Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Medine'de inmiştir. 64
âyettir.
Nûr sûresi, ahkâm
âyetlerini kapsayan; kanun koyma, insanları İslama yönlendirme ve ahlâk
konularına ağırlık veren, fert ve toplum olarak müslümanların eğitilmesini
sağlayan özel ve genel meseleleri ele alan Medenî sûrelerden biridir. Bu sûre,
büyük toplum yapısının ilk çekirdeği olan aile ile ilgili önemli hükümleri ve
genel yönlendirmeleri kapsar.
Yine bu sûre,
mü'minlerin, özel ve genel hayatlarında uygulamaları gereken sosyal ahlâk
kurallarını açıklar. Bunlar, eve girerken izin isteme, nâmahreme bakmama,
namusu koruma, erkeklerin yabancı kadırlarla karışık olarak bir arada
bulunmalarının haram oluşu, müslüman ailenin ve müslüman evin yapması gereken
iffetli davranış, örtünme, temiz ve güzel ahlâklı olma, Allah'ın dini Üzerinde
dosdoğru yürüme gibi şeylerdir. Müslüman aile bütün bunları, şeref ve
haysiyetini korumak, toplumları ve milletleri yıkan ahlakî çöküntü ve ruhî
bozukluk etkenlerinden kendisini korumak için yapar.
Bu mübarek sûrede
liân, zina ve iftira suçlarının cezası gibi, Allah'ın farz kıldığı bazı şer'î
cezalar anlatılmıştır. Bütün bu cezalar, bozulma, anarşi, soy karışımı ve
ahlakî çöküntüden toplumu kurtarmak ve soyun kaybolması, ırz ve namusun
gitmesine sebep olan herşeyi mubah gören zihniyet ve fesat çukuruna düşüren
etkenlerden korumak İçin meşru kılınmıştır.
Özet olarak bu mübarek sûre,
toplumun en önemli problemlerinden birisi olan "aile problemi" ve
aileyi kuşatan tehlikelerle onun yoluna çıkan engel ve problemleri ele alır.
Bunlar aileyi çökerten ve yok eden tehlikelerdir. Bütün bunların yanında bu
sûre, yüce ahlâk kurallarına, büyük hikmetlere ve erdemli hayat esaslarına
götüren yönlendirmelere yer verir. İşte bunun içindir ki, mü'minlerin emîrî
Hz. Ömer (r.a.), Kûfelilere mektup yazarak şöyle dedi: "Kadınlarınıza Nûr
sûresini öğretin." [1]
İçinde, ilâhî nûr
parıltıları bulunduğu için bu sûreye Nûr Sûresi adı verildi. Bu ilâhî nurlar
hükümler, ahlâk ve erdem kuralları konulması sebebiyle bu sûrede
bulunmaktadır. Bu kurallar Allah'ın nurundan kullarına lütfedilmiş bir nûr
parçası rahmet ve kerem feyizlerinden alınmış bir feyizdir. "Allah
göklerin ve yerin nurudur."
Ey Allah'ım! Ey
Âlemlerin Rabbi! Kalplerimizi apaçık kitabının nuruyla nûrlandır. [2]
Bisraillâhirrahmânirrahîm
1. (İşte
bu,) bizim indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir sûredir. Belki düşünüp öğüt
alırsınız diye onda açık seçik âyetler indirdik.
2. Zina eden
kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve âhiret
gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini hususunda sizi sakın acıma duygusu
almasın! Mü'mini erden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.
3. Zina eden
erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden
kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, mü'minlere haram
kılınmıştır.
4. Namuslu kadınlara
zina isnadında bulunup, sonra
dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul
etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir.
5. Ancak
bundan sonra tevbe edip; ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı
ve merhametlidir.
6, 7.
Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara
gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna
dâir dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer
yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.
8, 9.
Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına
yemin ile şahitlik etmesi, beşinci defa da, eğer kocası doğru söyleyenlerden
ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı
kaldırır.
10. Ya
Allah'ın size bol lütfü ve merhameti olmasaydı ve Allah, tevbeleri kabul eden
hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı...!
11. Bu ağır
iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir guruptur. Bunu kendiniz için
bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir
kişiye, günah olarak ne işlemişse onun karşılği vardır. Onlardan bu günahın
büyüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.
12. Bu
iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü'minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-i
zanda bulunup da, "Bu apaçık bir iftiradır " demeleri gerekmez miydi?
13. Bu
iddiayı ortaya atanlar da bu konuda dört şahit getirmeli değil miydiler?
Mademki şahitler getirip isbat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde
yalancıların ta kendisidirler.
14. Eğer
dünyada ve âhirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine
daldığınız dedikodu yüzünden size
mutlaka büyük bir azap isabet ederdi.
15. Çünkü
siz bu iftirayı, gelişi güzel
birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız bu
uydurma haberi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz.
Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz.
Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir şeydir.
16. Onu
duyduğunuzda, "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük
bir iftiradır" demeli değil miydiniz?
17. Eğer
inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp
uyarır.
18. Ve Allah
âyetlerini size açıklıyor. Allah, çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet
sahibidir.
19. İnananlar
arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını
arzulayan kimseler için dünyada da âhirette de çetin bir ceza vardır. Allah
bilir; siz bilmezsiniz.
20. Ya sizin
üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı;
Allah çok şefkatli
ve merhametli olmasaydı..!
Sûre, lügatte yüce
makam, yüksek yer demektir. Nâbiğa şöyle der:
"Görmedin mi,
Allah sana öyle yüce bir makam verdi ki, bütün kralların, o
makamın altında bocaladığını
görürsün."
Şerefi ve yüceliğinden
dolayı, bir başı ve sonu bulunan âyetler topluluğuna da sûre denmiştir.
Nitekim yüksek duvara da adı verilir.
Zânî, zina eden. zina,
haram olan cinsî münabesebet. Son derece çirkin olduğu için buna
"fahişe" de denir. Genel de şeklinde elif-i maksure ile kısa okunur.
Bazan de Necid'lilerin lügatine göre şeklinde elif-i memdûde ile uzun olarak
okunur. Ferazdak şöyle der:
Ey Ebu Tahir! Kim zina ederse, yaptığı zina bilinir. Kim
de şarap içerse sarhoş
olur.
Re'fet, şefkat ve
merhamet demektir, Fiilinden alınmıştır. Ki bu fiil "acıdı, merhamet
etti" demektir.
Muhsanât, iffetli
kadınlarin asıl mânâsı, engel olmaktır. İffetli kadın kendini kötü şeylerden
koruduğu için ona denmiştir. Kale, düşmana engel olduğu için ona da denilir. O
da bu köktendir.
Savar, savmak
demektir. Yayılır. Bir şey yayılıp ortaya çıktığında denilir. Mastarı gelir.
Usbe, birbirlerini
destekleyen insanlar topluluğu. [3]
a) Rivayete
göre, Ümmü Mehzûl isimli bir kadın, fahişelerden biriydi. İhtiyaçlarını karşılamak şartıyla erkeklerle
metres hayatı yaşardı. Müslümanlardan birisi
onunla evlenmek isteyerek
durumu Rasulullah (s.a.v.)'a
bildirdi. Bunun üzerine Yüce Allah, "Zina eden kadınla ancak zina eden veya
müşrik bir erkek evlenir."[4] âyetini indirdi.
b) İbn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Hilâl b. Ümeyye, Rasulullah (s.a.v.)'m
huzurunda,karısmınŞüreyk b. Sehmâ ile zina yaptığını söyledi. Rasulullah
(s.a.v.): "Ya delil getirirsin veya sırtına cezayı uygularım" dedi.
Hilâl: "Ey Allah'ın Rasulu! Bizden biri, karısıyle bir adamı beraber
görse, gidip şahit mi arayacak? Seni hak olarak gönderen Allah'a andolsun ki,
ben doğru söylüyorum. Allah, benim sırtımı had cezasından kurtaracak bir âyeti
mutlaka indirecektir" dedi. " Bunun üzerine, "Zevcelerine zina
isnadında bulunup da..." âyeti
indi.[5]
1. Bu, sânı yüce bir sûre olup, Kur'an'ın, çok
ma'nâlar kapsayan sûrelerinden biridir. Ey Muhammedi Onu sana vahyettik. Onda
bulunan hükümleri kesin bir şekilde farz kıldık. Onda, hükümleri açıkça
gösteren ahkâm âyetlerini indirdik ki, ey mü'minler! Onlar sizin için bir nur
ve kandil olsun. "İnzal" yani "indirmek" kelimesinin
tekrar edilmesi, âyetlere son derece itina edildiğini göstermek içindir. Sanki
Yüce Allah şöyle buyuruyor: O âyetleri size sadece okunmak için indirmedim.
Uygulanmaları ve kendileriyle amel edilmesi için indirdim. Bu hükümleri ibret
ve öğüt olmanız ve gereğini yapmanız için indirdim. Yüce Allah bundan sonra,
zinanın cezasından başlayarak hükümlerini anlattı: [6]
2. Size
meşru ve farz kıldığım hükümler arasında şunlar vardır: Evli olmadığı halde
zina eden kadın ile erkekten her birine, bu çirkin suçun cezası olarak yüzer
kamçı vurun. Allah'ın hükmünü
uygularken onlara acıyıp da hafif vurmayın veya sayıyı eksiltmeyin, aksine onlara, acıtacak şekilde
vurun. Mücâhid şöyle der: Allah'ın koyduğu cezaları, acıyarak ve merhamet
ederek işe yaramaz hale getirmeyin ve uygulamayı bırakmayın.[7] Eğer siz Allah'a ve âhiret.gününe inanan
gerçek mü'minler iseniz, Allah'ın koyduğu cezaları işe yaramaz hale getirmeyin
ve zina edenlere acımayın. Çünkü zina suçu, şefkati coşturmayacak ve merhamete
itmeyecek kadar büyük bir suçtur. Bunlara ceza uygulanırken, mü'minlerden bir
grup hazır bulunsun ki, ceza, onları caydırma ve sakındırma hususunda daha
tesirli olsun. Çünkü rezillik, bazen cezadan daha etkili bir tarzda caydırıcı olur. [8]
3. Zinâ eden
erkeğin, şerefli ve iffetli bir kadınla evlenmesi uygun değildir. O, ancak
kendisi gibi birisiyle veya daha âdi birisiyle evlenir. Meselâ, fahişe veya
putperest bir kadınla evlenir. Zinâ eden bir kadınla da, iffetli bir mü'minin evlenmesi uygun
değildir. Onunla da ancak kendisi gibi veya ondan daha âdi birisi evlenir.
Meselâ, Zinâ eden bir erkek veya kâfir bir müşrik evlenir. Çünkü temiz ruhlar,
fâsık günahkar kadınlarla evlenmek istemez. İmam Fahreddin Râzî şöyle der:
"Bu âyetin tefsirinde söylenen en güzel sözlerden biri de şudur: Zinâ ve
fâsıklığı âdet haline getirmiş olan pis fâsık kişi, sâliha kadınlarla evlenmek
istemez. O ancak kendisi gibi pis ve fâsık bir kadınla veya bir müşrikle
evlenmek ister. Salih erkekler de pis fâsık kadınlarla evlenmek istemezler ve
onlardan nefret ederler. Böyle kadınlarla ancak kendileri gibi olan fâsık ve
müşrik erkekler evlenmek ister. Bu, genelde böyledir. Nitekim şöyle denilir:
Hayrı, ancak takva sahibi adam yapar. Halbuki bazı hayırları takva sahibi
olmayanlar da yapar. Burada da durum aynıdır.[9] Çirkinliği ve adiliğinden dolayı, Zinâ etmek
mü'minlere haram kılındı. Veya, büyük zararlarından dolayı, Zinâ eden
kadınlarla evlenmek mü'min erkeklere haram kılındı.[10]
Yüce Allah bundan
sonra, iftira suçunun cezasını açıklayarak şöyle buyurdu: [11]
4. İffetli
ve şerefli kadınlara zinâ isnat edip de sonra da İddilarma, kadınlara isnat
ettikleri zinayı yaptıklarına dair
şahitlik edecek dört âdil şahit
getiremeyenler var ya, bu iftira atanların her birine, kamçı veya benzeri bir
şeyle 80 defa vurun. Çünkü onlar yalancı
olup suçsuz kadınları itham etmişler ve insanların namuslarıyla oynamışlardır. Onların insanî
değerlerini düşürmek suretiyle cezalarını artırın. Yalana ve iftiraya devam
ettiği sürece onlardan hiçbirinin şahitliğini kabul etmeyin. Onlar, büyük günah
ve çirkin suç işleyerek Allah'a itaati terkedenlerin kendileridir. İbn Kesir
şöyle der: Yüce Allah, bir kimseye zina suçu isnat edip de, söylediğinin
doğruluğuna delil getiremeyen kimse hakkında şu üç hükmü farz kılmıştır:
Birincisi, 80 sopa vurulması, ikincisi, asla şahitliğinin kabul edilmemesi,
üçüncüsü ise, fâsik olması, ne Allah, ne de insanlar katında âdil sayılmaması.[12]
5. Ancak, bu büyük günahı işledikten sonra,
yaptığına pişman olup tevbe edenler ve amellerini düzeltip bir daha iffetli
kadınlara iftira etmeyenler böyle değildir. İbn Abbas, Kelimesini, tevbe
ettiklerini açıkça gösterenler, diye tefsir etmiştir. Şüphesiz Allah, çok
bağışlayan ve esirgeyendir. Öyleyse, siz de onları affedin ve şahitliklerini
kabul etmek suretiyle itibarlarını iade edin. Şüphesiz Allah bağışlayan ve
esirgeyendir. Kul, tevbe edip de hal ve hareketini düzelttiğinde Allah onun
tevbesini kabul eder. Bundan sonra Yüce Allah, eşine zina suçu isnat edenler
hakkında verilen ve "liân" olarak bilinen hükmü açıklayarak şöyle
buyurdu: [13]
6. Eşlerine
zina suçu isnat edip de yaptıkları bu isnada kendilerinden başka şahitlik
edecek kimseleri olmayanlara gelince, Onların birinden iftira atma cezasını
kaldıracak şahitlik şöyledir: Dört şahit yerine geçmek üzere eşine isnat ettiği
zina hususunda doğru söyleyenlerden
olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin edecek,[14]
7. Beşincide,
eşine isnat ettiği zina hususunda yalan söylediği takdirde, "Allah'ın
laneti üzerime olsun" diye yemin edecektir. [15]
8. Buna
karşılık kendisine zina suçu isnat edilen zevcenin şu şekilde yemin etmesi
kocasının şahitliğiyle sabit olan zina cezasını kaldıracaktır. Kocanın,
kendisine isnat ettiği zina suçu hususunda, kesinlikle yalancılardan olduğuna
dair Allah adına dört defa yemin edecek; [16]
9. Beşinci
olarak da, kendisini zina suçu ile itham eden kocası eğer doğru söylüyorsa,
Allah'ın gazabı üzerime olsun, diye yemin edecektir. [17]
10.
Allah'ın, bu suçu açığa çıkarmamak suretiyle size lütuf ve rahmeti olmasaydı,
mutlaka yok olurdunuz, veya sizi rezil ederdi veya sizi hemen cezalandırırdı. Çünkü
nice sükût edilen şey vardır ki, o hususta susmak, konuşmaktan daha etkilidir.
Âyette geçen edatının cevabı, durumun korkunçuluğunu göstermek için
söylenmemiştir. Yüce Allah tevbeyi çok kabul edici ve koyduğu hükümlerde hikmet
sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu. Onun koyduğu güzel hükümlerden biri
de" liân"dır. Ebussuûd şöyle der: "Durumun korkunçluğunu
göstermek için cevabı hazfedilmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: Size Allah'ın
lütuf ve merhameti olmasaydı, mutlaka anlatılamayacak şeyler meydana gelecekti.
