NÛR SURESİ 2

Sûrenin Açılışı: 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Zina Ve Cezası 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Nüzul Sebebi: 3

Zina İftirası Ve Bu İftiranın Cezası 5

Bazı Kelimeler: 5

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 5

Açıklama: 5

Erkeğin Kendi Karısına Zina İsnadında Bulması 6

Bazı Kelimeler: 6

Açıklama: 6

Nüzul Sebebi: 7

İfk Hadisesi 7

Bazı Kelimeler: 8

Nüzul Sebebi: 8

Açıklama: 9

İftira (İfk) Kıssasının Sonu. 12

Bazı Kelimeler: 12

Açıklama: 12

Bir Eve Girerken İzin İstemek Ve Kuralları 13

Bazı Kelimeler: 13

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 13

Açıklama: 13

Hicab Ayetleri 14

Bazı Kelimeler: 15

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 15

Açıklama: 15

Evlenme  Sorununa Çözüm.. 16

Bazı Kelimeler: 16

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 17

Allah Göklerin Ve Yerin Nurudur. 19

Bazı Kelimeler: 19

Açıklama: 19

Kutlu Ve Yüce Allah'ın Nurundan Yararlananlar. 20

Bazı Kelimeler: 20

Açıklama: 20

Hak'kın Nurundan Mahrum Olanlar. 21

Bazı Kelimeler: 21

Açıklama: 21

Kainatın Allah'a Teslim Olması 21

Bazı Kelimeler: 21

Açıklama: 22

Ortadaki Delillere Rağmen Sapıklık. 22

Bazı Kelimeler: 23

Nüzul Sebebi: 23

Açıklama: 23

Allah'ın Emrine Uyan Mü'minler. 24

Bazı Kelimeler: 25

Açıklama: 25

Mü'minlerin Hakimiyeti 25

Bazı Kelimeler: 26

Açıklama: 26

Avnı Evde Yaşayan Kimselerin Uymaları Gereken Kurallar. 27

Açıklama: 27

İslâmi Edepler. 28

Bazı Kelimeler: 28

Açıklama: 28

Özet: 28

Peygamberin Çevresindeki Cemaatın Edepleri 29

Bazı Kelimeler: 29

Açıklama: 29


NÛR SURESİ

 

Bütün tefsircİlere göre bu Medeni bîr sûredir. 64 ayettir. İçinde nûr şua­ları vardır. Bu sûrede, ırzları ve soyları koruma altına alan genel islamî adap anlatılmakta ve bu adabın da, insanları karanlıklardan kurtaran, aydınlığa kavuşturan Allah'ın nûr'u olduğu açıklanmaktadır. [1]

 

Sûrenin Açılışı:

 

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla.

1- Bu, indirip, hükümlerini kesinleştirdiğimiz sûredir. Öğüt'alasınız diye onda apaçık ayetler İndirdik. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kur'an-ı Kerİm'in, tevkifi olarak bilinen, başlangıç ve sonu olan bir bölümü. İçindekileri kuşatan sûr misali. İçinde bir takım ayetleri bulundurduğu için de bu ismi almış olabilir. Yahut menzile ve mertebe anlamını taşıdığından dolayı da bu ismi almış olabilir. Şüphesiz ki sûreyi okuyup anlayan ve gereğince davranan kimse Allah katında yüksek bir makam ve mertebe sahibi olur.Ey Muhammcd biz bu sûreyi sana vahyettik. Burada İnzal kelimesinin kullanılmış olması Kur'an-i Kerim'in yüksek bir yerden yani Aliah katından indirilmiş olduğunu insana hissettirmek içindir. Biz onu kesin ve müessir bir şekilde emret­tik.Ayet kelimesinin çoğuludur ki bu da alamet ve işaret manasına gelir. Aynı zamanda bu kelime Kur'an'm cümlelerinden her birine isim ola­rak ta verilir. Çünkü bunlar Peygamber (s.a.v.) efendimizin alametleridirler. [3]

 

Açıklama:

 

Cenab-i Allah bu kıymetli sûreyi, her sûrede tahakkuk eden bir şey ile açmıştır. Kur'an-i Kerim'deki bütün sûrelerini Cenab-ı Allah, peygamberine indirmiş ve gereğince davranılmasım emretmiştir. Kullarının, indirilen bu sû-relerdeki ahkâm ile amel etmelerini farz kılmıştır. Yine bu sûrelerde indiri­len apaçık ayetleri ve vazıh hüccetleri insanların kendilerine prensip edinme­lerini buyurmuştur. Bu sûrenin böyle hayret verici bir başlangıçla açılmasın­dan amaç, müslümanların buna dikkatle bakmalarını sağlamaktır. Ve için­deki hükümlerle öğütlere dikkatle bakıp gereğince davranmalarıdır.

Hakikaten bu titizliği ile bu sûre çok Önemli noktalara temas etmiştir. Ailevi meseleleri, ırz ve namus meselelerini, ırz hakkında ileri geri konuşma­yı ele almış, sonra Hz. Aişe anamıza yapılan iftira olayını açıklamış, O'nda-ki kıymetli hikmetleri ve adabı beyan buyurmuş, yüksek işaretlerde bulun­muştur. Bunun ardısıra başkalarının namusuna yan gözle bakmamayı, eve girerken izin istemeyi ve buna benzer iffet koruyucu davranışlarda bulunma­yı emir buyurmuş. Genel olarak bu sûrede, evlilik hayatının temel konulan ele alınmıştır. Ayrıca bu surede nûr ayeti de vardır. "Allah göklerin ve yerin nurudur" ve daha buna benzer birçok ayetler vardır. Şüphesiz bu sûrede mu­fassal hükümler ve apaçık ayetler vardır. Müslümanlar bunları hatırlar ve ge­reğince davranırsa nefsin kaydırmalarından ve şeytanın yoluna düşüp heva ve nevasatm esiri olmaktan korunur. Bu sûredeki ayetler insanlara Allah'ı ha­tırlatmaktadır. "Hatırlatmak mü'minlere fayda verir"[4]

 

Zina Ve Cezası

 

2- Zina eden kadın ve erkeğin herbirine yüter değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, İnananlardan bir topluluk da şahid olsun.

3- Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bîr kadınla evlene­bilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan bir erkek evlenebilir. Bu mü'minlere yasak edilmiştir. [5]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Celd" kelimesi vurmak manasına gelir. Vurmaya celd adı ve­rildi. Çünkü onda insanın derisine kırbaç veya değnekle darbe vurulmakta­dır. Şefkat ve kalp yufkalığı. [6]

 

Açıklama:

 

Zina suçu, büyük günahlardan biridir. Hatta Allah'a ortak koşma güna­hından sonra gelen en şiddetli bir suçtur. Bunu, zina eden veya Allah'a ortak koşan kimseler işlerler. Aslında bu suçu mü'min ve müslüman kimselerin iş­lememesi gerekir. Bu, günahlar arasında çok büyük bir yer işgal eden bir suçtur. Çünkü bu sûrenin baş kısımlarında buna dair hüküm verilmiştir. Bundan sonra da bu suçun cezası ile ilgili hükümler açıklanacaktır. Şu halde bu suçtan ko­runmak gerekir. Bu suçtan korunmak için yukardaki ceza,Cenab-ı Allah ta­rafından bir yasa olarak belirlenmiştir.

Ey kardeşim! İnsanı dünyada rüsvay eden zina haddine ve insanı bu kö­tü suçtan caydıran cezasına dikkatle bak. Sonra Cenab-ı Allah'ın, zinakar erkek ve kadına haddi uygulayan kimsenin, Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse olsa bile onlara acımaması ve şefkat etmemesi gerektiğini bil­dirmesine İbretle bak! Bu suçlara karşı katı davranmak mü'min olmanın ge­reklerindendir. Haddin uygulanışı esnasında bir grup insanın onları seyret­mesinin şart koşulması da imanın gereklerinden birisidir. Ya sen ne dersin? Değil zina fiilini işlemekten, hatta o suça yaklaşmaktan dahi İnsanın sakın-dırılması, diğer suçlarda olduğu gibi Cenab-ı Allah'ın hikmetinin gereklerin­dendir. Yüce Allah zina suçunu şirk ve adam öldürme suçları ile bir arada anmıştir: "Ve onlar ki Allah ile beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları ya­parsa günahı(nm cezasını) bulur. Kıyamet günü onun için azap kat kat yapı­lır ve o (Azab)mı içinde hor ve hakir olarak kalır"[7]. Sonra mücerret olarak zina suçu üe başkasını itham etmeye tereddüt eden hükümlere bir bakıver. Zina suçu sadece ikrarda bulunmakla ya da dört adil şahidin bulunmasıyla sabit olur. Size okunan zinakar erkek ve kadının hükmüne gelince; zina eden, evli değil bekar iseler.onlardan her birine yüz ve tenasül organına vurulma­mak kaydıyla yüzer değnek vurun. Bu zinanın dünyadaki cezasıdır. Ahiret-tekİ cezası ise daha şiddetli ve daha kalıcıdır. Bu, evlenmemiş kimsenin zina etmesi halinde verilecek cezadır. Ama daha önce şer'i bir evlilik geçirmiş olan kişi zina ederse cezası taşlarla Recm edilmektir. Bazı kimseler demişler ki ev­lenmemiş kimse zina ederse yüz değnekle cezalandırılır. Ayrıca bir yıl da sür­güne gönderilir. Evlenmiş olan kimseye değnek cezası uygulanır. Sonra da taşlarla recm edilir. Zina eden erkekle kadın sanki insanlık hududundan çı­kıp hayvanlık sınırına girmişlerdir. Onları dayak ve incitmeden başka hiçbir-şey suçtan caydırmaz. Güzel Öğütler onları asla etkilemez. Şüphesiz zina ce­zası çok zor ve büyük cezadır. Ama biz suçlulara bu cezayı uygularken onla­ra acımamakla ve şefkatimizin etkisi altına girmemekle emrolunmuşuz. Cenab-ı Allah ayet-i kerîmede diyor ki: Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız onla­ra zina haddini uygularken şefkatinizin etkisine kapılmayın. Böyle demekle Cenab-ı Allah bizleri, o suçlulara karşı alevlendirmekte, himmetlerimizi gale­yana getirmekte, azimlerimizi bilemektedir. Çünkü cezanın infazını ve onla­ra açınmamasını, Allah'a ve ahiret gününe iman koşuluna bağlamıştır. Ör­neğin biz bir kimseye sen erkeksen böyle yap, dediğimizde onun o işi yapma­sını erkek olması koşuluna bağlamaktayız.

Onların azaplarına mü'minlerden bir grup şahit olsun. Bu da o suçlula­rın bedenen acı çektirilmelerinden sonra, ruhen de acı çektirilmeleri demektir. Yani onlar cezanın infazı esnasında diğer insanlara teşhir edilmekte ve aşağı­lanmaktadırlar. İnsanlardan bir grubun önünde dayağa yatırılırlar ki onlara ulaşacak rezillik, rüsvaylık ve utanç doruk noktaya ulaşsın. Böylece bütün insanlar o suçluların insanlıktan soyutlandıklarına ve insanlığın yüce anla­mından tecrit olunduklarına şahitlik yapmış olmaktadırlar.

Artık onlara itibarları iade olunmaz. İnsanlara karşı iftihar etme iddia­sında da bulunamazlar. Bakınız Cenab-ı Allah'ın şu ayeti insanları şu çirkin zina fiilinden nasıl nefret ettiriyor?, "Zina eden erkek, zina eden veya puta tapan kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da, zina eden veya puta tapan erkekten başkasıyla evlenmez. Bu (tür evlenme), mü'minlereharam kılınmıştır"[8]. Bu ayet-i kerime, üzerinde iyi düşünülmesi, acele manalandırıl-maması gereken Kur'an'm müşkil ayetlerinden biridir. [9]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayetin nüzul sebebine ilişkin birçok rivayetler vardır. Ancak bunlardan makul olan iki rivayet vardır:

1- Allah yolunda mallarını ve yurtlarını terkeden Medineli muhacirler yoksulluğun ve İhtiyaçların baskısı altında ezilmişler, artık dayanılmaz bir du­ruma gelmişlerdir. Medinede kendilerini pazarlayan zengin ve varlıklı bazı fahişeleri gördüler. Keşke bunlarla evlenseydik te Medinede yaşamak ve ika­met etmek için bunlar bize yardımcı ve destek olsalardı. Yapacakları büyük küçük her işi Resulullah'tan izin alarak yapmayı adet haline getiren bu mu­hacir sahabiler bu konuda da Resulullah'tan izin istediler. Bu işten vazgeç­meleri için yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Ve onlar da bu evliliğe yanaş­madılar.

2- Ebu Davut, Tİrmizi, Beyhakî gibi bir grub hadisçi şöyle bir rivayet­te bulunurlar: "Mersed adındaki bir şahabı, esir taşımak üzere gizlice Mek­ke'ye gitti. Orada Anak adında bir kadın gördü. Mersedin, müslüman olma­dan önce o kadınla ilişkisi vardı. Fahişe olan Anak, Mersed'in o gece yanın­da yatmasını istedi. Şayet yanımda yatarsan İşlerini kolaylaştırır, sana yar­dımcı olurum dedi. Mersed de ona şu karşılığı verdi: Ey Anak, Allah şu zi­nayı yasakladı. Haram kıldı. Bunun üzerine kadın bir çığlık attı ve Mersed'­in orada bulunduğunu Kureyş'ç haber verdi. Fakat Mersed kendi zerafet ve mahareti ile o sıkıntılı durumdan kurtulmayı becerdi. Esiri Medine'ye taşıdı. Sonra Mersed, kendinden bahsederek şöyle diyor: ben Resulullah (s.a.v.)'e geldim dedim ki: Ey Allah'ın Resulü Anak'ı nikahlıyayım mı? Peygamber efen­dimiz durdu ve hiçbir cevap vermedi, nihayet yukarıdaki ayet-i kerîme nazil olunca bana dedi ki: "Ey Mersed, zina eden erkek ancak zina eden bir ka­dınlara da Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenebilir. Yine zina eden bir kadın, ancak zina eden bir erkek ya da Allah'a ortak koşan bir erkekle evle­nebilir. Bu tür evlilikler mü'miniere haram kılındı. Sen o kadını nikahlama".

Ey aziz kardeşim! Bil ki; burada herkes tarafından kabul edilen şer'i bazı gerçekler vardır. Şöyle ki; zina etmiş dahi olsa müslüman bir erkek Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenemez. Aynı şekilde, müslüman bir kadın da zina etmemiş olsa dahi Allah'a ortak koşan bir erkekle evlenemez. Zina etmiş müs­lüman bir erkeğin, iffetli bir müslüman kadınla evlenmesi helaldir. Aynı şe­kilde zina etmiş müslüman bir kadının da iffetli bir müslüman erkekle evlen­mesi helaldir. Şu halde ayet-i kerimeden anlaşılan manasının zahiri şudur: Zina eden erkeğin ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenmesi helal olur. Aynı şekilde zina eden bir kadının da ancak zina eden veya Al­lah'a ortak koşan bir erkekle evlenmesi helal olur. Ayet-i kerimeden anlaşı­lan görünürdeki mana, müsfünıanların anlayışlarına, Peygamber efendimi­zin ve O'nun sahabilerinin gittikleri yola aykıdırıdır. Bu da, ayet-i kerimeden anlaşılan hükmün neshedilmiş olduğunu bize isbatlamaktadır. Bazı alimler işte böyle demişlerdir. Bu görüşü şöylece özetleyebiliriz! Yukardaki ayet-i ke­rime, zina eden erkeklerle zina eden kadınların ancak birbirleriyle, ya da bunların,Aliah'm ortak koşan kimselerle evlenebileceklerini açıklamak üzere na­zil olmuştur. Ancak bu ayet-i kerime, şu aşağıdaki ayet ile nesh olmuştur: "İçi­nizden bekarları ve köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin"[10]. Zina eden kadın, o çirkin suçu İşlemiş olmakla müslüman kadın ve cariyeler arasından çıkmış sayılmaz. Müşrik erkeklerle kadınların, müslümanların zinakârlarıyla da olsa evlenebileceklerine dair hüküm şu aşağıdaki ilahi buyrukla nesh olun­muştur: "Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar, evlenme­yin. (Allah'a ortak koşan kadın), hoşunuza gitse dahi, inanan bir cariye, or­tak koşan (hür) bir kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya ka­dar, onlarla (kadınlarınızı) evlendirmeyin. (Allah'a ortak koşan hür bir er­kek) hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan bir adamdan iyidir[11].

Şu halde zina eden kadınlarla iffetli erkeklerin, zina eden erkeklerle if­fetli kadınların evlenmeleri helal kılınmıştır. Zinâkar olsalar dahi müslüman­ların, müşriklerle evlenmeleri haram kılınmıştır. Ancak bu nesih bütün alim­ler tarafından ittifakla kabul edilen bir nesih değildir. Bu evliliği men edenler şöyle demişler: "Bu ayet-i kerime, iffetli müslüman erkeğin zinakâr erkekle evlenmekten nefret ettirilmesi ve kaçındın İması için nazil olmuştur. Evlilik­leri sonucunda birçok hayırlara erişseler bile bunlar birbirleriyle evlenmeme-lidirler. Bu şekilde manalandırmak, ayet-i kerimenin nüzul sebebine de uy­gun düşmektedir. Çünkü bu ayet-i kerîme; Mersed gibi, omuzlan ihtiyaç ve yoksulluğun yükü altında ezilen, refah, servet ve mala kavuşmak umuduyla bazı fahişe kadınlarla evlenmeleri için nefisleri tarafından kendilerine telkin­de bulunulan bazı zayıf kişilikli müslümanlan, kendi denkleri olmayan fahi­şe veya müşrike kadınlarla evlenmekten nefret ettirmek ve kaçındırmak için nazil olmuştur. Yoksulluk içinde kıvranmakta olan sahabiler, fahişe ve var­lıklı kadınlarla evlenme hususunda, Resulullah'tan izin isteyince, onları zina çevresinden uzaklaştırmak için yukardaki ayet-i kerime nazil oldu. Çünkü zina, insanı dinin hududu dışına çıkmaya sevkeder. Müslümanı o dereceye indirir ki, artık zinanın ve dinsizliğin etkisi altında kalır. Çünkü kötü ve şeriata ay­kırı şeyleri görmek, insandaki dinî gayreti ve islami asabiyyeti öldürür. Nite­kim dinsizlerle bir arada yaşayan ve onların arasına karışan birçok müslü­man da bu huy mevcuttur. Şüphesiz bu da mü'min kimseye yaraşmaz. Bu, zinakârlarm belirtilerindendir. Onlar ki zinakâr kadınlarla, ya da onlardan daha kötü olan müşrike kadınlarla evlenmeye yönelir ve meylederler. Ya da aynı şekilde zina eden kadın, zinakâr erkekle, ya da ondan daha kötü ve şerli olan müşrik erkekle evlenmeye yönelir ve meyleder.

Şu halde bu ayet-i kerime müslümanlan bu gibi kimselerle evlenmekten nefret ettirmek ve dinine tutkun olan mü'min kimsenin böylesi eğilimleri olan kimselerle evlenmesinin uygun olmadığını açıklamak İçin nazil olmuştur. Bunu şu aşağıdaki ayet-i kerime de teyid etmektedir. "Kötü kadınlar, kötü erkekle­re; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler de iyi kadınlara (meyleder)"[12]

"Bu tür evlilikler mü'minlere haram kılındı". Evet kâmil mü'minlerin bu tür evlilikleri yapması haram kılınmıştır. Sadık mü'minin,Allah katında övülen müslümanm, murdar ve facİre bir zinakâr kadınla evlenerek fasıklar çevresinde serkeşlik etmesi, evleneceği günahkâr ve zinakâr kadın dünyanın en varlıklı ve en zengin kadınlarından olsa bile onunla evlenmesi sakıncalı ve haramdır. Bu demek değildir ki, bu gibi evlilik akillerini yapmak haram­dır ve sahih değildir. Hayır öyle değil. Buradaki haramlıktan kastedilen ma­na şudur: Müslüman kimsenin, bu gibi evlilik akitlerini yapması yaraşmaz ve uygun olmaz. Çünkü o gerçek bir rnü'mindİr. Evlilik akdi yapacak ise şer'i hüküm açısından sahih bir akid yapması gerekir. Zinakâr ve murdar kötü bir erkekle evlenecek olan kadınlar İçin de bu hüküm söz konusudur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz ne doğru buyurmuş: "Dindar olanı seç. Elin bereketlensin." Mü'min erkeğin müşrike kadınla evlenmesi ve bunun tersine mü'mine kadı­nın müşrik erkekle evlenmesi mutlak surette haramdır. Bunun haramlığmı Kur'an-ı Kerim bize Öğretiyor. Kur'an-ı Kerim ise herşeyden haberdar olan, herşeyi gören, bize şefkat ve merhamet eden Allah katından inen bir kitaptır. Ahlâkî üstünlüklere ve güzel bir gidişata aldırış etmeksizin sadece maddî esaslar üzerine kurulan evlilik akidlerİnin sonuçsuz ve yararsız kaldığını zaman bizlere İspatlamıştır. Şimdi de ayet-i kerimenin başında zinakâr kadının zinakâr er­kekten önce anılmasının, ayetin sonunda da zinakâr erkeğin zinakâr kadın­dan önce anılmasının sırrını kavrayama bakalım!

Buradaki sır şu olsa gerek: Zina suçu çoğunlukla kadından kaynaklanır. Zina fiilinin işlenmesinde en büyük pay kadınındır, çünkü.o açılıp saçılarak, süslenerek, boyanıp, kokular sürünerek, vücudunun bütün kısımlarını ortaya koyan dar giysiler giyerek bir nevî giyinik çıplak vaziyette sokağa çıkarak baş­kalarına meyledip, başkalarının da kendilerine yönelmesini sağlamaktadırlar. Çeşitli hareketlerin yanısıra davetkâr bakışlarla yürüyen, gençleri arkaların­dan koşturarak, çarşıya, pazara, sokağa çıkmaktadırlar. Bütün bunlar şeyta­nın tuzaklarıdırlar. Bu demek değildir ki,erkeklerin hiçbir suçlan ve günah­ları yoktur. Hayır onların da zina suçunun işlenmesinde büyük payları var­dır, ama kadının payı bundan daha büyüktür. Bu nedenle ayet-i kerimenin başında zinakâr kadınlar, zinakâr erkeklerden önce anılmışlardır. Ayet-i ke­rimenin sonunda ise nikâh konusu yani evlilik akdi anlatılmakta olduğun­dan, bu işte kadın ikinci planda kalmakta, birinci adımı erkek atmakta, ikin­cisini kadın atmaktadır. Şartlaf ne olursa olsun bu akidde ilk sözü erkek söylemekte, dolayısıyla kadından önce erkek anılmaktadır. Kitabındaki sırlan ve incelikleri en iyi bilen elbette ki Cenab-ı Allah'dır. [13]

 

Zina İftirası Ve Bu İftiranın Cezası

 

4- İffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört şahid getiremeyenle­re seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte on­lar yoldan çıkmış kimselerdir.

