FURKAN SURESİ 2

Varlık Alanında Allah'tan Başka Gerçek Mabut Yoktur. 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Kafirlerin Kur'an Ve Peygamber'e İlişkin Şüpheleri 3

Bazı Kelimeler: 3

Açıklama: 3

Kafirlerin Reddelişi Ve Kıyamet Günündeki Hallerinin Açıklanması 5

Bazı Kelimeler: 5

Açıklama: 5

Kıyamet Gününden Sahneler. 6

Açıklama: 6

Kafirlerin Bazı Kötülükleri Ve Bunun Akıbeti 8

Bazı Kelimeler: 8

Açıklama: 8

Kıyamet Gününden Bazı Sahneler. 9

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 9

Kafirlerin Kötülüklerinden Örnekler. 10

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 10

Özetle: 11

Peygamberlerini Yalanlayan Bazı Ümmetlerin Kıssaları 11

Bazı Kelimeler: 11

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 11

Açıklama: 12

Kafirlerin Çirkin Amellerinden Örnekler. 12

Açıklama: 12

Allah'ın Varlığına Ve Üzerimizdeki Nimetlerine İşaret Eden Bazı Kevnî Ayetler  13

Bazı Kelimeler: 14

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 14

Açıklama: 14

Yüce Allah'ın Peygamber (S.A.V.)'E Yönelttiği Direktifler. 15

Bazı Kelimeler: 15

Açıklama: 16

Mü'minlerin Sıfatlarından Bazıları 17

Bazı Kelimeler: 17

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 17

Açıklama: 18

Mü'minlerin Sıfatlarını Anlatmaya Devam.. 19

Bazı Kelimeler: 19

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 19

Açıklama: 19


FURKAN SURESİ

 

Mekkidir. 77 ayettir. Bazı kimseler 68, 69 ve 70. ayetleri dışında, sûrenin diğer kısmının Mekki olduğunu söylemişlerdir. Cenab-ı Allah bu sûrede, ka­tıksız tevhid inancından, Kur'an-ı Kerim'den, peygamberlik mes'elelerinden, kıyametin hallerinden bahsetmiş, sûrenin sonunu da mü'minlerin vasıflan İle getirmiştir. Nitekim sûrenin açılışım da kainatı meydana getiren sanatka­rın varlığını isbatlamak, onu genel ve temel sıfatları ile nitelemek, noksan­lıklardan ve imkansızlıklardan münezzeh olmakla tavsif ederek yapmıştır. Bu arada mü'minlerle kafirlerin amellerinden ve bu amellerin sonucundan söz etmiştir. Geçmiş ümmetlerin başına gelen felaketlerle musibetleri anlatarak ta kafirleri tehdid etmiştir.[1]

 

Varlık Alanında Allah'tan Başka Gerçek Mabut Yoktur

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1-2- Göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinme­yen, hükümranlıkta ortağı bulunmayan, herşeyi yaratıp bir ölçüye göre dü­zenleyen ve dünyaları uyarmak üzere kulu Muhammed'e, hakkı batıldan ayır-deden Kur'an'ı indiren Allah, yücelerin yücesidir.

3- Kafirler, O'nu bırakıp, birşey yaratamayan, bilakis kendileri yara­tılmış olan. Kendilerine ne zarar ve ne de fayda verebilen ; öldürmeye, dirilte­ni eye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen tanrılar edin­diler. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bereket, hayınn çokluğu ve bolluğu demektir.

Kur'an-ı Kerim.Öldükten sonra hesap için ölülerin yeniden canlandırılması. [3]

 

Açıklama:

 

Bereket sadece Allah'a aittir. Övgü O'na mahsustur. O'nun hayrı ve ni­meti bollaşıp çoğalmıştır. Siz Allah'ın nimetlerini1 saymaya kalksanız saya­mazsınız. O, zat nitelikleri ile fiilleri bakımından her varlıktan üstün ve yü­cedir. Bütün Övgüler, yüce Allah'ındır. Neden olmasın ki? O Allah ki, alem­lere uyarıcı olsun diye kuluna (Muhammed'e) Furkân'i indirdi. Hakkı ile ba­tılı birbirinden ayıran Kur'an-ı indirdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim; doğru ile yanlışı, helal İle haramı, dünyanın nimetlendiği medeniyeti ile başıboşluk ve cahili-yeti birbirinden ayırt eden hak terazidir.

Ayet-i kerimede Peygamber efendimiz, Kur'an-ı Kerim'in nüzulü kendi­sine nisbet edilirken kui olmakla nitelendirilmiştir. Bu nitelik onu yüceltmekte ve şanını yükseltmektedir ki, herşey yerli yerine koyulmuş olsun. Müslüman şahıs ta, hak'kın nuruna ve doğru yola ulaşsın. Peygamber efendimizi kulluk makamından çıkarıp tahıristiyanlann Hz. İsa'ya yaptıkları gibi O'nu tanrı­lık mertebesine çıkarmasın. Bakınız, şu aşağıda aktaracağımız Kur'anKe-rim ayetlerinde de Peygamber (s.a.v.) efendimizin Allah'ın kulu olarak nite­lendirilmiştir: "Eksiklikten uzak olan O (Allah) ki, geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürüttü"[4]. "O Allah'a hamdoisun ki, kulu­na kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. Onu dosdoğru olarak (indirdi)"[5] Kaldı ki Peygamber (s.a.v.) efendimizin kulluk ile vasıflandınlması onun için bir ikram ve şereflendirmedir. Cenab-ı Allah, hak ile batıl arasın­da ayırım yapacak olan Kur'an-ı kulu Muhammed'e indirdi. O Furkân (Kur'an)

peyderpey, olaylara göre Peygamber efendimize nazil olurdu. Böylece Kur'-an'ın ezberlenmesi, anlaşılması ve mü'minlerin kalbinde yer tutması daha kolay oluyordu. "O'nu bir Kur'an (Okunacak bir kitap) olarak (ayet ayet) ayırdık ki insanlara dura dura okuyasın ve Onu (insanların ihtiyaçlarına göre) parça parça İndirdik"[6].

Cenab-ı Hak; her zaman ve mekanda insanlar ve cinler âlemine, dilediği kullarını hidayete erdirmek için bir uyarıcı ve parlak bir ışık olarak Kur'anHz. Peygambere gönderdi. Kur'an-ı Kerim'i indiren, göklerle yerin yönetimi­ne sahip Cenab-ı Hak'tır. Cenab-ı Allah kendi nefsini, Kur'an'ı indiren, gök­lerle yerin yönetimine sahip olan, çocuk edinmeyen, mülkte ve yönetimde ortağı olmayan, herşeyi yaratıp bir Ölçü ile takdir eden bir zat olarak vasıflandir-mıştır. Bu vasıflar; yüceliğe, ululuğa, ibadet ve takdisi hak etmeye delalet eden vasıflardır.

a- Göklerin ve yerin, mülkiyet ve yönetimi O'na aittir. Böyle olunca O'ndan başkasına ibadet edilir mi hiç?

b- Çocuk edinmemiştir. Çünkü O, herşeyin sahibi ve malikidir. Malikiyet ve sahibıyet ise çocuk edinmeye aykırıdır. O hiçbir hususta çocuğa muh­taç değildir. Yaratıklarından hiçbirine, hiçbir hususta benzemez. O sadece iba­deti tek başına hak eden bir zattır. O'ndan başkasının mabûd olması, mülki­yet ve yönetimde O'nun yerine geçmesi düşünülemez ve imkansızdır.

Bu sözlerle, Allah'ın çocuk edindiğini, iddia eden insanların iddiaları red­dedilmektedir.

c- Mülkiyet ve yönetimde O'nun ortağı yoktur. Çünkü mülkiyet sadece O'na aittir. Tanrılıkta o bir basınadır. O emir sahibidir. Kul bunları öğren­dikten sonra diğer bütün varlıklardan ümidini keser. Ve şayet varsa onlardan yana korkusu da sona erer. Sadece kutlu ve yüce olan hak ile meşgul olur.

Bu sözlerle, Allah'ın ortağı olduğunu iddia eden kimselerin İddiaları red-dilmektedir.

d- Cenab-ı Allah herşeyi yarattı ve ona bir ölçü takdir etti. Evet Cenab-ı Allah herşeyi takdir ederek, ahkâma uygun olarak yarattı. Onu yaratılış ama­cına uygun olarak hazırlayıp takdir etti. "Rabbimİz, herşeye yaratılışını (var­lığını ve biçimini) verip, sonra onu doğru yola İleten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten) dir."[7]

Ey kardeşim! Şu kainata ve kainattaki acaipliklere baktığın zaman göz­ün bu acaipliklerin sırlarını kavramaktan aciz kalır. Ve sen bu durumda kai­natın sağlam bir takdire ve mükemmel bir nizama bağlı olduğunu anlarsın. İçindeki her ünitenin kendi görevini en mükemmel bir şekilde ifâ eden dü­zenli bir makinaya benzediğini anlarsın. Örneğin insanı ve onun yaptığı işle­ri göz önüne al. Bu İnsanın kendinden istenen yüce görevi en güzel tarzda yerine getirebilecek şekil ve kıvamda yaratıldığını anlasın. Şu uzun boyunlu deveye ve kısa boyunlu ata bak. Suda yüzen hayvana bak. Bütün bunlar insanın hayretini celbeden bir takdir ve düzen içerisinde yaratılmışlar ki, kendilerinden istenilen gö­revi mükemmel bir şekilde ifâ etsinler ve sudaki hayvanda yüzme imkanım elde edebilsin. Şu civcivin ayaklarına ve ayaklanndaki tırnaklara bak. Bu tır­naklan sayesinde toprağı eşeleyip rızkını aramaktadır. Şu kaz ve ördeğe ve ayaklarına bak. Ayaklan suda yüzmelerine yardımcı olacak bir şekil ve tarz­da yaratılmıştır. Buna daha birçok örnek göstermek mümkündür. Böylece senin Rabbinin herşeyi bildiğini, her şeyden haberdar olduğunu, her şeyi ya­ratıp belli bir ölçüye ve takdire tabi kıldığını isbatlamış olduk. Siz hâlâ O'-ndan başkasına mı tapacaksınız ve O'nu bırakıp başka şeylere mi yönelecek­siniz?!

Bütün bunlara rağmen Allah'a ortak koşan müşrikler O'nu bırakıp baş­ka varlıkları tanrı edindiler.1 Yüce Allah'ı bırakıp güçsüz ve hiçbir şeyi yapa­mayan, Allah'ın yaptıkları işin hiçbirine muktedir olamayan, hatta insanla­rın bile yaptıkları işlere güçleri yetmeyen, ne bir iş yapabilen, ne bir şey yara­tabilen, bilakis kendileri yaratılmış olan varlıklara ilah diye bağlandılar. Kendi elinizle yontup şekillendirdiğiniz, hiçbir şeyi hissedemeyen, hiçbir şeyi d uya­mayan ve hiçbir şeyi konuşamayan şeyleri tanrı diye kabul edip Allah'ı bir tarafa bırakarak, onlara tapmanız gerçekten de tuhaf bir durumdur! Bu tan­rılarınız kendi nefislerine ne bir fayda, ne de bir zarar verebilirler. Hele baş­kalarına hiç mi hiç fayda veya zarar veremezler. Başkalarım öldürme ve ya­şatma gücüne sahip değildirler. Öldükten sonra insanları kabirlerinden çıka­rıp diriltme gücüne da sahip değildirler. İşte bu kadar aciz olan varlıkları Al­lah'tan başka ilahlar olarak kabul etmek akla mantığa sığar mı? Oysa ki Cenab-ı Allah, hak ile batılı ayırdeden bir ölçü olarak Kur'an-ı Kerim'i Pey­gamber (s.a.v.)'e indirmiştir. Göklerin ve yerin mülkü ve yönetimi O'na ait­tir. O'nun çocuğu ve de ortağı yoktur. O herşeyi yarattı ve bir ölçüye bağladı. [8]

 

Kafirlerin Kur'an Ve Peygamber'e İlişkin Şüpheleri

 

4- İnkar edenler: "Bu Kur'an Muhammed'in uydurmasıdır, ona baş­ka bir topluluk yardım etmiştir" diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular.

5- "Kur'an, öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırıp sabah ak­şam kendisine okunmaktadır" dediler.

6- Ey Muhammedi De ki: "Onu, göklerin ve yerin sırrını bilen indir­miştir. Şühesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir."

7-8- Şöyle dediler: "bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir.melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!" Bu zalimler, İnananlara: "Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz" de­diler.

9- Ey Muhammedi Sana nasıl misaller getirdiklerine bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar. [9]

 

Bazı Kelimeler:

 

Doğruluktan uzak yalan. Onu uydurdu.Haksızlık ve zalimlik ederek..

Batıl söz, hak'tan uzak söz. Büyü­lendi ve aklını yitirdi. [10]

 

Açıklama:

 

İşte kafirlerin peygamber efendimize dair boş ve asılsız şüpheleri. Kur'an-ı Kerim yukardaki âyetlerde onların bu şüphelerini kesin bir ifade ile reddede­rek insanlara doğru yolu ve hakikati gösteriyor.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah,Kur'an-ı Kerim'i indirdi. O Kur'-an'da hiç şüphe yoktur. Beİegat ve beyan konusunda müteşabih ayetleri var­dır. Hüccetler ve burhanlar konusunda muhkem ve sağlam ayetleri vardır. O Kur'an'ın ayetleri okunduğu zaman, Rablerinden korkan kimselerin kalpleri ürperir sonra Allah'ın zikri dolayısıyla da yumuşar. İşte bu Kur'an Allah'ın kitabidir."

Mü'minferin Kur'an'a karşı tutumları İşte bundan ibarettir. Ama kalp­lerine Allah tarafından mühür vurulmuş, kulakları damgalanmış, gözlerine perde çekilmiş, hakkı göremez olmuş kimselere gelince bunlar derler ki: Bu Kur'an; yalandan, iftiradan, hak'tan uzak sözlerden başka birşey değildir. Bunu Muhammed kendi yanından uydurmuştur. Uydururken de başkaları; yahu-dilerin bir kısmı, Ben-i Hadreminin kölesi Ebu Fukeyhe, Huveytin bin Abdu'l-Uzza'nm kölesi Addas, Âmir bin Hudremi'nin kölesi Yesar gibi, sonradan müslüman olan bazı ehl-i kitap kendisine yardımcı olmuştur.

CenabAİlah o kafirlerin bu boş şüphelerini şu kavli ile reddetmiştir: "Muhakkak bir haksızlığa ve iftiraya vardılar".

Evet çok çirkin birşey söylediler. Boylarını aşan bir iddiaya kalkıştılar. CenabAllah'da Peygamber efendimizin lisanı ile onlara karşı Kur'ari-ı gös­tererek apaçık bir şekilde meydan okudu. Ve Kur'an'ın bir benzerini getir­melerini istedi. Kendi ortaklarından yardımcıları olan insanlarla cinlerden yar­dım alarak Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymalarım istedi. Şayet Muham­med bu Kur'an'ı kendi yanında uydurmuş; ve bunu Allah'a nisbet etmiş, bu 'hususta başka bir kavimden yardım'almışsa ey müşrikler, size ne olmuş ki siz de Kur'an'ın bir benzerini getirmek için çalışırken onlardan ve ya diğer kavimlerden yardım almıyorsunuz? Yardım alın ki bu Kur'an'ın bir benzerini getirebilesiniz. Ama getiremezsiniz. Sizler edebiyat, fesahat ve beyan sahibi olduğunuz halde yine bunun altından kalkamayacaksınız. Evet Kur'an'ın bir benzerini getiremezsiniz —ki getiremezsiniz— bilin ki sizler 'Muhammed bu Kur'an'ı kendi yanından uydurdu' demekle bir yalan ve iftirayı ortaya atmış oluyorsunuz. Asılsız ve dayanıksız sözler sarfetmiş oluyorsunuz. Sizin bu şe­kilde konuşmanız bir haksızlıktır. Çünkü Muhammed Allah'ın yanından ge­len bir kitabı uydurmuş değildir. Sizin bu iddialarınızdan uzaktır. Yalan Söy­lediğinizden dolayı, batıl iddiada bulunduğunuzdan ötürü günahkar oldu­nuz.

