Aile Fertlerinin Rızkını Temin İçin Çalışmak Gereklidir
Azap Ehli İçin Cehennem Nasıl Bir Vaziyete Gelir?
Müslümanın Her İstediği Cennette Vardır
«Allah'dan Başka Ma'budlar» İle Kastedilen Nedir?
Peygamberler Sadece İnsanlardan Gelmişlerdir
Melekler Mücrimlere Ne Derler?
Zalimlerin Kıyametteki Durumları
Rasûlüllah'ın Mü'min Ve Kâfirlere Karşı Vazifesi
Allah'ın Halis Kullarının Vasıfları
Allah'ın Halis Kullarına Mükafatı
Deriş, Nühas, İbn Merduveyh ve Beyhaki İbn Abbas'tan rivayet ediyorlar: Purkan Suresi Mekke'de nazil olmuştur. 77 ayet, 892 kelime ve 3.730 harftir.
Malik, Şafiî, Buhari, Müslim, İbn Cerir ve İbn Hibban Hz. Ömer'den rivayet ediyorlar: «Peygamber'in hayatında Hişam bin Hakem'in Furkan Suresi'ni Peygamber'in bana Öğrettiğinden değişik şekilde okuduğunu gördüm. Nerdeyse namazda gırtlağına sarılacağım geldi. «Bu sureyi sana bu tarzda okumayı kim öğretti?» diye sorunca bana «Rasûlullah öğretti.» dedi. «Yalan söylüyorsun, zira, Rasûlullah bana başka tarzda öğretti» dedim. O da ısrar etti. Bunun üzerine onu yakasından çekerek Rasûlullah'ın huzuruna getirdim ve «Ya Rasûlullah, bu adam Furkan Suresi'ni senin bana Öğrettiğin tarzdan değişik bir tarzda okuyordu.)) 'âe~ dim. Rasûlullah Hişam'a hitaben «Haydi oku» buyurdu. Onun okumasmı dinleyen Rasûlullah «Bu sûre böyle nazil oldu. Zira Kur'an yedi harf üzere nazil olmuştur. Bunlardan kolayınıza geldiği tarzda okuyunuz» buyurdu. [1]
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
1- Âlemlere (ins ve cinne) bir korkutucu olması için kuluna (Muhammed'e) Furkan'ı indiren Allah'ın şanı ne yücedir!
2- Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) O'nundur. Çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur. O her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçü ile takdir etmiştir. [2]
(1-2) «Alemlere (ins ve cinne) bir korkutucu olması için...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Tebareke» fiili «Bereket» kökünden gelir ve hayrm çokluğu demektir. Yani Kur'an'ı indirenin hayrı çoktur. Veya o, sıfatlarında ve fiillerinde her şeyden daha fazladır. Zira «El-Bereket» kelimesi fazlalık mânâsını da içermektedir. Kur'an'ı indiren Cenab-ı Hakk'tır. Onun kulu ise Hz. Muhammed'dir. «EljFurkan» kelimesi mastardır. İki şeyin arasını ayırdetmektir. Çünkü Kur'an hak ile bâtılı, haram ile helâli ayırdetmektedir. Veya birçok vakitte parça parça inmiştir. «Nezzele» fiili de Kur'an'm birçok parçalar (ayetler) halinde indiğini ifade etmektedir.
«Alemlere bir korkutucu olması için» cümlesi, Rasûl-ü Ekrem'in bütün varlıklara veya insan ve cinlere peygamber olarak gönderildiğini ifade etmektedir. .
«Göklerin ve yerin mülkü O'nundur», yani O, dilediği şekilde onlarda tasarruf eder. «Vahdaniyetinde tek olduğundan, evlât edinmemiştir» cümlesi Hıristiyanlar aleyhinde bir reddiyedir.
«Mülkte O'nun ortağı yoktur», yani uluhiyette o tektir. Bu da putlara tapan ve şirk iddiasında bulunanların aleyhinde bir cümledir.
Kendisine kulluk yapsın, yapmasın her şeyi O vücuda getirmiştir ve burada iradesine göre takdiri gözetmiştir. Meselâ insanı özel maddelerden, özel şekil ve surette yaratmıştır.
«Onu takdir etti» ifadesi hazırladı anlamındadır. Yani ondan istediği özelliklere göre onu hazırladı. Meselâ insanı idrak ve anlayış sahibi, çeşitli sanatları elde edebilecek değişik fullerde bulunabilecek şekilde yaratmış ve hazırlamıştır. Veya onu muayyen bir ecele kadar var olacak şekilde yaratmıştır. [3]
3- Onlar ise, Allah'ı bırakarak hiçbir şeyi yaratamayan, kendileri yaratılmış olan, kendilerinden bir zararı defetmeye veya bir yaran celbe güç yetiremeyen, öldürmeye, diriltmeye, (ölümden sonra Ölüleri yeniden) kaldırmaya kudreti olmayan birtakım mabudlar edindiler.
4- Kâfirler şöyle dediler: «Bu (Kur'an) onun uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Başkaları da (bu işte) ona yardım etmiştir.» Onlar bu (iddia île) haksızlık ettiler ve yalan söylediler.
5- Yine dediler ki: «Bunlar onun yazdığı eski masallardır. Bunlar ona sabah akşam okunuyor.»
6- (Ey Rasûlüm!) Onlara de ki: «Bu Kur*an'ı göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen (Allah) indirdi. O Gafur ve Rahim olandır.»
7- Onlar derler ki: «Bu peygambere ne oluyor? Yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor, O'na kendisiyle birlikte âleme uyanlarda bulunacak bir melek indirilmeli değil miydi?»
8- «Yahut ona niçin bir hazine indirilmedi? Yahut ona niçin kendisinden yiyeceği bir bahçe verilmedi?» Sonuç olarak zalimler (müminlere) derler ki: «Siz ancak büyülenmiş bir adamın peşinden gidip ona uyuyorsunuz.»
9- (Ey Rasûlüm!) Bak! Onlar senin hakkında ne temsiller ileri sürüyorlar. Onlar sapıttılar ve artık yolu da bulamazlar!
10 - Sana (senden istenilenin) dilerse daha âlâsını, altından ırmaklar akan cennetleri, saraylan verebilecek olan Allah'ın şanı ne yücedir!
11- Onlar (gelecek olan) Kıyamet'i yalan saydılar. Biz Ki-yamet'i inkâr edenlere alevli ateşler hazırladık. [4]
(3) «Onlar ise, Allah'ı bırakarak...» Bu Ayetin Tefsiri
«Onlar ilâhlar edindiler», yani putperestler Allah'ı bırakıp putları ilâh edindiler Putlar yaratılır fakat yaratamazlar. Putlar kendilerinden bile bir zararı defetmek veya bir yaran celbetmek hususunda muktedir değildirler. Öldürmeye, diriltmeye, haşre göndermeye de kadir değildirler.
Bu ayet müşriklerin cehaletini sergilemektedir. Dilediği olan dilemediği olmayan ve her şeyin yaradam olan Allah'ı bırakarak putlara ibadet etmektedirler.
(4-6 «Kâfirler şöyle dediler: Bu...» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Hâşâ» kelimesi Kur'an'a işaret eder. Yani onlara göre Kur' an ifktir, yalandır. Onu Muhammed uydurmuştur. Başkaları da bu hususta Muhammed'e yardımcı olmuşlardır. «Zur» kelimesi iftira, bâtıl söz demektir. Esatir kelimesi geçmişlerin kitapları demektir. «îktetebe» fiili «istinsah etti» demektir.
«O, sabah ve akşam, ona başkası tarafından okunuyor» şeklindeki sözleri, yalan ve bühtan olduğundan ötürü herkes bunun bâtıl olduğunu biliyordu. Zira tevatüren bunun bâtıl olduğu bilinmiştir. Çünkü Hz. Muhammed yazı bilmiyordu. Hayatının başlangıcında da sonunda da böyle bir şey öğrenmemişti. Doğduğu günden kırk yaşma gelinceye kadar onlann arasında yaşadı. Onlar onun çıkışım, girişini, doğruluğunu, nezahetini, beraetini, emanetini biliyorlardı. Yalandan uzak olduğunu öğrenmişlerdi. Hatta onlar küçüklüğünden, peygamber oluncaya kadar ona «El-Emin» (hain olmayan, bâtıla girmeyen, yalan söylemeyen) demişlerdir. Allah ona peygamberlik verdikten sonra kıskançlıklarından ötürü düşman oldular ve çeşitli iftiralarda bulundular. Bazen «O sahirdir» dedi-ler. Veya «Şairdir», «Delidir» dediler. Bazen de «Yalan söylüyor» dediler. Cenab-ı Hak onların Hz. Peygamber'e attıkları bu çamur ve kirlere karşı peygamberine şöyle demesini emretti: «(Ey Rasû-lünt!) De ki: Göklerde ve yerdeki sırrı bilen onu indirmiştir.» Yani daha önce geçenlerle, geleceğin haberlerini kapsamakta olan Kur'an'ı Allah indirmiştir. Allah göklerin, ve yerin de gayblerini ve esrarını, zahiri şeyler nasıl biliniyorsa öyle bilmektedir.
«Şüphesiz ki Allah çokça bağışlayıcı ve merhamet edicidir» cümlesi onları bu bâtıl ve hezeyanlardan cayıp, hakka dönmeye, tevbe etmeye davet etmektedir. Allah'ın rahmetinin geniş olduğunu, hilminin büyük olduğunu onlara bildirmektedir. O'na dönen herkesin tevbesini kabul eder. Nitekim onlar yalanlarına, peygambere ve Kur'an'a yaptıkları iftiralara, küfür ve inatlarına, Rasûlul-lah'a dediklerine rağmen Allah onları tevbeye davet etmektedir.
Onların iddialarına göre, Kur'an'ı telif etmek hususunda Hz. Peygamber'e yahudüer yardım etmiştir. Veya iddialarına göre yardım eden Habeşistanlı şair Ubeyd bin el-Hadr'dır. Veya Mekke'de bulunan ehli kitaptan Cenir, Yesa, Adaş bin Ubey adlı kişiler yardım etmişlerdir. Onların iddialarına göre Rasûl-ü Ekrem Kur'an'ı bu kişilerden alıyordu. [5]
(7-8) «Onlar derler ki: «Bu Peygambere...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Onlar «Madem Peygamber bizim rızık peşinde koştuğumuz gibi çarşı ve pazarlarda dolaşıyor, o halde onun bizden üstünlüğünün sebebi nedir? Bize değil de niçin ona risalet gelmiştir?» diyorlardı. Onlar Rasûl-ü Ekrem'e: «Sen beşer olduğundan dolayı, melek değilsin. Melek, yemek yemez. Sen kral da değilsin. Çünkü krallar pazarlara alış-veriş için dalmazlar. Halbuki sen pazarlara gidiyorsun, alışveriş yapıyorsun» şeklinde itiraz etmekteydiler.
. îbn Abbas'tan gelen rivayete göre Utbe bin Rebia, Ebu Süf-yan bin Harb, Nadr bin el-Hars, Ebu'l-Buhteri ve Esved bin Ab-dulmuttalib, Zem'a bin Esved, Velid bin Muğire, Ebu Cehl bin Hi-şam, Abdullah bin Ebu Umeyye, Umeyye bin Halef, As bin Vail, Munebbih bin Haccac biraraya geldiler ve «Muhammed'e bir elçi gönderelim. Onunla konuşalım, tartışalım da ona karşı yaptıklarımızda mazur sayılalım» diye kararlaştırdılar. Böylece O'na bir elçi gönderdiler. Elçi O'na, «Kavminin ileri gelenleri senin için bir-cıraya geldiler ve seninle konuşmak istiyorlar» dedi. Rasûlullah onlarm yanına geldikten sonra, «Ey muhammed! Biz senden ötürü özür sahibi olalım diye seni buraya davet ettik. Eğer sen bu hadiseyi mal edinmek için getirmişsen mallarımızdan sana bir servet verelim. Bununla baş olmak istiyorsan seni baş yapalım. Eğer bununla kral olmak istersen seni kral ilan edelim» dediler. Allah'ın Rasûlü: «Sizin dediklerinizin hiçbiri için gönderilmiş değilim. Ge-tirdiklerimle sizin malınızı almayı da kastetmiyorum. Size baş olmayı, kral olmayı istemiyorum .Fakat Allah beni size peygamber olarak gönderdi ve bana bir kitap indirdi. Size müjdeleyici ve korkutucu olmamı emretti. Ben de Rabbimin peygamberliğini size tebliğ ettim. Size nasihatta bulundum. Size getirdiklerimi benden kabul ederseniz, bu, dünya ve Ahiret'te sizin payınız olacaktır. Onu bana geri verirseniz Allah'ın emrine karşı sabredeceğim. Ta ki Allah aramızda hükmetsin» buyurdu. Onlar: «Ey Muhammed! Bizim tekliflerimizden birini kabul etmiyor veya bizim dediklerimizi yapmıyorsan hem kendinden hem de Rabbinden iste ki seninle beraber seni doğrulayan bir melek göndersin. O melek senden ötürü bizimle münakaşa etsin. Ya da Rabbinden iste ki sana altın ve gümüşten yapılmış köşk ve ziynetler versin. Aramakta olduğundan seni müstağni kılsın. Çünkü sen de bizim gibi rızkım temin etmek için pazarlara gidiyorsun. Eğer iddia ettiğin gibi peygam-bersen böylece senin fazilet ve üstünlüğünü, Rabbinin katındaki dereceni öğrenmiş oluruz» dediler. Allah'ın Rasûlü: «Ben bunu yapamam. Rabbimden böyle bir şey isteyen bir kimse de değilim. Ben size bununla gönderilmiş değilim. Cenab-ı Hak beni müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir» buyurdu. İşte o zaman Cenab-i Hak bu ayeti indirdi. (Hadiseyi İbn İshak, îbn Cerir ve İbn'ul-Munzir rivayet etmektedirler).
Onların Hz. Peygamber'e «Rasûl» demeleri inandıkları için değil, istihza kastıyladır.
(9 «(Ey Rasûlüm!) Bak onlar senin hakkında...»Bu Ayetin Tefsiri
Cenab-ı Hak burada onların bâtıl sözlerinin ne kadar korkunç olduğunu ifade ediyor. Rasûlüne, «Bak, onlar senin için nasıl darbı meseller vermişlerdir. Senin hakkında o akıl dışı acaib sözleri nasıl söylemişlerdir. Sana nasıl sıfatlar isnad etmişlerdir. Bütün bunları seni tekzib için yapıyorlar» demektedir.
