MÜ'MİNÛN SURESİ 2

Kimdir O Müminler?. 2

Bazı Kelimeler: 2

Nüzul Sebebi: 2

Açıklama: 2

Güçlü Ve Hikmet Sahibi Allah'a İman. 3

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Göklerin Yaratılışındaki Açık Deliller: 5

Yedi Kat Gök: 5

Davarlarda Ve Yaratılışlarında Allah'ın Varlığına İşaret Eden Deliller: 6

Nuh   Peygamberin   Kıssasından   Alınacak   İbret 7

Bazı Kelimeler: 7

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 7

Açıklama: 7

Hûd Peygamberin Kıssası: 8

Bazı Kelimeler: 8

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 9

Açıklama: 9

Bazı Peygamberlerin Durumlarının Hatırlatılması 10

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 10

Peygamberlikte Genel İlkeler. 11

Bazı Kelimeler: 11

Açıklama: 11

Hayır İşlerinde Yarışan Mü'minler. 12

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 13

Açıklama: 13

Kafirler, İşledikleri Ameller Ve Sebepleri 13

Bazı Kelimeler: 14

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 14

Açıklama: 14

Müşriklerin Bunca Delile Rağmen Allah'a Ortak Koşmaları 15

Bazı kelimeler: 16

Açıklama: 16

Allah'ın Çocuğu Ve Ortağı Yoktur. 17

Bazı Kelimeler: 17

Açıklama: 17

Sevgili Mustafa'ya İlahi Buyrukları 18

Bazı Kelimeler: 18

Açıklama: 18

Kıyamet Gününden Bazı Sahneler. 18

Bazı Kelimeler: 19

Açıklama: 19


MÜ'MİNÛN SURESİ

 

Müfessirlerin tümüne göre bu sûrenin tamamı Mekki'dir. 118 ayettir. Sûre, imandan, mü'mİnlerden söz eder. Baştan sona bu konuyu ele ahr. Mü'min-lerin özelliklerini belirttiği için, İnsanda ve kainattaki iman esaslarım anlatır. Sonra hepsi de ortak görev olarak, insanları imana davet ettiğine göre, bazı pey­gamberlerin risalet görevlerine de temas etmektedir. Sonra sûre, yine mü'minlere ve onların özelliklerine, kafirlere ve onların yaptıkları işlere dönmekte, ayrı­ca bu arada Cenab-ı Allah'ın bazı sıfatlarını ele almaktadır. Bu ayet-i keri­meler, Cenab-i Allah'ın Peygamber efendimize yaptığı bazı direktiflerle son bulmakta, bundan sonra ihsanların ibret ve öğüt almaları için kıyametten bazı sahneler gözler önüne serilmekledir. [1]

 

Kimdir O Müminler?

 

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla

1- Mü'minler saadete ermişlerdir.

2- Onlar namazda huşu içindedirler.

3- Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.

4- Onlar zekatlarını verirler.

5-6- Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten ko-1 rurlar. Doğrusu bunlar yeriiemezler.

7- Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir.

8- Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.

9- Namazlarına riayet ederler.

10-11- İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olanlardır. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yararsız şeyler.İstedi.Haddi aşanlar. Cennetteki en yüce mekan. [3]

 

Nüzul Sebebi:

 

Hz. Ömer İbnHattab (R.A.)'nün şöyle dediği rivayet edilir: Resulul-lah (s.a.v.)'e vahy indiğinde yüzünün yanında arı vızıltısı gibi sesler duyu­lurdu. Bir saat kadar bekledik, sonra kıbleye yöneldi. Ellerini kaldırarak şöy­le dedi "Allah'ım bize arttır, eksiltme. Bize ikram et, bizi küçük düşürme. Bizi tercih et, başkalarım bize yeğleme. Bizden razı ol ve bizi de hoşnut eyle." Sonra şöyle dedi: "Bana on ayet İndi. Kim o ayetlerdekilerle amel ederse cen­nete girer".Sonra şunu okudu: devam etti ta onuncu ayeti de okudu. Bu hadisi Ahmed İbn-i Hanbel ile Tirmizi rivayet ettiler.

Neseî şöyle bir rivayette bulunur: Mü'minlerin anası Aişe (R.A.)'ye de­dik ki: Resulullah'ın ahlâkı ne idi? Dedi ki: "Onun ahlakı Kur'an idi" Sonra da ayetinden başlayarak ayet-i kerimesine kadar olan kısmı okudu ve: "Resulullah (s.a.v.) işte böyle idi" dedi. [4]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah'ın şu aşağıda nitelediği mü'minler kurtuluşa erdiler ve mut­lu oldular: "Onlar ki namazlarında saygılıdırlar". Organları sakinleşmiş, kalp­leri huşua ermiştir. Hasan-ı Basri (R.A.) demiş ki: Sahabilerin huşuu kalple­rinde idi. Bununla da gözlerini yumarlar ve kanatlarını indirirlerdi. Namaz­da huşulu olmak, kişinin bütün kalbini namaza vermesi, namazla meşgul olup diğer şeyleri zihninden çıkarması, namazı herşeye tercih etmesi ve ruhunu na­maz ile rahata kavuşturması, gözünü de namaz ile aydınlatmasıdır. Nitekim ResululSah (S. A.V.) efendimiz buyurmuşlar ki: "Dünyanızdan bana üç şey sev­dirildi: Koku, kadın ve namazda gözümün aydın kılınması". Nitekim yüce peygamberimiz müezzinine şöyle demiş: "Ey Bilal bizi namazla rahatlat".

Namaza saygılı oluşun işaretlerinden bazıları şunlardır: Elbiseyi düzelt­mekten, sağa sola bakmaktan, esnemekten, ağzı el İle kapatmaktan, parmakları birbirine geçirmekten, sakalla oynamaktan, parmaklara bakmaktan, secde yerindeki çakıl taşlarını yana itmekten ve benzeri,namazda yapılması şer'an hoş karşılanmayan şeylerden sakınmaktır. Aslında bunlar namazın sevabını azaltıp onu ruhsuz hale getiren davranışlardır. Resulullah (s.a.v.) efendimiz, namaz kılmakta iken sakalı ile oynayan bir adam için şöyle demiş: "Bunun kalbi sakin olsaydı, organları da sakinleşirdi", "Onlar boş şeylerden yüz çe­virirler". Yani batıl, faydasız ve hayırsız şeylerden yüzçevirirler. Gerçek mü­min; yükümlü olduğu görevin ağırlığını hisseden, nefsi, vatanı ve dini ile ilgi­li görevlerin şuuruna varan, bu görevlerin boynunda bir emanet niteliğinde olduğunu farkeden, bunlardan Ötürü hesaba çekileceğini idrak eden, bu gö­revlerini ifa etmeden rahat ve huzur bulamayan kimsedir.

İşte bu nitelikteki bir kimse elbetteki boş, yararsız ve anlamsız şeyler­den, lüzumsuz yere vakit harcamaktan yüz çevirir.

Ey okuyucu kardeşim! Şu boş ve anlamsız şeylere dikkatle bak. Geri kal­mış tembel milletlerin bireyleri bu lüzumsuz ve anlamsız şeyleri kendileri için adet haline getirmişlerdir. Yoksa zaman her ne kadar uzun olsa bile senin omu-zundaki görevlerini yerine getirmeye yetemiyecek kadar azdır. Bakınız Cenab-ı Allah ne buyurmuş: "Boş laf (konuşmalara rastladıklarında vakar ile (ora­dan) geçip giderler"[5].

"Onlar kî zekatı verirler". Görülüyor ki Cenab-ı Allah zekat kelimesi ile Allah yolunda yapılan her çeşit infakı kastedmiştir. Yoksa miktarı belli olan şer'i zekat ancak Hicretin 2. senesinde farz kılınmıştır.

Oysa bu ayet-i kerimeler Mekke'de nazil olmuşlardır. Mekke'de İken müs-lümanlar sınırı ve miktarı belirsin infak İle emroîunmuşlardı. Mekki olan En'-am sûresinde de bakınız, Cenab-ı Allah ne buyurmuş: Biçilmiş gününde (ekinlerinizin) hakkını verin"[6] "(Ona) Ortak koşanların vay haline! Onlar ki ze­kat vermezler, ve onlar ahireti inkâr ederler"[7]. "Ve onlar ırzlarını korurlar; Ancak eşleri, yahut ellerinin sahip olduğu (cariyekr) hariç (Bunlarla ilişkile­rinden dolayıda) onlar kınanmazlar". Evet onlar ırzlarını haramdan korur­lar. Harama düşmezler, Allah'ın kendilerini sakındırdığı zina, livata ve mast-rubasyona yaklaşmazlar. Sadece Allah'ın kendilerine helal kıldığı eşlerine ve mülkiyetlerinde bulunan cariyelerine yaklaşabilirler. Savaşta alınan cariyeler, geçmiş asırlarda yaygın vaziyette mevcud idiler. Pazarlarda satılırlardı. îslam hukuku,kölelik ve cariyelik müessesesini ancak bir tek yolla tanımıştır. Ka­firlerle yapılan savaşlarda esir alman kadınlar mücahidlere ikram olarak taksim edilirlerdi.Bununla beraber islam dini,her münasebette kölelerin ve cariyele­rin azad edilmesini teşvik etmiştir. Köle ve cariye edinmek zorunlu bir görev değildir. Bilakis islam hukuku bunu devlet başkanının yetkisine bırakmıştır. O dilediği zaman köleleri ve cariyeleri savaşçılara taksim ederdi. Dilemediği zaman taksim etmezdi. Şu halde zamanımızda böyle bir savaş olursa bile kö­lelerin ve cariyelerin savaşçılara dağıtılmasını haram sayabiliriz. Cenab-ı Al­lah'ın helal kıldığı şeyleri alan kimse için kınama ve sorumluluk yoktur. An­cak bunun ilerisine gidip haddi aşarak eşlerinden ve cariyelerinden başkası­na el atan kimseler haddi aşan mütecaviz kimseler olurlar. Şu halde mu'ta nikahı yapmak el ile mastrubasyon yapmak haram kılınmıştır. Ahmed îbn-i Hanbel dışındaki bütün alimler, Enes İbn-i Malik'in rivayet ettiği hadis'e ve yukardaki ayet-i kerimenin zahirene dayanarak mastrubasyon yapmanın haramlığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Hadis-i şerifte şöyle buyuruîmuştur: "Yedi kişi vardır kî kıyamet gününde Cenab-ı Allah onlara (Rahmet naziriy-le) bakmaz. Onları arındırmaz. Onları alimlerle beraber bir arada tutmaz. Onları ilk olarak cehenneme girenler arasında cehenneme koyar. (Onlar şu kimselerdir): Eli ile mastrubasyon yapan, zina eden, zina edilen,sürekli içki içen, Anasmı-b abasını —imdat dileyinceye dek— döven,, komşusuna —kedisine lanet edinceye dek— eziyet eden, komşusunun helali ilezİna eden".

"Ve O (Mü'mi)nler emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler". Kendile­rine güvenildİğinde hıyanet etmezler. Emaneti ehline tevdi ederler. Sözleşme veya bağlantı yaptıklarında sözlerini yerine getirirler. Ahde vefa ederler. Müs­lümanlar hep böyle sürekli olarak ahidlerine vefakarlık etmişlerdir. Müna-fiklarsa mü'minlerin hareketlerinin tersini yapmışlardır. Peygamber efendi­miz münafıkları şu sözleriyle nitelemiştir. "Münafikin alameti üçtür; Konuş­tuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünü yerine getirmez, kendisine güve-niidiğinde hıyanet eder".

"Onlar namazlarım (vakitlerinde kılarak) korurlar". Yani onlar namazlarına devam ederler. Bütün namazlarını vaktinde eda ederler. Ayrıca kılar­ken de şartlarına, adap ve erkanına riayet ederek gereken titizliğini gösterir­ler.

Cenab-ı Allah mü'minlere ilişkin, övgüye layık bu sıfatları namaz ile aç­tı. Namaz ile sona erdirdi. Bu da namazın üstünlüğüne ve faziletinin büyük­lüğüne, dinin direği olduğuna delalet ediyor. İslam peygamberi bakınız ne bu­yuruyor: "İstikamet üzere olunuz. Ancak bunu tam olarak yapamayacaksı­nız. Bilin ki amellerinizin en hayırlısı namazdır". İşte bu niteliklere sahip olan mü'minler kemal derecelerinin doruğuna yükselmişler, kalplerinde iman se­bat bulmuş, yerleşmiştir. Gönüllerinde din sevgisi ve Allah korkusu istikrar bulmuştur. Bu sıfatlar kamil, güçlü, inançlı ve salih amel sahibi mü'min fert­lerin meydana gelmesine sebep olan huylardır. Ayrıca topluk olarak da mü­minlerin genel nitelikleri vardır: "İnanan erkek ve kadınlar, birbirlerinin ve-Hsidirler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler, namazı kılarlar, zekatı verirler"[8].

Cenneti almayı, firdevsi hak etmeyi, buralara tıpkı mirasçılar gibi varis olmayı hak eden gerçek mü'minler işte bunlardır. Bunlar oralara amellerinin karşılığı olarak,dünyadayken yaptıkları iyiliğin mükafatı olarak kavuşurlar ve orada temelli olarak kalırlar. "İşte yaptıklarınıza karşılık miras verilen cennet budur" [9]

 

Güçlü Ve Hikmet Sahibi Allah'a İman

 

12- And olsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık.

13- Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik.

14- Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Yaratanların en güzeli olan Allah ne uludur!

15- Sizler, bütün bunlardan sonra ölürsünüz.

16- Şüphesiz kıyamet günü tekrar diriltilirsiniz.

17- And olsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımız­dan habersiz değiliz.

18- Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeğe de kadiriz.

19-20- Onunla, içinde, yediğiniz birçok meyvalar bulunan hurmalık ve üzüm bağları, Tür-i Sina'da yetişen, yiyenlere, yağ ve katık veren zeytin ağacım var ettik.

21- Ehli hayvanlarda size ders vardır; onlardan çıkan sütten size içiri­riz; onlarda daha birçok menfaatiniz vardır. Onlardan yersiniz.