5- Ama bundan sonra, tevbe edip düzelenler bunun dışındadır. Şüp­hesiz Allah bağışlar ve merhamet eder. [14]

 

Bazı Kelimeler:

 

Taş veya ok atmak'. Ama burada bu kelime İle zina isnadında bulunmak ve zina iftirası kastedilmiştir.İffetliler, namuslular. Şehid; yani tanık kelimesinin çoğuludur. Burada tanığa şahit adı ve­rildi. Çünkü o kesin ilim ve bilgiye dayanarak güvenilir bir şekilde haber ver­mektedir. [15]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayet-i kerimelerde, zina iftirasında bulunmanın hükmü anlatılmakta­dır. Bu ayetler, zina isnadında bulunan kimsenin büyük günaha girdiğini ve dolayısıyla seksen değneklik cezaya çarptırılmasını, şahidlİğinin reddedilme­sini, fasıkhkla damgalanmasını hükme bağlamaktadır. Ya bu suçu işleyenle­re ne dersiniz? Bu cezanın,hırsızlığa ve adam öldürmeye değil de sadece zina­ya Özgü kılınması bunu isbatlamıyor mu? [16]

 

Açıklama:

 

İffetli ve namuslu kadınları zina ile itham edip bu çirkin ve şenî suçla onlara iftirada bulunan, namuslarını darbeleyen, ruhlarını inciten, başlarını öne eğdiren, sonra da bu iddialarını doğrulayacak dört şahit getiremeyen kim­seler, iftira ettikleri İnsanların bu suçu ikrar etmemeleri halinde seksen değ­nekle cezalandırılırlar. İşledikleri bu cürmün cezası olarak ta şahitlikleri asla kabul edilmez. Bunlar Allah'ın ve islamin sınırları dışına çıkan günahkâr ve fasık kimselerdirler. Ancak bu çirkin hatalarından sonra töbve edip Allah'a yönelen ve bozdukları şeyi düzelten, yani iftira ettikleri kimselerin günahsız olduklarını ilan eden kimseleri Allah bağışlar, onlara merhamet eder. Ancak burdan sonra bu gibi kimselerin şahitlikleri kabul edilir mi, fasıklık damgası üzerlerinde kaldırılır mı, yoksa şahitlikleri ebedİyyen mi kabul edilmez? Bu husus ta fıkıh İmamlarının iki görüşü vardır. Bu iki görüşten her birini des­tekleyen senetler mevcuttur.

İçten gelen sadık tevbeye gelince, bu insanın, işlediği suçun günahını ve gürüşünün hatalı olduğunu kalben, yakîni bir şekilde bilmesi, sonra da derin ve şiddetli bir şekilde pişman olması, ardisıra günahı derhal terketmesi, aynı günaha tekrar geri dönmeyeceğine katiyyetle karar vermesi, şartlar ne olursa olsun günahlardan uzak duracağına kesin karar vermesi, bu gizli işlere ken­disini iten ortamdan ve çevreden uzaklaşması, kendini islâh etmesidir. İslah etmesi derken hem kendini, düşüncesini, çevresini, içinde yaşadığı ortamı dü­zeltmesi, haklan sahiplerine iade etmesi, zulmettiği kimselerden helallik di-lemesidir.

Ey kardeşim! İşte temiz ve gerçek tövbenin şartları bunlardır. Kaldı ki tövbe, kalbî bir iştir. Onu ancak Allah bilir. Sadece dille yapılan tevbelerden sakın. Çünkü onun hiçbir faydası yoktur. [17]

 

Erkeğin Kendi Karısına Zina İsnadında Bulması

 

6-7- Kanlarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahîdlcri olma­yanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendisine olmasını ister.

8-9- Kocasının yalancılardan olduğuna Allah 'ı dört defa şahid tutma­sı, cezayı kadından savar. Beşincisinde, kocası doğrulardan ise kendisinin Al­lah'ın gazabına uğramasını diler,

10- Allah 'ın size nimet ve rahmeti bulunmasa ve Allah tevbeleri kabul eden ve Hakîm olmasaydı suçlunun hemen cezasını verirdi. [18]

 

Bazı Kelimeler:

 

Allah'ın rahmetinden kovulmak. Gazap, öfke ile birlikte azabın inmesidir.

Def eder, savar. [19]

 

Açıklama:

 

Burada birinci hüküm zina ile İlgilidir. İkincisi; kocanın, karısının yaban­cılarla zina ettiğine dair iddiada bulunması ile ilgilidir. Üçüncü; zevcesine zi­na iftirasında bulunmasına dairdir. Buna fıkıh kitaplarında Lian adı verilir.

Karılarına zina suçunu atanlar... Burada şöyle bir ifade kullanmak iste­niyor: Ağzınızda telaffuz etmenizden önce kelime sizin mülkünüzde ve hük­münüzde bulunmaktadır. Ama ağzınızdan çıktıktan sonra bir ok gibi olur ki, artık onu geri getirmek mümkün değildir. Bu söz, ayet-i kerimede zina iftirasını kadına "atma" ifadesinin kullanilışmdaki sırrı anlamamıza yardım eder düşüncesindeyim. Yani bir kimse bir kadına zina isnadında bulunursa ona elem ve zarar okunu fırlatmış gibi olur. Karılarına zina isnadında bulunan ve bu iddialarını doğrulamak için kendi şahıslarından başka şahitleri bulun­mayan kimseler... Bu akla uyabilen bir durumdur. Çünkü bir kişi kendi özci meskeninde hanımının yanma girer de onun yanında çirkin ve uygunsuz bir vaziyette yabancı bir erkeği görürse ne yapacaktır?!Çıkıp ta olayı tesbit et­mek için şahitler mi getirecektir? Hayır, bu hiç te düşünülmez! Susacak ve o kadının doğuracağı çocuğu kendi soyuna ve mirasçısı çocukların arasına mı katacak? Hak etmediği halde onu da diğer çocuklarının miras paylarına ortak mı kılacak?! Doğrusu bu çok tehlikeli bir durumdur. Ama hikmet sa­hibi, herşeyİ yerli yerince yapan şeriat koyucu demiş ki: Eğer onun bu uygun­suz vaziyette gördüğü karısı ile erkeğin yaptığı çirkin işi, güneşi görürcesine, ayan beyan bir şekilde görüpte tanıklık edecekleri şahitleri yoksa bu durum­da o şahıs Allah adına dört defa tanıklıkta bulunsun ve desin ki: Karım İs­nad elliğim zina suçlamasında doğru söylediğime Allah'ı şahit Hılanm. Bu sözünü dört defa tekrarlamalı ve beşinci de şöyle demelidir. Eğer ben bu iddiamda yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime olsun.

Bir kimse karısına zina isnadında bulunursa ve bunun aslı yoksa yukar-dakİ ayet-i kerimenin de belirttiği gibi ona zina iftirasında bulunma haddini uygulamak gerekir. Bir kimse karısına veya yabancı kadına zina isnadında bulunur ve bu isnadı asılsızsa ona aynı cezayı uygulamak gerekir. Zina isna­dında bulunan kimse, hadden ancak dört şahit getirerek veya Handa buluna­rak kurtulabilir. Yani dört şehadette bulunarak karısına İsnad ettiği zina fiili­nin gerçekten tahakkuk ettiğini ifade eder. Bu ifadelerinin doğruluğuna Al­lah'ı şahit tutar. Beşincide de ben yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime otsun, der.

Bu durumda karısı da lianda bulunmazsa karısına had tatbik etmek ge­rekir. Ancak bu haddin uygulanması hakimin karı kocayı yalandan ve yala­nın tehlikelerinden sakındırmasından sonra olur. Onlara dünyada had azabı­nın uygulanacağını ve bu azabın anketteki azaptan çok hafif olduğunu be­yan eder. Şayet kadın, kocasının yalan söylediğinde ısrarlı iddiada bulunursa kendisi de kocası ile mülâane yapar ve kocasının yalan söylediğine dair dört defa şehadette bulunur ve bu sözlerinin doğruluğuna da Allah'ı şahit tutar ve der ki: Falan oğu falan kocamın bana isnad ettiği zina suçlamasında yalan söylediğini Allah'ı şahit tutarak ifade ediyorum. Beşinci de ise şöyle der: Eğer kocam bana isnad ettiği zina suçlamasında doğru söylüyorsa Allah'ın gazabı benim üzerime olsun. "Kadının da dört defa Allah'a yemin edip kocasının, mutlaka yalan söyleyenlerden olduğuna şahitlik etmesi, cezayı kendisinden kaldırır" ayet-i kerimesinin manası da budur. Lian hükümlerinden biri de şudur: Koca karısına lianda bulunduktan sonra karısı kendisine haram oiur. Bazıları bu haramlığın ebedi olduğunu, diğer bazıları ise bâin talakla boşa­nan kadının haramlığı gibi, muvakkat olduğunu söyiemişierdİT. Bu durumda koca, kendi ifadelerini yalanlayarak karışma dönerse Opu nikahlaması caiz olur ve kendisine iftiradan dolayı da had tatbik edilir.

Eymü'minler! Allah sizleri kendi nefsi üzerine vacip kıldığı zâti sıfatın­dan kaynaklanan rahmetinin bir eseri olarak lütuf ve bol ihsanı ile örtüp ku-şatmasaydı ve o kullarının tövbelerini kabul buyuran bir zat olmasaydı, kö­tülüklerini bağışlamasaydi o zaman siz gücünüzün üstündeki işlerle yüküm­lü olurdunuz. Bu yükümlülüklerinizin altından kalkamazdınız. Kelimelerle ifade edilemeyecek sıkıntılara maruz kalırdınız. Gerçekten de - noksanlıklar­dan münezzeh yüce Allah,meşru kıldığı lian sayesinde bizleri büyük buhran­lardan ve krizlerden kurtarmıştır. Evet bir erkek kendi yatağında hanımıyla çirkin fiiller işlendiğini görürse ve o kötülüğü yapan adamı öldürür ya da bu çirkin fiilinden dolayı ona eziyette bulunursa ne olacaktır? Öldürürse kendi­si de öldürülecek. Susarsa tahammül edilemeycek bir durum karşısında sus­muş olacaktır. Konuşursa kendi karışma zina isnadında bulunmuş sayılaca­ğından dolayı üzerine had tatbik edilecek. Müslümanlar arasında şahitliği reddedilecek. Bütün bunların sonucu neye varacaktır? Rabbiniz bu Iiânı sizler  için meşru kılmakla sizlere lütufta bulundu. Kendinden bir rahmet olarak nimet bahşetmiş oldu. Kocanın bu durumu dört defa şahitlikte bulunarak yani lian yaparak isbatlamasma müsaade buyurdu. Kadını kendi başına terk edilerek kötü zanna maruz bırakmaktan korumuş oldu. Kadına da bu hak tanındı ki aşırı derecedeki kıskançlık dolayısıyla kocası onu hiçbir şeyden haberi olma­dığı halde zina ile suçlamasın. Böylece kadın kurtuluş kapısını buldu ve ken­di ırzını, şerefini akrabalarının onurunu korudu, Lian sayesinde çıkış yolunu buldu. Lian vesilesi ile, yalancı kişi hangisi olursa olsun dünyada Allah'ın rahmeti ile örtülmüş oldu. Olabilir ki o kişi ileride tevbe eder, tevbesi kabul buyurulur, dünya ve ahiret azabından da kurtulur. Bundan daha adil, bun-" dan daha merhametli, bundan daha faziletli bir hüküm düşünülebilir mi?! [20]

 

Nüzul Sebebi:

 

Yukardaki ayet-i kerimenin nüzul sebebi ile ügili olarak şöyle bir rivayet varit olmuştur: Hilal bin Ümeyye, Peygamber efendimizin yanma gelerek ka­rısının Şerik bin Semhâ ile zina ettiğini iddia etti. Peygamber efendimiz ona şöyle dedi: "Ya beyyine getirirsin ya da sırtına had vurulur". Hilal dedi ki;* ey Allah'ın Resulü! Bîr adam karısı.ile birlikte bir adamı yatakta bulursa o adam beyyine peşine mi düşecek? Peygamber efendimiz yine ona şöyle dedi: "Ya beyyine getirirsin ya da sırtına had vurulur." Hilal dedi ki: Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki ben doğru konuşuyorum. Ve benim sırtımı hadden koruyacak bir ayeti Allah mutlaka indirecektir. Bunun üzerine yuka­rıdaki ayeti kerime nazil oldu." Bazı kimseler, karısına zina isnadında bulu­nan kişinin Hilâl bin Ümeyye değil de Uveymir bin Zeyd olduğunu söylemiş­lerdir. "Namuslu kadınlara (zina suçu) atanlar" ayet-i kerimesi nazil oldu­ğunda bu ayet-i kerimenin zahiri anlamı hem zevceleri hem de başka kadın­ları kapsamına aldığından dolayı Said bin Muaz dedi ki: "Ey Allah'ın Resu­lü! Ben karımı bir erkekle birlikte görürsem onu öylece bırakıpta gidip dört tane şahit mi getireceğim? Hayır Allah'a andoîsun ki ben onu affetmeyip kı­lıcımla vuracağım. Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle dedi. "Siz Sad'm kıskançlığına şaşıyorsunuz? Ben ondan daha da kıskananıdır ve Allah da benden daha kıskançtır." Sonra çok geçmeden Hilâl bin Ümeyye geldi ve ka­rısının zina ettiğini iddia etti. Bunun üzerine yukardaki ayeti kerime nazil ol­du. [21]

 

İfk Hadisesi

 

11- Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar, içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için, hayırlı olmuştur. O kimseler­den her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden elebaşılık ya­pana ise büyük azâb vardır.

12- Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın mü'mİnlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miy­di?

13- Dört şâhid getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şâhİd getir­medikçe Allah katında yalancı olanlardır.

14- Allah'ın dünyâ ve âhirette size lütuf ve merhameti olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan Ötürü büyük bir azaba uğrardınız.

15- Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordu­nuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü.

16- O'nu işittiğinizde: "Bu konuda konuşmamız yakışık almaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

17- Eğer mü'min kişilcrdenseniz, Allah buna benzer bir şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder.

18- Allah size âyetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakîm'dir.

19- Mü'mİnler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte on­lara, dünyâ ve âhirette can yakıcı azâb vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

20- Allah 'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezanızı verirdi.

21- Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına ta-kıhrsa, bilsin ki, o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah 'm size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah di­lediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.

22- İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışla-yan'dır, merhametli olandır. [22]

 

Bazı Kelimeler:

 

Doğrudan uzak, yalan. Dört veya daha fazla kişiden oluşan topluluk, Onu zannetmeyin. Şer, zararı faydasın­dan çok olan şeydir. Hayır, yaran zararından çok olan şeydir. Bir rivayete göre bu kelime "kubrehû" şeklinde okunur. Bu bir şeyin büyüğü ve çoğu manasına gelir. İfaza: Bir şeyin içine dalmak yani Hz. Aişe'ye yapılan iftira konusunda o kadar çok konuştular ki sanki bardağın suyunu taşırdılar. Bir şeyi karşılamaya ve onu almaya hazırlanıyorsunuz. Kolay ve sorumluluk getirmeyen şey. Uydurulan yalan, asılsız iftira Kötülük ve fuhşiyyat, yani çirkin işler yayılır.

Fahişe; aşı­rı derecede kötülük demektir. Şeytanın adımları, gittiği yol­lar ve insana verdiği kuruntular.

Zenginlik ve servet sahibi olmak.. Yemin etmesin. Günahı silsin ve affetsin. [23]

 

Nüzul Sebebi:

 

Resulullah (s.a.v.) efendimiz bîr gazaya çıkacağı zaman hanımları ara­sında kur'a çekmeyi adet haline getirmişti. Kur'a hangisine çıkarsa o hanı­mını yanına alırdı. Beni Mustalik gazvesinde de (gazve Hicretin 6. senesinde meydana gelmiştir )Hz. Aişe'yi beraberine almıştı. Gazve dönüşünde Medine yolunda iken etrafındakilerle birlikte bir yerde konakladı. Sonra tekrar yola devam emrini verdi. Hz. Aişe de def-i hacette bulunmak için ordunun biraz uzağına gitti. Dönüşünde gerdanlığının kayıp olduğunun farkına vardı. Ama bulamadı. Abdest yerine gelip gerdanlığı aramaya başladı. Tabii bu arada Pey­gamber efendimiz ve etrafındaki kimseler yola çıkmışlardı. Adamlar gelip Hz. Aişe'nin hevdecini (deve üstüne konulan ve içinde insan oturan sandık) alıp devenin üstüne yüklediler. Hz. Aişe o zaman küçücük bir kız ve zarif bedenli olduğundan dolayı Hevdec içinde olmadığını fark etmediler. Ve yollarına de­vam ettiler. Hz. Aişe gerdanlığı arama işinden döndüğünde yerinde kimseler bulamadı. Hemen oracıkta yatıp uyudu. O zaman ordu, arkasında kalan ve unutulan şeyleri alıp getirmek üzere geride bir adamı artçı olarak görevlen­dirirdi. İşte bu artçı adam Safvan bin Muattal Es-Sülemi idi. Hz. Aişe'nin yanına geldiğinde onu tanıdı. Safvan devesini oraya çöktürdü. Hz. Aişe'yi uyandırdı. Hz. Aişe deveye bindi kendisi de devenin yularını çekmeye başla­dı. O zaman hicap (örtünme) ayeti nazil olduğundan dolayı Safvan, Hz. Ai-şe'nin yüzüne bakmadı. İkinci konak yerinde Peygamber efendimize ve etra­fındaki adamların yanma kavuştular. Orduda yer alan Abdullah bin Ubeyt bin Selül adındaki münafıkların lideri, Hz. Aişe'yi sorup araştırdı. Ve onun hakkında bazı iftiralarda bulundu. Mü'minlerin bir kısmı da onun bu sözle­rine aldandılar. Özellikle Hasan bin Sabit, Mıstah bin Esase ve Hamne binti Cahş onun bu sözlerine inandılar. Oysa ki Safvan, sahabilerin seçkin sima­larından bir şahsiyet idi. Peygamber efendimizle birlikte birçok gazalarda hazır bulunmuştur. Hz. Ömer zamanında hicretin 19. senesinde Ermeniye Sava­şında şehit düşmüştü. Ordunun sefer dönüşünde Hz. Aişe Peygamberimizin evinde bir ay kadar hasta yattı. İftiracıların neler konuştuğundan haberi yoktu.

Şimdi Hz. Aişe kendinden bahsederek şöyle diyor: ResuluIJah (s.a.v.)efen-dimizin bana karşı davranışlarında hiçbir kuşkuya kapılmadım. Ancak has­talandığım zaman bana karşı gösterdiği lütfü artık göremez olmuştum. Yanı­ma girip selam veriyor ve "Bu nasıl oldu?" diyordu. Sonra çekip gidiyordu. İyileştiğimde hakkımda söylenen sözlerin farkına vardım. İkinci kez hasta­landım. Bu seferkisi, birincisinden daha şiddetli bir hastalıktı. Peygamber efen­dimiz beni ziyarete geldiğinde kendisinden babamın evine gitmek için izin İs­tedim, bana izin verdi. Annemin yanma gittim. Haberi-kesin şekilde ondan Öğrendim. Annem bana dedi ki: By kızcağızım! Kendini harap etme. Kızım, bir erkeğin yanında genç ve güzel bir kadın bulunur, o da kocasının sevgilisi olur, bu kadını da kıskananlar olursa böyle dedikoduların olmamasına im­kan var mıdır? Bunun üzerine ben dedim ki; Ey Rabbim sen yücesin, Nok­sanlıklardan münezzehsin, insanlar benim hakkımda böyle şeyler konuşu­yorlar.

Hz. Aişe böyle konuştuktan sonra kendisini hıçkırık nöbetleri tuttu. Ge­celeyin uyuyamaz oldu. Gözlerinden hep yaşlar döküldü. Uykudan yoksun kaldı.

Bu haber Medine'de yayılınca Peygamber Efendimiz Mescid'de minbere çıkıp insanlara şöyle hitab etti: "Ey insanlar ailem hakkında bana eziyyeü ulaşan bir adamdan hakkımı kim alır —Peygamber efendimiz bununla Ab­dullah bin Ubey bin Selul'u kastediyordu— Allah'a andolsun ki ben ailem hakkında hayır ve İyilikten başka bir şey bilmiyorum." Rivayet olunur ki Pey­gamber efendimiz Hz. Aişe'nin yanına gidip ona şöyle dedi: "Ey Aişe senin hakkında bana şu ve şu sözler ulaştı. Eğer sen günahsız isen Allah senin gü­nahsız olduğunu yakında bildirecektir. Eğer bir günah işlemiş isen Allah'tan bağışlanma dile ve tevbe et!".

Hz. Aişe diyor ki: "Peygamber efendimiz bu sözünü tamamlayınca o kadar şiddetle hüzünlenip demlendim ki kanım kurur gibi oldu. Babama şöyle dedim: "Babacığım, Resulullah'a benim adına cevap ver. Babam da, çocu­ğunun kendisini taşkınlık ve küfre sevkedemeyeceğini,bİr mü'mine yaraşırca-sına ''Vallahi ne söyleyeceğimi bilmiyorum" dedi. Anneme de aynı şeyi söy­ledim, O da bana aynı cevabı verdi. Ben gizliyi ve gizlisinin de gizlisini bilen, adilce hüküm veren Allah'a güvenen bir mü'mine kadına yaraşırcasma şöyle dedim: Vallahi hakkımda söylenen sözleri işitmişsiniz. Bu sözler kalbinize o kadar yerleşmiş ki, suçsuz olduğumu söylersem —ki Allah benim suçsuz ve günahsız olduğumu biliyor— siz yine beni doğrulamazsmiz. Allah'ın, suç­suz ve günahsız olduğunu bildiği bîr hususta günah işlediğimi itiraf edersem siz beni doğrularsınız. Vallahi ben şahsım ve sizler için ancak Yusuf'un ba­bası ve Salih kul olan Peygamber Yakub'un şu sözünü örnek olarak söyleye­bilirim. "Anık (benim yapacağım iş), güzelce sabretmektir, (bu dediğinize (dayanmak için) ancak Allah'tan yardım istenir!"[24] Ben böyle söyledikten sonra yatağıma uzandım ve Allah'ın, suçsuz olduğumu bildireceğine kanaat getirdim. Ama hakkımda okunacak bir vahiy indirileceğini zannetmiyordum." İnsanlar, özellikle Hz. Aişe'nin anne-babasınin kalpleri ıstırap ve ürküntü için­de iken, Hz. Aişe de kendine güvenini yitirmemiş bir durumda ve Rabbine bel bağlamış bir halde, iken Resulullah'a vahiy inerek Hz. Aişe'nin uğradığı iftira hususunda suçsuz ve günahsız olduğunu ilan etti. Peygamber efendi­miz: "Müjde! Allah'a yemin olsun ki ey Aişe, Allah, senin suçsuz olduğunu bildirdi" dedi. "Annem de Peygamber efendimize karşı saygriçin ayağa kalk­mamı söyledi ise de ben: O'na karşı ayağa kalkmam ve ne O'na, ne de saha-bilerine değil, sadece suçsuz olduğumu bildiren Allah'a hamdederim." de­dim. Bunun üzerine ayet-i kerimesinden başlayarak yukardaki on ayet-i kerime nazil oldu.

