Varlık Alanında Allah'tan Başka Gerçek Mabut Yoktur
Kafirlerin Kur'an Ve Peygamber'e İlişkin Şüpheleri
Kafirlerin Reddelişi Ve Kıyamet Günündeki Hallerinin Açıklanması
Kafirlerin Bazı Kötülükleri Ve Bunun Akıbeti
Kıyamet Gününden Bazı Sahneler
Kafirlerin Kötülüklerinden Örnekler
Peygamberlerini Yalanlayan Bazı Ümmetlerin Kıssaları
Kafirlerin Çirkin Amellerinden Örnekler
Allah'ın Varlığına Ve Üzerimizdeki Nimetlerine İşaret Eden Bazı Kevnî
Ayetler
Yüce Allah'ın Peygamber (S.A.V.)'E Yönelttiği Direktifler
Mü'minlerin Sıfatlarından Bazıları
Mü'minlerin Sıfatlarını Anlatmaya Devam
Mekkidir. 77 ayettir. Bazı kimseler 68, 69 ve 70. ayetleri
dışında, sûrenin diğer kısmının Mekki olduğunu
söylemişlerdir. Cenab-ı Allah bu sûrede, katıksız tevhid inancından, Kur'an-ı
Kerim'den, peygamberlik mes'elelerinden, kıyametin
hallerinden bahsetmiş, sûrenin sonunu da mü'minlerin
vasıflan İle getirmiştir. Nitekim sûrenin açılışım da kainatı meydana getiren
sanatkarın varlığını isbatlamak, onu genel ve temel
sıfatları ile nitelemek, noksanlıklardan ve imkansızlıklardan münezzeh olmakla
tavsif ederek yapmıştır. Bu arada mü'minlerle
kafirlerin amellerinden ve bu amellerin sonucundan söz etmiştir. Geçmiş
ümmetlerin başına gelen felaketlerle musibetleri anlatarak ta kafirleri tehdid etmiştir.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1-2- Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan,
çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, herşeyi
yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen ve dünyaları uyarmak üzere kulu Muhammed'e,
hakkı batıldan ayır-deden Kur'an'ı
indiren Allah, yücelerin yücesidir.
3- Kafirler, O'nu bırakıp, birşey
yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan. Kendilerine ne zarar ve ne de
fayda verebilen ; öldürmeye, dirilteni eye ve
ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler. [2]
Bereket, hayınn çokluğu ve bolluğu demektir.
Kur'an-ı Kerim.Öldükten sonra hesap için ölülerin yeniden
canlandırılması. [3]
Bereket sadece Allah'a
aittir. Övgü O'na mahsustur. O'nun hayrı ve nimeti bollaşıp çoğalmıştır. Siz
Allah'ın nimetlerini1 saymaya kalksanız sayamazsınız. O, zat nitelikleri ile
fiilleri bakımından her varlıktan üstün ve yücedir. Bütün Övgüler, yüce
Allah'ındır. Neden olmasın ki? O Allah ki, alemlere uyarıcı olsun diye kuluna
(Muhammed'e) Furkân'i indirdi. Hakkı ile batılı
birbirinden ayıran Kur'an-ı
indirdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim; doğru ile yanlışı,
helal İle haramı, dünyanın nimetlendiği medeniyeti
ile başıboşluk ve cahili-yeti birbirinden ayırt eden hak terazidir.
Ayet-i kerimede
Peygamber efendimiz, Kur'an-ı Kerim'in nüzulü kendisine
nisbet edilirken kui
olmakla nitelendirilmiştir. Bu nitelik onu yüceltmekte ve şanını yükseltmektedir
ki, herşey yerli yerine koyulmuş olsun. Müslüman
şahıs ta, hak'kın nuruna ve doğru yola ulaşsın.
Peygamber efendimizi kulluk makamından çıkarıp tahıristiyanlann
Hz. İsa'ya yaptıkları gibi O'nu tanrılık mertebesine
çıkarmasın. Bakınız, şu aşağıda aktaracağımız Kur'an-ı
Ke-rim ayetlerinde de
Peygamber (s.a.v.) efendimizin Allah'ın kulu olarak nitelendirilmiştir:
"Eksiklikten uzak olan O (Allah) ki, geceleyin kulunu Mescid-i
Haram'dan Mescid-i Aksa'ya
yürüttü"[4]. "O Allah'a hamdoisun ki, kuluna kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik
koymadı. Onu dosdoğru olarak (indirdi)"[5] Kaldı
ki Peygamber (s.a.v.) efendimizin kulluk ile vasıflandınlması
onun için bir ikram ve şereflendirmedir. Cenab-ı
Allah, hak ile batıl arasında ayırım yapacak olan Kur'an-ı
kulu Muhammed'e indirdi. O Furkân (Kur'an)
peyderpey, olaylara
göre Peygamber efendimize nazil olurdu. Böylece Kur'-an'ın ezberlenmesi,
anlaşılması ve mü'minlerin kalbinde yer tutması daha
kolay oluyordu. "O'nu bir Kur'an (Okunacak bir
kitap) olarak (ayet ayet) ayırdık
ki insanlara dura dura okuyasın ve Onu (insanların
ihtiyaçlarına göre) parça parça İndirdik"[6].
Cenab-ı Hak; her zaman ve mekanda insanlar ve cinler
âlemine, dilediği kullarını hidayete erdirmek için bir uyarıcı ve parlak bir
ışık olarak Kur'an-ı Hz.
Peygambere gönderdi. Kur'an-ı Kerim'i indiren,
göklerle yerin yönetimine sahip Cenab-ı Hak'tır. Cenab-ı Allah kendi nefsini, Kur'an'ı
indiren, göklerle yerin yönetimine sahip olan, çocuk edinmeyen, mülkte ve
yönetimde ortağı olmayan, herşeyi yaratıp bir Ölçü
ile takdir eden bir zat olarak vasıflandir-mıştır. Bu vasıflar; yüceliğe, ululuğa, ibadet ve takdisi
hak etmeye delalet eden vasıflardır.
a- Göklerin ve yerin, mülkiyet ve yönetimi O'na aittir.
Böyle olunca O'ndan başkasına ibadet edilir mi hiç?
b- Çocuk edinmemiştir. Çünkü O, herşeyin
sahibi ve malikidir. Malikiyet ve sahibıyet ise çocuk
edinmeye aykırıdır. O hiçbir hususta çocuğa muhtaç değildir. Yaratıklarından
hiçbirine, hiçbir hususta benzemez. O sadece ibadeti tek başına hak eden bir
zattır. O'ndan başkasının mabûd olması, mülkiyet ve
yönetimde O'nun yerine geçmesi düşünülemez ve
imkansızdır.
Bu sözlerle, Allah'ın
çocuk edindiğini, iddia eden insanların iddiaları reddedilmektedir.
c- Mülkiyet ve yönetimde O'nun ortağı yoktur. Çünkü
mülkiyet sadece O'na aittir. Tanrılıkta o bir basınadır. O emir sahibidir. Kul
bunları öğrendikten sonra diğer bütün varlıklardan ümidini keser. Ve şayet
varsa onlardan yana korkusu da sona erer. Sadece kutlu ve yüce olan hak ile
meşgul olur.
Bu sözlerle, Allah'ın
ortağı olduğunu iddia eden kimselerin İddiaları red-dilmektedir.
d- Cenab-ı Allah herşeyi yarattı ve ona bir ölçü takdir etti. Evet Cenab-ı Allah herşeyi takdir
ederek, ahkâma uygun olarak yarattı. Onu yaratılış amacına uygun olarak
hazırlayıp takdir etti. "Rabbimİz, herşeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip, sonra
onu doğru yola İleten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten) dir."[7]
Ey kardeşim! Şu
kainata ve kainattaki acaipliklere baktığın zaman gözün
bu acaipliklerin sırlarını kavramaktan aciz kalır. Ve
sen bu durumda kainatın sağlam bir takdire ve mükemmel bir nizama bağlı
olduğunu anlarsın. İçindeki her ünitenin kendi görevini en mükemmel bir şekilde
ifâ eden düzenli bir makinaya benzediğini anlarsın.
Örneğin insanı ve onun yaptığı işleri göz önüne al. Bu İnsanın kendinden
istenen yüce görevi en güzel tarzda yerine getirebilecek şekil ve kıvamda
yaratıldığını anlasın. Şu uzun boyunlu deveye ve kısa boyunlu ata bak. Suda
yüzen hayvana bak. Bütün bunlar insanın hayretini celbeden bir takdir ve düzen
içerisinde yaratılmışlar ki, kendilerinden istenilen görevi mükemmel bir
şekilde ifâ etsinler ve sudaki hayvanda yüzme imkanım elde edebilsin. Şu
civcivin ayaklarına ve ayaklanndaki tırnaklara bak.
Bu tırnaklan sayesinde toprağı eşeleyip rızkını aramaktadır. Şu kaz ve ördeğe
ve ayaklarına bak. Ayaklan suda yüzmelerine yardımcı olacak bir şekil ve tarzda
yaratılmıştır. Buna daha birçok örnek göstermek mümkündür. Böylece senin
Rabbinin herşeyi bildiğini, her şeyden haberdar
olduğunu, her şeyi yaratıp belli bir ölçüye ve takdire tabi kıldığını isbatlamış olduk. Siz hâlâ O'-ndan
başkasına mı tapacaksınız ve O'nu bırakıp başka şeylere mi yöneleceksiniz?!
Bütün bunlara rağmen Allah'a
ortak koşan müşrikler O'nu bırakıp başka varlıkları tanrı edindiler.1 Yüce
Allah'ı bırakıp güçsüz ve hiçbir şeyi yapamayan, Allah'ın yaptıkları işin
hiçbirine muktedir olamayan, hatta insanların bile yaptıkları işlere güçleri
yetmeyen, ne bir iş yapabilen, ne bir şey yaratabilen, bilakis kendileri
yaratılmış olan varlıklara ilah diye bağlandılar. Kendi elinizle yontup
şekillendirdiğiniz, hiçbir şeyi hissedemeyen, hiçbir şeyi d uyamayan ve hiçbir
şeyi konuşamayan şeyleri tanrı diye kabul edip Allah'ı bir tarafa bırakarak,
onlara tapmanız gerçekten de tuhaf bir durumdur! Bu tanrılarınız kendi
nefislerine ne bir fayda, ne de bir zarar verebilirler. Hele başkalarına hiç
mi hiç fayda veya zarar veremezler. Başkalarım öldürme ve yaşatma gücüne sahip
değildirler. Öldükten sonra insanları kabirlerinden çıkarıp diriltme gücüne da
sahip değildirler. İşte bu kadar aciz olan varlıkları Allah'tan başka ilahlar
olarak kabul etmek akla mantığa sığar mı? Oysa ki Cenab-ı
Allah, hak ile batılı ayırdeden bir ölçü olarak Kur'an-ı Kerim'i Peygamber (s.a.v.)'e indirmiştir.
Göklerin ve yerin mülkü ve yönetimi O'na aittir. O'nun çocuğu ve de ortağı
yoktur. O herşeyi yarattı ve bir ölçüye bağladı. [8]
4- İnkar edenler: "Bu Kur'an
Muhammed'in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir" diyerek
haksız ve asılsız bir söz uydurdular.
5- "Kur'an, öncekilerin
masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah akşam kendisine okunmaktadır"
dediler.
6- Ey Muhammedi De ki: "Onu, göklerin ve yerin
sırrını bilen indirmiştir. Şühesiz O, bağışlayandır,
merhamet edendir."
7-8- Şöyle dediler: "bu ne biçim peygamber ki yemek
yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir.melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, veya
besleneceği bir bahçe olsaydı ya!" Bu zalimler,
İnananlara: "Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz" dediler.
9- Ey Muhammedi Sana nasıl misaller getirdiklerine bir
bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar. [9]
Doğruluktan uzak
yalan. Onu uydurdu.Haksızlık ve zalimlik ederek..
Batıl söz, hak'tan
uzak söz. Büyülendi ve aklını yitirdi. [10]
İşte kafirlerin
peygamber efendimize dair boş ve asılsız şüpheleri. Kur'an-ı
Kerim yukardaki âyetlerde onların bu şüphelerini
kesin bir ifade ile reddederek insanlara doğru yolu ve hakikati gösteriyor.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah,Kur'an-ı Kerim'i indirdi. O
Kur'-an'da hiç şüphe yoktur. Beİegat ve beyan
konusunda müteşabih ayetleri vardır. Hüccetler ve
burhanlar konusunda muhkem ve sağlam ayetleri vardır. O Kur'an'ın
ayetleri okunduğu zaman, Rablerinden korkan kimselerin kalpleri ürperir sonra
Allah'ın zikri dolayısıyla da yumuşar. İşte bu Kur'an
Allah'ın kitabidir."
Mü'minferin Kur'an'a karşı tutumları
İşte bundan ibarettir. Ama kalplerine Allah tarafından mühür vurulmuş,
kulakları damgalanmış, gözlerine perde çekilmiş, hakkı göremez olmuş kimselere
gelince bunlar derler ki: Bu Kur'an; yalandan,
iftiradan, hak'tan uzak sözlerden başka birşey
değildir. Bunu Muhammed kendi yanından uydurmuştur. Uydururken de başkaları;
yahu-dilerin bir kısmı, Ben-i Hadreminin kölesi Ebu Fukeyhe, Huveytin
bin Abdu'l-Uzza'nm kölesi Addas, Âmir bin Hudremi'nin
kölesi Yesar gibi, sonradan müslüman
olan bazı ehl-i kitap kendisine yardımcı olmuştur.
Cenab-ı Aİlah o kafirlerin bu boş
şüphelerini şu kavli ile reddetmiştir: "Muhakkak bir haksızlığa ve
iftiraya vardılar".
Evet çok çirkin birşey söylediler. Boylarını aşan bir iddiaya kalkıştılar. Cenab-ı Allah'da Peygamber
efendimizin lisanı ile onlara karşı Kur'ari-ı göstererek
apaçık bir şekilde meydan okudu. Ve Kur'an'ın bir
benzerini getirmelerini istedi. Kendi ortaklarından yardımcıları olan
insanlarla cinlerden yardım alarak Kur'an'ın bir
benzerini ortaya koymalarım istedi. Şayet Muhammed bu Kur'an'ı
kendi yanında uydurmuş; ve bunu Allah'a nisbet etmiş,
bu 'hususta başka bir kavimden yardım'almışsa ey
müşrikler, size ne olmuş ki siz de Kur'an'ın bir
benzerini getirmek için çalışırken onlardan ve ya
diğer kavimlerden yardım almıyorsunuz? Yardım alın ki bu Kur'an'ın
bir benzerini getirebilesiniz. Ama getiremezsiniz. Sizler edebiyat, fesahat ve
beyan sahibi olduğunuz halde yine bunun altından kalkamayacaksınız. Evet Kur'an'ın bir benzerini getiremezsiniz —ki getiremezsiniz—
bilin ki sizler 'Muhammed bu Kur'an'ı kendi yanından
uydurdu' demekle bir yalan ve iftirayı ortaya atmış oluyorsunuz. Asılsız ve
dayanıksız sözler sarfetmiş oluyorsunuz. Sizin bu şekilde
konuşmanız bir haksızlıktır. Çünkü Muhammed Allah'ın yanından gelen bir kitabı
uydurmuş değildir. Sizin bu iddialarınızdan uzaktır. Yalan Söylediğinizden dolayı,
batıl iddiada bulunduğunuzdan ötürü günahkar oldunuz.
Ey okuyucu kardeşim, o
kafirlerle müşriklerin Kur'an ve Muhammed hakkındaki
ikinci şüphelerine gelince onlar demişler ki: "Evvelkilerin masalları,
onları yazdırmış, sabah akşam onlar kendisine okunuyor". Ey Rab-bim! Bunlar ne boş kuşkulara yakalanmışlar! Ayetleri sağlamlaştınlan bu Kur'an mı
önceki milletlerin masalları ve uydurmaları oluyor?! Bu Kur'an-ı
Kerim'i Muhammed (s.a.v.)'in yazdığını, yani yazılmasını emrettiğini iddia
ediyorlar. Zİra Peygamber efendimiz okur-yazar
olmayan ümmi bir kimse idi. Kur'an-ı Kerim'in
ayetlerini ezberlemesi için sabah akşam kendisine okunduğunu söylüyorlar.