Ayet metnindeki «Emsal» kelimesi nadir sözler, garip istekler demektir. Burada onların «Muhammed müfteridir. Ona başkası tarafından bu vahyedilenler öğretilmektedir. O sihirbazdır» şeklinde sözleri kastedilmektedir.
(10) «Sana (senden istenilenin) dilerse daha âlâsını...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Tebareke» fiili, daha önce de geçtiği gibi, «Hayrı çok oldu» demektir.
Ayetin metnindeki «Zalike» kelimesi, onların daha önce istedikleri hazine ve bahçelere işarettir. O hazine ve bahçelerden daha hayırlısı, gölgelikler, altında nehirler akan cennetlerdir ve o cennetlerde Rasûlullah için yapılan saray ve köşklerdir. Kasr, taştan yapılmış saray demektir. Çünkü orada oturan bir insan başkasının kötülüklerinden emin olur. Bazı müfessirler {(Çamurdan, yünden ve kıldan yapılan evlere de kasr denebilir» demişlerdir.
(11) «Onlar (gelecek olan) Kıyamet'i...» Bu Ayetin Tefsiri
«Onlar saati yalanladılar», yani Ey Rasûlüm! Senin hakkında söyledikleri uygunsuz sözlerden başka bir de Kıyamet Saati'ni yalanladılar. Bu, bütün o söylediklerinden daha garip bir şeydir. Onun için bunlara delillerin hiç yararı yoktur. Onlar delilleri düşünmezler.
Cenab-ı Hak aynı ayette Kıyamet'i yalanlayan kimseler için 'iBiz ateşi hazırladık» buyurmaktadır. Ayet metninde geçmekte olan «Sair», alev alev yanan ateş demektir. [6]
12- (O cehennem) .onlan uzak bir yerden görünce, onlar bunun öfkesini ve uğultusunu işitirler.
13- Onlar elleri boyunlarına bağlı olarak ateşin dar bir yerine atıldıkları zaman orada; «Ey ölüm! Gel. Neredesin, yetiş!» diye bağırırlar.
14- Bugün bir ölümü değil birçok ölümü çağırın!
15- (Ey Rasûlüm!) De ki: Bu mu iyi, yoksa korunanlara va-adedilen ebedi cennet mi? Orası onlar için mükâfat ve gidilecek yerdir.
16- O takva sahipleri orada istediklerini bulurlar ve ebedi kalırlar. Bu, Rabbinin istenen bir vaadidir.
17- Onları (kâfirleri) ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı gün (tapılanlara), «Bu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar?» diye sorar.
18- (Tapılanlar) • derler ki: «Senin şanın yücedir. Senden başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Lâkin sen onlara ve babalarına nimet verip yaşattın. (Onlar seni) anmayı unuttular ve helaki hak eden bir kavim oldular.»
19- (İşte ey müşrikler!) Sizi sözünüzde yalancı çıkarmışlardır. Artık sizin ne azabı savuşturmaya ne de yardıma gücünüz yeter. İçinizde kim zulümde bulunduysa ona büyük bir azap tattıracağız.
20- (Ey Rasûlüm!) Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de yemek yerler, pazarlarda dolaşırlardı. Biz birinizi diğerinize imtihan vesilesi kıldık. Buna katlanacak mısınız? Rabbin muhakkak ki her şeyi görür. [7]
(12) «(O cehennem) onları uzak bir yerden görünce.,.» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin başındaki «Raet» fiilinin faili ya ateştir, (yani ateş onları gördüğü zaman) veya bu fiilin mânâsı onlar için göründüğünde ve uzaklığı da bir insanın bakıp göreceği kadar kaldığında şeklindedir. Veya onlan (kâfirleri) cehennem hazeneleri gördüklerinde bu hadise meydana gelir.
«Uzak bir mekândan» tabirinden maksat, kâfirlerden uzak bir mekândır. Bazı müfessirler «O mekân ile kâfirler arasında, beş-yüz senelik mesafe kadar bir uzaklık vardır» demişlerdir. Fakat bu yorumu destekleyen herhangi bir haber var mıdır?
Ayetin metnindeki «Teğayyuz» kelimesi kaynamak, demektir. Yani öfkeli bir insanın göğsü kaynadığı gibi kaynar. Kâfirlere Öfkeli olduğunu belirten bir sesi vardır veya kaynadığı için böyle bir ses çıkarır. «Zefir» kelimesi ses demektir. Yani onların cehennemden işittikleri ses, öfkeli bir insanın sesine benzer.
Kutrup «Onlar onun teğayyuzunu biliyor ve zefirini d,inliyor-lar demektir» diyor.
Bazıları da ayeti «O ateşte azap çekenler için teğayyuz ve zefir vardır» şeklinde yorumlamışlardır.
(13-14) «Onlar elleri boyunlarına bağlı olarak...» Bu Ayetlerin Tefsiri
Cenab-ı Hak «Dar bir mekân» tabirini, azabın şiddetinin, belânın doruk noktaya çıktığını belirtmek için kullanmaktadır. Bu konuda Yahya bin Esid, Rasûlullah'tan şunu rivayet ediyor: «Hz. Peygamber'den bu ayetin mânâsı soruldu. O, cevap olarak: «Nefsimi yed4 kudretinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, onlar kazığın duvara çakılması gibi cehenneme çakılırlar (yani zorla sokulurlar)» buyurdu. [8]
tbn Abbas; «Cehennem onların üzerine, mızrağın kabının mızrağa dar geldiği gibi, daralır» demiştir.
Ayetin metnindeki «Subur» kelimesi helak demektir. İbn Abbas «Subur, veyl demektir» diyor. Yani onlar orada helak olmayı isterler, temenni ederler. Ve başlarına gelen belâ sebebiyle «Ey helakimizi Nerdesin, gel» derler. Fakat onlar helak olmaktan kurtulamazlar.
Onlara o gün «Bir tek helak değil, birçok helaki çağırın» deniliyor. Bu sözü onlara cehennem hazeneleri olan melekler söyle-" mektedir. Buna göre, ayetin mânâsı şudur: Nefsinizin aleyhinde bir tek suburu değil birçok suburu çağırın. Çünkü içinde bulunduğunuz azap bundan daha şiddetlidir, zira müddetiniz uzundur ve sonsuzdur.
Bazılarına göre ayetin mânâsı, «Siz öyle bir yere girmişsiniz ki sizin helakiniz orada bir değil birçoktur» şeklindedir. Çünkü azabın birçok çeşitleri vardır. O çeşitlerden her biri ayn bir helaktir. Bu da şiddetinden ileri gelmektedir. Veyahut da zaman zaman yenilenmesinden ileri gelir.
Cenab-ı Hak «Onların derileri pörsüdükçe kendilerine başka deriler giydiririz ki azabı tatsınlar» buyurmaktadır. Veya her zaman onlar için bir subur kopup gidiyor demektir. Onlara verilen bu cevap azapta daimi olduklarını ve temenni ettikleri helak konusunda da ümitsiz olduklarını vurgulamak içindir.
(15-16)«(Ey Rasûlüm!) De ki: Bu mu iyi, yoksa...»Bu Ayetlerin Tefsiri
Ayetin başındaki ism-i işaret, bu korkunç vasıflara sahip olan ateşe racidir. Yani o korkunç vasıflı ateş mi yoksa ebediyet cenneti mi daha hayırlıdır?
Cenab-ı Hak «EUHuld» tabiriyle cennet nimetlerinin daimi ve kesintisiz olduklarına işaret ediyor.
«O cennet muttakilere vaadedilmiştir.» O cennet onların amellerinin karşılığı olur. Ve onların varacakları nokta odur. Bu durum elbette Allah'ın indinde veya Levh-i Mahfuz'da böyledir. Yani insanlar yaratılmamdan milyonlarca sene evvel böyle idi.
Cenab-ı Hak burada mazi tabirini kullanmaktadır. Çünkü Allah'ın vaadettiği kesin olarak geleceğine göre sanki gelmiştir gibi ifade edilmektedir. [9]
«Onlar için cennette istedikleri nimetler vardır», yani çeşitli rızıklara sahiptirler. Başka bir ayette «Sizin için cennette nefisleriniz ne çekerse o vardır» buyurulmuştur. Onlar cennet nimetlerinde ebedidirler. Bu mânâ, «Hatidîne» kelimesinden anlaşılmaktadır. Zira eğer cennet nimeti kesintili olsaydı o vakit üzüntüyle karışık olurdu.
«O Rabbin üzerinde sorumlu bir vaaddir» ayetindeki zamir onların dilediklerine gider, yani onların dilediklerini kendilerine vermek Rabbin üzerine sorumlu bir vaaddir veya huluda raci-dir. O zaman «Bu, ebediyet üzerinde sorumlu bir vaaddir» demek olur. Veya «Bu nimetler muttakiler için vardım mefhumuna raci olur. «Sorumlu vaad»den maksat, yani sorulması gereken tarzda, önemli bir vaad olduğu vurgulanmaktadır. Yoksa Cenab-ı Hak hiç kimse tarafından sorumlu tutulamaz. Nitekim: «Ey Rabbimiz! Peygamberlerine (yani onların diliyle) vaadettiğini bize ver» ayetinde olduğu gibi.
(17) «Onları (kâfirleri) ve Allah'tan başka...» Bu Âyetin Tefsiri ,
Bu ayetin başındaki «Yevme» kelimesi mukadder bir fiilin mefulüdür. Yani «Ey Rasûlüm! Hatırlat onlara haşrolacakları günü.»
Cenab-ı Hak onların Allah'tan başka taptıklarını «Men» eda-tıyla değil «Ma» edatıyla ifade etmiştir. Bu kelime aklı olmayan nesneler için kullanılırsa da burada tapılmaya elverişli olmamak ve mabud edinmeye lâyık bulunmamak noktasında putlara ve diğer tapılan nesnelere ortak olan melekler, cinler, Hz. İsa hakkında kullanılmıştır. Veya aklı olmayanlara aklı olanlardan daha fazla tapılmakta olduğundan, çokluk nazarı itibara alınarak bu şekil bir tabir getirilmiştir.
Mücahid ve İbn Cüreyc; «Burada 'Allah'tan başka tapılanlar' dan maksat melekler, insan ve cinlerdir. Hz. İsa ve Hz. Üzeyr'dir. Çünkü daha sonra onlara hitap edilmekte ve verilen cevaplar ser-dedümektedir» demişlerdir.
Dahhak, İkrime ve Kelbi «Burada sadece putlar kastedilmiş, tir. Her ne kadar putlar konuşmuyor, işitmiyorlarsa da Cenab-ı Hak Kıyamet Günü'nde onları işitici ve konuşucu kılacaktır» derler.
Bazı kimseler de «Bu geneldir. Yani Allah'tan başka tapılan her şey buna dahildir. «Ma» edatı ise, hem,.akıllılar ve hem de akıllı olmayanlar için kullanılır ki burada vasıf kastedilmektedir» demişlerdir. Böylece mânâ «Onları mabudlanyla beraber hasrettiği günü hatırlat» şeklinde anlaşılır.
Cenab-ı Hak ibadet edenleri mağlûp etmek için o tapüanlara şöyle soruyor: «Siz mi benim şu kullarımı idlâl ve ifsad ederek küfre götürdünüz?» Yani onların idlâle, küfre girmeleri sizin sebebinizle midir, sizin onları kendi ibadetinize davet etmeniz nedeniyle midir, yoksa onlar bizzat kendileri mi hak yoldan sapmışlardır? [10]
(18) «(Tapılanlar) derler ki: Senin şanın yücedir...»Bu Ayetin Tefsiri
O mabudlar Cenab-ı Hakk'ın bu sualine cevap olarak «Sen ortaktan münezzehsin» derler. Yani onlar bu suali hayretle karşıladılar, şaşkına döndüler. Çünkü onlar melekler veya masum peygamberler ve akılsız putlardır.
Ayetin metnindeki «Yenbaği» fiili «Müstakim olur» mânâsını ifade eder. Olumsuzluk harfi gelince «Senden başka mabud edinmemiz doğru değildir» demek olur. Yani biz senin kullarına nasıl olur da bize tapmaya davet ederiz? Oysa biz sadece sana ibadet ederiz.
Ayet metnindeki «Evliya» kelimesi «Veli»mn çoğuludur. Veli, kendisine uyulana denildiği gibi, uyana da ıtlak edilebilir.
«Fakat sen onları ve babalarını nimet verip yaşattın» cümlesi onların tuğyanının sebebini zikretmektedir. Yani onlar kendilik, lerinden yollarını şaşırdılar. Başkası onları dalâlete götürmedi. Biz onları şaşırtmadık. Fakat sen onlara ve atalarına nimetler vererek onları yaşattın, rızıklarını geniş verdin, ömürlerini uzattın. Onlar da senin zikrinden gafil oldular, senin mev'izeni unuttular, kitabım tefekkür etmeyi bir tarafa bıraktılar. Senin sanatının aca-ipliklerine bakıp birliğim ikrar etmeyi tamamen kulakardı ettiler. Bu genişlik onların idlâline sebep oldu.
Bazı müfessirlere göre «Zikrin unutulmasından, maksat, şükrü terketmektir.
Ayetin metnindeki «Bûren» kelimesi helak olmuşlar demektir. Bu yorum İbn Abbas'tan gelmiştir. Nitekim bu, «Helak» demek olan «Bevar» kelimesinden türemedir.
Bazıları «Bu, fesad mânâsını ifade eder» derken bazıları da «Kesat demektir» demişlerdir. Bütün bu mânâlar, helak ve fesada dönüşür.
(19 «fişte ey müşrikleri) Sizi sözünüzde...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetteki «Yalanlayanlar» tapılan mabudlardır. Onlar tapanlarını yalanlıyorlar. Yani «Mabudlar, biz onların dediklerinden uzağız, seni tenzih ederiz» dedikten sonra Allah'tan başka mabud-lara tapan müşriklere hitap edilerek «İşte mabudlar sizi yalanlıyorlar. Sizin «Onlar mabud idiler» sözünüzdeki hükmünüzü yalanlıyorlar» denilmektedir.
Ayetin metnindeki «Sarfen» kelimesi azabı kendilerinden uzaklaştırmak, geri çevirmek demektir. Yani herhangi bir şekilde azabı kendinizden uzaklaştıramaz, geri çeviremezsiniz.
