Zina İftirası Ve Bu İftiranın Cezası
Erkeğin Kendi Karısına Zina İsnadında Bulması
Bir Eve Girerken İzin İstemek Ve Kuralları
Allah Göklerin Ve Yerin Nurudur
Kutlu Ve Yüce Allah'ın Nurundan Yararlananlar
Hak'kın Nurundan Mahrum Olanlar
Kainatın Allah'a Teslim Olması
Ortadaki Delillere Rağmen Sapıklık
Allah'ın Emrine Uyan Mü'minler
Avnı Evde Yaşayan Kimselerin Uymaları Gereken Kurallar
Peygamberin Çevresindeki Cemaatın Edepleri
Bütün tefsircİlere göre bu Medeni
bîr sûredir. 64 ayettir. İçinde nûr şuaları vardır. Bu sûrede, ırzları ve
soyları koruma altına alan genel islamî adap anlatılmakta ve bu adabın da,
insanları karanlıklardan kurtaran, aydınlığa kavuşturan Allah'ın nûr'u olduğu
açıklanmaktadır. [1]
Rahman ve rahîm olan
Allah'ın adıyla.
1- Bu, indirip, hükümlerini kesinleştirdiğimiz sûredir.
Öğüt'alasınız diye onda apaçık ayetler İndirdik. [2]
Kur'an-ı Kerİm'in,
tevkifi olarak bilinen, başlangıç ve sonu olan bir bölümü. İçindekileri kuşatan
sûr misali. İçinde bir takım ayetleri bulundurduğu için de bu ismi almış
olabilir. Yahut menzile ve mertebe anlamını taşıdığından dolayı da bu ismi
almış olabilir. Şüphesiz ki sûreyi okuyup anlayan ve gereğince davranan kimse
Allah katında yüksek bir makam ve mertebe sahibi olur.Ey Muhammcd biz bu sûreyi
sana vahyettik. Burada İnzal kelimesinin kullanılmış olması Kur'an-i Kerim'in
yüksek bir yerden yani Aliah katından indirilmiş olduğunu insana hissettirmek
içindir. Biz onu kesin ve müessir bir şekilde emrettik.Ayet kelimesinin
çoğuludur ki bu da alamet ve işaret manasına gelir. Aynı zamanda bu kelime
Kur'an'm cümlelerinden her birine isim olarak ta verilir. Çünkü bunlar
Peygamber (s.a.v.) efendimizin alametleridirler. [3]
Cenab-i Allah bu
kıymetli sûreyi, her sûrede tahakkuk eden bir şey ile açmıştır. Kur'an-i
Kerim'deki bütün sûrelerini Cenab-ı Allah, peygamberine indirmiş ve gereğince
davranılmasım emretmiştir. Kullarının, indirilen bu sû-relerdeki ahkâm ile amel
etmelerini farz kılmıştır. Yine bu sûrelerde indirilen apaçık ayetleri ve
vazıh hüccetleri insanların kendilerine prensip edinmelerini buyurmuştur. Bu
sûrenin böyle hayret verici bir başlangıçla açılmasından amaç, müslümanların
buna dikkatle bakmalarını sağlamaktır. Ve içindeki hükümlerle öğütlere
dikkatle bakıp gereğince davranmalarıdır.
Hakikaten bu titizliği
ile bu sûre çok Önemli noktalara temas etmiştir. Ailevi meseleleri, ırz ve
namus meselelerini, ırz hakkında ileri geri konuşmayı ele almış, sonra Hz. Aişe
anamıza yapılan iftira olayını açıklamış, O'nda-ki kıymetli hikmetleri ve adabı
beyan buyurmuş, yüksek işaretlerde bulunmuştur. Bunun ardısıra başkalarının
namusuna yan gözle bakmamayı, eve girerken izin istemeyi ve buna benzer iffet
koruyucu davranışlarda bulunmayı emir buyurmuş. Genel olarak bu sûrede,
evlilik hayatının temel konulan ele alınmıştır. Ayrıca bu surede nûr ayeti de
vardır. "Allah göklerin ve yerin nurudur" ve daha buna benzer birçok
ayetler vardır. Şüphesiz bu sûrede mufassal hükümler ve apaçık ayetler vardır.
Müslümanlar bunları hatırlar ve gereğince davranırsa nefsin kaydırmalarından
ve şeytanın yoluna düşüp heva ve nevasatm esiri olmaktan korunur. Bu sûredeki
ayetler insanlara Allah'ı hatırlatmaktadır. "Hatırlatmak mü'minlere fayda
verir"[4]
2- Zina eden kadın ve erkeğin herbirine yüter değnek
vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Allah'ın dini konusunda o
ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, İnananlardan bir topluluk da şahid
olsun.
3- Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bîr
kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden veya putperest olan
bir erkek evlenebilir. Bu mü'minlere yasak edilmiştir. [5]
"Celd"
kelimesi vurmak manasına gelir. Vurmaya celd adı verildi. Çünkü onda insanın
derisine kırbaç veya değnekle darbe vurulmaktadır. Şefkat ve kalp yufkalığı. [6]
Zina suçu, büyük
günahlardan biridir. Hatta Allah'a ortak koşma günahından sonra gelen en
şiddetli bir suçtur. Bunu, zina eden veya Allah'a ortak koşan kimseler
işlerler. Aslında bu suçu mü'min ve müslüman kimselerin işlememesi gerekir.
Bu, günahlar arasında çok büyük bir yer işgal eden bir suçtur. Çünkü bu sûrenin
baş kısımlarında buna dair hüküm verilmiştir. Bundan sonra da bu suçun cezası
ile ilgili hükümler açıklanacaktır. Şu halde bu suçtan korunmak gerekir. Bu
suçtan korunmak için yukardaki ceza,Cenab-ı Allah tarafından bir yasa olarak
belirlenmiştir.
Ey kardeşim! İnsanı
dünyada rüsvay eden zina haddine ve insanı bu kötü suçtan caydıran cezasına
dikkatle bak. Sonra Cenab-ı Allah'ın, zinakar erkek ve kadına haddi uygulayan
kimsenin, Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse olsa bile onlara
acımaması ve şefkat etmemesi gerektiğini bildirmesine İbretle bak! Bu suçlara
karşı katı davranmak mü'min olmanın gereklerindendir. Haddin uygulanışı
esnasında bir grup insanın onları seyretmesinin şart koşulması da imanın
gereklerinden birisidir. Ya sen ne dersin? Değil zina fiilini işlemekten, hatta
o suça yaklaşmaktan dahi İnsanın sakın-dırılması, diğer suçlarda olduğu gibi
Cenab-ı Allah'ın hikmetinin gereklerindendir. Yüce Allah zina suçunu şirk ve
adam öldürme suçları ile bir arada anmıştir: "Ve onlar ki Allah ile
beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı haksız yere
öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahı(nm cezasını) bulur.
Kıyamet günü onun için azap kat kat yapılır ve o (Azab)mı içinde hor ve hakir
olarak kalır"[7]. Sonra mücerret olarak zina
suçu üe başkasını itham etmeye tereddüt eden hükümlere bir bakıver. Zina suçu
sadece ikrarda bulunmakla ya da dört adil şahidin bulunmasıyla sabit olur. Size
okunan zinakar erkek ve kadının hükmüne gelince; zina eden, evli değil bekar
iseler.onlardan her birine yüz ve tenasül organına vurulmamak kaydıyla yüzer
değnek vurun. Bu zinanın dünyadaki cezasıdır. Ahiret-tekİ cezası ise daha
şiddetli ve daha kalıcıdır. Bu, evlenmemiş kimsenin zina etmesi halinde
verilecek cezadır. Ama daha önce şer'i bir evlilik geçirmiş olan kişi zina
ederse cezası taşlarla Recm edilmektir. Bazı kimseler demişler ki evlenmemiş
kimse zina ederse yüz değnekle cezalandırılır. Ayrıca bir yıl da sürgüne
gönderilir. Evlenmiş olan kimseye değnek cezası uygulanır. Sonra da taşlarla
recm edilir. Zina eden erkekle kadın sanki insanlık hududundan çıkıp hayvanlık
sınırına girmişlerdir. Onları dayak ve incitmeden başka hiçbir-şey suçtan
caydırmaz. Güzel Öğütler onları asla etkilemez. Şüphesiz zina cezası çok zor
ve büyük cezadır. Ama biz suçlulara bu cezayı uygularken onlara acımamakla ve
şefkatimizin etkisi altına girmemekle emrolunmuşuz. Cenab-ı Allah ayet-i
kerîmede diyor ki: Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız onlara zina haddini
uygularken şefkatinizin etkisine kapılmayın. Böyle demekle Cenab-ı Allah
bizleri, o suçlulara karşı alevlendirmekte, himmetlerimizi galeyana
getirmekte, azimlerimizi bilemektedir. Çünkü cezanın infazını ve onlara
açınmamasını, Allah'a ve ahiret gününe iman koşuluna bağlamıştır. Örneğin biz
bir kimseye sen erkeksen böyle yap, dediğimizde onun o işi yapmasını erkek olması
koşuluna bağlamaktayız.
Onların azaplarına
mü'minlerden bir grup şahit olsun. Bu da o suçluların bedenen acı
çektirilmelerinden sonra, ruhen de acı çektirilmeleri demektir. Yani onlar
cezanın infazı esnasında diğer insanlara teşhir edilmekte ve aşağılanmaktadırlar.
İnsanlardan bir grubun önünde dayağa yatırılırlar ki onlara ulaşacak rezillik,
rüsvaylık ve utanç doruk noktaya ulaşsın. Böylece bütün insanlar o suçluların
insanlıktan soyutlandıklarına ve insanlığın yüce anlamından tecrit
olunduklarına şahitlik yapmış olmaktadırlar.
Artık onlara
itibarları iade olunmaz. İnsanlara karşı iftihar etme iddiasında da
bulunamazlar. Bakınız Cenab-ı Allah'ın şu ayeti insanları şu çirkin zina
fiilinden nasıl nefret ettiriyor?, "Zina eden erkek, zina eden veya puta
tapan kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da, zina eden veya puta
tapan erkekten başkasıyla evlenmez. Bu (tür evlenme), mü'minlereharam kılınmıştır"[8]. Bu
ayet-i kerime, üzerinde iyi düşünülmesi, acele manalandırıl-maması gereken
Kur'an'm müşkil ayetlerinden biridir. [9]
Bu ayetin nüzul
sebebine ilişkin birçok rivayetler vardır. Ancak bunlardan makul olan iki
rivayet vardır:
1- Allah yolunda mallarını ve yurtlarını terkeden
Medineli muhacirler yoksulluğun ve İhtiyaçların baskısı altında ezilmişler,
artık dayanılmaz bir duruma gelmişlerdir. Medinede kendilerini pazarlayan
zengin ve varlıklı bazı fahişeleri gördüler. Keşke bunlarla evlenseydik te
Medinede yaşamak ve ikamet etmek için bunlar bize yardımcı ve destek
olsalardı. Yapacakları büyük küçük her işi Resulullah'tan izin alarak yapmayı
adet haline getiren bu muhacir sahabiler bu konuda da Resulullah'tan izin
istediler. Bu işten vazgeçmeleri için yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Ve
onlar da bu evliliğe yanaşmadılar.
2- Ebu Davut, Tİrmizi, Beyhakî gibi bir grub hadisçi
şöyle bir rivayette bulunurlar: "Mersed adındaki bir şahabı, esir taşımak
üzere gizlice Mekke'ye gitti. Orada Anak adında bir kadın gördü. Mersedin,
müslüman olmadan önce o kadınla ilişkisi vardı. Fahişe olan Anak, Mersed'in o
gece yanında yatmasını istedi. Şayet yanımda yatarsan İşlerini kolaylaştırır,
sana yardımcı olurum dedi. Mersed de ona şu karşılığı verdi: Ey Anak, Allah şu
zinayı yasakladı. Haram kıldı. Bunun üzerine kadın bir çığlık attı ve Mersed'in
orada bulunduğunu Kureyş'ç haber verdi. Fakat Mersed kendi zerafet ve mahareti
ile o sıkıntılı durumdan kurtulmayı becerdi. Esiri Medine'ye taşıdı. Sonra
Mersed, kendinden bahsederek şöyle diyor: ben Resulullah (s.a.v.)'e geldim
dedim ki: Ey Allah'ın Resulü Anak'ı nikahlıyayım mı? Peygamber efendimiz durdu
ve hiçbir cevap vermedi, nihayet yukarıdaki ayet-i kerîme nazil olunca bana
dedi ki: "Ey Mersed, zina eden erkek ancak zina eden bir kadınlara da
Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenebilir. Yine zina eden bir kadın, ancak
zina eden bir erkek ya da Allah'a ortak koşan bir erkekle evlenebilir. Bu tür
evlilikler mü'miniere haram kılındı. Sen o kadını nikahlama".
Ey aziz kardeşim! Bil
ki; burada herkes tarafından kabul edilen şer'i bazı gerçekler vardır. Şöyle
ki; zina etmiş dahi olsa müslüman bir erkek Allah'a ortak koşan bir kadınla
evlenemez. Aynı şekilde, müslüman bir kadın da zina etmemiş olsa dahi Allah'a
ortak koşan bir erkekle evlenemez. Zina etmiş müslüman bir erkeğin, iffetli
bir müslüman kadınla evlenmesi helaldir. Aynı şekilde zina etmiş müslüman bir
kadının da iffetli bir müslüman erkekle evlenmesi helaldir. Şu halde ayet-i
kerimeden anlaşılan manasının zahiri şudur: Zina eden erkeğin ancak zina eden
veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenmesi helal olur. Aynı şekilde zina
eden bir kadının da ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkekle
evlenmesi helal olur. Ayet-i kerimeden anlaşılan görünürdeki mana,
müsfünıanların anlayışlarına, Peygamber efendimizin ve O'nun sahabilerinin
gittikleri yola aykıdırıdır. Bu da, ayet-i kerimeden anlaşılan hükmün
neshedilmiş olduğunu bize isbatlamaktadır. Bazı alimler işte böyle demişlerdir.
Bu görüşü şöylece özetleyebiliriz! Yukardaki ayet-i kerime, zina eden
erkeklerle zina eden kadınların ancak birbirleriyle, ya da bunların,Aliah'm
ortak koşan kimselerle evlenebileceklerini açıklamak üzere nazil olmuştur.
Ancak bu ayet-i kerime, şu aşağıdaki ayet ile nesh olmuştur: "İçinizden
bekarları ve köle ve cariyelerinizden iyileri evlendirin"[10]. Zina
eden kadın, o çirkin suçu İşlemiş olmakla müslüman kadın ve cariyeler arasından
çıkmış sayılmaz. Müşrik erkeklerle kadınların, müslümanların zinakârlarıyla da
olsa evlenebileceklerine dair hüküm şu aşağıdaki ilahi buyrukla nesh olunmuştur:
"Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar inanıncaya kadar, evlenmeyin.
(Allah'a ortak koşan kadın), hoşunuza gitse dahi, inanan bir cariye, ortak
koşan (hür) bir kadından iyidir. Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar,
onlarla (kadınlarınızı) evlendirmeyin. (Allah'a ortak koşan hür bir erkek)
hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan bir adamdan iyidir[11].
Şu halde zina eden
kadınlarla iffetli erkeklerin, zina eden erkeklerle iffetli kadınların
evlenmeleri helal kılınmıştır. Zinâkar olsalar dahi müslümanların, müşriklerle
evlenmeleri haram kılınmıştır. Ancak bu nesih bütün alimler tarafından
ittifakla kabul edilen bir nesih değildir. Bu evliliği men edenler şöyle
demişler: "Bu ayet-i kerime, iffetli müslüman erkeğin zinakâr erkekle
evlenmekten nefret ettirilmesi ve kaçındın İması için nazil olmuştur. Evlilikleri
sonucunda birçok hayırlara erişseler bile bunlar birbirleriyle
evlenmeme-lidirler. Bu şekilde manalandırmak, ayet-i kerimenin nüzul sebebine
de uygun düşmektedir. Çünkü bu ayet-i kerîme; Mersed gibi, omuzlan ihtiyaç ve
yoksulluğun yükü altında ezilen, refah, servet ve mala kavuşmak umuduyla bazı
fahişe kadınlarla evlenmeleri için nefisleri tarafından kendilerine telkinde
bulunulan bazı zayıf kişilikli müslümanlan, kendi denkleri olmayan fahişe veya
müşrike kadınlarla evlenmekten nefret ettirmek ve kaçındırmak için nazil
olmuştur. Yoksulluk içinde kıvranmakta olan sahabiler, fahişe ve varlıklı
kadınlarla evlenme hususunda, Resulullah'tan izin isteyince, onları zina
çevresinden uzaklaştırmak için yukardaki ayet-i kerime nazil oldu. Çünkü zina,
insanı dinin hududu dışına çıkmaya sevkeder. Müslümanı o dereceye indirir ki,
artık zinanın ve dinsizliğin etkisi altında kalır. Çünkü kötü ve şeriata aykırı
şeyleri görmek, insandaki dinî gayreti ve islami asabiyyeti öldürür. Nitekim
dinsizlerle bir arada yaşayan ve onların arasına karışan birçok müslüman da bu
huy mevcuttur. Şüphesiz bu da mü'min kimseye yaraşmaz. Bu, zinakârlarm belirtilerindendir.
Onlar ki zinakâr kadınlarla, ya da onlardan daha kötü olan müşrike kadınlarla
evlenmeye yönelir ve meylederler. Ya da aynı şekilde zina eden kadın, zinakâr
erkekle, ya da ondan daha kötü ve şerli olan müşrik erkekle evlenmeye yönelir
ve meyleder.
Şu halde bu ayet-i
kerime müslümanlan bu gibi kimselerle evlenmekten nefret ettirmek ve dinine
tutkun olan mü'min kimsenin böylesi eğilimleri olan kimselerle evlenmesinin
uygun olmadığını açıklamak İçin nazil olmuştur. Bunu şu aşağıdaki ayet-i kerime
de teyid etmektedir. "Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü
kadınlara; iyi kadınlar, iyi erkeklere; iyi erkekler de iyi kadınlara
(meyleder)"[12]
"Bu tür
evlilikler mü'minlere haram kılındı". Evet kâmil mü'minlerin bu tür
evlilikleri yapması haram kılınmıştır. Sadık mü'minin,Allah katında övülen
müslümanm, murdar ve facİre bir zinakâr kadınla evlenerek fasıklar çevresinde
serkeşlik etmesi, evleneceği günahkâr ve zinakâr kadın dünyanın en varlıklı ve
en zengin kadınlarından olsa bile onunla evlenmesi sakıncalı ve haramdır. Bu
demek değildir ki, bu gibi evlilik akillerini yapmak haramdır ve sahih
değildir. Hayır öyle değil. Buradaki haramlıktan kastedilen mana şudur:
Müslüman kimsenin, bu gibi evlilik akitlerini yapması yaraşmaz ve uygun olmaz.
Çünkü o gerçek bir rnü'mindİr. Evlilik akdi yapacak ise şer'i hüküm açısından
sahih bir akid yapması gerekir. Zinakâr ve murdar kötü bir erkekle evlenecek
olan kadınlar İçin de bu hüküm söz konusudur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz ne
doğru buyurmuş: "Dindar olanı seç. Elin bereketlensin." Mü'min
erkeğin müşrike kadınla evlenmesi ve bunun tersine mü'mine kadının müşrik
erkekle evlenmesi mutlak surette haramdır. Bunun haramlığmı Kur'an-ı Kerim bize
Öğretiyor. Kur'an-ı Kerim ise herşeyden haberdar olan, herşeyi gören, bize
şefkat ve merhamet eden Allah katından inen bir kitaptır. Ahlâkî üstünlüklere
ve güzel bir gidişata aldırış etmeksizin sadece maddî esaslar üzerine kurulan
evlilik akidlerİnin sonuçsuz ve yararsız kaldığını zaman bizlere İspatlamıştır.
Şimdi de ayet-i kerimenin başında zinakâr kadının zinakâr erkekten önce anılmasının,
ayetin sonunda da zinakâr erkeğin zinakâr kadından önce anılmasının sırrını
kavrayama bakalım!
Buradaki sır şu olsa
gerek: Zina suçu çoğunlukla kadından kaynaklanır. Zina fiilinin işlenmesinde en
büyük pay kadınındır, çünkü.o açılıp saçılarak, süslenerek, boyanıp, kokular
sürünerek, vücudunun bütün kısımlarını ortaya koyan dar giysiler giyerek bir
nevî giyinik çıplak vaziyette sokağa çıkarak başkalarına meyledip,
başkalarının da kendilerine yönelmesini sağlamaktadırlar. Çeşitli hareketlerin
yanısıra davetkâr bakışlarla yürüyen, gençleri arkalarından koşturarak,
çarşıya, pazara, sokağa çıkmaktadırlar. Bütün bunlar şeytanın tuzaklarıdırlar.
Bu demek değildir ki,erkeklerin hiçbir suçlan ve günahları yoktur. Hayır
onların da zina suçunun işlenmesinde büyük payları vardır, ama kadının payı
bundan daha büyüktür. Bu nedenle ayet-i kerimenin başında zinakâr kadınlar,
zinakâr erkeklerden önce anılmışlardır. Ayet-i kerimenin sonunda ise nikâh
konusu yani evlilik akdi anlatılmakta olduğundan, bu işte kadın ikinci planda
kalmakta, birinci adımı erkek atmakta, ikincisini kadın atmaktadır. Şartlaf ne
olursa olsun bu akidde ilk sözü erkek söylemekte, dolayısıyla kadından önce
erkek anılmaktadır. Kitabındaki sırlan ve incelikleri en iyi bilen elbette ki
Cenab-ı Allah'dır. [13]
4- İffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört
şahid getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul
etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.
5- Ama bundan sonra, tevbe edip düzelenler bunun
dışındadır. Şüphesiz Allah bağışlar ve merhamet eder. [14]
Taş veya ok atmak'.
Ama burada bu kelime İle zina isnadında bulunmak ve zina iftirası
kastedilmiştir.İffetliler, namuslular. Şehid; yani tanık kelimesinin çoğuludur.
Burada tanığa şahit adı verildi. Çünkü o kesin ilim ve bilgiye dayanarak
güvenilir bir şekilde haber vermektedir. [15]
Bu ayet-i kerimelerde,
zina iftirasında bulunmanın hükmü anlatılmaktadır. Bu ayetler, zina isnadında
bulunan kimsenin büyük günaha girdiğini ve dolayısıyla seksen değneklik cezaya
çarptırılmasını, şahidlİğinin reddedilmesini, fasıkhkla damgalanmasını hükme
bağlamaktadır. Ya bu suçu işleyenlere ne dersiniz? Bu cezanın,hırsızlığa ve
adam öldürmeye değil de sadece zinaya Özgü kılınması bunu isbatlamıyor mu? [16]
İffetli ve namuslu
kadınları zina ile itham edip bu çirkin ve şenî suçla onlara iftirada bulunan,
namuslarını darbeleyen, ruhlarını inciten, başlarını öne eğdiren, sonra da bu
iddialarını doğrulayacak dört şahit getiremeyen kimseler, iftira ettikleri
İnsanların bu suçu ikrar etmemeleri halinde seksen değnekle cezalandırılırlar.