Ayrıca sabahleyin kendisine okunan ayetleri akşamleyin, akşamleyin kerfdisine okunan ayetleri de sabahleyin başkalarına
aktardığını ve telkin ettiğini iddia ediyorlar. Cenab-ı
Allah onların bütün bu iddialarını şu kavli ile reddediyor: Ey Muhammed de ki:
O Kur'an-ı, göklerde ve yerde gizli olanı, gizlinin
gizlisini de bilen, görünen ve görünmeyen alemlerden haberi olan Rabbimiz kendi
Peygamberlerine bildirmiştir. Muhammed kendisi uydurduğu halde Kur'an-ı Allah indirmiştir, desin de Allah o.nu öylece serbest bıraksın! Bunu akıl ve mantık kabul eder
mi? "Eğer o, bazı laflar uydurup bize iftira elseydi,
elbette ondan sağ elini (gücünü, kuvvetini.alırdık, sonra can damarını
keserdik"[11].
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah böyle bir Kur'an'm İfadelerini
dizmeye elbetteki muktedirdir, onu icad etmeye gücü
yeter. "(Bu), bir kitapdır ki, hikmet sahibi, herşeyden haberi olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış
sonra da güzelce açıklanmıştır"[12].
Bununla beraber Cenab-ı Allah, küfür ve inattan
dönüp kendisine yönelen ve tövbe eden kullarını bağışlar, onları esirger.
Şunlara bak...
Peygamber efendimiz hakkında bazı sıfatları ortaya atıyor ve bu sıfatların
peygamberliğe aykırı olduğunu iddia ediyorlar. Oysa bu boş şüpheler eğer birşey ifade ediyorsa o da, bu iddialarda bulunan kimselerin
akıllarının kıtlığı ve görüşlerinin bozukluğundan kaynaklanmaktadır. Onlar her
bakımdan kendilerini hükmü altına alan bir maddeciliğin zebûnu olmuşlar. Herşeyi maddi gözle görüyorlar. Bu da onlara yollarını
şaşırttırmış, onları dosdoğru yolu görmez hale getirmiştir. Nedir bu şüpheleri:
1- Peygamber yemek yiyormuş !
2- Çarşılarda dolaşiyormuş!
3- Kendisini destekleyecek bir melek gökten inip te beraberinde dolaşmıyormuş !
4- İnsanlara harcaması için gökten kendisine bir hazine
atılmıyormuş!
5- Bahçeleri ve bostanları yokmuş ki, onlardan
yararlansın.
"Onlar bir
insanın peygamber olmasının mümkün olamayacağını zannetmişler. Yemek yiyen,
çarşıda pazarda dolaşan, kendi hanımları ile cinse! temasta bulanan bir kimse
nasıl Peygamber olur?! Onlar Peygamberin sadece Allah tarafından kendisine
vahiy gönderilen bir İnsandan başkası olmadığını bilmiyorlardı. "Deki:
"Bende sizin gibi bir insanım. Bana vahyolunuyor"[13].
Şayet şaşılacak bir durum varsa onların şu durumlarına şaşmak gerek: Bir
Peygamberin insan olmasını kabul edemiyorlar ama,duymayan, görmeyen taşlara
ibadet ediyorlar. Bir insanın Peygamber olması onlara göre mümkün olmuyor da,
cansız varlıkların, taşların tanrı olması mı mümkün oluyor?! Bu ne biçim
mantık!
Onların şu isteklerine
bak. Güya gökten bir melek inmelİymiş de insanlara
yaptığı davette peygambere yardımcı ve destek olmalıymış. İşte Hz. Mu-hammed'in, Allah katından
getirdiğini iddia ettiği sözlerin gerçek olduğuna delalet eden kalıcı ve ebedi
mucize olan Kur'an onlara yetmiyor mu? Kur'an Peygamber efendimizin gerçek Peygamber olduğunu te'yid ediyor. Ve onu inkarcılara karşı savunuyor. Kendi
zenginliklerinin ve reislerinin olduğu gibi Mu-hammed'in
bir hazinesinin olmamasına gelince Cenab-ı Allah
Peygamberliğini nereye bırakacağını ye kimi Peygamber kılacağını herkesten
daha iyi bilir. Peygamber, zenginlerin ve servet sahiplerinin vekili ve naibi
değildir. Ancak Allah'ın insanlara gönderdiği bir elçisidir. İnsanları doğru
yola iletir ve hayra yöneltir. Dünya ve ahiret
mutluluğuna çağırır. Kendisinde bu gibi, sıfatlar bulanan kimse Peygamberdir.
Zalim müşrikler dediier ki: Siz aklını yitirmiş,
fikrini darmadağın etmiş büyülü bir adama tabii oluyorsunuz. Ey Mu-hammed! Bak sana ne gibi misaller vermişler, ve sana bu
sıfatları yakıştırmışlar: Yalancı, sihirbaz, deli, sokaklarda yürüyen, yemek
yiyen bir adam demişler. Bütün bunları sana musibet ulaştırmak ve insanları
senden nefret ettirmek için söylemişlerdi... "Allah'ın nurunu ağızlarıyla
söndürmek istiyorlar. Halbuki, kafirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu
tamamlamak ister"[14]. Şu
kafirlere bakın. Dosdoğru yolu şaşırmışlar. Çünkü onların dil uzatmaları, senin
izhar ettiğin mucizelerine veya davranışlarına veya ahlâkı-nadir. Yoksa
bahsettikleri şeyFere değildir. Onlar Allah'ın nurunu
söndürmeye yol bulamayacaklardır. Allah'ın Resulünü desteklemesine engel olamayacaklardır. [15]
10- Dilerse sana, bunlardan daha iyi olan, içlerinden
ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah yücelerin
yücesidir.
11- Zaten onlar, kıyamet saatini de yalanladılar. O
saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırlanmışızdır.
12- Bu ateş, onlara uzak bir yerden gözükünce, onun
kaynamasını ve uğultusunu işitirler.
13- Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden
atıldıkları zaman, orada, yok olup gitmeyi isterler.
14- 'Bir kere yok
olmayı değil, birçok defa yok olmayı isteyin'' denir.
15- De ki: "Bu mu iyidir, yoksa Allah'a karşı
gelmekten sakınanlara mükafat ye gidilecek yer olarak söz verilen ebedi cennet
mi daha iyidir?"
16- Temelli kalacakları cennette diledikleri, şeyleri
bulurlar. Bu, Rab-binin,yerine getirilmesi İstenen bir vâ'didir.[16]
"Kasır"
kelimesi, lügatte hapsetmek manasına gelir. Köşke, kasır adı verilirdi. Çünkü
onda, başkalarının elinin uzatılması imkansız ve korunmuş durumdaki eşyalar
vardır. Düşmanlar oraya ellerini uzatamazlar. Araplar taştan yapılan, türü ne
olursa olsun her türlü eve "kasır" adı vermişlerdir. Yünden veya
kıldan yapılan çadırlara ve evlere ise "beyt"
(ev) adını vermişlerdir. Alevi şiddetli ateş. Şiddetli öfke. Hıçkırığın
tersine insanın içinden çıkan nefes.Zincirlerle bağlanmış, elleri boyunlarına
götürülmüş. HeIak. [17]
Allah'tır ki, gökleri
yükseltmiş, yeri yaymıştır. İnsanı yaratmış ve ona şekil vermiştir, ö, hayır ve
bereketlerin sahibidir. O'nun hayrı mübarek, nimeti fazladır. Dilerse
sevgilisi Mustafa'ya, sizin istediğiniz hazine ve bahçeden daha hayırlı şeyler
verir. Sizin talep ettiğiniz cennete karşılık öyle bir cennet verir ki,
ağaçlarının altından ırmaklar akar. Yine öyle köşkler ihsan eder ki, o köşkler
dünyadakilerden çok daha görkemlidir. Çünkü o, yetki ve emir sahibidir. Bir
şeye ol deyince o şey hemen oluverir.
Cenab-ı Allah, bu ifadelerle o kafirleri reddediyor. Zira
onlar demişlerdi ki; "Yahut kendisine (gökten) bir hazine atılmalı, yahut
kendisinin bir bah-çesi
olmalı da ondan (hiç zahmet ve meşakket çekmeden)
yemeli değil mi?" Ama eksikliklerden münezzeh yüce Allah, Peygamberinin;
kanaatle, kendine yetecek bir azıkla ve iman gücüyle, sabır çokluğuyla yaşamasını
dilemişti ki, dünyası ile meşgul olup, dinini unutmasın. Bundan başka türlüsü
düşünülebilir mi idi? Cenab-ı Allah, Peygamberini
dünyadaki en büyük risalet yükünü omuzlanması için
hazırlıyordu. Bu liderlik ve risalet ise, dünya ile
dünyanın geçici süsleri ile taban tabana zıt şeylerdir.
Süfyan'm Habib bin Said'den, Onun da Hayseme'den
rivayet ettiğine göre Peygamber efendimize şöyle denilmiş: "Dilersen sana
dünyanın hazinelerini ve anahtarlarını verelim. Ama bunlar senden önce hiç
kimseye verilmemiştir. Senden sonra hiç kimseye de verilmeyecektir. Bunları
sana verdiğimiz takdirde ahiretteki şanından da
hiçbir şey eksilecek değildir. Ama yine dilersen bunları sana topluca ahirette veririz"
Peygamber efendimiz bu
öneri karşısında şöyle demiş: "bunlar bana topluca ahirette
verilsin." işte bunun üzerine Cenab-ı Allah,
yukarıdaki ayet-i kerimeyi indirmiştir. Başka bir rivayete göre ise Peygamber
efendimiz, kendisine bu öneride bulunulduğu zaman şöyle demiş: "Ey Rıdvan
benim bunlara ihtiyacım yok. Fakirlik bana bundan daha sevimlidir. Sabreden ve
şükreden bir kul olmak benim için daha hoştur". Bu ifadelerden
anlaşıldığına göre cennetlerle, köşkler ve bahçeler Peygamber efendimize ahirette verilecektir.
"Bilakis
(kıyamet) saati(ni) da yalanladılar." Bu İfade
ile o kafirlerin şüpheleri bir tarafa atılıyor ve bu bahanelerin asılsız sözler
olduğu açıklanıyor. Şayet o isteklerine olumlu cevap verilseydi büe yine de iman etmezlerdi. Bunun sebebi; sadece kıyamet
saatini yalanlamış ve gayba, ahiret
hayatına iman etmiş olmamalarıdır. Bu durumda oian
kimse düşünüp araştırmaz. Peygambere iman edemez. Çünkü onda buna kaabiliyet yoktur. İşte bu gibi kimseler için Cenab-ı Allah alevi şiddetli bir ateş hazırlamıştır.
Cenab-i Allah onlar İçin hazırlanmış olan alevli ateşi şu
sıfatlarla nitelemiştir:
1- "(Bu ateş) onları uzak bîr yerden görünce onlar
bunun (kendilerine karşı) öfkesini ve uğultusunu işitirler". Bu da tıpkı
mülk süresindeki şu ayet-i kerimeye benziyor: "Oraya atıldıkları zaman
onun öfkeli homurtusunu işiterler,. kaynıyor, az daha
öfkeden çatlayacak", İşte bu, genel ifadelerle cehennem ateşinin ve
alevinin şiddetini niteliyor.
2- "Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı olarak
onun dar bir yerine atıldıkları zaman orada ölümü çağırırlar. (Yetiş ey ölüm,
neredesin, gel bizi bu azaptan kurtar! derler". Kafirlerin cehennem ateşi
içindeki durumları tasvir edildikten sonra şimdi de bu ayet-i kerime ile
onların cehennem ateşi içindeki durumları dile getiriliyor. Abdullah bin
Ömer'in şöyle dediği rivayet edilir: "Mızrağın alt demirinin darlığı gibi
cehennem ateşi, kafirleri dar yerlerden geçirip sıkıştırır, Cennete gelince
onun genişliği göklerle yerin genişliği kadardır.?. Şüphesiz sıkıştırıp tazyik
etme insanın canına eziyet verir. Bununla beraber o kafirler zincirlerle
bukağılar içersinde bağlıdırlar. Yüzleri üstüne cehenneme sürüklenirler. Bu
şekilde oraya atıldıklarında: Ey ölüm gel, bizi bu cehennem azabından kurtar,
diye feryat ederler. Onlara denilir ki; bu gün bir ölümü değil bir çok Ölümü
çağırın. Zira içine düştüğiinüzbu azaptan kurtulmanız
için bir ölüm değil, birçok ölüm gereklidir." Şundan ki, azap türlü türlü ve çeşit çeşittir. Herbirİnden
kurtulmak için birer defa ölmeniz gerekir. Ya da
cehennem ateşinden o kafirlerin derileri pişip olgunlaştığında Cenab-ı Allah o derilerini alır yerine yeni deriler verir.
Yine yanıp eski hale gelir. Şu halde onların ölüp kurtulmalarının imkanı
yoktur. Ve bu azaplarının da nihayeti yoktur.
İşte yukarıda
görüldüğü gibi cehennem ateşi tasvir edilirken ciğerleri paralanıp kalpleri
koparcasına, kafirlere lıasrcl ve pişmanlık
verircesine tasvir edildi. Bundan sonra da Cenab-ı
Allah Peygamberine, kafirlere karşı şöyle demesini emir buyurdu: Ey Muhammed!
Onlara de ki: Şu içinde bulunduğunuz cehennem mi, yoksa ebedi cennet mi daha hayırlıdir? Ateşte hangi hayır vardır?!
Bu sorularla kafirlere
karşı müstehzİyane bir ifade kullanılmakta,onların
dünyada iken Peygambere karşı uyguladıkları sapık metod
aynı ile onlara karşı uygulanmaktadır. Çünkü onlar dünyada diyorlar ki;
cehennemde bizim İçin hayır vardır. Böyle diyerek cenneti elde etmek ve cennet
sevabına nail olmak için hiçbir çaba içine girmediler. O cennet, içine girip
yararlanmaları için Allah'ın azabından korunan kimselere va'dolunmuştur.
Cennet, onlar için bir mükafat ve kalış yeridir. O ne güzel bir mükafat ve ne
güzel duraktır. Onlar için orada diledikleri, nefislerinin arzuladığı,
gözlerinin hoş görüp . lezzetlendiği şeyler vardır.Orada temelli kalacaklardır.
Allah'ın hoşnutluğu bütün bunlardan daha büyük ve önemlidir. Bütün bunlar Cenab-ı Allah'ın kendi nefsi üzerine borç olarak yazdığı
şeylerdir. Bunlarla, inanmış kullarına lütufta bulunacaktır. İnsanlar ondan
dilekte bulunarak şöyle demişlerdir: "Rabbimiz bize,' elçilerine va'dettiğini ver"[18].
"Rabbimİz, bize dünyada da güzellik ver, ahirettede güzellik ver, bizi ateş azabından koru!". [19]
17- O gün Rabbin onları ve Allah'ı bırakıp da taptıkları
şeyleri toplar ve: "bu kullanım siz mi saptırdınız, yoksa kendi
kendilerine mi yoldan saptılar?" der.
18- Onlar: "Haşa, Seni bırakıp başka dostlar
edinmek bize.yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de
sonunda Seni anmayı unuttular ve helaki hak eden bir millet oldular"
derler.
19- "Söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar,
artık kendinizden azabı çeviremez, yardım da göremezsiniz. Zulmedenlerinize
büyük bir azab taddi-racağız." denir.
