41. DERS ZİNA İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
İkinci Hüküm: Bekar Ve Evlilerin Zina Cezaları Nelerdir?
Üçüncü Hüküm: Recm
İle Sopa Bir Arado Uygulanır Mı?
Dördüncü Hüküm: Bekar Zanl Sürgün Edilir Mi?
Beşinci Hüküm: Evli Bir Zımmînin Zina Cezası Nadir?
Altıncı Hüküm: Cezaları Kim Uygulatır?
Yedinci Hüküm: Sopanın Şiddet Derecesi Ve Vuruş Şekli
Nasıl Olmalıdır?
Sekizinci Hüküm: Sopa Hangi Azalara Vurulur?
Dokuzuncu Hüküm: Suçluları Hadden Kurtarmak Haramdır.
Onuncu Hüküm: Zina Cezasının Uygulanmasında Şahidler
Hazır Bulunur mu?
Onbirinci Hüküm: Homoseksüellik, Sevicilik Ve Hayvanlarla
Temasta Bulunmanın Hükmü Nedir?
Onikinci Hüküm: Zina Suçu Nasıl Tesbit Edilir?
Onüçüncü hüküm: Zina eden bir kadınla evlenmek sahih
midir?
42. DERS ZİNA İFTİRASI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Muhsan Kelimesinin Manası Nedir?
İkinci Hüküm: Zina İftirasının Şartları Nelerdir?
İftira Atılanlarda Bulunması Gereken Şartlar:
Üçüncü Hüküm: Haddi İcabettiren Sözler Nelerdir?
Dördüncü Hüküm: Bir Topluluğa Zina İftirası Atmanın
Hükmü?
Beşinci Hüküm:
Şahidierin Adil Olmaları Şart Mıdır?
Altıncı Hüküm: Şahitlerin Toplu Halde Şehadet Etmeleri
Şart Mıdır?
Yedinci Hüküm: Bir Hüre İftira Atan Köle Veya Cariyenin
Cezası Ne Olur?
Sekizinci Hüküm: İftira Cezası Allah (Cc)'ın Hukukundan
Mı, Yoksa Kulların Hukukundan Mıdır?
Dokuzuncu Hüküm: Müfteri Tövbe Ederse Şahadeti Kabul
Edilir Mi?
43. DERS LİAN İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Birinci Hüküm: Lian Ne Zaman Gerekir?
İkinci Hüküm: Lian Yemin Mi, Yoksa Şehadet Midir?
Dördüncü Hüküm: Lian İmamın Huzurunda Olmasa Da Caiz
Midir?
Beşinci Hüküm: Lianın Yapılış Şekil Ve Yolu.
Altıncı Hüküm: Erkek Veya Kadından Birinin İlandan Dönüşü
Haddi Gerektirir Mi?
Yedinci Hüküm: Lkm Ayeti Zina İftirası He Ffa« Âfetin
Hükmünü Nee-Hedermi?
Sekizinci Hüküm: Liandan Sonra Kan-Koca Birbirinden
Ayrılır Mı?
Dokuzuncu Hüküm: Liandan Sonra Koca Kendisini Yalanlarsa
Kamı Ona Tekrar Verilir Mi?
Onuncu Hüküm: Liandan Sonra İlana Vesile Olan Çocuk
Annesin* Verilir Mi?
44. DERS HZ. AYŞE'YE ATILAN İFTİRADAN SONRAKİ HÜKÜMLER
Birinci Hüküm: İşlenen Günah Sallh Amelleri Yok Eder Mi?
İkinci Hüküm: Kötülük Yapanı Affetmek Farz Mıdır?
Üçüncü Hüküm: Yeminini Bozanın Kefaret Vermesi Farz
Mıdır?
Dördüncü Hüküm: Hayırlı Bir İşi Terk İçin Yapılan Yemin
Sahih Olur Mu?
Beşinci Hüküm: Resulullahtn Zevcelerine Zina İftirası
Atmak Küfür Müdür?
Altıncı Hüküm: Kafir V» Fasıklan Lanetlemek Caiz Midir?
Buhari Ve Müslim'e Göre İfk Hadisesi
45. DERS MÜSLÜMANLARI ZİYARET HUSUSUNDA İZİN İSTEMENİN
ADABI
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Selam İzinden Önce Mi Verilecektir, Sonra
Mı?
İkinci Hüküm: İzin Kaç Defa İstenir?
Üçüncü Hüküm: Bin İstemenin Hikmeti Nedir?
Dördüncü Hüküm:
Mahremlerin Odalarına İzinsiz Girilebilir Mi?
Beşinci Hüküm:
Ziyaretçi Kapının Neresinde Ve Nasıl Durmalıdır?
Altıncı Hüküm: İzin İstemek Ve Selam Vermek Farz Mıdır?
Yedinci Hüküm: Kadınlar Ve Köleler İçin De İzin İstemek
Farz Mıdır?
Sekizinci Hüküm: Hangi Hallerde Evlere İzinsiz Girmek
Mubahtır?
Dokuzuncu Hüküm: İzinsiz Olarak Yutuma Bir Evi Gözlemenin
Hükmü
46. DERS KADINLARIN ÖRTÜNMESİ VE YABANCI KADINLARA
BAKMANIN HÜKMÜ
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm ; Yabancı Kadınlara Bakmanın Hükmü Nedir?
İkinci Hüküm: Erkek Ve Kadında Avretin Sınırı Nedir?
Üçüncü Hüküm: Açılması Haram Olan Ziynet Nedir?
Dördüncü Hüküm: Kadınların Önünde Ziynetlerini
Açabilecekleri Mahremleri Kimlerdir?
Beşinci Hüküm: Müslüman Bir Kadının Kafir Bir Kadına
Karşı Avreti?
Yedinci Hüküm: Ayetteki Kadın İhtiyacı Duymayan Erkekler
Kimlerdir?
Sekizinci Hüküm: Kadınların Karşılarında Örtünmeyecekleri
Çocukların Yaşı Ne Olmalıdır?
Dokuzuncu Hüküm; Kadının Sesi Avret Midir?
47. DERS EVLİLİĞİ TEŞVİK VE ZİNADAN KAÇINMA
Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Âyeti Kerimenin Muhatabı Kimlerdir?
İkinci Hüküm: Evlenmek Farz mıdır, Müstehab mı?
Üçüncü Hüküm: Vefmin Baliğe Olan Bekar Kızını Zorla
Evlendirmesi Caiz Midir?
Dördüncü Hüküm: Kadının Kendi Basına Nikah Akdi Yapması
Caiz Midir?
Beşinci Hüküm: Hür Bir Erkeğin Bir Cariye İle Nikah Akdi
Yapması Caiz Midir?
Altıncı Hüküm: Efendi Köle Ve Cariyesini Evlenmeye
Zorlayabilir Mi?
Yedinci Hüküm: Karı-Koca Fakirlik Sebebiyle Birbirinden
Ayrılabilirler Mi?
Sekizinci Hüküm: Mut'a Nikahının Hükmü Nedir?
Dokuzuncu Hüküm: Efendinin Kölesi İle Mükatebe Yapması
Fan Mıdır?
Onbirinci Hüküm: Zinaya Zorlamak Nedir Ve Zorla Yapılan
Zinada Erkek Ve Kadından Had Düşer Mi?
48. DERS HALVET VAKİTLERİNDE ODALARA GtRMEK İÇlN İZİN
İSTEMENİN ADABI
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm : Ayetin Muhatabı Kimlerdir?
Üçüncü Hüküm
Çocuklar Mükellef Olmadıkları Halde Bu Âyete Nasıl Muhatab Olurlar?
Dördüncü Hüküm: Ayetteki İzin Alma Farz Mıdır Yoksa
Müstahab Mı?
Beşinci Hüküm: Çocuklar Kaç Yaşında Baliğ Olurlar?
Altıncı Hüküm: Koltukattı Ve Etek Kılının Bitmesi Baliğ
Olmaya Dalalet Eder Mi?
Yedinci Hüküm: Küçük Çocuklara Farzları Ve İbadetleri
Yerine Getirmeleri Emredilir Mi?
Sekizinci Hüküm: Ayetteki «Rubalarını Bırakmak »Tan
Maksat Nedir?
49. DERS AKRABA EVLERİNDE YEMEK YEMENİN MÜBAHLIĞl VE
ADABI
Âyetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Ayetteki Evlerde Yemek Yemeden Maksat
Nedir?
İkinci Hüküm: Vekil, Müvekkilin Malından Yiyebilir Mi?
Üçüncü Hüküm: Sadık Dostların Malından İzin Almadan Yemek
Mubah Mıdır?
Dördüncü Hüküm; Yemekte Ortaklığın Hükmü Nedir?
Beşinci Hüküm: Yakın Akrabasından Bir Şey Çalanın Eli Kesilir Mi?
Altına Hüküm: Bu Âyetin Hükmü, İzin İsteme Âyeti İle
Neshedilmiş Midir?
Bu mübarek sure,
toplumun çekirdeğini meydana getiren aile ile il-j* hükümleri, yani İslâmın
aile sistemini ihtiva eder. Bu mevzu sınırlan emüe yabancı bir eve girerken
izin istemek, erkeklerin yabancı kadın-aç bakmamaları ve kadınların iffetlerini
korumaları gibi İçtimaî edebler iıe strtirlerinin mahremi olmayan kadın ve
erkeklerin bir araya gelmeleri, jcrjşup konuşmaları gibi haramlar izah
edilmektedir. Müslüman bir aile «en uygun olan örtünme ve manevî temizlik gibi
aile ve cemiyeti ahlak-scı*Jardan koruyarak ıslah olmalarına vesile olacak
hükümler de beyan «çimektedir.
Bu surede ayrıca zina
ve zina iftirasının cezaları, erkeğin bizzat kendi «ansını fahişelikle itham
etmesinin cezası da bildirilmektedir. Bu hü-«ttcraierin vazedilmesindeki kasıt
toplumun anarşiden, fesaddan. haysiyet-bziiiik ve şerefsizlikten, neslin
bozulmasından korunmasıdır, özet olarak 34 sure. diğer bir yönüyle gerek namus,
gerek şeref bakımından aileye tehlikeleri önleyici ahlaki hükümler
getirmektedir.
Bu hükümler ailede
uygulanmazsa fuhuş ve diğer benzeri ahlaksızlık-a- topluma sirayet eder ve
önlenmesi imkansız hale gelecek kadar yay-jHnaştr. Zira aileyi fertler,
cemiyetleri de aileler teşkil eder.
Nur Suresi ayrıca çok
yüksek ahlakî hükümler de ihtiva etmektedir. ül hükümler üzerine kurulan aile
ve cemiyetlerin sağlam bir yapıya ka-«jopnaması mümkün değildir. Gerek İçtimaî
ve ahlakî ve gerekse iktisadi «e siyasî yönlerden güçlü ferdlerden teşekkül
etmiş güçlü bir aile, güçlü nteterden de kuvvetli bir toplum meydana gelir.
Kurtubî. bu sure
hakkında şunları söyler: «Bu surenin zikrettiği hü-«unierin gayesi temiz bir
neslin vücuda gelmesidir. Bu yüzden Hz. Ayşe, e-cmmlarınızı evlerinize
getirmeden önce Nur Suresini okutun, öğretin «imanızı sonra kurun.»
buyurmuştur.»
[1]
Sureye «Nur» isminin
verilmesi, ihtiva ettiği hükümlerle iffet ve na-mstann, soyların korunmasını
garantiye aldığı içindir. Bu yalnız Allah cqi'in peygamberlere vahyettiği
âyetlerle mümkündür. Allah (cc). kendi »davetinin feyzinden varlığın üzerine
akıtmış olduğu rahmetiyle mümin «ularının kalblerini adeta bir nura
çevirmektedir.
(Enzelnâhâ): Enzelnâ. inzal kökünden gelen bir fiildir.
Ayetlerin gelişine
inzal veya nüzul denir. İnzal ve nüzul, yukarıdan aşağıya geliştir. Bu tabir
Kur'an-ı kerimin Allah (cc) tarafından geldiğine de delalet eder. Buradaki
manası ise. «Bizim sana vahyettiğimiz.» demektir.
(Ve fereznâhâ:
Farz kökünden gelen bir fiildir.
--rz, katı bir nesneyi
kesmeye denir. Âyetteki anlamı da herhangi birşeyi en kamil bir şekilde kabul
ettirmek demektir.
(Ayâtin beyyinatin):
Âyât. âyetin çoğuludur. Âyet, Kuranın
surelerini meydana getiren, başı ve sonu bulunan, bir veya daha fazla cümleden
mürekkeb kelamdır. Âyet. alamet anlamına geldiği gibi. gibi, Allah (cc)'ın
kudretine delalet eden şeylere de denir.
(Tezekkerûne):
Tezekkür kökünden gelen bir
- idir. Tezekkür,
insan hafızasından çıkan herhangi birşeyin tekrar hafıza-«a dönmesine denir.
Buradaki manası ise ibret almaktır.
(Ezzâniyetü vezzânî): Bunlar zina kökünden gelen
sıfattırlar. Zina haram olan cinsî münasebete
denir. Seri ıstılahta se bir erkeğin nikahsız olarak bir kadınla yapmış olduğu
cinsi münasebettir.
(Feclidû):
Celd kökünden gelen bir fiildir. Sopa *eya kamçıyla vurmak manasına gelir.
(Re'fetün): Re'fet. sevgi ve şefkat demektir
(Tâifetün):
Taife, tavaf kökünden gelen bir sıfattır Tavaf, birşeyin etrafında dönmeye
denir. Âyetteki manası, suçlunun etrafında bir topluluğun dönmesidir. Bu
toplumdan maksat, suçun sonucunu germek ve ibret almak için suçlunun
cezalandırılmasına insanların şahit £C ilmesidir.
(Layenkihu): Nikah kökünden gelen bir fiildir. . âyette
akid manasındadır.
(Müşriketen):
Şirk kökünden gelen bir sıfattır. Hiçbir semavî dine inanmayan manasına gelir.
(Ve hurrime zalike): Allahu taala müminlere zinayı haram kılmıştır.
Allahu taala bu surede
inzal buyurduğu âyetlerde mümin kullarına bazı hükümler, edebler, hikmetli
dersler ve en güzel ahlaki esaslar vazetmekte ve bunlarla onların dünya ve
ahiret saadetlerini tanzim ettiğini haber vermektedir. Allahu taala surenin
başlangıcında şöyle buyurmaktadır: Ey müminler, inzal ettiğim bu sure, Kur'an-ı
kerimin encok ahkam ihtiva eden süresidir. Bu hükümleri uygulamanız ve
gösterdiği terbiye yolları ile terbiye edilmeniz için gönderiyoruz. Yoksa
yalnızca okumanız için indirmedik. Bu sureyi ancak onun hükümleriyle amel
etmeniz ve bu yolla diğer insan ve cemiyetlere ışık tutmanız, onun apaçık
âyetlerinden, hikmetli delilleriyle Allah (cc)'ın büyüklüğüne delalet eden
alametlerden ibret almanız için indirdik. Bu surenin ihtiva ettiği adil
kanunları tatbik ederseniz cemiyetinizi saadete ve en insani hayata kavuşturursunuz.
Allahu taalanın
vazettiği hükümlere uyarak zina edenleri yüzer sopa ile cezalandırdığınız ve
bunu uyguladığınız zaman suçlulara en küçük bir acıma göstermeyerek azablarını
hafifletmeyin. Zira zina, şefkat göstererek hafifletilebilecek, atfedilebilecek
bir günah değildir. Onun İnsanların şeref ve haysiyetlerini nasıl zedelediğini,
nesli nasıl bozduğunu, insanlık şerefine nasıl saldırdığını, sokaklara anarşiyi
nasıl saldığını bilenler elbette zinanın nasıl büyük bir günah olduğunu
bilirler. Çünkü zina sokakları babasını, soyunu bilmeyen, tanımayan insanlarla
doldurur. Bunları idrak eden mümin, elbette Allahu taalanın zani için vazettiği
cezayı uygularken şefkat göstererek hafifletmez. Cezanın uygulanmasına herkesin
şahit olarak ibret almasını ister. Çünkü uygulanan cezanın görülmesi suçun
iş-lenilmesi için en büyük engeldir.
Allahu taala daha
sonra şöyle buyurmaktadır: Zina eden bir erkek ancak kendi gibi zina eden bir
kadınla evlenebilir. Zina eden bir erkeğin namuslu ve iffetli bir kadınla evlenmesi
mümkün değildir. Zina eden bir kadin da ancak kendi gibi ahlaksız ve zina eden
bir erkekle evlenebilir.
Allahu taala zinayı,
cemiyete tamiri imkansız zararlar doğuracağı için kesin surette haram
kılmıştır.
Mûfessirler, bu
âyetlerin nüzulü için birçok sebebten bahsederler. Biz Btftionn en sıhhatli
olanlarını naklediyoruz.
1) Rivayete
göre Mersed bin Ebi Mersed denilen bir adam vardı ve «Mekke'den Medine'ye esir
taşırdı. Mersed'in Mekke'de Anâk adlı fahişe ur dostu vardı. Mersed. bir esiri
taşımak için Mekke'ye gitmişti. Şöyle »kıtır: «Mehtablı bir gecede geldim ve
bir duvarın gölgesinde durdum. %ük da geldi ve karaltımı gördü. Yanıma
yaklaşınca beni tanıdı ve «Sen üersed misin?» diye sordu. «Mersed'im» diye
cevap verdim. «Merhaba. taş geldin.» dedi. «Bu geceyi bizim yanımızda geçir.»
Ben de «Ey Anâk. **ah (cc) zinayı haram 'kıldı.» dedim. Bunun üzerine Anâk, «Ey
oba halkıl 3u adam esirlerinizi kaçırıyor.» diye bağırdı. Sekiz kişi peşime
düştü, -cndeme yolunu tuttum. Bir kaya kovuğuna veya mağaraya girerek
giz-endim. Onlar yanıma kadar geldiler, başıma dikildiler. Hatta bevlettiler •e
sulan başımın üzerine aktı. Fakat Allah (cc) onların gözlerini benden «ör etti.
Geri döncüler. Ben de kaçıracağım esin alarak Medine'ye dön-sûm. Resulullah
(sav)'a gelerek, «Ya Resulullah (sav), Anâkla evlenebilir «iyim?» diye sordum.
Resulullah (sav) sustu ve bir cevap vermedi. Sonra, «Zina eden erkek, zina eden
veya müşrik bir olan kadından başkasını nikah-amaz...» âyeti nazil oldu.
Resulullah (sav), «Ey Mersed, Anâkla evlenme.» suyurdu.»
[2]
2) Ümmü
Mehzul isminde bir kadın vardı. Bu kadın para karşılığı zina ederdi. Sahabe-i
kiramdan birisi bu kadınla evlenmek istedi. Bunun -zerine. «Zina eden erkek,
zina eden veya müşrik olan bir kadından baş-han nikahlamaz...» âyeti nazil
oldu.
[3]
3) Ashab-ı
suffa denilen sahabilerin evleri olmadığı gibi yanında katacakları kimseleri
de yoktu. Bunlar gündüzleri rızıklannı ararlar, gece do mescid-l saadetin
avlusunda kalırlardı. O tarihte Medine'de alenen üc-netie zina eden kadınlar
vardı. Suffa ashabından bazıları bir barınak sahibi olmak düşüncesiyle bu
kadınlarla evlenmek istediler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.[4]
Birinci incelik: Fahreddin Razı şöyle der: «Allahu taala bu surenin başında birçok
hüküm ve ceza beyan ederken sonunda da tevhid delillerini zikretmiştir. Surenin
başındaki «fereznâhâ» (farz kıldığımız) ifadesi hükümlere işaret ederken «Onda
açık acık âyetler indirdik.» ifadesi de tevhid delillerine işaret etmektedir.
«...İbret alasınız...» ifadesi de bunu te-yid eder. Zira henüz hükümler malum
değil ki ibret alınabilsin. Öyleyse bu ifade «Açık açık âyetler» ifadesinin
tamamlayıcısıdır.»
Alusî, «Fahreddin
Razi'nin bu yorumu çok güzeldir.» der.
[5]
İkinci incelik:
Allahu taala surenin başında zinanın hükümlerini beyan ederken söze
kadınlarla, hırsızlıkla ilgili hükümleri bildiren âyetlerde de erkeklerle
başlamıştır. Bunun hikmeti şudur: Kadının zinası daha çirkin ve sonuçları
bakımından daha kötüdür. Zira kocasının iffetini kirlettiği gibi neslin
bozulmasına da sebeb olmaktadır. Aile fertlerini lekelemektedir. Gebe kalması
halinde de fişlediği suçu herkese alenen göstermiş olmaktadır. Bu bakımdan
kadının zina etmesi erkeğin zinasından daha çirkindir. Hırsızlık ise
umumiyetle erkekler tarafından işlenen bir günahtır. İşte bu sebeble zinada
önce kadınlar, hırsızlıkta da önce erkekler zikredilmiştir.
Üçüncü incelik:
Âyette zina edenlerin cezasında doğrudan «vurmak» fiili değit, «cilde vurmak»
fiili kullanılmıştır. Bundan maksat, sucu işleyenin acı çekmesini temin
etmektir. Zan i veya zaniye acı çekmeli ki bu ona bir ders olsun ve bir daha
işlemesin. Başkaları da uygulanan cezadan ibret alsınlar. Alimler, zina eden
bekar erkeğin yalnız donu kalana kadar soyulmasını, kadının ise vücut hatlarını
belli etmeyen tek bir elbise ile bırakılmasının gerektiğini söylerler. Bunun
sebebi ceza olarak vurulan sopaların çıplak vücudu incitmesi, dolayısıyla hem
suçlunun hem de seyredenlerin ibret alarak böyle kötü bir fitle teşebbüs
etmemelerinin temin edilmesidir.
Dördüncü incelik: Kurtubî şöyle der: «Yalnız «zani» kelimesi kafi gelirken «zina eden
kadın» ve «zina eden erkek» tabirlerinin beraberce kullanılması, cezanın yalnız
erkeğe veya yalnız kadına olduğunun sonıl-maması içindir.»
[6]
Beşinci incelik: «Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız...» ifadesinden maksat,
müminlerin hamiyet ve izzeti nefislerini tahrik ederek hükümlerin kamil bir
şekilde infaz edilmesine çalışmalarını temin etmektir. Yoksa, zaten Kur'an-ı
kerimin muhatabı müminlerdir.
Allchu taala islâmın
başlangıcında zinanın cezasını. «Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı
oranızdan dört şahit getirin. Eğer şehadet ederlerse —onları ölüm alıp
götürünceye, yahut Allah onlara bir yol oçın-caya kadar— kendilerini evlerde
alıkoyun (insanlarla ihtilattan men edin). Sizlerden fuhşu irtikap edenlerin
her ikisini de eziyete koşun. Eğer tövbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse
artık onlar(a eziyet)den vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri en çok kabul eden,
encok esirgeyendir.» (Nisa: 15-16) âyetlerinde beyan buyurmuştur. Görülüyor ki
zina eden bir kadın, oturduğu evde hapsedilerek ölünceye kadar dışarı
çıkmasına müsade edilmiyor. Erkeğin cezası ise aşağılanmaktır. Ona iş
verilmez, adam yerine konulmaz ve onunla alış veriş yapılmazdı.
Daha sonra bu âyet.
mevzumuz âyetle neshedilmiştir.
Görülüyor ki. islâmın
başlangıcında ^zinanın cezası had değildi. Çünkü. «Kadınlarınızdan fuhşu
irtikab edenlere karşı oranızdan dört şahit getirin. Eğer şehadet ederlerse
—onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar—
kendilerini evlerde alıkoyun...» âyetinin de işaret ettiği gibi fuhşun cezası
tazirdi. Sonra bu tazir cezası en şedid bir ceza ile değiştirilerek bekarlara
yüz değnek, evlilere ise recm (taşlanarak öldürülme) emredildi.
Ubâde bin Sâmid'den
şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav) şöyle buyurdu: «Hükümleri benden
alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve
bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.»
[7]
İslâm kanunları zina
suçunda bekarlar ile evlilerin arasında bir ayrım yaparak zina yapan bekarlara
yüz sopa vurulmasını, evlilere ise daha ağır bir ceza, ölünceye kadar
taşlanılmalarını emretmiştir. Zira evlilikten sonra zina etmek islâm nazarında
bekarların zinasına göre daha çirkin ve ağır bir suçtur. Çünkü evli. beşerî
arzusunu tatmin için meşru bir yola sahipken gayri meşru bir yola tevessül
ederek başkasının nesebini bozduğu için cezası daha şiddetlidir.
- Sopa cezası kesin
bir Kur'ani nassla sabittir. Zira Allahu taala, «Zina eden kadınla zina eden
erkekten her birine yüzer değnek vurun.» buyurmaktadır. Bu âyet zina edenlerin
evli veya bekar olduklarını belirtmemek-
ledir. Fakat Ubâde bin
Sâmid (ra) 'den de rivayet edilen hadis, evli ile be-«arları birbirinden
ayırarak cezalarını tayin etmiştir. Zaten Resulullah sav)'ın başta gelen
görevlerinden biri de Kur'andaki ahkâm âyetlerini ümmetine layıkı üzere
açıklamaktır. Nitekim Allahu taala. «(Habibim) biz şano da Kur'anı indirdik.
Takl insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça «latasın ve taki onlar da
iyice fikirlerini kullansınlar.» (Nahl: 44) âyetiyle Resulullah (sav)'ın bu
vazifesini açıkça ifade etmiştir.
Recm ise, Resulullah
(sav)'ın mütevatir hadisleriyle sabittir. Çünkü jerek Resulullah (sav)'in fiilî
hadislerinde, gerekse kavli hadislerinde ve «habe-l kiram ve tabiinin icması
ile de sabittir. Bu tevatür öyle bir dere-»ye ulaşmıştır ki, hiçbir şüphe kalmamıştır.
Resulullah (sav)'ın Muaz ve 3amidiye gibi kimselere recmi uyguladığı tevatüren
tesbit edilmiştir. Onan sonra da raşid halifeler recml uygulamışlar ve evli
zanilerin ceza->nın recm olduğunu ilan etmişlerdir. Daha sonra da bütün
fakihler her zaman ve yerde recmin Allah (cc)'ın kesin bir kanunu olduğu gibi
Resu-uıioh (sav)'ın da uyulması farz olan sünneti olduğunu delilleriyle tesbit
Helislerdir. Bu hükme günümüze kadar hiokimse muhalefet etmemiştir. *ccok
İslâmdan sapan hariciler fırkası müstesna. Hariciler, recmin meş-•x olmadığını
kendilerine göre deliller getirerek iddia ederler. Haricilerin zelilleri
şunlardır:
1- Recm,
şüphesiz cezaların en ağırıdır. Şayet meşru olsaydı Kur'-an-ı kerimde
zikredilmesi gerekirdi. Kur'anda zikredilmemesi onun gayri neşru bir ceza olduğuna delalet
eder.
2- Cariyenin
haddi hür kadının haddinin yarısıdır: «Onlar evlendikten sonra bir fuhuş
irtikab ettiler mi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yansı.»
(Nisa: 25). Recm ise ikiye bölünemediğinden hür bir kadına uygulanması da sahih
olamaz.
3- «Zina
eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek «urun.» âyetinin hükmü
umumilik ifade eder. Hiçbir delil olmaksızın bun-lan evlilere recm cezası ve
başka bazı hükümler çıkarmak Kur'anın za-- /ine muhaliftir.
Haricilerin delilleri,
yalnızca kendilerinin Resulullah (sav)'ın en mü-noı görevinin açıklama olduğunu
bilmediklerine, Kur'anın esrarına vakıf sınadıklarına ve son derece cahil
olduklarına delalet eder.
Sünnet ve cemaat ehli
haricilerin delillerini çok kesin delillerle red-aaoerek İslama İftira atanları
dilsiz hale getirmiştir Şimdi sünnet ehlinin »iiıerinl özetleyerek nakledelim:
1- Recmin
Kur'an-ı kerimde zlkredilmeyişi onun gayri meşru olduğuna delalet etmez. Çünkü
birçok şer'i hüküm Kur'an-ı kerimde zikredil-memlştir. Bunları kendisine
uymamız farz olan Resulullah (sav) açıklamıştır. Nitekim Allahu taala,
«Peygamber size ne verdiyse onu alın, size nt yasak ettiyse ondan da sakının.»
(Hasr: 7) buyurmaktadır. Bu âyetten biliniyor ki. Resulullah (sav) bize Allah
(cc)'ın emirlerini tebliğ edicidir. Onun her getirdiği de mutlaka herşeyl
hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan Allahu taalanın yüce vahyi İledir.
Zira Allahu taala. «Kendi nevasından söylemez o. O, kendisine (AUahtan) lika
edllegelen bir vahiydin başkası değildir.» (Necm: 3-4) buyurmaktadır, öyleyse
Resulullah (sav)'in uyguladığı recm cezası nasıl olurda gayri meşru
olur? Onun yaptıkları ve söyledikleri yukarıdaki âyetlerde de ifade edildiği
gibi kendi nevasından değil, Allah (cc)'ın ilka ettiği vahiy iledir. Vahiy ile
olan birşeyse meşrudur.
Hariciler Resulullah
(sav)'ın en mühim vazifesinin beyan olduğunu bilmiyor olmalılar. Allahu taala,
«(Hablbbn) biz sana da Kur'anı indirdik. Takl insanlara kendilerine ne
İndirildiğini açıkça anlatasın ve takı onlar da iyice fikirlerini
kullansınlar.» (Nahl: 44) âyetinde Resulullah (sav)'ın en mühim vazifelerinden
birinin beyan (açıklama) olduğunu ifade etmiştir. Ubâ-de bin Sâmid (ra)'den
rivayet edilen «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti:
Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz
sopa ve recm.» hadisi âyetin de bildirdiği gibi Resuluflah (sav)'ın mühim
görevi olan bir beyanı, açıklamasıdır, öyleyse bu hadis zina eden evlilerin
recmedilmesi hükmüne kesin bir nas-tır. Zaten Resulullah (sav) da kendisinin
her açıkladığının otururken emir ve yasaklarımız kendilerine bildirilince, «Biz
onu bilmeyiz. Çünkü biz Kur'-anda bulduğumuz hükmü alır, bulamadığımızı
almayız.» diyecekdir. Haberiniz olsun. Kur'anla birlikte bana Kur'anın ihtiva
ettiği hükümler kadar hüküm verilmiştir.»
[8]
Bu âyet ve hadisler
açıkça gösteriyor ki, Resulullah (sav)'ın yaptığı ve söylediği herşey yine
Allah (cc)'ın vazettiği teshindendir. Bu hükümlere uymak da kesin olarak
farzdır.
2- «Onlar
(cariyeler) evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ettllermi o vakit üzerlerim kür
kadınlar üzerindeki cezanın yansı.» (Nisa: 25) âyeti, haricilerin «recm meşru
değildir» iddialarına delil olamaz. Âyet, buradaki cezanın recm değil sopa
olduğuna delalet eder. Zira âyette bir yarılama »erdir ve şüphesiz Allah (cc)
recmin ikiye bölünmeyeceğini bilir. Bir insanı yarı öldürmek mümkün değildir.
Öyleyse aklı selim sahipleri âyetteki =azonın recm değil, sopa olduğunu
anlarlar. Âyetteki «hür kadınlar» tabiri ♦*« kadınları değil bekarları
ifade etmektedir.
Hür ve bekar bir
kadına zina ettiği takdirde yüz sopa cezası verilirken c»tı bir cariyeye zina
cezası olarak elli sopa verilir. Cariyelere uygulanan lezonın hürlere nisbetle
hafif oluşundaki hikmet, zinanın hür kadında dana çirkin olmasıdır. Hür kadın
herzaman evinde olduğu için fuhşa yolaçan ıerteden daha uzak ve emniyettedir.
Cariye ise herzaman dışarıda bulunuru için fuhşa sebeb olan kötülüklerden
korunması cok güç ve hür olması» için fitneye mukavemet gücü daha zayıftır.
Bundan dolayı Allahu taala =2rtyelere merhamet ederek cezalarını
hafifletmiştir.
3-
Haricilerin iddialarına göre âyetteki «Zina eden kadınla zina «dan erkekten her
birine yüzer değnek vurun.» hükmü umumu İfade eder. 3l hükmü yalnız bekarlara
tahsis ederek evlileri istisna etmek Kur'ana muhalefettir. Bu iddia cahilce bir
İddiadır. Çünkü Kur'andaki birçok hüküm «umu ifade ettiği halde Resulullah
(sav)'ın sünneti bu hükümlerden ba-ncnnı istisna etmiştir. Mesela. «Erkek hırsızla
kadın hırsızın —o Irtikab «ederine bir karşılık ve ceza ve Allahtan (insanlara)
ibret verici bir uku-Mt olmak üzere— ellerini kesin.» (Maide: 38) âyetinin
hükmü bütün hır-szfarı içine alan bir umumilik ifade eder. Hatta çalınan şey
çok küçük de asa hüküm değişmez. Haricilerin iddialarına göre çalınan şey bir
iğne bile nsc hırsızın ellerinin kesilmesi lazım gelir. Halbuki Resulullah
(sav), u-Trumllik ifade eden bu hükmü, çalınan malın en az bir altın liranın
dörtte sn veya on dirhem gümüş veya karşılığı değerinde olması gerektiğini
n&tdamıştır. Bundan daha az değerdeki malın çalınması halini Resulullah
sav) bu âyetin hükmünden istisna ederek bunun cezasını hakimin ictlha-ana
bırakmıştır.
Yine, Allahu taala
«...Sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşirelerine ..(le evlenmeniz) size
haram edildi.» (Nisa: 23) âyetinde yalnız süt an-ıe ile süt kızkardeşln haram
olduğunu beyan etmektedir. Resulullah (sav) 3a neseb bakımından insana haram
olan yakınların süt münasebeti ile -neydana gelen benzerleriyle evlenmenin de
haram olduğunu, yani süt Tdanın, süt teyzenin, süt kızının vb.nln de haram
olduğunu bildirmiştir. Eğer haricilerin iddiaları doğru olsaydı bunlarla
evlenmenin haram kılınışı « jr"ano muhalif olurdu.
Kur'an iki kız
kardeşin bir erkekle aynı anda evlenmelerini yasaklar-«en bir kızla halasının
veya teyzesinin aynı zamanda bir erkekle evlenmesini de Resulullah (sav) haram
kılmıştır. Eğer haricilerin iddiaları doğru olsaydı bunların haram kılınışı da
Kur'ana muhalif olurdu.
Görülüyor ki.
haricilerin bu iddiaları açık cehaletin ifadesidir. Akıllı bir müslümanın böyle
bir iddiada bulunması mümkün değildir.
Alusî, Ruhu'l-Meanî
isimli tefsirinde şöyle der: «Sahabe, tabiin ve ümmetin alimleri evli bir
zaninin cezasının recm olduğunda icma etmişlerdir. Haricilerin bunu inkar
etmeleri batıldır. Haricilerin sahabelerin icmaı-nın delil olduğunu inkar
etmeleri de bir cehl-i mürekkebtir. Eğer onlar Resulullah (sav)'ın zani ve
zaniyeleri recm ettiğini inkar ederlerse —ki onlar haber-i vahidi delil kabul
etmezler— bu iddiaları mevzunun dışında kalır. Zira Resulullah (sav)'ın recml
uyguladığı mana itibariyle mütevatir olan hadislerle tesblt edilmiştir.
Hariciler de diğer sünnet ehli müslümanlar gibi mana bakımından mütevatir olan
hadislerle amel etmenin, lafız İtibariyle mütevatir olan hadisler gibi vacib
olduğunu kabul etmişlerdir. Sahabe ve müslümanlardan ayrılmaları onları cehalet
karanlıklarına düşürmüştür. Onun için hariciler Halife Ömer bin Abdülaziz
(ra)'e, recm uyguladığında, «Bunu neden yaptırıyorsun, çünkü Kur'anda recm
yoktur.» dediler. Ömer bin Abdülaziz (ra) onlara, «Peki siz namazın rekat
sayıları ile zekatın ni-sab ölçülerini nereden çıkarıyorsunuz?» diye sordu.
Hariciler. «Resulullah (sav)'ın fiili hadislerinden öğreniyoruz.» dediler.
Bunun üzerine Halife, «Recm de Resulullah (sav)'in fiili hadislerlyle
sabittir.» diyerek onları susturdu.»
[9]
Zahiriler, evli olan
zaniye recm ile birlikte sopa da vurulur demektedirler. Zahirilerin bu görüşü,
imam Hanbel (ra)'in de önceleri kabul ettiği bir görüştür.
Cumhur, evli zaninin
cezasının yalnız recm olduğu görüşündedir. Sa-habi ve tabiinin Icmaı da
böyledir. İmam Hanbel de sonunda eski görüşünden dönerek cumhurun görüşüne
aynen uymuştur.
Zahirilerin delilleri:
1- «Zina
eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» âyeti bütün
zanlleri şamil ve umumidir. Resulullah (sav)'ın sünneti, evli zanilere recml
getirmiştir. Bu recm sopaya ilave edilir.
3- Hz. Ali,
Şurahe isimli kadını zina vakasından dolayı önce so-jdatmış, sonra da
recmettirmiştir. Recimden sonra da, «Allanın kitabı ie amel ederek sopa ile,
Resulullah (ra)'ın sünneti ile amel ederek de ıscnn ile cezalandırdım.»
demiştir.
Cumhurun delilleri:
Cumhurun recm ile
sopanın bir arada uygulanamayacağına dair blr-xk delili vardır. Bunları özetle
aktarıyoruz:
1- Buharî,
Müslim ve Tirmizî'de rivayet edilen, «Resulullah (sav)'-ııi. »anına birbirinden
davacı iki adam geldi. Bunlardan biri kalkarak, «Ya =esulullah, Allah aşkına
aramızda Allah (cc)'ın kitabına göre hüküm ver.» .mal Bunun üzerine kendisinden
daha anlayışlı olan hasmı şöyle dedi: «E-«« ya Resulullah! Allanın kitabına
göre aramızda hüküm ver ve bana mü-sooe buyur da konuşayım. Oğlum bu adamın
çırağı idi. Onun karısı ile an işledi. Oğlumun cezasının recm olduğunu
bildirdiler. Ben de onun ew yüz koyun ile bir hizmetçi fidye verdim. Bilahere
ilim erbabından bazı «ster oğlumun cezasının yüz kırbaç ve sürgün olduğunu ve
recmin yalnız sı odamın karısına lazım geldiğini söylediler.» Resulullah (sav)
şöyle bu-»nrdu: «Nefsim kudret elinde olan Allaha hakkı için hiç şüpheniz
olmasın
* aranızda Allanın kitabına göre hüküm
vereceğim. Yüz koyun ve hiz-neıcçı sana iade edilecektir. Oğlunun cezası da yüz
kamçı ve bir sene aj-gûndür. Ya Uneysl Bu adamın karısına git ve şayet itiraf
ederse onu ısanet «Üneys kadının yanına gitti ve itirar etmesi üzerine onu
recmetti.» racası. Cumhur Resulullahın bu fiili ve kavlî hadisi ile recm ile
sopanın •ar arada uygulanamayacağına hükmederler. Eğer ikisi beraber uygulan-»fdı
Resulullah (sav) önce sopa vurdurtur, sonra recmettirlrdl.
2-
Resulullah (sav) zamanında recm birkaç defa uygulanmıştır. Bunlardan belli
başlı olanı Maız İle Gamidiye'nin recmtdir. Hiçkimse Re-aıriulah (sav)'in recm
ile sopayı bir arada uyguladığını rivayet etmemiş-ır Buna göre 'Resulullah (sav)'ın gerek fiili ve
gerekse kavli hadisleri e kati olarak evli bir zanlnln cezasının yalnız recm
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Akli delil. Cumhura göre sopadan maksat, bu çirkin fiilin
önlenmesi
* suçluların aynı
fiili bir daha işlememeleri için terbiye edilmesidir. Recm itükmedildiği zaman
sopaya gerek kalmamaktadır. Çünkü sopanın makasa kötü fiilin önüne geçmektir.
Recm ise böyle bir fiili imkânsız hale jBürmektedir. Evli bir zaninin ölünceye
kadar taşlanması en önleyici bir tedbirdir. Nasıl boy abdesti alan bir kimse
aynı zamanda normal abdest de almış oluyorsa recm de sopanın gayesini tahakkuk
ettirmektedir.
Zahirilerin istlnad
ettikleri Ubâde bin Sârnid (ra)'den rivayet edilen hadisin hükmü ve metni
Resulullah (sav)'ın fiili ve kavli hadisleriyle nes-hedilmiştir. Çünkü
Resulullah (sav) yalnız recmetmiştir. Zahirilerin âyetten anladıkları manada
bir umumilik ise kabul edilemez. Zira âyetin hükmü cumhurun dediği gibi yalnız
bekarlara aittir. Eğer umumu ifade etseydi köle ve cariyeler de zina ettikleri
takdirde hürler gibi yüz sopa ile cezalandırılırlardı. Halbuki köle ve
cariyelerin cezaları yüz değil elli sopadır. Cariyeler hakkında varld olan
hüküm âyetin umumu ifade ettiği iddiasını reddeder.
Hz. Ali'nin Şurahe
adlı kadına yaptığı uygulama da onlar için delil olamaz. Zira Hz. Ali bu
uygulamayı aynı anda değil ayrı zamanlarda yapmıştır. Şöyle olmuştur: Evvela
ona bekar olduğu haber verilince onu sopalatmış, sonra evli olduğunu öğrenince
recmetmiştir. Zira rivayetlerden anlaşıldığına göre sopayı perşembe günü,
recml de cuma günü yapmıştır. Hz. Ali'nin bu uygulaması Cablr'in rivayet
ettiği, «Resulullah bir zaniyj so-palatmıştı. Sonra onun evli olduğu haber
verilince recmedllmesini emretti.» hadisiyle benzerlik İçindedir.
Naklettiğimiz deliller
karşılaştırıldığında cumhurun delillerinin kuvvetli, zahirilerin delillerinin
ise zayıf olduğu görülmektedir.
Imam-ı Azam (ra)'a
göre zina eden bekarların cezası yalnız yüz sopadır, ayrıca sürgün cezası
verilemez. Sürgün cezası İmamın elindedir, dilerse verir, dilemezse vermez.
Cumhura (imam Malik,
Hanbel ve Şafii) göre bekar zaninin cezası yüz sopa ve bir sene sürgündür.
Hanefllerln delilleri:
1- İmam-ı
Azam (ra) Ebu Hanife (ra). «Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine
yüzer değnek vurun.» âyetinin zahirini delil alarak bekar zaninin cezasının
yalnızca yüz sopa olduğuna hükmetmiştir. Zira âyet hükmü beyan ederken yalnız
«yüz değnek vurun» demiştir. Eğer sürgün meşru olsa idi kitabın hükmünü neshetmiş
olurdu. Sürgün hakkındaki haber-i vahid de kitabın hükmünü neshedecek kuvvette
değildir. Şayet sürgün sopa ile beraber tek bir hüküm olsaydı Resulullah
(sav)'ın sahabilere
zina ile İlgili
hükümleb
aeyan etmesi
gerekirdi. Çünkü sahabiler âyeti dinlerken cezanın yalnız •«od olduğuna rttkad
etmemeleri için bu şarttı. Eğer böyle birşey olsaydı todis de âyetin bize nakli
gibi mütevatlr ve meşhur olurdu. Böyle bir haber gelmediğine göre bekarlar için
zinanın cezası yalnız yüz sopadır. Sürgün s« zinanın cezası değildir.
2-
Hanefiler. «Cariyenin zina ettiği kesin olarak ortaya çıkınca ona zeza olarak
sopa vurulsun. Ayrıca eziyet edilmesin. Dördüncü defa zina «derse efendisi
tarafından .bir ip fiyatına dahi olsa satılsın.» hadisini delil alarak sopanın
haddin tamamı olduğuna hükmederler. Şayet sürgün ceza-tm tamamlayıcısı olsaydı
Resulullah (sav)'ın bunu açıklaması gerekirdi.
3- Hz.
Ali'den rivayet edilen, «İki bekar zina ettikleri takdirde onlara seza olarak
sopa vurulur. Sürgün edilmezler. Zira sürgün edilmeleri onar için ıslah değil,
fitne olur.» sözü de cezanın yalnız sopa olduğunu gös-vmektedir.
4- Hz. Ömer,
içki içtiğinden dolayı Rabl bin Ümeyye'yl Hayber'e sürgün etti. O da Hayber'den
kaçarak Bizans'a sığındı. Bunun üzerine Hz. 3mer, «Bundan sonra kimseyi sürgün
etmem.» demiş ve sözünden zinayı susna etmemiştir. Eğer sürgün zinanın cezası
olan sopanın tamamlayı-ası olsaydı Hz. Ömer'in zina cezasını Istisno etmesi
gerekirdi. Hz. Ömer'in su husustaki görüşünün özeti şudur: Sürgün bir ceza
değil bir terbiyedir m imamın içtihadına bağlıdır, imam eğer maslahatı sürgünde
görürse sürgün eder, görmezse etmez.
Cumhurun delilleri:
1- Ubâde bin
Sâmld (ra)'den rivayet edilen. «Hükümleri benden alınız. Allahu taala zina
edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara fûz sopa ve bir sene sürgün,
zina eden evlilere yüz sopa ve recm.» ha-«si.
2- Buharı,
Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri hadisde Resulul-«afı (sav)'ın «Yüz
koyun ve hizmetçi sana iade edilecektir. Oğlunun cezası ğo yüz kamçı ve bir
sene sürgündür. Ya Üneys, bu adamın karısına git ve »yet itiraf ederse onu
recmet.» buyurmasıdır. Görülüyor ki Resulullah sav), yüz sopadan sonra bir sene
de sürgün cezası vermiştir. Demek oluyor ki sürgün cezası bekarın zinasının
karşılığında uygulanan sopanın tamamlayıcısı olmaktadır.
3- Yukarıda
zikredilen hadisde «sürgün» kelimesi tekrar edilmiştir. Bu tekrar do sürgünün
tamamlayıcı bir ceza olduğunu göstermektedir.
Âyetin ceza hükmünün a
hadi hadislerle artırılmasına herhangi bir engel bulunmamaktadır. Zira sopa
cezası nasıl Kur'anla sabitse sürgün cezası da Kur'anın açıklayıcısı olan
Resulullah (sav)'ın hadisi ile tesbit edilmiştir.
Sürgün cezası kadına
da uygulanır mı?
Alimler sürgünün de
bir ceza olduğuna hükmetmekle birlikte bu cezanın kadınlara da uygulanıp
uygulanmayacağında ihtilaf etmişlerdir.
İmam Malik (ra) ve
İmam Evzaî (ra) sürgün cezasının yalnız erkeklere uygulanacağı, bu cezanın
kadınlara uygulanamayacağı görüşündedirler. Zira Resulullah (sav) m hadisi de
buna delalet etmektedir.
İmam Hanbel (ra) ve
İmam Şafii (ra)'ye göre ise sürgün cezası hem erkeklere, hem de kadınlara
uygulanır. Yalnız, kadın sürgün edildiği takdirde masrafı kadına ait olmak
üzere, bir mahremiyle birlikte gönderilir. Bunların delilleri ise hadislerin
umumîlik ifade etmesidir. Hadislerin İfa-desindeki umumîliğe karşı, kadınları
Sürgünden istisna edecek bir kayıt da yoktur. İşte Hanbelî ve Şafiilerin meşhur
olan görüşleri budur.
İbni Kesir bu hususta
tefsirinde şunları söyler: «Zina yapan kişi ya hiç evlenmeyen bekar veya sahih
bir nikahla evlenen hür. akil ve baliğ bir kişidir. Şayet zani bekar ise
cezası, âyette de beyan edildiği gibi yüz sopadır. Ancak cumhurun görüşüne göre
bu cezanın üstüne bir sene sürgün cezası eklenir, imam-ı Azam (ra) ise bu
görüşü kabul etmeyerek cezanın yalnız sopa olduğunu, sürgün cezasının İse
imamın içtihadına bağlı olduğunu söylemiştir. Burada cumhurun delili Buharı.
Müslim ve Tirmizî'-nin rivayet ettiği hadisdir.»
[10]
Şeyh Sais de
Âyatü'l-Ahkam adlı tefsirinde şöyle der: «Bu hususta nakledilen hadisleri ve
âyetin hükmünü toparlayarak şu sonuca varılabilir : Sopa haddin tamamıdır.
Sürgün ise tazirdir. Bekarları sürgün etmesinde Resulullah (sav)'ın maksadı
sürgünün daha önleyici olmasıdır. Çünkü o zamanlar sürgün sopadan daha
önleyici ve maslahata uygun görülmüştür. O tarihte Araplar İslamı yeni yeni
kabul ettiklerinden henüz ca-hiliye adetleri tam silinmiş değildi. Nitekim
şarap küplerini ve kaplarını da onların o kötü adetlerini kesin olarak
terketmelerine daha uygun olduğu için parçalatmıştır.»
[11]
Alimler evli bir
zımmînin zina cezası hakkında ihtilaf etmişlerdir. Hanelilere göre onun cezası
yalnız yüz sopadır. Şafiilere göre ise onun cezası recmdir.
Hanefilerin delilleri:
1- İbni Ömer
(ra)'in rivayet ettiği. «Allah (cc)'a şirk koşan muhsan aeğildir.» hadisidir.
Hanefiiere göre bu hadis müşriklerin recm edilemeyeceğine delalet eder. Çünkü
müşrikler «muhsan» sayılmamaktadır. Gerçi =«esulullah (sav)'ın iki yahudiyi
recmettiği rivayet edilmiştir fakat Resulullah (sav) onları Kur'an hükümlerine
göre değil Tevrat hükümlerine göre recmettirmiştir.
2-
Müslümanlar hakkında Allah (cc)'ın nimeti çoktur. Öyleyse müs-uroanın cezası da
müşriklerden daha ağır olmalıdır. Bu yüzden müslü-TTonların cezası, aralarında
yaşayan zimmîlerin cezasından daha ağırdır. Zira Allahu teala müminlerin
anneleri olan Resulullah (sav)'ın zevceleri -cskında, «Ey peygamber zevceleri,
içinizden kim açık bir terbiyesizlik •derse onun azabı iki kat arttırılır.»
(Ahzab: 30) buyurmuştur. Âyetteki «ki kat arttırılır» ifadesi yalnız onlara
mahsustur. Çünkü Allah (cc) en sûyük nimeti onlara vermiştir, onları Resulullah
(sav)'a zevce kılmıştır. 5u âyetten anlaşılıyor ki. kullar üzerinde Allah (cc)'ın
nimetleri büyüdükle isyanlarına karşılık cezaları da ağırlaşmaktadır.
3- Zina
iftirasında iftira edilen şahsın müslüman olması gerektiği crra ile sabittir.
Şayet iftira edilen müslüman değilse müfteriye tazir uygulanmaz. (Gelecek
derste bu hususta tafsilat verilecektir.) öyleyse recm tususunda da zımmînin
cezası, müslüman olmadığı için. daha hafif bir ;eza olan sopadır.
Hanbelî ve Şafiilerin
delilleri:
1- «Müşrik
ve kafirler cizyeyi kabul ettikleri zaman müslümanlorın sütün haklarına sahip
olurlar, işledikleri suçlara karşılık da müslüman-ara uygulanan cezaların
aynısı uygulanır.» hadisinin umumi manasına göre evli bir müslüman zina
ettiğinde nasıl recmediliyorsa, evli bir zımmf x zina ettiğinde aynı şekilde
recmedilir.
2- Buhari ve
Müslim'in İbni Ömer (ra)'den rivayet ettikleri. «Yahu-mee içlerinden evli
oldukları halde zina eden bir kadınla bir erkeği Re-sJuliah (sav)'a getirdiler.
Resulullah (sav) onlara, «Kitabınız olan Tevrafta bunların hükmü nedir?» diye
sordu. «Biz onların yüzlerini siyaha boyar, halk içinde rüsvay ederiz.»
dediler. Resululloh (sav), «Siz yalan söylediniz. Tevrat'ta evli olan zaniler
için recm hükmü mevcuttur. Şayet doğruysanız Tevrat'ı getirip okuyun.» dedi.
Onlar da Tevrat'ı bilen bir kişiyi getirterek okuttular. Okuyan kimse
Tevrat'ın bir yerini eliyle kapatarak okumadı. Sahabilerden birisi, «Orayı
niçin kapattın, kaldır bakalım orada ne var?» deyince elini kaldırdı ve
Resulullah (sav)'a dönerek, «Ya Muhammed, bizim kitabımızda recm hükmü var ama
biz onu ketmedlp uygulamıyoruz.» dedi. Resulullah (sav) zanilerin
recmedilmesini emretti. Zaniler de recmedildi. Kendileri de recme bizzat
katıldı.» hadisidir.
Bera bin Âzib'ten
şöyle rivayet edilir: «Resulullah (sav)'ın yanından yüzü siyaha boyanmış bir
yahudi geçti. Resulullah yahudileri çağırarak, «Zina suçunun cezası bu mudur?»
dedi. «Evet» dediler. Resulullah (sav) onların alimlerinden birini çağırarak,
«Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah (cc) adına yemin ederek Tevrat'taki cezanın bu
olup olmadığını söyle.» dedi. Yahudi alimi. «Hayır, böyle değildir. Eğer bana
yemin ettirmeseydln dinimizde zina cezasının recm olduğunu haber vermezdim. Şu
var ki, zina eşrafımız arasında yaygın bir hale geldi. Eşraftan birisi zina
yaptımı ona ceza uygulamıyorduk. Ancak fakir ve zayıf bir kimse zina yapınca
recme-diliyordu. Sonra kendi aramızda, «Toplanalım, bir ceza vazedelim ki onu
hem halka, hem de asillere uygulayalım.» dedik. Sonunda recmi kaldırarak bunun
yerine sopa haddini ve yüzü siyaha boyamayı koyduk.» dedi. Bunun üzerine
Resulullah (sav), «Ya Rabbi. ben senin dinini, terkedenler hakkında yeniden
canlandıran ve yeniden uygulayanım.» buyurdu. Sonra gördüğü yüzü boyalı ve
sopalanmış yahudiyl çağırtarak recmettirdi. Bunun üzerine, «Ey Peygamber,
kalbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla «İnandık» diyen (münafık)larla
yahudilerden o küfür içinde (alabildiğine) koşuşanlar seni mahzun etmesin.
Onlar durmadan yalan dinleyen, senin huzuruna gelmeyen diğer bir kavim
hesabına casusluk eden (kimse)lerdir. Kelimeleri (Allah tarafından) yerlerine konulduktan
sonra (tutup) bir tarafa atarlar onlar. «Eğer size şu (fetva) verilirse onu
alın, şayet o verilmezse onu (kabul etmekten) çekinin» derler...» (Maide: 41)
âyeti nazil oldu.
[12]
Resulullah (sav), eğer
bu iki yahudiyl kendi şeriati olan İslamlo recmettirdi ise mesele açıktır.
Şayet Tevrat'ın hükmü üzere recmetti ise yine Resulullah (sav)'ın onu icra
etmesi teşrii bir sünnet olmaktadır.
3- Şafii ve
Hanbelilere göre kafirin zina etmesi de müslümanın zina etmesi gibi önleyici
ağır bir cezanın uygulanmasını icabettirir. Şayet zımmîlere bu ceza
uygulanmazsa aralarında zina yaygınlaşır ve dolayısıyla çok az bile olsa
müslümanlar arasında da yayılabilir.
