Gök)
ancak onun izni ile düşer"[30]
Bütün bu nas'lar; gök,, içinde gezegenler ve yıldızlar bulunan bir
maddedir, diyenlerin görüşüne katılmaya bizleri mecbur kılıyor. Göğün maddesinin
ne olduğunu ancak Allah bilir. Ayeti kerimede sadece yedi yol denilmiştir. Bir
başka ayette ise üst üste tabakalar halindeki yedi gök denilmiştir. Çünkü bu
tabakalardan her birinden diğerine geçiş yolu vardır.
Bazı kimseler bunların meleklerin yollan olduğunu söylemişlerdir. Diğer bazı
âlimler ise yedi yol sözünden; yedi geçiş yeri veya
yedi felekî yığın, ya da
yedi Nebula kütlesi kastedilmiş olduğunu
söylemişlerdir. [31]
Noksanlıklardan
münezzeh ve yüce Allah, gökten yağmur şeklinde yerlere sular indirdi. Yağmurun
hikayesi gerçekten de insanların hayretini çeken ve yüce Allah'ın kudretinin eksiksİzliğine işaret eden bir hikayedir. Yeryüzündeki su
—ne kadarda çoktur— buhar şeklinde göklere doğru yükselmekte, sonra soğuyup
donmakta ve rüzgarların sevkedilişiyle Cenab-i Allah'ın yağmur olarak inmesini dilediği yerlere
iletilmektedir. Oralarda tatlı ve içimi kolay sular halinde yerlere
inmektedir. Bütün bu aşamalar, yani suyun yağmur haline gelinceye kadar
geçirdiği merhalelere dikkatle bakın. Bu yağmuru ve yağmurun geçirdiği
aşamaları yaratan kimdir? Şüphesiz'ki noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah'tır. Allah gökten, dilediği kulunun üzerine belli
ölçüde suyu indirir. Ona zarar vermeyecek ve O'nu helak etmeyecek miktarda
indirir.
Onu, genel çıkarlara
uygun bir ölçüde indirir. Yağmur gökten yere inince yeryüzünde akıp gider ve
yerin batninda gölcükleri andıran yığınlar halinde
toplanır ya da nehirler halinde akıp gider. Modern
araştırmalar Mısır'da, suyu Nil'înkinden daha çok
olan bir alt-nehir bulunduğu isbatlamıştır. Bu nehrin
bulunduğunu Sahradaki pınarlar ve kuyular göstermektedir.
Ayrıca sondaj aletleri
ile çıkarılan ve ekinlere sevkedilen yeraltı sulan da
Mısır'da böyle büyük bir alt-nehrin bulunduğunu kanıtlamaktadır. Bu gizli nehir
sayesinde birçok bahçeler ve bostanlar gelişip yeşermiştir.
Evet yüce Allah,
gökten inen bu su ile birçok bahçeleri, hurmalıkları, üzüm bağlarını ve diğer
yeryüzünde şu anda yaygın vaziyette bulunan ekin çeşitlerini meydana
getirmiştir. Ayet-i kerimede'de özellikle hurmalıklar
ve üzüm bağlarından söz edilmiştir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'ın nüzulü zamanında araplar
arasında en çok bilinen ekin türleri ve meyve çeşitleri hurma ve üzümden ibaretti. Artık siz zamanımızdaki ekin ve meyveleri
buna kıyaslıyabilirsiniz.
Evet ekilen bu
bitkilerin bir kısmını meyve olarak, bir kısmını çerez, bir kısmını da azık
maddesi olarak alırız.-Gökten inen yağmur suları sayesinde Tûr-ü sinâda, Sina çölünde bir ağaç yeşerip bitmiştir ki, gökten
yağmur suları gelmeseydi, bu ağaç yeşerîp bitmeyecekti. Sözü edil.cn bu ağaç zeytin ağacıdır Bu ağaçtan zeytin yağı ve katık
elde ederiz. Zeytin yağında birçok hastalıklar için şifa vardır. Diğer
yağlardan çok daha sağlıklıdır.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah yağmuru gidermeye ve yeryüzüne inmekten alıkoymaya
muktedirdir. Dilerse suyu yerin derinliklerine indirip yeryüzüne çıkarmaz ve
sulan kurutabilir. "De ki "Baksanıza eğer suyunuz çekilse, size kim
bir akarsu getirebilir"[32]
Bizler için, Allah
tarafından yaratılmış olan ve hizmetimize verilen menfaatlerimizin sağlanması
için bize itaat ettirilen davarlara gelince bunlar; erkeği ile dişisiyle deve,
sığır, koyun keçi ve diğer hayvanlardır. Sütlerinde bizim için ibret ve Öğüt
vardır. Hem de nasıl? Bu süt, bazı guddeler tarafından ifraz edilip kanla dışkı
arasından çıkmaktadır. Hayvanın aldığı gıdalar kana, süte ve dışkıya
dönüşmektedir. Bütün bunlar onun vücudunda yaygın vaziyette bulunan incecik
kutsal damarlar vasıtasıyla olmaktadır. Bununla beraber süt, içinde hiçbir
bulanıklık bulunmayan saf bir şekilde elde edilmektedir. Bu sütü yaratan Allah
ne kadar da yüce ve noksanlıklardan münezzehtir! Davarlarda sizin için birçok
faydalar vardır. Yüklerinizi, sizin zahmete katlanmadan ulaştıramayacağınız
bir beldeden başka beldeye taşımakta, yeri sürmektedirler. Sİz
onların yünlerini, yapağlannı alıp kendiniz için
giysi ve ev eşyası yapıyorsunuz. Onların yavrularından ve etlerinden yiyerek gıdalanı-yoruz. Onlara binerek ya da denizdeki gemilere binerek yüklerimizi-taşımakta ve
dilediğimiz yerlere intikal etmekteyiz. "Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından
kendilerine nice hayvanlar yarattıkta kendileri onlara malik olmaktadırlar.
Onları kendilerine
boyun eğdirdik, İşte binekleri Onlardandır ve onlardan yiyorlar. Kendileri
için onlara daha bir çok faydalar ve içecekler var. Hâlâ şükretmiyorlar mı?[33]
Bütün bunlar serbest
irâde sahibi, her şeyi yerli yerince yapan ve her işi yapmaya muktedir olan bir
san'atkânn varlığına işaret etmiyor mu? O sanatkârın
şâm ne yücedir. O insanlığı öldürüp yok ettikten
sonra tekrar diriltmeye muktedirdir. Onları hesaba çekmek, kötülük edenleri
cezalandırmak, iyilik edenlere de güzel mükâfatlar vermek İçin yeniden
diriltecektir. Bütün İnsanı yaratıp vücudunu düzene ve güzel bir şekle sokan,
O'na nimet ve iü-tufta
bulunan bu Tanrı'ya inanmak, kurtuluş ve mutluluk değil midir?! [34]
23- And olsun .ki Nuh'u
milletine gönderdik; onlara: "Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan
başka tanrınız yoktur; sakınmaz mısınız?" dedi.
24-25- Milletinin İnkarcı ileri gelenleri:
"Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey
değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler-İndirirdi.
İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik. Bu adamda nedense biraz delilik
var, bir süreye kadar onu gözetleyin" dediler.
26- Nuh: "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık
bana yardım et" dedi.
27- Bunun üzerine ona şöyle vahyettik:
"Nazaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi
gemiyi yap; buyruğumuz gelince, tandırdan sular kaynaym-ca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş
olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar
için Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır".
28- Ey Nuh! Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince:
"Bizi zalim milletten kurtaran Allah'a hamdolsun"
de.
29- "Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen
indirenlerin en iyisisin'' de.
30- Doğrusu bunlarda dersler vardır. Biz şüphesiz
insanları denemekteyiz. [35]
Bir kavmin eşrafı, ileri
gelenleri. Size hakim olmak ve size karşı büyüklük taslamak istiyor. Delilik ve
akıl zâfiyeti.Zamanın felaketlerine çarpılmasına kadar onu bekleyin. Bizim
gözetimimiz altında.Tandır. Oraya gir. Erkek ve dişi her hayvandan iki çift.
Hayırlı ve berektli bir indirilişle indir. [36]
Ey okuyucu kardeşim!
Şunu iyi bil ki, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kendisine yönelik iman
ilkesini pekiştirmek için yukardaki satırlarda
anlatılan eşyanın yaratılış aşamalarını anlatarak tevhid
delillerini açıkladıktan ve kendi zatını noksansız ve kudretle ve tam ilimle
niteledikten sonra, peygamberlerin bazı kıssalarını anlatmaya başladı. Bu
kıssalarda da Allah'ın kudretinin eksiksİzliğine,
peygamberlerine ye beraberlerinde mü'minlere yardım
edeceğine, onların düşmanlarını mahvedeceğine dair işaretler vardır. İlk olarak
ta insanlığın ikinci babası, azm sahibi
peygamberlerden biri olan Nuh (A.S.)'ın kıssasını
anlattı.
İşte bununîada Nuh (A.S.)'ın
kıssasının burada anlatılmasının sırrını idrak etmiş olmaktayız. Bu kıssa
burada özel bir amaçla ve belirli bir şekilde anlatıldı., Daha önce Hûd sûresinde de uzun uzadıya anlatılmış idi. [37]
Biz Nuh'u, kavmine
peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! sadece Allah'a kulluk
edin, O size lütuf ve ihsanda bulunmuştur. O'ndan başkası tapınıimaya
layık değildir. Çünkü onlar hiç kimseye fayda veremezler. Bilakis zarar
verirler. Öyleyse sizin Allah'tan başka ibadete layık bir tanrınız yoktur. Siz
sakınmaz mısınız?!
İşte Nuh, kavmini bu
şekilde Allah'a ibadette bulunmaya çağırmıştı. Ama' kavminin ileri gelenleri
onun bu çağrısından hoşlanmadılar. Çünkü yeni dİ-nin,
toplumdaki sınıf farklılığını kaldıracağından ve insanlara eşit davranacağından
kork uyarlardı. Nuh'un onları, Allah'a kulluğa davet etmesinden hoşlanmadılar.
Çünkü bu durumda o lider, onlar da tebaa olacaklardı. Bu da onları inciten bir
şeydi. Kibir ve gurur, kin ve haset, onları Nuh'un çağrısına düşman kimseler
haline getirdi. Nuh'un çağrısına uyan kimselere dedüer
ki, bu Nuh'ta, diğer insanlar gibi bir insandır. Sizden farklı hiçbir tarafı
yoktur. O size üstünlük sağlamak ve hakim olmak istiyor. Çünkü o Allah
tarafından size gönderilmiş bir elçi olduğunu iddia ediyor. Oysa, O da sizin
gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden
fazla ve farklı bir yanı yoklur. Siz onun lidirliğine nasıl teslim olursunuz?!
Gerçekten —Nuh'u,
iddia ettiği gibi— Allah bir elçi göndermek isteseydi gökten bir meleği elçi
olarak gönderirdi.
Melek gönderilmesi
iman etmemizi daha da gerekli kılardı ve meleğin elçi olarak
gelmesi,doğruluğuna ve dürüstlüğüne daha kuvvetlice delalet ederdi.
Onlar, akıllarının
kıtlığından ve düşüncelerinin bozukluğundan ötürü,bir İnsanın peygamber olarak
gönderilmesinin mümkün olamayacağına inanıyorlardı.
