FURKAN SURESİ SURE: 25. 2

Giriş. 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 3

Aile Fertlerinin Rızkını Temin İçin Çalışmak Gereklidir 3

Meal 4

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 4

Azap Ehli İçin Cehennem Nasıl Bir Vaziyete Gelir?. 5

Müslümanın Her İstediği Cennette Vardır 5

«Allah'dan Başka Ma'budlar» İle Kastedilen Nedir?. 6

Peygamberler Sadece İnsanlardan Gelmişlerdir 6

Meal 7

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 7

Melekler Mücrimlere Ne Derler?. 8

Cennet Ehlinin Yerî 8

Zalimlerin Kıyametteki Durumları 9

Meal 10

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 10

Meal 13

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 13

İki Denizden Maksat Nedir?. 15

Meal 16

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 16

Rasûlüllah'ın Mü'min Ve Kâfirlere Karşı Vazifesi 16

Allah'ın Errrahman İsmi 17

Gökdekî Burçlar 17

Allah'ın Halis Kullarının Vasıfları 17

Meal 18

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 18

Allah'ın Halis Kullarına Mükafatı 19

Cennet Hayatı Sonsuzdur 20


FURKAN SURESİ SURE: 25

 

Giriş

 

Deriş, Nühas, İbn Merduveyh ve Beyhaki İbn Abbas'tan riva­yet ediyorlar: Purkan Suresi Mekke'de nazil olmuştur. 77 ayet, 892 kelime ve 3.730 harftir.

Malik, Şafiî, Buhari, Müslim, İbn Cerir ve İbn Hibban Hz. Ömer'den rivayet ediyorlar: «Peygamber'in hayatında Hişam bin Hakem'in Furkan Suresi'ni Peygamber'in bana Öğrettiğinden de­ğişik şekilde okuduğunu gördüm. Nerdeyse namazda gırtlağına sarılacağım geldi. «Bu sureyi sana bu tarzda okumayı kim öğret­ti?» diye sorunca bana «Rasûlullah öğretti.» dedi. «Yalan söylü­yorsun, zira, Rasûlullah bana başka tarzda öğretti» dedim. O da ısrar etti. Bunun üzerine onu yakasından çekerek Rasûlullah'ın huzuruna getirdim ve «Ya Rasûlullah, bu adam Furkan Suresi'ni senin bana Öğrettiğin tarzdan değişik bir tarzda okuyordu.)) 'âe~ dim. Rasûlullah Hişam'a hitaben «Haydi oku» buyurdu. Onun okumasmı dinleyen Rasûlullah «Bu sûre böyle nazil oldu. Zira Kur'an yedi harf üzere nazil olmuştur. Bunlardan kolayınıza gel­diği tarzda okuyunuz» buyurdu. [1]

 

Meal

 

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

1- Âlemlere (ins ve cinne) bir korkutucu olması için kulu­na (Muhammed'e) Furkan'ı indiren Allah'ın şanı ne yücedir!

2- Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O'nundur. Ço­cuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur. O her şeyi yarat­mış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçü ile takdir etmiştir. [2]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-2) «Alemlere (ins ve cinne) bir korkutucu olması için...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Tebareke» fiili «Bereket» kökünden gelir ve hayrm çokluğu demektir. Yani Kur'an'ı indirenin hayrı çoktur. Veya o, sıfatların­da ve fiillerinde her şeyden daha fazladır. Zira «El-Bereket» keli­mesi fazlalık mânâsını da içermektedir. Kur'an'ı indiren Cenab-ı Hakk'tır. Onun kulu ise Hz. Muhammed'dir. «EljFurkan» kelimesi mastardır. İki şeyin arasını ayırdetmektir. Çünkü Kur'an hak ile bâtılı, haram ile helâli ayırdetmektedir. Veya birçok vakitte parça parça inmiştir. «Nezzele» fiili de Kur'an'm birçok parçalar (ayet­ler) halinde indiğini ifade etmektedir.

«Alemlere bir korkutucu olması için» cümlesi, Rasûl-ü Ek­rem'in bütün varlıklara veya insan ve cinlere peygamber olarak gönderildiğini ifade etmektedir.    .

«Göklerin ve yerin mülkü O'nundur», yani O, dilediği şekilde onlarda tasarruf eder. «Vahdaniyetinde tek olduğundan, evlât edinmemiştir» cümlesi Hıristiyanlar aleyhinde bir reddiyedir.

«Mülkte O'nun ortağı yoktur», yani uluhiyette o tektir. Bu da putlara tapan ve şirk iddiasında bulunanların aleyhinde bir cüm­ledir.

Kendisine kulluk yapsın, yapmasın her şeyi O vücuda getir­miştir ve burada iradesine göre takdiri gözetmiştir. Meselâ insa­nı özel maddelerden, özel şekil ve surette yaratmıştır.

«Onu takdir etti» ifadesi hazırladı anlamındadır. Yani ondan istediği özelliklere göre onu hazırladı. Meselâ insanı idrak ve anla­yış sahibi, çeşitli sanatları elde edebilecek değişik fullerde buluna­bilecek şekilde yaratmış ve hazırlamıştır. Veya onu muayyen bir ecele kadar var olacak şekilde yaratmıştır. [3]

 

Meal

 

3- Onlar ise, Allah'ı bırakarak  hiçbir   şeyi yaratamayan, kendileri yaratılmış olan, kendilerinden bir zararı defetmeye ve­ya bir yaran celbe güç yetiremeyen, öldürmeye, diriltmeye, (ölüm­den sonra Ölüleri yeniden) kaldırmaya kudreti olmayan birtakım mabudlar edindiler.

4- Kâfirler şöyle dediler: «Bu  (Kur'an) onun uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Başkaları da (bu işte) ona yar­dım etmiştir.» Onlar bu (iddia île) haksızlık ettiler ve yalan söy­lediler.

5- Yine dediler ki: «Bunlar onun yazdığı eski masallardır. Bunlar ona sabah akşam okunuyor.»

6- (Ey Rasûlüm!) Onlara de ki: «Bu Kur*an'ı göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen (Allah) indirdi. O Gafur ve Rahim olandır.»

7- Onlar derler ki: «Bu peygambere ne oluyor? Yemek yi­yor, çarşılarda dolaşıyor, O'na kendisiyle birlikte âleme uyanlar­da bulunacak bir melek indirilmeli değil miydi?»

8- «Yahut ona niçin bir hazine indirilmedi? Yahut ona niçin kendisinden yiyeceği bir bahçe  verilmedi?»   Sonuç olarak zalimler (müminlere) derler ki: «Siz ancak büyülenmiş bir ada­mın peşinden gidip ona uyuyorsunuz.»

9- (Ey Rasûlüm!) Bak! Onlar senin hakkında ne temsil­ler ileri sürüyorlar. Onlar sapıttılar ve artık yolu da bulamazlar!

10 - Sana (senden istenilenin) dilerse daha âlâsını, altından ırmaklar akan cennetleri, saraylan verebilecek olan Allah'ın şa­nı ne yücedir!

11- Onlar (gelecek olan) Kıyamet'i yalan saydılar. Biz Ki-yamet'i inkâr edenlere alevli ateşler hazırladık. [4]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(3) «Onlar ise, Allah'ı bırakarak...» Bu Ayetin Tefsiri

«Onlar ilâhlar edindiler», yani putperestler Allah'ı bırakıp put­ları ilâh edindiler Putlar yaratılır fakat yaratamazlar. Putlar ken­dilerinden bile bir zararı defetmek veya bir yaran celbetmek hu­susunda muktedir değildirler. Öldürmeye, diriltmeye, haşre gön­dermeye de kadir değildirler.

Bu ayet müşriklerin cehaletini sergilemektedir. Dilediği olan dilemediği olmayan ve her şeyin yaradam olan Allah'ı bırakarak putlara ibadet etmektedirler.

(4-6 «Kâfirler şöyle dediler: Bu...» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Hâşâ» kelimesi Kur'an'a işaret eder. Yani onlara göre Kur' an ifktir, yalandır. Onu Muhammed uydurmuştur. Başkaları da bu hususta Muhammed'e yardımcı olmuşlardır. «Zur» kelimesi iftira, bâtıl söz demektir. Esatir kelimesi geçmişlerin kitapları demektir. «îktetebe» fiili «istinsah etti» demektir.

«O, sabah ve akşam, ona başkası tarafından okunuyor» şek­lindeki sözleri, yalan ve bühtan olduğundan ötürü herkes bunun bâtıl olduğunu biliyordu. Zira tevatüren bunun bâtıl olduğu bilin­miştir. Çünkü Hz. Muhammed yazı bilmiyordu. Hayatının başlan­gıcında da sonunda da böyle bir şey öğrenmemişti. Doğduğu günden kırk yaşma gelinceye kadar onlann arasında yaşadı. Onlar onun çı­kışım, girişini, doğruluğunu, nezahetini, beraetini, emanetini bili­yorlardı. Yalandan uzak olduğunu öğrenmişlerdi. Hatta onlar kü­çüklüğünden, peygamber oluncaya kadar ona «El-Emin» (hain ol­mayan, bâtıla girmeyen, yalan söylemeyen) demişlerdir. Allah ona peygamberlik verdikten sonra kıskançlıklarından ötürü düşman oldular ve çeşitli iftiralarda bulundular. Bazen «O sahirdir» dedi-ler. Veya «Şairdir», «Delidir» dediler. Bazen de «Yalan söylüyor» dediler. Cenab-ı Hak onların Hz. Peygamber'e attıkları bu çamur ve kirlere karşı peygamberine şöyle demesini emretti: «(Ey Rasû-lünt!) De ki: Göklerde ve yerdeki sırrı bilen onu indirmiştir.» Ya­ni daha önce geçenlerle, geleceğin haberlerini kapsamakta olan Kur'an'ı Allah indirmiştir. Allah göklerin, ve yerin de gayblerini ve esrarını, zahiri şeyler nasıl biliniyorsa öyle bilmektedir.

«Şüphesiz ki Allah çokça bağışlayıcı ve merhamet edicidir» cümlesi onları bu bâtıl ve hezeyanlardan cayıp, hakka dönmeye, tevbe etmeye davet etmektedir. Allah'ın rahmetinin geniş olduğu­nu, hilminin büyük olduğunu onlara bildirmektedir. O'na dönen herkesin tevbesini kabul eder. Nitekim onlar yalanlarına, peygam­bere ve Kur'an'a yaptıkları iftiralara, küfür ve inatlarına, Rasûlul-lah'a dediklerine rağmen Allah onları tevbeye davet etmektedir.

Onların iddialarına göre, Kur'an'ı telif etmek hususunda Hz. Peygamber'e yahudüer yardım etmiştir. Veya iddialarına göre yar­dım eden Habeşistanlı şair Ubeyd bin el-Hadr'dır. Veya Mekke'de bulunan ehli kitaptan Cenir, Yesa, Adaş bin Ubey adlı kişiler yar­dım etmişlerdir. Onların iddialarına göre Rasûl-ü Ekrem Kur'an'ı bu kişilerden alıyordu. [5]

 

Aile Fertlerinin Rızkını Temin İçin Çalışmak Gereklidir

 

(7-8) «Onlar derler ki: «Bu Peygambere...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Onlar «Madem Peygamber bizim rızık peşinde koştuğumuz gibi çarşı ve pazarlarda dolaşıyor, o halde onun bizden üstünlü­ğünün sebebi nedir? Bize değil de niçin ona risalet gelmiştir?» di­yorlardı. Onlar Rasûl-ü Ekrem'e: «Sen beşer olduğundan dolayı, melek değilsin. Melek, yemek yemez. Sen kral da değilsin. Çünkü krallar pazarlara alış-veriş için dalmazlar. Halbuki sen pazarlara gidiyorsun, alışveriş yapıyorsun» şeklinde itiraz etmekteydiler.

. îbn Abbas'tan gelen rivayete göre Utbe bin Rebia, Ebu Süf-yan bin Harb, Nadr bin el-Hars, Ebu'l-Buhteri ve Esved bin Ab-dulmuttalib, Zem'a bin Esved, Velid bin Muğire, Ebu Cehl bin Hi-şam, Abdullah bin Ebu Umeyye, Umeyye bin Halef, As bin Vail, Munebbih bin Haccac biraraya geldiler ve «Muhammed'e bir elçi gönderelim. Onunla konuşalım, tartışalım da ona karşı yaptıkla­rımızda mazur sayılalım» diye kararlaştırdılar. Böylece O'na bir elçi gönderdiler. Elçi O'na, «Kavminin ileri gelenleri senin için bir-cıraya geldiler ve seninle konuşmak istiyorlar» dedi. Rasûlullah onlarm yanına geldikten sonra, «Ey muhammed! Biz senden ötü­rü özür sahibi olalım diye seni buraya davet ettik. Eğer sen bu hadiseyi mal edinmek için getirmişsen mallarımızdan sana bir ser­vet verelim. Bununla baş olmak istiyorsan seni baş yapalım. Eğer bununla kral olmak istersen seni kral ilan edelim» dediler. Allah'ın Rasûlü: «Sizin dediklerinizin hiçbiri için gönderilmiş değilim. Ge-tirdiklerimle sizin malınızı almayı da kastetmiyorum. Size baş ol­mayı, kral olmayı istemiyorum .Fakat Allah beni size peygamber olarak gönderdi ve bana bir kitap indirdi. Size müjdeleyici ve kor­kutucu olmamı emretti. Ben de Rabbimin peygamberliğini size tebliğ ettim. Size nasihatta bulundum. Size getirdiklerimi benden kabul ederseniz, bu, dünya ve Ahiret'te sizin payınız olacaktır. Onu bana geri verirseniz Allah'ın emrine karşı sabredeceğim. Ta ki Allah aramızda hükmetsin» buyurdu. Onlar: «Ey Muhammed! Bi­zim tekliflerimizden birini kabul etmiyor veya bizim dediklerimi­zi yapmıyorsan hem kendinden hem de Rabbinden iste ki seninle beraber seni doğrulayan bir melek göndersin.   O   melek   senden ötürü bizimle münakaşa etsin. Ya da Rabbinden iste ki sana altın ve gümüşten yapılmış köşk ve ziynetler versin. Aramakta olduğun­dan seni müstağni kılsın. Çünkü sen de bizim gibi rızkım temin etmek için pazarlara gidiyorsun. Eğer iddia ettiğin gibi peygam-bersen böylece senin fazilet ve üstünlüğünü, Rabbinin katındaki dereceni öğrenmiş oluruz» dediler. Allah'ın Rasûlü: «Ben bunu ya­pamam. Rabbimden böyle bir şey isteyen bir kimse de değilim. Ben size bununla gönderilmiş değilim. Cenab-ı Hak beni müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir» buyurdu. İşte o zaman Cenab-i Hak bu ayeti indirdi. (Hadiseyi İbn İshak, îbn Cerir ve İbn'ul-Munzir rivayet etmektedirler).

