NÛR SÛRESİ 2

Sûreyi Takdim.. 2

Sûrenin Adı 2

Kelimelerin İzahı 3

Nuzûl Sebebi 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 6

Faydalı Bilgiler. 7

Bir Uyarı 7

Bir Nükte. 7

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 8

Kelimelerin İzahı 8

Nüzul Sebebi 8

Âyetlerin Tefsiri 9

Edebî Sanatlar. 12

Faydalı Bilgiler. 13

Bir Uyarı 13

Bir Nükte. 13

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 14

Kelimelerin İzahı 14

Âyetlerin Tefsiri 14

Edebî Sanatlar. 18

Bir Nükte. 18

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 19

Kelimelerin İzahı 19

Nüzul Sebebi 19

Âyetlerin Tefsiri 20

Edebî Sanatlar. 22

Faydalı Bilgiler. 22

Bir Nükte. 23

Bir Uyarı 23


NÛR SÛRESİ

 

Medine'de inmiştir. 64 âyettir.

 

Sûreyi Takdim

 

Nûr sûresi, ahkâm âyetlerini kapsayan; kanun koyma, insanları İslama yönlendirme ve ahlâk konularına ağırlık veren, fert ve toplum ola­rak müslümanların eğitilmesini sağlayan özel ve genel meseleleri ele alan Medenî sûrelerden biridir. Bu sûre, büyük toplum yapısının ilk çekirdeği olan aile ile ilgili önemli hükümleri ve genel yönlendirmeleri kapsar.

Yine bu sûre, mü'minlerin, özel ve genel hayatlarında uygulamaları gereken sosyal ahlâk kurallarını açıklar. Bunlar, eve girerken izin isteme, nâmahreme bakmama, namusu koruma, erkeklerin yabancı kadırlarla karışık olarak bir arada bulunmalarının haram oluşu, müslüman ailenin ve müslüman evin yapması gereken iffetli davranış, örtünme, temiz ve güzel ahlâklı olma, Allah'ın dini Üzerinde dosdoğru yürüme gibi şeylerdir. Müslüman aile bütün bunları, şeref ve haysiyetini korumak, toplumları ve millet­leri yıkan ahlakî çöküntü ve ruhî bozukluk etkenlerinden kendisini ko­rumak için yapar.

Bu mübarek sûrede liân, zina ve iftira suçlarının cezası gibi, Allah'ın farz kıldığı bazı şer'î cezalar anlatılmıştır. Bütün bu cezalar, bozulma, anarşi, soy karışımı ve ahlakî çöküntüden toplumu kurtarmak ve soyun kay­bolması, ırz ve namusun gitmesine sebep olan herşeyi mubah gören zihni­yet ve fesat çukuruna düşüren etkenlerden korumak İçin meşru kılınmıştır.

Özet olarak bu mübarek sûre, toplumun en önemli problemlerinden birisi olan "aile problemi" ve aileyi kuşatan tehlikelerle onun yoluna çıkan engel ve problemleri ele alır. Bunlar aileyi çökerten ve yok eden tehlikeler­dir. Bütün bunların yanında bu sûre, yüce ahlâk kurallarına, büyük hikmet­lere ve erdemli hayat esaslarına götüren yönlendirmelere yer verir. İşte bu­nun içindir ki, mü'minlerin emîrî Hz. Ömer (r.a.), Kûfelilere mektup yazarak şöyle dedi: "Kadınlarınıza Nûr sûresini öğretin." [1]

 

Sûrenin Adı

 

İçinde, ilâhî nûr parıltıları bulunduğu için bu sûreye Nûr Sûresi adı verildi. Bu ilâhî nurlar hükümler, ahlâk ve erdem kuralları konulması sebe­biyle bu sûrede bulunmaktadır. Bu kurallar Allah'ın nurundan kullarına lütfedilmiş bir nûr parçası rahmet ve kerem feyizlerinden alınmış bir feyizdir. "Allah göklerin ve yerin nurudur."

Ey Allah'ım! Ey Âlemlerin Rabbi! Kalplerimizi apaçık kitabının nu­ruyla nûrlandır. [2]

 

Bisraillâhirrahmânirrahîm

1. (İşte bu,) bizim indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt alırsınız diye onda açık seçik âyetler indirdik.

2. Zina eden kadın ve zina eden erkekten her bi­rine yüz sopa vurun; Allah'a ve âhiret gününe inanıyor­sanız, Allah'ın dini hususunda sizi sakın acıma duygusu almasın! Mü'mini erden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.

3. Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, mü'minlere haram kılınmıştır.

4. Namuslu  kadınlara  zina isnadında  bulunup, sonra dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir.

5. Ancak bundan sonra tevbe edip; ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametli­dir.

6, 7. Eşlerine zina isnadında bulunup da kendile­rinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden oldu­ğuna dâir dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.

8, 9. Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden ol­duğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitlik et­mesi, beşinci defa da, eğer kocası doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.

10. Ya Allah'ın size bol lütfü ve merhameti olma­saydı ve Allah, tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı...!

11. Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içi­nizden bir guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse onun karşılği vardır. Onlardan bu günahın büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.

12. Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü'minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-i zanda bulunup da, "Bu apaçık bir iftiradır " demeleri gerekmez miydi?

13. Bu iddiayı ortaya atanlar da bu konuda dört şa­hit getirmeli değil miydiler? Mademki şahitler getirip isbat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancı­ların ta kendisidirler.

14. Eğer dünyada ve âhirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız dedi­kodu  yüzünden  size  mutlaka büyük  bir azap  isabet ederdi.

15. Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel   birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız bu uydurma haberi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Al­lah katında çok büyük bir şeydir.

16. Onu duyduğunuzda, "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır" de­meli değil miydiniz?

17. Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan  sizi sakındırıp

uyarır.

18. Ve Allah âyetlerini size açıklıyor. Allah, çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.

19. İnananlar arasında kötü söz   ve davranışın ya­yılmasını arzulayan kimseler için dünyada da âhirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir; siz bilmezsiniz.

20. Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı;  Allah  çok  şefkatli   ve  merhametli   olma­saydı..!

 

Kelimelerin İzahı

 

Sûre, lügatte yüce makam, yüksek yer demektir. Nâbiğa şöyle der:

"Görmedin mi, Allah sana öyle yüce bir makam verdi ki, bütün kralların, o makamın altında bocaladığını görürsün."

Şerefi ve yüceliğinden dolayı, bir başı ve sonu bulunan âyetler toplul­uğuna da sûre denmiştir. Nitekim yüksek duvara da  adı verilir.

Zânî, zina eden. zina, haram olan cinsî münabesebet. Son dere­ce çirkin olduğu için buna "fahişe" de denir. Genel de şeklinde elif-i maksure ile kısa okunur. Bazan de Necid'lilerin lügatine göre şeklinde elif-i memdûde ile uzun olarak okunur. Ferazdak şöyle der:

Ey Ebu Tahir!   Kim zina ederse, yaptığı zina bilinir. Kim de şarap içerse sarhoş olur.

Re'fet, şefkat ve merhamet demektir, Fiilinden alınmıştır. Ki bu fiil "acıdı, merhamet etti" demektir.

Muhsanât, iffetli kadınlarin asıl mânâsı, engel ol­maktır. İffetli kadın kendini kötü şeylerden koruduğu için ona den­miştir. Kale, düşmana engel olduğu için ona da denilir. O da bu köktendir.

Savar, savmak demektir. Yayılır. Bir şey yayılıp ortaya çıktığında denilir. Mas­tarı gelir.

Usbe, birbirlerini destekleyen insanlar topluluğu. [3]

 

Nuzûl Sebebi

 

a) Rivayete göre, Ümmü Mehzûl isimli bir kadın, fahişelerden biriy­di. İhtiyaçlarını  karşılamak şartıyla  erkeklerle  metres  hayatı  yaşardı. Müslümanlardan  birisi  onunla  evlenmek  isteyerek  durumu  Rasulullah (s.a.v.)'a bildirdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Zina eden kadınla ancak zina eden veya müşrik bir erkek evlenir."[4]  âyetini indirdi.

b) İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Hilâl b. Ümeyye, Rasulul­lah (s.a.v.)'m huzurunda,karısmınŞüreyk b. Sehmâ ile zina yaptığını söyledi. Rasulullah (s.a.v.): "Ya delil getirirsin veya sırtına cezayı uygularım" dedi. Hilâl: "Ey Allah'ın Rasulu! Bizden biri, karısıyle bir adamı beraber görse, gidip şahit mi arayacak? Seni hak olarak gönderen Allah'a andolsun ki, ben doğru söylüyorum. Allah, benim sırtımı had cezasından kurtaracak bir âyeti mutlaka indirecektir" dedi. " Bunun üzerine, "Zevcelerine zina isnadında   bulunup da..." âyeti indi.[5]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1.  Bu, sânı yüce bir sûre olup, Kur'an'ın, çok ma'nâlar kap­sayan sûrelerinden biridir. Ey Muhammedi Onu sana vahyettik. Onda bulunan hükümleri kesin bir şekilde farz kıldık. Onda, hükümleri açıkça gösteren ahkâm âyetlerini indirdik ki, ey mü'minler! Onlar sizin için bir nur ve kandil olsun. "İnzal" yani "indirmek" keli­mesinin tekrar edilmesi, âyetlere son derece itina edildiğini göstermek içindir. Sanki Yüce Allah şöyle buyuruyor: O âyetleri size sadece okun­mak için indirmedim. Uygulanmaları ve kendileriyle amel edilmesi için indirdim. Bu hükümleri ibret ve öğüt olmanız ve gereğini yap­manız için indirdim. Yüce Allah bundan sonra, zinanın cezasından başlaya­rak hükümlerini anlattı: [6]

 

2. Size meşru ve farz kıldığım hükümler arasında şunlar vardır: Evli olmadığı halde zina eden kadın ile erkekten her birine, bu çirkin suçun cezası olarak yüzer kamçı vurun. Allah'ın hükmünü uygularken onlara acıyıp da hafif vurmayın veya sayıyı eksiltmeyin, aksine onlara, acıtacak şekilde vu­run. Mücâhid şöyle der: Allah'ın koyduğu cezaları, acıyarak ve merhamet ederek işe yaramaz hale getirmeyin ve uygulamayı bırakmayın.[7]  Eğer siz Allah'a ve âhiret.gününe inanan gerçek mü'minler iseniz, Allah'ın koyduğu cezaları işe yaramaz hale getirmeyin ve zina edenlere acımayın. Çünkü zina suçu, şefkati coşturmayacak ve merhamete itmeyecek kadar büyük bir suçtur. Bunlara ceza uygulanırken, mü'minlerden bir grup hazır bulunsun ki, ceza, onları caydırma ve sakındırma hususunda daha tesirli olsun. Çünkü rezillik, bazen cezadan daha etkili   bir tarzda caydırıcı olur. [8]

 

3. Zinâ eden erkeğin, şerefli ve iffetli bir kadınla evlenmesi uygun değildir. O, ancak kendisi gibi birisiyle veya daha âdi birisiyle evlenir. Meselâ, fahişe veya putperest bir kadınla evlenir. Zinâ eden bir kadınla da, iffetli bir mü'minin evlenmesi uygun değildir. Onunla da ancak kendisi gibi veya ondan daha âdi birisi evlenir. Meselâ, Zinâ eden bir erkek veya kâfir bir müşrik evlenir. Çünkü temiz ruhlar, fâsık günahkar kadınlarla evlenmek istemez. İmam Fahreddin Râzî şöyle der: "Bu âyetin tefsirinde söylenen en güzel sözlerden biri de şudur: Zinâ ve fâsıklığı âdet haline getirmiş olan pis fâsık kişi, sâliha kadınlarla evlenmek istemez. O ancak kendisi gibi pis ve fâsık bir kadınla veya bir müşrikle evlenmek ister. Salih erkekler de pis fâsık kadınlarla evlenmek istemezler ve onlardan nefret ederler. Böyle kadınlar­la ancak kendileri gibi olan fâsık ve müşrik erkekler evlenmek ister. Bu, genelde böyledir. Nitekim şöyle denilir: Hayrı, ancak takva sahibi adam yapar. Halbuki bazı hayırları takva sahibi olmayanlar da yapar. Burada da durum aynıdır.[9]  Çirkinliği ve adiliğinden dolayı, Zinâ et­mek mü'minlere haram kılındı. Veya, büyük zararlarından dolayı, Zinâ eden kadınlarla evlenmek mü'min erkeklere haram kılındı.[10]

Yüce Allah bundan sonra, iftira suçunun cezasını açıklayarak şöyle buyurdu: [11]

 

4. İffetli ve şerefli kadınlara zinâ isnat edip de sonra da İddilarma, kadınlara isnat ettikleri  zinayı yaptıklarına dair şahitlik edecek dört âdil  şahit getiremeyenler var ya, bu iftira atanların her birine, kamçı veya benzeri bir şeyle 80 defa vurun.  Çünkü onlar yalancı olup suçsuz kadınları itham etmişler ve insanların namuslarıyla oynamışlardır. On­ların insanî değerlerini düşürmek suretiyle cezalarını artırın. Yalana ve if­tiraya devam ettiği sürece onlardan hiçbirinin şahitliğini kabul etmeyin. Onlar, büyük günah ve çirkin suç işleyerek Allah'a itaati terkedenlerin kendileridir. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, bir kimseye zina suçu isnat edip de, söylediğinin doğruluğuna delil getiremeyen kimse hakkında şu üç hükmü farz kılmıştır: Birincisi, 80 sopa vurulması, ikincisi, asla şahitliğinin kabul edilmemesi, üçüncüsü ise, fâsik olması, ne Allah, ne de insanlar katında âdil sayılmaması.[12]

 

5.  Ancak, bu büyük günahı işledikten sonra, yaptığına pişman olup tevbe edenler ve amellerini düzeltip bir daha iffetli kadınlara iftira etmeyenler böyle değildir. İbn Abbas, Kelime­sini, tevbe ettiklerini açıkça gösterenler, diye tefsir etmiştir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve esirgeyendir. Öyleyse, siz de onları affe­din ve şahitliklerini kabul etmek suretiyle itibarlarını iade edin. Şüphesiz Allah bağışlayan ve esirgeyendir. Kul, tevbe edip de hal ve hareketini düzelttiğinde Allah onun tevbesini kabul eder. Bundan sonra Yüce Allah, eşine zina suçu isnat edenler hakkında verilen ve "liân" olarak bilinen hükmü açıklayarak şöyle buyurdu: [13]

 

6. Eşlerine zina suçu isnat edip de yaptıkları bu isnada kendilerinden başka şahitlik edecek kimsele­ri olmayanlara gelince, Onların birinden iftira atma cezasını kaldıracak şahitlik şöyledir: Dört şahit yerine geçmek üzere eşine isnat ettiği zina hususunda  doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin edecek,[14]

 

7. Beşincide, eşine isnat ettiği zina hususunda yalan söylediği takdirde, "Allah'ın laneti üzerime olsun" diye yemin edecektir. [15]

 

8. Buna karşılık kendisine zina suçu isnat edilen zev­cenin şu şekilde yemin etmesi kocasının şahitliğiyle sabit olan zina ce­zasını kaldıracaktır. Kocanın, kendisine isnat ettiği zina suçu hususunda, kesinlikle yalancılardan olduğuna dair Al­lah adına dört defa yemin edecek; [16]

 