Bazılarına göre bu kelime «Hile» manasınadır. Yani azaptan kurtuluşa dair herhangi bir çıkarınız yoktur. Taptığınız mabudlar ne sizden azabı defedebilirler, ne de size yardım edebilirler.
«Sizden kim zulüm yaparsa ona dehşetli, büyük bir azap tattıracağız» hitabı bütün insanlaradır ve bu tehdit her zalimedir. Yani müslüman zalim de, kâfir zalim de buna dahildir. «Büyük azap»tan maksat ateş azabıdır. Bazılarına göre de büyüklükten maksat ebediliktir. Bu da müslüman fasıklara değil müşrik olanlara uygun düşer. Çünkü müslüman fasıklar ebediyyen cehennemde kalmayacaklardır. Ancak Mutezile ve Hariciler «Kalacaktım demişlerse de onların sözlerine itibar edilmez, çünkü delilleri zayıftır.
Hasan Basri, «Bu ayetteki zulümden maksat, şirktir. Allah'a ortak koşmaktır» demiştir. İbn Cüreyc, «Zulmetti, yani ortak koştu» anlamının Arapça'da olduğunu söyler. [11]
(20) «(Ey Rasûlüm!) Senden önce gönderdiğimiz...» Bu Ayetin Tefsiri
Cenab-ı Hak onların, «Peygamber yemek yiyor, çarşı ve pazarda geziyor» şeklindeki sözlerini açıkça iptal ettikten sonra Ra-sûlüne bu ayetle hitap etmektedir. Yani senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler yerler ve uyurlardı. Sen de bu hususta onlar gibisin. Sana yapılan itiraz aynen onlara da yöneltilmiştir.
«Sizin bir kısmınızı diğer kısmınıza fitne kıldık» sözü bütün insanlara genel bir hitaptır. Burada Hz. Peygamberin tesellisi bahis konusudur. Çünkü O, önderlerin önderidir. Cenab-ı Hak kullarının bir kısmını diğerleri için fitne kılmıştır. Sağlam bir insan hasta bir insan için, zengin de fakir için fitnedir. Bazıları «Birinci kısımda ümmetlerin kâfirleri, ikinci kısımda da peygamberler kastedilmiştir» demişlerdir. Yani sizin kâfir ümmetlerinizi size fitne kılmışızdir. Fitnenin mânâsı iptilâ ve mihnet çekmek demektir. Fakat birinci yorum daha uygundur. Çünkü bazı insanlar bazısıyla zahmet çekmeye müptela olmuşlardır. Meselâ «Niçin ben sağlam bir insan gibi değilim?» diyen hasta için sıhhat bir fitne olmuştur. Her afetin sahibi böyledir. Sıhhatli bir insan hastalıkla müptelâ olmuştur. Ondan sıkılmaz, onu tahkir etmez. Zengin bir insan fakirle müptela kılınmıştır, ona yardımlarda bulunur. Fakir de zenginle müptelâ kılınmıştır, ondan hased etmektedir.
«Sabrediyor musunuz?» cümlesi istifhamı takriridir Yani bu şiddetli halden ve bu tehlikeli denemeden, gördüklerinize karşı sabredecek misiniz ki size buna karşılık ecir verilsin? Yoksa sabretmeyecek misiniz ki üzüntünüz daha da artsın? Müfessirlerin çoğu ayete bu şekilde yorum getirmiştir. Bazıları da «Sabredecek misiniz?» ifadesinin mânâsının sabrediniz demek olduğunu söylemişlerdir.
Buhari, Ebu Hureyre'den şunları rivayet ediyor: «Allah Ra-sûlü şöyle buyurdular: «Sizden olan en düşük kişiye bakın. Sizin üstünüzde olana bakmayın. Böyle yaparsanız Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini azımsamaksınız.»
«Rabbin her şeyi görendir» cümlesi sabredenlere yapılan vaadi ortaya koymaktadır. Yani sabredeni de, sabretmeyeni de Cenab-ı Hak görür ve ikisini de müstehak olduğuna kavuşturur.[12]
21- Bize mülâki olmayı ummayanlar, «Bize melekler indirilmeliydi veya Rabbimizi açıkça görmeliydik» dediler. Andolsun ki onlar nefisleri hakkında kibre kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.
22- Melekleri gördükleri gün, evet o gün, suçlulara hiç iyi bir haber yoktur. (Melekler) «İyi haber size yasaktır, yasak!» derler.
23- Biz onların yaptıkları her işe vanr, onu saçılmış zerreler haline getiririz.
24- Cennetliklerin o gün kalacakları yer çok iyi ve dinlenecekleri yer çok güzeldir.
25- O gün gök beyaz bulutlarla parçalanacak, melekler boIük bölük ineceklerdir.
26- O gün bütün hükümranlık esirgeyen ve bağışlayan Allah'ındır. O gün kâfirler için ağır ve güç bir gündür.
28- «Vay benim halime! Keşke filan adamı dost edinmeseydim!»
29- «Çünkü öğüt veren Kur'an bana gelmiş iken o beni saptırdı. Zaten şeytan da insanı böylece yüzüstü bırakarak rüsvay eder.»
30- Peygamber: «Ey Babbim! Kavmim bu Kur'an'ı ihmal edilmiş olarak bıraktılar» der.
31- Biz böylece her peygambere suçlulardan bir düşman
yaptık. Fakat Rabbinin sana rehber olması, sana yardım etmesi kâfidir.
32- Kâfir olanlar: «Kur'an ona toptan (ve birarada) indirilmeli değil miydi?» derler. Biz onunla kalbini sağlamlaştırmak için, onu (bölük bölük indirdik, ayet ayet sıraladık) tane tane okuduk.[13]
(21) «Bize mülâki olmayı ummayanlar...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet, hasrı inkâr edenlerin, peygamberlere karşı hadlerinden çok büyük taleplerde bulunmaları ve gururlan nedeniyle helak olduklarını ortaya koymaktadır.
«Meleklerin in^i»nden maksat, «Melekler gelip bize Muham-med'in doğruluğunu niçin haber vermediler?» veya «Biz Rabbimi-zi niçin görmedik ki bize bunu haber verseydi?» demektir. (Nitekim îbn Cüreyc böyle rivayet etmektedir).
Ayette «Melek» yerine «Melekler» tabirinin kullanılması onların yalanlamak hususunda çok ileri gittiklerine işaret etmektedir, ki bu konuda bir tek meleğin şahitliği fayda vermez. Eğer «ELMe-Zaföe»deki eltflam istiğrak-ı hakiki için olursa bu onların yalanlamalarının daha da korkunç bir şekilde olduğunu gösterir. Eğer «Aleyna» (bizim üzerimize) tabirinden «Her birimizin üzerine» mânâsı kastedilirse sözkonusu mübalâğa daha da artar.
Bazılarına göre ayetin mânâsı şöyledir: «Niçin melekler bizim üzerimize inip, Allah'ın emrini, yasaklarını bize doğrudan tebliğ etmediler, Muhammed'in yerine geçmediler? Veya niçin bize vasıtasız haber vermesi için Rabbimizi görmedik?»
Birinci yorum, siyakın Hz. Muhammed'in yalanlaması olması nedeniyle tercih edilirken, İkinci yorum makamın sadece yalancıların zikrini ve yalanlamalardan meydana gelen bâtıllarını sergi-leme makamı olması nedeniyle tercih edilmiştir,
«Andolsun ki onlar kendi nefisleri hakkında büyüklük tasladılar» cümlesi, kendilerini büyük görmeleri, gurura kapılmaları anlamındadır.
«Utuvv» tabiri zulümde haddi aşmak demektir. Yani Allah'a yemin ederim, onlar nefislerinin durumu hakkında gurura kapıldılar, zulüm ve tuğyanda haddi aştılar. Hem de doruk noktaya vardılar. Hz. Peygamberi yalanladılar. Kendileri gibi olup da vahy alan bir beşere emir ve nehiylerinde itaat etmeyeceklerini söylediler. O kahredici mucizatına önem vermediler. O göz alıcı alâmetlerini hiçe saydılar. Ümmetlerinin görmesi mümkün olmayanı talep ettiler. Ancak peygamberlerden Ulu'1-Azm olanları için gerçekleşen bir noktayı istediler. [14]
(22)«Melekleri gördükleri gün...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetin başındaki cümle muste'nife bir cümledir. Onların melekleri gördüklerinde nelerle karşılaşacaklarını açıklamak için getirilmiştir.
Ayetin metnindeki «Buşra» kelimesi «O gün mücrimler müjdelenmezler» mânâsını ifade eder. Mübalâğa için cinsin olumsuzluğuna gidilmiştir. Sanki Cenab-ı Hak tarafından şöyle denilmektedir: «Onlar melekleri gördükleri günde müjdelenmiyorlar!»
Bazilan ayeti «Onlar müjdeden menedilirler. Yani müjdeyi kaybederler» şeklinde yorumlamıştır.
Ayetin yorumu nasıl olursa olsun, İbn Abbas'tan gelen rivayete göre «Bu gün», onların ölüm günüdür. Ebu Hayyan «Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki bu gün Kıyamet Günü'dür. Çünkü Cenab-ı Hak daha sonra «Onların işlediklerine varırız» buyurmakta* dır» diyor.
Müjdenin yokluğu tersinin ispatından kinayedir. Nitekim sevginin yokluğunun buğzun ispatından kinaye olduğu gibi. Yani onlar için en belirgin bir şekilde korkutma vardır. Mücrimlerden maksat, Allah ile mülakatı ummayan kimselerdir.
«Bazıları derler» fiilinin zamiri meleklere racidir. Yani «Melekler derler» demektir. Bu durum İmam Suyuti'nin Ed-Durr'ul-Mensur'unda şu rivayetlerle belirtilmektedir: «Ebu Said el-Hudri, Dahhak, Katade, Atiye ve Mücahid, «Melekler, kâfirlere müjde haramdır» demek istiyorlardı. Yani Allah size müjdeyi haram kılmıştır.
Bazı rivayetlere göre kâfirler meleklerden müjde talebinde bulunurlar, melekler de onlara «Hicren mehcura, yanı müjde size haramdır, Allah tarafından haram edilmiştir» derler. .
(23) «Biz onların yaptıkları-her işe...» Bu Âyetin Tefsiri
Yani biz dünyada işlediklerine kastettik ve onu hakarette ve kıymetsizlikte saçılmış ve serpilmiş söz gibi kıldık. (Bu mânâ îbn Abbas'tan rivayet edilmiştir).
İbn Ebi Şeybe, Abd bin Humeyö, İbn Cerir, İbn'ul-Munzir Ve ibn Ebi Hatim de bunu Mücahid'den rivayet etmişlerdir. Yani onların dünyada işledikleri en büyük amellerini (meselâ sila-ı rahim, sıkıntıda olan bir kimseyi kurtarmak ve misafirlere yedirmek, bir esiri esaretten kurtarmak gibi mekârimi ahlâklarını) saçılmış toz gibi yaptık. Eğer bu ameller imanla beraber olsaydı onlar büyük sevaplara nail olurlardı.
«Hebaen» kelimesi Abdurrezzak'm Feryabi'den, İbn Ebi Ha-tim'in Hz. Ali'den rivayet ettiklerine göre yükselen ve sonra gidip yok olan toz demektir. İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan şöyle rivayet ediyor: «Ateşten saçılan parçacıklardır.»
Ayetin, sonundaki «Mensûren» kelimesi amellerinin ilga edilmesi, mânâsız kalması konusunda mübalağa ifade eder. Çünkü toz ziya ile beraber muntazaman görülür. Rüzgâr estiği zaman o paramparça olur, her tarafa dağılır gider. Cenab-ı Hak onların amellerini hebaya benzetmekle kalmayıp o hebayı da paramparça olup uçan zerreler haline gelmekle ifade etti. Bunun biraraya gelmesi ve ondan yararlanmak artık mümkün değildir. [15]
(24) «Cennetliklerin o gün kalacakları yer...»Bu Ayetin Tefsiri
«Cennet AshabDmûan maksat, «De ki: O mu hayırlıdır yoksa muttakilere vaadedilen ebediyyet cenneti mi?» ayetinde geçen muttakiler kelimesiyle kendilerine işaret edilen müminlerdir, «O gün», yani Cenab-ı Hakk'm onların amellerine kastedip de onları darmadağınık bir toza çevirdiği gün, veya onlara «Mücrimler için bugün müjde yoktur» denildiği gün. «Mustekar» kelimesinden maksat, oturmak ve sohbet etmek için çok vakitlerde halkın istikrar ettiği yerdir. «Mekîl» ise kişilerin eşlerine istirahat ve onların nağmelerini dinleyip hoşlanmak maksadıyla vardıkları yerlerdir.
Cennetliklerin mustekar yönünden daha hayırlı ve makîle yönünden daha güzel olmaları, kâfirlerin dünyadaki nimetlerine nispetendir. Veya onlarla, tabir caizse alay etmek kabilinden Ahi-ret'teki nimetlerine nisbetendir.
(25) «O gün gök beyaz bulutlarla...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Yevme» kelimesi mukadder bir fiil ile nas-bedilmiştir. Yani hatırlat o günü ki demektir.
Ayet metnindeki «Teşakkaku» kelimesi açılır demektir. Sema ise gökyüzüdür. «Gamam» bilinen bulut anlamındadır. «Ban harfi burada sebebiyet ifade eder. Yani gökler, o bulut ondan çıktığından dolayı paramparça olur. Göklerin bulutun çıkışıyla parçalanmasına herhangi bir mani yoktur. Zira Cenab-ı Hak her şeye kadirdir. «Göklerin yırtılman memnudur» şeklindeki hadis ise uydurmadır.
Bazıları «Buluttan maksat beyaz bir bulut, ince, tıpkı duman gibi bir buluttur. Bu sadece Tih Çölü'nde İsrailoğulları'na peyâah olmuştur» derler,
(26) «O gün bütün hükümranlık...» Bu Ayetin Tefsiri
«Mülk» burada kahredici, istila edici hükümranlık demektir. Bu da sureten ve manen, zahir ve bâtında Cenab-ı Hak için sabittir. Ve onun zevali yoktur. Göklerin paramparça olduğu, meleklerin indiği gün sabittir.