4- Şafii ve
Hanbeliler İbni Ömer (ra)'den rivayet edilen, «Allah (cc)'a şirk koşan muhsin
değildir.» hadisini tevil ederek. «Buradaki «muh-sin değildir» ifadesinden
maksat, müşrik veya müşrikeye zina iftirası atılırsa müfteriye tazir
uygulanmaz demektir.» derler. Hanefilerin iftira haddine kıyas ederek «Mademki
bir zımmîye zina iftirası atan cezalandırılmaz, öyleyse zina eden zımmî de
recmedilemez.» şeklindeki görüşlerini de «iftira edene vazolunan tazirin gayesi
iftira edilenin haysiyet ve şerefini korumaktır. Kafir ise küfründen dolayı
islam nazarında zaten şeref ve haysiyet sahibi değildir. Yani onun şeref ve
haysiyetini korumak için tazire gerek yoktur.» şeklinde reddederler.
Bize göre Hanbelî ve
Şafiilerin görüşleri delillerinin kuvveti bakımından tercihe daha şayandır.
Zira Resulullah (sav)'ın yahudileri recmetmesi, bu görüşü tercih için en önemli
delildir.
«Zina eden kadınla
zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» âyetinin zahiri hitabın
ulülemre olduğuna delalet eder. Zira uygulamayı onların yapması hem
kötülükleri ortadan kaldırır, hem de ıslah bakımından cemiyetin selametini
gerektiren maslahattandır. Amme maslahatlarını ilgilendiren bütün davaların
halli de ulülemre aittir.
Alimler hürlere
uygulanacak cezaların ulülemr tarafından tatbikinde ittifak etmişlerdir.
Hükümlerin kölelere uygulanması konusunda ise ihtilaf edilmiştir.
Maliki, Hanbeli ve
Şafiilere göre zinada, içkide ve iftirada had ve ta-zirler kölelerin efendileri
tarafından uyguiumr. Hırsızlıâın cezası ise imama aittir.
Hanefilere göre bütün
had ve tazlrlerin tatbiki imama aittir. Kölenin efendisi ancak İmamın İzni ila
had veya taziı uygulayabilir.
Cumhurun delilleri:
Cumhur, hadisleri ve
sahabilerin uygulamalarını delil gösterirler. Bun-cn özetle aktarıyoruz:
1- Ebu
Hureyre (ra)'nin rivayet ettiği, «Birinizin cariyesi zina ettiği zaman efendisi
ona had vursun ve acımasın. Sonre dördüncü defa yine zina ederse onu kıl bir ip
karşılığı bile olsa satsın.»
[13]
hadisi. Cumhura göre kölenin efendisine haddi uygulaması için izin vermiştir.
2- Hz.
Ali'nin rivayet ettiği. «Malik olduğunuz cariye ve kölelerinize ister evli,
ister bekar olsun hadleri uygulayın.» hadisi.
[14]
3- İbni Ömer
(ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: Ibnj Ömer (ra), bazı cariyelerinin ayak ve
baldırlarına vurarak had uyguluyordu. Oğlu Salim, «Baba, Allah (cc)'ın, «Eğer
Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara Allanın dinini (tatbik) hususunda
acıyacağınız tutmasın.» (Nur: 2) âyeti nerede kaldı?» dedi. İbni Ömer (ra).
«Oğul. görüyorsun ki ben onlara şefkat göstermiyorum. Şüphesiz Allahu taala
bana öldürmemi de emretme-miştir.» dedi.
[15]
İbni Ömer (ra) ne
İmam, ne vali, ne de vali vekilidir. Halbuki cariyelerinin cezalarını bizzat
uygulamaktadır. Bu, haddin köle ve cariyelerin efendisi tarafından
uygulanacağına delalet eder.
Hanefiterin delilleri:
1-
Hanefiler. «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek
vurun.» âyetinin zahirini delil alarak hürlerle köleler arasında bir fark
olmadığını, her iki halde de cezanın İmam tarafından uygulanması gerektiğine
hükmederler. Zira âyet. zina eden her kadın ve erkeğin haddi hususunda yalnız
imamları muhatab almaktadır. Âyette hür ile köleyi birbirinden ayıracak
herhangi bir işaret de yoktur, öyleyse hür ve kölelere tatbik edilecek hadlerde
yalnız imamlar yetkilidir, halkın bir yetkisi yoktur.
2-
Hanefilere göre cumhurun delil aldıkları Hz. Ali'den rivayet edilen. «Malik
olduğunuz cariye ve kölelerinize ister evli, ister bekar olsun hadleri
uygulayın.» hadisi, efendilerin hadleri bizzat uygulamalarını değil, köle ve
cariyeleri zina sucunu işledikleri vakit durumu hakimlere bildirerek haddin
tatbik edilmesini sağlamalarını ifade etmektedir.
3- İbni Ömer
(ra)'in cariyelerine had uyguladığına dair haber eğer sahihse bu onun şahsî
görüşü olarak kabul edilir. Şahsi görüş nass olmadığına göre âyetteki umumi
ifadenin bildirdiği uygulamaya istinai bir hal getirmiş olmaz.
Bize göre. cumhurun
görüşü rivayet edilen hadisler ve sohabe-i kira-~\<n bazılarından haddi
uygulama konusundaki nakiller sebebiyle tercihe saha şayandır. En doğrusunu
Allah (cc) bilir.
Alimler, «Eğer Allaha
ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara Allanın dinini (tatbik) hususunda
acıyacağınız tutmasın.» âyetine dayanarak cezanın hafifletilmesi, kaldırılması
veya sopa sayısının azaltılması ve dar-btn hafifletilmesinin caiz olmadığına
hükmetmişlerdir. Zira cezalar işlenen sucu ortadan kaldırmak ve suçluyu
terbiye etmek için vazedilmiştir. Bu yüzden ceza hafifletilirse maksada
ulaşılmaz.
Kurtubî: «İnfaz
edilecek darbın (vuruş) mutlaka incitici olması, fakat yaralayıcı ve kesici
olmaması gerekir. Hz. Ömer, bekar bir zanlye had tatbik edilirken, «Sopayı
vururken bütün azaların hakkını ver ve kolunu fazla —koltuk altın görünecek
kadar— kaldırma.» demiştir. Rivayete göre Hz. Ömer, içki sucuyla yanına
getirilen birine, «Seni ceza konusunda hiç merhameti olmayan birine
göndereceğim.» diyerek onu Mu'te bin Es-ved'e gönderdi. Had uygulanırken de
yanlarına gitti. Sopanın çok şiddetli vurulduğunu görünce, «Sen had
uygulamıyor, adamı öldürüyorsun. Şimdiye kadar kaç sopa vurdun?» dedi. Altmış
sopa vurulduğu cevabını alınca, «Bu şiddetteki yirmi sopa kırk sopa demektir.
Artık had tamamlanmıştır.» dedi.»
[16]
Uygun olan vuruşların
mutedil olmasıdır. Zira darbdan maksat vücudu yaralamak veya öldürmek değildir,
yalnızca incitmektir. Nitekim bu husus İbni Ömer'in tatbikinde de
görülmektedir.
Zina, içki ve iftira
haddindeki darblar aynı şiddette mi olur?
Fakihler, hangi
haddeki vuruşun daha şiddetli olacağında ihtilaf etmişlerdir.
Hanefiler. zina
haddindeki vuruşun içki haddindekinden daha şiddetli, teki haddindeki vuruşun
da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli olması lazım geldiği
görüşündedirler.
Maliki ve Şafiilere
göre. bütün hadlerdeki vuruşlar eşit şiddette olmalıdır. Vuruşlar ne öldürücü,
yaralayıcı, ne de incitmeyecek kadar hafif olmalıdır.
İmam Sevri (ra) de
zina cezasındaki vuruşun iftira cezasından, iftira cezasındaki vuruşun da içki
cezasındaki vuruştan daha şiddetli olması gerektiği görüşündedir.
Hanefllerin delili:
Hanefilerin delili,
Hz. Ömer'in uygulamasıdır. Hz. Ömer, tazir haddinde zina vuruşunu içkiden,
içki cezasındaki vuruşu da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli olarak
vurdurmuştur
Maliki ve Şafiilerin
delili:
Cezaların ölçü ve
derecesini tesbit sâri olan Allah (cc)'a aittir. Bu hususta içtihada yer
yoktur. Cezaların vuruşları ile ilgili olarak ne kitaptan ne de Resulullah
(sav)'dan hiçbir haber varid olmamıştır. Bu sebeble bütün cezalardaki vuruşlar
aynı şiddette olmalıdır.
İmam Sevri'nin delili:
Zina haddindeki sopa
sayısı daha çok olduğu için vuruş şiddetinin de daha ağır olması lazımdır.
İftira ve içki cezalarında sopa sayısı daha az olduğuna göre şiddeti de daha az
olmalıdır.
Cessas. Hanefilerin
görüşünü teyid etmiştir. Çünkü âyetteki, «Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız
bunlara Allahın dinini (tatbik) hususunda acıyacağınız tutmasın.» ifadesi,
zina cezasındaki vuruşun içki ve iftira cezalarındaki vuruştan daha şiddetli
olması gerektiğine delalet eder. İçki içen adamın cezası, Resulullah (sav)
zamanında hurma dalı ile olurdu. Zina cezasındaki vuruşlar ise yalnız sopa ile
yapılırdı. Bu da işaret ediyor ki, içki cezasındaki vuruşlar, zina cezasındakj
vuruşlardan daha hafif olmalıdır. İftira cezasındaki vuruşun daha hafif olması
ise müfteri durumuna düşen adamın sözünün doğru olması ihtimalini
taşımasın-dandır. Diğer yandan müfteri, ağır bir ceza olan şehadet hakkının
elinden alınması gibi bir cezaya da uğramaktadır. Bu sebeble vuruşların daha hafif
tutulması icabeder.
Kurtubî: «Zina ve
iftiradaki sopa sayıları âyetle tesbit edilmiştir İçki cezasındaki sopa sayısı
ise sahabilerin icmaı ile sabittir. Çünkü Hz. Ömer, sahabilerin huzurunda içki
içen bir adama seksen sopa vurdurmuş ve uygulamaya hiçbir sahabe itiraz
etmemiştir. Öyleyse her uç cezadaki sopa sayılarının artırılması veya azaltılması
caiz değildir.»
[17]
İbnü'l-Arabi: «Bu
sayılar ancak halkın bu günahları kendilerine adet -eline getirmedikleri
takdirde artırılmaz. Şayet bu sayılar üzerinden uy-SuJonan cezalar neticesinde
suçlar azalmıyor, artıyorsa hem vuruşlar şiddetlenir, hem de sayıları artar.
Nitekim Hz. Ömer, ramazanda kendisine getirilen bir sarhoşa, daha önce
sarhoşlara seksen sopa vurdurduğu halele, yüz sopa vurdurmuştur. Sebebi
sorulduğunda «Bunun sekseni içkiden, yirmisi de ramazan orucuna saygısızlığından
dolayıdır.» demiştir. Oemekki cezalar suçların artışı ve yaygınlığı ölçüsünde
artar ve şiddetlenir İmam Malik döneminde Medine valisi, bir oğlan çocuğuna
sarkın-oitk yapan bir şahsa üçyüz sopa vurdurmuştur. İmam Malik hadiseyi
duy-3uğu halde uygulamaya karşı çıkmamış, bu tavrıyla da doğru bulduğunu
göstermiştir. Onlar eğer bugünkü durumu görselerdi herhalde kalb sek--eslnden
giderlerdi.»
[18]
Alimler cezaların
uygulanması sırasında başın, yüzün ve avret yerle--rıin korunması gerektiğinde
ittifak etmişlerdir. Hatta İbni Atiyye bu hususta icma olduğunu rivayet
etmiştir. Ancak bu üç uzvun dışındaki uzuv-ar hakkında alimler arasında ihtilaf
vardır.
İbni Cevzi.
Zadü'l-Mesir isimli eserinde İmam Hanbei (ra)'den nak-en zina haddinde sopa
vurulan kişinin yüz, baş ve avret mahalli hariç ner uzvuna vurulması
gerektiğini söyler, imam Ebu Hanife (ra)'nln gö--jşû de budur.
Yine İbni Cevzî'nin
nakline göre İmam Malik (ra), sopanın yalnız sırız vurulacağı, diğer uzuvlara
vurulmayacağı görüşündedir. İmam Şafii'ye gön ise sopa yüz ve tenasül uzuvları hariç
her yere vurulabilir.
[19]
Kurtubî, bu hususta
şöyle der: «Alimler başa vurulması hususunda iıtiaf etmişlerdir. Cumhura göre
başın korunması icabeder. imam Ebu tusuf (ra) ise hadde başa da vurulabileceği
görüşündedir. Zira Hz. Ömer, Seütğ ismindeki şahsa had vururken başına da
vurmuştur. Fakat alimler. •<kiz ile tenasül uzuvlarına vurmanın haramlığında
ittifak etmişlerdir. Zira 3esulullah (sav). «Birisine vurduğunuz zaman yüzüne
vurmayınız.»
[20] bu-*\nnuştur»
Hz. Ali'den şöyle
rivayet edilmiştir: Kendisine getirilen bir suçlunun sopalanması sırasında
sopayı vurana, «Her azanın hakkını verecek şekilde vur. Yalnız yüz ve tenasül
uzvu hariç.» demiştir.
Diğer bazı nakillerde
Hz. Ali'nin Resulullah (sav)'tan, «Had vurduğunuz zaman başa ve tenasül
uzuvlarına vurmaktan kaçının. Diğer azaların hakkını da verin.» hadisini
rivayet ettiği bildirilmiştir.
Cumhur, başa vurmanın
haram olduğuna, Hz. Ali'den rivayet edilen hadise dayanarak hükmetmiştir. Çünkü
hadisde başa vurmaktan kaçınılması hususunda nass vardır. Cumhura göre başa
vurulan sopa işitme ve görme uzuvlarına tesir ederek körlük ve sağırlığa sebeb
olabilir. Hatta aklı da ihlal edebilir. Bu bakımdan başa vurmaktan kaçınmak
icabeder.
İmam Şafii (ra) ve Ebu
Yusuf (ra), Ebubekir Sıddık Hazretlerinden rivayet edilen, «Hz. Ebubeklr'e
oğlundan şikayetçi bir adam geldi. Hz. Ebubekir adamın şikayetini dinledikten
sonra. «Sen onun başına vur. Zira şeytan onun beynindedir.» kavline dayanarak
başa vurmanın da caiz olduğuna hükmetmişlerdir, ikinci bir dayanakları da Hz.
Ömer'den yapılan şu rivayettir: Sebiğ bin Hüseyn, Hz. Ömer'e alay mahiyetinde,
«Tozutup savuran (rüzgar)lar.» (Zariyat: 1) âyetinin manasını sorunca ona had
vurdu. Haddi vururken başına da vurdu.
İmam Malik (ra)'in
görüşü ise bütün hadlerde yalnız sırta vurulacağı yolundadır. Bunun delili ise
selef-i salihînin hadlerdeki uygulaması ile Resulullah (sav)'ın, kendi
karısına zina Isnad eden Hilal bin Ümeyye'ye, «Ya isbat edersin veya sırtına
sopa vurulur.»
[21] demesidir.
Hadlerin
uygulanmasında uygun olan, suçlunun üzerinde yalnız donu kalana kadar soyulması
ve ayakta durdurularak sopalanmasıdır. Ancak iftiradan dolayı had vuruluyorsa
suçlu soyundurulmaz, yalnız vurulan sopanın etkisini cilde ulaştırmayacak
kadar kalın pamuklu ve deri giyecekleri çıkarılır. Suçlu kadın ise, elbiseleri
üzerinden çıkarılmaz ve oturduğu yerde sopalanır. Bunun delili ise Resulullah
(sav)'ın yahudi bir kadınla erkeği recmettirirken erkeği soyunuk ve ayakta,
kadını ise giyinik ve oturur vaziyette recmettlrmeşidir. Bu hadisin ravisi
İbni Ömer (ra), «Ben Resulullah (sav)'ın bir kadına giyinik ve oturur
vaziyette had uyguladığını gördüm.» demiştir. Resulullah (sav)'in bu uygulama
şekli erkeğe ayakta, kadına da oturur vaziyette iken had vurulması icabettiğlne
delalet etmektedir.
Had vurulacak kişileri
hadden kurtarmak caiz değildir. Zira Resulul-nn sav). «Had uygulanacak kişiye
şefaat ederek haddin uygulanmasını mgetleyen kimse Allah (cc)'a karşı savaş
açmış olur.»
[22] buyurmuştur, -aferin
vazedilmesindeki hikmet suçları önlemek ve suçluyu terbiye et- Şefaat ise onu
şımartır, suç önlenemez, tersine yayılır. «Eğer Al- ve ahlret gününe
inanıyorsanız bunlara Allahın dinini (tatbik) huju- acıyacağınız tutmasın.»
(Nur: 2) âyeti de şefaatin haram olduğuna araçtan delalet etmektedir.
Selef bu âyeti iki
ayrı şekilde anlamıştır. Birinci şekil, «Acıyacağınız misinadan maksat, «hafif
vurmayın» demektir. Bu. Said bin Müseyyib ilik Htasan-ı Basrînin görüşüdür.
İkincisine göre ise «Acıyacağınız tutma- maksat, «o haddi koldırmayın»dır. Bu
da Mücahid ve Şa'bî'nin gö-
Itmü'l-Arabî, bu
konuda şöyle der: «Bana göre her iki anlamı birlikte »ok daha doğrudur, öyleyse
zanlye yardım ederek haddi kaldırmak veya ınnfletmek hiç kimse için caiz
değildir.»
[23]
Buhar?, Hz. Ayşe'den
şöyle rivayet eder: «Mahzumiye kabilesinden a» cadın hırsızlık yaptı.
Kureyşîler kadının affedilmesi için şefaatçi olmak miBpariar fakat bunu
Resulullaha nasıl söyleyeceklerini bilemiyorlardı. So-ııwmda bu görevi
Resulullahın çok sevdiği Üsame bin Zeyd (ra)'e verdiler. ime hırsız kadının
elinin kesilmemesi için ricacı oldu. Resulullah (sav), dtan Allahın uygulamayı
emrettiği bir ceza için mi şefaat ediyorsun?» Jlııvek ayağa kalktı ve mescidde
sahabe-i kirama hitaben. «Sizden ev-«mtc ümmetlerde bir asil hırsızlık yaptığı
zaman cezalandırmazlar, kimsene m fakir birisi hırsızlık yapınca onu hemen
cezalandırırlardı. Onlar bu »«inen helak oldular. Allaha yemin ederim ki
Muhammedin kızı Fatıma hırsızlık yapacak olsa onun elini keserim.» buyurdu.» Bu
hadis de uygulanmasına mani olmanın haram olduğuna delalet eder.
riodlerde şefaat etmek
nasıl haramsa. İmamın şefaati kabul ederek 3mn?ft uygulamaktan vazgeçmesi de
öyle haramdır. Rivayete göre. Zübeyr ınr Awam (ra), yolda, tuttuğu bir hırsızı
götüren bir adama rastladı. Ona »ufaatcı olarak adamı kurtarmak istedi. Hırsızı
yakalayan kişi, «Hayır, bunu sana veremem. İmama haber verdikten sonra ona
şefaat edebilirsin.» dedi. Bunun üzerine Zübery bin Avvant (ra), «Şefaat, suçlu
imama ulaşmadan önce yapılır, imama bildirildikten sonra İse Allah (cc), hem
şefaat edeni, hem de şefaati kabul edeni lanetler.* dedi.
[24]
lunur mur
4a hun.la.aa azabına
(bu cezalanna) şahit ottun.» âyetinin zahiri, ceza uygulanırken mürmnteraen
toır gurubun itam bulunmasının farz olduğuna delalet eder. Bundan gaye
insanların ibret almasıdır.
Alimler, âyetteki
«zümre» kelimesinin İfade ettiği sayı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Mücahid'e göre «umre»,
bir veya birden fazla kişiyi ifade etmektedir.
İkrime ve Ata'ya göre
İki veya daha fazla kişidir, imam Malik (ra) de bu görüştedir.
Züheri'ye göre üc veya
daha fazla kişidir. Çünkü çokluğun en küçük İfadesi üçtür.
İbni Abbas (rafa göre
«zümre»nin sayısı, zinanın isbatındakj şahitlerin sayısı gibi enaz dört kişi
olmalıdır, imam Şafii (ra) de bu görüştedir. Sahih olan görüş de budur.
Zemahşeri, Keşşaf isimli
tefsirinde yukarıdaki görüşleri naklettikten sonra şöyle der: «Zina en büyük
günahlardan biridir. Zira Allahu taala onu şirk ve adam öldürmekle birarada
zikretmiştir: «Onlar ki Allanın yanına başka bir tann daha (katıp) tapmazlar.
Allanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler.» (Furkan: 25/68)
«Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur.» (İsra:
17/32) Allahu taala bekar zanilerln cezasını tam yüz sopa olarak tesbit
etmiştir. Evli zaniler İçin de en feci şekilde öldürülmelerine, yani recme hükmedilmiştir.
Allahu taala, had uygulanacak kişiye şefaatçi olmayı yasaklamış ve onun azabına
bir zümrenin şahit tutulmasını emretmiştir, öyleyse bu zümrenin cezayı teşhir
edecek bir sayıda olması icabeder. Bir, iki sayıları cezayı teşhir edecek
mahiyette değildir. İbnl Abbas (ra)'ın da dediği gibi bu zümrenin sayısı enaz
dört olmak üzere kırka kadar artırılabilir. Bunların mümin olmasının şart
koşulması, suçlu için daha ağır olduğu içindir.»
[25]
Homoseksüellik, akli
ve ahlaki bozukluğun işareti olan en çirkin, en ğrenç bir fiildir. Nitekim
Allahu taala bu hususu. cSiz, Rabbinlzin sizin, için yarattığı zevcelerinizi
bırakıp da İnsanların içinden erkekler* mi gidiyorsunuz? Hayır, (siz helalden harama) tecavüz eden bir kavimsiniz.» Şuara:
165-166) âyetleriyle tesbit ederek bunları ibret için en ağır ceza e
cezalandırdığını, onları yere batırarak üzerlerine taş yağdırdığını bildirmiştir.
Bunu gelecek ümmetlere ibret için yapmış ve Kur'anda şöyle zikretmiştir:
«Vaktaki (azab) emrimiz geldi, (o memleketin) üstünü altına getirdik ve
tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki onlar
Rabblnln katında hep damgalanmışiardı. Onlar zalimlerden uşak değildir.» (Hud: 11/82-83)
Şevkanî şöyle der: «Bu
günahı işleyenlerin öyle bir ceza ile cezalandırılmaları lazımdır ki. bu fiile
teşebbüs edenler ibret alarak bu fahiş fiili terketmeHdirler. Bunlar, ister
evli, ister bekar olsunlar. Allahu taalanın âyette beyan ettiği gibi, açılan
çukurlar içine canlı canlı konularak ölünceye kadar taşlanmalıdırlar.»
[26]
Fakihierin
homoseksüellikle ilgili görüşleri:
Bu fiil hayvanların
bile kaçındıkları çirkin bir fiildir. Bu fiil yalnız insanlar arasında
işlenmektedir. Bu sebeble önlenmesi, yaygınlaşmaması için an ağır şekilde
cezalandırılmalıdır.
Bu ceza hususunda
fakihler üç görüşe ayrılmaktadırlar:
1) Bu günahı
işleyenler mutlaka öldürülmelidir.
2) Bu günahı
isteyenler zina cezası ile cezalandırılmalıdır.
3) Bu günahı
isteyenler tazir edilmelidir.
1. Görüş: Homoseksüeller
mutlaka öldürülmeHdir. Bu, Maliki ve Hanbelilerin görüşüdür. Bunlara göre bu
suçu işleyenler ister bekar, ister evli olsunlar, ister aktif, ister pasif
olsunlar mutlaka öldürülmelidirler. Bu görüş Hz. Ebubekir. Hz. Ömer ve Jbni
Afctoas (ra)'tan da rivayet edilmiştir. Alimlerin bir kısmı da bu görüşü aynen
kabul etmişlerdir. Maliki ve Han-belîler bu hükme aşağıdaki nakillere istinad
ederek varmışlardır:
1-
Resulullah (sav), «Lut kavminin yaptıklarını yapanları gördüğünüz zaman her
ikisini de öldürün.» buyurmuştur.
[27]
2 - Hz.
Ali'nin bu işi yapanları recmettiğine dair rivayet.
[28]
3- Hz.
Ebubekir hilafeti sırasında sahabeleri toplayarak onlara homoseksüelliğin
cezası hakkında sordu. Sahabeler içinde onların en şiddetli cezaya
çarptırılması gerektiğine İşaret eden Hz. Ali şöyle demiştir: «Bu. Lut
kavminden başka hiçbir milletin işlemediği bir günahtır. Allahu taala-nın-Lut
kavmini nasıl cezalandırdığını biliyorsunuz. Ben bu suçu işleyenlerin
yakılmasını uygun görüyorum.» demiştir. Bunun üzerine Hz. Ebubekir,
kendisinden homoseksüelliğin cezasını soran Halid bin Velld (ro)'e yazdığı
mektupta bu suçu işleyenlerin yakılmasını emretmiştir.
[29]
Homoseksüelliğin
cezası ölümdür diyenler, öldürülme şekli üzerinde İhtilaf ederek birkaç görüşe
ayrılmışlardır:
1) Mürted
gibi boynu kesilerek öldürülür. Bu görüş Hz. Ebubekir ve Hz. Ali'den de rivayet
edilmiştir.
2)
Taşlanarak öldürülür. Bu görüş de İbni Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir, imam
Malik (ra) ile imam Hanbel (ra) de bu görüşle hükmetmişlerdir.
3) Yüksek
bir yerden atılarak öldürülür.
4)
Üzerlerine bir duvar yıkılarak öldürülürler. Hz. Ebubekir'den böyle Ur rivayet
de varit olmuştur.
Homoseksüellerin
öldürülmelerine hükmeden alimlerin öldürülüş şekli üzerindeki İhtilaflarının
bir hikmeti vardır. Çünkü Allahu taala Lut kavmini bu günahlarından ötürü
cezalandırdığı zaman sayılan bütün ölüm şekilleri ceza İçinde bulunuyordu:
«Vaktaki (azab) emrimiz geldi, (o memleketi) üstünü altına getirdik ve
tepelerine balçıktan pişirilmiş, İstif edilmiş taşlar yağdırdık...» (Hud:
82-83) Görüldüğü üzere âyette taşlama ile binaların yakılması açıkça ifade
edilirken yakma zımnen anlatılmaktadır.
2. Görüş:
Homoseksüelliğin cezası zina cezası gibidir, imam Şafii (ra), homoseksüelliğin
cezasının da zina gibi olduğuna hükmetmiştir. Yani suçlular bekar ise yüz
sopa, evli ise recm ile cezalanacaklardır. Bu görüş Ata İra). Katade (ra),
Nehaî (ra). Salb bin Müseyylb (ro) gibi tabiinden
m rivayet edilmiştir.
Şafiller bu görüşlerini oşogKtaM delillerle Isbat e-
aarler:
1- Ebu Musa
el-Eş'âri (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resutuflah ma*). «Bir erkek diğer
bir erkekle cinsi münasebette bulunursa onların w ikisi de zanidir.ı
buyurmuştur.» Bu hadis homoseksüelliğin cezasının nmen zina cezası gibi
olduğuna delalet eder.
2- İmam
Şafii (ra)'ye göre zina hakkında varid olan deliller hem* •adar homoseksüelliği
içine almıyorsa da kıyas yoluyla homoseksüelliği amaya ilhak etmek mümkündür.
Çünkü zinadan maksat arzuların gayri neşru bir şekilde tatmin edilmesidir. Bu
tatmin kadınla olduğu gibi erkek- de olmaktadır, öyleyse bunun cezası da zina
cezası İle aynı olmalıdır.
3. Görüş:
Homoseksüeller tozlr edilmelidir. Hanefi alimleri homo-maüelliğin çok çirkin ve
büyük bir günah olduğunu kabul ederler. Ancak «ariecek cezanın zina haddi
olmayıp tazir yoluyla cezalandırılması gerek-n§M söylerler. Bu görüşlerini
aşağıdaki delillerle isbat ederler:
i — Hanefllere göre
zina ile homoseksüellik ayrı şeylerdir. Çünkü homoseksüellik bir erkekle diğer
bir erkeğin münasebeti, zina İse bir er* mmde bir kadının münasebetidir. Bu
sebeble Kur'an da İkisini ayn ayrı zikretmiştir. Cenabı Allah (cc). «Gerçek,
siz kadınları bırakıp da şehvetle ka erkeklere yanaşacak mısınız? Hayır, siz
beyinsizlikte devam ede» bir kavimsiniz.» (Nemi: 55) ve «Siz Rabblnlzln sizin
İçki yarattığı «şiirinizi bırakıp da İnsanların İçinden erkeklere mi
gidiyorsunuz? Ha-m, (sb helalden harama) tecavüz eden bir kavimsiniz.» (Şuara:
165-166) Mrurmaktadır. Görülüyor ki Allahu taala bu İki âyette homoseksüelliği
zl-
değil, «beyinsizlik» ve «tecavüz etme» ye
nlsbet etmektedir.
2- Sahabe-i
kiram Arap dilin) en iyi bildikleri halde homoseksûelll-|» verilecek ceza
hususunda ihtilaf etmişlerdir. Eğer bu fiilin cezası hususunda bir nas olsaydı
Ictihodlorına göre amel etmezlerdi.
3- Bu fiili
zina ile kıyoslamok doğru değildir. Çünkü zina, kadınla «mastır ve erkeğin
yaratılışında kadına karşı bir zaaf ve temayül vardır. -ratouki homoseksüellik
böyle değildir. Bu öyle bir fiildir ki hayvanlar bile Moontr. İnsan
yaratılışında erkeklere karşı da bir zaaf olduğu kabul edilse sie yine de zina
ile kıyaslanamaz. Çünkü zina neslin bozulmasına vesile «maktadır, öyle ise
zinayı engellemek için daha şiddetli bir ceza gerekil»
4-
Resululloh (sav), «Müslümanın kanının dökülmesi ancak 00 şeyle lir: Evlendikten
sonra zina İle, İman ettikten sonra Irtkfat II* ve haksız yere adam öldürmek
ile.» buyurmuştur. Görülüyor ki Resulullah (sav) ölüm cezasının sayılan üç
şeyden birisi sebebiyle uygulanabileceğini söylemektedir. Homoseksüel ise
hadiste belirtilen üç kişiden birisi değildir. Zira homoseksüellik zina
değildir. Eğer zina gibi olduğunu kabul edersek Resulullah (sav)'ın, «Lut
kavminin yaptıklarını yapanları gördüğünüz zaman her ikisini de öldürün.»
hadisinde evli olanlarla bekar olanların durumlarını ayırdetmesi gerekirdi.
Resulullah (sav) böyle bir ayırım yapmadığına göre bunlar hakkındaki ceza had
değil, olsa olsa taziren öldürülmek olabilir. Tazlrde İse hakimlerin
salahiyeti geniştir. Dilediği cezayı verebilir.
Allame Şevkanî
homoseksüelliğin cezasının mutlaka öldürülmek olduğunu kabul eden Maliki ve
Hanbelîlerin görüşünü tercih ederek diğer görüşleri zayıf bulmuştur. Ona göre
homoseksüellik çok çirkin bir fiil olduğu için cezası da çok ağır olmalıdır. Bu
ceza, yakmak, recmetmek ve üzerine duvar yıkmak gibi şekillerin hangisi daha
ibret verici ve engelleyici İse onunla yerine getirilmelidir. Bu ölüm şekilleri
Allah (cc)'ın Lut kavmine verdiği cezalara daha uygun düşmektedir.
Sevicilik ve
hayvanlarla temasın hükümleri:
Fakihler, seviciliğin
(kadınla kadının teması) cezasının tazir olduğunda ittifak etmişlerdir. Tazir
ise hakimin salahiyeti içindedir.
Hayvanlarla temasın
cezası ise cumhura göre gene tazirdir. Ancak İmam Hanbel (ra)'den yapılan bir
rivayete göre, hayvanla temasta bulunan şahsın cezası da homoseksüelliğin
cezası gibidir. Yani hem hayvan, hem de hayvanla temasta bulunan öldürülür.
Şüphe yok ki bu fiili İşleyen kimse hayvandan daha aşağıdır.
Şüphesiz zina çok
çirkin bir fiildir. Bu yüzden cezası da çok ağır bir ceza olan had veya
recmdir. İslâm şeriati bu haddin veya recmin uygulanması için ağır şartlar
koşmuştur. Zinada kadınların şahitliği kesinlikle kabul edilmez. Şahitlik
yapan erkeklerin de şehadet ettikleri zaman adil olmalarını ister. Şahitlerin
suçu kendi gözleriyle ve bizzat kılıcı kında görmeleri gerekir. Şüphe yok ki
böyle bir şahitlik kolay kolay tahakkuk etmez
Zinadaki şehadetin
şartları:
Şariln bu kadar ağır
şartlar koymasındaki maksat. İftira yollarını keserek İnsanların birbirlerini
zina ile itham etmelerini önlemektir. Zina şahitliğinin şartları şunlardır:
1-
Şahitlerin sayısı dört olmalıdır. Bu hususta Affohu taafa, cKo-dnlarmzdan fuhşu
irtikab edenlere karsı içinizden dört şahit getirin.» (Nisa: 15) buyurmuştur.
Zina dışındaki olaylarda İse yalnızca iki şahit yeterlidir.
2- Şahitler
erkek olmalıdır. Zina bahsinde kadınların şahitliği 0«-cerli değildir. Zira
Allahu taala erkeklere hitaben, «...İçinizden dört şahld getirin.» ve «Buna
karşı dört şahld getirmeli değllmlydiler?» (Nur: 13) buyurmaktadır.
3- Şahitler
adil olmalıdır. Zira Allahu taala. «Sonra (o kadınlar) Müddetlerini doldur(maya
yaklaştıkları zaman onları ya güzellikle tutun, rahud güzellikle kendilerinden
ayrılın ve içinizden adalet sahibi İki kişiyi de şahid yapın.» (Talak: 2)
âyetinde şahitlerin «adalet sahibi» olmalarını emretmiştir. «Ey iman edenler,
eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin.». (Hucurat: 6)
âyetinde de fasıkların şehadetlerlnin kabul edilmemesini emretmiştir.
4-
Şahitlerin müslüman, âkil ve baliğ olmaları şarttır.
5-
Şahitlerin zina olayını kılıcı kında gördükleri gibi görmeleri şarttır. Zira
Resulullah, «Cezaları şüpheli şeylerle uygulamoyınız.» buyurmuştur.
6- Dört
şahit de birlikte şehadet etmelidir. Eğer teker teker gelerek şahitlik
ederlerse şehadetlerl kabul edilmez.
İşt zinanın isbatı
için şahitlerin bu vasıfları haiz olmaları gerekmektedir. Zinanın bir başka
isbatı daha vardır ki o da, zaninin zina ettiğini bizzat itiraf etmesidir.
Alimler buna delillerin efendisi demektedirler. Allahu taala da «Daha doğrusu
insan (bizzat) kendisine karşı bir şahittir.» (Kıyamet: 14) buyurmuştur.
Resulullah (sav) Maız
ile Gamldlye'yl kendi itiraflarına dayanarak başka şahit İstemeden zina cezası
İle cezalandırmıştır. Bazı alimlere göre dul veya bekar bir kadının gebe oluşu
da onların zina ettiklerine delalet eder. Gebelik onların itirafları yerine
geçer. Fakat Resulullah (sav) zamanında zina cezası gebelikle değil itiraf
üzerine uygulanmıştır. Resulullah (sav) zamanında olan iki recm hadisesini
nakledelim -.
Maız bin el-Eslemî,
Hezal bin Nalm'in yanında barınan kimsesiz bir gençti. Bir cariye ile zina
etti. Efendisi ona, Allah (cc) tan af dilemesi için yaptığını Resuhıllah
(sav)'a haber vermesini emretti. Resululkıh (sav) mes-cidde iken Maız gelerek,
«Ya Resulullah ben zina ettim.» dedi. Resulullah (sav) yüzünü ondan çevirdi ve
«Git Allah'tan af dile.» buyurdu. Maız yine karşısına geçerek, «Ben zina ettim
ya Resulullah» dedi. Resulullah gene yüzünü çevirdi. Maız bir kere daha
karşısına geçerek, «Ya Resulullah, beni temizle, ben zina ettim.» dedi. Hz.
Ebubeklr ona. «Dördüncü defa tekrar edersen Resulullah seni recmettirlr.» diye
uyardı. Bunun üzerine Maız sustu. Resulullah (sav). «Sen o kadını öptün mü.
sıktın mı?» diye sordu. «Hayır ya Resulullah.» cevabını alınca. «Cinsi
münasebette mi bulundun?» buyurdu. Maız, «Evet, cinsi münasebette bulundum ya
Resulullah.» dedi. Resulullah (sav)'in «Sen cinsi münasebetin ne olduğunu
biliyor musun?» sorusuna «Evet, evli bir erkeğin helal ailesiyle yaptığını ben
de o cariye ile yaptım.» cevabını verdi. Resulullah, «Sen ne demek istiyorsun?»
buyurdu. Maız, «Senden beni bu günahtan temizlemeni İstiyorum.» deyince.
Resulullah onun recmedilmesini emretti.
Recm esnasında Maız,
değen taşların acısıyla, «Ey kavim, beni Resulullah (sav)'a götürün. Zira
benim kavmim beni öldürüyor?» diye feryada başladı. Halk onun feryadına
aldırmayarak ölünceye kadar taşladılar. Resulullah (sav) Maızın isteğini
duyunca, «Niçin recme devam ettiniz, niçin bana getirmediniz? Umulur ki o tövbe
eder ve Allah da tövbesini kabul ederdi.» buyurdu. Bazı sahabilerin, «Köpek
gibi taşlandı.» ve benzeri laflarını duyunca da. «Andolsun, Maız öyle bir
tövbe etti ki eğer onun tövbesi bir ümmet içinde eşit şekilde taksim edilse
onlara herkesi affettirecek nlsbette bir pay düşer.» buyurdu.
Diğer bir rivayette
ise Resulullah (sav). «Nefsim kudret elinde olan Allaho yemin edorim ki, Maız
şimdi cennet nehirlerinde yıkanıyor.» buyurmuştur.
[30]
Gamidlyo'nin hadisesi:
Müslim'in rivayetine
göre Gamidiye isimli bir kadın Resulullah (sav)'a gelerek, «Ben zina ettim,
beni temizle ya Resulullah.» dedi. Resulullah (sav) hiçbir şey söylemeden
kadını geri çevirdi. Kadın ikinci günün sabahı tekrar geldi ve «Ya Resulullah.
Maız'ı reddettiğin gibi beni de reddetme. Allah (cc)'ın ismi ile yemin ederim
ki gebeyim.» dedi. Resulullah (sav), «Git ve doğum yapana kadar bekle.»
buyurdu. Kadın doğumdan sonra çocuğu da kucağına alarak Resulullaha geldi ve
«Ya Resulullah, bu çocuğu doğurdum.» dedi. Resulullah (sav), «Git, sütten
kesinceye kadar çocuğunu emzir.» emrini verdi. Kadın çocuğunu sütten kesince
eline bir parça ekmek vererek alıp Resulullah (sav)'a geldi. «Ya Resulullah,
çocuk sütten kesildi ve gördüğünüz gibi artık ekmek yiyebiliyor.» dedi. Bunun
özerine Resulullah (sav) çocuğu müslümanlardan birine teslim ettikten sonra
kadını göğsü derinliğinde kazılmış bir çukura indittirdikten sonra halka
taşlamalarını emretti.
Recm sırasında
kadından sıçrayan bir damla kan aHlid bin Velid ra)'in yüzüne isabet etti.
Bunun üzerine Halid (ra) kadına küfretti. Resu-ultah (sav), Hz. Halidin
sözlerini işitince. «Sakin ol ya Halid. Nefsim kudret etmde olan Allaha yemin
ederim ki bu kadın öyle bir tövbe etti ki eğer onun tövbesini zalim tahsildar
da yapsaydı Allah onu da affederdi.» buyurdu. Recm bittikten sonra kadının namazını
kılarak defnettirdi.
[31]
Böyle hadiselerin
asırların en üstünü olan Resulullah (sav)'ın asrın-3a vukubulmasının yüksek bir
hikmeti vardır. Bu hikmet, teşrii kanunların yetecek nesillere örnek olması
için bizzat Resulullah (sav) tarafından tat-s«kı olarak gösterilmesidir. Eğer
bu gibi hadiseler o zaman olmasaydı. Alcın (cc)'ın farz kıldığı hadler
yalnızca birer haber olarak kalırdı. Sonraki reşitler bu kanunların nasıl
tatbik edileceğini bilemezlerdi. Allahu taala son peygamberi olan Hz. Muhammed
(sav)'in tebliğ ettiği dinin bütün asır-arı kapsayıcı ve her ortamda geçerli
olmasını irade etmiştir. Bazı saha-iierden bazı muhalefetlerin görülmesi
şeriatın tamamlanması, Resulullah scw)'ın dini onlara uygulayarak ikmal etmesi
içindir.
Yukarıda anlatılan
hadiselerin kahramanları herne kadar büyük bir i_c ışlemlşlerse de kendi
arzularıyla seve seve kanunların uygulanmasını ısrarla isteyerek o asır insanlarının
ilahî kanunlara karşı bağlılık ve saygısını göstermektedirler. Recm cezası ne
kadar ağır bir ceza olursa :»sujı. ahirette verilecek cezanın yanında çok hafif
kalacaktır. O zamanki Müslümanların hükümlere karşı gösterdikleri saygı, İslama
girdikleri gün-3©n itibaren almış oldukları islâmi terbiyenin neticesidir.
Selef alimleri bu
meselede ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır:
1. Görüş: Zina eden bir kadınla evlenmek haramdır. Bu
görüş H. Ali -;,. Bera bin Azib (ra), Hz. Ayşe ve İbni Mes'ud (ra)'dan
naklolunmuştur.
2. Görüş:
Zina eden bir kadınla evlenme* caizdir. Bu görüş de Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve
ibni Abbas (ra)'tan nakledilmiştir. Cumhurun görüşü de budur. Dört mezhebin
faklhleri de bu görüşle hükmetmişlerdir.
1. Görüşün delilleri:
Zina eden bir kadınla
evlenmenin haram olduğuna hükmedenler. «Zina eden erkek, zina eden veya müşrik
olan bir kadından başkasını nikahlamaz. Zina edan kadını da zina eden veya
müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz.» (Nur: 3) âyetinin zahirini delil
almışlardır. Bu görüşteki alimlere göre âyetin zahiri herne kadar hüküm değil,
haber manası taşıyorsa da âyetin sonundaki. «Bu (surette evlenmek) müminler
üzerine haram kılınmıştır.» ifadesi kesin hüküm ifade ettiğinden baş taraftaki
haber anlamı taşıyan cümle de kesin bir hüküm ifade etmektedir.
Bu görüşün bir başka
delili de Hz. Ali'den rivayet edilen şu sözdür: «Bir erkek zina ettiği zaman
onunla karısının ayrılması gerekir. Bir kadın zina ederse yine onunla kocasını
ayırmak gerekir.»
Bu görüşün
delillerinden biri de, Mersed bin Ebi Mersed'in cohiliye döneminde dostu olan
fahişe bir kadınla evlenmek için izin istemesi üzerine Resulullah (sav)'in bu
âyet nazil olana kadar cevap vermemesi, âyetin nüzulünden sonra ise, «Anakla
evlenme.» buyurmasıdır.
2. Görüşün delilleri:
Zina eden bir kadınla
evlenmenin caiz olduğuna hükmedenler aşağıdaki delillere istinad
etmektedirler:
1- Hz.
Ayşe'den rivayet edilen. «Bir erkeğin zina ettiği kadınla evlenip evlenemeyeceği
soruldu. Resulullah (sav), «Evet, başlangıcı zina idi ama sonu nikahtır. Haram
helali haram kılmaz.» buyurdu.»
[32]
hadisi.
2- İbni Ömer
(ra)'den rivayet edilir: «Hz. Ebubekir mescidde otururken yanına bitkinlik ve
heyecandan ne konuştuğu anlaşılmayan bir çıdam geldi. Hz. Ebubekir Hz. Ömer'e.
«Bu adamla ilgilen. Birşey için gelmiş fakat ben ne konuştuğunu anlamıyorum.»
dedi. Hz. Ömer adama sordu. Adam, «Bana
bir misafir gelmişti, katınla zina etti.» dedi. Hz. Ebubekir onları, zina
haddi uyguladıktan sonra evlendirmiş ve bir sene sürgüne göndermiştir.»
[33]
3- İbni
Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilir: İbni Abbas (ra)'a, «Zina eden bir erkekle
kadın evlenebilirler mi?» diye soruldu. «Bazlangıcı zina ise sonu nikahtır.
Bunun örneği şudur: Adamın biri bir bahçeden meyve çalar. Sonra bahçe sahibine
giderek aynı meyveden parası ile satın alır. Çalarak yediği haram, satın aldığı
helaldir.» cevabını verdi.
Bu görüş sahiplerine
göre. «Zina eden erkek, zina eden wya müşrik olan bir kadından başkasını nikahlamaz...»
âyeti umumi bir vakıayı ifade eder. Yani fısk ve zinayı adet edinmiş bir kimse
hiçbir zaman mümin ve saliha bir kadınla evlenmek istemez. Ancak kendi meşrep
ve ahlakında olan veya müşrik bir kadınla evlenmek ister. Zina eden bir kadınla
da mümin ve salih bir erkek değil, ancak onun gibi zina eden bir erkek evlenmek
ister.
Bazı alimlere göre bu
âyetin hükmü, «içinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih
olanları evlendirin. Eğer fakir beler Allah onları (evlenmeleri sayesinde) fazl(ı
keremjiyle zengin yapar.» (Nur: 32) âyetiyle nesheditmiştir.
Bu mesele ile ilgili
tafsilat 47. Derste verilecektir.
1- Kur'an
müslümanların anaya6asıdır. Her müslüman onun emir-terine sımsıkı sarılmaldır.
2- Kanun
yapma Allah (cc)'a mahsustur. O. kanunlarını kullarının maslahatına göre
vazetmiştir.
3- Şer'î
hükümlerin dikkatle uygulanması farzdır.
4- Şer'İ
cezalar namusun ve soyun korunmasını hedef alır.
5- Şer'i
cezalar, ibret alınması için mutlaka bir topluluk önünde tatbik edilmelidir.
6-
Müslümanların emirinin en önemli vazifesi şer'i hükümleri tatbik etmektir.
7- Zina
fiilin! kadınla erkek beraberce işledikleri için cezaları da eşittir.
8- Zina hem
dinî ve ahlakî, hem de içtimai bokımdan çirkin ve zararlı bir fiil olduğundan
Allahu taala tarafından kesinlikle haram edilmiştir.
9- Şer'i
cezaları uygulamamak ve bu yolda şefaatçi olmak caiz değildir. Zira cezaların
uygulanmaması suçların yaygınlık kazanmasına vesile olur.
10- İffetli
bir mümin için zina eden bir kadınla evlenmek nasıl uygun değilse, iffetli bir
kadının da zani ve fasık bir erkekle evlenmesi öyle uygun değildir.
İslâm nazarında zina
en kötü ve çirkin bir günah olduğu için cezası çok şiddetlidir. Zira zina insan
haysiyetini yıkmakla kalmaz cemiyet nizamını da bozar. Neslin bozulmasının
sebebi de zinadır. Zinanın çok olduğu ülkeler, sokaklara atılmış, yuvalara
terkedilmiş çocuklarla doludur. Bunlar anne-baba sevgisinden mahrum yetiştiği
için cemiyet için birer şaki haline gelmektedirler.
islâmın başlıca
hedeflerinden biri de bütün semavi dinlerin, hatta medeni kanunların korunmayı
gaye edindiği aklı, nesli, insan varlığını, din ve namusu korumaktır. Çünkü
bunların korunması İnsan hayatının devamı İçin bir zarurettir. Bu bakımdan
nesli korumak büyük ehemmiyet taşıdığından İslâm onun korunması için, nesli
bozacak zina gibi suçları önlemek ve hatta tamamiyle ortadan kaldırmak
gayesiyle şiddetli cezalar vazetmiştir. Bu cezaların bir başka hedefi de
cemiyet içinde istikrar ve emniyeti tahakkuk ettirmektir.
Batı kültürü ile
yetişen bazı insanlar, İslâmî cezaların çağımızla bağdaşmayan şiddetli ve kaba
cezalar olduğunu, kadın hürriyetini kısıtladığını ve kadınlara yaratılıştan
verilen erkeklerle eşitlik hakkına tecavüz edildiğini iddia etmektedirler.
Vakıa islâm kanunları ilk bakışta şiddetli ve kaba görünür. Fakat derinliğine
düşünülürse tam bir adalet olduğunu kabul etmeyen tek bir aklı selim sahibi
kalmaz. Bu cezalarla kimlerin cezalandığı, neden cezalandığı düşünülürse adil olduklarının
meydana çıkmaması mümkün değildir. Çünkü bu cezalar, bir hayvan misali, hangi
yolla olursa olsun ve nasıl kötü sonuçlar doğurursa doğursun beşeri arzularını
tatmin için suç İşleyen insanlara uygulanmaktadır. Yalnız beşeri arzularını
tatmin için zina işleyenler insan değil belki hayvandır. Zira hayvan gibi kendi
şehvani arzularının peşine giderek başka hiçbir şeyi hesaba katmamaktadır,
insanlar ise ne yaparlarsa yapsınlar ancak akil muhakemeleri neticesinde
yaparlar.
Allahu taala cinsel
istek ve arzuyu insanlara yalnız ondan zevk alması için değil, insan neslinin
devamı için vermiştir. Allahu taala kadınla er-fcek arasındaki bu münasebetin
hayvanlar gibi yapılmasına değil, temiz ve meşru biçimde yapılmasına müsade
etmiştir. Çünkü insan neslinin devamı ancak sağlam bir evlilik neticesinde
doğacak aile çocuklarıyla mümkündür. Nitekim Allahu taala bu hususta. «Allah
sizin İçin kendilerinizden çiftler yaptı. Size çiftlerinizden oğullar ve
torunlar verdi ve sizi güzel güzel (nimetler)den rızıklandırdı. Şimdi batıla
İnanıyorlar da onlar Allanın nimetlerine nankörlük mü ediyorlar?» (Nahl: 72)
buyurmuştur.
Zina, İslâm nazarında
ahlaksızlığın en aşağı derecesi olduğu gibi içtimai acıdan da en zararlı
günahtır. Dolayısıyla bu sucun önüne geçilmesi »cin yumuşak değil sert
tedbirler alınmalıdır. Ne varki bu cezalar zan üzere uygulanmaz, suçun isbatı
içinde ağır şartlar getirilmiştir. Zira sucuna şe-foodet edenlerin mümin ve
adil olmak üzere enaz dört kişi olması gerekir. Bu husustaki şehadeti de en sarih
bir ifade ile yapmaları gerekmektedir.
Batılılar ise zinanın
yalnızca tecavüz şeklinde yapılanını suç kabul e-derler. Zina kadının rızası
ile olursa suç saymayarak cezalandırma yolunun gitmezler. Onlara göre zina,
herne kadar ayıpsa da her halükarda suç değildir. Mesela, bekar bir erkek,
bekar bir kadınla zina ettiği takdirde bu. cezayı gerektirecek bir suç kabul
edilmez. Ancak erkek bunu zorla yapmışsa o zaman hafif bir cezaya çarptırılır.
Bir erkek evli bir kadınla zina etmişse kadının kocası zina eden erkekten ancak
bir tazminat alabilir. Çünkü kadın fiili kendi arzusu ile işlediğinden onların
kanunlarına göre nerhangi bir cezası yoktur.
Görüldüğü-gibi
batılıların zinaya son derece maddi bir bakışları vor-dv. Bu yüzden de birçok
aile yıkılmakta, cemiyet git gide bozulmaktadır. Çünkü fuhuş yaygın bir hal
almış bulunmaktadır, islâm hukuku ile Batı tıukuku tarafsız bir bakışla mukaye
edildiğinde birinin insan nesline önem «ererek mesut bir aile hayatı tesis
etmeyi hedef aldığı, diğerinin ise cemi-rotin ve neslin korunmasına hiç
ehemmiyet vermediği görülür.
4- Mamuttu we hür
hasMara (rine teaadtyia) iftira atan, sonra (bu babta) dört saHt getirmeyen
lanselerin (İv Dirine) de seksen değnek vurun. Oniom ebedi sahHIlderini tofcul
etMeyin. Onlar fasıkkmn ta kendileridir.
5- Meğer İd bu
(hareketten) sonra tövbe (ve riicu) ve (noterini) ıslah ederler. Çünkü AHah
çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.
(Yermüne):
Yermûne. remy kökünden gelir. Remy, taş veya sert blrşey atmaya denir. Âyetteki
anlamı ise iftira atmaktır.
(Muhsenâti):
İhsan kökünden gelir ve menetme anlamınadır. iffetli kadınlar, kötülüklere mani
olduğu için onlara muhsene denir.
(Şuhedâe):
Şahid kelimesinin çoğuludur.
(Feclidûhüm):
Cild kökünden türemiş bir fiildir. CM. vücuda vurulan sopaya denir.
(Elfasikûn):
Fasık kelimesinin çoğuludur.
Fasık ise fısk
kökünden gelen bir sıfat olup Allanın taatından çıkan art-anundadır.
Allahu tacüa.
müminlerin haklarına hürmet etmeyerek iffetli, nomusJu «e asil kadınlara zina
iftirasında bulunanları haber yermektedir. Zira müfteriler attıkları bu iftira
İle insanın en kudsî ve değerli varlığı olan haysiyet şerefine tecavüz etmektedirler. Allahu taala
şöyle buyurmaktadır: Müfteriler, isnad ettikleri sucu adil dört şahld getirerek
isbat edemezlerse anlara seksen sopa had vurun. Çünkü onlar, halkın içinde zina
sözünün foyılmasını arzu eden ve zinadan uzak mümin kadınları töhmet altında
arakan yalancı ve fasık kimselerdir.
Allahu taala
müfterilere seksen sopa vurulmasından sonra, insanlık şerefini kıracak, rencide
edecek ikinci bir ceza ile cezalandırılmasını da smreder. Bu ceza.
iftiralarında ısrar ettikçe onların hiçbir hususta şehe-aetlerinin kabul
edilmemesidir. Müfteriler Allah (cc)'ın yanında kulların en «ötüşü ve en
şiddetli azaba uğrayacak olanlardır. Çünkü onlar Allah (cc)'ın satından çıkmış,
müminlerin şerefini korumayan sapık ve münafıklar gibi müminlerin haysiyet ve
şereflerini kırarlar. Bu iftiraları ile İslâm toplumunu yıkmak, dağıtmak ve
parçalamak isterler. Onlar eğer tövbe ederek »otlarından döner, ahlaklarını
düzeltir, tavır ve hareketlerini ıslah ederek sapıkların ve mütecavizlerin
yollarından İslâmî yola dönerlerse affedilirler, âzürleri kabul edilerek itibarları
iade edilirler. Çünkü Allah (cc). çok yarlı-Jayıcı ve bağışlayıcıdır. Tevbe
eden kullarının tövbelerini kabul edicidir.