Onların Hz. Peygamber'e   «Rasûl»   demeleri inandıkları için değil, istihza kastıyladır.

(9 «(Ey Rasûlüm!) Bak onlar senin hakkında...»Bu Ayetin Tefsiri

Cenab-ı Hak burada onların bâtıl sözlerinin ne kadar korkunç olduğunu ifade ediyor. Rasûlüne, «Bak, onlar senin için nasıl dar­bı meseller vermişlerdir. Senin hakkında o akıl dışı acaib sözleri nasıl söylemişlerdir. Sana nasıl sıfatlar isnad etmişlerdir. Bütün bunları seni tekzib için yapıyorlar» demektedir.

Ayet metnindeki «Emsal» kelimesi nadir sözler, garip istek­ler demektir. Burada onların «Muhammed müfteridir. Ona başkası tarafından  bu  vahyedilenler öğretilmektedir. O  sihirbazdır» şeklinde sözleri kastedilmektedir.

(10) «Sana (senden istenilenin) dilerse daha âlâsını...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Tebareke» fiili, daha önce de geçtiği gibi, «Hayrı çok oldu» demektir.

Ayetin metnindeki «Zalike» kelimesi, onların daha önce iste­dikleri hazine ve bahçelere işarettir. O hazine ve bahçelerden daha hayırlısı, gölgelikler, altında nehirler akan cennetlerdir ve o cennet­lerde Rasûlullah için yapılan saray ve köşklerdir. Kasr, taştan ya­pılmış saray demektir. Çünkü orada oturan bir insan başkasının kötülüklerinden emin olur. Bazı müfessirler {(Çamurdan, yünden ve kıldan yapılan evlere de kasr denebilir» demişlerdir.

(11) «Onlar (gelecek olan) Kıyamet'i...» Bu Ayetin Tefsiri

«Onlar saati yalanladılar», yani Ey Rasûlüm! Senin hakkında söyledikleri uygunsuz sözlerden başka bir de Kıyamet Saati'ni ya­lanladılar. Bu, bütün o söylediklerinden daha garip bir şeydir. Onun için bunlara delillerin hiç yararı yoktur. Onlar delilleri dü­şünmezler.

Cenab-ı Hak aynı ayette Kıyamet'i yalanlayan kimseler için 'iBiz ateşi hazırladık» buyurmaktadır. Ayet metninde geçmekte olan «Sair», alev alev yanan ateş demektir. [6]

 

Meal

 

12- (O cehennem) .onlan uzak bir yerden görünce,  onlar bunun öfkesini ve uğultusunu işitirler.

13- Onlar elleri boyunlarına bağlı olarak ateşin dar bir ye­rine atıldıkları zaman orada; «Ey ölüm!  Gel. Neredesin, yetiş!» diye bağırırlar.

14- Bugün bir ölümü değil birçok ölümü çağırın!

15- (Ey Rasûlüm!) De ki: Bu mu iyi, yoksa korunanlara va-adedilen ebedi cennet mi? Orası onlar için mükâfat ve gidilecek yerdir.

16- O takva sahipleri orada istediklerini bulurlar ve ebe­di kalırlar. Bu, Rabbinin istenen bir vaadidir.

17- Onları  (kâfirleri)  ve Allah'tan başka taptıklarını top­ladığı gün (tapılanlara), «Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar?» diye sorar.

18- (Tapılanlar) • derler ki:  «Senin şanın  yücedir.  Senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Lâkin sen onlara ve baba­larına nimet verip yaşattın.   (Onlar seni)  anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.»

19- (İşte ey müşrikler!) Sizi sözünüzde yalancı çıkarmışlar­dır. Artık sizin ne azabı savuşturmaya ne de yardıma gücünüz yeter. İçinizde kim zulümde bulunduysa ona büyük bir azap tat­tıracağız.

20- (Ey Rasûlüm!)   Senden önce   gönderdiğimiz  peygam­berler de yemek yerler, pazarlarda dolaşırlardı. Biz birinizi diğe­rinize imtihan vesilesi kıldık. Buna katlanacak mısınız? Rabbin muhakkak ki her şeyi görür. [7]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(12) «(O cehennem) onları uzak bir yerden görünce.,.» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin başındaki «Raet» fiilinin faili ya ateştir, (yani ateş onları gördüğü zaman) veya bu fiilin mânâsı onlar için göründü­ğünde ve uzaklığı da bir insanın bakıp göreceği kadar kaldığında şeklindedir. Veya onlan (kâfirleri) cehennem hazeneleri gördük­lerinde bu hadise meydana gelir.

«Uzak bir mekândan» tabirinden maksat, kâfirlerden uzak bir mekândır. Bazı müfessirler «O mekân ile kâfirler arasında, beş-yüz senelik mesafe kadar bir uzaklık vardır» demişlerdir. Fakat bu yorumu destekleyen herhangi bir haber var mıdır?

Ayetin metnindeki «Teğayyuz» kelimesi kaynamak, demektir. Yani öfkeli bir insanın göğsü kaynadığı gibi kaynar. Kâfirlere Öf­keli olduğunu belirten bir sesi vardır veya kaynadığı için böyle bir ses çıkarır. «Zefir» kelimesi ses demektir. Yani onların cehennem­den işittikleri ses, öfkeli bir insanın sesine benzer.

Kutrup «Onlar onun teğayyuzunu biliyor ve zefirini d,inliyor-lar demektir» diyor.

Bazıları da ayeti «O ateşte azap çekenler için teğayyuz ve ze­fir vardır» şeklinde yorumlamışlardır.

(13-14) «Onlar elleri boyunlarına bağlı olarak...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Cenab-ı Hak «Dar bir mekân» tabirini, azabın şiddetinin, be­lânın doruk noktaya çıktığını belirtmek için kullanmaktadır. Bu konuda Yahya bin Esid, Rasûlullah'tan şunu rivayet ediyor: «Hz. Peygamber'den bu ayetin mânâsı soruldu. O, cevap olarak: «Nef­simi yed4 kudretinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, onlar kazığın duvara çakılması gibi cehenneme çakılırlar (yani zorla so­kulurlar)» buyurdu. [8]

 

Azap Ehli İçin Cehennem Nasıl Bir Vaziyete Gelir?

 

tbn Abbas; «Cehennem onların üzerine, mızrağın kabının mız­rağa dar geldiği gibi, daralır» demiştir.

Ayetin metnindeki «Subur» kelimesi helak demektir. İbn Ab­bas «Subur, veyl demektir» diyor. Yani onlar orada helak olmayı isterler, temenni ederler. Ve başlarına gelen belâ sebebiyle «Ey he­lakimizi Nerdesin, gel» derler. Fakat onlar helak olmaktan kur­tulamazlar.

Onlara o gün «Bir tek helak değil, birçok helaki çağırın» de­niliyor. Bu sözü onlara cehennem hazeneleri olan melekler söyle-" mektedir. Buna göre, ayetin mânâsı şudur: Nefsinizin aleyhinde bir tek suburu değil birçok suburu çağırın. Çünkü içinde bulundu­ğunuz azap bundan daha şiddetlidir, zira müddetiniz uzundur ve sonsuzdur.

Bazılarına göre ayetin mânâsı, «Siz öyle bir yere girmişsiniz ki sizin helakiniz orada bir değil birçoktur» şeklindedir. Çünkü azabın birçok çeşitleri vardır. O çeşitlerden her biri ayn bir he­laktir. Bu da şiddetinden ileri gelmektedir. Veyahut da zaman za­man yenilenmesinden ileri gelir.

Cenab-ı Hak «Onların derileri pörsüdükçe kendilerine başka deriler giydiririz ki azabı tatsınlar» buyurmaktadır. Veya her za­man onlar için bir subur kopup gidiyor demektir. Onlara verilen bu cevap azapta daimi olduklarını ve temenni ettikleri helak ko­nusunda da ümitsiz olduklarını vurgulamak içindir.

(15-16)«(Ey Rasûlüm!) De ki: Bu mu iyi, yoksa...»Bu Ayetlerin Tefsiri

Ayetin başındaki ism-i işaret, bu korkunç vasıflara sahip olan ateşe racidir. Yani o korkunç vasıflı ateş mi yoksa ebediyet cenne­ti mi daha hayırlıdır?

Cenab-ı Hak «EUHuld» tabiriyle cennet nimetlerinin daimi ve kesintisiz olduklarına işaret ediyor.

«O cennet muttakilere vaadedilmiştir.» O cennet onların amel­lerinin karşılığı olur. Ve onların varacakları nokta odur. Bu du­rum elbette Allah'ın indinde veya Levh-i Mahfuz'da böyledir. Yani insanlar yaratılmamdan milyonlarca sene evvel böyle idi.

Cenab-ı Hak burada mazi tabirini kullanmaktadır. Çünkü Al­lah'ın vaadettiği kesin olarak geleceğine göre sanki gelmiştir gibi ifade edilmektedir. [9]

 

Müslümanın Her İstediği Cennette Vardır

 

«Onlar için cennette istedikleri nimetler vardır», yani çeşitli rızıklara sahiptirler. Başka bir ayette «Sizin için cennette nefisle­riniz ne çekerse o vardır» buyurulmuştur. Onlar cennet nimetle­rinde ebedidirler. Bu mânâ, «Hatidîne» kelimesinden anlaşılmak­tadır. Zira eğer cennet nimeti kesintili olsaydı o vakit üzüntüyle karışık olurdu.

«O Rabbin üzerinde sorumlu bir vaaddir» ayetindeki zamir onların dilediklerine gider, yani onların dilediklerini kendilerine vermek Rabbin üzerine sorumlu bir vaaddir veya huluda raci-dir. O zaman «Bu, ebediyet üzerinde sorumlu bir vaaddir» demek olur. Veya «Bu nimetler muttakiler için vardım mefhumuna raci olur. «Sorumlu vaad»den maksat, yani sorulması gereken tarzda, önemli bir vaad olduğu vurgulanmaktadır. Yoksa Cenab-ı Hak hiç kimse tarafından sorumlu tutulamaz. Nitekim: «Ey Rabbimiz! Peygamberlerine (yani onların diliyle) vaadettiğini bize ver» aye­tinde olduğu gibi.

(17) «Onları (kâfirleri) ve Allah'tan başka...» Bu Âyetin Tefsiri    ,

Bu ayetin başındaki «Yevme» kelimesi mukadder bir fiilin mefulüdür. Yani «Ey Rasûlüm! Hatırlat onlara haşrolacakları günü.»

Cenab-ı Hak onların Allah'tan başka taptıklarını «Men» eda-tıyla değil «Ma» edatıyla ifade etmiştir. Bu kelime aklı olmayan nesneler için kullanılırsa da burada tapılmaya elverişli olmamak ve mabud edinmeye lâyık bulunmamak noktasında putlara ve di­ğer tapılan nesnelere ortak olan melekler, cinler, Hz. İsa hakkında kullanılmıştır. Veya aklı olmayanlara aklı olanlardan daha fazla tapılmakta olduğundan, çokluk nazarı itibara alınarak bu şekil bir tabir getirilmiştir.

Mücahid ve İbn Cüreyc; «Burada 'Allah'tan başka tapılanlar' dan maksat melekler, insan ve cinlerdir. Hz. İsa ve Hz. Üzeyr'dir. Çünkü daha sonra onlara hitap edilmekte ve verilen cevaplar ser-dedümektedir» demişlerdir.

Dahhak, İkrime ve Kelbi «Burada sadece putlar kastedilmiş, tir. Her ne kadar putlar konuşmuyor, işitmiyorlarsa da Cenab-ı Hak Kıyamet Günü'nde onları işitici ve konuşucu kılacaktır» derler.

Bazı kimseler de «Bu geneldir. Yani Allah'tan başka tapılan her şey buna dahildir. «Ma» edatı ise, hem,.akıllılar ve hem de akıllı olmayanlar için kullanılır ki burada vasıf kastedilmektedir» demişlerdir. Böylece mânâ «Onları mabudlanyla beraber hasret­tiği günü hatırlat» şeklinde anlaşılır.

Cenab-ı Hak ibadet edenleri mağlûp etmek için o tapüanlara şöyle soruyor: «Siz mi benim şu kullarımı idlâl ve ifsad ederek küfre götürdünüz?» Yani onların idlâle, küfre girmeleri sizin sebe­binizle midir, sizin onları kendi ibadetinize davet etmeniz nede­niyle midir, yoksa onlar bizzat kendileri mi hak yoldan sapmış­lardır? [10]

 

«Allah'dan Başka Ma'budlar» İle Kastedilen Nedir?

 

(18) «(Tapılanlar) derler ki: Senin şanın yücedir...»Bu Ayetin Tefsiri

O mabudlar Cenab-ı Hakk'ın   bu sualine cevap olarak   «Sen ortaktan münezzehsin» derler. Yani onlar bu suali hayretle karşı­ladılar, şaşkına döndüler. Çünkü onlar melekler veya masum pey­gamberler ve akılsız putlardır.

Ayetin metnindeki «Yenbaği» fiili «Müstakim olur» mânâsını ifade eder. Olumsuzluk harfi gelince «Senden başka mabud edin­memiz doğru değildir» demek olur. Yani biz senin kullarına nasıl olur da bize tapmaya davet ederiz? Oysa biz sadece sana ibadet ederiz.

Ayet metnindeki «Evliya» kelimesi «Veli»mn çoğuludur. Veli, kendisine uyulana denildiği gibi, uyana da ıtlak edilebilir.

«Fakat sen onları ve babalarını nimet verip yaşattın» cümlesi onların tuğyanının sebebini zikretmektedir. Yani onlar kendilik, lerinden yollarını şaşırdılar. Başkası onları dalâlete götürmedi. Biz onları şaşırtmadık. Fakat sen onlara ve atalarına nimetler vere­rek onları yaşattın, rızıklarını geniş verdin, ömürlerini uzattın. Onlar da senin zikrinden gafil oldular, senin mev'izeni unuttular, kitabım tefekkür etmeyi bir tarafa bıraktılar. Senin sanatının aca-ipliklerine bakıp birliğim ikrar etmeyi tamamen kulakardı ettiler. Bu genişlik onların idlâline sebep oldu.

Bazı müfessirlere göre «Zikrin unutulmasından, maksat, şükrü terketmektir.

Ayetin metnindeki «Bûren» kelimesi helak olmuşlar demektir. Bu yorum İbn Abbas'tan gelmiştir. Nitekim bu, «Helak» demek olan «Bevar» kelimesinden türemedir.

Bazıları «Bu, fesad mânâsını ifade eder» derken bazıları da «Kesat demektir» demişlerdir. Bütün bu mânâlar, helak ve fesa­da dönüşür.