Bu cümleden olarak, Allah, Hânı meşru kılmasaydı, kocaya, mutlaka iffete
iftira cezası uygulanması gerekirdi. Halbuki zahire bakılırsa koca doğru
söylemektedir. Çünkü bu olayda o da rezil olmaktadır. Eğer kocanın yeminleri,
kadına zina cezasının uygulanmasını gerekli kıl-saydı, kadın hakkında hüsnü
zanla muamele yapılmamış olurdu. Kadının yaptığı yeminler, kocaya iftira
cezasını gerektirseydi, o takdirde koca hakkında hüsnü zanda bulunulmamış
olurdu. Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutarız. Onun şanı ne yüce ! Rahmeti ne
kadar geniş! Hikmeti ne kadar incedir![18]
Bundan sonra Yüce
Allah ifk olayını[19]
anlattı. Bu olayda iffetli, suçsuz ve temiz olan, mü'minlerin anası Aişe
(r.a.), yalan ve İftira atılmak suretiyle töhmet altında bırakıldı. [20]
11. Yalanın
en kötüsünü söyleyenler, iftira şekillerinin en çirkinini yapanlar var ya, ey
mü'minler, işte onlar sizden bir gruptur. Başlarında da, münafıkların başı İbn
Selûl vardır. Bu olay, Aişe'ye (r.a.) zina suçunun isnat edilmesi olayıdır.
Fahreddin Râzî şöyle der: İfk, yalan ve iftiranın en çirkinidir. Müslümanlar,
bundan maksadın Rasulullah (s.a.v.)'ın günahsız eşi Hz. Aişe'ye (r.a.) yapılan
iftira olduğunda görüş birliğine varmışlardır."[21] Ey Ebu Bekir ailesi! Bu iftira ve ithamı,
sizin için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için hayırdır. Çünkü mü'minlerin
anası Aişe'nin (r.a.) günahsız olduğuna dair vahiy inmesi sebebiyle, bu olayda
sizin için büyük bir şeref vardır. Onun suçsuzluğu hakkında vahiy inmesi en
büyük şeref ve fazilettir. Tefsirciler şöyle der: Bu olayda beş türlü hayır
vardır: Mü'minlerin anası Aişe'nin (r.a.) suçsuz oluşunun ortaya çıkarılması,
hakkında vahiy indirmek suretiyle Yüce Allah'ın onu şereflendirmesi, aleyhinde
çıkarılan iftiradan dolayı bolca sevap, mü'minlere nasihat, iftiracılardan
intikam."[22]
O yalancı gruptan her bir fert için, bu
iftiraya katıldığı nis bette işlemiş olduğu günahın cezası vardır. Onlardan bu
iftiranın büyük bir kısmını yüklenen ve yayan kimseye gelince, âhirette,
cehennem ateşi içinde onun için şiddetli bir azap vardır. Bu, münafıkların başı
İbn Selül’dür. [23]
12. Ey
mü'minler topluluğu! Âişe'ye yapılan bu iftira ve yalanı işittiğinizde mü'min
erkek ve kadınlar, temizliğini ve suçsuzluğunu bildikleri kimseyi hemen
suçlamayıp hüsnü zanda bulunsalardı ya! Çünkü iman, mü'minin, kardeşini
ayıplayan ve kötüleyen kimsenin sözünü hemen tasdik etmemesini gerektirir. İbn
Kesir şöyle der: "Bu, Allah'ın
Âişe (r.a.) kıssası ile mü'minleri terbiye etmesidir. Zira o zaman, bazı
mü'minler o iftiraya katıldılar. Kendilerini, bu iftiraya uğruyan kimsenin
yerine koysalardı ya! Eğer bunu kendilerine yakıştıramıyorlarsa, mü'mİnlerin
anası Âişe (r.a.) bu suçtan uzak olmaya
çok daha layıktır. Rivayete göre Ebâ Eyyûb'un hanımı kocasına: "Halkın,
Âişe (r.a.) hakkında söylediklerini duymuyor musunuz?" dedi. Ebâ Eyyûb:
"Evet. Fakat bu bir yalandır. Ey Eyyûb'un annesi! Sen böyle bir şey yapar
mısın?" dedi. Karısı: "Hayır. Vallahi yapmam " diye cevap verdi.
Bunun üzerine Ebâ Eyyûb: "Vallahi, Âişe (r.a.) "senden daha
iyidir" dedi.[24] O zaman, "bu apaçık bir yalandır "
demeleri gerekmez miydi? [25]
13. O
iftiracılar, söylediklerini gören dört şahit getirselerdi ya! Eğer onlar âciz kalır da, iddialarına bu dört
şahidi getiremezlerse, işte onlar, Allah'ın hükmünde ve şeriatında yalancı ve
bozgunculardır. Bu âyette, iftirayı işitip de onu duyar duymaz inkâr etmeyenler
hakkında kınama ve azarlama vardır. [26]
14. Ey Âişe
hakkında dedikoduya dalanlar! Sizi
hemen cezalandımayıp mühlet
vermek suretiyle, Allah'ın dünya ve âhirette size lütuf ve merhameti
olmasaydı, Bu iftira olayına dalmanızdan dolayı size öyle şiddetli ve dehşetli
bir ceza gelirdi ki, yanında, sopa vurmak ve sert muamele yapmak basit kalırdı.
Kurtubî şöyle der: "Bu, iftiraya dalanlar için Yüce Allah'tan gelen etkili
bir azarlamadır. Fakat
Yüce Allah merhameti
sebebiyle dünyada kusurunuzu gizledi. Âhirette de, tevbe etmiş olarak
gelenlere merhamet edecektir."[27]
15. Allah'ın
lutfu olmasaydı, o olayı birbirinize sorduğunuz ve gerçek olmayan, sadece ve sadece iftira ve
yalan olan bir şeyi söylediğiniz zaman bu azap size gelirdi. Mücâhid, "..
Âyetini şöyle tefsir etmiştir: O iftirayı birbirinize naklediyorsunuz. Bunu
falandan duydum. Falanca şöyle dedi, diyorsunuz."[28] O
iftirayı, size hiç günah gelmeyecek küçük bir hata sanıyorsunuz. Halbuki o,
Allah katında en büyük günahlardandır. Çünkü bu, müslumanların şeref ve
haysiyetine bir hakarettir. İbn Cüzeyy şöyle der: "Yüce Allah onları üç
şeyden dolayı azarladı: Birincisi, bu olayı, birbirlerine sormaları, ikincisi,
onu konuşmaları, üçüncüsü, onu küçümsemeleri. Zira olay Allah katında büyük
olduğu halde onu basit görmüşlerdi. Âyette dillerinizle ve ağızlarınızla,
söylemeniz şeklindeki ifade, bu sözün kalple değil dille olduğuna bir işarettir.
Çünkü onlar, kalpleriyle olayın hakikatini bilmiyorlardı.[29]
16. Bu olayı
ilk işittiğinizde inkâr etmeniz ve "Bunu ağzımıza almamız bize yakışmaz.
Biz onu hiçkimseye söylemeyiz" demeniz gerekirdi. Bu âyet, bütün mü'minler
için bir azarlamadır. "Sübhanallah! Bu büyük bir iftiradır." demeniz
gerekirdi. Rasulullah (s.a.v.)'m suçsuz ve tertemiz eşi hakkında böyle bir söz
söylenemez. Çünkü bu iftira, açık bir yalan ve büyük suçtur.
Zemahşerî şöyle der:
Tabiri, büyük bîr olay karşısında duyulan hayreti ve o olayın imkansız
görüldüğünü ifade eder. Aslında bu tabir, hayret verici bir şey görüldüğünde
Allah'ı teşbih için kullanılır.[30]
17.
"Allah size yararlı öğütler veriyor ki, bir daha asla böyle işler
yapmayasanız. Eğer gerçekten mü'minler iseniz... Çünkü iman bu tür iftiralara
engeldir. Burada mü'minler öğüt almaya teşvik ve tahrik edilmektedir. [31]
18. Allah
size kanunlarını ve güzel ahlâk yollarını gösteren âyetleri açıklıyor ki,
onlardan öğüt alıp güzel ahlâk sahibi olasınız. Allah, kullarını sâlih kişiler
yapacak şeyleri bilir, idare
etmede ve kanun koymada hikmet sahibidir. [32]
19.
Rezillik, zina ve diğer aşırı derecede çirkin fiillerin, temiz mü'minler
arasında yayılmasını isteyen kimseler var ya, işte onlar için, dünyada ceza
uygulamak ve âhirette de cehennem azabı çektirmek suretiyle elem verici bir
azab vardır. Hasan-ı Basrî şöyle der: "Yüce Allah, bu tehdit ve lanetle
münafıkları kasdetmiştir. Çünkü onlar Rasulullah (s.a.v.)'a eziyet etmek istemişlerdi. Bu da kâfirliktir ve
bunu yapan mel'undur."[33]
Yüce Allah, gizli olan
şeyleri de, niyetleri de bilir, siz bunları bilmezsiniz. Fahreddin Râzî şöyle
der: "Bu cümle, bu konuya güzel yakışmıştır. Çünkü kalp sevgisi gizli bir
şeydir. Biz onu ancak, alâmetleri ile bilebiliriz. Yüce Allah'a gelince, hiçbir
şey ona gizli kalmaz. Böylece bu hatırlatma, son derece caydırıcı olmuştur.
Çünkü kötülüğün yayılmasını isteyen kimse, her ne kadar bu isteğini son derece
gizli tutsa da, Allah'ın (c.c.) onu bildiğini ve kendisine ne kadar ceza vereceğini
bilir.[34]
20.
Allah'ın, kullarına lutfu ve merhameti olmasaydı, mutlaka onları cezalandırır
ve yok ederdi, ve insanın tasavvur edemeyeceği şeyler olurdu. Çünkü onun
anlatılması ve izahı mümkün değildir. sljİ Edatının cevabı, durumun
korkunçluğunu göstermek çin söylenmemiştir. [35]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları ışağıda özetliyoruz:
1. "Bu,
Allah'ın indirdiği, şan ve şerefi yüce bir sûredir " yetinde
"sûre" kelimesinin nekra olarak getirilmesi onun yüceliğini ifade
der.
2. Daha önce
geçmiş olan "indirdik" lafzının "3 sûrede apaçık âyetler
indirdik" cümlesinde tekrar edilmesiyle itnâb saıati yapılmıştır. Bu,
sûreye verilen önemin büyüklüğünü göstermek içindir. önemine binaen, umumdan
sonra hususun zikredilmesi kabilindendir.
3. "İffetli
kadınlara atarlar" cümlesinde istiare vardır. İsımda taş veya benzeri sert
bir şeyi atmaktır. Daha sonra, müsteâr oIarak, dil ile bir şey atmak için
kullanılmıştır. Çünkü, bu da maddî eziyete lenzemektedir. Burada güzel bir
istiare vardır.
4. "Eğer
Allah'a inanıyorsanız" cümlesi, tahrik ve eşvik ifade eder. Bu, Arapların,
"Eğer erkeksen, atıl" ifadesine benzer.
5. kelimeleri,
ziyadelik ifade eder. Çünkü vezinleri ziyadelik ifade eden kalıplardandır.
Bunların hepsi, bu lif atların ziyadeliğini ifade eder.
6.
"Doğru söyleyenler" ile "yalancılar" arasında tıbak ardır.
7. "Allah'ın
size lütfü ve acıması olmasaydı" :ümlesinde, olayın korkunçluğunu göstermek için edatının cevabı
söylenmemiştir. Bu da,
cevabın takdirinde her türlü şeyin akla gelmesini sağlar. Bu tür bir ifade daha
beliğ bir açıklama olup daha korkutucu ve caydırıcıdır.
8. Onu
kendiniz için bir şey sanmayın, ile "bilakis o sizin için daha
hayırlıdır." ve "Onu basit bir şey sanıyorsunuz." İle O, Allah katında büyük bir
şeydir arasında tıbak vardır. ile ve ile kelimeleri tibâk sanatını
oluşturmuşlardır.
9. "Onu
duyduğunuz zaman, mü'minler hüsnü zanda bulunsalardı" cümlesinde, II. şahıs
kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Takdiri şöyledir: "Onu işittiğinizde,
hüsnü zanda bulunsaydiniz." Yüce Allah, daha şiddetli azarlamak ve imanın,
mü'minler hakkında hüsnü zanda bulunmayı gerektirdiğini bildirmek için, II. şahıs
kipinden III. şahsa dönmüştür.
10. "Ona
dört şahit getirselerdi ya!" cümlesinde teşvik vardır. Maksat,
kınama ve azarlamadır.
11. "Sübhanallah! Bu,
büyük bir iftiradır" cümlesi, bu sözü söyleyenin hayretini ifade
eder. Lafzı, aslında, Allah'ın yarattığı şeylerden, hayret verici bir şey
görüldüğünde, Allah'ı teşbih etmek için söylenir. Bu da, böyle hayret verici
şeylerin Allah'ın kudretinin dışında olmaktan onu tenzih etmek için söylenir.
Daha sonra bu kelime yaygmlaşarak, hayret verici her şeyde kullanılır oldu.[36]
Yüce Allah niçin, zina
hususunda önce kadım; hırsızlık hususunda ise önce erkeği zikretti? Cevap:
Kadının zina etmesi ve bu suçu işlemesi çok çirkin ve âdidir. Dolayısıyle Yüce
Allah, önce onu zikretti. Hırsızlığa gelince, erkek onu yapmağa daha
cüretlidir ve daha kolay yapabilir. Dolayısıyla onda da önce erkeği zikrederek
şöyle buyurdu: "Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesiniz."[37]
"İffetli
kadınlara zina isnat edenler var ya," cümlesindeki ifadesinde, iffetli
erkek veya kadına iftira atmanın, iftira cezası gerektirdiğine ince bir işaret
vardır. Fakat kendisine bu suçun isnat edildiği şahıs, ahlâksızlığı ile
bilinen veya lâubalîlik, hayasızlık ve sorumsuzca davranışlarıyla şöhret bulmuş
birisi ise, ona bu suçu isnat eden kimseye ceza uygulanmaz. Çünkü ahlâksız, fâsık
kimsenin şerefi yoktur. Bu ince sırrı bir düşünün! [38]
Yüce Allah, daha önce
"çok tevbe kabul eden çok merhametli" dediği halde, niçin daha
sonra" çok tevbe kabul eden, hikmet sahibi" dedi? Halbuki tevbeye,
rahmet uygun düşüyor. Cevap: Yüce Allah, kan koca arasmda Hânı meşru' kılmak
suretiyle, kulların kusurunu Örtmek istedi. Eğer liân (lanetleşme) meşru'
olmasaydı, kocaya mutlaka "iffete iftira" cezası uygulanması
gerekirdi. Halbuki zahire bakılırsa koca doğru söylemektedir. Eğer kocanın
lanetleşmesi ile yetinilseydi, karıya zina cezası gerekirdi. Bu hükmün meşru'
kılınması hem hikmete uygundur, hem de bununla her ikisi hakkında hüsnü zanda
bulunulmuş olur. Bu şahitliklerle Yüce Allah, her ikisinden de cezayı kaldırdı.
Sübhânallâh! Allah'ın rahmeti ne kadar geniş, hikmeti ne yüce![39]
21. Ey iman
edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip
ederse, şunu filsin ki o, edebsizliğî ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde
Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize
çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.
22.
İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah
yolunda hicret edenlere vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar
feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok
bağışlayandır, çok merhametlidir.