O günün kâfirler için şiddetli olmasından maksat, o gündeki dehşet ve azapların şiddeti demektir. Rağıb, ayetin metnindeki «Asiren» kelimesini, içinde herhangi bir emrin müyesser olmayışı şeklinde tefsir etmiştir. Hadiste «Kıyamet Günü mümin için gayet kolaydır ki dünyada kıldığı farz namaz kadar kendisine kısa gelir» buyurulmuştur. [16]
(27) «O gün zalim olan ellerini ısırarak..» Bu Ayetin Tefsiri
Tabersi, «Ayetin başındaki «Yevm» kelimesi mukadder bir fiilin mef'ulüâür. (Yani «hatırlat o günü ki, zalim elini ısırır»)» demiştir. Ayetin zahirinden anlaşılıyor ki«Ez-Zalim» tabirindeki elif-lâm, cins içindir. Yani bütün zalimler böyledir. (Ebu Hayyan bunu Mücahid ve Ebu Rıza'dan hikâye etmektedir).
Daha sonraki ayette gelen «Fulan» kelimesinden maksat da şeytandır. Bazı müfessirlere göre «Ez-Zalim» kelimesindeki elif-lâm, and içindir. Yani bilinen zalimler demektir. İşte o zaman zalimden maksat Ukbe bin Ebi Muayt'tır. «Fulan» kelimesinden maksat da Ubey bin Haleftir.
«Ellerini ısırmak» gerçek manâya hamledilirse —ki Dannak' tan ve Cemaa'dan bu şekilde rivayet edilmiştir— bu durumda ifade şöyle anlaşılır: Zalim cehennemde ellerini dirseklerine kadar yer, sonra elleri yeniden yaratılır, onları tekrar yer. Ellerini her yedikçe, eller yeniden biter (yaratılır).
Ellerin ısırılması, hasret ve nedametin korkunçluğundan kinayedir. Yani çok nadim olmuşlardı, hasret çekiyorlardı.
(28) «Vay benim hâlime! Keşke..m Bu Âyetin Tefsiri
Ayetin metnindeki «Veyleta» kelimesi «Ey benim helakim, ölümüm! Gel, hazır ol. Bu senin zamanındır» demek olur. «Keşke fulanı dost edinmeseydim» cümlesindeki «Fulan» kelimesi şeytan ve dünyada insanı saptıran kimselerdir. Eğer zalimden maksat Ukbe ise, o vakit «Fulane», Ubey bin Haleftir. «Fulan» kelimesi müzekker bir alemden «Fulane» kelimesi de müennes bir alemden kinayedir.
(29) «Çünkü öğüt veren Kur'an...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Lekad» kelimesinde bulunan lâm, mukadder bir kasemin cevabıdır. Yani Allah'a yemin ederim, filan adam beni Allah'ın zikrinden, Peygamberin mev'izesinden, şehadet kelimesinden ve Kur'an'dan, o bana vasıl olduktan (bunu bildikten veya bunu söyledikten veya söylemeye imkânım olduktan) sonra, beni sapıttırdı. Bu ayet, evvelâ iman edip sonradan irtidad eden bir kimse hakkında nazil olmamıştır. Çünkü böyle bir delâlet yoktur.
Ayetin metnindeki «Hazulen» kelimesi mübalâğa sigasıdır. Yani şeytanın kendisine yardımcı olacağı kanaatinde olan bir kimseyi, yardıma gerçekten muhtaç olduğu anda, şeytan çokça yardımsız ve tek başına bırakır. Bu, ihtirazi bir cümledir. Daha önceki cümlenin mânâsını takrir ve tesbit etmektedir. Ya Allah tarafından söylenilmiştir veya zalimin kelâmından bir parçadır.
(30) «Peygamber: Ey Rabbim! Kavmim...)} Bu Ayetin Tefsiri
«Er-Rasûl»den maksat, Hz. Muhammed'dir. Zira eliflâm burada and ifade eder. Cenab-ı Hak, peygamberini burada «Risalet» unvanıyla zikretti ki, hak yerini bulsun ve onun peygamberliğine tân edenlere bir reddiye olsun. Yani onlar şöyle şöyle dediler, Hz. Peygamber de onlann sapıklığın zirvesine çıktıklarını, tuğyanın son haddine vardıklarını görünce, Allah'a şikâyet etmek kabilinden «Ey Rabbim! Benim kavmim şu Kur'an'ı tamamen terketti. Ona iman etmedi. Ona başlarım kaldırıp bakmadı. Onun vaadine ve vaidine önem vermedi, bundan etkilenmedi» der,
«Mehcuren» kelimesi terk mânâsını ifade eden «Hecm kökünden gelir. (Bu, Mücahid, Nehai ve diğer müfessirlerden de rivayet edilmiştir).
(31) «Biz böylece her peygambere...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet Hz. Peygamber'e bir tesellidir ve Allah Teâla kendisinden önce geçen peygamberlere uymasını istemektedir. Zira onlar da aynı şeylerle karşılaşmışlardı. Belâ genelleşirse kolaylaşır. Düşman bir de olabilir birçok kimse de. Yani senin için müşriklerden düşmanlar kıldığımız gibi her peygamber için de düşmanlar kılmışızdır.
Ayetin son cümlesi Rasûl-ü Ekrem için keremli bir vaaddir. Ona vaad ediyor ki onun bütün isteklerine hidayet edecek ve onu bütün düşmanlarına galip getirecektir.
Ayet metnindeki
«Hadiyen» kelimesi peygamberleri mücrimlerin düşmanlığından korumaya hidayet
edicidir ki bu da Allah'ın ipine sarılmakla olur. «Nasîren» kelimesi ise
peygamberleri düşmanlara karşı korur, onlara yardım eder demektir.
(32) «Kâfir olanlar: Kur'an ona...» Bu Ayetin Tefsiri
«Kâfir olanlar» müşriklerdir. Nitekim İbn Abbas'tan bu, sahih bir şekilde nakledilmiştir. Çünkü müşrikler önce «Niçin Kur'an ona bir defada nazil olmamıştır» şeklinde itirazda bulunmuşlardı. Müşriklere «Küfüm unvanı onları yermek için kullanılmıştır. Ayrıca onların aleyhindeki hükmün nedenini belirtir.
. Ayet metnindeki «Nuzzile» fiili «Unzile» anlamındadır ve burada tedriç kastı yoktur. Çünkü «Bir defada» mânâsını ifade eden «Cümleten vahideten» kelimeleri kullanılmıştır. Eğer tedriç kas-tedilirse bu cümle ile ters düşerler. Zira ayetin mânâsı «Niçin bir defada Kur'an parça parça gelmedi?» demek olur. Oysa parçalamak, bir defada gelmeye ters düşmektedir. Yani Kur'an niçin Hz. Muhammed üzerine parça parça değil de bir defada inmedi? Nitekim Tevrat ve İncil bir defada inmiştir. Bunların bir defada indiklerine, hadisler ve eserler delâlet etmektedir. Hatta bu mesele neredeyse icmaî bir mesele olmuştur. Suyuti bunu ifade etmektedir. Suyuti'nin yaşadığı dönemde bunu inkâr eden bazı kimselerin inkârları reddedilmiştir.
«Kezalike»Tûn başındaki «Kef», mümasil mânâsım ifade eder. Yani bu öyle bir şekilde indirildi ki, onların daha önce tenkid ettikleri ve hilafını istedikleri indirilişe benziyor. Buna ters olan bir indiriliş değildir. Veya biz onu o indirişe mümasil olarak indirdik ki bununla senin kalbini takviye edelim. Çünkü onun parça parça indirilmesi ezberlenmesini kolaylaştırmaya, mânâlarını anlamaya müsait bulunur. İnsan o kelâmda gözetilen hikmet ve maslahatların tafsilâtlarına vakıf bulunur. Cebrail'in birçok defa inmesini gerektirir. Her cümle Kur'an'a tan edenlerin aciz olduklarını, Kur'an'ın en kısa bir suresinin miktarını getirmekten aciz olduklarını belirler.
Metindeki «Tertilen» kelimesindeki tenvin, tazim içindir. Yani biz bunu böylece indirdik ve insanların gücüyle erişilmesi mümkün olmayacak ve güzel bir şekilde onu tertil ettik. Tertil etmek, bir ayetten sonra diğer bir ayet indirmek demektir. (Nehai, Hasan Basri ve Katade böyle demiştir).
«Onu aheste aheste bir açıklama ile açıkladık» yorumu İbn Abbas'a aittir. «Onu mufassal bir şekilde tafsil ettik» sözü de Süd-di'ye aittir. «Onun bir kısmım diğerinin arkasında getirdik» yorumu ise Mücahid'indir. [17]
33- (Ey Rasûlüm!) Onların sana getirdiği her misâle karşılık mutlaka biz sana hakkı ve açıklama bakımından en güzelini getirmişizdir.
34- O yüzükoyun cehennemde toplanacak olanlar var ya! İşte onlar yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır.
35- Andolsun ki biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Kardeşi Harun'u ona yardımcı yaptık.
36- Biz onların ikisine «Ayetlerimizi yalan sayan kavme gidin» dedik. Sonunda onları yerle bir ettik.
37 - Nuh'un kavmini de peygamberleri yalanladıklarından ötürü suda boğduk. Onları insanlar için ibret verici bir ders yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.
38- Ad, Semud ve Res halkını ve bu arada daha birçok nesilleri de (helak ettik).
39 — Biz onların her birine misaller getirdik (örnekler verdik) ve her birini darmadağın ederek mahv-u perişan ettik.
40- (Ey Rasûlüm!) Andolsun ki (bu kâfirler) belâ ve felâket yağmuruna tutulmuş olan o kasabaya uğramışlardır. Yine de onu görmüyorlar mıydı? Hayır! Onlar yeniden dirilmeyi ummuyorlardı.
41- (Ey Rasûlüm!) Onlar seni gördükleri zaman «Bu mu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği?» diye seninle alay ediyorlar.
42- «Ve şayet mabudlarımıza inanmakta sebat göstermeseydik gerçekten bizi neredeyse mabudlarımızdan saptıracaktı» diyorlar. Azabı gördüklerinde kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
43- (Ey Rasûlüm î) Kötü isteklerini (hevâsım) kendisine mabud edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? [18]
(33) (Ey Rasûlüm!) Onlann sana getirdiği...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayet metnindeki «mesel» kelimesi acaip konuşma/söz demek-tir. Yani onlar bâtıl olmakta darbı mesel yerine geçen acaip bir kelâmı sana getirdikçe (bunu senin peygamberliğine tânetmek için getiriyorlar) biz onun karşılığında hak ve silinmesi mümkün olmayan cevabı getiririz.
«Tefsir yönünden en güzel olanı sana getiririz», yani biz sana hakkı hazır kılar, hakkı senin üzerine indirir ve güzelliğin sorj noktasında bulunanı sana veririz. Burada ismi tafdil olan «Ahse-ne» kelimesi ile daha güzel mânâsı kastedilmemektedir. Zira bu «Daha güzel» olursa karşısmdakilerin de «Güzel» olması gerekir.. Oysa orüar hiç de güzel değildir, üstelik çirkin ve bâtılın ta kendileridir. Bu tıpkı «Allahu Ekbera terkibine benzer. Haddi zatında büyüklük Allah içindir. Yoksa başka şeyler de büyüktür ve Allah ise onlardan daha büyüktür demek değildir.
Bazıları, «Tefsir yönünden bu onlann darbı mesellerinden daha güzeldir» demek olduğunu söylüyorlar. Çünkü onların darbı meseli kendi güzellik iddialarına göredir.
Veya Cenab-i Hak burada onlarla alay etmektedir. Bazıları«Tefsir kelimesi manâ demektir» dediler. Yani bu, mânâ yönünden de daha güzeldir.
(34) «O yüzükoyun cehennemde toplanacak...» Bu Ayetin Tefsiri
Ebu Hureyre Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediyor: «Halk Kıyamet Günü'nde üç sınıf olarak toplanacaktır; Birinci sınıfı ya' ya, ikinci sınıfı binici, üçüncü sınıfı da yüzleri üzerinde yürüyerek geleceklerdir.»
Bu esnada birisi: «Ey Allah'ın Rasûlü: Yüzleri üzerinde nasıl geleceklerdir?» diye sorunca, Rasûlullah cevap olarak, «Onları ayakları üzerinde yürüten Allah, yüzleri üzerinde yürütmeye de kadirdir» buyurdu. Arkasından, «Dikkat edilsin! Onlar o gün her çukurdan ve dikenden yüzleri ite kendilerini korurlar» diye de ilave etti (Tirmizi). Muhtemeldir ki hadisin mânâsı, onlar yüzle-riyle ve yüz tarafında olan göğüs ve karmlarıyla yer üzerinde yürürler demektir. Fakat hadisin birinci mânâya gelmesi daha açıktır.
Bazı müfessirler «Melekler onları yüzüstü çekerek cehenneme götürürler» derken, bazıları «Yüz üzerinde haşrolmak, zilletten ve her şeyden mahrum olmalarından kinayedir» demişlerdir.
Ayetin metnindeki «Mekânen» kelimesinden maksat, şeref ve Allah katındaki derecedir. Onunla ev ve mesken de kastedilmiş olabilir.
(35) «Andolsun ki biz Musa'ya...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Lâm» harfi mukadder kaseme cevaptır. Yani. andolsun ki biz Musa'ya Tevrat'ı verdik ve onu ona indirdik. Bazıları buradaki «Et-Kitab» kelimesiyle hikmet ve peygamberliğin kastedilmiş olduğunu söylüyorlar. Yani «Biz Musa'ya hikmeti ve peygamberliği verdik.»
<(Harun'u O'na yardımcı (vezir) kıldık» denilmiştir. Çünkü Hz. Harun her ne kadar peygamber ise de esas şeriat Hz. Musa'ya gelmiştir. O da Hz. Musa'nın tabiidir. Tıpkı vezirin de sultanına tabii olması gibi.
(36) «Biz onların ikisine...»Bu Ayetin Tefsiri
«Allah'ın ayetlerini tekzip edenler»den Firavun ve kavmi kastedilmektedir. Allah'ın ayetlerinden maksatsa, tevhidin delilleridir. Ki onları Cenab-ı Hak nefislere ve âfâka yerleştirmiştir. Veya daha önceki peygamberlerin getirdikleri ayetlerdir. Veya Hz. Musa'nın maruf dokuz mucizesidir.
