NUR SURESİ 5

41. DERS ZİNA İLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 5

Ayetlerin İcmali Manaları 5

Ayetlerin Nüzul Sebebi: 6

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 6

İkinci Hüküm: Bekar Ve Evlilerin Zina Cezaları Nelerdir?. 7

Zina İle İlgili Hükümler 7

Üçüncü Hüküm:  Recm İle Sopa Bir Arado Uygulanır Mı?. 9

Dördüncü Hüküm: Bekar Zanl Sürgün Edilir Mi?. 10

Beşinci Hüküm: Evli Bir Zımmînin Zina Cezası Nadir?. 11

Altıncı Hüküm: Cezaları Kim Uygulatır?. 12

Yedinci Hüküm: Sopanın Şiddet Derecesi Ve Vuruş Şekli Nasıl Olmalıdır?. 13

Sekizinci Hüküm: Sopa Hangi Azalara Vurulur?. 13

Dokuzuncu Hüküm: Suçluları Hadden Kurtarmak Haramdır. 14

Onuncu Hüküm: Zina Cezasının Uygulanmasında Şahidler Hazır Bulunur mu?. 15

Onbirinci Hüküm: Homoseksüellik, Sevicilik Ve Hayvanlarla Temasta Bulunmanın Hükmü Nedir?. 15

Onikinci Hüküm: Zina Suçu Nasıl Tesbit Edilir?. 17

Maız bin el-Eelemi Hadisesi; 17

Onüçüncü hüküm: Zina eden bir kadınla evlenmek sahih midir?. 18

Ayetlerden Alınacak Dersler 19

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 19

42. DERS ZİNA İFTİRASI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 20

Ayetlerin Lafzı Tahlili 20

Ayetlerin İcmali Manaları 20

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 21

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 21

Birinci Hüküm: Muhsan Kelimesinin Manası Nedir?. 21

İkinci Hüküm: Zina İftirasının Şartları Nelerdir?. 21

İftira Atılanlarda Bulunması Gereken Şartlar: 22

Üçüncü Hüküm: Haddi İcabettiren Sözler Nelerdir?. 23

Dördüncü Hüküm: Bir Topluluğa Zina İftirası Atmanın Hükmü?. 23

Beşinci Hüküm:  Şahidierin Adil Olmaları Şart Mıdır?. 24

Altıncı Hüküm: Şahitlerin Toplu Halde Şehadet Etmeleri Şart Mıdır?. 24

Yedinci Hüküm: Bir Hüre İftira Atan Köle Veya Cariyenin Cezası Ne Olur?. 25

Sekizinci Hüküm: İftira Cezası Allah (Cc)'ın Hukukundan Mı, Yoksa Kulların Hukukundan Mıdır?. 25

Dokuzuncu Hüküm: Müfteri Tövbe Ederse Şahadeti Kabul Edilir Mi?. 25

Ayetlerden Alınacak Dersler 26

43. DERS LİAN İLE İLGİLİ HÜKÜMLER.. 27

Ayetlerin Lafzı Tahlili 27

Âyetlerin İcmali Manaları 27

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 28

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 28

Birinci Hüküm: Lian Ne Zaman Gerekir?. 28

İkinci Hüküm: Lian Yemin Mi, Yoksa Şehadet Midir?. 28

Üçüncü Hüküm:  Kafirlerin, Kölelerin Ve Tina Mirası Suçundan Cezolanmış Kişinin Lion Yapması Caiz Midir?. 29

Dördüncü Hüküm: Lian İmamın Huzurunda Olmasa Da Caiz Midir?. 29

Beşinci Hüküm: Lianın Yapılış Şekil Ve Yolu. 30

Altıncı Hüküm: Erkek Veya Kadından Birinin İlandan Dönüşü Haddi Gerektirir Mi?. 30

Yedinci Hüküm: Lkm Ayeti Zina İftirası He Ffa« Âfetin Hükmünü Nee-Hedermi?. 31

Sekizinci Hüküm: Liandan Sonra Kan-Koca Birbirinden Ayrılır Mı?. 31

Dokuzuncu Hüküm: Liandan Sonra Koca Kendisini Yalanlarsa Kamı Ona Tekrar Verilir Mi?. 32

Onuncu Hüküm: Liandan Sonra İlana Vesile Olan Çocuk Annesin* Verilir Mi?. 32

Ayetlerden Alınacak Dersler 32

Ayetleroeki Teşrh Hikmetler 33

44. DERS HZ. AYŞE'YE ATILAN İFTİRADAN SONRAKİ HÜKÜMLER.. 33

Âyetlerin Lafzı Tahlili 33

Ayetlerin İcmali Manaları 34

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 34

Hz. Ayşe'nin Özellikleri 36

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler 36

Birinci Hüküm: İşlenen Günah Sallh Amelleri Yok Eder Mi?. 36

İkinci Hüküm: Kötülük Yapanı Affetmek Farz Mıdır?. 36

Üçüncü Hüküm: Yeminini Bozanın Kefaret Vermesi Farz Mıdır?. 36

Dördüncü Hüküm: Hayırlı Bir İşi Terk İçin Yapılan Yemin Sahih Olur Mu?. 37

Beşinci Hüküm: Resulullahtn Zevcelerine Zina İftirası Atmak Küfür Müdür?. 37

Altıncı Hüküm: Kafir V» Fasıklan Lanetlemek Caiz Midir?. 38

Yedinci Hüküm: Resulullah (Sav)'ın Zevcelerinin Kesin Olarak Cennete Gideceklerine Hükmedilebilir Mi?. 38

Buhari Ve Müslim'e Göre İfk Hadisesi 40

Âyetlerden Alınacak Dersler 42

45. DERS MÜSLÜMANLARI ZİYARET HUSUSUNDA İZİN İSTEMENİN ADABI 42

Ayetlerin Lafzi Tahlili 42

Ayetlerin İcmali Manaları 42

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 43

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 43

Âyetlerdeki Şer’i Hükümler 43

Birinci Hüküm: Selam İzinden Önce Mi Verilecektir, Sonra Mı?. 43

İkinci Hüküm: İzin Kaç Defa İstenir?. 44

Üçüncü Hüküm: Bin İstemenin Hikmeti Nedir?. 44

Dördüncü Hüküm:   Mahremlerin Odalarına İzinsiz Girilebilir Mi?. 44

Beşinci Hüküm:  Ziyaretçi Kapının Neresinde Ve Nasıl Durmalıdır?. 45

Altıncı Hüküm: İzin İstemek Ve Selam Vermek Farz Mıdır?. 45

Yedinci Hüküm: Kadınlar Ve Köleler İçin De İzin İstemek Farz Mıdır?. 45

Sekizinci Hüküm: Hangi Hallerde Evlere İzinsiz Girmek Mubahtır?. 46

Dokuzuncu Hüküm: İzinsiz Olarak Yutuma Bir Evi Gözlemenin Hükmü. 46

Âyetlerden Alınacak Dersler 46

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 47

46. DERS KADINLARIN ÖRTÜNMESİ VE YABANCI KADINLARA BAKMANIN HÜKMÜ.. 47

Âyetlerin Lafzı Tahlili 47

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 48

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 48

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 49

Birinci Hüküm ; Yabancı Kadınlara Bakmanın Hükmü Nedir?. 49

İkinci Hüküm: Erkek Ve Kadında Avretin Sınırı Nedir?. 49

Üçüncü Hüküm: Açılması Haram Olan Ziynet Nedir?. 51

Dördüncü Hüküm: Kadınların Önünde Ziynetlerini Açabilecekleri Mahremleri Kimlerdir?. 52

Beşinci Hüküm: Müslüman Bir Kadının Kafir Bir Kadına Karşı Avreti?. 52

Yedinci Hüküm: Ayetteki Kadın İhtiyacı Duymayan Erkekler Kimlerdir?. 53

Sekizinci Hüküm: Kadınların Karşılarında Örtünmeyecekleri Çocukların Yaşı Ne Olmalıdır?. 54

Dokuzuncu Hüküm; Kadının Sesi Avret Midir?. 54

Âyetlerden Alınacak Dersler 55

Âyetlerdeki Teşri'i Hikmetler 55

Yüzü Açmak Bid'attır 55

47. DERS EVLİLİĞİ TEŞVİK VE ZİNADAN KAÇINMA.. 57

Âyetlerin Lafzı Tahlili 57

Âyetlerin İcmali  Manaları 57

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 57

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler 58

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler 59

Birinci Hüküm: Âyeti Kerimenin Muhatabı Kimlerdir?. 59

İkinci Hüküm: Evlenmek Farz mıdır, Müstehab mı?. 59

Üçüncü Hüküm: Vefmin Baliğe Olan Bekar Kızını Zorla Evlendirmesi Caiz Midir?. 60

Dördüncü Hüküm: Kadının Kendi Basına Nikah Akdi Yapması Caiz Midir?. 60

Beşinci Hüküm: Hür Bir Erkeğin Bir Cariye İle Nikah Akdi Yapması Caiz Midir?. 61

Altıncı Hüküm: Efendi Köle Ve Cariyesini Evlenmeye Zorlayabilir Mi?. 61

Yedinci Hüküm: Karı-Koca Fakirlik Sebebiyle Birbirinden Ayrılabilirler Mi?. 61

Sekizinci Hüküm: Mut'a Nikahının Hükmü Nedir?. 62

Dokuzuncu Hüküm: Efendinin Kölesi İle Mükatebe Yapması Fan Mıdır?. 62

Onuncu Hüküm: «Onlara Allanın Size Verdiği Maldan Verin.» Âyetinin Muhatabı Kimlerdir Ve Verilecek Malın Ölçüsü Nedir?  63

Onbirinci Hüküm: Zinaya Zorlamak Nedir Ve Zorla Yapılan Zinada Erkek Ve Kadından Had Düşer Mi?. 64

Cahiliye Devrinde Zina; 64

Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler 64

48. DERS HALVET VAKİTLERİNDE ODALARA GtRMEK İÇlN İZİN İSTEMENİN ADABI 65

Âyetlerin  Lafzî Tahlili 65

Âyetlerin İcmali Manaları 65

Âyetlerin Nüzul Se8ebleri 66

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 66

Âyetlerdeki Şer’i Hükümler 66

Birinci Hüküm : Ayetin Muhatabı Kimlerdir?. 66

Üçüncü Hüküm  Çocuklar Mükellef Olmadıkları Halde Bu Âyete Nasıl Muhatab Olurlar?. 67

Dördüncü Hüküm: Ayetteki İzin Alma Farz Mıdır Yoksa Müstahab Mı?. 67

Beşinci Hüküm: Çocuklar Kaç Yaşında Baliğ Olurlar?. 68

Altıncı Hüküm: Koltukattı Ve Etek Kılının Bitmesi Baliğ Olmaya Dalalet Eder Mi?. 68

Yedinci Hüküm: Küçük Çocuklara Farzları Ve İbadetleri Yerine Getirmeleri Emredilir Mi?. 69

Sekizinci Hüküm: Ayetteki «Rubalarını Bırakmak »Tan Maksat Nedir?. 69

Âyetlerden Alınacak Dersler 69

Ayetlerdeki Teşri'i Hikmetler 70

49. DERS AKRABA EVLERİNDE YEMEK YEMENİN MÜBAHLIĞl VE ADABI 70

Âyetin Lafzı Tahlili 70

Âyetin İcmali Manası 70

Âyetin Nüzul Sebebi 71

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 71

Ayetteki Şer’i Hükümler 72

Birinci Hüküm: Ayetteki Evlerde Yemek Yemeden Maksat Nedir?. 72

İkinci Hüküm: Vekil, Müvekkilin Malından Yiyebilir Mi?. 72

Üçüncü Hüküm: Sadık Dostların Malından İzin Almadan Yemek Mubah Mıdır?. 72

Dördüncü Hüküm; Yemekte Ortaklığın Hükmü Nedir?. 73

Beşinci Hüküm: Yakın Akrabasından  Bir Şey Çalanın Eli Kesilir Mi?. 73

Altına Hüküm: Bu Âyetin Hükmü, İzin İsteme Âyeti İle Neshedilmiş Midir?. 73

Âyetten Alınacak Dersler 73

Ayetteki Teşriî Hikmetler 74

 

 


NUR SURESİ

 

Bu mübarek sure, toplumun çekirdeğini meydana getiren aile ile il-j* hükümleri, yani İslâmın aile sistemini ihtiva eder. Bu mevzu sınırlan emüe yabancı bir eve girerken izin istemek, erkeklerin yabancı kadın-aç bakmamaları ve kadınların iffetlerini korumaları gibi İçtimaî edebler iıe strtirlerinin mahremi olmayan kadın ve erkeklerin bir araya gelmeleri, jcrjşup konuşmaları gibi haramlar izah edilmektedir. Müslüman bir aile «en uygun olan örtünme ve manevî temizlik gibi aile ve cemiyeti ahlak-scı*Jardan koruyarak ıslah olmalarına vesile olacak hükümler de beyan «çimektedir.

Bu surede ayrıca zina ve zina iftirasının cezaları, erkeğin bizzat ken­di «ansını fahişelikle itham etmesinin cezası da bildirilmektedir. Bu hü-«ttcraierin vazedilmesindeki kasıt toplumun anarşiden, fesaddan. haysiyet-bziiiik ve şerefsizlikten, neslin bozulmasından korunmasıdır, özet olarak 34 sure. diğer bir yönüyle gerek namus, gerek şeref bakımından aileye tehlikeleri önleyici ahlaki hükümler getirmektedir.

Bu hükümler ailede uygulanmazsa fuhuş ve diğer benzeri ahlaksızlık-a- topluma sirayet eder ve önlenmesi imkansız hale gelecek kadar yay-jHnaştr. Zira aileyi fertler, cemiyetleri de aileler teşkil eder.

Nur Suresi ayrıca çok yüksek ahlakî hükümler de ihtiva etmektedir. ül hükümler üzerine kurulan aile ve cemiyetlerin sağlam bir yapıya ka-«jopnaması mümkün değildir. Gerek İçtimaî ve ahlakî ve gerekse iktisadi «e siyasî yönlerden güçlü ferdlerden teşekkül etmiş güçlü bir aile, güçlü nteterden de kuvvetli bir toplum meydana gelir.

Kurtubî. bu sure hakkında şunları söyler: «Bu surenin zikrettiği hü-«unierin gayesi temiz bir neslin vücuda gelmesidir. Bu yüzden Hz. Ayşe, e-cmmlarınızı evlerinize getirmeden önce Nur Suresini okutun, öğretin «imanızı sonra kurun.» buyurmuştur.» [1]

Sureye «Nur» isminin verilmesi, ihtiva ettiği hükümlerle iffet ve na-mstann, soyların korunmasını garantiye aldığı içindir. Bu yalnız Allah cqi'in peygamberlere vahyettiği âyetlerle mümkündür. Allah (cc). kendi »davetinin feyzinden varlığın üzerine akıtmış olduğu rahmetiyle mümin «ularının kalblerini adeta bir nura çevirmektedir.

 

41. DERS ZİNA İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

(Enzelnâhâ):  Enzelnâ. inzal kökünden gelen bir fiildir.

Ayetlerin gelişine inzal veya nüzul denir. İnzal ve nüzul, yukarıdan aşağıya geliştir. Bu tabir Kur'an-ı kerimin Allah (cc) tarafından geldiğine de delalet eder. Buradaki manası ise. «Bizim sana vahyettiğimiz.» demektir.

(Ve fereznâhâ: Farz kökünden gelen bir fiildir.

--rz, katı bir nesneyi kesmeye denir. Âyetteki anlamı da herhangi birşeyi en kamil bir şekilde kabul ettirmek demektir.

(Ayâtin beyyinatin):  Âyât. âyetin çoğuludur. Âyet, Kuranın surelerini meydana getiren, başı ve sonu bulunan, bir veya daha fazla cümleden mürekkeb kelamdır. Âyet. alamet anlamına geldiği gibi. gibi, Allah (cc)'ın kudretine delalet eden şeylere de denir.

(Tezekkerûne): Tezekkür kökünden gelen bir

- idir. Tezekkür, insan hafızasından çıkan herhangi birşeyin tekrar hafıza-«a dönmesine denir. Buradaki manası ise ibret almaktır.

(Ezzâniyetü vezzânî): Bunlar zina kökünden gelen

 sıfattırlar. Zina haram olan cinsî münasebete denir. Seri ıstılahta se bir erkeğin nikahsız olarak bir kadınla yapmış olduğu cinsi münase­bettir.

(Feclidû): Celd kökünden gelen bir fiildir. Sopa *eya kamçıyla vurmak manasına gelir.

(Re'fetün):   Re'fet. sevgi ve şefkat demektir

(Tâifetün): Taife, tavaf kökünden gelen bir sıfattır Tavaf, birşeyin etrafında dönmeye denir. Âyetteki manası, suçlunun etrafında bir topluluğun dönmesidir. Bu toplumdan maksat, suçun sonucunu germek ve ibret almak için suçlunun cezalandırılmasına insanların şahit £C ilmesidir.

(Layenkihu):   Nikah kökünden gelen bir fiildir. . âyette akid manasındadır.

(Müşriketen): Şirk kökünden gelen bir sıfattır. Hiçbir semavî dine inanmayan manasına gelir.

(Ve hurrime zalike): Allahu taala müminlere zinayı haram kılmıştır.

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allahu taala bu surede inzal buyurduğu âyetlerde mümin kullarına bazı hükümler, edebler, hikmetli dersler ve en güzel ahlaki esaslar vazet­mekte ve bunlarla onların dünya ve ahiret saadetlerini tanzim ettiğini ha­ber vermektedir. Allahu taala surenin başlangıcında şöyle buyurmaktadır: Ey müminler, inzal ettiğim bu sure, Kur'an-ı kerimin encok ahkam ihtiva eden süresidir. Bu hükümleri uygulamanız ve gösterdiği terbiye yolları ile terbiye edilmeniz için gönderiyoruz. Yoksa yalnızca okumanız için indir­medik. Bu sureyi ancak onun hükümleriyle amel etmeniz ve bu yolla diğer insan ve cemiyetlere ışık tutmanız, onun apaçık âyetlerinden, hikmetli de­lilleriyle Allah (cc)'ın büyüklüğüne delalet eden alametlerden ibret alma­nız için indirdik. Bu surenin ihtiva ettiği adil kanunları tatbik ederseniz cemiyetinizi saadete ve en insani hayata kavuşturursunuz.

Allahu taalanın vazettiği hükümlere uyarak zina edenleri yüzer sopa ile cezalandırdığınız ve bunu uyguladığınız zaman suçlulara en küçük bir acıma göstermeyerek azablarını hafifletmeyin. Zira zina, şefkat göstere­rek hafifletilebilecek, atfedilebilecek bir günah değildir. Onun İnsanların şeref ve haysiyetlerini nasıl zedelediğini, nesli nasıl bozduğunu, insanlık şerefine nasıl saldırdığını, sokaklara anarşiyi nasıl saldığını bilenler elbet­te zinanın nasıl büyük bir günah olduğunu bilirler. Çünkü zina sokakları babasını, soyunu bilmeyen, tanımayan insanlarla doldurur. Bunları idrak eden mümin, elbette Allahu taalanın zani için vazettiği cezayı uygularken şefkat göstererek hafifletmez. Cezanın uygulanmasına herkesin şahit ola­rak ibret almasını ister. Çünkü uygulanan cezanın görülmesi suçun iş-lenilmesi için en büyük engeldir.

Allahu taala daha sonra şöyle buyurmaktadır: Zina eden bir erkek ancak kendi gibi zina eden bir kadınla evlenebilir. Zina eden bir erkeğin namuslu ve iffetli bir kadınla evlenmesi mümkün değildir. Zina eden bir kadin da ancak kendi gibi ahlaksız ve zina eden bir erkekle evlenebilir.

Allahu taala zinayı, cemiyete tamiri imkansız zararlar doğuracağı için kesin surette haram kılmıştır.

 

Ayetlerin Nüzul Sebebi:

 

Mûfessirler, bu âyetlerin nüzulü için birçok sebebten bahsederler. Biz Btftionn en sıhhatli olanlarını naklediyoruz.

1) Rivayete göre Mersed bin Ebi Mersed denilen bir adam vardı ve «Mekke'den Medine'ye esir taşırdı. Mersed'in Mekke'de Anâk adlı fahişe ur dostu vardı. Mersed. bir esiri taşımak için Mekke'ye gitmişti. Şöyle »kıtır: «Mehtablı bir gecede geldim ve bir duvarın gölgesinde durdum. %ük da geldi ve karaltımı gördü. Yanıma yaklaşınca beni tanıdı ve «Sen üersed misin?» diye sordu. «Mersed'im» diye cevap verdim. «Merhaba. taş geldin.» dedi. «Bu geceyi bizim yanımızda geçir.» Ben de «Ey Anâk. **ah (cc) zinayı haram 'kıldı.» dedim. Bunun üzerine Anâk, «Ey oba halkıl 3u adam esirlerinizi kaçırıyor.» diye bağırdı. Sekiz kişi peşime düştü, -cndeme yolunu tuttum. Bir kaya kovuğuna veya mağaraya girerek giz-endim. Onlar yanıma kadar geldiler, başıma dikildiler. Hatta bevlettiler •e sulan başımın üzerine aktı. Fakat Allah (cc) onların gözlerini benden «ör etti. Geri döncüler. Ben de kaçıracağım esin alarak Medine'ye dön-sûm. Resulullah (sav)'a gelerek, «Ya Resulullah (sav), Anâkla evlenebilir «iyim?» diye sordum. Resulullah (sav) sustu ve bir cevap vermedi. Sonra, «Zina eden erkek, zina eden veya müşrik bir olan kadından başkasını nikah-amaz...» âyeti nazil oldu. Resulullah (sav), «Ey Mersed, Anâkla evlenme.» suyurdu.» [2]

2) Ümmü Mehzul isminde bir kadın vardı. Bu kadın para karşılığı zi­na ederdi. Sahabe-i kiramdan birisi bu kadınla evlenmek istedi. Bunun -zerine. «Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından baş-han nikahlamaz...» âyeti nazil oldu. [3]

3) Ashab-ı suffa denilen sahabilerin evleri olmadığı gibi yanında ka­tacakları kimseleri de yoktu. Bunlar gündüzleri rızıklannı ararlar, gece do mescid-l saadetin avlusunda kalırlardı. O tarihte Medine'de alenen üc-netie zina eden kadınlar vardı. Suffa ashabından bazıları bir barınak sa­hibi olmak düşüncesiyle bu kadınlarla evlenmek istediler. Bunun üzerine bu âyetler nazil oldu.[4]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Fahreddin Razı şöyle der: «Allahu taala bu surenin başında birçok hüküm ve ceza beyan ederken sonunda da tevhid delillerini zikretmiştir. Surenin başındaki «fereznâhâ» (farz kıldığımız) ifadesi hükümlere işaret ederken «Onda açık acık âyetler indirdik.» ifadesi de tevhid delillerine işaret etmektedir. «...İbret alasınız...» ifadesi de bunu te-yid eder. Zira henüz hükümler malum değil ki ibret alınabilsin. Öyleyse bu ifade «Açık açık âyetler» ifadesinin tamamlayıcısıdır.»

Alusî, «Fahreddin Razi'nin bu yorumu çok güzeldir.» der. [5]

İkinci incelik: Allahu taala surenin başında zinanın hükümlerini be­yan ederken söze kadınlarla, hırsızlıkla ilgili hükümleri bildiren âyetlerde de erkeklerle başlamıştır. Bunun hikmeti şudur: Kadının zinası daha çir­kin ve sonuçları bakımından daha kötüdür. Zira kocasının iffetini kirlet­tiği gibi neslin bozulmasına da sebeb olmaktadır. Aile fertlerini lekelemek­tedir. Gebe kalması halinde de fişlediği suçu herkese alenen göstermiş ol­maktadır. Bu bakımdan kadının zina etmesi erkeğin zinasından daha çir­kindir. Hırsızlık ise umumiyetle erkekler tarafından işlenen bir günahtır. İşte bu sebeble zinada önce kadınlar, hırsızlıkta da önce erkekler zikre­dilmiştir.

Üçüncü incelik: Âyette zina edenlerin cezasında doğrudan «vurmak» fiili değit, «cilde vurmak» fiili kullanılmıştır. Bundan maksat, sucu işleye­nin acı çekmesini temin etmektir. Zan i veya zaniye acı çekmeli ki bu ona bir ders olsun ve bir daha işlemesin. Başkaları da uygulanan cezadan ibret alsınlar. Alimler, zina eden bekar erkeğin yalnız donu kalana kadar soyulmasını, kadının ise vücut hatlarını belli etmeyen tek bir elbise ile bırakılmasının gerektiğini söylerler. Bunun sebebi ceza olarak vurulan sopaların çıplak vücudu incitmesi, dolayısıyla hem suçlunun hem de sey­redenlerin ibret alarak böyle kötü bir fitle teşebbüs etmemelerinin temin edilmesidir.

Dördüncü incelik: Kurtubî şöyle der: «Yalnız «zani» kelimesi kafi gelirken «zina eden kadın» ve «zina eden erkek» tabirlerinin beraberce kullanılması, cezanın yalnız erkeğe veya yalnız kadına olduğunun sonıl-maması içindir.» [6]

Beşinci incelik: «Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız...» ifa­desinden maksat, müminlerin hamiyet ve izzeti nefislerini tahrik ederek hükümlerin kamil bir şekilde infaz edilmesine çalışmalarını temin etmektir. Yoksa, zaten Kur'an-ı kerimin muhatabı müminlerdir.

Allchu taala islâmın başlangıcında zinanın cezasını. «Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı oranızdan dört şahit getirin. Eğer şehadet ederlerse —onları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol oçın-caya kadar— kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilattan men edin). Sizlerden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de eziyete koşun. Eğer tövbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlar(a eziyet)den vazgeçin. Çünkü Allah tövbeleri en çok kabul eden, encok esirgeyendir.» (Nisa: 15-16) âyet­lerinde beyan buyurmuştur. Görülüyor ki zina eden bir kadın, oturduğu ev­de hapsedilerek ölünceye kadar dışarı çıkmasına müsade edilmiyor. Er­keğin cezası ise aşağılanmaktır. Ona iş verilmez, adam yerine konulmaz ve onunla alış veriş yapılmazdı.

Daha sonra bu âyet. mevzumuz âyetle neshedilmiştir.

Görülüyor ki. islâmın başlangıcında ^zinanın cezası had değildi. Çün­kü. «Kadınlarınızdan fuhşu irtikab edenlere karşı oranızdan dört şahit ge­tirin. Eğer şehadet ederlerse —onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar— kendilerini evlerde alıkoyun...» âyetinin de işaret ettiği gibi fuhşun cezası tazirdi. Sonra bu tazir cezası en şedid bir ceza ile değiştirilerek bekarlara yüz değnek, evlilere ise recm (taşla­narak öldürülme) emredildi.

Ubâde bin Sâmid'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav) şöyle buyurdu: «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.» [7]

 

İkinci Hüküm: Bekar Ve Evlilerin Zina Cezaları Nelerdir?

 

İslâm kanunları zina suçunda bekarlar ile evlilerin arasında bir ayrım yaparak zina yapan bekarlara yüz sopa vurulmasını, evlilere ise daha ağır bir ceza, ölünceye kadar taşlanılmalarını emretmiştir. Zira evlilikten sonra zina etmek islâm nazarında bekarların zinasına göre daha çirkin ve ağır bir suçtur. Çünkü evli. beşerî arzusunu tatmin için meşru bir yola sahipken gayri meşru bir yola tevessül ederek başkasının nesebini bozduğu için ce­zası daha şiddetlidir.

- Sopa cezası kesin bir Kur'ani nassla sabittir. Zira Allahu taala, «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» buyur­maktadır. Bu âyet zina edenlerin evli veya bekar olduklarını belirtmemek-

 

Zina İle İlgili Hükümler

 

ledir. Fakat Ubâde bin Sâmid (ra) 'den de rivayet edilen hadis, evli ile be-«arları birbirinden ayırarak cezalarını tayin etmiştir. Zaten Resulullah sav)'ın başta gelen görevlerinden biri de Kur'andaki ahkâm âyetlerini üm­metine layıkı üzere açıklamaktır. Nitekim Allahu taala. «(Habibim) biz şa­no da Kur'anı indirdik. Takl insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça «latasın ve taki onlar da iyice fikirlerini kullansınlar.» (Nahl: 44) âyetiyle Resulullah (sav)'ın bu vazifesini açıkça ifade etmiştir.

Recm ise, Resulullah (sav)'ın mütevatir hadisleriyle sabittir. Çünkü jerek Resulullah (sav)'in fiilî hadislerinde, gerekse kavli hadislerinde ve «habe-l kiram ve tabiinin icması ile de sabittir. Bu tevatür öyle bir dere-»ye ulaşmıştır ki, hiçbir şüphe kalmamıştır. Resulullah (sav)'ın Muaz ve 3amidiye gibi kimselere recmi uyguladığı tevatüren tesbit edilmiştir. On­an sonra da raşid halifeler recml uygulamışlar ve evli zanilerin ceza->nın recm olduğunu ilan etmişlerdir. Daha sonra da bütün fakihler her zaman ve yerde recmin Allah (cc)'ın kesin bir kanunu olduğu gibi Resu-uıioh (sav)'ın da uyulması farz olan sünneti olduğunu delilleriyle tesbit Helislerdir. Bu hükme günümüze kadar hiokimse muhalefet etmemiştir. *ccok İslâmdan sapan hariciler fırkası müstesna. Hariciler, recmin meş-•x olmadığını kendilerine göre deliller getirerek iddia ederler. Haricilerin zelilleri şunlardır:

1- Recm, şüphesiz cezaların en ağırıdır. Şayet meşru olsaydı Kur'-an-ı kerimde zikredilmesi gerekirdi. Kur'anda zikredilmemesi   onun gayri neşru bir ceza olduğuna delalet eder.

2- Cariyenin haddi hür kadının haddinin yarısıdır: «Onlar evlendik­ten sonra bir fuhuş irtikab ettiler mi o vakit üzerlerine hür kadınlar üze­rindeki cezanın yansı.» (Nisa: 25). Recm ise ikiye bölünemediğinden hür bir kadına uygulanması da sahih olamaz.

3- «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek «urun.» âyetinin hükmü umumilik ifade eder. Hiçbir delil olmaksızın bun-lan evlilere recm cezası ve başka bazı hükümler çıkarmak Kur'anın za-- /ine muhaliftir.

Haricilerin delilleri, yalnızca kendilerinin Resulullah (sav)'ın en mü-noı görevinin açıklama olduğunu bilmediklerine, Kur'anın esrarına vakıf sınadıklarına ve son derece cahil olduklarına delalet eder.

Sünnet ve cemaat ehli haricilerin delillerini çok kesin delillerle red-aaoerek İslama İftira atanları dilsiz hale getirmiştir Şimdi sünnet ehlinin »iiıerinl özetleyerek nakledelim:

1- Recmin Kur'an-ı kerimde zlkredilmeyişi onun gayri meşru oldu­ğuna delalet etmez. Çünkü birçok şer'i hüküm Kur'an-ı kerimde zikredil-memlştir. Bunları kendisine uymamız farz olan Resulullah (sav) açıkla­mıştır. Nitekim Allahu taala, «Peygamber size ne verdiyse onu alın, size nt yasak ettiyse ondan da sakının.» (Hasr: 7) buyurmaktadır. Bu âyetten biliniyor ki. Resulullah (sav) bize Allah (cc)'ın emirlerini tebliğ edicidir. Onun her getirdiği de mutlaka herşeyl hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan Allahu taalanın yüce vahyi İledir. Zira Allahu taala. «Kendi nevasından söylemez o. O, kendisine (AUahtan) lika edllegelen bir vahiy­din başkası değildir.» (Necm: 3-4) buyurmaktadır,   öyleyse    Resulullah (sav)'in uyguladığı recm cezası nasıl olurda gayri meşru olur? Onun yap­tıkları ve söyledikleri yukarıdaki âyetlerde de ifade edildiği gibi kendi ne­vasından değil, Allah (cc)'ın ilka ettiği vahiy iledir. Vahiy ile olan birşeyse meşrudur.

Hariciler Resulullah (sav)'ın en mühim vazifesinin beyan olduğunu bilmiyor olmalılar. Allahu taala, «(Hablbbn) biz sana da Kur'anı indirdik. Takl insanlara kendilerine ne İndirildiğini açıkça anlatasın ve takı onlar da iyice fikirlerini kullansınlar.» (Nahl: 44) âyetinde Resulullah (sav)'ın en mü­him vazifelerinden birinin beyan (açıklama) olduğunu ifade etmiştir. Ubâ-de bin Sâmid (ra)'den rivayet edilen «Hükümleri benden alınız. Allah zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara yüz sopa ve bir sene sür­gün, zina eden evlilere ise yüz sopa ve recm.» hadisi âyetin de bildirdiği gibi Resuluflah (sav)'ın mühim görevi olan bir beyanı, açıklamasıdır, öy­leyse bu hadis zina eden evlilerin recmedilmesi hükmüne kesin bir nas-tır. Zaten Resulullah (sav) da kendisinin her açıkladığının otururken emir ve yasaklarımız kendilerine bildirilince, «Biz onu bilmeyiz. Çünkü biz Kur'-anda bulduğumuz hükmü alır, bulamadığımızı almayız.» diyecekdir. Ha­beriniz olsun. Kur'anla birlikte bana Kur'anın ihtiva ettiği hükümler kadar hüküm verilmiştir.» [8]

Bu âyet ve hadisler açıkça gösteriyor ki, Resulullah (sav)'ın yaptığı ve söylediği herşey yine Allah (cc)'ın vazettiği teshindendir. Bu hüküm­lere uymak da kesin olarak farzdır.

2- «Onlar (cariyeler) evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ettllermi o vakit üzerlerim kür kadınlar üzerindeki cezanın yansı.» (Nisa: 25) âyeti, haricilerin «recm meşru değildir» iddialarına delil olamaz. Âyet, buradaki cezanın recm değil sopa olduğuna delalet eder. Zira âyette bir yarılama »erdir ve şüphesiz Allah (cc) recmin ikiye bölünmeyeceğini bilir. Bir in­sanı yarı öldürmek mümkün değildir. Öyleyse aklı selim sahipleri âyetteki =azonın recm değil, sopa olduğunu anlarlar. Âyetteki «hür kadınlar» tabiri ♦*« kadınları değil bekarları ifade etmektedir.

Hür ve bekar bir kadına zina ettiği takdirde yüz sopa cezası verilirken c»tı bir cariyeye zina cezası olarak elli sopa verilir. Cariyelere uygulanan lezonın hürlere nisbetle hafif oluşundaki hikmet, zinanın hür kadında da­na çirkin olmasıdır. Hür kadın herzaman evinde olduğu için fuhşa yolaçan ıerteden daha uzak ve emniyettedir. Cariye ise herzaman dışarıda bulun­uru için fuhşa sebeb olan kötülüklerden korunması cok güç ve hür olma­sı» için fitneye mukavemet gücü daha zayıftır. Bundan dolayı Allahu taala =2rtyelere merhamet ederek cezalarını hafifletmiştir.

3- Haricilerin iddialarına göre âyetteki «Zina eden kadınla zina «dan erkekten her birine yüzer değnek vurun.» hükmü umumu İfade eder. 3l hükmü yalnız bekarlara tahsis ederek evlileri istisna etmek Kur'ana muhalefettir. Bu iddia cahilce bir İddiadır. Çünkü Kur'andaki birçok hüküm «umu ifade ettiği halde Resulullah (sav)'ın sünneti bu hükümlerden ba-ncnnı istisna etmiştir. Mesela. «Erkek hırsızla kadın hırsızın —o Irtikab «ederine bir karşılık ve ceza ve Allahtan (insanlara) ibret verici bir uku-Mt olmak üzere— ellerini kesin.» (Maide: 38) âyetinin hükmü bütün hır-szfarı içine alan bir umumilik ifade eder. Hatta çalınan şey çok küçük de asa hüküm değişmez. Haricilerin iddialarına göre çalınan şey bir iğne bile nsc hırsızın ellerinin kesilmesi lazım gelir. Halbuki Resulullah (sav), u-Trumllik ifade eden bu hükmü, çalınan malın en az bir altın liranın dörtte sn veya on dirhem gümüş veya karşılığı değerinde olması gerektiğini n&tdamıştır. Bundan daha az değerdeki malın çalınması halini Resulullah sav) bu âyetin hükmünden istisna ederek bunun cezasını hakimin ictlha-ana bırakmıştır.

Yine, Allahu taala «...Sizi emziren (süt) analarınız, süt hemşireleri­ne ..(le evlenmeniz) size haram edildi.» (Nisa: 23) âyetinde yalnız süt an-ıe ile süt kızkardeşln haram olduğunu beyan etmektedir. Resulullah (sav) 3a neseb bakımından insana haram olan yakınların süt münasebeti ile -neydana gelen benzerleriyle evlenmenin de haram olduğunu, yani süt Tdanın, süt teyzenin, süt kızının vb.nln de haram olduğunu bildirmiştir. Eğer haricilerin iddiaları doğru olsaydı bunlarla evlenmenin haram kılınışı « jr"ano muhalif olurdu.

Kur'an iki kız kardeşin bir erkekle aynı anda evlenmelerini yasaklar-«en bir kızla halasının veya teyzesinin aynı zamanda bir erkekle evlenmesini de Resulullah (sav) haram kılmıştır. Eğer haricilerin iddiaları doğru olsaydı bunların haram kılınışı da Kur'ana muhalif olurdu.

Görülüyor ki. haricilerin bu iddiaları açık cehaletin ifadesidir. Akıllı bir müslümanın böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.

Alusî, Ruhu'l-Meanî isimli tefsirinde şöyle der: «Sahabe, tabiin ve ümmetin alimleri evli bir zaninin cezasının recm olduğunda icma etmişler­dir. Haricilerin bunu inkar etmeleri batıldır. Haricilerin sahabelerin icmaı-nın delil olduğunu inkar etmeleri de bir cehl-i mürekkebtir. Eğer onlar Re­sulullah (sav)'ın zani ve zaniyeleri recm ettiğini inkar ederlerse —ki onlar haber-i vahidi delil kabul etmezler— bu iddiaları mevzunun dışında kalır. Zira Resulullah (sav)'ın recml uyguladığı mana itibariyle mütevatir olan hadislerle tesblt edilmiştir. Hariciler de diğer sünnet ehli müslümanlar gibi mana bakımından mütevatir olan hadislerle amel etmenin, lafız İtibariyle mütevatir olan hadisler gibi vacib olduğunu kabul etmişlerdir. Sahabe ve müslümanlardan ayrılmaları onları cehalet karanlıklarına düşürmüştür. Onun için hariciler Halife Ömer bin Abdülaziz (ra)'e, recm uyguladığında, «Bunu neden yaptırıyorsun, çünkü Kur'anda recm yoktur.» dediler. Ömer bin Abdülaziz (ra) onlara, «Peki siz namazın rekat sayıları ile zekatın ni-sab ölçülerini nereden çıkarıyorsunuz?» diye sordu. Hariciler. «Resulullah (sav)'ın fiili hadislerinden öğreniyoruz.» dediler. Bunun üzerine Halife, «Recm de Resulullah (sav)'in fiili hadislerlyle sabittir.» diyerek onları sus­turdu.» [9]

 

Üçüncü Hüküm:  Recm İle Sopa Bir Arado Uygulanır Mı?

 

Zahiriler, evli olan zaniye recm ile birlikte sopa da vurulur demektedir­ler. Zahirilerin bu görüşü, imam Hanbel (ra)'in de önceleri kabul ettiği bir görüştür.

Cumhur, evli zaninin cezasının yalnız recm olduğu görüşündedir. Sa-habi ve tabiinin Icmaı da böyledir. İmam Hanbel de sonunda eski görü­şünden dönerek cumhurun görüşüne aynen uymuştur.

Zahirilerin delilleri:

1- «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» âyeti bütün zanlleri şamil ve umumidir. Resulullah (sav)'ın sünne­ti, evli zanilere recml getirmiştir. Bu recm sopaya ilave edilir.

3- Hz. Ali, Şurahe isimli kadını zina vakasından dolayı önce so-jdatmış, sonra da recmettirmiştir. Recimden sonra da, «Allanın kitabı ie amel ederek sopa ile, Resulullah (ra)'ın sünneti ile amel ederek de ıscnn ile cezalandırdım.» demiştir.

Cumhurun delilleri:

Cumhurun recm ile sopanın bir arada uygulanamayacağına dair blr-xk delili vardır. Bunları özetle aktarıyoruz:

1- Buharî, Müslim ve Tirmizî'de rivayet edilen, «Resulullah (sav)'-ııi. »anına birbirinden davacı iki adam geldi. Bunlardan biri kalkarak, «Ya =esulullah, Allah aşkına aramızda Allah (cc)'ın kitabına göre hüküm ver.» .mal Bunun üzerine kendisinden daha anlayışlı olan hasmı şöyle dedi: «E-«« ya Resulullah! Allanın kitabına göre aramızda hüküm ver ve bana mü-sooe buyur da konuşayım. Oğlum bu adamın çırağı idi. Onun karısı ile an işledi. Oğlumun cezasının recm olduğunu bildirdiler. Ben de onun ew yüz koyun ile bir hizmetçi fidye verdim. Bilahere ilim erbabından bazı «ster oğlumun cezasının yüz kırbaç ve sürgün olduğunu ve recmin yalnız sı odamın karısına lazım geldiğini söylediler.» Resulullah (sav) şöyle bu-»nrdu: «Nefsim kudret elinde olan Allaha hakkı için hiç şüpheniz olmasın

*  aranızda Allanın kitabına göre hüküm vereceğim. Yüz koyun ve hiz-neıcçı sana iade edilecektir. Oğlunun cezası da yüz kamçı ve bir sene aj-gûndür. Ya Uneysl Bu adamın karısına git ve şayet itiraf ederse onu ısanet «Üneys kadının yanına gitti ve itirar etmesi üzerine onu recmetti.» racası. Cumhur Resulullahın bu fiili ve kavlî hadisi ile recm ile sopanın •ar arada uygulanamayacağına hükmederler. Eğer ikisi beraber uygulan-»fdı Resulullah (sav) önce sopa vurdurtur, sonra recmettirlrdl.

2- Resulullah (sav) zamanında   recm   birkaç defa uygulanmıştır. Bunlardan belli başlı olanı Maız İle Gamidiye'nin recmtdir. Hiçkimse Re-aıriulah (sav)'in recm ile sopayı bir arada uyguladığını rivayet etmemiş-ır  Buna göre 'Resulullah (sav)'ın gerek fiili ve gerekse kavli hadisleri e kati olarak evli bir zanlnln cezasının yalnız recm olduğu ortaya çık­maktadır.              

Akli delil.  Cumhura göre sopadan maksat, bu çirkin fiilin önlenmesi

* suçluların aynı fiili bir daha işlememeleri için terbiye edilmesidir. Recm itükmedildiği zaman sopaya gerek kalmamaktadır. Çünkü sopanın mak­asa kötü fiilin önüne geçmektir. Recm ise böyle bir fiili imkânsız hale jBürmektedir. Evli bir zaninin ölünceye kadar taşlanması en önleyici bir tedbirdir. Nasıl boy abdesti alan bir kimse aynı zamanda normal abdest de almış oluyorsa recm de sopanın gayesini tahakkuk ettirmektedir.

Zahirilerin istlnad ettikleri Ubâde bin Sârnid (ra)'den rivayet edilen hadisin hükmü ve metni Resulullah (sav)'ın fiili ve kavli hadisleriyle nes-hedilmiştir. Çünkü Resulullah (sav) yalnız recmetmiştir. Zahirilerin âyet­ten anladıkları manada bir umumilik ise kabul edilemez. Zira âyetin hük­mü cumhurun dediği gibi yalnız bekarlara aittir. Eğer umumu ifade etsey­di köle ve cariyeler de zina ettikleri takdirde hürler gibi yüz sopa ile ceza­landırılırlardı. Halbuki köle ve cariyelerin cezaları yüz değil elli sopadır. Cariyeler hakkında varld olan hüküm âyetin umumu ifade ettiği iddiasını reddeder.

Hz. Ali'nin Şurahe adlı kadına yaptığı uygulama da onlar için delil olamaz. Zira Hz. Ali bu uygulamayı aynı anda değil ayrı zamanlarda yap­mıştır. Şöyle olmuştur: Evvela ona bekar olduğu haber verilince onu sopa­latmış, sonra evli olduğunu öğrenince recmetmiştir. Zira rivayetlerden an­laşıldığına göre sopayı perşembe günü, recml de cuma günü yapmıştır. Hz. Ali'nin bu uygulaması Cablr'in rivayet ettiği, «Resulullah bir zaniyj so-palatmıştı. Sonra onun evli olduğu haber verilince recmedllmesini emret­ti.» hadisiyle benzerlik İçindedir.

Naklettiğimiz deliller karşılaştırıldığında cumhurun delillerinin kuvvet­li, zahirilerin delillerinin ise zayıf olduğu görülmektedir.

 

Dördüncü Hüküm: Bekar Zanl Sürgün Edilir Mi?

 

Imam-ı Azam (ra)'a göre zina eden bekarların cezası yalnız yüz sopa­dır, ayrıca sürgün cezası verilemez. Sürgün cezası İmamın elindedir, di­lerse verir, dilemezse vermez.

Cumhura (imam Malik, Hanbel ve Şafii) göre bekar zaninin cezası yüz sopa ve bir sene sürgündür.

Hanefllerln delilleri:

1- İmam-ı Azam (ra) Ebu Hanife (ra). «Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun.» âyetinin zahirini delil alarak be­kar zaninin cezasının yalnızca yüz sopa olduğuna hükmetmiştir. Zira âyet hükmü beyan ederken yalnız «yüz değnek vurun» demiştir. Eğer sürgün meşru olsa idi kitabın hükmünü neshetmiş olurdu. Sürgün hakkındaki haber-i vahid de kitabın hükmünü neshedecek kuvvette değildir. Şayet sür­gün sopa ile beraber tek bir hüküm olsaydı Resulullah (sav)'ın sahabilere

zina ile İlgili hükümleb

aeyan etmesi gerekirdi. Çünkü sahabiler âyeti dinlerken cezanın yalnız •«od olduğuna rttkad etmemeleri için bu şarttı. Eğer böyle birşey olsaydı todis de âyetin bize nakli gibi mütevatlr ve meşhur olurdu. Böyle bir haber gelmediğine göre bekarlar için zinanın cezası yalnız yüz sopadır. Sürgün s« zinanın cezası değildir.

2- Hanefiler. «Cariyenin zina ettiği kesin olarak ortaya çıkınca ona zeza olarak sopa vurulsun. Ayrıca eziyet edilmesin. Dördüncü defa zina «derse efendisi tarafından .bir ip fiyatına dahi olsa satılsın.» hadisini delil alarak sopanın haddin tamamı olduğuna hükmederler. Şayet sürgün ceza-tm tamamlayıcısı olsaydı Resulullah (sav)'ın bunu açıklaması gerekirdi.

3- Hz. Ali'den rivayet edilen, «İki bekar zina ettikleri takdirde onlara seza olarak sopa vurulur. Sürgün edilmezler. Zira sürgün edilmeleri on­ar için ıslah değil, fitne olur.» sözü de cezanın yalnız sopa olduğunu gös-vmektedir.

4- Hz. Ömer, içki içtiğinden dolayı Rabl bin Ümeyye'yl Hayber'e sürgün etti. O da Hayber'den kaçarak Bizans'a sığındı. Bunun üzerine Hz. 3mer, «Bundan sonra kimseyi sürgün etmem.» demiş ve sözünden zinayı susna etmemiştir. Eğer sürgün zinanın cezası olan sopanın tamamlayı-ası olsaydı Hz. Ömer'in zina cezasını Istisno etmesi gerekirdi. Hz. Ömer'in su husustaki görüşünün özeti şudur: Sürgün bir ceza değil bir terbiyedir m imamın içtihadına bağlıdır, imam eğer maslahatı sürgünde görürse sürgün eder, görmezse etmez.

Cumhurun delilleri:

1- Ubâde bin Sâmld (ra)'den rivayet edilen. «Hükümleri benden alınız. Allahu taala zina edenlere bir nizam vazetti: Zina eden bekarlara fûz sopa ve bir sene sürgün, zina eden evlilere yüz sopa ve recm.» ha-«si.

2- Buharı, Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri hadisde Resulul-«afı (sav)'ın «Yüz koyun ve hizmetçi sana iade edilecektir. Oğlunun cezası ğo yüz kamçı ve bir sene sürgündür. Ya Üneys, bu adamın karısına git ve »yet itiraf ederse onu recmet.» buyurmasıdır. Görülüyor ki Resulullah sav), yüz sopadan sonra bir sene de sürgün cezası vermiştir. Demek olu­yor ki sürgün cezası bekarın zinasının karşılığında uygulanan sopanın ta­mamlayıcısı olmaktadır.

3- Yukarıda zikredilen hadisde «sürgün» kelimesi tekrar edilmiştir. Bu tekrar do sürgünün tamamlayıcı bir ceza olduğunu göstermektedir.

Âyetin ceza hükmünün a hadi hadislerle artırılmasına herhangi bir engel bulunmamaktadır. Zira sopa cezası nasıl Kur'anla sabitse sürgün cezası da Kur'anın açıklayıcısı olan Resulullah (sav)'ın hadisi ile tesbit edilmiştir.

Sürgün cezası kadına da uygulanır mı?

Alimler sürgünün de bir ceza olduğuna hükmetmekle birlikte bu ce­zanın kadınlara da uygulanıp uygulanmayacağında ihtilaf etmişlerdir.

İmam Malik (ra) ve İmam Evzaî (ra) sürgün cezasının yalnız erkek­lere uygulanacağı, bu cezanın kadınlara uygulanamayacağı görüşünde­dirler. Zira Resulullah (sav) m hadisi de buna delalet etmektedir.

İmam Hanbel (ra) ve İmam Şafii (ra)'ye göre ise sürgün cezası hem erkeklere, hem de kadınlara uygulanır. Yalnız, kadın sürgün edildiği tak­dirde masrafı kadına ait olmak üzere, bir mahremiyle birlikte gönderilir. Bunların delilleri ise hadislerin umumîlik ifade etmesidir. Hadislerin İfa-desindeki umumîliğe karşı, kadınları Sürgünden istisna edecek bir kayıt da yoktur. İşte Hanbelî ve Şafiilerin meşhur olan görüşleri budur.

İbni Kesir bu hususta tefsirinde şunları söyler: «Zina yapan kişi ya hiç evlenmeyen bekar veya sahih bir nikahla evlenen hür. akil ve baliğ bir kişidir. Şayet zani bekar ise cezası, âyette de beyan edildiği gibi yüz sopadır. Ancak cumhurun görüşüne göre bu cezanın üstüne bir sene sür­gün cezası eklenir, imam-ı Azam (ra) ise bu görüşü kabul etmeyerek ce­zanın yalnız sopa olduğunu, sürgün cezasının İse imamın içtihadına bağlı olduğunu söylemiştir. Burada cumhurun delili Buharı. Müslim ve Tirmizî'-nin rivayet ettiği hadisdir.» [10]

Şeyh Sais de Âyatü'l-Ahkam adlı tefsirinde şöyle der: «Bu hususta nakledilen hadisleri ve âyetin hükmünü toparlayarak şu sonuca varılabi­lir : Sopa haddin tamamıdır. Sürgün ise tazirdir. Bekarları sürgün etme­sinde Resulullah (sav)'ın maksadı sürgünün daha önleyici olmasıdır. Çün­kü o zamanlar sürgün sopadan daha önleyici ve maslahata uygun görül­müştür. O tarihte Araplar İslamı yeni yeni kabul ettiklerinden henüz ca-hiliye adetleri tam silinmiş değildi. Nitekim şarap küplerini ve kaplarını da onların o kötü adetlerini kesin olarak terketmelerine daha uygun ol­duğu için parçalatmıştır.» [11]

 

Beşinci Hüküm: Evli Bir Zımmînin Zina Cezası Nadir?

 

Alimler evli bir zımmînin zina cezası hakkında ihtilaf etmişlerdir. Hanelilere göre onun cezası yalnız yüz sopadır. Şafiilere göre ise onun cezası recmdir.

Hanefilerin delilleri:

1- İbni Ömer (ra)'in rivayet ettiği. «Allah (cc)'a şirk koşan muhsan aeğildir.» hadisidir. Hanefiiere göre bu hadis müşriklerin recm edilemeye­ceğine delalet eder. Çünkü müşrikler «muhsan» sayılmamaktadır. Gerçi =«esulullah (sav)'ın iki yahudiyi recmettiği rivayet edilmiştir fakat Resulullah (sav) onları Kur'an hükümlerine göre değil Tevrat hükümlerine göre recmettirmiştir.

2- Müslümanlar hakkında Allah (cc)'ın nimeti çoktur. Öyleyse müs-uroanın cezası da müşriklerden daha ağır olmalıdır. Bu yüzden müslü-TTonların cezası, aralarında yaşayan zimmîlerin cezasından daha ağırdır. Zira Allahu teala müminlerin anneleri olan Resulullah (sav)'ın zevceleri -cskında, «Ey peygamber zevceleri, içinizden kim açık bir terbiyesizlik •derse onun azabı iki kat arttırılır.» (Ahzab: 30) buyurmuştur. Âyetteki «ki kat arttırılır» ifadesi yalnız onlara mahsustur. Çünkü Allah (cc) en sûyük nimeti onlara vermiştir, onları Resulullah (sav)'a zevce kılmıştır. 5u âyetten anlaşılıyor ki. kullar üzerinde Allah (cc)'ın nimetleri büyüdük­le isyanlarına karşılık cezaları da ağırlaşmaktadır.

3- Zina iftirasında iftira edilen şahsın müslüman olması gerektiği crra ile sabittir. Şayet iftira edilen müslüman değilse müfteriye tazir uy­gulanmaz. (Gelecek derste bu hususta tafsilat verilecektir.) öyleyse recm tususunda da zımmînin cezası, müslüman olmadığı için. daha hafif bir ;eza olan sopadır.

Hanbelî ve Şafiilerin delilleri:

1- «Müşrik ve kafirler cizyeyi kabul ettikleri zaman müslümanlorın sütün haklarına sahip olurlar, işledikleri suçlara karşılık da müslüman-ara uygulanan cezaların aynısı uygulanır.» hadisinin umumi manasına göre evli bir müslüman zina ettiğinde nasıl recmediliyorsa, evli bir zımmf x zina ettiğinde aynı şekilde recmedilir.

2- Buhari ve Müslim'in İbni Ömer (ra)'den rivayet ettikleri. «Yahu-mee içlerinden evli oldukları halde zina eden bir kadınla bir erkeği Re-sJuliah (sav)'a getirdiler. Resulullah (sav) onlara, «Kitabınız olan Tevrafta bunların hükmü nedir?» diye sordu. «Biz onların yüzlerini siyaha boyar, halk içinde rüsvay ederiz.» dediler. Resululloh (sav), «Siz yalan söylediniz. Tevrat'ta evli olan zaniler için recm hükmü mevcuttur. Şayet doğruysanız Tevrat'ı getirip okuyun.» dedi. Onlar da Tevrat'ı bilen bir ki­şiyi getirterek okuttular. Okuyan kimse Tevrat'ın bir yerini eliyle kapata­rak okumadı. Sahabilerden birisi, «Orayı niçin kapattın, kaldır bakalım orada ne var?» deyince elini kaldırdı ve Resulullah (sav)'a dönerek, «Ya Muhammed, bizim kitabımızda recm hükmü var ama biz onu ketmedlp uy­gulamıyoruz.» dedi. Resulullah (sav) zanilerin recmedilmesini emretti. Za­niler de recmedildi. Kendileri de recme bizzat katıldı.» hadisidir.

Bera bin Âzib'ten şöyle rivayet edilir: «Resulullah (sav)'ın yanından yüzü siyaha boyanmış bir yahudi geçti. Resulullah yahudileri çağırarak, «Zina suçunun cezası bu mudur?» dedi. «Evet» dediler. Resulullah (sav) onların alimlerinden birini çağırarak, «Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah (cc) adına yemin ederek Tevrat'taki cezanın bu olup olmadığını söyle.» dedi. Yahudi alimi. «Hayır, böyle değildir. Eğer bana yemin ettirmeseydln di­nimizde zina cezasının recm olduğunu haber vermezdim. Şu var ki, zina eşrafımız arasında yaygın bir hale geldi. Eşraftan birisi zina yaptımı ona ceza uygulamıyorduk. Ancak fakir ve zayıf bir kimse zina yapınca recme-diliyordu. Sonra kendi aramızda, «Toplanalım, bir ceza vazedelim ki onu hem halka, hem de asillere uygulayalım.» dedik. Sonunda recmi kaldıra­rak bunun yerine sopa haddini ve yüzü siyaha boyamayı koyduk.» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Ya Rabbi. ben senin dinini, terkedenler hakkında yeniden canlandıran ve yeniden uygulayanım.» buyurdu. Sonra gördüğü yüzü boyalı ve sopalanmış yahudiyl çağırtarak recmettirdi. Bunun üzerine, «Ey Peygamber, kalbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla «İnan­dık» diyen (münafık)larla yahudilerden o küfür içinde (alabildiğine) koşu­şanlar seni mahzun etmesin. Onlar durmadan yalan dinleyen, senin huzu­runa gelmeyen diğer bir kavim hesabına casusluk eden (kimse)lerdir. Ke­limeleri (Allah tarafından) yerlerine konulduktan sonra (tutup) bir tarafa atarlar onlar. «Eğer size şu (fetva) verilirse onu alın, şayet o verilmezse onu (kabul etmekten) çekinin» derler...» (Maide: 41) âyeti nazil oldu. [12]

Resulullah (sav), eğer bu iki yahudiyl kendi şeriati olan İslamlo rec­mettirdi ise mesele açıktır. Şayet Tevrat'ın hükmü üzere recmetti ise yine Resulullah (sav)'ın onu icra etmesi teşrii bir sünnet olmaktadır.