İşledikleri bu cürmün cezası olarak ta şahitlikleri asla kabul edilmez. Bunlar
Allah'ın ve islamin sınırları dışına çıkan günahkâr ve fasık kimselerdirler.
Ancak bu çirkin hatalarından sonra töbve edip Allah'a yönelen ve bozdukları
şeyi düzelten, yani iftira ettikleri kimselerin günahsız olduklarını ilan eden
kimseleri Allah bağışlar, onlara merhamet eder. Ancak burdan sonra bu gibi
kimselerin şahitlikleri kabul edilir mi, fasıklık damgası üzerlerinde
kaldırılır mı, yoksa şahitlikleri ebedİyyen mi kabul edilmez? Bu husus ta fıkıh
İmamlarının iki görüşü vardır. Bu iki görüşten her birini destekleyen senetler
mevcuttur.
İçten gelen sadık
tevbeye gelince, bu insanın, işlediği suçun günahını ve gürüşünün hatalı
olduğunu kalben, yakîni bir şekilde bilmesi, sonra da derin ve şiddetli bir
şekilde pişman olması, ardisıra günahı derhal terketmesi, aynı günaha tekrar
geri dönmeyeceğine katiyyetle karar vermesi, şartlar ne olursa olsun
günahlardan uzak duracağına kesin karar vermesi, bu gizli işlere kendisini
iten ortamdan ve çevreden uzaklaşması, kendini islâh etmesidir. İslah etmesi
derken hem kendini, düşüncesini, çevresini, içinde yaşadığı ortamı düzeltmesi,
haklan sahiplerine iade etmesi, zulmettiği kimselerden helallik di-lemesidir.
Ey kardeşim! İşte
temiz ve gerçek tövbenin şartları bunlardır. Kaldı ki tövbe, kalbî bir iştir.
Onu ancak Allah bilir. Sadece dille yapılan tevbelerden sakın. Çünkü onun
hiçbir faydası yoktur. [17]
6-7- Kanlarına zina isnad edip de kendilerinden başka
şahîdlcri olmayanların şahidliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah'ı
dört defa şahit tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah'ın
lanetinin kendisine olmasını ister.
8-9- Kocasının yalancılardan olduğuna Allah 'ı dört defa
şahid tutması, cezayı kadından savar. Beşincisinde, kocası doğrulardan ise
kendisinin Allah'ın gazabına uğramasını diler,
10- Allah 'ın size nimet ve rahmeti bulunmasa ve Allah
tevbeleri kabul eden ve Hakîm olmasaydı suçlunun hemen cezasını verirdi. [18]
Allah'ın rahmetinden
kovulmak. Gazap, öfke ile birlikte azabın inmesidir.
Def eder, savar. [19]
Burada birinci hüküm
zina ile İlgilidir. İkincisi; kocanın, karısının yabancılarla zina ettiğine
dair iddiada bulunması ile ilgilidir. Üçüncü; zevcesine zina iftirasında
bulunmasına dairdir. Buna fıkıh kitaplarında Lian adı verilir.
Karılarına zina suçunu
atanlar... Burada şöyle bir ifade kullanmak isteniyor: Ağzınızda telaffuz
etmenizden önce kelime sizin mülkünüzde ve hükmünüzde bulunmaktadır. Ama
ağzınızdan çıktıktan sonra bir ok gibi olur ki, artık onu geri getirmek mümkün
değildir. Bu söz, ayet-i kerimede zina iftirasını kadına "atma"
ifadesinin kullanilışmdaki sırrı anlamamıza yardım eder düşüncesindeyim. Yani
bir kimse bir kadına zina isnadında bulunursa ona elem ve zarar okunu fırlatmış
gibi olur. Karılarına zina isnadında bulunan ve bu iddialarını doğrulamak için
kendi şahıslarından başka şahitleri bulunmayan kimseler... Bu akla uyabilen
bir durumdur. Çünkü bir kişi kendi özci meskeninde hanımının yanma girer de
onun yanında çirkin ve uygunsuz bir vaziyette yabancı bir erkeği görürse ne
yapacaktır?!Çıkıp ta olayı tesbit etmek için şahitler mi getirecektir? Hayır,
bu hiç te düşünülmez! Susacak ve o kadının doğuracağı çocuğu kendi soyuna ve
mirasçısı çocukların arasına mı katacak? Hak etmediği halde onu da diğer
çocuklarının miras paylarına ortak mı kılacak?! Doğrusu bu çok tehlikeli bir
durumdur. Ama hikmet sahibi, herşeyİ yerli yerince yapan şeriat koyucu demiş
ki: Eğer onun bu uygunsuz vaziyette gördüğü karısı ile erkeğin yaptığı çirkin
işi, güneşi görürcesine, ayan beyan bir şekilde görüpte tanıklık edecekleri
şahitleri yoksa bu durumda o şahıs Allah adına dört defa tanıklıkta bulunsun
ve desin ki: Karım İsnad elliğim zina suçlamasında doğru söylediğime Allah'ı
şahit Hılanm. Bu sözünü dört defa tekrarlamalı ve beşinci de şöyle demelidir.
Eğer ben bu iddiamda yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime olsun.
Bir kimse karısına
zina isnadında bulunursa ve bunun aslı yoksa yukar-dakİ ayet-i kerimenin de
belirttiği gibi ona zina iftirasında bulunma haddini uygulamak gerekir. Bir
kimse karısına veya yabancı kadına zina isnadında bulunur ve bu isnadı
asılsızsa ona aynı cezayı uygulamak gerekir. Zina isnadında bulunan kimse,
hadden ancak dört şahit getirerek veya Handa bulunarak kurtulabilir. Yani dört
şehadette bulunarak karısına İsnad ettiği zina fiilinin gerçekten tahakkuk
ettiğini ifade eder. Bu ifadelerinin doğruluğuna Allah'ı şahit tutar.
Beşincide de ben yalan söylüyorsam Allah'ın laneti üzerime otsun, der.
Bu durumda karısı da
lianda bulunmazsa karısına had tatbik etmek gerekir. Ancak bu haddin
uygulanması hakimin karı kocayı yalandan ve yalanın tehlikelerinden
sakındırmasından sonra olur. Onlara dünyada had azabının uygulanacağını ve bu
azabın anketteki azaptan çok hafif olduğunu beyan eder. Şayet kadın, kocasının
yalan söylediğinde ısrarlı iddiada bulunursa kendisi de kocası ile mülâane
yapar ve kocasının yalan söylediğine dair dört defa şehadette bulunur ve bu
sözlerinin doğruluğuna da Allah'ı şahit tutar ve der ki: Falan oğu falan
kocamın bana isnad ettiği zina suçlamasında yalan söylediğini Allah'ı şahit
tutarak ifade ediyorum. Beşinci de ise şöyle der: Eğer kocam bana isnad ettiği
zina suçlamasında doğru söylüyorsa Allah'ın gazabı benim üzerime olsun.
"Kadının da dört defa Allah'a yemin edip kocasının, mutlaka yalan
söyleyenlerden olduğuna şahitlik etmesi, cezayı kendisinden kaldırır"
ayet-i kerimesinin manası da budur. Lian hükümlerinden biri de şudur: Koca
karısına lianda bulunduktan sonra karısı kendisine haram oiur. Bazıları bu
haramlığın ebedi olduğunu, diğer bazıları ise bâin talakla boşanan kadının
haramlığı gibi, muvakkat olduğunu söyiemişierdİT. Bu durumda koca, kendi
ifadelerini yalanlayarak karışma dönerse Opu nikahlaması caiz olur ve kendisine
iftiradan dolayı da had tatbik edilir.
Eymü'minler! Allah sizleri
kendi nefsi üzerine vacip kıldığı zâti sıfatından kaynaklanan rahmetinin bir
eseri olarak lütuf ve bol ihsanı ile örtüp ku-şatmasaydı ve o kullarının
tövbelerini kabul buyuran bir zat olmasaydı, kötülüklerini bağışlamasaydi o
zaman siz gücünüzün üstündeki işlerle yükümlü olurdunuz. Bu
yükümlülüklerinizin altından kalkamazdınız. Kelimelerle ifade edilemeyecek
sıkıntılara maruz kalırdınız. Gerçekten de - noksanlıklardan münezzeh yüce
Allah,meşru kıldığı lian sayesinde bizleri büyük buhranlardan ve krizlerden
kurtarmıştır. Evet bir erkek kendi yatağında hanımıyla çirkin fiiller
işlendiğini görürse ve o kötülüğü yapan adamı öldürür ya da bu çirkin fiilinden
dolayı ona eziyette bulunursa ne olacaktır? Öldürürse kendisi de öldürülecek.
Susarsa tahammül edilemeycek bir durum karşısında susmuş olacaktır. Konuşursa
kendi karışma zina isnadında bulunmuş sayılacağından dolayı üzerine had tatbik
edilecek. Müslümanlar arasında şahitliği reddedilecek. Bütün bunların sonucu
neye varacaktır? Rabbiniz bu Iiânı sizler için meşru kılmakla sizlere lütufta bulundu.
Kendinden bir rahmet olarak nimet bahşetmiş oldu. Kocanın bu durumu dört defa
şahitlikte bulunarak yani lian yaparak isbatlamasma müsaade buyurdu. Kadını
kendi başına terk edilerek kötü zanna maruz bırakmaktan korumuş oldu. Kadına da
bu hak tanındı ki aşırı derecedeki kıskançlık dolayısıyla kocası onu hiçbir
şeyden haberi olmadığı halde zina ile suçlamasın. Böylece kadın kurtuluş
kapısını buldu ve kendi ırzını, şerefini akrabalarının onurunu korudu, Lian
sayesinde çıkış yolunu buldu. Lian vesilesi ile, yalancı kişi hangisi olursa
olsun dünyada Allah'ın rahmeti ile örtülmüş oldu. Olabilir ki o kişi ileride
tevbe eder, tevbesi kabul buyurulur, dünya ve ahiret azabından da kurtulur.
Bundan daha adil, bun-" dan daha merhametli, bundan daha faziletli bir
hüküm düşünülebilir mi?! [20]
Yukardaki ayet-i
kerimenin nüzul sebebi ile ügili olarak şöyle bir rivayet varit olmuştur: Hilal
bin Ümeyye, Peygamber efendimizin yanma gelerek karısının Şerik bin Semhâ ile
zina ettiğini iddia etti. Peygamber efendimiz ona şöyle dedi: "Ya beyyine
getirirsin ya da sırtına had vurulur". Hilal dedi ki;* ey Allah'ın Resulü!
Bîr adam karısı.ile birlikte bir adamı yatakta bulursa o adam beyyine peşine mi
düşecek? Peygamber efendimiz yine ona şöyle dedi: "Ya beyyine getirirsin
ya da sırtına had vurulur." Hilal dedi ki: Seni hak ile gönderen Allah'a
yemin olsun ki ben doğru konuşuyorum. Ve benim sırtımı hadden koruyacak bir
ayeti Allah mutlaka indirecektir. Bunun üzerine yukarıdaki ayeti kerime nazil
oldu." Bazı kimseler, karısına zina isnadında bulunan kişinin Hilâl bin
Ümeyye değil de Uveymir bin Zeyd olduğunu söylemişlerdir. "Namuslu
kadınlara (zina suçu) atanlar" ayet-i kerimesi nazil olduğunda bu ayet-i
kerimenin zahiri anlamı hem zevceleri hem de başka kadınları kapsamına
aldığından dolayı Said bin Muaz dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Ben karımı
bir erkekle birlikte görürsem onu öylece bırakıpta gidip dört tane şahit mi
getireceğim? Hayır Allah'a andoîsun ki ben onu affetmeyip kılıcımla vuracağım.
Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle dedi. "Siz Sad'm kıskançlığına
şaşıyorsunuz? Ben ondan daha da kıskananıdır ve Allah da benden daha
kıskançtır." Sonra çok geçmeden Hilâl bin Ümeyye geldi ve karısının zina
ettiğini iddia etti. Bunun üzerine yukardaki ayeti kerime nazil oldu. [21]
11- Muhammed'in eşine o yalanı uyduranlar, içinizden bir
güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin için, hayırlı olmuştur. O
kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı ceza vardır; içlerinden
elebaşılık yapana ise büyük azâb vardır.
12- Onu işittiğiniz zaman, erkek kadın mü'mİnlerin,
kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır"
demeleri gerekmez miydi?
13- Dört şâhid getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar,
şâhİd getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır.
14- Allah'ın dünyâ ve âhirette size lütuf ve merhameti
olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan Ötürü büyük bir azaba uğrardınız.
15- Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri
ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında
önemi büyüktü.
16- O'nu işittiğinizde: "Bu konuda konuşmamız
yakışık almaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?
17- Eğer mü'min kişilcrdenseniz, Allah buna benzer bir
şeye bir daha dönmemenizi tavsiye eder.
18- Allah size âyetleri açıkça bildirir. Allah bilendir,
Hakîm'dir.
19- Mü'mİnler arasında hayâsızlığın yayılmasını arzu
edenlere, işte onlara, dünyâ ve âhirette can yakıcı azâb vardır. Allah bilir,
siz ise bilmezsiniz.
20- Allah 'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı,
Allah şefkatli ve merhametli olmasaydı hemen cezanızı verirdi.
21- Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın
ardına ta-kıhrsa, bilsin ki, o, hayâsızlığı ve fenalığı emreder. Allah 'm size
lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat
Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.
22- İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar,
yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin
etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz
mısınız? Allah bağışla-yan'dır, merhametli olandır. [22]
Doğrudan uzak, yalan.
Dört veya daha fazla kişiden oluşan topluluk, Onu zannetmeyin. Şer, zararı
faydasından çok olan şeydir. Hayır, yaran zararından çok olan şeydir. Bir
rivayete göre bu kelime "kubrehû" şeklinde okunur. Bu bir şeyin
büyüğü ve çoğu manasına gelir. İfaza: Bir şeyin içine dalmak yani Hz. Aişe'ye
yapılan iftira konusunda o kadar çok konuştular ki sanki bardağın suyunu
taşırdılar. Bir şeyi karşılamaya ve onu almaya hazırlanıyorsunuz. Kolay ve
sorumluluk getirmeyen şey. Uydurulan yalan, asılsız iftira Kötülük ve
fuhşiyyat, yani çirkin işler yayılır.
Fahişe; aşırı
derecede kötülük demektir. Şeytanın adımları, gittiği yollar ve insana verdiği
kuruntular.
Zenginlik ve servet
sahibi olmak.. Yemin etmesin. Günahı silsin ve affetsin. [23]
Resulullah (s.a.v.)
efendimiz bîr gazaya çıkacağı zaman hanımları arasında kur'a çekmeyi adet
haline getirmişti. Kur'a hangisine çıkarsa o hanımını yanına alırdı. Beni
Mustalik gazvesinde de (gazve Hicretin 6. senesinde meydana gelmiştir )Hz.
Aişe'yi beraberine almıştı. Gazve dönüşünde Medine yolunda iken
etrafındakilerle birlikte bir yerde konakladı. Sonra tekrar yola devam emrini
verdi. Hz. Aişe de def-i hacette bulunmak için ordunun biraz uzağına gitti.
Dönüşünde gerdanlığının kayıp olduğunun farkına vardı. Ama bulamadı. Abdest
yerine gelip gerdanlığı aramaya başladı. Tabii bu arada Peygamber efendimiz ve
etrafındaki kimseler yola çıkmışlardı. Adamlar gelip Hz. Aişe'nin hevdecini
(deve üstüne konulan ve içinde insan oturan sandık) alıp devenin üstüne
yüklediler. Hz. Aişe o zaman küçücük bir kız ve zarif bedenli olduğundan dolayı
Hevdec içinde olmadığını fark etmediler. Ve yollarına devam ettiler. Hz. Aişe
gerdanlığı arama işinden döndüğünde yerinde kimseler bulamadı. Hemen oracıkta
yatıp uyudu. O zaman ordu, arkasında kalan ve unutulan şeyleri alıp getirmek
üzere geride bir adamı artçı olarak görevlendirirdi. İşte bu artçı adam Safvan
bin Muattal Es-Sülemi idi. Hz. Aişe'nin yanına geldiğinde onu tanıdı. Safvan
devesini oraya çöktürdü. Hz. Aişe'yi uyandırdı. Hz. Aişe deveye bindi kendisi
de devenin yularını çekmeye başladı. O zaman hicap (örtünme) ayeti nazil
olduğundan dolayı Safvan, Hz. Ai-şe'nin yüzüne bakmadı. İkinci konak yerinde
Peygamber efendimize ve etrafındaki adamların yanma kavuştular. Orduda yer
alan Abdullah bin Ubeyt bin Selül adındaki münafıkların lideri, Hz. Aişe'yi
sorup araştırdı. Ve onun hakkında bazı iftiralarda bulundu. Mü'minlerin bir
kısmı da onun bu sözlerine aldandılar. Özellikle Hasan bin Sabit, Mıstah bin
Esase ve Hamne binti Cahş onun bu sözlerine inandılar. Oysa ki Safvan,
sahabilerin seçkin simalarından bir şahsiyet idi. Peygamber efendimizle
birlikte birçok gazalarda hazır bulunmuştur. Hz. Ömer zamanında hicretin 19.
senesinde Ermeniye Savaşında şehit düşmüştü. Ordunun sefer dönüşünde Hz. Aişe
Peygamberimizin evinde bir ay kadar hasta yattı. İftiracıların neler
konuştuğundan haberi yoktu.
Şimdi Hz. Aişe
kendinden bahsederek şöyle diyor: ResuluIJah (s.a.v.)efen-dimizin bana karşı
davranışlarında hiçbir kuşkuya kapılmadım. Ancak hastalandığım zaman bana
karşı gösterdiği lütfü artık göremez olmuştum. Yanıma girip selam veriyor ve
"Bu nasıl oldu?" diyordu. Sonra çekip gidiyordu. İyileştiğimde
hakkımda söylenen sözlerin farkına vardım. İkinci kez hastalandım. Bu
seferkisi, birincisinden daha şiddetli bir hastalıktı. Peygamber efendimiz
beni ziyarete geldiğinde kendisinden babamın evine gitmek için izin İstedim,
bana izin verdi. Annemin yanma gittim. Haberi-kesin şekilde ondan Öğrendim.
Annem bana dedi ki: By kızcağızım! Kendini harap etme. Kızım, bir erkeğin
yanında genç ve güzel bir kadın bulunur, o da kocasının sevgilisi olur, bu
kadını da kıskananlar olursa böyle dedikoduların olmamasına imkan var mıdır?
Bunun üzerine ben dedim ki; Ey Rabbim sen yücesin, Noksanlıklardan
münezzehsin, insanlar benim hakkımda böyle şeyler konuşuyorlar.
Hz. Aişe böyle
konuştuktan sonra kendisini hıçkırık nöbetleri tuttu. Geceleyin uyuyamaz oldu.
Gözlerinden hep yaşlar döküldü. Uykudan yoksun kaldı.
Bu haber Medine'de
yayılınca Peygamber Efendimiz Mescid'de minbere çıkıp insanlara şöyle hitab
etti: "Ey insanlar ailem hakkında bana eziyyeü ulaşan bir adamdan hakkımı
kim alır —Peygamber efendimiz bununla Abdullah bin Ubey bin Selul'u
kastediyordu— Allah'a andolsun ki ben ailem hakkında hayır ve İyilikten başka
bir şey bilmiyorum." Rivayet olunur ki Peygamber efendimiz Hz. Aişe'nin
yanına gidip ona şöyle dedi: "Ey Aişe senin hakkında bana şu ve şu sözler
ulaştı. Eğer sen günahsız isen Allah senin günahsız olduğunu yakında
bildirecektir. Eğer bir günah işlemiş isen Allah'tan bağışlanma dile ve tevbe
et!".
Hz. Aişe diyor ki:
"Peygamber efendimiz bu sözünü tamamlayınca o kadar şiddetle hüzünlenip
demlendim ki kanım kurur gibi oldu. Babama şöyle dedim: "Babacığım,
Resulullah'a benim adına cevap ver. Babam da, çocuğunun kendisini taşkınlık ve
küfre sevkedemeyeceğini,bİr mü'mine yaraşırca-sına ''Vallahi ne söyleyeceğimi
bilmiyorum" dedi. Anneme de aynı şeyi söyledim, O da bana aynı cevabı
verdi. Ben gizliyi ve gizlisinin de gizlisini bilen, adilce hüküm veren Allah'a
güvenen bir mü'mine kadına yaraşırcasma şöyle dedim: Vallahi hakkımda söylenen
sözleri işitmişsiniz. Bu sözler kalbinize o kadar yerleşmiş ki, suçsuz olduğumu
söylersem —ki Allah benim suçsuz ve günahsız olduğumu biliyor— siz yine beni
doğrulamazsmiz. Allah'ın, suçsuz ve günahsız olduğunu bildiği bîr hususta
günah işlediğimi itiraf edersem siz beni doğrularsınız. Vallahi ben şahsım ve
sizler için ancak Yusuf'un babası ve Salih kul olan Peygamber Yakub'un şu
sözünü örnek olarak söyleyebilirim. "Anık (benim yapacağım iş), güzelce
sabretmektir, (bu dediğinize (dayanmak için) ancak Allah'tan yardım
istenir!"[24] Ben böyle söyledikten
sonra yatağıma uzandım ve Allah'ın, suçsuz olduğumu bildireceğine kanaat
getirdim. Ama hakkımda okunacak bir vahiy indirileceğini zannetmiyordum."
İnsanlar, özellikle Hz. Aişe'nin anne-babasınin kalpleri ıstırap ve ürküntü
içinde iken, Hz. Aişe de kendine güvenini yitirmemiş bir durumda ve Rabbine
bel bağlamış bir halde, iken Resulullah'a vahiy inerek Hz. Aişe'nin uğradığı
iftira hususunda suçsuz ve günahsız olduğunu ilan etti. Peygamber efendimiz:
"Müjde! Allah'a yemin olsun ki ey Aişe, Allah, senin suçsuz olduğunu
bildirdi" dedi. "Annem de Peygamber efendimize karşı saygriçin ayağa
kalkmamı söyledi ise de ben: O'na karşı ayağa kalkmam ve ne O'na, ne de
saha-bilerine değil, sadece suçsuz olduğumu bildiren Allah'a hamdederim."
dedim. Bunun üzerine ayet-i kerimesinden başlayarak yukardaki on ayet-i kerime
nazil oldu.
Mistan, Ebu Bekir'in
yakım idi. Anası Ebu Bekir'in teyzesi idi. Fakirliğinden dolayı ona yardımda
bulunurdu. Hz. Aişe'ye yapılan iftira dolayısıyla artık.ona yardımda ve
infakta bulunmamaya yemin etti. Ve bu yemini dolayısıyla şu aşağıdaki ayet-i
kerime nazil oldu: "Sîzden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınında
bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (birşey) vermemeye yemin
etmesinler, affetsinler, geçsinler, Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez
misiniz? Allah bağışlayandır, esirgeyendir." [25]
O yalan haberi
getirip, gerçekten uzak iftirayı uyduranlar, sizin içinizde küçük bir
topluluktur. Bunlar, o yalanı uydurarak size karşı komplo kurdular. Halk
arasında uydurma şeyler yaydılar. Fakat müslümanların büyük çoğunluğu bu
yalana katılmadı. Kaldı ki bu yalancılar ve iftiracılar sizin aranizda ve sizin
içinizde bulunmaktadırlar. Bu iftirayı atanlar,içinizden bazı kimseler oldukları
için bu olayı pek Önemsemiyor ve nefisleriniz buna karşı gaie-yana gelmiyor.