9. Beşinci olarak da, kendisini zina suçu ile itham eden kocası eğer doğru söylüyorsa, Allah'ın gazabı üzerime olsun, diye yemin edecektir. [17]

 

10. Allah'ın, bu suçu açığa çıkarmamak suretiyle size lütuf ve rahmeti olmasaydı, mutlaka yok olurdunuz, veya sizi rezil ederdi veya sizi hemen cezalandırırdı. Çünkü nice sükût edilen şey vardır ki, o hususta susmak, konuşmaktan daha etkilidir. Âyette geçen edatının cevabı, durumun korkunçuluğunu göstermek için söylenmemiştir. Yüce Allah tevbeyi çok kabul edici ve koyduğu hükümlerde hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu. Onun koyduğu güzel hü­kümlerden biri de" liân"dır. Ebussuûd şöyle der: "Durumun korkunçluğunu göstermek için cevabı hazfedilmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: Size Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, mutlaka anlatılamayacak şeyler meydana gelecekti. Bu cümleden olarak, Allah, Hânı meşru kılmasaydı, ko­caya, mutlaka iffete iftira cezası uygulanması gerekirdi. Halbuki zahire ba­kılırsa koca doğru söylemektedir. Çünkü bu olayda o da rezil olmaktadır. Eğer kocanın yeminleri, kadına zina cezasının uygulanmasını gerekli kıl-saydı, kadın hakkında hüsnü zanla muamele yapılmamış olurdu. Kadının yaptığı yeminler, kocaya iftira cezasını gerektirseydi, o takdirde koca hak­kında hüsnü zanda bulunulmamış olurdu. Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutarız. Onun şanı ne yüce ! Rahmeti ne kadar geniş! Hikmeti ne kadar ince­dir![18]

Bundan sonra Yüce Allah ifk olayını[19] anlattı. Bu olayda iffetli, suçsuz ve temiz olan, mü'minlerin anası Aişe (r.a.), yalan ve İftira atılmak suretiyle töhmet altında bırakıldı. [20]

 

11. Yalanın en kötüsünü söyleyenler, iftira şekille­rinin en çirkinini yapanlar var ya, ey mü'minler, işte onlar sizden bir gruptur. Başlarında da, münafıkların başı İbn Selûl vardır. Bu olay, Aişe'ye (r.a.) zina suçunun isnat edilmesi olayıdır. Fahreddin Râzî şöyle der: İfk, yalan ve iftiranın en çirkinidir. Müslümanlar, bundan maksadın Rasulullah (s.a.v.)'ın günahsız eşi Hz. Aişe'ye (r.a.) yapılan iftira olduğunda görüş birliğine varmışlardır."[21]  Ey Ebu Bekir ailesi! Bu iftira ve ithamı, sizin için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için hayırdır. Çünkü mü'minlerin anası Aişe'nin (r.a.) günahsız olduğuna dair va­hiy inmesi sebebiyle, bu olayda sizin için büyük bir şeref vardır. Onun suçsuzluğu hakkında vahiy inmesi en büyük şeref ve fazilettir. Tefsirciler şöyle der: Bu olayda beş türlü hayır vardır: Mü'minlerin anası Aişe'nin (r.a.) suçsuz oluşunun ortaya çıkarılması, hakkında vahiy indirmek suretiyle Yüce Allah'ın onu şereflendirmesi, aleyhinde çıkarılan iftiradan dolayı bol­ca sevap, mü'minlere nasihat, iftiracılardan intikam."[22] O yalancı gruptan her bir fert için, bu iftiraya katıldığı nis bette işlemiş olduğu günahın cezası vardır. Onlardan bu iftiranın büyük bir kısmını yüklenen ve yayan kimseye gelince, âhirette, cehennem ateşi içinde onun için şiddetli bir azap vardır. Bu, münafıkların başı İbn Selül’dür. [23]

 

12. Ey mü'minler topluluğu! Âişe'ye yapılan bu iftira ve yalanı işittiğinizde mü'min erkek ve kadınlar, temizliğini ve suçsuzluğunu bildikleri kimseyi hemen suçlamayıp hüsnü zanda bulunsalardı ya! Çünkü iman, mü'minin, kardeşini ayıplayan ve kötüleyen kimsenin sözünü hemen tasdik etmemesini gerektirir. İbn Kesir şöyle der: "Bu, Allah'ın   Âişe (r.a.) kıssası ile mü'minleri terbiye etmesidir. Zira o zaman, bazı mü'minler o iftiraya katıldılar. Kendilerini, bu iftiraya uğruyan kimsenin yerine koysalardı ya! Eğer bunu kendilerine yakıştıramıyorlarsa, mü'mİnlerin anası   Âişe (r.a.) bu suçtan uzak olmaya çok daha la­yıktır. Rivayete göre Ebâ Eyyûb'un hanımı kocasına: "Halkın, Âişe (r.a.) hakkında söylediklerini duymuyor musunuz?" dedi. Ebâ Eyyûb: "Evet. Fa­kat bu bir yalandır. Ey Eyyûb'un annesi! Sen böyle bir şey yapar mısın?" dedi. Karısı: "Hayır. Vallahi yapmam " diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebâ Eyyûb: "Vallahi, Âişe (r.a.) "senden daha iyidir" dedi.[24]  O zaman, "bu apaçık bir yalandır " demeleri gerekmez miydi? [25]

 

13. O iftiracılar, söylediklerini gören dört şahit getirselerdi ya!  Eğer onlar âciz kalır da, iddialarına bu dört şahidi getiremezlerse, işte onlar, Allah'ın hükmünde ve şeriatında yalancı ve bozgunculardır. Bu âyette, iftirayı işitip de onu duyar duymaz inkâr etmeyenler hakkında kınama ve azarlama vardır. [26]

 

14. Ey Âişe hakkında dediko­duya  dalanlar!  Sizi  hemen  cezalandımayıp  mühlet  vermek suretiyle, Allah'ın dünya ve âhirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, Bu iftira olayına dalmanızdan dolayı size öyle şiddetli ve dehşetli bir ceza gelirdi ki, yanında, sopa vurmak ve sert muamele yapmak basit kalırdı. Kurtubî şöyle der: "Bu, iftiraya dalanlar için Yüce Allah'tan gelen  etkili   bir  azarlamadır.   Fakat  Yüce  Allah  merhameti   sebebiyle dünyada kusurunuzu gizledi. Âhirette de, tevbe etmiş olarak gelenlere mer­hamet edecektir."[27]

 

15. Allah'ın lutfu olmasaydı, o olayı birbirinize sor­duğunuz  ve gerçek olmayan, sadece ve sadece iftira ve yalan olan bir şeyi söylediğiniz zaman bu azap size gelirdi. Mücâhid, ".. Âyetini şöyle tefsir etmiştir: O iftirayı birbirinize naklediyorsunuz. Bunu falandan duydum. Falanca şöyle dedi, diyorsunuz."[28] O iftirayı, size hiç günah gelmeyecek küçük bir hata sanı­yorsunuz. Halbuki o, Allah katında en büyük günahlardandır. Çünkü bu, müslumanların şeref ve haysiyetine bir hakarettir. İbn Cüzeyy şöyle der: "Yüce Allah onları üç şeyden dolayı azarladı: Birincisi, bu olayı, birbirlerine sormaları, ikincisi, onu konuşmaları, üçüncüsü, onu küçümse­meleri. Zira olay Allah katında büyük olduğu halde onu basit görmüşlerdi. Âyette dillerinizle ve ağızlarınızla, söylemeniz şeklindeki ifade, bu sözün kalple değil dille olduğuna bir işarettir. Çünkü onlar, kalple­riyle olayın hakikatini bilmiyorlardı.[29]

 

16. Bu olayı ilk işittiğinizde inkâr etmeniz ve "Bunu ağzımıza almamız bize yakışmaz. Biz onu hiçkimseye söylemeyiz" demeniz gerekirdi. Bu âyet, bütün mü'minler için bir azarlamadır. "Sübhanallah! Bu büyük bir iftiradır." demeniz gerekirdi. Rasulullah (s.a.v.)'m suçsuz ve tertemiz eşi hakkında böyle bir söz söylenemez. Çünkü bu iftira, açık bir yalan ve büyük suçtur.

Zemahşerî şöyle der: Tabiri, büyük bîr olay karşısında duyu­lan hayreti ve o olayın imkansız görüldüğünü ifade eder. Aslında bu tabir, hayret verici bir şey görüldüğünde Allah'ı teşbih için kullanılır.[30]

 

17. "Allah size yararlı öğütler veriyor ki, bir daha asla böyle işler yapmayasanız. Eğer gerçekten mü'minler iseniz... Çünkü iman bu tür iftiralara engeldir. Burada mü'minler öğüt al­maya teşvik ve tahrik edilmektedir. [31]

 

18. Allah size kanunlarını ve güzel ahlâk yollarını gösteren âyetleri açıklıyor ki, onlardan öğüt alıp güzel ahlâk sahibi olası­nız. Allah, kullarını sâlih kişiler yapacak şeyleri bilir, idare etmede ve kanun koymada hikmet sahibidir. [32]

 

19. Rezillik, zina ve diğer aşırı derecede çirkin fiillerin, temiz mü'minler arasında yayılmasını iste­yen kimseler var ya, işte onlar için, dünyada ceza uygulamak ve âhirette de cehennem azabı çektirmek suretiyle elem verici bir azab vardır. Hasan-ı Basrî şöyle der: "Yüce Allah, bu tehdit ve lanetle münafıkları kasdetmiştir. Çünkü onlar Rasulullah (s.a.v.)'a eziyet   etmek is­temişlerdi. Bu da kâfirliktir ve bunu yapan mel'undur."[33]

Yüce Allah, gizli olan şeyleri de, niyetleri de bilir, siz bunları bilmezsiniz. Fahreddin Râzî şöyle der: "Bu cümle, bu konuya güzel yakışmıştır. Çünkü kalp sevgisi gizli bir şeydir. Biz onu ancak, alâmetleri ile bilebiliriz. Yüce Allah'a gelince, hiçbir şey ona gizli kal­maz. Böylece bu hatırlatma, son derece caydırıcı olmuştur. Çünkü kötülüğün yayılmasını isteyen kimse, her ne kadar bu isteğini son derece gizli tut­sa da, Allah'ın (c.c.) onu bildiğini ve kendisine ne kadar ceza vereceğini bilir.[34]

 

20. Allah'ın, kullarına lutfu ve merhameti olmasaydı, mutlaka onları cezalandırır ve yok ederdi, ve in­sanın tasavvur edemeyeceği şeyler olurdu. Çünkü onun anlatılması ve izahı mümkün değildir. sljİ Edatının cevabı, durumun korkunçluğunu göstermek çin söylenmemiştir. [35]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları ışağıda özetliyoruz:

1. "Bu, Allah'ın indirdiği, şan ve şerefi yüce bir sûredir " yetinde "sûre" kelimesinin nekra olarak getirilmesi onun yüceliğini ifade der.

2. Daha önce geçmiş olan "indirdik" lafzının "3 sûrede apaçık âyetler indirdik" cümlesinde tekrar edilmesiyle itnâb saıati yapılmıştır. Bu, sûreye verilen önemin büyüklüğünü göstermek içindir. önemine binaen, umumdan sonra hususun zikredilmesi kabilindendir.

3. "İffetli kadınlara atarlar" cümlesinde istiare vardır. İsımda taş veya benzeri sert bir şeyi atmaktır. Daha sonra, müsteâr oIarak, dil ile bir şey atmak için kullanılmıştır. Çünkü, bu da maddî eziyete lenzemektedir. Burada güzel bir istiare vardır.

4. "Eğer Allah'a inanıyorsanız" cümlesi, tahrik ve eşvik ifade eder. Bu, Arapların, "Eğer erkeksen, atıl" ifadesine benzer.

5. kelimeleri, ziyadelik ifade eder. Çünkü vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır. Bunların hepsi, bu lif atların ziyadeliğini ifade eder.

6. "Doğru söyleyenler" ile "yalancılar" arasında tıbak ardır.

7. "Allah'ın size lütfü ve acıması olmasaydı" :ümlesinde,  olayın korkunçluğunu  göstermek için edatının cevabı

söylenmemiştir. Bu da, cevabın takdirinde her türlü şeyin akla gelmesini sağlar. Bu tür bir ifade daha beliğ bir açıklama olup daha korkutucu ve caydırıcıdır.

8. Onu kendiniz için bir şey sanmayın, ile "bilakis o sizin için daha hayırlıdır." ve "Onu basit bir şey sanıyorsunuz." İle O, Allah katında büyük bir şeydir arasında tıbak vardır. ile ve ile kelimeleri tibâk sanatını oluşturmuşlardır.

9. "Onu duyduğunuz zaman, mü'minler hüsnü zanda bulunsalardı" cümlesinde, II. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Takdiri şöyledir: "Onu işittiğinizde, hüsnü zanda bulunsaydiniz." Yüce Allah, daha şiddetli azarlamak ve imanın, mü'minler hakkında hüsnü zanda bulunmayı gerektirdiğini bildirmek için, II. şahıs kipinden III. şahsa dönmüştür.

10. "Ona dört şahit  getirselerdi  ya!" cümlesinde teşvik vardır. Maksat, kınama ve azarlamadır.

11. "Sübhanallah!  Bu,  büyük bir iftiradır" cümlesi, bu sözü söyleyenin hayretini ifade eder. Lafzı, aslında, Allah'ın yarattığı şeylerden, hayret verici bir şey görüldüğünde, Allah'ı teş­bih etmek için söylenir. Bu da, böyle hayret verici şeylerin Allah'ın kudreti­nin dışında olmaktan onu tenzih etmek için söylenir. Daha sonra bu kelime yaygmlaşarak, hayret verici her şeyde kullanılır oldu.[36]

 

Faydalı Bilgiler

 

Yüce Allah niçin, zina hususunda önce kadım; hırsızlık hususunda ise önce erkeği zikretti? Cevap: Kadının zina etmesi ve bu suçu işlemesi çok çirkin ve âdidir. Dolayısıyle Yüce Allah, önce onu zikretti. Hırsızlığa ge­lince, erkek onu yapmağa daha cüretlidir ve daha kolay yapabilir. Do­layısıyla onda da önce erkeği zikrederek şöyle buyurdu: "Hırsızlık eden er­kek ve kadının ellerini kesiniz."[37]

 

Bir Uyarı

 

"İffetli kadınlara zina isnat edenler var ya," cümlesindeki ifadesinde, iffetli erkek veya kadına iftira atmanın, iftira cezası gerektirdiğine ince bir işaret vardır. Fakat kendisine bu suçun is­nat edildiği şahıs, ahlâksızlığı ile bilinen veya lâubalîlik, hayasızlık ve sorumsuzca davranışlarıyla şöhret bulmuş birisi ise, ona bu suçu isnat eden kimseye ceza uygulanmaz. Çünkü ahlâksız, fâsık kimsenin şerefi yoktur. Bu ince sırrı bir düşünün! [38]

 

Bir Nükte

 

Yüce Allah, daha önce "çok tevbe kabul eden çok merhamet­li" dediği halde, niçin daha sonra" çok tevbe kabul eden, hikmet sahibi" dedi? Halbuki tevbeye, rahmet uygun düşüyor. Cevap: Yüce Allah, kan koca arasmda Hânı meşru' kılmak suretiyle, kulların kusurunu Örtmek istedi. Eğer liân (lanetleşme) meşru' olmasaydı, kocaya mutlaka "iffete if­tira" cezası uygulanması gerekirdi. Halbuki zahire bakılırsa koca doğru söylemektedir. Eğer kocanın lanetleşmesi ile yetinilseydi, karıya zina ce­zası gerekirdi. Bu hükmün meşru' kılınması hem hikmete uygundur, hem de bununla her ikisi hakkında hüsnü zanda bulunulmuş olur. Bu şahitliklerle Yüce Allah, her ikisinden de cezayı kaldırdı. Sübhânallâh! Allah'ın rahmeti ne kadar geniş, hikmeti ne yüce![39]

 

21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip et­meyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu fil­sin ki o, edebsizliğî ve kötülüğü emreder. Eğer üstünü­zde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah diledi­ğini arındırır. Allah işitir ve bilir.

22. İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler ak­rabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere ver­meyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mı­sınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

23. 24. Namuslu, kötülüklerden habersiz mü'min kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde şahitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap vardır.

25. O gün Allah onlara gerçek cezalarını tasta­mam verecek ve onlar Allah'ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklar.

26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, te­miz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu temizler if­tiracıların söylediklerinden çok uzaktırlar. Onlar için bağışlanma ve güzel bir rızık vardır.

27. Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evle­re izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde düşünüp anlarsınız.

28. Orada kimse bulamadınızsa, size izin verilin­ceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha gü­zel bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.

29. İçinde faydalanacağınız şeylerin bulunduğu, oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir mahzur yoktur. Allah, sizin açığa vurduklarınızı da, gizledikle­rinizi de bilir.

30. Mü'min erkeklere, gözlerini harama kapama­larını, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, ken­dileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

31. Mü'min kadınlara da söyle:  Gözlerini kapa­sınlar; namus ve iffetlerini korusunlar. Görünen kısım­ları müstesna olmak üzere, zînetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocaları­nın oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğul­ları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri­nin altında bululan köleleri, erkeklerden, kadına ihtiya­cı kalmamış hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz ka­dınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olma­yan  çocuklardan başkasına zînetlerini  göstermesinler. Gizlemekte oldukları zînetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler!  Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.

32. Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariye­lerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir ise­ler, Allah kendi lütfü  ile onları zenginleştirir. Allah, lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir.

33. Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, lüt­fü ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini ko­rusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan mükâtebe yapmak isteyenlere, eğer kendilerinde bir hayır görü­yorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kal­mak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

34. Andolsun ki biz size, gerekeni açık açık bildi­ren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan ör­nekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde ifk olayını anlattıktan sonra ardından, insanı pusuda bekleyen ve onu her türlü kötülük, şer ve bozgunculuğa çağıran şeytanın yoluna girmekten sakındırdı. Daha sonra da izin isteme ve ziyaret kaidelerini anlattı. Çünkü ifk (iftira) olayını meydana getirenler, bu iftiralarına tesadüfi bir halvetten (yabancı bir erkek ile bir kadının yalnız olarak birarada bulunmaları yol buldular. İşte bu halvet, Âişe'nin (r.a.) töhmet altında bırakılmasına yol açtı. Bu sebepledir ki Yüce" Allah, herhangi bir insanın, başkasının evine izinsiz ve selâmsız girmemesini emretti. Bunun ardından da nâmahreme bakmamayı emreden âyetleri gönderdi, [40]

 

Kelimelerin İzahı

 

Yemin etmesin. Ö yemin demektir. kadın­larına yaklaşmamaya yemin ederler.[41]  âyetinde de bu mânâdadır.

Muhsanât, iffetli, şerefli, temiz kadınlar. İffetli kadın mâ­nâsına gelen  kelimesininin çoğuludur.

Müberraûn; uzak olanlar, suçsuzlar. İnsanın, kendisine isnat edilen töhmetten uzak olması.

İzin  istersiniz. Bu kelimenin lügat mânâsı, bir şey ile yalnızlığı gidermeyi istemektir. Şâir şöyle der:

Kurt uludu ve o uluyunca ben onu dinleyerek yalnızlığımı giderdim. Bir insan da seslenince, neredeyse uçayazdım.

Kaparlar. Bir kimse gözünü aşağı eğdiğinde, denir. Bu kelime aslında, göz kapaklarını üst üste getirip kapatmak demektir. Cerir şöyle der:

Gözünü kapa. Sen Nümeyr kabilesindensin. Ne Ka'b'a ne de Kilâb'a yetişebilirsin.

Humur, kadının, başını Örttüğü şey mânâsına gelen kelime­sinin çoğuludur. "Kapları kapattılar" mânâsına denir.

Cüyûb, göğüs mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur, İrbe, kadına duyulan ihtiyaç. [42]

 

Nüzul Sebebi

 

a) Ebubekir Sıddîk, (r.a.) fakirliği ve akrabalığı dolayısıyle Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederdi. İfk olayı meydana gelip Mıstah da bu olay hakkında ileri geri konuşunca, Ebubekir (r.a.) ona yardım etmemeye ve asla hiçbir şekilde ona yarar sağlamamaya yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah, İçinizden faziletli ve servet sahibi kim­seler., yemin etmesinler." âyetini indirdi. Bunu duyan Ebubekir (r.a.): "Vallahi ben, Allah'ın beni bağışlamasını isterim," dedi ve daha önce Mıstah'a yapmakta olduğu yardımı tekrar devam ettirdi. "Vallahi, bu yardımı bir daha ondan asla kesmeyeceğim." diye yemin etti.[43]

b) Ali (r.a.)'nm şöyle dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.) za­manında bir adam, Medine yollarından bir yolda yürüdü. Bir kadınla göz gö­ze gelip birbirlerine baktılar. Şeytan onlara, her biri diğerine, onu beğendiği için baktı, şeklinde vesvese verdi. Adam, kadına baka baka bir duvara doğru yürürken aniden duvara çarpü ve burnu yarıldı. Bunun üzerine dedi ki: "Vallahi, Rasulullah (s.a.v.)'a gidip durumu anlatıncaya kadar bu kanı yıkamayacağım." Rasûlullah'a (s.a.v.) gidip olayı anlattı. Rasulullah (s.a.v.): "Bu, senin günahının cezasıdır." buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Mü'minlere söyle, gözlerini kapasınlar" âyetini indirdi.[44]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

21. Ey Allah'a ve Rasûlüne iman edenler! Şeytanın peşinden gitmeyiniz. Kötülüğü yaymak, iftiraya kulak vermek ve onu konuşmak suretiyle onun yollarına girmeyin. Kim şeytanın yoluna girip peşinden giderse Bilsin ki, şeytan insanı yoldan çıkarır ve aldatır. Çünkü o, son derece çirkin olan edebsizliği ve şeriatın hoş görmediği, akl-ı selimin nefret ettiği kötü­lüğü emreder. Ey mü'minler! Eğer Allah, günahları yok eden tevbeye muvaffak kılmak ve hatalara keffaret olan cezaları meşru kılmak suretiyle size lutfetmemiş   olsaydı hiçbiriniz günahlardan ebediyyen temizlenemezdi. Fakat Allah lütuf ve rahmetiyle, dilediği kimseyi, kesin olarak tevbe etmeye muvaffak kılmak ve tevbesini kabul etmek suretiyle günahtan arındırır. Kurtubî şöyle der: "Bundan maksat şudur: Allah'ın sizi arındırması, temizlemesi ve doğru yola ulaştırması sizin amellerinizle değil, ancak onun lütfuyla olur.[45]  Allah,   söylediklerinizi  işitir,  niyetlerinizi   ve  kalplerinizden geçirdiklerinizi bilir. [46]

 

22. Dinde fazilet sahibi ve zengin olan­larınız yemin etmesin. Yani, fakir akrabalarına ve muhacirlere, daha önce yapmakta oldukları yardımı, işledikleri bir günahtan dolayı kesmeye yemin etmesinler. İşlemiş oldukları suçu bağışlasınlar, yapmış oldukları kötülüğü affetsinler. Daha önce yaptıkları lütuf ve ihsanı devam ettirsinler. Ey mü'minler! Sîze kötülük edeni affetmeniz, bağışlamanız ve ona iyilik etmenize karşılık Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Rivayete göre, Ebubekir (r.a.) bu âyeti dinleyince: "Evet, ben, Allah'ın beni bağışla­masını  isterim."  dedi  ve  yaptığı   yeminin  keffaretini  vererek,  tekrar Mıstah'a yardım etmeye başladı. Şöyle dedi: "Vallahi, bu yardımı bir daha ondan asla kesmeyeceğim." Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, Ebubekir'in (r a.) faziletini gösterir. Çünkü Yüce Allah, onu, "fazilet sahipleri yemin et­mesin" sözüyle övmüştür. Ebubekir Sıddık'm faziletine delil olarak bu ye­ter. Allah ondan razı olsun ve onu razı etsin." Allah, ceza landırabilecek sonsuz kudrete sahip olmasın rağmen, çok esirgeyen ve çok bağışlayandır.

Bundan sonra Yüce Allah temiz ve iffetli kadınlara iftira atanları tehdit ederek şöyle buyurur: [47]

 

23. İffettli, gönüllerinde hastalık bu­lunmayan kalpleri her türlü kötülük ve ahlaksızlıktan arınmış, aynı zamanda imanlı kadınlara, "zina etti" diye iftira edenler yok mu, işte onlar, dünyada ve âhirette Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılarak kovulmuşlardır. îbn Abbas şöyle der: "Bu lanet, Peygamber (s.a.v.)'in eşlerine iftira atan kimsel­er hakkındadır. Çünkü böyle bir kimsenin tevbesi kabul olunmaz. Herhangi bir mü'min kadına iftira eden kimseye, Yüce Allah tevbe hakkı tanımıştır."[48]  Ebu Hamza şöyle der: "Bu âyet, Mekke müşrikleri hakkında indi: Mü'min bir kadın, Medine'ye hicret etmek üzere Mekke'den çıktığında, müşrikler ona iftira atarak: "Zina etmek için gitti" derlerdi."[49] İşlemiş oldukları suç ve günah sebebiyle, bu lanetle birlikte onlar için, anlatılamayacak kadar korkunç bir azavardır. [50]

 

24. Bu şiddetli azap o korkunç kıyamet gününde olacaktır, O zaman İnsanın uzuvları kendi aley­hinde şahitlik edecek; diller, eller ve ayakları, kişinin işlediği kötü amelle­ri söyleyeceklerdir. [51]

 

25. Kıyamet gününde, en iyi hüküm veren Yüce Allah tarafından, hesapları görülecek ve âdil bir şekilde cezaları verilecektir. işte o zaman, Yüce Allah'ın hiç kimseye zul­metmeyen  adaletli  bir  zât  olduğunu,  koyduğu  kanun  ve  hükümlerde adaletinin açık olduğunu bileceklerdir. Bundan sonra Yüce Allah, kesin ve açık   delille,   Aişe'nin (r.a.)  suçsuz  ve günahsız   olduğunu anlattı.   O suçsuzdu, çünkü tertemiz olan Rasulullah (s.a.v.)'ın eşiydi. Yüce Allah'ın sünneti, cinsi cinse, yani aynı yaratılışta olanları birbirinin yanma gönder­mek şeklinde cereyan etmiştir. Eğer Âişe (r.a.), temiz ve faziletli olma­saydı, mahlukatın en üstünü olan Rasulullah (s.a.v.)'m eşi olmazdı. İşte bu­nun içindir ki, Yüce Allah şöyle buyurdu: [52]

 

26. Kötu kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara, aynı şekilde temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır.[53]  Bu âyet, Âişe'nin (r.a.) suçsuzluğuna bir delil gibidir. Çünkü o, Allah katında en değerli varlık olan en Şerefli Peygamberin (s.a.v.) eşidir. Eğer o, iffetli şerefli ve temiz olmasaydı, Allah onu en şerefli kulunun eşi yapmazdı. İşte o fazilet sahibi insanlar, haklarında yalan ve iftira atan­ların söylediklerinden uzaktırlar, Karşılaştıkları eziyet­lerden dolayı onların günahları bağışlanmış ve naîm cennetlerinde bol azıklara nail olmuşlardır. İbn Kesir şöyle der: "Bu âyette Âişe'nin, (r.a.) cennette de Rasulullah (s.a.v.)'ın eşi olacağına dair vaad vardır." [54]

 

27. Ey iman edenler! kendi ev­lerinizden başka evlere izin almadan girmeyin. Yüce Allah iffetli kadınla­ra iftira atmaktan sakındırdıktan ve bu husustaki cezanın şiddetli olduğunu bildirdikten sonra evlere girme hususundaki dînî kuralları gösterdi ve gir­meden  önce izin istemeyi,  girdikten  sonra  ise  selâm vermeyi emretti. Çünkü, iffetli kadınların ahlâksızlıkla itham edilmelerinin sebebi, erkekle­rin kadınlarla karışık yaşamaları ve yalnız oldukları zamanlarda onların yanma girmeleridir. İzin istemeden ve ev sahi­bine selâm vermeden başkalarının evine girmeyin. Bu izin alma ve selâm verme, ansızın girmekten sizin için daha iyidir. Öğüt alıp o doğru yolu gösteren ahlâk kurallarının gereğini yapmanız için böyle emrettik. Kurtubî şöyle der: Yani, izin isteme ve selâm verme, sizin için, izinsiz içeri  dalmaktan ve  ansızın  insanların  yanma girmekten,  ya da Câhiliyye usûlü selâm vermekten daha iyidir.  Câhiliyye döneminde bir adam, kendi evinden başka bir eve girdiğinde,  "sabahınız hayır olsun (günaydın), akşamınız hayır olsun" der ve içeri girerdi. Çoğu kere, kişiyi, karısıyle birlikte yatakta bulurdu.  Rivayete göre bir adam, Rasulullah (s.a.v.)'a: "Annemin yanına girmek için de izin isteyeyim mi?" diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.): "Evet" buyurdu. Adam: "Onun benden başka yar­dımcısı yok. Her girdiğimde izin isteyeyim mi? dedi. Rasulullah (s.a.v.): "Anneni, çıplak görmek ister misin? diye sorunca, adam, "hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine, Rasulullah (s.a.v.): "O halde, annenin yanına girerken izin iste " buyurdu.[55]

 

28. Evlerde, girmenize izin verecek herhangi bir kimse bulamazsanız, bekleyin, girme izni verilinceye kadar girmeyin. Çünkü evlerin mahremiyeti vardır. Sahiplerinin izni ol­madan oralara girmek helal olmaz. Eğer girmenize izin verilmez ve dönmeniz istenirse, ısrar etmeyin, geri dönün. Geri dönmek sizin için daha iyi ve daha temizdir. Geri dönmek, kapıda bekleyip ısrar etmekten sizin için daha iyidir. Yüce Allah izli şeyleri ve niyetleri bilir. Yaptığınız bütün amelleri de bilir. Size on­ların karşılığını verir. Kurtubî şöyle der: "Bu âyette, evlerde aile mahre­miyetlerini merak edip araştıranlar için bir tehdit vardır. "Yüce Allah, içinde insanların yaşadığı evlerin hükmünü bildirdikten sonra, içinde insan yaşamayan evlerin hükümünü anlattı ve şöyle buyurdu: [56]

 