Ey okuyucu kardeşim, o kafirlerle müşriklerin Kur'an ve Muhammed hakkındaki ikinci şüphelerine gelince onlar demişler ki: "Evvelkilerin ma­salları, onları yazdırmış, sabah akşam onlar kendisine okunuyor". Ey Rab-bim! Bunlar ne boş kuşkulara yakalanmışlar! Ayetleri sağlamlaştınlan bu Kur'an mı önceki milletlerin masalları ve uydurmaları oluyor?! Bu Kur'an-ı Kerim'i Muhammed (s.a.v.)'in yazdığını, yani yazılmasını emrettiğini iddia ediyor­lar. Zİra Peygamber efendimiz okur-yazar olmayan ümmi bir kimse idi. Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini ezberlemesi için sabah akşam kendisine okunduğunu söy­lüyorlar. Ayrıca sabahleyin kendisine okunan ayetleri akşamleyin, akşamle­yin kerfdisine okunan ayetleri de sabahleyin başkalarına aktardığını ve telkin ettiğini iddia ediyorlar. Cenab-ı Allah onların bütün bu iddialarını şu kavli ile reddediyor: Ey Muhammed de ki: O Kur'an-ı, göklerde ve yerde gizli ola­nı, gizlinin gizlisini de bilen, görünen ve görünmeyen alemlerden haberi olan Rabbimiz kendi Peygamberlerine bildirmiştir. Muhammed kendisi uydurdu­ğu halde Kur'an-ı Allah indirmiştir, desin de Allah o.nu öylece serbest bırak­sın! Bunu akıl ve mantık kabul eder mi? "Eğer o, bazı laflar uydurup bize iftira elseydi, elbette ondan sağ elini (gücünü, kuvvetini.alırdık, sonra can damarını keserdik"[11].

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah böyle bir Kur'an'm İfadelerini diz­meye elbetteki muktedirdir, onu icad etmeye gücü yeter. "(Bu), bir kitapdır ki, hikmet sahibi, herşeyden haberi olan (Allah) tarafından ayetleri sağlam­laştırılmış sonra da güzelce açıklanmıştır"[12]. Bununla beraber Cenab-ı Al­lah, küfür ve inattan dönüp kendisine yönelen ve tövbe eden kullarını bağış­lar, onları esirger.

Şunlara bak... Peygamber efendimiz hakkında bazı sıfatları ortaya atı­yor ve bu sıfatların peygamberliğe aykırı olduğunu iddia ediyorlar. Oysa bu boş şüpheler eğer birşey ifade ediyorsa o da, bu iddialarda bulunan kimsele­rin akıllarının kıtlığı ve görüşlerinin bozukluğundan kaynaklanmaktadır. Onlar her bakımdan kendilerini hükmü altına alan bir maddeciliğin zebûnu olmuşlar. Herşeyi maddi gözle görüyorlar. Bu da onlara yollarını şaşırttırmış, onları dosdoğru yolu görmez hale getirmiştir. Nedir bu şüpheleri:

1- Peygamber yemek yiyormuş !

2- Çarşılarda dolaşiyormuş!

3- Kendisini destekleyecek bir melek gökten inip te beraberinde dolaşmıyormuş !

4- İnsanlara harcaması için gökten kendisine bir hazine atılmıyormuş!

5- Bahçeleri ve bostanları yokmuş ki, onlardan yararlansın.

"Onlar bir insanın peygamber olmasının mümkün olamayacağını zannet­mişler. Yemek yiyen, çarşıda pazarda dolaşan, kendi hanımları ile cinse! te­masta bulanan bir kimse nasıl Peygamber olur?! Onlar Peygamberin sadece Allah tarafından kendisine vahiy gönderilen bir İnsandan başkası olmadığını bilmiyorlardı. "Deki: "Bende sizin gibi bir insanım. Bana vahyolunuyor"[13]. Şayet şaşılacak bir durum varsa onların şu durumlarına şaşmak gerek: Bir Peygamberin insan olmasını kabul edemiyorlar ama,duymayan, görmeyen taş­lara ibadet ediyorlar. Bir insanın Peygamber olması onlara göre mümkün ol­muyor da, cansız varlıkların, taşların tanrı olması mı mümkün oluyor?! Bu ne biçim mantık!

Onların şu isteklerine bak. Güya gökten bir melek inmelİymiş de insan­lara yaptığı davette peygambere yardımcı ve destek olmalıymış. İşte Hz. Mu-hammed'in, Allah katından getirdiğini iddia ettiği sözlerin gerçek olduğuna delalet eden kalıcı ve ebedi mucize olan Kur'an onlara yetmiyor mu? Kur'an Peygamber efendimizin gerçek Peygamber olduğunu te'yid ediyor. Ve onu in­karcılara karşı savunuyor. Kendi zenginliklerinin ve reislerinin olduğu gibi Mu-hammed'in bir hazinesinin olmamasına gelince Cenab-ı Allah Peygamberli­ğini nereye bırakacağını ye kimi Peygamber kılacağını herkesten daha iyi bi­lir. Peygamber, zenginlerin ve servet sahiplerinin vekili ve naibi değildir. An­cak Allah'ın insanlara gönderdiği bir elçisidir. İnsanları doğru yola iletir ve hayra yöneltir. Dünya ve ahiret mutluluğuna çağırır. Kendisinde bu gibi, sı­fatlar bulanan kimse Peygamberdir. Zalim müşrikler dediier ki: Siz aklını yi­tirmiş, fikrini darmadağın etmiş büyülü bir adama tabii oluyorsunuz. Ey Mu-hammed! Bak sana ne gibi misaller vermişler, ve sana bu sıfatları yakıştırmış­lar: Yalancı, sihirbaz, deli, sokaklarda yürüyen, yemek yiyen bir adam de­mişler. Bütün bunları sana musibet ulaştırmak ve insanları senden nefret et­tirmek için söylemişlerdi... "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyor­lar. Halbuki, kafirler hoşlanmasa da Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister"[14]. Şu kafirlere bakın. Dosdoğru yolu şaşırmışlar. Çünkü onların dil uzatmaları, senin izhar ettiğin mucizelerine veya davranışlarına veya ahlâkı-nadir. Yoksa bahsettikleri şeyFere değildir. Onlar Allah'ın nurunu söndürme­ye yol bulamayacaklardır. Allah'ın Resulünü desteklemesine engel olamaya­caklardır. [15]

 

Kafirlerin Reddelişi Ve Kıyamet Günündeki Hallerinin Açıklanması

 

10- Dilerse sana, bunlardan daha iyi olan, içlerinden ırmaklar akan cennetler verebilen ve köşkler kurabilen Allah yücelerin yücesidir.

11- Zaten onlar, kıyamet saatini de yalanladılar. O saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırlanmışızdır.

12- Bu ateş, onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını ve uğultusunu işitirler.

13- Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden atıldıkları zaman, orada, yok olup gitmeyi isterler.

14-  'Bir kere yok olmayı değil, birçok defa yok olmayı isteyin'' denir.

15- De ki: "Bu mu iyidir, yoksa Allah'a karşı gelmekten sakınanlara mükafat ye gidilecek yer olarak söz verilen ebedi cennet mi daha iyidir?"

16- Temelli kalacakları cennette diledikleri, şeyleri bulurlar. Bu, Rab-binin,yerine getirilmesi İstenen bir vâ'didir.[16]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Kasır" kelimesi, lügatte hapsetmek manasına gelir. Köşke, kasır adı verilirdi. Çünkü onda, başkalarının elinin uzatılması imkansız ve korun­muş durumdaki eşyalar vardır. Düşmanlar oraya ellerini uzatamazlar. Arap­lar taştan yapılan, türü ne olursa olsun her türlü eve "kasır" adı vermişler­dir. Yünden veya kıldan yapılan çadırlara ve evlere ise "beyt" (ev) adını ver­mişlerdir. Alevi şiddetli ateş. Şiddetli öfke. Hıç­kırığın tersine insanın içinden çıkan nefes.Zincirlerle bağlanmış, elleri boyunlarına götürülmüş. HeIak. [17]

 

Açıklama:

 

Allah'tır ki, gökleri yükseltmiş, yeri yaymıştır. İnsanı yaratmış ve ona şekil vermiştir, ö, hayır ve bereketlerin sahibidir. O'nun hayrı mübarek, ni­meti fazladır. Dilerse sevgilisi Mustafa'ya, sizin istediğiniz hazine ve bahçe­den daha hayırlı şeyler verir. Sizin talep ettiğiniz cennete karşılık öyle bir cennet verir ki, ağaçlarının altından ırmaklar akar. Yine öyle köşkler ihsan eder ki, o köşkler dünyadakilerden çok daha görkemlidir. Çünkü o, yetki ve emir sa­hibidir. Bir şeye ol deyince o şey hemen oluverir.

Cenab-ı Allah, bu ifadelerle o kafirleri reddediyor. Zira onlar demişlerdi ki; "Yahut kendisine (gökten) bir hazine atılmalı, yahut kendisinin bir bah-çesi olmalı da ondan (hiç zahmet ve meşakket çekmeden) yemeli değil mi?" Ama eksikliklerden münezzeh yüce Allah, Peygamberinin; kanaatle, kendine yetecek bir azıkla ve iman gücüyle, sabır çokluğuyla yaşamasını dilemişti ki, dünyası ile meşgul olup, dinini unutmasın. Bundan başka türlüsü düşünüle­bilir mi idi? Cenab-ı Allah, Peygamberini dünyadaki en büyük risalet yükü­nü omuzlanması için hazırlıyordu. Bu liderlik ve risalet ise, dünya ile dünya­nın geçici süsleri ile taban tabana zıt şeylerdir.

Süfyan'm Habib bin Said'den, Onun da Hayseme'den rivayet ettiğine göre Peygamber efendimize şöyle denilmiş: "Dilersen sana dünyanın hazinelerini ve anahtarlarını verelim. Ama bunlar senden önce hiç kimseye verilmemiştir. Senden sonra hiç kimseye de verilmeyecektir. Bunları sana verdiğimiz takdir­de ahiretteki şanından da hiçbir şey eksilecek değildir. Ama yine dilersen bun­ları sana topluca ahirette veririz"

Peygamber efendimiz bu öneri karşısında şöyle demiş: "bunlar bana top­luca ahirette verilsin." işte bunun üzerine Cenab-ı Allah, yukarıdaki ayet-i kerimeyi indirmiştir. Başka bir rivayete göre ise Peygamber efendimiz, kendisi­ne bu öneride bulunulduğu zaman şöyle demiş: "Ey Rıdvan benim bunlara ihtiyacım yok. Fakirlik bana bundan daha sevimlidir. Sabreden ve şükreden bir kul olmak benim için daha hoştur". Bu ifadelerden anlaşıldığına göre cennetlerle, köşkler ve bahçeler Peygamber efendimize ahirette verilecektir.

"Bilakis (kıyamet) saati(ni) da yalanladılar." Bu İfade ile o kafirlerin şüpheleri bir tarafa atılıyor ve bu bahanelerin asılsız sözler olduğu açıklanıyor. Şayet o isteklerine olumlu cevap verilseydi büe yine de iman etmezlerdi. Bu­nun sebebi; sadece kıyamet saatini yalanlamış ve gayba, ahiret hayatına iman etmiş olmamalarıdır. Bu durumda oian kimse düşünüp araştırmaz. Peygam­bere iman edemez. Çünkü onda buna kaabiliyet yoktur. İşte bu gibi kimseler için Cenab-ı Allah alevi şiddetli bir ateş hazırlamıştır.

Cenab-i Allah onlar İçin hazırlanmış olan alevli ateşi şu sıfatlarla nitele­miştir:

1- "(Bu ateş) onları uzak bîr yerden görünce onlar bunun (kendilerine karşı) öfkesini ve uğultusunu işitirler". Bu da tıpkı mülk süresindeki şu ayet-i keri­meye benziyor: "Oraya atıldıkları zaman onun öfkeli homurtusunu işiterler,. kaynıyor, az daha öfkeden çatlayacak", İşte bu, genel ifadelerle cehennem ateşinin ve alevinin şiddetini niteliyor.

2- "Elleri ayaklarına zincirlerle bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkla­rı zaman orada ölümü çağırırlar. (Yetiş ey ölüm, neredesin, gel bizi bu azap­tan kurtar! derler". Kafirlerin cehennem ateşi içindeki durumları tasvir edil­dikten sonra şimdi de bu ayet-i kerime ile onların cehennem ateşi içindeki durumları dile getiriliyor. Abdullah bin Ömer'in şöyle dediği rivayet edilir: "Mızrağın alt demirinin darlığı gibi cehennem ateşi, kafirleri dar yerlerden geçirip sıkıştırır, Cennete gelince onun genişliği göklerle yerin genişliği ka­dardır.?. Şüphesiz sıkıştırıp tazyik etme insanın canına eziyet verir. Bununla beraber o kafirler zincirlerle bukağılar içersinde bağlıdırlar. Yüzleri üstüne cehenneme sürüklenirler. Bu şekilde oraya atıldıklarında: Ey ölüm gel, bizi bu cehennem azabından kurtar, diye feryat ederler. Onlara denilir ki; bu gün bir ölümü değil bir çok Ölümü çağırın. Zira içine düştüğiinüzbu azaptan kur­tulmanız için bir ölüm değil, birçok ölüm gereklidir." Şundan ki, azap türlü türlü ve çeşit çeşittir. Herbirİnden kurtulmak için birer defa ölmeniz gerekir. Ya da cehennem ateşinden o kafirlerin derileri pişip olgunlaştığında Cenab-ı Allah o derilerini alır yerine yeni deriler verir. Yine yanıp eski hale gelir. Şu halde onların ölüp kurtulmalarının imkanı yoktur. Ve bu azaplarının da ni­hayeti yoktur.

İşte yukarıda görüldüğü gibi cehennem ateşi tasvir edilirken ciğerleri pa­ralanıp kalpleri koparcasına, kafirlere lıasrcl ve pişmanlık verircesine tasvir edildi. Bundan sonra da Cenab-ı Allah Peygamberine, kafirlere karşı şöyle demesini emir buyurdu: Ey Muhammed! Onlara de ki: Şu içinde bulunduğu­nuz cehennem mi, yoksa ebedi cennet mi daha hayırlıdir? Ateşte hangi hayır vardır?!

Bu sorularla kafirlere karşı müstehzİyane bir ifade kullanılmakta,onların dünyada iken Peygambere karşı uyguladıkları sapık metod aynı ile onlara karşı uygulanmaktadır. Çünkü onlar dünyada diyorlar ki; cehennemde bi­zim İçin hayır vardır. Böyle diyerek cenneti elde etmek ve cennet sevabına na­il olmak için hiçbir çaba içine girmediler. O cennet, içine girip yararlanmala­rı için Allah'ın azabından korunan kimselere va'dolunmuştur. Cennet, onlar için bir mükafat ve kalış yeridir. O ne güzel bir mükafat ve ne güzel durak­tır. Onlar için orada diledikleri, nefislerinin arzuladığı, gözlerinin hoş görüp . lezzetlendiği şeyler vardır.Orada temelli kalacaklardır. Allah'ın hoşnutluğu bütün bunlardan daha büyük ve önemlidir. Bütün bunlar Cenab-ı Allah'ın kendi nefsi üzerine borç olarak yazdığı şeylerdir. Bunlarla, inanmış kullarına lütufta bulunacaktır. İnsanlar ondan dilekte bulunarak şöyle demişlerdir: "Rabbimiz bize,' elçilerine va'dettiğini ver"[18]. "Rabbimİz, bize dünyada da güzellik ver, ahirettede güzellik ver, bizi ateş azabından koru!". [19]

 

Kıyamet Gününden Sahneler

 

17- O gün Rabbin onları ve Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyleri toplar ve: "bu kullanım siz mi saptırdınız, yoksa kendi kendilerine mi yoldan sap­tılar?" der.