Kaldı ki biz, Nuh'un
şu iddialarını ilk atalarımızdan duymadık. -Nedir bu olup bitenler? Nuh geliyor
ve peygamber olduğunu ileri sürüyor?! Oysa Nuh deli bir adamdan başka bir şey
değildir. O bu gibi iddialarda bulunuyorsa da siz onun başına zamanın
felaketlerinin gelmesini bekleyin. O'nun ölümünü bekleyin. O mutlaka ölecek ve
siz de onun bu uydurmalarından, safsatalarından kurtulacak, rahatınızı
bulacaksınız.
İşte onların şüpheleri
böyle idi. Bu şüpheler örümcek ağından daha boş ve dayanıksız kuruntulardan
başka birşey değildirler. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim bunlara cevap vermeye bile lüzumlu görmedi.
Çünkü bunların mesnetsiz oldukları, ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç duyurmayacak
kadar ortadadır.
Onların bu
yaptıklarından Nuh (A.S.)'ın kalbi sıkınışmca Rabbine: Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım. Sen
bana yardım et diye dua etti.
Ey Rabbim! Benî onlara
karşı muzaffer kıl ve beni yalanladıklarından dolayı da onları mahvet diye dua
etti. Biz de ona Ey-Nuh! Gemiyi gözetimimiz ve kontrolümüz altında inşa et.
İşte biz bu şekilde Cebrail'e vahyediyoruz. O sana
gemiyi nasıl yapacağını öğretir. Gerekli yollan sana gösterir. Bizim yüce
emrimiz ve şanımız geldiğinde, işler kızışıp tamamen alevlendiğinde, sular'
yükseldiğinde, her hayvandan iki çift erkekli ve dişili olmak üzere gemiye koy
ki, üreme devam etsin ve sadece İnanmış olan aile efradını gemiye bindir. Ancak
haklarında daha önce iman etmeyeceklerine dair sözümüz geçmiş .olanları gemiye
bindirme. Onlar senin oğlun ve eşin olsalar bile... Zulmedenler hakkında bana
asla yalvarma! Niçin? Çünkü onlar mutlaka boğulacaklardır. Sen ve
beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde hep birlikte1: Bizleri bu zalim
kavimden kurtaran alemlerin Rabbi Allah'a ham d olsun, deyin, Suyun yeryüzünden
çekilişi anında, yani gemiden yeryüzüne inerken: Ey Rabbim! Beni içinde hayır
ve bereket bulunan bir inişle indir. Sen indirilenin en hayırlısı-sın, de. tşte böyle, Genab-t Allah gemiye
ve benzeri şeylere binerken söylememiz gereken sözleri böylece bize öğretmiş
oluyor. "Ve (Allah) size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti. Siz
onların sırtına binesiniz, sonra onlara bindiğiniz zaman Rabbinin nimetini
anasınız ve (şöyle) diyesiniz: "Bunu bizim hizmetimize veren (Aüah)'ın şanı yücedir, Yoksa biz
buna (hizmetimize) y£inaştıramazdık"[38]
Bu kıssalarda, zalimleri
boğup mü'minlcri kurtaran Allah'ın kudretine,
hikmetinin ve adaletinin tamamlığına dcialel eden
işaretler vardır. Çünkü O, zalimlerin yeryüzünde bozgunculuk yaparak yaşamalarına
müsade etmemiştir.Cenab-ı
Allah'ın dostlarına ve düşmanlarına karşı davranışı işte bu anlattı-ğımızdan ibarettir. "Eğer siz Allah'a (dinine) yardım
ederseniz O da size yardım eder"[39]
"Allah,
inananları savunur"[40]
31- Bunların ardından başka nesiller varettik.
32- Onlara aralarından: "Allah'a kulluk edin,
O'ndan başka tanrınız yoktur, sakınmaz mısınız?" diyen bir elçi gönderdik.
33- Onun, inkarcı ve âhirete
kavuşmayı yalanlayan milletinin ileri gelenleri —ki Biz onlara bu dünya
hayatında nimet vermiştik— şöyle dediler: "Bu, yediğinizdçn
yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bîr insandan başka bir-şey değildir,"
34- 'Kendiniz
gibi bir insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur."
35- "Öldüğünüz, toprak ve kemik yığını olduğunuz
zaman tekrar dirilmenizle sizi tehdid mi ediyor?
36- "Oysa tehdid
edildiğiniz şey ne kadar, hem de ne kadar uzak!"
37- "Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz ve yaşarız;
tekrar diriltilmeyiz."
38- "Bu sadece Allah'a karşı yalan uyduranın
biridir. Biz ona inanmayız."
39- O peygamber:
"Rabbiml Beni yalancı saymalarına karşılık bana
yardım et" dedi,
40- “Allah'da: "Az sonra
pişman olacaklar" buyurdu.
41- Gerçekten, onları bir çığlık yakaladıve
onları süprüntü yığını haline getirdik. Haksızlık eden millet, rahmetden ırak olsun! [41]
Karn kelimesi, aynı zamanda ve bir arada yaşayan topluluk
demektir Kendilerine nimet verdik. Öyle ki bu nimetler onları şımarttı. Uzak
oldu manasına gelen bir ismi fiildir. Şiddetli ses ve çığlık Sel süpürüntüsü. [42]
Burada Hûd peygamberin kısası anlatılmaktadır. O, Ad kavmine peygamber
olarak gönderildi. Her ne kadar Hûd (A.S.)'ın Ad kavmine peygamber olarak gönderilmiş oluşu açıkça
ifade edilmemekte ise de biz bunu şu aşağıdaki ayet-i kerimeden anlamaktayız:
"Düşünün ki (Allah) sizi, Nuh kav-' minden
sonra, onların yerine hakimler yapti"'[43] Araf
sûresinde Nuh (A.S.)'ın kıssasından sonra Hûd peygamberin kıssası anlatılmıştır. Şu halde burada
anlatılan kıssanın Salih peygambere değil de, Hûd
Peygambere ait oluşu akla daha uygundur. [44]
Biz Nuh peygamber ve
ona inanmış kimselerin soyundan başka bir kavim dünyaya getirdik, ancak onlar,
Nuh kavminden sonra namazı zayii ettiler. Şehvetlerin peşine düştüler.
Taşkınlık ettiler. Azdılar ve bunun üzerine Cenab-ı
Allah, içlerinden birini kendilerine peygamber olarak gönderdi. Nerede doğup
nerede büyüdüğünü iyice bildikleri ve şahsını tanıdıkları, kendi aşiretlerinden
olan o peygamberi kendilerine gönderdik ki sözünü daha iyi dinlesinler ve O'nu
kolaylıkla doğrulasmlar.
Bu da putperestliğin
ve isyankârlığın, insanlığın tabiatına yerleşmiş gizli bir hastalık ve huy
olduğunu isbatlamaktadır. Bir peygamber, zamanın birinde
gönderilir de O, putperestliği kökten yıkıp kaldırsa bile ondan kısa bir süre
sonra o putperestlik yine en parlak bir şekilde ortaya çıkar. Cenab-ı Allah şu islam ümmetini Kur'an-ı Kerim'le korumuş olmasaydı ve Kur'an-ı
Ke-rim'in de: "O zikri
(Kur'an'ı) biz indirdik biz; ve onun koruyucusu da
elbette biziz!"[45],
buyurarak bu ümmeti koruyacağına söz vermiş olmasaydı, aramızda yine
putperestliğin yayıldığını görürdük. Alimierin ve din
adamlarının, putperestliğe karşı cihad etmelerine
rağmen içimizde halâ birçok şiaya ve hariciliğe bağlı bir takım insanlar ve
diğer yolunu şaşırrmş kimseler vardır. .
İştc,Nuh kavminin inanmış kimselerinin soylarından gelen
insanlara bakın. Onlar mü'min kimselerin soyundan
geldikleri halde Aliah'ı inkâr edip O'na ortaklar
koşmuşlar. Peygamberleri Hûd onlara şöyle demişti:
Sadece Allah'a kulluk edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ondan başka ibadete
layık sizin için hiçbir tanrı yoktur. Siz O'nun azabından sakınmaz ve O'ndan
korkmaz mısınız?!
Cenab-ı Allah, Hûd peygambere
karşı çıkıp isyan eden ve kavimlerini
küfür ve isyana sürükleyen kimseleri en kötü sıfatlardan üç sıfatla
nitelemiştir:
1- Onlar Allah'ı ve peygamberini inkâr etmişler.
2- Ahirette Allah'ın huzuruna
çıkacaklarını söyleyen Peygamberi yalanlamış, ölüm sonrası dirilişe
inanmamışlar.
3- Dünya hayatında kendilerine bahşedilen nimetlerden
dolayı kalpleri körelmiş, hayra, karşı kapılarını kilitlemiş, içine iman ve
hidayet nuru asla girmemiştir.
İşte şu, Allah'ı ve
peygamberi inkar edip kıyameti yalanlayan, dünya hayatında nimetlere gark olup
şımaran kimseler böyle konuşmuşlar ve onların söyledikleri bu sözler ne kadar
da çirkin olmuştur. Onlar boş şüphelere dayanarak kale alınmayacak ve red ediimeye bile değmeyecek
anlamsız ve fuzulî sözler sarfetmişlerdir.
Demişler ki: Şu
peygamber olduğunu iddia eden adam.sizden farksız bir insandır. O da sizin
yediklerinizden yiyor ve sizin içtiklerinizden içiyor. Onun size karşı bir
üstünlüğü yoktur. Sizden üstün olduğunu, Allah'ın göndermiş olduğu bir elçi
olduğunu nasıl iddia eder?! Ând olsun eğer sizin gibi
bir insan olan, sizden farklı bir üstünlük ve özelliği olmayan şu şahsa İtaat
ederse-nez mutlaka kayba ve ziyana uğrarsınız.
Yine demişler ki: O
peygamber olduğunu söyleyen adam, sizin öldükten sonra mezarlarınızdan çıkıp
diriltileceğinizi, çürümüş ve toprak haline gelmiş kemikler olduktan sonra
yeniden canlanacağınızı size nasıl söyler. Heyhat! Onun bu iddiaları, yani şu
dünya hayatından başka bir ahiret hayatı bulunduğunu
söylemesi, gerçeklerden çok uzaktır!
Ardınca da ölüm
sonrası diriliş nazariyesini inkâr edişlerini daha da pekiştirerek şöyle
demişler: Bizim için bu dünya hayatından başka bir hayat yoktur. Bundan sonra
ikinci bir hayat görmeyeceğiz. Biz sadece bu dünyada yaşar ve ölürüz. Bizi
ancak zaman öldürür. Ve bundan sonrada biz dirilecek değiliz. Ama şu peygamber
olduğunu İddia eden ve ölüm sonrası, dirilişin var olduğunu söyleyen adam,
Allah'a karşı yalan ve iftira uyduran bir kişiden başkası değildir. O Allah'ın
elçisi olduğunu iddia ediyor ama biz ona inanacak değiliz. Onun bütün
İddialarını doğrulayacak ta değiliz.
Hûd peygamber onların, büyüklü ve küçüklü dine gelmelerinden
umut kesince Rabbine sığınarak: Ey Rabbim! Bana yardım et. Benim söylediklerimi
yalanladıkları için de, düşmanlarımı mahvet, dedi.
'Cenab-ı
Allah onun bu isteğine olumlu karşılık vererek: Yaptıkları küfür ve isyandan
dolayı çok yakında pişman olacaklar, dedi.
Bu yaptıklarına
karşılık kendilerini bir çığlık yakalayıverdi. O çığlığın ardında mahvolup yok
oldular. Sel süprüntüsü haline geldiler, küfrettikleri için kendi nefislerine
yazık eden ve de başkalarına zulme'den o zalim kavim
Allah'ın rahmetinden uzak olsun. Malıvu perişan
olsun. Onlar bozgunculuk ve kötülükte de başka insanlara örnek olmuşlardı.