Mistan, Ebu Bekir'in yakım idi. Anası Ebu Bekir'in teyzesi idi. Fakirli­ğinden dolayı ona yardımda bulunurdu. Hz. Aişe'ye yapılan iftira dolayısıy­la artık.ona yardımda ve infakta bulunmamaya yemin etti. Ve bu yemini do­layısıyla şu aşağıdaki ayet-i kerime nazil oldu: "Sîzden fazilet ve servet sahi­bi kimseler, yakınında bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (birşey) vermemeye yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler, Allah'ın sizi ba­ğışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayandır, esirgeyendir." [25]

 

Açıklama:

 

O yalan haberi getirip, gerçekten uzak iftirayı uyduranlar, sizin içinizde küçük bir topluluktur. Bunlar, o yalanı uydurarak size karşı komplo kurdu­lar. Halk arasında uydurma şeyler yaydılar. Fakat müslümanların büyük ço­ğunluğu bu yalana katılmadı. Kaldı ki bu yalancılar ve iftiracılar sizin aranizda ve sizin içinizde bulunmaktadırlar. Bu iftirayı atanlar,içinizden bazı kim­seler oldukları için bu olayı pek Önemsemiyor ve nefisleriniz buna karşı gaie-yana gelmiyor. Kişi, akrabalarından ve aile efradından iftira oklarına her za- j man hedef olabilir.                                                                                

Bu sözlerle Peygamber (s.a.v.) efendimiz ve onun şerefli aile efradı te­selli edilmektedirler.

Siz bu olayı kendiniz için bir olumsuzluk olarak değerlendirmeyin. Bi-1 lakİs o sizin için hayırlıdır. Hem de ne hayır!

Bu iftira Hz. Aişe için hayırlı oldu. Çünkü Kur'an-ı Kerim onun suçsuz olduğunu duyurdu. İffetli Meryem anamız gibi oldu. Onun suçsuzluğunu doğ-1 rulamak her Mü'minin imanından bir parça haline geldi. Bu hususta kuşku- $ su olan kimseler kâfir olurlar. Bu iftiranın Hz. Aişe hakkında hayırlı oldu-': ğunu açıkladıktan sonra, her kişinin kazandığı günahın cezasına çarptırılaca- ! ğı beyan buyuruldu. Bu büyük yalanı yöneten ve bu büyük saldırıyı idare eden ; Abdullah bin Ubeyt bin Selul için Allah katında büyük bir azap vardır.

Bununla da mü'minlerin gönülleri teskin ediliyor ve bunun onlar için . çok hayırlı olduğu, ayrıca kendilerine eziyet eden kimselerden intikamları­nın alınacağı açıklanıyor.

Bu ayet-i kerimelerde müslümanlar kınanıyorlar, uyanlıyorlar ve eğitiliyor­lar. Çünkü onlar bu çirkin lafları duydukları zaman iddiaları sağlam kriter­lere vurarak değerlendirmeli idiler. Kalbi iman ile onarılan ve şenlendirilen kadın veya erkek bir mü'min için, bu gibi şeyler imkansız olduğuna göre, Aişe anamız ve Safvan kardeşimiz için imkansız olmaz mı?!

Olayları iman terazisine ve ölçeğine vurduğumuzda bu sonuca varırız. Bununla Cenab-ı Allah'ın şu kavli şerifinin sırrını anlamış oluyoruz: "Onu işittiğiniz zaman inanan erkek ve kadınların, kendiliklerinden güzel zanda bulunup: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?".

Bu ayet-i kerimede, mü'min kimselerin kalblerİndekİ İmanın yeri ve onun da sağlıklı bir ölçü olduğu açıklanıyor. Ayrıca müslümanların tümünün eşit oldukları açıklanıyor. Onların hüsnü zanla yetinmemeleri, bilakis: Bu, apa­çık bir iftiradır demeleri gerekir. Peygamber (s.a.v.) efendimizin hanımının zinakâr olması imkansızdır. Zina, en büyük bir utançtır. Küfürden daha da hakir ve aşağılık bir fiildir. Bu iftirayı, münafıklık, yalancılık ve iftiracılıkla meşhur olan kimseler ortaya atmışlardır. Böyle bir şeyin meydana gelmesi nasıl düşünebilir? Onlar bu iddialarını doğrulayacak şahitler getirmedikleri tak­dirde Allah ve insanlar katında yalancıdırlar. Cenab-ı Allah dünyada size sü­re tanıyıp, sizleri doğru yola iletmeseydi, ahi ret de de tövbenizi kabul buyu­rup, emirlere uymanız karşılığında sizleri mükafatlandırmasaydı, yani Cenab-ı Allah dünya ve ahiretle size lütufta bulunup merhamet etmeseydi,içine dal­dığınız bu iftira işinden dolayı sizlere büyük bir azap dokunacaktı.

Asr-ı Saadetteki insanlar, iftira sözlerine epeyi dalmış ve o hususta çok konuşmuşlardı. Bardağı taşıracak vaziyete gelmişlerdi.

Yukardaki sözler müslümanlara hitaben sarfedilen sözlerdir. Bunlar ara­sında İbn-i Ubeyt de vardı.Ancak O söylediklerinde ısrar ettiği, batıl dava­sında inatkâr olduğu için Allah'ın bahşettiği dünya ve ahiret lütuflarmı ve ilahi rahmeti kaybetti. Dolayısıyla dünya ve ahirette onu azap yakaladı.

İçine daldığınız iftira ve bühtanı,dillerinizle yakalayıp tuttuğunuz zaman Cenab-ı Allah size tevfİkini yâr edip merhamet etmeseydi size mutlaka bü­yük bir azap dokunacaktı, Asr-ı Saadetteki mü'minler biribirleriyle karşılaş­tıkları zaman: "Dilinin altında ne var?" diyerek konuşabilmek ve söz alış verişinde bulunabilmek için bu iftira hususunda birbirlerine danışırlardı. Sa­dece dinlemek değil kendileri de konuşmak istiyorlardı. İşte ayet-i kerimede­ki "Birbİrlerinizle" kaydının konulmasındaki sır bundan ibarettir. Evet on­lar kendi ağızlarını doldura doldura karşısındakine telkinde bulunur ve bu işin tehlikesini düşünmezlerdi. Hiçbir delil ve dayanağa dayanmadan bu işi çok basite alarak konuşuyorlardı. Hiç günaha girdiklerini hesaba katmıyor­lardı. Oysa bunun Allah katında büyük günahı vardı. Nasıl büyük bir günah olmasın ki? Bu sözlerle nübüvvet evine, Peygamberlik hanesine iftira atılı­yordu. Resulullah efendimizin o mübarek yatağı en çirkin pisliklerle kirletili­yordu. İşte bu sebeple Cenab-ı Allah onları üç şey ile kınıyor: I- Hz. Aİşe'ye yapılan iftira ile ilgili sözleri birbirlerine soruyor ve muhataplarına danışa­rak konuşmak istiyorlardı. 2- Bu konuda hiçbir bilgi ve delile dayanmadan ağızlarına geleni söylüyorlardı. 3- Ağızlarından çıkan sözleri hiç te umursa­mıyorlar, bunun ardısıra Allah'tan bağışlanma dilemiyor ve bu yaptıklarının pis bir şey olduğunu düşünmeden söylenenleri protesto etmiyorlardı!

Ey müslümanlar! Bu pis sözleri duyduğunuz zaman: Bu gibi söyleri ko­nuşmak bize düşmez. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in namusuna dil uzat­mak hem de bilgi ve delile dayanmadan bu konuda ileri geri konuşmak mü'-minlere yaraşmaz, demeli değil miydiniz? Hatta şöyle demeniz gerekmez miy­di?: Ey Rabbimiz! Yarattıklarının en şereflisi ve insanların en mükerremi olan Hz. Muhammed'in namusuna bu lekenin sürülmesine ve bu çirkin fiilin O'-nun zevcesine isnâd edilmesine razı olamayacak kadar sen yücesin, kutsal­sın. Ey Rabbimiz! Sen eksikliklerden uzaksın. Bu insanı günaha sokan bir İf­tira ve bühtandır. İnsan bu iftira ve bühtan karşısında dehşete kapılıp şaşı­yor! Rivayete göre bu sözü, Mezkur iftirayı duydukları zaman bazı sahabİler söylemişlerdi. Ey mü'minler! Yukarda geçen teselli, terbiye ve yönlendirmeye dair söylenen sözlerden maksat sizi kınamak ve sizleri azarlamak değil, bila­kis tekrar böyle bir açmaza girmemeniz İçin size öğüt vermek ve yol göster­mektir.. Eğer inanıyorsanız bu böyledir. Bu ve benzeri davranışlar imanın asıl ve hakikatiyle çelişmektedir. Cenab-ı Allah ayetlerini size açıklıyor. Allah yaratıklarının genel ve özel durumlarım, gizli ve açık hallerini bilendir. Her-şeyİ yerli yerince yapandır.

Burada ırzlara laf atmanın, zina haberlerini insanlar arasında yaymanın günahı başka bir ifade ile açıklanmaktadır. İnsanlar bunu çok basit iş say­maktadırlar. Ve bunun el ve süngülerle yapılan bir eziyet olduğunu iddia edi­yorlar. Bilmiyorlar ki dillerin açtığı yaralar süngü ve kılıçların açtığı yaralar­dan çok daha şiddetlidir.'

Fuhşun ve fuhuş haberlerinin cemiyet arasında yayılmasını isteyenler için dünya ve ahirette acı verici bir azap vardır. Bir kimse günah işlemeye kaste­der de sonra o günahı işlemezse cezalandırılmaz. Peki ya bu kötü fiillerin an­latılmasını seven kimselere ne dersiniz. Bunlara da azap var mıdır, yok mu­dur? Herhalde ayet-i kerimede, fuhuş haberlerinin anlatılmasından hoşlan­manın, kalbî bir hastalık olduğuna işaret edilmektedir. Bu hastalığa, insan­lardan üstün olmak ve insanlara karşı büyüklük taslamak İsteyen ve Rableri-nin onlara verdiği nimetlerden dolayı onları kıskanan kişiler mübtela oluyor­lar. Bu gibi kimseler Allah'ın nimetlerine ve lütfuna mazhar olan kimselerin şereflerinin lekelenmesini, ırzlarının payı mâl. edilmesini isterler ki bunu da kendileri için bir üstünlük sayarlar. İşteÜbeyy'inoğiu ile Resulullah arasında geçen durum buna örnek teşkil etmektedir. Abdullah bin Übeyy her insana karşı böyle tavırlar takınırdı. Başkalarının namusu hakkında ileri geri konu­şur idi. Unutmamalıyız ki ayet-i kerime,fuhuş haberlerinin cemiyyet içersin­de yayılmasını sevmenin, insanın azaba maruz kılması için yeter bir sebeb olduğuna işaret etmektedir. Ya bu fuhşiyyatı bilfiil cemiyet içersinde yayan­lara ne dersiniz. Ayet-i kerimede kastedilen mana herhalde fuhuş haberleri­nin cemiyet içersinde yayılmasını isteyenler hakkındadır. Ama ayet-i kerime şöyle diyor: Fuhşiyyatın bizzat kendisinin cemiyyet içersinde yayılmasını is­teyenler... Zira fuhuş haberinin yayılması, bizzat fuhşiyyatın yayılmasını ge­rekli kılar. Bizler de mesela fuhuş haberlerinin çocuklarımızın yanında anla­tılmasını istemeyiz. Çünkü bunun onlar için tehlikeli olduğuna inamnz. Bili­nen gerçeklerden biri de şudur ki, fuhşun ve dedikoduların anlatılması İnsa­nı fuhşa yaklaştırır. Hatta insanı o vartanın içine düşürür.

Peygamber efendimizin ailesine iftira ederek fuhuş haberini yayanlar için dünyada elem verici bir azap vardır. İnsanlar onları tahrik ederler. Bilmez misiniz ki,başkalannm namusuna dil uzatanların da namuslarına başkaları tarafından dil uzatılır? Başkalarını elekle eleyen kimse başkaları tarafından kalburla elenir. Başkalarına sövene sövülür. Peygamber efendimizin temiz na­musuna dil uzatan kimseler için ahirette şiddetli bir azap vardır.

Kur'an-ı Kerim'de zina için, fuhuş tabirinin kullanılması dikkat çekici­dir. Çünkü zina kötülükler içersinde en kötü bir nildir.Zira zina fiilî, sahihi­ni değersiz kılar, küçük düşürür, başını eğdirir. Allah bunu ve bundan daha fazlasını biliyor. Sizlcrsc yaptığınız işlcrinizdcki tehlikeleri bilmiyor ve bun­ların farkında değilsiniz. Şu halde sizin için en hayırlı olan davranış, Allah'­ın emrine uymaktır. Zaman bunu ispatlamıştır. Allah size hayrı emrederek, sizleri doğru yola ileterek, mü'mirilerle aranızdaki bağların kesilmesine,ne-fislerinize kin tohumlarının ekilmesine neden olacak işleri yapmaktan sizleri sakındırarak, sizlere lütuf ve merhametle bulunmuş olmasaydı, hakkında ko­nuştuğunuz ifk hadisesinden dolayı büyük bir azaba maruz kalırdınız. Fu­huş ve fuhuş hakkında konuşarak, başkalarının namusuna dil uzatarak, Pey­gamber efendimizin bütün insanlak için gerçek örnek olan pak ailesine iftira ederek gelişi güzel konuşmanız, kötülük ve şer olarak sizin için yeter de artar bile. Bu kötülüklerinizden ötürü şayet Cenab-ı Allah size şefkat ve merha­mette bulunmamış olsaydı helak olur, perişan olurdunuz, yolunuzu kaybe­der, dalalete saplanırdınız. Cenab-ı Allah bu işlerin çirkin olduğunu ve biz­ler için çok tehlikeli olduğunu bizlere açıklamış olmasaydı tabii ki sapıklığa düşecektik. Bizlere bütün bunları açıklayan ve bizleri doğru yola ileten Al­lah'a hamdüsena olsun.

Cenab-ı Allah bizleri şeytandan ve onun vesvesesinden sakındırıyor. Daha önce bizleri nefs-i Emmare'den sakındırmıştı. Şeytan toplum içersinde fuhşuyyalın sürekli bir şekilde yayılmasını ister. Kötülükler, insanı şerre sürükle­yen şeytandan kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda kendiliğinden şerre meyil­li olan nefislerden de ma'siyyet ve kötülükler sadır  olur.

Ey inananlar! Şeytanın adımlarına uymayın ve onun gittiği yolu izleme­yin. Çünkü o, size edepsizliği ve kötülüğü emrediyor. Sürekli olarak sizleri din ve dünyanıza zararlı olacak şeylere çağırıyor. "Şeytan sizi fakirlikle kor­kutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vadediyor"[26]. Şeytan zayıf nefislere vesvese verir. Günah­lar çukuruna düşmeyi onlara süslü gösterir. Bunu yaparken de onları yavaş yavaş, adım adım bu kötülüklere yaklaştırır. Böylece kendi istediği sonuca onları vardırır. Şeytanın attığı adımlar bizim önemsiz gördüğümüz davranışlar­dır. Ama o bizleri helak olacağımız tehlikeli yerlere çekmektedir. Büyük fu-. huş ve büyük terbiyesizliklerle edepsizlikleri adını adım, peyderpey, aiışîira alıştıra yaptırarak istediği sonuca ulaşır. Bizleri önce kötülüğe bakmaya da­vet eder. Sonra bizleri o konuda konuşturur. Daha sonra da bizleri o kötü­lükle yüzyüze getirir ve böylece bizieri helake düşürür.

Anlatıldığına göre; zamanın birinde abid bir kişi yaşarmış. Bu kişi ma­nastırına kapanıp Allah'a ibadetle meşgul olurmuş. Manastırın bitişiğindeki bir evde iki erkek kardeş ve bir de kız kardeşleri yaşarlarmış. Günün birinde bu iki erke^kardeş bir iş için yolculuğa çıkma ihtiyacı duymuşlar. Kız kar­deşlerini abid kişinin gözetimine bırakmışlar. Abid kişi hergün yemek pişire­rek yemeği kaba koyup manastırın kapısı önüne koyar, kızda o yemeği bura­dan alıp gidermiş. Günün birinde şeytan, o abid kişiye vesvese vererek, kız manastıra gelinceye kadar yorulmasın ve zahmete katlanmasın diye yemeği bizzat kızın kapısına götürüp, bırakmasını tavsiye etmiş. Abİd, şeytanın bu tavsiyesini uygun bulup gereğini yapmış. Yemeği artık kızın kapısı­na göıürüp bırakırmış. Şeytan ikinci bir adım daha atarak güya kıza daha fazla ikram da bulunmuş olmak için abid kişiye şöyle bir tavsiyede bulun­muş. Sen yemeği onun kapısına götür. Kendisini çağır, gelsin. Kendisi bizzat senin elinden alsın. Böyle yaparsan daha makbule geçer. Âbid kişi onun bu tavsiyesine de uymuş. Sonra şeytan üçüncü bir adım daha atarak ona şöyle bir tavsiyede bulunmuş. Kızcağız uzun süre kendi evinde yalnız kaldığı için zorluk ve meşakketlere maruz kalmış. Sen onun yanına gidip kendiliyle be­raber oturup kalkarsan onun için çok daha iyi olur. Kendisiyle konuşursun ve onu yalnız bırakmamış olursun. Böylece kızcağızın canı.sıkılmaz. Zaten bu bir arada oturuşunuz da çok uzun bir zaman alacak değildir.

Bu anlatılanlar şu hadisi şerifin mefhumuna ne kadar da uyuyorlar: "Bir erkek bir kadınla bir araya gelince üçüncüleri mutlaka şeytan olur".

Abid ile kızcağız bir arada kalınca her ikisi de tehlikeye düşmüşler. Kötü yola sapmışlar. Çünkü abid kişi her ne kadar Allah'a ibadetle meşgul olan biri olsa bile nihayet bir erkektir. Kadın da her ne kadar faziletli olsa bile nihayet o da bir dişidir. Her ikisinde de cinsel arzular vardır.

Görülüyor ki şeytan o abid kişi ile kızcağıza zahiren hayır ve iyilik gibi görünen etkileyici bir yöntemle yaklaşmış. İkisini de yoldan saptırmıştır. Doğ­rusu şeytanın yoluna girmeyin, çünkü o insan için apaçık bir düşmandır. Bü­tün bunlardan sonra müslümanlar, beşeri gerçekleri anlamak ve dinî kuraN lan uygulamak hususunda hâlâ ağır mı davranacaklar? Tuhaftır ki bazı müs­lümanlar, kadınlarla erkeklerin bir arada yaşamalarını savunmaktadırlar. Şey­tan onları buna sürüklemektedir. Güya kadınlarla erkeklerin bir arada yaşa­maları onların günaha girmelerini önleyecekmiş. Bilmiyorlar ki beşeri kuv­vet daha da güçlüdür. O kuvvete itidal verecek, şiddetini hafifletecek, ulvî ideallere yöneltecek olan yegane unsur, Allah korkusudur, Kur'an ve hadis okumaktır, alimlerin meclisine katılmaktır, dini cemiyetlere girmektir. Böyle yapan kimseler boş zamanlarını değerlendirir ve vakitlerini yararlı işlere har­carlar. Gençliğin günaha girmesinin yegane sebebi, zamanlarının ve malları­nın boşa sarfedilmesidir. Biz onları yararlı taraflara yöneltebilir, boş zaman­larını ahlâk ve terbiyeye aykırı olmayan hobilerle değerlendirmelerini, mese­la bedenî sporla uğraşmalarını temin edersek, cinsel suçların işlenmesini en az seviyeye indirebiliriz. Peygamber, (s.a.v.) efendimiz bu hastalığı şu sözle­riyle tedavi etmiştir: "Ey gençler topluluğu! Sizden evlenebilecek olanlar ev­lensinler. Yoksa oruç tutsunlar. Çünkü oruç onun şehvetini kırar." Şüp­hesiz ki oruç insanı günaha karşı koruyan bir kalkandır. İnsanın ruhunu güç­lendiren bir spordur. Bedeni kuvvetleri kat kat arttıran bir ibadettir.

Ey müslümanlar! Allah'ın size lütuf ve merhameti olmasaydı o sizden hiçbirinizi kötülüklerden temizleyip arındırmazdi. Yoksa insanoğlu dosdoğru yolda naşı! yürüyebilirdi? Çünkü O, insanı saptıran şeytanla, daha da sa­pıklığa iten nefis arasında bulunmakladır. Ama Ccnab-ı Allah,dilediği kulu­nu kötülüklerden arındırır ve kendisine yönelen kimseleri doğru yola iletir. Allah söyleyen sözleri işiten ve işlenen fiilleri bilendir. "Gözlerin hain (ba­kışlarını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir"[27]. "O'dur ki kullarından tövbeyi kabul eder, kötülüklerden geçer ve yaptıklarınızı bilir'[28] Bütün bun­larda bizim için hayır ve hidayet yok mudur? Allah'tan, bizleri doğru yola girmeye muvaffak kılmasını ve bizleri doğru kimselerden eylemesini diliyo­ruz. Varlıklı ve zengin olanlarınız, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu dün­ya malını ve hayırları Hz. Aişe'ye iftira suçuna katılan yoksul ve düşkün ak­rabalarına vermemeye yemin etmesinler.

Bu sözle Hz. Ebu Bekir kastedilmektedir. Çünkü o daha önce Mistah'a mali yardımda bulunmaktaydı. Hz. Aişe'ye iftira ettiği İçin Mıstah'a artık yar­dımda bulunmamaya karar vermişti. İşte bu kararından dönmesi için Cenab-i Allah tarafından yukarıdaki ayet-i kerime ile uyarılmaktadır. İşte bütün müs-lümanların böyle olmaları gerekir. Kötülükleri affetsinler. İsyankâr ve suçlu­ları bağışlasınlar. Allah'ın da sizi bağışlamasını sevmez misiniz?

Bu bir benzetmedir. Yani Cenab-ı Allah'ın sizi bağışlamasını, siz nasıl istiyorsanız, siz de fakir olan kimseleri suça iştirak ettiklerinden dolayı bağış­layın ve onlara yardımda bulunmama düşüncesinden vazgeçin. Zira, "mer­hamet etmeyene merhamet olunmaz". Noksanlıklardan münezzeh yüce Al­lah, bağışlaması ve rahmeti bol olandır. Siz de bu hususta O'na uyun. Ve size emretmiş olduğu şekilde davranın, bu sizin için daha hayırlı olur. [29]

 

İftira (İfk) Kıssasının Sonu

 

23-24- İffetli, habersiz, mü'min kadınlara zina isnâd edenler, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayaklan, yapmış oldukla­rına şahidlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır.

25- O gün, Allah onlara kesinleşmiş cezalarını verecektir. Allah'ın apa­çık hak olduğunu bileceklerdir.

26- Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakı­şırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. İşte bunlara mağfiret ve cömertçe ve­rilmiş nzık vardır. [30]

 

Bazı Kelimeler:

 

Rahmetten kovuldular. Cezalan. Zinadan münezzeh ve suçtan uzaktırlar. [31]

 

Açıklama:

 

Hiçbir şeyden haberi olmayan, kötülük ve fubşiyyatı bile düşünmekten uzak, iffetli ve namuslu mü'mine ve sâdıka kadınlara zina iftirasında bulu­nan kimselere dünya ve ahirette lanet olunmuştur. Onlar için şiddetli tesiri olan büyük bir azap vardır. Bilindiği gibi bu hüküm aynı zamanda hiçbir şey­den haberi olmayan namuslu ve İffetli erkeklere zina isnadında bulunanlar İçin de geçerlidir. Yalnız burada kadınlardan bahsedilmiş olması şu sebebe dayanmaktadır: Çoğunlukla kadınlara iftira edilir. Ve kadınlara yapılan zina iftirası ise onu daha çok perişan eder daha fazla kötü duruma düşürür ki bu da ifk hadisesine uygundur.

Şüphesiz ki zina isnadında bulunmak; baba, eş, kardeş veya akraba de­meksizin, isabet eden herkesi yaralayan bir nevi taş atmak hükmündedir. İf-fetliiik, suçtan habersiz olmak, mü'min olmak, insanı suçlu duruma düşmekten engelleyen manialardır. Bu gibi maniaların varlığı durumunda, zina isnadın­da bulunulamaz. Bu sebeple iffetli, suçlan habersiz mü'min kimseleri zina iie suçlamak şiddetli bir cezayı gerekli kılar. Zina iftirasında bulunanlar, özel­likle Hz. Aişc anamıza zina isnadında bulunanlar, kıyamete dek meleklerin ve mü'minlerin lisanı iie lanetlenip Allah'ın rahmetinden bu dünyada kovul-muşlardır. Çünkü onlar, had ve cezayı  haketmişlerdir.

Ahirette de şiddetli azabı hak ettiklerinden ötürü lanetlenmişlerdir. Azabın büyüklüğü, işlenen suçun büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Suçsuz bir kimseye zina isnadında bulunan kimse kendi yerini daraltmış olur. İnsanların şeref ve itibarlarına leke getirmiş ve günahsız kimselere eziyet dokundurmuş plur. Dolayısıyla bu büyük azabı hakeder. Allah insanlara zulmetmez anıma İn­sanlar kendi kendilerine zulmederler. "O gün ki, aitleri, elleri ve ayaklan yap­tıklarına şahitlik edecektir". Bütün bu yaptıklarından dolayı o gün Cenab-ı Allah onlara tam cezalarını verecek ve haklarında adilce hüküm verecektir. Yaptıklarının karşılığını ne fazla ne de eksik, tam olarak verecektir. O gün, peygamberlerin vadeüiklerİ herşeyin; isyankârların azaplandırılacağına, ita­atkârların Ödüllendirileceğine dair söyledikleri her şeyin hak, gerçek ve şüp­hesiz hakikat olduğunu göreceklerdir. Ve Allah'ın apaçık hak olduğunu da bileceklerdir. Her ne kadar Hz. Aişe hakkında nazil olmuş ise de bu ayet-i kerime, zina suçundan habersiz ve iffetli olan bütün kadınlar için genel hü­küm niteliğinde bir ayet midir? İtibar, lafzın umumiiiğinedir. Sebebin husu­siliğine değildir. Yoksa tehdidin şiddetine, tevbenin anlatılmamasına baka­rak, beraberinde diğer peygamber zevceleri de olmak üzere bu ayet-i kerime Hz. Aişe'ye özgü hüküm ifade eden bir ayet midir? Denildi ki bu ayet-i keri­me "Kötü iş yapmak için göç ediyorlar" diyerek hicret eden mü'mine kadın­lara zina isnâd ve iftirasında bulunan Kurcyş kafirlerine özgü hüküm ifade eden bir ayet-i kerimedir. Doğrusunu isterseniz gerçeği Allah bilir ya bu ayet-i kerime, zinadan habersiz mü'mine ve iffetli kadınlara mahsus olan genel hüküm niteliğindeki bir ayet-i kerimedir. Hz. Aişe ve peygamber efendimizin diğer hanımları da öncelikle bu ayetin kapsamına girerler. Cezanın büyüklü-ğü,işlenen suçun büyüklüğünden dolayıdır. Burada tövbenin anlatılmamış ol­ması yapılan tövbenin kabul edilmeyeceğine işaret etmiş olmaz. Tövbe kapısı herkese, hatta kafirlere açıktır.

Siz bu zina isnadını Peygamber ailesine nasıl yaparsınız. Bilmez misiniz ki kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara meylederler. Bu ağlebiyyet İfade eden hükümdür. Kötü erkek, kötü kadın içindir. Bu hükmün, en şerefli evde, yani Peygamber evinde geçersiz kılınması doğru değildir. Al­lah'a en yakın ve en şerefli bir yaratık olan peygamber efendimiz için bu hük­mün söz konusu olmaması da mümkün değildir. Hz. Aİşe ve mü'minlerin öteki anneleri olan Peygamber hanımları gibi temiz kadınlar, temiz erkeklere meylederler. Allah her gruptan o gruba münasip ve layık olanları seçer. Kö­tülerin kötüsünü, iyilerin iyisine seçmesi mümkün değildir. Bu ifade şu aşa­ğıda aktaracağımız ayet-i kerimenin mefhumuna çok yakın bir ifadedir: "Zina eden erkek, zina eden veya puta tapan kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da, zina eden veya puta tapan erkekten başkasıyla evlenmez". Bazı kimseler ayet-i kerimeden kastedilen mananın şu olduğunu söylemişlerdir: Kötü sözler kötü erkeklere, iyi sözler iyi erkeklere, kötü sözler kötü kadınlara, iyi sözler iyi kadınlara mahsustur. Yani kötü sözler ancak kötü insanlara yönel­tilir. Kötü insanlar da kötü sözlere müstehak oluriar.

Yukarıda anılan iyi erkekler ve iyi kadınlar, kötü erkeklerin ve kötü ka­dınların söyledikleri sözlerden uzaktırlar.

Mezkur ayet-i kerimenin her iki şekilde manalandınlışı İbn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir. Birinci görüş Allah bilir ya daha kuvvetlidir. [32]

 

Bir Eve Girerken İzin İstemek Ve Kuralları

 

27- Ey inananlar!Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sa­hiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir.

28- Eğer evde kimseyi bulamazsanız, yine de size izin verilmedikçe içe­riye girmeyiniz. Size "Ûönün" denirse dönün. Bu, sizi daha çok temize çı­karır, Allah yaptıklarınızı bilir.

29- İçinde malınız bulunan boş evlere girmenizde bir sorumluluk yok­tur. Allah, açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir. [33]

 

Bazı Kelimeler:

 

“Beyt” kelimesinin çoğuludur. Konut anlamına gelir.. Çünkü kişi normal olarak geceleyin kendi meskenine sığınır.

İzin alasınız. Günah ve sorumluluk yoktur. [34]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayet-i kerimeler ev ve aile ile İlgili başka bir hükmü açıklamaktadır­lar ki, bu da konunun aslı ile uyum içinde olan bir hükümdür. Eve girerken izin almak şüphe ve zandan, zina tehlikesine düşmekten uzaklaştırıcı sebep­lerden birisidir. Ayrıca insani ve medeni edeplerin de esasıdır.'[35]

 

Açıklama:

 

'Ey iman İle nitelenen kimseler! Biliniz ki, imanınız sizi erdemli ve edepli olmaya davet ediyor, sizin mülkiyetinizde olsa bile içinde barınıp yararlanma hakkına sahip olmadığınız ve başkalırının oturmakta oldukları evlere izin al­madan girmemeniz gerektiğini size'salık veriyor. Şüphesiz ki'ev sahibinden içe­riye girmek için izin almak, yalnızlığı, ve vahşeti giderir. Bu nedenle izin keli­mesi ayet-i kerimede ünsiyyet kelimesi ile ifade edilmiştir. Buna da şu ayet-İ kerime İşaret ediyor: "Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin" izin istemek kapıyı vurmakla olur. Ya da evdekilere seslenmekle, yahut "Subhânallah", "Elhamdülillah" demekle, veya açıkça izin istemekle olur. İzin istemeden eve girmek hem erkekler hem kadınlar için Yasaklanmıştır. İzin isteyenle izin verme durumunda olanlar birbirlerinin mah­remi olsalar da olmasalar da ayni hüküm geçerlidir. Çünkü her insanın ken­dine özgü bazı halleri vardır ki, başkaları tarafından o hallerin farkına varıl­ması istenilmez. Bu başkaları dediklerimiz, kişinin evladı yahut, ana ve ba­bası plsa bile aynı hüküm söz konusudur.

Adamın biri Peygamber (s.a.v.)'e Şöyle sormuş: "Ey Allah'ın Resulü! Ana­mın evine girerken dahi ondan izin isteyecek miyim? Adamın bu sorusuna Peygamber efendimiz; Evet diye cevap vermiş. Adam demiş ki: Ey Allah'ın Peygamberi ona benden başka hizmet edecek kimse yok, yine ben ondan izin isteyecek miyim? Peygamber efendimiz ona "Sen ananı çıplak görmek ister misin?" diye sormuş, adam hayır deyince Peygamber efendimiz: 'Öyleyse ana­nın yanma girerken de ondan izin iste" diye cevap vermiş. İzin verilip (e siz o ev halkına selam verinceye kadar içeriye girmeyin?. Ayet-i kerimenin zahi­rinden anlaşıldığına göre, önce izin alınacak sonra selam verilecek. Bazıları bunun aksini söylemektedirler. Yani önce ev halkına selam verilecek, sonra İçeriye girme izni istenecek demişlerdir. Bazıları ise şu görüştedirler: İçeriye girmek istediğiniz evde bir kimseyi görürseniz önce ona selam- verin, sonra izin isteyin. Eğer içeride kimseye görmezseniz önce izin isteyin. Bu sizin için dalıa hayırlı ve daha faziletlidir. Böylece gözünüz harama bakmaktan korun­muş olur, sırlar muhafaza edilmiş olur. Ayrıca evlerin ve evlerdeki gizlilikle­rin saygınlığı da ortadan kalkmış olur. Eve girerken izin istemenin aşağtîatıcı bir husus olduğunu zannetmeyin. Bilakis bu sizin için daha hayırlı ve sizleri günahlardan daha da arındırıcı bir davranıştır. Böyle yaparsanız belki Allah'ın emirlerini hatırlar ve gereğince davranırsınız. Dairelerdeki memurların oda­larını da ev statüsünde kabili etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Bu gibi yerlere girerken de izin istemek güzeldir. Hatta İçerdeki memur bazen çok önemli işie meşgul olabilir. Ya da yararlı bir iş konusunda kendisiyle görüşmekte olan bir kimse orada bulunabilir. Bu durumda izin almadan içeriye giren kimsele­rin bu mes'ele hakkında bilgi sahibi olmalarını istemeyebilir. Şüphesiz izin alarak içeriye girmek, saygınlık kazandıracağı gibi, ayrıca çalışma ciddiyeti­ni de korur. Eğer oralarda oturan bir kimseyi bulmazsanız size izin verilince­ye kadar içeriye girmeyin.

Bu ince bir ifade olup çok dakik anlamlara işaret etmektedir. Olabilir ki evde sahibi vardır ve senin izin İsteğine cevap vermemiştir. Girmeni onay­lamamıştır. Bu durumda, izin isteyen kişi, bir nevi evde kimseyi bulamamış de-mektir.Kur'an'ın ifade inceliğine dikkat et. Eğer size geri dönün, içeriye girmeyin denilirse siz de ev sahibinin emrine uyarak geri dönün. Bu onun hakkıdır. Kabul edip etmemek konusunda hür ve serbesttir. Geri dönmeniz sizin için günahlardan daha anndıncı bir davranış olur. Allah yapmakta olduğunuz işleri bilendir. Bilgisiyle kuşatandır. Ayrıca girmek istediğiniz evde yangın veya bir felaket olur da sizin yardımınıza ihtiyaç duyulursa izinsiz girebilirsiniz. Bu durumda izinsiz girişinizden ötürü sizin İçin bir sorumluluk ve günah da olmaz. İçinde ikamet etmekte olan kimselerin bulunmadığı evlere İzin alma­dan girmenizin bir sakıncası yoktur. Mesela içinde size ait eşyanız bulunan yerlere, dükkanlara, alım satım yerlerine izin almadan girmenizin şer'i bir sa­kıncası yoktur. Rivayet olunduğuna göre Hz. Bekir (R.A.) İzinle ilgili bu ayet nazil olduğunda demiş ki; "Ey Allah'ın Resulüllah Mekke, Medine ve Şam'da dolaşarak gidip gelmekte olan Kureyşli tüccarların yol üzerinde belli yerlerde bazı evleri vardır. Bu evlerde yaşayan ve barınan kimseler yoktur. Bu Kureyş-li tüccarlar ticaret'eşyalarının muhafaza edilmekte olduğu bu evlere girip çı­karken kimden izin isteyecekler ve kime selam verecekler, Bu nasıl olur? bu­nun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: "Oturulmayan ve içinde eşyanız bu­lunan evlere (izinsiz) girmenizden dolayı size bir günah yoktur" Kahveier ve ticarethaneler'gibi, umumi yerlere, kapıları açık olduğu takdirde izin almadan girmek caizdir. Kişinin aile efradının içinde yaşamakta olduğu kendi özel ha­nesine girerken izin istemesi gerekir mi, yoksa sadece İçeridekilere selam ver­mesi,ya da geldiğini bildiren bir ses vermesi, ya da bir işarette bulunması mı yeterli olur? Kuvvetli görüşe göre bu sonuncusu yeterlidir.

Allah sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bitir. Umumi yerlere bir amaçla girmenin veya özel hanelere girmenin mübahlığını bazı insanlar kötü amaçlarına alet edebilirler. Bu nedenle Cenab-ı Allah şöyle buyurmuş­tur: "Allah, gizlediklerinizi da açıkladıklarınızı da bilir". Allah'ın herşeyi bil­diğini ey Muhammedi Sen insanlara anlat. Sizler bilmezsiniz amma yüce Allah gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.

Bir kimseyi ziyarete gittiğimizde kapısının açık olduğunu görürsek içe­riye eğilip bakmadan kapı önünde durmamız, edep ve terbiye gereğidir.

Hz. Ömer (R.A.)'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Bir kimse bir evin salonundan içeriye dikkatlice bakarsa fasık olur." Sajh îbn-i Sad'dan rivayet: Adamın biri peygamber efendimizin hücresine göz atıp baktı. Pcy^ ganıber (S-A.V.)'in yanında bir tarak vardı. Onunla saçım tarıyordu. Evine bakan adama dedi ki: "Bakmakta olduğunu bilseydim. Bununla senin gözü­ne vururdum, Allah bakmak için izin almayı zorunlu kılmıştır".[36]

 

Hicab Ayetleri

 

30- Ey Muhammedi Mü 'min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması ya­sak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu, onların arınması-' m daha İyi sağlar. Allah, yaptıklarından şüphesiz haberdardır,

31- Mü 'min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müs­tesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini koca-_ lan veya babaları veya kayınpederleri, veya oğullan veya kocalarının oğulla­rı   veya kardeşlen veya erkek kardeşlerinin oğullan veya kız kardeşlerinin oğul­ları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmet­çiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan baş­kasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi İçin ayaklarını yere vur­masınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün. [37]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gözlerini kaparlar.Süs yerlerini gösterirler."Hımar" kelimesinin çoğulu olup, başörtüsü demektir."Ceyb" kelimesinin çoğulu olup, yaka anlamına gelir. Kocaları. îhtiyaç. Kadınların avretini farkedip biliyorlar. [38]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayet-i kerimelerde, ırzları koruyan, soyları muhafaza eden, fuhşiyyatı önleyen, zinayı toplumdan uzaklaştıran diğer bazı hükümler anlatılmakta­dır. Başkalarının evine girmek isteyen bir kimse içeriye girmeden önce izin almalıdır. Başkalarına görünmesi haram olan kadınlar örtünmeli ve başka­larına bakması haram olan erkekler de onlara bakmamahdır. Kadınlarla er­keklerin bir arada yaşamalarının önlenmesi şüphesiz ki insanı tehlikeleler-den uzak tutar. [39]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi ya da ey toplumların önderleri! Mü'minlere deyin ki: Gözlerini harama ve yabancı kadınlara bakmaktan sakınsınlar. Tenasül or­ganlarını her türlü pisliğe karşı muhafaza etsinler. Sözgelimi, başkalarının ır­zına göz dikmekten, onları elleyip zina etmekten uzak dursunlar. Bakınız, ayet-i kerimede tenasül organlarını koruma emrinden önce harama bakmak yasaklanmıştır. Çünkü ayet-i kerimede dile getirilmek istenen asıl amaç bu­dur. Bütün insanlar bilsinler ki; başkalarının avretine bakmanın büyük tehli­kesi ve de insanı zinaya sürükleyici etkisi vardır. Bakma, şehvetin öncüsüdür.

Zinanın ulağıdır. Fısk-ı Fücurun tohumudur. Ayet-i kerimede haram bakmak­tan sakınma emri özellikle mü'mİnlere verilen bir emirdir. Çünkü onlar bu emirlere uyar ve bu emirlerden yararlanırlar. Bu da onlar için günahtan arın-dırıcı ve temizleyici bir davranıştır. Şüpheden uzaklaştırıcıdır. Ruhu temizle­yip anndırıcıdir. Tehlikelerden uzaklaştırıcıdır. Ey insanlar! Yapmakta oldu­ğunuz işlerden Allah'ın haberdar olduğunu bilin. Yaptığınız her işte Allah tarafından gözetilmekte olduğunuzu hatırınızdan çıkarmayın. O'nun azabın­dan sakının. Hem biiin ki O, gözlerin hâin bakışlarını ve kalplerin gizlediği­ni de bilir. Sizin açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri de hakkıyla bilir. Kur'an-ı Kerim'deki bütün emirler mü'min erkek İle mü'mine kadınlara hitaben ve-.rilmiştir. Ancak buradaki hüküm,mü'mine kadınlara hitaben tekrarlanmış­tır. Çünkü kadınlar bu hükme fazlasıyla muhtaçtırlar. Kaldı ki bu hüküm açıklanıp ayrıntılara inilmesi gereken en önemli hükümlerden birisidir.

Ey lider, ey terbiyeci ve mü'mine kadınları kontrol eden ey eğitici! İçin­de bulunduğun pozisyona uygun olarak onlara de ki: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, şüphesiz hiçbir şeyi görmeyeceksiniz ve hiçbir şe­ye bakmayacaksınız demek, zor ve imkansız olan bir İştir. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde bakınız ne güzel söylemiş "İlk ba­kış senin lehine, .ikinci bakış ise aleyhinedir" Yani elde olmayarak ilk defa gördüğün bir kadına birinci bakışın senin için günah sebebi değildir. Ancak dönüp tekrarbakarsan.şer'i sınırı aşmış olduğundan dolayı günaha girersin. Yasaklanan bakış işte budur. Mü'mine kadınlara deki;gözlerini harama bak­maktan sakınsınlar. Tenasül organlarını ve ırzlarını korusunlar. Süs yerlerini başkalarına göstermesinler.       

Kur'an-ı Kerim'de, süslerini göstermesinler denilirken, süs kelimesi ile süs yeri kastedilmiştir. Bununla da yasağın son derece şiddetlİ'olduğunu ifade etme gayesi güdüîmüştür. Ancak zorunluluk dolayısıyla el ve yüz gibi yerleri açık bulundurmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü kadınlar ister istemez zaruretler dolayısıyla ellerini yüzlerini açığa çıkarmaktadırlar. Cahiliyet devrinde yay­gın adet gereğince göğüslerini açık tutarlardı. Maalesef bu çirkin adet günü­müz toplumunda da yaygın olarak geçerliliğini korumaktadır. İşte bunun önüne geçilmesi için Cenab-ı Allah, göğüsleri açık tutmanın haram olduğunu özel­likle ifade buyurmuştur. Her ne kadar önceki hükümde de bu haramhk ayet-i kerimenin kapsamında yer almış ise de, birçok insanlar bu tehlikeye düştük­lerinden dolayı, çirkin adeti ortadan kaldırmak amacıyla ikinci defa özellikle hatırlatılmıştır.

Ccnab-ı Allah'ın ayct-i kerimede ifadesini kullanması sürekli ola­rak yakaların ve göğüslerin kapalı tutulması geretiğine işaret amacını taşı­maktadır. Ayet-i kerimede; "Süslerini ııncıık kocalarına.... göstersinler" ifa­desi hükmün, vurgulanması amacını taşımaktadır. Yoksa daha önce geçen şeyle­rin tekrarı mahiyetinde değildir.

Ayet-i kerimede istisna edilen şu şahıslara kadın, kendi süsünü ve süs yerlerini gösterebilir. Sadece göbekle diz arasındaki kısımlarını gösteremez. Böyle olunca Cenab-ı Allah sanki şöyle buyurmuş olmakladır: Kadınlar hiç kimseye süslerini ve ziynet yerlerini gösteremezler. Ancak şunlara gösterebilirler:

1- Kocalar. Kadın, ziynetini kocaya gösterebilir. Çünkü herkesten çok o, hanımının gizlenmesi gereken yerlerine bakabilir. Ve tenasül organı dışın­da, hanımın bedeninin her tarafına bakma hakkına sahiptir. Aynı şekilde, helal olmak koşuluyla, bedeninin her tarafından şehevi bakımdan yararlana­bilir. Bu sebeple koca, diğer istisna edilen şahıslardan önce anılmıştır.

2- Babalar. Aynı şekilde dedeler de kadının ziynet yerlerine bakabilir­ler. Dedeler, ister babanın babası ister ananın babası olsunlar aynı hükme tabidirler.

3- İster erkek ister kız olsunlar, kocalarından başka kadınlardan olan çocukları.

4- İster öz olsunlar; ister ana tarafından, ister baba tarafından olsunIar, kardeşler.

5- Kardeş.çocukları. Bu anlatılanlara amcalar ve dayılar da dahildir. Önce de belirtildiği gibi bu hüküm, ister soy bakımından, ister süt emişme bakımından olsunlar, kadının akrabaları için geçerli olan bir hükümdür. Bun­lara mahrem adı verilir. Ayct-i kerimede geçen "veya kadınları" sözünden 'hür olan müslüman kadınlar amaçlanmıştır. Cariyelere gelince bunlarla ilgili hüküm ileride açıklanacaktır. Kafir olan kadınlara gelince, bunlar da ecnebi kadınlar hükmündedirler. Bazıları bunların da müslüman kadınlar hükmünde olduklarını söylemişlerdir. Ayet-i kerimede geçen "Elinizin altında bulunanlar" cümlesine gelince, ayet-i kerimenin zahir anlamı, müslüman veya kitabî köle­lerle cariyeleri kapsamına almaktadır. Bu, bazı kimselerin görüşüdür. îbn-i Abbas der ki; kölenin, hanımının saçma bakmasının bir sakıncası yoktur. Saİd bin Müseyyeb ise şöyle der: "Elinizin altında bulunanlar" ayet-i kerimesi si­zi aldatmasın. Bu ayette köleler değil, sadece cariyeler kastedilmiştir. Şa'bi, kölenin, hanım efendisinin saçma bakmasını mekruh görür idi.