22- Hem onların ve hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız. [10]

 

Bazı Kelimeler:

 

Öz, süzme.Ana Rahmi. Tarikat kelimesi­nin çoğulu, yani yedi kat gök. Gökler üst üste tabakalar halinde yaratıldıkla­rı için bu adı almışlardır. Belli bir ölçüde. Bu ölçü Cenab-ı'Allah tarafından bilinen bir ölçüdür. Turu sina .Yemek yerken katık olarak alınan şeyler. [11]

 

Açıklama:

 

Kutlu ve yüce Allah kedisine inanmamızı, salih mü'mini oluşturan ima­nın önemli Özellikleriyle vasıflanmamızı emir buyurmuştur. Ayrıca mü'mi-nin kurtuluş ve mutluluğunun sebebi olan bazı sıfatları da önceki ayetlerde açıklamıştır. Bütün bunlar, Allah'ı bütün gerçeği ile tanımak ve onu iman et­mekle mümkün olur. Ayrıca O'nun şerefli zatını ve kudret, vahdanİyyet, ilim, hikmet ve diğer değerli sıfatlarını delillerle öğrenip iman etmekle imkan da­hiline girer. Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim; insanın yaratılması, kainatın ve göklerin oluşturulması, yağmurların yağdırılması, bitkilerin yerden bitirilmesi canlıların ve canlılardan elde edilen menfaatlerin yaratılması konusunda bir­çok deliller ortaya koymaktadır.

Biz insanı yarattık ve onu yaratılış aşamalarından geçirdik. Bu da Al­lah'ın birliğine, onun kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğuna, bütün eksiklik­lerden münezzeh olduğuna yeterli bir delil değil midir?

Bütün bu aşamalardan her biri kendisinden sonra gelen aşama ile bağ­lantılı değildir. Biz insanı çamur süzmesinden yarattık. Bu ayette geçen insan kelimesinden amaç kimdir? Adem midir, yoksa Adem'in evlatları mıdır, yoksa bu insan kelimesi, herkesi kapsamına alan genel bir terim midir?

. Adem'e gelince, biz onu yapışkan ber çamurdan yarattık. "Ben çamur­dan bir insan yaratacaığım. Onu (n şeklini) düzeltip, ona ruhumdan üfledi­ğim zaman ona derhal secdeye kapanın!"[12]

Adem evlatlarına gelince ben onları şehvetle atılan bir döl suyundan ya­rattım. Bu döl suyu kandan ve gıdalardan elde edilir ki hepsinin kaynağı top­raktır. Şu'halde mutlak anlamda insan çamurdan yaratılmış oluyor. Nitekim ayet-i kerimede bunu ifade etmektedir. Buna göre Cenab-ı Allah'ın şu buy­ruğunu bütün İncelikleriyle kavramak mümkün olmaktadır: "Atılan bir su­dan yaratıldı. Be! ile kaburga kemikleri arasında çıkan (bir su)". Yani insan," erkeğin belinden ve kadının göğüs kemiğinden yaratılmıştır. "Ve (Allah) in­sanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini bir özden, hakir bir su (yun özü) nden yaptı"[13].

İşte bütün açıklığıyla Kur'an'ın tasviri ve insanı yoktan var eden AllahL in kelamı... Bu sözler, yaratılış ve insanın oluşumundaki tekamülle ilgili na­zariye ile çelişmemektedir. Haddizatında bu teori tahmine ve zanna dayan­maktadır. Bu teoriyi ortaya atanlar, insanın aslının gelişme kaydeden bir canh olduğunu ifade etmektedüer. İnsanın aslı maymundur teorisine gelince, gerçekler bizi bu teoriyi kabullenmeye hiç de teşvik etmemektedir. Kaldı ki Kur'-an'ın görüşü, insanı bütün yaratıklardan üstün kılmaktadır. Cenab-ı Allah: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım. O'nu(n) şeklini düzeltip, O'na ruhum­dan üflediğim zaman derhal O'na secdeye kapanın!"[14] demektedir. "Sonra O'mı (İnsanı) bir nutfe (sperma) olarak sağlam bir karar yerine koyduk"[15].Evet İnsan gerçekten sağlam bir yerleşme yerine, yanı ana rahmine ko­nuluyor. Cenin meşime, denilen bir torbanın içersinde, ana rahminde bulu­nur. Bu torbanın içersinde azıcık su vardır. Ayrıca bu torba cenini sert hare­ketlerden korur. Ananın şiddetli sarsıntıları ve deprenişlerine karşı korur. Ra­himde bulunan bu torba çocuk için bir korunaktır. Rahim ise ana batnında kilitli, kapalı bir yerdir. Böyle bir yerleşme merkezi çocuk için sağlam ve da­yanıklı yer olmaz mı? Bütün bunlarla birlikte cenin,ana rahminde iken gidalanıp ve belli bir süre yaşayıp soluk alır. Ama nasıl soluk almaktadırlar diye­ceksiniz? İşte bu da Allah'ın sınırsız kudretinin bir delilidir.

Sonra o döl suyundan meydana gelen bir canlı olan sperma, erkeğin döl suyundaki milyonlarca canlılardan birisidir. Erkeğin belinden gelen bu sper­ma yığınları,hanımının rahminde bir kan pıhtısına dönüşür. Sperma kendi ni­telikleri ile birlikte bir kan pıhtısı niteliğinde bulunur. İşte bu kan pıhtısını bir çiğnem ete dönüştürdük. Yani onu bir parça et haline getirdik. Sonra o bir çiğnem et parçasında kemikler meydana getirdik. Bu bir çiğnemlik ette kemikleri ve kemiklere mahsus oluşumları çeşitli maddelerden meydana geti­ren kimdir? Şüphesiz ki noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan yaratıcıdır.

Biz o kemiğe et giydirdik. Evet ana rahminde oluşan bu kemiklere etten ve sinirlerden oluşan bir örtü geçirdik. Bu gerçekten ince bir nizamdır. Bu karmaşık düzeni, aletleri icâd eden ve çok ince bir düzene sahip insandaki ek­lemlere benzeyen aletler ve karmaşık kurguları hakkında araştırmaları olanlar bilir. Modern Tıp'ta insanın ana rahminde Önce kemik şeklinde oluştuğunu, sonra o kemiklere etten örtü geçirildiğini isbatlamışür. Bütün bunları o okur yazar olmayan peygambere kim öğretmiştir?!

Doğrusu bunları ona öğreten Allah'tır.

Sonra onu bambaşka bir yaratık olarak meydana getirdik. Evet bundan sonra bizonu; işiten, hareket eden, soluk alan bambaşka bir varlık halinde vücuda getirdik. Bundan önce o kendisinden tam bir hayat bulunmayan bir et parçacığından ibaretti. Daha sonra Cenab-ı Allah O'jıu dünya hayatına kavuşturmak üzere anasının karnından indirdi. Ana rahminden çıkıp dünya aydınlığına çıkan, çalışıp çabalayan bir insan haline geldi. Ana rahminden çıkıp dünyaya gelen bu yavrucak şayet bir anlık bile olsa tekrar ana karnın» geri dönecek olsa, anında ölür! Ey Rabbim sen ne kadar da yücesin! Şu yukardaki cümleler arasında geçen ve sonra manasını ifade eden "sümme" kelimesine ondan öncede sıra ve tertip manasını ifade eden harfine dik­katle bakmak gerek. Ayeti kerimede geçen harfi tertip ve takip mana­larını ifade eder. "Sümme" ise sonralık manası ite terkip ve sıra ifade eder. Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne mübarektir. Evet bu insanı yaratan Al­lah ne kadar da yücedir. Bereketler, hayırlar, nimetler hep o yüce Allah'tan ve noksanlıklardan münezzeh yaratıcıdan gelir. O övgüye, tazime ve ibadete layıktır. Ondan başka tanrı, ondan başka tapınılacak bir zat yoktur. Ey in­sanlar! Bundan sonra siz öleceksiniz. Ölümünüzden sonra da kıyamet günün­de diriltileceksiniz. Kabirlerinizden çıkarılacak, hesabınız görülecek, herkes kendi yapmış olduğu İşlerin karşılığını eksiksizce alacaktır. Dünyada ölme­niz, ahirette tekrar diriltilmeniz o yüce zatın eksiksiz kudretine dair güçlü bir delil değil midir?! [16]

 

Göklerin Yaratılışındaki Açık Deliller:

 

Ey Adem oğullan! Biz sizin üzerinizdeki yedi kat göğü tabakalar halinde yarattık. Ve yaratmaktan habersiz değiliz. Bilakis insanları, yaptıklarından do­layı ahirette hesaba çekeceğiz. Görülen ve görülmeyen alemler hakkında bil­gi sahibiyiz. [17]

 

Yedi Kat Gök:

 

Göğün; içinde bir takım gezegenlerin ve güneş sisteminin yer almakta olduğu uzaydan ibaret bulunduğunu söyleyenler olmuştur.

Güneş sistemi ve diğer bir çok gezegenlerle yıldızlar bir çekim kuvveti dahilinde güneşin etrafında ve aynı zamanda kendi eksenleri üzerinde dön­mektedirler. Böylece yüce âlemlerin bir cüz'ü olan yedi kat gök, tekevvün (oluş­ma) etmiş olmaktadır. Amma biz Kur'an'm bir çok sûrelerde zikredilen not­larına baktığımızda şu aşağıdaki sonuçlara varmış olacağız.

Kur'an-ı Kerim'in müteaddit sûrelerinde şöyle buyuruluyor: "O (Rab) ki yeri, sizin için döşek, göğü'de bina yaptı"[18]

"Göğü kendi ellerimizle (kudretimizle) yaptık ve biz (Onu) genişletmek­teyiz. (İlmin tesbiüne göre gök cisimleri arasındaki mesafe, gittikçe artmakta yani gök genişlemektedir."[19]

"Biz yakın göğü bîr zinetle, yıldızlarla süsledik"[20]

"And olsun biz (dünyaya) en yakın göğü lambalarla donattık"[21]

'"Gökten bir parçanın düştüğünü görseler (yine inatlarından): "Üstüste yığılmış bulutlardır" derler"[22]

"Gök yarılmıştır, O gün o, zayıflamış, sarkmıştır"[23]

"Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü, birbiri üstünde tabaka tabaka yarattı? Ve ay'ı bunların içinde bir mır yarattı. Güneşide bir lamba bir yaptı”[24].

"Üstünüzde yedi sağlam (gök) bina ettik"[25]

"Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? (Allah) onu yaptı. Yükseklik miktarım yükseltti, ona şekil verdi"[26]

"Gök yanldığı zaman.,[27] "Burçlara sahip (olan) göğe andolsun" [28]

"Bakmıyorlar mı develere nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi?"[29]" "Yer, üzerine düşmesin diyegöğü tutuyor (Gök) ancak onun izni ile dü­şer"[30]

Bütün bu nas'lar; gök,, içinde gezegenler ve yıldızlar bulunan bir mad­dedir, diyenlerin görüşüne katılmaya bizleri mecbur kılıyor. Göğün maddesi­nin ne olduğunu ancak Allah bilir. Ayeti kerimede sadece yedi yol denilmiş­tir. Bir başka ayette ise üst üste tabakalar halindeki yedi gök denilmiştir. Çünkü bu tabakalardan her birinden diğerine geçiş yolu vardır. Bazı kimseler bunla­rın meleklerin yollan olduğunu söylemişlerdir. Diğer bazı âlimler ise yedi yol sözünden; yedi geçiş yeri veya yedi felekî yığın, ya da yedi Nebula kütlesi kas­tedilmiş olduğunu söylemişlerdir. [31]

 

Yağmurun Yağmasında Ve Ekinlerin Bitmesihdeki Deliller:

 

Noksanlıklardan münezzeh ve yüce Allah, gökten yağmur şeklinde yer­lere sular indirdi. Yağmurun hikayesi gerçekten de insanların hayretini çeken ve yüce Allah'ın kudretinin eksiksİzliğine işaret eden bir hikayedir. Yeryüzün­deki su —ne kadarda çoktur— buhar şeklinde göklere doğru yükselmekte, sonra soğuyup donmakta ve rüzgarların sevkedilişiyle Cenab-i Allah'ın yağ­mur olarak inmesini dilediği yerlere iletilmektedir. Oralarda tatlı ve içimi ko­lay sular halinde yerlere inmektedir. Bütün bu aşamalar, yani suyun yağmur haline gelinceye kadar geçirdiği merhalelere dikkatle bakın. Bu yağmuru ve yağmurun geçirdiği aşamaları yaratan kimdir? Şüphesiz'ki noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır. Allah gökten, dilediği kulunun üzerine belli ölçüde suyu indirir. Ona zarar vermeyecek ve O'nu helak etmeyecek miktar­da indirir.

Onu, genel çıkarlara uygun bir ölçüde indirir. Yağmur gökten yere inin­ce yeryüzünde akıp gider ve yerin batninda gölcükleri andıran yığınlar halin­de toplanır ya da nehirler halinde akıp gider. Modern araştırmalar Mısır'da, suyu Nil'înkinden daha çok olan bir alt-nehir bulunduğu isbatlamıştır. Bu nehrin bulunduğunu Sahradaki pınarlar ve kuyular göstermektedir.

Ayrıca sondaj aletleri ile çıkarılan ve ekinlere sevkedilen yeraltı sulan da Mısır'da böyle büyük bir alt-nehrin bulunduğunu kanıtlamaktadır. Bu gizli nehir sayesinde birçok bahçeler ve bostanlar gelişip yeşermiştir.

Evet yüce Allah, gökten inen bu su ile birçok bahçeleri, hurmalıkları, üzüm bağlarını ve diğer yeryüzünde şu anda yaygın vaziyette bulunan ekin çeşitle­rini meydana getirmiştir. Ayet-i kerimede'de özellikle hurmalıklar ve üzüm bağlarından söz edilmiştir. Çünkü Kur'anKerim'ın nüzulü zamanında araplar arasında en çok bilinen ekin türleri ve meyve çeşitleri hurma ve üzümden iba­retti.   Artık siz zamanımızdaki ekin ve meyveleri buna kıyaslıyabilirsiniz.