18- Onlar: "Haşa, Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize.yaraşmaz; fakat Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de sonunda Seni anmayı unut­tular ve helaki hak eden bir millet oldular" derler.

19- "Söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar, artık kendinizden azabı çeviremez, yardım da göremezsiniz. Zulmedenlerinize büyük bir azab taddi-racağız." denir.

20- Ey Muhammedi Senden önee gönderdiğimiz bütün Peygamberler de, şüphesiz yemek yerler, sokaklarda gezerlerdi. Ey insanlar! Sabreder misi­niz diye sizi birbİrînizlc sınarız. Rabbin her şeyi görür. [20]

 

Açıklama:

 

İşte bu, kıyamet sahnelerinden bir sahnedir. Bu sahnede tanrı diye peş­lerinden gidilenler tanrı olmadıklarını açıkça söylüyorlar. Ve kendilerine tabi olanlardan ilişkilerini kesiyor, tapılanlar tapanlardan ilgilerini koparıyor, bi­lakis söyledikleri sözleri yalanlıyorlar. İşte bu ifadelerle hak ve iman sahiple­ri doğrulanıyor, destekleniyorlar. Aldatılmışların, putlara bel bağlayanların ve Rahman'ı bırakıp onlara kulluk edenlerin perdeleri aralanıyor. Kıyamet gününde Rabb'in onları ve Allah'tan başka taptıkları tanrıları kendi huzu­runda toplayıp onlara takrir ve tesbİt yoluyla, dünyada yaptıkları işleri itiraf etmeleri için şu soruyu sorar ve böylelikle gerçek ortaya çıkıp sabah aydınlığı gibi belirir: Size tapan bu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar mı yolları­nı sapıttılar? Bu soru edebiyat bilginlerinin bildikleri gibi takrir sorusudur. Yani muhatabı bildiği şeyi ikrar etmeye yöneltir. Bunun bir benzeri de Ccnab-ı Allah'ın, Meryem-oğlu İsa'ya söylediği şu sözdür: "Ey Meryem oğlu İsal Sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı edinin dedin?"İnsan­ların, dünyada Allah'ı bırakıp ta tapmış oldukları meleklerin, cinlerin, İsa ve Üzeyr gibi insanların ve aynı şekilde putların lisan-ı hal veya makal İle Cenab-ı Allah'a verecekleri cevap şu olacaktır: Ey Rabbimiz! Seni noksanlıklardan tenzih ve takdis ederiz! Sana muhtaç olan ve senden yardım dileyip, sana ibadet eden biz kullarının, senden başkalarını tanrı edinmesi mümkün değilken şu insan­lara ne olmuşla-bizleri senin yerine tanrı olarak kabul etmişler?!

Bazı kimseleryukardakİ ayetin şu anlama geldiğini ifade etmişlerdir: Ey Rabbimiz! Senden başkalarını dost olarak almamız doğru ve sahih olmaz. Baş­kalarını seni bırakıp ta bizi dost edinmeleri için nasıl teşvik ederiz? Ey Rabbi­miz! Sen yücesin. Bunların ortaya attıkları büyük bir iftiradan başka bir şey değildir. Ama ey Rabbimiz! Bunun sebebi şudur: Sen herşeyi bilensin. Sen onları ve atalarını nimetlerinle yaşattın. Öyle ki, onlara bahşettiğin nimetler onları sımamı. Gururlan onları doğru yoldan saptırdı. Nihayet Peygamber­lerine indirmiş olduğun zikrini've kitaplarını unuttular. Kendilerinde hayır kalmayan heiak olmuş bir kavim haline geldiler. (Öyle görülüyor ki bu sözle­ri söyleyenler meleklerdir). İşte siz ey kafirler! Görüyorsunuz ki, bu dünyada sizi Allah'a yaklaştıracaklar diye taptığınızı iddia ettiğiniz tanrılar, kıyamet gü­nünde sizin bu İddialarınızı Allah'ın huzurunda yalanlayacaklardır. Tanrı ol­duğunu iddia ettiğiniz bu cansız varlıklar haklarında söylediğini7- sözlerini­zin yalan olduğunu açıklayacaklardır. İşte o zaman siz ey kafirler, Allah'ın size dokunduracağı azabı 'hiçbir şekilde üzerinizden geri savamazsaniz. Ve hiç­bir halde yardımda göremeyçeksiniz. Bir kıraate göre ayet-i kerimede geçen şeklinde okunmuştur. Buna göre mana şöyle olur: Yani tanrı olduğuna inandığınız o cansız varlıklar kıyamet gününde Allah'ın size dokunduracağı azabı sizin üzerinizden geri çeviremez ve size asla yardımcı da olamazlar. Sizden her kim zulmederse; Ö'na, zulmü ile orantılı büyük bir azabı tattırırız. Bu zulümden kasıt. Allah'a ortak koşmak veya şirkin diğer türlerinden herhangi biridir. "Doğrusu şirk, elbette büyük bir zulümdür". "Her kim tevbe etmezse işte onlar, zalimlerin ta kendileridirler"[21]. Zulüm  genel bir kavram olup içine şirk, küfür, fasıklık girer.

Bu ifadelerle, o kafirlerin Peygamber efendimize; yemek yiyor, çarşılar­da dolaşıyor, şeklinde yapmış oldukları itirazlar.reddediliyor. Önceki millet­lere de Cenab-ı Allah'ın göndermiş olduğu peygamberlerin hepsi, yemek yi­yor, insanlar gibi sokaklarda, çarşılarda dolaşıyorlar, rızklarını temin etme­nin peşinden koşuyor ve şanlarına yaraşır bir şekilde geçimlerini sağlama ça­bası içinde bulunuyorlardı. O zaman cîhad etme yok idi. Fakirlik de ayıp sa­yılmıyordu. Rızık temin etmek için çalışmak insanın kişilik değerini azalt­maz. Cenab-ı Allah insanların bazısını diğer bazısı için bir sınama vasıtası kılmıştır. Mü'mini kafirle bir arada, zengini yoksulla bîr arada sınayıp de­nemiştir. Bunlardan her biri diğeri için bir imtihan aracıdır. Zengin, fakir İle imtihan edilir. Çünkü zenginin, fakire yardım elini uzatması ve onu alaya al­maması gerekir. Fakir de aynı şekilde zengin ile imtihan edilir. Fakirin, onu kıskanmaması, onun malını çalmaması gerekir. Her ikisinin de, Cenab-ı Al­lah'ın haklarında takdir buyurduğu şeye sabırla katlanmaları gerekir.

Peygamber (s.a.v.) ile sahabileri, zamanlarında yaşamakta olan kafir kavim eşrafı için bir imtihan aracı idiler. Bu nedenle Öteden beri. kafirleri ve Peygambere başkaldıran asileri yönetenlerin, isyankar kavmin ileri gelenleri olduklarım görmekteyiz. Peygamber (s.a.v.) efendimizin zenginlik, servet ve mevkii sahibi olmayan bir aileden gelmesi, bir çok insanların küfretmelerine sebep oldu, birçok insanların fitneya düşmelerine neden oldu. "Ve dediler ki: Bu Kur'an iki kentten (Mekke ve Taif'den) büyük bîr adama indirilmeli değil miydi? "[22]. Yine dediler ki: Allah Haşimoğullarının yetiminden başka Peygamber gönderecek bir adam bulamadı mı?! Evet Biz bazınızı bazınız için imtihan vesilesi kıldık. Sabredecek misiniz? Rivayet olunur ki; yukardaki ayet-i kerime, Ebu Cehl bin Hişan ile Velid bin Muğire, As ÎbnVâil ve diğer Ku-reyşin ileri gelenleri hakkında nazil olmuştur. Bunlar Ebu Zer'rin, Abdullah İbn Mes'ut ile Ammâr'ın, Bilâl ve Suheyb'in, Ebû Huzefye'nin kölesi Salim'in müsİüman olduklarını görünce, biz de müslüman olup bu mü'minler gibi aynı saffa mı gireceğiz?! dediler. Böyle konuşmaları üzerine Cenab-i Allah mü'minlere hitaben şu ayeti İndirdi: "Biz sizi bİrbiriniz için bir sınama (vası­tası) yaptık. Sabrediyor musunuz?" Evet görmekte olduğunuz bu şiddetli hale, fakirlik, zahmet, yorgunluk ve eziyete karşı sabredecek misiniz? Bu ifadeler­le sanki Cenab-ı Allah, kafirlere mühlet verip onlara genişlik vermiş, mü'minleri de denemek için sıkıntıya maruz bırakmıştır. Müslümanlar bu eziyetlere ve sıkıntılara sabırla göğüs gerince, Cenab-ı Allah onlar hakkında şu ayet-i keri­meyi vahyetti: "Bu gün ben, onlara sabretmelerinin karşılğını verdim"[23]

 

Kafirlerin Bazı Kötülükleri Ve Bunun Akıbeti

 

21- Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Bize ya melekler indirilmeli, ya da Rabbimizi görmeliyiz" derler. And olsun ki kendi kendilerine büyük-lenmişler, azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir.

22- Melekleri gördükleri gün, işte o gün, suçlulara iyi haber yoktur.

Melekler: "İyi haber size yasaktır, yasak!" derler.

23- Yaptıkları her işi ele alır, onu toz-duman ederiz.

24- O gün, cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir. [24]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yani bizimle karşılaşmaktan korkmuyorlar. Bazı arap lügatlerine göre Kelimesi korku anlamını ifade eder. Bazı kimseler ayet-i kerimenin şu manaya geldiğini de söylemişlerdir: Onlar hayır ile bizimle karşılaşacaklarını ümit etmezler. Çünkü onlar O'na iman etmezler. Zulümde haddi'aştılar. Hicr, men etmek manasına gelir. Akla da "hicr" adı verilmiştir. Çünkü O sahibini bazı işlerden men eder.Güneş ışınlarının pencereden içeriye girerken odanın içinde görülen küçük zerreciklere Heba denir. Dağınık, yani kendisinden yararlanılmayan şeyler. [25]

 

Açıklama:

 

Bu ayetlerde kafirlerin inat ve şiddetli zorbalıklarından söz ediliyor. Bu inat ve zorbalıkları, onların büyüklük taslamalarına,, haddi aşmalarına ve gü­nahkarlıklarına gerçekten delalet ediyor. Kaipleri kibir, taşkınlık ve zorba­lıkla dolmuştur. Peygambere melek indiği gibi kendilerinin üzerine de me­lek inmesini istemişlerdir. Ve demişlerdi ki: "Allah'ın elçilerine verilenin aynı bize de verilmedikçe katiyyen inanmayız!'[26]. Yani demek istemişlerdi ki; üzerimize açıkça görebileceğimiz melekler İnseydi de Peygamber Muham-med'İn,insanlara Allah tarafından gerçek olarak gönderilen bir elçi olduğu­nu bize haber verselerdi. "Dediler ki: Yerden bize bir göze fışkırtmadıkça su­na inanmayız. Yahut senin hurmalardan ve üzümlerden oluşan bîr bahçen olmalı, aralarından ırmaklar fışkırtmaksın! Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin. Yahut Allah'ı ve melekleri karşısımıza getirmelîsin"[27]. Bu nedenle onlar bu arada dediler ki: Keşke üzerimize melekler indirilseydi, ya da Rabbimİzi görseydik.

Sanki onlar, Kur'an-i Kerim'in Peygamber efendimizin sadakatine tanık­lıkta bulunan ve onun risalet davasını teyid eden bir mucize olduğuna kana­at getirmemişlerdi de melekleri veya Allah'ı açıkça görmeyi talep etmişlerdi. Oysa Allah'ın, görülmez olduğunu bilmiyorlardı. Hoş ya, kendilerine bir melek indirilseydi, onunla bağlantı kurup konuşma gücüne dahi sahip olamaz­lardı. Bunu garipsememek gerekir. İşte güçlü ruhun sahibi peygamber efen­dimizi dahi ilk olarak Cebrail (A.S.) ile karşılaştığında, gücünü aşan durumlarla karşılaşmıştır. Cebrail onu defalarca bağrına basıp kucaklayarak üze­rindeki bu ağırlığı hafifletmeye çalışmıştır. Sanki Cenab-ı Allah onu bu ağır yükü omuzlamaya hazırlıyordu. Nihayet insanlardan, maddeden ve dünya­dan uzaklaşmayı, inzivaya çekilmeyi O'na sevdirmişti. Bütün bunlara rağ­men Cebrail'le ilk kez karşılaştığında olanlar olmuş ve korkulara kapılıp ürk­müştü. Ya avamdan olan diğer insanlar böyle bir manzarayla karşilaşsalardı, bir meieği karşılarında görselerdi, ne yaparlardı?! Melek, bir insan şekline bürünseydi de karşılarına çıksaydı yine işi karıştırır ve delil isteğinde bulu­nurlardı. "O'na bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Eğer bir Melek indirseydik iş bitirilmiş oSurdu, artık kendilerine hiç göz açtırmazdı. "Eğer O'nun (yani peygamberi) melek yapsaydık, yine bir adam (şeklinde) yapar­dık ve onları yine düştükleri kuşkuya düşürürdük"[28]. İşte bu nedenle Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Onlar ruhlarında gizli ve yerleşik olan bir bü­yü klenmeden kaynaklanan kasılrnışhkla büyüklük tasladılar. Büyük bir az­gınlıkla haddi aştılar. Bu azgınlıkları da İnsana hayret vericidir. Cenab-ı Al­lah ne doğru buyurmuş: "Biz onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileri ile konuşsaydı, ve herşeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedik­ten sonra yine inanmazlardı"[29].

Onlara ne olmuşta melekleri görmek İstiyorlar? Zaten melekleri ekşi su­ratlı, çetin ve katı bir günde, ruhlarının teslim aiiığı günde göreceklerdir. İş­te o zaman kendileri için hazırlanmış olan azabı fark edecekler. O günde me­lekler kendilerine şöyle seslenecekler: Bu gün asla müjde yok. Olsa olsa size cehennem ateşini, güçlü ve cabbâr olan Allah'ın öfkesi İle gazabını müjdele­yebiliriz. "Haydi canlarınızı çıkarın (kurtarın), Allah'a, gerçek olmayan' söy­lemenizden ve O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan Ötürü, bu gün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız?"[30]. Gerçekten de "Melekleri gör­dükleri gün, işte o gün suçlulara müjde yoktur". O zaman kafirlerle müşrik­lerin suçlarından daha şiddetlisi var mıdır? "Yasaktır yasak! derler". Bunla­rı söyleyenler .kimlerdir? Bazıları derier ki, bunları söyleyecek olanlar kafir­lerdir. Zira cahili geleneğe göre bir kimse düşmanı İle karşılaştığı zaman ona; şu an de seni tehlikeden koruması için Allah'a sığınman yasaktır, sana iman yoktur, derdi.