Kişi, akrabalarından ve aile efradından iftira oklarına her za- j man hedef
olabilir.
Bu sözlerle Peygamber
(s.a.v.) efendimiz ve onun şerefli aile efradı teselli edilmektedirler.
Siz bu olayı kendiniz
için bir olumsuzluk olarak değerlendirmeyin. Bi-1 lakİs o sizin için
hayırlıdır. Hem de ne hayır!
Bu iftira Hz. Aişe
için hayırlı oldu. Çünkü Kur'an-ı Kerim onun suçsuz olduğunu duyurdu. İffetli
Meryem anamız gibi oldu. Onun suçsuzluğunu doğ-1 rulamak her Mü'minin imanından
bir parça haline geldi. Bu hususta kuşku- $ su olan kimseler kâfir olurlar. Bu
iftiranın Hz. Aişe hakkında hayırlı oldu-': ğunu açıkladıktan sonra, her
kişinin kazandığı günahın cezasına çarptırılaca- ! ğı beyan buyuruldu. Bu büyük
yalanı yöneten ve bu büyük saldırıyı idare eden ; Abdullah bin Ubeyt bin Selul
için Allah katında büyük bir azap vardır.
Bununla da mü'minlerin
gönülleri teskin ediliyor ve bunun onlar için . çok hayırlı olduğu, ayrıca
kendilerine eziyet eden kimselerden intikamlarının alınacağı açıklanıyor.
Bu ayet-i kerimelerde
müslümanlar kınanıyorlar, uyanlıyorlar ve eğitiliyorlar. Çünkü onlar bu çirkin
lafları duydukları zaman iddiaları sağlam kriterlere vurarak değerlendirmeli
idiler. Kalbi iman ile onarılan ve şenlendirilen kadın veya erkek bir mü'min
için, bu gibi şeyler imkansız olduğuna göre, Aişe anamız ve Safvan kardeşimiz
için imkansız olmaz mı?!
Olayları iman
terazisine ve ölçeğine vurduğumuzda bu sonuca varırız. Bununla Cenab-ı Allah'ın
şu kavli şerifinin sırrını anlamış oluyoruz: "Onu işittiğiniz zaman inanan
erkek ve kadınların, kendiliklerinden güzel zanda bulunup: "Bu apaçık bir
iftiradır" demeleri gerekmez miydi?".
Bu ayet-i kerimede,
mü'min kimselerin kalblerİndekİ İmanın yeri ve onun da sağlıklı bir ölçü olduğu
açıklanıyor. Ayrıca müslümanların tümünün eşit oldukları açıklanıyor. Onların
hüsnü zanla yetinmemeleri, bilakis: Bu, apaçık bir iftiradır demeleri gerekir.
Peygamber (s.a.v.) efendimizin hanımının zinakâr olması imkansızdır. Zina, en
büyük bir utançtır. Küfürden daha da hakir ve aşağılık bir fiildir. Bu
iftirayı, münafıklık, yalancılık ve iftiracılıkla meşhur olan kimseler ortaya
atmışlardır. Böyle bir şeyin meydana gelmesi nasıl düşünebilir? Onlar bu
iddialarını doğrulayacak şahitler getirmedikleri takdirde Allah ve insanlar
katında yalancıdırlar. Cenab-ı Allah dünyada size süre tanıyıp, sizleri doğru
yola iletmeseydi, ahi ret de de tövbenizi kabul buyurup, emirlere uymanız
karşılığında sizleri mükafatlandırmasaydı, yani Cenab-ı Allah dünya ve ahiretle
size lütufta bulunup merhamet etmeseydi,içine daldığınız bu iftira işinden
dolayı sizlere büyük bir azap dokunacaktı.
Asr-ı Saadetteki insanlar,
iftira sözlerine epeyi dalmış ve o hususta çok konuşmuşlardı. Bardağı taşıracak
vaziyete gelmişlerdi.
Yukardaki sözler
müslümanlara hitaben sarfedilen sözlerdir. Bunlar arasında İbn-i Ubeyt de
vardı.Ancak O söylediklerinde ısrar ettiği, batıl davasında inatkâr olduğu
için Allah'ın bahşettiği dünya ve ahiret lütuflarmı ve ilahi rahmeti kaybetti.
Dolayısıyla dünya ve ahirette onu azap yakaladı.
İçine daldığınız
iftira ve bühtanı,dillerinizle yakalayıp tuttuğunuz zaman Cenab-ı Allah size
tevfİkini yâr edip merhamet etmeseydi size mutlaka büyük bir azap dokunacaktı,
Asr-ı Saadetteki mü'minler biribirleriyle karşılaştıkları zaman: "Dilinin
altında ne var?" diyerek konuşabilmek ve söz alış verişinde bulunabilmek
için bu iftira hususunda birbirlerine danışırlardı. Sadece dinlemek değil
kendileri de konuşmak istiyorlardı. İşte ayet-i kerimedeki
"Birbİrlerinizle" kaydının konulmasındaki sır bundan ibarettir. Evet
onlar kendi ağızlarını doldura doldura karşısındakine telkinde bulunur ve bu
işin tehlikesini düşünmezlerdi. Hiçbir delil ve dayanağa dayanmadan bu işi çok
basite alarak konuşuyorlardı. Hiç günaha girdiklerini hesaba katmıyorlardı.
Oysa bunun Allah katında büyük günahı vardı. Nasıl büyük bir günah olmasın ki?
Bu sözlerle nübüvvet evine, Peygamberlik hanesine iftira atılıyordu.
Resulullah efendimizin o mübarek yatağı en çirkin pisliklerle kirletiliyordu.
İşte bu sebeple Cenab-ı Allah onları üç şey ile kınıyor: I- Hz. Aİşe'ye yapılan
iftira ile ilgili sözleri birbirlerine soruyor ve muhataplarına danışarak
konuşmak istiyorlardı. 2- Bu konuda hiçbir bilgi ve delile dayanmadan
ağızlarına geleni söylüyorlardı. 3- Ağızlarından çıkan sözleri hiç te umursamıyorlar,
bunun ardısıra Allah'tan bağışlanma dilemiyor ve bu yaptıklarının pis bir şey
olduğunu düşünmeden söylenenleri protesto etmiyorlardı!
Ey müslümanlar! Bu pis
sözleri duyduğunuz zaman: Bu gibi söyleri konuşmak bize düşmez. Peygamber
efendimiz (s.a.v.)'in namusuna dil uzatmak hem de bilgi ve delile dayanmadan
bu konuda ileri geri konuşmak mü'-minlere yaraşmaz, demeli değil miydiniz?
Hatta şöyle demeniz gerekmez miydi?: Ey Rabbimiz! Yarattıklarının en şereflisi
ve insanların en mükerremi olan Hz. Muhammed'in namusuna bu lekenin sürülmesine
ve bu çirkin fiilin O'-nun zevcesine isnâd edilmesine razı olamayacak kadar sen
yücesin, kutsalsın. Ey Rabbimiz! Sen eksikliklerden uzaksın. Bu insanı günaha
sokan bir İftira ve bühtandır. İnsan bu iftira ve bühtan karşısında dehşete
kapılıp şaşıyor! Rivayete göre bu sözü, Mezkur iftirayı duydukları zaman bazı
sahabİler söylemişlerdi. Ey mü'minler! Yukarda geçen teselli, terbiye ve
yönlendirmeye dair söylenen sözlerden maksat sizi kınamak ve sizleri azarlamak
değil, bilakis tekrar böyle bir açmaza girmemeniz İçin size öğüt vermek ve yol
göstermektir.. Eğer inanıyorsanız bu böyledir. Bu ve benzeri davranışlar
imanın asıl ve hakikatiyle çelişmektedir. Cenab-ı Allah ayetlerini size
açıklıyor. Allah yaratıklarının genel ve özel durumlarım, gizli ve açık
hallerini bilendir. Her-şeyİ yerli yerince yapandır.
Burada ırzlara laf
atmanın, zina haberlerini insanlar arasında yaymanın günahı başka bir ifade ile
açıklanmaktadır. İnsanlar bunu çok basit iş saymaktadırlar. Ve bunun el ve
süngülerle yapılan bir eziyet olduğunu iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki
dillerin açtığı yaralar süngü ve kılıçların açtığı yaralardan çok daha
şiddetlidir.'
Fuhşun ve fuhuş
haberlerinin cemiyet arasında yayılmasını isteyenler için dünya ve ahirette acı
verici bir azap vardır. Bir kimse günah işlemeye kasteder de sonra o günahı
işlemezse cezalandırılmaz. Peki ya bu kötü fiillerin anlatılmasını seven
kimselere ne dersiniz. Bunlara da azap var mıdır, yok mudur? Herhalde ayet-i
kerimede, fuhuş haberlerinin anlatılmasından hoşlanmanın, kalbî bir hastalık
olduğuna işaret edilmektedir. Bu hastalığa, insanlardan üstün olmak ve
insanlara karşı büyüklük taslamak İsteyen ve Rableri-nin onlara verdiği
nimetlerden dolayı onları kıskanan kişiler mübtela oluyorlar. Bu gibi kimseler
Allah'ın nimetlerine ve lütfuna mazhar olan kimselerin şereflerinin
lekelenmesini, ırzlarının payı mâl. edilmesini isterler ki bunu da kendileri
için bir üstünlük sayarlar. İşteÜbeyy'inoğiu ile Resulullah arasında geçen
durum buna örnek teşkil etmektedir. Abdullah bin Übeyy her insana karşı böyle
tavırlar takınırdı. Başkalarının namusu hakkında ileri geri konuşur idi.
Unutmamalıyız ki ayet-i kerime,fuhuş haberlerinin cemiyyet içersinde
yayılmasını sevmenin, insanın azaba maruz kılması için yeter bir sebeb olduğuna
işaret etmektedir. Ya bu fuhşiyyatı bilfiil cemiyet içersinde yayanlara ne
dersiniz. Ayet-i kerimede kastedilen mana herhalde fuhuş haberlerinin cemiyet
içersinde yayılmasını isteyenler hakkındadır. Ama ayet-i kerime şöyle diyor:
Fuhşiyyatın bizzat kendisinin cemiyyet içersinde yayılmasını isteyenler...
Zira fuhuş haberinin yayılması, bizzat fuhşiyyatın yayılmasını gerekli kılar.
Bizler de mesela fuhuş haberlerinin çocuklarımızın yanında anlatılmasını
istemeyiz. Çünkü bunun onlar için tehlikeli olduğuna inamnz. Bilinen
gerçeklerden biri de şudur ki, fuhşun ve dedikoduların anlatılması İnsanı
fuhşa yaklaştırır. Hatta insanı o vartanın içine düşürür.
Peygamber efendimizin
ailesine iftira ederek fuhuş haberini yayanlar için dünyada elem verici bir
azap vardır. İnsanlar onları tahrik ederler. Bilmez misiniz ki,başkalannm
namusuna dil uzatanların da namuslarına başkaları tarafından dil uzatılır?
Başkalarını elekle eleyen kimse başkaları tarafından kalburla elenir.
Başkalarına sövene sövülür. Peygamber efendimizin temiz namusuna dil uzatan
kimseler için ahirette şiddetli bir azap vardır.
Kur'an-ı Kerim'de zina
için, fuhuş tabirinin kullanılması dikkat çekicidir. Çünkü zina kötülükler
içersinde en kötü bir nildir.Zira zina fiilî, sahihini değersiz kılar, küçük
düşürür, başını eğdirir. Allah bunu ve bundan daha fazlasını biliyor. Sizlcrsc
yaptığınız işlcrinizdcki tehlikeleri bilmiyor ve bunların farkında değilsiniz.
Şu halde sizin için en hayırlı olan davranış, Allah'ın emrine uymaktır. Zaman
bunu ispatlamıştır. Allah size hayrı emrederek, sizleri doğru yola ileterek,
mü'mirilerle aranızdaki bağların kesilmesine,ne-fislerinize kin tohumlarının
ekilmesine neden olacak işleri yapmaktan sizleri sakındırarak, sizlere lütuf ve
merhametle bulunmuş olmasaydı, hakkında konuştuğunuz ifk hadisesinden dolayı
büyük bir azaba maruz kalırdınız. Fuhuş ve fuhuş hakkında konuşarak,
başkalarının namusuna dil uzatarak, Peygamber efendimizin bütün insanlak için
gerçek örnek olan pak ailesine iftira ederek gelişi güzel konuşmanız, kötülük
ve şer olarak sizin için yeter de artar bile. Bu kötülüklerinizden ötürü şayet
Cenab-ı Allah size şefkat ve merhamette bulunmamış olsaydı helak olur, perişan
olurdunuz, yolunuzu kaybeder, dalalete saplanırdınız. Cenab-ı Allah bu işlerin
çirkin olduğunu ve bizler için çok tehlikeli olduğunu bizlere açıklamış
olmasaydı tabii ki sapıklığa düşecektik. Bizlere bütün bunları açıklayan ve
bizleri doğru yola ileten Allah'a hamdüsena olsun.
Cenab-ı Allah bizleri
şeytandan ve onun vesvesesinden sakındırıyor. Daha önce bizleri nefs-i
Emmare'den sakındırmıştı. Şeytan toplum içersinde fuhşuyyalın sürekli bir
şekilde yayılmasını ister. Kötülükler, insanı şerre sürükleyen şeytandan
kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda kendiliğinden şerre meyilli olan nefislerden
de ma'siyyet ve kötülükler sadır olur.
Ey inananlar! Şeytanın
adımlarına uymayın ve onun gittiği yolu izlemeyin. Çünkü o, size edepsizliği
ve kötülüğü emrediyor. Sürekli olarak sizleri din ve dünyanıza zararlı olacak
şeylere çağırıyor. "Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin
şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf
vadediyor"[26]. Şeytan zayıf nefislere
vesvese verir. Günahlar çukuruna düşmeyi onlara süslü gösterir. Bunu yaparken
de onları yavaş yavaş, adım adım bu kötülüklere yaklaştırır. Böylece kendi
istediği sonuca onları vardırır. Şeytanın attığı adımlar bizim önemsiz
gördüğümüz davranışlardır. Ama o bizleri helak olacağımız tehlikeli yerlere
çekmektedir. Büyük fu-. huş ve büyük terbiyesizliklerle edepsizlikleri adını
adım, peyderpey, aiışîira alıştıra yaptırarak istediği sonuca ulaşır. Bizleri
önce kötülüğe bakmaya davet eder. Sonra bizleri o konuda konuşturur. Daha
sonra da bizleri o kötülükle yüzyüze getirir ve böylece bizieri helake
düşürür.
Anlatıldığına göre;
zamanın birinde abid bir kişi yaşarmış. Bu kişi manastırına kapanıp Allah'a
ibadetle meşgul olurmuş. Manastırın bitişiğindeki bir evde iki erkek kardeş ve
bir de kız kardeşleri yaşarlarmış. Günün birinde bu iki erke^kardeş bir iş için
yolculuğa çıkma ihtiyacı duymuşlar. Kız kardeşlerini abid kişinin gözetimine
bırakmışlar. Abid kişi hergün yemek pişirerek yemeği kaba koyup manastırın
kapısı önüne koyar, kızda o yemeği buradan alıp gidermiş. Günün birinde
şeytan, o abid kişiye vesvese vererek, kız manastıra gelinceye kadar yorulmasın
ve zahmete katlanmasın diye yemeği bizzat kızın kapısına götürüp, bırakmasını
tavsiye etmiş. Abİd, şeytanın bu tavsiyesini uygun bulup gereğini yapmış.
Yemeği artık kızın kapısına göıürüp bırakırmış. Şeytan ikinci bir adım daha
atarak güya kıza daha fazla ikram da bulunmuş olmak için abid kişiye şöyle bir
tavsiyede bulunmuş. Sen yemeği onun kapısına götür. Kendisini çağır, gelsin.
Kendisi bizzat senin elinden alsın. Böyle yaparsan daha makbule geçer. Âbid
kişi onun bu tavsiyesine de uymuş. Sonra şeytan üçüncü bir adım daha atarak ona
şöyle bir tavsiyede bulunmuş. Kızcağız uzun süre kendi evinde yalnız kaldığı
için zorluk ve meşakketlere maruz kalmış. Sen onun yanına gidip kendiliyle beraber
oturup kalkarsan onun için çok daha iyi olur. Kendisiyle konuşursun ve onu yalnız
bırakmamış olursun. Böylece kızcağızın canı.sıkılmaz. Zaten bu bir arada
oturuşunuz da çok uzun bir zaman alacak değildir.
Bu anlatılanlar şu
hadisi şerifin mefhumuna ne kadar da uyuyorlar: "Bir erkek bir kadınla bir
araya gelince üçüncüleri mutlaka şeytan olur".
Abid ile kızcağız bir
arada kalınca her ikisi de tehlikeye düşmüşler. Kötü yola sapmışlar. Çünkü abid
kişi her ne kadar Allah'a ibadetle meşgul olan biri olsa bile nihayet bir
erkektir. Kadın da her ne kadar faziletli olsa bile nihayet o da bir dişidir.
Her ikisinde de cinsel arzular vardır.
Görülüyor ki şeytan o
abid kişi ile kızcağıza zahiren hayır ve iyilik gibi görünen etkileyici bir
yöntemle yaklaşmış. İkisini de yoldan saptırmıştır. Doğrusu şeytanın yoluna
girmeyin, çünkü o insan için apaçık bir düşmandır. Bütün bunlardan sonra
müslümanlar, beşeri gerçekleri anlamak ve dinî kuraN lan uygulamak hususunda
hâlâ ağır mı davranacaklar? Tuhaftır ki bazı müslümanlar, kadınlarla
erkeklerin bir arada yaşamalarını savunmaktadırlar. Şeytan onları buna
sürüklemektedir. Güya kadınlarla erkeklerin bir arada yaşamaları onların
günaha girmelerini önleyecekmiş. Bilmiyorlar ki beşeri kuvvet daha da
güçlüdür. O kuvvete itidal verecek, şiddetini hafifletecek, ulvî ideallere
yöneltecek olan yegane unsur, Allah korkusudur, Kur'an ve hadis okumaktır,
alimlerin meclisine katılmaktır, dini cemiyetlere girmektir. Böyle yapan
kimseler boş zamanlarını değerlendirir ve vakitlerini yararlı işlere harcarlar.
Gençliğin günaha girmesinin yegane sebebi, zamanlarının ve mallarının boşa
sarfedilmesidir. Biz onları yararlı taraflara yöneltebilir, boş zamanlarını
ahlâk ve terbiyeye aykırı olmayan hobilerle değerlendirmelerini, mesela bedenî
sporla uğraşmalarını temin edersek, cinsel suçların işlenmesini en az seviyeye
indirebiliriz. Peygamber, (s.a.v.) efendimiz bu hastalığı şu sözleriyle tedavi
etmiştir: "Ey gençler topluluğu! Sizden evlenebilecek olanlar evlensinler.
Yoksa oruç tutsunlar. Çünkü oruç onun şehvetini kırar." Şüphesiz ki oruç
insanı günaha karşı koruyan bir kalkandır. İnsanın ruhunu güçlendiren bir
spordur. Bedeni kuvvetleri kat kat arttıran bir ibadettir.
Ey müslümanlar!
Allah'ın size lütuf ve merhameti olmasaydı o sizden hiçbirinizi kötülüklerden
temizleyip arındırmazdi. Yoksa insanoğlu dosdoğru yolda naşı! yürüyebilirdi?
Çünkü O, insanı saptıran şeytanla, daha da sapıklığa iten nefis arasında
bulunmakladır. Ama Ccnab-ı Allah,dilediği kulunu kötülüklerden arındırır ve
kendisine yönelen kimseleri doğru yola iletir. Allah söyleyen sözleri işiten ve
işlenen fiilleri bilendir. "Gözlerin hain (bakışlarını ve göğüslerin
gizlediği düşünceleri bilir"[27].
"O'dur ki kullarından tövbeyi kabul eder, kötülüklerden geçer ve
yaptıklarınızı bilir'[28]
Bütün bunlarda bizim için hayır ve hidayet yok mudur? Allah'tan, bizleri doğru
yola girmeye muvaffak kılmasını ve bizleri doğru kimselerden eylemesini diliyoruz.
Varlıklı ve zengin olanlarınız, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu dünya
malını ve hayırları Hz. Aişe'ye iftira suçuna katılan yoksul ve düşkün akrabalarına
vermemeye yemin etmesinler.
Bu sözle Hz. Ebu Bekir
kastedilmektedir. Çünkü o daha önce Mistah'a mali yardımda bulunmaktaydı. Hz.
Aişe'ye iftira ettiği İçin Mıstah'a artık yardımda bulunmamaya karar vermişti.
İşte bu kararından dönmesi için Cenab-i Allah tarafından yukarıdaki ayet-i
kerime ile uyarılmaktadır. İşte bütün müs-lümanların böyle olmaları gerekir.
Kötülükleri affetsinler. İsyankâr ve suçluları bağışlasınlar. Allah'ın da sizi
bağışlamasını sevmez misiniz?
Bu bir benzetmedir.
Yani Cenab-ı Allah'ın sizi bağışlamasını, siz nasıl istiyorsanız, siz de fakir
olan kimseleri suça iştirak ettiklerinden dolayı bağışlayın ve onlara yardımda
bulunmama düşüncesinden vazgeçin. Zira, "merhamet etmeyene merhamet
olunmaz". Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, bağışlaması ve rahmeti bol
olandır. Siz de bu hususta O'na uyun. Ve size emretmiş olduğu şekilde davranın,
bu sizin için daha hayırlı olur. [29]
23-24- İffetli, habersiz, mü'min kadınlara zina isnâd
edenler, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayaklan,
yapmış olduklarına şahidlik ettikleri gün onlar büyük azaba uğrayacaklardır.
25- O gün, Allah onlara kesinleşmiş cezalarını
verecektir. Allah'ın apaçık hak olduğunu bileceklerdir.
26- Kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü
kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi
kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. İşte bunlara
mağfiret ve cömertçe verilmiş nzık vardır. [30]
Rahmetten kovuldular.
Cezalan. Zinadan münezzeh ve suçtan uzaktırlar. [31]
Hiçbir şeyden haberi
olmayan, kötülük ve fubşiyyatı bile düşünmekten uzak, iffetli ve namuslu
mü'mine ve sâdıka kadınlara zina iftirasında bulunan kimselere dünya ve
ahirette lanet olunmuştur. Onlar için şiddetli tesiri olan büyük bir azap
vardır. Bilindiği gibi bu hüküm aynı zamanda hiçbir şeyden haberi olmayan
namuslu ve İffetli erkeklere zina isnadında bulunanlar İçin de geçerlidir.
Yalnız burada kadınlardan bahsedilmiş olması şu sebebe dayanmaktadır:
Çoğunlukla kadınlara iftira edilir. Ve kadınlara yapılan zina iftirası ise onu
daha çok perişan eder daha fazla kötü duruma düşürür ki bu da ifk hadisesine
uygundur.