 (19 «fişte ey müşrikleri) Sizi sözünüzde...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetteki «Yalanlayanlar» tapılan mabudlardır. Onlar ta­panlarını yalanlıyorlar. Yani «Mabudlar, biz onların dediklerinden uzağız, seni tenzih ederiz» dedikten sonra Allah'tan başka mabud-lara tapan müşriklere hitap edilerek «İşte mabudlar sizi yalanlı­yorlar. Sizin «Onlar mabud idiler» sözünüzdeki hükmünüzü yalan­lıyorlar» denilmektedir.

Ayetin metnindeki «Sarfen» kelimesi azabı kendilerinden uzaklaştırmak, geri çevirmek demektir. Yani herhangi bir şekilde azabı kendinizden uzaklaştıramaz, geri çeviremezsiniz.

Bazılarına göre bu kelime «Hile» manasınadır. Yani azaptan kurtuluşa dair herhangi bir çıkarınız yoktur. Taptığınız mabud­lar ne sizden azabı defedebilirler, ne de size yardım edebilirler.

«Sizden kim zulüm yaparsa ona dehşetli, büyük bir azap tat­tıracağız» hitabı bütün insanlaradır ve bu tehdit her zalimedir. Yani müslüman zalim de, kâfir zalim de buna dahildir. «Büyük azap»tan maksat ateş azabıdır. Bazılarına göre de büyüklükten maksat ebediliktir. Bu da müslüman fasıklara değil müşrik olan­lara uygun düşer. Çünkü müslüman fasıklar ebediyyen cehennem­de kalmayacaklardır. Ancak Mutezile ve Hariciler «Kalacaktım demişlerse de onların sözlerine itibar edilmez, çünkü delilleri za­yıftır.

Hasan Basri, «Bu ayetteki zulümden maksat, şirktir. Allah'a ortak koşmaktır» demiştir. İbn Cüreyc, «Zulmetti, yani ortak koş­tu» anlamının Arapça'da olduğunu söyler. [11]

 

Peygamberler Sadece İnsanlardan Gelmişlerdir

 

(20) «(Ey Rasûlüm!) Senden önce gönderdiğimiz...» Bu Ayetin Tefsiri

Cenab-ı Hak onların, «Peygamber yemek yiyor, çarşı ve pa­zarda geziyor» şeklindeki sözlerini açıkça iptal ettikten sonra Ra-sûlüne bu ayetle hitap etmektedir. Yani senden önce gönderdiği­miz bütün peygamberler yerler ve uyurlardı. Sen de bu hususta onlar gibisin. Sana yapılan itiraz aynen onlara da yöneltilmiş­tir.

«Sizin bir kısmınızı diğer kısmınıza fitne kıldık» sözü bütün insanlara genel bir hitaptır. Burada Hz. Peygamberin tesellisi ba­his konusudur. Çünkü O, önderlerin önderidir. Cenab-ı Hak kul­larının bir kısmını diğerleri için fitne kılmıştır. Sağlam bir insan hasta bir insan için, zengin de fakir için fitnedir. Bazıları «Birinci kısımda ümmetlerin kâfirleri, ikinci kısımda da peygamberler kas­tedilmiştir» demişlerdir. Yani sizin kâfir ümmetlerinizi size fitne kılmışızdir. Fitnenin mânâsı iptilâ ve mihnet çekmek demektir. Fa­kat birinci yorum daha uygundur. Çünkü bazı insanlar bazısıyla zahmet çekmeye müptela olmuşlardır. Meselâ «Niçin ben sağlam bir insan gibi değilim?» diyen hasta için sıhhat bir fitne olmuştur. Her afetin sahibi böyledir. Sıhhatli bir insan hastalıkla müptelâ olmuştur. Ondan sıkılmaz, onu tahkir etmez. Zengin bir insan fa­kirle müptela kılınmıştır, ona yardımlarda bulunur. Fakir de zen­ginle müptelâ kılınmıştır, ondan hased etmektedir.

«Sabrediyor musunuz?» cümlesi istifhamı takriridir Yani bu şiddetli halden ve bu tehlikeli denemeden, gördüklerinize karşı sabredecek misiniz ki size buna karşılık ecir verilsin? Yoksa sab­retmeyecek misiniz ki üzüntünüz daha da artsın? Müfessirlerin çoğu ayete bu şekilde yorum getirmiştir. Bazıları da «Sabredecek  misiniz?» ifadesinin mânâsının sabrediniz demek olduğunu söyle­mişlerdir.

Buhari, Ebu Hureyre'den şunları rivayet ediyor: «Allah Ra-sûlü şöyle buyurdular: «Sizden olan en düşük kişiye bakın. Sizin üstünüzde olana bakmayın. Böyle yaparsanız Allah'ın sizin üzeri­nizdeki nimetini azımsamaksınız.»

«Rabbin her şeyi görendir» cümlesi sabredenlere yapılan vaadi ortaya koymaktadır. Yani sabredeni de, sabretmeyeni de Cenab-ı Hak görür ve ikisini de müstehak olduğuna kavuşturur.[12]

 

Meal

 

21- Bize mülâki olmayı  ummayanlar, «Bize melekler indi­rilmeliydi veya Rabbimizi açıkça görmeliydik» dediler. Andolsun ki onlar nefisleri hakkında kibre kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.

22- Melekleri gördükleri gün, evet o gün, suçlulara hiç iyi bir haber yoktur.   (Melekler)   «İyi haber size yasaktır,  yasak!» derler.

23- Biz onların yaptıkları her işe vanr, onu saçılmış zerre­ler haline getiririz.

24- Cennetliklerin o gün kalacakları yer çok iyi ve dinlene­cekleri yer çok güzeldir.

25- O gün gök beyaz bulutlarla parçalanacak, melekler boIük bölük ineceklerdir.

26- O gün bütün hükümranlık esirgeyen ve bağışlayan Al­lah'ındır. O gün kâfirler için ağır ve güç bir gündür.

28- «Vay benim halime!   Keşke filan adamı dost edinmeseydim!»

29- «Çünkü öğüt veren Kur'an bana gelmiş iken o beni sap­tırdı. Zaten şeytan da insanı böylece yüzüstü bırakarak rüsvay eder.»

30- Peygamber: «Ey Babbim! Kavmim bu Kur'an'ı ihmal edilmiş olarak bıraktılar» der.

31- Biz böylece her peygambere  suçlulardan  bir  düşman

yaptık. Fakat Rabbinin sana rehber olması, sana yardım etmesi kâfidir.

32-  Kâfir olanlar: «Kur'an ona toptan (ve birarada) indi­rilmeli değil miydi?» derler. Biz onunla kalbini sağlamlaştırmak için, onu (bölük bölük indirdik, ayet ayet sıraladık) tane tane okuduk.[13]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(21) «Bize mülâki olmayı ummayanlar...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet, hasrı inkâr edenlerin, peygamberlere karşı hadlerin­den çok büyük taleplerde bulunmaları ve gururlan nedeniyle he­lak olduklarını ortaya koymaktadır.

«Meleklerin in^i»nden maksat, «Melekler gelip bize Muham-med'in doğruluğunu niçin haber vermediler?» veya «Biz Rabbimi-zi niçin görmedik ki bize bunu haber verseydi?» demektir. (Nite­kim îbn Cüreyc böyle rivayet etmektedir).

Ayette «Melek» yerine «Melekler» tabirinin kullanılması onla­rın yalanlamak hususunda çok ileri gittiklerine işaret etmektedir, ki bu konuda bir tek meleğin şahitliği fayda vermez. Eğer «ELMe-Zaföe»deki eltflam istiğrak-ı hakiki için olursa bu onların yalan­lamalarının daha da korkunç bir şekilde olduğunu gösterir. Eğer «Aleyna» (bizim üzerimize) tabirinden «Her birimizin üzerine» mânâsı kastedilirse sözkonusu mübalâğa daha da artar.

Bazılarına göre ayetin mânâsı şöyledir: «Niçin melekler bizim üzerimize inip, Allah'ın emrini, yasaklarını bize doğrudan tebliğ etmediler, Muhammed'in yerine geçmediler? Veya niçin bize va­sıtasız haber vermesi için Rabbimizi görmedik?»

Birinci yorum, siyakın Hz. Muhammed'in yalanlaması olması nedeniyle tercih edilirken, İkinci yorum makamın sadece yalancı­ların zikrini ve yalanlamalardan meydana gelen bâtıllarını sergi-leme makamı olması nedeniyle tercih edilmiştir,

«Andolsun ki onlar kendi nefisleri hakkında büyüklük tasla­dılar» cümlesi, kendilerini büyük görmeleri, gurura kapılmaları anlamındadır.

«Utuvv» tabiri zulümde haddi aşmak demektir. Yani Allah'a yemin ederim, onlar nefislerinin durumu hakkında gurura ka­pıldılar, zulüm ve tuğyanda haddi aştılar. Hem de doruk noktaya vardılar. Hz. Peygamberi yalanladılar. Kendileri gibi olup da vahy alan bir beşere emir ve nehiylerinde itaat etmeyeceklerini söyledi­ler. O kahredici mucizatına önem vermediler. O göz alıcı alâmetle­rini hiçe saydılar. Ümmetlerinin görmesi mümkün olmayanı ta­lep ettiler. Ancak peygamberlerden Ulu'1-Azm olanları için gerçek­leşen bir noktayı istediler. [14]

 

Melekler Mücrimlere Ne Derler?

 

(22)«Melekleri gördükleri gün...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetin başındaki cümle muste'nife bir cümledir. Onların melekleri gördüklerinde nelerle karşılaşacaklarını açıklamak için getirilmiştir.

Ayetin metnindeki «Buşra» kelimesi «O gün mücrimler müj­delenmezler» mânâsını ifade eder. Mübalâğa için cinsin olumsuz­luğuna gidilmiştir. Sanki Cenab-ı Hak tarafından şöyle denilmek­tedir: «Onlar melekleri gördükleri günde müjdelenmiyorlar!»

Bazilan ayeti «Onlar müjdeden menedilirler. Yani müjdeyi kaybederler» şeklinde yorumlamıştır.

Ayetin yorumu nasıl olursa olsun, İbn Abbas'tan gelen riva­yete göre «Bu gün», onların ölüm günüdür. Ebu Hayyan «Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bu gün Kıyamet Günü'dür. Çünkü Ce­nab-ı Hak daha sonra «Onların işlediklerine varırız» buyurmakta* dır» diyor.

Müjdenin yokluğu tersinin ispatından kinayedir. Nitekim sev­ginin yokluğunun buğzun ispatından kinaye olduğu gibi. Yani on­lar için en belirgin bir şekilde korkutma vardır. Mücrimlerden maksat, Allah ile mülakatı ummayan kimselerdir.

«Bazıları derler» fiilinin zamiri meleklere racidir. Yani «Me­lekler derler» demektir. Bu durum İmam Suyuti'nin Ed-Durr'ul-Mensur'unda şu rivayetlerle belirtilmektedir: «Ebu Said el-Hudri, Dahhak, Katade, Atiye ve Mücahid, «Melekler, kâfirlere müjde ha­ramdır» demek istiyorlardı. Yani Allah size müjdeyi haram kıl­mıştır.

Bazı rivayetlere göre kâfirler meleklerden müjde talebinde bulunurlar, melekler de onlara «Hicren mehcura, yanı müjde size haramdır, Allah tarafından haram edilmiştir» derler.    .

(23) «Biz onların yaptıkları-her işe...» Bu Âyetin Tefsiri

Yani biz dünyada işlediklerine kastettik ve onu hakarette ve kıymetsizlikte saçılmış ve serpilmiş söz gibi kıldık. (Bu mânâ îbn Abbas'tan rivayet edilmiştir).

İbn Ebi Şeybe, Abd bin Humeyö, İbn Cerir, İbn'ul-Munzir Ve ibn Ebi Hatim de bunu Mücahid'den rivayet etmişlerdir. Yani on­ların dünyada işledikleri en büyük amellerini (meselâ sila-ı rahim, sıkıntıda olan bir kimseyi kurtarmak ve misafirlere yedirmek, bir esiri esaretten kurtarmak gibi mekârimi ahlâklarını) saçılmış toz gibi yaptık. Eğer bu ameller imanla beraber olsaydı onlar büyük sevaplara nail olurlardı.

«Hebaen» kelimesi Abdurrezzak'm Feryabi'den, İbn Ebi Ha-tim'in Hz. Ali'den rivayet ettiklerine göre yükselen ve sonra gidip yok olan toz demektir. İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan şöyle riva­yet ediyor: «Ateşten saçılan parçacıklardır.»

Ayetin, sonundaki «Mensûren» kelimesi amellerinin ilga edil­mesi, mânâsız kalması konusunda mübalağa ifade eder. Çünkü toz ziya ile beraber muntazaman görülür. Rüzgâr estiği zaman o paramparça olur, her tarafa dağılır gider. Cenab-ı Hak onların amellerini hebaya benzetmekle kalmayıp o hebayı da paramparça olup uçan zerreler haline gelmekle ifade etti. Bunun biraraya gel­mesi ve ondan yararlanmak artık mümkün değildir. [15]

 

Cennet Ehlinin Yerî

 

(24) «Cennetliklerin o gün kalacakları yer...»Bu Ayetin Tefsiri

«Cennet AshabDmûan maksat, «De ki: O mu hayırlıdır yoksa muttakilere vaadedilen ebediyyet cenneti mi?» ayetinde geçen muttakiler kelimesiyle kendilerine işaret edilen müminlerdir, «O gün», yani Cenab-ı Hakk'm onların amellerine kastedip de onları darmadağınık bir toza çevirdiği gün, veya onlara «Mücrimler için bugün müjde yoktur» denildiği gün. «Mustekar» kelimesinden mak­sat, oturmak ve sohbet etmek için çok vakitlerde halkın istikrar ettiği yerdir.    «Mekîl»    ise kişilerin eşlerine istirahat ve onların nağmelerini dinleyip hoşlanmak maksadıyla vardıkları yerlerdir.

Cennetliklerin mustekar yönünden daha hayırlı ve makîle yönünden daha güzel olmaları, kâfirlerin dünyadaki nimetlerine nispetendir. Veya onlarla, tabir caizse alay etmek kabilinden Ahi-ret'teki nimetlerine nisbetendir.

(25) «O gün gök beyaz bulutlarla...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Yevme» kelimesi mukadder bir fiil ile nas-bedilmiştir. Yani hatırlat o günü ki demektir.

Ayet metnindeki «Teşakkaku» kelimesi açılır demektir. Sema ise gökyüzüdür. «Gamam» bilinen bulut anlamındadır. «Ban harfi burada sebebiyet ifade eder. Yani gökler, o bulut ondan çıktığından dolayı paramparça olur. Göklerin bulutun çıkışıyla parçalanması­na herhangi bir mani yoktur. Zira Cenab-ı Hak her şeye kadir­dir. «Göklerin yırtılman memnudur» şeklindeki hadis ise uydur­madır.