Ayetlerin nüzul
sebebleri
Bazı müfessirlere göre
bu âyetler Hz. Ayşe hakkında nazil olmuştur. Münafıkların ona zina iftirası atmaları
üzerine Allahu taala bu âyetlerle, semadan bütün ümmete ulaşacak ve asırdan
aşıra intikal edecek ve ibret verici bir şekilde onun ne kadar temiz, ne kadar
asil olduğunu bildir-
•mistir.
Taberi bu hususta
şöyle der: «Bu âyetler Hz. Peygamberin zevcesi H2 Ayşe'ye iftira atanlar
hakkında nazil olmuştur. Said bin Cübeyr (ra)'-den şöyle rivayet edilir: Ondan
zinanın mı. yoksa İffetli bir kadına zina iftirasının mı daha ağır olduğu
soruldu. «Hayır, zina daha çirkindir.» dedi. «AHahu taala. «Namuslu ve hür kadınlara
iftira atan, sonra dört şahld getirmeyen kimselerin (her birine) de seksen
değnek vurun.» buyurmamış mıdır?» denilince Said bin Cübeyr (ra), «Bu âyet
hasseten Hz. Ayşe'ye iftira atanlar hakkında nazil olmuştur.» demiştir.»
Sahih olan. Kurtubî'nin
zikrettiği ve Taberi'nin de kabul ettiği gibi bu âyetler umumi olarak zina
iftirasında bulunanlar hakkında nazil olmuştur. Hz. Ayşe'ye iftira atanlar da
bu hükmün içindedir, öyleyse bu âyetler Allah (cc)'ın İnzal buyurduğu
hükümlerden bir hükümdür. Bilindiği gibi hükümler tek bir sebebe istinad etse
de umumilik ifade eder.
Birinci incelik: Alimler, «Namuslu ve hür kadınlara iftira atan...» âyetindeki
iftiranın zina İftirası olduğunda icma etmişlerdir. Bunun isbatı için aşağıdaki
delillere istinad etmişlerdir:
1- önceki
âyetlerde zinanın zikredilmesinden buradaki iftiranın zina iftirası olduğu
anlaşılmaktadır.
2- Allahu
taalanın âyette «namuslu ve hür kadınlar»! zikretmesi, buradaki iftiranın
namusluluğun zıddı olan zina İftirası olduğuna açıkça delalet etmektedir.
3- Zina
dışındaki iftiralarda sopa haddlnin farz olmadığı icma ile sabittir. Bu âyette
ise müfterilere seksen değnek vurulması emredilmekte-dir.
4- Âyetteki,
«sonra dört şahit getirmeyen» ifadesi de iftiranın zina ile ilgili olduğunu
göstermektedir. Çünkü dört şahit yalnız zina için İstenir.
[34]
İkinci incelik:
Âyetteki «namuslu» kelimesinde çok ince bir işaret vardır. Bu, namuslu olmayan
bir erkek ve kadına zina isnadında bulunan kimsenin zina iftirası haddi ile
cezalandırılmayacağını göstermektedir. Çünkü iftira atrian şahsın iffetsizlikle
tanınması, meşhur olması müfteriden cezayı kaldırır, iftira cezasının
meşruiyeti faziletli İnsanları korumak içindir, iffetsizlikle meşhur olan
kimse İse artık İslâmi bakımdan korunması gerekecek bir haysiyet ve şerefe
sahip değildir.
Üçüncü incelik:
Âyetteki hükmün yalnız kadınlara tahsis edilmesinin birçok hikmeti vardır.
Herşeyden önce zina iftirası daha çok kadınlara atılmaktadır. Bu iftira en çok
kadınların şeref ve haysiyetlerini yıkmakta ve aynı ayıp akrabalarını da
lekelemektedir. Yoksa isnad edilen suç Isbat edilmediği takdirde müfteri yalnız
kadına attığı iftiradan dolayı cezalanmaz. Aynı ceza erkeklere atılan
iftiradan dolayı da uygulanır.
Dördüncü incelik: Âyetteki «tövbe» kelimesinden sonra «ıslah eden»
tor» tabirinin
gelmesi, yalınız tövbenin kafi gelmediğini göstermektedir. Müfteride ancak
hallerini ıslah emareleri açıkça görülmeye başladığı za--on gerçekten tövbe
ettiği anlaşılır. Zira iftira kul haklarıyla ilgili bir günahtır. Cezası da
onun İçin ağırdır.
Fahreddin Razi şöyle
der: «Şafiilere göre zina iftirasında bulunan kimsenin şehadetinin kabul
edilmesi için, müfterinin hallerini ıslah ettiği her-ces tarafından
görülebileceği bir zaman geçmelidir. Bu zaman bir senedir,,
[35]
Beşinci İncelik: Allahu taala. namuslu ve iffetli bir kadına zina iftirasında bulunan
için üç ayrı ceza vazetmiştir. Birincisi, seksen sopa had. kincisi iftiradan
dönüp tövbe edene kadar hiçbir şehadetinin kabul edilmemesi, üçüncüsü ise,
Allahu taalanın onu, tövbe edip hallerini ıslah ede--e kadar fasık ilan
etmesidir. Allahu taalanın zina suçunda bekarlar için fûz sopa cezası
vazederken müfteriler için seksen sopa ile şehadetlerinin csbul edilmemesi
cezasına hükmetmesi, iftira suçunun ağırlığını ve Aldı (cc) katında ne kadar
büyük bir günah olduğunu göstermektedir.
İslâm Şeriatında dört vasfı
haiz olan kimseye «muhsan» denir:
1) İffetli
olmak. «...Namuskar, zinaya sapmamış ve gizil dostlar da •dmmemiş (insanlar)
halinde (yaşamanız şaıtıyla) müminlerden... sizden evvel kitap verilenlerden
yine hür ve iffetli kadınlar...» (Maide: 5) âyetin-3e kadınlarda iffetin şart
olduğu bildirilmiştir
2) Hür
olmak. Zira Allahu taala. «...Onlar (cariyeler) evlendikten son-na bir fuhuş
Irtikab ettiler mi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki ce-zanm yarısı
(verilir). (Nisa: 25) buyurmuştur.
3) Evli
olmak. Zira Allahu taala, «...Bütün kocalı kadınlar(la evlenmeniz de size
haram edildi)». (Nisa: 24) buyurmaktadır.
4) Müslüman
olmak. Zira Resulullah (sav). «Allah (cc)'a şirk koşan muhsan değildir.»
buyurmuştur.
İşte bir kadının
«muhsan» sayılması için iffetli, hür. evli ve müslüman olması lazımdır.
Bunların içinde en önemlisi de iffetliliktir. Zira iffetli olmayan bir kadına
zina iftirası atan için. bütün fakihlerin ittifakıyla, had vurulmaz.
Zina iftirasında
bulunan bir kimsenin sopa ile cezalandırılabilmesi için birçok şartın tahakkuk
etmesi lazımdır. Bu şartların bazıları müfteri ile. bazıları da iftira atılanla
ilgilidir. Bir şart da iftiranın kendisinde bulunmalıdır.
Müfteride bulunacak
şartlar: Bu şartlar üçtür:
1- Akıllı
olmak,
2- Baliğ
olmak.
3- İhtivan
ite itham etmek.
Bu şartlar zaten
insanların mükellef olması için asıl olan şartlardır. Bu şartları taşımayan
kimse mükellef olamaz. Herne kadar âyeti kerimede bu şartlar sayılmamışsa da
diğer naslarla tesbit edilmiştir. Müfteri deli, çocuk veya müfcreh (tehdit edilen,
zorlanan) kimselerden ise had vurul-ntaz. Zira Resulullah (sav), «Üç kişi için
teklif yoktur: Uyuyan insan, henüz ihtilam olmayan çocuk ve deli.» ve yine.
«Benim ümmetim için hataen. unutularak yapılan günahlarla zorlanarak yapılan
günahların cezası yoktur. Zira akıl. mükellef sayılmanın temel şartıdır.
Delinin sözüne itibar edilemeyeceğinden attığı iftiranın bir tesiri de olamaz.
Ancak akıllı bir çocuğun herhangi bir kimseye zina isnad etmesine itibar
edilmeyerek had uygulanmamakla birlikte tazlrle uygun bir şekilde terbiye
edilmesi gerekir.
Âyetteki. «Namuslu ve
hür kadınlara.» ifadesinin zahiri ister müslüman, ister kafir olsun bütün
kadınları ihata eder. Ancak fakihler zina iftirası atılan kadında beş şartın
bulunması lazım geldiğinde ittifak etmiş-
ısrz "f
1- İslâm,
2- Akıl,
3- Buluğ,
4- Hürriyet,
5- İffet.
Bu şartlar tahakkuk
etmediği takdirde iftira etse bile müfteri cezalan-3.-İI-O2. Kadının herşeyden
evvel müslüman olması şarttır. Zira Resulul-«ct sav), «Şirk koşan muhsan
değildir.» buyurmuştur. Buna göre müşrik ı tadına zina isnad eden kimseye
iftira haddi uygulanmaz. Zira küfrün £ .ide günah yoktur. Kafirlerden günah
sadır olması her zaman müm-ın_-cJr.
anü'l-Arabî:
«Küfründen dolayı kafirin namusuna saygı gösterilmez. ~s« r.i açıkça ortaya
koyanlar gibi onların da şereflerinin korunması söz-»ir.su edilemez. Çünkü
kafir İslâmi yasakları çiğnediği İçin İslâmın insana »ıer-tş olduğu şeref
payesi sınırlarını tecavüz etmiştir.»
[36]
iftira atılan kadının
akıllı olması şarttır. Zira iftira haddi, iftira atıla--:.,- sundan duyduğu ve
duyacağı eziyetlerin karşılığıdır. Aklı olmayan kişi sâ füpılan iftiradan
dolayı hiçbir zarara uğramaz. Bu sebeble deliye İftira 3;ma had uygulanamaz.
iftira atılanın baliğ olması
da şarttır. Zaten çocuk için zina tasavvuru T\j-,kün değildir. Kör nasıl
görmezse, baliğ olmayan çocuk da zina ede--<ez Öyleyse çocuğa ister kız,
ister erkek olsun zina isnad eden için cum--_r; göre had yoktur. Yalnız İmam
Malik (ra)'e göre. buluğ çağına ermemiş gelişkin bir kıza zina iftirasında
bulunmak, aynen baliğ olanlar gibi -ocdı, cezayı gerektirir, imam Hanbel (ra)
ise sıcak iklimlerdekl erken »K-şmiş dokuz yaşını tamamlamış kız çocuğuna
atılan iftiranın da baliğ »anlara atılan iftira gibi haddi gerektirdiği
görüşündedir.
iftira atılanın hür
olması lazımdır. Cumhur, hürriyetin şart olduğunda etıfak etmişlerdir. Zira
kölenin veya cariyenin insanlık şerefi ve zinadan «iranması hür kadına nisbetle
çok daha zayıftır. Herne kadar köle ve carl-<"z*~ de iftira atmak
haramsa da müfteri için had uygulanmaz, tazir edilir.
Zira Resulullah (sav),
«Köle ve cariyesine zina iftirasında bulunan Kimsenin sözü doğru değilse, kıyamet
günü ona had uygulanır.»
[37]
buyurmuştur. Cezanın ahirette uygulanması, ahirette mülkiyetin kalkması, köle
ile efendinin eşit olması ve kimsenin diğerinden taKvadan başka bir üstünlüğe
sahip olmaması sebebiyledir.
Ibni Hazm, fukahanın
cumhuruna muhalefet ederek köle ve cariyelere atılan iftiranın hürlere
atılandan hiçbir farkı olmadığını savunmuştur. Buna göre kim bir cariye veya
köleye zina iftirası atarsa, hüre atılan iftiranın karşılığı olarak uygulanan
cezanın ona da uygulanması icabeder. Ulemanın, «Köle ve cariyeye hürmet
yoktur.» demesi manasızdır. Mümin İster hür, ister köle olsun hürmete layıktır.
Çünkü öyle köleler vardır ki. Kureyş soyundan olan bir halifeden bile Allah
katında daha hayırlıdır, ibni Hazm'ın bu görüşü güzel olmakla beraber, cumhurun
delil aldığı hadise muhaliftir. Hükümler de görüşlerle değil, fiili ve kavli
hadislerle tesblt edilir. «Köle ve cariyesine zina iftirasında bulunan kimsenin
sözü doğru değilse, kıyamet günü ona had uygulanır.» hadisi Buharı ve Müslim
tarafından tesbit edilmiştir. Hadisin hilafına olan görüşlere İtibar edilmez.
İftira atılanda bulunması
gereken son şart iffettir. Bu hususta bütün faklhler İttifak etmişlerdir ve
muhalefet eden de çıkmamıştır. Zira mevzu-muz âyette, «iffetli kadınlar...»
ifadesi bulunmaktadır. İffetli olmayanlar, bugün fısk ve günahlarıyla övünmeyi
ilericilik, dindar ve faziletli yaşamayı da gericilik sayanlar gibidir. Had
cezası iftira atanı yalanlamak için meşru kılınmıştır. Eğer iftira atılan
fiilen zina ediyorsa müfteriyi yalanlamak mümkün değildir. İftira atılanın kötü
fiilleri işlemekle meşhur olması müfteri için fırsat hazırlamış demektir,
öyleyse gençliğinde zina eden bir adam sonra tövbe ederek halini ıslah etse,
güzel ahlakla tanınmış olsa bile ona İftira atana had vurulamaz. Müfteri ancak
tazir edilebilir.
özetlersek kafire,
deliye, çocuğa, köle ve cariyeye ve iffetsiz bir kadına zina isnadında bulunan
kimseye iftira haddi uygulanamaz. Ancak tazir yapılır. Çünkü bunlara yapılan
iftira, herne kadar şeref ve haysiyet kırıcı birşey değilse de zinanın
yayılmasına sebeb olabilir. Nitekim Allahu taala, «Kötü sözlerin İman edenlerin
İçinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yokmu). Dünyada da ahirette de onlar
için pek acıklı bir azab vardır. (Onlan) Allah bilir, siz bilmezsiniz.» (Nur:
19) buyurmaktadır.
İftira sözleri üçe
ayrılır: Sarih ifade, kinaye ve çıtlatma.
Sarih ifade,
müfterinin konuşmasında doğrudan zina kelimesini kul-cnarak zina isnadında
bulunmasıdır. Mesela, «Ey zani», «Ey zina oğluı, «Sen babanın oğlu değilsin»
veya «Falan adam falan kadınla zina etmiştir» guoi sözler sarih ifade ile zina
isnadında bulunan sözlerdir. Dolayısıyla had-ü gerektiren birer iftiradır.
Kinaye yoluyla iftira
ise, zina yapıldığını dolaylı olarak bildiren kelimeler sarfetmektir. Mesela,
«Sen her erkekle tokalaşıyorsun» veya «Her-cssJe konuşup şakalaşıyorsun» veya
«Fasıka, facire. fahişe» gibi sözlerin Tepsi doğrudan olmamakla beraber zinayı
kasdederek söylenmişse zina iftirası sayılır.
Çıtlatma (tariz)
yoluyla zina iftirası sayılabilecek sözler ise, «Sen zl-un etmedin!», «Zani
değilsin!», «O kadın zani değildir!» gibi ifadelerle yastandır. Fakihler bu
yolla yapılan iftiranın haddi icabettirip ettirmeyeceği Tususunda ihtilaf
etmişlerdir.
İmam Malik (ra)'e göre
bu nevi sözler zina iftirasıdır ve müfteriye Ifti-— haddinin uygulanması
icabeder.
İmam Safi (ra)' ve
İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, bu sözler kime kar-s kullanılırsa kullanılsın,
zina iftirası sayılmaz, haddi de gerektirmez. An-ssk bunları söyleyen,
maksadının onun zina ettiğini ortaya koymak olduğunu söylerse iftira sayılarak
isbatı istenir. Isbat edilemezse iftira haddi ..gulanır.
İmam Malik (ra)'ln
delili:
İmam Malik (ra) Umrete
binti Abdurrahman'dan şöyle rivayet etmiş-sr. Hz. Ömer zamanında iki kişi
babalarından söz ederken biri diğerine «Sen Allahın ismi ile yemin ederim ki ne
babam, nede annem zina etmiş Değillerdir.» dedi. Bunu duyan Hz. Ömer bu hususu
sahabilerle istişare et-: Sahabilerin bazıları, «Adamın bu lafında birşey
yoktur. Çünkü anne ve sobasını methetmiştir.» dediler. Diğer bazı sahabiler
İse, «O şahıs anne-ba-sasını başka sözlerle methedemez miydi» dedikten sonra
Hz. Ömer'e dö--eerek, «Bizim görüşümüze göre ona iftira haddi uygulanmalıdır.»
dediler. -iz Ömer de o adama iftira cezası olarak seksen sopa vurdurdu..
Kurtubi bu konuda
şöyle demektedir: «imam Malik (ra)'in görüşünün delili şudur: iftira haddinin
vazedilmesinin gayesi, iftira atılan kişiye atılan lekeyi gidermektir. Bu leke.
sarahaten sürülmeyip çıtlatma yoluyla da sürülse zina iftirası sayılır ve
müfteriye haddin uygulanması icabeder. Zira Allahu taaia Hz. Meryem'in tarihî
vakasını bildirirken. «Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir adam
değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi.» denildiğini haber vermektedir.
Bu ifadelerle çıtlatma yoluyla Hz. Meryeme zina isnadında bulundular. İşte
bunun için Allahu taala o kavim hakkında. «Bir de onların (İsayı) İnkar İle
kafir olmaları, Meryemin aleyhinde büyük iftira atıp söylemeleri...» (Nisa:
156) buyurmuştur. Görüldüğü gibi onlar bu sözleriyle Hz. Meryeme, «Sen o baba
ve annenin kızı olduğun halde bu İşi nasıl yaptın, bu çocuğu nereden
getirdin?» yani zina ettin demek istemişlerdir.»
[38]
Şafii ve Hanefilerin
delilleri:
İmam Şafii ve Ebu
Hanife'ye göre çıtlatma yoluyla sarfedilen sözler zina iftirası mana ve
İhtimali taşıdığı gibi başka bir mana da taşıyabilir. İhtimal işe şüphedir.
Dolayısıyla haddi gerektirmez. Zira Resulullah (sav), «Şüphelerle hadleri
uygulamayın.»
[39] buyurmuştur.
Allahu taala kocasının
ölüm iddetinl bekleyen bir kadına doğrudan talip olmayı yasak ettiği halde
çıtlatma yoluyla evlenme talebinde bulunmayı mubah kılmıştır. Nitekim, «(Vefat
iddetini bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıtlatmanızda, yahut böyle
bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda üzerinize bir vebal yoktur.» (Bakara:
235) buyurmuştur. Bu âyet, sarahaten söyleme ile çıtlatarak söylemenin hükümde
eşit olmadığına delalet eder.
İmam Şafii ve Ebu
Hanife'nin görüşlerini doğrulayan delillerden biri de Ebu Hüreyre'den rivayet
edilen, «Bir kişi Resulullah (sav)'a gelerek. «Ya Resulullah, karım zenci bir çocuk
doğurdu.» dedi. Resulullah (sav) ona, «Senin develerin var mı?» diye sordu.
«Evet» cevabını alınca, «Develerinin rengi nasıldır?» dedi. «Kırmızıdır.»
cevabını alınca yine sordu: «Develerin içinde hiç gri renkli olan var mı?»
Adam, «Evet,, var.» dedi. Resulullah (sav), «Nasıl olup da kırmızı deveden gri
deve çıkıyor?» sorusuna, «Herhalde develerimin ataları arasında gri renkli
olan vardı da ondan.» cevabını alınca, «Öyleyse senin bu çocuğun da sizin
atalarınızdan birinin rengini taşıyor.» buyurdu.»
[40]
Görüldüğü gibi odam çıtlatma yoiuy-
*a karısının zina
ettiğini anlatmak istediği hakle Resulullah (sav) ona had vurmamıştır.
Fakihler, bir
topluluğa zina iftirası atan kimse hakkında ihtilaf ederek uç görüşe
ayrılmışlardır:
1) Birinci
görüşe göre. müfteriye bir had (seksen sopa) uygulanır, i-mam Malik, İmam
Hanbel (ra) ve İmam Ebu Hanife (ro)'nin görüşü budur.
2.) İkinci
görüşe göre. toplulukta kaç kişi varsa onların sayısınca oyn ayrı had vurulur.
İmam Şafii (ra) ile imam Ebu'l-Leys bu görüştedir.
3) Üçüncü
görüşe göre, müfteri iftirayı bütün topluluğa bir defada, yani «Siz zanisiniz.»
şeklinde atmışsa tek had, topluluktaki kişilere teker teker «Sen zanisin»
şeklinde iftira atmışsa topluluğun sayısınca had uygulanır. Bu görüş de İbni
Ebi Leyla ve Şa'bi'nin görüşüdür.
1. Görüşün delilleri: Ebubekir Cessas'ın naklettiği, cumhurun kitap, sünnet ve kıyastan
olan delillerini aşağıya alıyoruz:
1- Kitaptan
delilleri: «Namuslu ve hür kadınlara (zina (inadıyla) İftira atan sonra (bu
babta) dört şahit getirmeyen kimselerin (her birine) de seksen değnek vurun.»
(Nur: 4) âyetine göre. hür ve iffetli kadınlara iftira atanlara had vurmak
icabeder. Bu ifadeden anlaşılıyor ki, bir topluluğa zina iftirası atan kişi
seksen sopadan fazlasıyla cezalandırılamaz. Bir kişi. bir topluluğa zina
iftirası atarsa, ona bir had değil, birkaç had uygulanacağını iddia eden, âyete
açıktan muhalefet etmiş olur.
2- Sünnetten
delilleri: İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Hilal bin Ümeyye
Resulullah (sav)'in huzurunda karısının Şerik bin Sehma ile zina ettiğini iddia
etti. Bunun üzerine Resulullah (sav) ona. «Ya isbat edersin, veya sırtına sopa
vurulur.» buyurdu.» Görülüyor ki Hilal, karısı ile birlikte Şerik bin Sehma'ya
da zina isnad ettiği halde Resulullah (sav) tek had vurmaktan söz etmiştir.
3- Kıyastan
delilleri: Haddi gerektiren hırsızlık ve içki gibi diğer suçlar birkaç kere
tekrar edildikten sonra ortaya çıkarsa bir kere had uygulanır, iftira da haddi
gerektiren suçlardan olduğuna göre. bir topluluğa da yapılmış olsa, bir kere
had vurulması İcabeder.
[41]
2. Görüşün delilleri: Şaflilere göre. birinci görüştekllerin delil aldıkları
âyet, bir kişinin bir'topluluğa değil, bir başka kimseye iftira atmasının
hükmünü bildirir. Âyette hem iftira atılanların, hem de müfterilerin çoğul
olarak ifade edilmesi buna delalet eder.
Şafiilere göre.
birinci görüştekilerin delil kabul ettikleri hadiste Re-sulullah (sav)'ın tek
hadden söz etmesinin sebebi. Hilal'ln her ikisine tek sözle zina isnadında
bulunmasıdır.
Yine Şafiiiere göre,
birinci görüştekilerin kıyasa dayanan delilleri doğru değildir. Zira zina
iftirası insan haklarını ilgilendirirken içki yalnızca Allah (cc) hukukunu
ilgilendirmektedir. Kul hakkı ile Allah (cc)'ın hakkını kıyas etmek doğru
olmaz.
Âyette şahitlerin
sayıları dışında hiçbir vasıf zikredlimemlştir. Bu yüzden alimler şahitlerin
vasıfları hususunda ihtilaf etmişlerdir.
İmam Şafii (ra) ye
göre, bütün şehzdet hukukunda olduğu gibi bu husustaki şehadette de şahitlerin
adil olması şarttır. Aksi halde şehadetlert kabul edilemez.
Hanefilere göre ise
fasık bir kimsenin şehadetj de kabul edilir. İşte alimler arasındaki ihtilafın
kaynağı burasıdır.
Bir zina iftirasında
şahitlik yapan dört fasıkın sehadetıerl, imam Şafii'ye göre geçersiz ve
bunların sözleri de bir iftiradır. Bu sebeble bu fasık şahitlere de iftira
haddi uygulanır. Çünkü fasıklar şehodet vasıflarını haiz olmadıkları için
şahitlik yapamazlar. Eğer yaparlarsa müfteri sayılırlar.
Hanefilere göre ise,
zina isnadında bulunan kişi dört şahit getirdiği için iftira haddinden
kurtulur. Fakat şeriat bu fasık şahitlerin şehadetle-rine itibar etmez.
Bunların şehadeti ile ancak zina şüphesi tesbit edilmiş olacağından müfteriden
de, şahitlerden de had düşer. Dört fasık şahidin şehadeti zina suçunu isbata
yeterli sayılmadığından suç isnad edilene had uygulanamayacağı gibi, kesinleşen
bir şüphe üzerine iftirada bulunduğundan dolayı müfteriden de had düşer.
Âyetin zahiri dört
kişinin şehadetinl istemektedir. Bu şahitler ister tek tek ve başka zamanlarda,
ister topluca şehadet etsinler farketmez. imam Malik (ra) ve imam Şafii
(ra)'nin görüşü de budur.
imam Ebu Hanife
(ra)'ye göre ise. şahitler topluca şehadet etmelidir. ~s*er teker ve başka
zamanlarda şahitlik ederlerse şehadetleri kabul edilmeyeceği gibi müfteri
sayılarak herbirine iftira haddi uygulanır.
Maliki ve Şqfiilerin
delilleri:
Âyette yalnızca dört
şahit getirilmesi şart koşulmuştur. Topluca şa-nAik yapmalarının şart olduğunu
gösteren bir işaret de yoktur, öyleyse jonitierin topluca veya ayrı ayrı
şehadet etmeleri kafidir. Bununla birlik-e ayrı ayrı şehadette bulunmaları
töhmetten uzak olmaları bakımından aoha iyidir. Zaten hakim şahitlerin
durumundan şüphelenirse hakkın ortaya akması için onları birbirinden ayırarak
ifadelerini ayrı ayrı alır. Çünkü bu şekilde şahitlerin sözlerinin doğru veya
yalan olduğu daha iyi ortaya çıkar.
Hanefilerin delilleri:
Hanefilere göre tek
başına şehadette bulunan kimse müfteri sayılır. Suna göre ona da had
uygulanması icabeder. Bu sebeble tek hal çaresi şehitlerin toplu halde
şehadette bulunmalarıdır.
Hanefiler bu
görüşlerini Hz. Ömer'in Muğiyre bin Şu'beye iftira atan-orfa ilgili
uygulamasıyla isbat ederler. Bu konudaki tafsilat dokuzuncu lûkümde gelecektir.
Fakihler, hür. .evli
ve namuslu bir müslümana zina İftirası atan köle >e cariyenin de cezalandırılmasında
ittifak etmişlerdir. Fakat bunlara uygulanacak cezanın hürlere uygulanan
cezanın aynısı mı, yoksa yarısı mı -lacağında ihtilaf etmişlerdir.
Dört mezhebin
imamlarına göre hür bir insana zina İftirası atan kö-tenin cezası, hürlerin
cezasının yarısı, yani kırk sopadır. Zira Allahu taala, tOnlar evlendikten
sonra bir fuhuş irtikab ettilerml o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki
cezanın yansı (verilir).» (Nisa: 25) buyurmuştur.
imam Evzai ve ibni
Hazm'a göre ise köle ve cariyenin cezası da hürler gibi seksen sopadır. Çünkü
had. müslümanların haklarını korumak İçin farz kılınan bir cezadır. İftira aynı
zamanda iftira atılanın namusuna vaki olan bir cinayettir. Cinayetlerde ise hür
ile köle arasında bir fark yoktur.
Cumhurun delilleri:
Abdullah ibni Ömer
(ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ben. Ebubekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra)
ve sonraki halifenin İdarelerini idrak ettim. Bunların hepsi iftira sucunu
işleyen köle ve cariyelere kırk sopa cezası verirlerdi.»
Hz. Ali, «Herhangi bir
şahsa zina iftirası atan köle ve cariyeye.kırk sopa ceza uygulanır.»
buyurmuştur.
İbni Munzır. «Muteber
olan cumhurun görüşüdür. Ben de onunla hükmederim. Cumhura göre zina cezasını
getiren âyet. yalnız hürlere ait hükmü ifade etmektedir. Aynı sucu bir köle
işlediği takdirde onun cezası hürlerin cezasının yarısıdır.»
İmam-ı Azam (ra)'a
göre iftira cezası Allah (cc)'ın hukukundandır. Buna göre;
1- İmamın
zina iftirası sucunu haber alır almaz, iftiraya uğrayan istemese bile.
müfteriye had uygulaması farzdır.
2- İftiraya
uğrayan hakkından vazgeçse, müfteriyi affetse dahi müfteriden had düşmez.
Müfteri, haddin uygulanmasından önce tövbe etmiş olsa, tövbesi ancak kendisi ile
Allah (cc) arasında geçerlidir. Cezanın uygulanması için bir engel teşkil
etmez.
3- Müfteri
köle olduğu takdirde had yarıya iner. Had eğer kul hukukundan dolayı olsaydı
yarıya inmemesi gerekirdi.
İmam Malik (ra) ve
İmam Şafii (ra)'ye göre zina iftirası cezası Allah (cc) hakkından değil, kul
hakkından dolayıdır. Buna göre:
1- İmam,
iftiraya uğrayan cezanın uygulanmasını taleb edene kadar ceza uygulayamaz.
2- İftiraya
uğrayan, müfteriyi affederse ceza düşer.
3- İftiraya
uğrayan, haddin uygulanmasından önce ölürse, hak varislerine geçer. Varisleri
müfteriyi dilerse affeder, dilerse haddin uygulanmasını isterler.
[42]
Bazı fakihlere göre
ise, zina iftirasının cezası Allah (cc) hukuku ile kul hukuku arasında müşterek
bir haktır. Zira müfteri attığı iftira ile hem Allah (cc)'ın hakkına, hem de
kulun hakkına tecavüz etmektedir. Ceza da hem Allah (cc)'ın hakkının, hem de
kul hakkının korunması için meşru kılınmıştır.
Kur'an, zina İftirası
atanlar için üç ayrı hüküm vazetmiştir:
1) Seksen
sopa vurulması
2)
Şehadetinin ebediyyen kabul edilmemesi.
3) Allanın
taatından çıktığı için »aşıklıkla vasıflandırılması.
Bu üç hükümden sonra
Allahu taala, «Meğer ki bu (hareketten) sonra tövbe (ve rücu) ve (hallerini)
ıslah ederler.» buyurarak, «tövbe» edenleri ve hallerini «ıslah» edenleri
istisna etmektedir. Fakihler âyetteki «tövbe» ve «ıslahsın fasıklığı ortadan
kaldırdığı gibi. şehadetinin kabulüne delalet edip etmediği hususunda ihtilaf
ederek iki görüşe ayrılmışlardır:
1- İmam-ı
Azam (rafa göre âyetteki «tövbe» ve «ıslah» tan sonraki İstisna, yalnız son
cümle, yani «Onlar fasıklann ta kendileridir.» cümlesi ile İlgilidir.
Dolayısıyla müfterinin yalnız «fasıklık» vasfını ortadan kaldırır. Fakat
sonradan dünyanın en salih insanı bile olsa. şehadeti asla kabul edilmez. Bu
görüş. Hasan-ı Basrî, Nehâî. Saki bin Cübeyr ile diğer bazı tabiin
fakihierinden de rivayet edilmiştir.
2- İmam
Malik (ra), Hanbel (ra) ve Şafii (ra)'ha göre ise istisna iki cü' eyl. yani «Onların
ebedi şahitliklerini kabul etmeyin.» ve «Onlar fasık-la .« ta kendileridir.»
cümlelerini içine almaktadır. Buna göre müfterinin hem «fasıklık» vasfı ortadan
kalkmakta, hem de şehadeti kabul edilmektedir. Bu görüş Ata. Tavus, Mücahid,
Şa'bî, ikrime ve diğer bazı tabiin alimlerinden de rivayet edilmiştir. Taberî
de bu görüşü benimsemiştir.
Hanefilerin delilleri:
Hanefilerin müfterinin
şehadetinin kabul edilmeyeceği şeklindeki görüşlerinin delilleri şunlardır•
1) Âyetteki
istisna önceki cümlelerin hepsine raci olsa o zaman tövbe ile müfteriden haddin
de düşmesi lazım gelir. Bu ise icmaen batıldır. Bundan anlaşılıyor ki.
âyetteki istisna yalnız son cümleye aittir. Yani müfterinin yalnızca fasıklık
vasfını ortadan kaldırır.
2) Allahu
taala, «Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin.» buyurmaktadır. Müfterinin
şehadetinin kabul edilmesi, nassa muhalif olur.
3)
Resulullah (sav). «Müslümanlar birbirlerine şahidlik yaptıkları zaman
adildirler. Meğer ki. zina iftirası suçundan had cezasına uğramasın.» buyurmuştur.
Bu hadis açıkça delalet ediyor ki. zina iftirası suçundan dolayı
cezalandırılan kişinin şehadeti kabul edilmez.
Cumhurun delilleri:
Cumhurun, müfterinin
tövbeden sonra şehadetinin kabul edileceğine dair delilleri ise şunlardır:
1) Tövbe
bütün günahları yok eder. Günahtan tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir,
öyleyse müfterinin de tövbeden sonra şehadeti kabul edilmelidir.
2) Küfür
iftiradan daha büyük bir suçtur. Kafir tövbe ederek müslü-man olduktan sonra
şehadeti kabul edildiğine göre iftiradan sonra tövbe eden bir müslümanın
şehadeti nasıl kabul edilmez? İmam Şafii (ra) şöyle der: «Allah (cc)'ın
tövbesini kabul ettiği kimsenin şehadetini nasıl reddederler, hayret ederim?»
[43]
3) Muğiyre
bin Şu'be'nin hadisesi. Hz. Ömer. Muğiyre bin Şu'be'ye zina iftirası atan Ebu
Bekret, Nâfi ve Nef'i'ye, «Kim sözünden döner, nefsini yalanlarsa onun
şehadetini kabul ederim. Kim de sözünden dönmezse onun da şehadetini kabul
etmem.» dedi. Nâfl ve Nef'i sözlerinden dönerek tövbe ettiler. Hz. Ömer de
onların şehadetlerini kabul etti. Ebu Bekret ise sözünden dönmediği için
şehadeti kabul edilmedi. Hz. Ömer'in bu uygulaması sahabilerden bir itiraz
görmedi. Şayet tövbe edenlerin şeha-detleri.kabul edilmeseydi sahabiler Hz.
Ömer'e itiraz ederlerdi.
[44]
4) Uygun
olan. âyetteki istisnanın önceki bütün cümlelere raci olmasıdır. Tövbe ile
haddin düşmemesi, onun kul hakkı olmasındandır. Zira bütün suçların cezası
Allah, (cc) katında tövbe İle düşse bile kulları ilgilendiren suçların
cezaları affedilemez. Âyet müfteri için had. şehodetin reddi ve fasıklık olmak
üzere üç hüküm ihtiva etmektedir. Had tövbe ile düşmediğine göre diğerleri,
yani fasıklık vasfı ile şehadetlerinin reddi durumu ortadan kalkar.
Şa'bî ve Dehhak'ın
görüşleri ise bu iki görüşe de muhaliftir. Bunlara göre müfteri tövbe etse de
şehadeti kabul edilmez. Ancak sözünden dönerek kendisinin müfteri olduğunu
itiraf ederse şehadeti kabul edilir.
1- İffetli
müslüman kadınlara atılan zina iftirası büyük günahlardan olduğu gibi, cemiyetin
yapısını tehdit eden en büyük afetlerden de biridir.
2 -
Müminleri iftira yoluyla itham etmek fuhşun yayılmasına sebeb
olur.
3- Müslümanların
vazifesi, hata eden kardeşlerinin ayıplarını gizlemek olmalıdır.
4 -
Müfterinin hadden kurtulması için dört adil şahit bulması lazımdır.
5- Zina
iftirasının büyük bir günah olduğuna delalet eden üç cezası vardır: Bedeni
ceza: Had. Edebi ceza: Fasıklık. içtimai ceza: Şehadetinin reddi.
6-
Müslümanların namuslarına zan üzerine ve söylentilere dayanarak dil uzatmak
caiz değildir.
7- Dünyada
uygulanan cezalar günahların kefaretidir. İmamın Allah (cc)'ın emrini infaz
için bu cezaları uygulaması farzdır.
8- Müfteri
pişman olur. tövbe ederse fasıklık vasfını üzerinden kal-dırntış olur.
9- Müfteri
sözünden döner, hallerini ıslah ederse şehadeti kabul ve itibarı İade edilir.
10- Allahu
taalanın fazlı büyük ve rahmeti herkesi kuşatır. Ne kimsenin taatı ona bir
fayda, ne de kimsenin isyanı zarar verir.
Ayetlerdeki teşrii
hikmetler
islâmın savaş açtığı
ve hiç merhamet etmediği çirkin suçlardan birisi de zina iftirasında
bulunmaktır. Çünkü zinadan uzak olan kişileri zina sucuyla itham etmek, halkın
namusunu lekelemek olduğu gibi, iftira sahasının genişlemesine de vasıta olur.
Halkın namusu bu iftira ile yara alır. kulaklar da onunla kirlenir, iftira
hadisesi yaygınlaşınca da hemen herkes zina ile itham veya ithamla tehdit
tehlikesi ile yüzyüze gelir. Herkes karısı veya çocukları hakkında şüpheye
düşer.
Hür ve namuslu
kadınların zina ile itham edilmeleri cemiyette birçok büyük felaketin doğmasına
vesile olur. İffetli, hür ve şerefli bir kadına atılan iftira, halk tarafından
tasdik edilerek konuşulmaya, kadının adı dillerde dolaşmaya başlar. Yalnız
şerefli bir kadına değil, onun bütün yakınlarına, arkrabalarına sürülen bu
leke sonucu, hadiselerle tesblt edilebileceği gibi genellikle kadın öldürülür.
Ölümünden sonra kadının günahsızlığı ortaya çıksa bile artık iş işten
geçmiştir.
Ortaya çıkardığı
kötülüklerden dolayı İslâm, halkın dilini iftiradan kesmek, ailelerin şeref ve
haysiyetlerini korumak için. kötü insanlar tarafından namuslu kimselere atılan
iftira karşılığı olarak seksen sopa gibi şiddetli bir ceza vazederek iftira
kapılarını kapatmış, müfterilerin şehadetle-rinin ebediyyen kabul
edilmeyeceğini bildirerek onları fasıklıkla vasıflandırmıştır.
Görüldüğü gibi İslâmda
müfteriler için üç ayrı ceza vardır: Biri bedenle ilgili sopa cezası,
ikincisi, sanki insan değilmiş gibi şehadetinin reddedilmesi, üçüncüsü de,
fasıklıkla vasıflandırılarak Allah (cc)'ın taatın-dan çıktığının ilan
edilmesidir. Ancak bu tür cezalar tatbik edilerek İftira illetiyle hastalıklı
olan kimselerin hastalıkları yok edilebilir. Bu İtibarla da ailelerde bir
bağlılık ve sevgi teessüs etmiş olur.
islâm, Allah (cc)'ın
azabını gerektiren en çirkin günahlardan birisinin de zina iftirası olduğunu ve
iftira atanların dünya ve ahirette şiddetli bir azabla cezalandırılacaklarını
bildirmiştir. Nitekim Allahu taala. «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin
kadınlara (iftira) atanlar dünyada da, ahirette de lanetlendiler. Onlar için
büyük de bir azab vardır. O günde ki aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri,
kendi ayakları onların neler yapıyor idiklerine şahitlik edecektir.» (Nur:
23-24) buyurmaktadır. Yine Allahu taala, cemiyetin iffet ve namusu hakkında
fazla konuşanların ahirette en şiddetli azaba müstahak olacaklarını bildirerek
onları fuhuş yayıcıları olarak tavsif etmiştir: «Kötü sözlerin iman edenlerin
içinde yayaılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?) Dünyada da, ahirette de
onlar için pek acıklı bir azab vardır.» (Nur: 19)
Resulullah (sav) da
zina iftirasında bulunmanın helak edici büyük günahlardan olduğunu
söylemiştir: «Resulullah (sav), «Sizi helak edecek yedi günahtan kaçının.»
buyurdu. Sahabe-i kiram. «O yedj günah nedir ya Resulullah?» dediler. «Allah
(cc)'a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah (cc)'ın haram kıldığı haksız yere adam
öldürmek, faiz yemek, yetim malını yemek. savaştan kaçmak ve bir de habersiz,
mümin, namuslu ve hür ka-aniora zina iftirası atmaktır.» buyurdu.»
[45]
6- Zevcelerine zina
isnat eden ve kendilerinin kendilerinden basta şahldleri de bulunmayan
kimseler(e gelince) onlardan her birinin (yapacağı) şahitlik, kendisinin
hakikaten sadıklardan olduğunu Allaha yemin ile dört (defa ifade ve tekrar
edeceği) şahitliktir.
7- Beşinci (şehadet)
de eğer yalancılardan ise Allanın laneti muhakkak kendisinin üstünedir.
8 ,9- O (kadın)ın
billahi onun (zevcinin) muhakkak yalancılardan olduğuna dört (defa) şehadet
etmesi, beşincide de eğer o (zevci) sadıklardan ise muhakkak Allanın gazabı
kendi üzerine (olmasını söylemesi) ondan (o kadından) bu azabı (cezayı)
defeder.
10- Ya üzerinizde
Allanın fazi ve rahmeti olmasaydı, ya hakikat Allah tövbeleri kabul eden
yegane hüküm ve hikmet sahibi olmasoydı (hail-nlz n.y. varır*,?.,
(Yermfina):
Ailelerini zina ile itham etmek.
(Ezvâcehüm):
Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç ise. eş demektir.
(Feşehadetü ehadihim): Zina iftirası atan-xm haddi kaldıran şehadet.
(La'netellahi):
Aliahın gazab ve laneti. Lanet aslında AHah (cc)'ın rahmetinden kovulma
demektir.
(Ve yedreu):
Defetme anlamında bir fiildir.
(El azabe):
Buradaki azabtan maksat, dünyevi azab, yani had veya recm.
(Tevvabün):
Cok tövbe eden. öyle ki. Allahu :aalan:n günahtan dönen kuluna rahmeti ile
yönelmesi.
(Hakimün):
Herşeyi yerli ysrine koyan. Kulların maslahatlarının gerektirdiği şekilde
hikmetli hükümler vazedici.
Allahu taala hanımını
zina ile itham eden ve fakat iddiasının doğruluğuna hiçbir delil getirmeyen
kimsenin üzerine düşeni haber vermektedir. Hanımını zina ile itham edenin
üzerine farz olan, zina suçunun isbatı ve tfıîra haddinden kurtulmak İçin dört
şahit yerine bizzat kendisinin sözüsûn doğruluğu üzerine dört defa Aliahın ismi
ile yemin ve şehadette bu-unarak, beşinci olarak «Eğer sözümde doğru değilsem
Aliahın laneti üze--me olsun.» demesi lazımdır. Zina ile itham edilen kadın da
eğer zina et-:ğini itiraf etmiyorsa, zina cezasından kurtulmak için. dört şahit
yerine ;ört defa Aliahın ismi ile yemin ve şehadette bulunması lazımdır. Kendi
if-"etinin isbatı ve kocasının yalancılardan olduğunu isbat için beşinci
olarak Aliahın ismi ile yemin ve şehadet ederek, «Eğer kocam doğru söylüyorsa
»ilahın gazabı üzerime olsun.» demesi lazımdır.
Allahu taalanın bu
hükmü vazetmesi yalnız halka rahmetinden, günahkâr kullarına
lütufkarlığındandır. Eğer bu hüküm vazedilmeseydt onlar halk İçinde rezil ve
rüsvay oldukları gibi dünyada acilen cezalandırılırlar ve ahrette de azaba
çarptırılırlardı. Allahu taala kullarını çok esirgeyici ve kullarının
tövbelerini kabul ederek günahlarını affedendir. Çünkü Allahu taala, «Şüphesiz
ki ben tövbe ve iman edenleri, İyi iyi amel (ve hareket)te bulunanları, sonra
da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat edenleri elbette çok yarlıgayıcıyım.»
(Taha: 82) buyurmaktadır.
1) Buharî,
Tirmizi ve Ibni Mace İbni Abbastan şöyle rivayet ederler: «Hilal bin Ümeyye,
Resulullah (sav)'ın huzurunda karısının Şerik bin Seh-ma ile zina ettiğini
söyledi. Resulullah, «Ya isbat edersin veya sırtına sopa vurulur.» buyurdu.
Bunun üzerine Hilal, «Bizden birisi karısı ile yabancı bir erkeği gördüğünde
nasıl delil arayabilir?» dedi. Resulullah (sav) yine, «Ya isbat edersin veya
sırtına sopa vurulur.» buyurdu Hilal bin Ümeyye Resulullah (sav)'a, «Seni hak
peygamber olarak gönderen Allah (cc)'a yemin ederim ki ben iddiamda doğruyum.
Allahu taala benim sırtımı hadden koruyacak bir âyet gönderecektir.» dedi.
Bunun üzerine Allahu taala, «Zevcelerine zina Isnad eden ve kendilerinin
kendilerinden başka şahitleri de olmayan kimseler(e gelince) onlardan her
birinin (yapacağı) şahitlik, kendisinin hakikaten sadıklardan olduğunu Allaha
yemin ile dört (defa ifade ve tekrar edeceği) şahitliktir.» âyetini inzal
buyurdu. Resululiah (sav) Hilal ile karısını getirtti. Hilal şehadete
başlayarak, «Ben Allah (cc)'a yemin ve şehadet ederim ki sözümde doğruyum.»
diye lian etti. Resulullah (sav), «Allah (cc) sizden birinizin yalancı olduğunu
biliyor. Biriniz tövbe etmeyecek misiniz?» buyurdu. Sonra kadın kalkarak dört
kez aynen kocası gibi Allah (cc)'ın ismi ile yemin ve şehadette bulundu.
Beşinci tekrara gelince sahabiler kadını durdurdular ve «Bu söz azabı
gerektirir.» dediler. Kadın sustu. Biz onun sözünden döneceğini zannettik.
Fakat kadın beşinci kez yemin ve şehodetle birlikte, «Eğer kocam doğru
söylüyorsa Allahın gazabı üzerime olsun.» dedikten sonra, «Ben kavmimi bundan
sonra halka rüsvay etmeyeceğim.» diyerek gitti. Resulullah (sav), sahabilere
dönerek, «Bakınız eğer bu kadın gözlen sürmeli iri kalçalı ve kalın bacaklı bir
çocuk doğurursa o Hilal'in değtl. Şerik bin Sehma'ntn çocuğudur.» buyurdu.
Kadın Resulullah (sav)'ın tavsif ettiği gibi bir çocuk dünyaya getirdi. Resulullah
(sav), «Eğer Allah (cc)'ın kitabındaki bu hüküm olmasaydı o kadını nasıl
cezalandıracağımı ben bilirdim.» buyurdu.»
[46]
Bunun diğer bir yönü
daha vardır: Kadınlar genellikle «lanet» kelimesini kullanmayı adet
edinmişlerdir. Bu sebeble onların kalblerinde hiçbir korku uyandırmaz. «Gazab»
kelimesi ise alışkın olmadıkları bir kelime olduğu için onlara korku verir.
Üçüncü incelik:
«Allah tövbeleri kabul eden yegane hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı...»
âyetinde uygun olan. «hüküm ve hikmet sahibi» manası taşıyan «hakim» kelimesi
yerine, «rahmet» kelimesinin kullanılması idi. Çünkü bu kelime, tövbe fiiline
daha uygundur. «Hakim» kelimesinin kullanılmasında ince bir hikmet vardır.
Şüphesiz Allah (cc)'ın «lian»la hükmetmesinin sebebi, zina gibi fahiş bir
sucun kullarına örtülmesini dileme-sidir. Eğer «lian» meşru olmasaydı zina
ithamında bulunan kocanın iftira haddi ile cezalandırılması lazım gelirdi.
Halbuki hiçbir kocanın sebebsiz yere karısını zina ile itham etmeyeceği
acıktır. Çünkü kadının zina etmesi yalnız kendisini değil, kocasını da
lekeler. Eğer yalnız kocanın dört kere yemin ve şehadet etmesiyle iktifa
edilseydi, kadının recmedilmesi icabe-derdi. Allah (cc) hüküm ve hikmeti her
ikisinin de korunmasını gerektirdiğinden, ikisinin yemin ve şehadetleriyle
onlardan cezayı kaldıracak «lian»la hükmetmiştir, işte bundan dolayı da bu
hükümle ilgili âyetin sonunda «rahmet» kelimesi değil, «hakim» kelimesi
kullanılmıştır.
Bir kimsenin karısını
zina ile itham etmesi halinde, kadın sucunu itiraf etmez, koca da sözünden
dönmezse lian yapılması gerekir. Bu da iki şekilde ortaya çıkabilir.
Birincisi, kocanın karısına, «Sen zina ettin.» veya «Senin zina ettiğini
gördüm.» demesi ve bunu dört şahitle isbat edememesi halinde. İkincisi,
kocanın karısının hamileliğini, yani karnındaki çocuğu reddetmesi halinde. Her
iki halde de lian yapmak farz olur.
Fakihler bu hususta
ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır;
1. Görüş: Lian
şehadettir ve onda şehadet hükümleri geçerlidir. Bu, İmam Ebu Hanife (ra)'nin
görüşüdür.
2. Görüş:
Lian şehadet değil, yemindir. Onda yemin hükümleri aranır. Bu da İmam Malik,
Hapbsl ve Şafii'nin görüşüdür.
Honef ilerin deliltort:
1-
Hanefilerin lianın yemin değil, şehadet olduğuna dair birinci de-, illeri.
«...Onlardan her birinin (yapacağı) şahitlik, kendisinin hakikaten •odaklardan
olduğunu Allaha yemin ile dört (defa ifade ve tekrar edeceği) şahitliktir.»
âyetidir.
2- İbni
Abbas (ra)'ın Hilal bin Ümeyye vakası ile ilgili olarak naklettiği hadistir.
Zira o hadiste. «Hilal gelerek şehadet etti» deniliyor. Daha sonra kadın da
kalkarak şehadet ediyor. Bu hadiste şehadet kelimesi İki defa sarahaten İfade
edilmektedir.
3-
Hanefilere göre, lian meselesinde mademki erkeğin şehadeti dört şahidin yerine geçiyor,
öyleyse erkeğin sözlerinin şehadet olması azım gelir.
Cumhurun delilleri:
1- «Şehadet»
kelimesinden bazan yemin kasdedilir. Nitekim, «Münafıklar sana geldiği zaman
«Şehadet ederizki sen muhakkak ve mutlak JUftahın peygamberisin.» dediler.
Allah da bilir ki sen elbette ve elbette 3' nun peygamberisin. (Fakat) Allah o
münafıkların hiç şüphesiz yalancılar aUuğunu da biliyor. Onlar yeminlerini bir
kalkan edindiler ve Allanın yomdan saptılar. Hakikat onların yaptıktan şeyler
ne kötüdür.» (Münafl-On: 1-2)
âyetlerinde «şehadet» kelimesinden yemin kasdedildiği görülmektedir.
2- «Allaha
yemin İle dört (defa İfade ve tekrar edeceği) şahitliktir..» âyetinde «Allah»
lafzı «şehadeule birlikte zikredilmiştir. Bu da delalet edi-or ki, buradaki
«şehadeUten maksat, «yemin»dir. Çünkü kişinin kendi nefsi ;çin şehadeti makbul
değildir. Yemin ise makbuldür.
3- Hilal bin
Ümeyye vakası ile ilgili olarak İbni Abbas (ra)'tan nak-adüen hadisin sonunda
bazı rivayetlerde «Eğer Hilai bin Ümeyye ile karısı arasında karşılıktı
yeminler olmasaydı ben o kadını nasıl cezalandıracağım bilirdim.»
denilmektedir.
Özet olarak,
Haneliler, Handa geçen sözlerin «yeminle tekldlenen seftadet» olduğunu söylerken
cumhur da. «şehadetle tekid olunan yemin» :.duğunu kabul eder.
Fakihler, Hanın yemin
veya şehadet olduğuna dair ihtilafa bağlı olarak, kimlerin lian yapabileceği
hususunda da ihtilaf etmişlerdir.
Hanefilere göre bir
erkeğin Hanının sahih olması için. müslümanlar hakkındaki şehadet hükümleri
bakımından şehadet ehli olması şarttır. Kadının do bu ehliyeti haiz olması
icabeder. Buna göre karı-koca olan cariye ve kölenin, iki kafirin, dinleri ayrı
olan eşlerin ve zina iftirası suçundan ceza görmüş kimselerin lian yapması caiz
değildir. Çünkü adı geçen şahısların müslümanların leh veya aleyhlerindeki
şehadetleri makbul değildir.
Hanefiler bu görüşlerini
şu hadisi şerifle desteklerler: Resulullah (sov)'-tan şöyle rivayet edilmiştir:
«Dört sınıf insan vardır ki aralarında Han yoktur: Hür erkek ile cariyesi
arasında, hür bir kadınla köle olan kocası arasında, müslüman bir erkekle
yahudi olan karısının arasında, müslüman bir erkekle hıristlyan olan karısının
arasında.»
[47] Bu hadis, kimlerin İlan
yapamayacağını açık şekilde bildirmektedir.
Hanefiler görüşlerini
mevzumuz âyetle de şöyle isbat etmektedirler: «...Kendilerinin kendilerinden
başka şahldleri de bulunmayan kimseler...» âyetinde eşlerini zina ile itham
eden kocalar şahidlerden istisna edilmiştir. Bu istisna lian yapacak şahsın
şehadete ehliyetli olması icobettiğinl gösterir. Çünkü koca neme kadar müfterj
durumunda ise de aslında şahittir. Şahit olduğu için de yapmış olduğu dört
şehadet dört şahidin yerine geçmektedir, öyleyse lian ancak hür, müslüman,
şehadete ehil kan -koca arasında yapılırsa sahih olur.
Maliki, Hanbell ve
Şafiilere göre ise yemini sahih olan her kişinin lianı da caizdir, öyleyse
ister hür, ister köle, ister müslüman, İster kafir, ister adil, ister fasık
olsun tıer karı-kocanın İlan yapması caizdir.
Cumhur, görüşlerini
«Zevcelerine zina tenad eden ve kendilerinin kendilerinden başka şahitleri de
bulunmayan kimseler...» âyeti İle isbat ederler. Çünkü bu âyette lian yalnız
müslüman ve hür kimselere tahsis edilmemiştir, öyleyse sıfatları ve dinleri ne
olursa olsun bütün çiftler arasında lian yapmak caizdir.
Liandan maksat,
tarafların zina veya iftira lekesini üzerlerinden atmaktır. Buna müslümanlar
nasıl muhtaçsa gayri müslimler de öyle muhtaçtır. Hür nasıl kendisinin ayıpsız
olmasını isterse fcöte de oppstz olmayı iater. Kısaca, yemini makbul olan
herkesin Han yapması coteBr.
Fakihler. lianın ancak
imam veya İmamın vekHi huzurunda yapılabileceğinde ittifak etmişlerdir. Zira
kan-kocadan biri sözünden, yemininden dönerse ona had uygulanması gerekir.