3- Şafii ve Hanbelilere göre kafirin zina etmesi de müslümanın zi­na etmesi gibi önleyici ağır bir cezanın uygulanmasını icabettirir. Şayet zımmîlere bu ceza uygulanmazsa aralarında zina yaygınlaşır ve dolayısıy­la çok az bile olsa müslümanlar arasında da yayılabilir.

4- Şafii ve Hanbeliler İbni Ömer (ra)'den rivayet edilen, «Allah (cc)'a şirk koşan muhsin değildir.» hadisini tevil ederek. «Buradaki «muh-sin değildir» ifadesinden maksat, müşrik veya müşrikeye zina iftirası atı­lırsa müfteriye tazir uygulanmaz demektir.» derler. Hanefilerin iftira had­dine kıyas ederek «Mademki bir zımmîye zina iftirası atan cezalandırıl­maz, öyleyse zina eden zımmî de recmedilemez.» şeklindeki görüşlerini de «iftira edene vazolunan tazirin gayesi iftira edilenin haysiyet ve şe­refini korumaktır. Kafir ise küfründen dolayı islam nazarında zaten şeref ve haysiyet sahibi değildir. Yani onun şeref ve haysiyetini korumak için tazire gerek yoktur.» şeklinde reddederler.

Bize göre Hanbelî ve Şafiilerin görüşleri delillerinin kuvveti bakımın­dan tercihe daha şayandır. Zira Resulullah (sav)'ın yahudileri recmetmesi, bu görüşü tercih için en önemli delildir.

 

Altıncı Hüküm: Cezaları Kim Uygulatır?

 

«Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vu­run.» âyetinin zahiri hitabın ulülemre olduğuna delalet eder. Zira uygu­lamayı onların yapması hem kötülükleri ortadan kaldırır, hem de ıslah ba­kımından cemiyetin selametini gerektiren maslahattandır. Amme masla­hatlarını ilgilendiren bütün davaların halli de ulülemre aittir.

Alimler hürlere uygulanacak cezaların ulülemr tarafından tatbikinde ittifak etmişlerdir. Hükümlerin kölelere uygulanması konusunda ise ihtilaf edilmiştir.

Maliki, Hanbeli ve Şafiilere göre zinada, içkide ve iftirada had ve ta-zirler kölelerin efendileri tarafından uyguiumr. Hırsızlıâın cezası ise ima­ma aittir.

Hanefilere göre bütün had ve tazlrlerin tatbiki imama aittir. Kölenin efendisi ancak İmamın İzni ila had veya taziı uygulayabilir.

Cumhurun delilleri:

Cumhur, hadisleri ve sahabilerin uygulamalarını delil gösterirler. Bun-cn özetle aktarıyoruz:

1- Ebu Hureyre (ra)'nin rivayet ettiği, «Birinizin cariyesi zina ettiği zaman efendisi ona had vursun ve acımasın. Sonre dördüncü defa yine zina ederse onu kıl bir ip karşılığı bile olsa satsın.» [13] hadisi. Cumhura göre kölenin efendisine haddi uygulaması için izin vermiştir.

2- Hz. Ali'nin rivayet ettiği. «Malik olduğunuz cariye ve kölelerinize ister evli, ister bekar olsun hadleri uygulayın.» hadisi. [14]

3- İbni Ömer (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: Ibnj Ömer (ra), bazı cariyelerinin ayak ve baldırlarına vurarak had uyguluyordu. Oğlu Salim, «Baba, Allah (cc)'ın, «Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara Allanın dinini (tatbik) hususunda acıyacağınız tutmasın.» (Nur: 2) âyeti nerede kaldı?» dedi. İbni Ömer (ra). «Oğul. görüyorsun ki ben onlara şef­kat göstermiyorum. Şüphesiz Allahu taala bana öldürmemi de emretme-miştir.» dedi. [15]

İbni Ömer (ra) ne İmam, ne vali, ne de vali vekilidir. Halbuki cariye­lerinin cezalarını bizzat uygulamaktadır. Bu, haddin köle ve cariyelerin efendisi tarafından uygulanacağına delalet eder.

Hanefiterin delilleri:

1- Hanefiler. «Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yü­zer değnek vurun.» âyetinin zahirini delil alarak hürlerle köleler arasında bir fark olmadığını, her iki halde de cezanın İmam tarafından uygulan­ması gerektiğine hükmederler. Zira âyet. zina eden her kadın ve erkeğin haddi hususunda yalnız imamları muhatab almaktadır. Âyette hür ile kö­leyi birbirinden ayıracak herhangi bir işaret de yoktur, öyleyse hür ve kölelere tatbik edilecek hadlerde yalnız imamlar yetkilidir, halkın bir yet­kisi yoktur.

2- Hanefilere göre cumhurun delil aldıkları Hz. Ali'den rivayet edi­len. «Malik olduğunuz cariye ve kölelerinize ister evli, ister bekar olsun hadleri uygulayın.» hadisi, efendilerin hadleri bizzat uygulamalarını değil, köle ve cariyeleri zina sucunu işledikleri vakit durumu hakimlere bildire­rek haddin tatbik edilmesini sağlamalarını ifade etmektedir.

3- İbni Ömer (ra)'in cariyelerine had uyguladığına dair haber eğer sahihse bu onun şahsî görüşü olarak kabul edilir. Şahsi görüş nass ol­madığına göre âyetteki umumi ifadenin bildirdiği uygulamaya istinai bir hal getirmiş olmaz.

Bize göre. cumhurun görüşü rivayet edilen hadisler ve sohabe-i kira-~\<n bazılarından haddi uygulama konusundaki nakiller sebebiyle tercihe saha şayandır. En doğrusunu Allah (cc) bilir.

 

Yedinci Hüküm: Sopanın Şiddet Derecesi Ve Vuruş Şekli Nasıl Olmalı­dır?

 

Alimler, «Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara Allanın dinini (tatbik) hususunda acıyacağınız tutmasın.» âyetine dayanarak ce­zanın hafifletilmesi, kaldırılması veya sopa sayısının azaltılması ve dar-btn hafifletilmesinin caiz olmadığına hükmetmişlerdir. Zira cezalar işle­nen sucu ortadan kaldırmak ve suçluyu terbiye etmek için vazedilmiştir. Bu yüzden ceza hafifletilirse maksada ulaşılmaz.

Kurtubî: «İnfaz edilecek darbın (vuruş) mutlaka incitici olması, fakat yaralayıcı ve kesici olmaması gerekir. Hz. Ömer, bekar bir zanlye had tatbik edilirken, «Sopayı vururken bütün azaların hakkını ver ve kolunu fazla —koltuk altın görünecek kadar— kaldırma.» demiştir. Rivayete gö­re Hz. Ömer, içki sucuyla yanına getirilen birine, «Seni ceza konusunda hiç merhameti olmayan birine göndereceğim.» diyerek onu Mu'te bin Es-ved'e gönderdi. Had uygulanırken de yanlarına gitti. Sopanın çok şiddetli vurulduğunu görünce, «Sen had uygulamıyor, adamı öldürüyorsun. Şim­diye kadar kaç sopa vurdun?» dedi. Altmış sopa vurulduğu cevabını alın­ca, «Bu şiddetteki yirmi sopa kırk sopa demektir. Artık had tamamlan­mıştır.» dedi.» [16]

Uygun olan vuruşların mutedil olmasıdır. Zira darbdan maksat vücu­du yaralamak veya öldürmek değildir, yalnızca incitmektir. Nitekim bu husus İbni Ömer'in tatbikinde de görülmektedir.

Zina, içki ve iftira haddindeki darblar aynı şiddette mi olur?

Fakihler, hangi haddeki vuruşun daha şiddetli olacağında ihtilaf et­mişlerdir.

Hanefiler. zina haddindeki vuruşun içki haddindekinden daha şiddetli, teki haddindeki vuruşun da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli ol­ması lazım geldiği görüşündedirler.

Maliki ve Şafiilere göre. bütün hadlerdeki vuruşlar eşit şiddette ol­malıdır. Vuruşlar ne öldürücü, yaralayıcı, ne de incitmeyecek kadar hafif olmalıdır.

İmam Sevri (ra) de zina cezasındaki vuruşun iftira cezasından, iftira cezasındaki vuruşun da içki cezasındaki vuruştan daha şiddetli olması gerektiği görüşündedir.

Hanefllerin delili:

Hanefilerin delili, Hz. Ömer'in uygulamasıdır. Hz. Ömer, tazir haddin­de zina vuruşunu içkiden, içki cezasındaki vuruşu da iftira cezasındaki vuruştan daha şiddetli olarak vurdurmuştur

Maliki ve Şafiilerin delili:

Cezaların ölçü ve derecesini tesbit sâri olan Allah (cc)'a aittir. Bu hususta içtihada yer yoktur. Cezaların vuruşları ile ilgili olarak ne kitap­tan ne de Resulullah (sav)'dan hiçbir haber varid olmamıştır. Bu sebeble bütün cezalardaki vuruşlar aynı şiddette olmalıdır.

İmam Sevri'nin delili:

Zina haddindeki sopa sayısı daha çok olduğu için vuruş şiddetinin de daha ağır olması lazımdır. İftira ve içki cezalarında sopa sayısı daha az olduğuna göre şiddeti de daha az olmalıdır.

Cessas. Hanefilerin görüşünü teyid etmiştir. Çünkü âyetteki, «Eğer Allaha ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara Allahın dinini (tatbik) hu­susunda acıyacağınız tutmasın.» ifadesi, zina cezasındaki vuruşun içki ve iftira cezalarındaki vuruştan daha şiddetli olması gerektiğine delalet eder. İçki içen adamın cezası, Resulullah (sav) zamanında hurma dalı ile olurdu. Zina cezasındaki vuruşlar ise yalnız sopa ile yapılırdı. Bu da işa­ret ediyor ki, içki cezasındaki vuruşlar, zina cezasındakj vuruşlardan da­ha hafif olmalıdır. İftira cezasındaki vuruşun daha hafif olması ise müf­teri durumuna düşen adamın sözünün doğru olması ihtimalini taşımasın-dandır. Diğer yandan müfteri, ağır bir ceza olan şehadet hakkının elinden alınması gibi bir cezaya da uğramaktadır. Bu sebeble vuruşların daha ha­fif tutulması icabeder.

Kurtubî: «Zina ve iftiradaki sopa sayıları âyetle tesbit edilmiştir İçki cezasındaki sopa sayısı ise sahabilerin icmaı ile sabittir. Çünkü Hz. Ömer, sahabilerin huzurunda içki içen bir adama seksen sopa vurdurmuş ve uygulamaya hiçbir sahabe itiraz etmemiştir. Öyleyse her uç cezadaki so­pa sayılarının artırılması veya azaltılması caiz değildir.» [17]

İbnü'l-Arabi: «Bu sayılar ancak halkın bu günahları kendilerine adet -eline getirmedikleri takdirde artırılmaz. Şayet bu sayılar üzerinden uy-SuJonan cezalar neticesinde suçlar azalmıyor, artıyorsa hem vuruşlar şid­detlenir, hem de sayıları artar. Nitekim Hz. Ömer, ramazanda kendisine getirilen bir sarhoşa, daha önce sarhoşlara seksen sopa vurdurduğu hal­ele, yüz sopa vurdurmuştur. Sebebi sorulduğunda «Bunun sekseni içki­den, yirmisi de ramazan orucuna saygısızlığından dolayıdır.» demiştir. Oemekki cezalar suçların artışı ve yaygınlığı ölçüsünde artar ve şiddet­lenir İmam Malik döneminde Medine valisi, bir oğlan çocuğuna sarkın-oitk yapan bir şahsa üçyüz sopa vurdurmuştur. İmam Malik hadiseyi duy-3uğu halde uygulamaya karşı çıkmamış, bu tavrıyla da doğru bulduğunu göstermiştir. Onlar eğer bugünkü durumu görselerdi herhalde kalb sek--eslnden giderlerdi.» [18]

 

Sekizinci Hüküm: Sopa Hangi Azalara Vurulur?

 

Alimler cezaların uygulanması sırasında başın, yüzün ve avret yerle--rıin korunması gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Hatta İbni Atiyye bu hu­susta icma olduğunu rivayet etmiştir. Ancak bu üç uzvun dışındaki uzuv-ar hakkında alimler arasında ihtilaf vardır.

İbni Cevzi. Zadü'l-Mesir isimli eserinde İmam Hanbei (ra)'den nak-en zina haddinde sopa vurulan kişinin yüz, baş ve avret mahalli hariç ner uzvuna vurulması gerektiğini söyler, imam Ebu Hanife (ra)'nln gö--jşû de budur.

Yine İbni Cevzî'nin nakline göre İmam Malik (ra), sopanın yalnız sır­ız vurulacağı, diğer uzuvlara vurulmayacağı görüşündedir. İmam Şafii'ye gön ise sopa yüz ve tenasül uzuvları hariç her yere vurulabilir. [19]

Kurtubî, bu hususta şöyle der: «Alimler başa vurulması hususunda iıtiaf etmişlerdir. Cumhura göre başın korunması icabeder. imam Ebu tusuf (ra) ise hadde başa da vurulabileceği görüşündedir. Zira Hz. Ömer, Seütğ ismindeki şahsa had vururken başına da vurmuştur. Fakat alimler. •<kiz ile tenasül uzuvlarına vurmanın haramlığında ittifak etmişlerdir. Zira 3esulullah (sav). «Birisine vurduğunuz zaman yüzüne vurmayınız.» [20] bu-*\nnuştur»

Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: Kendisine getirilen bir suçlunun sopalanması sırasında sopayı vurana, «Her azanın hakkını verecek şekil­de vur. Yalnız yüz ve tenasül uzvu hariç.» demiştir.

Diğer bazı nakillerde Hz. Ali'nin Resulullah (sav)'tan, «Had vurduğu­nuz zaman başa ve tenasül uzuvlarına vurmaktan kaçının. Diğer azala­rın hakkını da verin.» hadisini rivayet ettiği bildirilmiştir.

Cumhur, başa vurmanın haram olduğuna, Hz. Ali'den rivayet edilen hadise dayanarak hükmetmiştir. Çünkü hadisde başa vurmaktan kaçı­nılması hususunda nass vardır. Cumhura göre başa vurulan sopa işitme ve görme uzuvlarına tesir ederek körlük ve sağırlığa sebeb olabilir. Hatta aklı da ihlal edebilir. Bu bakımdan başa vurmaktan kaçınmak icabeder.

İmam Şafii (ra) ve Ebu Yusuf (ra), Ebubekir Sıddık Hazretlerinden rivayet edilen, «Hz. Ebubeklr'e oğlundan şikayetçi bir adam geldi. Hz. Ebubekir adamın şikayetini dinledikten sonra. «Sen onun başına vur. Zi­ra şeytan onun beynindedir.» kavline dayanarak başa vurmanın da caiz olduğuna hükmetmişlerdir, ikinci bir dayanakları da Hz. Ömer'den yapılan şu rivayettir: Sebiğ bin Hüseyn, Hz. Ömer'e alay mahiyetinde, «Tozutup savuran (rüzgar)lar.» (Zariyat: 1) âyetinin manasını sorunca ona had vur­du. Haddi vururken başına da vurdu.

İmam Malik (ra)'in görüşü ise bütün hadlerde yalnız sırta vurulacağı yolundadır. Bunun delili ise selef-i salihînin hadlerdeki uygulaması ile Re­sulullah (sav)'ın, kendi karısına zina Isnad eden Hilal bin Ümeyye'ye, «Ya isbat edersin veya sırtına sopa vurulur.» [21] demesidir.

Hadlerin uygulanmasında uygun olan, suçlunun üzerinde yalnız donu kalana kadar soyulması ve ayakta durdurularak sopalanmasıdır. Ancak iftiradan dolayı had vuruluyorsa suçlu soyundurulmaz, yalnız vurulan so­panın etkisini cilde ulaştırmayacak kadar kalın pamuklu ve deri giyecek­leri çıkarılır. Suçlu kadın ise, elbiseleri üzerinden çıkarılmaz ve oturduğu yerde sopalanır. Bunun delili ise Resulullah (sav)'ın yahudi bir kadınla erkeği recmettirirken erkeği soyunuk ve ayakta, kadını ise giyinik ve otu­rur vaziyette recmettlrmeşidir. Bu hadisin ravisi İbni Ömer (ra), «Ben Re­sulullah (sav)'ın bir kadına giyinik ve oturur vaziyette had uyguladığını gördüm.» demiştir. Resulullah (sav)'in bu uygulama şekli erkeğe ayakta, kadına da oturur vaziyette iken had vurulması icabettiğlne delalet etmek­tedir.

 

Dokuzuncu Hüküm: Suçluları Hadden Kurtarmak Haramdır.

 

Had vurulacak kişileri hadden kurtarmak caiz değildir. Zira Resulul-nn sav). «Had uygulanacak kişiye şefaat ederek haddin uygulanmasını mgetleyen kimse Allah (cc)'a karşı savaş açmış olur.» [22] buyurmuştur, -aferin vazedilmesindeki hikmet suçları önlemek ve suçluyu terbiye et- Şefaat ise onu şımartır, suç önlenemez, tersine yayılır. «Eğer Al- ve ahlret gününe inanıyorsanız bunlara Allahın dinini (tatbik) huju- acıyacağınız tutmasın.» (Nur: 2) âyeti de şefaatin haram olduğuna araçtan delalet etmektedir.

Selef bu âyeti iki ayrı şekilde anlamıştır. Birinci şekil, «Acıyacağınız misinadan maksat, «hafif vurmayın» demektir. Bu. Said bin Müseyyib ilik Htasan-ı Basrînin görüşüdür. İkincisine göre ise «Acıyacağınız tutma- maksat, «o haddi koldırmayın»dır. Bu da Mücahid ve Şa'bî'nin gö-

Itmü'l-Arabî, bu konuda şöyle der: «Bana göre her iki anlamı birlikte »ok daha doğrudur, öyleyse zanlye yardım ederek haddi kaldırmak veya ınnfletmek hiç kimse için caiz değildir.» [23]

Buhar?, Hz. Ayşe'den şöyle rivayet eder: «Mahzumiye kabilesinden a» cadın hırsızlık yaptı. Kureyşîler kadının affedilmesi için şefaatçi olmak miBpariar fakat bunu Resulullaha nasıl söyleyeceklerini bilemiyorlardı. So-ııwmda bu görevi Resulullahın çok sevdiği Üsame bin Zeyd (ra)'e verdiler. ime hırsız kadının elinin kesilmemesi için ricacı oldu. Resulullah (sav), dtan Allahın uygulamayı emrettiği bir ceza için mi şefaat ediyorsun?» Jlııvek ayağa kalktı ve mescidde sahabe-i kirama hitaben. «Sizden ev-«mtc ümmetlerde bir asil hırsızlık yaptığı zaman cezalandırmazlar, kimse­ne m fakir birisi hırsızlık yapınca onu hemen cezalandırırlardı. Onlar bu »«inen helak oldular. Allaha yemin ederim ki Muhammedin kızı Fatıma hırsızlık yapacak olsa onun elini keserim.» buyurdu.» Bu hadis de uygulanmasına mani olmanın haram olduğuna delalet eder.

riodlerde şefaat etmek nasıl haramsa. İmamın şefaati kabul ederek 3mn?ft uygulamaktan vazgeçmesi de öyle haramdır. Rivayete göre. Zübeyr ınr Awam (ra), yolda, tuttuğu bir hırsızı götüren bir adama rastladı. Ona »ufaatcı olarak adamı kurtarmak istedi. Hırsızı yakalayan kişi, «Hayır, bu­nu sana veremem. İmama haber verdikten sonra ona şefaat edebilirsin.» dedi. Bunun üzerine Zübery bin Avvant (ra), «Şefaat, suçlu imama ulaş­madan önce yapılır, imama bildirildikten sonra İse Allah (cc), hem şefaat edeni, hem de şefaati kabul edeni lanetler.* dedi. [24]

lunur mur

 

Onuncu Hüküm: Zina Cezasının Uygulanmasında Şahidler Hazır Bulunur mu?

 

4a hun.la.aa azabına (bu cezalanna) şahit ot­tun.» âyetinin zahiri, ceza uygulanırken mürmnteraen toır gurubun itam bulunmasının farz olduğuna delalet eder. Bundan gaye insanların ibret almasıdır.

Alimler, âyetteki «zümre» kelimesinin İfade ettiği sayı hususunda ihti­laf etmişlerdir.

Mücahid'e göre «umre», bir veya birden fazla kişiyi ifade etmektedir.

İkrime ve Ata'ya göre İki veya daha fazla kişidir, imam Malik (ra) de bu görüştedir.

Züheri'ye göre üc veya daha fazla kişidir. Çünkü çokluğun en küçük İfadesi üçtür.

İbni Abbas (rafa göre «zümre»nin sayısı, zinanın isbatındakj şahitlerin sayısı gibi enaz dört kişi olmalıdır, imam Şafii (ra) de bu görüştedir. Sahih olan görüş de budur.

Zemahşeri, Keşşaf isimli tefsirinde yukarıdaki görüşleri naklettikten sonra şöyle der: «Zina en büyük günahlardan biridir. Zira Allahu taala onu şirk ve adam öldürmekle birarada zikretmiştir: «Onlar ki Allanın ya­nına başka bir tann daha (katıp) tapmazlar. Allanın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar, zina etmezler.» (Furkan: 25/68) «Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o şüphesiz bir hayasızlıktır, kötü bir yoldur.» (İsra: 17/32) Allahu taala bekar zanilerln cezasını tam yüz sopa olarak tesbit etmiştir. Evli zaniler İçin de en feci şekilde öldürülmelerine, yani recme hükmedilmiştir. Allahu taala, had uygulanacak kişiye şefaatçi olmayı yasaklamış ve onun azabına bir zümrenin şahit tutulmasını emretmiştir, öyleyse bu zümrenin cezayı teşhir edecek bir sayıda olması icabeder. Bir, iki sayıları cezayı teşhir ede­cek mahiyette değildir. İbnl Abbas (ra)'ın da dediği gibi bu zümrenin sa­yısı enaz dört olmak üzere kırka kadar artırılabilir. Bunların mümin ol­masının şart koşulması, suçlu için daha ağır olduğu içindir.» [25]

 

Onbirinci Hüküm: Homoseksüellik, Sevicilik Ve Hayvanlarla Temasta Bulunmanın Hükmü Nedir?

 

Homoseksüellik, akli ve ahlaki bozukluğun işareti olan en çirkin, en ğrenç bir fiildir. Nitekim Allahu taala bu hususu. cSiz, Rabbinlzin sizin, için yarattığı zevcelerinizi bırakıp da İnsanların içinden erkekler* mi gidi­yorsunuz?   Hayır, (siz helalden harama)   tecavüz eden bir kavimsiniz.» Şuara: 165-166) âyetleriyle tesbit ederek bunları ibret için en ağır ceza e cezalandırdığını, onları yere batırarak üzerlerine taş yağdırdığını bildir­miştir. Bunu gelecek ümmetlere ibret için yapmış ve Kur'anda şöyle zikret­miştir: «Vaktaki (azab) emrimiz geldi, (o memleketin) üstünü altına getir­dik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki onlar Rabblnln katında hep damgalanmışiardı. Onlar zalimlerden uşak değildir.» (Hud: 11/82-83)

Şevkanî şöyle der: «Bu günahı işleyenlerin öyle bir ceza ile cezalandı­rılmaları lazımdır ki. bu fiile teşebbüs edenler ibret alarak bu fahiş fiili terketmeHdirler. Bunlar, ister evli, ister bekar olsunlar. Allahu taalanın âyette beyan ettiği gibi, açılan çukurlar içine canlı canlı konularak ölün­ceye kadar taşlanmalıdırlar.» [26]

Fakihierin homoseksüellikle ilgili görüşleri:

Bu fiil hayvanların bile kaçındıkları çirkin bir fiildir. Bu fiil yalnız in­sanlar arasında işlenmektedir. Bu sebeble önlenmesi, yaygınlaşmaması için an ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

Bu ceza hususunda fakihler üç görüşe ayrılmaktadırlar:

1) Bu günahı işleyenler mutlaka öldürülmelidir.

2) Bu günahı isteyenler zina cezası ile cezalandırılmalıdır.

3) Bu günahı isteyenler tazir edilmelidir.

1. Görüş: Homoseksüeller mutlaka öldürülmeHdir. Bu, Maliki ve Hanbelilerin görüşüdür. Bunlara göre bu suçu işleyenler ister bekar, ister evli olsunlar, ister aktif, ister pasif olsunlar mutlaka öldürülmelidirler. Bu görüş Hz. Ebubekir. Hz. Ömer ve Jbni Afctoas (ra)'tan da rivayet edilmiştir. Alimlerin bir kısmı da bu görüşü aynen kabul etmişlerdir. Maliki ve Han-belîler bu hükme aşağıdaki nakillere istinad ederek varmışlardır:

1- Resulullah (sav), «Lut kavminin yaptıklarını yapanları gördüğü­nüz zaman her ikisini de öldürün.» buyurmuştur. [27]

2 - Hz. Ali'nin bu işi yapanları recmettiğine dair rivayet. [28]

3- Hz. Ebubekir hilafeti sırasında sahabeleri toplayarak onlara ho­moseksüelliğin cezası hakkında sordu. Sahabeler içinde onların en şiddet­li cezaya çarptırılması gerektiğine İşaret eden Hz. Ali şöyle demiştir: «Bu. Lut kavminden başka hiçbir milletin işlemediği bir günahtır. Allahu taala-nın-Lut kavmini nasıl cezalandırdığını biliyorsunuz. Ben bu suçu işleyen­lerin yakılmasını uygun görüyorum.» demiştir. Bunun üzerine Hz. Ebube­kir, kendisinden homoseksüelliğin cezasını soran Halid bin Velld (ro)'e yazdığı mektupta bu suçu işleyenlerin yakılmasını emretmiştir. [29]

Homoseksüelliğin cezası ölümdür diyenler, öldürülme şekli üzerinde İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır:

1) Mürted gibi boynu kesilerek öldürülür. Bu görüş Hz. Ebubekir ve Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir.

2) Taşlanarak öldürülür. Bu görüş de İbni Abbas (ra)'tan rivayet edil­miştir, imam Malik (ra) ile imam Hanbel (ra) de bu görüşle hükmetmiş­lerdir.

3) Yüksek bir yerden atılarak öldürülür.

4) Üzerlerine bir duvar yıkılarak öldürülürler. Hz. Ebubekir'den böyle Ur rivayet de varit olmuştur.

Homoseksüellerin öldürülmelerine hükmeden alimlerin öldürülüş şekli üzerindeki İhtilaflarının bir hikmeti vardır. Çünkü Allahu taala Lut kavmi­ni bu günahlarından ötürü cezalandırdığı zaman sayılan bütün ölüm şe­killeri ceza İçinde bulunuyordu: «Vaktaki (azab) emrimiz geldi, (o mem­leketi) üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan pişirilmiş, İstif edilmiş taşlar yağdırdık...» (Hud: 82-83) Görüldüğü üzere âyette taşlama ile bina­ların yakılması açıkça ifade edilirken yakma zımnen anlatılmaktadır.

2. Görüş: Homoseksüelliğin cezası zina cezası gibidir, imam Şafii (ra), homoseksüelliğin cezasının da zina gibi olduğuna hükmetmiştir. Ya­ni suçlular bekar ise yüz sopa, evli ise recm ile cezalanacaklardır. Bu gö­rüş Ata İra). Katade (ra), Nehaî (ra). Salb bin Müseyylb (ro) gibi tabiinden

m rivayet edilmiştir. Şafiller bu görüşlerini oşogKtaM delillerle Isbat e-

aarler:

1- Ebu Musa el-Eş'âri (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resutuflah ma*). «Bir erkek diğer bir erkekle cinsi münasebette bulunursa onların w ikisi de zanidir.ı buyurmuştur.» Bu hadis homoseksüelliğin cezasının nmen zina cezası gibi olduğuna delalet eder.

2- İmam Şafii (ra)'ye göre zina hakkında varid olan deliller hem* •adar homoseksüelliği içine almıyorsa da kıyas yoluyla homoseksüelliği amaya ilhak etmek mümkündür. Çünkü zinadan maksat arzuların gayri neşru bir şekilde tatmin edilmesidir. Bu tatmin kadınla olduğu gibi erkek- de olmaktadır, öyleyse bunun cezası da zina cezası İle aynı olmalıdır.

3. Görüş: Homoseksüeller tozlr edilmelidir. Hanefi alimleri homo-maüelliğin çok çirkin ve büyük bir günah olduğunu kabul ederler. Ancak «ariecek cezanın zina haddi olmayıp tazir yoluyla cezalandırılması gerek-n§M söylerler. Bu görüşlerini aşağıdaki delillerle isbat ederler:

i — Hanefllere göre zina ile homoseksüellik ayrı şeylerdir. Çünkü homoseksüellik bir erkekle diğer bir erkeğin münasebeti, zina İse bir er* mmde bir kadının münasebetidir. Bu sebeble Kur'an da İkisini ayn ayrı zikretmiştir. Cenabı Allah (cc). «Gerçek, siz kadınları bırakıp da şehvetle ka erkeklere yanaşacak mısınız? Hayır, siz beyinsizlikte devam ede» bir kavimsiniz.» (Nemi: 55) ve «Siz Rabblnlzln sizin İçki yarattığı «şiirinizi bırakıp da İnsanların İçinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Ha-m, (sb helalden harama) tecavüz eden bir kavimsiniz.» (Şuara: 165-166) Mrurmaktadır. Görülüyor ki Allahu taala bu İki âyette homoseksüelliği zl-

 değil, «beyinsizlik» ve «tecavüz etme» ye nlsbet etmektedir.

2- Sahabe-i kiram Arap dilin) en iyi bildikleri halde homoseksûelll-|» verilecek ceza hususunda ihtilaf etmişlerdir. Eğer bu fiilin cezası hususunda bir nas olsaydı Ictihodlorına göre amel etmezlerdi.

3- Bu fiili zina ile kıyoslamok doğru değildir. Çünkü zina, kadınla «mastır ve erkeğin yaratılışında kadına karşı bir zaaf ve temayül vardır. -ratouki homoseksüellik böyle değildir. Bu öyle bir fiildir ki hayvanlar bile Moontr. İnsan yaratılışında erkeklere karşı da bir zaaf olduğu kabul edilse sie yine de zina ile kıyaslanamaz. Çünkü zina neslin bozulmasına vesile «maktadır, öyle ise zinayı engellemek için daha şiddetli bir ceza gerek­il»

4- Resululloh (sav), «Müslümanın kanının dökülmesi ancak 00 şeyle lir: Evlendikten sonra zina İle, İman ettikten sonra Irtkfat II* ve haksız yere adam öldürmek ile.» buyurmuştur. Görülüyor ki Resulullah (sav) ölüm cezasının sayılan üç şeyden birisi sebebiyle uygulanabileceğini söy­lemektedir. Homoseksüel ise hadiste belirtilen üç kişiden birisi değildir. Zira homoseksüellik zina değildir. Eğer zina gibi olduğunu kabul edersek Resulullah (sav)'ın, «Lut kavminin yaptıklarını yapanları gördüğünüz za­man her ikisini de öldürün.» hadisinde evli olanlarla bekar olanların du­rumlarını ayırdetmesi gerekirdi. Resulullah (sav) böyle bir ayırım yapma­dığına göre bunlar hakkındaki ceza had değil, olsa olsa taziren öldürül­mek olabilir. Tazlrde İse hakimlerin salahiyeti geniştir. Dilediği cezayı ve­rebilir.

Allame Şevkanî homoseksüelliğin cezasının mutlaka öldürülmek oldu­ğunu kabul eden Maliki ve Hanbelîlerin görüşünü tercih ederek diğer görüş­leri zayıf bulmuştur. Ona göre homoseksüellik çok çirkin bir fiil olduğu için cezası da çok ağır olmalıdır. Bu ceza, yakmak, recmetmek ve üzerine duvar yıkmak gibi şekillerin hangisi daha ibret verici ve engelleyici İse onunla yerine getirilmelidir. Bu ölüm şekilleri Allah (cc)'ın Lut kavmine verdiği cezalara daha uygun düşmektedir.

Sevicilik ve hayvanlarla temasın hükümleri:

Fakihler, seviciliğin (kadınla kadının teması) cezasının tazir olduğun­da ittifak etmişlerdir. Tazir ise hakimin salahiyeti içindedir.

Hayvanlarla temasın cezası ise cumhura göre gene tazirdir. Ancak İmam Hanbel (ra)'den yapılan bir rivayete göre, hayvanla temasta bulu­nan şahsın cezası da homoseksüelliğin cezası gibidir. Yani hem hayvan, hem de hayvanla temasta bulunan öldürülür. Şüphe yok ki bu fiili İşleyen kimse hayvandan daha aşağıdır.

 

Onikinci Hüküm: Zina Suçu Nasıl Tesbit Edilir?

 

Şüphesiz zina çok çirkin bir fiildir. Bu yüzden cezası da çok ağır bir ceza olan had veya recmdir. İslâm şeriati bu haddin veya recmin uygulan­ması için ağır şartlar koşmuştur. Zinada kadınların şahitliği kesinlikle ka­bul edilmez. Şahitlik yapan erkeklerin de şehadet ettikleri zaman adil ol­malarını ister. Şahitlerin suçu kendi gözleriyle ve bizzat kılıcı kında görme­leri gerekir. Şüphe yok ki böyle bir şahitlik kolay kolay tahakkuk etmez

Zinadaki şehadetin şartları:

Şariln bu kadar ağır şartlar koymasındaki maksat. İftira yollarını ke­serek İnsanların birbirlerini zina ile itham etmelerini önlemektir. Zina şa­hitliğinin şartları şunlardır:

1- Şahitlerin sayısı dört olmalıdır. Bu hususta Affohu taafa, cKo-dnlarmzdan fuhşu irtikab edenlere karsı içinizden dört şahit getirin.» (Nisa: 15) buyurmuştur. Zina dışındaki olaylarda İse yalnızca iki şahit ye­terlidir.

2- Şahitler erkek olmalıdır. Zina bahsinde kadınların şahitliği 0«-cerli değildir. Zira Allahu taala erkeklere hitaben, «...İçinizden dört şahld getirin.» ve «Buna karşı dört şahld getirmeli değllmlydiler?» (Nur: 13) buyurmaktadır.

3- Şahitler adil olmalıdır. Zira Allahu taala. «Sonra (o kadınlar) Müddetlerini doldur(maya yaklaştıkları zaman onları ya güzellikle tutun, rahud güzellikle kendilerinden ayrılın ve içinizden adalet sahibi İki kişiyi de şahid yapın.» (Talak: 2) âyetinde şahitlerin «adalet sahibi» olmalarını emretmiştir. «Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu tahkik edin.». (Hucurat: 6) âyetinde de fasıkların şehadetlerlnin kabul edil­memesini emretmiştir.

4- Şahitlerin müslüman, âkil ve baliğ olmaları şarttır.

5- Şahitlerin zina olayını kılıcı kında gördükleri gibi görmeleri şart­tır. Zira Resulullah, «Cezaları şüpheli şeylerle uygulamoyınız.» buyurmuş­tur.

6- Dört şahit de birlikte şehadet etmelidir. Eğer teker teker ge­lerek şahitlik ederlerse şehadetlerl kabul edilmez.

İşt zinanın isbatı için şahitlerin bu vasıfları haiz olmaları gerekmek­tedir. Zinanın bir başka isbatı daha vardır ki o da, zaninin zina ettiğini biz­zat itiraf etmesidir. Alimler buna delillerin efendisi demektedirler. Allahu taala da «Daha doğrusu insan (bizzat) kendisine karşı bir şahittir.» (Kıya­met: 14) buyurmuştur.

Resulullah (sav) Maız ile Gamldlye'yl kendi itiraflarına dayanarak başka şahit İstemeden zina cezası İle cezalandırmıştır. Bazı alimlere göre dul veya bekar bir kadının gebe oluşu da onların zina ettiklerine delalet eder. Gebelik onların itirafları yerine geçer. Fakat Resulullah (sav) zama­nında zina cezası gebelikle değil itiraf üzerine uygulanmıştır. Resulullah (sav) zamanında olan iki recm hadisesini nakledelim -.

 

Maız bin el-Eelemi Hadisesi;

 

Maız bin el-Eslemî, Hezal bin Nalm'in yanında barınan kimsesiz bir gençti. Bir cariye ile zina etti. Efendisi ona, Allah (cc) tan af dilemesi için yaptığını Resuhıllah (sav)'a haber vermesini emretti. Resululkıh (sav) mes-cidde iken Maız gelerek, «Ya Resulullah ben zina ettim.» dedi. Resulullah (sav) yüzünü ondan çevirdi ve «Git Allah'tan af dile.» buyurdu. Maız yine karşısına geçerek, «Ben zina ettim ya Resulullah» dedi. Resulullah gene yüzünü çevirdi. Maız bir kere daha karşısına geçerek, «Ya Resulullah, beni temizle, ben zina ettim.» dedi. Hz. Ebubeklr ona. «Dördüncü defa tekrar edersen Resulullah seni recmettirlr.» diye uyardı. Bunun üzerine Maız sustu. Resulullah (sav). «Sen o kadını öptün mü. sıktın mı?» diye sordu. «Hayır ya Resulullah.» cevabını alınca. «Cinsi münasebette mi bu­lundun?» buyurdu. Maız, «Evet, cinsi münasebette bulundum ya Resulul­lah.» dedi. Resulullah (sav)'in «Sen cinsi münasebetin ne olduğunu biliyor musun?» sorusuna «Evet, evli bir erkeğin helal ailesiyle yaptığını ben de o cariye ile yaptım.» cevabını verdi. Resulullah, «Sen ne demek istiyorsun?» buyurdu. Maız, «Senden beni bu günahtan temizlemeni İstiyorum.» deyince. Resulullah onun recmedilmesini emretti.

Recm esnasında Maız, değen taşların acısıyla, «Ey kavim, beni Re­sulullah (sav)'a götürün. Zira benim kavmim beni öldürüyor?» diye fer­yada başladı. Halk onun feryadına aldırmayarak ölünceye kadar taşladı­lar. Resulullah (sav) Maızın isteğini duyunca, «Niçin recme devam ettiniz, niçin bana getirmediniz? Umulur ki o tövbe eder ve Allah da tövbesini kabul ederdi.» buyurdu. Bazı sahabilerin, «Köpek gibi taşlandı.» ve ben­zeri laflarını duyunca da. «Andolsun, Maız öyle bir tövbe etti ki eğer onun tövbesi bir ümmet içinde eşit şekilde taksim edilse onlara herkesi affetti­recek nlsbette bir pay düşer.» buyurdu.

Diğer bir rivayette ise Resulullah (sav). «Nefsim kudret elinde olan Allaho yemin edorim ki, Maız şimdi cennet nehirlerinde yıkanıyor.» buyur­muştur. [30]

Gamidlyo'nin hadisesi:

Müslim'in rivayetine göre Gamidiye isimli bir kadın Resulullah (sav)'a gelerek, «Ben zina ettim, beni temizle ya Resulullah.» dedi. Resulullah (sav) hiçbir şey söylemeden kadını geri çevirdi. Kadın ikinci günün sabahı tekrar geldi ve «Ya Resulullah. Maız'ı reddettiğin gibi beni de reddetme. Allah (cc)'ın ismi ile yemin ederim ki gebeyim.» dedi. Resulullah (sav), «Git ve doğum yapana kadar bekle.» buyurdu. Kadın doğumdan sonra çocuğu da kucağına alarak Resulullaha geldi ve «Ya Resulullah, bu çocu­ğu doğurdum.» dedi. Resulullah (sav), «Git, sütten kesinceye kadar çocuğunu emzir.» emrini verdi. Kadın çocuğunu sütten kesince eline bir par­ça ekmek vererek alıp Resulullah (sav)'a geldi. «Ya Resulullah, çocuk sütten kesildi ve gördüğünüz gibi artık ekmek yiyebiliyor.» dedi. Bunun özerine Resulullah (sav) çocuğu müslümanlardan birine teslim ettikten son­ra kadını göğsü derinliğinde kazılmış bir çukura indittirdikten sonra halka taşlamalarını emretti.

Recm sırasında kadından sıçrayan bir damla kan aHlid bin Velid ra)'in yüzüne isabet etti. Bunun üzerine Halid (ra) kadına küfretti. Resu-ultah (sav), Hz. Halidin sözlerini işitince. «Sakin ol ya Halid. Nefsim kudret etmde olan Allaha yemin ederim ki bu kadın öyle bir tövbe etti ki eğer onun tövbesini zalim tahsildar da yapsaydı Allah onu da affederdi.» bu­yurdu. Recm bittikten sonra kadının namazını kılarak defnettirdi. [31]

Böyle hadiselerin asırların en üstünü olan Resulullah (sav)'ın asrın-3a vukubulmasının yüksek bir hikmeti vardır. Bu hikmet, teşrii kanunların yetecek nesillere örnek olması için bizzat Resulullah (sav) tarafından tat-s«kı olarak gösterilmesidir. Eğer bu gibi hadiseler o zaman olmasaydı. Al­cın (cc)'ın farz kıldığı hadler yalnızca birer haber olarak kalırdı. Sonraki reşitler bu kanunların nasıl tatbik edileceğini bilemezlerdi. Allahu taala son peygamberi olan Hz. Muhammed (sav)'in tebliğ ettiği dinin bütün asır-arı kapsayıcı ve her ortamda geçerli olmasını irade etmiştir. Bazı saha-iierden bazı muhalefetlerin görülmesi şeriatın tamamlanması, Resulullah scw)'ın dini onlara uygulayarak ikmal etmesi içindir.

Yukarıda anlatılan hadiselerin kahramanları herne kadar büyük bir i_c ışlemlşlerse de kendi arzularıyla seve seve kanunların uygulanma­sını ısrarla isteyerek o asır insanlarının ilahî kanunlara karşı bağlılık ve saygısını göstermektedirler. Recm cezası ne kadar ağır bir ceza olursa :»sujı. ahirette verilecek cezanın yanında çok hafif kalacaktır. O zamanki Müslümanların hükümlere karşı gösterdikleri saygı, İslama girdikleri gün-3©n itibaren almış oldukları islâmi terbiyenin neticesidir.

 

Onüçüncü hüküm: Zina eden bir kadınla evlenmek sahih midir?

 

Selef alimleri bu meselede ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır:

1. Görüş:  Zina eden bir kadınla evlenmek haramdır. Bu görüş H. Ali -;,. Bera bin Azib (ra), Hz. Ayşe ve İbni Mes'ud (ra)'dan naklolunmuştur.

2. Görüş: Zina eden bir kadınla evlenme* caizdir. Bu görüş de Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve ibni Abbas (ra)'tan nakledilmiştir. Cumhurun gö­rüşü de budur. Dört mezhebin faklhleri de bu görüşle hükmetmişlerdir.

1. Görüşün delilleri:

Zina eden bir kadınla evlenmenin haram olduğuna hükmedenler. «Zi­na eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkasını nikah­lamaz. Zina edan kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten baş­kası nikahlamaz.» (Nur: 3) âyetinin zahirini delil almışlardır. Bu görüş­teki alimlere göre âyetin zahiri herne kadar hüküm değil, haber manası taşıyorsa da âyetin sonundaki. «Bu (surette evlenmek) müminler üzerine haram kılınmıştır.» ifadesi kesin hüküm ifade ettiğinden baş taraftaki ha­ber anlamı taşıyan cümle de kesin bir hüküm ifade etmektedir.

Bu görüşün bir başka delili de Hz. Ali'den rivayet edilen şu sözdür: «Bir erkek zina ettiği zaman onunla karısının ayrılması gerekir. Bir kadın zina ederse yine onunla kocasını ayırmak gerekir.»

Bu görüşün delillerinden biri de, Mersed bin Ebi Mersed'in cohiliye döneminde dostu olan fahişe bir kadınla evlenmek için izin istemesi üzerine Resulullah (sav)'in bu âyet nazil olana kadar cevap vermemesi, âyetin nü­zulünden sonra ise, «Anakla evlenme.» buyurmasıdır.

2. Görüşün delilleri:

Zina eden bir kadınla evlenmenin caiz olduğuna hükmedenler aşağı­daki delillere istinad etmektedirler:

1- Hz. Ayşe'den rivayet edilen. «Bir erkeğin zina ettiği kadınla ev­lenip evlenemeyeceği soruldu. Resulullah (sav), «Evet, başlangıcı zina idi ama sonu nikahtır. Haram helali haram kılmaz.» buyurdu.» [32] hadisi.

2- İbni Ömer (ra)'den rivayet edilir: «Hz. Ebubekir mescidde otu­rurken yanına bitkinlik ve heyecandan ne konuştuğu anlaşılmayan bir çı­dam geldi. Hz. Ebubekir Hz. Ömer'e. «Bu adamla ilgilen. Birşey için gel­miş fakat ben ne konuştuğunu anlamıyorum.» dedi.  Hz. Ömer adama sordu. Adam, «Bana bir misafir gelmişti, katınla zina etti.» dedi. Hz. Ebu­bekir onları, zina haddi uyguladıktan sonra evlendirmiş ve bir sene sür­güne göndermiştir.» [33]

3- İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilir: İbni Abbas (ra)'a, «Zina eden bir erkekle kadın evlenebilirler mi?» diye soruldu. «Bazlangıcı zina ise sonu nikahtır. Bunun örneği şudur: Adamın biri bir bahçeden meyve çalar. Sonra bahçe sahibine giderek aynı meyveden parası ile satın alır. Çalarak yediği haram, satın aldığı helaldir.» cevabını verdi.

Bu görüş sahiplerine göre. «Zina eden erkek, zina eden wya müşrik olan bir kadından başkasını nikahlamaz...» âyeti umumi bir vakıayı ifade eder. Yani fısk ve zinayı adet edinmiş bir kimse hiçbir zaman mümin ve saliha bir kadınla evlenmek istemez. Ancak kendi meşrep ve ahlakında olan veya müşrik bir kadınla evlenmek ister. Zina eden bir kadınla da mümin ve salih bir erkek değil, ancak onun gibi zina eden bir erkek ev­lenmek ister.

Bazı alimlere göre bu âyetin hükmü, «içinizden bekarları ve köleleri­nizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir beler Allah onları (evlenmeleri sayesinde) fazl(ı keremjiyle zengin yapar.» (Nur: 32) âyetiyle nesheditmiştir.

Bu mesele ile ilgili tafsilat 47. Derste verilecektir.

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1- Kur'an müslümanların anaya6asıdır. Her müslüman onun emir-terine sımsıkı sarılmaldır.

2- Kanun yapma Allah (cc)'a mahsustur. O. kanunlarını kullarının maslahatına göre vazetmiştir.

3- Şer'î hükümlerin dikkatle uygulanması farzdır.

4- Şer'İ cezalar namusun ve soyun korunmasını hedef alır.

5- Şer'i cezalar, ibret alınması için mutlaka bir topluluk önünde tatbik edilmelidir.

6- Müslümanların emirinin en önemli vazifesi şer'i hükümleri tatbik etmektir.

7- Zina fiilin! kadınla erkek beraberce işledikleri için cezaları da eşittir.

8- Zina hem dinî ve ahlakî, hem de içtimai bokımdan çirkin ve za­rarlı bir fiil olduğundan Allahu taala tarafından kesinlikle haram edilmiştir.

9- Şer'i cezaları uygulamamak ve bu yolda şefaatçi olmak caiz de­ğildir. Zira cezaların uygulanmaması suçların yaygınlık kazanmasına vesi­le olur.

10- İffetli bir mümin için zina eden bir kadınla evlenmek nasıl uy­gun değilse, iffetli bir kadının da zani ve fasık bir erkekle evlenmesi öyle uygun değildir.

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

İslâm nazarında zina en kötü ve çirkin bir günah olduğu için cezası çok şiddetlidir. Zira zina insan haysiyetini yıkmakla kalmaz cemiyet niza­mını da bozar. Neslin bozulmasının sebebi de zinadır. Zinanın çok olduğu ülkeler, sokaklara atılmış, yuvalara terkedilmiş çocuklarla doludur. Bun­lar anne-baba sevgisinden mahrum yetiştiği için cemiyet için birer şaki haline gelmektedirler.

islâmın başlıca hedeflerinden biri de bütün semavi dinlerin, hatta medeni kanunların korunmayı gaye edindiği aklı, nesli, insan varlığını, din ve namusu korumaktır. Çünkü bunların korunması İnsan hayatının devamı İçin bir zarurettir. Bu bakımdan nesli korumak büyük ehemmiyet taşıdığın­dan İslâm onun korunması için, nesli bozacak zina gibi suçları önlemek ve hatta tamamiyle ortadan kaldırmak gayesiyle şiddetli cezalar vazet­miştir. Bu cezaların bir başka hedefi de cemiyet içinde istikrar ve emni­yeti tahakkuk ettirmektir.

Batı kültürü ile yetişen bazı insanlar, İslâmî cezaların çağımızla bağ­daşmayan şiddetli ve kaba cezalar olduğunu, kadın hürriyetini kısıtladığını ve kadınlara yaratılıştan verilen erkeklerle eşitlik hakkına tecavüz edildi­ğini iddia etmektedirler. Vakıa islâm kanunları ilk bakışta şiddetli ve ka­ba görünür. Fakat derinliğine düşünülürse tam bir adalet olduğunu kabul etmeyen tek bir aklı selim sahibi kalmaz. Bu cezalarla kimlerin cezalandı­ğı, neden cezalandığı düşünülürse adil olduklarının meydana çıkmaması mümkün değildir. Çünkü bu cezalar, bir hayvan misali, hangi yolla olursa olsun ve nasıl kötü sonuçlar doğurursa doğursun beşeri arzularını tatmin için suç İşleyen insanlara uygulanmaktadır. Yalnız beşeri arzularını tatmin için zina işleyenler insan değil belki hayvandır. Zira hayvan gibi kendi şehvani arzularının peşine giderek başka hiçbir şeyi hesaba katmamakta­dır, insanlar ise ne yaparlarsa yapsınlar ancak akil muhakemeleri netice­sinde yaparlar.

Allahu taala cinsel istek ve arzuyu insanlara yalnız ondan zevk alma­sı için değil, insan neslinin devamı için vermiştir. Allahu taala kadınla er-fcek arasındaki bu münasebetin hayvanlar gibi yapılmasına değil, temiz ve meşru biçimde yapılmasına müsade etmiştir. Çünkü insan neslinin de­vamı ancak sağlam bir evlilik neticesinde doğacak aile çocuklarıyla müm­kündür. Nitekim Allahu taala bu hususta. «Allah sizin İçin kendilerinizden çiftler yaptı. Size çiftlerinizden oğullar ve torunlar verdi ve sizi güzel güzel (nimetler)den rızıklandırdı. Şimdi batıla İnanıyorlar da onlar Allanın ni­metlerine nankörlük mü ediyorlar?» (Nahl: 72) buyurmuştur.

Zina, İslâm nazarında ahlaksızlığın en aşağı derecesi olduğu gibi içti­mai acıdan da en zararlı günahtır. Dolayısıyla bu sucun önüne geçilmesi »cin yumuşak değil sert tedbirler alınmalıdır. Ne varki bu cezalar zan üzere uygulanmaz, suçun isbatı içinde ağır şartlar getirilmiştir. Zira sucuna şe-foodet edenlerin mümin ve adil olmak üzere enaz dört kişi olması gerekir. Bu husustaki şehadeti de en sarih bir ifade ile yapmaları gerekmektedir.

Batılılar ise zinanın yalnızca tecavüz şeklinde yapılanını suç kabul e-derler. Zina kadının rızası ile olursa suç saymayarak cezalandırma yolu­nun gitmezler. Onlara göre zina, herne kadar ayıpsa da her halükarda suç değildir. Mesela, bekar bir erkek, bekar bir kadınla zina ettiği takdirde bu. cezayı gerektirecek bir suç kabul edilmez. Ancak erkek bunu zorla yap­mışsa o zaman hafif bir cezaya çarptırılır. Bir erkek evli bir kadınla zina etmişse kadının kocası zina eden erkekten ancak bir tazminat alabilir. Çünkü kadın fiili kendi arzusu ile işlediğinden onların kanunlarına göre nerhangi bir cezası yoktur.

Görüldüğü-gibi batılıların zinaya son derece maddi bir bakışları vor-dv. Bu yüzden de birçok aile yıkılmakta, cemiyet git gide bozulmaktadır. Çünkü fuhuş yaygın bir hal almış bulunmaktadır, islâm hukuku ile Batı tıukuku tarafsız bir bakışla mukaye edildiğinde birinin insan nesline önem «ererek mesut bir aile hayatı tesis etmeyi hedef aldığı, diğerinin ise cemi-rotin ve neslin korunmasına hiç ehemmiyet vermediği görülür.

 

42. DERS ZİNA İFTİRASI İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

4- Mamuttu we hür hasMara (rine teaadtyia) iftira atan, sonra (bu babta) dört saHt getirmeyen lanselerin (İv Dirine) de seksen değnek vu­run. Oniom ebedi sahHIlderini tofcul etMeyin. Onlar fasıkkmn ta kendi­leridir.

5- Meğer İd bu (hareketten) sonra tövbe (ve riicu) ve (noterini) ıs­lah ederler. Çünkü AHah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.

 

Ayetlerin Lafzı Tahlili

 

(Yermüne): Yermûne. remy kökünden gelir. Remy, taş veya sert blrşey atmaya denir. Âyetteki anlamı ise iftira atmaktır.

(Muhsenâti): İhsan kökünden gelir ve menetme anlamınadır. iffetli kadınlar, kötülüklere mani olduğu için onlara muhsene denir.

(Şuhedâe): Şahid kelimesinin çoğuludur.

(Feclidûhüm): Cild kökünden türemiş bir fiildir. CM. vücuda vurulan sopaya denir.

(Elfasikûn): Fasık kelimesinin çoğuludur.

Fasık ise fısk kökünden gelen bir sıfat olup Allanın taatından çıkan art-anundadır.

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allahu tacüa. müminlerin haklarına hürmet etmeyerek iffetli, nomusJu «e asil kadınlara zina iftirasında bulunanları haber yermektedir. Zira müf­teriler attıkları bu iftira İle insanın en kudsî ve değerli varlığı olan haysiyet  şerefine tecavüz etmektedirler. Allahu taala şöyle buyurmaktadır: Müfteriler, isnad ettikleri sucu adil dört şahld getirerek isbat edemezlerse anlara seksen sopa had vurun. Çünkü onlar, halkın içinde zina sözünün foyılmasını arzu eden ve zinadan uzak mümin kadınları töhmet altında arakan yalancı ve fasık kimselerdir.

Allahu taala müfterilere seksen sopa vurulmasından sonra, insanlık şerefini kıracak, rencide edecek ikinci bir ceza ile cezalandırılmasını da smreder. Bu ceza. iftiralarında ısrar ettikçe onların hiçbir hususta şehe-aetlerinin kabul edilmemesidir. Müfteriler Allah (cc)'ın yanında kulların en «ötüşü ve en şiddetli azaba uğrayacak olanlardır. Çünkü onlar Allah (cc)'ın satından çıkmış, müminlerin şerefini korumayan sapık ve münafıklar gibi müminlerin haysiyet ve şereflerini kırarlar. Bu iftiraları ile İslâm toplumu­nu yıkmak, dağıtmak ve parçalamak isterler. Onlar eğer tövbe ederek »otlarından döner, ahlaklarını düzeltir, tavır ve hareketlerini ıslah ederek sapıkların ve mütecavizlerin yollarından İslâmî yola dönerlerse affedilirler, âzürleri kabul edilerek itibarları iade edilirler. Çünkü Allah (cc). çok yarlı-Jayıcı ve bağışlayıcıdır. Tevbe eden kullarının tövbelerini kabul edicidir.

Ayetlerin nüzul sebebleri

Bazı müfessirlere göre bu âyetler Hz. Ayşe hakkında nazil olmuştur. Münafıkların ona zina iftirası atmaları üzerine Allahu taala bu âyetlerle, semadan bütün ümmete ulaşacak ve asırdan aşıra intikal edecek ve ib­ret verici bir şekilde onun ne kadar temiz, ne kadar asil olduğunu bildir-

•mistir.