Bazıları «Buluttan maksat beyaz bir bulut, ince, tıpkı duman gibi bir buluttur. Bu sadece Tih Çölü'nde İsrailoğulları'na peyâah olmuştur» derler,

(26) «O gün bütün hükümranlık...» Bu Ayetin Tefsiri

«Mülk» burada kahredici, istila edici hükümranlık demektir. Bu da sureten ve manen, zahir ve bâtında Cenab-ı Hak için sabittir. Ve onun zevali yoktur. Göklerin paramparça olduğu, melekle­rin indiği gün sabittir.

O günün kâfirler için şiddetli olmasından maksat, o gündeki dehşet ve azapların şiddeti demektir. Rağıb, ayetin metnindeki «Asiren» kelimesini, içinde herhangi bir emrin müyesser olmayışı şeklinde tefsir etmiştir. Hadiste «Kıyamet Günü mümin için ga­yet kolaydır ki dünyada kıldığı farz namaz kadar kendisine kısa gelir» buyurulmuştur. [16]

 

Zalimlerin Kıyametteki Durumları

 

(27) «O gün zalim olan ellerini ısırarak..» Bu Ayetin Tefsiri

Tabersi, «Ayetin başındaki «Yevm» kelimesi mukadder bir fii­lin mef'ulüâür. (Yani «hatırlat o günü ki, zalim elini ısırır»)» de­miştir. Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki«Ez-Zalim» tabirindeki elif-lâm, cins içindir. Yani bütün zalimler böyledir. (Ebu Hayyan bu­nu Mücahid ve Ebu Rıza'dan hikâye etmektedir).

Daha sonraki ayette gelen «Fulan» kelimesinden maksat da şeytandır. Bazı müfessirlere göre «Ez-Zalim» kelimesindeki elif-lâm, and içindir. Yani bilinen zalimler demektir. İşte o zaman za­limden maksat Ukbe bin Ebi Muayt'tır. «Fulan» kelimesinden mak­sat da Ubey bin Haleftir.

«Ellerini ısırmak» gerçek manâya hamledilirse —ki Dannak' tan ve Cemaa'dan bu şekilde rivayet edilmiştir— bu durumda ifa­de şöyle anlaşılır: Zalim cehennemde ellerini dirseklerine kadar yer, sonra elleri yeniden yaratılır, onları tekrar yer. Ellerini her yedikçe, eller yeniden biter (yaratılır).

Ellerin ısırılması, hasret ve nedametin korkunçluğundan kina­yedir. Yani çok nadim olmuşlardı, hasret çekiyorlardı.

(28) «Vay benim hâlime! Keşke..m Bu Âyetin Tefsiri

Ayetin metnindeki «Veyleta» kelimesi «Ey benim helakim, ölümüm! Gel, hazır ol. Bu senin zamanındır» demek olur. «Keşke fulanı dost edinmeseydim» cümlesindeki «Fulan» kelimesi şeytan ve dünyada insanı saptıran kimselerdir. Eğer zalimden maksat Ukbe ise, o vakit «Fulane», Ubey bin Haleftir. «Fulan» kelimesi müzekker bir alemden «Fulane» kelimesi de müennes bir alemden kinayedir.

(29) «Çünkü öğüt veren Kur'an...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Lekad» kelimesinde bulunan lâm, mukad­der bir kasemin cevabıdır. Yani Allah'a yemin ederim, filan adam beni Allah'ın zikrinden, Peygamberin mev'izesinden, şehadet ke­limesinden ve Kur'an'dan, o bana vasıl olduktan (bunu bildikten veya bunu söyledikten veya söylemeye imkânım olduktan) sonra, beni sapıttırdı. Bu ayet, evvelâ iman edip sonradan irtidad eden bir kimse hakkında nazil olmamıştır. Çünkü böyle bir delâlet yok­tur.

Ayetin metnindeki «Hazulen» kelimesi mübalâğa sigasıdır. Yani şeytanın kendisine yardımcı olacağı kanaatinde olan bir kimseyi, yardıma gerçekten muhtaç olduğu anda, şeytan çokça yardımsız ve tek başına bırakır. Bu, ihtirazi bir cümledir. Daha önceki cümlenin mânâsını takrir ve tesbit etmektedir. Ya Allah tarafından söylenilmiştir veya zalimin kelâmından bir parçadır.

(30) «Peygamber: Ey Rabbim! Kavmim...)} Bu Ayetin Tefsiri

«Er-Rasûl»den maksat, Hz. Muhammed'dir. Zira eliflâm bu­rada and ifade eder. Cenab-ı Hak, peygamberini burada «Risalet» unvanıyla zikretti ki, hak yerini bulsun ve onun peygamberliğine tân edenlere bir reddiye olsun. Yani onlar şöyle şöyle dediler, Hz. Peygamber de onlann sapıklığın zirvesine çıktıklarını, tuğyanın son haddine vardıklarını görünce, Allah'a şikâyet etmek kabilin­den «Ey Rabbim! Benim kavmim şu Kur'an'ı tamamen terketti. Ona iman etmedi. Ona başlarım kaldırıp bakmadı. Onun vaadine ve vaidine önem vermedi, bundan etkilenmedi» der,

«Mehcuren» kelimesi terk mânâsını ifade eden «Hecm kökün­den gelir. (Bu, Mücahid, Nehai ve diğer müfessirlerden de rivayet edilmiştir).

(31) «Biz böylece her peygambere...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet Hz. Peygamber'e bir tesellidir ve Allah Teâla kendi­sinden önce geçen peygamberlere uymasını istemektedir. Zira on­lar da aynı şeylerle karşılaşmışlardı. Belâ genelleşirse kolaylaşır. Düşman bir de olabilir birçok kimse de. Yani senin için müşrik­lerden düşmanlar kıldığımız gibi her peygamber için de düşman­lar kılmışızdır.

Ayetin son cümlesi Rasûl-ü Ekrem için keremli bir vaaddir. Ona vaad ediyor ki onun bütün isteklerine hidayet edecek ve onu bütün düşmanlarına galip getirecektir.

Ayet metnindeki «Hadiyen» kelimesi peygamberleri mücrimle­rin düşmanlığından korumaya hidayet edicidir ki bu da Allah'ın ipine sarılmakla olur. «Nasîren» kelimesi ise peygamberleri düş­manlara karşı korur, onlara yardım eder demektir.

(32) «Kâfir olanlar: Kur'an ona...» Bu Ayetin Tefsiri

«Kâfir olanlar» müşriklerdir. Nitekim İbn Abbas'tan bu, sahih bir şekilde nakledilmiştir. Çünkü müşrikler önce «Niçin Kur'an ona bir defada nazil olmamıştır» şeklinde itirazda bulunmuşlardı. Müşriklere «Küfüm unvanı onları yermek için kullanılmıştır. Ay­rıca onların aleyhindeki hükmün nedenini belirtir.

. Ayet metnindeki «Nuzzile» fiili «Unzile» anlamındadır ve bu­rada tedriç kastı yoktur. Çünkü «Bir defada» mânâsını ifade eden «Cümleten vahideten» kelimeleri kullanılmıştır. Eğer tedriç kas-tedilirse bu cümle ile ters düşerler. Zira ayetin mânâsı «Niçin bir defada Kur'an parça parça gelmedi?» demek olur. Oysa parçala­mak, bir defada gelmeye ters düşmektedir. Yani Kur'an niçin Hz. Muhammed üzerine parça parça değil de bir defada inmedi? Ni­tekim Tevrat ve İncil bir defada inmiştir. Bunların bir defada in­diklerine, hadisler ve eserler delâlet etmektedir. Hatta bu mesele neredeyse icmaî bir mesele olmuştur. Suyuti bunu ifade etmekte­dir. Suyuti'nin yaşadığı dönemde bunu inkâr eden bazı kimsele­rin inkârları reddedilmiştir.

«Kezalike»Tûn başındaki «Kef», mümasil mânâsım ifade eder. Yani bu öyle bir şekilde indirildi ki, onların daha önce tenkid et­tikleri ve hilafını istedikleri indirilişe benziyor. Buna ters olan bir indiriliş değildir. Veya biz onu o indirişe mümasil olarak in­dirdik ki bununla senin kalbini takviye edelim. Çünkü onun par­ça parça indirilmesi ezberlenmesini   kolaylaştırmaya,   mânâlarını anlamaya müsait bulunur. İnsan o kelâmda gözetilen hikmet ve maslahatların tafsilâtlarına vakıf bulunur. Cebrail'in birçok defa inmesini gerektirir. Her cümle Kur'an'a tan edenlerin aciz olduk­larını, Kur'an'ın en kısa bir suresinin miktarını getirmekten aciz olduklarını belirler.

Metindeki «Tertilen» kelimesindeki tenvin, tazim içindir. Ya­ni biz bunu böylece indirdik ve insanların gücüyle erişilmesi müm­kün olmayacak ve güzel bir şekilde onu tertil ettik. Tertil etmek, bir ayetten sonra diğer bir ayet indirmek demektir. (Nehai, Ha­san Basri ve Katade böyle demiştir).

«Onu aheste aheste bir açıklama ile açıkladık» yorumu İbn Abbas'a aittir. «Onu mufassal bir şekilde tafsil ettik» sözü de Süd-di'ye aittir. «Onun bir kısmım diğerinin arkasında getirdik» yoru­mu ise Mücahid'indir. [17]

 

Meal

 

33- (Ey Rasûlüm!) Onların sana getirdiği her misâle kar­şılık mutlaka biz sana hakkı ve açıklama bakımından en güzelini getirmişizdir.

34- O yüzükoyun cehennemde toplanacak olanlar var ya! İş­te onlar yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır.

35- Andolsun ki biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Kardeşi Harun'u ona yardımcı yaptık.

36- Biz onların ikisine «Ayetlerimizi yalan sayan kavme gi­din» dedik. Sonunda onları yerle bir ettik.

37 - Nuh'un kavmini  de  peygamberleri  yalanladıklarından ötürü suda boğduk. Onları insanlar için ibret verici bir ders yap­tık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.

38- Ad, Semud ve Res halkını ve bu arada daha birçok ne­silleri de (helak ettik).

39  — Biz onların her birine misaller getirdik (örnekler ver­dik) ve her birini darmadağın ederek mahv-u perişan ettik.

40- (Ey Rasûlüm!) Andolsun ki (bu kâfirler) belâ ve felâ­ket yağmuruna tutulmuş olan o kasabaya uğramışlardır. Yine de onu görmüyorlar mıydı? Hayır! Onlar yeniden dirilmeyi ummu­yorlardı.

41- (Ey Rasûlüm!) Onlar seni gördükleri zaman «Bu mu Al­lah'ın peygamber olarak gönderdiği?» diye seninle alay ediyorlar.

42- «Ve şayet mabudlarımıza inanmakta sebat göstermesey­dik gerçekten bizi neredeyse mabudlarımızdan saptıracaktı» di­yorlar. Azabı gördüklerinde kimin yolunun sapık olduğunu bile­ceklerdir.

43- (Ey Rasûlüm î)  Kötü isteklerini   (hevâsım)   kendisine mabud edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil ola­caksın? [18]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(33) (Ey Rasûlüm!) Onlann sana getirdiği...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayet metnindeki «mesel» kelimesi acaip konuşma/söz demek-tir. Yani onlar bâtıl olmakta darbı mesel yerine geçen acaip bir kelâmı sana getirdikçe (bunu senin peygamberliğine tânetmek için getiriyorlar) biz onun karşılığında hak ve silinmesi mümkün ol­mayan cevabı getiririz.

«Tefsir yönünden en güzel olanı sana getiririz», yani biz sana hakkı hazır kılar, hakkı senin üzerine indirir ve güzelliğin sorj noktasında bulunanı sana veririz. Burada ismi tafdil olan «Ahse-ne» kelimesi ile daha güzel mânâsı kastedilmemektedir. Zira bu «Daha güzel» olursa karşısmdakilerin de «Güzel» olması gerekir.. Oysa orüar hiç de güzel değildir, üstelik çirkin ve bâtılın ta kendi­leridir. Bu tıpkı «Allahu Ekbera terkibine benzer. Haddi zatında büyüklük Allah içindir. Yoksa başka şeyler de büyüktür ve Allah ise onlardan daha büyüktür demek değildir.

Bazıları, «Tefsir yönünden bu onlann darbı mesellerinden daha güzeldir» demek olduğunu söylüyorlar. Çünkü onların darbı meseli kendi güzellik iddialarına göredir.

Veya Cenab-i Hak burada onlarla alay   etmektedir.   Bazıları«Tefsir kelimesi manâ demektir» dediler. Yani bu, mânâ yönün­den de daha güzeldir.

(34) «O yüzükoyun cehennemde toplanacak...» Bu Ayetin Tefsiri

Ebu Hureyre Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediyor: «Halk Kıyamet Günü'nde üç sınıf olarak toplanacaktır; Birinci sınıfı ya' ya, ikinci sınıfı binici, üçüncü sınıfı da yüzleri üzerinde yürüye­rek geleceklerdir.»

Bu esnada birisi: «Ey Allah'ın Rasûlü: Yüzleri üzerinde nasıl geleceklerdir?» diye sorunca, Rasûlullah cevap olarak, «Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerinde yürütmeye de kadirdir» buyurdu. Arkasından, «Dikkat edilsin! Onlar o gün her çukurdan ve dikenden yüzleri ite kendilerini korurlar» diye de ilave etti (Tirmizi). Muhtemeldir ki hadisin mânâsı, onlar yüzle-riyle ve yüz tarafında olan göğüs ve karmlarıyla yer üzerinde yü­rürler demektir. Fakat hadisin birinci mânâya gelmesi daha açık­tır.

Bazı müfessirler «Melekler onları yüzüstü çekerek cehenneme götürürler» derken, bazıları «Yüz üzerinde haşrolmak, zilletten ve her şeyden mahrum olmalarından kinayedir» demişlerdir.

Ayetin metnindeki «Mekânen» kelimesinden maksat, şeref ve Allah katındaki derecedir. Onunla ev ve mesken de kastedilmiş olabilir.

(35) «Andolsun ki biz Musa'ya...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Lâm» harfi mukadder kaseme cevaptır. Yani. andolsun ki biz Musa'ya Tevrat'ı verdik ve onu ona indirdik. Ba­zıları buradaki «Et-Kitab» kelimesiyle hikmet ve peygamberliğin kastedilmiş olduğunu söylüyorlar. Yani «Biz Musa'ya hikmeti ve peygamberliği verdik.»

<(Harun'u O'na yardımcı (vezir) kıldık» denilmiştir. Çünkü Hz. Harun her ne kadar peygamber ise de esas şeriat Hz. Musa'ya gel­miştir. O da Hz. Musa'nın tabiidir. Tıpkı vezirin de sultanına tabii olması gibi.

(36) «Biz onların ikisine...»Bu Ayetin Tefsiri                                                              

«Allah'ın ayetlerini tekzip edenler»den Firavun ve kavmi kas­tedilmektedir. Allah'ın ayetlerinden maksatsa, tevhidin delilleri­dir. Ki onları Cenab-ı Hak nefislere ve âfâka yerleştirmiştir. Veya daha önceki peygamberlerin getirdikleri ayetlerdir. Veya Hz. Mu­sa'nın maruf dokuz mucizesidir.