29. Tekkeler, oteller ve hanlar gibi, herhangi bir kimsenin özel meskeni olmayan yerlere izinsiz girmeniz­de herhangi bir vebal ve günah yoktur. Mücâhid şöyle der: "Bunlar, yolcu­ların yolları üzerinde bulunan hanlardır. O hanlarda kimse sürekli kalmaz. Bilakis oralar, her yolcunun barınması için yapılıp vakfedilmiş yerler­dir."[57] Oralarda sizin için yararlar vardır. Veya orada sıcaktan gölgelenmek eşya ve yükleri korumak gibi ihtiyaçlarınızı giderirsiniz. Allah, açığa vurduğunuzu da, kalplerinizde gizle­diğinizi de bilir ve size onun karşılığını verir. Ebussuûd şöyle der: "Bu âyet, herhangi bir yere, fesat çıkarmak veya aile mahremiyetlerini öğrenmek maksadıyla giren bir kimse için bir tehdittir."[58]

Bundan sonra Yüce Allah, gözü kapama ve namusu koruma gibi, yüce ahlâk kurallarını öğretmek üzere şöyle buyurdu: [59]

 

30. Ey Peygamber! Sana ayan mü'minlere, mahremleri olmayan yabancı kadınlara bakmaktan gözlerini kapamalarını söyle. Çünkü bakış, kalbe şehvet tohumlan serper. Nice bir anlık şehvet vardır ki, uzun üzüntüler vermiştir. Şâir şöyle demiştir: Nice bakış vardır ki, o, yay ve kirişi olmayan bir oktur. Sahibinin kalbinde ok yarası gibi yara açar. Âyetin devamında da buyurdu ki Avret yerlerini zinadan ve açmaktan korusunlar. Bu, gözü kapama ve avret yerini koru­ma, kalpleri daha temizleyici, dini daha koruyucu ve ahlâksızlığa düşmek­ten daha muhafaza edicidir. Yüce Allah, onları gözetici ve amellerini görücüdür. Onların hallerinden hiçbir şey Allah'a gizli kal­maz. Dolayısıyle onların, gizli ve açıkta Allah'tan korkmaları gerekir. Fahreddin Râzî şöyle der: "Eğer, denilirse ki: Niçin gözleri kapamak avret mahallerini korumaktan önce zikredildi? Buna şöyle cevap veririz: Çünkü bak­mak, zinanın habercisidir, ahlâksızlığın öncüsüdür. Bakmada çok şiddetli bela vardır. Hemen hemen ondan korunulamaz.[60]

 

31. Mü'min kadınlara da söyle: Bakmaları helal olmayan şeylere bakmaktan gözlerini korusunlar. Avret yerlerini zinadan ve açmaktan muhafaza etsinler. Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, mü'min kadınlara, gözlerini kapama ve avret yerlerini ko­rumalarını pekiştirmeli bir şekilde emretti. Ayrıca, yükümlü kılma husu­sunda, erkeklerden fazla olarak, mahremleri ve akrabaları dışında kimseye zînetlerini göstermemelerini de emretti, Kadın­lar, kasıt ve kötü niyet olmadan açılan yerleri dışında, zînetlerini yabancı­lara göstermesinler. İbn Kesir şöyle der: "Zînetten hiçbir şeyi yabancılara göstermesinler." Ancak gizlenmesi mümkün olmayanlar bu hükmün dışın­dadır. Nitekim İbn Mesud şöyle der: "İki zînet vardır. Birincisini, koca dışında kimse göremez. Bunlar; yüzük ve bileziktir. İkincisi, nâmahrem olanların görebileceği şeydir. Bu da dış elbisedir."[61] Bir görüşe göre, kasıt­sız görünenlerden maksat, yüz ve ellerdir. Bunlar avret değildir. Beyzâvî şöyle der: "En açık olan, yüz ve ellerin, bakma hususunda değil, namazda avret olmayışıdır. Zira hür kadının bütün bedeni avrettir. Kocası ve mahre­minin dışında hiç kimse için, kadının bedeninden herhangi bir yere bakmak helal değildir. Ancak, tedâvî olmak ve şahitlik yapmak gibi zarurî durumlar bu hükmün dışındadır.[62]  Baş örtülerini göğüsleri üzerine sarkıtsınlar ki, boyun ve göğüslerinden bir şey görünmesin. Kelimesi, örtünme ve korunmada titiz davranmayı ifade eder. Âişe'nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah, ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Yüce Allah, "baş örtülerini göğüsleri üzerine sarkıtsınlar" mealin­deki âyeti indirince, mırtlarım[63] yırtarak başlarını örttüler."[64] Tefsirciler şöyle der: Câhiliyye döneminde kadın, bugün modern Câhiliyye döneminde olduğu gibi, erkeklerin yanından göğsü, gerdanı ve kollan açık olarak geçerdi. Çok zaman da erkekleri baştan çıkarmak için, bedenin güzel yerle­rini ve saç örgülerini gösterirdi. Baş örtülerini arkalarına salıverirler, göğüsleri açık ve çıplak kalırdı. Dolayısıyle mü'min kadınlara, baş örtüleri­ni önlerinden sarkıtmaları emredildi ki göğüslerini de kapasınlar ve kötü­lerin kötülüğünü kendilerinden uzaklaştırsmlar. Allah'ın, açılmasını haram kıldığı gizli zinetlerini kocalarından başka kimseye göstermesinler. Babalarına veya kocalarının baba­larına gösterebilirler. Bunlar mahremlerdendir. Çünkü baba, kızının namu­sunu korur. Kocanın babası da, oğlunu üzecek şeylerden onu korur. Yüce Al­lah, bundan sonra diğer mahrem olanları sayarak şöyle buyurdu: Oğulları, kocalannın oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullan ve kız kardeşlerinin oğulları yanında zinetlerini açabilirler. Yüce Allah burada oğullan, kocalarının oğullarını, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullarını ve kız kardeşle­rinin oğullarını saydı. Bunların hepsi, kendileriyle evlenilmesi haram olan kimselerdir. Zira Allah insan fıtratına, yakınlarla cinsî ilişki ve onlarla ev­lenmekten nefret etme duygusunu yerleştirmiştir. Veya zînetlerini müslüman kadınlara gösterebilirler. Bu kayıtla, kâfir kadınlar bu hükmün dışında kalmıştır. Mücâhid şöyle der: "Bundan maksat, müslüman kadın­lardır. Çünkü müşrik kadınlar, onların kadınları değildir. Müslüman ka­dının, kâfir kadın yanında açılması helâl değildir. İbn Abbâs şöyle der: Bunlar, müslüman kadınlardır. Müslüman kadın, bir yahudi veya hiristiyanım yanında o yahudi veya hıristiyan kadın da olsa zînetini asla açamaz.[65]  Müşrik cariyelerine de gösterebilirler, ibn Cerir şöyle der: "Müşriklerin esir olarak alman kadınlarından olan cariyelere, ne kadar müşrik olsalar da, göstermeleri caizdir. Çünkü onların cariyeleridir." Ahmak, aptal ve cinsiyet meselelerinde bir şey anlamayanlar gibi, kadınlara meyil, şehvet ve ihtiyacı olmayan erkek hiz­metçilere de zinetlerini gösterebilirler. Mücâhid şöyleder: "Maksat, yemek isteyip kadın istemeyen, karnı doyurmaktan başka bir şeyi düşünmeyen ah­mak kimsedir. Şehvet çağına ermemiş ve küçüklüğü sebebiyle cinsî meseleleri anlamayan küçük çocukların yanında da, kadının zînetini göstermesinde bir sakınca yoktur. Erkekler, halhalin sesini işitip de, kalbinde hastalık bulu­nanların bir şey ummamaları için ayaklarını yere vurmasınlar. İbn Abbas şöyle der: "Kadın, insanların içine gider ve halhalinin sesinin duyulması için ayaklarını yere vurarak yürürdü. Yüce Allah bunu yasakladı. Çünkü bu, şeytanın anıelindendir. Ey mü'minler! İtaate sarılmak ve şehevî arzulardan sakınmak suretiyle Rabbinize dönün ki, rızasını kazanasmız, dünya ve âhiret mutluluğunu elde ede­siniz. [66]

 

32. Ey mü'minler! Hür olan erkek ve kadınlardan eşi almayanları evlendirin. Taberî şöyle der: Eşi olmayan erkek veya adın mânâsına gelen siz kelimesinin çoğuludur. Eşi olmayan herkese, kadına da iç denir."[67]  Takva sahibi ve iyi Dİan köle ve cariyelerinizi de evlendirin. Beyzâvî şöyle der: "Kölenin dini korumak ve durumlarına özen göstermek çok önemli olduğu için, burada ezellikle salih yani iyi köle ve cariyeler zikredildi."[68]  Aynı zamanda bura­da, insan hayatında takvanın ve iyi kul olmanın önemine de işaret vardır, Eğer evlendireceğiniz bu kişiler, fakir ve yoksul seler, fakirlikleri, sizin onları evlendirmenize engel olmasın. Çünkü Allah'ın lutfunda, onları zengin kılacak nimetler vardır. Allah'ın lutfu geniştir ve çok cömerttir. Dilediğine bolca rizık verir. O, kul-arının ihtiyaçlarını da pek iyi bilendir. Kurtubî şöyle der: "Bu, Allah'ın kendisinin rızasını kazanmak ve onun günah saydığı şeylerden korunmak maksadıyle evlenenlere zenginlik vereceğine dair bir vaadidir. İbn Mesud: 'Nikahlanarak zenginliği arayanız" dedi ve bu âyeti okudu.[69]  Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek Allah üzerine bir haktır. İffetini koruma isteğiyle evlenen, borcunu ödeme niyetiyle, hürriyeti çin efendisiyle anlaşma yapan köle ve Allan yolunda savaşan gazi."[70]

 

33. Maddî sebeplerden dolayı evlenme mkâm bulamayanlar, Allah onları lütfuyla zenginleştirinceye ve evlenmelerini kolaylaştırmcaya kadar iffetlerini korumaya ve şehvetlerine hakim olmaya çalışsınlar. Çünkü kul, Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık ve çıkış yolu nasip eder. Efendileriyle anlaşma yaparak kölelikten kurtulup hürriyetine avuşmak isteyen kölelere gelince  onlarda itimat ve olgunluk görürseniz, hür olmaları için, bir miktar mal karşılığı onlarla yazılı anlaşma yapınız. Hürriyetlerini elde etmele­ri için onlara bir yardım olmak üzere, Allah'ın size verdiği rızıktan onlara verin. Eğer zina yapmaktan korunmak sterlerse, cariyelerinizi zinaya zorlamayın. Buradaki, korun­mak isterlerse sözü bir kayıt veya şart değildir. Yani korunmak istemezlerse on­arı serbest bırakın mânâsına gelmez. Bu ancak, zinaya zorlamanın çirkinlik ve adiliğini gösterir. Çünkü, asıl olan, efendinin, cariyelerin iffetini korumasıdır, âriye iffetini korumak ve zinaya yaklaşmamak istediği halde, efendisinin ona zina etmesini emretmesi ise, onun son derece alçaklık ve adiliğidir. Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, münafık Abdullah b. Sclûl hakkında inmiştir. Onun Müseyke ve Ümeyme adlarında iki târiyesi vardı. Para kazanmak maksadıyle onla­ra zina etmelerini emrediyor ve yapmadıkları takdirde onları dövüyordu. Cariyeler durumu Rasululluha (s.a.v.)'a şikayet ettiler, bunun üzerine bu âyet indi. Dünyanın geçici malına kavuşmak, zina ve rezillik yoluyla mal elde etmek için cariyelerinizi bu kötülüğe zorlamayın. Cariyeleri zinaya zorlayan bilsin ki, Allah onları çok bağışlayan ve esirgeyendir. Zina yaptıkları için onları cezalandırmaz. Çünkü onlar zinaya zorlanmışlardır. Onları zorlayanlardan, Allah, çok kötü bir şekilde intikam alacaktır. [71]

 

34. Ey mü'minler! Andolsun ki size, açık âyetleri ve hükümleri indirdik. Öğüt ve ibret al­manız için de, size geçmiş ümmetlerden misaller getirdik.  Takva sahipleri için de öğüt ve nasihat indirdik. [72]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek  âyetler,  birçok edebî sanatı kapsamaktadır.  Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Şeytanın izlerini takip etmeyin" cümlesinde latif istiare vardır. Burada, şeytananm yoluna girmek ve onun konvoyu ile gitmek, istiare yoluyla, adım adım başkasının peşinden giden kimseye ben­zetilmiştir.

2. "Vermemeye..." burada hazif yoluyla îcâz vardır. Takdiri: şeklindedir. Mânâdan anlaşıldığı için edatı hazfedilmiştir. Bu, Arap dilinde çoktur.

3. "Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misi­niz?" âyetinde muhatap Ebu Bekir'dir (r.a.). İbarenin çoğul gelmesi, tazim içindir.

4. "yaparlar" ile "bilirler" arasında cinâs-ı nakıs vardır.

5. "Pisler, pisler içindir" ile "Temizler, temizler içindir" arasında güzel bir mukabele vardır.

6. "Açığa vuruyorsunuz" ile "gizliyorsunuz" arasında

tıbâk vardır.

7. "Gözlerini kapasınlar " cümlesinde, hazif yoluyla icaz vardır. Maksat, gözleri herşeye değil, sadece Allah'ın haram kıldığı şeylere kapatmak, yani bakmamaktır. Muhataplar bunu anlayacakları için bununla yerinilerek hazif yapılmıştır.

8. "Zînetlerini   açmasınlar " cümlesinde  mecâz-ı mürsel vardır. Maksat, zînet yerleridir. Zikr-i hâil, irâde-i mahal! kabilindendir. Zemahşerî şöyle der: Burada, zînet mahallerinin soylenmeyip de zînetin söylenmesi, örtünme ve korunmayı vurgulu bir şeklide emretmek içindir. [73]

 

Faydalı Bilgiler

 

Bazı araştırmacılar şöyle der: "Yusuf (a.s.)'a zînâ suçu isnat edilince, Yüce Allah, onun suçsuzluğunu, beşikteki bir çocuğun diliyle anlattı. Mer­yem'e (r.a.) zina ettiğine dair iftira edildiğinde, Yüce Allah onun suçsuzlu­ğunu da oğlu İsa (a.s.)'nın diliyle anlattı. Âişe'ye (r.a.), zina etti diye iftira atılınca ise, Yüce Allah, onun suçsuz olduğunu Kur'an-ı Kerim'inde anlattı. Yüce Allah, onun suçsuzluğunu bir çocuk veya peygamberin diliyle anlat­maya razı olmadı da, onun bu iftiradan uzak olduğunu, bizzat kendisi Kur'an-ı Kerim'de anlattı."[74]

 

Bir Uyarı

 

Gözlerim kapasınlar ve namuslarım korusunlar" ifadesinde, "gözlerini kapama" emrinin "namusu koruma"dan önce söylenmesinin sırrı şudur: Bakmak, zinanın postacısı ve kötülüğün öncüsüdür. Tehlikeye düşmenin başlangıcıdır. Nitekim şair şöyle demiştir: Bir gün sen, gözlerini kalbinin casusu olarak gönderdiğinde, gördüğün man­zaralar seni yorar. Öyle şeyler görürsün ki, sen onun ne tümüne, ne de bir kısmına sabredebilirsin. [75]

 

Bir Nükte

 

Rivayete göre bir keşiş, mü'minlerin annesi Aişe'yi (r.a.) tenkit ede­rek müslümanlan küçük düşürmek istedi. Dedi ki: "İnsanlar ona zina suçu isnat ettiler. Onun suçlu mu yoksa suçsuz mu olduğunu bilmiyoruz." Orada bulunanlardan birisi, Meryem ile Aişe'yi kastederek cevap verdi: "Dinle, ey adam! zina suçuyla itham edilen iki kadın var. Allah, Kur'an-ı Kerim'de her ikisinin de suçsuz olduğunu bildirmiştir. Birisi, kocası olmadığı halde çocuk doğurmuştur. Diğeri, kocası olduğu halde çocuğu olmamıştır. Şimdi bunların hangisi itham edilmeye daha layıktır?" Bunun üzerine keşiş susup kaldı. [76]

 

35.  Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru­nun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir kandil içindedir; o kandil de sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuş­turulur. Yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara işte böyle misal ge­tirir. Allah her şeyi bilir.