Haddi uygulamak ise ifnama aittir.
Uygun olan da imamın
kari-kocaya önce nasihatta bulunarak Allah cc)'ın azabının dünya azabından daha
ağır olduğunu hatırlattıktan sonra lian yaptırmasıdır. Nitekim Resulullah
(sav), «Hangi kadın bir kavme o kavimden olmayan bir nesil sokulmasına vasıta
olursa onun Allah (cc) katında hiçbir amel ve ibadeti kabul görmez. Allahu
taala elbette ki o kadını cennete sokmaz. Hangi erkek de çocuğuna bakarak onun
kendisinden olmadığını iddia ederse Allahu taala onunla rahmeti arasına bir
perde çeker. Onu geçmiş ve gelecek halkın huzurunda rezil ve rüsvay eder.»
[48]
hadisi şerifinde görüldüğü üzere erkek ve kadına nasihat ederek onları ikaz
etmiştir.
Âyeti kerime Manın
yapılış şekil ve yolunu en acık bir şekilde beyan etmiştir: önce koca dört
defa, «Allah (cc)'a yemin ve şehodet ederim ki karıma isnat ettiğim zina
sözünde sadıkım.» şeklinde şehadette bulunur. Sonra beşinci defa şöyle der:
«Eğer sözümde doğru değilsem Allah (cc)'ın laneti üzerime olsun.»
Erkeğin Hanından sonra
kadın dört defa, «Allah (cc)'a yemin ve şehadet ederim ki kocam bana isnat
ettiği zina sözünde yalancıdır.» der. Beşinci defa da, «Eğer kocam doğru
söylüyorsa Allah (cc)'ın gazabı üzerime olsun.» diyerek Hanı tamamlar.
Âyetin zahirine göre,
erkek bu yemin ve şehadeti beşten aşağı yapar veya «lanet» kelimesi yerine
«gazab» kelimesini kullanırsa İlanı kabul edilmez. Kadının da yemin ve
şehadeti beşten aşağı yapması caiz olmadığı gibi, «gazab» kelimesi yerine
«lanet» kelimesini kullanması caiz değildir. Bu uygulamada mutlaka önce erkeğin
yemin ve şehadette bulunması lazımdır. Fakihlerin ittifak ettikleri görüş de
bu yoldadır. Çünkü âyetin akışı bunu icabettirmektedlr.
....... ........
İmam Ebu Hanife
(ra)'ye göre liandan sonra kadının Iddeti de hemen başlar. Çünkü lian, ileride
tafsilatıyla anlatılacağı üzere kan-kocamn ayrılmasına vasıta olur. Nevar ki
fakihler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. İhtilafın kaynağı ise şudur: Bazı
fakihlere göre erkeğin Han yapması kadına haddi icabettirir. Kadının Hanı ise
bu haddi düşürür, öyleyse tabii olarak kadın erkekten sonra Han yapar, imamı
Azam (ra)'a göre ise. erkeğin İlan yapması kadına zina haddinin uygulanmasını
icabettirmez. Çünkü zina haddi ya dört şahidin şehadetiyle veya bizzat kadın
veya erkeğin itirafı ile tatbik edilebilir.
Lianın Kur'an-ı
kerimde beyan edilen şekli budur. Yalnız, hamile olan karısının çocuğunu
reddeden kocanın Hanı sırasında yemin ve şehadetl arasında, «Bu kadının
hamileliği benden değildir.» demesi icabeder. Şayet koca doğan gocuğu
reddediyorsa bu defa da yemin ve şehadeti arasında «Bu çocuk benden değildir.»
ifadesini kullanmalıdır. Bu da sünnetin tesbit ettiği şekildir.
Resulullah (sav)'ın
sünneti üzere yapılan uygulamada erkek lian yaparken kadın huzurda oturur. Erkek
lianı bitirdikten sonra bu defa kadın ayağa kalkarak yemin ve şehadette
bulunur. Bu uygulama bir camide ve imam huzurunda yapılır. Bu uygulama şekli
Resulullah (sav)'ın fiili ve kavli sünnetiyle tesbit edilmiştir.[49]
Fakihler, karı-kocadan
birinin lian yapmaktan kaçınması halinde had uygulanıp uygulanmayacağı
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Cumhurun görüşü:
Maliki, Hanbeli ve Şafiilere göre erkek Handan kaçındığı takdirde ona iftira
haddinin uygulanması farzdır. Kadın Handan denerse ona da zina haddi uygulanır.
Hanefilerin görüşü:
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre erkek veya kadın Handan kaçınırsa lian
yapana veya kendisini yalanlayana kadar hapsedilir. Erkek sözünden dönerek
kendisini yalanlarsa iftira haddi, kadın zina yaptığını itiraf ederse zina
haddi tatbik edilir.
Cumhurun delilleri:
Cumhur, Handan dönen için haddin uygulanmasının farz olduğuna dair aşağıdaki
delilleri getirmişlerdir:
1- Cumhura
göre Allahu taala bunu, «Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan
sonra (bu babda) dört şahit getirmeyen kimseler(in her birine)de seksen değnek
vurun.» (Nur: 4) öyetiyle beyan etmiştir. Bu âyeti takiben de karısına zina
isnad eden kocaların hükmü beyan edilmiştir. Ayetlerin bu akışı, nasıl yabancı
bir kadına zina isnad eden kimsenin dört şahid getirmesi icabediyor ve dört
şahit getiremediği takdirde had uygulanıyorsa kendi karısına zina İsnad eden
şahıs da Handan kaçınırsa ona da iftira haddi uygulanması gerektiğini
göstermektedir.
2- «O
(kachn)ın billahi onun (zevcinin)
muhakkak yalancılardan olduğuna
dört (defa) şehadet etmesi, beşincide de eğer o (zevci) sadıklardan ise
muhakkak Allahın gazabı kendi üzerine (olmasını söylemesi) ondan (o kadından)
bu azabı (cezayı) def eder.» âyetindeki «bu azabı def eder» ibaresinden maksat
dünya azabıdır. Bu ifadeyi ahiret azabı olarak anlamak doğru değildir. Çünkü
eğer kadın yaptığı lianda yalancı ise onun lianı ahiretteki cezasını artırır.
Eğer doğru ise ahirette zaten cezası yoktur. Öyleyse âyette sözü edilen ceza
dünya cezasıdır Zaten önceki âyetlerde de «Müminlerden bir zümre de bunların
azabına şahit olsun.» buyu-rulması bu cezanın dünyevi olduğunu göstermektedir.
3- Hilal bin
Ümeyye vakasında Resulullah (sav)'ın Hilalin karısı Havlete'ye «Dünyada
recmedilmen Allah (cc)'ın gazabından daha hafiftir.» buyurması da bu hususta
kesin bir nastır. Yine Resulullah (sav)'ın Hilal bin Ümeyye'ye, «Ya isbat
edersin veya sırtına had vurulur.» buyurması, karısına zina isnad edenin sözünü
isbat edemediği takdirde ona had vurulacağına sarahaten delalet etmektedir.
[50]
Hanelilerin
delilleri: Hanefilerin bu husustaki
delilleri de şunlar
1-
«Zevcelerine zina isnad eden...» âyeti zina isnad edenler hakkındaki cezanın
had değil, Han olduğuna delalet eder. Çünkü bu âyet zina iftirası ile ilgili
âyetin hükmünü ya nesheder veya âyetteki umumi ifadeden karılarına zina isnad
edenleri istisna eder. Veya bu âyet yalnızca karılarına zina isnad eden
kocalara has bir hüküm ifade eder. Her iki halde de kocaya liandan başka bir
ceza yoktur. O halde koca Mandan kaçınırsa lian yapıncaya veya kendisini
yalanlayıncay kadar hapsedilir
2- Kadının
liandan kaçınması zina sucunu İtiraf ettiği manasına gel mez. O holde recmi de
caiz değildir. Zaten Resulullah (sav) da. «Bir mtıs-lümanın kanı ancak üç
şeyden biri ile caizdir: Evlendikten sonra yapılan zina, iman ettikten sonra
irtidat ederek kafir olmak ve haksız yere bir müslümanı öldürmek.» buyurmuştur.
UontMn;M madığına göre recmedllerek kanım» akıfetattfe II»;.
3- Liandan
kaçınmak sarahaten rtro İkrar» demek «tekdir. ki ortada sarih bir itiraf yoktur
öyleyse zinama ieabettirdiği had Om uygulanamaz.
ibni Rüşd bu hususta
şöyle demefclBittR:
senin kanı ancak dört
adil şdhkJiiır sehcatetii d ^
okıttlabllir. Liandan
kacınmg| JUral olmadığına w zina saçı» da «İ8rt şotrtt-le tosblt edilemediğine
görepna hadd* uygulanamaz.»
imamı Azam Ebu Honife
(raj'nln görüsü gözel ise ded»HMerl bakımından cumhurun görüşü kadar kuvvetli
dt^KHr. MüfessirUrliT şa^ht Ta-berî ve diğer bazt büyük alimler de cumhura»
9W9önü twnimsaml$tlr.
Ayetin nüzul sebebinde
rivayet edilen şeylerin tümü İttifakta şu üc
1- Lian
Ayeti iftira Ayetinden sora* natft olmakla bMHrte fatklı hükümler İhtiva eder.
2- Sahabe-i
kiramın Ayetten anladıktan mana şudur: Her kim Kendi karısına zina İftirasında
bulunursa, ceza ve hâkim batanımdan, yabancı bir kadına iftira atan kimsenin
durumu gibfcHr
beyan etmiştir.
Hanefi fıkıh usulü
kaidelerine göre İtan âyeti zita Mban m Hgili âyetin hükmünü değil, hükümdeki
umumiliği ne&hstmtyfr. ÇSaku JfMro âye-tindeki umumt hüküm, kadına zina
isnadında tmtunaa Mnun. (bu ister kocası, İster bir yabancı olsun) isnodmı
isbat edemediği takdİKİe İWr« haddi uygulamayı icabettirir. Lian Ayeti,
kocaları bu genel hültörotteı» feâtora ederek onlara has olmak üzere San
hükmünü getirmiştir, öyteys» Honeflle-re göre kansına zina isnad eden kocamn
cezost yahaco ItandJr.
Diğer üc mezhebe göre'
ise lian Ayeti, İftira âyeArikı Mtenindeki ö-mumiliği neshetmemiştir. Ancok bu
âyet kansma zina isnad edem kocanın lian yapması gerektiğini ifade eder. Eğer
koca liandan kaçınırsa ona tad uygulanması gerekir. Buna göre her iki Ayetin
meno» evlfc fcâr «lu bir kadına zina isnad eden kimse, bunu dört şahitle isbat
edemediği takdirde had cezasma çarptırılır. Yalnız karısına zina isnad eden
koca lian yapar. Liandan kaçınırsa ona da had uygulanır.
Resulullah (sav)'ın
sünnetine göre. karşılıklı olarak Manda bulunan kan-koca talaka gerek kalmadan
ebedi olarak ayrılmış olurlar. Zira ibni Abbas (ra)'ın rivayetine göre
Resulullah (sav), «Lianda bulunan kan-koca ayrılırlar ve ebediyyen brrleşemezler.»
[51]
buyurmuştur.
Hz. Ali ile İbni
Mes'ud (ra)'dan da, «Resulullah (sav):, lian yapan karı-kocamn ebediyyen
blrleşemeyecekterine hükmetmiştir.» hadisi rivayet e-dılmlştir.
Kan-kocanın
birbirinden ebediyyen ayrılmasının ve bir daha birleşmelerinin de kesinlikle
haram olmasının hikmeti şudur: Lian kan-koca arasına ebedî bir kin ve düşmanlık
sokmuştur. Bu kin ve düşmanlık onların ebediyyen kopmalarını gerektirir. Zira
erkek, eğer sözünde doğru İse. karısının fuhşunu bir topluluk önünde ifşa
ederek onu rezil ve rüsvay etmiştir. Kadın da eğer sözünde doğruysa, kocasını
bir topluluk önünde yalanlamış ve Allanın lanetini icabettirmiştir. Eğer
sözünde yolan ise —ki bu durumda zina etmiştir— kocasının namusunu lekeleyerek
ona en büyük hiyaneti yapmış olmaktadır. Bu sebeble onların aralarına daimi
bir kin ve düşmanlık girmiştir.
Bilindiği gibi evlilik
hayatının temeli kan-kocanın birbirine karşı sevgi, saygı, bağlılık ve
doğruluğudur. Lianla bu temeller ortadan kaldırılmıştır. Öyleyse bunların
cezası birbirlerinden ebediyyen ayrılmaktır.
Fakihler lian yapan
kan-kocanın ayrılmalarının farz ve bu ayrılığın ebedi olduğunda ittifak
etmişlerdir. Yalnız şu var ki. birbirinden ne zaman ayrı düştükleri hususunda
ihtilaf etmişlerdir.
İmam Şafii (ra)'ye
göre ayrılık, yalnız kocanın lian yapması ile tahakkuk eder. Kadın İlandan
kaçınsa bile durum değişmez.
Malikilere göre
ayrılık ancak her ikisinin lian yapmasından sonra gerçekleşir.
İmam Hanbel (ra) ve
Ebu Hanife (ra)'ye göre ise. ayrılık, her ikisinin Hanlarını tamamlamalarından
sonra imamın onların ayrılmalarına hükmetmesine bağlıdır.
[52]
Şafiilerin delili:
Ayrılık sözle meydana gelir. Bu söz İse talakta olduğu gibi kocanın sözüdür.
Kadının Han yapmasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü kadın Han yapmakla ancak
kendisini hadden kurtarmış dur.
Majikllerln delili:
Resulullah (sav). İlan yapan karı-kocayı birbirinden ayırmayı emretmiştir.
Yalnız kocanın Han yapması ile İlan yapmış sayılmazlar. Şayet ayrılık yalnız
kocanın Hanı ile tahakkuk etmiş olsaydı, koca Han yapar yapmaz karısı ondan
ayrılmış olurdu. Ayrılmış olan kadın ise kocasına yabancıdır. Yabancı bir kadın
ise İlan yapamaz. Çünkü Allahu taala Hanı karı ile kocaya farz kılmıştır.
Hanbeli ve Hanefilerin
delili: Bu iki mezhebe göre ayrılık, karı-koca-nın Hanı tamamlamalarından sonra
imamın onları birbirinden ayırması ile tahakkuk eder. Çünkü İbnl Abbas (ra)'tan
yapılan rivayete göre. «Resulullah (sav) onları Han yaptıktan sonra
birbirinden ayırdı.» Bu ifade, ayrılığın ancak imamın hükmüne bağlı olduğunu
gösterir. Zira Han da bir tür had-dir. Hadlerin icrası da İmama aittir, öyleyse
Handan sonra ayrılığı da imam tayin eder.
Karı-koca birlikte Han
yaptıktan sonra koca kendisini yalanlar, karısına iftira attığını itiraf
ederse had uygulanır. Fakat karısı kendisine tekrar helal olur mu?
İmam Malik (ra) ve
Şafii (ra)'ye göre kadın o adama tekrar helal olmaz. Çünkü Hanın getirdiği
ayrılık ebed! bir ayrılıktır. Resulullah (sav) da onların ebediyyen
birleşemeyeceklerlne hükmetmiştir. Sahabe ve tabiinin görüşü de budur.
İmam Ebu Hanite
(ra)'ye göre İse, Handan sonra koca kendisini yalanlarsa ona iftira haddi
uygulanır ve Hanı geçersiz olur. Böylece onun müfteri olduğu tesbit edilmiş
olur. Bu sebeble tekrar karısı ile evlenmesi helaldir. Bir rivayete göre İmam
Hanbel de bu görüştedir.
Sahih olan cumhurun
(Maliki ve Şafiiler) görüşüdür. Çünkü lian ebedi bir ayrılığı Icabettlrir.
Gecen hadisler de buna delalet eder. En doğrusunu Allah (cc) bilir.
Koca çocuğunu inkar
ettikten sonra İlan yapılırsa, çocuğun nesebi babasından ayrılır, nafakası da
düşer. Kocası ile çocuk arasındaki veraset de ortadan kalkmış olur. Ancak o
çocuk annesinin çocuğudur. Annesinden miras alır ve öldüğü takdirde de annesi
onun malına varis olur. Çünkü İmam Hanbel (ra)'in Amr bin Şuayb'tan rivayet
ettiği hadiste Resul-lah (sav), lian yapan karı-kocanın liana sebeb olan
çocuklar hakkında. «O çocuk annesinin malına varis olduğu gibi annesi de onun
malına varis olur. Çocuk vasıtasıyla karısına zina iftirası atan kimse lian
yapmazsa ona had vurulur.» buyurmuştur.
[53] Bu
hadis çocuğun anneye ait olduğunu açıkça teyid etmektedir.
Çocuk sebebiyle karısına
zina isnad eden kocaya gelince, o, lian yapmazsa zina iftirası atanlar gibi
seksen sopa İle cezalandırılır. Kendi annesine, kendi çocuklarına zina
iftirası atanlara da iftira haddi uygulanır. Uana sebeb olan çocuk, verasetin
dışındaki diğer şer'î hükümlerde lian yapan erkekle ihtiyaten baba-evlat
muamelesi görür. Mesela, adam ona zekat veremez. Onu öldürdüğü takdirde, herne
kadar evladı olduğunu inkar etmişse de, kısas edilmez. Karşılıklı olarak
birbirlerinin lehlerinde şe-hadette bulunamazlar. Herhangi bir kişinin o çocuk
benimdir iddiasında bulunması da sahih değildir. Şayet baba. liandan sonra
kendini yalanlarsa, çocuğun nesebi tesbit edilir. Adamın çocuğa küçükse
nafakasını vermesi farz olduğu gibi birbirlerinden miras da alabilirler. Hatta
çocuk hakkındaki bütün İlan eserleri ortadan kalkmış olur.
İmam Fahreddin Razi.
imam Şafii (ra)'den naklen şöyle der: «Lianla ilgili beş hüküm vardır: Lian.
yapan erkeğin üzerinden had kalkar. Liana sebeb olan çocuğun nesebi lian
yapandan silinir. Kan-koca ayrılır ve birbirlerine ebediyyen haram olurlar.
Kadına zina haddinin uygulanması ica-beder. Bu hükümler genellikle yalnız
erkeğin lian etmesi halinde tahakkuk edeı. Bu hükümlerin uygulanması ve tesblti
için imamın hükmüne ihtiyaç da yoktur.»
[54]
1- Karısına
zina isnad eden ve bunu isbat edemeyen koca ya lian yapar veya had (seksen
sopa) ile cezalandırılır.
2- Lian
hükmü, yabancı namuslu ve hür kadınlara atılan iftiralarda icra edilmez. Yalnız
karı-kocaya has bir hükümdür.
3- Lian. kocayı
iftira haddinden, karıyı da recm cezasından kurtarır.
4- Lian.
Kur'anda zikredilen ifadelerle beş defa tekrar edilmelidir.
5- Lian,
imam ve müslümon bir topluluk huzurunda yapılır.
6- Lian,
karı-koca arasında «bedî bir ayrılığı icabettirtr.
7- Uanda erkeğin
«lanet». Vadinin da cgazab» kelimesini zikretmesi tezımdtr.
8- Allah
(ccj'm mağfireti geniş «e fazlı büyüktür. Eğer Allah (cc) kullarına merhamet
etmeseydi on lan azabıyla helal: ederdi.
Herşeyj hakkıyla
bilen, hüküm ve hikmet sahM olan Allah {od), kan-koca arasındaki Manı büyük ve
yüce bir hikmet lehi vazetmiştir. Bu m ince ve en yüksek hikmet, evlilik
hayatını tehdit eden ve cemiyeti kirleten hadiselerden toplumu korumak ve
aileyi temizlemektir.
Kur'an-ı kerim bu ince
teşrii ile insan hayatında karşılaşılabilecek en elim vakayı tedavi etmiştir.
Zira insan için karısının bizzat kendi evinde irtikab ettiği zina sucundan daha
ağır bir hadise tasavvur edilemez. Çünkü insan bu hususta konuşamaz, isbat
edecek bir delili olmadığı k)m acılaması da mümkün değildir. Namusunu
temizlemek için öldürmeye kalkıf sa, davasını isbat edemediği için kendisine de
kısas uygulanır. Bu durumda insan ne yapacağını bilemez. Şaşkın bir halde
kalakalır. Görmezlikten gelerek olduğu gibi bıraksa. namusu kirlenmiş, haysiyet
ve Şerefi yok olmuştur.
işte Kur'an-ı kerim bu
âyetleriyle bu acı durum karşısında insanın ne yapacağını ve nasıl bir yol
tutacağını beyan etmiştir.
Allah (cc)'ın yüce
hikmetlerinden biri de mevzumuz âyetin nüzul sebebi olan hadiseyi asırların en
efdali olan asırda, insanların en necibi olan sahabiter arasında ortaya
çıkararak sonraki nesillerin ibret almaları için tatbiki bir ders vermesidir.
Hilal bfaı Ümeyye bir
akşam evine döndüğünde «vlnde işlenen fuhşa şahld olur. Kendisine hakim olarak
hiçbir şey yapmadan Resulullah (sav)'a gelerek hadiseyi haber verir. Resululloh
(sav) ve sahabe hadise karşısında müşkül bir vaziyete düşerler. Resulullah
(sav), «Ya isbat edersin veya sırtına had vurulur.» buyurur. Halk da Hilal'e
had vurulacağına ve şeha-detinin reddedileceğine kanidir. Davasını isbat için
dört şahit getirmesi mümkün olmayan Hilal, «Ya Resulullah, Allah'a yemin ederim
ki doğru söylüyorum. Allahtan da bana bir çıkış yolu ihsan etenesini niyaz
ediyorum.» der. Bunun üzerine lian âyetleri nazil olur.
Âyetlerin nüzulünden
sonra Resulullah (sav) Hilal'e, «Allah sana bir çıkış yolu ve ferahlık ihsan
etti.» buyurdu. O da, «Ben de Allahtan bunu bekliyordum.» cevabını verdi.
İşte Kur'an bu teşrii
ile aile içindeki ahengi korumuş ve cemiyeti bu gibi »hadiselerden
temizlemiştir. Eğer bu hüküm vazedilmeseydi böylesi hadiseler karşısında
korı-kocontn aileleri arasında doğacak düşmanlıktan dolayı çok kanlar
dökülürdü.
Bu hükümlerin
teşriindekj bir başka hikmet de. cemiyette tasavvurun üstünde bir adalet
sağlamak ve günahları lian yoluyla kökünden kazımaktır. Lian karşısında
hiçkimse artık böyle bir günaha teşebbüs edemediği' gibi karısını haksız yere
hıyanetle de itham edemez.
22- Sizden (dinde)
fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar, akrabalarına, yoksullara, Allah
yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur
etmesin,
affetsin. Allahın sizi yarlıgamasını
sevmez misiniz? Allah çok yarlıgayıcı,
çok esirgeyicidir.
23- Namuslu (kötülüklerden)
habersiz mümin kadınlara (iftira) a-tanlar dünyada da, ahirette de
lanetlendiler. Onlar için büyük de bir azab var.
24- O günde ki
aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayakları onların neler yapıyor
(diklerine şahitlik edecektir.
25- O gün Allah onlara
hak olan cezalarını tastamam verecek, şüphesiz onlar da Allahın apaşlkar
hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.
26- Kötü kadınlar (ve
kötü sözler) kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara (ve kötü sözlere),
temiz kadınlar (ve temiz kelimeler) ise temiz erkeklere, temiz erkekler de
temiz kadınlara (ve tmiz kelimelere yakışır). Bunlar (o temiz kadınlar ve
temiz erkekler) o (iftiracıların) diyeceklerinden çok uzaktırlar. Onlar için
mağfiret ve çok şerefli rızık vardır.
(Ye'teli): Yemin etme manasındadır.
(Ulül fadii):
Dindar ve salih kişiler.
(El saeti):
Saat aslında genişlik manasındadır. Burada İse malı ve rızkı çok olan demektir.
(En yü'tû): İbni
Kuteybe'ye göre burada bir «la» harfi hofzolunmuştur. Buna göre kelimenin
manası, dindar ve hali vakti yerinde olan kişiler böyle yemin yapmasınlar
demektir.
(Vel ya'fû):
Afv kelimesinden gelen bir fiildir. Yapılan kötülükleri yok etme, affetme
manasına gelir.
(Elmuhsenâti):
Namuslu, şerefli ve temiz kadınlar.
(Elgâfilâti):
Fuhuştan haberi olmayan, iratta
kalbine dahi gelmeyen
kadınlar.
(Lüinû):
Lanet kökünden gelir. Allah (cc)'ın rahmetinden kovulma, uzaklaşma demektir.
(Teşhedü):
ikrar ve bildiğini itiraf etme manasına
gelir.
(Yuveffihim):
Yüveffi. tevliyet kökünden gelir. Burada blrşeyin hakkını tam vermeye denir.
(Myıwhümüllk):
Yani Atlahu taalaogünde onların cezalannı tam olarak verir demektir.
(El haNsâtü MI habisine): Habisat. habis'ln ço0uludur. Habis, pis şeye denir.
Yani pis kadınlar pis erkekler İçindir demektir.
(Mûberreûne):
Temizdirler, nezihtirler manasma
(Mağfiretün): Mağfiret, günahları yok etmek
(Ve nzkün kerim): Buradaki manası cennettir.
Allahu taala icmalen
şöyle buyurmaktadır: Dindar, muttaki, faziletli ve rızıkları bol kişiler,
fakirlere, muhacirlere evvelce yaptıkları yardımı onların İşledikleri
günahlardan dolayı kesmek için yemin, etmesinler. Onların işledikleri suçları
affederek serbest bıraksınlar. Daha evvel verdiklerini kesmeyerek yardımlarına
devam etsinler.
Allahu taala müminlere
de şöyle hitap etmektedir: Ey müminler, Allahu taalanın sizi, günahlarınızı
affederek hayırlı kimselerle birlikte cennete koymasını istemez misiniz?
Allahu taala daha
sonra, habersiz, İmanlı, namuslu ve zinadan uzak kadınlara iftira atanları
İftiralarından dolayı lanetlediğini, onları rahmetinden'kovduğunu, dünyada had
vurulacağını, ahirette de en büyük aazbauğ-rayacoklarını haber vermektedir.
Yalnız bu azabla da kalmayarak o korkunç günde aleyhlerinde kendi elleri, dilleri
ve ayakları dünyada iffetli, habersiz ve temiz kadınlara yapmış oldukları
isnadın iftira olduğuna dair şe-hadet edecektir. Onların karşılaşacakları bu
feci durumu herkes seyredecek, onlar hakimlerin en adili olan Allahu taalanın
adil cezasına çarpılacaklardır. Onlar, kıyamet gününde Allah (cc)'ın hiç
kimseye zerre kadar zulmetmeyeceğini ve açık bir Hakk olduğunu anlayacaklardır.
Allahu taala bu
âyetlerle Resulullah (sav)'ın temiz ve şerefli zevcesi olan Hz. Ayşe'nin
münafık ve sapıkların iftirasından uzak olduğunu en kesin bir burhan ile haber
vermiştir. Resulullah (sav) temiz ve güzel olarak yaratıldığından ona da temiz
kadınlar nasib edilmiştir. Zaten Allah (cc)'ın can olan nizamı da budur. Kötü
ve pis kadınlar pis ve kötü erkeklere, pis sözler ve pis erkekler de pis
kadınlara mahsustur. Temiz sözler ve temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz
erkekler de temiz kadınlaradır. Fuhuşla itham edilen pak zevceler itham
olundukları o kötü suçtan tamamen uzaktırlar. Nasıl uzak olmasınlar ki, Allah
(cc)'ın en şerefli Resul (sav)'ünün zevceleridirler. Eğer onlar temiz
olmasaydılar Allahu taala onları en sevdiği Kuluna naslb etmezdi. O pak ve
temiz zevcelere Allahtan mağfiret ve şerefli bir rızık vardır.
1- Taberî
Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ayşe'ye iftira a-tanlar hakkında. «O
uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir...» (Nur:
11) ve devamı âyetler nazil olduktan sonra Hz. Ebu-oekir, iftirayı yayanlar
arasında bulunan ihtiyacını karşıladığı yakın akrabası Misdah'a bir daha
yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Bunun üzerine, «Sizden (dinde) fazilet ve
(dünyada) servet sahibi olanlar...» âyeti nazil oldu. Âyetin nüzulünden sonra
Hz. Ebubekir. «Allah (cc)'a yemin ederim ki muhakkak Allah (cc)'ın bana
mağfiret etmesini isterim.» diyerek Misdah'a tekrar nafakasını vermeye başladı
ve «Allah (cc)'a yemin ederim ki. ona yaptığım yardımı ebediyyen kesmeyeceğim.»
dedi.[55]
2- İbni
Munzır, Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Misdah bin Jsase kibrinden dolayı
iftira atanlara katıldı. Halbuki Ebubekir (ra)'in yakını idi ve geçimini onun
yardımı ile sağlıyordu. Hz. Ebubekir, ona ebedly-yen yardım etmeyeceğine dair
yemin etti. Bunun üzerine, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi
olanlar...» âyeti nazil oldu. Âyetin nüzulünden sonra Hz. Ebubekir onu tekrar
himayesine alarak yardımına devam etti ve «Bundan sonra birşey üzerine, ondan
başkasını daha hayırlı gördüğüm takdirde yemin etmem. Şayet yemin edersem,
yeminimi bozarak daha hayırlı olanı yaparım.» dedi.»
[56]
Diğer bir rivayete
göre, Resulullah (sav) nazil olan âyeti Hz. Ebube-kir'e okudu ve «Allah (cc)'ın
sana mağfiret etmesini istemez misin?» buyurdu. O da, «Evet.» dedi. Resulullah
(sav), «öyleyse Misdah'ı affet ve hakkından vazgeç.» buyurdu. Bunun üzerine Hz.
Ebubekir, «Allah (cc)'a yemin ederim ki daha evvel yaptığım yardımı fazlasıyla
yapacağım.» diyerek Misdah'a önceki yardımının iki katını yapmaya başladı.
[57]
Ayetlerin tefsirindeki
incelikler
Birinci incelik: «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi o-lanlar.» âyeti
Hz. Ebubekir'in faziletinin en büyük şahididir. Bu âyet gösteriyor ki o,
sahabilerin en faziletlisidir.
Fahreddin Razi şöyle
der: «Müfesslrler, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi
olanlar...» âyetinin maksadının Hz. Ebubekir olduğunda icma etmişlerdir. Bu
âyet onun Resulullah (sav)'tan sonra halkın en efdali olduğuna delalet ediyor.
Zira Allahu taala bu âyetle onu açıkça methetmektedir. Allahu taaianın birini
sırf zenginliğinden dolayı methetmesi caiz değildir, öyleyse faziletten
maksat, Ebubekir (ra)'in dindeki üstünlüğüdür. Eğer âyetteki «fazilet» sırf
dünyevi manada olsaydı, sonraki «servet sahibi» ifadesinin tekrar edilmemesi
lazım gelirdi. Allahu taala ona bu fazileti isbat ettiğine göre Resulullah
(sav)'tan sonra sahabilerin en faziletlisi olması icabeder.»
[58]
Ebussuud da şöyle
demektedir: «Ayetteki, «Sizden fazilet sahibi olan» İfadesinden maksat, dindeki
fazilettir. Bu âyet, Hz. Ebubekir'in sahabilerin en efdali olduğuna kafi
delidir.»
ikinci incelik:
«Allahın sizi yarlıgamasını sevmez misiniz?» âyeti herne kadar bir topluma
hitap ediyorsa da asıl hitap edilen Hz. Ebubeklr'-dir. Hitabın çoğul biçimde
yapılması saygı içindir.
Fohreddin Razi:
«Allahu taalanın bir şahsa «siz» diye hitabetmesi o-nun büyüklüğünü bildirmek
içindir.»
[59] der.
Hz. Ebubekir bu âyeti
duyduktan sonra «Evet ya Rabbi ben yarlıgan-mamı severim.» dedi ve Misdah'a
nafakasını vermeye devam etti.
Üçüncü İncelik:
İbnl Cevzî, «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlar...» âyetinin
tefsirinde şöyle der: «Niçin iftira atılan kadınlar zikrediliyor da erkekler
zikredilmiyor? Zira mümin bir kadına iftira atan bitişi onunla birlikte bir
mümin erkeğe de iftira atmış bulunuyor. Ancak atılan iftira daha çok kadınlara
zarar verdiği için kadınlar zikredilmiş, erkekler zikredilmemiştir.»
[60]
Dördüncü incelik: Allahu taala Nur Suresinin başındaki. «Namuslu ve hür kadınlara (zina
isnadıyla) iftira atan...» (Nur: 4) âyetinde namuslu kadınlar başka bir vasıf
anılmadan zikredilmiştir. Mevzumuz âyette ise namuslu kadınlar diğer
vasıflarıyla birlikte. «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlar...»
şeklinde zikredilmiştir. Bu âyet. müminlerin anneleri olan Resulullah (sav)'ın
zevcelerine aittir. Tabii ki bunların en başta geleni Hz. Ayşe'dir. Bu temiz
kadınları itham etmek, aynı zamanda Resulullah (sav) ve aile efradını da itham
etmektir.
ibni Abbas (ra). Nur
Suresini okuyup tefsir ederken bu âyete gelince şöyle buyurur: «Bu âyet,
Resulullah (sav)'ın zevceleri Hz. Ayşe hakkındadır. Allahu taala Resulullah
(sav)'ın pak zevcelerine iftira atanlar İçin tövbeden de söz etmemiştir.
Halbuki diğer mümin kadınlara iftira atanların tövbe etmeleri halinde
tövbelerinin kabul edileceği beyan edilmiştir.» ibni Abbas (ra) daha sonra.
«Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) atanlar dünyada
da, ahirette de lanetlendiler. Onlar için büyük de bir azab var.» âyetini
okuyarak Resulullah (sav)'in zevcelerinin büyüklüğü ve onlara karşı işlenen
suçun cezasının ağırlığını ifade etmiştir. Bunun üzerine cemaattan bazdan ayağa
kalkarak İbni Abbas (ra)'ın bu güzel tefsirine karşılık başını öpmüşlerdir.[61]
Besinci incelik: «Kötü kadınlar kötü erkeklere...» âyeti içtimai ha-ratın en mühim bir
noktasına parmak basmaktadır: Pis insanlar ancak bendiler! gibi pis kimselerle
anlaşıp birleşebilirler. Temiz ve nezih İnsanca- da ancak temiz ve nezih
insanlarla anlaşır, birleşirler. Mademki Re-
sululloh (sav), bütün
temizlerin en temizi. Hz. Adem'den günümüze kadar gelmiş ve gelecek İnsanların
en efdalidir. Hz. Ayşe'nin de kadınların en temiz ve nezihlerinden olması
lazımdır. Onun hakkında söylenenler ancak yalan ve iftiradır. Nitekim Kur'anda
Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında. «Bunlar (o temiz kadınlar ve erkekler)
o (iftiracıların) diyeceklerinden çok uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve çok
şerefli rızık vardır.» buyurulmaktadır. Pak zevcelerin temiz olduklarına bundan
daha kafi bir şahit olamaz.
Altıncı İncelik: Zemahşerî. Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Allahu taala dört
kişiyi dört şeyle temizlemiştir:
1-
Züleyha'nın gösterdiği —«Onun (kadının)
yakınlarından bir şahit de şehadet etti ki, eğer gömleği önünden
yırtıldıysa (kadın) doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır. (Yok) eğer
gömleği arkadan yırtıldıysa (kadın) yalan söylemiştir. Bu ise doğru
söyleyişlerdendir.» (Yusuf: 26-27)— şahitle Yusuf aleyhisselamı zina
iftirasından.
2-
Elbiselerini akıtan taşla Musa aleyhisselamı hastalık şüphesinden.[62]
3- Hz.
isa'nın beşikte mucize kabilinden «Ben Allah (cc)'ın kuluyum...» diyerek
konuşması ile Hz. Meryem'i zina ithamından.
4- Kıyamete
kadar okunacak mucize kitabıyla Hz. Ayşe'yi zina iftirasından.
Allahu taalanın Hz.
Ayşe'yi temizlemesi ile diğerlerinin temizlenmeleri arasında büyük bir fark
görülmektedir. Bu fark. Hz. Aşye'yi Allahu taalanın bizzat kendisinin
temlzlemesldir. Bu temizleme. Allah (cc) katında Resulullah (sav)'in
derecesinin yüksekliğini. Hz. Adem'in soyunun efendisi olduğunu göstermektedir.
Resulullah (sav)'ın büyüklüğünü tahkik etmek İsteyen, ifk âyetlerini okusun ve
Allahu taalanın onun harimine iftira atanlara nasıl gazab ettiğini düşünsün ve
ithamı Allahu taalanın nasıl nefyettiğini görsün.»
[63]
Hz. Ayşe'den şöyle
rivayet edilmiştir: cAndolsun ki. bana hiçbir kadına verilmeyen dokuz şey
verilmiştir: .Resulullah (sav)'a benimle evlenme emrini getirdiğinde Cebrail
aleyhisselam benim suretimde gelmiştir. Resulullah (sav) benden başka hiçbir
bakire ile evlenmemiştir. Resulullah (sav), benim odamda ve benim yatağımda
vefat etmiştir. Resulullah (sav), benim odama defnedilmiştir. Melekler onu
benim odamda ziyaret etmişlerdir. Vahiy nazil olurken diğer kadınlar odayı
terkederlerdi. fakat benim odamda, biz aynı yatakta iken vahiy nazil olurdu.
Ben onun halifesi ve dostunun kızıyım. Benim beratım semadan inmiştir. Ben
temiz yaratıldım ve en temiz olanın yanında yaşadım. Bana moğfiret ve şerefli
bir nzık vadoiun-muştur.»
[64]
Müfessirler âyetteki.
«...Akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur
etmesin, affetsin.» İfadesinden maksadın Misdah bin Üsase olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü o. Hz. Ebubekir'in yakını ve Bedir*e iştirak eden
muhacirlerdendi. Hz. Aşye'ye atılan iftira hadisesine katılmış, fakat sonra
tövbe etmişti.
Şüphe yok ki zina
iftirası büyük bir günahtır. Ehil sünnet ve cemaat alimleri bu âyeti delil
alarak işlenen günahın sallh omel'eri iptal etmeyeceğine hükmetmişlerdir. Zira
Allahu taala Misdah'ı zina İftirasına karıştıktan sonra da Allah yolunda
hicret etmekle vasıflandırmıştır. Bu vasıf methedilecek bir vasıftır, öyleyse
bu âyet. Misdah'ın hicretle kazandığı sevabın zina iftirası sebebiyle iptal
edilmediğine delalet ediyor.
Ehli sünnet alimlerine
göre şirk ile irtidat hariç hiçbir günah insanların sallh amelini yok etmez.
Ancak, kesinlikle haram olan blrşeyi helal bilerek yaparsa mürted ve salih
amelleri yok olur. Zira Allahu taala, «Kim İman ettikten sonra kafir olursa her
halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o ahirette en çok ziyana
uğrayanlardandır.» (Malde: 5) ve «İçinizden kim dbıkıden döner de o kafir
olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı İsler dünyada da, ahirette de boşa
gitmiştir. Onlar o ateşin (cehennemin) arkadaşlarıdır. Onlar orada (bir deha
çıkmamak üzere) ebedi kalıcılardır.» (Bakara: 217) buyurmaktadır.
Fakihler, kötülük
yapanı affetmenin ve hakkından vazgeçmenin güzel ve mendub olduğunda ittifak
etmişlerdir. Çünkü Allahu taala, «...vermelerinde kusur etmesin, affetsin.»
buyurmaktadır. Âyetteki «affetsin». İfa-deslndeki emir birşeyi farz eden
emirlerden değildir. Hayırlı olanı ifade eden bir emirdir. Zira insanların
kötülük yapandan kısas taleb etmeleri caizdir. Eğer buradaki emir farz kılmak
manası taşısaydı. kısası taleb etmek caiz olmazdı. Fakihierin bu görüşünü.
«Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim
affeder, barışı sağlarsa mükafatı Allaha aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri asla
sevmez.» (Şura: 40) âyeti de teyid eder.
Resulullah (sav) da
şöyle buyurmaktadır: «insan ancak kendisini ziyaret etmeyen akrabasını ziyaret
ederek, zalimleri affederek ve iyilik yapmayanlara iyilik yaparak fazilet
sahibi olur.»
[65] öyleyse kötülük yapan bir
kimseyi affetmek sünnettir, mendubtur.
Fakihierin cumhuruna
göre, birşeyi yapmak veya yapmamak için yemin eden kimse, yemin ettiği şeyin
tersini daha hayırlı gördüğü zaman yeminini bozarak hayırlı olanı yapmalı ve
yemininin kefaretini vermelidir. Zira Resulullah (sav), «Her kim birşeyi yapmak
veya yapmamak üzere yemin eder ve sonra o işin yapılmamasını veya yapılmasını
daha hayırlı görürse hayırlı olanı yapsın ve kefaretini versin.» buyurmuştur.
Buna göre yemini bozmak kefareti farz kılmaktadır. Yemini bozduğu şey İster
hayırlı olsun, ister olmasın hüküm değişmez.
Bazı fakihlere göre
ise, daha hayırlısı İçin yemini bozmak kefareti farz kılmaz. Çünkü Allahu
taala. «Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabalarına, yoksullara. Allah
yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin.» buyurmaktadır. Allahu
taala bu âyette, yemin etmiş olan Hz. Ebubekir'e «kusur etmesin» ifadesiyle
zımnen yeminini bozmasını emir buyurmuş, kefaretten de söz etmemiştir. Bir
rivayete göre de Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: «Her kim birşeyi yapmak
veya yapmamak İçin yemin ettikten sonra onun gayrini daha hayırlı görürse daha
hayırlı olanı yapsın. Bu onun yeminin kefaretidir.»
[66]
Cumhurun delilleri:
Cumhurun yeminini
bozan için kefaretin farz olduğuna dair delillerini naklediyoruz :
1- «Fakat
kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Bunun da kefareti
ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya
onları giydirmek, yahut bir köle azad etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz
(bulmaya muktedir olamaz)sa üç gün oruç (tutması lazımdır). İşte bu
andettiğiniz vakit yeminlerinizin
kefaretidir.» (Maide: 69) âyeti kerimesi. Bu âyet, umumi bir ifade ile
yemini bozan için kefareti emretmektedir. Hayırlı olan veya olmayan şey için
yemin bozmayı beraberce ihtiva etmektedir.
2- Allahu
taala, hanımına yüz sopa vurmak için yemin eden Eyyub aloyhisselama, «Eline bir
demet sap al da onunla vur. Yemininde durmaz-lık etme.» (Sâd: 44) buyurmuştur.
Bu âyet de gösteriyor ki yemini yerine getirmek bozmaktan daha hayırlıdır.
Çünkü Allahu taala Eyyub aleyhisela-ma «Yemininde durmazlık etme.» buyurarak
vurmayı emretmiştir. Eğer daha hayırlı olanı yapmak yemine kefaret olsaydı,
Allahu taala yemininde durmayı emretmezdi.
3- Resulullah
(sav), «Her kim birşeyi yapmak veya yapmamak için yemin eder ve sonra o İşin
yapılmamasını veya yapılmasını daha hayırlı görürse, hayırlı olanı yapsın ve
kefaretini versin.» buyurmuştur.
Cessas, bu konuda
şöyle demektedir: «Cumhurun dışındaki bazı alimlerin istidlallerinde kefaretin
düşeceğine dair bir delalet yoktur. Zira Allahu taala. yeminin bozulması
halinde kefaretin icabedeceğini. «Fakat kalblerinizin azmettiği yeminler
yüzünden muaheze eder. Bunun da kefareti aUenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden
on yoksulu doyurmak, ya onlan giydirmek, yahut bir kul azad etmektir. Fakat kim
(bunları) bulamaz (bulmaya muktedir olamaz)sa üç gün oruç (tutması lazımdır),
işte bu andettiğiniz vakit yeminlerinizin kefaretidir.» (MakJe: 89) âyetinde
beyan etmiştir. Bu âyet umumilik ifade eder ki, yeminini daha hayırlı bir iş
için Dozsa dahi kefaret vermesi lazımdır. «Her kim birşeyi yapmak veya yapmamak
için yemin ettikten sonra onun gayrini daha hayırlı görürse, daha hayırlı olanı
yapsın. Bu onun yeminin kefaretidir.» hadisinin manası da, Kur'anın beyan
ettiği yemin kefareti değil, uhrevi günahına kefaret olmasıdır. Mesela; Allah
(cc)'a ibadeti terk için yemin etmek haramdır. Böyle Dir yemin bozulsa bile
sahibine büyük günah kazandırır. İşte hadiste sözü edilen kefaret, bu tür
yeminlerden dolayı kazanılan günahların kefaretidir.»
[67]
Ortaya konulan
delillerden'anlaşılacağı üzere cumhurun görüşünün delilleri kuvvetli, diğer
görüşün delilleri ise çok zayıftır.
Cumhura göre. hayırlı
bir işi terk için yapılan yemin sahihtir. Fakat terk edilerek kefaret vermek
icabeder. Şurası var ki bu tür yeminler caiz değildir. Çünkü bu tür yeminlerde
Allah (cc)'a itaatin terki ve «Ey iman edenler, rüku edin, sücud edin. (Diğer
suretlerle de) Rabinize ibadet edin, hayır işleyin.» (Hac: 77) emrine de acık
bir muhalefet vardır.
Fahreddin Razi: «Bu
âyet açıkça delalet ediyor ki, hayrı bırakmak için yemin etmek caiz değildir.*
Alusî de şöyle der:
«Bu âyetin zahiri hayırlı bir işin terki için yemin etmenin kesinlikle haram
olduğuna delalet eder.»
[68]
Bazı alimler.
Resulullah (sav)'in zevcelerinden herhangi birine zina İftirası atmanın küfür
olduğu görüşündedirler. Zira Resulullah (sav)'ın zevcelerine zina iftirası
atanlar hakkında, onları çok şiddetli bir azabla tehdit eden. «Namuslu,
(kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) atanlar dünyada da ahirette
de lanetlendiler. Onlar İçin büyük de bir azab var.» âyeti nazil olmuştur.
Hatta İbni Abbas (ra)'a göre onların tövbeleri de kabul edilmez. Bu alimlere
göre, Resulullah (sav)'ın zevcelerine zina iftirası atmak, açıktan açığa
Resulullah (sav)'ı kötülemek ve onun şerefini lekelemek demektir. Her kim ki
Resulullah (sav)'ın namusunu lekelemeyi mubah kabul ederse, şüphesiz kafir ve
mürted olur.
Alusİ: «Bu âyetin
zahiri Resulullah (sav)'in zevcelerine zina iftirası atanların kafir
olduklarına delalet eder. Çünkü Allahu taala onlara iftira atanlara kafir ve
münafıklara mahsus azabla azab edeceğini beyan etmiştir. Bu hususta uygun olan
hüküm, âyetin nüzulünden sonra zevcelere iftira atanların kafir olacağıdır.
Çünkü bu âyetle onların temiz ve her fenalıktan uzak oldukları açıkça ifade
edilmiştir. Fakat bu âyetin nüzulünden önce iftira atanların kafir olacaklarına
dair zahir bir delil yoktur. Şu kadarı var ki. onlara iftira atmakta Resulullah
(sav)'a ta'n kastı varsa (Abdul' lah bin Ubey—Allanın laneti üzerine olsun—
gibi) küfürlerinden şüphe edilemez. Ama Resulullah (sav)'a ta'n kastı
olmaksızın ve sırf başkalarına uyularak söylenilmişse (Misdah ve Hasan bin
Sabit gibi) bunlar ancak şiddetle kınanırlar.»
[69]
Şüphesiz, herhangi bir
mümin kadına zina iftirası atmayı helal kabul eden kafir olur. Elbette, başta
beratı semadan nazil olan Hz. Ayşe olmak üzere Resulullah (sav)'in temiz,
namuslu ve şerefli zevcelerine zina iftirası atmayı helal kabul etmek de
küfürdür. Şüphe yok ki. âyetin nüzulünden sonra onlar hakkında kötü konuşmak
Allah (cc)'ın âyetlerini tekzib etmek. Resulullah (sav)'a eziyet vermek olur.
Âyetleri tekzib ve Resulullah (sav)'a eziyet ise şüphesiz küfrü ve irtidadı
icabettirir. Zira Allahu taala. «Hakikat Allah ve Resulüne na edenler (yok mu?)
Allah onları .dünyada da ahiret-te de rahmetinden koğmuş, onlara horlayıcı bir
azab da hazırlamıştır.» (Ah-zab: 57) buyurmaktadır. Bu âyette Allah (cc)'a ve
Resulü (sav)ne eziyet edenlerin kafir ve münafıklara mahsus azaba duçar
olacakları açıkça beyan edilmiştir.
«Namuslu
(kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) atanlar dünyada do, ohirette
de lanetlendiler.» âyeti, kafir ve fasıklan lanetlemenin caiz olduğum, delalet
eder. Fakihler Ebu Cehil ve Fbu Leheb gibi küfür üzere ölenleri lanetlemenin
caiz olduğunda ittifak ettikleri gibi. genel olarak kafir, fasık ve zalimleri
lanetlemenin caiz olduğunda da ittifak etmişlerdir. Çünkü Allahu taala da
«Allah (cc)'ın laneti zalimlere. Allah (cc)'-ın laneti fasıklara ve kafirlere
olsun» şeklinde ayrı ayrı beyân etmiştir. Yalnız belirli bir kişiyi kafir de
olsa lanetlemek caiz değildir. Zira lanetin manası, onun Allanın rahmetinden
koğulmasını ve küfür üzere ölmesini İstemektir. Hiçbir müslümanın bir
diğerinin küfür üzere ölmesini temenni etmesi caiz değildir. Çünkü kafirin
küfrüne razı olmak küfürdür. Müslümanın vazifesi, herkese hayır dilemek,
insanların topyekun iman üzere ölmelerini temenni etmektir.
Alusî. bu hususta
şöyle der: «Küfür üzere ölen muayyen bir kafiri lanetlemenin caiz olduğunda
alimler arasında ihtilaf yoktur. Ancak bu gibi kişileri lanetlemek müslümanlara
eza verilmesine sebeb oluyorsa haramdır. Mesela; Ebu Talib'I —küfür üzere
öldüğüne hükmedilse dahi— lanetlemek haramdır. Çünkü bu. Resulullah (sav)'a ve
Hz. Ali'ye eziyet vermek demektir. Bir kimsenin lanetlenmesi caiz olsa bile onu
lanetlemek bir İbadet sayılamaz. Ancak bu lanette şer'î bir maslahat varsa o
zaman caizdir. Hayatta olan belli bir kafiri lanetlemek ise haramdır. Hatta
Hüccetü'l İslâm İmam Gazali. «Hayatta olan belli bir kafiri lanetlemek
küfürdür.» der. Zira onun hakkında lanet istemek, onun küfür üzere ölmesini
istemektir. Herhangi bir kimsenin küfür üzere ölmesini istemek de küfürdür.
Allame ibni Hacer, «Hayatta olan bir kafiri lanetlemekten kasıt onun azabının
şiddetli olmasını dilemek ise bu lanet küfür olmaz. Eğer lanetlemekten kasıt
onun küfür üzere ölmesini dilemek, kafir olmasına razı olmak demek ise
küfürdür.» demektedir.»
[70]
Sünnette müslümanlar
için çok zararlı olan belli bir fasıkın lanetlenmesine delalet eden naslar
varid olmuştur. Bu naslardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Rivayete göre,
«Resulullah (sav), yüzüne damga vurulmuş bir eşek gördükleri zaman. «Allah (cc)
bu damgayı vuranı lanetlesin.» buyurmuştur.»
[71]
Resulullah (sav), bazı Arap kabilelerini ismen lanetle-miştir. Mesela,
«Allahım, Real'i. Zekvan'ı ve Useyyete'yi lanetle. Çünkü onlar Allah (cc) ve
Resul (sav)'üne isyan etmişlerdir.» buyurmuştur.
[72]
Rivayete göre Resulullah şöyle buyurmuştur: «Yatağa çağrıldığı halde kocasının
arzusunu yerine getirmeyen ve onu kızdıran kadına melekler sabaha kadar lanet
ederler.»
[73]
Fısk ile meşhur olan
ve bilhassa halka zarar ve eziyeti dokunan, zalimlere alet olarak müslümanlara
zulmeden kimselerin lanetlenmesi caizdir. Mesela asrımızda müslümanlara haksız
yere tecavüz edenler lanetlemek gibi. Zira öyle bir zamanda yaşıyoruz ki
hiçkimse ne malından, nede canından emindir. Herşeyi vahiyle konuşan
Resulullah (sav) kendi zamanında olmadığı halde gelecekte olacakları için bu
sınıf zalimleri haber vermiştir: «Azab ehlinden iki sınıf insan vardır ki ben
onları görmedim. Birisi bir toplumdur ki ellerindeki sığır kuyruğuna benzeyen
sopalarıyla halkı döverler. Allah (cc)'ın laneti onlara olsun.»
[74]
Şu halde haram olan
zulmü mubah görerek halka zulmeden zalimlerin lanetlenmesi caizdir. Ancak
onların nefislerini ıslah etmeleri için dua etmek elbetteki lanetlemekten daha
iyidir. Şu kadarı var ki, Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi kimselere dua etmek ne
kadar faydalıdır bilemeyiz.
Sirac el-Belkınî,
«Aşikar fısk işleyen kimseye lanet etmek caizdir.» der. Resulullah (sav)'tan
varld olan hadislerin nasları da buna delalet eder.
Alimler, Resuiullah
(sav)'ın da sahih hadislerle haber verdiği üzere, cennetle müjdelsnenlerln on
kişi olduğunda ittifak etmişlerdir. Resulullah (sav)'ın haberi vahye
dayandığından haktır.
Bazı alimler,
Resulullah (sav)'ın zevcelerinin de cennetle müjdelenen-ler gibi kesin olarak
cennete gideceklerine hükmetmişlerdir. Çünkü Allahu taala onlar hakkında,
«Onlar için mağfiret ve çok şerefli nzık vardır.» buyurmuştur. Bu âyet kesin
olarak Resulullah (sav)'ın bütün zevceleri hakkında nazil olmuştur. Âyetin
İşaret ettiği, «çok şerefli nzık» ise cennettir. Zira Allahu toala, «Sizden
kim de Allah ve peygamberine itaat eder, İyi amel (ve hareket)de bulunursa ona
da mükafatını iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir nzık da
hazırlamışızdır.» (Ahzab: 31) buyurmuştur. Bu âyetle istidlal ederek zevcelerin
de kesinlikle cennete gideceklerine hükmetmek elbetteki güzel bir görüştür.
İmam Fahreddin Razi bu
hususta «Allahu taala «Temiz kadınların temiz erkeklere* olduğunu beyan
etmiştir. Şüphesiz Resulullah (sav)'tan daha temiz bir erkek olması mümkün
değildir. O zaman onun zevcelerinin de temiz olmaları icabeder. Üstelik Allahu
taala Resulullah (sav)'ın zevcelerine, «Mağfiret ve çok şerefli nzık» olduğunu
beyan etmiştir. İşte bu beyandan Resulullah (sav)'ın zevcelerinin de Resulullah
(sav)'la birlikte cennete girecekleri anlaşılmaktadır. Bu âyet Hz. Ayşe'nin
mutlaka cennetlik olduğuna delalet eder. Rafizilerin Cemel vakası nedeniyle Hz.