23. 24.
Namuslu, kötülüklerden habersiz mü'min kadınlara zina isnadında bulunanlar,
dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Yapmış olduklarına, dilleri, elleri ve
ayakları aleyhlerinde şahitlik edeceği gün onlar için çok büyük bir azap
vardır.
25. O gün
Allah onlara gerçek cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık
gerçek olduğunu anlayacaklar.
26. Kötü
kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz
erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu temizler iftiracıların
söylediklerinden çok uzaktırlar. Onlar için bağışlanma ve güzel bir rızık
vardır.
27. Ey iman
edenler! Kendi evinizden başka evlere izin isteyip ev halkına selâm vermedikçe
girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde düşünüp anlarsınız.
28. Orada
kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size,
"Geri dönün!" denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha güzel
bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.
29. İçinde
faydalanacağınız şeylerin bulunduğu, oturulmayan evlere girmenizde herhangi bir
mahzur yoktur. Allah, sizin açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de
bilir.
30. Mü'min
erkeklere, gözlerini harama kapamalarını, ırzlarını da korumalarını söyle.
Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların
yapmakta olduklarından haberdardır.
31. Mü'min
kadınlara da söyle: Gözlerini kapasınlar;
namus ve iffetlerini korusunlar. Görünen kısımları müstesna olmak üzere,
zînetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine örtsünler.
Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının
oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin
oğulları, kendi kadınları, ellerinin altında bululan köleleri, erkeklerden,
kadına ihtiyacı kalmamış hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların
gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zînetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları
zînetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa
eresiniz.
32. Aranızdaki
bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer
bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü
ile onları zenginleştirir. Allah, lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir.
33. Evlenme
imkânını bulamayanlar ise, Allah, lütfü ile kendilerini varlıklı kılıncaya
kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan mükâtebe
yapmak isteyenlere, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen mükâtebe
yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya
hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen
cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir
ki zorlanmalarından sonra Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.
34. Andolsun
ki biz size, gerekeni açık açık bildiren âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş
olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik.
Yüce Allah önceki
âyetlerde ifk olayını anlattıktan sonra ardından, insanı pusuda bekleyen ve onu
her türlü kötülük, şer ve bozgunculuğa çağıran şeytanın yoluna girmekten
sakındırdı. Daha sonra da izin isteme ve ziyaret kaidelerini anlattı. Çünkü ifk
(iftira) olayını meydana getirenler, bu iftiralarına tesadüfi bir halvetten
(yabancı bir erkek ile bir kadının yalnız olarak birarada bulunmaları yol buldular. İşte bu
halvet, Âişe'nin (r.a.) töhmet altında bırakılmasına yol açtı. Bu sebepledir ki
Yüce" Allah, herhangi bir insanın, başkasının evine izinsiz ve selâmsız
girmemesini emretti. Bunun ardından da nâmahreme bakmamayı emreden âyetleri
gönderdi, [40]
Yemin etmesin. Ö yemin
demektir. kadınlarına yaklaşmamaya yemin ederler.[41] âyetinde de bu mânâdadır.
Muhsanât, iffetli,
şerefli, temiz kadınlar. İffetli kadın mânâsına gelen kelimesininin çoğuludur.
Müberraûn; uzak
olanlar, suçsuzlar. İnsanın, kendisine isnat edilen töhmetten uzak olması.
İzin istersiniz. Bu kelimenin lügat mânâsı, bir
şey ile yalnızlığı gidermeyi istemektir. Şâir şöyle der:
Kurt uludu ve o
uluyunca ben onu dinleyerek yalnızlığımı giderdim. Bir insan da seslenince,
neredeyse uçayazdım.
Kaparlar. Bir kimse
gözünü aşağı eğdiğinde, denir. Bu kelime aslında, göz kapaklarını üst üste
getirip kapatmak demektir. Cerir şöyle der:
Gözünü kapa. Sen
Nümeyr kabilesindensin. Ne Ka'b'a ne de Kilâb'a yetişebilirsin.
Humur, kadının, başını
Örttüğü şey mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. "Kapları
kapattılar" mânâsına denir.
Cüyûb, göğüs mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur, İrbe, kadına duyulan ihtiyaç. [42]
a) Ebubekir
Sıddîk, (r.a.) fakirliği ve akrabalığı dolayısıyle Mıstah b. Üsâse'ye yardım
ederdi. İfk olayı meydana gelip Mıstah da bu olay hakkında ileri geri
konuşunca, Ebubekir (r.a.) ona yardım etmemeye ve asla hiçbir şekilde ona yarar
sağlamamaya yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah, İçinizden faziletli ve servet
sahibi kimseler., yemin etmesinler." âyetini indirdi. Bunu duyan Ebubekir
(r.a.): "Vallahi ben, Allah'ın beni bağışlamasını isterim," dedi ve
daha önce Mıstah'a yapmakta olduğu yardımı tekrar devam ettirdi. "Vallahi,
bu yardımı bir daha ondan asla kesmeyeceğim." diye yemin etti.[43]
b) Ali
(r.a.)'nm şöyle dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.) zamanında bir adam,
Medine yollarından bir yolda yürüdü. Bir kadınla göz göze gelip birbirlerine
baktılar. Şeytan onlara, her biri diğerine, onu beğendiği için baktı, şeklinde
vesvese verdi. Adam, kadına baka baka bir duvara doğru yürürken aniden duvara
çarpü ve burnu yarıldı. Bunun üzerine dedi ki: "Vallahi, Rasulullah
(s.a.v.)'a gidip durumu anlatıncaya kadar bu kanı yıkamayacağım."
Rasûlullah'a (s.a.v.) gidip olayı anlattı. Rasulullah (s.a.v.): "Bu, senin
günahının cezasıdır." buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Mü'minlere
söyle, gözlerini kapasınlar" âyetini indirdi.[44]
21. Ey
Allah'a ve Rasûlüne iman edenler! Şeytanın peşinden gitmeyiniz. Kötülüğü
yaymak, iftiraya kulak vermek ve onu konuşmak suretiyle onun yollarına
girmeyin. Kim şeytanın yoluna girip peşinden giderse Bilsin ki, şeytan insanı
yoldan çıkarır ve aldatır. Çünkü o, son derece çirkin olan edebsizliği ve
şeriatın hoş görmediği, akl-ı selimin nefret ettiği kötülüğü emreder. Ey
mü'minler! Eğer Allah, günahları yok eden tevbeye muvaffak kılmak ve hatalara
keffaret olan cezaları meşru kılmak suretiyle size lutfetmemiş olsaydı hiçbiriniz günahlardan ebediyyen
temizlenemezdi. Fakat Allah lütuf ve rahmetiyle, dilediği kimseyi, kesin olarak
tevbe etmeye muvaffak kılmak ve tevbesini kabul etmek suretiyle günahtan
arındırır. Kurtubî şöyle der: "Bundan maksat şudur: Allah'ın sizi
arındırması, temizlemesi ve doğru yola ulaştırması sizin amellerinizle değil,
ancak onun lütfuyla olur.[45] Allah,
söylediklerinizi işitir, niyetlerinizi ve
kalplerinizden geçirdiklerinizi bilir. [46]
22. Dinde
fazilet sahibi ve zengin olanlarınız yemin etmesin. Yani, fakir akrabalarına
ve muhacirlere, daha önce yapmakta oldukları yardımı, işledikleri bir günahtan
dolayı kesmeye yemin etmesinler. İşlemiş oldukları suçu bağışlasınlar, yapmış
oldukları kötülüğü affetsinler. Daha önce yaptıkları lütuf ve ihsanı devam
ettirsinler. Ey mü'minler! Sîze kötülük edeni affetmeniz, bağışlamanız ve ona
iyilik etmenize karşılık Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Rivayete
göre, Ebubekir (r.a.) bu âyeti dinleyince: "Evet, ben, Allah'ın beni
bağışlamasını isterim." dedi
ve yaptığı yeminin
keffaretini vererek, tekrar Mıstah'a yardım etmeye başladı. Şöyle dedi:
"Vallahi, bu yardımı bir daha ondan asla kesmeyeceğim." Tefsirciler
şöyle der: "Bu âyet, Ebubekir'in (r a.) faziletini gösterir. Çünkü Yüce
Allah, onu, "fazilet sahipleri yemin etmesin" sözüyle övmüştür.
Ebubekir Sıddık'm faziletine delil olarak bu yeter. Allah ondan razı olsun ve
onu razı etsin." Allah, ceza landırabilecek sonsuz kudrete sahip olmasın
rağmen, çok esirgeyen ve çok bağışlayandır.
Bundan sonra Yüce
Allah temiz ve iffetli kadınlara iftira atanları tehdit ederek şöyle buyurur: [47]
23.
İffettli, gönüllerinde hastalık bulunmayan kalpleri her türlü kötülük ve
ahlaksızlıktan arınmış, aynı zamanda imanlı kadınlara, "zina etti"
diye iftira edenler yok mu, işte onlar, dünyada ve âhirette Allah'ın
rahmetinden uzaklaştırılarak kovulmuşlardır. îbn Abbas şöyle der: "Bu
lanet, Peygamber (s.a.v.)'in eşlerine iftira atan kimseler hakkındadır. Çünkü
böyle bir kimsenin tevbesi kabul olunmaz. Herhangi bir mü'min kadına iftira
eden kimseye, Yüce Allah tevbe hakkı tanımıştır."[48] Ebu Hamza şöyle der: "Bu âyet, Mekke
müşrikleri hakkında indi: Mü'min bir kadın, Medine'ye hicret etmek üzere
Mekke'den çıktığında, müşrikler ona iftira atarak: "Zina etmek için
gitti" derlerdi."[49] İşlemiş
oldukları suç ve günah sebebiyle, bu lanetle birlikte onlar için,
anlatılamayacak kadar korkunç bir azavardır. [50]
24. Bu şiddetli
azap o korkunç kıyamet
gününde olacaktır, O zaman İnsanın uzuvları kendi aleyhinde şahitlik edecek;
diller, eller ve ayakları, kişinin işlediği kötü amelleri söyleyeceklerdir. [51]
25. Kıyamet
gününde, en iyi hüküm veren Yüce Allah tarafından, hesapları görülecek ve âdil
bir şekilde cezaları verilecektir. işte o zaman, Yüce Allah'ın hiç kimseye zulmetmeyen adaletli
bir zât olduğunu,
koyduğu kanun ve
hükümlerde adaletinin açık olduğunu bileceklerdir. Bundan sonra Yüce
Allah, kesin ve açık delille, Aişe'nin (r.a.) suçsuz
ve günahsız olduğunu
anlattı. O suçsuzdu, çünkü tertemiz
olan Rasulullah (s.a.v.)'ın eşiydi. Yüce Allah'ın sünneti, cinsi cinse, yani
aynı yaratılışta olanları birbirinin yanma göndermek şeklinde cereyan
etmiştir. Eğer Âişe (r.a.), temiz ve faziletli olmasaydı, mahlukatın en üstünü
olan Rasulullah (s.a.v.)'m eşi olmazdı. İşte bunun içindir ki, Yüce Allah
şöyle buyurdu: [52]
26. Kötu
kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de
kötü kadınlara, aynı şekilde temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de
temiz kadınlara yaraşır.[53] Bu âyet, Âişe'nin (r.a.) suçsuzluğuna bir
delil gibidir. Çünkü o, Allah katında en değerli varlık olan en Şerefli
Peygamberin (s.a.v.) eşidir. Eğer o, iffetli şerefli ve temiz olmasaydı, Allah
onu en şerefli kulunun eşi yapmazdı. İşte o fazilet sahibi insanlar, haklarında
yalan ve iftira atanların söylediklerinden uzaktırlar, Karşılaştıkları eziyetlerden
dolayı onların günahları bağışlanmış ve naîm cennetlerinde bol azıklara nail
olmuşlardır. İbn Kesir şöyle der: "Bu âyette Âişe'nin, (r.a.) cennette de
Rasulullah (s.a.v.)'ın eşi olacağına dair vaad vardır." [54]
27. Ey iman
edenler! kendi evlerinizden başka evlere izin almadan girmeyin. Yüce Allah
iffetli kadınlara iftira atmaktan sakındırdıktan ve bu husustaki cezanın
şiddetli olduğunu bildirdikten sonra evlere girme hususundaki dînî kuralları
gösterdi ve girmeden önce izin
istemeyi, girdikten sonra
ise selâm vermeyi emretti. Çünkü,
iffetli kadınların ahlâksızlıkla itham edilmelerinin sebebi, erkeklerin
kadınlarla karışık yaşamaları ve yalnız oldukları zamanlarda onların yanma
girmeleridir. İzin istemeden ve ev sahibine selâm vermeden başkalarının evine
girmeyin. Bu izin alma ve selâm verme, ansızın girmekten sizin için daha
iyidir. Öğüt alıp o doğru yolu gösteren ahlâk kurallarının gereğini yapmanız
için böyle emrettik. Kurtubî şöyle der: Yani, izin isteme ve selâm verme, sizin
için, izinsiz içeri dalmaktan ve ansızın
insanların yanma girmekten, ya da Câhiliyye usûlü selâm vermekten daha
iyidir. Câhiliyye döneminde bir adam,
kendi evinden başka bir eve girdiğinde,
"sabahınız hayır olsun (günaydın), akşamınız hayır olsun" der
ve içeri girerdi. Çoğu kere, kişiyi, karısıyle birlikte yatakta bulurdu. Rivayete göre bir adam, Rasulullah (s.a.v.)'a:
"Annemin yanına girmek için de izin isteyeyim mi?" diye sordu.
Peygamberimiz (s.a.v.): "Evet" buyurdu. Adam: "Onun benden başka
yardımcısı yok. Her girdiğimde izin isteyeyim mi? dedi. Rasulullah (s.a.v.):
"Anneni, çıplak görmek ister misin? diye sorunca, adam, "hayır"
diye cevap verdi. Bunun üzerine, Rasulullah (s.a.v.): "O halde, annenin
yanına girerken izin iste " buyurdu.[55]
28. Evlerde,
girmenize izin verecek herhangi bir kimse bulamazsanız, bekleyin, girme izni
verilinceye kadar girmeyin. Çünkü evlerin mahremiyeti vardır. Sahiplerinin izni
olmadan oralara girmek helal olmaz. Eğer girmenize izin verilmez ve dönmeniz
istenirse, ısrar etmeyin, geri dönün. Geri dönmek sizin için daha iyi ve daha
temizdir. Geri dönmek, kapıda bekleyip ısrar etmekten sizin için daha iyidir.
Yüce Allah izli şeyleri ve niyetleri bilir. Yaptığınız bütün amelleri de bilir.
Size onların karşılığını verir. Kurtubî şöyle der: "Bu âyette, evlerde
aile mahremiyetlerini merak edip araştıranlar için bir tehdit vardır. "Yüce
Allah, içinde insanların yaşadığı evlerin hükmünü bildirdikten sonra, içinde
insan yaşamayan evlerin hükümünü anlattı ve şöyle buyurdu: [56]
29.