36. Bu kandil birtakım evlerdedir ki, Allah o evle­rin yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu teşbih eder...

37. O'nu Birtakım insanlar teşbih ederler ki, ne ticâret, ne de aliş-veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalblerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden kor­karlar.

38. Çünkü Allah, kendilerini, yaptıklarının en gü­zeli ile mükâfatlandıracak ve lütfundan onlara fazlasıy­la verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rîzıklandırır.

39. İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bula­mamış, üstelik yanıbaşında da Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.

40. Yahut derin ve engin bir denizdeki yoğun ka­ranlıklar gibidir; öyle bir deniz ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Birbiri üstüne ka­ranlıklar... İnsan, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nûr vermemişse, artık o kimsenin ışık ve aydınlıktan nasibi yoktur.

41. Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi ka­nat çirçıp uçan kuşların Allah'ı teşbih ettiklerini gör­mez misin? Her biri kendi teşbihini ve duasını bilmiş­tir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir.

42. Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dönüş de ancak O'nadır.

43. Görmez misin ki Allah bulutlan sürüyor; son­ra onları bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte görüyor­sun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, ora­daki dağlar (büyüklüğünde bulutlar) dan dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; bu bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı ner­deyse gözleri alır!

44. Allah, gece ile gündüzü birinden diğerine çe­viriyor. Şüphesiz bunda, gözleri olanlar için mutlak bir ibret vardır.

45. Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde  sürünür,  kimi  iki  ayak üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; çünkü Allah her şeye kadirdir.

46. Andolsun biz açık seçik bildiren âyetler indir­dik. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

47. "Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat et­tik " diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.

48. Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerin­den bir kısmı yüzçevirip dönerler.

49. Ama, eğer hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler.

50. Kalblerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulü­nün  kendilerine  zulüm  ve  haksızlık  edeceğinden  mi korkuyorlar? Hayır, asıl zâlimler onlardır.

51. Aralarında  hüküm  vermesi  için  Allah'a  ve Resulüne da'vet edildiklerinde, "İşittik ve itaat ettik " demek, sadece mü'minlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurutuluşa erenlerdir.

52. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Al­lah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde, kendisinin apaçık âyetler indirdiğini anlatıp birliğini gösteren açık delilleri getirdi ve toplumun mutluluğunun sebebi olan hükümleri sadece kendisinin koyduğunu anlattı. Ardından bu âyetlerde iki misâl getirdi. Bunlardan biri, birliğine ve imana ait delillerin son derece açık olduğunu, ikincisi kâfirlerin dinlerinin ise son derece ka­ranlık ve kapalı olduğunu göstermekle ilgilidir. Bu iki misal karşılaştırıldı­ğında, gözü olan için aydınlık ortaya çıkar. [77]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mişkât duvarda açılan, deliksiz bir oyuk. Bunun asıl mânâsı, içine bir şey konan kap'tır.

Dürrî; parlak, ışık saçan. Saflığı ve parlaklığı hususunda inciye benzeyen parlak şey.

Serap; Gündüz ortasında, sıcağın şiddetlendiği anda, su olmadiği halde göze su gibi görünen şey. Su gibi akar göründüğü için buna se­rap ismi verilmiştir. Şâir şöyle der:

Biz savaşa son verince, bize verdiğiniz sözler, çölde parlayan serap parıltısına benzer.[78]

Kîa, düz yerler. Ferrâ şöyle der: "Bu kelime, "düz yer" mânâsına gelen plî kelimesinin çoğuludur. Kelimesinin çoğulu geldiği gibi, bu kelimenin çoğulu da gelir. Zemahşerî ise, "Bu kelime, düz yer ma­nasınadır, çoğul değildir" der."[79]  Ebu Ubeyde de böyle demiştir.

Lüccî, derinliğinden dolayı dibine ulaşılamayan şey. Büyük suya, denir. Çoğulu gelir. Denizin dalgalan birbirine çarptığında, denir.

Sevkediyor. Bir şeyi kolaylık ve rahatlıkla sevketmek de­mektir.

Rükâm, üst üste toplu olarak.

Vedk, yağmur. Leys şöyle der: "Vedk, ister şiddetli, ister hafif olsun, her türlü yağmur manasınadır.

Sena, ışık ve parlaklık. Şemmâh şöyle der:

Işığını yükselttiğinde, neredeyse onun ışığını, iyi görenden başkası göremeyecek.

Müz'mîn, boyun eğdikleri halde. Bir kimse bir emre boyun eğdiğinde, denir. Zulmeder. [80]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

35. Yüce Allah, gökleri ve yeri nurlandırandır. Gökleri parlak yıldızlarla; yeri de şeriatler, hükümler ve değerli peygam­berler göndererek aydınlattı. Tâberî şöyle der: "Allah, göklerde ve yerde bulunanları doğru yola iletendir. Onlar, Allah'ın nuru ile hakkı bulurlar. Sa­pıklık şaşkınlığından da, onun hidâyetine sarılarak kurtulurlar."[81] Kurtubî şöyle der: "Araplar, nûr diye, gözle idrak edilen aydınlığa derler. Mecaz o-larak bir çok mânâda kullanılmıştır."[82]  İyi ve güzel söz için, "nur­lu söz" denir. Şair şöyle der: O, öyle bir soydur ki, sanki üzerinde, kuşluk güneşinden bir nur; sabah aydınlığından da bir direk vardır. Cerir şöyle der: "Sen bizim için bir nur, bir yağmur ve bir koruyucusun..." Halk şöyle der: "Falan kimse bu yörenin nuru bu asrın güneşi ve ayıdır". Medih yoluyla, "Allah bir nurdur" denilme­si caizdir. Çünkü bütün eşyanın başlangıcı O'dur. Her şey O'ndan meydana gelir ve bütün herşeyin hareketi O'nun kudretiyle dosdoğru olur."[83]  îbn Atâullâh şöyle der: "Bütün kâinat bir karanlıktır. Onu, hakkın orada meyda­na gelişi aydınlatır. Çünkü Allah'ın varlığı olmasaydı, âlemde hiçbir şey vücuda gelmezdi."[84]  Hadiste şöyle buynılmuştur: "Allahım! Sana hamd ol­sun. Sen göklerin, yerin ve onlarda bulunanların nurusun."[85]  İbn Mes'ûd şöyle der: "Rabbinizin katında ne gece, ne de gündüz vardır. Göklerin ve yerin nuru, onun zatının nurudur. İbnu'l-Kayyim der ki: "Yüce Allah, ken­dine "nur" ismini verdi. Kitabım ve Rasulûnü nur kıldı. Yarattıkları ile ken­di  arasına bu nur ile perde çekti. Bu âyet,  "Allah,  göklerin ve yerin aydınlatıcısı ve buralarda bulunanları doğru yola İletendir" diye tefsir edil­miştir. İbn Mes'ûd'un görüşü, bu âyetin mânâsına "Allah, göklerde ve yer­lerde bulunanları doğru yola iletendir" şeklinde tefsir edenlerin görüşünden daha yakındır. "Allah, göklerin ve yerin aydınlatıcısıdır." görüşü ile İbn Mes'ûd'un görüşü arasında bir zıtlık yoktur."[86]  Yüce Allah'ın nuru­nun, mü'min kulunun kalbinde durumu duvarda, içinde kandil bulunan deliksiz bir oyuk gibidir. Bu oyuk, ışığın dağılmaması için deliksiz yapılmış olup buraya, bol ve kuvvetli ışığı olan bir kandil kon­muştur. İbn Cüzeyy şöyle der: "Yani, aydınlığı hususunda Allah'ın nuru­nun durumu, içine kandil konmuş deliksiz bir oyuğun durumu gibidir. Bu kandil, insan hayalinin tasavvur edebileceği en parlak ve en ışıklı bir kan­dildir. Allah'ın nuru daha büyük olduğu halde, bu nurun, içinde kandil bulu­nan, duvardaki oyuğa benzetilmesinin sebebi şudur: Çünkü bu, insanın idrak edebileceği bir nurdur. Allah onu insanlara misal getirmiştir.[87] Kandil, saf camdan bir mahfaza, berraklık içindedir. Bu cam mahfaza, berraklık ve güzellik hususunda inci gibi parlak yıldıza benzer. O kandil, mübarek bir ağacın yağıyla ya­narak ışık verir. O yağ, Allah'ın, özel olarak kendisinde bir çok fayda­lar yarattığı zeytin ağacından çıkar. O ağaç, ne doğu tarafında, ne de batı tarafmdadır. O sadece, açık bir çöldedir. Meyvesinin daha olgun, yağının daha duru olması için gün boyu güneş alır. İbn Abbas söyle der: "O, çölde bulunan bir ağaçtır. Onu ne bir ağaç, ne bir dağ, ne de bir mağara gölgeler. Onu hiçbir şey örtmez. Bu durum, onun yağını daha güzelleştirir."[88]  zeytin ağacının yağı, durulu­ğu ve parlaklığının güzelliği dolayısıyle, yanmadığı zaman bile, neredeyse ortalığı aydınlatır. Durum böyle olunca, tutuşturulduğunda nasıl olur? Bu âyet, zeytin yağının berraklığı güzelliği ve duruluğunu vurgulu bir şekilde anlatır. Bu, kat kat nurdur. Kandilin nuru, camın güzelliği ve zey­tin yağının duruluğu bir araya gelmiş ve kendisiyle misal verilen nur ta­mamlanmıştır. Allah dilediği kulunu, nuruna yani Kur'ân'a uymaya muvafffak kılar. Allah içinde bulunan sırlar ve hikmetlerden öğüt ve ibret alsınlar diye, anlamaları için insanlara misaller verir. Yüce Allah'ın ilmi geniştir; yarattıkları ile ilgili hiçbir şey Ondan gizli kalmaz. Bu âyette vaad ve tehdit vardır. Taberî şöyle der: "Bu, iman ehlinin kalbindeki Kur'ân için, Allah'ın getirmiş olduğu bir darb-ı meseldir. Yüce Allah buyurdu ki: Allah'ın kulları için doğru yolu aydınlattığı nurunun durumu, duvardaki, içinde kandil bulunan deliksiz oyuk gibidir. Yüce Allah mü'minin kalbinde bulunan Kur'an ve açık âyetleri bu kandile benzetti. Sonra söyle buyurdu. Kan­dil, berrak cam içindedir. Bu, mü'minin kalbindeki Kur'ân'a misaldir. Allah, onunla mü'minin kalbini aydınlatmış, inkâr ve şüpheden kurtarmıştır. "Bu cam, berraklık ve güzellik hususunda yıldıza benzer. Yıldız da parlaklık, berraklık ve güzellikte inciye benzer. Kandil, mübarek bir zeytin ağacının yağıyla yanarak ışık ve­rir. O ağaç ne sabah güneşini almayacak şekilde doğuda, ne de akşam güneşini almayacak şekilde batıdadır. O, sabahleyin de, akşamleyin de güneş alır. Bu sebeple onun yağı daha iyi, daha parlak ve berrak olur. o zeytin ağacının yağı, duruluğu ve parlaklığının güzelliği dolayısıyle, yanmadığı zaman bile ortalığı aydınlatır. Yüce Allah bununla şunu kastetmiştir: Allah'ın, yarattıklarına karşı getirdiği deliller, açık ve parlak oldukları için, bu Kur'an'ı indirmek suretiyle, o delillerin açıklık ve parlaklığını artırmamış olsaydı dahi, neredeyse, düşünen ve tefekkür edenleri aydınlatacak derecededir. Durum böyleyken Allah kullarını Kur'an ile uyarmış, onlara âyetlerini hatırlatmış ve onunla delillerini artırmış olunca nasıl olur?! İşte bu, Allah'ın bir açıklaması ve bu açıklama üzerine bir nurdur."[89]

Yüce Allah, kullarından dilediğini doğru yola ileteceğini anlattıktan sonra, ibadet yerlerini anlattı. Buralar, Allah'ın en sevdiği yerler olan mes­citlerdir. [90]

 

36. Yüce Allah, mescitlerin sadece kendi adına yapılmasını ve onlara saygı gösterilip şereflerinin yükseltilmesini emretti ki, mescitler hidâyet nurlarının saçıldiğı yerler ve ruhî aydınlanma merkez­leri olsun İbn Abbas şöyle der: "Mescitler, Allah'ın, yeryüzündeki evleridir. Yıldızlar, yeryüzündekileri aydınlattığı gibi, mescitler de gökyüzündekile-ri aydınlatır."[91] Yüce Allah, o mescitlerde Allah'ı birlemek, O'nu anmak ve âyetlerini okumak suretiyle kendisine ibadet edilmesini emretti. Mü'minler bu mescitlerde sabah akşam Al­lah için namaz kılarlar. İbn Abbas şöyle der: "Kur'an'da geçen her teşbih, namaz mânâsındadır.[92]

 

37. Onlar öyle erkeklerdir ki, dünya, dünyanın zinet ve süsü, Rablerini zikretmekten onları alıkoymaz. Alış veriş de, onları Allah'a itaat etmekten alıkoymaz. Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, pazarcılık yapan Ashâb-i Kiram (r.a) hakkında inmiştir. Onlar ezan se­sini işitince, her işi bırakır. Allah'a itaate koşarlardı. Dünya meşgalesi, onları, namazı vaktinde kılmaktan ve şartlarına uygun olarak fakirlere ve diğer hak edenlere zekatı vermekten alıkoymaz. Onlar öyle korkunç bir günden korkarlar ki, o günün korku ve sıkıntısının şiddetinden, insanların kalpleri ve gözleri sarsılıp ters döner. [93]

 

38. Amellerine karşılık dünyada Allah, kendi­lerine en güzel mükâfaatı versin, yaptıkları iyiliklere karşılık iyilikte bu­lunsun ve kötülüklerini de bağışlayıp affetsin diye böyle yaparlar. Bu mükâfatlardan başka da, lûtfundan, kendilerine hiçbir gözün görme­diği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen nimetler ihsan etmesini isterler. Allah, yarattıklarından dilediğine sınırsız ve hesapsız bol rızık verir. Bir kimse hayır yolunda bol­ca harcamada bulunduğunda, denir. Sanki o, yaptığı har­camayı hesap etmiyor. Fahreddin Râzî şöyle der: "Yüce Allah bununla1, kudretinin kemâline, cömertlik ve ihsanının bolluğuna dikkat çekmiştir. Çünkü Yüce Allah, ibadetleri karşılığında insanlara büyük sevap verir. Ayrıca, Kendisinden korktukları için de, onlara fazla olarak sınırsız lütufta bulunur."[94]