Ayşe'ye (haşa) küfür isnad etmeleri, şüphesiz Kur'an-ı kerimin onun temizliği
hakkındaki naslarının reddedilmesi manasını taşır. Kat'î naslar reddetmek ise
küfürdür.»
[75] der.
Alusî de şunları
söyler: «Rafizilerin Hz. Ayşe'ye küfür isnad etmeleri ve Cemel vakası sebebiyle
(haşa) kütür üzere öldüğünü söylemeleri batıldır. Bunu, Hz. Ali'nin Hz. Hasan
ile birlikte Medine ve Küfe halkını uyarması için gönderdiği Ammar bin Yasir
(ra)'in Medine ve Kufe'de okuduğu hutbede, «Allah (cc)'a yemin ederim ye
şüphesiz bilirim ki Hz. Ayşe Re-sulullah (sav)'ın hem dünyada, hem de ahirette
zevcesidir.» demesi açık bir şekilde ortaya koyar. Rafizilerin bazı
kitaplarında Hz. Ayşe'nin Cemel vakası sebebiyle Resulullah (sav)'İn
zevceliğinden çıktığını iddia ettiklerini hayretle gördüm. Onlara göre güya
Resulullah (sav), müminlerin emirl Ali (ra)'ye, vefatından sonra zevcelerinden
dilediğini boşama izni vermiş. Hz. Ali de buna dayanarak Cemel vakasından sonra
Hz. Ayşe'yi Resulullah (sav) adına boşamış. Allah (cc)'a yemin ederim ki
Rafizilerin bu iddialarına değil selim akıl sahibi kimseler, çocuğunu
kaybetmenin şaşkınlığı içindeki bir kadın bile güler. Zira Hz. Ali'nin Cemel
vakasından sonra da Hz. Ayşe'ye eskiden olduğu gibi saygı göstermesi
rafizilerin bu görüşlerini acıkca yalanlamaktadır. Hz. Ayşe'nin fazileti
hakkında hiçbir haber olmasa yalnız Buharı, Müsı.m ve Ahmed İbni Hanbel (ra)'in
rivayet ettikleri, «Ayşe (r.anhuma)'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirid
yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.» hadisi kafidir. Bununla beraber
onun Hz. Fatıma'dan efdal olduğu söylenemez. Çünkü o. Resulullah (sav)'ın bir
parçasıdır.»
[76]
Münafıkların Islama ve
ve müslümanlara yapmış oldukları desiseler durmak bilmiyordu. Sonunda o büyük
risalet sahibi olan Hz. Muhammed Mustafa'yı da hedef aldılar ve onun temiz,
mukaddes, aziz ve bütün kötülüklerden U7ik zevceleri Hz. Ebubekir'in kızı Hz.
Ayşe'ye iftira attılar. Bu iftira ile Resulullah (sav) ve onun zevceleri
şahsı.ıda İslâm'a en büyük darbeyi vurmak istediler.
Bu iftirayı icad eden
ve yayan münafıkların reisi Abdullah bin Übey'-dir. (Allanın laneti üzerine
olsun. Çünkü helak oluncaya kadar İslama ve Resulullah (sav)'a hile yapmaya
devam etmiştir.) Allahu taala bu ve diğer münafıklar hakkında peşpeşe âyetler
inzal buyurdu. Bu âyetler ümmetin ders ve ibret alması ve kendilerini
münafıklardan koruması için münafıkların islâm ümmetine verdikleri zararı
beyan etti. Kur'an-ı kerim bize o .iftiranın —ki Resulullah (sav)'ın temiz olan
ehli beytine atılmıştı— çirkinliğini açıkladı. Çünkü bu iftira Allah (cc)
katında bütün insanların en ef-dali olan Resulullah (sav)'ın namusuna ve Resulullah
(sav)'ın dostu ve sahabenin efdali Hz. Ebubekir ve sahabilerin seçkinlerinden
olan Safvan bin Muattal'ın namuslarına atılmıştır. Safvan (ra). sahabelerin
seçkinlerin-dendi diyoruz, çünkü Resulullah (sav) onun hakkında. «Ondan
hayırdan başka hiçbir şey sadır olmamıştın buyurarak şehadette bulunmuştur.
İşte bu hadise İfk
hadisesi olarak adlandırılmıştır. Bu hadise hakkında tam on âyet nazil
olmuştur. Bu on âyetin başlangıcı. «O uydurma haberi (İftirayı) getirenler
içinizden (mahdut) bir zümredir. Onu (o yalanı) sizin için bir ser sanmayın.
BHakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nisbetinde
ceza) vardır. Onlardan (günah)ın büyüğünü deruhde (ve irtikab) eden o adam (yok
mu? işte) en büyük azab onundur.» (Nur: 11) âyetidir. Resulullah (sav)'in
beytinin beratını bildiren «Kötü kadınlar (ve kötü sözler) kötü erkeklere,
kötü erkekler kötü kadınlara (ve kötü sözlere), temiz kadınlar (ve temiz
kelimeler) ise temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara (ve temiz
kelimelere) yakışır. O (iftiracıların) diyeceklerinden çok uzaktırlar. Onlar
İçin mağfiret ve çok şerefli n-zık vardır.» (Nur: 26) âyetlyle tamamlanmıştır.
ifk hadisesi, en temiz
insanlara beşeriyet tarihinin en dayanılmaz e-lemlerini yüklemiştir. Uzun
tarihi içinde İslâm tmmetine en çetin bir imtihan olmuştur. Çünkü bu hadise
bazı kişilerde şüpheler, hareketler meydana getirmiştir. Resulullah (sav)'ın
kalbini, onun çok sevdiği zevcesi Ayşe'nin kalbini. Hz. Ebubekir'in kalbini.
Safvan bin Muattal (ra)'ın kalbini tam bir askıda bırakmıştır. Bu hal onlara
dayanılmaz elemler vermiştir. Taki Resulullah (sav)'ın o temiz, şerefli ve
namuslu zevcesi ile mümin ve mücahid Saffan (ra)'a iftira atıldığını, onların
bundan uzak olduklarını bildiren âyetler nazil olana kadar. Âyetler bu beratla
birlikte münafık ve sapıkların alçaklığını ve onların başında gelen Abdullah
bin Übey 'in Resuluflah (sav)'ın şahsına karşı garazkarane bir iftira attığını
da beyan etmiştir.
Esef verici bir
hadisedir ki. bazı müslümanlar bu çirkin ithamı konuşup yayarak münafıkların
yaptıkları hileden gafil kaldılar. Zira münafıklar bu iftira ite yalnız islâmı
kötülemeyi hedef almışlardı. İşte bunların bu iftira ağına takva ve salahı ite
meşhur olan bazı sahabiler de düşmüştür. Misdah bin Üsase. Hasan bin Sabit ve
Hamlete binti Cahş da bunlardandır.
Biz burada sözü
müminlerin annesi Hz. Ayşe'ye verelim. O bize bu hadisenin gayesini, ona
yapılan iftirayı ve onun tebriyesi hakkında nazil olan âyetlerin sırrını
rivayet etsin.
Buharî ve Müslim Hz.
Ayşe'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulüİlah (sav) bir sefere çıkacakları
zaman zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kur'a kime çıkarsa onu beraberinde
götürürdü. Bir sefere (Beni Mustalık) gidişlerinde de kur'a bana çıktı. Bu
sefer hiçab âyetlerinin nüzulünden sonra İdi. Bu sebeble bana bir mahfe
hazırladılar. Ben mahfe İçinde yükletilir ve konaklayınca da mahfe ile
indirilirdim.
«işte bu seferden
dönerken Medine yakınlarında konakladık. Gece oradan hareket emri verildiği
zaman kaza-i hacet için mahfemden çıkarak karargahtan biraz uzaklaştım.
İhtiyacımı giderip geri döndüm. Mahfeme gireceğim sırada elimi göğsüme sürünce
gerdanlığımı düşürdüğümü anladım. Tekrar dönerek gerdanlığımı aradım. Fakat onu
aramak beni geciktirmişti. Ben gerdanlığı ararken içinde olduğumu sanarak
mahfemi deveye yüklemişler. O zaman kadınlar çok hafif idi. Az yemek'
yerlerdi. Bu cihetle mahfeyi kaldıranlar hafifliğinden hiç şüphe etmemişlerdi.
Hususiyle ben küçük yaşta bir kadındım. Onlar deveyi sürüp gitmişler. Gerdanlığımı
bularak geri döndüğümde ordu gitmişti. Ordugahta kimse kalmamıştı. Nasıl olsa
yokluğumu anlayarak beni ararlar diye düşünerek mahfemin bulunduğu yerde
beklemeye başladım. Orada otururken uyku beni sıkıştırdı. Uyumuşum.
«Safvan bin Muattal
(ra). askerin arkasından sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve bir insan
karaltısı görerek yanıma gelmiş. Beni tanımış. Çünkü o hicap âyetleri nazil
olmadan önce beni görmüştü, "anıma geldiğinde «Biz (dünyada) Ailenin (teMim
olmuş kullarıyız ve bir (ahbette de) ancak ona dönücüleriz.» (Bakara: 156)
elemiş ve ben de uyanmıştım, uyanınca hemen çarşafımla örtündüm/Vallahi o
benimle başka bir kelime konuşmadı. Devesini çöktürerek beni bindirdi. Deveyi
önden çekerek yola devam ettik. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra öğle
sıcağında askere yetiştik, işte o zaman hakkımda konuşarak helak olanlar oldu.
Bunların başında da günahın en büyüğünü deruhte eden Abdullah bin Übey
geliyordu.
Medine'ye gelince bir
ay hastalandım. Meğer bu sırada iftiracıların sözleri dolaşıyormuş. Bundan
tamamen habersizdim. Yalnız beni İşkillendiren bir cihet vardı. Resulullah
(sav)'tan daha önceki hastalıklarda gördüğüm lütuf ve şefkati görmüyordum.
Ancak yanıma giriyor, selam veriyordu. Adımı hiç anmadan «Hastalığınız nasıl»
diyordu, iyileşinceye kadar hakkımda yapılan iftirayı bilmiyordum.
Bir geçe Misdah'ın
annesiyle kaza-yı hacet yerimiz olan Menası tarafına çıkmıştım. Buraya ancak
geceden geceye çıkardık. Henüz evlerde tuvalet yapılmamıştı. O tarihte henüz
bazı şeylerde ibtidai Arap adetleri geçerli idi. İhtiyacımızı defettikten sonra
evimize doğru gelirken Misdah'ın annesi, ayağı arşafına takılarak düştü.
Araplar arasında adet olduğu üzere, «Düşmanım helak olsun» yerine «Misdah
helak olsun.» dedi. Ona. «Be-dir'e iştirak eden bir adam hakkında nasıl böyle
konuşursun?» dedim. Kadın bana. «Misdah'ın dediğini duymadın mı?» dedi. «Misdah
ne söylüyor?» diye sordum. İşte o zaman bana ifk hadisesini ve yayanları
anlattı. Bunun üzerine hastalığıma bir hastalık daha eklendi.
Eve dönünce Resulullah
(sav) yanıma geldi. Selam verdi ve nasılsın dedi. Ona, «Babamın evine gitmek
üzere bana izin veriniz.» dedim. Hadiseyi babamın evinden tahkik etmek
istiyordum. Resulullah (sav) gitmem cin izin verdi. Onlara gittim. Anneme.
«Halk içinde dönen bu havadis nedir?» dedim. O da bana, «Kızım, sen hadiseyi
büyütme, sağlığını düşün. Allah (cc)'a yemin ederim ki, bir kadın senin gibi
güzel ve zevcinin »anında sevimli olsun ve birçok ortakları bulunsun da
aleyhinde dedikodu etmesinler, pek nadirdir.» dedi. «Sübhanallah, halk böyle
söz söylesin, doğrusu taaccüb olunur.» dedim.
Hz. Ayşe sözlerini
şöyle sürdürür: «O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı
dinmedi, gözüme uyku girmedi. Bu halde sabahı ettim. Sabahleyin Resulullah
(sav) Ali bin Ebi Talib'i ve Üsame bin Zeyd (ra)'i yanına çağırmıştı. Vahiy
gecikince hadiseyi onlarla istişare et--ışti. Üsame (ra), nefsinde bilip
gönlünde beslediği muhabbeti tavsiye •e işaret ederek. «Ya Resulullah. onlar
senin ehlindirler. Biz Ayşe (r.an-:) hakkında hayırdan başka birşey bilmeyiz.» dedi. Ali bin Ebi
Talip a) se, «Ya Resulullah, Allah (cc) sana dünyayı dar etmemiştir. Ayşe'--
anha)'den başka kadın çoktur. Mamafih
Ayşe'nin cariyesi Berire'ye sofunuz. O
doğrusunu size söyler.» demişti. Resulullah (sav) da Berire'yi »ğırıp, «Ey
Berire, hanımından sana şüphe veren bir hal gördün mü?» xte sormuş. Berire de,
«Hayır ya Resulullah. Sizi hak peygamber olarak jooderen Allah (cc)'a yemin
ederim ki ben hanımınızdan ayıp olarak sadır runuş şundan başka birşey
görmedim: Ayşe küçük yaşta bir kadındı. Hamur yuğururken uyurdu da evin besi
koyunu gelir, hamuru yerdi.» demiş.
«Bunun üzerine
Resulullah (sav) o gün mescidde bir hutbe irad etti. -arayı ilk olarak ortaya
atan Abdullah bin Übey'i kastederek şöyle söy-edi: «Ehlim hakkında bana eza
eden bir şahıs hakkında bana kim yaram eder de benim için ondan intikam alır.
Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka blrşey bilmiş değilim. Bu müfteriler
bir adamın adını da ortaya attılar ki. bu zat hakkında da ben hayırdan başka
birşey bilmiyorum. Bu fazıl kimse şimdiye kadar ehlimin yanına girmemiştir.
Ancak benimle beraber girmiştir.» buyurdu.
«Bunun üzerine Evs
kabilesinin reisi Sa'd ibni Muaz (ra) ayağa kalkarak. «Ya Resulullah, Vallahi
size ben yardım edeceğim. Eğer bu sözü çıkaran kimse Evs'dense biz onun
boynunu vururuz. Eğer Hazreç kardeş-lerimizdense ne yapmak lazımsa siz
emredersiniz, biz emrinizi yerine getiririz.» dedi. Bu defa Sa'd bin Ubade
(ra) ayağa kalktı. Bu da Hazreç kabilesinin ulusu idi ve bu vakadan evvel
salih bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyet ve gayretiyle Sa'd ibni Muaz
(ra)'a karşı. «Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen onu öldüremezsin ve
öldürmeye muktedir değilsin.» dedi. Bu defa da Üseyd bin Hudayr (ra) ayağa
kalkarak Sa'd bin Ubade (ra)'ye karşı, «Allanın beka ve ahadiyetine yemin
ederim ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu katlederiz. Sen
muhakkak münafıksın ki münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun.» diye
mukabelede bulundu.
«Bu suretle Evs ve
Hazreç kabileleri ayaklandılar. Hatta birbirleriyle mukateleye kalkıştılar.
Resulullah (sav) henüz minberde bulunuyordu. Hemen minberden indi ve bunları
teskin edinceye kadar taltif buyurdu. Başka birşey söylemeyerek sükut etti.
«Ben o gün de ağladım.
Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve annem yanıma
geldiler. Ben böylece iki gece bir gün ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki
ağlamaktan yüreğim parçalanacak sandım.»
Hz. Ayşe diyor ki:
«Bir ara babam ve annem yanımda oturuyor, ben de ağlıyordum. Ensar'dan bir
kadın gelerek izin istedi. Yanıma geldi ve benimle ağlamaya başladı. Biz bu
vaziyette iken Resulullah (sav) içeri girdi ve yanıma oturdu. Halbuki
Resulullah (sav) dedikodu başlayalı beri oturmamıştı. Gecen' bir ay içinde de
hakkımda birşey vahyolunmamıştı. Resulullah (sav) şehadet ederek şöyle dedi:
«Ya Ayşe. hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer bu isnadlordan beri
isen Allah (cc) seni yakında beri kılar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa
Allah (cc)'tan mağfiret dile ve tövbe eyle. Çünkü kul. günahını itiraf edip
tövbe edince Allah (cc) da o.ıa af ile muamele buyurur.»
Resulullah (sav)
sözlerini bitirince gözlerimin yaşı kesildi. Bir damla gözyaşı bulamıyordum.
Hemen babama, «Resulullah'a benim tarafımdan bir cevap ver.» dedim. «Vallahi
kızım, Resulullah (sav)'a ne diyeceğim bilmiyorum.» dedi. Bu defa annemden bir
cevap vermesini istedim. O da. «Vallahi ben de Resulullah (sav)'a ne diyeceğimi
bilmiyorum.» dedi. Ben Kur'andan cok şey okumamış genç bir kadındım. Bu cihetle
şöyle dedim: «Vallahi ben bilirim ki siz halkın dedikodusunu işittiniz,
nefsinizde büyütüp ona inandınız. Şimdi ben size bundan uzak olduğumu söylesem
—Allah bilir ki ben uzağım— sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer itiraf etsem —ki
Allah bundan uzak olduğumu biliyor— o zaman beni tasdik edersiniz. Vallahi bu
vaziyette benim ve sizin için bir mesel bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasını
örnek buluyorum. Ki o, «Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu
anlattığınıza karşı yardımına sığınılacak (ancak) Allah-Ur.»
«Bu sözleri
söyledikten sonra yatağıma döndüm. Ben Allah (cc)'ın benin uzak olduğumu
bildirmesini umuyordum. Fakat hakkımda vahy inzal Duyurulmasını beklemiyordum.
Kendimi, bana ait bir mesele için Kur'-an lisanı ile tekellüm olunmaktan hakir
addederdim. Fakat muhakkak surette. Resulullah (sav)'a rüya yoluyla beri
olduğumun bildirileceğini umuyordum. Vallahi Peygamber yerinden kalkmamıştı ve
oradakilerin hiçbiri dışarı çıkmamıştı. Nihayet vahiy inzal buyuruldu. Onu vahyin
sıklet ve şiddetinden terlemek gibi vahiy eserleri istila etti. Hatta ondan
vahiy esnasında kış günleri bile inci tanesi gibi ter dökülürdü. Resulullah
(saf)tan vahiy eserleri zail olunca gülümseyerek bana döndü ve, «Ya Ayşe. Allah
(cc)'a hamdet. Çünkü o senin beri olduğunu haber verdi.» buyurdu. Bunun üzerine
babam ve annem, «Kızım, kalk Resulullah (sav)'a teşekkür et.» dediler. «Hayır
ona ne kaltonm, ne de Allah (cc)'tan başkaya teşekkür ederim » dedim. Çünkü
benim beratımı O inzal buyurdu.
«Hakkımda berat
âyetten nazil olduktan sonra Ebubekir Sıddık (ra), nafakasını verdiği yakını
Misdah bin Üsase (ra) için, «Vallahi Ayşe hakkındaki iftirayı yaydığı için ona
hiçbir şey vermeyeceğim.» dedi. Bunun üzerine Allohu taala. cSizden (dmde)
fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyetini inzal buyurdu. Bunun
üzerine Ebubekir Sıddık (ra), «Ben Allah (cc)'ın beni mağfiret etmesini
şüphesiz severim.» diyerek Misdah bin Üsase (ra)'nin nafakasını vermeye
devamla, «Allah (cc)'a yemin ederim ki. ölünceye kadar onun nafakasını
kesmeyeceğim.» dedi
Hz. Ayşe sözlerine
şöyle devam eder: «Resulullah (sav) benim halimi Zeynep binti Oahş (r.anha)'tan
sorarak. «Ya Zeynep. Ayşe ile ilgili ne biliyorsun, ne gördün?» dedi. O da.
«Allah (cc)'a yemin ederim ki ben on-ia hayırdan başka birşey görmedim.»
cevabını verdi. Resululloh (sav)'ın zevceleri içinde beni encok kıskanan ve
güzelliği ile iftihar eden Zeynep (r.anha)'ti. Allahu taala onu takvası ile
korudu. Hakkımda kötü şeyler konuşmadı. Yalnız onun kardeşi Hamlete Zeynep
(r.anha)'e ifk hadisesi hakkında laf getirdi. O da ifk hadisesinde helak
olanlarla birlikte helak oldu.t (Buhar! ve Müslim)
işte münafıkların
İslama ve Resulullah (sav)'a en büyük zararları bu iftira ile oldu. Onlar
Resulullah (sav)'ın şeref ve namusunu hedef alarak, onun en sevgili zevcesi Hz.
Ayşe'ye iftira atarak kirletmeye çalıştılar. Allah (cc) ise onların
yaptıklarının bir iftira olduğunu bütün açıklığı ile bildirerek Hz. Ayşe'nin
iftiradan uzak ve temiz olduğunu açıkça beyan etmiştir. Bu âyetler, asırlar
boyu müminler için bir ders. basiret sahiplerine ibret ve Resulullah (sav)'ın
zevcelerinin temiz ve nezih olduklarına bir acık delil olmuştur. «Bunlar, o
(iftiracıların) diyeceklerinden cok uzaktırlar. Onlar İCİn mağfiret ve çok
şerefli nzık vardır.»
1- İnsanı,
kibir ve gurura sevketmediği takdirde takva ve salahla vasıflandırmak caizdir.
2- Hayırlı
bir işin terki için yemin eden kimse yeminini bozarak o hayırlı işi yapmalı ve
yemini için kefaret vermelidir.
3- Kötülük
yapanı, affetmek insanın kemal ve imanını gösterir.
4- iffetli,
namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atmak Allah (cc)'ın gazabını gerektiren
büyük günahlardandır.
5- Kıyamet
günü insanın duyu ve uzuvları dünyada ne yaptığına dair şehadet edeceklerdir.
6- Dünyada
kazanılan günahlar ahirette en adil bir ceza ile karşılık görecektir.
7-
Resulullah (sav)'ın temiz zevcelerini fenalıkla itham etmek bizzat Resulullah
(sav)'a eziyet ve dine düşmanlıktır.
8- Hz. Ayşe,
münafıkların attıkları iftiradan bizzat Allah (cc) tarafından berat
ettirilmiştir.
9-
Resulullah (sav)'ın ehli beyti temizdir. Oradan kötü bir koku çıkması tasavvur
dahi edilemez.
10- Allah
(cc)'ın fıtrat kanununa göre kötü kadınlar ve kötü sözler kötü erkeklere, kötü
erkekler ve kötü sözler de kötü kadınlaradır.
27- Ey İman edenler,
kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık
peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin. Bu, sizin İçin daha hayırlıdır. Olur
ki iyice düşünürsünüz.
28- Eğer orada bir
kimse bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şayet size «geri
dönün» denilirse dönüp gidin. Bu, sizin için daha temiz (bir harekettir. Allah,
ne yaparsanız hakkıyla bilendir.
29- Meskun olmayan,
içerisinde sizin İçin bir menfaat (ve alaka) bulunan (ev ve) odalara girmenizde
size bir vebal yoktur. Açıklayacağınızı da. gizleyeceğinizi de Allah
bilir.
(Teste'nisû): İstinas kökünden gelen bir fiildir, izin
isteme anlamınadır.
(Alaehliha): Ehl'den maksat o evde oturanlardır.
(Zaliküm havrünleküm): Yani izin isteyerek selam vermekle içeri girmeniz
izinsiz girmekten daha hayırlıdır
(Lealleküm tezekkerun): Allahu Taala bu edebleri bildirmiştir ki. o
bildirdiklerini yerine getirerek yaşayasınız.
(Ezkâleküm):
içeriye girme müsaadesi alamadığınız takdirde beklemektense geri dönmeniz
sizin için daha şerefli ve temizdir.
(Cünahün):
Günah yoktur anlamınadır.
(Gayra m«skunetin): Bundan maksat amme hizmetine yaptırılmış hamam. otel. han gibi
binalardır. Yani bu gibi yerlere İzinsiz girmek günah olmadığı gibi islâmî edeb
dışı bir hal ve hareket de sayılmaz.
(Metaunteküm):
Meta, lügatta menfaate denir.
Allah (cc) mümin
kullarını en yüce edeblerle tedib ederken onları en yüksek ahlaka davet eder.
Onlara, halktan birisinin evine girmek istedikleri zaman, girme müsaadesi
almalarını emreder. Girdikten sonra da içeride bulunanlara selam vermelerini
emreder. Ki. böylece aralarında uyum ve sevgi temin edilebilsin. Kendilerine
ait olmayan ev ve odalara izinsiz olarak girmelerini yasaklıyor ki. onlar,
herhangi bir durumla karşılaşmasınlar ve girecekleri ev halkının da arzu
etmediği bir şekilde onları görmesinler. Zira giriş izni ve selam, şüphe
edilecek bir hal ve kötü bir durumla karşılaşmamaya vesile olurken ziyaretçiye
karşı da ev halkı tarafından yapılacak hürmete vasıta olur. İzin verilmediği
takdirde geri dönme, kapıda beklemekten ve içeri girme ısrarında bulunmaktan daha
hayırlıdır. Hane halicinin izin vermemesinde ya bir özürleri veyo ziyaretçiyi
layıkıyla karşılamalarına mani bir hal vardır. Gidilen evde kimse olmadığı
takdirde İçeri girmek caiz değHdir. Çünkü meskenler için büyük bir saygı vardır
ki. ancak oralara girmek ev halkının izin vermesiyle otur. Ev bottu, bozan,
evinde olan mal ve emtiayı kimsenin bilmemesini ister. İzinsiz girüdiğ*
takdirde bir şeyin kayıp veya zayi olması içeri giren tein kötü töhmetlere
vesile olur. Meskun olmayan evler veya insanların menfaat ve mastanau için
yapılmış han. hamam ve lokanta gibi yerlere girmek için izne gerek yoktur. Bu
âyetin ihtiva ettiği hükümler, islamın aileye ve cemiyet huzuruna verdiği önemi
belirten edeb numuneleridir.
Bu âyetlerle geçmiş
âyetler arasındaki münasebet
Surenin başındaki
âyetler zinanın zararlarını, çirkinliğini, haremliğini ve zina işleyenin
dünyada da, ahirette de azaba müstahak olduğunu beyan etmektedir. Kadına
bakmak, tenha bir evde kadınla birlikte bulunmak ve kadınların, avret
mahalline muttali olmak zinaya vesile olur. Kendi evi ve odası olmayan bir yere
izinsiz girmek bu sayılan hallere vesile olduğundan Allahu taala bütün
kullarına yabancı ev ve odalara girmek istediklerinde uymaları icabeden en
hikmetli yolu göstermiştir. İnsanlar bu yola uyarlarsa aHeleri yıkan fuhşun
yayılmasını sağlayan ve cemiyet nizamını bozan zina gibi büyük bir kötülüğe
düşmekten kurtulurlar.
Bundan evvelki âyetler
iffetli ve temiz Hz. Ayşe'ye münafıkların isnat ve iddia ettikleri İfk
hadisesini beyan etmekteydi. Müfterilerin iftiralarını isbat için dayandıkları
tek nokta. Hz. Ayşe'nin Safvan'la yalnız başına yaptığı bir yolculuktur. İşte
Allahu taala bu tür iftiralara sebebiyet vermemek için yabancı ev ve odalara
izinsiz olarak girmeyi yasaklayarak cemiyeti İftira afetinden korumuştur.
1) Bu âyetin
nüzul sebebinde şu rivayet yapılmıştır: Bir kadın Resulul-lah (sav)'a gelerek:
«Ya Resulullah, ben odamda hiç kimsenin hatta babamın ve evladımın dahi
görmelerini istemediği bir kıyafetle dolaşıyorum. Böyle bir kıyafetle iken
yanıma birisi habersiz girerse ben ne yaparım?» dedi. Bunun üzerine «Ey İman
edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara..» âyeti nazil
oldu.
[77]
2) Ebi Hatem
Mukatil'den: «Ey İman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve)
odalara...» âyeti nazil olduğunda Ebubekir Sıddlk (ra), Resulullah (sav)'a,
«Kureyş tacirleri devamlı olarak Mekke. Medine. Şam. Yemen. Kudüs gibi yerlere
gidiyorlar. Buralarda ve yollarda onların belli başlı bir barınakları yoktur.
Ancak umuma yapılmış ve İçinde daimi oturulmayan han, kervansaray gibi yerler
vardır. Buralara girerken de izin isteyerek mi girilmelidir?» diye sordu. Bunun
üzerine «Mesken olmayan, İçerisinde sizin için bir menfaat...» ğyeti nazil
oldu.»
[78]
Birinci İncelik: Âyetin müminlere hitapla başlaması, müminlerin Allah (cc) katındaki
yerlerinin yüksekliğini, hitaba ve teklife ehil olduklarını göstermektedir.
Kafirler ise hayvanlar gibi hitab ehli değildirler. Allahu taala onlar için
«Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktırlar.» (Araf: 179)
buyurmaktadır, işte âyetin başındaki «Ey iman edenler,» hitabının sırrı budur.
İkinci incelik:
Âyetteki «Sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden» ifadesinde çok ince bir
maksat vardır ki bu. yalnız izin almak değil giren adam için ev halkının giriş
izni vermesiyle beraber onun ziyaretine alış-. kan olmalarıdır. Ziyaretçi
bilsinki, benim o eve gitmeme onlar razı oluyorlar.
Mevdudi, «Alimlerin
istinas kelimesini yalnız izin anlamında kullanmaları hatalıdır. Çünkü, iki
kelime arasında çok ince bir fark vardır ki. bu İncelikten de sarfı nazar etmek
uygun değildir, «istinas kelimesi isti'zan kelimesinden daha umumi ve
şümullüdür. Buna göre âyetin manası «Ey müminler, siz eviniz ve odanız olmayan
bir ev ve odaya girdiğinizde ne zaman ki, ev halkı sizin girmenize alışkın
olurlarsa o zaman izin İsteyin ve girin.» olur.»
Üçüncü incelik:
Âyetteki. «Eğer orada bir kimse bulamazsanız» ifadesi çok İnce bir tabirdir
ki, önemli bir duruma işaret eder. Çünkü, evde bulunan şahıs, istemediği
ziyaretçiye çoğu kez hiç bir cevap vermez veya doğrudan doğruya izin vermez.
İşte, âyetin ifade tarzı bu her iki durumu da içine alır. Şayet. Allahu taala
«Eğer orada bir kimse bulamazsanız» yerine «orada hiç kimse olmazsa» deseydi bu
anlam İnceliği ortadan kalkardı. Hülasa, âyet. her iki halde de bir eve girmeyi
yasaklar:
1) Ev sahibinin
cevap vermemesi zımnen izin vermemesidir.
2) Sarahaten
izin vermemesi.
Dördüncü İncelik: Zemahşeri. cZiyaretcinin giriş için ısrar etmesi de yasaklanmıştır. Bu
bakımdan kapıyı şiddetle vurmak veya kapıda bağırmak gibi hallerden de
kaçınmak lazımdır. Çünkü, böyle şeyler, islâmi aile terbiyesi olmayan kişilerin
yapacağı şeylerdendir.*
[79] der.
Beşinci incelik: «Açıklayacağınızı
da. gizleyeceğinizi de Allah bilir» âyeti de kötü niyetti insanlar içindir ki.
onların kastı yalnız halkın avretine muttali olmak ve kötü emellerini yerine
getirmektir. Bunlara şiddetli bir tehdit vardır.
Ayetin zahiri, selam
vermeden önce için istemeye delalet eder. Bazı alimler de bu âyetin zahiri ile
hükmetmişlerdir. Fakihlerin cumhuru İse. önce selam verilecektir, sonra da izin
istenecektir, görüşündedir. Hatta imam Nevevı, «Sahih ve muhtar olan önce selam
sonra da izin istemektir. Çünkü Resulullah (sav). «Evvela selam, sonra kelam»
buyurmuştur».
[80] der.
Cumhur, Beni Amir'den
rivayet olunan: «Resulullah (sav) evde İken. kapının önüne gelen bir kişi, ben
eve gireyim mi der, Resulullah (sav), hizmetçisine, «sen çık dışarı da, şu
adama izin istemeyi öğret ve ona de ki: Esselamünaleyküm. Ben içeriye gireyim
mi?..»
[81]
hadisini delil alarak, selamın izin isteğinden önce verilmesine hükmederler.
Bir başka delilleri de Ebu Hureyre (ra)'den rivayet olunan «Resulullah (sov).
selam vermeden izin isteyen birisine, selam vermeden İzin istemeyin,
buyurmuştur.»
[82] hadisidir.
Zeyd bin Eslem'den
şöyle rivayet edilmiştir: «Babam beni İbni Ömer (ra)'e gönderdi. Evine vardım.
«İçeri gireyim mi?» dedim. «Gir.» dedi. İçeriye girdikten sonra. «Merhaba ey
kardeşimin oğlu. Bundan sonra bir eve varınca «Gireyim mi?» deme. evvela selam
ver. Selamını aldıktan sonra
girmek için izin iste.
Girmen için izin verildiği zaman da içeri, gir.» dedi.»
[83]
Rivayete göre Hz.
Ömer. Resulullah (sav)'in yanına gittiği zaman, önce selam verir, sonra da
«Ömer içeri girsin mi?» diyerek izin isterdi.
[84]
Bazı alimler bu
meseleyi şöyle açıklamışlardır: Ziyarete giden adam, gittiği evde içerden
birisini görürse, önce selam verir, sonra ojrnittleni ister. Şayet kimseyi
göremezse önce girme izni ister. İçeri girdikti»* sonra selam verir.
Maverdî'nin tercih ettiği görüş de sudur. Bu görüş kendi içinde hem cumhurun
delil aldığı hadisleri, hem de âyetin merhumunu bir aı aya toplamıştır.
İzin istemek için «Ben
girebilir miyim?, gelebilir miyim?» gibi ifadeler şart değildir, öksürmek,
teşbih ve tekbir gibi arada bulunduğunu gösterecek işaretlerle yapılması da
caizdir. Taberani. Eba Eyyub Ensari (ra)'den şöyla^ivayet etmiştir: «Resulullah
(sav)'a. «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka...» âyeti hakkında
«Yo Resulullah. selam vermeyi biliyoruz fakat isti'nası bilmiyoruz» dedim.
Resulullah (sav), «Evin önünde teşbih veya tekbir getirmek veya öksürmekle
olur.» buyurdu.»
[85]
Bugün kapıyı veya
zilini çalmak, âyette meşru kılınan izin istemenin yerine geçmektedir.
Sahabiler devrinde evlerin mazbut kapılara ve zilleri yoktu. Şimdi ise yalnızca
kapıyı veya zilini çalmak giriş izni istemeye delalet ettiğinden kafi gelir.
Âyet, izin istemenin
sayısını izah etmemiştir. Ancak zahiri bir defa İstenmesi, izin verildiği
takdirde girilmesine, verilmediği takdirde geri dönülmesine delalet
etmektedir. Resulullah (sav)'ın sünneti izin istemenin üç kez olduğunu beyan
etmiştir. Buna delalet eden hadisler şunlardır :
Ebu Hüreyre (ra)'den:
«kin istemek üçtür. Birincisinde haberdar olurlar. İkincisinde kendilerine
çekidüzen verirler. Üçüncüsünde giriş izni verirler veya reddederler.»
[86]
Ebu Musa el-Eş'ari
(ra) ile Hz. Ömer arasında gecen şu hadise de iznin üç defa istenmesi
gerektiğine delalet eder: Bu hadise. Buharı ve Müslim'in rivayetlerine göre
şöyledir: Etou Said el-Hudri (ra)'den: «Ensari-lerln bir meclisinde
oturuyordum. Ebu Musa el-Eşari (ra). korkuyla içeri girdi. «Seni korkuya
düşüren nedir?» diye sorunca, «Ömer bin Hattab (ra) yanına gelmemi emretmişti.
Gittim ve girmek için üç kez izin istedim. Bana şifahi giriş izni verilmediği
için geri döndüm. Daha sonra Ömer (ra) «Bana gelmeme mani nedir?» dedi. Ben
de,' «Ben geldim, üç defa izin istediğim halde giriş izni verilmeyince geri
döndüm. Zira Resulullah (sav). «Sizden biriniz bir evden üç kere izin isterde
tein verilmezse geri dönsün?» buyurmuştur.» demem üzerine «Sen naklettiğin
hadisi ya isbat edersin veya seni cezalandırırım.» dedi. Bunun üzerine Ubey bin
Kaab. Ebu Musa el-Eş'ari (ra)'ye. «Sen içimizden en genci ite Ömer (ra)'e git
ve durumu bildir.» dedi. Cemaatin en genci ben olduğum için Ebu Musa (ra) ile
giderek Ömer (ra)'e Resulullah (sav)'ın bu hadisini haber verdim.»
[87]
Üç defa izin istemek,
isteyen için bir haktır. Yoksa onun için farz olan bir defa istemektir. Ebu
Hayyan. «Üçten fazla izin isîsnmez. Şayet içerdekilerin duymadıktan anlaşılırsa
üçten fazla da istenebilir.» demiştir.
İzin istemekteki
hikmet. Allahu taalamn. «Mesken olmayan odalara girmenizde sUe bir vebal
yoktur.» âyetindeki uyarışıdır. Çünkü bu âyet. İzinsiz girilmesi haram olan
yerlerin meskun olan evler olduğuna delalet etmektedir. Meskun yerlere izinsiz
giren kimse, hane halkını kendisine haram olan durumlarda görmekten emin
olamaz. Bu bakımdan izinsiz girmek hane halkını rahotsız ettiğinden İslâmın
İçtimai adabına ters düşmektedir.
İslâmın yüksek
edeblerinden biri de mahremlerin odasına bile izin isteyerek girmektir.
Sahabilerden birisi. «Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?»
diye sordu., Resulullah (sav). «Evet.» dedi. Aynı a-dam, «Benden başka anneme
hizmet ederek kimse yoktur. Odasına her girişte izin mi isteyeceğim?» dedi.
Resulullah (sav). «Sen anneni çıplak görmek ister misin?» buyurdu. Adam.
«Hayır, annemi çıplak görmek istemem.» deyince, «O zaman her girdiğinde izin İste.»
buyurdu.
[88]
Fahreddin Razi bu
hususta şöyle söyler: «İnsanın mahremlerinin yanma izinsiz girmesi caiz
değildir. Yalnız şu var ki. onların saçını, göğüslerini ve dizden aşağılarını
görmesi caizdir. Başkasının odasına izinsiz girmenin yasak edilmesinin sebebi,
onun uzuvlarının açık olma ihtimalidir. Bu uzuvların acık olması ise kendi
karısı ve cariyeleri dışındaki bütün kadınlar için haramdır.»
[89]
islâmın edeblerinden
birisi de ziyaretçinin yüzünü kapıya çevirmeme-sidir. Ziyaretçi kapının sağ
veya sol yanında ve yan olarak durmalıdır. Çünkü Resulullah (sav)'tan sahihen
tesbit edilen bir hadise göre Resulullah (sav) bir eve gidince kapının tam
önünde ve yüzünü kapıya dönerek durmazdı. Kapının sağ veya sol tarafında,
yanını çevirerek durur ve selam verirdi.
[90] Zira
o zaman şimdi olduğu gibi mazbut kapılar yoktu.
Sa'd bin Ubade
(ra)'den rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'in evine gittiğimde yüzümü
içeriye çevirerek durdum ve izin istedim. Resulullah (sav) bana biraz
uzaklaşmamı işaret etti. Sonra bana. «Biliyor musun niçin İzin istenilir? izin
ancak içerdekilerin bakılması veya görülmesi haram olanlardan kaçınmaları
içindir.» buyurdu.
işte bu. zamanımızda
da müslümanlann mutlaka uymaları gereken bir edebtir. Şimdi, herne kadar
kapılar örtük ise de kapıyı çalan kişi kapı açıldığında içeride görülmesi haram
olan şeylerj görebilir, ev sahibinin başkaları tarafından öğrenilmesini
istemediği şeylere muttali olabilir. Bu İtibarla günümüzde de bir kapıya
varıldığında kapıya ya arka dönmeli veya yan durmalıdır.
Âyetin zahiri, yabancı
bir eve girmeden önce izin istemenin ve selam vermenin lüzumuna delalet eder.
Bütün fakihler bu görüştedirler. Yalnız izin istemekle selam vermek aynı
derecede değildir. İzin istemek farz, selam vermek sünnettir, izin istemenin
farz oluşu halkı haramdan korumak içindir. Çünkü hadisi şerife. «İzin istemek
ancak gözlerin haramdan korunması içindir.» buyurulmaktadır.
[91]
öyleyse izin istemek farzdır. Selam İse, sevgiyi artırmak içindir. Zira Resulullah
(sav), «Sizi. onu yaptığınız takdirde birbirinizi çok seveceğiniz birşeye
delalet edeyim mi?»' dedi. Sahabiler. «Evet, ya Resululloh» dediler. Resulullah
(sav), «Aranızda selamı yayın.» buyurdu. Buna göre selam sünnettir. Kur'anın
birkaç yerinde selam verilmesi öğütlenmektedir. Bunlardan birisi de. «Evlere
girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş)
olmak üzere kendinize selam verin.» (Nur: 61) âyetidir.
Âyeti kerimenin
zahiri, ister erkek, ister kadın, ister sağlam, ister kör olsun bir kapıya
giden herkes için izin istemenin farz olduğuna delalet etmektedir. Alimlerin
cumhuru da bu görüştedir. Zira avret sayılan bazı şeyler vardır ki bunları
işitmek de haramdır. Bir kimsenin bir eve izinsiz olarak girmesi elbette ev
sakinlerini rahatsız eder. Bir körün izinsiz olarak içeriye girmesi halinde, ev
sahibi karı-kocanın mahrem bir konuşmalarına muttali olabilir. Bir erkek ve
kadının mahrem mahallerine bakmak nasıl haramsa, mahrem konuşmaları dinlemek de
öyle haramdır. Bu bakımdan ziyaretçinin kör olması durumu değiştirmez, izin
istemek onun için de farzdır.
Zemahşeri: «izin
istemenin meşruiyetindeki hikmet, halkın birbirinin diğerlerinden gizledikleri
halleri görmemeleridir. Yoksa yalnız aile hayatına muttali olmak değildir.»
[92]
İzin istemek erkeklere
farz olduğu gibi kadınlara da farzdır. Çünkü erkekler kadınları kıskandıkları
gibi kadınlar da erkekleri kıskanırlar. Âyetteki hitabın erkeklere yönelik
olması ise Kur'anın umumiyetle erkekleri mu-hatab kabul eden üslubundan ileri
gelmektedir. Kur'anın erkeklere hitab etmesinin sebebi de. kadınların Allah
(cc)'ın Kur'anla bildirilen emirlerinden erkekler vasıtasıyla haberdar
olmalarıdır.
Bir eve girmeden önce
kadının da erkek gibi izin istemesinin farz olduğuna delalet eden nakli
delillerden biri de şudur: Ümmi İyas: «Biz dört kadın Hz. Ayşe'ye giderek
yanına girmek için izin istedik. Ben, «girelim mi?» dedim. «Hayır» dedi.
İçimizden birisi, Allah (cc)'ın selamı üzerine olsun ey müminlerin annesi,
içeri girebilir miyiz?» dedi. Bunun üzerine Hz. Ayşe. «girin» dedi ve sonra,
«Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka...» âyetini okudu.
[93] İşte
bu rivayet de kadının erkek gibi izin İstemesi gerektiğine delalet eder.
Âyetin zahiri, bütün
zaman ve hallerde evlere izinsiz girmenin haram olduğuna delalet etmektedir.
Şurası vanki zaruret halleri müstesnadır. Mesela; bir evde yangın çıkması,
hırsızların, soyguncuların baskınına uğraması veya o evde dinen açıkça yasak
olon birşeyin işlenmesi halinde bu halleri bilen kimsenin izinsiz olarak
girmesi mubahtır. Fahreddin Razi bu hususu tefsirinde uzun uzun açıklamıştır,
[94]
Bir kimsenin yabana
tik ©yi gözlemesi kesinBkle haramdır. Yalnız fakihler. yabancı bir evi
gözefleyen kimsemin meraedilmesi, dövülmesi, gözlerinin kör edJbnesl halinde ne
lazım geleceği tıakkrnda ihtilaf etmişlerdir
1- İmam
Şaffi (ra) «e HanbeJ (raj'e göne ev toalkı evi izinsiz ©özetleyenin
(röntgencinin) gözünü kör etseler kısas edilmezler. Ayrıca röntgenci bir hak
da tateb edemez.
2- İmam
Malik (raj «e Ebu Hanife {ra)'ye göre röntgene**» gözünün kör edilmesi
cinayettir. Dolayısıyla ya diyeti verir, yada kısas yapılır.
Şafii ve Hanbelilerin
delileri:
1) Ebu
Hüreyre (ra)'den: «Her kim bir evi izinsiz olarak gözetlerse ev halkı onun- gözünü
vurarak kör etse onun gözü heder olmuştur. «(Hiçbir hak taleb edemez.)»
[95]
2) Sehl bin
Saad'den: «Bir adam Resuiulloh (sav)'ın odalarından birini gözetliyordu.
Resulullah (sav), elindeki uzunca bir demir parçasını adama göstererek. «Eğer
evime muttali olmak için gözetlediğini bilsem şu demiri gözlerine sokardım.
İçeri girmek için izin istemek ancak gözleri haramdan korumak içindir.»
buyurdu.»
[96]
Maliki ve Hanelilerin
delilleri:
1) «Cana
can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılıklıdır).» (Maide:
45) âyetinin hükmü umumidir. Buna göre kim birinin —velev ki evini gözetlediği
için olsun— gözünü kör etse cani olur. Eğer kasden yapmışsa kısas yapdv. Hataen
yapmışsa diyetini verir-
2) Bir eve
izinsiz olarak giren kimseye hane tatta tarofondan yapılara saklın sonucu gözü
kör edilirse imi kısası icabettir. Bunda bütün alimler icma etmişlerdir. Maliki
ve Hanefi alimlerine göre bir eve izinsiz olarak girmek gözün kör edilmesini
mubah kılmadığına göre kapı veya pencereden bir evi gözetlemek de gözü kör
etmeyi mubah kılamaz.
3) Maliki ve
Hanefi alimleri. Şafii ve Hanbelilerin delil aldıkları «Herkim bir evi izinsiz
olarak gözetlerse...» hadisini şöyle tevM ederler: Bir evin içine, o evdeki
kadınları görmek için bakan kişi evvela menedilv. Tekrar gözetlerse o zaman zor
kullanılır. İşte bu zor kullanma sırasında gözetleyenin gözü kör edilirse onun
gözünün kanı heder olmuştur. Zira o adam zalim ve haddi tecavüz etmiştir.
Cessas şöyle der:
«Fakihler bu hadisin zahirinin hilafına hükmederler. Çünkü Ebu Hüreyre
(ra)'nin rivayet ettiği bu hadis usule muhalif olduğu için reddolunur. Usule
muhalif olduğu için reddolunan. «Zina çocuğu cennete girmez.» ve «Kim bir ölü
yıkarsa kendisi de yıkansın. Kim bir cenazeyi taşırsa abdesti bozulmasa bile
abdest alsın.» hadisleri gibi reddolunur. Şüphe yokki. bir eve izinsiz giren
kimsenin gözünü kör edene kısas lazımdır.»[97]
Şafii fakihlerinden
İmam Fahreddin Razi de şunları söyler: «Bilmiş olunuz ki, «Cana can, göze
göz...» âyeti bu hususta zayıf bir delildir. Zira onların «İzinsiz bir eve
girenin gözünü kör etmek caiz değildir.» sözleri zayıftır. Çünkü içeri izinsiz
girmekle gözetlemek ayrı şeylerdir. İçeri izinsiz -giren adamı evde olanlar
bilirler ve kaçarak örtünürler. Ama içeriyi gözetleyenj evde bulunanlar bilemezler,
korunamazlar. Dolayısıyla gözet-leyici. bir yabancının görmesi caiz olmayan
şeyleri görebilir. Öyleyse şer'i hükümdede gözetleyicinin bu davranışını
önlemek için daha ağır bir ceza ile cezalandırılması icabeder.»
[98]
Bize göre. Hanbeli ve
Şafiilerin delilleri daha kuvvetli ve bu bakımdan tercihe diğerlerinkinden daha
şayandır.
1- Yabancı
bir eve girmek için izin istemek farzdır.
2- Meskun
bir evde kimse olmadığı takdirde içeri girmek haramdır
3- İzin
verilmediği takdirde geri dönmek vacibtir.
4-
İnsanların gizli hallerine muttali olmak caiz değildir.
5- Bir eve
girildiğinde İslâm şiarından olan selamı vermek sünnettir.
6- Amme
hizmeti gören binalara izinsiz girmekte bir vebal yoktur.
7-
Müslümanın müslümana ne malında, nede canında eziyet vermesi doğru değildir.
8- Allah
(cc)'ın bu âyette meşru kıldığı terbiye kuralları hem cemiyet, hem de fert
için uyulması gereken en üstün terbiye kurallarıdır.
Allahu taala evleri
insanlar için meskenler kılmıştır. İnsanlar evlerde istirahatlarını temin
ederler, iffet ve namuslarını korurlar. Evler insanlara özel olur. Bunun da
manası bir başkasının izinsiz olarak girememesidir. Dışarıdan herhangi birisi
girmek istediği zaman ev sahiplerinden izin alarak girebilir. Zira izinsiz
girildiği takdirde ev sakinlerinin yabancılar tarafından görülmesi
istenilmeyen hallerini görebilirler ki bu fitneyi tahrik eder. Hatta fitneyi
tahrikle de kalmayarak birçok kötülüklere yol acar.
Araplar cahillye
devrinde ev sahibinden izin almadan içeri girerlerdi, içeri giren, ev sahibini
hanımı ile birlikte yatakta veya hanımı çıplak, yahut erkeği mahrem yerleri
acık olarak görürdü. Bu şekilde görülmek evin namus emniyetinin ihlali demek
olduğu gibi, ev sahiplerine de manevi bir eziyettir. Bundan dolayıdır ki,
Allahu taala, müslümanlara bu yüksek terbiye kurallarına uymalarını
emretmiştir.
Bir ev veya odaya
girileceği zaman önce İzin istenecek, sonra da selam vererek dostluğunu
gösterecektir. Bu hareket ev sakinlerinin de ziyaretçiye ısınmalarına ve hüsnü
kabul göstermelerine sebeb olacaktfr. Bu yolla ayrıca mesken emniyeti de
sağlanmış olacaktır.
30- Mümin erkeklere
şöyle: Gözlerini (haramo bakmaktan) sakın-sınlar ve ırzlarım korusunlar. Bu
kendileri için çok temiz (bir harekettir). Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne)
yapacaklarından hakkıyk» haberdardır.
31- Mümin kaduılara da
söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.
Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna Başörtülerini,
yakalarının üstünü (kapayacak surette) koy-, şunlar. Zinet (mahal)lerini kendi
kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babatarmdan. yahut
kendi oğullarından, yahut kocalarının oğullarından, yahut kendi
biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğuüanndan, yahut kakardeşiermin
oğullarından, yahut kendi kadınlarından, yahut kendi ellerindeki
memluketerden, yahut erkeklerden yana ihtiyacı olmayan hizmetçilerden, yahut
henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına
gostermesinler. Gizleyecekleri zinet-jeri bilinsin diye ayaklarını da
vurmasınlar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Taki korktuğunuzdan emin,
umduğunuza nail olasınız.
(Yaguddû):
Gad kökünden gelen bir fiildir. Gad. kirpiği kirpik üzerine koymaya denir.
Ayetteki manası ise, bakılması yasak olan birşeye bakmayarak yere bakmaktır.
(fürûcehüm):
Müfessirlere göre bundan maksat zinadan korunmak ve avret yerlerini örtmektir.
(Ezkâtehüm):
Kendiniz için daha temiz, dininiz için daha koruyucu olur.
(Habîrün bima yesnaûn): Habir, bjrşeyin dışyüzünü bildiği gibi iç yüzünü de
bütün derinliği ile bilen demektir. Yesnaûn ise, yaptıklarınız demektir. Buna
göre âyetin manası, «Allahu taala yaptıklarınızı içi ve dışıyla hakkıyla
bilendir.» olur.
(Ziynetehünne):
Ziynet iki kısımdır. Biri yaratılıştan olan ziynet, diğeri de kazanılan
ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet yüz ve vücut güzelliğidir. Kazanılan ziynet
ise, kadınların giydikleri ve kullandıkları süs eşyalarıdır.'
(İlki mâ zahare rtılnhâ): Örtülmesi, kapatılması mümkün olmayan yerler. Kadının dıştan giydiği elbise ve örtündüğü örtü gibi.
(Bihumurihinne): Humur, humar kelimesinin çoğuludur. Humar, kadının başörtüsüdür.
(Cüyubihinne): Cüyub, kadınların gerdan ve göğüs kısımları.
(Meleket eymanihünne): Meleket. malik olma demektir. Eyman ise. köle ve cariyelerdir.
(Etİrbeti): İhtiyaç.
(Etttfli):
Tıfl, küçük çocuk demektir.
(Lemyezherû): Muttali olmayanlar demektir.
Allahu taala, Resulullah (sav)'a şöyle buyurur: Sana uyan müminlere söyle, gözlerini kapatsın ve kendilerine helal olmayan yabancı kadınlara bakmasınlar. Ancak kendilerine mubah olan kadınlara bakabilirler. Kendilerini zinadan korusunlar ve yabancıların görmemesi için avret mahallerini örtsünler. Harama bakmamaları hem kalblerini temiz tutar, hem de on-Icrı fuhşa düşmekten korur.
Harama bakmak insanın kalbine şehvet tohumları eker. Şehvani bir arzuyu gayri meşru bir şekilde tatmin etmek İnsanın uzun zaman acı çekmesine sebeb olur. Şayet gözleri kasıtsız olarak haram birşeye değerse hemen başlarını çevirsinler, bakmaya devam etmesinler. Zira Allahu taala insanların her halini murakabe eder. Herşeylerine de muttalidir, hiçbir şey O'ndan gizli değildir. Ailahu taala, «(Allah) gözlerin hain bakışını, göğüslerin gizleyeceği herşeyi bilir.» (Mümin: 19) buyurmuştur.
Allahu taala bu emri tekid ederek şöyle buyurur: Mümin kadınlar da yabancı erkeklere bakmasınlar, gözlerini çevirsinler. Namuslarını korusunlar. Ancak Aftahu taala kadınlara erkeklerden fazla olarak ziynetlerini açığa vurmayı da yasaklamıştır. Ancak kendi mahremleri olan erkekler İstisnadır. Kadınların zinetlerini gizlemeleri kendileri için daha güzel, daha uygundur. Ancak bu zinetier kasıtsız ve art niyetsiz olarak kendiliğinden açılırsa bir beis yoktur. Allahu taala çok mağfiret ve rahmet edicidir.
Kadınlar cahiliyet devrinde de şimdi olduğu gibi, erkeklerin dikkat nazarlarını celbetmek için, göğüs ve gerdanları, bilekleri, erkekleri tahrik edecek yerleri açıkta kalacak elbiseler giyer, saçlarını omuzlarına döker, başörtülerini geriye atarlardı. Bu kılıkla erkekler arasında gezerlerdi. İşte Allahu taaia mümin kadınlara onlar gibi yapmamalarını, önlerine bakarak yavaş yavaş yürümelerini emretmektedir. Onların bu edeble yürümeleri, kötü kimselerin fenalıklarından namus ve iffetlerini koruyacaktır.