Ayetin sonundaki «Tedmiren» kelimesi, acayip ve korkunç de­mektir ki Allah'tan başkası onun künhünü idrak edemez. Burada helakin en şiddetlisi kastedilmektedir. Tednıir, esasında bir şeyi parçalamaktır. Öyle bir parçalama ki artık onun ıslahı mümkün değildir. Yani biz onların ikisine (Musa ve Harun'a) o kavme gi din, dedik. Onlar da o kavme gittiler. Onlan imana davet ettiler. O kavim de onlan yalanladı ve bu küfür üzerinde devam ettiler. İşte biz onları korkunç bir şekilde helak ettik.

Bazıları «Demmerna» fiilinin, «Biz onların helakine hükmet­tik» anlamına geldiğini söylemişlerdir.

(37) «Nuh'un kavmini de peygamberleri...»Bu Ayetin Tefsiri

«Peygamberleri yalanladıkları vakit» cümlesi onların helak edilmelerinin sebebini belirten bir cümledir. Yani, Nuh ve Nuh' tan önceki peygamberleri (veya sadece Nuh'u) yalanladıklarından dolayı onları helak ettik. Zira bir peygamberi yalanlamak, bütün peygamberleri yalanlamaktır. Çünkü bütün peygamberler tevhid noktasında ittifak halindedirler. Veya onlar peygamberlerin gön­derilmesini inkâr ettiler. Bundan dolayı da onlan helak ettik. Hu­lasa ayet metnindeki «Kavmi Nuh» ibaresi ya mukadder bir fiilin veya «Helak ettik» mânâsına gelen «Demmerna» fiilinin veya «Ha­tırlat» mânâsına gelen «Uzkur» emrinin mef'ulüdür.

«Er-Rusûl» kelimesindeki eliflâm ya ahd veya istiğrak içindir. Çünkü onlar bu peygamberleri yalanladıkları zaman bu zatlardan başkası yoktu.

«Biz onları boğduk» cümlesi mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki şöyle sorulmaktadır. «Onları nasıl helak ettiniz» cevap ise şö'yledir: «Onları tufan ile boğduk.»

Onları, yani onların boğulmasını ve kıssalarını insanlar için büyük bir mucize kıldık. Onu gören, onu işiten ondan ibret dersi alır.

«Biz zalimler için elem verici azap hazırladık» cümlesindeki «Zalimler»den maksat, bahsi geçen kavimlerdir. Yani peygamber­leri yalanlayan kavimler. Yani Ahiret'te veya berzah aleminde ya­hut da hem Ahiret ve hem berzah aleminde onlar için elem ve­rici azap hazırladık. İsmi zahir, zamir yerine getirilmiştir. Bu işa­ret eder ki onlar küfürde ve peygamberleri yalanlamakta haddi aş­mışlardır.   Veya   «Zalimler»   sözüyle   bütün   zalimler   kastedilmektedir ki onlar Nuh Kavmi'nin ve onlardan önceki ümmet­lerin başından geçenlerden ibret almamışlardır. O zaman Kureyş-liler de ((Zalimler» kategorisine dahil olurlar. «Elem verici azap» dünya azabı da olabilir, Ahiret azabı da.

(38) «Ad, Semud ve Res halkını ve bu...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Ve Aden» daha Önceki ayetteki «Kavmen Nuh» lâfzı üzerine atıftır. Yani biz Âd kavmini de helak ettik veya «Âd'ı hatırla» demektir. Semud da Âd gibidir. O da «Kavra» keli-mesi üzerine atfolunur. Helak fiili buraya da getirilir.

îbn Abbas, «Ashab-ı Res ile maksat Semud kavmidir» demiş­tir. Fakat atıf, İbn Abbas'ın bu tefsirinin uzak bir ihtimal oldu­ğunu gösterir. Zira matuf ile mautufunaleyhin ayn ayrı olmaları gerekir.

Katade'ye göre Ashab-ı Res, Yemame'nin bir köyünün halkı­dır. O köye Res denilir. Bazıları, «Oıüar peygamberlerini öldürdü­ler ve helak oldular. Bunlar Semud ile Salih kavminin artıklarıy-dî» demişlerdir. Kâb, Mukatil ve Süddi «Bunlar Şam'ın Antakya bölgesinde bulunan ve ismi Res olan bir kuyu etrafında yaşıyor­lardı» derler. Orada Ashab-ı Yasin'den olan Habib'un-Neccar'i öl­dürdüler.

Bazıları da «Bunlar peygamberlerini öldürüp bir kuyuya atan bir kavimdir» fikrindedir. Vehb ve Kelbi dediler ki: «Ashab-t Res ve Ashab-t Eyke iki kavimdir. Cenaba Hak, Hz. Şuayb'ı peygam­ber olarak onlara gönderdi» Ashab-ı Res, putlara tapan bir kavim­di. Onların kuyuları ve hayvanları vardı. Hz. Şuayb onları iman ve İslâm'a davet etti. Fakat tuğyanlarına devam ettiler, Şuayb'a eziyet ettiler. Ebu Ubeyde'den gelen rivayete göre, onlar kuyulannın etrafında bulundukları bir anda, duvarı örülmeyen kuyu hem onları hem de evlerini yere batıracak şekilde yıkılmıştır.

(39) «Biz onların herbirine...» Bu Ayetin Tefsiri

«Kullen» kelimesindeki 'tenvin bir mahzufa ivazdır. O zaman aye­tin mânâsı şöyle olur: «Biz helak edilmesinin sebepleri zikredilme­yen her ümmetin insanları küfür ve günahlardan alakoyan İbret numunelerini peygamberler vasıtasıyla açıkladık.» Yani bahsi ge­çen bütün bu insanlara bu darbı meselleri açıkladık ve onları bu­nunla korkuttuk.

Bazı müfessirlere göre «Lehv» kelimesindeki zamir «Kullen»e değil Hz. Peygamber'e raeidir. O takdirde ayetin mânâsı şöyle olur: Bütün darbı meseli biz Hz, Muhammed için açıkladık. «Teb-berna» fiili parçalamak ve kırmak demektir. Burada maksat he­lak etmektir. Yani biz onların her birini helak ettik, hem de kor­kunç bir şekilde. Çünkü onlar daha önceki darbı mesellerden ib­ret almadılar, başlarını kaldırıp bakmadılar bile. Ayrıca küfür ve düşmanlıklarına devam ettiler.

(40) «(Ey Rasûlüm!) Andolsun ki (bu kâfirler) belâ ve...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Lâm» mukadder bir kasemin cevabını teş­kil eder. Bu, muste'nife bir cümledir. Bu ayet Kureyş kâfirlerinin o helak olan, paramparça olan ümmetlerin kalıntılarını gördük­lerini ifade etmektedir. Bu ayetin içeriği çok mühim olduğundan başında kasem harfi getirilmiştir.

«Etev» fiili «Geçtiler» mânâsını içermektedir. Yani andolsun ki Kureyşliler, ticaret maksadıyla Şam'a giderken ve oradan gelir­ken bu helak olan insanların eserlerini görmekteydiler.

Bu ayette bahis konusu edilen köy veya kasaba Sodom'dur. Bu, Lut Kavmi'nin en büyük kasabasıydı. Oranın kadısı ve hakimi Sodom isimli bir kişiydi. Darbı meselde «Bu adam Sodom'dan daha zalimdir» denilir. Cenab-ı Hak bu kasabayı, üzerine taş yağ­dırmak suretiyle helak etmiştir. İşte «Kötü yağmur», «Kötülük yağmuru» budur. Böylece Cenab-ı Hak diğer kasabaları da helak etmişti. Onlar beş kasabaydı. Ancak onların içinde Zağar isimli bir kasaba helâktan kurtuldu. Çünkü ora ehli kötülük yapmıyor­lardı. (Bunlar İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir).

Helak edilen birkaç kasaba olduğu halde Cenab-ı Hak bir ka^ sabayı zikrediyor. Çünkü hepsinin helak sebebi aynıdır.

Cenab-ı Hak birinci cümlede hem bakmalarını ve buna rağ­men görmemelerini beraber tenkid etmekte, ikinci cümlede ise sadece baktıkları halde görmediklerini zikretmektedir. Oysa gör­meyi gerektiren şey âdet yönünden tahakkuk etmişti.

«Yercime» fiili «Beklemek» mânâsına gelen «Rica» kökünden gelmektedir. Yani onlar hasrı beklemiyorlardı. Ahiret cezasını ge­rektiren hasrın geleceğine inanmıyor, onu inkâr ediyorlardı. Hiç­bir nefsin herhangi bir şekilde haşrolunacağına imanları yoktu. Halbuki bu kesinlikle olacak bir şeydir. Onlar bunu inkâr ettik­ten sonra sadece bazı kimseler için tahakkuk eden ve mutlaka gü-nrhm arkasından gelmesi zaruri olmayan dünya cezasını nasıl itiraf edeceklerdir?

(41) «Ey Rasûlüm! Onlar seni gördükleri zaman...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayet metnindeki «/ran edatı olumsuzluk ifade eder. Yani on­lar seni ancak alaya almak suretiyle karşılıyorlar. «Peygamber ola* tak Allah'ın gönderdiği bu mudur?» diye sana işaret ediyorlar. Bu sözü söyleyenler Ebu Cehil ve arkadaşlarıdır. Rivayete göre -bu ayet Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur. İşaret burada istihkar manasınadır. «Şu mudw1» gibi aşağılayıcı sözler söyleyerek Rasû-lullah'ı hakir görüyorlardı.

(42) Ve şayet mabudlarımıza...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayet metnindeki «Yudilluna» fiili, müşriklerin mabudlanndan uzaklaştırılmalarını ifade eder. Yani bizi sadece ibadetlerden de­ğil onlardan da uzaklaştıracaktı. Eğer biz o noktada sabır göster­meseydik (sebat etmeseydik) ve onlara ibadette istikrar bulmasay-dık neredeyse bizi hem onlardan hem de ibadetlerinden çevire­cekti.

Müşriklerin bu ikrarı Rasûl-ü Ekrem'in tevhide çağırmak hu­susunda ne kadar çalıştığını ve mucizeler izhar ettiğini, deliller ge­tirdiğini göstermektedir.

(43) «(Ey Rasûlüm!) Kötü isteklerini...» Bu Ayetin Tefsiri

«Arzusunu (hevasım) mabud edinen kimseyi gördün mü?» cümlesi, Rasûlullah'ın onların çirkin fiil ve sözlerinden sonra çir­kin hallerinden hayret etmesini gösteriyor ve onların son vara­cakları noktaya da işaret ediyor.

Ayet, rivayete göre el-Hars bin Kays es-Sehmi hakkında nazil ol­muştur. Bu kâfir her gördüğü taşa gönül verip tapıyordu. İbn Eb Hatim ile İbn Merduveyh, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ederler: «Bu kişi bir zaman beyaz taşa tapıyordu. Ondan daha güzelini görür­se onu atıyor, bu sefer ikincisine tapıyordu. Cenab-ı Hak onun hakkında bu ayeti indirmiştir.»

Ayet esasında Allah'tan başkasına ibadet eden herkesi kapsa­maktadır. Diğer günahlarda heva ve nefsine itaat eden kimseleri içermektedir.

((Acaba ona sen mi vekil olacaksın?» cümlesi istinafi bir cüm­ledir. Rasûlullah'm, bu nevasına tâbi olan bir kimseye vekil ve koruyucu olmasını uzak saymaktadır. Böyle birini istese de iste­mese de hakka irşad edebileceğini uzak görmelidir. Ayet aksinin yapılmasını da aynı zamanda kınamaktadır. Sanki şöyle denilmek­tedir: Onun heva ve nefsine taatte ifrat ettiğini gördükten sonra onu zorla mı hidayete getireceksin? O istesin istemesin onu zorla mı doğru yola üeteceksin? [19]

 

Meal

 

44- Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir. Hatta onlar yol bakımından hayvanlardan da daha şaşkındırlar.

45- (Ey Rasûlüm!) Görmüyor musun Rabbin gölgeyi nasıl uzatmıştır? O dileseydi onu olduğu gibi yerinde bırakırdı. Sonra biz güneşi de delil yaptık.

46- Sonra gölgeyi (güneşin yükselmesiyle) azar azar çektik.

47- Rabbiniz odur ki geceyi sizin için bir elbise  (örtü), uy­kuyu dinlenme ve gündüzü de yayılıp çalışma (zamanı) kılmıştır.

48- Ve  rahmet  (yağmur) in önünde rüzgârları müjdeleyici olarak gönderen O'dur. Biz gökten tertemiz bir su indirdik.

49- Ki o su ile ölü bir toprağı canlandıralım ve yarattığı­mız hayvanlardan ve insanlardan bir çoğunu onunla sulayalım.

50- And ol sun bunu  (insanların)   ibret almaları için arala­rında çeşit çeşit şekillerde anlatmışızdır. Fakat insanların çoğu nankörlük edip diretmektedir.

51- Eğer dileseydik  elbette  her kasabaya bir uyarıcı pey­gamber gönderirdik.

52- (Ey Rasûlüm!) Öyle ise kâfirlere boyun eğme ve bunun­la (Kur'an'Ia) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!

53- İki denizi birbirine katan odur. Bu, tatlı, susuzluğu gi­derici, şu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına bir perde, aşılmayan bir sınır koymuştur.

54- İnsanı sudan yaratarak ona neseb ve sıhriyet  (soy ve sop)  veren O'dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.

55- Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da ve­remeyen şeylere tapıyorlar. Kâfir olan kimse Rabbine karşı gele­ne arka çıkandır. [20]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(44) «Yoksa sen onların çoğunun...»Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet, zikredilen inkârı Rasûlullah'm böyle sanmasını red­detmektedir. Çünkü Hz. Peygamber onları ısrarîa İslâm'a davet edip, irşadlarına Önem verdiği için onların çoğunun dinlediğini ve aklettiğini sanıyorlardı. Cenab-ı Hak bu zanm reddediyor. Yani böyle zannetmemelisin. Bu, sana uygun değildir. Zannediyor mu-| sun ki onların çoğu senin okuduğun Kur'an ayetlerini hakkıyla dinlemekte veya getirdiğin afakî mucizeleri hakkıyla görmekte, onlara akıl erdirmektedirler? Öyle sanma. Onların durumuna bu derece itina gösterme. İman edecekler diye böyle bir zanna ka­pılma!

Bazıları şöyle diyor, «Ayetin mânâsı, onların çoğunun senin | okuduğun ayetleri hakkıyla dinlediklerini mi sanıyorsun? O ayet­lerin derinliklerindeki bazı nasihatlara akıl erdirdiklerini mi zan­nediyorsun? O çirkinlikleri bıraktırıp kendilerini güzelliklere ulaş­tıracağını mı düşünüyorsun? Bunun için mi onları çağırmakta ıs­rar ediyor, irşadlarına önem veriyor ve onlara hatırlatıp duruyor­sun?»