Tarihe bak, durmadan
tekerrür ediyor. Bütün milletler arasındaki ortak benzerlik noktalarına ibretle
bak. Hepsi için Allah'ın verdiği ceza aynıdır. Sanki Kur'an
bizlere şöyle sesleniyor: İbret alın ey basiret sahipleri, ey Mek-ke'liler, sizden önceki
milletlere bakın. Onlar da sizler gibi idiler. Belki sizden daha da güçlü
idiler. Sizin itikadınız gibi onlar da Allah'tan başka varlıklara tapmanın
normal olduğuna İnanıyorlardı. Ama sonunda Allah onların üzerine azabıni indirdi...... [46]
42- Ardlarından başka nesiller
varettik.
43- Hiçbir ümmet, kendi süresini ne çabuklaştirabilir
ve ne de geciktirebilir.
44- Sonra birbiri peşinden peygamberler gönderdik. Her
ümmete peygamberi geldikçe onu yalancı saydılar. Onları birbiri peşinden yok
edilip hepsini birer efsane yaptık, inanmayan millet, rahmetden
ırak olsun!
45-46- Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve
erkanına mucizelerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten
mağrur bir topluluktular.
47-48- Bu yüzden: "Milletleri bize kul iken,
bizim gibi iki insana mı inanacağız?1' deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden
yok edildiler.
49- And olsun ki Musa'ya,
doğru yola girsinler diye Kitab verdik.
50- Meryem oğlunu da, annesini de mucize kıldık. Her
ikisini de, pınarı bulunan, oturmaya elverişli yüksek bir yere yerleştirdik. [47]
Ardı ardına gelen.Hadisin
çoğulu, hatıra ve efsane manalarına gelir. Bize kölelik edenler. Yüksek yer.
Yerleşme imkanı ve içinde su kaynağı bulunan yer. [48]
Kur'an-ı Kerim, kıssaları çeşitli şekillerde bazen uzun ve ayrıntıh,bazen kısa ve veciz olarak bize anlatmaktadır.
Burada ise kıssayı veciz olarak anlatmaktadır. Çünkü kıssanın anlatılmasından
maksat burada imanın mükafatı ile küfrün cezasını açıklamaktır.
Ad kavminden sonra
başka milletler meydana getirdik. Böylece yurtları boş ve ıssız kalmadı.
Sürekli olarak o beldelerde Allah'a imanla yükümlü kimseler bulundu. Hatta bir
kavmin kafirlik nedeniyle helak edilmesinden sonra Cenab-ı
Allah onların kalıntılarından kendi güç ve kudreti ile bazı nesiller ve halklar
meydana getirir. Onlar yeryüzünü imar ederler. Rablerinin emirlerine boyun
eğerler. Hiçbir ümmet eceli gelmeden gitmeyeceği gibi eceli bir an sonraya biie kalamaz. "Süreleri geldiği zamanda bir saat dahi
ne geri kalırlar, ne ileri geçerler (derhal mahvolup giderler)"[49].
Allah'ın milletlere uyguladığı yasa İşte budur. Azabın bir an evvel gelmesini
istemeyin. Her şey Allah'ın katında bir miktar ve ölçü iledir.
Belli bir zaman sonra
veya araya pek fazla mühlet koymadan Allah'ın iradesine ve ilmine uygun olarak
bu ümmetlere peşpeşe peygamberler gönderdik. Her
ümmete peygamberleri gelince Onu yalanladılar. Onu inkar ettiler.
Kendilerinden önceki milletlerin yoluna girdiler. O milletler ki çığlık ve
azgın fırtınalarla yok edildiler. Biz onları peşpeşe
helak ettik. Çünkü hepsi1 de yalanlama ve inkarda müşterek oldular. Onları
efsane haline getirdik. Onları gerilerinde iz ve eser kalmayacak şekilde
paramparça ettik. İnsanların ağızlarında dolaşan hikayeler ve masallar haline
geldiler. Onları anlatanlar ve dinleyenler, başlarına gelen akıbetten dolayı
hayret ve şaşkınlık içinde kalırlar. Allah'a ve peygamberlerine inanmayan
milletler heİak olsunlar. Allah'ın rahmetinden uzak
olsunlar.
Bu, bütün kafirler
için bir tehdit ve şiddetli bir uyandır. Aynı zamanda yüce Allah'ın kudretini
ve inanan kullarına zafer vereceğini, kafir ve isyankârları da şiddetle azaplandiracağını açıklamaktadır. Ey insanlar! İbret alın.
Yaşamakta olduğunuz zaman ve istikbale dikkatlice bakın. Sonra biz Musa'yı ve
kardeşi Harun'u, Firavun'a ve onun adamlarına iman davetçileri olarak
gönderdik. Onları, herşeyi yaratıp düzene sokan yüce
Allah'a inanmaya çağırmaları için ayetllerimiz ve
mucizelerimizle destekleyerek gönderdik. Btı mucizeler,
bilindiği gibi dokuz tanedir: Asâ, beyaz el, çekirge, bit, kurbağalar, kan,
denizin yarılarak yol vermesi, kıtlık seneleri, ürünlerin azalması.
Musa ve Harun, ayetler
ve apaçık delillerle, yani en kuvvetli ve en üstün mucizelerle desteklenip
teyit edilerek Firavun'a elçi olarak gönderildiler.
Bazı kimseler bu
ayetlerden Asâ'nm kastedilmiş olduğunu söylerler. Çünkü
Musa'nın gösterdiği mucizelerin bir çoğu Asâ ile ilgilidir. Mesela Asâ'sı
yılana dönüşmüş ve Firavun'un sihirbazlarının yaptıkları büyüleri yutmuştur.
Cenab-ı Allah Firavun ve adamlarının iman etmeyişlerine
sebep teşkil eden en düşük niteliklerini ve boş şüphelerini bizlere
anlatmıştır. Bütün bunlarda akıl sahipleri için öğüt ve ibretler vardır.
Onların bu düşük niteliklerine gelince; Onlar büyüklük taslamışlar, Musa'ya
tabi olmayı nefislerine yedire-memişlerdi. Onlar
üstünlük taslayan kimseler idiler. Güya medenileşmiş, izzet, saltanat, onur,
üstünlük, ilim, irfan Üzerine kurulu bir topluluk olduklarını iddia
ediyorlardı. Tarihi gerçekler de bunu teyid
etmektedir.
Onların şüphelerine
gelince, dediler ki: Biz, bizler gibi iki insana nasıl iman ediriz?
Peygamberin insan olması mümkün değildir.
İşte manevi kuvvetlere
iman etmeyen maddeci kavmin özelliği budur. Öyle görülüyor ki bu maddecilik,
geçmiş milletlerde de yaygın bir hastalık halinde bulunmaktaydı ve halâ da
bulunmaktadır.
Yine onlar diyorlardı
ki, biz Musa'ya Harun'a nasıl iman ederiz. Liderlik ve saltanatımızı onlara
nasıl teslim ederiz? Oysa onlar, memleketimizde ayak takımı olan ve
hizmetlerimizi görmekte olan İsrailoğullanndandırlar.
Bu bir hile ve tuzaktır. Musa bu hile ve tuzakla İsrailoğullarını
bizim hakimiyetimizden kurtarmaya çalışmaktadır. Musa ile Harun'un Allah'ın
peygamberleri olmaları İmkansızdır!
Bunun sonucunda onlar,
denizde boğulan ve mahvolup giden bir kavim haline geldiler. Musa ve
beraberindeki İnanmış İsrailoğuian ise kurtuldular.
"Bugün senin (cantndan ayırdığımız)
bedenini (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden
sonra gelenlere ibret olsun. Ama insanlardan çoğu bizim ayetlerimizden
gafildir"[50].
Firavun ve adamlarını,
güçlü ve kuvvetli bir zata yaraşırcasına yakalayıp boğduktan sonra Musa'ya;
içinde nur ve hidayet bulunan, Israiloğulları için
gerekli hüküm ve düsturları ihtiva eden Tevrat'ı verdik. "Andolsun biz, ilk nesilleri (Nuh, Hûd,
Saiih ve Lût kavimlerini)
helak ettikten sonra Musa'ya, insanların kalp gözlerini aydınlatacak nur ve
onlara yol gösterici olarak kitap verdik, beldi düşünür, Öğüt alırlar
diye"[51]
İbn-İ Kesir, tefsirinde şöyle der: Tevratın
nüzulünden sonra hiç bir ümmete umumi helak gelmedi. Aksine mü'miıılcrin kafirlerle savaşmaları cııı-rolundu.
İşte Meryem ve oğlu
İsa'nın özet olarak kıssası: Bu sûrede anlatılan kıssalar hep özet olarak
anlatılmışlardır.
Meryem oğlu îsa,
Allah'ın kulu ve elçisidir. Anası İmran kızı Meryem,
ırzını koruyan, iffetli, gönülden ibadet eden bir kadındır. Biz bu ikisini insanlığa,
kudretimizin eksiksizliğine bir delil ve kesin bir alamet kıldık. C.enab-ı Allah İstediğini yapmaya kadirdir. O noksanlıklardan
münezzehtir. İsa'yı babasız olarak yaratmıştır. Meryem babasız olarak İsa'yı
dünyaya getirmiştir. Bu da Allah'ın sonsuz kudretinin bir işaretidir.
Biz onları güzel bir
yerleşme yerine, içinde bol hayır, bereket su ve pınar bulunan bir yere
sığındırdık. Yüksek bir yere yerleştirdik. Oranın suyu asla azalmaz. Orası
Kudüs'tedir.
Herşeyin doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.. [52]
51- Ey Peygamberleri Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş
işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim.
52- Şüphesiz bu müslümanhk,
bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbinizim; öyleyse Benden
sakının.
53- Ama insanlar din konusunda aralarında bölük bölük oldular. Her bölük kendi t-tıttuğu
yoldun memnundur.
54- Ey Muhammedi Onları bir süreye kadar sapikhklanyla başbaşa bırak.
55-56- Kendilerine mal ve oğullar vermekle,
iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır; farkında
değiller. [53]
"Zebur"
kelimesinin çoğuludur. Te'lif edip ortaya koydukları
kitaplar. Zebur kelimesinde toplayıp derleme manası da vardır. Cemaat ve
ümmet.şaşkınlık, sapıklık ve gafletleri içersinde bulunarak.Onlara veririz.
Acele edip koşarız. [54]
Kutlu ve yüce Allah
bütün peygamberlere; Helal ve hoş rıziklan yemelerini,
iyi işler yapmalarını emir buyuruyor. Sonra onları heseba
çekmekle korkutup sakındırıyor. Doğrusu O herşeyi
bilendir, her şeyden haberdardır.
Ebu Hureyre (R.A.) Peygamber
(s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ey insanlar!
Muhakkak ki Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul buyurur. Şüphesiz Allah,
peygamberlere ne emretmişse, müzminlere de onu emretmiştir. Buyurur ki:
"Ey Peygamberler, temiz şeylerden yeyin ve salih
amel işleyin. Doğrusu ben yaptığınızı bilirim". Başka bir ayette de:
"Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz
şeylerin temiz olanlarından yeyin'' buyurur. Daha sonra Allah Resulü; yiyeceği
haram, içeceği haram, giydiği haram, haramla beslenen ve yüzü sararmış, saçları
dağınık halde uzun yolculuk yapan, ellerini göğe açarak: Rabbim, diye dua eden
bir adamı da zikretti. Ona nasıl olur da icabet olunur?" buyurdu.
Bu hadis, helal
yemenin, salih amel işleme hususunda kişiye yardımcı
olacağını isbatlamaktadır.