Evet ekilen bu bitkilerin bir kısmını meyve olarak, bir kısmını çerez, bir kısmını da azık maddesi olarak alırız.-Gökten inen yağmur suları sayesinde Tûr-ü sinâda, Sina çölünde bir ağaç yeşerip bitmiştir ki, gökten yağmur sula­rı gelmeseydi, bu ağaç yeşerîp bitmeyecekti. Sözü edil.cn bu ağaç zeytin ağa­cıdır Bu ağaçtan zeytin yağı ve katık elde ederiz. Zeytin yağında birçok has­talıklar için şifa vardır. Diğer yağlardan çok daha sağlıklıdır.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah yağmuru gidermeye ve yeryüzü­ne inmekten alıkoymaya muktedirdir. Dilerse suyu yerin derinliklerine indi­rip yeryüzüne çıkarmaz ve sulan kurutabilir. "De ki "Baksanıza eğer suyu­nuz çekilse, size kim bir akarsu getirebilir"[32]

 

Davarlarda Ve Yaratılışlarında Allah'ın Varlığına İşaret Eden Deliller:

 

Bizler için, Allah tarafından yaratılmış olan ve hizmetimize verilen men­faatlerimizin sağlanması için bize itaat ettirilen davarlara gelince bunlar; er­keği ile dişisiyle deve, sığır, koyun keçi ve diğer hayvanlardır. Sütlerinde bi­zim için ibret ve Öğüt vardır. Hem de nasıl? Bu süt, bazı guddeler tarafından ifraz edilip kanla dışkı arasından çıkmaktadır. Hayvanın aldığı gıdalar kana, süte ve dışkıya dönüşmektedir. Bütün bunlar onun vücudunda yaygın vazi­yette bulunan incecik kutsal damarlar vasıtasıyla olmaktadır. Bununla beraber süt, içinde hiçbir bulanıklık bulunmayan saf bir şekilde elde edilmekte­dir. Bu sütü yaratan Allah ne kadar da yüce ve noksanlıklardan münezzehtir! Davarlarda sizin için birçok faydalar vardır. Yüklerinizi, sizin zahmete kat­lanmadan ulaştıramayacağınız bir beldeden başka beldeye taşımakta, yeri sür­mektedirler. Sİz onların yünlerini, yapağlannı alıp kendiniz için giysi ve ev eşyası yapıyorsunuz. Onların yavrularından ve etlerinden yiyerek gıdalanı-yoruz. Onlara binerek ya da denizdeki gemilere binerek yüklerimizi-taşımak­ta ve dilediğimiz yerlere intikal etmekteyiz. "Görmediler mi ellerimizin yap­tıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattıkta kendileri onlara malik ol­maktadırlar.

Onları kendilerine boyun eğdirdik, İşte binekleri Onlardandır ve onlar­dan yiyorlar. Kendileri için onlara daha bir çok faydalar ve içecekler var. Hâ­lâ şükretmiyorlar mı?[33]

Bütün bunlar serbest irâde sahibi, her şeyi yerli yerince yapan ve her işi yapmaya muktedir olan bir san'atkânn varlığına işaret etmiyor mu? O sa­natkârın şâm ne yücedir. O insanlığı öldürüp yok ettikten sonra tekrar dirilt­meye muktedirdir. Onları hesaba çekmek, kötülük edenleri cezalandırmak, iyilik edenlere de güzel mükâfatlar vermek İçin yeniden diriltecektir. Bütün İnsanı yaratıp vücudunu düzene ve güzel bir şekle sokan, O'na nimet ve -tufta bulunan bu Tanrı'ya inanmak, kurtuluş ve mutluluk değil midir?! [34]

 

Nuh   Peygamberin   Kıssasından   Alınacak   İbret

 

23- And olsun .ki Nuh'u milletine gönderdik; onlara: "Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yoktur; sakınmaz mısınız?" de­di.

24-25- Milletinin İnkarcı ileri gelenleri: "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı me­lekler-İndirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik. Bu adamda nedense biraz delilik var, bir süreye kadar onu gözetleyin" dediler.

26- Nuh: "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et" dedi.

27- Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: "Nazaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap; buyruğumuz gelince, tandırdan sular kaynaym-ca her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan ço­luk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklardır".

28- Ey Nuh! Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince: "Bizi zalim milletten kurtaran Allah'a hamdolsun" de.

29- "Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en iyisisin'' de.

30- Doğrusu bunlarda dersler vardır. Biz şüphesiz insanları denemek­teyiz. [35]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bir kavmin eşrafı, ileri gelenleri. Size hakim olmak ve size karşı büyüklük taslamak istiyor. Delilik ve akıl zâfiyeti.Zamanın felaketlerine çarpılmasına kadar onu bek­leyin. Bizim gözetimimiz altında.Tandır. Oraya gir. Erkek ve dişi her hayvandan iki çift. Hayırlı ve berektli bir indirilişle indir. [36]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Ey okuyucu kardeşim! Şunu iyi bil ki, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kendisine yönelik iman ilkesini pekiştirmek için yukardaki satırlarda anlatılan eşyanın yaratılış aşamalarını anlatarak tevhid delillerini açıkladık­tan ve kendi zatını noksansız ve kudretle ve tam ilimle niteledikten sonra, pey­gamberlerin bazı kıssalarını anlatmaya başladı. Bu kıssalarda da Allah'ın kud­retinin eksiksİzliğine, peygamberlerine ye beraberlerinde mü'minlere yardım edeceğine, onların düşmanlarını mahvedeceğine dair işaretler vardır. İlk olarak ta insanlığın ikinci babası, azm sahibi peygamberlerden biri olan Nuh (A.S.)'ın kıssasını anlattı.

İşte bununîada Nuh (A.S.)'ın kıssasının burada anlatılmasının sırrını idrak etmiş olmaktayız. Bu kıssa burada özel bir amaçla ve belirli bir şekilde anla­tıldı., Daha önce Hûd sûresinde de uzun uzadıya anlatılmış idi. [37]

 

Açıklama:

 

Biz Nuh'u, kavmine peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! sadece Allah'a kulluk edin, O size lütuf ve ihsanda bulunmuştur. O'ndan baş­kası tapınıimaya layık değildir. Çünkü onlar hiç kimseye fayda veremezler. Bilakis zarar verirler. Öyleyse sizin Allah'tan başka ibadete layık bir tanrınız yoktur. Siz sakınmaz mısınız?!

İşte Nuh, kavmini bu şekilde Allah'a ibadette bulunmaya çağırmıştı. Ama' kavminin ileri gelenleri onun bu çağrısından hoşlanmadılar. Çünkü yeni dİ-nin, toplumdaki sınıf farklılığını kaldıracağından ve insanlara eşit davrana­cağından kork uyarlardı. Nuh'un onları, Allah'a kulluğa davet etmesinden hoş­lanmadılar. Çünkü bu durumda o lider, onlar da tebaa olacaklardı. Bu da onları inciten bir şeydi. Kibir ve gurur, kin ve haset, onları Nuh'un çağrısına düşman kimseler haline getirdi. Nuh'un çağrısına uyan kimselere dedüer ki, bu Nuh'ta, diğer insanlar gibi bir insandır. Sizden farklı hiçbir tarafı yoktur. O size üstünlük sağlamak ve hakim olmak istiyor. Çünkü o Allah tarafından size gönderilmiş bir elçi olduğunu iddia ediyor. Oysa, O da sizin gibi bir in­sandan başka birşey değildir. Sizden fazla ve farklı bir yanı yoklur. Siz onun lidirliğine nasıl teslim olursunuz?!

Gerçekten —Nuh'u, iddia ettiği gibi— Allah bir elçi göndermek istesey­di gökten bir meleği elçi olarak gönderirdi.

Melek gönderilmesi iman etmemizi daha da gerekli kılardı ve meleğin elçi olarak gelmesi,doğruluğuna ve dürüstlüğüne daha kuvvetlice delalet ederdi.

Onlar, akıllarının kıtlığından ve düşüncelerinin bozukluğundan ötürü,bir İnsanın peygamber olarak gönderilmesinin mümkün olamayacağına inanıyor­lardı.

Kaldı ki biz, Nuh'un şu iddialarını ilk atalarımızdan duymadık. -Nedir bu olup bitenler? Nuh geliyor ve peygamber olduğunu ileri sürüyor?! Oysa Nuh deli bir adamdan başka bir şey değildir. O bu gibi iddialarda bulunu­yorsa da siz onun başına zamanın felaketlerinin gelmesini bekleyin. O'nun ölümünü bekleyin. O mutlaka ölecek ve siz de onun bu uydurmalarından, safsatalarından kurtulacak, rahatınızı bulacaksınız.

İşte onların şüpheleri böyle idi. Bu şüpheler örümcek ağından daha boş ve dayanıksız kuruntulardan başka birşey değildirler. Bu nedenle Kur'an-ı Ke­rim bunlara cevap vermeye bile lüzumlu görmedi. Çünkü bunların mesnetsiz oldukları, ayrıca bir açıklamaya ihtiyaç duyurmayacak kadar ortadadır.

Onların bu yaptıklarından Nuh (A.S.)'ın kalbi sıkınışmca Rabbine: Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım. Sen bana yardım et diye dua etti.

Ey Rabbim! Benî onlara karşı muzaffer kıl ve beni yalanladıklarından do­layı da onları mahvet diye dua etti. Biz de ona Ey-Nuh! Gemiyi gözetimimiz ve kontrolümüz altında inşa et. İşte biz bu şekilde Cebrail'e vahyediyoruz. O sana gemiyi nasıl yapacağını öğretir. Gerekli yollan sana gösterir. Bizim yüce emrimiz ve şanımız geldiğinde, işler kızışıp tamamen alevlendiğinde, sular' yükseldiğinde, her hayvandan iki çift erkekli ve dişili olmak üzere gemiye koy ki, üreme devam etsin ve sadece İnanmış olan aile efradını gemiye bindir. Ancak haklarında daha önce iman etmeyeceklerine dair sözümüz geçmiş .olanları gemiye bindirme. Onlar senin oğlun ve eşin olsalar bile... Zulmedenler hak­kında bana asla yalvarma! Niçin? Çünkü onlar mutlaka boğulacaklardır. Sen ve beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde hep birlikte1: Bizleri bu zalim kavimden kurtaran alemlerin Rabbi Allah'a ham d olsun, deyin, Suyun yer­yüzünden çekilişi anında, yani gemiden yeryüzüne inerken: Ey Rabbim! Beni içinde hayır ve bereket bulunan bir inişle indir. Sen indirilenin en hayırlısı-sın, de. tşte böyle, Genab-t Allah gemiye ve benzeri şeylere binerken söyleme­miz gereken sözleri böylece bize öğretmiş oluyor. "Ve (Allah) size bineceği­niz gemiler ve hayvanlar var etti. Siz onların sırtına binesiniz, sonra onlara bindiğiniz zaman Rabbinin nimetini anasınız ve (şöyle) diyesiniz: "Bunu bi­zim hizmetimize veren (Aüah)'ın şanı yücedir, Yoksa biz buna (hizmetimize) y£inaştıramazdık"[38]

Bu kıssalarda, zalimleri boğup mü'minlcri kurtaran Allah'ın kudretine, hikmetinin ve adaletinin tamamlığına dcialel eden işaretler vardır. Çünkü O, zalimlerin yeryüzünde bozgunculuk yaparak yaşamalarına müsade etmemiştir.Cenab-ı Allah'ın dostlarına ve düşmanlarına karşı davranışı işte bu anlattı-ğımızdan ibarettir. "Eğer siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder"[39]

"Allah, inananları savunur"[40]

 

Hûd Peygamberin Kıssası:

 

31- Bunların ardından başka nesiller varettik.

32- Onlara aralarından: "Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur, sakınmaz mısınız?" diyen bir elçi gönderdik.

33- Onun, inkarcı ve âhirete kavuşmayı yalanlayan milletinin ileri ge­lenleri —ki Biz onlara bu dünya hayatında nimet vermiştik— şöyle dediler: "Bu, yediğinizdçn yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bîr insandan başka bir-şey değildir,"

34-  'Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızda hiç şüphe yoktur."

35- "Öldüğünüz, toprak ve kemik yığını olduğunuz zaman tekrar di­rilmenizle sizi tehdid mi ediyor?

36- "Oysa tehdid edildiğiniz şey ne kadar, hem de ne kadar uzak!"

37- "Hayat ancak bu dünyadakidir. Ölürüz ve yaşarız; tekrar diriltil­meyiz."

38- "Bu sadece Allah'a karşı yalan uyduranın biridir. Biz ona inan­mayız."

39-  O peygamber: "Rabbiml Beni yalancı saymalarına karşılık bana yardım et" dedi,

40- “Allah'da: "Az sonra pişman olacaklar" buyurdu.

41- Gerçekten, onları bir çığlık yakaladıve onları süprüntü yığını ha­line getirdik. Haksızlık eden millet, rahmetden ırak olsun! [41]

 

Bazı Kelimeler:

 

Karn kelimesi, aynı zamanda ve bir arada yaşayan topluluk de­mektir Kendilerine nimet verdik. Öyle ki bu nimetler onları şımart­tı. Uzak oldu manasına gelen bir ismi fiildir. Şiddetli ses ve çığlık Sel süpürüntüsü. [42]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Burada Hûd peygamberin kısası anlatılmaktadır. O, Ad kavmine pey­gamber olarak gönderildi. Her ne kadar Hûd (A.S.)'ın Ad kavmine peygam­ber olarak gönderilmiş oluşu açıkça ifade edilmemekte ise de biz bunu şu aşağıdaki ayet-i kerimeden anlamaktayız: "Düşünün ki (Allah) sizi, Nuh kav-' minden sonra, onların yerine hakimler yapti"'[43] Araf sûresinde Nuh (A.S.)'ın kıssasından sonra Hûd peygamberin kıssası anlatılmıştır. Şu halde burada anlatılan kıssanın Salih peygambere değil de, Hûd Peygambere ait oluşu akla daha uygundur. [44]

 

Açıklama:

 

Biz Nuh peygamber ve ona inanmış kimselerin soyundan başka bir ka­vim dünyaya getirdik, ancak onlar, Nuh kavminden sonra namazı zayii etti­ler. Şehvetlerin peşine düştüler. Taşkınlık ettiler. Azdılar ve bunun üzerine Cenab-ı Allah, içlerinden birini kendilerine peygamber olarak gönderdi. Ne­rede doğup nerede büyüdüğünü iyice bildikleri ve şahsını tanıdıkları, kendi aşiretlerinden olan o peygamberi kendilerine gönderdik ki sözünü daha iyi dinlesinler ve O'nu kolaylıkla doğrulasmlar.

Bu da putperestliğin ve isyankârlığın, insanlığın tabiatına yerleşmiş gizli bir hastalık ve huy olduğunu isbatlamaktadır. Bir peygamber, zamanın bi­rinde gönderilir de O, putperestliği kökten yıkıp kaldırsa bile ondan kısa bir süre sonra o putperestlik yine en parlak bir şekilde ortaya çıkar. Cenab-ı Al­lah şu islam ümmetini Kur'an-ı Kerim'le korumuş olmasaydı ve Kur'anKe-rim'in de: "O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; ve onun koruyucusu da elbet­te biziz!"[45], buyurarak bu ümmeti koruyacağına söz vermiş olmasaydı, ara­mızda yine putperestliğin yayıldığını görürdük. Alimierin ve din adamları­nın, putperestliğe karşı cihad etmelerine rağmen içimizde halâ birçok şiaya ve hariciliğe bağlı bir takım insanlar ve diğer yolunu şaşırrmş kimseler var­dır.     .

İştc,Nuh kavminin inanmış kimselerinin soylarından gelen insanlara ba­kın. Onlar mü'min kimselerin soyundan geldikleri halde Aliah'ı inkâr edip O'na ortaklar koşmuşlar. Peygamberleri Hûd onlara şöyle demişti: Sadece Allah'a kulluk edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ondan başka ibadete layık sizin için hiçbir tanrı yoktur. Siz O'nun azabından sakınmaz ve O'ndan korkmaz mısınız?!