20- Ey Muhammedi Senden önee
gönderdiğimiz bütün Peygamberler de, şüphesiz yemek yerler, sokaklarda
gezerlerdi. Ey insanlar! Sabreder misiniz diye sizi birbİrînizlc
sınarız. Rabbin her şeyi görür. [20]
İşte bu, kıyamet
sahnelerinden bir sahnedir. Bu sahnede tanrı diye peşlerinden gidilenler tanrı
olmadıklarını açıkça söylüyorlar. Ve kendilerine tabi olanlardan ilişkilerini
kesiyor, tapılanlar tapanlardan ilgilerini koparıyor, bilakis söyledikleri
sözleri yalanlıyorlar. İşte bu ifadelerle hak ve iman sahipleri doğrulanıyor,
destekleniyorlar. Aldatılmışların, putlara bel bağlayanların ve Rahman'ı
bırakıp onlara kulluk edenlerin perdeleri aralanıyor. Kıyamet gününde Rabb'in onları ve Allah'tan başka taptıkları tanrıları
kendi huzurunda toplayıp onlara takrir ve tesbİt
yoluyla, dünyada yaptıkları işleri itiraf etmeleri için şu soruyu sorar ve
böylelikle gerçek ortaya çıkıp sabah aydınlığı gibi belirir: Size tapan bu
kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar mı yollarını sapıttılar? Bu soru
edebiyat bilginlerinin bildikleri gibi takrir sorusudur. Yani muhatabı bildiği
şeyi ikrar etmeye yöneltir. Bunun bir benzeri de Ccnab-ı
Allah'ın, Meryem-oğlu İsa'ya söylediği şu sözdür: "Ey Meryem oğlu İsal Sen
mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı edinin dedin?"İnsanların,
dünyada Allah'ı bırakıp ta tapmış oldukları meleklerin, cinlerin, İsa ve Üzeyr gibi insanların ve aynı şekilde putların lisan-ı hal
veya makal İle Cenab-ı
Allah'a verecekleri cevap şu olacaktır: Ey Rabbimiz! Seni noksanlıklardan
tenzih ve takdis ederiz! Sana muhtaç olan ve senden yardım dileyip, sana ibadet
eden biz kullarının, senden başkalarını tanrı edinmesi mümkün değilken şu insanlara
ne olmuşla-bizleri senin yerine tanrı olarak kabul etmişler?!
Bazı kimseleryukardakİ ayetin şu anlama geldiğini ifade
etmişlerdir: Ey Rabbimiz! Senden başkalarını dost olarak almamız doğru ve sahih
olmaz. Başkalarını seni bırakıp ta bizi dost edinmeleri için nasıl teşvik
ederiz? Ey Rabbimiz! Sen yücesin. Bunların ortaya attıkları büyük bir
iftiradan başka bir şey değildir. Ama ey Rabbimiz! Bunun sebebi şudur: Sen herşeyi bilensin. Sen onları ve atalarını nimetlerinle
yaşattın. Öyle ki, onlara bahşettiğin nimetler onları sımamı. Gururlan onları
doğru yoldan saptırdı. Nihayet Peygamberlerine indirmiş olduğun zikrini've kitaplarını unuttular. Kendilerinde hayır
kalmayan heiak olmuş bir kavim haline geldiler. (Öyle
görülüyor ki bu sözleri söyleyenler meleklerdir). İşte siz ey kafirler!
Görüyorsunuz ki, bu dünyada sizi Allah'a yaklaştıracaklar diye taptığınızı
iddia ettiğiniz tanrılar, kıyamet gününde sizin bu İddialarınızı Allah'ın
huzurunda yalanlayacaklardır. Tanrı olduğunu iddia ettiğiniz bu cansız
varlıklar haklarında söylediğini7- sözlerinizin yalan olduğunu
açıklayacaklardır. İşte o zaman siz ey kafirler, Allah'ın size dokunduracağı
azabı 'hiçbir şekilde üzerinizden geri savamazsaniz.
Ve hiçbir halde yardımda göremeyçeksiniz. Bir kıraate
göre ayet-i kerimede geçen şeklinde okunmuştur. Buna göre mana şöyle olur: Yani
tanrı olduğuna inandığınız o cansız varlıklar kıyamet gününde Allah'ın size
dokunduracağı azabı sizin üzerinizden geri çeviremez ve size asla yardımcı da
olamazlar. Sizden her kim zulmederse; Ö'na, zulmü ile
orantılı büyük bir azabı tattırırız. Bu zulümden kasıt. Allah'a ortak koşmak
veya şirkin diğer türlerinden herhangi biridir. "Doğrusu şirk, elbette
büyük bir zulümdür". "Her kim tevbe etmezse
işte onlar, zalimlerin ta kendileridirler"[21].
Zulüm genel bir kavram olup içine şirk,
küfür, fasıklık girer.
Bu ifadelerle, o
kafirlerin Peygamber efendimize; yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor, şeklinde
yapmış oldukları itirazlar.reddediliyor. Önceki milletlere de Cenab-ı Allah'ın göndermiş olduğu peygamberlerin hepsi,
yemek yiyor, insanlar gibi sokaklarda, çarşılarda dolaşıyorlar, rızklarını
temin etmenin peşinden koşuyor ve şanlarına yaraşır bir şekilde geçimlerini
sağlama çabası içinde bulunuyorlardı. O zaman cîhad
etme yok idi. Fakirlik de ayıp sayılmıyordu. Rızık
temin etmek için çalışmak insanın kişilik değerini azaltmaz. Cenab-ı Allah insanların bazısını diğer bazısı için bir
sınama vasıtası kılmıştır. Mü'mini kafirle bir arada,
zengini yoksulla bîr arada sınayıp denemiştir. Bunlardan her biri diğeri için
bir imtihan aracıdır. Zengin, fakir İle imtihan edilir. Çünkü zenginin, fakire
yardım elini uzatması ve onu alaya almaması gerekir. Fakir de aynı şekilde
zengin ile imtihan edilir. Fakirin, onu kıskanmaması, onun malını çalmaması
gerekir. Her ikisinin de, Cenab-ı Allah'ın
haklarında takdir buyurduğu şeye sabırla katlanmaları gerekir.
Peygamber (s.a.v.) ile
sahabileri, zamanlarında yaşamakta olan kafir kavim
eşrafı için bir imtihan aracı idiler. Bu nedenle Öteden beri. kafirleri ve
Peygambere başkaldıran asileri yönetenlerin, isyankar kavmin ileri gelenleri
olduklarım görmekteyiz. Peygamber (s.a.v.) efendimizin zenginlik, servet ve
mevkii sahibi olmayan bir aileden gelmesi, bir çok insanların küfretmelerine
sebep oldu, birçok insanların fitneya düşmelerine
neden oldu. "Ve dediler ki: Bu Kur'an iki
kentten (Mekke ve Taif'den) büyük bîr adama
indirilmeli değil miydi? "[22].
Yine dediler ki: Allah Haşimoğullarının yetiminden
başka Peygamber gönderecek bir adam bulamadı mı?! Evet Biz bazınızı bazınız
için imtihan vesilesi kıldık. Sabredecek misiniz? Rivayet olunur ki; yukardaki ayet-i kerime, Ebu Cehl bin Hişan ile Velid bin Muğire, As Îbn-İ Vâil ve diğer Ku-reyşin ileri gelenleri
hakkında nazil olmuştur. Bunlar Ebu Zer'rin, Abdullah İbn Mes'ut ile Ammâr'ın, Bilâl ve Suheyb'in, Ebû Huzefye'nin kölesi Salim'in müsİüman
olduklarını görünce, biz de müslüman olup bu mü'minler gibi aynı saffa mı gireceğiz?! dediler. Böyle
konuşmaları üzerine Cenab-i Allah mü'minlere
hitaben şu ayeti İndirdi: "Biz sizi bİrbiriniz
için bir sınama (vasıtası) yaptık. Sabrediyor musunuz?" Evet görmekte
olduğunuz bu şiddetli hale, fakirlik, zahmet, yorgunluk ve eziyete karşı
sabredecek misiniz? Bu ifadelerle sanki Cenab-ı
Allah, kafirlere mühlet verip onlara genişlik vermiş, mü'minleri
de denemek için sıkıntıya maruz bırakmıştır. Müslümanlar bu eziyetlere ve
sıkıntılara sabırla göğüs gerince, Cenab-ı Allah
onlar hakkında şu ayet-i kerimeyi vahyetti: "Bu
gün ben, onlara sabretmelerinin karşılğını verdim"[23]
21- Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Bize ya melekler indirilmeli, ya da
Rabbimizi görmeliyiz" derler. And olsun ki kendi
kendilerine büyük-lenmişler, azgınlıkta pek ileri
gitmişlerdir.
22- Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi
haber yoktur.
Melekler: "İyi
haber size yasaktır, yasak!" derler.
23- Yaptıkları her işi ele alır, onu toz-duman ederiz.
24- O gün, cennetliklerin kalacağı yer çok iyi,
dinlenecekleri yer çok güzeldir. [24]
Yani bizimle
karşılaşmaktan korkmuyorlar. Bazı arap lügatlerine
göre Kelimesi korku anlamını ifade eder. Bazı kimseler ayet-i kerimenin şu
manaya geldiğini de söylemişlerdir: Onlar hayır ile bizimle karşılaşacaklarını
ümit etmezler. Çünkü onlar O'na iman etmezler. Zulümde haddi'aştılar.
Hicr, men etmek manasına gelir. Akla da "hicr" adı verilmiştir. Çünkü O sahibini bazı işlerden
men eder.Güneş ışınlarının pencereden içeriye girerken odanın içinde görülen
küçük zerreciklere Heba denir. Dağınık, yani kendisinden yararlanılmayan
şeyler. [25]
Bu ayetlerde
kafirlerin inat ve şiddetli zorbalıklarından söz ediliyor. Bu inat ve
zorbalıkları, onların büyüklük taslamalarına,, haddi aşmalarına ve günahkarlıklarına
gerçekten delalet ediyor. Kaipleri kibir, taşkınlık
ve zorbalıkla dolmuştur. Peygambere melek indiği gibi kendilerinin üzerine de
melek inmesini istemişlerdir. Ve demişlerdi ki: "Allah'ın elçilerine
verilenin aynı bize de verilmedikçe katiyyen
inanmayız!'[26]. Yani demek istemişlerdi
ki; üzerimize açıkça görebileceğimiz melekler İnseydi de Peygamber Muham-med'İn,insanlara Allah
tarafından gerçek olarak gönderilen bir elçi olduğunu bize haber verselerdi.
"Dediler ki: Yerden bize bir göze fışkırtmadıkça suna inanmayız. Yahut
senin hurmalardan ve üzümlerden oluşan bîr bahçen olmalı, aralarından ırmaklar
fışkırtmaksın! Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin.
Yahut Allah'ı ve melekleri karşısımıza
getirmelîsin"[27]. Bu
nedenle onlar bu arada dediler ki: Keşke üzerimize melekler indirilseydi, ya da Rabbimİzi görseydik.
Sanki onlar, Kur'an-i Kerim'in Peygamber efendimizin sadakatine tanıklıkta
bulunan ve onun risalet davasını teyid
eden bir mucize olduğuna kanaat getirmemişlerdi de melekleri veya Allah'ı
açıkça görmeyi talep etmişlerdi. Oysa Allah'ın, görülmez olduğunu
bilmiyorlardı. Hoş ya, kendilerine bir melek
indirilseydi, onunla bağlantı kurup konuşma gücüne dahi sahip olamazlardı.
Bunu garipsememek gerekir. İşte güçlü ruhun sahibi peygamber efendimizi dahi
ilk olarak Cebrail (A.S.) ile karşılaştığında, gücünü aşan durumlarla
karşılaşmıştır. Cebrail onu defalarca bağrına basıp kucaklayarak üzerindeki bu
ağırlığı hafifletmeye çalışmıştır. Sanki Cenab-ı
Allah onu bu ağır yükü omuzlamaya hazırlıyordu. Nihayet insanlardan, maddeden
ve dünyadan uzaklaşmayı, inzivaya çekilmeyi O'na sevdirmişti. Bütün bunlara
rağmen Cebrail'le ilk kez karşılaştığında olanlar olmuş ve korkulara kapılıp
ürkmüştü. Ya avamdan olan diğer insanlar böyle bir
manzarayla karşilaşsalardı, bir meieği
karşılarında görselerdi, ne yaparlardı?! Melek, bir insan şekline bürünseydi de
karşılarına çıksaydı yine işi karıştırır ve delil isteğinde bulunurlardı.
"O'na bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer bir Melek
indirseydik iş bitirilmiş oSurdu, artık kendilerine
hiç göz açtırmazdı. "Eğer O'nun (yani peygamberi) melek yapsaydık, yine
bir adam (şeklinde) yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya
düşürürdük"[28]. İşte bu nedenle Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Onlar ruhlarında gizli ve
yerleşik olan bir büyü klenmeden kaynaklanan kasılrnışhkla büyüklük tasladılar. Büyük bir azgınlıkla
haddi aştılar. Bu azgınlıkları da İnsana hayret vericidir. Cenab-ı
Allah ne doğru buyurmuş: "Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler
kendileri ile konuşsaydı, ve herşeyi toplayıp karşılarına
getirseydik, Allah dilemedikten sonra yine inanmazlardı"[29].
Onlara ne olmuşta
melekleri görmek İstiyorlar? Zaten melekleri ekşi suratlı, çetin ve katı bir
günde, ruhlarının teslim aiiığı günde göreceklerdir.
İşte o zaman kendileri için hazırlanmış olan azabı fark edecekler. O günde melekler
kendilerine şöyle seslenecekler: Bu gün asla müjde yok. Olsa olsa size cehennem ateşini, güçlü ve cabbâr
olan Allah'ın öfkesi İle gazabını müjdeleyebiliriz. "Haydi canlarınızı
çıkarın (kurtarın), Allah'a, gerçek olmayan' söylemenizden ve O'nun ayetlerine
karşı büyüklük taslamanızdan Ötürü, bu gün alçaklık azabıyla
cezalandırılacaksınız?"[30].
Gerçekten de "Melekleri gördükleri gün, işte o gün suçlulara müjde
yoktur". O zaman kafirlerle müşriklerin suçlarından daha şiddetlisi var
mıdır? "Yasaktır yasak! derler". Bunları söyleyenler .kimlerdir?
Bazıları derier ki, bunları söyleyecek olanlar kafirlerdir.
Zira cahili geleneğe göre bir kimse düşmanı İle karşılaştığı zaman ona; şu an
de seni tehlikeden koruması için Allah'a sığınman yasaktır, sana iman yoktur,
derdi.
Diğer bazılarına göre
ise bu sözü kafirlere melekler söyleyecek ve onlara şöyle hitab
edecekler: Bugün mü'mirilerin müjdelendiği gibi,
sizin hayırla ve iyilikle müjdelenmeniz yasaktır yasak!" "Allah, inananları,
dünya hayatında da, ahi ret te de sağlam sözle
teshil eder. Allah, zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar"[31]. O
günde mü'minlere, melekler tarafından tebrikler, müjdeler,
sebatlıklar; kafirlere ise tehditler, acılar, sapıklık ve kötü akibetJer haber verilir. Şu kafirler dünyada iken sadaka
vermek, ikramda bulunmak, esiri Özgürlüğüne kavuşturmak, beyte ve hacılara
hizmette bulunmak gibi bazı İyiliklerde bulunur ve bununla da övünürlerdi. Bu
iyiliklerine güvenerek iyi umutlar beslerlerdi. Cenab-ı
Allah onlara hitaben şöyle buyurdu: Onların yaptıkları iyiliklerin önüne geçerek, iyiliklerini hayırsız ve mükafatsiz
hale getirip etrafa saçılmış toz zerrelerine dönüştürdük. "Rablcrini inkar edenlerin işleri, tıpkı fırtınalı bîr günde
rüzgarın savurduğu küle benzer"[32]
Buna şaşmamak gerekir.