Ayrıca yenilen
şeylerin, nefsi iyilik veya kötülük yönüne iletme hususunda etkili olacağını da
kanıtlamaktadır. Çünkü alınan gıda, bedeni güçlendirip kuvvetlendirir. Gıda
temiz, saf, helal ve hoş ise temiz bir akaryakıt hükmünde olur ki, bu akaryakıt
vücut makinesini güzel işletir ve salih amellere
yönlendirir. Bunun aksine, alman gıda haram ve murdarsa sahibini kötü işler
yapmaya yönet lir.
Bu emir, bütün
peygamberlere, Özellikle Peygamber (s.a.v.) efendimize verilmiştir.- Çünkü O bu
emrin ilk muhatabıdır. Bu da kendisine emredilen zatın büyüklüğüne bir
işarettir. Ayrıca bu genel bir emir olduğundan dolayı da bir önem
kazanmaktadır. Cenab-ı Allah, bütün peygamberleri ve mü'min-leri, helal yemek ve
haramdan sakınmak hususunda eşit kılmıştır. Sonra yukarıda anmış olduğumuz
şeylerden dolayı herkesi kendi tehdidinin kapsamına almıştır.
Ey insanlar! Şunu iyi
biliniz ki, yukarıda peygamberlerin kıssası meyanm-da
anlatılan şey sizin dininiz ve milletinizdir. Çünkü bütün peygamberler sadece
Allah'a iman el meye ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmanıaya
davet etmek üzere gönderildiler. Cenab-ı Allah bize
diyor ki,siz bunu bilin ve zannetmeyin ki Muhammed yeni bir şey getirmiştir.
Ben sizin Rabbinizim. Bana karşı
isyan etmekten sakının
ve. emirlerime karşı gelmeyin.
İşte ümmetler böyle
oldular. Peygamberler de böyle görevlendirildiler. Ama bundan sonra milletler
gruplara, partilere ayrıldılar. Herkes kendi yanındaki şeyle sevindi. Her
topluluğun bir kitabı oldu. Sonra kitaplarını değiştirip tahrif ettiler.
Tahrif ettikleri kitaplara inandılar. Diğerlerini inkâr ettiler.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, İslâm ümmetini bu salgın hastalığa karşı
uyanık olmaya çağırıyor. Cenab-t Allah özellikle Kureyş kabilesine hitap ederek, Onları şu sözle tehdit
ediyor:
"Onları şaşkınlık
ve gafletleri içerisinde bırak" Yani ey Muhammedi Bu Kureyşlileri
bırak ta ne halleri varsa görsünler. Onlar, kendilerinden önceki miüetlere küfür, inat ve isyankarlık konusunda tıpa tıp
benzemektedirler. Azabın kendilerinden ertelenmesi dolayısıyla göğsün
daralmasın. Sıkıntıya düşme. Her şeyin bir zamanı vardır. Bırak ta sapıklık ve
dalaletleri içersinde belli bir zamana kadar bocalayıp dursunlar. Şu aidanmışlar, kendilerine verdiğimiz mal ve evladın, kendi
şeref ve kıymetlerinden dolayı mı kendilerine verildiğini zannediyorlar. Asla,
durum onların zannettikleri gibi değildir. "Biz mal-ve evlat bakımından
daha çoğuz," derken, boş ve anlamsız bir söz söylemiş oluyorlar. Onların
umutları boşa çıkacaktır. Onları bir süre oyalamak ve kendi yollarının doğru
olduğunu zannetsinler diye bunca nimetleri onlara verdiğimizi.bilmiyorlar. Ve
bunun farkında da değildirler. "Onların ne mallan, ne de evlatları seni
imrendirmesin. Allah bunlarla, onlara dünya hayatında azap etmeyi ve kafir
olarak canlarının çıkmasını istiyor"[55].
"Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahı arttırsınlar"[56].
Ey insanlar! Kişi,
malı ve çocuğu ile insan olamaz. Kişi elinde bulunan dünyalık malı ile Allah
katında şeref kazanamaz. Allah katındaki değer ve mertebesi, onun işleyeceği salih amellerle olur. "Allah katında en üstün olanınız
(Allah'ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır"[57].
Bu ayetlerden
anlıyoruz ki; helal yiyecekler, insanın gidiş tarzını etkiler, bütün
peygamberler de, sadece tek ve kahredici güce sahip olan Allah'a kulluğun
gerekli olduğu hususunu insanlığa duyurmak için gelmişlerdir. Milletlerin, Peygamberinden
sonra ayrılığa düşmeleri, tabii bir olaydır. Hakka tutundukları ve tahrife
uğramamış semavî kitapların gösterdiği yoldan ve Re-sulullah
(s.a.v.)'in çizdiği rotadan yürüdükleri takdirde kurtuluşa erecekler, yani
tefrikadan kurtulacaklardır. Allah katında üstünlük inal ve evlat İle değil,
takva ve salih amel iledir. [58]
57-61- Rablerinden korkarak titreyenler, Rabkrinin ayetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar,
Rablerîne dönecekleri için kaibleri ürpererck vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi
işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.
62- Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz.
Katımızda gerçeği söyleyen bir kitab vardır; onlar
haksızlığa uğratılmazlar. [59]
Bu ayet-i kerimelerde mü'minlerin diğer bazı sıfatlan anlatılmaktadır. Bu
sıfatlar, onların nefislerinde imanın derinleşip kök saldığına işaret etmektedir. [60]
Rablerinden ürküp
ürperenler, azabından korkanlar, sürekli bir şekilde O'na itaat ederler. Onun
hoşnutluğunu kazanmak için gayret sarfederier. Çünkü
ürküntü derecesinde Rablerinden korkan kimseler, onun azap ve ikabma, öfke ve gazabına karşı gayet derecede korkulu
olurlar. Bu nitelikteki kimseler günahlardan sürekli uzak dururlar. Salih amel
ve taatierde bulunmak için gayret sarfederier.
Allah'ın kevni ayetlerine iman eden, bu ayetlerin, mucizelerin
Allah'ın varlığına ve O'nun kemal sıfatlarla muttasıf
olup noksanlıklardan münezzeh olduğuna birer delili natık
olduklarını tasdik eden —bu seviyeye gelmek te,
Allah'ın kevni ayetleri ve Kur'an'i
ayetleri üzerinde sağlıklı ve salim bir düşünceye sahip olmakla mümkün olur—,
Rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayanlar bu da gizli şirkin reddeldiğine
bir delildir—, kendilerine verilenden başkalarına da verenler; namaz, oruç,
gece ibadeti, zekat, sadaka, iyilik gibi sa-lih amelleri işleyenler... Bunlar bu salih
amelleri İşlerken d,ahİ taksiratla bulunmaktan yana
kalpleri korku ve ürküntü içindedirler. Ayaklarından biri cennete girmiş olsa
bile devamlı surette Rab'Ierinden korkar.
Nefislerinin aldatmasına kapılmaz ve dini gurura düşmezler.
Rivayete göre Hz. Aişe (R.A.) Peygamber
(s.a.v.) efendimize şöyle sormuş: "Verdiklerini, Rablerinin huzuruna
dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verenler; zina edip, içki içip,
hırsızlık edipte bü yaptıklarından dolayı Allah'tan
korkan kimseler midirler? Hz. Aişenin
sorusuna peygamber efendimiz şu cevabı verdi: "Hayır öyle değil ey Sıddık'm kızı, adam namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir amabunu yaptığı halde yine de Allah'tan korkar, işte
ayet-i kerimeden kastedilenden bunlardır".
Bunlar gayet derecede
güzel olan yüksek sıfatlardırlar. Çünkü bunlardan birincisi,kişinin şiddetli
korkusuna, ikincisi derin imanına, üçüncüsü gizli şirkin reddelişine,
dördüncüsü, iyi işler yapmakta mübalağalı olmaya, gurur ve yalana aldanmamaya
delalet eder. Bunlar, sıddıkların, şehidlerin, salihle-rin makamlarıdırlar. Cenab-ı
Allah'ın, bizleri bu yolda muvaffak kılmasını ve bizleri de o iyi kimselerin
sırasına koymasını diliyoruz.
Bu güzel sıfatlarla muttasıf olan kimselerin, iyi İşleri yapmakta yarışacaklarının
ve taatlerİ işlemekte tez canlılık edeceklerinin
bildirilmesinde bir tuhaflık yoktur. Cenab-ı Allah
bunlara dünyanın mükafatını, ahiretin de güzel
sevabını vermiştir. Bunlar bu hususta önde giderler.
Kur'an-ı Kerim, ameli burada anlattıktan sonra onunla ilgili
birşeyden daha söz etmiştir: Cenab-ı
Allah hiç kirnseye gücünün ve kudretinin üstünde bir
iş yüklemez. Ya da güç ve kudretinin altındaki bir
şeyi de yüklemez. Yani güç ve kudreti ile orantılı işleri ona yükler. Bu dört
sıfatla nitelenen, iyi işleri yapmakta yarışan kimseler, güçlerinin üstünde bir
iş yapmış değildirler. EyinsanlarîBilesiniz
ki;Allah'ın katında öyle bir kitap vardır ki, onda bütün ameller kayda
geçirilmiştir. O kitapta büyük küçük hiçbir şey unutulmuş değildir. Mutlaka
kayda geçirilmiştir. O, Allah'ın, onunla hakkı realiteye uygun olarak ortaya
çıkardığı bir kitaptır. Bunda da asiler için bir tehdit, itaatkârlar için de
gönül huzuru ve teskin vardır. "Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin
kimseye zulmetmez"[61]
63- Ama, kafirlerin kalbleri
bundan habersizdir. Bundan başka da onların yapageldikleri
işler de vardır.
64- Sonunda şımarık varlıklarım azabla
yakaladığımız zaman feryad ederler,
65- Onlara şöyle deriz: "Bugün fcryad
etmeyin, doğrusu katımızdan bir yardım görmezsiniz."
66-67- "Ayetlerimiz size okunduğunda
büyüklük taslayıp, gece ağzınıza geleni söyleyerek ardınıza
dönüyordunuz."
68- Söyleneni hiç düşünmezler mî? Yoksa onlara, önce
geçmiş alalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
69- Veya peygamberlerini tanımadılar da, bu yüzden mi
onu inkar ediyorlar?
70- Ya da: "Onda delillik var" diyorlar öyle mi?
Hayır; onlara gerçeği getirmiştir, ama çoğu ondan hoşlanmamaktadır.
71- Eğer gerçek onların heveslerine uysaydı, gökler yer
ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi. Onlara, kendilerine öğüt veren bir şey
getirdik; onlar ise öğütlerinden yüz çevirirler.
72- Ey Muhammedi Yoksa sen onlardan bir ücret mî
istiyorsun? Rab-binin ecri daha iyidir. O, nzık
verenlerin en hayırlısıdır.
73-74- Aslında sen onları doğru yola çağırıyorsun
ama, ahirete inanmayanlar bu yoldan sapmaktadırlar. [62]
Gaflet, şaşkınlık.