Tekkeler, oteller ve hanlar gibi, herhangi bir kimsenin özel meskeni olmayan
yerlere izinsiz girmenizde herhangi bir vebal ve günah yoktur. Mücâhid şöyle
der: "Bunlar, yolcuların yolları üzerinde bulunan hanlardır. O hanlarda
kimse sürekli kalmaz. Bilakis oralar, her yolcunun barınması için yapılıp vakfedilmiş
yerlerdir."[57] Oralarda
sizin için yararlar vardır. Veya orada sıcaktan gölgelenmek eşya ve yükleri
korumak gibi ihtiyaçlarınızı giderirsiniz. Allah, açığa vurduğunuzu da,
kalplerinizde gizlediğinizi de bilir ve size onun karşılığını verir. Ebussuûd
şöyle der: "Bu âyet, herhangi bir yere, fesat çıkarmak veya aile
mahremiyetlerini öğrenmek maksadıyla giren bir kimse için bir tehdittir."[58]
Bundan sonra Yüce
Allah, gözü kapama ve namusu koruma gibi, yüce ahlâk kurallarını öğretmek üzere
şöyle buyurdu: [59]
30. Ey
Peygamber! Sana ayan mü'minlere, mahremleri olmayan yabancı kadınlara bakmaktan
gözlerini kapamalarını söyle. Çünkü bakış, kalbe şehvet tohumlan serper. Nice
bir anlık şehvet vardır ki, uzun üzüntüler vermiştir. Şâir şöyle demiştir:
Nice bakış vardır ki, o, yay ve kirişi
olmayan bir oktur. Sahibinin
kalbinde ok yarası gibi yara açar. Âyetin devamında da buyurdu ki Avret yerlerini zinadan
ve açmaktan korusunlar. Bu, gözü kapama ve avret yerini koruma, kalpleri daha
temizleyici, dini daha koruyucu ve ahlâksızlığa düşmekten daha muhafaza
edicidir. Yüce Allah, onları gözetici ve amellerini görücüdür. Onların
hallerinden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Dolayısıyle onların, gizli ve
açıkta Allah'tan korkmaları gerekir. Fahreddin Râzî şöyle der: "Eğer,
denilirse ki: Niçin gözleri kapamak avret mahallerini korumaktan önce
zikredildi? Buna şöyle cevap veririz: Çünkü bakmak, zinanın habercisidir,
ahlâksızlığın öncüsüdür. Bakmada çok şiddetli bela vardır. Hemen hemen ondan
korunulamaz.[60]
31. Mü'min
kadınlara da söyle: Bakmaları helal olmayan şeylere bakmaktan gözlerini
korusunlar. Avret yerlerini zinadan ve açmaktan muhafaza etsinler. Tefsirciler
şöyle der: Yüce Allah, mü'min kadınlara, gözlerini kapama ve avret yerlerini korumalarını
pekiştirmeli bir şekilde emretti. Ayrıca, yükümlü kılma hususunda, erkeklerden
fazla olarak, mahremleri ve akrabaları dışında kimseye zînetlerini
göstermemelerini de emretti, Kadınlar, kasıt ve kötü niyet olmadan açılan
yerleri dışında, zînetlerini yabancılara göstermesinler. İbn Kesir şöyle der:
"Zînetten hiçbir şeyi yabancılara göstermesinler." Ancak gizlenmesi
mümkün olmayanlar bu hükmün dışındadır. Nitekim İbn Mesud şöyle der: "İki
zînet vardır. Birincisini, koca dışında kimse göremez. Bunlar; yüzük ve
bileziktir. İkincisi, nâmahrem olanların görebileceği şeydir. Bu da dış elbisedir."[61] Bir
görüşe göre, kasıtsız görünenlerden maksat, yüz ve ellerdir. Bunlar avret
değildir. Beyzâvî şöyle der: "En açık olan, yüz ve ellerin, bakma
hususunda değil, namazda avret olmayışıdır. Zira hür kadının bütün bedeni
avrettir. Kocası ve mahreminin dışında hiç kimse için, kadının bedeninden
herhangi bir yere bakmak helal değildir. Ancak, tedâvî olmak ve şahitlik yapmak
gibi zarurî durumlar bu hükmün dışındadır.[62] Baş örtülerini göğüsleri üzerine sarkıtsınlar
ki, boyun ve göğüslerinden bir şey görünmesin. Kelimesi, örtünme ve korunmada
titiz davranmayı ifade eder. Âişe'nin (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Allah, ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Yüce Allah, "baş
örtülerini göğüsleri üzerine sarkıtsınlar" mealindeki âyeti indirince,
mırtlarım[63] yırtarak başlarını
örttüler."[64] Tefsirciler şöyle der:
Câhiliyye döneminde kadın, bugün modern Câhiliyye döneminde olduğu gibi,
erkeklerin yanından göğsü, gerdanı ve kollan açık olarak geçerdi. Çok zaman da
erkekleri baştan çıkarmak için, bedenin güzel yerlerini ve saç örgülerini
gösterirdi. Baş örtülerini arkalarına salıverirler, göğüsleri açık ve çıplak
kalırdı. Dolayısıyle mü'min kadınlara, baş örtülerini önlerinden sarkıtmaları
emredildi ki göğüslerini de kapasınlar ve kötülerin kötülüğünü kendilerinden
uzaklaştırsmlar. Allah'ın, açılmasını haram kıldığı gizli zinetlerini
kocalarından başka kimseye göstermesinler. Babalarına veya kocalarının babalarına
gösterebilirler. Bunlar mahremlerdendir. Çünkü baba, kızının namusunu korur.
Kocanın babası da, oğlunu üzecek şeylerden onu korur. Yüce Allah, bundan sonra
diğer mahrem olanları sayarak şöyle buyurdu: Oğulları, kocalannın oğulları,
erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullan ve kız kardeşlerinin oğulları
yanında zinetlerini açabilirler. Yüce Allah burada oğullan, kocalarının
oğullarını, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullarını ve kız kardeşlerinin
oğullarını saydı. Bunların hepsi, kendileriyle evlenilmesi haram olan
kimselerdir. Zira Allah insan fıtratına, yakınlarla cinsî ilişki ve onlarla evlenmekten
nefret etme duygusunu yerleştirmiştir. Veya zînetlerini müslüman kadınlara
gösterebilirler. Bu kayıtla, kâfir kadınlar bu hükmün dışında kalmıştır.
Mücâhid şöyle der: "Bundan maksat, müslüman kadınlardır. Çünkü müşrik
kadınlar, onların kadınları değildir. Müslüman kadının, kâfir kadın yanında
açılması helâl değildir. İbn Abbâs şöyle der: Bunlar, müslüman kadınlardır.
Müslüman kadın, bir yahudi veya hiristiyanım yanında o yahudi veya hıristiyan kadın
da olsa zînetini asla açamaz.[65] Müşrik cariyelerine de gösterebilirler, ibn
Cerir şöyle der: "Müşriklerin esir olarak alman kadınlarından olan
cariyelere, ne kadar müşrik olsalar da, göstermeleri caizdir. Çünkü onların
cariyeleridir." Ahmak, aptal ve cinsiyet meselelerinde bir şey anlamayanlar
gibi, kadınlara meyil, şehvet ve ihtiyacı olmayan erkek hizmetçilere de
zinetlerini gösterebilirler. Mücâhid şöyleder: "Maksat, yemek isteyip
kadın istemeyen, karnı doyurmaktan başka bir şeyi düşünmeyen ahmak kimsedir.
Şehvet çağına ermemiş ve küçüklüğü sebebiyle cinsî meseleleri anlamayan küçük
çocukların yanında da, kadının zînetini göstermesinde bir sakınca yoktur.
Erkekler, halhalin sesini işitip de, kalbinde hastalık bulunanların bir şey
ummamaları için ayaklarını yere vurmasınlar. İbn Abbas şöyle der: "Kadın,
insanların içine gider ve halhalinin sesinin duyulması için ayaklarını yere
vurarak yürürdü. Yüce Allah bunu yasakladı. Çünkü bu, şeytanın anıelindendir.
Ey mü'minler! İtaate sarılmak ve şehevî arzulardan sakınmak suretiyle Rabbinize
dönün ki, rızasını kazanasmız, dünya ve âhiret mutluluğunu elde edesiniz. [66]
32. Ey
mü'minler! Hür olan erkek ve kadınlardan eşi almayanları evlendirin. Taberî şöyle der: Eşi olmayan
erkek veya adın mânâsına gelen siz kelimesinin çoğuludur. Eşi olmayan herkese, kadına
da iç denir."[67] Takva sahibi ve iyi Dİan köle ve
cariyelerinizi de evlendirin. Beyzâvî şöyle der: "Kölenin dini korumak ve
durumlarına özen göstermek çok önemli olduğu için, burada ezellikle salih yani
iyi köle ve cariyeler zikredildi."[68] Aynı zamanda burada, insan hayatında takvanın
ve iyi kul olmanın önemine de işaret vardır, Eğer evlendireceğiniz bu kişiler,
fakir ve yoksul seler, fakirlikleri, sizin onları evlendirmenize engel olmasın.
Çünkü Allah'ın lutfunda, onları zengin kılacak nimetler vardır. Allah'ın lutfu
geniştir ve çok cömerttir. Dilediğine bolca rizık verir. O, kul-arının
ihtiyaçlarını da pek iyi bilendir. Kurtubî şöyle der: "Bu, Allah'ın
kendisinin rızasını kazanmak ve onun günah saydığı şeylerden korunmak
maksadıyle evlenenlere zenginlik vereceğine dair bir vaadidir. İbn Mesud:
'Nikahlanarak zenginliği arayanız" dedi ve bu âyeti okudu.[69] Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Üç kişi
vardır ki, onlara yardım etmek Allah üzerine bir haktır. İffetini koruma
isteğiyle evlenen, borcunu ödeme niyetiyle, hürriyeti çin efendisiyle anlaşma
yapan köle ve Allan yolunda savaşan gazi."[70]
33. Maddî
sebeplerden dolayı evlenme mkâm bulamayanlar, Allah onları lütfuyla zenginleştirinceye
ve evlenmelerini kolaylaştırmcaya kadar iffetlerini korumaya ve şehvetlerine
hakim olmaya çalışsınlar. Çünkü kul, Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir
kolaylık ve çıkış yolu nasip eder. Efendileriyle anlaşma yaparak kölelikten
kurtulup hürriyetine avuşmak isteyen kölelere gelince onlarda itimat ve olgunluk görürseniz, hür olmaları
için, bir miktar mal karşılığı onlarla yazılı anlaşma yapınız. Hürriyetlerini
elde etmeleri için onlara bir yardım olmak üzere, Allah'ın size verdiği
rızıktan onlara verin. Eğer zina yapmaktan korunmak sterlerse, cariyelerinizi
zinaya zorlamayın. Buradaki, korunmak isterlerse sözü bir kayıt veya şart
değildir. Yani korunmak istemezlerse onarı serbest bırakın mânâsına gelmez. Bu
ancak, zinaya zorlamanın çirkinlik ve adiliğini gösterir. Çünkü, asıl olan,
efendinin, cariyelerin iffetini korumasıdır, âriye iffetini korumak ve zinaya
yaklaşmamak istediği halde, efendisinin ona zina etmesini emretmesi ise, onun
son derece alçaklık ve adiliğidir. Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, münafık Abdullah b. Sclûl
hakkında inmiştir. Onun Müseyke ve Ümeyme adlarında iki târiyesi vardı. Para
kazanmak maksadıyle onlara zina etmelerini emrediyor ve yapmadıkları takdirde
onları dövüyordu. Cariyeler durumu Rasululluha (s.a.v.)'a şikayet ettiler,
bunun üzerine bu âyet indi. Dünyanın geçici malına kavuşmak, zina ve rezillik
yoluyla mal elde etmek için cariyelerinizi bu kötülüğe zorlamayın. Cariyeleri
zinaya zorlayan bilsin ki, Allah onları çok bağışlayan ve esirgeyendir. Zina
yaptıkları için onları cezalandırmaz. Çünkü onlar zinaya zorlanmışlardır.
Onları zorlayanlardan, Allah, çok kötü bir şekilde intikam alacaktır. [71]
34. Ey
mü'minler! Andolsun ki size, açık âyetleri ve hükümleri indirdik. Öğüt ve ibret
almanız için de, size geçmiş ümmetlerden misaller getirdik. Takva sahipleri için de öğüt ve nasihat
indirdik. [72]
Bu mübarek âyetler,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır.
Bunları aşağıda
özetliyoruz:
1. "Şeytanın
izlerini takip etmeyin" cümlesinde latif istiare vardır. Burada, şeytananm
yoluna girmek ve onun konvoyu ile gitmek, istiare yoluyla, adım adım başkasının
peşinden giden kimseye benzetilmiştir.
2. "Vermemeye..."
burada hazif yoluyla îcâz vardır. Takdiri: şeklindedir. Mânâdan anlaşıldığı
için edatı hazfedilmiştir. Bu, Arap dilinde çoktur.
3. "Allah'ın
sizi bağışlamasını istemez misiniz?" âyetinde muhatap Ebu Bekir'dir
(r.a.). İbarenin çoğul gelmesi, tazim içindir.
4.
"yaparlar" ile "bilirler" arasında cinâs-ı nakıs vardır.
5. "Pisler,
pisler içindir" ile "Temizler, temizler içindir" arasında güzel
bir mukabele vardır.
6.
"Açığa vuruyorsunuz" ile "gizliyorsunuz" arasında
tıbâk vardır.
7. "Gözlerini
kapasınlar " cümlesinde, hazif yoluyla icaz vardır. Maksat, gözleri
herşeye değil, sadece Allah'ın haram kıldığı şeylere kapatmak, yani
bakmamaktır. Muhataplar bunu anlayacakları için bununla yerinilerek hazif
yapılmıştır.
8.
"Zînetlerini açmasınlar " cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Maksat, zînet
yerleridir. Zikr-i hâil, irâde-i mahal! kabilindendir. Zemahşerî şöyle der:
Burada, zînet mahallerinin soylenmeyip de zînetin söylenmesi, örtünme ve
korunmayı vurgulu bir şeklide emretmek içindir. [73]
Bazı araştırmacılar
şöyle der: "Yusuf (a.s.)'a zînâ suçu isnat edilince, Yüce Allah, onun
suçsuzluğunu, beşikteki bir çocuğun diliyle anlattı. Meryem'e (r.a.) zina
ettiğine dair iftira edildiğinde, Yüce Allah onun suçsuzluğunu da oğlu İsa
(a.s.)'nın diliyle anlattı. Âişe'ye (r.a.), zina etti diye iftira atılınca ise,
Yüce Allah, onun suçsuz olduğunu Kur'an-ı Kerim'inde anlattı. Yüce Allah, onun
suçsuzluğunu bir çocuk veya peygamberin diliyle anlatmaya razı olmadı da, onun
bu iftiradan uzak olduğunu, bizzat kendisi Kur'an-ı Kerim'de anlattı."[74]
Gözlerim kapasınlar ve
namuslarım korusunlar" ifadesinde, "gözlerini kapama" emrinin
"namusu koruma"dan önce söylenmesinin sırrı şudur: Bakmak, zinanın
postacısı ve kötülüğün öncüsüdür. Tehlikeye düşmenin başlangıcıdır. Nitekim
şair şöyle demiştir: Bir
gün sen, gözlerini kalbinin casusu olarak gönderdiğinde, gördüğün manzaralar
seni yorar. Öyle şeyler görürsün ki, sen onun ne tümüne, ne de bir kısmına
sabredebilirsin. [75]
Rivayete göre bir
keşiş, mü'minlerin annesi Aişe'yi (r.a.) tenkit ederek müslümanlan küçük
düşürmek istedi. Dedi ki: "İnsanlar ona zina suçu isnat ettiler. Onun
suçlu mu yoksa suçsuz mu olduğunu bilmiyoruz." Orada bulunanlardan birisi,
Meryem ile Aişe'yi kastederek cevap verdi: "Dinle, ey adam! zina suçuyla
itham edilen iki kadın var. Allah, Kur'an-ı Kerim'de her ikisinin de suçsuz
olduğunu bildirmiştir. Birisi, kocası olmadığı halde çocuk doğurmuştur. Diğeri,
kocası olduğu halde çocuğu olmamıştır. Şimdi bunların hangisi itham edilmeye
daha layıktır?" Bunun üzerine keşiş susup kaldı. [76]
35. Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun
temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba bir kandil
içindedir; o kandil de sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da,
batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden tutuşturulur.
Yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. Nur üstüne nurdur.
Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara işte böyle misal getirir.
Allah her şeyi bilir.
36. Bu
kandil birtakım evlerdedir ki, Allah o evlerin yücelmesine ve içlerinde
isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu teşbih eder...
37. O'nu
Birtakım insanlar teşbih ederler ki, ne ticâret, ne de aliş-veriş onları Allah'ı anmaktan,
namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalblerin ve gözlerin
allak bullak olduğu bir günden korkarlar.
38. Çünkü
Allah, kendilerini, yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracak ve lütfundan
onlara fazlasıyla verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rîzıklandırır.
39. İnkâr
edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan
onu su zanneder; nihayet ona vardığında orada herhangi bir şey bulamamış,
üstelik yanıbaşında da Allah'ı bulmuştur; Allah ise, onun hesabını tastamam
görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür.
40. Yahut
derin ve engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; öyle bir deniz ki, onu
dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Birbiri üstüne karanlıklar...
İnsan, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nûr
vermemişse, artık o kimsenin ışık ve aydınlıktan nasibi yoktur.
41. Göklerde
ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çirçıp uçan kuşların Allah'ı teşbih
ettiklerini görmez misin? Her biri kendi teşbihini ve duasını bilmiştir.
Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir.
42. Göklerin
ve yerin mülkü Allah'ındır; dönüş de ancak O'nadır.
43. Görmez
misin ki Allah bulutlan sürüyor; sonra onları bir araya getirip üstüste
yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasından yağmur çıkıyor. O, gökten, oradaki
dağlar (büyüklüğünde bulutlar) dan dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet
ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; bu bulutlardan çıkan şimşeğin
parıltısı nerdeyse gözleri alır!
44. Allah,
gece ile gündüzü birinden diğerine çeviriyor. Şüphesiz bunda, gözleri olanlar
için mutlak bir ibret vardır.
45. Allah,
her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür,
kimi iki ayak üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde
yürür... Allah dilediğini yaratır; çünkü Allah her şeye kadirdir.
46. Andolsun
biz açık seçik bildiren âyetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
47.
"Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik " diyorlar; ondan
sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.
48. Onlar,
aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında,
bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüzçevirip dönerler.
49. Ama, eğer
hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler.
50. Kalblerinde
bir hastalık mı var; yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve
Resulünün kendilerine zulüm
ve haksızlık edeceğinden
mi korkuyorlar? Hayır, asıl zâlimler onlardır.
51.
Aralarında hüküm vermesi
için Allah'a ve Resulüne da'vet edildiklerinde,
"İşittik ve itaat ettik " demek, sadece mü'minlerin söyleyeceği
sözdür. İşte asıl bunlar kurutuluşa erenlerdir.
52. Her kim
Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte
asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.
Yüce Allah, önceki
âyetlerde, kendisinin apaçık âyetler indirdiğini anlatıp birliğini gösteren
açık delilleri getirdi ve toplumun mutluluğunun sebebi olan hükümleri sadece
kendisinin koyduğunu anlattı. Ardından bu âyetlerde iki misâl getirdi.
Bunlardan biri, birliğine ve imana ait delillerin son derece açık olduğunu,
ikincisi kâfirlerin dinlerinin ise son derece karanlık ve kapalı olduğunu
göstermekle ilgilidir. Bu iki misal karşılaştırıldığında, gözü olan için
aydınlık ortaya çıkar. [77]
Mişkât duvarda açılan,
deliksiz bir oyuk. Bunun asıl mânâsı, içine bir şey konan kap'tır.
Dürrî; parlak, ışık
saçan. Saflığı ve parlaklığı hususunda inciye benzeyen parlak şey.
Serap; Gündüz
ortasında, sıcağın şiddetlendiği anda, su olmadiği halde göze su gibi görünen
şey. Su gibi akar göründüğü için buna serap ismi verilmiştir. Şâir şöyle der:
Biz savaşa son
verince, bize verdiğiniz sözler, çölde parlayan serap
parıltısına benzer.[78]
Kîa, düz yerler. Ferrâ
şöyle der: "Bu kelime, "düz yer" mânâsına gelen plî kelimesinin
çoğuludur. Kelimesinin çoğulu geldiği gibi, bu kelimenin çoğulu da gelir.
Zemahşerî ise, "Bu kelime, düz yer manasınadır, çoğul değildir"
der."[79] Ebu Ubeyde de böyle demiştir.
Lüccî, derinliğinden
dolayı dibine ulaşılamayan şey. Büyük suya, denir. Çoğulu gelir. Denizin
dalgalan birbirine çarptığında, denir.
Sevkediyor. Bir şeyi
kolaylık ve rahatlıkla sevketmek demektir.
Rükâm, üst üste toplu
olarak.
Vedk, yağmur. Leys
şöyle der: "Vedk, ister şiddetli, ister hafif olsun, her türlü yağmur
manasınadır.
Sena, ışık ve
parlaklık. Şemmâh şöyle der:
Işığını
yükselttiğinde, neredeyse onun ışığını, iyi görenden başkası
göremeyecek.
Müz'mîn, boyun
eğdikleri halde. Bir kimse bir emre boyun eğdiğinde, denir. Zulmeder. [80]
35. Yüce
Allah, gökleri ve yeri nurlandırandır. Gökleri parlak yıldızlarla; yeri de şeriatler,
hükümler ve değerli peygamberler göndererek aydınlattı. Tâberî şöyle der:
"Allah, göklerde ve yerde bulunanları doğru yola iletendir. Onlar,
Allah'ın nuru ile hakkı bulurlar. Sapıklık şaşkınlığından da, onun hidâyetine
sarılarak kurtulurlar."[81]
Kurtubî şöyle der: "Araplar, nûr diye, gözle idrak edilen aydınlığa
derler. Mecaz o-larak bir çok mânâda kullanılmıştır."[82] İyi ve güzel söz için, "nurlu söz"
denir. Şair şöyle der: O,
öyle bir soydur ki, sanki üzerinde, kuşluk güneşinden bir nur; sabah
aydınlığından da bir direk vardır.
Cerir şöyle der: "Sen bizim için bir
nur, bir yağmur ve bir koruyucusun..." Halk şöyle der: "Falan kimse
bu yörenin nuru bu asrın güneşi ve ayıdır". Medih yoluyla, "Allah bir
nurdur" denilmesi caizdir. Çünkü bütün eşyanın başlangıcı O'dur. Her şey
O'ndan meydana gelir ve bütün herşeyin hareketi O'nun kudretiyle dosdoğru
olur."[83] îbn Atâullâh şöyle der: "Bütün kâinat bir
karanlıktır. Onu, hakkın orada meydana gelişi aydınlatır. Çünkü Allah'ın
varlığı olmasaydı, âlemde hiçbir şey vücuda gelmezdi."[84] Hadiste şöyle buynılmuştur: "Allahım!
Sana hamd olsun. Sen göklerin, yerin ve onlarda bulunanların nurusun."[85] İbn Mes'ûd şöyle der: "Rabbinizin katında
ne gece, ne de gündüz vardır. Göklerin ve yerin nuru, onun zatının nurudur.
İbnu'l-Kayyim der ki: "Yüce Allah, kendine "nur" ismini verdi.
Kitabım ve Rasulûnü nur kıldı. Yarattıkları ile kendi arasına bu nur ile perde çekti. Bu âyet, "Allah,
göklerin ve yerin aydınlatıcısı ve buralarda bulunanları doğru yola
İletendir" diye tefsir edilmiştir. İbn Mes'ûd'un görüşü, bu âyetin
mânâsına "Allah, göklerde ve yerlerde bulunanları doğru yola
iletendir" şeklinde tefsir edenlerin görüşünden daha yakındır.
"Allah, göklerin ve yerin aydınlatıcısıdır." görüşü ile İbn Mes'ûd'un
görüşü arasında bir zıtlık yoktur."[86] Yüce Allah'ın nurunun, mü'min kulunun
kalbinde durumu duvarda, içinde kandil bulunan deliksiz bir oyuk gibidir. Bu
oyuk, ışığın dağılmaması için deliksiz yapılmış olup buraya, bol ve kuvvetli
ışığı olan bir kandil konmuştur. İbn Cüzeyy şöyle der: "Yani, aydınlığı
hususunda Allah'ın nurunun durumu, içine kandil konmuş deliksiz bir oyuğun
durumu gibidir. Bu kandil, insan hayalinin tasavvur edebileceği en parlak ve en
ışıklı bir kandildir. Allah'ın nuru daha büyük olduğu halde, bu nurun, içinde
kandil bulunan, duvardaki oyuğa benzetilmesinin sebebi şudur: Çünkü bu,
insanın idrak edebileceği bir nurdur. Allah onu insanlara misal getirmiştir.[87] Kandil,
saf camdan bir mahfaza, berraklık içindedir. Bu cam mahfaza, berraklık ve
güzellik hususunda inci gibi parlak yıldıza benzer. O kandil, mübarek bir
ağacın yağıyla yanarak ışık verir. O yağ, Allah'ın, özel olarak kendisinde bir
çok faydalar yarattığı zeytin ağacından çıkar. O ağaç, ne doğu tarafında, ne
de batı tarafmdadır. O sadece, açık bir çöldedir. Meyvesinin daha olgun,
yağının daha duru olması için gün boyu güneş alır. İbn Abbas söyle der:
"O, çölde bulunan bir ağaçtır. Onu ne bir ağaç, ne bir dağ, ne de bir
mağara gölgeler. Onu hiçbir şey örtmez. Bu durum, onun yağını daha
güzelleştirir."[88] zeytin ağacının yağı, duruluğu ve
parlaklığının güzelliği dolayısıyle, yanmadığı zaman bile, neredeyse ortalığı
aydınlatır. Durum böyle olunca, tutuşturulduğunda nasıl olur? Bu âyet, zeytin
yağının berraklığı güzelliği ve duruluğunu vurgulu bir şekilde anlatır. Bu, kat
kat nurdur. Kandilin nuru, camın güzelliği ve zeytin yağının duruluğu bir
araya gelmiş ve kendisiyle misal verilen nur tamamlanmıştır. Allah dilediği
kulunu, nuruna yani Kur'ân'a uymaya muvafffak kılar. Allah içinde bulunan
sırlar ve hikmetlerden öğüt ve ibret alsınlar diye, anlamaları için insanlara misaller
verir. Yüce Allah'ın ilmi geniştir; yarattıkları ile ilgili hiçbir şey Ondan
gizli kalmaz. Bu âyette vaad ve tehdit vardır. Taberî şöyle der: "Bu, iman
ehlinin kalbindeki Kur'ân için, Allah'ın getirmiş olduğu bir darb-ı meseldir.
Yüce Allah buyurdu ki: Allah'ın kulları için doğru yolu aydınlattığı nurunun
durumu, duvardaki, içinde kandil bulunan deliksiz oyuk gibidir. Yüce Allah
mü'minin kalbinde bulunan Kur'an ve açık âyetleri bu kandile benzetti. Sonra
söyle buyurdu. Kandil, berrak cam içindedir. Bu, mü'minin kalbindeki Kur'ân'a
misaldir. Allah, onunla mü'minin kalbini aydınlatmış, inkâr ve şüpheden
kurtarmıştır. "Bu cam, berraklık ve güzellik hususunda yıldıza benzer.
Yıldız da parlaklık, berraklık ve güzellikte inciye benzer. Kandil, mübarek bir
zeytin ağacının yağıyla yanarak ışık verir. O ağaç ne sabah güneşini almayacak
şekilde doğuda, ne de akşam güneşini almayacak şekilde batıdadır. O, sabahleyin
de, akşamleyin de güneş alır. Bu sebeple onun yağı daha iyi, daha parlak ve
berrak olur. o zeytin ağacının yağı, duruluğu ve parlaklığının güzelliği
dolayısıyle, yanmadığı zaman bile ortalığı aydınlatır. Yüce Allah bununla şunu
kastetmiştir: Allah'ın, yarattıklarına karşı getirdiği deliller, açık ve parlak
oldukları için, bu Kur'an'ı indirmek suretiyle, o delillerin açıklık ve
parlaklığını artırmamış olsaydı dahi, neredeyse, düşünen ve tefekkür edenleri
aydınlatacak derecededir. Durum böyleyken Allah kullarını Kur'an ile uyarmış,
onlara âyetlerini hatırlatmış ve onunla delillerini artırmış olunca nasıl olur?!
İşte bu, Allah'ın bir açıklaması ve bu açıklama üzerine bir nurdur."[89]
Yüce Allah,
kullarından dilediğini doğru yola ileteceğini anlattıktan sonra, ibadet
yerlerini anlattı. Buralar, Allah'ın en sevdiği yerler olan mescitlerdir. [90]
36. Yüce
Allah, mescitlerin sadece kendi adına yapılmasını ve onlara saygı gösterilip
şereflerinin yükseltilmesini emretti ki, mescitler hidâyet nurlarının saçıldiğı
yerler ve ruhî aydınlanma merkezleri olsun İbn Abbas şöyle der:
"Mescitler, Allah'ın, yeryüzündeki evleridir. Yıldızlar, yeryüzündekileri
aydınlattığı gibi, mescitler de gökyüzündekile-ri aydınlatır."[91] Yüce
Allah, o mescitlerde Allah'ı birlemek, O'nu anmak ve âyetlerini okumak
suretiyle kendisine ibadet edilmesini emretti. Mü'minler bu mescitlerde sabah
akşam Allah için namaz kılarlar. İbn Abbas şöyle der: "Kur'an'da geçen
her teşbih, namaz mânâsındadır.[92]
37. Onlar
öyle erkeklerdir ki, dünya, dünyanın zinet ve süsü, Rablerini zikretmekten
onları alıkoymaz. Alış veriş de, onları Allah'a itaat etmekten alıkoymaz. Tefsirciler
şöyle der: "Bu âyet, pazarcılık yapan Ashâb-i Kiram (r.a) hakkında
inmiştir. Onlar ezan sesini işitince, her işi bırakır. Allah'a itaate koşarlardı.
Dünya meşgalesi, onları, namazı vaktinde kılmaktan ve şartlarına uygun olarak
fakirlere ve diğer hak edenlere zekatı vermekten alıkoymaz. Onlar öyle korkunç
bir günden korkarlar ki, o günün korku ve sıkıntısının şiddetinden, insanların
kalpleri ve gözleri sarsılıp ters döner. [93]
38. Amellerine
karşılık dünyada Allah, kendilerine en güzel mükâfaatı versin, yaptıkları
iyiliklere karşılık iyilikte bulunsun ve kötülüklerini de bağışlayıp affetsin
diye böyle yaparlar. Bu mükâfatlardan başka da, lûtfundan, kendilerine hiçbir
gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın aklına gelmeyen
nimetler ihsan etmesini isterler. Allah, yarattıklarından dilediğine sınırsız
ve hesapsız bol rızık verir. Bir kimse hayır yolunda bolca harcamada
bulunduğunda, denir. Sanki o, yaptığı harcamayı hesap etmiyor. Fahreddin Râzî
şöyle der: "Yüce Allah bununla1, kudretinin kemâline, cömertlik ve
ihsanının bolluğuna dikkat çekmiştir. Çünkü Yüce Allah, ibadetleri karşılığında
insanlara büyük sevap verir. Ayrıca, Kendisinden korktukları için de, onlara
fazla olarak sınırsız lütufta bulunur."[94]
Yüce Allah,
mü'minlerin durumlarını ve mutluluklarını anlattıktan sonra, kâfirlerin
durumlarını ve zararda, olduklarını anlattı. Bunun için iki misal getirdi:
Birinci misal, amelleri ile, ikincisi ise inançları ve karanlıklarda
bocamaları ile ilgilidir. Şöyle buyurdu: [95]
39. Kâfirlerin,
dünyada yaptıkları ve âhirette kendilerine fayda vereceğini sandıkları ameller,
çölde görülen serap gibidir. Serap,
gündüzün ortasında, güneş ışığından dolayı çöllerde görülen şeydir. O,
yeryüzünde akan bir su gibi görünür. Susuz kimse onu uzaktan akar su sanar.