Çünkü onlar, Cenab-ı Allah'a iman etmeyen, O'nu
hakkıyla takdir etmeyen, O'nu putlarla mukayese eden, O'nunla
beraber başka tanrılara tapan, O'na çocuk veya ortak isnad
eden, yahut O'nu, yaratıklarından bazılarına benzeten bir toplumdurlar. Şu
halde bunlara, kendi tanrılarına yaptıklarının misli ile karşılık vermek
elbetteki daha uygun olacaktır!
Allah'a ve
Peygamberlerine inanıp, Peygamberlerinden hiç birini diğerine üstün tutmayan
inanmış kimselere gelince,onlar kurtuluşa eren cennetliklerdir. Bunlar,
kafirlerin cehennem ataşinde yanıp tutuşmakta
oldukları günde çok hayırlı ve rahat bir yerde olacaklardır. Dinlenecekleri ve
sefa sürecekleri biryerde olacaklardır. "O gün
cennet halkı, bir zevk ve eğlence ile meşguldürler. Kendileri ve eşleri,
gölgelerde, koltuklara yaslanmışlardır. Orada onlar için meyvaiar
ve içecekleri herşey vardır"[33] Bir
hadiste şöyle buyurulur: "Kutlu ve yüce Allah,
yaratıkların hesabını yarım günlük bir zaman içerisinde tamamlayacaktır. O
esnada cennetlikler cennette dinlenecek, Cehennemlikler de cehennem ateşinde
dinleneceklerdir" Ayet-i kerimede geçen "dinlenecekleri yer daha
güzeldir," sözünün anlamı işte budur. [34]
25- O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve
melekler bölük bölük indirilecektir.
26- O gün gerçek hükümdarlık Rahman'mdır.
İnkarcılar için yaman bir gündür.
27-29- O gün, zalim kimse ellerini ısırıp:
"Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke
falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana
gelen Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve
yardımcısız bırakıyor" der. [35]
Gök bulutlarla açılır.
Yok olmayan sabit şey.Şiddetli.Zalimin, parmaklarını ısırması, pişman oluşundan
kinayedir. Dost ve arkadaş. Zikir, yani Kur'an-ı
Kerim. Yardımsız bırakmak. [36]
Hatırla o günü ki, gök
bulutlarla parçalanıp açılır. Gökten, ellerinde amel defteri bulunan melekler
İnerler ki,insanları hesaba çeksinler! Bu ayet-i kerime, şu aşağıdaki aktaracağımız
ayete anlam bakımından ne kadar da yakındır: "Onlar, buluttan gölgeler
içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini bekliyorlar değil
mi?"[37]. Yaratıkların yok olup,
dünya ve üzerindeki işaretlerin tümüyle yok olduğu günden itibaren hesap
gününe kadar mülk ve hakimiyet sadece Rahman'a ait olacaktır. "Bu gün mülk
kimindir. O,tek ve kahhar olan Allah'ın!"[38]. O
gün, kafirler için zorlu ve şiddetli gün olacaktır. Zira o günde bütün
anlaşmazlıklar çözümlenip karara bağlanacaktır. O günde gerçek ve doğru söz
söyleyecektir. "İşte o gün, çetin bir gündür! Kafirler için kolay
değildir"[39]. Mü'menlere
gelince o büyük korku onları hüzünlendirmez. Hatırla o günü ki, zalim kimseler
pişmanlıklarından ve dünyada yaptıkları fena işlerden oairü
üzülerek parmaklanmn ucunu ısırır ve şöyle derler:
Keşke ben de peygamberle birlikte yararlı bir yola koyulsaydım. Beni İyiliğe
ulaştıracak bir yola yirseydim. Taşkınlık ve azgınlık
yolunu, kendisinin peşine düştüğüm şeytanın yolunu ferketseydim.
Böyle der ve onun sonu da ziyan olur.
Yine der ki: Ey
pişmanlık, ey hasret ve nedamet! Gel de halimi gör. Tanı senin gelme
zamanındır! Keşke ben, beni doğru yoldan şaşırtıp saptıran falan kimseyi dost
edin meşeydim. Onu sıcak ve samimi dost edİrımeseydim.Bana
gösterdiği yola girmeseydim!...
Rivayet olunur ki bu
ayet-i kerime Ukbe'bin Ebî Muayt hakkında nazil olmuştur. O, Ümeyye
bin Halefe dost ve arkadaş olmuş, Peygambere yaptığı eziyetlerde ona uymuştu.
Yine o zalimler derler ki: Kur'an bana geldikten
sonra ve Kur'an'da Muhammed'in gerçek Peygamber
olduğu, Kur'an'ın da Allah tarafından gönderilen hak kitap
olduğu açıklandığı halde, arkadaşım beni Kur'an'dan
ve imandan saptırdı.'
Zalimin pişman olduğu
ve nedamet getirdiği gün kıyamet günü müdür, yoksa Bedir savaşının patlak
verdiği gün müdür? Ayct-i kerimeden her iki anlam da
çıkarılabilir. Ayette geçen zalim iie arkadaşının
kimler olduğunu, onları tahkir etmek amacıyla Kur'an-!
Kerim açıklamamıştır. Ayrıca onlara benzeyen kimselerin de bu ayetin hükmü
kapsamına girmesi amacıyla Kur'an-ı Kerim isim
açıklamamıştır.
Şeytan, insanı yalnız
ve yardımsız bırakır. Yardıma .şiddetle muhtaç olduğu zamanlarda bile O'na
yardım elini uzatmaz. İşte şeytan her zaman bu karakterdedir. Ona uyan ve onun
öğütlerine kulak veren kimseler ondan sakınsınlar! [40]
30- Peygamber:'
"Ey Rnbbinı!
Doğrusu milletim
bu Kur’an'ı
terketmişti" der.
31- Ey Muhammedi Her Peygamber için, böylece suçlulardan
bir düşman ortaya koyarız. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak, Rabbin yeter.
32- İnkar edenler: Kur'an ona
bir defada indirilmeliydi" derler. Oysa Biz onu böylece senin kalbine
yerleştirmek için azar azar indirir ve'onu ağır ağır okuruz.
33- Sana bir misal vermezler ki, Biz onun gerçeğini ve
en iyi anlaşılanını sana vermemiş olalım.
34- Cehennemde yüzü koyun toplanacak olanlar, İşte
onların yerleri en kötü ve yollan da en sapıktır. [41]
Terkedilmiş. Onunla
kalbini kuvvetlendirelim diye. Onu apaçık bir şekilde açıkiadık.
Misalle. [42]
İşte böyle. Reşuiullah (S.A.V.) efendimiz, kafirlerin doruk noktaya
varan kötü ve çirkin davranışları karşısında izzet ve ceberut sahibi Rabbinc şikayette bulunuyor ve diyor ki: Ey Rabbim, benim
kavmim şu Kur'an-i terkedilmiş olarak bıraktılar!
Şüphesiz Kür'an'a iman etmeyi terketmek,
O'nu doğruİamamak elbette ki, Kur'an'i
terkedilmiş ojarak bırakmak demektir. O'nu düşünmeyi
ve anlamını kavramayı terketmekte, onu terkedilmiş
olarak bırakmak demektir. Onunla amel etmemek, emirlerine uymamak, yasaklarından
kaçınmamak ta onun terkedilmiş olarak bırakmak demektir. Büyük küçük her işte
onun hükmüne boyun eğmemek tc, onu terkedilmiş olarak
bırakmak demektir. Kaldı ki onun hükümler: her zaman ve mekan İçin elverişli
olan, elastikiyet taşıyan hükümlerdir. Okunuşu esnasında gürültü çıkarıp boş
sözler söylemek tc onu terkedilmiş oîarak bırakmak demektir. "İnkâr edenler dediler ki:
"bu Kur'an-ı dinlemeyin (okunurken) onun
hakkında gürültü edin (gürültüyü Kur'an'in sözlerine
karşıttan. Böylece onun anlaşılmasına engel olun); Belki (böylece) O'na galip
gelirsiniz"[43]. Sakın oia ki onu yalan sözler, sihir, şiir gibi vasıflarla nitelemiyesiniz. Bu, onu terkedilmiş olarak bırakmak
demektir. Hem de ne terketmek? Bütün bunlarda
Peygamber (s.a.v.) efendimize elem ve eziy-yet
dokundurulmaktadır. Bundan daha çok elem vceziyyet
düşünülebilir mi?! Bu nedenle Cenab-ı Allah
Peygamberine şöyle diyor: Ey Muhammed! Bu, Allah'ın kendi yaratıklarına
uyguladığı bir yasasıdır. Sen Allah'ın yasasında asla bir değişiklik
bulamazsın. "Biz böylece her Peygambere suçlulardan bir düşman var
ettik". Evet Rabbim, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, her
Peygambere ve elçiye insanlardan ve cinlerden olan şeytanları düşman olarak
yarattı. O düşmanlar uydurma ve aldatmadan ibaret sözleri, işaretle birbirine
aktarırlar.
Peygamberlerin
düşmanları niçin olsun?! Onlar hakkı getirmiyorlar mı, insanları hayra
çağırmıyorlar mı, iyiliği emredip kötülükleri yasaklamıyorlar mı, insanları
yaratıp göklerle yeri yoktan var eden Allah'a çağırmıyorlar mı? Evet
Peygamberler, Allah'ın insanlara gönderdiği elçilerdir. İnsanları hayra çağıran
davetçilerdir. İşte sadece bu sebeplerden ötürü onların düşmanları olmuştur.
Hem de çok düşmanları vardır!.. Noksanlıklardan münezzeh olan ey yüce Rabbim!
Senin hükmün ne kadar da adildir. Senin şanın ne kadar da üstündür! Sen
düşmanları yok etmeye ve kulların'oian Peygamberleri
muzaffer kılmayı muktedir değil misin? Evet O yüce Allah, herşeyi
yapmaya muktedirdir. Ama bütün bunlar, Allah'ın, inanan kullan sınaması içirt
meydana geliyor. Kendisinden sakınan kimseleri seçip elemesi için bu olaylar
meydana geliyor. Kafirlerle münafıkların azaba uğramaları, Allah'ın ve hakkın
düşmanlarının gazab-ı ilahiye maruz kalmaları,
Peygamberlerin düşmanlarının da ikâba dücar olmaları için bütün bu saydığımız olaylar meydana
geliyorlar.
Evet, her peygamber ve
Allah'a çağıran her davetçi için her zaman mücrimlerden düşmanlar yaptık. Bu
düşmanlar onları gözetlerler. İmkân buldukları anda onlara azabın en kötüsünü
tattırırlar. "İnsanlar yalnız inandık demekle, hiç sınanmadan
bırakılacaklarını mı sandılar? And olsun ki biz,
onlardan öncekilerini sınadık. Elbette Allah (sınayacak) doğrulan bilecek,
yalancıları bilecektir"[44]. Ama
bütün bunlarla beraber Allah onların, yanındadır. Onlara yardımcı olacak,
onları hak yolunda bulundukları sürece destekleyecektir. Onlar nefislerı'ylc savaştıkları ve nefislerini yendikleri
müddetçe Cenab-ı Allah'ın yardımı yanlarında
olacaktır. Doğru yola ileten ve yardım eden olarak Rabbim yeter. O'nun gücü
her şeye yeter.
Peygambere başka bir
itirazda bulunan şu KureyşIİ müşriklere kulak ver. Kur'an-i Kerim, kendisinin benzeri bir kitabı meydana
getirmeleri için onlara meydan okuduğunda, âciz kalıp sustular ve başarısız
oldular. Ama başka yönden peygambere itiraz etmeye kalkıştılar. Kulak ver de
ne söylediklerini işit: İsa Musa ve Davud'a kitaplar
bir defada indirildiği gibi, Kur'an'da Muham-med'e bir defada
İndirilmeli değil miydi?
İşte böyle... Kur'an-ı Kerim olaylara, şartlara göre peyderpey, ilahi hikmet
gereğince belli aralıklarla Hz. Muhammed (s.a.v.)'e
indirildi. Kısım kısım indirilmesi dolayısıyla
Peygamber (s.a.v.) ile beraberindeki sahabile-rin kalpleri sağlamlaştınlıyordu.
Böylece Kur'an'ın ezberlenmesi ve derinden derine
anlaşılması daha kolay oluyordu. Çünkü olaylar, inen Kur'an
ayetlerini pratik bir şekilde tefsir edip açıklıyorlardı. İşte Biz bu Kur'an'i aydınlık ve açıklık içersinde peyderpey bir
şekilde indirmiş olduk. "O'nu kur'an (Okunacak
bir kitap) olarak (ayet ayet) ayırdık
ki onu insanlara dura dura (ara vererek) okuyasın ve
onu (insanların ihtiyaçlarına göre) parça parça
indirdik"[45]. Onlar sana getirdikleri
misallerde hep asılsız şeyler konuşurlar. Örneğin Muhammed'e bir melek
indirilmeli değil miydi, ya da O'na ait bahçe veya
hazine olmalı değil miydi?" derler. Ama biz onların bu misallerine karşılık
sana gerçek sözler getiririz ve onları susturacak sağlam cevaplar indiririz.
Onlar hep sana meydan
okumak ve sana karşı diretmek için sorular sorarlar, ama biz sana Kur'an-ı indirerek onlara güzel ve gerçek cevap verme
imkanına kavuştururuz. Kur'an senin Rabbinden gelen
gerçek bir kitaptır, Şayet bir defada indirilmiş olsaydı, vahiy duraklar ve
sana indirdiğimiz ayetler dışında bir soru sordukları zaman cevap veremez
olurdun. "Onların sana getirdiği her misale karşı da mutlaka biz sana
gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz. Bu yapı ve karakterde cehenneme
sürüleceklerdir. Orası ne kötü kalış yeridir. İşte onlar, yer bakımından kötü
durumda olan ve yol bakımından da en sapık vaziyette olan kimselerdirler. [46]
Onlar sana hiçbir
misal getirmezler ki biz ona karşı cevap olarak sana gerçeği getirmiş
olmayalım. Sen onlara karşı apaçık delillerle galip durumdasın. Onlar,yüzleri
üzerine sürükleneceklerdir. Onların kalış yeri cehennemdir. Orası ne kötü dönüş
yeridir?! [47]
35- And olsun ki Musa 'ya Kitab verdik, kardeşi Harun 'u
da kendisine vezir yaptık-
36- "Ayetlerimizi yalanlayan miliste gidin"
dedik. Sonunda o milleti yerle bir ettik.
37- Nuh milletini de, peygamberleri yalanladıkları zaman
suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret kıldık. Zalimelere
can yakıcı aiab hazırlanmışızdır.
38- Âd, Scmûd milletleri ile Rcss'Ülcri ve bunların arasında birçok nesilleri de yerle bir
ettik.
39- Her birine misaller vermiştik ama, dinlemedikleri
için hepsini kırdık geçirdik..
40- Ey Muhammedi Bu putperestler and
olsun ki, bela yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardı. Onu görmediler
mi? Hayır: tekrar dirilmeyi ummuyorlardı. [48]
Hükümdarın veya
başkanın veziri denildiğinde onun yönetimindeki yükünü omuzlardan alarak
kendisine yardımcı olan kimse manası anlaşılır. Onları helak ettik. Çukur
Ufalayıp kırmak. [49]
Bu
ayetlerde,Peygamberlerine karşı, Kureyş müşriklerinin
Peygambere karşı tıkandıkları tavıra benzeyen
tavırlar takınan geçmiş ümmetlerin hikayeleri ve dünyada başlarına gelen
cezalan anlatılaktadır. [50]
Ailah'a andolsun ki biz Musa'ya
kitabı, yani Tevrat'ı verdik: Kardeşi Harun'u O'na yönetimde ve davette
yardımcı ve destek olsun diye vezir yaptık. O'na: Sen ve kardeşin,
ayetlerimizle mucizelerimizle Firavn'e gidin, çünkü
O, taşkınlık etmiş, haddi aşmıştır. "Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt
alır veya korkar"[51].