Cenab-ı Allah, Hûd peygambere karşı çıkıp    isyan eden ve kavimlerini küfür ve isyana sürükleyen kimseleri en kötü sıfatlardan üç sıfatla nitelemiştir:

1- Onlar Allah'ı ve peygamberini inkâr etmişler.

2- Ahirette Allah'ın huzuruna çıkacaklarını söyleyen Peygamberi ya­lanlamış, ölüm sonrası dirilişe inanmamışlar.

3- Dünya hayatında kendilerine bahşedilen nimetlerden dolayı kalple­ri körelmiş, hayra, karşı kapılarını kilitlemiş, içine iman ve hidayet nuru asla girmemiştir.

İşte şu, Allah'ı ve peygamberi inkar edip kıyameti yalanlayan, dünya ha­yatında nimetlere gark olup şımaran kimseler böyle konuşmuşlar ve onların söyledikleri bu sözler ne kadar da çirkin olmuştur. Onlar boş şüphelere da­yanarak kale alınmayacak ve red ediimeye bile değmeyecek anlamsız ve fuzu­lî sözler sarfetmişlerdir.

Demişler ki: Şu peygamber olduğunu iddia eden adam.sizden farksız bir insandır. O da sizin yediklerinizden yiyor ve sizin içtiklerinizden içiyor. Onun size karşı bir üstünlüğü yoktur. Sizden üstün olduğunu, Allah'ın göndermiş olduğu bir elçi olduğunu nasıl iddia eder?! Ând olsun eğer sizin gibi bir in­san olan, sizden farklı bir üstünlük ve özelliği olmayan şu şahsa İtaat ederse-nez mutlaka kayba ve ziyana uğrarsınız.

Yine demişler ki: O peygamber olduğunu söyleyen adam, sizin öldükten sonra mezarlarınızdan çıkıp diriltileceğinizi, çürümüş ve toprak haline gel­miş kemikler olduktan sonra yeniden canlanacağınızı size nasıl söyler. Hey­hat! Onun bu iddiaları, yani şu dünya hayatından başka bir ahiret hayatı bu­lunduğunu söylemesi, gerçeklerden çok uzaktır!

Ardınca da ölüm sonrası diriliş nazariyesini inkâr edişlerini daha da pe­kiştirerek şöyle demişler: Bizim için bu dünya hayatından başka bir hayat yok­tur. Bundan sonra ikinci bir hayat görmeyeceğiz. Biz sadece bu dünyada ya­şar ve ölürüz. Bizi ancak zaman öldürür. Ve bundan sonrada biz dirilecek değiliz. Ama şu peygamber olduğunu İddia eden ve ölüm sonrası, dirilişin var olduğunu söyleyen adam, Allah'a karşı yalan ve iftira uyduran bir kişiden başkası değildir. O Allah'ın elçisi olduğunu iddia ediyor ama biz ona inana­cak değiliz. Onun bütün İddialarını doğrulayacak ta değiliz.

Hûd peygamber onların, büyüklü ve küçüklü dine gelmelerinden umut kesince Rabbine sığınarak: Ey Rabbim! Bana yardım et. Benim söyledikleri­mi yalanladıkları için de, düşmanlarımı mahvet, dedi.

'Cenab-ı Allah onun bu isteğine olumlu karşılık vererek: Yaptıkları kü­für ve isyandan dolayı çok yakında pişman olacaklar, dedi.

Bu yaptıklarına karşılık kendilerini bir çığlık yakalayıverdi. O çığlığın ardında mahvolup yok oldular. Sel süprüntüsü haline geldiler, küfrettikleri için kendi nefislerine yazık eden ve de başkalarına zulme'den o zalim kavim Allah'ın rahmetinden uzak olsun. Malıvu perişan olsun. Onlar bozgunculuk ve kötülükte de başka insanlara örnek olmuşlardı.

Tarihe bak, durmadan tekerrür ediyor. Bütün milletler arasındaki ortak benzerlik noktalarına ibretle bak. Hepsi için Allah'ın verdiği ceza aynıdır. Sanki Kur'an bizlere şöyle sesleniyor: İbret alın ey basiret sahipleri, ey Mek-ke'liler, sizden önceki milletlere bakın. Onlar da sizler gibi idiler. Belki siz­den daha da güçlü idiler. Sizin itikadınız gibi onlar da Allah'tan başka var­lıklara tapmanın normal olduğuna İnanıyorlardı. Ama sonunda Allah onla­rın üzerine azabıni indirdi...... [46]

 

Bazı Peygamberlerin Durumlarının Hatırlatılması

 

42- Ardlarından başka nesiller varettik.

43- Hiçbir ümmet, kendi süresini ne çabuklaştirabilir ve ne de gecikti­rebilir.

44- Sonra birbiri peşinden peygamberler gönderdik. Her ümmete pey­gamberi geldikçe onu yalancı saydılar. Onları birbiri peşinden yok edilip hepsini birer efsane yaptık, inanmayan millet, rahmetden ırak olsun!

45-46- Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, Firavun ve erkanına mucize­lerimiz ve apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular.

47-48- Bu yüzden: "Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?1' deyip onları yalancı saydılar. Bu yüzden yok edildiler.

49- And olsun ki Musa'ya, doğru yola girsinler diye Kitab verdik.

50- Meryem oğlunu da, annesini de mucize kıldık. Her ikisini de, pı­narı bulunan, oturmaya elverişli yüksek bir yere yerleştirdik. [47]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ardı ardına gelen.Hadisin çoğulu, hatıra ve efsane manalarına gelir. Bize kölelik edenler. Yüksek yer. Yerleşme imkanı ve içinde su kaynağı bulunan yer. [48]

 

Açıklama:

 

Kur'an-ı Kerim, kıssaları çeşitli şekillerde bazen uzun ve ayrıntıh,bazen kısa ve veciz olarak bize anlatmaktadır. Burada ise kıssayı veciz olarak anlatmaktadır. Çünkü kıssanın anlatılmasından maksat burada imanın mü­kafatı ile küfrün cezasını açıklamaktır.

Ad kavminden sonra başka milletler meydana getirdik. Böylece yurtları boş ve ıssız kalmadı. Sürekli olarak o beldelerde Allah'a imanla yükümlü kim­seler bulundu. Hatta bir kavmin kafirlik nedeniyle helak edilmesinden sonra Cenab-ı Allah onların kalıntılarından kendi güç ve kudreti ile bazı nesiller ve halklar meydana getirir. Onlar yeryüzünü imar ederler. Rablerinin emirle­rine boyun eğerler. Hiçbir ümmet eceli gelmeden gitmeyeceği gibi eceli bir an sonraya biie kalamaz. "Süreleri geldiği zamanda bir saat dahi ne geri ka­lırlar, ne ileri geçerler (derhal mahvolup giderler)"[49]. Allah'ın milletlere uy­guladığı yasa İşte budur. Azabın bir an evvel gelmesini istemeyin. Her şey Allah'ın katında bir miktar ve ölçü iledir.

Belli bir zaman sonra veya araya pek fazla mühlet koymadan Allah'ın iradesine ve ilmine uygun olarak bu ümmetlere peşpeşe peygamberler gön­derdik. Her ümmete peygamberleri gelince Onu yalanladılar. Onu inkar etti­ler. Kendilerinden önceki milletlerin yoluna girdiler. O milletler ki çığlık ve azgın fırtınalarla yok edildiler. Biz onları peşpeşe helak ettik. Çünkü hepsi1 de yalanlama ve inkarda müşterek oldular. Onları efsane haline getirdik. Onları gerilerinde iz ve eser kalmayacak şekilde paramparça ettik. İnsanların ağız­larında dolaşan hikayeler ve masallar haline geldiler. Onları anlatanlar ve din­leyenler, başlarına gelen akıbetten dolayı hayret ve şaşkınlık içinde kalırlar. Allah'a ve peygamberlerine inanmayan milletler heİak olsunlar. Allah'ın rah­metinden uzak olsunlar.

Bu, bütün kafirler için bir tehdit ve şiddetli bir uyandır. Aynı zamanda yüce Allah'ın kudretini ve inanan kullarına zafer vereceğini, kafir ve isyan­kârları da şiddetle azaplandiracağını açıklamaktadır. Ey insanlar! İbret alın. Yaşamakta olduğunuz zaman ve istikbale dikkatlice bakın. Sonra biz Musa'­yı ve kardeşi Harun'u, Firavun'a ve onun adamlarına iman davetçileri olarak gönderdik. Onları, herşeyi yaratıp düzene sokan yüce Allah'a inanmaya çağırmaları için ayetllerimiz ve mucizelerimizle destekleyerek gönderdik. Btı mu­cizeler, bilindiği gibi dokuz tanedir: Asâ, beyaz el, çekirge, bit, kurbağalar, kan, denizin yarılarak yol vermesi, kıtlık seneleri, ürünlerin azalması.

Musa ve Harun, ayetler ve apaçık delillerle, yani en kuvvetli ve en üstün mucizelerle desteklenip teyit edilerek Firavun'a elçi olarak gönderildiler.

Bazı kimseler bu ayetlerden Asâ'nm kastedilmiş olduğunu söylerler. Çün­kü Musa'nın gösterdiği mucizelerin bir çoğu Asâ ile ilgilidir. Mesela Asâ'sı yılana dönüşmüş ve Firavun'un sihirbazlarının yaptıkları büyüleri yutmuş­tur.

Cenab-ı Allah Firavun ve adamlarının iman etmeyişlerine sebep teşkil eden en düşük niteliklerini ve boş şüphelerini bizlere anlatmıştır. Bütün bun­larda akıl sahipleri için öğüt ve ibretler vardır. Onların bu düşük niteliklerine gelince; Onlar büyüklük taslamışlar, Musa'ya tabi olmayı nefislerine yedire-memişlerdi. Onlar üstünlük taslayan kimseler idiler. Güya medenileşmiş, iz­zet, saltanat, onur, üstünlük, ilim, irfan Üzerine kurulu bir topluluk oldukla­rını iddia ediyorlardı. Tarihi gerçekler de bunu teyid etmektedir.

Onların şüphelerine gelince, dediler ki: Biz, bizler gibi iki insana nasıl iman ediriz? Peygamberin insan olması mümkün değildir.

İşte manevi kuvvetlere iman etmeyen maddeci kavmin özelliği budur. Öyle görülüyor ki bu maddecilik, geçmiş milletlerde de yaygın bir hastalık halinde bulunmaktaydı ve halâ da bulunmaktadır.

Yine onlar diyorlardı ki, biz Musa'ya Harun'a nasıl iman ederiz. Lider­lik ve saltanatımızı onlara nasıl teslim ederiz? Oysa onlar, memleketimizde ayak takımı olan ve hizmetlerimizi görmekte olan İsrailoğullanndandırlar. Bu bir hile ve tuzaktır. Musa bu hile ve tuzakla İsrailoğullarını bizim haki­miyetimizden kurtarmaya çalışmaktadır. Musa ile Harun'un Allah'ın peygam­berleri olmaları İmkansızdır!

Bunun sonucunda onlar, denizde boğulan ve mahvolup giden bir kavim haline geldiler. Musa ve beraberindeki İnanmış İsrailoğuian ise kurtuldular. "Bugün senin (cantndan ayırdığımız) bedenini (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olsun. Ama in­sanlardan çoğu bizim ayetlerimizden gafildir"[50].

Firavun ve adamlarını, güçlü ve kuvvetli bir zata yaraşırcasına yakalayıp boğduktan sonra Musa'ya; içinde nur ve hidayet bulunan, Israiloğulları için gerekli hüküm ve düsturları ihtiva eden Tevrat'ı verdik. "Andolsun biz, ilk nesilleri (Nuh, Hûd, Saiih ve Lût kavimlerini) helak ettikten sonra Musa'ya, insanların kalp gözlerini aydınlatacak nur ve onlara yol gösterici olarak ki­tap verdik, beldi düşünür, Öğüt alırlar diye"[51]

İbn-İ Kesir, tefsirinde şöyle der: Tevratın nüzulünden sonra hiç bir üm­mete umumi helak gelmedi. Aksine mü'miıılcrin kafirlerle savaşmaları cııı-rolundu.

İşte Meryem ve oğlu İsa'nın özet olarak kıssası: Bu sûrede anlatılan kıs­salar hep özet olarak anlatılmışlardır.

Meryem oğlu îsa, Allah'ın kulu ve elçisidir. Anası İmran kızı Meryem, ırzını koruyan, iffetli, gönülden ibadet eden bir kadındır. Biz bu ikisini in­sanlığa, kudretimizin eksiksizliğine bir delil ve kesin bir alamet kıldık. C.enab-ı Allah İstediğini yapmaya kadirdir. O noksanlıklardan münezzehtir. İsa'yı ba­basız olarak yaratmıştır. Meryem babasız olarak İsa'yı dünyaya getirmiştir. Bu da Allah'ın sonsuz kudretinin bir işaretidir.

Biz onları güzel bir yerleşme yerine, içinde bol hayır, bereket su ve pınar bulunan bir yere sığındırdık. Yüksek bir yere yerleştirdik. Oranın suyu asla azalmaz. Orası Kudüs'tedir.

Herşeyin doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.. [52]

 

Peygamberlikte Genel İlkeler

 

51- Ey Peygamberleri Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim.

52- Şüphesiz bu müslümanhk, bir tek din olarak sizin dininizdir ve Ben de Rabbinizim; öyleyse Benden sakının.

53- Ama insanlar din konusunda aralarında bölük bölük oldular. Her bölük kendi t-tıttuğu yoldun memnundur.

54- Ey Muhammedi Onları bir süreye kadar sapikhklanyla başbaşa bırak.

55-56- Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır; farkında değiller. [53]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Zebur" kelimesinin çoğuludur. Te'lif edip ortaya koydukları ki­taplar. Zebur kelimesinde toplayıp derleme manası da vardır. Ce­maat ve ümmet.şaşkınlık, sapıklık ve gafletleri içersinde buluna­rak.Onlara veririz. Acele edip koşarız. [54]

 

Açıklama:

 

Kutlu ve yüce Allah bütün peygamberlere; Helal ve hoş rıziklan yemele­rini, iyi işler yapmalarını emir buyuruyor. Sonra onları heseba çekmekle kor­kutup sakındırıyor. Doğrusu O herşeyi bilendir, her şeyden haberdardır.