"yahut kadına ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden ta­biilerine (yani hizmetçilere, yardıma muhtaç ihtiyarlara, bunaklara ve dilen­cilere)" ayet-i kerimesine gelince, alimler bunu manalandırırken görüş ayrılı­ğına düşmüşlerdir. Bazıları demişler ki; ayet-i kerimede kastedilenler; başka­larının fazla yiyeceklerini elde etmek için insanların peşine düşen ve onlara tabi olan yaşlılarla, zayıf kimselerdir. Yuhut kadınların durumundan hiç bir şey anlamayan bunak kimselerdir. Yahut iktidarsız ve şehvetsiz kimselerdir. Bütün bu görüşler anlam bakımından birbirine yakındırlar.

"Yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara?...' ayet-i kerimesine gelince, burada kastedilen çocuklar, kadınların avretlerini anla­mayan ve kendilerinde yaş küçüklüğünden dolayı henüz cinsel duygular belirmeyen çocuklardır ki, bunlar henüz bulûğ çağma ermemiş olanlardır. Ayet-i kerime şu öğütle sona eriyor: Ey kadınlar! Ayaklarınızın gizlemekte olduğu süsleri başkalarına bildirmek amacıyla ayaklarınızı yere vurmaktan sakının. Bu, Kur'an-ı Kerim'in özel olarak kadınlara verdiği bir nasihattir. Kadı­nın, tesettür dışına çıkıp, gizlediği zinetlerini açığa vurması, güzelliğini ve va­karını çarşıda, pazarda, sokakta ona buna sunması, gençlerin evlenmekten vazgeçmelerine   etkili olur.           "İnsan yasaklandığı şeyi daha çok sever"

diyenler ne kadar da doğru söylemişlerdir. Biz kadınların zindana tıkılması gerektiğini iddia edenlerden değiliz. Bilakis, kadının evinden dışarı çıkıp eği­tim, öğretim görmesini, ihtiyaçlarını gidermesini, ama bunu yaparken de if­feti elden bırakmamasını, namusunu korumasını, kişiliğini zedelememesini tavsiye ediyoruz.Ziynetini başkalarına göstermemesini, kendini başka erkeklere pazarlamamasını ısrarla salıklıyoruz. Böyle yapmadığı takdirde, insanların saygısını ve kendisine olan saygınlığını yitirir. Herkes tarafından satılık bir malmış gibi bakılıp seyredilir.

Ey insanlar! İşlemekte olduğunuz günahlardan, yani yabancı kadınla­ra bakmaktan, onlar hakkında kötü söz söylemekten veya mahreminiz olan kadınlarla bir araya gelmekten dolayı Allah'a tövbe edin. Allah'a yönelin ve O'na dönün ki, kurtuluşa-eresiniz. Şimdi burada erkeğe ve kadına göre avret durumlarım kısaca anlatmamız uygun olacaktır: Erkeğin avret mahalli, kendisine mahrem olan erkek ve kadınlara nisbetle, göbeği ile diz kapaklan arasıdır. Namaz için de bu kısımlar avret mahalli sayılırlar. Kadının avret mahalline gelince; Namazda yüzü ve elleri dışındaki bütün be­denidir. Yabancı erkeklere nisbetle bedenin tümü avret mahalli sayılır. Bazı­ları derler ki, fitneden korkulmaması durumunda kadının, yabancı erkeklere nisbetle avret mahalli, yüzü ve elleri dışındaki bütün bedenidir. Mahremleri­ne nisbetle kadının avret mahalli, göbeği ile diz kapakları arasındaki kısım­dır. Kocasına nisbetle kadının hiçbir yeri avret sayılmaz. Ancak karı-kocanın, birbirlerinin tenasül organlarına bakmaları haramdır.[40] Cariycnin erkeklere göre avret mahalli göbeği ile diz kapakları arasıdır. [41]

 

Evlenme  Sorununa Çözüm

 

32- İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden İyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah, lutfu bol olandır, bilendir.

33- Evlenemeyenler, Allah kendilerini lutfu ile zenginleştirene kadar iffetli davransınlar. Kölelerinizden, hür olmak İçin bedel vermek isteyenlerin, onlarda bir iyilik görürseniz, bedel vermelerini kabul edin. Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin: Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlar-sa bilsin ki, Allah hiç şüphesiz onu değil, zorlanan kadınları bağışlar ve merhamet eder.

34- And olsun ki, size apaçık ayetler, sizden önce geçenlerden misal ve sakınanlara öğüt indirdik. [42]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bekar erkeklerle kadınlar, ya da boşanarak veya eşi Ölerek eşi­ni yitiren ve dul kalan kimseler. Bazı kimseler, dul kavramının sadece kadın­lara özgü olduğunu söylemişlerdir.

Mükatebe; kölenin belli miktar­da bir mal vermek üzere azad edilmek için efendisi ile yaptığı bir akittir. Özellikle kadınların zinası manasına gelir. [43]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki ayetlerde, zinanın hükmü ve büyük bir günah olduğu, ayrıca zina suçu i!c bir müslümanı —Sahil getirmeksizin— iftiraya maruz bırakan kim­selerin bu suça özgü bir azap ve ceza ile cezalandırılacağı açıklanmıştır. Da­ha sonra îfk hadisesi ve ondaki ayetlerle öğütler, hikmetler ve yararlan açık sanmıştır. Daha sonra, başkalarının evine girmek için İzin istemekten ve ha­ram şeylere bakmaktan gözlerin sakmdırılması hususu açıklanmıştır. Bütün bunlar günahların en büyüğü olan zinadan uzaklaştırılmak için mü'minlcrc tavsiye edilmiştir. Bundan sonra bu salgın hastalığa ve büyük tehlikeye karşı Önlemler sıralanmıştı. İşte bu önlemlerden en önemlisi evlenmektir. Evlen­mekle kişi, dininin yansını muhafaza altına alır. Ayrıca evlenen kimse,cinsel arzularını meşru çerçevede tatmin etmiş olur. Bu ayet-i kerimelerde evlenme sorununa karşı çözüm önerilmiş, bazı kimselerin manevi hastalıkları kökten kesilerek tedavi edilmiştir. [44]

 

Açıklama:

 

Ey veliler ve kölelerin efendileri! Ya da bu ayetteki emir, bütün müslü-manlara hitap etmektedir. Çünkü müslümanlar birbirleriyle yardımlaşarak ortadaki güçlükleri ve engelleri kaldırıp yok etmekle yükümlüdürler ki, müslumanlar arasındaki birlik ve beraberlik en mükemmel bir şekilde gerçekleş­miş olsun. Ayet-i kerimedeki "evlendirin" emri, vaciplik mi ifade eder? Ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre bu emir, mutlak talep ifade eden bir emirdir. Vücup ifade etmez. Hiç kimse dememiştir ki, efendinin, kölesini evlendirme­si vaciptir.

Ey veliler ve efendiler! Eşi olmayan bekar durumdaki hür erkeklerle hür kadınları evlendirin. Aynı şekilde, iyi yolda bulunan kölelerinizle cariyeleri­nizi de evlendirin. Yani şer'i görevlerini ve ilahi hukuku riayetle yerine geti­rin, emir ve yasaklara uyan kölelerinizle cariyelerinizi evlendirin. Malı göz Önünde bulundurmayın. Mal önemli değildir. Burada ayet-i kerimede özel­likle İyi yolda bulunan kölelerden söz edilmiştir. Hürlerden bahsedilmemiş­tir. Çünkü İyi yolda bulunan köle, efendisinden bu yolda istekte bulunma hak­kına sahiptir. Efendisi de onun bu isteğini yerine getirmekte yükümlüdür. Ama hür olan bekarlara gelince onların nafakaları ve evlenme'masrafları kendi omuzlarına yüklenmiştir. Onları evlenmeye özendirmek hiçbir ön şart olmak­sızın mutlaklık manasını ifade etmektedir. Ama bir çok gençlerin evlenme­mek için yoksulluğu bahane ettiklerini ve: Ben yoksul bir adamım. Nasıl ev­lenirim? dediklerini görmekteyiz. Cenab-ı Allah onların bu bahanelerini şu sözü ile reddediyor: Eğer yoksul iseler, Cenab-ı Allah kendi lütfü ile onları zengin kılar.

Zenginlik ve yoksulluk Allah'ın kudreti dahilindedir. Yaratılmışların elin­deki birşey değildir. Bekârken tek tek sizleri rızıklandırdiğı gibi.evlendiğiniz zaman bir arada da sizleri rızıklandmr. Kaldı ki evlenmek, zengin olmanın yolunu açar. Evdeki hanım, kocasını çalışmaya teşvik eder. Çünkü o, artık aile reisi ve ev sahibi olmuştur. Kendisine muhtaç olan kimselerin nafakala­rını temin etme yükümlülüğü altına girmiştir. Evlendikten belli bir süre son­ra çoluk çocuk sahibi olacaktır... Bütün bunlar erkeği çalışıp gayret göster­meye yöneltir. Böylece zenginliğe kavuşulur. Bu sayede Allah'ın vadi gerçekIeşir. Gerçekler de çoğunlukla bunu ortaya koymaktadır. Allah, lütfü geniş olandır. Yaptıklarının durumunu bilendir. Dilediği gibi rızık veren ve herşeyi bilendir. Olabilir ki kişi evlenip sonra yoksullaşabilir. Bir kimse kesin olarak, evlenmenin zenginleşmeyi garanti ettiği görüşüne kapılıp aldanmasın. Ayet­teki teşvik, zenginlik ümidini artırır. En azından, fakir oldukları için evlen­mek istemediklerini ileri sürenlerin gerekçelerini geçersiz kılar.

Evlenme İmkanı bulamayan kimseler iffetlerini korusunlar. Yani evlen­me İmkanını bulamayan ve evliliğe kavuşturucu yollara giremeyen kimse nef­sine hakim olsun. Kendini şehvet yoluna bırakarak salıvermesin ve namusu­nu korusun. Ayrıca kadınlarla bir arada oturup kalkmak gibi cinsel güdüleri galeyana getiren sebeplerlerden de uzak dursun. İffetli olmak için ruhumuzu Kur'an okuyarak, namaz kılarak, zikirle meşgul olarak,alimlerin meclisine katılarak, iyi insanlarla bir arada bulunarak, dine fayda veren, özellikle ah­lâkı kalbe yerleştiren işlerle iştigal ederek ruhumuzu kuvvetlendirmeüyiz. Yine iffetli olmak için bedenimizi de zor ve zahmetli işlerle, ağır sporla, diğer ho­bilerle uğraşarak güçlendirmeliyiz. Yalnız bu hobilerin helal çerçevede olma­sı şarttır. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz iffetli olmanın çaresini şöyle anlat­mıştır: "Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensinler. Evlenemeyenlerin oruç tutmaları gerekir. Çünkü oruç şehveti kırar."

Oruç ruhi ve bedeni bir ilaçtır. Şehveti firenlemenin zararlı olduğunu, şehveti başıboş bir hayvan gibi salıvermenin yegane çıkar yol olduğunu iddia eden şeytanlara ve şer propagandacılarına uymaktan sakının. Ey müslüman-lar! Allah bizleri bu gibi şeytanlarla şer propagandacılarından korusun.

Bu emir de nikahla ilgilidir. Özellikle kölelerin evlendirilmeleri ile alaka­dardır. Kölelerin nefsi büyük, aklı geniş, himmeti yüce olabilir. Bu durumda kendi bedenini efendisinden satın alarak hür olmak ister. Bu da çoğunlukla onun —erkek olsun kadın olsun— evlenme ihtiyacını hissettiği anda olur. O da kendisinin bir evi veya çocukları olmasını arzu eder. Doğrusu Allah bilir ya, öyle görülüyor ki bu ayet-i kerimenin buraya konuluş sırrı da budur. İs­lam hukuku, her fırsatta köleleri azad etmeye ve onları hürriyetlerine kavuş­turmaya bizleri ısrarla çağırmaktadır.

Mükâteblik akdi yaparak, belli taksitlerle bir miktar mal vererek efendi­lerinden hürriyetlerini isteyen ve bu borçlarını ödeme yetenekleri, gücü gö­rürseniz, Allah'ın size vermiş olduğu maldan onlara verin. Ve Allah'ın sizleri, üzerinde halifeler kıldığı, tasarruf yetkisine sahip kıldığı nimetlerden onlara harcayın. Onlara karşı asla cimilik etmeyin. Şeriat koruyucusu.hürriyctlere tutkun olduğu ve kölelerin Özgürlüklerine kavuşmalarını ısrarla eslediğinden dolayı mükâteblik akdi yapan kölelere, kendi borçlarını ödemeye yardımcı ola­cak bir miktar mal verilmesini emir buyurmuştur. Kendilerine verilen bu mallar ile,üzerlerindeki taksitleri efendileri ne Öderler. Ayrıca yüce Allah onlar için zekatlarda da belli bir pay koymuştur: "Sadakalar (zekatlar) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (zekat topla­yan) memurlara, kalpleri (İslama) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bu­lunanlara mahsustur"[45]

Bu ayet-i kerimede zekatın, hürriyetlerine kavuşturulmaları için kölelere de verileceği beyan buyurulmaktadır.

Bu ayet, mal sevgisinden ve kölelere tahakküm etmekten kaynaklanan yaygın bir hastalığa karşı etkili bir ilaçtır. Cahiliyet devrindeki efendiler.kö-leîerinizina içinkirayaverirlerdi .Bu çirkin adet, şiddetli bir üslûp ve sert ifade­lerle yasaklanmıştır. Bu ifadelerin sertliği ve üslûbun şiddeti, işlenen fiilin çir­kinliği ile doğru orantılıdır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Namuslu kalmak is­terlerse cariyelerinizi fuhşa zorlamayın". Yüce Allah insanları, kendi elleri altındaki cariyelerini fuhşa zorlamaktan sakındırmıştır. Onları fuhşa zorla­mak, "isterseniz fuhuş yapabilirsiniz" demekten daha çirkin, daha şenidir. Ayrıca ayet-i kerimede "Feteyatiküm" ibaresi kullanılıyor. Bu kelime, ergen­lik çağında ve cinsel güçlerinin doruk noktaya ulaştığı zamanlardaki cariye­ler manasını ifade etmektedir. Yani bu durumdaki cariyelerinizi fuhşa ve gü­naha meylettirmeyin. Çünkü bunlar,yaptıkları işin vehametini takdir edemezler. Cariyeleriniz denilerek bir tamlama kullanılmaktadır. Bunun sırrı İse şudur: Kendisi ile, aile efradı ile bir arada.yaşamakta olan ve kendi mülkiyetinde bulunan cariyelerinin fuhuşa zorlanmasını, zinaya itilmesini kim kabul eder?! İnsan olma onur ve duygusuna sahip olan kimseler bu rezilliği kabul edebilir mi?!

Rivayete göre münafıkların lideri Abdullah bin Übeyy böyle yaparmış. Namuslu kalmak İsteyen cariyeleri fuhşa zorlamak büyük ve çirkin bir suç­tur. Ey insan! Namuslu ve iffetli kalmak isteyen cariyeni sen nasıl fuhşa ye kö­tülüğe zorlarsın?! Ey İnsan! Sen elin altındaki cariyeni fuhşa zorluyorsun. Çünkü dünyanın geçici metâını ve kazancım elde etmek istiyorsun. Ey Allah'ım! Şu genç kızları kötülüğe yönelten, fuhşa zorlayan, kişilikleri çözülmüş turizm yö­neticilerine sen iffet nasip eyle. Genç kızları medeniyet ve uygarlık bahene-siyle fuhuşa iten ve kötü yollara sevkeden idraksiz ve iffetsiz turizm acentala-nmn yöneticilerine namus müyesser eyle. Tuhafın da tuhafı!.. Bazı yazarlar ve alimler bu rezaletin durdurulmasını ve resmen engellenmesi gerektiğini hay­kırmışlar, yazılarında da konu edinmişler; fakat onları dinleyen, yazılarına itibar eden olmamıştır. Aksine bu çirkinlikleri daha da ileri gitmiş ve doruk noktaya gelmiştir. Kaleminden mürekkep yerine pislik damlayan bir yazar ve gazete yöneticisi bu gerçeği haykıran yazarlarla alimlere gerici ve cahillik dam­gasını vurarak, onların gericilik propagandası yaptıklarını iddia etmiş, bun­ların ilerleme yoluna engeller koyduklarını söylemiştir! Rabbimizden dileği­miz odur ki, bizleri bu rezaletten kurtarsın. Ve şu kara günlerdeki hayatımızı daha da uzatmasın. Ne yazık ki, bozgunculuk yayılmış, ahlâki çözüntii her tarafı istila etmiştir. Bu da yetmezmiş gibi, açık saçıklık propagandası, erkek ve kadınların çirkin bir biçimde bîr arada yaşamaları, televizyon, gazetelerle kitap ve dergilerde açıkça desteklenmektedir. Her açıdan gizli-açık destekle­nip te'yid edildiklerini de maalesef gözlemlemekteyiz. Böyle olunca rezalet­ler doruk noktaya ulaşmış ve kendileri de bu pislikleri yapma imkanını fazla­sıyla bulmuşlar.

Dİnİ gelenekleri, islami adetleri Öldürmüşler, hürriyyeiler ve ilerleme dev­rinde olduğumuzu iddia ederek İslama karşı cephe almışlar. Ey Rabbim! Biz­leri bu rezilliklerden kurtar. Bizler kızgın ateşler içersinde senden eman iste­yen kimseleriz. Ey Rabbim! Bu çağrımıza sen icabet eyle.

Özetle: Doğrudan veya dolaylı bir şekilde genç kızları fuhşa zorlamak —onlar iffetli olmak isteseler de istemeseler de— şenî bir suç ve büyük bir gü­nahtır. Onlar istekli olmadıkları halde bir kimse kendilerini fuhusa zoriarsa zorlandıklarından dolayı Allah onları bağışlar ve onlara merhamet eder. Fa­kat onları fulîşa zorlayan kimseler için cehennem vardır. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Allah herkesten güçlüdür, kuvvetlidir. O, bu şekilde vaatte bu­lunmuş, O'nun vadi gerçektir. Sözü doğrudur. İyi son, Allah'tan korkan ye O'nun azabından korunanlarındır.

Ey İnsanlar, ey müslümanlar, ey şarklılar! Cenab-ı Allah, ilminin kema­line ve hikmetinin mükemmelliğine delalet eden ayetleri size indirdi. Bu ayet­ler, güçlü ve herşeyi yerli yerince yapan Allah tarafından gelmiş ayetlerdirler. Onlar Peygamber efendimizin sözlerinin doğruluğunatanıkhk eden, hak yo­lunu bizlere açıklayan alametler ve delillerdir. Ayrıca Kur'an'ın sözleri, bizle­ri tehlikeden, kötülüklerden koruyan gerçek sözlerdirler. Zira bunlar nefisle­ri yaratan, gizlilikleri bilen yaratıcının bizlere sunmuş olduğu ilaçlardır. Bi­zim için birer musibet olan ecnebi gelenek ve nazariyelere aldanmayın. Biz­ler onlar gibi değiliz. Onlar bizimle aynı çevrede ve aynı ortamda yaşama­dıkları için onların gelenekleri, örf ve adetleri bize uymaz.

Ey müslümanlar! Biz, sizden önceki ümmetlerin başına gelenleri sizlere misal olarak gösterdik ve açıklayıcı ayetleri size indirdik. Hayret çekici kıssa­larını size aktardık ki ibret alasınız. İşte Yusuf Peygamber de zina ile suçlandı iftiraya maruz kaldı, ama suçsuz olduğunu Allah insanlığa ilan etti. İşte if­fetli Meryem... Yahudiler onu zina ile suçlayıp kendisine iftirada bulundular. Oysa ki iffetli, namuslu bir kadın idi, işte Hz. Aişe.. Münafıkların lideri Ab­dullah bin Übeyt ona zina isnadında bulundu. Oysa O, Kur'an'ın da ifade et­tiği gibi suçsuz idi. Bütün bunlar Allah'ın azabından korunan kimseler için öğüt ve hidayettirler. [46]

 

Allah Göklerin Ve Yerin Nurudur

 

35- Allah göklerin ve yerin Nur'udur, O'nun nuru, içinde ışık bulu­nan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu, ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulu­nan bereketli zeylin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınhtacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur, Allah İnsanlara misaller verir, O, herşeyi bilir. [47]

 

Bazı Kelimeler:

 

Aslında nur kelimesi, gözle görülen maddi ışık manasında kul­lanılır. Şeriat lisanında ise, insanı hidayet ve idrake ulaştıran manevî aydınlık manasına gelir. Oyuk. Dağda veya duvarlardaki oyuk manasına ge­lir. Bazı kimseler, içine lamba konulan fanus veya kandil gibi şeyler anlamı­na geldiğini söylemişlerdir. Lamba.

Kandil gibi bir cisim) Şeffaf ve saf. Yıldız. İnci gibi parlak. [48]

 

Açıklama:

 

Şu apaçık ayetlerimi ve sağlamlaştırılmış hükümleri temiz bir toplumun çekirdeği olan aileye ilişkin bu incelikli düzeni okuyan, üzerinde uzun süre düşünen kimse bu ayetlerin bir nur olduğunu görecektir. Eğer bu nurun ay-' dınlığından yararlanmasını bilirsek yaşantımız asla karanlık koridorlardan geçmez. Hiçbir zaman tehlikelere ve istenilmeyen durumlara maruz kalmayiz. Bizleri hakka ileten İlahi nur beraberimizde olduktan sonra nasıl olur t da biz yolumuzu şaşırırız? Allah göklerde ve yerde nur sahibidir. O insanlığı hakka ve dosdoğru yola iletir.