Ayetlerimizi
yalanlayan, Peygamberlerimize isyan eden Firavun ve adamlarına gidin.
Onların akıbetleri
yıkım oldu yıkım! Biz onları yıkıp tahrib-ettik. Ey
Mekke kafirleri! küfrün ve Peygamberleri yalanlamanın sonucunu görün!..
Ey Muhammedi Onlara,
Peygamberleri yalanladıkları zaman Nuh kavminin başına gelenleri hatırlat;
Çünkü bir Peygamberi yalanlayan kimse,bü-tün
Peygamberleri yalanlamış olur. Bir Peygambere gerçekten iman eden kimse, bütün
Peygamberlere, iman etmiş olur. O Nuh kavmi ki, Peygamberlerini yalanlamaları
dolayısıyla onları suda boğduk ve insanlar için ibret kıldık. Var mıdır
düşünen? Biz zalimler için, yani Peygamberleri yalaniama
yoluna giren herkes için"elem verici bir azap
hazırlamışızdır. Nuh kavmi de bu kapsama öncelikle girer.
Ey Muhammed! Âd
kavmini de onlara hatırlat. Hud Peygamberi yalanladıkları
zaman onların başlarına gelen musibetleri anlat. Hûd
Peygamberin kardeşi Salih'i yalanladıkları zaman Semûd
kavminin başına gelen felaketleri de onlara anlat. Ress
ashabını da Kureyşli müşriklere ve kafirlere anlat.
Denildiğine göre Ress kavmi, puta tapan, kuyu ve davar sahibi bir kavim
imiş. Ccnab-ı Allah onlara Peygamber olarak Şuayb (A.S.)'ı göndermiş. Şuayb
(A.S.) onları Allah yoluna davet edince O'nu yalanlamış ve O'na eziyette bulunmuşlardı.
Bu inkarları ve taşkınlıkları yüzünden Allah onları ve yurtlarını yere
batırmıştı. Bazıları Ashab-ı Ressin,
As'hab-ı Uhdûd olduğunu söylemisler, diğer bazıları İse Ashab-ı
Ressin, başka bir kavim olduğunu ifade etmişlerdir.
Her kim oiurlarsa olsunlar Cenab-ı
Allah onların helak olmuş bir toplum olduklarını haber vermektedir. İbret alın
ey basiret sahipleri! Ey Muhammedi Nuh, Âd, Semûd ve Ress Ashabı arasında geçen ve sayılarını Allah'tan başka
kimsenin bilmediği nesillerin haberlerini de onlara anlat. Kur'-an'da adları
geçen Nuh, ad, ve benzeri peygamberlerin kavimlerini vç
özet olarak durumları anlatılan diğer nesilleri misallerle, apaçık delil ve
ayetlerle imana çağırdık. Bütün şüphe ve itirazlarına cevap verdik, fakat
bunlara karşı onlardan olumlu cevap alamayınca da onları darmadağın edip helak
ettik. Size ne oimuş ki bunların hallerinden ibret
almıyorsunuz?! Mekke ahalfsi.gelip gitmelerinde,
seferlerinde Lüt kavminin kasabası oîan Scmûd kasabasına uğrarlar O
kasaba ki, üzerine gökten taşlar yağdırıldı. Yağmur misali taşlar altında
harabeye döndü. O Mekkeliler bu kasabayı görmüyorlar mı?! Gelip gittiklerinde
Allah'ın azabının ve işkencesinin eserlerini temaşa etmiyorlar mı?! Hayır,
hayır. Onların sana inanamamalarmın, geçmiş
ümmetlerin başlarına gelen musibetlerden ibret ve öğüt almamalarının, buna
iltifat etmemelerinin yegane sebebi, onların öldükten sonra dirilmeye inanmayan
kafir bir kavim olmalarıdır. Evet insan ancak ahiret
sevabını umar ve Cenab-ı Allah'ın ahi-rette vereceği
azaptan korkarsa, sorumlulukların zahmetlerine katlanır. Şayet inancı yoksa ve
uhrevi sevabı ümit etmiyorsa, mükellefiyetlerin zahmetlerine katlanmaz. İbret
ve öğüt yerlerinde gözünü ve kalbini açmaz "Ölüm sonrası dirilişe
inanmazlar" mealindeki ayeî-i kerimenin anlamı
da işte budur. Bütün bunlardan sonra şu aşağıdaki ayet-i kerimenin sırrını
herhalde anlayabiliriz: "işte O kitap; kendisinde hiçbir şüphe yoktur, müttakîier için yol göstericidir. Onlar ki gaybe inanıp namazlarını kılarlar ''[52].
Şüphesiz ki onlar, Kur'an'dan yararlanan
kimselerdirler. Zira ahiret hayatına iman etmeyen
kimsenin nur ve hidayeti kabul etmesi çok uzak bir ihtimaldir.[53]
41- Seni gördükleri zaman, "Allah'ın gönderdiği
elçi bu mudur?" diye alaya almaktan başka birşey
yapmazlar.
42- Tanrılarımız üzerinde direnmeşeydik,
doğrusu neredeyse bizi onlardan uzaklaştıracaktı" derler. Azabı
gördükleri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
43- Ey Muhammedi Hevesini kendine tanrı edineni gördün
mü? Ona sen mi vekil olacaksın.
44- Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar
gibidir, belki daha da sapık yolludurlar. [54]
Şaşıyorum şunlara.
Gerçek ve güvenilir Allah elçisi olduğunu yalanlamakla yetinmeyip daha da
ileri giderek Peygamber (s.a.v.)'i alay ve eğlence konusu ediyorlar. Onunla
alay edip dalga geçiyorlar. Allah'a and olsun ki onların bu yaptıkları iş çok tuhaf bir
davranıştır. Peygamber (s.a.v.) efendimizin genel görünümü veya Özel davranışları
bakımından alay konusu edilmesi hiç de mümkün değildir. Kaldı ki eliyle
insanlara gösterilen ayetler, hüccetler, mucizeler, O'nunla
alay edilmesine engel teşkil etmektedirler, aksine, O'nunla
alay edenlerle alay edilmesi gerekir. Çünkü onlar, kahredici güce sahip olan
Allah'ı bırakıp taşlara ve putlara tapmaktadırlar. Asıl alay edilmeyi hak
edenler onlardırlar! Ey Muhammed, onlar seni gördüklerinde mutlaka eğlence ve
alay konusu edinirler "Allah bunu mu Peygamber olarak gönderdi?"
derler. Buradaki soruları seni küçük düşürmek ve seninle alay etmek amacını
taşımaktadır. Her halde Peygamber efendimiz o kavmin zenginlerinden olmadığı
için onunla bu şekilde alay ediyorlardı. Tuhaf doğrusu, Peygamberle nasıl alay
ediyorlar? Sonra da aynı zamanda ona büyük bir işi ve önemli bir durumu nisbet ediyorlar. Çünkü diyorlar ki: "Eğer biz, onlara
(putlara inanmakta) ısrar etmeseydik, neredeyse (Muhammed) bizi tanrılarımızdan
saptıracaktı". Yani Muhammed delili kuvvetli, etkisi şiddetli olan bir
insandır. Neredeyse bizi tanrılarımıza tapmaktan vaz
geçirecekti. Eğer biz o tanrılara ibadet etmekte ısrar etmeseydik, onları
ululamakta sebat etmeseydik Muhammed bizi yolumuzdan saptıracaktı.
Bu ifadeler, Peygamber'efendimizin kendi davetini duyurmakta ne kadar
ciddiyetle ve azimle çalıştığını göstermektedir. Aynı.zamanda o kafirlerin de
batıla ne kadar tutkun olduklarını açıklamaktadır. Ccnab-ı
Allah onların bu ifadelerini üç şeyie reddetti.
1- Kıyamet gününde azabı gördükleri zaman kimin yolca
sapık ve kimin yolca doğru olduğunu göreceklerdir. Muhammcd
ve arkadaşlarının mı doğru yolda, yoksa Mekke kafirlerinin ve onların
durumundaki kimselerin mi doğru yolda olduklarını anlayacaklardır.
2- "Arzularını tanrı edinemi
gördün mü?" Yani Ey Muhammed, şu arzularını tanrı edinen cahillere
şaşmalısın. Onlar kendi nefisleri için sadece arzularını ve,heveslerini tanrı
edindiler.
Said bin Cübeyr'in şu sözlerine
bakın: Müşriklerden bir kimse puta tapardı. Ondan daha güzel bir put görünce
eskisini atardı. Yenisini alır ve ona ibadei ederdi.
İşte bu ifadeler
gösteriyor ki, onların puta tapma hususunda arzularına tabi olmaktan ve
atalarını taklit etmekten başka bir dayanakları yoktur. Delil ve sağlıklı
görüşe gelince onlar bu gibi şeylerden bütünüyle uzaktılar.
Bazı kimseler, ayet-i
kerimenin şu anlama geldiğini söylemişlerdir; O Mekke kafirleri kendi
arzularının kulları idiler. Her işlerinde hakem, arzuları idi. Akıl inanç ve
düşünceye itibar etmezlerdi.
"O'na sen mi
vekil olacaksın" Yani O'nu sen mi savunacaksın? Sen O'na karşı zorbalık
edecek değilsin. İnsanları iman clsinler diye zorlama
hakkına sahip değilsin. Sana düşen, sadece duyurmaktan ibarettir.
3- "Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini,
düşündüklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir. Hatta onlar,
yolca (hayvanlardan) daha sapıktır". Evet onların çoğunun işitip
düşündüklerini zannetme.
Ayet-i kerime, onların
akılsız ve söylenenleri işitmeyen kimseler olduklarını ifade ediyor ki bu,
adilce verilen bir hükümdür. Çünkü her toplulukta güzel de vardır, çirkin de.
Ayet-i kerimede, işitme ve akletmenin reddedilmiş
olması bize şunu gösteriyor: Amaç manevi olan işitme ve akletmedir.
Manevi düşünme ile akletmenin yeri de kalptir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyu-ruluyor
ki: "Yoksa kalpler(inin) üzerinde kilitleri mi var?"[55]. Şu
halde ayet-i kerimede geçen işitmeme, akletmeme
sözünden amaç maddî değil manen İşitmemek ve akletmemektir.
Şüphesiz kafirler maddî olarak işitir ve aklederlerdi.
Ruh ise Allah katından insana bahşedilen bir şeydir. O, insanı hayra ve maddi
olan şeytana karşı savaşmaya iten bir kuvvettir. İşte bu ruhun da kendine özgü
bazı duyulan vardır. Bunun yeri kalptir. Allah'ın saptırdığı ve kalbî basiretini
köreltip İşitme ve akletme duyularını alıp, bu
duyularını mühürlediği kimse artık hakkı işitemez, işitecek kulağı da olmaz ve
doğru yola erişemez.
Bu kimsenin, sirat-ı müstakimi görecek basireti de olmaz ki, o yola
girip yürüsün. Şüphesiz bu durumdaki insan akiedemez,
düşünemez, Öğüt alamaz. "Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar". Bu
kafirler, gözleri ve kulakları olan hayvanlardan farksızdırlar. Bunların
manevi idrak ve duyuiarı yoktur. Bunlar hayvanlardan
daha da sapıktırlar. Çünkü hayvanların sorumlulukları yoktur. Rablerine karşı
da isyan etmemişîerdir. Şu kafirlere gelince bunlar
hayrı idrak etme yetenekleri, hakkt tanıma güçleri
olduğu halde sapmışlar, başkalarını da saptırmışlardır. Onlar için cehennem
ateşi vardır. Cehennem ne kötü kalış yeridir!
[56]
45-46- Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin?
İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi ona delitkılıp
yavaş yavaş Kendimize çekmişizdir.
47- Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kikin, gündüzü çalışma zamanı yapan Allah'tır.
48-49- Rüzgarları rahmetinin Önünde müjdeci
gönderen O'dur Ölü biri yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları
sulamak İçin gökten tertemiz su indİrmİşizdir.
50- And olsun ki, öğüt
almaları için ülkeler arasında yer yer türlü türlü yağmur yağdırmış izdir. Buna rağmen insanların çoğu
nankörlükte direnmiştir,
51- Ey Muhammedi Dikseydik, her kasabaya bir uyarıcı
gönderdik.
52- Sen, inkarcılara uyma, onlara karşı olanca gücünle
savaş. [57]
Gölge. Sabii ve yerinden kalkmayan. Elbise gîbi Örten.Sebt kökünden gelir. İstirahat demektir. İnsanların
geçimlerini sağlamak için etrafa yayılmaları.Müjdeciler olarak. Başka şeyleri
temizleyici nesne. İnsanlar.Yağmuru sarfettik. Yani
onu bir taraftan diğer tarafa dağıtıp yönelttik. Küfür. [58]
Bundan önceki
ayetlerde, Mekkeli müşriklerle manevi bazı genel konularda tartışılmış ve
peygamberi yalanlayıp O'na iman etmediklerinden ötürü1 de tehdit edilmişlerdi.
Ayrıca kendilerine Peygamberin verdiği haberlerin de doğruluğunu pekiştiren
bazı kıssalar anlatılmıştı. Ayrıca helaklerinin, meydana gelmesi muhakkak olan
ye savunıılamayacak bir İş olduğu da açıklandı. Bundan
sonra, serbest irade sahibi mutlak sanatkârın mevcudiyetine dair deliller ileri
sürüldü. Bu deliİİer bazı kevnî
mucizelerdir kî, bütün mahluklar bunları idrak eder. Ayrıca bu mucizeler, Cenab-t Allah'ın kudretini ve sonsuz nimetini insanlara
açıklar. Bundan sonra gölgeden, geceden, gündüzden, rüzgardan ve yağmurdan söz
edilmiş. Akillarıyla mütenasip olan, hayallerinden geçen
diğer bazı şeylerden bahsedilmiştir ki bunlar da, içinde yaşamakta oldukları
çevrede esas alınan unsurlardı. [59]
Rabbinin kudretinin
eksiksîzliğine ve rahmetinin sonsuzluğuna delalet' eden sanatlarına bakmadın
mı? Bakta gör gölgeyi, nasıl yayıp uzatmış veya
toparlayıp azaltmış? Gölge, Allah'ın bütün insanlara bahşettiği bir nimetidir.
Çünkü hayat ve ısı, güneş ışığından cideediür, ama
güneş ışığı bazen İnsanın gözünü kamaştırır, harareti çeker, insanı
öldürebilir. Karanlıkta ise dinlenme ve sükûnet vardır. Ama insan tabiatı
karanlığı sevmez ve insan karanlıktan hoşlanmaz. Cenab-ı
Allah bize bahşettiği nimetler arasında gölgeyi, aydın iik-la
karanlık arasında bir nimet olarak yaratmıştır. Göîge
cennetin bir sıfatı olarak 'ayet-İ kerimede
yer almıştır.
Çünkü Cennet
tanıtılırken O'nun uzun gölgeli bir yer olduğu bazı ayetlerde anlatılmıştır.