Şüphesiz ki zina
isnadında bulunmak; baba, eş, kardeş veya akraba demeksizin, isabet eden
herkesi yaralayan bir nevi taş atmak hükmündedir. İf-fetliiik, suçtan habersiz
olmak, mü'min olmak, insanı suçlu duruma düşmekten engelleyen manialardır. Bu
gibi maniaların varlığı durumunda, zina isnadında bulunulamaz. Bu sebeple
iffetli, suçlan habersiz mü'min kimseleri zina iie suçlamak şiddetli bir cezayı
gerekli kılar. Zina iftirasında bulunanlar, özellikle Hz. Aişc anamıza zina
isnadında bulunanlar, kıyamete dek meleklerin ve mü'minlerin lisanı iie
lanetlenip Allah'ın rahmetinden bu dünyada kovul-muşlardır. Çünkü onlar, had ve
cezayı haketmişlerdir.
Ahirette de şiddetli
azabı hak ettiklerinden ötürü lanetlenmişlerdir. Azabın büyüklüğü, işlenen
suçun büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Suçsuz bir kimseye zina isnadında
bulunan kimse kendi yerini daraltmış olur. İnsanların şeref ve itibarlarına
leke getirmiş ve günahsız kimselere eziyet dokundurmuş plur. Dolayısıyla bu
büyük azabı hakeder. Allah insanlara zulmetmez anıma İnsanlar kendi
kendilerine zulmederler. "O gün ki, aitleri, elleri ve ayaklan yaptıklarına
şahitlik edecektir". Bütün bu yaptıklarından dolayı o gün Cenab-ı Allah
onlara tam cezalarını verecek ve haklarında adilce hüküm verecektir.
Yaptıklarının karşılığını ne fazla ne de eksik, tam olarak verecektir. O gün,
peygamberlerin vadeüiklerİ herşeyin; isyankârların azaplandırılacağına, itaatkârların
Ödüllendirileceğine dair söyledikleri her şeyin hak, gerçek ve şüphesiz
hakikat olduğunu göreceklerdir. Ve Allah'ın apaçık hak olduğunu da
bileceklerdir. Her ne kadar Hz. Aişe hakkında nazil olmuş ise de bu ayet-i
kerime, zina suçundan habersiz ve iffetli olan bütün kadınlar için genel hüküm
niteliğinde bir ayet midir? İtibar, lafzın umumiiiğinedir. Sebebin hususiliğine
değildir. Yoksa tehdidin şiddetine, tevbenin anlatılmamasına bakarak,
beraberinde diğer peygamber zevceleri de olmak üzere bu ayet-i kerime Hz.
Aişe'ye özgü hüküm ifade eden bir ayet midir? Denildi ki bu ayet-i kerime
"Kötü iş yapmak için göç ediyorlar" diyerek hicret eden mü'mine kadınlara
zina isnâd ve iftirasında bulunan Kurcyş kafirlerine özgü hüküm ifade eden bir
ayet-i kerimedir. Doğrusunu isterseniz gerçeği Allah bilir ya bu ayet-i kerime,
zinadan habersiz mü'mine ve iffetli kadınlara mahsus olan genel hüküm
niteliğindeki bir ayet-i kerimedir. Hz. Aişe ve peygamber efendimizin diğer
hanımları da öncelikle bu ayetin kapsamına girerler. Cezanın büyüklü-ğü,işlenen
suçun büyüklüğünden dolayıdır. Burada tövbenin anlatılmamış olması yapılan
tövbenin kabul edilmeyeceğine işaret etmiş olmaz. Tövbe kapısı herkese, hatta
kafirlere açıktır.
Siz bu zina isnadını
Peygamber ailesine nasıl yaparsınız. Bilmez misiniz ki kötü kadınlar kötü
erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara meylederler. Bu ağlebiyyet İfade eden
hükümdür. Kötü erkek, kötü kadın içindir. Bu hükmün, en şerefli evde, yani
Peygamber evinde geçersiz kılınması doğru değildir. Allah'a en yakın ve en
şerefli bir yaratık olan peygamber efendimiz için bu hükmün söz konusu
olmaması da mümkün değildir. Hz. Aİşe ve mü'minlerin öteki anneleri olan
Peygamber hanımları gibi temiz kadınlar, temiz erkeklere meylederler. Allah her
gruptan o gruba münasip ve layık olanları seçer. Kötülerin kötüsünü, iyilerin
iyisine seçmesi mümkün değildir. Bu ifade şu aşağıda aktaracağımız ayet-i
kerimenin mefhumuna çok yakın bir ifadedir: "Zina eden erkek, zina eden
veya puta tapan kadından başkasıyla evlenmez; zina eden kadın da, zina eden
veya puta tapan erkekten başkasıyla evlenmez". Bazı kimseler ayet-i
kerimeden kastedilen mananın şu olduğunu söylemişlerdir: Kötü sözler kötü
erkeklere, iyi sözler iyi erkeklere, kötü sözler kötü kadınlara, iyi sözler iyi
kadınlara mahsustur. Yani kötü sözler ancak kötü insanlara yöneltilir. Kötü
insanlar da kötü sözlere müstehak oluriar.
Yukarıda anılan iyi
erkekler ve iyi kadınlar, kötü erkeklerin ve kötü kadınların söyledikleri
sözlerden uzaktırlar.
Mezkur ayet-i
kerimenin her iki şekilde manalandınlışı İbn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir.
Birinci görüş Allah bilir ya daha kuvvetlidir.
[32]
27- Ey inananlar!Evlerinizden başka evlere, izin
almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu
sizin için daha iyidir.
28- Eğer evde kimseyi bulamazsanız, yine de size izin
verilmedikçe içeriye girmeyiniz. Size "Ûönün" denirse dönün. Bu, sizi
daha çok temize çıkarır, Allah yaptıklarınızı bilir.
29- İçinde malınız bulunan boş evlere girmenizde bir
sorumluluk yoktur. Allah, açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir. [33]
“Beyt” kelimesinin
çoğuludur. Konut anlamına gelir.. Çünkü kişi normal olarak geceleyin kendi
meskenine sığınır.
İzin alasınız. Günah
ve sorumluluk yoktur. [34]
Bu ayet-i kerimeler ev
ve aile ile İlgili başka bir hükmü açıklamaktadırlar ki, bu da konunun aslı
ile uyum içinde olan bir hükümdür. Eve girerken izin almak şüphe ve zandan,
zina tehlikesine düşmekten uzaklaştırıcı sebeplerden birisidir. Ayrıca insani
ve medeni edeplerin de esasıdır.'[35]
'Ey iman İle nitelenen
kimseler! Biliniz ki, imanınız sizi erdemli ve edepli olmaya davet ediyor,
sizin mülkiyetinizde olsa bile içinde barınıp yararlanma hakkına sahip
olmadığınız ve başkalırının oturmakta oldukları evlere izin almadan girmemeniz
gerektiğini size'salık veriyor. Şüphesiz ki'ev sahibinden içeriye girmek için
izin almak, yalnızlığı, ve vahşeti giderir. Bu nedenle izin kelimesi ayet-i
kerimede ünsiyyet kelimesi ile ifade edilmiştir. Buna da şu ayet-İ kerime
İşaret ediyor: "Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye
kadar oraya girmeyin" izin istemek kapıyı vurmakla olur. Ya da evdekilere
seslenmekle, yahut "Subhânallah", "Elhamdülillah" demekle,
veya açıkça izin istemekle olur. İzin istemeden eve girmek hem erkekler hem
kadınlar için Yasaklanmıştır. İzin isteyenle izin verme durumunda olanlar
birbirlerinin mahremi olsalar da olmasalar da ayni hüküm geçerlidir. Çünkü her
insanın kendine özgü bazı halleri vardır ki, başkaları tarafından o hallerin
farkına varılması istenilmez. Bu başkaları dediklerimiz, kişinin evladı yahut,
ana ve babası plsa bile aynı hüküm söz konusudur.
Adamın biri Peygamber
(s.a.v.)'e Şöyle sormuş: "Ey Allah'ın Resulü! Anamın evine girerken dahi
ondan izin isteyecek miyim? Adamın bu sorusuna Peygamber efendimiz; Evet diye
cevap vermiş. Adam demiş ki: Ey Allah'ın Peygamberi ona benden başka hizmet
edecek kimse yok, yine ben ondan izin isteyecek miyim? Peygamber efendimiz ona
"Sen ananı çıplak görmek ister misin?" diye sormuş, adam hayır
deyince Peygamber efendimiz: 'Öyleyse ananın yanma girerken de ondan izin
iste" diye cevap vermiş. İzin verilip (e siz o ev halkına selam verinceye
kadar içeriye girmeyin?. Ayet-i kerimenin zahirinden anlaşıldığına göre, önce
izin alınacak sonra selam verilecek. Bazıları bunun aksini söylemektedirler.
Yani önce ev halkına selam verilecek, sonra İçeriye girme izni istenecek
demişlerdir. Bazıları ise şu görüştedirler: İçeriye girmek istediğiniz evde bir
kimseyi görürseniz önce ona selam- verin, sonra izin isteyin. Eğer içeride
kimseye görmezseniz önce izin isteyin. Bu sizin için dalıa hayırlı ve daha faziletlidir.
Böylece gözünüz harama bakmaktan korunmuş olur, sırlar muhafaza edilmiş olur.
Ayrıca evlerin ve evlerdeki gizliliklerin saygınlığı da ortadan kalkmış olur.
Eve girerken izin istemenin aşağtîatıcı bir husus olduğunu zannetmeyin. Bilakis
bu sizin için daha hayırlı ve sizleri günahlardan daha da arındırıcı bir
davranıştır. Böyle yaparsanız belki Allah'ın emirlerini hatırlar ve gereğince
davranırsınız. Dairelerdeki memurların odalarını da ev statüsünde kabili
etmenin hiçbir sakıncası yoktur. Bu gibi yerlere girerken de izin istemek
güzeldir. Hatta İçerdeki memur bazen çok önemli işie meşgul olabilir. Ya da
yararlı bir iş konusunda kendisiyle görüşmekte olan bir kimse orada
bulunabilir. Bu durumda izin almadan içeriye giren kimselerin bu mes'ele
hakkında bilgi sahibi olmalarını istemeyebilir. Şüphesiz izin alarak içeriye
girmek, saygınlık kazandıracağı gibi, ayrıca çalışma ciddiyetini de korur.
Eğer oralarda oturan bir kimseyi bulmazsanız size izin verilinceye kadar
içeriye girmeyin.
Bu ince bir ifade olup
çok dakik anlamlara işaret etmektedir. Olabilir ki evde sahibi vardır ve senin
izin İsteğine cevap vermemiştir. Girmeni onaylamamıştır. Bu durumda, izin
isteyen kişi, bir nevi evde kimseyi bulamamış de-mektir.Kur'an'ın ifade
inceliğine dikkat et. Eğer size geri dönün, içeriye girmeyin denilirse siz de
ev sahibinin emrine uyarak geri dönün. Bu onun hakkıdır. Kabul edip etmemek
konusunda hür ve serbesttir. Geri dönmeniz sizin için günahlardan daha anndıncı
bir davranış olur. Allah yapmakta olduğunuz işleri bilendir. Bilgisiyle
kuşatandır. Ayrıca girmek istediğiniz evde yangın veya bir felaket olur da
sizin yardımınıza ihtiyaç duyulursa izinsiz girebilirsiniz. Bu durumda izinsiz
girişinizden ötürü sizin İçin bir sorumluluk ve günah da olmaz. İçinde ikamet
etmekte olan kimselerin bulunmadığı evlere İzin almadan girmenizin bir
sakıncası yoktur. Mesela içinde size ait eşyanız bulunan yerlere, dükkanlara,
alım satım yerlerine izin almadan girmenizin şer'i bir sakıncası yoktur.
Rivayet olunduğuna göre Hz. Bekir (R.A.) İzinle ilgili bu ayet nazil olduğunda
demiş ki; "Ey Allah'ın Resulüllah Mekke, Medine ve Şam'da dolaşarak gidip
gelmekte olan Kureyşli tüccarların yol üzerinde belli yerlerde bazı evleri
vardır. Bu evlerde yaşayan ve barınan kimseler yoktur. Bu Kureyş-li tüccarlar
ticaret'eşyalarının muhafaza edilmekte olduğu bu evlere girip çıkarken kimden
izin isteyecekler ve kime selam verecekler, Bu nasıl olur? bunun üzerine şu
ayet-i kerime nazil oldu: "Oturulmayan ve içinde eşyanız bulunan evlere (izinsiz)
girmenizden dolayı size bir günah yoktur" Kahveier ve ticarethaneler'gibi,
umumi yerlere, kapıları açık olduğu takdirde izin almadan girmek caizdir.
Kişinin aile efradının içinde yaşamakta olduğu kendi özel hanesine girerken
izin istemesi gerekir mi, yoksa sadece İçeridekilere selam vermesi,ya da
geldiğini bildiren bir ses vermesi, ya da bir işarette bulunması mı yeterli
olur? Kuvvetli görüşe göre bu sonuncusu yeterlidir.
Allah sizin
açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bitir. Umumi yerlere bir amaçla
girmenin veya özel hanelere girmenin mübahlığını bazı insanlar kötü amaçlarına
alet edebilirler. Bu nedenle Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Allah,
gizlediklerinizi da açıkladıklarınızı da bilir". Allah'ın herşeyi bildiğini
ey Muhammedi Sen insanlara anlat. Sizler bilmezsiniz amma yüce Allah gizliyi de
gizlinin gizlisini de bilir.
Bir kimseyi ziyarete
gittiğimizde kapısının açık olduğunu görürsek içeriye eğilip bakmadan kapı
önünde durmamız, edep ve terbiye gereğidir.
Hz. Ömer (R.A.)'ın
şöyle dediği rivayet edilir: "Bir kimse bir evin salonundan içeriye
dikkatlice bakarsa fasık olur." Sajh îbn-i Sad'dan rivayet: Adamın biri
peygamber efendimizin hücresine göz atıp baktı. Pcy^ ganıber (S-A.V.)'in
yanında bir tarak vardı. Onunla saçım tarıyordu. Evine bakan adama dedi ki:
"Bakmakta olduğunu bilseydim. Bununla senin gözüne vururdum, Allah bakmak
için izin almayı zorunlu kılmıştır".[36]
30- Ey Muhammedi Mü 'min erkeklere söyle: Gözlerini
bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu, onların
arınması-' m daha İyi sağlar. Allah, yaptıklarından şüphesiz haberdardır,
31- Mü 'min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması
yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden
görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine
salsınlar. Süslerini koca-_ lan veya babaları veya kayınpederleri, veya oğullan
veya kocalarının oğulları veya
kardeşlen veya erkek kardeşlerinin oğullan veya kız kardeşlerinin oğulları
veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler,
ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına
göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi İçin ayaklarını yere vurmasınlar.
Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün. [37]
Gözlerini kaparlar.Süs
yerlerini gösterirler."Hımar" kelimesinin çoğulu olup, başörtüsü
demektir."Ceyb" kelimesinin çoğulu olup, yaka anlamına gelir.
Kocaları. îhtiyaç. Kadınların avretini farkedip biliyorlar. [38]
Bu ayet-i kerimelerde,
ırzları koruyan, soyları muhafaza eden, fuhşiyyatı önleyen, zinayı toplumdan
uzaklaştıran diğer bazı hükümler anlatılmaktadır. Başkalarının evine girmek
isteyen bir kimse içeriye girmeden önce izin almalıdır. Başkalarına görünmesi
haram olan kadınlar örtünmeli ve başkalarına bakması haram olan erkekler de
onlara bakmamahdır. Kadınlarla erkeklerin bir arada yaşamalarının önlenmesi
şüphesiz ki insanı tehlikeleler-den uzak tutar. [39]
Ey Muhammedi ya da ey
toplumların önderleri! Mü'minlere deyin ki: Gözlerini harama ve yabancı
kadınlara bakmaktan sakınsınlar. Tenasül organlarını her türlü pisliğe karşı
muhafaza etsinler. Sözgelimi, başkalarının ırzına göz dikmekten, onları elleyip
zina etmekten uzak dursunlar. Bakınız, ayet-i kerimede tenasül organlarını
koruma emrinden önce harama bakmak yasaklanmıştır. Çünkü ayet-i kerimede dile
getirilmek istenen asıl amaç budur. Bütün insanlar bilsinler ki; başkalarının
avretine bakmanın büyük tehlikesi ve de insanı zinaya sürükleyici etkisi
vardır. Bakma, şehvetin öncüsüdür.
Zinanın ulağıdır.
Fısk-ı Fücurun tohumudur. Ayet-i kerimede haram bakmaktan sakınma emri
özellikle mü'mİnlere verilen bir emirdir. Çünkü onlar bu emirlere uyar ve bu emirlerden
yararlanırlar. Bu da onlar için günahtan arın-dırıcı ve temizleyici bir
davranıştır. Şüpheden uzaklaştırıcıdır. Ruhu temizleyip anndırıcıdir.
Tehlikelerden uzaklaştırıcıdır. Ey insanlar! Yapmakta olduğunuz işlerden
Allah'ın haberdar olduğunu bilin. Yaptığınız her işte Allah tarafından
gözetilmekte olduğunuzu hatırınızdan çıkarmayın. O'nun azabından sakının. Hem
biiin ki O, gözlerin hâin bakışlarını ve kalplerin gizlediğini de bilir. Sizin
açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri de hakkıyla bilir. Kur'an-ı Kerim'deki
bütün emirler mü'min erkek İle mü'mine kadınlara hitaben ve-.rilmiştir. Ancak
buradaki hüküm,mü'mine kadınlara hitaben tekrarlanmıştır. Çünkü kadınlar bu
hükme fazlasıyla muhtaçtırlar. Kaldı ki bu hüküm açıklanıp ayrıntılara inilmesi
gereken en önemli hükümlerden birisidir.
Ey lider, ey terbiyeci
ve mü'mine kadınları kontrol eden ey eğitici! İçinde bulunduğun pozisyona
uygun olarak onlara de ki: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, şüphesiz
hiçbir şeyi görmeyeceksiniz ve hiçbir şeye bakmayacaksınız demek, zor ve
imkansız olan bir İştir. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde
bakınız ne güzel söylemiş "İlk bakış senin lehine, .ikinci bakış ise
aleyhinedir" Yani elde olmayarak ilk defa gördüğün bir kadına birinci bakışın
senin için günah sebebi değildir. Ancak dönüp tekrarbakarsan.şer'i sınırı aşmış
olduğundan dolayı günaha girersin. Yasaklanan bakış işte budur. Mü'mine
kadınlara deki;gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar. Tenasül organlarını ve
ırzlarını korusunlar. Süs yerlerini başkalarına göstermesinler.
Kur'an-ı Kerim'de,
süslerini göstermesinler denilirken, süs kelimesi ile süs yeri kastedilmiştir.
Bununla da yasağın son derece şiddetlİ'olduğunu ifade etme gayesi güdüîmüştür.
Ancak zorunluluk dolayısıyla el ve yüz gibi yerleri açık bulundurmanın bir
sakıncası yoktur. Çünkü kadınlar ister istemez zaruretler dolayısıyla ellerini
yüzlerini açığa çıkarmaktadırlar. Cahiliyet devrinde yaygın adet gereğince
göğüslerini açık tutarlardı. Maalesef bu çirkin adet günümüz toplumunda da
yaygın olarak geçerliliğini korumaktadır. İşte bunun önüne geçilmesi için
Cenab-ı Allah, göğüsleri açık tutmanın haram olduğunu özellikle ifade
buyurmuştur. Her ne kadar önceki hükümde de bu haramhk ayet-i kerimenin
kapsamında yer almış ise de, birçok insanlar bu tehlikeye düştüklerinden
dolayı, çirkin adeti ortadan kaldırmak amacıyla ikinci defa özellikle
hatırlatılmıştır.
Ccnab-ı Allah'ın
ayct-i kerimede ifadesini kullanması sürekli olarak yakaların ve göğüslerin
kapalı tutulması geretiğine işaret amacını taşımaktadır. Ayet-i kerimede;
"Süslerini ııncıık kocalarına.... göstersinler" ifadesi hükmün,
vurgulanması amacını taşımaktadır. Yoksa daha önce geçen şeylerin tekrarı
mahiyetinde değildir.
Ayet-i kerimede
istisna edilen şu şahıslara kadın, kendi süsünü ve süs yerlerini gösterebilir.
Sadece göbekle diz arasındaki kısımlarını gösteremez. Böyle olunca Cenab-ı
Allah sanki şöyle buyurmuş olmakladır: Kadınlar hiç kimseye süslerini ve ziynet
yerlerini gösteremezler. Ancak şunlara gösterebilirler:
1- Kocalar. Kadın, ziynetini kocaya gösterebilir. Çünkü
herkesten çok o, hanımının gizlenmesi gereken yerlerine bakabilir. Ve tenasül
organı dışında, hanımın bedeninin her tarafına bakma hakkına sahiptir. Aynı
şekilde, helal olmak koşuluyla, bedeninin her tarafından şehevi bakımdan
yararlanabilir. Bu sebeple koca, diğer istisna edilen şahıslardan önce
anılmıştır.
2- Babalar. Aynı şekilde dedeler de kadının ziynet
yerlerine bakabilirler. Dedeler, ister babanın babası ister ananın babası olsunlar
aynı hükme tabidirler.
3- İster erkek ister kız olsunlar, kocalarından başka
kadınlardan olan çocukları.
4- İster öz olsunlar; ister ana tarafından, ister baba
tarafından olsunIar, kardeşler.
5- Kardeş.çocukları. Bu anlatılanlara amcalar ve
dayılar da dahildir. Önce de belirtildiği gibi bu hüküm, ister soy bakımından,
ister süt emişme bakımından olsunlar, kadının akrabaları için geçerli olan bir
hükümdür. Bunlara mahrem adı verilir. Ayct-i kerimede geçen "veya
kadınları" sözünden 'hür olan müslüman kadınlar amaçlanmıştır. Cariyelere
gelince bunlarla ilgili hüküm ileride açıklanacaktır. Kafir olan kadınlara
gelince, bunlar da ecnebi kadınlar hükmündedirler. Bazıları bunların da
müslüman kadınlar hükmünde olduklarını söylemişlerdir. Ayet-i kerimede geçen
"Elinizin altında bulunanlar" cümlesine gelince, ayet-i kerimenin
zahir anlamı, müslüman veya kitabî kölelerle cariyeleri kapsamına almaktadır.
Bu, bazı kimselerin görüşüdür. îbn-i Abbas der ki; kölenin, hanımının saçma
bakmasının bir sakıncası yoktur. Saİd bin Müseyyeb ise şöyle der:
"Elinizin altında bulunanlar" ayet-i kerimesi sizi aldatmasın. Bu
ayette köleler değil, sadece cariyeler kastedilmiştir. Şa'bi, kölenin, hanım
efendisinin saçma bakmasını mekruh görür idi.