Yüce Allah, mü'minlerin durumlarını ve mutluluklarını anlattıktan sonra, kâfirlerin durumlarını ve zararda, olduklarını anlattı. Bunun için iki misal getirdi: Birinci misal, amelleri ile, ikincisi ise inançları ve ka­ranlıklarda bocamaları ile ilgilidir. Şöyle buyurdu: [95]

 

39. Kâfirlerin, dünyada yaptıkları ve âhirette kendilerine fayda vereceğini sandıkları ameller, çölde görülen se­rap gibidir.  Serap, gündüzün ortasında, güneş ışığından dolayı çöllerde görülen şeydir. O, yeryüzünde akan bir su gibi görünür. Susuz kimse onu uzaktan akar su sanar. O'nun yanma gelince Ne su görür, ne de içecek bir şey. O, sadece bir serap görür; böylece suya olan hasreti daha da artar. İşte kâfir de bunun gibidir. Amelinin kendi­sine fayda vereceğini sanar. Nihayet ölüp de Rabbinin huzuruna geldiğinde, amellerinden hiçbir şey bulamaz. Çünkü onlar boşa gitmişlerdir. Orada, Allah'ın kendisini beklemekte olduğunu görecek. Allah amelinin cezasını ona eksiksiz verecektir. Allah he­sabı çabuk görür. Çünkü, birini hesaba çekmek, diğerini hesaba çekmekten onu alıkoymaz. [96]

 

40. Bu ikinci misal, kâfirlerin sapıklığı hakkında­dır. Mânâ şöyledir: Veya kâfirlerin durumu, dibine ulaşılamayan derin bir denizdeki karanlıklar gibidir, O denizi, üst üste gelmiş, birbirine çarpan dalgalar örter. O ikinci dalganın üstünde de yoğun bulutlar vardır. İşte bunlar, üst üste gelmiş yoğun karanlıklardır. Katâde şöyle der: "Kâfir, beş karanlık içinde bocalayıp du­rur. Sözü karanlıktır, ameli karanlıktır, girdiği yer karanlıktır, çıktığı ver karanlıktır, kıyamet günü varacağı yer, cehennem de karanlıklardır."[97]  Bu bölüm, misalin devamıdır. Yani, o karanlıklara düsen adam elini çıkardığında, neredeyse onu göremez. Zira denizin karanlığı, dalgaların ka-ranlağı, bulutların karanlığı o derece yoğunlaşmıştır ki, karanlığın şiddetinden dolayı, kendisine en yakın olan bir şeyi dahi görmesini engellemiştir. Aynı şekilde, kâfirin durumu da budur. İnkâr ve sapıklık karanlıkları içinde bocalayıp durur. Allah kime imana giden yolu göster­mez ve kalbini İslam nuru ile nurlandırmazsa, o kimse asla doğru yolu bulamaz. Yüce Allah, kâfirin ameli ile ilgili iki misal verdi. Birincisi, onun iyi ameli hakkındadır. Buna, aldatıcı serabı misal getirdi. İkinci misal ise, kötü inancı hakkındadır. Buna da, üst üste birikmiş karanlıkları misal gelirdi. Sonra da, bu mübarek âyeti şu güzel sonla bitirdi: Her kime, Allah nur nasip etmezse, onun hiç nuru yoktur. Bu cümle, mü'minler hakkında söylenen, Nur üstüne nur karşılığında söylenmiştir. Bu misal ve açıklama, son derece güzel ve iyi olmuştur. Allahım! Kur'an'm ne parlak bir ifadesi var. Yüce Allah, mü'min kalplerin nurlarını ve cahil kalp­lerin karanlıklarım anlattıktan sonra, ardından kendisinin birliğini göste­ren delilleri anlatarak şöyle buyurdu. [98]

 

41. Ey Peygamber! Sen iyice bilmiyor musun ki, Yüce Allah'ı kainattaki meİek, insan, cin, ne varsa hep­si teşbih eder. Kainatta yaşayan her şey, onu noksan sıfatlardan uzak tutar ve yüceltirler. Kuşlar da uçarken kanatlarını açarak Rablerini teşbih ve ona kulluk ederler. Kuşlar, Allah'ın kendilerine ilham ettiği ve gösterdiği teşbih ile Allah'a kulluk ederler. "Melekler, insanlar, cinler ve kuşlardan her birine Allah'a ibadet hususunda gidecekle­ri yol gösterildi ve bildirildi. Onlara, yükümlü oldukları namaz ve teşbih de öğretildi. Onların ibadet ve teşbihleri Allah'a gizli kalmaz. [99]

 

42. Allah kâinatın sahibidir, onda her türlü tasar­rufta bulunur. Yaratıkların hepsi onun idaresi altındadır. Onlar üzerinde, üstün ve galip kimsenin ettiği gibi, tasarruf eder. Yaratıkların dönüşü sadece Allah'adır. Onlara amellerinin karşılığını verecektir.  Bu âyet, tehdit mânâsı içeren bir hatırlatmadır. Yüce Allah bundan sonra, kendisinin birliğini ve gücünü gösteren, kainatta bulunan bir gerçeğe işaret ederek şöyle buyurdu. [100]

 

43. Görmedin mi, Allah, kudretiyle bulutları is­tediği yere sevkediyor. Sonra dağınık bulutları birleştiriyor, sonra da onları üstüste koyup yoğun bir bulut haline getiriyor. O yoğun bulutların arasından yağmur çıktığını görürsün Dağlar gibi bulutlardan dolu indi­rir. Allah bu doluyu, dilediği kuluna isabet ettirir de, onun ekinine, meyvesine ve hayvanlarına zarar verir. Dilediğin­den onu, başka yöne çevirir, zarar vermez. Sâvî şöyle der: "Allah gökten, kullan için yararlı olan yağmuru indirdiği gibi, zararlı olan doluyu da indi­rir. Gökleri, hayır ve şerrin kaynağı kılan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim."[101]  Bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı, parlaklığı  ve  ışığının şiddetinden dolayı, neredeyse bakanların gözünü alıverecekti. [102]

 

44. Allah; uzatmak, kısaltmak, karartmak, aydınlat­mak, ısıtmak ve soğutmak suretiyle gece ile gündüz üzerinde tasarrufta bu­lunur. İşte yukarda anlatılanlarda, kalp gözü açık olanlar için, bu kâinatı yoktan var eden Allah'ın varlığını gösteren açık bir delil ve etkili bir Öğüt vardır. Yüce Allah burada özellikle kalp gözü açık olanları zikretti. Zira ibretlerden yararlananlar onlardır. Çünkü, düşünürler, suyun, dolunun, karanlığın ve aydınlığın aynı kaynaktan çıktığını görürler. Herşeye gücü yeten Yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. [103]

 

45. Yüce Allah, birliğine, göklerde ve yerlerde bulunanların teşbihini, bulutları göndermesini ve yağmuru indirmesini son­ra da hayvanların durumlarını delil getirdi. İbn Kesir şöyle der: "Yüce Al­lah burada, şekilleri, renkleri, hareket ve hareketsizlikleri farklı olan çeşit­li mahlukları bir tek sudan yaratması hususundaki tam kudretini ve büyük gücünü anlatmaktadır."[104]  Onlardan bir kısmı, yılan ve diğer sürüngenler gibi sürünerek gider.  İnsan ve kuşlar gibi, bir kısmı da iki ayak üzerine yürür. Onlardan sığır, dere, koyun ve diğer bazı hayvanlar da dört ayak üzerine yürür. Ebû Hayyân şöyle  der: "Yüce  Allah,  kudretini   daha  açık  ve  hayret  verici  olarak gösterenleri önce zikretti. Bunlar, ayaksız ve omurgasız olarak yürüyen hayvanlardır. Sonra iki ayak üzerine, daha sonra da dört ayak üzerine yürüyenleri zikretti."[105]  Allah, dilediği mahlûkâtı kudretiyle yaratır. O dilediğini yapar, hiçbir şey ona engel ola­maz. Fahreddin Râzî şöyle der: "Bilesin ki, akıllar, küçük hayvanların du­rumlarını tam anlamıyla kavrayamazlar, Onların, yaratıcının varlığına de­lil olması açıktır. Çünkü, eğer yaratma işi, dört unsuru bir araya getirmekle tamam olsaydı, her canlıda eşit derecede olurdu. Şu halde bu hayvanlardan her birine özel azalar, ömürler ve beden ölçüleri verilmiş olması, bütün bunların, hikmet sahibi güçlü bir varlığın yönetimiyle olmasını gerektirir. Yüce Allah'ı, inkarcıların söylediklerinden tenzih ederiz."[106]

 

46. Ey İnsanlar, size hakkı ve doğru yolu gösteren apaçık âyetler indirdik, Allah, dilediği ya­ratığını hak dine yani İslama iletir.

Yüce Allah, birliğim' gösteren delilleri anlattıktan sonra, mü'minleri nifaktan ve münafıklardan sakındırarak şöyle buyurdu: [107]

 

47. Münafıklar, "Allah'a ve resulüne i-nandık, onlara itaat etük " derler. İman ettik de­melerinden sonra, onlardan bir grup Ananın nuKmunu Kaouıuen yüzçevirir. İman ve itaat iddiasında bulunan o kimseler, gerçekte mü'min değillerdir. Hasan Basrî şöyle der: "Bu âyet, açıktan iman ettiklerini söyleyip de, inkârlarını gizleyen münafıklar hakkında inmiştir. [108]

 

48. Allah'ın ve Rasulünün hükmüne çağrıldıklarında Bir de bakarsın ki, onlardan bir grup Rasullah (s.a.v.)'m meclisine gelmekten çekinir ve yüz çeviriri er. [109]

 

49. (Eğer hakh iseler, Rasululullah s.a.v.)'ın hak ile hükmedeceğini bildikleri için, gönüllü ve boyun eğerek ma gelirler. Fahreddin Râzî şöyle der: "Yüce Allah, münafıkların, başkalaımn haklı  olduğunu bildiklerinde yüzçevirdiklerine, kendilerinin hakh) olduğunu anladıklarında ise, yüzçevirmeyip gönüllü olarak hükme itaat etiklerine dikkat çekmiştir."[110]

 

50. Onların kalplerinde münafıklık mı var? Yoksa, Muhammed (a.s.)'in peygamberliğinde şüpheye mi düştüler?    

 Yoksa, Allah ve rasulünün, hüküm verirken onlara zulmedeceğinden mi korkuyorlar? Bu soru, şiddetli bir kınama ve yerme fade eder. Bu, şairin şu sözüne benzemektedir:

Sen geçmişte, âdi ve çirkin işler yapmak üzere sözleşen kavimden değil misin?

Bilakis, Rasulullah (s.a.v) 'm hükmünden yüzçevirİikleri için onlar, son derece zalim ve inatçı kimselerdir. [111]

 

51. Hasımları ile onlar arasında hükmetmesi için Allah rasulüne çağrıldıkla­rında onlara gereken, hemen gidip "işittik ve itaat ettik" demeleridir. Onlar Tiü'min olsalardı, elbette bunu yaparlardı. Taberî şöyle der: "Bu âyetten maksat, böyle' bir olayı  haber vermek değildir.  Maksat, Yüce Allah'ın münafıkları kınaması ve diğerlerine edep öğretmesidir."[112]  İşte Allah'ın rızasını kazanmaya koşan o kişiler, dünya ve âhiret mutlu­luğunu elde edenlerin ta kendileridir. [113]

 

52. Kim, her iş ve hareketinde Allah ve rasulünün emrine itaat eder, İşlemiş olduğu günahlardan dolayı Al­lah'tan korkar, emirlerine sarılır ve yasaklarından çekinirse, işte onlar, Allah'ın azabından kurtulan ve rızasını kazanan mutlu kişilerdir. Rivayete göre, Rum patriklerinden biri bu âyeti duyunca müslüman olmuş ve şöyle demiştir: "Bu âyet, Tevrat ve İncil'de bulunan her şeyi kapsamak­tadır." [114]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler, bir çok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. "Allah, göklerin ve yerin nurudur" cümlesinde, vurgu ifade etmek için mastar, sıfat yerinde kullanılmıştır. Yani, Allah, her şeyi aydınlatandır. Öyle ki, sanki aydınlattığı şeyler, Allah'ın nurunun ken­disidir. Şerif Râdî şöyle der:  "Bazı âlimlerin tefsirine göre, bu âyette istiare vardır. Onlara göre maksat şudur: Yüce Allah etkili delilleri ve apaçık ifadeleriyle, parlak yıldızlarla yön tayin edildiği gibi, göklerde ve yerlerde yaşayanlara yol ve yön göstericidir.

2. Onun nurunun durumu, içinde kandil bulu­nan, duvardaki oyuğa benzer" âyetinde teşbîh-i temsîlî vardır. Yüce Allah, mü'mİn kulunun kalbine yerleştirmiş olduğu nurunu, duvardaki oyukta bir cam mahfaza içinde bulunan çok ışık saçan kandile benzetti. Kandilin mahfazası olan cam, parlaklık ve güzellikte inci gibi olan yıldıza benzer. Bu benzetmenin, vech-i şebehi (benzetme yönü) birçok şeyden alındığı için ona teşbih-i temsîlî denilmiştir. Bu, parlak teşbihlerdendir.

3. "Allah'ı zikirden ve namaz kılmaktan... alıkoymaz " cümlesinde,  genelden sonra  özel zikredilerek itnâb yapılmıştır. Çünkü, Allah'ı zikir içinde namaz da vardır. Burada namazın sanını yüceltmek için itnâb yapılmıştır.

4.  "sarsılır" ile kalpler arasında cinâs-i iştikak vardır.

5. "İnkâr edenlerin amelleri serap gibidir" cümlesinde teşbîh-i temsîlî vardır. Aynı şekilde, veya derin denizdeki karanlıklar gibidir." Cümlesinde de teşbîh-i temsîlî vardır. Bu, teşbih ve temsilin güzellerindendir.

6. "isabet ettirir" ile "çevirir"  arasında tıbâk sanatı vardır.

7. "Allah, gece ile gündüzü çevirir" cümlesinde hoş bir istiare vardır. Çünkü maksat, eşyayı maddî olarak çevirmek değildir. Bu fiil, gece ile gündüzün ardarda getirilmesi için müsteâr olarak kullanıl­mıştır.

8. "gözleri giderir" ile "kalp gözü sahipleri" ifadelerindeki kelimeleri arasında tâm cinas vardır. Birincisinden mak­sat "gözler", ikincisinden maksat ise "kalpler" dir. [115]

 

Bir Nükte

 

Gayr-i müslim tabiat bilginlerinden biri, "Veya o münafıkların durumu, üzerini dalgalar kaplamış derin denizler­deki karanlıklara benzer..." âyetini işitti. Şöyle sordu, "Muhammed, deniz yolculuğu yaptı mı?" "Hayır" diye cevap verdiler. Âlim: "Ben, şahitlik ede­rim ki, o, Allah'ın rasûlüdür" dedi. "Nasıl anladın?" diye sorduklarında dedi ki: "Denizi bu şekilde, ancak ömrünü denizde geçiren ve ondaki tehlikeleri ve korkuları gören kimse tanıtır. Onun denizde yolculuk yapmadığını öğrenince, bu sözün Allah kelâmı olduğunu anladım." [116]

 

53. Münafıklar sen hakikaten kendilerine emret­tiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah'a yemin ettiler. De ki: Yemin etmeyin. İtaatiniz ma'lûmdur! Bilin ki Allah, yaptıkla­rınızdan haberdardır.