Zenginleri. Sıkışıp imdat isterler. Dönersiniz, geriye gidersiniz. Yani haktan
yüz çevirirsiniz. Geceleyin konuşan topluluk, Kötü sözler söyler, hezeyan
savurursunuz.Delilik. Ücret, ve nzık. [63]
Kur'an-ı Kerim, mü'minleri ve
niteliklerini anlattıktan sonra genel anlamda amel ile İlgili İki hükmü de
anlattı. Bundan sonra yine eski konuya dönerek mü'minleri
diğer bazı sıfatlarla niteledi. Bunun ardı sıra kafirlerden bahsetmeye
başlayarak onlarla münakaşa edip yaptıkları iş ve bu işlerin sebepleri
konusunda tartışma açtı. Tartışarak, bütün şüpheleri ortadan kaldırmak İçin
onların görüşlerini çürüttü. [64]
Kutlu ve yüce Allah
der ki: Geçen sayfalarda anlatılan dört sıfatla nitelenen ihlash
mü'minler, bu korku ve ürküntülerinden dolayı
şaşkınlık içersinde kalıp düşünerek, acaba amellerimiz Allah tarafından kabul
edilecek mi, edilmeyecek mi diye kafa yorarlar. Çünkü onlar, amellerinin içinde
her ne kadar ihlas bulunsa da kendi üzerlerine vacip
ve farz olanlar dışında başka amelleri bulunduğu anlayışındadırlar. Evet onlar
nafileler, sadakalar ve gelecekte yapacakları diğer bazı amellerle de
yükümlüdürler. Bunlar da Önemsiz sayılmazlar.
"Onların
varlıklarını azap ile yakaladığımız zaman..." ayet-i kerimesine gelince
bu, kafilere özgü bir niteliktir. Ayet-İ kerimede geçen ve zaman anlamında terceme ettiğimiz "hatta" kelimesi ise iptidaiye,
yani başlangıç edatı olup yeni bir sözün başlamakta olduğunu ifade eden bir
kelimedir.
Bu güzel bir görüş ve
uygun bir te'vil'dir. Bazı kimseler yukarıda geçen
sözlerin tümünün kafirler hakkında olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlar
şaşkınlık, hayret ve sapıklık içersİndedirler. Kur'an'da açıklamakta olduğumuz bu şeylerden veya
Allah'tan korkan mü'minlerin va
s folundu klan bu niteliklerden habersizdirler. Bu kafirlerin bundan başka
işleri de vardır. Yani küfür ve cehaletten başka yapmakta oldukları diğer bir
takım sapıklık işleri de vardır. Onlar bu kötülükleri yaparlar çünkü onların bu
işleri yapacakları levih-i mahfuzda yazılıdır. Bİz onların varlıklarını kıyamet gününde azap ile
yakaladığımız zaman,seslerini yükselterek imdat dilerler. Ama onları azarlayıp
kınayarak Cenab-i Allah kendilerine şöyle der: Bugün
imdat dilemeyin. Bugün bizden taraf sizlere bir yardım gelmeyecektir. Bugün siz
azapta hazır bulunacaksınız. Size asla yardım olunmayacaktır.
Ey okuyucu kardeşim!
Onların ulaştıkları bu hasret, pişmanlık ve hayıflanma haline dikkatle
bakmalıyız. Bu onların, bu dünyada iken küfür ve cehaletten vazgeçmelerini
gerekli kılan bir sebeptir. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kendilerine
yardımcı bir kimsenin bulunmayacağını açıkladıktan sonra onlara bu cezanın
verileceğini açıklamıştır. Ve demiş ki:
a- Kur'an-ı Kerİm'deki açıklayıcı ayetlerim sizlere okunuyordu. Siz de
arkanızı dönüp o ayetleri dinlemekten kaçıyor ve yüz çeviriyordunuz.
b- Harem de ve Kabe'yi muazzamada
büyüklük taslakiayarak diyordunuz ki; Bugün bize hiç
kimse galip gelemez. Zira biz Allah'ın, Harem halkın-danız. Oysa siz O'na isyan
ediyordusunuz. Onu layıkı
ile takdir etmiyordunuz.
c- Ka'be'nin etrafında
geceleyin toplanıp uygunsuz şeyler konuşuyordunuz. Kur'an
ve peygamber hakkında laubalice laflar sarfediyor,
onlara sövüyor, peygamberi sihirbazlık veya delilikle niteliyor; Kur'an'tnm da, evvelki ümmetlerin masalları olduğunu, yalan
ve asılsız sözlerden ibaret olduğunu iddia ediyor, fahiş ve kötü sözler s ar fedi yordunuz. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah,
onların bu işleri yapmalarını aşağıdaki sebeplerden herhangi biri için redderek hallerini tavsif etti ve bu şeyi yapmalarının
uygun olmadığını izah buyurdu ve bu kötülüklerinden dolayı onları kınadı.
Şöyle ki:
1- Onlar köreldiler mi? Muhammed'e indirilen Kur'an'm manasını düşünmediler mi? O kalıcı ve ebedi bir
mucizesidir. Apaçık bir arap dili ile inmiştir.
Arapça; edebiyat, sanat ve fesahat ehlinin dilidir. Kur'an-ı
Kerim o kafirlere, kendisinin bir benzerini getirmeleri için açıkça meydan
okudu. Fakat onlar bunu yapmaktan aciz kaldılar. "Kur'an'ı
düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin) üzerinde kilitleri mi var (ki hiçbir hakikat,
gönüllerine girmiyor?"[65]. Şayet
onlar Kur'an-ı Kerim'in manasını düşünüp kavrasalardı
iman ederlerdi ve bu yaptıkları kötülükleri de işlemezlerdi.
2- Muhammcd (s.a.v.), onların ilk atalarının getirmemiş oldukları
bir şeyi mi getirdi? Hayır Muhammed, türedi bir peygamber değildir. O'nun peygamberliği,
benzersiz bir peygamberlik de değildir. Ondan nice peygamberler gelip geçti.
Onlar; milletlere peygamber gönderildiğini, kimisinin o peygamberleri
doğruladığını kimisinin de yalanladığını, Cenab-ı
Allah'ın, mü'minleri musibetlerden ve zalimlerin
zulmünden kurtardığını, onlara zafer ihsan ettiğini, kafirleri ve
yalanlayıcıları perişan ettiğini tevatüren
bilmektedirler. Şu halde ne diye inat edip Muhammed (s.a.v.)'i yalanlıyorlar.
Şu bilmekte oldukları haller onları tasdike ve imana davet etmiyor mu?
3- Yoksa onlar peygamberlerini tanımıyorlar mı ki onu
inkar ediyorlar? Evet onu biliyorlar ve tanıyorlar. Peygamberleri Muhammed'in
doğru sözlü ve güvenilir bir kimse olduğunu tebsit
etmişlerdir. Dahası, O'nun asla yalan söylemediğini de müşahede etmişlerdir.
Hiçbir zaman bir yaratığa hi-yanet
etmemiştir. Böyle bir kimse nasıl o!ur da Aİlah'a
hıyanet eder ve o'na karşı yalan ve iftira uydurur? Onlar peygamberi herkesten
çok daha iyi tanıyorlar ve durumunu biliyorlardı. Hal böyleyken peygamber olup
aklı ve erkekliği kemale erdikten sonra O'nu nasıl inkar edip yalanladılar?
Doğrusu bu çok tuhaf bir durumdur.
4- Peygamberin deli olduğunu mu söylüyorlar?"
"Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor. Onlar yalandan başka birşey söylemiyorlar"[66].
Onlar böyle söylerken hem kendi inançlarına, hem de realiteye uymayan asılsız
ve yalan şeyler söylüyorlar. Hakikatte onları haktan yüz çevirmeye, asılsız
bir büyüklük taslamaya, geceleyin Kabe'nin etrafında toplanıp fahiş ve kötü
sözler sarfetmeye sevkeden
şey, sadece sapıklıkları ve Kur'an'ı anlamamalarıdır.
Allah'ın gazabını hak eden asabiyetleri, bağnazlıkları ve atadan kalma cehaletleri,
kalplerinde gizlenen kinleri, Kur'an'a ibret
nazarıyla hevâ ve hevesattan
uzak, salim bir düşünce ile düşünüp kavramalarına engel teşkil etmiştir. Yine
onları kötülük işlemeye; onların, Muhammed yalancıdır, peygamber değildir,
mealindeki düşünceleri ve fasit itikatları yöneltmiştir. Helak olsunlar.
Mahvolsunlar! Bundan önce de onlar Muhammed (s.a.v.)'in şahsiyetini ta-mmıyorlarmiydı. Daha ne diye "O delidir"
diyorlar. "Sen, Rabbinin nimeti ile cinlenmiş (deli) değilsİn"[67]
Hayır bilakis Muhammed
doğru sözlü, güvenilir ve dürüst bir insan olarak Allah tarafından
peygamberlikle görevlendirildi ve onları aydınlatmak, Hak'kın
zaferini gerçekleştirmek üzere geldi. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah
katından bir cici olarak o topluma geldi. Ama onların çoğu hakkı hoşnutlukla
karşılamadılar. Sadece Hak'ka karşı düşmanlık
beslediler1. Onlardan pek az kimseler hak'ka
yardımcı oldular, Hakkın davetcilerine İtaat ettiler.
Mübarek ve yiîce hak, onların bozuk heveslerine,
sapık ve maddi rağbetlerine uymuş olsaydı göklerle yerin ve onlardaki
mevcudatın düzeni bozulurdu. Cenab-ı Allah bütün bu
bozukluklardan ve fesatdan yüce ve münezzehtir.
Hatta şu Kur'an'dan yüz çeviren, Kur'an'dan
uzaklaşan araplara haddizatında Kur'an'i
biz, onların hatırası, şerefi ve diğer ümmetler arasında derecelerinin
yücelmesi sebebi olarak getirip ikram ettik, adeta Kur'an
onları yeniden yarattı. Öyfe bîr ümmet haline getirdi
ki düzenli ve intizamlı bir ümmet oldular. "O(YoI)sana
ve kavmine bir şereftir. Ve yakında (ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız"[68].
Hayret.. Onlar
zikirlerinden, şereflerinden ve üzerlerine nazil olan Kur'an'dan
yüz çevirmişlerdir. Hayret ve hem de ne hayret! Ey Muhammedi Sen onlardan bir rızik ve ücret mi istiyorsun? Onları doğru yola iletmek ve
şanlarını yüceltmek hususunda kendilerinden bir karşılık mı istiyorsun ki,
senden bıkıyorlar ve sana kin besliyorlar? Senin Rabbinin vereceği rızık ve ücret,hem senin için hem de başkaları için
elbetteki daha hayırlıdır. Çünkü O, mülk ve hakimiyetin sahibidir. O, rızık verenlerin en iyisidir. Ey Muhammed, sen onları
güçlü ve her zaman övülen zatın dosdoğru yoluna, şeref, onur ve hayır yoluna,
orta yola davet ediyorsun. Onları, şifa veren bir İlaca çağırıyorsun. Çünkü o
ilaç hekimler hekimin ilacıdır. İslâm ilacının, hem dinî, hem dünyevî
problemlerimizi çözüme kavuşturup manevi ve mada
hastalıklarımıza şifa veren en hayırlı bir Üaç
olduğunu olaylar ispatlamıştır. Ve dostlarından önce islam
düşmanları buna tanıklık etmişlerdir. Bütün bunlarla birlikte ahirete inanmayanlar; doğru yoldan uzak, hakkı bırakıp
sapıklık yoluna meyleden kimselerdirler. O yolda, yani sapıklıkta hem ifrat ve
hem de tefrit vardır. Bu gibi kimseler günümüzde ne kadar da çokturlar. [69]
75- Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek
bile, azgınlık--lan içinde bocalayıp, kalırlar.
76- And olsun ki, Biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve
yakarmamışlardı.
77- Sonunda onlara şiddetli bir azab^
kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdilcr.
78- Oysa, sizin için kulaklar, gözler ve kalblcr vureden O'dur. Pek ay.
şükrediyorsunuz.
79- Sİzi yerde yaratıp yayan
O'dur ve O'nun huzurunda toplanacaksınız.