Cenab-ı Hak «Çokları» diyor. Zira onların içinde ezeli inaye­tin şevkiyle bu putları edindikten sonra kendisine sebkat edenler de vardır. Bazıları dinlediler ve aklettiler de. Fakat gurur ve riyasetin ellerinden alınmasından korktuklan için bu gerçeklere tâ­bi olmadılar.

Ayetin metnindeki «Hum» zamiri «Çokları» demek olan «Ek­ser» veya «Men» kelimesine racidir. Yani onlar kulaklarına kadar gelen ayetlerden menfaat görmemek, şahit oldukları apaçık mu­cizeleri düşünmemek hususunda gaflette darbı mesel olan, dalâlet ve sapıklıkta nişan olan hayvanlar gibidirler. «Hatta onlar hay­vanlardan yol bakımından daha şaşkındırlar.» Çünkü hayvanlar kendilerine bakan sahiplerinin arkasından giderler. Ve kendileri­ne iyilik yapanı tanırlar, kötülük yapanları bilirler. Onlar yararla­rına olan şeyleri de ararlar. Zarar getirici şeylerden de sakınırlar. Nerede otlayacaklarmı, nerede çökeceklerini iyi bilirler. Ve nereye varacaklarını da bilirler. Fakat bunlar Rablerine itaat etmezler. Haliklerine, razıklanna baseğmezler. Allah'ın kendileri­ne verdiği ihsanı şeytanın kötülüklerinden ayırt etmezler. O şey­tan ki şehvetlerinin peşine gitmelerini kendilerine süslü göster­miştir. O şeytan ki onların apaçık düşmanıdır. Menfaatlerin en büyüklerinden olan sevabı talep etmezler. Zararların en şedidi olan, en şiddetlisi olan cezadan sakınmazlar. Ayrıca hayvanlar hayrı elde etmek için peşinden gittikleri bir hakka inanmadıkları gibi aynı zamanda şerri elde ettirmeyi gerektiren bir bâtıla da inanmıyorlar. Ama bunlar öyle değildirler. Çünkü onlar bâtılın temellerini attılar, serlerin hükümlerini o temellere bina ettiler. Üstelik hayvanların dalâlet ve cehaletlerinin ahkâmı sadece kendi­lerine yöneliktir. Herhangi bir kimseye isabet etmezler. Fakat bu adamların cehaleti ise fitne ve fesadı ve insanların hak yola tâbi olmasını menetmeyi gerektirir hercümerc doğurur. İnsanlar ara­sında bir fitnedir kopar, gider. Yine hayvanlar kendilerinde Allah tarafından yaratılmış kuvvetlerden birisini muattal etmezler. Ak­sine bütün kuvvetleri niçin halkedilmişlerse oraya sarfederler. Hayvanlar tarafından kemâlin talebinde herhangi bir kusur yok­tur. Fakat bu kimseler ise aklî kuvvetlerini muattal hale getirirler. İnsanların üzerinde yaratılmış olan fıtratı zayî etmektedirler.

 (45) «(Ey Rasûlüm) Görmüyor musun Rabbin...» , Bu Ayetin Tefsiri

Burada hitap Allah'ın Rasûlü'nedir. Hemze takrir içindir. Gör-mek, söz ile olan görmedir. Bu ayet tevhidin birtakım delillerini açıklamaktadır. Yani sen Rabbinin eserlerine bakmaz mısın? Zira burada maksat Allah'ın zatını görmek değildir.

Bazı müfessirlerin «İlâ harfi cer değil, aksine nimetler mânâ­sına gelen «Alâ» kelimesinin çoğuludur» şeklindeki yorumu uzak bir tefsirdir. Burada «Görmek,» bilmek anlamında da olabilir. O vakit inteha mânâsını içermiş olur. Yani senin Rabbi'nin gölgeyi nasıl uzattığını bilmiyor musun? Fakat birinci yorum daha uygun­dur.

İbn Abbas, «Gölgeyi uzatmaktan maksat, fecrin tulûundan sonra ve güneşin tulûundan evvelki zamandır. Bu doğudan batı­ya kadar uzamıştır» demiştir.

Hazin, «Gölgenin uzatılması fecrin doğuşu ile güneşin do­ğuşuna kadardır. Cenab-ı Hak onu böylece uzatmıştır. Çünkü o gölgedir, beraberinde güneş yoktur» der.

«Güneşin gölgeye delil olması» şu anlamdadır: Eğer güneş ol­masaydı gölge tanınmazdı. Eğer nur olmasaydı zulmet bilinmez­di. Eşya zıddıyla bilinir.

(46) «Sonra gölgeyi (güneşin yükselmesiyle) azar azar...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetteki «Çektikfavuçladik» mânâsını ifade eden «Kabezna» fiili, güneşin düşmesiyle onu kaydırdık anlamındadır. «Az bir avuçlama», yani yavaş yavaş. Güneşin yükselmesi nisbetinde bu olur. Ki onunla kâinatın maslahatları tanzim edilsin. İnsanlar için bin­lerce, yüzbinlerce, hatta sayılamayacak kadar yararlar ondan mey­dana gelsin. Yani, biz gölgeyi güneşin yükselmesiyle sildik, müna­sip gördüğümüz yere koyduk.

Cenab-i Hak «İcad etme»yi «Uzatmak»l& tabir ettikten sonra «fzalenyi, yani kaydırmayı da «Avuçlamak»\a, elle tutmakla tabir etmiştir.

(47) «Rabbiniz O'dur ki geceyi sizin için...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayet Cenab-ı Hakk'm kudretinin güzel eserlerinden bir kıs­mını açıklamakta, rahmetinin çok önemli ahkâmını ortaya koy­makta ve insanlar için feyezan eden nimetlerinin bir bölümünü beyan etmektedir. Yani Allah sizin yararınız için geceyi elbise gibi yaptı. Gece sizi karanlığıyla Örtmektedir, tıpkı elbisenin sizi ört­mesi gibi. Gecede vaki olan uykuyu da buharların sizin kuvveleri-nizi istilâ etmesi sebebiyle istirahat vakti kıldı. Yani bedenlerini­zin rahatı için onu yarattı.

«Subaten» kelimesi kesmek mânâsını ifade eden «Sabt» kö­künden gelir. Nitekim cumartesi gününe «Sebt Günü» denilmesi insanların o günde istirahat etmelerinden dolayıdır.

Ebu Hayyan «Subut baygınlığın bir çeşididir. Bir hastalık gi­bi uyanık insanı istila eder» demiştir. îşte uyku buna benzetilmiş­tir. Aynı zamanda Sebt, bir yerde ikamet etmek demektir. Uyku da bir nevi ikamettir.

«Gündüzü çalışma yaptı», yani çalışma zamanı yaptı. İnsanlar maişetlerini elde etmek için karıncalar gibi gündüzleri yayılırlar.

(48) «Ve Rahmet (yağmuru)nun...» Bu Ayetin Tefsiri

«Biz indirdik» mânâsına gelen «Enzelna» fiilinin sonundaki «Nun» tazim içindir. Yani bir kimsenin, bir cemaatin, hatta bütün varlıkların yapamayacağını yaparız demektir. Azametimizle rüz­gârları göndermek suretiyle yüksek yerlerden indirdik. Veya bu­luttan indirdik veya belli olan yönden indirdik.

(49) «Ki o su ile Ölü bir toprağı...» Bu Ayetin Tefsiri

Bu ayetteki «Bihi» zamiri, o indirilen temiz ve temizleyici su­ya racidir. «Ölü belde» ile maksat bitkisiz yer demektir. O yerde bitki bitirmek suretiyle orayı diriltir. Belde'den maksat yeryüzü­dür. Asli mânâsı da kastedilmiş olabilir. O zaman tenvin, çeşitlili­ği ifade eder. Yani çeşitli beldeleri o su ile dirilttik demek olur.

«Nuskıyehu» fiilinin sonundaki zamir, temiz ve temizleyici su­ya racidir. O su vadilerde aktığı, havuz ve çukurlarda, kuyularda biriktiği zaman onunla yarattıklarımızdan, hayvanlar ve insanla­rın birçoğunu sulamak tayız. «însanlar» ile vadi ve çöllerde su ile yaşayan kimseler kastedilmektedir.

(50) «Andolsun bunu (insanların) ibret almaları...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin başındaki «Lâm» kasem harfidir. «Sarrafnahu» fiilinin sonundaki zamir, göklerden veya bulutlardan inen suya racidir.

Onu sarfetmek, hallerini değiştirmek, vakitlerini tesbit etmek, çe­şitli yerlerde ve çeşitli şekillerde onu indirmek demektir. Buna göre ayetin mânâsı şöyle olur:

Andolsun ki biz yağmuru insanlar arasında değişik konum­lara uğratmış, değişik hallere sokmuşuzdur. O değişik memleket­lerde ve muhtelif zamanlarda ve değişik sıfatlarda gelir. Bazen sağanak halinde, bazen sızıntı, bazen de başka şekillerde görülür. Bütün bunları ibret alsınlar diye yapmışızdır. Fakat insanların çoğu nimeti inkâr etmekten başka bir şeye yanaşmazlar. Yani on­lar nimeti inkâr ederler.

(51) «Eğer dileseydik elbette her kasabaya...» Bu Ayetin Tefsiri

«Eğer dileseydik her kasabaya bir peygamber gönderirdik.» Böylece o kasabanın ehlini korkutur ve böylece peygamberlik yü­kü azalırdı. Fakat biz bunu istemedik. Seni tazim etmek için bu emri sadece sana verdik.

(52) «(Ey Rasüliim!) öyle ise kâfirlere...» Bu Ayetin Tefsiri

O halde kâfirlere itaat etme.' Senden istedikleri her şeyi ve-rimkâr olma. Bu ayetler hem Rasûlullah'ı hem de müminleri teş­vik eden ve harekete geçiren ayetlerdir.

«Onunla düşmanlara karşı cihad et» ifadesindeki zamir Kur'-an'a racidir. Bu durum, İbn Cerir, İbn Ebi Münzir ve İbn Abas'tan rivayet edilmiştir. Yani Kur'an'daki burhanlar, deliller, sakindi-rıcı emirler ve mev'izeleri, peygamberleri yalanlayan ümmetler hakkında gelen kıssaları okumak suretiyle onlara karşı cihad et Ayetin sonundaki «Büyük cihad»6zxı maksat, Rasûl-ü Ekrein görevli olduğunu ifade etmek içindir. Bütün insanları, belirtilen şekilde Allah'ın vahdetine davet etmek büyük bir cihattır. Onun kıymetini, kemiyet ve keyfiyet bakımından ancak Allah takdir eder. Ayette adeta şöyle denilmektedir:

Biz seni bütün beldelere korkutucu peygamber olarak gön-derdik. Seni üstün kıldık. Her beldeye bir peygamber gönderme­dik. Bütün bu vazifeyi sana verdik. O halde sebat göstermek ve var kuvvetinle çalışmak ve hakkı izhar etmek suretiyle ona karşı­lık ver.

Et-Tayyibi'nin zikrettiğine göre bu surenin nirengi noktası, Hz. Peygamber'in bütün insanlara peygamber olarak gönderilme, sidir.

Zamirin «Eğer dileseydik her kasabaya bir peygamber gönde­rirdik» ayetinden anlaşılan mânâya raci olması mümkündür. Bj ise Allah Rasûlü'nün bütün beldelerin peygamberi olduğunu be­lirtmek demektir. Çünkü eğer Cenab-ı Hak her kasabaya bir pey­gamber gönderseydi her peygamber için o kasaba ehliyle cihad etmek vacip olurdu. Böylece peygamberde o cihadlar biraraya gel­miş oldu ve bundan dolayı Rasûl-ü Ekrem'in cihadı büyüdü. Onun için Cenab-ı Hak, peygamberine bütün beldelerin peygamberi ol­ması sebebiyle «Bütün dhadlan kapsayan büyük bir cihad aç» buyurmaktadır.

Alusi, bu yorumlan naklettikten sonra hulasa olarak şunla­rı söylemektedir: «Bu surenin Mekke döneminde nazil olduğunu biliyoruz. Mekke Dönemi'nde kılıçla cihad ayeti inmemişti. Bu­nunla beraber bu yorumlarda olanlar da gizli değildir.» [21]

 

İki Denizden Maksat Nedir?

 

(53) «İki denizi birbirine katan odur. Bu...» Bu Ayetin Tefsiri

AIusi, «Allah o zattır id iki denizi mecralarında salmıştır. Tıp-kj mecraya salınan at gibi. Bu yorum İbn Abbas'tan rivayet edil­miştir» diyor. Beyzavi ise «Cenab-ı Hak onları komşu, bitişik ve biri diğerine karışmayacak şekilde salıvermiştir» diyor.

Birisi susandırmayı sonuçlandıracak şekilde tatlıdır, birisi de çok tuzludur. Cenab-ı Hak o ikisi arasında kudretinden bir perde germiştir ve aralarında tenafur (uzaklık) vardır, yani birbirine karışmazlar.

Bazıları «Berzah kelimesi belli olan bir hudud demektir» di­yorlar. Meselâ Dicle Nehri denize katılır ve denizi ikiye böler. De­nizin arasında birçok fersah ileriye kadar gider ve tadı da denizin tadıyla karışmadığı için bozulmaz.

Bazıları «Tatlı denizden maksat Nil gibi büyük nehirler, tuz­lu denizden maksat da büyük denizlerdir. Aradaki perde ise o tat­lı sular ve denizler arasındaki arazidir» demişlerdir. İşte Cenab-ı Hakk'm o arazi ile onları birbirinden ayırması, kudretinin alâ­metidir. Vasıflarının değişikliği kudretinin bir alâmetidir. Halbu­ki her suyun tabiatı birleşme ve bitişme iktiza eder, keyfiyette bir-birleriyle meylederler. [22]

(54) «İnsanı sudan yaratarak...»

Buradaki «Beşersden. maksat Hz. Adem, «Su»dan maksat ise Adem'in toprağına katılan sudur. Beşer maddesinin bir parçası kılınmıştır ki diğer maddeler biraraya gelsin.

«Ve Sıhren» kelimesinin başında gelen «Vav» taksim içindir.

Bazıları «Adem'i neseb ve sıfır kumasından maksat, Allah'ın Havva'yı ondan yaratması ve onu da erkeklik üzerinde bırakması-dır» demişlerdir.

Hz. Ali'ye göre «Neseb, nikâh edilmesi helâl olmayan yakın kadınlardır. Sıhr da nikâhı helâl kadınlar» demektir.

Başka bir rivayet yine Hz. Ali'den geliyor: «Neseb, nikâh edil­mesi helâl olmayan kadınlar; sıhr da süt yoluyla akraba olanlar demektir». Dahhak da Hz. Ali gibi «Sıhr»ı bu şekilde yorumlamış­tır.