Bununla da bazı alimlerin, gölgeyi tanyerİnin
ağarmasından itibaren güneşin doğmasına kadar geçen zaman olarak
açıklamalarında ki sırrı anlıyoruz. Çünkü o zaman kesiti; dinleme, sükûn, rahat
ve ruhî istirahat vaktidir. O vakitte ortam, kargaşalıklardan arınmıştır. Ruhi
dinçlik ve bedeni berraklık vaktidir. Arapların yanında gölgenin çok kıymetli
olduğunu da unutmamalıyız. Şayet Rabbim dileseydi gölgeyi sabit, sakin ve yerinden
kımıldamaz şey olarak yaratırdı. O zamanda gölgedeki tatlı kandırıcılık, tabiî
ve manevi etki azalırdı. Çünkü gölge;gittiğinde, geldiğinde, varlığında,
azlığında, çokluğunda, insanın tabiatını etkiler. Gölge, güneş olmadan büi-nemeyen bir şeydir. Yaratıcıların
en güzeli olan. Allah gölgeden bahsederken şöyle buyuruyor: "Sonra nasıl
güneşi ona delil kıldık (gölgenin görülmesini ışığa bağlı kıldık)?" Öyie anlaşılıyor ki Cenab-ı Ailah,önce gölgeyi yaratmış sonra da insanın, hayvanın,
bitkilerin varlıklarını belirgin bir şekilde etkileyen bu nimetin varlığına da
güneş; deli! kılmıştır. Gölgenin varlığında, hareketinde, biçimden biçime
girişinde, halden hale geçişinde, varlığına güneş ışığının
delil kılınmasında,herşeyi yerli yerince yapan, herşeyi gören, herşeyden haberdar
olan güçlü, kuvvetli bir zatm varlığına deli! yok
mudur? Kaldı ki o zat, bizler için çok şefkatli ve merhametlidir. "Sonra
(güneş yükseldikçe) Onu yavaş yavaş çekip
aldık". Sanki güneşe bağlı olan gölge yavaş yavaş,
tıpış tıpış yürüyor. Şüphesiz kî gölgenin yayılıp toparlanması, göklerle yeri
yaratan Allah'ın iradesine bağlı olarak cereyan etmektedir.
Güneş doğarken; evreni
aydınlık, hayat, güzellik, hareket ve ısı ile doldurur. Güneş ışığı sebebiyle
gündüzün başlangıcında ve sonunda gölgeler meydana gelir. Sonra gece bütün
görkemiyle kendini gösterir, güneş kaybolur ufuk kızarır, kuşlar yuvalanna çekilir, hareketler durur, insanlar uyur. Bütün
bunlardan Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna delalet eden deliller ve manzaralar
yok mudur? O Allah ki,geceyi sizin için bir örtü yaptı. Kendi karanlığı ile
sizleri örttü. Gecenin karanlığında ve sükununda Allah'ın varlığına delalet
eden ayetler vardır. Hem de ne ayetler? Gecede insanlariçin
dini ve dünyevi açık yararlar vardır. Bu yararları basiret sahibi olan herkes
görebilir.
Noksanlıklardan
münezzeh ey yüce Rabbim, sen yarattın, yoktan yar ettin, işledin ve işini de
yerli yerince yaptın. Bunlarda bir gariplik yoktur. Sen hikmet ve bilgi
sahibisin!
Ey kardeşim! Düşün ki,
Allah bizleri geceden ve uykudan yoksun bırak-saych
dünyanın bu kıymetli parlaklığı olur muydu? Gündüzleyin
yorulup zahmete katlandıktan sonra,geceleyin istirahat ve sükun bulmak İçin
yatağımıza sığmıyoruz. Cenab-ı Allah bize'derin uyku ve dinlenme ile nimet bahşediyor. Kafamızdaki
düşüncelerimizi ve bedenimizdcki elemlerimizi bir ara
kesintiye uğratıyor bize hissettirmiyor: Uyku ve gece sayesinde güçlerimizi
yeniliyor, sabah uyandığımızda sanki bizleri yeniden diriltmiş gibi oluyor.
Bunlardan öğüt alın. Bizler her gün yeniden güç, kuvvet ve zindeliğe
kavuşuyoruz, böylece rızkımızı sağlamak için gerekli çabayı harcayabiliyoruz.
Gerçekten de Cenab-ı Allah'ın uykuyu bir dinlenme aracı'olarak bize vermesi O'nun büyük bir nimetidir.
Gündüzü de geçim için çalışma zamanı olarak var etmesi de O'nun muazzam [ütufkinndan birisidir. Bir kişi geceleyin rızkım temin
etmek için çalışır da gündüzleyin uyursa o kişi felah
bulmaz ve iyi sonuç elde edemez. Geceyi dinlenme, gündüzü de etrafa yayılıp
geçimi temin etmek için çalışma zamanı olarak yaratan Allah ne güzel
yaratmıştır. Bu Ailah ki, rahmetinden önce rüzgarları
müjdeci olarak getirir. Bu rüzgarlar insana yağmurun geleceğini, bitkilerin
biteceğini, gemilerin denizde seyredeceğini müjdelerler. Rabbim gökten
temizleyici bir su indirdi. Suyun hem kendisi,temiz, hem de başka şeyleri
temizleyicidir. Pislikleri ve murdarlıkları giderir. İnsandaki manevi kirleri
de temizler. Abdestsizüği ve cünüplüğii
kaldırır. Cenab-ı Allah, ölmüş olan yeri diriltmek
için suyu gökten indirdi. Zira yerdeki bitkilerin ve-nebatatın canlanması
ancak su ile mümkündür. Kurak yerler, kurak çöller Ölüdürler. Onlarda hayat ve
canlılık yoktur. Böyle olunca bu gibi yerlerdeki ülkelerin ve bu ülkelerde
yaşayan ihsanların, yağmur yağmadan durumları ne olur, düşünüyor musunuz?!
Yağan yağmur sularından; deve, sığır, koyun ve diğer davarlar gibi, Allah'ın
yaratıkları içerler. Birçok yaratık yağmur sularını içerek hayatlarını
sürdürürler. Yani onların hayatları yağmurla bağlantılı hale getirilmiştir.
Çünkü onlar kurak arazilerin ve çöllerin sakinleridirler.
Cenab-ı Allah yağmuru diTediği
yöne çevirir. Ve onun durumlarını değiştirir. Bazen çoğal t ir, bazen azaltır.
Bazen de yok eder. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah onu dilediği tarafa
yöneltir. Kendi ilim ve iradesinin uygun gördüğü yöne çevirir.İnsanların öğüt
alıp düşünmeleri ve yağmurun, serbest irade sahibi ve her dilediğini yapabilen
bir zat tarafından gönderildiğini anlamaları İçin yağmuru halden hale çevirir.
Bunun, tabiat perestlerİn dedikleri gibi tabiat
eseri olduğunu söylemek' mümkün değildir. Fakat buna rağmen insanların bir
çoğu, hakkı kabul etmeye yanaşmamış, küfür İçine düşmüşlerdir. Bazı kimseler
bu sûrenin 50. ayet indeki "çevirmekten" kastedilen şeyin Kur'an olduğunu, Kur'an'ın
hüccetlerinin ve ayetlerinin halden hale çevrildiğini, bununda,insanların
ibret ve Öğüt almaiarı için yapıldığını söylemişlerdir.
Fakat buna rağmen halkın bir çoğu ayetleri ve hüccetleri ihtiva eden Kur'an'a inanmamışlardır.
Şayet Rabbin dikseydi
her kasabaya veya her topluluğa, onları cehennem azabiyla
korkutup uyaran ve cennet nimetleriyle müjdeleyen bir uyarıcıyı gönderdi. Bu,
öteden beri yapıîagelen bir şeydir. Ama
noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu Muhammed
(s.a.v.)'i bütün insanlığa gönderdi. O bütün risalet
hayırlarını kendi şahsında toplamıştır. Önceki Peygamberlerin tümünün erdem ve
niteliklerini kendi kişiliğinde bir araya getirmiştir. O'nun Peygamber olarak
gönderilişi,dünya için yeni bir çağın açılmasına sebep olmuştur. İletişim
imkânlarının çokluğundan, ilim ve uygarlık araçlarının her tarafa yayılışından
dolayı, herkesin kısaca da olsa böylesine şanlı bir Peygamberin bütün insanlığa
gönderilmiş olduğunu öğrenmesi İmkan dahiline girmiştir. Dünyadaki hiçbir
ümmet ye topluluk yoktur ki Muhammed (s.a.v.)'in bütün insanlığa gönderilen
bir Peygamber olduğunu duymuş ve öğrenmiş olmasın!
Şu halde ey Muhammed!
Sen kafirlere uyma. Bütün silahlarını kullanarak onlara karşı cihad aç. Her zaman ve çağa uygun bir cihadla
karşılarına çık. Aynı şekilde senin dininin İdarecileri ve milletinin
hakimleri, hatta bütün ümmetinin fertleri, kafirlere uymamaları ve bütün
silahlarla onlara karşı cihad etmeleri gerekir.
Kafirlere itaat edip onlara karşı cihad etmeyenlerin
vay haline. [60]
53- Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki
tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da, karışmalarına engel olan
bir sınır koyan Allah '-tır.
54- İnsanı sudan yaratarak, ona soy sop veren O'dur.
Rabbin herşeye Kadirdir.
55- Allah'ı bırakıp, kendilerine fayda da zarar da
veremeyen şeylere kulluk ederler. İnkar eden, Rebbine
karşı gelenin yardımcısıchr.
56- Ey Muhammedi Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı
olarak gönderdik.
57- De ki: "Ben buna karşı sizden bir ücret değil
ancak, Rabbinc doğru bir yol tutmak dileyen kimseler
olmanızı istiyorum.''
58- Ölümsüz, Diri olan Allah'a güven, O'nu Överek teşbih
et. Kullarının günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.
59- Gökleri yeri ve ikisinin arasindaktleri
altı günde yaratan sonra da arşa hükmeden Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.
60- Onlara: Rahman'a secdeye varın dendiği zaman
"Rahman da nedir? Ey Muhammedi Emrettiğine mi secdeye varacağız?"
derler. Bu, onların nefretini artırır.
61- Gökte burçlar vareden,
orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ay'ı yaratan Allah, yücelerin yücesidir.
62- İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için
gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur. [61]
İki denizi birbirine saldi.Çok tatlı.Çok tuzlu ve acı. Engel ve perde. Nesep sahibi.
Akrabalık ve hısımlık sahibi. Destekçi, yardımcı. Dinden uzak. Burçlar.
Birbirlerinin peşi sıra gelen şeyler. [62]
O Allah ki, acı ve
tatlı iki denizi yanyana saldı da aralarında boşluk
yaptı. Ve onları birbirine kam. ikisinden birini diğerine taşırdı. Fakat bunlar
kendiliklerinden yanyana geldiğinde bunlardan biri
tatlı olduğu için insandaki susuzluğu giderip hararetini kırar. Nehir, pınar ve
kuyu sulan bunlara örnek gösterilebilir. Bunlar yeryüzündeki akarsulardırlar. Cenab-ı Allah bunları kullar arasında dağıttı. Çünkü
insanlar bunların tatlı sularına muhtaçtırlar. Nil ve
Fırat nehirleri ile Amerika'daki Misisippi nehri
bunların başlıcalandır. Bunlardan başka dünyanın
değişik yörelerine dağılmış oian birçok nehirler vardır.
Aynı şekilde pınarlar ile vahalardaki büyük çöllerdeki kuyular da insanlara
tatlı su verirler. Nehirlerin bir çoğu da böyiedirler.
Bunlar yağmurlarla beslenirler. Kimisi de pınar ve kuyular şeklinde yeryüzünde
insanlara tatlı su ulaştırırlar. Ayet-i kerimede geçen denizlerden İkincisi ise
tadı acı ve tuzlu oiup içilmesi mümkün olmayan suları
ihtiva eden denizlerdir. Bunlar büyük denizlerle okyanuslardır. Med ve Cezir olayları dışında bunların suları sakindir.
Nehirler ve ırmaklar bu denizlere akarlar.
Acı ve tatlı
denizlerin yanyana olduklarını hatta bazen tatlı
suların tuzlu sulara döküldüğünü, bununla beraber uzun bir mesafede bunların
kendi özelliklerini korudııkiannı görmekteyiz.
Nehirlerin denizlere aktıkları ağızlarda bunu rahatlıkla müşahede
edebilmekteyiz. Aym şekilde, yerlerin de tatlı ve
tuzlu suları biri birinden ayrı olarak ve biribirine
katmayıp taşırmayarak taşımakta olduklarını da müşahade
etmekteyiz. Şu halde Cenab-ı Allah'ın şu ayetlerinde
kastedilen manayı bu gerçekleri müşahade ettikten
sonra anlamamız imkân dahiline girecektir: "Ve ikisinin arasında birbirine
kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur". "İki denizi
salıverdi, birbirine kavuşuyorlar (temas ediyorlar), aralarında bir engel
vardır, birbirine geçip karışmıyorlar"[63]
Ayet-i kerimede sözü
edilen engel kuru bir yerdir. Bunu İbn-i Kesir ve
diğer bazı tefsir otoriteleri açıkça ifade etmişlerdir. Ben de bu görüşten yanayım.
Bazıları ise ayette sözü edilen engelin, örneğin Nil
nehrinde müşahede edilen durum olduğunu ifade etmişlerdir. Nil
nehri tuzlu bir deniz olan Akdeniz'e dökülür. Bununla beraber Akdenize dökülen Nil nehri tuzlu
deniz İçersinde belli bir mesafeyc-kadar kendi
tatlılığını ve özelliğini korumakladır. Bu da Cenab'i
Allah'ın kendi yaratıklarına bahşetmiş olduğu nimetlerinden bir nimettir: Tatlı
suyun hepimizce bilenen bazı yararlan vardır. Yine açıkça bilindiği gibi tuzkı suyun bazı balıkların, sedeflerin, inci ve mercan
gibi (aşların yetişip oluşmasında etkileri vardır. Günümüz müsbet
ilmi,okyanusların ve okyanuslardaki tuzlu suların insan hayatında büyük bir
etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Şayet okyanuslardaki sular tatlı olsaydı,
atmosferdeki hava bozulurdu.
İnsanı değersiz bir su
olan dol suyundan yaratmıştır. Yarattıktan sonra şeklini düzene koyup dosdoğru
bir yaratık haline getirmiştir. Erkek olsun kadın olsun insana olgun bir
yaratış biçimi kazandırmıştır. Bu insanın hısımlık akrabalık ve diğer evlilik
bağlan olmuştur. Senin herseyi yoktan var eden
Rab-bin ne mübarektir! Senin Rabbin, gücü herşeye
yeten sonsuz kudretin sahibidir. O, insanı yaratmıştır. İnsandan erkek ve
dişiler mcydaaa getirmiştir (Allah)-dilediğine
dişiler bahşeder; dilediğine de erkekler bahşeder"[64].
Varlığı yoktan var
eden ve her bakımdan eşsiz, benzeri görülmemiş bu kâinatı icad
eden Allah'ı ve O'nun kudretini gördünüz mü? Şu insanlar O'na kulluk etmekten
nasıl yüz çevirip sapıtıyorlar.
Ortak koşucular O'nu
nasıl inkar edip te başka Varlıklara ilah diye kabulleniyorlar?
Kaldı ki o aciz varlıklar, kendilerine ne fayda, ne de zarar verebilirler.
Başkalarının vereceği zararı da kendi nefislerinden savamazlar. Kendileri için
bile bir İyilikte bulunamazlar. Ey cahiller! Sİz
bunların peşine nasıl düşersiniz?! Kafir kimse Rabbine isyan edip O'nun
emirlerine muhalefet etmekle, peygambcrleriniyalan!amakla,şcytana destek olup ona
yardımcı olurlar. Şeytan ve taraftarları, kayba uğrayanların ta
kendileridirler. Bazı kimseler de-dilerki; ayette
amaçlanan manâ,kafirlerin Allah katında değersiz oluşlarıdır. Şu inat ve küfür
cereyanına aldırma. Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni ancak müjdeci ve
uyarıcı olarak gönderdik. Hesap görmek yalnızca Allah'a aittir. Cezalandırmak
ta yalnız O'na Özgüdür. Onlara de ki: Siz benim doğruluğuma delalet eden bunca
kanıtların ortaya atılmasından sonra bana ne diye itaat etmiyorsunuz? Ben
sizden peygamberliğim için bir ücret mi istedim ki bana muhalefet ediyorsunuz.
Hayır, ben sizden asla bir ücret istemiş değilim. Ama Rabbine ulaşmak için
güzel bir yol tutmak isteyen ve malını rıza-i İlahi uğruna harcayıp, iyi
ameller işleyerek Allah'a yaklaşmak isteyen kimseler varsa onlar bu iyilikleri
yapsınlar. Her şey Allah katında bir miktar ve ölçü iledir. Yaptığınız işler,
zerre ağırlığınca olsa bile Allah katında karşılıksız kalma/.