Taberi bu hususta şöyle der: «Bu âyetler Hz. Peygamberin zevcesi H2 Ayşe'ye iftira atanlar hakkında nazil olmuştur. Said bin Cübeyr (ra)'-den şöyle rivayet edilir: Ondan zinanın mı. yoksa İffetli bir kadına zina iftirasının mı daha ağır olduğu soruldu. «Hayır, zina daha çirkindir.» dedi. «AHahu taala. «Namuslu ve hür kadınlara iftira atan, sonra dört şahld ge­tirmeyen kimselerin (her birine) de seksen değnek vurun.» buyurmamış mıdır?» denilince Said bin Cübeyr (ra), «Bu âyet hasseten Hz. Ayşe'ye iftira atanlar hakkında nazil olmuştur.» demiştir.»

Sahih olan. Kurtubî'nin zikrettiği ve Taberi'nin de kabul ettiği gibi bu âyetler umumi olarak zina iftirasında bulunanlar hakkında nazil olmuştur. Hz. Ayşe'ye iftira atanlar da bu hükmün içindedir, öyleyse bu âyetler Al­lah (cc)'ın İnzal buyurduğu hükümlerden bir hükümdür. Bilindiği gibi hü­kümler tek bir sebebe istinad etse de umumilik ifade eder.

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Alimler, «Namuslu ve hür kadınlara iftira atan...» âyetindeki iftiranın zina İftirası olduğunda icma etmişlerdir. Bunun isbatı için aşağıdaki delillere istinad etmişlerdir:

1- önceki âyetlerde zinanın zikredilmesinden buradaki iftiranın zi­na iftirası olduğu anlaşılmaktadır.

2- Allahu taalanın âyette «namuslu ve hür kadınlar»! zikretmesi, buradaki iftiranın namusluluğun zıddı olan zina İftirası olduğuna açıkça delalet etmektedir.

3- Zina dışındaki iftiralarda sopa haddlnin farz olmadığı icma ile sabittir. Bu âyette ise müfterilere seksen değnek vurulması emredilmekte-dir.

4- Âyetteki, «sonra dört şahit getirmeyen» ifadesi de iftiranın zina ile ilgili olduğunu göstermektedir. Çünkü dört şahit yalnız zina için İste­nir. [34]

İkinci incelik: Âyetteki «namuslu» kelimesinde çok ince bir işaret var­dır. Bu, namuslu olmayan bir erkek ve kadına zina isnadında bulunan kim­senin zina iftirası haddi ile cezalandırılmayacağını göstermektedir. Çünkü iftira atrian şahsın iffetsizlikle tanınması, meşhur olması müfteriden cezayı kaldırır, iftira cezasının meşruiyeti faziletli İnsanları korumak içindir, if­fetsizlikle meşhur olan kimse İse artık İslâmi bakımdan korunması gereke­cek bir haysiyet ve şerefe sahip değildir.

Üçüncü incelik: Âyetteki hükmün yalnız kadınlara tahsis edilmesinin birçok hikmeti vardır. Herşeyden önce zina iftirası daha çok kadınlara atıl­maktadır. Bu iftira en çok kadınların şeref ve haysiyetlerini yıkmakta ve aynı ayıp akrabalarını da lekelemektedir. Yoksa isnad edilen suç Isbat edilmediği takdirde müfteri yalnız kadına attığı iftiradan dolayı cezalan­maz. Aynı ceza erkeklere atılan iftiradan dolayı da uygulanır.

Dördüncü incelik: Âyetteki «tövbe» kelimesinden sonra «ıslah eden»

tor» tabirinin gelmesi, yalınız tövbenin kafi gelmediğini göstermektedir. Müfteride ancak hallerini ıslah emareleri açıkça görülmeye başladığı za--on gerçekten tövbe ettiği anlaşılır. Zira iftira kul haklarıyla ilgili bir gü­nahtır. Cezası da onun İçin ağırdır.

Fahreddin Razi şöyle der: «Şafiilere göre zina iftirasında bulunan kim­senin şehadetinin kabul edilmesi için, müfterinin hallerini ıslah ettiği her-ces tarafından görülebileceği bir zaman geçmelidir. Bu zaman bir sene­dir,, [35]

Beşinci İncelik: Allahu taala. namuslu ve iffetli bir kadına zina ifti­rasında bulunan için üç ayrı ceza vazetmiştir. Birincisi, seksen sopa had. kincisi iftiradan dönüp tövbe edene kadar hiçbir şehadetinin kabul edil­memesi, üçüncüsü ise, Allahu taalanın onu, tövbe edip hallerini ıslah ede--e kadar fasık ilan etmesidir. Allahu taalanın zina suçunda bekarlar için fûz sopa cezası vazederken müfteriler için seksen sopa ile şehadetlerinin csbul edilmemesi cezasına hükmetmesi, iftira suçunun ağırlığını ve Al­dı (cc) katında ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermektedir.

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Muhsan Kelimesinin Manası Nedir?

 

İslâm Şeriatında dört vasfı haiz olan kimseye «muhsan» denir:

1) İffetli olmak. «...Namuskar, zinaya sapmamış ve gizil dostlar da •dmmemiş (insanlar) halinde (yaşamanız şaıtıyla) müminlerden... sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar...» (Maide: 5) âyetin-3e kadınlarda iffetin şart olduğu bildirilmiştir

2) Hür olmak. Zira Allahu taala. «...Onlar (cariyeler) evlendikten son-na bir fuhuş Irtikab ettiler mi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki ce-zanm yarısı (verilir). (Nisa: 25) buyurmuştur.

3) Evli olmak. Zira Allahu taala, «...Bütün kocalı kadınlar(la evlenme­niz de size haram edildi)». (Nisa: 24) buyurmaktadır.

4) Müslüman olmak. Zira Resulullah (sav). «Allah (cc)'a şirk koşan muhsan değildir.» buyurmuştur.

İşte bir kadının «muhsan» sayılması için iffetli, hür. evli ve müslüman olması lazımdır. Bunların içinde en önemlisi de iffetliliktir. Zira iffetli ol­mayan bir kadına zina iftirası atan için. bütün fakihlerin ittifakıyla, had vurulmaz.

 

İkinci Hüküm: Zina İftirasının Şartları Nelerdir?

 

Zina iftirasında bulunan bir kimsenin sopa ile cezalandırılabilmesi için birçok şartın tahakkuk etmesi lazımdır. Bu şartların bazıları müfteri ile. bazıları da iftira atılanla ilgilidir. Bir şart da iftiranın kendisinde bulun­malıdır.

Müfteride bulunacak şartlar:  Bu şartlar üçtür:

1- Akıllı olmak,

2- Baliğ olmak.

3- İhtivan ite itham etmek.

Bu şartlar zaten insanların mükellef olması için asıl olan şartlardır. Bu şartları taşımayan kimse mükellef olamaz. Herne kadar âyeti kerimede bu şartlar sayılmamışsa da diğer naslarla tesbit edilmiştir. Müfteri deli, çocuk veya müfcreh (tehdit edilen, zorlanan) kimselerden ise had vurul-ntaz. Zira Resulullah (sav), «Üç kişi için teklif yoktur: Uyuyan insan, he­nüz ihtilam olmayan çocuk ve deli.» ve yine. «Benim ümmetim için hataen. unutularak yapılan günahlarla zorlanarak yapılan günahların cezası yok­tur. Zira akıl. mükellef sayılmanın temel şartıdır. Delinin sözüne itibar edilemeyeceğinden attığı iftiranın bir tesiri de olamaz. Ancak akıllı bir çocuğun herhangi bir kimseye zina isnad etmesine itibar edilmeyerek had uygulanmamakla birlikte tazlrle uygun bir şekilde terbiye edilmesi gerekir.

 

İftira Atılanlarda Bulunması Gereken Şartlar:

 

Âyetteki. «Namuslu ve hür kadınlara.» ifadesinin zahiri ister müslü­man, ister kafir olsun bütün kadınları ihata eder. Ancak fakihler zina iftirası atılan kadında beş şartın bulunması lazım geldiğinde ittifak etmiş-

ısrz "f

1- İslâm,

2- Akıl,

3- Buluğ,

4- Hürriyet,

5- İffet.

Bu şartlar tahakkuk etmediği takdirde iftira etse bile müfteri cezalan-3.-İI-O2. Kadının herşeyden evvel müslüman olması şarttır. Zira Resulul-«ct sav), «Şirk koşan muhsan değildir.» buyurmuştur. Buna göre müşrik ı tadına zina isnad eden kimseye iftira haddi uygulanmaz. Zira küfrün £ .ide günah yoktur. Kafirlerden günah sadır olması her zaman müm-ın_-cJr.

anü'l-Arabî: «Küfründen dolayı kafirin namusuna saygı gösterilmez. ~s« r.i açıkça ortaya koyanlar gibi onların da şereflerinin korunması söz-»ir.su edilemez. Çünkü kafir İslâmi yasakları çiğnediği İçin İslâmın insana »ıer-tş olduğu şeref payesi sınırlarını tecavüz etmiştir.» [36]

iftira atılan kadının akıllı olması şarttır. Zira iftira haddi, iftira atıla--:.,- sundan duyduğu ve duyacağı eziyetlerin karşılığıdır. Aklı olmayan kişi sâ füpılan iftiradan dolayı hiçbir zarara uğramaz. Bu sebeble deliye İftira 3;ma had uygulanamaz.

iftira atılanın baliğ olması da şarttır. Zaten çocuk için zina tasavvuru T\j-,kün değildir. Kör nasıl görmezse, baliğ olmayan çocuk da zina ede--<ez Öyleyse çocuğa ister kız, ister erkek olsun zina isnad eden için cum--_r; göre had yoktur. Yalnız İmam Malik (ra)'e göre. buluğ çağına er­memiş gelişkin bir kıza zina iftirasında bulunmak, aynen baliğ olanlar gibi -ocdı, cezayı gerektirir, imam Hanbel (ra) ise sıcak iklimlerdekl erken »K-şmiş dokuz yaşını tamamlamış kız çocuğuna atılan iftiranın da baliğ »anlara atılan iftira gibi haddi gerektirdiği görüşündedir.

iftira atılanın hür olması lazımdır. Cumhur, hürriyetin şart olduğunda etıfak etmişlerdir. Zira kölenin veya cariyenin insanlık şerefi ve zinadan «iranması hür kadına nisbetle çok daha zayıftır. Herne kadar köle ve carl-<"z*~ de iftira atmak haramsa da müfteri için had uygulanmaz, tazir edilir.

Zira Resulullah (sav), «Köle ve cariyesine zina iftirasında bulunan Kimse­nin sözü doğru değilse, kıyamet günü ona had uygulanır.» [37] buyurmuş­tur. Cezanın ahirette uygulanması, ahirette mülkiyetin kalkması, köle ile efendinin eşit olması ve kimsenin diğerinden taKvadan başka bir üstün­lüğe sahip olmaması sebebiyledir.

Ibni Hazm, fukahanın cumhuruna muhalefet ederek köle ve cariye­lere atılan iftiranın hürlere atılandan hiçbir farkı olmadığını savunmuştur. Buna göre kim bir cariye veya köleye zina iftirası atarsa, hüre atılan if­tiranın karşılığı olarak uygulanan cezanın ona da uygulanması icabeder. Ulemanın, «Köle ve cariyeye hürmet yoktur.» demesi manasızdır. Mümin İster hür, ister köle olsun hürmete layıktır. Çünkü öyle köleler vardır ki. Kureyş soyundan olan bir halifeden bile Allah katında daha hayırlıdır, ibni Hazm'ın bu görüşü güzel olmakla beraber, cumhurun delil aldığı ha­dise muhaliftir. Hükümler de görüşlerle değil, fiili ve kavli hadislerle tesblt edilir. «Köle ve cariyesine zina iftirasında bulunan kimsenin sözü doğru değilse, kıyamet günü ona had uygulanır.» hadisi Buharı ve Müslim tara­fından tesbit edilmiştir. Hadisin hilafına olan görüşlere İtibar edilmez.

İftira atılanda bulunması gereken son şart iffettir. Bu hususta bütün faklhler İttifak etmişlerdir ve muhalefet eden de çıkmamıştır. Zira mevzu-muz âyette, «iffetli kadınlar...» ifadesi bulunmaktadır. İffetli olmayanlar, bugün fısk ve günahlarıyla övünmeyi ilericilik, dindar ve faziletli yaşamayı da gericilik sayanlar gibidir. Had cezası iftira atanı yalanlamak için meş­ru kılınmıştır. Eğer iftira atılan fiilen zina ediyorsa müfteriyi yalanlamak mümkün değildir. İftira atılanın kötü fiilleri işlemekle meşhur olması müfte­ri için fırsat hazırlamış demektir, öyleyse gençliğinde zina eden bir adam sonra tövbe ederek halini ıslah etse, güzel ahlakla tanınmış olsa bile ona İftira atana had vurulamaz. Müfteri ancak tazir edilebilir.

özetlersek kafire, deliye, çocuğa, köle ve cariyeye ve iffetsiz bir ka­dına zina isnadında bulunan kimseye iftira haddi uygulanamaz. Ancak ta­zir yapılır. Çünkü bunlara yapılan iftira, herne kadar şeref ve haysiyet kı­rıcı birşey değilse de zinanın yayılmasına sebeb olabilir. Nitekim Allahu taala, «Kötü sözlerin İman edenlerin İçinde yayılıp duyulmasını arzu eden­ler (yokmu). Dünyada da ahirette de onlar için pek acıklı bir azab vardır. (Onlan) Allah bilir, siz bilmezsiniz.» (Nur: 19) buyurmaktadır.

 

Üçüncü Hüküm: Haddi İcabettiren Sözler Nelerdir?

 

İftira sözleri üçe ayrılır: Sarih ifade, kinaye ve çıtlatma.

Sarih ifade, müfterinin konuşmasında doğrudan zina kelimesini kul-cnarak zina isnadında bulunmasıdır. Mesela, «Ey zani», «Ey zina oğluı, «Sen babanın oğlu değilsin» veya «Falan adam falan kadınla zina etmiştir» guoi sözler sarih ifade ile zina isnadında bulunan sözlerdir. Dolayısıyla had-ü gerektiren birer iftiradır.

Kinaye yoluyla iftira ise, zina yapıldığını dolaylı olarak bildiren keli­meler sarfetmektir. Mesela, «Sen her erkekle tokalaşıyorsun» veya «Her-cssJe konuşup şakalaşıyorsun» veya «Fasıka, facire. fahişe» gibi sözlerin Tepsi doğrudan olmamakla beraber zinayı kasdederek söylenmişse zina iftirası sayılır.

Çıtlatma (tariz) yoluyla zina iftirası sayılabilecek sözler ise, «Sen zl-un etmedin!», «Zani değilsin!», «O kadın zani değildir!» gibi ifadelerle ya­standır. Fakihler bu yolla yapılan iftiranın haddi icabettirip ettirmeyeceği Tususunda ihtilaf etmişlerdir.

İmam Malik (ra)'e göre bu nevi sözler zina iftirasıdır ve müfteriye Ifti-— haddinin uygulanması icabeder.

İmam Safi (ra)' ve İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, bu sözler kime kar-s kullanılırsa kullanılsın, zina iftirası sayılmaz, haddi de gerektirmez. An-ssk bunları söyleyen, maksadının onun zina ettiğini ortaya koymak oldu­ğunu söylerse iftira sayılarak isbatı istenir. Isbat edilemezse iftira haddi ..gulanır.

İmam Malik (ra)'ln delili:

İmam Malik (ra) Umrete binti Abdurrahman'dan şöyle rivayet etmiş-sr. Hz. Ömer zamanında iki kişi babalarından söz ederken biri diğerine «Sen Allahın ismi ile yemin ederim ki ne babam, nede annem zina etmiş Değillerdir.» dedi. Bunu duyan Hz. Ömer bu hususu sahabilerle istişare et-: Sahabilerin bazıları, «Adamın bu lafında birşey yoktur. Çünkü anne ve sobasını methetmiştir.» dediler. Diğer bazı sahabiler İse, «O şahıs anne-ba-sasını başka sözlerle methedemez miydi» dedikten sonra Hz. Ömer'e dö--eerek, «Bizim görüşümüze göre ona iftira haddi uygulanmalıdır.» dediler. -iz Ömer de o adama iftira cezası olarak seksen sopa vurdurdu..

Kurtubi bu konuda şöyle demektedir: «imam Malik (ra)'in görüşünün delili şudur: iftira haddinin vazedilmesinin gayesi, iftira atılan kişiye atılan lekeyi gidermektir. Bu leke. sarahaten sürülmeyip çıtlatma yoluyla da sü­rülse zina iftirası sayılır ve müfteriye haddin uygulanması icabeder. Zira Allahu taaia Hz. Meryem'in tarihî vakasını bildirirken. «Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın de­ğildi.» denildiğini haber vermektedir. Bu ifadelerle çıtlatma yoluyla Hz. Meryeme zina isnadında bulundular. İşte bunun için Allahu taala o kavim hakkında. «Bir de onların (İsayı) İnkar İle kafir olmaları, Meryemin aley­hinde büyük iftira atıp söylemeleri...» (Nisa: 156) buyurmuştur. Görüldüğü gibi onlar bu sözleriyle Hz. Meryeme, «Sen o baba ve annenin kızı oldu­ğun halde bu İşi nasıl yaptın, bu çocuğu nereden getirdin?» yani zina et­tin demek istemişlerdir.» [38]

Şafii ve Hanefilerin delilleri:

İmam Şafii ve Ebu Hanife'ye göre çıtlatma yoluyla sarfedilen sözler zina iftirası mana ve İhtimali taşıdığı gibi başka bir mana da taşıyabilir. İhtimal işe şüphedir. Dolayısıyla haddi gerektirmez. Zira Resulullah (sav), «Şüphelerle hadleri uygulamayın.» [39] buyurmuştur.

Allahu taala kocasının ölüm iddetinl bekleyen bir kadına doğrudan talip olmayı yasak ettiği halde çıtlatma yoluyla evlenme talebinde bulun­mayı mubah kılmıştır. Nitekim, «(Vefat iddetini bekleyen) kadınları nikah­la isteyeceğinizi çıtlatmanızda, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde sak­lamanızda üzerinize bir vebal yoktur.» (Bakara: 235) buyurmuştur. Bu âyet, sarahaten söyleme ile çıtlatarak söylemenin hükümde eşit olmadığına de­lalet eder.

İmam Şafii ve Ebu Hanife'nin görüşlerini doğrulayan delillerden biri de Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, «Bir kişi Resulullah (sav)'a gelerek. «Ya Resulullah, karım zenci bir çocuk doğurdu.» dedi. Resulullah (sav) ona, «Senin develerin var mı?» diye sordu. «Evet» cevabını alınca, «De­velerinin rengi nasıldır?» dedi. «Kırmızıdır.» cevabını alınca yine sordu: «Develerin içinde hiç gri renkli olan var mı?» Adam, «Evet,, var.» dedi. Resulullah (sav), «Nasıl olup da kırmızı deveden gri deve çıkıyor?» soru­suna, «Herhalde develerimin ataları arasında gri renkli olan vardı da on­dan.» cevabını alınca, «Öyleyse senin bu çocuğun da sizin atalarınızdan birinin rengini taşıyor.» buyurdu.» [40] Görüldüğü gibi odam çıtlatma yoiuy-

*a karısının zina ettiğini anlatmak istediği hakle Resulullah (sav) ona had vurmamıştır.

 

Dördüncü Hüküm: Bir Topluluğa Zina İftirası Atmanın Hükmü?

 

Fakihler, bir topluluğa zina iftirası atan kimse hakkında ihtilaf ederek uç görüşe ayrılmışlardır:

1) Birinci görüşe göre. müfteriye bir had (seksen sopa) uygulanır, i-mam Malik, İmam Hanbel (ra) ve İmam Ebu Hanife (ro)'nin görüşü bu­dur.

2.) İkinci görüşe göre. toplulukta kaç kişi varsa onların sayısınca oyn ayrı had vurulur. İmam Şafii (ra) ile imam Ebu'l-Leys bu görüştedir.

3) Üçüncü görüşe göre, müfteri iftirayı bütün topluluğa bir defada, yani «Siz zanisiniz.» şeklinde atmışsa tek had, topluluktaki kişilere teker teker «Sen zanisin» şeklinde iftira atmışsa topluluğun sayısınca had uy­gulanır. Bu görüş de İbni Ebi Leyla ve Şa'bi'nin görüşüdür.

1. Görüşün delilleri: Ebubekir Cessas'ın naklettiği, cumhurun kitap, sünnet ve kıyastan olan delillerini aşağıya alıyoruz:

1- Kitaptan delilleri: «Namuslu ve hür kadınlara (zina (inadıyla) İftira atan sonra (bu babta) dört şahit getirmeyen kimselerin (her birine) de seksen değnek vurun.» (Nur: 4) âyetine göre. hür ve iffetli kadınlara iftira atanlara had vurmak icabeder. Bu ifadeden anlaşılıyor ki, bir toplu­luğa zina iftirası atan kişi seksen sopadan fazlasıyla cezalandırılamaz. Bir kişi. bir topluluğa zina iftirası atarsa, ona bir had değil, birkaç had uygulanacağını iddia eden, âyete açıktan muhalefet etmiş olur.

2- Sünnetten delilleri: İbni Abbas'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Hilal bin Ümeyye Resulullah (sav)'in huzurunda karısının Şerik bin Sehma ile zina ettiğini iddia etti. Bunun üzerine Resulullah (sav) ona. «Ya isbat eder­sin, veya sırtına sopa vurulur.» buyurdu.» Görülüyor ki Hilal, karısı ile bir­likte Şerik bin Sehma'ya da zina isnad ettiği halde Resulullah (sav) tek had vurmaktan söz etmiştir.

3- Kıyastan delilleri: Haddi gerektiren hırsızlık ve içki gibi diğer suçlar birkaç kere tekrar edildikten sonra ortaya çıkarsa bir kere had uygulanır, iftira da haddi gerektiren suçlardan olduğuna göre. bir toplu­luğa da yapılmış olsa, bir kere had vurulması İcabeder. [41]

2. Görüşün delilleri: Şaflilere göre. birinci görüştekllerin delil aldık­ları âyet, bir kişinin bir'topluluğa değil, bir başka kimseye iftira atmasının hükmünü bildirir. Âyette hem iftira atılanların, hem de müfterilerin çoğul olarak ifade edilmesi buna delalet eder.

Şafiilere göre. birinci görüştekilerin delil kabul ettikleri hadiste Re-sulullah (sav)'ın tek hadden söz etmesinin sebebi. Hilal'ln her ikisine tek sözle zina isnadında bulunmasıdır.

Yine Şafiiiere göre, birinci görüştekilerin kıyasa dayanan delilleri doğru değildir. Zira zina iftirası insan haklarını ilgilendirirken içki yalnızca Allah (cc) hukukunu ilgilendirmektedir. Kul hakkı ile Allah (cc)'ın hakkını kıyas etmek doğru olmaz.

 

Beşinci Hüküm:  Şahidierin Adil Olmaları Şart Mıdır?

 

Âyette şahitlerin sayıları dışında hiçbir vasıf zikredlimemlştir. Bu yüz­den alimler şahitlerin vasıfları hususunda ihtilaf etmişlerdir.

İmam Şafii (ra) ye göre, bütün şehzdet hukukunda olduğu gibi bu hu­sustaki şehadette de şahitlerin adil olması şarttır. Aksi halde şehadetlert kabul edilemez.

Hanefilere göre ise fasık bir kimsenin şehadetj de kabul edilir. İşte alimler arasındaki ihtilafın kaynağı burasıdır.

Bir zina iftirasında şahitlik yapan dört fasıkın sehadetıerl, imam Şafii'­ye göre geçersiz ve bunların sözleri de bir iftiradır. Bu sebeble bu fasık şahitlere de iftira haddi uygulanır. Çünkü fasıklar şehodet vasıflarını haiz olmadıkları için şahitlik yapamazlar. Eğer yaparlarsa müfteri sayılırlar.

Hanefilere göre ise, zina isnadında bulunan kişi dört şahit getirdiği için iftira haddinden kurtulur. Fakat şeriat bu fasık şahitlerin şehadetle-rine itibar etmez. Bunların şehadeti ile ancak zina şüphesi tesbit edilmiş olacağından müfteriden de, şahitlerden de had düşer. Dört fasık şahidin şehadeti zina suçunu isbata yeterli sayılmadığından suç isnad edilene had uygulanamayacağı gibi, kesinleşen bir şüphe üzerine iftirada bulunduğun­dan dolayı müfteriden de had düşer.

 

Altıncı Hüküm: Şahitlerin Toplu Halde Şehadet Etmeleri Şart Mıdır?

 

Âyetin zahiri dört kişinin şehadetinl istemektedir. Bu şahitler ister tek tek ve başka zamanlarda, ister topluca şehadet etsinler farketmez. imam Malik (ra) ve imam Şafii (ra)'nin görüşü de budur.

imam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise. şahitler topluca şehadet etmelidir. ~s*er teker ve başka zamanlarda şahitlik ederlerse şehadetleri kabul edil­meyeceği gibi müfteri sayılarak herbirine iftira haddi uygulanır.

Maliki ve Şqfiilerin delilleri:

Âyette yalnızca dört şahit getirilmesi şart koşulmuştur. Topluca şa-nAik yapmalarının şart olduğunu gösteren bir işaret de yoktur, öyleyse jonitierin topluca veya ayrı ayrı şehadet etmeleri kafidir. Bununla birlik-e ayrı ayrı şehadette bulunmaları töhmetten uzak olmaları bakımından aoha iyidir. Zaten hakim şahitlerin durumundan şüphelenirse hakkın ortaya akması için onları birbirinden ayırarak ifadelerini ayrı ayrı alır. Çünkü bu şekilde şahitlerin sözlerinin doğru veya yalan olduğu daha iyi ortaya çıkar.

Hanefilerin delilleri:

Hanefilere göre tek başına şehadette bulunan kimse müfteri sayılır. Suna göre ona da had uygulanması icabeder. Bu sebeble tek hal çaresi şehitlerin toplu halde şehadette bulunmalarıdır.

Hanefiler bu görüşlerini Hz. Ömer'in Muğiyre bin Şu'beye iftira atan-orfa ilgili uygulamasıyla isbat ederler. Bu konudaki tafsilat dokuzuncu lûkümde gelecektir.

 

Yedinci Hüküm: Bir Hüre İftira Atan Köle Veya Cariyenin Cezası Ne Olur?

 

Fakihler, hür. .evli ve namuslu bir müslümana zina İftirası atan köle >e cariyenin de cezalandırılmasında ittifak etmişlerdir. Fakat bunlara uy­gulanacak cezanın hürlere uygulanan cezanın aynısı mı, yoksa yarısı mı -lacağında ihtilaf etmişlerdir.

Dört mezhebin imamlarına göre hür bir insana zina İftirası atan kö-tenin cezası, hürlerin cezasının yarısı, yani kırk sopadır. Zira Allahu taala, tOnlar evlendikten sonra bir fuhuş irtikab ettilerml o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yansı (verilir).» (Nisa: 25) buyurmuştur.

imam Evzai ve ibni Hazm'a göre ise köle ve cariyenin cezası da hürler gibi seksen sopadır. Çünkü had. müslümanların haklarını korumak İçin farz kılınan bir cezadır. İftira aynı zamanda iftira atılanın namusuna vaki olan bir cinayettir. Cinayetlerde ise hür ile köle arasında bir fark yoktur.

Cumhurun delilleri:

Abdullah ibni Ömer (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ben. Ebubekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra) ve sonraki halifenin İdarelerini idrak ettim. Bunların hepsi iftira sucunu işleyen köle ve cariyelere kırk sopa cezası ve­rirlerdi.»

Hz. Ali, «Herhangi bir şahsa zina iftirası atan köle ve cariyeye.kırk sopa ceza uygulanır.» buyurmuştur.

İbni Munzır. «Muteber olan cumhurun görüşüdür. Ben de onunla hük­mederim. Cumhura göre zina cezasını getiren âyet. yalnız hürlere ait hük­mü ifade etmektedir. Aynı sucu bir köle işlediği takdirde onun cezası hür­lerin cezasının yarısıdır.»

 

Sekizinci Hüküm: İftira Cezası Allah (Cc)'ın Hukukundan Mı, Yoksa Kulların Hukukundan Mıdır?

 

İmam-ı Azam (ra)'a göre iftira cezası Allah (cc)'ın hukukundandır. Buna göre;

1- İmamın zina iftirası sucunu haber alır almaz, iftiraya uğrayan istemese bile. müfteriye had uygulaması farzdır.

2- İftiraya uğrayan hakkından vazgeçse, müfteriyi affetse dahi müf­teriden had düşmez. Müfteri, haddin uygulanmasından önce tövbe etmiş olsa, tövbesi ancak kendisi ile Allah (cc) arasında geçerlidir. Cezanın uy­gulanması için bir engel teşkil etmez.

3- Müfteri köle olduğu takdirde had yarıya iner. Had eğer kul hu­kukundan dolayı olsaydı yarıya inmemesi gerekirdi.

İmam Malik (ra) ve İmam Şafii (ra)'ye göre zina iftirası cezası Allah (cc) hakkından değil, kul hakkından dolayıdır. Buna göre:

1- İmam, iftiraya uğrayan cezanın uygulanmasını taleb edene ka­dar ceza uygulayamaz.

2- İftiraya uğrayan, müfteriyi affederse ceza düşer.

3- İftiraya uğrayan, haddin uygulanmasından önce ölürse, hak va­rislerine geçer. Varisleri müfteriyi dilerse affeder, dilerse haddin uygulan­masını isterler. [42]

Bazı fakihlere göre ise, zina iftirasının cezası Allah (cc) hukuku ile kul hukuku arasında müşterek bir haktır. Zira müfteri attığı iftira ile hem Allah (cc)'ın hakkına, hem de kulun hakkına tecavüz etmektedir. Ceza da hem Allah (cc)'ın hakkının, hem de kul hakkının korunması için meşru kılınmıştır.

 

Dokuzuncu Hüküm: Müfteri Tövbe Ederse Şahadeti Kabul Edilir Mi?

 

Kur'an, zina İftirası atanlar için üç ayrı hüküm vazetmiştir:

1) Seksen sopa vurulması

2) Şehadetinin ebediyyen kabul edilmemesi.

3) Allanın taatından çıktığı için »aşıklıkla vasıflandırılması.

Bu üç hükümden sonra Allahu taala, «Meğer ki bu (hareketten) son­ra tövbe (ve rücu) ve (hallerini) ıslah ederler.» buyurarak, «tövbe» edenleri ve hallerini «ıslah» edenleri istisna etmektedir. Fakihler âyetteki «tövbe» ve «ıslahsın fasıklığı ortadan kaldırdığı gibi. şehadetinin kabulüne dela­let edip etmediği hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır:

1- İmam-ı Azam (rafa göre âyetteki «tövbe» ve «ıslah» tan sonraki İstisna, yalnız son cümle, yani «Onlar fasıklann ta kendileridir.» cümlesi ile İlgilidir. Dolayısıyla müfterinin yalnız «fasıklık» vasfını ortadan kaldı­rır. Fakat sonradan dünyanın en salih insanı bile olsa. şehadeti asla ka­bul edilmez. Bu görüş. Hasan-ı Basrî, Nehâî. Saki bin Cübeyr ile diğer bazı tabiin fakihierinden de rivayet edilmiştir.

2- İmam Malik (ra), Hanbel (ra) ve Şafii (ra)'ha göre ise istisna iki cü' eyl. yani «Onların ebedi şahitliklerini kabul etmeyin.» ve «Onlar fasık-la .« ta kendileridir.» cümlelerini içine almaktadır. Buna göre müfterinin hem «fasıklık» vasfı ortadan kalkmakta, hem de şehadeti kabul edilmek­tedir. Bu görüş Ata. Tavus, Mücahid, Şa'bî, ikrime ve diğer bazı tabiin alimlerinden de rivayet edilmiştir. Taberî de bu görüşü benimsemiştir.

Hanefilerin delilleri:

Hanefilerin müfterinin şehadetinin kabul edilmeyeceği şeklindeki gö­rüşlerinin delilleri şunlardır•

1) Âyetteki istisna önceki cümlelerin hepsine raci olsa o zaman tövbe ile müfteriden haddin de düşmesi lazım gelir. Bu ise icmaen batıldır. Bun­dan anlaşılıyor ki. âyetteki istisna yalnız son cümleye aittir. Yani müfte­rinin yalnızca fasıklık vasfını ortadan kaldırır.

2) Allahu taala, «Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin.» buyur­maktadır. Müfterinin şehadetinin kabul edilmesi, nassa muhalif olur.

3) Resulullah (sav). «Müslümanlar birbirlerine şahidlik yaptıkları za­man adildirler. Meğer ki. zina iftirası suçundan had cezasına uğramasın.» buyurmuştur. Bu hadis açıkça delalet ediyor ki. zina iftirası suçundan do­layı cezalandırılan kişinin şehadeti kabul edilmez.

Cumhurun delilleri:

Cumhurun, müfterinin tövbeden sonra şehadetinin kabul edileceğine dair delilleri ise şunlardır:

1) Tövbe bütün günahları yok eder. Günahtan tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir, öyleyse müfterinin de tövbeden sonra şehadeti kabul edilmelidir.

2) Küfür iftiradan daha büyük bir suçtur. Kafir tövbe ederek müslü-man olduktan sonra şehadeti kabul edildiğine göre iftiradan sonra tövbe eden bir müslümanın şehadeti nasıl kabul edilmez? İmam Şafii (ra) şöyle der: «Allah (cc)'ın tövbesini kabul ettiği kimsenin şehadetini nasıl redde­derler, hayret ederim?» [43]

3) Muğiyre bin Şu'be'nin hadisesi. Hz. Ömer. Muğiyre bin Şu'be'ye zina iftirası atan Ebu Bekret, Nâfi ve Nef'i'ye, «Kim sözünden döner, nef­sini yalanlarsa onun şehadetini kabul ederim. Kim de sözünden dönmezse onun da şehadetini kabul etmem.» dedi. Nâfl ve Nef'i sözlerinden döne­rek tövbe ettiler. Hz. Ömer de onların şehadetlerini kabul etti. Ebu Bek­ret ise sözünden dönmediği için şehadeti kabul edilmedi. Hz. Ömer'in bu uygulaması sahabilerden bir itiraz görmedi. Şayet tövbe edenlerin şeha-detleri.kabul edilmeseydi sahabiler Hz. Ömer'e itiraz ederlerdi. [44]

4) Uygun olan. âyetteki istisnanın önceki bütün cümlelere raci olma­sıdır. Tövbe ile haddin düşmemesi, onun kul hakkı olmasındandır. Zira bütün suçların cezası Allah, (cc) katında tövbe İle düşse bile kulları ilgi­lendiren suçların cezaları affedilemez. Âyet müfteri için had. şehodetin reddi ve fasıklık olmak üzere üç hüküm ihtiva etmektedir. Had tövbe ile düşmediğine göre diğerleri, yani fasıklık vasfı ile şehadetlerinin reddi du­rumu ortadan kalkar.

Şa'bî ve Dehhak'ın görüşleri ise bu iki görüşe de muhaliftir. Bunlara göre müfteri tövbe etse de şehadeti kabul edilmez. Ancak sözünden dö­nerek kendisinin müfteri olduğunu itiraf ederse şehadeti kabul edilir.

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1- İffetli müslüman kadınlara atılan zina iftirası büyük günahlardan olduğu gibi, cemiyetin yapısını tehdit eden en büyük afetlerden de biridir.

2 - Müminleri iftira yoluyla itham etmek fuhşun yayılmasına sebeb

olur.

3- Müslümanların vazifesi, hata eden kardeşlerinin ayıplarını gizle­mek olmalıdır.

4 - Müfterinin hadden kurtulması için dört adil şahit bulması lazım­dır.

5- Zina iftirasının büyük bir günah olduğuna delalet eden üç ceza­sı vardır: Bedeni ceza: Had. Edebi ceza: Fasıklık. içtimai ceza: Şehadetinin reddi.

6- Müslümanların namuslarına zan üzerine ve söylentilere dayana­rak dil uzatmak caiz değildir.

7- Dünyada uygulanan cezalar günahların kefaretidir. İmamın Al­lah (cc)'ın emrini infaz için bu cezaları uygulaması farzdır.

8- Müfteri pişman olur. tövbe ederse fasıklık vasfını üzerinden kal-dırntış olur.

9- Müfteri sözünden döner, hallerini ıslah ederse şehadeti kabul ve itibarı İade edilir.

10- Allahu taalanın fazlı büyük ve rahmeti herkesi kuşatır. Ne kim­senin taatı ona bir fayda, ne de kimsenin isyanı zarar verir.

Ayetlerdeki teşrii hikmetler

islâmın savaş açtığı ve hiç merhamet etmediği çirkin suçlardan birisi de zina iftirasında bulunmaktır. Çünkü zinadan uzak olan kişileri zina su­cuyla itham etmek, halkın namusunu lekelemek olduğu gibi, iftira sahası­nın genişlemesine de vasıta olur. Halkın namusu bu iftira ile yara alır. ku­laklar da onunla kirlenir, iftira hadisesi yaygınlaşınca da hemen herkes zina ile itham veya ithamla tehdit tehlikesi ile yüzyüze gelir. Herkes karısı veya çocukları hakkında şüpheye düşer.

Hür ve namuslu kadınların zina ile itham edilmeleri cemiyette birçok büyük felaketin doğmasına vesile olur. İffetli, hür ve şerefli bir kadına atı­lan iftira, halk tarafından tasdik edilerek konuşulmaya, kadının adı diller­de dolaşmaya başlar. Yalnız şerefli bir kadına değil, onun bütün yakınla­rına, arkrabalarına sürülen bu leke sonucu, hadiselerle tesblt edilebileceği gibi genellikle kadın öldürülür. Ölümünden sonra kadının günahsızlığı or­taya çıksa bile artık iş işten geçmiştir.

Ortaya çıkardığı kötülüklerden dolayı İslâm, halkın dilini iftiradan kes­mek, ailelerin şeref ve haysiyetlerini korumak için. kötü insanlar tarafın­dan namuslu kimselere atılan iftira karşılığı olarak seksen sopa gibi şid­detli bir ceza vazederek iftira kapılarını kapatmış, müfterilerin şehadetle-rinin ebediyyen kabul edilmeyeceğini bildirerek onları fasıklıkla vasıflandırmıştır.

Görüldüğü gibi İslâmda müfteriler için üç ayrı ceza vardır: Biri be­denle ilgili sopa cezası, ikincisi, sanki insan değilmiş gibi şehadetinin reddedilmesi, üçüncüsü de, fasıklıkla vasıflandırılarak Allah (cc)'ın taatın-dan çıktığının ilan edilmesidir. Ancak bu tür cezalar tatbik edilerek İftira illetiyle hastalıklı olan kimselerin hastalıkları yok edilebilir. Bu İtibarla da ailelerde bir bağlılık ve sevgi teessüs etmiş olur.

islâm, Allah (cc)'ın azabını gerektiren en çirkin günahlardan birisinin de zina iftirası olduğunu ve iftira atanların dünya ve ahirette şiddetli bir azabla cezalandırılacaklarını bildirmiştir. Nitekim Allahu taala. «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) atanlar dünyada da, ahi­rette de lanetlendiler. Onlar için büyük de bir azab vardır. O günde ki aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayakları onların neler yapıyor idiklerine şahitlik edecektir.» (Nur: 23-24) buyurmaktadır. Yine Allahu taa­la, cemiyetin iffet ve namusu hakkında fazla konuşanların ahirette en şid­detli azaba müstahak olacaklarını bildirerek onları fuhuş yayıcıları olarak tavsif etmiştir: «Kötü sözlerin iman edenlerin içinde yayaılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?) Dünyada da, ahirette de onlar için pek acıklı bir azab vardır.» (Nur: 19)

Resulullah (sav) da zina iftirasında bulunmanın helak edici büyük gü­nahlardan olduğunu söylemiştir: «Resulullah (sav), «Sizi helak edecek yedi günahtan kaçının.» buyurdu. Sahabe-i kiram. «O yedj günah nedir ya Resulullah?» dediler. «Allah (cc)'a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah (cc)'ın haram kıldığı haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetim malını yemek. savaştan kaçmak ve bir de habersiz, mümin, namuslu ve hür ka-aniora zina iftirası atmaktır.» buyurdu.» [45]

 

43. DERS LİAN İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

 

6- Zevcelerine zina isnat eden ve kendilerinin kendilerinden basta şahldleri de bulunmayan kimseler(e gelince) onlardan her birinin (yapacağı) şahitlik, kendisinin hakikaten sadıklardan olduğunu Allaha yemin ile dört (defa ifade ve tekrar edeceği) şahitliktir.

7- Beşinci (şehadet) de eğer yalancılardan ise Allanın laneti mu­hakkak kendisinin üstünedir.

8 ,9- O (kadın)ın billahi onun (zevcinin) muhakkak yalancılardan olduğuna dört (defa) şehadet etmesi, beşincide de eğer o (zevci) sadık­lardan ise muhakkak Allanın gazabı kendi üzerine (olmasını söylemesi) ondan (o kadından) bu azabı (cezayı) defeder.

10- Ya üzerinizde Allanın fazi ve rahmeti olmasaydı, ya hakikat Al­lah tövbeleri kabul eden yegane hüküm ve hikmet sahibi olmasoydı (hail-nlz n.y. varır*,?.,                                                                 

 

 

Ayetlerin Lafzı Tahlili                      

 

(Yermfina): Ailelerini zina ile itham etmek.

(Ezvâcehüm): Ezvac, zevc'in çoğuludur. Zevç ise. eş demektir.

(Feşehadetü ehadihim): Zina iftirası atan-xm haddi kaldıran şehadet.

(La'netellahi): Aliahın gazab ve laneti. Lanet aslında AHah (cc)'ın rahmetinden kovulma demektir.

(Ve yedreu): Defetme anlamında bir fiildir.

(El azabe): Buradaki azabtan maksat, dünyevi azab, yani had veya recm.

(Tevvabün): Cok tövbe eden. öyle ki. Allahu :aalan:n günahtan dönen kuluna rahmeti ile yönelmesi.

(Hakimün): Herşeyi yerli ysrine koyan. Kulların maslahatlarının gerektirdiği şekilde hikmetli hükümler vazedici.

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Allahu taala hanımını zina ile itham eden ve fakat iddiasının doğru­luğuna hiçbir delil getirmeyen kimsenin üzerine düşeni haber vermektedir. Hanımını zina ile itham edenin üzerine farz olan, zina suçunun isbatı ve tfıîra haddinden kurtulmak İçin dört şahit yerine bizzat kendisinin sözüsûn doğruluğu üzerine dört defa Aliahın ismi ile yemin ve şehadette bu-unarak, beşinci olarak «Eğer sözümde doğru değilsem Aliahın laneti üze--me olsun.» demesi lazımdır. Zina ile itham edilen kadın da eğer zina et-:ğini itiraf etmiyorsa, zina cezasından kurtulmak için. dört şahit yerine ;ört defa Aliahın ismi ile yemin ve şehadette bulunması lazımdır. Kendi if-"etinin isbatı ve kocasının yalancılardan olduğunu isbat için beşinci olarak Aliahın ismi ile yemin ve şehadet ederek, «Eğer kocam doğru söylüyorsa »ilahın gazabı üzerime olsun.» demesi lazımdır.

Allahu taalanın bu hükmü vazetmesi yalnız halka rahmetinden, günah­kâr kullarına lütufkarlığındandır. Eğer bu hüküm vazedilmeseydt onlar halk İçinde rezil ve rüsvay oldukları gibi dünyada acilen cezalandırılırlar ve ahrette de azaba çarptırılırlardı. Allahu taala kullarını çok esirgeyici ve kullarının tövbelerini kabul ederek günahlarını affedendir. Çünkü Allahu taala, «Şüphesiz ki ben tövbe ve iman edenleri, İyi iyi amel (ve hareket)te bulunanları, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat edenleri elbette çok yarlıgayıcıyım.» (Taha: 82) buyurmaktadır.

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

1) Buharî, Tirmizi ve Ibni Mace İbni Abbastan şöyle rivayet ederler: «Hilal bin Ümeyye, Resulullah (sav)'ın huzurunda karısının Şerik bin Seh-ma ile zina ettiğini söyledi. Resulullah, «Ya isbat edersin veya sırtına sopa vurulur.» buyurdu. Bunun üzerine Hilal, «Bizden birisi karısı ile yabancı bir erkeği gördüğünde nasıl delil arayabilir?» dedi. Resulullah (sav) yine, «Ya isbat edersin veya sırtına sopa vurulur.» buyurdu Hilal bin Ümeyye Resulullah (sav)'a, «Seni hak peygamber olarak gönderen Allah (cc)'a ye­min ederim ki ben iddiamda doğruyum. Allahu taala benim sırtımı hadden koruyacak bir âyet gönderecektir.» dedi. Bunun üzerine Allahu taala, «Zev­celerine zina Isnad eden ve kendilerinin kendilerinden başka şahitleri de olmayan kimseler(e gelince) onlardan her birinin (yapacağı) şahitlik, ken­disinin hakikaten sadıklardan olduğunu Allaha yemin ile dört (defa ifade ve tekrar edeceği) şahitliktir.» âyetini inzal buyurdu. Resululiah (sav) Hilal ile karısını getirtti. Hilal şehadete başlayarak, «Ben Allah (cc)'a yemin ve şehadet ederim ki sözümde doğruyum.» diye lian etti. Resulullah (sav), «Allah (cc) sizden birinizin yalancı olduğunu biliyor. Biriniz tövbe etme­yecek misiniz?» buyurdu. Sonra kadın kalkarak dört kez aynen kocası gibi Allah (cc)'ın ismi ile yemin ve şehadette bulundu. Beşinci tekrara ge­lince sahabiler kadını durdurdular ve «Bu söz azabı gerektirir.» dediler. Kadın sustu. Biz onun sözünden döneceğini zannettik. Fakat kadın beşin­ci kez yemin ve şehodetle birlikte, «Eğer kocam doğru söylüyorsa Allahın gazabı üzerime olsun.» dedikten sonra, «Ben kavmimi bundan sonra halka rüsvay etmeyeceğim.» diyerek gitti. Resulullah (sav), sahabilere dönerek, «Bakınız eğer bu kadın gözlen sürmeli iri kalçalı ve kalın bacaklı bir ço­cuk doğurursa o Hilal'in değtl. Şerik bin Sehma'ntn çocuğudur.» buyurdu. Kadın Resulullah (sav)'ın tavsif ettiği gibi bir çocuk dünyaya getirdi. Re­sulullah (sav), «Eğer Allah (cc)'ın kitabındaki bu hüküm olmasaydı o ka­dını nasıl cezalandıracağımı ben bilirdim.» buyurdu.» [46]

Bunun diğer bir yönü daha vardır: Kadınlar genellikle «lanet» kelime­sini kullanmayı adet edinmişlerdir. Bu sebeble onların kalblerinde hiçbir korku uyandırmaz. «Gazab» kelimesi ise alışkın olmadıkları bir kelime ol­duğu için onlara korku verir.

Üçüncü incelik: «Allah tövbeleri kabul eden yegane hüküm ve hik­met sahibi olmasaydı...» âyetinde uygun olan. «hüküm ve hikmet sahibi» manası taşıyan «hakim» kelimesi yerine, «rahmet» kelimesinin kullanılması idi. Çünkü bu kelime, tövbe fiiline daha uygundur. «Hakim» kelimesinin kullanılmasında ince bir hikmet vardır. Şüphesiz Allah (cc)'ın «lian»la hük­metmesinin sebebi, zina gibi fahiş bir sucun kullarına örtülmesini dileme-sidir. Eğer «lian» meşru olmasaydı zina ithamında bulunan kocanın iftira haddi ile cezalandırılması lazım gelirdi. Halbuki hiçbir kocanın sebebsiz yere karısını zina ile itham etmeyeceği acıktır. Çünkü kadının zina etme­si yalnız kendisini değil, kocasını da lekeler. Eğer yalnız kocanın dört kere yemin ve şehadet etmesiyle iktifa edilseydi, kadının recmedilmesi icabe-derdi. Allah (cc) hüküm ve hikmeti her ikisinin de korunmasını gerektirdi­ğinden, ikisinin yemin ve şehadetleriyle onlardan cezayı kaldıracak «lian»la hükmetmiştir, işte bundan dolayı da bu hükümle ilgili âyetin sonunda «rahmet» kelimesi değil, «hakim» kelimesi kullanılmıştır.

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Lian Ne Zaman Gerekir?

 

Bir kimsenin karısını zina ile itham etmesi halinde, kadın sucunu itiraf etmez, koca da sözünden dönmezse lian yapılması gerekir. Bu da iki şe­kilde ortaya çıkabilir. Birincisi, kocanın karısına, «Sen zina ettin.» veya «Senin zina ettiğini gördüm.» demesi ve bunu dört şahitle isbat edeme­mesi halinde. İkincisi, kocanın karısının hamileliğini, yani karnındaki ço­cuğu reddetmesi halinde. Her iki halde de lian yapmak farz olur.

 

İkinci Hüküm: Lian Yemin Mi, Yoksa Şehadet Midir?

 

Fakihler bu hususta ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır;

1. Görüş: Lian şehadettir ve onda şehadet hükümleri geçerlidir. Bu, İmam Ebu Hanife (ra)'nin görüşüdür.

2. Görüş: Lian şehadet değil, yemindir. Onda yemin hükümleri ara­nır. Bu da İmam Malik, Hapbsl ve Şafii'nin görüşüdür.

Honef ilerin deliltort:

1- Hanefilerin lianın yemin değil, şehadet olduğuna dair birinci de-, illeri. «...Onlardan her birinin (yapacağı) şahitlik, kendisinin hakikaten •odaklardan olduğunu Allaha yemin ile dört (defa ifade ve tekrar edeceği) şahitliktir.» âyetidir.

2- İbni Abbas (ra)'ın Hilal bin Ümeyye vakası ile ilgili olarak nak­lettiği hadistir. Zira o hadiste. «Hilal gelerek şehadet etti» deniliyor. Daha sonra kadın da kalkarak şehadet ediyor. Bu hadiste şehadet kelimesi İki defa sarahaten İfade edilmektedir.

3- Hanefilere göre, lian meselesinde mademki erkeğin   şehadeti dört şahidin yerine geçiyor, öyleyse erkeğin sözlerinin şehadet olması azım gelir.

Cumhurun delilleri:

1- «Şehadet» kelimesinden bazan yemin kasdedilir. Nitekim, «Mü­nafıklar sana geldiği zaman «Şehadet ederizki sen muhakkak ve mutlak JUftahın peygamberisin.» dediler. Allah da bilir ki sen elbette ve elbette 3' nun peygamberisin. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar aUuğunu da biliyor. Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allanın yo­mdan saptılar. Hakikat onların yaptıktan şeyler ne kötüdür.»  (Münafl-On: 1-2) âyetlerinde «şehadet» kelimesinden yemin kasdedildiği görül­mektedir.

2- «Allaha yemin İle dört (defa İfade ve tekrar edeceği) şahitliktir..» âyetinde «Allah» lafzı «şehadeule birlikte zikredilmiştir. Bu da delalet edi-or ki, buradaki «şehadeUten maksat, «yemin»dir. Çünkü kişinin kendi nef­si ;çin şehadeti makbul değildir. Yemin ise makbuldür.

3- Hilal bin Ümeyye vakası ile ilgili olarak İbni Abbas (ra)'tan nak-adüen hadisin sonunda bazı rivayetlerde «Eğer Hilai bin Ümeyye ile karısı arasında karşılıktı yeminler olmasaydı ben o kadını nasıl cezalandıraca­ğım bilirdim.» denilmektedir.

Özet olarak, Haneliler, Handa geçen sözlerin «yeminle tekldlenen seftadet» olduğunu söylerken cumhur da. «şehadetle tekid olunan yemin» :.duğunu kabul eder.

 

Üçüncü Hüküm:  Kafirlerin, Kölelerin Ve Tina Mirası Suçundan Cezolanmış Kişinin Lion Yapması Caiz Midir?

 

Fakihler, Hanın yemin veya şehadet olduğuna dair ihtilafa bağlı ola­rak, kimlerin lian yapabileceği hususunda da ihtilaf etmişlerdir.

Hanefilere göre bir erkeğin Hanının sahih olması için. müslümanlar hakkındaki şehadet hükümleri bakımından şehadet ehli olması şarttır. Ka­dının do bu ehliyeti haiz olması icabeder. Buna göre karı-koca olan cariye ve kölenin, iki kafirin, dinleri ayrı olan eşlerin ve zina iftirası suçundan ceza görmüş kimselerin lian yapması caiz değildir. Çünkü adı geçen şa­hısların müslümanların leh veya aleyhlerindeki şehadetleri makbul değil­dir.

Hanefiler bu görüşlerini şu hadisi şerifle desteklerler: Resulullah (sov)'-tan şöyle rivayet edilmiştir: «Dört sınıf insan vardır ki aralarında Han yok­tur: Hür erkek ile cariyesi arasında, hür bir kadınla köle olan kocası ara­sında, müslüman bir erkekle yahudi olan karısının arasında, müslüman bir erkekle hıristlyan olan karısının arasında.» [47] Bu hadis, kimlerin İlan yapamayacağını açık şekilde bildirmektedir.

Hanefiler görüşlerini mevzumuz âyetle de şöyle isbat etmektedirler: «...Kendilerinin kendilerinden başka şahldleri de bulunmayan kimseler...» âyetinde eşlerini zina ile itham eden kocalar şahidlerden istisna edilmiş­tir. Bu istisna lian yapacak şahsın şehadete ehliyetli olması icobettiğinl gösterir. Çünkü koca neme kadar müfterj durumunda ise de aslında şa­hittir. Şahit olduğu için de yapmış olduğu dört şehadet dört şahidin ye­rine geçmektedir, öyleyse lian ancak hür, müslüman, şehadete ehil kan -koca arasında yapılırsa sahih olur.

Maliki, Hanbell ve Şafiilere göre ise yemini sahih olan her kişinin lianı da caizdir, öyleyse ister hür, ister köle, ister müslüman, İster kafir, ister adil, ister fasık olsun tıer karı-kocanın İlan yapması caizdir.

Cumhur, görüşlerini «Zevcelerine zina tenad eden ve kendilerinin ken­dilerinden başka şahitleri de bulunmayan kimseler...» âyeti İle isbat eder­ler. Çünkü bu âyette lian yalnız müslüman ve hür kimselere tahsis edil­memiştir, öyleyse sıfatları ve dinleri ne olursa olsun bütün çiftler arasın­da lian yapmak caizdir.

Liandan maksat, tarafların zina veya iftira lekesini üzerlerinden at­maktır. Buna müslümanlar nasıl muhtaçsa gayri müslimler de öyle muhtaçtır. Hür nasıl kendisinin ayıpsız olmasını isterse fcöte de oppstz olmayı iater. Kısaca, yemini makbul olan herkesin Han yapması coteBr.

 

Dördüncü Hüküm: Lian İmamın Huzurunda Olmasa Da Caiz Midir?

 

Fakihler. lianın ancak imam veya İmamın vekHi huzurunda yapılabi­leceğinde ittifak etmişlerdir. Zira kan-kocadan biri sözünden, yemininden dönerse ona had uygulanması gerekir. Haddi uygulamak ise ifnama aittir.

Uygun olan da imamın kari-kocaya önce nasihatta bulunarak Allah cc)'ın azabının dünya azabından daha ağır olduğunu hatırlattıktan sonra lian yaptırmasıdır. Nitekim Resulullah (sav), «Hangi kadın bir kavme o kavimden olmayan bir nesil sokulmasına vasıta olursa onun Allah (cc) katında hiçbir amel ve ibadeti kabul görmez. Allahu taala elbette ki o ka­dını cennete sokmaz. Hangi erkek de çocuğuna bakarak onun kendisinden olmadığını iddia ederse Allahu taala onunla rahmeti arasına bir perde çeker. Onu geçmiş ve gelecek halkın huzurunda rezil ve rüsvay eder.» [48] hadisi şerifinde görüldüğü üzere erkek ve kadına nasihat ederek on­ları ikaz etmiştir.

 

Beşinci Hüküm: Lianın Yapılış Şekil Ve Yolu.

 

Âyeti kerime Manın yapılış şekil ve yolunu en acık bir şekilde beyan etmiştir: önce koca dört defa, «Allah (cc)'a yemin ve şehodet ederim ki karıma isnat ettiğim zina sözünde sadıkım.» şeklinde şehadette bulunur. Sonra beşinci defa şöyle der: «Eğer sözümde doğru değilsem Allah (cc)'ın laneti üzerime olsun.»