(55)   «Onlar Allah'ı bırakıp...» Bu Ayetin Tefsiri

Allah'tan başka tapılan putlar ve diğer tabulardır. Hiçbir mah­lûk kendi başına diğer insanlara veya başka bir şeye ne yarar sağ­layabilir, ne de zarar verebilir.

. «El-Kâfir» lâfzının başındaki eliflâm ya and içindir, —O va­kit Ebu Cehil kastedilmektedir ve ayet onun hakkında nazil ol­muştur— veya cins içindir, her kafir kastedilmektedir. Yani kâfir, Rabbine karşı şeytana yardım eder. Şirk koşmak, peygambere ve inen vahye karşı çıkmak suretiyle bunu yapar.

İkrime «Kâfirle maksat İbîis'tir» diyor. Ayetten maksat şu olur: îblis müşriklere Rabbine karşı yardımcı olur. Yani müş­rikleri Allah'a karşı isyana kışkırtır. O'na ortak koşulmasına ken­dilerini iteler.

Bazı müfessirler ayeti «Allah'ın dostlarına karşı müşriklere yardımcı olurlar» şeklinde yorumlamıştır.

Bazıları «Zahir kelimesi kıymetsiz mânâsına gelir» demişler­dir. Yani kendisine ne yarar ne de zarar sağlamayan nesnelere, Allah'ı bırakıp tapan bir kimse, Allah katında hiçbir kıymet taşı­maz. Allah'ın katında onun herhangi bir payı ve nasibi bahis ko­nusu değildir (Taberi). [23]

 

Meal

 

56- (Ey Rasûlüm!) Biz seni ancak müjde leyi c i ve korkutucu olarak gönderdik.

57- De ki: «Ben buna karşılık Rabbine doğru bir yol tut­mayı dileyen kimseler olmanızdan başka sîzden bir ücret istemi­yorum.»

58- (Ey Rasûlüm!) Sen Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. Onu hamd ile teşbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.

59- O Allah ki gökleri, yeri ve aralanndakini altı günde ya­ratmış, sonra Arş'a istiva etmiştir. O Rahman olandır. Sen onu haberi olana sor.

60- Müşriklere «Rahman olan Allah'a secde edin» denildiği zaman onlar: «Rahman da neymiş! Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek misiz?» derler ve (secde emri) onların nefretlerini ar­tırır.

61- Göklerde burçları kılan, onların içinde bir lâmba (gü­neş) ve nurlandınci bir ay vareden Allah ne yücedir!

62- O'dur ibret  almak  ve şükretmek  isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardına getiren.

63- Çok merhametli Allah'ın kullan o kimselerdir ki, yer­yüzünde tevazu ile yürürler ve kendilerini bilmez kimseler onla­ra lâf attığında (onları kırmaksızın) «Selâm» derler.

64- O kullar ki gecelerini Rablerine secde ederek ve ayak­ta durarak  (ibadet yaparak)  geçirirler.

65- Onlar ki; «Ey Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici bir şey değildir» derler.

66- «Cehennem cidden ne kötü bir uğraktır, ne kötü bir konaktır!»

67 - Ve onlar ki harcadıklarında ne israfa ne de cimriliğe kaçmazlar. İkisi arasında bir yol tutarlar. [24]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(56-58) «(Ey Rasûlüm!) Biz seni ancak...» Bu Âyetlerin Tefsiri

Burada hitap Hz. Muhammed'edir. Bu ayet Hz. Muhammed' in vazifesinin müminlere cenneti ve Allah'ın rızasını müjdelemek, kâfirleri, fasık ve facirleri de Allah'ın azabıyla korkutmak olduğu hükmünü getirmektedir.

Kâfirlerin çokluğundan dolayı Cenab-ı Hak «Neziren» kelime­sini mübalağa sigası olarak kullanmıştır. [25]

 

Rasûlüllah'ın Mü'min Ve Kâfirlere Karşı Vazifesi

 

Bazıları «Bu, müminlerden olan asilerin de çoğunluğa dahil olduğundan böyledir» diyor. Yani Rasûl-ü Ekrem'e müminlerden asi olanları da, kâfirleri de korkutmak vazifesi verilmiştir. Fakat bu ayetin siyak ve sibakı burada sadece kâfirlerin kastedildiğini iktiza ettirmektedir. Yani biz seni ancak müminler için müjdele-yici, kâfirler için de korkutucu olarak gönderdik. O halde kâfirle­rin iman etmeyişleri seni üzmesin. Onlara, nefsini müdafaa etmek ve onların iman sebebiyle herhangi bir yarar sağlamak peşinde olmadığını belirtmek için şöyle söyle: Peygamberliğimin karşısında ve Kur'an'a karşı sizden herhangi bir ecir istemiyorum. Ancak Rabbimin rahmetine ve rızasına bir yol edinen müstesnadır.

O Allah yolunda sarfedilen nafaka ve verilen sadakaları vere­bilir. Allah'a iman etmek suretiyle ve taatine çağrıldığı şekilde ha­reket edebilir.

Bu ayet tamamen Rasûl-ü Ekrem'in peygamberlik karşılığın­da herhangi bir dünyalık istemediğini ve onlara karşı son derece şefkatli olduğunu sergilemektedir. Çünkü onun istediğinin yaran da kendisine değil yine onlara racidir.

Bazılarına göre ayetin mânâsı şöyledir: «Peygamberlik karşı-lığında sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak iman ede­nin ecrini talep ediyorum.» Yani kişinin iman etmesi sebebiyle ba­na hasîl olan ecri istiyorum. Çünkü insanları hayra muttali kılan bir kimse hayrı işleyen kimse gibidir.

«Ölümsüz dirinden maksat, Cenab-ı Hakk'tır. Yani Cenab-i Hak peygamberine, «Onların şerlerinden emin olmak ve verecek* teri ücretten de müstağni olmak hususunda ölümsüz olan zata te­vekkül et, Cenab-t Hakk'a dayan» demektedir.

«Kulların günahlamnd&n maksat, açıkta olanlar ve olmayan-lardır. Çünkü «Zunub» kelimesi çoğuludur ve bunu ifade eder. «Habîr» kelimesi, bildiği işlerin iç âlemlerini de biliyor demektir. îç âlemi bilen bir zat dış âlemi de bilir.

(59) «O Allah ki gökleri, yeri ve...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin metnindeki «Er-Rahman» kelimesi mukadder bir müb-tedanm haberidir. Yani   «O, Rahman'ın ta kendisidir»   demektir.

Ahfeş'e göre er-Rahman mübtedadır, Fes'ei bini Habiren lâfzı da onun haberidir. Fakat ayetin zahirinden bu cümlenin i'rab yönün­den başlıbaşma bir cümle olduğu anlaşılmaktadır. Ayetin mânâsı, buna göre şöyle olur: Eğer bahsedilenlerin hakikatini ve tafsila­tını bilmek istiyorsan, bu işe itina eden ve derinliklerini bilen şanı yüce olan, işlerin hem zahirlerim hem de bâtınlarını kapsayan bir zattan sor. O da Allah'tır. O sana işin hakikatini gösterir ve seni ona muttali kılar.

Burada sorulan, hakikaten daha önce bahsi geçenlerin tahsi­latıdır. Onun kendisi değüdir. Çünkü açıklandıktan sonra artık suale ihtiyaç kalmaz. [26]

 

Allah'ın Errrahman İsmi

 

(60) «Müşriklere, Rahman olan Allah'a secde edin...»Bu Ayetin Tefsiri

Bu sözü söyleyen ya Rasûlullah'tır veya onun düinden Allah Teâlâ buyurmaktadır.

Şehab-ı Haffaci'ye göre bu ayette kulun Rabbine en yakın ol­duğu zamanın secde hâli olduğu mânâsı vardır. Onlar bilmiyor­muş gibi davranarak, rezaletlerini takınarak peygamberden şöy­le sordular: «Rahman da ne imiş?» Halbuki Rahman'ın Allah ol­duğunu biliyorlardı. Nitekim Hz. Musa, Firavun'a, «Ben âlemlerin Rabbinden gönderilmiş bir elçiyim» dediğinde, Allah'ı bildiği hal­de, «Âlemlerin Rabbi de kimmiş?» diye sormuştur.

Ayet sonundaki «Nufur» kelimesi nefretin mübalâğasını ifa­de etmektedir. Yani Rahman'a secde etmelerinin emredilmesi on­ları imandan daha da uzaklaştırırdı. Rivayete göre Allah Rasûlü ve sahabiler secdeye vardılar, Kureyşliler onları alaya alarak ora­dan uzaklaştırdılar. [27]

 

Gökdekî Burçlar

 

(61) «Göklerde burçları lalan..,» Bu Ayetin Tefsiri

«Burueen» kelimesi bilinen on iki burçtur. Hatib bunu Kita-bu'n-Nücum adlı eserinde İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.

Buruc kelimesi yüce köşkler demektir. Fakat benzetme yoluy­la bu yıldız kümelerine denilmiştir. Çünkü bunlar diğer yıldız­lara göre büyük köşkler gibidir.

Zeccac, «Her yükseğe burç denilir. O vakit benzetme yapmaya ihtiyaç kalmaz» diyor. Ehli hadisin meşrebi şudur: «Onlar yer­yüzüne en yakın olan göklerdedir». Aklen de buna mâni yoktur.

Ayetteki «Sirac» kelimesinden maksat güneştir. Cenab-ı Hak başka bir ayette «Güneşi sirac kıldt» buyuruyor. Bu ayet Öbür ayetle tefsir edilmiş olmaktadır.

«Nurlandırilmîş kamer»den maksat aydır. Ona «Kamer» de­nilmesi beyazlığı sebebiyledir. «Nurlandırilmîş» tabiriyle Cenab-ı Hak onun güneşten nur aldığına işaret etmektedir. Hatta bazı mü-fessirler «Bütün yıldızlar güneşten istifade ederler» demişlerdir.

(62) «O'dur ibret almak ve şükretmek...» Bu Âyetin Tefsiri

Metindeki «Hılfet» kelimesiyle, hilfet sahibi kastedilmektedir. Zira gece gündüzün, gündüz de gecenin halifesidir. Yani gündüz­de yapılması gerekenler yapılmadığı takdirde bunlar gece kaza edi­lir, gecede yapılması gerekenler de yapılmadıkları takdirde gündüz yerine getirilir (Bu tevil İbn Abbas, Hasan ve Said bin Cübeyr'den rivayet edilmiştir).

Bazı müfessirler «Biri diğerinin arkasından gelir demektir» dediler. Bazıları da «Hılfet» kelimesi ihtilaf manasınadır demişler­dir. Yani fazlalıkta ve eksiklikteki ihtilafları kastedilmiştir. [28]

 

Allah'ın Halis Kullarının Vasıfları

 

(63) «Çok merhametli Allah'ın kullan...» Bu Ayetin Tefsiri

63. surenin sonuna kadar Allah'ın halis kullarının vasıflan, dünyevî ve uhrevî durumları açıklanmaktadır. Ayetler, Allah'a secde etmekten kaçanların hali belirtildikten sonra, bu halis in­sanların haline temas etmektedir. Cenab-ı Hakk'm esmai hüsna-sından olan er-Rahman isminin burada zikredilmesinin nedeni Al­lah'ın rahmetinin o halis insanlara tahsis edildiğinin bildirilmesi-dir. Veya onlar başkalarından daha üstündürler. Çünkü rahmete/ nimete mazhar olmuşlardır.

Metindeki «Hevn» kelimesi mastardır. Yumuşak ve şefkatle davranmak demektir. Yani onlar yeryüzünde yürüdükleri zaman yumuşakça yürürler. Gururu, kibir ve azameti bir tarafa atarlar. (Bu yorumun bir benzeri İbn Abbas, Mücahid, îkrime ve Fudayl bin İyad'dan rivayet edilmiştir). İmam Ebu Abdullah'a göre «Hevn» kişinin yapmacık olmayan, tabu cürmüyle, zorlama ve gu­rur olmaksızın yürümesi demektir.

Metindeki «El-Cahilun» ile sefih ve edebsizler kastedilmiştir. Yani halis müminler başkalarıyla münasebetlerinde daima yu­muşak davranırlar. Güzel örnekler sergilemek isterler.

Buradaki «Selâm», bizim bildiğimiz selâm değildir. Çünkü bu ayet Mekke DÖnemi'nde nazil olmuştur. Selâm ise Medine'de nazil olan Nisa Suresi'nde gelmiştir. Mekke'de iken müslümanlar müş­riklere selâm vermekle emrolunmamışlardı.

El-Esamm «Bu, veda selâmıdır. Hz. İbrahim'in babasına «Se­lâm senin üzerinde olsun» dediği gibi» diyor. Bu, mütarekeye ra-cidir ve Arap dilinde çok kullanılır. Mücahid'e göre bu selâmdan maksat, onlar dosdoğru bir söz söylediler demektir.

Ayet gerçek müslümanların sefihlerden gözlerini çevirdikleri­ni, konuşmalarına karşılık vermediklerini ifade etmektedir. Yani burada kâfirlere karşı nasıl davranılacağı ortaya konmaktadır. Savaşı emreden ayet ise bu ayeti neshetmez. Çünkü savaş ayeti Medine DÖnemi'nde, bu ise Mekke'de nazil olmuştur.

(64) «O kullar ki gecelerini...» Bu Ayetin Tefsiri

Yani onlar Rableri'ne secde ve kıyam yaparak gecelerler. Ge­celeri tamamen ve kısmen namazla ihya ederler. Veya Kur'an'dan bir şeyi bir namaz içinde okumak suretiyle sacid ve kaim olurlar. Veya akşam ile yatsının arkasında kıldıkları iki rekât nafile ile geceyi ihya etmiş sayılırlar.

Hulâsa bu ayet gece ibadetine teşvik etmektedir. Secdeyi kı­yamdan önce zikretti. Çünkü insan secde halindeyken Allah'a en yakın bir halde olur.

 (65-66) «Onlar ki: Ey Rabbimiz!..» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Ğaram» kelimesi lâzım mânâsını ifade eder. îbn Abbas'tan böyle rivayet edilmiştir. Yani cehennem ateşi onların yakasına ya­pışır, bırakmaz. Bazıları «Helak edicilik» anlamıyla tefsir etmiş­lerdir.

Bazıları «Saet» lâfzının özlü mânâsını ifade eden «Ahzeneh anlamında olduğunu söylemişlerdir. Yani cehennem ehli, cehen­neme gidenleri özlemektedir.

«Mustakarr» kelimesi mastar veya ismi mekândır.. Bazıları «Mustakarr için, Mukam da kâfirler için cehennemde iki yerin ismidir» demişlerdir.