54. De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüzçevirirseniz şunu bilin ki. Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu   bulmuş  olursunuz.  Peygamber'e  düşen,   sadece açık-seçik duyurmaktır.

55. Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden    öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi kendilerini de yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyi­liğine yerleştirip koruyacağını ve korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâad etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.

56. Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz.

57. İnkâr edenlerin, yeryüzünde Allah'ı âciz bıra­kacaklarını sanmayasın!  Onların varacağı yer cehen­nemdir. Ne kötü varış yeri!

58. Ey mü'minler! Ellerinizin altında bulunan kö­le ve cariyeleriniz ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin so­yunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem halde bulunabi­leceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkmaktasınız. İşte Allah, âyetleri size böyle açık­lar. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

59. Çocuklarınız  erginlik  çağına  girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah alimdir, hakimdir.

60. Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesil­miş yaşlı kadınların, zînetleri teşhir etmeksizin dış el­biselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. Yine de iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.

61. A'mâya güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. Sizin için de, gerek kendi evlerinizden,  gerekse babalarınızın  evlerinden,  annele­rinizin  evlerinden,  erkek kardeşlerinizin  evlerinden, ki/kardeşlerinizin  evlerinden,  amcalarınızın  evlerin­den, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin  evlerinden  veya  anahtarlarını  elinizde bulundurduğunuz yerlerden, yahut dostlarınızın evlerinden  yemenizde  bir sakınca yoktur. Toplu  halde veya ayrı ayrı yemenizde de bir güçlük ve günah yok­tur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve pek, güzel bir yaşama dileği olarak, kendinize selâm verin. İşte Allah, düşünüp an lavaşınız   diye size âyetle­rini böyle açıklar.

62. Mü'minler, sadece Allah'a ve Resulüne gönül­den inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber ile bir­likte önemli bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne îman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlar­dan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.

63. Peygamber'i, kendi aranızda birbirinizi çağı­rır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper ederek sıvı­şıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebep­le, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isa­bet etmesinden sakınsınlar.

64. Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Al­lah'ındır. O, sizin ne yolda, ne durumda olduğunuzu iyi bilir. Huzuruna döndürüleceğiniz günde ise, yapmış ol­duklarınızı hemen size bildirir.  Allah, her şeyi  hak-kiyle bilendir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde münafıkları ve onların çirkin sıfatlarını anlattıktan sonra, burada da ruhlarının taşıdığı hile, tuzak kurma ve büyük yalan yeminler etme gibi özellikleri anlattı. Bu mübarek sûreyi, münafıklar gibi hareket etmekten sakındırarak sona erdirdi. [117]

 

Kelimelerin İzahı

 

Hulüm, uykuda ihtilam olmak. Firuz.âbâdî şöyle der: "Hulüm, rüya demektir. Çoğulu »Mkl dır. Hulüm de ihtilam da, uykuda cinsî ilişkide bulunmaktır.[118]  Rağıb el-Isfehânî şöyle der: "Hulüm, ergenlik çağıdır. Bu çağa eren kişi, kendine hakim olarak ağır başlı hareket etme kabiliyeti aldığı için bu adı almıştır."[119]

Kavâid, yaşlı kadınlar. Yaşlı kadın mânâsına gelen acis keli­mesinin çoğuludur. Hayizlı kadın manasına gelen kelim­eleri gibi, kadınlara mahsus bir kelime olduğu için, sonunda dişilik alâmeti olan bulunmaz. Kâid, evlenme isteğinden ve çocuk doğurmaktan kesil­miş kadın demektir.

Eştât, ayrı ayrı. Ayrı mânâsına gelen kelimesinin çoğulu­dur, Ayrılık demektir.

Gizli gizli çıkarlar. Gizlice çıkmak demektir. Bir kim­se, saklanarak gizlice çıktığında veya denir.

Livâz, birisinin, kendisini görmesinden koktuğu için, bir şeyi kendine siper edinmektir. [120]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayete göre, Rasulullah fs.a.v.) Ensar'dan Müdlic adlı bir hiz­metçiyi Öğle vakti Ömer (r.a.)'i çağırmak üzere gönderdi. Hizmetçi onu uy­kuda buldu. Kapıyı vurarak içeri girdi. Ömer (r.a.) uyandı, kalkıp oturdu. Bu arada görülmesini arzu etmediği bir yeri açıldı. Bunun üzerine şöyle dedi: "İsterdim ki, Yüce Allah bu saatlerde çocuklarımızın, kadınlarımızın ve hizmetçilerimizin izinsiz yanımıza girmelerini yasaklasın."[121] Sonra kalkıp Rasullullah (s.a.v.)'m yanına gitti. Şu âyetin inmiş olduğunu gördü: "... Ey mü'minler! Köle ve cariyele­riniz.... sizden izin istesinler." Bunun üzerine, Yüce Allah'a şükür için sec­deye kapandı.[122]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

53. Münafıklar bütün güçleriyle büyük yeminler ettiler ki, Eğer sen onlara cihada gitmelerini emretseydin, mutlaka seninle beraber çıkacaklardı. Mukâtil şöyle der: "Yüce Allah mü­nafıkların, Rasulullah (s.a.v.)'ın hükmünü kabul etmekten çekinip yüz çevirdiklerini açıklayınca Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek: "Eğer bize yurdumuzdan çıkmamızı, mal ve kadınlarımızdan ayrılmamızı emretseydin, mutlaka bunu yapardık. Bize cihadı emretseydin elbette cihat ederdik" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi."[123] De ki, yemin etmeyin. Si­zin yeminleriniz yalandır, Sizin, Allah'a ve Rasûlüne itaatinizin ne olduğu bilinmektedir. Sizin itaatiniz, kalptan değil dil ile, amelle değil lâf iledir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görür, gizledik­lerinizden ve niyetlerinizden hiçbiri ona gizli kalmaz. [124]

 

54. De ki, samimi bir niyetle ve münafıklığı bırak­mak suretiyle Allah'a ibadet edin. Emrine uymak ve gösterdiği yoldan git­mek suretiyle Rasûlüne itaat edin. Eğer yüzçevirir ve ona itaat et­mezseniz Peygambere gereken, yükümlü olduğu tebliğ görevini yerine getirmektir. Size gereken de,'yükümlü olduğunuz şekilde onu dinlemek, itaat etmek ve emirlerine uymaktır. Onun emrini yerine getirirseniz, mutluluk ve kurtuluş yoluna ermiş olursunuz. Peygamberin üzerine, ümmetine apaçık tebliğ etmekten başka bir yükümlülük yoktur. Eğer siz muhalefet ve isyan ederse­niz, ona bir zarar gelmez. Çünkü o, risâleti tebliğ etmiş ve emaneti yerine getirmiştir.[125]

 

55. Allah, îmân ile iyi ameli birleştiren samimi mü'minlere şunu va'detti: Onları mutlaka yeryüzüne vâris ve kralların kendi ülkelerinde tasarrufta bulundukları gibi tasarrufta bulunan halifeler kılacak. Nitekim daha önce mü'minleri halife kılmış ve kâfirlerin yurtlarını onlara vermiştir. Tefsirciler şöyle der: "Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı, Medine'ye geldikle­rinde, bütün Araplar onlara düşman oldu. Dolayısıyle müslümanlar gece gündüz silahlı bulunuyorlardı. Dediler ki: "Biz, Allah'tan başka kimseden korkmadan, huzur ve güven içersinde yatıp kalkmadıkça, yaşadığımızı mı sanıyorsunuz? Bunun üzerine bu âyet indi."[126] Bu, doğunun ve batının ele geçirilmesiyle doğruluğu ortaya çıkan, bu ümmete verilen bir vaaddir. Bu, aynı şekilde hadis ile de müjdelenmiştir: "Gerçekten Allah benim için yeri dürüp topladı da onun doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz, ümmetimin mülkü, benim için dürülen yerlere ulaşacaktır."[127]  Onlar için beğenip seçtiği İslâm dinini, güçlü, sağlam ve bütün dinler­den üstün kılacaktır, Yaşadıkları korku ve sıkıntı hallerini, kesinlikle huzur ve sükûna çevirecek. Nitekim bir başka âyette: "Onları korkudan emin kıldı"[128] buyrulmuştur. Bu cümle, mü'minleri yeryüzüne halîfe kılmanın sebebini bildirir ve onları över mahiyette söylenmiş müstakil bir cümledir. Yani, onlar beni birler ve sadece bana ibadet ederler. Benden başka bir ilaha tapmazlar. Kim, bu nimetlere şükretmeyip nankörlük ederse, işte onlar, Allah'a itaatten çıkanlar ve emrine karşı gelenlerdir. Ebu'I-Âliye şöyle der: "Âyetten maksat, Allah'ı inkâr eden değil, bu nimete nankörlük edendir." Taberî de şöyle der: "Âyetin mânâsına en uygun olan da budur. Çünkü Yüce Allah bu ümmete, bu âyetle haber verdiği şeyleri ihsan edece­ğini va'detti. Sonra da, buyurdu. Yani kim bu nimete nankörlük e-derse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir."[129]

 

56. Ey müminler! Namazı kılın, zekâtı da Al­lah'ı razı edecek en mükemmel bir şekilde verin. Size emrettiği diğer hususlarda da Peygambere itaat edin. Umulur ki mer­hamet olunursunuz. [130]

 

57. Bu âyet Rasulullah (s.a.v.) için bir teselli ve zafer va'detmektedir. Yani, Ey Muhammed! Seni yalanlayan ve inatla inkâr eden kâfirlerin, bu hayatta Allah'ı âciz duruma düşüreceklerini zannetme. Bilakis Allah, her zaman onlara karşı güçlüdür. On­ların varacağı yer, cehennemdir. Varacakları bu yer, ne kötü bir yerdir. [131]

 

58. Ey, Allah ve Rasülüne inanan ve İslâm şeriatının bir nizam, bir yönetim ve bir yol olduğuna kesinlikle iman eden mü'minler! Sahip olduğunuz köle ve cariyeler, yanınıza girerken sizden izin istesin. Hür adamların çağına ulaşmamış çocuklar da izin istesin.  Bu izin şu üç vakitte alınsın: Gece, uyku ve istirahat vaktinizde. Öğle vak­ti, Öğle uykusu için elbiselerinizi çıkardığınız zaman. Bir de, yatsı namazından sonra uyumak isteyip uykuya hazırlandığınız zaman. İşte bu üç vakit, tesettürünüzün bozulabileceği zamanlardır. Genellikle bu vakitlerde tesettüre uyulmaz ve çoğu zaman üst baş açık olur. Şu halde, kölelerinize, hizmetçilerinize ve çocuklarınıza bu vakitlerde, yanınıza izinsiz girmemelerini öğretin. Bu üç vaktin dışında yanınıza izinsiz girmelerinde, ne sizin için ne de köleler ve çocuklar için bir sakınca vardır. Çünkü onlar hizmetçilerinizdir. Hizmet ve diğer bazı işler için yanınıza çokça girip çıkarlar. Birbirinizin yanına girer çıkarsınız. Ebu Hayyân şöyle der: "Onlar, bu üç vaktin dışında, evlerde yanınıza sabah akşam girip çıkmaya devam ederler."[132]  İşte bu şekilde Allah size şer'î hükümleri açıklıyor ki onları yapasmız. Allah, yarattıklarının işlerini bilendir ve onları hikmetle yönetendir. [133]

 

59. O küçük çocuklar, erkeklerin çağma erdiğin­de ve yükümlülük yaşma geldiğinde bu yüce ahlâk kuralını yani, bütün vakitlerde, erginlik çağma ermiş olan erkeklerin izin istemesi gibi, onlara da izin istemelerini öğretin. İste Allah size âyetlerini böyle açıklıyor. Allah, yarattıklarım bilir, koyduğu kanunlarda da hikmet sahibidir. Beyzâvî şöyle der: "Yüce Allah, izin isteme hususundaki emrini vurgulamak ve pekiştirmek için âyeti tekrarladı."[134]

 

60. İleri derecede yaşlılıklarından dolayı tasarruftan ve evlenme arzusundan kesilmiş, şehevî arzuları olmadığı için, evlenmek istemeyen ve böyle bir meyli olmayan ihtiyar kadınlara ge­lince, onların başörtü ve manto gibi giysilerini çıkarmalarında, dikkat çekmeyen ve şehvet uyandırmayan normal elbisele­riyle erkeklere görünmelerinde onlar için, herhangi bir sakınca ve günah yoktur, Ancak yine de, erkekler kendilerine baksın diye, zi-netlerini açmamaları gerekir. Ebu Hayyân şöyle der: "Teberrüc'ün aslı, giz­lenmesi gereken şeyi açığa çıkarmak demektir. Nice saçı ağarmış yaşlı kadın vardır ki, güzelliğin görülmesine düşkün olduğu görülür."[135] jnn»"...Daha iyi örtünme ve iffetli olmak için, genç kadınların giydikleri gibi elbise giyerek ve başlarını kapayarak örtünmeleri onlar için daha iyi, daha güzel ve Allah katında da daha temizdir. Allah, kalplerde gizlenenleri bilir, her insana amelinin karşılığını verir. Burada bir vaat ve tehdit vardır. [136]

 

61. Kör' toPaî ve hasta gibi özürlüler için, zayıflık ve acizliklerinden dolayı savaştan geri kalmalarında bir sakınca ve günah yoktur.[137] Ey İnsanlar! Eşlerinizin ve aile fertlerinin evlerinde yemek yemenizde bir sakınca yoktur. Beyzâvî şöyle der: "Çocukların evleri de buna dahildir. Çünkü çocuğun evi, kişinin kendi evi gibidir. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin yediği en temiz şey kazancından yediğidir. Kuşkusuz çocuğu da onun kazanandandır.[138]  Sizin i,çin gerek babalarınızın evlerinden, gerekse annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden kız kardeşlerinizin evlerinden amcalarınızın evlerinden halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden yani bu akrabaların evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Râzî şöyle der: "Açıkça anlaşılan şudur: Bunların hepsi­nin mubah kılınması izne bağlı değildir. Çünkü normal olan, bu kişilerin, akrabalarının kendi evlerinde yemek yemelerinden hoşlanmalarıdır."[139]  Veya sahipleri bulunmadığında vekâlet yoluyla anahtarlarına sa­hip olduğunuz evlerde de yemenizde bir sakınca yoktur. Hz. Aişe (r.a.) şöyle buyurdu: "Müslümanlar Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte savaşa gider, anahtarlarını kefillerine verirler ve:  "Evlerden yemenizi size helâl ettik, derlerdi. Onlar ise: Bunlardan yemek bize helâl olmaz. Çünkü onlar, gönül rızası olmadan bize izin verdiler. Biz sadece emanetçileriz" derlerdi. Bu­nun üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi."[140] Dost ve ar­kadaşlarınızın evinden yemenizde de bir sakınca yoktur. Katâde şöyle der: Arkadaşının evine girdiğinde, ondan izin almadan bir şey yemende sakınca yoktur. Birlikte veya ayrı ayrı yemenizde sizin için bir günah ve sakınca yoktur. Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, Ki-nane'den bir kabile hakkında inmiştir. Onlardan kimse tek başına yemek yemez, gün boyu beklerdi. Beraber yiyecek kimse bulamazsa hiçbir şey ye­mezdi. Çoğu zaman yanında memeleri süt dolu develer bulunur, fakat o, be­raber içecek kimseyi buluncaya kadar onların sütünden içmezdi. Yüce Al­lah onlara, kişinin tek başına yemek yemesinde bir sakınca olmadığım bildirdi. İçinde insan yaşayan evlere gir­diğinizde, orada bulunanlara selam verin, onlara müslüman selamıyle, yani diyerek selâm verin. Bu, Yüce Al­lah'ın, mü'min kullarına emrettiği güzel ve mübarek selâmdır.  Kurtubî şöyle der: "Bu selâmda dua ve selâm verdiği şahsın dostuluğunu kazanma manası bulunduğu için Yüce Allah ona "mübarek", duyanın hoşuna gideceği için de "tayyib" yani "iyi ve hoş" dedi.[141] İşte Allah, düşünüp anlayasınız diye, size âyetlerini böyle açıklar. İbn Ke­sir şöyle der: "Yüce Allah, bu mübarek sûrede sağlam hükümleri ve kanun­larını anlattıktan sonra, âyetlerini onlara yeterli bir şekilde açıkladığına kullarının dikkatini çekti ki, düşünüp tefekkür etsinler de onları an­lasınlar."[142]