Ayetin sonundaki «Tedmiren» kelimesi, acayip ve korkunç demektir ki Allah'tan başkası onun künhünü idrak edemez. Burada helakin en şiddetlisi kastedilmektedir. Tednıir, esasında bir şeyi parçalamaktır. Öyle bir parçalama ki artık onun ıslahı mümkün değildir. Yani biz onların ikisine (Musa ve Harun'a) o kavme gi din, dedik. Onlar da o kavme gittiler. Onlan imana davet ettiler. O kavim de onlan yalanladı ve bu küfür üzerinde devam ettiler. İşte biz onları korkunç bir şekilde helak ettik.
Bazıları «Demmerna» fiilinin, «Biz onların helakine hükmettik» anlamına geldiğini söylemişlerdir.
(37) «Nuh'un kavmini de peygamberleri...»Bu Ayetin Tefsiri
«Peygamberleri yalanladıkları vakit» cümlesi onların helak edilmelerinin sebebini belirten bir cümledir. Yani, Nuh ve Nuh' tan önceki peygamberleri (veya sadece Nuh'u) yalanladıklarından dolayı onları helak ettik. Zira bir peygamberi yalanlamak, bütün peygamberleri yalanlamaktır. Çünkü bütün peygamberler tevhid noktasında ittifak halindedirler. Veya onlar peygamberlerin gönderilmesini inkâr ettiler. Bundan dolayı da onlan helak ettik. Hulasa ayet metnindeki «Kavmi Nuh» ibaresi ya mukadder bir fiilin veya «Helak ettik» mânâsına gelen «Demmerna» fiilinin veya «Hatırlat» mânâsına gelen «Uzkur» emrinin mef'ulüdür.
«Er-Rusûl» kelimesindeki eliflâm ya ahd veya istiğrak içindir. Çünkü onlar bu peygamberleri yalanladıkları zaman bu zatlardan başkası yoktu.
«Biz onları boğduk» cümlesi mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki şöyle sorulmaktadır. «Onları nasıl helak ettiniz» cevap ise şö'yledir: «Onları tufan ile boğduk.»
Onları, yani onların boğulmasını ve kıssalarını insanlar için büyük bir mucize kıldık. Onu gören, onu işiten ondan ibret dersi alır.
«Biz zalimler için elem verici azap hazırladık» cümlesindeki «Zalimler»den maksat, bahsi geçen kavimlerdir. Yani peygamberleri yalanlayan kavimler. Yani Ahiret'te veya berzah aleminde yahut da hem Ahiret ve hem berzah aleminde onlar için elem verici azap hazırladık. İsmi zahir, zamir yerine getirilmiştir. Bu işaret eder ki onlar küfürde ve peygamberleri yalanlamakta haddi aşmışlardır. Veya «Zalimler» sözüyle bütün zalimler kastedilmektedir ki onlar Nuh Kavmi'nin ve onlardan önceki ümmetlerin başından geçenlerden ibret almamışlardır. O zaman Kureyş-liler de ((Zalimler» kategorisine dahil olurlar. «Elem verici azap» dünya azabı da olabilir, Ahiret azabı da.
(38) «Ad, Semud ve Res halkını ve bu...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Ve Aden» daha Önceki ayetteki «Kavmen Nuh» lâfzı üzerine atıftır. Yani biz Âd kavmini de helak ettik veya «Âd'ı hatırla» demektir. Semud da Âd gibidir. O da «Kavra» keli-mesi üzerine atfolunur. Helak fiili buraya da getirilir.
îbn Abbas, «Ashab-ı Res ile maksat Semud kavmidir» demiştir. Fakat atıf, İbn Abbas'ın bu tefsirinin uzak bir ihtimal olduğunu gösterir. Zira matuf ile mautufunaleyhin ayn ayrı olmaları gerekir.
Katade'ye göre Ashab-ı Res, Yemame'nin bir köyünün halkıdır. O köye Res denilir. Bazıları, «Oıüar peygamberlerini öldürdüler ve helak oldular. Bunlar Semud ile Salih kavminin artıklarıy-dî» demişlerdir. Kâb, Mukatil ve Süddi «Bunlar Şam'ın Antakya bölgesinde bulunan ve ismi Res olan bir kuyu etrafında yaşıyorlardı» derler. Orada Ashab-ı Yasin'den olan Habib'un-Neccar'i öldürdüler.
Bazıları da «Bunlar peygamberlerini öldürüp bir kuyuya atan bir kavimdir» fikrindedir. Vehb ve Kelbi dediler ki: «Ashab-t Res ve Ashab-t Eyke iki kavimdir. Cenaba Hak, Hz. Şuayb'ı peygamber olarak onlara gönderdi» Ashab-ı Res, putlara tapan bir kavimdi. Onların kuyuları ve hayvanları vardı. Hz. Şuayb onları iman ve İslâm'a davet etti. Fakat tuğyanlarına devam ettiler, Şuayb'a eziyet ettiler. Ebu Ubeyde'den gelen rivayete göre, onlar kuyulannın etrafında bulundukları bir anda, duvarı örülmeyen kuyu hem onları hem de evlerini yere batıracak şekilde yıkılmıştır.
(39) «Biz onların herbirine...» Bu Ayetin Tefsiri
«Kullen» kelimesindeki 'tenvin bir mahzufa ivazdır. O zaman ayetin mânâsı şöyle olur: «Biz helak edilmesinin sebepleri zikredilmeyen her ümmetin insanları küfür ve günahlardan alakoyan İbret numunelerini peygamberler vasıtasıyla açıkladık.» Yani bahsi geçen bütün bu insanlara bu darbı meselleri açıkladık ve onları bununla korkuttuk.
Bazı müfessirlere göre «Lehv» kelimesindeki zamir «Kullen»e değil Hz. Peygamber'e raeidir. O takdirde ayetin mânâsı şöyle olur: Bütün darbı meseli biz Hz, Muhammed için açıkladık. «Teb-berna» fiili parçalamak ve kırmak demektir. Burada maksat helak etmektir. Yani biz onların her birini helak ettik, hem de korkunç bir şekilde. Çünkü onlar daha önceki darbı mesellerden ibret almadılar, başlarını kaldırıp bakmadılar bile. Ayrıca küfür ve düşmanlıklarına devam ettiler.
(40) «(Ey Rasûlüm!) Andolsun ki (bu kâfirler) belâ ve...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Lâm» mukadder bir kasemin cevabını teşkil eder. Bu, muste'nife bir cümledir. Bu ayet Kureyş kâfirlerinin o helak olan, paramparça olan ümmetlerin kalıntılarını gördüklerini ifade etmektedir. Bu ayetin içeriği çok mühim olduğundan başında kasem harfi getirilmiştir.
«Etev» fiili «Geçtiler» mânâsını içermektedir. Yani andolsun ki Kureyşliler, ticaret maksadıyla Şam'a giderken ve oradan gelirken bu helak olan insanların eserlerini görmekteydiler.
Bu ayette bahis konusu edilen köy veya kasaba Sodom'dur. Bu, Lut Kavmi'nin en büyük kasabasıydı. Oranın kadısı ve hakimi Sodom isimli bir kişiydi. Darbı meselde «Bu adam Sodom'dan daha zalimdir» denilir. Cenab-ı Hak bu kasabayı, üzerine taş yağdırmak suretiyle helak etmiştir. İşte «Kötü yağmur», «Kötülük yağmuru» budur. Böylece Cenab-ı Hak diğer kasabaları da helak etmişti. Onlar beş kasabaydı. Ancak onların içinde Zağar isimli bir kasaba helâktan kurtuldu. Çünkü ora ehli kötülük yapmıyorlardı. (Bunlar İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir).
Helak edilen birkaç kasaba olduğu halde Cenab-ı Hak bir ka^ sabayı zikrediyor. Çünkü hepsinin helak sebebi aynıdır.
Cenab-ı Hak birinci cümlede hem bakmalarını ve buna rağmen görmemelerini beraber tenkid etmekte, ikinci cümlede ise sadece baktıkları halde görmediklerini zikretmektedir. Oysa görmeyi gerektiren şey âdet yönünden tahakkuk etmişti.
«Yercime» fiili «Beklemek» mânâsına gelen «Rica» kökünden gelmektedir. Yani onlar hasrı beklemiyorlardı. Ahiret cezasını gerektiren hasrın geleceğine inanmıyor, onu inkâr ediyorlardı. Hiçbir nefsin herhangi bir şekilde haşrolunacağına imanları yoktu. Halbuki bu kesinlikle olacak bir şeydir. Onlar bunu inkâr ettikten sonra sadece bazı kimseler için tahakkuk eden ve mutlaka gü-nrhm arkasından gelmesi zaruri olmayan dünya cezasını nasıl itiraf edeceklerdir?
(41) «Ey Rasûlüm! Onlar seni gördükleri zaman...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayet metnindeki «/ran edatı olumsuzluk ifade eder. Yani onlar seni ancak alaya almak suretiyle karşılıyorlar. «Peygamber ola* tak Allah'ın gönderdiği bu mudur?» diye sana işaret ediyorlar. Bu sözü söyleyenler Ebu Cehil ve arkadaşlarıdır. Rivayete göre -bu ayet Ebu Cehil hakkında nazil olmuştur. İşaret burada istihkar manasınadır. «Şu mudw1» gibi aşağılayıcı sözler söyleyerek Rasû-lullah'ı hakir görüyorlardı.
(42) Ve şayet mabudlarımıza...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayet metnindeki «Yudilluna» fiili, müşriklerin mabudlanndan uzaklaştırılmalarını ifade eder. Yani bizi sadece ibadetlerden değil onlardan da uzaklaştıracaktı. Eğer biz o noktada sabır göstermeseydik (sebat etmeseydik) ve onlara ibadette istikrar bulmasay-dık neredeyse bizi hem onlardan hem de ibadetlerinden çevirecekti.
Müşriklerin bu ikrarı Rasûl-ü Ekrem'in tevhide çağırmak hususunda ne kadar çalıştığını ve mucizeler izhar ettiğini, deliller getirdiğini göstermektedir.
(43) «(Ey Rasûlüm!) Kötü isteklerini...» Bu Ayetin Tefsiri
«Arzusunu (hevasım) mabud edinen kimseyi gördün mü?» cümlesi, Rasûlullah'ın onların çirkin fiil ve sözlerinden sonra çirkin hallerinden hayret etmesini gösteriyor ve onların son varacakları noktaya da işaret ediyor.
Ayet, rivayete göre el-Hars bin Kays es-Sehmi hakkında nazil olmuştur. Bu kâfir her gördüğü taşa gönül verip tapıyordu. İbn Eb Hatim ile İbn Merduveyh, îbn Abbas'tan şöyle rivayet ederler: «Bu kişi bir zaman beyaz taşa tapıyordu. Ondan daha güzelini görürse onu atıyor, bu sefer ikincisine tapıyordu. Cenab-ı Hak onun hakkında bu ayeti indirmiştir.»
Ayet esasında Allah'tan başkasına ibadet eden herkesi kapsamaktadır. Diğer günahlarda heva ve nefsine itaat eden kimseleri içermektedir.
((Acaba ona sen mi vekil olacaksın?» cümlesi istinafi bir cümledir. Rasûlullah'm, bu nevasına tâbi olan bir kimseye vekil ve koruyucu olmasını uzak saymaktadır. Böyle birini istese de istemese de hakka irşad edebileceğini uzak görmelidir. Ayet aksinin yapılmasını da aynı zamanda kınamaktadır. Sanki şöyle denilmektedir: Onun heva ve nefsine taatte ifrat ettiğini gördükten sonra onu zorla mı hidayete getireceksin? O istesin istemesin onu zorla mı doğru yola üeteceksin? [19]
44- Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir. Hatta onlar yol bakımından hayvanlardan da daha şaşkındırlar.
45- (Ey Rasûlüm!) Görmüyor musun Rabbin gölgeyi nasıl uzatmıştır? O dileseydi onu olduğu gibi yerinde bırakırdı. Sonra biz güneşi de delil yaptık.
46- Sonra gölgeyi (güneşin yükselmesiyle) azar azar çektik.
47- Rabbiniz odur ki geceyi sizin için bir elbise (örtü), uykuyu dinlenme ve gündüzü de yayılıp çalışma (zamanı) kılmıştır.
48- Ve rahmet (yağmur) in önünde rüzgârları müjdeleyici olarak gönderen O'dur. Biz gökten tertemiz bir su indirdik.
49- Ki o su ile ölü bir toprağı canlandıralım ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan bir çoğunu onunla sulayalım.
50- And ol sun bunu (insanların) ibret almaları için aralarında çeşit çeşit şekillerde anlatmışızdır. Fakat insanların çoğu nankörlük edip diretmektedir.
51- Eğer dileseydik elbette her kasabaya bir uyarıcı peygamber gönderirdik.
52- (Ey Rasûlüm!) Öyle ise kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur'an'Ia) onlara karşı olanca gücünle büyük bir savaş ver!
53- İki denizi birbirine katan odur. Bu, tatlı, susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasına bir perde, aşılmayan bir sınır koymuştur.
54- İnsanı sudan yaratarak ona neseb ve sıhriyet (soy ve sop) veren O'dur. Rabbinin her şeye gücü yeter.
55- Onlar Allah'ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere tapıyorlar. Kâfir olan kimse Rabbine karşı gelene arka çıkandır. [20]
(44) «Yoksa sen onların çoğunun...»Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet, zikredilen inkârı Rasûlullah'm böyle sanmasını reddetmektedir. Çünkü Hz. Peygamber onları ısrarîa İslâm'a davet edip, irşadlarına Önem verdiği için onların çoğunun dinlediğini ve aklettiğini sanıyorlardı. Cenab-ı Hak bu zanm reddediyor. Yani böyle zannetmemelisin. Bu, sana uygun değildir. Zannediyor mu-| sun ki onların çoğu senin okuduğun Kur'an ayetlerini hakkıyla dinlemekte veya getirdiğin afakî mucizeleri hakkıyla görmekte, onlara akıl erdirmektedirler? Öyle sanma. Onların durumuna bu derece itina gösterme. İman edecekler diye böyle bir zanna kapılma!
Bazıları şöyle diyor, «Ayetin mânâsı, onların çoğunun senin | okuduğun ayetleri hakkıyla dinlediklerini mi sanıyorsun? O ayetlerin derinliklerindeki bazı nasihatlara akıl erdirdiklerini mi zannediyorsun? O çirkinlikleri bıraktırıp kendilerini güzelliklere ulaştıracağını mı düşünüyorsun? Bunun için mi onları çağırmakta ısrar ediyor, irşadlarına önem veriyor ve onlara hatırlatıp duruyorsun?»