Ey aziz kardeşim! Bil ki, doğru yola girmek, ilahi nur ve hidayetten ya- : rarlanmak, salih amelleri işlemekte ve dünya ahiretîn kurtuluşuna ermekte esastır. Bu nur ve hidayete dayandıktan sonra yaptığımız işler ve hayırlı ameller faydalı ürünler verir. Beklediğimiz iyi sona kavuşuruz. İşte bu nedenle alim­ler, nur kelimesinin anlamını genişletmiş, hatta hayırlı sonuçfar elde etmek için esas sayılabilen birçok manaları nur kelimesi ile ifade ctmeşlerdir. Mese­la bir şehrin düzenin sağlayıp idaresini yürüten bir kimseye o şehrin nuru de­mişler. Aynı^şckilde bir ülkenin nizam ve yönetimine de o ülkenin nuru de­mişler. Örneğin bu nizam, nur üzerine, yani düzen ve sağlamlık esası üzerine kurulmuştur, derler. Buna göre "Allah göklerin ve yerin nurudur" ayet-i ke­rimesini şu aşağıda anlatılan şekilde rnanalandırabiliriz: Noksanlıklardan mü­nezzeh ve yüce olan Allah, göklerde ve yerdeki nurun sahibidir. O, göklerde ve yerde hissedilen bu nurun yaratıcısıdır. O, kainattaki nurun, yani kainata yaydığı nizam ve güzel idaresinin sahibidir. Bir insan göklerdeki ve yerdeki düzeni hür bir akılla, saplantılardan uzak bir düşünce ile düşünürse Allah'a eksiksizce iman eder. O Alîah kutludur, yücedir. Gökleri meleklerle, yeri de kanunlarla nurlandrrmıştır. Ruhları sağlıklı yapıya, insanları hakka ileten den-; gcli bir yaratma ile nurlandirmıştır. Allah eksikliklerden uzak ve yücedir. Gök­leri de yıldızlarla nurlandirmış, yeri peygamberlerle aydınlatmıştır. Kısaca di­yebiliriz ki, noksanlıklardan münezzeh yüce Aliah, göklerde ve yerde ecre-' yan eden herşeyin idarecisidir. Gökleri ve yeri daha önce hiçbir benzerleri yok­ken iead edip meydana getirmiştir. O yasaları indiren, melekleri de vahiy ile gönderen, kullarını peygamberlerle doğru yola ileten şanı yüce Allah'tır, İs­mi mübarek ve kutsaldır. Yücedir. Göklerin ve yerin gerçek nurudur. Kutlu ve yüce olan hakkın nurunu maddi bir misalle örneklendirip tasavvur etmek istersen işte sana örnek: O, içinde lambalar bulunan bir oyuğa benzer. O lam­balar saf ve berrak fanuslar içersine konulmuştur. O yiiec Allah'ın nuru,par­lak ve inciden bir yıldiz gibidir. O'nun âlemlere yaydığı aklî ve sem'î deliller­le sahih hükümlerden ibaret olan nur ve hidayetinin kuvveti ve etkili oluşu­nun misalini istersen işte yine sana Örnek. Allah'ın nuru; içinde aydınlatma gücü kuvetli lambaları bulunduran bir oyuğa benzer. Bu lambalar saf ve şef­faf camekânlar içinde parlak ışıklar saçarlar. Kuvvetli \şık ve aydınlığı btı-îunduğundan, parladığından ötürü aydınlıklarım ve nurlarını biribİrlcrinc ile­tirler. Bu lambalar ne doğuya ne de batıya mensup olmayan hoş ve mübarek zeytin ağacından yakıtlarını alırlar. Şayet bu ağaç doğuya ya da batıya men­sup olsaydı gündüzün evvelinde veya sonunda güneş ışığı kendisinden uzak kalıp engellenirdi. Bu nedenle de gelişimini tamamlayamayıp zayıf kalırdı. Oysa bu ağaç her zaman güneş ışığından yararlanan, ve açık havadan istifade eden bir mekânda bulunmaktadır. Bu sebeple gelişimi mükemmel bir şekilde ve ürünleri güzel olmaktadır.

Ey aziz kardeşim şu misale dikkatle bak! İnsanın gönlünü çelen şu etkili benzetmeye ibretle bak! Allah'ın nuru bir lambaya benzetiliyor. Lamba ise bir şeffaf camekânın içine konuluyor. Bu camekân da, olduğu gibi bir oyuğun içine konuluyor. Bütün bu benzetmeler dolayısıyla o oyuktaki nur ve aydın-hk belli bir yete yönelmiş oluyor. Aynı nokta üzerine yoğunlaşan aydınlık çev­reyi kuşatan karanlığı darmadağın eder. Güneşten daha da parlak olur. Yıl­dırımlardan çıkan ışıkların ne derece parlak ve ruhu etkileyici olduğunu he­piniz görüyorsunuz. Bu ışıklar güneşinkinden daha güçlü ve kuvvetli değil midir? İşte yoğun bir karanlığın ortasındaki bir lamba da hakkın nuruna çok benzer. Hakkın nuru ise küfür fasıkhk ve isyan karanlıklarının ortasında par­layıp ışildar,

İşte bütün bu sebeplerden dolayı ayet-i kerimede geçen ağaç mübarek ve gelişen bir ağaç olarak nitelendirilmiştir. Dağlar ve diğer engeller dolayı­sıyla güneşin ışığından ve açık havadan engellenmez. Ayet-i kerimedeki "Do­ğuya ve batıya mensup olmayan" ifadesine gelince bununla şuna işaret edili­yor: İslam nuru ve islamın yasaları her, iki taraf arasında orta bir yerdedir. İslamın koyduğu yasaklar da buna tanıklık etmektedirler. O mübarek ağaç­tan çıkarılan zeytin yağı da saf ve temiz olduğundan dolayı el değmeden ateş alacak vaziyyettedir.

Şu tasvirin üzerinde iyice düşünürseniz Kendinizi nurun bütün görünüm­lerini toplayan bir aydınlığın önünde görürsünüz. Ve aydınlık, karanlıkların ortasında tecelli etmiş, hak ve hidayet nurudur. İşte Allah'ın kullarına karşı durumu bundan ibarettir. O kullarını her bakımdan doğru yola iletmek ister. Her yönden onları aydınlatmak ister. O'nun nuru. kat kat artan, bakanların gözünde gittikçe büyüyen bir nurudur. O nurun sırrına varanlar aydınlığa ka­vuşurlar. Ayet-i kerimede geçen lamba kelimesi ile ilgili yüksek edebi tasvire ve onun çevresinde ele alınan nur maddesine dikkatle bakmak gerek. Cahi-liyyet devri insanları, aydınlanma ve lamba maddesinden sadece yağı anlıyorlardı. Onlara göre en İyi yakıt ta zeytin yağı idi.

Allah'ın nur ve hidayetinin niteliği bu olduğuna göre o nuru maddi ay­dınlıkla temsil etmiştir. Şu halde bize ne olmuşta bu nur sayesinde doğru yo­lu bulmuyoruz? Allah'ın insanlığa bahşettiği bu nur sayesinde doğru yolu bulamayanîan yüce Rabbimiz ,şu kavli ile reddediyor: "ADah kullarından di­lediğini doğru yola iletir. Dilemediklerini başka yolu saptırır". Herkes kendi nefsinin fıtratına uygun işler yapar. Allahfın kendisi hakkında seçip beğendi­ği yola gider. O yüce zatın nurunda bir leke ve kendisinde de bir acizlik yok­tur. Allah, insanlara misaller veriyor: Onlara gizli kalan hususları çeşitli şe­killerde ortaya koyuyor. Maddi, manevi, görünen, görünmeyen her şeyi bilir. Ve bütün mahlukattan haberdardır. [49]

 

Kutlu Ve Yüce Allah'ın Nurundan Yararlananlar

 

36- Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde   adının anılmasına i/.în verdiği evlerde, insanlar sabah akşam,O'mı teşbih ederler.

37- Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kıl-. maktan, zekat vermekten alıkoyan Bunlar gönüllerin vegözlerin döneceği gün­den korkarlar.

38- Allah; onları işlediklerinin en güzeliyle mükafatlandırır ve lütfun­dan onlara fazlasıyla verir. Allah dilediğini hesapsız şekilde rızıklandmr. [50]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bu cümle ile,içinde Allah'ın adının ve zikrinin yüksel­tildiği meesitler kastedilmiştir. Sabahleyin, gündüzün ilk vakitleri. Asil kelimesinin çoğulu olup gündüzün son vakti, yani akşam ma­nasına gelir. [51]

 

Açıklama:

 

İlahi hidayetten ve O'nun,mü'minlcrin imanı ile kafirlerin küfrüne etki­sinden sözedildikten sonra artık burada,sözün sonuna gelmiş olmaktayız. İs­te böyle.. İnsanların bir kısmı bahtsız bir kısmı da bahtiyardır.

Allah'ın, içinde kendi adının anılmasına ve şanının yüceltilmesine izin verdiği evlerde Allah tenzih ve takdis edilir. Yani namazda, va'z ve zikirde, alern-i melekût hakkında tefekkür esnasında ve diğer münasebetlerde, Cenab-ı Allah'ın kendi adının anılıp şanının yüceltilmesine izin verdiği evlerde Cenab-ı Allah, teşbih eden kimseler tarafından tenzih cdüir. Bu teşbih ediciler, O'nu eündüzün başında ve sonunda tenzih ve takdis ederler. Hülasa hcrvakİllc O'na tesbihatta bulunurlar. Kendisini teşbih ve tenzih eden şu zikir ehli adam­ları, ne ticaret, ne alışveriş Allah'ı zikretmekten alıkoyan Yani bu teşbih ve tenzih edici kimseler, maddeci vemenfaatçi kimseler değildirler. Bilakis dün­ya ve dünyadaki menfaatler onİarı ahirette'n alıkoymaz. Dahası onlar Allah'ı zikreder, namazı kılar, zekatı verir, gözlerin ve kalplerin korkudan döndüğü kıyamet gününden korkarlar. O günde ruhlar korku ile ümit arasındadırlar. Kalpler sağa sola meyleder. Nerede duracaklarını bilemezler. Yahut amel def­terlerinin sağdan mı soldan mı kendilerine verileceğini bilemezler. Onlar Al­lah'ı teşbih edip anarlar. Namazı kılar, zekâtı cdâ ederler. Ccnab-ı Allah'ın kendilerini en güzel bir şekilde ödüllendireceği günün hesabından korkarlar. Allah o günde kendilerini lütfü ile bol bol nimetlere kavuşturur. Allah dile­diği kuluna hesapsızca rızık verir. O lütfü geniş olan ve herşeye gücü yeten­dir. [52]

 

Hak'kın Nurundan Mahrum Olanlar

 

39- İnkar edenlerin işleri, engin göllerdeki serab gibidir. Susayan kim­se onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Orada Allah 'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk görendir.,

40- Veya engin denizin karanlıklarına benzer. Onu üstüste   dalgalar ve dalgaların üstünde de bulutlar Örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; in­san elini uzattığı zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği' kimsenin nuru olmaz. [53]

 

Bazı Kelimeler:

 

Serap; gündüzün ortasında şiddcllİ sıcaklarda, çölde yere biti­şik vaziyette görülen su görüntüsü. "Ki'at", "Ka" kelimesinin müf-redi olup düz ve bitkîsİz olan kara parçası. Susamış. En­gin ve dibi görünmeyen deniz. [54]

 

Açıklama:

 

Mü'minlerin durumu anlatıldıktan sonra bu ayet-i kerimelerde de kafir­lerin durumu örneklerle anlatılmaktadır.

Allah ve Resulünü inkâr eden kafirlerin, zahirde hayır görünen amelle­rine gelince, onlar kıyamet gününde bu amellerini bir serap gibi görecekler-dir. O serap ki, susamış kimse, onu düz ve geniş bir arazi üzerinde yaygın vaziyetteki bir suya benzetir. Ama o serabın yanına geldiğinde hiçbir şey gö-remez. işte o'kafirlerin iyilik olarak zannetiklcri sadaka ve benzeri ameilc-rinde asla hayır yoktur. Kıyamet gününde bu amellerine karşılık mükafatta alamayacaklardır. Bu ameller, susamış kimsenin uzaktan gördüğü serap de­diğimiz su görüntüsüne benzer. Ama o serabın yanına yaklaştığında hiçbir yararını göremez. Evet kıyamet gününde bu gibi kimselerin emellerinin boşa çıktığını, zaniarının sonuçsuz kaldığım, beklentilerinin zayi olduğunu göre­ceğiz. Tıpkı sahradaki susuz kimselerin şiddetli susamışiık anında su zannet­tikleri serabın yanına vardıklarından su namına hiçbir şey bulamazlar. Fakat o anda onlar şiddetle suya ihtayaç hissederler.

Bu kafirlerin işledikleri kötü amellere gelince, bu amellerinin karşılığını ve büyük cezasını ahirette elbettekİ göreceklerdir. Batıl amaçlarının, sapık-liklanmn ve küfürler ile kötü amellerinin yığılmış vaziyetteki cezasını çeke-çeklerdir. Dalgaların alîında kalıp şiddetli karanlıklarına maruz kaldıkları engin bir denizin içine atılmış gibi olurlar. O denizin içinde ellerini görmeye çalışır-lar, ancak göremezler. Çünkü onlar Rablerinİn nurunu yitirmişlerdir. Allah'-in, nurunu aldığı kimsenin aydınlığı olamaz. Bu ayet-i kerimeler, herşeyi açık­layan bu ilahi fermanlar, Cenab-ı Allah'ın yasa ve düzeninin; göklerin, yerin, dünyanın, ahiretin nuru olduğunu ve o nura tabi olan kimselerin yollarını aydınlatan bir ışık olduğunu bizlere vabyetmektedir. Bu nurdan yararlanan­lar kıyamet gününde kurtuluşa erecek olanlardır. Bu nurun dışında ve bu ilahi düzenin dışındaki aydınlıklarla, nizamlara gelince, onlar serap gibidirler. Çöl­deki susamış kimse o serabı su zannederek yararlanacağını tasarlar, ancak yanma yaklaştığında su namına hiçbir,şey bulamaz. Ve yanında Allah'ı bu­lur. Allah onun hesabını tam görür. O, hesabı çabuk görendir.

Bütün bunları düşünenler var mıdır?! Bunlarda bir tuhaflık yoktur. Sa­dece akıl ve basiret sahipleri düşünüp ders alırlar. [55]

 

Kainatın Allah'a Teslim Olması

 

41- Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı teşbih etiğini görmez misiniz? Her biri niyaz ve teşbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.

42- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş Allah'adır.

43- Bilmez niisiniz ki, Allah bulutları sürer, sonra onları bir araya-getirip üstüste yığar, sen de onların arasından yağmur yağdığını görürsün. Gökten, içinde dolu bulunan dağlar gibi bulutlar indirir, dilediğini ona uğratır, dile­diğinden de uzak tutar. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı nerdeyse gözleri alır!

44- Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Doğrusu, görebi­lenler için bunlar da ibretler vardır. [56]

 

Bazı Kelimeler:

 

Havada kanatlan sıra sıra dizili kuşlar. Kuşlar uçtukları esna­da kanatlarını yumarlar, bazende hareket etmeden açıp yayarlar. Sevk eder. Onları bir araya getirip te'lif eder. Üst üste yığılmış vaziyette. Şimşek ya da yağmur. Araplar "vedk" kelimesi-" ni hem şimşek hem de yağmur anlamında kullanmışlardır. Bulut­lardaki şimşeğin ışığı.[57]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah kendi kudretine ve hikmetine Hsan-ı hâl ile tanıklık edeni şu kâinat kitabını muhkem ve sağlam kıldığına göre bu, O'nun kendi elçisi ve peygamberlerin sonuncusu olan Muhammcd (s.a.v.)'c inen ve Resulün ger­çek peygamber olduğunu tanıklık eden kitabının mııhkemliğine daleict eımez mi?

Allah göklerin ve.yerin nurudur. Herkese hidayet bahşedendir. Yamuk­larından bazısı bu nurdan yararlanır. Ve bu nurun gösterdiği doğru yola gi­rer. Kimisi de dosdoğru yolun dışına çıkarak sapar. Üstüstc yığılan karanlık­ların allına gjrcr. Öyle ki, elini o karanlıkların içinden çıkarsa bile nerdeyse göremez. Cenab-ı Allah buna tanıklık edip, pekiştiricİ maddi delilleri ortaya sürüyor. Kâinatın tümüyle kendisine ne derecede teslim olup itaat ettiğini açıklıyor. Bütün bu açıklamalarda kafirlerin bilgisiztiklerindeki ifrata delaict eden,  sapıklıklarının ne derece ileri noktalara vardığını açıklayan deliller .vardır. Ey  Peygamber ve bu ayete muhatap olan her insan! Görmez ve bilmez misin ki  göklerde ve yerde ve bu ikisi arasındaki kuşlar Allah'ı teşbih ederler?

Bu soru aynı zamanda isbat manasını taşımakta olan bir sorudur. Bu­nunla da kainattaki herşeyin Allah'a tesbihatta bulunduğu, onun emri altına girdiği açık seçik bir şekilde ifade edilmektedir. İçindeki göklerde, yerlerde ve diğer şeylerle birlikte bütün bu kainatın manzumesi, yüce Allah'ın eksik­liklerden uzak ve münezzeh olduğunu güçlü bir şekilde işaret ediyor. Buna lisan-i maka! ile değilde lisan-ı hal ile şehadette bulunuyor. Evrendeki tabii, bediî ve sağlam deliller, Allah'ın kudretinin yüceliğine, iradesinin mükemmel­liğine, nizam ve hikmetinin güzelliğine apaçık bir şekilde delalet etmektedir­ler. Göklerdeki alemlere, yerdeki alemlere, semada yaşayan kuşlar alemine her alemin İhtiva ettiği acip varlıklara dikkatle bakınız. Bunların, tümüyle Al­lah'ın güç ve kudretinin sonsuzluğa, bu mevcudatı yaratan sanatkârın birli­ğine, o sanatkârın kemal ve celal sıfatları ile muttasıf olduğuna tanıklıkta bu­lunmaktadırlar.

"Her yerde O'nun için bir ayet vardır.

Bu ayette de O'nun için birliğe delalet vardır."

Bu ifadeler ile Allah'ın Rablığı takrir edilmiş oluyor. Bakışlar ulvi ve süfli mevcudata çevrilmiş oluyor. Ayet-İ kerimede, özellikle kanatlan sıra sıra di­zili kuşlardan bahsedilmiş, bu kuşların hareketsizce boşlukta uçmakta oldukları anlatılmıştır. Bütün bunlar neden? Çünkü bu, Allah'ın ve kâinatı yaratan sanatkarın kudretinin sonsuzluğuna mükemmel bir şekilde işarci ediyor.

Göklerde veya yerdeki her varlık, göklerle yerin arasındaki her mevcud, Allah'a dua edip O'nu teşbih etmeyi bilmişti. Onların yapmakta oldukları işleri de Allah bilmektedir. Ey İnsan sana ne olmuşta Rabbini inkâr ediyor, nimetlerine karşı nankörlük ediyor ve kitabına iman etmiyorsun? Oysa gök­lerin, yerin ve bu ikisi arasındaki şeylerin mülkiyeti Allah'a aittir. Dönüş sa­dece O'nadır. Siz O'na döneceksiniz. Her şey O'ndan gelmiş yine O'na gide­cektir. İlahi azameti isbatlayan, her zaman görüp karşılaştığımız delillerden bir başkasını daha sizlere sunuyorum: Görmez misiniz ki Cenab-ı Allah bu­lutları birbirinin üzerine sevk edip gönderir. Bunda bir gariplik yoktur. Bu­lutlar denizden çıkıp yükselen buharlardan oluşmaktadırlar. Denizden çok yükseklere çıkan buharları Cenab-ı Allah bir araya getirerek te'lif eder. Son­ra bunlardan soğuk hava tabakalarına yükselen bulutlar oluşturur. "Sonra onları birbirinin üstüne yığar (sıkıştırır)" ayet-i kerimesinin manası da bu­dur. Bulutların arasından şimşek veya yağmur çıktığını gurursun. Gökte bir araya geiİp üst üste yığılan bu bulutlar dağlara benzerler. Bu bulutlardan yağ­mur veya dolu İndirir. Bunlarla da dilediği Luluna darbe indirir. Dilediği ku­lunu da bu darbelerden korur. Bütün bunlan kendi hikmet ve kudreti ile icra eder. Şu bulutlardan çıkan şimşeklerin ışıkları çok kuvvetli olduklarından do­layı neredeyse bazı kimselerin gözlerini kör edecek derecededir. Üst üste yığı­lan ve birbirini sıkıştıran bulutların görüntüsü,- sonra bu bulutlardan yağmur, kar veya dolu inmesini, gafil insanları uyandırıp gerçeği görmeye yöneltir. Evrene hükmeden güçlü ye muktedir bir zatın varlığını isbatlayan mad­di delilleri ona gösterir. Gözleri alıp götüren şimşeğin ve yıldırımın, suyla dolu göğün ortasından çıkması, şanı yüce Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna ve gök­lerle yerde tam tasarruf sahibi olduğuna delalet eder. Allah geceyi ve gündü­zü çevirir. Bunlan alır, bazen biri uzar diğeri kısalır. Geceyle gündüzde du­rumlar; sıcaklık, soğukluk ve diğer şekillerde değişik olur. Bütün bunlar in­sanların gözleri önünde cereyan eder. Bunları düşünüp te ibret alan var mı­dır?! Doğrusu bütün bunlarda basiret sahipleri için ibret ve öğütler vardır. Bunlar Allah kudretine delalet eden deliller topluluğudur. Gözle görmek da­hi bunlan idrak etmek için yeterlidir. Uzun boylu düşünüp taşınmayı gerek­tirmeyecek derece açıktırlar. [58]

 

Ortadaki Delillere Rağmen Sapıklık

 

45- Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürü­nür, kimi iki ayakla yürür, kimi dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır, Allah şüphesiz herşeye Kadir'dir.

46- And olsun ki, açıklayıcı ayetler indirmişizdir. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.

47- Münafıklar: "Allah'a ve Peygamber'e inandık, itaat ettik'' derler; sonra da bir takımı yüz çevirirler. İşte bunlar inanmış değillerdir.

48- Aralarında hüküm vermek üzere Allah 'a ve peygamberine çağırıl­dıkları zaman, bir takımı hemen yüz çevirirler,

49- Ama bak kendilerinden tarafa ise, itaatla koşa koşa gelirler.

50- Kalplerinde hastalık mı var, yoksa şüphelenmişler midir, yahut Al­lah'ın ve peygamberinin onlara haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır; onlar sadece zalimdirler. [59]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yeryüzünde yürüyen canlı. Örfe göre bu kelime dört ayaklı hay­vanlar için özel olarak kullanılan bir isim haline gelmiştir. Yüz çe­virir. İtaat eder ve teslim olurlar. Şüphelendiler. Zulüm ve haksızlık ettiler. [60]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayetlerle,Allah'ın kudretinin eksiksiziiğine, ilim ve hikmetinin tamam-iığına dalalet eden deliller tamamlanmış oluyor. Bunun yanısıra, gözleri ve basiretleri kör olup, hakkın nuru ile aydınlanmayan münafıklar gibi kimsele­re de taarruzda bulunulmaktadır. [61]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; yeryüzünde yürüyen insan, hay­van, kaş, haşerat ve diğer bütün canlıları sudan yarattı. Su kelimesi ile acaba döllenme unsuru oian sperma mı kastedilmiştir? Yoksa su derken bilinen un­sur mu kastedilmiştir? Çünkü bu, her canlının oluşumuna katkısı olan bir un-" surdur. Onsuz hiç bir canlı yaşayamaz. Ve var olamaz.

Yukardaki soruların her İkisi de doğru olabilir. Her ne olursa olsun bu ayci-i kerime, Allah'ın kudretinin açıklığına ve O'nun azametine delalet hu­susunda şU ayet-i kerimeye benzetmektedir: "Bunların hepsi bir su ile sula­nır ama ürün(icrm)de bunları, birbirinden üstün yapıyoruz"[62].