80- Dirilten de,
öldüren de O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine
bağlıdır. Düşünmez misiniz?
81- Hayır; yine de Öncekilerin dediklerini derler.
82-83 öncekiler: "Ölüp toprak ve bir yığın
kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz? And olsun ki
biz ve daha önce de babalarımız tehdid edilmişti; bu,
öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" demişlerdi.
84- Ey Muhammedi De ki: "Biliyorsanız söyleyin, yer
ve onda bulunanlar kimindir?"
85- "Allah'ındır" diyecekler, "öyleyse
ders almaz mısınız?" de.
86- Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi
kimdir?" de.
87- "Allah'tır" diyecekler! "Öyleyse O'na
karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de.
88- "Biliyorsanız söyleyin, her şeyin hükümranlığı
elinde olan, barındıran fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir?" de.
"Allah'tır"
diyecekler; "Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz"'de.
90- Hayır; Biz onlara gerçeği getirdik ama, onlar
yalancıdırlar. [70]
Azgınlıklarında ve
batıllarında bocalamaya devam ettiler.Bocalarlar.Boyun eğdiler.Şaşkın, umutsuz
ve ne yapacağını bilemeyen kimseler.Sizi yarattı ve yeryüzüne yaydı.
"Usture" kelimesinin çoğulu olup masal ve uydurma
şeyler. Herşeyin mülkü ve yönetimi. Başkasını
sakındırır.Ondan men olunmaz. Aldanıyor, büyüleniyor, Allah'a itaat edip onu
birlemekten, saptırılıyorsunuz. [71]
Peygamberi ve
kendilerine indirilen ve onları şereflendirip yüceltmek isteyen, onları doğru
yola ve aydınlığa iletmek isteyen Kur'an'i inkar
etmekte olan şu zalim kavmin hiç de haklı bir tarafı, dayanak ve mesnedi
yoktur. Bütün bunlara rağmen onlar, Allah'a ortak koşmak, Allah'ı inkar etmek,
batılda devam etmek konusunda ısrar etmektedirler. Biz onlara merhamet edip te üzerlerindeki sıkıntıyı giderip, onlara Kur'an'ı anlatırsak yine Kur'an'a
teslim olmazlar. Ve küfürlerinde, taşkınlıklarında, azgınlıklarında devam ederler.
"Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi,
onlara işittirmeydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi"[72]".
"Geri gönderilsclerdi yine men olundukları şeyi
yapmaya dönerlerdi"[73].
Biz onları azab İle yakaladık, şiddetli musibetlerle imtihan ettik ki
doğru yola dönsünler, sapıklıklarından vazgeçsinler. Bu, onları içinde
bulundukları dalaletten geri çevirmedi. Rablerİne de
teslim olmadılar. O'na yalvarmı-yorlardı.
' 'Hiç olmazsa kendilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvarsa-lardı! Fakat kalpleri (iyice) katılaştı"[74].
Nihayet onlara
Allah'ın emri geldi, ansızın azap saati onları yakaladı. Allah'ın azabı onları
öyle bir yakalayıverdi ki onlara şiddetli bir azabın kapısını açtı o esnada
her hayırdan, yardımdan ve iyilikten ümitlerini kestiler. Ve haktan yana
umutsuzluğa düştüler. Şaşkın hale döndüler. Ne yapacaklarını bilemez oldular.
Vay onların bu haline. Noksanlıklardan münezzeh, rahman, rahim, nimet sahibi,
herkese ihsanda bulunan yüce Allah sizleri yarattı. Size görme, işitme duyuları
verdi. Sizi kalb sahibi yaptı ki, etrafındızda
olup bitenleri bilesiniz, çevrenizdeki şeylere bakıp tefekkür edesiniz.
Kainatla Allah'ın varlığına, birliğine onun serbest irade sahibi olduğuna
şahadet eden ayetleri ve konuşan alametleri göresinİz.
Sizin, Rabbinizin nimetlerine karşı şükrünüz ne kadar da azdır. Siz O'na
gerçekten de çok az şükrediyorsunuz. Dahası, O'nun nimetlerine karşı nankörlük
ediyorsunuz. İşte Allah'ın eksiksiz kudretine delalet eden, konuşan deliller,
o sizi yeryüzünde yarattı ki çeşitli şekil ve dillerinize rağmen dünyayı imar
edesiniz. Sonra hepiniz topluca O'nun huzurunda toplanacak ve hesaba
çekileceksiniz. O canlıları yaşatır. Ölecek olanları da Öldürür. O tek başına
geceyi ve gündüzü peşpeşe getirir. Zaman çarkını
döndürür.
Gece ile gündüzün
zamanlarının uzayıp kısalmaları işini de yöneten O'-dur. Gece ile gündüzün peşpeşe deveran etme düzeni yürüten O'dur. Bu ince nizamın
sahibi O'dur. "Ne güneşin Ay'a erişmesi kendisine yaraşır, nede gece,
gündüzün önüne geçebilir. Hep bir felekte (yörüngede)
yüzmektedirler"[75].
Güçlü, bilgili, yaratıp takdir eden, diriltip Öldüren, kainattaki her mevcudu
varlık alanına çıkartan bir zatın varlığını akıllarınız size ispatlamıyor mu?!
Bütün bunlarla birlikte bazı insanlar ölüm sonrası dirilişi inkar edip imkansız
gördüler. Ve çürümüş kemikleri kim diriltir dediler. Kendilerinden önceki sapık
ümmetler de böyle söylemişler. Ve biz mi ölüp toprak olduktan, çürümüş
kemiklere döndükten sonra canlandırılıp diriltileceğiz? Biz ve atalarımız
bundan önce de bu gibi vaatlerle oyalanmıştır. Ama hiç te
bunlar gerçekleşmedi, dediler. Geri zekâlılıklarından ötürü yeniden hayata
dönmenin bu dünyada olacağını zanneder gibi oldular ve dediler ki: Bu
duyduğumuz şeyler öncekilerin masallarından, uydurmalarından ve yalanlarından
başka bir şey değildir.
Birliği yüce, mübarek,
yaratma ve tasarrufta bağımsız olan Allah onlara şu gerçeği anlatıyor:
Allah'tan başka tanrı.yoktur. O'ndan başka Iâyıkı ile
tapınılacak bir ma'bud yoktur. İbadet ve kutlamanın
sadece O'na yapılması gerekir.
Bu nedenle Cenab-i Allah; Peygamber (s.a.v.) efendimize, dikkatlerinin
basit hususlara çekerek şu soruyu sormasını emretti: Ey müşrikler bu yeryüzü
ve yeryüzünde var olan şeyler kime aittir? Yeryüzünü ve ondaki insanları,
hayvanları, bitkileri ve diğer şeyleri yaratanın kim olduğunu biliyorsanız
söyleyin.
Bütün bunların Allah'a
ait olduğunu ve bunları yoktan var edenin Allah olduğunu söyleyeceklerdir. Ve
yine diyecekler ki; Allah, yaratan, yarattığı şeye şekil veren, göklerle yeri
yoktan var edendir.
Bütün bunları itiraf
ettiklerini ve bu mevcudatın sadece Allah'a ait olduğunu, ortağı bulunmadığını
söyleyeceklerdir. Böyle olunca ey Muhammcd! Onlara.de
ki: Bütün bunları yaratan Allah'ın sadece kendisine ibadet edilmesi
gerektiğini düşünmüyor musunuz? Bu,f'tratın, yani
insanların yaratılışlarının bir gereğidir. Bunu inkar etmek gafletten başka
bir şey değildir. Bir nevi aymazlıktır. Bunun ilacı da düşünmek ve
tefekkürdür.
Bu ayet-i kerime,
müşriklerin Allah'ın rablığım itiraf ettiklerini,
kainatta O'nun ortağı bulunmadığını göstermektedir. Bununla beraber müşrikler,
tanrılıkta Allah'a başka varlıkları ortak koştular. Nihayet O'nunla
birlikte başka şeylere tapa'r oldular. O şeyler,
kendilerine tapan kimselere ne fayda ne de zarar verebilir.
Ey Muhammedi Yine
onlara de ki: Yedi kat göğün rabbi, görkemli.arşın rabbi kimdir?
Bir hadisi şerifte
şöyle buyurulmuştur: "Yedi gök, yedi kat yeryüzü
ve ondakilerle ikisi arasındakiler, kürsiye göre çöle
atılmış bir halka gibidir. Kürsi ve ondakiler de Arşa
nİsbetle o çöldeki halka gibidir".
Ey Muhammedi Onlar,
senin soruna cevap verirken: Yeryüzü ve ondaki varlıklar sadece Allah'a aittir,
diyeceklerdir. Sen onlara de ki: Artık siz Rab-binizin
azabından korunmaz mısınız? Yani siz O'nun göklerin ve yüce arşın Rabbi
olduğunu itiraf ettiğinize göre O'nun azabından korkmaz mısınız? İbadet
ederken ondan başkasına da tapmakla O'nun sizi azaplandıracağmdan
endişe etmez misiniz? Ve O'ndan sakınmaz mısınız?
Onlara de ki: Herşeyin mülkü ve yönetimi elinde bulunan kimdir? Elinde
mülk ve tasarruf bulunan kimdir? Bir şeyin olmasını dileyince o şeye ol diyerek
O'nu meydana getiren ve olduran kimdir? Herşeyİ
koruyup kollayan, ama kendisi,korunup kollanmaya muhtaç olmayan, dilediğine
imdatla bulunan ve kendisi başkasının imdadına muhtaç olmayan kimdir? Azamet
ve kudret sahibi O'dur. Yaratma O'na aittir. Emir O'na aittir. O'nun hükmünü ak
salacak, yargısını reddedecek kimse yoktur. Dilediği olur. Dilemediği olmaz.
Bütün bunların,
yeryüzü ve ondaki varlıkların sadece Allah'a ait olduğunu, O'nun ortağı
bulunmadığını itiraf ederek cevap vereceklerdir. Ey Muhammed! Sen onlara de ki:
Siz nasıl büyüleniyorsunuz? Gerçeklerden saptırılıyorsunuz? Neden dolayı
aklınız başınızdan gidiyor da ondan başkasına da kulluk ediyor sunuz? Ama bunun yanında siz herşeyin
yaratıcısının ve sahibinin O olduğunu açıkça itiraf ediyorsunuz. O göklerin ve
Arş-ı azimin rab-bidir. O
mülk ve tasarruf sahibidir. Biz onlara doğru söz ve gerçek delille geldik. Bu
da Rabbinin önceki sayfalarda anlatılan apaçık ayetleri, mucizeleri ve beyyineleridir. Bununla beraber onlar Rabbine ve hakikate
küfreder. İşte bu ayetlerde onlar İçin tehdit ve uyarı vardır. [76]
91- Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı
yoktur, olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden
üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir. [77]
Bazısı bazısına üstün
gelir ve güçlü olan zayıfı altetmeye çalışırdı. [78]
Önceki sayfalarda Cenab-ı Aİİah, kudret ve kemali
kendi zatının gereği kılacak sıfatlarla kendini nitelemiş, bu kâinatın altında
ve üstünde tam tasarrufa sahİb olduğunu
açıklamıştır. Müşrikler de Allah'ın bu niteliklere sahip olduğunu İtiraf
etmekte idiler. Sonra Cenab-ı Allah kendi nefsini, evlad ve ortak edinmekten'tenzih
etmiştir ki, insanları sahih iman yoluna iletsin. Bu anlamda mcalcn şöyle buyurmuştur: Allah çocuk edinmedi, ve çocuk
edinmek ona yaraşmaz. Gökte ve yerde ne varsa hep O'na aittir. O, başkasına
muhtaç olmayacak zengin bir zattır. Herşey O'nu muhtaçtır.