O'nun yanma gelince Ne su görür, ne de içecek bir şey. O, sadece bir serap
görür; böylece suya olan hasreti daha da artar. İşte kâfir de bunun gibidir.
Amelinin kendisine fayda vereceğini sanar. Nihayet ölüp de Rabbinin huzuruna
geldiğinde, amellerinden hiçbir şey bulamaz. Çünkü onlar boşa gitmişlerdir.
Orada, Allah'ın kendisini beklemekte olduğunu görecek. Allah amelinin cezasını
ona eksiksiz verecektir. Allah hesabı çabuk görür. Çünkü, birini hesaba
çekmek, diğerini hesaba çekmekten onu alıkoymaz. [96]
40. Bu
ikinci misal, kâfirlerin sapıklığı hakkındadır. Mânâ şöyledir: Veya kâfirlerin
durumu, dibine ulaşılamayan derin bir denizdeki karanlıklar gibidir, O denizi,
üst üste gelmiş, birbirine çarpan dalgalar örter. O ikinci dalganın üstünde de
yoğun bulutlar vardır. İşte bunlar, üst üste gelmiş yoğun karanlıklardır.
Katâde şöyle der: "Kâfir, beş karanlık içinde bocalayıp durur. Sözü
karanlıktır, ameli karanlıktır, girdiği yer karanlıktır, çıktığı ver
karanlıktır, kıyamet günü varacağı yer, cehennem de karanlıklardır."[97] Bu bölüm, misalin devamıdır. Yani, o
karanlıklara düsen adam elini çıkardığında, neredeyse onu göremez. Zira denizin
karanlığı, dalgaların ka-ranlağı, bulutların karanlığı o derece yoğunlaşmıştır
ki, karanlığın şiddetinden dolayı, kendisine en yakın olan bir şeyi dahi
görmesini engellemiştir. Aynı şekilde, kâfirin durumu da budur. İnkâr ve
sapıklık karanlıkları içinde bocalayıp durur. Allah kime imana giden yolu
göstermez ve kalbini İslam nuru ile nurlandırmazsa, o kimse asla doğru yolu
bulamaz. Yüce Allah, kâfirin ameli ile ilgili iki misal verdi. Birincisi, onun
iyi ameli hakkındadır. Buna, aldatıcı serabı misal getirdi. İkinci misal ise,
kötü inancı hakkındadır. Buna da, üst üste birikmiş karanlıkları misal gelirdi.
Sonra da, bu mübarek âyeti şu güzel sonla bitirdi: Her kime, Allah nur nasip
etmezse, onun hiç nuru yoktur. Bu cümle, mü'minler
hakkında söylenen, Nur üstüne nur
karşılığında söylenmiştir. Bu misal ve açıklama, son derece güzel ve iyi
olmuştur. Allahım! Kur'an'm ne parlak bir ifadesi var. Yüce Allah, mü'min
kalplerin nurlarını ve cahil kalplerin karanlıklarım anlattıktan sonra,
ardından kendisinin birliğini gösteren delilleri anlatarak şöyle buyurdu. [98]
41. Ey
Peygamber! Sen iyice bilmiyor musun ki, Yüce Allah'ı kainattaki meİek, insan,
cin, ne varsa hepsi teşbih eder. Kainatta yaşayan her şey, onu noksan sıfatlardan
uzak tutar ve yüceltirler. Kuşlar da uçarken kanatlarını açarak Rablerini
teşbih ve ona kulluk ederler. Kuşlar, Allah'ın kendilerine ilham ettiği ve
gösterdiği teşbih ile Allah'a kulluk ederler. "Melekler, insanlar, cinler
ve kuşlardan her birine Allah'a ibadet hususunda gidecekleri yol gösterildi ve
bildirildi. Onlara, yükümlü oldukları namaz ve teşbih de öğretildi. Onların
ibadet ve teşbihleri Allah'a gizli kalmaz. [99]
42. Allah
kâinatın sahibidir, onda her türlü tasarrufta bulunur. Yaratıkların hepsi onun
idaresi altındadır. Onlar üzerinde, üstün ve galip kimsenin ettiği gibi,
tasarruf eder. Yaratıkların dönüşü sadece Allah'adır. Onlara amellerinin
karşılığını verecektir. Bu âyet, tehdit
mânâsı içeren bir hatırlatmadır. Yüce Allah bundan sonra, kendisinin birliğini
ve gücünü gösteren, kainatta bulunan bir gerçeğe işaret ederek şöyle buyurdu. [100]
43. Görmedin
mi, Allah, kudretiyle bulutları istediği yere sevkediyor. Sonra dağınık
bulutları birleştiriyor, sonra da onları üstüste koyup yoğun bir bulut haline
getiriyor. O yoğun bulutların arasından yağmur çıktığını görürsün Dağlar gibi
bulutlardan dolu indirir. Allah bu doluyu, dilediği kuluna isabet ettirir de,
onun ekinine, meyvesine ve hayvanlarına zarar verir. Dilediğinden onu, başka
yöne çevirir, zarar vermez. Sâvî şöyle der: "Allah gökten, kullan için
yararlı olan yağmuru indirdiği gibi, zararlı olan doluyu da indirir. Gökleri,
hayır ve şerrin kaynağı kılan Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim."[101] Bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı,
parlaklığı ve ışığının şiddetinden dolayı, neredeyse
bakanların gözünü alıverecekti. [102]
44. Allah;
uzatmak, kısaltmak, karartmak, aydınlatmak, ısıtmak ve soğutmak suretiyle gece
ile gündüz üzerinde tasarrufta bulunur. İşte yukarda anlatılanlarda, kalp gözü
açık olanlar için, bu
kâinatı yoktan var eden Allah'ın varlığını gösteren açık bir delil ve etkili
bir Öğüt vardır. Yüce Allah burada özellikle kalp gözü açık olanları zikretti.
Zira ibretlerden yararlananlar onlardır. Çünkü, düşünürler, suyun, dolunun,
karanlığın ve aydınlığın aynı kaynaktan çıktığını görürler. Herşeye gücü yeten
Yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. [103]
45. Yüce
Allah, birliğine, göklerde ve yerlerde bulunanların teşbihini, bulutları
göndermesini ve yağmuru indirmesini sonra da hayvanların durumlarını delil
getirdi. İbn Kesir şöyle der: "Yüce Allah burada, şekilleri, renkleri,
hareket ve hareketsizlikleri farklı olan çeşitli mahlukları bir tek sudan
yaratması hususundaki tam kudretini ve büyük gücünü anlatmaktadır."[104] Onlardan bir kısmı, yılan ve diğer sürüngenler
gibi sürünerek gider. İnsan ve kuşlar
gibi, bir kısmı da iki ayak üzerine yürür. Onlardan sığır, dere, koyun ve diğer
bazı hayvanlar da dört ayak üzerine yürür. Ebû Hayyân şöyle der: "Yüce Allah,
kudretini daha açık
ve hayret verici
olarak gösterenleri önce zikretti. Bunlar, ayaksız ve omurgasız olarak
yürüyen hayvanlardır. Sonra iki ayak üzerine, daha sonra da dört ayak üzerine
yürüyenleri zikretti."[105] Allah, dilediği mahlûkâtı kudretiyle yaratır. O
dilediğini yapar, hiçbir şey ona engel olamaz. Fahreddin Râzî şöyle der:
"Bilesin ki, akıllar, küçük hayvanların durumlarını tam anlamıyla
kavrayamazlar, Onların, yaratıcının varlığına delil olması açıktır. Çünkü,
eğer yaratma işi, dört unsuru bir araya getirmekle tamam olsaydı, her canlıda
eşit derecede olurdu. Şu halde bu hayvanlardan her birine özel azalar, ömürler
ve beden ölçüleri verilmiş olması, bütün bunların, hikmet sahibi güçlü bir
varlığın yönetimiyle olmasını gerektirir. Yüce Allah'ı, inkarcıların
söylediklerinden tenzih ederiz."[106]
46. Ey
İnsanlar, size hakkı ve doğru yolu gösteren apaçık âyetler indirdik, Allah,
dilediği yaratığını hak dine yani İslama iletir.
Yüce Allah, birliğim'
gösteren delilleri anlattıktan sonra, mü'minleri nifaktan ve münafıklardan
sakındırarak şöyle buyurdu: [107]
47. Münafıklar,
"Allah'a ve resulüne i-nandık, onlara itaat etük " derler. İman ettik
demelerinden sonra, onlardan bir grup Ananın nuKmunu Kaouıuen yüzçevirir. İman
ve itaat iddiasında bulunan o kimseler, gerçekte mü'min değillerdir. Hasan
Basrî şöyle der: "Bu âyet, açıktan iman ettiklerini söyleyip de,
inkârlarını gizleyen münafıklar hakkında inmiştir. [108]
48. Allah'ın
ve Rasulünün hükmüne çağrıldıklarında Bir de bakarsın ki, onlardan bir grup Rasullah
(s.a.v.)'m meclisine gelmekten çekinir ve yüz çeviriri er. [109]
49. (Eğer
hakh iseler, Rasululullah s.a.v.)'ın hak ile hükmedeceğini bildikleri için,
gönüllü ve boyun eğerek ma gelirler. Fahreddin Râzî şöyle der: "Yüce
Allah, münafıkların, başkalaımn haklı
olduğunu bildiklerinde yüzçevirdiklerine, kendilerinin hakh) olduğunu
anladıklarında ise, yüzçevirmeyip gönüllü olarak hükme itaat etiklerine dikkat
çekmiştir."[110]
50. Onların
kalplerinde münafıklık mı var? Yoksa, Muhammed (a.s.)'in peygamberliğinde
şüpheye mi düştüler?
Yoksa, Allah ve rasulünün, hüküm verirken
onlara zulmedeceğinden mi
korkuyorlar? Bu soru, şiddetli bir kınama ve yerme fade eder. Bu, şairin şu
sözüne benzemektedir:
Sen geçmişte, âdi ve
çirkin işler yapmak üzere sözleşen kavimden değil misin?
Bilakis, Rasulullah
(s.a.v) 'm hükmünden yüzçevirİikleri için onlar, son derece zalim ve inatçı
kimselerdir. [111]
51. Hasımları
ile onlar arasında hükmetmesi için Allah rasulüne çağrıldıklarında onlara
gereken, hemen gidip "işittik ve itaat ettik" demeleridir. Onlar
Tiü'min olsalardı, elbette bunu yaparlardı. Taberî şöyle der: "Bu âyetten
maksat, böyle' bir olayı haber vermek
değildir. Maksat, Yüce Allah'ın münafıkları
kınaması ve diğerlerine edep öğretmesidir."[112] İşte Allah'ın rızasını kazanmaya koşan o
kişiler, dünya ve âhiret mutluluğunu elde edenlerin ta kendileridir. [113]
52. Kim, her
iş ve hareketinde Allah ve rasulünün emrine itaat eder, İşlemiş olduğu günahlardan
dolayı Allah'tan korkar, emirlerine sarılır ve yasaklarından çekinirse, işte
onlar, Allah'ın azabından kurtulan ve rızasını kazanan mutlu kişilerdir.
Rivayete göre, Rum patriklerinden biri bu âyeti duyunca müslüman olmuş ve şöyle
demiştir: "Bu âyet, Tevrat ve İncil'de bulunan her şeyi kapsamaktadır." [114]
Bu mübarek âyetler,
bir çok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1.
"Allah, göklerin ve yerin nurudur" cümlesinde, vurgu ifade etmek için
mastar, sıfat yerinde kullanılmıştır. Yani, Allah, her şeyi aydınlatandır. Öyle
ki, sanki aydınlattığı şeyler, Allah'ın nurunun kendisidir. Şerif Râdî şöyle
der: "Bazı âlimlerin tefsirine
göre, bu âyette istiare vardır. Onlara göre maksat şudur: Yüce Allah etkili
delilleri ve apaçık ifadeleriyle, parlak yıldızlarla yön tayin edildiği gibi,
göklerde ve yerlerde yaşayanlara
yol ve yön göstericidir.
2. Onun
nurunun durumu, içinde kandil bulunan, duvardaki oyuğa benzer" âyetinde
teşbîh-i temsîlî vardır. Yüce Allah, mü'mİn kulunun kalbine yerleştirmiş olduğu
nurunu, duvardaki oyukta bir cam mahfaza içinde bulunan çok ışık saçan kandile
benzetti. Kandilin mahfazası olan cam, parlaklık ve güzellikte inci gibi olan
yıldıza benzer. Bu benzetmenin, vech-i şebehi (benzetme yönü) birçok şeyden
alındığı için ona teşbih-i temsîlî denilmiştir. Bu, parlak teşbihlerdendir.
3. "Allah'ı
zikirden ve namaz kılmaktan... alıkoymaz " cümlesinde, genelden sonra özel zikredilerek itnâb yapılmıştır. Çünkü,
Allah'ı zikir içinde namaz da vardır. Burada namazın sanını yüceltmek için
itnâb yapılmıştır.
4. "sarsılır" ile kalpler arasında
cinâs-i iştikak vardır.
5. "İnkâr
edenlerin amelleri serap gibidir" cümlesinde teşbîh-i temsîlî vardır. Aynı
şekilde, veya derin denizdeki karanlıklar gibidir." Cümlesinde de teşbîh-i
temsîlî vardır. Bu, teşbih ve temsilin güzellerindendir.
6.
"isabet ettirir" ile "çevirir" arasında tıbâk sanatı vardır.
7. "Allah,
gece ile gündüzü çevirir" cümlesinde hoş bir istiare vardır. Çünkü maksat,
eşyayı maddî olarak çevirmek değildir. Bu fiil, gece ile gündüzün ardarda
getirilmesi için müsteâr olarak kullanılmıştır.
8.
"gözleri giderir" ile "kalp gözü sahipleri" ifadelerindeki kelimeleri
arasında tâm cinas vardır. Birincisinden maksat "gözler",
ikincisinden maksat ise "kalpler" dir. [115]
Gayr-i müslim tabiat
bilginlerinden biri, "Veya o münafıkların durumu, üzerini dalgalar
kaplamış derin denizlerdeki karanlıklara benzer..." âyetini işitti. Şöyle
sordu, "Muhammed, deniz yolculuğu yaptı mı?" "Hayır" diye
cevap verdiler. Âlim: "Ben, şahitlik ederim ki, o, Allah'ın
rasûlüdür" dedi. "Nasıl anladın?" diye sorduklarında dedi ki:
"Denizi bu şekilde, ancak ömrünü denizde geçiren ve ondaki tehlikeleri ve
korkuları gören kimse tanıtır. Onun denizde yolculuk yapmadığını öğrenince, bu
sözün Allah kelâmı olduğunu anladım." [116]
53.
Münafıklar sen hakikaten kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa
çıkacaklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah'a yemin ettiler. De ki: Yemin
etmeyin. İtaatiniz ma'lûmdur! Bilin ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
54. De ki:
Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüzçevirirseniz şunu bilin
ki. Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size
yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş
olursunuz. Peygamber'e düşen,
sadece açık-seçik duyurmaktır.