Diğer bazılarına göre ise bu sözü kafirlere melekler söyleyecek ve onlara şöyle hitab edecekler: Bugün mü'mirilerin müjdelendiği gibi, sizin hayırla ve iyilikle müjdelenmeniz yasaktır yasak!" "Allah, inananları, dünya hayatın­da da, ahi ret te de sağlam sözle teshil eder. Allah, zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar"[31]. O günde mü'minlere, melekler tarafından tebrikler, müjdeler, sebatlıklar; kafirlere ise tehditler, acılar, sapıklık ve kötü akibetJer haber verilir. Şu kafirler dünyada iken sadaka vermek, ikramda bulunmak, esiri Özgürlüğüne kavuşturmak, beyte ve hacılara hizmette bulunmak gibi bazı İyiliklerde bulunur ve bununla da övünürlerdi. Bu iyiliklerine güvenerek iyi umutlar beslerlerdi. Cenab-ı Allah onlara hitaben şöyle buyurdu: Onların yap­tıkları iyiliklerin önüne geçerek, iyiliklerini hayırsız ve mükafatsiz hale geti­rip etrafa saçılmış toz zerrelerine dönüştürdük. "Rablcrini inkar edenlerin işleri, tıpkı fırtınalı bîr günde rüzgarın savurduğu küle benzer"[32]

Buna şaşmamak gerekir. Çünkü onlar, Cenab-ı Allah'a iman etmeyen, O'nu hakkıyla takdir etmeyen, O'nu putlarla mukayese eden, O'nunla bera­ber başka tanrılara tapan, O'na çocuk veya ortak isnad eden, yahut O'nu, yaratıklarından bazılarına benzeten bir toplumdurlar. Şu halde bunlara, ken­di tanrılarına yaptıklarının misli ile karşılık vermek elbetteki daha uygun ola­caktır!

Allah'a ve Peygamberlerine inanıp, Peygamberlerinden hiç birini diğeri­ne üstün tutmayan inanmış kimselere gelince,onlar kurtuluşa eren cennetlik­lerdir. Bunlar, kafirlerin cehennem ataşinde yanıp tutuşmakta oldukları günde çok hayırlı ve rahat bir yerde olacaklardır. Dinlenecekleri ve sefa sürecekleri biryerde olacaklardır. "O gün cennet halkı, bir zevk ve eğlence ile meşgul­dürler. Kendileri ve eşleri, gölgelerde, koltuklara yaslanmışlardır. Orada on­lar için meyvaiar ve içecekleri herşey vardır"[33] Bir hadiste şöyle buyurulur: "Kutlu ve yüce Allah, yaratıkların hesabını yarım günlük bir zaman içerisin­de tamamlayacaktır. O esnada cennetlikler cennette dinlenecek, Cehennem­likler de cehennem ateşinde dinleneceklerdir" Ayet-i kerimede geçen "dinle­necekleri yer daha güzeldir," sözünün anlamı işte budur. [34]

 

Kıyamet Gününden Bazı Sahneler

 

25- O gün, gök beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bö­lük bölük indirilecektir.

26- O gün gerçek hükümdarlık Rahman'mdır. İnkarcılar için yaman bir gündür.

27-29- O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kur'an'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor" der. [35]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gök bulutlarla açılır. Yok olmayan sabit şey.Şiddetli.Zalimin, parmaklarını ısırması, pişman oluşundan kinayedir. Dost ve arkadaş. Zikir, yani Kur'an-ı Kerim. Yardımsız bırakmak. [36]

 

Açıklama:

 

Hatırla o günü ki, gök bulutlarla parçalanıp açılır. Gökten, ellerinde amel defteri bulunan melekler İnerler ki,insanları hesaba çeksinler! Bu ayet-i keri­me, şu aşağıdaki aktaracağımız ayete anlam bakımından ne kadar da yakın­dır: "Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini bekliyorlar değil mi?"[37]. Yaratıkların yok olup, dünya ve üze­rindeki işaretlerin tümüyle yok olduğu günden itibaren hesap gününe kadar mülk ve hakimiyet sadece Rahman'a ait olacaktır. "Bu gün mülk kimindir. O,tek ve kahhar olan Allah'ın!"[38]. O gün, kafirler için zorlu ve şiddetli gün olacaktır. Zira o günde bütün anlaşmazlıklar çözümlenip karara bağlanacaktır. O günde gerçek ve doğru söz söyleyecektir. "İşte o gün, çetin bir gündür! Kafirler için kolay değildir"[39]. Mü'menlere gelince o büyük korku onları hüzünlendirmez. Hatırla o günü ki, zalim kimseler pişmanlıklarından ve dünyada yaptıkları fena işlerden oairü üzülerek parmaklanmn ucunu ısırır ve şöyle derler: Keşke ben de peygamberle birlikte yararlı bir yola koyulsaydım. Beni İyiliğe ulaştıracak bir yola yirseydim. Taşkınlık ve azgınlık yolunu, ken­disinin peşine düştüğüm şeytanın yolunu ferketseydim. Böyle der ve onun sonu da ziyan olur.

Yine der ki: Ey pişmanlık, ey hasret ve nedamet! Gel de halimi gör. Tanı senin gelme zamanındır! Keşke ben, beni doğru yoldan şaşırtıp saptıran fa­lan kimseyi dost edin meşeydim. Onu sıcak ve samimi dost edİrımeseydim.Bana gösterdiği yola girmeseydim!...

Rivayet olunur ki bu ayet-i kerime Ukbe'bin Ebî Muayt hakkında nazil olmuştur. O, Ümeyye bin Halefe dost ve arkadaş olmuş, Peygambere yap­tığı eziyetlerde ona uymuştu. Yine o zalimler derler ki: Kur'an bana geldik­ten sonra ve Kur'an'da Muhammed'in gerçek Peygamber olduğu, Kur'an'ın da Allah tarafından gönderilen hak kitap olduğu açıklandığı halde, arka­daşım beni Kur'an'dan ve imandan saptırdı.'

Zalimin pişman olduğu ve nedamet getirdiği gün kıyamet günü müdür, yoksa Bedir savaşının patlak verdiği gün müdür? Ayct-i kerimeden her iki anlam da çıkarılabilir. Ayette geçen zalim iie arkadaşının kimler olduğunu, onları tahkir etmek amacıyla Kur'an-! Kerim açıklamamıştır. Ayrıca onlara benzeyen kimselerin de bu ayetin hükmü kapsamına girmesi amacıyla Kur'an-ı Kerim isim açıklamamıştır.

Şeytan, insanı yalnız ve yardımsız bırakır. Yardıma .şiddetle muhtaç ol­duğu zamanlarda bile O'na yardım elini uzatmaz. İşte şeytan her zaman bu karakterdedir. Ona uyan ve onun öğütlerine kulak veren kimseler ondan sa­kınsınlar! [40]

 

Kafirlerin Kötülüklerinden Örnekler

 

30- Peygamber:'  "Ey   Rnbbinı!   Doğrusu   milletim   bu   Kur’an'ı terketmişti" der.

31- Ey Muhammedi Her Peygamber için, böylece suçlulardan bir düş­man ortaya koyarız. Doğruyu gösterici ve yardımcı olarak, Rabbin yeter.

32- İnkar edenler: Kur'an ona bir defada indirilmeliydi" derler. Oysa Biz onu böylece senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve'onu ağır ağır okuruz.

33- Sana bir misal vermezler ki, Biz onun gerçeğini ve en iyi anlaşıla­nını sana vermemiş olalım.

34- Cehennemde yüzü koyun toplanacak olanlar, İşte onların yerleri en kötü ve yollan da en sapıktır. [41]

 

Bazı Kelimeler:

 

Terkedilmiş. Onunla kalbini kuvvetlendirelim diye. Onu apaçık bir şekilde açıkiadık. Misalle. [42]

 

Açıklama:

 

İşte böyle. Reşuiullah (S.A.V.) efendimiz, kafirlerin doruk noktaya varan kötü ve çirkin davranışları karşısında izzet ve ceberut sahibi Rabbinc şikayet­te bulunuyor ve diyor ki: Ey Rabbim, benim kavmim şu Kur'an-i terkedilmiş olarak bıraktılar!

Şüphesiz Kür'an'a iman etmeyi terketmek, O'nu doğruİamamak elbette ki, Kur'an'i terkedilmiş ojarak bırakmak demektir. O'nu düşünmeyi ve anlamı­nı kavramayı terketmekte, onu terkedilmiş olarak bırakmak demektir. Onun­la amel etmemek, emirlerine uymamak, yasaklarından kaçınmamak ta onun terkedilmiş olarak bırakmak demektir. Büyük küçük her işte onun hükmüne boyun eğmemek tc, onu terkedilmiş olarak bırakmak demektir. Kaldı ki onun hükümler: her zaman ve mekan İçin elverişli olan, elastikiyet taşıyan hüküm­lerdir. Okunuşu esnasında gürültü çıkarıp boş sözler söylemek tc onu terke­dilmiş oîarak bırakmak demektir. "İnkâr edenler dediler ki: "bu Kur'an-ı dinlemeyin (okunurken) onun hakkında gürültü edin (gürültüyü Kur'an'in sözlerine karşıttan. Böylece onun anlaşılmasına engel olun); Belki (böylece) O'na galip gelirsiniz"[43]. Sakın oia ki onu yalan sözler, sihir, şiir gibi vasıf­larla nitelemiyesiniz. Bu, onu terkedilmiş olarak bırakmak demektir. Hem de ne terketmek? Bütün bunlarda Peygamber (s.a.v.) efendimize elem ve eziy-yet dokundurulmaktadır. Bundan daha çok elem vceziyyet düşünülebilir mi?! Bu nedenle Cenab-ı Allah Peygamberine şöyle diyor: Ey Muhammed! Bu, Allah'ın kendi yaratıklarına uyguladığı bir yasasıdır. Sen Allah'ın yasasında asla bir değişiklik bulamazsın. "Biz böylece her Peygambere suçlulardan bir düşman var ettik". Evet Rabbim, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Al­lah, her Peygambere ve elçiye insanlardan ve cinlerden olan şeytanları düş­man olarak yarattı. O düşmanlar uydurma ve aldatmadan ibaret sözleri, işa­retle birbirine aktarırlar.

Peygamberlerin düşmanları niçin olsun?! Onlar hakkı getirmiyorlar mı, insanları hayra çağırmıyorlar mı, iyiliği emredip kötülükleri yasaklamıyorlar mı, insanları yaratıp göklerle yeri yoktan var eden Allah'a çağırmıyorlar mı? Evet Peygamberler, Allah'ın insanlara gönderdiği elçilerdir. İnsanları hayra çağıran davetçilerdir. İşte sadece bu sebeplerden ötürü onların düşmanları ol­muştur. Hem de çok düşmanları vardır!.. Noksanlıklardan münezzeh olan ey yüce Rabbim! Senin hükmün ne kadar da adildir. Senin şanın ne kadar da üstündür! Sen düşmanları yok etmeye ve kulların'oian Peygamberleri mu­zaffer kılmayı muktedir değil misin? Evet O yüce Allah, herşeyi yapmaya muk­tedirdir. Ama bütün bunlar, Allah'ın, inanan kullan sınaması içirt meydana geliyor. Kendisinden sakınan kimseleri seçip elemesi için bu olaylar meydana geliyor. Kafirlerle münafıkların azaba uğramaları, Allah'ın ve hakkın düş­manlarının gazab-ı ilahiye maruz kalmaları, Peygamberlerin düşmanlarının da ikâba dücar olmaları için bütün bu saydığımız olaylar meydana geliyor­lar.

Evet, her peygamber ve Allah'a çağıran her davetçi için her zaman mücrim­lerden düşmanlar yaptık. Bu düşmanlar onları gözetlerler. İmkân buldukları anda onlara azabın en kötüsünü tattırırlar. "İnsanlar yalnız inandık demekle, hiç sı­nanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? And olsun ki biz, onlardan önceki­lerini sınadık. Elbette Allah (sınayacak) doğrulan bilecek, yalancıları bile­cektir"[44]. Ama bütün bunlarla beraber Allah onların, yanındadır. Onlara yardımcı olacak, onları hak yolunda bulundukları sürece destekleyecektir. On­lar nefislerı'ylc savaştıkları ve nefislerini yendikleri müddetçe Cenab-ı Allah'ın yardımı yanlarında olacaktır. Doğru yola ileten ve yardım eden olarak Rab­bim yeter. O'nun gücü her şeye yeter.

Peygambere başka bir itirazda bulunan şu KureyşIİ müşriklere kulak ver. Kur'an-i Kerim, kendisinin benzeri bir kitabı meydana getirmeleri için onlara meydan okuduğunda, âciz kalıp sustular ve başarısız oldular. Ama başka yön­den peygambere itiraz etmeye kalkıştılar. Kulak ver de ne söylediklerini işit: İsa Musa ve Davud'a kitaplar bir defada indirildiği gibi, Kur'an'da Muham-med'e bir defada İndirilmeli değil miydi?

İşte böyle... Kur'an-ı Kerim olaylara, şartlara göre peyderpey, ilahi hik­met gereğince belli aralıklarla Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirildi. Kısım kısım indirilmesi dolayısıyla Peygamber (s.a.v.) ile beraberindeki sahabile-rin kalpleri sağlamlaştınlıyordu. Böylece Kur'an'ın ezberlenmesi ve derinden derine anlaşılması daha kolay oluyordu. Çünkü olaylar, inen Kur'an ayetle­rini pratik bir şekilde tefsir edip açıklıyorlardı. İşte Biz bu Kur'an'i aydınlık ve açıklık içersinde peyderpey bir şekilde indirmiş olduk. "O'nu kur'an (Oku­nacak bir kitap) olarak (ayet ayet) ayırdık ki onu insanlara dura dura (ara vererek) okuyasın ve onu (insanların ihtiyaçlarına göre) parça parça indirdik"[45]. Onlar sana getirdikleri misallerde hep asılsız şeyler konuşurlar. Ör­neğin Muhammed'e bir melek indirilmeli değil miydi, ya da O'na ait bahçe veya hazine olmalı değil miydi?" derler. Ama biz onların bu misallerine karşı­lık sana gerçek sözler getiririz ve onları susturacak sağlam cevaplar indiririz.

Onlar hep sana meydan okumak ve sana karşı diretmek için sorular sorarlar, ama biz sana Kur'an-ı indirerek onlara güzel ve gerçek cevap verme imkanı­na kavuştururuz. Kur'an senin Rabbinden gelen gerçek bir kitaptır, Şayet bir defada indirilmiş olsaydı, vahiy duraklar ve sana indirdiğimiz ayetler dışında bir soru sordukları zaman cevap veremez olurdun. "Onların sana getirdiği her misale karşı da mutlaka biz sana gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz. Bu yapı ve karakterde cehenneme sürüleceklerdir. Orası ne kötü kalış yeridir. İşte onlar, yer bakımından kötü durumda olan ve yol bakımından da en sa­pık vaziyette olan kimselerdirler. [46]

 

Özetle:

 

Onlar sana hiçbir misal getirmezler ki biz ona karşı cevap olarak sana gerçeği getirmiş olmayalım. Sen onlara karşı apaçık delillerle galip durum­dasın. Onlar,yüzleri üzerine sürükleneceklerdir. Onların kalış yeri cehennemdir. Orası ne kötü dönüş yeridir?! [47]

 

Peygamberlerini Yalanlayan Bazı Ümmetlerin Kıssaları

 

35- And olsun ki Musa 'ya Kitab verdik, kardeşi Harun 'u da kendisine vezir yaptık-

36- "Ayetlerimizi yalanlayan miliste gidin" dedik. Sonunda o milleti yerle bir ettik.

37- Nuh milletini de, peygamberleri yalanladıkları zaman suda boğ­duk ve kendilerini insanlar için bir ibret kıldık. Zalimelere can yakıcı aiab hazırlanmışızdır.

38- Âd, Scmûd milletleri ile Rcss'Ülcri ve bunların arasında birçok ne­silleri de yerle bir ettik.

39- Her birine misaller vermiştik ama, dinlemedikleri için hepsini kır­dık geçirdik..

40- Ey Muhammedi Bu putperestler and olsun ki, bela yağmuruna tutulmuş olan kasabaya uğramışlardı. Onu görmediler mi? Hayır: tekrar di­rilmeyi ummuyorlardı. [48]

 

Bazı Kelimeler:

 

Hükümdarın veya başkanın veziri denildiğinde onun yönetimin­deki yükünü omuzlardan alarak kendisine yardımcı olan kimse manası anla­şılır. Onları helak ettik. Çukur Ufalayıp kır­mak. [49]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bu ayetlerde,Peygamberlerine karşı, Kureyş müşriklerinin Peygambere kar­şı tıkandıkları tavıra benzeyen tavırlar takınan geçmiş ümmetlerin hikayeleri ve dünyada başlarına gelen cezalan anlatılaktadır. [50]

 

Açıklama:

 

Ailah'a andolsun ki biz Musa'ya kitabı, yani Tevrat'ı verdik: Kardeşi Ha­run'u O'na yönetimde ve davette yardımcı ve destek olsun diye vezir yaptık. O'na: Sen ve kardeşin, ayetlerimizle mucizelerimizle Firavn'e gidin, çünkü O, taşkınlık etmiş, haddi aşmıştır. "Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar"[51].