Allahu taala," bu emir ve yasaklan hem erkeklere, hem de kadınlara emretmiştir. Bu emir ve yasaklara uyan erkek ve kadınlar Allah (cc)'a yönelerek yüksek derecelere ulaşırlar ve Allah (cc) katında azabtan kurtulanlardan olurlar.
1- İbni Mezdevî, Alj bin Ebi Talib (ra)'ten şöyle rivayet etmiştir: «Resulullah (sav) zamanında Medine sokaklarında dolaşan bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında bakışmışlar Şeytan bu bakışlardan istifade ederek onların bakışlarını birbirlerini beğenmeye çevirmiş. Adam bir yandar yürüyor, bir yandan da kadına bakıyormuş. Başı hep kadından tarafa çevrili olduğu İçin önüne çıkan bir duvara çarpmış ve burnu kanamış. Bunun üzerine, «Allah (cc)'a yemin ederim ki gidip Resulullah (sav)'a durumu an-latmcaya kadar burnumun kanını yıkamayacağım.» diye yemin etmiş. Resulullah (sav)'ın yanına gelerek hadiseyi anlattı. Resulullah (sav), «Burnunun duvara çarparak kanaması günahının cezasıdır.» buyurdu. Bunun üzerine, «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar...» âyeti nazil oldu.» [99]
2- İbni Kesir, Mukatil bin Hayyan'dan, o da Cabir bin Abdullah el-Ensarî'den şöyle rivayet eder: «Esma binti Mirsed (ra)'in Beni Harise mevkiinde bir hurmalığı vardı. Kadınlar oraya etek giymeden, göğüsleri, saçları ve ayaklarındaki halhalları açık olarak giderlerdi. Esma (ra), «Bu görünüşünüz ne kadar çirkin.» dedi. Bunun üzerine, «Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar...» âyeti nazil oldu.» [100]
Birinci incelik: Allahu taalanın «Gözlerin sakınılması»nı «Irzların korunmasından önce zikretmesinin hikmeti şudur: Kadına bakmak zina-nn elçisi ve kötülüklerin öncüsüdür. Hemasî'nin de dediği gibi, «Bakışlar kalbin elçisi olduğu için gördüğün manzaralar seni üzer. Zira her gördüğünü yapamazsın, bazı gördüklerine de dayanamazsın.» [101] Zira bakışla müptela olmak çok mümkündür. Bundan korunmak da mümkün değildir. Göz, herşeyi kalbe ulaştıran en büyük kapıdır. Bu sebeble insan göz yo-iuyla birçok günaha düşer. Çünkü bakış tebessüme, tebessüm selama, selam konuşmaya, konuşma anlaşmaya, anlaşma da gayri meşru bir şekilde bir araya gelmeye vesile olur.
İkinci incelik: Âyetteki «Gözlerini sakınsınlar» emri, herşey İçin değil, yanız Allah (cc)'ın haram kıldıklarına aittir.
Üçüncü İncelik: Âyetteki «Ziynetlerini açmasınlar» tabiri, ziynetlerin takıldığı yerin, dolayısıyla ziynetlerin örtülmesini ifade eder.
Zemahşerî: «Âyette ziynet yerinin zikredilmemesindeki hikmet, ziynet yerlerinin korunması, örtülmesi Icabettiğinin ifade edilmesidir. Çünkü Allahu taala «Ziynetlerini açmasınlar» buyururken aslında ziynet yerlerinin açılmamasını kasdetmiştir. Çünkü takılmayan ziynetlerin görülmesi haram değildir. Bu yüzden ziynetlerin yasaklanmasına gerek yoktur. Demek-ki asıl yasaklanan ziynetlerin takıldığı yerlerdir.» [102]
Dördüncü İncelik: Bazı alimlere göre, gözle zevk alındığı gibi kulakla da zevk alınır. Bunun-için Allahu taala kadınlara yürürken, «Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.» buyurmuştur. Çünkü ayaklar yere vurularak yüründüğünde, o zaman, kadınların ayak bileklerine taktıkları hamalların sesi duyulurdu. Bu ses; erkeklere bir kadının geldiğini bildirir ve şehvani arzularını tahrik ederdi. Bu sebeble âyet, bir evvelki âyette olduğu gibi, ziynet takılan azaların —ayak bile olsa— açılmasının haram olduğuna delalet eder. Hülasa, şehveti tahrik eden parfüm, esans, cazip yürüme şekli ve konuşma yasaktır. Çünkü Allahu taala, «Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde maraz bulunanlar tamaa düşer.» (Ahzab: 32) buyurmuştur. Kadının ziynetinin sesi yasaklanınca elbetteki kendi sesi de yasak olacaktır.
Beşinci incelik: «Gözü sokınma»nın birçok faydaları vardır:
1- Allah (cc)'ın emri tutulmuş olur.
2- Bir ok
gibi kalbi yaralayan manzaralardan korunutmuş olunur.
3- Kalb kuvvetlenir.
4- Kalb kötü şeylerle meşgul olmaz, Allah (cc)'la meşgul olmaya Çalışkanlık peyda eder.
5- Kalbe nur
kazandırır.
6- Kalbe feraset verir.
7- Şeytanın giriş yolları kapatılmış olur.
İslâm şeriati yabancı kadınlara bakmayı kesin olarak yasaklamış, haram kılmıştır, öyleyse insanın karısı ve mahremi olan kadınlardan başkasına bakması haramdır.
Kasıt olmaksızın ani olarak bir kadını görmekte bir vebal yoktur. Zira bu görüş insanın iradesi dışında vaki olmuştur. Allahu taala gücümüzün yetmediği şeyi bize emretmediği gibi yolda yürürken gözlerimizi kapamamızı da emretmemiştir. Bu sebebte kasıtsız bakış muaheze edilmez.
Nitekim Resulullah (sav), Hz. Ali'ye, «Ya Ali, yabancı bir kadını gördüğünde ikinci defa bakma. Çünkü İlk bakışın İraden dışındadır ve onda bir vebal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır.» [103] buyurmuştur.
Cerir bin Abdullah'tan da şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a ani olarak yabancı bir kadını görmek hususunu sordum. Bana, görünce gözlerimi çevirmemi emretti.» [104]
Yabancı bir kadını ani olarak gören bir kimsenin ikinci defa bakması haramdır. Zira ikinci bakış iradîdir, fitne ve fesada yolaçar. Bu yüzden Resulullah (sav) ikinci bakışı «göz zinası» olarak vasıflandırmıştır.
Buhari ve Müslim'in rivayetine göre Resulullah (sav), «Beni Ademe zina mutlaka yazılmıştır. Bakmak gözün zinası, konuşmak dilin zinası. dinlemek kulağın zinası, tokalaşmak elin zinası, yürümek ayağın zinası-dtr. İnsan nefsi bunları arzu eder. Namusu da ya bunu tekzib eder veya tasdik eder.» buyurmuştur.
Gözünü sakınan mümin sevap kazanır. Çünkü Resulullah (sav), «Bir müslüman bir kadının güzelliğini gördükten sonra gözünü sakınırsa. Atla hu taala ona zevk alacağı bir ibadet nasib eder.» [105] buyurmuştur.
Ebu Said el-Hudri (ra)'den şöyle rivayet edilir: «Resulullah (sav), «Yollarda beklemekten ve oturmaktan sakının.» buyurdu. Bunun üzerine, «Ya Resulullah, yollarda İşlerimizi konuşmak için duruyoruz.» dedik. «O zaman yolun hakkını verin.» buyurdu. «Yolun hakkı nedir?» diye sorunca da tGözleri sakınmak, kimseye eziyet vermemek, verilen selamı almak, marufu emretmek ve münkeri nehyetmektir.» buyurdu.»[106]
«Irzlarını korusunlar.» âyeti avret yerlerinin Örtülmesinin farz olduğuna delalet eder. Zira bu âyet namusu korumayı emrettiği gibi başkalarının gözlerinden avret mahallinin korunmasını da emretmektedir.
Fakihler ..avret yerlerinin açık olmasının haramlığında ittifak etmişlerdir. Nevar ki. avretin sınırları hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu husustaki bütün görüşleri delilleri ile birlikte tafsilattı olarak izah etmeye çalışacağız:
Erkek ve kadının avret mahalleri, erkeğin erkeğe karşı, erkeğin kadına karşı, kadının kadına karşı ve kadının erkeğe karşı avretleri başlığı altında incelenmelidir.
1- Erkeğin erkeğe karşı avreti;
Erkeğin erkeğe karşı avreti, diz kapağından göbeğe kadar olan kısmıdır, öyleyse bir erkeğin diğer bir erkeğin diz kapağı ile göbeği arasındaki bölümüne bakması haramdır. Bu avret mahallinin dışındaki yerlere bakılması haram değildir. Çünkü Resulullah (sav), «Bir erkek, diğer bir erkeğin avret mahalline, bir kadın da, diğer bir kadının avret mahalline bakmasın.» buyurmuştur.
Fukahanın cumhuruna göre erkeğin avret mahalli yukarıda söylendiği üzere, diz kapağı ile göbeği arasındaki kısmıdır. Bu birçok sahih hadisle de tesbit edilmiştir.
İmam Malik (ra)'e göre ise erkeğin uyluğu avret değildir.
Cumhur, uyluğun da avret olduğunu aşağıdaki hadislerle isbat ederler:
Ashab-ı Suffeden olan Cerhed el-Eslemî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'ta birlikte oturuyorduk. Benim uyluğum açık idi. Bana, «Uyluğunun avret olduğunu bilmiyor musun?» buyurdu.» [107]
Rivayete göre Resulullah (sav), Hz. Ali'ye, «Uyluğunu açma.» buyurmuştur. [108] Diğer bir rivayete göre de şöyle buyurmuştur: «Uyluğunu açma. Canlı veya ölünün uyluğuna da bakma.» [109]
Resulullah (sav), İnsanın soyunmasını ve avret mahallerini açmasını, yanında kimse olmasa dahi yasaklamıştır. Zira, «Çırılçıplak soyunmaktan kaçının. Zira öyle melekler vardır ki sizden ancak tuvalette ve ailenizle temas halinde iken ayrılır.» [110] buyurmuştur.
2- Erkeğin kadına karşı avreti
İster mahremi olsun, ister namahrem, erkeğin kadına karşt avreti, erkeğe karşı olduğu gibi. diz kapağı ile göbeği arasıdır. Yalnız karı-koca arasında avret mahalli yoktur. Zira Allahu taala, «(Öyle müminler) ki, onlar ırzlarını koruyanlardır. Suvar ki zevcelerine, yahut sağ ellerinin malik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır.» (Müminun: 5-6) buyurmuştur.
3- Kadının kadına karşı avreti:
Kadinların kadınlara karşı avreti de erkeklerde olduğu gibi diz kapakları ile göbekleri arasıdır. Buna göre bir kadının diğer bir kadının diz kapağı ile göbeği arasındaki kısma bakması haramdır. Avret mahalli haricindeki yerlere bakması ise caizdir.
Zımmi ve kafir kadınlar için Özel bir hüküm vardır. Allah (cc) izin verirse bu hükmü ileride açıklayacağız.
4- Kadının erkeğe karşı avreti:
Sahih olan görüşe göre, kadının erkeğe karşı avreti bütün vücududur. Şafii ve Hanbelüerin görüşü de budur. Hatta İmam Ahmed bin Hanbel (ra) bu hususta, «Kadının bütün vücudu avret olduğu gibi tırnakları dahi avrettir.» [111] demiştir.
İmam Malik (ra) ve İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise kadının elleri ile yüzü hariç bütün vücudu avret mahallidir.
Görüşlerin kendilerine has delilleri vardır. Bunları kısaca açıklayalım:
Maliki ve Hanefilerin delilleri:
Maliki ve Hanefilerin yüz ve ellerin avret olmadığına dair delilleri şunlardır :
1- «Bunlardan görünen kısım müstesna.» âyeti. Yüz ve ellerin açık olması zaruri olduğundan bu âyet buraların avret sayılmayacağına İşaret eder. Bu görüş bazı sahabi ve tabiinden de rivayet edilmiştir. Nitekim Said bin Cübeyr (ra), «Bunlardan görünen kısım müstesna» âyetinden maksat yüz "ve ellerdir.» demiştir. Ata da âyettekj istisnanın yüz ve eller olduğunu söylemiştir. Dahhak'tan da buna benzer bir rivayet yapılmıştır. [112]
2- Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Ebubekir (ra)'in kızı Esma (ra), cok ince bir elbise ile Resulullah (savj'ın yanına geldi. Onu görünce Resulullah (sav) yüzünü çevirerek, «Ey Esma, kadın buluğa erdimi, (yüz ve ellerini işaret ederek) şu ve şunun haricinde kadının vücudunun görünmesi haramdır.» buyurdu.» [113] hadisi.
3- Namazda ve ihramda el ve yüzün acık bırakılması da bunların avret olmadığına delalet eder. Eğer el ve yüz avret olsaydı namaz ve ihramda açık bırakılmaları mubah olmazdı. Çünkü avret mahallinin örtülmesi farzdır. Bu sebeble avret mahalli açık olarak namaz kılınması namazın sıhhatini bozar.
Şafii ve Hanbelîlerin delilleri:
Şafii ve Hanbelilerin el ve yüzün avret olduğuna dair delilleri de şunlardır :
1- Kitaptan delilleri: «Ziynetlerini açmasınlar.» âyeti. Bu âyet-i kerime ziynetlerin açılmasını haram kılmıştır. Ziynet ise iki kısımdır. Biri yaratılıştan olan ziynet, diğeri ise kazanılan ziynettir. Yüz yaratılıştan olan bir ziynettir. Hatta güzelliğin aslı, fitne ve fesadın kaynağıdır. Kazanılan ziynet ise giyilen güzet elbise, takılan süs eşyaları, 'göze çekilen sürme ve ele yakılan kına ve benzeridir. Âyeti kerime kayıtsız şartsız kadınlara erkeklere karşı uzuvlarını ve ziynetlerini açmalarını yasaklayarak haram kılmıştır.
Şafii ve Hanbelilere göre âyetin, «Bunlardan görünen kısım müstesna» ifadesinden maksat, kasıtsız olarak kendi kendine acılan kısımdır. Mesela; rüzgarın kadının örtüsünü açması gibi. Buna göre âyetin meali şöyle olmaktadır: «Kadınlar ziynetlerini kesin olarak açmasınlar. Açtıkları takdirde muaheze edilirler. Ancak ziynetlerinin kendiliğinden açılması veya rüzgâr gibi herhangi bir sebeble kasıtsız olarak acıtması halinde onlar muaheze edilmez.» öyleyse yüz ve el de açılması haram olcn ziynetlerdendir:
Kitaptan olan bir başka delilleri de «Bir de onun zevcelerinden lüzumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından isteyin.» (Ahzab; 53} âyetidir. Bu âyet saraheten yüze bakmanın haram olduğuna delalet etmektedir. Gerçi bu âyet Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında nazil olmuştur. Fakat, hükmü kıyas yoluyla bütün kadınlara teşmil olunur. Çünkü âyetteki «perde ardından İsteyin» ilahi emri, kadın oldukları İçindir, öyleyse diğer kadınlardan da lüzumlu ve meşru birşey istenileceği zaman ancak perde arkasından istenebilir.
Sünnetten olan delilleri:
Birçok sahih hadis, yüze ve ele bakmanın haram olduğuna delalet eder. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Cerir bin Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a ani olarak yabancı bir kadını görmek hususunu sordum. Bana, görünce gözlerimi çevirmemi emretti.»
2- Hz. Ali'den rivayet edilen, «Ya Ali, yabancı bir kadını gördüğünde İkinci defa bakma. Çünkü tik bakışın iraden dışındadır ve onda bir vebal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır.» hadisi.
3- İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilir: «Bir kurban bayramı günü Resulullah (sav) FazI bin Abbas'ı atının arkasına bindirmlştl. FazI, beyaz tenli, güzel saçlı, yakışıklı bir delikanlı idi. Has'om kabilesinden bir kadın Resulullah (sav)'ın yanına gelerek birşeyler sormak İstedi. FazI kadına, kadın da Fazl'a bakıyordu. Resulullah (sav) Fazi'm yüzünü diğer tarafa çevirdi.»
Nakledilen bu hadisler yabancı bir kadına bakmanın horam olduğunu İfade eder. Şüphe yok ki, yüz de bakılması haram olan uzuvlardandır, öyleyse yüz de avrettir.
Aklî delilleri: .
Fitneden kaçınmak için yüze bakmamak icabeder. Çünkü yüze bakmaktaki fitne, dizden aşağıya bakmaktaki fitneden daha büyüktür. Kadının saçma ve ayaklarına bakmak ittifakla haramdır. Yüz güzelliğin aslı, fitnenin kaynağıdır. Bu bakımdan haram olması daha evladır.
Kaldı ki, Şafii ve Hanbelilerin âyetj tevil şekilleri ortaya çıkarıyor ki yüz avrettir. Yüzün avret olmayacağına dair de hiçbir delil yoktur.
Maliki ve Hanefiterin delil aldıkları Esma ile ilgili hadise gelince, bu hadisin senetleri kopuktur. Birçok ravisinde de zayıflık vardır. Bu hadis konusunda muhaddisler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Hadis yalnız Ebu Davud'un süneninde olduğu halde Ebu Davud, «Bu hadis mürseldir. Zira bu hadisi Hz. Ayşe'den rivayet eden Halid bin Düreyk Hz. Ayşe'ye ulaşmamıştır. Hadisin senetlerinden olan Said bin Beşir Ebu Abdurrah-man el-Basrî, Şama yerleşen İbni Nesr'in azadlısıdır. Ki onun hakkında birçok muhaddisin itirazı vardır.» [114] demektedir.
Bu hadis hakkında tek ravisi olan Ebu Davud'un görüş ve düşünceleri böyle olunca, yüz ve ellerin avret olmadığına dair delil olması ne derece uygun olur? Bir an için hadisin sahih olduğunu farzetsek bile yine de delil olma durumu şüphelidir. Çünkü hadisin hicap âyetlerinden önce varid olması kuvvetle muhtemeldir. Eğer hicap âyetlerinden önce varid olmuşsa, âyetlerle neshedilmiş demektir. Veya hadis ancak zaruret hallerinde el ve yüze bakmanın caiz olduğunu ifade etmektedir. Mesela; bir dünür, bir şahit veya bir kadı yüze bakabilir.
İbni Cevzi bu hususta şöyle demektedir: «Bu âyet yabancı kadınlara özürsüz olarak bakmanın haram olduğunu ifade eder. Fakat eğer zaruret varsa, mesela bir erkek kadınla evlenmek İstiyorsa veya onun aleyhinde şehadette bulunacaksa yalnız yüzüne bakabilir. Zaruret hallerinin dışında her ne suretle olursa olsun yabancı kadına bakmak haramdır. Mademki yüz ve eller avrettir, namazın şartlarından biri de setr-i avret olduğuna göre, bunların açılması ile neden namaz bozulmuyor diye sorulabilir. Bunun cevabı şudur: Namazda yüz ve ellerin örtülmesinde meşakkat vardır.
Bu yüzden yalnız namaza mahsus olarak yüz ve ellerin açılmasına müsade edilmiştir.»
El ve yüzün avret olmadığını iddia eden alimler, yüz ve ellerde hiçbir ziynet eşyasının olmamasını ve bunların açılmasının fitneye sebeb olmamasını şart koşmaktadırlar. Bu sebeble zamanımızdaki kadınların yüz ve ellerinde kullandıkları süs eşyaları ile erkekler arasında gezmelerinin haram olduğunda hiçbir alimin şüphesi yoktur.
Yüz ve ellerin avret olmadığını iddia eden alimlerin sözleri, yüz ve ellerin açık olmasının farz olduğu, sünnet olduğu veya bunların örtülmesinin bid'ad olduğu manasına gelmez. Çünkü böyle bir İddiayı müslüman bir alim değil, sade bir müslüman bile öne süremez. Bunların sözlerinin manası, zaruret halterinde ve fitneye sebeb olmadığı takdirde açılmalarında bir vebal olmadığıdır.
İçinde yaşadığımız çağda şeytanın yardımcıları alabildiğine çok, fuhuş ve ahlaksızlık alabildiğine yaygındır. Bu yüzden bugün hiçbir alim, hatta akıllı bir insan yüzün açılmasının caiz olduğunu söyleyemez. Çünkü bu veba hastalığına benzeyen ahlaksızlığın ümmet İçinde ve bilhassa yabancı kadınları taklid eden kadınlar arasında hızla yayıldığını gören her alim yüzün açılmasının haram olduğuna hükmeder. Çünkü bu devirde fitne ve fesad muhakkaktır. Kötülüğe davet eden vasıtalar son derece yaygındır. Ben bugünkü manada ilericilik taslayan hiçbir toplum görmedim ki, Aliahu taalanın. «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar.» âyeti ile Resulullah (sav)'ın, «Gözünü çevir.» buyruğunu duyan, dinleyen bulunsun. Hülasa böylesine bozuk bir zamanda korunmak farzdır.
Aliahu taala isteyeni doğru yola iletsin.
«...Ziynetlerini açmasınlar...» âyeti kadınların yabancı erkekler karşısında fitneye sebebiyet vermemek için ziynetlerini açmalarının haram olduğuna delalet eder.
Ziynet aslında, kadının giydiği elbise, takındığı süs eşyası ve kullandığı makyaj malzemesidir. Zira ziynet iki çeşittir. Birisi yaratılıştan olan ziynet, diğeri kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet, kadının teninin, boy ve 'endamının ve yüzünün güzelliğine denir. Herne kadar bazı alimler yaratılıştan olan güzelliğin ziynet olmadığını iddia etmişlerse de kadının asıl ziynetinin yaratılıştan olan güzelliği olduğu açıktır. Bu yüzden Altahu taala, «Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar.» buyurmuştur. Aliahu taala bü âyetle kadınların saç, göğüs gibi azalarının örtülmesini emretmektedir, öyleyse bu âyet, «ziynet»ten kastın yaratılış- f tan olan güzellikler olduğuna da delalet etmektedir.
Açıktır ki, elbise, küpe, gerdanlık gibi ziynetlere kadının vücudundan ayrı olarak bakılması haram değildir. Haram olan, kadın vücuduna takıldiktan sonra onlara bakmaktır. Kadına takılan ziynete bakmak haram olursa. tabiatiyle ziynetin takıldığı uzva bakmak da haramdır.
İbni Mes'ud (ra)'a göre kazanılan ziynet, «Kadının dıştan giydiği güzel ve cazip elbiseler.» Mücahid'e göre, «Elbise, küpe, gerdanlık, sürme ve kına.»dır. [115] Said bin Çübeyr (ra) ise el ve yüzün de sayılanlar gibi zahir ziynetlerden olduğu görüşündedir. Fakihlerin bu husustaki görüşlerini yukarıda açıklamıştık.
İbni Atlyye bu hususta şunları söyler: «Benim anladığıma göre. âyet, kadınlara ziynet denilen herşeyi erkeklere açmaktan mutlaka kaçınmalarını emretmektedir. Ancak zaruret hallerinde örtülmesi mahzurlu olan yüz ve el gibi azaların açılmasında bir mahzur yoktur.» [116]
Kur'an-ı kerim, kadınların Önlerinde ziynetlerini açabilecekleri Koca larının dışındaki mahrem erkekleri umumi hükümden İstisna ederek teker teker saymıştır. Bundaki hikmet de kadınların âyette belirtilen kimselerle devamlı bir arada bulunmaları zaruretidir. Bu erkekler kadınla akrabalık vesilesi ile birarada yaşamaktadırlar ve bir fitne uyanması da bahis mevzuu değildir.
Kadının mahremleri şunlardır:
1- Koca. Kocanın karısının bütün vücuduna bakması mubahtır. Ayette İstisna edilen uzuv haricindeki bütün uzuvlarından da menfaatle-nebillr.
Kurtubî şöyle der: «Kadının kocası ve cariyenin efendisi onun bütün vücuduna bakabileceği gibi, bir istisna dışında bütün uzuvlarından da istifade edebilir. Bunun İçin de Aliahu taala kadının ününde ziynetlerini açabileceği erkeklerin sayılmasına koca ile başlamıştır.» [117]
2- Saba ve dedeler. Kadının anne ve baba tarafından dedelerinin hükmü aynıdır.
3- Kocanın babası.
4- Kadının kendi oğullan, oğullukları ve torunları.
5- Kadının kardeşleri. Bunlar ister anne baba bir kardeşleri olsun, ister yalnız anne veya babadan kardeşi olsun farketmez.
6- Kardeşlerinin oğullan.
Sayılanların tamamı kadının mahremidir. Bunların önünde ziynetlerini açmaları mubahtır.
Allahu taala bu âyette amca ve dayılara ait hükmü beyan etmemiştir. Bütün fakihlere göre amca ve dayıların hükümleri de mahremiyet bakımından yakınlık dereceleri sayılan kimselerle aynıdır. Amca ve dayılar baba hükmünde olduğu için âyette ayrıca sayılmamıştır. Zira çoğu kez amcaya da baba denilmektedir. Nitekim Allahu taala, Yakup aleyhisselamm sorusuna karşılık oğullarının şöyle dediklerini bildirmektedir; «Senin Tanrına ve babaların İbrahimin, İsmallin, îshakın birtek Tanrı olan Allanma İbadet edeceğiz.» (Bakara: 133) Bilindiği gibi İsmail aleyhisselam, Yakup aleyhlssetamın babası değil, amcasıdır. Fakat amca, baba hükmünde olduğu için âyette baba olarak zikredilmiştir.
Âyette sayılan neseb yoluyla akraba erkekler kadının mahremi olduğu gibi süt yoluyla olan aynı akrabalar da kadının mahremleridirler. Zira Resulullah (sav), «Evlenmesi neseben haram olan kadınlar, süt yoluyla da haramdır.» buyurmuştur.
Sayılan kimselerden başka kadınların cariyeleri, kadına ihtiyaç duymayan hizmetçileri ve kadınların gizlt yerlerine muttali olmayan çocukların hükümlerini de ayrı ayrı açıklayacağız.
Fakihler bu hususta
ihtilaf etmişlerdir.
Bazı alimlere göre âyetteki «kendi kadınları» ifadesinden maksat «müslüman kadınlar»dtr. Selefin çoğunluğunun görüşü de budur. [118]
Kurtubî şöyle der: «Âyetteki, «kendi kadınları» ifadesinden maksat, «müslüman kadınlaradır, öyleyse mümin bir kadının müşrik ve zımmî bir kafir kadın karşısında vücudunun hiçbir yerini açması helal değildir. Ancak cariyelerinin hükmü müstesnadır.
«Bazı alimlere göre hıristiyan bir kadının müslüman bir kadını öpmesi veya müslüman bir kadının müşrik bir kadına karşı olan avret mahallinin dışındaki yerlerini göstermesi mekruhtur. Zira Hz. Ömer, Suriye valisi Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra)'a yazdığı mektupta, «Bana gelen haberlere göre müslüman kadınlarla zımmî kadınlar aynı hamamda birlikte yıkanıyorlarmış. Buna mani ol. Çünkü zımmt bir kadının bir müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir.» demiştir. Bu mektubu alan Ebu Ubeyde (ra), halkı toplayarak, «Hangi kadın özürsüz olarak sırf temizlenmek için zımmi kadınlarla hamama giderse, Allah (cc) müslüman-ların yüzünü ağarttığı gün o kadının yüzünü karartır.» demiştir.» [119]
İbni Abbas (ra) da şöyle der: «Müslüman kadınların yahudi veya hı-ristiyan kadınlara vücudlarını göstermeleri haramdır. Zira onlar müslüman kadınların vasıflarını gidip kocalarına ve erkeklerine anlatırlar.» [120]
Bazı alimlere göre de âyetteki «kendi kadınlarından maksat, müslüman veya zımmî bütün kadınlardır. Alusî de Fahreddin Razi'den naklen, «Kadtnlar'dan maksat müslüman veya kafir bütün kadınlardım demektedir. Alusî, Fahreddin Razİ'nin seleften şöyle naklettiğini zikreder: «Kadın-lar'dan maksat müslüman kadınlardır. Buna göre Müslüman olmayan kadınlar karşısında müslüman kadının yabancı erkekler karşısında olduğu gibi Örtünmesi lazımdır.» görüşü, bu örtünmenin farz değil sünnet olduğu şeklinde anlaşılır.» [121]
Mevdudî, bu mesele hakkında şunları yazmaktadır: «Allahu taala, «kadınlar» yerine, «kendi kadınları» tabirini kullanmıştır. Şayet mutlak ifade ile «kadınlar» deseydi, müslüman kadınların, kadının kadına karşı avreti sayılan yerler dışındaki yerlerini, İster mümin ister kafir, ister sal İh e ister fasıke olsun bütün kadınlara göstermeleri helal olurdu. Halbuki Allahu taala âyette «kendi kadınları» tabirini kullanmıştır. Bu şekilde müslüman hür kadınlara ziynetlerini açmaları hususunda bir sınır çizilmiştir.
«İşte bu özel sınırın ne olduğu hususunda müfessirler ve fakihler arasında ihtilaf vardır. Bazı alimlere göre, «kendi kadınları» tabiri yalnız müslüman kadınları İfade eder. Bu, Jbni Abbas {ra), Mücahid (ra) ve İbni Cerir (ra)'nin görüşüdür. Bunlar görüşlerini Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde (ra)'ye yazdığı mektuba dayandırmaktadırlar.
«Diğer bir taifeye göre «kendi kadınlarından maksat bütün kadınlardır. Fahreddin Razi'ye göre bu en sıhhatli görüştür.
Bir başka taifeye göre ise «kendi kadınlarından maksat, onlarla tanışan, konuşan ve iş yapan kadınlardır. Bu kadınların müslüman olmaları ile olmamaları arasında hüküm bakımından bir fark yoktur. Âyetteki «kendi kadınları» ifadesi dışında kalan kadınlar tanınmayan, huyu ve adetleri bilinmeyen kadınlardır. Din ihtilafı sözkonusu değildir. Öyleyse müslüman bir kadının tanıdığı iffetli, namuslu, güzel ahlaklı bir hıristiyan kadına karşı ziynetlerini açmasında bir mahzur yoktur. Fakat haya perdesj yırtılmış, ahlakına ve terbiyesine güvenilmeyen, yabancı erkeklere karşı laubali davranan kadınlara karşı ise {İsterse müslüman olsunlar) müslüman bir kadının ziynetlerini örtmesi farzdır. Çünkü böylesi kadınların zararı erkeklerden daha az değildir.»[122]
Mevdudî'nin zikrettiği üçüncü görüş daha mantıkî ve daha sağlamdır. Müslüman kadınlar bu görüş doğrultusunda hareket ederlerse ahlaklarını daha İyi korurlar, bugünkü batı taklitçisi kadınların şer ve iğvaiarın-dan kendilerini kurtarırlar.
Altıncı hüküm: Hür bir kadın kölesine karşı ziynetlerini açabilir mi?
Âyetteki, «kendi ellerindeki memlukelerden» ifadesi köle ve cariyeleri içini almaktadır. Buna göre hür bir kadın kölesine karşı ziynetlerini açabilir. Bazı alimler böyle hükmetmişlerdir. Şafülerin görüşü de bu yoldadır. Zira İbni Hacer el-Heytemî Tuhfetü'l-Mİnhac isimli eserinde, «Bir köle mahremine baktığı gibi hanımefendisinin ziynetlerini de görebilir.» demektedir.
İmam Ebu Hanife [ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre-köle hanımefendisi karşısında yabancı bir erkek gibidir. Onun hanımının ziynetlerine bakması helal değildir. Bunlara göre âyetteki «Kendi ellerindeki memlukelemden maksat bütün köleler değil, yalnız cariyelerdir.
Bu görüşlerini Said bin Müseyyeb (ra)'ten bu âyetin tefsiri hususunda rivayet edilen, «Nur Süresindeki âyete aklanmayınız, Zira o âyet yalnız kadınlar içindir, erkekler için değit.» [123] sözüne dayandırırlar. Zira erkek köleler mahrem değildir. Onlarda kadın arzusu da mevcuttur. Öyleyse hanımefendilerin erkek köleleri karşısında ziynetlerini açmaları caiz değildir.
İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, âyette cariyelerin zikredilmesinin sebebi, âyette yalnız mahrem olan hür erkekler zikredildiği için, hür bir kadının cariyesi karşısında da ziynetlerini açmasının caiz olmadığının sanılmasını önlemektir. Âyette «memlukeler» kelimesinin zikredilmesi bu yanlış anlamayı ortadan kaldırmaktadır.
İbni Abbas (ra), kölenin hanımefendisinin saçlarını görmesinde bir beis yoktur demiştir. İmam Malik (ra)'in görüşü de budur.
İmam Şafii (ra) yukarıdaki görüşünü Enes bin Malik (ra)'ten rivayet edilen şu hadise dayandırmaktadır: «Resulullah (sav), Hz. Fatıma'ya hibe eltiği bir köleyi ona götürdü. Hz. Fatıma'nın üzerinde kısa bir örtü vardı. Saçlarını örttüğü zaman ayaklan açık kalıyor, aşağıya indirdiği takdirde de saçları açıkta kalıyordu. Bunu gören Resulullah (sav), «Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu senin hizmetctndir.» buyurdu.» [124]
Âyeti kerime, kadına ihtiyacı olmayan erkekleri erkeklik hükmünden istisna etmiştir. Kadınlığın ne demek olduğunu bilmeyen ve kadına karşı herhangi bir arzusu olmayan akılsız denilecek kadar ahmak erkekler karşısında kadınların ziynetlerini açmasında bir vebal yoktur. Çünkü bunlar kadınlara kötü bir gözle bakmazlar. Biz burada âyetten sahih bir mana çıkarılması ve âyette kasdedilenin ne olduğunun ortaya çıkması için bazı sahabi, tabiin ve müfessirlerin bu âyetin tefsin hususundaki görüşlerini nakledeceğiz.
İbni Abbas (ra)'a göre, âyetteki «erkeklerden yana ihtiyacı olmayan» erkeklerden maksat, kadına hiç ihtiyaç duymayan erkeklerdir.
Katade (ra)'ye göre yalnız karnını doyurmak için eve gelen erkekler-dir.
Mücahid (ra)'e göre midesinden başka hiçbir şey düşünmeyen ve kadının ne demek olduğunu bilmeyen erkeklerdir.
Bu hususta daha birçok görüş vardır. Bunların hepsi, âyetteki «Erkeklerden" yana ihtiyacı olmayanlar»in ya erkeklik gücünü yitirmiş kimseler veya cinsiyet konusunda hiçbir şey bilmeyen ahmaklar erkekler olduğunu ifade eder.
Buhari ve diğer muhaddisler Hz, Ayşe ve Hz. Ümmü Seleme'den şöyle rivayet ederler: «Bir hünsa Resulullah (sav)'ın zevcelerinin yanına gider gelirdi. Onlar da onu kadına karşı hiçbir ihtiyacı olmayan bir kimse sayarlardı. Resulullah (sav) bir gün Ümmü Seleme (r.anhüma)'nin odasında hünsa ile kardeşi Abdullah ibni Ebi Ümmiye (ra)'yi gördü. Hünsa, Abdullah'a, «Eğer Allah (cc}, Taif'in fethini nasib ederse sen Gaylan'ın kızını al. Çünkü o dört kadına bedeldir.» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Ey Allah (cc)'ın düşmanı sen o kadına çok bakmışsın.» diyerek Ümmü Seleme (r.anhüma)'ye döndü ve «Bu adam bundan sonra odana girmeyecektir.» buyurdu.»
Mevdudî şöyle demektedir: «Doğrusu bu hükmü ibadet kasdıyia okuyan bir hanım, bugünkü evlerde, lokantalarda, kahvelerde, otei ve İşyerlerinde çalışan bütün genç erkeklerin bu hükmün kapsamına girmediğini bilerek onlardan kaçınmalıdır.» [125]
Ulema, âyetteki «Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklar» ifadesinde ihtilaf etmişlerdir.
Bazı alir/ılere göre âyetteki çocuklar henüz buluğa ermeyen çocuklardır.
Diğer bazı alimlere göre ise, çocukluğundan dolayı kadının gizli yerleri ile gizil olmayan yerlerini birbirinden ayırdetmeyen çocuklardır. Bu ikinci görüş daha sahihtir. Zira âyetteki çocuklardan maksat, şüphesiz kadınların vücudu, tavır ve hareketleri hususunda cinsî bir şuura ulaşmayan küçük çocuklardır. Bu çocuklar yaş itibariyle on yaşından aşağı olmalıdır. Kadınların gizli yerlerine muttali olan çocuk, henüz buluğ çağına er-mese dahi, kadınların ona karşı ziynetlerini örtmesi daha uygundur.
İslâm fitne ve fesada sebeb olacak herşeyi haram kılmıştır. Hatta kadınların yürürken ayaklarını yere sert vurmalarını bile yasaklamıştır. Çünkü kadınların ayak sesleri erkeklerinkinden farklıdır. Bu bakımdan erkeklerin kalbinde kadın arzusunu tahrik eder. Nitekim Allahu taala «Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin dfye oya kf ar mı da vurmasınlar.» buyurmuştur.
Hanefiler bu âyete dayanarak kadının sesinin de avret olduğuna hükmetmişlerdir. Zira bu âyet, kadınların ayaklarına taktıkları halhaiların sesini duyurmaları yasaklanmaktadır. Kadının sesi, elbetteki halhalin sesinden daha caziptir. Bu yüzden de yasaklanması zarurîdir.
Cessas tefsirinde şöyle demektedir: «Bu âyet kadının yüksek sesle konuşmasının haram olduğuna delalet eder. Çünkü kadının sesi halhal sesinden daha çok fitne uyandırır. Bunun içindir ki mezhebimiz kadının ezan okumasını yasaklamıştır. Bu âyet kadının sesinin yasak olduğuna delalet ettiği gibi, erkeklik hissini uyandırarak fitne ve şüphe doğuracağından kadının yüzüne bakmanın da haram olduğuna delalet eder.» [126]
Hanefiler, kadının sesinin avret olduğuna hükmederken, «Cemaatle kılınan namazda imamı ikaz etmek gerektiğinde erkekler tekbir getirirler, kadınlar ise sağ ellerini sol elleri üzerine vururlar.» hadisini de delil almaktadırlar.
İmam Şafii (ra) ve diğer alimler ise kadının sesinin avret olmadığına hükmetmişlerdir. Zira kadının alış-veriş yapması, şehadette bulunması caizdir. Zira bu hallerde konuşması zaruridir.
Alusî bu hususta şöyle der: «Şafiilerin muteber kitaplarında zikrolu-nan ve benim de katıldığım görüş, kadınların sesinin avret olmadığıdır. Ancak fitneye sebeb olursa o zaman elbetteki haramdır.» [127]
Fitneden emin olmak şartıyla kadınların sesi avret değildir. Zira Resulullah (sav)'ın zevceleri erkeklerle konuşur ve hadis rivayet ederlerdi. Şüphesiz konuştuğu ve hadis rivayet ettiği erkekler arasında onların mahremi olmayan erkekler de bulunmaktaydı. Bunların konuşmalarına hiçbir sahabi de itiraz etmemiştir.
İbni Kesir, «Erkeğin arzusunu tahrik edecek herşey kadına haramdır. Bu yüzden evlerinden çıktıkları zaman kadınların koku sürünmeleri ve bu kokuyu erkeklere belli etmeleri yasaktır. Zira Resululiah (sav), «Haramc bakan her göz zanidir. Koku sürerek erkeklerin yanından geçen kadın da...» [128] buyurmuştur.» demektedir.
Yine kadının kolundaki bilezikleri, ellerini sallayarak belli etmesi haramdır. Erkeklere düşen kadınların dar ve cazip renkli elbiselerle sokağa çıkmalarına, sokağa çıkarken koku sürmelerine ve erkekleri cezbedecek biçimde yürümelerine ve konuşmalarına mani olmaktır. Çünkü Allahu taa-la, «Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamaa düşerler.» ve «{Vakar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahiüyet (devri kadınlarının kınla dö-küle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 32-33) buyurmaktadır.
Fesadın yayılması, ahlakın bozulması, erkeklerin hareketsiz ve gayretsiz kalmalarındandır. Namusunu kıskanmayan kimse müsliiman olamaz. Zira Resulullah (sav), «Üç sınıl insan vardır ki ne cennete girebilir, nede cennetin kokusunu duyabilir. Kendisini erkeklere benzeten kadınlar, devamiı içki içenler ve deyyuslar.» dedi. Ashab-ı kiram, «Deyyus kimdir?» diye sorunca da, «Aile halkını erkeklerden kıskanmayanlardır.» buyurdu.
1- Kadına bakmak zinanın elçisi, fuhşun öncüsüdür. Müminlere yakışan yabancı kadına bakmamaktır.
2- Gözü sakınmak namusu korur, insanlığı fuhuş ve rezaletten temizler.
3- Müslüman kadın ziynetlerini yalnız kocası ve diğer mahremlerine gösterebilir.
4- Müslüman kadtn yabancı erkeklerin görmemeleri için başını, boyun ve göğsünü örtmelidir.
5- Çocukların ve kadınların cinsiyetini bilmeyen, erkeklik gücü olmayan erkeklerin kadınların yanına gelmelerine bir mani yoktur.
6- Erkeklerin bakışlarını üzerine celbedecek herşey müslüman kadına haramdır.
7- Mümin erkek ve kaaıntar tövbe ederek Allah (cc)'a yönelmeli ve İslâm adabı üzere yaşamalıdırlar.
8- İslâmın getirmiş olduğu terbiye sistemj hem ailenin namus ve şerefini, hem de İslâm toplumunu korur.
Allahu taala müminlere gözlerini namahreme bakmaktan sakınmalarını ve namuslarını korumalarını emretmiştir. Kadınlara da, nefislerinin ve cemiyetin fuhuş kirinden temizlenmesi, fesat ve ahlaksızlık çukuruna düşmemesi için nefislerini iğfal edici her türlü sebebten korumalarını emretmiştir.
İslâm, kadına, daha temiz olabilmesi için, erkekten farklı olarak, kocası ve mahremi erkeklerin dışındaki kimselere karşı ziynetlerini açmamalarını emrederek fasık ve facir kimselerin hain gözlerinden korunmaları için şer'i bir örtünme şekli ile örtünmeyi farz kılmıştır.
Ziynetlerin açılması, fitneye sebeb olarak içtimaî ahlakın bozulmasına yol açan en mühim amillerden biridir. Bundan dolayı tslâm kadınlara yabancı erkekler karşısında ziynetlerini açmamalarını' tekiden emretmiştir. Zira tesettür, fitnenin pencerelerini, fuhşun kapılarını kapattığı gibi, zehirli bir ok gibi her iki tarafı da yaralayan hain bakışlara perde olmaktadır. Harama bakmak beşeri arzuların elçisi, fuhşun öncüsüdür. Bu hususta şair çok güzel söylemiştir: «Bütün ahlaksızlığın kaynağı harama bakmaktır. Nitekim alevler de küçük kıvılcımların birikmesinden meydana gelir. Başta görecek göz olduğu sürece, şeriate uyulmadığı takdirde, o gözler güzel kadınlara bakar durur. İnsan herne kadar bir kadına bakmakla sürür duyarsa da kalbine zarar verir. Hemen arkasından büyük zararlar getiren sevinci ne yapayım. Çünkü kadına yöneltilen bakış, sahibinin kalbini bir ok gibi deler.»
Seyyid Kutub Fizilat'de şöyle der: «İslâm, şehvani arzuların hiçbir şekilde galeyana gelmeyeceği temiz bir toplum kurulmasını hedef edinmiştir. Çünkü galeyana gelen bu duygular ancak söndürülmeyecek şehvani arzuların tatmini ile sona erer. Hain bir bakış, heyecan veren bir hareket, çıplak bir vücut, açık ve parlayan bir ziynetin yapacağı tek şey, insanlardaki hayvanı hisleri uyandırmaktır, İşte İslâm, temiz bir toplumun kurulabilmesi için kadın ile erkek arasında gayri meşru birleşmeye vesile olan bütün kapı ve yolları kapamayı gaye edinmiştir.»
Günümüzde yeni bir iddia ortaya atılmaktadır. Bu, kadının ev içinde kullandığı başörtüsü ile dışarıya çıkabileceği iddiasıdır. Bunlara göre yüzün örtülmesi şer'i değildir. Çünkü yüz, avret değildir. Bu iddiayı ortaya atanlar, kendilerini Resulullah (sav)'ın haber verdiği her yüz senede ortaya çıkacak mücedditlerden saymaktadırlar. Bunlar bu iddiaları ile müc-tehid olduklarını, geçmişteki İslâm müctehidleri ile yarışarak İctihadlarda bulunduklarını kabul ettirerek modernist görüşlerinin benimsenmesini, kendilerine uyulmasını istemektedirler. Bu görüşler bilhassa modernistler arasında yaygınlık kazanmaktadır.
Şüphesiz bu görüşün yaygınlık kazanması onların iddialarının doğruluğunu isbat etmez. Bu, insanların hayvani hislerine hitap etmelerinin bir sonucudur. Hayvani hisler de herzaman şehvanî arzularla beraber yürür. Şehvet ise herkeste vardır. Öyleyse bu görüşün revaç bulmasında hayret edilecek bir taraf yoktur.
Bu İddia sahipleri görüşlerinin kitap ve sünnete uygun olduğunu, böyle bir Örtünmenin müslüman kadına emredilen şer'İ örtünmeyi yerine getirdiğini sanıyorlar. Böylece kendilerinin. «Hakikat indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu —biz kitapta İnsanlara onu pek aşikar bir surette bildirdikten sonra— gizleyenler (yok mu?) İşte onlar(ın hali:) onlara hem Allah lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder.». (Bakara: 159) âyetinde ifadesini bulan İlmi ketmenin günahından kurtulduklarım düşünyorlar.
Ben onların hangi günahtan kurtulduklarını bilmiyorum. Çünkü onlar kadının yüzünden hicabını atmasını ve şehvani arzuların kaynadığı, kötülük alevlerinin heryanı sardığı bir toplumda gezmelerini istiyorlar. Bunlardan daha evvel, aynı görüşü bazı sapık fikirli şairler savunmuştu. Nitekim bunlardan biri şöyle demişti: «O güzel başörtüsü ile örtünen güzel kadına de ki, sen bu Örtüyü örtmekle ibadet ehil takva kardeşinin dinini götür-dün. Örtünün parıltısı ile senin yüzünden doğan aydınlık bir araya gelince yüzünün yanıtlamasına hayret ediyorum.»
Bu müceddit taslaklarının İddia ve davaları, şer'i örtüyü atmış, İslâ-.mi adaba muhalefet ederek sokaklarda cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılarak gezen kadınlara vücudlarını örtmelerini, buna karşılık yüzlerini ' açmalarını teklif etmiş olsalar bir dereceye kadar haklılık kazanabilir, hoş görülebilir. Çünkü İslâm kanunları da tedrici olarak gelmiştir. Fakat bunlar davetlerini bunlara değil, bilakis Allanın emrettiği şekilde her taraflarını kapattıkları gibi yüzlerini de kapatan kadınlara yapıyorlar. Bu mümin kadınların da yüzlerini açarak kadınlık vekarlanndan soyunmalrını istiyorlar.
Bu husustaki tek dayanakları da yüzün avret olmadığı görüşüdür.
Burada ben, Resulullah (sav)'m savaşlarından birinde oğlu şehid olan 1 mümin kadının kıssasını hatırlatmak istiyorum: Kadın yüzü örtülü olduğu "'halde cenazeler arasında şehid olan oğlunu arıyor. Ona, «Yüzündeki bu "örtü ile oğlunu nasıl bulacaksın?» diyorlar. Bu söze karşı kadın, «Çocuğu-" mu kaybetmem, hayamı kaybetmem kadar ağır değildir.» cevabını veriyor.
Müslüman kadından din namına yüzünü açmasını İsteyen bu İddia sahiplerine ve benzerlerine hayret ediyorum. Bilhassa ahlaksız insanların oâaldığı ve ahlaksızlığın ortalıkta kol gezdiği günümüzde bunu nasıl İşeyebilirler?
Bu müceddit ve müctehid taslaklarına sesleniyorum: Siz, doğru yolu şaşırdınız. İslâmı ve şeriatln hükümlerini doğru anlamıyorsunuz. Sizinle aklî ve şer'î mantıkla konuşuyorum. Fakihlerden yüzün avret olmadığını söyleyenler, fitneden emin olmak şartını öne sürüyorlar. Onlara göre de eğer fitneden korkulursa yüzün açılması haramdır. Şimdi soruyorum size, siz günümüzde fitneden emin misiniz?
islâm, kadına, fitne korkusu ile yabancı erkekler karşısında avretinden herhangi bir yerini açmasını haram kılmıştır. İslâm kadının saçlarını ve ayaklarını örtmesini emrederken yüzünün ve ellerinin açılmasına müsamaha etmesi düşünülebilir mi?
Ey modernistfer! Size diyorum! Erkekleri yüz mü yoksa ayaklar mı daha çok iğfal eder? Aklınızı başınıza toplayın. Halka dini işlerde herhangi bir şüphe sokmayın. O İslâm ki ayakiarındaki halhalların sesleri duyulmasın diye kadınlara ayaklarını yere sert vurmayı yasaklamış, ziynetlerinden herhangi birşeyin açılmasını haram kılmıştır. Nasıl ofur da güzelliğin esası ve fitnenin kaynağı olan yüzün açılmasına müsade eder? [129]
Mevzuyu Mevdudi'nin Nur Suresi Tefsin isimli kitabındaki âyetin «bunlardan görünen kısmı müstesna» bölümü hakkındaki açıklamalarıyla bitiriyorum :
«Âyet-i kerimedeki bu cümle, kadınların ziynetlerini kasdi olarak açmalarının caiz olmadığına delalet eder. Şu varki, kendi kasıtları olmadan açılmaları hal) müstesnadır. Birde, dıştan giydikleri çarşaf ve benzeri giysileri gizlemeleri mümkün değildir. İşte bu üstten giyilen çarşaf ve benzeri giyeceklerin görünmelerinde bir beis yoktur. Âyetin bu şekildeki tefsiri Abdullah İbni Mes'ud (ra) ve Hasan-ı Basrî (ra) gibi kimselerden de rivayet edilmiştir.
«Başka bazı kimseler ise âyetten yüz ve elin açılabileceği hükmünü çıkarırlar. Bunlara göre âyetteki «görünen kısımsdan maksat, insanın adet üzere açabileceği kısımdır. Buna göre, kadının yüzü ve elleri üzerlerindeki ziynetle birlikte açmak caizdir. Yani, kadının gözünün sürmesi, yüzünün makyajı, kınası, yüzüğü, bileziği açık olarak gezmesi caizdir.
«Bize göre âyetteki «görünen kısım müstesna» ifadesinden bu mana ,ve sonucun çıkarılması-caiz değildir. Çünkü âyetteki ifade, kendi kendine i; kasıtsız olarak görünen kısım anlamındadır. Kendiliğinden görünmekle in-^ sanın kasdi olarak açıp göstermesi arasında açık bir fark vardır. Zira eâyet sarih olarak ziynetlerin açılmasını haram kılmıştır. Ancak kasıtsız ..olarak açılması halini istisna kabul etmiştir. Bu İstisnayı genişleterek kas-t den açma haddine ulaştırmak Kur'ana ve Resulullah (sav)'tûn rivayet edilen sahih hadislere muhalefet etmektir.
«Resulullah (sav) zamanında kadınların yabancı erkeklere karşı yüzlerini açtıkları tesbit edilmemiştir. Çünkü hicab emri yüzü de içine almaktadır. O zaman yüzün örtüsü, kadının elbisesinin bir parçasıdır. Yalnız hacda ihramda iken yüz ve ellerin açılması mubahtır. Kadınların yüz ve elleri açık olarak yabancı erkekler karşısına çıkmalarını mubah görenlere hayret ediyorum. Onlar yüz ve eller avret değildir demektedirler. Halbuki hicabla setr-i avret arasında büyük bir fark vardır. Avret, kocanın dışındaki mahrem erkekler karşısında da açılması caiz olmayan şeye denir. Hicab ise isetr-i avretin üzerine giyilen örtüye denir.»
32 — İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar. Allanın flutfu) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.
33 — Nikaha (evlenmeye imkan) bulamayanlar Allah kendilerini fazlından zengin kılıncaya kadar, (zinaya karşı) iffetlerini korusun. Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin, onlara Allanın verdiği maldan verin. Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak İsterlerse, siz fuhşa mecbur etmeyin. Kim onları (buna) mecbur ederse şüphesiz ki Allah onlara (o cariyelere) kendilerinin zorlamalarından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
34 — Andolsun ki biz (din hükümlerini) açık açık bildiren âyetler, sizden evvel gelip geçmiş olanlardan misaller, takvaya erenler İçin de öğütler İndirdik.
(El eyâmâ): Eyyama, eyyim'in çoğuludur. Eyyim. evli olmayan kadın veya erkek demektir.
(İbâdiküm): Abid, köle demektir. (Vâşiün): Vasi, çok zengin demektir.
(Alîm): Alîm, halkın ihtiyacını ve herşeyi hakkıyla bilen. Cenabı Hakkın İsimlerinden biridir.
(Velyesta'fif): İffet kökünden türeyen ve namuslu olmayı ifade eden bir fiildir.
(el-kitab); Kitab, yazılan şey demektir. Âyette ise kölenin belirli bir meblağ karşılığında azad edilmesi demektir.
(Hayren): Hayır, salih amellere denildiği gibi mala da denilir. Buradaki anlamı ise sahih olan kavle göre salih, emniyet ve vefa sahibi kimsedir.
(Feteyâtlküm);
Feteyât, fetât'ın çoğuludur. Genç
(El bigâi): Biga kelimesi kadınların zina etmesi cariyeler demektir.
(Tahassünen); İffet anlamındadır. (Arada! hayati): Hayat, meta demektir.
(Ayalin mübeyyinatin): Apaçık âyetler.
Allahu taala genç ve hür erkekleri evlendirmeyi emrederek şöyle buyurmaktadır : Ey müminler, aranızdaki hür erkek ve kadınlardan bekarları evlendirin. Köle ve cariyelerinizden salih olanları da. Şayet evlendireceğiniz bu bekarlar fakir iseler şüphesiz Allah (ccj onları fazlından zengin eder. Onların fakirlikleri evlendirmeniz için bir mani teşkil etmesin. Allahu taala çok cömert ve fazlı geniştir. Kullarından dilediğine bol rızık verir İnsanların hiçbir hali O'ndan gizli değildir.
Allahu taala, maddî ve içtimai sebeblerle evlenme imkânı bulomayan gençlere, fazlından zengin kılmcaya kadar, fuhuştan ve Allah (cc)'ın haram kıldığı şeylerden uzak kalmalarını emretmektedir. Zira kul, Allah (cc)r-ın yasaklarından sakındığı takdirde Allahu taala onlara sıkıntılarından bir çıkış yolu verir. Zira Allahu taala', «Kim Atlahtan korkarsa O, kendisine (her) işinde bir kolaylık verir.» (Talak: 4) buyurmaktadır.