Cenab-i Allah hepsini sudan yaratmıştır. Sonra türler arasında tam bir ayrılık meydana getirmiştir ki, bütün bunlarda, O'nun kudretinin eksiksizliği-ne işaret vardır. Allah'ın yarattığı canlılardan, kimi karnı üzerine sürünerek yürür. Bu türdeki canlılar, Allah'ın kudretinin eksiksizliğine açık bir şekilde delalet etmektedirler. Çünkü ayaksız vaziyette karınları üzerine sürünerek yü­rümektedirler. Bu canlılardan kimi de iki ayak üzerine, kimi de dört ayak üze­rinde yürürler. Ayet-i kerimede canlılardan ve türlerinden bahsedilirken "men" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime iie ekseriyetle akıllı varlıklar kaste­dilir. Sonra orada şekil bakımından benzerlik olan bütün nevileri ifade eder­ken de "men" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü iki ayağı üzerine yürüyen hay­vanlar derken, bunların arasına insan ve kuş ta girmektedir. Şu halde "men" kelimesi ile ekseriyet durumunda olan canlılar kastedilmiştir. Arada şekil ba­kımından benzerlikler olduğu için akıllılar hakkında kullanılan "men" keli­mesi, akılsızlar için de kullanılır olmuştur.

Cenab-i Allah, yaratıklarını dilediği şekilde yaratır. Bunda bir gariplik yoktur. Çünkü O'nun gücü herşeye yeter. Bazı alimler, ayet-i kerimedeki mi­salin kafirler için verilmiş olduğu görüşündedirler: Ayet-i kerimede kafirler, karınları üzerine sürünerek yürüyen hayvanlara, münafıklar da dört ayak üze­rinde yürüyen hayvanlara benzetilmişlerdir. Allah'ın nurundan yararlanan müslüman ise iki ayağı üzerinde yürüyen bir caniı olarak anılmıştır. Kur'an-ı Ke-rim'deki ayetlerin ne mana ifade ettiklerini en iyi bilen eibetteki Allah'tır/O, Allah, kendi kudretinin eksiksizliğine delalet eden ayetleri indirmiştir. Bu ayet­ler hakkı ve hidayeti açıklayan, kendi nefsinde zahir olan ayetlerdirler, bu ayet­ler ile, ancak Allah'ın kendisi hakkında hidayet murat ettiği kimseler doğru yolu ve hidayeti bulurlar. Çünkü bu gibi kimseler, kendi tabiatları gereği bu ayetlere meylederler ve hidayeti hak ederler.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, dilediği kulunu, dosdoğru yola iletir. Kendilerine nimetler bahşettiği peygamberin, siddıkların, şehitlerin, salih kimselerin yoluna iletir. Bunlar ne güzel arkadaştırlar. Bu doğru yola iletil-mc işi Allah'tan bir lütuftur. O herşeyi bı'en ve her işi yerli yerince yapan, hikmet sahibidir. Gücü herşeye yeter. Gerçek îmanı insanların kalbine yerleş­tirir.

Yüce Allah, insanların kalbine gerçek imanı yerleştirip, şek ve şüpheleri 1 yok edecek apaçık delil ve hüccetleri getirdikten sonra şu gerçeği de ifade etti j ki; bu deliller kendi içinde ne derece açık ve şeriatin hak olduğunu ne derecem­de açık seçik belirtmiş olsa da tek başına yeterli değildir. Aksine İnsanın doğru' yola kavuşabilmesi için Allah'ın ona muvaffakiyet vermesi gerekir. Allah in­sana hidayet yolunu nasip cîmeii ki, insan O'nun affına bel bağlasın ve Al­lah'a her bakımdan yönelme sınırlarının dışına çıkmasın. Bu, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söyleyen, ağızlarıyla iman ettiklerini ifade ettikleri hal­de Allah'ın hükmüne rıza göstermeyen bazı münafıkların kıssasıdır. Onlar doğru yolun dışına çıkarak rotalarını şaşırmışlardır. Onların vasıflarım sarih bir şekilde açıklayabilmek için onîarı hayvana benzetme mecburiyeti doğmuş­tur.

Rivayete gpre münafıklardan biri ile yahudilerden birisi arasından bir anlaşmazlık meydana gelmiş, yahudi onu Resuluilah'ın hakemliğine müra­caat etmeye çağırmıştır. Münafık ise, Resulullahın vereceği doğru hükümden kaçmak için hasmını Kâb bin Eşrefin hakemliğine başvurmaya davet etmiş­tir. Sonunda bir karara vararak Resululfahm hakemliğine baş vurdular, Rc-sulullah (s.a.v.) efendimiz, yahudi lehinde hüküm verdi. Çünkü o hak sahibi idi. Allah'ın peygamberi, kendisinin en yakın akrabasının aleyhine bile olsa, hak sahibi lehinde hüküm vermekten başka bir iş yapacak değildi. Verilen hük­me yahudi razı oldu, ama münafık razı olmadı. Hükmü değiştireceği umu­duyla Hz. Ömer'in hakemliğine başvurdular; Yahudi Hz. Ömer'e dedi ki: Biz Resuiullah'ın hakemliğine başvurduk, onun verdiği hükme ben razı oldum anın arkadaşım razı olmadı. Hz. Ömer: Böyle mi oldu? dedi. Münafık, evet.karşı­lığım verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, Resuiullah'ın hükmüne razı olmaya n-münafığın boynuna kılıçla vurdu! "(Münafıklar): "Allah'a ve resule inandık ve itaat ettik" diyorlar. Sonra onlardan bir grup bunun ardından dönüyor. Bunlar inanmış değillerdir" Yani insanların bir kısmı, yürekten inanmaksızın sadece dilleri ile: İnandık, itaat ettik derler. Sonra onlardan bir kısmı, dönüp Allah'ın hükmünden yüz çevirirler. Ayet-i kerimede 'sonra' diye tercemc etli­ğimiz "sümme" kelimesinin kullanılışına dikkatle bakmak gerek. Bu edat, sı­ralı ve te'hirli bir şekilde atıf manasını ifade ediyor. Çünkü akıllı bir kimsenin, iman ve itaat ettikten sonra Allah'ın ve resulünün hükmünden yüz çevirmesi imkansızdır. Bu münafıklar asla mii'min değildirler. İman ettiğini iddia edip sonra Allah'ın kitabı ile Resulünün sünneti dışındaki bir hükme razı olduğu­nu açıkça ilan eden bir kimsenin, şüphesiz cehennemin en alt tabakasında ve amelî nifakın en dip çukurunda olduğunu bu ayet-i kerime yeteri kadar ispatlamıyor mu? Bunlar, Allah'ın kitabının ve Resulünün sünnetinin hük­müne çağrıldıklarında hemen arkalarını dönüp giderler. Bunlar Allah'ın vereceği hükmü nasıl kabul ederler?! Çünkü Allah zina edene, hırsıza, içki içe­ne, İffetli ve namuslu olup hiçbir şeyden haberi olmayan inanmış kadınlara zina iftirasında bulunan kimselere şiddetle ceza verilmesine hükmediyor. Aynı zamanda kadınlarla erkeklerin bir arada yaşamalarını, açık saçıkhğı haram kılıyor. Mü'min erkeklerle mü'mine kadınlara: Gözlerinizi haramdan sakı­nın. Irzınızı, iffetinizi ve nefislerinizi fuhuştan ve kötülüklerden koruyun, di­ye emir buyuruyor. Bu hükümleri ancak iffetli müslüman erkeklerle kadın­lar kabul edip rıza ile karşılarlar.

Ama serbestiyeti ve ahlaki anarşiyi isteyenler, boş ve temelsiz nizamlar­da, batının taçkalaşan, aramızda yaşamasına imkan bulunmayan ve toplu­mumuza uymayan geleneklerinde teselli ararlar. Dün gece, düne ne kadar da benzemektedir.

İşte bu gibi kimseler, Kur'an-ı Kerİm'in gönüllere egemen olmasını sağ-_ lamak için çaba gösteren kimselerin yoluna engeller çıkarmakta, onların ağız­larım kapatmak için canlarını ve mallarını feda etmektedirler. Aziz kardeşle­rim size açıkça İlan ediyorum. Doğuda bütün amaç ve gayretleri islami hare­ketleri Öldürmek noktasında yoğunlaşan bir çok mihraklar vardır. Bunlar azılı düşmanlarımız olan emperyalistlerdir. Ne gariptir ki bazı müslüman gençier bunların oyunlarına alet olmakta ve bunlara aldanmaktadırlar. Bunların bo­razancılığını yapmaktadırlar. Ama yine biz diyoruz ki,Allah dilediği kulunu dosdoğru yola İletir. Bunlar Allah'ın kitabının gönüllere hakim olmasına ra­zı göstermiyorlar. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler.' Allah ve Resulünün kendilerine zulmetmesinden mi korkuyorlar? Hayır aksine onlar zalimlerin ta kendileridirler. Eveî bunlar yukarda saydığı­mız şıklardan birisine tabidirler. Bunları zalimüğe iten yegane sebep, hak­sızlık etme sevdasında olmaları ve bu zulümlerinde haddi aşacak dereceye var­mış olmalarıdır. Ayet-i kerimenin ifade etmek istediği anlam şudur: Onların basiretleri köreldi mi? Göklerle yeri dolduran bu ilahi nuru görmez mi oldu-İar?! Yoksa onlar Resulallah (s.a.v.) efendimizin peygamberliği hususunda şüpheye mi düştüler. Onun getirdiklerinin hak mı, yoksa batıl mı olduğunu hâlâ anlayamadılar mı?! Yoksa Resulullah (s.a.v.) efendimizin vereceği hü­kümlerde kendilerine zulmedeceği korkusuna mı kapıldılar? Onlar zulüm ve sapıklıklarından ötürü böyle bir hisse kapıldılar. Hayır. Binlerce hayır! Re-sulullahın hükmünden yüz çeviren kimselerde öteden beri böyle bir şey yok­tur. Çünkü onlar hükmün kendi lehlerinde olduğunu ve hiçbir şeyde zorlan­mayacaklarını bildikleri zaman Resulullah’ın yanma gelerek ona imam ettik­lerini ifade ediyorlardı.                                                                           Bütün bu yaptıkları şeyin yegane sebebi,zalimlikleri ve zulme tutunma­larıdır. Ayet-i kerimedeki soru, inkar anlamına gelen bir sorudur. Yani onları bu kötülüğe iten şeyin sadece zulüm olduğu ve zulme sarkmaktan başka bir-şey olmadığı açıklanmaktadır.

Adı Allah'ın adıyla bir arada anılan ReşuluIIahm yüceliğine bakın: "On­lar, arasında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman he­men onlardan yüz çevirir'' mealindeki ayet-i kerime, Peygamberin hükmünün Allah'ın hükmü olduğunu açıklıyor. Bu durumdaki bir peygamberin zalimce hüküm vermesi veya'havadan konuşması düşünülebilir mi? Ey Rabbim! Doğ­ru yola İleten sensin. İnsanları hidayetinle doğruluğa iletirsin. Ayetlerin bir nurdur. İnsanları onunla doğruluğa iletirsin. [63]

 

Allah'ın Emrine Uyan Mü'minler

 

51- Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve peygambere çağml-daklan vakit: "İşittik, itaat ettik" demek, ancak mü'minhrin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.

52- Allah 'a ve Peygambere itaat eden, Allah 'tan korkan ve O 'ndan sa­kınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.

53- Ey Muhammed! Eğer kendilerine emredersen, o İki yüzlüler, sava­şa çıkacaklarına bütün güçleriyle yemin ederler. De ki: "Yemin etmeyin; ita­atiniz malumdur. AIlah,yaptıklarmızdan şüphesiz haberdardır."

54- De ki: "Allah'a itaat edin; Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o Pey­gamber, kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz. Eğer Ona itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Peygambere düşen sadece apaçık tebliğdir. [64]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yeminlerinin bütün gücü ile. Sakınır ve Allah'ın azabından korunur. Bu kelimenin sonundaki harfi, duraklamak için­dir. [65]

 

Açıklama:

 

Önceki ayetlerde, Allah'ın ve Resulünün hükmünü kabul etmekte tered­düt eden, çıkarlarına uygun olduğu zaman İslama uyan, çıkarlarına ters düş­tüğü zaman islamdan ve onun getirdiklerinden uzaklaşan, bocalama içindeki münafıklardan söz edilmişti. Ey kardeşim bil ki, bu manevi hastalığı bir çok insanların kalplerinde günümüzde de müşahede etmekteyiz. Dürüst mü'minlere gelince, onların sadık İmanlarından doğan hak sözleri işte şudur; Mü'minler kendileri ile İlgili bir konuda, Özellikle Allah'ın kitabı ile Resulünün sünneti­nin hakem kılınması konusunda Allah'a ve Resulüne davet, olundukları za­man dilleriyle ve kalben şöyle derler: İşittik ve itaat ettik. Yani sizin Resulul-tahı ve onun getirdiği islamı hakem kılmak konusundaki çağrınızı işittik ve bu isteğinize İtaat ettik, derler. Kalplerine iman yerleşip Allah'a bağlanan mü'minlerin konuşacakları söz işte bundan ibarettir.

Dünyanın bütün meselelerinde Allah'a ve Resulüne itaat eden, önceki günahlarından dolayı Allah'tan ve O'nun azabından korkan, gelecekte kar­şılaşacağı işte,Allah'a karşı gelmekten sakınan kimseler gerçek kurtuluşa eren kimselerdirler. Çünkü onlar Allah'a ve Resulüne itaat etmekle,ondan kor­kup O'na karşı gelmekten sakınmakla,özellik kazanmış kimselerdirler.

Bundan sonra söz münafıkların birinci grubuna dönmektedir. Her za­man ve her yerde münafıklar ne kadar da çokturlar. Onlar bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler ki; şayet sen kendilerine emredersen savaşa çıkacaklar, düşmanla savaşacaklar, ya da mallarını sadaka olarak verecekler diye seni aldatırlar, Ey Muhammed! Cenab-i Allah onların bu yeminlerini reddederek şöyle buyuruyor: Ey Muhammed! Onlara de ki; yemin etmeyin. Sizin itaat edip etmediğinizi Allah biliyor. Siz örneğin namaz gibi kolay işlerde Allah'a İtaat ediyorsunuz ama Allah'ın kitabını hakem kılmak veya cihad etmek veya mâl harcamaya gerek duyulan zor işlerde Allah'a itaat etmiyor ve bizimle bera­ber olmuyorsunuz. Sizin yaptıklarınızdan Allah haberdardır.

Ey Muhammed! Onlara de ki: Allah'ın farz kıldığı ve Resulünün sünnet olarak ortaya koyduğu her hususta Allah'a ve resulüne itaat edin.

Eğer onlar bu davetinden yüz çevirirlerse, artık sana düşen hiçbir sorum­luluk yoktun Çünkü hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Resul, kendisine düşeni yapmakla yükümlüdür. O, Allah'ın kendisinden İstediği İs­lâm davetini yapmakla mükelleftir. Ve sizler Resulün sizden istediği hususla­rı yerine getirmediğiniz takdirde günahkar olursunuz. O'nun size yüklediği görevleri eda etmezseniz sorumlu tutulursunuz. Ama Resule itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Hidayete kavuşursunuz. Resulullah'm, uyarmaktan baş­ka bir görevi yoktur. Tebliğle ilgili işleri yapmaktan başka hiçbir sorumlulu­ğu yoktur. Sizin doğru yola kavuşturulmanız ve hesabınız onun görevi değil­dir. "(Ey Muhammed), Sen öğüt ver, çünkü ancak sen öğüt verensin. Onla­rın üzerinde zorlayıcı değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve İnanmazsa, Allah ona en büyük azabı eder, Muhakkak dönüşleri bizedir. Sonra onların hesa­bım görmek bize düşer"[66]

 

Mü'minlerin Hakimiyeti

 

55- Allah, içinizden inanıp yararlı işler işleyenlere, onlardan Öncekileri hale kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini, temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.

56- Namaz kılın, zekat verin, peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.

57- İnkar edenlerin, Bizi yeryüzünde aciz bırakacaklarını sanmayasm. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüştür![67]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onları yeryüzüne yerleştirip kendilerinden önceki mîlletle­rin yerine koyacak. Dinlerini kaideleriyle onlar için yer­leştirip güçlendirecek. Yeryüzünde aciz bırakırlar.ulaşmaz. [68]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah münafıkların sırrını açıklayıp iç yüzlerini ortaya koyup, durumlarını mü'minlere öğretti. Münafıkların sayılarım az gösterdi. Cenab-ı Allah böyle yapmakla mü'minlerin kalplerine sükunet vermek, güçlerini ar­tırmak istedi. Bununla diğer devletlerarasında İslâm devletinin ne kadar yü­ce olduğunu da açıklamış oldu.

Cenab-ı Allah, sizlerden inananları ve iyi işler yapanları yeryüzünde yer­leştireceğini ve onları hükümran kılacağını va'd etti. Onun va'di gerçektir, sözü doğrudur. Allah sözüne muhalefet etmez. Ancak, mü'minlerin yeryüzünde hükümran olmalarını, Allah'a inanıp iyi işler yapmaları şartına bağlamıştır. Bu şart gerçekleşince Allah'ın va'di de gerçekleşecektir. Bunun tersi de doğ­rudur. Yani onlar inanıp iyi işler yapmazlarsa yeryüzünde hükümran olmaz­lar. Cenab-ı Allah va'dini gerçekleştirdi. Kuluna yardım etti. Kendi davası uğ­runa cihad eden askerleri güçlendirdi. Onlara karşı birleşen ve bir cehpe mey­dana getiren grupları darmadağın etti. Önceki milletleri yeryüzünde hüküm­ran kıldığı gibi.mü'minleri de yeryüzünde hükümran kıldı. Dinlerini yerleşti­rip güçlendirdi. Korkularını tam bir güvene çevirdi. Allah'a inanan ve O'nun emrettiği iyi işleri yapıp, yasakladığı kötü işlerden uzak duran, adaleti ve dü­zeni yerleştirip Allah'ın emirleri ile hükmeden devlet toplum ve fert olarak, milletlerin durumu hep böyle olacaktır. Bu durumdaki mü'minlerin hakimi­yeti devam edip, dinleri güçlenecek ve yeryüzüne kök salacak, Allah'ın hüc­ceti güçlenecektir. Nihayet Allah'ın, cennet karşılığında kendilerinden satın aldığı canlan ile buna yönelecek, onun uğranda cihad edecek, Allah'ın hoş­nutluğunu kazanmak amacıyla mallarından, canlarından vazgeçeceklerdir. "Ve korkuların ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir".

Ey Mü'mİn kardeşim! Şunu iyi bil ki, Allah'a inanan insanlar her çağda ve zamanda diğerlerine nisbetle azınlıktadırlar. Cenab-ı Allah onların yü-reklerindeki korkunun damarlarını söküp atmak, kalplerine iman ve yakin doldurmak, Allah'ın zaferi ile onlara sebat vermek, Allah'ın onlara yardım edip destek vereceğini ve onları düşmanlarına karşı savunacağını bildirerek güçlendirmek istiyor. Bilsinler ki,iman edip iyi ameller işledikleri, gerçekten ibadet ettikleri ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadıkları sürece zafer ve en iyi sonuç onlara ait olacaktır.

Allah'a ortak koşma kapısı, geniş bir kapı olup İnançlardaki şirki, mese­la müşriklerle putperetslerin şirkini kapsadığı gibi, riyakarlarla mütekabbir-lerin ve kendilerini beğenip böbürlenenlerin şirki gibi, ameldeki şirkide kap­sar. Cenab-i Allah mü'minlere, kendilerini yeryüzünde hükümran kılacağı­nı, dinlerini yerleştirip güçlendireceğini, korkularını güvene döndüreceğini va'-detmiştir. Ancak bunun içinde onların derinden iman etmiş olmalarını ve Al­lah'a ihlasla kulluk etmiş olmalarını şart koşmuştur. İşte bunda Allah'ın şu kavl-i celili tahakkuk ediyor; "Ey Rabbimiz! Biz ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz," Yolu aydınlatan bu eksiksiz açıklamadan sonra her kim ki küfrederse, onlar sağlam dinin sınırlarının dışına çıkan fa-sıkların ta kendileridirler. Bunda kafir ve sapıklar için şiddetli bir tehdit var­dır.

Ey mü'minler! Salih amelin bazı destekleri vardır: Bu desteklerden biri, dinin direği olan namaz ibadetidir. Namaz insanı bir çok faziletlere yöneltti­ği gibi, birçok rezillikleri en de alıkoyan Dinin sınırı dışına çıkan, bazı namaz kılan kimselerin kötü fiillerini parmağınıza dolayıp bize İtirazda bulunma­yın. Bunların kıldıkları namaz ruhsuz namazdır. Şuursuzca namaz kıldıkla­rından dolayı bu kötülükleri yaparlar. Bunların kıldıkları namazda huşti ve teslimiyef, alçak gönüllülük ve boyun eğme yoktur. Onlar kalplerini namaz­da Allah'ın huzurunda olmanm bilincine vardırmazlar!

Salih amelin ikinci desteği ise zekattır. Namaz öncelikle ferdi güçlendi­rip doğru yola sevkeder. İkinci olarak topluma yön verip düzene sokar. Ze­kat ise toplumu düzeltip vicdanları berraklaştırır. İnsanlar arasındaki kar­deşlik bağlarını kuvvetlendirir. Milleti bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetler. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'in birçok yerlerinde namaz ile zekat bir arada anılmıştır.

Peygambere itaat edin ki merhamet olımasınız. Bu cümlede özet olarak peygamber efendimizin getirmiş olduğu bütün ilahi emirlere riayet olunması emrediliyor. Siz bu emirlere itaat edersiniz, Allah'ın merhametine nail olur­sunuz. İşte bu da salih amellerin üçüncü desteğidir. "İnkar edenlerin yeryü­zünde (Allah'ı) aciz bırakacaklarını, (Allah 'in azabına engel olacaklarını) san­ma". Bu ayet-İ kerimede mü'minlerin korkulan dağıtılıyor. Kalpleri sükune­te erdiriliyor ki Allah'ın —ne kadar çok ve güçlü olsalar da— düşmanlarının karşısında ürküntüye kapılmasınlar. Çünkü Cenab-ı Allah onlarla beraber ve onların yardimcısıdır. Allah güçlüdür, kuvvetlidir. Ne kadar çok ve güçlü olsalar da, kafirlerin azaptan kaçarak Allah'ı aciz bırakacaklarını zannetmeyin. Bilakis onlar dünyada Allah'ın pençesindedirler. Ahirette ise dönüş yer­leri cehennem ateşidir. Cehennem ne kötü bîr dönüş yeridir.