O'nun nasıi çocuğu olur? Onun varlığı zatının
gereğidir. Evveli yoktur. Hakkı ile mabud-dur.
Sonradan var olan her şeye muhaliftir. Onlardan yani yaratıklarından hiçbirine
benzemez. Oysa çocuğun, herhangi bir hususta babasına benzemesi mutlaka gerekli
olur.
Allah'la birlikte
başka hiçbir tanrı yoktur. O'nun ortağı da mevcut değildir. Şayet böyle
olsaydı her tanrı kendi yarattığı şeylere hükmeder ve kâinatta herbiri kendi başına yönetimde bulunurdu. Eğer böyle
olsaydı, varlığın düzeni bozulurdu. Göklerin, göklerdeki mevcudatın, yerlerin,
yerlerdeki varlıklarının nizamı bozulurdu. Oysa görülüyor ki bu varlıklar bir
düzen ve disiplin içersindedir. Gayet incelikli bir nizama sahiptir.'
''Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette
aklı selim sahipleri İçin ibret verici deliller vardır"[79]
"Rahmanın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin"[80]
Allah'la beraber başka tanrılar da olsaydı — Nitekim müşriklerde böyle iddia
etmektedirler— Tanrılardan her biri diğerine üstün gelmeye çalışıp biri
diğerine kahretme çabası içine girerdi. ''Eğer yerde, gökte Allah 'tan başka
tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de, gök te) bozulup
gitmişti'[81]. Allah onların
yakıştırmalarından münezzehtir. O zalim ve mütecavizlerin, Allah'ın çocuğu
veya ortağı vardır, diye söyledikleri uydurma sözlerden de uzaktır. Ey
Muhammedi Senin Rabbin bu iftiralardan çok üstün ve yücedir. O görülen ve
görülmeyen alemleri bilir. Kutsaldır. O nurlu ve üstündür. Sânı yücedir.
Kafirlerin ve zalimlerin iftiralarından münezzehtir. [82]
92- O, görülmeyeni de, görüleni de bilir. Koştukları
ortaklardan yücedir.
93-94- De ki: "Rabbim! Onların tehdid olundukları şeyi bana mutlaka gösterecek sen, o
zaman beni zalim milletin içinde bulundurma yarabbi.
95- Biz onlara va'dettiğimİzi
sana elbette gösterebiliriz.
96- Kötülüğü en iyi ile sav. Onların vasıflandırmalarını
Biz daha iyi biliriz.
97- De ki: "Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından
Sana sığınırım"
98- "Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana
sığınırım".[83]
Dürtüklemeler,
tahrikler. [84]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah Peygamber (s.a.v.) efendimize emir verip şu duada
bulunmasını ve şöyle demesini ifade buyuruyor: Ey Rabbim! Eğer onların
vazedildikleri azabı bana göstereceksen, yani senin vadet-tiğin sözlerin gerçekleşmesini bana göstereceksen o halde
beni zalimler safına koyma. Beni onlardan biri yapma.
Peygamber (S.A.V!)
efendimiz, Cenab-ı Allah'ın, kendisini,azap indirdiği
zaman zalimler safına koymayacağını ve onların arasında bulundurmayacağını
biliyordu. Bununla beraber Rabbi kendisine böyle dua etmesini ve kendisinden
bu istekte bulunmasını ona emretti ki, ecrini ve sevabını büyütsün. Ve her
zaman Rabbini ansın... Ya bizlerin durumu ne olacak?!
Ey Muhammed! Biz,
zalimlere vadettiğimiz azabı gerçekleştireceğimiz zamanı
sana göstermeye ve o azabı da gerçekleştirmeye muktediriz.
Rabbi ona insanlar
için başka bir ilaç öğretti. Zira Cenab-ı Allah insanlardan
Hz. Muhammed'e eziyet ve kötülük yapılacağını
biliyordu. Ona şu direktifi verdi: Ey Muhammed! Gafillerin sana
ulaştıracakları kötülükleri en iyi bir yöntemle def et. Onlara iyilikte
bulunarak kötülüklerini sav. Biz onların Allah'a karşı iftiralarını ve O'na
yaptıkları yakıştırmaları çok iyi biliyoruz. Bu yaptıklarından ötürü de onları
cezalandıracağız. Ey Muhammed de ki: Ey Rabbim! Şeytanların dürtü klemeler inden ve vesveselerinden sana sığınırım.
Cenab-ı Allah; peygamberlerine, aynı şekilde mü'minlere bu duayı yapmalarını emir buyurdu. Müşriklerin,
Allah'a uygunsuz yakıştırmalarda bulun- ( dukiarını
duydukları zaman mü'minlcre isabet eden öfke
tırmanışına karşı bir tedavi aracı olarak bu şekilde dua etmelerini, Cenab-ı Allah peygambere ve mü'minlere
emir buyurdu. Bütün bu dualar, Allah'ın vacip ve mümteni
sıfatları açıklandıktan sonra mü'minler ve peygamber
için bir ilaç mesabe-sindedirler. Bunda, Muhammed ve ashabının bu nedenle
insanlardan gelecek zorluk ve sıkıntılara maruz kalacaklarına işaret vardır. Bu
ilaç; Allah'ı anmak ve O'na yönelmektir.Bu ilaç sayesinde, kafirlere inecek
olan azaptan uzaklaştırılmış korunmuş oluruz. Ayrıca bize kötülük yaptıkları
zaman insanlara iyilik yapmamız gerektiği de böylece ifade edilmiş olmaktadır.
İyilik, yapılan kötülüğü yok edip giderin "(sen, kötülüğü) en güze! olan
şeyle sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse,
sanki sıcak bir dost oluvermiştir"[85]
Bundan sonra şeytan
size vesvese verip sizi dürtükleyerek öfkelendirir; ise,Allah'a dua edin ve
ilahi rahmetten kovulmuş olan şeytandan O'na sığının. "Allah'tan
korkanlar, kendilerine şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah'ın
emir ve yasaklarını) hatırlarlar, hemen (gerçeği) görürler"[86]. Bu
faydalı bir ilaçtır. Müslümanların, bunun bilincine varmaları ve bu hususta
uyanık olmaları gerekir, [87]
99-100- Onlardan birine ölüm gelince: "Rabbim! Beni
geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim" der.
Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltecekleri güne kadar arkalarında
geriye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır.
101- Sur'a üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy
yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey
soramazlar.
102- Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş
olanlardır.
103- Tartıları hafif gelenler, İşte onlar, kendilerine
yazık edendir, cehennemde İemcllidivlcı:
104- Ateş onların yüzlerim yalar, dişleri sırıtıp kalır.
105- Allah: ''Ayetlerim size okunurken onları
yalanlıyordunuz değil mi?" der.
106- Şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız
yenmişi sapık bir millet olmuştuk."
107- "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, tekrar günaha
dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz,"
108-111- Allah: "Sinin orada! Benimle
konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: "Rabbimiz! İnandık, artık bizi
bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin" diyordu. Siz ise, onları
alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep
gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bugün onları mükafatlandırdım. Doğrusu
onlar kurtulanlardır" der.
112- Allah onlara yine: "Yeryüzünde kaç yıl
kaldınız" der.
113- "Bir gün veya daha az bir süre kaldık,
sayanlara sor" derler.
114-115- Allah: "Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz!
Sizi boşuna yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" der.
116- Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka
tanrı yoktur. O, yüce arşın Rabbidir.
117- Allah'la beraber, yarlığına hiçbir delili olmadığı
halde başka tanrıya tapanın hesabını Rabbi görecektir. İnkarcılar elbette
kurtulamazlar.
118- Ey Muhammedi De ki: "Rabbinı!
Bağışla, merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırhsism." [88]
Burada Önlerinde
demektir.Sed ve engel. Bu sed
onların dünyaya geri dönmelerine engel olur. Bu sûr, borazanı andıran bir boru
gibidir. Kendisine iki defa üflenir. Birinci üflenişte bütün varlıklar ölür,
ikirt7 çişinde ise hepsi yeniden hayata döndürülür. "(Birinci defa) sûr'a
üflendi, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp bayıldıflar
yahut öldüler), ancak Allah 'ın dilediği kaldı.
Sonra ona bir daha üfledi, birden onlar ayağa kalktılar, bakıyorlar (ne
olacağım bekliyorlar)"[89].
Bazı kimseler sûr kelimesinin su-ver kelimesinin çoğulu olduğunu söylemişler.
Bunlara göre ayet-i kerimeden kastedilen mana, ölü bedenlere ruhun
üflenmesidir. Tartılan ameller. Ateş yalayıp geçer.Dudakları gerilip dişleri
açığa çıkar.Sinin ve susun. Bahtsızlığımız.İstihza ve alay. Hayvanlar gibi
başı boş.[90]
Haberi doğru ve gerçek
olan, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kafirlerin, isyankarların, hukuku
ilahide ifrata sapmış olanların ölüm anında can çekişirken kendileri için
hazırlanmış olan azabı gördükleri andaki durumlarını haber veriyor. Bu durumda
olan kimselerden biri der ki: Ey Rabbim! Beni tekrar dünyaya geri döndür.
Dünyada iken terketmiş olduğum iyi işleri yapayım.
Fırsatını kaçırmış olduğum görevlerimi yerine getireyim.
Bu gibi kimseler
kendilerinin dünyaya döndükleri takdimde salih amel
işleyeceklerine kesinlikle inandıklarından dolayı Allah'tan, kendilerini dünya
hayatına geri döndürmesini talep ederler. Dünyaya geri döndürülmelerinİ
isterler ki iyi işleri yapmakta başarılı olsunlar.
Bakınız bu konuda Kur'an-ı Kerim neler söylüyor: "Şimdi bizim şefaatçilerimiz
var mı ki bize şefaat etsinler, Yahut tekrar geri döndürül(üp
dünyaya gönderilmemiz mümkünmü ki (orada eski) yaptıklarımızdan
başkasını yapalım?"[91]
"Rabbimiz bizi geri döndür iyi işler yapalım"[92]
"Onların, ateşin başında durdurulmuş iken; "Ah ne olurdu keşke biz
(dünyaya) geri çev-rilseydik
de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık, inananlardan olsaydık!" dediklerini
bir görsen!'[93]. "Dediler ki:
"Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve İki kez dirilttin. Günahlarımızı
itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı? (acaba)?
"[94].
"Onlar orada: "Rabbimiz bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım"
diye feryat ederler"[95].
Onlar ölüm döşeğinde iken tekrar hayata döndürülmek isterler ama bu
isteklerine olumlu cevap verilmez. Ateşe arzotundukları
zaman, herşeye karşı zorlu gücün sahibi olan Allah'ın
huzuruna çıkarılacakları zaman tekrar geri döndürülmek isterler ama bu
istekleri reddedilir. İşte bu nedenle onların bu haksız istekleri;
"defol", "bu isteğin asla olamaz" anlamına gelen kelimesi
ile red-dolunmuştur. Bu,
sahibinin gevelemekte olduğu bir sözden başka birşey
değildir. Evet bu, herşeyi yerli yerince yapan ve herşeyden haberdar olan Allah'ın vermiş olduğu bir
hükümdür. O'nun hükmünü reddedecek, O'nun yargısını aksatacak hiçbir varlık
yoktur. Zaten bundan başkası düşünülemez. "Geri gönderilselerdi yine men
olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi"[96]
Zalim kimse, Rabbinin huzuruna çıkarılacağı zaman; ey rabbim! Beni dünyaya geri
döndür, der. Bu, sahibinin söylediği ve ağzında gevelediği sözdür. Bu kişi dünyaya
döndürülse bile yine de iyi amelleri işleyecek değildir. Bu ayet-i kerimenin
evvelinde geçen kelimesi kendisinden önce geçen ifadelerin sonucunu haber
vermektedir. Yani onlar daha önce nitelediğimiz hallerinde ısrarla devam
ederler.