Allahu taala, efendilere, kölelikten kurtulmayı isteyen kölelerle mükatebe yapmayı ve onların hürriyetleri karşılığı verecekleri malın da kabul edilmesini emretmektedir. Cariyelerin de efendileri tarafından cahiliye devrinde olduğu gibi para kazanmak için fuhşa zorlanmalarını yasaklamaktadır. Haddi tecavüz ederek cariyelerini fuhşa.zorlayanlar için elim bir ozab hazırladığını ve zinaya zorlananların günahlarını bağışlayacağını beyan etmektedir.
Aliahu taala kullarına doğru yolda yürümeleri için açık açık âyetler, tafsilatlı hükümler ve hadler beyan etmiştir. Kulların hayır ve saadetleri bu âyetlerin gösterdiği hüküm ve hududlara bağlıiıklarındadır. İbret alınması için geçmiş ümmetlerden de birçok misaller yermiştir. Takva sahib-lerl için de öğütler indirilmiştir.
1- Süyuti Abdullah bin Sebih'ten, o da babasından şöyle rivayet etmiştir: «Ben, Hüveyt bin Abdülızzi'nin kölesiydtm. Ondan mükatebemi istedim. Mükatebe yapmadı. Bunun üzerine Allahu taala, «Etlerinizin malik olduğu {köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenleri...)» âyetini inzal buyurdu.» [130]
2- Müslim Sahih'inde Cabir bin Abdullah'tan şöyle rivayet eder: «Abdullah bin Übey bin Setûl'ün Museykete ve Ümeymete isminde iki cariyesi vardı. Bunları para karşılığı fuhşa zorluyordu. Gidip Resulullah (sav)'a şikayet ettiler. Sunun üzerine, «Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi... fuhşa mecbur etmeyin.» âyeti nazil oldu.» [131]
Diğer bir rivayete göre, Abdullah bin Übey bin Selûl, adı geçen cariyelerini döverek fuhşa zorladığında onlardan bir tanesi, «Eğer yapacağımız iş hayırsa bunu çok yaptık. Şer ise artık bırakma zamanımız gelmiştir.» diyerek Resulullah (savj'a şikayet eder. Bunun üzerine, «Dünya hayatının geçici melaını...» âyeti nazil olur.
3- Taberî Mücahid'den şöyle rivayet eder: «Araplar cahiliye devrinde gene cariyelerine zorla fuhuş yaptırırlardı. Kazandıkları parayı da kendileri alırdı. Abdullah bin Übey bin Selûl'ün fuhuş yaptırdığı bir cariyesi vardı. O fuhşu çirkin bularak bir daha yapmayacağına yemin etti. Yine zorlanınca yeşil bir aba karşılığı zina yaparak abayı efendisine getirdi. Bunun üzerine, «Dünya hayatının geçici metaını...» âyeti nazil oldu. [132]
Mukatil, «Abdullah bin Übey bin Selûl'ün zorla zina yaptırdığı bir ca-"riyesi vardı. Bu âyet onun için nazil oldu.» der.
Bütün rivayetler gösteriyor ki, cariyelerini zinaya zorlayan kimse, münafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl'dür.
Bu âyetleri», önceki âyetler arasındaki münasebet
Allahu taala öncekj âyetlerde fuhuştan, zinadan, kadınlara bakmaktan, kadınlarla bir arada bulunmaktan, avret mahallerinin açılmasından, ziynetlerin gösterilmesinden, evlere izinsiz girmekten ve her türlü ahlak bozucu ve fesada düşürücü kötülüklerden müminlerin kaçınmasını emretmişti. Bu âyet-i kerimelerde ise evlenmeyi teşvik ederek evlenenlere yardım etmeyi emretmektedir. Çünkü evlilik mümini zinadan koruyan, iffetini tahakkuk ettiren ve günahtan uzak tutan hayırlı tek yoldur. Bununla beraber insanoğlunun neslinin çoğalmasını sağlayan tek vasıta ve fazllet-;i bir toplumun temelidir. İşte bunun içindir ki, âyet-i kerîme genç erkek ve kızların evlilik yoluyla iffetlerini korumalarını teşvik etmektedir. Evlilik hususunda maddî ve İçtimai engellerin de mutlaka ortadan kaldırılacağına işaret etmektedir.
Birinci incelik : «İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden satih olanları evlendirin.» âyeti, takva ve salahın kıymetine işaret etmektedir. Allah (cc) katında insan mal ve mevkii ile değil, din ve takvası ve salahı ile kıymetlidir. Nitekim Allahu taala, «Akibet, hic şüphesiz takvaya erenlerindir.» {Hud: 49) buyurmaktadır.
Zemahşerî: «Bu âyet evlenmeyi niçin köle ve cariyelerin salih olanlarına tahsis etmiştir diye sorulursa, derim ki: Onların dinlerinin ve salih hallerinin korunması içindir. Zira köle ve cariyelerin salihlerine efendileri şefkat göstererek kendi evladları gibi sever ve korurlar. Bunun içindir ki salih oluşlarından dolayı İslâm da buniara ayrı bir önem vermiştir. Köle ve cariyelerin müfsidleri ise bunun aksinedir.» [133] der.
İkinci incelik: «Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar» âyetinde Allahu taala kendi nefsini haramdan korumak için evlenme yoluna gidenleri kendi fazlından zengin yapacağını vadetmlştir. Birçok sahabinin de âyeti böyle anladıkları nakledilir. Hatta Ebubekir Sıddık (ra), «Atlahu taalan:n nikah hususundaki emrine itaat edin ki size vadolunan zenginliğe hemen ulaşasınız.» demiştir.
Hz. Ömer ve İbni Abbas (ra)'ın da «Rızkınızı nikahla arayın.» dedikleri rivayet edilmiştir. Buna karşılık çok evli olduğu halde yine de fakir olanlar veya zengin iken evlendikten sonra fakir düşen kimseler olduğu söylenebilir. Unutulmamalı ki, Allah (cc)'tn bu vaadi meşiyyetine .bağlıdır. Nitekim Allahu taala, «Eğer fakirlikten korkarsanız Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir.» buyurmaktadır. Mevzumuz âyette herne kadar Allah (cc)'ın dilemesini İfade eden birşey yoksa da âyetin sonundaki, «Allanın (lütfü) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.» cümlesi Allah (cc)'ın dilemesinin mukadder olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «lutfu bol, cömertliği bol» dememiş, «(lutfu) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.» demiştir. İşte âyetin sonundaki bu ifade, «Kulları hakkında neyin hayırlı olduğunu bilendir.» anlamına gelir. Şu halde Allah (cc) hikmeti ve kulun maslahatına göre dilediğini zengin, dilediğini fakir eder. Nitekim hadis-l kudside, «Şüphesiz kullarımdan öylesi vardır ki, fakirlik onun hakkında daha hayırlıdır. Eğer onu zengin etsem, güzel hali bozulur.» ifadesi varid olmuştur.
Zenginlik ile nikah arasındaki bağlantının hikmeti ise halktan bazılarının hayaline gelen çocuklar mutlaka fakirliğe sebeb olur yanlış zannını ortadan kaldırmaktır. Zira Allahu taala kulunun nüfusu kalabalık bile olsa onu zengin etmeye muktedirdir. Böyle olduğu gibi bekar da olsa onu fakir edebilir. Öyleyse evlenmek insanın fakirliğine, bekarlık ise zenginliğine vasıta olmaz. Şüphesiz Allahu taalo kuvvet sahibi ve rezzaktır: «Kim Allah-tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtuluş) çıkış yeri ihsan eder. Onu hatır ve hayaline gelmeyecek bir cihetten de nzıklandırır.» (Talak: 2-3)
Üçüncü incelik: «Nikaha (evlenmeye imkân) bulamayanlar... (zinaya karşı) iffetlerini korusun.» âyeti, evlenme imkânı bulamayan gençleri, Allah (cc) onlara evlenme imkanlarını halkedene kadar nefislerini haramdan kcrumaya davet etmektedir.
Dördüncü incelik: «Onlara Allanın size verdiği maldan verin.» âyetinde latif bir işaret vardır. Zenginlerin elindeki servet, yalnızca onlara e-manet edilen Allah (cc)'ın malıdır. Allahu taala o malı güzel kullanmak ü-zere onları vekil kılmıştır. Zira Allahu taala, «(Allahm) size (tasarruf için) vekalet verdiği (maf)dan (O'nun uğrunda) harcayın.d (Hadid: 7) buyurmaktadır. Malın hakiki maliki ancak Allahu taaladır. Zenginler ise malın hakiki sahibi değildirler. Mal ancak onlara bırakılan bir emanettir.
Beşinci incelik: «...Eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse» cümlesi antiparantez bir cümledir. Bu cümleden maksat, efendilerin cariyelerini fuhşa zorlamaları halinde ne kadar kötü bir iş yaptıklarını bildirmektedir. Zira esas olan, cariyeler fuhşa meyletseler bile, efendilerin onları korumasıdır. Efendiler cariyelerini zorlamasalar, yalnızca davet etseler bile son derece alçakça bir İş yapmış olurlar. O halde onlar, kendilerini fuhşa davet eden efendilerinden daha hayırlı, daha şerefli ve daha temizdirler. Çünkü onlar iffetli yaşamayı fuhşa tercih etmektedirler. Bu tercihleriyle de namuslu, haysiyetli ve şerefti insanlar olduklarını İsbat etmektedirler.
Ebussuud şöyle der: «En az şerefli ve haysiyetli bir kişi bile kendi ha-rımlnde olan cariyesini fuhşa değil zorlamak, razı bile olamaz.» [134]
Altıncı incelik; «Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye..» âyeti, efendilerin cariyelerini zinaya zorlamalarının ne kadar çirkin birşey olduğuna işaret eder. Zira insanın sahip olduğu en şerefli şey namus ve haysiyetidir. Onlar ise bu yüksek şerefi, elden çıkması her an mümkün olan dünya metaı ile değiştirmektedirler.
Yedinci incelik: «Şüphesiz ki Allah onlara kendilerinin zorlanmalarından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.» âyeti, Allah (cc)'ın mağfiret ve rahmetinin zinaya zorlanan cariyeler için olduğuna işaret etmektedir. Onları fuhşa zorlayanlara gelince, onlara da Allah (cc)'ın laneti ve azabı vardır.
Hasan-ı Basrî (ra), bu âyeti okuyunca, «Vallahi o mağfiret ve rahmet —üç kere tekrarlayarak— o cariyeleredir.» demiştin Âyetteki «zorlanmalarından sonra da» ifadesi de bunu teyid etmektedir. Çünkü cariyeler bu işi zorla yapmaktadırlar. Bunun için onlardan azab kalkmıştır. Günah ve azab onları zorlayanlarındır.
Ebussuud Efendi bu hususta şöyle der: «Mağfiret ve rahmetin fuhşa zorlanan cariyelere tahsis edilmesi, açıktan, onları zorlayanların Allah (cc)'ın mağfiret ve rahmetinden tamamen uzak olduklarına işaret etmektedir.» [135]
Bazı alimlere göre, «İçinizden bekarları... evlendirin.» âyetinin muhatabı bütün ümmettir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Ey müminler, bekar hür erkek ve kadınları evlendirin.» olur.
Diğer bazı alimlere göre âyetin muhatabı yalnız veliler ve efendilerdir.
Başka bir kısım afime göre ise, âyetin muhatnbı evli olmayan kimselerdir.
Kurtubî şöyle der: «Âyet yalnız velilerle efendilere hitab etmektedir. Bir görüşe göre de âyetin muhatabı bekarlardır. Sahih olan birincj görüştür. Şayet bekarlara hitab etseydi, «evlendirin» kelimesi yerine «evlenin» kelimesi kullanılırdı.» [136]
Bu görüşlerden tercihe en şayan olan, bütün ümmeti muhatab aldığını söyleyen görüştür. Öyleyse müslümanlara düşen görev, gençler İçin evlilik İmkanlarını kolaylaştırmak, evliliğe mani olan engelleri ortadan kaldırmaktır. Zira evlilik insanları ve nesli haramdan korunmanın tek yoludur.
«Evlendirin.» emrinden maksat, yalnız nikah akdini icra etmek değil, akde götürecek imkanları hazırlamaktır. Zira âyette bekarlığı ifade eden «eyyamĞ» kelimesi, ister büyük, ister küçük olsunlar evli olmayan bütün bekarları ifade eder. Şurası muhakkaktır ki yetişkin bir erkeğin velisi olamaz. Çünkü o, kendi kendisinin velisidir. Buna göre âyetteki «evlendirin» emrinden maksat, evlenenlere yardım etmek ve evliliği kolaylaştırmaktır. Zira Resulullah (sav), «Size dinini ve huyunu beğendiğiniz birisi geldiği zaman onu evlendirin. Eğer evlendirmezseniz yeryüzünde fitne ve fesat yayılır.» buyurmuştur. [137]
Fakihler evlenmenin hükmü üzerinde ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.
Zahirîler, evlenmenin farz olduğu görüşündedirler. Bunlara göre evlenmeyen bir kimse günaha girmiştir.
Şafülere göre evlenmek mubahtır. Evlenmeyene de hiçbir günah yoktur.
Cumhura (Hanefi, Maliki ve Hanbeliler) göre evlenmek farz değil müs-tahabtır.
Zahirilerin delilleri:
Zahirîler, âyetteki «evlendirin» emrinin evlenmeyi farz kıldığı görüşündedirler. Çünkü evlilik' nefsi haramdan korumak içindir. Nefsi haramdan korumak ise farzdır. Dolayısıyla evlenmek de farzdır. Evlenmeyen kimse günaha girmiş olur.
Cumhurun deliller):
Cumhura göre, selef alimlerinden evliliğin farz olduğu yolunda bir nakil yoktur. Onlardan gelen haberler, evliliğin müstahab olduğu yolundadır. Cumhur görüşlerini aşağıya özetle alacağımız delillere de dayandırmaktadır :
1- Eğer evlilik farz olsaydı Resulullah (sav) ve seleften yaygın ve meşhur rivayetler gelirdi. Çünkü evlenme ihtiyacı umumidir. Bu sebeble gerek Resulullah (sav) devrinde, gerek sahabiler devrinde evlenmeyen hiçbir genç kalmazdı. Halbuki biz gerek Resulullah (sav) devrinde, gerek daha sonra evlenmeyen erkek ve kadınlar olduğunu biliyoruz. Resulullah (sav) da bunların evlenmemelerine karşı çıkmamıştır. İşte bu nakil evlenmenin farz olmadığına delalet etmektedir.
2- Eğer evlilik farz olsaydı velilerin evli olmayan dul kızlarını evlenmeye zorlamaları caiz olurdu. Halbuki şer'an dul bir kadını evlenmeye zorlamak caiz değildir. Zira Resulullah (sav), «Dul bir kadın kendisinden izin alınmadan evlendirilemez.» buyurmuştur.
3- Cessas: «Evlenmenin müstahab olduğuna, efendilerin köle ve cariyelerini evlenmeye icbar edemeyecekleri üzerinde bütün alimlerin İttifak etmeleri de delalet etmektedir. Zira âyet, bekarlarla birlikte köle ve cariyelerden salih olanlarının da evlendirilmesini emretmektedir. Bu da delalet ediyor ki evlenmek veya evlendirmek ister hür, ister köle olsun müstahabtır.» [138]
4- Resulullah (sav), «Kim benim fıtratımı severse benim sünnetimi işlesin. Nikah da benim sünnetimdir.» [139] buyurmuştur.
5- Resulullah (sav), «Doğurgan bir nesilden sevimli kadınlarla evlenin. Zira kıyamet gününde diğer peygamberlere karşı çokluğunuzla iftihar ederim.» [140] buyurmuştur.
Şafitlerin delilleri :
Evlilik yemek-icmek gibi bir ihtiyacı gidermek ve tat almak içindir. Bunlar ise mubahtır. Dolayısıyla evlilik de mubahtır.
Sahih olan cumhurun görüşüdür. Yani evlenmek müstahabttr. Çünkü Resululiah (sav), sahih ve meşhur olan bir hadiste, «Nikah benim sünne-timdir. Kim benim sünnetimi İşlemezse benden değildir.» [141] buyurmuştur.
Şurası unutmamalı ki, fakih ve alimlerin nikah üzerindeki ihtilaflı görüşleri ancak insanın haram işlemekten emin olduğu haller için geçerlidir. Zina yapmaktan korkutursa o zaman evlenmek farzdır. Zira nefsi haramdan korumak farzdır.
Kurtubt şöyle der: «Evliliğin hükmü insanın halinin değişmesiyle değişir. Mesela zinaya düşmekten ve sabredememekten korkan birisi İçin evlenmek farzdır. Sabredebilecek olan ve zinaya düşmek korkusundan e-min olan kimse için ise evlenmek müstahabtır. Evlenmeye gücü yeten ve evlenmeyi arzu eden kimseler için evlenmek müstahabtır. Bir hürle evlenmeye güç yetiremeyenlerin mümkün mertebe nefislerini korumaları farzdır.» [142]
Şafiifer, «İçinizden bekarları... evlendirin.» âyetine dayanarak velilerin baliğe olan bekarları rızasını almadan evlendirebileceğl görüşündedirler. Zira ayetin umumi ifadesi buna delalet etmektedir. Eğer, «Dul bir kadın kendisinden İzin alınmadan evlendirilemez.» hadisi olmasaydı veliler, İzin almadan dulları da evlendirme hakkına sahip olurlardı.
Cessas: «İçinizden bekarları... evlendirin.* âyeti yalnız kadınlara has değildir. Bu ifade kadın ve erkekleri birlikte içine almaktadır. Eğer veliler baüğ olan bekarları zorla evlendirme hakkına sahip olsalardı, Re-sulullah (sav), onların evlenmeleri hususunda izin alınmasını emretmez-di. Zira Resulullah (sav), «Bekar bir kızın evlendirileceği haberine karşılık sükut etmesi izin verdiğine delalet eder.» buyurmuştur. İşte bu hadisten de anlaşılıyor ki, baliğe olan bekar kızları kendilerinden izin almadan evlendirmek caiz değildir.
«Hbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Arapların Bekr kabilesinden bir baba ile kızı Resulullah (sav)'a geldiler. Baba kızını kendisinden izin olmadan evlendirmiş ve kızı İle arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Resulullah (sav) kıza, «Babanın yaptığına izin ver.» dedi.» Bu hadis de baliğe olan bekar kızdan evliliği hususunda İzin almanın farz olduğuna delalet etmektedir.» [143]
Şafii ve Hanbelî fakihlerine göre, kadın kendi başına nikah akdi yapamaz. Yaptığı takdirde yapılan nikah geçerli, değildir. Zira Allahu taala, «İçinizden bekarları... evlendirin.» ve «Müşrik erkerlere de onlar iman e-dlnceye kadar (mümin kadınları) nikahlamayın.» (Bakara: 221) buyurmuştur. Bu iki âyette de Allahu taaia, kadınlara değil erkeklere hitabetmiştir. Bu hitap, evlilik hususunda salahiyetin erkeklere verildiğini göstermektedir.
Eğer kadınların kendi başlarına evlenmeleri caiz olsaydı, velilerin velayet hakları düşmüş olurdu. Evlilik çok çeşitli maksatlar için yapılır. Kadın İse çoğu zaman kadınlık duygularının tesiri altında kalmaktadır. Bu yüzden ona evlenmek muhtariyeti verilemez. Evlilik maksatlarının daha kamil biçimde tahakkuk etmesi için evlilik işi kadınların velilerine verilmiştir.
Şafii ve Hanbelilerın görüşleri itim ehlinin ekserisi tarafından da tercih edilmiştir. Sahih olan görüş de budur. Şurası var ki, âyetteki hitap yalnız velilere değil, bütün ümmetedir. Yani Allahu taala bütün müminlere evlenmek isteyenlere yardımcı olmalarını emretmiştir. Müslümanlara düşen görev, evlilik hususunda birbirlerine yardım ederek İslâm toplumunda bekar erkek ve kadın bırakmamaya çalışmaktır.
Evlilik akdinin hükmü bu âyetten değil, Resulullah (sav)'ın sünnetinden alınmıştır. Zira Resulullah (sav), «Nikah ancak veli ile yapılır.» [144] buyurmuştur. Bir başka hadiste de, «Hangi kadın velisinden izin almadan nikahlanırsa onun nikahı batıldır.» [145] buyurmuştur.
Alusî, şöyle demektedir: «Benim görüşüme göre, âyetteki «evlendirin» emrinin manası, evliliği kolaylaştırmak ve yardımcı olmaktır. Nikahta salahiyetin velilere verilmesinin sahih oluşu bu âyetten değil, diğer deliller İle anlaşılır.» [146]
Bazı Hanefi alimleri, «içinizden bekarları... evlendirin.» âyetinin zahiri anlamına dayanarak, hür»bir erkeğin bir cariye ile nikah akdi yapmasını kayıtsız şartsız caiz görmüşlerdir. İsterse bu erkek, hür bir kadın, alabilecek kadar zengin olsun
Şafiilere göre ise, âyetteki, «evlendirin» umumi ifadesi hür bir erkeğin bir cariye ile nikah akdi yapmasına delalet etmez. Ancak hür bir kadınla evlenme gücüne sahip değilse o zaman bir cariye ile evlenebilir. Zira At-lahu taola, «Sizden kim hür-ve müslümon kadınları nikahla alacak bfr bolluğa güç yetlştiremezse o halde sağ ellerinin malik olduğu mümin cariyelerinizden (alsın).» (Nisa: 25) buyurmaktadır. Bu âyet hususi bir hüküm ifade ettiğinden, umumilik ifade eden âyete takdim edilir. Öyleyse ancak hür ve müslüman bir kadınla evlenmeye güc yetiremeyen erkekler mümin bir cariye ile evlenebilirler.
Alimler, «...Kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin.»
âyetine dayanarak efendinin köle ve cariyesini kendilerinden izin almadan evlendirme salahiyetine sahip olduğuna hükmetmişlerdir. Zira bu âyet, efendiye köle ve cariyesini evlendirme yetkisi vermekte, onlardan izin alma şartını da koymamaktadır.
Alimler yine bu âyete dayanarak köle ve cariyelerin efendilerinden İzinsiz .olarak evlenemeyeceklerine hükmetmişlerdir. Eğer efendilerinden İzin almadan evlenirlerse, efendilerinin üzerlerindeki sahiplik hukukunu tanımamış olurlar. Üstelik böyle bir durumda kölenin evleneceği kadının geçimini kimin temin edeceği de bilinemez. Bu görüşü, «Hangi köle efendisinden izin almadan evlenirse zanidir.» [147] hadisi de teyid etmektedir.
Kurtubî şöyle der: «Alimlerin ekserisine göre efendi, köle ve cariyesini zorla evlendirebilir. İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin görüşü de budur. İmam Şafii (ra)'ye göre ise efendi kölesini zorla evlendiremez. Şafiilere göre köle de hür insanlar gibi mükelleftir. Bu sebeble evlilik hususunda zorlanamazlar. Kölenin mükellef oluşu, onun kamil bir İnsan olduğuna delalet eder. Maliki alimleri, kölenin malikiyeti, efendinin sahipliği yanında yok hükmündedir, görüşündedirler. Kölenin efendisinden izin almadan evlenemeyeceği hususunda icma edilmiştir.»[148]
Alimler, «Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar.» âyetine
dayanarak, fakirlik sebebiyle nikah akdinin feshedilemeyeceğlne hükmetmişlerdir. Zira Allahu taala fakirliği nikaha mani olacak hallerden saymamıştır. Bilakis fakirleri evlenmeye teşvik etmiş, onların zengfnleştirileceği-nj vadetmiştir. Madem ki fakirlik nikaha mani bir sebeb sayılmıyor, evliliğin bozulmasına da sebeb olamaz.
Nekkaş, şöyle der: «Bu âyet, «Koca fakir düştüğü takdirde kadı ondan ailesini ayırır.» diyenlerin iddialarını reddeder. Hatta onların aleyhine bir delil teşkil eder. Zira Allah taala, «Allah onları fazlıyla zengin yapar.» buyurmuş, «Allah (cc) onları birbirinden ayırır.» dememiştir.»
Kurtubî de şöyle der: «Fakirliğin ayrılma sebebi olduğu yolundaki görüş zayıftır. Bu âyet, nafakasından aciz olacak kadar fakir olanlar hakkında bir bir hüküm getirmemektedir. Ancak evlenen fakirlerin Allah (cc) tarafından zengin edileceklerine dair bir vaad ifade etmektedir. Fakat zengin bir kimse evlendikten sonra karısının nafakasını veremeyecek kadar fakir düşerse o zaman onların ayrılmaları cihetine gidiiir. Zira Allahu taala, «Eğer (karı koca) birbirinden ayrılacak olurlarsa Allah herbl-rini fazl ve keremiyle İhtiyaçtan vareste kılar.» (Nisa: 130} buyurmuştur.
«Mevzumuz âyet fakirlerin evlendirilmelerine delil teşkil eder. Fakirin fakirliği sebebiyle evlenmek istememesi de doğru değildir. Zira onun rızkı Allah (cc)'a aittir. Resululiah (sav), kendisine hibe edilen bir kadını, bir * peştemalden başka hiçbir şeyi olmayan birisiyle evlendirdi ve kadın nikahtan sonra nikahın feshi yoluna gitmedi. Zira evlendiği kimse baştan fakirdi. Şayet baştan zengin olsa ve sonradan fakir düşseydi ayrılma İsteğinde bulunabilirdi.» [149]
«İçinizden bekarları ve kölelerinizden cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar.» âyeti, kız babalarına, kızlarına talib olan temiz, ahlaklı, mazbut gençleri fakirliklerinden dolayı geri çevirmemelerini tavsiye etmektedir. Çünkü mal gelip geçicidir. Allah (cc) da fazlıyla herkesi zengin yapmaya muktedirdir.
Bu âyetten anlaşılıyor ki, yetişkin bir genç evlenmek İçin zengin olmayı beklememelidir. Allah (cc)'a tevekkül ederek —kazancı az bile olsa— hemen evlenmelidir. Çoğu zaman evlilik insanfarın hayatını düzene sokar, daha çok çalışmalarına ve kazanmalarına vesile olur. Zaten Allahu taala da haramdan korunmak için evlenenlere yardım edeceğini vadetmektedlr. Nitekim Resulullah (sav} da, «Üç sınıf insana Allah (cc)'ın yardımı haktır: Kendini haramdan korumak için evlenene, ödemek niyetiyle efendisiyle mükatebe yapan köleye ve yalnız Allah İçin savaşanlara.» [150] buyurmuştur.
Âyette fakirliğin nikahı bozup bozmama vo'ur.Ja bir sebeb olduğuna delalet edecek hiçbir şey yoktur.
Bazı alimler, «Nikaha (evlenmeye İmkan) bulamayanlar Al I oh kendilerini fazlından zengin kılıncaya kadar (zinaya karsı) İffetlerini korusun.a âyetine dayanarak mut'a nikahının batıl olduğuna hükmetmişlerdir. Şayet mut'a nikahı sahih olsaydı, nikah imkanından mahrum olan bir gene için Allahu taala «isdl'faf» (korunma)yı, onu fazlından zengin edinceye kadar beklemeyi emretmezdi. «Korunma» emri, nikah imkanı bulamayan herkes için geçerlidir.
Mut'a nikahı sahih olsaydı, Altahu taala onu sarih bir biçimde emir buyururdu.
«Mükatebe», şer'î ıstılahta kişinin kölesi ile, hürriyetine karşılık taksitle ödeyeceği bir para üzerinde yazılı anlaşma imzalamasıdır. Mükatebe iki sekili'e yapılır:
1- Köle mükatebe ister, efendisi de kabul eder. «Mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin.» âyeti buna işaret ekmektedir.
2- Köle mükateb^ ister, fakat efendisi kabul etmez. Bu durumda mükatebe yapılıp yapılmayacağı hususunda ihtilaf vardır. Zahirîlere göre köle mükatebe istediği takdirde efendinin mükatebe yapması farzdır.
Fukahanın cumhuruna göre ise, köle mükatebe istediği,takdirde efendinin mükatebe yapması farz değil, sünnettir.
Zahirilerin delilleri:
Zahiriler, kitabetin farz olduğuna dair Kur'an ve hadisten şu delilleri getirirler:
Kur’an'dan delilleri: «Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız, kitabete kesin.» âyetidir, Zahirilere göre bu âyetin nüzul sebebi de bu forziyete delalet eder. Çünkü bu âyet, Hüveyd bin Abdülızzî'nin kitabet İsteyen Sebih ismindeki kölesi hakkında nazil olmuştur.
Sünnetten delilleri: Enes bin Malik (ra)'ten rivayet edilmiştir: «Şirin isimli kölem benden mükatebe isledi. Kabul etmedim. Giderek Hz. Ömer'e şikayet etti. Hz. Ömer bana gelip kırbacıyta tehdit ederek «Ellerinizin malik olduğu...» âyetini okudu. Bunun üzerine kölemle kitabet yaptım.»
Davud-u Zahirî: «Eğer kitabet farz olmasaydı, Hz. Ömer, Enes bin Malik (ra) üzerinde kırbaçla durmazdı.» der. Davud-u Zahiri'nin bu görüşü, tabiinin bazılarından —Ata (ra), İkrime (ra), Mesruk (ra), Dahhak (ra)— da nakledilmiştir.
Cumhurun delilleri;
Fukahanın cumhuru (Hanefiler. Malikiter, Şafiiler ve Hanbeliler), kitabetin sünnet olduğuna dair şu delilleri getirirler:
1- Allahu teala, «...Mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız, kitabete kesin.» âyetinde kitabeti efendinin kölesinde bir hayır görmesi şartına bağlamıştır. Buna göre eğer köle kitabet ister ve efendisi onda bir hayır görmezse, muteber olan kölenin İsteği değil, efendisinin kararıdır. Âyetin mükatebeyi şarta bağlaması, kitabetin farz değil sünnet olduğuna delalet eder.
2- Resulullah (sav), «Bir müslümanın malı ancak kendi rızası İle verdiği takdirde helal olur.» buyurmuştur. Köle de bir mal olduğundan mükatebe ancak efendisinin rızası ile olur.
3- Kölenin efendisinden satışını istemesi halinde efendinin bu iste-âi kabul etmesinin vacip olmadığı hakkında İcma vardır. Efendi bu hususta icbar da edilemez. Mükatebe de bir nevi satıştır Dolayısıyla kölenin isteğini efendisinin yerine getirmesi farz değildir.
Cessas bu hususta şöyle der: «Eğer kölenin mükatebe isteğini efendinin yerine getirmesi farz olmasaydı, Hz. Ömer. Enes bin Malik (ra)'i kırbaçla tehdit ederek köleslyle mükatebe yaptırmaydı denilebilir. Buna şöyle cevap veririz: Hz. Ömer halkına karşı şefkatli bir baba gibi idi. Onlara dinde en efdal olanı, farz olmasa da maslahat bakımından emreder, yaptırırdı. Burada sahih olan cumhurun görüşüdür. Zira âyetteki emir, farzetmek için değil, müstahab olduğunu göstermek içindir.» [151]
Müfessirler, âyetin muhatabının kimler olduğu hususunda İki görüşe ayrılmışlardır.
1. Görüş: Âyetin muhatabı zekat vermeleri farz olan zenginlerdir. Zenginler, bu âyet İle zekatlarından bir miktarını da mükatebe yapan kölelere vermekle emrolunmaktadırlar.
Ata, bu âyetin tefsirinde İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Bu ayetin vermeyi emrettiği mal, zekatın taksimine dair âyette sayılan sınıflar içindeki mükatebe yapan kölelere verilmesi icabeden maldır.» Zira onlar aldıkları bu malla kendilerini hürriyete kavuşturmaktadırlar.
2. Görüş: Âyetin muhatabı kölelerin efendileridir. Bu âyet efendilere, mükatebe yaptıkları kölelerine, mükatebe karşılığı alacakları malın bir kısmını vermelerini emretmektedir.
Bu ikinci görüşün daha sahih olduğunu zannederim. Zira âyetin akışı buna delalet etmektedir. Çünkü âyet efendilere köleleri ile mükatebe yapmayı müstehab kılmaktadır. Aynı şekilde, efendilere, mükatebe yaptıkları maldan bir miktarını kölelikten kurtulmalarına yardım olarak kölelerine bağışlamalarını emreder. [152]
Kurtubî: «Âyetin muhatabları efendilerdir. Âyet onlara kölelerine, kitabet malından bir miktarını veya kendi mallarından vermeyi emretmekte: dir.» [153]
Fokihler, verilecek malın farz olup olmadığı ve miktarı hususunda ihtilaf ederek yine iki görüşe ayrılmışlardır.
1.) Şafii ve Hanbetilere göre, efendilerin bu malı kölelerine vermeleri farzdır.
İmam Hanbel (ra)'e göre verilmesi farz olan bu malın miktarı, mükatebe akdinde belirtilen malın dörtte biri kadar olmalıdır.
İmam Şafii (ra}'ye göre, verilmesi farz olan bu malın miktarının belirli birsinin yoktur.
2.) Maliki ve Hanefilere göre ise verilecek mal farz değildir. Âyet de bu malın verilmesini farz olarak emretmemektedir.
Şafii ve Hanbelİlerin delilleri:
Şafii ve Hanbelilere göre, «Onlara Allanın size verdiği maldan verin.» âyetinin zahiri, mal vermenin farz olduğuna delalet eder. Çünkü bu hüküm emri ifade eden bir cümle ile varid olmuştur.
Hz. Ömer bin Hattab'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Hz. Ömer, Ebu Üm-miye isminde bir kölesi ile mükatebe yapmıştı. Bir taksidini vermeye gelen köleye Hz. Ömer, «Bu parayı benden mükatebene yardım olarak geri ai.» dedi. Ebu Ümmiye de, «Bu parayı bana taksitlerin sonunda verseydin daha iyi olurdu.» dedi. Hz. Ömer, «O vakte ulaşamayacağımdan korkuyorum.» diyerek, «Onlara Allahın size verdiği maldan verin.» âyetini okudu.»
Hanefi ve Malikilerin delilleri:
Hanefi ve Maliktler bu âyetin farz kılıcı olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre, âyette emir ifade eden iki cümle vardır. Birisi, «kitabet kesin» emri, diğeri de «onlara verin» emridir. Bu emirlerin her ikisi de ya farzı gerektirir veya gerektirmez. Eğer farzı gerektirseydi, mükatebe İsteyen kölenin isteğini efendinin yerine getirmesi farz olurdu. Halbuki bu farz değildir. Öyleyse ikinci emrin de farz olmadığı muhakkaktır.
İbnü'l-Arabî şöyle der: «Malın verilmesini farz kabul eden Şafiiler, kitabeti de farz kabul etseydiler tercihleri doğru olabilirdi. Fakat İmam Şafii (ra), kitabetin farz olmadığını savunurken mal vermenin farz olduğu görüşündedir. Ayette asıf olan mükatebeyj farz kabul etmeyerek tali olan mal vermeyi farz kabul etmektedir. Bu da benzeri olmayan bir görüş ve delilsiz bir iddiadır.» [154]
Resulullah (sav), «Yüz vakiyye üzerine mükatebe yapan bir köle, doksanını ödese de onunu ödemese yine köledir.» buyurmuştur. Eğer kölenin kitabet akdinden birşey düşmek veya kendi malından vermek farz olsaydı. mükatebe anlaşmasında tayin olunan malın çoğunu ödediği takdirde geriye kaiantn düşmesi ve hürriyetine kavuşması lazım gelirdi.
Hz. Ayşe'den rivayet edilmiştir: Berire isimli bir cariye Hz. Ayşe'ye gelerek efendisîyle yaptığı mükatebenin ücreti hususunda yardımını istedi. Hz. Ayşe ona, «Eğer efendin kabul ederse senin ozad edicin olayım. Anlaştığınız ücretin tamamını ben veririm.» dedi. Berfre, Hz. Ayşe'nin söylediklerini efendisine haber verdi. Efendi razı olmadı. Hz. Ayşe durumu Resulullah (sav)'a anlattı. Resuiullah (sav), «Onu satın alarak azad et. Çünkü velayet hakkı azad edene aittir.* buyurdu.
Hanefi ve Malikiler bu hadisle de istidlal ederek, «Resulullah (sav) Hz. Ayşe'nin teklifini reddetmediği halde, efendisine Berire'nin mükate-bede anlaştığı meblağından bir kısmının düşürülmesini veya efendisinin kendi malından ona yardım etmesini emretmemiştlr. Şayet mal vermek veya mükatebe bedelinden bir miktar düşürmek farz olsaydı, Resulullah (sav) in bunu emretmesi icabederdi.» derler. [155]
«...Cariyelerinizi fuhşa mecbur etmeyin.» âyeti insanlardan zorla işlenen bir günahın cezasının düşeceğine delalet eder. Günaha zorlanan insan muaheze edilmez. Günah ise zorlayana aittir.
Zorlamanın vaki olduğu ancak hayati bir tehlike veya herhangi bir uzvunun telef olması ile tesbit edilir. Yalnız sopa İle tehdit etmek veya değnekle döğmek icbar sayılmaz.
Zinaya zorlanan bir kimsenin hükmü, küfre zorlanan kimse gibidir. Küfre zorlanan kimse için Allahu taola, «Kalbi İman üzere (sabit ve bununla) mutmain olduğu halde İkraha uğratılanlar (küfre zorlananlar) müstesna.» (Nah): 106) buyurmaktadır.
Bazı müfesslrlere göre Allahu taalanın «...Eğer kendileri de İffetli olmak isterlerse» kaydını koyması, ancak, zorlamanın bu şartla tahakkuk edeceğini bildirmek içindir. Zira cariyenin kendisi zinayı isterse o zaman zorlamaya gerek kalmaz.
Alimler zinaya zorlanan erkeklerden de kadınlar gibi günahın düşüp düşmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Cumhura göre zorla yaptırılan zinada bir günah olmadığı gibi hem er-Kekten hem de kadından had düşer. Bu hususta erkek de kadın gibidir. Çünkü Resulullah (sav), «Benim ümmetimden hataen yapılan, unutularak yapılan ve zorlanarak yapılan işlerin günahları kaldırılmıştır.» [156] buyurmuştur.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise erkeğin zinaya zorlanması ondan zina haddini düşürmez. Ancak Sultan tarafından zorlanması müstesna. Bu hususta erkek için zorlanma olamaz. Zira zortama ölüm veya bir azanın telef edilmesi şeklinde olur. Böyle bir halde ise erkeğin zina yapma gücü kalmaz. Zorlama ile zina yapabiliyorsa zorlanmadığı anlaşılır. Çünkü gerçekten zorlansa ve korksa idi temas gücünü yitirirdi. Öyleyse zorla yaptırılan zinada erkekten had düşmez.
Cahiliye devrinde zina çok yaygındı ve iki şekilde yapılırdı. Birisi, bir kadınla birden fazla erkek nikah yapardı. İkinciye ve bazı hür kadınlar taralından para karşılığı yapılırdı.
Kimsesi olmayan bazı kadınlar fuhşu kendileri için bir geçim yolu yaparlardı. Nikahlandıklan çok sayıda erkekle ilişkide bulunur, onlar da kadının geçimini üstlenirlerdi. B&yle bir kadın gebe kalıp doğum yaptığı zaman, kendisiyle fuhuşvyâpT^fr^ljp^kleri çağırır ve çocuğun onlardan bi-rinden olduğunu söylerdi. Çocuk, kadının seçtiği erkeğin çocuğu sayılırdı.
Umumi zina ise genellikle cariyeler, bazan da hür kadınlar tarafından yapılırdı. Bu da İki yolla olurdu. Birincisi, efendiler cariyelerinden her ay İçin belirli bir para taleb ederlerdi. Cariye de bu parayı zina yoluyla ka-zanarak efendisine verirdi. Cariyelerin temiz bir işte çalışma imkanları yoktu. Bu sebeble onlar fuhşu kendilerine bir iş edinirlerdi.
İkincisi ise. Araplardan bazıları genç kız ve cariyeleri bir evde otur-tarak zina yaptırırlardı. O evde fuhuş yapıldığının herkes tarafından bilinmesi için de kapılarının üzerine bayrak asarlardı. Bu evlere «mevahirı adı verilirdi. Şayet bu evlerdeki kadınlardan birisi bu rezaleti İşlemeye yanaşmazsa efendisi onu zorlayarak yaptırırdı. Münafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl de bunlardan birisi idi.
Günümüzde de aynı cahiliye devrindeki gibi aşikar, hatta kanun himayesinde fuhuş evleri ve kadınları bulunmaktadır. Hatta denilebilir ki, şimdiki fuhuş cahiliye devrindekinden daha kötü ve çirkindir. Çünkü o dönemde fuhuş genellikle cariyeler tarafından yapılırdı. Bugün İse hür kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bunun ticaretini yapan sayılamıyacok kadar da çoX kimse vardır. Öyle zannediyorum ki bugün çeşitli hastalıkların böylesine yayılmasının sebebi de budur. Zira Resulullah (sav), «Bir toplumda açıkça fuhuş yapılmaya başlandığı zaman geçmişte olmayan birçok hastalık ortaya çıkar.» buyurmuştur. Bu hadis Peygamber efendimizin mu-cizelerinderpbirisidir.
Allahu taala, evlenmeyi çok büyük fayda ve yüksek hikmetlere binaen meşru kılmış ve evlilik sebeblerinin kolaylaştırılmasını em/etmiştir. Zira yeryüzünün mamuriyeti ve temiz bir neslin ortaya çıkması ancak evlilik hayatıyla mümkündür.
Allahu taala insanların beşeri arzularını hayvanlar gibi istediği zaman ve yerde başıboş biçimde tatmin etmesine müsaade etmemiştir. Bu sebeble kadın-erkek münasebetlerini bir düzene bağlamıştır. Kadın ve erkeğin insanlık şerefini korumak üzere bir evlilik nizamı vazetmiştir. Öyle bir nizam ki, kadın ve erkeğin tam bir anlaşma, birbirlerinden razı olma, bağlılık ve birbirlerini haramdan koruma düşüncesiyle birleşmelerini sağlar.
Cinsi arzu, beşerî arzuların en güçlüsüdür. Bu bakımdan onun başıboş bir şekilde tatmin edilmesi yasaklanmıştır. İnsanları tatmin edecek en iyi yolun evlilik olduğu bildirilmiştir. Bunun İçin harama bakmak bile yasaklanarak oinsi duyguların helal bir yoila talmfn edilmesi emredilmiştir.
«Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgt ve esirgeme yapması da O'nurt âyet (erindendir. Şüphe yok k! bunda fikrini iyi imal edecek bir kavim tçin elbette ibretler
vardır.» (Rum: 21) âyeti kerimesi söylediklerimizin büyük bir kısmına işaret etmektedir.
İslömın çok önem verdiği çocukların necib olmasının, neslin artmasının, hayatın devamının en iyi ve güzel yolu evliliktir. Resulullah (sav) da çeşitli yol ve suretlerde evliliği teşvik etmiş, «Dünya bir metadır ve onun hayırlısı da saliha bir kadındır.» hadisinde görüldüğü üzere kadının dün-yan-n en hayırlı metaı olduğunu beyan etmiştir.
Resulullah (sav) diğer bir hadisi şeriflerinde de saliha bir kadının insanın en önemli hazinesi olduğunu şöyle bildirmiştir: «Size İnsan için en hayırlı olan hazineyi bildireyim mi? Saliha bir kadındır. İnsan,saliha bir kadına baktıkça mesrur olur. O, birşey buyurdunmu hemen yerine getirir. Kendisinden uzaklara gidildiğinde hem kendisini, hem de kocasının malını korur.»
Allahu taala, evlenmeye mani olarak hallerin kaldırılmasını emretmiştir Bu manilerin birisi de malîdir. Zira bir ailenin kurulması için malî imkâna ihtiyaç vardır. Şurası muhakkaktır ki, Allahu taala fakirliğin evlenmeye mani kabul edilmesinin caiz olmadığını bildirmiştir. Çünkü rızık Allah (cc)'a aittir. Altahu taala, iffetlerini korumak için evlenmeyi seçen fakirleri zengin yapmayı tekeffül etmiştir. Öyleyse ümmetin üzerine düşen görev, evlenenlere yardım etmek, sebeblerinl hazırlamak ve mümkün olan herşeyi sarfetmektir.
İlahî emir, Allah {ccpn fazlından zengin oluncaya kadar haramdan sakmmamazı da kesin bir ifade İle beyan etmektedir. Çünkü Allahu taala, «Nikaha (evlenmeye imkan) bulamayanlar, Allah kendilerini fazlından zengin kılıncaya kadar, iffetlerini korusun.» buyurmaktadır.
58- Ey iman edenler, sağ elinizin malik olduğu (köle ve cariyeler), birde sizden olupda henüz buluğ cağına girmemiş (küçük)ler (şu) üç vakitte, sabah namazından Önce, öğle sıcağından elbisenizi çıkaracağınız zaman, bir de yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesinler. (Bu) üç (vakit) sizin için avret (ve halvet) vakitleridir. Bunlardan sonra ise birbirinizi dolanmanızda ne sizin üzerinize, ne onların üzerine bir vebal yoktur. AHah (herşeyi) hakkıyla bilendir, tom hüküm ve hikmet sahibidir.
59- Sizden olan (hür) çocuklar buluğ çağına ulaştığı zaman kendilerinden evvelkilerin İzin istediği gibi izin İstesinler. Allah size âyetlerini böylece beyan eder. Allah (herşeyi) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmit sahibidir.
60- Kadınlardan hayızdan, evlattan kesilmiş, artık nikaha um idleri kalmamış (olan ihtiyarlara gelince: gizli) ziynet (mohafleri)ni erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubalarını bırakmalarında onlar için bir günah yoktur. (Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve Örtünmeleri) kendiler] için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.
(Llyeste'zinküm): İzin isteme. Buradaki izinden maksat, «yanınıza girebilir miyim?» demektir.
(Elhulüme): Hüiüm, lügatta rüya görmektir. Burada ise rüyada kadınla temasta bulunmak demektir.
(Avrâtin): Avret'in çoğuludur. Avret, örtülmesi gereken yerdir.
(EI Işâi): İşâ, yatsı namazı vaktidir.
(Tevvâfûne): Tavaf kelimesinin çoğuludur. Tavaf, bir iş için dolaşmak demektir. Buradaki anlamı hizmetçilerin etrafta hizmet için dönmeleridir.
(Vel kavâidü): Kavâid, kâid kelimesinin'çoğuludur.
Kâid, çocuk yapmaktan, adetten kesilen ve evlenme umudu kalmayan kadınlara denir.
(Gayre müteberricâtin): Müteberricât, teberrüc'ün çoğuludur. Teberrüc, gizli şeyleri açmak demektir. Burada ise, kadının ziynetini ve güzelliğini erkeklere göstermek için açması demektir.
Ey Allah (cc)'a ve Resul (sav)'üne dosdoğru inanan ve şeriatı bir nizam, bir yol bilenler! Mülkiyetinizde bulunan köle ve cariyeleriniz ile henüz buluğ çağına ermeyen erkek çocuklarınız, şafak zamanı, öğlenin sıcak zamanı ve yatsıdan sonra yanınıza girmek için sizden izin istesinler. İzinsiz olarak girmesinler. Zira bu vakitler uyku ve istirahat vakti olduğundan, izinsiz girdikleri takdirde örtünecek zaman bulamazsınız. Kölelerinize, cariye ve çocuklarınıza bu vakitlerde odalarınıza İzinsiz girmelerinin haram olduğunu öğretin. Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girmelerinde ne sizin için, nede onlar için bir günah yoktur. Çünkü onlar yanınıza yalnız hizmet İçin girerler.
Allahu toala sizi hiçbir zorlukla mükellef kılmamıştır. Onun bütün emir ve yasakları ancak sizin maslahatınız için vazedilmiştir. Küçük çocuklarınız baliğ oldukları, büyük erkekler sınıfına girdikleri zaman onlara yüksek edebteri öğretin. Kendilerinden öncekiler gibi onlar da yanınıza girmek istedikleri zaman sizden izin istesinler. İşte bunlar müminlerin yapışırca-sına tutmaları gereken İslâmî emir ve edeblerdir.
Evlenmekten ümid kesmiş, yaşlılıklarından dolayı erkeklerin kendilerine kötü bir gözle bakmayacağı kadınların dış elbiselerini çıkarmalarında bir vebal yoktur. Onların çarşaf ve aba gibi örtünme elbiselerini giymemelerinde bir beis yoktur. Yalnız onlar gençler gibi örtünürlerse kendileri için daha hayırlıdır.
Allahu taala insanların içinde gizli olanları da bilir, önceden yaptıklarınızı da. Yaptıklarınızın mükafatını muhakkak göreceksiniz. Allah (cc)'m azabından sakınınız.
1- Şöyle rivayet edilir: «Esma binti Ebi Mirsed'in kölesi, girilmesini İstemediği bir zaman odasına girmiş. Bunun üzerine Esma Rasulullah (sav)'a giderek «İstemediğimiz vakitlerde hizmetçilerimiz odalarımıza giriyorlar.» dedi. Bunun üzerine, «Ey İman edenler, sağ elinizin malik olduğu...» âyeti nazil oldu.» [157]
2- Mukatil bin Hayyan'dan: «Ensarilerden' bir kişi zevcesi Esma binti Ebi Mirsed İle bir yemek yaparak Resulullah (sav)'ı davet etmişlerdi. O zaman Esma, Resulullah (sav)'a, «Şu ne çirkin şeydir ki karı-koca bir yatakta iken köle veya hizmetçiler odalarına giriyor.» dedi. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.» [158]
3- Resulullah (sav) ensarilerden Müdleo isminde birini öğle zamanı Hz. Ömer'i çağırmaya gönderdi. Hz. Ömer uyuyordu. Müdlec kapıyı çalıp seslenerek içeriye girdi. Uyanan Hz. Ömer yatakta oturunca avret yerlerinin bir kısmı göründü. Hz. Ömer, «İstiyorum ki Allah (cc) oğullarımızın, hizmetçi ve kölelerimizin bu saatlerde yatak odalarımıza girmelerini yasaklasın. İçeri girerken de ancak İzin alarak girsinler.» dedi. Resulullah (sav)'ın yanına varınca bu âyetlerin nazil olduğunu öğrendi. Allah {cc)'a şükür secdesine kapandı.» [159]
4- İbni Ebi Hatem, Süddi'den şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav)'ın sahabilerinden bir kısmı bu saatlerde zevceleri İle bir arada bulunurlardı. Bunun için Allahu taala köle ve hizmetçilere bu saatlerde yatak odalarına ancak izin aldıktan sonra girmelerini emretti. Bu emir, «Ey iman edenler, sağ etinizin malik olduğu...» âyetiyle geldi.» [160]
Birinci incelik: Allahu taala, «...Öğle sıcağından elbisenizi çıkaraca-ğfnizzamon» âyetiyle, bu öğle öncesi uyku vaktinde elbiselerin çıkarılmasına sarahaten cevaz vermiştir. Bu vaktin çok az olduğuna da «hin» kelimesi ile işaret etmiştir. Şafak vakti ile yatsı namazı sonrası için «elbisenizi çıkaracağınız 2oman» ifadesi kullanılmamıştır. Bu saatler herkes yatacağı için zaten elbiselerin çıkarılacağı bellidir. Öyle vaktinde hizmetçi ve cariyelerin odalara girişi İzne bağlanınca elbetteki şafak ve yatsı sonrası vakitlerdeki girişler de izne tabi olacaktır. Zira bu vakitler soyunma, istirahat ve uyku vakitleridir.
İkinci incelik: «(Bu) üç (vakit) sizin için avret vakitleridir.» denilmesinden maksat, bu vakitlerde insanların umumiyetle elbiselerini çıkarmalarıdır. Halbuki âyetteki ifadeye göre avret olan bizzat vakitlerdir. Öyleyse örtülmeleri gereken de bu vakitlerdir. Bu cümle izin almanın farziletini beyan için gelmiştir. Allahu taala mealen sanki şöyle buyurmaktadır: Bu vakitler avret yerlerinin açıldığı vakitlerdir. Bu vakitlerde yatak odalarına izin almadan girmeyin.
Üçüncü İncelik: Âyette yaşlı kadınların örtünmeleri hususunda, «Sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır.» buyurulmuştur. Bu ifade gene kadınların örtünmeye nasıl önem vermeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Yaşlı kadınlar için örtünmenin daha hayırlı olduğunun İfade edilmesi, yaşlı kadınlardan da iştahı çeken soysuzlar bulunduğunu göstermektedir. Bunun için onların da örtünmeleri daha doğrudur.
«Ey iman edenler, sağ elinizin malik olduğu...» âyetinin zahiri, hitabın erkeklere olduğuna delalet eder.
Müfessirler, bu âyetin Esma binti Ebi Mirsed hakkında nazil olduğunu söylerler. Buna göre âyetin muhatabı hem erkekler, hem de kadınlar olmaktadır. Çünkü âyetin nüzul sebebi, kat'İ olarak âyetin hükmüne girmektedir. Âyetin zahiri herne kadar erkeklere hitab ediyorsa da nüzut sebebi kadın olduğundan kadınlar da bu hükme girmektedirler.
Fahreddin Razi şöyle der: «Bana göre evla olan, izin alma hükmünün açık bir kıyasla kadınlara da sabit olduğudur. Çünkü erkeklerin avret mahallerini korumaları farz olunca, bütün vücudu avret olan kadınların da korunması farz olur.» [161]
Ebussuud da, «Buradaki hitap özellikle erkekleredir. Kadınlar-ise bu hükme nassın delaleti İle girerler.» demektedir. [162]
Bazı müfessirler diğer bir görüşü tercih etmişlerdir. Bu görüş özet olarak şöyledir. Âyetteki «Ey iman edenler» hrtabı ister erkek, İster kadın olsun, imanlı olan herkesedir. Buna göre âyetteki hükme bütün kadın ve erkekler girmektedir. Buna göre âyetin manası da «Ey iman ile vasiflanan-lar, Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü tasdik edenler, köle ve cariyeleriniz yatak odalarınıza girmek istedikleri zaman sizden izin alsınlar.» olur. Bu görüş şer'İ hükme daha uygundur.
İkinci hüküm : Âyetteki, «sağ ellerinizin malik olduğu» ifadesinden maksat nedir?
Âyetteki bu ifadeden maksat köle ve cariyelerdir. Halbuki âyetin zahirine bakılırsa hükmün yalnız erkeklere mahsus olduğu görülür. İbnİ Ömer ve Mücahid de âyetin zahirine göre hükmetmişlerdir .
Cumhura göre izin alma hükmü, hem köleleri, hem de cariyeleri içine almaktadır. Bunlar ister büyük olsunlar, İster küçük farketmez. Taberl ve müfessirlerin ekserisinin tercih ettikleri ve sahih olan görüş de budur.