Ebu Hureyre (R.A.) Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğu­nu rivayet eder: "Ey insanlar! Muhakkak ki Allah temizdir, ancak temiz ola­nı kabul buyurur. Şüphesiz Allah, peygamberlere ne emretmişse, müzminlere de onu emretmiştir. Buyurur ki: "Ey Peygamberler, temiz şeylerden yeyin ve salih amel işleyin. Doğrusu ben yaptığınızı bilirim". Başka bir ayette de: "Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yeyin'' buyurur. Daha sonra Allah Resulü; yiyeceği haram, içeceği haram, giydiği haram, haramla beslenen ve yüzü sararmış, saçları dağınık halde uzun yol­culuk yapan, ellerini göğe açarak: Rabbim, diye dua eden bir adamı da zik­retti. Ona nasıl olur da icabet olunur?" buyurdu.

Bu hadis, helal yemenin, salih amel işleme hususunda kişiye yardımcı ola­cağını isbatlamaktadır.

Ayrıca yenilen şeylerin, nefsi iyilik veya kötülük yönüne iletme husu­sunda etkili olacağını da kanıtlamaktadır. Çünkü alınan gıda, bedeni güç­lendirip kuvvetlendirir. Gıda temiz, saf, helal ve hoş ise temiz bir akaryakıt hükmünde olur ki, bu akaryakıt vücut makinesini güzel işletir ve salih amel­lere yönlendirir. Bunun aksine, alman gıda haram ve murdarsa sahibini kötü işler yapmaya yönet lir.

Bu emir, bütün peygamberlere, Özellikle Peygamber (s.a.v.) efendimize verilmiştir.- Çünkü O bu emrin ilk muhatabıdır. Bu da kendisine emredilen zatın büyüklüğüne bir işarettir. Ayrıca bu genel bir emir olduğundan dolayı da bir önem kazanmaktadır. Cenab-ı Allah, bütün peygamberleri ve mü'min-leri, helal yemek ve haramdan sakınmak hususunda eşit kılmıştır. Sonra yu­karıda anmış olduğumuz şeylerden dolayı herkesi kendi tehdidinin kapsamı­na almıştır.

Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki, yukarıda peygamberlerin kıssası meyanm-da anlatılan şey sizin dininiz ve milletinizdir. Çünkü bütün peygamberler sa­dece Allah'a iman el meye ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmanıaya davet etmek üzere gönderildiler. Cenab-ı Allah bize diyor ki,siz bunu bilin ve zannetme­yin ki Muhammed yeni bir şey getirmiştir. Ben sizin Rabbinizim. Bana karşı

isyan etmekten sakının ve. emirlerime karşı gelmeyin.

İşte ümmetler böyle oldular. Peygamberler de böyle görevlendirildiler. Ama bundan sonra milletler gruplara, partilere ayrıldılar. Herkes kendi ya­nındaki şeyle sevindi. Her topluluğun bir kitabı oldu. Sonra kitaplarını de­ğiştirip tahrif ettiler. Tahrif ettikleri kitaplara inandılar. Diğerlerini inkâr et­tiler. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, İslâm ümmetini bu salgın hasta­lığa karşı uyanık olmaya çağırıyor. Cenab-t Allah özellikle Kureyş kabilesine hitap ederek, Onları şu sözle tehdit ediyor:

"Onları şaşkınlık ve gafletleri içerisinde bırak" Yani ey Muhammedi Bu Kureyşlileri bırak ta ne halleri varsa görsünler. Onlar, kendilerinden önceki miüetlere küfür, inat ve isyankarlık konusunda tıpa tıp benzemektedirler. Aza­bın kendilerinden ertelenmesi dolayısıyla göğsün daralmasın. Sıkıntıya düş­me. Her şeyin bir zamanı vardır. Bırak ta sapıklık ve dalaletleri içersinde bel­li bir zamana kadar bocalayıp dursunlar. Şu aidanmışlar, kendilerine verdi­ğimiz mal ve evladın, kendi şeref ve kıymetlerinden dolayı mı kendilerine ve­rildiğini zannediyorlar. Asla, durum onların zannettikleri gibi değildir. "Biz mal-ve evlat bakımından daha çoğuz," derken, boş ve anlamsız bir söz söylemiş oluyorlar. Onların umutları boşa çıkacaktır. Onları bir süre oyalamak ve kendi yollarının doğru olduğunu zannetsinler diye bunca nimetleri onlara verdiği­mizi.bilmiyorlar. Ve bunun farkında da değildirler. "Onların ne mallan, ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah bunlarla, onlara dünya hayatında azap etmeyi ve kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor"[55]. "Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahı arttırsınlar"[56].

Ey insanlar! Kişi, malı ve çocuğu ile insan olamaz. Kişi elinde bulunan dünyalık malı ile Allah katında şeref kazanamaz. Allah katındaki değer ve mertebesi, onun işleyeceği salih amellerle olur. "Allah katında en üstün ola­nınız (Allah'ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır"[57].

Bu ayetlerden anlıyoruz ki; helal yiyecekler, insanın gidiş tarzını etkiler, bütün peygamberler de, sadece tek ve kahredici güce sahip olan Allah'a kul­luğun gerekli olduğu hususunu insanlığa duyurmak için gelmişlerdir. Millet­lerin, Peygamberinden sonra ayrılığa düşmeleri, tabii bir olaydır. Hakka tu­tundukları ve tahrife uğramamış semavî kitapların gösterdiği yoldan ve Re-sulullah (s.a.v.)'in çizdiği rotadan yürüdükleri takdirde kurtuluşa erecekler, yani tefrikadan kurtulacaklardır. Allah katında üstünlük inal ve evlat İle de­ğil, takva ve salih amel iledir. [58]

 

Hayır İşlerinde Yarışan Mü'minler

 

57-61- Rablerinden korkarak titreyenler, Rabkrinin ayetlerine inanan­lar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerîne dönecekleri için kaibleri ürpererck vermeleri gerekeni verenler, işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.

62- Biz herkese ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Katımızda ger­çeği söyleyen bir kitab vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar. [59]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayet-i kerimelerde mü'minlerin diğer bazı sıfatlan anlatılmaktadır. Bu sıfatlar, onların nefislerinde imanın derinleşip kök saldığına işaret etmek­tedir. [60]

 

Açıklama:

 

Rablerinden ürküp ürperenler, azabından korkanlar, sürekli bir şekilde O'na itaat ederler. Onun hoşnutluğunu kazanmak için gayret sarfederier. Çün­kü ürküntü derecesinde Rablerinden korkan kimseler, onun azap ve ikabma, öfke ve gazabına karşı gayet derecede korkulu olurlar. Bu nitelikteki kimse­ler günahlardan sürekli uzak dururlar. Salih amel ve taatierde bulunmak için gayret sarfederier.

Allah'ın kevni ayetlerine iman eden, bu ayetlerin, mucizelerin Allah'ın varlığına ve O'nun kemal sıfatlarla muttasıf olup noksanlıklardan münezzeh olduğuna birer delili natık olduklarını tasdik eden —bu seviyeye gelmek te, Allah'ın kevni ayetleri ve Kur'an'i ayetleri üzerinde sağlıklı ve salim bir dü­şünceye sahip olmakla mümkün olur—, Rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayanlar bu da gizli şirkin reddeldiğine bir delildir—, kendilerine verilenden baş­kalarına da verenler; namaz, oruç, gece ibadeti, zekat, sadaka, iyilik gibi sa-lih amelleri işleyenler... Bunlar bu salih amelleri İşlerken d,ahİ taksiratla bu­lunmaktan yana kalpleri korku ve ürküntü içindedirler. Ayaklarından biri cen­nete girmiş olsa bile devamlı surette Rab'Ierinden korkar. Nefislerinin aldat­masına kapılmaz ve dini gurura düşmezler.

Rivayete göre Hz. Aişe (R.A.) Peygamber (s.a.v.) efendimize şöyle sor­muş: "Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verenler; zina edip, içki içip, hırsızlık edipte yaptıklarından do­layı Allah'tan korkan kimseler midirler? Hz. Aişenin sorusuna peygamber efendimiz şu cevabı verdi: "Hayır öyle değil ey Sıddık'm kızı, adam namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir amabunu yaptığı halde yine de Allah'tan kor­kar, işte ayet-i kerimeden kastedilenden bunlardır".

Bunlar gayet derecede güzel olan yüksek sıfatlardırlar. Çünkü bunlar­dan birincisi,kişinin şiddetli korkusuna, ikincisi derin imanına, üçüncüsü gizli şirkin reddelişine, dördüncüsü, iyi işler yapmakta mübalağalı olmaya, gurur ve yalana aldanmamaya delalet eder. Bunlar, sıddıkların, şehidlerin, salihle-rin makamlarıdırlar. Cenab-ı Allah'ın, bizleri bu yolda muvaffak kılmasını ve bizleri de o iyi kimselerin sırasına koymasını diliyoruz.

Bu güzel sıfatlarla muttasıf olan kimselerin, iyi İşleri yapmakta yarışa­caklarının ve taatlerİ işlemekte tez canlılık edeceklerinin bildirilmesinde bir tuhaflık yoktur. Cenab-ı Allah bunlara dünyanın mükafatını, ahiretin de gü­zel sevabını vermiştir. Bunlar bu hususta önde giderler.

Kur'an-ı Kerim, ameli burada anlattıktan sonra onunla ilgili birşeyden daha söz etmiştir: Cenab-ı Allah hiç kirnseye gücünün ve kudretinin üstünde bir iş yüklemez. Ya da güç ve kudretinin altındaki bir şeyi de yüklemez. Ya­ni güç ve kudreti ile orantılı işleri ona yükler. Bu dört sıfatla nitelenen, iyi işleri yapmakta yarışan kimseler, güçlerinin üstünde bir iş yapmış değildirler. EyinsanlarîBilesiniz ki;Allah'ın katında öyle bir kitap vardır ki, onda bütün ameller kayda geçirilmiştir. O kitapta büyük küçük hiçbir şey unutulmuş de­ğildir. Mutlaka kayda geçirilmiştir. O, Allah'ın, onunla hakkı realiteye uy­gun olarak ortaya çıkardığı bir kitaptır. Bunda da asiler için bir tehdit, itaat­kârlar için de gönül huzuru ve teskin vardır. "Yaptıklarını hazır bulmuşlar­dır. Rabbin kimseye zulmetmez"[61]

 

Kafirler, İşledikleri Ameller Ve Sebepleri

 

63- Ama, kafirlerin kalbleri bundan habersizdir. Bundan başka da on­ların yapageldikleri işler de vardır.

64- Sonunda şımarık varlıklarım azabla yakaladığımız zaman feryad ederler,

65- Onlara şöyle deriz: "Bugün fcryad etmeyin, doğrusu katımızdan bir yardım görmezsiniz."

66-67- "Ayetlerimiz size okunduğunda büyüklük taslayıp, gece ağzı­nıza geleni söyleyerek ardınıza dönüyordunuz."

68- Söyleneni hiç düşünmezler mî? Yoksa onlara, önce geçmiş alaları­na gelmeyen bir şey mi geldi?

69- Veya peygamberlerini tanımadılar da, bu yüzden mi onu inkar edi­yorlar?

70- Ya da: "Onda delillik var" diyorlar öyle mi? Hayır; onlara gerçeği getirmiştir, ama çoğu ondan hoşlanmamaktadır.

71- Eğer gerçek onların heveslerine uysaydı, gökler yer ve onlarda bu­lunanlar bozulup giderdi. Onlara, kendilerine öğüt veren bir şey getirdik; onlar ise öğütlerinden yüz çevirirler.

72- Ey Muhammedi Yoksa sen onlardan bir ücret mî istiyorsun? Rab-binin ecri daha iyidir. O, nzık verenlerin en hayırlısıdır.

73-74- Aslında sen onları doğru yola çağırıyorsun ama, ahirete inan­mayanlar bu yoldan sapmaktadırlar. [62]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gaflet, şaşkınlık. Zenginleri. Sıkışıp imdat isterler. Dönersiniz, geriye gidersiniz. Yani haktan yüz çevirirsiniz. Geceleyin konuşan topluluk, Kötü sözler söyler, heze­yan savurursunuz.Delilik. Ücret, ve nzık. [63]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Kur'an-ı Kerim, mü'minleri ve niteliklerini anlattıktan sonra genel an­lamda amel ile İlgili İki hükmü de anlattı. Bundan sonra yine eski konuya dönerek mü'minleri diğer bazı sıfatlarla niteledi. Bunun ardı sıra kafirlerden bahsetmeye başlayarak onlarla münakaşa edip yaptıkları iş ve bu işlerin se­bepleri konusunda tartışma açtı. Tartışarak, bütün şüpheleri ortadan kaldır­mak İçin onların görüşlerini çürüttü. [64]

 

Açıklama:

 

Kutlu ve yüce Allah der ki: Geçen sayfalarda anlatılan dört sıfatla nite­lenen ihlash mü'minler, bu korku ve ürküntülerinden dolayı şaşkınlık içer­sinde kalıp düşünerek, acaba amellerimiz Allah tarafından kabul edilecek mi, edilmeyecek mi diye kafa yorarlar. Çünkü onlar, amellerinin içinde her ne kadar ihlas bulunsa da kendi üzerlerine vacip ve farz olanlar dışında başka amelleri bulunduğu anlayışındadırlar. Evet onlar nafileler, sadakalar ve gele­cekte yapacakları diğer bazı amellerle de yükümlüdürler. Bunlar da Önemsiz sayılmazlar.

"Onların varlıklarını azap ile yakaladığımız zaman..." ayet-i kerimesi­ne gelince bu, kafilere özgü bir niteliktir. Ayet-İ kerimede geçen ve zaman anlamında terceme ettiğimiz "hatta" kelimesi ise iptidaiye, yani başlangıç edatı olup yeni bir sözün başlamakta olduğunu ifade eden bir kelimedir.

Bu güzel bir görüş ve uygun bir te'vil'dir. Bazı kimseler yukarıda geçen sözlerin tümünün kafirler hakkında olduğunu söylemişlerdir. Çünkü onlar şaşkınlık, hayret ve sapıklık içersİndedirler. Kur'an'da açıklamakta olduğu­muz bu şeylerden veya Allah'tan korkan mü'minlerin va s folundu klan bu ni­teliklerden habersizdirler. Bu kafirlerin bundan başka işleri de vardır. Yani küfür ve cehaletten başka yapmakta oldukları diğer bir takım sapıklık işleri de vardır. Onlar bu kötülükleri yaparlar çünkü onların bu işleri yapacakları levih-i mahfuzda yazılıdır. Bİz onların varlıklarını kıyamet gününde azap ile yakaladığımız zaman,seslerini yükselterek imdat dilerler. Ama onları azarla­yıp kınayarak Cenab-i Allah kendilerine şöyle der: Bugün imdat dilemeyin. Bugün bizden taraf sizlere bir yardım gelmeyecektir. Bugün siz azapta hazır bulunacaksınız. Size asla yardım olunmayacaktır.