"yahut kadına
ihtiyacı bulunmayan (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden tabiilerine (yani
hizmetçilere, yardıma muhtaç ihtiyarlara, bunaklara ve dilencilere)"
ayet-i kerimesine gelince, alimler bunu manalandırırken görüş ayrılığına
düşmüşlerdir. Bazıları demişler ki; ayet-i kerimede kastedilenler; başkalarının
fazla yiyeceklerini elde etmek için insanların peşine düşen ve onlara tabi olan
yaşlılarla, zayıf kimselerdir. Yuhut kadınların durumundan hiç bir şey
anlamayan bunak kimselerdir. Yahut iktidarsız ve şehvetsiz kimselerdir. Bütün
bu görüşler anlam bakımından birbirine yakındırlar.
"Yahut henüz
kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklara?...' ayet-i kerimesine gelince,
burada kastedilen çocuklar, kadınların avretlerini anlamayan ve kendilerinde
yaş küçüklüğünden dolayı henüz cinsel duygular belirmeyen çocuklardır ki,
bunlar henüz bulûğ çağma ermemiş olanlardır. Ayet-i kerime şu öğütle sona
eriyor: Ey kadınlar! Ayaklarınızın gizlemekte olduğu süsleri başkalarına
bildirmek amacıyla ayaklarınızı yere vurmaktan sakının. Bu, Kur'an-ı Kerim'in
özel olarak kadınlara verdiği bir nasihattir. Kadının, tesettür dışına çıkıp,
gizlediği zinetlerini açığa vurması, güzelliğini ve vakarını çarşıda, pazarda,
sokakta ona buna sunması, gençlerin evlenmekten vazgeçmelerine etkili olur. "İnsan yasaklandığı şeyi daha
çok sever"
diyenler ne kadar da
doğru söylemişlerdir. Biz kadınların zindana tıkılması gerektiğini iddia
edenlerden değiliz. Bilakis, kadının evinden dışarı çıkıp eğitim, öğretim
görmesini, ihtiyaçlarını gidermesini, ama bunu yaparken de iffeti elden
bırakmamasını, namusunu korumasını, kişiliğini zedelememesini tavsiye
ediyoruz.Ziynetini başkalarına göstermemesini, kendini başka erkeklere
pazarlamamasını ısrarla salıklıyoruz. Böyle yapmadığı takdirde, insanların
saygısını ve kendisine olan saygınlığını yitirir. Herkes tarafından satılık bir
malmış gibi bakılıp seyredilir.
Ey insanlar! İşlemekte
olduğunuz günahlardan, yani yabancı kadınlara bakmaktan, onlar hakkında kötü
söz söylemekten veya mahreminiz olan kadınlarla bir araya gelmekten dolayı
Allah'a tövbe edin. Allah'a yönelin ve O'na dönün ki, kurtuluşa-eresiniz. Şimdi
burada erkeğe ve kadına göre avret durumlarım kısaca anlatmamız uygun
olacaktır: Erkeğin avret mahalli, kendisine mahrem olan erkek ve kadınlara
nisbetle, göbeği ile diz kapaklan arasıdır. Namaz için de bu kısımlar avret
mahalli sayılırlar. Kadının avret mahalline gelince; Namazda yüzü ve elleri
dışındaki bütün bedenidir. Yabancı erkeklere nisbetle bedenin tümü avret
mahalli sayılır. Bazıları derler ki, fitneden korkulmaması durumunda kadının,
yabancı erkeklere nisbetle avret mahalli, yüzü ve elleri dışındaki bütün
bedenidir. Mahremlerine nisbetle kadının avret mahalli, göbeği ile diz
kapakları arasındaki kısımdır. Kocasına nisbetle kadının hiçbir yeri avret
sayılmaz. Ancak karı-kocanın, birbirlerinin tenasül organlarına bakmaları
haramdır.[40] Cariycnin erkeklere göre
avret mahalli göbeği ile diz kapakları arasıdır. [41]
32- İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve
cariyelerinizden İyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları
lütfü ile zenginleştirir. Allah, lutfu bol olandır, bilendir.
33- Evlenemeyenler, Allah kendilerini lutfu ile
zenginleştirene kadar iffetli davransınlar. Kölelerinizden, hür olmak İçin
bedel vermek isteyenlerin, onlarda bir iyilik görürseniz, bedel vermelerini
kabul edin. Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin: Dünya hayatının geçici
menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa
zorlamayın. Kim onları buna zorlar-sa bilsin ki, Allah hiç şüphesiz onu değil,
zorlanan kadınları bağışlar ve merhamet eder.
34- And olsun ki, size apaçık ayetler, sizden önce
geçenlerden misal ve sakınanlara öğüt indirdik. [42]
Bekar erkeklerle
kadınlar, ya da boşanarak veya eşi Ölerek eşini yitiren ve dul kalan kimseler.
Bazı kimseler, dul kavramının sadece kadınlara özgü olduğunu söylemişlerdir.
Mükatebe; kölenin
belli miktarda bir mal vermek üzere azad edilmek için efendisi ile yaptığı bir
akittir. Özellikle kadınların zinası manasına gelir. [43]
Önceki ayetlerde,
zinanın hükmü ve büyük bir günah olduğu, ayrıca zina suçu i!c bir müslümanı
—Sahil getirmeksizin— iftiraya maruz bırakan kimselerin bu suça özgü bir azap
ve ceza ile cezalandırılacağı açıklanmıştır. Daha sonra îfk hadisesi ve ondaki
ayetlerle öğütler, hikmetler ve yararlan açık sanmıştır. Daha sonra,
başkalarının evine girmek için İzin istemekten ve haram şeylere bakmaktan
gözlerin sakmdırılması hususu açıklanmıştır. Bütün bunlar günahların en büyüğü
olan zinadan uzaklaştırılmak için mü'minlcrc tavsiye edilmiştir. Bundan sonra
bu salgın hastalığa ve büyük tehlikeye karşı Önlemler sıralanmıştı. İşte bu
önlemlerden en önemlisi evlenmektir. Evlenmekle kişi, dininin yansını muhafaza
altına alır. Ayrıca evlenen kimse,cinsel arzularını meşru çerçevede tatmin
etmiş olur. Bu ayet-i kerimelerde evlenme sorununa karşı çözüm önerilmiş, bazı
kimselerin manevi hastalıkları kökten kesilerek tedavi edilmiştir. [44]
Ey veliler ve
kölelerin efendileri! Ya da bu ayetteki emir, bütün müslü-manlara hitap
etmektedir. Çünkü müslümanlar birbirleriyle yardımlaşarak ortadaki güçlükleri
ve engelleri kaldırıp yok etmekle yükümlüdürler ki, müslumanlar arasındaki
birlik ve beraberlik en mükemmel bir şekilde gerçekleşmiş olsun. Ayet-i
kerimedeki "evlendirin" emri, vaciplik mi ifade eder? Ayet-i
kerimeden anlaşıldığına göre bu emir, mutlak talep ifade eden bir emirdir.
Vücup ifade etmez. Hiç kimse dememiştir ki, efendinin, kölesini evlendirmesi
vaciptir.
Ey veliler ve
efendiler! Eşi olmayan bekar durumdaki hür erkeklerle hür kadınları evlendirin.
Aynı şekilde, iyi yolda bulunan kölelerinizle cariyelerinizi de evlendirin.
Yani şer'i görevlerini ve ilahi hukuku riayetle yerine getirin, emir ve
yasaklara uyan kölelerinizle cariyelerinizi evlendirin. Malı göz Önünde
bulundurmayın. Mal önemli değildir. Burada ayet-i kerimede özellikle İyi yolda
bulunan kölelerden söz edilmiştir. Hürlerden bahsedilmemiştir. Çünkü İyi yolda
bulunan köle, efendisinden bu yolda istekte bulunma hakkına sahiptir. Efendisi
de onun bu isteğini yerine getirmekte yükümlüdür. Ama hür olan bekarlara
gelince onların nafakaları ve evlenme'masrafları kendi omuzlarına yüklenmiştir.
Onları evlenmeye özendirmek hiçbir ön şart olmaksızın mutlaklık manasını ifade
etmektedir. Ama bir çok gençlerin evlenmemek için yoksulluğu bahane
ettiklerini ve: Ben yoksul bir adamım. Nasıl evlenirim? dediklerini
görmekteyiz. Cenab-ı Allah onların bu bahanelerini şu sözü ile reddediyor: Eğer
yoksul iseler, Cenab-ı Allah kendi lütfü ile onları zengin kılar.
Zenginlik ve yoksulluk
Allah'ın kudreti dahilindedir. Yaratılmışların elindeki birşey değildir.
Bekârken tek tek sizleri rızıklandırdiğı gibi.evlendiğiniz zaman bir arada da
sizleri rızıklandmr. Kaldı ki evlenmek, zengin olmanın yolunu açar. Evdeki
hanım, kocasını çalışmaya teşvik eder. Çünkü o, artık aile reisi ve ev sahibi
olmuştur. Kendisine muhtaç olan kimselerin nafakalarını temin etme yükümlülüğü
altına girmiştir. Evlendikten belli bir süre sonra çoluk çocuk sahibi
olacaktır... Bütün bunlar erkeği çalışıp gayret göstermeye yöneltir. Böylece
zenginliğe kavuşulur. Bu sayede Allah'ın vadi gerçekIeşir. Gerçekler de
çoğunlukla bunu ortaya koymaktadır. Allah, lütfü geniş olandır. Yaptıklarının
durumunu bilendir. Dilediği gibi rızık veren ve herşeyi bilendir. Olabilir ki
kişi evlenip sonra yoksullaşabilir. Bir kimse kesin olarak, evlenmenin
zenginleşmeyi garanti ettiği görüşüne kapılıp aldanmasın. Ayetteki teşvik,
zenginlik ümidini artırır. En azından, fakir oldukları için evlenmek
istemediklerini ileri sürenlerin gerekçelerini geçersiz kılar.
Evlenme İmkanı
bulamayan kimseler iffetlerini korusunlar. Yani evlenme İmkanını bulamayan ve
evliliğe kavuşturucu yollara giremeyen kimse nefsine hakim olsun. Kendini
şehvet yoluna bırakarak salıvermesin ve namusunu korusun. Ayrıca kadınlarla
bir arada oturup kalkmak gibi cinsel güdüleri galeyana getiren sebeplerlerden
de uzak dursun. İffetli olmak için ruhumuzu Kur'an okuyarak, namaz kılarak,
zikirle meşgul olarak,alimlerin meclisine katılarak, iyi insanlarla bir arada
bulunarak, dine fayda veren, özellikle ahlâkı kalbe yerleştiren işlerle
iştigal ederek ruhumuzu kuvvetlendirmeüyiz. Yine iffetli olmak için bedenimizi
de zor ve zahmetli işlerle, ağır sporla, diğer hobilerle uğraşarak
güçlendirmeliyiz. Yalnız bu hobilerin helal çerçevede olması şarttır.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz iffetli olmanın çaresini şöyle anlatmıştır:
"Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensinler. Evlenemeyenlerin
oruç tutmaları gerekir. Çünkü oruç şehveti kırar."
Oruç ruhi ve bedeni
bir ilaçtır. Şehveti firenlemenin zararlı olduğunu, şehveti başıboş bir hayvan
gibi salıvermenin yegane çıkar yol olduğunu iddia eden şeytanlara ve şer
propagandacılarına uymaktan sakının. Ey müslüman-lar! Allah bizleri bu gibi
şeytanlarla şer propagandacılarından korusun.
Bu emir de nikahla
ilgilidir. Özellikle kölelerin evlendirilmeleri ile alakadardır. Kölelerin
nefsi büyük, aklı geniş, himmeti yüce olabilir. Bu durumda kendi bedenini
efendisinden satın alarak hür olmak ister. Bu da çoğunlukla onun —erkek olsun
kadın olsun— evlenme ihtiyacını hissettiği anda olur. O da kendisinin bir evi
veya çocukları olmasını arzu eder. Doğrusu Allah bilir ya, öyle görülüyor ki bu
ayet-i kerimenin buraya konuluş sırrı da budur. İslam hukuku, her fırsatta
köleleri azad etmeye ve onları hürriyetlerine kavuşturmaya bizleri ısrarla
çağırmaktadır.
Mükâteblik akdi
yaparak, belli taksitlerle bir miktar mal vererek efendilerinden
hürriyetlerini isteyen ve bu borçlarını ödeme yetenekleri, gücü görürseniz,
Allah'ın size vermiş olduğu maldan onlara verin. Ve Allah'ın sizleri, üzerinde
halifeler kıldığı, tasarruf yetkisine sahip kıldığı nimetlerden onlara
harcayın. Onlara karşı asla cimilik etmeyin. Şeriat koruyucusu.hürriyctlere
tutkun olduğu ve kölelerin Özgürlüklerine kavuşmalarını ısrarla eslediğinden
dolayı mükâteblik akdi yapan kölelere, kendi borçlarını ödemeye yardımcı olacak
bir miktar mal verilmesini emir buyurmuştur. Kendilerine verilen bu mallar
ile,üzerlerindeki taksitleri efendileri ne Öderler. Ayrıca yüce Allah onlar
için zekatlarda da belli bir pay koymuştur: "Sadakalar (zekatlar)
Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan
(zekat toplayan) memurlara, kalpleri (İslama) ısındırılacak olanlara, kölelik
altında bulunanlara mahsustur"[45]
Bu ayet-i kerimede
zekatın, hürriyetlerine kavuşturulmaları için kölelere de verileceği beyan
buyurulmaktadır.
Bu ayet, mal
sevgisinden ve kölelere tahakküm etmekten kaynaklanan yaygın bir hastalığa
karşı etkili bir ilaçtır. Cahiliyet devrindeki efendiler.kö-leîerinizina
içinkirayaverirlerdi .Bu çirkin adet, şiddetli bir üslûp ve sert ifadelerle
yasaklanmıştır. Bu ifadelerin sertliği ve üslûbun şiddeti, işlenen fiilin çirkinliği
ile doğru orantılıdır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Namuslu kalmak isterlerse
cariyelerinizi fuhşa zorlamayın". Yüce Allah insanları, kendi elleri altındaki
cariyelerini fuhşa zorlamaktan sakındırmıştır. Onları fuhşa zorlamak,
"isterseniz fuhuş yapabilirsiniz" demekten daha çirkin, daha şenidir.
Ayrıca ayet-i kerimede "Feteyatiküm" ibaresi kullanılıyor. Bu kelime,
ergenlik çağında ve cinsel güçlerinin doruk noktaya ulaştığı zamanlardaki
cariyeler manasını ifade etmektedir. Yani bu durumdaki cariyelerinizi fuhşa ve
günaha meylettirmeyin. Çünkü bunlar,yaptıkları işin vehametini takdir
edemezler. Cariyeleriniz denilerek bir tamlama kullanılmaktadır. Bunun sırrı
İse şudur: Kendisi ile, aile efradı ile bir arada.yaşamakta olan ve kendi
mülkiyetinde bulunan cariyelerinin fuhuşa zorlanmasını, zinaya itilmesini kim
kabul eder?! İnsan olma onur ve duygusuna sahip olan kimseler bu rezilliği
kabul edebilir mi?!
Rivayete göre
münafıkların lideri Abdullah bin Übeyy böyle yaparmış. Namuslu kalmak İsteyen
cariyeleri fuhşa zorlamak büyük ve çirkin bir suçtur. Ey insan! Namuslu ve
iffetli kalmak isteyen cariyeni sen nasıl fuhşa ye kötülüğe zorlarsın?! Ey
İnsan! Sen elin altındaki cariyeni fuhşa zorluyorsun. Çünkü dünyanın geçici
metâını ve kazancım elde etmek istiyorsun. Ey Allah'ım! Şu genç kızları
kötülüğe yönelten, fuhşa zorlayan, kişilikleri çözülmüş turizm yöneticilerine
sen iffet nasip eyle. Genç kızları medeniyet ve uygarlık bahene-siyle fuhuşa
iten ve kötü yollara sevkeden idraksiz ve iffetsiz turizm acentala-nmn
yöneticilerine namus müyesser eyle. Tuhafın da tuhafı!.. Bazı yazarlar ve
alimler bu rezaletin durdurulmasını ve resmen engellenmesi gerektiğini haykırmışlar,
yazılarında da konu edinmişler; fakat onları dinleyen, yazılarına itibar eden
olmamıştır. Aksine bu çirkinlikleri daha da ileri gitmiş ve doruk noktaya
gelmiştir. Kaleminden mürekkep yerine pislik damlayan bir yazar ve gazete
yöneticisi bu gerçeği haykıran yazarlarla alimlere gerici ve cahillik damgasını
vurarak, onların gericilik propagandası yaptıklarını iddia etmiş, bunların
ilerleme yoluna engeller koyduklarını söylemiştir! Rabbimizden dileğimiz odur
ki, bizleri bu rezaletten kurtarsın. Ve şu kara günlerdeki hayatımızı daha da
uzatmasın. Ne yazık ki, bozgunculuk yayılmış, ahlâki çözüntii her tarafı istila
etmiştir. Bu da yetmezmiş gibi, açık saçıklık propagandası, erkek ve kadınların
çirkin bir biçimde bîr arada yaşamaları, televizyon, gazetelerle kitap ve
dergilerde açıkça desteklenmektedir. Her açıdan gizli-açık desteklenip te'yid
edildiklerini de maalesef gözlemlemekteyiz. Böyle olunca rezaletler doruk
noktaya ulaşmış ve kendileri de bu pislikleri yapma imkanını fazlasıyla
bulmuşlar.
Dİnİ gelenekleri,
islami adetleri Öldürmüşler, hürriyyeiler ve ilerleme devrinde olduğumuzu
iddia ederek İslama karşı cephe almışlar. Ey Rabbim! Bizleri bu rezilliklerden
kurtar. Bizler kızgın ateşler içersinde senden eman isteyen kimseleriz. Ey
Rabbim! Bu çağrımıza sen icabet eyle.
Özetle: Doğrudan veya
dolaylı bir şekilde genç kızları fuhşa zorlamak —onlar iffetli olmak isteseler
de istemeseler de— şenî bir suç ve büyük bir günahtır. Onlar istekli
olmadıkları halde bir kimse kendilerini fuhusa zoriarsa zorlandıklarından
dolayı Allah onları bağışlar ve onlara merhamet eder. Fakat onları fulîşa
zorlayan kimseler için cehennem vardır. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! Allah
herkesten güçlüdür, kuvvetlidir. O, bu şekilde vaatte bulunmuş, O'nun vadi
gerçektir. Sözü doğrudur. İyi son, Allah'tan korkan ye O'nun azabından
korunanlarındır.
Ey İnsanlar, ey müslümanlar,
ey şarklılar! Cenab-ı Allah, ilminin kemaline ve hikmetinin mükemmelliğine
delalet eden ayetleri size indirdi. Bu ayetler, güçlü ve herşeyi yerli yerince
yapan Allah tarafından gelmiş ayetlerdirler. Onlar Peygamber efendimizin
sözlerinin doğruluğunatanıkhk eden, hak yolunu bizlere açıklayan alametler ve
delillerdir. Ayrıca Kur'an'ın sözleri, bizleri tehlikeden, kötülüklerden
koruyan gerçek sözlerdirler. Zira bunlar nefisleri yaratan, gizlilikleri bilen
yaratıcının bizlere sunmuş olduğu ilaçlardır. Bizim için birer musibet olan
ecnebi gelenek ve nazariyelere aldanmayın. Bizler onlar gibi değiliz. Onlar
bizimle aynı çevrede ve aynı ortamda yaşamadıkları için onların gelenekleri,
örf ve adetleri bize uymaz.
Ey müslümanlar! Biz,
sizden önceki ümmetlerin başına gelenleri sizlere misal olarak gösterdik ve
açıklayıcı ayetleri size indirdik. Hayret çekici kıssalarını size aktardık ki
ibret alasınız. İşte Yusuf Peygamber de zina ile suçlandı iftiraya maruz kaldı,
ama suçsuz olduğunu Allah insanlığa ilan etti. İşte iffetli Meryem...
Yahudiler onu zina ile suçlayıp kendisine iftirada bulundular. Oysa ki iffetli,
namuslu bir kadın idi, işte Hz. Aişe.. Münafıkların lideri Abdullah bin Übeyt
ona zina isnadında bulundu. Oysa O, Kur'an'ın da ifade ettiği gibi suçsuz idi.
Bütün bunlar Allah'ın azabından korunan kimseler için öğüt ve hidayettirler. [46]
35- Allah göklerin ve yerin Nur'udur, O'nun nuru, içinde
ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise,
sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu, ne yalnız doğuda ve ne de yalnız
batıda bulunan bereketli zeylin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse
yağın kendisi aydınhtacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna
kavuşturur, Allah İnsanlara misaller verir, O, herşeyi bilir. [47]
Aslında nur kelimesi,
gözle görülen maddi ışık manasında kullanılır. Şeriat lisanında ise, insanı
hidayet ve idrake ulaştıran manevî aydınlık manasına gelir. Oyuk. Dağda veya
duvarlardaki oyuk manasına gelir. Bazı kimseler, içine lamba konulan fanus
veya kandil gibi şeyler anlamına geldiğini söylemişlerdir. Lamba.
Kandil gibi bir cisim)
Şeffaf ve saf. Yıldız. İnci gibi parlak. [48]
Şu apaçık ayetlerimi
ve sağlamlaştırılmış hükümleri temiz bir toplumun çekirdeği olan aileye ilişkin
bu incelikli düzeni okuyan, üzerinde uzun süre düşünen kimse bu ayetlerin bir
nur olduğunu görecektir. Eğer bu nurun ay-' dınlığından yararlanmasını bilirsek
yaşantımız asla karanlık koridorlardan geçmez. Hiçbir zaman tehlikelere ve
istenilmeyen durumlara maruz kalmayiz. Bizleri hakka ileten İlahi nur
beraberimizde olduktan sonra nasıl olur t da biz yolumuzu şaşırırız? Allah
göklerde ve yerde nur sahibidir. O insanlığı hakka ve dosdoğru yola iletir.
Ey aziz kardeşim! Bil
ki, doğru yola girmek, ilahi nur ve hidayetten ya- : rarlanmak, salih amelleri
işlemekte ve dünya ahiretîn kurtuluşuna ermekte esastır. Bu nur ve hidayete
dayandıktan sonra yaptığımız işler ve hayırlı ameller faydalı ürünler verir.