55. Allah,
sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi
kendilerini de yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği
dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve korku döneminden sonra,
bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâad etti. Çünkü onlar bana kulluk
ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse,
işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.
56. Namazı
kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz.
57. İnkâr
edenlerin, yeryüzünde Allah'ı âciz bırakacaklarını sanmayasın! Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü
varış yeri!
58. Ey
mü'minler! Ellerinizin altında bulunan köle ve cariyeleriniz ve içinizden
henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz
vakit ve yatsı namazından sonra sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, mahrem
halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne
de onlar için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkmaktasınız. İşte
Allah, âyetleri size böyle açıklar. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.
59. Çocuklarınız erginlik
çağına girdiklerinde,
kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte
Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah alimdir, hakimdir.
60. Bir
nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zînetleri teşhir
etmeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. Yine
de iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.
61. A'mâya
güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur. Sizin için de,
gerek kendi evlerinizden, gerekse
babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden,
erkek kardeşlerinizin evlerinden,
ki/kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın
evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden,
teyzelerinizin evlerinden veya
anahtarlarını elinizde
bulundurduğunuz yerlerden, yahut dostlarınızın evlerinden yemenizde
bir sakınca yoktur. Toplu halde
veya ayrı ayrı yemenizde de bir güçlük ve günah yoktur. Evlere girdiğiniz
zaman, Allah tarafından mübarek ve pek, güzel bir yaşama dileği olarak,
kendinize selâm verin. İşte Allah, düşünüp an lavaşınız diye size âyetlerini böyle açıklar.
62. Mü'minler,
sadece Allah'a ve Resulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber
ile birlikte önemli bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp
gitmezler. Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne îman etmiş
kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de
onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile; çünkü Allah
mağfiret edicidir, merhametlidir.
63. Peygamber'i,
kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper
ederek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun
emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok
elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.
64. Bilmiş
olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. O, sizin ne yolda, ne durumda
olduğunuzu iyi bilir. Huzuruna döndürüleceğiniz günde ise, yapmış olduklarınızı
hemen size bildirir. Allah, her
şeyi hak-kiyle bilendir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde münafıkları ve onların çirkin sıfatlarını anlattıktan sonra, burada
da ruhlarının taşıdığı hile, tuzak kurma ve büyük yalan yeminler etme gibi
özellikleri anlattı. Bu mübarek sûreyi, münafıklar gibi hareket etmekten
sakındırarak sona erdirdi. [117]
Hulüm, uykuda ihtilam
olmak. Firuz.âbâdî şöyle der: "Hulüm, rüya demektir. Çoğulu »Mkl dır.
Hulüm de ihtilam da, uykuda cinsî ilişkide bulunmaktır.[118] Rağıb el-Isfehânî şöyle der: "Hulüm,
ergenlik çağıdır. Bu çağa eren kişi, kendine hakim olarak ağır başlı hareket
etme kabiliyeti aldığı için bu adı almıştır."[119]
Kavâid, yaşlı
kadınlar. Yaşlı kadın mânâsına gelen acis kelimesinin çoğuludur. Hayizlı kadın
manasına gelen kelimeleri gibi, kadınlara mahsus bir kelime olduğu için, sonunda
dişilik alâmeti olan bulunmaz. Kâid, evlenme isteğinden ve çocuk doğurmaktan
kesilmiş kadın demektir.
Eştât, ayrı ayrı. Ayrı
mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur, Ayrılık demektir.
Gizli gizli çıkarlar.
Gizlice çıkmak demektir. Bir kimse, saklanarak gizlice çıktığında veya denir.
Livâz, birisinin,
kendisini görmesinden koktuğu için, bir şeyi kendine siper edinmektir. [120]
Rivayete göre,
Rasulullah fs.a.v.) Ensar'dan Müdlic adlı bir hizmetçiyi Öğle vakti Ömer
(r.a.)'i çağırmak üzere gönderdi. Hizmetçi onu uykuda buldu. Kapıyı vurarak
içeri girdi. Ömer (r.a.) uyandı, kalkıp oturdu. Bu arada görülmesini arzu
etmediği bir yeri açıldı. Bunun üzerine şöyle dedi: "İsterdim ki, Yüce
Allah bu saatlerde çocuklarımızın, kadınlarımızın ve hizmetçilerimizin izinsiz
yanımıza girmelerini yasaklasın."[121]
Sonra kalkıp Rasullullah (s.a.v.)'m yanına gitti. Şu âyetin inmiş olduğunu
gördü: "... Ey mü'minler! Köle ve cariyeleriniz.... sizden izin
istesinler." Bunun üzerine, Yüce Allah'a şükür için secdeye kapandı.[122]
53.
Münafıklar bütün güçleriyle büyük yeminler ettiler ki, Eğer sen onlara cihada
gitmelerini emretseydin, mutlaka seninle beraber çıkacaklardı. Mukâtil şöyle
der: "Yüce Allah münafıkların, Rasulullah (s.a.v.)'ın hükmünü kabul
etmekten çekinip yüz çevirdiklerini açıklayınca Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek:
"Eğer bize yurdumuzdan çıkmamızı, mal ve kadınlarımızdan ayrılmamızı
emretseydin, mutlaka bunu yapardık. Bize cihadı emretseydin elbette cihat
ederdik" dediler. Bunun üzerine bu âyet indi."[123] De
ki, yemin etmeyin. Sizin yeminleriniz yalandır, Sizin, Allah'a ve Rasûlüne
itaatinizin ne olduğu bilinmektedir. Sizin itaatiniz, kalptan değil dil ile,
amelle değil lâf iledir. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görür, gizlediklerinizden
ve niyetlerinizden hiçbiri ona gizli kalmaz. [124]
54. De ki,
samimi bir niyetle ve münafıklığı bırakmak suretiyle Allah'a ibadet edin.
Emrine uymak ve gösterdiği yoldan gitmek suretiyle Rasûlüne itaat edin. Eğer
yüzçevirir ve ona itaat etmezseniz Peygambere gereken, yükümlü olduğu tebliğ
görevini yerine getirmektir. Size gereken de,'yükümlü olduğunuz şekilde onu
dinlemek, itaat etmek ve emirlerine uymaktır. Onun emrini yerine getirirseniz,
mutluluk ve kurtuluş yoluna ermiş olursunuz. Peygamberin üzerine, ümmetine
apaçık tebliğ etmekten başka bir yükümlülük yoktur. Eğer siz muhalefet ve isyan
ederseniz, ona bir zarar gelmez. Çünkü o, risâleti tebliğ etmiş ve emaneti
yerine getirmiştir.[125]
55. Allah,
îmân ile iyi ameli birleştiren samimi mü'minlere şunu va'detti: Onları mutlaka
yeryüzüne vâris ve kralların kendi ülkelerinde tasarrufta bulundukları gibi
tasarrufta bulunan halifeler kılacak. Nitekim daha önce mü'minleri halife
kılmış ve kâfirlerin yurtlarını onlara vermiştir. Tefsirciler şöyle der:
"Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı, Medine'ye geldiklerinde, bütün Araplar
onlara düşman oldu. Dolayısıyle müslümanlar gece gündüz silahlı bulunuyorlardı.
Dediler ki: "Biz, Allah'tan başka kimseden korkmadan, huzur ve güven
içersinde yatıp kalkmadıkça, yaşadığımızı mı sanıyorsunuz? Bunun üzerine bu
âyet indi."[126] Bu,
doğunun ve batının ele geçirilmesiyle doğruluğu ortaya çıkan, bu ümmete verilen
bir vaaddir. Bu, aynı şekilde hadis ile de müjdelenmiştir: "Gerçekten
Allah benim için yeri dürüp topladı da onun doğusunu ve batısını gördüm.
Şüphesiz, ümmetimin mülkü,
benim için dürülen yerlere ulaşacaktır."[127] Onlar için beğenip seçtiği İslâm dinini,
güçlü, sağlam ve bütün dinlerden üstün kılacaktır, Yaşadıkları korku ve
sıkıntı hallerini, kesinlikle huzur ve sükûna çevirecek. Nitekim bir başka
âyette: "Onları korkudan emin kıldı"[128] buyrulmuştur.
Bu cümle, mü'minleri yeryüzüne halîfe kılmanın sebebini bildirir ve onları över
mahiyette söylenmiş müstakil bir cümledir. Yani, onlar beni birler ve sadece
bana ibadet ederler. Benden başka bir ilaha tapmazlar. Kim, bu nimetlere
şükretmeyip nankörlük ederse, işte onlar, Allah'a itaatten çıkanlar ve emrine
karşı gelenlerdir. Ebu'I-Âliye şöyle der: "Âyetten maksat, Allah'ı inkâr
eden değil, bu nimete nankörlük edendir." Taberî de şöyle der:
"Âyetin mânâsına en uygun olan da budur. Çünkü Yüce Allah bu ümmete, bu
âyetle haber verdiği şeyleri ihsan edeceğini va'detti. Sonra da, buyurdu. Yani
kim bu nimete nankörlük e-derse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir."[129]
56. Ey
müminler! Namazı kılın, zekâtı da Allah'ı razı edecek en mükemmel bir şekilde
verin. Size emrettiği diğer hususlarda da Peygambere itaat edin. Umulur ki merhamet
olunursunuz. [130]
57. Bu âyet
Rasulullah (s.a.v.) için bir teselli ve zafer va'detmektedir. Yani, Ey
Muhammed! Seni yalanlayan ve inatla inkâr eden kâfirlerin, bu hayatta Allah'ı
âciz duruma düşüreceklerini zannetme. Bilakis Allah, her zaman onlara karşı
güçlüdür. Onların varacağı yer, cehennemdir. Varacakları bu yer, ne kötü bir
yerdir. [131]
58. Ey,
Allah ve Rasülüne inanan ve İslâm şeriatının bir nizam, bir yönetim ve bir yol
olduğuna kesinlikle iman eden mü'minler! Sahip olduğunuz köle ve cariyeler,
yanınıza girerken sizden izin istesin. Hür adamların çağına ulaşmamış çocuklar
da izin istesin. Bu izin şu üç vakitte
alınsın: Gece, uyku ve istirahat vaktinizde. Öğle vakti, Öğle uykusu için elbiselerinizi
çıkardığınız zaman. Bir de, yatsı namazından sonra uyumak isteyip uykuya
hazırlandığınız zaman. İşte
bu üç vakit, tesettürünüzün bozulabileceği zamanlardır. Genellikle bu
vakitlerde tesettüre uyulmaz ve çoğu zaman üst baş açık olur. Şu halde,
kölelerinize, hizmetçilerinize ve çocuklarınıza bu vakitlerde, yanınıza izinsiz
girmemelerini öğretin. Bu üç vaktin dışında yanınıza izinsiz girmelerinde, ne
sizin için ne de köleler ve çocuklar için bir sakınca vardır. Çünkü onlar
hizmetçilerinizdir. Hizmet ve diğer bazı işler için yanınıza çokça girip
çıkarlar. Birbirinizin yanına girer çıkarsınız. Ebu Hayyân şöyle der:
"Onlar, bu üç vaktin dışında, evlerde yanınıza sabah akşam girip çıkmaya
devam ederler."[132] İşte bu şekilde Allah size şer'î hükümleri
açıklıyor ki onları yapasmız. Allah, yarattıklarının işlerini bilendir ve
onları hikmetle yönetendir. [133]
59. O küçük
çocuklar, erkeklerin çağma erdiğinde ve yükümlülük yaşma geldiğinde bu yüce
ahlâk kuralını yani, bütün vakitlerde, erginlik çağma ermiş olan erkeklerin
izin istemesi gibi, onlara da izin istemelerini öğretin. İste Allah size
âyetlerini böyle açıklıyor. Allah, yarattıklarım bilir, koyduğu kanunlarda da
hikmet sahibidir. Beyzâvî şöyle der: "Yüce Allah, izin isteme hususundaki
emrini vurgulamak ve pekiştirmek için âyeti tekrarladı."[134]
60. İleri
derecede yaşlılıklarından dolayı tasarruftan ve evlenme arzusundan kesilmiş,
şehevî arzuları olmadığı için, evlenmek istemeyen ve böyle bir meyli olmayan
ihtiyar kadınlara gelince, onların başörtü ve manto gibi giysilerini
çıkarmalarında, dikkat çekmeyen ve şehvet uyandırmayan normal elbiseleriyle
erkeklere görünmelerinde onlar için, herhangi bir sakınca ve günah yoktur, Ancak
yine de, erkekler kendilerine baksın diye, zi-netlerini açmamaları gerekir. Ebu
Hayyân şöyle der: "Teberrüc'ün aslı, gizlenmesi gereken şeyi açığa
çıkarmak demektir. Nice saçı ağarmış yaşlı kadın vardır ki, güzelliğin görülmesine
düşkün olduğu görülür."[135]
jnn»"...Daha iyi örtünme ve iffetli olmak için, genç kadınların giydikleri
gibi elbise giyerek ve başlarını kapayarak örtünmeleri onlar için daha iyi,
daha güzel ve Allah katında da daha temizdir. Allah, kalplerde gizlenenleri
bilir, her insana amelinin karşılığını verir. Burada bir vaat ve tehdit vardır. [136]
61. Kör'
toPaî ve hasta gibi özürlüler için, zayıflık ve acizliklerinden dolayı savaştan
geri kalmalarında bir sakınca ve günah yoktur.[137]
Ey İnsanlar! Eşlerinizin ve aile
fertlerinin evlerinde yemek yemenizde bir sakınca yoktur. Beyzâvî şöyle der:
"Çocukların evleri de buna dahildir. Çünkü çocuğun evi, kişinin kendi evi
gibidir. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin yediği en
temiz şey kazancından yediğidir. Kuşkusuz çocuğu da onun kazanandandır.[138] Sizin
i,çin gerek babalarınızın evlerinden, gerekse annelerinizin evlerinden, erkek
kardeşlerinizin evlerinden kız kardeşlerinizin evlerinden amcalarınızın
evlerinden halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden veya
teyzelerinizin evlerinden yani bu akrabaların evlerinden yemenizde bir sakınca
yoktur. Râzî şöyle der: "Açıkça anlaşılan şudur: Bunların hepsinin mubah
kılınması izne bağlı değildir. Çünkü normal olan, bu kişilerin, akrabalarının
kendi evlerinde yemek yemelerinden hoşlanmalarıdır."[139] Veya sahipleri bulunmadığında vekâlet yoluyla
anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde de yemenizde bir sakınca yoktur. Hz.
Aişe (r.a.) şöyle buyurdu: "Müslümanlar Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte
savaşa gider, anahtarlarını kefillerine verirler ve: "Evlerden yemenizi size helâl ettik,
derlerdi. Onlar ise: Bunlardan yemek bize helâl olmaz. Çünkü onlar, gönül
rızası olmadan bize izin verdiler. Biz sadece emanetçileriz" derlerdi. Bunun
üzerine Yüce Allah, âyetini indirdi."[140]
Dost ve arkadaşlarınızın evinden yemenizde de bir sakınca yoktur. Katâde şöyle
der: Arkadaşının evine girdiğinde, ondan izin almadan bir şey yemende sakınca
yoktur. Birlikte veya ayrı ayrı yemenizde sizin için bir günah ve sakınca
yoktur. Tefsirciler şöyle der: "Bu âyet, Ki-nane'den bir kabile hakkında
inmiştir. Onlardan kimse tek başına yemek yemez, gün boyu beklerdi. Beraber
yiyecek kimse bulamazsa hiçbir şey yemezdi. Çoğu zaman yanında memeleri süt
dolu develer bulunur, fakat o, beraber içecek kimseyi buluncaya kadar onların
sütünden içmezdi. Yüce Allah onlara, kişinin tek başına yemek yemesinde bir
sakınca olmadığım bildirdi. İçinde insan yaşayan evlere girdiğinizde, orada
bulunanlara selam verin, onlara müslüman selamıyle, yani diyerek selâm verin.