Erkeğin Hanından sonra kadın dört defa, «Allah (cc)'a yemin ve şeha­det ederim ki kocam bana isnat ettiği zina sözünde yalancıdır.» der. Be­şinci defa da, «Eğer kocam doğru söylüyorsa Allah (cc)'ın gazabı üzerime olsun.» diyerek Hanı tamamlar.

Âyetin zahirine göre, erkek bu yemin ve şehadeti beşten aşağı yapar veya «lanet» kelimesi yerine «gazab» kelimesini kullanırsa İlanı kabul edil­mez. Kadının da yemin ve şehadeti beşten aşağı yapması caiz olmadığı gibi, «gazab» kelimesi yerine «lanet» kelimesini kullanması caiz değildir. Bu uygulamada mutlaka önce erkeğin yemin ve şehadette bulunması la­zımdır. Fakihlerin ittifak ettikleri görüş de bu yoldadır. Çünkü âyetin akışı bunu icabettirmektedlr.                                            .......        ........

İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre liandan sonra kadının Iddeti de hemen başlar. Çünkü lian, ileride tafsilatıyla anlatılacağı üzere kan-kocamn ayrılmasına vasıta olur. Nevar ki fakihler bu hususta ihtilaf etmişlerdir. İhtila­fın kaynağı ise şudur: Bazı fakihlere göre erkeğin Han yapması kadına haddi icabettirir. Kadının Hanı ise bu haddi düşürür, öyleyse tabii olarak kadın erkekten sonra Han yapar, imamı Azam (ra)'a göre ise. erkeğin İlan yapması kadına zina haddinin uygulanmasını icabettirmez. Çünkü zina had­di ya dört şahidin şehadetiyle veya bizzat kadın veya erkeğin itirafı ile tatbik edilebilir.

Lianın Kur'an-ı kerimde beyan edilen şekli budur. Yalnız, hamile olan karısının çocuğunu reddeden kocanın Hanı sırasında yemin ve şehadetl arasında, «Bu kadının hamileliği benden değildir.» demesi icabeder. Şa­yet koca doğan gocuğu reddediyorsa bu defa da yemin ve şehadeti arasın­da «Bu çocuk benden değildir.» ifadesini kullanmalıdır. Bu da sünnetin tesbit ettiği şekildir.

Resulullah (sav)'ın sünneti üzere yapılan uygulamada erkek lian ya­parken kadın huzurda oturur. Erkek lianı bitirdikten sonra bu defa kadın ayağa kalkarak yemin ve şehadette bulunur. Bu uygulama bir camide ve imam huzurunda yapılır. Bu uygulama şekli Resulullah (sav)'ın fiili ve kavli sünnetiyle tesbit edilmiştir.[49]

 

Altıncı Hüküm: Erkek Veya Kadından Birinin İlandan Dönüşü Haddi Gerektirir Mi?

 

Fakihler, karı-kocadan birinin lian yapmaktan kaçınması halinde had uygulanıp uygulanmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhurun görüşü: Maliki, Hanbeli ve Şafiilere göre erkek Handan kaçındığı takdirde ona iftira haddinin uygulanması farzdır. Kadın Handan denerse ona da zina haddi uygulanır.

Hanefilerin görüşü: İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre erkek ve­ya kadın Handan kaçınırsa lian yapana veya kendisini yalanlayana kadar hapsedilir. Erkek sözünden dönerek kendisini yalanlarsa iftira haddi, kadın zina yaptığını itiraf ederse zina haddi tatbik edilir.

Cumhurun delilleri: Cumhur, Handan dönen için haddin uygulanma­sının farz olduğuna dair aşağıdaki delilleri getirmişlerdir:

1- Cumhura göre Allahu taala bunu, «Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan sonra (bu babda) dört şahit getirmeyen kimseler(in her birine)de seksen değnek vurun.» (Nur: 4) öyetiyle beyan etmiş­tir. Bu âyeti takiben de karısına zina isnad eden kocaların hükmü beyan edilmiştir. Ayetlerin bu akışı, nasıl yabancı bir kadına zina isnad eden kim­senin dört şahid getirmesi icabediyor ve dört şahit getiremediği takdirde had uygulanıyorsa kendi karısına zina İsnad eden şahıs da Handan kaçı­nırsa ona da iftira haddi uygulanması gerektiğini göstermektedir.

2- «O (kachn)ın billahi onun (zevcinin)  muhakkak  yalancılardan olduğuna dört (defa) şehadet etmesi, beşincide de eğer o (zevci) sadık­lardan ise muhakkak Allahın gazabı kendi üzerine (olmasını söylemesi) ondan (o kadından) bu azabı (cezayı) def eder.» âyetindeki «bu azabı def eder» ibaresinden maksat dünya azabıdır. Bu ifadeyi ahiret azabı olarak anlamak doğru değildir. Çünkü eğer kadın yaptığı lianda yalancı ise onun lianı ahiretteki cezasını artırır. Eğer doğru ise ahirette zaten cezası yok­tur. Öyleyse âyette sözü edilen ceza dünya cezasıdır Zaten önceki âyet­lerde de «Müminlerden bir zümre de bunların azabına şahit olsun.» buyu-rulması bu cezanın dünyevi olduğunu göstermektedir.

3- Hilal bin Ümeyye vakasında Resulullah (sav)'ın Hilalin karısı Havlete'ye «Dünyada recmedilmen Allah (cc)'ın gazabından daha hafiftir.» buyurması da bu hususta kesin bir nastır. Yine Resulullah (sav)'ın Hilal bin Ümeyye'ye, «Ya isbat edersin veya sırtına had vurulur.» buyurması, karısına zina isnad edenin sözünü isbat edemediği takdirde ona had vu­rulacağına sarahaten delalet etmektedir. [50]

Hanelilerin delilleri:   Hanefilerin bu husustaki delilleri de şunlar

1- «Zevcelerine zina isnad eden...» âyeti zina isnad edenler hak­kındaki cezanın had değil, Han olduğuna delalet eder. Çünkü bu âyet zina iftirası ile ilgili âyetin hükmünü ya nesheder veya âyetteki umumi ifade­den karılarına zina isnad edenleri istisna eder. Veya bu âyet yalnızca karılarına zina isnad eden kocalara has bir hüküm ifade eder. Her iki hal­de de kocaya liandan başka bir ceza yoktur. O halde koca Mandan ka­çınırsa lian yapıncaya veya kendisini yalanlayıncay kadar hapsedilir

2- Kadının liandan kaçınması zina sucunu İtiraf ettiği manasına gel mez. O holde recmi de caiz değildir. Zaten Resulullah (sav) da. «Bir mtıs-lümanın kanı ancak üç şeyden biri ile caizdir: Evlendikten sonra yapılan zina, iman ettikten sonra irtidat ederek kafir olmak ve haksız yere bir müslümanı öldürmek.» buyurmuştur. UontMn;M madığına göre recmedllerek kanım» akıfetattfe II»;.

3- Liandan kaçınmak sarahaten rtro İkrar» demek «tekdir. ki ortada sarih bir itiraf yoktur öyleyse zinama ieabettirdiği had Om uy­gulanamaz.

ibni Rüşd bu hususta şöyle demefclBittR:

senin kanı ancak dört adil şdhkJiiır sehcatetii     d                                  ^

okıttlabllir. Liandan kacınmg| JUral olmadığına w zina saçı» da «İ8rt şotrtt-le tosblt edilemediğine görepna hadd* uygulanamaz.»

imamı Azam Ebu Honife (raj'nln görüsü gözel ise ded»HMerl bakı­mından cumhurun görüşü kadar kuvvetli dt^KHr. MüfessirUrliT şa^ht Ta-berî ve diğer bazt büyük alimler de cumhura» 9W9önü twnimsaml$tlr.

 

Yedinci Hüküm: Lkm Ayeti Zina İftirası He Ffa« Âfetin Hükmünü Nee-Hedermi?

 

Ayetin nüzul sebebinde rivayet edilen şeylerin tümü İttifakta şu üc

1- Lian Ayeti iftira Ayetinden sora* natft olmakla bMHrte fatklı hükümler İhtiva eder.

2- Sahabe-i kiramın Ayetten anladıktan mana şudur: Her kim Kendi karısına zina İftirasında bulunursa, ceza ve hâkim batanımdan, yabancı bir kadına iftira atan kimsenin durumu gibfcHr

beyan etmiştir.

Hanefi fıkıh usulü kaidelerine göre İtan âyeti zita Mban m Hgili âye­tin hükmünü değil, hükümdeki umumiliği ne&hstmtyfr. ÇSaku JfMro âye-tindeki umumt hüküm, kadına zina isnadında tmtunaa Mnun. (bu ister ko­cası, İster bir yabancı olsun) isnodmı isbat edemediği takdİKİe İWr« had­di uygulamayı icabettirir. Lian Ayeti, kocaları bu genel hültörotteı» feâtora ederek onlara has olmak üzere San hükmünü getirmiştir, öyteys» Honeflle-re göre kansına zina isnad eden kocamn cezost yahaco ItandJr.

Diğer üc mezhebe göre' ise lian Ayeti, İftira âyeArikı Mtenindeki ö-mumiliği neshetmemiştir. Ancok bu âyet kansma zina isnad edem kocanın lian yapması gerektiğini ifade eder. Eğer koca liandan kaçınırsa ona tad uygulanması gerekir. Buna göre her iki Ayetin meno» evlfc fcâr «lu bir kadına zina isnad eden kimse, bunu dört şahitle isbat edemediği takdirde had cezasma çarptırılır. Yalnız karısına zina isnad eden koca lian yapar. Liandan kaçınırsa ona da had uygulanır.

 

Sekizinci Hüküm: Liandan Sonra Kan-Koca Birbirinden Ayrılır Mı?

 

Resulullah (sav)'ın sünnetine göre. karşılıklı olarak Manda bulunan kan-koca talaka gerek kalmadan ebedi olarak ayrılmış olurlar. Zira ibni Abbas (ra)'ın rivayetine göre Resulullah (sav), «Lianda bulunan kan-koca ayrılırlar ve ebediyyen brrleşemezler.» [51] buyurmuştur.

Hz. Ali ile İbni Mes'ud (ra)'dan da, «Resulullah (sav):, lian yapan karı-kocamn ebediyyen blrleşemeyecekterine hükmetmiştir.» hadisi rivayet e-dılmlştir.

Kan-kocanın birbirinden ebediyyen ayrılmasının ve bir daha birleş­melerinin de kesinlikle haram olmasının hikmeti şudur: Lian kan-koca arasına ebedî bir kin ve düşmanlık sokmuştur. Bu kin ve düşmanlık on­ların ebediyyen kopmalarını gerektirir. Zira erkek, eğer sözünde doğru İse. karısının fuhşunu bir topluluk önünde ifşa ederek onu rezil ve rüsvay et­miştir. Kadın da eğer sözünde doğruysa, kocasını bir topluluk önünde ya­lanlamış ve Allanın lanetini icabettirmiştir. Eğer sözünde yolan ise —ki bu durumda zina etmiştir— kocasının namusunu lekeleyerek ona en bü­yük hiyaneti yapmış olmaktadır. Bu sebeble onların aralarına daimi bir kin ve düşmanlık girmiştir.

Bilindiği gibi evlilik hayatının temeli kan-kocanın birbirine karşı sevgi, saygı, bağlılık ve doğruluğudur. Lianla bu temeller ortadan kaldırılmıştır. Öyleyse bunların cezası birbirlerinden ebediyyen ayrılmaktır.

Fakihler lian yapan kan-kocanın ayrılmalarının farz ve bu ayrılığın ebedi olduğunda ittifak etmişlerdir. Yalnız şu var ki. birbirinden ne zaman ayrı düştükleri hususunda ihtilaf etmişlerdir.

İmam Şafii (ra)'ye göre ayrılık, yalnız kocanın lian yapması ile tahak­kuk eder. Kadın İlandan kaçınsa bile durum değişmez.

Malikilere göre ayrılık ancak her ikisinin lian yapmasından sonra ger­çekleşir.

İmam Hanbel (ra) ve Ebu Hanife (ra)'ye göre ise. ayrılık, her ikisinin Hanlarını tamamlamalarından sonra imamın onların ayrılmalarına hükmet­mesine bağlıdır. [52]

Şafiilerin delili: Ayrılık sözle meydana gelir. Bu söz İse talakta oldu­ğu gibi kocanın sözüdür. Kadının Han yapmasının hiçbir önemi yoktur. Çünkü kadın Han yapmakla ancak kendisini hadden kurtarmış dur.

Majikllerln delili: Resulullah (sav). İlan yapan karı-kocayı birbirinden ayırmayı emretmiştir. Yalnız kocanın Han yapması ile İlan yapmış sayıl­mazlar. Şayet ayrılık yalnız kocanın Hanı ile tahakkuk etmiş olsaydı, koca Han yapar yapmaz karısı ondan ayrılmış olurdu. Ayrılmış olan kadın ise kocasına yabancıdır. Yabancı bir kadın ise İlan yapamaz. Çünkü Allahu taala Hanı karı ile kocaya farz kılmıştır.

Hanbeli ve Hanefilerin delili: Bu iki mezhebe göre ayrılık, karı-koca-nın Hanı tamamlamalarından sonra imamın onları birbirinden ayırması ile tahakkuk eder. Çünkü İbnl Abbas (ra)'tan yapılan rivayete göre. «Resulul­lah (sav) onları Han yaptıktan sonra birbirinden ayırdı.» Bu ifade, ayrılığın ancak imamın hükmüne bağlı olduğunu gösterir. Zira Han da bir tür had-dir. Hadlerin icrası da İmama aittir, öyleyse Handan sonra ayrılığı da imam tayin eder.

 

Dokuzuncu Hüküm: Liandan Sonra Koca Kendisini Yalanlarsa Kamı Ona Tekrar Verilir Mi?

 

Karı-koca birlikte Han yaptıktan sonra koca kendisini yalanlar, karı­sına iftira attığını itiraf ederse had uygulanır. Fakat karısı kendisine tek­rar helal olur mu?

İmam Malik (ra) ve Şafii (ra)'ye göre kadın o adama tekrar helal ol­maz. Çünkü Hanın getirdiği ayrılık ebed! bir ayrılıktır. Resulullah (sav) da onların ebediyyen birleşemeyeceklerlne hükmetmiştir. Sahabe ve tabiinin görüşü de budur.

İmam Ebu Hanite (ra)'ye göre İse, Handan sonra koca kendisini yalan­larsa ona iftira haddi uygulanır ve Hanı geçersiz olur. Böylece onun müf­teri olduğu tesbit edilmiş olur. Bu sebeble tekrar karısı ile evlenmesi helal­dir. Bir rivayete göre İmam Hanbel de bu görüştedir.

Sahih olan cumhurun (Maliki ve Şafiiler) görüşüdür. Çünkü lian ebedi bir ayrılığı Icabettlrir. Gecen hadisler de buna delalet eder. En doğrusu­nu Allah (cc) bilir.

 

Onuncu Hüküm: Liandan Sonra İlana Vesile Olan Çocuk Annesin* Ve­rilir Mi?

 

Koca çocuğunu inkar ettikten sonra İlan yapılırsa, çocuğun nesebi babasından ayrılır, nafakası da düşer. Kocası ile çocuk arasındaki vera­set de ortadan kalkmış olur. Ancak o çocuk annesinin çocuğudur. Anne­sinden miras alır ve öldüğü takdirde de annesi onun malına varis olur. Çünkü İmam Hanbel (ra)'in Amr bin Şuayb'tan rivayet ettiği hadiste Resul-lah (sav), lian yapan karı-kocanın liana sebeb olan çocuklar hakkında. «O çocuk annesinin malına varis olduğu gibi annesi de onun malına varis olur. Çocuk vasıtasıyla karısına zina iftirası atan kimse lian yapmazsa ona had vurulur.» buyurmuştur. [53] Bu hadis çocuğun anneye ait oldu­ğunu açıkça teyid etmektedir.

Çocuk sebebiyle karısına zina isnad eden kocaya gelince, o, lian yapmazsa zina iftirası atanlar gibi seksen sopa İle cezalandırılır. Kendi an­nesine, kendi çocuklarına zina iftirası atanlara da iftira haddi uygulanır. Uana sebeb olan çocuk, verasetin dışındaki diğer şer'î hükümlerde lian yapan erkekle ihtiyaten baba-evlat muamelesi görür. Mesela, adam ona zekat veremez. Onu öldürdüğü takdirde, herne kadar evladı olduğunu in­kar etmişse de, kısas edilmez. Karşılıklı olarak birbirlerinin lehlerinde şe-hadette bulunamazlar. Herhangi bir kişinin o çocuk benimdir iddiasında bulunması da sahih değildir. Şayet baba. liandan sonra kendini yalanlarsa, çocuğun nesebi tesbit edilir. Adamın çocuğa küçükse nafakasını vermesi farz olduğu gibi birbirlerinden miras da alabilirler. Hatta çocuk hakkındaki bütün İlan eserleri ortadan kalkmış olur.

İmam Fahreddin Razi. imam Şafii (ra)'den naklen şöyle der: «Lianla ilgili beş hüküm vardır: Lian. yapan erkeğin üzerinden had kalkar. Liana sebeb olan çocuğun nesebi lian yapandan silinir. Kan-koca ayrılır ve bir­birlerine ebediyyen haram olurlar. Kadına zina haddinin uygulanması ica-beder. Bu hükümler genellikle yalnız erkeğin lian etmesi halinde tahakkuk edeı. Bu hükümlerin uygulanması ve tesblti için imamın hükmüne ihtiyaç da yoktur.» [54]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1- Karısına zina isnad eden ve bunu isbat edemeyen koca ya lian yapar veya had (seksen sopa) ile cezalandırılır.

2- Lian hükmü, yabancı namuslu ve hür kadınlara atılan iftiralarda icra edilmez. Yalnız karı-kocaya has bir hükümdür.

3- Lian. kocayı iftira haddinden, karıyı da recm cezasından kurta­rır.

4- Lian. Kur'anda zikredilen ifadelerle beş defa tekrar edilmelidir.

5- Lian, imam ve müslümon bir topluluk huzurunda yapılır.

6- Lian, karı-koca arasında «bedî bir ayrılığı icabettirtr.

7- Uanda erkeğin «lanet». Vadinin da cgazab» kelimesini zikretme­si tezımdtr.

8- Allah (ccj'm mağfireti geniş «e fazlı büyüktür. Eğer Allah (cc) kullarına merhamet etmeseydi on lan azabıyla helal: ederdi.

 

Ayetleroeki Teşrh Hikmetler

 

Herşeyj hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahM olan Allah {od), kan-koca arasındaki Manı büyük ve yüce bir hikmet lehi vazetmiştir. Bu m ince ve en yüksek hikmet, evlilik hayatını tehdit eden ve cemiyeti kirleten ha­diselerden toplumu korumak ve aileyi temizlemektir.

Kur'an-ı kerim bu ince teşrii ile insan hayatında karşılaşılabilecek en elim vakayı tedavi etmiştir. Zira insan için karısının bizzat kendi evinde irtikab ettiği zina sucundan daha ağır bir hadise tasavvur edilemez. Çünkü insan bu hususta konuşamaz, isbat edecek bir delili olmadığı k)m acı­laması da mümkün değildir. Namusunu temizlemek için öldürmeye kalkıf sa, davasını isbat edemediği için kendisine de kısas uygulanır. Bu durum­da insan ne yapacağını bilemez. Şaşkın bir halde kalakalır. Görmezlikten gelerek olduğu gibi bıraksa. namusu kirlenmiş, haysiyet ve Şerefi yok olmuştur.

işte Kur'an-ı kerim bu âyetleriyle bu acı durum karşısında insanın ne yapacağını ve nasıl bir yol tutacağını beyan etmiştir.

Allah (cc)'ın yüce hikmetlerinden biri de mevzumuz âyetin nüzul sebe­bi olan hadiseyi asırların en efdali olan asırda, insanların en necibi olan sahabiter arasında ortaya çıkararak sonraki nesillerin ibret almaları için tatbiki bir ders vermesidir.

Hilal bfaı Ümeyye bir akşam evine döndüğünde «vlnde işlenen fuhşa şahld olur. Kendisine hakim olarak hiçbir şey yapmadan Resulullah (sav)'a gelerek hadiseyi haber verir. Resululloh (sav) ve sahabe hadise karşısın­da müşkül bir vaziyete düşerler. Resulullah (sav), «Ya isbat edersin veya sırtına had vurulur.» buyurur. Halk da Hilal'e had vurulacağına ve şeha-detinin reddedileceğine kanidir. Davasını isbat için dört şahit getirmesi mümkün olmayan Hilal, «Ya Resulullah, Allah'a yemin ederim ki doğru söylüyorum. Allahtan da bana bir çıkış yolu ihsan etenesini niyaz ediyo­rum.» der. Bunun üzerine lian âyetleri nazil olur.

Âyetlerin nüzulünden sonra Resulullah (sav) Hilal'e, «Allah sana bir çıkış yolu ve ferahlık ihsan etti.» buyurdu. O da, «Ben de Allahtan bunu bekliyordum.» cevabını verdi.

İşte Kur'an bu teşrii ile aile içindeki ahengi korumuş ve cemiyeti bu gibi »hadiselerden temizlemiştir. Eğer bu hüküm vazedilmeseydi böylesi hadiseler karşısında korı-kocontn aileleri arasında doğacak düşmanlıktan dolayı çok kanlar dökülürdü.

Bu hükümlerin teşriindekj bir başka hikmet de. cemiyette tasavvurun üstünde bir adalet sağlamak ve günahları lian yoluyla kökünden kazımak­tır. Lian karşısında hiçkimse artık böyle bir günaha teşebbüs edemediği' gibi karısını haksız yere hıyanetle de itham edemez.

 

44. DERS HZ. AYŞE'YE ATILAN İFTİRADAN SONRAKİ HÜKÜMLER

 

22- Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar, ak­rabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur

etmesin, affetsin.   Allahın sizi yarlıgamasını sevmez misiniz?   Allah çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir.

23- Namuslu (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) a-tanlar dünyada da, ahirette de lanetlendiler. Onlar için büyük de bir azab var.

24- O günde ki aleyhlerinde kendi dilleri, kendi elleri, kendi ayak­ları onların neler yapıyor (diklerine şahitlik edecektir.

25- O gün Allah onlara hak olan cezalarını tastamam verecek, şüp­hesiz onlar da Allahın apaşlkar hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.

26- Kötü kadınlar (ve kötü sözler) kötü erkeklere, kötü erkekler kö­tü kadınlara (ve kötü sözlere), temiz kadınlar (ve temiz kelimeler) ise te­miz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara (ve tmiz kelimelere yakı­şır). Bunlar (o temiz kadınlar ve temiz erkekler) o (iftiracıların) diyecek­lerinden çok uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve çok şerefli rızık vardır.

 

Âyetlerin Lafzı Tahlili

 

(Ye'teli):  Yemin etme manasındadır.

(Ulül fadii): Dindar ve salih kişiler.

(El saeti): Saat aslında genişlik manasındadır. Burada İse malı ve rızkı çok olan demektir.

(En yü'tû): İbni Kuteybe'ye göre burada bir «la» harfi hofzolunmuştur. Buna göre kelimenin manası, dindar ve hali vakti yerinde olan kişiler böyle yemin yapmasınlar demektir.

(Vel ya'fû): Afv kelimesinden gelen bir fiildir. Yapılan kötülükleri yok etme, affetme manasına gelir.

(Elmuhsenâti): Namuslu, şerefli ve temiz kadınlar.

(Elgâfilâti): Fuhuştan haberi olmayan, iratta

kalbine dahi gelmeyen kadınlar.

(Lüinû): Lanet kökünden gelir. Allah (cc)'ın rahmetinden kovulma, uzaklaşma demektir.

(Teşhedü): ikrar ve bildiğini itiraf etme manasına

gelir.

(Yuveffihim): Yüveffi. tevliyet kökünden gelir. Burada blrşeyin hakkını tam vermeye denir.

(Myıwhümüllk): Yani Atlahu taalaogünde onların cezalannı tam olarak verir demektir.

(El haNsâtü MI habisine): Habisat. habis'ln ço0uludur. Habis, pis şeye denir. Yani pis kadınlar pis erkekler İçindir de­mektir.

(Mûberreûne): Temizdirler, nezihtirler manasma  (Mağfiretün): Mağfiret, günahları yok etmek

(Ve nzkün kerim): Buradaki manası cennettir.

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allahu taala icmalen şöyle buyurmaktadır: Dindar, muttaki, faziletli ve rızıkları bol kişiler, fakirlere, muhacirlere evvelce yaptıkları yardımı on­ların İşledikleri günahlardan dolayı kesmek için yemin, etmesinler. Onların işledikleri suçları affederek serbest bıraksınlar. Daha evvel verdiklerini kesmeyerek yardımlarına devam etsinler.

Allahu taala müminlere de şöyle hitap etmektedir: Ey müminler, Al­lahu taalanın sizi, günahlarınızı affederek hayırlı kimselerle birlikte cen­nete koymasını istemez misiniz?

Allahu taala daha sonra, habersiz, İmanlı, namuslu ve zinadan uzak kadınlara iftira atanları İftiralarından dolayı lanetlediğini, onları rahmetin­den'kovduğunu, dünyada had vurulacağını, ahirette de en büyük aazbauğ-rayacoklarını haber vermektedir. Yalnız bu azabla da kalmayarak o kor­kunç günde aleyhlerinde kendi elleri, dilleri ve ayakları dünyada iffetli, ha­bersiz ve temiz kadınlara yapmış oldukları isnadın iftira olduğuna dair şe-hadet edecektir. Onların karşılaşacakları bu feci durumu herkes seyrede­cek, onlar hakimlerin en adili olan Allahu taalanın adil cezasına çarpıla­caklardır. Onlar, kıyamet gününde Allah (cc)'ın hiç kimseye zerre kadar zulmetmeyeceğini ve açık bir Hakk olduğunu anlayacaklardır.

Allahu taala bu âyetlerle Resulullah (sav)'ın temiz ve şerefli zevcesi olan Hz. Ayşe'nin münafık ve sapıkların iftirasından uzak olduğunu en ke­sin bir burhan ile haber vermiştir. Resulullah (sav) temiz ve güzel olarak yaratıldığından ona da temiz kadınlar nasib edilmiştir. Zaten Allah (cc)'ın can olan nizamı da budur. Kötü ve pis kadınlar pis ve kötü erkeklere, pis sözler ve pis erkekler de pis kadınlara mahsustur. Temiz sözler ve temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlaradır. Fuhuşla it­ham edilen pak zevceler itham olundukları o kötü suçtan tamamen uzak­tırlar. Nasıl uzak olmasınlar ki, Allah (cc)'ın en şerefli Resul (sav)'ünün zev­celeridirler. Eğer onlar temiz olmasaydılar Allahu taala onları en sevdiği Kuluna naslb etmezdi. O pak ve temiz zevcelere Allahtan mağfiret ve şe­refli bir rızık vardır.

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

1- Taberî Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ayşe'ye iftira a-tanlar hakkında. «O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir...» (Nur: 11) ve devamı âyetler nazil olduktan sonra Hz. Ebu-oekir, iftirayı yayanlar arasında bulunan ihtiyacını karşıladığı yakın akra­bası Misdah'a bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Bunun üze­rine, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyeti na­zil oldu. Âyetin nüzulünden sonra Hz. Ebubekir. «Allah (cc)'a yemin ede­rim ki muhakkak Allah (cc)'ın bana mağfiret etmesini isterim.» diyerek Misdah'a tekrar nafakasını vermeye başladı ve «Allah (cc)'a yemin ederim ki. ona yaptığım yardımı ebediyyen kesmeyeceğim.» dedi.[55]

2- İbni Munzır, Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmiştir: «Misdah bin Jsase kibrinden dolayı iftira atanlara katıldı. Halbuki Ebubekir (ra)'in yakını idi ve geçimini onun yardımı ile sağlıyordu. Hz. Ebubekir, ona ebedly-yen yardım etmeyeceğine dair yemin etti. Bunun üzerine, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyeti nazil oldu. Âyetin nü­zulünden sonra Hz. Ebubekir onu tekrar himayesine alarak yardımına de­vam etti ve «Bundan sonra birşey üzerine, ondan başkasını daha hayırlı gördüğüm takdirde yemin etmem. Şayet yemin edersem, yeminimi bozarak daha hayırlı olanı yaparım.» dedi.» [56]

Diğer bir rivayete göre, Resulullah (sav) nazil olan âyeti Hz. Ebube-kir'e okudu ve «Allah (cc)'ın sana mağfiret etmesini istemez misin?» bu­yurdu. O da, «Evet.» dedi. Resulullah (sav), «öyleyse Misdah'ı affet ve hakkından vazgeç.» buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir, «Allah (cc)'a yemin ederim ki daha evvel yaptığım yardımı fazlasıyla yapacağım.» diye­rek Misdah'a önceki yardımının iki katını yapmaya başladı. [57]

Ayetlerin tefsirindeki incelikler

Birinci incelik: «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi o-lanlar.» âyeti Hz. Ebubekir'in faziletinin en büyük şahididir. Bu âyet gös­teriyor ki o, sahabilerin en faziletlisidir.

Fahreddin Razi şöyle der: «Müfesslrler, «Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyetinin maksadının Hz. Ebubekir ol­duğunda icma etmişlerdir. Bu âyet onun Resulullah (sav)'tan sonra halkın en efdali olduğuna delalet ediyor. Zira Allahu taala bu âyetle onu açıkça methetmektedir. Allahu taaianın birini sırf zenginliğinden dolayı methet­mesi caiz değildir, öyleyse faziletten maksat, Ebubekir (ra)'in dindeki üs­tünlüğüdür. Eğer âyetteki «fazilet» sırf dünyevi manada olsaydı, sonraki «servet sahibi» ifadesinin tekrar edilmemesi lazım gelirdi. Allahu taala ona bu fazileti isbat ettiğine göre Resulullah (sav)'tan sonra sahabilerin en faziletlisi olması icabeder.» [58]

Ebussuud da şöyle demektedir: «Ayetteki, «Sizden fazilet sahibi olan» İfadesinden maksat, dindeki fazilettir. Bu âyet, Hz. Ebubekir'in sahabilerin en efdali olduğuna kafi delidir.»

ikinci incelik: «Allahın sizi yarlıgamasını sevmez misiniz?» âyeti herne kadar bir topluma hitap ediyorsa da asıl hitap edilen Hz. Ebubeklr'-dir. Hitabın çoğul biçimde yapılması saygı içindir.

Fohreddin Razi: «Allahu taalanın bir şahsa «siz» diye hitabetmesi o-nun büyüklüğünü bildirmek içindir.» [59] der.

Hz. Ebubekir bu âyeti duyduktan sonra «Evet ya Rabbi ben yarlıgan-mamı severim.» dedi ve Misdah'a nafakasını vermeye devam etti.

Üçüncü İncelik: İbnl Cevzî, «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mü­min kadınlar...» âyetinin tefsirinde şöyle der: «Niçin iftira atılan kadınlar zikrediliyor da erkekler zikredilmiyor? Zira mümin bir kadına iftira atan bitişi onunla birlikte bir mümin erkeğe de iftira atmış bulunuyor. Ancak atılan iftira daha çok kadınlara zarar verdiği için kadınlar zikredilmiş, er­kekler zikredilmemiştir.» [60]

Dördüncü incelik: Allahu taala Nur Suresinin başındaki. «Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan...» (Nur: 4) âyetinde namuslu kadınlar başka bir vasıf anılmadan zikredilmiştir. Mevzumuz âyette ise namuslu kadınlar diğer vasıflarıyla birlikte. «Namuslu, (kötülüklerden) ha­bersiz mümin kadınlar...» şeklinde zikredilmiştir. Bu âyet. müminlerin an­neleri olan Resulullah (sav)'ın zevcelerine aittir. Tabii ki bunların en baş­ta geleni Hz. Ayşe'dir. Bu temiz kadınları itham etmek, aynı zamanda Re­sulullah (sav) ve aile efradını da itham etmektir.

ibni Abbas (ra). Nur Suresini okuyup tefsir ederken bu âyete gelince şöyle buyurur: «Bu âyet, Resulullah (sav)'ın zevceleri Hz. Ayşe hakkın­dadır. Allahu taala Resulullah (sav)'ın pak zevcelerine iftira atanlar İçin tövbeden de söz etmemiştir. Halbuki diğer mümin kadınlara iftira atanların tövbe etmeleri halinde tövbelerinin kabul edileceği beyan edilmiştir.» ibni Abbas (ra) daha sonra. «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadın­lara (iftira) atanlar dünyada da, ahirette de lanetlendiler. Onlar için bü­yük de bir azab var.» âyetini okuyarak Resulullah (sav)'in zevcelerinin bü­yüklüğü ve onlara karşı işlenen suçun cezasının ağırlığını ifade etmiştir. Bunun üzerine cemaattan bazdan ayağa kalkarak İbni Abbas (ra)'ın bu güzel tefsirine karşılık başını öpmüşlerdir.[61]

Besinci incelik: «Kötü kadınlar kötü erkeklere...» âyeti içtimai ha-ratın en mühim bir noktasına parmak basmaktadır: Pis insanlar ancak bendiler! gibi pis kimselerle anlaşıp birleşebilirler. Temiz ve nezih İnsan­ca- da ancak temiz ve nezih insanlarla anlaşır, birleşirler. Mademki Re-

sululloh (sav), bütün temizlerin en temizi. Hz. Adem'den günümüze kadar gelmiş ve gelecek İnsanların en efdalidir. Hz. Ayşe'nin de kadınların en temiz ve nezihlerinden olması lazımdır. Onun hakkında söylenenler ancak yalan ve iftiradır. Nitekim Kur'anda Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında. «Bunlar (o temiz kadınlar ve erkekler) o (iftiracıların) diyeceklerinden çok uzaktırlar. Onlar için mağfiret ve çok şerefli rızık vardır.» buyurulmaktadır. Pak zevcelerin temiz olduklarına bundan daha kafi bir şahit olamaz.

Altıncı İncelik: Zemahşerî. Keşşaf isimli tefsirinde şöyle der: «Allahu taala dört kişiyi dört şeyle temizlemiştir:

1- Züleyha'nın gösterdiği —«Onun (kadının)   yakınlarından bir şa­hit de şehadet etti ki, eğer gömleği önünden yırtıldıysa (kadın) doğru söy­lemiştir, bu ise yalancılardandır. (Yok) eğer gömleği arkadan yırtıldıysa (kadın) yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyişlerdendir.» (Yusuf: 26-27)— şahitle Yusuf aleyhisselamı zina iftirasından.

2- Elbiselerini akıtan taşla Musa aleyhisselamı hastalık şüphesin­den.[62]

3- Hz. isa'nın beşikte mucize kabilinden «Ben Allah (cc)'ın kulu­yum...» diyerek konuşması ile Hz. Meryem'i zina ithamından.

4- Kıyamete kadar okunacak mucize kitabıyla Hz. Ayşe'yi zina if­tirasından.

Allahu taalanın Hz. Ayşe'yi temizlemesi ile diğerlerinin temizlenme­leri arasında büyük bir fark görülmektedir. Bu fark. Hz. Aşye'yi Allahu taa­lanın bizzat kendisinin temlzlemesldir. Bu temizleme. Allah (cc) katında Resulullah (sav)'in derecesinin yüksekliğini. Hz. Adem'in soyunun efendisi olduğunu göstermektedir. Resulullah (sav)'ın büyüklüğünü tahkik etmek İsteyen, ifk âyetlerini okusun ve Allahu taalanın onun harimine iftira atan­lara nasıl gazab ettiğini düşünsün ve ithamı Allahu taalanın nasıl nef­yettiğini görsün.» [63]

 

Hz. Ayşe'nin Özellikleri

 

Hz. Ayşe'den şöyle rivayet edilmiştir: cAndolsun ki. bana hiçbir kadına verilmeyen dokuz şey verilmiştir: .Resulullah (sav)'a benimle evlenme em­rini getirdiğinde Cebrail aleyhisselam benim suretimde gelmiştir. Resulul­lah (sav) benden başka hiçbir bakire ile evlenmemiştir. Resulullah (sav), benim odamda ve benim yatağımda vefat etmiştir. Resulullah (sav), benim odama defnedilmiştir. Melekler onu benim odamda ziyaret etmişlerdir. Va­hiy nazil olurken diğer kadınlar odayı terkederlerdi. fakat benim odam­da, biz aynı yatakta iken vahiy nazil olurdu. Ben onun halifesi ve dostu­nun kızıyım. Benim beratım semadan inmiştir. Ben temiz yaratıldım ve en temiz olanın yanında yaşadım. Bana moğfiret ve şerefli bir nzık vadoiun-muştur.» [64]

 

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: İşlenen Günah Sallh Amelleri Yok Eder Mi?

 

Müfessirler âyetteki. «...Akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin, affetsin.» İfadesinden maksadın Misdah bin Üsase olduğunu söylemişlerdir. Çünkü o. Hz. Ebubekir'in ya­kını ve Bedir*e iştirak eden muhacirlerdendi. Hz. Aşye'ye atılan iftira hadi­sesine katılmış, fakat sonra tövbe etmişti.

Şüphe yok ki zina iftirası büyük bir günahtır. Ehil sünnet ve cemaat alimleri bu âyeti delil alarak işlenen günahın sallh omel'eri iptal etmeye­ceğine hükmetmişlerdir. Zira Allahu taala Misdah'ı zina İftirasına karıştık­tan sonra da Allah yolunda hicret etmekle vasıflandırmıştır. Bu vasıf met­hedilecek bir vasıftır, öyleyse bu âyet. Misdah'ın hicretle kazandığı se­vabın zina iftirası sebebiyle iptal edilmediğine delalet ediyor.

Ehli sünnet alimlerine göre şirk ile irtidat hariç hiçbir günah insan­ların sallh amelini yok etmez. Ancak, kesinlikle haram olan blrşeyi helal bilerek yaparsa mürted ve salih amelleri yok olur. Zira Allahu taala, «Kim İman ettikten sonra kafir olursa her halde bütün yaptığı boşuna git­miştir ve o ahirette en çok ziyana uğrayanlardandır.» (Malde: 5) ve «İçi­nizden kim dbıkıden döner de o kafir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı İsler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Onlar o ateşin (ce­hennemin) arkadaşlarıdır. Onlar orada (bir deha çıkmamak üzere) ebedi kalıcılardır.» (Bakara: 217) buyurmaktadır.

 

İkinci Hüküm: Kötülük Yapanı Affetmek Farz Mıdır?

 

Fakihler, kötülük yapanı affetmenin ve hakkından vazgeçmenin güzel ve mendub olduğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Allahu taala, «...verme­lerinde kusur etmesin, affetsin.» buyurmaktadır. Âyetteki «affetsin». İfa-deslndeki emir birşeyi farz eden emirlerden değildir. Hayırlı olanı ifade eden bir emirdir. Zira insanların kötülük yapandan kısas taleb etmeleri caizdir. Eğer buradaki emir farz kılmak manası taşısaydı. kısası taleb et­mek caiz olmazdı. Fakihierin bu görüşünü. «Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükafatı Allaha aittir. Şüphe yok ki O, zalimleri asla sevmez.» (Şura: 40) âyeti de teyid eder.

Resulullah (sav) da şöyle buyurmaktadır: «insan ancak kendisini zi­yaret etmeyen akrabasını ziyaret ederek, zalimleri affederek ve iyilik yap­mayanlara iyilik yaparak fazilet sahibi olur.» [65] öyleyse kötülük yapan bir kimseyi affetmek sünnettir, mendubtur.

 

Üçüncü Hüküm: Yeminini Bozanın Kefaret Vermesi Farz Mıdır?

 

Fakihierin cumhuruna göre, birşeyi yapmak veya yapmamak için ye­min eden kimse, yemin ettiği şeyin tersini daha hayırlı gördüğü zaman yeminini bozarak hayırlı olanı yapmalı ve yemininin kefaretini vermelidir. Zira Resulullah (sav), «Her kim birşeyi yapmak veya yapmamak üzere yemin eder ve sonra o işin yapılmamasını veya yapılmasını daha hayırlı görürse hayırlı olanı yapsın ve kefaretini versin.» buyurmuştur. Buna göre yemini bozmak kefareti farz kılmaktadır. Yemini bozduğu şey İster hayırlı olsun, ister olmasın hüküm değişmez.

Bazı fakihlere göre ise, daha hayırlısı İçin yemini bozmak kefareti farz kılmaz. Çünkü Allahu taala. «Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabalarına, yoksullara. Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde ku­sur etmesin.» buyurmaktadır. Allahu taala bu âyette, yemin etmiş olan Hz. Ebubekir'e «kusur etmesin» ifadesiyle zımnen yeminini bozmasını emir buyurmuş, kefaretten de söz etmemiştir. Bir rivayete göre de Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: «Her kim birşeyi yapmak veya yapmamak İçin yemin ettikten sonra onun gayrini daha hayırlı görürse daha hayırlı olanı yapsın. Bu onun yeminin kefaretidir.» [66]

Cumhurun delilleri:

Cumhurun yeminini bozan için kefaretin farz olduğuna dair delillerini naklediyoruz :

1- «Fakat kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Bunun da kefareti ailenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onları giydirmek, yahut bir köle azad etmektir. Fakat kim (bunları) bulamaz (bulmaya muktedir olamaz)sa üç gün oruç (tutması lazımdır). İşte bu andettiğiniz vakit yeminlerinizin    kefaretidir.» (Maide: 69) âyeti kerimesi. Bu âyet, umumi bir ifade ile yemini bozan için kefareti emretmektedir. Hayırlı olan veya olmayan şey için yemin boz­mayı beraberce ihtiva etmektedir.

2- Allahu taala, hanımına yüz sopa vurmak için yemin eden Eyyub aloyhisselama, «Eline bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmaz-lık etme.» (Sâd: 44) buyurmuştur. Bu âyet de gösteriyor ki yemini yerine getirmek bozmaktan daha hayırlıdır. Çünkü Allahu taala Eyyub aleyhisela-ma «Yemininde durmazlık etme.» buyurarak vurmayı emretmiştir. Eğer daha hayırlı olanı yapmak yemine kefaret olsaydı, Allahu taala yemininde durmayı emretmezdi.

3- Resulullah (sav), «Her kim birşeyi yapmak veya yapmamak için yemin eder ve sonra o İşin yapılmamasını veya yapılmasını daha hayırlı görürse, hayırlı olanı yapsın ve kefaretini versin.» buyurmuştur.

Cessas, bu konuda şöyle demektedir: «Cumhurun dışındaki bazı alim­lerin istidlallerinde kefaretin düşeceğine dair bir delalet yoktur. Zira Alla­hu taala. yeminin bozulması halinde kefaretin icabedeceğini. «Fakat kalb­lerinizin azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Bunun da kefareti aUenize yedirmekte olduğunuzun orta (derece)sinden on yoksulu doyurmak, ya onlan giydirmek, yahut bir kul azad etmektir. Fakat kim (bunları) bula­maz (bulmaya muktedir olamaz)sa üç gün oruç (tutması lazımdır), işte bu andettiğiniz vakit yeminlerinizin kefaretidir.» (MakJe: 89) âyetinde beyan etmiştir. Bu âyet umumilik ifade eder ki, yeminini daha hayırlı bir iş için Dozsa dahi kefaret vermesi lazımdır. «Her kim birşeyi yapmak veya yap­mamak için yemin ettikten sonra onun gayrini daha hayırlı görürse, daha hayırlı olanı yapsın. Bu onun yeminin kefaretidir.» hadisinin manası da, Kur'anın beyan ettiği yemin kefareti değil, uhrevi günahına kefaret olma­sıdır. Mesela; Allah (cc)'a ibadeti terk için yemin etmek haramdır. Böyle Dir yemin bozulsa bile sahibine büyük günah kazandırır. İşte hadiste sözü edilen kefaret, bu tür yeminlerden dolayı kazanılan günahların kefareti­dir.» [67]

Ortaya konulan delillerden'anlaşılacağı üzere cumhurun görüşünün delilleri kuvvetli, diğer görüşün delilleri ise çok zayıftır.

 

Dördüncü Hüküm: Hayırlı Bir İşi Terk İçin Yapılan Yemin Sahih Olur Mu?

 

Cumhura göre. hayırlı bir işi terk için yapılan yemin sahihtir. Fakat terk edilerek kefaret vermek icabeder. Şurası var ki bu tür yeminler caiz değildir. Çünkü bu tür yeminlerde Allah (cc)'a itaatin terki ve «Ey iman edenler, rüku edin, sücud edin. (Diğer suretlerle de) Rabinize ibadet edin, hayır işleyin.» (Hac: 77) emrine de acık bir muhalefet vardır.

Fahreddin Razi: «Bu âyet açıkça delalet ediyor ki, hayrı bırakmak için yemin etmek caiz değildir.*

Alusî de şöyle der: «Bu âyetin zahiri hayırlı bir işin terki için yemin etmenin kesinlikle haram olduğuna delalet eder.» [68]

 

Beşinci Hüküm: Resulullahtn Zevcelerine Zina İftirası Atmak Küfür Müdür?

 

Bazı alimler. Resulullah (sav)'in zevcelerinden herhangi birine zina İftirası atmanın küfür olduğu görüşündedirler. Zira Resulullah (sav)'ın zevcelerine zina iftirası atanlar hakkında, onları çok şiddetli bir azabla tehdit eden. «Namuslu, (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) atanlar dünyada da ahirette de lanetlendiler. Onlar İçin büyük de bir azab var.» âyeti nazil olmuştur. Hatta İbni Abbas (ra)'a göre onların tövbeleri de kabul edilmez. Bu alimlere göre, Resulullah (sav)'ın zevcelerine zina iftirası atmak, açıktan açığa Resulullah (sav)'ı kötülemek ve onun şerefini lekelemek demektir. Her kim ki Resulullah (sav)'ın namusunu lekelemeyi mubah kabul ederse, şüphesiz kafir ve mürted olur.

Alusİ: «Bu âyetin zahiri Resulullah (sav)'in zevcelerine zina iftirası atanların kafir olduklarına delalet eder. Çünkü Allahu taala onlara iftira atanlara kafir ve münafıklara mahsus azabla azab edeceğini beyan et­miştir. Bu hususta uygun olan hüküm, âyetin nüzulünden sonra zevcelere iftira atanların kafir olacağıdır. Çünkü bu âyetle onların temiz ve her fe­nalıktan uzak oldukları açıkça ifade edilmiştir. Fakat bu âyetin nüzulünden önce iftira atanların kafir olacaklarına dair zahir bir delil yoktur. Şu kadarı var ki. onlara iftira atmakta Resulullah (sav)'a ta'n kastı varsa (Abdul' lah bin Ubey—Allanın laneti üzerine olsun— gibi) küfürlerinden şüphe edilemez. Ama Resulullah (sav)'a ta'n kastı olmaksızın ve sırf başkalarına uyularak söylenilmişse (Misdah ve Hasan bin Sabit gibi) bunlar ancak şiddetle kınanırlar.» [69]

Şüphesiz, herhangi bir mümin kadına zina iftirası atmayı helal kabul eden kafir olur. Elbette, başta beratı semadan nazil olan Hz. Ayşe olmak üzere Resulullah (sav)'in temiz, namuslu ve şerefli zevcelerine zina iftirası atmayı helal kabul etmek de küfürdür. Şüphe yok ki. âyetin nüzulünden sonra onlar hakkında kötü konuşmak Allah (cc)'ın âyetlerini tekzib etmek. Resulullah (sav)'a eziyet vermek olur. Âyetleri tekzib ve Resulullah (sav)'a eziyet ise şüphesiz küfrü ve irtidadı icabettirir. Zira Allahu taala. «Hakikat Allah ve Resulüne na edenler (yok mu?) Allah onları .dünyada da ahiret-te de rahmetinden koğmuş, onlara horlayıcı bir azab da hazırlamıştır.» (Ah-zab: 57) buyurmaktadır. Bu âyette Allah (cc)'a ve Resulü (sav)ne eziyet edenlerin kafir ve münafıklara mahsus azaba duçar olacakları açıkça beyan edilmiştir.

 

Altıncı Hüküm: Kafir V» Fasıklan Lanetlemek Caiz Midir?

 

«Namuslu (kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara (iftira) atanlar dünyada do, ohirette de lanetlendiler.» âyeti, kafir ve fasıklan lanetleme­nin caiz olduğum, delalet eder. Fakihler Ebu Cehil ve Fbu Leheb gibi kü­für üzere ölenleri lanetlemenin caiz olduğunda ittifak ettikleri gibi. genel olarak kafir, fasık ve zalimleri lanetlemenin caiz olduğunda da ittifak et­mişlerdir. Çünkü Allahu taala da «Allah (cc)'ın laneti zalimlere. Allah (cc)'-ın laneti fasıklara ve kafirlere olsun» şeklinde ayrı ayrı beyân etmiştir. Yal­nız belirli bir kişiyi kafir de olsa lanetlemek caiz değildir. Zira lanetin ma­nası, onun Allanın rahmetinden koğulmasını ve küfür üzere ölmesini İs­temektir. Hiçbir müslümanın bir diğerinin küfür üzere ölmesini temenni etmesi caiz değildir. Çünkü kafirin küfrüne razı olmak küfürdür. Müslü­manın vazifesi, herkese hayır dilemek, insanların topyekun iman üzere ölmelerini temenni etmektir.

Alusî. bu hususta şöyle der: «Küfür üzere ölen muayyen bir kafiri la­netlemenin caiz olduğunda alimler arasında ihtilaf yoktur. Ancak bu gibi kişileri lanetlemek müslümanlara eza verilmesine sebeb oluyorsa haram­dır. Mesela; Ebu Talib'I —küfür üzere öldüğüne hükmedilse dahi— lanet­lemek haramdır. Çünkü bu. Resulullah (sav)'a ve Hz. Ali'ye eziyet vermek demektir. Bir kimsenin lanetlenmesi caiz olsa bile onu lanetlemek bir İba­det sayılamaz. Ancak bu lanette şer'î bir maslahat varsa o zaman caizdir. Hayatta olan belli bir kafiri lanetlemek ise haramdır. Hatta Hüccetü'l İs­lâm İmam Gazali. «Hayatta olan belli bir kafiri lanetlemek küfürdür.» der. Zira onun hakkında lanet istemek, onun küfür üzere ölmesini istemektir. Herhangi bir kimsenin küfür üzere ölmesini istemek de küfürdür. Allame ibni Hacer, «Hayatta olan bir kafiri lanetlemekten kasıt onun azabının şid­detli olmasını dilemek ise bu lanet küfür olmaz. Eğer lanetlemekten kasıt onun küfür üzere ölmesini dilemek, kafir olmasına razı olmak demek ise küfürdür.» demektedir.» [70]

Sünnette müslümanlar için çok zararlı olan belli bir fasıkın lanetlen­mesine delalet eden naslar varid olmuştur. Bu naslardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Rivayete göre, «Resulullah (sav), yüzüne damga vurulmuş bir eşek gördükleri zaman. «Allah (cc) bu damgayı vuranı lanetlesin.» buyurmuştur.» [71] Resulullah (sav), bazı Arap kabilelerini ismen lanetle-miştir. Mesela, «Allahım, Real'i. Zekvan'ı ve Useyyete'yi lanetle. Çünkü onlar Allah (cc) ve Resul (sav)'üne isyan etmişlerdir.» buyurmuştur. [72] Rivayete göre Resulullah şöyle buyurmuştur: «Yatağa çağrıldığı halde ko­casının arzusunu yerine getirmeyen ve onu kızdıran kadına melekler sa­baha kadar lanet ederler.» [73]

Fısk ile meşhur olan ve bilhassa halka zarar ve eziyeti dokunan, za­limlere alet olarak müslümanlara zulmeden kimselerin lanetlenmesi caiz­dir. Mesela asrımızda müslümanlara haksız yere tecavüz edenler lanet­lemek gibi. Zira öyle bir zamanda yaşıyoruz ki hiçkimse ne malından, ne­de canından emindir. Herşeyi vahiyle konuşan Resulullah (sav) kendi za­manında olmadığı halde gelecekte olacakları için bu sınıf zalimleri haber vermiştir: «Azab ehlinden iki sınıf insan vardır ki ben onları görmedim. Birisi bir toplumdur ki ellerindeki sığır kuyruğuna benzeyen sopalarıyla halkı döverler. Allah (cc)'ın laneti onlara olsun.» [74]

Şu halde haram olan zulmü mubah görerek halka zulmeden zalimlerin lanetlenmesi caizdir. Ancak onların nefislerini ıslah etmeleri için dua et­mek elbetteki lanetlemekten daha iyidir. Şu kadarı var ki, Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi kimselere dua etmek ne kadar faydalıdır bilemeyiz.

Sirac el-Belkınî, «Aşikar fısk işleyen kimseye lanet etmek caizdir.» der. Resulullah (sav)'tan varld olan hadislerin nasları da buna delalet eder.

 

Yedinci Hüküm: Resulullah (Sav)'ın Zevcelerinin Kesin Olarak Cenne­te Gideceklerine Hükmedilebilir Mi?

 

Alimler, Resuiullah (sav)'ın da sahih hadislerle haber verdiği üzere, cennetle müjdelsnenlerln on kişi olduğunda ittifak etmişlerdir. Resulullah (sav)'ın haberi vahye dayandığından haktır.

Bazı alimler, Resulullah (sav)'ın zevcelerinin de cennetle müjdelenen-ler gibi kesin olarak cennete gideceklerine hükmetmişlerdir. Çünkü Allahu taala onlar hakkında, «Onlar için mağfiret ve çok şerefli nzık vardır.» buyurmuştur. Bu âyet kesin olarak Resulullah (sav)'ın bütün zevceleri hakkında nazil olmuştur. Âyetin İşaret ettiği, «çok şerefli nzık» ise cen­nettir. Zira Allahu toala, «Sizden kim de Allah ve peygamberine itaat eder, İyi amel (ve hareket)de bulunursa ona da mükafatını iki kere veririz. Hem biz ona çok şerefli bir nzık da hazırlamışızdır.» (Ahzab: 31) buyurmuştur. Bu âyetle istidlal ederek zevcelerin de kesinlikle cennete gideceklerine hükmetmek elbetteki güzel bir görüştür.

İmam Fahreddin Razi bu hususta «Allahu taala «Temiz kadınların te­miz erkeklere* olduğunu beyan etmiştir. Şüphesiz Resulullah (sav)'tan da­ha temiz bir erkek olması mümkün değildir. O zaman onun zevcelerinin de temiz olmaları icabeder. Üstelik Allahu taala Resulullah (sav)'ın zevce­lerine, «Mağfiret ve çok şerefli nzık» olduğunu beyan etmiştir. İşte bu be­yandan Resulullah (sav)'ın zevcelerinin de Resulullah (sav)'la birlikte cen­nete girecekleri anlaşılmaktadır. Bu âyet Hz. Ayşe'nin mutlaka cennetlik olduğuna delalet eder. Rafizilerin Cemel vakası nedeniyle Hz. Ayşe'ye (haşa) küfür isnad etmeleri, şüphesiz Kur'an-ı kerimin onun temizliği hak­kındaki naslarının reddedilmesi manasını taşır. Kat'î naslar reddetmek ise küfürdür.» [75] der.

Alusî de şunları söyler: «Rafizilerin Hz. Ayşe'ye küfür isnad etmeleri ve Cemel vakası sebebiyle (haşa) kütür üzere öldüğünü söylemeleri batıldır. Bunu, Hz. Ali'nin Hz. Hasan ile birlikte Medine ve Küfe halkını uyar­ması için gönderdiği Ammar bin Yasir (ra)'in Medine ve Kufe'de okuduğu hutbede, «Allah (cc)'a yemin ederim ye şüphesiz bilirim ki Hz. Ayşe Re-sulullah (sav)'ın hem dünyada, hem de ahirette zevcesidir.» demesi açık bir şekilde ortaya koyar. Rafizilerin bazı kitaplarında Hz. Ayşe'nin Cemel vakası sebebiyle Resulullah (sav)'İn zevceliğinden çıktığını iddia ettiklerini hayretle gördüm. Onlara göre güya Resulullah (sav), müminlerin emirl Ali (ra)'ye, vefatından sonra zevcelerinden dilediğini boşama izni vermiş. Hz. Ali de buna dayanarak Cemel vakasından sonra Hz. Ayşe'yi Resulul­lah (sav) adına boşamış. Allah (cc)'a yemin ederim ki Rafizilerin bu iddia­larına değil selim akıl sahibi kimseler, çocuğunu kaybetmenin şaşkınlığı içindeki bir kadın bile güler. Zira Hz. Ali'nin Cemel vakasından sonra da Hz. Ayşe'ye eskiden olduğu gibi saygı göstermesi rafizilerin bu görüş­lerini acıkca yalanlamaktadır. Hz. Ayşe'nin fazileti hakkında hiçbir haber olmasa yalnız Buharı, Müsı.m ve Ahmed İbni Hanbel (ra)'in rivayet ettik­leri, «Ayşe (r.anhuma)'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirid yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.» hadisi kafidir. Bununla beraber onun Hz. Fatıma'dan efdal olduğu söylenemez. Çünkü o. Resulullah (sav)'ın bir parçasıdır.» [76]

Münafıkların Islama ve ve müslümanlara yapmış oldukları desiseler durmak bilmiyordu. Sonunda o büyük risalet sahibi olan Hz. Muhammed Mustafa'yı da hedef aldılar ve onun temiz, mukaddes, aziz ve bütün kö­tülüklerden U7ik zevceleri Hz. Ebubekir'in kızı Hz. Ayşe'ye iftira attılar. Bu iftira ile Resulullah (sav) ve onun zevceleri şahsı.ıda İslâm'a en büyük darbeyi vurmak istediler.