Halvet vakitlerinde odalara küçük hizme.tci ve çocukların girmeleri nasıl doğru değilse, kadın olan hizmetçilerin izinsiz girmeleri de öyle doğru değildjr. Zira bu vakitler umumiyetle insanın soyunduğu vakittir. Birçok insan vardır ki, vücudunu erkeklerin görmesini nasıl istemezse, kadınların kendilerini çıplak görmelerini de öyle sevmez,
Taberî şöyle der: «Bana göre nakledilen görüşlerin en doğrusu, hem erkeklerin hem de kadınların halvet vakitlerinde odalara girmek için izin istemelerine hükmeden görüştür. Çünkü Allahu taala âyette, «Sağ elinizin malik olduğu» demiştir. Bu âyet köle ve cariyeyi birbirinden ayırmamıştır. Öyleyse halvet vakitlerinde kölelerin odalara girmek için izin istemeleri nasıl farz İse, cariyelerin izin istemeleri de öyle farzdır.» [163]
Âyetteki hitabın zahiri henüz büiuğa ermemiş küçük çocuklara ise de buluğa ermiş büyük çocukları da içine almaktadır. Çünkü Allahu taala erkeklere, kölelerine, hizmetçilerine ve çocuklarına, odalarına izin aldıktan sonra girmeleri gerektiğini öğretmelerini emretmektedir. Öyleyse bu âyet zahirde herne kadar buluğa ermemiş küçük çocuklara hitap ediyorsa da h.akikatta buluğa ermiş mükellef çocukları da hükmü içine almaktadır. Nitekim Resulullah (sav) da, «Çocuklarınız yedi yaşına girince namaz kılmalarını emredin. On yaşına girince namaz kılmadıkları takdirde dövün.» buyurmuştur. Hadiste nasıl yedi yaşındaki çocuğa emrediliyor, on yaşındaki çocuk dövülüyorsa halvet vakitlerinde anne babalarının yanma hem küçük çocuklar hem de buluğa ermiş çocuklar ancak izin alarak girebilirler.
Âyetteki, «Sizden İzin İstesinler» emrinin zahiri, izin istemenin farz olduğuna delalet eder. Bazı alimler de âyetin zahiriyle hükmetmişlerdir.
Cumhur İse, âyetteki izin İstemenin farz değil, müstahab olduğu görüşündedir. Çünkü bu âyet insanlara güzel ahlakı ve edebi bildirmektedir. Buna göre baliğ olanlar bir ev ve odaya gireceklerinde her zaman İzin isterler. Hizmetçiler, köleler ve çocuklar ise yalnız âyette belirtilen üç halvet vaktinde İzin istemek mecburiyetindedirler.
Ibnl Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir âyet vardır ki halkın çoğu gereğini yapmaz. Bu, İzin âyetidir. Ben yanımda oturan cariyeme odama izin isteyerek girmesin! emrediyorum.» [164]
Cumhura göre bu âyetin hükmü neshedilmemiştir. Bazı alimler ise âyetin hükmünün neshedlldiğini söylerler. Zira sahabller ve tabiin bu âyetin hilafına yaşarlardı.
Cumhur İse sahabe ve tabiin devrinde yatak odalarının kilitlenecek bir kapısı, asılacak bir perdesi olmadığını ileri sürerek ve İkrime (ra)'nin, «Irak'tan birkaç kişi İbni Abbas (ra)'tan izin âyeti ile ilgili görüşünü sordu. İbnİ Abbas (ra}, «Allah (cc) müminleri çok sevdiğinden ve bağışlayıcı olduğundan onların her İşte ve yerde örtünmelerini ister. Odaların kapı yerleri perdeli olmadığından hizmetçi ve çocuklar, efendi ve babalarının yatak odalarına habersiz girdiklerinde onları çıplak olarak görürlerdi, işte Allahu taala, onlar için daha hayırlı olacağından, halvet vakitlerinde odalara girmek için izin istemelerini emretti. Fakat ben henüz bu âyetin hükmü ile amel edeni görmedim.» dedi.» [165] rivayetine dayanarak âyetin hükmünün neshedilmediğlne hükmederler.
Sahih olan, Kurtubî'nin de dediği gibi, bu âyet neshedilmemiştir. İbni Abbas (raj'tan yapılan rivayet de buna delalet eder. İbni Abbas (ra}'a göre izin isteme hükmü bjr sebebe binaen gelmiştir. Bu do girenlerin içerdekileri çıplak olarak görmeleridir. Bu sebeb ortadan kalkmadığına göre âyetin hükmü de neshedilmemiştir.
«Sizden olan (hür)
çocuklar buluğ çağına ulaştığı...» âyeti, çocukların yalnız ihtilam olmakla
mükellef ve baliğ olduklarına işaret eder.
İhtilam veya aybaşı
erkek ve kız çocuklarının mükellefiyet yaşı olan m buluğ çağına erdiklerinin en
açık alametidir. Bu hususta fakihler arasında hiç bir ihtilaf yoktur. Ancak
ihtilam olmayan çocukların yaş itibariyle rn kaç yaşında baliğ ve mükellef
olacakları hususunda İhtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır,
İmam Ebu Hanife
(ra)'ye göre, ihtilam olmayan çocuğun mükellefiyet yaşı 18 dir. Zira Allahu taala, «Yetimin matına,
rüşdüne erinceye kadar, o en güzel
olanından başka bir suretle yaklaşmayın.» (En'am: 152) buyur- "n muştur. Çocuğun rüşde erme yaşı, İbni
Abbas (ra)'tan da rivayet edildiği gibi 18 dir. Kız çocukları erkek
çocuklarından daha çabuk geliştikleri İçin buluğ yaşlan 17 olarak tesbit
edilmiştir.
İmam Şafii (ra),
Hanbeli (ra), Ebu Yusuf (ra) ve Muhammed (ra)'e gö re, erkek ve kız çocuklar 15
yaşına girdikleri zaman baliğ ve mükellef sayılırlar. Bunlar İbni Ömer (ra)'den
yapılan şu rivayete dayanmaktadırlar: «Uhud muharebesinde Resulullah (sav)'a 14
yaşında bir çocuk arzolundu. Resulullah (sav), çocuğun savaşa katılmasına izin
vermedi. Hendek savaşında ise 15 yaşına girmiş bir çoouğun savaşa katılmasına
izin verdi.»[166]
Bunlar, genellikle
erkek ve kız çocuklarında İhtilam olma yaşının 15'i geçmeyeceği
görüşündedirler. O zaman 15 yaşı insanların buluğ ve mükellefiyet yaşıdır.
Cessas: «...Sizden
olupda henüz buluğ çağına girmemiş...» âyeti, ihtilam olmayan çocukların buluğlarının 15
yaş olduğu görüşünde olanların görüşünün batıl olduğuna delalet eder. Zira Allahu taala bu âyette g yaşa göre baliğ olanlarla henüz İhtilam
olmayanlar arasında bir ayırım yapmamıştır. Resulullan (sav) da, birçok yönden rivayet edilen. «Üç sınıf
İnsandan kalem kalkmıştır: Uyanıncoya kadar uyuyandan, akıllanana ka- ^ dar deliden, İhtilam olana kadar
çocuktan.» hadisinde 15 yaşına ulaşanlar ile ihtilam olmayanları birbirinden
ayırmamıştır. İbnl Ömer (ra)'den rivayet edilen, «Uhud muharebesinde...» hadisinin sıhhati ise şüphelidir, , Zira Hendek muharebesi hicretin
beşinci yılında olduğu halde Uhud muharebesi hicretin üçüncü yılındadır.
Aradaki fark nasıl bir sene olur. Bu- ,„ nunla birlikte savaş izni baliğ
olmakla ilgili değildir. Zira bazan baliğ olan kişilerin zayıflıklarından
dolayı savaşa katılmalarına izin verilmezken, baliğ olmayan gelişkin ve
kuvvetli çocukların savaşa katılmalarına izin verilmiştir. Nitekim Rafi' bin
Hedic'in çocuk yaşta olduğu halde savaşa katılmasına izin verilirken, Sümred
bin Cündeb baliğ olduğu halde savaşa katılmasına izin verilmemiştir. Bu da
delalet ediyor ki Resulullah (sav) onların ne yaşlarına ne de ihtilam
olmalarına bakmıştır.»[167] der.
Cessas, İmam-ı Azam
(ra)'ın görüşünü destekleyen birçok şey ortaya koymaktadır. Yalnız sahih olan
cumhurun görüşüdür. Çünkü İhtitamın hük- *x mü adetle bilinir. İhtitam olma
yaşı da genellikle 15 tir. Zaten Hanefi mezhebinde de muteber olan İmam
Muhammed (ra) İle Ebu Yusuf (ra)'ün görüşleridir.
Fukahadan tercih
olunan kavle göre, buluğ çağı ya ihtilam ile veya 15 yaşma girme İle tesbit
edilir.
Yalnız İmam Şafii
(ra), koltukaltı ve etek kılının bitmesinin buluğa delalet ettiği görüşündedir.
İmam Şafii, Atiyye-i Kureyzî'den rivayet edilen, «Resulullah (sav) Kureyz
kabilesinden koltukaltı ve eteğinde kıl bitenleri .öldürtmüş, bitmeyenleri
Öldürtmemiştir. Bana da baktılar, kıl bitmediği için bıraktılar.» hadisine
istinad eder.
Rivayete göre,
kendisine bir çocuğun baliğ olup olmadığı sorulan Hz., Osman onda kıl bitip
bitmediğini sormuştur. Bu da kıl bitmenin buluğa delalet ettiğini gösterir.
Çünkü Hz. Osman'ın sorusu, sahabller arasında ittifak edilen bir mesele
olmuştur.
Diğer fakihler ise,
kıl bitmenin buluğa delalet ettiği görüşüne itibar etme"mişlerdir.
Cessas bu hususta
şöyle demiştir; «Atlyye-i Kureyzî'nİn rivayet ettiği hadisle şer'î bir hükmün
isbat edilmesi birkaç acıdan caiz değildir. Birincisi, Atiyye-i Kureyzî
denilen şahıs meçhuldür. O, yalnız bu hadisle bilinmektedir. Rivayeti de âyeti
kerimeye ve buluğun ihtllamla olduğunu bildiren habere muarızdır. İkincisi,
Atiyye'nin hadisinin lafızları rivayetler arasında çok değişmektedir. Bazı
rivayetlerde Resulullah (sav)'ın sakalı veya kılı ustura ile tıraş edilebilecek
olanların öldürülmesini emrettiği söylenmektedir. Bazı rivayetlere göre de
koltukaltı ve eteğinde kıl bitenlerin öldürülmesi emredilmiştir. Şüphesiz
bilinir ki çocuğun bu hale erişmesi için daha evvel baliğ olması gerekir.
Üçüncüsü, kıl bitmesi bedenin kuvvetine delalet eder. Resulullah (sav)'ın
katledilmelerini emretmesi de baliğ olmalarından değil, kuvvetli
olmalarındandır.»
[168]
İmam Şafii (ra), kıl
bitmesinin buluğa delalet ettiğini esirlik, cizye ve anlaşma gibi hükümlerin
icrasında kabul etmiştir. Yoksa kılın bitmesinin mutlaka buluğa delalet
ettiğini değil. Nitekim bu hususa bazı alimler de işaret etmişlerdir.
Bazı fakihler,
«...Sizden olupda henüz buluğ çağına girmemişler...» âyetine dayanarak, henüz
baliğ olmayan fakat aklı eren çocuklara farzların yerine getirilmesi emredilir
görüşündedirler. Bu emir onlar için farz olduğundan değil, onların öğrenip
alışmaları İçindir. Zira Allahu taala çocuklara üç halvet vaktinde
anne-babalarının odalarına girmek için izin istemelerini emretmiştir.
Resulullah (sav) da «Çocuklarınız yedi yaşına girince namaz kılmalarını
emredin.» buyurmuştur.
İbni Ömer (ra)'den de
şöyle rivayet edilmiştir: «Biz çocuklarımıza sağını solundan ayırdettiğl zaman
İslâmı Öğretiriz.»
İbni Mes'ud (ra) da,
«Çocuk on yaşma girdiği zaman yaptığı İyilikler, ibadetler defterine yazılır.
Büyükler hakkında günah olan şeyleri yaptığı takdirde İhtilam oluncaya kadar
yazılmaz.» demiştir.
Cessas: «Çocukların
ibadetle emrolunması eğitim öğretim içindir. Onun, öğrenmesi, bafiğ olduktan
sonra kolayca yapması için alışkanlık kazanması içindir. Çocuklara içki, kumar
ve diğer günahlar da yasaklanır. Eğer çocuklukta yasaklanmazsa, büyüdükten
sonra onları alıkoymak çok zor otur. Zira Alla hu taala, «Ey iman edenler,
gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi bir ateşten koruyun ki onun yakacağı
İnsanla taştır,» (Tah-rlm: 6) buyurmuştur. Bazı müfessirler bu âyetin
tefsirinde, «Çocuklarınıza dini öğretin, dini terbiyeyi verin ki onları ateşten
koruyasınız.» demişlerdir.»
[169]
«Ziynet (mahallerini)
erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubalarım bırakmalarında onlar için
bir günah yoktur.» âyeti, kimsenin evlenme arzusunda bulunmayacağı yaşlı bir
kadının yabancı erkekler karşısında, sokakta örtündüğü örtüyü, ziynet
mahallerini göstermemek kaydıyla çıkarmalarında bir günah olmadığına delalet
eder. Yoksa yaşlı kadınların tctmamen soyunmalarına delalet etmez, Çünkü
tamamen soyunmak, kendi mahremleri yanında bile olsa haramdır. Bu yüzden
fakihler ve müfessirler âyetteki «siyab» (elbise) kelimesinden maksadın çarşaf,
dış örtü olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu örtü müslüman kadının ziynetlerini
kapatması iCin giyinmesi emrolunan bir giysidir. Zira Allahu taala, «Ey
peygamber zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine
giymelerini söyle.» (Ahzab: 59) buyurmuştur. İşte bu dış elbiselerini çıkarma
İzni, kadınlık özelliği kaybolan yaşlı kadınlara mahsustur. Şurası muhakkaktır
ki, böyle yaşlı bir kadının da dışarıda giyindiği çarşaf ve emsali gibi
elbiselerini çıkarması, bazı erkekler ontora meyfettiği takdirde, caiz
değildir.
Kurtubî: «Yasaklanan
ziynetlerden birisi de kadınların vücud hatlarını gösterecek ince elbisedir.
Çünkü Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet edildiğine göre Resuluilah (sav), «İki
sınıf insan vardır ki bunlar ateş ehlidirler. Birincisi, sanki hiç elbise
giymemiş gibi ince ve dar elbise giyen kadınlardır. Bunlar bu elbiseleri
erkekleri kendilerine celbetmek için giyerler. Bunların saçları da hörgüçlü
develerin hörgücüne benzer. Bunlar cennete girmedikleri gibi çok uzaklardan
bile duyulan cennet kokusunu —bir rivayete göre de beşyüz yıllık yoldan bile
duyulan cennet kokusunu— dahi alamayacaklardır.»
[170]
buyurmuştur. İbnü'l-Arabi, bu hadisin yorumunda, «Bunları elbiseli kabul etmek,
üzerlerinde bir elbise olduğundandır. Bunların çıplaklıkla vasıflandırılması
da elbisenin ince ve dar olduğu için vücud hatlarını tamamen göstermesindendir.»
demektedir.»
[171]
Kurtubi'nin
zikrettiği, İbnü'l-Arabî'nin yorumladığı hadisin ikinci bir yorumu daha vardır.
Buna göre ince ve dar elbise giyen kadınlar, herne kadar dünya elbisesi
giymişterse de takva elbisesinden yoksundurlar. Zira Allahu taala, «Ey
Ademoğulları, size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir
libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik.ı Takva libası ise, o,
daha hayırlıdır.» (Araf: 26} buyurmuştur.
Bu hususta bir şair de
şöyle demiştir: «İnsan takva elbisesi giymedikçe, giyinik de olsa çıplak
gibidir. İnsanın en hayırlı elbisesi Allah (cc)'a ibadettir. Allah (cc)'a asj
olanda ise hayır yoktur.lt
1- Hizmetçi,
cariye ve çocukların halvet vakitlerinde odalara girmek için izin almaları
zaruridir.
2- Çocuklara
İslâm adabını öğretmek müstahabtır. Bu adabtan birisi de üç halvet vaktinde
odaya girmeden önce izin istemektir.
3- Hizmetçi,
cariye ve kölenin bütün vakitlerde izin istemesine lüzum yoktur.
4- Müslüman
bir kadın kölesine ve baliğ olan çocuğuna karşı açıl-mamalıdır.
5- Yaşlı
kadınlara çarşaf gibi dış elbiseler giymek farz değildir.
6- Yabancı erkekler
karşısında ziynet yerlerini açmak hususunda yaşlı ve genç kadınlar arasında bir
fark yoktur.
7- Allah
(cc)'ın kanunları hikmetli ve nizamı rahmettir. Müminlere düşen vazife O'nun
şeriati ile amel etmektir.
İslâm ıslah edici,
faziletli ve yüksek bir içtimaî adab, yüksek bir İnsani örnekler manzumesidir.
Bütün dinlerin en hayırlı hüküm ve nizamlarını ihtiva etmektedir.
İslâm! terbiye
insanları kemale götürdüğü gibi onların doğru bir şekilde yaşamaalarını da
temin eder. Çünkü İslâm, bir fazilet ve edeb nümu-nesidir. Bu âyetler insanları
evleri teinde edebe davet ettiği gibi ümmete de en güzel ahlakla ardaklanmayı
Öğretmektedir.
İslâm, çocuklara ve
hizmetçilere de İslâmi aile ve toplumun devamı için en güzel ahlakı öğretmeyi
emreder. Bu ahlak ve terbiye ile toplumu gayri islâmî vasıflarından arındırır.
İslâmi adabın başlıcalarından biri de bir ev veya odaya girmeden önce izin
istemektir. Çünkü önceki âyetlerde Allahu taala, «Ey iman edenler, kendi (ev
ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda
etmeden ve selam da vermeden girmeyin.» (Nur: 27) buyurmaktadır.
Sonra da evlerin
İçindeki izin isteme adabı gelir. Bu da köle. cariye ve çocuklar içindir.
Bunlar odalara izin istemeden girdikleri takdirde efendilerinin veya
anne-babalannın avretlerine muttali olabilirler. Oysa insanlar bazı hallerine
hiçkimsenin muttali olmasını İstemezler. İşte bundan dolayı İslâm, çocuk ve
hizmetçi bile olsalar, avretlerin açık olduğu vakitlerde odalara girmek için
izin İstemeyi farz kılmıştır. Bu üç vakitte henüz buluğa ermemiş gelişkin
çocuklar ve hizmetçiler anne-baba, efendi ve hanımefendilerinin avretlerini
görmemek için izin istemek zorundadırlar.
Birçok insan bu islamî
edebten yoksun olduğu için, hizmetçilerden ve çocuklardan saklanacak avretleri
olmadığını İddia ederler. Halbuki ruhiyatçılar dahi kabul ederler ki,
çocukların gördüğü birçok şey ilerideki hayatlarında etki yapar. Hatta çoğu
zaman onların ruhî bunalımlara düşmesine sebeb otur. İşte bu yüksek edebi
hiçbir beşerî-nizamda bulamayız. İslama şeref olarak edeb, örtünme ve vekar
dini olması yeter. Zira o, halkın avretine bakmaktan sakınmayı emrettiği gibi
üç halvet vaktinde de odalara girmeyi izne bağlamıştır. Zira o vakitler,
genellikle avret mahallerinin açıldığı vakitlerdir.
İslâm hizmetçi ve
çocukların her giriş çıkışını İzne bağlamamıştır. İzin istemeyi yalnız üç
halvet vaktine münhasır kılmıştır.
İslâm, kadınları,
fitne ve fesada sebeb olmamak için, ziynetlerini örtmeye çağırmıştır. Dışarı çıkarken
de bütün vücudtarını örtmelerini emretmiştir. Yalnız erkekleri tahrik etmeyen
ve fitneye sebeb olmayan yaşlı kadınların ziynetlerini açmamak kaydıyla dış
elbiselerini çıkarmalarında bir günah olmadığını beyan etmiştir. Ancak bu yaşlı
kadınların da dış elbiseler giyerek yabancı erkeklere daha haşmetli bir tarzda
görünmeleri kendileri için daha hayırlıdır. Bu islâmi adaba da daha uygundur.
Çünkü Ailahu taala, »(Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve Örtünmeleri)
kendileri İçin daha hayırlıdır.» buyurmuştur.
61- Âmâya göre bir
harec (darlık ve günah) yok. Topala göre bir harec yok. Hastaya göre bir harec
yok. Size göre de (gerek) kendi evlerinizden, gerek babalarınızın evlerinden,
gerek annelerinizin evlerinden, gerek biraderlerinizin evlerinden, gerek
kızkardeşlerinlzln evlerinden, gerek amcalarınızın evlerinden, gerek
halalarınızın evlerinden, gerek dayılarınızın evlerinden, gerek teyzelerinizin
evlerinden, gerek (başkasına alt olupda) anahtarlarına malik (ve hazinedarı)
bulunduğunuz (evler)den, ya-hutta sadık dostlarınızın (evlerinden) yemenizde de
(bir harec yoktur). Hep birarada toplu olarakta, dağınık dağınıkta yemenizde
dahi harec yok. (Şu kadar ki) evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek
ve pek güzel bir sağlık (dHemiş) olmak üzere kendinize selam verin. İşte Allah
âyetleri size böylece beyan eder, Tak) anlayasınız.
(Haracün):
Harec, sözlükte darlık, şeriatte ise günah anlamındadır.
(Mefâtihehü):
Miftah'ın çoğuludur. Mlftah. anahtar demektir.
(Eştâten):
Eştât. şefin çoğuludur. Şet ise ayrı, dağınık demektir.
(Feselllmû):
Selam vermek demektir.
(Tahiyyeten):
Selam vermek.
(Mübareketen):
Mübarek, bereket kökünden gelir. Bereket, artış anlamına gelir.
(Tayyibeten):
Tayyib, güzel demektir.
Allah (cc) icmalen
şöyle buyurmaktadır: Kör, topal gibi özürlü ve hasta kimselerin sağlıklı
kişilerle yemek yemelerinde bir günah yoktur. Çünkü Allahu taala kibri ve
kibirlileri sevmez, Kullarından tevazu ehlini sever.
Ey müminler,
akrabalarınızın, dostlarınızın evlerinde ve vekalet ettiğiniz, anahtarlarına
malik olduğunuz evlerde yemek yemenizde bir gunc, yoktur. Topluca da
yiyebilirsiniz, tek tek de yiyebilirsiniz. Kardeşlerinizin, akrabalarınızın ve
dostlarınızın evlerine girdiğiniz vakit selamla girin. Çünkü selam müminlerin
şiorı ve Allah (cc)'ın güzel bereketine bir .vesilede Selam, İslâm adabıyla
edeblenmeniz için Allahu taalartm meşru kılanı bir hükümdür.
Dünya ve ahiret
saadetiniz ve selametiniz için Allah (cc)'ın size ta I iti buyurduğu edeb ve
hükümlere uyunuz. Böyle olursanız her hakkı ve hayı bilir, muttaki müminlerden
olursunuz.
1- İbni
Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Aranızda (birbirinizi) mallarınızı haksız
sebeblerfe yemeyin.» (Bakara: 188) âyeti nazil olduçu zaman müslümanlar kör,
topal gibi özürlüler ve hastalarla yemek yemet-te darlığa düştüler. Çünkü yemek
malın en efdalidir. Halbuki Allahu taca malları «haksız sebeblerle yemeyi»
yasaklamıştır. Kör yemeğin İyisinin ra-rede olduğunu göremez, hasta kimse de
hastalığı nedeniyle yemeği ton yiyemez. İster istemez haklarına tecavüz edilmiş
olunur. Müslümanlar işle bu endişe ile onlarla birarada yemek yememeye
başladılar. Sunun üzei-ne, «Amaya göre bir harec (darlık ve günah) yoktur...»
âyeti nazil oldy»[172]
2- Said bin
Müseyyib (ra)'ten şöyle rivayet edilmiştir: «Resululbh (sav) ile sefere çıkan
bazı kimseler evlerinin anahtarlarını körlere, topallara, hastalara ve
akrabalarına bırakırlar ve onlara ihtiyaçları olduğu tekdirde evdeki
yiyeceklerden yiyebileceklerini söylerlerdi,
Onlar, yemelsrl halinde ev sahipleri razı olmayabilir düşüncesiyle yemek
yemezlerdi, l-te bu sebeble bu âyet nazil oldu.»[173]
3- Mücahid
(ra)'den de bu âyet hususunda şöyle rivayet edıir: Muhtaç durumdaki bazı kör,
topal ve sakat kimseleri1 sağlam kişiler ev-lerine yemeğe götürürlerdi. Kendi
evlerinde yemek bulamayınca da racalarının veya annelerinin evine götürürlerdi.
Özürlü kişiler bu evlele yemek yemekten
çekinirlerdi. Zira yemeğin sahibi olmayan kişi kendilerle yemek yediriyordu.
Bunun üzerine, «Amaya göre bir harec (darlık ve günah) yok...» âyeti nazil
oldu.»
[174]
Birinci İncelik: Allahu taala âyette yakın akrabaların (babalar, anneler, kardeşler,
amcalar, dayılar, halalar, teyzeler) evlerini zikrettiği halde evladların
evlerini zikretmemiştir. Zira evladın malı babanın malı, evi gibidir. Nitekim Resulullah (sav), «Sen ve
senin malın babanındır.» buyurmuştur. İşte âyette «kendi evleriniz» tabiri ile
iktifa edilerek evladların evlerinin sayılmaması bu yüzdendir. Baba ile evladın
arasındaki yakınlığın kuvvetinden Ötürü evladın malik olduğu herşey babanın
malı gibidir. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: «Kişinin yediklerinin en
temiz ve güzeli çocuğunun kazancıdır. Zira çocuk da babasının kazancıdır.»
[175]
Ebu Hayyan: «Ailahu
taala âyette «evleriniz» tabirini kullanarak ayrıca evladların evlerini
zikretmemiştir. Buna göre âyetteki «kendi evleriniz» tabirinden maksat, aile
ferdlerinin yaşadığı evlerdir. Evladlar daha aile ferdlerinin en yakınlarındandır. Yemek
ruhsatının sebebi yakınlık olduğundan evladın da bunlar arasında bulunması
zoruridir.»
[176]
İkinci incelik:
Meşhur meseldir, birisine «Kardeşini mi yoksa sadık dostunu mu seversin?» diye
sorulunca, «Kardeşimi ancak sadık dostum
olursa severim.» cevabını vermiş. Birgün evde bulunmadığı bir zaman Hz.
,! Hasan'ın arkadaşları evine geldiler
ve yemek yemeye başladılar .Üzerlerine gelen Hz. Hasan, bu durumdan çok
sevinerek, «İşte biz sahabilerin büyüklerinden de böyle gördük.»
demiştir.
Asrı saadette kişi.
sadık dostunun evine girer, yemeğini yer, lazımsa para alırdı. Hatta daha
önceden İzin verilmişse cariye ve kölelerini azad ederdi.
İbni Abbas (ra) şöyle
der: «insanın sadık dostu, akrabalarından daha yakındır. Zira görülüyor ki,
cehennem ehli ateşe atıldıkları zaman, aArtık bizim için ne şefaatçilerden (bir
kimse) ne de candan bir dost yok.» (Şuara: 100-101) diyerek dostlarının
yokluğundan yakınırken, anne, baba ve diğer yakınlarının yokluğundan
yakmmamışlardır.»
[177]
Üçüncü İncelik; Aropiar cömertlikle meşhurdular. Hatta
ensarilerden birçoğu yemeğini ancak misafiri varsa yerdi.
Arapların Kenane
kabilesinden bir zatın yalnız başına yemek yemesi cok ağırına giderdi. Kim|
zaman sabahtan akşama kadar sofrada bekler, bir misafir gelsin isterdi. Akşam
olduktan sonra beraber yiyecekleri bir
misafir gelmezse
çaresi2 yemeğini yalnız yerdi.
[178]
Bir Arap şairi bu
hqSUSu şöyle dile getirir. «Yemek yaptığında ortak olacak bir misafir ara. *jra
ben hiçbir zaman misafirsiz yemek yiyen değitim.»
Dördüncü incelik: Zemahşerî: «Evlere girdiğiniz vakit...» o evin ehline Allah (cc)'ın
meşru kıldığı selam ite başlayın. Zira selam vermek, selam verilene selamet
di|emek olduğu gibi ona canlılık verir. Çünkü müminin mümine daveti salamdır.
Selam Ailahu taaladan hayrın ziyadeleşmesi ve güzel bir rızık talebidir.»
[179]
Fahreddin Razi şöy|Q
der: «Âyetteki, «kendinize seiam verin» ifade-desinde Ailahu taala bütün
müslümanların nefislerini tek bir nefis gibi kabul etmiştir. Buna gÖr6 bir
müslümanın diğer bir müslümana selam vermesi, kendisine selam verrriesidlr.
İbni Abbas Ira), «Girdiğiniz evde kimse olmasa bile «Allah (cc)'ın selamı
üzerimize otsun» diye selam verin.» demiştir.»
[180]
Taberî de şöyle der;
hbu husustaki görüşlerin en doğrusu, «Müslümanların evlerine girdiğiniz zaman
birbirinize selam verin.» dir. Niçin doğruya en yakın olanın bu olduğunu
söyledim? Zira Ailahu taala âyetteki, «evlere girdiğiniz «akit» tabirinde bir
evi değil bütün evleri ifade etmiştir. Bundan maksat da meskenlerin hepsinin
âyetin kapsqmına girmiş olmasıdır. Ayrıca mescidler de âyetin umumi İfadesine
girmektedir.» (10)
Âyeti kerime akraba
evlerinde yemek yemenin mubah olduğuna delalet eder. Çünkü akrabaların
evlerinde yemekvyemede onları zorluğa sev-kedecek bir durum yoktur. Ayrıca adet
de akrabalara yemek yedirmeyi
icabettirir. Bu adet
sarahaten İzin vermenin yerine geçer, öyleyse Allahu taalanm âyette saydığı
akrabalarda. İzinsiz de olsa, yemek yeme mubahtır. Çünkü bir akraba evinde
yemek yeme onu sevindirir.
Müfessirler, âyetteki
«kendi evleriniz» tabirinden maksadın ne olduğu hususunda üç görüşe
ayrılmışlardır.
1. Görüş:
«Kendi evlerin iz »den maksat, çocukların evleridir. Zira Çocukların evleri,
babaların evi gibidir
2. Görüş:
Âyetteki akendi evlerinizsden maksat, aile tercilerinizin evleri, yani,
çocuklarınızın, zevcelerinizin, hizmetçilerinizin evleridir.
3. Görüş:
Âyetteki «kendi evleriniz »den maksat, insanın kendi evidir. Âyetten maksat
çocukların ve zevcelerin matından yiyebilmektir. Zira çocuk ve zevcenin malı
kocanın malı gibidir.
Bu hususta Cessas
şöyle der: «Bu üç görüşten sahih olan ikincisidir. Zira «kendi evlerinizsden
maksat, kişinin ailesi, çocukları ve hizmetçileri gibi evinde duranların
evleridir. Bunlar babanın evinde bulunduktan için kendi evine isnad
edilmişlerdir. Kişinin kendi malından yemesi zaten mubahtır. Âyetteki hitabın
zahiri ve başlangıcı bir diğerinin malından yemeyi mubah kılmaktadır. Çünkü
Allahu taaia, «...Gerek babalarınızın evlerinden, gerek annelerinizin,
evlerinden...» buyurmaktadır. Bu, mahreı.ı olan akrabaların evlerinde ekmek
yemenin mubah olduğunu beyan etmektedir. Hafkm geleneği de bu şekilde cerayan
etmiştir.»
[181]
«Anahtarlarına malik
bulunduğunuz..» âyetinin zahiri, vekilin müvekkilinin evinden, malından birşey
yiyebileceğine delalet eder.
Ikrime (ra)'den şöyle
rivayet edilmiştir: «Bir kişi «anahtara malik» oldumu birşey yemesi caizdir.»
İbni Abbas (ra) da
«Anahtarına malik bulunduğunuz..» âyetinin tefsirinde, «Kişi müvekkilinin
hurmasından yer .sütünden içebilir.» demiştir.
[182]
Bazılarına göre de
«Anahtarlarına malik bulunduğunuz (evter)»den maksat, yetim malıdır. Vasisi
yetimin malından zarar vermemek şartıyla ihtiyacı kadar yiyebilir. Zira Allahu
taala, «Kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim
do fakir ise o halde örfe göre (birşey) yesin.» (Nisa: 6) buyurmaktadır.
Âyeti kerime,
akrabaların ve sadık dostların evlerinde yemek yemenin mubah olduğunu beyan
etmektedir. Âyetin nüzulünden önce hiçkim-se, günah olacağı endişesiyle,
başkasının evinde yemek yemezdi. Allahu taala önce, kör, topal ve hasta gibi
özür sahiplerinin akraba ve dost evlerinde yemek yemelerinin mubah olduğunu
beyan etmiş, sonra da bütün İnsanlara akraba ve sadık dostlarının evinde yemek
yemeyi mubah kılmıştır. Şu halde bir kimse sadık bir dostunun evine gittiği
zaman, ondan izin almadan birşeyini yemesi helaldir.
Cessas: «Âyet de
izinsiz yemenin mubah olduğuna delalet eder. Mesela bir kadının kocasının
malından izin almaksızın sadaka vermesi gibi. Çünkü örfen bilinir ki, kadının
verdiği sadakaya koca mani olmayacaktır. Nasıl ki, izinli veya kitabet yapan
bir köle bir başkasını kendi yemeğine davet edebilir, elinde bulunandan sadaka
verebilir. Bu hususta efendilerinden izin almaları da gerekmez.
«Nafi, İbni Ömer
(ra)'in «Bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin altınını, dinar ve
dirhemini kullanmakta olduğunu gösterebilir misiniz?» dediğini rivayet
etmiştir.
«İbni Kesir,
Rassafî'den şöyle rivayet etmiştir: «Ebu Cafer (ra)'in yanında idik. Ebu Cafer
(ra) bize, «Bir müslüman kardeşinizin cebinden veya kesesinden parasını alıp
yiyebilir misiniz?» diye sordu. Biz de hayır dedik. Bunun üzerine, «öyleyse siz
kardeş değilsiniz.» dedi.»
[183]
İnsanın sadık dostunun
malından, aradaki dostluk ve sevgiden dolayı, o bulunmadığı zamanda bile,
yemesi mubahtır. Zira gerçek bir dost, dostları malından yediği zaman hem
ferahlanır, hem de mesrur olur.
İnsanın yemekte
başkasına ortak olması caizdir. Âyette, «Hep bir arada toplu olarak da, dağınık
dağınıkta yemenizde dahi harec yok.» buyurulması da buna delalet eder. Eğer bir
topluluk bir yemeğe ortak olurlarsa beraberce yemeleri caizdir.
İslâmiyetin
başlangıcında müslümanlar, başkalarıyla birlikte yemek yemekten, onlardan fazla
yiyecekleri korkusuyla, kaçınırlardı. Bundan ötürü aynı kaptan yemek
yemezlerdi, tşte Kur'an-ı kerim, birisi diğerinden daha İştahlı olsa, daha
fazla yemek yese bile aynı kaptan toplu olarak yemelerini mubah kılmıştır.
Buna, «Bir do sana yetimleri sorarlar... Şayet kendileriyle bir arada
yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir.» (Bakara: 220) âyeti de delalet eder.
Zira Allahu taala bu âyetle yetimlerin yemeklerini kendilerinkine katarak
topluca yemelerini mubah kılmıştır. Yine, As-hab-ı Kehf hakkındaki, «Şimdi siz
birinizi bu gümüş para ite şehre gönderin de baksın, onun hangi yiyeceği daha
temizse ondan size bir rızık getirsin.» {Kehf: 19) âyeti de insanların toptu
olarak yemek yemelerini mubah kılmıştır. Zira verilen «gümüş para» hepsinin
ortak parası idi. O-nunla alınacak yiyecek de hepsinin müşterek malı İdi. İşte
fakihler böyle', müşterek para ile alınan yemeğe «mimahede» ismini
vermişlerdir. Bu şekildeki ortaklık daho çok yolculuklarda yapılır.
Bu hususta Cessas
şöyle der: a Mevzumuz âyet, yakın akrabasından birşey çalan kimsenin elinin
kesilmeyeceğine delalet eder. Zira Allahu taala âyette yakın akrabaların
birbirinin evine izinsiz olarak girmelerini ve yemek yemelerini mubah
kılmıştır. El kesilmesine sebeb olan hırsızlık ise, saklamldığı yerden birşeyi
gizlice almaktır. Âyetteki evlere girme ve mallarından yeme müsadesi ise
acıkca gösteriyor ki, çalınan mal onlardan gizli birşey değildim
Buna göre sadık
dostunun malını çalanın da elinin kesilemeyeceği düşünülebilir. Çünkü mevzumuz
âyet, sadık dostların malından İzinsiz olarak yemeyi de mubah kılmaktadır.
Fakat durum böyle değildir. Bir kimse dostunun malını çalıyorsa onun dostu
değil demektir. Dış görünüşte dost sayılsa bile aslında dost olmadığı İçin
yaptığı hırsızlığa karşılık elinin kesilmesi şer'î bir hükümdür.
Yakın akrabanın
evinden yapılan hırsızlıkta, helaliyet şüphesi olduğu için el kesme cezası
uygulanamaz, Ancak hırsıza tazir cezası uygulanır.
En doğrusunu Allah
(cc) bilir.
Bazı müfessirlere göre
mevzumuz âyetin hükmü, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka
(evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve sefam da vermeden
girmeyin.» (Nur: 27} âyetiyle neshedilmiştir. Ayrıca Resulullah (sav) da
«Müslüman kardeşinin malı ancak onun rızası ile helal olur.» buyurmuştur.
Sahih olan görüşe göre
ise, bu âyetin hükmü neshedilmemiştlr. Mü-fessirlerln cumhurunun görüşü budur.
Bunu Cessas ve Razi de belirtmişlerdir. Cessas, Nur Süresindeki âyette
mevzumuz âyeti neshedici birşey olmadığını söylemiştir. Mevzumuz âyette
zikredilen husus, özürlü kişiler ve yakın akrabalar içindir. «Ey iman edenler,
kendi (ev ve) odakırınızdan başka...» âyeti ise özürlü 'kimselerle yakın
akrabalar dışındaki kimselere hitap etmektedir.
Resulullah (sav)'ın
hadisine gelince, bu hadis de âyette isim ve vasıfları geçen yakın akrabaların
dışındaki kimselere mahsustur.
Allah (cc) en iyisini
bilendir.
1- Cihada
katılamayan özürlü kimselerin diğer müslümanların evlerinde yiyip içmeleri
mubahtır.
2- Adet
olduğu üzere, yakın akrabaların evinde İzinsiz olarak yiyip içmek mubahtır.
3- Sadık
dostluğun hakkı çok büyüktür. Bu sebeble sadık dostların evinde izinsiz olarak
yemek yeme mubah kılınmıştır.
4- Yemeği
ortaklaşa almak ve yemek mubahtır. Bu yemek toplu halde de ayrı ayrı da
yenilebilir.
5- İslâm
terbiyesini almak zaruridir. Bir eve girildiği zaman İslâmî aaab ve terbiye
kurallarına uygun olarak selam verilmelidir.
6-
Müslümanlar karşılaştıkları zaman, Allah (cc)'ın meşru kıldığı
«Esselamüaleyküm» kelimesi tle selamlaşmalıdırlar.
7- Allahu
taala, mümin kullarının dünya ve ahiret saadetine vesile olacak hükümler
vazetmiştir. ,
Allahu taala halka
zulmetmeyi ve zulmen malını yemeyi haram fcıli!i mıştır. Bir kimsenin, bir
başkasının malını, gönül hoşnutluğu ile verme-11 dikçe yemesi caiz değildir.
Zira Resulullah (sav), «Müslüman kardeşinin, malt ancak onun rızası ile helal
olur.» buyurmuştur. Bir başka hadisde de «Müslüman İçin diğer bir müslümanm
malı, kam. ırzı ve herşeyi haram-., dır.» buyurulmuştur. .
Allahu taala yakın
akrabaların evinde izin almadan yemek yemeyi mubah kılmıştır. Allahu taala bu
yakın akrabaları da şöyle beyan etmiştir: Babalar, anneler, kardeşler,
amcalar, dayılar, halalar ve -teyzeler. Bu akrabalar arasında sıla-i rahim
bağlan vardır. Bu bağlar sevgiyi gerektirir. Akraba evinde teklifsiz yemek
yeme de akrabalık bağlarını kuvvetlendirir, birbirlerini görmeyi,
konuşmalarını adet haline getirir.
Yakın akrabaların
evlerinde yemek yeme mubah kılındığı gibi, sadık dostların evinde İzinsiz
olarak yeme de mubah kılınmıştır. Zira sadık dostluk, yakın akrabalık
derecesindedir. Sadık dostların birbirleri üzerinde çok büyük hakları vardır.
Çok sadık dost vardır ki insanın kardeşinden daha hayırlıdır. Arapların meşhur
bir atasözü vardır. Şöyle denilir: «Annenin doğurmadığı çok kardeşin vardır.»
İşte bunlardan dolayı
Allahu taala sadık dostların evlerinde onlardan İzin almadan yemek yemeyi mubah
kılmış, dostluk bağlarının kuvvetlenmesi ve devamı için onu yakın akrabalar sırasında
saymıştır.
Sadık dostlara,
izinsiz olarak yemek yeme gibi ileri bir hakkın verilmesi islâmdakl din
kardeşliği bağlarının daha da kuvvetlendirilmesi içindir. İslâm şeriatının
olduğu gibi yüksek insanlık düşüncesinin de hedefi budur.
Allahu taala, mümin
kullarına, diğer mümin kardeşlerinin evlerine girerken selam vermelerini
emretmiştir. Bu Islâmın yüksek içtimaî adabının bir gereğidir. Eu bakımdan
Ailahu taala müminlere selamı yaymalarını, müslümanlarm birbirlerini her
gördüklerinde selamlaşmalarım emretmiştir. Çünkü selam İslâmın şiarı ve ümmet
fertleri arasında kuvvetli bir bağdır. Müslümanların birbirlerini sevmelerinin
bir işaretidir.
Nitekim Resulullah
(sav), şöyle buyurmuştur: «Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim
ki tamamen iman etmedikçe cennete giremezsıniz. Birbirinizi içten sevmedikçe de
imanınız kemale ermeyecektir. Aranızda sevgiye vesile olacak şeyi size
bildireyim mi? Birbirinizi tam manasıyla sevmeniz için aranızda selamı
yayınız.»[184]
Cahiliye devrinde
dostlar birbiriyle karşılaştıkları zaman, «Akşamın hayırlı olsun, sabahın
hayırlı olsun vb.» şeklinde selamlaşırlardı. İslâm bu sözlerden daha
hayırlısını getirmiştir. Bu, en güzel, en temiz ve.sıcak bir karşılama
ifadesidir. Bu selam, «Esselamü aleyküm verahmetuliahi» sözüdür. Bu selam
şekli. «Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir
sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin.» âyetiyle beyan edilmiştir.
Selam Allah (cc)'ın
isimlerinden birisidir. Müminlerin bu selamı terke-derek cahiliye devrindeki
«iyi günler, iyi akşamlar» gibi sözlere dönmeleri uygun değildir. Çünkü
müslüman İslâmın bütün hükümlerini kabul ettiği gibi İslâmın getirdiği adab ve
terbiyeyi de kabul etmek mecburiyetindedir.
[1] Kurtubi. tefsir. C. 12. S. 188.
[2] Hakim ve Tinnizi, Arar bin Şu'ayb'den nakletmişlerdir.
[3] Süyûti. Dürrü'l-Mansur. C. S, S. 19.
[4] Kurtubl. tefsir. C. 12. S. 168.
[5] Alusi. tefsir. C
18. S. 74.
[6] Kurtubi, tefsir. C. 12. S. 160.
[7] Müslim. Ebu Davud. Tirmizi. 64
[8] Kütüb-i «itte.
[9] Ebu Davud Alusi. age, C. İS, S. 70.
[10] İbni Kesir, tefsir, C. 3.
[11] Şeyh Sais. Tefsiri Ayatül-Ahkam. C. 3. S. 110.
[12] Ahmed bin Hanbel. Müslim ve Ebu Davud rivayet etmiştir
[13] Kütüb-i sitte
[14] Müslim. Nesai.
[15] Şeyh Sais. age, C. 3, S, 113.
[16] Kurtubi. age. C. 12. S. 163.
[17] Kurtubi. age. C. 12. S. 164.
[18] Ibnü'l Arabi, a«e. C. 3
[19] İbni Cevzi, age, C. 6, S. 8
[20] Buhari ve Müslim.
[21] Kurtubl. age, C. 12. S. 162. 80
[22] Ebu Davud, İbnl Ömer'den rivayet etmiştir.
[23] Ifaoü'l-Arabi, age. C. 3. S. 314.
[24] İmam Malik rivayet etmiştir. Bakz. Cemil'i Fovaid, C.
1. S. 27.
[25] Zemahşeri, age, C. 3, S. îee'dan özetle.
[26] Şevkani, Neylu'l-Evtar. Cezalar bölümü.
[27] Buhari. Müslim. Ebu Davud, Ibn-i Mace İbni Abbas’tan
rivayet etmişlerdir.
[28] Beyhaki.
[29] Beyhaki.
[30] Buhaıi-Müslim, Ebu Davud. Timizi.
[31] Müslim. Cemü'l-Fevaid. C. 1, S. 7.
[32] Taberi ve Dare Kutni.
[33] İbnü'l-Arabl. age, C. 3. S. 319.
[34] Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir. C. 23. S. 152.
[35] Fahreddin Razi. ugo. C. 23. S. 163
[36] Ibnül-Arabi. age. C. 3. S. 1321
[37] Buhart ve Müslim. 100.
[38] Kurtubi, age. C. 12. S. 173ten özetle.
[39] Tirmizi. Hakim. Beyhaki.
[40] Buharı ve Müslim.
[41] Cessas. age. C. 3. S. 332.
[42] Dört Mezhebip Jtyıh Kitabı ve ibn-i ADıum 106
[43] Fahreddin Razi. Tefsiri Kebir. C. 23. S. 161.
[44] Ibnül Arabi, age. C. 3. S. 1325
[45] İslâmın bu cezalardan maksadı, ümmetin namus ve
şerefini korumak, -nuslüman aileleri kötü konuşmalardan alıkoymak ve ailenin
Islâmi şe-~=£tni akılsız ve garazkarların dil ve iftiralarından koruyarak ikmal
etmek-
[46] Taberi. Camiüi Beyan. C. 6. S. 326. Süyuti,
Dürrül-Mansur. C. 5. S. 22. 114
[47] Kurtubl. ase. C. 12, S. 187.
[48] Ebu Davud, Nesai ve lbni Mace.
[49] Abdurrahman Cezeri, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. Lian
Babı.
[50] Umu I Arabi. age. C. :t. S n;)3
[51] Daru Kutnt.
[52] Abdurrahman Cczeri, age. Lion Babı. 124
[53] Ahmed bin Hanbel.
[54] Fahreddin Razi, age. C. e, S. 347.
[55] Taberi. uge. C. 18. S. 102. Kurtubi. ftge. C 12. S.
207
[56] Süyûtl. age. C. 5. S. 34.
[57] Süyûtl, age. C. S. S. 34.
[58] Fahreddin Rnzi. Tefsir, C. 23. S. 187.
[59] Fahreddin Razi. Tefsir. C. 23. S. 188.
[60] İbni Cevzi. Zadü'l-Mesir
[61] Süyuti. age. C. S. S. 38.
[62] Abdülvehhab Neccar. Kısası Enbiya adlı eserinde bu
kıssayı söyle anlatır. «Yahudiler Musa aleyhisselamı alaca hastalığı ile itham
etmişlerdi. Hz. Musa bir gün yıkanmak için soyunmuş ve elbiselerini bir taşın
üzerine koymuştu. Taş. üzerinde elbiseler olduğu halde su içinde akmaya
başladı. Hz Musa, suyun kenarından. »Elbisem taşla akıyor!» diyerek koşmaya
başladı Taş. yahudilerin topluca bulundukları bir yere kadar giderek durdu. Hz
Musa da çıplak olarak oraya kadar gitti. Yahudiler Hz. Musa'nın çıplak vücudunu
gördükleri zaman onun itham ettikleri ayıp sayılan alaca hastalığından tamamen
uzak olduğunu anladılar.» (Çev.)
[63] Zemahşert. Keşşaf Tefsiri. C. 3. S. 223.
[64] Zemahşeri. ace. C. 3. S. 235.
[65] Fahreddln Rozi. age. C. 23. S. 102.
[66] Cessaa. age. C. 3. S. 380.
[67] Cessas. a«e, C. 3. S. 380.
[68] Alusi, Ruhu'l-Meani. C. 18. S. 126.
[69] Alusi. Uge. C. 18. S. 127.
[70] Alusi, age. C. 18. S. »28.
[71] Müslim.
[72] Buhari.
[73] Buhari ve Müslim.
[74] Müslim. Ebu Hüreyreden
[75] Fahreddin Razi, age. C 23. S. 195.
[76] Alusi. age. C 18. S. 132'den özetle 142
[77] Taberi. a$e. C. 18. S. ıı. Alusi. age. C. 18. S. 133.
[78] Alusi, age, C. ıs. S. 137. 152
[79] Zemahşeri. age. C. 3. S. 288.
[80] Tirmizi, Cabir bin Abdullah'tan.
[81] Ahmed bin Hanbel ve Buhari. Edeo faslında
[82] Buhari. Edebü'n-Müfred.
[83] Süyutl. Ibn-i Şeybeden. age. C. 5, S. 36.
[84] Süyuti. age, Abdi Birr İbni Abbas'tan.
[85] Taberani. Süyuti, age. C. S. S. 38'e bak.
[86] F. Razi. Tefsir, C. 23. S. 187.
[87] BuharI ve Müslim.
[88] İmam Malik, Muvatta. Taberı, age. C. 18. S. 112.
[89] Razi. age. C. 23. S. 190
[90] Buhari. Ebu Davud.
[91] Buhari ve Müslim.
[92] Zemahşeri, Tefsir, C. 3.
[93] İbni Ebi Hatem. Süyuti, age. C. 5. S. 38.
[94] F. Razi. age, C. 23. S. 200e bak.
[95] Buharl ve Müslim.
[96] Buhari. Müslim, Tirmizi ve Ahmed.
[97] Cessas, age. C. 3. S. 385.
[98] Razi. age, C. 23. S. 190.
[99] Süyuti, Dürrül-Mensur, C. 5. S. 40.
[100] İbni Kesir, age. C. 3. S. 283. Süyuti. age. C. 5. S.
104.
[101] Mehasinü'd-Tevil, 12. Cüz
[102] Zemahşeri, Keşşaf. C. 3. S. 230.
[103] Tirmizl ve Ahmed.
[104] Müslim, Tirmizi ve Ahmed.
[105] İmam Ahmed. Müsned.
[106] Buharı ve Müslim.
[107] Ebu Davud ve Tirmizi.
[108] Ebu Davud ve İbni Mace
[109] Fahreddin Razİ, Tefsir.
[110] Tirmizi.
[111] İbni Cevzi. Tefsir. C. 6. S. 31.
[112] Taberi. Tefsir. C. 18. S. 118.
[113] Ebu Davud, "Kurtubî, Tefsir. C. 12. S. 229.
[114] Ebu Davud, Sünen, C. e, S. 58.
[115] Kurtubi. age, C. 12. S. 228.
[116] Kurtubî, age. C. 12, S. 229.
[117] Kurtubi, age, C. 12. S. 231.
[118] Fahreddin Razi, age, C. 23. S. 207. 174.
[119] Kurtubi, age, C. 12, S. 233.
[120] Kurtubi. age. C. 12, S. 233.
[121] Alusi, age, C. 19, S. 143.
[122] Mevdudi, Nur Suresi Tefsiri'nden özetle.
[123] Alusi, age..C. 18, S. 144. Kurtubİ, age, C 12. S. 234.
[124] Beyhski ve Ebu Davud.
[125] Mevdudî, Nur Suresi Tefsiri. 178
[126] Cessas. age. C. 3. S. 393. 2ö
[127] Aiusi, age. C. 18, S. 146
[128] Ebu Davud. Nesai ve İbni Kesir.
[129] Bu husustaki tafsilat. Ahzah Suresi hicab âyetleri bahsinde
gelecektir.
[130] Zemahşeri, Keşşaf. C. 3. S 190.
[131] Süyuti, age, C. 5, S. 44.
[132] Sıddık Hafi. Fethü'l Beyan, C. 6. S. 630.
[133] Zemahşeri. age. C. 3, S. 106.
[134] Ebussuud Efendi. Tefsir. C. 4. S. 58.
[135] Ebussuud Efendi, Tefsir. C. 4. S. 58.
[136] Kurtubi, age, C. 12. S. 238.
[137] Münavi. Camiü's-Sagir. Munzıri, Tergib ve Terhib. 192
[138] Cessas, age, C. 3. S. 394.
[139] Cessas. age, C. 3, S. 394
[140] Munziri. Tergib ve Terhib.
[141] Buhari ve Müslim.
[142] Kurtubi, age, C. 12, S. 238.
[143] Cessas, age. C. 3, S. 3B4.
[144] İmam Hanbel, Tirmizi. Ebu Davud.
[145] Tirmizi. Ibni Mace.
[146] Alusi, age. C. 18, S. 148.
[147] Şeyh Sais. Tefsir
[148] Kurtubî. age. C. 12, S. 242
[149] Kurtubl, age. C. 12. S. 242.
[150] Timizi, Nesâi, Ibni Mace. 198
[151] Cessas, age, C. 3, S. 360.
[152] İbni Cevzi, age. C. 6, S. 37.
[153] Kurtubî, age, C. 12, S. 252.
[154] İbnü'l-Arabl. age. C. 3, S. 1372.
[155] Cessas, age. C. 3. S. 389. 202
[156] Kütüb-i Sitte.
[157] Alusi. age. C. 18, S. 209.
[158] Sıddık Han, age, C. 6, S. 398.
[159] Alusi. age. C. 18, S. 209.
[160] Suyuti, age, C. 5. S. 55.
[161] Fahreddin Razı, age. C. 24.' S. 28
[162] Ebussuud, age, C. 4. S. 72.
[163] Taberi, age, C. 18. S. 161.
[164] Zemahşeri, age. C. 3, S. 200.
[165] Ebu Davud. Cessas. age. C. 3. S. 406. Süyûtİ. Tefsir.
C. 5. S. 56.
[166] imam Ahmed.
[167] Cessas. age, C. 3. S. 408.
[168] Fahreddin Razl. age, C. 3. S. 408.
[169] Cessas, age, C. 3. S. 410.
[170] Müslim, Ebu Hüreyre'den.
[171] Kurtubi age. C. 12, S. 310.
[172] İbni Cevzi, age. C. 8. S. 64. Ebu Hayyan. agfe. C. e.
S. 473. Süyûti. age. C 5. S. 58.
[173] İbni Cevzi! age, C. 6. S. 84. Vahidi, Esbab-ı Nüzul.
[174] Cessas. age. C. 3. S. 334. İbni Cevzl, Tafaerl,
Süyûtl.
[175] Buharı tarihinde, Müslim.
[176] Ebu Hayyan, age. C'6, S. 474.
[177] Ebu Hayyan. age, C. 8, S. 474.
[178] İbni Cevzl, age, C. 6.
[179] Zemahşeri, age, C. 3.
[180] Fahreddin Razî, age. c. 18. 10 — Taberi, age, C. 8, S.
\w.
[181] Cessas. age, C. 3, S. 335.
[182] Ebu Hayyan, age. C. 8. S. 475
[183] Cessas, age. C. 3, S. 338.
[184] Sünen kitapları.