Ayetlerimizi yalanlayan, Peygamberlerimize isyan eden Firavun ve adam­larına gidin.

Onların akıbetleri yıkım oldu yıkım! Biz onları yıkıp tahrib-ettik. Ey Mekke kafirleri! küfrün ve Peygamberleri yalanlamanın sonucunu görün!..

Ey Muhammedi Onlara, Peygamberleri yalanladıkları zaman Nuh kav­minin başına gelenleri hatırlat; Çünkü bir Peygamberi yalanlayan kimse,-tün Peygamberleri yalanlamış olur. Bir Peygambere gerçekten iman eden kimse, bütün Peygamberlere, iman etmiş olur. O Nuh kavmi ki, Peygamberlerini ya­lanlamaları dolayısıyla onları suda boğduk ve insanlar için ibret kıldık. Var mıdır düşünen? Biz zalimler için, yani Peygamberleri yalaniama yoluna gi­ren herkes için"elem verici bir azap hazırlamışızdır. Nuh kavmi de bu kapsa­ma öncelikle girer.

Ey Muhammed! Âd kavmini de onlara hatırlat. Hud Peygamberi yalan­ladıkları zaman onların başlarına gelen musibetleri anlat. Hûd Peygamberin kardeşi Salih'i yalanladıkları zaman Semûd kavminin başına gelen felaketle­ri de onlara anlat. Ress ashabını da Kureyşli müşriklere ve kafirlere anlat.

Denildiğine göre Ress kavmi, puta tapan, kuyu ve davar sahibi bir kavim imiş. Ccnab-ı Allah onlara Peygamber olarak Şuayb (A.S.)'ı göndermiş. Şuayb (A.S.) onları Allah yoluna davet edince O'nu yalanlamış ve O'na eziyet­te bulunmuşlardı. Bu inkarları ve taşkınlıkları yüzünden Allah onları ve yurt­larını yere batırmıştı. Bazıları AshabRessin, As'habUhdûd olduğunu söylemisler, diğer bazıları İse AshabRessin, başka bir kavim olduğunu ifade etmişlerdir. Her kim oiurlarsa olsunlar Cenab-ı Allah onların helak olmuş bir toplum olduklarını haber vermektedir. İbret alın ey basiret sahipleri! Ey Muhammedi Nuh, Âd, Semûd ve Ress Ashabı arasında geçen ve sayılarını Allah'tan başka kimsenin bilmediği nesillerin haberlerini de onlara anlat. Kur'-an'da adları geçen Nuh, ad, ve benzeri peygamberlerin kavimlerini özet olarak durumları anlatılan diğer nesilleri misallerle, apaçık delil ve ayetlerle imana çağırdık. Bütün şüphe ve itirazlarına cevap verdik, fakat bunlara karşı onlardan olumlu cevap alamayınca da onları darmadağın edip helak ettik. Size ne oimuş ki bunların hallerinden ibret almıyorsunuz?! Mekke ahalfsi.gelip gitmelerinde, seferlerinde Lüt kavminin kasabası oîan Scmûd kasabasına uğ­rarlar O kasaba ki, üzerine gökten taşlar yağdırıldı. Yağmur misali taşlar al­tında harabeye döndü. O Mekkeliler bu kasabayı görmüyorlar mı?! Gelip git­tiklerinde Allah'ın azabının ve işkencesinin eserlerini temaşa etmiyorlar mı?! Hayır, hayır. Onların sana inanamamalarmın, geçmiş ümmetlerin başlarına gelen musibetlerden ibret ve öğüt almamalarının, buna iltifat etmemelerinin yegane sebebi, onların öldükten sonra dirilmeye inanmayan kafir bir kavim olmalarıdır. Evet insan ancak ahiret sevabını umar ve Cenab-ı Allah'ın ahi-rette vereceği azaptan korkarsa, sorumlulukların zahmetlerine katlanır. Şa­yet inancı yoksa ve uhrevi sevabı ümit etmiyorsa, mükellefiyetlerin zahmetle­rine katlanmaz. İbret ve öğüt yerlerinde gözünü ve kalbini açmaz "Ölüm son­rası dirilişe inanmazlar" mealindeki ayeî-i kerimenin anlamı da işte budur. Bütün bunlardan sonra şu aşağıdaki ayet-i kerimenin sırrını herhalde anla­yabiliriz: "işte O kitap; kendisinde hiçbir şüphe yoktur, müttakîier için yol göstericidir. Onlar ki gaybe inanıp namazlarını kılarlar ''[52]. Şüphesiz ki on­lar, Kur'an'dan yararlanan kimselerdirler. Zira ahiret hayatına iman etmeyen kimsenin nur ve hidayeti kabul etmesi çok uzak bir ihtimaldir.[53]

 

Kafirlerin Çirkin Amellerinden Örnekler

 

41- Seni gördükleri zaman, "Allah'ın gönderdiği elçi bu mudur?" di­ye alaya almaktan başka birşey yapmazlar.

42- Tanrılarımız üzerinde direnmeşeydik, doğrusu neredeyse bizi on­lardan uzaklaştıracaktı" derler. Azabı gördükleri zaman, kimin yolunun sa­pık olduğunu bileceklerdir.

43- Ey Muhammedi Hevesini kendine tanrı edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın.

44- Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz davarlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar. [54]

 

Açıklama:

 

Şaşıyorum şunlara. Gerçek ve güvenilir Allah elçisi olduğunu yalanla­makla yetinmeyip daha da ileri giderek Peygamber (s.a.v.)'i alay ve eğlence konusu ediyorlar. Onunla alay edip dalga geçiyorlar. Allah'a and olsun ki onların bu yaptıkları iş çok tuhaf bir davranıştır. Peygamber (s.a.v.) efendi­mizin genel görünümü veya Özel davranışları bakımından alay konusu edil­mesi hiç de mümkün değildir. Kaldı ki eliyle insanlara gösterilen ayetler, hüc­cetler, mucizeler, O'nunla alay edilmesine engel teşkil etmektedirler, aksine, O'nunla alay edenlerle alay edilmesi gerekir. Çünkü onlar, kahredici güce sa­hip olan Allah'ı bırakıp taşlara ve putlara tapmaktadırlar. Asıl alay edilmeyi hak edenler onlardırlar! Ey Muhammed, onlar seni gördüklerinde mutlaka eğlence ve alay konusu edinirler "Allah bunu mu Peygamber olarak gönder­di?" derler. Buradaki soruları seni küçük düşürmek ve seninle alay etmek amacını taşımaktadır. Her halde Peygamber efendimiz o kavmin zenginle­rinden olmadığı için onunla bu şekilde alay ediyorlardı. Tuhaf doğrusu, Pey­gamberle nasıl alay ediyorlar? Sonra da aynı zamanda ona büyük bir işi ve önemli bir durumu nisbet ediyorlar. Çünkü diyorlar ki: "Eğer biz, onlara (putlara inanmakta) ısrar etmeseydik, neredeyse (Muhammed) bizi tanrıları­mızdan saptıracaktı". Yani Muhammed delili kuvvetli, etkisi şiddetli olan bir insandır. Neredeyse bizi tanrılarımıza tapmaktan vaz geçirecekti. Eğer biz o tanrılara ibadet etmekte ısrar etmeseydik, onları ululamakta sebat etmesey­dik Muhammed bizi yolumuzdan saptıracaktı.

Bu ifadeler, Peygamber'efendimizin kendi davetini duyurmakta ne ka­dar ciddiyetle ve azimle çalıştığını göstermektedir. Aynı.zamanda o kafirle­rin de batıla ne kadar tutkun olduklarını açıklamaktadır. Ccnab-ı Allah on­ların bu ifadelerini üç şeyie reddetti.

1- Kıyamet gününde azabı gördükleri zaman kimin yolca sapık ve ki­min yolca doğru olduğunu göreceklerdir. Muhammcd ve arkadaşlarının mı doğru yolda, yoksa Mekke kafirlerinin ve onların durumundaki kimselerin mi doğru yolda olduklarını anlayacaklardır.

2- "Arzularını tanrı edinemi gördün mü?" Yani Ey Muhammed, şu arzularını tanrı edinen cahillere şaşmalısın. Onlar kendi nefisleri için sadece arzularını ve,heveslerini tanrı edindiler.

Said bin Cübeyr'in şu sözlerine bakın: Müşriklerden bir kimse puta ta­pardı. Ondan daha güzel bir put görünce eskisini atardı. Yenisini alır ve ona ibadei ederdi.

İşte bu ifadeler gösteriyor ki, onların puta tapma hususunda arzularına tabi olmaktan ve atalarını taklit etmekten başka bir dayanakları yoktur. De­lil ve sağlıklı görüşe gelince onlar bu gibi şeylerden bütünüyle uzaktılar.

Bazı kimseler, ayet-i kerimenin şu anlama geldiğini söylemişlerdir; O Mek­ke kafirleri kendi arzularının kulları idiler. Her işlerinde hakem, arzuları idi. Akıl inanç ve düşünceye itibar etmezlerdi.

"O'na sen mi vekil olacaksın" Yani O'nu sen mi savunacaksın? Sen O'na karşı zorbalık edecek değilsin. İnsanları iman clsinler diye zorlama hakkına sahip değilsin. Sana düşen, sadece duyurmaktan ibarettir.

3- "Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini, düşündüklerini mi sanı­yorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir. Hatta onlar, yolca (hayvanlardan) daha sapıktır". Evet onların çoğunun işitip düşündüklerini zannetme.

Ayet-i kerime, onların akılsız ve söylenenleri işitmeyen kimseler olduk­larını ifade ediyor ki bu, adilce verilen bir hükümdür. Çünkü her toplulukta güzel de vardır, çirkin de. Ayet-i kerimede, işitme ve akletmenin reddedilmiş olması bize şunu gösteriyor: Amaç manevi olan işitme ve akletmedir. Mane­vi düşünme ile akletmenin yeri de kalptir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de buyu-ruluyor ki: "Yoksa kalpler(inin) üzerinde kilitleri mi var?"[55]. Şu halde ayet-i kerimede geçen işitmeme, akletmeme sözünden amaç maddî değil manen İşit­memek ve akletmemektir. Şüphesiz kafirler maddî olarak işitir ve aklederlerdi. Ruh ise Allah katından insana bahşedilen bir şeydir. O, insanı hayra ve mad­di olan şeytana karşı savaşmaya iten bir kuvvettir. İşte bu ruhun da kendine özgü bazı duyulan vardır. Bunun yeri kalptir. Allah'ın saptırdığı ve kalbî ba­siretini köreltip İşitme ve akletme duyularını alıp, bu duyularını mühürlediği kimse artık hakkı işitemez, işitecek kulağı da olmaz ve doğru yola erişemez.

Bu kimsenin, sirat-ı müstakimi görecek basireti de olmaz ki, o yola girip yü­rüsün. Şüphesiz bu durumdaki insan akiedemez, düşünemez, Öğüt alamaz. "Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar". Bu kafirler, gözleri ve kulakları olan hay­vanlardan farksızdırlar. Bunların manevi idrak ve duyuiarı yoktur. Bunlar hayvanlardan daha da sapıktırlar. Çünkü hayvanların sorumlulukları yok­tur. Rablerine karşı da isyan etmemişîerdir. Şu kafirlere gelince bunlar hayrı idrak etme yetenekleri, hakkt tanıma güçleri olduğu halde sapmışlar, başka­larını da saptırmışlardır. Onlar için cehennem ateşi vardır. Cehennem ne kö­tü kalış yeridir! [56]

 

Allah'ın Varlığına Ve Üzerimizdeki Nimetlerine İşaret Eden Bazı Kevnî Ayetler

 

45-46- Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra Biz güneşi ona delitkılıp yavaş yavaş Kendimize çekmişizdir.

47- Size geceyi örtü, uykuyu  rahatlık kikin, gündüzü çalışma zamanı  yapan Allah'tır.

48-49- Rüzgarları rahmetinin Önünde müjdeci gönderen O'dur Ölü biri yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak İçin gökten tertemiz su indİrmİşizdir.

50- And olsun ki, öğüt almaları için ülkeler arasında yer yer türlü türlü yağmur yağdırmış izdir. Buna rağmen insanların çoğu nankörlükte direnmiş­tir,

51- Ey Muhammedi Dikseydik, her kasabaya bir uyarıcı gönderdik.

52- Sen, inkarcılara uyma, onlara karşı olanca gücünle savaş. [57]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gölge. Sabii ve yerinden kalkmayan. Elbise gîbi Örten.Sebt kökünden gelir. İstirahat demektir. İnsan­ların geçimlerini sağlamak için etrafa yayılmaları.Müjdeciler ola­rak. Başka şeyleri temizleyici nesne. İnsanlar.Yağ­muru sarfettik. Yani onu bir taraftan diğer tarafa dağıtıp yönelttik. Küfür. [58]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Bundan önceki ayetlerde, Mekkeli müşriklerle manevi bazı genel konularda tartışılmış ve peygamberi yalanlayıp O'na iman etmediklerinden ötürü1 de tehdit edilmişlerdi. Ayrıca kendilerine Peygamberin verdiği haberlerin de doğ­ruluğunu pekiştiren bazı kıssalar anlatılmıştı. Ayrıca helaklerinin, meydana gelmesi muhakkak olan ye savunıılamayacak bir İş olduğu da açıklandı. Bun­dan sonra, serbest irade sahibi mutlak sanatkârın mevcudiyetine dair deliller ileri sürüldü. Bu deliİİer bazı kevnî mucizelerdir kî, bütün mahluklar bunları idrak eder. Ayrıca bu mucizeler, Cenab-t Allah'ın kudretini ve sonsuz nimeti­ni insanlara açıklar. Bundan sonra gölgeden, geceden, gündüzden, rüzgar­dan ve yağmurdan söz edilmiş. Akillarıyla mütenasip olan, hayallerinden geçen diğer bazı şeylerden bahsedilmiştir ki bunlar da, içinde yaşamakta ol­dukları çevrede esas alınan unsurlardı. [59]

 

Açıklama:

 

Rabbinin kudretinin eksiksîzliğine ve rahmetinin sonsuzluğuna delalet' eden sanatlarına bakmadın mı? Bakta gör gölgeyi, nasıl yayıp uzatmış veya toparlayıp azaltmış? Gölge, Allah'ın bütün insanlara bahşettiği bir nimetidir. Çünkü hayat ve ısı, güneş ışığından cideediür, ama güneş ışığı bazen İnsanın gözünü kamaştırır, harareti çeker, insanı öldürebilir. Karanlıkta ise dinlenme ve sükûnet vardır. Ama insan tabiatı karanlığı sevmez ve insan karanlıktan hoşlanmaz. Cenab-ı Allah bize bahşettiği nimetler arasında gölgeyi, aydın iik-la karanlık arasında bir nimet olarak yaratmıştır. Göîge cennetin bir sıfatı olarak 'ayet-İ kerimede   yer almıştır.