Bu iftirayı icad eden ve yayan münafıkların reisi Abdullah bin Übey'-dir. (Allanın laneti üzerine olsun. Çünkü helak oluncaya kadar İslama ve Resulullah (sav)'a hile yapmaya devam etmiştir.) Allahu taala bu ve diğer münafıklar hakkında peşpeşe âyetler inzal buyurdu. Bu âyetler ümmetin ders ve ibret alması ve kendilerini münafıklardan koruması için münafık­ların islâm ümmetine verdikleri zararı beyan etti. Kur'an-ı kerim bize o .iftiranın —ki Resulullah (sav)'ın temiz olan ehli beytine atılmıştı— çirkin­liğini açıkladı. Çünkü bu iftira Allah (cc) katında bütün insanların en ef-dali olan Resulullah (sav)'ın namusuna ve Resulullah (sav)'ın dostu ve sahabenin efdali Hz. Ebubekir ve sahabilerin seçkinlerinden olan Safvan bin Muattal'ın namuslarına atılmıştır. Safvan (ra). sahabelerin seçkinlerin-dendi diyoruz, çünkü Resulullah (sav) onun hakkında. «Ondan hayırdan başka hiçbir şey sadır olmamıştın buyurarak şehadette bulunmuştur.

İşte bu hadise İfk hadisesi olarak adlandırılmıştır. Bu hadise hakkında tam on âyet nazil olmuştur. Bu on âyetin başlangıcı. «O uydurma haberi (İftirayı) getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir. Onu (o yalanı) sizin için bir ser sanmayın. BHakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nisbetinde ceza) vardır. Onlardan (günah)ın büyüğünü deruhde (ve irtikab) eden o adam (yok mu? işte) en büyük azab onundur.» (Nur: 11) âyetidir. Resulullah (sav)'in beytinin beratını bildiren «Kötü ka­dınlar (ve kötü sözler) kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara (ve kötü sözlere), temiz kadınlar (ve temiz kelimeler) ise temiz erkeklere, te­miz erkekler de temiz kadınlara (ve temiz kelimelere) yakışır. O (iftiracı­ların) diyeceklerinden çok uzaktırlar. Onlar İçin mağfiret ve çok şerefli n-zık vardır.» (Nur: 26) âyetlyle tamamlanmıştır.

ifk hadisesi, en temiz insanlara beşeriyet tarihinin en dayanılmaz e-lemlerini yüklemiştir. Uzun tarihi içinde İslâm tmmetine en çetin bir im­tihan olmuştur. Çünkü bu hadise bazı kişilerde şüpheler, hareketler mey­dana getirmiştir. Resulullah (sav)'ın kalbini, onun çok sevdiği zevcesi Ay­şe'nin kalbini. Hz. Ebubekir'in kalbini. Safvan bin Muattal (ra)'ın kalbini tam bir askıda bırakmıştır. Bu hal onlara dayanılmaz elemler vermiştir. Taki Resulullah (sav)'ın o temiz, şerefli ve namuslu zevcesi ile mümin ve mücahid Saffan (ra)'a iftira atıldığını, onların bundan uzak olduklarını bil­diren âyetler nazil olana kadar. Âyetler bu beratla birlikte münafık ve sapıkların alçaklığını ve onların başında gelen Abdullah bin Übey 'in Resuluflah (sav)'ın şahsına karşı garazkarane bir iftira attığını da beyan etmiştir.

Esef verici bir hadisedir ki. bazı müslümanlar bu çirkin ithamı konu­şup yayarak münafıkların yaptıkları hileden gafil kaldılar. Zira münafıklar bu iftira ite yalnız islâmı kötülemeyi hedef almışlardı. İşte bunların bu iftira ağına takva ve salahı ite meşhur olan bazı sahabiler de düşmüştür. Misdah bin Üsase. Hasan bin Sabit ve Hamlete binti Cahş da bunlar­dandır.

Biz burada sözü müminlerin annesi Hz. Ayşe'ye verelim. O bize bu hadisenin gayesini, ona yapılan iftirayı ve onun tebriyesi hakkında nazil olan âyetlerin sırrını rivayet etsin.

 

Buhari Ve Müslim'e Göre İfk Hadisesi

 

Buharî ve Müslim Hz. Ayşe'den şöyle rivayet etmişlerdir: «Resulüİlah (sav) bir sefere çıkacakları zaman zevceleri arasında kur'a çekerlerdi. Kur'a kime çıkarsa onu beraberinde götürürdü. Bir sefere (Beni Mustalık) gidişlerinde de kur'a bana çıktı. Bu sefer hiçab âyetlerinin nüzulünden son­ra İdi. Bu sebeble bana bir mahfe hazırladılar. Ben mahfe İçinde yükle­tilir ve konaklayınca da mahfe ile indirilirdim.             

«işte bu seferden dönerken Medine yakınlarında konakladık. Gece oradan hareket emri verildiği zaman kaza-i hacet için mahfemden çıka­rak karargahtan biraz uzaklaştım. İhtiyacımı giderip geri döndüm. Mah­feme gireceğim sırada elimi göğsüme sürünce gerdanlığımı düşürdüğümü anladım. Tekrar dönerek gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni ge­ciktirmişti. Ben gerdanlığı ararken içinde olduğumu sanarak mahfemi de­veye yüklemişler. O zaman kadınlar çok hafif idi. Az yemek' yerlerdi. Bu cihetle mahfeyi kaldıranlar hafifliğinden hiç şüphe etmemişlerdi. Hususiy­le ben küçük yaşta bir kadındım. Onlar deveyi sürüp gitmişler. Gerdan­lığımı bularak geri döndüğümde ordu gitmişti. Ordugahta kimse kalma­mıştı. Nasıl olsa yokluğumu anlayarak beni ararlar diye düşünerek mah­femin bulunduğu yerde beklemeye başladım. Orada otururken uyku beni sıkıştırdı. Uyumuşum.

«Safvan bin Muattal (ra). askerin arkasından sabaha yakın bulundu­ğum yere gelmiş ve bir insan karaltısı görerek yanıma gelmiş. Beni ta­nımış. Çünkü o hicap âyetleri nazil olmadan önce beni görmüştü, "anıma geldiğinde «Biz (dünyada) Ailenin (teMim olmuş kullarıyız ve bir (ahbette de) ancak ona dönücüleriz.» (Bakara: 156) elemiş ve ben de uyanmıştım, uyanınca hemen çarşafımla örtündüm/Vallahi o benimle başka bir keli­me konuşmadı. Devesini çöktürerek beni bindirdi. Deveyi önden çekerek yola devam ettik. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra öğle sıca­ğında askere yetiştik, işte o zaman hakkımda konuşarak helak olanlar oldu. Bunların başında da günahın en büyüğünü deruhte eden Abdullah bin Übey geliyordu.

Medine'ye gelince bir ay hastalandım. Meğer bu sırada iftiracıların sözleri dolaşıyormuş. Bundan tamamen habersizdim. Yalnız beni İşkillen­diren bir cihet vardı. Resulullah (sav)'tan daha önceki hastalıklarda gör­düğüm lütuf ve şefkati görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selam veri­yordu. Adımı hiç anmadan «Hastalığınız nasıl» diyordu, iyileşinceye kadar hakkımda yapılan iftirayı bilmiyordum.

Bir geçe Misdah'ın annesiyle kaza-yı hacet yerimiz olan Menası ta­rafına çıkmıştım. Buraya ancak geceden geceye çıkardık. Henüz evlerde tuvalet yapılmamıştı. O tarihte henüz bazı şeylerde ibtidai Arap adetleri geçerli idi. İhtiyacımızı defettikten sonra evimize doğru gelirken Misdah'ın annesi, ayağı arşafına takılarak düştü. Araplar arasında adet olduğu üze­re, «Düşmanım helak olsun» yerine «Misdah helak olsun.» dedi. Ona. «Be-dir'e iştirak eden bir adam hakkında nasıl böyle konuşursun?» dedim. Kadın bana. «Misdah'ın dediğini duymadın mı?» dedi. «Misdah ne söylü­yor?» diye sordum. İşte o zaman bana ifk hadisesini ve yayanları anlattı. Bunun üzerine hastalığıma bir hastalık daha eklendi.

Eve dönünce Resulullah (sav) yanıma geldi. Selam verdi ve nasılsın dedi. Ona, «Babamın evine gitmek üzere bana izin veriniz.» dedim. Hadi­seyi babamın evinden tahkik etmek istiyordum. Resulullah (sav) gitmem cin izin verdi. Onlara gittim. Anneme. «Halk içinde dönen bu havadis nedir?» dedim. O da bana, «Kızım, sen hadiseyi büyütme, sağlığını dü­şün. Allah (cc)'a yemin ederim ki, bir kadın senin gibi güzel ve zevcinin »anında sevimli olsun ve birçok ortakları bulunsun da aleyhinde dedikodu etmesinler, pek nadirdir.» dedi. «Sübhanallah, halk böyle söz söylesin, doğrusu taaccüb olunur.» dedim.

Hz. Ayşe sözlerini şöyle sürdürür: «O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmedi, gözüme uyku girmedi. Bu halde sabahı ettim. Sabahleyin Resulullah (sav) Ali bin Ebi Talib'i ve Üsame bin Zeyd (ra)'i yanına çağırmıştı. Vahiy gecikince hadiseyi onlarla istişare et--ışti. Üsame (ra), nefsinde bilip gönlünde beslediği muhabbeti tavsiye •e işaret ederek. «Ya Resulullah. onlar senin ehlindirler. Biz Ayşe (r.an-:) hakkında hayırdan  başka birşey bilmeyiz.» dedi. Ali bin Ebi Talip a) se, «Ya Resulullah, Allah (cc) sana dünyayı dar etmemiştir. Ayşe'-- anha)'den başka kadın çoktur.    Mamafih Ayşe'nin cariyesi    Berire'ye sofunuz. O doğrusunu size söyler.» demişti. Resulullah (sav) da Berire'yi »ğırıp, «Ey Berire, hanımından sana şüphe veren bir hal gördün mü?» xte sormuş. Berire de, «Hayır ya Resulullah. Sizi hak peygamber olarak jooderen Allah (cc)'a yemin ederim ki ben hanımınızdan ayıp olarak sadır runuş şundan başka birşey görmedim: Ayşe küçük yaşta bir kadındı. Ha­mur yuğururken uyurdu da evin besi koyunu gelir, hamuru yerdi.» demiş.

«Bunun üzerine Resulullah (sav) o gün mescidde bir hutbe irad etti. -arayı ilk olarak ortaya atan Abdullah bin Übey'i kastederek şöyle söy-edi: «Ehlim hakkında bana eza eden bir şahıs hakkında bana kim yar­am eder de benim için ondan intikam alır. Vallahi ben ehlim hakkında hayırdan başka blrşey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın adını da ortaya attılar ki. bu zat hakkında da ben hayırdan başka birşey bilmiyorum. Bu fazıl kimse şimdiye kadar ehlimin yanına girmemiştir. Ancak benimle beraber girmiştir.» buyurdu.

«Bunun üzerine Evs kabilesinin reisi Sa'd ibni Muaz (ra) ayağa kalka­rak. «Ya Resulullah, Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer bu sözü çı­karan kimse Evs'dense biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazreç kardeş-lerimizdense ne yapmak lazımsa siz emredersiniz, biz emrinizi yerine ge­tiririz.» dedi. Bu defa Sa'd bin Ubade (ra) ayağa kalktı. Bu da Hazreç ka­bilesinin ulusu idi ve bu vakadan evvel salih bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyet ve gayretiyle Sa'd ibni Muaz (ra)'a karşı. «Vallahi sen ya­lan söylüyorsun. Sen onu öldüremezsin ve öldürmeye muktedir değilsin.» dedi. Bu defa da Üseyd bin Hudayr (ra) ayağa kalkarak Sa'd bin Ubade (ra)'ye karşı, «Allanın beka ve ahadiyetine yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafık­sın ki münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun.» diye mukabelede bulundu.

«Bu suretle Evs ve Hazreç kabileleri ayaklandılar. Hatta birbirleriyle mukateleye kalkıştılar. Resulullah (sav) henüz minberde bulunuyordu. He­men minberden indi ve bunları teskin edinceye kadar taltif buyurdu. Baş­ka birşey söylemeyerek sükut etti.

«Ben o gün de ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku gir­di. Sabahleyin babam ve annem yanıma geldiler. Ben böylece iki gece bir gün ağladım. O kadar gözyaşı döktüm ki ağlamaktan yüreğim parçalana­cak sandım.»

Hz. Ayşe diyor ki: «Bir ara babam ve annem yanımda oturuyor, ben de ağlıyordum. Ensar'dan bir kadın gelerek izin istedi. Yanıma geldi ve benimle ağlamaya başladı. Biz bu vaziyette iken Resulullah (sav) içeri girdi ve yanıma oturdu. Halbuki Resulullah (sav) dedikodu başlayalı beri oturmamıştı. Gecen' bir ay içinde de hakkımda birşey vahyolunmamıştı. Resulullah (sav) şehadet ederek şöyle dedi: «Ya Ayşe. hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer bu isnadlordan beri isen Allah (cc) seni yakında beri kılar. Yok eğer böyle bir günaha yaklaştınsa Allah (cc)'tan mağfiret dile ve tövbe eyle. Çünkü kul. günahını itiraf edip tövbe edince Allah (cc) da o.ıa af ile muamele buyurur.»

Resulullah (sav) sözlerini bitirince gözlerimin yaşı kesildi. Bir damla gözyaşı bulamıyordum. Hemen babama, «Resulullah'a benim tarafımdan bir cevap ver.» dedim. «Vallahi kızım, Resulullah (sav)'a ne diyeceğim bil­miyorum.» dedi. Bu defa annemden bir cevap vermesini istedim. O da. «Vallahi ben de Resulullah (sav)'a ne diyeceğimi bilmiyorum.» dedi. Ben Kur'andan cok şey okumamış genç bir kadındım. Bu cihetle şöyle dedim: «Vallahi ben bilirim ki siz halkın dedikodusunu işittiniz, nefsinizde büyü­tüp ona inandınız. Şimdi ben size bundan uzak olduğumu söylesem —Al­lah bilir ki ben uzağım— sözümü tasdik etmezsiniz. Eğer itiraf etsem —ki Allah bundan uzak olduğumu biliyor— o zaman beni tasdik edersiniz. Vallahi bu vaziyette benim ve sizin için bir mesel bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasını örnek buluyorum. Ki o, «Artık (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin şu anlattığınıza karşı yardımına sığınılacak (ancak) Allah-Ur.»

«Bu sözleri söyledikten sonra yatağıma döndüm. Ben Allah (cc)'ın benin uzak olduğumu bildirmesini umuyordum. Fakat hakkımda vahy in­zal Duyurulmasını beklemiyordum. Kendimi, bana ait bir mesele için Kur'-an lisanı ile tekellüm olunmaktan hakir addederdim. Fakat muhakkak su­rette. Resulullah (sav)'a rüya yoluyla beri olduğumun bildirileceğini umu­yordum. Vallahi Peygamber yerinden kalkmamıştı ve oradakilerin hiçbiri dışarı çıkmamıştı. Nihayet vahiy inzal buyuruldu. Onu vahyin sıklet ve şiddetinden terlemek gibi vahiy eserleri istila etti. Hatta ondan vahiy es­nasında kış günleri bile inci tanesi gibi ter dökülürdü. Resulullah (saf)tan vahiy eserleri zail olunca gülümseyerek bana döndü ve, «Ya Ayşe. Allah (cc)'a hamdet. Çünkü o senin beri olduğunu haber verdi.» buyurdu. Bunun üzerine babam ve annem, «Kızım, kalk Resulullah (sav)'a teşekkür et.» dediler. «Hayır ona ne kaltonm, ne de Allah (cc)'tan başkaya teşekkür ederim » dedim. Çünkü benim beratımı O inzal buyurdu.

«Hakkımda berat âyetten nazil olduktan sonra Ebubekir Sıddık (ra), nafakasını verdiği yakını Misdah bin Üsase (ra) için, «Vallahi Ayşe hak­kındaki iftirayı yaydığı için ona hiçbir şey vermeyeceğim.» dedi. Bunun üzerine Allohu taala. cSizden (dmde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi olanlar...» âyetini inzal buyurdu. Bunun üzerine Ebubekir Sıddık (ra), «Ben Allah (cc)'ın beni mağfiret etmesini şüphesiz severim.» diyerek Misdah bin Üsase (ra)'nin nafakasını vermeye devamla, «Allah (cc)'a yemin ede­rim ki. ölünceye kadar onun nafakasını kesmeyeceğim.» dedi

Hz. Ayşe sözlerine şöyle devam eder: «Resulullah (sav) benim halimi Zeynep binti Oahş (r.anha)'tan sorarak. «Ya Zeynep. Ayşe ile ilgili ne biliyorsun, ne gördün?» dedi. O da. «Allah (cc)'a yemin ederim ki ben on-ia hayırdan başka birşey görmedim.» cevabını verdi. Resululloh (sav)'ın zevceleri içinde beni encok kıskanan ve güzelliği ile iftihar eden Zeynep (r.anha)'ti. Allahu taala onu takvası ile korudu. Hakkımda kötü şeyler konuşmadı. Yalnız onun kardeşi Hamlete Zeynep (r.anha)'e ifk hadisesi hakkında laf getirdi. O da ifk hadisesinde helak olanlarla birlikte helak oldu.t (Buhar! ve Müslim)

işte münafıkların İslama ve Resulullah (sav)'a en büyük zararları bu iftira ile oldu. Onlar Resulullah (sav)'ın şeref ve namusunu hedef alarak, onun en sevgili zevcesi Hz. Ayşe'ye iftira atarak kirletmeye çalıştılar. Allah (cc) ise onların yaptıklarının bir iftira olduğunu bütün açıklığı ile bildire­rek Hz. Ayşe'nin iftiradan uzak ve temiz olduğunu açıkça beyan etmiştir. Bu âyetler, asırlar boyu müminler için bir ders. basiret sahiplerine ibret ve Resulullah (sav)'ın zevcelerinin temiz ve nezih olduklarına bir acık de­lil olmuştur. «Bunlar, o (iftiracıların) diyeceklerinden cok uzaktırlar. Onlar İCİn mağfiret ve çok şerefli nzık vardır.»

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1- İnsanı, kibir ve gurura sevketmediği takdirde takva ve salahla vasıflandırmak caizdir.

2- Hayırlı bir işin terki için yemin eden kimse yeminini bozarak o hayırlı işi yapmalı ve yemini için kefaret vermelidir.

3- Kötülük yapanı, affetmek insanın kemal ve imanını gösterir.

4- iffetli, namuslu ve hür kadınlara zina iftirası atmak Allah (cc)'ın gazabını gerektiren büyük günahlardandır.

5- Kıyamet günü insanın duyu ve uzuvları dünyada ne yaptığına dair şehadet edeceklerdir.

6- Dünyada kazanılan günahlar ahirette en adil bir ceza ile karşılık görecektir.

7- Resulullah (sav)'ın temiz zevcelerini fenalıkla itham etmek bizzat Resulullah (sav)'a eziyet ve dine düşmanlıktır.

8- Hz. Ayşe, münafıkların attıkları iftiradan bizzat Allah (cc) tara­fından berat ettirilmiştir.

9- Resulullah (sav)'ın ehli beyti temizdir. Oradan kötü bir koku çık­ması tasavvur dahi edilemez.

10- Allah (cc)'ın fıtrat kanununa göre kötü kadınlar ve kötü sözler kötü erkeklere, kötü erkekler ve kötü sözler de kötü kadınlaradır.

 

45. DERS MÜSLÜMANLARI ZİYARET HUSUSUNDA İZİN İSTEMENİN ADABI

 

27- Ey İman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve selam da vermeden gir­meyin. Bu, sizin İçin daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünürsünüz.

28- Eğer orada bir kimse bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Şayet size «geri dönün» denilirse dönüp gidin. Bu, sizin için daha temiz (bir harekettir. Allah, ne yaparsanız hakkıyla bilendir.

29- Meskun olmayan, içerisinde sizin İçin bir menfaat (ve alaka) bulunan (ev ve) odalara girmenizde size bir vebal yoktur. Açıklayacağınızı da. gizleyeceğinizi de Allah bilir.                                       

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Teste'nisû):  İstinas kökünden gelen bir fiildir, izin isteme anlamınadır.

(Alaehliha): Ehl'den maksat o evde oturanlardır.

(Zaliküm havrünleküm): Yani izin isteyerek se­lam vermekle içeri girmeniz izinsiz girmekten daha hayırlıdır

(Lealleküm tezekkerun): Allahu Taala bu edebleri bildirmiştir ki. o bildirdiklerini yerine getirerek yaşayasınız.

(Ezkâleküm): içeriye girme müsaadesi alama­dığınız takdirde beklemektense geri dönmeniz sizin için daha şerefli ve te­mizdir.

(Cünahün): Günah yoktur anlamınadır.

(Gayra m«skunetin): Bundan maksat amme hiz­metine yaptırılmış hamam. otel. han gibi binalardır. Yani bu gibi yerlere İzinsiz girmek günah olmadığı gibi islâmî edeb dışı bir hal ve hareket de sayılmaz.

(Metaunteküm): Meta, lügatta menfaate denir.

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc) mümin kullarını en yüce edeblerle tedib ederken onları en yüksek ahlaka davet eder. Onlara, halktan birisinin evine girmek istedikle­ri zaman, girme müsaadesi almalarını emreder. Girdikten sonra da içeride bulunanlara selam vermelerini emreder. Ki. böylece aralarında uyum ve sevgi temin edilebilsin. Kendilerine ait olmayan ev ve odalara izinsiz ola­rak girmelerini yasaklıyor ki. onlar, herhangi bir durumla karşılaşmasınlar ve girecekleri ev halkının da arzu etmediği bir şekilde onları görmesinler. Zira giriş izni ve selam, şüphe edilecek bir hal ve kötü bir durumla karşı­laşmamaya vesile olurken ziyaretçiye karşı da ev halkı tarafından yapı­lacak hürmete vasıta olur. İzin verilmediği takdirde geri dönme, kapıda beklemekten ve içeri girme ısrarında bulunmaktan daha hayırlıdır. Hane halicinin izin vermemesinde ya bir özürleri veyo ziyaretçiyi layıkıyla karşıla­malarına mani bir hal vardır. Gidilen evde kimse olmadığı takdirde İçeri girmek caiz değHdir. Çünkü meskenler için büyük bir saygı vardır ki. an­cak oralara girmek ev halkının izin vermesiyle otur. Ev bottu, bozan, evin­de olan mal ve emtiayı kimsenin bilmemesini ister. İzinsiz girüdiğ* takdirde bir şeyin kayıp veya zayi olması içeri giren tein kötü töhmetlere vesile olur. Meskun olmayan evler veya insanların menfaat ve mastanau için yapılmış han. hamam ve lokanta gibi yerlere girmek için izne gerek yok­tur. Bu âyetin ihtiva ettiği hükümler, islamın aileye ve cemiyet huzuruna verdiği önemi belirten edeb numuneleridir.

Bu âyetlerle geçmiş âyetler arasındaki münasebet

Surenin başındaki âyetler zinanın zararlarını, çirkinliğini, haremliğini ve zina işleyenin dünyada da, ahirette de azaba müstahak olduğunu be­yan etmektedir. Kadına bakmak, tenha bir evde kadınla birlikte bulun­mak ve kadınların, avret mahalline muttali olmak zinaya vesile olur. Kendi evi ve odası olmayan bir yere izinsiz girmek bu sayılan hallere vesile ol­duğundan Allahu taala bütün kullarına yabancı ev ve odalara girmek iste­diklerinde uymaları icabeden en hikmetli yolu göstermiştir. İnsanlar bu yola uyarlarsa aHeleri yıkan fuhşun yayılmasını sağlayan ve cemiyet ni­zamını bozan zina gibi büyük bir kötülüğe düşmekten kurtulurlar.

Bundan evvelki âyetler iffetli ve temiz Hz. Ayşe'ye münafıkların isnat ve iddia ettikleri İfk hadisesini beyan etmekteydi. Müfterilerin iftiralarını isbat için dayandıkları tek nokta. Hz. Ayşe'nin Safvan'la yalnız başına yap­tığı bir yolculuktur. İşte Allahu taala bu tür iftiralara sebebiyet vermemek için yabancı ev ve odalara izinsiz olarak girmeyi yasaklayarak cemiyeti İftira afetinden korumuştur.

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1) Bu âyetin nüzul sebebinde şu rivayet yapılmıştır: Bir kadın Resulul-lah (sav)'a gelerek: «Ya Resulullah, ben odamda hiç kimsenin hatta ba­bamın ve evladımın dahi görmelerini istemediği bir kıyafetle dolaşıyorum. Böyle bir kıyafetle iken yanıma birisi habersiz girerse ben ne yaparım?» dedi. Bunun üzerine «Ey İman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara..» âyeti nazil oldu. [77]

2) Ebi Hatem Mukatil'den: «Ey İman edenler, kendi (ev ve) odaları­nızdan başka (evlere ve) odalara...» âyeti nazil olduğunda Ebubekir Sıddlk (ra), Resulullah (sav)'a, «Kureyş tacirleri devamlı olarak Mekke. Medine. Şam. Yemen. Kudüs gibi yerlere gidiyorlar. Buralarda ve yollarda onların belli başlı bir barınakları yoktur. Ancak umuma yapılmış ve İçinde daimi oturulmayan han, kervansaray gibi yerler vardır. Buralara girerken de izin isteyerek mi girilmelidir?» diye sordu. Bunun üzerine «Mesken olmayan, İçerisinde sizin için bir menfaat...» ğyeti nazil oldu.» [78]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Âyetin müminlere hitapla başlaması, müminlerin Al­lah (cc) katındaki yerlerinin yüksekliğini, hitaba ve teklife ehil olduklarını göstermektedir. Kafirler ise hayvanlar gibi hitab ehli değildirler. Allahu taala onlar için «Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hatta daha sapıktır­lar.» (Araf: 179) buyurmaktadır, işte âyetin başındaki «Ey iman edenler,» hitabının sırrı budur.

İkinci incelik: Âyetteki «Sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden» ifa­desinde çok ince bir maksat vardır ki bu. yalnız izin almak değil giren adam için ev halkının giriş izni vermesiyle beraber onun ziyaretine alış-. kan olmalarıdır. Ziyaretçi bilsinki, benim o eve gitmeme onlar razı oluyor­lar.

Mevdudi, «Alimlerin istinas kelimesini yalnız izin anlamında kullan­maları hatalıdır. Çünkü, iki kelime arasında çok ince bir fark vardır ki. bu İncelikten de sarfı nazar etmek uygun değildir, «istinas kelimesi isti'zan kelimesinden daha umumi ve şümullüdür. Buna göre âyetin manası «Ey müminler, siz eviniz ve odanız olmayan bir ev ve odaya girdiğinizde ne zaman ki, ev halkı sizin girmenize alışkın olurlarsa o zaman izin İsteyin ve girin.» olur.»

Üçüncü incelik: Âyetteki. «Eğer orada bir kimse bulamazsanız» ifa­desi çok İnce bir tabirdir ki, önemli bir duruma işaret eder. Çünkü, evde bulunan şahıs, istemediği ziyaretçiye çoğu kez hiç bir cevap vermez veya doğrudan doğruya izin vermez. İşte, âyetin ifade tarzı bu her iki durumu da içine alır. Şayet. Allahu taala «Eğer orada bir kimse bulamazsanız» yerine «orada hiç kimse olmazsa» deseydi bu anlam İnceliği ortadan kalkardı. Hülasa, âyet. her iki halde de bir eve girmeyi yasaklar:

1) Ev sahibinin cevap vermemesi zımnen izin vermemesidir.

2) Sarahaten izin vermemesi.

Dördüncü İncelik: Zemahşeri. cZiyaretcinin giriş için ısrar etmesi de yasaklanmıştır. Bu bakımdan kapıyı şiddetle vurmak veya kapıda bağır­mak gibi hallerden de kaçınmak lazımdır. Çünkü, böyle şeyler, islâmi aile terbiyesi olmayan kişilerin yapacağı şeylerdendir.* [79] der.

Beşinci incelik: «Açıklayacağınızı da. gizleyeceğinizi de Allah bilir» âyeti de kötü niyetti insanlar içindir ki. onların kastı yalnız halkın avretine muttali olmak ve kötü emellerini yerine getirmektir. Bunlara şiddetli bir tehdit vardır.

 

Âyetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Selam İzinden Önce Mi Verilecektir, Sonra Mı?

 

Ayetin zahiri, selam vermeden önce için istemeye delalet eder. Bazı alimler de bu âyetin zahiri ile hükmetmişlerdir. Fakihlerin cumhuru İse. önce selam verilecektir, sonra da izin istenecektir, görüşündedir. Hatta imam Nevevı, «Sahih ve muhtar olan önce selam sonra da izin istemek­tir. Çünkü Resulullah (sav). «Evvela selam, sonra kelam» buyurmuştur». [80] der.

Cumhur, Beni Amir'den rivayet olunan: «Resulullah (sav) evde İken. kapının önüne gelen bir kişi, ben eve gireyim mi der, Resulullah (sav), hizmetçisine, «sen çık dışarı da, şu adama izin istemeyi öğret ve ona de ki: Esselamünaleyküm. Ben içeriye gireyim mi?..» [81] hadisini delil alarak, selamın izin isteğinden önce verilmesine hükmederler. Bir başka delilleri de Ebu Hureyre (ra)'den rivayet olunan «Resulullah (sov). selam verme­den izin isteyen birisine, selam vermeden İzin istemeyin, buyurmuştur.» [82] hadisidir.

Zeyd bin Eslem'den şöyle rivayet edilmiştir: «Babam beni İbni Ömer (ra)'e gönderdi. Evine vardım. «İçeri gireyim mi?» dedim. «Gir.» dedi. İçe­riye girdikten sonra. «Merhaba ey kardeşimin oğlu. Bundan sonra bir eve varınca «Gireyim mi?» deme. evvela selam ver. Selamını aldıktan sonra

girmek için izin iste. Girmen için izin verildiği zaman da içeri, gir.» dedi.» [83]

Rivayete göre Hz. Ömer. Resulullah (sav)'in yanına gittiği zaman, ön­ce selam verir, sonra da «Ömer içeri girsin mi?» diyerek izin isterdi. [84]

Bazı alimler bu meseleyi şöyle açıklamışlardır: Ziyarete giden adam, gittiği evde içerden birisini görürse, önce selam verir, sonra ojrnittleni is­ter. Şayet kimseyi göremezse önce girme izni ister. İçeri girdikti»* sonra selam verir. Maverdî'nin tercih ettiği görüş de sudur. Bu görüş kendi için­de hem cumhurun delil aldığı hadisleri, hem de âyetin merhumunu bir aı aya toplamıştır.

İzin istemek için «Ben girebilir miyim?, gelebilir miyim?» gibi ifadeler şart değildir, öksürmek, teşbih ve tekbir gibi arada bulunduğunu göstere­cek işaretlerle yapılması da caizdir. Taberani. Eba Eyyub Ensari (ra)'den şöyla^ivayet etmiştir: «Resulullah (sav)'a. «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka...» âyeti hakkında «Yo Resulullah. selam vermeyi biliyoruz fakat isti'nası bilmiyoruz» dedim. Resulullah (sav), «Evin önünde teşbih veya tekbir getirmek veya öksürmekle olur.» buyurdu.» [85]

Bugün kapıyı veya zilini çalmak, âyette meşru kılınan izin istemenin yerine geçmektedir. Sahabiler devrinde evlerin mazbut kapılara ve zilleri yoktu. Şimdi ise yalnızca kapıyı veya zilini çalmak giriş izni istemeye de­lalet ettiğinden kafi gelir.

 

İkinci Hüküm: İzin Kaç Defa İstenir?

 

Âyet, izin istemenin sayısını izah etmemiştir. Ancak zahiri bir defa İstenmesi, izin verildiği takdirde girilmesine, verilmediği takdirde geri dö­nülmesine delalet etmektedir. Resulullah (sav)'ın sünneti izin istemenin üç kez olduğunu beyan etmiştir. Buna delalet eden hadisler şunlardır :

Ebu Hüreyre (ra)'den: «kin istemek üçtür. Birincisinde haberdar olur­lar. İkincisinde kendilerine çekidüzen verirler. Üçüncüsünde giriş izni verir­ler veya reddederler.» [86]

Ebu Musa el-Eş'ari (ra) ile Hz. Ömer arasında gecen şu hadise de iznin üç defa istenmesi gerektiğine delalet eder: Bu hadise. Buharı ve Müslim'in rivayetlerine göre şöyledir: Etou Said el-Hudri (ra)'den: «Ensari-lerln bir meclisinde oturuyordum. Ebu Musa el-Eşari (ra). korkuyla içeri girdi. «Seni korkuya düşüren nedir?» diye sorunca, «Ömer bin Hattab (ra) yanına gelmemi emretmişti. Gittim ve girmek için üç kez izin istedim. Bana şifahi giriş izni verilmediği için geri döndüm. Daha sonra Ömer (ra) «Bana gelmeme mani nedir?» dedi. Ben de,' «Ben geldim, üç defa izin is­tediğim halde giriş izni verilmeyince geri döndüm. Zira Resulullah (sav). «Sizden biriniz bir evden üç kere izin isterde tein verilmezse geri dönsün?» buyurmuştur.» demem üzerine «Sen naklettiğin hadisi ya isbat edersin veya seni cezalandırırım.» dedi. Bunun üzerine Ubey bin Kaab. Ebu Musa el-Eş'ari (ra)'ye. «Sen içimizden en genci ite Ömer (ra)'e git ve durumu bildir.» dedi. Cemaatin en genci ben olduğum için Ebu Musa (ra) ile gi­derek Ömer (ra)'e Resulullah (sav)'ın bu hadisini haber verdim.» [87]

Üç defa izin istemek, isteyen için bir haktır. Yoksa onun için farz olan bir defa istemektir. Ebu Hayyan. «Üçten fazla izin isîsnmez. Şayet içerdekilerin duymadıktan anlaşılırsa üçten fazla da istenebilir.» demiştir.

 

Üçüncü Hüküm: Bin İstemenin Hikmeti Nedir?

 

İzin istemekteki hikmet. Allahu taalamn. «Mesken olmayan odalara girmenizde sUe bir vebal yoktur.» âyetindeki uyarışıdır. Çünkü bu âyet. İzinsiz girilmesi haram olan yerlerin meskun olan evler olduğuna delalet etmektedir. Meskun yerlere izinsiz giren kimse, hane halkını kendisine haram olan durumlarda görmekten emin olamaz. Bu bakımdan izinsiz gir­mek hane halkını rahotsız ettiğinden İslâmın İçtimai adabına ters düş­mektedir.

 

Dördüncü Hüküm:   Mahremlerin Odalarına İzinsiz Girilebilir Mi?

 

İslâmın yüksek edeblerinden biri de mahremlerin odasına bile izin is­teyerek girmektir. Sahabilerden birisi. «Ben annemin odasına girerken de mi izin isteyeceğim?» diye sordu., Resulullah (sav). «Evet.» dedi. Aynı a-dam, «Benden başka anneme hizmet ederek kimse yoktur. Odasına her girişte izin mi isteyeceğim?» dedi. Resulullah (sav). «Sen anneni çıplak görmek ister misin?» buyurdu. Adam. «Hayır, annemi çıplak görmek iste­mem.» deyince, «O zaman her girdiğinde izin İste.» buyurdu. [88]

Fahreddin Razi bu hususta şöyle söyler: «İnsanın mahremlerinin ya­nma izinsiz girmesi caiz değildir. Yalnız şu var ki. onların saçını, göğüsle­rini ve dizden aşağılarını görmesi caizdir. Başkasının odasına izinsiz gir­menin yasak edilmesinin sebebi, onun uzuvlarının açık olma ihtimalidir. Bu uzuvların acık olması ise kendi karısı ve cariyeleri dışındaki bütün kadınlar için haramdır.» [89]

 

Beşinci Hüküm:  Ziyaretçi Kapının Neresinde Ve Nasıl Durmalıdır?

 

islâmın edeblerinden birisi de ziyaretçinin yüzünü kapıya çevirmeme-sidir. Ziyaretçi kapının sağ veya sol yanında ve yan olarak durmalıdır. Çün­kü Resulullah (sav)'tan sahihen tesbit edilen bir hadise göre Resulullah (sav) bir eve gidince kapının tam önünde ve yüzünü kapıya dönerek dur­mazdı. Kapının sağ veya sol tarafında, yanını çevirerek durur ve selam verirdi. [90] Zira o zaman şimdi olduğu gibi mazbut kapılar yoktu.

Sa'd bin Ubade (ra)'den rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'in evine gittiğimde yüzümü içeriye çevirerek durdum ve izin istedim. Resulullah (sav) bana biraz uzaklaşmamı işaret etti. Sonra bana. «Biliyor musun ni­çin İzin istenilir? izin ancak içerdekilerin bakılması veya görülmesi haram olanlardan kaçınmaları içindir.» buyurdu.

işte bu. zamanımızda da müslümanlann mutlaka uymaları gereken bir edebtir. Şimdi, herne kadar kapılar örtük ise de kapıyı çalan kişi kapı açıldığında içeride görülmesi haram olan şeylerj görebilir, ev sahibinin başkaları tarafından öğrenilmesini istemediği şeylere muttali olabilir. Bu İtibarla günümüzde de bir kapıya varıldığında kapıya ya arka dönmeli ve­ya yan durmalıdır.

 

Altıncı Hüküm: İzin İstemek Ve Selam Vermek Farz Mıdır?

 

Âyetin zahiri, yabancı bir eve girmeden önce izin istemenin ve selam vermenin lüzumuna delalet eder. Bütün fakihler bu görüştedirler. Yalnız izin istemekle selam vermek aynı derecede değildir. İzin istemek farz, selam vermek sünnettir, izin istemenin farz oluşu halkı haramdan koru­mak içindir. Çünkü hadisi şerife. «İzin istemek ancak gözlerin haramdan korunması içindir.» buyurulmaktadır. [91] öyleyse izin istemek farzdır. Se­lam İse, sevgiyi artırmak içindir. Zira Resulullah (sav), «Sizi. onu yaptığınız takdirde birbirinizi çok seveceğiniz birşeye delalet edeyim mi?»' dedi. Sahabiler. «Evet, ya Resululloh» dediler. Resulullah (sav), «Aranızda se­lamı yayın.» buyurdu. Buna göre selam sünnettir. Kur'anın birkaç yerinde selam verilmesi öğütlenmektedir. Bunlardan birisi de. «Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin.» (Nur: 61) âyetidir.

 

Yedinci Hüküm: Kadınlar Ve Köleler İçin De İzin İstemek Farz Mıdır?

 

Âyeti kerimenin zahiri, ister erkek, ister kadın, ister sağlam, ister kör olsun bir kapıya giden herkes için izin istemenin farz olduğuna delalet et­mektedir. Alimlerin cumhuru da bu görüştedir. Zira avret sayılan bazı şeyler vardır ki bunları işitmek de haramdır. Bir kimsenin bir eve izinsiz olarak girmesi elbette ev sakinlerini rahatsız eder. Bir körün izinsiz olarak içeriye girmesi halinde, ev sahibi karı-kocanın mahrem bir konuşmalarına muttali olabilir. Bir erkek ve kadının mahrem mahallerine bakmak nasıl haramsa, mahrem konuşmaları dinlemek de öyle haramdır. Bu bakımdan ziyaretçinin kör olması durumu değiştirmez, izin istemek onun için de farzdır.

Zemahşeri: «izin istemenin meşruiyetindeki hikmet, halkın birbirinin diğerlerinden gizledikleri halleri görmemeleridir. Yoksa yalnız aile haya­tına muttali olmak değildir.» [92]

İzin istemek erkeklere farz olduğu gibi kadınlara da farzdır. Çünkü erkekler kadınları kıskandıkları gibi kadınlar da erkekleri kıskanırlar. Âyet­teki hitabın erkeklere yönelik olması ise Kur'anın umumiyetle erkekleri mu-hatab kabul eden üslubundan ileri gelmektedir. Kur'anın erkeklere hitab etmesinin sebebi de. kadınların Allah (cc)'ın Kur'anla bildirilen emirlerin­den erkekler vasıtasıyla haberdar olmalarıdır.

Bir eve girmeden önce kadının da erkek gibi izin istemesinin farz ol­duğuna delalet eden nakli delillerden biri de şudur: Ümmi İyas: «Biz dört kadın Hz. Ayşe'ye giderek yanına girmek için izin istedik. Ben, «girelim mi?» dedim. «Hayır» dedi. İçimizden birisi, Allah (cc)'ın selamı üzerine olsun ey müminlerin annesi, içeri girebilir miyiz?» dedi. Bunun üzerine Hz. Ayşe. «girin» dedi ve sonra, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odaları­nızdan başka...» âyetini okudu. [93] İşte bu rivayet de kadının erkek gibi izin İstemesi gerektiğine delalet eder.

 

Sekizinci Hüküm: Hangi Hallerde Evlere İzinsiz Girmek Mubahtır?

 

Âyetin zahiri, bütün zaman ve hallerde evlere izinsiz girmenin haram olduğuna delalet etmektedir. Şurası vanki zaruret halleri müstesnadır. Me­sela; bir evde yangın çıkması, hırsızların, soyguncuların baskınına uğ­raması veya o evde dinen açıkça yasak olon birşeyin işlenmesi halinde bu halleri bilen kimsenin izinsiz olarak girmesi mubahtır. Fahreddin Razi bu hususu tefsirinde uzun uzun açıklamıştır, [94]

 

Dokuzuncu Hüküm: İzinsiz Olarak Yutuma Bir Evi Gözlemenin Hükmü

 

Bir kimsenin yabana tik ©yi gözlemesi kesinBkle haramdır. Yalnız fakihler. yabancı bir evi gözefleyen kimsemin meraedilmesi, dövülmesi, gözlerinin kör edJbnesl halinde ne lazım geleceği tıakkrnda ihtilaf etmiş­lerdir

1- İmam Şaffi (ra) «e HanbeJ (raj'e göne ev toalkı evi izinsiz ©özet­leyenin (röntgencinin) gözünü kör etseler kısas edilmezler. Ayrıca rönt­genci bir hak da tateb edemez.

2- İmam Malik (raj «e Ebu Hanife {ra)'ye göre röntgene**» gözünün kör edilmesi cinayettir. Dolayısıyla ya diyeti verir, yada kısas yapılır.

Şafii ve Hanbelilerin delileri:

1) Ebu Hüreyre (ra)'den: «Her kim bir evi izinsiz olarak gözetlerse ev halkı onun- gözünü vurarak kör etse onun gözü heder olmuştur. «(Hiç­bir hak taleb edemez.)» [95]

2) Sehl bin Saad'den: «Bir adam Resuiulloh (sav)'ın odalarından bi­rini gözetliyordu. Resulullah (sav), elindeki uzunca bir demir parçasını adama göstererek. «Eğer evime muttali olmak için gözetlediğini bilsem şu demiri gözlerine sokardım. İçeri girmek için izin istemek ancak göz­leri haramdan korumak içindir.» buyurdu.» [96]

Maliki ve Hanelilerin delilleri:

1) «Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (kar­şılıklıdır).» (Maide: 45) âyetinin hükmü umumidir. Buna göre kim birinin —velev ki evini gözetlediği için olsun— gözünü kör etse cani olur. Eğer kasden yapmışsa kısas yapdv. Hataen yapmışsa diyetini verir-

2) Bir eve izinsiz olarak giren kimseye hane tatta tarofondan yapılara saklın sonucu gözü kör edilirse imi kısası icabettir. Bunda bütün alimler icma etmişlerdir. Maliki ve Hanefi alimlerine göre bir eve izinsiz olarak girmek gözün kör edilmesini mubah kılmadığına göre kapı veya pencere­den bir evi gözetlemek de gözü kör etmeyi mubah kılamaz.

3) Maliki ve Hanefi alimleri. Şafii ve Hanbelilerin delil aldıkları «Her­kim bir evi izinsiz olarak gözetlerse...» hadisini şöyle tevM ederler: Bir evin içine, o evdeki kadınları görmek için bakan kişi evvela menedilv. Tekrar gözetlerse o zaman zor kullanılır. İşte bu zor kullanma sırasında gözetleyenin gözü kör edilirse onun gözünün kanı heder olmuştur. Zira o adam zalim ve haddi tecavüz etmiştir.

Cessas şöyle der: «Fakihler bu hadisin zahirinin hilafına hükmeder­ler. Çünkü Ebu Hüreyre (ra)'nin rivayet ettiği bu hadis usule muhalif ol­duğu için reddolunur. Usule muhalif olduğu için reddolunan. «Zina çocu­ğu cennete girmez.» ve «Kim bir ölü yıkarsa kendisi de yıkansın. Kim bir cenazeyi taşırsa abdesti bozulmasa bile abdest alsın.» hadisleri gibi reddolunur. Şüphe yokki. bir eve izinsiz giren kimsenin gözünü kör edene kısas lazımdır.»[97]

Şafii fakihlerinden İmam Fahreddin Razi de şunları söyler: «Bilmiş olunuz ki, «Cana can, göze göz...» âyeti bu hususta zayıf bir delildir. Zira onların «İzinsiz bir eve girenin gözünü kör etmek caiz değildir.» sözleri zayıftır. Çünkü içeri izinsiz girmekle gözetlemek ayrı şeylerdir. İçeri izin­siz -giren adamı evde olanlar bilirler ve kaçarak örtünürler. Ama içeriyi gözetleyenj evde bulunanlar bilemezler, korunamazlar. Dolayısıyla gözet-leyici. bir yabancının görmesi caiz olmayan şeyleri görebilir. Öyleyse şer'i hükümdede gözetleyicinin bu davranışını önlemek için daha ağır bir ceza ile cezalandırılması icabeder.» [98]

Bize göre. Hanbeli ve Şafiilerin delilleri daha kuvvetli ve bu bakımdan tercihe diğerlerinkinden daha şayandır.

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1- Yabancı bir eve girmek için izin istemek farzdır.

2- Meskun bir evde kimse olmadığı takdirde içeri girmek haramdır

3- İzin verilmediği takdirde geri dönmek vacibtir.

4- İnsanların gizli hallerine muttali olmak caiz değildir.

5- Bir eve girildiğinde İslâm şiarından olan selamı vermek sünnet­tir.

6- Amme hizmeti gören binalara izinsiz girmekte bir vebal yoktur.

7- Müslümanın müslümana ne malında, nede canında eziyet ver­mesi doğru değildir.

8- Allah (cc)'ın bu âyette meşru kıldığı terbiye kuralları hem cemi­yet, hem de fert için uyulması gereken en üstün terbiye kurallarıdır.

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Allahu taala evleri insanlar için meskenler kılmıştır. İnsanlar evlerde istirahatlarını temin ederler, iffet ve namuslarını korurlar. Evler insanlara özel olur. Bunun da manası bir başkasının izinsiz olarak girememesidir. Dışarıdan herhangi birisi girmek istediği zaman ev sahiplerinden izin ala­rak girebilir. Zira izinsiz girildiği takdirde ev sakinlerinin yabancılar tarafın­dan görülmesi istenilmeyen hallerini görebilirler ki bu fitneyi tahrik eder. Hatta fitneyi tahrikle de kalmayarak birçok kötülüklere yol acar.

Araplar cahillye devrinde ev sahibinden izin almadan içeri girerlerdi, içeri giren, ev sahibini hanımı ile birlikte yatakta veya hanımı çıplak, ya­hut erkeği mahrem yerleri acık olarak görürdü. Bu şekilde görülmek evin namus emniyetinin ihlali demek olduğu gibi, ev sahiplerine de manevi bir eziyettir. Bundan dolayıdır ki, Allahu taala, müslümanlara bu yüksek ter­biye kurallarına uymalarını emretmiştir.

Bir ev veya odaya girileceği zaman önce İzin istenecek, sonra da selam vererek dostluğunu gösterecektir. Bu hareket ev sakinlerinin de ziyaretçiye ısınmalarına ve hüsnü kabul göstermelerine sebeb olacaktfr. Bu yolla ayrıca mesken emniyeti de sağlanmış olacaktır.

 

46. DERS KADINLARIN ÖRTÜNMESİ VE YABANCI KADINLARA BAKMANIN HÜKMÜ

 

30- Mümin erkeklere şöyle: Gözlerini (haramo bakmaktan) sakın-sınlar ve ırzlarım korusunlar. Bu kendileri için çok temiz (bir harekettir). Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyk» haberdardır.

31- Mümin kaduılara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakın­sınlar, ırzlarını korusunlar. Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kı­sım müstesna Başörtülerini, yakalarının üstünü (kapayacak surette) koy-, şunlar. Zinet (mahal)lerini kendi kocalarından, yahut kendi babalarından, yahut kocalarının babatarmdan. yahut kendi oğullarından, yahut kocaları­nın oğullarından, yahut kendi biraderlerinden, yahut kendi biraderlerinin oğuüanndan, yahut kakardeşiermin oğullarından, yahut kendi kadınların­dan, yahut kendi ellerindeki memluketerden, yahut erkeklerden yana ih­tiyacı olmayan hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine mut­tali olmayan çocuklardan başkasına gostermesinler. Gizleyecekleri zinet-jeri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allaha tövbe edin ey müminler. Taki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasınız.

 

Âyetlerin Lafzı Tahlili

 

(Yaguddû): Gad kökünden gelen bir fiildir. Gad. kirpiği kirpik üzerine koymaya denir. Ayetteki manası ise, bakılması yasak olan birşeye bakmayarak yere bakmaktır.

(fürûcehüm): Müfessirlere göre bundan maksat zinadan korunmak ve avret yerlerini örtmektir.

(Ezkâtehüm): Kendiniz için daha temiz, dininiz için daha koruyucu olur.

(Habîrün bima yesnaûn): Habir, bjrşeyin dışyüzünü bildiği gibi iç yüzünü de bütün derinliği ile bilen demektir. Yes­naûn ise, yaptıklarınız demektir. Buna göre âyetin manası, «Allahu taala yaptıklarınızı içi ve dışıyla hakkıyla bilendir.» olur.

(Ziynetehünne): Ziynet iki kısımdır. Biri yaratılış­tan olan ziynet, diğeri de kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet yüz ve vücut güzelliğidir. Kazanılan ziynet ise, kadınların giydikleri ve kullan­dıkları süs eşyalarıdır.'

(İlki mâ zahare rtılnhâ): Örtülmesi, kapatılması mümkün olmayan yerler. Kadının dıştan giydiği elbise ve örtündüğü örtü gibi.

(Bihumurihinne): Humur, humar kelimesinin ço­ğuludur. Humar, kadının başörtüsüdür.

(Cüyubihinne): Cüyub, kadınların gerdan ve göğüs kısımları.

(Meleket eymanihünne):  Meleket. malik olma demektir. Eyman ise. köle ve cariyelerdir.

(Etİrbeti): İhtiyaç.

(Etttfli): Tıfl, küçük çocuk demektir.

(Lemyezherû): Muttali olmayanlar demektir.

Allahu taala, Resulullah (sav)'a şöyle buyurur: Sana uyan müminlere söyle, gözlerini kapatsın ve kendilerine helal olmayan yabancı kadınlara bakmasınlar. Ancak kendilerine mubah olan kadınlara bakabilirler. Ken­dilerini zinadan korusunlar ve yabancıların görmemesi için avret mahalle­rini örtsünler. Harama bakmamaları hem kalblerini temiz tutar, hem de on-Icrı fuhşa düşmekten korur.

Harama bakmak insanın kalbine şehvet tohumları eker. Şehvani bir arzuyu gayri meşru bir şekilde tatmin etmek İnsanın uzun zaman acı çek­mesine sebeb olur. Şayet gözleri kasıtsız olarak haram birşeye değerse hemen başlarını çevirsinler, bakmaya devam etmesinler. Zira Allahu taala insanların her halini murakabe eder. Herşeylerine de muttalidir, hiçbir şey O'ndan gizli değildir. Ailahu taala, «(Allah) gözlerin hain bakışını, göğüs­lerin gizleyeceği herşeyi bilir.» (Mümin: 19) buyurmuştur.

Allahu taala bu emri tekid ederek şöyle buyurur: Mümin kadınlar da yabancı erkeklere bakmasınlar, gözlerini çevirsinler. Namuslarını koru­sunlar. Ancak Aftahu taala kadınlara erkeklerden fazla olarak ziynetlerini açığa vurmayı da yasaklamıştır. Ancak kendi mahremleri olan erkekler İstisnadır. Kadınların zinetlerini gizlemeleri kendileri için daha güzel, da­ha uygundur. Ancak bu zinetier kasıtsız ve art niyetsiz olarak kendiliğin­den açılırsa bir beis yoktur. Allahu taala çok mağfiret ve rahmet edicidir.

Kadınlar cahiliyet devrinde de şimdi olduğu gibi, erkeklerin dikkat nazarlarını celbetmek için, göğüs ve gerdanları, bilekleri, erkekleri tahrik edecek yerleri açıkta kalacak elbiseler giyer, saçlarını omuzlarına döker, başörtülerini geriye atarlardı. Bu kılıkla erkekler arasında gezerlerdi. İşte Allahu taaia mümin kadınlara onlar gibi yapmamalarını, önlerine bakarak yavaş yavaş yürümelerini emretmektedir. Onların bu edeble yürümeleri, kötü kimselerin fenalıklarından namus ve iffetlerini koruyacaktır.

Allahu taala," bu emir ve yasaklan hem erkeklere, hem de kadınlara emretmiştir. Bu emir ve yasaklara uyan erkek ve kadınlar Allah (cc)'a yö­nelerek yüksek derecelere ulaşırlar ve Allah (cc) katında azabtan kurtu­lanlardan olurlar.

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1- İbni Mezdevî, Alj bin Ebi Talib (ra)'ten  şöyle rivayet etmiştir: «Resulullah (sav) zamanında Medine sokaklarında dolaşan bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında bakışmışlar Şeytan bu bakışlardan istifade ede­rek onların bakışlarını birbirlerini beğenmeye çevirmiş. Adam bir yandar yürüyor, bir yandan da kadına bakıyormuş. Başı hep kadından tarafa çev­rili olduğu İçin önüne çıkan bir duvara çarpmış ve burnu kanamış. Bunun üzerine, «Allah (cc)'a yemin ederim ki gidip Resulullah (sav)'a durumu an-latmcaya kadar burnumun kanını yıkamayacağım.» diye yemin etmiş. Re­sulullah (sav)'ın yanına gelerek hadiseyi anlattı. Resulullah (sav), «Bur­nunun duvara çarparak kanaması günahının cezasıdır.» buyurdu.  Bunun üzerine, «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakın­sınlar...» âyeti nazil oldu.» [99]

2- İbni Kesir, Mukatil bin Hayyan'dan, o da Cabir bin Abdullah el-Ensarî'den şöyle rivayet eder: «Esma binti Mirsed (ra)'in Beni Harise mev­kiinde bir hurmalığı vardı. Kadınlar oraya etek giymeden, göğüsleri, saç­ları ve ayaklarındaki halhalları açık olarak giderlerdi. Esma (ra), «Bu gö­rünüşünüz ne kadar çirkin.» dedi. Bunun üzerine, «Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar...» âyeti nazil oldu.» [100]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler       

 

Birinci incelik: Allahu taalanın «Gözlerin sakınılması»nı «Irzların korunmasından önce zikretmesinin hikmeti şudur: Kadına bakmak zina-nn elçisi ve kötülüklerin öncüsüdür. Hemasî'nin de dediği gibi, «Bakışlar kalbin elçisi olduğu için gördüğün manzaralar seni üzer. Zira her gördü­ğünü yapamazsın, bazı gördüklerine de dayanamazsın.» [101] Zira bakışla müptela olmak çok mümkündür. Bundan korunmak da mümkün değildir. Göz, herşeyi kalbe ulaştıran en büyük kapıdır. Bu sebeble insan göz yo-iuyla birçok günaha düşer. Çünkü bakış tebessüme, tebessüm selama, selam konuşmaya, konuşma anlaşmaya, anlaşma da gayri meşru bir şe­kilde bir araya gelmeye vesile olur.

İkinci incelik: Âyetteki «Gözlerini sakınsınlar» emri, herşey İçin de­ğil, yanız Allah (cc)'ın haram kıldıklarına aittir.

Üçüncü İncelik: Âyetteki «Ziynetlerini açmasınlar» tabiri, ziynetlerin takıldığı yerin, dolayısıyla ziynetlerin örtülmesini ifade eder.