(67) «Ve onlar ki harcadıklarında...» Bu Ayetin Tefsiri

«İsraf etmezler», yani cömertliğin hududunu aşmazlar demek­tir. «Yekturu» fiili ise sıkmak demektir. Yani cimri kimseler gibi sıkı olmadılar.

Abdurrahman el-Habli, «İsraf günahlarda yapılan harcamalar­dır. «Katr» ise taatten uzaklaşmadır» demiştir. Bunun benzeri îbn Abbas, Mücahid ve İbn Zeyd'den de rivayet edilmiştir.

Avn bin Abdullah bin Utbe'ye göre israf «Başkasının malım harcamaktır.»

Ayetin sonundaki   «Kavara»   kelimesi, orta ve adil demektir.

Yani onlar ne israfa kaçarlar ne de cimriliğe. Adil ve orta bir şe­kilde infak ederler. Bunların yaptıkları, işlerin en hayırlisındandır. Zira hadiste «Emirlerin (işlerin) en hayırlısı ortancalarıdır» bu-yurulmuştur. Buradaki infak hem kendi nefislerine hem de baş­kalarına yapmış oldukları infaktır. Kavam kelimesi de bütün bun­larda hayr demektir. [29]

 

Meal

 

88- Onlar ki Allah ile beraber başka bir mabuda tapmazlar. Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı şahsı haksızca öldürmezler. Zina etmezler. Bu kötülükleri yapan kimse cezasını çeker.

69- Kıyamet Günü onun azabı kat kat olur. Orada zelil ola­rak daimi kalır.

70- Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen kim­seler müstesnadır. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklerle de­ğiştirir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

71- Kim tevbe eder ve salih amel işlerse O, Allah'a mükâ­fatına nail olarak döner.

72- O kullar ki yalan yere şahitlik etmezler. Münasebetsiz şeylerin önünden geçerken şereflice davranırlar.

73- Onlar ki, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman ona karşı sağırlar ve körler gibi kapanmazlar.

74- Onlar öyle kullardır ki;  «Ey Rabbimiz. Bize eşlerimiz­den ve zürriyetimizden göz aydınlığı olacak kimseler ver ve bizi takva sahiplerine önder kıl» diye yalvarırlar.

75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin köşkleri yi e mükâfatlandınlacaklardır. Orada hürmet ve selâm ile karşılana­caklardır.

76- Ve orada daimi kalacaklardır. O ne güzel karargâh, o ne güzel ikâmetgâhtır!

77- (Ey Rasulüm!) De ki: «Eğer ibadetiniz olmasa Rabbim ne  diye size  değer versin?»   (Ey inkarcılar!)   Yalanladığınızdan ötürü azab yakında yakanıza yapışacaktır. [30]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(68-71) «Onlar ki Allah ile beraber...» Bu ayetlerin Tefsiri

«Allah ile diğer bir ilâhı çağırmazlar»; Allah'a ortak koşmaz­lar. «Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir nefsi Öldürmezler. Ancak hak ile olan müstesna», yani haktan başka herhangi bir ne­denle öldürmezler. Ancak nefsin hürmetini ve ismetini ortadan kaldıran bir hak varsa o zaman Öldürürler. Meselâ evli iken zina etmek, imandan sonra yeniden kâfir olmak gibi durumlarda.

«Onlar zina etmezler», yani kendilerine haram olan bir ka­dınla ilişki kurmazlar. Cenab-ı Hak bu korkunç kabahatleri müs-lümanlardan uzaklaştırmak suretiyle onların düşmanı olan Ku-reyş ve diğer kâfirlerin bu sıfatlara sahip olduklarını tarizen bil­dirmekte, onlara işaret etmektedir. Eğer böyle olmasa onların da­ha önceki sıfatları kâfi olurdu. Çünkü onlar güzel muamele yap­makta, geceyi ibadetle ihya etmekte, Allah'tan fazla korkmakta­dırlar. Sanki Allah tarafından şöyle denilmiştir: Onlar öyle kim­selerdir ki Allah onları tertemiz kılmıştır. Sizin üzerinde bulun­duğunuz ortak koşmak, haram olan nefisleri öldürmek ve zina etmek sıfatlarından Allah onları uzaklaştirmıştır.

Ayetin sonunda gelen «Esamen» kelimesi azap demektir. Öy­le bir azap ki ancak Allah onu takdir eder (Bu, Katade ve İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir). İbn'ul-Enbari, İbn Abbas'ın bu ke­limeyi ceza ile tefsir ettiğini rivayet ediyor.

Ebu Müslim'e göre «Esam» günah demektir. Hasan Basri ise «Cehennem isimlerinden biridir» demiştir.

«Orada daimi kalır» cümlesindeki zamir, kat kat azaba raci-dir. Yani o kat kat azabın içinde daimi kalır. Ancak tevbe eden, iman edip salih amelde bulunanlar müstesnadır.

Bazıları «Daimi kalmaktan maksat, uzun bir zaman kalır de-mektir» demişlerdir. Yani ebedî kalış da olabilir, uzun bir zaman veya ebedî olmayan bir zaman da kalabilirler. Şirk koşanlar ebe-diyyen kalacaklardır. Diğer günahları işleyenler ise uzun bir za­man cezalarını çekip çıkacaklardır. [31]

 

Allah'ın Halis Kullarına Mükafatı

 

«Allah onların seyyielerini hasenelerle değiştirir», yani dün­yada seyyielerini tevbe ile siler, onun yerine taatleri yazdırır. Se­lefin çoğu bu kanaattedirler.

«Kim salih amelde bulunursa», yani kendisinden çıkan hata­ları telafi ederse veya günahların cinsinden çıkıp, onları işlemeyip taatlere girerse Cenab-ı Hak onun bu dönüşünü kabul eder, günah­larını siler ve ona sevap da verir.

Ayetin sonundaki «Metaben» kelimesi şanı yüce bir dönüş de­mektir. Allah katında kabul edilen bir dönüş... İşte bu dönüş gü­nahları sildirir, sevapları yazdırır.

Veya ayetin mânâsı şöyle olur: «O, lütfü geniş, tevbe edenleri seven, onlara iyilik yapan Allah'a dönüş yapıyor.» Veya, «O, Al lah'a veya Allah katından gelen sevaba dönüş yapar.»

Bu tevillerin hangisi olursa olsun, şart ile ceza değişiktirler ve bu ayet bütün günahlardan tevbe eden bir kimsenin hâlini be­yan etmektedir. Daha önceki ayet ise günahların büyüklerinden tevbe edenin halini açıklamaktaydı.

(72) «O kullar ki yalan yere şahitlik...» Bu Ayetin Tefsiri

Ayetin metnindeki «Zûr» lâfzından maksat, bâtıl ve yalandır. Onlar bâtıl şehadeti geçerli kılmazlar veya yalan meclislerinde ha­zır bulunmazlar. Çünkü bâtılı görmek insana ona ortak yapar. Yani yalancıların meclislerinden kaçarlar, günahkârların meclis­lerine varmazlar ve yaklaşmazlar.

«Zûr» kelimesinin esas mânâsı bir şeyi güzelleştirmek, kendi sıfatı olmadığı halde ona güzel bir sıfat yakıştırmaktır. Yani bâtılı terviç etmek için göz boyacılığı yapmak gibi bir şeydir.

Lağvdan maksat, atılması, terkedilmesi gereken bir fiildir. On­lar böyle bir fiille karşılaştıklarında, kâfirlerin sövgülerini dinle-diklerinde onlardan yüz çevirirler, geçip giderler. Bu tefsire bina­en ayet, savaş emrini getiren ayetle neshedilmiş olur.

Bazılarına göre lağv, bütün günahlar demektir. Yani onlar bâ­tılla, günahlarla dolu meclislerin yanından geçtiklerinde şerefli ve süratli hareket ederek geçip giderler. Yani nefislerini böyle şey­lerden uzak tutar ve bu tip meclislerden kaçarlar.

(73) «Onlar ki kendilerine Bablerinin ayetleri...»Bu Ayetin Tefsiri

Yani onlara Allah'ın ayetleriyle vaz-u nasihat edildiğinde onlar o ayetleri dinlememek için kapanmazlar, görmemek için kaçmazlar. Sadece dinlerler ve görürler. Yani onları dinlemeyecek, onlardaki vaz-u nasihati görmeyecek şekilde bir tavır almazlar. Aksine din­lerler, görürler ve dinleyici kulaklarla, gören gözlerle onlara yö­nelirler.

Bu ayetteki «Ayat» kelimesi Kur'an ayetleri, vaz-u nasihat ile ahkâmı kapsayan ayetler demektir.

Bazıları, «Onlar üzerindeki zamir günahlara racidir. Çünkü o günahlar daha önce geçen lâğv kelimesiyle anlaşılmışlardır» der. Bu takdirde ayetin mânâsı şöyle olur: Günahları ve onları eşele-yenlerin cezalarını kapsayan ayetleri dinlediklerinde günah işle­mezler ve görmez, dinlemez gibi bir şekilde günahlara dalmaz­lar.

(74) «Onlar öyle kullardır ki...» Bu Ayetin Tefsiri

«Onlar hanımlarımız ve çocuklarımız cihetinden bize göz ay­dınlığını hibe et diyorlar.» Yani hanımlarımızı ve çocuklarımızı taate muvaffak kılmak suretiyle bize bu durumu ihsan et demek istiyorlar. Yani çocuklarına ve hanımlarına dua ederler (Nitekim bu görüş îbn Abbas, Hasan, îkrime ve Mücahid'den gelmiştir). Sa­dık bir mümin aile efradının ibadette kendisine katıldığını görün­ce gözü aydınlanır ve kalbi sevinçle dolar. Ve onların dünyada ve Ahiret'te yararlarını bekler. Kendilerinin de Ahiret'te onunla be­raber olacaklarını umar.

Rivayete göre bu durum İslâm'ın başlangıcındaycu. Çünkü baba müslüman oluyor, oğlu kâfir kalıyordu. Koca müslüman olu­yor, hanımı kâfir kalıyordu. Böyle müslüman olan bir insanın kalbi muzdaribti. Onların da müslüman olmaları için daima Al­lah'a yalvarırdı.

«îmam» kelimesinden maksat, dini merasimlerde önder olan­dır. Yani ilim ve tevfiki bize vermek suretiyle dini merasimlerde bizi önder kıl! Bu kelime müfred ve çoğul olarak kullanılmakta­dır. Burada çoğuldur,

îmam kelimesi yerine «Eimme» kelimesi kullanılmamıştır. Çünkü imam kelimesi daha Önceki ayetlerin sonlarına daha uygun düşmektedir.

Nehai, «Bu ayette baş olma, önder olma talebi yoktur. Ancak burada dinde uyulacak bir nokta ve ilmi ile amel eden alimlerden olmak temennisi vardır» der. Bazıları «Bu ayette riyaseti talep et­menin uygun olduğuna dair delil vardır» demişlerdir.

(75-76) «İşte onlar, sabretmelerine karşılık..,»Bu Ayetlerin Tefsiri

«îşte onlar sabretmelerine karşılık «Gurfe»-ile mükâfatlandı­rılırlar.» Gurfeden maksat, yüce derecedir. Ayrıca yüksek bina için de bu kelime kullanılabilir. îbn Abbas «Gurfeden maksat, elmas, inci ve yakuttan yapılan evler demektir» demiştir.

«Onlar tahiyye ve selâmla karşılaşırlar», yani melekler onlara selâm verirler, uzun hayat ve afetlerden sağlam kalmaları için on­lara dua ederler. Veya «Onların bir kısmı diğerlerine dua ederler.» Duadan maksat, burada ikramdır, sevindirmektir, ünsiyet peydah etmektir. Aks'i takdirde zaten cennet hayatı onlar için tahakkuk etmiştir. Onlar zaten orada bakîdirler ve bütün afetlerden salim bulunmaktadırlar ve orada hiçbir şekilde dua diye bir şey ola­maz. [32]

 

Cennet Hayatı Sonsuzdur

 

«Onlar orada ölmezler, oradan çıkmazlar ve çıkarılmazlar.»

(77) «(Ey Rasûlüm!» De ki...»

Buradaki hitap Hz. Muhammed'edir.: «Ey Rasûlüm Muham­medi İnsanlara açıkla; o kıymetli nimetleri ancak sayılan güzel­liklerden ötürü elde etmişlerdir. Eğer bu güzel ahlâk ve ibadetleri olmasaydı asla onlara önem verilmezdi.»

Ayetteki «Dua» ibadet demektir: «Eğer ibadetiniz olmasaydı. Rabbim size zerre kadar kıymet vermezdi.» Zira Cenab-ı Hak in­sanları ve cinleri kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Evet, insan ancak Allah'ın marifeti ve taati için yaratılmıştır. Aksi tak­dirde insanla diğer canlılar arasında hiçbir fark olmaz.

«Siz yalanladınız» hitabı, insanların kâfir olanlannadır ve on­ların halini açıklamaktadır. Yani, «Sis kullarıma ancak ibadetle­rinden ötürü b'nem veriyorum» hükmünü açıkladıktan sonra «Siz bu hükme muhalefet ettiniz ve kurtuluşa erenlerin yaptıkları gibi ibadet etmediniz.» İşte bundan ötürü cehennemin müdavimleri olacaksınız. Bazı müfessirlere göre buradaki hitap Kureyş kâfir-lerinedir. Bazılarına göre ayetin mânâsı şudur: Eğer siz Allah'la beraber başka mabudlar çağırmasaydınız Allah sizi affeder ve af­fedilmeniz için de sizden herhangi bir şey istemezdi. Veya sizin şirk koşmanız olmasaydı Allah sizi azaba duçar etmezdi. Tıpkı «Eğer siz şükreder, iman ederseniz Allah sizin azabınızı ne yapa­caktır?» ayetinde olduğu gibi.

Yalanlamanın cezası (veya etkisi) sizin yakanızı bırakmaz. Daima sizi kapsar, sizi ta cehenneme götürünceye kadar devam eder.

Bazılarına göre «Yekunu» fiilindeki zamir azaba racidir. Ya­ni o azap yakanızı bırakmaz demektir. İbn Mes'ud, «Bu ayrılmaz azaptan maksat, Bedr günündeki öldürülmeleridir» diyor. [33]

— FURKAN SURESİ'NİN SONU —



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/221-

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/223.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/224-225.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/227.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/228-229.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/230-232.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/234.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/235-236.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/236-237.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/238-239.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/239-241.

[12] Sıddık Hasan Han, Feth'ul-Beyan, cilt:. 6, sh: 428 vd

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/242-243.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/245.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/246-247.

[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/247-249.

[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/249-251.

[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/251-255.

[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/257.

[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/258-266.

[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/268.

[21] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/269-275.

[22] Beyzavi, Mecma'ut-Tefasir, cilt: 4, sh: 450

[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/276-278.

[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/280.

[25] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/281.

[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/281-283.

[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/283-284.

[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/284-285.

[29] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/285-288.

[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/290.

[31] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/291-292.

[32] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/292-296.

[33] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/296-297.