Ey okuyucu kardeşim! Onların ulaştıkları bu hasret, pişmanlık ve hayıf­lanma haline dikkatle bakmalıyız. Bu onların, bu dünyada iken küfür ve ce­haletten vazgeçmelerini gerekli kılan bir sebeptir. Noksanlıklardan münez­zeh yüce Allah, kendilerine yardımcı bir kimsenin bulunmayacağını açıkla­dıktan sonra onlara bu cezanın verileceğini açıklamıştır. Ve demiş ki:

a- Kur'anKerİm'deki açıklayıcı ayetlerim sizlere okunuyordu. Siz de arkanızı dönüp o ayetleri dinlemekten kaçıyor ve yüz çeviriyordunuz.

b- Harem de ve Kabe'yi muazzamada büyüklük taslakiayarak diyordu­nuz ki; Bugün bize hiç kimse galip gelemez. Zira biz Allah'ın, Harem halkın-danız. Oysa siz O'na isyan ediyordusunuz. Onu layıkı ile takdir etmiyordu­nuz.

c- Ka'be'nin etrafında geceleyin toplanıp uygunsuz şeyler konuşuyor­dunuz. Kur'an ve peygamber hakkında laubalice laflar sarfediyor, onlara sö­vüyor, peygamberi sihirbazlık veya delilikle niteliyor; Kur'an'tnm da, evvelki ümmetlerin masalları olduğunu, yalan ve asılsız sözlerden ibaret olduğunu iddia ediyor, fahiş ve kötü sözler s ar fedi yordunuz. Noksanlıklardan münez­zeh yüce Allah, onların bu işleri yapmalarını aşağıdaki sebeplerden herhangi biri için redderek hallerini tavsif etti ve bu şeyi yapmalarının uygun olmadı­ğını izah buyurdu ve bu kötülüklerinden dolayı onları kınadı. Şöyle ki:

1- Onlar köreldiler mi? Muhammed'e indirilen Kur'an'm manasını dü­şünmediler mi? O kalıcı ve ebedi bir mucizesidir. Apaçık bir arap dili ile in­miştir. Arapça; edebiyat, sanat ve fesahat ehlinin dilidir. Kur'an-ı Kerim o ka­firlere, kendisinin bir benzerini getirmeleri için açıkça meydan okudu. Fakat onlar bunu yapmaktan aciz kaldılar. "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalp­lerinin) üzerinde kilitleri mi var (ki hiçbir hakikat, gönüllerine girmi­yor?"[65]. Şayet onlar Kur'an-ı Kerim'in manasını düşünüp kavrasalardı iman eder­lerdi ve bu yaptıkları kötülükleri de işlemezlerdi.

2- Muhammcd (s.a.v.), onların ilk atalarının getirmemiş oldukları bir şeyi mi getirdi? Hayır Muhammed, türedi bir peygamber değildir. O'nun pey­gamberliği, benzersiz bir peygamberlik de değildir. Ondan nice peygamberler gelip geçti. Onlar; milletlere peygamber gönderildiğini, kimisinin o peygam­berleri doğruladığını kimisinin de yalanladığını, Cenab-ı Allah'ın, mü'minleri musibetlerden ve zalimlerin zulmünden kurtardığını, onlara zafer ihsan etti­ğini, kafirleri ve yalanlayıcıları perişan ettiğini tevatüren bilmektedirler. Şu halde ne diye inat edip Muhammed (s.a.v.)'i yalanlıyorlar. Şu bilmekte ol­dukları haller onları tasdike ve imana davet etmiyor mu?

3- Yoksa onlar peygamberlerini tanımıyorlar mı ki onu inkar ediyor­lar? Evet onu biliyorlar ve tanıyorlar. Peygamberleri Muhammed'in doğru sözlü ve güvenilir bir kimse olduğunu tebsit etmişlerdir. Dahası, O'nun asla yalan söylemediğini de müşahede etmişlerdir. Hiçbir zaman bir yaratığa hi-yanet etmemiştir. Böyle bir kimse nasıl o!ur da Aİlah'a hıyanet eder ve o'na karşı yalan ve iftira uydurur? Onlar peygamberi herkesten çok daha iyi tanı­yorlar ve durumunu biliyorlardı. Hal böyleyken peygamber olup aklı ve er­kekliği kemale erdikten sonra O'nu nasıl inkar edip yalanladılar? Doğrusu bu çok tuhaf bir durumdur.

4- Peygamberin deli olduğunu mu söylüyorlar?" "Ağızlarından ne bü­yük söz çıkıyor. Onlar yalandan başka birşey söylemiyorlar"[66]. Onlar böy­le söylerken hem kendi inançlarına, hem de realiteye uymayan asılsız ve ya­lan şeyler söylüyorlar. Hakikatte onları haktan yüz çevirmeye, asılsız bir bü­yüklük taslamaya, geceleyin Kabe'nin etrafında toplanıp fahiş ve kötü sözler sarfetmeye sevkeden şey, sadece sapıklıkları ve Kur'an'ı anlamamalarıdır. Al­lah'ın gazabını hak eden asabiyetleri, bağnazlıkları ve atadan kalma cehalet­leri, kalplerinde gizlenen kinleri, Kur'an'a ibret nazarıyla hevâ ve hevesattan uzak, salim bir düşünce ile düşünüp kavramalarına engel teşkil etmiştir. Yi­ne onları kötülük işlemeye; onların, Muhammed yalancıdır, peygamber de­ğildir, mealindeki düşünceleri ve fasit itikatları yöneltmiştir. Helak olsunlar. Mahvolsunlar! Bundan önce de onlar Muhammed (s.a.v.)'in şahsiyetini ta-mmıyorlarmiydı. Daha ne diye "O delidir" diyorlar. "Sen, Rabbinin nimeti ile cinlenmiş (deli) değilsİn"[67]

Hayır bilakis Muhammed doğru sözlü, güvenilir ve dürüst bir insan olarak Allah tarafından peygamberlikle görevlendirildi ve onları aydınlatmak, Hak'kın zaferini gerçekleştirmek üzere geldi. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah katından bir cici olarak o topluma geldi. Ama onların çoğu hakkı hoşnutlukla karşılamadılar. Sadece Hak'ka karşı düşmanlık beslediler1. Onlar­dan pek az kimseler hak'ka yardımcı oldular, Hakkın davetcilerine İtaat etti­ler. Mübarek ve yiîce hak, onların bozuk heveslerine, sapık ve maddi rağbet­lerine uymuş olsaydı göklerle yerin ve onlardaki mevcudatın düzeni bozulur­du. Cenab-ı Allah bütün bu bozukluklardan ve fesatdan yüce ve münezzeh­tir. Hatta şu Kur'an'dan yüz çeviren, Kur'an'dan uzaklaşan araplara haddi­zatında Kur'an'i biz, onların hatırası, şerefi ve diğer ümmetler arasında de­recelerinin yücelmesi sebebi olarak getirip ikram ettik, adeta Kur'an onları yeniden yarattı. Öyfe bîr ümmet haline getirdi ki düzenli ve intizamlı bir üm­met oldular. "O(YoI)sana ve kavmine bir şereftir. Ve yakında (ona uyup uy­madığınızdan) sorulacaksınız"[68].

Hayret.. Onlar zikirlerinden, şereflerinden ve üzerlerine nazil olan Kur'­an'dan yüz çevirmişlerdir. Hayret ve hem de ne hayret! Ey Muhammedi Sen onlardan bir rızik ve ücret mi istiyorsun? Onları doğru yola iletmek ve şanla­rını yüceltmek hususunda kendilerinden bir karşılık mı istiyorsun ki, senden bıkıyorlar ve sana kin besliyorlar? Senin Rabbinin vereceği rızık ve ücret,hem senin için hem de başkaları için elbetteki daha hayırlıdır. Çünkü O, mülk ve hakimiyetin sahibidir. O, rızık verenlerin en iyisidir. Ey Muhammed, sen on­ları güçlü ve her zaman övülen zatın dosdoğru yoluna, şeref, onur ve hayır yoluna, orta yola davet ediyorsun. Onları, şifa veren bir İlaca çağırıyorsun. Çünkü o ilaç hekimler hekimin ilacıdır. İslâm ilacının, hem dinî, hem dünye­vî problemlerimizi çözüme kavuşturup manevi ve mada hastalıklarımıza şifa veren en hayırlı bir Üaç olduğunu olaylar ispatlamıştır. Ve dostlarından önce islam düşmanları buna tanıklık etmişlerdir. Bütün bunlarla birlikte ahirete inanmayanlar; doğru yoldan uzak, hakkı bırakıp sapıklık yoluna meyleden kimselerdirler. O yolda, yani sapıklıkta hem ifrat ve hem de tefrit vardır. Bu gibi kimseler günümüzde ne kadar da çokturlar. [69]

 

Müşriklerin Bunca Delile Rağmen Allah'a Ortak Koşmaları

 

75- Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek bile, azgınlık--lan içinde bocalayıp, kalırlar.

76- And olsun ki, Biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı.                                                  

77- Sonunda onlara şiddetli bir azab^ kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdilcr.

78- Oysa, sizin için kulaklar, gözler ve kalblcr vureden O'dur. Pek ay. şükrediyorsunuz.

79- Sİzi yerde yaratıp yayan O'dur ve O'nun huzurunda toplanacaksı­nız.

80-  Dirilten de, öldüren de O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine bağlıdır. Düşünmez misiniz?

81- Hayır; yine de Öncekilerin dediklerini derler.

82-83 öncekiler: "Ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda mı di­riltileceğiz? And olsun ki biz ve daha önce de babalarımız tehdid edilmişti; bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" demişlerdi.

84- Ey Muhammedi De ki: "Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulu­nanlar kimindir?"

85- "Allah'ındır" diyecekler, "öyleyse ders almaz mısınız?" de.

86- Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi kimdir?" de.

87- "Allah'tır" diyecekler! "Öyleyse O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?" de.

88- "Biliyorsanız söyleyin, her şeyin hükümranlığı elinde olan, barın­dıran fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir?" de.

"Allah'tır" diyecekler; "Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz"'de.

90- Hayır; Biz onlara gerçeği getirdik ama, onlar yalancıdırlar. [70]

 

Bazı kelimeler:

 

Azgınlıklarında ve batıllarında bocalamaya devam ettiler.Bocalarlar.Boyun eğdiler.Şaşkın, umutsuz ve ne yapacağını bilemeyen kimseler.Sizi yarattı ve yeryüzüne yaydı.

"Usture" kelimesinin çoğulu olup masal ve uydurma şeyler. Herşeyin mülkü ve yönetimi. Başkasını sakındırır.Ondan men olunmaz. Aldanıyor, büyüleniyor, Allah'a itaat edip onu birlemekten, saptırılıyorsunuz. [71]

 

Açıklama:

 

Peygamberi ve kendilerine indirilen ve onları şereflendirip yüceltmek is­teyen, onları doğru yola ve aydınlığa iletmek isteyen Kur'an'i inkar etmekte olan şu zalim kavmin hiç de haklı bir tarafı, dayanak ve mesnedi yoktur. Bü­tün bunlara rağmen onlar, Allah'a ortak koşmak, Allah'ı inkar etmek, batıl­da devam etmek konusunda ısrar etmektedirler. Biz onlara merhamet edip te üzerlerindeki sıkıntıyı giderip, onlara Kur'an'ı anlatırsak yine Kur'an'a tes­lim olmazlar. Ve küfürlerinde, taşkınlıklarında, azgınlıklarında devam eder­ler. "Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi, on­lara işittirmeydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi"[72]". "Geri gönderilsclerdi yi­ne men olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi"[73].

Biz onları azab İle yakaladık, şiddetli musibetlerle imtihan ettik ki doğ­ru yola dönsünler, sapıklıklarından vazgeçsinler. Bu, onları içinde bulunduk­ları dalaletten geri çevirmedi. Rablerİne de teslim olmadılar. O'na yalvarmı-yorlardı. ' 'Hiç olmazsa kendilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvarsa-lardı! Fakat kalpleri (iyice) katılaştı"[74].

Nihayet onlara Allah'ın emri geldi, ansızın azap saati onları yakaladı. Allah'ın azabı onları öyle bir yakalayıverdi ki onlara şiddetli bir azabın kapı­sını açtı o esnada her hayırdan, yardımdan ve iyilikten ümitlerini kestiler. Ve haktan yana umutsuzluğa düştüler. Şaşkın hale döndüler. Ne yapacaklarını bilemez oldular. Vay onların bu haline. Noksanlıklardan münezzeh, rahman, rahim, nimet sahibi, herkese ihsanda bulunan yüce Allah sizleri yarattı. Size görme, işitme duyuları verdi. Sizi kalb sahibi yaptı ki, etrafındızda olup bi­tenleri bilesiniz, çevrenizdeki şeylere bakıp tefekkür edesiniz. Kainatla Allah'ın varlığına, birliğine onun serbest irade sahibi olduğuna şahadet eden ayetleri ve konuşan alametleri göresinİz. Sizin, Rabbinizin nimetlerine karşı şükrü­nüz ne kadar da azdır. Siz O'na gerçekten de çok az şükrediyorsunuz. Daha­sı, O'nun nimetlerine karşı nankörlük ediyorsunuz. İşte Allah'ın eksiksiz kud­retine delalet eden, konuşan deliller, o sizi yeryüzünde yarattı ki çeşitli şekil ve dillerinize rağmen dünyayı imar edesiniz. Sonra hepiniz topluca O'nun hu­zurunda toplanacak ve hesaba çekileceksiniz. O canlıları yaşatır. Ölecek olan­ları da Öldürür. O tek başına geceyi ve gündüzü peşpeşe getirir. Zaman çarkı­nı döndürür.

Gece ile gündüzün zamanlarının uzayıp kısalmaları işini de yöneten O'-dur. Gece ile gündüzün peşpeşe deveran etme düzeni yürüten O'dur. Bu ince nizamın sahibi O'dur. "Ne güneşin Ay'a erişmesi kendisine yaraşır, nede ge­ce, gündüzün önüne geçebilir. Hep bir felekte (yörüngede) yüzmektedir­ler"[75]. Güçlü, bilgili, yaratıp takdir eden, diriltip Öldüren, kainattaki her mevcudu varlık alanına çıkartan bir zatın varlığını akıllarınız size ispatlamı­yor mu?! Bütün bunlarla birlikte bazı insanlar ölüm sonrası dirilişi inkar edip imkansız gördüler. Ve çürümüş kemikleri kim diriltir dediler. Kendilerinden önceki sapık ümmetler de böyle söylemişler. Ve biz mi ölüp toprak olduktan, çürümüş kemiklere döndükten sonra canlandırılıp diriltileceğiz? Biz ve ata­larımız bundan önce de bu gibi vaatlerle oyalanmıştır. Ama hiç te bunlar ger­çekleşmedi, dediler. Geri zekâlılıklarından ötürü yeniden hayata dönmenin bu dünyada olacağını zanneder gibi oldular ve dediler ki: Bu duyduğumuz şeyler öncekilerin masallarından, uydurmalarından ve yalanlarından başka bir şey değildir.