Çünkü Cennet tanıtılırken O'nun uzun gölgeli bir yer olduğu bazı ayet­lerde anlatılmıştır. Bununla da bazı alimlerin, gölgeyi tanyerİnin ağarmasın­dan itibaren güneşin doğmasına kadar geçen zaman olarak açıklamalarında ki sırrı anlıyoruz. Çünkü o zaman kesiti; dinleme, sükûn, rahat ve ruhî isti­rahat vaktidir. O vakitte ortam, kargaşalıklardan arınmıştır. Ruhi dinçlik ve bedeni berraklık vaktidir. Arapların yanında gölgenin çok kıymetli olduğu­nu da unutmamalıyız. Şayet Rabbim dileseydi gölgeyi sabit, sakin ve yerin­den kımıldamaz şey olarak yaratırdı. O zamanda gölgedeki tatlı kandırıcılık, tabiî ve manevi etki azalırdı. Çünkü gölge;gittiğinde, geldiğinde, varlığında, azlığında, çokluğunda, insanın tabiatını etkiler. Gölge, güneş olmadan büi-nemeyen bir şeydir. Yaratıcıların en güzeli olan. Allah gölgeden bahsederken şöyle buyuruyor: "Sonra nasıl güneşi ona delil kıldık (gölgenin görülmesini ışığa bağlı kıldık)?" Öyie anlaşılıyor ki CenabAilah,önce gölgeyi yaratmış sonra da insanın, hayvanın, bitkilerin varlıklarını belirgin bir şekilde etkile­yen bu nimetin varlığına da güneş; deli! kılmıştır. Gölgenin varlığında, hare­ketinde, biçimden biçime girişinde, halden hale geçişinde, varlığına güneş ışı­ğının delil kılınmasında,herşeyi yerli yerince yapan, herşeyi gören, herşeyden haberdar olan güçlü, kuvvetli bir zatm varlığına deli! yok mudur? Kaldı ki o zat, bizler için çok şefkatli ve merhametlidir. "Sonra (güneş yükseldikçe) Onu yavaş yavaş çekip aldık". Sanki güneşe bağlı olan gölge yavaş yavaş, tı­pış tıpış yürüyor. Şüphesiz kî gölgenin yayılıp toparlanması, göklerle yeri ya­ratan Allah'ın iradesine bağlı olarak cereyan etmektedir.

Güneş doğarken; evreni aydınlık, hayat, güzellik, hareket ve ısı ile doldu­rur. Güneş ışığı sebebiyle gündüzün başlangıcında ve sonunda gölgeler mey­dana gelir. Sonra gece bütün görkemiyle kendini gösterir, güneş kaybolur ufuk kızarır, kuşlar yuvalanna çekilir, hareketler durur, insanlar uyur. Bütün bun­lardan Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna delalet eden deliller ve manzaralar yok mudur? O Allah ki,geceyi sizin için bir örtü yaptı. Kendi karanlığı ile sizleri örttü. Gecenin karanlığında ve sükununda Allah'ın varlığına delalet eden ayetler vardır. Hem de ne ayetler? Gecede insanlariçin dini ve dünyevi açık yararlar vardır. Bu yararları basiret sahibi olan herkes görebilir.

Noksanlıklardan münezzeh ey yüce Rabbim, sen yarattın, yoktan yar ettin, işledin ve işini de yerli yerince yaptın. Bunlarda bir gariplik yoktur. Sen hik­met ve bilgi sahibisin!

Ey kardeşim! Düşün ki, Allah bizleri geceden ve uykudan yoksun bırak-saych dünyanın bu kıymetli parlaklığı olur muydu? Gündüzleyin yorulup zah­mete katlandıktan sonra,geceleyin istirahat ve sükun bulmak İçin yatağımıza sığmıyoruz. Cenab-ı Allah bize'derin uyku ve dinlenme ile nimet bahşediyor. Kafamızdaki düşüncelerimizi ve bedenimizdcki elemlerimizi bir ara kesinti­ye uğratıyor bize hissettirmiyor: Uyku ve gece sayesinde güçlerimizi yenili­yor, sabah uyandığımızda sanki bizleri yeniden diriltmiş gibi oluyor. Bunlar­dan öğüt alın. Bizler her gün yeniden güç, kuvvet ve zindeliğe kavuşuyoruz, böylece rızkımızı sağlamak için gerekli çabayı harcayabiliyoruz. Gerçekten de Cenab-ı Allah'ın uykuyu bir dinlenme aracı'olarak bize vermesi O'nun büyük bir nimetidir. Gündüzü de geçim için çalışma zamanı olarak var et­mesi de O'nun muazzam [ütufkinndan birisidir. Bir kişi geceleyin rızkım te­min etmek için çalışır da gündüzleyin uyursa o kişi felah bulmaz ve iyi sonuç elde edemez. Geceyi dinlenme, gündüzü de etrafa yayılıp geçimi temin etmek için çalışma zamanı olarak yaratan Allah ne güzel yaratmıştır. Bu Ailah ki, rahmetinden önce rüzgarları müjdeci olarak getirir. Bu rüzgarlar insana yağ­murun geleceğini, bitkilerin biteceğini, gemilerin denizde seyredeceğini müj­delerler. Rabbim gökten temizleyici bir su indirdi. Suyun hem kendisi,temiz, hem de başka şeyleri temizleyicidir. Pislikleri ve murdarlıkları giderir. İnsan­daki manevi kirleri de temizler. Abdestsizüği ve cünüplüğii kaldırır. Cenab-ı Allah, ölmüş olan yeri diriltmek için suyu gökten indirdi. Zira yerdeki bitki­lerin ve-nebatatın canlanması ancak su ile mümkündür. Kurak yerler, kurak çöller Ölüdürler. Onlarda hayat ve canlılık yoktur. Böyle olunca bu gibi yer­lerdeki ülkelerin ve bu ülkelerde yaşayan ihsanların, yağmur yağmadan du­rumları ne olur, düşünüyor musunuz?! Yağan yağmur sularından; deve, sı­ğır, koyun ve diğer davarlar gibi, Allah'ın yaratıkları içerler. Birçok yaratık yağmur sularını içerek hayatlarını sürdürürler. Yani onların hayatları yağmurla bağlantılı hale getirilmiştir. Çünkü onlar kurak arazilerin ve çöllerin sakinleridirler.

Cenab-ı Allah yağmuru diTediği yöne çevirir. Ve onun durumlarını de­ğiştirir. Bazen çoğal t ir, bazen azaltır. Bazen de yok eder. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah onu dilediği tarafa yöneltir. Kendi ilim ve iradesinin uygun gördüğü yöne çevirir.İnsanların öğüt alıp düşünmeleri ve yağmurun, serbest irade sahibi ve her dilediğini yapabilen bir zat tarafından gönderildi­ğini anlamaları İçin yağmuru halden hale çevirir. Bunun, tabiat perestlerİn de­dikleri gibi tabiat eseri olduğunu söylemek' mümkün değildir. Fakat buna rağ­men insanların bir çoğu, hakkı kabul etmeye yanaşmamış, küfür İçine düş­müşlerdir. Bazı kimseler bu sûrenin 50. ayet indeki "çevirmekten" kastedilen şeyin Kur'an olduğunu, Kur'an'ın hüccetlerinin ve ayetlerinin halden hale çev­rildiğini, bununda,insanların ibret ve Öğüt almaiarı için yapıldığını söylemiş­lerdir. Fakat buna rağmen halkın bir çoğu ayetleri ve hüccetleri ihtiva eden Kur'an'a inanmamışlardır.

Şayet Rabbin dikseydi her kasabaya veya her topluluğa, onları cehennem azabiyla korkutup uyaran ve cennet nimetleriyle müjdeleyen bir uyarıcıyı gönderdi. Bu, öteden beri yapıîagelen bir şeydir. Ama noksanlıklardan münez­zeh yüce Allah, Peygamberlerin sonuncusu Muhammed (s.a.v.)'i bütün in­sanlığa gönderdi. O bütün risalet hayırlarını kendi şahsında toplamıştır. Ön­ceki Peygamberlerin tümünün erdem ve niteliklerini kendi kişiliğinde bir araya getirmiştir. O'nun Peygamber olarak gönderilişi,dünya için yeni bir çağın açıl­masına sebep olmuştur. İletişim imkânlarının çokluğundan, ilim ve uygarlık araçlarının her tarafa yayılışından dolayı, herkesin kısaca da olsa böylesine şanlı bir Peygamberin bütün insanlığa gönderilmiş olduğunu öğrenmesi İm­kan dahiline girmiştir. Dünyadaki hiçbir ümmet ye topluluk yoktur ki Mu­hammed (s.a.v.)'in bütün insanlığa gönderilen bir Peygamber olduğunu duy­muş ve öğrenmiş olmasın!

Şu halde ey Muhammed! Sen kafirlere uyma. Bütün silahlarını kullana­rak onlara karşı cihad aç. Her zaman ve çağa uygun bir cihadla karşılarına çık. Aynı şekilde senin dininin İdarecileri ve milletinin hakimleri, hatta bü­tün ümmetinin fertleri, kafirlere uymamaları ve bütün silahlarla onlara karşı cihad etmeleri gerekir. Kafirlere itaat edip onlara karşı cihad etmeyenlerin vay haline. [60]

 

Yüce Allah'ın Peygamber (S.A.V.)'E Yönelttiği Direktifler

 

53- Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da, karışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah '-tır.

54- İnsanı sudan yaratarak, ona soy sop veren O'dur. Rabbin herşeye Kadirdir.

55- Allah'ı bırakıp, kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere kulluk ederler. İnkar eden, Rebbine karşı gelenin yardımcısıchr.

56- Ey Muhammedi Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönder­dik.

57- De ki: "Ben buna karşı sizden bir ücret değil ancak, Rabbinc doğ­ru bir yol tutmak dileyen kimseler olmanızı istiyorum.''

58- Ölümsüz, Diri olan Allah'a güven, O'nu Överek teşbih et. Kulları­nın günahlarından haberdar olarak kendisi yeter.

59- Gökleri yeri ve ikisinin arasindaktleri altı günde yaratan sonra da arşa hükmeden Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.

60- Onlara: Rahman'a secdeye varın dendiği zaman "Rahman da ne­dir? Ey Muhammedi Emrettiğine mi secdeye varacağız?" derler. Bu, onların nefretini artırır.

61- Gökte burçlar vareden, orada ışık saçan güneş ve aydınlatan ay'ı yaratan Allah, yücelerin yücesidir.

62- İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur. [61]

 

Bazı Kelimeler:

 

İki denizi birbirine saldi.Çok tatlı.Çok tuzlu ve acı. Engel ve perde. Nesep sahibi. Akrabalık ve hısımlık sahibi. Destekçi, yardımcı. Dinden uzak. Burçlar. Birbirlerinin peşi sıra ge­len şeyler. [62]

 

Açıklama:

 

O Allah ki, acı ve tatlı iki denizi yanyana saldı da aralarında boşluk yaptı. Ve onları birbirine kam. ikisinden birini diğerine taşırdı. Fakat bunlar ken­diliklerinden yanyana geldiğinde bunlardan biri tatlı olduğu için insandaki susuzluğu giderip hararetini kırar. Nehir, pınar ve kuyu sulan bunlara örnek gösterilebilir. Bunlar yeryüzündeki akarsulardırlar. Cenab-ı Allah bunları kullar arasında dağıttı. Çünkü insanlar bunların tatlı sularına muhtaçtırlar. Nil ve Fırat nehirleri ile Amerika'daki Misisippi nehri bunların başlıcalandır. Bun­lardan başka dünyanın değişik yörelerine dağılmış oian birçok nehirler var­dır. Aynı şekilde pınarlar ile vahalardaki büyük çöllerdeki kuyular da insan­lara tatlı su verirler. Nehirlerin bir çoğu da böyiedirler. Bunlar yağmurlarla beslenirler. Kimisi de pınar ve kuyular şeklinde yeryüzünde insanlara tatlı su ulaştırırlar. Ayet-i kerimede geçen denizlerden İkincisi ise tadı acı ve tuzlu oiup içilmesi mümkün olmayan suları ihtiva eden denizlerdir. Bunlar büyük de­nizlerle okyanuslardır. Med ve Cezir olayları dışında bunların suları sakin­dir. Nehirler ve ırmaklar bu denizlere akarlar.

Acı ve tatlı denizlerin yanyana olduklarını hatta bazen tatlı suların tuzlu sulara döküldüğünü, bununla beraber uzun bir mesafede bunların kendi özel­liklerini korudııkiannı görmekteyiz. Nehirlerin denizlere aktıkları ağızlarda bunu rahatlıkla müşahede edebilmekteyiz. Aym şekilde, yerlerin de tatlı ve tuzlu suları biri birinden ayrı olarak ve biribirine katmayıp taşırmayarak taşımak­ta olduklarını da müşahade etmekteyiz. Şu halde Cenab-ı Allah'ın şu ayetle­rinde kastedilen manayı bu gerçekleri müşahade ettikten sonra anlamamız imkân dahiline girecektir: "Ve ikisinin arasında birbirine kavuşmalarına en­gel olan bir perde koymuştur". "İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar (temas ediyorlar), aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar"[63]

Ayet-i kerimede sözü edilen engel kuru bir yerdir. Bunu İbn-i Kesir ve diğer bazı tefsir otoriteleri açıkça ifade etmişlerdir. Ben de bu görüşten yana­yım. Bazıları ise ayette sözü edilen engelin, örneğin Nil nehrinde müşahede edilen durum olduğunu ifade etmişlerdir. Nil nehri tuzlu bir deniz olan Akdeniz'e dökülür. Bununla beraber Akdenize dökülen Nil nehri tuzlu deniz İçersinde belli bir mesafeyc-kadar kendi tatlılığını ve özelliğini korumakladır. Bu da Cenab'i Allah'ın kendi yaratıklarına bahşetmiş olduğu nimetlerinden bir nimettir: Tatlı suyun hepimizce bilenen bazı yararlan vardır. Yine açıkça bilindiği gibi tuzkı suyun bazı balıkların, sedeflerin, inci ve mercan gibi (aş­ların yetişip oluşmasında etkileri vardır. Günümüz müsbet ilmi,okyanusların ve okyanuslardaki tuzlu suların insan hayatında büyük bir etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Şayet okyanuslardaki sular tatlı olsaydı, atmosferdeki hava bo­zulurdu.

İnsanı değersiz bir su olan dol suyundan yaratmıştır. Yarattıktan sonra şeklini düzene koyup dosdoğru bir yaratık haline getirmiştir. Erkek olsun kadın olsun insana olgun bir yaratış biçimi kazandırmıştır. Bu insanın hısımlık ak­rabalık ve diğer evlilik bağlan olmuştur. Senin herseyi yoktan var eden Rab-bin ne mübarektir! Senin Rabbin, gücü herşeye yeten sonsuz kudretin sahibi­dir. O, insanı yaratmıştır. İnsandan erkek ve dişiler mcydaaa getirmiştir (Al­lah)-dilediğine dişiler bahşeder; dilediğine de erkekler bahşeder"[64].

Varlığı yoktan var eden ve her bakımdan eşsiz, benzeri görülmemiş bu kâinatı icad eden Allah'ı ve O'nun kudretini gördünüz mü? Şu insanlar O'na kulluk etmekten nasıl yüz çevirip sapıtıyorlar.

Ortak koşucular O'nu nasıl inkar edip te başka Varlıklara ilah diye ka­bulleniyorlar? Kaldı ki o aciz varlıklar, kendilerine ne fayda, ne de zarar ve­rebilirler. Başkalarının vereceği zararı da kendi nefislerinden savamazlar. Ken­dileri için bile bir İyilikte bulunamazlar. Ey cahiller! Sİz bunların peşine nasıl düşersiniz?! Kafir kimse Rabbine isyan edip O'nun emirlerine muhalefet et­mekle, peygambcrleriniyalan!amakla,şcytana destek olup ona yardımcı olurlar. Şeytan ve taraftarları, kayba uğrayanların ta kendileridirler. Bazı kimseler de-dilerki; ayette amaçlanan manâ,kafirlerin Allah katında değersiz oluşlarıdır. Şu inat ve küfür cereyanına aldırma. Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni an­cak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Hesap görmek yalnızca Allah'a aittir. Cezalandırmak ta yalnız O'na Özgüdür. Onlara de ki: Siz benim doğruluğu­ma delalet eden bunca kanıtların ortaya atılmasından sonra bana ne diye ita­at etmiyorsunuz? Ben sizden peygamberliğim için bir ücret mi istedim ki ba­na muhalefet ediyorsunuz. Hayır, ben sizden asla bir ücret istemiş değilim. Ama Rabbine ulaşmak için güzel bir yol tutmak isteyen ve malını rıza-i İlahi uğruna harcayıp, iyi ameller işleyerek Allah'a yaklaşmak isteyen kimseler varsa onlar bu iyilikleri yapsınlar. Her şey Allah katında bir miktar ve ölçü iledir. Yaptığınız işler, zerre ağırlığınca olsa bile Allah katında karşılıksız kalma/.