Zemahşerî: «Âyette ziynet yerinin zikredilmemesindeki hikmet, ziynet yerlerinin korunması, örtülmesi Icabettiğinin ifade edilmesidir. Çünkü Al­lahu taala «Ziynetlerini açmasınlar» buyururken aslında ziynet yerlerinin açılmamasını kasdetmiştir. Çünkü takılmayan ziynetlerin görülmesi ha­ram değildir. Bu yüzden ziynetlerin yasaklanmasına gerek yoktur. Demek-ki asıl yasaklanan ziynetlerin takıldığı yerlerdir.» [102]

Dördüncü İncelik: Bazı alimlere göre, gözle zevk alındığı gibi ku­lakla da zevk alınır. Bunun-için Allahu taala kadınlara yürürken, «Gizle­yecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.» buyurmuştur. Çünkü ayaklar yere vurularak yüründüğünde, o zaman, kadınların ayak bileklerine taktıkları hamalların sesi duyulurdu. Bu ses; erkeklere bir ka­dının geldiğini bildirir ve şehvani arzularını tahrik ederdi. Bu sebeble âyet, bir evvelki âyette olduğu gibi, ziynet takılan azaların —ayak bile olsa— açılmasının haram olduğuna delalet eder. Hülasa, şehveti tahrik eden par­füm, esans, cazip yürüme şekli ve konuşma yasaktır. Çünkü Allahu taala, «Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde maraz bulunanlar tamaa düşer.» (Ahzab: 32) buyurmuştur. Kadının ziynetinin sesi yasaklanınca elbetteki kendi sesi de yasak olacaktır.

Beşinci incelik: «Gözü sokınma»nın birçok faydaları vardır:    

1- Allah (cc)'ın emri tutulmuş olur.

2- Bir ok gibi kalbi yaralayan manzaralardan korunutmuş olunur.

3- Kalb kuvvetlenir.

4- Kalb kötü şeylerle meşgul olmaz, Allah (cc)'la meşgul olmaya Çalışkanlık peyda eder.

5- Kalbe nur kazandırır.

6- Kalbe feraset verir.

7- Şeytanın giriş yolları kapatılmış olur.

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm ; Yabancı Kadınlara Bakmanın Hükmü Nedir?

 

İslâm şeriati yabancı kadınlara bakmayı kesin olarak yasaklamış, ha­ram kılmıştır, öyleyse insanın karısı ve mahremi olan kadınlardan başka­sına bakması haramdır.

Kasıt olmaksızın ani olarak bir kadını görmekte bir vebal yoktur. Zira bu görüş insanın iradesi dışında vaki olmuştur. Allahu taala gücümüzün yetmediği şeyi bize emretmediği gibi yolda yürürken gözlerimizi kapama­mızı da emretmemiştir. Bu sebebte kasıtsız bakış muaheze edilmez.

Nitekim Resulullah (sav), Hz. Ali'ye, «Ya Ali, yabancı bir kadını gör­düğünde ikinci defa bakma. Çünkü İlk bakışın İraden dışındadır ve onda bir vebal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır.» [103] buyurmuştur.

Cerir bin Abdullah'tan da şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a ani olarak yabancı bir kadını görmek hususunu sordum. Bana, görünce gözlerimi çevirmemi emretti.» [104]

Yabancı bir kadını ani olarak gören bir kimsenin ikinci defa bakması haramdır. Zira ikinci bakış iradîdir, fitne ve fesada yolaçar. Bu yüzden Resulullah (sav) ikinci bakışı «göz zinası» olarak vasıflandırmıştır.

Buhari ve Müslim'in rivayetine göre Resulullah (sav), «Beni Ademe zina mutlaka yazılmıştır. Bakmak gözün zinası, konuşmak dilin zinası. dinlemek kulağın zinası, tokalaşmak elin zinası, yürümek ayağın zinası-dtr. İnsan nefsi bunları arzu eder. Namusu da ya bunu tekzib eder veya tasdik eder.» buyurmuştur.

Gözünü sakınan mümin sevap kazanır. Çünkü Resulullah (sav), «Bir müslüman bir kadının güzelliğini gördükten sonra gözünü sakınırsa. At­la hu taala ona zevk alacağı bir ibadet nasib eder.» [105] buyurmuştur.

Ebu Said el-Hudri (ra)'den şöyle rivayet edilir: «Resulullah (sav), «Yol­larda beklemekten ve oturmaktan sakının.» buyurdu. Bunun üzerine, «Ya Resulullah, yollarda İşlerimizi konuşmak için duruyoruz.» dedik. «O zaman yolun hakkını verin.» buyurdu. «Yolun hakkı nedir?» diye sorunca da tGözleri sakınmak, kimseye eziyet vermemek, verilen selamı almak, ma­rufu emretmek ve münkeri nehyetmektir.» buyurdu.»[106]

 

İkinci Hüküm: Erkek Ve Kadında Avretin Sınırı Nedir?

 

«Irzlarını korusunlar.» âyeti avret yerlerinin Örtülmesinin farz olduğuna delalet eder. Zira bu âyet namusu korumayı emrettiği gibi başkalarının gözlerinden avret mahallinin korunmasını da emretmektedir.

Fakihler ..avret yerlerinin açık olmasının haramlığında ittifak etmişler­dir. Nevar ki. avretin sınırları hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu husustaki bütün görüşleri delilleri ile birlikte tafsilattı olarak izah etmeye çalışaca­ğız:

Erkek ve kadının avret mahalleri, erkeğin erkeğe karşı, erkeğin ka­dına karşı, kadının kadına karşı ve kadının erkeğe karşı avretleri başlığı altında incelenmelidir.

1- Erkeğin erkeğe karşı avreti;

Erkeğin erkeğe karşı avreti, diz kapağından göbeğe kadar olan kıs­mıdır, öyleyse bir erkeğin diğer bir erkeğin diz kapağı ile göbeği arasın­daki bölümüne bakması haramdır. Bu avret mahallinin dışındaki yerlere bakılması haram değildir. Çünkü Resulullah (sav), «Bir erkek, diğer bir erkeğin avret mahalline, bir kadın da, diğer bir kadının avret mahalline bakmasın.» buyurmuştur.

Fukahanın cumhuruna göre erkeğin avret mahalli yukarıda söylendiği üzere, diz kapağı ile göbeği arasındaki kısmıdır. Bu birçok sahih hadisle de tesbit edilmiştir.

İmam Malik (ra)'e göre ise erkeğin uyluğu avret değildir.

Cumhur, uyluğun da avret olduğunu aşağıdaki hadislerle isbat eder­ler:

Ashab-ı Suffeden olan Cerhed el-Eslemî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'ta birlikte oturuyorduk. Benim uyluğum açık idi. Bana, «Uyluğunun avret olduğunu bilmiyor musun?» buyurdu.» [107]

Rivayete göre Resulullah (sav), Hz. Ali'ye, «Uyluğunu açma.» buyur­muştur. [108] Diğer bir rivayete göre de şöyle buyurmuştur: «Uyluğunu açma. Canlı veya ölünün uyluğuna da bakma.» [109]

Resulullah (sav), İnsanın soyunmasını ve avret mahallerini açmasını, yanında kimse olmasa dahi yasaklamıştır. Zira, «Çırılçıplak soyunmaktan kaçının. Zira öyle melekler vardır ki sizden ancak tuvalette ve ailenizle temas halinde iken ayrılır.» [110] buyurmuştur.             

2- Erkeğin kadına karşı avreti                                

İster mahremi olsun, ister namahrem, erkeğin kadına karşt avreti, er­keğe karşı olduğu gibi. diz kapağı ile göbeği arasıdır. Yalnız karı-koca arasında avret mahalli yoktur. Zira Allahu taala, «(Öyle müminler) ki, on­lar ırzlarını koruyanlardır. Suvar ki zevcelerine, yahut sağ ellerinin malik olduklarına (kendi cariyelerine) karşı (olan durumları) müstesnadır.» (Müminun: 5-6) buyurmuştur.

3- Kadının kadına karşı avreti:

Kadinların kadınlara karşı avreti de erkeklerde olduğu gibi diz kapak­ları ile göbekleri arasıdır. Buna göre bir kadının diğer bir kadının diz ka­pağı ile göbeği arasındaki kısma bakması haramdır. Avret mahalli haricin­deki yerlere bakması ise caizdir.

Zımmi ve kafir kadınlar için Özel bir hüküm vardır. Allah (cc) izin ve­rirse bu hükmü ileride açıklayacağız.

4- Kadının erkeğe karşı avreti:

Sahih olan görüşe göre, kadının erkeğe karşı avreti bütün vücududur. Şafii ve Hanbelüerin görüşü de budur. Hatta İmam Ahmed bin Hanbel (ra) bu hususta, «Kadının bütün vücudu avret olduğu gibi tırnakları dahi av­rettir.» [111] demiştir.

İmam Malik (ra) ve İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise kadının elleri ile yüzü hariç bütün vücudu avret mahallidir.

Görüşlerin kendilerine has delilleri vardır. Bunları kısaca açıklayalım:

Maliki ve Hanefilerin delilleri:

Maliki ve Hanefilerin yüz ve ellerin avret olmadığına dair delilleri şun­lardır :

1- «Bunlardan görünen kısım müstesna.»  âyeti. Yüz ve ellerin  açık olması zaruri olduğundan bu âyet buraların avret sayılmayacağına İşaret eder. Bu görüş bazı sahabi ve tabiinden de rivayet edilmiştir. Nitekim Said bin Cübeyr (ra), «Bunlardan görünen kısım müstesna» âyetinden maksat yüz "ve ellerdir.» demiştir. Ata da âyettekj istisnanın yüz ve eller olduğunu söylemiştir. Dahhak'tan da buna benzer bir rivayet yapılmıştır. [112]

2- Hz. Ayşe'den rivayet edilen, «Ebubekir (ra)'in kızı Esma (ra), cok ince bir elbise ile Resulullah (savj'ın yanına geldi. Onu görünce Resulul­lah (sav) yüzünü çevirerek, «Ey Esma, kadın buluğa erdimi, (yüz ve el­lerini işaret ederek) şu ve şunun haricinde kadının vücudunun görünmesi haramdır.» buyurdu.» [113] hadisi.

3- Namazda ve ihramda el ve yüzün acık bırakılması da bunların avret olmadığına delalet eder. Eğer el ve yüz avret olsaydı namaz ve ih­ramda açık bırakılmaları mubah olmazdı. Çünkü avret mahallinin örtül­mesi farzdır. Bu sebeble avret mahalli açık olarak namaz kılınması na­mazın sıhhatini bozar.

Şafii ve Hanbelîlerin delilleri:

Şafii ve Hanbelilerin el ve yüzün avret olduğuna dair delilleri de şun­lardır :

1- Kitaptan delilleri: «Ziynetlerini açmasınlar.» âyeti. Bu âyet-i kerime ziynetlerin açılmasını haram kılmıştır. Ziynet ise iki kısımdır. Biri yaratılıştan olan ziynet, diğeri ise kazanılan ziynettir. Yüz yaratılıştan olan bir ziynettir. Hatta güzelliğin aslı, fitne ve fesadın kaynağıdır. Kazanılan ziynet ise giyilen güzet elbise, takılan süs eşyaları, 'göze çekilen sürme ve ele yakılan kına ve benzeridir. Âyeti kerime kayıtsız şartsız kadınlara erkeklere karşı uzuvlarını ve ziynetlerini açmalarını yasaklayarak haram kılmıştır.

Şafii ve Hanbelilere göre âyetin, «Bunlardan görünen kısım müstesna» ifadesinden maksat, kasıtsız olarak kendi kendine acılan kısımdır. Mese­la; rüzgarın kadının örtüsünü açması gibi. Buna göre âyetin meali şöyle olmaktadır: «Kadınlar ziynetlerini kesin olarak açmasınlar. Açtıkları takdir­de muaheze edilirler. Ancak ziynetlerinin kendiliğinden açılması veya rüz­gâr gibi herhangi bir sebeble kasıtsız olarak acıtması halinde onlar mua­heze edilmez.» öyleyse yüz ve el de açılması haram olcn ziynetlerdendir:

Kitaptan olan bir başka delilleri de «Bir de onun zevcelerinden lü­zumlu birşey istediğiniz vakit perde ardından isteyin.» (Ahzab; 53} âyeti­dir. Bu âyet saraheten yüze bakmanın haram olduğuna delalet etmekte­dir. Gerçi bu âyet Resulullah (sav)'ın zevceleri hakkında nazil olmuştur. Fakat, hükmü kıyas yoluyla bütün kadınlara teşmil olunur. Çünkü âyetteki «perde ardından İsteyin» ilahi emri, kadın oldukları İçindir, öyleyse diğer kadınlardan da lüzumlu ve meşru birşey istenileceği zaman ancak perde arkasından istenebilir.

Sünnetten olan delilleri:

Birçok sahih hadis, yüze ve ele bakmanın haram olduğuna delalet eder. Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Cerir bin Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Resulullah (sav)'a ani olarak yabancı bir kadını görmek hususunu sordum. Bana, görünce gözlerimi çevirmemi emretti.»

2- Hz. Ali'den rivayet edilen, «Ya Ali, yabancı bir kadını gördüğün­de İkinci defa bakma. Çünkü tik bakışın iraden dışındadır ve onda bir ve­bal yoktur. İkinci defa bakarsan bu, iradenle olduğu için haramdır.» ha­disi.

3- İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilir: «Bir kurban bayramı gü­nü Resulullah (sav) FazI bin Abbas'ı atının arkasına bindirmlştl. FazI, be­yaz tenli, güzel saçlı, yakışıklı bir delikanlı idi. Has'om kabilesinden bir kadın Resulullah (sav)'ın yanına gelerek birşeyler sormak İstedi. FazI ka­dına, kadın da  Fazl'a bakıyordu. Resulullah (sav) Fazi'm yüzünü diğer tarafa çevirdi.»                                 

Nakledilen bu hadisler yabancı bir kadına bakmanın horam olduğunu İfade eder. Şüphe yok ki, yüz de bakılması haram olan uzuvlardandır, öy­leyse yüz de avrettir.                                                                         

Aklî delilleri:                                                                                            .

Fitneden kaçınmak için yüze bakmamak icabeder. Çünkü yüze bak­maktaki fitne, dizden aşağıya bakmaktaki fitneden daha büyüktür. Kadının saçma ve ayaklarına bakmak ittifakla haramdır. Yüz güzelliğin aslı, fitne­nin kaynağıdır. Bu bakımdan haram olması daha evladır.

Kaldı ki, Şafii ve Hanbelilerin âyetj tevil şekilleri ortaya çıkarıyor ki yüz avrettir. Yüzün avret olmayacağına dair de hiçbir delil yoktur.

Maliki ve Hanefiterin delil aldıkları Esma ile ilgili hadise gelince, bu hadisin senetleri kopuktur. Birçok ravisinde de zayıflık vardır. Bu hadis konusunda muhaddisler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Hadis yalnız Ebu Davud'un süneninde olduğu halde Ebu Davud, «Bu hadis mürseldir. Zira bu hadisi Hz. Ayşe'den rivayet eden Halid bin Düreyk Hz. Ayşe'ye ulaşmamıştır. Hadisin senetlerinden olan Said bin Beşir Ebu Abdurrah-man el-Basrî, Şama yerleşen İbni Nesr'in azadlısıdır. Ki onun hakkında birçok muhaddisin itirazı vardır.» [114] demektedir.

Bu hadis hakkında tek ravisi olan Ebu Davud'un görüş ve düşünce­leri böyle olunca, yüz ve ellerin avret olmadığına dair delil olması ne de­rece uygun olur? Bir an için hadisin sahih olduğunu farzetsek bile yine de delil olma durumu şüphelidir. Çünkü hadisin hicap âyetlerinden önce varid olması kuvvetle muhtemeldir. Eğer hicap âyetlerinden önce varid olmuşsa, âyetlerle neshedilmiş demektir. Veya hadis ancak zaruret halle­rinde el ve yüze bakmanın caiz olduğunu ifade etmektedir. Mesela; bir dünür, bir şahit veya bir kadı yüze bakabilir.

İbni Cevzi bu hususta şöyle demektedir: «Bu âyet yabancı kadınlara özürsüz olarak bakmanın haram olduğunu ifade eder. Fakat eğer zaruret varsa, mesela bir erkek kadınla evlenmek İstiyorsa veya onun aleyhinde şehadette bulunacaksa yalnız yüzüne bakabilir. Zaruret hallerinin dışında her ne suretle olursa olsun yabancı kadına bakmak haramdır. Mademki yüz ve eller avrettir, namazın şartlarından biri de setr-i avret olduğuna göre, bunların açılması ile neden namaz bozulmuyor diye sorulabilir. Bu­nun cevabı şudur: Namazda yüz ve ellerin örtülmesinde meşakkat vardır.

Bu yüzden yalnız namaza mahsus olarak yüz ve ellerin açılmasına müsade edilmiştir.»

El ve yüzün avret olmadığını iddia eden alimler, yüz ve ellerde hiçbir ziynet eşyasının olmamasını ve bunların açılmasının fitneye sebeb olma­masını şart koşmaktadırlar. Bu sebeble zamanımızdaki kadınların yüz ve ellerinde kullandıkları süs eşyaları ile erkekler arasında gezmelerinin ha­ram olduğunda hiçbir alimin şüphesi yoktur.

Yüz ve ellerin avret olmadığını iddia eden alimlerin sözleri, yüz ve ellerin açık olmasının farz olduğu, sünnet olduğu veya bunların örtülme­sinin bid'ad olduğu manasına gelmez. Çünkü böyle bir İddiayı müslüman bir alim değil, sade bir müslüman bile öne süremez. Bunların sözlerinin manası, zaruret halterinde ve fitneye sebeb olmadığı takdirde açılmala­rında bir vebal olmadığıdır.

İçinde yaşadığımız çağda şeytanın yardımcıları alabildiğine çok, fu­huş ve ahlaksızlık alabildiğine yaygındır. Bu yüzden bugün hiçbir alim, hatta akıllı bir insan yüzün açılmasının caiz olduğunu söyleyemez. Çün­kü bu veba hastalığına benzeyen ahlaksızlığın ümmet İçinde ve bilhassa yabancı kadınları taklid eden kadınlar arasında hızla yayıldığını gören her alim yüzün açılmasının haram olduğuna hükmeder. Çünkü bu devirde fit­ne ve fesad muhakkaktır. Kötülüğe davet eden vasıtalar son derece yaygındır. Ben bugünkü manada ilericilik taslayan hiçbir toplum görme­dim ki, Aliahu taalanın. «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini sakınsınlar.» âyeti ile Resulullah (sav)'ın, «Gözünü çevir.» buyruğunu duyan, dinleyen bulunsun. Hülasa böylesine bozuk bir zamanda korunmak  farzdır.

Aliahu taala isteyeni doğru yola iletsin.

 

Üçüncü Hüküm: Açılması Haram Olan Ziynet Nedir?

 

«...Ziynetlerini açmasınlar...» âyeti kadınların yabancı erkekler kar­şısında fitneye sebebiyet vermemek için ziynetlerini açmalarının haram olduğuna delalet eder.

Ziynet aslında, kadının giydiği elbise, takındığı süs eşyası ve kullan­dığı makyaj malzemesidir. Zira ziynet iki çeşittir. Birisi yaratılıştan olan ziynet, diğeri kazanılan ziynettir. Yaratılıştan olan ziynet, kadının teninin, boy ve 'endamının ve yüzünün güzelliğine denir. Herne kadar bazı alimler yaratılıştan olan güzelliğin ziynet olmadığını iddia etmişlerse de kadının asıl ziynetinin yaratılıştan olan güzelliği olduğu açıktır. Bu yüzden Altahu taala, «Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar.» buyurmuştur. Aliahu taala bü âyetle kadınların saç, göğüs gibi azalarının örtülmesini emretmektedir, öyleyse bu âyet, «ziynet»ten kastın yaratılış- f tan olan güzellikler olduğuna da delalet etmektedir.                                   

Açıktır ki, elbise, küpe, gerdanlık gibi ziynetlere kadının vücudundan ayrı olarak bakılması haram değildir. Haram olan, kadın vücuduna takıldiktan sonra onlara bakmaktır. Kadına takılan ziynete bakmak haram olursa. tabiatiyle ziynetin takıldığı uzva bakmak da haramdır.

İbni Mes'ud (ra)'a göre kazanılan ziynet, «Kadının dıştan giydiği güzel ve cazip elbiseler.» Mücahid'e göre, «Elbise, küpe, gerdanlık, sürme ve kına.»dır. [115] Said bin Çübeyr (ra) ise el ve yüzün de sayılanlar gibi zahir ziynetlerden olduğu görüşündedir. Fakihlerin bu husustaki görüşlerini yu­karıda açıklamıştık.

İbni Atlyye bu hususta şunları söyler: «Benim anladığıma göre. âyet, kadınlara ziynet denilen herşeyi erkeklere açmaktan mutlaka kaçınmaları­nı emretmektedir. Ancak zaruret hallerinde örtülmesi mahzurlu olan yüz ve el gibi azaların açılmasında bir mahzur yoktur.» [116]

 

Dördüncü Hüküm: Kadınların Önünde Ziynetlerini Açabilecekleri Mah­remleri Kimlerdir?

 

Kur'an-ı kerim, kadınların Önlerinde ziynetlerini açabilecekleri Koca larının dışındaki mahrem erkekleri umumi hükümden İstisna ederek teker teker saymıştır. Bundaki hikmet de kadınların âyette belirtilen kimselerle devamlı bir arada bulunmaları zaruretidir. Bu erkekler kadınla akrabalık vesilesi ile birarada yaşamaktadırlar ve bir fitne uyanması da bahis mev­zuu değildir.

Kadının mahremleri şunlardır:

1- Koca. Kocanın karısının bütün vücuduna bakması mubahtır. Ayette İstisna edilen uzuv haricindeki bütün uzuvlarından da menfaatle-nebillr.

Kurtubî şöyle der: «Kadının kocası ve cariyenin efendisi onun bütün vücuduna bakabileceği gibi, bir istisna dışında bütün uzuvlarından da is­tifade edebilir. Bunun İçin de Aliahu taala kadının ününde ziynetlerini aça­bileceği erkeklerin sayılmasına koca ile başlamıştır.» [117]

2- Saba ve dedeler. Kadının anne ve baba tarafından dedelerinin hükmü aynıdır.

3- Kocanın babası.

4- Kadının kendi oğullan, oğullukları ve torunları.

5- Kadının kardeşleri. Bunlar ister anne baba bir kardeşleri olsun, ister yalnız anne veya babadan kardeşi olsun farketmez.

6- Kardeşlerinin oğullan.

Sayılanların tamamı kadının mahremidir. Bunların önünde ziynetlerini açmaları mubahtır.

Allahu taala bu âyette amca ve dayılara ait hükmü beyan etmemiştir. Bütün fakihlere göre amca ve dayıların hükümleri de mahremiyet bakı­mından yakınlık dereceleri sayılan kimselerle aynıdır. Amca ve dayılar ba­ba hükmünde olduğu için âyette ayrıca sayılmamıştır. Zira çoğu kez am­caya da baba denilmektedir. Nitekim Allahu taala, Yakup aleyhisselamm sorusuna karşılık oğullarının şöyle dediklerini bildirmektedir; «Senin Tan­rına ve babaların İbrahimin, İsmallin, îshakın birtek Tanrı olan Allanma İbadet edeceğiz.» (Bakara: 133) Bilindiği gibi İsmail aleyhisselam, Yakup aleyhlssetamın babası değil, amcasıdır. Fakat amca, baba hükmünde ol­duğu için âyette baba olarak zikredilmiştir.

Âyette sayılan neseb yoluyla akraba erkekler kadının mahremi oldu­ğu gibi süt yoluyla olan aynı akrabalar da kadının mahremleridirler. Zira Resulullah (sav), «Evlenmesi neseben haram olan kadınlar, süt yoluyla da haramdır.» buyurmuştur.

Sayılan kimselerden başka kadınların cariyeleri, kadına ihtiyaç duy­mayan hizmetçileri ve kadınların gizlt yerlerine muttali olmayan çocukla­rın hükümlerini de ayrı ayrı açıklayacağız.

 

Beşinci Hüküm: Müslüman Bir Kadının Kafir Bir Kadına Karşı Avreti?

 

Fakihler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Bazı alimlere göre âyetteki «kendi kadınları» ifadesinden maksat «müslüman kadınlar»dtr. Selefin çoğunluğunun görüşü de budur. [118]

Kurtubî şöyle der: «Âyetteki, «kendi kadınları» ifadesinden maksat, «müslüman kadınlaradır, öyleyse mümin bir kadının müşrik ve zımmî bir kafir kadın karşısında vücudunun hiçbir yerini açması helal değildir. An­cak cariyelerinin hükmü müstesnadır.

«Bazı alimlere göre hıristiyan bir kadının müslüman bir kadını öp­mesi veya müslüman bir kadının müşrik bir kadına karşı olan avret ma­hallinin dışındaki yerlerini göstermesi mekruhtur. Zira Hz. Ömer, Suriye valisi Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra)'a yazdığı mektupta, «Bana gelen ha­berlere göre müslüman kadınlarla zımmî kadınlar aynı hamamda birlikte yıkanıyorlarmış. Buna mani ol. Çünkü zımmt bir kadının bir müslüman kadını çıplak olarak görmesi caiz değildir.» demiştir. Bu mektubu alan Ebu Ubeyde (ra), halkı toplayarak, «Hangi kadın özürsüz olarak sırf te­mizlenmek için zımmi kadınlarla hamama giderse, Allah (cc) müslüman-ların yüzünü ağarttığı gün o kadının yüzünü karartır.» demiştir.» [119]

İbni Abbas (ra) da şöyle der: «Müslüman kadınların yahudi veya hı-ristiyan kadınlara vücudlarını göstermeleri haramdır. Zira onlar müslüman kadınların vasıflarını gidip kocalarına ve erkeklerine anlatırlar.» [120]

Bazı alimlere göre de âyetteki «kendi kadınlarından maksat, müslü­man veya zımmî bütün kadınlardır. Alusî de Fahreddin Razi'den naklen, «Kadtnlar'dan maksat müslüman veya kafir bütün kadınlardım demekte­dir. Alusî, Fahreddin Razİ'nin seleften şöyle naklettiğini zikreder: «Kadın-lar'dan maksat müslüman kadınlardır. Buna göre Müslüman olmayan ka­dınlar karşısında müslüman kadının yabancı erkekler karşısında olduğu gibi Örtünmesi lazımdır.» görüşü, bu örtünmenin farz değil sünnet olduğu şeklinde anlaşılır.» [121]

Mevdudî, bu mesele hakkında şunları yazmaktadır: «Allahu taala, «ka­dınlar» yerine, «kendi kadınları» tabirini kullanmıştır. Şayet mutlak ifade ile «kadınlar» deseydi, müslüman kadınların, kadının kadına karşı avreti sa­yılan yerler dışındaki yerlerini, İster mümin ister kafir, ister sal İh e ister fasıke olsun bütün kadınlara göstermeleri helal olurdu. Halbuki Allahu taala âyette «kendi kadınları» tabirini kullanmıştır. Bu şekilde müslüman hür kadınlara ziynetlerini açmaları hususunda bir sınır çizilmiştir.

«İşte bu özel sınırın ne olduğu hususunda müfessirler ve fakihler arasında ihtilaf vardır. Bazı alimlere göre, «kendi kadınları» tabiri yalnız müslüman kadınları İfade eder. Bu, Jbni Abbas {ra), Mücahid (ra) ve İbni Cerir (ra)'nin görüşüdür. Bunlar görüşlerini Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde (ra)'ye yazdığı mektuba dayandırmaktadırlar.       

«Diğer bir taifeye göre «kendi kadınlarından maksat bütün kadınlar­dır. Fahreddin Razi'ye göre bu en sıhhatli görüştür.

Bir başka taifeye göre ise «kendi kadınlarından maksat, onlarla tanı­şan, konuşan ve iş yapan kadınlardır. Bu kadınların müslüman olmaları ile olmamaları arasında hüküm bakımından bir fark yoktur. Âyetteki «ken­di kadınları» ifadesi dışında kalan kadınlar tanınmayan, huyu ve adetleri bilinmeyen kadınlardır. Din ihtilafı sözkonusu değildir. Öyleyse müslüman bir kadının tanıdığı iffetli, namuslu, güzel ahlaklı bir hıristiyan kadına kar­şı ziynetlerini açmasında bir mahzur yoktur. Fakat haya perdesj yırtılmış, ahlakına ve terbiyesine güvenilmeyen, yabancı erkeklere karşı laubali davranan kadınlara karşı ise {İsterse müslüman olsunlar) müslüman bir kadının ziynetlerini örtmesi farzdır. Çünkü böylesi kadınların zararı erkek­lerden daha az değildir.»[122]

Mevdudî'nin zikrettiği üçüncü görüş daha mantıkî ve daha sağlam­dır. Müslüman kadınlar bu görüş doğrultusunda hareket ederlerse ahlak­larını daha İyi korurlar, bugünkü batı taklitçisi kadınların şer ve iğvaiarın-dan kendilerini kurtarırlar.

Altıncı hüküm:   Hür bir kadın kölesine karşı ziynetlerini açabilir mi?

Âyetteki, «kendi ellerindeki memlukelerden» ifadesi köle ve cariye­leri içini almaktadır. Buna göre hür bir kadın kölesine karşı ziynetlerini açabilir. Bazı alimler böyle hükmetmişlerdir. Şafülerin görüşü de bu yol­dadır. Zira İbni Hacer el-Heytemî Tuhfetü'l-Mİnhac isimli eserinde, «Bir köle mahremine baktığı gibi hanımefendisinin ziynetlerini de görebilir.» demektedir.

İmam Ebu Hanife [ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre-köle hanımefendisi karşısında yabancı bir erkek gibidir. Onun hanımının ziynetlerine bakması helal değildir. Bunlara göre âyetteki «Kendi ellerindeki memlukelemden maksat bütün köleler değil, yalnız cariyelerdir.

Bu görüşlerini Said bin Müseyyeb (ra)'ten bu âyetin tefsiri hususun­da rivayet edilen, «Nur Süresindeki âyete aklanmayınız, Zira o âyet yal­nız kadınlar içindir, erkekler için değit.» [123] sözüne dayandırırlar. Zira erkek köleler mahrem değildir. Onlarda kadın arzusu da mevcuttur. Öyley­se hanımefendilerin erkek köleleri karşısında ziynetlerini açmaları caiz değildir.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Hanbel (ra)'e göre, âyette cariyelerin zikredilmesinin sebebi, âyette yalnız mahrem olan hür erkekler zikredildiği için, hür bir kadının cariyesi karşısında da ziynetlerini açmasının caiz olma­dığının sanılmasını önlemektir. Âyette «memlukeler» kelimesinin zikredil­mesi bu yanlış anlamayı ortadan kaldırmaktadır.

İbni Abbas (ra), kölenin hanımefendisinin saçlarını görmesinde bir beis yoktur demiştir. İmam Malik (ra)'in görüşü de budur.

İmam Şafii (ra) yukarıdaki görüşünü Enes bin Malik (ra)'ten rivayet edilen şu hadise dayandırmaktadır: «Resulullah (sav), Hz. Fatıma'ya hibe eltiği bir köleyi ona götürdü. Hz. Fatıma'nın üzerinde kısa bir örtü vardı. Saçlarını örttüğü zaman ayaklan açık kalıyor, aşağıya indirdiği takdirde de saçları açıkta kalıyordu. Bunu gören Resulullah (sav), «Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu senin hizmetctndir.» buyurdu.»  [124]

 

Yedinci Hüküm: Ayetteki Kadın İhtiyacı Duymayan Erkekler Kimlerdir?

 

Âyeti kerime, kadına ihtiyacı olmayan erkekleri erkeklik hükmünden istisna etmiştir. Kadınlığın ne demek olduğunu bilmeyen ve kadına karşı herhangi bir arzusu olmayan akılsız denilecek kadar ahmak erkekler kar­şısında kadınların ziynetlerini açmasında bir vebal yoktur. Çünkü bunlar kadınlara kötü bir gözle bakmazlar. Biz burada âyetten sahih bir mana çıkarılması ve âyette kasdedilenin ne olduğunun ortaya çıkması için bazı sahabi, tabiin ve müfessirlerin bu âyetin tefsin hususundaki görüşlerini nakledeceğiz.

İbni Abbas (ra)'a göre, âyetteki «erkeklerden yana ihtiyacı olmayan» erkeklerden maksat, kadına hiç ihtiyaç duymayan erkeklerdir.

Katade (ra)'ye göre yalnız karnını doyurmak için eve gelen erkekler-dir.

Mücahid (ra)'e göre midesinden başka hiçbir şey düşünmeyen ve ka­dının ne demek olduğunu bilmeyen erkeklerdir.

Bu hususta daha birçok görüş vardır. Bunların hepsi, âyetteki «Er­keklerden" yana ihtiyacı olmayanlar»in ya erkeklik gücünü yitirmiş kim­seler veya cinsiyet konusunda hiçbir şey bilmeyen ahmaklar erkekler ol­duğunu ifade eder.

Buhari ve diğer muhaddisler Hz, Ayşe ve Hz. Ümmü Seleme'den şöyle rivayet ederler: «Bir hünsa Resulullah (sav)'ın zevcelerinin yanına gider gelirdi. Onlar da onu kadına karşı hiçbir ihtiyacı olmayan bir kimse sa­yarlardı. Resulullah (sav) bir gün Ümmü Seleme (r.anhüma)'nin odasında hünsa ile kardeşi Abdullah ibni Ebi Ümmiye (ra)'yi gördü. Hünsa, Abdul­lah'a, «Eğer Allah (cc}, Taif'in fethini nasib ederse sen Gaylan'ın kızını al. Çünkü o dört kadına bedeldir.» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav), «Ey Allah (cc)'ın düşmanı sen o kadına çok bakmışsın.» diyerek Ümmü Seleme (r.anhüma)'ye döndü ve «Bu adam bundan sonra odana girme­yecektir.» buyurdu.»

Mevdudî şöyle demektedir: «Doğrusu bu hükmü ibadet kasdıyia oku­yan bir hanım, bugünkü evlerde, lokantalarda, kahvelerde, otei ve İşyerle­rinde çalışan bütün genç erkeklerin bu hükmün kapsamına girmediğini bi­lerek onlardan kaçınmalıdır.» [125]

 

Sekizinci Hüküm: Kadınların Karşılarında Örtünmeyecekleri Çocukla­rın Yaşı Ne Olmalıdır?

 

Ulema, âyetteki «Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan ço­cuklar» ifadesinde ihtilaf etmişlerdir.

Bazı alir/ılere göre âyetteki çocuklar henüz buluğa ermeyen çocuk­lardır.

Diğer bazı alimlere göre ise, çocukluğundan dolayı kadının gizli yerle­ri ile gizil olmayan yerlerini birbirinden ayırdetmeyen çocuklardır. Bu ikin­ci görüş daha sahihtir. Zira âyetteki çocuklardan maksat, şüphesiz kadın­ların vücudu, tavır ve hareketleri hususunda cinsî bir şuura ulaşmayan küçük çocuklardır. Bu çocuklar yaş itibariyle on yaşından aşağı olmalı­dır. Kadınların gizli yerlerine muttali olan çocuk, henüz buluğ çağına er-mese dahi, kadınların ona karşı ziynetlerini örtmesi daha uygundur.

 

Dokuzuncu Hüküm; Kadının Sesi Avret Midir?

 

İslâm fitne ve fesada sebeb olacak herşeyi haram kılmıştır. Hatta ka­dınların yürürken ayaklarını yere sert vurmalarını bile yasaklamıştır. Çün­kü kadınların ayak sesleri erkeklerinkinden farklıdır. Bu bakımdan erkek­lerin kalbinde kadın arzusunu tahrik eder. Nitekim Allahu taala «Gizleye­cekleri ziynetleri bilinsin dfye oya kf ar mı da vurmasınlar.» buyurmuştur.

Hanefiler bu âyete dayanarak kadının sesinin de avret olduğuna hük­metmişlerdir. Zira bu âyet, kadınların ayaklarına taktıkları halhaiların se­sini duyurmaları yasaklanmaktadır. Kadının sesi, elbetteki halhalin sesin­den daha caziptir. Bu yüzden de yasaklanması zarurîdir.

Cessas tefsirinde şöyle demektedir: «Bu âyet kadının yüksek sesle konuşmasının haram olduğuna delalet eder. Çünkü kadının sesi halhal sesinden daha çok fitne uyandırır. Bunun içindir ki mezhebimiz kadının ezan okumasını yasaklamıştır. Bu âyet kadının sesinin yasak olduğuna delalet ettiği gibi, erkeklik hissini uyandırarak fitne ve şüphe doğuraca­ğından kadının yüzüne bakmanın da haram olduğuna delalet eder.» [126]

Hanefiler, kadının sesinin avret olduğuna hükmederken, «Cemaatle kılınan namazda imamı ikaz etmek gerektiğinde erkekler tekbir getirirler, kadınlar ise sağ ellerini sol elleri üzerine vururlar.» hadisini de delil al­maktadırlar.

İmam Şafii (ra) ve diğer alimler ise kadının sesinin avret olmadığına hükmetmişlerdir. Zira kadının alış-veriş yapması, şehadette bulunması caizdir. Zira bu hallerde konuşması zaruridir.

Alusî bu hususta şöyle der: «Şafiilerin muteber kitaplarında zikrolu-nan ve benim de katıldığım görüş, kadınların sesinin avret olmadığıdır. Ancak fitneye sebeb olursa o zaman elbetteki haramdır.» [127]

Fitneden emin olmak şartıyla kadınların sesi avret değildir. Zira Re­sulullah (sav)'ın zevceleri erkeklerle konuşur ve hadis rivayet ederlerdi. Şüphesiz konuştuğu ve hadis rivayet ettiği erkekler arasında onların mah­remi olmayan erkekler de bulunmaktaydı. Bunların konuşmalarına hiçbir sahabi de itiraz etmemiştir.

İbni Kesir, «Erkeğin arzusunu tahrik edecek herşey kadına haram­dır. Bu yüzden evlerinden çıktıkları zaman kadınların koku sürünmeleri ve bu kokuyu erkeklere belli etmeleri yasaktır. Zira Resululiah (sav), «Haramc bakan her göz zanidir. Koku sürerek erkeklerin yanından geçen kadın da...» [128] buyurmuştur.» demektedir.

Yine kadının kolundaki bilezikleri, ellerini sallayarak belli etmesi ha­ramdır. Erkeklere düşen kadınların dar ve cazip renkli elbiselerle sokağa çıkmalarına, sokağa çıkarken koku sürmelerine ve erkekleri cezbedecek biçimde yürümelerine ve konuşmalarına mani olmaktır. Çünkü Allahu taa-la, «Eğer (Allahtan) korkuyorsanız (size yabancı olan erkeklere) yumuşak söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz bulunanlar tamaa düşerler.» ve «{Va­kar İle) evlerinizde oturun. Evvelki cahiüyet (devri kadınlarının kınla dö-küle, süslerini göstere göstere) yürüyüşü gibi yürümeyin.» (Ahzab: 32-33) buyurmaktadır.

Fesadın yayılması, ahlakın bozulması, erkeklerin hareketsiz ve gay­retsiz kalmalarındandır. Namusunu kıskanmayan kimse müsliiman ola­maz. Zira Resulullah (sav), «Üç sınıl insan vardır ki ne cennete girebilir, nede cennetin kokusunu duyabilir. Kendisini erkeklere benzeten kadınlar, devamiı içki içenler ve deyyuslar.» dedi. Ashab-ı kiram, «Deyyus kimdir?» diye sorunca da, «Aile halkını erkeklerden kıskanmayanlardır.» buyurdu.

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1- Kadına bakmak zinanın elçisi, fuhşun  öncüsüdür.    Müminlere yakışan yabancı kadına bakmamaktır.

2- Gözü sakınmak namusu korur, insanlığı fuhuş ve rezaletten te­mizler.

3- Müslüman kadın ziynetlerini yalnız kocası ve diğer mahremlerine gösterebilir.

4- Müslüman kadtn yabancı erkeklerin görmemeleri için başını, bo­yun ve göğsünü örtmelidir.

5- Çocukların ve kadınların cinsiyetini bilmeyen, erkeklik gücü ol­mayan erkeklerin kadınların yanına gelmelerine bir mani yoktur.

6- Erkeklerin bakışlarını üzerine celbedecek herşey müslüman ka­dına haramdır.

7- Mümin erkek ve kaaıntar tövbe ederek Allah (cc)'a yönelmeli ve İslâm adabı üzere yaşamalıdırlar.

8- İslâmın getirmiş olduğu terbiye sistemj  hem ailenin namus ve şerefini, hem de İslâm toplumunu korur.

 

Âyetlerdeki Teşri'i Hikmetler

 

Allahu taala müminlere gözlerini namahreme bakmaktan sakınmala­rını ve namuslarını korumalarını emretmiştir. Kadınlara da, nefislerinin ve cemiyetin fuhuş kirinden temizlenmesi, fesat ve ahlaksızlık çukuruna düşmemesi için nefislerini iğfal edici her türlü sebebten korumalarını em­retmiştir.

İslâm, kadına, daha temiz olabilmesi için, erkekten farklı olarak, ko­cası ve mahremi erkeklerin dışındaki kimselere karşı ziynetlerini açma­malarını emrederek fasık ve facir kimselerin hain gözlerinden korunma­ları için şer'i bir örtünme şekli ile örtünmeyi farz kılmıştır.

Ziynetlerin açılması, fitneye sebeb olarak içtimaî ahlakın bozulmasına yol açan en mühim amillerden biridir. Bundan dolayı tslâm kadınlara ya­bancı erkekler karşısında ziynetlerini açmamalarını' tekiden emretmiştir. Zira tesettür, fitnenin pencerelerini, fuhşun kapılarını kapattığı gibi, ze­hirli bir ok gibi her iki tarafı da yaralayan hain bakışlara perde olmakta­dır. Harama bakmak beşeri arzuların elçisi, fuhşun öncüsüdür. Bu hu­susta şair çok güzel söylemiştir: «Bütün ahlaksızlığın kaynağı harama bakmaktır. Nitekim alevler de küçük kıvılcımların birikmesinden meyda­na gelir. Başta görecek göz olduğu sürece, şeriate uyulmadığı takdirde, o gözler güzel kadınlara bakar durur. İnsan herne kadar bir kadına bak­makla sürür duyarsa da kalbine zarar verir. Hemen arkasından büyük zararlar getiren sevinci ne yapayım. Çünkü kadına yöneltilen bakış, sa­hibinin kalbini bir ok gibi deler.»

Seyyid Kutub Fizilat'de şöyle der: «İslâm, şehvani arzuların hiçbir şe­kilde galeyana gelmeyeceği temiz bir toplum kurulmasını hedef edinmiş­tir. Çünkü galeyana gelen bu duygular ancak söndürülmeyecek şehvani arzuların tatmini ile sona erer. Hain bir bakış, heyecan veren bir hareket, çıplak bir vücut, açık ve parlayan bir ziynetin yapacağı tek şey, insanlar­daki hayvanı hisleri uyandırmaktır, İşte İslâm, temiz bir toplumun kurula­bilmesi için kadın ile erkek arasında gayri meşru birleşmeye vesile olan bütün kapı ve yolları kapamayı gaye edinmiştir.»

 

Yüzü Açmak Bid'attır

 

Günümüzde yeni bir iddia ortaya atılmaktadır. Bu, kadının ev içinde kullandığı başörtüsü ile dışarıya çıkabileceği iddiasıdır. Bunlara göre yü­zün örtülmesi şer'i değildir. Çünkü yüz, avret değildir. Bu iddiayı ortaya atanlar, kendilerini Resulullah (sav)'ın haber verdiği her yüz senede or­taya çıkacak mücedditlerden saymaktadırlar. Bunlar bu iddiaları ile müc-tehid olduklarını, geçmişteki İslâm müctehidleri ile yarışarak İctihadlarda bulunduklarını kabul ettirerek modernist görüşlerinin benimsenmesini, ken­dilerine uyulmasını istemektedirler. Bu görüşler bilhassa modernistler ara­sında yaygınlık kazanmaktadır.

Şüphesiz bu görüşün yaygınlık kazanması onların iddialarının doğru­luğunu isbat etmez. Bu, insanların hayvani hislerine hitap etmelerinin bir sonucudur. Hayvani hisler de herzaman şehvanî arzularla beraber yürür. Şehvet ise herkeste vardır. Öyleyse bu görüşün revaç bulmasında hayret edilecek bir taraf yoktur.

Bu İddia sahipleri görüşlerinin kitap ve sünnete uygun olduğunu, böy­le bir Örtünmenin müslüman kadına emredilen şer'İ örtünmeyi yerine ge­tirdiğini sanıyorlar. Böylece kendilerinin. «Hakikat indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu —biz kitapta İnsanlara onu pek aşikar bir surette bildirdikten sonra— gizleyenler (yok mu?) İşte onlar(ın hali:) onlara hem Allah lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder.». (Baka­ra: 159) âyetinde ifadesini bulan İlmi ketmenin günahından kurtulduklarım düşünyorlar.

Ben onların hangi günahtan kurtulduklarını bilmiyorum. Çünkü onlar kadının yüzünden hicabını atmasını ve şehvani arzuların kaynadığı, kötü­lük alevlerinin heryanı sardığı bir toplumda gezmelerini istiyorlar. Bunlar­dan daha evvel, aynı görüşü bazı sapık fikirli şairler savunmuştu. Nitekim bunlardan biri şöyle demişti: «O güzel başörtüsü ile örtünen güzel kadına de ki, sen bu Örtüyü örtmekle ibadet ehil takva kardeşinin dinini götür-dün. Örtünün parıltısı ile senin yüzünden doğan aydınlık bir araya gelin­ce yüzünün yanıtlamasına hayret ediyorum.»

Bu müceddit taslaklarının İddia ve davaları, şer'i örtüyü atmış, İslâ-.mi adaba muhalefet ederek sokaklarda cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılarak gezen kadınlara vücudlarını örtmelerini, buna karşılık yüzlerini ' açmalarını teklif etmiş olsalar bir dereceye kadar haklılık kazanabilir, hoş görülebilir. Çünkü İslâm kanunları da tedrici olarak gelmiştir. Fakat bunlar davetlerini bunlara değil, bilakis Allanın emrettiği şekilde her taraflarını kapattıkları gibi yüzlerini de kapatan kadınlara yapıyorlar. Bu mümin ka­dınların da yüzlerini açarak kadınlık vekarlanndan soyunmalrını istiyorlar.

Bu husustaki tek dayanakları da yüzün avret olmadığı görüşüdür.

Burada ben, Resulullah (sav)'m savaşlarından birinde oğlu şehid olan 1 mümin kadının kıssasını hatırlatmak istiyorum: Kadın yüzü örtülü olduğu "'halde cenazeler arasında şehid olan oğlunu arıyor. Ona, «Yüzündeki bu "örtü ile oğlunu nasıl bulacaksın?» diyorlar. Bu söze karşı kadın, «Çocuğu-" mu kaybetmem, hayamı kaybetmem kadar ağır değildir.» cevabını veriyor.

Müslüman  kadından din namına yüzünü açmasını İsteyen bu İddia sahiplerine ve benzerlerine hayret ediyorum. Bilhassa ahlaksız insanların oâaldığı ve ahlaksızlığın ortalıkta kol gezdiği günümüzde bunu nasıl İş­eyebilirler?

Bu müceddit ve müctehid taslaklarına sesleniyorum: Siz, doğru yolu şaşırdınız. İslâmı ve şeriatln hükümlerini doğru anlamıyorsunuz. Sizinle aklî ve şer'î mantıkla konuşuyorum. Fakihlerden yüzün avret olmadığını söyleyenler, fitneden emin olmak şartını öne sürüyorlar. Onlara göre de eğer fitneden korkulursa yüzün açılması haramdır. Şimdi soruyorum size, siz günümüzde fitneden emin misiniz?

islâm, kadına, fitne korkusu ile yabancı erkekler karşısında avretin­den herhangi bir yerini açmasını haram kılmıştır. İslâm kadının saçlarını ve ayaklarını örtmesini emrederken yüzünün ve ellerinin açılmasına mü­samaha etmesi düşünülebilir mi?

Ey modernistfer! Size diyorum! Erkekleri yüz mü yoksa ayaklar mı daha çok iğfal eder? Aklınızı başınıza toplayın. Halka dini işlerde herhan­gi bir şüphe sokmayın. O İslâm ki ayakiarındaki halhalların sesleri duyul­masın diye kadınlara ayaklarını yere sert vurmayı yasaklamış, ziynetlerin­den herhangi birşeyin açılmasını haram kılmıştır. Nasıl ofur da güzelliğin esası ve fitnenin kaynağı olan yüzün açılmasına müsade eder? [129]

Mevzuyu Mevdudi'nin Nur Suresi Tefsin isimli kitabındaki âyetin «bunlardan görünen kısmı müstesna» bölümü hakkındaki açıklamalarıyla bitiriyorum :

«Âyet-i kerimedeki bu cümle, kadınların ziynetlerini kasdi olarak aç­malarının caiz olmadığına delalet eder. Şu varki, kendi kasıtları olmadan açılmaları hal) müstesnadır. Birde, dıştan giydikleri çarşaf ve benzeri giy­sileri gizlemeleri mümkün değildir. İşte bu üstten giyilen çarşaf ve benzeri giyeceklerin görünmelerinde bir beis yoktur. Âyetin bu şekildeki tefsiri Abdullah İbni Mes'ud (ra) ve Hasan-ı Basrî (ra) gibi kimselerden de riva­yet edilmiştir.

«Başka bazı kimseler ise âyetten yüz ve elin açılabileceği hükmünü çıkarırlar. Bunlara göre âyetteki «görünen kısımsdan maksat, insanın adet üzere açabileceği kısımdır. Buna göre, kadının yüzü ve elleri üzerlerinde­ki ziynetle birlikte açmak caizdir. Yani, kadının gözünün sürmesi, yüzünün makyajı, kınası, yüzüğü, bileziği açık olarak gezmesi caizdir.

«Bize göre âyetteki «görünen kısım müstesna» ifadesinden bu mana ,ve sonucun çıkarılması-caiz değildir. Çünkü âyetteki ifade, kendi kendine i; kasıtsız olarak görünen kısım anlamındadır. Kendiliğinden görünmekle in-^ sanın kasdi olarak açıp göstermesi arasında açık bir fark vardır. Zira eâyet sarih olarak ziynetlerin açılmasını haram kılmıştır. Ancak kasıtsız ..olarak açılması halini istisna kabul etmiştir. Bu İstisnayı genişleterek kas-t den açma haddine ulaştırmak Kur'ana ve Resulullah (sav)'tûn rivayet edi­len sahih hadislere muhalefet etmektir.

«Resulullah (sav) zamanında kadınların yabancı erkeklere karşı yüz­lerini açtıkları tesbit edilmemiştir. Çünkü hicab emri yüzü de içine almaktadır. O zaman yüzün örtüsü, kadının elbisesinin bir parçasıdır. Yalnız hac­da ihramda iken yüz ve ellerin açılması mubahtır. Kadınların yüz ve elleri açık olarak yabancı erkekler karşısına çıkmalarını mubah görenlere hayret ediyorum. Onlar yüz ve eller avret değildir demektedirler. Halbuki hicabla setr-i avret arasında büyük bir fark vardır. Avret, kocanın dışındaki mahrem erkekler karşısında da açılması caiz olmayan şeye denir. Hicab ise isetr-i avretin üzerine giyilen örtüye denir.»

 

47. DERS EVLİLİĞİ TEŞVİK VE ZİNADAN KAÇINMA

 

32  — İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih olan­ları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar. Allanın flutfu) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.

33  — Nikaha (evlenmeye imkan) bulamayanlar Allah kendilerini faz­lından zengin kılıncaya kadar, (zinaya karşı) iffetlerini korusun. Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin, onlara Allanın verdiği maldan verin. Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak İsterlerse, siz fuhşa mecbur etmeyin. Kim onları (buna) mecbur ederse şüphesiz ki Allah onlara (o cariyelere) kendilerinin zorlamalarından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

34 — Andolsun ki biz (din hükümlerini) açık açık bildiren âyetler, siz­den evvel gelip geçmiş olanlardan misaller, takvaya erenler İçin de öğüt­ler İndirdik.

 

Âyetlerin Lafzı Tahlili

 

(El eyâmâ): Eyyama, eyyim'in çoğuludur. Eyyim. evli olmayan kadın veya erkek demektir.

(İbâdiküm): Abid, köle demektir. (Vâşiün): Vasi, çok zengin demektir.

(Alîm): Alîm, halkın ihtiyacını ve herşeyi hakkıyla bilen. Cenabı Hakkın İsimlerinden biridir.

(Velyesta'fif): İffet kökünden türeyen ve namuslu olmayı ifade eden bir fiildir.

(el-kitab); Kitab, yazılan şey demektir. Âyette ise kölenin belirli bir meblağ karşılığında azad edilmesi demektir.

(Hayren): Hayır, salih amellere denildiği gibi mala da denilir. Buradaki anlamı ise sahih olan kavle göre salih, emniyet ve vefa sahibi kimsedir.

(Feteyâtlküm); Feteyât, fetât'ın çoğuludur. Genç

(El bigâi): Biga kelimesi kadınların zina etmesi cariyeler demektir.

(Tahassünen); İffet anlamındadır. (Arada! hayati):   Hayat, meta demektir.           

(Ayalin mübeyyinatin):  Apaçık âyetler.             

 

Âyetlerin İcmali  Manaları  

 

Allahu taala genç ve hür erkekleri evlendirmeyi emrederek şöyle bu­yurmaktadır : Ey müminler, aranızdaki hür erkek ve kadınlardan bekarları evlendirin. Köle ve cariyelerinizden salih olanları da. Şayet evlendireceği­niz bu bekarlar fakir iseler şüphesiz Allah (ccj onları fazlından zengin eder. Onların fakirlikleri evlendirmeniz için bir mani teşkil etmesin. Allahu taala çok cömert ve fazlı geniştir. Kullarından dilediğine bol rızık verir İnsanların hiçbir hali O'ndan gizli değildir.

Allahu taala, maddî ve içtimai sebeblerle evlenme imkânı bulomayan gençlere, fazlından zengin kılmcaya kadar, fuhuştan ve Allah (cc)'ın ha­ram kıldığı şeylerden uzak kalmalarını emretmektedir. Zira kul, Allah (cc)r-ın yasaklarından sakındığı takdirde Allahu taala onlara sıkıntılarından bir çıkış yolu verir. Zira Allahu taala', «Kim Atlahtan korkarsa O, kendisine (her) işinde bir kolaylık verir.» (Talak: 4) buyurmaktadır.

Allahu taala, efendilere, kölelikten kurtulmayı isteyen kölelerle müka­tebe yapmayı ve onların hürriyetleri karşılığı verecekleri malın da kabul edilmesini emretmektedir. Cariyelerin de efendileri tarafından cahiliye devrinde olduğu gibi para kazanmak için fuhşa zorlanmalarını yasakla­maktadır. Haddi tecavüz ederek cariyelerini fuhşa.zorlayanlar için elim bir ozab hazırladığını ve zinaya zorlananların günahlarını bağışlayacağını be­yan etmektedir.

Aliahu taala kullarına doğru yolda yürümeleri için açık açık âyetler, tafsilatlı hükümler ve hadler beyan etmiştir. Kulların hayır ve saadetleri bu âyetlerin gösterdiği hüküm ve hududlara bağlıiıklarındadır. İbret alın­ması için geçmiş ümmetlerden de birçok misaller yermiştir. Takva sahib-lerl için de öğütler indirilmiştir.

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1- Süyuti Abdullah bin Sebih'ten, o da babasından şöyle rivayet etmiştir: «Ben, Hüveyt bin Abdülızzi'nin kölesiydtm. Ondan mükatebemi istedim. Mükatebe yapmadı. Bunun üzerine Allahu taala, «Etlerinizin malik olduğu {köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenleri...)» âyetini inzal bu­yurdu.» [130]

2- Müslim Sahih'inde Cabir bin Abdullah'tan şöyle rivayet eder: «Abdullah bin Übey bin Setûl'ün Museykete ve Ümeymete isminde iki ca­riyesi vardı.  Bunları para  karşılığı   fuhşa zorluyordu.     Gidip  Resulullah (sav)'a şikayet ettiler. Sunun üzerine,  «Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi... fuhşa mecbur etmeyin.» âyeti nazil oldu.» [131]

Diğer bir rivayete göre, Abdullah bin Übey bin Selûl, adı geçen cari­yelerini döverek fuhşa zorladığında onlardan bir tanesi, «Eğer yapacağı­mız iş hayırsa bunu çok yaptık. Şer ise artık bırakma zamanımız gelmiş­tir.» diyerek Resulullah (savj'a şikayet eder. Bunun üzerine, «Dünya ha­yatının geçici melaını...» âyeti nazil olur.