Beklediğimiz iyi sona kavuşuruz. İşte bu nedenle alimler, nur kelimesinin
anlamını genişletmiş, hatta hayırlı sonuçfar elde etmek için esas sayılabilen
birçok manaları nur kelimesi ile ifade ctmeşlerdir. Mesela bir şehrin düzenin
sağlayıp idaresini yürüten bir kimseye o şehrin nuru demişler. Aynı^şckilde
bir ülkenin nizam ve yönetimine de o ülkenin nuru demişler. Örneğin bu nizam,
nur üzerine, yani düzen ve sağlamlık esası üzerine kurulmuştur, derler. Buna
göre "Allah göklerin ve yerin nurudur" ayet-i kerimesini şu aşağıda
anlatılan şekilde rnanalandırabiliriz: Noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan
Allah, göklerde ve yerdeki nurun sahibidir. O, göklerde ve yerde hissedilen bu
nurun yaratıcısıdır. O, kainattaki nurun, yani kainata yaydığı nizam ve güzel
idaresinin sahibidir. Bir insan göklerdeki ve yerdeki düzeni hür bir akılla,
saplantılardan uzak bir düşünce ile düşünürse Allah'a eksiksizce iman eder. O
Alîah kutludur, yücedir. Gökleri meleklerle, yeri de kanunlarla
nurlandrrmıştır. Ruhları sağlıklı yapıya, insanları hakka ileten den-; gcli bir
yaratma ile nurlandirmıştır. Allah eksikliklerden uzak ve yücedir. Gökleri de
yıldızlarla nurlandirmış, yeri peygamberlerle aydınlatmıştır. Kısaca diyebiliriz
ki, noksanlıklardan münezzeh yüce Aliah, göklerde ve yerde ecre-' yan eden
herşeyin idarecisidir. Gökleri ve yeri daha önce hiçbir benzerleri yokken iead
edip meydana getirmiştir. O yasaları indiren, melekleri de vahiy ile gönderen,
kullarını peygamberlerle doğru yola ileten şanı yüce Allah'tır, İsmi mübarek
ve kutsaldır. Yücedir. Göklerin ve yerin gerçek nurudur. Kutlu ve yüce olan
hakkın nurunu maddi bir misalle örneklendirip tasavvur etmek istersen işte sana
örnek: O, içinde lambalar bulunan bir oyuğa benzer. O lambalar saf ve berrak
fanuslar içersine konulmuştur. O yiiec Allah'ın nuru,parlak ve inciden bir
yıldiz gibidir. O'nun âlemlere yaydığı aklî ve sem'î delillerle sahih
hükümlerden ibaret olan nur ve hidayetinin kuvveti ve etkili oluşunun misalini
istersen işte yine sana Örnek. Allah'ın nuru; içinde aydınlatma gücü kuvetli
lambaları bulunduran bir oyuğa benzer. Bu lambalar saf ve şeffaf camekânlar
içinde parlak ışıklar saçarlar. Kuvvetli \şık ve aydınlığı btı-îunduğundan,
parladığından ötürü aydınlıklarım ve nurlarını biribİrlcrinc iletirler. Bu
lambalar ne doğuya ne de batıya mensup olmayan hoş ve mübarek zeytin ağacından
yakıtlarını alırlar. Şayet bu ağaç doğuya ya da batıya mensup olsaydı gündüzün
evvelinde veya sonunda güneş ışığı kendisinden uzak kalıp engellenirdi. Bu
nedenle de gelişimini tamamlayamayıp zayıf kalırdı. Oysa bu ağaç her zaman
güneş ışığından yararlanan, ve açık havadan istifade eden bir mekânda
bulunmaktadır. Bu sebeple gelişimi mükemmel bir şekilde ve ürünleri güzel
olmaktadır.
Ey aziz kardeşim şu
misale dikkatle bak! İnsanın gönlünü çelen şu etkili benzetmeye ibretle bak!
Allah'ın nuru bir lambaya benzetiliyor. Lamba ise bir şeffaf camekânın içine
konuluyor. Bu camekân da, olduğu gibi bir oyuğun içine konuluyor. Bütün bu
benzetmeler dolayısıyla o oyuktaki nur ve aydın-hk belli bir yete yönelmiş
oluyor. Aynı nokta üzerine yoğunlaşan aydınlık çevreyi kuşatan karanlığı
darmadağın eder. Güneşten daha da parlak olur. Yıldırımlardan çıkan ışıkların
ne derece parlak ve ruhu etkileyici olduğunu hepiniz görüyorsunuz. Bu ışıklar
güneşinkinden daha güçlü ve kuvvetli değil midir? İşte yoğun bir karanlığın
ortasındaki bir lamba da hakkın nuruna çok benzer. Hakkın nuru ise küfür
fasıkhk ve isyan karanlıklarının ortasında parlayıp ışildar,
İşte bütün bu
sebeplerden dolayı ayet-i kerimede geçen ağaç mübarek ve gelişen bir ağaç
olarak nitelendirilmiştir. Dağlar ve diğer engeller dolayısıyla güneşin
ışığından ve açık havadan engellenmez. Ayet-i kerimedeki "Doğuya ve
batıya mensup olmayan" ifadesine gelince bununla şuna işaret ediliyor:
İslam nuru ve islamın yasaları her, iki taraf arasında orta bir yerdedir.
İslamın koyduğu yasaklar da buna tanıklık etmektedirler. O mübarek ağaçtan
çıkarılan zeytin yağı da saf ve temiz olduğundan dolayı el değmeden ateş alacak
vaziyyettedir.
Şu tasvirin üzerinde
iyice düşünürseniz Kendinizi nurun bütün görünümlerini toplayan bir aydınlığın
önünde görürsünüz. Ve aydınlık, karanlıkların ortasında tecelli etmiş, hak ve
hidayet nurudur. İşte Allah'ın kullarına karşı durumu bundan ibarettir. O
kullarını her bakımdan doğru yola iletmek ister. Her yönden onları aydınlatmak
ister. O'nun nuru. kat kat artan, bakanların gözünde gittikçe büyüyen bir
nurudur. O nurun sırrına varanlar aydınlığa kavuşurlar. Ayet-i kerimede geçen
lamba kelimesi ile ilgili yüksek edebi tasvire ve onun çevresinde ele alınan
nur maddesine dikkatle bakmak gerek. Cahi-liyyet devri insanları, aydınlanma ve
lamba maddesinden sadece yağı anlıyorlardı. Onlara göre en İyi yakıt ta zeytin
yağı idi.
Allah'ın nur ve
hidayetinin niteliği bu olduğuna göre o nuru maddi aydınlıkla temsil etmiştir.
Şu halde bize ne olmuşta bu nur sayesinde doğru yolu bulmuyoruz? Allah'ın
insanlığa bahşettiği bu nur sayesinde doğru yolu bulamayanîan yüce Rabbimiz ,şu
kavli ile reddediyor: "ADah kullarından dilediğini doğru yola iletir.
Dilemediklerini başka yolu saptırır". Herkes kendi nefsinin fıtratına
uygun işler yapar. Allahfın kendisi hakkında seçip beğendiği yola gider. O
yüce zatın nurunda bir leke ve kendisinde de bir acizlik yoktur. Allah,
insanlara misaller veriyor: Onlara gizli kalan hususları çeşitli şekillerde
ortaya koyuyor. Maddi, manevi, görünen, görünmeyen her şeyi bilir. Ve bütün
mahlukattan haberdardır. [49]
36- Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına i/.în verdiği evlerde,
insanlar sabah akşam,O'mı teşbih ederler.
37- Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı
anmaktan, namaz kıl-. maktan, zekat vermekten alıkoyan Bunlar gönüllerin
vegözlerin döneceği günden korkarlar.
38- Allah; onları işlediklerinin en güzeliyle
mükafatlandırır ve lütfundan onlara fazlasıyla verir. Allah dilediğini
hesapsız şekilde rızıklandmr. [50]
Bu cümle ile,içinde
Allah'ın adının ve zikrinin yükseltildiği meesitler kastedilmiştir.
Sabahleyin, gündüzün ilk vakitleri. Asil kelimesinin çoğulu olup gündüzün son
vakti, yani akşam manasına gelir. [51]
İlahi hidayetten ve
O'nun,mü'minlcrin imanı ile kafirlerin küfrüne etkisinden sözedildikten sonra
artık burada,sözün sonuna gelmiş olmaktayız. İste böyle.. İnsanların bir kısmı
bahtsız bir kısmı da bahtiyardır.
Allah'ın, içinde kendi
adının anılmasına ve şanının yüceltilmesine izin verdiği evlerde Allah tenzih
ve takdis edilir. Yani namazda, va'z ve zikirde, alern-i melekût hakkında
tefekkür esnasında ve diğer münasebetlerde, Cenab-ı Allah'ın kendi adının
anılıp şanının yüceltilmesine izin verdiği evlerde Cenab-ı Allah, teşbih eden
kimseler tarafından tenzih cdüir. Bu teşbih ediciler, O'nu eündüzün başında ve
sonunda tenzih ve takdis ederler. Hülasa hcrvakİllc O'na tesbihatta bulunurlar.
Kendisini teşbih ve tenzih eden şu zikir ehli adamları, ne ticaret, ne
alışveriş Allah'ı zikretmekten alıkoyan Yani bu teşbih ve tenzih edici
kimseler, maddeci vemenfaatçi kimseler değildirler. Bilakis dünya ve dünyadaki
menfaatler onİarı ahirette'n alıkoymaz. Dahası onlar Allah'ı zikreder, namazı
kılar, zekatı verir, gözlerin ve kalplerin korkudan döndüğü kıyamet gününden
korkarlar. O günde ruhlar korku ile ümit arasındadırlar. Kalpler sağa sola
meyleder. Nerede duracaklarını bilemezler. Yahut amel defterlerinin sağdan mı
soldan mı kendilerine verileceğini bilemezler. Onlar Allah'ı teşbih edip
anarlar. Namazı kılar, zekâtı cdâ ederler. Ccnab-ı Allah'ın kendilerini en
güzel bir şekilde ödüllendireceği günün hesabından korkarlar. Allah o günde
kendilerini lütfü ile bol bol nimetlere kavuşturur. Allah dilediği kuluna
hesapsızca rızık verir. O lütfü geniş olan ve herşeye gücü yetendir. [52]
39- İnkar edenlerin işleri, engin göllerdeki serab
gibidir. Susayan kimse onu su zanneder, fakat oraya geldiğinde hiçbir şey
bulamaz. Orada Allah 'ı bulur ve O da hesabını görür. Allah hesabı çabuk
görendir.,
40- Veya engin denizin karanlıklarına benzer. Onu
üstüste dalgalar ve dalgaların üstünde
de bulutlar Örter; karanlıklar üstünde karanlıklar; insan elini uzattığı
zaman, nerdeyse onu bile göremez. Allah'ın nur vermediği' kimsenin nuru olmaz. [53]
Serap; gündüzün
ortasında şiddcllİ sıcaklarda, çölde yere bitişik vaziyette görülen su
görüntüsü. "Ki'at", "Ka" kelimesinin müf-redi olup düz ve
bitkîsİz olan kara parçası. Susamış. Engin ve dibi görünmeyen deniz. [54]
Mü'minlerin durumu
anlatıldıktan sonra bu ayet-i kerimelerde de kafirlerin durumu örneklerle
anlatılmaktadır.
Allah ve Resulünü
inkâr eden kafirlerin, zahirde hayır görünen amellerine gelince, onlar kıyamet
gününde bu amellerini bir serap gibi görecekler-dir. O serap ki, susamış kimse,
onu düz ve geniş bir arazi üzerinde yaygın vaziyetteki bir suya benzetir. Ama o
serabın yanına geldiğinde hiçbir şey gö-remez. işte o'kafirlerin iyilik olarak
zannetiklcri sadaka ve benzeri ameilc-rinde asla hayır yoktur. Kıyamet gününde
bu amellerine karşılık mükafatta alamayacaklardır. Bu ameller, susamış kimsenin
uzaktan gördüğü serap dediğimiz su görüntüsüne benzer. Ama o serabın yanına
yaklaştığında hiçbir yararını göremez. Evet kıyamet gününde bu gibi kimselerin
emellerinin boşa çıktığını, zaniarının sonuçsuz kaldığım, beklentilerinin zayi
olduğunu göreceğiz. Tıpkı sahradaki susuz kimselerin şiddetli susamışiık
anında su zannettikleri serabın yanına vardıklarından su namına hiçbir şey
bulamazlar. Fakat o anda onlar şiddetle suya ihtayaç hissederler.
Bu kafirlerin
işledikleri kötü amellere gelince, bu amellerinin karşılığını ve büyük cezasını
ahirette elbettekİ göreceklerdir. Batıl amaçlarının, sapık-liklanmn ve küfürler
ile kötü amellerinin yığılmış vaziyetteki cezasını çeke-çeklerdir. Dalgaların
alîında kalıp şiddetli karanlıklarına maruz kaldıkları engin bir denizin içine
atılmış gibi olurlar. O denizin içinde ellerini görmeye çalışır-lar, ancak
göremezler. Çünkü onlar Rablerinİn nurunu yitirmişlerdir. Allah'-in, nurunu
aldığı kimsenin aydınlığı olamaz. Bu ayet-i kerimeler, herşeyi açıklayan bu
ilahi fermanlar, Cenab-ı Allah'ın yasa ve düzeninin; göklerin, yerin, dünyanın,
ahiretin nuru olduğunu ve o nura tabi olan kimselerin yollarını aydınlatan bir
ışık olduğunu bizlere vabyetmektedir. Bu nurdan yararlananlar kıyamet gününde
kurtuluşa erecek olanlardır. Bu nurun dışında ve bu ilahi düzenin dışındaki
aydınlıklarla, nizamlara gelince, onlar serap gibidirler. Çöldeki susamış
kimse o serabı su zannederek yararlanacağını tasarlar, ancak yanma
yaklaştığında su namına hiçbir,şey bulamaz. Ve yanında Allah'ı bulur. Allah
onun hesabını tam görür. O, hesabı çabuk görendir.
Bütün bunları
düşünenler var mıdır?! Bunlarda bir tuhaflık yoktur. Sadece akıl ve basiret
sahipleri düşünüp ders alırlar. [55]
41- Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların
Allah'ı teşbih etiğini görmez misiniz? Her biri niyaz ve teşbihini bilir.
Allah, onların yaptıklarını bilendir.
42- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş
Allah'adır.
43- Bilmez niisiniz ki, Allah bulutları sürer, sonra
onları bir araya-getirip üstüste yığar, sen de onların arasından yağmur
yağdığını görürsün. Gökten, içinde dolu bulunan dağlar gibi bulutlar indirir,
dilediğini ona uğratır, dilediğinden de uzak tutar. Bu bulutların şimşeğinin
parıltısı nerdeyse gözleri alır!
44- Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir.
Doğrusu, görebilenler için bunlar da ibretler vardır. [56]
Havada kanatlan sıra
sıra dizili kuşlar. Kuşlar uçtukları esnada kanatlarını yumarlar, bazende
hareket etmeden açıp yayarlar. Sevk eder. Onları bir araya getirip te'lif eder.
Üst üste yığılmış vaziyette. Şimşek ya da yağmur. Araplar "vedk"
kelimesi-" ni hem şimşek hem de yağmur anlamında kullanmışlardır. Bulutlardaki
şimşeğin ışığı.[57]
Cenab-ı Allah kendi
kudretine ve hikmetine Hsan-ı hâl ile tanıklık edeni şu kâinat kitabını muhkem
ve sağlam kıldığına göre bu, O'nun kendi elçisi ve peygamberlerin sonuncusu
olan Muhammcd (s.a.v.)'c inen ve Resulün gerçek peygamber olduğunu tanıklık
eden kitabının mııhkemliğine daleict eımez mi?
Allah göklerin
ve.yerin nurudur. Herkese hidayet bahşedendir. Yamuklarından bazısı bu nurdan
yararlanır. Ve bu nurun gösterdiği doğru yola girer. Kimisi de dosdoğru yolun
dışına çıkarak sapar. Üstüstc yığılan karanlıkların allına gjrcr. Öyle ki,
elini o karanlıkların içinden çıkarsa bile nerdeyse göremez. Cenab-ı Allah buna
tanıklık edip, pekiştiricİ maddi delilleri ortaya sürüyor. Kâinatın tümüyle
kendisine ne derecede teslim olup itaat ettiğini açıklıyor. Bütün bu
açıklamalarda kafirlerin bilgisiztiklerindeki ifrata delaict eden, sapıklıklarının ne derece ileri noktalara
vardığını açıklayan deliller .vardır. Ey Peygamber ve bu ayete muhatap olan her insan!
Görmez ve bilmez misin ki göklerde ve
yerde ve bu ikisi arasındaki kuşlar Allah'ı teşbih ederler?
Bu soru aynı zamanda
isbat manasını taşımakta olan bir sorudur. Bununla da kainattaki herşeyin
Allah'a tesbihatta bulunduğu, onun emri altına girdiği açık seçik bir şekilde
ifade edilmektedir. İçindeki göklerde, yerlerde ve diğer şeylerle birlikte
bütün bu kainatın manzumesi, yüce Allah'ın eksikliklerden uzak ve münezzeh
olduğunu güçlü bir şekilde işaret ediyor. Buna lisan-i maka! ile değilde
lisan-ı hal ile şehadette bulunuyor. Evrendeki tabii, bediî ve sağlam deliller,
Allah'ın kudretinin yüceliğine, iradesinin mükemmelliğine, nizam ve hikmetinin
güzelliğine apaçık bir şekilde delalet etmektedirler. Göklerdeki alemlere,
yerdeki alemlere, semada yaşayan kuşlar alemine her alemin İhtiva ettiği acip
varlıklara dikkatle bakınız. Bunların, tümüyle Allah'ın güç ve kudretinin
sonsuzluğa, bu mevcudatı yaratan sanatkârın birliğine, o sanatkârın kemal ve
celal sıfatları ile muttasıf olduğuna tanıklıkta bulunmaktadırlar.
"Her yerde O'nun
için bir ayet vardır.
Bu ayette de O'nun
için birliğe delalet vardır."
Bu ifadeler ile
Allah'ın Rablığı takrir edilmiş oluyor. Bakışlar ulvi ve süfli mevcudata
çevrilmiş oluyor. Ayet-İ kerimede, özellikle kanatlan sıra sıra dizili
kuşlardan bahsedilmiş, bu kuşların hareketsizce boşlukta uçmakta oldukları
anlatılmıştır. Bütün bunlar neden? Çünkü bu, Allah'ın ve kâinatı yaratan
sanatkarın kudretinin sonsuzluğuna mükemmel bir şekilde işarci ediyor.
Göklerde veya yerdeki
her varlık, göklerle yerin arasındaki her mevcud, Allah'a dua edip O'nu teşbih
etmeyi bilmişti. Onların yapmakta oldukları işleri de Allah bilmektedir. Ey
İnsan sana ne olmuşta Rabbini inkâr ediyor, nimetlerine karşı nankörlük ediyor
ve kitabına iman etmiyorsun? Oysa göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki
şeylerin mülkiyeti Allah'a aittir. Dönüş sadece O'nadır. Siz O'na
döneceksiniz. Her şey O'ndan gelmiş yine O'na gidecektir. İlahi azameti
isbatlayan, her zaman görüp karşılaştığımız delillerden bir başkasını daha
sizlere sunuyorum: Görmez misiniz ki Cenab-ı Allah bulutları birbirinin
üzerine sevk edip gönderir. Bunda bir gariplik yoktur. Bulutlar denizden çıkıp
yükselen buharlardan oluşmaktadırlar. Denizden çok yükseklere çıkan buharları
Cenab-ı Allah bir araya getirerek te'lif eder. Sonra bunlardan soğuk hava
tabakalarına yükselen bulutlar oluşturur. "Sonra onları birbirinin üstüne
yığar (sıkıştırır)" ayet-i kerimesinin manası da budur. Bulutların
arasından şimşek veya yağmur çıktığını gurursun. Gökte bir araya geiİp üst üste
yığılan bu bulutlar dağlara benzerler. Bu bulutlardan yağmur veya dolu
İndirir. Bunlarla da dilediği Luluna darbe indirir. Dilediği kulunu da bu
darbelerden korur. Bütün bunlan kendi hikmet ve kudreti ile icra eder. Şu
bulutlardan çıkan şimşeklerin ışıkları çok kuvvetli olduklarından dolayı
neredeyse bazı kimselerin gözlerini kör edecek derecededir. Üst üste yığılan
ve birbirini sıkıştıran bulutların görüntüsü,- sonra bu bulutlardan yağmur, kar
veya dolu inmesini, gafil insanları uyandırıp gerçeği görmeye yöneltir. Evrene
hükmeden güçlü ye muktedir bir zatın varlığını isbatlayan maddi delilleri ona
gösterir. Gözleri alıp götüren şimşeğin ve yıldırımın, suyla dolu göğün
ortasından çıkması, şanı yüce Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna ve göklerle
yerde tam tasarruf sahibi olduğuna delalet eder. Allah geceyi ve gündüzü
çevirir. Bunlan alır, bazen biri uzar diğeri kısalır. Geceyle gündüzde durumlar;
sıcaklık, soğukluk ve diğer şekillerde değişik olur. Bütün bunlar insanların
gözleri önünde cereyan eder. Bunları düşünüp te ibret alan var mıdır?! Doğrusu
bütün bunlarda basiret sahipleri için ibret ve öğütler vardır. Bunlar Allah
kudretine delalet eden deliller topluluğudur. Gözle görmek dahi bunlan idrak
etmek için yeterlidir. Uzun boylu düşünüp taşınmayı gerektirmeyecek derece
açıktırlar. [58]
45- Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı
üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi dört ayakla yürür. Allah
dilediğini yaratır, Allah şüphesiz herşeye Kadir'dir.
46- And olsun ki, açıklayıcı ayetler indirmişizdir.
Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
47- Münafıklar: "Allah'a ve Peygamber'e inandık,
itaat ettik'' derler; sonra da bir takımı yüz çevirirler. İşte bunlar inanmış
değillerdir.
48- Aralarında hüküm vermek üzere Allah 'a ve
peygamberine çağırıldıkları zaman, bir takımı hemen yüz çevirirler,
49- Ama bak kendilerinden tarafa ise, itaatla koşa koşa
gelirler.
50- Kalplerinde hastalık mı var, yoksa şüphelenmişler
midir, yahut Allah'ın ve peygamberinin onlara haksızlık yapacağından mı
korkmaktadırlar? Hayır; onlar sadece zalimdirler. [59]
Yeryüzünde yürüyen
canlı. Örfe göre bu kelime dört ayaklı hayvanlar için özel olarak kullanılan
bir isim haline gelmiştir. Yüz çevirir. İtaat eder ve teslim olurlar.
Şüphelendiler. Zulüm ve haksızlık ettiler. [60]
Bu ayetlerle,Allah'ın
kudretinin eksiksiziiğine, ilim ve hikmetinin tamam-iığına dalalet eden
deliller tamamlanmış oluyor. Bunun yanısıra, gözleri ve basiretleri kör olup,
hakkın nuru ile aydınlanmayan münafıklar gibi kimselere de taarruzda
bulunulmaktadır. [61]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah; yeryüzünde yürüyen insan, hayvan, kaş, haşerat ve diğer
bütün canlıları sudan yarattı. Su kelimesi ile acaba döllenme unsuru oian
sperma mı kastedilmiştir? Yoksa su derken bilinen unsur mu kastedilmiştir?
Çünkü bu, her canlının oluşumuna katkısı olan bir un-" surdur. Onsuz hiç
bir canlı yaşayamaz. Ve var olamaz.
Yukardaki soruların
her İkisi de doğru olabilir. Her ne olursa olsun bu ayci-i kerime, Allah'ın
kudretinin açıklığına ve O'nun azametine delalet hususunda şU ayet-i kerimeye
benzetmektedir: "Bunların hepsi bir su ile sulanır ama ürün(icrm)de
bunları, birbirinden üstün yapıyoruz"[62].