Ey Muhammedi Ölmeyen diriye tevekkül et. Bu mülkün sahibi, güçlü, kuvvetli, bülün mahlukatin yok oluşundan sonra bile varlığı devam edecek olan baki zata bei bağla. Her kim O'na bel bağlarsa O, ona kafidir ve onu bütün kötülüklerden korur. Allah işini ve dileğini yerine getirendir. Cenab-ı Allah herşey için bir kader ve ölçü belirlemiştir.

Tevekkül etmek, görünür sebeplere bağlanmaya aykırı değildir. Ama bu­nunla biriikte herşeyin yüce Allah'ın kudreti dahilinde olmaya da iman et­mek gerekir. Gördüğünüz gibi Cenab-ı Allah diridir, ölümsüzdür. Sen O'nu noksanlıklardan tenzih edip kutsa ve O'na itaat et. O'na kulluk et. Çünkü O, herşeyi bilendir ve iıerşeydan haberdardır. "Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter". O, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir. Hayır işlemiş-lerse sevap verecek, kötülük işicmişlerse ceza verecektir. O gökleri, yeri, ikisi arasındaki şeyleri altı günde yaratan Rahman'dır. O, bunların ölçüsünü en iyi bilendir. Bu mevcudatın sayısını sorma. Aksine Allah'ın, cehennemdeki görevli meleklerin (zebanilerin) sayısı hakkında söylediklerini hatırla: "Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını da^inkar eden­ler için bir imtihan kıldık ki,kendilerine kitap verilmiş olanlar iyice inansın. İnananların imanını artırsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düş­mesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de: "Allah bu misalle ne demek istedi" desinler"[65].

Allah gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra kendi ululuğuna yaraşır bir şekilde Arş'ın üzerine oturdu. Bu oturuşun şekil ve biçimini ancak o bi­lir. —Selef bu görüştedir— Halef ulemasına gelince onlar bu oturuşu te'vil ederler ve derler ki: Cenab-ı Allah Arş-ı istila etti. Oradan kâinatın idaresini yürütür. Hak İle hüküm verir. O, hüküm verenlerin eniyisidir. Ayet-i kerime­nin aslında, göklerin yaratılışı ile Arş'm üzerine Allah'ın istiva edişini bildi­ren cümleler arasında yer alan "sümme" kelimesi, zamani tertip için değil de ihbari tertip içindir.

Sen Allah'tan hayır dile. O'nun yoluna gir ve O'na tabi ol. Aüah'tan daha çok bilen vejıerşeyden daha çok haberdar olan bir kimse yoktur. O'nun kendisine kitap indirdiği peygamberi bile ancak Allah'ın bildirdiğini bilir. Allah'ın haber verdiği şeylerden haberdar olur. "O(na inen Kur'an veya O'nun söyle­diği sözler), kendisine vahyedilenden başka birşey değildir. O'na müthiş kuv­vetleri olan biri öğretti"[66].

Firavunun Musa'ya: Alemlerin Rabbi'de kim oluyor? dediği gibi "On­lara: Rahmana secde edin" denildiği zaman: "Rahman nedir? derler"[67].

Yoksa Rahman'ı bildikleri halde bu ismi yadırgamış ve vasfım mı sor­muşlardır?

Kendisine secde etmemizi emrettiğin —ki o Rahman'dır— şeye mi secde edeceğiz? Bu söz oniarı dinden, gerçekten ve hakikatten daha da uzaklaş­tırdı. Özeiillikle mü.siümaniar secde ederken onlar Allah'tan daha da uzak­laştılar. Gökte burçlaryaratarijgezegenlcrve yıldızlar için menziüer var eden AHah ne mübarek ve ne muazzamdır! Güçlü, kudretli, nikmefli ve herşeyden haberdar olan Aüah noksanlıklardan arınmıştır. Ne ki, müşrikler bunu anla­maz ve akledemezler. Gökte ışıklı ve hararetli, güçlü bir lamba (güneş) yara­tan, geceleyin kâinatı aydıniatan ayı, var eden Allah ne mübarek ve ne yüce­dir! Burada herkesçe bilinip müşahade edilen varlıklar oldukları için özellik­le güneşle aydan bahsedilmiştir.

O Allah ki, geceyle gündüzü birbirinin ardısıra getirir. Bunlar biribirini izlerler. Geceleyin bir haberi d uyamayan kini.se mutlaka ohaberi gündüzie-yin duyar İşte bütün bunlar öğüt alıp, öğütler uyarınca davranan kimseler için birer ibrettirler. Gece ile gündüz, kainatta birbirini izleyen büyük ilahi ayetlerdirler. Ama bu ayetler ve mucizeler, ibret ahp sonra da Rabîerinin sa­yısız nimetlerine karşı şükreden rnü'minier içindirler, [68]

 

Mü'minlerin Sıfatlarından Bazıları

 

63- Rahmanın kullan, yeryüzünde mütevazı yürürler. Bilgisizler kendile­rine takıldıkları zumun onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.

64- Onlar, gecelen Rableri için kıyama durarak ve secdeye vararak ge­çirirler

65-66- Onlar, "Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır; doğ­rusu onun azabı sürekli ve acıdır. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır" derler.

67- Onlar, sar fenikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi tını­sında orta bir yol tutarlar. [69]

 

Bazı Kelimeler:

 

Mütevazı ve ağır başiı olarak.Yani hayırlı sözler.Gecelerler. Sürekli ve ayrılmaz olan. Cimrilik eder­ler.Dengeli olarak. [70]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-ı Allah,kafirlerle müşriklerden söz edip onîann davranış ve inanç­larını, içinde bulundukları hayat tarzlarını, onları beklemekte olan cezayı açık­ladıktan sonra,işte burdaki ayetlerde de mü'rhinierin sıfatlarını açıklamıştır. Böylece sûre, en mükemmel ve en güzel bir şekilde sona erdirilmiş olmakta­dır. Bu ayetlerde Cenab-ı Allah, mir mirileri dokuz sıfatla nitelemiştir ki bun­ların tümü. kişinin huy .ve niteliği İle ilgilidirler. Kur'an-ı Kerim, değişik ifade­lerle birkaç yerde mü'minlerin sıfatlarına değinmiştir. Bazen onları topium olarak, bazen de iyi amel sahibi fertler olarak ele almış, bazen onların —bu ayetlerde olduğu gibi— sıfatlarını anlatmıştır. Bu hususta daha geniş bilgi al­mak isteyenler, tevbe süresindeki ayetlere', Hac sûresinin de 40. ve 41. ayetle­rine, aynı şekilde mü'minun sûresinin ilgili ayetlerine baksınlar. [71]

 

Açıklama:

 

Rahman'ın kulları —ki onlar gerçek mü'-minierdirier— İşte yukardaki ayet-i kerimelerde anlatılan davranışları sergilerler. "İşte onlar, sabretmeleri­ne karşılık (cennetin en yüksek) oda(lan)yla mükafatlandıraiacaklar ve ora­da bir sağlık dileği ve selam ile karşılanacaklardır"[72].

Rahman'a küllük etmek insanın en yüksek sıfatlarından biridir. Hatta bu sıfat Peygamberlerin en şereflilerine, son Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e verilmiş bir sıfattır. Bakınız Cenab-ı Allah ne buyuruyor: "Eksikliklerden uzak­tır O (Allah)ki,geceleyin kulunu (Muhammed'i) Mescid-i Haram'dân Mescid-i Aksa'ya yürüttü" [73].

"Alemlere uyarıcı olsun diye kulu (Muhammcd'e) Furkân'ı indirenin hayır ve bereki pek çoktur! "[74].

İşte bu ayetler, kulluğun, yaratıkların en şerefli sıfatlarından biri oldu­ğuna İşaret ediyorlar. Bu sıfat ancak hakkıyla ibadetle meşgul olan kimselere verilir. Yoksa her insan Allah'ın kuludur.

1- "Yeryüzünde mütevazı yürürler." Evet mü'minler gündüzleyin in­sanlarla beraber yeryüzünde yürür, onlara karşı yumuşak ve merhametlice muamelede bulunurlar. Ağır başlı ve sükûnet İçerisinde yürürler. Kimseye karşı taşkınlık etmeden, kibirlilik taslamadan, bozgunculuk çıkarmadan, yeryü­zünde üstünlük ve fesat istemeyen kimseler olarak yaşarlar.

Ayet-i kerimede, mü'minler mütevazi yürürler, sözünden kasıt on­ların gösteriş yaparak, yapmacık hareketlerde bulunmak isteyen kimseler gi­bi hasta hasta yürümeleri değildir. Peygamber (s.a.v.) efendimiz yolda yü­rürken yokuş aşağı inen bir kimse gibi yürürdü.

2- 'Cahiller kendilerine laf atarlarsa "selam" derler" Yani kendile­rinden başka insanlar onlara kötü sözlerle sataşırlarsa, onlara hayır ve iyilikle karşılık vererek; içinde selâm, feslim, af ve bağışlama bulunan sözler söy­lerler. Onlar kötülüğe karşı iyilikle mukabelede -bulunurlar. Çünkü kötülük,  hakikaten veya hükmen cahil olan kimselerden çıkar. "Boş sözleri işittikleri zaman ondan yüz çevirirler"[75].

Ama kendilerine, cahil sayılmayan, aksine onlara tahkir etmek için ka­sıtlı kimseler tarafından boş sözler ulaştırılırsa, Allah ve Resulüne dayana­rak güç bulur ve zillet ile utancı üzerlerinden def ederler. Beyinsiz, ahmak ve inatçı kimselerin ellerine vururlar ki, hem kendileri hem başkaları için ib­ret olsunlar.

3- "Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek ayakta durarak geçi­rirler". Bu nitelik, insandan insana değişen bir niteliktir. Bazıları yatsı nama­zını cemaatle kılıp ardısıra sünnetlerini eda eder sonra sabah namazını da cemaatle eda ederler, böylece de Rablerine geceleyin secde edip ayakta dura­rak geceyi geçirirler ayetindeki vasıflara sahip olurlar.

İnsanların bir kısmı da şu aye£-i kerimelerin kapsamına girerler: "Gece­leri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi"[76]. "Yanları, yataklardan uzaklaşır (gece teheccüt namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kal­karlar), korkarak ve umurak Rablerine dua ederler”[77], Hakikatte her nefis kendi yapabileceği işi yapmakla, hatta daha azını yapmakla sorumlu tutul­muştur ki ibadetten nefret etmesin, kendisine usanç ve tembellik gelmesin.

Cenab-ı Allah kullarını gündüzleyin mütevazi olarak yürüyen, cahiller kendilerine laf attığı zaman onlara karşı "selam" diyen, geceleyin de secde edip ayakta durarak vakitlerini geçiren kimseler olarak nitelemiştir. Yani on­lar geceiiyin abid, gündüzleyin süvaridirler.

4- "Onlar ki: "Rabbimizl Cehennemin azabını bizden öteye çevirir, doğrusu onun azabı sürekli bir azaptır" derler". Evet işte bunlar gerçekten Rah-man'ın hakiki kullarıdırlar. Elden geldiğince İyilik yaparlar. Ama sürekli olarak ta korku ve çekince içersindedİrler. Allah'ın mekrinden emin olmazlar. Zira' O'nun mekrinden ve tuzağından ancak fasıklar topluluğu emin olurlar. Bunlar devamlı olarak Allah'ı anar, O'nun azabından korkar ve yalvararak şöyle der­ler; Rabbimiz isyankarlar için hazırlanmış olan cehennem azabını bizden öteye çevir. Zira onun azabı süreklidir. Orası ne kötü bir kalış yeridir. Bu ayet-i ke­rime şu ilahi kavie benzemektedir: "Onlar ki verdiklerini, rabblerinin huzu­runa dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler'''[78].

5- "Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler, (harcamaları), bu ikisinin arasında dengeli olur" İşte iktisadın temeli. Hatta en önemli unsuru budur ki,bunu da Kur'an-ı Kerim 15 yüzyıl önce­den ortaya atmıştır. Her ne kadar müslümaniar bunu bilmeyip gereğince davranamasalar da bu böyledir. Zaten müsîümanlann bundan haberi olmadığı için yabancılar, siyasi alanda bize saldırıp üstün geldikleri gibi, ekonomik yön­den de üstün gelmişlerdir. Dinimiz çoğunlukla bize, bu esasa uymamızı em­retmiştir. Bakınız Cenab-ı Allah ne buyuruyor: "EI(ler)İni boyuna bağlan­mış yapma, tamamen de açma"[79]"Çünkü (gereksiz yere mallarını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleri olmuşlardır"[80] Şer'an istenilen infak, mü'-bah işlerde yapılan harcamalardır ki,bu da israf ile cimrilik arasındaki den­geli bir harcamadır. Zira işlerin en hayırlısı orta vaziyette olanıdır. Şunu da iyi bil ki, hayırda israf, israfta da hayır yoktur. Denilmiştir ki: İktisat maişe­tin yarısıdır. İktisatlı davranan kimse yoksul düşmez. îksisat şüphesiz ki fa­zilettir. Yalnız cimrilik derecesine varmamaIıdır. Ey müslümaniar! Ekonomik alandaki düşmanlarınızdan sakının. Onlarnüfuzları altına girmemizi iste­mektedirler. Bunu da kılıçla, yahut malla, yahut ilimle yapmaya çalışmakta­dırlar. Sakmın hem de çok sakının. Onların bize karşı oynadıkları oyunlara gelmeyin.[81]

 

Mü'minlerin Sıfatlarını Anlatmaya Devam

 

68- Onlar, Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarmazlar. Al­lah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler. Bunları ya­pan günaha girmiş olur.

69- Kıyamet günü azabı kat kat olur, orada, alçaltılarak temelli kalır,

70- Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini İyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.

71- Kim tevbe edip yararlı iş işlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yö­nelmiş olur.

72- Onlar yalan yere şehadet etmezler; faydasız birşeye rastladıkları za­man yüz çevirip vakarla geçerler.

73- Kendilerine Rableriniıj ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

74- Onlar: "Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi, Allah'a karşı gelmekten sa­kınanlara önder yap" derler.

75- İşte onlar, sabrettiklerinden ötürü cennetin en yüksek dereceleriy­le mükafatlandırılırlar. Orada esenlik ve dirlik dilekleriyle karşılanırlar.   .

76- Orada temellidirler. Orası ne güze! bir yer ve ne güzel duraktır!