Ey Muhammedi Ölmeyen diriye
tevekkül et. Bu mülkün sahibi, güçlü, kuvvetli, bülün
mahlukatin yok oluşundan sonra bile varlığı devam
edecek olan baki zata bei bağla. Her kim O'na bel
bağlarsa O, ona kafidir ve onu bütün kötülüklerden korur. Allah işini ve
dileğini yerine getirendir. Cenab-ı Allah herşey için bir kader ve ölçü belirlemiştir.
Tevekkül etmek,
görünür sebeplere bağlanmaya aykırı değildir. Ama bununla biriikte
herşeyin yüce Allah'ın kudreti dahilinde olmaya da
iman etmek gerekir. Gördüğünüz gibi Cenab-ı Allah
diridir, ölümsüzdür. Sen O'nu noksanlıklardan tenzih edip kutsa ve O'na itaat
et. O'na kulluk et. Çünkü O, herşeyi bilendir ve iıerşeydan haberdardır. "Kullarının günahlarını O'nun
bilmesi yeter". O, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir. Hayır
işlemiş-lerse sevap verecek, kötülük işicmişlerse ceza verecektir. O gökleri, yeri, ikisi
arasındaki şeyleri altı günde yaratan Rahman'dır. O, bunların ölçüsünü en iyi
bilendir. Bu mevcudatın sayısını sorma. Aksine Allah'ın, cehennemdeki görevli
meleklerin (zebanilerin) sayısı hakkında söylediklerini hatırla: "Biz
cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını da^inkar edenler
için bir imtihan kıldık ki,kendilerine kitap verilmiş olanlar iyice inansın.
İnananların imanını artırsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düşmesinler.
Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: "Allah bu misalle ne demek
istedi" desinler"[65].
Allah gökleri ve yeri
altı günde yarattı. Sonra kendi ululuğuna yaraşır bir şekilde Arş'ın üzerine
oturdu. Bu oturuşun şekil ve biçimini ancak o bilir. —Selef bu görüştedir—
Halef ulemasına gelince onlar bu oturuşu te'vil
ederler ve derler ki: Cenab-ı Allah Arş-ı istila
etti. Oradan kâinatın idaresini yürütür. Hak İle hüküm verir. O, hüküm
verenlerin eniyisidir. Ayet-i kerimenin aslında,
göklerin yaratılışı ile Arş'm üzerine Allah'ın istiva
edişini bildiren cümleler arasında yer alan "sümme"
kelimesi, zamani tertip için değil de ihbari tertip içindir.
Sen Allah'tan hayır
dile. O'nun yoluna gir ve O'na tabi ol. Aüah'tan daha
çok bilen vejıerşeyden daha çok haberdar olan bir
kimse yoktur. O'nun kendisine kitap indirdiği peygamberi bile ancak Allah'ın
bildirdiğini bilir. Allah'ın haber verdiği şeylerden haberdar olur. "O(na inen Kur'an veya O'nun söylediği
sözler), kendisine vahyedilenden başka birşey değildir. O'na müthiş kuvvetleri olan biri
öğretti"[66].
Firavunun Musa'ya:
Alemlerin Rabbi'de kim oluyor? dediği gibi "Onlara:
Rahmana secde edin" denildiği zaman: "Rahman nedir? derler"[67].
Yoksa Rahman'ı
bildikleri halde bu ismi yadırgamış ve vasfım mı sormuşlardır?
Kendisine secde
etmemizi emrettiğin —ki o Rahman'dır— şeye mi secde edeceğiz? Bu söz oniarı dinden, gerçekten ve hakikatten daha da uzaklaştırdı.
Özeiillikle mü.siümaniar
secde ederken onlar Allah'tan daha da uzaklaştılar. Gökte burçlaryaratarijgezegenlcrve
yıldızlar için menziüer var eden AHah
ne mübarek ve ne muazzamdır! Güçlü, kudretli, nikmefli
ve herşeyden haberdar olan Aüah
noksanlıklardan arınmıştır. Ne ki, müşrikler bunu anlamaz ve akledemezler. Gökte ışıklı ve hararetli, güçlü bir lamba
(güneş) yaratan, geceleyin kâinatı aydıniatan ayı,
var eden Allah ne mübarek ve ne yücedir! Burada herkesçe bilinip müşahade edilen varlıklar oldukları için özellikle güneşle
aydan bahsedilmiştir.
O Allah ki, geceyle
gündüzü birbirinin ardısıra getirir. Bunlar biribirini izlerler. Geceleyin bir haberi d uyamayan kini.se mutlaka ohaberi gündüzie-yin duyar İşte bütün
bunlar öğüt alıp, öğütler uyarınca davranan kimseler için birer ibrettirler.
Gece ile gündüz, kainatta birbirini izleyen büyük ilahi ayetlerdirler. Ama bu
ayetler ve mucizeler, ibret ahp sonra da Rabîerinin sayısız nimetlerine karşı şükreden rnü'minier içindirler, [68]
63- Rahmanın kullan, yeryüzünde mütevazı yürürler.
Bilgisizler kendilerine takıldıkları zumun onlara güzel ve yumuşak söz
söylerler.
64- Onlar, gecelen Rableri için kıyama durarak ve
secdeye vararak geçirirler
65-66- Onlar, "Rabbimiz! Bizden cehennem
azabını uzaklaştır; doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası şüphesiz kötü
bir yer ve kötü bir duraktır" derler.
67- Onlar, sar fenikleri zaman ne israf ederler ne de
cimrilik, ikisi tınısında orta bir yol tutarlar. [69]
Mütevazı ve ağır başiı olarak.Yani hayırlı sözler.Gecelerler. Sürekli ve
ayrılmaz olan. Cimrilik ederler.Dengeli olarak. [70]
Cenab-ı Allah,kafirlerle müşriklerden söz edip onîann davranış ve inançlarını, içinde bulundukları hayat
tarzlarını, onları beklemekte olan cezayı açıkladıktan sonra,işte burdaki ayetlerde de mü'rhinierin
sıfatlarını açıklamıştır. Böylece sûre, en mükemmel ve en güzel bir şekilde
sona erdirilmiş olmaktadır. Bu ayetlerde Cenab-ı
Allah, mir mirileri dokuz sıfatla nitelemiştir ki bunların tümü. kişinin huy
.ve niteliği İle ilgilidirler. Kur'an-ı Kerim,
değişik ifadelerle birkaç yerde mü'minlerin
sıfatlarına değinmiştir. Bazen onları topium olarak,
bazen de iyi amel sahibi fertler olarak ele almış, bazen onların —bu ayetlerde
olduğu gibi— sıfatlarını anlatmıştır. Bu hususta daha geniş bilgi almak
isteyenler, tevbe süresindeki ayetlere', Hac
sûresinin de 40. ve 41. ayetlerine, aynı şekilde mü'minun
sûresinin ilgili ayetlerine baksınlar. [71]
Rahman'ın kulları —ki
onlar gerçek mü'-minierdirier— İşte yukardaki ayet-i kerimelerde anlatılan davranışları
sergilerler. "İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en yüksek)
oda(lan)yla mükafatlandıraiacaklar ve orada bir sağlık dileği ve selam
ile karşılanacaklardır"[72].
Rahman'a küllük etmek
insanın en yüksek sıfatlarından biridir. Hatta bu sıfat Peygamberlerin en
şereflilerine, son Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e verilmiş bir sıfattır. Bakınız
Cenab-ı Allah ne buyuruyor: "Eksikliklerden uzaktır
O (Allah)ki,geceleyin kulunu (Muhammed'i) Mescid-i
Haram'dân Mescid-i Aksa'ya
yürüttü" [73].
"Alemlere uyarıcı
olsun diye kulu (Muhammcd'e) Furkân'ı
indirenin hayır ve bereki pek çoktur! "[74].
İşte bu ayetler,
kulluğun, yaratıkların en şerefli sıfatlarından biri olduğuna İşaret
ediyorlar. Bu sıfat ancak hakkıyla ibadetle meşgul olan kimselere verilir.
Yoksa her insan Allah'ın kuludur.
1- "Yeryüzünde mütevazı yürürler." Evet mü'minler gündüzleyin insanlarla
beraber yeryüzünde yürür, onlara karşı yumuşak ve merhametlice muamelede
bulunurlar. Ağır başlı ve sükûnet İçerisinde yürürler. Kimseye karşı taşkınlık
etmeden, kibirlilik taslamadan, bozgunculuk çıkarmadan, yeryüzünde üstünlük ve
fesat istemeyen kimseler olarak yaşarlar.
Ayet-i kerimede, mü'minler mütevazi yürürler,
sözünden kasıt onların gösteriş yaparak, yapmacık hareketlerde bulunmak
isteyen kimseler gibi hasta hasta yürümeleri
değildir. Peygamber (s.a.v.) efendimiz yolda yürürken yokuş aşağı inen bir
kimse gibi yürürdü.
2- 'Cahiller kendilerine laf atarlarsa
"selam" derler" Yani kendilerinden başka insanlar onlara kötü
sözlerle sataşırlarsa, onlara hayır ve iyilikle karşılık vererek; içinde selâm,
feslim, af ve bağışlama bulunan sözler söylerler. Onlar kötülüğe karşı
iyilikle mukabelede -bulunurlar. Çünkü kötülük, hakikaten veya hükmen cahil olan kimselerden
çıkar. "Boş sözleri işittikleri zaman ondan yüz çevirirler"[75].
Ama kendilerine, cahil
sayılmayan, aksine onlara tahkir etmek için kasıtlı kimseler tarafından boş
sözler ulaştırılırsa, Allah ve Resulüne dayanarak güç bulur ve zillet ile
utancı üzerlerinden def ederler. Beyinsiz, ahmak ve inatçı kimselerin ellerine
vururlar ki, hem kendileri hem başkaları için ibret olsunlar.
3- "Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek
ayakta durarak geçirirler". Bu nitelik, insandan insana değişen bir
niteliktir. Bazıları yatsı namazını cemaatle kılıp ardısıra
sünnetlerini eda eder sonra sabah namazını da cemaatle eda ederler, böylece de
Rablerine geceleyin secde edip ayakta durarak geceyi geçirirler ayetindeki
vasıflara sahip olurlar.
İnsanların bir kısmı
da şu aye£-i kerimelerin kapsamına girerler:
"Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi"[76].
"Yanları, yataklardan uzaklaşır (gece teheccüt
namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar),
korkarak ve umurak Rablerine dua ederler”[77],
Hakikatte her nefis kendi yapabileceği işi yapmakla, hatta daha azını yapmakla
sorumlu tutulmuştur ki ibadetten nefret etmesin, kendisine usanç ve tembellik
gelmesin.
Cenab-ı Allah kullarını gündüzleyin
mütevazi olarak yürüyen, cahiller kendilerine laf
attığı zaman onlara karşı "selam" diyen, geceleyin de secde edip
ayakta durarak vakitlerini geçiren kimseler olarak nitelemiştir. Yani onlar geceiiyin abid, gündüzleyin süvaridirler.
4- "Onlar ki: "Rabbimizl
Cehennemin azabını bizden öteye çevirir, doğrusu onun azabı sürekli bir
azaptır" derler". Evet işte bunlar gerçekten Rah-man'ın hakiki kullarıdırlar. Elden geldiğince İyilik
yaparlar. Ama sürekli olarak ta korku ve çekince içersindedİrler.
Allah'ın mekrinden emin olmazlar. Zira' O'nun mekrinden ve tuzağından ancak fasıklar
topluluğu emin olurlar. Bunlar devamlı olarak Allah'ı anar, O'nun azabından
korkar ve yalvararak şöyle derler; Rabbimiz isyankarlar için hazırlanmış olan
cehennem azabını bizden öteye çevir. Zira onun azabı süreklidir. Orası ne kötü
bir kalış yeridir. Bu ayet-i kerime şu ilahi kavie
benzemektedir: "Onlar ki verdiklerini, rabblerinin
huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler'''[78].
5- "Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne israf
ederler, ne de cimrilik ederler, (harcamaları), bu ikisinin arasında dengeli olur"
İşte iktisadın temeli. Hatta en önemli unsuru budur ki,bunu da Kur'an-ı Kerim 15 yüzyıl önceden ortaya atmıştır. Her ne
kadar müslümaniar bunu bilmeyip gereğince davranamasalar
da bu böyledir. Zaten müsîümanlann bundan haberi
olmadığı için yabancılar, siyasi alanda bize saldırıp üstün geldikleri gibi,
ekonomik yönden de üstün gelmişlerdir. Dinimiz çoğunlukla bize, bu esasa
uymamızı emretmiştir. Bakınız Cenab-ı Allah ne
buyuruyor: "EI(ler)İni boyuna bağlanmış yapma,
tamamen de açma"[79]"Çünkü
(gereksiz yere mallarını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri
olmuşlardır"[80] Şer'an istenilen infak, mü'-bah
işlerde yapılan harcamalardır ki,bu da israf ile cimrilik arasındaki dengeli
bir harcamadır. Zira işlerin en hayırlısı orta vaziyette olanıdır. Şunu da iyi
bil ki, hayırda israf, israfta da hayır yoktur. Denilmiştir ki: İktisat maişetin
yarısıdır. İktisatlı davranan kimse yoksul düşmez. îksisat
şüphesiz ki fazilettir. Yalnız cimrilik derecesine varmamaIıdır.
Ey müslümaniar! Ekonomik alandaki düşmanlarınızdan
sakının. Onlarnüfuzları altına girmemizi istemektedirler.
Bunu da kılıçla, yahut malla, yahut ilimle yapmaya çalışmaktadırlar. Sakmın hem de çok sakının. Onların bize karşı oynadıkları
oyunlara gelmeyin.[81]
68- Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona
yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina
etmezler. Bunları yapan günaha girmiş olur.
69- Kıyamet günü azabı kat kat
olur, orada, alçaltılarak temelli kalır,
70- Ancak tevbe eden, inanıp
yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini İyiliklere çevirir.
Allah bağışlar ve merhamet eder.
71- Kim tevbe edip yararlı iş
işlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yönelmiş olur.
72- Onlar yalan yere şehadet
etmezler; faydasız birşeye rastladıkları zaman yüz
çevirip vakarla geçerler.
73- Kendilerine Rableriniıj
ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.
74- Onlar: "Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve
çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi, Allah'a
karşı gelmekten sakınanlara önder yap" derler.
75- İşte onlar, sabrettiklerinden ötürü cennetin en yüksek
dereceleriyle mükafatlandırılırlar. Orada esenlik ve dirlik dilekleriyle
karşılanırlar. .
76- Orada temellidirler. Orası ne güze! bir yer ve ne
güzel duraktır!
71- Ey Muhammed, de ki: "İbadetiniz olmasa Rabbim
size ne diye değer versin?' 'Ey inkarcılar! Yalanladığınız için, azab yakanızı bırakmayacak ür. [82]
Ceza.ikap. Kovulmuş ve alçalmış olarak. Şahitlik etmezler, ya da orada hazır bulunmazlar. İçinde fayda bulunmayan söz
veya fiiller.Düzensiz olarak düşüvermek.Gözler sevinci. Huzur, saadet Yüksek
binalardaki odalar. Bunlar cennetin en yüksek mertebeleridirler. Rabbim sizi
umursamaz ve sizinle ilgilenmez. Yani sîzin O'nun katında hiçbir değer ve
ağırlığınız yoktur. [83]
Burada anlatilan olumsuz sıfatlar, tümü ile mü'minlerden
son derece uzak sıfatlardır. Bunlar cahil müşriklerin sıfatlarıdırlar. Zira
onların arasında Allah'a ortak koşma, putlara ibadet etme, haksız yere can
alma, kendilerine karşı güven duyan kimselere aniden balkın yapma, yoksulluk
korkusuyla kızları diri diri toprağa gömme, eşraf
arasında gizlice zina etme, cariyeler arasında alenen zina etme ve buna
.benzer kötü fiillerle davranışlar yaygın vaziyetle bulunmaktaydı. '
Müslimİn rivayet ettiği bir hadiste Abdullah İbn-i Mes'ul (R.A.) şöyle der:
"Ey Allah'ın Resulü! Allah katında en büyük günah nedir?" diye sordum.