Ölüm kendilerine
geldiği zaman,azap ve sapıklıkları kesinleştiği zaman, melekler ruhlarını
kararmış bir çehre ile kabzettiği zaman bu isteklerde
bulunurlar. Amma onların önlerinde, dünyaya geri dönmelerini engelleyen bir
set vardır. Bu şeddi aşmaları imkansızdır. Onlar dünya ile ahiret
hayatı arasındaki alem-i berzah dediğimiz kabir hayatında bulunmaktadırlar.
Hesaba çekilmek üzere dîriltİlecekleri güne kadar bu
azap içersinde kıvranıp duracaklardır. Sûr'a ilk kez üflenip bütün yaratıklar,
hatta sûr'a üfleyen meleğin dahi öldüğü zamandan sonra ikince kez sûr'a
üflenecek ve o zaman bütün İnsanlar ayağa kalkıp diriltilecekler ve başlarına
gelecek olanı gözetleyip duracaklardır. O gün insanlar arasında soy sop
mevzubahis edilmeyecek, kimse kimseye hangi soydan geldiğini sormayacaktır.
"Dost dostun halini sormaz"[97].
Herkes kendi derdi ile meşgul olduğundan dolayı diğer kardeşlerini
düşünemeyecek duruma gelecektir. "Ogün, her emziren, emzirdiğinden geçer;
Her gebe yükünü bırakır; insanları sarhoş gurursun, oysa sarhoş değillerdir. Ama
Allah'ın azabı şiddetlidir"[98]
Kimin terazisi ağır
gelir, iyilikleri kötülüklerini bastırır, azıcık dahi olsa iyi davranışları
kötü davranışlarından çok olursa, işte o kurtulan ve kurtuluşa erişen
kimselerdendir. Onlar cehennem ateşinden uzaklaştırılıp güvenlik ve selamet
içersinde cennete koyulurlar. Kim ki terazisinin iyilikleri tartan kefesi hafif
gelir, yani kötülükleri iyiliklerden çok olursa o kimse kayba uğrayan, mahvu perişan olan, sapıklığı hidayete değiştiren, kalıcı
nimetleri geçici, süslü püslü şeylere tercih eden, fâni hayatı ebedi hayata
yeğleyen ve cehennemde ebedi kalan kimselerden olur. ateşin alevi onun yüzünü
yalayıp geçer, ateş onu kaplar. Dünyada İken onlar kibir ve böbürlenmelerinden
dolayı Hak'tan yüz çevirip arkalarını döner giderlerdi. "İnkar edenler,
ne yüzlerinden, ne de sırtlarından ateşi sayamayacakları ve yardımcı olunmayacakları
zamanı bir bilselerdi"[99]. O
kafirlerin cehennem ateşinde yanmaktan dolayı dudakları gerilerek, dişleri
açığa çıkacaktır. İşte zalimlerin cezası budur!
Bu, Allah tarafından
onlara yapılan bir uyarı, bir kınama ve bir azarlamadır. Çünkü onlar dünyada
küfür, isyan ve düşmanlıkta bulunmuşlardı. Cenab-ı
Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Ayetlerim size okunurdu da siz
onları yalanlardınız, değil mi?" Bu soru hem isbat,
hem de onları kınamak anlamındaki bir sorudur. Yani onlar bu gerçeği itiraf
ettiler. Bu apaçık görülen ve hiçbir akıl sahibinin itiraz etmediği bir
gerçekten başka birşey değildir. Dediler ki: Ey
Rabbimiz! Şehvetlerimiz, liderlerimiz ve tutkularımız bizleri bahtsızlığa ve
cehenneme girmeye itti. Bizler işleri olduğu gibi, gerçek yüzüyle kavrayamayan
sapıklardan olduk.
Daha önce istedikleri
şeyi yeniden Cenab-ı Allah'tan isteyerek şöyle yalvardılar:
Ey Rabbimiz! Bizleri bu durumdan kurtarıp dünyaya tekrar geri döndür. Şayet
oraya geri dönersek yapmamış olduğumuz iyi işleri yaparız. Bizler kendimize
zulmettik. Senden kesin ve acı azabı hak etmiş
bulunmaktayız.
Cenab-ı Allah onların bu isteklerini katı bir ifade ile redderek şöyle buyurur: Orada sinin ve cehennemin dibine
inin. Bundan sonra artık hiç konuşmayın. Sesinizi çıkarmayın. Sanki burada
birisi çıkıp şöyle soruyor: "Bu azap niçin ve bu şiddetli red niçin?" Ona, Cenab-ı
Allah' ın şu kavli ile cevap verilir: Onlar benim
kullarımdan bir gruptur ki dünyada şöyle derlerdi; Ey Rabbimiz biz sana
inandık, peygamberlerimizi doğruladık. Sen de bizleri bağışla, bizleri esirge
ve sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.
Ey yalanyalan
zalimler, siz sadece peygamberleri alaya aldınız. Onlara karşı gülüyor ve
onları İncitiyor, işkence ediyordunuz. Siz onları o kadar alaya aldınız ki, bu
alayla meşgul olduğunuzdan dolayı beni anmayı unuttunuz. Siz oniara gülüyordunuz. Dünyada taatte
bulunmaya devam ettikleri, haramları terkettikleri,
Allah'ın kaza ve kaderine razı oldukları için bugün de ben onları cennetle
mükafatlandıracağım. O cennet ki ağaçlarının yemişleri yere yakındır. İşte
onlar kurtuluşa, erenlerin tâ kendileridirler.
Dünyaya geri
döndürülmeyi istemelerinden ve reddedilmelerinden sonra Ccnab-ı
Allah onları kınayıp azarlayarak şöyle der: O cehennem ateşinin " içinde
.sinin ve sesinizi çıkarmadan durun. Siz dünyada kaç sene beklediniz? Dediler
ki: Biz orada bir gün veya bir günün bir kısmı kadar bekledik (içinde
bulundukları azabın şiddetinden dolayı o müddeti kısa gördüler. Çünkü O azabın
şiddeti insanda akıl bırakmaz ve nefisleri şaşkına çevirir). Cenab-ı Allah. onlara şu karşılığı verir: Yeryüzünde siz bu
ebedi azab içersinde kalışınıza nis-betle
çok az bir zaman kaldınız. Sağlam bir amaçla değil de, oyun olsun diye sizi
yarattığımızı' mı zannettiniz ve bize döndürülmeyeceğinizi mi düşündünüz?
Cenab-ı Allah çocuk edinmekten ve ortak sahibi olmaktan,
yaratıkları oyun ve eğlence olsun diye icad etmekten
yüce ve münezzehtir. O gerçek hükümdardır. O'ndan başka tanrı yoktur. Kerim
Arşın sahibidir. Böyle bir zat nasıl olurda kâinatın ilahı ve Rabbi olmaz?!
Delil ve dayanağı olmadan Allah'ın yanısıra başka
bir varlığı da ilah olarak kabul edip O'na yalvarıp dua eden kimsenin hesabı
Allah'ın yanındadır. Allah ona gerekli cezayı verecektir. Gökleri ve yeri
yaratan yüce Allah onu zorlu bir hesaba çekecektir. Doğrusu kafirler iflah
olmazlar. Ey Muhammedi Ümmetin de sana uysunlar diye sen şöyle de: Ey Rabbim
kötülüklerimi bağışla ve bana merhamet et. Sen Rahmansın, rahimsin.
Esirgeyensin, bağışlayansın.
Bu söz, bütün acılar
ve bütün dertler için bir devadır. Zira Allah'tan bağışlanma ve merhamet
dilemek insanı tehlikelerden korur. Rivayete göre Abdullah İbni
mes'ut hazretleri,cin çarpmış bîr adama uğramış, onun
kulağına eğilerek bu sûrenin 115. ayeti olan "Bizim sizi boş yere bir oyun
ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi
sandınız"? ayet-i kerimesini okumaya başlamış ve sûrenin sonuna kadar
devam etmiş. Bunun üzerine, hasta kişi iyileşmiş. Peygamber efendimiz
Abdullah'a: "O'nun kulağına ne okudun?" diye sormuş, Abdullah ta
O'na, yukardaki ayeti okuduğunu haber
vermiş.Peygamber efendimizde ona şu karşılığı vermiş: "Nefsim, kudret
elinde bulunan Allah'a andolsun ki bir kimse te'sirine yürekten inanarak bu ayeti bir dağın üzerine
okuyacak olursa dağ yerinden-oynar, yok olup gider".
Bunda bir tuhaflık
yoktur. Kur'an-i Kerim gerçekten bir ilaçtır. Ancak
tabibinde hastanın durumuna ve kabiliyetine bağlıdır. Tabip inançlı bir nefsin
sahibi ise, hasta da Kur'an'la tedavi görme kabiliyet
ve İstidadındaki bir kimse ise elbetteki
iyileşir. Aksi takdirde hayır. [100]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/177.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/177-178.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/178.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/178.
[5] Furkan: 72.
[6] En'am: 141.
[7] Fussilet: 6-7.
[8] Tevbe: 71.
[9] Zuhruf: 72.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/179-181.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/181-182.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/182-183.
[12] Sad: 71-72.
[13] Secde: 7-8.
[14] Sad: 71-72.
[15] Mü'minûn: 13.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/183-185.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/185.
[18] Bakara: 22.
[19] Zariyât: 47.
[20] Saffat: 6.
[21] Mülk: 5.
[22] Tür: 44.
[23] Hakka: 16.
[24] Nûh: 15-16.
[25] Nebe: 12.
[26] Naziat: 27-28.
[27] İnfitar: 1.
[28] Buruc: 1.
[29] Fecr:
[30] Hacc: 65.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/185-186.
[32] Mülk: 30. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/186-187.
[33] Yasin: 71-73.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/187-188.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/188-189.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/189-190.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/190.
[38] Zuhruf: 12-13.
[39] Muhammed: 7.
[40] Hac: 38.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/190-192.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/192-193.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/193.
[43] Araf: 69.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/193.
[45] Hicr: 9.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/194-195.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/196.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/197.
[49] Nahl: 61.
[50] Yunus: 92.
[51] Kasas: 43.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/197-199.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/199.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/200.
[55] Tevbe: 55.
[56] Al-i İmran: l78.
[57] Hucurat: 13.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/200-201.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/202.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/202.
[61] Kehf: 49.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/202-203.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/204-205.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/205.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/205.
[65] Muhammed: 24.
[66] Kehf: 5.
[67] Kalem: 2.
[68] Zuhruf: 44.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/205-208.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/208-210.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/210.
[72] Enfal: 23.
[73] En'am: 26.
[74] En’am: 43.
[75] Yasin: 40.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/210-213.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/213.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/213.
[79] Al-i İmran: 190.
[80] Mülk: 1.
[81] Enbiya: 22.
[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/213-214.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/214-215.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/215.
[85] Fussilet: 34.
[86] Araf: 201.
[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/215-216.
[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/216-218.
[89] Zümer: 68.
[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/218.
[91] Araf: 53.
[92] Secde: 12.
[93] En’am: 27.
[94] Mü’'min: 11.
[95] Fatır: 37.
[96] En'am: 28.
[97] Mearic: 10.
[98] Hac: 2.
[99] Enbiya: 39.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/218-222.