 

62. İmanı tam mü'minler, ancak Allah ve Rasûlüne, seksiz şüphesiz, kesin bir şekilde inananlardır. mU Onlar, müslümanlarm yararına olan önemli bir işte Peygamberle bera­ber bulunduklarında Peygamberden izin isteyip, o da kendilerine izin vermedikçe onun meclisinden  ayrılmazlar.  Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, Ahzâb savaşından önce hendek kazılırken indi. Bazı mü'minler, bir zaruretten dolayı, oradan ayrılmak için izin istiyorlardı. Müna­fıklar ise, izin istemeden ayrılıyorlardı. Bunun üzerine, samimi mü'minleri övmek ve tariz yoluyla münafıkları yermek üzere bu âyet indi. Ey Peygamber! Senden izin isteyenler var ya! İşte gerçek mü'minler onlardır. Bu âyet, Rasulullah (s.a.v.)'in şanını yüceltmek ve ona hürmet maksadıyle, daha önce geçen âyeti pekiştirmek için gel­miştir. Beyzâvî şöyle der:  "Yüce Allah bu âyeti, Öncekini pekiştirmek üzere daha beliğ bir üslupla tekrarladı. Çünkü, izin isteyenleri mü'minlerin kendisi saymak, önceki üslubun tersidir. Bu birincisini pekiştirmektedir. Çünkü Allah ve Rasûlüne iman her ikisinde de söz konusudur. Bu durum, imanın sağlamlığının bir delili ve doğruluk  alâmeti  olmaktadır."[143]  Onlar, bazı önemli işleri için senden izin istediklerinde, eğer bir hikmet ve fayda görürsen, istediğine ayrılma izni ver.[144]  Onların affedilmeleri ve bağışlanmaları için Allah'a dua et. Çünkü bir özürden dolayı dahi olsa, böyle önemli bir işte izin istemek bir kusurdur. Zira bu, dünya işlerini din işlerinden üstün tutmaktır. Şüphesiz Allah'ın affı büyük, rahmeti geniştir. [145]

 

63. Birbirinize adı ile seslen­diğiniz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'e adı ile seslenmeyin. Bilakis onun şanına hürmet ve makamına saygı göstermek için: "Ey Allah'ın nebisi" veya "Ey Allah'ın rasûlü" deyin. Ebu Hayyân şöyle der: "Kişilerin birbirlerini isimle­ri ile çağırması bedevîlik geleneği olduğu için, Rasulullah (s.a.v.)'e saygı göstermeleri ve onu, "Ey Allah'ın rasûlü, Ey Allah'ın nebisi!" gibi sözlerle en güzel şekilde çağırmaları emredildi. Görmüyor musun, bazı sözünü bilmeyen düşüncesiz müslümanlar, "Ya Muhammed" diyorlardı. Bu, onlara yasaklandı."[146] Katâde şöyle der: "Yüce Allah müslünıanlara, Rasûlullah (s.a.v.)'e saygı ve hürmet göstermelerini emretti." Şüphesiz Allah, birbirini siper ederek yavaş yavaş ve gizlice ce­maatten çıkıp sıvışanları bilir. Taberî şöyle der: "Livâz, toplumun, birbirle­rini siper etmeleridir. Bu onun, o da bunun arkasına gizlenir."[147] Peygamberin emrine uymayan, onun yolundan, sünnetinden ve şeriatından ayrılanlar, kendilerine dünyada büyük bir musibetin inmesinden veya ahirette şiddetli azaba uğramaların­dan korksunlar. [148]

 

64. Bilesiniz ki, kainatta ne varsa hepsi Allah'ın mülkü, yaratığı ve kullandır. Kalplerinizde olan imanı veya nifakı, samimiyeti veya gösterişi bilir. Peygamberin emrine uymayan o kişiler, kıyamet gününde Allah'a döndürülecekler. Allah onlara dünyada yaptıkları, küçük ve büyük ne varsa hepsini bildirecek ve herkese amelinin karşılığını verecektir, Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Çünkü her şeyi O yaratmıştır ve hepsi O'nun mülküdür. [149]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek âyetler birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. Eğer ağır yeminleriyle" terkibinde latîf istiare vardır. Münafıkların son derece kuvvetli ve ağır bir şekilde ettikleri yeminler, istiare yoluyla, yapamayacağı bir işe kendini zorlayan ve bunun için bütün gücünü harcayan kimseye benzetildi.

2. "Onun sorumluluğu kendisine yüklenen, si­zin  sorumluluğunuz  da  size  yüklenendir"  cümlesinde  müşâkele  sanatı vardır. Yani, ona yüklenen, tebliğ görevi, size yüklenen ise, yalanlamanızın günahı.

3. "Geçirdikleri korku döneminden sonra güven..." cümlesinde, kelimeleri arasında tıbâk vardır. Aynı şekilde, toplu olarak veya ayrı ayn" terkibinde, ve kelime­leri arasında tıbâk vardır .

4. "A'ma'ya sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya sakınca yoktur" cümlesinde, bu hükmü iyice zihinlere yerleştirmek için, "sakınca" lafzı tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır.

5. "çok bağışlayan" ve "çok merhamet eden" kipleri, çokluk ifade eder. [150]

 

Faydalı Bilgiler

 

Seleften biri şöyle dedi: "Kim, sözünde ve fiilinde sünneti kendine emir edinirse hikmetli söz söyler. Kim de, sözünde ve fiilinde hevâ hevesi­ni kendine emir edinip onun emrine girerse bid'at söyler. Çünkü Yüce Al­lah: "Eğer Rasulullahla itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz" buyurmuştur.[151]

 

Bir Nükte

 

Birisine denildi ki: "Hangisi sana daha sevgilidir. Kardeşin mi, dos­tun mu? "Şöyle cevap verdi: "Kardeşim, dostum değilse onu sevmem." İbn Abbas şöyle der: "Dost, akrabadan daha çok destek olur. Görmüyor musun? Cehennemlikler yardım isterken, Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir dostumuz'[152] derler de, baba ve an­nelerden yardım istemezler."[153]


Bir Uyarı

 

Bazı Araplar, tek başına yemek yemenin, kendisi için ayıp ve utanı­lacak bir şey olduğunu sanır, beraber yiyecek ve içecek birini bulana kadar aç dururdu. Hâtem, bununla meşhur olmuştur. O, şöyle derdi:

Yemek yaptığın zaman, onu yiyecek birini ara. Çünkü ben tek başıma onu yemem.

Bu, Arapların övündükleri güzel işlerindendir. Onlar cömertlik, ikram ve misafir ağırlamakla ünlüdürler.

Allah'a hamd olsun, "Nûr Sûresi"nin tefsiri bitti. [154]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/203.

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/203.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/207-208.

[4] Ahmed b. Hanbel, E, 159

[5] Buhârî, Tefsîr-i Sûre 24, bab 3. Geniş bilgi için bkz. Revâiu'l-beyân, II, 80.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/208.

[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/208.

[7] et-Tefsîru'1-kebîr, XXIII, 148

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/208-209.

[9] et-Tefsînı'1-kebîr, XXIII, 150

[10] Bu iki görüş de tefsircilere aittir. Birinci görüşü Ibnu'l-Cüzey, ikinci görüşü ise fcbussuud ile Kurtubî tercih etmişlerdir.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/209.

[12] Mııhtasar-i İbn Kesîr, II, 583

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/209-210.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/210.

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/210.

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/210.

[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/210.

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/210.

[18] Ebussuûd, IV, 48

[19] Geniş bilgi için, bkz. Revâiu'l-beyân II, 117.

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/210-211.

[21] et-Tefsîru'I-Kebîr, XXIII, 172

[22] İbnu'l-Cüzey, Teshil, III, 61

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/211-212.

[24] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 591

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/212.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/212.

[27] Kurtubî, Xn, 203

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/212.

[28] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 591

[29] Teshil, UI, 62

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/212-213.

[30] Keşşaf, III, 225

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/213.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/213.

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/213.

[33] el-Bahru'1-muhit, VI, 439

[34] et-Tefsîftı'1-kebîr, XXIH, 183

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/213-214.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/214.

[36] Hâşiye-i Şeyhzâde, in, 419

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/214-215.

[37] Mâide sûresi, 5/38

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/215.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/215-216.

[39] İslamî cezalarla ilgili kanun koymadaki hikmet hakkında geniş bilgi için, bkz, Tefsirû âyâti'I-ahkâm adlı kitabımız, II, 52

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/216.

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/220-221.

[41] Bakara sûresi, 2/226

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/221.

[43] Kurtubî, XII, 207

[44] Suyûtî, ed-Durru'1-mensûr, V, 40

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/221-222.

[45] Kurtubî, XII, 207

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/222.

[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/222-223.

[48] Hâşiye-i Şeyhzâde, IIT, 430

[49] el-Bahr, VI, 440

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/223.

[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/223.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/223.

[53] Bu, İbn Zeyd'in görüşüdür. Daha açık olanı da budur. Mücâhid şöyle der: "Kötü sözler, kötü erkekler içindir. Bunun aksi de böyledir. Bundan maksat, her söz, ona layık olan kimse hakkında güzeldir. Yani kötü söz, kötü ve ahlâksız kişilere yakışır... "Bizim verdiğimiz mana daha açık ve maksada daha yakındır.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/223-224.

[55] Beyzâvî, Tl, 57

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/224.

[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/224-225.

[57] Kurtubî, XII, 221

[58] Ebussuûd, IV, 55

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/225.

[60] Tefsîr-i kebîr, XXIII, 205

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/225-226.

[61] Muhtasar-ı İbn Kesîr, Tl, 600

[62] Beyzâvî, II, 58

[63] Mırt; yün, ipek, kıl veya keten gibi şeylerden dokunmuş çizgili geniş örtüdür.

[64] Buhârî, Tefsir-i sûre 24, bab 12.

[65] Selefin çoğunluğunun görüşüne göre, "kadınlardan maksat, mü'min kadınlardır. Fahred-din Râzî şöyle der: "Bir görüşe göre, kadınlardan maksat bütün kadınlardır. Onların birbirine bakması âym derecede helaldir. Selefin görüşü, müstehaplığa hamledilmiştir.

[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/226-227.

[67] Taberi ҲVIII, 98

[68] Beyzavi II, 58

[69] Kurtbi Ҳ241

[70] Tirmizi fedalilu’l-Cihad, 20; Ahmed b. Hanbel, II, 251,437

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/227-228.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/228-229.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/229.

[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/229-230.

[74] Kurtubî, XII, 212

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/230.

[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/230.

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/230.

[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/234

[78] Kurtubî, XII, 282

[79] Tefsîr-i kebîr, XXIV, 7.

[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/234-235

[81] Kurtubî, XTT, 290 

[82] Taberî  XVIII, İ05. Bu îbn Abbas ve Mücâhıd'in görüşüdür. Taberı de bunu tercin etmiştir.

[83] Kuıtubî, 12/256

[84] Bu hüküm îbn Atâuilah es-Sekenderî'ye aittir.

[85] Buhârî, Teheccüd, I; Müslim, Müsâfırîn, 199.

[86] Kâsimî'nin, mehâsinu't-te'vîli'nden naklen

[87] Teshil, III, 68

[88] Muhtasar-i îbn Kesîr, İT, 606

[89] Taberî XVIII, 110

[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/235-238.

[91] Tefsir-i kebîr, XXIV, 3

[92] Taberî, XVII, 113

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/238.

[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/238.

[94] Tefsir-i kebîr, XXIV, 6

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/238-239.

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/239.

[97] Taberî, XVII, 116

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/239-240.

[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/240.

[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/240.

[101] Sâvî, m, 134

[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/240.

[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/240-241.

[104] Muhtasar-ı İbn Kesir, İT, 6Î3

[105] el-Bahr, VI, 466

[106] Tefsîr-i kebîr, XXIV, 19

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/241.

[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/241.

[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/241.

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242.

[110] Tefsir-î kebîr, XXIV, 21

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242.

[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242.

[112] Taberî XVIII, 120

[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242.

[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242.

[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242-243.

[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/243.

[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/248.

[118] el-Kamûsu'1-muhît, maddesi.

[119] Müfredat, maddesi

[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/248.

[121] Sebeb-i nüzulün alındığı kaynakta, "kadınlarımız" yerine "babalarımız" kelimesi vardır (Bakz, AlûsîXVTI, 210)

[122] Âlûsî, XVIII, 209

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/248.

[123] Şeyhzâde Haşiyesi, III, 435

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/249.

[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/249.

[126] Zâdu'l-mesîr, VI, 57

[127] Müslim, Fiten, 19

[128] Kureyş sûresi, 106/4

[129] Taberî, XVIII, 142

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/249-250.

[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/250.

[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/250.

[132] el-Bahr, VI, 472

[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/250-251.

[134] Beyzâvî, H,  62

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/251.

[135] el-Bahr, VI, 473

[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/251.

[137] Bu, Hasan-ı Basrî ve İbn Zeyd'in görüşüdür. Zahir olan budur. Ebu Hayyân ile Zemahşerî bunu tercih etmişlerdir. Bir görüşe göre bundan maksat, özürlü kimselerin, sağlıklı kişilerle beraber yemek yemelerinde bir sakınca olmadığım bildirmektir. Taberî ve Râzî de bunu tercıh etmişlerdir.

[138] Beyzâvî, 2/63, Ebû Dâvûd, Buyu' 77; Ncsâî, Buyu, I; Dârimî:, Buyu", 6

[139] Tefsîr-i kebîr, 24/36

[140] Muhtasar-i İbn Kesîr,  2/619

[141] Kurtubî, XII, 319

[142] Muhtasar-ı İbn Kesîr, E, 620

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/251-253.

[143] Şeyhzâde Haşiyesi, in, 440

[144] İbn Abbas der ki: "Ömer (r.a) umre yapmak ıçm, Peygamber (s.a.v) den izm istedi .O da izin verdi ve şöyle dedi: Ey Hafe'ın babası! Bize hayırlı dua yapmayı unutma, ibn Mace, Menâsik, 5 (az farklı)

[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/253.

[146] el-Bahr, VI, 476

[147] Taberî, XVIII, 135

[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/253-254.

[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/254.

[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/254-255.

[151] İbnül-Cevzî, Zâdül-mesîr, VI, 57

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/255.

[152] Şuarâ sûresi, 26/100-101

[153] el-Bahnı'1-muhît, VI, 474

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/255..

[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/255.