Resulullah buyurdu ki: "Seni yaratmış olduğu halde
Allah'a eş koş-mandır". Sonra hangisi diye
sordum. Buyurdu ki: "Seninle beraber (yiyeceğini) yer korkusu ile
çotuğunu öldürülendir". Sonra hangisi diye sordum: Buyurdu ki: Komşunun
helali ile zina etmendir". Peygamber efendimizin bu sözlerini tasdik saadecîlnde Cenab-ı Allah, yukardaki ayet-i kerimeleri inzal buyurdu. [84]
Önceki sayfalarda
vasıflan anlatılan Rahman'ın kuilan bu gibi köîülük-lerden tabii ki
arınmışlardır.
6- ''Onlar ki
Allah ile beraber başka bir tanrıyı çağırmaz (ibadet elmez)lar". Evet onlar Allah'a ortak koşmaktan uzaktırlar.
Allah'ın yanisıra başka bir îanrıya
dua etmez ve O'na kullukta bulunmazlar. Oniar Rab'lerinc yönelip O'na iman etmiş, kendisine ortak
koşmadan ihlasia O'na sığınmışlardır.
7- "Allah'ın haram ettiği canı haksız yere
öldürmezler" Bil ki ey kardeşim! İnsanın kam muhteremdir. Üç durum
dışında onun kanına tecavüz edilemez: Müsii'ıman
olduktan sonra irtîdat ederse veya iffetli oiup evlendikten sonra zina-ederse veya öldürülmesi helal
olmayan bir İnsanı öldürerek haddi aşarsa... Mü'minler
o kimselerdirler ki; Allah'ın, haksız yere öldürülmesini haram kıldığı cam
öldürmezler. İrtidat (dinden dönme) eden, başkasını
öldüren, zina eden'kimseyi Öldürme hakkı imam'in, yani hakimindir.
8- "Zina etmezler..." Zina çok çirkin bir
suçtur. Hoşlanılmayan bir fiildir. İçinde vicdan bulunan bir insan bu rezaleti
işlemez. Resuluüah (s.a.v.) efendimiz ne doğru
buyurmuş: "Zinakar kişi zina ederken mü 'min değildir". Bu nedenle ayet-i kerimede de insanlar
zinaya yaklaşmaktan sakındınlmış-lardır:
"Zinaya yaklaşmayın!".
İşte buüç sıfat, günahların en büyüklerinden, rezilliklerin de
en başta gelenierindendirler. Bunları işleyen kimse
günah ve azapla karşılaşır. Kıyamet gününde Ccnab-ı
Allah onlara kat kat azap verir. Onlara vereceği
azabın vasfını ancak Allah bilir. Horlanmış ve hakarete uğramış olarak o azabın
içinde ebediyyen kalırlar. Ancak îevbe
edip Allah'a yönelen, Allah'a İman edip doğru yola giren, iyi işler yapan
kimseler bu azaptan kurtulurlar. Zira bu şekilde iyi davranan kimselerin salih amelleri, onların tevbe
etmiş olduklarına, niyetlerinin iyi yöne girmiş olduğuna ve gerçekten
pişmanlık duyduklarına delalet eder. Defalarca söylediğimiz gibi tevbe, nefsi kötülüklerden arındıran bir fiildir. Tevbenin; kamil imanı, günahı bilip ikrar etmeyi, ondan
ötürü pişmanlık duymayı, günaha tekrar dönmemeye kesin karar vermeyi, salih amel işlemeye yönelmeyi gerektiren bazı temel
esasları vardır. Yoksa tevbe sadece dil ile
yapılamaz. İşte tevbe edip iyi işler yapan ve tevbelerinin gereğini yerine getiren kimselerin
günahlarını Cenab-ı Allah iyiliklere döndürür. Allah
günahları bağışlayan, kullarına merhamet eden, tevbelerini
kabul buyurup kötülüklerini bağışlayandır.
Kötülüklerin iyilikle
değiştirilmesi konusunda iki görüş vardır. Denildi ki: Cenab-ı
Allah şirkin yerine imanı verir. Kuşku ve nifakın yerine ihlası
verir. Facirliğin yerine iffeti verir. Kötü
amellerin yerine iyiliği verir. Ebıı Zerr-Gıfari (R.A.), Peygamber
(s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Doğrusu
kötülükler, iyiliklerle değiştirilirler". Ebu Hureyre (R.A.)'nın rivayet ettiği
bir haberde şöyle buyuruimuştur: "Bazı kavimler
daha çok günah işlemiş olmayı temcimi ederler". Onlar kimdir? Denildi.
Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: "Onlar ki Cenab-ı
Allah, kötülüklerini iyiliklerle değiştirir", Cena"b-ı
Allah dilediği kuluna iütufta bulunabilir. Bu hususta
O'nu hiç kimse sorguya çekemez. O, kötülüğün yerine iyilik verir. Yeter ki,
kulu tevbe edip tevbesinİn
gereklerini güzelce İfa etsin. Bir hadîsi şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Her nerede olursan o! Allah'tan sakın. Kötülüğün ar~ dısıra
iyilik işle ki, o iyilik, işlediğin kötülüğü silsin. İnsanlara güzel huyla
muamele et." İkinci görüşe gelince bundan, yani kötülüklerin iyiliklerle
değiştirilmesindeki kasıt şudur: Onların kötü hallerinin yerine iyi haller,
yani Cenab-ı Allah onların kötü amellerinin yerine saüh amel verir. Herşey Allah'ın
elindedir. Kim ki işlediği kötülüklerden ve günahlardan dolayı Allah'a yönelip tevbe ederse Cenab-ı Allah ta
onun tevbesini kabul buyurur. Allah, bu yaptıklarına
karşı güzel mükafat vermeyi de üstlenir.
9- "Onlar ki yalan şahitlik etmezler. Boş laf
(konuşanlar)a rastladıklarında, vakar ile (oradan) geçip
giderler". Bu ayet-i kerimenin orjinalinde geçen
"zör" kelimesi; yalan, yahut Allah'a ortak
koşmak, putlara tapmak, günah İşlemek ve batıl yola sapmak anlamına
gelmektedir. Bazıları dediler kî; bu kelimeden maksat, müşriklerin bayramıdır.
Yani mevsimlerinde ve bayramlarında kafirlerin sevinçlerine katılmak ve ortak
olmak demektir. Buna göre
"zûr" kelimesinden maksat mü'minlerin
bu günahlara katılmamaları ve bu günahların işlendiği yerde hazır
bulunmamalarıdır. Veya "zur" kelimesi yalan
manasında ele alınırsa; mü'min kişiler, başkalarına
dayanarak yalancılık etmez ve yalan şahitlikte bulunmazlar, manası anlaşılır.
Rivayet olunduğuna
göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyurmuşlardır: "Size günahların en büyüklerini haber vereyim mî?"
—Peygamber efendimiz bu sorusunu üç defa tekrarladı— dedik kî, evet ya Resulallah! Haber ver. Buyurdu
ki "Allah'a ortak koşmak, ana-babaya kötü davranmak, (Bunları söylerken
bir yere yaslanmış idi. Bu iki cümleyi söyledikten sonra kalkıp oturdu ve
şöyle dedi: Bilesiniz ki yalan.söz, bilesiniz ki, yalan şahitlik". Bu sözü
o kadar tekrarladı ki bize, keşke sussaydı, dedik.
Ayet-i kerimenin
zahirinden anlaşılıyor ki, kastedilen mana şudur: Onlar yalana ve her türlü
bühtan ve günaha şahit olmaz bu kötülüklerin işlendikleri yerde hazır
bulunmazlar. Şayet tesadüfen bu günahların işlendiği yerden geçerlerse dönüp
bakmaksızın çekip giderler. Yoksa onlar da günaha katılmış olurlar.
10- "Ve onlar ki kendilerine Rablerinin ayetleri
hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar". Onlar ki
kendilerine Allah'ın ayetleri hatırlatıldığı veya kendilerine okunduğu zaman
kalpleri ürperir, titrer. İmanları ve tevekkülleri artar. Oysa kafirler bunlara
hiç te benzemez. Onlar, Allah'ın ayetlerini
duyduklarında hiç mi hiç etkilenmez ve saplandıkları kötü gidişatı
değiştirmez, eski durumlarına devam eder. Hatta daha da kötü olurlar. "Ne
zaman bir sûre indirilse (iki yüzlüler) arasından kimi: "Bu hanginizin
imanını artırırdı? der. (O adam bilsin ki Kur'an),
inananların imanım arttırmıştır, Onlar bunun inişini birbirlerine müjdelerler.
Fakat yüreklerinde hastalık olanlara gelince (bu), onların pisliklerine pislik katmıştir"[85].
"Onlara Rahman'in ayetleri okunduğu zaman
ağlayarak secdeye kapınırlardı"[86]. Zemahşeri bu ayetin tefsirini yaparken anlam olarak şöyle
der: Onlar ki, AI-. lah'ın ayetleri kendilerine
hatırlatıldığı zaman O'nun üzerine düşer, bu ayeti kendilerine hatırlatan
kimseye; işiten bir kulak, gören bir göz ve anlayan bir kalple yönelirler.
Kafirler ve İsyankâr mü'minler gibi yapmazlar. Çünkü
onlar Allah'ın ayetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman bakarsınız ki sadece
yüzleri ile ona yönelirler. Yüzİerİ ile yönelirken de
kulakian sağır, gözleri ve kalpleri kör olup Kur'an'dan hiçbir şeyi anlamaz ve bu ayetlerin geçişinden de hiçbir öğüt almazlar.
11- "Ve onlar ki: Rabbİmiz
bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle
ve bizi (senin azabından korunanlara önder yap" derler". Kâmil mü'min o kimsedir ki, kendi nefsini acele (geçici) dünyada
değil de, kalıcı ve ebedi olan ahirete yöneltir.
Bütün gayreti ahiret ve ocadaki
nimetler üzerinde yoğunlaşır. "İşte yarışanlar, onun için yarışsınlar'[87].
Kâmil mü'min o kimsedir ki: Allah'tan, kendisine;
imanlı, İyi yolda bulunan, hayır işleyip kötülüklerden uzak duran eş ve
çocuklar bağışlamasını diler ki, bunlar onun gözünü aydınlatıp nefsini
sükûnete kavuştursun ve başka şeylere gözü takılmasın. Bunların mal veya
güzellik için istemiş olmasını akıl kabul etmez. Buna ayet-i kerime delalet
ediyor. Şöyle ki: Ey Rabbimiz! Bizi senin azabından korunan takvalı kimselere
Önderler yap. Bunlar derin imanda ve köklü amelde bize uysunlar. Ey Cemaat ve
topluluk! Sizler numune-i imtisal olarak önderlersiniz. İbn
Ömer Hazretleri Allah'a dua ederken şöyle derdi: "Allah'ım! Bizleri büyük
sıfatlar ve değerli amellerle sıfatlanan icabı ve selbî
(olumlu ve olumsuz) hasletlerle muttasıl'olan takva
sahibi kimselerin önderlerinden yap".
Bu nitelikler onbir tanedir: Alçak gönüllük, kibirli olmamak, yumuşak
huylu olmak, geceleyin tehcceüt namazı kılmak,
Allah'ın azabından korkmak, cimrilik ve israfı lerketmek,
Allah'a ortak koşmaktan uzak durmak, zina ve adam öldürmekten sakınmak, yalancı
şahitliğe yanaşmamak, iyi yoldaki eşler ve çocuklar nasip etmesi için Allah'a
dua etmek.
İşte bu niteliklere
sahip olan kimseler, sabırlarına karşılık cennette yüksek köşklerle
mükafatlandırılırlar. Bu dünyada yaptıkları salih
amellerin karşılığı olarak kendilerine cennet verilir. Orada Allah'tan ve
meleklerden kendilerine selanıet dileğinde bulunup
tebrikler gönderilir. O cennet odalarında güzel bir şeklide temelli olarak
kalırlar. Orası ne güzel bir kalış yeridir. "Mutlu kılınanlar ise
cennettedirler. Gökler ve yer durdukça onlar onlar
orada sürekli kalacaklardır"[88]
Sûrenin sonuna
gelindiğinde Ccnab-ı Allah kendisinin hiçbir şeye muhtaç
olmadığını açıklamıştır. Kullarını, kendisinin lütuf lan
ndan yararlansınlar diye bazı şeylerle sorumlu
tutmuştur. Kendisine karşı gelen ve Peygamberlerini yalanlayanları ise azaplandırarak şu mealde direktifler vermiştir: Allah sizin
yaptığınız işlere aldırmaz ve size değer vermez. Siz O'na kulluk etmediğiniz
takdirde O'nun katında hiçbir ağırlığa sahip olamazsınız. Sadece kendisine
ibadet edip birlesinler, sabah akşam O'nu teşbih etsinler diye yaratıkları
meydana getirdi. Sizin imanınız olmasa ve O'na ibadet etmezseniz O size hiç mi
hiç aldırış etmez. Size gelince ey Mekke kafirleri! Peygamberi yalanladığınızdan
dolayı Allah'ın hükümüne muhalefet ettiniz. Bu
yalanlamanızın sonucu olarak ta ahiret azabı sürekli
olarak yakanıza yapışacaktır. "Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada (o
bunaltıcı ateş içinde) bir soluk alış verişleri vardır kil... Göklerje yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Ancak
Rab-bim (çıkarmayı) dilerse (O) başka. Çünkü Rabbimy istediğini yapandır"[89].
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/293.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/293-294.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/294.
[4] İsrâ: 1.
[5] Kehf: 1-2.
[6] İsra: 106.
[7] Tâha: 50.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/294-296.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/297-298.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/298.
[11] Hakka: 44-46.
[12] Hûd: 1.
[13] Kehf: 110.
[14] Tevbe: 32.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/298-300.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/301.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/302.
[18] Al-i İmrân: 194.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/302-304.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/304-305.
[21] Hucurât: 11.
[22] Zuhruf: 31.
[23] Mü’minûn: 111.
Prof. Dr. Muhammed Mahmud
Hicazi, Furkan Tefsiri,
İlim Yayınları: 4/304-307.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/307-308.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/308.
[26] En'am: 124.
[27] İsrâ: 90-92.
[28] En'am: 8-9.
[29] En'am: 111.
[30] En'am: 93.
[31] İbrahim: 27.
[32] İbrahim: 18.
[33] Yasin: 55-57.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/308-310.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/310-311.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/311.
[37] Bakara: 210.
[38] Mü'min: 16.
[39] Müddesir: 9-10.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/311-312.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/312-313.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/313.
[43] Fussilet: 26.
[44] Ankebût: 2-3.
[45] İsrâ: 106.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/313-315.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/315.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/316.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/317.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/317.
[51] Tâhâ: 44.
[52] Bakara: 2-3.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/317-318.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/318-319.
[55] Muhammed: 24.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/319-321.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/321-322.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/322.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/322.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/322-325.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/325-326.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/327.
[63] Rahman: 19-20.
[64] Şûra: 49.
[65] Müddessir: 31.
[66] Necm: 4-5.
[67] Fukan: 60.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/327-330.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/330-331.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/331.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/331.
[72] Furkan: 75.
[73] İsrâ: 1.
[74] Furkan: 1.
[75] Kasas: 55.
[76] Zariyât: 17-18.
[77] Secde: 16.
[78] Mü’minûn: 60.
[79] İsra: 29.
[80] İsra: 27.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/331-333.
[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/333-335.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/335.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/335.
[85] Tevbe: 124-125.
[86] Meryem: 58.
[87] Hûd: 108.
[88] Hûd: 108.
[89] Hûd: 106-107.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 4/335-339.