Cenab-i Allah hepsini
sudan yaratmıştır. Sonra türler arasında tam bir ayrılık meydana getirmiştir
ki, bütün bunlarda, O'nun kudretinin eksiksizliği-ne işaret vardır. Allah'ın
yarattığı canlılardan, kimi karnı üzerine sürünerek yürür. Bu türdeki canlılar,
Allah'ın kudretinin eksiksizliğine açık bir şekilde delalet etmektedirler.
Çünkü ayaksız vaziyette karınları üzerine sürünerek yürümektedirler. Bu
canlılardan kimi de iki ayak üzerine, kimi de dört ayak üzerinde yürürler.
Ayet-i kerimede canlılardan ve türlerinden bahsedilirken "men"
kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime iie ekseriyetle akıllı varlıklar kastedilir.
Sonra orada şekil bakımından benzerlik olan bütün nevileri ifade ederken de
"men" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü iki ayağı üzerine yürüyen hayvanlar
derken, bunların arasına insan ve kuş ta girmektedir. Şu halde "men"
kelimesi ile ekseriyet durumunda olan canlılar kastedilmiştir. Arada şekil bakımından
benzerlikler olduğu için akıllılar hakkında kullanılan "men" kelimesi,
akılsızlar için de kullanılır olmuştur.
Cenab-i Allah,
yaratıklarını dilediği şekilde yaratır. Bunda bir gariplik yoktur. Çünkü O'nun
gücü herşeye yeter. Bazı alimler, ayet-i kerimedeki misalin kafirler için
verilmiş olduğu görüşündedirler: Ayet-i kerimede kafirler, karınları üzerine
sürünerek yürüyen hayvanlara, münafıklar da dört ayak üzerinde yürüyen
hayvanlara benzetilmişlerdir. Allah'ın nurundan yararlanan müslüman ise iki
ayağı üzerinde yürüyen bir caniı olarak anılmıştır. Kur'an-ı Ke-rim'deki
ayetlerin ne mana ifade ettiklerini en iyi bilen eibetteki Allah'tır/O, Allah,
kendi kudretinin eksiksizliğine delalet eden ayetleri indirmiştir. Bu ayetler
hakkı ve hidayeti açıklayan, kendi nefsinde zahir olan ayetlerdirler, bu ayetler
ile, ancak Allah'ın kendisi hakkında hidayet murat ettiği kimseler doğru yolu
ve hidayeti bulurlar. Çünkü bu gibi kimseler, kendi tabiatları gereği bu
ayetlere meylederler ve hidayeti hak ederler.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, dilediği kulunu, dosdoğru yola iletir. Kendilerine
nimetler bahşettiği peygamberin, siddıkların, şehitlerin, salih kimselerin
yoluna iletir. Bunlar ne güzel arkadaştırlar. Bu doğru yola iletil-mc işi
Allah'tan bir lütuftur. O herşeyi bı'en ve her işi yerli yerince yapan, hikmet
sahibidir. Gücü herşeye yeter. Gerçek îmanı insanların kalbine yerleştirir.
Yüce Allah, insanların
kalbine gerçek imanı yerleştirip, şek ve şüpheleri 1 yok edecek apaçık delil ve
hüccetleri getirdikten sonra şu gerçeği de ifade etti j ki; bu deliller kendi
içinde ne derece açık ve şeriatin hak olduğunu ne derecemde açık seçik
belirtmiş olsa da tek başına yeterli değildir. Aksine İnsanın doğru' yola
kavuşabilmesi için Allah'ın ona muvaffakiyet vermesi gerekir. Allah insana
hidayet yolunu nasip cîmeii ki, insan O'nun affına bel bağlasın ve Allah'a her
bakımdan yönelme sınırlarının dışına çıkmasın. Bu, kalplerinde olmayan şeyi
dilleriyle söyleyen, ağızlarıyla iman ettiklerini ifade ettikleri halde
Allah'ın hükmüne rıza göstermeyen bazı münafıkların kıssasıdır. Onlar doğru
yolun dışına çıkarak rotalarını şaşırmışlardır. Onların vasıflarım sarih bir
şekilde açıklayabilmek için onîarı hayvana benzetme mecburiyeti doğmuştur.
Rivayete gpre
münafıklardan biri ile yahudilerden birisi arasından bir anlaşmazlık meydana
gelmiş, yahudi onu Resuluilah'ın hakemliğine müracaat etmeye çağırmıştır.
Münafık ise, Resulullahın vereceği doğru hükümden kaçmak için hasmını Kâb bin
Eşrefin hakemliğine başvurmaya davet etmiştir. Sonunda bir karara vararak
Resululfahm hakemliğine baş vurdular, Rc-sulullah (s.a.v.) efendimiz, yahudi
lehinde hüküm verdi. Çünkü o hak sahibi idi. Allah'ın peygamberi, kendisinin en
yakın akrabasının aleyhine bile olsa, hak sahibi lehinde hüküm vermekten başka
bir iş yapacak değildi. Verilen hükme yahudi razı oldu, ama münafık razı
olmadı. Hükmü değiştireceği umuduyla Hz. Ömer'in hakemliğine başvurdular;
Yahudi Hz. Ömer'e dedi ki: Biz Resuiullah'ın hakemliğine başvurduk, onun
verdiği hükme ben razı oldum anın arkadaşım razı olmadı. Hz. Ömer: Böyle mi
oldu? dedi. Münafık, evet.karşılığım verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer,
Resuiullah'ın hükmüne razı olmaya n-münafığın boynuna kılıçla vurdu!
"(Münafıklar): "Allah'a ve resule inandık ve itaat ettik"
diyorlar. Sonra onlardan bir grup bunun ardından dönüyor. Bunlar inanmış
değillerdir" Yani insanların bir kısmı, yürekten inanmaksızın sadece
dilleri ile: İnandık, itaat ettik derler. Sonra onlardan bir kısmı, dönüp
Allah'ın hükmünden yüz çevirirler. Ayet-i kerimede 'sonra' diye tercemc etliğimiz
"sümme" kelimesinin kullanılışına dikkatle bakmak gerek. Bu edat, sıralı
ve te'hirli bir şekilde atıf manasını ifade ediyor. Çünkü akıllı bir kimsenin,
iman ve itaat ettikten sonra Allah'ın ve resulünün hükmünden yüz çevirmesi
imkansızdır. Bu münafıklar asla mii'min değildirler. İman ettiğini iddia edip
sonra Allah'ın kitabı ile Resulünün sünneti dışındaki bir hükme razı olduğunu
açıkça ilan eden bir kimsenin, şüphesiz cehennemin en alt tabakasında ve amelî
nifakın en dip çukurunda olduğunu bu ayet-i kerime yeteri kadar ispatlamıyor
mu? Bunlar, Allah'ın kitabının ve Resulünün sünnetinin hükmüne
çağrıldıklarında hemen arkalarını dönüp giderler. Bunlar Allah'ın vereceği
hükmü nasıl kabul ederler?! Çünkü Allah zina edene, hırsıza, içki içene,
İffetli ve namuslu olup hiçbir şeyden haberi olmayan inanmış kadınlara zina
iftirasında bulunan kimselere şiddetle ceza verilmesine hükmediyor. Aynı
zamanda kadınlarla erkeklerin bir arada yaşamalarını, açık saçıkhğı haram
kılıyor. Mü'min erkeklerle mü'mine kadınlara: Gözlerinizi haramdan sakının.
Irzınızı, iffetinizi ve nefislerinizi fuhuştan ve kötülüklerden koruyun, diye
emir buyuruyor. Bu hükümleri ancak iffetli müslüman erkeklerle kadınlar kabul
edip rıza ile karşılarlar.
Ama serbestiyeti ve
ahlaki anarşiyi isteyenler, boş ve temelsiz nizamlarda, batının taçkalaşan,
aramızda yaşamasına imkan bulunmayan ve toplumumuza uymayan geleneklerinde
teselli ararlar. Dün gece, düne ne kadar da benzemektedir.
İşte bu gibi kimseler,
Kur'an-ı Kerİm'in gönüllere egemen olmasını sağ-_ lamak için çaba gösteren
kimselerin yoluna engeller çıkarmakta, onların ağızlarım kapatmak için
canlarını ve mallarını feda etmektedirler. Aziz kardeşlerim size açıkça İlan
ediyorum. Doğuda bütün amaç ve gayretleri islami hareketleri Öldürmek
noktasında yoğunlaşan bir çok mihraklar vardır. Bunlar azılı düşmanlarımız olan
emperyalistlerdir. Ne gariptir ki bazı müslüman gençier bunların oyunlarına
alet olmakta ve bunlara aldanmaktadırlar. Bunların borazancılığını
yapmaktadırlar. Ama yine biz diyoruz ki,Allah dilediği kulunu dosdoğru yola
İletir. Bunlar Allah'ın kitabının gönüllere hakim olmasına razı
göstermiyorlar. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi
düştüler.' Allah ve Resulünün kendilerine zulmetmesinden mi korkuyorlar? Hayır
aksine onlar zalimlerin ta kendileridirler. Eveî bunlar yukarda saydığımız
şıklardan birisine tabidirler. Bunları zalimüğe iten yegane sebep, haksızlık
etme sevdasında olmaları ve bu zulümlerinde haddi aşacak dereceye varmış
olmalarıdır. Ayet-i kerimenin ifade etmek istediği anlam şudur: Onların
basiretleri köreldi mi? Göklerle yeri dolduran bu ilahi nuru görmez mi
oldu-İar?! Yoksa onlar Resulallah (s.a.v.) efendimizin peygamberliği hususunda
şüpheye mi düştüler. Onun getirdiklerinin hak mı, yoksa batıl mı olduğunu hâlâ
anlayamadılar mı?! Yoksa Resulullah (s.a.v.) efendimizin vereceği hükümlerde
kendilerine zulmedeceği korkusuna mı kapıldılar? Onlar zulüm ve
sapıklıklarından ötürü böyle bir hisse kapıldılar. Hayır. Binlerce hayır!
Re-sulullahın hükmünden yüz çeviren kimselerde öteden beri böyle bir şey yoktur.
Çünkü onlar hükmün kendi lehlerinde olduğunu ve hiçbir şeyde zorlanmayacaklarını
bildikleri zaman Resulullah’ın yanma gelerek ona imam ettiklerini ifade
ediyorlardı.
Bütün bu yaptıkları şeyin yegane sebebi,zalimlikleri ve zulme tutunmalarıdır.
Ayet-i kerimedeki soru, inkar anlamına gelen bir sorudur. Yani onları bu
kötülüğe iten şeyin sadece zulüm olduğu ve zulme sarkmaktan başka bir-şey
olmadığı açıklanmaktadır.
Adı Allah'ın adıyla
bir arada anılan ReşuluIIahm yüceliğine bakın: "Onlar, arasında
hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman hemen onlardan yüz
çevirir'' mealindeki ayet-i kerime, Peygamberin hükmünün Allah'ın hükmü
olduğunu açıklıyor. Bu durumdaki bir peygamberin zalimce hüküm vermesi
veya'havadan konuşması düşünülebilir mi? Ey Rabbim! Doğru yola İleten sensin.
İnsanları hidayetinle doğruluğa iletirsin. Ayetlerin bir nurdur. İnsanları
onunla doğruluğa iletirsin. [63]
51- Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve
peygambere çağml-daklan vakit: "İşittik, itaat ettik" demek, ancak
mü'minhrin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.
52- Allah 'a ve Peygambere itaat eden, Allah 'tan korkan
ve O 'ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.
53- Ey Muhammed! Eğer kendilerine emredersen, o İki
yüzlüler, savaşa çıkacaklarına bütün güçleriyle yemin ederler. De ki:
"Yemin etmeyin; itaatiniz malumdur. AIlah,yaptıklarmızdan şüphesiz
haberdardır."
54- De ki: "Allah'a itaat edin; Eğer yüz
çevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine yükletilenden ve siz de
kendinize yükletilenden sorumlusunuz. Eğer Ona itaat ederseniz doğru yolu
bulursunuz. Peygambere düşen sadece apaçık tebliğdir. [64]
Yeminlerinin bütün
gücü ile. Sakınır ve Allah'ın azabından korunur. Bu kelimenin sonundaki harfi,
duraklamak içindir. [65]
Önceki ayetlerde,
Allah'ın ve Resulünün hükmünü kabul etmekte tereddüt eden, çıkarlarına uygun
olduğu zaman İslama uyan, çıkarlarına ters düştüğü zaman islamdan ve onun
getirdiklerinden uzaklaşan, bocalama içindeki münafıklardan söz edilmişti. Ey
kardeşim bil ki, bu manevi hastalığı bir çok insanların kalplerinde günümüzde
de müşahede etmekteyiz. Dürüst mü'minlere gelince, onların sadık İmanlarından
doğan hak sözleri işte şudur; Mü'minler kendileri ile İlgili bir konuda,
Özellikle Allah'ın kitabı ile Resulünün sünnetinin hakem kılınması konusunda
Allah'a ve Resulüne davet, olundukları zaman dilleriyle ve kalben şöyle
derler: İşittik ve itaat ettik. Yani sizin Resulul-tahı ve onun getirdiği
islamı hakem kılmak konusundaki çağrınızı işittik ve bu isteğinize İtaat ettik,
derler. Kalplerine iman yerleşip Allah'a bağlanan mü'minlerin konuşacakları söz
işte bundan ibarettir.
Dünyanın bütün
meselelerinde Allah'a ve Resulüne itaat eden, önceki günahlarından dolayı
Allah'tan ve O'nun azabından korkan, gelecekte karşılaşacağı işte,Allah'a
karşı gelmekten sakınan kimseler gerçek kurtuluşa eren kimselerdirler. Çünkü
onlar Allah'a ve Resulüne itaat etmekle,ondan korkup O'na karşı gelmekten
sakınmakla,özellik kazanmış kimselerdirler.
Bundan sonra söz
münafıkların birinci grubuna dönmektedir. Her zaman ve her yerde münafıklar ne
kadar da çokturlar. Onlar bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler ki; şayet sen
kendilerine emredersen savaşa çıkacaklar, düşmanla savaşacaklar, ya da
mallarını sadaka olarak verecekler diye seni aldatırlar, Ey Muhammed! Cenab-i
Allah onların bu yeminlerini reddederek şöyle buyuruyor: Ey Muhammed! Onlara de
ki; yemin etmeyin. Sizin itaat edip etmediğinizi Allah biliyor. Siz örneğin
namaz gibi kolay işlerde Allah'a İtaat ediyorsunuz ama Allah'ın kitabını hakem
kılmak veya cihad etmek veya mâl harcamaya gerek duyulan zor işlerde Allah'a
itaat etmiyor ve bizimle beraber olmuyorsunuz. Sizin yaptıklarınızdan Allah
haberdardır.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Allah'ın farz kıldığı ve Resulünün sünnet olarak ortaya koyduğu her hususta
Allah'a ve resulüne itaat edin.
Eğer onlar bu
davetinden yüz çevirirlerse, artık sana düşen hiçbir sorumluluk yoktun Çünkü
hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Resul, kendisine düşeni yapmakla
yükümlüdür. O, Allah'ın kendisinden İstediği İslâm davetini yapmakla
mükelleftir. Ve sizler Resulün sizden istediği hususları yerine getirmediğiniz
takdirde günahkar olursunuz. O'nun size yüklediği görevleri eda etmezseniz
sorumlu tutulursunuz. Ama Resule itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz.
Hidayete kavuşursunuz. Resulullah'm, uyarmaktan başka bir görevi yoktur.
Tebliğle ilgili işleri yapmaktan başka hiçbir sorumluluğu yoktur. Sizin doğru
yola kavuşturulmanız ve hesabınız onun görevi değildir. "(Ey Muhammed),
Sen öğüt ver, çünkü ancak sen öğüt verensin. Onların üzerinde zorlayıcı
değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve İnanmazsa, Allah ona en büyük azabı eder,
Muhakkak dönüşleri bizedir. Sonra onların hesabım görmek bize düşer"[66]
55- Allah, içinizden inanıp yararlı işler işleyenlere, onlardan
Öncekileri hale kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için
beğendiği dini, temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair
söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar.
Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır.
56- Namaz kılın, zekat verin, peygambere itaat edin ki
size merhamet edilsin.
57- İnkar edenlerin, Bizi yeryüzünde aciz
bırakacaklarını sanmayasm. Varacakları yer ateştir. Ne kötü dönüştür![67]
Onları yeryüzüne
yerleştirip kendilerinden önceki mîlletlerin yerine koyacak. Dinlerini
kaideleriyle onlar için yerleştirip güçlendirecek. Yeryüzünde aciz
bırakırlar.ulaşmaz. [68]
Cenab-ı Allah
münafıkların sırrını açıklayıp iç yüzlerini ortaya koyup, durumlarını
mü'minlere öğretti. Münafıkların sayılarım az gösterdi. Cenab-ı Allah böyle
yapmakla mü'minlerin kalplerine sükunet vermek, güçlerini artırmak istedi.
Bununla diğer devletlerarasında İslâm devletinin ne kadar yüce olduğunu da
açıklamış oldu.
Cenab-ı Allah,
sizlerden inananları ve iyi işler yapanları yeryüzünde yerleştireceğini ve
onları hükümran kılacağını va'd etti. Onun va'di gerçektir, sözü doğrudur.
Allah sözüne muhalefet etmez. Ancak, mü'minlerin yeryüzünde hükümran
olmalarını, Allah'a inanıp iyi işler yapmaları şartına bağlamıştır. Bu şart
gerçekleşince Allah'ın va'di de gerçekleşecektir. Bunun tersi de doğrudur.
Yani onlar inanıp iyi işler yapmazlarsa yeryüzünde hükümran olmazlar. Cenab-ı
Allah va'dini gerçekleştirdi. Kuluna yardım etti. Kendi davası uğruna cihad
eden askerleri güçlendirdi. Onlara karşı birleşen ve bir cehpe meydana getiren
grupları darmadağın etti. Önceki milletleri yeryüzünde hükümran kıldığı
gibi.mü'minleri de yeryüzünde hükümran kıldı. Dinlerini yerleştirip
güçlendirdi. Korkularını tam bir güvene çevirdi. Allah'a inanan ve O'nun
emrettiği iyi işleri yapıp, yasakladığı kötü işlerden uzak duran, adaleti ve düzeni
yerleştirip Allah'ın emirleri ile hükmeden devlet toplum ve fert olarak, milletlerin
durumu hep böyle olacaktır. Bu durumdaki mü'minlerin hakimiyeti devam edip,
dinleri güçlenecek ve yeryüzüne kök salacak, Allah'ın hücceti güçlenecektir.
Nihayet Allah'ın, cennet karşılığında kendilerinden satın aldığı canlan ile
buna yönelecek, onun uğranda cihad edecek, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak
amacıyla mallarından, canlarından vazgeçeceklerdir. "Ve korkuların
ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir".
Ey Mü'mİn kardeşim!
Şunu iyi bil ki, Allah'a inanan insanlar her çağda ve zamanda diğerlerine
nisbetle azınlıktadırlar. Cenab-ı Allah onların yü-reklerindeki korkunun
damarlarını söküp atmak, kalplerine iman ve yakin doldurmak, Allah'ın zaferi
ile onlara sebat vermek, Allah'ın onlara yardım edip destek vereceğini ve
onları düşmanlarına karşı savunacağını bildirerek güçlendirmek istiyor.
Bilsinler ki,iman edip iyi ameller işledikleri, gerçekten ibadet ettikleri ve
Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadıkları sürece zafer ve en iyi sonuç onlara ait
olacaktır.
Allah'a ortak koşma
kapısı, geniş bir kapı olup İnançlardaki şirki, mesela müşriklerle
putperetslerin şirkini kapsadığı gibi, riyakarlarla mütekabbir-lerin ve
kendilerini beğenip böbürlenenlerin şirki gibi, ameldeki şirkide kapsar.
Cenab-i Allah mü'minlere, kendilerini yeryüzünde hükümran kılacağını,
dinlerini yerleştirip güçlendireceğini, korkularını güvene döndüreceğini
va'-detmiştir. Ancak bunun içinde onların derinden iman etmiş olmalarını ve Allah'a
ihlasla kulluk etmiş olmalarını şart koşmuştur. İşte bunda Allah'ın şu kavl-i celili
tahakkuk ediyor; "Ey Rabbimiz! Biz ancak sana kulluk eder ve ancak senden
yardım dileriz," Yolu aydınlatan bu eksiksiz açıklamadan sonra her kim ki
küfrederse, onlar sağlam dinin sınırlarının dışına çıkan fa-sıkların ta
kendileridirler. Bunda kafir ve sapıklar için şiddetli bir tehdit vardır.
Ey mü'minler! Salih
amelin bazı destekleri vardır: Bu desteklerden biri, dinin direği olan namaz
ibadetidir. Namaz insanı bir çok faziletlere yönelttiği gibi, birçok
rezillikleri en de alıkoyan Dinin sınırı dışına çıkan, bazı namaz kılan
kimselerin kötü fiillerini parmağınıza dolayıp bize İtirazda bulunmayın.
Bunların kıldıkları namaz ruhsuz namazdır. Şuursuzca namaz kıldıklarından
dolayı bu kötülükleri yaparlar. Bunların kıldıkları namazda huşti ve teslimiyef,
alçak gönüllülük ve boyun eğme yoktur. Onlar kalplerini namazda Allah'ın
huzurunda olmanm bilincine vardırmazlar!
Salih amelin ikinci
desteği ise zekattır. Namaz öncelikle ferdi güçlendirip doğru yola sevkeder.
İkinci olarak topluma yön verip düzene sokar. Zekat ise toplumu düzeltip
vicdanları berraklaştırır. İnsanlar arasındaki kardeşlik bağlarını
kuvvetlendirir. Milleti bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetler. Bu
sebeple Kur'an-ı Kerim'in birçok yerlerinde namaz ile zekat bir arada
anılmıştır.
Peygambere itaat edin
ki merhamet olımasınız. Bu cümlede özet olarak peygamber efendimizin getirmiş
olduğu bütün ilahi emirlere riayet olunması emrediliyor. Siz bu emirlere itaat
edersiniz, Allah'ın merhametine nail olursunuz. İşte bu da salih amellerin üçüncü
desteğidir. "İnkar edenlerin yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacaklarını,
(Allah 'in azabına engel olacaklarını) sanma". Bu ayet-İ kerimede
mü'minlerin korkulan dağıtılıyor. Kalpleri sükunete erdiriliyor ki Allah'ın
—ne kadar çok ve güçlü olsalar da— düşmanlarının karşısında ürküntüye
kapılmasınlar. Çünkü Cenab-ı Allah onlarla beraber ve onların yardimcısıdır.
Allah güçlüdür, kuvvetlidir. Ne kadar çok ve güçlü olsalar da, kafirlerin
azaptan kaçarak Allah'ı aciz bırakacaklarını zannetmeyin. Bilakis onlar dünyada
Allah'ın pençesindedirler. Ahirette ise dönüş yerleri cehennem ateşidir.
Cehennem ne kötü bîr dönüş yeridir.