Birliği yüce, mübarek, yaratma ve tasarrufta bağımsız olan Allah onlara şu gerçeği anlatıyor: Allah'tan başka tanrı.yoktur. O'ndan başka Iâyıkı ile tapınılacak bir ma'bud yoktur. İbadet ve kutlamanın sadece O'na yapılması gerekir.

Bu nedenle Cenab-i Allah; Peygamber (s.a.v.) efendimize, dikkatlerinin basit hususlara çekerek şu soruyu sormasını emretti: Ey müşrikler bu yer­yüzü ve yeryüzünde var olan şeyler kime aittir? Yeryüzünü ve ondaki insan­ları, hayvanları, bitkileri ve diğer şeyleri yaratanın kim olduğunu biliyorsa­nız söyleyin.

Bütün bunların Allah'a ait olduğunu ve bunları yoktan var edenin Al­lah olduğunu söyleyeceklerdir. Ve yine diyecekler ki; Allah, yaratan, yarattığı şeye şekil veren, göklerle yeri yoktan var edendir.

Bütün bunları itiraf ettiklerini ve bu mevcudatın sadece Allah'a ait ol­duğunu, ortağı bulunmadığını söyleyeceklerdir. Böyle olunca ey Muhammcd! Onlara.de ki: Bütün bunları yaratan Allah'ın sadece kendisine ibadet edilme­si gerektiğini düşünmüyor musunuz? Bu,f'tratın, yani insanların yaratılışla­rının bir gereğidir. Bunu inkar etmek gafletten başka bir şey değildir. Bir ne­vi aymazlıktır. Bunun ilacı da düşünmek ve tefekkürdür.

Bu ayet-i kerime, müşriklerin Allah'ın rablığım itiraf ettiklerini, kainat­ta O'nun ortağı bulunmadığını göstermektedir. Bununla beraber müşrikler, tanrılıkta Allah'a başka varlıkları ortak koştular. Nihayet O'nunla birlikte başka şeylere tapa'r oldular. O şeyler, kendilerine tapan kimselere ne fayda ne de zarar verebilir.

Ey Muhammedi Yine onlara de ki: Yedi kat göğün rabbi, görkemli.arşın rabbi kimdir?

Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: "Yedi gök, yedi kat yeryüzü ve ondakilerle ikisi arasındakiler, kürsiye göre çöle atılmış bir halka gibidir. Kürsi ve ondakiler de Arşa nİsbetle o çöldeki halka gibidir".

Ey Muhammedi Onlar, senin soruna cevap verirken: Yeryüzü ve ondaki varlıklar sadece Allah'a aittir, diyeceklerdir. Sen onlara de ki: Artık siz Rab-binizin azabından korunmaz mısınız? Yani siz O'nun göklerin ve yüce arşın Rabbi olduğunu itiraf ettiğinize göre O'nun azabından korkmaz mısınız? İba­det ederken ondan başkasına da tapmakla O'nun sizi azaplandıracağmdan endişe etmez misiniz? Ve O'ndan sakınmaz mısınız?

Onlara de ki: Herşeyin mülkü ve yönetimi elinde bulunan kimdir? Elin­de mülk ve tasarruf bulunan kimdir? Bir şeyin olmasını dileyince o şeye ol diyerek O'nu meydana getiren ve olduran kimdir? Herşeyİ koruyup kollayan, ama kendisi,korunup kollanmaya muhtaç olmayan, dilediğine imdatla bulu­nan ve kendisi başkasının imdadına muhtaç olmayan kimdir? Azamet ve kudret sahibi O'dur. Yaratma O'na aittir. Emir O'na aittir. O'nun hükmünü ak sala­cak, yargısını reddedecek kimse yoktur. Dilediği olur. Dilemediği olmaz.

Bütün bunların, yeryüzü ve ondaki varlıkların sadece Allah'a ait olduğunu, O'nun ortağı bulunmadığını itiraf ederek cevap vereceklerdir. Ey Muhammed! Sen onlara de ki: Siz nasıl büyüleniyorsunuz? Gerçeklerden saptırı­lıyorsunuz? Neden dolayı aklınız başınızdan gidiyor da ondan başkasına da kulluk ediyor sunuz? Ama bunun yanında siz herşeyin yaratıcısının ve sahi­binin O olduğunu açıkça itiraf ediyorsunuz. O göklerin ve Arş-ı azimin rab-bidir. O mülk ve tasarruf sahibidir. Biz onlara doğru söz ve gerçek delille gel­dik. Bu da Rabbinin önceki sayfalarda anlatılan apaçık ayetleri, mucizeleri ve beyyineleridir. Bununla beraber onlar Rabbine ve hakikate küfreder. İşte bu ayetlerde onlar İçin tehdit ve uyarı vardır. [76]

 

Allah'ın Çocuğu Ve Ortağı Yoktur

 

91- Allah çocuk edinmemiştir; O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur, ol­saydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmağa çalışırlardı. Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir. [77]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bazısı bazısına üstün gelir ve güçlü olan zayıfı altetmeye çalışırdı. [78]

 

Açıklama:

 

Önceki sayfalarda CenabAİİah, kudret ve kemali kendi zatının gereği kılacak sıfatlarla kendini nitelemiş, bu kâinatın altında ve üstünde tam ta­sarrufa sahİb olduğunu açıklamıştır. Müşrikler de Allah'ın bu niteliklere sa­hip olduğunu İtiraf etmekte idiler. Sonra Cenab-ı Allah kendi nefsini, evlad ve ortak edinmekten'tenzih etmiştir ki, insanları sahih iman yoluna iletsin. Bu anlamda mcalcn şöyle buyurmuştur: Allah çocuk edinmedi, ve çocuk edin­mek ona yaraşmaz. Gökte ve yerde ne varsa hep O'na aittir. O, başkasına muhtaç olmayacak zengin bir zattır. Herşey O'nu muhtaçtır. O'nun nasıi ço­cuğu olur? Onun varlığı zatının gereğidir. Evveli yoktur. Hakkı ile mabud-dur. Sonradan var olan her şeye muhaliftir. Onlardan yani yaratıklarından hiçbirine benzemez. Oysa çocuğun, herhangi bir hususta babasına benzemesi mutlaka gerekli olur.

Allah'la birlikte başka hiçbir tanrı yoktur. O'nun ortağı da mevcut de­ğildir. Şayet böyle olsaydı her tanrı kendi yarattığı şeylere hükmeder ve kâi­natta herbiri kendi başına yönetimde bulunurdu. Eğer böyle olsaydı, varlığın düzeni bozulurdu. Göklerin, göklerdeki mevcudatın, yerlerin, yerlerdeki var­lıklarının nizamı bozulurdu. Oysa görülüyor ki bu varlıklar bir düzen ve di­siplin içersindedir. Gayet incelikli bir nizama sahiptir.' ''Göklerin ve yerin ya­ratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklı selim sahipleri İçin ibret verici deliller vardır"[79] "Rahmanın yaratmasında bir aykırılık, uy­gunsuzluk görmezsin"[80] Allah'la beraber başka tanrılar da olsaydı — Nitekim müşriklerde böyle iddia etmektedirler— Tanrılardan her biri diğeri­ne üstün gelmeye çalışıp biri diğerine kahretme çabası içine girerdi. ''Eğer yerde, gökte Allah 'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de, gök te) bozulup gitmişti'[81]. Allah onların yakıştırmalarından münezzehtir. O zalim ve mü­tecavizlerin, Allah'ın çocuğu veya ortağı vardır, diye söyledikleri uydurma söz­lerden de uzaktır. Ey Muhammedi Senin Rabbin bu iftiralardan çok üstün ve yücedir. O görülen ve görülmeyen alemleri bilir. Kutsaldır. O nurlu ve üstün­dür. Sânı yücedir. Kafirlerin ve zalimlerin iftiralarından münezzehtir. [82]

 

Sevgili Mustafa'ya İlahi Buyrukları

 

92- O, görülmeyeni de, görüleni de bilir. Koştukları ortaklardan yüce­dir.

93-94- De ki: "Rabbim! Onların tehdid olundukları şeyi bana mutla­ka gösterecek sen, o zaman beni zalim milletin içinde bulundurma yarabbi.

95- Biz onlara va'dettiğimİzi sana elbette gösterebiliriz.

96- Kötülüğü en iyi ile sav. Onların vasıflandırmalarını Biz daha iyi biliriz.

97- De ki: "Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım"

98- "Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım".[83]

 

Bazı Kelimeler:

 

Dürtüklemeler, tahrikler. [84]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah Peygamber (s.a.v.) efendimize emir verip şu duada bulunmasını ve şöyle demesini ifade buyuruyor: Ey Rab­bim! Eğer onların vazedildikleri azabı bana göstereceksen, yani senin vadet-tiğin sözlerin gerçekleşmesini bana göstereceksen o halde beni zalimler safı­na koyma. Beni onlardan biri yapma.

Peygamber (S.A.V!) efendimiz, Cenab-ı Allah'ın, kendisini,azap indirdiği za­man zalimler safına koymayacağını ve onların arasında bulundurmayacağı­nı biliyordu. Bununla beraber Rabbi kendisine böyle dua etmesini ve kendi­sinden bu istekte bulunmasını ona emretti ki, ecrini ve sevabını büyütsün. Ve her zaman Rabbini ansın... Ya bizlerin durumu ne olacak?!

Ey Muhammed! Biz, zalimlere vadettiğimiz azabı gerçekleştireceğimiz za­manı sana göstermeye ve o azabı da gerçekleştirmeye muktediriz.

Rabbi ona insanlar için başka bir ilaç öğretti. Zira Cenab-ı Allah insan­lardan Hz. Muhammed'e eziyet ve kötülük yapılacağını biliyordu. Ona şu di­rektifi verdi: Ey Muhammed! Gafillerin sana ulaştıracakları kötülükleri en iyi bir yöntemle def et. Onlara iyilikte bulunarak kötülüklerini sav. Biz onların Allah'a karşı iftiralarını ve O'na yaptıkları yakıştırmaları çok iyi biliyoruz. Bu yaptıklarından ötürü de onları cezalandıracağız. Ey Muhammed de ki: Ey Rabbim! Şeytanların dürtü klemeler inden ve vesveselerinden sana sığınırım.

Cenab-ı Allah; peygamberlerine, aynı şekilde mü'minlere bu duayı yap­malarını emir buyurdu. Müşriklerin, Allah'a uygunsuz yakıştırmalarda bulun- ( dukiarını duydukları zaman mü'minlcre isabet eden öfke tırmanışına karşı bir tedavi aracı olarak bu şekilde dua etmelerini, Cenab-ı Allah peygambere ve mü'minlere emir buyurdu. Bütün bu dualar, Allah'ın vacip ve mümteni sıfatları açıklandıktan sonra mü'minler ve peygamber için bir ilaç mesabe-sindedirler. Bunda, Muhammed ve ashabının bu nedenle insanlardan gelecek zorluk ve sıkıntılara maruz kalacaklarına işaret vardır. Bu ilaç; Allah'ı anmak ve O'na yönelmektir.Bu ilaç sayesinde, kafirlere inecek olan azaptan uzaklaştırılmış korunmuş oluruz. Ayrıca bize kötülük yaptıkları zaman in­sanlara iyilik yapmamız gerektiği de böylece ifade edilmiş olmaktadır. İyilik, yapılan kötülüğü yok edip giderin "(sen, kötülüğü) en güze! olan şeyle sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sı­cak bir dost oluvermiştir"[85]

Bundan sonra şeytan size vesvese verip sizi dürtükleyerek öfkelendirir; ise,Allah'a dua edin ve ilahi rahmetten kovulmuş olan şeytandan O'na sığının. "Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlarlar, hemen (gerçeği) görürler"[86]. Bu faydalı bir ilaçtır. Müslümanların, bunun bilincine varmaları ve bu hususta uyanık olmaları gerekir, [87]

 

Kıyamet Gününden Bazı Sahneler

 

99-100- Onlardan birine ölüm gelince: "Rabbim! Beni geri çevir, bel­ki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim" der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltecekleri güne kadar arkalarında geriye dön­mekten onları alıkoyan bir engel vardır.

101- Sur'a üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey soramazlar.

102- Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır.

103- Tartıları hafif gelenler, İşte onlar, kendilerine yazık edendir, ce­hennemde İemcllidivlcı:

104- Ateş onların yüzlerim yalar, dişleri sırıtıp kalır.

105- Allah: ''Ayetlerim size okunurken onları yalanlıyordunuz değil mi?" der.

106- Şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bedbahtlığımız yenmişi sapık bir millet olmuştuk."

107- "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar, tekrar günaha dönersek, doğru­su zulmetmiş oluruz,"

108-111- Allah: "Sinin orada! Benimle konuşmayın. Kullarımdan bir topluluk: "Rabbimiz! İnandık, artık bizi bağışla, bize acı. Sen acıyanların en iyisisin" diyordu. Siz ise, onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size Beni anmayı unutturuyordu. Onlara hep gülüyordunuz. Sabretmelerine karşılık bu­gün onları mükafatlandırdım. Doğrusu onlar kurtulanlardır" der.

112- Allah onlara yine: "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız" der.

113- "Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor" derler.

114-115- Allah: "Pek az kaldınız, keşke bilseydiniz! Sizi boşuna yarat­tığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" der.

116- Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yok­tur. O, yüce arşın Rabbidir.

117- Allah'la beraber, yarlığına hiçbir delili olmadığı halde başka tan­rıya tapanın hesabını Rabbi görecektir. İnkarcılar elbette kurtulamazlar.