3- Taberî Mücahid'den şöyle rivayet eder:  «Araplar cahiliye dev­rinde gene cariyelerine zorla fuhuş yaptırırlardı.  Kazandıkları parayı da kendileri alırdı. Abdullah bin Übey bin Selûl'ün fuhuş yaptırdığı bir cari­yesi vardı.  O fuhşu çirkin bularak bir daha yapmayacağına yemin etti. Yine zorlanınca yeşil bir aba karşılığı zina yaparak abayı efendisine ge­tirdi. Bunun üzerine, «Dünya hayatının geçici metaını...» âyeti nazil oldu. [132]

Mukatil, «Abdullah bin Übey bin Selûl'ün zorla zina yaptırdığı bir ca-"riyesi vardı. Bu âyet onun için nazil oldu.» der.

Bütün rivayetler gösteriyor ki, cariyelerini zinaya zorlayan kimse, mü­nafıkların reisi Abdullah bin Übey  bin Selûl'dür.

Bu âyetleri», önceki âyetler arasındaki münasebet

Allahu taala öncekj âyetlerde fuhuştan, zinadan, kadınlara bakmak­tan, kadınlarla bir arada bulunmaktan, avret mahallerinin açılmasından, ziynetlerin gösterilmesinden, evlere izinsiz girmekten ve her türlü ahlak bozucu ve fesada düşürücü kötülüklerden müminlerin kaçınmasını em­retmişti. Bu âyet-i kerimelerde ise evlenmeyi teşvik ederek evlenenlere yardım etmeyi emretmektedir. Çünkü evlilik mümini zinadan koruyan, if­fetini tahakkuk ettiren ve günahtan uzak tutan hayırlı tek yoldur. Bununla beraber insanoğlunun neslinin çoğalmasını sağlayan tek vasıta ve fazllet-;i bir toplumun temelidir. İşte bunun içindir ki, âyet-i kerîme genç erkek ve kızların evlilik yoluyla iffetlerini korumalarını teşvik etmektedir. Evlilik hususunda maddî ve İçtimai engellerin de mutlaka ortadan kaldırılacağına işaret etmektedir.

 

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler

 

Birinci incelik : «İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden satih olanları evlendirin.» âyeti, takva ve salahın kıymetine işaret etmek­tedir. Allah (cc) katında insan mal ve mevkii ile değil, din ve takvası ve salahı ile kıymetlidir. Nitekim Allahu taala, «Akibet, hic şüphesiz takvaya erenlerindir.» {Hud: 49) buyurmaktadır.

Zemahşerî: «Bu âyet evlenmeyi niçin köle ve cariyelerin salih olan­larına tahsis etmiştir diye sorulursa, derim ki: Onların dinlerinin ve salih hallerinin korunması içindir. Zira köle ve cariyelerin salihlerine efendileri şefkat göstererek kendi evladları gibi sever ve korurlar. Bunun içindir ki salih oluşlarından dolayı İslâm da buniara ayrı bir önem vermiştir. Köle ve cariyelerin müfsidleri ise bunun aksinedir.» [133] der.

İkinci incelik: «Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar» âyetinde Allahu taala kendi nefsini haramdan korumak için evlenme yoluna gidenleri kendi fazlından zengin yapacağını vadetmlştir. Birçok sahabinin de âyeti böyle anladıkları nakledilir. Hatta Ebubekir Sıddık (ra), «Atlahu taalan:n nikah hususundaki emrine itaat edin ki size vadolunan zenginliğe hemen ulaşasınız.» demiştir.

Hz. Ömer ve İbni Abbas (ra)'ın da «Rızkınızı nikahla arayın.» dedikleri rivayet edilmiştir. Buna karşılık çok evli olduğu halde yine de fakir olanlar veya zengin iken evlendikten sonra fakir düşen kimseler olduğu söylene­bilir. Unutulmamalı ki, Allah (cc)'tn bu vaadi meşiyyetine .bağlıdır. Nitekim Allahu taala, «Eğer fakirlikten korkarsanız Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir.» buyurmaktadır. Mevzumuz âyette herne kadar Allah (cc)'ın dilemesini İfade eden birşey yoksa da âyetin sonundaki, «Al­lanın (lütfü) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.» cümlesi Allah (cc)'ın dilemesinin mukadder olduğuna delalet eder. Çünkü Allahu taala, «lutfu bol, cömertliği bol» dememiş, «(lutfu) boldur, (O herşeyi) hakkıyla bilendir.» demiştir. İşte âyetin sonundaki bu ifade, «Kulları hakkında neyin hayırlı olduğunu bilendir.» anlamına gelir. Şu halde Allah (cc) hikmeti ve kulun maslahatına göre dilediğini zengin, dilediğini fakir eder. Nitekim hadis-l kudside, «Şüphesiz kullarımdan öylesi vardır ki, fakirlik onun hakkında daha hayırlıdır. Eğer onu zengin etsem, güzel hali bozulur.» ifadesi varid olmuştur.

Zenginlik ile nikah arasındaki bağlantının hikmeti ise halktan bazıları­nın hayaline gelen çocuklar mutlaka fakirliğe sebeb olur yanlış zannını ortadan kaldırmaktır. Zira Allahu taala kulunun nüfusu kalabalık bile olsa onu zengin etmeye muktedirdir. Böyle olduğu gibi bekar da olsa onu fakir edebilir. Öyleyse evlenmek insanın fakirliğine, bekarlık ise zenginliğine vasıta olmaz. Şüphesiz Allahu taalo kuvvet sahibi ve rezzaktır: «Kim Allah-tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtuluş) çıkış yeri ihsan eder. Onu hatır ve hayaline gelmeyecek bir cihetten de nzıklandırır.» (Talak: 2-3)

Üçüncü incelik: «Nikaha (evlenmeye imkân) bulamayanlar... (zinaya karşı) iffetlerini korusun.» âyeti, evlenme imkânı bulamayan gençleri, Al­lah (cc) onlara evlenme imkanlarını halkedene kadar nefislerini haramdan kcrumaya davet etmektedir.

Dördüncü incelik: «Onlara Allanın size verdiği maldan verin.» âye­tinde latif bir işaret vardır. Zenginlerin elindeki servet, yalnızca onlara e-manet edilen Allah (cc)'ın malıdır. Allahu taala o malı güzel kullanmak ü-zere onları vekil kılmıştır. Zira Allahu taala, «(Allahm) size (tasarruf için) vekalet verdiği (maf)dan (O'nun uğrunda) harcayın.d (Hadid: 7) buyur­maktadır. Malın hakiki maliki ancak Allahu taaladır. Zenginler ise malın hakiki sahibi değildirler. Mal ancak onlara bırakılan bir emanettir.

Beşinci incelik: «...Eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse» cümlesi antiparantez bir cümledir. Bu cümleden maksat, efendilerin cariyelerini fuhşa zorlamaları halinde ne kadar kötü bir iş yaptıklarını bildirmektedir. Zira esas olan, cariyeler fuhşa meyletseler bile, efendilerin onları koru­masıdır. Efendiler cariyelerini zorlamasalar, yalnızca davet etseler bile son derece alçakça bir İş yapmış olurlar. O halde onlar, kendilerini fuhşa davet eden efendilerinden daha hayırlı, daha şerefli ve daha temizdirler. Çünkü onlar iffetli yaşamayı fuhşa tercih etmektedirler. Bu tercihleriyle de namuslu, haysiyetli ve şerefti insanlar olduklarını İsbat etmektedirler.

Ebussuud şöyle der: «En az şerefli ve haysiyetli bir kişi bile kendi ha-rımlnde olan cariyesini fuhşa değil zorlamak, razı bile olamaz.» [134]

Altıncı incelik; «Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız di­ye..» âyeti, efendilerin cariyelerini zinaya zorlamalarının ne kadar çirkin birşey olduğuna işaret eder. Zira insanın sahip olduğu en şerefli şey na­mus ve haysiyetidir. Onlar ise bu yüksek şerefi, elden çıkması her an mümkün olan dünya metaı ile değiştirmektedirler.

Yedinci incelik: «Şüphesiz ki Allah onlara kendilerinin zorlanmala­rından sonra da çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.» âyeti, Allah (cc)'ın mağfiret ve rahmetinin zinaya zorlanan cariyeler için olduğuna işaret et­mektedir. Onları fuhşa zorlayanlara gelince, onlara da Allah (cc)'ın laneti ve azabı vardır.

Hasan-ı Basrî (ra), bu âyeti okuyunca, «Vallahi o mağfiret ve rahmet —üç kere tekrarlayarak— o cariyeleredir.» demiştin Âyetteki «zorlanma­larından sonra da» ifadesi de bunu teyid etmektedir. Çünkü cariyeler bu işi zorla yapmaktadırlar. Bunun için onlardan azab kalkmıştır. Günah ve azab onları zorlayanlarındır.

Ebussuud Efendi bu hususta şöyle der: «Mağfiret ve rahmetin fuhşa zorlanan cariyelere tahsis edilmesi, açıktan, onları zorlayanların Allah (cc)'ın mağfiret ve rahmetinden tamamen uzak olduklarına işaret etmek­tedir.» [135]

 

Âyetlerdeki Şer'î Hükümler

 

Birinci Hüküm: Âyeti Kerimenin Muhatabı Kimlerdir?

 

Bazı alimlere göre, «İçinizden bekarları... evlendirin.» âyetinin muha­tabı bütün ümmettir. Bu görüşe göre âyetin manası, «Ey müminler, bekar hür erkek ve kadınları evlendirin.» olur.

Diğer bazı alimlere göre âyetin muhatabı yalnız veliler ve efendilerdir.

Başka bir kısım afime göre ise, âyetin muhatnbı evli olmayan kimse­lerdir.

Kurtubî şöyle der: «Âyet yalnız velilerle efendilere hitab etmektedir. Bir görüşe göre de âyetin muhatabı bekarlardır. Sahih olan birincj görüş­tür. Şayet bekarlara hitab etseydi, «evlendirin» kelimesi yerine «evlenin» kelimesi kullanılırdı.» [136]

Bu görüşlerden tercihe en şayan olan, bütün ümmeti muhatab aldığı­nı söyleyen görüştür. Öyleyse müslümanlara düşen görev, gençler İçin evlilik İmkanlarını kolaylaştırmak, evliliğe mani olan engelleri ortadan kal­dırmaktır. Zira evlilik insanları ve nesli haramdan korunmanın tek yolu­dur.

«Evlendirin.» emrinden maksat, yalnız nikah akdini icra etmek değil, akde götürecek imkanları hazırlamaktır. Zira âyette bekarlığı ifade eden «eyyamĞ» kelimesi, ister büyük, ister küçük olsunlar evli olmayan bütün bekarları ifade eder. Şurası muhakkaktır ki yetişkin bir erkeğin velisi ola­maz. Çünkü o, kendi kendisinin velisidir. Buna göre âyetteki «evlendirin» emrinden maksat, evlenenlere yardım etmek ve evliliği kolaylaştırmaktır. Zira Resulullah (sav), «Size dinini ve huyunu beğendiğiniz birisi geldiği zaman onu evlendirin. Eğer evlendirmezseniz yeryüzünde fitne ve fesat yayılır.» buyurmuştur. [137]

 

İkinci Hüküm: Evlenmek Farz mıdır, Müstehab mı?

 

Fakihler evlenmenin hükmü üzerinde ihtilaf ederek birkaç görüşe ay­rılmışlardır.

Zahirîler, evlenmenin farz olduğu görüşündedirler. Bunlara göre ev­lenmeyen bir kimse günaha girmiştir.

Şafülere göre evlenmek mubahtır. Evlenmeyene de hiçbir günah yok­tur.

Cumhura (Hanefi, Maliki ve Hanbeliler) göre evlenmek farz değil müs-tahabtır.

Zahirilerin delilleri:

Zahirîler, âyetteki «evlendirin» emrinin evlenmeyi farz kıldığı görüşün­dedirler. Çünkü evlilik' nefsi haramdan korumak içindir. Nefsi haramdan korumak ise farzdır. Dolayısıyla evlenmek de farzdır. Evlenmeyen kimse günaha girmiş olur.

Cumhurun deliller):

Cumhura göre, selef alimlerinden evliliğin farz olduğu yolunda bir nakil yoktur. Onlardan gelen haberler, evliliğin müstahab olduğu yolundadır. Cumhur görüşlerini aşağıya özetle alacağımız delillere de dayan­dırmaktadır :

1- Eğer evlilik farz olsaydı Resulullah (sav) ve seleften yaygın ve meşhur rivayetler gelirdi. Çünkü evlenme ihtiyacı umumidir.  Bu sebeble gerek Resulullah  (sav) devrinde,  gerek  sahabiler devrinde evlenmeyen hiçbir genç kalmazdı. Halbuki biz gerek Resulullah (sav) devrinde, gerek daha sonra evlenmeyen erkek ve kadınlar olduğunu biliyoruz. Resulullah (sav) da bunların evlenmemelerine karşı çıkmamıştır. İşte bu nakil evlen­menin farz olmadığına delalet etmektedir.

2- Eğer evlilik farz olsaydı velilerin evli olmayan dul kızlarını evlen­meye zorlamaları caiz olurdu. Halbuki şer'an dul bir kadını  evlenmeye zorlamak caiz değildir. Zira Resulullah (sav), «Dul bir kadın kendisinden izin alınmadan evlendirilemez.» buyurmuştur.

3- Cessas:  «Evlenmenin müstahab olduğuna, efendilerin köle ve cariyelerini evlenmeye icbar edemeyecekleri üzerinde bütün alimlerin İtti­fak etmeleri de delalet etmektedir. Zira âyet, bekarlarla birlikte köle ve cariyelerden salih olanlarının da evlendirilmesini emretmektedir.  Bu da delalet ediyor ki evlenmek veya evlendirmek ister hür, ister köle olsun müstahabtır.» [138]

4- Resulullah (sav), «Kim benim fıtratımı severse benim sünnetimi işlesin. Nikah da benim sünnetimdir.» [139] buyurmuştur.

5- Resulullah (sav), «Doğurgan bir nesilden sevimli kadınlarla ev­lenin. Zira kıyamet gününde diğer peygamberlere karşı çokluğunuzla ifti­har ederim.» [140] buyurmuştur.

Şafitlerin delilleri :

Evlilik yemek-icmek gibi bir ihtiyacı gidermek ve tat almak içindir. Bunlar ise mubahtır. Dolayısıyla evlilik de mubahtır.

Sahih olan cumhurun görüşüdür. Yani evlenmek müstahabttr. Çünkü Resululiah (sav), sahih ve meşhur olan bir hadiste, «Nikah benim sünne-timdir. Kim benim sünnetimi İşlemezse benden değildir.» [141] buyurmuş­tur.

Şurası unutmamalı ki, fakih ve alimlerin nikah üzerindeki ihtilaflı gö­rüşleri ancak insanın haram işlemekten emin olduğu haller için geçerli­dir. Zina yapmaktan korkutursa o zaman evlenmek farzdır. Zira nefsi ha­ramdan korumak farzdır.

Kurtubt şöyle der: «Evliliğin hükmü insanın halinin değişmesiyle de­ğişir. Mesela zinaya düşmekten ve sabredememekten korkan birisi İçin evlenmek farzdır. Sabredebilecek olan ve zinaya düşmek korkusundan e-min olan kimse için ise evlenmek müstahabtır. Evlenmeye gücü yeten ve evlenmeyi arzu eden kimseler için evlenmek müstahabtır. Bir hürle ev­lenmeye güç yetiremeyenlerin mümkün mertebe nefislerini korumaları farzdır.» [142]

 

Üçüncü Hüküm: Vefmin Baliğe Olan Bekar Kızını Zorla Evlendirmesi Caiz Midir?

 

Şafiifer, «İçinizden bekarları... evlendirin.» âyetine dayanarak velile­rin baliğe olan bekarları rızasını almadan evlendirebileceğl görüşündedir­ler. Zira ayetin umumi ifadesi buna delalet etmektedir. Eğer, «Dul bir kadın kendisinden İzin alınmadan evlendirilemez.» hadisi olmasaydı veliler, İzin almadan dulları da evlendirme hakkına sahip olurlardı.

Cessas: «İçinizden bekarları... evlendirin.* âyeti yalnız kadınlara has değildir. Bu ifade kadın ve erkekleri birlikte içine almaktadır. Eğer veliler baüğ olan bekarları zorla evlendirme hakkına sahip olsalardı, Re-sulullah (sav), onların evlenmeleri hususunda izin alınmasını emretmez-di. Zira Resulullah (sav), «Bekar bir kızın evlendirileceği haberine karşılık sükut etmesi izin verdiğine delalet eder.» buyurmuştur. İşte bu hadisten de anlaşılıyor ki, baliğe olan bekar kızları kendilerinden izin almadan ev­lendirmek caiz değildir.

«Hbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Arapların Bekr kabile­sinden bir baba ile kızı Resulullah (sav)'a geldiler. Baba kızını kendisin­den izin olmadan evlendirmiş ve kızı İle arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Resulullah (sav) kıza, «Babanın yaptığına izin ver.» dedi.» Bu hadis de ba­liğe olan bekar kızdan evliliği hususunda İzin almanın farz olduğuna de­lalet etmektedir.» [143]

 

Dördüncü Hüküm: Kadının Kendi Basına Nikah Akdi Yapması Caiz Mi­dir?

 

Şafii ve Hanbelî fakihlerine göre, kadın kendi başına nikah akdi ya­pamaz. Yaptığı takdirde yapılan nikah geçerli, değildir. Zira Allahu taala, «İçinizden bekarları... evlendirin.» ve «Müşrik erkerlere de onlar iman e-dlnceye kadar (mümin kadınları) nikahlamayın.» (Bakara: 221) buyurmuş­tur. Bu iki âyette de Allahu taaia, kadınlara değil erkeklere hitabetmiştir. Bu hitap, evlilik hususunda salahiyetin erkeklere verildiğini göstermekte­dir.

Eğer kadınların kendi başlarına evlenmeleri caiz olsaydı, velilerin ve­layet hakları düşmüş olurdu. Evlilik çok çeşitli maksatlar için yapılır. Ka­dın İse çoğu zaman kadınlık duygularının tesiri altında kalmaktadır. Bu yüzden ona evlenmek muhtariyeti verilemez. Evlilik maksatlarının daha kamil biçimde tahakkuk etmesi için evlilik işi kadınların velilerine veril­miştir.

Şafii ve Hanbelilerın görüşleri itim ehlinin ekserisi tarafından da ter­cih edilmiştir. Sahih olan görüş de budur. Şurası var ki, âyetteki hitap yalnız velilere değil, bütün ümmetedir. Yani Allahu taala bütün müminlere evlenmek isteyenlere yardımcı olmalarını emretmiştir. Müslümanlara dü­şen görev, evlilik hususunda birbirlerine yardım ederek İslâm toplumunda bekar erkek ve kadın bırakmamaya çalışmaktır.

Evlilik akdinin hükmü bu âyetten değil, Resulullah (sav)'ın sünnetin­den alınmıştır. Zira Resulullah (sav), «Nikah ancak veli ile yapılır.» [144] buyurmuştur. Bir başka hadiste de, «Hangi kadın velisinden izin almadan nikahlanırsa onun nikahı batıldır.» [145] buyurmuştur.

Alusî, şöyle demektedir: «Benim görüşüme göre, âyetteki «evlendirin» emrinin manası, evliliği kolaylaştırmak ve yardımcı olmaktır. Nikahta sa­lahiyetin velilere verilmesinin sahih oluşu bu âyetten değil, diğer deliller İle anlaşılır.» [146]

 

Beşinci Hüküm: Hür Bir Erkeğin Bir Cariye İle Nikah Akdi Yapması Caiz Midir?

 

Bazı Hanefi alimleri, «içinizden bekarları... evlendirin.» âyetinin zahi­ri anlamına dayanarak, hür»bir erkeğin bir cariye ile nikah akdi yapmasını kayıtsız şartsız caiz görmüşlerdir. İsterse bu erkek, hür bir kadın, alabilecek kadar zengin olsun

Şafiilere göre ise, âyetteki, «evlendirin» umumi ifadesi hür bir erkeğin bir cariye ile nikah akdi yapmasına delalet etmez. Ancak hür bir kadınla evlenme gücüne sahip değilse o zaman bir cariye ile evlenebilir. Zira At-lahu taola, «Sizden kim hür-ve müslümon kadınları nikahla alacak bfr bolluğa güç yetlştiremezse o halde sağ ellerinin malik olduğu mümin ca­riyelerinizden (alsın).» (Nisa: 25) buyurmaktadır. Bu âyet hususi bir hü­küm ifade ettiğinden, umumilik ifade eden âyete takdim edilir. Öyleyse an­cak hür ve müslüman bir kadınla evlenmeye güc yetiremeyen erkekler mümin bir cariye ile evlenebilirler.

 

Altıncı Hüküm: Efendi Köle Ve Cariyesini Evlenmeye Zorlayabilir Mi?

 

Alimler, «...Kölelerinizden, cariyelerinizden salih olanları evlendirin.»

âyetine dayanarak efendinin köle ve cariyesini kendilerinden izin alma­dan evlendirme salahiyetine sahip olduğuna hükmetmişlerdir. Zira bu âyet, efendiye köle ve cariyesini evlendirme yetkisi vermekte, onlardan izin al­ma şartını da koymamaktadır.

Alimler yine bu âyete dayanarak köle ve cariyelerin efendilerinden İzinsiz .olarak evlenemeyeceklerine hükmetmişlerdir. Eğer efendilerinden İzin almadan evlenirlerse, efendilerinin üzerlerindeki sahiplik hukukunu tanımamış olurlar. Üstelik böyle bir durumda kölenin evleneceği kadının geçimini kimin temin edeceği de bilinemez. Bu görüşü, «Hangi köle efen­disinden izin almadan evlenirse zanidir.» [147] hadisi de teyid etmektedir.

Kurtubî şöyle der: «Alimlerin ekserisine göre efendi, köle ve cariye­sini zorla evlendirebilir. İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin görüşü de budur. İmam Şafii (ra)'ye göre ise efendi kölesini zorla evlendiremez. Şa­fiilere göre köle de hür insanlar gibi mükelleftir. Bu sebeble evlilik husu­sunda zorlanamazlar. Kölenin mükellef oluşu, onun kamil bir İnsan oldu­ğuna delalet eder. Maliki alimleri, kölenin malikiyeti, efendinin sahipliği yanında yok hükmündedir, görüşündedirler. Kölenin efendisinden izin al­madan evlenemeyeceği hususunda icma edilmiştir.»[148]

 

Yedinci Hüküm: Karı-Koca Fakirlik Sebebiyle Birbirinden Ayrılabilirler Mi?

 

Alimler, «Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar.» âyetine

dayanarak, fakirlik sebebiyle nikah akdinin feshedilemeyeceğlne hükmet­mişlerdir. Zira Allahu taala fakirliği nikaha mani olacak hallerden sayma­mıştır. Bilakis fakirleri evlenmeye teşvik etmiş, onların zengfnleştirileceği-nj vadetmiştir. Madem ki fakirlik nikaha mani bir sebeb sayılmıyor, evlili­ğin bozulmasına da sebeb olamaz.

Nekkaş, şöyle der: «Bu âyet, «Koca fakir düştüğü takdirde kadı on­dan ailesini ayırır.» diyenlerin iddialarını reddeder. Hatta onların aleyhine bir delil teşkil eder. Zira Allah taala, «Allah onları fazlıyla zengin yapar.» buyurmuş,  «Allah (cc) onları birbirinden ayırır.» dememiştir.»

Kurtubî de şöyle der: «Fakirliğin ayrılma sebebi olduğu yolundaki gö­rüş zayıftır. Bu âyet, nafakasından aciz olacak kadar fakir olanlar hak­kında bir bir hüküm getirmemektedir. Ancak evlenen fakirlerin Allah (cc) tarafından zengin edileceklerine dair bir vaad ifade etmektedir. Fakat zengin bir kimse evlendikten sonra karısının nafakasını veremeyecek ka­dar fakir düşerse o zaman onların ayrılmaları cihetine gidiiir. Zira Al­lahu taala, «Eğer (karı koca) birbirinden ayrılacak olurlarsa Allah herbl-rini fazl ve keremiyle İhtiyaçtan vareste kılar.» (Nisa: 130} buyurmuştur.     

«Mevzumuz âyet fakirlerin evlendirilmelerine delil teşkil eder. Fakirin fakirliği sebebiyle evlenmek istememesi de doğru değildir. Zira onun rızkı Allah (cc)'a aittir. Resululiah (sav), kendisine hibe edilen bir kadını, bir * peştemalden başka hiçbir şeyi olmayan birisiyle evlendirdi ve kadın nikah­tan sonra nikahın feshi yoluna gitmedi. Zira evlendiği kimse baştan fa­kirdi. Şayet baştan zengin olsa ve sonradan fakir düşseydi ayrılma İste­ğinde bulunabilirdi.» [149]

«İçinizden bekarları ve kölelerinizden cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları fazlıyla zengin yapar.» âyeti, kız babalarına, kızlarına talib olan temiz, ahlaklı, mazbut gençleri fakirlikle­rinden dolayı geri çevirmemelerini tavsiye etmektedir. Çünkü mal gelip geçicidir. Allah (cc) da fazlıyla herkesi zengin yapmaya muktedirdir.

Bu âyetten anlaşılıyor ki, yetişkin bir genç evlenmek İçin zengin ol­mayı beklememelidir. Allah (cc)'a tevekkül ederek —kazancı az bile olsa— hemen evlenmelidir. Çoğu zaman evlilik insanfarın hayatını düzene sokar, daha çok çalışmalarına ve kazanmalarına vesile olur. Zaten Allahu taala da haramdan korunmak için evlenenlere yardım edeceğini vadetmektedlr. Nitekim Resulullah (sav} da, «Üç sınıf insana Allah (cc)'ın yardımı haktır: Kendini haramdan korumak için evlenene, ödemek niyetiyle efendisiyle mükatebe yapan köleye ve yalnız Allah İçin savaşanlara.» [150] buyur­muştur.

Âyette fakirliğin nikahı bozup bozmama vo'ur.Ja bir sebeb olduğuna delalet edecek hiçbir şey yoktur.

 

Sekizinci Hüküm: Mut'a Nikahının Hükmü Nedir?

 

Bazı alimler, «Nikaha (evlenmeye İmkan) bulamayanlar Al I oh kendi­lerini fazlından zengin kılıncaya kadar (zinaya karsı) İffetlerini korusun.a âyetine dayanarak mut'a nikahının batıl olduğuna hükmetmişlerdir. Şayet mut'a nikahı sahih olsaydı, nikah imkanından mahrum olan bir gene için Allahu taala «isdl'faf» (korunma)yı, onu fazlından zengin edinceye kadar beklemeyi emretmezdi. «Korunma» emri, nikah imkanı bulamayan herkes için   geçerlidir.

Mut'a nikahı sahih olsaydı, Altahu taala onu sarih bir biçimde emir buyururdu.

 

Dokuzuncu Hüküm: Efendinin Kölesi İle Mükatebe Yapması Fan Mı­dır?

 

«Mükatebe», şer'î ıstılahta kişinin kölesi ile, hürriyetine karşılık tak­sitle ödeyeceği bir para üzerinde yazılı anlaşma imzalamasıdır. Mükatebe iki sekili'e yapılır:

1- Köle mükatebe ister, efendisi de kabul eder. «Mükatebe İste­yenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız kitabete kesin.» âyeti buna işa­ret ekmektedir.

2- Köle mükateb^ ister, fakat efendisi kabul etmez. Bu durumda mükatebe yapılıp yapılmayacağı hususunda ihtilaf vardır. Zahirîlere göre köle mükatebe istediği takdirde efendinin mükatebe yapması farzdır.

Fukahanın cumhuruna göre ise, köle mükatebe istediği,takdirde efen­dinin mükatebe yapması farz değil, sünnettir.    

Zahirilerin delilleri:          

Zahiriler, kitabetin farz olduğuna dair Kur'an ve hadisten şu delilleri getirirler:

Kur’an'dan delilleri: «Ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mükatebe isteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız, kitabete kesin.» âyetidir, Zahirilere göre bu âyetin nüzul sebebi de bu forziyete delalet eder. Çünkü bu âyet, Hüveyd bin Abdülızzî'nin kitabet İsteyen Sebih is­mindeki kölesi hakkında nazil olmuştur.

Sünnetten delilleri: Enes bin Malik (ra)'ten rivayet edilmiştir: «Şirin isimli kölem benden mükatebe isledi. Kabul etmedim. Giderek Hz. Ömer'e şikayet etti. Hz. Ömer bana gelip kırbacıyta tehdit ederek «Ellerinizin ma­lik olduğu...» âyetini okudu. Bunun üzerine kölemle kitabet yaptım.»

Davud-u Zahirî: «Eğer kitabet farz olmasaydı, Hz. Ömer, Enes bin Malik (ra) üzerinde kırbaçla durmazdı.» der. Davud-u Zahiri'nin bu görüşü, tabiinin bazılarından —Ata (ra), İkrime (ra), Mesruk (ra), Dahhak (ra)— da nakledilmiştir.

Cumhurun delilleri;

Fukahanın cumhuru (Hanefiler. Malikiter, Şafiiler ve Hanbeliler), kita­betin sünnet olduğuna dair şu delilleri getirirler:

1- Allahu teala,  «...Mükatebe İsteyenleri, eğer onlarda bir hayır biliyorsanız, kitabete kesin.» âyetinde kitabeti efendinin kölesinde bir ha­yır görmesi şartına bağlamıştır. Buna göre eğer köle kitabet ister ve efen­disi onda bir hayır görmezse, muteber olan kölenin İsteği değil, efendisi­nin kararıdır. Âyetin mükatebeyi şarta bağlaması, kitabetin farz değil sün­net olduğuna delalet eder.

2- Resulullah (sav), «Bir müslümanın malı ancak kendi rızası İle verdiği takdirde helal olur.» buyurmuştur. Köle de bir mal olduğundan mü­katebe ancak efendisinin rızası ile olur.

3- Kölenin efendisinden satışını istemesi halinde efendinin bu iste-âi kabul etmesinin vacip olmadığı hakkında İcma vardır. Efendi bu husus­ta icbar da edilemez. Mükatebe de bir nevi satıştır Dolayısıyla kölenin is­teğini efendisinin yerine getirmesi farz değildir.

Cessas bu hususta şöyle der: «Eğer kölenin mükatebe isteğini efen­dinin yerine getirmesi farz olmasaydı,  Hz. Ömer.  Enes bin Malik (ra)'i kırbaçla tehdit ederek köleslyle mükatebe yaptırmaydı denilebilir. Buna şöyle cevap veririz: Hz. Ömer halkına karşı şefkatli bir baba gibi idi. Onla­ra dinde en efdal olanı, farz olmasa da maslahat bakımından emreder, yaptırırdı. Burada sahih olan cumhurun görüşüdür. Zira âyetteki emir, farzetmek için değil, müstahab olduğunu göstermek içindir.» [151]

 

Onuncu Hüküm: «Onlara Allanın Size Verdiği Maldan Verin.» Âyetinin Muhatabı Kimlerdir Ve Verilecek Malın Ölçüsü Nedir?

 

Müfessirler, âyetin muhatabının kimler olduğu hususunda İki görüşe ayrılmışlardır.

1. Görüş: Âyetin  muhatabı  zekat vermeleri  farz  olan  zenginlerdir. Zenginler, bu âyet İle zekatlarından bir miktarını da mükatebe yapan köle­lere vermekle emrolunmaktadırlar.

Ata, bu âyetin tefsirinde İbni Abbas (ra)'tan şöyle rivayet etmiştir: «Bu ayetin vermeyi emrettiği mal, zekatın taksimine dair âyette sayılan sınıflar içindeki mükatebe yapan kölelere verilmesi icabeden maldır.» Zira onlar aldıkları bu malla kendilerini hürriyete kavuşturmaktadırlar.

2. Görüş: Âyetin muhatabı kölelerin efendileridir. Bu âyet efendilere, mükatebe yaptıkları  kölelerine,  mükatebe  karşılığı   alacakları  malın  bir kısmını vermelerini emretmektedir.

Bu ikinci görüşün daha sahih olduğunu zannederim. Zira âyetin akışı buna delalet etmektedir. Çünkü âyet efendilere köleleri ile mükatebe yap­mayı müstehab kılmaktadır. Aynı şekilde, efendilere, mükatebe yaptıkları maldan bir miktarını kölelikten kurtulmalarına yardım olarak kölelerine bağışlamalarını emreder. [152]

Kurtubî: «Âyetin muhatabları efendilerdir. Âyet onlara kölelerine, kita­bet malından bir miktarını veya kendi mallarından vermeyi emretmekte: dir.» [153]

Fokihler, verilecek malın farz olup olmadığı ve miktarı hususunda ihtilaf ederek yine iki görüşe ayrılmışlardır.

1.) Şafii ve Hanbetilere göre, efendilerin bu malı kölelerine vermeleri farzdır.

İmam Hanbel (ra)'e göre verilmesi farz olan bu malın miktarı, müka­tebe akdinde belirtilen malın dörtte biri kadar olmalıdır.

İmam Şafii (ra}'ye göre, verilmesi farz olan bu malın miktarının belirli birsinin yoktur.

2.) Maliki ve Hanefilere göre ise verilecek mal farz değildir. Âyet de bu malın verilmesini farz olarak emretmemektedir.

Şafii ve Hanbelİlerin delilleri:

Şafii ve Hanbelilere göre, «Onlara Allanın size verdiği maldan verin.» âyetinin zahiri, mal vermenin farz olduğuna delalet eder. Çünkü bu hü­küm emri ifade eden bir cümle ile varid olmuştur.

Hz. Ömer bin Hattab'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Hz. Ömer, Ebu Üm-miye isminde bir kölesi ile mükatebe yapmıştı. Bir taksidini vermeye gelen köleye Hz. Ömer, «Bu parayı benden mükatebene yardım olarak geri ai.» dedi. Ebu Ümmiye de, «Bu parayı bana taksitlerin sonunda verseydin daha iyi olurdu.» dedi. Hz. Ömer, «O vakte ulaşamayacağımdan korkuyorum.» diyerek, «Onlara Allahın size verdiği maldan verin.» âyetini okudu.»

Hanefi ve Malikilerin delilleri:

Hanefi ve Maliktler bu âyetin farz kılıcı olmadığı görüşündedirler. Bun­lara göre, âyette emir ifade eden iki cümle vardır. Birisi, «kitabet kesin» emri, diğeri de «onlara verin» emridir. Bu emirlerin her ikisi de ya farzı gerektirir veya gerektirmez. Eğer farzı gerektirseydi, mükatebe İsteyen kölenin isteğini efendinin yerine getirmesi farz olurdu. Halbuki bu farz değildir. Öyleyse ikinci emrin de farz olmadığı muhakkaktır.

İbnü'l-Arabî şöyle der: «Malın verilmesini farz kabul eden Şafiiler, kitabeti de farz kabul etseydiler tercihleri doğru olabilirdi. Fakat İmam Şafii (ra), kitabetin farz olmadığını savunurken mal vermenin farz olduğu görüşündedir. Ayette asıf olan mükatebeyj farz kabul etmeyerek tali olan mal vermeyi farz kabul etmektedir. Bu da benzeri olmayan bir görüş ve delilsiz bir iddiadır.» [154]

Resulullah (sav), «Yüz vakiyye üzerine mükatebe yapan bir köle, dok­sanını ödese de onunu ödemese yine köledir.» buyurmuştur. Eğer kölenin kitabet akdinden birşey düşmek veya kendi malından vermek farz olsaydı. mükatebe anlaşmasında tayin olunan malın çoğunu ödediği takdirde ge­riye kaiantn düşmesi ve hürriyetine kavuşması lazım gelirdi.

Hz. Ayşe'den rivayet edilmiştir: Berire isimli bir cariye Hz. Ayşe'ye gelerek efendisîyle yaptığı mükatebenin ücreti hususunda yardımını iste­di. Hz. Ayşe ona, «Eğer efendin kabul ederse senin ozad edicin olayım. Anlaştığınız ücretin tamamını ben veririm.» dedi. Berfre, Hz. Ayşe'nin söy­lediklerini efendisine haber verdi. Efendi razı olmadı. Hz. Ayşe durumu Resulullah (sav)'a anlattı. Resuiullah (sav), «Onu satın alarak azad et. Çünkü velayet hakkı azad edene aittir.* buyurdu.

Hanefi ve Malikiler bu hadisle de istidlal ederek, «Resulullah (sav) Hz. Ayşe'nin teklifini reddetmediği halde, efendisine Berire'nin mükate-bede anlaştığı meblağından bir kısmının düşürülmesini veya efendisinin kendi malından ona yardım etmesini emretmemiştlr. Şayet mal vermek ve­ya mükatebe bedelinden bir miktar düşürmek farz olsaydı, Resulullah (sav) in bunu emretmesi icabederdi.» derler. [155]

 

Onbirinci Hüküm: Zinaya Zorlamak Nedir Ve Zorla Yapılan Zinada Er­kek Ve Kadından Had Düşer Mi?

 

«...Cariyelerinizi fuhşa mecbur etmeyin.» âyeti insanlardan zorla işle­nen bir günahın cezasının düşeceğine delalet eder. Günaha zorlanan insan muaheze edilmez. Günah ise zorlayana aittir.

Zorlamanın vaki olduğu ancak hayati bir tehlike veya herhangi bir uzvunun telef olması ile tesbit edilir. Yalnız sopa İle tehdit etmek veya değnekle döğmek icbar sayılmaz.

Zinaya zorlanan bir kimsenin hükmü, küfre zorlanan kimse gibidir. Küfre zorlanan kimse için Allahu taola, «Kalbi İman üzere (sabit ve bu­nunla) mutmain olduğu halde İkraha uğratılanlar (küfre zorlananlar) müs­tesna.» (Nah): 106) buyurmaktadır.

Bazı müfesslrlere göre Allahu taalanın «...Eğer kendileri de İffetli ol­mak isterlerse» kaydını koyması, ancak, zorlamanın bu şartla tahakkuk edeceğini bildirmek içindir. Zira cariyenin kendisi zinayı isterse o zaman zorlamaya gerek kalmaz.

Alimler zinaya zorlanan erkeklerden de kadınlar gibi günahın düşüp düşmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhura göre zorla yaptırılan zinada bir günah olmadığı gibi hem er-Kekten hem de kadından had düşer. Bu hususta erkek de kadın gibidir. Çünkü Resulullah (sav), «Benim ümmetimden hataen yapılan, unutularak yapılan ve zorlanarak yapılan işlerin günahları kaldırılmıştır.» [156] buyur­muştur.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre ise erkeğin zinaya zorlanması ondan zina haddini düşürmez. Ancak Sultan tarafından zorlanması müs­tesna. Bu hususta erkek için zorlanma olamaz. Zira zortama ölüm veya bir azanın telef edilmesi şeklinde olur. Böyle bir halde ise erkeğin zina yap­ma gücü kalmaz. Zorlama ile zina yapabiliyorsa zorlanmadığı anlaşılır. Çünkü gerçekten zorlansa ve korksa idi temas gücünü yitirirdi. Öyleyse zorla yaptırılan zinada erkekten had düşmez.

 

Cahiliye Devrinde Zina;

 

Cahiliye devrinde zina çok yaygındı ve iki şekilde yapılırdı. Birisi, bir kadınla birden fazla erkek nikah yapardı. İkinciye ve bazı hür kadınlar taralından para karşılığı yapılırdı.

Kimsesi olmayan bazı kadınlar fuhşu kendileri için bir geçim yolu ya­parlardı. Nikahlandıklan çok sayıda erkekle ilişkide bulunur, onlar da kadının geçimini üstlenirlerdi. B&yle bir kadın gebe kalıp doğum yaptığı zaman, kendisiyle fuhuşvyâpT^fr^ljp^kleri çağırır ve çocuğun onlardan bi-rinden olduğunu söylerdi. Çocuk, kadının seçtiği erkeğin çocuğu sayılırdı.

Umumi zina ise genellikle cariyeler, bazan da hür kadınlar tarafından yapılırdı. Bu da İki yolla olurdu. Birincisi, efendiler cariyelerinden her ay İçin belirli bir para taleb ederlerdi. Cariye de bu parayı zina yoluyla ka-zanarak efendisine verirdi. Cariyelerin temiz bir işte çalışma imkanları yoktu. Bu sebeble onlar fuhşu kendilerine bir iş edinirlerdi.

İkincisi ise. Araplardan bazıları genç kız ve cariyeleri bir evde otur-tarak zina yaptırırlardı. O evde fuhuş yapıldığının herkes tarafından bilin­mesi için de kapılarının üzerine bayrak asarlardı. Bu evlere «mevahirı adı verilirdi. Şayet bu evlerdeki kadınlardan birisi bu rezaleti İşlemeye yanaşmazsa efendisi onu zorlayarak yaptırırdı. Münafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl de bunlardan birisi idi.

Günümüzde de aynı cahiliye devrindeki gibi aşikar, hatta kanun hi­mayesinde fuhuş evleri ve kadınları bulunmaktadır. Hatta denilebilir ki, şimdiki fuhuş cahiliye devrindekinden daha  kötü ve  çirkindir. Çünkü o dönemde fuhuş genellikle cariyeler tarafından yapılırdı. Bugün İse hür ka­dınlar tarafından yapılmaktadır. Bunun ticaretini yapan sayılamıyacok ka­dar da çoX kimse vardır. Öyle zannediyorum ki bugün çeşitli hastalıkların böylesine yayılmasının sebebi de budur. Zira Resulullah (sav), «Bir top­lumda açıkça fuhuş yapılmaya başlandığı zaman geçmişte olmayan birçok hastalık ortaya çıkar.» buyurmuştur. Bu hadis Peygamber efendimizin mu-cizelerinderpbirisidir.

 

Âyetlerdeki Teşri'î Hikmetler

 

Allahu taala, evlenmeyi çok büyük fayda ve yüksek hikmetlere binaen meşru kılmış ve evlilik sebeblerinin kolaylaştırılmasını em/etmiştir. Zira yeryüzünün mamuriyeti ve temiz bir neslin ortaya çıkması ancak evlilik hayatıyla mümkündür.

Allahu taala insanların beşeri arzularını hayvanlar gibi istediği za­man ve yerde başıboş biçimde tatmin etmesine müsaade etmemiştir. Bu sebeble kadın-erkek münasebetlerini bir düzene bağlamıştır. Kadın ve erkeğin insanlık şerefini korumak üzere bir evlilik nizamı vazetmiştir. Öyle bir nizam ki, kadın ve erkeğin tam bir anlaşma, birbirlerinden razı olma, bağlılık ve birbirlerini haramdan koruma düşüncesiyle birleşmelerini sağ­lar.

Cinsi arzu, beşerî arzuların en güçlüsüdür. Bu bakımdan onun başıboş bir şekilde tatmin edilmesi yasaklanmıştır. İnsanları tatmin edecek en iyi yolun evlilik olduğu bildirilmiştir. Bunun İçin harama bakmak bile yasak­lanarak oinsi duyguların helal bir yoila talmfn edilmesi emredilmiştir.

«Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış ol­ması, aranızda bir sevgt ve esirgeme yapması da O'nurt âyet (erindendir. Şüphe yok k! bunda fikrini iyi imal edecek bir kavim tçin elbette ibretler

vardır.» (Rum: 21) âyeti kerimesi söylediklerimizin büyük bir kısmına işa­ret etmektedir.

İslömın çok önem verdiği çocukların necib olmasının, neslin artma­sının, hayatın devamının en iyi ve güzel yolu evliliktir. Resulullah (sav) da çeşitli yol ve suretlerde evliliği teşvik etmiş, «Dünya bir metadır ve onun hayırlısı da saliha bir kadındır.» hadisinde görüldüğü üzere kadının dün-yan-n en hayırlı metaı olduğunu beyan etmiştir.

Resulullah (sav) diğer bir hadisi şeriflerinde de saliha bir kadının in­sanın en önemli hazinesi olduğunu şöyle bildirmiştir: «Size İnsan için en hayırlı olan hazineyi bildireyim mi? Saliha bir kadındır. İnsan,saliha bir kadına baktıkça mesrur olur. O, birşey buyurdunmu hemen yerine getirir. Kendisinden uzaklara gidildiğinde hem kendisini, hem de kocasının malı­nı korur.»

Allahu taala, evlenmeye mani olarak hallerin kaldırılmasını emretmiş­tir Bu manilerin birisi de malîdir. Zira bir ailenin kurulması için malî im­kâna ihtiyaç vardır. Şurası muhakkaktır ki, Allahu taala fakirliğin evlen­meye mani kabul edilmesinin caiz olmadığını bildirmiştir. Çünkü rızık Al­lah (cc)'a aittir. Altahu taala, iffetlerini korumak için evlenmeyi seçen fakirleri zengin yapmayı tekeffül etmiştir. Öyleyse ümmetin üzerine düşen görev, evlenenlere yardım etmek, sebeblerinl hazırlamak ve mümkün olan herşeyi sarfetmektir.

İlahî emir, Allah {ccpn fazlından zengin oluncaya kadar haramdan sakmmamazı da kesin bir ifade İle beyan etmektedir. Çünkü Allahu taala, «Nikaha (evlenmeye imkan) bulamayanlar, Allah kendilerini fazlından zen­gin kılıncaya kadar, iffetlerini korusun.» buyurmaktadır.

 

48. DERS HALVET VAKİTLERİNDE ODALARA GtRMEK İÇlN İZİN İSTEMENİN ADABI

 

58- Ey iman edenler, sağ elinizin malik olduğu (köle ve cariyeler), birde sizden olupda henüz buluğ cağına girmemiş (küçük)ler (şu) üç va­kitte, sabah namazından Önce, öğle sıcağından elbisenizi çıkaracağınız zaman, bir de yatsı namazından sonra (odanıza girecek olurlarsa) sizden izin istesinler. (Bu) üç (vakit) sizin için avret (ve halvet) vakitleridir. Bun­lardan sonra ise birbirinizi dolanmanızda ne sizin üzerinize, ne onların üze­rine bir vebal yoktur. AHah (herşeyi) hakkıyla bilendir, tom hüküm ve hik­met sahibidir.

59- Sizden olan (hür) çocuklar buluğ çağına ulaştığı zaman ken­dilerinden evvelkilerin İzin istediği gibi izin İstesinler. Allah size âyetlerini böylece beyan eder. Allah (herşeyi) hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve hikmit sahibidir.

60- Kadınlardan hayızdan, evlattan kesilmiş, artık nikaha um idleri kalmamış (olan ihtiyarlara   gelince: gizli) ziynet (mohafleri)ni    erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubalarını bırakmalarında onlar için bir gü­nah yoktur. (Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve Örtünmeleri) ken­diler] için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.

 

Âyetlerin  Lafzî Tahlili

 

(Llyeste'zinküm): İzin isteme. Buradaki izinden maksat, «yanınıza girebilir miyim?» demektir.

(Elhulüme): Hüiüm, lügatta rüya görmektir. Burada ise rüyada kadınla temasta bulunmak demektir.

(Avrâtin): Avret'in çoğuludur. Avret, örtülmesi ge­reken yerdir.

(EI Işâi): İşâ, yatsı namazı vaktidir.

(Tevvâfûne): Tavaf kelimesinin çoğuludur. Tavaf, bir iş için dolaşmak demektir. Buradaki anlamı hizmetçilerin etrafta hiz­met için dönmeleridir.

(Vel kavâidü): Kavâid, kâid kelimesinin'çoğuludur.

Kâid, çocuk yapmaktan, adetten kesilen ve evlenme umudu kalmayan ka­dınlara denir.

(Gayre müteberricâtin): Müteberricât, teberrüc'ün çoğuludur. Teberrüc, gizli şeyleri açmak demektir. Burada ise, ka­dının ziynetini ve güzelliğini erkeklere göstermek için açması demektir.

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Ey Allah (cc)'a ve Resul (sav)'üne dosdoğru inanan ve şeriatı bir ni­zam, bir yol bilenler! Mülkiyetinizde bulunan köle ve cariyeleriniz ile he­nüz buluğ çağına ermeyen erkek çocuklarınız, şafak zamanı, öğlenin sı­cak zamanı ve yatsıdan sonra yanınıza girmek için sizden izin istesinler. İzinsiz olarak girmesinler. Zira bu vakitler uyku ve istirahat vakti olduğun­dan, izinsiz girdikleri takdirde örtünecek zaman bulamazsınız. Kölelerini­ze, cariye ve çocuklarınıza bu vakitlerde odalarınıza İzinsiz girmelerinin haram olduğunu öğretin. Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girmelerin­de ne sizin için, nede onlar için bir günah yoktur. Çünkü onlar yanınıza yalnız hizmet İçin girerler.

Allahu toala sizi hiçbir zorlukla mükellef kılmamıştır. Onun bütün emir ve yasakları ancak sizin maslahatınız için vazedilmiştir. Küçük çocukları­nız baliğ oldukları, büyük erkekler sınıfına girdikleri zaman onlara yüksek edebteri öğretin. Kendilerinden öncekiler gibi onlar da yanınıza girmek istedikleri zaman sizden izin istesinler. İşte bunlar müminlerin yapışırca-sına tutmaları gereken İslâmî emir ve edeblerdir.

Evlenmekten ümid kesmiş, yaşlılıklarından dolayı erkeklerin kendile­rine kötü bir gözle bakmayacağı kadınların dış elbiselerini çıkarmalarında bir vebal yoktur. Onların çarşaf ve aba gibi örtünme elbiselerini giymeme­lerinde bir beis yoktur. Yalnız onlar gençler gibi örtünürlerse kendileri için daha hayırlıdır.

Allahu taala insanların içinde gizli olanları da bilir, önceden yaptık­larınızı da. Yaptıklarınızın mükafatını muhakkak göreceksiniz. Allah (cc)'m azabından sakınınız.

 

Âyetlerin Nüzul Se8ebleri

 

1- Şöyle rivayet edilir: «Esma binti Ebi Mirsed'in kölesi, girilmesini İstemediği bir zaman odasına girmiş.  Bunun  üzerine  Esma  Rasulullah (sav)'a giderek «İstemediğimiz vakitlerde hizmetçilerimiz odalarımıza giri­yorlar.» dedi. Bunun üzerine, «Ey İman edenler, sağ elinizin malik oldu­ğu...» âyeti nazil oldu.» [157]

2- Mukatil bin  Hayyan'dan:   «Ensarilerden' bir kişi zevcesi  Esma binti Ebi Mirsed İle bir yemek yaparak Resulullah (sav)'ı davet etmişlerdi. O zaman Esma, Resulullah (sav)'a, «Şu ne çirkin şeydir ki karı-koca bir yatakta iken köle veya hizmetçiler odalarına giriyor.» dedi.  Bunun üze­rine bu âyetler nazil oldu.» [158]

3- Resulullah (sav) ensarilerden Müdleo isminde birini öğle zama­nı Hz. Ömer'i çağırmaya gönderdi. Hz. Ömer uyuyordu. Müdlec kapıyı ça­lıp seslenerek içeriye girdi. Uyanan Hz. Ömer yatakta oturunca avret yer­lerinin bir kısmı göründü. Hz. Ömer, «İstiyorum ki Allah (cc) oğullarımızın, hizmetçi ve kölelerimizin bu saatlerde yatak odalarımıza girmelerini ya­saklasın. İçeri girerken de ancak İzin alarak girsinler.» dedi. Resulullah (sav)'ın yanına varınca bu âyetlerin nazil olduğunu öğrendi. Allah {cc)'a şükür secdesine kapandı.» [159]

4- İbni Ebi Hatem, Süddi'den şöyle rivayet eder: «Resulullah (sav)'ın sahabilerinden bir kısmı bu saatlerde zevceleri İle bir arada bulunurlardı. Bunun için Allahu taala köle ve hizmetçilere bu saatlerde yatak odalarına ancak izin aldıktan sonra girmelerini emretti. Bu emir, «Ey iman edenler, sağ etinizin malik olduğu...» âyetiyle geldi.» [160]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Allahu taala, «...Öğle sıcağından elbisenizi çıkaraca-ğfnizzamon» âyetiyle, bu öğle öncesi uyku vaktinde elbiselerin çıkarılma­sına sarahaten cevaz vermiştir. Bu vaktin çok az olduğuna da «hin» ke­limesi ile işaret etmiştir. Şafak vakti ile yatsı namazı sonrası için «elbise­nizi çıkaracağınız 2oman» ifadesi kullanılmamıştır. Bu saatler herkes ya­tacağı için zaten elbiselerin çıkarılacağı bellidir. Öyle vaktinde hizmetçi ve cariyelerin odalara girişi İzne bağlanınca elbetteki şafak ve yatsı sonrası vakitlerdeki girişler de izne tabi olacaktır. Zira bu vakitler soyunma, istirahat ve uyku vakitleridir.

İkinci incelik: «(Bu) üç (vakit) sizin için avret vakitleridir.» denilme­sinden maksat, bu vakitlerde insanların umumiyetle elbiselerini çıkarma­larıdır. Halbuki âyetteki ifadeye göre avret olan bizzat vakitlerdir. Öyleyse örtülmeleri gereken de bu vakitlerdir. Bu cümle izin almanın farziletini beyan için gelmiştir. Allahu taala mealen sanki şöyle buyurmaktadır: Bu vakitler avret yerlerinin açıldığı vakitlerdir. Bu vakitlerde yatak odalarına izin almadan girmeyin.

Üçüncü İncelik: Âyette yaşlı kadınların örtünmeleri hususunda, «Sa­kınmaları kendileri için daha hayırlıdır.» buyurulmuştur. Bu ifade gene ka­dınların örtünmeye nasıl önem vermeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Yaşlı kadınlar için örtünmenin daha hayırlı olduğunun İfade edilmesi, yaşlı kadınlardan da iştahı çeken soysuzlar bulunduğunu göstermektedir. Bu­nun için onların da örtünmeleri daha doğrudur.

 

Âyetlerdeki Şer’i Hükümler     

 

Birinci Hüküm : Ayetin Muhatabı Kimlerdir?

 

«Ey iman edenler, sağ elinizin malik olduğu...» âyetinin zahiri, hita­bın erkeklere olduğuna delalet eder.

Müfessirler, bu âyetin Esma binti Ebi Mirsed hakkında nazil olduğu­nu söylerler. Buna göre âyetin muhatabı hem erkekler, hem de kadınlar olmaktadır. Çünkü âyetin nüzul sebebi, kat'İ olarak âyetin hükmüne gir­mektedir. Âyetin zahiri herne kadar erkeklere hitab ediyorsa da nüzut se­bebi kadın olduğundan kadınlar da bu hükme girmektedirler.

Fahreddin Razi şöyle der: «Bana göre evla olan, izin alma hükmünün açık bir kıyasla kadınlara da sabit olduğudur. Çünkü erkeklerin avret ma­hallerini korumaları farz olunca, bütün vücudu avret olan kadınların da korunması farz olur.» [161]

Ebussuud da, «Buradaki hitap özellikle erkekleredir. Kadınlar-ise bu hükme nassın delaleti İle girerler.» demektedir. [162]

Bazı müfessirler diğer bir görüşü tercih etmişlerdir. Bu görüş özet olarak şöyledir. Âyetteki «Ey iman edenler» hrtabı ister erkek, İster kadın olsun, imanlı olan herkesedir. Buna göre âyetteki hükme bütün kadın ve erkekler girmektedir. Buna göre âyetin manası da «Ey iman ile vasiflanan-lar, Allah (cc) ve Resul (sav)'ünü tasdik edenler, köle ve cariyeleriniz yatak odalarınıza girmek istedikleri zaman sizden izin alsınlar.» olur. Bu görüş şer'İ hükme daha uygundur.

İkinci hüküm : Âyetteki, «sağ ellerinizin malik olduğu» ifadesinden maksat nedir?

Âyetteki bu ifadeden maksat köle ve cariyelerdir. Halbuki âyetin zahi­rine bakılırsa hükmün yalnız erkeklere mahsus olduğu görülür. İbnİ Ömer ve Mücahid de âyetin zahirine göre hükmetmişlerdir .

Cumhura göre izin alma hükmü, hem köleleri, hem de cariyeleri içine almaktadır. Bunlar ister büyük olsunlar, İster küçük farketmez. Taberl ve müfessirlerin ekserisinin tercih ettikleri ve sahih olan görüş de budur.

Halvet vakitlerinde odalara küçük hizme.tci ve çocukların girmeleri na­sıl doğru değilse, kadın olan hizmetçilerin izinsiz girmeleri de öyle doğ­ru değildjr. Zira bu vakitler umumiyetle insanın soyunduğu vakittir. Birçok insan vardır ki, vücudunu erkeklerin görmesini nasıl istemezse, kadınla­rın kendilerini çıplak görmelerini de öyle sevmez,

Taberî şöyle der: «Bana göre nakledilen görüşlerin en doğrusu, hem erkeklerin hem de kadınların halvet vakitlerinde odalara girmek için izin istemelerine hükmeden görüştür. Çünkü Allahu taala âyette, «Sağ elinizin malik olduğu» demiştir. Bu âyet köle ve cariyeyi birbirinden ayırmamıştır. Öyleyse halvet vakitlerinde kölelerin odalara girmek için izin istemeleri nasıl farz İse, cariyelerin izin istemeleri de öyle farzdır.» [163]

 

Üçüncü Hüküm  Çocuklar Mükellef Olmadıkları Halde Bu Âyete Nasıl Muhatab Olurlar?