Cenab-ı Hak «Çokları» diyor. Zira onların içinde ezeli inayetin şevkiyle bu putları edindikten sonra kendisine sebkat edenler de vardır. Bazıları dinlediler ve aklettiler de. Fakat gurur ve riyasetin ellerinden alınmasından korktuklan için bu gerçeklere tâbi olmadılar.
Ayetin metnindeki «Hum» zamiri «Çokları» demek olan «Ekser» veya «Men» kelimesine racidir. Yani onlar kulaklarına kadar gelen ayetlerden menfaat görmemek, şahit oldukları apaçık mucizeleri düşünmemek hususunda gaflette darbı mesel olan, dalâlet ve sapıklıkta nişan olan hayvanlar gibidirler. «Hatta onlar hayvanlardan yol bakımından daha şaşkındırlar.» Çünkü hayvanlar kendilerine bakan sahiplerinin arkasından giderler. Ve kendilerine iyilik yapanı tanırlar, kötülük yapanları bilirler. Onlar yararlarına olan şeyleri de ararlar. Zarar getirici şeylerden de sakınırlar. Nerede otlayacaklarmı, nerede çökeceklerini iyi bilirler. Ve nereye varacaklarını da bilirler. Fakat bunlar Rablerine itaat etmezler. Haliklerine, razıklanna baseğmezler. Allah'ın kendilerine verdiği ihsanı şeytanın kötülüklerinden ayırt etmezler. O şeytan ki şehvetlerinin peşine gitmelerini kendilerine süslü göstermiştir. O şeytan ki onların apaçık düşmanıdır. Menfaatlerin en büyüklerinden olan sevabı talep etmezler. Zararların en şedidi olan, en şiddetlisi olan cezadan sakınmazlar. Ayrıca hayvanlar hayrı elde etmek için peşinden gittikleri bir hakka inanmadıkları gibi aynı zamanda şerri elde ettirmeyi gerektiren bir bâtıla da inanmıyorlar. Ama bunlar öyle değildirler. Çünkü onlar bâtılın temellerini attılar, serlerin hükümlerini o temellere bina ettiler. Üstelik hayvanların dalâlet ve cehaletlerinin ahkâmı sadece kendilerine yöneliktir. Herhangi bir kimseye isabet etmezler. Fakat bu adamların cehaleti ise fitne ve fesadı ve insanların hak yola tâbi olmasını menetmeyi gerektirir hercümerc doğurur. İnsanlar arasında bir fitnedir kopar, gider. Yine hayvanlar kendilerinde Allah tarafından yaratılmış kuvvetlerden birisini muattal etmezler. Aksine bütün kuvvetleri niçin halkedilmişlerse oraya sarfederler. Hayvanlar tarafından kemâlin talebinde herhangi bir kusur yoktur. Fakat bu kimseler ise aklî kuvvetlerini muattal hale getirirler. İnsanların üzerinde yaratılmış olan fıtratı zayî etmektedirler.
(45) «(Ey Rasûlüm) Görmüyor musun Rabbin...» , Bu Ayetin Tefsiri
Burada hitap Allah'ın Rasûlü'nedir. Hemze takrir içindir. Gör-mek, söz ile olan görmedir. Bu ayet tevhidin birtakım delillerini açıklamaktadır. Yani sen Rabbinin eserlerine bakmaz mısın? Zira burada maksat Allah'ın zatını görmek değildir.
Bazı müfessirlerin «İlâ harfi cer değil, aksine nimetler mânâsına gelen «Alâ» kelimesinin çoğuludur» şeklindeki yorumu uzak bir tefsirdir. Burada «Görmek,» bilmek anlamında da olabilir. O vakit inteha mânâsını içermiş olur. Yani senin Rabbi'nin gölgeyi nasıl uzattığını bilmiyor musun? Fakat birinci yorum daha uygundur.
İbn Abbas, «Gölgeyi uzatmaktan maksat, fecrin tulûundan sonra ve güneşin tulûundan evvelki zamandır. Bu doğudan batıya kadar uzamıştır» demiştir.
Hazin, «Gölgenin uzatılması fecrin doğuşu ile güneşin doğuşuna kadardır. Cenab-ı Hak onu böylece uzatmıştır. Çünkü o gölgedir, beraberinde güneş yoktur» der.
«Güneşin gölgeye delil olması» şu anlamdadır: Eğer güneş olmasaydı gölge tanınmazdı. Eğer nur olmasaydı zulmet bilinmezdi. Eşya zıddıyla bilinir.
(46) «Sonra gölgeyi (güneşin yükselmesiyle) azar azar...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetteki «Çektikfavuçladik» mânâsını ifade eden «Kabezna» fiili, güneşin düşmesiyle onu kaydırdık anlamındadır. «Az bir avuçlama», yani yavaş yavaş. Güneşin yükselmesi nisbetinde bu olur. Ki onunla kâinatın maslahatları tanzim edilsin. İnsanlar için binlerce, yüzbinlerce, hatta sayılamayacak kadar yararlar ondan meydana gelsin. Yani, biz gölgeyi güneşin yükselmesiyle sildik, münasip gördüğümüz yere koyduk.
Cenab-i Hak «İcad etme»yi «Uzatmak»l& tabir ettikten sonra «fzalenyi, yani kaydırmayı da «Avuçlamak»\a, elle tutmakla tabir etmiştir.
(47) «Rabbiniz O'dur ki geceyi sizin için...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayet Cenab-ı Hakk'm kudretinin güzel eserlerinden bir kısmını açıklamakta, rahmetinin çok önemli ahkâmını ortaya koymakta ve insanlar için feyezan eden nimetlerinin bir bölümünü beyan etmektedir. Yani Allah sizin yararınız için geceyi elbise gibi yaptı. Gece sizi karanlığıyla Örtmektedir, tıpkı elbisenin sizi örtmesi gibi. Gecede vaki olan uykuyu da buharların sizin kuvveleri-nizi istilâ etmesi sebebiyle istirahat vakti kıldı. Yani bedenlerinizin rahatı için onu yarattı.
«Subaten» kelimesi kesmek mânâsını ifade eden «Sabt» kökünden gelir. Nitekim cumartesi gününe «Sebt Günü» denilmesi insanların o günde istirahat etmelerinden dolayıdır.
Ebu Hayyan «Subut baygınlığın bir çeşididir. Bir hastalık gibi uyanık insanı istila eder» demiştir. îşte uyku buna benzetilmiştir. Aynı zamanda Sebt, bir yerde ikamet etmek demektir. Uyku da bir nevi ikamettir.
«Gündüzü çalışma yaptı», yani çalışma zamanı yaptı. İnsanlar maişetlerini elde etmek için karıncalar gibi gündüzleri yayılırlar.
(48) «Ve Rahmet (yağmuru)nun...» Bu Ayetin Tefsiri
«Biz indirdik» mânâsına gelen «Enzelna» fiilinin sonundaki «Nun» tazim içindir. Yani bir kimsenin, bir cemaatin, hatta bütün varlıkların yapamayacağını yaparız demektir. Azametimizle rüzgârları göndermek suretiyle yüksek yerlerden indirdik. Veya buluttan indirdik veya belli olan yönden indirdik.
(49) «Ki o su ile Ölü bir toprağı...» Bu Ayetin Tefsiri
Bu ayetteki «Bihi» zamiri, o indirilen temiz ve temizleyici suya racidir. «Ölü belde» ile maksat bitkisiz yer demektir. O yerde bitki bitirmek suretiyle orayı diriltir. Belde'den maksat yeryüzüdür. Asli mânâsı da kastedilmiş olabilir. O zaman tenvin, çeşitliliği ifade eder. Yani çeşitli beldeleri o su ile dirilttik demek olur.
«Nuskıyehu» fiilinin sonundaki zamir, temiz ve temizleyici suya racidir. O su vadilerde aktığı, havuz ve çukurlarda, kuyularda biriktiği zaman onunla yarattıklarımızdan, hayvanlar ve insanların birçoğunu sulamak tayız. «însanlar» ile vadi ve çöllerde su ile yaşayan kimseler kastedilmektedir.
(50) «Andolsun bunu (insanların) ibret almaları...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin başındaki «Lâm» kasem harfidir. «Sarrafnahu» fiilinin sonundaki zamir, göklerden veya bulutlardan inen suya racidir.
Onu sarfetmek, hallerini değiştirmek, vakitlerini tesbit etmek, çeşitli yerlerde ve çeşitli şekillerde onu indirmek demektir. Buna göre ayetin mânâsı şöyle olur:
Andolsun ki biz yağmuru insanlar arasında değişik konumlara uğratmış, değişik hallere sokmuşuzdur. O değişik memleketlerde ve muhtelif zamanlarda ve değişik sıfatlarda gelir. Bazen sağanak halinde, bazen sızıntı, bazen de başka şekillerde görülür. Bütün bunları ibret alsınlar diye yapmışızdır. Fakat insanların çoğu nimeti inkâr etmekten başka bir şeye yanaşmazlar. Yani onlar nimeti inkâr ederler.
(51) «Eğer dileseydik elbette her kasabaya...» Bu Ayetin Tefsiri
«Eğer dileseydik her kasabaya bir peygamber gönderirdik.» Böylece o kasabanın ehlini korkutur ve böylece peygamberlik yükü azalırdı. Fakat biz bunu istemedik. Seni tazim etmek için bu emri sadece sana verdik.
(52) «(Ey Rasüliim!) öyle ise kâfirlere...» Bu Ayetin Tefsiri
O halde kâfirlere itaat etme.' Senden istedikleri her şeyi ve-rimkâr olma. Bu ayetler hem Rasûlullah'ı hem de müminleri teşvik eden ve harekete geçiren ayetlerdir.
«Onunla düşmanlara karşı cihad et» ifadesindeki zamir Kur'-an'a racidir. Bu durum, İbn Cerir, İbn Ebi Münzir ve İbn Abas'tan rivayet edilmiştir. Yani Kur'an'daki burhanlar, deliller, sakindi-rıcı emirler ve mev'izeleri, peygamberleri yalanlayan ümmetler hakkında gelen kıssaları okumak suretiyle onlara karşı cihad et Ayetin sonundaki «Büyük cihad»6zxı maksat, Rasûl-ü Ekrein görevli olduğunu ifade etmek içindir. Bütün insanları, belirtilen şekilde Allah'ın vahdetine davet etmek büyük bir cihattır. Onun kıymetini, kemiyet ve keyfiyet bakımından ancak Allah takdir eder. Ayette adeta şöyle denilmektedir:
Biz seni bütün beldelere korkutucu peygamber olarak gön-derdik. Seni üstün kıldık. Her beldeye bir peygamber göndermedik. Bütün bu vazifeyi sana verdik. O halde sebat göstermek ve var kuvvetinle çalışmak ve hakkı izhar etmek suretiyle ona karşılık ver.
Et-Tayyibi'nin zikrettiğine göre bu surenin nirengi noktası, Hz. Peygamber'in bütün insanlara peygamber olarak gönderilme, sidir.
Zamirin «Eğer dileseydik her kasabaya bir peygamber gönderirdik» ayetinden anlaşılan mânâya raci olması mümkündür. Bj ise Allah Rasûlü'nün bütün beldelerin peygamberi olduğunu belirtmek demektir. Çünkü eğer Cenab-ı Hak her kasabaya bir peygamber gönderseydi her peygamber için o kasaba ehliyle cihad etmek vacip olurdu. Böylece peygamberde o cihadlar biraraya gelmiş oldu ve bundan dolayı Rasûl-ü Ekrem'in cihadı büyüdü. Onun için Cenab-ı Hak, peygamberine bütün beldelerin peygamberi olması sebebiyle «Bütün dhadlan kapsayan büyük bir cihad aç» buyurmaktadır.
Alusi, bu yorumlan naklettikten sonra hulasa olarak şunları söylemektedir: «Bu surenin Mekke döneminde nazil olduğunu biliyoruz. Mekke Dönemi'nde kılıçla cihad ayeti inmemişti. Bununla beraber bu yorumlarda olanlar da gizli değildir.» [21]
(53) «İki denizi birbirine katan odur. Bu...» Bu Ayetin Tefsiri
AIusi, «Allah o zattır id iki denizi mecralarında salmıştır. Tıp-kj mecraya salınan at gibi. Bu yorum İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir» diyor. Beyzavi ise «Cenab-ı Hak onları komşu, bitişik ve biri diğerine karışmayacak şekilde salıvermiştir» diyor.
Birisi susandırmayı sonuçlandıracak şekilde tatlıdır, birisi de çok tuzludur. Cenab-ı Hak o ikisi arasında kudretinden bir perde germiştir ve aralarında tenafur (uzaklık) vardır, yani birbirine karışmazlar.
Bazıları «Berzah kelimesi belli olan bir hudud demektir» diyorlar. Meselâ Dicle Nehri denize katılır ve denizi ikiye böler. Denizin arasında birçok fersah ileriye kadar gider ve tadı da denizin tadıyla karışmadığı için bozulmaz.
Bazıları «Tatlı denizden maksat Nil gibi büyük nehirler, tuzlu denizden maksat da büyük denizlerdir. Aradaki perde ise o tatlı sular ve denizler arasındaki arazidir» demişlerdir. İşte Cenab-ı Hakk'm o arazi ile onları birbirinden ayırması, kudretinin alâmetidir. Vasıflarının değişikliği kudretinin bir alâmetidir. Halbuki her suyun tabiatı birleşme ve bitişme iktiza eder, keyfiyette bir-birleriyle meylederler. [22]
(54) «İnsanı sudan yaratarak...»
Buradaki «Beşersden. maksat Hz. Adem, «Su»dan maksat ise Adem'in toprağına katılan sudur. Beşer maddesinin bir parçası kılınmıştır ki diğer maddeler biraraya gelsin.
«Ve Sıhren» kelimesinin başında gelen «Vav» taksim içindir.
Bazıları «Adem'i neseb ve sıfır kumasından maksat, Allah'ın Havva'yı ondan yaratması ve onu da erkeklik üzerinde bırakması-dır» demişlerdir.
Hz. Ali'ye göre «Neseb, nikâh edilmesi helâl olmayan yakın kadınlardır. Sıhr da nikâhı helâl kadınlar» demektir.
Başka bir rivayet yine Hz. Ali'den geliyor: «Neseb, nikâh edilmesi helâl olmayan kadınlar; sıhr da süt yoluyla akraba olanlar demektir». Dahhak da Hz. Ali gibi «Sıhr»ı bu şekilde yorumlamıştır.