118- Ey Muhammedi De ki: "Rabbinı! Bağışla, merhamet et, Sen mer­hamet edenlerin en hayırhsism." [88]

 

 

Bazı Kelimeler:

 

Burada Önlerinde demektir.Sed ve engel. Bu sed onların dünyaya geri dönmelerine engel olur. Bu sûr, borazanı andıran bir boru gibidir. Kendisine iki defa üflenir. Birinci üflenişte bütün varlıklar ölür, ikirt7 çişinde ise hepsi yeniden hayata döndürülür. "(Birinci defa) sûr'a üflendi, gök­lerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp bayıldıflar yahut öldüler), ancak Al­lah 'ın dilediği kaldı. Sonra ona bir daha üfledi, birden onlar ayağa kalktılar, bakıyorlar (ne olacağım bekliyorlar)"[89]. Bazı kimseler sûr kelimesinin su-ver kelimesinin çoğulu olduğunu söylemişler. Bunlara göre ayet-i kerimeden kastedilen mana, ölü bedenlere ruhun üflenmesidir. Tartılan amel­ler. Ateş yalayıp geçer.Dudakları gerilip dişleri açığa çı­kar.Sinin ve susun. Bahtsızlığımız.İstihza ve alay. Hayvanlar gibi başı boş.[90]

 

Açıklama:

 

Haberi doğru ve gerçek olan, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kafirlerin, isyankarların, hukuku ilahide ifrata sapmış olanların ölüm anında can çekişirken kendileri için hazırlanmış olan azabı gördükleri andaki durumla­rını haber veriyor. Bu durumda olan kimselerden biri der ki: Ey Rabbim! Beni tekrar dünyaya geri döndür. Dünyada iken terketmiş olduğum iyi işleri yapa­yım. Fırsatını kaçırmış olduğum görevlerimi yerine getireyim.

Bu gibi kimseler kendilerinin dünyaya döndükleri takdimde salih amel iş­leyeceklerine kesinlikle inandıklarından dolayı Allah'tan, kendilerini dünya hayatına geri döndürmesini talep ederler. Dünyaya geri döndürülmelerinİ is­terler ki iyi işleri yapmakta başarılı olsunlar.

Bakınız bu konuda Kur'an-ı Kerim neler söylüyor: "Şimdi bizim şefaat­çilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler, Yahut tekrar geri döndürül(üp dünya­ya gönderilmemiz mümkünmü ki (orada eski) yaptıklarımızdan başkasını yapalım?"[91] "Rabbimiz bizi geri döndür iyi işler yapalım"[92] "Onların, ateşin başında durdurulmuş iken; "Ah ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri çev-rilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık, inananlardan olsaydık!" dediklerini bir görsen!'[93]. "Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve İki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı? (acaba)? "[94]. "Onlar orada: "Rabbimiz bizi çıkar, (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım" diye feryat ederler"[95]. Onlar ölüm döşe­ğinde iken tekrar hayata döndürülmek isterler ama bu isteklerine olumlu ce­vap verilmez. Ateşe arzotundukları zaman, herşeye karşı zorlu gücün sahibi olan Allah'ın huzuruna çıkarılacakları zaman tekrar geri döndürülmek is­terler ama bu istekleri reddedilir. İşte bu nedenle onların bu haksız istekleri; "defol", "bu isteğin asla olamaz" anlamına gelen kelimesi ile red-dolunmuştur. Bu, sahibinin gevelemekte olduğu bir sözden başka birşey de­ğildir. Evet bu, herşeyi yerli yerince yapan ve herşeyden haberdar olan Al­lah'ın vermiş olduğu bir hükümdür. O'nun hükmünü reddedecek, O'nun yar­gısını aksatacak hiçbir varlık yoktur. Zaten bundan başkası düşünülemez. "Ge­ri gönderilselerdi yine men olundukları şeyi yapmaya dönerlerdi"[96] Zalim kimse, Rabbinin huzuruna çıkarılacağı zaman; ey rabbim! Beni dünyaya geri döndür, der. Bu, sahibinin söylediği ve ağzında gevelediği sözdür. Bu kişi dün­yaya döndürülse bile yine de iyi amelleri işleyecek değildir. Bu ayet-i kerime­nin evvelinde geçen kelimesi kendisinden önce geçen ifadelerin sonucunu haber vermektedir. Yani onlar daha önce nitelediğimiz hallerinde ıs­rarla devam ederler.

Ölüm kendilerine geldiği zaman,azap ve sapıklıkları kesinleştiği zaman, melekler ruhlarını kararmış bir çehre ile kabzettiği zaman bu isteklerde bulu­nurlar. Amma onların önlerinde, dünyaya geri dönmelerini engelleyen bir set vardır. Bu şeddi aşmaları imkansızdır. Onlar dünya ile ahiret hayatı arasın­daki alem-i berzah dediğimiz kabir hayatında bulunmaktadırlar. Hesaba çe­kilmek üzere dîriltİlecekleri güne kadar bu azap içersinde kıvranıp duracak­lardır. Sûr'a ilk kez üflenip bütün yaratıklar, hatta sûr'a üfleyen meleğin da­hi öldüğü zamandan sonra ikince kez sûr'a üflenecek ve o zaman bütün İn­sanlar ayağa kalkıp diriltilecekler ve başlarına gelecek olanı gözetleyip dura­caklardır. O gün insanlar arasında soy sop mevzubahis edilmeyecek, kimse kimseye hangi soydan geldiğini sormayacaktır. "Dost dostun halini sormaz"[97]. Herkes kendi derdi ile meşgul olduğundan dolayı diğer kardeşleri­ni düşünemeyecek duruma gelecektir. "Ogün, her emziren, emzirdiğinden ge­çer; Her gebe yükünü bırakır; insanları sarhoş gurursun, oysa sarhoş değil­lerdir. Ama Allah'ın azabı şiddetlidir"[98]

Kimin terazisi ağır gelir, iyilikleri kötülüklerini bastırır, azıcık dahi olsa iyi davranışları kötü davranışlarından çok olursa, işte o kurtulan ve kurtulu­şa erişen kimselerdendir. Onlar cehennem ateşinden uzaklaştırılıp güvenlik ve selamet içersinde cennete koyulurlar. Kim ki terazisinin iyilikleri tartan kefesi hafif gelir, yani kötülükleri iyiliklerden çok olursa o kimse kayba uğrayan, mahvu perişan olan, sapıklığı hidayete değiştiren, kalıcı nimetleri geçici, süs­lü püslü şeylere tercih eden, fâni hayatı ebedi hayata yeğleyen ve cehennemde ebedi kalan kimselerden olur. ateşin alevi onun yüzünü yalayıp geçer, ateş onu kaplar. Dünyada İken onlar kibir ve böbürlenmelerinden dolayı Hak'­tan yüz çevirip arkalarını döner giderlerdi. "İnkar edenler, ne yüzlerinden, ne de sırtlarından ateşi sayamayacakları ve yardımcı olunmayacakları zama­nı bir bilselerdi"[99]. O kafirlerin cehennem ateşinde yanmaktan dolayı du­dakları gerilerek, dişleri açığa çıkacaktır. İşte zalimlerin cezası budur!

Bu, Allah tarafından onlara yapılan bir uyarı, bir kınama ve bir azarla­madır. Çünkü onlar dünyada küfür, isyan ve düşmanlıkta bulunmuşlardı. Cenab-ı Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Ayetlerim size okunurdu da siz onları yalanlardınız, değil mi?" Bu soru hem isbat, hem de onları kı­namak anlamındaki bir sorudur. Yani onlar bu gerçeği itiraf ettiler. Bu apa­çık görülen ve hiçbir akıl sahibinin itiraz etmediği bir gerçekten başka birşey değildir. Dediler ki: Ey Rabbimiz! Şehvetlerimiz, liderlerimiz ve tutkularımız bizleri bahtsızlığa ve cehenneme girmeye itti. Bizler işleri olduğu gibi, gerçek yüzüyle kavrayamayan sapıklardan olduk.

Daha önce istedikleri şeyi yeniden Cenab-ı Allah'tan isteyerek şöyle yal­vardılar: Ey Rabbimiz! Bizleri bu durumdan kurtarıp dünyaya tekrar geri dön­dür. Şayet oraya geri dönersek yapmamış olduğumuz iyi işleri yaparız. Bizler kendimize zulmettik. Senden kesin ve acı azabı hak etmiş   bulunmaktayız.

Cenab-ı Allah onların bu isteklerini katı bir ifade ile redderek şöyle bu­yurur: Orada sinin ve cehennemin dibine inin. Bundan sonra artık hiç ko­nuşmayın. Sesinizi çıkarmayın. Sanki burada birisi çıkıp şöyle soruyor: "Bu azap niçin ve bu şiddetli red niçin?" Ona, Cenab-ı Allah' ın şu kavli ile cevap verilir: Onlar benim kullarımdan bir gruptur ki dünyada şöyle derlerdi; Ey Rabbimiz biz sana inandık, peygamberlerimizi doğruladık. Sen de bizleri ba­ğışla, bizleri esirge ve sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.

Ey yalanyalan zalimler, siz sadece peygamberleri alaya aldınız. Onlara karşı gülüyor ve onları İncitiyor, işkence ediyordunuz. Siz onları o kadar ala­ya aldınız ki, bu alayla meşgul olduğunuzdan dolayı beni anmayı unuttunuz. Siz oniara gülüyordunuz. Dünyada taatte bulunmaya devam ettikleri, haramları terkettikleri, Allah'ın kaza ve kaderine razı oldukları için bugün de ben on­ları cennetle mükafatlandıracağım. O cennet ki ağaçlarının yemişleri yere ya­kındır. İşte onlar kurtuluşa, erenlerin tâ kendileridirler.

Dünyaya geri döndürülmeyi istemelerinden ve reddedilmelerinden son­ra Ccnab-ı Allah onları kınayıp azarlayarak şöyle der: O cehennem ateşinin " içinde .sinin ve sesinizi çıkarmadan durun. Siz dünyada kaç sene beklediniz? Dediler ki: Biz orada bir gün veya bir günün bir kısmı kadar bekledik (içinde bulundukları azabın şiddetinden dolayı o müddeti kısa gördüler. Çünkü O azabın şiddeti insanda akıl bırakmaz ve nefisleri şaşkına çevirir). Cenab-ı Allah. onlara şu karşılığı verir: Yeryüzünde siz bu ebedi azab içersinde kalışınıza nis-betle çok az bir zaman kaldınız. Sağlam bir amaçla değil de, oyun olsun diye sizi yarattığımızı' mı zannettiniz ve bize döndürülmeyeceğinizi mi düşündü­nüz?

Cenab-ı Allah çocuk edinmekten ve ortak sahibi olmaktan, yaratıkları oyun ve eğlence olsun diye icad etmekten yüce ve münezzehtir. O gerçek hü­kümdardır. O'ndan başka tanrı yoktur. Kerim Arşın sahibidir. Böyle bir zat nasıl olurda kâinatın ilahı ve Rabbi olmaz?! Delil ve dayanağı olmadan Al­lah'ın yanısıra başka bir varlığı da ilah olarak kabul edip O'na yalvarıp dua eden kimsenin hesabı Allah'ın yanındadır. Allah ona gerekli cezayı verecek­tir. Gökleri ve yeri yaratan yüce Allah onu zorlu bir hesaba çekecektir. Doğ­rusu kafirler iflah olmazlar. Ey Muhammedi Ümmetin de sana uysunlar diye sen şöyle de: Ey Rabbim kötülüklerimi bağışla ve bana merhamet et. Sen Rah­mansın, rahimsin. Esirgeyensin, bağışlayansın.

Bu söz, bütün acılar ve bütün dertler için bir devadır. Zira Allah'tan ba­ğışlanma ve merhamet dilemek insanı tehlikelerden korur. Rivayete göre Abdullah İbni mes'ut hazretleri,cin çarpmış bîr adama uğramış, onun kulağına eğilerek bu sûrenin 115. ayeti olan "Bizim sizi boş yere bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız"? ayet-i kerimesini okumaya başlamış ve sûrenin sonuna kadar devam etmiş. Bunun üzerine, hasta kişi iyileşmiş. Peygamber efendimiz Abdullah'a: "O'nun kulağına ne okudun?" diye sormuş, Abdullah ta O'na, yukardaki ayeti okuduğunu haber vermiş.Peygamber efendimizde ona şu karşılığı vermiş: "Nefsim, kudret elinde bulunan Allah'a andolsun ki bir kimse te'sirine yü­rekten inanarak bu ayeti bir dağın üzerine okuyacak olursa dağ yerinden-oy­nar, yok olup gider".

Bunda bir tuhaflık yoktur. Kur'an-i Kerim gerçekten bir ilaçtır. Ancak tabibinde hastanın durumuna ve kabiliyetine bağlıdır. Tabip inançlı bir nefsin sahibi ise, hasta da Kur'an'la tedavi görme kabiliyet ve İstidadındaki bir  kimse ise elbetteki iyileşir. Aksi takdirde hayır. [100]



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/177.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/177-178.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/178.

[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/178.

[5] Furkan: 72.

[6] En'am: 141.

[7] Fussilet: 6-7.

[8] Tevbe: 71.

[9] Zuhruf: 72.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/179-181.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/181-182.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/182-183.

[12] Sad: 71-72.

[13] Secde: 7-8.

[14] Sad: 71-72.

[15] Mü'minûn: 13.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/183-185.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/185.

[18] Bakara: 22.

[19] Zariyât: 47.

[20] Saffat: 6.

[21] Mülk: 5.

[22] Tür: 44.

[23] Hakka: 16.

[24] Nûh: 15-16.

[25] Nebe: 12.

[26] Naziat: 27-28.

[27] İnfitar: 1.

[28] Buruc: 1.

[29] Fecr:

[30] Hacc: 65.

[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/185-186.

[32] Mülk: 30. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/186-187.

[33] Yasin: 71-73.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/187-188.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/188-189.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/189-190.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/190.

[38] Zuhruf: 12-13.

[39] Muhammed: 7.

[40] Hac: 38.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/190-192.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/192-193.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/193.

[43] Araf: 69.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/193.

[45] Hicr: 9.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/194-195.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/196.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/197.

[49] Nahl: 61.

[50] Yunus: 92.

[51] Kasas: 43.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/197-199.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/199.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/200.

[55] Tevbe: 55.

[56] Al-i İmran: l78.

[57] Hucurat: 13.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/200-201.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/202.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/202.

[61] Kehf: 49.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/202-203.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/204-205.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/205.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/205.

[65] Muhammed: 24.

[66] Kehf: 5.

[67] Kalem: 2.

[68] Zuhruf: 44.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/205-208.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/208-210.

[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/210.

[72] Enfal: 23.

[73] En'am: 26.

[74] En’am: 43.

[75] Yasin: 40.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/210-213.

[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/213.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/213.

[79] Al-i İmran: 190.

[80] Mülk: 1.

[81] Enbiya: 22.

[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/213-214.

[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/214-215.

[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/215.

[85] Fussilet: 34.

[86] Araf: 201.

[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/215-216.

[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/216-218.

[89] Zümer: 68.

[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/218.

[91] Araf: 53.

[92] Secde: 12.

[93] En’am: 27.

[94] Mü’'min: 11.

[95] Fatır: 37.

[96] En'am: 28.

[97] Mearic: 10.

[98] Hac: 2.

[99] Enbiya: 39.

[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/218-222.