Bu, Yüce Allah'ın, mü'min kullarına emrettiği güzel ve mübarek selâmdır. Kurtubî şöyle der: "Bu selâmda dua ve
selâm verdiği şahsın dostuluğunu kazanma manası bulunduğu için Yüce Allah ona
"mübarek", duyanın hoşuna gideceği için de "tayyib" yani "iyi
ve hoş" dedi.[141]
İşte Allah, düşünüp anlayasınız diye,
size âyetlerini böyle açıklar. İbn Kesir şöyle der: "Yüce Allah, bu
mübarek sûrede sağlam hükümleri ve kanunlarını anlattıktan sonra, âyetlerini
onlara yeterli bir şekilde açıkladığına kullarının dikkatini çekti ki, düşünüp
tefekkür etsinler de onları anlasınlar."[142]
62. İmanı
tam mü'minler, ancak Allah ve Rasûlüne, seksiz şüphesiz, kesin bir şekilde
inananlardır. mU Onlar, müslümanlarm yararına olan önemli bir işte Peygamberle
beraber bulunduklarında Peygamberden izin isteyip, o da kendilerine izin
vermedikçe onun meclisinden
ayrılmazlar. Tefsirciler şöyle
der: "Bu âyet, Ahzâb savaşından önce hendek kazılırken indi. Bazı
mü'minler, bir zaruretten dolayı, oradan ayrılmak için izin istiyorlardı. Münafıklar
ise, izin istemeden ayrılıyorlardı. Bunun üzerine, samimi mü'minleri övmek ve
tariz yoluyla münafıkları yermek üzere bu âyet indi. Ey Peygamber! Senden izin
isteyenler var ya! İşte gerçek mü'minler onlardır. Bu âyet, Rasulullah
(s.a.v.)'in şanını yüceltmek ve ona hürmet maksadıyle, daha önce geçen âyeti
pekiştirmek için gelmiştir. Beyzâvî şöyle der:
"Yüce Allah bu âyeti, Öncekini pekiştirmek üzere daha beliğ bir
üslupla tekrarladı. Çünkü, izin isteyenleri mü'minlerin kendisi saymak, önceki
üslubun tersidir. Bu birincisini pekiştirmektedir. Çünkü Allah ve Rasûlüne iman
her ikisinde de söz konusudur. Bu durum, imanın sağlamlığının bir delili ve doğruluk alâmeti
olmaktadır."[143] Onlar, bazı önemli işleri için senden izin
istediklerinde, eğer bir hikmet ve fayda görürsen, istediğine ayrılma izni ver.[144] Onların affedilmeleri ve bağışlanmaları için
Allah'a dua et. Çünkü bir özürden dolayı dahi olsa, böyle önemli bir işte izin
istemek bir kusurdur. Zira bu, dünya işlerini din işlerinden üstün tutmaktır.
Şüphesiz Allah'ın affı büyük, rahmeti geniştir. [145]
63.
Birbirinize adı ile seslendiğiniz gibi, Rasulullah (s.a.v.)'e adı ile
seslenmeyin. Bilakis onun şanına hürmet ve makamına saygı göstermek için:
"Ey Allah'ın nebisi" veya "Ey Allah'ın rasûlü" deyin. Ebu
Hayyân şöyle der: "Kişilerin birbirlerini isimleri ile çağırması
bedevîlik geleneği olduğu için, Rasulullah (s.a.v.)'e saygı göstermeleri ve
onu, "Ey Allah'ın rasûlü, Ey Allah'ın nebisi!" gibi sözlerle en güzel
şekilde çağırmaları emredildi. Görmüyor musun, bazı sözünü bilmeyen düşüncesiz
müslümanlar, "Ya Muhammed" diyorlardı. Bu, onlara yasaklandı."[146]
Katâde şöyle der: "Yüce Allah müslünıanlara, Rasûlullah (s.a.v.)'e saygı
ve hürmet göstermelerini emretti." Şüphesiz Allah, birbirini siper ederek
yavaş yavaş ve gizlice cemaatten çıkıp sıvışanları bilir. Taberî şöyle der:
"Livâz, toplumun, birbirlerini siper etmeleridir. Bu onun, o da bunun
arkasına gizlenir."[147]
Peygamberin emrine uymayan, onun yolundan, sünnetinden ve şeriatından
ayrılanlar, kendilerine dünyada büyük bir musibetin inmesinden veya ahirette
şiddetli azaba uğramalarından korksunlar. [148]
64.
Bilesiniz ki, kainatta ne varsa hepsi Allah'ın mülkü, yaratığı ve kullandır.
Kalplerinizde olan imanı veya nifakı, samimiyeti veya gösterişi bilir. Peygamberin
emrine uymayan o kişiler, kıyamet gününde Allah'a döndürülecekler. Allah onlara
dünyada yaptıkları, küçük ve büyük ne varsa hepsini bildirecek ve herkese
amelinin karşılığını verecektir, Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Çünkü her
şeyi O yaratmıştır ve hepsi O'nun mülküdür. [149]
Bu mübarek âyetler
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Eğer ağır
yeminleriyle" terkibinde latîf istiare vardır. Münafıkların son derece
kuvvetli ve ağır bir şekilde ettikleri yeminler, istiare yoluyla, yapamayacağı
bir işe kendini zorlayan ve bunun için bütün gücünü harcayan kimseye
benzetildi.
2. "Onun
sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin
sorumluluğunuz da size
yüklenendir" cümlesinde müşâkele
sanatı vardır. Yani, ona yüklenen, tebliğ görevi, size yüklenen ise,
yalanlamanızın günahı.
3. "Geçirdikleri
korku döneminden sonra güven..." cümlesinde, kelimeleri arasında tıbâk
vardır. Aynı şekilde, toplu olarak veya ayrı ayn" terkibinde, ve kelimeleri
arasında tıbâk vardır .
4. "A'ma'ya
sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya sakınca yoktur" cümlesinde,
bu hükmü iyice zihinlere yerleştirmek için, "sakınca" lafzı
tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır.
5. "çok
bağışlayan" ve "çok merhamet eden" kipleri, çokluk
ifade eder. [150]
Seleften biri şöyle
dedi: "Kim, sözünde ve fiilinde sünneti kendine emir edinirse hikmetli söz
söyler. Kim de, sözünde ve fiilinde hevâ hevesini kendine emir edinip onun
emrine girerse bid'at söyler. Çünkü Yüce Allah: "Eğer Rasulullahla itaat
ederseniz, doğru yolu bulursunuz" buyurmuştur.[151]
Birisine denildi ki:
"Hangisi sana daha sevgilidir. Kardeşin mi, dostun mu? "Şöyle cevap
verdi: "Kardeşim, dostum değilse onu sevmem." İbn Abbas şöyle der:
"Dost, akrabadan daha çok destek olur. Görmüyor musun? Cehennemlikler
yardım isterken, Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var, ne de yakın bir
dostumuz'[152] derler de, baba ve annelerden
yardım istemezler."[153]
Bazı Araplar, tek
başına yemek yemenin, kendisi için ayıp ve utanılacak bir şey olduğunu sanır,
beraber yiyecek ve içecek birini bulana kadar aç dururdu. Hâtem, bununla meşhur
olmuştur. O, şöyle derdi:
Yemek yaptığın zaman,
onu yiyecek birini ara. Çünkü ben tek başıma onu yemem.
Bu, Arapların
övündükleri güzel işlerindendir. Onlar cömertlik, ikram ve misafir ağırlamakla
ünlüdürler.
Allah'a hamd olsun,
"Nûr Sûresi"nin tefsiri bitti. [154]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/203.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/203.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/207-208.
[4] Ahmed b. Hanbel, E, 159
[5] Buhârî, Tefsîr-i Sûre 24, bab 3. Geniş bilgi için bkz.
Revâiu'l-beyân, II, 80.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/208.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/208.
[7] et-Tefsîru'1-kebîr, XXIII, 148
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/208-209.
[9] et-Tefsînı'1-kebîr, XXIII, 150
[10] Bu iki görüş de tefsircilere aittir. Birinci görüşü
Ibnu'l-Cüzey, ikinci görüşü ise fcbussuud ile Kurtubî tercih etmişlerdir.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/209.
[12] Mııhtasar-i İbn Kesîr, II, 583
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/209-210.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/210.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/210.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/210.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/210.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/210.
[18] Ebussuûd, IV, 48
[19] Geniş bilgi için, bkz. Revâiu'l-beyân II, 117.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/210-211.
[21] et-Tefsîru'I-Kebîr, XXIII, 172
[22] İbnu'l-Cüzey, Teshil, III, 61
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/211-212.
[24] Muhtasar-ı İbn Kesir, II, 591
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/212.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/212.
[27] Kurtubî, Xn, 203
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/212.
[28] Muhtasar-ı İbn Kesîr, II, 591
[29] Teshil, UI, 62
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/212-213.
[30] Keşşaf, III, 225
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/213.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/213.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/213.
[33] el-Bahru'1-muhit, VI, 439
[34] et-Tefsîftı'1-kebîr, XXIH, 183
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/213-214.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/214.
[36] Hâşiye-i Şeyhzâde, in, 419
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/214-215.
[37] Mâide sûresi, 5/38
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/215.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/215-216.
[39] İslamî cezalarla ilgili kanun koymadaki hikmet
hakkında geniş bilgi için, bkz, Tefsirû âyâti'I-ahkâm adlı kitabımız, II, 52
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/216.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/220-221.
[41] Bakara sûresi, 2/226
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/221.
[43] Kurtubî, XII, 207
[44] Suyûtî, ed-Durru'1-mensûr, V, 40
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/221-222.
[45] Kurtubî, XII, 207
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/222.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/222-223.
[48] Hâşiye-i Şeyhzâde, IIT, 430
[49] el-Bahr, VI, 440
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/223.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/223.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/223.
[53] Bu, İbn Zeyd'in görüşüdür. Daha açık olanı da budur.
Mücâhid şöyle der: "Kötü sözler, kötü erkekler içindir. Bunun aksi de
böyledir. Bundan maksat, her söz, ona layık olan kimse hakkında güzeldir. Yani
kötü söz, kötü ve ahlâksız kişilere yakışır... "Bizim verdiğimiz mana daha
açık ve maksada daha yakındır.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/223-224.
[55] Beyzâvî, Tl, 57
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/224.
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/224-225.
[57] Kurtubî, XII, 221
[58] Ebussuûd, IV, 55
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/225.
[60] Tefsîr-i kebîr, XXIII, 205
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/225-226.
[61] Muhtasar-ı İbn Kesîr, Tl, 600
[62] Beyzâvî, II, 58
[63] Mırt; yün, ipek, kıl veya keten gibi şeylerden
dokunmuş çizgili geniş örtüdür.
[64] Buhârî, Tefsir-i sûre 24, bab 12.
[65] Selefin çoğunluğunun görüşüne göre, "kadınlardan
maksat, mü'min kadınlardır. Fahred-din Râzî şöyle der: "Bir görüşe göre,
kadınlardan maksat bütün kadınlardır. Onların birbirine bakması âym derecede
helaldir. Selefin görüşü, müstehaplığa hamledilmiştir.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/226-227.
[67] Taberi ҲVIII, 98
[68] Beyzavi II, 58
[69] Kurtbi Ҳ241
[70] Tirmizi fedalilu’l-Cihad, 20; Ahmed b. Hanbel, II,
251,437
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/227-228.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/228-229.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/229.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/229-230.
[74] Kurtubî, XII, 212
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/230.
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/230.
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/230.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/234
[78] Kurtubî, XII, 282
[79] Tefsîr-i kebîr, XXIV, 7.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/234-235
[81] Kurtubî, XTT, 290
[82] Taberî XVIII,
İ05. Bu îbn Abbas ve Mücâhıd'in görüşüdür. Taberı de bunu tercin
etmiştir.
[83] Kuıtubî, 12/256
[84] Bu hüküm îbn Atâuilah es-Sekenderî'ye aittir.
[85] Buhârî, Teheccüd, I; Müslim, Müsâfırîn, 199.
[86] Kâsimî'nin, mehâsinu't-te'vîli'nden naklen
[87] Teshil, III, 68
[88] Muhtasar-i îbn Kesîr, İT, 606
[89] Taberî XVIII, 110
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/235-238.
[91] Tefsir-i kebîr, XXIV, 3
[92] Taberî, XVII, 113
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/238.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/238.
[94] Tefsir-i kebîr, XXIV, 6
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/238-239.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/239.
[97] Taberî, XVII, 116
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/239-240.
[99] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/240.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/240.
[101] Sâvî, m, 134
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/240.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/240-241.
[104] Muhtasar-ı İbn Kesir, İT, 6Î3
[105] el-Bahr, VI, 466
[106] Tefsîr-i kebîr, XXIV, 19
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/241.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/241.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/241.
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/242.
[110] Tefsir-î kebîr, XXIV, 21
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/242.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/242.
[112] Taberî XVIII, 120
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/242.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/242.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/242-243.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/243.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/248.
[118] el-Kamûsu'1-muhît, maddesi.
[119] Müfredat, maddesi
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/248.
[121] Sebeb-i nüzulün alındığı kaynakta,
"kadınlarımız" yerine "babalarımız" kelimesi vardır (Bakz,
AlûsîXVTI, 210)
[122] Âlûsî, XVIII, 209
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/248.
[123] Şeyhzâde Haşiyesi, III, 435
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/249.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/249.
[126] Zâdu'l-mesîr, VI, 57
[127] Müslim, Fiten, 19
[128] Kureyş sûresi, 106/4
[129] Taberî, XVIII, 142
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/249-250.
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/250.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/250.
[132] el-Bahr, VI, 472
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/250-251.
[134] Beyzâvî, H, 62
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/251.
[135] el-Bahr, VI, 473
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/251.
[137] Bu, Hasan-ı Basrî ve İbn Zeyd'in görüşüdür. Zahir olan
budur. Ebu Hayyân ile Zemahşerî bunu tercih etmişlerdir. Bir görüşe göre bundan
maksat, özürlü kimselerin, sağlıklı kişilerle beraber yemek yemelerinde bir
sakınca olmadığım bildirmektir. Taberî ve Râzî de bunu tercıh etmişlerdir.
[138] Beyzâvî, 2/63, Ebû Dâvûd, Buyu' 77; Ncsâî, Buyu, I;
Dârimî:, Buyu", 6
[139] Tefsîr-i kebîr, 24/36
[140] Muhtasar-i İbn Kesîr,
2/619
[141] Kurtubî, XII, 319
[142] Muhtasar-ı İbn Kesîr, E, 620
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/251-253.
[143] Şeyhzâde Haşiyesi, in, 440
[144] İbn Abbas der ki: "Ömer (r.a) umre yapmak ıçm,
Peygamber (s.a.v) den izm istedi .O da izin verdi ve şöyle dedi: Ey Hafe'ın
babası! Bize hayırlı dua yapmayı unutma, ibn Mace, Menâsik, 5 (az farklı)
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/253.
[146] el-Bahr, VI, 476
[147] Taberî, XVIII, 135
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/253-254.
[149] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/254.
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/254-255.
[151] İbnül-Cevzî, Zâdül-mesîr, VI, 57
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/255.
[152] Şuarâ sûresi, 26/100-101
[153] el-Bahnı'1-muhît, VI, 474
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/255..
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat:4/255.