özetle mü'minlerin devleti, izzet ve saltanatları; Allah'a İnanma, iyi îş-ler yapma, ortak koşmaksızın Allah'a ihlasla kulluk etme, bunun yanı sıra namaz kılıp zekat verme, getirmiş olduğu bütün hükümlerde ResuluIIaha itaat etmek şartına bağlanmıştır. Bu-şartlann tümünü veya bir kısmım ihlai ederlerse kendilerine zayıflık, acizlik ve gevşeklik belası İsabet eder. Hem ken­dilerinin hem de din düşmanlarının hegemonyası altma girerler. [69]

 

Avnı Evde Yaşayan Kimselerin Uymaları Gereken Kurallar

 

58- Ey inananlar! Elleriniz altında olan köle ve cariyeler ve sizden he­nüz erginliğe ermemiş olanlar, sabah namazından Önce, öğle sıcağında so­yunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza gireceklerinde üç defa İzin istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dı­şında bİrbirinîz yanma girip çıkmakta size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size ayetlerini böylece açklar. Allah bilendir, Hakim'dir.

59- Çocuklarınız erginlik, çağma gelince, büyüklerinin izin istediği gi­bi, onlar da her defasında izin İstesinler. Allah size ayetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, Hakim'dir.

60- Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş kadınlara, süsleri­ni açığa vurmamak şartiyle dış esvaplarını çıkarmaktan ötürü sorumluluk yoktur; ama sakınmaları kendileri için daha iyi olur. Allah işitir ve bilir. [70]

 

Bazı Kelimeler:

 

Öğlen vakti.Yani bulûğ çağına ermemiş ya­da onbeş yaşına girmemiş olanlar. Etrafınızda dolaşanlar. Yaşlı ve zayıf olduklarından dolayı oturan kadınlar. Teberrüc: Ortaya çıkıp açılmak. [71]

 

Açıklama:

 

Bu ayet-i kerime, büyük bir ailenin aynı evde yaşayan kardeş, evlat hiz­metçi, köle gibi fertlerinin uymaları gereken özel bazı davranış biçimlerin­den bahsetmektedir. Bu bireylerden biri,diğerinin odasına girmek için önce­ki ayetlerde belirtilen izin isteme kuralına uymalıdır. Çünkü bunların herbi-rinin kendine Özgü bazı özel halleri vardır ki, bu hallerine, —kendi oğlu olsa bile— başka bir insanın vakıf olmasını istemez. İşte ilahi ve islami bir düstûr olan Kur'an-i Kerim bu konuda bizleri kendi başımıza bırakmamış, aksine, bizleri bu sıkıntıdan da kurtararak şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! Eli­nizin altında bulunan kölelerinizle cariyeleriniz ve sizin buluğa ermemiş ço­cuklarınız sizden, yanınıza girmek için üç defa izin istesinler. Çocuğun mü­kellef olmaması, velisinin kendisinden istediği bazı adap ve hukuku ona alış­tırmasına engel teşkil etmemektedir.

Biliyorsunuz ki Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde "Çocukları­nıza yedi yaşında (namaz kılmalarını) emredin. On yaşma vardıklarında (şa­yet namaz kılmıyorlarsa) onlara vurun" söylediğini hepiniz bitiyorsunuz.

İzin istenilmesi gereken üç vakit ise şunlardır: Sabah namazından önce, uyk-udan uyanılıp yataktan çıkıldığında yatak elbisesinin çıkarılıp diğer gün­lük elbisesinin giyildiği esnada. Bu durumda yataktan çıkıp elbise değiştiren kimsenin başkaları tarafından görülmemesi gerekir. İkinci vakit ise yatsı na­mazından sonra günlük işlerin ve ibadetlerin tamamlanıp günlük faaliyetlerin sona erdiği ve kişinin ailesi ile sohbet etmek üzere evine döndüğü ve yat­maya hazırlandığı vakittir. Bu durumdaki kişi belki ev işine mahsus bir giysi (örneğin pijama) giyebilir. Böyle bir halde her ne olursa olsun beklenmedik bîr anda başkasıyla karşılaşmak kadar onu üzen bir şey olmaz. Karşılaştığı kimse akıllı olduktan, sonra küçük olsa bile yine de bundan hoşlanmaz. Ayet-i kerimede sabah namazı ile yatsı namazı arasındaki vakte değinilmemiştir. Çün­kü bu arada kişinin eve gelip İçeriye girmesi pek nadirdir. Yatsı namazından sonra erken yatmanın ve sabah namazından önce de erken kalkmanın müs-tehab olduğunu ayet-i kerimenin işaretinden anlamak mümkündür. Bu genel .sağlığın intizamı için, kişiye çok yardımcı olan bir davranıştır.

Üçüncü vakit: Öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakittir. Bu vakit sabah namazı ile yatsı namazı gibi, sınırlan belirtilmiş bir vakit değildir. Çünkü öğle namazından sonra kaylûle dediğimiz uykuya bazı kimseler erken dalar bazı­sı ise geç dalarlar. Bu nedenle ayet-i kerimede "Öğleden sonra elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit..." ifadesi kullanılmıştır. Bunlar, sizin üstünüzün açılabileceği Üç vakittir. Ayet-i kerimede, teşrîîn hikmetinin açıklanması için bu ifadeler kullanılmıştır. Avret kelimesi, her insanın başkaları tarafından gö­rülmesini (farkedilmesi) istemediği şey manasına gelir. Bu üç vakit dışındaki zamanlara gelince,bunlarda sizin için sıkıntı ve sorumluluk yoktur. İnsan kendi evinde özet odasında bulunmadığı takdirde,hizmetçileri ve çocukları tarafın­dan izin istenİlmeksizin görülmekten kızmaz ve öfkelenmez. Kaldı ki evdeki fertler, örneğin hizmetçilerle köleler ve çocuklar,etrafınızda ve de biribiri ar­kasına gelerek dolaşmaktadırlar. Şayet her defasında yanınıza geldiklerinde sizden izin isteyecek olurlarsa onlar için çok zor ve zahmetli bir iş olur.

İşte böylece Cenab-ı Allah,eksiksiz ayetlerini size açıklıyor. Allah yarat­tıklarının durumunu bilendir. İşlerini yerli yerince yapandır. Hükmünde hikmet sahibidir. Çocuklarınız bulûğ çağma vardıklarında, kendilerinden öncekile­rin istedikleri gibi, kendileri de yanınıza girerken sizden izin istesinler. "Ken­di evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyin'[72]. Bu ayet-İ kerimenin, çocuğun her ne kadar büyüyüp genç yaşa gelmesi ve geçliğinin baharını yaşaması çağında olsa bile karşıt cinsleriyle bir arada yaşa­masının normal olduğunu iddia eden ve muhafazakarlık- kurallarına riayet etmeyen bazı aileler ve evler için bir ilaçtır. Bu ayet-i kerime İslama aykırı olan yukarda belirtilen geleneği yasaklanmaktadır. Evlerde yaşlılık ve zaafi-yetlerİnden dolayı oturan ve çoğunlukla durumları bundan ibaret olan,ihti­yarlıklarından ötürü kendilerine tamah edilmeyen kadınların avret mahallini göstermeyecek şekilde peçelerini ve feracele'rini çıkarmaları,iç çamaşırlarının üzerindeki giysilerini indirmeleri normal karşılanmaktadır. Ancak bu durumda da süs yerlerini erkeklere göstermemeleri şart koşulmuştur. Bu ayet-i kerimenin manası, erkekleri fitneye düşürmesinden korkulan kadınlarla, erkekleri fit­neye düşürmesinden korkulmayan kadınlar arasında kesin bir ayrım yapmak­tadır, ikincisi, açılıp saçilmaksızın ve ziynetlerini göstermeksizin, kadınların avret mahallerini göstermeyecek şekilde giysilerinin bir kısmını indirmelerinde bir sakınca yoktur. Bununla beraber korunup iffetlerini muhafaza etmeleri ihtiyat tedbiri olarak örtünmeleri, onlar için daha hayırlı ve daha mükem­meldir. Cenab-ı Allah'tan, bizleri kitabına ve direktiflerine uygun davranmakta başarılı kılmasını ve bizleri hatalarla günahlardan korumasını diliyoruz. [73]

 

İslâmi Edepler

 

61- Kor için bir sorumluluk yoktur. Topal İçin bir sorumluluk yoktur. Hastaya da bir sorumluluk yoktur. Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kar-deşlerizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarlan elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yeme­nizde de bk sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize Allah katından bere­ket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin. Allah size ayetleri düşünesinîz diye böylece açıklar. [74]

 

Bazı Kelimeler:

 

Güçlük ve sıkıntı manasına gelir. Şeriat lisanında ise suç ve gü­nah manasını ifade eder. Dağınık vaziyette. Çok hayırlı. [75]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, merhamet edenlerin en merha­metlisi olan Rabbimiz, bizleri mubah sayılan inanç ve ibadetler kategorisine girmeyen genel hususlar da bile kör yürüyüşü gibi yürümeye terketmemiş, ak­sine yolumuzu çizmek ve bizleri yeme içme hususunda başkalarına karşı, İsla-mın yüce edepleri ile davranma konusunda eğitmek istemiştir. Kendilerine tutkunlukları dolayısıyla yahut hastalıklı kimsenin her şeyden yararlanması­nı arzuladıklarından dolayı bazı kimseler körle, topalla, hasta kimseyle be­raber yemekten kaçınırlar. Kur'an-ı Kerim nazil oldu, bu konudaki sıkıntı,, güçlük ve günahları reddetti, ortadan kaldırdı. Mana olarak ta şöyle buyur­du: Sağlıklı kimselerle birlikte yemek yemeleri konusunda köre, topala ve hasta kimseye güçlük ve sorumluluk yoktur. Onların aynı masada yemek yemeleri­nin bir sakıncası yoktur. Çünkü ey mutaassıp kimseler! İş, sizin zannettiği­nizden daha da geniştir. Cenab-ı Allah yeme içme gibi meselelerin, müslüman kişi tarafından o kadar önemsenilmemesi gereken basit işlerden olduğunu biz­lere öğretmiş ve bu hususta bizi eğitmiştir. Çünkü bizler yaşamak için yeriz ve bedenimizin ayakta tutmak için gıda alırız. Yoksa biz hayvanlar ve kafir­ler gibi yemek için dünyada yaşamıyoruz. [76]

 

Özet:

 

Bu saydığımız kimselerin kendilerinden başka sağlıklı kimselerle yemek yemeleri halinde bir sorumlulukları ve günahları yoktur. Aynı şekilde bir ma­sada onlarla birlikte yemek yiyen kimselerinde sorumlulukları yoktur. Sahipleri tarafından evde hiç kimse yokken bile yemek yiyebileceklerine izin verilmiş olması halinde bu gibi kimselerin başkalarının evinde yemek yemelerin de bir günahı ve sorumluluk yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki: "Size de kendi evlerinizden, yahut babalarınızın evlerinden, yahut annelerinizin evlerinden... yemenizde bir güçlük yoktur".

Bu ayet-i kerimede insanlara geniş ruhsatlar ve kolaylıklar tanınmıştır.Ayrıca burada fertler arasındaki sevgi ve akrabalık bağlarının gerekleri de açık­lanmıştır. Sahibinin kendisinden habersiz olarak yemek yediğimiz takdirde İncinmeyeceğini, nefsinin bundan dolayı cimrilik yapmayacağını, aksine se­vineceğini ve memnun olacağını bildiğimiz takdirde ayet-İ kerime, izin alma­dan başkalarına ait onbir yerden yemek yiyebileceğimizi hükme bağlamış ve bu hususta bize serbestiyet tanımıştır. Ama yemeğini kendisi yokken yediği­miz takdirde yakınımızın incineceğini biliyorsak onun yemeğini yemekten sa­kınmalıyız. Ve kendimizi tutmalıyız. Ayet-i kerimede kendilerinden bahsedi­len onbir kişi şunlardır.

1- Kendi evlerimiz. Ayet-i kerimede bununia gaiiba oğullarımızın evleri kastedilmiştir. Çünkü baba ile oğul arasındaki güçlü bağlar, oğulun evinin babaya ait olmasını gerekli kılmaktadır.

2- Babalarınızın evleri.

3- Anaiarmızın evleri.

4- Kardeşlerinizin evleri.

5- Kizkardeşlerinizin evieri. .

6- Amcalarınızın evleri.

7- Halalarınızın evieri.

8- Dayılarınızın evleri.

9- Teyzelerinizin evleri.

10- Anahtarına sahip olduğunuz evler. Örneğin mal sahibinin vekili ol­duğunuz evler.

11- Dostlarınızın evleri. Bu da sahibi yokken evinden yemek yediğiniz dostunuzun bu yeyişinizden dolayı sevinip memnun olacağını bildiğiniz tak­dirde mümkün olur. Zaten islam kardeşliğinin dostluk ve sadakatin bağları da bunu gerekli kılar. Ama dostunuz olan ev sahibinin kendisi yokken yeme­ğini yemenizden hoşlanmayacağını biliyorsanız yemeniz haram olur. Zira Pey­gamber (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Gö­nül rızası olmadıkça bir müslümanın malı helal olmaz". Gerçekler de bunu destekliyor. Çünkü sahibi yokken eve girip yemek yemek, icabında ev sahibi­nin hoşuna giden, hatta aradaki bazı kırgınlıkları gideren bir davranış olur. Şu veya bu durumda toplu veya dağınık olarak yemek yemenizin herhangi bir sakıncası yokiıiı. Yukarda geçen dost ve akrabalarınızın evlerine girdiği­nizde orada bulunanlara islam selamıyla selam verin. Bu Kur'an'ın edebidir. Girmenize müsade edilen babanızın veya kardeşinizin veya dostunuzun evine girdiğiniz takdirde izin almadan sağa sola hücum edip girmeyin. Bilakis ora­da bulununlara Allah tarafından gönderilen hayırlı, bereketli bir islam sela­mıyla seîam verin. İşte Kur'an-ı Kerim'ın adeti uyarınca Cenab-ı Allah ayetlerini bu parlak açıklama ve bu yüksek edep ve bu sağlıklı yönlendirme ile sizlere açıklıyor. Kalplerinizi hikmetle, nefislerinizi rahmetle, hayatlarınızı in­tizamla dolduruyor. Bütün bunları düşünesiniz, Kur'an'a bağlılığınız artsın.

Kur'an'a sarılmanız artsın, bütün bunlardan ötürü de şükrünüz çoğalsın di­ye yapıyor. Allah, kitabında söylenenlerin anlamını en iyi bilendir. [77]

 

Peygamberin Çevresindeki Cemaatın Edepleri

 

62- Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan mü'minler, Peygamber­le beraber bir işe karar vermek İçin toplandıklarında, ondan izin almaksızın gitmezler. Ey Muhammedi Senden İzin isteyenler, işte onlar, Allah'a ve Pey­gamberine inananlardır. Bazı işİeri için senden izin isterlerse, içlerinden dile­diğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile. Allah şüphesiz ba­ğışlar, merhamet eder,

63- Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.

64- Dikkat edin; göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. O, içinde bulunduğunuz durumu da, kendisine döndürüleceğiniz günü de gerçekten bilir.Onlara işlediklerini haber verir. Allah herşeyi bilir. [78]

 

Bazı Kelimeler:

 

Toplanıp danışmayı gerekli kılan önemli iş. Top­lanmak üzere peygamberin çağrısı.Gizlice sıvışıp giderler. Birbirlerinin arkasına gizlenerek. [79]

 

Açıklama:

 

İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerini, özellikle aile ve ev içi bireyleri­nin birbirleriyle olan ilgisini konu edinen önemli bir sûrenin sona erdİrilişi ancak bu kadar güzel cümlelerle olabilirdi. İşte şimdi de bu sûrenin sonun­daki ayet-i kerimeler, peygamber efendimizle birlikte nasıl oturulacağını ve önemli işlerin onun huzurunda nasıl görüşüleceğini açıklamaktadırlar.

Allah'a ve Resulüne inanan mü'minler, önemli bir konuyu peygamber efendimizle toplantı yaparak görüşen kimseler, onun huzurunda toplanıp gö­rüş alışverişi yaptıkları zaman ondan izin almadan kalkıp gitmezler. Çünkü bu durumda toplantıyı terkedip gitmek; önemli bir topluluğu görmekten kendini mahrum etmesi dolayısıyla kişiye zarar verir. Ayrıca toplantıdaki fertlerin sayısını azalttığından ve onları zayıf durumda bıraktığından dolayı o topluma da zarar vermiş olur. Bunun yamsıra peygamberimize de çok ağrına giden bir davranışta bulunmuş olur. Zira Peygamber efendi­miz kendi kavminin doğru yola iletilmesi için, içten İçe yanıp tutuşmaktadır. Onları, düzenlediği toplantılara çağırarak kendi feyzinden yararlandırmayı ummaktadır. Düzenlediği toplantılarda, hem dinleri hem dünyaları için bü­yük yararlar vardır.

Ayet-i kerime kendisinde üç özelik bulunan kimselerin ancak mü'min olacaklarını belirtmektedir;

1- Allah'a iman etmek.

2- Allah'ın peygamberine iman etmek.

3- Peygamber (s.a.v.) efendimizin önemli bir iş için düzenlediği toplan­tılara katılmak ve bu toplantılardan kalkıp gidebilmek için peygamberden izin istemiş olmak.

Bu ayet-i kerimelerde ve ileri sürülen bu şartlarda Mü'min kimselerin peygamber efendimize karşı nasıl davranmaları gerektiğini açıklanmaktadır. Ayrıca bu hüküm, toplumdaki fertler ve onların genel veya Özel statüdeki yö­neticileri hakkında da uygulanır.

Toplantıda peygamberden izin almadan kalkıp gidenler, münafıkların ta kendileridirler. Onlar hiçbir hususta mü'min sayılmazlar. Bu ifadeler, anılan ayet-i kerimelerin nüzul sebebine de uygun düşmektedir.

Rivayete göre bu ayet-i kerimeler, Peygamber efendimizin hutbe irâd et­mesi esnasında, O'nun, münafıkların hallerini açıklaması halinde sıkıntı ve elem duyacakları için hutbeyi terkedip giden münafık bir kavim hakkında nazil olmuştur.

Ey Muhammed! Senden izin isteyen kimseler, Allah'a ve Resulüne İnanan kimselerin ta kendileridirler. Bazı işleri için senden izin İstedikleri takdirde sen onlardan dilediklerine izin ver. Ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Bu İfadeler, bizleri şöyle demeye yöneltiyor: İzin istemek, önemli İşler için ol­malıdır. Yoksa her basit nedenden dolayı izin istemek doğru değildir. Ayrıca izin vermek, toplantıyı yöneten kimsenin yetkisine bırakılmıştır. Dilerse izin verir. Düemezse vermez. O kendi aklının ve maslahatın uygun gördüğü du­rumlarda, ayrılmak isteyen kimselere İzin verebilir. Aslında önemli olsa bile bazı işlerimiz için toplantıyı terkedip ayrılmamak daha güzel olur. Çünkü ya­pılan toplantı, toplumu ilgilendiren önemli bir iş hakkındadır. Cenab-i Al­lah'ın peygamber efendimize hitaben "Onlar için bağışlama dile" buyruğu, sebebi her ne olursa olsun toplantıdan ayrılmak için izin istemenin, Allah'­tan bağışlama dileğinde bulunmayı gerektiren bir davranış olduğunu ifade etmektedir.

Ey insanlar! Peygamberin çağrısını, biribirinize yaptığınız çağrılara ben­zetmeyin. Zira Peygamber efendimiz sizleri, dininiz veya dünyanızla ilgili bir hususta görüşmek üzere çağırmaktadır. Şu halde O'nun bu çağrısının çok önemli bir iş hakkında olduğunu ve toplantının da genel çıkarlar amacıyla düzenlenmiş olduğunu düşünmeniz gerekir. Kendinizi bu genel çıkarlardan mahrum bırakmamanız gerekir. O'nun çağrısına da bütün kalbinizle uyma­nız lazım gelir. O'nun çağrısını, önemsiz bazı işlerde birbirinize yaptığınız çağrılara benzetmeyin.

"Birbirinizin çağrısı" sözünden kasıt, yetki ve hakimiyeti olmayan kimse­lerin çağrılarıdır. Bİr kimsenin yönetimde yetki ve hakimiyeti olunca onun sizleri çağırmaya hakkı olur. Ve bilin ki Cenab-ı Allah, aranızdan sıvışıp gi­denleri ve gizlice kalkıp gidenleri, izin almadan toplantıyı terk edenleri bil­mektedir. Ve bu davranışınızdan dolayı da sizleri cezalandıracaktır. Noksan­lıklardan münezzeh yüce Allah'ın emrine her ne hususta olursa olsun karşı çıkan kimseler, dinleri veya dünyaları konusunda kendilerine bir belanın,ya da elem verici bir azabın isabet etmesinden korksunlar.

Bu şiddetli bir tehdit olup müslümanlara böyle bir tehdidin vuku bul­masından korkarız. Zira başımıza gelen bu kadar musibet ve belaların, bir­çok hususlarda Kur'an'ın emirlerine muhalefet etmemizden kaynaklandığını bilmekteyiz. Bu emir ve tekliflerin hepsine karşı uyanık olmalıyız. Bunları dikkatle değerlendirmeli ve gereğince davranmalıyız. Çünkü bu emir ve teklifler gökleri ve göklerdeki şeyleri, yerleri ve yerlerdeki şeyleri mülkiyetinde tutan Allah'tan gelmektedirler. Ve Allah sizin gizli ve aşikar, yapmakta oldu­ğunuz işleri bilir. Kıyamet gününde insanlar huzuruna vardıklarında, dünya­da yapmış oldukları İşleri onlara haber verir.Ve o yaptıkları işlerden dolayı da kendilerine ceza verir. Allah, herşeyi bilendir. [80]



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/225.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/225.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/225-226.

[4] Zarayat: 55.

 Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/226.

[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/226-227.

[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/227.

[7] Furkan: 68-69.

[8] Nûr: 3.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/227-228.

[10] Nûr: 32.

[11] Bakara: 221.

[12] Nûr: 26.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/228-232.

[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/232.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/232.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/232.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/232-233.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/233.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/234.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/234-236

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/236.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/237-239.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/239.

[24] Yusuf: 18.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/239-241.

[26] Bakara: 268.

[27] Mü’min: 19.

[28] Şûra: 25.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/241-247.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/247-248.

[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/248.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/248-250.

[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/250.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/250.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/251.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/251-253.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/253-254.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/254.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/254.

[40] Hanefi mezhebine göre; efendi iie cariye veya karı-kocanın biribirlerinin Icıiiisii! organlarına bak­maları haram değildir. Fakat bakmamaları daha uygundur. İbn Ömer'e göre İse, bakmakta bir sakınca yoktur.

(Hidaye: 4/85). Danışman.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/254-257.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/257-258.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/258.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/258-259.

[45] Tevbe: 60.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/259-262.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/263.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/263.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/263-265.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/266.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/266.

[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/266-267.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/267.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/268.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/268.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/269.

[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/269.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/270-271.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/271-272.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/272.

[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/272.

[62] Raad: 4.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/273-276.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/276-277.

[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/277.

[66] Gâşiye: 21-26.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/277-278.

[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/278-279.

[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/279.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/279-281.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/281-282.

[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/282.

[72] Nûr: 27.

[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/282-284.

[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/284-285.

[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/285.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/285.

[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/285-287.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/287-288.

[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/288.

[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/288-290.