(55) «Onlar Allah'ı bırakıp...» Bu Ayetin Tefsiri
Allah'tan başka tapılan putlar ve diğer tabulardır. Hiçbir mahlûk kendi başına diğer insanlara veya başka bir şeye ne yarar sağlayabilir, ne de zarar verebilir.
. «El-Kâfir» lâfzının başındaki eliflâm ya and içindir, —O vakit Ebu Cehil kastedilmektedir ve ayet onun hakkında nazil olmuştur— veya cins içindir, her kafir kastedilmektedir. Yani kâfir, Rabbine karşı şeytana yardım eder. Şirk koşmak, peygambere ve inen vahye karşı çıkmak suretiyle bunu yapar.
İkrime «Kâfirle maksat İbîis'tir» diyor. Ayetten maksat şu olur: îblis müşriklere Rabbine karşı yardımcı olur. Yani müşrikleri Allah'a karşı isyana kışkırtır. O'na ortak koşulmasına kendilerini iteler.
Bazı müfessirler ayeti «Allah'ın dostlarına karşı müşriklere yardımcı olurlar» şeklinde yorumlamıştır.
Bazıları «Zahir kelimesi kıymetsiz mânâsına gelir» demişlerdir. Yani kendisine ne yarar ne de zarar sağlamayan nesnelere, Allah'ı bırakıp tapan bir kimse, Allah katında hiçbir kıymet taşımaz. Allah'ın katında onun herhangi bir payı ve nasibi bahis konusu değildir (Taberi). [23]
56- (Ey Rasûlüm!) Biz seni ancak müjde leyi c i ve korkutucu olarak gönderdik.
57- De ki: «Ben buna karşılık Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler olmanızdan başka sîzden bir ücret istemiyorum.»
58- (Ey Rasûlüm!) Sen Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. Onu hamd ile teşbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.
59- O Allah ki gökleri, yeri ve aralanndakini altı günde yaratmış, sonra Arş'a istiva etmiştir. O Rahman olandır. Sen onu haberi olana sor.
60- Müşriklere «Rahman olan Allah'a secde edin» denildiği zaman onlar: «Rahman da neymiş! Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek misiz?» derler ve (secde emri) onların nefretlerini artırır.
61- Göklerde burçları kılan, onların içinde bir lâmba (güneş) ve nurlandınci bir ay vareden Allah ne yücedir!
62- O'dur ibret almak ve şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardına getiren.
63- Çok merhametli Allah'ın kullan o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendilerini bilmez kimseler onlara lâf attığında (onları kırmaksızın) «Selâm» derler.
64- O kullar ki gecelerini Rablerine secde ederek ve ayakta durarak (ibadet yaparak) geçirirler.
65- Onlar ki; «Ey Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici bir şey değildir» derler.
66- «Cehennem cidden ne kötü bir uğraktır, ne kötü bir konaktır!»
67 - Ve onlar ki harcadıklarında ne israfa ne de cimriliğe kaçmazlar. İkisi arasında bir yol tutarlar. [24]
(56-58) «(Ey Rasûlüm!) Biz seni ancak...» Bu Âyetlerin Tefsiri
Burada hitap Hz. Muhammed'edir. Bu ayet Hz. Muhammed' in vazifesinin müminlere cenneti ve Allah'ın rızasını müjdelemek, kâfirleri, fasık ve facirleri de Allah'ın azabıyla korkutmak olduğu hükmünü getirmektedir.
Kâfirlerin çokluğundan dolayı Cenab-ı Hak «Neziren» kelimesini mübalağa sigası olarak kullanmıştır. [25]
Bazıları «Bu, müminlerden olan asilerin de çoğunluğa dahil olduğundan böyledir» diyor. Yani Rasûl-ü Ekrem'e müminlerden asi olanları da, kâfirleri de korkutmak vazifesi verilmiştir. Fakat bu ayetin siyak ve sibakı burada sadece kâfirlerin kastedildiğini iktiza ettirmektedir. Yani biz seni ancak müminler için müjdele-yici, kâfirler için de korkutucu olarak gönderdik. O halde kâfirlerin iman etmeyişleri seni üzmesin. Onlara, nefsini müdafaa etmek ve onların iman sebebiyle herhangi bir yarar sağlamak peşinde olmadığını belirtmek için şöyle söyle: Peygamberliğimin karşısında ve Kur'an'a karşı sizden herhangi bir ecir istemiyorum. Ancak Rabbimin rahmetine ve rızasına bir yol edinen müstesnadır.
O Allah yolunda sarfedilen nafaka ve verilen sadakaları verebilir. Allah'a iman etmek suretiyle ve taatine çağrıldığı şekilde hareket edebilir.
Bu ayet tamamen Rasûl-ü Ekrem'in peygamberlik karşılığında herhangi bir dünyalık istemediğini ve onlara karşı son derece şefkatli olduğunu sergilemektedir. Çünkü onun istediğinin yaran da kendisine değil yine onlara racidir.
Bazılarına göre ayetin mânâsı şöyledir: «Peygamberlik karşı-lığında sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak iman edenin ecrini talep ediyorum.» Yani kişinin iman etmesi sebebiyle bana hasîl olan ecri istiyorum. Çünkü insanları hayra muttali kılan bir kimse hayrı işleyen kimse gibidir.
«Ölümsüz dirinden maksat, Cenab-ı Hakk'tır. Yani Cenab-i Hak peygamberine, «Onların şerlerinden emin olmak ve verecek* teri ücretten de müstağni olmak hususunda ölümsüz olan zata tevekkül et, Cenab-t Hakk'a dayan» demektedir.
«Kulların günahlamnd&n maksat, açıkta olanlar ve olmayan-lardır. Çünkü «Zunub» kelimesi çoğuludur ve bunu ifade eder. «Habîr» kelimesi, bildiği işlerin iç âlemlerini de biliyor demektir. îç âlemi bilen bir zat dış âlemi de bilir.
(59) «O Allah ki gökleri, yeri ve...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin metnindeki «Er-Rahman» kelimesi mukadder bir müb-tedanm haberidir. Yani «O, Rahman'ın ta kendisidir» demektir.
Ahfeş'e göre er-Rahman mübtedadır, Fes'ei bini Habiren lâfzı da onun haberidir. Fakat ayetin zahirinden bu cümlenin i'rab yönünden başlıbaşma bir cümle olduğu anlaşılmaktadır. Ayetin mânâsı, buna göre şöyle olur: Eğer bahsedilenlerin hakikatini ve tafsilatını bilmek istiyorsan, bu işe itina eden ve derinliklerini bilen şanı yüce olan, işlerin hem zahirlerim hem de bâtınlarını kapsayan bir zattan sor. O da Allah'tır. O sana işin hakikatini gösterir ve seni ona muttali kılar.
Burada sorulan, hakikaten daha önce bahsi geçenlerin tahsilatıdır. Onun kendisi değüdir. Çünkü açıklandıktan sonra artık suale ihtiyaç kalmaz. [26]
(60) «Müşriklere, Rahman olan Allah'a secde edin...»Bu Ayetin Tefsiri
Bu sözü söyleyen ya Rasûlullah'tır veya onun düinden Allah Teâlâ buyurmaktadır.
Şehab-ı Haffaci'ye göre bu ayette kulun Rabbine en yakın olduğu zamanın secde hâli olduğu mânâsı vardır. Onlar bilmiyormuş gibi davranarak, rezaletlerini takınarak peygamberden şöyle sordular: «Rahman da ne imiş?» Halbuki Rahman'ın Allah olduğunu biliyorlardı. Nitekim Hz. Musa, Firavun'a, «Ben âlemlerin Rabbinden gönderilmiş bir elçiyim» dediğinde, Allah'ı bildiği halde, «Âlemlerin Rabbi de kimmiş?» diye sormuştur.
Ayet sonundaki «Nufur» kelimesi nefretin mübalâğasını ifade etmektedir. Yani Rahman'a secde etmelerinin emredilmesi onları imandan daha da uzaklaştırırdı. Rivayete göre Allah Rasûlü ve sahabiler secdeye vardılar, Kureyşliler onları alaya alarak oradan uzaklaştırdılar. [27]
(61) «Göklerde burçları lalan..,» Bu Ayetin Tefsiri
«Burueen» kelimesi bilinen on iki burçtur. Hatib bunu Kita-bu'n-Nücum adlı eserinde İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.
Buruc kelimesi yüce köşkler demektir. Fakat benzetme yoluyla bu yıldız kümelerine denilmiştir. Çünkü bunlar diğer yıldızlara göre büyük köşkler gibidir.
Zeccac, «Her yükseğe burç denilir. O vakit benzetme yapmaya ihtiyaç kalmaz» diyor. Ehli hadisin meşrebi şudur: «Onlar yeryüzüne en yakın olan göklerdedir». Aklen de buna mâni yoktur.
Ayetteki «Sirac» kelimesinden maksat güneştir. Cenab-ı Hak başka bir ayette «Güneşi sirac kıldt» buyuruyor. Bu ayet Öbür ayetle tefsir edilmiş olmaktadır.
«Nurlandırilmîş kamer»den maksat aydır. Ona «Kamer» denilmesi beyazlığı sebebiyledir. «Nurlandırilmîş» tabiriyle Cenab-ı Hak onun güneşten nur aldığına işaret etmektedir. Hatta bazı mü-fessirler «Bütün yıldızlar güneşten istifade ederler» demişlerdir.
(62) «O'dur ibret almak ve şükretmek...» Bu Âyetin Tefsiri
Metindeki «Hılfet» kelimesiyle, hilfet sahibi kastedilmektedir. Zira gece gündüzün, gündüz de gecenin halifesidir. Yani gündüzde yapılması gerekenler yapılmadığı takdirde bunlar gece kaza edilir, gecede yapılması gerekenler de yapılmadıkları takdirde gündüz yerine getirilir (Bu tevil İbn Abbas, Hasan ve Said bin Cübeyr'den rivayet edilmiştir).
Bazı müfessirler «Biri diğerinin arkasından gelir demektir» dediler. Bazıları da «Hılfet» kelimesi ihtilaf manasınadır demişlerdir. Yani fazlalıkta ve eksiklikteki ihtilafları kastedilmiştir. [28]
(63) «Çok merhametli Allah'ın kullan...» Bu Ayetin Tefsiri
63. surenin sonuna kadar Allah'ın halis kullarının vasıflan, dünyevî ve uhrevî durumları açıklanmaktadır. Ayetler, Allah'a secde etmekten kaçanların hali belirtildikten sonra, bu halis insanların haline temas etmektedir. Cenab-ı Hakk'm esmai hüsna-sından olan er-Rahman isminin burada zikredilmesinin nedeni Allah'ın rahmetinin o halis insanlara tahsis edildiğinin bildirilmesi-dir. Veya onlar başkalarından daha üstündürler. Çünkü rahmete/ nimete mazhar olmuşlardır.
Metindeki «Hevn» kelimesi mastardır. Yumuşak ve şefkatle davranmak demektir. Yani onlar yeryüzünde yürüdükleri zaman yumuşakça yürürler. Gururu, kibir ve azameti bir tarafa atarlar. (Bu yorumun bir benzeri İbn Abbas, Mücahid, îkrime ve Fudayl bin İyad'dan rivayet edilmiştir). İmam Ebu Abdullah'a göre «Hevn» kişinin yapmacık olmayan, tabu cürmüyle, zorlama ve gurur olmaksızın yürümesi demektir.
Metindeki «El-Cahilun» ile sefih ve edebsizler kastedilmiştir. Yani halis müminler başkalarıyla münasebetlerinde daima yumuşak davranırlar. Güzel örnekler sergilemek isterler.
Buradaki «Selâm», bizim bildiğimiz selâm değildir. Çünkü bu ayet Mekke DÖnemi'nde nazil olmuştur. Selâm ise Medine'de nazil olan Nisa Suresi'nde gelmiştir. Mekke'de iken müslümanlar müşriklere selâm vermekle emrolunmamışlardı.
El-Esamm «Bu, veda selâmıdır. Hz. İbrahim'in babasına «Selâm senin üzerinde olsun» dediği gibi» diyor. Bu, mütarekeye ra-cidir ve Arap dilinde çok kullanılır. Mücahid'e göre bu selâmdan maksat, onlar dosdoğru bir söz söylediler demektir.
Ayet gerçek müslümanların sefihlerden gözlerini çevirdiklerini, konuşmalarına karşılık vermediklerini ifade etmektedir. Yani burada kâfirlere karşı nasıl davranılacağı ortaya konmaktadır. Savaşı emreden ayet ise bu ayeti neshetmez. Çünkü savaş ayeti Medine DÖnemi'nde, bu ise Mekke'de nazil olmuştur.
(64) «O kullar ki gecelerini...» Bu Ayetin Tefsiri
Yani onlar Rableri'ne secde ve kıyam yaparak gecelerler. Geceleri tamamen ve kısmen namazla ihya ederler. Veya Kur'an'dan bir şeyi bir namaz içinde okumak suretiyle sacid ve kaim olurlar. Veya akşam ile yatsının arkasında kıldıkları iki rekât nafile ile geceyi ihya etmiş sayılırlar.
Hulâsa bu ayet gece ibadetine teşvik etmektedir. Secdeyi kıyamdan önce zikretti. Çünkü insan secde halindeyken Allah'a en yakın bir halde olur.
(65-66) «Onlar ki: Ey Rabbimiz!..» Bu Ayetlerin Tefsiri
«Ğaram» kelimesi lâzım mânâsını ifade eder. îbn Abbas'tan böyle rivayet edilmiştir. Yani cehennem ateşi onların yakasına yapışır, bırakmaz. Bazıları «Helak edicilik» anlamıyla tefsir etmişlerdir.
Bazıları «Saet» lâfzının özlü mânâsını ifade eden «Ahzeneh anlamında olduğunu söylemişlerdir. Yani cehennem ehli, cehenneme gidenleri özlemektedir.
«Mustakarr» kelimesi mastar veya ismi mekândır.. Bazıları «Mustakarr için, Mukam da kâfirler için cehennemde iki yerin ismidir» demişlerdir.
(67) «Ve onlar ki harcadıklarında...» Bu Ayetin Tefsiri
«İsraf etmezler», yani cömertliğin hududunu aşmazlar demektir. «Yekturu» fiili ise sıkmak demektir. Yani cimri kimseler gibi sıkı olmadılar.