 

Âyetteki hitabın zahiri henüz büiuğa ermemiş küçük çocuklara ise de buluğa ermiş büyük çocukları da içine almaktadır. Çünkü Allahu taala erkeklere, kölelerine, hizmetçilerine ve çocuklarına, odalarına izin aldık­tan sonra girmeleri gerektiğini öğretmelerini emretmektedir. Öyleyse bu âyet zahirde herne kadar buluğa ermemiş küçük çocuklara hitap ediyorsa da h.akikatta buluğa ermiş mükellef çocukları da hükmü içine almaktadır. Nitekim Resulullah (sav) da, «Çocuklarınız yedi yaşına girince namaz kılmalarını emredin. On yaşına girince namaz kılmadıkları takdirde dövün.» buyurmuştur. Hadiste nasıl yedi yaşındaki çocuğa emrediliyor, on yaşındaki çocuk dövülüyorsa halvet vakitlerinde anne babalarının yanma hem kü­çük çocuklar hem de buluğa ermiş çocuklar ancak izin alarak girebilirler.

 

Dördüncü Hüküm: Ayetteki İzin Alma Farz Mıdır Yoksa Müstahab Mı?

 

Âyetteki, «Sizden İzin İstesinler» emrinin zahiri, izin istemenin farz olduğuna delalet eder. Bazı alimler de âyetin zahiriyle hükmetmişlerdir.

Cumhur İse, âyetteki izin İstemenin farz değil, müstahab olduğu gö­rüşündedir. Çünkü bu âyet insanlara güzel ahlakı ve edebi bildirmektedir. Buna göre baliğ olanlar bir ev ve odaya gireceklerinde her zaman İzin isterler. Hizmetçiler, köleler ve çocuklar ise yalnız âyette belirtilen üç halvet vaktinde İzin istemek mecburiyetindedirler.

Ibnl Abbas (ra)'tan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir âyet vardır ki halkın çoğu gereğini yapmaz. Bu, İzin âyetidir. Ben yanımda oturan cariyeme odama izin isteyerek girmesin! emrediyorum.» [164]

Cumhura göre bu âyetin hükmü neshedilmemiştir. Bazı alimler ise âyetin hükmünün neshedlldiğini söylerler. Zira sahabller ve tabiin bu âye­tin hilafına yaşarlardı.

Cumhur İse sahabe ve tabiin devrinde yatak odalarının kilitlenecek bir kapısı, asılacak bir perdesi olmadığını ileri sürerek ve İkrime (ra)'nin, «Irak'tan birkaç kişi İbni Abbas (ra)'tan izin âyeti ile ilgili görüşünü sordu. İbnİ Abbas (ra}, «Allah (cc) müminleri çok sevdiğinden ve bağışlayıcı ol­duğundan onların her İşte ve yerde örtünmelerini ister. Odaların kapı yer­leri perdeli olmadığından hizmetçi ve çocuklar, efendi ve babalarının yatak odalarına habersiz girdiklerinde onları çıplak olarak görürlerdi, işte Allahu taala, onlar için daha hayırlı olacağından, halvet vakitlerinde oda­lara girmek için izin istemelerini emretti. Fakat ben henüz bu âyetin hük­mü ile amel edeni görmedim.» dedi.» [165] rivayetine dayanarak âyetin hük­münün neshedilmediğlne hükmederler.

Sahih olan, Kurtubî'nin de dediği gibi, bu âyet neshedilmemiştir. İbni Abbas (raj'tan yapılan rivayet de buna delalet eder. İbni Abbas (ra}'a gö­re izin isteme hükmü bjr sebebe binaen gelmiştir. Bu do girenlerin içerdekileri çıplak olarak görmeleridir. Bu sebeb ortadan kalkmadığına göre âyetin hükmü de neshedilmemiştir.

 

Beşinci Hüküm: Çocuklar Kaç Yaşında Baliğ Olurlar?               

 

«Sizden olan (hür) çocuklar buluğ çağına ulaştığı...» âyeti, çocukların yalnız ihtilam olmakla mükellef ve baliğ olduklarına işaret eder.        

İhtilam veya aybaşı erkek ve kız çocuklarının mükellefiyet yaşı olan m buluğ çağına erdiklerinin en açık alametidir. Bu hususta fakihler arasında hiç bir ihtilaf yoktur. Ancak ihtilam olmayan çocukların yaş itibariyle rn kaç yaşında baliğ ve mükellef olacakları hususunda İhtilaf ederek iki gö­rüşe ayrılmışlardır,                                                                                           

İmam Ebu Hanife (ra)'ye göre, ihtilam olmayan çocuğun mükellefiyet  yaşı 18 dir. Zira Allahu taala, «Yetimin matına, rüşdüne erinceye kadar,  o en güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın.» (En'am: 152) buyur-  "n muştur. Çocuğun rüşde erme yaşı, İbni Abbas (ra)'tan da rivayet edildiği gibi 18 dir. Kız çocukları erkek çocuklarından daha çabuk geliştikleri İçin buluğ yaşlan 17 olarak tesbit edilmiştir.                                                          

İmam Şafii (ra), Hanbeli (ra), Ebu Yusuf (ra) ve Muhammed (ra)'e gö re, erkek ve kız çocuklar 15 yaşına girdikleri zaman baliğ ve mükellef sayılırlar. Bunlar İbni Ömer (ra)'den yapılan şu rivayete dayanmaktadırlar: «Uhud muharebesinde Resulullah (sav)'a 14 yaşında bir çocuk arzolundu. Resulullah (sav), çocuğun savaşa katılmasına izin vermedi. Hendek savaşında ise 15 yaşına girmiş bir çoouğun savaşa katılmasına izin verdi.»[166] 

Bunlar, genellikle erkek ve kız çocuklarında İhtilam olma yaşının 15'i geçmeyeceği görüşündedirler. O zaman 15 yaşı insanların buluğ ve mükellefiyet yaşıdır.                                                                                                

Cessas: «...Sizden olupda henüz buluğ çağına girmemiş...»   âyeti,  ihtilam olmayan çocukların buluğlarının 15 yaş olduğu görüşünde olan­ların görüşünün batıl olduğuna delalet eder.   Zira Allahu taala bu âyette   g yaşa göre baliğ olanlarla henüz İhtilam olmayanlar arasında bir ayırım yap­mamıştır. Resulullan  (sav) da, birçok yönden rivayet edilen. «Üç sınıf İnsandan kalem kalkmıştır: Uyanıncoya kadar uyuyandan, akıllanana ka-    ^ dar deliden, İhtilam olana kadar çocuktan.» hadisinde 15 yaşına ulaşanlar ile ihtilam olmayanları birbirinden ayırmamıştır. İbnl Ömer (ra)'den rivayet edilen,  «Uhud muharebesinde...»  hadisinin sıhhati ise  şüphelidir, , Zira Hendek muharebesi hicretin beşinci yılında olduğu halde Uhud muharebesi hicretin üçüncü yılındadır. Aradaki fark nasıl bir sene olur. Bu- ,„ nunla birlikte savaş izni baliğ olmakla ilgili değildir. Zira bazan baliğ olan kişilerin zayıflıklarından dolayı savaşa katılmalarına izin verilmezken, baliğ olmayan gelişkin ve kuvvetli çocukların savaşa katılmalarına izin veril­miştir. Nitekim Rafi' bin Hedic'in çocuk yaşta olduğu halde savaşa katılmasına izin verilirken, Sümred bin Cündeb baliğ olduğu halde savaşa ka­tılmasına izin verilmemiştir. Bu da delalet ediyor ki Resulullah (sav) onların ne yaşlarına ne de ihtilam olmalarına bakmıştır.»[167] der.                  

Cessas, İmam-ı Azam (ra)'ın görüşünü destekleyen birçok şey ortaya koymaktadır. Yalnız sahih olan cumhurun görüşüdür. Çünkü İhtitamın hük- *x mü adetle bilinir. İhtitam olma yaşı da genellikle 15 tir. Zaten Hanefi mez­hebinde de muteber olan İmam Muhammed (ra) İle Ebu Yusuf (ra)'ün gö­rüşleridir.

 

Altıncı Hüküm: Koltukattı Ve Etek Kılının Bitmesi Baliğ Olmaya Dala­let Eder Mi?

 

Fukahadan tercih olunan kavle göre, buluğ çağı ya ihtilam ile veya 15 yaşma girme İle tesbit edilir.

Yalnız İmam Şafii (ra), koltukaltı ve etek kılının bitmesinin buluğa delalet ettiği görüşündedir. İmam Şafii, Atiyye-i Kureyzî'den rivayet edi­len, «Resulullah (sav) Kureyz kabilesinden koltukaltı ve eteğinde kıl biten­leri .öldürtmüş, bitmeyenleri Öldürtmemiştir. Bana da baktılar, kıl bitmediği için bıraktılar.» hadisine istinad eder.

Rivayete göre, kendisine bir çocuğun baliğ olup olmadığı sorulan Hz., Osman onda kıl bitip bitmediğini sormuştur. Bu da kıl bitmenin buluğa delalet ettiğini gösterir. Çünkü Hz. Osman'ın sorusu, sahabller arasında ittifak edilen bir mesele olmuştur.

Diğer fakihler ise, kıl bitmenin buluğa delalet ettiği görüşüne itibar etme"mişlerdir.

Cessas bu hususta şöyle demiştir; «Atlyye-i Kureyzî'nİn rivayet ettiği hadisle şer'î bir hükmün isbat edilmesi birkaç acıdan caiz değildir. Birin­cisi, Atiyye-i Kureyzî denilen şahıs meçhuldür. O, yalnız bu hadisle bilin­mektedir. Rivayeti de âyeti kerimeye ve buluğun ihtllamla olduğunu bildiren habere muarızdır. İkincisi, Atiyye'nin hadisinin lafızları rivayetler arasında çok değişmektedir. Bazı rivayetlerde Resulullah (sav)'ın sakalı veya kılı ustura ile tıraş edilebilecek olanların öldürülmesini emrettiği söy­lenmektedir. Bazı rivayetlere göre de koltukaltı ve eteğinde kıl bitenlerin öldürülmesi emredilmiştir. Şüphesiz bilinir ki çocuğun bu hale erişmesi için daha evvel baliğ olması gerekir. Üçüncüsü, kıl bitmesi bedenin kuv­vetine delalet eder. Resulullah (sav)'ın katledilmelerini emretmesi de ba­liğ olmalarından değil, kuvvetli olmalarındandır.» [168]

İmam Şafii (ra), kıl bitmesinin buluğa delalet ettiğini esirlik, cizye ve anlaşma gibi hükümlerin icrasında kabul etmiştir. Yoksa kılın bitmesinin mutlaka buluğa delalet ettiğini değil. Nitekim bu hususa bazı alimler de işaret etmişlerdir.

 

Yedinci Hüküm: Küçük Çocuklara Farzları Ve İbadetleri Yerine Getir­meleri Emredilir Mi?

 

Bazı fakihler, «...Sizden olupda henüz buluğ çağına girmemişler...» âyetine dayanarak, henüz baliğ olmayan fakat aklı eren çocuklara farz­ların yerine getirilmesi emredilir görüşündedirler. Bu emir onlar için farz olduğundan değil, onların öğrenip alışmaları İçindir. Zira Allahu taala ço­cuklara üç halvet vaktinde anne-babalarının odalarına girmek için izin istemelerini emretmiştir. Resulullah (sav) da «Çocuklarınız yedi yaşına gi­rince namaz kılmalarını emredin.» buyurmuştur.

İbni Ömer (ra)'den de şöyle rivayet edilmiştir: «Biz çocuklarımıza sağını solundan ayırdettiğl zaman İslâmı Öğretiriz.»

İbni Mes'ud (ra) da, «Çocuk on yaşma girdiği zaman yaptığı İyilikler, ibadetler defterine yazılır. Büyükler hakkında günah olan şeyleri yaptığı takdirde İhtilam oluncaya kadar yazılmaz.» demiştir.

Cessas: «Çocukların ibadetle emrolunması eğitim öğretim içindir. Onun, öğrenmesi, bafiğ olduktan sonra kolayca yapması için alışkanlık kazanması içindir. Çocuklara içki, kumar ve diğer günahlar da yasakla­nır. Eğer çocuklukta yasaklanmazsa, büyüdükten sonra onları alıkoymak çok zor otur. Zira Alla hu taala, «Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, ge­rek ailelerinizi bir ateşten koruyun ki onun yakacağı İnsanla taştır,» (Tah-rlm: 6) buyurmuştur. Bazı müfessirler bu âyetin tefsirinde, «Çocuklarınıza dini öğretin, dini terbiyeyi verin ki onları ateşten koruyasınız.» demişler­dir.» [169]

 

Sekizinci Hüküm: Ayetteki «Rubalarını Bırakmak »Tan Maksat Nedir?

 

«Ziynet (mahallerini) erkeklere göstermemeleri şartıyla (dış) rubala­rım bırakmalarında onlar için bir günah yoktur.» âyeti, kimsenin evlenme arzusunda bulunmayacağı yaşlı bir kadının yabancı erkekler karşısında, sokakta örtündüğü örtüyü, ziynet mahallerini göstermemek kaydıyla çı­karmalarında bir günah olmadığına delalet eder. Yoksa yaşlı kadınların tctmamen soyunmalarına delalet etmez, Çünkü tamamen soyunmak, kendi mahremleri yanında bile olsa haramdır. Bu yüzden fakihler ve müfessirler âyetteki «siyab» (elbise) kelimesinden maksadın çarşaf, dış örtü olduğun­da ittifak etmişlerdir. Bu örtü müslüman kadının ziynetlerini kapatması iCin giyinmesi emrolunan bir giysidir. Zira Allahu taala, «Ey peygamber zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstle­rine giymelerini söyle.» (Ahzab: 59) buyurmuştur. İşte bu dış elbiselerini çıkarma İzni, kadınlık özelliği kaybolan yaşlı kadınlara mahsustur. Şurası muhakkaktır ki, böyle yaşlı bir kadının da dışarıda giyindiği çarşaf ve em­sali gibi elbiselerini çıkarması, bazı erkekler ontora meyfettiği takdirde, caiz değildir.

Kurtubî: «Yasaklanan ziynetlerden birisi de kadınların vücud hatları­nı gösterecek ince elbisedir. Çünkü Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet edildiği­ne göre Resuluilah (sav), «İki sınıf insan vardır ki bunlar ateş ehlidirler. Birincisi, sanki hiç elbise giymemiş gibi ince ve dar elbise giyen kadınlar­dır. Bunlar bu elbiseleri erkekleri kendilerine celbetmek için giyerler. Bun­ların saçları da hörgüçlü develerin hörgücüne benzer. Bunlar cennete girmedikleri gibi çok uzaklardan bile duyulan cennet kokusunu —bir rivaye­te göre de beşyüz yıllık yoldan bile duyulan cennet kokusunu— dahi ala­mayacaklardır.» [170] buyurmuştur. İbnü'l-Arabi, bu hadisin yorumunda, «Bunları elbiseli kabul etmek, üzerlerinde bir elbise olduğundandır. Bun­ların çıplaklıkla vasıflandırılması da elbisenin ince ve dar olduğu için vü­cud hatlarını tamamen göstermesindendir.» demektedir.» [171]

Kurtubi'nin zikrettiği, İbnü'l-Arabî'nin yorumladığı hadisin ikinci bir yorumu daha vardır. Buna göre ince ve dar elbise giyen kadınlar, herne kadar dünya elbisesi giymişterse de takva elbisesinden yoksundurlar. Zira Allahu taala, «Ey Ademoğulları, size (şeytanın açmak istediği) çirkin yerlerinizi örtecek bir libas, bir de giyip süsleneceğiniz bir libas İndirdik.ı Takva libası ise, o, daha hayırlıdır.» (Araf: 26} buyurmuştur.

Bu hususta bir şair de şöyle demiştir: «İnsan takva elbisesi giyme­dikçe, giyinik de olsa çıplak gibidir. İnsanın en hayırlı elbisesi Allah (cc)'a ibadettir. Allah (cc)'a asj olanda ise hayır yoktur.lt

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1- Hizmetçi, cariye ve çocukların halvet vakitlerinde odalara gir­mek için izin almaları zaruridir.

2- Çocuklara İslâm adabını öğretmek müstahabtır. Bu adabtan bi­risi de üç halvet vaktinde odaya girmeden önce izin istemektir.

3- Hizmetçi, cariye ve kölenin bütün vakitlerde izin istemesine lü­zum yoktur.

4- Müslüman bir kadın kölesine ve baliğ olan çocuğuna karşı açıl-mamalıdır.

5- Yaşlı kadınlara çarşaf gibi dış elbiseler giymek farz değildir.

6- Yabancı erkekler karşısında ziynet yerlerini açmak hususunda yaşlı ve genç kadınlar arasında bir fark yoktur.

7- Allah (cc)'ın kanunları hikmetli ve nizamı rahmettir. Müminlere düşen vazife O'nun şeriati ile amel etmektir.

 

Ayetlerdeki Teşri'i Hikmetler

 

İslâm ıslah edici, faziletli ve yüksek bir içtimaî adab, yüksek bir İn­sani örnekler manzumesidir. Bütün dinlerin en hayırlı hüküm ve nizamla­rını ihtiva etmektedir.

İslâm! terbiye insanları kemale götürdüğü gibi onların doğru bir şe­kilde yaşamaalarını da temin eder. Çünkü İslâm, bir fazilet ve edeb nümu-nesidir. Bu âyetler insanları evleri teinde edebe davet ettiği gibi ümmete de en güzel ahlakla ardaklanmayı Öğretmektedir.

İslâm, çocuklara ve hizmetçilere de İslâmi aile ve toplumun devamı için en güzel ahlakı öğretmeyi emreder. Bu ahlak ve terbiye ile toplumu gayri islâmî vasıflarından arındırır. İslâmi adabın başlıcalarından biri de bir ev veya odaya girmeden önce izin istemektir. Çünkü önceki âyetlerde Allahu taala, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin.» (Nur: 27) buyurmaktadır.

Sonra da evlerin İçindeki izin isteme adabı gelir. Bu da köle. cariye ve çocuklar içindir. Bunlar odalara izin istemeden girdikleri takdirde efen­dilerinin veya anne-babalannın avretlerine muttali olabilirler. Oysa insan­lar bazı hallerine hiçkimsenin muttali olmasını İstemezler. İşte bundan do­layı İslâm, çocuk ve hizmetçi bile olsalar, avretlerin açık olduğu vakitlerde odalara girmek için izin İstemeyi farz kılmıştır. Bu üç vakitte henüz buluğa ermemiş gelişkin çocuklar ve hizmetçiler anne-baba, efendi ve hanımefen­dilerinin avretlerini görmemek için izin istemek zorundadırlar.

Birçok insan bu islamî edebten yoksun olduğu için, hizmetçilerden ve çocuklardan saklanacak avretleri olmadığını İddia ederler. Halbuki ruhiyat­çılar dahi kabul ederler ki, çocukların gördüğü birçok şey ilerideki ha­yatlarında etki yapar. Hatta çoğu zaman onların ruhî bunalımlara düş­mesine sebeb otur. İşte bu yüksek edebi hiçbir beşerî-nizamda bulamayız. İslama şeref olarak edeb, örtünme ve vekar dini olması yeter. Zira o, halkın avretine bakmaktan sakınmayı emrettiği gibi üç halvet vaktinde de odalara girmeyi izne bağlamıştır. Zira o vakitler, genellikle avret mahal­lerinin açıldığı vakitlerdir.

İslâm hizmetçi ve çocukların her giriş çıkışını İzne bağlamamıştır. İzin istemeyi yalnız üç halvet vaktine münhasır kılmıştır.

İslâm, kadınları, fitne ve fesada sebeb olmamak için, ziynetlerini ört­meye çağırmıştır. Dışarı çıkarken de bütün vücudtarını örtmelerini emret­miştir. Yalnız erkekleri tahrik etmeyen ve fitneye sebeb olmayan yaşlı kadınların ziynetlerini açmamak kaydıyla dış elbiselerini çıkarmalarında bir günah olmadığını beyan etmiştir. Ancak bu yaşlı kadınların da dış elbiseler giyerek yabancı erkeklere daha haşmetli bir tarzda görünme­leri kendileri için daha hayırlıdır. Bu islâmi adaba da daha uygundur. Çünkü Ailahu taala, »(Bununla beraber bundan da) sakınmaları (ve Örtün­meleri) kendileri İçin daha hayırlıdır.» buyurmuştur.

 

49. DERS AKRABA EVLERİNDE YEMEK YEMENİN MÜBAHLIĞl VE ADABI

 

61- Âmâya göre bir harec (darlık ve günah) yok. Topala göre bir harec yok. Hastaya göre bir harec yok. Size göre de (gerek) kendi evle­rinizden, gerek babalarınızın evlerinden, gerek annelerinizin evlerinden, gerek biraderlerinizin evlerinden, gerek kızkardeşlerinlzln evlerinden, ge­rek amcalarınızın evlerinden, gerek halalarınızın evlerinden, gerek dayı­larınızın evlerinden, gerek teyzelerinizin evlerinden, gerek (başkasına alt olupda) anahtarlarına malik (ve hazinedarı) bulunduğunuz (evler)den, ya-hutta sadık dostlarınızın (evlerinden) yemenizde de (bir harec yoktur). Hep birarada toplu olarakta, dağınık dağınıkta yemenizde dahi harec yok. (Şu kadar ki) evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek gü­zel bir sağlık (dHemiş) olmak üzere kendinize selam verin. İşte Allah âyet­leri size böylece beyan eder, Tak) anlayasınız.                   

 

Âyetin Lafzı Tahlili

 

(Haracün): Harec, sözlükte darlık, şeriatte ise günah anlamındadır.

(Mefâtihehü): Miftah'ın çoğuludur. Mlftah. anah­tar demektir.

(Eştâten): Eştât. şefin çoğuludur. Şet ise ayrı, dağınık demektir.

(Feselllmû): Selam vermek demektir.      

(Tahiyyeten): Selam vermek.                        

(Mübareketen): Mübarek, bereket kökünden gelir. Bereket, artış anlamına gelir.

(Tayyibeten): Tayyib, güzel demektir.

 

Âyetin İcmali Manası

 

Allah (cc) icmalen şöyle buyurmaktadır: Kör, topal gibi özürlü ve has­ta kimselerin sağlıklı kişilerle yemek yemelerinde bir günah yoktur. Çünkü Allahu taala kibri ve kibirlileri sevmez, Kullarından tevazu ehlini sever.

Ey müminler, akrabalarınızın, dostlarınızın evlerinde ve vekalet etti­ğiniz, anahtarlarına malik olduğunuz evlerde yemek yemenizde bir gunc, yoktur. Topluca da yiyebilirsiniz, tek tek de yiyebilirsiniz. Kardeşlerinizin, akrabalarınızın ve dostlarınızın evlerine girdiğiniz vakit selamla girin. Çünkü selam müminlerin şiorı ve Allah (cc)'ın güzel bereketine bir .vesilede Selam, İslâm adabıyla edeblenmeniz için Allahu taalartm meşru kılanı bir hükümdür.

Dünya ve ahiret saadetiniz ve selametiniz için Allah (cc)'ın size ta I iti buyurduğu edeb ve hükümlere uyunuz. Böyle olursanız her hakkı ve hayı bilir, muttaki müminlerden olursunuz.

 

Âyetin Nüzul Sebebi

 

1- İbni Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir: «Aranızda (birbirinizi) mallarınızı haksız sebeblerfe yemeyin.» (Bakara: 188) âyeti nazil olduçu zaman müslümanlar kör, topal gibi özürlüler ve hastalarla yemek yemet-te darlığa düştüler. Çünkü yemek malın en efdalidir. Halbuki Allahu taca malları «haksız sebeblerle yemeyi» yasaklamıştır. Kör yemeğin İyisinin ra-rede olduğunu göremez, hasta kimse de hastalığı nedeniyle yemeği ton yiyemez. İster istemez haklarına tecavüz edilmiş olunur. Müslümanlar işle bu endişe ile onlarla birarada yemek yememeye başladılar. Sunun üzei-ne, «Amaya göre bir harec (darlık ve günah) yoktur...» âyeti nazil oldy»[172]

2- Said bin Müseyyib (ra)'ten şöyle rivayet edilmiştir: «Resululbh (sav) ile sefere çıkan bazı kimseler evlerinin anahtarlarını körlere, topal­lara, hastalara ve akrabalarına bırakırlar ve onlara ihtiyaçları olduğu tek­dirde evdeki yiyeceklerden yiyebileceklerini söylerlerdi,   Onlar, yemelsrl halinde ev sahipleri razı olmayabilir düşüncesiyle yemek yemezlerdi, l-te bu sebeble bu âyet nazil oldu.»[173]

3- Mücahid (ra)'den de bu âyet hususunda şöyle rivayet edıir: Muhtaç durumdaki bazı kör, topal ve sakat kimseleri1 sağlam kişiler ev-lerine yemeğe götürürlerdi. Kendi evlerinde yemek bulamayınca da ra­calarının veya annelerinin evine götürürlerdi. Özürlü  kişiler bu evlele yemek yemekten çekinirlerdi. Zira yemeğin sahibi olmayan kişi kendilerle yemek yediriyordu. Bunun üzerine, «Amaya göre bir harec (darlık ve günah) yok...» âyeti nazil oldu.» [174]

 

Âyetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Allahu taala âyette yakın akrabaların (babalar, anneler, kardeşler, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler) evlerini zikrettiği halde evladların evlerini zikretmemiştir. Zira evladın malı babanın malı, evi  gibidir. Nitekim Resulullah (sav), «Sen ve senin malın babanındır.» buyurmuştur. İşte âyette «kendi evleriniz» tabiri ile iktifa edilerek evladların ev­lerinin sayılmaması bu yüzdendir. Baba ile evladın arasındaki yakınlığın kuvvetinden Ötürü evladın malik olduğu herşey babanın malı gibidir. Re­sulullah (sav) şöyle buyurmuştur: «Kişinin yediklerinin en temiz ve güzeli çocuğunun kazancıdır. Zira çocuk da babasının kazancıdır.» [175]

Ebu Hayyan: «Ailahu taala âyette «evleriniz» tabirini kullanarak ayrıca evladların evlerini zikretmemiştir. Buna göre âyetteki «kendi evleriniz» tabirinden maksat, aile ferdlerinin yaşadığı evlerdir. Evladlar daha aile    ferdlerinin en yakınlarındandır. Yemek ruhsatının sebebi yakınlık olduğundan evladın da bunlar arasında bulunması zoruridir.»  [176]                         

İkinci incelik: Meşhur meseldir, birisine «Kardeşini mi yoksa sadık dostunu mu seversin?» diye sorulunca, «Kardeşimi ancak sadık dostum   olursa severim.» cevabını vermiş. Birgün evde bulunmadığı bir zaman Hz. ,!   Hasan'ın arkadaşları evine geldiler ve yemek yemeye başladılar .Üzerlerine gelen Hz. Hasan, bu durumdan çok sevinerek,  «İşte biz  sahabilerin büyüklerinden de böyle gördük.» demiştir.

Asrı saadette kişi. sadık dostunun evine girer, yemeğini yer, lazımsa para alırdı. Hatta daha önceden İzin verilmişse cariye ve kölelerini azad ederdi.

İbni Abbas (ra) şöyle der: «insanın sadık dostu, akrabalarından daha yakındır. Zira görülüyor ki, cehennem ehli ateşe atıldıkları zaman, aArtık bizim için ne şefaatçilerden (bir kimse) ne de candan bir dost yok.» (Şuara: 100-101) diyerek dostlarının yokluğundan yakınırken, anne, baba ve diğer yakınlarının yokluğundan yakmmamışlardır.» [177]

 

Üçüncü İncelik;   Aropiar cömertlikle meşhurdular. Hatta ensarilerden birçoğu yemeğini ancak misafiri varsa yerdi.

Arapların Kenane kabilesinden bir zatın yalnız başına yemek yemesi cok ağırına giderdi. Kim| zaman sabahtan akşama kadar sofrada bekler, bir misafir gelsin isterdi. Akşam olduktan sonra beraber yiyecekleri bir

misafir gelmezse çaresi2 yemeğini yalnız yerdi. [178]

Bir Arap şairi bu hqSUSu şöyle dile getirir. «Yemek yaptığında ortak olacak bir misafir ara. *jra ben hiçbir zaman misafirsiz yemek yiyen değitim.»

Dördüncü incelik: Zemahşerî: «Evlere girdiğiniz vakit...» o evin eh­line Allah (cc)'ın meşru kıldığı selam ite başlayın. Zira selam vermek, se­lam verilene selamet di|emek olduğu gibi ona canlılık verir. Çünkü mü­minin mümine daveti salamdır. Selam Ailahu taaladan hayrın ziyadeleş­mesi ve güzel bir rızık talebidir.» [179]

Fahreddin Razi şöy|Q der: «Âyetteki, «kendinize seiam verin» ifade-desinde Ailahu taala bütün müslümanların nefislerini tek bir nefis gibi kabul etmiştir. Buna gÖr6 bir müslümanın diğer bir müslümana selam ver­mesi, kendisine selam verrriesidlr. İbni Abbas Ira), «Girdiğiniz evde kimse olmasa bile «Allah (cc)'ın selamı üzerimize otsun» diye selam verin.» de­miştir.» [180]

Taberî de şöyle der; hbu husustaki görüşlerin en doğrusu, «Müslü­manların evlerine girdiğiniz zaman birbirinize selam verin.» dir. Niçin doğ­ruya en yakın olanın bu olduğunu söyledim? Zira Ailahu taala âyetteki, «evlere girdiğiniz «akit» tabirinde bir evi değil bütün evleri ifade etmiştir. Bundan maksat da meskenlerin hepsinin âyetin kapsqmına girmiş olma­sıdır. Ayrıca mescidler de âyetin umumi İfadesine girmektedir.» (10)

 

Ayetteki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Ayetteki Evlerde Yemek Yemeden Maksat Nedir?

 

Âyeti kerime akraba evlerinde yemek yemenin mubah olduğuna de­lalet eder. Çünkü akrabaların evlerinde yemekvyemede onları zorluğa sev-kedecek bir durum yoktur. Ayrıca adet de akrabalara yemek yedirmeyi

icabettirir. Bu adet sarahaten İzin vermenin yerine geçer, öyleyse Allahu taalanm âyette saydığı akrabalarda. İzinsiz de olsa, yemek yeme mubah­tır. Çünkü bir akraba evinde yemek yeme onu sevindirir.

Müfessirler, âyetteki «kendi evleriniz» tabirinden maksadın ne oldu­ğu hususunda üç görüşe ayrılmışlardır.

1. Görüş: «Kendi evlerin iz »den maksat, çocukların evleridir. Zira Çocukların evleri, babaların evi gibidir

2. Görüş: Âyetteki akendi evlerinizsden maksat, aile tercilerinizin ev­leri, yani, çocuklarınızın, zevcelerinizin, hizmetçilerinizin evleridir.

3. Görüş: Âyetteki «kendi evleriniz »den maksat, insanın kendi evidir. Âyetten maksat çocukların ve zevcelerin matından yiyebilmektir. Zira ço­cuk ve zevcenin malı kocanın malı gibidir.

Bu hususta Cessas şöyle der: «Bu üç görüşten sahih olan ikincisidir. Zira «kendi evlerinizsden maksat, kişinin ailesi, çocukları ve hizmetçileri gibi evinde duranların evleridir. Bunlar babanın evinde bulunduktan için kendi evine isnad edilmişlerdir. Kişinin kendi malından yemesi zaten mu­bahtır. Âyetteki hitabın zahiri ve başlangıcı bir diğerinin malından yemeyi mubah kılmaktadır. Çünkü Allahu taaia, «...Gerek babalarınızın evlerin­den, gerek annelerinizin, evlerinden...» buyurmaktadır. Bu, mahreı.ı olan akrabaların evlerinde ekmek yemenin mubah olduğunu beyan etmektedir. Hafkm geleneği de bu şekilde cerayan etmiştir.» [181]

 

İkinci Hüküm: Vekil, Müvekkilin Malından Yiyebilir Mi?

 

«Anahtarlarına malik bulunduğunuz..» âyetinin zahiri, vekilin müvek­kilinin evinden, malından birşey yiyebileceğine delalet eder.

Ikrime (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Bir kişi «anahtara malik» oldumu birşey yemesi caizdir.»

İbni Abbas (ra) da «Anahtarına malik bulunduğunuz..» âyetinin tef­sirinde, «Kişi müvekkilinin hurmasından yer .sütünden içebilir.» demiştir. [182]

Bazılarına göre de «Anahtarlarına malik bulunduğunuz (evter)»den maksat, yetim malıdır. Vasisi yetimin malından zarar vermemek şartıyla ihtiyacı kadar yiyebilir. Zira Allahu taala, «Kim zengin ise (yetimin malını yemeye tenezzül etmesin) kaçınsın. Kim do fakir ise o halde örfe göre (birşey) yesin.» (Nisa: 6) buyurmaktadır.

 

Üçüncü Hüküm: Sadık Dostların Malından İzin Almadan Yemek Mu­bah Mıdır?

 

Âyeti kerime, akrabaların ve sadık dostların evlerinde yemek yeme­nin mubah olduğunu beyan etmektedir. Âyetin nüzulünden önce hiçkim-se, günah olacağı endişesiyle, başkasının evinde yemek yemezdi. Allahu taala önce, kör, topal ve hasta gibi özür sahiplerinin akraba ve dost ev­lerinde yemek yemelerinin mubah olduğunu beyan etmiş, sonra da bütün İnsanlara akraba ve sadık dostlarının evinde yemek yemeyi mubah kıl­mıştır. Şu halde bir kimse sadık bir dostunun evine gittiği zaman, ondan izin almadan birşeyini yemesi helaldir.

Cessas: «Âyet de izinsiz yemenin mubah olduğuna delalet eder. Me­sela bir kadının kocasının malından izin almaksızın sadaka vermesi gibi. Çünkü örfen bilinir ki, kadının verdiği sadakaya koca mani olmayacaktır. Nasıl ki, izinli veya kitabet yapan bir köle bir başkasını kendi yemeğine davet edebilir, elinde bulunandan sadaka verebilir. Bu hususta efendile­rinden izin almaları da gerekmez.

«Nafi, İbni Ömer (ra)'in «Bir müslümanın diğer bir müslüman karde­şinin altınını, dinar ve dirhemini kullanmakta olduğunu gösterebilir misi­niz?» dediğini rivayet etmiştir.

«İbni Kesir, Rassafî'den şöyle rivayet etmiştir: «Ebu Cafer (ra)'in ya­nında idik. Ebu Cafer (ra) bize, «Bir müslüman kardeşinizin cebinden ve­ya kesesinden parasını alıp yiyebilir misiniz?» diye sordu. Biz de hayır dedik. Bunun üzerine, «öyleyse siz kardeş değilsiniz.» dedi.» [183]

İnsanın sadık dostunun malından, aradaki dostluk ve sevgiden dolayı, o bulunmadığı zamanda bile, yemesi mubahtır. Zira gerçek bir dost, dost­ları malından yediği zaman hem ferahlanır, hem de mesrur olur.

 

Dördüncü Hüküm; Yemekte Ortaklığın Hükmü Nedir?

 

İnsanın yemekte başkasına ortak olması caizdir. Âyette, «Hep bir arada toplu olarak da, dağınık dağınıkta yemenizde dahi harec yok.» buyurulması da buna delalet eder. Eğer bir topluluk bir yemeğe ortak olur­larsa beraberce yemeleri caizdir.

İslâmiyetin başlangıcında müslümanlar, başkalarıyla birlikte yemek yemekten, onlardan fazla yiyecekleri korkusuyla, kaçınırlardı. Bundan ötü­rü aynı kaptan yemek yemezlerdi, tşte Kur'an-ı kerim, birisi diğerinden daha İştahlı olsa, daha fazla yemek yese bile aynı kaptan toplu olarak yemelerini mubah kılmıştır. Buna, «Bir do sana yetimleri sorarlar... Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir.» (Bakara: 220) âyeti de delalet eder. Zira Allahu taala bu âyetle yetimlerin yemek­lerini kendilerinkine katarak topluca yemelerini mubah kılmıştır. Yine, As-hab-ı Kehf hakkındaki, «Şimdi siz birinizi bu gümüş para ite şehre gön­derin de baksın, onun hangi yiyeceği daha temizse ondan size bir rızık getirsin.» {Kehf: 19) âyeti de insanların toptu olarak yemek yemelerini mubah kılmıştır. Zira verilen «gümüş para» hepsinin ortak parası idi. O-nunla alınacak yiyecek de hepsinin müşterek malı İdi. İşte fakihler böyle', müşterek para ile alınan yemeğe «mimahede» ismini vermişlerdir. Bu şe­kildeki ortaklık daho çok yolculuklarda yapılır.

 

Beşinci Hüküm: Yakın Akrabasından  Bir Şey Çalanın Eli Kesilir Mi?

 

Bu hususta Cessas şöyle der: a Mevzumuz âyet, yakın akrabasından birşey çalan kimsenin elinin kesilmeyeceğine delalet eder. Zira Allahu taala âyette yakın akrabaların birbirinin evine izinsiz olarak girmelerini ve yemek yemelerini mubah kılmıştır. El kesilmesine sebeb olan hırsızlık ise, saklamldığı yerden birşeyi gizlice almaktır. Âyetteki evlere girme ve mal­larından yeme müsadesi ise acıkca gösteriyor ki, çalınan mal onlardan gizli birşey değildim

Buna göre sadık dostunun malını çalanın da elinin kesilemeyeceği düşünülebilir. Çünkü mevzumuz âyet, sadık dostların malından İzinsiz olarak yemeyi de mubah kılmaktadır. Fakat durum böyle değildir. Bir kim­se dostunun malını çalıyorsa onun dostu değil demektir. Dış görünüşte dost sayılsa bile aslında dost olmadığı İçin yaptığı hırsızlığa karşılık elinin kesilmesi şer'î bir hükümdür.

Yakın akrabanın evinden yapılan hırsızlıkta, helaliyet şüphesi olduğu için el kesme cezası uygulanamaz, Ancak hırsıza tazir cezası uygulanır.

En doğrusunu Allah (cc) bilir.

 

Altına Hüküm: Bu Âyetin Hükmü, İzin İsteme Âyeti İle Neshedilmiş Midir?

 

Bazı müfessirlere göre mevzumuz âyetin hükmü, «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara sahipleriyle alış­kanlık peyda etmeden ve sefam da vermeden girmeyin.» (Nur: 27} âyetiyle neshedilmiştir. Ayrıca Resulullah (sav) da «Müslüman kardeşinin malı an­cak onun rızası ile helal olur.» buyurmuştur.

Sahih olan görüşe göre ise, bu âyetin hükmü neshedilmemiştlr. Mü-fessirlerln cumhurunun görüşü budur. Bunu Cessas ve Razi de belirtmiş­lerdir. Cessas, Nur Süresindeki âyette mevzumuz âyeti neshedici birşey olmadığını söylemiştir. Mevzumuz âyette zikredilen husus, özürlü kişiler ve yakın akrabalar içindir. «Ey iman edenler, kendi (ev ve) odakırınızdan başka...» âyeti ise özürlü 'kimselerle yakın akrabalar dışındaki kimselere hitap etmektedir.

Resulullah (sav)'ın hadisine gelince, bu hadis de âyette isim ve vasıf­ları geçen yakın akrabaların dışındaki kimselere mahsustur.

Allah (cc) en iyisini bilendir.

 

Âyetten Alınacak Dersler

 

1- Cihada katılamayan özürlü kimselerin diğer müslümanların ev­lerinde yiyip içmeleri mubahtır.

2- Adet olduğu üzere, yakın akrabaların evinde İzinsiz olarak yiyip içmek mubahtır.

3- Sadık dostluğun hakkı çok büyüktür. Bu sebeble sadık dostların evinde izinsiz olarak yemek yeme mubah kılınmıştır.

4- Yemeği ortaklaşa almak ve yemek mubahtır. Bu yemek toplu halde de ayrı ayrı da yenilebilir.

5- İslâm terbiyesini almak zaruridir. Bir eve girildiği zaman İslâmî aaab ve terbiye kurallarına uygun olarak selam verilmelidir.

6- Müslümanlar karşılaştıkları zaman, Allah (cc)'ın meşru kıldığı «Esselamüaleyküm» kelimesi tle selamlaşmalıdırlar.

7- Allahu taala, mümin kullarının dünya ve ahiret saadetine vesi­le olacak hükümler vazetmiştir. ,

 

Ayetteki Teşriî Hikmetler     

 

Allahu taala halka zulmetmeyi ve zulmen malını yemeyi haram fcıli!i mıştır. Bir kimsenin, bir başkasının malını, gönül hoşnutluğu ile verme-11 dikçe yemesi caiz değildir. Zira Resulullah (sav), «Müslüman kardeşinin, malt ancak onun rızası ile helal olur.» buyurmuştur. Bir başka hadisde de «Müslüman İçin diğer bir müslümanm malı, kam. ırzı ve herşeyi haram-., dır.» buyurulmuştur.                                                                                         .

Allahu taala yakın akrabaların evinde izin almadan yemek yemeyi mubah kılmıştır. Allahu taala bu yakın akrabaları da şöyle beyan etmiş­tir: Babalar, anneler, kardeşler, amcalar, dayılar, halalar ve -teyzeler. Bu akrabalar arasında sıla-i rahim bağlan vardır. Bu bağlar sevgiyi gerekti­rir. Akraba evinde teklifsiz yemek yeme de akrabalık bağlarını kuvvetlen­dirir, birbirlerini görmeyi, konuşmalarını adet haline getirir.

Yakın akrabaların evlerinde yemek yeme mubah kılındığı gibi, sadık dostların evinde İzinsiz olarak yeme de mubah kılınmıştır. Zira sadık dost­luk, yakın akrabalık derecesindedir. Sadık dostların birbirleri üzerinde çok büyük hakları vardır. Çok sadık dost vardır ki insanın kardeşinden daha hayırlıdır. Arapların meşhur bir atasözü vardır. Şöyle denilir: «Annenin doğurmadığı çok kardeşin vardır.»

İşte bunlardan dolayı Allahu taala sadık dostların evlerinde onlardan İzin almadan yemek yemeyi mubah kılmış, dostluk bağlarının kuvvetlen­mesi ve devamı için onu yakın akrabalar sırasında saymıştır.

Sadık dostlara, izinsiz olarak yemek yeme gibi ileri bir hakkın veril­mesi islâmdakl din kardeşliği bağlarının daha da kuvvetlendirilmesi için­dir. İslâm şeriatının olduğu gibi yüksek insanlık düşüncesinin de hedefi budur.

Allahu taala, mümin kullarına, diğer mümin kardeşlerinin evlerine girerken selam vermelerini emretmiştir. Bu Islâmın yüksek içtimaî ada­bının bir gereğidir. Eu bakımdan Ailahu taala müminlere selamı yayma­larını, müslümanlarm birbirlerini her gördüklerinde selamlaşmalarım em­retmiştir. Çünkü selam İslâmın şiarı ve ümmet fertleri arasında kuvvetli bir bağdır. Müslümanların birbirlerini sevmelerinin bir işaretidir.

Nitekim Resulullah (sav), şöyle buyurmuştur: «Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)'a yemin ederim ki tamamen iman etmedikçe cennete giremezsıniz. Birbirinizi içten sevmedikçe de imanınız kemale ermeyecektir. Aranızda sevgiye vesile olacak şeyi size bildireyim mi? Birbirinizi tam manasıyla sevmeniz için aranızda selamı yayınız.»[184]

Cahiliye devrinde dostlar birbiriyle karşılaştıkları zaman, «Akşamın hayırlı olsun, sabahın hayırlı olsun vb.» şeklinde selamlaşırlardı. İslâm bu sözlerden daha hayırlısını getirmiştir. Bu, en güzel, en temiz ve.sıcak bir karşılama ifadesidir. Bu selam, «Esselamü aleyküm verahmetuliahi» sözüdür. Bu selam şekli. «Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin.» âyetiyle beyan edilmiştir.

Selam Allah (cc)'ın isimlerinden birisidir. Müminlerin bu selamı terke-derek cahiliye devrindeki «iyi günler, iyi akşamlar» gibi sözlere dönmeleri uygun değildir. Çünkü müslüman İslâmın bütün hükümlerini kabul ettiği gibi İslâmın getirdiği adab ve terbiyeyi de kabul etmek mecburiyetindedir.

 



[1] Kurtubi. tefsir. C. 12. S. 188.

[2] Hakim ve Tinnizi, Arar bin Şu'ayb'den nakletmişlerdir.

[3] Süyûti. Dürrü'l-Mansur. C. S, S. 19.

[4] Kurtubl. tefsir. C. 12. S. 168.

[5] Alusi. tefsir. C   18. S. 74.

[6] Kurtubi, tefsir. C. 12. S. 160.

[7] Müslim. Ebu Davud. Tirmizi. 64

[8] Kütüb-i «itte.

[9] Ebu Davud Alusi. age, C. İS, S. 70.

[10] İbni Kesir, tefsir, C. 3.

[11] Şeyh Sais. Tefsiri Ayatül-Ahkam. C. 3. S. 110.

[12] Ahmed bin Hanbel. Müslim ve Ebu Davud rivayet etmiştir

[13] Kütüb-i sitte

[14] Müslim. Nesai.

[15] Şeyh Sais. age, C. 3, S, 113.

[16] Kurtubi. age. C. 12. S. 163.

[17] Kurtubi. age. C. 12. S. 164.

[18] Ibnü'l Arabi, a«e. C. 3

[19] İbni Cevzi, age, C. 6, S. 8

[20] Buhari ve Müslim.

[21] Kurtubl. age, C. 12. S. 162. 80

[22] Ebu Davud, İbnl Ömer'den rivayet etmiştir.

[23] Ifaoü'l-Arabi, age. C. 3. S. 314.

[24] İmam Malik rivayet etmiştir. Bakz. Cemil'i Fovaid, C. 1. S. 27.

[25] Zemahşeri, age, C. 3, S. îee'dan özetle.

[26] Şevkani, Neylu'l-Evtar. Cezalar bölümü.

[27] Buhari. Müslim. Ebu Davud, Ibn-i Mace İbni Abbas’tan rivayet etmişlerdir.

[28] Beyhaki.

[29] Beyhaki.

[30] Buhaıi-Müslim, Ebu Davud. Timizi.

[31] Müslim. Cemü'l-Fevaid. C. 1, S. 7.

[32] Taberi ve Dare Kutni.

[33] İbnü'l-Arabl. age, C. 3. S. 319.

[34] Fahreddin Razi Tefsir-i Kebir. C. 23. S. 152.

[35] Fahreddin Razi. ugo. C. 23. S. 163

[36] Ibnül-Arabi. age. C. 3. S. 1321

[37] Buhart ve Müslim. 100.

[38] Kurtubi, age. C. 12. S. 173ten özetle.

[39] Tirmizi. Hakim. Beyhaki.

[40] Buharı ve Müslim.

[41] Cessas. age. C. 3. S. 332.

[42] Dört Mezhebip Jtyıh Kitabı ve ibn-i ADıum 106

[43] Fahreddin Razi. Tefsiri Kebir. C. 23. S. 161.

[44] Ibnül Arabi, age. C. 3. S. 1325

[45] İslâmın bu cezalardan maksadı, ümmetin namus ve şerefini korumak, -nuslüman aileleri kötü konuşmalardan alıkoymak ve ailenin Islâmi şe-~=£tni akılsız ve garazkarların dil ve iftiralarından koruyarak ikmal etmek-

[46] Taberi. Camiüi Beyan. C. 6. S. 326. Süyuti, Dürrül-Mansur. C. 5. S. 22. 114

[47] Kurtubl. ase. C. 12, S. 187.

[48] Ebu Davud, Nesai ve lbni Mace.

[49] Abdurrahman Cezeri, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. Lian Babı.

[50] Umu I Arabi. age. C. :t. S n;)3

[51] Daru Kutnt.

[52] Abdurrahman Cczeri, age. Lion Babı. 124

[53] Ahmed bin Hanbel.

[54] Fahreddin Razi, age. C. e, S. 347.

[55] Taberi. uge. C. 18. S. 102. Kurtubi. ftge. C 12. S. 207

[56] Süyûtl. age. C. 5. S. 34.

[57] Süyûtl, age. C. S. S. 34.

[58] Fahreddin Rnzi. Tefsir, C. 23. S. 187.

[59] Fahreddin Razi. Tefsir. C. 23. S. 188.

[60] İbni Cevzi. Zadü'l-Mesir

[61] Süyuti. age. C. S. S. 38.

[62] Abdülvehhab Neccar. Kısası Enbiya adlı eserinde bu kıssayı söyle anlatır. «Yahudiler Musa aleyhisselamı alaca hastalığı ile itham etmişlerdi. Hz. Mu­sa bir gün yıkanmak için soyunmuş ve elbiselerini bir taşın üzerine koy­muştu. Taş. üzerinde elbiseler olduğu halde su içinde akmaya başladı. Hz Musa, suyun kenarından. »Elbisem taşla akıyor!» diyerek koşmaya başladı Taş. yahudilerin topluca bulundukları bir yere kadar giderek durdu. Hz Musa da çıplak olarak oraya kadar gitti. Yahudiler Hz. Musa'nın çıplak vü­cudunu gördükleri zaman onun itham ettikleri ayıp sayılan alaca hastalı­ğından tamamen uzak olduğunu anladılar.» (Çev.)

[63] Zemahşert. Keşşaf Tefsiri. C. 3. S. 223.

[64] Zemahşeri. ace. C. 3. S. 235.

[65] Fahreddln Rozi. age. C. 23. S. 102.

[66] Cessaa. age. C. 3. S. 380.

[67] Cessas. a«e, C. 3. S. 380.

[68] Alusi, Ruhu'l-Meani. C. 18. S. 126.

[69] Alusi. Uge. C. 18. S. 127.

[70] Alusi, age. C. 18. S. »28.

[71] Müslim.

[72] Buhari.

[73] Buhari ve Müslim.

[74] Müslim. Ebu Hüreyreden

[75] Fahreddin Razi, age. C 23. S. 195.

[76] Alusi. age. C 18. S. 132'den özetle 142

[77] Taberi. a$e. C. 18. S. ıı. Alusi. age. C. 18. S. 133.

[78] Alusi, age, C. ıs. S. 137. 152

[79] Zemahşeri. age. C. 3. S. 288.

[80] Tirmizi, Cabir bin Abdullah'tan.

[81] Ahmed bin Hanbel ve Buhari. Edeo faslında

[82] Buhari. Edebü'n-Müfred.

[83] Süyutl. Ibn-i Şeybeden. age. C. 5, S. 36.

[84] Süyuti. age, Abdi Birr İbni Abbas'tan.

[85] Taberani. Süyuti, age. C. S. S. 38'e bak.

[86] F. Razi. Tefsir, C. 23. S. 187.

[87] BuharI ve Müslim.

[88] İmam Malik, Muvatta. Taberı, age. C. 18. S. 112.

[89] Razi. age. C. 23. S. 190

[90] Buhari. Ebu Davud.

[91] Buhari ve Müslim.

[92] Zemahşeri, Tefsir, C. 3.

[93] İbni Ebi Hatem. Süyuti, age. C. 5. S. 38.

[94] F. Razi. age, C. 23. S. 200e bak.

[95] Buharl ve Müslim.

[96] Buhari. Müslim, Tirmizi ve Ahmed.

[97] Cessas, age. C. 3. S. 385.

[98] Razi. age, C. 23. S. 190.

[99] Süyuti, Dürrül-Mensur, C. 5. S. 40.

[100] İbni Kesir, age. C. 3. S. 283. Süyuti. age. C. 5. S. 104.

[101] Mehasinü'd-Tevil, 12. Cüz

[102] Zemahşeri, Keşşaf. C. 3. S. 230.

[103] Tirmizl ve Ahmed.

[104] Müslim, Tirmizi ve Ahmed.

[105] İmam Ahmed. Müsned.

[106] Buharı ve Müslim.

[107] Ebu Davud ve Tirmizi.

[108] Ebu Davud ve İbni Mace

[109] Fahreddin Razİ, Tefsir.

[110] Tirmizi.

[111] İbni Cevzi. Tefsir. C. 6. S. 31.

[112] Taberi. Tefsir. C. 18. S. 118.

[113] Ebu Davud, "Kurtubî, Tefsir. C. 12. S. 229.

[114] Ebu Davud, Sünen, C. e, S. 58.

[115] Kurtubi. age, C. 12. S. 228.

[116] Kurtubî, age. C. 12, S. 229.

[117] Kurtubi, age, C. 12. S. 231.

[118] Fahreddin Razi, age, C. 23. S. 207. 174.

[119] Kurtubi, age, C. 12, S. 233.

[120] Kurtubi. age. C. 12, S. 233.

[121] Alusi, age, C. 19, S. 143.

[122] Mevdudi, Nur Suresi Tefsiri'nden özetle.

[123] Alusi, age..C. 18, S. 144. Kurtubİ, age, C 12. S. 234.

[124] Beyhski ve Ebu Davud.

[125] Mevdudî, Nur Suresi Tefsiri. 178

[126] Cessas. age. C. 3. S. 393. 2ö

[127] Aiusi, age. C. 18, S. 146

[128] Ebu Davud. Nesai ve İbni Kesir.

[129] Bu husustaki tafsilat. Ahzah Suresi hicab âyetleri bahsinde gelecektir.

[130] Zemahşeri, Keşşaf. C. 3. S 190.

[131] Süyuti, age, C. 5, S. 44.

[132] Sıddık Hafi. Fethü'l Beyan, C. 6. S. 630.

[133] Zemahşeri. age. C. 3, S. 106.

[134] Ebussuud Efendi. Tefsir. C. 4. S. 58.

[135] Ebussuud Efendi, Tefsir. C. 4. S. 58.

[136] Kurtubi, age, C. 12. S. 238.

[137] Münavi. Camiü's-Sagir. Munzıri, Tergib ve Terhib. 192

[138] Cessas, age, C. 3. S. 394.

[139] Cessas. age, C. 3, S. 394

[140] Munziri. Tergib ve Terhib.

[141] Buhari ve Müslim.

[142] Kurtubi, age, C. 12, S. 238.

[143] Cessas, age. C. 3, S. 3B4.

[144] İmam Hanbel, Tirmizi. Ebu Davud.

[145] Tirmizi. Ibni Mace.

[146] Alusi, age. C. 18, S. 148.

[147] Şeyh Sais. Tefsir

[148] Kurtubî. age. C. 12, S. 242

[149] Kurtubl, age. C. 12. S. 242.

[150] Timizi, Nesâi, Ibni Mace. 198

[151] Cessas, age, C. 3, S. 360.

[152] İbni Cevzi, age. C. 6, S. 37.

[153] Kurtubî, age, C. 12, S. 252.

[154] İbnü'l-Arabl. age. C. 3, S. 1372.

[155] Cessas, age. C. 3. S. 389. 202

[156] Kütüb-i Sitte.

[157] Alusi. age. C. 18, S. 209.

[158] Sıddık Han, age, C. 6, S. 398.

[159] Alusi. age. C. 18, S. 209.

[160] Suyuti, age, C. 5. S. 55.

[161] Fahreddin Razı, age. C. 24.' S. 28

[162] Ebussuud, age, C. 4. S. 72.

[163] Taberi, age, C. 18. S. 161.

[164] Zemahşeri, age. C. 3, S. 200.  

[165] Ebu Davud. Cessas. age. C. 3. S. 406. Süyûtİ. Tefsir. C. 5. S. 56.

[166] imam Ahmed.

[167] Cessas. age, C. 3. S. 408.    

[168] Fahreddin Razl. age, C. 3. S. 408.

[169] Cessas, age, C. 3. S. 410.

[170] Müslim, Ebu Hüreyre'den.

[171] Kurtubi age. C. 12, S. 310.

[172] İbni Cevzi, age. C. 8. S. 64. Ebu Hayyan. agfe. C. e. S. 473. Süyûti. age. C 5. S. 58.

[173] İbni Cevzi! age, C. 6. S. 84. Vahidi, Esbab-ı Nüzul.

[174] Cessas. age. C. 3. S. 334. İbni Cevzl, Tafaerl, Süyûtl.

[175] Buharı tarihinde, Müslim.

[176] Ebu Hayyan, age. C'6, S. 474.

[177] Ebu Hayyan. age, C. 8, S. 474.

[178] İbni Cevzl, age, C. 6.

[179] Zemahşeri, age, C. 3.

[180] Fahreddin Razî, age. c. 18. 10 — Taberi, age, C. 8, S. \w.

[181] Cessas. age, C. 3, S. 335.

[182] Ebu Hayyan, age. C. 8. S. 475

[183] Cessas, age. C. 3, S. 338.

[184] Sünen kitapları.