71- Ey Muhammed, de ki: "İbadetiniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin?' 'Ey inkarcılar! Yalanladığınız için, azab yakanızı bırakmaya­cak ür. [82]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ceza.ikap. Kovulmuş ve alçalmış olarak. Şahitlik etmezler, ya da orada hazır bulunmazlar. İçinde fayda bu­lunmayan söz veya fiiller.Düzensiz olarak düşüvermek.Gözler sevinci. Huzur, saadet Yüksek binalardaki oda­lar. Bunlar cennetin en yüksek mertebeleridirler. Rabbim si­zi umursamaz ve sizinle ilgilenmez. Yani sîzin O'nun katında hiçbir değer ve ağırlığınız yoktur. [83]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Burada anlatilan olumsuz sıfatlar, tümü ile mü'minlerden son derece uzak sıfatlardır. Bunlar cahil müşriklerin sıfatlarıdırlar. Zira onların arasında Allah'a ortak koşma, putlara ibadet etme, haksız yere can alma, kendilerine karşı güven duyan kimselere aniden balkın yapma, yoksulluk korkusuyla kız­ları diri diri toprağa gömme, eşraf arasında gizlice zina etme, cariyeler ara­sında alenen zina etme ve buna .benzer kötü fiillerle davranışlar yaygın vazi­yetle bulunmaktaydı. '

Müslimİn rivayet ettiği bir hadiste Abdullah İbn-i Mes'ul (R.A.) şöyle der: "Ey Allah'ın Resulü! Allah katında en büyük günah nedir?" diye sor­dum. Resulullah buyurdu ki: "Seni yaratmış olduğu halde Allah'a eş koş-mandır". Sonra hangisi diye sordum. Buyurdu ki: "Seninle beraber (yiyece­ğini) yer korkusu ile çotuğunu öldürülendir". Sonra hangisi diye sordum: Bu­yurdu ki: Komşunun helali ile zina etmendir". Peygamber efendimizin bu söz­lerini tasdik saadecîlnde Cenab-ı Allah, yukardaki ayet-i kerimeleri inzal bu­yurdu. [84]

 

Açıklama:

 

Önceki sayfalarda vasıflan anlatılan Rahman'ın kuilan bu gibi köîülük-lerden tabii ki arınmışlardır.

6-  ''Onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıyı çağırmaz (ibadet elmez)lar". Evet onlar Allah'a ortak koşmaktan uzaktırlar. Allah'ın yanisıra başka bir îanrıya dua etmez ve O'na kullukta bulunmazlar. Oniar Rab'lerinc yönelip O'na iman etmiş, kendisine ortak koşmadan ihlasia O'na sığınmış­lardır.

7- "Allah'ın haram ettiği canı haksız yere öldürmezler" Bil ki ey kar­deşim! İnsanın kam muhteremdir. Üç durum dışında onun kanına tecavüz edilemez: Müsii'ıman olduktan sonra irtîdat ederse veya iffetli oiup evlendik­ten sonra zina-ederse veya öldürülmesi helal olmayan bir İnsanı öldürerek haddi aşarsa... Mü'minler o kimselerdirler ki; Allah'ın, haksız yere öldürülmesini ha­ram kıldığı cam öldürmezler. İrtidat (dinden dönme) eden, başkasını öldü­ren, zina eden'kimseyi Öldürme hakkı imam'in, yani hakimindir.

8- "Zina etmezler..." Zina çok çirkin bir suçtur. Hoşlanılmayan bir fiildir. İçinde vicdan bulunan bir insan bu rezaleti işlemez. Resuluüah (s.a.v.) efendimiz ne doğru buyurmuş: "Zinakar kişi zina ederken mü 'min değildir". Bu nedenle ayet-i kerimede de insanlar zinaya yaklaşmaktan sakındınlmış-lardır: "Zinaya yaklaşmayın!".

İşte buüç sıfat, günahların en büyüklerinden, rezilliklerin de en başta gelenierindendirler. Bunları işleyen kimse günah ve azapla karşılaşır. Kıya­met gününde Ccnab-ı Allah onlara kat kat azap verir. Onlara vereceği azabın vasfını ancak Allah bilir. Horlanmış ve hakarete uğramış olarak o azabın içinde ebediyyen kalırlar. Ancak îevbe edip Allah'a yönelen, Allah'a İman edip doğru yola giren, iyi işler yapan kimseler bu azaptan kurtulurlar. Zira bu şekilde iyi davranan kimselerin salih amelleri, onların tevbe etmiş olduklarına, niyet­lerinin iyi yöne girmiş olduğuna ve gerçekten pişmanlık duyduklarına delalet eder. Defalarca söylediğimiz gibi tevbe, nefsi kötülüklerden arındıran bir fiil­dir. Tevbenin; kamil imanı, günahı bilip ikrar etmeyi, ondan ötürü pişmanlık duymayı, günaha tekrar dönmemeye kesin karar vermeyi, salih amel işleme­ye yönelmeyi gerektiren bazı temel esasları vardır. Yoksa tevbe sadece dil ile yapılamaz. İşte tevbe edip iyi işler yapan ve tevbelerinin gereğini yerine geti­ren kimselerin günahlarını Cenab-ı Allah iyiliklere döndürür. Allah günah­ları bağışlayan, kullarına merhamet eden, tevbelerini kabul buyurup kötü­lüklerini bağışlayandır.

Kötülüklerin iyilikle değiştirilmesi konusunda iki görüş vardır. Denildi ki: Cenab-ı Allah şirkin yerine imanı verir. Kuşku ve nifakın yerine ihlası ve­rir. Facirliğin yerine iffeti verir. Kötü amellerin yerine iyiliği verir. Ebıı Zerr-Gıfari (R.A.), Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir: "Doğrusu kötülükler, iyiliklerle değiştirilirler". Ebu Hureyre (R.A.)'nın rivayet ettiği bir haberde şöyle buyuruimuştur: "Bazı kavimler daha çok gü­nah işlemiş olmayı temcimi ederler". Onlar kimdir? Denildi. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: "Onlar ki Cenab-ı Allah, kötülüklerini iyi­liklerle değiştirir", Cena"b-ı Allah dilediği kuluna iütufta bulunabilir. Bu hususta O'nu hiç kimse sorguya çekemez. O, kötülüğün yerine iyilik verir. Yeter ki, kulu tevbe edip tevbesinİn gereklerini güzelce İfa etsin. Bir hadîsi şerifte şöyle buyurulmuştur: "Her nerede olursan o! Allah'tan sakın. Kötülüğün ar~ dısıra iyilik işle ki, o iyilik, işlediğin kötülüğü silsin. İnsanlara güzel huyla muamele et." İkinci görüşe gelince bundan, yani kötülüklerin iyiliklerle de­ğiştirilmesindeki kasıt şudur: Onların kötü hallerinin yerine iyi haller, yani Cenab-ı Allah onların kötü amellerinin yerine saüh amel verir. Herşey Al­lah'ın elindedir. Kim ki işlediği kötülüklerden ve günahlardan dolayı Allah'a yönelip tevbe ederse Cenab-ı Allah ta onun tevbesini kabul buyurur. Allah, bu yaptıklarına karşı güzel mükafat vermeyi de üstlenir.

9- "Onlar ki yalan şahitlik etmezler. Boş laf (konuşanlar)a rastladık­larında, vakar ile (oradan) geçip giderler". Bu ayet-i kerimenin orjinalinde geçen "zör" kelimesi; yalan, yahut Allah'a ortak koşmak, putlara tapmak, günah İşlemek ve batıl yola sapmak anlamına gelmektedir. Bazıları dediler kî; bu kelimeden maksat, müşriklerin bayramıdır. Yani mevsimlerinde ve bayram­larında kafirlerin sevinçlerine katılmak ve ortak olmak demektir. Buna göre

"zûr" kelimesinden maksat mü'minlerin bu günahlara katılmamaları ve bu günahların işlendiği yerde hazır bulunmamalarıdır. Veya "zur" kelimesi ya­lan manasında ele alınırsa; mü'min kişiler, başkalarına dayanarak yalancılık etmez ve yalan şahitlikte bulunmazlar, manası anlaşılır.

Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şe­riflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Size günahların en büyüklerini haber ve­reyim mî?" —Peygamber efendimiz bu sorusunu üç defa tekrarladı— dedik kî, evet ya Resulallah! Haber ver. Buyurdu ki "Allah'a ortak koşmak, ana-babaya kötü davranmak, (Bunları söylerken bir yere yaslanmış idi. Bu iki cümleyi söy­ledikten sonra kalkıp oturdu ve şöyle dedi: Bilesiniz ki yalan.söz, bilesiniz ki, yalan şahitlik". Bu sözü o kadar tekrarladı ki bize, keşke sussaydı, dedik.

Ayet-i kerimenin zahirinden anlaşılıyor ki, kastedilen mana şudur: On­lar yalana ve her türlü bühtan ve günaha şahit olmaz bu kötülüklerin işlen­dikleri yerde hazır bulunmazlar. Şayet tesadüfen bu günahların işlendiği yer­den geçerlerse dönüp bakmaksızın çekip giderler. Yoksa onlar da günaha ka­tılmış olurlar.

10- "Ve onlar ki kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman onlara karşı sağır ve kör davranmazlar". Onlar ki kendilerine Allah'ın ayet­leri hatırlatıldığı veya kendilerine okunduğu zaman kalpleri ürperir, titrer. İmanları ve tevekkülleri artar. Oysa kafirler bunlara hiç te benzemez. Onlar, Allah'ın ayetlerini duyduklarında hiç mi hiç etkilenmez ve saplandıkları kö­tü gidişatı değiştirmez, eski durumlarına devam eder. Hatta daha da kötü olurlar. "Ne zaman bir sûre indirilse (iki yüzlüler) arasından kimi: "Bu han­ginizin imanını artırırdı? der. (O adam bilsin ki Kur'an), inananların imanım arttırmıştır, Onlar bunun inişini birbirlerine müjdelerler. Fakat yüreklerinde hastalık olanlara gelince (bu), onların pisliklerine pislik katmıştir"[85]. "On­lara Rahman'in ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapınırlardı"[86]. Zemahşeri bu ayetin tefsirini yaparken anlam olarak şöyle der: Onlar ki, AI-. lah'ın ayetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman O'nun üzerine düşer, bu ayeti kendilerine hatırlatan kimseye; işiten bir kulak, gören bir göz ve anlayan bir kalple yönelirler. Kafirler ve İsyankâr mü'minler gibi yapmazlar. Çünkü on­lar Allah'ın ayetleri kendilerine hatırlatıldığı zaman bakarsınız ki sadece yüzleri ile ona yönelirler. Yüzİerİ ile yönelirken de kulakian sağır, gözleri ve kalpleri kör olup Kur'an'dan hiçbir şeyi anlamaz ve bu ayetlerin geçişinden de hiçbir öğüt almazlar.

11- "Ve onlar ki: Rabbİmiz bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle ve bizi (senin azabından korunanlara önder yap" der­ler". Kâmil mü'min o kimsedir ki, kendi nefsini acele (geçici) dünyada değil de, kalıcı ve ebedi olan ahirete yöneltir. Bütün gayreti ahiret ve ocadaki ni­metler üzerinde yoğunlaşır. "İşte yarışanlar, onun için yarışsınlar'[87]. Kâmil mü'min o kimsedir ki: Allah'tan, kendisine; imanlı, İyi yolda bulunan, hayır işleyip kötülüklerden uzak duran eş ve çocuklar bağışlamasını diler ki, bun­lar onun gözünü aydınlatıp nefsini sükûnete kavuştursun ve başka şeylere gözü takılmasın. Bunların mal veya güzellik için istemiş olmasını akıl kabul etmez. Buna ayet-i kerime delalet ediyor. Şöyle ki: Ey Rabbimiz! Bizi senin azabın­dan korunan takvalı kimselere Önderler yap. Bunlar derin imanda ve köklü amelde bize uysunlar. Ey Cemaat ve topluluk! Sizler numune-i imtisal olarak önderlersiniz. İbn Ömer Hazretleri Allah'a dua ederken şöyle derdi: "Allah'­ım! Bizleri büyük sıfatlar ve değerli amellerle sıfatlanan icabı ve selbî (olumlu ve olumsuz) hasletlerle muttasıl'olan takva sahibi kimselerin önderlerinden yap".

Bu nitelikler onbir tanedir: Alçak gönüllük, kibirli olmamak, yumuşak huylu olmak, geceleyin tehcceüt namazı kılmak, Allah'ın azabından kork­mak, cimrilik ve israfı lerketmek, Allah'a ortak koşmaktan uzak durmak, zina ve adam öldürmekten sakınmak, yalancı şahitliğe yanaşmamak, iyi yol­daki eşler ve çocuklar nasip etmesi için Allah'a dua etmek.

İşte bu niteliklere sahip olan kimseler, sabırlarına karşılık cennette yük­sek köşklerle mükafatlandırılırlar. Bu dünyada yaptıkları salih amellerin kar­şılığı olarak kendilerine cennet verilir. Orada Allah'tan ve meleklerden ken­dilerine selanıet dileğinde bulunup tebrikler gönderilir. O cennet odalarında güzel bir şeklide temelli olarak kalırlar. Orası ne güzel bir kalış yeridir. "Mutlu kılınanlar ise cennettedirler. Gökler ve yer durdukça onlar onlar orada sürekli kalacaklardır"[88]

Sûrenin sonuna gelindiğinde Ccnab-ı Allah kendisinin hiçbir şeye muh­taç olmadığını açıklamıştır. Kullarını, kendisinin lütuf lan ndan yararlansın­lar diye bazı şeylerle sorumlu tutmuştur. Kendisine karşı gelen ve Peygam­berlerini yalanlayanları ise azaplandırarak şu mealde direktifler vermiştir: Allah sizin yaptığınız işlere aldırmaz ve size değer vermez. Siz O'na kulluk etmedi­ğiniz takdirde O'nun katında hiçbir ağırlığa sahip olamazsınız. Sadece ken­disine ibadet edip birlesinler, sabah akşam O'nu teşbih etsinler diye yaratık­ları meydana getirdi. Sizin imanınız olmasa ve O'na ibadet etmezseniz O size hiç mi hiç aldırış etmez. Size gelince ey Mekke kafirleri! Peygamberi yalanla­dığınızdan dolayı Allah'ın hükümüne muhalefet ettiniz. Bu yalanlamanızın sonucu olarak ta ahiret azabı sürekli olarak yakanıza yapışacaktır. "Bahtsız­lar ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş içinde) bir soluk alış verişleri vardır kil... Göklerje yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Ancak Rab-bim (çıkarmayı) dilerse (O) başka. Çünkü Rabbimy istediğini yapandır"[89].



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/293.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/293-294.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/294.

[4] İsrâ: 1.

[5] Kehf: 1-2.

[6] İsra: 106.

[7] Tâha: 50.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/294-296.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/297-298.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/298.

[11] Hakka: 44-46.

[12] Hûd: 1.

[13] Kehf: 110.

[14] Tevbe: 32.

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/298-300.

[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/301.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/302.

[18] Al-i İmrân: 194.

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/302-304.

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/304-305.

[21] Hucurât: 11.

[22] Zuhruf: 31.

[23] Mü’minûn: 111.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/304-307.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/307-308.

[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/308.

[26] En'am: 124.

[27] İsrâ: 90-92.

[28] En'am: 8-9.

[29] En'am: 111.

[30] En'am: 93.

[31] İbrahim: 27.

[32] İbrahim: 18.

[33] Yasin: 55-57.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/308-310.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/310-311.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/311.

[37] Bakara: 210.

[38] Mü'min: 16.

[39] Müddesir: 9-10.

[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/311-312.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/312-313.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/313.

[43] Fussilet: 26.

[44] Ankebût: 2-3.

[45] İsrâ: 106.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/313-315.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/315.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/316.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/317.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/317.

[51] Tâhâ: 44.

[52] Bakara: 2-3.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/317-318.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/318-319.

[55] Muhammed: 24.

[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/319-321.

[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/321-322.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/322.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/322.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/322-325.

[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/325-326.

[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/327.

[63] Rahman: 19-20.

[64] Şûra: 49.

[65] Müddessir: 31.

[66] Necm: 4-5.

[67] Fukan: 60.

[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/327-330.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/330-331.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/331.

[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/331.

[72] Furkan: 75.

[73] İsrâ: 1.

[74] Furkan: 1.

[75] Kasas: 55.

[76] Zariyât: 17-18.

[77] Secde: 16.

[78] Mü’minûn: 60.

[79] İsra: 29.

[80] İsra: 27.

[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/331-333.

[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/333-335.

[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/335.

[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/335.

[85] Tevbe: 124-125.

[86] Meryem: 58.

[87] Hûd: 108.

[88] Hûd: 108.

[89] Hûd: 106-107.

Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 4/335-339.