özetle mü'minlerin
devleti, izzet ve saltanatları; Allah'a İnanma, iyi îş-ler yapma, ortak
koşmaksızın Allah'a ihlasla kulluk etme, bunun yanı sıra namaz kılıp zekat
verme, getirmiş olduğu bütün hükümlerde ResuluIIaha itaat etmek şartına
bağlanmıştır. Bu-şartlann tümünü veya bir kısmım ihlai ederlerse kendilerine
zayıflık, acizlik ve gevşeklik belası İsabet eder. Hem kendilerinin hem de din
düşmanlarının hegemonyası altma girerler. [69]
58- Ey inananlar! Elleriniz altında olan köle ve
cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar, sabah namazından Önce,
öğle sıcağında soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza
gireceklerinde üç defa İzin istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabileceğiniz üç
vakittir. Bu vakitlerin dışında bİrbirinîz yanma girip çıkmakta size de,
onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size ayetlerini böylece açklar. Allah
bilendir, Hakim'dir.
59- Çocuklarınız erginlik, çağma gelince, büyüklerinin
izin istediği gibi, onlar da her defasında izin İstesinler. Allah size
ayetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, Hakim'dir.
60- Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş
kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartiyle dış esvaplarını çıkarmaktan ötürü
sorumluluk yoktur; ama sakınmaları kendileri için daha iyi olur. Allah işitir
ve bilir. [70]
Öğlen vakti.Yani bulûğ
çağına ermemiş yada onbeş yaşına girmemiş olanlar. Etrafınızda dolaşanlar.
Yaşlı ve zayıf olduklarından dolayı oturan kadınlar. Teberrüc: Ortaya çıkıp
açılmak. [71]
Bu ayet-i kerime,
büyük bir ailenin aynı evde yaşayan kardeş, evlat hizmetçi, köle gibi
fertlerinin uymaları gereken özel bazı davranış biçimlerinden bahsetmektedir.
Bu bireylerden biri,diğerinin odasına girmek için önceki ayetlerde belirtilen
izin isteme kuralına uymalıdır. Çünkü bunların herbi-rinin kendine Özgü bazı
özel halleri vardır ki, bu hallerine, —kendi oğlu olsa bile— başka bir insanın
vakıf olmasını istemez. İşte ilahi ve islami bir düstûr olan Kur'an-i Kerim bu
konuda bizleri kendi başımıza bırakmamış, aksine, bizleri bu sıkıntıdan da
kurtararak şöyle buyurmuştur: Ey iman edenler! Elinizin altında bulunan
kölelerinizle cariyeleriniz ve sizin buluğa ermemiş çocuklarınız sizden,
yanınıza girmek için üç defa izin istesinler. Çocuğun mükellef olmaması,
velisinin kendisinden istediği bazı adap ve hukuku ona alıştırmasına engel
teşkil etmemektedir.
Biliyorsunuz ki
Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde "Çocuklarınıza yedi yaşında
(namaz kılmalarını) emredin. On yaşma vardıklarında (şayet namaz
kılmıyorlarsa) onlara vurun" söylediğini hepiniz bitiyorsunuz.
İzin istenilmesi
gereken üç vakit ise şunlardır: Sabah namazından önce, uyk-udan uyanılıp
yataktan çıkıldığında yatak elbisesinin çıkarılıp diğer günlük elbisesinin
giyildiği esnada. Bu durumda yataktan çıkıp elbise değiştiren kimsenin
başkaları tarafından görülmemesi gerekir. İkinci vakit ise yatsı namazından
sonra günlük işlerin ve ibadetlerin tamamlanıp günlük faaliyetlerin sona erdiği
ve kişinin ailesi ile sohbet etmek üzere evine döndüğü ve yatmaya hazırlandığı
vakittir. Bu durumdaki kişi belki ev işine mahsus bir giysi (örneğin pijama)
giyebilir. Böyle bir halde her ne olursa olsun beklenmedik bîr anda başkasıyla
karşılaşmak kadar onu üzen bir şey olmaz. Karşılaştığı kimse akıllı olduktan,
sonra küçük olsa bile yine de bundan hoşlanmaz. Ayet-i kerimede sabah namazı
ile yatsı namazı arasındaki vakte değinilmemiştir. Çünkü bu arada kişinin eve
gelip İçeriye girmesi pek nadirdir. Yatsı namazından sonra erken yatmanın ve
sabah namazından önce de erken kalkmanın müs-tehab olduğunu ayet-i kerimenin
işaretinden anlamak mümkündür. Bu genel .sağlığın intizamı için, kişiye çok
yardımcı olan bir davranıştır.
Üçüncü vakit: Öğleyin
elbiselerinizi çıkardığınız vakittir. Bu vakit sabah namazı ile yatsı namazı
gibi, sınırlan belirtilmiş bir vakit değildir. Çünkü öğle namazından sonra
kaylûle dediğimiz uykuya bazı kimseler erken dalar bazısı ise geç dalarlar. Bu
nedenle ayet-i kerimede "Öğleden sonra elbisenizi çıkar(ıp yat)acağınız
vakit..." ifadesi kullanılmıştır. Bunlar, sizin üstünüzün açılabileceği Üç
vakittir. Ayet-i kerimede, teşrîîn hikmetinin açıklanması için bu ifadeler
kullanılmıştır. Avret kelimesi, her insanın başkaları tarafından görülmesini
(farkedilmesi) istemediği şey manasına gelir. Bu üç vakit dışındaki zamanlara
gelince,bunlarda sizin için sıkıntı ve sorumluluk yoktur. İnsan kendi evinde
özet odasında bulunmadığı takdirde,hizmetçileri ve çocukları tarafından izin
istenİlmeksizin görülmekten kızmaz ve öfkelenmez. Kaldı ki evdeki fertler,
örneğin hizmetçilerle köleler ve çocuklar,etrafınızda ve de biribiri arkasına
gelerek dolaşmaktadırlar. Şayet her defasında yanınıza geldiklerinde sizden
izin isteyecek olurlarsa onlar için çok zor ve zahmetli bir iş olur.
İşte böylece Cenab-ı
Allah,eksiksiz ayetlerini size açıklıyor. Allah yarattıklarının durumunu
bilendir. İşlerini yerli yerince yapandır. Hükmünde hikmet sahibidir.
Çocuklarınız bulûğ çağma vardıklarında, kendilerinden öncekilerin istedikleri
gibi, kendileri de yanınıza girerken sizden izin istesinler. "Kendi
evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyin'[72]. Bu
ayet-İ kerimenin, çocuğun her ne kadar büyüyüp genç yaşa gelmesi ve geçliğinin
baharını yaşaması çağında olsa bile karşıt cinsleriyle bir arada yaşamasının
normal olduğunu iddia eden ve muhafazakarlık- kurallarına riayet etmeyen bazı
aileler ve evler için bir ilaçtır. Bu ayet-i kerime İslama aykırı olan yukarda
belirtilen geleneği yasaklanmaktadır. Evlerde yaşlılık ve zaafi-yetlerİnden
dolayı oturan ve çoğunlukla durumları bundan ibaret olan,ihtiyarlıklarından
ötürü kendilerine tamah edilmeyen kadınların avret mahallini göstermeyecek
şekilde peçelerini ve feracele'rini çıkarmaları,iç çamaşırlarının üzerindeki
giysilerini indirmeleri normal karşılanmaktadır. Ancak bu durumda da süs
yerlerini erkeklere göstermemeleri şart koşulmuştur. Bu ayet-i kerimenin
manası, erkekleri fitneye düşürmesinden korkulan kadınlarla, erkekleri fitneye
düşürmesinden korkulmayan kadınlar arasında kesin bir ayrım yapmaktadır,
ikincisi, açılıp saçilmaksızın ve ziynetlerini göstermeksizin, kadınların avret
mahallerini göstermeyecek şekilde giysilerinin bir kısmını indirmelerinde bir
sakınca yoktur. Bununla beraber korunup iffetlerini muhafaza etmeleri ihtiyat
tedbiri olarak örtünmeleri, onlar için daha hayırlı ve daha mükemmeldir.
Cenab-ı Allah'tan, bizleri kitabına ve direktiflerine uygun davranmakta
başarılı kılmasını ve bizleri hatalarla günahlardan korumasını diliyoruz. [73]
61- Kor için bir sorumluluk yoktur. Topal İçin bir
sorumluluk yoktur. Hastaya da bir sorumluluk yoktur. Evlerinizde veya
babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin
evlerinde veya kız kar-deşlerizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya
halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin
evlerinde veya kahyası olup anahtarlan elinde olan evlerde, ya da dostlarınızın
evlerinde izinsiz yemek yemenizde de bk sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı
ayrı yemenizde de bir sorumluluk yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, kendinize
Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin. Allah size
ayetleri düşünesinîz diye böylece açıklar. [74]
Güçlük ve sıkıntı
manasına gelir. Şeriat lisanında ise suç ve günah manasını ifade eder. Dağınık
vaziyette. Çok hayırlı. [75]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Rabbimiz, bizleri
mubah sayılan inanç ve ibadetler kategorisine girmeyen genel hususlar da bile
kör yürüyüşü gibi yürümeye terketmemiş, aksine yolumuzu çizmek ve bizleri yeme
içme hususunda başkalarına karşı, İsla-mın yüce edepleri ile davranma konusunda
eğitmek istemiştir. Kendilerine tutkunlukları dolayısıyla yahut hastalıklı
kimsenin her şeyden yararlanmasını arzuladıklarından dolayı bazı kimseler
körle, topalla, hasta kimseyle beraber yemekten kaçınırlar. Kur'an-ı Kerim nazil
oldu, bu konudaki sıkıntı,, güçlük ve günahları reddetti, ortadan kaldırdı.
Mana olarak ta şöyle buyurdu: Sağlıklı kimselerle birlikte yemek yemeleri
konusunda köre, topala ve hasta kimseye güçlük ve sorumluluk yoktur. Onların
aynı masada yemek yemelerinin bir sakıncası yoktur. Çünkü ey mutaassıp
kimseler! İş, sizin zannettiğinizden daha da geniştir. Cenab-ı Allah yeme içme
gibi meselelerin, müslüman kişi tarafından o kadar önemsenilmemesi gereken
basit işlerden olduğunu bizlere öğretmiş ve bu hususta bizi eğitmiştir. Çünkü
bizler yaşamak için yeriz ve bedenimizin ayakta tutmak için gıda alırız. Yoksa
biz hayvanlar ve kafirler gibi yemek için dünyada yaşamıyoruz. [76]
Bu saydığımız
kimselerin kendilerinden başka sağlıklı kimselerle yemek yemeleri halinde bir
sorumlulukları ve günahları yoktur. Aynı şekilde bir masada onlarla birlikte
yemek yiyen kimselerinde sorumlulukları yoktur. Sahipleri tarafından evde hiç
kimse yokken bile yemek yiyebileceklerine izin verilmiş olması halinde bu gibi
kimselerin başkalarının evinde yemek yemelerin de bir günahı ve sorumluluk
yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki: "Size de kendi evlerinizden, yahut
babalarınızın evlerinden, yahut annelerinizin evlerinden... yemenizde bir
güçlük yoktur".
Bu ayet-i kerimede
insanlara geniş ruhsatlar ve kolaylıklar tanınmıştır.Ayrıca burada fertler
arasındaki sevgi ve akrabalık bağlarının gerekleri de açıklanmıştır. Sahibinin
kendisinden habersiz olarak yemek yediğimiz takdirde İncinmeyeceğini, nefsinin
bundan dolayı cimrilik yapmayacağını, aksine sevineceğini ve memnun olacağını
bildiğimiz takdirde ayet-İ kerime, izin almadan başkalarına ait onbir yerden
yemek yiyebileceğimizi hükme bağlamış ve bu hususta bize serbestiyet
tanımıştır. Ama yemeğini kendisi yokken yediğimiz takdirde yakınımızın
incineceğini biliyorsak onun yemeğini yemekten sakınmalıyız. Ve kendimizi
tutmalıyız. Ayet-i kerimede kendilerinden bahsedilen onbir kişi şunlardır.
1- Kendi evlerimiz. Ayet-i kerimede bununia gaiiba
oğullarımızın evleri kastedilmiştir. Çünkü baba ile oğul arasındaki güçlü
bağlar, oğulun evinin babaya ait olmasını gerekli kılmaktadır.
2- Babalarınızın evleri.
3- Anaiarmızın evleri.
4- Kardeşlerinizin evleri.
5- Kizkardeşlerinizin evieri. .
6- Amcalarınızın evleri.
7- Halalarınızın evieri.
8- Dayılarınızın evleri.
9- Teyzelerinizin evleri.
10- Anahtarına sahip olduğunuz evler. Örneğin mal
sahibinin vekili olduğunuz evler.
11- Dostlarınızın evleri. Bu da sahibi yokken evinden
yemek yediğiniz dostunuzun bu yeyişinizden dolayı sevinip memnun olacağını
bildiğiniz takdirde mümkün olur. Zaten islam kardeşliğinin dostluk ve
sadakatin bağları da bunu gerekli kılar. Ama dostunuz olan ev sahibinin kendisi
yokken yemeğini yemenizden hoşlanmayacağını biliyorsanız yemeniz haram olur.
Zira Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyurmuşlardır: "Gönül rızası olmadıkça bir müslümanın malı helal
olmaz". Gerçekler de bunu destekliyor. Çünkü sahibi yokken eve girip yemek
yemek, icabında ev sahibinin hoşuna giden, hatta aradaki bazı kırgınlıkları
gideren bir davranış olur. Şu veya bu durumda toplu veya dağınık olarak yemek
yemenizin herhangi bir sakıncası yokiıiı. Yukarda geçen dost ve akrabalarınızın
evlerine girdiğinizde orada bulunanlara islam selamıyla selam verin. Bu
Kur'an'ın edebidir. Girmenize müsade edilen babanızın veya kardeşinizin veya
dostunuzun evine girdiğiniz takdirde izin almadan sağa sola hücum edip
girmeyin. Bilakis orada bulununlara Allah tarafından gönderilen hayırlı,
bereketli bir islam selamıyla seîam verin. İşte Kur'an-ı Kerim'ın adeti
uyarınca Cenab-ı Allah ayetlerini bu parlak açıklama ve bu yüksek edep ve bu
sağlıklı yönlendirme ile sizlere açıklıyor. Kalplerinizi hikmetle,
nefislerinizi rahmetle, hayatlarınızı intizamla dolduruyor. Bütün bunları
düşünesiniz, Kur'an'a bağlılığınız artsın.
Kur'an'a sarılmanız
artsın, bütün bunlardan ötürü de şükrünüz çoğalsın diye yapıyor. Allah,
kitabında söylenenlerin anlamını en iyi bilendir. [77]
62- Doğrusu Allah'a ve Peygamberine inanan mü'minler,
Peygamberle beraber bir işe karar vermek İçin toplandıklarında, ondan izin
almaksızın gitmezler. Ey Muhammedi Senden İzin isteyenler, işte onlar, Allah'a
ve Peygamberine inananlardır. Bazı işİeri için senden izin isterlerse,
içlerinden dilediğine izin ver, Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile.
Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder,
63- Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi
çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir.
O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya
can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.
64- Dikkat edin; göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır.
O, içinde bulunduğunuz durumu da, kendisine döndürüleceğiniz günü de gerçekten
bilir.Onlara işlediklerini haber verir. Allah herşeyi bilir. [78]
Toplanıp danışmayı
gerekli kılan önemli iş. Toplanmak üzere peygamberin çağrısı.Gizlice sıvışıp
giderler. Birbirlerinin arkasına gizlenerek. [79]
İnsanların
birbirleriyle olan ilişkilerini, özellikle aile ve ev içi bireylerinin
birbirleriyle olan ilgisini konu edinen önemli bir sûrenin sona erdİrilişi
ancak bu kadar güzel cümlelerle olabilirdi. İşte şimdi de bu sûrenin sonundaki
ayet-i kerimeler, peygamber efendimizle birlikte nasıl oturulacağını ve önemli
işlerin onun huzurunda nasıl görüşüleceğini açıklamaktadırlar.
Allah'a ve Resulüne
inanan mü'minler, önemli bir konuyu peygamber efendimizle toplantı yaparak
görüşen kimseler, onun huzurunda toplanıp görüş alışverişi yaptıkları zaman ondan
izin almadan kalkıp gitmezler. Çünkü bu durumda toplantıyı terkedip gitmek;
önemli bir topluluğu görmekten kendini mahrum etmesi dolayısıyla kişiye zarar
verir. Ayrıca toplantıdaki fertlerin sayısını azalttığından ve onları zayıf
durumda bıraktığından dolayı o topluma da zarar vermiş olur. Bunun yamsıra
peygamberimize de çok ağrına giden bir davranışta bulunmuş olur. Zira Peygamber
efendimiz kendi kavminin doğru yola iletilmesi için, içten İçe yanıp
tutuşmaktadır. Onları, düzenlediği toplantılara çağırarak kendi feyzinden
yararlandırmayı ummaktadır. Düzenlediği toplantılarda, hem dinleri hem
dünyaları için büyük yararlar vardır.
Ayet-i kerime
kendisinde üç özelik bulunan kimselerin ancak mü'min olacaklarını
belirtmektedir;
1- Allah'a iman etmek.
2- Allah'ın peygamberine iman etmek.
3- Peygamber (s.a.v.) efendimizin önemli bir iş için
düzenlediği toplantılara katılmak ve bu toplantılardan kalkıp gidebilmek için
peygamberden izin istemiş olmak.
Bu ayet-i kerimelerde
ve ileri sürülen bu şartlarda Mü'min kimselerin peygamber efendimize karşı
nasıl davranmaları gerektiğini açıklanmaktadır. Ayrıca bu hüküm, toplumdaki
fertler ve onların genel veya Özel statüdeki yöneticileri hakkında da
uygulanır.
Toplantıda
peygamberden izin almadan kalkıp gidenler, münafıkların ta kendileridirler.
Onlar hiçbir hususta mü'min sayılmazlar. Bu ifadeler, anılan ayet-i kerimelerin
nüzul sebebine de uygun düşmektedir.
Rivayete göre bu
ayet-i kerimeler, Peygamber efendimizin hutbe irâd etmesi esnasında, O'nun,
münafıkların hallerini açıklaması halinde sıkıntı ve elem duyacakları için
hutbeyi terkedip giden münafık bir kavim hakkında nazil olmuştur.
Ey Muhammed! Senden
izin isteyen kimseler, Allah'a ve Resulüne İnanan kimselerin ta
kendileridirler. Bazı işleri için senden izin İstedikleri takdirde sen onlardan
dilediklerine izin ver. Ve onlar için Allah'tan bağışlama dile. Bu İfadeler,
bizleri şöyle demeye yöneltiyor: İzin istemek, önemli İşler için olmalıdır.
Yoksa her basit nedenden dolayı izin istemek doğru değildir. Ayrıca izin
vermek, toplantıyı yöneten kimsenin yetkisine bırakılmıştır. Dilerse izin
verir. Düemezse vermez. O kendi aklının ve maslahatın uygun gördüğü durumlarda,
ayrılmak isteyen kimselere İzin verebilir. Aslında önemli olsa bile bazı
işlerimiz için toplantıyı terkedip ayrılmamak daha güzel olur. Çünkü yapılan
toplantı, toplumu ilgilendiren önemli bir iş hakkındadır. Cenab-i Allah'ın
peygamber efendimize hitaben "Onlar için bağışlama dile" buyruğu,
sebebi her ne olursa olsun toplantıdan ayrılmak için izin istemenin, Allah'tan
bağışlama dileğinde bulunmayı gerektiren bir davranış olduğunu ifade
etmektedir.
Ey insanlar!
Peygamberin çağrısını, biribirinize yaptığınız çağrılara benzetmeyin. Zira
Peygamber efendimiz sizleri, dininiz veya dünyanızla ilgili bir hususta
görüşmek üzere çağırmaktadır. Şu halde O'nun bu çağrısının çok önemli bir iş
hakkında olduğunu ve toplantının da genel çıkarlar amacıyla düzenlenmiş
olduğunu düşünmeniz gerekir. Kendinizi bu genel çıkarlardan mahrum bırakmamanız
gerekir. O'nun çağrısına da bütün kalbinizle uymanız lazım gelir. O'nun
çağrısını, önemsiz bazı işlerde birbirinize yaptığınız çağrılara benzetmeyin.
"Birbirinizin
çağrısı" sözünden kasıt, yetki ve hakimiyeti olmayan kimselerin
çağrılarıdır. Bİr kimsenin yönetimde yetki ve hakimiyeti olunca onun sizleri
çağırmaya hakkı olur. Ve bilin ki Cenab-ı Allah, aranızdan sıvışıp gidenleri
ve gizlice kalkıp gidenleri, izin almadan toplantıyı terk edenleri bilmektedir.
Ve bu davranışınızdan dolayı da sizleri cezalandıracaktır. Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın emrine her ne hususta olursa olsun karşı çıkan kimseler,
dinleri veya dünyaları konusunda kendilerine bir belanın,ya da elem verici bir
azabın isabet etmesinden korksunlar.
Bu şiddetli bir tehdit
olup müslümanlara böyle bir tehdidin vuku bulmasından korkarız. Zira başımıza
gelen bu kadar musibet ve belaların, birçok hususlarda Kur'an'ın emirlerine
muhalefet etmemizden kaynaklandığını bilmekteyiz. Bu emir ve tekliflerin
hepsine karşı uyanık olmalıyız. Bunları dikkatle değerlendirmeli ve gereğince
davranmalıyız. Çünkü bu emir ve teklifler gökleri ve göklerdeki şeyleri,
yerleri ve yerlerdeki şeyleri mülkiyetinde tutan Allah'tan gelmektedirler. Ve
Allah sizin gizli ve aşikar, yapmakta olduğunuz işleri bilir. Kıyamet gününde
insanlar huzuruna vardıklarında, dünyada yapmış oldukları İşleri onlara haber
verir.Ve o yaptıkları işlerden dolayı da kendilerine ceza verir. Allah, herşeyi
bilendir. [80]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/225.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/225.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/225-226.
[4] Zarayat: 55.
Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/226.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/226-227.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/227.
[7] Furkan: 68-69.
[8] Nûr: 3.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/227-228.
[10] Nûr: 32.
[11] Bakara: 221.
[12] Nûr: 26.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/228-232.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/232.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/232.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/232.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/232-233.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/233.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/234.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/234-236
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/236.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/237-239.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/239.
[24] Yusuf: 18.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/239-241.
[26] Bakara: 268.
[27] Mü’min: 19.
[28] Şûra: 25.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/241-247.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/247-248.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/248.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/248-250.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/250.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/250.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/251.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/251-253.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/253-254.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/254.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/254.
[40] Hanefi mezhebine göre; efendi iie cariye veya
karı-kocanın biribirlerinin Icıiiisii! organlarına bakmaları haram değildir.
Fakat bakmamaları daha uygundur. İbn Ömer'e göre İse, bakmakta bir sakınca
yoktur.
(Hidaye: 4/85).
Danışman.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/254-257.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/257-258.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/258.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/258-259.
[45] Tevbe: 60.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/259-262.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/263.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/263.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/263-265.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/266.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/266.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/266-267.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/267.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/268.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/268.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/269.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/269.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/270-271.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/271-272.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/272.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/272.
[62] Raad: 4.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/273-276.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/276-277.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/277.
[66] Gâşiye: 21-26.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/277-278.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/278-279.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/279.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/279-281.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/281-282.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/282.
[72] Nûr: 27.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/282-284.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/284-285.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/285.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/285.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/285-287.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/287-288.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/288.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 4/288-290.