Abdurrahman el-Habli, «İsraf günahlarda yapılan harcamalardır. «Katr» ise taatten uzaklaşmadır» demiştir. Bunun benzeri îbn Abbas, Mücahid ve İbn Zeyd'den de rivayet edilmiştir.
Avn bin Abdullah bin Utbe'ye göre israf «Başkasının malım harcamaktır.»
Ayetin sonundaki «Kavara» kelimesi, orta ve adil demektir.
Yani onlar ne israfa kaçarlar ne de cimriliğe. Adil ve orta bir şekilde infak ederler. Bunların yaptıkları, işlerin en hayırlisındandır. Zira hadiste «Emirlerin (işlerin) en hayırlısı ortancalarıdır» bu-yurulmuştur. Buradaki infak hem kendi nefislerine hem de başkalarına yapmış oldukları infaktır. Kavam kelimesi de bütün bunlarda hayr demektir. [29]
88- Onlar ki Allah ile beraber başka bir mabuda tapmazlar. Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı şahsı haksızca öldürmezler. Zina etmezler. Bu kötülükleri yapan kimse cezasını çeker.
69- Kıyamet Günü onun azabı kat kat olur. Orada zelil olarak daimi kalır.
70- Ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimseler müstesnadır. İşte Allah bunların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
71- Kim tevbe eder ve salih amel işlerse O, Allah'a mükâfatına nail olarak döner.
72- O kullar ki yalan yere şahitlik etmezler. Münasebetsiz şeylerin önünden geçerken şereflice davranırlar.
73- Onlar ki, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman ona karşı sağırlar ve körler gibi kapanmazlar.
74- Onlar öyle kullardır ki; «Ey Rabbimiz. Bize eşlerimizden ve zürriyetimizden göz aydınlığı olacak kimseler ver ve bizi takva sahiplerine önder kıl» diye yalvarırlar.
75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin köşkleri yi e mükâfatlandınlacaklardır. Orada hürmet ve selâm ile karşılanacaklardır.
76- Ve orada daimi kalacaklardır. O ne güzel karargâh, o ne güzel ikâmetgâhtır!
77- (Ey Rasulüm!) De ki: «Eğer ibadetiniz olmasa Rabbim ne diye size değer versin?» (Ey inkarcılar!) Yalanladığınızdan ötürü azab yakında yakanıza yapışacaktır. [30]
(68-71) «Onlar ki Allah ile beraber...» Bu ayetlerin Tefsiri
«Allah ile diğer bir ilâhı çağırmazlar»; Allah'a ortak koşmazlar. «Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir nefsi Öldürmezler. Ancak hak ile olan müstesna», yani haktan başka herhangi bir nedenle öldürmezler. Ancak nefsin hürmetini ve ismetini ortadan kaldıran bir hak varsa o zaman Öldürürler. Meselâ evli iken zina etmek, imandan sonra yeniden kâfir olmak gibi durumlarda.
«Onlar zina etmezler», yani kendilerine haram olan bir kadınla ilişki kurmazlar. Cenab-ı Hak bu korkunç kabahatleri müs-lümanlardan uzaklaştırmak suretiyle onların düşmanı olan Ku-reyş ve diğer kâfirlerin bu sıfatlara sahip olduklarını tarizen bildirmekte, onlara işaret etmektedir. Eğer böyle olmasa onların daha önceki sıfatları kâfi olurdu. Çünkü onlar güzel muamele yapmakta, geceyi ibadetle ihya etmekte, Allah'tan fazla korkmaktadırlar. Sanki Allah tarafından şöyle denilmiştir: Onlar öyle kimselerdir ki Allah onları tertemiz kılmıştır. Sizin üzerinde bulunduğunuz ortak koşmak, haram olan nefisleri öldürmek ve zina etmek sıfatlarından Allah onları uzaklaştirmıştır.
Ayetin sonunda gelen «Esamen» kelimesi azap demektir. Öyle bir azap ki ancak Allah onu takdir eder (Bu, Katade ve İbn Zeyd'den rivayet edilmiştir). İbn'ul-Enbari, İbn Abbas'ın bu kelimeyi ceza ile tefsir ettiğini rivayet ediyor.
Ebu Müslim'e göre «Esam» günah demektir. Hasan Basri ise «Cehennem isimlerinden biridir» demiştir.
«Orada daimi kalır» cümlesindeki zamir, kat kat azaba raci-dir. Yani o kat kat azabın içinde daimi kalır. Ancak tevbe eden, iman edip salih amelde bulunanlar müstesnadır.
Bazıları «Daimi kalmaktan maksat, uzun bir zaman kalır de-mektir» demişlerdir. Yani ebedî kalış da olabilir, uzun bir zaman veya ebedî olmayan bir zaman da kalabilirler. Şirk koşanlar ebe-diyyen kalacaklardır. Diğer günahları işleyenler ise uzun bir zaman cezalarını çekip çıkacaklardır. [31]
«Allah onların seyyielerini hasenelerle değiştirir», yani dünyada seyyielerini tevbe ile siler, onun yerine taatleri yazdırır. Selefin çoğu bu kanaattedirler.
«Kim salih amelde bulunursa», yani kendisinden çıkan hataları telafi ederse veya günahların cinsinden çıkıp, onları işlemeyip taatlere girerse Cenab-ı Hak onun bu dönüşünü kabul eder, günahlarını siler ve ona sevap da verir.
Ayetin sonundaki «Metaben» kelimesi şanı yüce bir dönüş demektir. Allah katında kabul edilen bir dönüş... İşte bu dönüş günahları sildirir, sevapları yazdırır.
Veya ayetin mânâsı şöyle olur: «O, lütfü geniş, tevbe edenleri seven, onlara iyilik yapan Allah'a dönüş yapıyor.» Veya, «O, Al lah'a veya Allah katından gelen sevaba dönüş yapar.»
Bu tevillerin hangisi olursa olsun, şart ile ceza değişiktirler ve bu ayet bütün günahlardan tevbe eden bir kimsenin hâlini beyan etmektedir. Daha önceki ayet ise günahların büyüklerinden tevbe edenin halini açıklamaktaydı.
(72) «O kullar ki yalan yere şahitlik...» Bu Ayetin Tefsiri
Ayetin metnindeki «Zûr» lâfzından maksat, bâtıl ve yalandır. Onlar bâtıl şehadeti geçerli kılmazlar veya yalan meclislerinde hazır bulunmazlar. Çünkü bâtılı görmek insana ona ortak yapar. Yani yalancıların meclislerinden kaçarlar, günahkârların meclislerine varmazlar ve yaklaşmazlar.
«Zûr» kelimesinin esas mânâsı bir şeyi güzelleştirmek, kendi sıfatı olmadığı halde ona güzel bir sıfat yakıştırmaktır. Yani bâtılı terviç etmek için göz boyacılığı yapmak gibi bir şeydir.
Lağvdan maksat, atılması, terkedilmesi gereken bir fiildir. Onlar böyle bir fiille karşılaştıklarında, kâfirlerin sövgülerini dinle-diklerinde onlardan yüz çevirirler, geçip giderler. Bu tefsire binaen ayet, savaş emrini getiren ayetle neshedilmiş olur.
Bazılarına göre lağv, bütün günahlar demektir. Yani onlar bâtılla, günahlarla dolu meclislerin yanından geçtiklerinde şerefli ve süratli hareket ederek geçip giderler. Yani nefislerini böyle şeylerden uzak tutar ve bu tip meclislerden kaçarlar.
(73) «Onlar ki kendilerine Bablerinin ayetleri...»Bu Ayetin Tefsiri
Yani onlara Allah'ın ayetleriyle vaz-u nasihat edildiğinde onlar o ayetleri dinlememek için kapanmazlar, görmemek için kaçmazlar. Sadece dinlerler ve görürler. Yani onları dinlemeyecek, onlardaki vaz-u nasihati görmeyecek şekilde bir tavır almazlar. Aksine dinlerler, görürler ve dinleyici kulaklarla, gören gözlerle onlara yönelirler.
Bu ayetteki «Ayat» kelimesi Kur'an ayetleri, vaz-u nasihat ile ahkâmı kapsayan ayetler demektir.
Bazıları, «Onlar üzerindeki zamir günahlara racidir. Çünkü o günahlar daha önce geçen lâğv kelimesiyle anlaşılmışlardır» der. Bu takdirde ayetin mânâsı şöyle olur: Günahları ve onları eşele-yenlerin cezalarını kapsayan ayetleri dinlediklerinde günah işlemezler ve görmez, dinlemez gibi bir şekilde günahlara dalmazlar.
(74) «Onlar öyle kullardır ki...» Bu Ayetin Tefsiri
«Onlar hanımlarımız ve çocuklarımız cihetinden bize göz aydınlığını hibe et diyorlar.» Yani hanımlarımızı ve çocuklarımızı taate muvaffak kılmak suretiyle bize bu durumu ihsan et demek istiyorlar. Yani çocuklarına ve hanımlarına dua ederler (Nitekim bu görüş îbn Abbas, Hasan, îkrime ve Mücahid'den gelmiştir). Sadık bir mümin aile efradının ibadette kendisine katıldığını görünce gözü aydınlanır ve kalbi sevinçle dolar. Ve onların dünyada ve Ahiret'te yararlarını bekler. Kendilerinin de Ahiret'te onunla beraber olacaklarını umar.
Rivayete göre bu durum İslâm'ın başlangıcındaycu. Çünkü baba müslüman oluyor, oğlu kâfir kalıyordu. Koca müslüman oluyor, hanımı kâfir kalıyordu. Böyle müslüman olan bir insanın kalbi muzdaribti. Onların da müslüman olmaları için daima Allah'a yalvarırdı.
«îmam» kelimesinden maksat, dini merasimlerde önder olandır. Yani ilim ve tevfiki bize vermek suretiyle dini merasimlerde bizi önder kıl! Bu kelime müfred ve çoğul olarak kullanılmaktadır. Burada çoğuldur,
îmam kelimesi yerine «Eimme» kelimesi kullanılmamıştır. Çünkü imam kelimesi daha Önceki ayetlerin sonlarına daha uygun düşmektedir.
Nehai, «Bu ayette baş olma, önder olma talebi yoktur. Ancak burada dinde uyulacak bir nokta ve ilmi ile amel eden alimlerden olmak temennisi vardır» der. Bazıları «Bu ayette riyaseti talep etmenin uygun olduğuna dair delil vardır» demişlerdir.
(75-76) «İşte onlar, sabretmelerine karşılık..,»Bu Ayetlerin Tefsiri
«îşte onlar sabretmelerine karşılık «Gurfe»-ile mükâfatlandırılırlar.» Gurfeden maksat, yüce derecedir. Ayrıca yüksek bina için de bu kelime kullanılabilir. îbn Abbas «Gurfeden maksat, elmas, inci ve yakuttan yapılan evler demektir» demiştir.
«Onlar tahiyye ve selâmla karşılaşırlar», yani melekler onlara selâm verirler, uzun hayat ve afetlerden sağlam kalmaları için onlara dua ederler. Veya «Onların bir kısmı diğerlerine dua ederler.» Duadan maksat, burada ikramdır, sevindirmektir, ünsiyet peydah etmektir. Aks'i takdirde zaten cennet hayatı onlar için tahakkuk etmiştir. Onlar zaten orada bakîdirler ve bütün afetlerden salim bulunmaktadırlar ve orada hiçbir şekilde dua diye bir şey olamaz. [32]
«Onlar orada ölmezler, oradan çıkmazlar ve çıkarılmazlar.»
(77) «(Ey Rasûlüm!» De ki...»
Buradaki hitap Hz. Muhammed'edir.: «Ey Rasûlüm Muhammedi İnsanlara açıkla; o kıymetli nimetleri ancak sayılan güzelliklerden ötürü elde etmişlerdir. Eğer bu güzel ahlâk ve ibadetleri olmasaydı asla onlara önem verilmezdi.»
Ayetteki «Dua» ibadet demektir: «Eğer ibadetiniz olmasaydı. Rabbim size zerre kadar kıymet vermezdi.» Zira Cenab-ı Hak insanları ve cinleri kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır. Evet, insan ancak Allah'ın marifeti ve taati için yaratılmıştır. Aksi takdirde insanla diğer canlılar arasında hiçbir fark olmaz.
«Siz yalanladınız» hitabı, insanların kâfir olanlannadır ve onların halini açıklamaktadır. Yani, «Sis kullarıma ancak ibadetlerinden ötürü b'nem veriyorum» hükmünü açıkladıktan sonra «Siz bu hükme muhalefet ettiniz ve kurtuluşa erenlerin yaptıkları gibi ibadet etmediniz.» İşte bundan ötürü cehennemin müdavimleri olacaksınız. Bazı müfessirlere göre buradaki hitap Kureyş kâfir-lerinedir. Bazılarına göre ayetin mânâsı şudur: Eğer siz Allah'la beraber başka mabudlar çağırmasaydınız Allah sizi affeder ve affedilmeniz için de sizden herhangi bir şey istemezdi. Veya sizin şirk koşmanız olmasaydı Allah sizi azaba duçar etmezdi. Tıpkı «Eğer siz şükreder, iman ederseniz Allah sizin azabınızı ne yapacaktır?» ayetinde olduğu gibi.
Yalanlamanın cezası (veya etkisi) sizin yakanızı bırakmaz. Daima sizi kapsar, sizi ta cehenneme götürünceye kadar devam eder.
Bazılarına göre «Yekunu» fiilindeki zamir azaba racidir. Yani o azap yakanızı bırakmaz demektir. İbn Mes'ud, «Bu ayrılmaz azaptan maksat, Bedr günündeki öldürülmeleridir» diyor. [33]
— FURKAN SURESİ'NİN SONU —
[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/221-
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/223.
[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/224-225.
[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/227.
[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/228-229.
[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/230-232.
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/234.
[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/235-236.
[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/236-237.
[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/238-239.
[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/239-241.
[12] Sıddık Hasan Han, Feth'ul-Beyan, cilt:. 6, sh: 428 vd
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan Yayınları: 12/242-243.
[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/245.
[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/246-247.
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/247-249.
[16] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/249-251.
[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/251-255.
[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/257.
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/258-266.
[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/268.
[21] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/269-275.
[22] Beyzavi, Mecma'ut-Tefasir, cilt: 4, sh: 450
[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/276-278.
[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/280.
[25] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/281.
[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/281-283.
[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/283-284.
[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/284-285.
[29] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/285-288.
[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/290.
[31] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/291-292.
[32] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/292-296.
[33] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları:
12/296-297.